MEHMED
H er hakkı Kültür Yayınları İş-Türk Limited Şirketi'ne aittir.
Kapak Tasarım t: O sm an B ellek Birinci Baskı : 5 .0 0 0 A d e t/ E k im 19 98 ISBN : 97 5 -4 5 8 -1 3 0 -4
Hazırlık, Baskı ve Cilt: Tisamat Basım Sanayii-ANKARA Tel : (312) 267 11 77 pbx Faks: (312) 267 06 30 E-posta:
[email protected]
Rahim TPlRIM
MEHMED RPlUF (Hayatı, 5anatı, Eserleri)
TÜRKİYE İŞ BANKASI Kültür Yayınları
KISALTMALAR a.g.e. a.g.m. a.g.y. A. Ü. bas./bs. Bak. Bkz./bkz. Dnz. DTCF. Ed. Fak. Enst. Fr. H a z./h a z. İ.Ü. İst. K.E. K.S. M.E.B. Mez. T. Md. M.Ü. nr. s. T.A.M. T.A.Ş. TDEB. T.E. T.S. Tr. t.y. vb. Yay. / yay.
Adı geçen eser Adı geçen makale Adı geçen yer Ankara Üniversitesi Basılış/basım Bakanlığı Bakınız Deniz Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (Ankara) Edebiyat Fakültesi (İstanbul) Enstitü / Enstitüsü Fransızca Hazırlayan(lar) İstanbul Üniversitesi İstanbul Kânun-ı evvel Kânun-ı sâni Milli Eğitim Bakanlığı Mezuniyet Tezi Müdürlüğü Marmara Üniversitesi numara sayfa Türkiyat Araştırmaları Merkezi (Eski Türkiyat Enstitüsü, İstanbul) Türk Anonim Şirketi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Teşrin-i evvel Teşrin-i sâni Travay (Tez Fr.: Traville) Tarih yok/tarihsiz ve benzeri Yayını / yayınları
İÇİNDEKİLER Sayfa No. ÖNSÖZ ................................................................................................................ix 1. BÖLÜM HAYATI ve EDEBÎ K İŞ İLİĞ İ....................................................................1 I) HAYATI ..........................................................................................................3 II) EDEBÎ KİŞİLİĞİ ......................................................................................... 16 A- Servet-i Fünûn Edebî Topluluğu'nun Kuruluşuna Kadar Geçirmiş Olduğu Hazırlık Dönemi ....................................... 16 B- Servet-i Fünûn Edebî Topluluğu'ndaki Olgunluk Dönemi ................................................................................................22 C- İkinci Meşrutiyetken Sonraki Edebî Düşüş ve Unutuluş Dönemi ................................................................................................33 2. BÖLÜM SAN ATI................................................................................................................. 53 I) HAYATI İLE ESERLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ................................... 55 A- Aşk ...........................................................................................................58 B- Kadın .......................................................................................................62 C- Müzik ..................................................................................................... 65 II) ROMANLARI ve ROM ANCILIĞI........................................................69 A- Romanları ............................................................................................. 69 B-Romancılığı ......................................................................................... 82 III) HİKÂYELERİ ve H İKÂYECİLİĞİ............................................................85 A- H ikâyeleri............................................................................................. 85 B-Hikâyeciliği ......................................................................................... 91
IV) OYUNLARI ve TİYATRO YA ZA R LIĞ I.......................................... 100 A- Oyunları .............................................................................................. 100 B- Tiyatro Yazarlığı................................................................................107 V) MENSUR ŞİİRLERİ....................................................................................112 A- Mensur Şiirleri ve Mensur Şiir Yazarlığı Ü ze rin e..............112 B- Siyah İnciler'deki Metinleri Listesi ........................................115 C- Siyah İnciler Dışındaki Mensureleri.....................................120 VI) Ü S L U P ........................................................................................................121 KAYN AKÇA..................................................................................................... 126
ÖNSÖZ Servet-i Fünûn edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan ve edebiyatım ızda Eylül yazarı olarak tanınan Mehmed Rauf hakkında, akadem ik düzeyde yapılm ış b ir çok çalışm a olm asına rağmen onun hayatı, sanatı ve eser lerinin bütününü ele alan belli başlı bir yayın yoktur. L. Sami A kalın tarafından kalem e alınan Mehmet Rauf (V arlık Y a y ., İstanbul 1953) diğeri ise Erdoğan Coşkun ta rafından kalem e alınan Mehmet Rauf (Toker Y a y ., İstanbul 1976) adlı iki çalışm a ise üzerinden geçen uzun zam an ve yeni bulgular gözönüne alındığında artık yetersiz kaldıkları ortadadır. Öte yandan, Mehmed Rauf'un ölüm veya doğum y ıl dönüm lerinde çeşitli dergilerde, onunla ilgili olarak yayım lanan yazılarda da, hayatı ve eserleri hakkında birçok ya nılgılara düşüldüğü görülmektedir. Bu yanılgıların en büyük nedeni, bugüne kadar yapılan çalışm alara ulaşılam am aktan ve gerekli karşılaştırm aların yapılabileceği yeni bir çalışm anın olm ayışından kaynak lanm aktadır. İşte, elinizdeki bu eser, hem bugüne kadar yapılm ış çalışm aları kuşatan yeni bir biyografik çalışm anın o lm ayı şından, hem de naçizane böyle bir eksikliği gidermek am acıyla kalem e alınm ıştır. A ncak, çalışm am ız, bundan
böyle yapılacak çalışmalara bir basamak oluşturabilirse asıl amacına o zaman ulaşacaktır. Ayrıca, çalışmamız sırasında, kütüphanedeki güçlük lerin aşılmasında büyük yardımlarını gördüğüm Sayın Tarık Ö zçelik'e özellikle şükranlarımı sunmak istiyorum.
Dr. Rahim TARIM Beşiktaş'22 Haziran 1992
Bölüm: I
HfiYflTI VE EDEBÎ KİŞİLİĞİ
I- HAYATI Mehmed Rauf, 12 Ağustos 1875 tarihinde İstanbul, Balat'ta Kesmekaya mahallesinde dünyaya gelir. Babası, Kütahya'dan askerlik görevi için gelip İstanbul'a yerleşmiş olan Liman Dâiresi memurlarından Ahmed Şükrü Efendi'dir. İlk öğrenimini Defterdar Mahalle Mektebi'nde gördükten sonra, 1884 yılında girdiği Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi'ni 1888 yılında bitirerek aynı yıl Bahriye Mektebi'ne kaydolur1. Babasının isteğiyle girmiş olduğu Bahriye Mektebi'nden 1894 yılında teğmen rütbesiyle mezun olan Mehmed Rauf, Girit'in Suda limanında bulunan "Mehmed Selîm" eğitim gemisinde de sekiz ay staj gördükten sonra İstanbul'a döner. 1895 yılında, Almanya'nın Kuzey ve Baltık denizlerini birbirine bağlayan "Kiel Kanalı"nın açılış töreni için gönderilen "Fuad Vapuru" ile Hamburg'a giden Mehmed Rauf, Almanya dönüşü, Girit'te sekiz ay daha kalır ve 1896 yılında İstanbul'a dönerek çeşitli donanma gemilerinde görev alır. Daha sonra, Tarabya'da bulunan "karakol gemisi"nde2 irtibat subaylığına getirilen Mehmed Rauf, 1898 yılında da yüzbaşılığa yükselir.
1 Mehmed Rauf'un Deniz Harb Okulu'na kaydından yargılanmasına kadar aldığı görevlerle ilgili belgeler için bkz.: Rahim Tarım; "Mehmed Rauf'un Hayatı ve Hikâyeleri Üzerine Bir Araştırma", (Basılmamış doktara tezi) M .Ü .; Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 1992. 2 O yıllarda, beş büyük devlet, sözde İstanbul'daki elçilik personelini korumak; aslında ise casusluk ve gözdağı vermek amacıyla Boğaz'da, "istasyoner" adı altında birer savaş gemisi bulundururlar. Hattâ, bu gemilerin personeli işi, küstahlıklarını bazı ramazan akşamları toplarını kasten ateşleyerek İstanbul halkıyla alay etmeye kadar vardırmaktadırlar. Saray da, sözümona, bu gemileri gözetim altında tutmak amacıyla "karakol" gemisi adı altında bir gemiyi görevlendirmiştir. Bkz.: Ercüment Ekrem Talu; "Mehmet Rauf1, Edebiyat Âlemi, sayı :11, 30 Haziran 1949, s. 1, 6.
Boğaz'daki bu görev yıllarında, Servet-i Fünûn mec muasından tanıyıp dost olduğu Tevfik Fikret'in halasının kızı Ayşe Sermet Hanım ile 1901 yılında evlenen Mehmed Rauf, Rumelihisarı'ndaki yalıya içgüveyi girerek, uzun bir süre Tevfik Fikret'le aynı evi paylaşır3. Bu, Mehmed Rauf'un ilk evliliğidir ve bu evlilikten olan Fatma Nihâi ve Süheylâ adında iki kızından Süheylâ beş yaşında iken difteriden ölür. Fatma Nihâi ise, yazar Selâmi İzzet Sedes'in eşi olacaktır4. 1904 yılında Protokol Memurluğu'na getirilen Mehmed Rauf, bir yıl sonra Mekteb-i Bahriye, "Kitabet Muallimliği”ne getirilir. II. Meşrutiyet’in ilânı, Mehmed Rauf'un hayatında da önemli bir dönüm noktası olur. Servet-i Fünûn edebî topluluğundan bazı arkadaşlarının aksine, II. Meşrutiyet'ten onun payına pek bir şey düşmez. Sadece, genel terfi sırasında, rütbesi bir basamak yükseltilerek Kıdemli Yüzbaşı olur. Fakat o, hayatını yazı yazarak kazanmak zorunda kalacaktır. Abdülhak Şinasi Hisar, Mehmed Rauf'un bu yıllardaki durumuna ilişkin olarak şunları söylemektedir: "(...) Meşrutiyet'ten az zaman sonra, gördüğümüz Edebiyat-ı Cedîde azalan hemen hepsi birer hatırlı mevki sahibiydiler: Tevfik Fikret, Âşiyan'da Robert Kolej hocası ve hürriyet şâiriydi. Hüseyin Cahid bir İttihad ve Terakkî mücahidi ve bir matbuât lideriydi. Halid Ziya, Mâbeyn-i Hümâyun başkâtibiydi. Cenap Şahabeddin, karantina hudut ve sevahili sıhhiye idaresindeydi. Ahmed Hikmet, İstanbul'da kaldıkça 3 Halid Ziya, Eylülü de bu günlerin bir mahsulü olarak görür: Mehmed Rauf'un şaheseri «Eylül» bu Hisar yalısı ikametinin bir yadigârıdır ve onu bir aşk kasırgasına takılıp sürüklenirken yazmıştır.” bkz: Halid Z iya; Sanata Dâir; C. III, İstanbul 1955, s. 283. 4 Selâmi izzet Sedes; Mehmed Rauf, Aylık Ansiklopedi, s.278;
hoca, İstanbul'dan harice gidince konsolostu. Mehmed Rauf ise, yalnız birtakım yazılar yazan bir edebiyatçı, sadece birtakım neşriyat ile meşgul bir yazıcıydı. (...) Mehmed Rauf, her türlü yazı işlerinin hepsiyle uğraşırdı. Bütün ömrü iki kutup arasında çabalıyordu: Biri edebî yazılar neşretmek ve edib şöhretini yükseltmek; diğeri de, bu yazılar ve bu işlerle hayatını koruyan parayı kazanmak! Fakat bütün bu gayretlerine ve zahmetlerine rağmen bu iki gayenin hiçbirine ulaşamıyor, bunlardan hayal ettiği hayırlı neticelere varamıyor ne istediği büyük edebî şöhretini, ne de hayat parasını tamamiyle kazanamıyordu. Mehmed Rauf, gazetecilik yapıyor, gazetelere makaleler, telif yahut mütercem roman tefrikaları veriyor, mecmuacılık yapıyor, daha ziyade Mahasin, Süs, Nevsâl, Hikâye Külliyâtı mecmuaları gibi, kadın mecmuası yahut magazin neşrediyordu. Tiyatro muharrirliği yapıyor, Halid Ziya'nın Ferdi ve Şürekâsı romanından alınan piyes gibi adaptasyonlar yapıyor, piyesler yazıyordu."5. Gençlik ve Edebiyat Hatıraları'nda Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun söyledikleri de Abdülhak Şinasi Hisar'ı desteklemektedir: "(...) Meşrutiyet ilân edilmiş, basın hürriyetine kavuşmuş, Mehmed Rauf'un eski dost ve arkadaşlarının her biri kendine göre refah veya ikbâl merdivenlerini çıkmaya başlamış ve meselâ bir vakitler, ondan hep 'Kardeşim Rauf' diye bahseden Hüseyin Cahit iktidar partisinin organı "Tanin" gazetesinin başına geçmiş; Halid Ziya Beyefendi, Padişahın Başkâtibi olmuş; Tevfik Fikret'in manevî otoritesi memleket çapında genişlemiş ve...evet, ve onun arkadaşı olan Selânik Mebusu Cavit Bey Maliye Nezareti'nin en gözde 5 Abdülhak Şinasi Hisar, Geçmiş Zaman Edipleri: Mehmet Rauf, Türk Yurdu, nr:262, Kasım 1956, s.371-372.
namzetlerinden biri mertebesine erişmiş bulunduğu halde Mehmed Rauf, vaktiyle dehâ-yı sanatı, bunların hepsini hayran etmiş, Eylül ve Siyah İnciler yazarı Mehmed Rauf, basın âlemine henüz ayak basmış bir edebiyat heveslisi gibi, yazılarını yayınlayabilmek için, Babıâli caddesindeki gazete ve dergi idarehanelerinin önünde sıra bekliyordu ve muvaffak olamayınca, kim bilir nerelerden tedarik ettiği beş on lirayla, ömrü birkaç ay bile sürmeyen dergiler çıkarıyordu.”6. Hakkı Süha Gezgin de, Mehmed Rauf'un bu dönemde yalnız kalışını şöyle yorumlar: "(...) 'Edebiyat-ı Cedîde'cilerin hemen hepsi şöhretle birlikte para ve bolluğa da kavuşmuşlardı. Kimi, ‘Reji'de âzâ, kimi ’Sıhhıye'de murada ermiş, kimi gazete sahibi ve mebustu. Yalnız Rauf parasız, sade o talihsizdi. Şimdi, Ahmet Halid'in tuttuğu kitabevinde ’Sudi' oturuyor, üst katındaki küçük odada da Mehmet Rauf mecmuasını çıkarmaya çalışıyordu."7. Ancak, Mehmed Rauf'un böylesine unutuluş veya dışlanışının nedenlerini, arkadaşlarının belli makamlara gelmelerinden çok onun aşkları ve bohem yaşantısında aramalıdır. Boğaziçi'nde görevliyken yaşadığı yasak a şk ,‘ arkadaşları tarafından, belki de o sırada henüz bekâr olduğu için, üzerinde fazla durulmayıp sadece anı olarak kalmışken8, evliyken yaşadığı bir başka aşk macerası ve bunun sonucunda gelen intihar girişimi arkadaşlarını artık ondan yavaş yavaş uzaklaştırır. 6 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s.22. 7 Hakkı Süha; Edebî Portreler: Mehmet Rauf, Yeni Mecmua, nr:14, 4 Ağustos 1939; Hakkı Süha Gezgin; Edebî Portreler, (H az.: Beşir Ayvazoğlu) Timaş Vay., İstanbul 1997, s. 186. * Yazarın yaşadığı bu aşk, onun "Ayna" adlı hikâyesine de konu olmuştur. Bkz.: İlk Temas İlk Zevk, Kitaphane-i Sûdi, İstanbul 1338/1922. Ayrıca bkz.: Halid Ziya, Kırk Yıl, C .V .; İstanbul 1936, s.50-51; Hüseyin Cahit Yalçın; Edebî Hatıralar, Akşam Kitaphânesi, İstanbul 1935, s.150-151.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun, Şahabeddin Süleyman'dan aktardığına göre, Tevfik Fikret'in aracılığıyla kurmuş olduğu yuvasını bohem yaşantısıyla dağıtmış olan Mehmed Rauf, yaşadığı bu aşk uğruna intihara kalkışmıştır. Bu intihar olayının garip bir de hikâyesi vardır. Mehmed Rauf, intihara karar verdikten sonra, arkadaşlarına da bir veda mektubu yazar. O sırada, Büyükada'da, ikamet etmektedir. İntihar girişiminden bir gün önce yazılan bu mektup arkadaşlarının eline ulaşır ulaşmaz, Halid Ziya, Celâl Muhtar, Hüseyin Cahid ve Servet-i Fünûn sahibi Ahmet İhsan kiralanan bir istimbot ile adaya hareketle, zamanında yetişerek Mehmed Rauf'u kurtarırlar. Ancak, bu olay başta Tevfik Fikret olmak üzere, Halid Ziya ve diğer bazı arkadaşlarını Mehmed Rauf'tan uzaklaştıracaktır9. Diğer taraftan Mehmed Rauf, son derece tutumsuz bir hayat sürmektedir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun, Ahmet İhsan (Tokgöz)'dan duyarak anılarında aktardığı şu olay, hayli ilginçtir: " Çok hesaplı ve işini bilir bir adam olan Ahmet İhsan bu münasebetle (intihar olayı) pek tuhaf bulduğu şu fıkrayı 'Bir ev nasıl bir kostüm haline inkılâp eder' mukaddemesiyle bize şöyle anlatırdı: 'Mehmet Rauf', derdi, «o hanım uğruna yalnız canını fedaya kalkışmakla yetinmemiştir. Dünyada yegâne varlığı olan evini de satmış; bu suretle eline geçen paranın büyük bir kısmını az zamanda harcadıktan sonra,
9 Ercüment Ekrem Talu; "Mehmet Rauf', Edebiyat Âlemi, sayı:11, 30 Haziran 1949, s. 1, 6; Vakup Kadri Karaosmanoğlu; Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s.20-21; Halid Ziya, Kırk Yıl, C .:ll, İstanbul 1936, s.148-151; Hüseyin Cahit Yalçın; Edebî Hatıralar, Akşam Kitaphanesi, İstanbul 1935, s.152-153; Halid Ziya, bu hadiseden sonra Mehmed Rauf'un da onlardan âdetâ uzaklaştığını kendisini çok ender gördüklerini söyler; bkz: Sanata Dâir; C .lll; İstanbul 1955, s. 284, 288.
geriye kalanla bir piyano almış; daha sonra piyanoyu da satıp kendine şık bir kostüm yaptırmıştır.»"10. Yine, Hakkı Süha Gezgin de, Mehmed Rauf'un "savruk yaşadığını, son lirasını muhteşem bir boyunbağına vererek, kış günlerinde beyaz pabuçla kaldığını işittiğini" söylemektedir” . İşte tam bu sıralarda, Mehmed Rauf, yukarıda anılan şartların da etkisiyle, sırf para uğruna pornografik bir roman kaleme alır. "Zanbak" veya "Zambak" olarak bilinen ve asıl adı Bir Zambak'ın Hikâyesi olan bu roman, yayımından kısa bir süre sonra kamu ahlâkına aykırı görülerek yasaklanır ve toplatılır12. Başlangıçta, bu olayı yalanlayan Mehmed Rauf, Dîvan-ı Harb-i Örfî'de yargılanması sırasında suçunu kabul edince, mahkeme tarafından Mekteb-i Harbiye'deki "Kitabet Muallimliği"nden ihraç ve 7 Haziran 1910tarihinden itibaren altı ay hapis cezasına çarptırılır13. Mehmed Rauf, bu mahkûmiyetini, asker olduğu için önce "Dâire-i Harbiye"de, daha sonra ise "Necm-i Şevket" korvetinde tamamlar. Bu aynı zamanda, Mehmed Rauf'un askerlikle olan ilişkisinin ve maaşının da kesilmesi anlamına gelmektedir14.
10 Yakup Kadri Karaosmanoğlu; Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s. 21 .
11 Hakkı Süha; Edebî Portreler: Mehmet Rauf, Yeni Mecmua, nr:14, 4 Ağustos 1939; Hakkı Süha Gezgin; Edebî Portreler, (H az.: Beşir Ayvazoğlu) Timaş Yay., İstanbul 1997, s. 186. 12 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s. 22-23; Ali Birinci, "Müstehcenlik Tartışmaları Tarihinde Bir Zambağın Hikâyesi", Dergâh, C .ll, Sayı:16, Haziran 1991, s .19; eserin baskıları için bkz.: Ali Bayram/Lütfi Bayraktutan/M. Sadi Çöğenli (haz.); Seyfettin Özeğe Bağı; Kitapları Ek Katalogu, C.S, A .Ü ., Yay., No:2, Erzurum 1973, s. 25. 13 Ayrıntılı bilgi ve belgeler için bkz.: Rahim Tarım ; "Mehmed Rauf'un Hayatı ve Hikâyeleri Üzerine Bir Araştırma", (Basılmamış doklara tezi) M .Ü .; Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 1992. 14 a.g.y.; ve Abdülhak Şinasi Hisar, Geçmiş Zaman Edipleri: Mehmet Rauf, Türk Yurdu, nr:262, Kasım 1956, s. 373.
Hâlid Ziya Uşaklıgil, Sanata Dâir adlı eserinde kendisi sarayda görevli iken Mehmed Rauf'un kendisine askerlik hayatıyla ilgili bir başvurusu olduğunu ve bunu hallettiğini söylerse de, askerlikle ilişkisinin kesilmiş olması Halid Ziya'nın bu aracılığının sonuçsuz kaldığını göstermektedir: " (...) Ben Saray'da iken çoktanberi görünmiyen bu bedbaht adamın bana bir müracaatı oldu: Askerlik hayatında pek müşkil bir vartaya uğramak üzere idi. O zaman Bahriye Nâzırı olan Halil Paşa'ya yalvardım. Bu tehlike zâil oldu."15. Bu olayı, Mehmed Rauf'un "zaman zaman beliren ve taşkınlığıle hayatında silinmez izler bırakan bohem ruhu"na bağlayan Hakkı Süha Gezgin'e göre de, Bir Zambak'ın Hikâyesi işte böyle bunalımlı bir zamanın ürünüdür: "(...) Fakat onda bir «Bohem» ruhu vardı sanıyorum. Zaman zaman belirir ve taşkınlığile hayatında silinmez izler bırakırdı. Bir otuz yıl evvelki ahlâk telâkkilerini, bir de «Zambak»ı düşünün. Rauf, bu dalışı, yüksek edebî şöhretinin üstünden yapmaktan çekinmemişti. Arkadaş ve dostları elbette ona karşı hissiz değillerdi. Fakat hiç birine sığınmadı. Kupkuru nasibini alın teri ve göz yaşile ıslatmayı üst bulmuştu. Rauf hakkında bir gün bir monografi yapmak isteyenler, onun seciyesini belirtmek için bu noktada epey uzun durmak zorunda kalacaklardır. Çünkü bence bu çekingenlik, onun ruhuna giden yolun birinci mola taşıdır."16. Bu olaydan sonra, itibarı iyice sarsıldığından bir hayli sıkıntı çeken Mehmed Rauf'a yardım elini eski dostu Hüseyin Cahid
Halid Ziya; Sanata Dâir; C . III.; İstanbul 1955, s. 288. '* Hakkı Süha; Edebî Portreler: Mehmet Rauf, Yeni Mecm ua, nr:14, 4 Ağustos T939; Hakkı Süha Gezgin; Edebî Portreler, (H az.: Beşir Ayvazoğlu) Timaş Yay., İstanbul 1997, s. 186.
uzatır ve çıkarmakta olduğu Tanin gazetesinde Mehmed Nâfiz takma adıyla bir süre yazı yazmasına imkân sağlar17. Mehmed Rauf, bu kez, 1910 yılında Ayşe Sermet Hanım'ın nikâhında iken, İzmirli zengin bir ailenin kızı olan Besime Hanım'la, İzmir'de ikinci evliliğini yapar. Bu evliliğinden de Hüseyin Cevvâl Rauf (Gülergün) adında bir oğlu olur18. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na göre Mehmed Rauf'un bu evliliği, Bir Zambak'ın Hikâyesi adlı romanını okuyan Besime Hanım'ın teklifiyle gerçekleşmiş, yine onun isteği ile son bulmuştur: "(...) Bu elîm hadise üstünden birkaç zaman geçecek, ona, bir gün, İzmir'de Frenk mahallesinde, Abajoli denilen bir Fransız kitapçısında rasgelecek ve halinden, tavrından, itinalı giyinişinden iyi bir durumda olduğunu sezecektim. Meğer, bu sezinişimde pek haklı imişim. Zambak romanını okuyan zengince bir aile kızı, Mehmet Rauf'a mektupla evlenme teklifinde bulunmuş. O da kalkıp hemen İzmir'e gelmiş, şimdi baş üstünde tutulan bir içgüveysi olarak rahat bir ömür sürmekte imiş. Fakat, ne yazık ki, bu nisbî rahatı ve refahı çok uzun sürmeyecek; düzenli bir aile hayatından tekrar derbederliğe dönecekti. Ama, bu sefer kabahat onda değildir. Ayrılma, sanırım, karısı tarafından istenmiştir."19. 25 Mart 1920 tarihinde, Tütün Rejisi Genel Müdürü olan İzzet Melih Devrim'e yazmış olduğu bir mektubundan, Mehmed Rauf'un, "Şule Neşriyat Evi" adı altında bir yayınevi kurduğunu ve bir köşesinde tütün ve pul satabilmek için gerekli ruhsatın 17 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s. 23. 18 Cahide Başol; Mehmed Rauf Hayatı ve Eserleri, İ.Ü ., Ed. Fak., TD EB., Mez. T., T.A .M ., nr: 36, İstanbul 1939, s.3; Erdoğan Coşkun, Mehmet Rauf, Toker Yay.; İstanbul 1976. 19 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s. 23.
çıkarılmasında görüyoruz20.
İzzet
Melih'in
yardımcı
olmasını
istediğini
Bu arada, 1 Teşrin-i sâni 1337/1921-2 Mart 1338/1922 tarihleri arasında Vakit gazetesinde «Napoli Tahassüsâtı» başlığı altında yayımlanan bir seri makaleden de21, Mehmed Rauf'un adı geçen gazetenin yazarı sıfatıyla İtalya'ya gitmiş olduğunu öğreniriz22. Mehmed Rauf, ikinci eşi Besime Hanım'dan ayrıldıktan sonra, 10 Ocak 1926 tarihinde, yine eserlerini okuyarak kendisine âşık olan Muazzez adlı genç bir öğretmen hanımla üçüncü evliliğini yapar. Bu, son eşiyle aralarında 28 yaş fark vardır ve evliliklerinin on üçüncü günü felç geçiren Mehmed Rauf, artık sağ kolunu kullanamayacaktır23. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, anılarında onun dönemine ilişkin olarak şunları söylemektedir:
bu son
"(...) Tekrar derbederliğe dönmek. Bu, geçim dertleri içinde kırkını boylamış bir adam için pek hoş olmasa gerektir. Elverir ki, genç ve vefalı bir arkadaş ona destek olsun. Nitekim, Mehmet Rauf, böyle bir arkadaşı, böyle bir desteği -eserlerini okumak suretiyle ona gönül vermiş- yirmi iki, yirmi üç yaşlarında bir öğretmen kızda bulmuştur. Bu kız güzel miydi? Çirkin miydi? Bilmiyorum. Bir gün, Kadıköy'ün 20Nüket Esen (Haz.); İki Gözüm, Aziz Kardeşim, Efendim (imparatorluksan Cumhuriyet'e Edebiyatçı Mektupları); Yapı Kredi Yay.; İstanbul 1995, s. 45. 2lNapoli Tahassüsatı; Vakit; nr:1399, 1409, 1431, 1437, 1454, 1459, 1492, 1509; 1,11 Teşrin-i sâni, 4, 10, 27 Kânun-ı evvel 1337/1922, 1 Kânun-ı sâni, 5, 22 Şubat 1338/1922. 22 Bu makalelerin yurt dışından mı gönderildiği, yoksa yazarın dönüşünden sonra mı kaleme alındığı belli olmadığından Mehmed Rauf'un İtalya'ya tam olarak ne zaman gidip döndüğü kesin olarak bilinmemektedir. 23 Bu bilgiler, Mehmed Rauf'un ölümünün hemen ardından yapılan bir mülâkat sırasında bizzat eşi Muazzez Hanım tarafından verilmektedir. Bkz: "Eylül Muharriri Mehmet Rauf'un Son Demleri", Son Posta; nr:515, 30 Kânun-ı evvel 1 9 3 1 ,s. 1, 11.
bir sokağından, onu, Eylül yazarının kolunda mutlu bir eda ile geçerken görmüştüm. Bu çifte, bir müddet, başımı çevirip arkadan baktım. Her ikisi de, birbirine öylesine sokulmuştu ki, nice genç sevdalılar onların haline imrenebilirdi. Oysa, ben, yalnız derin bir hayrete kapılmıştım. Zira sort zamanlarda, Mehmet Rauf'un inmeli olduğunu işitmiş bulunuyordum. Nitekim, hasta Eylül yazarı, bir gün yeni bir romanını tefrika ettirmek için yanında taze eşiyle 'Akşam' idarehanesine gelmiş ve onu 'Bu benim yalnız karım değil, aynı zamanda sağ kolumdur' diye takdim etmişti ve bu sözüyle inmeli tarafının sağ kolu olduğunu anlatmak istemişti. Demek ki, o durumunda, karısının yardımıyla hâlâ çalışmakta devam ediyordu."24. Gerçekten de, Mehmed Rauf'un, bu zor günlerinde hâlâ çalışabilmesinde son eşi Muazzez Hanım'ın rolü büyüktür. Muazzez Hanım da, bu hastalık döneminde Mehmed Rauf'un bütün yazılarının kendisi tarafından yazıya geçirildiğini söyler: "Hayatını yazılarının parası ile kazandığı için romanlarını o söyler, ben yazardım. İki sene süren bu feci hastalık zamanında Son Yıldız, Harabeler, Halâs, Kâbus vesair yazılarını hep o söyledi, ben yazdım."25. Mehmed Rauf da, içinde bulunduğu durumun bilincindedir ve eşine şükran duymaktadır. Son eserlerinden biri olan Son Yıldız adlı romanını, Muazzez Hanım'a şu satırlarla ithaf eder: " Yalnız hayatımın değil, ruhumun da en ezelî refikasına... Sevgili Zezi! Sen ki, benim ilk veya son değil, bütün hayatımın bir tek yıldızısın; elemli ve feci bir hastalığın, mihriban mevcudiyetinle en parlak bir saadet içinde 24 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s. 24. 25 Son Posta; nr:515, 30 Kânun-ı evvel 1931, s. 1, 11.
geçirttiğin elemli ve feci günlerinde kalem tutmaktan âciz zavallı elimin ma'lûliyetine çaresâz olarak kıymetdâr yardımınla beraber yazdığımız bu romanı o günlerin emsâlsiz nefâsetinin bir hatırası olmak üzere senin Muazzez ismine ithaf etmeme elbet müsaade edersin, değil mi yavrum?..."26. Hayatını yazılarının parası ile kazanmak artık Mehmed Rauf İçin hayli güç olmaya başlar. Gazetelerden de, eskisi gibi saygı ve ilgi görememektedir. Abdülhak Şinasi Hisar'ın bir yazısında bu konuda aktardığı bilgiler oldukça hazindir: "(...) Mehmed Rauf, sağ kolunu kullanamaz, yazmak istedikçe, refikasına söyler ve o da söylediklerini yazarmış. O, sağ eliyle karısının koluna girerek, beraberce gazete idarehânelerine gelip gittiği görülüyordu. O zamanlar Ali Naci'nin neşrettiği İkdam gazetesinde Ahmed Haşim hemen her gün 'Bize Göre', fıkralar yazmaktaydı. Bazı günler ben de kendisini görmeye gelirdim. Böyle bir akşam, Mehmed Rauf, kolunda refikasıyle birlikte, gazete idarehanesine geldi. Tefrika olarak David Copperfield'in İngilizce'den tercemesini vermek istiyordu. Ahmed Haşim'in dediklerine göre, bu yeni başlayan hayatlarını yazılariyle tanzim etmek hülyasında imişler. Yeni bir apartmana taşınmışlar. Mehmed Rauf, beni bir kapı aralığında durdurarak, bu romanın tercemesini Ali Naci'ye tavsiye etmemi istedi. Ben de, bu eserin malûm olan şöhretini söyliyerek, inşallah bu tercemesinin de pek muvaffak olabileceğini anlatmaya çalıştım. Ali Naci ise galiba bu romanın gazetede basılmasına taraftar değildi. Kendisi incelikten mahrum bir adam değilse de Mehmed Rauf'a ve refikasına incelikle muamele etmeye lüzum görmüyor ve sözleriyle âdeta tersliyordu. Onlarsa bu derecesine ihtimal vermemiş 2f’ Mehmet Rauf, Son Yıldız, Suhulet Kitabevi, İstanbul 1927, s. 3.
oldukları bu istiskale şaşırmışlar gibi, ne diyeceklerini bilemiyorlar ve hayatî bir ihtiyat ile, daha tekliflerinin reddini duymamışlar da, hâlâ muvafık bir cevap almalarının imkânı varmış gibi görünmek istiyorlardı. Öyle ki ben de zayıf bir imkâna koyulmuş gibiydim. Acaba Ali Naci roman tercemesine az para vermek ve onlara nâmemnun görünerek, bir pazarlık hareketi mi yapmak istiyordu? Fakat Ali Naci'nin kaba saba istiskali nihayet bu reddi karşısında başka yapılacak bir hareket kalmayınca meyus bir halde çıkıp gidişleri benim son derece rikkatime dokundu."27. İlkinden yaklaşık iki sene sonra daha ağır bir felç geçirerek yatağa düşen Mehmed Rauf, artık bilincini de kaybetmiştir ve konuşamaz. Bu sırada geçim zorluğu başgösterince zamanın hükümetince kendisine maaş bağlanır28. Bir buçuk yıl süren bu ağır hastalık sonucunda iyice halsiz düşen Mehmed Rauf, kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastahanesi'nde 23 Aralık 1931 tarihinde hayata gözlerini yumar. Cenazesi, 25 Aralık 1931 tarihinde Teşvikiye Camii'nde kılınan namazdan sonra sade bir törenle Maçka'daki aile kabristanında toprağa verilir. Abdülhak Şinasi Hisar'ın "gazetelerde onun ölümünden başka hiçbir şey yazılmadığını, cenazesine gitmiş olanlardan hiç sözedilmediği" yolunda söyledikleri yanlıştır. Matbuât Cemiyeti'nin bir duyuruyla üyelerini davet ettiği Mehmed Rauf'un 27 Abdülhak Şinasi Hisar, Edebi Portreler: Mehmet Rauf, Türk Yurdu', nr:262, Kasım 1956, s. 373-374. 28 Abdülhak Şinasi Hisar, hiç çalışıp yazamayacağı görülünce, "edebiyat muhiblerinin hükümete müracaat ettiklerini", ve Yakup Kadri ile Ruşen Eşrefin girişimleri sonucunda Mehmed Rauf'a bu maaşın bağlandığını söylerken; Yakup Kadri bizzat yazardan bu işe aracılık etmesi için iki mektup aldığını söyler. Bkz.: Abdülhak Şinasi Hisar, Edebi Portreler: Mehmet Rauf, Türk Yurdu; nr:262, Kasım 1956, s. 374; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s. 24.
cenaze töreninde Abdülhak Hâmid, Hüseyin Cahid Yalçın, Selim Sırrı Tarcan ve Celâl Sâhir Erozan da hazır bulunmuşlardır29. Yine Abdülhak Şinasi'nin söylediklerinin tersine, Mehmed Rauf'un ölüm haberini gazetelerden öğrenenlerden biri de, o sırada Ankara'da bulunan Yakup Kadri'dir. Hattâ Yakup Kadri, katılanlardan duymuş olduklarını, anılmaya değer bulurken, gidemediği bu cenaze törenine, belki en güzel çelengi göndermiştir: "(...) Ondan sonra 'lâtif, zarif, müstesnâ ve mutarrâ Suat Hanım'ın 'şeydâ' âşıkını artık hiç görmedim ve herkes gibi ben de ölüm haberini Ankara'ya gelen iki günlük İstanbul gazetelerinden aldım. Bu haber beş on satırı geçmiyordu. Cenaze töreninde ise kaç kişi bulunduğunu bilmiyorum. Yalnız, edebiyat meraklısı İzmirli Hüseyin Rıfat'ın o törene ait bir müşahedesi hiç hatırımdan çıkmamıştır. Mehmet Rauf'un ölümünden bir yıl sonra rasgeldiğim bu zât bana demiştir ki: «Genç karısı gözleri tabuta dikili olarak tâ önde yürüyordu ve o tabutu sanki bu gözlerden çıkıp uzanan bir sevgi bulutu taşıyor gibiydi»"30.
29 Matbuât Cemiyeti'nin tebliğinin metni şöyledir: "Matbuat Cemiyeti'nin Bir Tebliği Matbuat Cemiyeti'nden: «Kıymetli edebiyat üstâdlarımızdan Mehmet Rauf Bey vefat etmiştir. Cemiyetimiz mensuplarının cenaze merasimine iştirak etmek üzere bugün saat 11,5 ta Maçka'da Teşvikiye Camii'nde bulunmaları rica olunur. Merhumun cenazesi Maçka kabristanına defnolunacaktır." Cumhuriyet, nr:2743-2744, 25-26 Kânun-ı evvel 1931, s.6, 2. 30 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s. 24-25.
II- EDEBÎ KİŞİLİĞİ Mehmed Rauf'un edebî kişiliğini, üç aşamada ele almak mümkündür: A- Servet-i Fünûn Edebî Topluluğu'nun Kuruluşuna Kadar Geçirmiş Olduğu Hazırlık Dönemi; B- Servet-i Fünûn Edebî Topluluğu'ndaki Olgunluk Dönemi; C- İkinci Meşrutiyet'ten Sonraki Edebî Düşüş ve Unutuluş Dönemi; A- SERVET-İ FÜNÛN EDEBÎ TOPLULUĞU'NUN KURULUŞUNA KADAR GEÇİRMİŞ OLDUĞU HAZIRLIK DÖNEMİ a)
İlk Heves ve Yoğun Okuma Faaliyetleri:
Mehmed Rauf'un edebiyata eğilimi çok küçük yaşta okuduğu kitaplar ve babası ile birlikte gittiği tiyatrolarla başlar. Henüz on yaşında iken babası ile birlikte gitmiş olduğu bir tiyatro oyunu, Mehmed Rauf'un yaradılışında zaten varolan edebiyat eğilimini uyandırmaya yeter1. Bahriye Mektebi'nde edinmiş olduğu dostlukları da, onun edebiyata olan ilgisini arttırır ve Mehmed Rauf, bir taraftan Türk edebiyatıyla ilgili pek çok eseri, bir taraftan da Rüşdiye'de öğrenmeğe başladığı Fransızcasının yardımıyla ulaşabildiği yabancı roman ve tiyatro eserlerini okumaya, hattâ bazılarını da Türkçe'ye tercümeye çalışır2.
1 Nevsâl-i Millî 1330, s. 225; Mehmed Rauf, "Bizde Roman", Servet-i Fünûn; nr:445, 9 Eylül 1315/21 Eylül 1899. 2 Halid Ziya, Kırk Yıl, Ç. III.; Matbaacılık ve Neşriyat T.A .Ş ., İstanbul 1936, s. 37-138; Halid Ziya aynı hadiseyi Sanata Dâır'de de zikreder: Sanata Dâir; C .lll, Maarif Basımevi, İstanbul 1955, s. 172; Nevsâl-i Millî 1330, s. 224.
Bu yoğun okuma faaliyetine paralel olarak ilk denemelerine de bu yıllarda başlayan Mehmed Rauf, okuduğu bu eserlerin etkisiyle "Denâet yahut Gaskonya Korsanlan" adında bir roman ya^ar. "Maâriften" ruhsat dahi almışken bastıramadığı bu romanı ve yine bir romandan çıkardığı dram karalamalarıyla birlikte birçok kitabı babası tarafından yırtılıp atılır. Çünkü, edebiyata olan bu aşırı ilgisinden dolayı adı okulda "roman okuyan efendi’Ve çıkmıştır3. Mehmed Rauf, bu dönemde Ahmed Midhat Efendi ve eserlerinin etkisi altındadır4. Rüşdiye'de iken "roman okuyan efendi" olan lakabı, Bahriye Mektebi'nde artık "romancı" olmuştur. Çünkü, Mehmed Rauf buraya, kendi ifadesiyle, "Maariften ruhsatı alınmış birkaç eserle" gelmiştir. Ama yine de, okuldaki hocalarının alaylarından kurtulamamıştır. Bunun en büyük nedeni ise Bahriye Mektebi'nde İngilizce olan eğitime rağmen Mehmed Rauf'un Fransızca'ya da zaman ayırıp bu dilde edebî eserler okumasıdır5. b) Cinayet Romanlarından Duygusal Romanlara: Hüseyin Cahid Yalçın'ın Hayat-ı Muhayyel adlı eseri için yazmış olduğu bir tanıtma yazısında, Mehmed Rauf, bu yıllarda Sabah gazetesine, bir arkadaşı adına, İngilizceden çeşitli haberler çevirdiğini "Sefillerin Cinayatı" adlı yine trajik bir roman kaleme aldığını söyler6. Mehmed Rauf'un edebî hayatının bu ilk döneminde böyle romanlar yazmasının nedeni, o yıllarda Batı'dan çevrilen bu tür romanların popüler oluşudur. Ancak, yukarıda adı geçen "Denaet yahut Gaskonya Korsanları" ve "Sefillerin Cinayatı" adlı bu 3 Mehmed Rauf, “Bizde Roman”, Servet-i Fünûn; nr: 445, 9 Eylül 1315/21 Eylül 1899. 4 Ömer Faruk Huyugüzel; Hüseyin Cahid Yalçın'ın Hayatı ve Eserleri Üzerine Bir Araştırma, Ege Üni. Yay., İzmir 1984 s. 49. 5 Mehmed Rauf, "Bizde Roman", Servet-i Fünûn; nr:445, 9 Eylül 1315/21 Eylül 1899. 6 Mehmed Rauf, "Hayat-ı Muhayyel Muharriri I, II"; Servet-i Fünûn; nr:431-432; 3-10 Haziran 1315/15 Haziran-22 Temmuz 1899.
romanlar hakkında Mehmed Rauf'un yazılarında söylediklerinden başka elde herhangi bir bilgi veya nüsha yoktur. Zaten kendisi de bu dönemde yazmış olduğu eserlerini koruyamadığı için kaybolup gittiklerini söyler: "(...) O zamandan beri birçok romanlar daha yazdım, tercüme ettim; dramlar yazdım, tercüme ettim; hissî, cinâî, feci, ibret-âmiz... Her türlüsünü yazdım ve taliin şevkiyle bunların hiçbirini muhafaza edemedim, hepsi mahvoldu;"7. Halid Ziya ile tanışmadan önce edebiyat ve yayın dünyasındaki faaliyetlerle, bunların etkilerinden söz eden Mehmed Rauf, popüler çevirilere de değinerek bunların o yıllarda epeyce bir okuyucu kitlesi bulabildiğine dikkati çeker: "(...) Hariçte bol bol tercüme romanlar neşrolunuyordu. Eugene Sue'nün Paris Esrarı, Haydut Bampouche, Xavier de Montepin'nin Simon ve Marie, Kızıl Sihirbaz gibi cinâî romanları forma forma satılıyor ve birçok müşteri buluyordu."8. Yine, Hüseyin Câhid de, bu yıllarda yayımlanan cinayet romanlarının çoğunu okuduklarını ve ancak daha sonraları duygusal romanların popüler oluşuyla bunların etkisinden kurulabildiklerini, bunun da edebî zevklerinin gelişmesinde büyük katkısı olduğunu söylemektedir: "(...) Neşredilen cinâî romanların hemen kâffesini okuduk. O sırada gazetelerde bunların ehemmiyetsiz şeyler olduğuna dâir bahisler görülmeğe, «hissî romanlar» medh edilmeğe başlanmıştı. Bu George Ohnet'nin, Octave Feuillet'nin
7 Mehmed Rauf, Bizde Roman, Servet-i Fünûn; nr:445, 9 Eylül 1315/21 Eylül 1899. 8 Mehmed Rauf; Edebî Hatıralar: Halid Ziya ile Samimiyet; Şebâb; nr:2, 30 Temmuz 1336/1920, s.29; Paris Esrarı, Halil Edib tarafından 1891, Haydut Bampouche Ahmed İhsan tarafından 1886, Kızıl Sihirbaz ve Simon ve Marie ise A lik adlı bir Ermeni tarafından 1890 yılında tercüme edilirler.
eserlerinin tercümesi vaktine tesadüf ediyordu. Fakir delikanlılar, Demirhâne müdürleri, George Ohnet ve emsâlinin eserleri bizdeki zevk-i edebîyi biraz daha yükseltiyordu."9. Edebî zevki gittikçe gelişen Mehmed Rauf, artık "çocukça şeyler" olarak nitelendirdiği bu tür romanlardan yavaş yavaş uzaklaşarak George Ohnet, Octave Feuillet, Alphonse Daudet, Emile Zola, Gustave Flaubertgibi yazarları okumaya başlar10. c) Halid Ziya ile Tanışma ve İlk Ciddî Denemeler: Nemîde romanı ve yazarı Halid Ziya'nın Mehmed Rauf'un edebî hayatında çok önemli bir yeri vardır. Aslında, Mehmed Rauf, Halid Ziya'yı Nemîde'nin kitap olarak yayımlanmasından11 çok önce Bir Muhtıranın Son Yaprakları ve Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası adlı eserleriyle tanımıştır. O güne kadar alışılagelmişin dışında konuları bambaşka bir üslûpla işleyen bu eserler Mehmed Rauf'u çok etkilemiştir12. Nemîde, gerek şahıs kadrosu, gerek vak'anın kuruluşu, gerekse üslûp bakımından, Mehmed Rauf'un o güne kadar Türk edebiyatında bulamadığı ve bu yüzden Fransız romanlarına yönelerek gidermeğe çalıştığını söylediği türden bir eksiklik ve ihtiyaca cevap vermekte, hattâ yeni bir edebî devri de müjdelemektedir13.
9 Hüseyin Câhid; Kavgalarım; Tanin Matbaası, İstanbul 1326/1910, s. 3. 10 Nevsâl-i M illî 1330, s. 225; Mehmed Rauf, "Halid Ziya ile İlk Temas", Şebab, nr:1, 22 Temmuz 1336/1920. "N em îde, Hizm et gazetesinde 96-164. numaralar arasında 22 Teşrin-i evvel 1887 ile 19 Haziran 1888 tarihleri arasında tefrika edildikten sonra 1892 yılında kitap halinde yayımlanır. 15Mehmed Rauf, Halid Ziya Hayat ve Hususiyeti, Servet-i Fünûn; nr:357, 1 Kânun-ı sâni 1313/13 Ocak 1898; Mehmed Rauf; "Halid Ziya ile ilk Temas", Şebâb, nr:1, 22 Temmuz 1336/1920. 13Mehmed Rauf, Halid Ziya Hayat ve Hususiyeti, Servet-i Fünûn; nr:357, 1 Kânun-ı sâni 1313/13 Ocak 1898.
Bu romanın üzerinde yapmış olduğu etkiyle Mehmed Rauf, Halid Ziya'yı ve eserlerini daha yakından tanımak ister. Bu sırada, önceden Halid Ziya'nın öğrencisi olmuş bir arkadaşı, Mehmed Rauf'a Halid Ziya'nın o yıllarda İzmir'de çıkarmakta olduğu Hizmet gazetesinin bazı nüshalarını hediye eder. Bunlarda Halid Ziya'nın evvelce tefrika edilmiş diğer eserleriyle de tanışan Mehmed Rauf'un Halid Ziya'ya duyduğu hayranlığı iyice artar14. Mehmed Rauf, eserleri ve sanatına duyduğu bu büyük hayranlık üzerine Halid Ziya'ya bu duygu ve düşüncelerini dile getiren bir mektup yazar. Bu mektuba Halid Ziya'dan gelen samimî cevaptan cesaret bulan Mehmed Rauf, o günlerde yeni yazıp yayımlatamadığı "Düşmüş" adlı bir hikâyesini de Halid Ziya'ya gönderir. Mehmed Rauf'un, "fikrini almak üzere" gönderdiği bu hikâye, Halid Ziya tarafından beğenilerek Hizmet gazetesinde yayımlanır15. Hikâyenin yayımlanmasından sonra aralarında Halid Ziya'nın İstanbul'a gelişine kadar süren bir mektuplaşma başlar. Bu, bir anlamda, yıllarca sürecek bir dostluğun da ilk temel taşlarıdır16. "Düşmüş" yayımlandığında Mehmed Rauf, on altı yaşında ve Bahriye Mektebi'nin sondan bir önceki sınıfındadır. Tabiî, bu hikâye, Mehmed Rauf'un bu yıllardaki tek ciddî denemeci değildir. Mehmed Rauf, Halid Ziya ile tanışmadan önceki faaliyetlerinden bahsederken, o yıllarda millî eserlerden oluşan bir külliyat yayımlamakta olan meşhur Kitapçı Arakel'e de "Canfezâ" isimli bir hikâyesini gönderdiğini söyler17. 14Mehmed Rauf, "Halid Ziya ile İlk Temas", Şebâb, nr:1, 22 Temmuz 1336/1920. 15"Düşmüş", Hizmet; nr:615-621; 19 Kânun-ı evvel 1308/31 Kânun-ı evvel 18929 Kânun-ı sâni 1308/21 Kânun-ı sâni 1893. 16Mehmed Rauf, "Halid Ziya Hayat ve Hususiyeti"; Servet-i Fünûn; nr:357, 1 Kânun-ı sâni 1313/13 Ocak 1898. 17Mehmed Rauf, "Halid Ziya ile Samimiyet"; Şebâb; nr:2, 30 Temmuz 1336/1920; ancak, metnine ulaşamadığımız ve başta Nevsâl-i MilB 1330 olmak üzere, onu kaynak alan tüm çalışmalarda sadece adından bahsedilen bu hikâye, yazarın hiçbir kitabına da alınm am ıştır.
Halid Ziya ile mektuplarla kurdukları bu dostluk, Halid Ziya'nın 1893 yılının Şubat ayı sonunda İstanbul'a gelişiyle daha da pekişir. Bizzat tanıştıktan sonra, artık sık sık görüşmeye başlarlar. Bu görüşmeler, zaman zaman Halid Ziya'nın o zamanlar Sarıyer'deki evinde, Şehzadebaşı'nda edebiyat çevrelerinin devam ettiği kıraathânelerde ve çoğunlukla da yine Halid Ziya'nın Reji İdarehânesi'ndeki odasında gerçekleşir. Her iki edebiyat adamının anılarında tanışmalarına, buluşup görüşmelerine ilişkin epeyce ayrıntı bulmak mümkündür. Mehmed Rauf'un bu ikinci ve yoğun okuma faaliyeti, daha bilinçli bir şekilde cereyan eder. Fransızca bilgisi, okuma sevgisi ve bizzat tanıştıktan sonra Halid Ziya gibi seçkin bir yazarın zengin kütüphanesinden yararlanma hattâ okudukları hakkında yazarla fikir alışverişinde bulunabilme imkânı, Mehmed Rauf'a edebî hayatında yepyeni ufuklar açar. Halid Ziya, Mehmed Rauf'un Fransızcasının iyi olduğuna işaret ederek en ince ayrıntısına kadar dikkatle okuduğu bu eserlerin onun kuvvetli hafızasında derin izler bırakmış olduğunu ve Mehmed Rauf'un da bu eserlerden büyük ölçüde etkilendiğini söylemektedir18. Bu noktalar, Mehmed Rauf'un okuduğu, etkilendiği eserleri nasıl derin bir şekilde analiz edip özümlediğini göstermekle kalmaz; bunlar, geleceğin Eylül ve Siyah İnciler yazarını müjdeleyen kilometre taşlarıdır. Mehmed Rauf'un Halid Ziya ile bu ilişkisi, okulunu bitirip staj için Girit'e gitmesine kadar aralıksız devam eder. Ancak, Mehmed Rauf'un bu dönemdeki edebî faaliyetleri elbette bu kadarla kalmaz. Yine bir yazısında, bu dönemde Mekteb
18 Halid Ziya; Kırk Yıl, C. III.; Matbaacılık ve Neşriyat T .A .Ş .; İstanbul 1936, s. 138-139
mecmuası ve Resimli ettirebilmiştir19.
Cazete'ye de birkaç hikâyesini kabul
Bu dönemde, "Düşmüş" adlı hikâyesi de dahil olmak üzere Mehmed Rauf yazılarında, Rauf Vicdanî takma adını kullanmaktadır. Yukarıda genel olarak bahsettiği bu hikâye ve diğer yazıları, Girit'e gitmeden önce Mekteb dergisinin üçüncü devresinde yayımlanan "Küçük Kumral"20 adlı bir hikâyeyle Girit'ten döndükten sonra yine aynı takma adla Resimli Gazete'de yayımlanan "Düğünden Sonra" "Şüphe" ve "Yağmurda" adlı hikâyelerle "İstatistik" adlı bir makale ve "Beni Sevmemişe" adlı bir mensureden ibarettir21.
B- SERVET-İ FÜNÛN EDEBÎ TOPLULUĞU NDAKİ OLGUNLUK DÖNEMİ a)
İstanbul'a Dönüş, Mekteb Mecmuası ve Servet-i Fünûn'a Doğru İlk Adımlar:
Mehmed Rauf, gerek stajı ve gerekse Almanya seyahatiyle bu seyahat dönüşü Girit'te geçirdiği sekiz aylık zaman zarfında da boş durmaz. Bir taraftan hâlâ yoğun bir şekilde okur, diğer taraftan da hikâyeler, mensureler ve seyahat izlenimlerini kaleme alarak yazı becerisini arttırır. Ancak, Mehmed Rauf'un, bu dönemde yazmış olduğu "yazılardan" ancak birkaç tanesi korunabilmiştir22. Bunlardan, Mehmed Rauf'un yirmi bir 19Mehmed Rauf, "Hayat-ı Muhayyel Muharriri", Servet-i Fünûn; nr:431, 3 Haziran 1315/15 Haziran 1899. 211"Küçük Kumral", Mekteb; nr:15, 23 Temmuz 1310/4 Ağustos 1894. 21 "Düğünden Sonra"; Resimli Gazete; nr:20, 15 Şubat 1311/27 Şubat 1896; "Şüphe"; Resimli Gazete; nr:21-22; 22-29 Şubat 1311/5-12 Mart 1896; "Yağmurda"; Resim li Gazete; nr:23; 14 Mart 1312/26 Mart 1896; "istatistik: Keol ve Vefeyât"; Resimli Gazete; nr:24, 21 Mart 1312/2 Nisan 1896; "Beni Sevmemişe"; Resimli Gazete; nr:24, 21 Mart 1312/2 Nisan 1896. 22 Mehmed Raul, Edebî Hatıralar: Edebiyat-ı Cedîde'ye Doğru, Şehab; nr:3, 6 Ağustos 1336/1920.
L
yaşındayken yazmış olduğu "Garam-ı Şebâb", Halid Ziya'nın tavsiyesiyle İkdam gazetesinde yayımlanır23. Bu hikâye, Mehmed Rauf'un 1896 yılında İstanbul'a dönüşünden sonraki i)k edebî faaliyetlerinden biridir. Ancak biz, açık olarak Mehmed Rauf imzasını, daha önce Mekteb dergisinde görmekteyiz. Yazarın, Girit'e gitmeden önce Rauf Vicdanî takma adıyla; 1896 yılında İstanbul'a dönüşünden sonra da kendi adıyla bu dergide hikâyeleri yayımlanır. Bilindiği gibi, Mekteb dergisi 20 Eylül 1895 yılında 39. sayıdan itibaren numara yenileyerek ve değişik bir anlayışla yayımlanmaya başlar24. Mekteb'in bu son devresinde, daha önce de bu dergide birkaç şiiri yayımlanmış olan Cenab Şahabeddin'in her hafta düzenli olarak bir şiiri çıkmaya başlar. Diğer taraftan Mekteb'in bu son devresinde 21. sayıdan itibaren bazen imzasız, bazen de Hâkî takma adıyla hikâye ve makaleler yazan Hüseyin Câhid de, arkadaşlarıyla birlikte derginin yeni edebiyat ağırlıklı bir çehre kazanmasında önemli rol oynamaktadır. Ancak, Avrupa edebiyatı ve edebiyatçılarıyla, onlardan yapılan adapte ve çevirilere geniş yer verilmesi, özellikle de Cenab Şahabeddin'in, devri için çok yeni olan şiirlerinin birbiri ardınca burada yayımlanması, Mekteb mecmuası ve yazı kadrosunun eski edebiyat taraftarlarınca suçlanmasına yol açar. Özellikle Hazine-i Fünûn ve Malûmat adlı dergilerde haklarında ağır eleştiriler yayımlanır25. Bunun en büyük nedeni de, dergide şiir hakkında yapılan bir ankettir. Anketin konusu, "En çok kimin şiirinden hoşlanıyor 23 İkdam-, nr.749-760, 19-30 Ağustos 1896. 24 Mekteb Maddesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C .6 , s. 229-230, Dergâh Yay., İstanbul 1986. 25 Hüseyin Câhid, Kavgalarım, İstanbul 1326/1910, s. 11.
sunuz?" sorusudur. Ankete cevap verenlerse daha çok Cenab Şahabeddin'in şiirlerini beğenenler ile, yine aynı dergideki arkadaşlarıdır26. Bu sırada dergiye, M. R. imzalı bir mektup gönderen Mehmed Rauf, şahsen tanımadığı fakat yakınlık duyduğu bu yazarların giriştikleri mücadele ve tartışmalardaki haklılıklarını, ve onları desteklediğini dile getirir27. İşte Mehmed Rauf'un Mekteb dergisindeki edebî faaliyeti bu mektup ve sonrasında, dergiye davet edilerek Hüseyin Câhid ve arkadaşlarıyla bizzat tanışmasıyla başlar. Mekteb, Mehmed Rauf'un, Servet-i Fünûn edebî topluluğu teşekkül edip kendisinin de bu dergiye tam olarak geçişine kadar edebî faaliyetlerini yoğun bir şekilde sürdürdüğü ilk dergidir. Mehmed Rauf, bu dergide yaklaşık bir yıl boyunca, hikâyeler, mensur şiirler, edebî incelemeler ve tiyatro ile ilgili makaleler kaleme alır. Mehmed Rauf'un daha çok Fransız edebiyatının tanınıp etkisinde kalındığı bu devirde yazmış olduğu İngiliz edebiyatıyla ilgili incelemeleri, bu alandaki ilk çalışmalardan biri olma özelliğini taşımaktadır. Hakkı Süha Gezgin, yıllar sonra kendisi hakkında yazmış olduğu bir makalesinde eğer bu "Anglosakson" edebiyat üzerinde biraz daha fazla durabilmiş olsa, Mehmed Rauf'un sanatının daha fazla ilgi uyandırabileceğini söyler28.
26a.g.e., s.10; Hüseyin Câhid; Edebî Hatıralar, İstanbul 1935, s.60; ancak derginin 40 numaralı 20 Haziran 1312/2 Temmuz 1896 tarihli sayısından bu anket sonunda İsmail Safa'nın birinciliği; Cenab Şahabeddin ve Tevfik Fikret'in ise ikinciliği paylaşmış olduklarını öğreniyoruz. 27 Mehmed Rauf, Edebî Hatıralar: Edebiyat-ı Cedîde, Şebâb; nr:6, 27 Ağustos 1336/1920. 28 Hakkı Süha; Edebî Portreler: Mehmed Rauf, Yeni Mecm ua; nr:14, 4 Ağustos 1939, s.33; Hakkı Süha Gezgin; Edebî Portreler, (H az.: Beşir Ayvazoğlu) Timaş Yay., İstanbul 1997, s. 188.
İbsen'i Türkiye'de ilk tanıtanın kim olduğunu kesin olarak bilemiyoruz; ancak, Mehmed Rauf, Türkiye'de İbsen'den bahseden ilklerden biridir. Mehmed Rauf'un "İbsen'in Temaşası" adlı bir makalesini, olgunluk döneminde Bir Bebek Evi adlı piyesle aynı adı taşıyan makalesi izleyecektir29. Diğer taraftan, tiyatro ile ilgili deneme mahiyetindeki bu dönem makaleleri, Mehmed Rauf'un II. Meşrutiyet'ten sonra daha yoğun bir şekilde ilgileneceği tiyatro alanındaki ilk makaleleridir. Bütün bunlar, Mehmed Rauf'un Servet-i Fünûn edebî topluluğuna girmeden önce, edebî kişiliğini kanıtlamada epey yol almış olduğunu göstermektedir. Mehmed Rauf'un Me/cfeb'deki yayın hayatı, derginin Cenab Şahabeddin'in idaresinde çıkan son günlerinde kendisine yardım etmesi; hattâ Cenab Şahabeddin'in 1897 yılında Hicaz'a gitmesi üzerine kısa bir süre tamamen kendi yönetiminde çıkmasıyla son bulur: "(...) Fakat Câvid ve Câhid Beyler risale müdîri ile kat'-i münasebet edip çekilmeleriyle, risâle Cenab Şahabeddin'in nezareti altında neşrolunmağa başlamıştı. Biraz sonra, Cenab Bey de berâ-yı vazife Hicaz'a azîmet ettiğinden sene nihayetine kadar Mekteb Mehmed Rauf Bey tarafından tahrir ve tanzim edildi."30.
29"İbsen'in Temaşası", Mekteb; nr:71, 23 Kânun-ı sâni 1312/4 Şubat 1897; İbsen'in Bir Eseri; Servet-i Fünûn; nr:481; 18 Mayıs 1316/31 Mayıs 1900. Tahir Özçelik, Türkiye'de ibsen'in tanınması konusunda şunları söylemektedir: “(...) Kaynaklar, Türkiye'de daha doğrusu İstanbul'da Norveçli yazarı ilk tanıtanın Fransız tiyatro yönetmeni Andre Antoine olduğunu gösteriyor. (...) Antoine yönetimindeki Theâtre Libre İstanbul'a 1894'ün Mayıs'ında gelerek 6 temsil verdi." Türkiye'de Ibsen Oyunları ve Çevirileri Üstüne Bibliyografya Denemesi, Ulusal Kültür; Y ıl:1, Sayı:3; O cak 1979, s. 56. 30 Mehmed Rauf, Edebî Hatıralar: Edebiyat-ı Cedîde, Şebâb; nr:6, 27 Ağustos 1336/1920; Nevsâl-i Millî 1330, s.226.
Derginin kendi yönetiminde çıktığı bu son devresinde, çeviri hikâyelerinde Mehmed Rauf, kendi imzası yanında, Ali Necdet takma adını kullanmaktadır. Catulle Mend&s'ten bu imzayla çevrilen "Nafile" adlı bir hikâyesi, 1913 yılında yayınlanan Son Emel adlı kitabında aynen yayımlanır31. Bu arada, Servet-i Fünûn, Tevfik Fikret'in çabalarıyla tamamen bir edebiyat dergisi haline gelmiş, Mehmed Rauf, Cenab Şahabeddin başta olmak üzere Mekteb mecmuasından bazı arkadaşları da Servet-i Fünûn'da yazmaya başlamışlardır. Ayrıca, Mekteb dergisini, Cenab'ın idaresi altında çıkmasından hemen önce bırakan Hüseyin Câhid de Servet-i Fünûn'a geçmiştir32. Servet-i Fünûn'a geçmeden hemen önce, Mehmed Rauf'un Mütalâa adlı bir dergide de iki hikâyesinin yayımlandığını görürüz. İstibdat döneminin etkisinin daha az hissedildiği Selânik'te çıkan bu dergi, dönem yazar ve şâirlerinin sansüre takılabilecek eserlerini yayımladıkları bir dergidir33. b) Servet-i Fünûn'daki Edebî Faaliyetler: Mehmed Rauf'un Servet-i Fünûn dergisindeki edebî faaliyetleri, 29 Ağustos 1312/10 Eylül 1896 tarihinde yayımlanan bir hikâyesiyle başlayıp 20 Eylül 1317/ 3 Ekim 1901 tarihinde
31 Nafile, Mekteb; nr:68; 2 Kânun-ı sâni 1312/14 O cak 1897; Son Emel, Kanaat Matbaası 1329/1913, s. 53-58. 32 Hüseyin Câhid'in Servet-i Fünûn'daki ilk yazısı olan "Röneka" adlı hikâyesini ısrar ederek Servet-i Fünûn'a götüren ve orada yayımlanmasını sağlayan Mehmed Rauf olmuştur; bkz: Hüseyin Câhid, Edebî Hatıralar, İstanbul 1935, s.73; Ömer Faruk Huyugüzel, Hüseyin Cahit Yalçın'ın Hayatı, Hikâye ve Romanları Üzerinde Bir Araştırma, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1982, s. 14. 33Ömer Faruk Huyugüzel, a.g.e., s. 14-15; Yarıda Bırakılmış Bir Romanın İlk Bâbı; Mütalâa; nr:47-49; 16 Haziran-1 Temmuz 1313/28 Haziran-13 Temmuz 1897; Şemsiyenin Altında, Mütalâa; nr:52-56; 22 Temmuz-27 Ağustos 1313/3 Agustos-8 Eylül 1897.
yayımlanan bir makalesiyle son bulur. Yaklaşık beş yıl süren, bu dönem edebî faaliyetlerini de hikâyeler, romanlar, mensur şiirler, makale ve incelemeler olmak üzere kabaca sınıflandırabiliriz. Mehmed Rauf, bu dönemde ikisi çeviri olmak üzere toplam yirmi altı hikâye yazmıştır. Bu hikâyelerin hemen hemen hepsi 1908'den sonra çeşitli kitaplarında biraraya getirilir. Mehmed Rauf'un biri ilk, diğeri ise sanatının zirvesi kabul edilen iki romanı yine bu dönemde, yine Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilmişlerdir. Mehmed Rauf'un ilk romanı olan Ferdâ-vı Garam34. onun hikâyelerinde de sık gördüğümüz derin bir aşkla birbirini seven ve kurtuluşu ancak ölümde gören iki gencin aşklarının hikâyesidir. Büyük bir alâka uyandırmayan bu romanın bir diğer özelliği de birbiriyle görüşemeyen âşıklar için Mehmed Rauf'un "hasta olma" motifini icâd etmiş olmasıdır. Mehmed Rauf'un daha »onra Eylül romanında da kullanacağı bu motif sayesinde âşıklar birbiriyle görüşme imkânı bulabileceklerdir. Mehmed Rauf'un Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilen İkinci romanı olan Eylül, aynı zamanda onun edebî hayatının da İkinci ve en önemli romanıdır. Eylül, Servet-i Fünûn dergisindeki tefrikasının hemen ardından, topluluğun kendi edebî eserlerini yayımlamaya başladıkları Edebiyat-ı Cedide Kütüphanesi arasında 1901 yılında kitap halinde yayımlanır35. Mehmed Rauf, Mekteb dergisinde başlamış olduğu ve adını Halid Ziya'dan alan "mensur jiir" türünün en güzel örneklerini yine bu dönemde verir. Servet-i Fünûn'da beş yıl süren bu ilk edebî faaliyeti sırasında yazmış
MFerdâ-yı Garam; Servet-i Fünûn; nr:339-348; 28 Ağustos-30 Eylül 1313/9 Eylül12 Ekim 1897. MEylül; Servet-i Fünûn; nr:482-522; 25 Mayıs 1316-1 Mart 1317/7 Haziran 1900-14 Mart 1901; Eylül, Âlem Matbaası, Ahmed İhsan ve Şürekâsı, İstanbul 1317/1901.
olduğu kırk iki mensureyi öncekilerle birlikte Eylül'den sonra erli çok tanınan eseri Siyah İnciler'de biraraya getirir36. İşledikleri konularla âhenk içinde olan ve okuyana anlatılan duyguları âdetâ yaşatan bu mensureler, gerek bu özellikleriyle, gerekse üslup bakımından mensur şiirin öncülerinden sayılmasına rağmen Halid Ziya'nın mensurelerini gölgede bırakmıştır. Bunun bir nedeni de, Halid Ziya'nın daha çok romanlarıyla öne çıkmasıdır. Ancak, yine de bu mensurelerin, Mehmed Rauf'a kendisinin Baudelaire ile karşılaştırılmasına neden olacak kadar büyük bir ün sağladıkları düşünülürse dönemindeki etkisi daha iyi anlaşılır37. Rauf'un bu dönemde yazmış olduğu makale ve incelemelere gelince; bunları kendi içinde: ‘Edebî İncelemeler: ' İ B Makaleler: a- Türk Edebiyatı; b- Batı Edebiyatı: 1) İngiliz Edebiyatı ile ilgili makaleler; 2) Fransız Edebiyatı ile ilgili makaleler; V
36Siyah İnciler; Âlem Matbaası, İstanbul 1317/1901; eserin transliterasyon, sadeleştirme ve değerlendirmeden oluşan yeni baskısı için bkz.: Siyah İnciler, (H az.: Rahim Tarım); Yapı Kredi Yay., İstanbul 1997. 37Mehmed Rauf'u Baudelaire ile ilk mukayese edenin kim olduğunu bilmiyoruz. Ancak, Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye adlı eserinde Şahabeddin Süleyman, "Rauf bizde Baudelaire'dir" der. Bkz.: Şahabeddin Süleyman; Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye, Sancakçıyan Matbaası, İstanbul 1328/1912, s.367-369; Şahabeddin Süleyman'dan başka, Mehmed Rauf'un Baudelaire ile mukayesesine temas eden iki kişiden biri Yakup Kadri (Edebî Bahis: Eylül M üellifi; M illiyet; nr:1118, 24.03.1929, s.1-2) diğeri de Edmond Saussey'dir: (Prosateurs Turcs Contemporains Extraits Choisis, Paris 1935, s.114.). Mehmed Rauf'un da Baudelaire'e öykündüğüne ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz.: Rahim Tarım; "Mehmed Rauf ve Mensur Şiirleri", Argos, nr:43, Mart 1992, s. 49-52.
ç£) Eleştirel Makaleler; d- Tiyatro İle İlgili makaleler; III- Çeşitli konulardaki makaleler; olmak üzere kabaca sınıflandırmak mümkündür. Çünkü, Mehmed Rauf'un, çoğu aynı zamanda bir başka konuyu da işleyen bu makalelerini sadece isimleriyle ele alarak, belli bir kategoride değerlendirmek güçtür. Bu, Mehmed Rauf'un kişisel birikiminden İleri gelmektedir. Nitekim, Hilmi Ziya Ülken de, Mehmed Rauf'u bu devrin yetiştirdiği fikir adamlarından biri olarak görür: "(...) «Servet-i Fünûn»'un yetiştirdiği fikir adamları Hüseyin Cahit, Ahmet Şuayıb, Kadri, Mehmet Rauf ve bir dereceye kadar Cenap Şahabettin ve Cavit'dir."38. Mehmed Rauf'un bu dönemde yazmış olduğu en önemli makaleleri şunlardır: Eleştiriyle ilgili bilgiler de içeren "Eser-i Edebî", aynı zamanda edebî eserin ne olup ne olmadığını derli toplu ortaya koyan önemli bir makaledir39. "Bizde Hikâye" ve "Bizde Roman" adlı makalelerinde ise Mehmed Rauf, edebiyatımızda romanın yeri ve öneminini yine eleştirel bir şekilde ele alır40. "Bir Cinayet-i Aşk", Mehmed Rauf'un etkisinde olduğu Fransız yazarı Paul Bourget'nin aynı adı taşıyan Un Crime d'amour romanının analitik özetinden ibarettir41. "Asıl Romanlar" ise, günlük gazetelerde yer alan en ufak bir haberin bile bir edebî esere konu olabileceğini örneklerle 38 Hilmi Ziya Ülken; Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, C.I.; Selçuk Yayınları, Konya, 1966, s.201. 39 Eser-i Edebî; Servet-i Fünûn; nr:318, 3 Nisan 1313/15 Nisan 1897. 40 Bizde Hikâye; Servet-i Fünûn; nr:344, 2 Teşrin-i evvel 1313 / 14 Ekim 1897; Bizde Roman; Servet-i Fünûn; nr:445, 9 Eylül 1315/21 Eylül 1899. 41 Bir Cinayet-i Aşk; Servet-i Fünûn; nr:423-426, 429, 431; 8-29 Nisan, 20 Mayıs 1315/20 Nisan-11 Mayıs, 1 Haziran 1899.
anlatan, yine Bourget etkisinde psikolojik ve analitik bakışla ele alınmış bir makaledir42. «Aşka Dâir» adlı seri makalesi aynı bakış açısıyla aşkı ve kadını konu alan aynı zamanda da onun edebî eserleriyle paralellikler kurabileceğimiz bilgileri de içermektedir43. Mehmed Rauf'un Türk edebiyatı ile ilgili olarak yazdığı makaleler ise, genellikle Servet-i Fünûn edebî topluluğundaki arkadaşları ve onların eserleri hakkındadır. Bunlar, başta Halid Ziya olmak üzere, Hüseyin Cahid, Tevfik Fikret, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Ahmed Şuayb ve Nigâr Hanım'ın eserleri hakkındadır44. Batı edebiyatı ile ilgili makaleleri ise, ikisi İngiliz şâiri Tennyson ve şiirleri; diğer ikisi Fransız şâirleri Sully Prudhommme ve Alfred de Musset; ve son olarak ünlü romancı Emile Zola'ya aittir45. Mehmed Rauf'un bu dönemde yazmış olduğu ve doğrudan eleştiri ile ilgili makaleleri ise «Tekâmül-i Tenkid» adını 42 Asıl Romanlar; Servet-i Fünûn; nr:500, 28 Eylül 1316/11 Ekim 1900. 43 Aşka Dâir; Servet-i Fünûn; nr:470, 473, 475, 477, 479; 2, 23 Mart, 6, 20 Nisan, 4 Mayıs 1316/15 Mart; 5, 19 Nisan; 3 , 1 7 Mayıs 1900. 44 Halid Ziya, Hayat ve Hususiyeti; Servet-i Fünûn; nr:357; 1 Kânun-ı sâni 1313/13 Ocak 1898; Halid Ziya Bey ve Hikâyeleri; Servet-i Fünûn; nr:504505; 26 Teşrin-i evvel -3 Teşrin-i sâni 1316/8-16 Kasım 1900; Aşk-ı Memnu; Servet-i Fünûn; nr:524-525; 15-22 Mart 1316/ 28 Mart-4 Nisan 1900; Solgun Demet -Sanat, Hayat, Aşk-; Servet-i Fünûn; nr:540, 5 Temmuz 1317/18 Haziran 1901; Tevfik Fikret, Hayatı ve Hususiyeti; Servet-i Fünûn; nr:465, 27 Kânun-ı sâni 1315/8 Şubat 1900; Hayat-ı Muhayyel Muharriri; Servet-i Fünûn; nr:432, 10 Haziran 1315/22 Haziran 1899; Hâristan; Servet-i Fünûn; nr:551; 20 Eylül 1317/3 Ekim 1901; Hayat ve Kitaplar; Servet-i Fünûn; nr:533; 17 Mayıs 1317/30 Mayıs 1901; Aks-i Sadâ; Servet-i Fünûn; nr:440; 5 Ağustos 1315/17 Ağustos 1899. 45 İngiliz Şâirleri: Tennyson; Servet-i Fünûn; nr:447, 23 Eylül 1315/5 Ekim 1899; Tennyson'ın Eserleri; Servet-i Fünûn; nr:450; 14 Teşrin-i evvel 1315/26 Ekim 1899; Sully Prudhomme'un Eş'ârı; Servet-i Fünûn; nr:414; 4 Şubat 1314/16 Şubat 1899; Alfred de Musset; Servet-i Fünûn; nr:526-528, 530; 29 Mart-12 Nisan, 26 Nisan 1317/11 -25 Nisan, 9 Mayıs 1901; Emile Zola'nın Son Romanı; Servet-i Fünûn; nr:452; 28 Teşrin-i evvel 1315/9 Kasım 1899.
taşımaktadırlar. Bu seri makalelerinde Mehmed Rauf, Batı'da geçirmiş olduğu devreleri itibariyle doğrudan eleştiri türünü ele almaktadır. Mehmed Rauf'un bu seri makaleler dışındaki eleştiriyle ilgili bir diğer makalesi de "Şu Tenkid Mes'elesine Dâir" adını taşımaktadır46. Tiyatro ile ilgili olarak ise, Mehmed Rauf, sadece tek bir makale yayımlar. İbsen'in hayatına da kısaca temas edilen bu makalede, İbsen'in eserlerinden Bir Bebek Evi ele alınmaktadır47. Çeşitli konularda yazılmış olan makalelerde ise, o günlerin toplumunda yetersizliği ve eksikliği derinden hissedilen konular ele alınıp işlenmeye çalışılır. "Gazeteler", gerçek gazetecilikle taklitçi gazeteciliği ele almaktadır. Bu makalesinde Mehmed Rauf, aktarma haberlerle yetinen ve bundan rahatsızlık dahi duymayan bir gazetecilik anlayışıyla alay eder48. "İngiliz Tâbileri" İngiltere'de yayımcıların yayınları nasıl ucuza mâl edebildiklerini, "gezici kütüphaneler" oluşturarak okuyucuya hem kitap satmak hem de kiralamak suretiyle geniş kitlelere nasıl ulaşabildiklerini anlatan haber niteliğinde bir makaledir. Diğer taraftan bu makalede Mehmed Rauf, İngiliz yayıncılarla Fransızları karşılaştırır ve İngilizleri daha başarılı bulur49. Mehmed Rauf'un Servet-i Fünûn'da ve bu dergiden adını alan topluluk içindeki edebî faaliyetleri sadece bunlarla sınırlı değildir. Bu yoğun faaliyet arasında, Mehmed Rauf ile Hüseyin 46Tekâmüi-i Tenkid; Servet-i Fünûn; nr:368-372, 376-378, 381, 383-384, 386; 19-26 Mart, 2-16 Nisan, 14-28 Mayıs, 18 Haziran, 2-9, 23 Temmuz 1314/31 Mart-7 Nisan, 14-28 Nisan, 26 Mayıs-9 Haziran, 30 Haziran, 14-21 Temmuz, 4 Ağustos 1898; Şu Tenkid Meselesine Dâir; Servet-i Fünûn; nr:531; 3 Mayıs 1317/16 Mayıs 1901. 47 İbsen'in Bir Eseri; Servet-i Fünûn; nr:481; 18M ayıs 1316/31 Mayıs 1900. 48 Gazeteler; Servet-i Fünûn; nr:539; 28 Haziran 1317/11 Temmuz 1901. 49 İngiliz Tâbileri; Servet-i Fünûn; nr:541-542; 12-19 Temmuz 1317/25 Temmuz1 Ağustos 1901.
Câhid bu dergi ve yazdıklarıyla yetinmeyip ayrıca yeni bir mecmua çıkarmak isterler. "Yeni Mecmua" olarak adını dahi vermiş oldukları ve o zamanın şartlarında "elektrikli ilânlar"ına varıncaya kadar her şeyi hazır olduğu halde, saraya yapılan bir jurnal nedeniyle bu dergiyi çıkaramazlar50. Yine o yıllarda, yeni keşfedilen Yeni Zelanda'ya gidip yerleşmek, orada doğayla içiçe yaşamak Servet-i Fünûncuların "Yeşilyurt" adını verdikleri en büyük özlemlerinden biridir. Bu tasarıyı hayata geçiremeyeceklerini anlayınca, bu kez Hüseyin Kâzım'ın Manisa'nın Sarıçam köyündeki çiftliğine yakın bir yerde kuracakları bir çiftlik evine yerleşip birlikte yaşamak isterler. Ancak, bu girişim de kişisel kaprislerden dolayı uygulamaya geçmeden son bulur. Bu ilk girişimde Mehmed Rauf, gazetelerde Yeni Zelanda ile ilgili olarak çıkan haberleri ve bazı broşürleri İngilizceden Türkçeye çevirir51. Buraya kadar yapmış olduğumuz değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere, Servet-i Fünûn edebî topluluğu ile birlikte Mehmed Rauf'un bu dergideki faaliyetleri onun edebî hayatının en önemli devresini oluşturmaktadır. Mehmed Rauf, bu dönemde vermiş olduğu edebî eserleriyle edebî kişiliğinin doruğuna ulaşmıştır. Yıllar bile sonra adı, en çok, bu yıllarda vermiş olduğu eserlerle anılacaktır. Servet-i Fünûn tatil edildikten sonra, Mehmed Rauf da birçok arkadaşı gibi II. Meşrutiyet'e kadar sessiz kalır. 1908'den sonra aynı dergide edebî faaliyetlerine devam ederse de, bu artık onun edebî hayatında ayrı bir devreye tekabül etmektedir52. 50 Hüseyin Câhid; Edebî Hatıralar, İstanbul 1935, s. 76-81. 51 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.: Rahim Tarım; “Servet-i Fünûn Edebî Topluluğu'nun Yeşil Yurd Özlemi"; Mimar Sinan Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, sayı :2, İstanbul 1995, s. 185-203. 52 Nevsâl-i M illî 1330'da verilen bilgiye göre Servet-i Fünûn'un tekrar yayımlanmasına rağmen edebiyat ve eski yazarların yazı yazmalarının yasaklanmış olduğu ileri sürülmektedir: "(...) Servet-i Fünûn on gün tatil
C- İKİNCİ MEŞRUTİYET'TEN SONRAKİ EDEBÎ DÜŞÜŞ ve UNUTULUŞ DÖNEMİ II. Meşrutiyet'in ilânıyla birlikte tekrar yazı hayatına geri dönen Mehmed Rauf, bu dönemde Servet-i Fünûn; Resimli Kitab; Musavver Hâle; Musavver Muhit; Şehbâl; Şiir ve Tefekkür; Şebâb; Resimli A y; Sevimli A y; Güneş dergileriyle Tanin; Yeni Ses; Cumhuriyet; Peyâm (Peyâm-ı Edebî); Pâyitaht; Vakit gazetelerinde yazar. Mahasin; Süs; Gelincik ve Sinema Yıldızı adında dört de magazin dergisi yayımlayan Mehmed Rauf. bunların bazılarında da başyazarlık yapar. Bu arada, önceden çeşitli dergilerde yayımlanmış olan hikâyelerini, yenileriyle birlikte kitap haline getiren Mehmed Rauf, bazı yeni romanlar da kaleme alır. Yukarıda adı geçen dergilerde tefrika edilen bu romanların çoğu, yazarın sağlığında kitap halinde tekrar yayımlanmışlardır. Mehmed Rauf, II. Meşrutiyet'ten sonra daha yakından ilgilendiği tiyatro alanında birçok makalenin yanısıra, telif ve adapte olmak üzere birtakım piyesler de yazar. Yine, bu alandaki faaliyetlerinden olmak üzere, o yıllarda kurulan bazı tiyatroların çeşitli kurullarında da görev alır. Bazen birden fazla gazete ve dergide aynı anda yazan Mehmed Rauf'un yoğun olduğu kadar çeşitlilik de gösteren son dönem edebî faaliyetlerini de: 1) Doğrudan edebiyatla ilgili faaliyetleri; 2) Tiyatro ile ilgili faaliyetleri; 3) Gazetecilikle ilgili faaliyetleri olmak üzere üç ana başlık altında inceleyebiliriz. edildikten sonra nasılsa tekrar intişara müsaade istihsâl etmiş ise de edebiyat ve eski muharrirlerin yazı yazmaları külliyen men1 edilmiş olduğundan Rauf Bey de diğer rüfekâsı gibi sükûta mecbur kalarak ilân-ı hürriyete kadar hemen hiç bir şey yazmadı." Nevsâl-i Millî 1330/1914, s. 226
Ancak, bu incelemelere girmeden önce, Mehmed Rauf'un edebî hayatını derinden etkileyen ve onun edebî düşüşünde büyük rolü olan Bir Zambak'ın Hikâyesi ve bu romanın yol açtığı olaylara kısaca değinmek istiyoruz. a) Bir Zambak'ın Hikâyesi ve İlk Büyük Edebî Ödün Hilmi Ziya Ülken, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi adlı eserinin "Moralizm-İmmoralizm" başlıklı bölümünde, II. Meşrutiyet'ten sonra görülen "ahlâk-dışı olmağa doğru eğilimin" bir zamanlar Servet-i Fünûn edebî topluluğu yazarlarında, hattâ Mehmed Rauf'da da görüldüğünü, Pençe adlı oyunuyla Mehmed Rauf'un "Fransız natüralistlerinin dahi yapmadıkları bir skandala" neden olduğunu söyler53. Hilmi Ziya Ülken'in işaret ettiği Pençe adlı oyunundan birkaç ay sonra, Mehmed Rauf, bu defa Bir Zambak'ın Hikâyesi adında, "immoralizm" açısından öncekini gölgede bırakacak bir roman kaleme alacaktır54. Kadm-kadın, kadın-erkek arasındaki cinsel ilişkinin en ince ayrıntısına kadar ve bayağı bir dille anlatılmakta olduğu bu 53 Hilmi Ziya ÜLKEN; Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, Selçuk Yayınları, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul 1966, s.360. 54 Eserin tespit edebildiğimiz nüshalarına ait kayıt şöyledir: a) 20926, Bir Zambağın Hikâyesi, Mehmed Rauf, 44 s.; B kz.; Ali Bayram/lütfi Bayraktutan/M. Sadi Çöğenli (haz.); Seyfettin Özeğe Bağış Kitapları Ek Katalogu, C.S, A .Ü ., Yay., No:2, Erzurum 1973, s.25; b) 28740, Bir Zambak'ın Hikâyesi, Mehmed Rauf İstanbul 1326, 72 s, 2 adet. Ali Birinci, "matbaa ismi , kayıtlı değilse de o sırada yazarı Bahriye'de zabit olduğu için Kasımpaşa'daki Matbaa-i Bahriye'de basıldığına inanılmakta" olduğunu söylemekte ve bu bilgi ve tahminlere göre kitabın künyesini şu şekilde vermektedir: "Mehmet Rauf, Bir Zambağın Hikâyesi, İstanbul 1326, Matbaa-i Bahriye,72 s. Kitabın diğer baskısı ise yine ilki gibi yazar ve matbaa adı taşımamaktadır. Üstelik bundan baskı tarihi ve yeri de, belki dış kapağı olmadığı için, belli değildir. Sayfa sayısı 44'dür." Bkz.; Ali Birinci; "Müstehcenlik Tartışmaları Tarihinde Bir Zambağın Hikâyesi"; Dergâh; C.ll, Sayı:16, Haziran 1991, s. 19; ancak roman, adını kahramanlarından birinden almasından dolayı romanın asıl adı "Bir Zambağın Hikâyesi" değil, "Bir Zambak'ın Hikâyesi" olmalıdır.
roman yayımlanmasından kısa bir süre sonra 21 Mayıs 1910 tarihinde Dahiliye Nezareti tarafından yasaklanarak toplatılır. Sanat ve ahlâk açısından gördüğü tepkilerin yamsıra, yayımından toplatılmasına kadar geçen kısa zaman zarfında, büyük ilgi gören bu roman, baskısı kalmayınca kitapçılar tarafından kiraya verilmiş, el yazısı ile çoğaltılan kopyaları "yastık altı kitabı" olmuştur. Diğer taraftan, Bir Zambak'ın Hikâyesi adlı bu romanın gördüğü ilgi üzerine, İranlı bir kitapçı Kaymak Tabağı adlı yine pornografik bir kitap bastırmış, "Süleyman ismiyle bastırdığı" bu romanı İstanbul ve Anadolu'da satarken, hakkında açılan kovuşturma sonucu İran'a kaçmıştır55. Önceleri, bu romanın kendisine ait olmadığını ileri süren Mehmed Rauf, Askerî Mahkeme'de yargılanması sırasında suçunu kabul edince altı ay hapse mahkûm olur ve askerlikle ilişiği kesilir56. Bu romanın yayımlanması ve ardından gelişen olaylarla birlikte, Mehmed Rauf'un edebî kişiliği de derinden sarsılır. Artık, geçimini tamamen yazılarıyla kazanmak zorunda olduğu kadar, hayatının sonuna kadar bu olayın yol açtığı sonuçlara da katlanmak zorundadır. Gerçekten de, Mehmed Rauf'un edebî kişiliği, edebî hatıralarda ve edebiyat tarihlerinde hep bu olayla birlikte değerlendirilecek ve çoğu kez bu romanın altında ezilip gidecektir. Örneğin, Abdülhak Şinasi Hisar, bir makalesinde, kendisine maddî refah sağlamak amacıyla kaleme aldığı bu romanıyla Mehmed Rauf'un "işleyebileceği en büyük günahı işlemiş" ve "yazı şerefini kaybetmiş olduğunu" söyler57. 35 Ali Birinci; a.g.m., s. 19. 56 Konuyla ilgili belgeler için bkz.: Rahim Tarım ; "Mehmed Rauf'un Hayatı ve Hikâyeleri Üzerine Bir Araştırma'1, (Basılmamış doktara tezi) M .Ü .; Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 1992. 57 Abdülhak Şinasi Hisar; Geçmiş Zaman Edipleri: Mehmed Rauf; Türk Yurdu; nr:262, Kasım 1956, s. 373.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, onun bu düşüşünü "zaman zaman belirip hayatında silinmez izler bırakan bohem ruhuna" ve maddî sıkıntılarına bağlayan Hakkı Süha Gezgin gibi, bu romanı, sıkıntılı bir dönemde "yazmak zorunda kaldığım" ve ihtiyaç duyduğu maddî faydayı da sağladığını söyleyerek mazur görür58. İsmail Hikmet Ertaylan ise, Yakup Kadri ile Hakkı Süha Gezgin'in aksine, edebî hayatının bu son döneminde, Mehmed Rauf'un bu eğilimini, sanatında istediği noktalara varamış ve anlaşılamamış olmasının bir tepkisi olarak görür: "(...) Fakat, Rauf gittikçe, hayatta emellerine, hülyalarına muvaffak olamamaktan mütevellit bir gayz ve nevmidî sâikasıyla âdeta beşeriyete düşman kesildi. Âdeta yazılarıyla insaniyetten intikam almağa kalktı. Asrın havsala-i ahlâkını yırtacak, memleketin ruh-ı rikkatini incitecek sanatın hicab-ı iffetini parçalayacak bir ihtirasla ortaya atıldı. Sensualisme / şehvetperestliğin en koyu, en siyah enmüzeci olacak eserler yazdı. Bununla sanattan, rikkatten anlamayan halkın behimiyetiyle oynamak, istihza etmek istiyordu. «Zambak» bunun en kara ve karanlık bir misâlidir. Her türlü kayd-ı ahlâkiyi koparan bu eser muhitin hevâ-yı edeb ve edebiyatını zehirledi."59. Gerçekte ise, Mehmed Rauf'u böyle bir kitap yazmaya zorlayan ne Yakup Kadri ile Hakkı Süha'nın ileri sürdükleri maddî nedenler, ne de İsmail Hikmet'in dayandırdığı anlaşılamamazlığın bir tepkisidir. Bütün bunlara, onun yaradılışından gelen kadın ve aşk düşkünlüğünü de eklemelidir.
58 Hakkı Süha; Edebi Portreler: Mehmet Rauf, Yeni Mecm ua; nr:14, 4 Ağustos 1939; Hakkı Süha Gezgin; Edebî Portreler, (H az.: Beşir Ayvazoğlu) Timaş Yay., İstanbul 1997, s. 186; Yakup Kadri Karaosmanoğlu; Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Bilgi Yay., Ankara 1969, s. 22. 39 İsmail Hikmet; Türk Edebiyatı Tarihi; Bakû 1925, s. 940.
Daha önce "Rauf bizde Baudelaire'dir" diyen Şahabeddin Süleyman bile, Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye adlı eserinde, Mehmed Rauf'un edebî hayatını Servet-i Fünûn'la noktalaması gerektiğine inanmaktadır: "(...) Fakat Rauf'un bütün bu kuvvet-i san'atkârânesi devr-i hürriyetin tulûuyla sönmüştür. Rauf, "Eylül"ünü, "Ferdâ-yı Garam"mı, "Siyah İnci!er"ini güzel tenkidlerini, musahabe lerini yazdıktan sonra ekseri arkadaşları gibi sükût etseydi daha ziyade mevkiini muhafaza etmiş olurdu."60. İbrahim Necmi Dilmen'in Tarih-i Edebiyat Dersleri adlı eserinde, Mehmed Rauf hakkında verdiği hükümler de yine bu olayın etkisiyle verilmiş olumsuz hükümlerdir: "(...) Servet-i Fünûn edebiyatının tevakkuf mecburîsinden son raki fâsıla-i edebiye esnâsında hüviyet-i mâneviyesi de değişti ğinden ondan sonraki «Pençe» ve «Âşıkâne» gibi eserlerinde nefsanîleşmiş, realizm meylini ileriye götürmek hevesiyle ezvâk-ı şehvaniye musavvirliğine kadar tenezzül etmiştir."51. Bu romanın yol açtığı olaylar sonunda, bir süre tamamen işsiz kalan Mehmed Rauf'a, bu zor günlerde Hüseyin Câhid Yalçın yardım elini uzatır ve çıkarmakta olduğu Tanin gaze tesinde "Mehmed Nâfiz" imzasıyla yazı yazmasına imkân sağlar. Hüseyin Cahid Yalçın, Edebî Hatıralar'ında bundan bahset mez ama "sanatından ödün verdiğini, kolay eser verebilmek için çoğu kez kendini tekrara düştüğünü" hattâ bütün bunları "ince yaradılışlı bir yazar olduğu halde zorunlu olarak ve istemeye istemeye" yapmak zorunda kaldığını söyler62. “ Şahabeddin Süleyman; Tarih-i Edebiyat-ı Osmâniye; Sancakciyan Matbaası, İstanbul 1328/1912. ĞIİbrahim Necmi Dilmen; Tarih-i Edebiyat Dersleri; C.U.; Matbaa-i Âmire, İstanbul 1338/1922, s.307. 62 Hüseyin Cahid; Edebî Hatıralar; Akşam Kitaphanesi, İstanbul 1935, s.153-154.
b) Son Dönem Edebî Faaliyetler 1. Doğrudan Edebiyatla İlgili Faaliyetleri: 1.1. Hikâyeler:
1908 ile 1927 yılları arasında geçen yaklaşık on dokuz yıl zarfında Mehmed Rauf, toplam 49 hikâye kaleme almıştır. Bu sayı, Mehmed Rauf'un Servet-i Fünûn edebî topluluğu ile daha önceki döneminde yazdığı hikâyelerin toplam sayısından daha fazladır. Mahasin;
Resimli
Kitab;
Servet-i
Fünûn;
Şehbâl;
Süs
dergileriyle, Peyâm (Peyâm-ı Edebî); Tanin; Vakit; Cumhuriyet ve İkdam gazetelerinde tefrika edilen bu dönem hikâyelerinin dikkati çeken diğer bir yönü de, bunlarda ele alınan aşk anlayışının platonik aşkı işleyen önceki devrelerden farklı olarak maddî aşkı ele almış olmalarıdır. 1.2. Romanlar:
Mehmed Rauf, bu son dönemde toplam 11 roman kaleme almıştır. Mehmed Rauf'un bu dönemde kaleme aldığı Genç Kız Kalbi, Bir Aşkın Tarihi - Mültehib Menekşe, Böğürtlen, Define, ve Kan Damlası adlı romanları tefrika edildikten sonra kitap haline gelirken "Harabeler" ve "Kâbus" adlı iki romanı ise tefrika olarak kalmıştır. Yazarın yine bu dönemde yazılmış olan Karanfil ve Yasemin, Son Yıldız ve Halâs adlı romanları ise doğrudan kitap halinde yayımlanır. 1.3. Mensur Şiirler:
Mehmed Rauf'un bu devredeki edebî faaliyetleri içinde dikkati çeken hususlardan biri de, mensur şiirlerin sayısındaki azalmadır. Bu, aynı zamanda Mehmed Rauf'un artık duygusallığa fazla önem vermediğinin bir diğer kanıtıdır.
L'
Mehmed Rauf, bu dönemde sadece sekiz mensur şiir kaleme almıştır. Doğal olarak, bunlar 1901 yılında yayımlanan Siyah İnciler adlı kitabının dışında kalmışlardır. 1.4. Seyahat İzlenimleri:
Mehmed Rauf'un Vakit gazetesi yazarı olarak Napoli'ye yaptığı seyahat ve buradaki izlenimlerini aktardığı bir dizi yazı, rahatlıkla seyahat türü içinde değerlendirilebilir. «Napoli Tahassüsatı» başlığı altında, 1 Teşrin-i sâni 1337/1921- 2 Mart 1922 tarihleri arşsmda, Vakit gazetesinde yayımlanan bu yazılar, Doğu Dilleri Okulu, İtalyan yazar Roberto Bracco ile yapılan röportaj ile Napoli şehrinin günlük yaşantısı ve güzelliğini işleyen makalelerden oluşmaktadır63. 1.5. Makaleler:
a) Türk Edebiyatı ile İlgili Olanlar: Bu makalelerin bir bölümü, o günlerde yeni yayımlanan edebî eserlerin tanıtımı ile ilgilidir. Bunların ilk ikisi, Halide Edib'in Halide Salih imzasıyla yazmış olduğu Râik'in Annesi (1909) ve Seviye Talib (1910) adlı romanları hakkındadır64. yazı
Bu iki makaleyi, kendisi gibi II. Meşrutiyet'ten sonra tekrar hayatına dönen Servet-i Fünûn edebî topluluğundan
1,3 N apoli'de Elsine-i Şark M ektebi; Vakit; n r:1492, 5 Şubat 1338/1922; Roberto Bracco; Vakit; nr:1509, 22 Şubat 1 922; M ehm ed Rauf'un Roberto B racco ile yapm ış olduğu bu mülâkat Y ahya Kem âl'in de dikkatini çekm iş, adı geçen m akalenin yayım ından ü ç gün sonra 25 Şubat 1338/1922 tarihinde Tevbid-i Efkâr gazetesinde "Bir H asbihâl M ünasebetiyle" başlıklı m akalesiyle Türk edebiyatının yabancı ülkelerde tanıtımı konusundaki fikirlerini ortaya koymuştur. Bkz: Y ahya Kem al; Edebiyata Dâir; Y ahya Kem âl Enst. Y ay.:1 3 , İstanbul 1971, s. 74. A yrıca, Roberto B racco ile ilgili bilgi için b kz.: O ğ u z Kara kartal; “1922'lerde Türk Edebiyatında Sevilen Bir Y a za r: Roberto B racco Türk-İtalyan Edebî M ünasebetlerine Dâir'1, M .Ü ., Fen-Edebiyat Fakültesi, Türklük Araştırmaları Dergisi, Y ıl:1 9 9 0 , sayı:6, İstanbul 1991, s. 127-135. 64 “Râik'in Annesi"; Servet-i Fünûn; nr:936, 3 0 N isan 1325/13 M ayıs 1909; "Seviye Talib'1; Tanin; nr:740, 22 Eylül 1910.
arkadaşları Safveti Ziya, Cenab Şahabeddin ve Halid Ziya'nın eserleri hakkında yazmış olduğu makaleler izler. Bunlar da sırasıyla, Safveti Ziya'nın aynı adlı romanı hakkında yazılmış "Salon Köşelerinde"65; Cenab Şahabeddin'in Evrak-ı Eyyâm (1915) adlı eserinin yayımlanması üzerine kaleme aldığı "Cenab Şahabeddin Bey"66 ve Halid Ziya'nın Servet-i Fünûn döneminden sonra yayımladığı ilk hikâye kitabı hakkında yazdığı "Bir Şi'r-i Hayâl"67 adlı makalelerdir. Daha sonra ise, sırasıyla: Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun 1913 yılında yayımlanan ilk hikâye kitabı hakkında "Bir Serencâm"68; kadınlara yönelik çıkardığı Süs mecmuasında yazmış olduğu "Suad Derviş Hanım'ın Eserleri"69; Peyâmi Safa'nın 1925 yılında yayımlanan romanıyla aynı adı paylaşan "Canan"70; Müfide Ferid Tek'in Pervaneler (1924) adlı romanı hakkında "Müfide Hanım'ın Pervaneler'i"71; Gülsüm Niyazi Hanım'ın hikâye kitabı hakkında "Son Basamak"72 ve son olarak Fahri Celâl Göktulga'nın Kına Gecesi (1927) adlı eseri hakkında yazdığı "Kına Gecesi Eseri"73. Bu makalelerden "Seviye Talib" ve "Salon Köşelerinde", Tanin gazetesinde Mehmed Nâfiz takma adıyla yazılmışlardır.
Bu ilk grup makaleden, sonra yine bir grup teşkil eden diğer bir makale serisi ise edebî hatıralardır.
65 Salon Köşelerinde; Tanin; nr:787, 10 Teşrin-i sâni 1910. 66 Cenab Şahabeddin Bey - Evrak-ı Eyyâm'ın neşri münasebetiyle- Tanin; nr: 1913, 1 M ayıs 1914. 67 Bir Şi'r-i H ayâl H akkında; Tanin; nr:1916, 24 N isan 1914. 68 Bir Serencâm ; Şehbâl; nr:99, 15 H aziran 1330/28 H aziran 1914. 69 Suad D erviş H anım 'ın Eserleri; Süs; n r :1 ,16 H aziran 1339/1923. 70 C a n an ; İkdam; n r:10076; 21 Nisan 1341/1925. 71 Müfide H anım 'ın Pervaneler'i; İkdam; nr:10079, 27 N isan 1341/1925. 72 Son Basam ak, ikdam; n r:1 0 0 9 8 ,17 M ayıs 1341/1925. 73 Kına G e cesi Eseri; Güneş; n r .1 2 ,15 H aziran 1927.
Hepsi Servet-i Fünûn dönemine ait hatıraların ele alındığı bu makaleler, bir bölümü, Peyâm-ı Edeb?de yayımlanan "Ekrem Bey ve Servet-i Fünûn"74 dışında, Peyâm gazetesinde yayımlandıktan yaklaşık yedi ay sonra, Şebâb dergisinde de aynı başlıklarla tekrar yayımlanmışlardır. Edebî Hatıralar ana başlığı altında yayımlanan bu makaleler sırasıyla şunlardır: “Halid Ziya ile ilk Temas", "Halid Ziya ile Samimiyet", "Edebiyat-ı Cedîde'ye Doğru", "Edebiyat-ı Cedîde", "Edebiyat-ı Cedîde'nin Muhalifleri"75. Mehmed Rauf'un 1927 yılında Güneş mecmuasında yayımlanan ve Servet-i Fünûn dönemiyle yine o yıllardaki dostluklarını ele aldığı beş makalesi de onun edebî hatıraları arasında zikredilebilir. Bu makaleler şunlardır: "Servet-i Fünûn'da Sansür", "Hüseyin Cahid'le Hayret Efendi", "Yeşilyurt Hikâyesi", "Dostluklar: Edebiyat-ı Cedîde Hatıraları", "Ahmet Hikmet'i Nasıl Tanıdım?"76. Ancak, yazarın ilerleyen yaşı, geçirmiş olduğu ilk felç ve hayatını yazılarıyla kazanmanın verdiği özensizlikten dolayı bu hatıraların dikkatle ele alınması gerekmektedir.
74 Ekrem Bey v e Servet-i Fünûn ; nr:12, 23 Kânun-ı sâni 1329/ 5 Şubat 1914. 75 Halid Ziya ile İlk Tem as; Peyâm-ı Edebî; nr:301-99, 11 Teşrin-i sâni 1335/1919; Şebâb, nr:1, 22 Tem m uz 1326/1920. Bu m akale Şebâb mecmuasında bir kez daha yayımlanmıştır: Şebâb-, nr:21, 2 0 Kânun-ı sâni 1337/1921. Halid Ziya ile Samimiyet; Peyâm; nr:348-106, 18 Teşrin-i sâni 1335/1919; Şebâb; nr:2, 30 Tem m uz 1336/1920; Edebiyat-ı Cedîde'ye Doğru; Peyâm; nr:355-113, 25 Teşrin-i sâni 1335/1919; Şebâb; nr:3, 6 Ağustos 1336/1920; Edebiyat-ı Cedîde; Peyâm; nr:362-120, 2 Kânun-ı evvel 1335/1919; Şebâb; nr:6, 27 Ağustos 1336/1920; Edebiyat-ı Cedîde'nin Muhalifleri; Peyâm; nr:370-128, 10 Kânun-ı evvel 1335/1919; Şebâb; nr:9, 17 Eylül 1336/1920. lb Servet-i Fünûn'da Sansür; Güneş; nr:7, 1 N isan 1 927; H üseyin C ahid 'le Hayret Efendi; Güneş; nr:8, 15 N isan 1 927; Yeşilyurd H ikâyesi; Güneş; nr:9, 1 M ayıs 1927; Dostluklar: Edebiyat-ı C e d îd e H atıraları; Güneş; nr:10, 15 M ayıs 1927; Ahmet Hikm et'i N asıl Tanıdım ?; Güneş; n r:1 1, 1 H aziran 1927.
II. Meşrutiyet'ten Fecr-i Âtî ve M illî Edebiyat akımlarının edebî anlayışlarını öncekilerle karşılaştıran makaleler de kaleme almış olan Mehmed Rauf, bu eleştirileriyle yeni arayışların da dışında olmadığını kanıtlar. b) Batı Edebiyatı ile İlgili Olanlar: Mehmed Rauf'un Batı edebiyatı ile ilgili makaleleri ise "Jean Jacques Rousseau", ve "Edgar Ailen Poe"77 adlı iki makale dışında İngiliz edebiyatı ve edebiyatçılarıyle ilgilidir. Bunları, ilk bölümü Servet-i Fünûn dergisinde «İngiliz Edebiyatı» başlığıyla yayımla nan seri makaleler oluşturur. Klâsik devirden romantizme kadar bir özetle başlayan, Byron, Shelley ve Keats'in ele alınması plânlanan bu seri makaleler Byron ile son bulurken Shelley ve Keats'e değinilmemiştir78. 1912 yılında Hak gazetesinde "İngiltere Niçin Büyük?"79 adlı makale ile başlayıp "19. Asra Kadar" adlı makale ile son bulan İngiliz edebiyatı ile ilgili diğer makaleler ise “Cousser"80, "Shakespeare"81, "Spencer"82, "Milton"83 gibi İngiliz şâirlerini ele almaktadır. Bu seri dışında kalan "Dante Cabriel Rosetti1' ise Güneş mecmuasında yayımlanmıştır84. Mehmed Rauf, Servet-i Fünûn mecmuasında temas edemediği "Shelley" ve "Keats"i yaklaşık dört yıl sonra Şehbâl 77Jean Jacques Rousseau; Servet-i Fünûn; n r:908, 13 Teşrin-i evvel 1324/26 Ekim 1908; Edgar A ilen Poe; Güneş; nr:17, 1 Eylül 1927. 78 İngiliz Edebiyatı; Servet-i Fünûn; nr:935, 9 37-938, 9 4 1-9 43 , 9 4 5 , 94 7, 9 49, 9 5 2 ; 23 N isan, 8, 15 M ayıs, 4, 11, 18 H aziran , 2, 16, 3 0 Tem m uz, 20 Ağustos 1325/6, 21, 28 M ayıs, 17, 24 H aziran , 1, 15, 29 Tem m uz, 12 Ağustos, 2 Eylül 1909. 79 Ingiltere N için Büyük?; Hak; nr:54, 6 M ayıs 1912. 10 ilk Büyük Şâir Cousser; Hak; nr:59, 11 M ayıs 1912. 11 Cousser'den Shakespeare'e; VVİlliam Shakespeare; Hak; n r:65, 76 ; 17, 28 M ayıs 1912. ,J Edmonde Spencer; Hak; nr:81, 2 H aziran 1912. “ John M ilton; Hak; nr:92, 13 H aziran 1912. MDanle C a b rie l Rosetti; Güneş; n r :1 6 ,15 Ağustos 1927.
mecmuasında işleme fırsatı bulur85. «Tedkikat-ı Edebiye» başlığı altında yayımlanan bu makalelerde Mehmed Rauf ayrıca "Dickens"a da yer verir86. c) Çeşitli Konulardaki Makaleler: Mehmed Rauf'un çeşitli konulardaki makaleleri ise kadınlara yönelik magazin yazılar, Avrupa ve İstanbul yaşantısı, eğlence hayatları ve o günlerin yeni sanat dalı olan sinemayı konu alan yazılarla aşkı ele alan yazılardan meydana gelmektedir. Bu yazılar içinde aşkla ilgili olanlar ayrı bir grup oluşturur. Çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan bu yazıların daha önce yayımlananlardan farkı doğrudan aşkın değil, onun tezahürlerinin ele alınmış olmasıdır. Bunlar, Balzac, Shumann, Chopin ve George Sand gibi Batı'nın ünlü edebiyatçı, müzisyen ve aktristlerinin aşk hayatını anlatan yazılardır. Mehmed Rauf, bu dönemde çıkarmış olduğu Mahasin ve Süs gibi dergiler başta olmak üzere magazin dergilerinde kadınlarla ilgili birçok makale kaleme almıştır. Kadın takılarından, iç çamaşırlarına, aksesuarlardan dekorasyona varıncaya kadar çeşitli konulara değinen bu yazılarının edebî hiçbir değeri yoktur. Ancak, kadınların sosyal hayatta daha fazla ve etkili bir rol almaları gerektiğini anlatan "Kadın Mücadelâtı" ve "Kadının Hayattaki Mevkii"87 ile tiyatro ile ilgili faaliyetleri içinde değineceğimiz diğer bir makalesi, devri için oldukça yeni ve ileri fikirleri içerir. M Tedkikat-ı Edebiye: Shelley; Şehbâl; nr:83-85, 87-88, 9 0-93; 1 Teşrin-i evvel-1 Teşrin-i sâni, 1 Kânun-ı evvel-15 Kânun-ı evvel, 1 Şubat 1329-15 Mart 1330/14 Ekim-14 Kasım ; 14-28 A ralık 1 913; 14 Şubat-28 Mart 1 914; John Keats; Şehbâl; nr:95-98, 100; 15 Nisan-1 H aziran , 1 Tem m uz 1330/20 N isan-14 H aziran , 14 Tem m uz 1914. ** Charles D icken s; Şehbâl; nr:94, 1 N isan 1330/14 N isan 1914. 17 Kadın M ücadelâtı; Peyâm; nr:106, 2 Mart 1 914; Kadının Hayatta M evkii; Payitaht; nr:43-35, 14 Mart 1337/1921.
2.
Tiyatro ile İlgili Faaliyetleri: 2.1.
Tiyatro ile İlgili Görevleri:
II. Meşrutiyet'ten sonra tiyatro alanında da bir hareketlilik göze çarpar. Ancak, bütün çabalara rağmen Darülbedâyi'ye kadar uzun ömürlü bir topluluk kurulamaz88. 1909 yılında Osman Hamdi Bey ile Recâizâde Ekrem'in kurmuş oldukları Sahne-i Osmâniye adlı tiyatro topluluğunun on iki kişiden oluşan okuma kurulunda yer alan Mehmed Rauf, aynı zamanda Halid Ziya'nin romanından oyunlaştırdığı Ferdi ve Şürekâsı ile Pençe adlı piyeslerini repertuara aldırır; ancak bu eserler sahnelenmezler89. Mehmed Rauf, daha sonra 29 Haziran 1914 tarihinde kurulan Darülbedâyi'nin yönetim ve okuma kurullarında görev alır. Ancak, bu kurul, dramaturgluktan çok bir sınav komisyonu olarak görev yapmıştır90. 1920 yılının Mart ayında Darülbedâyi'nin yönetim ve okuma kurullarıyla sanatçılar arasında ortaya çıkan fikir ayrılığı sonucunda başta Muhsin Ertuğrul olmak üzere bazı sanatçılar kurumdan ayrılır. Darülbedâyi'den ayrılan bu sanatçılar, dört ay sonra Temmuz 1920'de Yeni Sahne adlı bir topluluk kurarlar. Mehmed Rauf, yeni kurulan bu topluluğun da sahne yöneticiliğine seçilir. Ayrıca, Mehmed Rauf, topluluğa seçilecek sanatçıları belirlemek üzere 23-26 Temmuz 1920 tarihlerinde yapılan sınavlarda da yargıcılar kurulu üyeliği yapar91. 88Ö zdem ir Nutku; A .Ü ., D .T .C .F .
Tiyatro Tarihi;
Darülbedâyi'nin Elli Yılı (Darülbedâyi'den Şehir Tiyatrosu'na); Soruda Türk
Y a y .:! 91, Ankara 1969, s. 13; Metin A nd ; 100 G e rçek Yayınevi, İstanbul 1970, s. 220-221.
89Ö zd e m ir Nutku; a.g.e., s. 12-13; H alid Z iy a ; Sanata Basım evi, İstanbul 1955, s. 173. 90Ö zd e m ir Nutku; a.g.e., s. 23, 107. 91 a.g.e., s. 51.
Dâir; C .lll, Maarif
2.2.
Telif ve Adapte Piyesleri:
Mehmed Rauf, bu dönemde beşi telif ve on tanesi ise adapte olmak üzere toplam on beş piyes kaleme almıştır. Bir kısmı doğrudan kitap halinde, bir kısmı ise tefrika edilmek suretiyle yayımlanan bu piyeslerin adapte "Kargacık Burgacık", "Kamçı" ve "Amca Bey" adlı üçü hariç hiçbiri sahnelenmez. Bazıları işledikleri konuları, bazıları da uzun olmaları bakımından sahnelenemeyen ve birbirinin varyantı izlenimini veren bu oyunların ortak özelliği her birinin tezli ve adlarının da sembolik oluşudur. Örneğin, Pençe ahlâkî olarak sakıncalı görülürken, Cidâl beş bölüm ve yüz elli bir sayfadır. Mehmed Rauf'un telif piyesleri, doğrudan kitap halinde yayımlanan Cidâl ve Diken dışında, Pençe ile Sansar Servet-i Fünûn'da; Ceriha ise Süs dergisinde tefrika edilir. Ceriha 1927 yılında ve 1935 yılında yazarın damadı Selâmi izzet Sedes tarafından Yara adıyla kitap halinde yayımlanır. Bu son baskidar eserin adının altında bir de "Konuşma Yolile Aşk Romanı" ibaresi vardır. Ancak bunu roman kabul etmek mümkün değildir. Berna Moran da, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış II adlı eserinde, bunun bir roman değil piyes olduğunu söyler92. Adapte piyeslere gelince, bunlardan Halid Ziya'nın aynı adlı romanından adapte edilerek doğrudan kitap halinde yayımlanan Ferdi ve Şürekâsı93, Süs dergisinde tefrika edilen Alfred Phaed'in aynı adlı eserinden Gençlik, Şehir Tiyatroları arşivinde el yazması halinde bulunan Alexandre Bisson'un Rue Pigol adlı eserinden "Pembe Köşk", yine el yazması halinde Metin And'ın özel kitaplığında bulunan Victorien Sardau'nun "Les Pattes des Mouche" adlı eserinden "Kargacık Burgacık" ile "Fedora"dan 92 Berna M oran; Türk İstanbul 1990, s. 55.
Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış II, İletişim Y ayınları,
93 Ferdi ve Şürekâsı; H ilâl Matbaası, İstanbul 1325/1909.
"Leyla", Octave Feuillet'nin "Charybe et Scylla" adlı eserinden "Yağmurdan Doluya", Maurice Hennequin ile George Duval'in "Le Coup de fovet" adlı eserinden "Kamçı", Paul Gavault'un "Mon bon ünde" adlı eserinden adapte "Amca Bey", Bernstein'ın "Le DĞtour" adlı eserinden "İnhiraf dışındaki diğer adapteleri "Erkek", "Evlât Acısı" ve "Komşu Kocası" hakkında fazla bir bilgi mevcut değildir. Yazarın bir de "Serenad" adlı bir oyunu olduğu söylenmektedir. Ancak, bu eser hakkında da bir bilgi yoktur94. Mehmed Rauf'un bu adaptelerinden M illî Sahne'de temsil edilen Amca Bey hariç Kargacık Burgacık ve Kamçı sahnelen melerine rağmen başarısız olunca, temsilden kaldırılmışlardır95. 2.3.
Tiyatro ile İlgili Makaleleri:
Mehmed Rauf'un tiyatro ile ilgili makalelerini de a) Aktör ve aktristlerle ilgili yazılar; b) Çeşitli oyunlar hakkındaki makaleler; c) Doğrudan tiyatro sanatıyla ilgili makaleler olmak üzere sınıflandırmak mümkündür. Mehmed Rauf'un oyunlar ve tiyatro sanatıyla ilgili makalelerine oranla sayı olarak daha az olan oyuncularla ilgili makaleleri ise: meşhur aktristlerden Sarah Bernhard ve Eleonora Duse ile96 aktör Burhaneddin Bey hakkında yapılan soruşturmaya verdiği bir cevap97 ve kendisinde tiyatro ve edebiyat sevgisinin And; "Tanzimat ve Meşrutiyet'te Tiyatro Yazarlığı", Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türlaye Ansiklopedisi, C . V I., İletişim Y ay., İstanbul 1985, s.
94 Metin 1625.
95 Adnan Saruhan; M ehm et Rauf'un T e lif P iyesleri; İ.Ü ., Ed. Fak .,T D EB ., M e z.,T .A .M ., nr:1141/THT 583, İstanbul 1 971; M ahm ut Y esari; "Mehmet Rauf", Perde-Sahne; nr:5, 1 Eylül 1943, s. 4. 96 Sarah Bemhard'a D â ir; Resimli Kitab; nr:4, Kânun-ı evvel 1324/1908; Eleonora D use; Mabasin; nr:8, Tem m uz 1325/1909. 97 Soruşturma; Musavver Hâle; tır: 1, Kânun-ı evvel 1325/1909.
uyanmasında büyük rolü olan Mınakyan Efendi98 hakkında yazılmış olanla birlikte toplam dört makaleden oluşmaktadır. Mehmed Rauf'un çeşitli oyunlar hakkında yazmış olduğu makalelerine gelince; bunların dört tanesi, Şahabeddin Süleyman'ın seviciliği işlediği için aşırı tepki gören ve büyük münakaşalara yol açan piyesiyle aynı adı paylaşan "Çıkmaz Sokak"99 ile iki perdelik dramı "Fırtına"100 ve yine Şahabeddin Süleyman'ın Tahsin Nahid'le birlikte yazmış oldukları piyesleriyle aynı adı paylaşan “Kırık Mahfaza"101 ve "Kösem Sultan"102 adlı makalelerdir. Daha sonra ise İzzet Melih ve bir perdelik piyesi hakkında "Leylâ Müellifi İzzet Melih Bey"103 ile çeşitli tiyatrolarda sahnelenen oyunlar hakkında "İstanbul'da Hamlet"104, "La Tendresse (Şefkat) Piyesi", "Beyoğlu'nun La Terpresse'i (Şefkat) Oyunu"105, "Kapı Mandalları -Darülbedâyi'de Mevsimin İlk Oyunu-"106 ve "Darülbedâyi'de Hocanın Eşeği"107 başlıklı makaleler gelmektedir. Mehmed Rauf'un doğrudan tiyatro sanatı ile ilgili makaleleri ise, eleştirel makaleleri gibi, diğerleri arasında önemli bir yer işgal eder. Mehmed Rauf, ilki dokuz bölümlük bir seriden oluşan «Tiyatro Hayatı»108 başlıklı bu makalelerinde tiyatro ve sahne 91 M ınakyan Efendi; Servet-i Fünûn; nr:10 95, 17 M ayıs 1328/30 M ayıs 1912. 99 Ç ık m a z Sokak; Resimli Kitab; nr:13, Teşrin-i evvel 1325/1909. 100 Fırtına; Tanin; nr:747, 29 Eylül 1910. 101 Kırık M ahfaza; Servet-i Fünûn; n r :9 7 8 ,18 Şubat 1325/3 Mart 1910. 102 Kösem Sultan; Servet-i Fünûn; nr:1109, 23 Ağustos 1328/5 Eylül 1912. 103 Leylâ M üellifi izzet M elih Bey; Mahasin; nr:7, Mart 1325/1909. 104 İstanbul'da H am let; Hak; nr:56, 8 M ayıs 1912. 105 La Tendresse (Şefkat) Piyesi; İkdam; n r:10251, 10254, 21, 24 Teşrin-i evvel 1341/1925; Sahne H ayatı: Beyoğlu'nun La Tendresse'i (Şefkat) O yu n u ; Cumhuriyet, nr:526, 25 Teşrin-i evvel 1341/1925. 106 Kapı M andalları -D arülbedâyi'de M evsim in İlk O y u n u -, İkdam; n r:10271, 11 Teşrin-i sâni 1341/1925. 107 “D arülbedâyi'de H ocanın Eşeği", Yeni Ses; n r:253, 10 Teşrin-i sâni 1342/1926 108 Tiyatro H ayatı: Servet-i Fünûn; n r:1097, 1107-1108, 1110, 1114-1115, 1117, 1124, 1135; 31 Mayıs-21 Şubat 1328/13 H aziran 1912-6 Mart 1913; Tem âşâya D âir; Tanin; nr:1909, 17 N isan 1 9 14 ; Tiyatro Mektebi mi, Tiyatro
hayatını, sahneden başlayarak eserin kabulü, rollerin dağılımı, karşılıklı okuma, dekor, kostüm, rejisörün görevleri, provalardan oyunun sahnelenmesine kadar en ince ayrıntılarıyla aktarmaya çalışır. Bu seri dışındaki makaleleriyse, bu alanın diğer problemlerine değinen eleştirel fikirlerini içerir. Bu makalelerden de en dikkate değer olanı Temâşâ dergisinde yayımlanan "İ. Galip'le Konuşma" adlı makaledir. Bu makalesinde Mehmed Rauf, Türk kadınının artık sahneye çıkmasının gerekliliğini şöyle dile getirir: "(...) Darülbedâyi evvelâ sahneyi kadınlarımıza açmalıdır. Kadınlarımıza yalnız sahneyi değil, her şeyden evvel hayatımızı açmak, yaşamak için şart esasıdır. Çünkü ben o fikirdeyim ki, bütün felâketlerimiz, bütün hezimetlerimiz yalnız hayatımızda kadın olmamasından peydah olmaktadır."109. 3. Gazetecilikle İlgili Faaliyetleri:
Mehmed Rauf'un gazetecilik gazete ve dergilerde yazdığı çıkardığı dergiler, bir gazeteci izlenimlerini aktardığı yazılar,
ile ilgisi, bu dönemde de çeşitli makalelerle sınırlı kalmamış, sıfatıyla yaptığı seyahat ve yaptığı röportajlar ve bazı
Kum panyası mı?; Tanin; nr:1930, 8 M ayıs 1914; Tiyatro Kaidesi; Payitaht; nr:13, 7 Şubat 1337/1922; Tiyatro U sû lü ; Payitaht; nr:20-12, 14 Şubat 1337/1922; Tiyatro Z evki; Payitaht; nr:27-19, 21 Şubat 1337/1922; Aktör O lm a k için ; Pay/fa/ıf;nr:29-21, 27 Şubat 1337/1922; Adaptasyon; Payitaht, nr:37-29, 8 Mart 1337/1922; M izansen; Payitaht; nr:56, 21 Mart 1337/1922; Zevk-i Bediî; Payitaht, nr:67, 28 Mart 1337/1922; Aktörlükte Y ü z v e Kıyafet; Payitaht; nr:55, 4 Nisan 1337/1922; Adaptasyonun Tiyatrodaki Zararları; Ikdam; nr:10064, 9 Nisan 1341/1925; Kış: Tiyatro M evsim i; İkdam; nr:10271, 11 Teşrin-i sâni 1341/1925; B izde Sahne H ayatı; Cumhuriyet; n r.1012, 2 Mart 1927. 109 I. G a lip 'le Konuşm a; Temâşâ; nr:22, M ayıs 1336/1920.
dergilerin başyazarı olarak aldığı görevlerle aktif olarak devam etmiştir. Diğer taraftan, Mehmed Rauf'un gazete ilânları ve doğrudan gazetecilik mesleğini ele aldığı makalelerinin de bu faaliyetleri içinde ayrı bir yeri vardır. 3.1.
Yayımladığı Mecmualar:
Mehmed Rauf, il. Meşrutiyet'ten hemen sonra çıkardığı Mahasin adlı aylık bir magazin dergisiyle yayın dünyamızda
görülen hareketlilik içinde yerini alır. Mehmed Rauf'un bu dergisinin ömrü de, o dönemde çıkan diğer dergilerinki gibi kısa sürmüş, yaklaşık bir yıl sonra Mahasin yayımına son vermiştir. Kadınlara yönelik,
her ayın
başlangıcında yayınlanan
Mahasin dergisinin kapağında "Sahib-i imtiyaz" olarak Âsaf
Muammer, "Müdür ve Sermuhıarrir" olarak da Mehmed Rauf'un isimleri vardır. Ancak, Halid Ziya, gerek Kırk Yıl, gerekse Sanata Dâir'de, Mahasin 'i Mehmed Rauf'un çıkardığını söyler110. Eylül 1324/1908 ile Teşrin-i sâni (Kasım) 1325/1909 tarihleri arasında 12 sayı yayımlanan dergi Mart-Temmuz 1325 arasında, derginin ayrıntıya girmeden verdiği bilgiye göre, yayın dünyasındaki bir krizden dolayı yayımına ara vermek zorunda kalmıştır. Dergide, takılardan ev dekorasyonu ve aksesuarlara kadar çeşitli magazin yazıları yer almıştır. Mecmuanın 8 numaralı sayısından itibaren kapağında Abdülhak Hâmid imzalı "Bir milletin nisvanı derece-i terakkisinin mizanıdır." ibaresi yer almaktadır. Mehmed Rauf'un yayımladığı ve yine kadınlara yönelik ikinci magazin dergisinin adı da Süs'tür. Mehmed Rauf, "Mes'ul Kırk Yıl; C . V , C um huriyet G a zete v e M atbaası, İstanbul 1936, s. 172; H alid Z iy a ; Sanata Dâir, C . III, M aarif Basım evi, İstanbul 1955, s. 172.
110 H alid Z iy a ;
Müdürlüğünü damadı Selâmi İzzet'le paylaştığı ve kapağında "gayesi, tavrı, kıyafeti, bilhassa kalbi ve dimağı tezyin etmektir." ibaresi bulunan derginin başyazarlığına da üstlenmiştir. 16 Haziran 1339/1923-7 Haziran 1340/1924 tarihleri arasında 54 sayı yayımlanmıştır. Süs dergisinin yayımına son vermesinin hemen ardından Haziran ayının ikinci haftasında G elincik adlı bir dergi çıkaran Mehmed Rauf, ancak 9 sayı yayımlayabildiği bu derginin de "Sahib-i imtiyazı" ve aynı zamanda başyazarıdır. Cumartesi ve Salı günleri, haftada iki kez olmak üzere Haziran-Temmuz 1340/1924 tarihleri arasında yayımlanan Gelincik de ilk iki dergi gibi magazin dergisidir ve edebî bir değeri yoktur.
Son olarak 12-31 Haziran 1340/1924 tarihleri arasında yayımlanan ve 4 sayı tespit edebildiğimiz, "Müdir-i Mes'ulü: Mehmed Rauf" olarak geçen ancak ulaşabildiğimiz nüshalarında herhangi bir yazısına rastlayamadığımız Sinema Yıldızı adlı haftalık bir dergi daha vardır. öncekiler gibi bir magazin dergisi kimliğinde olan bu dergide de çeşitli resimler, sinema hileleri, aktör ve aktristlerle ilgili haberlerin yanısıra, ilk sayısında sinemanın yedinci sanat olduğundan bahseden imzasız bir makale yer almaktadır. Sayısı az da olsa sinema hakkında yazan ve hikâyelerinde de sinemadan motif olarak yararlanan Mehmed Rauf'un bu derginin yayımcısı olması kuvvetle muhtemeldir. 3.2. Gazetecilikle İlgili Makaleler:
Olgunluk döneminde de işaret ettiğimiz "Gazeteler" adlı makalesiyle gazetecilik mesleğini irdeleyen Mehmed Rauf, edebî hayatının bu son döneminde de yazmış olduğu "Garp Gazeteleri
Nasıl Şeylerdir?"'n başlıklı üç makalesinde de aynı konuya tekrar değinerek düşüncelerini savunmaya devam eder. Mehmed Rauf'un bunların dışında, o yıllarda ilâncılığın öneminden bahseden "Gazete İlânları" ve "ilân Nedir, Nasıldır?" başlıklı dikkate değer iki makalesi daha vardır112. Daha önce gördüğümüz makaleleri gibi, Mehmed Rauf'un bu iki makalesi de dönemi için yeni ve orijinal fikirleri içermesi bakımından önemlidir. Sonuç olarak, bütün bu faaliyetlerden de anlaşılacağı gibi Mehmed Rauf'un edebî düşüş ve unutuluş dönemi de diyebileceğimiz bu son dönemi de, sanıldığının aksine öyle çabucak son bulmamıştır. Koşulların bütünüyle aleyhine döndüğü zamanlarda dahi Mehmed Rauf, edebiyattan kopmamaya çalışmış ancak, önceki yıllarına oranla pek başarılı olamamıştır. Önemli bir eser ortaya koyduktan/Sonra, sürekli kendisinden daha iyi eserler beklenen ve yenr eserleri hep öncekilerle karşılaştırılan yazarlar gibi, Mehmed Rauf'un edebî kişiliği de yıllarca, edebî hayatının zirvesi sayılan Eylül ile Bir Zambak'ın Hikâyesi arasında çok dar yorum ve spekülasyonlara kurban edilmiştir Oysa, Mehmed Rauf'un edebî kişiliğini, sanatını tam anlamıyla kavrayıp yorumlayabilmek için, onu dönemi içinde ve bütün eserleriyle birlikte değerlendirmek gerekir. Zira, o sadece Eylül ve Siyah İnciler'le de olsa edebiyat tarihinde yerini almıştır.
111 G arp Gazeteleri N asıl Şeylerdir?; Cumhuriyet; n r:508, 5 16, 5 2 2 ; 7, 15, 21 Teşrin-i evvel 1341/1925. 112 G a z e te İlânları; Tanin; nr:1860, 27 Şubat 1 9 14 ; ilân N edir, Nasıldır?; Cumhuriyet; nr:435, 2 6 Tem m uz 1341/1925.
Bölüm. II
SflMfiTI
I- HAYATI İLE ESERLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ Bilindiği gibi, Servet-i Fünûncular natüralizm, realizm veya psikolojizm hangisi olursa olsun etkilendikleri akımların asıl ekseninden uzaklaştıkları için bu akımlar genellikle onların eserlerine yalnızca üslûp ve teknik sorunsalı olarak yansımıştır. Örneğin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Servet-i Fünûn realizminin sayfa üzerinde "an ve zamana" yerleşmekten ileriye gidemediğini söyler1. Mehmed Rauf da, 1897 yılında yazmış olduğu bir makalesinde edebiyat akımlarını çeşitli edebiyat anlayışları arasındaki farklılıkları ortaya koyabilmek için verilmiş bir adlandırma olarak görür ve bu sınıflandırmaların edebî eserlerin değerlendirilmesinde bir ölçü olamayacağını ileri sürer2. Bu nedenle, Mehmed Rauf’un Servet-i Fünûn veya diğer adıyla Edebiyat-ı Cedîde dönemine ait edebî eserlerini, tam olarak belirli bir akıma bağlamak doğru değildir. Öte yandan, Mehmed Rauf, bu dönemde yaygın bir görüş olan "sanat için sanat" anlayışını eleştirdiği halde, eserlerinde -en azından dil ve üslup olarak- bu anlayışın izlerini görmek mümkündür. Mehmed Rauf, "Bizde Roman" adlı eleştirel bir makalesinde "sanat için sanat" görüşünün bizde yanlış anlaşıldığını ve bu yüzden de bu anlayıştan vazgeçilmesi gerektiğini söyler3. Topluluğun dağılmasından sonra ise, yazarın edebî kişiliğinde de gördüğümüz gibi, hayatını yazılarıyla kazanmak zorunda kalışı onu bu tür sanat anlayışlarını irdelemek ve eserlerinde uygulamaya çalışmaktan tamamen alıkoymuştur. Ancak, bütün bu söylediklerimize rağmen, Mehmed Rauf'un 1 Ahmet Hamdi Tanpınar;
Yahya Kemal, 2. bs., Dergâh Y ay., İstanbul 1982, s. 88.
2 B k z.: M ehm ed Rauf; “Romanlara
D âir: B izd e H ikâ y e1'; Servet-i Fünûn, nr:344, 2 Teşrin-i evvel 1313/14 Ekim 1897. 3 Bkz.: M ehm ed Rauf; "Bizde Roman", Servet-i Fünûn, nr:445, 9 Eylül 1315/21 Eylül 1899; Bilge Ercilasun; Y a y ., Ankara 1981, s. 325.
Servet-i Fiinun'nda Edebî Tenkit, Kültür Bakanlığı
günümüze kadar gelebilen eserlerinin, yine Servet-i Fünûn edebî topluluğu dönemine ait ürünler olduğunu rahatlıkla söylebiliriz. Tabii, bunda da yazarın bütün eserlerinin toplu bir değerlendir meden geçirilmeden verilmiş yüzeysel hükümlerin payı büyüktür. Ayrıca, Mehmed Rauf'un eserleriyle sürmüş olduğu hayat arasında da sıkı bir ilişki vardır. Zaten, o Servet-i Fünûn edebî föpluTuğu içinde bıTyönüyle diğer yazar ve şairlerden hemen ayrılır. Yaşadığı aşklar, sürdüğü bohem hayat ve bu hayata ayak uydurmada çekilen maddî sıkıntılar onun eserlerine olduğu gibi yansır. Zira, o, sadece edebî eser vermekle kalmaz, okur, sever, hisseder, yaşar ve bütün yaşadıklarını edebiyata aktaar. Hattâ, kimi zaman edebî yaratıştaki sıkıntıyı dahi eserlerinde isledipj görülür . Çünkü, Mehmed Rauf, çoğu zaman kahramanlarını kendi duygu ve düsüncekxIai-.ato-DmkicİD araç olarakkullanır. Gerek aşk, gerek kadın ve gerekse müzik hakkında yapılan sohbetlerde hep aynı bakış açısı hâkimdir. Agâh Sırrı Levend5, Mustafa Nihat Özön6 gibi yazarların yanısıra, Mehmed Rauf'un yapıtlarıyla hayatı arasında paralellik kuran bir diğer edebiyat tarihçisi Nihad Sâmi Banarlı da, "Mehmed Rauf'un kadınlara karşı derin bir zaafı ve mütevâli aşk maceraları vardır" diyerek, bu görüşünü onun roman ve hikâyelerine şöyle teşmil eder: "(...) Onun eserleri Halid Ziya'ya nispetle, sâde fakat zaif bir Türkçe ile yazılmıştır. Roman ve hikâyelerinin sahifelerini 4 Ö rneğin "infiâl" adlı hikâyesinde yalnızlığın ı yazarak unutmayı deneyen kahraman, bir türlü y azam az ve bundan şikâyet eder: "Yazam ıyorum , yazam ıyorum . Bazen, tuğyan ediyorum (coşuyorum ), içim deki ateşi “kâriîn-i kirâm" (sayın okurlar) denilen bir sürü lâkaydân-ı kirâm (sayın ilgisize) ihsas etm ek (hissettirmek) için bin türlü işkenceler arasında bin türlü işkencelerle ölm ek... Bu da niçin?" İstanbul 1997, s. 276. 5 Agâh Sırrı Levend;
Siyah inciler, (H az. Rahim Tarım ); Yapı Kredi Yay.,
Edebiyat Tarihi Dersleri, Pst.-19 3 8 , s. 177-178. Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1941, s. 245.
6 Mustafa N ihat Ö z ö n ;
dolduran arzu ve özleyiş dolu hâdiselerse -umumiyetlehararetli aşk, kadın ve ihtiras mâcerâlarıdır."7. Gerçekten de, Mehmed Rauf'un eserlerindeki kahramanlar veya işlediği konularla hayatı arasında doğrudan olduğu gibi dolaylı olarak da birçok paralellikler kurmak mümkündür. Bu, bazen yazarın kendi mesleğinden gelen bir bilgi veya herhangi bir seçim olabileceği gibi, bazen de kendi ilgi duyduğu bir alana ilişkin olabilir. Bu, kahramanların subay, denizci, vazar veva gazeteci olması; eserde denizle veya denizcilikle ilgili birtakım bilgilerin aktarılması şeklinde olabileceği gibi, vazar tarafından ğörüTen~~~Bir üIkeniri RerFîii7ığr~5riF ecîebî esere dolaylı olarak girmesi şeklinde de karşımıza çıkabilir, örneğin, Son Yıldız adlı romanının İ<âhramanla7i Fahri Cemal İle ~Perf^rt~Napotf'ye giderler. Yazarın burada Napoli şehri ile ilgili bilgiler vermesi,
aynriirmâTiBFTla^
^e^îyatFy^sTrMsiaîf:' *"
-~
Öte yandan, bir müzik tutkunu olân Mehmed Rauf'un havatı ve eserlerinde müziğin de apayrı bir yeri vardır. Yine, yukarıda adı geçen romanda, kahramanların Napoli'de gittikleri deniz lokantalarından birinde masalarına yaklaşan müzisyenlerin onlara, güzel anlar yasatması, müziğin edebî esere yansıması kadar, yazarının müziğe olan tutkusunu da gösterir. Dönem yazarlarının hatıralarında Mehmed Rauf'un "aşk, süs, müzik ve edebiyat"a olan düşkünlüğünden bahseden birçok ayrıntı bulmak mümkündür8. Bu nedenle onun sanatını daha iyi kavrayabilmek için, onun hayatının dolayısıyla edebî anlayışının ve eserlerinin eksenini oluşturan bu ana unsurları ele almada büyük yarar vardır. 7 Nihad Sâmi Banarlı; s. 1055.
Resimli Tiirk Edebiyatı Tarihi, C . II, İstanbul 1983,
8Sanata Dâir, C . III., İstanbul 1955, s. 281.
A- Aşk: Yukarıda da işaret edildiği gibi, Mehmed Rauf, çoğunlukla j yaşadıklarını, hissettiklerini eserlerine aktarmaya çalışmıştır, i Bunların en belirgin olanları çeşitli edebiyat adamlarının anıları i arasında yer alan aşklarıdır. Çünkü, onun eserlerinin ana eksenini oluşturan unsurlardan ilki «aşk»tır. Halid Ziya'nın, Mehmed Rauf'un aşkları konusunda söyledikleri ilginçtir. Halid Ziya'ya göre, en ufak bir etkilenme ile başlayan Mehmed Rauf'un aşkları, bir hastalığın çeşitli evreleri gibi, başlar, gelişir, bir süre devam eder ve biter. Ancak, biten aşkın yerini hemen bir diğeri alır. Âşık olduğu günlerde, Mehmed Rauf'un âdetâ bir rüya âleminde yaşadığını söyleyen Halid Ziya'ya göre, onun "sevimliliği ve zavallığına" da bu aşk tutkusu neden olmaktadır: "(...) Onun için, aşk, ciğerlerinin nefes alması, damarlarında kanın durmadan akması demekdi. (...) Bir daha kalkmamak üzere döşendiği o yatakta bile hayatını anlatan itirafları hep böyle baştanbaşa aşk iptilâsının kasidelerile doluydu."9. Yaşadıklarını, hissettiklerini, düşündüklerini kısacası algıladığı herşeyle birlikte bütün bir yaşamını eserlerinde yansıtmaya çalışan Mehmed Rauf'un bütün kahramanları kendisidir diyebiliriz. Örneğin, Halid Ziya, bu özelliğine değinerek, onun aşklarının hayatının âdetâ düzenleyicisi olduğunu ve bu aşkların onu yıprata yıprata acı bir sona sürüklediğini söyler: "(...) Mehmed Rauf büyük ve küçük hikâyelerinin hemen hepsinde kendi şahsiyetinden tecerrüd edememişdir, daha ziyade, tecerrüd etmeğe lüzum görmemişdir. Tâli ehemmiyetde eşhas hikâyelerinin asıl kahramanları etrafında dolaşan, sahneyi ve vak'ayı dolduracak şâyân-ı ihmâl anâsır 9 H alid Z iya,
Kırk Yıl, C . V .; İstanbul 1936, s. 50, 51, 146, 151.
ve eşkâlden ibaretdir; o kendisi, kahramanlarında temessül eder; onların bütün hisleri, hareketleri, düşünceleri, kendisinin o takdirde ve o vaziyetde bulunacak olsa ne olması lâzımsa işte odur; ve bütün o hayatın nâzımı aşkdır, muharririn kendi aşkıdır. Onu «Eylül» bediasına kadar bütün yazdıklarında bu hassasile gördük, san'ati yüksele yüksele nihayet o eserin irtifaına çıkınca bedahaten muharririn hüviyet-i âşıkânesi görülmüş oldu. Ondan sonra san'ati hiçbir zaman o irtifaı bulamadı. Sonraları hayatının elim safhaları tevâli etdikce aşk maceraları da türlü ıztfrablarla biribirini ta'kib ederek, denilebilir ki, aşkları san'atini kemire kemire, ve onu kemirirken kendi mevcudiyetini de yıpratdıra yıpratdıra, müsemmim ilâç mübtelâlarında görülen izmihlâlle, bu müstesna fıtratı akibetlerin en feciine uğratdı."10. Halid Ziya bu görüşlerini, Sanata Dâir'de de yineleyerek Mehmed Rauf'un aşklarının onun "ruhunun mayası" olduğunu, kendisine açılamamakla birlikte, bu aşkların onun hayatına olan etkilerinin rahatlıkla görülüp anlaşılabildiğini ve bu aşkların sanki tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktan kaynaklandığını söyler11. Hüseyin Cahid Yalçın da Edebî Hatıralar'ında onun aşklarını "bir mecusî tapınağının sönmez ateşine benzeterek "onda esas olan yanmaktı" der. Çünkü, Hüseyin Cahid'e göre, Mehmed Rauf'ta "muhakemeden çok duygu hâkimdir"12. Servet-i Fünûn edebî topluluğu içinde yaş itibariyle birbirlerine yakın olmaları Hüseyin Cahid ile Mehmed Rauf'un birçok gönül oyunlarını ve sırlarını birbirlerine açmalarına neden olmuştur. Hüseyin Cahid, anılarında bu sırlardan birini açar ve arkadaşı Mehmed Rauf'un yaşamış olduğu aşk maceralarından 10 a.g.e., s. 48-49. " Sanata Dâir; C . ili.; İstanbul 1955, s. 281, 284. 12 H üseyin Cahid Y a lçın ; 151-152.
Edebî Hatıralar, Akşam Kitaphanesi, İstanbul 1935, s.
birinin, onun hikâyelerinden birisine konu olduğunu söyler. Mehmed Rauf'un bekârlık döneminde ve Tarabya'da görevli olduğu yıllarda, yabancı bir elçilik gemisinin görevlilerinden birinin eşi veya sevgilisiyle yaşadığı bu aşk, onun "Ayna" adlı hikâyesinde ele alınmıştır13. Yakup Kadri Karaosmanoğlu da, anılarında Mehmed Rauf'un daha sonra arkadaşları tarafından dışlanmasına neden olacak intihar girişimiyle sonuçlanan aşkına ilişkin olarak Şahabeddin Süleyman'dan duyduklarını şöyle aktarır: "(...) Şahabeddin Süleyman'ın bana anlattığına göre Mehmet Rauf, türlü gönül maceraları içinde çalkalanıp duran bir adammış. Tevfik Fikret'in delâletiyle kurduğu bir aile ocağını, ilk yılından itibaren bir harabeye çevirmiş, genç karısını küçücük çocuğuyla ortada bırakarak o kadından bu kadının peşinde dolaşmağa başlamış ve bu sıralarda İstanbul'un güzelliği, zarifliği, kibarlığıyla tanınmış hanımlarından birine âdeta karasevda denilecek bir aşkla tutulup meramına eremeyince intihara kalkışmıştır. Bu intihar teşebbüsünü, yine Şahabeddin Süleyman bana şu şekilde hikâye etmişti: Mehmet Rauf, kendisini öldürmeğe karar veriyor; fakat, bu kararını yerine getirmeden bir gün önce, dost ve arkadaşlarına veda etmeyi unutmuyor. Bunun üzerine kendisine henüz ilgi göstermekte olan Hüseyin Cahid'le Servet-i Fünun dergisi sahibi Ahmet İhsan koşup Büyükada'daki evine geliyorlar ve Mehmet Rauf'u pencereleri sımsıkı kapalı, havası kömür kokularıyle zehirlenmiş bir odada yatağına uzanmış buluyorlar. Bundan ötesini anlatmaya hacet yok. Bittabiî, hemen pencereleri açıyorlar, odanın ortasındaki yarı yanmış kömürle dolu ilk Temas ilk Zevk, Kitaphane-i Sûdi, İstanbul 1338/1922, Kırk Yıl, C .V .; İstanbul 1936, s.5 0 -5 1 ; H üseyin Cahid Y a lçın ; Edebî Hatıralar, Akşam Kitaphanesi, İstanbul 1935, s.150-151.
13 B k z.: M ehm et Rauf,
s. 64-73; H alid Z iy a ,
mangalı dışarı çıkarıyorlar ve bu suretle Mehmet Rauf da ölümden kurtulmuş oluyor"14. Mehmed Raufun intihar girişimine neden olan aşkının Bir Aşkın Tarihi adlı romanında işlendiği söylenmektedir. Ancak, bu, yazar tarafından doğrulanmamıştır. Yine, Genç Kız Kalbi adlı romanının, yazarın ikinci evliliğiyle sonuçlanan bir aşkını anlat tığını ileri süren Selâmi İzzet Sedes ile Eylül'ü, yazarın ilk evliliği sırasında Tevfik Fikret'le birlikte aynı yalıda kaldığı yılların bir ürünü olarak gören Halid Ziya'nın söylediklerinin de Bir kesinliği yoktur15. Zira, bu yakıştırmalar ne yazarın anıları arasında zikredil miş, ne de yazarın sağlığında yapılan bir anket, röportaj esnasında doğrulanmıştır. Kesin olan tek şey, onun çok sık âşık olduğudur. Agâh Sırrı Levend de, eserlerinin onun karakterini açıklamaları bakımından büyük önemi olduğunu söyler. Agâh Sırrı'ya göre, onda asıl amaç, yaşamın ereği sevmek ve sevilmektir. Buna ulaşmak her zaman kolay olmadığı için yaşamın türlü engelleriyle karşılaşıldığında pişmanlıklar ve şikâyetler başlar: "(...) Onda devamlı bir yaşama ihtirası vardır. İsrarla varmak istediği hedef sevmek ve sevilmektir. Hayattan kâm almak, arzularının hududuna - zahmet ve endişe ile de olsa - erişmek ister. Fakat hayat ve hayatın şartları çok defa insanın arzularına set çeker. O zaman, infiâl ve şikâyet başlar. Hikâyelerinde şiddetli ihtirasların izleri görülmesi, sonuna varılamamış zevklerin hüsranları ve hayatın esefle dolu nasipsizliğinin yer tutması bundandır. Bir Karmen'in ihtirası, bir Safo'nun tükenmeyen aşkı, onu daima ayni ihtirasın ve 14Yakup Kadri Karaosm anoğlu; Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, s. 20 - 2 1 . 15 Selâm i İzzet Sedes, Aylık Ansiklopedi, s. 2 78; "(...) M ehm ed Rauf'un şaheseri «Eylül» bu H isar yalısı ikam etinin bir yadigârıdır v e onu bir aşk kasırgasına takılıp sürüklenirken yazmıştır." b kz.: H alid Z iy a U şak lıg il; İstanbul 1955, s. 283.
Sanata Dâir; C . III,
emellerin halecanı içinde çırpındırmıştır. Onun, kâm alınmış hayatın ve sürülmüş zevklerin tasvirini yapan hikâyelerinde bile, mütevazı geçen bir hayatın muhayyilece tatmini istenen tezahürü kolayca görülür. Bu, basit olarak yaşanmağa mahkûm hayatın alınan bir intikamından başka bir şey değildir. Bu cümle onundur: «Her güzel şey kalbimde başka bir yara açarak geçer..»"16. "Her güzel şey kalbimde başka bir yara açar" diyen Mehmed Rauf'un aşka âşık olduğu söylemek mümkündür. Tabii, bu aşk, mistik anlamda değil, tamamen maddi anlamdaki bir aşktır. Hattâ, onun ilk eserlerinde görülen ve platonik olan aşk anlayışının, yazarlığının son döneminde daha da maddileşerek cinselliğe kadar gittiği görülür. Yine, gerek roman, gerek hikâye ve gerekse mensur şiirlerinde aynı zamanda aşkla ilgili genellemeler yapılarak aşk üzerine derin çözümlemelere girişilir. Bunlar, genellikle farklı düşüncedeki iki veya daha fazla kahramanın konuşmaları, ya da "tahassüsât" yâni duygulanma anlarının yazıya aktarılması sırasında görülür. Edebî kişiliğini işlerken de değindimiz gibi, Mehmed Rauf'un, Batılı birçok yazar, müzisyen, aktör ve aktristin aşk hayatlarını ele alan makaleleriyle aşkı ve çeşitlerini irdelediği "Aşka Dâir" başlıklı seri makalelerini de bu bağlamda hatırlatmakta yarar vardır. B- Kadın: Mehmed Rauf'un duygusal yapısında ve bugüne kadar çok basite indirgenerek "kadın düşkünlüğü" şeklinde açıklanmaya çalışılan bu eğiliminin altında yatan en büyük etken annesidir. Çocuk denecek yaşta annesini kaybeden Mehmed Rauf, gençlik yıllarından itibaren yaşadığı aşklarında ve yaşantısından eserlerine yansıyan bütün aşk betimlemelerinde bu eksikliği dile getirmiştir. 16 Agâh Sırrı Levend;
Edebiyat Tarihi Dersleri, ist.-l 93 8, s. 177-178.
Mehmed Rauf'un bu özelliğini psikolojik olarak da temellendirmek mümkündür. Psikolojiye göre, kökü bilinç dışında olan ve ancak, ortaya çıktığında aldığı biçimler zihinde "idea"ya dönüşebilen arketipler evrenseldir. Bu teoriye göre, insan nerede dünyaya gelirse gelsin "anne arketipi"yle doğar. Bu, Jung'un "persona'nın içe dönük yüzü" olarak nitelediği ve erkek psişesinin kadın yönüne tekabül eden "anima"dır. Anima arketipi, her erkekte doğuştan varolan bir kadın imgesidir. Bu iflflge, bilinç dışında bazı normların oluşmasında önemli rol oynar. Erkek, ilerleyen yaşantısında bu normlara göre seçimini yapar. Bazı kadınlardan hoşlanır veya bazılarını itici bulur. Erkek çocukta "anima'Yıın ilk yansıdığı kişi ise annedir17. \ Bu teoriye göre, küçük yaşta annesini kaybeden Mehmed Rauf'un "anima"sımn annesine bağlı olduğunu rahatlıkla söylebiliriz18. Ahmet Hamdi Tanpınar da, Yahya Kemal adlı eserinde çocukluk yaşlarında bir anne ölümünün, edebiyat adamlarının hayatında önemli bir olay olduğunu vurgular'9. Ancak, günümüzde pek çok teori çeşitli yönlerden eleştirildiğinden ve konumuzun dışına taşmamak için bu noktayı, açılımlarını uzmanlarına bırakarak sadece işaretle yetiniyoruz. Mehmed Rauf, her şeyden önce kadında bilgi, kültür, incelik, zarafet ve özellikle anne şefkati arar. Bu arayışını, hemen hemen bütün eserlerinde görmek mümkündür. Yazar, bunu bir düzyazı tarzındaki şiirinde şöyle dile getirmektedir: "Bir ihtiyaç, derin, dayanılmaz, zalim bir ihtiyaç, ele geçmesi hayal olan bir kadın ihtiyacı ruhumu yakıyor; bir kadın, 17 Engin G ençtan ; Psikanaliz ve Sonrası, 2. bs., Rem zi Kitabevi, İstanbul 1984, s. 124-126; "Arketip", Türk Dili, sayı: 500, Ağustos 1993, s. 197-201. 18 Ed ebiyatçılarım ızın bu türden sınıflandırılm alarına ilişkin olarak b kz.: Mehmet Kaplan; "Hâmid ve Annesi", "Ziya G ö k alp ve Saadet Perisi", Türk Edebiyatı
Üzerinde Araştırmalar I, Dergâh Y a y ., İstanbul 1976, s. 356, 490. Yahya Kemal, 2. bs., Dergâh Y ay., İstanbul 1982, s. 188.
w Ahmet Hamdi Tanpınar;
kalbimin bütün yaralarını saracak nazik ellerle, avutulmaz yaşlarını unutturacak sıcak bakışlarla, ruhumun bu hüzün boşluğunu dolduracak ince bir kalple bir kadın; bir kadın ki bütün harap olmuş gençliğime samimi gözyaşlarla ağlasın, dizinde hayatımın bütün elemlerini ağlayabileyim; bir kadın ki bu yalancı sözlerin, ağlayan emellerin, âh eden ümitlerin yaslarını şefkat ve bağlılığı ile avutsun. Bu vefasız, bu kalpsiz kadınlardan, hatta aşklarıyla, hatta vefalarıyla bile zehirli yaralar açan, gençliğimin bütün hararet ve sevgisini söndüren bu kadınlardan gelen acılarımı göğsünün üstünde ağlaya ağlaya unutayım... Böyle bir kadın ihtiyacıyla bütün gençliğim işte mahvolu yor: Ölüyorum. Bir kadın ki bir kardeş olsun, bir eş olsun; yok yok bir anne olsun, bir anne ki her şeyiyle bir kadın, fakat kalbiyle, vefasıyla bir anne!"20. Bütün bu bilgilerin ışığında, Mehmed Rauf'un ideâl kadın tipinin, güzellikten çok zarafet ve in c e liğ iy le d ik k ati ç p k p n . duygusalTküTtürlü, piyano basta .olmak üzere en az bir enstrüman çalabilen maddi ve manevi özelliklere sahip bir kadın olduğunu 'Söyleyebiliriz? Zeynep Kerman da, "Romancılarımızın İdeal Kadın Tipleri" başlıklı bir makalesinde, iki romanından hareketle Mehmed Rauf'a da yer verir. Burada verilen bilgiler de aşağı yukarı aynıdır. Çünkü, on üç romanı ve yüz otuzu aşkın hikâyesine rağmen, Mehmed Rauf bütün eserlerinde ve yarattığı kahramanlarında kendi kişiliğinden sıyrılamadığı için çoğu kez kendini tekrara düşmüştür. Bu nedenle onun beğenisinde yıllar içinde büyük değişiklikler olmadığı görülür21. 20 Bkz.: “Kadın ihtiyacı", İstanbul 1997, s. 53.
Siyah inciler, (H az. Rahim Tarım ); Yapı Kredi Y ay .,
21 Zeyn ep Kerman, "Rom ancılarım ızın İdeal Kadın Tipleri" Gösteri, sayı:1 1 4 , M ayıs 1990, s. 80.
Yine, yeri gelmişken Mehmed Rauf'un kadınlara yönelik magazin mecmuaları çıkardığını, kadının sosyal hayattaki yeri ve önemini vurgulayan birçok makaleler kaleme aldığını, tiyatro bahsinde de göreceğimiz gibi Türk kadının sahneye çıkması gerektiğini daha o yıllarda dile getiren belli başlı yazarlarımızdan olduğunu hatırlatmakta yarar vardır. C - Müzik:
Servet-i Fünûn edebî topluluğu yazar ve şairlerinin eserlerinde güzel sanatlara, özellikle müziğe yer verdikleri öteden beri bilinmektedir. Ancak, onların içinde müziğe eserlerinde en fazla yer veren Mehmed Rauf'tur. O nun eserlerindeki kahramanların çoğu enstrüman çalmasını. müziSi yorumlamasını, hattâ en ince ayrıntısına kadar analiz etmesini bilen kişilerdir. Bu kahramanlar duydukları müziğin türünü, Türk müziğiyse makamını bilirler. Mehmed Rauf'un müziğe karşı olan bu tutkusu çocukluğundan gelmektedir. Müziğe ve resme ilgisi olmasına rağmen bu konuda bir eğitim alamadığı için bu eksikliği sonradan kapatmaya çalışmış ve başarılı da olmuştur. Onun müzik bilgisinin gelişmesinde, edebiyat zevkinin gelişiminde de olduğu gibi edebiyatçı çevresinin rolü büyüktür. Bu konuda, Mehmed Rauf'a en çok yardımcı olan da Halid Ziya Uşaklıgil'dir. Halid Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl adlı hatıratında, Mehmed Rauf'la birlikte yaptıkları sohbetlerin yanısıra beraber gittikleri operalardan da söz eder. Hattâ, bir gün farkında olmadan reklâmını yaptığı bir İngiliz firması tarafından ödüllendirilen Mehmed Rauf, bütün parasını Aoilen adlı bir müzik aletine verir. Bu müzik aletini d e sonradan elinden çıkaran yazar, bir pianola, daha sonra da taksitle bir piyano alır. Böylece, romanslardan başlayarak, liedler, valslerden operalara geçerek klâsik ustaları dinlemeye başlar. Bach, Mozart, Beethoven, Shumann ve Chopin onun en çok sevdiği kompozitörlerdir22. 22 H alid Z iya, Kırk Yıl, C . V .; İstanbul 1936, s. 41-45.
Öte yandan, Mehmed Rauf'un eserlerinde müzik ve müzik üzerine~~yapTTân sohbetlerin, kahramanlar arasındaki ruh beraberliğinin J
Müziğin maddeden arınmış tek sanat olmasına rağmen, Mehmed Rauf'un bu büyülü atmosferden maddi dünyaya rahatlıkla ve çabucak geçişi onun müzik, kadın ve aşkı nasıl bir arada yoğurduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Samim, herhangi bir enstrüman çalmamasına karşın engin bir müzik bilgisine sahiptir ve çalınan parçaları analiz etmekle kalmaz onları başkalarıyla da karşılaştırır. Mehmed Rauf, bu romanında, Samim'in ağzından müzik eleştirmenlerinin yorumlarına katılmadığını dile getirir. Öte yandan, müzik dinlerken kahramanın gözünün önünde canlanan manzaralar, kahramanın olduğu kadar yazarın hayal gücünü de gösterir. Kahramanın, bunlarla ilgili söyledikleri ve görsel içerik de taşıyan benzetmeleri âdetâ müzikten resme bir geçiş sayılabilir24. Bilindiği gibi, Servet-i Fünûn edelî>î topluluğunun bir özelliği de, edebiyatımızda ilk kez, resim altına şiir yazma modasını getirmiş olmalarıdır. Yine, topluluğun güçlü şâirlerinden Tevfik Fikret'in de resim yaptığını biliyoruz25. Menekşe'de kahramanlardan Bülent, Violet ile aralarında geçen bir sohbet esnasında, VVagner ve müziği hakkında geniş bilgiler verirken, eserde piyano başta olmak üzere keman, flüt ve viyolensel gibi enstrümanların da adları zikredilir. Mehmed Rauf'un eserlerinde çok ender görülen Türk müziği ile Batı müziği arasındaki oran, devamlı Batı müziği lehine iken, sonradan tamamiyle Batı müziği hâkim olacaktır.
Resimde Müziğin Etkisi (Yeni Bir Alımlama Boyutu), Rem zi Kitabevi, İstanbul 1994, 128 s.+ resim ; Bu arada, M ehm ed Rauf'un Cidâl adlı oyununun erkek
24 M ü zik ve resim arasındaki p aralellik için için b kz.: N azan İpşiroğlu,
kahramanı M ecdi'nin ressam olduğunu, kadın kahram anlardan Behice'nin piyano çaldığını, N esim e'nin ise resim le ilgilendiğini hatırlatmakta fayda var. 25 Bkz.: Nüket Koray; Türk Edebiyatında Tab lo Altına Şiir Y a zm a M odası, İ.Ü ., Edebiyat Fak., TD EB . M ez. Te zi, Türkiyat Araştırm aları M erkezi, T e z nr:924, 1968-1969.
Müzik ve sese karşı duyarlılık, Mehmed Rauf'un eserlerinde âdetâ ince ruhluluk ölçüsüdür. Garam-ı Şebâb'da müzik sohbeti deniz sefası sırasında yapılır. Onun eserlerinde, tabiatın güzelliği sadece kaba hatlarıyle değil, sesleriyle de betimlenir. Bunlar rüzgâr, deniz ve dalga sesleri olabileceği gibi, kuş ve böcekler gibi diğer hayvanların sesi de olabilir. Örneğin, bülbül sesi ve yazarda uyandırdığı duygular, Ferdâ-yı Garam'da, Karanfil ve Yasemin'de, Siyah inciler'deki "Bülbüle Karşı" adlı düzyazı şeklindeki şiirinde ve birçok hikâyesinde bütün açıklığıyla görülebilir. Seslerin, Mehmed Rauf'un eserlerinde önemli bir yer tutması onun hassas bir kulağa sahip olduğunu da göstermesi bakımından da önemlidir. Tabii, bu özellikler, Servet-i Fünûn edebî topluluğunun genel karakteristiklerindendir. Diğer taraftan, Eylül'de ruh beraberliğinin kurulmasında etkin rol oynayan Batı müziğine ve bu müzikten etkilenen roman kahramanlarının psikolojik analizlerine geniş yer verilirken26, bu müziğe "gürültü" gözüyle bakan Süreyya'nın ruh haline fazla yer verilmemesi de bir tavır olarak yorumlanabilir. Yine, aynı romanın kahkaha sesleriyle başlayarak, feryat sesleriyle bittiğine de dikkati çekmede fayda vardır.
26 Ayrıntılı bilgi için b k z.: Zeynep Kerm an; “Eylül Rom anında Musiki", M illî Kültür; sa y ı:1 1 -12, N isan-M ayıs 1981.
II- ROMANLARI ve ROMANCILIĞI A- ROMANLARI 1) Ferdâ-yı Garam; Servet-i Fünûn; nr:339-348; AğustosTeşrin-i evvel 1313/1897. Selânik Matbaası, İstanbul 1329/1913. Roman, Hüseyin Cahid Yalçın'ın Edebî Hatıralar'mda belirttiğine göre çıkarmak isteyip başarılı olamadıkları Yeni Mecmua için kaleme alınmıştır1. Ferdâ-yı Garam, onun hikâyelerinde de sık rastlanan, kurtuluşu ölümde görecek kadar derin bir aşkla birbirini seven iki gencin aşklarının hikâyesidir. Romanın bir diğer özelliği de birbiriyle görüşemeyen âşıklar için Mehmed Rauf'un bulduğu "hasta olma" motifini ilk kez bu romanda kullanmış olmasıdır. Romanın konusu: Bir memur ailesinin çocuğu olan Macit, ailesinin tayininin çıkması üzerine, öğrenimi yarım kalmasın diye amcasının yanında İstanbul'da bırakılır. Macit, ile amcasının kızı Sermet aynı yaşlardadır ve birbirleriyle çocukluklarından beri anlaşamazlar. Ancak, bu anlaşmazlığın altında büyük bir aşk yatmaktadır. Sermet, kocası ölünce köşke sığınan akrabadan Nevber Hanım'dan Macit'i kıskanırken, Macit ailesinin İstanbul'a dönmesiyle amcasının yanından ayrılışının üzüntüsünün nedenini başlangıçta anlayamaz. Bu arada hastalanan Macit'in ameliyat olması gerekmektedir. Hastalığın da verdiği karamsarlıkla, kadın ve aşk konuları üzerinde uzun uzun düşünür ve Sermet'i sevdiğini anlar ama artık bunu ona hiçbir zaman anlatamayacağını düşünerek ölüp aşkını da beraberinde götürmek ister. Ama, 1 B k z.: H üseyin C a h id (Yalçın ); Edebî Hatıralar; İstanbul 1935, s. 77 ; A yrıca, bu romanla ilgili bir m akale için b kz.: M elin H as-Er; "Ferdâ-yı G aram Romanında Kadın Kahramanlar", Mehmet Y a y .; Ankara 1988, s.105-114.
Kaplan İçin, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
kendisini ziyarete gelen Sermet onu ameliyata ikna etmekle kalmaz, iyileşinceye kadar da yanından ayrılmaz. Nekahat devresinde de kırlarlarda birlikte gezinti yaparlarken birbirlerine olan sevgilerini itiraf ederler. 2) Eylül; Servet-i Fünûn; nr:482-522, 25 Mayıs 1316-1 Mart 1317/7 Haziran 1900-14 Mart 1901. Âlem Matbaası, İstanbul 1317/1901; 2. bs. Muhtar Halid Külliyatı Kısm-ı Millî, Aded: 14, Teshil-i Tıbaat Matbaası, İstanbul 1331/1915; 3. bs., Orhaniye Matbaası, İstanbul 1341/1925. Romanın konusu: Süreyya ile Suat, beş yıl önce sevişerek evlenmiş bir çifttir. Süreyya'nın ailesi ile birlikte yaşamaktadırlar. Otoriter bir baba, dedikoduyu seven bir kızkardeş ve kaba bir enişteyle birlikte yaşamak, başta Süreyya'ya oldukça sıkıcı gelmektedir. O, devamlı ailesinden ayrı, özgür bir yaşantıyı özlemektedir. En büyük arzusu, deniz kenarında bir evdir. Ancak, maddi durumu buna uygun değildir. Suat, ise içinde bulunduğu ortamdan şikayetçi değilse de, kocasının mutluluğu ve zaman içinde monotonlaşmış olan evlilikleri için böyle bir değişikliğin iyi geleceğini düşünmektedir. Suat, kocasının hayalini, babasından istediği para ile gerçekleştirir. Boğaziçi'nde bir yalı kiralayan karı koca hiç olmazsa bir yaz boyu mutlu olacaklardır. Süreyya, artık her gün denizdedir. Zaman zaman Suat kendisine eşlik ederse de çoğu kez denize yalnız açılır. Bu arada, Süreyya'nın akrabası Necip'i de yalıya gelip kalması için davet ederler. Böylelikle, yalıya sık sık gelip giden Necip ile Suat arasında duygusal bir yakınlaşma olur. Süreyya denizde iken, piyano çalan Suat ile ona çeşitli notalar getiren Necip arasında, ortak bir beğeni olan müziğin de etkisiyle bir aşk başlar. Her ikisi de Süreyya'ya ihaneti asla akıllarından geçirmezler ama içlerinde yaşattıkları yasak aşkları da onları yiyip bitirmektedir. Necip'in bir
ara ağır bir hastalığa tutularak yalıya gelemeyişi, Suat'a onun her kadınla gönül eğlendiren bir tip olduğunu düşündürür. Çünkü, Necip önceden, Süreyya'nın evli olan kızkardeşi Hacer'le de gönül eğlendirmiştir. Oysa, şimdi durum farklıdır. Necip'in hastalığını duyan Suat, onu ziyarete gider ama Hacer de oradadır. Suat'ın kayıp eldivenini Necip'in yastığı altında bulan Hacer, ikisinin arasında bir şeyler olduğundan şüphelenmeye başlamıştır. Sonbaharla birlikte, Suat'ın kışı da yalıda geçirmelerini istemesine rağmen yalının işine uzak olduğunu ve ailenin bağ evinden artık konağa geçmelerini neden olarak ileri süren Süreyya'nın isteğiyle yalıdan ayrılarak konağa geçerler. Necip, konağa da gelmektedir ama artık ev kalabalık olduğu için ikisinin de hareketlerinde daha dikkatli davranmaları gerekmektedir. Bu arada konak ziyaretlerinden birinde yine hastalanan Necip'e bu kez Suat eldiveninin diğer tekini verir. Artık duygularını birbirlerine açmışlar, aşklarını kelimelere dökmüşlerdir. Fakat, aynı evin içinde olup birbirlerinden uzak ve tedirgin yaşamak her ikisini de kahretmektedir. Tam bu sırada, bir gece, aniden çıkan yangında, Suat'ın dışarı çıkamayıp konakta kaldığı anlaşılır. Süreyya, "Suat, Suat!" diye haykırırken, Suat'ı kurtarmak için kendisini alevlerin içine atan Necip de Suat da, çöken çatının altında kalırlar. 3) Bir Zambak'ın Hikâyesi; İstanbul 1326/1910.
Romanın konusu: Adı belli olmayan roman kahramanı, birlikte yaşadığı Zambak adında genç kadının, daha önce sevişme teklifini geri çeviren erkek düşmanı Naciye adlı sevici bir kadınla dost olduğunu öğrenince, bir tuzak hazırlayıp ona sahip olmayı düşünür ve Zambak'ın da yardımıyla bunu başarır.
4) Genç Kız Kalbi; Servet-i Fünûn;nr:1092-1105, 26 Mart-26 Temmuz 1328/8 Nisan-8 Ağustos 1912; kitap haline gelişi: Muhtar Halid Kütüphanesi, İstanbul 1330/1914. 2. bs.: Tâbi ve nâşiri: Halk Kütüphanesi sahibi Abdülaziz; 1341/1925. Romanın konusu: Ailesi tarafından iyi yetiştirilen Pervin, aldığı eğitim ve kültüre eş değerde birini İzmir'de bulamayacağını düşünerek İstanbul'daki amcasının yanına gelir. Pervin, köşke gelen akrabadan Mehmet Behiç adında genç bir şâire gönlUnü kaptırır. Mehmet Behiç, onun bu şehirde gördüğü ilk kültürlü ve ince ruhlu insandır. Şâir de genç kıza karşı kayıtsız değildir. Bu arada ailesi, Pervin'i İzmir'de bir jandarma subayına vermek istemektedir. Görücü usulü evliliğe kesinlikle karşı olan Pervin, bir mektup yazarak ailesinin bu fikrine karşıçıkar. Diğer taraftan, aralarındaki ilişkiyi sezen amcası da, Mehmet Behiç'e Pervin'Ie ilgili düşüncelerini sorar. Mehmet Behiç, Pervin'i beğendiğini ancak zengin olmadığı için onunla evlenemeyeceğini söyler. Amcasının kızı Nigâr'dan gerçekleri öğrenen Pervin, büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Pervin, binbir ümitle geldiği İstanbul'dan, ailesine reddetmesini söylediği jandarma subayı ile evlenmek üzere ayrılır2. 5) Bir Aşkın Tarihi; - Mültehib - Servet-i Fünûn; nr:1116, 1118-1122; 11, 25 Teşrin-i ewel-22 Teşrin-i sâni 1328/24 Ekim, 7 Kasım-5 Aralık 1912. Kanaat Matbaası, İstanbul 1331/1915. Romanın konusu: Büyükada'ya bir arkadaşının görmeye gelen anlatıcı, Macit adlı arkadaşından herkesin adaya döndüğünden bahsettiği Güzin adlı kızın kim olduğunu sorar. Genç Kız Kalbi adlı bu roman, yazarın ikinci evliliğinin kısa bir hikâyesidir. B k z.: Selâm i İzzet Sedes, Aylık Ansiklopedi, s. 278.
2 M ehm ed Rauf'un dam adı Selâm i izzet Sedes'in belirttiğine göre
Herkesin farklı anlattığı, adı bazı aşk dedikodularına da karışmış olan Cüzin, servetini Abdülhamid'in sayesinde yapmış Sırrı Paşa'nın kızıdır ve verem olduğundan hava değişimi için geçen yaz olduğu gibi yine adaya gelmiştir. Ada halkına karşı çok kayıtsız olan Güzin'in bu tavrı,özellikle gençler arasında, onun zenginliğinden kaynaklanan kendini beğenmişliğine ve bencilliğine yorulur. Ancak, Macit, geçen yıl, bu genç hanımla mektuplaşmayı hattâ buluşmayı başarmıştır. Macit'e göre bu genç hanım söylentilerin aksine ince ruhlu, sade ve mütevazıdır. Yaz boyu birçok kez bir araya gelen gençler arasındaki ilişki, duygusal bir düzeyde kalır. Yaz sonunda, Mısır'a gideceğini söyleyen Güzin'e Macit de eşlik etmek ister ama teklifi tatlı bir şekilde geri çevrilir. Ayrı kaldıkları süre içinde mektuplaşabilecekleri™, yazacağını hattâ yaza geri döndüğünde tekrar birlikte olacakları vaadiyle Macit'i ikna eder. Son gecelerinde kendini Macit'in kollarına bırakan Güzin, duygusallık adına bundan yararlanmayan ve ertesi gün kendisini yolcu etmek üzere rıhtıma gelen Macit'i tammamazlıktan gelir. Bu son tavrı kendisine dokunduysa da, Macit, yedi aydır yolunu gözlediği Güzin'in dönüşünden son derecede ümitlidir. Anlatıcının, Macit'le son görüşmesinde, arkadaşının bir süre önce son derece yücelttiği bu hanım hakkındaki fikirlerinin tamamen değiştiğini görür. Macit'in, tekrar birlikte olmayı düşlediği Güzin, Mısır'da evlenmiştir. Öte yandan, gerçekte gayet uçarı bir tip olan Güzin'in hakkında evvelce çıkan dedikodular da doğrudur. Çünkü, Macit de, Güzin'in bazı kaçamaklarına bizzat tanık olmuştur.
6) Menekşe; Servet-i Fünûn;nr:1139-1156, 21 Mart-18 Temmuz 1329/3 Nisan-31 Temmuz 1913. Teshil-i Tıbaat Matbaası, 1331/1915. Romanın konusu: Hüseyin Bülent, romanlarıyla ünlü bir yazardır. Evli ve bir çocuk babası olmasına karşın mutlu değildir. Onun ruhu, daha büyük heyecanlar verecek aşkları aradığı için kadınlardan uzak durmaz. Okurlarıyla mektuplaşan Hüseyin Bülent, önceleri İclâl ve Münevver adlı iki hanıma yakınlık duyarsa da, bir Ermeni ailenin evinde tanıdığı Violet adlı güzel ve kültürlü bir kıza gönlünü kaptırır. Ancak, Violet'in İzmir'e dönüşünden sonra aldığı bir mektupla onun bir Türk kızı olduğunu anlar. Menekşeyi çok sevdiği için, ona bu ismi arkadaşları takmıştır. Hüseyin Bülent, kendisi* gibi Batı müziğini seven ve birlikte güzel günler geçirdiği bu genç hanımı artık göremese bile anılarında yaşatmakla yetinecektir. 7) Karanfil ve Yasemin; Matbaa-i Amidî, İstanbul 1340/1924; 2. bs., Halk Kitaphanesi 1341/1925. Romanın konusu: Avrupa'dan yeni dönen Samim, Pertev’le arkadaşlığı sayesinde, Pertev'in babası Kadri Paşa'nın sosyetesine girer. Yıllarca elçiliklerde bulunmuş olan Kadri Paşa, Batılı bir yaşam tarzını benimsemiş biridir. Kadri Paşa, düzenlediği partilerle ünlüdür. Avrupa'da görüp imrendiği, ancak ülkesinde uygulanamaz sandığı bu yaşam tarzı, Samim'i etkiler. Çünkü, Galatasaray mezunu bir genç olarak o da böyle bir yaşam tarzının savunucusudur. Özellikle müzik bilgisi, kendisine bu çevrede ayrı bir yer kazandırmıştır.
Samim bu ailede önce Nevhiz'le yakın bir ilişkiye girör. Nevhiz, Kadri Paşa'nın kumar düşkünü büyük oğlu Sadri'nin karısıdır ve aralarında geçimsizlik vardır. Samim'le Nevhiz arasında müzikle başlayan ilişki, Nevhiz'in babadan kalma köşkünde ve daha sonra Samim'in Moda'daki evinde sürer. Bu arada, Şeref adlı bir gençle evlenerek Avrupa'ya balayına giden Kadri Paşa'nın kızı Pervin de kocasıyla anlaşamayarak geri dönmüştür. Samim, Pervin döner dönmez ziyaretine gider. Çünkü, Pervin Samim'den beklediği ilgiyi göremeyince Şerefle evlenmeyi kabul etmiştir. Sadri gibi kumar düşkünü olan Şerefin Pervin'le geçimsizliği Samim'le Pervin'in birlikteliğine yarar. Bir anda iki kadın arasında kalan Samim ne yapacağını bilemez ve ikisini de aynı anda idare etmeye çalışır. Fakat, bu böyle sürmeyecektir. Samim, Pervin'in Avrupa'ya giderek birlikte yaşama teklifini kabul etmez. Zira o, aynı şeyi Nevhiz'le ger çekleştirmek istemektedir. Ancak, bu da mümkün olmayacaktır. Bir gün, Samim'in Moda'daki evinde Nevhiz'le ikisini birlikte yakalayan Pervin, hastalanıp ölürken, Nevhiz ise Avrupa'ya Samim'den daha genç biriyle kaçacaktır. 8) Böğürtlen; Gelincik; nr:2-?, 15 Haziranl 340/1924. Cumhuriyet; nr:540-569; 9 Teşrin-i sâni-8 Kânun-ı evvel 1341/1925. Kitaphane-i Sudi, Akşam Matbaası; İstanbul 1926. Romanın konusu: Müjgân, babasını kaybettikten sonra, kötü şöhretleriyle İstanbul'da tanınan kuzenleri Şekûre, Mahmure ve Nigâr'ın yanına sığınmak zorunda kalmıştır. Bu kadınlarla arkadaşı Nihat aracılığıyla tanışan Pertev de, onların arasında hanımefendi tavırlarıyla dikkati çeken Müjgân'a gönlünü kaptırır. Ancak, Müjgân kuzenleri gibi rahat hareket eden biri olmadığı için Pertev'i uzun bir süre tersler ama sonunda samimiyetine inanarak onunla evlenir.
9) Define; Resimli Ay; nr:3-11, Nisan-Kânun-ı eVvel 1341 devamı Sevimli Ay; nr:1-6, Mart-Ağustos 1926. Gündoğdu Matbaası, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1927. Romanın konusu: Erzurum Hastahanesi Baştabibi Şakir Feyzi, çağrıldığı Hacı Hanım adlı yaşlı bir kadını altı ay boyunca, evine giderek tedavi eder. Şakir Feyzi'den memnun olan yaşlı kadın, hayat hikâyesiyle birlikte genç doktora bir de sır verir. Gençliğinde İstanbul'da bir paşanın konağında kâhya olarak çalışan Hacı Hanım, bir binbaşıyla evlenerek Erzurum'a yerleşmiştir. Ancak, Erzurum'a gelmeden önce, konağında çalıştığı Paşa kendisine bir kitap vererek vasiyette bulunmuştur. Bu kitabın içinde, Paşa'nın konağında sakladığı bir "define"nin yeri yazılıdır. Paşa, bir öğretmeni tarafından aldatılarak Avrupa'ya kaçan kızı, eğer yurda dönerse, bu kitabı ona vermesini söylemiştir. Hacı Hanım, ömrü vefa etmeyeceğini bildiğinden bunu, İstanbul'a dönecek olan Şakir Feyzi'den istemektedir. İstanbul'a gelen Şakir Feyzi, Paşa'nın kızı Hadiye Hanım'ı bulur. Avrupa'da evlendiği adamın gerçek yüzünü öğrenip yurda döndükten sonra tekrar evlenen Hadiye Hanım, eşi öldükten sonra, ikinci evliliğinden olan kızı Suzan'la birlikte babasının yıkık dökük konağına sığınmıştır. Konakta saklı defineden haberi olmayan anne ile kızı fakir bir hayat sürmektedirler. Bu arada, Hadiye Hanım'ın her türlü kirli işi bulaşmış olan ilk kocası Raci de hâlâ kayınpederinin parasının peşindedir. Bir şekilde, defineden haberdar olan Raci, devamlı konağı gözetlemekte ve anne ile kızını rahatsız etmektedir. Hadiye Hanım ile Suzan'ın korkulu günleri, Şakir Feyzi'nin konağa gelmesiyle son bulur. Bir sürü entrikadan sonra, Raci ve adamlarını saf dışı bırakan Şakir Feyzi, hem defineyi bulur, hem de Suzan'la evlenir.
10) Kan Damlası; Sevimli Ay; nr:7-12, Eyiül 1926-Şubat 1927, Resimli Ay; nr:1-9, Mart-Teşrin-i sâni 1927. Amidî Matbaası, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1928. (Define'nin devamı). Romanın konusu: Şakir Feyzi, eşi, çocukları ve kayınvalidesiyle birlikte Tarabya'da bir köşkte mutlu ve zengin bir yaşam sürmektedir. Son derece iyi korunan bu köşkte bir gün Suzan'ın süt ninesi Sıdıka Hanım öldürülmüş olarak bulunur. Boğazı kesilerek öldürülmüş olan yaşlı kadının eline sıkıştırılmış bir kağıdın üzerinde "numara bir" yazılıdır ve altında bir "kan damlası" vardır. Olay, polis tarafından soruşturulurken, Raci ve adamlarının yakalanmasında Şakir Feyzi'ye yardım eden arkadaşı Haşan Fuad da evinde öldürülmüş olarak bulunur. Onun da elinde bir kağıt vardır ve üzerinde de "numara iki" yazılıdır. Bu cinayetleri, Raci'nin hapisten yeni çıkan kardeşi Hüsrev Bey ve adamlarının işlediği tahmin edilmekle birlikte, elde bir kanıt bulunmayışı herkesi tedirgin etmektedir. Çünkü, son olarak sıranın Hadiye Hanım'da olduğuna ilişkin bir kağıt bulunmuştur. Polis Hayret, iyi korunan bu köşkün odalarından birinin altında gizli bir geçit olduğunu farkeder ve üç kişiyi yakalar. Bunlar, gerçekten de Hüsrev'in adamlarıdır. Hüsrev ise, yakalanacağını anlayınca kaçmıştır. Çok geçmeden Hüsrev de, bir çatışma sonunda Polis Hayret tarafından öldürülür. Polis Hayret, bu olayı aydınlatarak hem büyük bir üne kavuşur, hem de Şakir Feyzi ile eşinin koydukları para ödülünü almaya hak kazanır. 11) Son Yıldız; Gündoğdu Matbaası, Suhulet Kütüphanesi (Semih Lutfi), Gündoğdu Matbaası, İstanbul 1927.
Roman, vak'aların azlığı ve ruhsal çözümlemelerin aşırı derecede oluşu, romanda yazarın İtalya izlenimlerinin aktarıldığı bölümlerin sıkıcılığı ve tekniğinin eskiliğinden dolayı Hikmet Şevki tarafından eleştirilir3. Romanın konusu: Perran, gençlik aşkı Fuad'ın cepheden gelen ölüm haberi üzerine annesinin ısrarıyla, son derece duyarsız bir adam olan Avukat Şefik Nuri ile evlenmiştir. Şefik Nuri, içki ve kadın düşkünü, gece hayatını seven biridir ve Perran'ı ihmâl etmektedir. Her şeyi sineye çekecek kadar geniş yürekli biri olan ve söylentilere aldırış bile etmeyen Şefik Nuri, avukatlığını yaptığı Fahri Cemal'le eşinin ilişkilerine bilerek göz yumar. Şefik Nuri'nin para için her şeyi yapacağını bilen Fahri Cemal de, Perran'ı ondan ayırarak genç kadınla birlikte yaşamaya başlar. Ancak, Fuad cephede ölmemiş, esir düşmüştür. Savaştan sonra da okumak üzere Almanya'ya gitmiş, tahsilini tamamlar tamamlamaz yurda dönmüştür. Önce, Perran'ı arayıp bulan Fuad, sürdüğü yaşam tarzını öğrenince Perran'dan uzaklaşır. Başlangıçta Fuad ile Perran'ın bir araya gelmesinden rahatsız olan Fahri Cemal, sonradan gerçekten birbirlerini sevdiklerini anlayınca onları barıştırarak aradan çekilir ve evlenmelerini sağlar. 12) Halâs; Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, İstanbul 1929. Roman, "Büyüklerin en büyüğü Gazi Mustafa Kemal'e1' ibaresiyle Atatürk'e ithaf edilmjştk, Mütareke ve M illî Mücadele dönemini konu...aldığından esere, tarihî__roman pn7iiylp Hp bakılabilir. Ancak, Mehmed Rauf'un romanIarı a r,asjnd*-yu£L-Ve_ millet sevgisini işleyen tek roman ojmasına rağmen, bu romanda bile bu yüce duygular aşk ekseninde verilmiştir. Halâs'ın lâtin 3 Bkz.: Hikm et Şevki; Hayat; C .IV ., nr:98, 11 Teşrin-i evvel 1928, s.8.
harfleriyle basılan "ilk büyük roman" olduğu da söylenmektedir; ancak buradaki bilgi de "tabiden naklen" verilmiştir4. Romanın konusu: İzmir'e babadan kalma bir ev ile dükkânı satmak için gelmiş olan Nihat, yurtsever bir Türk subayıdır. Teğmen olan Nihat İzmir'deyken Mütareke ilân edilir. İzmir, henüz işgâl edilmediğinden azınlıklarla Türklerin arası iyidir ve Nihat da, kozmopolit bir çevrede birçok eğlence ortamında bulunur. Nihat ile bu çevrede tanıdığı bir yabancının kızı olan Beatrice arasında bir aşk doğar. Ancak, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgâlinden sonra, bütün yabancıların Türklere karşı olan tutumlarında büyük değişiklikler olur. Türkleri hor görüp aşağılayan bu insanlardan biri de Beatrice'in babasıdır. Bu durum, Nihat'ın millî duygularının uyanmasına neden olur. Emekli bir subay olan Emin Bey'in komutastnda gizli bir direniş hareketine katılan Nihat, yurtseverliği ve cesareti ile dikkati çekince İstanbul'daki Binbaşı Ekrem Behiç Bey'in yanına gönderilir. İstanbul'a gideceği sırada, Beatrice'in evlenip İzmir'de kalma, hattâ birlikte Avrupa'ya gitme önerisini geri çeviren Nihat, İstanbul'da Emin Bey'in kızıjclâ l ile tanışır. Kültürlü ve kendisi gibi yurtsever bir kız olan Iclâl ile Nihat arasında bir aşk başlar ve zaferden sonra evlenmeye karar verirler. Görevle İstanbul'dan Ankara'ya giderken İngilizlere yakalanan Nihat, bir süre tutuklu kaldıktan sonra, mahkeme edileceği sırada Beatrice'in tanıdıkları sayesinde kurtulur. Beatrice, İstanbul'daki bu buluşmalarında önerisini yineler ama Nihat, İclâl ile birlikte yeni başlayan M illî Mücadele hareketine katılmak üzere Anadolu'ya geçmek istediklerini söyler. Aşkı uğruna Türk vatandaşı olmayı bile göze almış olan Beatrice, 4 Bkz.:
Bibliyografya 11928-1931, Devlet Matbaası, İstanbul 1931, s. 3; Ayrıca, bu
romanla ilgili olarak bkz.: Zeynep Kerman, "Mehmed Rauf'un Halâs Romanı",
Doğumunun 100. Yılında Atatürk'e Armağan, İstanbul 1981, s. 407-418.
İclâl ile Nihat'ın birbirlerine ve yurtlarına olan bağlılıkları karşısında aşkını kalbine gömer. Beatrice, son bir iyilik yaparak iki gencin işgâl İstanbul'undan çıkarak Anadolu yakasına geçmelerine de yardımcı olur. 13) Harabeler; Cumhuriyet; nr:790-1066, 22 Temmuz 1926-27 Nisan 1927. Harabeler, Tanzimat'tan sonra başlayarak Cumhuriyet'in ilk yıllarında da devam eden yanlış anlaşılan batılılaşmanın toplumda açtığı yaraları toplumsal bir eleştiriyle dile getiren Cumhuriyet ideolojisiyle kaleme alınmış bir romandır. Yeni cumhuriyet kuşağının romandaki temsilcisi, tutumlu, hesabını bilen ama eğlenceden de geri kalmayan Nuri Süha'dır. Roman, yazarın geçimini yazılarıyla kazandığı bir dönemde yazıldığı için gereksiz tekrarlarla doludur. Romanın tezi: Saltanat devrinin ve rejiminin sosyal bünyede yaptığı yıkım tam bir "harabe"dir. Bu "harabeler" üzerine yeni ve sağlıklı temeller atılmalıdır. Cumhuriyet kuşağı da bunu yapabilecek güçtedir. 34, 34 ve 24 fasıllık üç bölümden oluşan romanın bu tezi, gereksiz ayrıntı ve tekrarlar arasında boğulmuştur. Romanın konusu: Nuri, akrabası tüccar Lebibzade Şefik Bey tarafından Robert Kolej'de okutulduktan sonra onun yanında çalışmaya başlamıştır. Nuri de yenilik ve çağdaşlık taraftan bir genç olarak başlangıçta adına devrin çok kullanılan isimlerinden Süha'yı da ekleyerek kartına Lebibzade Nuri Süha yazdırmıştır. Bu yeni adın kendisine daha bir saygınlık kazandırdığına inanmaktadır. Nuri Süha, şeker hastası olan patronu Şefik Bey'e, hava değişimi için bir köşk kiralamak üzere gittiği evde tanıştığı kişilerle, kendisini bir anda yabancısı olduğu bir sosyete içinde bulur. Köşkte yaşayan aile, burayı kiralayarak Avrupa'ya gitmek istediklerini söylemektedir ama aslında bu bir oyundur. Köşkte "asrî" hayat
uğruna son derece savurgan bir hayat süren tam yedi genç kız vardır. Nuri Süha, başlangıçta üç kızı ve dört yeğenini çay partilerinde sergileyerek âdetâ onları başkalarına peşkeş çeken dayı Behçet Fahir Bey'in oyununa gelir ve bir miktar para kaptırırsa da sonradan gerçekleri anlayarak bu ortamdan uzaklaşır. Nuri'nin bu çevreden uzaklaşmasının diğer bir nedeni de bu evin kızlarından Selma'ya olan aşkıdır. Selma, kendisinden asla yardım istemeyeceğini söyleyerek Nuri'nin aşkını reddederek aslında bir dolandırıcı olan Şerif Nahid'le nişanlanır. Ancak, çok geçmeden Şerif Nahid'in tutuklandığı ve zaten hacizli olduğu ortaya çıkan köşklerinin de yandığı haberi gelir. Selma da Kıbrıs'ta bir öğretmenlik bulmuş ve yolculuk hazırlıklarına başlamıştır. Nuri Süha, bütün olan biteni öğrenince daha fazla dayanamaz ve Selma'nın ve ailenin yardımına koşar. İki gencin arasındaki buzlar eriyerek tekrar nişanlanırlar. Artık, Selma'nın Kıbrıs'a gitmesine de gerek yoktur. Nuri Süha da yanan köşkün arazini temizleterek oraya daha mütevazı bir ev yaptırmaktadır. 14) Kabus; İkdam; nr:11054-11088, 30 Kânun-ı sâni4 Mart 1928. Bir dairede memur olarak çalışan Aziz Nihat, karısı Nigâr ve çocukları Mükerrem ile mutlu bir hayat sürmektedir. Öylesine mutludurlar ki, Nigâr'ın ağabeyi Celâl Bey ile karısı Hâlet Hanım'ın birbirleriyle tartışmalarında arabulucu ve örnek olurlar. Ancak, kayınbiraderinin yaşadığı bu olaylardan etkilenen Aziz Nihat'ın içine de bir kıskançlık, bir kuşku düşer ve karısını izlemeye başlar. Bu kuşku ve kuruntular öylesine bir hâl alır ki, Aziz Nihat artık hayaller görmeye başlar. Hattâ, böyle bir gün tabancası ile sokakta, sağa sola ateş ederken polis tarafından yakalanıp karakola götürülür.
Kocasının bu hâl ve tavrına bir anlam veremeyen Nigâr ise, karşılarındaki evde oturan genç bir erkekten mektup alır. Genç adamın ısrarına daha fazla direnemeyen Nigâr, sırf meraktan bir gün onunla birlikte gezmeye çıkar. Ama, Nigâr'ın uzaktan beyefendi ve hassas biri sandığı bu genç adam onu, götüre götüre bir randevu evine götürür. Nigâr buradan kaçarak evine döner. Aynı gün, kuşkularından dolayı işinden evine âniden dönen Aziz Nihat, karısını evde bulamayınca çılgına dönmüş ve onu aramaya çıkmıştır. Sokaklarda bir süre karısını aradıktan sonra eve dönen Aziz Nihat, münakaşa ederken cinnet geçirir ve boğazını sıkarak karısını öldürür. B- ROMANCILIĞI Servet-i Fünûn edebî topluluğu içinde, teorik anlamda romanın ne olup olmadığı konusuna eğilen, bu konuda eleştirel makaleler yazanlardan biri de Mehmed Rauf'tur. Mehmed Rauf, bu makalelerinde, amacından üslubuna kadar romanı tanıttıktan sonra, dönemin eleştirel görüşleriyle Türk ve Batı romanını karşılaştırarak romancılıktaki yerimizi saptamaya çalışır5. Ancak, Mehmed Rauf'un roman konusundaki eleştirel fikirlerTyTe- eserleri arasında tam bir uyum olduğu söylenemez. Örneğin, "Bizde Roman" başlıklı bir makalesinde o güne İcadar"olan romanlarımızda, bizi biz yapan, bizi diğerlerinden ayıran, içinde 5 İncelem e niteliğindeki bu m akalelerden bazıları şunlardır: "Tarih-i Hikâye", Mekteb; nr:48-62, 15 Ağustos-21 Teşrin-i sâni 1313/27 Ağustos-3 A ralık 1896; "Eser-i Edebî", Servet-i Fiinûn; nr:318, 3 N isan 1313/15 N isan 1897; "Bizde Hikâye", Servet-i Fünûn; nr:344, 2 Teşrin-i evvel 1313/14 Ekim 1897; "Bizde Roman", Servet-i Fünûn; nr:445, 9 Eylül 1315/21 Eylül 1 899; "Asıl Romanlar", Servet-i Fünûn; nr.500, 28 Eylül 1316/11 Ekim 1900. Bu arada, yukarıda adı geçen m akalelerinde M ehm ed Rauf'un, hikâye ve roman kelim eleri arasında ayrım yapmadığı görülür. Bu, M ehm ed Rauf'un şahsî bir tercihinden öte, bir edebî tür olarak, hikâyenin henüz yeni yeni tanınm aya başlam ış olm asıdır. Bu özellik, dönem in birçok yazarında görülür. Ö rn eğ in, "Bizde Hikâye" adlı m akalesinde ele alınan konu ve verilen örnekler, rom anla ilgilidir.
mutlu veya mutsuz olduğumuz hayatımızın yansıtılamamış olduğundan şikâyetle Halid Ziya'nın Aşk-ı Memnu adlı romanında dahi bunun kısmen başarılabilmiş olduğunu söyler. Ona göre, Batı'nın tersine bizde, dil ve üslup ön planda geldiğinden yeterli gözlem yapılmasına rağmen, asıl yaşamı anlatmaya ve incelemeye önem verilmemektedir. AYI!ca/ ^a!? rJİ' betimlemelerden çok yaşamın aktarılması daha önemlidir. Mehmed Rauf, neden sadece aşkla değil de, bütün tutkularıyla insanlığı anlatmıyoruz, diye sorar ve ekler: "Hep aşk, hep sevgi, hep şiir ve müzik mi? Roman, yaşamı ve toplumu yansıtan bir ayna olmalıdır”6. Oysa, kendi romanlarında da başta aşk olmak üzere, kadın, evlilik, ihanet, kıskançlık gibi temler işlenmiştir. Halas ve Harabeler dışında onun romanlarında sosyal eleştiriye pelTrastianrnaz. Bu iki romanın da ilkinde İstiklâl Savaşı öncesi ve sonrasıyla aktarılırken, İkincisinde de ekonomik kalkınma hamlesinin yapılmasının en az İstiklâl ^Savaşı kadir önem Ii olduğunu anlatılmaya çalışılır ve Cumhuriyet öncesi köhne anlayışlar eleştirilir. Öte yandan romanlarındaki kahramanlar genellikle birbirinin aynıdır. Bunlar, Batılı yaşam tarzını benimsemiş, edebiyatı, müziği ve doğayı seven, aşırı duyarlı, duygusal, aşk için yaşayan bohem insanlardır. Geçim kaygıları hemen hemen yok gibidir. Meslek sahibi olanlar ise genellikle ya memurdurlar, ya da ticaretle uğraşırlar. Çoğu, iyi öğrenim görmüş, kolej mezunu, sanattan ve resimden anlayan, herhangi bir enstrüman çalmasını bilen kimselerdir. Bu nedenle, onun romanlarında mekânlar da, doğal olarak köşkler, konaklar, yalılar gibi geniş ve büyük mekânlardır. Kahramanlar bu mekânlarda yakın akrabalarıyla, mürebbiyeler, dadılar, hizmetçiler ve aşçıların sağladıkları rahatlık içinde yaşarlar. Hemen hemen her evde bir piyano bulunur. 6 B k z.: “B izde Roman", Servet-i Fünûn; n r:445, 9 Eylül 1315/21 Eylül 1899.
Dış mekân olarak İstanbul ve İzmir dışına pek çıkılmaz. Define’de Diyarbakır'ın, Harabeler de Kıbrıs'ın sadece adı geçer. İstanbul ve İzmir'den ise, Kordon, Adalar, Boğaziçi, Şişli, Kadıköy, Bakırköy, Florya gibi semtler mekân seçilmiştir ama yine de buraların ayrıntılı betimlemesi yapılmaz. Sadece içinde bulunulan mekânın ve doğanın güzelliğinin kahraman veya kahramanların psikolojileri üzerindeki etkisine yer verilmiştir. Yine, Mehmed Rauf'un kahramanları, romanda yazarın düşüncelerinin birer temsilcisi olduklarından, belli bir kahramanı hattâ aynı isimle başka bir romanda görebilmek pekâlâ mümkündür. Çünkü, ona göre, romanı belli bir tanımla sınırlamak doğru değildir. Bunun yerine, onu amacına göre değerlendirmek en doğru yoldur. Romanda da amaç, hayatın anlamının okuyucuya duyurulmasıdır. Bir eser de, ancak bunu sağladığı ölçüde başarılıdır. Bu, yazarın eserden çok sanatçıya önem verdiğini gösterir7. Mehmed Rauf, bunu belki de kendi düşüncelerini okuyucuya daha iyi aktarabilmek amacıyla yapmaktadır. Çünkü, Mehmed Rauf'a göre, Batılı romancılarla aramızdaki fark, hayatın okuyucuya aktarılması hususundaki başarısızlığımızdır. Ancak, teorideki bu düşüncelerinin kendi romanlarında başarıyla uygulandığı söylenemez. Hattâ, bir dönem çok etkilendiği Paul Bourget'i bile, inceleme ve analizlerini başarılı bulduğu halde, romanın bütünlüğü açısından zayıf bulur ve psikolojik ruh analizlerinin romanın akışına ağırlık verdiğini söyleyerek eleştirir8. Oysa, Mehmed Rauf'un en başarılı romanı kabul edilen Eylül'de de, bunun dışındaki romanlarında da kahramanlarının psikolojilerini uzun uzun çözümlemeye çalışırken Bourget'i eleştirdiği bu hatalara kendisinin de düştüğü rahatlıkla görülebilir.
B k z.: "Eser-i Edebî", Servet-i Fünûn ; nr:318, 3 N isan 1313/15 N isan 1897. 8 B k z.: “Paul Bourget v e Bir Cinayet-i Aşk", Servet-i Fünûn ; n r:423, 8 Nisan 1315/20 Şubat 1899.
111- HİKÂYELERİ ve HİKÂYECİLİĞİ A- HİKÂYELERİ Mehmed Rauf'un bugün saptanabilmiş, kırk altısı II. Meşrutiyet'e kadar, seksen altısı 11. Meşrutiyet'ten sonra olmak üzere yüz otuz iki hikâyesi vardır. Bu hikâyelerin, dergi ve gazetelerde kalan on ikisi hariç, tamamı yukarıda on iki hikâye kitabında bir araya getirilmiştir. Bu hikâyelerin içinde, on biri değişik adlarla, yirmi sekizi aynı adlarla değişik kitaplar, hikâye külliyatları, albümler ve diğer eserlerinin sonuna eklenmiş olanlar da vardır. 1- Kitaplaşmış Hikâyeleri: ı) İhtizâr; Hilâl Matbaası, İstanbul 1325/1909. 1) İhtizar 2) Uzaktan 3) Paris'te 4) Hasta İken 5) Bir Hastalığın ilâcı 6) Verven 7) Köylünün Aşkı 8) Küçük Remzi 9) Küçük Kumral 10) Bekârlar Arasında ıı) Âşıkane; Hilâl Matbaası, İstanbul 1325/1909. 1) Summer Palace'ta Bir Müsamere-i Raksiye 2) Serap 3) Garam-ı Şebâb ııı) Son Emel; Kanaat Matbaası, İstanbul 1329/1913. 1) Son Emel 2) Aşk Buhranları
3) Telâfi 4) Sırr-ı Şebâb 5) Nafile 6) Camın Arkasında 7) Küçük Muallim 8) Ana-Kız 9) Safo 10) Karmen 11) Yadigâr-ı Levs 12) Şemsiyenin Altında 13) Necmi 14) Pera Palace'ta 15) Bir Müntehire Dâir 16) Zevk İçinde ıv) Hanımlar Arasında; Kanaat Matbaası, Dersaadet 1330/1914. 1)Teâdül 2) Bir Mevsimin Hikâyesi 3) Mehtapta 4) Çarşaf Altında 5) Fenerci 6) Nekahette 7) Çayırdan Sonra 8) Bir Hikâye v) Üç Hikâye; Orhaniye Matbaası, İstanbul 1919. 1) Girdap; 2) Bir Hikâye-i Hüsran 3) Hediyeler vı) Kadın İsterse; Hilâl Matbaası, Dersaadet 1335/1919. 1) Kadın İsterse 2) Muhasarada 3) Çamlar Arasında
4) Hıyanete Karşı 5) Bir Meze İçin 6) Tehlike 7) Zehirlerim 8) Son Teselli 9) Avdet 10) Hasan'ın İntikamı 11) Gelirken vıı)Pervaneler Gibi; Orhaniye Matbaası, İstanbul 1920. 1) Eski... Eski Hikâye 2) İlk Aşk 3) Bir Görücü Hikâyesi 4) Hep Onlar İçin 5) Pervaneler Gibi vııı) İlk Temas İlk Zevk; Kitaphane-i Sûdi, İstanbul 1338/1922. 1) İlk Temas ilk Zevk 2) Ana Kalbi 3) Öyle Kadınlar Vardır Ki 4) Mazide Bir Günah 5) Bir Yiğit 6) İlk Kadın 7) Ayna 8) Yabancı Kadın 9) Yaldız 10) Muhibbeler 11) Fedâi 12) Bir Deli 13) Gizli Aşk 14) Zevç ve Zevce ıx) Aşk Kadını; Matbaa-i Cihan Biraderler, İstanbul 1339/1923. 1) Aşk Kadını 2) Hasta Aşkı
3) Bir Hayat 4) İntikam 5) Cuma Seyri 6) Sadık'ın Son Şartı 7) Muvaffakiyetin Sırrı x) Gözlerin Aşkı; Amidî Matbaası İstanbul 1340/1924. 1) Gözlerin Aşkı 2) Buhran 3) Ayrılık Hediyesi 4) Deniz Kızı 5) Ayşe Kadın 6) Şükran Borcu 7) Uzak Geceler 8) Hemrâz 9) Halil Hoca 10) Ayak Oyunları 11) Telefoncu Hanım 12) Karanlıkta 13) Gizli Hediye 14) Rüyada xı) Eski Aşk Geceleri; Yeni Kitap Matbaası, İstanbul 1927. 1) Eski Aşk Geceleri 2) Bekâr Zevki 3) Nasıl, Bahtiyar mı? 4) İlk Peki 5) En Hoş Macera 6) Hep Yalan 7) Bayram Hediyesi 8) Cumbadan Cumbaya 9) Esîr-i Aşk 10) Bir Hücum, Bir Teslim 11) Baba Kalbi
12) Eski Mektup 13) Unutmaya ve Unutulmaya Mahkûm 14) Papaz Büyüsü 15) Ana-Evlât 16) Ortaklar 17) Bir Aşk Misafirliği 18) Törpü Altında 19) İstimdat mı? xıı)Safo ile Karmen; Şule Neşriyat Evi, İstanbul 1920. 1) Safo 2) Karmen 2- Diğer Eserlerinde Bulunan Hikâyeleri: ı) Yara 1) Bir Hayat 2) Bir Yiğit ıı) Menekşe 1) Bir Gençlik Hatırası 2) Hakk-ı Hüsn 3) Bir İhtiyaç ııı) Bir Aşkın Tarihi 1) Beşik 2) Cadı 3) Bir Mesut 4) BirTaleb-i İzdivaç 5) Komşunun Kızı 6) Bir Namus Meselesi v) Siyah İnciler'deki Hikâyeleri 1) Gelirken 2 )Sadaka 3) Zehirlerim
4) Fenerci 5) Eyüp Yolunda 6) Aşk ve Vefa 7) Son Mektup 8) Esef 9) infiâl v) Ezhâr (Albüm) Tertib ve Neşreden: Mehmed Rauf, İstanbul (t.y.). 1) intikam 3- Kitapları Dışındaki Diğer Hikâyeleri: 1) Düşmüş; Hizmet, nr:615-621; 31 Aralık 1892-21 Ocak 1893. 2) Düğünden Sonra; Resimli Gazete-, nr:20, 27 Şubat 1896. 3) Şüphe; Resimli Gazete; nr:21 -22, 5-19 Mart 1896. 4) Yağmurda; Resimli Gazete; nr:23, 26 Mart 1896. 5) Zeynep; Mektep; nr:52, 24 Eylül 1896. 6) Meslûl; Mektep; nr:54, 8 Ekim 1896. 7) Bahçede; Mektep; nr:56, 27 Ekim 1896. 8) Bir Küçük Aşk; Mektep; nr:63,65; 10, 24 Aralık 1896. 9) Komşu Arasında; Resimli Kitap; nr:8, Mayıs 1909. 10)Ma'bud, Vakit, nr:1455, 28 Aralık 1921. 11) Canavarlar, Cumhuriyet, nr:1498, 11 Temmuz 1928. 4- Tercüme Hikâyeler: 1) Boş Yuvalar; Mekteb; nr:58, 24 Teşrin-i evvel 1312/5 Kasım 1896. 2) Lütfen Biletlerinizi Efendiler; Mekteb; nr:64, 5 Kânun-ı evvel 1312/17 Aralık 1896. 3) Nafile; Mekteb; nr:68, 2 Kânun-ı sâni 1312/14 Ocak 1897. (SON EMEL) (Catulle Mendes) 4) Safo; Servet-i Fünûn; 15 Kânun-i sâni 1313/27 Ocak 1898. (Alphonse Daudet)
5) Üçüncü Yastık; Servet-i Fünûn ; 29 Kânun-i evvel 1314/10 Ocak 1899. (Catulle Mendes) 6) Karmen; Servet-i Fünûn ; 6 Teşrin-i sâni 1315/18 Kasım 1899. (Prosper Merimde) 7) Küçük Hemşire; Hikâye Külliyâtı,nr:8, (Margueritte Victor)
B- HİKÂYECİLİĞİ Hikâye ve roman konusunun edebiyata ilgi duyduğu ilk günlerden itibaren Mehmed Rauf'u meşgul ettiğini söylemiştik. Türk ve Batı edebiyatından okuduğu yerli ve yabancı yapıtlar arasındaki fark ve bu farkın nereden kaynaklandığı konusu, onu, çeşitli makalelerinde bu konuyu ele almaya zorlar. Mehmed Rauf, bu türden makalelerinde ister istemez yerli ve yabancı eserler arasında bir karşılaştırma yaparken, diğer taraftan hikâye konusundaki düşüncelerini de aktarma fırsatını bulur1. Örneğin, bir makalesinde "hikâye"nin edebiyatımızda yepyeni bir tür olduğunu söyleyen Mehmed Rauf, uzun süre çevirilerle yetinilen bu alanda Sâmi Paşazâde Sezâi, Nâbizâde Nâzım ve Hâlid Ziya'yı çığır açmış öncü kişiler olarak görür2.* Başka bir makalesinde de, hikâyede yoğunlaştırma ile öğeler arasındaki dengenin sağlanabilmesinin ne kadar önemli ve zor olduğunu3 ileri süren Mehmed Rauf, bir diğerinde ise, hikâyede gözlem ve analize dayalı anlatım tarzıyla üslûbun hikâyenin düzeninde oynadığı rolün önemine işaret eder4.
1 "Tarih-i Hikâye", Mekteb; nr:48-62, 15 Ağustos-21 Teşrin-i sâni 1313/27 Ağustos-3 Aralık 1896; "Eser-i Edebî", Servet-i Fünûn; nr:318, 3 Nisan 1313/15 Nisan 1897; "Bizde Hikâye”, Servet-i Fünûn; nr:344, 2 Teşrin-i evvel 1313/14 Ekim 1897; "Bizde Roman", Servet-i Fünûn; nr:445, 9 Eylül 1315/21 Eylül 1899; "Asıl Romanlar", Servet-i Fünûn; nr:500, 28 Eylül 1316/11 Ekim 1900. 2 Hâristan, Servet-i Fünûn, nr:551, 20 Eylül 1317/3 Ekim 1901. 3 Hayat-ı Muhayyel Muharriri, Servet-i Fünûn; nr:432, 10 Haziran 1315/22 Haziran 1899. 4 Bir Serencâm; Şehbâl; nr:99, 15 Haziran 1330/28 Haziran 1914.
Ancak, kitap tanıtmaları, değerlendirmeler gibi çeşitli makalelerde dağınık halde olan ve sistematik bir şekilde, belli başlı bir iki makalede toplanamayan hikâye ve hikâyecilik hakkındaki bu görüşlerini Mehmed Rauf'un kendi hikâyelerinde de uygulayamadığı görülür. Onun, başarılı olduğu nokta, insanın çevresinde olup bitenlerin edebiyat için büyük bir malzeme kaynağı olduğu fikridir5. Fakat, bu konuda bile, kendi yaradılışından gelen etkilerle, onun hikâyelerinde çoğunlukla aşk, kadın, evlilik ilişkileri ve bunlardan doğan çatışmalardan farklı konular pek işlenmez. Mehmed Rauf'un hikâyeleri ve hikâyeciliği konusunda şimdiye kadar yapılmış değerlendirmelere bakıldığında ise, göze çarpan en belirgin özellik, onun uygulamada başarısız olduğu yukarıdaki düşüncelerinden çok, hikâyeleriyle hayatı arasındaki paralelliklerin kurulmasıdır. Örneğin, Halid Ziya, Kırk Y ıl adlı hatıratında, Mehmed Rauf'un hikâyelerinde kendi kişiliğinden sıyrılamadığını, çünkü buna gerek duymadığını söyler. Halid Ziya'ya göre, Mehmed Rauf, kahramanlarının ağzından konuştuğu için ikinci derecedeki şahıslara önem vermez. Kahramanlarının içinde bulundukları durum, duyguları, düşünceleri ve hareketleri, aynı durumda olsa kendisinin alacağı tavırla aynıdır6.
5 örneğin, Mehmed Rauf'un dolaylı olarak, çevrede olup bitenlerin edebiyat için bitmez tükenmez malzeme teşkil ettiğini söylediği makaleler şunlardır: "Asıl Romanlar", Servet-i Fünûn; nr: 500, 28 Eylül 1316/11 Ekim 1900; "Aşka Dâir", Servet-i Fünûn; nr:470, 473, 475, 477, 479; 2, 23 Mart, 6, 20 Nisan, 4 Mayıs 1316/15 Mart; 5, 19 Nisan; 3, 17 Mayıs 1900; “Solgun Demet", Servet-i Fünûn; nr:533, 17 Mayıs 1317/30 Mayıs 1901; "Bizde Hikâye", Servet-i Fünûn; nr:344, 2 Teşrin-i evvel 1313/14 Ekim 1897. 6 Halid Ziya; Kırk Y ıl; C. V.; Cumhuriyet Gazete ve Matbaası İstanbul 1936, s.48-49.
Bunun nedeni, onun hikâyelerinde olay, kişiler, mekân ve zaman gibi öğelerin, anafikri ve psikolojik ruh çözümlemelerini destekleyen yan öğeler olarak kalmasıdır. Öyle ki, onun bazen hikâyeye adını veren kahramanları bile ikinci plana düşmekten kurtulamazlar. Örneğin, Küçük Remzi, Ayşe Kadın gibi. Mehmed Rauf'un hikâyelerinde başta aşk ve kadın başta olmak üzere, evlilik, karamsarlık, hastalık gibi temlerin işlenmiş olduğu görülür. Bunlar Mehmed Rauf'un hikâyelerinin eksenini oluşturan ana temlerdir. Bu hikâyelerin, hemen hepsinde aşırı duyarlılık, karşılıksız aşklar, ihanetler, alınganlık, hastalık, ölüm fikri ve intihar gibi kötümser bir atmosfer hâkimdir. Bunlar, tabii ki, Servet-i Fünûn edebî topluluğunun karamsar dünya görüşünün ortak temleridir. Örneğin, doğrudan karamsarlık temini ele almamakla birlikte Mehmed Rauf'un "Yarıda Bırakılmış Bir Romanın İlk Bâbı" veya diğer adıyla "Necmi"7 adlı hikâyesinin karamsar kahramanı Halil Safvet, kendi nesillerini ve çağlarını "hasta" olarak niteler: "(...) Zavallı şâir, sen hastasın, ben hastayım, hepimiz hastayız... Çünkü asrımız hasta! Âh, bütün bu hastalıklarımızla bu fena kâr-ı marazlarımızla beraber el'ân mes'ud olmak istiyoruz."8. Bu bakış açısı ve kelimeler bize hemen Tevfik Fikret'in bîr makalesini hatırlatır. Bilindiği gibi Tevfik Fikret de, bu makalesinde edebiyatımızı "hasta" olarak nitelemiştir: "(...) Edebiyat-ı hâzıra nâkıs değil hasta: İnce, sârî bir hastalık ki kurbanının bütün uruk-ı hayatında mündemiç, sanki hasta bizzat hastalıktır."9. 7 Mütalâa; nr:47-49, 26 Haziran-13 Temmuz 1897. * Son Emel, Kanaat Matbaası, İstanbul 1329/1913, s. 181. 9 Tevfik Fikret; "Bir Mülâhaza", Servet-i Fünûn; nr: 429, 20 Mayıs 1315/1 Haziran 1899.
İşte, Servet-i Fünûn edebî topluluğunun bu güçlü etkisini Mehmed Rauf'un II. Meşrutiyet'ten sonra yazmış olduğu hikâye lerinde de görebilmek mümkündür. Ancak, edebî kişiliğinin son devresinde, hayatını tamamen yazılarıyla kazanmak zorunda kalışının onun yazarlığını olumsuz yönde etkilediği de açıktır. Bu dönemde, maddi aşka daha çok ağırlık veren Mehmed Rauf'un hikâyelerinde aşk, ve kadın temlerinin ağırlık kazandığı görülür. Sayıları az da olsa, aralarında "acıma", "evlât sevgisi", "manevî düşüş", "kıskançlık", "ihanet", "fedakârlık", "geçim sıkıntısı" gibi konulan işleyenlere de rastlanır. Ayrıca, Mehmed Rauf'un ilk dönem hikâyeleri arasında "Küçük Remzi", "Fenerci", "Eyüp Yolunda" gibi yerel hayatı yansıtanlarla, "Köylünün Aşkı" gibi konusu köyde geçen hikâyeler de vardır. Hattâ, bu hikâyeler, Servet-i Fünûn edebiyatının millî hayata hiç değinmediği yolundaki itirazlara karşı örnek olarak gösterilmişlerdir10. Fakat, bunların sayısı diğerlerine oranla daha azdır. Teknik bakımdan zayıf olan bu dönem hikâyelerinde, Mehmed Rauf'un, kuramsal olarak söylediklerinin aksine hikâyenin öğeleri arasındaki dengeyi tam anlamıyla kuramadığı görülür. Bunu da Servet-i Fünûn döneminin ve kendisinin psikolojik çözümlemelere önem veren, sosyal konulardan çok bireysel problemleri ele alan hikâye anlayışıyla açıklamak mümkündür. Çünkü, II. Meşrutiyet'ten ve kısa ömürlü Fecr-i Âtî'nin hemen ardından edebiyatımızda sosyal ve millî konulara doğru bir yöneliş olduğu için bireysel konulara eskisi gibi rağbet edilmemektedir. Hikâyeciliğinin genel seyrine bakıldığında, II. Meşrutiyet'ten sonra Mehmed Rauf'un da sosyal konulara yönelmek istediği
10 Ruşen Eşref (Ünaydın); D iyorlar Ki, Kanaat Matbaası, Dersaadet 1334/1918; İsmail Hikmet (Ertaylan); Türk Edebiyatı Tarihi, Bakû 1925, s. 951.
örülür. Ancak, bu hikâyelerde de Mehmed Rauf, olayı bireysel plânda ele aldığı için genelleştirip belirli bir noktada deri nleştirememişti r. II. Meşrutiyet'ten sonra kaleme aldığı örneğin, geçim sıkıntısını işleyen Girdap, Buhran ve Ayşe Kadın gibi hikâyelerde, insanların sosyal hayatlarına ve daha önemlisi psikolojilerine etki etmesi bakımından, dolaylı da olsa, bazı sosyal konulara girilir. Bu hikâyeler, memur maaşlarının zamanında çıkmayışı, işsizlik, savaşların yol açtığı göçler, yoksulluk gibi bazı sosyal ve ekonomik sıkıntıların yanısıra, savaşın ve sonrasının sosyal hayata nasıl yansıdığını göstermesi bakımından önemlidir. Örneğin, Ayşe Kadın adlı hikâyede düşmanın yaptığı zulüm de dile getirilir. Bu hikâyenin kahramanı Rana Hanım da, göçmen olan Ayşe kadına yaptığı yardımla "insanlık ve Türklük" görevini yerine getirdiğine inanır. Yine, Halil Hoca ve Bir Yiğit adlı ve kahramanlık, vatan sevgisini işleyen hikâyelerin de, Türkçülük akımının etkisiyle yazılmış olduğu düşünülebilir; fakat bunların sayısı, Ayşe Kadın da dahil edilirse, üç ile sınırlı kaldığı için Mehmed Rauf'un hikâyeciliği içinde çok özel bir yeri olduğu söylenemez. "Verven" adlı hikâyesi dil, ahlâk, gerçeklik ve konu yönünden Ekrem Reşad11; "Serap" adlı hikâyesi, edebî gerçeklik, imlâ ve aşırı ruh çözümlemeleri bakımından Baha Tevfik12 tarafından eleştirilen Mehmed Rauf, Fahri Celâl tarafından da Üç Hikâye adlı hikâye kitabının aşırı ruh çözümlemeleri ve gereksiz uzatmalarla dolu olması bakımından eleştirilir13. Fevzi Lütfi ise, "Ekrem Reşad; Malûmat, nr:95-100, 102, 106; 7 Ağustos-23 Teşrin-i evvel 1313/18 Ağustos-4 1897. 12 Baha Tevfik; Musavver Eşref; sayı:31-5, 1 Teşrin-i evvel 1325/14 Kasım 1909, s. 2-6. 13Fahri Celâl; Tenkid; Üç Hikâye", Nedim; sayr.14,1 Mayıs 1335/1919, s. 218-219.
İlk Temas İlk Zevk ve Aşk Kadını adlı hikâye kitapları üzerine kaleme aldığı yazılarında, Mehmed Rauf'u konu ve teknik bakımdan eleştirerek bunların eski eserleri gibi rahat okunamadığını ileri sürer14. Ancak, Mehmed Rauf'un psikolojik ve ruhsal çözümleme lere eserlerinde aşırı yer vermesi, onun "tahlilci kişiliği"den gelmektedir. Bunu da onun etkisinde kaldığı yerli ve yabancı edebiyatçılarda aramalıdır. Mehmed Rauf'un etkisi altında kaldığı yerli yazarlara örnek olarak, Sâmi Paşazâde Sezaî, Nâbizâde Nâzım ve özellikle Hâlid Ziya'nın yanısıra yetişme çağlarında okumuş olduğu Ahmed Midhat Efendi'yi sayabiliriz. Etkilendiği Batılı yazarlara gelince: Hem romantik hem de realist akımdan beslenen bir edebî topluluk üyesi Mehmed Rauf, M6rim6e, Baudelaire, Daudet, Flaubert ve Bourget gibi yabancı yazarların da etkisinde kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yazarlardan da, özellikle psikolojik realizmin ve psikolojik-analiz romanın öncülerinden Paul Bourget'nin Mehmed Rauf'un üzerindeki etkisi büyüktür. Onun eserlerini okurken, sanki kendisi için yazılmış olduğu izlenimine kapıldığını, üzüntülerinin nedenini ondan Bourget'den öğrendiğini söyleyen Mehmed Rauf, kendi ruhunu tanımayı ona borçlu olduğunu ifade eder. Yine aynı makalede Mehmed Rauf, realistlerin fizyolojiye önem verip bedenin ruhtan önce geldiğini ileri sürdükleri bir sırada Paul Bourget'nin çıkıp "tahlilci kişiliği" ile psikolojik romanı ortaya koyduğunu söyler15. 14Fevzi Lütfi; “İlk Temas İlk Zevk”, Dergâh; yıl:2, C. III, nr:25, 20 Nisan 1338/20 Nisan 1922, s. 13-14; "Aşk Kadını", Dergâh; yıl: 2, C. IV., nr:37, 20 Teşrin-i evvel 1338/20 Kasım 1922, s. 508-509. 15Mehmed Rauf; Tedkikat-ı Edebiye: Paul Bourget ve Bir Cinayet-i Aşk; Servet-i Fünûn; nr:423-426, 429; 8-29 Nisan, 20 Mayıs 1315/20 Nisan-11 Mayıs, 1 Haziran 1899.
İşte bu etkiler ve analitik kişilik, Mehmed Rauf'un eserlerinde ve kahramanlarında da kendini gösterecektir. Bu aynı zamanda, yazarın kahramanları aracılığıyla kendi düşüncelerinin esere yansımasıdır. Örneğin; "Verven" adlı hikâyesinin hassas kahramanı Memduh, yazar gibi analitik bir kişiliğe sahiptir ve sevdiği kadını Bourget'nin iki kadın kahramanı ile karşılaştırır16. Yine, "Zevç ve Zevce" adlı hikâyesinde de, hikâyenin anlatıcısı, uzak bir akrabasının başından geçen ve hikâyeye konu olan olayları dinlerken analitik kişiliğinden dolayı ona hoşgörülü davrandığını söyler17. İşte, Mehmed Rauf'un hikâyelerinde, hikâyenin diğer öğelerini hattâ kompozisyonu dahi ihmâl edecek derecede psikolojik çözümlemelere ağırlık vermesinin nedeni budur. Psikolojik özellikler ağır bastığı için zaman ve mekân onun hikâyelerinde işlenen teme ve anafikre yardımcı ikincil bir öğe olarak yer alır. Mehmed Rauf'un hikâyelerinde, mekân olarak doğa dışında sadece isimleri zikredilen bazı yerler sözkonusudur. Ancak bunlarda, fazla ayrıntılı bir tasvir yapılmaz. Onun hikâyelerinde, Şam, Beyrut, Trablus, Fransa, Macaristan, Paris, Viyana, İsviçre, İtalya, Cenova, Mısır, Londra, Nice gibi ülke ve yabancı şehirlerin yanısıra, Bursa, Balıkesir, Kütahya, Kırklareli, Lüleburgaz, Çerkezköy, Çorlu, Kastamonu, İzmir ve bütünüyle Boğaziçi, Adalar, Bakırköy, Kadıköy, Kızıltoprak, Eyüp, Fatih, Galata, Haliç, Kartal, Samatya, Pendik, Şişli, Taksim, Vefa, Üsküdar, Balat semtleriyle İstanbul gibi yerli şehirlerin isimleri geçmekle beraber, bunların ayrıntılı betimlemeleri yapılmaz. Mekânların onun hikâyelerindeki yeri, sadece bir zemin teşkil etmeleri ve kahramanların psikolojileri üzerindeki 16ihtizar, İstanbul 1325/1909, s. 127, 140, 141, 144. 17İlk Temas ilk Zevk; İstanbul 1338/1922, s. 121.
etkileridir. Ancak, Mehmed Rauf'un, bunu da -birkaç hikâye dışında- tam olarak başardığı söylenemez. Özellikle doğa, gibi dış mekânların yanısıra, ev içi betimlemelerinin ve ayrıntıların kahramanlar üzerindeki etkisi yeterince işlenememiştir. Sadece Şifâ-yı Vahdet / Çamlar Arasında adlı hikâyede adı verilmeyen adada çamlar arasında yapılan yalnız gezinti kahramana büyük bir huzur ve yaşama sevinci verir. Bir de Yağmurda adlı hikâyede bir bahar sabahı yağan yağmurun ardından açan güneş, yeni evli çifte etki eder ve birlikte gezintiye çıkarlar. Tabiat içinde mutlu olup, sık sık kırlarda gezintiye çıkılan bir diğer hikâye de Uzaktan'dır. Ancak, bu hikâyede de yukarıda söylediğimiz gibi yeterli ayrıntı verilmeyip, onların psikolojisiyle olan -ikincil derecedeki- ilişkisi de yeterince işlenmemiştir. Mehmed Rauf'un hikâyelerinde de görülen bu tabiat anlayışı, içinde yaşanılan toplumdan şikâyet ve kaçışla birlikte doğaya sığınma, mutluluğu doğada arama da, Servet-i Fünûn edebî topluluğunun ortak görüşlerinderıdir. Zaman olarak ise, genellikle bütün hikâyeler şimdiki zaman (hâl) ile başlayıp, geçmiş zaman (mazi) ile devam ettikten sonra yine şimdiki zaman (hâl) ile son bulur. Bunun Mehmed Rauf'un hemen hemen bütün hikâyelerinde kullanılan bir kalıp olduğunu söyleyebiliriz. Mehmed Rauf'un hikâyelerinde yaşadığı dönemden, denizcilik ve gazetecilik gibi kendi deneyimlerinden gelen birtakım öğelere de rastlarız. Örneğin, o dönemde, evlilikler küçük yaşlarda ve genellikle -amca, teyze, hala çocukları gibiyakın akrabalar arasında yapılmaktadır. İçgüveyi, koltuk günü, cariye, ahiretlik, âmin alayı gibi geleneklerde o günlerin Türk toplumunda hâlâ yaşamaktadır. Ayrıca, bu yıllar, çocuklarda kuşpalazı, yetişkinlerde ise verem hastalığının yaygın olduğu yıllardır. Fesler kalıba verilmekte, berberler diş çekmekte; fal, büyü gibi bâtıl inançlar da hâlâ etkisini sürdürmektedir. Cuma
günleri tatildir ve saatler ezanî sistemle ayarlanmaktadır. İstanbul'da, toplu taşıma, atlı arabalar, tramvaylarla yapılmakta; Boğaziçi'nde ise Şirket-i Hayriye vapurları işlemektedir. Galata Köprüsü'nden geçişler ücretlidir. Şehir, elektrik yerine yaygın olarak gaz lambalarıyla aydınlatılmaktadır. Askerlik terhis süresi altı yıl iken, memurların maaşları zamanında ödenememekte, memurlar ileriye yöneiik maaşlarına karşılık tefecilerden faizle para almaktadırlar. Bu arada, piyango gibi talih oyunlarının ve fonograf gibi ses kayıt cihazlarının da Türk toplumunda yeni yeni yer edindiğini söylemekte fayda vardır. Mehmed Rauf'un hikâyelerinde rastlanan ve onun denizcilik ve gazetecilik mesleğiyle ilgili öğelere gelince: Doğrudan gazete çıkaran bir kahramanı olmamakla birlikte, Mehmed Rauf'un hemen hemen bütün kahramanları, gazete ve dergi okuyucusudur. Hattâ, bazı kahramanlar yerli gazetelerle yetinmeyip yabancı gazete ve dergileri de izlerler. Gazetelerde yer alan haberlerin veya haber niteliğindeki çeşitli durumlar da hikâye motif olarak girerler. Yazarın asıl mesleği olan denizcilikle ilgili özellikler ise, denizle ilgili benzetmeler, deyimler, Bahriye Mektebi ve çeşitli okul gemilerinin isimleri, hikâyelerdeki şahısların veya ilişkide oldukları kişilerin asker, subay, denizci oluşları şeklinde hikâyelerde yerlerini alırlar. Sonuç olarak, Mehmed Rauf, roman sahasında olduğu gibi hikâye alanında da içinde yer aldığı edebî topluluğun dünya görüşüne paralel, fakat kendi kişisel deneyimlerinden izler taşıyan ve edebî kişiliğini ortaya koyan kayda değer hikâyeler kaleme almıştır. Bütünüyle değilse de, sadece kayda değer olanlarıyla bile Türk hikâyeciliğinin gelişiminde Mehmed Rauf'un hikâye lerinin de bir katkısı olduğu ve bir basamak teşkil ettiği inkâr edilemez.
IV- OYUNLARI ve TİYATRO YAZARLIĞI A- OYUNLARI 1- Telif Piyesleri: ı) Pençe; Servet-i Fünûn; nr:941-959, 4 Haziran-7 Teşrin-i evvel 1325/17 Haziran-20 Ekim 1909. Matbaacılık ve Osmanlı Anonim Şirketi İstanbul 1325/1909. "Aile içinde meşru olmayan aşk maceralarının eninde sonunda faciâ ile sonuçlanacağı" tezini işlemekle birlikte, her şeyi cinsî yönüyle ele alan ve evliliği gençleri içine alıp öldüren bir "pençe" gibi gören Vasfi Bey gibi kahramanlara piyeste yer verilmesi eserin ahlâkî açıdan eleştirilmesine yol açmıştır1. Öte yandan, eser dil ve dönemle olan bağlantısı bakımından da eleştirilere uğramıştır. Ayrıca, eserde görücü usulü evlilik eleştirilerek, evlenecek kişilerin birbirlerini tanımaları gerektiği de vurgulanır. Bilindiği gibi bu Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı piyesinden beri tiyatro yazarlığı alanında sıkça rastlanılan bir konudur. Oynanmadığı halde, büyük yankılara yol açan Pençe, 1917 yılında filme de alınmıştır. Senaryosunu yazıp rejisörlüğünü Sedat Simavi'nin yaptığı filmde Ahmet Muvahhit, Eliza Binemeciyan, Nurettin Şefkati, Raşit Rıza gibi dönemin ünlü oyuncuları rol almışlardır. Film ilk olarak Beyoğlu Skating Palace ile Alemdar sinemalarında gösterilmiştir2.
1 Hattâ Hilmi Ziya Ülken de bu piyesi cinselliğe doğru bir eğilim olarak yorumlamıştır. Bkz.: Türkiye'de Çağda; Düşünce Tarihi, Selçuk Yay., Ahmet Sait Matbaası, İstanbul 1966, s.360. 2 Nijad Özön; Türk Sineması Tarihi, Artist Reklam Ortaklığı Yay., İstanbul 1962, s. 43; Mustafa Gökmen; Başlangıçtan 1950'ye Kadar Türk Sinema Tarihi ve Eski İstanbul Sinem aları, Istanbull 989, s. 176.
Konusu: Evliliğin aleyhinde, sorumsuz ve özgür yaşamasını seven Pertev, sanatçı olduğu için aynı zamanda uçan da bir tiptir. Birlikte yaşadıkları ablası Seniye ve eniştesi Ferit ise, Pertev'in kendileri gibi mutlu bir evlilik yapmasını istemektedirler. Pertev, uçarı olmasına rağmen deneyimsizliğinden bir gün gönlünü Leman adında "hafif-meşreb" bir kadına kaptırır. Ancak, Leman'ı yakından tanıyınca Pertev'in sığındığı yer, yine ablasının mutlu yuvası olur. ıı) Cidâl; Hilâl Kütüphanesi, Asya Matbaası, 132711911; oyun 5 fasıl ve 151 s.
İstanbul-
Cidâl, Mehmed Rauf'un ikinci tiyatro tecrübesidir. Yazar, piyesin önsözünde, "iptidaî zevk erbabı" için kaleme alındığını söylediği eserin edebî yönünün tiyatro tekniğine feda edildiğini söyler. Yine, aynı önsözde, sahnelenebilmesi için yirmi yıl gibi uzun bir süreye ihtiyaç olduğunu ifade ettiği bu eserini Mehmed Rauf’un okunmak üzere kaleme almıştır. Bu, eserin yaklaşık yüz elli sayfalık bir hacme sahip oluşundan da anlaşılabilir. Beş bölümlük eserde, "erkekler namusu aşka tercih ederler" tezi kanıtlanmaya çalışılır. Eser, Reşat Nuri tarafından sert bir dille eleştirilmiştir3. Konusu: Paris'te resim öğrenimi gören Mecdi, yurda döndükten sonra halası Seniha Hanım'ın evine yerleşir. Mecdi, burada kuzeni Nâim'in karısı Behice'ye yakınlık duyar. Kocası tarafından ihmâl edilen Behice de bu ilgiye kayıtsız değildir. Fakat, genç, namuslu ve resimle ilgilenen Nesime'nin de Mecdi'ye olan ilgisi bir anda genç adamı iki kadının arasında seçim yapmaya zorlar. Bir süre kararsızlıktan sonra, çatışmayı gençlik ve namus kazanır. Mecdi, Nesime'yi tercih edip onunla
3 Bkz.: Reşat Nuri; "Eser ve Zat: Mehmed Rauf Bey", G en ç Kalemler, nr:8, 1911, s. 131-138.
evlenirken, Behice de, tayini İzmir'e çıkan kocası Nâim'le İstanbul'da ayrılır. IIl)İç İ Kuwpfcervet-i Fünûn; nr:l 123-1137, 29 Teşrin-i sâni 1328-7 Mart 1329/17 Kasım 1912-20 Mart 1913. Kitap olarak yayımı Sansar (adıyla) Şule Neşriyat Evi, Orhaniye Matbaası, İstanbul 1336/1920. Ailesi tarafından zorla evlendirilen ve evlilikte bulamadığı mutluluğu yasak aşkta arayan genç bir kadın ile kızının mutluluğu için annelik özverisiyle namusu bile ikinci plana atmak zorunda kalan bir annenin dramını ele alan üç bölümlük bir piyestir. Eserde, zorla yapılan/yaptırılan evliliklerin nelere mâl olabilece ğinin yanısıra, her işe burnunu sokan kâhya kadınların da, nasıl aile içi fâcialara neden oldukları gözler önüne serilir. Konusu: Lâmia, binbir ısrarla evlendirildiği Refik Bey'le mutlu değildir ve bu evliliği dayatan annesini de ağır bir sorumluluk yükü altında ezmektedir. Çünkü, Lâmia'ya göre, böyle bir evlilik ahlâka ve namusa aykırıdır. Bu arada, konağın emektarlarından her işe karışan ve kendince çözümler üreten Kambur kâhya kadının da gayretiyle Lâmia ile kuzeni Azmi arasında bir aşk başlar. Aşkı uğruna her şeyi göze alan Lâmia, annesine kocasından ayrılıp Azmi ile evlenmek istediğini söyleyerek onun bile onayını almıştır. Ancak, taşıdığı lâflar, neden olduğu olaylarla çevresindeki insanları birbirine düşürerek âdetâ bir "sansar" gibi boğan Kambur, Lâmia ile Azmi'nin mektuplarını Refik Bey'e verir. Refik Bey ise, her şeye rağmen Lâmia'yı boşamak istemez. Kızını zorla evlendirmekle nasıl bir hata yapmış olduğunu anlayan Hanımefendi, Lâmia ile Azmi'nin Avrupa'ya kaçmaları için planlar kurar. Fakat, Kambur'un işgüzarlığı ve durumu Refik
Bey'e bildirmesi üzerine, Refik Bey, birlikte yakaladığı Lâmia ile Azmi'yi öldürür. ıv) C eriha........... 1339/1923 Yazılış tarihi: 28 Temmuz 1337/1921 Süs; nr:1-10, 16 Haziran-18 Ağustos 1339/1923. Yara (adıyla) 1927 Yara (Konuşma Yolile Aşk Romanı) Hilmi Kitaphanesi, İstanbul 19354. 1921 yılında kaleme alınan eser, 1923 yılında Süs mecmuasında tefrika edildikten sonra 1927 yılında, Yara adıyla kitap halinde yayımlanır. Eserin anafikrini, bir annenin fedakârlığı oluşturur. Konusu: Seniha, çok genç denilebilecek bir yaşta dul kalıp, hayatını Leyla adlı kızını yetiştirmeye adamış, otuz altı yaşında bir kadındır. Leyla, annesi tarafından son derece şımarık büyütülmüş on altı yaşında bir gençkızdır. Bir gün hastalanan Leyla'ya çağırdıkları Sabih adlı bir doktorla Seniha arasında bir yakınlık doğar. Sabih de duldur ve Seniha'ya evlenme teklif eder. Sabih'i beğenen Seniha da bu teklifi kabul etmek niyetindedir. Seniha, bu durumu akrabasından ve gün görmüş Atiye Hanım'a açarak kızının böyle bir evliliği nasıl karşılayacağını danışır ama onun uyarılarına kulak asmaz. Seniha, niyetini kızına açtığında Leyla'nın bu evliliğe şiddetle karşı çıkması, aklına kızının Doktor Sabih'i seviyor olabileceğini getirir. Genç kadın, kızının yanında yazdığı bir mektupla Sabih'in teklifini kibarca reddeder.
4 Bu basım, yazarın damadı Selâmi İzzet Sedes tarafından yapılmıştır; ayrıca, Tenkid mecmuasında (nr:6, Temmuz 1326/1910) Emile Faguet ve Gustave Lourmet takma adlarıyla çıkan yazılarda eser konu ve üslup bakımından alaya alınmıştır.
Sabih, mektubu alınca Seniha'yı görmeye gelir. Sabih, Seniha'nın açıklamalarından sonra evine dönerken geçirdiği ve isteyerek olup olmadığı belli olmayan bir kaza sonucunda ölür. Seniha, Sabih'in ölüm haberini henüz almıştır ki, gezintiden dönen uçarı kızı Leyla, yanındaki bir genci nişanlısı olarak annesine takdim eder. v) Diken; Kütüphane-i Sudi, İstanbul 1333/1917 (1 perde ve resimli; resimleri İzzet Ziya tarafından çizilmiş). Diken, Mehmed Rauf'un telif tek komedisidir. Eserin anafikrini, para ve zenginliğin aile hayatındaki rolü oluşturmaktadır. Konusu: Orta halli bir memur olan Nâfi Bey, karısı ve kızıyla gayet mütevazı bir hayat sürmektedir. Kocasını para makinesi gibi gören ve parasızlıktan sürekli yakınan karısı Hamide'nin gözü ise hep yukarılardadır. Oysa, memur maaşlarının zamanında ödenemeyişi ve tefecilerden faizle alınan paralardan dolayı Nâfi Bey de diğer meslektaşları gibi çaresizdir. Anne kızın birlikte alışverişe gittikleri bir gün, evlerine gelen mahallenin zenginlerinden Hâmi Bey, Nâfi Bey'in kızına talip olduğunu söyler. Eve geldiklerinde, anne ve kız hayaller kurmaya başlarlar. Ancak, gerçek sonradan anlaşılacaktır. Ertesi gün, evlerine yeniden gelen Hâmi Bey, yanlış eve geldiğini söyleyerek aileden özür diler. Hamide Hanım ile kızının hayalleri bir anda suya düşer. 2- Tercüme ve Adapte Piyesleri: ı) Ferdi ve Şürekâsı; Hilâl Matbaası, İstanbul 1325/1909; (Halid Ziya Uşaklıgil'in aynı isimli eserinden; oyun 3 fasıl). Eserin kapağında yazılış nedeni, kısaca şöyle açıklanmaktadır: “1324 senesi EylüPünün yirmi dokuzuncu pazartesi günü (12 Ekim 1908) Tepebaşı Bahçesi'nde in'ikad etmiş
(toplanmış) olan Sahne-i Osmâniye Hey'et-i Edebiyesi'nin kararı ve vuku bulan teklifi üzerine Uşşâkizâde Halid Ziya Beyefendi'nin bu nâmdaki romanlarından Mehmed Rauf Bey tarafından tertib olunan oyundur.". Mehmed Rauf'un tiyatroculuğu üzerine yazmış olduğu bir yazıda Mahmut Yesari, bu eserin senaryosunu "sakat" olarak niteler5. ıı) Yağmurdan Doluya; Karabet Matbaası, İstanbul 1335/1919; Octave Feuillet'in "Charybe en Scylla" adlı eserinden adapte. Tepebaşı'nda sahnelendiği söylenen eseri Mahmut Yesari, "çocukça" bulduğunu söyler6. ııı) Pembe Köşk; 1337/1921; Basılı değil. Şehir Tiyatrosu arşivinde7. ıv) Gençlik; 1339/1923. (Alfred Phaed'den) Süs; nr:27-41; 16 Kânun-ı evvel 1339-22 Mart 1340/16 Aralık 1923-22 Mart 1924. v) Kargacık Burgacık; 1338/1923; Basılı değil. El yazısı metni Metin And'ın özel kitaplığında bulunan piyes, Victorien Sardau'un "Les Pattes des Monches" adlı eserinden adaptedir. Mahmut Yesari, "aksak" bir eser olarak nitelediği Sardau'nun bu eserini çevirmek üzere kendisinden alırken
5 Bkz.: Mahmut Yesari; 'Tiyatro Muharrirlerimiz: Mehmet Rauf, Perde-Sahne; sayı:5, 1 Eylül 1943. 6 a.g.m. 7 Bu eser, Mehmet Rauf'un piyesleri üzerine bir tez hazırlayan Adnan Saruhan'a göre Alexandre Bisson'un "Rue Pigol”; Niyazi Akı'ya göre ise Octave Feuillet'nin "Rue Pigale" adlı eserinden adaptedir. Bkz: Adnan Saruhan; Mehmet Rauf'un Telif Piyesleri; I.Ü, Ed. Fak, TDEB, Mez. T., T.A.M., nr: T.1141/THT 583, İstanbul 1971; Niyazi Akı; Türk Tiyatro Edebiyatı Tarihi I, Dergâh Yay., İstanbul 1989, s. 230.
Mehmed Rauf'u "boşuna yorulmaması" için uyardığını ileri sürer. Yesari, bu uyarıya rağmen eserin çevrildikten ve birkaç temsilden sonra gösterimden kaldırıldığını söyler8. vı) Kamçı; Piyesin, Maurice Hennequin ile Georges Duval'in "Le coup de fovet" adlı eserinden adapte oluşundan başka bir bilgi yoktur. Mahmut Yesari de, "zayıf1 olduğunu söylediği eserin birkaç temsilden sonra gösterimden kaldırıldığını söyler9. vıı) Amca Bey; Mehmed Rauf'un sahnelenen tek başarılı piyesidir. Millî Sahne'de temsil edilen eserin üzerinde Mehmed Rauf'un son eşi Besime Rauf imzası vardır. Eser, Paul Gavault'un "Mou bon uncle" adlı oyunundan uyarlanmıştır. Mahmut Yesari ise, bu oyunun orijinal adının "Ma tante d'Haufleure" ve Amca Bey tipinin de aslında kadın olduğunu, Mehmed Rauf'un erkek olarak uyarladığını söyler10. vııı) Leyla; 1340/1924. (Fedora'dan adapte). ıx) inhiraf; (Bernstein'ın "Le D6tour" adlı eserinden adapte). x) Evlât Acısı; xı) Komşu Kocası; xıı) Erkek; Mehmed Rauf'un bu son üç adaptesi hakkında isimlerinden başka bir bilgi yoktur.
* Bkz.: Mahmut Yesari; 'Tiyatro Muharrirlerimiz: Mehmet Rauf', Perde-Sahne; sayı:5, 1 Eylül 1943. 9 a.g.m.
B- TİYATRO YAZARLIĞI Mehmed Rauf, edebî kişiliğinde de görüldüğü gibi, tiyatro ve tiyatroculuk hakkında da çeşitli makaleler kaleme almıştır. Mehmed Rauf'un bu makaleleri, hem tiyatro anlayışını ortaya koyması bakımından, hem de hacimleri itibariyle sahnelenmesi çok zor oyunlar kaleme almasının nedenlerini açıklaması bakımından önemlidir. Mehmed Rauf'a göre, edebî zevkimiz gibi tiyatro zevkimiz de henüz tam anlamıyla gelişmemiştir. Ona, göre tiyatroda konu çeşitliliğine ihtiyaç vardır, örneğin, "Tiyatro Kaidesi" başlıklı bir makalesinde halkın artık melodramlardan bıktığını söyleyerek buna neden olarak da, bir türlü kendini yenileyemeyen Mınakyan Tiyatrosu'nu gösterir11. Oysa, bu sahne ona tiyatroyu sevdiren ilk tiyatro topluluklarımızdandır. Ama, Mehmed Rauf'un asıl kastettiği, sahnelerimizde Avrupaî anlamda bir tiyatro eserinin oynanmamış olduğudur12. Ona göre, konu çeşitliliği sağlanıp seyircinin tiyatro zevkini geliştirici, onları hazırlayıcı eserler kaleme alınmadıkça yazarlarımızla, tiyatro anlayışı henüz oturmamış olan seyirci arasındaki fark kapatılamaz. Bu yüzden, ilk hareket noktası olarak, halkın tiyatro anlayışının ve zevkinin hangi noktada olduğunun saptanması gereklidir. Buna örnek olarak da, o yıllarda Avrupa'da felsefi oyunların rağbet gördüğüne dikkat çeken Mehmed Rauf, aynı türün bizde ne ölçüde başarılı olacağını sorar. Mehmed Rauf'a göre, bu alanda kendilerinden öncekilerin de örnek olabilecek belli başlı bir tiyatro eseri bırakamadıkla-
11'Tiyatro Kâidesi1', Pâyitaht, nr:13, 7 Şubat 1337/1922. ,2l'Tiyatro Hayatı: Sahnenin Dili", Servet-i Fünûn, nr:1102, S Temmuz 1328/18 Temmuz 1912.
rından elde bir ölçüt yoktur Bu yüzden de, ülkede oturmuş bir tiyatro dili, usulü hâlâ yoktur13. İşte, dönemin tiyatro seyircisinin zevkinin belirsizliğinden böyle yakınan Mehmed Rauf, halkın ne tür eserlerden hoşlanacağını bilmeden eser vermenin güç olacağını dile getirir. Ona göre, tiyatroya yeni yeni ısınan halkın zevkinin ve anlayışının gelişimi de ancak zamanla olacaktır. Bu nedenle, Mehmed Rauf'a göre başlangıç olarak halkın zevkine uygun eserler vermek en doğru yoldur. Cidâl önsözünde Mehmed Rauf, Pençe de olduğu gibi edebî ve teknik yönün, tiyatro adına halkın zevkinin gelişimine feda edildiğini söyler. Pençe'de edebî yönün ağır bastığını söyleyen Mehmed Rauf'a göre, Cidâl'de az da olsa denge sağlanmaya çalışılmıştır14. Cidâl önsözünde kendisinin de belirttiği gibi, sahnelenmeye ceğini bile bile okunmak üzere tiyatro eseri yazdığı dikkate alınırsa, Mehmed Rauf'un belli bir ölçüt bırakmadıklarından yakındığı eskilerin, özellikle Ahmet Midhat Efendi ve Abdülhak Hâmid'in izinden gittiği, ya da gitmek zorunda kaldığı açıkça görülür. Gerçekten de, Mehmed Rauf tiyatroyu halkı eğlendirirken eğitecek bir araç olarak görür. Bir dergiye verdiği röportajda, tiyatronun seçkin bir eğlence olduğunu, okumayı sevmeyenlerin bile tiyatroya giderek farkında olmadan âdetâ kitap okumuş olduklarını söyler. Çünkü, ona göre, oynanan oyun herşeyden önce edebî bir eserdir. Seyirci bu eserleri, içinde bir his, bir heyecan, bir ihtirasla seyrederek düşünecek, hissedecek, gülecek bazen de ağlayacak ama mutlaka bir etki alacaktır15. 13"Mukaddime", Cidâl; Hilâl Kütüphanesi, Asya Matbaası, İstanbul 1327/1911 14a.g.y. 15İ. Galip'le Konuşma; Temâşâ; nr:22, Mayıs 1336/1920.
O yıllarda, ülkemizde, dağılmadan uzun süre ayakta kalabilen ve bir eseri kusursuz oynayabilen herhangi bir tiyatro topluluğunun da olmadığından yakınan Mehmed Rauf'a göre, bu dağınıklığı önlemenin yolu, tiyatro sanatçılarını belli bir çatı altında toplamaktır16. Çok kısa aralıklarla sahne eseri yazan Mehmed Rauf'un, tiyatro yazarlığı alanında dikkate değer bir aşama kaydetmekle birlikte, bu alanda da -roman ve hikâye konusunda olduğu gibidüşündüklerini uygulama hususunda başarılı olduğu söylenemez. Mehmed Rauf'un tiyatro eserlerinde de, diğerlerinde olduğu gibi konu aşk, kadın, evlilik ekseni etrafında döner. Ancak, bu temler de dolayımlı olarak evlilik şekilleri, bağlılık, ihanet ve yasak aşkların doğurabileceği felâketler, aileler üzerindeki olumsuz etkileriyle birlikte verilmeye çalışılır. Bir annenin özverisinin işlendiği Ceriha ve bir anlamda hayal ile gerçek arasındaki farkın ele alındığı Diken piyesleri bile aşk, evlilik dolayımında verilmeye çalışılmıştır. Piyeslerindeki kahramanlar, hikâye ve romanlarındakilerin hemen hemen aynısı, hattâ kopyesidir. Bu nedenle, Reşat Nuri, Cidâl üzerine yazmış olduğu bir eleştirisinde, onun eserlerindeki kahramanların birbirlerine olan benzerliğine değinerek "Rauf Bey'in bütün eserlerini bilmek için bir tanesini okumak kâfidir! Binaenaleyh Eylül kifâyet eder." der17. Onun piyeslerinde doğrudan olmasa da, sosyal konulara değinildiği görülür. Bazı araştırmacılara göre, Sansar'da kâhyalık kurumu eleştirilmeye çalışılmıştır. Ancak, eserlerinin tümü gözönüne alındığında Mehmed Rauf'un hiçbir zaman böyle
l6"Tiyatro Hayatı: Bizde Tiyatroculuk", Servet-i Fünûn, nr:1097/31 Mayıs 1328/13 Haziran 1912. 17Reşat Nuri; "Eser ve Zat: Mehmed Rauf Bey", C e n ç Kalemler, nr:8, 1911, s. 131-138.
sosyal amaçlar gütmediği rahatlıkla görülür. Onun eserlerine giren toplumsal olaylar, dâimâ arka plânda kalmıştır. Örneğin, Diken'de Nâfi Bey memurdur. O devirde, devlet memurların maaşlarını ödemekte zorlamaktadır. Maaşların zamanında ödenemeyişi, memurları tefecilerin eline düşürdüğü için hepsi maddi sıkıntı içindedir. Ama, piyeste bunlardan çok, Hamide Hanım ve kızı gibi yetinmesini bilmeyen savurgan kişilerin Nâfi Bey gibi insanları nasıl üzdüklerine tanık oluruz. Dolayısıyla, Sansar'da da, sosyal bir eleştiri olarak kâhyalıktan çok, görücü usulü veya zorla yaptırılan evliliklerin eleştirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Mehmed Rauf'un hemen hepsi tezli olan bu piyeslerinin adlan da semboliktir. Bütün piyeslerin adları konuyu özetler gibidir. Örneğin, yaptığı dedikodularla bütün bir aileyi birbirine düşüren Kambur Kâhya, âdetâ bir "sansar" gibi etrafındaki insanları manen boğarak felâketlere sürükler. Yine, "şirret" lâkaplı Hamide Hanım, bitmek tükenmek bilmeyen istekleriyle kocasına rahat vermez. Nâfi Bey, karısının bu tavırları yüzünden sürekli "diken" üstündedir. Her şeyi cinselliğe indirgeyerek açıklayan Vasfi Bey ise, evliliği insanları özellikle gençleri "pençe"sine alarak boğan bir canavara benzetir. Piyeslerin hemen hepsi, kapalı mekânlar, özellikle ev içlerinde geçer. Eserlerin çoğunda kostümlerden söz edilmez. Kostümlerin nasıl olması gerektiği ancak konuşmalardan çıkarılabilir. Dekor için ise, Pençe, Cidâl ve Sansar'ın perde başlarında gerekli açıklamaların yapıldığı görülür. Mehmed Rauf'un tiyatro eserlerinde de, kendi kişiliğinden sıyrılamadığını görürüz. Onun piyeslerindeki kahramanlar da, aşağı yukarı roman ve hikâyelerindekilerinin kopyesidir. Bu yönüyle onun piyesleri, Servet-i Fünûn edebî topluluğundan gelme genel karakteristik özellikleri taşımakla birlikte, yazıldıkları
dönem dikkate alınırsa yansıttıkları görülür.
il.
Meşrutiyet
sonrası
atmosferini
Döneminde pek çok eleştiriye uğrayan Mehmed Rauf'a en ağır eleştiri Reşat Nuri'den gelmiştir. Reşat Nuri, yukarıda da anılan eleştirisinde, Mehmed Rauf’un tiyatro yazarı olamayacağını, ruh çözümlemelerinde ülkemizde belki en önde gelen isimlerinden olduğu halde bunun hikâye ve romanın sınırlan içinde kalması gerektiğine inanır. Reşat Nuri, bu ruh çözümlemelerinin sahneye uyarlanması durumunda ortaya Cidâl, Pençe türünden oyunların çıkacağını söyleyerek buna da yazar razı olsa bile kendilerinin rıza gösteremeyeceklerini ekler18. Eleştirilerden bir diğeri ise, Baha Tevfik'in çıkardığı Tenkid mecmuasında Emile Faguet ve Gustave Lourmet takma adlarıyla yapılmıştır19. Bu yazılarda da, Mehmed Rauf'un Ceriha adlı piyesi, santimental konuları işlemesi ve konunun yazarın kullandığı dil ile uyuşmadığından anlaşılamamasından şikâyet edilir. Gerçekten de, Mehmed Rauf'un piyeslerinde olayların düzeninde rastlantıların fazla oluşu, tekniğin çoğu kez vasatı aşamaması, eserlerin tezli olması ve yazarın psikolojik özelliklere ağırlık vermesinden ötürü uzayan konuşmaların sahne diline uygun olmadığı görülür.
d .g .ııı.
19 Tenkid; nr:6, Temmuz 1326/1910.
V- MENSUR ŞİİRLERİ A- Mensur Şiirleri ve Mensur Şiir Yazarlığı Üzerine: Mensur şiir, Mehmed Rauf'un en başarılı olduğu edebî türlerden biridir. Mehmed Rauf, M ekteb mecmuasından başlamış olduğu ve adını Halid Ziya (Uşaklıgil)'dan alan’ "mensur şiir" ya da bugünkü ifadeyle düzyazı tarzında şiir türünün en güzel örneklerini edebî olgunluk devresinde Servet-i Fünûn mecmuasında verir. Mehmed Rauf, Servet-i Fünûn mecmuasında beş yıl süren bu faaliyeti arasında yazmış olduğu kırk iki mensureyi, Mekteb mecmuasındakilerle birlikte, Eylül romanından sonra en çok anman eseri Siyah İnciler'de bir araya getirir2. "Her güzel şey, kalbimde başka bir yara açarak geçer" diyen duyarlı, içten bir kalbin, güzelliğe ve aşka tutkun bir ruhun ürünü olan bu mensureler, hacimlerinin tersine yoğun ve ince bir hassasiyeti içerirler. İşlediği konularla uyum içinde olan ve okuyana âdetâ bu duyguları yaşatan Mehmed Rauf'un mensureleri türün öncülerinden olmasına rağmen, Halid Ziya'nın mensur şiirlerini gölgede bırakmıştır. Tabii, Halid Ziya'nın mensurelerinin daha az hatırlanışının nedeni, onun romanlarının daha ünlü oluşudur. Fakat, yine de bu mensurelerin, Mehmed Rauf'a, kendisinin Baudelaire ile mukayese edilmesine neden olacak kadar büyük bir ün sağladıkları düşünülecek olursa devrindeki etkisi daha iyi anlaşılır. 1Bkz.: Vasfi Mahir Kocatürk; Yeni Türk Edebiyatı, Muallim Ahmet Halit Kitap Evi, İstanbul 1936, s. 105; Suut Kemal Yetkin; Edebiyat Konuşm aları, Remzi Kitabevi, İstanbul (t.y.), s. 11. 2 Siyah İn ciler, Âlem Matbaası, İstanbul 1317/1901; ayrıca, eserin yeni harflere aktarma, sadeleştirme ve değerlendirmeden oluşan yeni baskısı için bkz.: Siyah İnciler, (Haz.: Rahim Tarım); Yapı Kredi Yay., İstanbul 1997, 315 s.
Şahabettin Süleyman, Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye adlı eserinde mensur şiir bağlamında Baudelaire ile karşılaştırdığı Mehmed Rauf'u, insan ruhunu tahlil/analiz etmede, en az onun kadar başarılı bularak "Mehmed Rauf bizde Baudelaire'dir" der3. Bohem bir hayat sürmeye çalışan ve bu yüzden de çok sıkıntılar çeken Mehmed Rauf'un, yaşam tarzı bakımından da Baudelaire'e öykündüğü bellidir. Mehmed Rauf'un en büyük arzusu, öldüğünde Gülhane Parkı'ndaki havuzun kenarına gömülmek veya mümkün olmazsa bir heykelinin buraya dikilmesidir4. Bilindiği gibi, 1867 yılında ölen Baudelaire'in de Lüksemburg Bahçesi'nde dikili bir büstü vardır. Mehmed Rauf'un eserleri arasında herkesin başarılı olduğunda birleştiği tek tür, onun mensureleridir. Hüseyin Cahit Yalçın, mensur şiirlerinin onun içtenliğini bütünüyle yansıttığını söyler: "(...) Mensur şiirleri, edebiyat yapmak için basma kalıp sözlerin, hiç hissedilmeden yanyana dizilmiş yığınları değildir. Onlar Rauf'un kalbinden ve ruhundan kopmuş bâkir yazılardı."5. İsmail Habib Sevük ise, Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi adlı eserinde Mehmed Rauf'un edebî kişiliğini değerlendirirken onun mensur şiirleri, hakkında şunları söyler:
3 Şahabeddin Süleyman; Tarih-i Edebiyat-ı Osm aniye, Sancakçıyan Matbaası, İstanbul 1328/1912, s. 367-369; Mehmed Rauf'u Baudelaire ile karşılaştıran diğer iki kişiden ilki Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Edebî Bahis: Eylül Müellifi, Milliyet, nr:1118, 24 Mart 1919, s. 1-2), İkincisi Edmond Saussey; (Prosateurs Turcs Contemporains Estraits Choisis, Paris 1935, s. 114)dir. 4 Son Posta; sene:2, nr:515, 30 Kânun-ı evvel 1931, s. 1, 11; Mehmed Rauf'un bu isteği Selim ileri'nin de bir makalesine konu olmuştur. Bkz.: Selim ileri; "Bir Romancının Heykeli", Milliyet, 8 Eylül 1989, s. 10. 5 Hüseyin Cahit Yalçın; Edebî H atıralar, Akşam Kitaphanesi, İstanbul 1935, s. 154.
"(...) Mehmed Rauf'un Eylül'le beraber diğer bir şöhreti, Siyah inciler'dir. O zaman küçük küçük hisleri, mini mini mevzuları, ufak ufak buluşları, yarımşar nihayet birer sahifelik mensure yapmak moda idi. Eylül müellifi bu modada nisbeten en çok muvaffak oldu."6. Niyazi Akı da, bir çalışmasında, Yakup Kadri Karaosman oğlu'nun, Meşrutiyet'in ilk yıllarında, Servet-i Fünûn mecmuasın da yayınlanarak tanınmasını sağlayan "İstimdâd"7 adlı mensur şiirinin "Ebr-i Melâl"8 adlı mensureyle benzerliğine dikkat çekerek Mehmed Rauf'un sonraki kuşaklar üzerindeki etkisini dile getirir9. Siyah İnciler, Mehmed Rauf'un hatıralarında belirttiğine göre bin beş yüz adet basılmıştır10. Beş bölümden oluşan ve sırasıyla Halid Ziya, Hüseyin Cahid, Celâl Sâhir, Fâik Âli ile eseri zikredilerek Samipaşazâde Sezâi'ye ithaf edilen bu bölümler 1, 12, 19, 13 ve 20'şer metinden meydana gelmiştir. Mehmed Rauf'un bazı hikâyelerine Siyah İnciler'de yer vermesi, onun Paul Bourget'nin etkisiyle gözleme, insanın iç dünyasına, psikolojik analizlere dayalı hikâyeleriyle mensur şiirlerinin karıştırılmasına ve bu metinlerin "hikâye ile mensur şiir arasında" bir yere konmak istenmesine yol açmıştır. Bu karışıklığa, romantik akımın türler arasında fark gözetmeyen bakışından çok, topluluğun yoğun duyarlığıyla açıklanabilecek insanın iç dünyasına yönelik analitik bakışın neden olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira, Servet-i Fünûn 6 İsmail Habib Sevük; Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1340/1924, s. 536. 7 istimdâd; Servet-i Fünûn; nr: 1024, 17 Kânun-ı sâni 1326/30 Ocak 1911. 8 Ebr-i Melâl; Servet-i Fünûn; nr:367, 12 Mart 1314/24 Mart 1898; Siyah İnciler, Âlem Matbaası, İstanbul 1317/1901, s. 85-86; Siyah İn ciler (Haz.: Rahim Tarım), Yapı Kredi Yay., İstanbul 1997, s. 118-119. 9 Niyazi Akı; Yakup Kadri Karaosmanoğlu (İnsan-Eser-Fikir-Üslup), İstanbul 1960, s. 62. 10Mehmed Rauf; "Servet-ı Fünûn'da Sansür", Güneş , nr:7, 1 Nisan 1927.
edebî topluluğu yetişebilmişlerdir.
romantik
akımın
ancak
son
dönemine
Öte yandan, aynı analitik ve duyarlılıkla yazılan mensurelerle hikâyeler arasındaki bu karışıklık veya yakınlaşmaya, biraz da Mehmed Rauf'un piyes, roman, albüm, mensur şiir demeyip her kitabının sonuna bir iki hikâye eklemiş olması da yol açmıştır. Örneğin, Esef, İnfiâl, Eyüp Yolunda ve Zehirlerim gibi başka eserlerinde de yer alan bazı hikâyeler, Siyah İnciler adlı mensur şiir kitabına da aldığı için, ya mensur şiir kabul edilmiş ya da mensur şiirle hikâye arası bir yere konmak istenmiştir. Gerçekten de, bu metinlerden bazıları, sevgiliye yazılmış bir mektubu andırırlar. Sevgiliyi takip, işaret verme gibi onun hikâyelerinde görülen motifleri, devrin aşk hayatının bütün aşamalarını içermesi, mektup tarzında yazılmış olması ve hikâyeye yaklaşan hacmiyle 'Telâki" bu karışıklığa örnek olarak gösterilebilir. Oysa, bize göre, yeni tasniflere gerek yoktur. Çünkü, Mehmed Rauf'un mensur şiirleriyle hikâyeleri karşılaştırılacak olursa hacim bakımından aralarında en azından üç dört sahifelik bir fark olduğu görülür. Üstelik, Siyah İnciler'de Mehmed Rauf'un Kiel Kanalı'nın açılışından dönerken gemide kaleme aldığı "Denizde" adlı seyahat izlenimleriyle Boğaziçi'nde bir gemide görevliyken kaleme aldığı "Nisan Gecesi", "Nisan Sabahı" ve "Bülbüle Karşı" başlıklarıyla, yazarın kendi izlenim ve duyarlılığını aktaran metinler de vardır. B- SİYAH İNCİLER DEKİ M ETİNLERİN LİSTESİ I- KELEBEK 1) Kelebek; Mekteb; nr:47, 5 Ağustos 1312/17 Ağustos 1896. II- GENÇLİK - Hüseyin Cahid'e -
1) Lev'a-ı Şebab; Mekteb ; nr:58, 24 Teşrin-i evvel 1313/5 Kasım 1897. 2) Yemin-i Vefa; (SİYAH İNCİLER 1901) 3) Matemlerim; Servet-i Fünûn, nr:369, 26 Mart 1314/7 Nisan 1898. 4) Benim Olsaydın; Servet-i Fünûn ; nr:376,14 Mayıs 1314/26 Mayıs 1898. 5) Kıştan Sonra; Servet-i Fünûn, nr:365, 26 Şubat 1313/10 Mart 1898. 6) Ebediyyen Sen (Ebediyen); Servet-i Fünûn, nr:433, 17 Haziran 1315/29 Haziran 1899. 7) Kadın İhtiyacı; Servet-i Fünûn, nr:358; 8 Kânun-ı sâni 1313/20 Ocak 1898. 8) Benim Kalbim; Servet-i Fünûn, nr:366, 5 Mart 1314/17 Mart 1898. Galatasaray Mecmuası, Yıl:1, Sayı:12, 20 Kânun-ı sâni 1932. 9) Kleopatra ("Madam ... için" adıyla): Servet-i Fünûn, nr:437, 17 Temmuz 1315/29 Temmuz 1899. 10)La Grande Via; Servet-i Fünûn, nr:440, 5 Ağustos 1315/17 Ağustos 1899. 11)Arp; Servet-i Fünûn, nr:316, 20 Mart 1313/1 Nisan 1897. 12)Hayalin; Servet-i Fünûn, nr:337, 14 Ağustos 1313/26 Ağustos 1897. 13)Hicran-ı Emel; (SİYAH İNCİLER 1901) 14)Bir Müsamereden Sonra; Servet-i Fünûn, nr:499, 21 Eylül 1316/4 Ekim 1900. 15)Kireç Burnu'nda; Servet-i Fünûn, nr:391, 27 Ağustos 1314/8 Eylül 1898. 16)Gözlerin Bir Semâ ki; Servet-i Fünûn, nr:498, 14 Eylül 1316/27 Eylül 1900.
17)Bir Necm-i Emel; Servet-i Fünûn, nr:498, 14 Eylül 1316/27 Eylül 1900. 18)Lâne-i Telâki; Servet-i Fünûn, nr:498, 14 Eylül 1316/27 Eylül 1900. 19)Sen (Müebbeden Sen); Servet-i Fünûn, nr:498, 14 Eylül 1316/27 Eylül 1900. 20)Benim Aşkım; Servet-i Fünûn, nr:498, 14 Eylül 1316/27 Eylül 1900. 21)Eğer Şuh İsen; Servet-i Fünûn, nr:498, 14 Eylül 1316/27 Eylül 1900. 22)Terane-i Saadet; Servet-i Fünûn, nr:498, 14 Eylül 1316/27 Eylül 1900. 23)Beni Sevmemişe; Resimli Gazete, nr:24, 21 Mart 1312/2 Nisan 1896. Servet-i Fünûn, nr:336, 7 Ağustos 1313/19 Ağustos 1897. 24)Taze Bir Mezar; (SİYAH İN CİLER 1901) 25)Firkete; Servet-i Fünûn, nr:330, 26 Haziran Temmuz 1897.
1313/8
26)Saçların; (SİYAH İNCİLER 1901) 27)Aşktan Sonra; Servet-i Fünûn, nr:406, 10 Kânun-ı evvel 1314/22 Aralık 1898. 28)0 Kadına; Servet-i Fünûn, nr:320, 17 Nisan 1313/29 Nisan 1897. 29)Sukut; Servet-i Fünûn, nr:498, 14 Eylül 1316/27 Eylül 1900. 30)Çiçekler Gibi; (SİYAH İNCİLER 1901) 31)Senin Gözlerin; Servet-i Fünûn, nr:441, 12 Ağustos 1315/24 Ağustos 1899. 32)Bârân-ı Bahar; Servet-i Fünûn, nr:330, 26 Haziran 1313/8 Temmuz 1897. Galatasaray Mecmuası, Yıl:1, Sayı:12, 20 Kânun-ı sâni 1932.
33)Halûk'un Gözleri; Servet-i Fünûn, nr:428, 13 Mayıs 1315/25 Mayıs 1899. 34)Bahr-i Muhit'te; (SİYAH İNCİLER 1901) 35)Ebr-i Melâl; Servet-i Fünûn, nr:367, 12 Mart 1314/24 Mart 1898. 36)Sîne-i Garam; M ekteb ; nr:66, 19 Kânun-ı evvel 1312/31 Aralık 1896. 37)Kimsesizliklerim; Servet-i 1314/31 Mart 1898.
Fünûn,
nr:368,
19
Mart
38)Üç Mezar; Servet-i Fünûn, nr:429, 20 Mayıs 1315/1 Haziran 1899. 39)Mehtap; Servet-i Fünûn, nr:394, 17 Eylül 1314/29 Eylül 1898. 40)Alâm-ı Vuslat; Servet-i Fünûn, nr:320/ 17 Nisan 1313/29 Nisan 1897. 41 )Hiçbir Yer; Servet-i Fünûn, nr:388, 6 Ağustos 1314/18 Ağustos 1898. 42)Spleen; (SİYAH İNCİLER 1901) 43)Mevte; (SİYAH İNCİLER 1901) 44)Köprü'de; (SİYAH İNCİLER 1901)
III- KÜÇÜK ŞEYLER -"Küçük Şeyler" Muharrir-i Muhteremine1) Nisan Gecesi; Servet-i Fünûn, nr:375, 7 Mayıs 1314/19 Mayıs 1898. 2) Nisan Sabahı; Servet-i Fünûn, nr:375, 7 Mayıs 1314/19 Mayıs 1898. 3) Bülbüle Karşı; Servet-i Fünûn, nr:375, 7 Mayıs 1314/19 Mayıs 1898.
4) Gelirken; (h) Mekteb; nr:45, 25 Temmuz 1312/6 Ağustos 1896. 5) Saçlar; Mekteb; nr:58; 24 Teşrin-i evvel 1312/5 Kasım 1896. 6) Mürebbiye; Servet-i Fünûn, nr:430, 27 Mayıs 1315/8 Haziran 1899. 7) Mülevves; (h) (SİYAH İNCİLER 1901) 8) Ada Vapurunda; Servet-i Fünûn; nr:537, 1317/27 Mayıs 1901.
14 Mayıs
9) Telâki; (SİYAH İNCİLER 1901) 10)Son Mektup; (h) Servet-i Fünûn, nr:454, 11 Teşrin-i sâni 1315/23 Kasım 1899. 11)Denizde; Mekteb; nr:58, 24 Teşrin-i evvel 1312/5 Kasım 1896. Servet-i Fünûn, nr:326, 29 Mayıs 1313/10 Haziran 1897. 12)Sadaka; (h), Mekteb; nr:71, 23 Kânun-ı sâni 1313/4 Şubat 1898. 13)Yalancı Dost (SİYAH İNCİLER 1901) 14)Zehirlerim; (h) (SİYAH İNCİLER 1901) 15)A$k ve Vefa; (h), Servet-i Fünûn, nr:442,19 Ağustos 1315 16)Fenerci; (h) Servet-i Fünûn, nr:411, 14 Kânun-ı sâni 1314/26 Ocak 1899. 17)Esef; (h) Servet-i Fünûn, nr:408, 22 Kânun-ı evvel 1314/3
Ocak 1899. 18)İnfiâl; (h) Servet-i Fünûn, nr:435, 1 Temmuz 1315/13 Temmuz 1899. 19)Eyüp Yolunda; (h) Servet-i Fünûn, nr:418-419, 4-11 Mart 1315/16-23 Mart 1899. 20)Birbirimiz İçin; Servet-i Fünûn, nr:481, 18 Mayıs 1316/31 Mayıs 1900.
C- SİYAH İNCİLER D IŞIN D AKİ M ENSURELERİ 1) O'na; Mekteb; nr:52, 12 Eylül 1312/24 Eylül 1896. Servet-i Fünûn; nr:406; 10 Kânun-i evvel 1314/22 Aralık 1899. 2) Bahtiyarlık Değil midir?; Mekteb; nr:52, 12 Eylül 1312/24 Eylül 1896. 3) O Mahmur Gözler; Mekteb; nr:52, 12 Eylül 1312/24 Eylül 1896. 4) Ey Hulyâ-yı Şâir; Mekteb; nr:53, 19 Eylül 1312/1 Ekim 1896. 5) Hayâl-i Mâder; M ekteb ; nr:55: 3 Teşrin-i evvel 1312/15 Ekim 1896. 6) Tesadüflerim; Resimli Kitab; nr:1, Eylül 1324/1908. 7) Sermetçik'e; Mahasin; nr:2, 1 Teşrin-i evvel 1324/14 Eylül 1908. 8) Pervâne; Musavver Hâle; nr:1, Kânun-ı evvel 1325/1909. 9) Asıl Demet; Resimli Kitab; nr:9, Haziran 1325/1909. 10)Bûse; Servet-i Fünûn; nr:961, 22 Teşrin-i evvel 1325/4 Kasım 1909. 11)Kalbim Yalnız fztıraba Değil; Servet-i Fünûn; nr:965, 19 Teşrin-i sâni 1325/2 Aralık 1909. 12)Kaside-i Perestiş: Menekşecik; Servet-i Fünûn; nr:1092, 26 Nisan 1328/9 Mayıs 1912. 13)Hazan; Servet-i Fünûn; nr:1093, 3 Mayıs 1328/16 Mayıs 1912.
VI- ÜSLUP Genel olarak, Mehmed. Rauf'un üslubunun Servet-i Fünûn edebî topluluğunun karakteristik özelliklerini taşıdığını söyleyebiliriz. Topluluk ve üyeleri üzerine bugüne kadar yapılan çalışmalarda da üslup anlayışları üzerine çok şey söylendiğinden, burada ayrıntıya girmek yerine, Mehmed Rauf'un bu anlayış içindeki yerini saptamaya çalışacağız1. Mehmed Rauf'un üslubu konusunda, edebiyat tarihlerindeki ortak kanı, onun bir üslup sanatkârı olmadığı, bazı özentilerine rağmen ağır tamlamalardan, süslü anlatımlardan kaçındığı, "dışa değil, içe" yönelerek çeşitli ruhsal durum analizlerinde daha başarılı olduğu yolundadır. Çünkü, onun amacı, sanat göstermek değil, hissettiği gibi yazarak, duygularını okuyucuya aktarmak ve onlara bu ruhsal durumu yaşatmaktır2. Hüseyin Cahid, anılarında Mehmed Rauf'un üslubunu, sanki "düşüverecekmiş hissiyle insanı heyecanlandıran ve yürürken öteye beriye çarpan" bir adama benzetir. Ancak, yine de bilmeden kullandığı Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarıyla anlatmaya çalıştığı yepyeni duyuşlarıyla insanı etkilediğini söyler. Hüseyin Cahid'in sözünü ettiği ve Mehmed Rauf'un üslubunda görülen bu pürüzler, herşeyden önce topluluğu hazırlayan dönemin bir özelliğidir. 1885-1899 yılları arasında, 1 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.: Mustafa Nihat Özön; Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Maarif Matbaası, İstanbul 1941 Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret, 2. bs., Dergâh Yay., İstanbul 1987; Bilge Ercilasun; "Servet-i Fünûn Edebiyatı, Büyük Türk Klâsikleri, C.IX., Ötüken Yay., İstanbul 1989, s. 267-275. 2 İsmail Hikmet Ertaylan; Türk Edebiyatı Tarihi, Baku 1925; İsmail Habib Sevük; Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi, 1340/1925, s. 536; İsmail Habib Sevük; Edebî Yeniliğim iz; Devlet Matbaası, İstanbul 1936; Mustafa Nihat Özön; Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Maarif Matbaası, İstanbul 1941; Hıfzı Tevfik Gönensay; Tanzimat'tan Zamanımıza Kadar Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1943. 3 Hüseyin Cahid, Edebî H atıralar, İstanbul 1935, s. 133, 135.
edebiyatımıza Batı dillerinden yapılan çevirilerin farklı bir üslup yarattığı ve yabancı eserleri aslından okuma imkânı bulan Servet-i Fünûn kuşağı üzerinde de etkili olduğu öteden beri bilinmektedir4. Diğer taraftan, Hüseyin Cahid, kendisinin ve Mehmed Rauf'un sadeliğinin, onların söz dağarlarının kıtlığından, süslü yazmak istemelerine rağmen bunu beceremeyişlerinden kaynaklandığını söyler: "(...) İsmail Habib Bey, Servetifünun edebiyatı münasebetile benden bahsederken lisanın bu sadeliğini benim için bir meziyet olarak kaydediyor. Halbuki, bilse! Rauf'un, benim bu sadeliğimiz, doğrusunu isterseniz, cehaletimizden ileri geliyordu. Cenab'ın arapçasını, Fikret'in kamusunu bize veriniz, bak neler yazardık! Halit Ziya Bey'in de arapçada pek derin olduğunu zannetmiyorum, amma herhalde cümlelerini kâfi derecede ballandıracak bir arap ve acem hâzinesine mâlikti. En cahili Rauf ile bendim. Bundan dolayı Türkçe yazıyorduk."5. Bütün bu ön bilgilerden sonra ve eserlerine genel olarak bakıldığında, Mehmed Rauf'un roman ve hikayelerine oranla mensur şiirlerinde daha sade bir kullandığını görürüz. Bunun nedeni, roman ve hikâyenin mensur şiir gibi âdetâ serbest bir tür olmayıp bir tekniğe, bütünlüğe, kompozisyona, kısacası belli bir üslubu gerektiren edebî tür olmalarındadır. Piyeslerindeki dilin de sahneye uygun olmadığını, hattâ kendisinin de bunun bilincinde olduğunu ama bazı eserlerini oynanmak için değil seyirciyi eğiterek hazırlamak amacıyla okunmak için kaleme aldığını söylemiştik.
4 Mehmet Kaplan; Kültür ve D il, 2. bs., Dergâh Yay., İstanbul 1983, s. 124. 5 Hüseyin Cahid, Edebî H atıralar, İstanbul 1935, s. 133, 135.
Yine, Mehmed Rauf'un döneminde eski edebiyat taraftarlarının eleştirilerine neden olan “ve" ile başlayan cümlelerini de özellikle belirtmek gerekir. Mehmed Rauf, bu yüzden yadırganan bir eserinin, kendi ifadesiyle "traşlandıktan" sonra yayımlanabildiğim söyler. Bu konuda, Mehmed Rauf'tan hareketle topluluğa yöneltilen eleştirilerin yoğunluk kazanması üzerine, Hüseyin Cahid, Hayat-ı Muhayyel adlı eserini "Ve Rauf'a" diye Mehmed Rauf'a ithaf ederken Tevfik Fikret de o güne kadar denemediği bu tarz bir cümle yapısını kullanarak kendisine destek olur6. Ancak, onun üslubundaki bu tuhaf cümle yapıları sadece "ve" bağlacının kullanılışı ile sınırlı değildir. Eserlerinin büyük bir bölümünde, "evet", "işte" gibi kelimelerle başlayan cümleler de az değildir. Zaten, kendisi de, başta Halid Ziya olmak üzere, arkadaşları tarafından bu gibi alışılmadık değişik bir üslupla yazmasından dolayı anlaşılamayacağı yolunda sık sık uyarılır7. Mehmed Rauf'un eserlerinde, kesik kesik konuşmaları andıran kısa cümleler, konuşma üslubuna yaklaşan rahat bir söyleyiş hakimdir. Onun üslubunda, bazı tekrarlar ve yerel konuşma özelliklerine rastlanırsa da, bunlarda başarılı olduğu söylenemez. Aynı şey, bazı eserlerinde rastlanan azınlıkların konuşmaları için de geçerlidir. Bu yüzden, Mehmed Rauf, taklidî konuşmalara eserlerinde pek yer vermez. Ayrıca, onun eserlerinde, işlenen konuya ve zemine göre zaman zaman argo kelime, ibare ve cümlelere de rastlanır. Mehmed Rauf'un eserlerinde sıkça görülen özelliklerden biri de, "âh!, of!, oh!, aman yarabbi!" gibi nidâların bolluğudur. Bu nidâlar yanında eserlerinde devamlı tekrar edilen ve birbirine çok benzeyen bazı cümlelerin kullanıldığı da görülür. Bunların bir 6 Mehmed Rauf; "Edebiyat-ı Cedide'ye Doğru", Peyâm; nr:355-113, 25 Teşrin-i sâni 1335/1919. 7a.g.y.
kısmı, soru cümleleri; bir kısmı ise hüküm cümleleri; bir kısmı ise doğa ve tablo betimlemelerinde topluluğun sık başvurduğu isim cümleleridir. Mehmed Rauf da, doğanın insanın psikolojisi üzerindeki etkisini gösterebilmek için bu betimlemelere ayrı bir özen gösterir ve uzun cümlelerle yapılan bu betimlemelerde başarılı olduğu da söylenebilir. Ancak, Mehmed Rauf'un asıl başarısı insan ruhuna ait analizlerin inceliğinden ve kuvvetinden doğar. Şahabeddin Süleyman, Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye adlı eserinde, onun bu özelliğine değinerek, ruh analizlerinin okuyana bu duyguları âdetâ yaşattığını söyler. Bu, aynı zamanda, bütün edebiyat tarihçilerinin üzerinde görüş birliğine vardıkları bir noktadır8. Yeni duygular için yeni ifade şekilleri peşinde koşan ve bu yüzden Farsça kelimelere ağırlık veren Servet-i Fünûn edebî topluluğu yazarlarının aksine, Mehmed Rauf'un üslubunda Arapça kelimelerin daha ağırlıkta olduğunu söyleyebiliriz. Burada, Arapça'dan dilimize geçen kelimeleri kastettiğimizi belirtelim. Ancak, onun eserlerinde "ve kıs aleyhimü'l-bevâkî" : "gerisini buna kıyas et", "men sabere zafere": "zafer sabredenindir", "(El) Kanaatü kenzü'l-lâ yefnâ": "Kanaat tükenmez hazinedir" gibi bazı Arapça ibare ve deyimlere de rastlanır. Batı dillerinden ise, Fransızca ve İngilizce'nin yanısıra denizcilik mesleğinden gelen İtalyanca kelime, terim ve cümlelere de eserlerinde yer verir. Elbette, bunlar Arap harfleriyle ve Türkçe okunuşlarıyla yazılmışlardır. Onun Avrupa görmüş, asrî ve şık kahramanları, birbirleriyle konuşurlarken, yabancı dil bildiklerini gösteren "bon soir, absent, mon cher, tr£ cher, enchante"; "I love you forever", "Good 8 Şahabeddin Süleyman; Tarih-i Edebiyat-ı Osm aniye, Sancakciyan Matbaası, İstanbul 1328/1912; Mustafa Nihat Özön; Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Maarif Matbaası, İstanbul 1941, s. 244.
morning, Hovv do you do?"; "bona sera" gibi bazı kelimeleri kullanmayı da ihmâl etmezler. Genel olarak, Mehmed Rauf'un üslubuna özen göstermediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin, başlangıçta "rençber" diye tanıttığı bir kahramanı, eserin sonunda "hamal" yapabilir (Gelirken, s.117, 120); yine, bir hikâyesinde olduğu gibi kadınlardan söz ederken "yaşlı" yerine de "şâyân-ı dikkat olmak zamanlarını birkaç sene evvel aşmışlardı" şeklinde dolaylı bir anlatımı tercih edebilir veya çok eleştirildiği bir nokta olarak köylü kahramanlarını "sizli bizli" konuşturabilir: "(...) — Beni mi çağırdınızdı? dedi. -- Evet, sizi, dedi. (...) - Ne çabuk yabancı oluyorsunuz, dedi, çavuş olunca bu kadar kibirleşmişsiniz, ya daha büyüseniz ne olacak? Aman yarabbi!" (Köylünün Aşkı, s. 157). Sonuç olarak, bütün eserleri göz önüne alındığında, Mehmed Rauf'un üslubunun, topluluk içindeki arkadaşlarına oranla ve dönemine göre sade olduğunu, ruh analizlerine gösterdiği aşırı özeni diğer noktalarda gösteremediğini, hattâ ihmâl ettiğini söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA*** A- Makaleler: Selâmi İzzet; "Mehmet Rauf Merhum ve Eserleri", Resimli Şark; nr:14, Şubat 1932, s. 4-6. Hikmet Feridun; "Eylül Muharrinin 24 Saati... Merhumun Son Günlerinde", Muhît; nr: 40, Şubat 1932, s. 18-19. Reşat Feyzi;"Tevfik Fikret'in Yıldönümü ve Mehmet Rauf; Uyanış Servet-i Fünûn; C.73-79, nr:213-1898; 29 K. E. 1932, s. 68-69. ES, Hikmet Feridun; "İlk Sevgilileri ve Sevgileri -6- Mehmet Rauf, Resimli Herşey, nr:3,12 İlkteşrin 1935, s. 22-23. DİZDAROĞLU, Hikmet; "Bütün Hayatı Aşkla Dolu Bir Yazar: Mehmet Rauf'; Varlık; nr:461; 1 Eylül 1967, s. 10. COŞKUN, Erdoğan; "Mehmet Rauf'un Romanlarında Mûsikî", Hisar, sayı:129, Eylül 1974, s. 23-26. COŞKUN, Erdoğan; "Mehmet Rauf'un Romanlarında Mûsikî Sohbetleri", Hisar, sayı:130, Ekim 1974, s. 23-24. COŞKUN, Erdoğan; "Mehmet Rauf'un Romanlarında Tabiat ve Hayvan Sesleri", Hisar, sayı:132, Aralık 1974, s. 12-13. ENGİNÜN, İnci (Zeynep Kerman'la birlikte); Türkçede Alphonse Daudet; Dünya Edebiyatından Seçm eler; nr:2, Nisan 1977. DİZDAROĞLU, Hikmet; "Mehmet Rauf ve Edebiyat-ı Cedîde", Varlık; nr:841, Ekim 1977, s. 8-9.
(,,Kronolojik olan kaynakçada dipnotlarda adı geçen eserler zikredilmemiştir.
KERMAN, Zeynep; "Mehmet Rauf'un Halâs Romanı"; Doğumunun 100. Yılında Atatürk'e Armağan, İstanbul 1981, s. 407-418. KERMAN, Zeynep; "Eylül Romanında Musiki" I, II; M illî Kültür, C.ll, sayı:11-12, Nisan-Mayıs 1981. KANTARCIOĞLU, Sevim,"Modern Roman Teknikleri ve Mehmet Rauf'un Eylül'ü"; M illî Kü/für,C.III,Sayı:3,4;Ağustos-Eylül 1981. HAS-ER, Melin; "Ferdâ-yı Garam Romanında Kadın Kahramanlar"; Mehmet Kaplan İçin, Ankara 1988, s. 105-114. İLERİ, Selim; "Aşk Vurgunu Bir Yazar", Milliyet; 16 Haziran 1989^ s.10. PINAR, Nedret; "Beş Servet-i Fünûn Yazarının Bilinmeyen Yönleri", Tarih ve Toplum, Sayı:70, Ekim 1989, s. 15-16. BAYAZOĞLU, Ümit; "Bir Asırlık Randevu: Kontra-Anket", Nokta; Yd:9, sayt:31, 4 Ağustos 1991, s. 45-47.
B- Tezler: ERTANA, Baha; Mehmet Rauf Hayatı ve Eserleri, A.Ü., DTCF., TDEB., Mez. T., 6, Ankara 1941. OĞUZTAN, Firuzan; Mehmet Rauf ve Romanları, A.Ü., DTCF., TDEBV Mez. T., 13, Ankara 1947. TANRIKUL, Şükran; Mehmet Rauf'un Piyesleri, A.Ü., DTCF., TDEB., Mez. T., 32, Ankara 1949. YÜREK, Zerrin; Mehmet Rauf ve Küçük Hikâyeleri; A.Ü., D.T.C.F. TDEB, Mez. T., 72, Ankara 1952. DEMİRKIZDIRAN, Sabahat; Mehmet Rauf'un Romanlarında Kadın Tipleri; İ.Ü; TDEB, Mez. T.; 453, İstanbul 1954. TUNAŞAR, Aysel: Servet-i Fünun Edebiyatında Hikâye; İ.Ü; TDEB, Mez. T.; 374, İstanbul 1954-1955.
COŞKUN, Erdoğan; Mehmet Rauf'un Romanlarında Ses ve Musiki; İ.Ü; TDEB, Mez. T.; 536, İstanbul 1956-57. KARCIOĞLU, Ülker; Mehmet Rauf'un Türk Edebiyatına Dâir Yazıları; İ.Ü; TDEB, Mez. T.; 665, İstanbul 1965. SARUHAN, Özden; Mehmet Rauf'un Romanlarında Psikolojik Tahliller, A.Ü., DTCF, TDEB, Mez. T., 177, Ankara 1965. ALTINDAĞ, Ayla; Mehmet Rauf'un Hikâyeciliği, "Son Emel" ve "Pervaneler"; İ.Ü; TDEB, Mez. T.; T.736, İstanbul 1966. SARUHAN, Adnan: Mehmet Rauf'un Telif Piyesleri; İ.Ü; TDEB, Mez. T:1141, İstanbul 1971. GÜLER, Nâife; Mehmet Rauf'un Romanlarında Kelime Hâzinesi, Dil ve Üslûp Özellikleri; A.Ü, DTCF., TDEB., Mez. T:300, Ankara 1972. YILDIZ, Ahmet; Mehmet Rauf'un Hikâye ve Mensur Eserlerinde Vokabüler, Kelime Hâzinesi, Dil ve Üslûp Özellikleri; A.Ü., DTCF., TDEB., Mez. T. Ankara (t.y.). SUNAY, Sibel; Mehmet Rauf'un Romanlarında "Aşk Teması", A.Ü., DTCF., TDEB., Mez., T:139, Ankara (t.y.). YANILMAZ, Ersen; Mehmet Rauf'un Romanlarında Erkek Tipleri; A.Ü, DTCF., TDEB., Mez. T:152, Ankara (t.y.). ARMAN, Tülin; Mehmet Rauf'un Romanlarında Kadın Tipleri, A.Ü., DTCF., TDEB, Mez. T:133, Ankara (t.y.). ÖZBALCI, Mustafa; Mehmed Rauf'un Romanlarında Şahıslar Kadrosu, Samsun 1992. (Doçentlik sunuş çalısması) C- Kitaplar FAZY, Edmond - MEMDOUH, Abdul-Halim; Anhtologie l'amour turc, Paris 1905. NECDET, Raif; Hayat-ı Edebiye, İstanbul 1922.
de
İbrahim Necmi; Türk Edebiyatı Dersleri, 1338/1922. KÖPRÜLÜ, M. Fuad; Bugünkü Edebiyat, İkbâl Kitaphanesi, Cihan Biraderler Matbaası, İstanbul 1924. ERGUN, Sadettin Nüzhet; Cenap Şebabettin; Yeni Kütüphanesi, Güneş Matbaası, İstanbul 1934.
Şark
KOCATÜRK, Vasfi Mâhir; Yeni Türk Edebiyatı, Muallim Ahmet Hafit Kitabevi, İstanbul Î936. SEVÜK, İsmail H.; Avrupa Edebiyatı ve Biz -Garpten Tercümeler-, I, II C., İstanbul 1940, 1941. AKYÜZ, Kenan; Tevfik Fikret, A.Ü. D.T.C.F. Yay.:56,Türk Edebiyatı Serisi:1, Ankara 1947. NAYIR, Y.Nâbi; Türk Edebiyatının En Güzel Hikâyeleri Antolojisi; Varlık Yay., İstanbul 1947. OĞUZKAN, A.Ferhan; Yakup Kadri Karaosmanoğlu (HayatıSanatı-Eserleri), Varlık Yay., İstanbul 1954. ALANGU, Tahir; Cumhuriyetten C.l, II, III., İstanbul 1965.
Sonra
Hikâye
ve
Roman,
DÜRDER, Baha; Şâirler, Muharrirler, Edipler; 9. bs., İstanbul 1970. ÇELİK, Naci; Romanda Haziran 1971.
Hesaplaşma, Türkiye Defteri Yay.,
TANYU, Hikmet; Tevfik Fikret ve Din, İrfan Yayınevi, İstanbul 1972. Fahri Celâl; Bütün Hikâyeler; Cem Yayınevi; İstanbul 1973. BEZİRCİ, Âsim (Refika TANER'le); Seçme Romanlar, Hür Yay., İst.-1973. YALÇIN, Hüseyin Cahid; Edebiyat Anıları; T. İş Bankası Yay, İst.-1975. PARLATIR, İsmail (Olcay Önertoy ile); Osmanlıca M etinler; A.Ü., DTCF. Yay., Ankara 1977.
DİNO, Güzin; Türk Romanının Doğuşu, Cem Yay., İstanbul 1978. ENGİNÜN, İnci; Tanzimat Devrinde Shakespeare Tercümeleri ve Tesiri; İ.Ü., Ed. Fak. Yay., İstanbul 1979. ÖNERTOY, Olcay; Edebiyatımızda Eleştiri (Tanzimat ve Servet-i Fünun Dönemleri); A.Ü., D.T.C.F. Yay, Ankara 1980. BİRSEL, Salâh; Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, 2. bs., İstanbul 1981. KUTLU, Şemsettin; Türk Edebiyatı Antolojisi (Servet-i Fünun Dönemi) Remzi Ktb., 2. bs., İstanbul 1981. BİRSEL, Salâh; İstanbul Paris, Ankara 1983. BAKIRCIOĞLU, N. Ziya; Başlangıcından Günümüze Romanı, Ötüken Yay., İstanbul 1983.
Türk
ÇÖKER, Fahri; Deniz Harp Okulumuz 1773, Dnz. Basımevi Md., İst.-1984. FINN, Robert P.; Türk Romanı (İlk Dönem 1872-1900), Bilgi Yay., Ankara Ekim 1984. KAVCAR, Cahit; Batılılaşm a Açısından Servet-i Fünun Romanı; Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1985. TARAKÇI, Celâl; Cenap Şahabeddin'de Tenkid (Dil, Sanat ve Edebiyat Hakkında Görüşleri); Samsun 1986. TEVETOĞLU, Fethi; Ahmet Hikmet Müftüoğlu ; Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1986. KAPLAN, Mehmet; Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırm alar II, İstanbul 1987. KUDRET, Cevdet; Türk Edebiyatında Hikâye C .l,ll; İnkılâp Ktb., 5. bs., İstanbul 1987.
ve
Roman;
ÖZGÜL, M.Kayahan (Zeynep Kerman ve Sadık Tural ile); Hikâyeciliğimizin 100. Yılında Yüz Örnek; Ankara 1987. TEVETOĞLU, Fethi; Ömer Ankara 1987.
Naci, Kültür ve Turizm Bak. Yay.,
TEVETOĞLU, Fethi; Mehmet Emin Yurdakul, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1988. ENGİNÜN, İnci / Zeynep KERMAN; Mehmet Kaplan'dan Seçmeler I, II; Kültür ve Turizm Bak. Yay, Ankara 1988. MUTLUAY, Rauf; Tanzimat ve Servet-i Fünun Edebiyatı (XIX. yy. Türk Edebiyatı), Gerçek Yay., 2. bs., İstanbul 1988. ENGİNÜN, İnci; Cenap Şahabeddin, Kültür Bak. Yay., Ankara 1989. TİMUR, Taner; Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik; Afa Yay., İstanbul 1991. . ÖNERTOY, Olcay; H alit Ziya Uşaklıgil, Kültür Bak. Yay., Ankara 1995. NACİ, Fethi; 100 Soruda Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme; Gerçek Yay., İstanbul (t.y.). ULIJÇAY, Çağatay; Tarih Vesikaları; C.l-ll, (1942-43); M.E.B. Basımevi (t.y.).
Servet-i Fünûn edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan ve edebiyatım ızda "Eylül" yazarı olarak tanınan Mehmed Rauf hakkında yapılmış en yakın çalışmanın üzerinden yirm i iki yıl geçmiş... Elinizdeki kitap, M ehm ed
R a u f'u
bütün
yönleriyle ve son bulguları da içerecek şekilde yeniden ele alan bir eser olma özelliğini taşıyor.