Stratejik Derinlik Türkiye'nin Uluslararası Konumu
Ahmet Davutoğlu
î.... . İSTANBUL BiLUi \
U N lV E R S n T U L ^ '
İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ KÜTÜPHANESİ
STRATEJİK DERİNLİK Türkiye’nin Uluslararası Konumu
Ahmet Davutoğlu, 1959 yılında Kon KÖRE YAYINLARI BSV Kitaplığı ı Stratejik Araştırmalar ı Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu
Ahmet Davutoğlu © Ahmet Davutoğlu (2001) Her hakkı mahfuzdur ISBN 975-6614-00-5
Birinci Basım Nisan 2001 Tasarım/Kapak Salih Pulcu / HAYAT Baskı Cilt Eramat KÜRE YAYINLARI Millet Cad. Gülşen Ap. 19/10 34300 Aksaray İstanbul Tel 021a. 589 12 95 Faks 0212. 589 15 48 e-mail
[email protected]
ya/Taşkent’te doğdu. Ortaöğrenimini İstan bul Erkek Lisesi’nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi ve Siyaset Bilimi Bö lümlerinden mezun oldu. Aynı üniversite nin Kamu Yönetimi Bölümünde yüksek li sans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde doktorasını tamamladı. 19901995 yılları arasında yurtdışında görev yap tıktan sonra 1996-1999 yılları arasında Mar mara Üniversitesinde çalıştı. 1993’te do çent, 1999’da profesör oldu. Halen Beykent Üniversitesi’nde Uluslararası ilişkiler Bö lümü başkanlığım yürütmektedir. Altemative Paradİgms (Lanham: University Press of America, 1994) ve Civilİzatîona! Transformation and the Müslim Wor!d (K.L.: Quİll, 1994) başlıklı kitapları yayınlanmıştır. Ayrıca, özellikle uluslararası ilişkiler, bölge sel analizler, mukayeseli siyaset felsefesi, mukayeseli medeniyet tarihi araştırmalarını kapsayan değişik alanlarda disiplinlerarası bir yöntemle kaleme alınmış çalışmaları farklı dillerde yayınlanmıştır.
I ÖNSÖZ
Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrasındaki stratejik konumunu belirlemeye ve yeniden değerlendirmeye çalışmanın en zor yanıT kendisi de son derece dinamik olan bir yapının yine son derece dinamik bir çevrenin içindeki konumunu anla ma çabası olmasıdır. Tarihinin belki de en önemli dönü şümlerini yaşayan Türkiye, yine tarihin belki de en yoğun değişimine sahne olan bir uluslararası çevre İçinde yeni den şekillenmektedir. Bunun ortaya çıkardığı dinamik sü reç, kitabımızın giriş bölüm ünde tanımladığımız tasvir, açıklama, anlama, anlamlandırma ve yönlendirme safhala rının her birini tek tek ve hepsini bir bütün halinde son de rece yoğun bir zihnî faaliyetin parçası kılmaktadır. Bütün bu çetin m etodolojik zorluklara rağmen mantıkî açı dan tutarlı, zaman-mekan idraki içinde anlamlı ve konjonktürel açıdan geçerli bir stratejik analizi diğerlerinden farklı krlacak olan Özellikler de bu zorlukların kendi iç bünyesin de yatmaktadır. İstikrarlı bir yapının statik bir çevre içinde ki konumunu tanımlamak yüzeysel bir zihnî faaliyet ile de gerçekleştirilebilir." Böylesi analizler daha çok konjonktürel istikrarın sürdüğü dönemlerle sınırlı geçerlilik alanı oluştu rurlar. Tarihî etld bakımından kalıcı olacak olan stratejik anlam landırm alar ise dinamik dönüşümlerin yaşandığı bu nalımlı geçiş dönemlerinde Önem kazanırlar. Bugün herşeyden daha çok, ülkenin geleceğine alternatif bakış açıla rı getirecek stratejik analiz çerçevelerine ihtiyaç vardır. Eli nizdeki eser de temelde bu doğrultuda mütevazi bir katkı olma iddiası taşımaktadır. Toplumların yoğun dönüşüm geçirdikleri dönemlerde bu m etodolojik zorlukları ciddi bir uğraş vererek aşmaya çalı şan stratejik yaklaşım lar, analizler ve teoriler toplumların tarih sahnesine çıkışlarını da, tarih sahnesindeki m evcudi
yetlerini koruyuşlarını da, bu mevcudiyetleri bir atılım gü cüne dönüştürebilme kabiliyetlerini de bir çarpan etkisiyle hızlandırabilirler. Modern Alman gücünü ortaya çıkaran Al man stratejik yönetişinin esaslarının Alman birliğinin san cılı oluşum döneminde belirginleşm esi; istikrarlı ve tutarlı İngiliz stratejik zihniyetinin tohumlarının İngiliz İç Savaşı sonrasında atılması ve bu zihniyetin yükselişini emperyal yayılma döneminde yaşam ası; Rus stratejik zihniyetinin bütün parametreleri ile 19. yüzyılın dinamik güç dengeleri içinde şekillenm esi; Amerikan yüzyılını ortaya çıkaracak stratejik birikimin !. ve II. Dünya Savaşları sonrasındaki be lirsizlik dönemlerinde temerküz etmesi kesinlikle bir tesa düf değildir. Dinamik bir süreçten geçen bir toplumun bireyi olarak o toplumla ilgili stratejik analizler yapmak, hızla akan ve de bisi yüksek bir nehrin içinde seyrederken o nehrin yatağı, akış hızı, akış istikameti ve başka nehirlerle olan ilişkisi konusunda fikir yürütmeye benzer. Hem incelediğiniz neh rin içinde siz de akmaktasmızdır; hem de bu akışın Özel liklerini anlamak ve bu özelliklere göre nehrin bütünü hak kında bir tasvir, açıklama, anlamlandırma ve yönlendirme çerçevesi oluşturma sorum luluğu taşımaktasınızdır. Nehrin dışına çıkarak baktığınızda sizinle birlikte akan zerrecikle rin ruhuna ve kaderine yabancılaşarak ahlakî kayıtsızlık içindeki sıradan bir gözlemci durumuna düşersiniz; nehrin akıntısına kendinizi bırakarak sürüklendiğinizde de hem varolan gerçekliği hakkıyla anlayamaz hem de bu gerçek likle ilgili kendi iradenizi oluşturarak tarihe ağırlık koya mazsınız. Sosyal bilim metodolojisinde bu ikilem bir araş tırmacının "kendi test tüpü içinde yaşam ası" şeklinde tas vir edilir. Bu İkilem içinde nehrin ruhuna ve kaderine yabancılaşm ak ahlakî sorum luluk; nehrin akıntısına kapılmak bilim sel so rumluluk alanını daraltır. Ahlakî sorum luluk ile bilimsel so rumluluk alanı arasında anlamlı bir bütünlük kuramayan bir araştırmacının, düşünürün ya da akademisyenin kendi içinde kişisel tutarlılık sağlayabilm esi de, sosyal ve kültü rel bir aidiyet alanı oluşturabilm esi de, evrensel gerçeklik alanına nüfuz edebilmesi de çok güçtür. Bir düşünür ve bi
lim adamı da bir zamana ve mekana, yani bir tarihî ve coğ rafî anlam lılık dünyasına herkes gibi ve hatta herkesten fazla aidiyet hisseder ve o aidiyet ile içinde akageldiği nehrin ve diğer nehirlerin akışına yaklaşır. Bir insan oiarak evrensel olana hissedilen aidiyet, bir va roluş bilincini ve derinliğini; bir medeniyet öznesi olarak belli bir zaman akışına hissedilen aidiyet, tarih bilincini ve derinliğini; bu bilinçlerin yansıdığı düşünülen bir mekana hissedilen aidiyet de bir strateji bilincini ve derinliğini ge rektirir, Kişisel düzeydeki mikro bilinçten, toplumlar, me deniyetler ve tarih düzeyindeki makro bilince yükseliş ve nüfuz, bir kemal arayışıdır ve her kültür havzası bu arayışı kendi gerçeklik tanımlamaları ile ortaya koyar. Elinizdeki eser bu bilinç düzlemlerinin en görüneni olan stratejik derinliği ahlakî ve bilim sel sorum luluk dengesi içinde incelemeye çalışmaktadır. Bir seri olarak düşündü ğümüz bu kemal serüveninin tarih derinliği ve varoluş bi linci İle ilgili olan cüzlerinPonümüzdeki dönemde aynı ne hirde aktığımızı düşündüğümüz okuyucularımıza sunmayı planlıyoruz. Bu eser muhtemel zaaflarının sorum luluğu açısından bir şahsa ait olmakla birlikte, taşıdığı iddia ve eğer varsa sa hip olduğu değer açısından aynı nehirde akan bir neslin serüvenini yansıtan anonim bir kültür atmosferinin ürünü dür. Bu nedenledir ki bu eserin yazarı her şeyden önce bu kültür atmosferinin tarihî sürekliliğini sağlayan hocalarına, ailesine ve bu kültür atmosferinin her yönünü paylaşageldiği dostlarına teşekkür ve vefa borçludur. Bu eserin zaman İdraki.açısından tarihten geleceğe, mekan idraki açısından da merkezden çevreye stratejik bir köprü oluşturması dileğiyle...
I İÇİNDEKİLER
GİRİŞ ı 1. K I S I M KAVRAMSAL VE TARİHÎ ÇERÇEVE ı. Bölüm
Güç Parametreleri ve Stratejik Planlama 15 I. Güç Denklemi ve Unsurları 17 1. Sabit Veriler: Coğrafya, Tarih, Nüfus ve Kültür 17 2. Potansiyel Veriler: Ekonomik, Teknolojik ve Askerî Kapasite 24 3. Stratejik Zihniyet ve Kültürel Kimlik 29 4. Stratejik Planlama ve Siyasî irade 31 II. İnsan Unsuru ve Strateji Oluşumunda Çarpan Etkisi 34 ili. Örnek Bir Uygulama Alanı: Savunma Sanayii 37 1. Güç Parametreleri ve Savunma Sanayii 37 2. Türkiye’ nin Güç Parametreleri ve Savunma Yapılanması 41 2. Bölüm
Stratejik Teori Yetersizliği ve Sonuçlan 45 i. Türkiye’nin Güç Unsurlarının Yeniden Yorumlanması 45 II. Stratejik Teori Yetersizliği 47 1. Kurumsal ve Yapısal Arkaplan 48 2. Tarihî Arkaplan 52 3. Psikolojik Arkaplan: Bölünmüş Benlik ve Tarih Bilinci 59
3. Bölüm
Tarihî Miras ve Türkiye’nin Uluslararası Konumu 65 I. Tarihî Süreç İçinde Türkiye’nin Uluslararası Konumu 65 II. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Uluslararası Konumun Dış Parametreleri 74 III. Siyasî Kültür ve Uluslararası Konumun İç Parametreleri 79 1. Tarihî Miras ve Siyasî Kültür Altyapısı 79 2. Tarihî Süreklilik ve Siyasî Akımlar 83 3. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Siyasî Akımlar 90
L I . K I S 1M
TEORİK ÇERÇEVE: KADEMELİ STRATEJİ VE HAVZA POLİTİKALARI 1. Bölüm
Jeopolitik Teoriler: Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Türkiye 97 I. Mekan İdraki, Coğrafî Tanımlamalar ve Haritalar 97 M. Jeopolitik Teoriler ve Küresel Stratejiler 102 III. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Jeopolitik Boşluk Alanları 109 IV. Türkiye’nin jeopolitik Yapısının Yeniden Yorumlanması 115 2. Bölüm
Yakın Kara Havzası Balkanlar-Ortadoğu-Kafkaslar 119
i. Tarihî/Jeopolitik Zorunluluklar ve Balkanlar 120 II. Asya’ya Açılan Kapı ve Kafkaslar 124 III. Kaçınılmaz bir Hinterland: Ortadoğu 129 IV. Yakın Kara Havzasındaki Sınır Esneklikleri ve Komşu Ülkelerle İlişkiler 143 3. Bölüm
Yakın Deniz Havzası Karadeniz, Doğu Akdeniz, Körfez, Hazar 151 I. Tarihî Arkaplan 151 II. Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye’nin Deniz Politikaları 154 III. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Yeni Deniz Stratejisinin Unsurları 158 1. Karadeniz Havzası ve Bağlı Su Yolları 159 2. Avrasya’nın Stratejik Düğümü: Boğazlar 161
3. Doğu Akdeniz Havzası: Ege ve Kıbrıs 169 4. Basra Körfezi ve Hint Havzası 180 5. Hazar Havzası 181 4 . Bölüm
Yakın Kıta Havzası Avrupa, Kuzey Afrika, Güney Asya, Orta ve Doğu Asya 183 I. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Kıta Ölçekli Politikalar ve Tanımlamalar 184 il. Küresel ve Bölgesel Güçlerin Yakın Kıta Havzası Politikaları 189
111. Türkiye’nin Yakın Kıta Havzasının Ana Unsurları 193 1. 2. 3. 4.
“Avrupa” Kavramındaki Dönüşüm ve Türkiye 199 Asya Derinliği 202 Afrika Açiiimı 206 Kıtalararası Etkileşim Bölgeleri: Atlantik, Stepler, Kuzey Afrika, Batı Asya 208
III. KISIM
UYGULAMA ALANLARI: STRATEJİK ARAÇLAR VE BÖLGESEL POLİTİKALAR 1, Bölüm
Türkiye’nin Stratejik Bağlantıları ve Dış Politika Araçları 221 I. NATO’nun Yeni Stratejik Misyonu Çerçevesinde Atlantik Ekseni ve Türkiye 223 1. Amerikan Stratejisi ve NATO 225 2. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve NATO’ nun Yeni Misyon Arayışı 229 3. Kosova Operasyonu ve NATO’nun Küresel Misyon Tanımlaması 231 4. NATO’nun Yeni Stratejik Misyonu ve Türkiye 232 II. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)
240
IH. İKÖ: Afro-Avrasya’mn Jeopolitik ve Jeokültürel Etkileşim Hattı 247 a. 20. Yüzyılda İslam Dünyası: Kavramsal ve Siyasa! Değişim 247 2. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve 21. Yüzyılda İslam Dünyası 250 3. Türkiye ve İslam Dünyası 256 4. İKÖ’nün Geleceği ve Reorganizasyonu 264 IV. ECO: Asya Derinliği
268
V. KEİ: Stepler ve Karadeniz 275 VI. D-8 ve Asya-Afrika Bağlantıları
281
VII. Uluslararası Ekonomi-politik ve G-20 282
2. Bölüm
Stratejik Dönüşüm ve Balkanlar 291 I. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Sistemik Çelişkiler ve Balkanlar 292 II. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Bölge-içi Dengeler 301 MI. Bosna BunaUmı ve Dayton Anlaşması 303 IV. NATO Müdahalesi ve Kosova’nm Geleceği 308 V. Türkiye’nin Balkanlar Politikasının Esasları 314 1. 2. 3. 4. 5.
Tarihî Miras ve Balkanlar 316 BÖlgelerarası Bağımlılık 318 Bölge-içi Dengeler 319 Bötgeyi Kuşatıcı Politikalar 320 Balkan Politikasında Küresel Stratejik Araçlar 321
3. Bölüm
Ortadoğu: Ekonomi-Politik ve Stratejik Dengelerin Kilidi 323 I. Ortadoğu’nun Uluslararası Konumunu Etkileyen Faktörler 323 1. Coğrafi ve Jeopolitik Faktör 324 2. Tarihî ve Jeokültürel Faktör 327 3. Jeoekonomik Faktör 332 il. Küresel Güçler ve Ortadoğu 338 1. Amerikan Stratejisinin Temel Parametreleri ve Ortadoğu 341 2. Avrupa Güçleri ve Ortadoğu
347
3. Asya Güçleri ve Ortadoğu 352 III. Bölge-içi Dengeler ve Ortadoğu 353 1. Bölge Jeopolitiği ve Stratejik Üçgen Mekanizması
353
2. Arap Dünyasının İç Dengeleri: Arap Milliyetçiliğinin Bunalımı ve Siyasî Meşruiyet Meselesi 360 3. İsrail’in Yeni Stratejisi ve Ortadoğu 372 4. Bölgese! Dengeler ve Ortadoğu Barış Süreci 390 IV. Ortadoğu Politikasının Temet Dinamikleri ve Türkiye 396 1. Uluslararası Konjonktür Açısından Türkiye’nin Kuzey Ortadoğu Politikası 396 2. Ortadoğu Jeopolitiğindeki Değişim ve Türkiye’nin Kuzey Ortadoğu . (Doğu Akdeniz-Mezopotamya) Politikası: Türkiye-Suriye-irak 397 3. Türk'Arap İlişkileri Açısından Türkiye’nin Politikası 406 4. Türkiye-israil ilişkilerinin Küresel ve Bölgesel Boyutları 417 5. Tarihî Derinlikten jeopolitik Etkileşime Türkiye-İran İlişkileri 426 6. Küresel ve Bölgesel Dengeler Açısından “ Kürt Meselesi” , Kuzey Irak ve Türkiye 437
4. Bölüm
Avrasya Güç Denkleminde Orta Asya Politikası 455 I. Orta Asya’nın Uluslararası Konumunu Etkileyen Faktörler 456 1. Coğrafî ve jeopolitik Faktör 456 2. Tarihî ve Jeokültürel Faktör 458 3. Demografik ve jeoekonomik Faktör 462 II. Sovyet Sonrası Dönem ve Orta Asya’daki Dönüşlim 465 fil. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Uluslararası Güçler Dengesi ve Orta Asya 468 1. Küresel Güçler ve Orta Asya 469 2. Asya-içi Dengeler, Bölgesel Güçler ve Orta Asya 479 3. Bölge-içi Dengeler 483 IV. Türk Dış Politikası ve Orta Asya Stratejisi 486 1. Söylemden Stratejiye Türkiye’nin Orta Asya Politikası 486 2. Türkiye’nin Orta Asya'ya Yönelik Stratejik Öncelikleri 492 s. Bölüm
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok Düzlemli Bir İlişkinin Tahlili I. Diplomatik/Siyasî İlişkiler Düzlemi 503 II. Ekonomik/Sosyal Analiz Düzlemi 509 III. Hukukî Analiz DUzlemi 514 IV. Stratejik Analiz Düzlemi 517 1. Küresel Boyut 518 2. Kıtasal Boyut 521 3. Bölgesel Boyut 523 4. İkili Bir Stratejik Anaüz Örneği: Tarihî Derinlik ve Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-Almanya İlişkileri
527
V. Medeniyet/Kültür Dönüşümü Düzlemi 533 1. Yeni-Gelenekçi Bir Tepki Olarak AB’ nin Tarihî Arkaplanı 2. Cepheleşme/Bütünleşme Sarkacında Tarihî Arkaplan ve AB-Türkiye İlişkileri 536 3. Medeniyetlerarası Etkileşim ve Türkiye^AB İlişkileri 539 VI. Tarihî Reflekslerin Kıskacında Türkiye-AB İlişkileri
SONUÇ 551 İNDEKS 565
547
533
Uluslararası ilişkiler alanını da bünyesinde barındıran sosyal nitelikli çalışmalar temelde beş boyutludur: Tasvir (betimleme), açıklama, anlama, anlamlandırma ve yönlendirme. Tasvir boyutu İncelenen nesneyi görüldüğü şekliyle resmetmeye dayanırken, açıklama boyutunun temel hedefi, yaşanan bir sürecin ya da göz lenen bir olgunun görünen dinamiklerini sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde ortaya koymaktır. Tasvir ile açıklama arasındaki bağ lantı, tutarlı bir kavramsallaştırmayı gerekli kılar. İncelenen olgu nun sıradan bir tasviri günlük kullanımdaki kelimelerle basit bir düzeyde yapılabilecekken, bu tasvirin açıklama düzeyine taşın ması mutlaka özgün bir kavramsal çerçevenin geliştirilmesine bağlıdır. Temelde bilimsel bir tasvir ve açıklama çabasını sıradan bir gözlemden ayıran fark da sağlam ve tutarlı bir kavramsallaştır ma çerçevesinin kullanılmış olmasıdır. Özellikle sebep-sonuç iliş kilerini açıklama çabasını bir sonraki sürece ya da diğer olgulara bağlayacak olan temel şart da bütün bu olgular ve süreçler için ge çerli bir araç olarak kullanılabilecek bir kavram setinin oluşturul masıdır. Açıklama boyutuna derinlik kazandıran anlama boyutu ise ol guların bir süreç mantığı içinde kavranabilmesini gerekli kılar. Açıklama, incelenen olgular arasındaki sebep-sonuç ilişkisini tesbit, anlama ise zihinsel imgelerimizle incelenen olgunun gerçekli ğine nüfuz edebilme çabasıdır. Bu ise tutarlı ve sistematik bir so yutlama işlemini gerektirir. Soyutlama işleminin olmazsa olmaz şartı olgudan zihinsel sürece, zihinsel süreçten olguya geçişi sağla yabilmesidir. Anlama boyutu, bu karşılıklı geçişlerin sağlıklı yapıl masını sağlayan bir soyutlama işlemi ile güç kazanır. Bir kıyas ile ortaya koymak gerekirse görüneni açıklamak bir
S tr a te jik D e r in lik
leri içinde olayların ortaya konması kendi içinde doğru unsurlar ihtiva edebilir. Ancak olguların gerçekliğine ve arkaplanma nüfuz edebilmemiz için yeterli değildir. Anlamak ise nüfuz edebilmek ile başlar ve mutlaka bir derinlik, dolayısıyla da perspektif gerektirir. Bu ise düzlem geometrisine kıyasla uzay geometrisinin paramet releri ile zihinsel bir işlem yapabilmek anlamına gelir. Anlama, incelenen nesneleri derinliğine kavrayan bir perspek tif; anlamlandırma ise perspektife yön kazandıran bir duruş sahi bi olmak demektir. Olguların tek tek resmedilmesi ya da bir ileri boyutta açıklanabilmesi anlamak olmadığı gibi olguların tek tek anlaşılması da bir bütün içinde anlamiandınlabilmesi demek de ğildir. Anlamlandırabilmek önce özgün bir duruş, sonra özgün bir teorik çerçeve gerektirir. Bu da sadece nüfuz edebilmek değii, ay nı zamanda hissedebilmek, gelişmeleri sezebilmek ve bir bütün içinde yerli yerine oturtabilmek demektir. Her anlamlandırma ça bası kendi içinde tutarlı bir teorik çerçeveye dayanmak zorunda dır. Gözlemden kavramsallaştırmaya, kavramsal!aştırmadan so yutlamaya, soyutlamadan teoriye geçiş, tasvirden açıklamaya, açıklamadan anlamaya ve anlamadan anlamlandırmaya geçişin metodolojik anahtarlarıdır.
1
Yönlendirme ise anlamlandırma çerçevesinden sonuç çıkara-j bilmek ve bu sonuçlara dayalı olarak olguları ve süreçleri etkileye bilmektir. Bu etkileme çabası kaçınılmaz bir şekilde siyasî/sosyal sorumluluk alanını, dolayısıyla da bilimsel çabanın etik boyutunu devreye sokar. İlk dört boyut zihinsel bir zeminde kalabilirken b e şinci boyut bu zihinsel süreçlerle pratik arasında bir köprü oluştu rur. Bu durum özellikle uluslararası ilişkiler alanı için büyük ölçü de geçerlidir. Aslında kendi ülkelerinin stratejik yönelişlerinde et kide bulunmuş bir çok stratejisyen için önceki dört boyut bu son boyuta ulaşmanın zihinsel ara kademelerini oluşturur. Değişik varsayımlardan ve anlamlandırma zeminlerinden hareket eden Mackinder, Mahan, Spykman, Paul Kennedy ve Huntington gibi dönemsel etkilerde bulunmuş teorisyenlerin çoğu nihaî noktada resmetmeden açıklamaya, açıklamadan anlamaya, anlamadan anlamlandırmaya ve bütün bu zeminlerden hareketle de yönlen dirmeye dönük fikirler üretmişlerdir. İlk dört boyut ne ölçüde mantıkî olarak tutarlı ve tarihî olarak geçerli bir zemine sahipse son boyut da o ölçüde kalıcı etkiler yapmıştır.
Tasvir düzleminden yönlendirme düzlemine doğru gidildikçe zihniyet parametreleri daha çok devreye girmeye başlar. Tasvir bo yutu bu boyutla sınırlı kalındığında nesnelliğin en üst düzeyde sağlanabildiği boyuttur. Açıklama boyutunda tasvir çabasının nes nelliği içinde kalınması daha kolayken, anlama boyutunda algıla ma ve semboller devreye girmektedir. Anlamlandırma boyutu ise. incelenen nesneden çok inceleyen özneyi Öne çıkarmakta ve bu öznenin kavramsal dünyası (dolayısıyla da zihniyet parametreleri) ile anlamlandırma zemini için geliştirdiği teorik çerçeve arasında ki bağımlılık ilişkisini pekiştirmektedir. Yönlendirme ise öznenin ait olduğu toplum/devlet/medeniyet ile aynıleşerek baktığı ve ol guları ve süreçleri yorumladığı bir çaba haline dönüşmektedir. Bu nun son dönemdeki en çarpıcı misallerinden birisi, kariyerine sosyal bilimci olarak başlayan Huntington’un, Medeniyetler Çatış
m ası teziyle ortaya koymaya çalıştığı teorik çerçeve ile Amerikan stratejik bakışı arasında kurduğu irtibatta gözlenebilir. Hunting ton’un tezindeki West/Rest (Batı/Diğerleri) kategorileri bir zihniyet parametresi olarak onun anlamlandırma çerçevesini de, çalışma sının sonunda ABD yöneticilerine yaptığı stratejik tavsiyelerdeki yönlendirme çerçevesini de doğrudan belirlemiştir. Açıklayıcı tasvirin nesnelliği ile yönlendirici anlamlandırma nın öznelliği arasındaki ilişki aynı zamanda stratejik analizlerin en kırılgan noktalarından birini oluşturmaktadır. Bu öznellik-nesnellik sorununu aşamayan çalışmalar ya daha tasvir düzeyinde başla yan bir öznelliğe mahkum olmakta ve geçerliliğini kaybetmekte dir, ya da yönlendirme düzeyinde de nesnellik iddiasını sürdür mekte ve inandırıcılığını kaybetmektedir. Aslında bütün bu süreci bir bütün içinde görmek gerekmekte dir. Tasvir yapmaksızın açıklayabilmek, açıklayabilmeksizin anla mak, anlamaksızm anlamlandırmak, anlam landırm aksam da yönlendirebilmek mümkün değildir. Tersinden bir mantıkla söy lersek de, bir duruş sahibi olmaksızın bir yön sahibi olmak, bir yön sahibi olmaksızın bir anlamlandırma çerçevesi oluşturabilmek, bir anlamlandırma çerçevesi oluşturmaksızm olgulara nüfuz ede cek şekilde onları anlamak ve nihayet görüneni görünmeyen bo yutları ile açıklayabilmek mümkün değildir. Sağlam ve kalıcı bir analiz bütün bunları kendi içinde barındırmak durumundadır. Bi7im derinlikte n metodik anlamda kasdettiğimiz de temelde bu iç
S tr a te jik D e rin lik
bütünlüğü sağlayan ve bu metodik derinlik boyutundan hareketle olgusal ve jeopolitik/stratejik derinliği anlamlandırabilen bir yak laşım benimsemektir. Bu anlamda derinliğe sahip stratejik bir analiz yapabilmenin öncelikli şartı statik resimlerin aldatıcı görüntülerinin tesiri altın da kalm am aktır. Olguların anlık tasvirlerine dayalı statik resimler çizmek ve bu resimlerin renklerini, çizgilerini ve perspektifini mutlaklaştırmak, tasvirden yoruma, açıklamadan anlamaya, an lamadan anlamlandırmaya geçişin önünde aşılması son derece güç anlam engelleri oluşturur. Belli aralıklarla çekilen statik re simlerin birbirlerinden bağımsız bir şekilde ele alınışları da stra tejik analizi zaman boyutunu ihmal eden yüzeysel ve yavan bir tasvire dönüştürür. Bu metodolojik zaaftan kurtulabilmek için tek boyutlu tasvir kolaylığından kaçınarak çok boyutlu süreç analizini benimsemek gerekmektedir. Fizik bilimi için hareket kanunu ne ise, strateji analizleri için de süreç odur. Hareketin geçersiz olduğu*statik bir dünya tasavvurunda fizik anlamını kaybeder. Böyle bir tasavvur çerçevesinde mesela güç formüllerine işlerlik kazandırmak müm kün olamaz. Aynı şekilde tarihî akışı ve süreci ihmal eden stratejik analizde de stratejik kaymaları gözleyebilmek ve anlamlaııdırabiimek imkansız hale gelir. Mesela ellili, altmışlı ve yetmişli yıllardaki güç dağılımını gös teren bütün statik resimlerde SSCB çift kutuplu sistemin süper güç odaklarından birisi olarak görülüyordu. Afganistan işgalinin ger çekleştiği seksenli yılların başlarında da, Yıldız Savaşları senaryo larının gündeme geldiği seksenli yılların ortalarında da çekilen tek tek stratejik resimler aynı tabloyu ortaya koyuyordu. Buna karşılık doksanlı yılların başlarında çekilen stratejik ve ekonomi-politik re simler, SSCB’yi ve onun varisi olan Rusya’yı bir çok açıdan bu güç hiyerarşisinin çok daha alt sıralarına yerleştirmeye başladı. Çok daha kısa aralıklarla da çekilmiş olsa statik tasvirlerin değişimin dinamiklerini ortaya koyabilmesi imkansızdır. Günlük değişimleri de yans-ıtabilen çok sayıda resimler oluşturulsa dahi bunları birbi rine bağlayan bir süreç mantığı devreye girmeksizin bir stratejik analiz ve yorum yapılamaz. Sosyal olguların parçalara ayrılarak analizi ve bu analizin u)us~ ;ı;oViiûro MTicıvan vnnleı inin ortava konması baslıbasına
önemli olmakla birlikte özgün bir uluslararası ilişkiler yaklaşımı nın geliştirilebilmesi için yeterli değildir. Analiz edilen stratejik parçaların sistematik bir bütün halinde yorumlanabilmesi ve bu bütünden tekrar anlamlı parçalara dönülebilmesi gerekir. Analiz sürecinde mikro parçalara indikçe sistematik bütünden kopan ya da tersine sistematik bütüne doğru yöneldikçe reel mikro alanları ihmal etmeye başlayan yaklaşımların teori-olgu ilişkisini sağlıklı bir şekilde kurabilmesi çok güçtür. Uluslararası ilişkiler alanında derinlemesine analiz ile sistema tik bütünlüğün birlikte sağlanabilmesi disiplinlerarası bir yaklaşı mı gerekli kılmaktadır. Daha çok siyasî ve diplomatik bir alaıı ola rak görülen uluslararası ilişkilerin gittikçe artan bir dozda belli bir alanla smulandsrıiamayacak niteliklere bürünmesi bu gerekliliğin bir sonucudur. Bir uluslararası ilişkiler olgusunun görünen siya sî/diplomatik yüzü aslında bir buzdağının su yüzeyinin üstünde kalan parçası gibidir. Buzdağının su yüzeyindeki parçası ile bütü nü hakkında yargılara ulaşmak ne derece güçse uluslararası ilişki ler alanındaki olguların görünen yönleriyle kalıcı sonuçlara ulaş mak da o derece güçtür. Bir misal ile ortaya koymak gerekirse, Ortadoğu Barış Sürecinin diplomatik/siyasî boyutu ve bu boyuttaki gelişmeler bu uluslara rası İlişkiler olgusunun hemen iarked ilebilen ve sonuçları takribi bir şekilde de gözlenebilen kısmını yansıtır. Ancak Ortadoğu Me selesinin bir bütün olarak kavranabilmesi buzdağının derinleme sine algılanabilmesini sağlayacak köklü bir altyapıyı gerekli kılar. Buzdağının daha yüzeye yakın bölümlerini oluşturan petrol-mer kezli ekonomi-politiği, kıtalararası etkileşimi yoğunlaştıran jeo p o litik yapılanmayı ve nihayet tarihin derinliğinden gelen kültürel unsurları gözönünde bulundurmaksızm ve bu unsurların Ortado ğu toplumlarımn sosyolojik ve psikolojik yapıları üzerindeki etki lerini anlamaksızm bir stratejik analiz yapmaya çalışmak görüne nin yüzeyselliğine mahkum olmak demektir. BirYahudinin ya da Müslümanm Kudüs ile ilgili semboller dünyasını kavramadan, bu semboller dünyasının renklerini dokuyan tarihî ve psikolojik un surları göremeden, her iki toplumu yönlendiren sosyolojik moti vasyonların dinamizmini anlamadan Ortadoğu Meselesi üzerinde fikir yürütmeye kalkışmak, buzdağının görünen kısmıyla bütün hacmini hesan etrneve kalkışmak gibidir. Görünen olgunun ar-
S tr a te jik D e rin lik
kaplanındaki görünmeyen köklü sebepleri kavramak için dinler tarihi, siyasî tarih, ekonomi-politik, siyaset sosyolojisi, din psiko lojisi gibi birbirinden ayrı gibi görünen alanlardaki birikimleri sentez edebilen bir yaklaşımı benimsemek zaruridir. Aksi takdirde tek boyutlu statik resimlerden çok boyutlu süreç anlamlandırma larına geçebilmek mümkün olamaz. Bir akışın ya da sürecin anlamlandırılması ise zaman idrakine dayanan bir tarih derinliğini ve mekan idrakine dayanan bir coğ rafya derinliğini gerektirir. Tarih derinliği olayların ruhuna, coğraf ya derinliği de bu ruhun üzerinde tecessüm ettiği maddî alanın kıvrımlarına nüfuz edebilmemizi sağlar. Hele hele gerek tarihî ge rekse fiilî etki alanı itibarıyla bulunduğu coğrafya ile sınırlandırıl ması güç toplumların uluslararası konumlarını tesbit etmeye ça lışmak bu çift yönlü derinliği analitik ve sistematik bir bakış açısı nın merkezine yerleştirir. Tarihî derinlikten yoksun bir analiz birbirleriyle irtibatiandırılması güç, kopuk kopuk olguları coğrafî de rinlikten yoksun bir analiz de mikro-makro bağlantısını kurama yan yüzeysel genellemeleri beraberinde getirir. Bu kopuk kopuk mikro ünitelerden sistematik bir bütünlüğe ulaşabilmek de söz konusu olamaz. * * * Türkiye’nin uluslararası konumunu ortaya koymayı hedef edi nen her çalışma bu metodolojik gereklilikleri gözönünde bulun durmak zorundadır. Herhangi bir ülke söz konusu olduğunda ge çerli olan bu zorunluluklar Türkiye söz konusu olduğunda daha da kapsamlı bir şekilde gündeme gelmektedir. Biraz önce üzerinde durduğumuz boyutlar açısından bakıldığında mesela “Türkiye 20. yüzyılda tarih sahnesine çıkmış modern bir ulus-devlettir” tanım laması bir tasvir olması açısından doğru unsurlar barındırmakta dır. Ancak bu tasvirin açıklayıcı bir çerçeveye zemin teşkil edebil mesi için Türkiye’nin niçin 20. yüzyılda tarih sahnesine çıkmış olan diğer modern ulus-devi etlerden çok daha fazla ve kapsamlı uluslararası ilişkiler problemleri ile yüzleşmek zorunda olduğu so rusunun cevaplandırılması gerekir. Türkiye’yi bu tasvire uygun ni telikler taşıyan ve dünyanın değişik bölgelerinde bulunan mesela Romanya, Filipinler, Brezilya ve Fas gibi ülkelerden tefrik eden tas v i r l e r n r t a v a k n n m a H ık ra Tıirkivp'nin u lu s la r a ra s ı lenn um ıı vp hu
G iriş
konumun tek tek bunalım alanları üzerindeki etkisi ile ilgili açıkla yıcı sonuçlara ulaşmak güçtür. Mesela bu tanıma yeni boyutlar ekleyerek "Türkiye bu asrın ba şında Avrasya üzerinde egemen olan sekiz çok-uluslu imparator luk yapısından (diğerleri Ingiltere, Rusya, Avusturya-Macaristan, Fransa, Almanya, Çin ve Japonya’dır) birini oluşturan Osmanlı Devleti’nin mirası üzerinde kurulmuş modern bir ulus-devlettir” diye bir tasvir yapıldığında Türkiye’yi benzer bir çok ülkeden tefrik etmeyi sağlayacak tarih! bir kriter barındıran ve bu yönüyle açık layıcı çerçevelere zemin teşkil edebilecek bir tasvir yapılmış olur. Yine mesela "Türkiye dünya anakıtası üzerindeki ana jeopolitik kuşakların etkileşim alanında bulunan modern bir ulus devlettir” dediğimizde tefrik edici niteliğiyle açıklama boyutunun önünü açan bir tasvir yapılmış olur. Bu tasvirlerden birincisi jeokültürel ve tarihî, İkincisi ise jeopolitik bir kavramsallaştırmayı beraberin de getirir. - Bu tasvirler, barındırdıkları kriterler ve kavram araçları ile tek tek bunalım alanları ile ilgili açıklayıcı cevaplara zemin teşkil et meye başlarlar. Mesela Türkiye'nin niçin Bosna, Kafkasya ve Orta doğu'daki bunalım alanlarına bigâne kalamadığı ve kalamayacağı sorusu bu tasvirlerden hareketle açıklayıcı cevap çabalarının önü nü açabilir. Denilebilir ki, tefrik edici ve özgün unsurlar barındır mayan tasvirler açıklama boyutuna geçebilmeyi sağlayacak m eto dolojik araçlar sağlayamaz. Dikkat edilirse her iki tasvir biraraya getirildiğinde tekil olayla rın sebep-sonuç ilişkilerini göstermeye çalışan sıradan bir açıkla ma çabasının ötesinde Türkiye ile ilgili zaman ve mekan derinliği barındıran kapsamlı bir anlama çerçevesi oluşmaya başlamakta dır. Zaman ve mekan derinliğine doğru başlayan bir süreç kaçınıl maz bir şekilde soyutlama işlemini devreye sokar. Kısa bir tanım ile ortaya koymak gerekirse; anlamak zaman ve mekan derinliğine nüfuz etmek ve bu derinlik ile zihinsel imajlar arasında bir tür irti bat kurmakla başlar. Anlamlandırma çerçevesi ise bu mekan ve zaman derinliğine nüfuz etmekle kalmaz; getirdiği teorik çerçeve ile bu derinliğe ye ni anlam boyutları katar. Mesela cari tarih ve coğrafya paradigma larını sorgulayarak Türkiye'nin özgün konumunu tanımlamaya çalışmak böylesi bir anlamlandırma çabasının teorik çerçevesini ortaya koymaya başlamak demektir.
| S tra te jik D erin lik
Türkiye ile ilgili bu örnekte tasvirler ve bu tasvirlerin açrklama, anlama, anlamlandırma ve yönlendirme boyutları üzerindeki et kileri daha da çeşitlendirilebilir. Mesela "Türkiye ilk anti-sömürge ci mücadelenin neticesinde kurulmuş bir ulus-devlettir” denildi ğinde ya da "Türkiye kıtalar ve bölgelerarası geçiş alanlarında bu lunan bir ulus-devlettir” tasviri yapıldığında da benzer süreçler devreye girer. Böylesi örnek tasvirlerin kapsamlılığı yapılacak ana lizin boyutlarını da zenginleştirir. Bu metodolojik zorunlulukların Türkiye ile ilgili analizlerde di ğer ülkelerle ilgili analizlerden daha kapsamlı bir şekilde gündeme gelmesi, Türkiye’nin dünya anakıtasmın etkileşim alanlarını b a rındıran merkezî bir coğrafyaya sahip olması kadar tarihin kırılma ve dönüşme noktalarının tesirlerini yoğun bir şekilde yaşamış bir insan unsurunu barındırması ile de ilgilidir. Türkiye’nin coğrafî derinliğini kavramaya çalışmak bir çok kara ve deniz havzasını doğrudan ilgilendiren kapsamlı bir stratejik alan üzerinde analiz yapabilmeyi ve korelasyonları görebilmeyi gerektirmektedir. Türkiye’nin barındırdığı insan unsurunun tarihî tecrübe derin liğine nüfuz edebilmek ve bu tecrübenin yol açtığı siyasî, sosyal.ve kültürel özelliklerin nabzını tutabilmek ise medeniyet-eksenli ve derinlikli bir tarih analizini kaçınılmaz kılmaktadır. Türkiye’nin in san unsurunun dayandığı tarihî derinliği bir başka eserimizde kapsamlı bir şekilde ele almak üzere bu çalışmada temelde dış po litika yapımının üzerinde seyrettiği stratejik derinlik incelenmeye çalışılacak ve tarihî derinlikle ilgili referanslar bu çerçeve ile sınır lı kalacaktır. Bu stratejik derinliğin jeokültürel, jeopolitik ve jeoekonomik yönleri bir bütünlük içinde ele alınmaya ve bu derinliğin stratejik yönelişi etkilemesi gereken özellikleri ortaya konmaya gayret edilecektir. Türkiye ölçekli bir ülkenin stratejik derinliğini ortaya koymaya çalışan tasvir etme, açıklama, anlama, anlamlandırma ve yönlen dirme boyutlarım bir bütün olarak görme çabası, söz konusu olan metodolojik zorunlulukları gözöniinde bulundurmayı gerektir
mektedir. Türkiye’nin uluslararası konumu ile ilgili bu zorunluluk lar uluslararası ilişkilerin son derece dinamik bir geçiş sürecim ya şadığı dönemlerde daha da çarpıcı bir şekilde kendini göstermek tedir. Soğuk Savaşın çift kutuplu statik yapılanmasında farkedilmesi güç olan bir çok özellik Soğuk Savaş sonrası dönemin dina
G iriş
mik konjonktüründe bütün yönleriyle tebarüz etmiş bulunmakta dır. Daha istikrarlı ve durağan dış politika yapılanmasına imkan tanıyan Soğuk Savaşın statik uluslararası konjonktürü tarih ve coğrafya derinliklerinin stratejik alanı tümüyle belirlemesine en gel teşkil etmekteydi. Buna karşılık jeopolitik, jeoekonomık ve je okültürel faktörleri her an harekete geçirebilen Soğuk Savaş sonra sı dönemin dinamik ulıjslararası konjonktürü tarih ve coğrafya de rinliklerinin stratejik alan üzerindeki etkilerini ani ve seri hamle lerle su yüzüne çıkarmaktadır. Soğuk Savaş süresince Balkanlarda gözlenen istikrarın kısa bir sürede çatışma-yoğunluklu son derece kaotik bir belirsizliğe dönüşmesi bu ilişkinin en çarpıcı misallerin den birisini oluşturmaktadır. Bütün bu dinamik değişimlerin ya merkezinde ya da kıyısında; ama mutlaka etki alanı içinde bulunan Türkiye ile ilgili olarak So ğuk Savaş sonrası dönemde yapılan stratejik öngörülerin uç noktalarda dolaşmasının temel sebebi de Türkiye'nin dinamik özellik lerinin dinamik bir uluslararası konjonktür ile ivme kazanarak ta rih sahnesine çıkmasının bir sonucudur. Eserin değişik bölümle rinde de üzerinde durulacağı gibi, Türkiye'nin bir taraftan küresel ve bölgesel stratejilerin odağındaki pivot bir ülke, diğer taraftan da kimlik düzleminde parçalanmış bir ülke (Huntington’un deyimiy le torn country) olarak görülmesi, daha küçük ölçekli bir dinamik yapının daha büyük ölçekli bir dinamik yapı bünyesinde sürekli kabuk değiştirmek zorunda kalmasının bir sonucudur. Bu durum birbiriyle tamamıyla zıt iki farklı tasvir ve açıklama çerçevesini be raberinde getirmekte ve farklı noktalarda duran stratejisyenlerin anlama ve anlamlandırma düzlemlerinin radikal bir şekilde farklı laşması sonucunu doğurmaktadır. Türkiye'de gerek siyaset yapımcıları, gerekse aydınlar düzeyin de yaşanan zihin karışıklığında da temelde bu iki d in a m ik yapının etkileşiminden kaynaklanan kaotik görünümün ortaya çıkardığı resmi tasvir etme düzleminde'gerekli coğrafî ve tarihî derinlik bo yutlarına ulaşamamanın ve sistematik bir anlamlandırma bütünü oluşturamamamn önemli bir payı vardır. Dinamik bir dönüşüm yaşayan uluslararası sistemin içinden geçtiği her yeni süreç Türki ye'nin stratejik tanımlamalarını yeni bir intibak problemi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Her yeni intibak ihtiyacı Türkiye’nin tarihî ve coğrafî derinliklerini yeniden anlamlandırma zorunluluğunu
S tra te jik D e rin lik
beraberinde getirmektedir. Statik tanımlamalara alışkın zihinler bırakın bu yeni anlamlandırma ihtiyacını sistematik bir bütünlük içinde karşılayabilmeyi, statik tasvirler arasında açıklayıcı bir bağ dahi kuram amaktadırlar, Tasvir ve açıklamadan anlama ve anlam landırma boyutuna ulaşamayan statik yaklaşımların yapmaya ça lıştığı yönlendirme çabası ise sloganik bir statikliğin ya da statik bir sloganizmin sınırlarını aş ama maktadır. Uluslararası sistemde ki hızlı dönüşümün anaforuna kapılan zihinler anlamlandırma momentumunu kaybederek sürekli iniş çıkışlar yaşarken, bu ana fora kapılmamak için direnen zihinler içe kapanmaya yönelerek oluşturdukları statik anlamlandırma çerçevelerinin uluslararası konjonktür içindeki geçersizliklerini görememektedirler. Dinamik bir uluslararası çevrede kendileri de dinamik bir deği şim süreci içinde bulunan toplumlarm önünde temelde üç farklı psikolojiye dayanan üç farklı alternatif vardır: Birincisi, kendi di namizmini sınırlayan statik bir tavrı benimseyerek uluslararası ya pının dinamizminin geçmesini beklemek ve bütün tanımlama ih tiyaçlarım uluslararası sistemin istikrara kavuşmasına kadar erte lemektir. Eğer bir toplum kendi dinamizmini yönlendirme konu sunda özgüvene sahip değilse, kendi dinamizminden korkuyorsa ve kendisini bu nedenle statik tanımlamalar içinde tutmaya çalışı yorsa bu yolu tercih edecektir. İkincisi, kendi dinamizminin odaklandığı güç unsurlarını an lamlandırmaksam uluslararası dinamizmin akışına kendini kap tırmaktır. Bu da kendini tarih içinde bir özne olarak tanımlama sıkıntısı çeken ve tarihi akan bir nehir, uluslararası güç merkez lerini bu nehri yönlendiren etken unsurlar, kendini de bu akışa kapılmak zorunda olan sıradan bir nesne olarak gören bir bakış açısının ürünüdür. Üçüncüsü ise kendi dinamizminin potansiyelini uluslararası dinamizmin potasında bir güç parametresi haline dönüştürebil me çabası içine girmektir. Bu tercih her iki dinamizmin kaynak larını da, mekanizmasını da, akış seyrini de resmedebilen, açık layabilen, anlayabilen ve anlamlandırabilen bir yaklaşımın ürünü olabilir. Birinciler bir özgüven, İkinciler bir kimlik tanımlaması prob lemi ile boğuşurken üçüncüler kendi tarih ve coğrafya derinlik^ lerinden kaynaklanan bir özgüvene sahip olmanın psikolojik gücü
G iriş
ile sadece diğer iki yaklaşımca risk unsuru gibi görünen kendi dinamizmlerini bir güç oluşturma kanalına akıtmayı bilmekle kal mazlar, aynı zamanda uluslararası dinamizmin dengeye dönüş mesi sürecinde belirleyici olabilen bir strateji performansı da gös terebilirler. Bu çerçevede birinciler vakit kazanmaya ve dinamizmi geçiştirmeye, İkinciler dinamizmin sarhoşluğunda vakti unut maya yönelirken, üçüncüler vaktin her anını geleceği şekillendir me potansiyeli taşıyan bir büyük değer olarak telakki ederler ve hakkıyla değerlendirilmeden geçen her anı kaçırılan bir büyük fır sat olarak görürler. Birinciler kendi toplumsal potansiyellerini kontrol altında tutmaya, İkinciler kendi toplumları ile yaban cılaşarak küresel trendlerin trenini kaçırmamaya çalışırken, üçün cüler kendi toplumları ile tarihî bir yürüyüşe çıkmış olmanın kararlılığı içinde toplumun kendi bünyesinde barındırdığı her dinamik unsuru gerektiği anda ve gerektiği şekilde kullanmaya çalışırlar. Birinciler kendi yerel varoluş alanlarını korumaya, İkin ciler yerel varoluş alanlarından koparak mümkün olduğunca çabuk bir zamanda küresel varoluş alanlarına ulaşmaya çalışırken, üçüncüler kendi yerel varoluş alanları ile küresel varoluş alanları arasında yeni bir anlamlılık ilişkisi kurarak gelecek nesillerini tarihte onurlu birer özne kılacak zemini hazırlamaya çalışırlar. Birinciler kaosun anaforundan korunmaya, İkinciler bu anafora kapılmaya çalışırken, üçüncüler kaostan kozmosa geçişin aktör leri olmaya gayret ederler. Bu çerçevede Türkiye de tarihin önemli yol ayrımlarından birinin önünde durmaktadır. Türkiye'nin kendi tarih ve coğrafya derinliğini rasyonel bir stratejik planlama ile bütünleştirebilmesi bu çift yönlü dinamizmin bir atılım potansiyeli haline dönüşebil mesine imkan tanıyacaktır. Gerek Türkiye'nin kendi iç dinamiz minin, gerekse uluslararası ilişkilerdeki küresel, kıtasal ve bölgesel ölçekli dinamik unsurların tasvir, açıklama, anlama, anlamlandır ma ve yönlendirme boyutları ile bir bütün olarak incelenmesi, Türkiye'de hissedilen stratejik teori eksikliğinin giderilmesini ve alternatif bakış açılarının ortaya konabilmesini sağlayacaktır. * * * Elinizdeki eser bu eksikliği giderme yönünde bir katkı olma id diası taşımaktadır. Eser temelde üç ana kısım üzerinde kurgulan
S tra te jik D e rin lik
mıştır. Birinci kısım temel kavramların ve soruların ortaya kon duğu üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde ulusal güç parametreleri ile ilgili tanımlar ve örneklendirmeler yapılmakta; ikinci bölümde Türkiye'deki stratejik teori eksikliğinin arkaplanı, üçüncü bölümde ise tarihî mirasın uluslararası ilişkileri yönlen diren iç ve dış siyasî parametreler üzerindeki etkisi incelenmeye çalışılmaktadır. S tratejik analizin teorik çerçevesinin ortaya konmaya çalışıl -
dığ) ikinci kısım da kendi içinde dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde stratejik analizin yöneldiği coğrafi derinliğin an laşılmasını ve anlamlandmlmasmı sağlayacak ana kavramsal ve teorik araçlar, cari jeopolitik paradigmanın eleştirel bakış açısıyla yapılmış bir özetine dayalı olarak sunulmaktadır. Bu çerçevede öz gün bir kavramsallaştırma çerçevesi olarak geliştirilen "yakın kara”, "yakın deniz” ve “yakın kıta” havzaları tanımlamaları açıklanmaktadır. Daha sonraki üç bölümde sırasıyla Türkiye'nin yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta havzalarının özellikleri, Soğuk Savaş sonrası konjonktürün bu havzalara kattığı yeni stratejik an lamlar ve Türk dış politikası üzerindeki etkileri tartışılmaktadır. Bu analiz çerçevesinde bu havzalar arasında sistematik ve tutarlı bir strateji geliştirilmesinin ana unsurları belirlenmeye çalışılmak tadır. Bu teorik çerçevenin dış politika alanlarına uygulandığı üçün cü kısım da kendi içinde beş bölüm ihtiva etmektedir. Bu kısmın birinci bölümünde Türkiye’nin dış politika oluşumunda kul lanabileceği temel stratejik araçlar olarak NATO, AGÎT, ECO, ÎKÖ, K.Eİ, D-8, G-20 ele alınmaktadır. Müteakip bölümlerde de sırasıyla Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya ve Avrupa Birliği politikaları değer lendirilmekte ve muhtemel gelişmeler çerçevesinde yürütülmesi gerektiği düşünülen dış politika esasları, tarihî ve coğrafî analiz
lere dayalı stratejik derinlik yaklaşımı ile ortaya konmaya çalışıl maktadır.
i, K is ım
Kavramsal ve Tarihî Çerçeve
ı. Bölüm
GUç Parametreleri ve Stratejik Planlama
I
Thucydides’ten İbn Haldun’a, Clausevvitz’den Morgenthau'ya kadar siyasî tarihin seyri ve siyasî aktörlerin bu seyir içindeki ko numları konusunda çalışmalar yapan düşünürlerin odaklandıkla rı temel soru gücün tanımı, tezahürleri ve eksen değişimi ile ilgili olmuştur. Antik dönemden bugüne kadar siyaset felsefesi güç-değer ilişkisini anlamlandırmaya ve yorumlamaya yönelirken, siyasî gerçeklik ile ilgili tahliller gücün eksen değişimini anlamayı ve bu değişimin dinamiklerini tanımlamayı amaçlamışlardır. Bu çerçe vede Eflatun ile Thyrasymakhos arasındaki adalet-güç ilişkisi tar tışması siyaset felsefesinin en temel tartışmalarından birini baş latmış, Thucydides’in Peloponez Savaşları ile ilgili tahlilleri ise gü cün bir siyaset gerçekliği olarak taşıdığı merkezî önemi gösterme ye yönelmiştir. Aynı şekilde Farabî el-M edinetü’l-Fadıla arayışı ile ideal siyasetin değer boyutunu ortaya koyarken,\İbn Haldun a sa
biyet kavramı ile siyasî gücün eksen değişimini sağlayan dinamik unsurları tesbit etmeye çalışmıştır. Kadîm kültürlerin güç ile değer arasında bir tür uyum kurma çabasına karşılık, Makyavel ile başladığı kabul edilen modern an layış reelpolitiği değer boyutundan bağımsız olarak ele alan bir yaklaşımı öne çıkarmıştır. Kadîm kültürlerin kesişim alanında Pax
O ttom anica’yv kuran Osmanlı Devleti'nin önemli düşünürlerin den Kmalızade’nin Ahlâk-ı Alâtsi ile Batı'da feodal düzenden ulus-devlet oluşumuna geçişin sembol ismi kabul edüen Makyaverin Prens'i arasındaki anlayış farkı bu değişimin çarpıcı bir gösf û rrrû c i ı-lı r
S tra te jik D erin lik
Otuz Yıl Savaşları sonrasında 1648 VVestfalya (Westphalia) An laşması ile ortaya çıkan VVestfalya düzeni ulus-devlet oluşumunun ve bu oluşuma dayalı güç tanımlamalarının hukukî bir çerçeve ka zanmasını sağlamıştır. Fransız Devrimi sonrasında 19. yüzyılda geliştirilen büyük ölçekli teorik çerçevelerle felsefî altyapısına ka vuşan ulus-devlet yapılanması, yine bu yüzyılda yaşanan birlik hareketleri ve sömürgeci rekabet ile en temel reelpolitik güç birimi ve aktörü niteliği kazanmıştır. Klasik emperyal hanedanlıklara son veren 1. Dünya Savaşı son rasında Avrupa'da, sömürge imparatorluklarının sonunu getiren ]I. Dünya Savaşı sonrasında da Avrupa-dışı alanda, değişik ölçekte ve çok sayıda ıılus-devletin ortaya çıkması, bu birimin güç unsurlamım tahlili konusunu uluslararası ilişkiler teorisinin temel m e selesi haline getirmiştir. Güç tanımlamasını çıkar ve egemenlik kavramları ile bütünleştiren realist ekol uluslararası düzenin ulusdevletler arasındaki reel güç dengeleri'üzerinde kurulabileceğini savunurken, uluslararası ilişkilere hukuk ve değer boyutu kazan dırmak isteyen idealist ekol ulus-devietleri bu hukukun muhatap ları olarak görmüştür. Klasik realist ekolün en önemli temsilcisi olan Morgenthau'nuıı güç tanımlaması ulus-devlet biriminin mo dern dönemdeki en kapsamlı tahlillerinden birisi olmuştur. 20. Yüzyılın üçüncü çeyreğinde başlayan ve son çeyreğinde iv me kazanan ekonomi-politik faktörlerle birlikte artan karşılıklı ba ğımlılık, ülkelerin güç tanımlamalarını çok daha karmaşık bir nite liğe büründürmüştür. Ulus-devletlere meşruiyet zemini sağlayan modern ideolojilerin etkilerini kaybetmesi ve geleneksel kültür değerlerinin yeni unsurlarla birlikte uluslararası alana taşınmaları da ülkelerin uluslararası konumlarım etkileyen bir yeniden tanım lama süreci başlatmıştır. Böylece küresel ekonomi-poJitik gelişmeler ülkeler arasındaki karşılıklı egemenlik ilişkisinde ortaya çıkan gri etkileşim alanlarını genişletirken, reelpolitik alana yansıyan tarih ve kültür parametre leri ülkelerin iç ve dış güç yapılanmalarını doğrudan etkilemekte dir. Bu durum daha önce yalın kavramlarla ifade edilen güç para metrelerini yetersiz kılmakta ve bir çok parametrenin etkileşimini yansıtan kavramların öne çıkmasına yol açmaktadır. Ekonomi-politik, jeopolitik, jeokiiltür, jeoekonomi, jeostrateji gibi kavramların ülkelerin eiic tanımlamalarında daha sık bir şekilde kullanılmaya
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a
başlanması Soğuk Savaş sonrası dönemin dinamik şartlarının ge tirdiği özel konjonktür ile birlikte daha da belirgin bir nitelik ka zanmıştır. Bu nedenledir ki, ülkelerin güç parametreleri artık birbirinden bağımsız yalın unsurlar değil, her biri yeni fonksiyonlarla birbirini etkileyen dinamik unsurlar olarak görülmelidir. Bu dinamik un surlar da insan unsurunun devreye girdiği çarpanlarla birlikte ele alınmalıdır.
I. Güç Denklemi ve Unsurları Bir ülkenin uluslararası ilişkilerdeki göreceli ağırlığı ve gücü konusunda bu kaygıları da gözonünde bulunduracak şekilde şe killerde değişik tanımlamalar geliştirilebilir. Sabit verileri (SV) ta rih (t), coğrafya (c), nüfus (n) ve kültür (k) olarak; potansiyel veri leri (PV) ekonomik kapasite (ek), teknolojik kapasite (tk) ve askerî kapasite (ak) olarak tanımlarsak bir ülkenin gücünü şöyle bir for mülle gösterebiliriz: G-(SV + PV] x (SZ x SP x Sİ) Bu formülde SZ stratejik zihniyete, SP stratejik planlamaya, Sİ siyasî iradeye tekabül etmektedir. SV^t + c + n + k ve PV= e^+1^ + a^ olduğu için formülün açılımı; G -{(t + c + n + k) + (ek + tk + a k)}x (S Z x S P x S İJ şeklindedir.
ı. Sabit Veriler: Coğrafya, Tarih, Nüfus ve Kültür Bu formül içindeki unsurları tek tek ele alırsak, sabit veriler ül kelerin mevcut parametreler içinde kısa ve orta vadede kendi ira deleriyle değiştirmelerinin mümkün olmadığı unsurlardır. Ancak, bu durum bahsi geçen unsurların ülkelerin güç denklemindeki ağırlıklarının değişmez olduğu anlamına gelmez. Aksine, değişen uluslararası konjonktür, bu sabit unsurların ülkelerin güç dengele ri içindeki özgül ağırlıklarının değişime uğramasına yol açar. Bu değişimi doğru bir zamanlama ile tutarlı bir yeniden değer lendirmeye tâbi tutan ülkeler, bu sabit unsurları dinamik bir dış politika yapımının destek zemini haline dönüştürürler. Mesela Türkiye’nin sabit bir verisi olan ve Hatay’ın ilhakı dışında son 75
S tr a te jik D e rin lik
yıldır değişmemiş olan coğrafyasının Soğuk Savaş dönemindeki stratejik ağırlığı ile Soğuk Savaş sonrası dönemdeki stratejik ağırlı ğı önemli farklılıklar göstermektedir. Böylesi teorik bir çerçeve oluşturma çabası bazı temel jeopoli tik kavramların tanımlanmasını ve mukayeseli anlam çerçeveleri nin oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Ulus-devlet olgusunun uluslararası sistemin ana unsuru haline gelmesi ile birlikte bir si y asî topluluk olan ulus, bu topluluğun egemenlik şeklindeki örgüt
lenmesi olan devlet ve bu siyasî egemenliğin yayıldığı alanı kapsa yan ülke kavramları içiçe geçen bir iç anlam bütünlüğü ve bağım lılığı kazanmışlardır. Coğrafî alanların egemenlik nesnesi olarak devletler arasında bölüşülmesi ve bu bölüşümün bir uluslararası hukuk normu haline dönüşmesi modern sınır kavramının temeli ni oluşturmaktadır. Bu açıdan sınır kavramı, bir siyasî topluluğun etkinlik alanı açısından biri içe dönük egemenliği tanımlayan po zitif, diğeri dışa dönük egemenlik sınırını tanımlayan negatif olmak üzere iki anlam alanı oluşturmaktadır. Uluslararası ve bölgesel nitelikli jeopolitik çatışma alanları, bu sınır tanımlamalarının'öngördüğü egemenlik alanları ile fizikî, ekonomik ve kültürel coğrafyanın oluşturduğu iç-bağımhlık alan ları arasındaki farklılaşmanın yansımalarıdır. Bu çerçevede sınır lar ile jeopolitik kuşaklar ve hatlar arasındaki ayrım Özel bir önem kazanmaktadır. Fizikî ve ekonomik coğrafya açısından birbirini ta mamlayan alanların oluşturduğu jeopolitik kuşakların karşılıklı sı nır tanımlamaları ile birbirinden ayrılan birimler haline dönüş mesi bu kuşaklar boyunca her an tırmanabilecek egemenlik çatış ması potansiyelini beraberinde getirir. Özellikle sömürge impara torluklarının dağılması ile birlikte ortaya çıkan ulus-devletler ara sındaki sınır çatışmalarının çoğunda hukukî sınır ile jeopolitik ku şak uyumsuzluklarının önemli bir payı vardır. Bir toplumun kültürel ve tarihî birikimi ile desteklenen jeopo litik öıı-hatlar ise bir toplumun uluslararası vizyonunun şekillen mesinde önemli rol oynarlar. Mesela Alman kimliği ve Kutsal Roma-Germen tarihi ile dokunan Alman stratejik zihniyetinin ön gördüğü jeopolitik ön-hat ile fiilî/hukukî Almanya sınırları arasın daki farklılaşma geçmişte iki dünya savaşma sebep olmuştur. Aynı fnrUiıiıV- tt rv ini ra Savasın Han sonra ise barışçı Yöntemlerle AB'nin
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a
ilk oluşturucu etkenleri arasında yer almıştır. ABD'yi bir süper güç olarak tarih sahnesine çıkaran ana unsur da, 19. yüzyılda Atlan tik'ten Pasifik derinliğine doğru sürekli genişletilebilen bir sınır üzerinden hukukî/siyasî bir egemenlik aianı haline dönüştürüle bilen jeopolitik ön-hat vizyonudur. Bu kavramların İngilizce karşılıkları, semantik alan itibariyle açıklayıcı nitelikler taşımaktadır. Sınırın karşılığı olan boun-
dary/territory1 kavramı, muhtevasından da anlaşılacağı gibi, ülke leri bağlayan bir anlam taşımakta iken; bizim, jeopolitik ön-hat olarak tanımladığımız, ilerleyen bölümlerde de kısaca hat olarak kullanacağımız/ron tier kavramı toplumlârm yöneldikleri ön alan ları ortaya koymaktadır. Stratejik belt kavramı ise hem sınırlayan hem de egemenlik kaymalarına göre esneyebilen bir kuşak için kullanılmaktadır.2 Bu çerçevede bir kıyas ile ortaya koymak gere kirse ABD'nin Amerikan kıtası boyunca engin bir frontier vizyonu oluşturabilmesi, bu devlete, kıtayı doğu-batı ve kuzey-güney isti kametinde kesen jeopolitik kuşakları bir sınır bütünlüğü içinde toplama imkanı vermişken3, Avrupa içindeki farklı ulusların stra tejik zihniyet oluşumunda öngördükleri/hmf/er algılaması ile cari cepheleşmelerin doğurduğu fiilî sınırlar arasındaki gerilim kıta-içi savaşların kaynağını oluşturmuştur. Hukukî sınır {boundary} ile jeopolitik hat (frontier) arasındaki bu farklılaşma bugün de Avras ya jeopolitiğindeki dinamizmin ana sebebini teşkil etmektedir. Iç egemenlik alanını tanımlarken aynı zamanda dış egemenlik mücadelelerinin hukukî sınırlarını ortaya koyan sınırlar ile özellik le yeni alanlara açılan ya da bir güç merkezi oluşturmaya başlayan toplumların stratejik yayılım alanları ile ilgili algılamalarım yatısımmu 1 Bu kavram ın jeopolitik açıdan taşıdığı özci anlam alanları için bkz. David B. Knight, “People Together, Yet Apart: Rethinlcing Tenitory, Sovereignty, and Id eııtities”, R eord erin g th e W orld: G eopu! i rical P erspectiv es on the 21st Cen.tu.ry içinde, G eoıge J. D eınko andVVilliaııı B. YVood (ed.), fOxlord: VVcsrvicvv, lî)94j, s. 71-86. 2 Jeopolitik kırılma alanları için kullanılan sh a tlerb ell: kavram ının bir örnek uyarlanm ası için bkz. Saul B. Cohen, "G copolitics in the New VVorld Eıa: A New Perspective on aıı 03d Disripline", R eord erin g th e W orld: G eo p o litica l P ersp ecliv es on ıh e 2 1 s t C en tu ıy içinde, s. 32-35. 3 F ro n tier kavramı ve bu kavramın Amerikan tarihi içindeki algılanış biçim i için !>k/.. VVaiter Prescott Webb, The Grent F ron tier, (Lincoln and London: IJniver-
; S tra te jik D e rin lik
tan jeokültürel ve jeopolitik hatlar arasındaki farklılaşmanın, m er kezî alanından (core areas) hareketle stratejik kademelendirme gerçekleştirmek isteyen güçleri karşı karşıya getirmesi durumun da jeopolitik çatışma kuşakları (shatterbell) ortaya çıkmaktadır. D o la y ıs ıy la
jeopolitik kuşakların kesiştiği alanlar ile hukukî sınırlar
arasındaki farklılaşmanın yoğunlaştığı bölgeler çok yönlü çatışma potansiyelinin varolduğu bölgelerdir. Yeni alanlara açılan güçler genellikle kendilerini bağlayan smır kavramını aşarak bir ön hat ve ufuk oluşturma çabası içine girer ler. Mesela Tarık bin Ziyad'm Ispanya’ya çıkmasından sonra gemiieri yakması, idaresindeki ordunun Kuzey Afrika’dan Cebelitarık’a uzaıîan smır algılamasını yeniden kurmaya yönelik bir çabadır. Böylece daha önce Cebelitarık'ın oluşturduğu su engeli ile zihin lerde yer eden sınır algılaması ön hat olarak Pirenelere uzatılmış tır. Benzer bir durum Pasifik’e doğru ön hattını sürekli genişletme ye çalışan ABD’nin kuruluş ve yayılma sürecinde yaşanmıştır. Bu tür açılımlarda stratejik yayılma hatlarında ciddi bir direniş ile kar şılaşmayan güçler, merkezî alanları ile yeni kuşaklar arasında stra tejik tutarlılığı olan bir bütünlük kurarlar. Bazı ülkelerin merkezî alanları, jeopolitik/jeokültürel hatları ve hukukî sınırları arasında tabiî bir uyum ve dış dünya ile tabiî bir ayrım çizgisi bulunmaktadır. Bu ülkelerin en tipik misalleri İngil tere ve Japonya gibi ada ülkeleridir. Bu ülkelerin ada konumu ken di merkezî alanlarım tanımlamalarım kolaylaştırırken, komşu kıta içindeki stratejik dengelere ayarlı politikalar bu merkezî alan ile komşu kıta arasındaki ilişkilerin belirlenmesini sağlamaktadır. Komşu kıta içinde bir gücün sivrilmesi ya da ada ülkesinin strate jik bir açılım içine girdiği dönemlerde merkezî alandan kıtaya yö nelik ilgi ve müdahale artmakta; stratejik daralma dönemlerinde ise bir tür merkezî alana çekilme yaşanmaktadır. İngiltere’nin Yüz Yıl Savaşlarından başlayarak Otuz Yıl Savaşları, Veraset Savaşları, Napolyon Savaşları ve I. ve II. Dünya savaşlarında Avrupa kıtasına yönelik geliştirdiği stratejilerde bu tabiî ayrım hatlarının önemli bir tesiri vardır. Büyük bir ada-kıta ülkesi konumundaki ABD'nin Avrasya'ya yönelik politikalarında da daha büyük ölçekli olmakla birlikte benzer özellikler söz konusudur.
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a
nıml amal arı ile hukukî sınırlar arasında tabii bir ayrım yapmak mümkün değildir. Bunun en tipik misali de Almanya'dır. Alman ya’nın, tarihî Brandenburg ve Prusya bölgesi eksen olmakla birlik te sürekli esneyebilen bir merkezî alan algılamasına sahip olması ve bu algılamanın Germen akraba topluluklarının yaşadığı bölge lere uzanan değişken bir jeopolitik/jeokültürel hat ile bir bütün içinde düşünülmesi Almanya’nın son iki yüzyıl içindeki hukukî sı nırlan ile bu stratejik algılama arasında onulmaz bir çelişki doğur muştur. Almanya'nın sahip olduğu ve bu ülke stratejisyenlerince çok sık kullanılan Mittellage (merkez konum) ’den kaynaklanan bu durum Avrupa-içi stratejik çatışmaların odağını oluşturmuştur. jeopolitik ve jeokültürel ön-hatlarla uyumlu hukukî sınırların belirlendiği bölgelerde ve dönemlerde genellikle istikrarlı siyasî ilişkiler doğmaktadır. Mesela, asırlar boyu süren Osmanlı-İran sa vaşlarından sonra 1639‘da Kasr-ı Şirin Anlaşması ile oluşturulan Osmanlı-İran sınırının bugüne kadar değişmeden ulaşabilmiş ol ması tabiî bir jeopolitik hattın hukukî sınır haline dönüşmesinin sonucudur. Buna karşılık sınırlar ile ön-hatiann çatıştığı ve ulusla rarası sınırlar ile jeopolitik hatlar üzerinde farklılaşmaların doğdu ğu durumlarda iki ya da daha çok siyasî aktörün etki alanı müca delesine girdiği çatışma kuşakları oluşmaktadır. Bu durumun en çarpıcı misali Türkiye ile Irak sınırı üzerinde son yıllarda yaşanan bunalımlardır. Bu bunalımların kökeninde iki ülke arasındaki hu kukî sınırın bölgenin jeopolitik ve jeokültürel yapısı ile uyumlu ol maması yatmaktadır. Tarih boyunca bu hat üzerinde hiç bir kalıcı sınırın görülmemiş olması da jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik temelden yoksun sınırların bunalım kaynağı olmasına önem li bir delil teşkil etmektedir. Hindistan ile Pakistan arasında Keşmir üzerinde süregelen mücadele de bu çelişkinin doğurduğu çatışmaların bir başka çarpıcı misalini teşkil etmektedir. Bu çalışmada sık sık geçeceği için tanımlanması gereken diğer önemli bir kavram ise havzadır. Bir çok jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik hattın kesişerek oluşturdukları, iç stratejik bütünlü ğe sahip bölgeleri havza olarak tanımlamaktayız. Alman jeopolitik havzası, Rus step havzası gibi tanımlamalar bu ülkelerin coğrafî konumlarının tabiî sonucu olarak ortaya çıkan geniş ölçekli Strate ji/- motımn-a alanını vansıtmflktaHir.
S tr a te jik D e rin lik
Bu çerçevede, ki lalar ve bölgelerarası etkileşim bölgeleri ta nımlamalarını büyük güçlerin havza algılamalarının kesişim alanı için kullanmaktayız. Mesela Asya ve Avrupa’yı ayıran Doğu Avrupa stepleri modern diplomasi tarihi içinde genelde Slav ve Germen, özelde Kus ve Alman havza algılamalarının etkileşim alanını oluş turmuştur. Ortadoğu bölgesinin gerek bir kavram olarak ortaya çı kışı gerekse fiilen bir çatışma alanı olması da, Asya, Afrika ve Avru pa kıtalarını birleştiren bir çok havzanın kesiştiği bir etkileşim bat tı ol uşturmasmd andır. Merkezî alan, smır, hat, kuşak, havza, etkileşim bölgesi gibi kavramların bir iç bütünlük içinde anlamlandırıl maları her bir ül kenin strateji ve dış politika yapım sürecini anlamak bakımından da büyük bir önem taşımaktadır. Reelpolitik açıdan bakıldığında; havza algılaması stratejik manevra alanını, etkileşim bölgesi bu manevra alanlarının çok yönlü stratejik mücadeleye dönüştüğü coğrafî alanı, hat ve kuşak tanımlamaları stratejik hedeflerin taktik kademelendirme ve uygulama alanını, hukuki sınırlar defan si f ve ofansif stratejik pozisyonlara meşruiyet kazandırılmasını sağlayan ayrım çizgilerini, merkezî ala'n ise stratejik varoluş temelini belir lemektedir. Bu çerçevede bahsi geçen tanımlar statik ayrım hatla rını değil, uluslararası ve bölgesel konjonktüre göre dinamik bir şekilde tanımlanması gereken coğrafî mekan idraklerini yansıt maktadır. Bu jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik tanımlamalar, toplumlarm zaman ve tarih idrakleri İle de bir bütünlük oluşturmak ladır. Bir toplumun medeniyet aidiyetinin, kültürel kimliğin, ku rumlan n ve dışa yansıyan biçimsel formların oluştuğu tarihi süreç de sabit bir veridir. Mesela, üçüncü bölümde daha detaylı bir şe kilde ele alacağımız gibi Türkiye'nin sabit bir verisi olan Osrnanlı tarih mirasının Soğuk Savaş dönemindeki ağırlığı Soğuk Savaş sonrası dönemde önemli bir değişim geçirmiş ve Türkiye’nin ge rek Balkanlarda gerekse Kafkaslarda çok daha aktif bir dış politika yapımına yönelmesine yol açmıştır. Son on yıl içinde Türkiye'nin gerek Balkanlar gerekse Kafkaslarda müdahil olduğu bir çok böl gesel mesele temelde bu tarih mirasının izlerini taşımaktadır. Bu bölgelerdeki Osmanlı bakiyesi unsurlar, ortaya çıkan jeopoı:± .ı,
A r \ r i t i tvl ı ı m ı
h ' ı e l/ ı l n rl a
1 'irih î
m u r e m l i İr a l a n ı
n ln ra k '
Güı,: P a r a m e tr e le r i v e S tr a te jik P la n la m a
gördükleri Balkanlar/Anadolu eksenli Osmanlı merkez alanına
Uleartland) yönelmişlerdir. Asrın başında Osmanlı tarih mirasın dan yeni tanımlara dayalı bir ulus devlet olarak çıkan Türkiye Cumhuriyeti, asrın sonunda bu mirasın jeokültürel ve jeopolitik sorumlulukları ile tekrar yüzleşmek zorunda kalmıştır. Türk dış politikasına Önemli yüklerle birlikte yeni ufuklar ve imkanlar ka zandıran bu sorumluluklar, önümüzdeki dönemde, Türk stratejik zihniyet ve kimliğinin yeniden şekillenmesindeki en belirleyici unsurlar olarak devreye gireceklerdir. Türkiye'nin genç ve dinamik nüfus yapısı da önemli bir güç pa rametresi olduğu için özellikle Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde sü rekli gözönünde tutulan bir unsur olagelmiştir. Soğuk Savaş süre since Rusların sıcak denizlere inmesinin önündeki en önemli askeri/demografik engel olarak görülen bu nüfus unsuru, Soğuk Sa vaş sonrası gelişmelerde Avrupa-iç.i insan hareketliliklerini etkile yebilecek en önemli ekonomik/demografik unsurlar arasında gö rülmeye başlanmıştır. Başta Almanya olmak üzere Türkiye kay naklı göç hareketlerine sahne olan Avrupa ülkelerinin Avrupa Bir liği ile entegrasyon sürecinin tabiî uzantısı olan serbest dolaşım hakkı konusunda takındıkları tavır, bu nüfus unsurunun güç para metreleri İçindeki yerinin bir sonucudur. Belli bir insan unsurunun (nüfus) belli bir mekan içinde (coğ rafya) ve belli bir zaman boyutunda (tarih) sahip olduğu kimlik ve aidiyet hissi ile ürettiği değerler dünyasına dayalı psikolojik, sos yolojik, siyasî ve ekonomik yapı taşlarından oluşan kültür, bir ül kenin sabit güç verilerini potansiyel güç verilerine bağlayan en önemli unsurdur. Bu unsur bir taraftan sabit verilerin yaşayan sü reç içinde tezahür etmesini sağlarken, diğer yandan potansiyel ve rileri harekete geçiren temel muharrik rolü oynamaktadır. Ortak zaman-mekaıı idrakinden kaynaklanan güçiü bir kimlik ve aidiyet hissine sahip olan ve bu his ile psikolojik, sosyolojik, si yasî ve ekonomik unsurları harekete geçirebilen kültürel yapısı oturmuş toplumlar sürekli yenilenebilen stratejik açılımlar ger çekleştirme imkanına sahiptir. Buna karşılık kimlik bunalımı yaşa yan ve bu bunalımı bir kültür buhranı haline dönüştüren toplum lar psikolojik, sosyolojik, siyasî ve ek o n o m ik dalgalanmaların kıs kacında stratejik bir açmaz içine düşerler.
S tra te jik D erin lik
2. Potansiyel Veriler: Ekonomik, Teknolojik ve Askerî Kapasite Bir ülkenin potansiyel verileri ise kısa ve orta vadede değişebi lir nitelikte olan ve ülke potansiyelinin kullanım kapasitesinin yansıması olan unsurlardır. Ekonomik kaynaklar, teknolojik altya pı ve askerî birikim ülkenin güç denkleminde değişken unsurlar olarak yer alır. Bu değişken unsurların dış politika yapımında koordineli ve verimli bir şekilde devreye sokulması, ülkenin uluslara rası güç dengeleri .içindeki ağırlığının artmasını sağlar. Buna karşı lık bu unsurların iyi bir planlama ile yeterince etkin bir tarzda ye niden yapılan din İmadığı ülkelerin uluslararası ilişkilere yansıyan gücünde ciddi zaaflar ortaya çıkm aya başlar. Uluslararası ilişkilerin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki en önemli gerilim alanları jeopolitik ve uluslararası ekonomi-politik tir. Bu çerçevede dış ekonomik ilişkileri yönlendiren ekonomi-politik tercihler genel stratejinin Önemli bir unsuru haline gelmişler dir. Bu durum küresel ekonomi-politik rekabetin tarafı olan büyük güçler kadar, bu rekabetin hem aktörü hem de edilgen sahası ko numundaki bölgesel güçler açısından da geçerlidir. II. Dünya Sa vaşının hemen sonrasında bağımsızlıklarım kazanan ve Soğuk Sa vaş süresince genellikle ithal ikamesi politikalarıyla bağımsız bir ulusal ekonomik aîan oluşturmaya çalışan bu bölgesel güçler, sek senli yıllardan itibaren başlayan ve Soğuk Savaş sonrası dönemde gittikçe artan bir ivme kazanan ihracata dayalı kalkınma modelle ri ile küresel ekonomik dengelerde yer edinmeye çalışan politika lara yönelmişlerdir. Bu değişim süreci ekonomi-politik ile strateji arasındaki bağımlılık ilişkisini artırmış ve ekonomik çıkar alanları nı diplomasinin ana unsurları haline getirmiştir. İç ve dış ekonomik politikalar arasındaki uyum meselesi dış politika yapımım ve bu politikaların uygulama sürecini klasik dip lomatik kulvarın dışına taşırmıştır. II. Dünya Savaşından sonra as kerî/diplomatik alanı daralmış olan Japonya’nın ekonomiyi bir strateji parametresi olarak dış politikanın merkezine oturtması bu gelişmenin en çarpıcı misallerinden birini oluşturmaktadır. De Geaulle'ün Fransız Frangının gücünü dış politika oluşumunun ana unsuru oiarak görmesinden bu yana fmansal alanda büyük ekonomi-politik güçler arasında yaşanan rekabet, ekonomi-poli-
G ü ç P a r a m e tr e le r i ve S tr a te jik P la n la m a
tik rekabetin uzun dönemli stratejik rekabet içindeki konumunu sürekli teyid eden bir seyir izlemiştir. Önümüzdeki dönemin ulus lararası ekonomi-politik dengelerini belirleyecek gibi görünen Euro-Dolar finansal rekabetinin AB ile ABD arasındaki stratejik ilişki lerin tabii bir parçası olarak devreye girmesi bu konumun son çar pıcı misalini oluşturmaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönemde ekonomik kapasitenin ulusal güç parametreleri içindeki konumunda önemli bir mahiyet değişi mi yaşanmıştır. İletişim teknolojisindeki olağanüstü sıçrama ile hızlı bir ivme kazanan küresel ölçekli karşılıklı bağımlılık ilişkisi devlet-dışı aktörlerin ulusal strateji içindeki önemlerini artırmış tır. Bugün çokuluslu şirketler arasındaki ilişkiler devlet-ölçekli iliş kilerin de ötesinde etkiler yapabilmektedir. Bölgesel entegrasyon faaliyetleri ile birlikte daha da karmaşık bir nitelik kazanan bu du rum ithal ikamesi politikalarına gerekçe oluşturan ulusal ekono mik bağımsızlık kavramım temelinden sarsmaktadır. Bugün resmi ve gayriresmi aktörlerin birlikte oluşturdukları ulusal total etkinlik sadece devlet kontrolüne dayanan ulusal b a ğımsızlığın önüne geçmiş bulunmaktadır. Çokuluslu şirketler, sivil toplum kuruluşları, bölgesel ve uluslararası kuruluşlar gibi ulusdevlet yapılanması dışındaki aktörlerin artan etkisi küresel ölçekli makro stratejiler ile yerel ölçekli mikro stratejiler arasında önemli bir uyum problemi doğurmuş bulunmaktadır. Böylesi çok aktörlü dinamik bir konjonktürde ülkelerin göreceli güçleri bu uyum problemini aşabilme kabiliyetlerine bağlıdır. Bu çerçevede ülkenin bilim ve teknoloji atanındaki üretkenliği ve etkinliği de güç parametrelerinin değişken unsurlarının başın da gelir. Bir örnek alan olarak üzerinde duracağımız gibi bir ülke nin savunma sanayiinin altyapısı da, ekonomik gelişme düzeyi de, sabit kaynakların etkin bir şekilde değerlendirilebilmesi de bu alanlarda yetişmiş insan unsuruna bağlıdır. ABD’nin hegemonik güç olarak ortaya çıkışında bilim ve teknolojik kapasite konusun da yaptığı atılımiarm rolü büyüktür. Son zamanlarda gerçekleşen ekonomik zirvelerde sürekli gündem maddeleri arasında yer alan telif haklan ve lisans uygulamaları da aslında bilim ve teknoloji konusundaki gelişmelerin denetim gücünü elinde tutma gayreti nin bir ürünüdür. Japonya’yı ekonomi-politik bir dev haline geti
ren temel faktör de teknoloji uygulama alanında gerçekleştirilen atılı mİ arın ticarî bir hüviyetle piyasa unsuru haline dönüştürülebilmiş olmasıdır. Bu nedenledir ki, bilim ve: teknolojik üstünlük konusunda sü ren rekabet Soğuk Savaş sonrası dönemin perde gerisinde süren ana gerilim alanlarından birisi olmuştur. Bunun sebebi de tekno lojik savaşın sonuçlannın sıcak savaşın sonuçlarından daha belir leyici olmasıdır. Sıcak savaşı bugün kazanmış görünenler tekno lojik savaşın uzun dönemli galiplerine boyun eğmek zorunda ka lacaklardır. Bu açıdan dünya-sisteminin merkezini oluşturan güçlerin en öncelikli hedefi teknolojik üstünlüğü elden bırakma maktır. Bu da sistemik güçler arasındaki mücadeleye acımasız bir iç rekabet: niteliği kazandırmaktadır. Sıcak savaşlarda geçici ittifak ve koalisyonlar oluşturan güçler teknolojik savaşta karşı karşıya gelmekte ve en yoğun ittifak dönemlerinde bile karşılıklı markajı sürdürmektedirler. Askeri ittifaklar geçici, teknolojik üstünlük ka lıcıdır. Uluslararası ilişkilerdeki hegemonik güç konumunu sürdür mek isteyen ABD bu gücün temel dayanağı olan teknolojik üstün lük ve kontrol kabiliyetini kaybetmemek için bir taraftan uluslara rası hukuk düzenlemeleri yapmaya gayret ederken, diğer taraftan başta Çin, Japonya ve AB olmak üzere rekabet gücü olan güçlerle kıyasıya bir rekabeti göze almıştır. Japonya ile multimedya ve ile tişim teknolojisi, Çin ile telif hakları ve uluslararası patent anlaş malar], Fransa ile teknoloji casusluğu konusunda karşı karşıya ge len ABD’nin hedefi gelecekteki teknolojik oluşumun nabzını ve kontrolünü elinde tutmaya devam etmektir. Doksanlı yılların ortalarına doğru bir taraftan Japon pazarının Amerikan mallarına açılması için baskılarını artıran ABD, diğer ta raftan da gelecekteki iletişim teknolojisinin öncülüğünü elinde tutmak için ciddi bir atılım başlatmıştır. 1995 yılı başında başkan yardımcısı Al Gore’un Amerikan hükümeti ile firmalarını küresel ekonomik hakimiyeti sürdürmek üzere ulusal bilgi ve iletişim alt yapısı kurmak için işbirliğine davet etmesi ile başlayan bu atılım temelde özellikle bilgi otobanları, bilgisayar iletişim ağı ve multimedya alanlarında tekel olmak hedefini gütmektedir. Bu konuda geri kalmakta olduğunu farkeden Japonya karşı bir atakla 2010 yi-
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a
iııi] hedefleyen ve ekonomiye 2.5 milyonluk iş kapasitesi ve yılda 1.23 trilyon dolarlık ek kaynak sağlayacak bir projeyi uygulamaya koymuştur. ABD ile Çin arasında son yılların en önemli bunalımına yol açan telif hakları ve uluslararası patent anlaşmaları konusu da te ferruattaki bir uluslararası hukuk anlaşmazlığından çok daha de rin bir önem taşımaktadır. Mesele sadece bazı Amerikan firmala rının uluslararası piyasadaki hukukunu korumak değildir. Geçtiği miz yirmibeş sene içinde kendi oluşturdukları teknolojinin Japonlar tarafından büyük bir beceri ile piyasa değeri olan emtia haline dönüştürülüp Amerikan ekonomisini kendi pazarında bile m ah kum etmesi ABD yönetimini Çin'e karşı büyük bir teyakkuza sevketmiştir. Uluslararası ekonomik savaşta mesele sadece bir tekno lojiyi geliştirmek değil, o teknolojiyi pratik kullanım değeri yüksek bir piyasa malzemesi haline getirebilmektir. Japonya mucizesi bu becerinin üstünde yükselmiş ve Amerikan firmalarının bir çok alanda uluslararası piyasalardaki etkisini kırmıştır. ABD'nin Çin üzerindeki baskısının bir diğer önemli sebebi ise özellikle Doğu Asyada yoğunlaşmakta olan yeni teknolojik geliş meleri kontrol altında tutabilmektir. Uluslararası telif hakları ve patent anlaşmaları konusunda sahip olduğu etkin ve merkezî ko num ABD’ye diğer ülkelerdeki yeni teknolojik gelişmelerin ulusla rarası nitelik kazanmasında önemli bir ayrıcalık ve öncelik sağla maktadır. Son yıllarda özgün buluşlar konusunda Doğu Asya'nın rolünün gittikçe artması teknolojik merkez kayması riskini bera berinde getirmiştir. Bugün ABD içindeki önemli teknolojik atılımlarda da Amerika kökenli olmayan araştırmacıların payı artmakta dır. Atlantik-eksenlî diinya-sisteminin oluşturduğu uluslararası hukuk bu teknolojik kaymanın kontrol altına alınmasının en önemli aracı olarak devreye sokulmuştur. Bunun içindir ki ABD bu patent hukukunun tanınmasına Çin’deki insan haklan ihlallerin den daha büyük önem vermiş ve Tlanenmen olayında uygulandı ğından daha büyük bir baskı oluşturmaktan çekinmemiştir. Yine 1995 yılı başlarında tırmanan ABD ile Fransa arasındaki teknolojik casusluk bunalımı da farklı bir alanda benzer bir haki miyet kavgasını aksettirmektedir. Uluslararası ekonomik ve politik hakim n/ptin pn çlratpiik a l a n la r ın d a n birisi n bın ıırn k s a n a v i i n d e -
S tr a te jik D e rin lik
ki Boeing-Airbus rekabeti bir Amerikan-Avrupa rekabeti niteliğine dönüşmüştür. Zamanla tam bir ticaret savaşına dönüşen bu reka bet Avrupa'nın Amerika'ya karşı gösterdiği en önemli başarılardan biri olmuştur. İletişim teknolojisinde ABD ve Japonya'ya karşı ge rileme kaydeden Avrupa, Airbus ile uçak sanayiinde ciddi bir atı lım yapmıştır. Fransa’daki ABD diplomatlarının da adının karıştığı teknolojik casusluk skandali büyük güçler arasında süren amansız mücadelenin önemli bir göstergesidir. Gittikçe yoğunlaşan bu teknolojik savaş gelecekteki ekonomik, siyasî ve askerî savaşların da kaderini belirleyecek nitelikler taşı maktadır. ABD'nin bir çok cephede sürdürmekte olduğu bu savaş aynı zamanda Amerikan hegemonyasının gelecek yüzyıldaki ka derini de ortaya koyacaktır. Bu unsurların tümünü fiilî güç haline dönüştüren askerî kapa site de ülkelerin gerek barış dönemlerindeki potansiyel kapasitesi nin gerekse savaş dönemlerindeki reel güç yansımasının temel göstergelerinden biridir. Askerî kapasite, değişen konjonktüre uy gun bir tarzda kendini yenileyebilen bir parametre olarak hem ekonomik, diplomatik ve politik kararlardan etkilenmekte hem de bu kararların yöneliş ve uygulanış biçimini belirleyebilmektedir. Ülkenin güvenlik parametreleri ekonomik kaynakların kullanım ve aktarım biçimini etkilerken, diplomatik ve siyasî üişkilerin sey rini de önemli Ölçüde belirlemektedir. Yeni teknolojik gelişmelere ve konjonktürel değişimlere ayak uyduramayan askerî yapılar zamanla içe dönük politik hesapların ve kaynak israfının aracı haline dönüşme riski taşırken, yerinde ve zamanında alman stratejik kararlarla kendini yenileyebilen ve toplumsal doku ile bütünleşen askerî kapasite kullanımları ülkele rin uluslararası güç hiyerarşisinde daha üst basamaklara çıkabümelerinin ve politik/ekonomik etki alanı oluşturabilmelerinin önünü açarlar. Mesela Bismark'ın demir yumruklu idaresinin güç kaynağını oluşturan askerî kapasite aynı zamanda siyasî alanda Alman birliğinin, ekonomik alanda ise Alman atılımınm hem so nucu hem de dışa yansıyan boyutudur. Aynı şekilde Deli Petro’nun askerî yapıda gerçekleştirdiği reformlar steplerle sınırlı Moskova Prensliğini, Avrasya'yı bir bütün olarak stratejik hakimiyet alanı haline getirmeye vönelen Rus eniDerval vavılmaçılısına dönüştü
G ü ç P a r a m e tre le r i v e S tr a te jik P la n la m a
ren siyasî, ekonomik ve diplomatik unsurların fiilî güç zeminini oluşturmuştur. Bugün de Amerikan askerî yapılanması ile Ameri kan ekonomisi ve diplomasisi arasında doğrudan bir ilişki vardır ve bu ilişki dünya anakstasından uzakta bir coğrafî konuma sahip olan ABD'yi uluslararası ilişkilerin belirleyici hegemonik gücü ha line dönüştüren ana unsurlardan biridir,
3. Stratejik Zihniyet ve Kültürel Kimlik Bir toplumun stratejik zihniyeti; içinde kültürel, psikolojik, di nî ve sosyal değer dünyasını da barındıran tarihî birikim ile bu b i rikimin oluştuğu ve yansıdığı coğrafî hayat alanının ortak ürünü olan bir bilincin, o toplumun dünya üzerindeki yerine bakış tarzı nı belirlemesinin ürünüdür. Bu açıdan bakıldığında, zihniyet ile strateji arasındaki ilişki, coğrafî verilere dayalı mekan algılaması ile tarih bilincine dayalı zaman algılamasının kesişim alanında or taya çıkar. Farklı toplumların farklı stratejik bakış açılarına sahip olmaları, aslında, bu mekan ve zaman boyutlarına dayanan farklı dünya algılamalarının ürünüdür. Toplumların kendi coğrafî konumlarını eksen edinen mekan algılamaları ile kendi tarihî tecrübelerini eksen edinen zaman al gılamaları, yönelişleri ve dış politika yapımını etkileyen zihniyet altyapısını oluşturur. Milleti ezelî bir siyasî birlik ya da hemen de ğişebilir bir insan topluluğu olmaktan çok, istikrarlı bir tarih süre cinin ürünü olan ve uzun tarih dilimleri içinde oluşan bir birlikte lik olarak kabul edersek stratejik zihniyet aynı zamanda bir kimlik bilincinin tarihî süreç içinde biçimlenmesinin ve yeniden şekillen mesinin sonucunda ortaya çıkar ve geçici siyasî dalgalanmaların ötesinde bir süreklilik arzeder. Mesela Alman stratejik zihniyeti, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nun kökenleri 9. yüzyıla kadar giden tarihî serüveni ile modern ulus devletin felsefî temellerinin tarihî gerçeklik alanı ile buluşarak ideolojik bir altyapı kazandığı 19. yüzyıla kadar uzanan bir tarihî bilincin eseridir. Bu bilinç Ortaçağ feodal-dinî birikimi ile modern seküler-ideolojik birikimin unsurlarını birlikte barın dırır. Hegel'in Alman bilincinin tarihî kökenlerini ortaya koyduğu tarih yorumu ile Hitler'in III. Reich kavramı arasındaki paralellik böylesi bir stratejik zihniyet sürekliliğinin ürünüdür.
Aym şekilde Ortodoks Rus Çarlığı ile ateist Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği’nin stratejik öncelikleri arasındaki paralellik ve süreklilik toplumların stratejik zihniyetlerinin tarih ve coğrafya g3bi sabit veriler tarafından ne ölçüde belirlenmekte olduğunun bir göstergesidir. Rus kimlik bilincinin evrensel ideolojik kimlik ta nımlamaları öngören sosyalist ideolojiye rağmen varlığını sürdü rebilmesi ve Soğuk Savaş sonrası dönemde eski Marksistlerin yön lendirdiği yeni milliyetçi akımlarda kendini tekrar siyasî bir kimlik olarak üretebilmesi bu stratejik zihniyet sürekliliğinin sonucudur. Siyasî kariyerini bir sosyalist olarak oluşturan Miloseviç’in Soğuk Savaş sonrası dönemde radikal ırkçılığa dönüşen Sırp milliyetçili ğinin lideri konumuna gelmesi de bu açıdan ilginç bir misal oluş turmaktadır. Kendi tarihimizden misal vermek gerekirse, Söğüt civarında göçer Türkmenlerin oluşturduğu küçük bir beylikten başlayarak zamanla antik yerel medeniyet havzalarının tümüne yayılan ve in sanlık tarihinin en renkli, sinkretik ve karmaşık siyasî yapılarından biri haline dönüşen Osmanlı Devleti’ni kuran ana unsur da böyle si bir stratejik zihniyetin altyapısını dokuyan zaman ve mekan bi lincidir. Bu stratejik zihniyet hem Osmanlı Devleti'nm atılım gü cünü hem de bu atılım gücünün oluşturduğu Osmanlı düzeninin
[Pax Oıtomanica) istikrarını sağlamıştır. Geçmişi kuşatan kadîm kavramı da, geleceği belirleyeceği iddiasını taşıyan Deulet-i Ebed
Müddet kavrarın da bu stratejik zihniyetin muhtevasını dokuyan bir larih ve kimlik bilincini yansıtmaktadır. Gerek Osmanlı Devleti’nin çözülme, sürecinde gerekse Türkiye Cumhııriyeti'nin kuruluşundan bu yana karşı karşıya kalınan uluslararası problemlerde ortaya çıkan en önemli gerilim alanı, bu stratejik bilincin süreklilik unsurları ile cari uluslararası güç den gelerindeki konum arasındaki farkın doğurduğu psikolojik gerilim ve bu gerilimin kimlik bilinci üzerindeki yıpratıcı etkisidir. Bu açı dan Osmanlı-Türk stratejik bilincinin ana unsurlarının süreklilik ve değişim yönleriyle yeniden tartışılması yüzleşmemiz gereken en önemli meselelerden birisidir. Kimlik, mekan ve zaman bilincinin tarihî birikim ve carî ger çeklikler çerçevesinde yeniden kurulması tarih içinde varoluşun ve insanlık birikimine katkıda bulunabilmenin olmazsa olmaz şar-
G ü ç P a r a m e tre le r i v c S tr a te jik P l a n l a m a
tidir. Stratejik zihniyet bir varoluş iddiasına dayanmadıkça edil genlikten kurtulabilmek mümkün değildir. Bunun içindir ki, stra tejik zihniyeti oturmuş olan ve bu zihniyeti değişen şartlara göre yeni kavramlar, araçlar ve formlar ile yeniden üretebilen'toplum lar uluslararası güç parametrelerine de ağırlık koyabilme kabiliye ti kazanırlar. Bunun aksine, stratejik zihniyette radikal bir kırılma yaşayarak kimlik bilincim yıpratan toplumlar tarihi varoluşlarını tehlikeye atarken, bu zihniyeti diğer toplumları dışlayıcı bir araç olarak görerek donuklaştıran toplumlar ise ortak insanlık bilincin den kopmakta ve kendileri dışlanmaktadırlar.
4. Stratejik Planlama ve Siyasî İrade Stratejik zihniyet ile stratejik planlama arasında bir nıuhtevaşekil ilişkisi vardır. Sabit verilerin belirlediği stratejik zihniyetin muhtevası potansiyel verilerle rasyonel bir kurguya oturtulan stratejik planlama aracılığıyla elle tutulur ve algılanabilir bir şekle bürünür. Meşhur stratejisyen Cari von Clausewitz taktik ile strateji ara sındaki ilişkiyi tanımlarken “taktik, askerî birlikleri m uharebeler
için, strateji ise m uharebeleri nihai savaş için kullanm a san an d ı r”4 demektedir. Hangi askerî birliğin, hangi küçük muharebede ve hangi ölçekte kullanılacağının tesbİti bu muharebelerin netice si olan nihaî savaş ile İlgili bir hedef belirlemesi ile yapılabilir. Bu çift yönlü bir ilişkidir. Stratejik yönelişi belirlenmemiş bir ordunun birbirinden bağımsız küçük muharebelerde tek tek başarılar ka zanması savaşın nihaî kaderini belirleyici olamaz. Aynı şekilde stratejik yönelişi teorik olarak ortaya konmuş olmakla birlikte, bu yönelişin küçük muharebeler şeklindeki taktik altyapısı kurulama mış olan bir ordunun da başarılı olması mümkün değildir. Diplomaside de durum pek farklı değildir; sadece nihaî hedefe ulaşmak için kullanılan araçlar farklıdır. Taktik nitelikli adımların stratejik bir yöneliş içinde biraraya getirilememiş olması zamanla stratejik yönelişin anlamını ve çapım önemli ölçüde değişikliğe uğratır, çünkü bu taktik adımları atan diplomatlar kendi taktik fltB 4 Cari von Cfavısovvitz, "Rerncrkuııgen iiber die reine un d angevvandete Strategic • •. ---------UoUnna 1 9/3, S. 271.
S tra te jik D erin lik
adımlarını stratejik hedefler olarak görmeye başlarlar. Kendi birli ğinin yürüttüğü muharebeyi savaşın tüm stratejisi olarak değer lendiren bir subay ordunun nihaî savaş ile ilgili stratejisi üzerinde ne derece yanlış bir yönlendirmeye yol açarsa, kendi taktik tercihi ni ülkenin dış politika ekseninin merkezi haline getirmeye çalışan bir diplomat da o derece ciddi yanılgılara sebep olabilir. Osmanlı ordularının I. Dünya Savaşında değişik cephelerde sağladıkları üs tün başarılara rağmen nihaî savaşı kaybetmeleri bu gerçeğin en güzel misalidir. Kendi stratejik yönelişini tesbit edememiş olmak yüzünden Osmanlı ordularını Alman stratejisinin destek unsuru haline getiren askerî/diplomatik liderler bu stratejik bağlantı üze rindeki etkinliğini yitirdikleri andan itibaren savaşın nihaî kaderi Osmanlı Devleti’nin aleyhine seyretmeye başlamıştır. Özellikle ittifakların geçici ve çskar temelli olduğu, kısa dönem li taktik adımların belirleyicilik kazandığı dinamik güç dengesi ya pılanmalarında başarılı olmanın en öncelikli şartı, uzun dönemli stratejik tanımlama ile kısa dönemli taktikler arasındaki dengeyi sağlayabilmektir. Her türlü dinamik değişime açık olan güç denge si yapılanmasında stratejik hedeflerini kısa ve anlık taktiklere dö nüştürebilme becerisi gösteren ülkeler büyük atıhmlar yaparlar. Bu da diplomatik konumları mutlaklaştırmaksızın kararlı; değişik stratejik hedefler arasında bocalamaksızm esnek olmayı gerekli kı lar. Bu yolla kendi hareket alanlarını genişietebilen ülkeler bu güç dengesinin uzun dönemli hale dönüşmesi sürecine büyük avan tajlar sağlayarak başlarlar. Soğuk Savaş döneminin bitmesinden sonra kısa süreli olarak Amerika eksenli tekelci bir yapılanmaya gi ren uluslararası ilişkiler bugün gittikçe hızlanan bir biçimde güç ler dengesi özellikleri göstermeye başlamış bulunmaktadır. Bunu önceden farkeden bölgesel güçler çok alternatifli politikalara ve esnek diplomasilere yönelmişlerdir. Böyle durumlarda bütün bu taktik adımları denetimi altma alabilecek ve askerî/diplomatik birlikleri bir maestro edası ile aheııge sokacak bir stratejisyeıı siyasî irade yoksa, taktik nitelikli tek tek başarılar nihaî savaşın kazanılmasına yetmez. Bir ülkenin kendisine güveni ve gelecekle ilgili ufku; uluslararası ilişkilerdeki zamanlaması, müzakere sürecindeki psikolojik üstünlüğü ve inişi-
G ö ç P a r a m e tr e le r i ve S t r a t e jik P la n la m a
rin siyasî öncüleri belirlenmiş gündemlerin esiri olmazlar. Aksine gündem onların elinde şekillenir ve bu şekil alış o ülkeyi üçüncü ülkelerin ilişkilerinde bile etkin bir unsur haline getirir. Siyasî irade yetersizliği dolayısıyla dış siyasetini konjonktürel dalgalanmaların akışına bırakan ve zamanlama kabiliyetini,kay beden ülkeler ise, başkaları tarafından belirlenmiş gündemlere gösterilen anlık tepkilerin oluşturduğu karmaşık ve çelişik bir tab lonun esiri olurlar. Bu tür ülkelerin siyasî eiitinin, ne çıkış noktala rı ile ilgili bir birikimleri, ne de varış noktalan ile ilgili bir ufukları vardır. Atak ve belirleyici değil, savunmacı ve tepkicidirler. "Çö züm için ben varım7' ataklığına değil, "bunalımlarda ben yoktum" savunmasına ayarlı bir psikoloji içinde davranırlar. Bu kimliksiz seçkinler, kritik dönemlerde ön plana çıkıp belir leyici olmaktan çok, farkedilmemeye ve inisiyatif kullanmamaya şartlanmışlardır. Ülkelerini dünya gündeminde etkin bir konum da tutmak yeni mesuliyetler getireceği için edilgen olmayı daha emin ve risksiz bir siyaset olarak görürler. Gündemler belirlendik ten sonra sahneye çıkarak müzakere masasının bir ucuna ilişme ye çalışırlar. Sürecin başında önde görünmekten kaçınırlar, ama bir kere de trenin kaçmakta olduğu vehmine kapılırlarsa o telaşla yerli yersiz her tür kontrolsüz ilişkiye girmeye çabalarlar. Ne olay ların merkezinde olmanın güven hissine, ne de seyirci olmanın ra hatlığına sahiptirler. Olaylarda merkez konumuna doğru kaydıkla rında mesuliyetten kaçma yollarım ararken, devre dışı kaldıklarını hissettiklerinde merkeze bir nebze olsun yaklaşabilmek için bütün değer ve önceliklerinden taviz vermeye hazır, kaypak bir psikoloji ye bürünürler. Davranışlarına, saygı görmenin getireceği mesuli yetlerden kaçınmak ile kaale alınmamaktan korkmak arasında gi dip gelen ürkek bir tavır hakimdir. Satrancın taşlarını yönlendiren bir oyuncu mu, yoksa bir sat ranç taşı mı oldukları konusunda gizli bir kimlik çelişkisi yaşarlar. Oyunu yönlendiren bir satranç oyuncusu olarak. atabilecekleri adımların sonuçlarından tedirgin, başkalarının oyunlarında taş olmaktan da rahatsızdırlar. Keşke ne taş, ne oyun, ne de oyuncu olsaydı diye düşünmeye başladıklarında elleri ayaklarına dolaşır ve en güçlü oyuncunun gölgesinde kalmanın en güvenilir yol ol duğuna kendilerini inandırırlar. Ondan sonra da oyunlarım en
S tr a te jik D erin lik
güçiii oyuncunun eksenindeki piyonlar savaşı kurgusuna oturtur lar. Piyonlar savaşındaki ufak başarıları bir zafer edasıyla kutlaya rak atların, vezirlerin, şahların arenasında olamamanın getirdiği kimlik zaafını gizlemeye çalışırlar. Oyunun ölçeklerini değiştirebi lecek nitelikte olan kimlik ve güçlerini hatırlatan her olgudan ür kerler. Risk korkusuyla, kendi potansiyel güçlerinin dalgasını arka larına almaktansa, başkalarının reel güçlerinin akıntıları doğrultu sunda yüzmeyi daha emin görürler. Kendi tarih ve coğrafyalarının engin ufkunda vakur, hesaplı ve kararlı bir yürüyüşe çıkmaktansa, başkalarının strateji gölgelerinde yalpalamayı tercih ederler. Onlar
için tarihin birikimi değil "fatura"sı, coğrafyanın stratejik potansi yeli ve zenginliği değil, büyük oyunların oyuncularına sunulacak kozları vardır.
II. İnsan Unsuru ve Strateji Oluşumunda Çarpan Etkisi
!
Güç formülündeki sabit ve değişken unsurlar birbirlerini top lam olarak etkilerler. Yani tarihî, coğrafî, demografik ve kültürel unsurların bir diğeri üzerindeki etkisi toplam güce yaptıkları etki ölçüsündedir. Bunun için formülde toplama işareti ile gösterilmiş lerdir. Stratejik zihniyet, stratejik planlama ve siyasî irade ise bü tün bu unsurları çarpan etkisi ile etkiler. Yani sabit ve değişken un surları ne ölçüde büyük avantajlar sağlarsa sağlasın, stratejik zih niyeti oturmayan, stratejik planlaması ve siyasî iradesi yeterince güçlü ve tutarlı şekilde devreye giremeyen ülkelerin güç oluştur maları imkansızdır. Hatta bazen menfi stratejik planlama ve siyasî iradenin oluştuğu durumlarda eksi çarpan dolayısıyla sabit ve de ğişken unsurların toplam güç üzerindeki etkileri negatif olarak gerçekleşir. I.
Dünya Savaşında özellikle Kafkasya ve Filistin cephelerinde
ki stratejik planlama yetersizliğinin yol açtığı felaketlerin Osmanlı Devleti'nin güç denklemini eksi çarpan etkisiyle büyük ölçüde du mura uğratmış olması bunun çarpıcı bir misalidir. Allahüekber Dağlarında yetmiş bin askerin donarak ölmesi, kötü bir stratejik planlamanın, değişken, bir unsur olan askerî birikimi çarpan etki siyle zaafa uğratmasının en acı misallerinden biridir. Avnı bölgede
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a
bir kaç sene sonra Kâzım Karabekir tarafından gerçekleştirilen ve Kars ve Ardahan bölgesinin kurtarılmasını sağlayan Doğu Harekatı ise yenik düşmüş bir devletin son derece zayıflamış olan askerî birikim unsurunun doğru ve tutarlı bir stratejik planlama ile nasıl normal güç denkleminin üzerinde bir performans göstermiş olduğunun güzei bir misalidir. Aynı şekilde II. Abdülhamid dönemindeki siyasî irade oluşu munun sağladığı diplomatik araçların ülkenin tarihî ve coğrafî sa bit verilerini artı çarpan etkisiyle etkileyerek bölünmeyi engellemiş olduğu da aşikardır. Buna mukabil siyasî irade bunalımının yaşan dığı II. Meşrutiyet dönemindeki dalgalanmaların aynı sabit ve po tansiyel verileri nasıl eksi çarpan etkisiyle etkileyerek tarihin en uzun ömürlü devletinin sonunu getirmiş olduğu da bir gerçektir. VVeimar Cumhuriyeti ile Hitler dönemi Almanya'sı arasındaki güç farklılaşması da aynı sabit ve değişken unsurların stratejik planlama ve siyasî irade ile nasıl farklı bir güç denklemine yol aça bileceklerinin diğer çarpıcı bir misalidir. Bu gerçeği bölgemizden bir misalle de teyit edebiliriz. Suudi Arabistan'ın güç denklemin deki en Önemli unsuru olan petrol-merkezli ekonomik potansiyel değişkenin Faysal dönemindeki siyasî irade oluşumu ile ııasü önemli bir güç unsuru haline gelmişken, daha sonraki dönemler de siyasî irade yetersizliği dolayısıyla nasıl bir yıpranma yaşamış olduğu gözler önündedir. Özetle, bir ülkenin güç denklemindeki ağırlığı, sabit ve değiş ken verilerinin stratejik planlama ve siyasî irade çarpanları ile be lirlenmesi sonucu ortaya çıkar. İyi bir stratejik planlama ve siyasî irade oluşumu sabit ve değişken unsurları zayıf bir ülkeye kendi potansiyelinin üzerinde bir güç oluşumu sağlarken, tutarsız bir stratejik planlama ve zayıf bir siyasî irade, potansiyeli güçlü bir ül kenin kendi ölçeğinden daha düşük seviyelerde bir güç denklemi ne sahip olmasına yol açabilir. Bu durum bir ülkenin en temel stratejik gücünün insan unsu ru olduğunu ortaya koymaktadır. Sabit stratejik unsurlar olan coğ rafya ve tarihi değiştirmek mümkün değildir; ancak kaliteli insan unsuru bu coğrafya ve tarihe yeni ve ufuk açıcı anlamlar kazandı rabilir. Kalitesiz insan unsuru ise aynı tarih ve coğrafya unsurları-
S tra te jik D e rin lik
A lm anların Kutsal Roma-Gemıen İmparatorluğu içindeki da
ğınıklığı Şarlman'dan 18. yüzyıla kadar tarih ve coğrafya unsurla rından kaynaklanan büyük bir zaaf idi. Aynı tarih ve coğrafya veri leri Ii. Frederik'in elinde yoğrulmaya hazır bir hamur, Bismark’m demir yum ruğunda sütunları yükselmiş bir bina, II. VVilhelm’in elinde küresel bir güç haline dönüştü. Bu birikimden yenilmez bir arm ada çıkaran Hitler aynı coğrafya ve tarih unsurlarım kötü kul
landığı için büyük bir yıkımın önünü de açmış oldu. Benzer misal ler büyük stratejiler geliştirmiş her toplum için geçerlidir. Tarih ve coğrafyanın aksine stratejinin değişken unsurları ara sında yer alan ekonomik kalkınma, teknolojik ve askerî kapasite gibi unsurlar ise doğrudan insan unsurunun kalite ve gücüne ba ğımlıdır. Nitelikli, iyi yetiştirilmiş ve millî strateji ile meşruiyet iliş
kisi kurabilmiş insan unsurları bir harabeden muazzam bir eko nomik güç çıkarabilir. Almanya ve Japonya'nın II. Dünya Savaşı sonrası gerçekleştirdikleri ekonomik atılım, ABD'nin 1929 Ekono mik Bunalımını aşarken gösterdiği performans insan unsuru ile millî stratejik bütünleşme arasındaki ilişkinin en çarpıcı misalleri dir. Büyük ekonomik hammadde potansiyeline sahip Ortadoğu ülkelerinin bu potansiyeli bir stratejik güç haline dönüştüremem esinin en temel sebebi de sahip olunan insan unsurunun dona-
mmsızlığı ya da donanımlı insan unsuru ile siyasî sistemin strate jik tercihleri arasında sağlıklı bir meşruiyet bağının kurulamamış olmasıdır. Türkiye'nin stratejik yönelişindeki en ciddi mesele insan unsu
ru ile ilgilidir. Türkiye tarih ve coğrafya verileri ve bu verilerin te zahürünü sağlayan kültürel altyapı açısından küresel stratejiler
geliştiren bir çok ülkeyi bile kıskandıracak bir birikime sahiptir. Ancak bu yeterli değildir. Bir stratejik gücü oluşturan bütün un surları dinamik bir şekilde yorumlayabilecek, değişen uluslarara sı konjonktüre uyumlu hale getirebilecek, değişik güç unsuıian a ra s ın d a k i
koordinasyonu sağlayabilecek, kademeli güç stratejile-
‘ ri geliştirebilecek donanımlı ve ufku açık bir insan unsuru olmak sızın bütün bu potansiyellerden kinetik bir enerji çıkarabilmek mümkün olamaz. Bu donanımda yeterli insan unsuruna sahip olunsa bile, bu insan unsuru ile siyasî sistemin stratejik tercihleri *racınrin ram bir anlamlılık ve mesruivet üiskisi kurulamazsa, bu
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a
yetişmiş insan unsuru verimsiz alanlarda düşük kapasite iie çalış tırılmış olur. Bir ülkenin stratejik açılımındaki en hassas ve en önemli unsur sistemin merkezindeki siyasî irade ile toplumun donanımlı s.ivi.1 insan, unsuru arasındaki meşruiyet ilişkisidir. İçinde bulunduğu muz dönemde sıkça kullanılan deyimlerle ifade edilirse, derin devletin derin millet ile buluştuğu noktadır. Milletin derinliğine ulaşamamış ve o derinlikte ortak değer sisteminden kaynaklanan bir ruh bütünlüğü sağlayamamış bir devletin derinliği kaba güç haline dönüşmekten başka bir sonuç doğurmaz. İnsan unsuru ile siyasî sistem arasındaki meşruiyet ilişkisinin en önemli boyutu ise güven unsurudur. Kendi insan unsuruna gü venmeyen bir devletin stratejik ufuklara açılması, toplumun po tansiyelini motive edecek taktik hedefler ortaya koyması, bu he deflere uygun-araçları doğru bir zamanlama ile devreye sokabil mesi miimkün değildir. Aynı şekilde, ülkenin karar verici siyasî mekanizmalarına yabancılaşmış bir insan unsurunun stratejik bir planlamanın yönlendiricisi ya da parçası olma imkanı yoktur. Stratejik güç, o gücü uygulayacak millete güven iie gerçek hüviye tini kazanır.
İli. Örnek Bir Uygulama Atanı: Savunma Sanayii ı. Güç Parametreleri ve Savunma Sanayii Bir ülkenin savunma sanayii o ülkenin güç denkleminin hem sonucu hem de önemli bir parametresidir. Bu çerçevede, bir ülke nin savunma sanayii temelde değişken verilerin ürünü olmakla birlikte yukarıda geliştirmeye çalıştığımız güç formülünün bütün unsurlarının etkileşim alanında ortaya çıkar. Sabit veriler açısın dan ele aldığımızda bir ülkenin tarihi, dış politikasındaki genel ağırlığı nisbetinde savunma sanayiinin gelişme seyrini ve yönünü de doğrudan belirler. Almanya'nın Şarlman’ın Kutsal Roma-Geımen împaratorluğu'ndan bu yana kıta Avrupa’s ının kuzeyden merkeze doğru gelişen ekseni ile bu eksenin Doğu Avrupa steple rindeki hinterlandının gerektirdiği kara ağırlıklı savunma yapılan-
S tr a te jik D e rin lik
olduğunun güzel bir misalidir. Aynı şekilde kıtasal nitelikli Avrupa ve küresel nitelikli dünya politikalarını Avrasya kıtasını çevreleyen denizler üzerindeki denetim yoluyla kurma geleneğine sahip olan İngiltere’nin deniz ağırlıklı bir savunma yapılanmasına gitmesi de tarihî verinin strateji ve savunma üzerindeki ağırlığını ortaya koy maktadır. Tarih, güç formülündeki sabit bir veri olarak ülkelerin savunma yapılanmalarına doğrudan etkide bulunmaktadır. Bu açıdan Os m anlI bakiyesi olan Türkiye’nin ya da hâlâ imparatorluk yapısını
değişik formlar içinde sürdürme çabası gösteren Rusya’nın, böylesi bir mirasın yükümlülüklerini devralmayan bir Romanya’dan ya da tarihî sınırları çok az oynamış olan Danimarka'dan çok daha farklı bir savunm a stratejisine yönelme zorunluluğu vardır. Sabit veriler içinde yer alan coğrafya da savunma yapılanması na ve sanayi oluşumuna doğrudan etkide bulunmaktadır. Mesela hiç bir deniz bağlantısı olmayan ve kara nitelikleri ağır basan Avusturya gibi bir ülkenin deniz stratejisi geliştirmesi de, bu stra tejinin gereği olan donanma gücüne sahip olması da söz konusu değildir. Ancak ve ancak Tuna dolayısıyla su geçiş yolları üzerinde işleyebilecek bir mekanizma geliştirebilir. Buna karşılık binlerce adadan oluşan Endonezya’nın deniz filosunu ihmal ederek kara ağırlıklı bir savunma stratejisi ile varlığını sürdürmesi imkansızdır. Dünya üzerindeki hegemonik hakimiyetini Afroavrasya anakıtası ile uzak deniz mesafesine sahip Amerika kıtasından yürütmek zo runluluğu da ABD’yi deniz, kara ve hava stratejilerinin ortak kulla nımına dayalı Özel askerî stratejiler oluşturmaya yöneltmiştir. Seri nakliye ve lojistik destek imkanına sahip deniz filosunun oluştu rulması ve uçak gemilerinin taşıdığı öncelik ABD’nin bu özel coğ rafî konumunun zorunlu kıldığı bir husustur. Kısa dönemde hemen değişmeyen sabit unsürlar arasında yer alan nüfus da savunma yapılanmasını ve sanayi oluşumunu etki leyen faktörler arasındadır. Bu hem savunma sanayiinin üretim safhası, hem de üretilen silahların kullanım alanları ile ilgili olarak kendini göstermektedir. Yetmiş milyonluk bir Türkiye'nin savun ma ihtiyaçları ile üç milyonluk Arnavutluk’un savunma ihtiyaçla rının aynı olması söz konusu değildir. Savunma sanayii stratejisi, i—
w x r ı i n n n crpnpi p V n n a m i l r k n l l r m m a ctratp îic i ilp t u t a r .
G ü ç P a r a m e tr e le r i ve S tr a te jik J- i. j i ila m a
lı bir şekilde optimum bir tarzda kullanılması sonucunda ortaya konabilir. Bu sabit verilerin çok yönlü etkisine rağmen savunma sanayii yapılanmasını doğrudan belirleyen ana unsurlar ekonomik, tek nolojik ve askerî kapasiteden oluşan değişken verilerdi?. Bir ülke nin tarihi, coğrafyası ve nüfus gücü ne ölçekli bir savunma sanayi si gerektirirse gerektirsin bunu gerçekleştirecek olan değişken ve riler ulaşılan ekonomik gelişme düzeyi ve teknolojik kapasitedir. Ekonomik kalkınma stratejisini savunma ihtiyaçları ile uyumlu ve bütüncül bir tarzda gerçekleştiremeyen bir ülkenin savunma sa nayiinde genel ekonomik dengelerden bağımsız bir şekilde önem li atılımlar yapabilmesi mümkün değildir. Bu tür ülkeler ancak ve ancak silah kaçakçılığının sağlayabildiği ölçekte silah üretimine ve şevkine uygun ülkeler konumuna sahip olabilirler. Ekonomik kalkınma ile güvenlik parametrelerinin öncelikleri tartışmasının kıskacına saplanmış kalmış ülkelerin her iki alanda da ciddi ve tutarlı adımlar atabilmesi çok güçtür. Bu konuda en ve rimsiz uygulamalar yapan ülkeler de güvenlik parametresinin ge rektirdiği harcamalar için ekonomik kalkınmayı ikinci plana ittik ten sonra, güvenlik için gerekli silah ve savunma sistemlerinde tam anlamıyla ithalata bağlı bir yapılanmaya giden ülkelerdir. Bu ülkeler bir taraftan kıt kaynaklarını ekonomik açıdan getirisi olma yan silah alımma yöneltirken, diğer taraftan kendi başına ekono mik bir sektör olan savunma sanayiini ihmal etmenin cezasını ge nellikle dış ödemeler dengesizlikleri ve silah üretiminde bağımlılık gibi bir ülkenin ekonomik ve askerî geleceğini tehdit eden sonuç lar ile görmektedir. Bu konuda en verimli çalışan ülkeler savunma sektörünü başlı başına bir ekonomik alan şeklinde değerlendire rek bu sektörü hem kendi savunma ihtiyacım karşılayacak hem de ürettiği silahlar ve savunma sistemleri ile ekonomik getiri sağlaya cak şekilde planlama yapan ülkelerdir. Üçüncü dünya ülkeleri bu tasnif içinde birinci kategoride yer alırken, gelişmiş ülkeler ikinci kategoride bulunmakta ve bu yolla yeni-sömürgeci yapılanmayı garanti altına almaktadırlar. Savunma sanayii konusunda ekonomik kapasite ve kalkınma düzeyine paralel ikinci önemli unsur ise teknolojik kapasitedir. As kerî ibtivaclar ile ekonomik kalkınma ve teknolojik sıçrama arasın
j S tra te jik Derinlik
da sanıldığından daha yakın bir ilişki söz konusudur. Ekonomik gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan teknolojik sıçramalar aske rî stratejiyi önemli Ölçüde etkilemiş olmakla birlikte tersine bir sü reç de söz konusudur. Bir çok önemli teknolojik buluş ve sıçrama ilk Önce askerî ihtiyaçlar dolayısıyla geliştirilmiş ve bu anlamda sa vunma sanayii teknolojik gelişmenin motor gücünü oluşturmuş tur. Amerikan İç Savaşında kullanılan bir çok yeni teknolojik aygı tın daha sonra günlük ekonomik kullanım için üretimde kullanıl dığı ve bu sahada katedilen mesafelerle de 3. Dünya Savaşında sa vaş teknolojisi açısından çok önemli değişiklikler yaşanmış oldu ğu unutulmamalıdır. Aynı şekilde özellikle uçak üretiminde II. Dünya Savaşı süresince sağlanan gelişmelerin daha sonra önemli teknolojik unsurlar olarak günlük hayata girmiş olduğu da bir ger çektir. Savunma sanayiine teknolojik katkıda bulunmaksızın sade ce geçici güvenlik konjonktürlerinin zorlaması ile giren ülkeler üretim safhasındaki bağımlılıkların] kısa dönemli olarak aşsalar bile uzun dönemli teknolojik bağımlılıktan kurtulamamaktadırlar. Bir ülkenin savunma stratejisi ve buna uygun sanayi yapılan ması sabit verilerin gerektirdiği maksimum ideal düzey iie ekono mik, teknolojik ve askerî kapasite arasında optimum bir uyum sağ lanması sayesinde belirlenebilir ki, bu uyumu zaman içinde derin lemesine gerçekleştirecek olan unsurlar da siyasî irade ve stratejik planlama aktif faktörleridir. Dolayısıyla bu çok yönlü veriler arasın daki irtibatı sağlayan ana unsur stratejik planlama ve bu planlama yı hem geliştirip hem de uygulayacak olan siyasî iradedir. Böyle bir siyasî irade ve stratejik planlama olmaksızın atılacak adımlar kısa dönemli parlamalar olarak kaîır ve uzun dönemde bir ülkenin genel dengelerini yönlendirebilen bir dinamo haline dö nüşmez. Uzun dönemli bir stratejik planlama içinde davranabilen ülkeler kalıcı birikimler sağlarken, kısa dönemli konjonktüre! tep kilerle davranan ülkeler sürekli bir strateji sapması yaşamaya mahkum olurlar. Bu strateji sapmaları zamanla ülkenin genel sa vunma yapılanmasını yok eder ve dış bağımlılığı beraberinde geti rir. Savunma konusunda dışa bağımlı olan bir ülkenin bağımsız ve kalıcı bir siyasî irade oluşturması da mümkün değildir. Uzun dönemli ve kalıcı unsurlara dayanan Amerikan, Alman ve Rus stratejilerinin bu ülkelerin savunma sanayii yapılanmasını
G ü ç P a r a m e tr e le r i ve S tr a te jik P la n la m a
sabit ve değişken verilerle ne Ölçüde sıkı bir şekilde irtibatlandırmış oldukları aşikârdır. ABD'nin kıta-ötesi stratejilerinin dayandı ğı temel ilkeler hâlâ deniz jeopolitikçisi Mahan'ın bu asrın başın da formüle ettiği ana esaslara dayanmaktadır. Bu stratejik sürekli lik ve oturmuş siyasî otorite ABD'yi, güç denkleminin sabit ve de ğişken unsurlarının verimli kullanımıyla bir hegemonik dünya gü cü haline getiren temel unsurdur. Buna karşılık kendi aralarındaki rekabet yüzünden büyük silah alımlarına girişen petrol zengini Ortadoğu ülkelerinin stratejik planlama ve kalıcı siyasî iradeden yoksun savunma politikaları, bu ülkeleri silah karşılığı petrol geli ri pompalanan bağımlı istasyonlar haline getirmiş bulunmaktadır.
2. Türkiye’nin Güç Parametreleri ve Savunma Yapılanması Yukarıda verdiğimiz güç formülü açısından ele aldığımız za man Türkiye'nin kendini diğer ülkelerden ayıran önemli unsurla rı gözönünde bulunduran bir savunma yapılanması göstermesi gerektiği açıktır. Bu savunma yapılanmasındaki tarihî faktörler, Türkiye'yi cari uluslararası' sınırların konjonktürel etkisinin öte sinde bir savunma stratejisi geliştirme zorunluluğu ile karşı karşı ya bırakmaktadır. Osmanlı Devleti’nin tarihî ve jeopolitik zemi ninde doğmuş bulunan ve o mirası devralan Türkiye’nin savun masını sadece sahip olduğu sınırlar içinde düşünmesi ve planla ması imkansızdır. Bu tarihî miras, Türkiye’nin kendi sınırlan ötesinde de her an müdahil olması gereken d e fa c to durumlar doğurabilir. Bosna ve Kosova bunalımları bunun en canlı misalleridir. Balkanlar politi kasını Soğuk Savaş parametrelerinin getirdiği çift kutuplu yapı et rafında NATO çerçevesinde oluşturan Türkiye, doğrudan smır komşusu olduğu Bulgaristan ile olan ilişkilerini bloklar-arası çeliş kiler açısından, Yunanistan ile olan ilişkilerini de blok-içi tehdit açısından değerlendirmiş ve hava kuvvetlerinin yapılanmasını bu na göre geliştirmiştir. Bunun için de bir gün Yugoslavya’nın dağıl ması ile birlikte Drava-Sava jeopolitik eksenli Bosna bunalımına ve Morava-Vardar jeopolitik eksenli Kosova-Makedonya bunalı mına müdahil olabileceği ihtimali üzerine bir savunma yapılan ması planlamamıştır. Bu nedenledir ki bu bunalım ortaya çıktığı
S tra te jik D e rin lik
zaman Türkiye’nin elinde bulunan uçakların Bosna semalarına vardıktan sonra ancak bir kaç dakika o bölgede kalabilecek kapa sitede oldukları ortaya çıkmış ve havada nakliye yapabilecek uçak ların alımma yönelinmiştir. Buradan gerekli dersleri çıkarmamız halinde Türkiye'nin savunma stratejisini de, savunma sanayiini de sahip olduğu tarihî mirasın yüklediği sorumluluklar gözönünde bulundurularak oluşturma zorunluluğunu görebiliriz. Türkiye’nin coğrafyası savunma sanayii yapılanmasını doğru dan etkileyebilecek önemli unsurlar barındırmaktadır. Üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımada olmakla birlikte derinlemesine bir kara unsuru üzerine oturan Türkiye coğrafyası, bir çok ülkenin ak sine kara, deniz ve hava savunma stratejilerinin ortak ve tutarlı bir şekilde geliştirilmesi ile savunulabilir. Bu coğrafî konum da savun ma sanayii ihtiyaçlarını ortak kesişim alanında belirler. 1964 ve 1967 Kıbrıs bunalımlarında ortaya çıkan amfıbik harekat ihtiyacı için gerekli donanma altyapısına sahip olunmamasının doğurdu ğu dış politika opsiyon daralması bunun en çarpıcı misalini oluş turmuştur. Bu askerî yetersizlik ve Johnson Mektubu, Türkiye'yi 1974 Çıkarmasını yapacak deniz gücünü oluşturmaya sevketmiştir. Bu coğrafî faktörün en çarpıcı yansıması Türkiye’nin Ege poli tikasında kendini göstermektedir. Ege'deki irili ufaklı üç bin civa rındaki ada ve adacıklardan çok küçük bir kısmını elinde bulundu ran Türkiye böylesi bir coğrafyanın gerektirdiği deniz gücünü oluşturma zarureti ile karşı karşıyadır. Nüfusu hızla artarak asrın başlarındaki on beş milyondan asrın sonunda yetmiş milyonluk bir nüfus potansiyeline ulaşan ve önü müzdeki otuz-kırk sene içinde bu nüfusu ikiye katlayabileceği tah min edilen Türkiye'nin bu önemli veriyi değerlendirebilmek için ekonomik kapasite ile savunma ihtiyaçları, sistemleri ve yapılan ması arasında kalıcı ve tutarlı bir bağlantı kurması zorunludur. İyi değerlendirildiğinde ve sağlam bir eğitimle teçhiz edildiğinde ül kenin motor gücü olabilecek olan nüfus faktörü, gerekli planlama nın ve hazırlığın yapılmadığı durumlarda ciddi bir istikrarsızlık kaynağı da olabilir. Türkiye gibi büyük nüfus potansiyeli üe dünya nın en istikrarsız bölgesinin jeopolitik kavşak noktasında bulunan bir ülkenin konjonktürel tedbirlerle ayakta kalabilmesi mümkün değildir.
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a
Türkiye'nin güç denklemindeki sabit verilerin sağladığı olağa nüstü imkanlar aynı zamanda savunma yapılanması açısından Önemli riskler barındıran unsurlardır. Bu riski asgariye indirerek, imkanların oluşturduğu potansiyeli harekete geçirebilmek, tarih, coğrafya ve nüfustan oluşan sabit verileri, tarım, sanayi yapılan ması, ulaşım, doğal kaynaklar gibi ekonomik kapasite unsurları ile teknolojik kapasiteyi buluşturan bir sü’atejik planlama ile mümkündür. Bu noktada ekonomik kalkınma stratejisi ile savunma strateji si arasındaki irtibat kalıcı üst stratejik unsurların ürünü olmak zo rundadır. Türkiye şu ana kadar bunu yapmamış olmanın sıkıntısı nı çekmektedir. Seksenli yıllara kadar ithal ikamesine dayalı kal kınma stratejisini benimseyen Türkiye bu strateji ile uyumlu bir savunma sanayii stratejisi geliştirememiştir. Türkiye’nin, böyle bir irtibat kurulamamış olması dolayısıyla 1974 Barış Harekatı önce sinde Kıbrıs konusunda büyük sıkıntılar yaşaması da, edilgen ve tepkici stratejik yapılanmasının bir sonucudur. Yine de bu zorun luluklar, ekonomik ve teknolojik kapasite ile savunma yapılanma sı arasındaki yakın ilişkinin farkedilmiş olması açısından Önemli katkılarda bulunmuştur. Seksenli yıllardan sonra ihracata yönelik kalkınma stratejisinin benimsendiği dönemlerde de savunma sektörünün ihracat po tansiyeli yeterince değerlendirilememiş ve sektördeki teknolojik atılım istenilen ölçülerde gerçekleştirilememiştir. Son yıllarda de nizaltı gibi bazı ürünlerde Uzak Doğu pazarına girme çabaları bu eksikliğin geç de olsa farkedilmiş olduğunu göstermektedir. F16'larm montaj bazında üretimine geçilmesi önemli bir adım ola rak değerlendirilebilirse de, gerçek ve kalıcı başarı yerli teknolojik katkının artırılabildiği ölçüde gerçekleşecektir. Bu uçakların mo dernizasyonu için hâlâ dış desteğe ihtiyaç hisseden Türkiye'nin it halat yoluyla elde ettiği uçak stokunun modernizasyonu için de sabit ve değişken güç kapasitesi açısından kendisinden çok geride olan ülkelere kendini muhtaç hissetmesi, içinde bulunduğumuz açmazın önemli bir göstergesidir. Türkiye Soğuk Savaş sonrası dönemle ilgili hâlâ kendi içinde tutarlı bir stratejik planlama geliştirememiştir. Savunma sanayiini de kapsayacak şekilde yeni bir stratejik planlama yapılmaksızın
| S tra te jik Derinlik
gittikçe aıtan böigesel ve küresel nitelikli bunalımların getirdiği meydan okumalara hazırlıklı olabilmek mümkün değildir. Bugün güç unsurları ile stratejik planlama arasındaki koordinasyon ko nusunda yapılan en ciddi hata sabit güç unsurlarının dinamik yo rumlamasında atıl ve geç kalınmasıdır. Dış politika yapımında önemli sapmalara yol açan statik yorumlamalar ve gecikme de as lında sabit ve değişken unsurların koordineli bir şekilde uzun dö nemli bir stratejik bütünlük içinde ele alınmamış olmasının bir so nucudur. Bu da bizi stratejik planlama ve siyasî irade yetersizliği problemleriyle karşı karşıya bırakmaktadır. Toplumun siyasî, eko nomik ve zihinsel birikimini harmanlayan yeni bir stratejik plan lama yapılması ve savunma sanayiinin bu çerçeve içinde, sabit güç unsurlarını dinamik bir yoruma tâbi tutacak ve değişken güç potansiyellerini harekete geçirecek şekilde yeniden yorumlanma sı temel hareket noktası olmalıdır.
2. Bölüm
| Stratejik Teori Yetersizliği ve Sonuçları
i. Türkiye’nin Güç Unsurlarının Yeniden Yorumlanması Son yıllarda sık sık Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki gerçek güç potansiyelinin ne olduğu ve bu güç potansiyelinin diplomatik açıdan, ne ölçüde kullanılabilir nitelikte olduğu ile ilgili tartışma lara şahit olmaktayız. Bu noktadaki tesbitler ve yaklaşımlar iki uç arasında gidip gelmektedir. Kimi zaman statik ve konjonktüre! bir değerlendirme ile Türkiye’nin ulaşabileceği güç potansiyeli olabi leceğinden daha düşük düzeyde gösterilerek Türkiye dışında oluş muş bulunan güç merkezlerine endeksli politikalar meşru kılın maya çalışılmakta, kimi zaman da Türkiye'nin sabit ve potansiyel güç unsurları yeni uluslararası konjonktüre göre dinamik bir şe kilde yeniden yorumianmaksızm ani ve ciddî bir güç patlaması yapabileceği konusunda çok fazla iyimser tahminlerde bulunul maktadır. Doksanlı yıllara damgasını vuran istikrarsız koalisyon hükü metlerinin kısa dönemli değişken manevraları ile dış politika bü rokrasisinin risksiz dış politika anlayışı arasında gidip gelen taktik adımların stratejik bir bütünlük oluşturamaması biraz da bu ko nudaki ortak bakış eksikliği nedeniyledir. “Uzun ince bir yol” ile başlayan AB serüveni, "ya gireceğiz, ya gireceğiz” tavrıyla "girme sek de olur, bizim tek alternatifimiz AB değildir; onlar düşünsün” resti arasında gidip gelmiş; hasret ve iddia yüklü bir söylemin yük selttiği “Adriyatik'ten Çin Şeddine Türk Dünyası’’ sloganı zaman la Orta Asya ülkelerini bile tedirgin eden bir belirsizliğe ve özür di
S tr a te jik D e rin lik
lemeye dönüşmüş; İslam Dünyasına yönelik kardeşlik ve kültürel bağlar nutku doğudan ve güneyden gelebilecek tehdit algılamala rına karışmış; sloganik batıcılık ile hissî üçüncü dünyacılık arasına sıkışan dış politika söylemi dışişleri bakanlarının şahsına göre de
ğişen bir seyir takip etmiştir. Bu strateji eksikliğinin en Önemli sebebi, dış politika yapımının ana unsurları olan sabit ve potansiyel verilere bakış açılarındaki tutarsız farklılaşma ile bu verileri çarpan etkisiyle dış politika et kinliğine dönüştüren stratejik zihniyet, siyasî irade ve stratejik planlama konusundaki eksikliklerimizdir. Kısa dönemde radikal bir değişiklik göstermesi mümkün olmadığı için dış politika yapı m ındaki sabit verileri oluşturan tarih, coğrafya, kültür ve nüfus unsurlarına bakış, gerek siyasî elit, gerek bürokratik yapılanma,
gerekse sıradan halk arasında ciddî bir farklılaşma göstermektedir. Bir kesim tarafından dış politikadaki en önemli dayanak noktalan arasında gösterilen tarihî ve kültürel unsurlar başka bir kesim ta
rafından en büyük ayakbağları olarak telakki edilmektedir. Aynı şekilde ortak bir bakış açısı ile yorumlanması gereken Türkiye'nin coğrafyası da ciddî bir farklılaşmanın odak noktası olmaktadır. Türkiye'nin kendi yakın havzası ile daha derin bir bütünleşmeye
gitmesi gerektiğini düşünenler ile bu havzanın etki alanından mümkün olduğunca uzaklaşarak bölge-ötesi unsurlarla bütünleş mek gerektiğini söyleyenler arasındaki gerilim de bir başka ayırıcı unsur haline gelmektedir. Daha objektif nitelikler taşıyan nüfus
konusunda bile tutarlı bir tavır sergilenmemektedir. Yeri geldiğin de Türkiye'nin en önemli kozu olarak gösterilen genç nüfus, kimi zam anlar da en büyük engeli olarak değerlendirilmektedir.
Potansiyel veriler açısından da durum pek farklı değildir. Siya sî irade ve performansa bağlı olarak kısa dönemde bile değişim gösterebildiği için potansiyel veriler olarak adlandırılan ekono mik, teknolojik ve askerî kapasite konusunda da ciddî farklılaş malar gözlenmektedir. Potansiyel kapasitenin en stratejik unsur ları arasında yer alan enerji konusunda sergilenen farklı tavırlar bunun en güzel delilidir. Bütün bu verileri çarpan etkisiyle etkileyen siyasî irade konu sunda ise son on yıl içinde yaşanan siyasî istikrarsızlığın getirdiği
*_•—
KmW'ırnotior npHpnivle önemli iniş çıkışlar yaşanmış
Stratejik Teovi Y etersizliği v e S o n u ç la rı
tır. H üküm etlere bağlı olarak gidip gelen siyasî irade oluşum u hü küm et-dışı faktörlerin devreye girmesi ile daha da girift bir hal al mıştır. Nasıl fizikte ayrı yönlerde uygulanan güçler hareket ettiril m ek istenen nesneyi ya hareketsiz bırakm akta ya da kararsız bir is tikam ete doğru yönlendirm ekteyse, Türk dış politika yapım ı da doksanlı yıllarda ritm ik ve harm onik özellikten uzak bir görüntü sergilem iştir. Dış politika tercihlerindeki ani değişim ler stratejik sürekliliği önem li ölçüde zaafa uğratmaktadır. D oksanlı yıllarda Türkiye'nin dış ilişkilerindeki tek süreklilik arzeden unsur, dışişle ri bakanlarının sürekli değişimidir. Bu da diğer unsur olan strate jik planlam ayı derinden etkilemektedir. Etkin bir planlam adan çok edilgen bir dalgalanm anın tesiri altına giren dış politika yapımı iç tutarlılığını ve dolayısıyla dış itibarını yitirmektedir. Bugün bu güç unsurları konusunda yapılan en ciddî hata sabit güç unsurlarının dinam ik yorum lam asında atıl ve geç kalınm ası dır. İdeolojik tercihler tarih ve kültür param etrelerini, Soğuk Savaş dönem inde geçerli olan jeopolitik önkabuller coğrafya param etre sini statik bir çerçeveye m ahkum kılmıştır. Dış politika yapım ında önem li sapm alara yol açan statik yorum lam alar ve gecikm e de as lında sabit ve potansiyel unsurların koordineli bir şekilde uzun dö nem li bir stratejik bütünlük içinde ele alınam am ış olm asının bir sonucudur. B u da bizi stratejik planlam a ve siyasî İrade yetersizli ği problem leriyle karşı karşıya bırakmaktadır. D oksanlı yıllara girerken kullandığımız iddialı dış politika söy lem inin doksanlı yılların sonuna doğru gizli bir sukût-ı hayale dö nü şm esinin tem el sebebi bu stratejik tutarlılık eksikliğidir. îkibinii yıllarda ben zer sukût-ı hayallerin yaşanm am ası da dış politika ya pım ındaki tem el unsurlar konusunda ortak bir stratejik teori ze m ini geliştirilebilm esine bağlıdır.
II. Stratejik Teori Yetersizliği Türk dış politikasının en önem li zaaflarından birisi stratejik ve taktik adım ların tutarlı bir teorik çerçeve içinde terkip edilem em iş olm asıdır. Böylece gerek değişik bölgelerdeki taktik adımları birbirleriyie uyum lu hale getiren bir üst strateji oluşturulm asında, eerekse taktik kadem elendirm e yapılm asında ciddi zaaflar söz ko-
1“
" " ......
nusu olmuştur. Bunun neticesinde de taktik nitelikli adımlar, bu adımlan atanlar nezdinde stratejik nitelikler kazanarak ülkenin önünü tıkayan ve hareket alanını daraltan sonuçlar doğurmuştur. Türkiye'nin, iç tutarlılık açısından süreklilik arzetmekle birlikte değişen şartlara uyum gösterebilen stratejik teori geliştirme k onu sunda karşı karşıya kaldığı zaafın tarihî, psikolojik, kültürel ve ku rumsal sebepleri vardıı.
ı. Kurumsal ve Yapısal Arkaplan Stratejik teori yetersizliğine yol açan zaafın en çabuk ve doğru dan farkedilebilen yönü kurumsal yapılanma ile ilgili olanıdır. Ku rumsal olarak bu tür çabalara zemin teşkil edebilecek güçte yapı lar Dışişleri Bakanlığı, TBMM, dış politika yapımı ile irtibatı olan MGK, Genelkurmay ve ilgili bakanlıklar gibi diğer resmi kurumlar, üniversite ve akademik kuruluşlar, siyasi partiler, resmî, yarı-resm î ve bağımsız araştırma kurumlandır. Dış politika yapımının siyasî ve bürokratik sorumluluğunu üst lenen Dışişleri Bakanlığı bu sorumluluğun doğal sonucu olarak stratejik analiz, yorumlama ve alternatifler oluşturma konularında merkezî bir konuma sahiptir. Ancak, stratejik araştırma ve geliştir me konularında iyi örgütlenmiş ve zengin kaynaklara sahip ülke lerde bile dışişleri bakanlıkların m siyasî ve bürokratik niteliği al ternatif bakış açılarını da ihtiva eden farklı teorik çerçevelerin o r taya konmasını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bunun seb e bi de, chş politika yapımının bürokratik niteliğinden kaynaklanan günlük işleyişin rutin ritminin geniş kapsamlı ve derinlikli strate jik analiz çabasının önüne geçmesi sonucunu doğurabilmesidir. Ayrıca, dış politika yapımının siyasî boyutu kısa dönemli siyasî sonuçların uzun dönemli stratejik sonuçlardan daha etkin ve ö n celikli olduğu biı süreci hakim kılabilmektedir. Bu durum diğer resmî kurumlar için de geçerlidir. Öte yandan ortaya konan dış p o litika tercihinin sosyo-politik meşruiyet zeminini oluşturma ça b a sı resmî kurumlan strat ejik yaklaşımları bu tercihler doğrultusun da şekillendirme çabasına yönlendirebilir ki, bu durum zihinsel ve rasyonel bir süreç olması gereken stratejik teori arayışının bürok ratik ve resmî bir nitelik arzetmesi sonucunu doğurabilir. Bu da Ki,- tPİrrln/eiiee ve durağanlığa vol açabilir.
S tratejik Teori Y etersizliği v e S o n u ç la n
Stratejik teoriler ve bu teorilere dayalı analizler alternatif dış politika gerekliliklerine cevap oluşturabildikleri ölçüde geçerlilik taşırlar. Tekdüzeleşmiş ve resm îleşm iş strateji analizleri kendi kendini sınırlayan bir kısır döngüye dönüşebilir. Bu resm î yaklaşı mın ideolojik bir çerçeve ile bütünleşm esi ise bu kısır döngüyü statik bir açm az ile sonuçlandırabilir. Soğuk Savaş dönem i boyunca Amerikan ve Sovyet stratejileri nin oluşum seyrindeki farklılaşma bu çerçevede son derece öğre tici bir m ukayese oluşturmaktadır. Katı ideolojik gerekçelere indir genm iş resm î stratejik analizlere dayanan Sovyet dış politika yapı m ının tekdüzeliği, değişik kaynaklardan beslendiği için farklı se naryolara açık Amerikan dış politika yapım ının esnekliği karşısın da tutunam am ıştır. Sovyet dış politika bürokrasisinin her bir statik ham lesi, bağım sız araştırm a kurum larının ve strateji analistlerinin farklı açılar barındıran yaklaşım larını da görebilen ve buna göre oİgu-tem elii tavır alabilen Amerikan dış politika yapım ının çok al ternatifli dinam ik ham leleri ile karşılaşmıştır. Bu da zam anla Sov yet dış politika yapım cılarının manevra alanını daraltırken, Am e rikan dış politika yapım cılarının yeni m anevra alanları ve bu m a nevra alanlarına uygun aktörler bulm alarını kolaylaştırmıştır. Türk dış politika yapım süreci açısından bakıldığında herşeyden önce başta Dışişleri Bakanlığı olm ak üzere resmî kurumlarm stratejik araştırm alar yapabilm ek İçin yeterli maddî ve kurumsal altyapı ile donatılmadıkları bir gerçektir. Dışişleri Bakanlığı b ü n yesinde mütevazı İmkanlarla bu ihtiyacı karşılam aya çalışan Stra tejik Araştırmalar Merkezi aynı anda bir çok bölgesel olgu ile, çoğu zam an da beklenm edik bir şekilde karşı karşıya kalabilen Türkiye ölçeğinde bir ülke için gerek insan unsuru gerekse altyapı açısın dan son derece sınırlı kalmaktadır. Başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere karar alma sürecinde stratejik analize ihtiyaç hisseden diğer resm î kurumlarm bu ihtiyacı karşılayacak araçlarla donatılm ası ve bunlar arasında bürokratik tekdüzeliği engelleyecek sağlıklı bir koordinasyonun kurulması stratejik teori ve analiz yetersizliğini aşabilm enin olmazsa olmaz kurumsal şartıdır. Farklı siyasî tercihleri barındıran siyasî partilerin kendi tercih leri doğrultusunda üretken ve uygulanabilir dış politika alternatif leri geliştirmesi ve bunu TBM M platform una tasım ası da Türki-
S t r a t e ji k D e r i n l i k
J
1
ye’ııin a ltern a tif strateji arayışlarını olumlu yönde çeşitlendirebi-
■J
i
îecek Önemli bir kaynak olacaktır. Bunun için de siyasi partilerin
^
kendi bünyelerini rutin güncel siyasetin ötesinde kalıcı ve uzun
1
d önem li çabalara zem in teşkil edecek şekilde yapılandırmaları ve
-h
bir anlamda siyaset ve diplomasi okulu hüviyetine bürünmeleri gerekmektedir.
1 ^
Siyasî partilerin böylesi bir yapı içinde kendi kadrolarını uzun d ö n e m li
bir perspektif ile ülke gündemine hazırlamaları muhte-
J |
mel iktidar değişikliklerinde bürokrasi ile siyasî irade arasındaki söylem ve yaklaşım iletişim ini de kolaylaştıracaktır. Hiç bir hazır-
1
jık döneminden geçm em iş m uhalefet kadrolarının siyasî gücü
4
pullanma imkanına kavuşmaları bürokratik kadrolar ile siyasî İra-
.|
iletişimi bozarak, son derece hassas bir söylem ve
*
taktik kademelendirme süreci gerektiren dış politika yapım süreci-
-i
ni olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Farklı dış politika anlayışla-
.f
d e a r a s ın d a k i
rina sahip siyasî partilerin iyi tanım lanm ış stratejik yaklaşımları
f
parlamento çatısı altında dile getirebilmeleri ülkenin daha seviye-
|
]i ve daha rasyonel dış politika tartışm alarına yönelm esini sağlaya-
|
çaktır- Bazı ülkelerde görülen gölge kabine uygulamaları ancak ve
|
a n c a k sü rek lilik
arzeden stratejik ve politik araştırm a faaliyetleri
|
başarılı olabilir.
|:::
Üniversite ve bağımsız araştırma kum rularının strateji oluşu-
|:
nıuna katkıda bulunması bu konularda yerleşik bir geleneğin vü-
J ;
cut bulmasını ve bu katkıyı sürekli kılacak sağlıklı bir altyapı ile fi-
\
nansal desteğin sağlanmasını gerektirir. Bu kurumlarm bilgi üreti-
j;
minin ve analiz kapasitesinin artışı, küresel ölçekli stratejiler geliş-
1■
İle
tiren ülkelerde dış politika yapım ının en önem li destek unsurla rından birisi olarak görülür. Uluslararası ilişkilerde yaşanan radi
kal değişim ve dönüşüm dönem lerinde ülkenin stratejik ufkunu açan küresel ölçekli ve kapsamlı teorik çerçevelerin oluşması ve bu çerçeveleri tamamlayan bölgesel uzmanhk alanlarının doğuşu,
■j
hem dinamik şartlara daha hızlı bir şekilde intibak edilmesini hem de ani gelişmelere sağlıklı dış politika reflekslerinin gösterilmesini sağlar. Bu kurumlarm, oluşan dış politika tercihlerinin sosyo-poli-
!
tik meşmiyet zeminlerinin oluşmasına yaptıkları katkı da gözardı
j
Üniversitelerin sadece birer eğitim kurumu değil
f
avnı zamanda araştırma kurumlan olarak görüldükleri, bağımsız
)
e d ilm e m e lid ir .
S tratejik Teori Y etersizliği ve S o n u çla rı
a ra ş tırm a
m erkezlerinin de kalıcı fînansal destek bulabildikleri or
ta m la rd a söz konusu olabilecek bu katkılar dış politikanın to p lu m sal kurum sallaşm asının altyapısını oluştururlar.
Türkiye'de gerek ekonom ik darboğazlar gerekse artan dem og rafik baskının eğitim talepleri dolayısıyla üniversitelerin araştırma
kurumu olm a niteliğinden uzaklaşarak gittikçe vatandaşlık eğiti m inin ve m eslek edinm enin sağlandığı lise-üstü eğitim kurum lan haline dönüşm esi, üniversitelerin stratejik teori ve analiz oluşu m una süreklilik arzeden katkılarda bulunm asını engellemektedir. Ü niversiteler bünyesinde değişik alanlarda ihtisaslaşm ak üzere kurulan en stitülerin yeterli m addî kaynağa ve bir enstitü için ge rekli olan fizikî altyapıya sahip olm am aları bu birim lerin kurum sallaşm asını geciktirm ekte ve bu alanlardaki boşluğun sürm esine yol açm aktadır. Bunun en çarpıcı m isallerinden birisi, AB’ye tam üyelik m ü racaatının yapıldığı 1987 yılından bu yana çok sayıda Avrupa Topluluğu Enstitüsünün kurulmuş olm asına rağmen, hâlâ AB ile ilgili değişik alanlarda uzrnan sıkıntısı çekiliyor olmasıdır. Türkiye’de gözlenen stratejik teori yetersizliği aynı zam anda si yaset teorisyenleri ile siyaset yapım cıları arasındaki kurumsal ko pukluğun da bir işareti sayılmalıdır. Üniversite ve akadem ik çevre ler ya bu tür teorik çalışm alarda yetersiz kalmış ya da siyaset ya pım cıları olan bürokrat ve diplom atlar ile sağlıklı bir ilişki kanalı kuramamışlardır. Bu sebepledir ki, M ahan ve Spykm an'm 1 Am eri kan küresel stratejisi, H aushofer’in Alman2, M ackinder’in3 İngiliz ve Rus stratejileri üzerindeki etkilerine benzer tarzda teori-pratik ilişkisi kuran bir yaklaşım Türkiye’de ortaya çıkamamıştır. Son ola rak Fukuyam a4 ve H untington’m 5 yeni dünya düzeni fileri ve küreIIB 1 N.J. Spykman’m Rim land teorisi etrafında geliştirdiği stratejik çerçeve için bkz. The
Geogmphy o f the Peace, NevvYoık: I-Iarcourt Brace, 1944. 2 Kari H aushofer’in görüşleri için bkz. Baıısteine zur Geopolidk, Bertin 1928; Weltme-
ere und Weltmâchte, Berlin: Zeitgeschichte Veılag, 1941; ve Geopolitik des Pcızifıscheıı Ozeans, Heidelberg: Kurt Vovvinckel Verlag, 1938. 3 H.J. M ackinder'in özellikle Avrasya eksenli kara jeopolitiği tezi için bkz. "The Geographical Pivot of H istory”, Geographical Journal, i 9 0 4 /2 3 , s. 421-42. 4 Bkz. F. Fukuyam a, “The End of History?", The National Interest, 1 9 8 9 /1 6 (Summer): 3 -1 8 ve The End o f History and the LastMan, (NewYork: The Free Press, 1992). Fu kuyam a'm n Tarihin Sonu tezinin tenkidi ve stratejik sonuçları için bkz. 1991 yılında International Studies Association tarafından teıtib edilen Netti Diınensions
in International Relations konulu yıilık kongrede tarafım dan sunulm uş olan “Çivi-
S tratejik D erinlik
sel çatışm aların Amerikan strate jisi açısından kullanımı konusunda Amerikan siyaset yapımcılarına sundukları meşruiyet sağlayıcı teorik destek ve gerek Kissinger6 gerekse Brzezinski7 gibi teoripratik uyumu konusunda özel tecrübe sahibi stratejisyenlerin çiz diği projeksiyonlar bu ilişkinin ne ölçüde önem taşıdığını bir kez daha ortaya koymuştur.
2. Tarihî Arka plan Bu küresel yaklaşım ve stratejik teori eksikliğinin kurumsal ya pılardaki zaafları da besleyen daha derinlikli sebeplerini tarihî tec rübe birikiminde aramak gerekmektedir. Bu tarihî tecrübenin en ayırdedici özelliklerinden birisi olarak Osmanh-Türk dış politika geleneğinin emperyal/sömürgeci bir strateji yürütmemiş olması gösterilebilir. Büyük devletlerin klasik ulusal stratejilerini geliştirdikleri 19. yüzyıl bir sömürge yüzyılı idi ve bu yüzyıl içinde Osmanlı Devle ti'nin tek bir kaygısı vardı: İç bütünlüğü muhafaza edebilmek ve daha fazla toprak kaybedilmesini önlemek. Bu da smır hatları bo yunca savunma stratejisine dayanan statik bir yaklaşımın zaman la bir dış politika geleneği niteliği kazanmasına yol açmıştır. Büyük devletlerin teorik çerçevelere dayalı stratejilerinin sonuçlan orta ya çıkmaya başladıkça bu hatlar geriye çekilmiş ve yeni bir statik konumu koruma gayreti içine girilmiştir. Böylece kaybedilen her toprak parçasından sonra elde kalanın korunm ası telaşı içine girilmiş ve sınır hatlarının ötesindeki alan larla ilgiler koparılmıştır. M ehter marşlarının "alalım düşmandan eski yerleri" nakaratının nostaljik havası dışında stratejik planın bh a
tebliğ çerçevesinde kaleme alınan Civilizational Transfonnation and the Müslim
Worid, (Kııala Lumpur: Quill, 1994) başlıklı esere başvurulabilir. 5 Bkz. S. Huııtington, “The Clash of Civiiizatioııs”, Foreign Affairs, 1993/72 (Suni nler): 2 2 -4 9 ve The Clash o f Civiiizatioııs and theRemaking of'World Order, (New York: Simon & Schuster, 1996). Bu tezin stratejik arkaplam ve tenkidi için bkz. Ah m et Davutoğlu, “The Clash oflnterests: An Explanatioıı of the VVoıld (Dis)Order",
Perceptions, Dee. 1997 - Feb. 1998, s. 92-121. 6 Kissinger’in Soğuk Savaş sonrası dönemin Amerikan stratejisi açısından yorum lanm ası ile ilgili görüşleri için Diplorrıacy (NewYork Simon & Schuster, 1994) isim le eserinin “The New World Order Reconsidered” başlıklı bölümüne başvurulabilir. 7 Bkz. Zbignievv Brzezinski, The Grcınd Chessboard: American Primacy and !ts Geost-
S tratejik T eo ri Y etersizliği v e S o n u ç la n
iki aşırı ucu arasında tercih yapılm ıştır: Ya m utlak hakim iyet ya da mutlak terk. Hakimiyetin kaybedildiği topraklar h em en terk edil miş ve yeni hatları savunm a telaşı içine girilmiştir. Bu da mutlak hakimiyet ile m utlak terk arasında kalan etki alanları oluşturma, sınır hatlarını sm ır-ötesi diplom atik m anevralar ile koruma, kendi stratejisini m erkez edinen koalisyonlar kurma, terkedilm ek zorun da kalınan topraklarda kendi stratejisine yakın siyasî elit bırakm a, büyük güçler arasındaki çıkar çatışm alarım kullanarak taktik m a nevra alanı oluşturm a gibi ara taktik form üllerin geliştirilm esini engellemiştir. Bunun Osm anlı D evleti’nin son dönem indeki önem li istisn a larından birisi II. Abdülham id’in takip ettiği söm ürgeler politika sıdır. II. A bdülham id’in söm ürge M üslüm anları üzerinde etki kur m ak suretiyle oluşturduğu sım r-ötesi faktörün büyük güçlerin Os m anlI aleyhine yayılma politikalarını ne derece engelleyip gecik
tirdiği açıktır. Bu nedenledir ki, Abdülham id'in 33 yıllık idaresinde 93 Harbi dışında ciddî toprak kayıpları yaşanm am ışken bu ara for m ülleri terkederek "ya m utlak hakim iyet ya da mutlak terk” politi kasını tekrar hayata geçiren İttihat ve Terakki dönem inde kısa bir süre içinde O sm anlı’m n büyük ölçekli bir güç olm a hususundaki son dayanağı olan Balkanlar-O rtadoğu ekseni de kaybedilmiştir. Bu iki aşırı uç arasındaki gidiş-gelişin bir sonucu olarak Osm anlı-Türk dış siyaset geleneğinin küresel stratejik ufku daralmış, taktik opsiyonları azalmış, yakın bölge üzerindeki etkinliği devre dışı kalmış ve iç siyasî çekişm eler ile dış tehditlerin yönlendirdiği kısır bir döngü yaşanır hale gelmiştir. D aha da önem lisi dış p oliti ka gereklilikleri İle iç siyasî kültür arasındaki uyum bir türlü sağla nam am ıştır. Bu nedenledir ki iç siyasî kültürde hakim olan ideolo jik söylem ve pragm atizm dış politika gerekliliklerini devre dışı b ı rakmıştır. Bu konu O sm anlı-Türk dış politikasının son yüz yıllık uygula m alarından hareketle örneklen dirilebilir. Bu dönem deki Balkan lar, Kafkaslar ve Ortadoğu politikaları m utlak hakim iyet ile m utlak terk arasına sıkışmış bu taktik donukluğun en canlı misalleridir. M esela Balkanların terkinden sonra O sm anlı-Türk dış siyasî gele neğinin bu bölgeye yönelik ilgisi mutlak terkin tipik göstergesi sa yılabilecek göçlerle sınırlı kalmıştır. Zengin doğal kaynaklara sahip
Stratejik Derinlik
bulunan Ortadoğu ve Arap bölgelerinin terkinden sonra ideolojik kurguyla de desteklenen D o ğ u y a sırtını dönm e politikası uygu lanmıştır. Şeylı Şamil'in ardından Kafkasların Ruslara bırakılm ası ile Kars, Ardahan ve Erzurum yaylasının savunulm ası telaşına dü şülmüş; Musul ve Kerkük'ün uluslararası hukuk açısından bile tar tışmalı sayılan terkinden sonra bu bölge üzerinde ara form ülleri hayata geçirmektense tamamen terkedilen bölgenin, m utlak haki miyetin korunmaya gayret edildiği Doğu Anadolu üzerindeki menfî tesirleri önlenmeye çalışılmıştır. Nihayet söm ürgecilere karşı verilen Trablusgarb direnişi ile Kuzey Afrika'nın kaybım m ü teakip bu bölge ile yegâne ilgi, elli yıl sonra kom ünist blok karşı sında Batı’mn sadık üyesi olduğumuzun tescili için Cezayir Müslümanlarma karşı Fransız söm ürgecilerini desteklem ek şeklinde tezahür etmiştir. Balkanların terkinden sonra O sm anlı bakiyesinin kültürel ve siyasî anlamda varlıklarını sürdürmesi konusunda yeterli gayret gösterilmediği gibi iç siyasî kültür değişim ini m enfî yönde etkiler düşüncesi ile Osmanlı tarih m irasının ve İslam kültürünün özel likle Bulgaristan ve Yunanistan’daki etkisinin yok edilm esi karşı sında etkisiz kalınmıştır. Bulgaristan’da O sm anlı bakiyesi kültü rün dayanak noktaları olan dinî m üesseselerin yok edilm esi karşı sında sessiz kalınması Türkiye'deki dış siyaset yapım cılarının iç s i - 1 yasî kültür ile sınır ötesi etki alanları arasında kurduğu yanlış iliş ki tarzının bir sonucudur ve bunun ortaya çıkardığı m enfî n etice ler ancak Jivkov döneminin nihaî asim ilasyon hareketi sonucunda farkedilebilmiştir. Bu tavrın Soğuk Savaş sonrası dönemdeki uzantısı B osn a po li tikasında kendisini göstermiştir. Dış politika üzerinde etkili olan bazı çevreler Bosna bunalımının ilk safhasında İzzetbegoviç’in İs lâmî kimliğinden rahatsızlık duymuş ve Türkiye’nin Fikret Abdiç benzeri seküler kimlikli liderleri desteklem esini önermiştir. D aha sonra Abdiç’in Sırplar safında yer alm ası Balkanlardaki İslam kim liği ve Osmanlı mirası ile Türkiye'nin bölge politikası arasındaki kaçınılmaz bağımlılık ilişkisini ortaya koymuştur. Balkanlarda yı kılan her cami, eksilen her İslâmî m üessese, kültürel anlam da yok olan her Osmanlı gelenek unsuru Türkiye’nin bu bölgedeki smır ntesi etkinliğinden sökülen birer tem el taşıdır. Türkiye artık B al
S tra te jik T eori Y etersizliğ i ve S o n u ç la rı
kanlarda m utlak terkin sem bolü haline gelmiş olan göçler politi kasının yerini alacak alternatif ara politikalar üretm ek zorundadır. Bu ara politikaların tem elinde Balkanlardaki O sm anlı-tslam kül türünün canlı tutulm asının yer alm ası kaçınılm azdır. Özellikle Balkanlardaki O sm anlı bakiyesi iki tem el unsurun, yani Boşnak ve Arnavutların, bağım sız devletler olarak varlıklarını sürdürme ç a baları, bu tabiî m üttefikler ile Türkiye arasındaki ortak tarihi kül tür bağı tem elinin desteklenm esini gerekli kılmaktadır. Türkiye artık Balkanlar politikasını Balkan Savaşı faciasının acı hatıralarının dokuduğu ve Soğuk Savaş param etrelerinin pekiştir diği Doğu Trakya ve İstan bu l’u korum a psikolojisinden de sıyrıla rak değerlendirm ek zorundadır. Yeni bölgesel şartlar içinde Doğu Trakya ve İstan bu l’un savunm ası Doğu Trakya'ya konuşlandırıl mış konvansiyonel birliklerden değil, Balkanlarda sımrlar-Ötesi oluşturulacak etki alanlarının diplom atik ve askerî anlam da aktif bir şekilde kullanılm asından geçm ektedir. Bugün Balkanlarda b ö l gesel çapta dinam ik bir güçler dengesi yapılanm ası oluşmaktadır ve bunun doğal sonucu olarak ara form ülleri esnek ve dinamik bir tarzda kullanm a becerisi gösteren ülkeler etkinliklerini artıracak; statik ve atıl kalan ülkeler ise bölge üzerindeki belirleyici nitelikle rini kaybederek gittikçe yalnızlaşacaklardır. M utlak Hakim iyet-M utlak Terk açm azı Kafkaslar için de büyük ölçüde geçerlidir. Erzurum yaylasının kuzey ve doğusu ile irtib atı m ızın fiilen kesildiği 93 H arbi’nden bu yana Kafkaslarda da b en z e ri bir kader yaşanagelm iştir. O zam andan bu yana Osm anlı-Türk dış politikasının en önem li m eselesi Rus-Sovyet yayılm acı strateji sinin A nadolu’nun jeopolitik kilidi olan Erzurum yaylasının güney ve b atısın a inişine engel olm ak şeklinde ortaya konm uştur. Bu ko num un biri başarısızlıkla, diğeri başarı ile neticelen en iki önem li istisnası olmuştur. Enver Paşa’mn m aceracı tutum u Allahuekber D ağlan faciasını doğurmuş; Kâzım Karabekir’in Rusya içindeki kargaşayı değerlendirerek gerçekleştirdiği harekat sonucunda ise son iki asır içinde Kafkaslar istikam etindeki yegâne ilerleyiş sağ lanm ış ve Kars-Ardahan hattı geri alındığı gibi Nahcıvan konusun da belli garantiler elde edilmiştir. Bu iki m isalin ortaya çıkardığı sonuçlar m acera ile basiretli ataklık arasındaki farkı ortaya koym a sı bakım ından bugünkü dış politika yapım cılarına önem li bir tarih dersi oluşturmaktadır.
Stratejik D erinlik
Kâzım Karabekir’in başarısı m utlak h akim iyet kurm aya çalışan büyük çaplı askerî harekatlar ile m utlak terki tem sil eden geniş çaplı göç hareketleri araşm a sıkışm ış dış politika geleneğinin te mel eksildiğini de ortaya koym aktadır: K onjonktürü iyi değerlen diren, zam anlam ası ve kurgusu iyi oluşturulm uş, diplom atik ve askeri koordinasyonu sağlanm ış, etkin ve basiretli bir tavır alış. Türkiye’nin Kafkaslar politikasındaki u zu n d ö n em li ihm alinin en önem li seb ebi Erzurum yaylasının kuzey ve doğusunda tekrar etkin olunabileceğine dair in an cın k aybolm ası ve yeni bir 93 H ar bi faciası yaşam am a kaygısından kayn ak lan an psikolojik çek in genliktir. Onun içindir ki Soğuk Savaş d ö n em i bo yu n ca NATO 'nun belirlediği askerî strateji sa d ece Erzurum yaylasının gü ney ve batısını savunm a üzerine o tu rtu lm u ş; ilerleyen Rus birlik lerinin Konya ovasına kadar ne ölçüd e yıp ratılab ileceğin in h esa p ları yapılmıştır. Türkiye bu psikolojik savunm a hissi için d e Kafkas içlerindeki doğal m üttefik unsurlarını güçlendirm e ve R usların iç çelişkilerini kullanabilm e hayalini bile kuram am ıştır. Kafkaslar ve Orta Asya konusunda görülen politika çelişkilerinin ve hazırlıksızlığın en önemli sebebi bu psikoloji.kyetmezli.ktir. Türk dış politika yapım cıları bu psikolojik yılgınlığı atarak Kaf kaslarda da dinamik ara form üllere dayalı atak bir politika izlem ek zorundadırlar. Konya ovasına inebileceği düşünülen Ruslar Ç eçenistan’da bile tutunm akta güçlük çekm işlerdir. Ama bu durum un ilanihaye süreceği düşünülm em elidir. Uygun konjonktürel şart larda basiretli bir atak politika ile ele geçirilecek kazanım lar ihm al edilirse gelecekte Doğu A nadolu’yu savunm ak için üstlenilecek m asraflar daha ağır olacaktır. Balkanlar ile b ir kıyaslam a yapılırsa artık Doğu Trakya ve İstanbu l’un m üdafaası Adriyatik ve Saraybosna’dan, Doğu Anadolu ve Erzurum 'un savunm ası Kuzey Kafkasya ve Grozni’den başlamaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu politikası da M utlak H akim iyet-M utlak Terk açm azının ve stratejik planlam a yetersizliğinin izlerini taşı maktadır. Birinci Dünya Savaşı sonund a O rtadoğu ile bütün p o li tik, kültürel ve stratejik köprüleri atarak sırtını d ön m e politikası uygulayan Türkiye bu bölgenin bütün küresel ilişkileri belirleye cek güçteki tabiî kaynaklarının paylaşım süreci içinde orada beş
S tratejik T eori Y etersizliği v e S o n u çla rı
yüz sene süren hakim iyetinin getirdiği avantajları yeterince kullanam am ıştır. Bunun tek istisnası Fransa’nın terki ile ortaya çıkan boşluğu ve II. Dünya Savaşı öncesi belirsizlik konjonktürünü iyi bir zam anlam a ile değerlendiren Atatürk’ün Hatay politikası ol muştur. Türkiye Ortadoğu ile ilgili uygulanagelen sırtım dönm e politi kasının özellikle jeoekonom ik çerçevedeki kayıplarını farkettiğinde bu bölge ile ilgili kaynak ve güç paylaşım ının belirlenm iş statik param etreleri ile karşı karşıya kalmış ve ne kültürel anlam da y a bancılaşm ış olduğu bölge halkı, ne de siyasî elit üzerinde yeterin ce etkili olabilmiştir. Halbuki Türkiye bu bölgeyi terkettiğinde O s m anlI bakiyesi bir entellektüel-siyasî elit ve bu tarihî birikim in ürünü toplum lar-arası bir jeokültürel bütünlük söz konusu idi ve ara form üller ile bu avantajlar başlıbaşına bir Ortadoğu stratejisi nin tem el taşları olabilecek nitelikler taşıyordu. Şam ve Bağdat gi bi bir çok Arap başşehrinde yakın zam ana kadar Türkçe'yi rahat lıkla konuşabilen bir toplum sal kesim varlığını sürdüregelmiştir. Türkiye bu kesim ler ile bağlarını iyi kurmuş etkin ve tarihî prestije sahip bir bölge ülkesi im ajını yaratm aktansa küresel güç m erkez lerinin Ortadoğu'daki tem silcisi konum unu vurgulamaya özen gösterm iş; bölgeye karşı gittikçe yoğunlaşan bir yabancılaşm a sü recine girmiştir. Bu yabancılaşm a süreci Türkiye'yi bölge üzerinde etkili olm ak konum undan çıkardığı gibi Güneydoğu Anadolu’nun savunm ası gerçeği ile de karşı karşıya bırakmıştır. Sınırlar-ötesi avantajlarını etkin bir şekilde kullanam ayan Türkiye kendi iç bütünlüğü ve sı nırları konusunda Avrupa-merkezli baskılara m uhatap hale gel miştir. D aha da kötüsü, bölgeyi beş yüz yıl elinde tutan güçlü tari hî birikim ine rağmen, Türkiye, bugün bölge ile ilgili politikalarını, bölgede sadece elli yıllık geçm işe sahip İsrail’in stratejilerine endeksleyen bir görüntü vererek bölge İle yeni bir yabancılaşm a sü reci içine girmiştir. İsrail’in Suriye ile yürüttüğü barış görüşm ele rinde Türkiye’nin su kaynaklarının barışın unsurları arasında yer alm ası bölgede dinamik çıkar ilişkilerinin ne derece esnek bir dış politika pozisyonu gerektirdiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bütün bu dış politika zaaflarının oluşturduğu buz dağının ar kasında psikolojik hazırlıksızlık, stratejik teori ve ufuk yetersizliği,
| S tratejik D erinlik
değişen dinamik şartlara intibak etm ekte engel oluşturan statik diplomatik söylem ve iç siyasî kültür ile dış politika arasındaki uyumsuzluk problem leri yatmaktadır. Dış politika yapım cıları her şeyden ön ce sınırlar ötesi taktik oluşumlar ve iddialar konusunda psikolojik bakım dan hazırlıklı olm ak zorundadır. Bu psikolojik h a zırlık, iç kamuoyunu bu yönde etkileyebilecek bir sosyo-psikolojik kültür meşruiyeti tem eli ile bütünleşm elidir. Bu psikolojik tem el Türkiye'nin jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik gerçeklerinden hareket eden bir stratejik teori çerçevesinin hareket noktası olmalıdır. Şu ana kadar eksikliği hissedilen strate jik teori yetersizliğini aşabilm ek için araştırm a kurum lan ile siya set yapım cıları arasında sağlıklı ilişki kanalları oluşturulmalıdır. Bu stratejilerin uygulama sürecinde ise her türlü ideolojik söylem bağnazlığından kurtulmak en öncelikli şarttır. Balkanlardaki M üs lüm an azınlık topluluklarım rejim m uhaliflerinin sığmak yerleri, her Rusça Öğreneni kom ünist ajanı, her Arapça bileni rejim m u ha lifi ya da gerici olarak gören zihniyetin bizi olaylara intibakta ne derece hazırlıksız bıraktığı aşikardır. Bu yüzdendir ki seksenli yıl larda Ortadoğu’ya yönelik ihracat seferberliğinde Arapça bilen elem an yetersizliği çeken Türkiye, bugün de Kafkaslar ve Orta As ya ilişkilerinde Rusça bilen elem anların ve Rusya uzm anlarının eksikliğini her düzeyde hissetmektedir. Rusya ile asırlar süren bir m ücadele tarihi olan bir toplum da çekilen Rusça bilen uzm an kıt lığı Soğuk Savaş dönem i boyunca Türkiye'nin siyasî elitinin toplum una duyduğu güvensizliğin tipik bir göstergesidir. Bu noktada Türkiye herşeyden. önce iç güven problem ini aşarak tem as halin de olduğu bütün bölge ve toplum ları tahlil edebilecek yetişm iş bir insan unsurunu çıkarm ak zorundadır. Bu durum iç siyasî kültür ile dış politika yapım ı arasındaki uyu mun yeniden ayarlanm ası gerektiğinin en önem li delilidir. Halkı na güvenmeyen ve içinden çıktığı toplum un kültürü ile bütünleşemediği için ondan güç alam ayan bir siyasî elit ne sım rlar-ötesi kü resel ufuklara açılabilir ne de toplum un sınırlar-içi güvenlik ve bir liğini sağlayabilir. Bunun içindir ki, tarihî sürekliliğin önem li gös tergelerinden birisi olan stratejik zihniyetin psikolojik unsurları m eselesi strateji oluşum unun merkezinde yer almaktadır.
Stratejik T eo ri Y etersizliği ve S o n u ç la rı
3. Psikolojik Arkaplan: Bölünmüş Benlik ve Tarih Bilinci Stratejik teori yetersizliğinin önem li unsurlarından birisi, psi kolojik hazırlık zaafının da tem elini dokuyan kimlik ve tarih b ilin ci konusunda yaşanan çelişkiler ve bu çelişkilerin stratejik zihniyet üzerindeki etkileridir. Laing’in psikolojide artık klasikleşmiş olan
The Diviâed SelfB {Bölünmüş Benlik) başlıklı eseri bu konuda ay dınlatıcı bir başlangıç noktası oluşturabilir. Bölünm üş benliklerin yol açtığı psikolojik bunalım ları inceleyen bu eser, psikoloji dışın da ele alındığında da, değişik bunalım alanlarım tanım layabilecek önem li kavramsal ve m etodolojik araçlar sağlamaktadır. Laing'in özellikle ontolojik güvenlik ile benlik arasında kurduğu ilişki ve mücessem /dışa yansıyan ( ernbodied) benlik ile m ücessem olm a yan ( unembodied) benlik farklılaşm ası konusunda tesbit ettiği kri tik alan, başta siyasî alan olm ak üzere birçok bunalım alanını da anlam am ızı kolaylaştırıyor. Laing psikolojik bunalım ların kökeninde, kişinin vücudu ile benliği arasındaki bağın kopuşu olduğunu söylem ekte ve bu ko puşun kaçınılm az bir benlik bölünm esini beraberinde getirdiğini ifade etmektedir. Kendi vücudu ile yabancılaşan kişi zam an içinde kendi şahsî süreklilik unsurlarını da kaybetm ekte ve kendini sü rekli olarak kendi dışında tanım lanm ış bir sahte benlik [false-selfl ile algılamaya çalışmaktadır. îç benlik ( innerselj) ile dışa yansıyan benlik (ernbodied self) arasındaki uçurum açıldıkça bunalım lar art m akta ve kişi hem kendisiyle hem de çevresiyle yaşadığı bir bu n a lım labirentinin içine girmektedir. Türkiye’de yaşanm akta olan çok yönlü bunalım da da iç benlik ile dışa yansıyan benlik arasındaki farklılaşm anın izleri görülm ek tedir. K işinin vücudunun toplum lar düzeyindeki karşılığı ta rih/mekan boyutudur. Toplumların kendi tarih/mekan boyutu ile yabancılaşm ası, kişinin kendi vücudu ile yabancılaşarak sahte benlik içine girm esi gibidir. İtiraf edelim ki, ilkokuldan itibaren ve rilen yoğun tarih ve coğrafya bilgisine rağm en bir tür tarihsizleşm e sürecinin içinde yaşayageliyoruz. Kutladığımız yıldönüm leri ve bayram lar bizdeki tarih bilincini güçlendirm ek yerine tarih -ötesi alanlara yönelm em ize yol açıyor. 1998 yılında C um h u riyetin 75. aa a
8 R.D. Laing, The Divided Self, H arm ondsw orth: Penguin, 1966.
S tra te jik D erinlik
kuruluş yıldönümü, 1999 yılında da Osm anlı'nm 700. kuruluş yıl dönüm ü kutlandı. Ancak, Cumhuriyet’in Onuncu Yıl m arşım da, O sm anlı'nm m ehter marşını da m etahistorik bir düzlemde algıla m anın ötesinde, bugünkü benliğimizi de dokuyan hangi süreklilik unsurlarını tutarlı bir benlik bilinci ve toplumsal bütünlük ile or taya koyabiliyoruz? Süreklilik unsurları ile yüzleşemediğimiz için, kendi benliğim i zin dışa yansım asını, ancak karşı kutuplar oluşturdukça sağlayabi liyor ve iç benlikten kopmuş o sahte benliğin süregelmesi için sü rekli başkaları ile özdeşleştirdiğimiz "diğereler -hatta düşmanlarüretiyoruz. Kendi sem bollerim izin kutsiyetine sığınabilm ek için başkalarının sem bollerine savaş açarak kendi bölünm üş benlikle rim izin arasındaki uçurumları kapatmaya çalışıyoruz. Ama, ta rih/mekan boyutundaki her kopuşun yeni bir benlik bölünm esi doğurduğunun farkına varamıyoruz. İç benlik ile dışa yansıyan benlik arasındaki uçurumu örtbas edebilm ek için ucuz zaferlerin sarhoşluğu ile ucuz yenilgilerin sukût-u hayaline aynı ölçüde kapılıp gidiyoruz. Bir futbol m açında A lm anya’yı yenişimizi Onuncu Yıl M arşının cezbesine bağlarken, Finlandiya hezim etini hakem in taraflı tutum una indirgiyoruz. B u nun için de, ne başarılarım ızı disiplinli bir çalışm anın kaçınılm az sürekliliği ile irtibatlandırabiliyor, ne de yenilgilerimizden dersler çıkabiliyoruz. Gerçeklerden çok, gerçek-ötesi psikolojilere yönel dikçe, kişisel düzeyde yaşanan bunalım larda görüldüğü gibi, k en di vücudumuza yani kendi tarihimize yabancılaşıyor, kendi çevre m izden yani kendi m ekan boyutumuzdan kopuyoruz. Tarih hafızası ve bilinci zayıf olan bir toplum un tarihe kendi varoluş çizgisini ve damgasını vurabilmesi çok güçtür. Tarihî akışı belirlem e konusunda iddialı ve etken toplumlarla tarihî akış tara fından belirlenen iddiasız ve edilgen toplum lar arasındaki en Önemli fark da tarihi algılayış biçimleridir. Tarih bilinci ve hafızası derin toplum lar olağanüstü zafer söy lem lerine de sukût-ı hayal psikolojilerine de değer vermezler; tari hî tecrü ben in kendilerine sunduğu veriler ile reel güç konfigürasyonu arasında stratejik rasyonaîite ve planlam a ihtiva eden bir an lam lılık ilişkisi kurarlar ve bir nakış hassasiyeti ile geleceği dokur lar. Tarih bilinci ve hafızası zayıf, edilgen ve iddiasız toplum lar ise
Stratejik T eori Y etersizliği ve S o n u ç la rı
geride kalmış ya da yaşanan küçük zaferlerin saf hoşluğu iie küçük yenilgilerin ezikliği arasında gidip gelen psikolojik zaafın stratejik kararlan belirlem esinin önüne geçem ezler; bu yüzden de hep bu gelgiti yaşayan ve zaferleri de hezim etleri de başkalarının iradesi ne bağlı olan bi.r konum da kalırlar. Bu açıdan bakıldığında sık sık gündem e gelen Sevr (Sevres) se naryosu tartışm alarının C um huriyet'in 75. yılı kutlamaları ile O s m anlI’nın 700. yıl kutlam aları arasına denk gelmiş olm ası çok m a nidar bir tesadüftür. Sevr O sm an lI'd an Cum huriyet'e geçiş süreci nin bir dar boğazıdır. Bu dar boğaz yaşanm ış ve aşılmıştır. Artık ya şanm ış olm ası ne bizim sürekli bir şekilde bu darboğazın ürküntü sü içinde yaşam am ızı, ne de bu dar boğazın aşılm asını sağlayan zaferin kazanım larını hatırlayarak rehavete düşm em izi gerektirir. Fransızlar bugünkü varlıklarını sürdürürken ve stratejik planla m a yaparken ne Napolyon'un zaferlerini sürekli yad ederek kendi lerini bir zafer sarhoşluğuna kaptırırlar, ne de N apolyon’un hezi m etind en sonra Fransızlan zapt u rapt altına alan Viyana Kongre s in in ürküntüsünü nesilden nesile aktarılan bir psikolojik zaaf olarak sürdürürler. Aynı şekilde Almanlar ne Bism ark ve II. Wilhelm 'in Alman kimliği ve birliğini sağlayan em peryal zafer sem bollerini Alman strateji söylem inin m erkezine oturturlar, ne de onları Sevr’in bizi soktuğu dar boğaza benzer bir dar boğaza so kan Versay (Versailles)’ı kendilerinin üzerinde sürekli sallanan bîr D em okles kılıcı gibi görürler. D aha yakın dönem d en m isal verir sek, hem H itler’in olağanüstü askerî zaferlerini, h em de bu zafer lerden sonra gelen ve Alman m illetini tüm dünya önünde tahkir ederek bö len ve lanetleyen hezim etini bizzat yaşayan Adenauer, Brandt, Schm idt ve Kohl gibi Alman liderler bu zafer-hezİm et sar kacının onulm az gelgitini sürekli yaşasalardı acaba Almanya b u gün tarih sahnesine ve tarihî akışa tekrar ağırlığını koyabilen bir ülke olabilir miydi? Stratejik bilinç tarihe, stratejik planlam a bugünkü realitelere dayanm ak zorundadır. Sevr’i hatırlam am ız ve bilm em iz soğuk kanlı bir tahlille Sevr'e giden süreçteki zaaflarım ızı değerlendir m em izi sağlıyorsa bir anlam taşır; yoksa bizi pasifize eden ve defan sif tavra sürükleyen psikolojik bir eziklik duygusu doğuruyorsa atılım
gücümüzü kırar ve veni Sevr’lerin önünü açar. Olayları tari
S tratejik D erin lik
hî süreklilik çizgisi içinde görebildiğimiz ölçüde bu zaafları aşacak direnç noktalarını da güçlendirebiliriz. Küresel ya da bölgesel “iddia” taşıyan ülkeler çoğu zam an asır ların yoğurduğu tarihî, coğrafî ve kültürel bir zem in üzerinde, sa bit unsurlara dayalı olmakla birlikte dinam ik bir şekilde tekrar tek rar yorum lanan uzun dönem li vizyonlara dayalı bir stratejik zihni yet tem elinde geleceğe yönelik stratejik planlam a yaparlar. Dış tehdit tanım lam aları ise bu uzun dönem li stratejinin kısa d önem li taktik adım larının hukukileştirilm esini sağlar. 19. Yüzyılda üze rinde güneş batm ayan Britanya İm paratorluğu’mm uzun d önem li iddia taşıyan bir stratejisi vardı; yükselen Alman gücü bu strate jiye meydan okuduğu ölçüde bir tehdit tanım lam ası içinde ele alınm ıştı. II. Dünya Savaşından sonra küresel iddia taşıyan bir Amerikan stratejisi oluşturulm uştu; kom ünist Sovyet tehditi bu stratejinin önüne engel koyduğu ölçüde bir tehdit tanım lam ası olarak taktik bir değerlendirilm eye tâbi tutulm uştu. Japonların bir Pasifik stratejisi, Almanların 7B (Berlin-Budapeşte-Belgrat-Bükreş-Boğazlar-Bağdat-Bom bay) esasına dayanan bir Avrasya strate jisi vardır ve ne Almanlar ne de Japonlar kökü asırlara uzanan bu iddialı stratejilerini geçici tehdit tanım lam aları ile güdükleştirmişlerdir. Araçlar değişmiş ama stratejik esaslar ve öncelikler sabit kalmıştır. İddialı ülkeler kendi stratejilerine göre tehdit tanım lam aları yaparken iddiasız ve edilgen ülkeler kendi tehdit tanım lam alarına göre güdük stratejiler oluştururlar. Hele hele bir ülkenin hangi ge rekçe ile olursa olsun kendi iç çelişkilerini stratejisinin esası olarak ilan etm esi kadar zaaf göstergesi olan ikinci bir durum olam az. Diğer ülkelerin tecrübelerinden hareketle şu sorulan sorm ak bu çelişkiyi daha açık bir şekilde ortaya koymamızı sağlayabilir: IRA'nm varlığı en az üç asırlık İngiliz Milli ve Askerî Strateji Konseptinin bu tehdit ile tanım lanm asına yol açm ış mıdır? O klahom a baskınım yapan aşırı Hristiyan beyaz ırkçısı milis unsurların varlı ğını gerekçe göstererek, küresel nitelikli Amerikan Millî ve Askerî Stratejik Konseptinin bu milislere göre yeniden düzenlenm esi ge rektiğini söyleyen bir stratejisyen kendi ülkesinde acab a hangi stratejik araştırm alar enstitüsünün kapısından içeri girebilir? So ğuk Savaş dönem inde Almanya'da aktif olan sol terör örgütleri bu
S tratejik T eori Yetersizliği v e S o n u çla rı
ülkenin doğu ve batı stratejilerinin oluşm asında herhangi bir ö n celik konusu olmuşlar mıdır? Ya da bu ülkeler kendi iç çelişkilerini tem el stratejik öncelik olarak alm ış ya da gösterm iş olsalardı, etkin stratejiler uygulayan güçlü ve iddialı ülkeler araşm a girebilirler miydi? D aha da çarpıcı olm ası için kendi tarihim izden bir misai verelim. 16. Yüzyılı Osm anlı asrı yapan Osmanlı kara ve deniz stra tejisi b u yüzyılda yaygınlaşan Celali isyanlarım esas alan bir tem el de düzenlenm iş olsaydı, O sm anlI'nın bir dünya düzeni kurma id diası olan Nizam-ı Âlem fikri komik ve güdük bir retorik olm aktan öteye gidebilir miydi? Bir ülkenin stratejisini sadece tek-eksenli bir dış tehdite göre ta nım lam ak ufuksuzluk, iç tehdite göre tanım lam ak ise stratejik dış rakiplere koz ve kaynak sağlayan bir zaaftır. Soğuk Savaş sonrası dönem de tarihî ve coğrafî derinliği haiz dinamik bir Türkiye strate jisi tanım lam a ve uygulama zorunluluğu ile karşı karşıya kaldığı mız bir dönemde, kurumsal, tarihî ya da psikolojik faktörlerle Tür kiye'nin kendi iç çelişkilerinin yıpratıcı süreçlerine m ahkum edil mesi, toplum un bütün gücünü harekete geçirebilecek ortak bir stratejik zihniyetin geliştirilmesinin Önündeki en ciddi engeldir.
I l'"1,1:
* Mili
Pİl'1 :M
3. Bölüm
Tarihî Miras ve Türkiye’nin Uluslararası Konumu
I
Türkiye’nin gelecek yüzyıldaki uluslararası konum u ve bu ko num un getireceği stratejik ve taktik hedeflerin tesbiti konusu sa dece uluslararası ilişkilerin seyrini değil;, toplum un çok yönlü d ö nüşüm ünü de incelem eyi gerekli kılan teorik bir çerçevede ele alınm ak zorundadır. Bu açıdan tarih, coğrafya, kültür, siyaset, eko nomi ve güvenlik param etreleri geniş bir perspektif içinde tahlil edilmelidir. Tarihî birikim bir toplum un zam an boyutu içindeki konum unu belirleyen tem el unsurdur. Bu nedenledir ki, tarihî birikim bir si yasî irade tarafından stratejik zihniyetin önem li bir unsuru olarak yeniden yorum lanabilir ve stratejik planlam ada yeni bir eksene oturtulabilir; ancak değiştirilem ez ve asla gözardı edilem ez. Bu unsuru gözardı ederek konjonktürel kaygılar içinde davranan siya sî elitler ne cari m eselelerin küııhüne vâkıf olabilirler, ne de gele cekle ilgili sağlıklı tesbitlerde bulunabilirler. Tarihî birikim i siyasî merkezin tercih ve talim atları doğrultusunda yeniden şekillendirebileceklerini düşünenler tarihin öğütücü çarkları içinde kaybol muşlardır.
I. Tarihî Süreç İçinde Türkiye’nin Uluslararası Konumu Tarihî birikim açısından bakıldığında, Türkiye gerek bölge-içi gerekse bölge-dışı ülkelerden çok farklı ve kendine has özelliklere sahiptir. Bu da Türkiye'nin uluslararası yapının hakim sistem ik unsurları ile tarih boyu sürdüregeldiği ilişkilerin farklılığından rıı
1, 1 ^
A »-*• T
\
« A
Vvı i
w ı î ir ı m c ı ı r l o r ı
r* ı V c i -
S tratejik D erinlik
ran tarihî sürecin bir parçasıdır, ne de bu sürecin söm ürgeleştirdi ği ülkeler grubuna dahildir. Türkiye konjonktürel gerekçelerle or taya çıkmış herhangi bir ulus-devlet de değildir. Aksine, uluslarara sı sistem i oluşturan halanı m edeniyet ile asırlar süren çok yoğun bir hesaplaşm a sürecinin oluşturduğu bir tarih î m irasın eseridir. Türkiye’nin günüm üzdeki uluslararası konum unu avantaj ve dezavantajlarıyla ortaya koyabilm ek için bu tarihî m irasın d ön ü şüm seyrini ortaya koym ak gerekmektedir. Herşeyden ö n ce b elirt m ek gerekir ki, bu tarihî m irasm kaynağı olan O sm anlı D evleti Av rupa karşısında doğrudan hakim iyet kurm uş yegâne m edeniyet havzasının siyasî yapılanm ası idi. O sm anlı D evleti’n.in kurduğu hakim iyet h em Avrupa'daki feodal yapının dağılm ası sü recini doğ rudan etkilemiş, hem de Avrupa'yı yeni ticaret yollarının keşfi için dünyaya açılm ak zorunda bırakmıştır. K anunl’n in Fransa siyase tinde de görüldüğü gibi O sm anlı Devleti bu hakim iyetini bir y an dan üstün askerî güce, diğer yandan Avrupa-içİ ihtilafların etkin kullanım ına dayalı diplom atik stratejiye dayandırm ıştı. Bugünkü uluslararası sistem in tem elini teşkil eden 1648 W estfaîya A nlaşm asının ortaya koyduğu Avrupa-içi uluslararası sistem Avrupa’nın doğusunu kontrol altında tutan çok-uluslu O sm anlı sistem i ile farklı tem ellere istinat ediyordu. O sm anlı Devleti bu iki farklı m edeniyet havzasının ilişkisinde cephe konum undaydı. Farklı bir m edeniyet havzasının cephe konum unda bulunm ak, O sm anlı-Türk siyaset geleneğinin Avrupa sistem i ile ilişkilerini psikolojik ve siyasî açıdan doğrudan etkileyen ve stratejik zihniye ti belirleyen sonuçlar ortaya koymuştur. 1699 Karlofça Anlaşm ası bu cephe ilişkisine yeni nitelikler ka zandırmıştır. Bu anlaşm a ile Avrupa'da ilk defa toprak kaybeden O sm anlı Devleti Avrupa içlerine ilerlem e stratejisinden kaybedi len toprakları geri alm a ve m üdafaa stratejisine yönelm iştir. Viya na Kuşatm ası Avrupa için de bir dönüm noktası olm uş ve O sm anlı karşısında oluşturulan koalisyon ilk Avrupalılık bilinci ve fikrinin oluşm asında önem li bir rol oynamıştır. Bu tarihten sonra Avrupa karşısında gerileyen O sm an lin m Av rupa-içi dengeleri bu sefer m üdafaa stratejisinin bir parçası olarak kullanmaya gayret ettiği bir ilişki tarzı gelişmiştir. Osmanlı Devle' ti’nin uluslararası konum unu belirleyen bu dönüşüm ün diğer iki
T arihî M ira s ve T ü rk iy e ’n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u
ön em li durağı 1774 Küçük Kaynarca Anlaşm ası ve 1853-1856 Kı rım Savaşıdır. Küçük Kaynarca Anlaşm asında Rusların Osm anlı h i m ayesindeki Ortodokslarla ilgili bir takım im tiyazlar elde etm esi uluslararası konum iie iç bütünlük ve istikrar arasındaki belirleyi cilik ilişkisinin ilk önem li göstergesidir. Erm eni ve gayrimüslim azınlıkların O sm anlid an kopuş sürecinin başlam ası bu anlaşm a da ortaya konan him aye şartının sonucudur. Böylece ilk defa ulus lararası konum ve güç ile ülkenin iç unsurları arasındaki ilişki bu derece açık bir şekilde tebarüz etmiştir. Bu durum günümüzde de geçerli olan iç bütünlüğün uluslararası konum un önem li bir para m etresi olarak ortaya çıkışının ilk çarpıcı işaretidir. Kırım Savaşı ise Osm anlı-Türk hariciye geleneğinde O sm an lI’n ın dış tehditlere karşı Avrupa-içi ihtilafları kullanarak denge
sağlam ak suretiyle saldırganı bertaraf etm e politikasının ilk m isa lidir. Bu politika Kırım Savaşından sonra Avrupa’da sistem -içı bir unsur haline gelen O sm anlı Devleti’nin büyük güçlerin stratejik çıkarlarım dengeleyerek taktik m anevra alanı kazanm asını hedef lem ekteydi. Bugün de etkisini gösteren bu politika özellikle y a kın/etkin düşm anın uzak/potansiyel düşm anlarla dengelenm esi şeklinde özetlenebilir. Avrupa-içi koalisyon ve ittifakların takibine dayalı bu yaklaşım özellikle O sm anlı'nm son dönem inde ve Soğuk Savaş yıllarında bir dış politika geleneği halinde devam etmiştir. II. Abdülhamid bu denge politikasını hem ince ve esnek bir. diplom asi İle rafine bir hale getirmiş, hem de bu denge politika sındaki kozlarını artırabilm ek için tarihî Osm anlı hudutları dışın da kalan söm ürge M üslüm anlarm a dayalı uluslararası bir hinter-
îand (arkabahçe) oluşturm a çabası içine girmiştir. Uluslararası sis tem in söm ürgecilik genel yapısına sahip olduğu ve uluslararası te m el siyasî m eselelerin söm ürgeci güçlerin iç çelişkilerinden kay naklandığı bu dönem de İslam Dünyasında iki farklı siyasî oluşum söz konusu idi: Bir yanda Hilafet kurumunu elinde bulunduran ve söm ürgeci güçlerin paylaşım kavgasına karşı ayakta durmaya çalı şan O sm anlı Devleti, diğer yanda değişik söm ürgeci devletler tara fından söm ürgeleştirilm iş olan îslam ülkeleri. II. Abdülhamid bu iki oluşum un birbiriyle olan yakın ilişkisinin son derece farkında OÎarak O s m a n l ı
-----------.
S tratejik D erinlik
nitı uluslararası sistem içinde etkili bir şekilde kullanılm asına bağ lı olduğunu düşünüyordu.1 Bu iki olgu arasındaki ilişki İslam cılığa dayalı iç siyasî kültür ile uyumlu bir hale getirilmiş ve başta Hila fet olm ak üzere siyasî kurum lar bu tem el politikaya ayak uydur mak üzere yeni bir stratejik çerçeve içine oturtulmuşlardı. İttihat ve Terakki dönem inde Türkçülük çerçevesinde yeni bir
hintedand tanım ı yapılmakla birlikte İslam Birliği fikri, söm ürgeci liğe karşı taktik bir araç olarak kullanılmaya devam edilmiştir. İtti hat ve Terakki liderleri, Osm anlı D ev letin in uluslararası sistem içindeki yerinin ve gücünün söm ürgeci güçler karşısında sömürge M üslüm anlarının ham isi konum undan kaynaklandığının farkın daydı. Bunun için de bahsi geçen iki olgu arasındaki ilişkinin sü r dürülm esine büyük özen gösterilmiştir. İngiliz söm ürge sistem i nin iç bağlarının zayıflatılarak çökertilm esini tem el h ed ef olarak benim seyen dönem in Alman stratejisinin bu politikanın sürdürül m esinde Önemli bir etkide bulunduğunu da belirtm ek gerekir. İttihat ve Terakki dönem inin dış politika tecrü besinin günü m üze de ışık tutm ası gereken en önem li boyutu reel güç ile oran tısız bir uluslararası konum arayışının taşıdığı risktir. İttihat ve Te rakki liderlerini Osm anlı Devleti'ni I. Dünya Savaşma sokmaya sevkeden tem el saik, yenilm ezliğine inanılan Alman askerî gücü nün de desteğini alarak Pantürkizm eksenli milliyetçi ideallerle ani bir stratejik sıçram a yaparak yepyeni bir uluslararası konum ka zanm a hedefiydi. Savaşlar ya da geçiş dönem lerinde ani stratejik sıçram a yapm a hedefine yönelen güçler, böyle bir planın uygula m a safhasına konm asından önce m utlaka gerekli stratejik, psiko lojik, siyasî, ekonom ik ve kültürel ön hazırlığın yapılmış olduğun dan em in olm ak zorundadırlar. Sadece askerî güçle sağlanm ası düşünülen sıçram alar karşı güçlerin doğurabileceği tehditlerden kaynaklanan büyük riskler barındırır. Ani stratejik sıçram aların barındırdığı riskleri dengeleyecek yegâne unsur taktik kadem elendirme ile desteklenm iş stratejik rasyonalitedir. İttihat ve Terakki li derlerinin stratejik rasyonalite ve taktik kadem elendirm e zaafınD■ ■
1 Bu yaklaşımın detayları ve sonuçları için bkz. A hm et Davutoğlu, “Reıvriting Contem porary Muslini Politics: A Tw entieth-C entuıy Peıiodization”, Border Crossings:
Toıvard a Compamtive Poliücal Theory, (ed.) Fred Daîlmayr, (Lanham : Lcxitıgton, ıctcıcıı c O Q .net
T arihî M iras v e T ü rk iy e 'n in U iu s la ra ra s i K o n u m u
dan kaynaklanan hesap hatası D oğu'nun son direniş noktasının da düşm esi sonucunu beraberinde getirmiştir. Cum huriyet dönem i dış politikası O sm anlı D evleti’nin son yüzyıllarına dam gasını vuran bu tarihî m irasın ortaya çıkardığı reflekslerle uluslararası konjonktürün gerektirdiği zorunlulukların kesişim alanı üzerinde gelişmiştir. Stratejik zihniyetin derin kıv rım larında bu tecrübe birikim inin izlerini barındıran dış politika yapım cısı siyasî elit, refleksif savunm a dürtüsü ile reel güce oran tılı bir dış politika pozisyonu arayışına yönelm iştir. Bu yıllarda İslam Dünyası tarihinin en bunalım lı dönem inde bulunm akta ve her alanda ciddî bir Ölçek küçülm esi sürecini yaşam akta idi. Türk Dünyası ise Bolşevik Devriminden sonra tam am ıyla esaret altına düşm üş bulunuyordu. Böylece Osm anlı D evleti’nin dayandığı İs tanbul merkezli ve Anadolu-Balkan eksenli siyasî güç havzasının uluslararası hinterland oluşturm a iddiasının iki önem li zem ini olarak görülen İslam cılık ve Türkçülük reel anlam da önem ini kay betm iş görünüyordu. Bu durum yeni yönetim i uluslararası sistem açısın d an kabul edilebilir bir deklarasyona şevketti. Yeni devletin bütün uluslararası m esuliyet ve iddialardan soyutlandığını ilan eden bu deklarasyon iki tem el unsuru ihtiva ediyordu: (i.) Ulus lararası alanda iddialı bir konum yerine M isak-ı Milli sınırlarını ve ulus-devleti m üdafaa stratejisi, (ii) yeni Türk devletinin yükselen Batı eksenine alternatif ya da m uhalif değil, bu eksenin bir p arça sı olm ası. Atatürk’ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesinde ifadesini bulan bu yeni yaklaşım, banş-ekseııli idealist bir uluslararası ilişkiler çiz gisini gösterm e yanında sömürgeciliğin zirveye ulaştığı uluslarara sı konjonktürü gozönüne alan ve bu çerçevede söm ürgeci sistemik güçlerle çatışm aktan kaçm an realist bir dış politika tavrını Öne çıkarm aktaydı. Böylece, yaklaşık iki yüz yıldır bir çok Batı ül kesi karşısında aynı anda sürdürülen anti-söm ürgeci direnişin Os m an lI D evleti'nin üzerindeki çözücü etkisinden kaçınılm aya ve
O sm anlı D evleti'nin bakiyesi topraklar üzerinde yeni bir uluslara rası konum belirlenm eye çalışılıyordu. Yine de özellikle Atatürk d önem inde Rusya, İran ve Afganistan gibi Avrasya güçleri ile geliş tirilen ilişkiler doğuya doğru derinliğine uzanan kısm en bağım sız
S tra te jik D erinlik
bir alternatif hinteıiand oluşturm a çab ası olarak görülebilir. Bu politika Batı ülkeleri ile asırlar boyu süren çatışm anın izlerini taşı m akla birlikte risk içeren iddialı bir söylem barındırm am aktadır. Bu deklarasyona uyumlu olarak Osm anlı D evleti’nin siyasî ide alleri ve kurum lan konusunda redd-i m irasta bulunan Cum huri yet yönetim i bu uluslararası konum a uygun yeni bir siyasî kültür oluşum una yöneldi. İç siyasî bütünlüğün ve sınırların m uhafaza sının yükselen hakim Batı eksenini rahatsız eden siyasî kimlik ve kurum lan tasfiyeden geçtiğini düşünen siyasî elit geniş çaplı re form lara girişti. Böylece Türkiye uluslararası konum itibarıyla cid di ve radikal bir karar alarak kendine özgü bir m edeniyet havzası nın zayıf bir m erkezi olm aktansa hakim B atı m edeniyet havzası nın güvenlik şem siyesi altına giren bir bölgesel güç olmayı tercih etti. Bu durum toplum un siyasî ideallerini, tavrım, kültür ve kurum lanm derinden etkiledi. Türkiye C u m h u riyetin i Osm anlı bakiyesi toprakların bü tü nlü ğü içinde tarih sahnesine çıkaran Lozan Anlaşm ası iç ve dış siya sette farklılaşan bir kimlik öngörüyordu. Dış siyasette Osm anlı Devleti ile batılı söm ürge imparatorlukları arasındaki çelişkileri artırarak devleti çözülüşe götürdüğü düşünülen İslam kimliği ve politikaları terkedilirken, iç politikada yeni devlette azınlık statüsü sadece gayrimüslimlere verilerek devletin çoğunluğa dayalı kuru cu unsurları din-eksenli İslam kimliği ile tanım lanıyordu. G öçm en m übadeleleri ile netleşen bu tablo neticesinde hilafet kurum unu barındırm akla birlikte çokdinli ve çokuluslu bir yapıya sahip olan Osm anlı Devleti tarih sahnesinden çekilirken, hilafet kurum unun ilgası ile uluslararası dinî sem bollerden ve sorum luluklardan arın dırılmış olm akla birlikte ezici bir çoğunlukla tek dinli bir toplum a dayanan Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesine çıkıyordu. Bu çerçevede, O sm anlı D evleti’nin Anadolu’ya çekilm e süreci içinde kendi kaderini devletin merkezî gücüne bağlayan değişik etnik kökenli M üslüm an gruplar Balkanlar ve Kafkaslardan Ana dolu’ya girerken, I. Dünya Savaşındaki iç gerilimler ve Lozan d a veriien azınlık statüsü ile devletle yabancılaşm a süreci tam am la nan gayrimüslim unsurlar Anadolu’yu terkediyordu. Bundan son ra, Türkiye sınırları içinde kalan ortak-dinli farklı etnik gruplar
Tarih î M ira s v e T ü rk iy e ’n in U lu s la ra ra s ı K onum u
arasındaki sosyal entegrasyon ortak din bilinci ile, yurttaşlık kim liği ise ortak eğitim yoluyla sağlanm aya çalışıldı. II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan yeni dengeler ve bu dengelerin yönlendirdiği yeni sistem ik unsur lar Türkiye açısından Kırım Savaşı param etrelerinin geri dönüşü anlam ına gelmekteydi. Yükselen eksen ile işbirliği yapılarak yakın tehdidin dengelenm esi politikası Türkiye’yi Atlantik ekseninin gü venlik örgütü NATO ile bütünleşerek Sovyet tehdidini bertaraf et m eye şevketti. Yine uluslararası sistem içinde kendine özgü bir ko num elde etm ekten çok, sınırları korum a dürtüsü ile ortaya çıkan bu politika Soğuk Savaş dönem i Türk dış politikasının tem el ilkesi oldu. Türkiye Sovyet tehdidinden kaynaklanan jeopolitik zorunlu luklarla girdiği bu güvenlik şem siyesi altında bulunm anın bedeli ni kimi zam an kendi tabiî etkinlik alanını ve diğer alternatif güç m erkezlerini ihm al etm ek suretiyle ödeyegeldi. Türkiye bu dönem de stratejik tercihini yükselen eksenin böl gesel ölçekli çevre ülkesi olm ak doğrultusunda kullanmıştır. Soğuk Savaş param etreleri içinde kaçınılm az görülen bu tercihin statik bir veri olarak algılanm aya başlanm ası bu eksen dışında kalan ül kelere ve bölgelere yönelik dış politika oluşum unu olumsuz yönde etkilemiştir. M illetlerin söm ürgecilik karşısındaki bağımsızlık m ü cad elelerine İstiklal Savaşı ile öncülük eden Türkiye, söm ürge dev rim ler! ile bir çok ülkenin bağım sızlıklarım kazandığı bu yeni kon jonktürd e statik jeopolitik saiklerle sürdürdüğü tek-eksenli p oliti ka yüzünden hem kendi etkinlik alanını oluşturm a şansım yitir miş, hem de o dönem de söm ürge devrimlerinin oluşturduğu ge nel evrensel tem ayüle aykırı davranmıştır. Bu durum Türkiye ile Batı ittifakı dışında kalan ülkeler arasında daha sonraki dönem le ri de etkileyen psikolojik engeller oluşturmuştur. Türkiye'nin So ğuk Savaş sonrası dönem in dinam ik şartlarında Asya, Afrika ve La tin Amerika gibi bölgelere açılm a konusunda karşılaştığı güçlükler b u dönem in olum suz etkileri olarak görülebilir. Soğuk Savaş süresince çift kutuplu sistem in getirdiği stratejik ve taktik param etrelere sıkı sıkıya bağlı kalınm ası alternatif strate jilerin ve buna bağlı taktik m anevra alanlarının geliştirilmesini olum suz yönde etkilemiştir. Bu dönem de düşük profile dayalı po1 î t î l / ' S 1 o r ı r-ı
a
/ * * ı ^
^
-
1------^ --------- - 1 * 11
S tra te jik D erinlik
yen ikinci ölçek küçülm esi ise Tüık dış politikasının Yunanistan ile olan problem lere endeksienm iş olm asından kaynaklanmıştır. B öylece Türk dış politikası uzunca bir süre iki önem li p aram et reye bağım lı kalmıştır: Sovyet tehdidine karşı Batı güvenlik şem si yesi içinde yer alma ve bu güvenlik şem siyesi içindeki diplom atik alanı yine aynı güvenlik şem siyesindeki Yunanistan ile olan p rob lem lere endekslem e. Son derece önem li bir stratejik karar olan Av rupa Topluluğuna m üracaat bile Yunanistan ile yaşanan blok-içi m ücadelede geri kalm am a kaygısının ürünü olmuştur. Bu iki boyutlu yaklaşım Önce Johnson Mektubu, sonra da Kıb rıs bunalım ı ile ciddi bir yara almıştır. Johnson M ektubu Yunanis tan ile yaşanan bunalım ların blok-içi bunalım lara dönüşebildiğim ve bu konuda Türkiye’nin tek yönlü dış politika pozisyonunun kı rılganlığım ortaya koyarken, Kıbrıs bunalım ı Sovyet tehdidi dışın da kalan alanlardaki ulusal stratejik çıkarların tanım lanm ası ve k orunm asınd aki Öncelikler p ro b lem in i günd em e getirm iştir. Johnson M ektubu Türkiye’yi başta SSCB olmak üzere Doğu Bloku ülkeleriyle ilişkilerini ekonom i ağırlıklı olm ak üzere tekrar gözden geçirm eye sevketmiştir. Kıbrıs bunalım ında özellikle BM platfor m unda yaşanan yalnızlık ise söm ürge devrimleri ile ortaya çıkan yeni aktörlerin ihm al edilm esinin faturasını gözler önüne serm iş tir. Böylece başta ÎKÖ olm ak üzere çift kutuplu yapının doğrudan etki alanı dışında kalan bölgeler ve ülkelere açılm a gerekliliği gö rülmeye başlanm ıştır. Türkiye’nin Soğuk Savaş süresince egem en olan statik p ara m etrelere ve düşük profile uyarlanm ış dış politika geleneği bugü nü de etkileyen önem li sonuçlar ortaya koymuştur. Herşeyden ö n ce Türkiye bu kısa dönem li param etreler içinde ellili yıllarda yaşa nan söm ürge devrimlerinde olduğu gibi özellikle yetmişli yılların ikinci yarısından itibaren ortaya çıkm aya başlayan güç merkezi kaymalarını da geç farketm iş ve bu yeni güç m erkezleri ile olan ilişkilerini sağlam bir zem in içinde oluşturm akta gecikmiştir. T ü r kiye hâlâ Asya-içi dengelerdeki değişimi ve Doğu Asya ve Pasifik doğrultusundaki güç merkezi oluşum unu yeterince değerlendirebilm iş değildir. Küresel anlam daki bu yeni oluşum ları vaktinde değerlendire m eyen Türkiye kendi bölgesinde de ciddî politika yanlışlan yap
T arihî M iras ve T ü rk iy e 'n in U lu sla ra ra sı K o n u m u
mıştır. Uzun süre Ortadoğu ile ilgMi m eselelere kayıtsız kalan Tür kiye bir taraftan bölgenin jeokültürel zem inine yabancılaşm ış, di ğer taraftan bölgenin zengin jeoek onom ik yap ısı üzerinde yeterin ce etkili olam am ıştır. Türk ekonom isinin yetm işli yılların sonunda yaşadığı ve hâlâ üzerinden atam adığı yüksek enflasyonlu ekono mik krizin yoğunlaşm asında bu kaynaklara kayıtsız kalm anın önem li bir etkisi olmuştur. Batı Bloku nam ına ve tarihî birikim inin aksine Ortadoğu ile yabancılaşan Türkiye petrol krizinden en faz la etkilenen ülkelerin başında gelmiştir. Batı ülkeleri Ortadoğu ile olan ilişkilerini karşılıklı bağım lılık ilişkisi ile geliştirm ek suretiyle petrol krizini aşarken, Türkiye bölge ülkesi olm anın risklerini ü st lenen, m enfaatlerini göz ardı eden bir statükoculuğa m ahkum ol m uştur. Seksenli yıllarda takip edilen politikalarla aşılm aya çalışı lan bu zaaf doksanlı yıllarda yeni ve daha kesif bir bölgesel yaban cılaşm a problem ini beraberinde getirmiştir. Türkiye Soğuk Savaş d önem i boyunca uluslararası konum dan çok, sınırlar boyu bir güvenlik anlayışına dayalı dış politika ve as kerî stratejiler oluşturm uş ve uluslararası konum u bu güvenlik anlayışının dar kapsam ı içinde yorum lam aya çalışm ıştır. M esela B osna bunalım ı esnasında ortaya çıkan Türk uçak filosunun ik m al ve kapasite açısından Balkanlarda bile operasyon yapam aya cağı gerçeği küresel ve bölgesel konum u ihmal eden ve sad ece sı nırlar boyu güvenlik anlayışını b enim seyen yaklaşım ın bir ürünü dür. Tipik bir ölçek küçülm esinin sonucu o lan bu durum tarihî b i rikim in uluslararası konum u güçlendirici im kanlarını reddeden, m aliyet ve risklerini ise ü stlenen bir dış politika anlayışı ile b ü tü n lük arzetnıektedir. Soğuk Savaş sonrası dönem dinamik çerçevede müthiş bir öl çek büyüm esini beraberinde getirmiştir. Türkiye psikolojik ve stra tejik açıdan hazırlıksız bir şekilde kendisini küresel ve bölgesel ö l çek büyüm esinin içinde buluvermiştir. Bir anda Bosna ve Azer b ay can gibi sınır-ötesi bölgelerde ciddi dış politika ve güvenlik problem leriyle karşı karşıya kalan Türkiye'nin bu anlam da bırakın lojistik ve taktik hazırlığı gerekli psikolojik altyapı ve bilgi birikimi itibarıyla bile yetersiz olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalınmıştır. Bu durum Türkiye’nin uluslararası konum unu yeniden belirlem ek
S tra te jik D erin lik
stratejik param etrelerini yeniden ayarlamak zorunda oiduğu ger çeğini ortaya koymaktadır.
II. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Uluslararası Konumun Dış Parametreleri Soğuk Savaş dönem inde uluslararası sistem in tem el özelliği olan iki'kutuplu yapının dağılması ile birlikte uluslararası konu mu belirleyen siyasî, ekonom ik ve güvenlikle ilgili dış param etre ler önem li değişiklikler geçirm iş bulunmaktadır. Uluslararası sis tem ve hukukta ortaya çıkan ve küresel güç m erkezleri arasındaki kuvvet kaymalarım aksettiren yeni unsurlar Türkiye’nin konum u nu yeniden yorum lam ak zorunluluğu doğuran yeni bir uluslarara sı siyasî konjonktür ortaya çıkarmıştır. Devletler uluslararası sistem içindeki konum lan İtibariyle stra tejik ve taktik manevra kabiliyetlerine göre dört farklı kategoriye ayrılabilir: Süper devletler, büyük devletler, bölgesel güçler ve kü çük devletler. Uluslararası sistem içinde gerek çok yönlü gerekse ikili ilişkilerdeki karşılıklı belirleyicilik bu şem a içindeki konum la doğrudan ilgilidir. Süper güçlerin stratejik planlam aları ve bunun taktik yansım aları ancak başka bir süper gücün param etreleri ile sınırlanabilir. Buna mukabil büyük devletler stratejik planlam ala rında dahi süper güçlerin taktik adım larını gözetmek zorundadır lar. Bölgesel güçler ise stratejik ve taktik hesaplarında bir yandan süper güçlerin, diğer yandan büyük devletlerin param etrelerini gözönünde tutm aksızm politika oluşturamazlar. Dolayısıyla bu şe mada alt kadem elere doğru gittikçe stratejik planlamalardaki b e lirleyicilik gücü ve taktik adımlardaki esneklik kabiliyeti azalm ak tadır. Küçük devletlerin ya da bölgesel güçlerin taktik esneklikleri süper güçlerin ve büyük devletlerin stratejik planlam alarının çatış tığı dar alanlarda söz konusu olabilmektedir. Bu çatışm a alanlarını dinamik bir diplomasi ile değerlendirebilen bölgesel güçler hem taktik esneklik alanlarını genişletm e şansı elde edebilm ekte, hem de uzun dönem de büyük devletler diplom asisinin bir unsuru olma yollarını açabilmektedirler. Bu tür bir hedefe yönelen bölgesel güç lerin dinamik ve esnek bir diplomasi yanında sağlam ve zengin bir | hinterlanda sahip olması kaçınılm az bir zorunluluktur. ^__
T arihî M iras ve T ü rk iye’n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u
Bu şem a özellikle iki-kutuplu uluslararası ilişki m odelinin h a kim olduğu II. Dünya Savaşı sonrasında belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. ABD ve SSCB iki süper güç olarak bir yandan taktik es neklik alanlarını karşı tarafın stratejik planlam asını bozm a yönün de ayarlarken, diğer yandan hinterlandlarm ı genişletm e çabası için e girmişlerdir. Büyük güçler olarak addedilen İngiltere, Fransa, Almanya, Çin, Japonya gibi ülkeler ise dış politikalarını üç tem el param etre etrafında sınırlam ışlardır: (i) Kendilerince daha az te h likeli süper gücün stratejik planlam asına uyumlu adım lar atarak güvenliklerini sağlam a almak; (ii) İç ittifaklar yoluyla süper güçler karşısındaki konum larını güçlendirm ek (Avrupa Topluluğu buna bir örnektir); (iii) bölgesel güçlerle süper güçleri rahatsız etm eye cek taktik ittifaklar kurmak suretiyle etki alanlarını genişleterek uluslararası sistem deki köklü bir değişiklik esnasında avantajlı bir konum a sahip olmak. Türkiye, Hindistan, Brezilya, Mısır, Arjantin, Irak gibi bölgesel güçler ise bölgesel etki alanlarını dış politikalarını bir süper gücün konjonktürel politikalarına bağım lı kılmak zorunda kalmışlardır. Bu bölgesel etki alanının süper gücün politikalarına uyumlu o la m adığı dönem lerde ise sistem tarafından cezalandırılm a tehdidi ile karşılaşılm ıştır ki Kıbrıs konusunda uygulanan ambargo, Falkland Savaşı ve Körfez Çıkarm ası bunun tipik örnekleridir. Uluslararası hukuk ve bu hukukun öngördüğü organlar Soğuk Savaş dönem i boyunca bu hiyerarşik şem adaki güç dağılımını ak settirm iş Ierdir. B M ’nİn yapısı ve kararlan bu durum un en çarpıcı misalidir. Bu uluslararası çerçevede Türkiye gibi bölgesel güçler belirlen en bir konjonktürün içinde ve kısa dönem de değişm eyen faktörlerle konum belirlem e durumundaydılar. Uluslararası sis tem deki istikrarlı hiyerarşi ülkenin siyasî, ekonom ik ve güvenlik param etrelerini çok daha statik bir tarzda kurgulandırm ayı yeterli kılıyordu. NATO ve ikili anlaşm alar ile güvenlik ve diplom asi para m etreleri, AT ile dış ekonom ik ilişkilerin tem el yöneliş çizgisi o rta ya konm uş oluyordu. Bu kurgu Türk dış politika yapım cılarım uzun dönem li bağım sız stratejiler oluşturm aktansa süper ve b ü yük güçlerin oluşturm uş olduğu stratejik çerçevenin içinde genel likle kısa, nadiren orta dönem li taktik planlar uygulama tercihine yöneltm iştir.
I stratejik P o rin lik
Sovyetler Birliği’nin dağılm ası ve Sosyalist Blokun çöküşü bu şem ada radikal bir değişikliğe de yol açm ıştır. Cari sistem in dağıl m ası hem politik istikrarsızlığı hem de sistem in belirsizliğinden kaynaklanan teorik ve pratik tutarsızlıkları beraberinde getirm iş tir. Bu belirsizlik dönem i yeni bir sistem in oluşturulm ası esn asın da avantajlı bir konum kazanarak bir üst kademeye sıçram ak iste yen devletlere önem li bir hareket sahası kazandırmıştır. Ö ncelikle uluslararası ekonom i-poiitikte ortaya çıkan yeni güç m erkezleri uluslararası sistem in Soğuk Savaş dönem indeki işleyi şinin öngördüğü süper güç-büyük güç ayrımını tem elind en sars mıştır. Seksenli yılların sonunda ekonom ik olarak çöken SSCB'nin uluslararası ekonom i-politiğin en önem li güç merkezleri halinde yükselen Almanya ve Japonya ile mukayese edildiğinde süper güç konum unu sürdürm esi zaten müm kün değildi. Sistem in öngör düğü hiyerarşi ile reel ekonom i-politik hiyerarşi arasındaki tu tar sızlık Soğuk Savaş dengelerini ortadan kaldıran tem el faktör ol muştur. Bu yeni dengesiz durum sistem ik güçler arasındaki reka beti hızlandırarak statik bir hiyerarşik şem adan dinam ik bir yeni hiyerarşi oluşturm a çabasına geçiş dönem ini başlatm ıştır. Bu geçiş dönem inin ilk safhasında tek süper güç olarak kalan ABD’nin önderliğinde yeni b ir dünya düzeni kurulacağı fikri, Kör fez ve Som ali Çıkarm ası gibi uluslararası operasyonlara m eşruiyet kazandıran bir retorik olm aktan öteye geçem em iş ve uluslararası ekonom i-poiitikte ortaya çıkan güçler dengesi kendi kurallarım dikte ettirm iştir. Berlin Duvarı'nin yıkılm asından bu yana yaşanan tecrübeler, özellikle B osna bunalım ı, bir taraftan uluslararası siste min prensip ve m ekanizm a düzeyindeki tıkanıklığını, diğer taraf tan “evrensel dem okratik değerler” m efhum unun reelpolitik d en geler karşısındaki etkisizliğini ortaya koymuş bulunm aktadır. Bu donem içinde özellikle stratejik önem i büyük jeop olitik ve jeo ek o n o m ik kuşaklar üzerinde yaşanan yoğun sıcak çatışm alar ve diplom atik gerginlikler, iki-kutuplu uluslararası sistem den güçler dengesi yapılanm asına geçişin işaretleri olarak kabul ed i lebilir. Bu çerçevede Soğuk Savaş sonrası dönem de tek süper güç olarak kalan ABD’nin, 19. yüzyıldaki güçler dengesinde Ingilte^ re ’nin oynadığı role benzer bir şekilde, gelişm ekte olan yeni güç
T arih ; M i-a s ve T ü rk iy e 'n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u
ler dengesi sistem inin dengeleyici garantör rolünü üstlenm esi m uhtem eldir. 19. Yüzyıida tipik uygulamasını gördüğümüz güçler dengesinin bugünkü farklılığı, bu yapının, kolektif güvenlik sistem i ile birlikte ortaya çıkmış olmasıdır. B M 'nin kolektif güvenlik sistem inin ana unsuru olarak bu geçiş sürecindeki rolü, uzun vadeli sistem arayış ları üzerinde önem li ölçüde etkili olacaktır. D em okratikleşm e slo ganlarının aksine gittikçe tekelleşm e tem ayülü gösteren uluslara rası ilişkilerdeki karar verm e m ekanizm asının ciddi bir yenilen m eye girem em esi halinde güçler dengesinin önem li unsurları ile kolektif güvenlik sistem inin karar verici unsurları arasındaki çeliş kiler daha geniş boyutlu çatışm aları kaçınılm az olarak beraberin de getirecektir. Uluslararası sistem değişikliklerinin gündem e geldiği doksanlı yılların başlarında bu tartışm anın odak noktasını BM Güvenlik K onseyi'nin alacağı yeni şekil oluşturmuştur. B M ’nin yapısında sözkonusu olacak değişikliklerin bütün ülkeleri ilgilendirecek kap sam lı bir tartışm aya yol açacak olm ası ve bunun ortaya çıkarabile ceği sıkıntılar daha ön ce BM Güvenlik Konseyi’nin ilgi alanına gi ren konuların reel ekonom i-politik dengeleri daha doğrudan yan sıtan G -8’e kaydırılması sonucunu doğurmuştur. Son yıllarda b ü yük güçleri doğrudan ilgilendiren Kosova benzeri önem li uluslara rası m eselelerin G-8 platform una taşınm ası ve nihaî kararların bu platform da alınm ış olm ası dikkat çekicidir. Bunda bu tür uluslara rası m eselelere doğrudan müdahil bulunan Alm anya’nın BM Gü venlik Konseyi’nde bulunm am ası ve G -8'in bu tür operasyonların finansm anınd a daha etkin olabilecek ülkeleri bünyesinde b arın dırm ası önem li rol oynamaktadır. Uluslararası ekonom i-politiğin belirleyici üst kurumu olan G-8 sistem i ile uluslararası siyasî ilişki lerin teorik belirleyici üst kurumu olan BM Güvenlik Konseyi ara sındaki yapı çelişkisi sürdükçe uluslararası sistem in istikrara ka vuşm ası çok güçtür. Kuzey Amerika, Avrupa ve Pasifik merkezli yeni ekonom i-politik güç alanlarının etkin bir tarzda ortaya çıkışı bu etki alanları et rafında yeni kıtasal stratejilerin geliştirilm esi sonucunu doğur muştur. Atlantik-merkezli statükonun hakim iyetinin ciddi bir sarcıntı crp/'>irmplrfp nlHııaııntı farkpHpn ARD hir taraftan NAFTA VI
S tratejik D erinlik
güçlendirmeye, diğer taraftan Asyamerika ideali ile Pasifik’te yo ğunlaşan ekonom ik potansiyeli kullanmaya gayret etm ektedir.2 Almanya ise Almanya Birliği-Avrupa Birliği-Avrasya küresel strate jisi arasındaki bağlan sağlam laştırm aya çab a sarfetm ektedir.3 Öte yandan Amerika ve Avrupa ekonom ileri içindeki etki gücü nü artırarak küreselleşen ekonom ik yapılardan en etkin bir tarzda istifade etm eyi başaran Japonya ve dem ografik faktörü siyasî istik rar ve ekonom ik kalkınm a ile bütünleştirerek yeni yüzyıla bir sü per güç olarak girme hazırlığında olan Çin Batı-dışı unsurlar ola rak gittikçe artan bir ağırlık kazanm aktadırlar. Sovyet İm paratorluğu'nun süper güç olm asından kaynaklanan özel konum unu m u hafaza etm eye gayret eden Rusya ise Avrasya’nın geçiş yolları ü ze rindeki geleneksel hakim iyetini sürdürm e ve orta dönem de küre sel bir stratejiye tem el olarak kullanm a çabası içindedir. Bütün bu yeni unsurlar hem uluslararası ekonom i-politik etki alanları ara sındaki rekabeti hızlandırm ış, h em de bu etki alanlarının güç m er kezleri ile çevre unsurları arasındaki çelişkileri artırm ıştır. Güçler dengesinin en dinam ik özelliği bu yapı içinde prensip/ideoloji-bağım lı olm aktan çok m esele-bağım lı ve diplom atik m anevralara açık kısa dönem li ittifakların oluşabüm esidir. Taktik alanda geniş çaplı bir esnekliğe zem in hazırlayan bu durum kimi zam an da bu esneklikten kaynaklanan belirsizliklerin kaynağı ol maktadır. Bu çelişkiler ve belirsizlikler de kendisini en çok Türki ye'nin de içinde bulunduğu stratejik kuşak üzerinde hissettirm ek tedir. Dış politika oluşum larını sadece uluslararası sistem içindeki aktörlerin değişen konum larına bağlayan ve uzun-dönem li/çokalternatifli güç stratejileri yerine tanım lanm a ve uygulanm a alan ları başka güçlerce belirlenen kavram lara göre yönlendiren devlet lerin yeni şartlara intibakı son d erece güç olmaktadır. Türkiye a n cak ve ancak zengin tarihî birikim ini, jeopolitik ve jeoekon om ik im kanlarım etkin ve tutarlı bir iç siyasî yenilenm e ile birleştirebil■■a 2 ABD’nin Pasifik ve Asyam erika politikaları için bkz. A hm et Davutoğlu, 'A siam eıic a ”, İzlenim, 1994: 2 /1 3 , s. 14-16. 3 Alm anya'nın Soğuk Savaş sonrası dönem deki dış politika stratejisi ve bu bağlantı ların önem i için bkz. A hm et Davutoğlu, "Zihniyet-Strateji İlişkisi ve Tarihî Sürek lilik: Soğuk Savaş Sonrası D önem de Alman Stratejisi", Türk-Alman İlişkileri (der. Erhan Yarar), Ankara, 1999, s. 141-201.
T arihî M ira s ve T ü rk iy e 'n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u
diği takdirde gelecek yüzyılda uluslararası konum unu güçlendir me ve kendi etki alanım oluşturm a im kanına sahip olabilir.
III. Siyasî Kültür ve Uluslararası Konumun İç Parametreleri
Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dönem de siyasî kimlik, kültür, ku rum sallaşm a ve m eşruiyet konularında yoğun bir tartışm a ve iç m u hasebe süreci ile karşı karşıya kalmıştır. Kültürel/etnik kim lik lerden anayasal vatandaşlık kimliğine, parlam enter sistem den yarı-başkanlık ve başkanlık sistem ine, üniteı* devlet yapısından fed e ralizm e kadar uzanan bu tartışm alar Türkiye ile ilgili son derece kaotik bir görüntünün ortaya çıkm asına yol açmıştır. Bu tür kaotik görüntüler uzun dönem li ciddi dönüşüm ler yaşa yan toplum ların kısa dönem li siyasî iniş çıkışlarında kendini gös terir. Türkiye'de gittikçe daha karm aşık özellikler taşıyan siyasî kültürün kendine has Özellikleri de bu dönüşüm leri ortaya çıkaran gerilim alanı içinde anlam kazanmaktadır. Bu kaotik görüntünün aşılarak dış politika oluşum unu da olumlu yönde etkileyen sağlık lı bir siyasî kültürün oluşturulm ası herşeyden önce Türkiye’nin s i yasî kültür altyapısının kendine özgü niteliğinin anlaşılabilm esi ile m üm kün olabilir. Bu niteliğin evrensel tem ayül ve değerlerle uyumlu bir param etre haline dönüşm esi, İç siyasî yapılanm a İle dış politika oluşum u arasındaki çelişkilerin de azaltılm ası açısın dan özel bir önem taşımaktadır.
ı . Tarihî Miras ve Siyasî Kültür Altyapısı Bu çerçevede sorulm ası gereken tem el soru “Türkiye'nin siyasî kültürünü diğer toplum lardan farklılaştıran tem el unsur ve bu u n surun uluslararası konumu etkileyen özelliği nedir?” sorusudur. Bu soruya vereceğim iz cevap hem geçm iş birikim im izi daha a n lam lı bir çerçeveye oturtm am ızı, hem cari siyasî kültür ve sistem problem lerim izi daha sağlıklı bir zem inde tartışm am ızı, hem de gelecekle ilgili projeksiyonları daha uzun dönem li perspektiflerde değerlendirm em izi sağlayacaktır. Bu kaotik tabloyu ortaya koyan siyasî kültür Türkiye’yi siyasî sistem farklılaşm aları gösteren bütün ülke gam larınd an avı ran
özgün bir nitelik arzetınektedir. Türkiye'de siyasî kültür, taşıdığı dinamik karakterle Batı Avrupa ve Amerika to plam ların ın siyasî kültürlerinden Önemli ölçüde aynlmaktadrr. Hakim m edeniyetin siyasî birim lerim oluşturan bu ülkeler daha az çeşitli ve daha is tikrarlı siyasî kültürlere sahiptir. Kısa dönem de kesin bir avantaj gibi görülen bu olgu uzun dönem de bu toplum ların karşılaşacak ları bunalım dönem lerindeki alternatif arayışlarını daraltabilir. Batı ülkeleri ile Türkiye arasında siyasî kültür dinam izm i ve istik rar a çısın d a n ortaya çıkan bu fark 16. yüzyılda ü ç kıtada d aha is tikrarlı bir siyasî yapı kuran O sm anlı ile aynı yüzyıllarda iç savaş ların gerdiği dinam ik Avrupa toplum ları arasındaki farklılığa b e n zemektedir. Türkiyede Soğuk Savaş sonrası dönem de hızlı bir ivme kaza nan siyasî kültür dönüşüm ü ve dinam izm i kendi bölgemizdeki Ortadoğu ülkelerinden de farklıdır. Kabile kültürünü yansıtan kralbk rejim leri ile totaliter diktatörlükler arasında sıkışm ış bu lu
nan Ortadoğu siyasî kültürü gerek siyasî m eşruiyet anlayışı gerek se siyasî kurumlarm geliştirdikleri otoriter dikey iletişim türü d o layısıyla ciddi farklılıklar arzetm ektedir. Bu ned enled ir ki bizatihi seçim ler bile Türkiye'de Mısır ya da îrak'takiııden çok daha farklı
bir anlam taşımaktadır. Türkiye’deki bu dinam ik durum, sistem değişikliğinin getirdiği
karmaşadan kaynaklanan başka tür bir dinam izm i yaşam akta olan Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinden de ayrılmaktadır. Bu üikelerdekinin aksine Türkiye'deki dinamizm sadece elit-içi siyasî mücadelelerden değil, toplum için e yaydan daha kesif bir dönü şümden kaynaklanmaktadır. Batılilaşma tecrübesine Türkiye iîe hem en hem en aynı d ön em de başlayan Japonya'da da siyasî kültür oluşum u böylesi bir dina mizm ve gerilim doğurmarmştır. D aha otoriter yapılar altında eko nomik kalkınma gerçekleştirm ek isteyen Çin ve diğer Doğu Asya ülkelerinde de kendine has dengeler oluşmuş ve bu açıdan Türki„ ye’den daha kontrollü bir siyasî kültür yapılanm ası gerçekleşm iş tir. Türkiye, siyasî kültürün dayandığı birikim itibarıyla da h erhan gi bir Latin Amerika veya Afrika ülkesi de değildir. O zaman Türkiye'yi bu farklı eksene oturtan ve özgün bir siya sî kültür dinamizmi doğuran tem el fark nereden kaynaklanm akta
T arihî M iras v e T ü rk iy e 'n in U lu sla ra ra sı K on u m u
dır? Bu tem el farkı Türkiye'nin zam an ve m ekanla ilgili iki sabit de ğişkeninde, yani tarihinde ve coğrafyasında aram ak gerekm ekte dir. Bu iki sabit değişkenin siyasî yapı üzerindeki etkileri ve ulusla rarası ilişkiler içinde kazandıkları yeni anlamlar, bu değişkenlerin psikolojik ve sosyolojik faktörleri de devreye sokan bir dinam izm e kaynaklık etm esini sağlamaktadır. Türkiye'deki siyasî kültürü diğer toplum lardan farklı kılan en önem li tarihî faktör, bu ülkenin geçm işte dünya anakıtasınm ana kavşak noktalarım da içinde barındıran, özgün ve uzun öm ürlü si yasî düzen kuran bir m edeniyetin m erkezi olmasıdır. Bu siyasî m erkezin karşı m edeniyet ile girdiği cephe ilişkisini zam anla kay betm esinin siyasî yapı üzerinde yaptığı çözücü etki, toplum um uzun siyasî kültürünü dokuyan sosyo-psikolojik altyapıyı etkilem iş tir. Tanzim at ile başlayan bir süreç içinde siyasî elitiıı karşı m ede niyetin norm ları doğrultusunda yeni bir siyasî yapı kurma çabası O sm anlı coğrafyasındaki toplum ları tümüyle sarsan bir etki uyan dırmıştır. Bu sürecin ortaya koyduğu radikal m edeniyet dönüşü m üne yönelik söylem iki Önemli sonuç doğurmuştur. Birincisi, hiyerarşik bir tarzda m erkezden çevreye yayılan yeni siyasî kültür oluşturm a baskısının siyasî kimlik, siyasî kültür ve ku rululardaki tarihî süreklilik unsurlarını radikal bir kırılma ile karşı karşıya bırakmasıdır. Siyasî sistem e ideolojik tem el sağlayan bu radikal tarihî kırılma ile toplum da etkisini sürdüren ve geçm iş h a kimiyet dönem lerinden esinlenen tarihî süreklilik unsurları ara sındaki gerilim Türk siyasî kültürünü diğer toplum lardan ayıran tem el unsurdur. Başka hiç bir toplum da siyasî sistem in yönlendirdiği tarihî kı rılm a ile toplum içinde etkisini sürdüren ve kültür altyapısındaki sürekliliği sağlayan kimlik ve kurum lar arasında böylesi bir gerilim yaşanm am ıştır. Yaşanan benzer bazı gerilimler ise bir sonraki siya sî başarıların sağladığı yeni merkez konumu ile daha güçlü eksen lere oturdukları için toplum nezdinde yeni sistem e m eşruiyet sağ lam ışlardır. M esela Fransız Devrimi ile eski rejim terkedilm iş ve iç savaşa giden bir çatışm a alanı doğmuştur; am a Napolyon’un yeni Fransız değerlerini Avrupa'ya hakim kılan başarıları Fransız toplum undaki gerilimi dinam izm e dönüştürmüştür. Aynı şekilde B o lşe vik Devrim i Rusva’da hiiviîV hîr
j -
S traıejik D erinlik
sonrası SSC B’nin gösterdiği perform ans ve süper devlet konum u bu tarihî kırılm anın siyasî sistem i çözücü etkisini yaklaşık seksen sene ertelem iştir. Batı karşısında yenik düşen bir başka toplum olan Japon toplum unda da yenik düşm enin getirdiği psikolojik ge rilim yaşanm ış, am a bu gerilim Osm anlı-Türk siyasî geleneğinde olduğu gibi süreklilik unsurlarını yok eden bir tarihî kırılm a süre cini başlatm am ıştır.4 Türkiye bu açıdan Batı m edeniyeti ile girdiği cephe ilişkisini kaybettikten sonra bu m edeniyete iltihak etm e iradesi gösteren, si yasî elitin elinde siyasî sistem in dayandığı kimlik, kültür ve ku rum lar açısından tam bir tarihî kırılma ve yeniden yüzleşm e süre ci yaşayan yegâne toplumdur. Bu tarihî kırılm anın gerekli kıldığı fedakârlıklara rağm en devletler hiyerarşisinde tarihî birikim ine uygun onurlu bir yer edinem em iş ve iltihak ettirilm ek istendiği m edeniyet çevresi tarafından sürekli dışlanm ış olm ak -ki bunun son örneği AB’nin 1997 Lüksemburg Zirvesinde gözlenm iş ve 1999 Helsinki Zirvesi ile telafi edilm eye çalışılm ıştır- tarihî süreklilik u n surlarını ayakta tutan güçlü psikolojik altyapının devreye girmesi sonucunu doğurmuştur. G eçm işte bir m edeniyetin siyasî m erkezi olm uş olm anın getirdiği kendine güven duygusu iie bugünkü dev letler hiyerarşisinde bulunulan konum arasındaki farkın yarattığı gerilim başka hiç bir toplum da bu denli çarpıcı bir psikolojik etki uyandırmamıştır. İkincisi, siyasî sistem in dayandığı tarihî kırılm a çizgisi, toplu m u Avrupa’ya entegre etm eye çalışırken, iç halka olarak Ortadoğu-Balkanlar-Kafkaslardan oluşan yakın jeokültürel çevresi ile ya bancılaşm aya itmiştir. Bu durum, Türkiye'nin jeokültürel çevresi ile tekrar entegre olm asını engelleyen çift kutuplu dönem de ciddi ■■■ 4 9. Cum hurbaşkanı Süleym an Dem irel'in, Türk Tarih Kurum u'nun O sm anh Devleîi’nin 700. Kuruluş Yıldönümü m ünasebetiyle 4 -8 Ekim 1999 tarihinde tertip e t tiği Kuruluşunun 700. Yılında Osmanlı Devleti başlıklı uluslararası kongrenin açılış töreninde yaptığı konuşm a bu süreklilik unsurlarının yeniden değerlendirilm esi açısından ilginç unsurlar ihtiva etm ektedir. Cum huriyet’in ilk yıllarında O sm an l I ’y a yönelik olum suz tavrın, yeni rejimin yerleşebilmesi açısından bir zorunluluk
ta n kaynaklandığını, an ca k böylesi bir zorunluluğun sözkonu su olm adığı günlünüzde Osmanlı m irasının yeniden değerlendirilmesi gerektiği fikrinin vur gulandığı bu konuşm a, Soğuk Savaş sonrası dönem in şartlarının tarihî süreklilik unsurlarının dış ilişkilerdeki ağırlığını artırmış olm ası bakım ından iç siyasî kül türün uluslararası konum ile ilgisini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
T arihî M iras ve T ü rk iy e ’n in U lu sla ra ra sı K o n u m u
bir iç bunalım yaratmamıştır. Ama Sosyalist Blokun çökm esi ile birlikte uluslararası sistem in çift kutuplu yapısının çözülm esin den sonra bu jeokültürel çevre ile olan yakınlaşm anın artm ış ol ması, toplum a tarihî hakimiyet dönem lerinde siyasî merkez rolü üstlenm iş olm anın verdiği psikolojiyi, kimliği ve siyasî kültür ve kurum lan tekrar hatırlatm ıştır. Böylece sabit tarihî ve coğrafi faktörler dinam ik unsurlar olarak harekete geçm işler ve toplum sal kültürü dokuyan tarihî süreklilik unsurları ile siyasî sistem in merkezindeki elitin sürdürmeye çalış tığı kırılm a çizgisi arasındaki gerilimi artırmışlardır. Bugün de Tür kiye’deki siyasî kültüre bir laboratuar zenginliği kazandıran tem el unsur, bu zengin tarihî birikim ile Tanzim at'tan beri yaşanan cid di m edeniyet hesaplaşm asının getirdiği çok yönlü bileşimdir. Türkiye’de yaşanan en tem el çelişki bir medeniyet çevresine si yasî merkez olm uş bir toplum un tarihî ve jeokültürel özelliklerinin oluşturduğu siyasî kültür birikimi ile siyasî elit tarafından başka bir m edeniyet çevresine iltihak etm e iradesi esas alınarak şekillen m iş siyasî sistem arasındaki uyum problem idir ve bu durum h e m en h em en sadece Türkiye’ye has bir olgudur. Bu bölüm ün giri şinde tarihî mirasın ana unsurlarını belirlerken vurguladığımız gi bi, Türkiye ne tarihî birikimi zayıf bir sömürge ülkesi, ne de dîinya-sistem inin siyasî yapısı oturmuş bir merkez ülkesidir. Soğuk Savaş sonrası dönem de yaşanan ve kimi zam an kaotik bir görün tü arzeden gelişmeler, bu açıdan bakıldığında, toplum un içinde yaşayageldiği tarihî süreklilik çizgisi ile coğrafyasının ivme kazan dırdığı sosyo-kültürel dinam izm in siyasî sistem üzerindeki artan etkisini gözler önüne sermiştir.
2. Tarihî Süreklilik ve Siyasî Akımlar Sosyo-kültürel dinam izm in siyasî sistem ve yapılanm a üzerin de artan etkisi Soğuk Savaş sonrası dönem de son derece hızlı ve ritm ik süreçlerle yükselen ve düşen siyasî akım ların dayandığı kültürel zem inlerde kendini gösterm iştir. Soğuk Savaş sonrası d ö n em in dinam ik şartlarında Türkiye’nin iç ve dış siyasî yaklaşım la rında yükselen akımlar ve bu akımların oluşturduğu sosyo-kültürel atm osfer bize tarihî m irasın ana dam arlarım yakalam a şansı verm ektedir.
S tra te jik D erinlik
Son
od
yıl içinde uluslararası konum ve iç siyasî kültür ilişkisi
açısından yaşadıklarımız, Osm anlı D evleti’nin en uzun yüzyılı ka-^ bul edilen 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçiş sürecinde yaklaşık bir asırda görülen akımların küçük bir özeti niteliğindedir. Bu çe rçe veden bakıldığında d önem in siyasî akımlarım ve bu akımların uluslararası konum arayışlarını Üç Tarz-ı Siyaset ile tanım layan Yu suf Akçura’nın tasnifi yeni şartlara da uyum sağlamaya çalışan kendine özgü nitelikleri ile tekrar gündem e gelmiştir. Osm anlı D evleti’nin son yüzyılında devreye giren Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük hareketleri doksanlı yıllarda, y e ni olmakla birlikte yakın tarih m irası içinde süreklilik arzeden söy lem ve tavırlarla tekrar gündeme gelmiştir. Ö zal’m dillendirmeye çalıştığı yeni-O sm anlıcı çizgi, Refah Partisi ile siyasî platform a ta şm an İslâm î söylem, 28 Şubat Süreci ile radikal bir program a dö nüşen Batıcılık ve PKK terörüne yönelik tepkilerle ivme kazanan ve bu ivmeyi 18 Nisan 1999 seçim sonuçlarına da yansıtan Türkçü lük akımları yakın tarihim izin ana akım larının çizgilerini bünyele rinde barındırmaktadır. Son on yıl içinde seçim lerle ortaya çıkan tablolar ve seçim m ekanizm ası dışında devreye giren fiilî güç u n surları bu kısa zam an dilimi içinde hem ana düşünce ve siyaset dam arlarının, hem de Türkiye’nin tem el bunalım alanlarının te b a rüz etm esi sonucunu doğurmuş bulunm aktadır. Osmanlı dönem indeki ilk örneklerine göre gerek taşıdıkları özellikler gerekse yükseldikleri dönem ler itibarıyla ayrıştm labilm es i daha güç olan bu akımların Türkiye’nin uluslararası konumu ile iç siyasî kültür arasında kurdukları bağlantılar aynı zam anda Türkiye'nin uzun dönem li eksen arayışlarım da yansıtan bir tablo oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında gerek seçim lerle ortaya çıkan sosyo-politik tablo gerekse seçim ler dışında gelişen elit-içi dalgalanm alar net bir çözüm tablosu oluşturm aktan çok, uzun dönemli dam arların tepkilerini yansıtmaktadır. Zihinlerin karışık lığı biraz da Türkiye’nin stratejik kimlik ve zihniyet anlam ında ye ni bir eksen arayışı içinde olm asındandır. Türkiye belki de tarihi nin en ciddi yüzleşme ve yeniden yorum lam a sürecinden geçm ek tedir. Şim di kısaca bu siyasî akım ların geçen yüzyılda ortaya çıkış larını ve Soğuk Savaş dönem inde yeniden gündem e gelişlerini m ukayeseli bir şekilde ele alm aya çalışalım .
T arihî M ira s v c T ü rk iy e ’n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u
a. Yeni-Osmanlıcılık Fransız D evrim i’nin oluşturduğu dinam ik şartlar içinde hem Avrupa'yı sarsan m illiyetçilik dalgasının iç bütünlüğü etkilem esini Önlemek, hem de 1815 Viyana Kongresi ile oluşan yeni düzen için de yer alabilm ek isteyen Osm aniı idarecileri, yeni uluslararası konjonktür ile iç siyasî kültür arasında bir denge oluşturabilm ek am acıyla O sm anlıcılık akım ının yönlendirdiği reform hareketleri ne girişmişlerdir. O sm anlıcılık içerde yeni bir kimlik ve vatandaş lık tanım ı ile bölünm eyi engellem eye çalışırken, dışarda da yükse len değerlerle uyumlu bir politika geliştirmeye gayret etmiştir. Bu açıdan bakıldığında Soğuk Savaş sonrası dönem in dinamik şartlarında ortaya çıkan uluslararası konjonktüre uyumlu bir poli tika geliştirm eye çalışan Ö zal'ın yeııi-O sm anlıcılık etkisini b a rın dıran iç ve dış siyasî söylem i bu yeni dönem in 1987-93 yılları ara sında öne çıkan ve yükselen akımı oldu. Tanzim at dönem i Os m anlıcılık akımı üe Ö zal'ın yaklaşımı arasındaki ortak unsurlar şu şekilde özetlenebilir: (i) Devletin uluslararası konjonktüre uyum sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılm ası, (ii) her iki dönem de de devletin bütünlüğünü tehdit eder şekilde yükselen m illiyetçi akım ların tesirini de gözetecek şekilde yeni bir siyasî kimlik ve kültür oluşturm a çabası; (İİi) bu yeni siyasî kültür arayışında b a tı lı değerlerle geleneksel değerler arasında uyum kurmaya çalışan eklektik bir tavrın benim senm esid ir ki, m esela Namık Kemal'in B a tı’mn parlam enter sistem ini İslâm î kavramlarla yeniden a n lam landırm a çabasına benzer bir tutum Ö zal'ın Yeni Dünya D ü zeni söylem i ile geleneksel değerler arasında kurm aya çalıştığı ir tib atta gözlenebilir; (iv] Tanzim at dönem inde 1815'te Viyana K on gresi iie oluşan Avrupa sistem ine, Soğuk Savaş sonrası dönem de de derinliğine bütünleşm e trendine giren AB sistem ine entegre o l m a çab ası; (v) Viyana Kongresinin getirdiği güçler dengesi siste m inde yükselen güç olan İngiltere ile Soğuk Savaş sonrası d ön em de de tek süper güç konum u kazanan ABD ile uyumlu stratejik arayışlar içinde olunm ası. Bu çerçevede Özal bir taraftan içerde II. Cumhuriyet söylemi ile Soğuk Savaş sonrası dönem in artırdığı m ikro-m illiyetçi atm os ferin etkisini dengelem eye çalışırken, diğer taraftan da yeni Avrur>3 « i î t p m i n p p n t p c r r a c ı/ n n n
v ı i l r c o i o n A m o r i l r a r t o ı 'i m i n p ı ı v ı ı m ı ı
Stratejik D e rin lik
esas alan bir tavır geliştirmeye gayret etti. Osmanlı D evleti’nin iç b ü tü n lü ğ ü n ü
güçlü Batı ülkeleri iie geliştirilen dostluklarla koru
maya çalışan Tanzimat paşalarına benzer bir dış politika üslubu benimseyen Özal, iç ve dış konjonktür arasında sürekli bir uyoım buimaya çalıştı. Özal’ın eklektizm ve pragm atizm i öne çıkaran bu tavrı ve söy lemi, Türkiye'deki yerleşik kalıpları aşm aya çalışan aydınlar ve si yasî akımlar üzerinde de etkili oldu. Bu yüzdendir ki, birbirleriyle çelişik programlara sahip bir çok siyasî parti 18 Nisan 1999 seçim lerinde Özal mirasına sahip çıkm a yarışı içine girdi.
b. Yeni Sömürgecilik ve İslamcılık 19. Yüzyılın ikinci yarısında İngiltere ve Fransa öncülüğünde tırmanış gösteren ve uluslararası ilişkilere dam gasını vuran ikinci sömürgeci dalga Doğu toplum ları ve İslam Dünyası üzerinde bir şok etkisi yapmıştı. Bu durum, Tanzimat dönem inde sürdürdüğü Batı ile uyumlu politikalar geliştirme tavrına rağmen, kendini sa hip olduğu kimlik ve kurum lar açısından Doğu'nun Batı karşısın daki son direnç noktası olarak gören Osm anlı idarecilerini ve ay dınlarını da derinden etkilemişti. Bir taraftan dışarıda İngiltere’nin Hindistan, Fransa'nın Ceza yir ve Rusya'nın Kuzey Kafkasya ve Orta Asya'da sürdürdüğü sö mürgeci yayılma, diğer taraftan içerde dış ülkelerce desteklenen
gayrimüslim azınlıkların ayaklanmaları Osm anlı idarecileri ve ay dınlarım yeni arayışlara yöneltti. 93 Harbinin yıkım ını yaşayan Sultan Abdülham id çift yönlü bir politika geliştirdi: İç bütünlüğü garanti altına almak için devlete sadık M üslüm an unsurların kim
lik duygularına dayalı siyasî m eşruiyetin pekiştirilm esi ve İslam Dünyasında sürdürdüğü söm ürgeci politikalarla Osmanlı Devleti
için bir denge unsuru olm aktan çıkıp bir tehdit haline dönüşen İn giltere karşısında Avrupa-içi dengelere ayarlı bir reel diplom asinin devreye sokulması. Sultan Abdüihamid'in İslam cılık politikası bu arayışın dayan dığı temel eksen oldu. Japonya'ya kadar uzanan kuşak içinde O s manlI'nın Doğuya açılm asına zem in hazırlayan ve İngiliz söm ür ge sistemi ile rekabeti uluslararası hatlara taşıyarak O sm anlı üze rindeki baskıların azaltılmasını sağlayan İslam cılık politikası, aynı
Temanda bu sömürgecilik dalgası içinde ver aim avan Almanva
T arihî M iras ve T ü rk iye’n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u
desteği ile reel-diplom atik bir denge oluşturm aya yöneldi. Bu yeni arayışın iç siyasî kültür üzerindeki etkisi de, bu politikaya uyumlu bir şekilde, devletin M üslüm an unsurlara dayalı desteğinin artırılınası şeklinde tecelli etti. Böylece devlet içindeki M üslüm an un surlar özellikle bu dönem de hızlı bir yükseliş gösteren okullaşma ile sosyo-kültürel ve sosyo-politik alanda daha etkin bir hale geti rilmeye çalışıldı. Böylece uluslararası güçlerin tahriki neticesinde devlete yabancılaşan gayrimüslim unsurlar karşısında güçlendiril meye çalışılan M üslüm an unsurları esas alan yeni bir stratejik kimlik ve zihniyet oluşturulmaya çalışıldı. Soğuk Savaş sonrası dönem de Körfez Savaşı ve Bosna dramı ile uluslararası sistem den dışlanan ve gerek Tarihin Sonu gerekse Me
deniyetler Çatışması tezlerinde yeni bir tehdit olarak takdim edilen İslam Dünyası, doksanlı yılların ilk yarısında 19. yüzyılın ikinci ya n sın a benzer bir psikoloji ile karşı karşıya kaldı.5 Yeni söm ürgeci bir dalga ile tekrar hesaplaşm ak zorunda kaldığını hisseden İslam Dünyası ve Doğu toplum ları özellikle Bosna'da sergilenen çifte standart ile tam bir şok yaşadı. Bu dönem de kısa bir süre içinde ortak bir kader ve kimlik bilinci ortaya çıktı. 19. Yüzyılda anti-söm ürgeci m ücadele ile bayraklaşan Şeyh Şamil efsanesinin yerini Dudayev ve Aliya efsaneleri aldı. Doğu’yu dışlayan Batı karşısında onurlu bir direnç kimliği oluşmaya başladı. Bu gelişm elerin merkezinde bulunan ve özellikle Balkanlar ve Kafkaslarda yükselen tarihî bilinç ile doğrudan tem asa geçen T ü r kiye’de İslâm î kimliğin ve söylemin 1.993-1996 yılları arasında siya sî platform da hızlı bir yükselişe geçm esi bu uluslararası kon jon k türe uygun bir tarzda gelişti. Gorajde'deki Sırp katliam ı üzerine bir gece içinde sokağa dökülen halk ortak bir kimlik ve kader bilinci ile harekete geçm işti. İslâm î kimliğin yükselişi aym zam anda So ğuk Savaş sonrası dönem de ivme kazanan ve dış kaynaklarca da d esteklenen etnik milliyetçüik hareketlerine karşı ortak din bağı ile millî bütünlük arasında bir bağ kurulmasını da sağlam ıştı. Re5 Bu gelişm enin objektif bir tahlili için bkz. Richard Faik, "False [Jniversalisnı and th e G eopolitics of Exclusion’’, ’f hird World Quart.erly, 1997, c. 18, S. 1, s. 7 -23. Bu m ak alen in T ürkçe versiyon u için bkz. R ichard Faik, "S ah te Evrensellik ve Dışlamanın. Jeopolitiği: tslaırı Örneği”, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1 9 9 8 /2 , S. 5, s. 99-
116.
| S lra te jik D erinlik
fahyol hükümetinin Asya ve Afrika'ya açılım politikaları ile PKK te rörü ve Kürt m eselesine bakışı bu çerçevede özel bir anlam k azan maktaydı. Batı ile doğrudan çatışm adan Batı-dışı alanlara açılm ak ve Batı ülkelerinin stratejik çıkar hesapları ile körüklem eye çalıştı ğı düşünülen etnik ayrımlara karşı dinî bağları bir koruyucu kal kan olarak görmek 19. yüzyılın sonlarındaki İslam cılık politikaları nı sürdüren bir tutumu yansıtmaktaydı.
c. Aydınlanma Felsefesi ve Radikal Batıcılık 19. Yüzyılın son çeyreğinde ilk tem silcilerini bulan, II. M eşruti yet aydınlarınca benim senerek yükselişe geçen ve tek parti dön e mi uygulamaları ile hayatiyet kazanan radikal Batıcılık hareketi çı kış şartlarına uygun bir şekilde bir bürokrat-ayd.m öncülüğüne da yanıyordu. Tarih ve m etafizikten radikal bir kopuşu beraberinde getiren .18. yüzyıl Aydınlanma felsefesinin bütün öncülleri ile bir likte aktarılmasına dayanan bu hareket, uluslararası ilişkilerde Batı ile varolan tarihî çelişkileri ortadan kaldıracak ve bu n a uyum lu bir iç siyasî kültür oluşturacak bir zihniyet ve m edeniyet d önü şümünü kaçınılmaz bir tarihî zorunluluk olarak görüyordu. Bu yaklaşım aynı zam anda dinî, millî ve tarihî süreklilik unsur ları ile bir tür gerilim ve çatışm a alanının doğm asına da yol açıyor du. İlericilik-gericilik eksenine oturtulan bu gerilim Batı toplum larm ın tarihsel tecrübesini kaçınılm az bir evrensel süreç olarak görm ekten kaynaklanıyordu. Geriyi tem sil eden din ve gelenek unsurları Batı ile varolagelen tarihî çelişkileri gündeme getirdiği için Türkiye’nin uluslararası konumu için de bir tür tehdit odağı olarak algılanıyordu. Bu anlayışa göre Aydınlanma felsefesinin si yasî idealleri hem iç siyasî kültürdeki gerici unsurları tasfiye ed e cek, hem de Batı ile tam bir entegrasyonu sağlayacak yegâne esas ları oluşturuyordu. Bu yaklaşımın Soğuk Savaş sonrası dönemdeki en radikal çıkı şı 28 Şubat Süreci ile sözkonusu oldu. Bu süreç, bir taraftan deklaratif bir bürokrat-aydın tavrı ve “halka rağmen halkçı" bir y ön tem le iç siyasî kültürü yeniden tanım lam a ve şekillendirm e iddiasına yönelirken diğer taraftan “Batı'ya rağm en B atıcı" bir tavırla Türki ye'nin uluslararası konum unu yeniden belirlem eye çalışıyordu. Dinî ve tarihî süreklilik unsurlarının Batı-eksenli dış politika olu
T arihî M ira s
ve T ü rk iy e ’n in
U lu sla ra ra sı K o n u m u
şum unda bir tür engel oluşturduğunu düşünen bu yaklaşım, özel likle tarihî-dini süreklilik unsurlarının dış politikanın om urgasını oluşturduğu Balkanlar konusunda kendi içinde ciddi çelişkiler b a rındırıyordu. Uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki yeni unsurlar ile iç siyasî kültüre yönelik politikalar arasındaki çelişkiler 28 Şubat Sürecinin en tem el açm azları arasında yer aldı. 28 Şubat Sü recin de takip edilen dış politikanın İsrail ile olan ilişkilerle özdeşleştiril m esi iç siyasî gerilim alanları ile dış politika yapımı arasındaki hassas ilişkiyi bir kez daha gözler önüne serdi.
d. Türkçülükten Yeni-Milliyetçiliğe 19. Yüzyılın sonlarında uyanan ve II. M eşrutiyet dönem inde it tihat ve Terakki ve Enver Paşa idealizmi ile fiilî siyaset alanına taşı nan Türkçülük akımı da bir taraftan Alman ve İtalyan birliği h are ketlerinin oluşturduğu uluslararası konjonktüre, diğer taraftan da b aşta Arnavut ve Arap unsurlar olm ak üzere M üslüm an unsurların da devletten kopuş sürecine bir tepki hareketi olarak uluslararası konum ile iç siyasî kültür arasında tutarlı bir bütünlük oluşturm a ya çalışm ıştır. Rus D evrim inin ortaya çıkardığı konjonktür içinde Bal kan-ekseni i m illiyetçilik hareketlerine Orta Asya eksenli Turan cılık boyutunun da katılm ası ile yakın tarihîm izin ana akım ların dan birinin tem el özellikleri ortaya çıkm aya başlam ıştır. Güçlü devlet m otifi ile bezenm iş milliyetçilik tem elli iç bütünlük ve ulus lararası etkinlik anlayışı İttihat ve Terakki dönem inden bu yana değişik renkler kazanm ış olmakla birlikte süregelmiş Türkçülük akım ının ana özellikleri olmuştur. Soğuk Savaş sonrası dönem bu akımın yükselişini sağlayacak iki tem el etkiyi de beraberind e getirm iştir: Bu dönem de hız kaza n an m ikro-m illiyetçilik hareketlerinin iç bütünlük üzerindeki et kileri ve SSC B 'nin dağılm ası ile birlikte ortaya çıkan yen i uluslara rası konjonktür. PKK faktörü akım ın iç siyasî kültür ile ilgili boyut larını tepkisel bir ivme ile desteklerken, bağım sızlıklarım kazanan Türkî Cum huriyetler uluslararası konum un yeni ufkunu oluştu ruyordu. Bu yüzyılın başında yükselen akım ın iki tem el sütunu böylece yüzyılın sonunda tekrar ortaya çıkm ış oldu. Abdullah Ö calan ’m yakalandığı günlerde PKK’ya verdiği destek dolayısıyla
I S tra te jik D erinlik
I rulaıı irtibat bu akımın kitlesel tepkileri toplam asına zem in hazır ladı. 1999 seçim lerinde gerek tarihî-dinî süreklilik unsurları ile zıtlaşm ayan bir milliyetçilik anlayışını benim seyen M HP’nin, ge rekse Batıcılık ekseni ile tutarlı bir ulusçuluk m odeli geliştirm eye çalışan D SP’nin yükselişe geçm esi bu konjonktürün sonucunda ortaya çıktı.
3. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Siyasî Akımlar Osm anlı D evleti'nde 19. yüzyıldan 20. yüzyıla aktarılan tem el siyasî/kültürel akımlar Soğuk Savaş sonrası dönem in dinamik, şartlarında kapsamlı bir tarihî yüzleşme üe karşı karşıya kalan Türkiye Cum huriyeti’nin 20. yüzyıldaki son on yılında da, değişik formlarda ama süreklilik içinde yeniden ortaya çıktı. Değişik dö nem lerde birbirleri ile yeni sentez alanları da kuran bu akım ların uluslararası ilişkilerdeki radikal değişimle birlikte ani sıçram alarla tekrar gündeme gelmesi iç siyasî kültür ile uluslararası konum ara sındaki tutarlılığı doğrudan etkileyen sonuçlar doğurmuştur.' Türkiye bu yeni dinam ik konjonktürde yeni eksen arayışlarına yöneldikçe tarihî tem ele sahip bu akım lar biraz da hazırlıksız bir şekilde seri ham lelerle devreye girdiler. Bu durum iç siyasî kültür ile uluslararası konum arasındaki ilişkiyi yeniden tanım lam a iddi asındaki bu akım ların ciddi tutarsızlıklara ve tavır değişikliklerine yönelm esine de yol açtı. Ö zal'ın yeni-O sm anlıcı çizgisi teorik h a zırlıksızlık ve pragmatik tavır ile jurnalistik bir düzeyde kalırken, siyasî platform a tutarlı bir siyasî, sosyal ve ekonom ik program a dönüşem eyen anti-Batı bir söylem ile giren Refah Partisi yaşanan siyasî tecrü beler sonucunda Batı'nın bir versiyonunu esas alan bir söylem i b enim sem e zorunluluğunu hissetti. Bir gerilim ortam ının ürünü olan 28 Şubat Süreci ise, Batıcılığı tarih ve m etafizikten ko pan dogm atik 18. yüzyıl pozitivizm ine indirgeyince hem B atı’daki yeni gelişm elerin dışında kalarak Batı'ya rağm en Batıcı bir nitelik kazandı, hem de iç siyasî kültürde gerçekleştirm eye çalıştığı kopuş çizgisi ile yaşanm akta olan dinam ik sürecin tırm an an bir gerilim sürecine dönüşm esine zem in hazırladı. Türkiye’de hem en hem en bütün partilere kaynaklık eden ve si^ yasî geçm iş bakım ından en köklü tecrübe birikim ine sahio olan
T arih î M iras v e T ü rk iy e ’n in U lu sla ra ra sı K o n u m u
CH P'nin son seçim lerde gitttikçe düşen toplum desteği biraz da bu siyasî kültür gerilim inde tarihî süreklilik unsurlarına en uzak görünen siyasî parti kimliğini barındırm ış olm asındandır. CHP’de tekrar yönetim e gelen D eniz Baykal'ın Şeyh Edebali’ye referansla geliştirmeye çalıştığı 'Anadolu Solu” kavramı bu zaafı gidermeye yönelik bir teşebbüs olarak bu görüşümüzü teyid etmektedir. D SP'nİn çizdiği daha esnek ve tarihî süreklilik unsurlarına daha saygılı tavır arayışının bu partinin mezkur süreçten ayrı değerlen dirilm esi sonucunu doğurmuş olm ası bu partiye yönelik ilginin artışına zem in hazırlamıştır. 18 Nisan 1999 seçim lerinde yükselen milliyetçi tem ayül de bu ani sıçram anın doğurabileceği problem lerle yüzleşm ek zorunda kalacaktır. Özellikle M HP'nin benim seyeceği tavır sadece yakın ta rihim izin önem li akımlarından birinin tarihî seyrini etkilem ekle kalm ayacak, Türkiye'nin gelecekteki konum u ile ilgili bazı tem el unsurların tebarüz etm esi sonucunu da doğuracaktır. Osmanlı D evleti’nin son dönem inde yaşanan tecrübeler bu açıdan dikkat le değerlendirilm ek zorundadır. Türkiye'nin iç siyasî bütünlüğü de, uluslararası konumu da son derece hassas bir denge üzerinde yem den belirlenm e süreci için dedir. Son on yıl içinde değişik akımların yükseliş ve düşüş trendi içine girmeleri Türkiye’nin içinden geçm ekte olduğu olağanüstü değişim sürecinin izlerini taşımaktadır. Türkiye'deki hakim siyasî elitin ülkeye biçtiği sistem -içi periferik rol Türk toplum unun gerçeklerine, tarihî birikim ine ve gele cekle ilgili ideal ve beklentilerine uygun düşmemektedir. Türk to p lumu bütünü ile kendini yeniden tanım lam a çabası içerisindedir. Bu yeniden tanım lam a çabası yaşanan kimlik bunalım ının tabiî uzantısıdır. Tek yönlü ve tek eksenli bir iç siyasi kültür ve buna bağlı bir dış politika yapım ının oluşm ası Türkiye’nin çok yönlü tarihî tecrübe birikim ini yeterince değerlendirebilen ve farklı senaryolara uyum gösterebilen bir siyasî ve diplomatik tavır geliştirebilm esini engel lem ektedir. Her türlü alternatife açık bir vizyondan, stratejik belir leyicilikten ve taktik esneklikten yoksun böyjesi tek-eksenli bir yaklaşım ne uluslararası ilişkilerdeki eksen değişim lerini zam a nında farkedebilm ekte, ne de Türkiye’yi büyük güçlerin taktik beH p f l p r i n i n pHılcrAn ı ı n e n r ı ı /
-
ı
l
J
1— ı~ ~ 1
S tra te jik D erinlik
si konum undan bölgede etkin ve uluslararası politikada ağırlığı hissedilen bir ülke konum una yükseltecek avantajları değerlendi rebilm ektedir. Bu tek-eksenli yaklaşım aıtık ne toplum un talep ve b eklentile rine, ne de uluslararası yapı ve ilişkilerin gerçeklerine uyum göste rebilmektedir. Türkiye’de rasyonel düşünen h iç kim se artık bu kimlik zorlam ası ve yön bağımlılığı içinde değildir. Türkiye’nin Doğu ile Batı arasındaki köprü rolü her zam ankinden daha çok vurgulanır hale gelmiştir. Gerçekten Türkiye hem Avrupa hem As ya, hem Balkanlar hem Kafkasya, hem Ortadoğu hem de Akdeniz ülkesidir. Bu çok yönlü bileşke Türkiye'nin alternatiflerini artırm a sı gerekirken statik yaklaşım lar dolayısjyla Türkiye yakın bölgesiy le ilgili bir çok konuda bile edilgen bir tavır içine sürüklenmiştir. Bu edilgenliğin ilk ve Öncelikli sebebi psikolojiktir. Tarih içinde kendisine köprü olm a rolü b içen toplum ları bekleyen iki kader söz konusu olmuştur. Bu köprü rolünü kuvvetli bir kimlik ve kendine güven psikolojisi üstüne inşa edenler insanoğlunun ufkunu açan m edeniyet canlanm alarını gerçekleştirmişlerdir. İslam m edeniye ti içinde Endülüs, O sm anlı ve Hindistan eksenleri m edeniyetlerarası köprü ilişkisinin bir m edeniyet paradigm ası içinde yoğrulm a sının en güzel misalleridir. Endülüs bu köprü rolü İçinde siyasî an lam da erirken bile başka toplum lara hayat kaynağı olacak iksirler sunmuştur. Osmanlı ise m edeniyet tarihinin en karm aşık ve h ete rojen bölgelerinde bu çeşitliliği çelişki değil zenginlik olarak gören bir anlayışla, hakim İslam paradigm ası içinde yeni bir m edeniyet açılım ını ve uluslararası ilişkiler anlam ında kendine has bir siyasî düzen kurm a dinam izm ini gösterm iştir. Batı m edeniyeti içinde R önesans canlanm asını sağlayan İtalya kültür çevresine de bu misyonu dönem in hakim m edeniyeti olan İslam m edeniyeti ile kurduğu köprü ilişkisi vermiştir. Bu köprü rolünü kendine saygı ve güvenden yoksun bir psiko loji ile sadece pragmatik sathilik içinde gören toplum lar ise m ed e niyet tarihinde yoğun kimlik bunalım ları ve bu bunalım ların yol açtığı iç siyasî çatışm alarla yer almıştır. Türk toplum u gerçekten böyle bir köprü rolünü yeni bir m edeniyet açılım ına döndürebilecekse öncelikle kendi kimliğini, psikolojisini ve siyasî kültürünü ye niden inşa etm ek zorundadır. Bu psikolojik yenilenm enin dış poli
Tarihî M iras ve T ü rk iy e ’n in U lu sla ra ra sı K o n u m u
tika oluşum undaki uzantısı kendi hinterlandını (etki alam -arka bahçe) tanım lam ak olacaktır. Kendisini başkalarının etki alanı o la rak görmeye alışmış bir zihniyetin bağım sız bir etki alanı oluştur ması müm kün değildir. Böyle bir alan tanım lam ası stratejik bir yönelişi ifade eder. Yok sa bu alan dışında kalanları m utlak düşm an olarak görm ek ve o n ları stratejik ve taktik anlaşm a ve pazarlıkların dışında tutm ak d e m ek değildir. Kültürel çevre, ekonom ik ve siyasî etki alam bu stra tejik yöneliş tem eli üzerine kurulur. Türkiye artık içine kapalı bir sistem oluşturarak dünya siyasî coğrafyasının sıradan bir birim i şeklinde varlığım idam e ettirm e şansına sahip değildir. Ya bu stra tejik yönelişin getireceği çetin güçlükleri göze alarak dinam ik bir m edeniyet ekseni oluşturm a çabasına girişecektir ya da başkaları tarafından oluşturulm uş bir m edeniyet ekseninin edilgen-çevre unsuru olarak bütün şahsiyet ve itibarım yitirecektir. Türkiye gerek kadîm kültürlerin siyasî tecrübe birikim ini, ge rekse m odernleşm e sürecinin en tem el ve karm aşık unsurlarını barındıran çok yönlü bir tarihî m irasa sahiptir. Bu mirasın ufuk açıcı sentezlerle yeniden üretilebilm esi sadece yerel problem lerin aşılabilm esi açısından değil, evrensel bunalım alanlarında etkin olu nabilm esi açısından da büyük bir imkandır. Bu im kanın değer lendirilebilm esi ülke içindeki iç siyasî kimlik ve kültür gerilimierini azaltacak, iç m uhasebeyi kolaylaştıracak ve alternatifleri çeşit lendirecek çok yönlü bir yenilenm enin ve stratejik yönelişin sağla nabilm esi ile mümkündür. Toplumsal aidiyet hissinin güçlü bir ta rihî ve sosyo-kültürel tem ele oturtulm ası ve bu aidiyetten b esle nen bir fikir özgürlüğü ortam ının oluşm ası böylesi zengin bir stra tejik düşünce atm osferinin oluşm asının asgarî şartıdır.
2. Kısım
Teorik Çerçeve: Kademeli Strateji ve Havza Politikaları
ı. Bölüm
Jeopolitik Teoriler:
(
Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Türkiye
I. Mekan İdraki, Coğrafî Tanımlamalar ve Haritalar Fernand Braudel Medeniyetler Tarihi başlıklı eserinde coğraf yanın m edeniyetlerin oluşum undaki aslî katkısını İslam m ed en i yeti örneğinde gösterebilm ek için "haritalar gerçek Öyküyü an la tır’' 1 diyor. G erçekten de gerek bireyler, gerek bu bireylerin oluş turduğu toplumlar, gerekse daha büyük ölçekli m edeniyet birlikte liklerinin dayandığı en aslî tem el, medeniyetlerin ben idrakim2 oluşturan varlık bilinci ile uyumlu olarak geliştirilen m ekan-zam aıı algılamasıdır. Güçlü m edeniyet atılım larına öncülük eden ve bu m edeniyet birikim i etrafında bir tür düzen oluşturan toplum lar tarih sa h n e sine çıktıkları an ile tarih sahnesini etken bir güç olarak belirle m eye başladıkları d önem arasında kendi aslî m ekanlarından h a reketle bir dünya algılam ası oluştururlar. D aha yalın bir coğrafî çevre idrakinden daha karm aşık bir dünya idrakine doğru gelişen bu algılam a en m üşahhas şeklini haritalarda bulur. Daha önce de stratejik zihniyet oluşum u ile ilgili olarak üzerinde durduğumuz gibi, coğrafya o bjek tif bir gerçeklik olm akla birlikte haritalar bu o b jek tif gerçekliğin bir m edeniyet idraki sürecinden geçm iş sü b je k tif şeklidir. M edeniyetlerini astronom i ilm inin m erkezde yer aaa
1 Feın an d Braudel, A History o f Civilizations, NevvYork: Penguin, 1993, s. 55. 2 Bu kavram ın tanım ı ve farklı medeniyetieı e mukayeseli bir uygulaması için bkz. A hm et Davııtoğlu, "M edeniyetlerin Ben İdraki", Dîvân İlmî Araştırmalar, 1 9 9 7 /1, S. 3. s. 1-53.
g Stratejik D e r in lik
aldığı bir varoluş idraki iie kuran Babilliler yeryüzündeki m ekan algılamalarım gök cisim lerine bağlı olarak geliştirirken, k an lılar dünyayı birbirine eşit yedi daireden oluşan yedi bölgeye ( kişver) ayırıp kendi mekanlarını dördüncü ve m erkezî daireye oturttuk tan sonra diğer altı daireyi birbirine değecek şekilde bu m erkezî dairenin etrafına yerleştirmişlerdi. Coğrafya ile ilgili ilk sistem atik bilgileri bir yandan M ısır üze rinden, diğer yandan Babilli bilgin B erossus’un şimdiki Bodrum Körfezinin ucundaki Cos (Stnako veya Stanchio/İstanköy) adasın da M.Ö. 640 yılında kurduğu okul aracılığıyla elde eden Yunanlıla rın coğrafi idraki de kendi m edeniyet havzaları genişledikçe daha kapsamlı bir şekil alan Ege-m erkezli bir idraktir. Dünyayı etrafı (kamuslarla çevrili düz bir disk gibi algılayan H om er'in dünyası Yunan mekan idrakinin sınırlarını da çiziyordu. Dünyayı bir silin dirin yuvarlak uç kısmı olarak çizen Miletli A naxım ander de, bir dikdörtgen şeklinde haritaya yansıtan A naxim enes de (M.Ö. 500} aynı idraki Yunan şehir devletlerinin etki alanının yayıldığı bölge lere doğru genişleterek sürdürmüşlerdir. Bu idrak Sicilya’dan H a zar Denizine kadar uzanan bir dünya öngörüyordu. Makedonya’dan çıkarak doğuya doğru antik m edeniyet havza larını etkileşim içine sokan sinkretik bir im paratorluk yapısı kuran Büyük İskender'le birlikte m ekan idraki ve bu idrake dayalı harita lar da değişmiştir. M akedonya’dan M ezopotam ya, Hint ve M ısır'a uzanan imparatorluğunu kendi ismiyle kurduğu şehirlerin oluş turduğu stratejik omurga üzerine oturtan Büyük İskender kendi medeniyet sentezinin mekan idrakini ve bu idrakin m erkez an la yışım da şekillendiriyordu. Artık dünya ve coğrafya idraki İsken der'in son derece stratejik bir kararla kadîm Mısır, Akdeniz ve Yu nan havzaları üçgeninde kurduğu İskenderiye'den başlayarak İs kenderun üzerinden Mezopotam ya, İran ve H ind’e serpiştirilm iş İskendeMürevii şehirlerle dokunmaya başlam ıştır. Bu idrakin İlmî altyapısı ve haritacılık anlam ında pratik uygulaması da İskenderi ye’de şekillenmiştir. İnsanoğlunun o güne kadar olan zihinsel b iri kiminin harmanlandığı bu şehir, ilk coğrafî ölçüm leri yapan Eratosthenes, coğrafî algılama ve haritacılıkta önem li çığırlar açan Strabo ve en önemlisi klasik dünya idrakinin oluşm asında m erke7îhir lennnma sahip olan Batiam yus'un çalışm alarına beşiklik e t
Jeop olitik T eo riler: Soğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye
miştir. Bu çalışm alarla oluşturulan haritaların Büyük İskender’in hakim iyet alanları ile örtüşm esi ve bunun neticesinde İran ve H ind'in de coğrafî m ekan idraki içinde yer alm aları coğrafya idra ki, m edeniyet havzası ve siyasî hakimiyet arasındaki bağlantıyı açık bir şekiîde ortaya koymaktadır. İtalya'nın ortalarında bir şehir devleti idraki iie doğan Roma da genişledikçe kendisini merkez alan bir m ekan idrakini hakimiyet alanına yaymıştır. Kiasik haritalarda Mam Interum olarak isim len dirilen Akdeniz Romalılar için Mare Nostrum (bizim deniz)’dur. Batı Avrupa'dan M ezopotam ya'ya,.Karadeniz'den Akdeniz’e yayı lan ve im paratorluğun stratejik omurgasını oluşturan yollar ağın da bütün yolların R om a’ya çıkışı aslında bir m ekan idrakinin m er kez tanım lam asını m üşahhaslaştırm aktadır.3 Hristiyanlıkla birlikte değişen mekan idraki ve coğrafî algıla m anın en çarpıcı misali yine bir İskenderiyeli olan ve 6. yüzyılda yaşayan Cosm as (Iııdicopleustes)’tır. Bilinen klasik havzaların ö te sinde Habeşistan, Hint Okyanusu ve Seylan’a kadar seyahatlar y a pan ve Hristiyanlığı kabul ettikten sonra Topographia Christiana isimli eseri yazan C osm as’m tem el hedefi kutsal m etinlere ve kili se otoritelerinin görüşlerine uygun bir m ekan idrakini coğrafî ka lıplar içinde ifade edebilmekti. Dünyanın şu anki ve Nuh Tufaııı'n d an önceki olmak üzere iki bölüm den oluştuğunu ve Akdeniz, İran, Arap ve Hazar denizleri ile körfezlerini barındırdığını söyle yen Cosm as yeryüzünün okyanuslarla çevrili olduğunu ve bu ok yanusların Ötesinde de ( Terra ultra Oceanum ) insanın Tufan'dan ön ce yaşadığı bölgelerle Hz. Adem ’in cennetinin bulunduğunu id dia etmekteydi. Dünyanın dört uç noktasının doğusunda Hintlilerin, batısında Keltlerin, kuzeyinde İskitlerin, güneyinde de H abeşlilerin yer aldı ğını söyleyen Cosmas bu tanım lam aları ile bir taraftan Hristiyan varlık bilincine uygun bir m ekan idrakini, diğer taraftan da H risti yan Dünyasını merkez alan bir coğrafî tanım lam anın sınırlarını ortaya koyuyordu.4 Bu merkez alış öylesine ileri götürülm üştü ki, ■■■ 3 Antik dönem haritacılığın gelişmesi içn bkz. Lioyd A. Brown, The Story o f Mapa, New York: Dover, 1977, s. 12-81.
S t r a t e ji k D er in li k
Asya’nın derinliklerinde M üsiüm anlara karşı başarı kazanarak Hristiyan alem ini koruyan Prester John isminde bir rahip-kralın li derliğinde m itolojik bir krallık olduğu düşüncesi geliştirilmişti. Pa pa III. Alexander 1177 yılında bu m itolojik krala bir m ektup yaza rak doktoru ile gönderm işti. Elçi doktorun bir daha geri donem em esinden sonra, böyie bir krallığın olmadığı ancak ve ancak Müslüm anlara karşı Moğol hanı ile tem asa geçm ek isteyen Papa IV Inn o ce n t’in gönderdiği D om ıniken ve Fransisken rahiplerin Asya derinliğine yaptıkları seyahatlardan sonra anlaşıldı.5 Aynı d önem lerde Yecüc ve M ecüc kavimleri ile ilgili geliştirilen tezler m itoloji, tarih ve coğrafya alanlarının nasıl ıçiçe geçtiğini gösteren m isaller le yüklüdür. Ancak, bütün bu içiçe geçişlerde görülen en ciddi sü reklilik unsuru antik Yunandan, Rom a’ya ve Hristiyanlığa geçtik ten sonra m odern coğrafî algılam alara söm ürgeci kültür içinde yansıyan ben ve öteki (barbar) ayrımının coğrafî algılam a biçim le ri ile desteklenmesidir. İslam m edeniyetinin tarih sahnesine çıkışı da, Braudel'in de vurguladığı gibi, özel coğrafî şartlarla doğrudan ilgilidir. Kadîm m edeniyet havzalarının kenar kuşağında ortaya çıkan İslam in an cı kısa bir süre içinde Büyük İskender dönem inde oluşan ve za m anla pekişen m edenıyetlerarası etkileşim alanlarının tüm üne hakim olmuş ve Ispanya'dan Hind ve Çin m edeniyet havzalarına kadar uzanan bir alanda yeni bir m ekan idrakinin doğuşuna ze m in hazırlamıştır. İlk İslam haritacıları bir taraftan Batlamyus geleneği içinde Ha life M em un'a sunulan ilk dünya haritasında olduğu gibi Batlam yus geleneğini daha ileri ölçülere taşırken diğer taraftan Belhî ekol içinde İslam Dünyası eksenli yeni m ekan idrakini yansıtan, tam a mıyla Özgün bir açılım gerçekleştirmişlerdir. Akımın kurucusu Belhî memleketü’l-İslâm'm bölgelerini kapsayan haritalar üretmiş ve her bir bölgeye iklim adım vermiştir. Bu ekolun önem li tem sil cilerinden M akdisî Akdeniz-eksenli kadîm haritacılığı aşarak Hint Okyanusuna yönelik önem li çalışm alarda bulunm uş ve daha önce bilinm eyen bölgeler olarak geçen alanları geliştirdiği haritaların kapsam ı içine almıştır. Belhî ekolün M ekke-merkezli olarak yuvar-
Je o p o litik T eo riler: S oğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m vcT ü rk iyc-
!ak dünya haritaları geliştirmiş olmaları ve Kuzey-Güney ayrım la rını yeniden tanım lam aları m edeniyetlerin kendi hen-idmklerinden hareketle coğrafî algılam alar geliştirdiklerinin önem li m isalle rinden birisidir. Birunî'nin ilk defa Atlas Okyanusu ile Hint Okya nusu arasında bir bağlantı olduğunu gösterir haritalar geliştirmiş olm ası, hem İslam m edeniyetinin yayılım bölgeleri ile m ekan id raki arasındaki ilişkiyi gösterm esi, hem de daha sonra Avrupalı seyyahlarca geliştirilecek yeni coğrafya anlayışının ilk habercisi ol m ası açısından önem lidir.6 Toplum ların kendi eksenleri etrafında bir m ekan algılam ası geliştirdiklerinin diğer çarpıcı bir m isali Türk haritacılığı ile ilgili dir. 1072-1074 yılları arasında kalem e alınan Divan-ü Lügati’t-
Türk’ün yazarı Kaşgarlı M ahm ud’un Türk boylarının dil ve lehçe bakım ından tasnifini gösteren dünya haritası Balasagun şehri m erkez alınarak yapılmış ve yedi nehir bölgesi Türk kabilelerinin yerleşim alanı olarak ayrılmıştır. Avrasya derinliğindeki Balasaguıı’dan bütün kadîm m edeniyetlerin kesişim bölgesi üzerinde b u lu nan İstanbu l’daki Osm anlı dönem i haritacılığına geçişte ya şanan uzun süreç m ekan idrakindeki değişim in, m edeniyet açılı m ı ve dünya düzeni kavramı ile olan ilişkisini açık bir şekilde o rta ya koymaktadır. 1413 yılında Ahmed b. Süleym an et-Tancî tarafından yapılan ve Karadeniz’i, Atlas Okyanusunun doğusundaki Avrupa ve Afrika sahillerini, İngiltere adasını gösteren deniz haritası aynı zam anda bir m ekan ufkunun erken dönem yansım ası olarak görülebilir. Os m an lI haritacılığının mucizevî zirvesi olan Piri R eis’in haritası ise
Büyük İskender'in m edeniyet sentezinin İskenderiye’de oluştur duğu çekim alanının kadîm birikim lerin tüm ünü kuşatan bir b en zerinin O sm anlı Devleti’nin altın çağında İstanbul’da oluşm uş ol duğunu gösterm ektedir. 1567 tarihli M acar Ali Reis’İn Atlas’ı ile h em en hem en aynı dönem de geliştirilen Atlas- 1 Humayun ’un ih tiva ettiği dokuz haritanın kapsamı da Osmanlı düzeninin yayılım alanları ile örtüş inekte ve kadîm harita geleneğine göre çok daha kapsam lı bir özellik taşım aktadır: Karadeniz ve M armara; Doğu
6 İslam haritacılığı için bkz. S. Maqbi.il Ahmad, "Harita", DİA, İstanbul: TDV, 1Ö97, c.
l£ o onc oı a
S t r a t e jik D e r i n l i k
Akdeniz ve Ege; Orta Akdeniz ve Adriyatik; Batı Akdeniz ve İspan ya; Batı
A v r u p a 'n ı n
Atlantik kıyıları, Britanya adaları; Ege denizi;
Mora ve Güney İtalya; Dünya; Avrupa ve Kuzey Afrika.7 Yerkürenin bir bütün olarak algılanm asını sağlayan coğrafî k e
şifler, kapitalizm in ön hazırlık aşam asını oluşturan m erkantilizm ve belli sınırlar içinde örgütlenm iş ulus-devlet olgusunu Avrupadiizeninin temel taşı yapan Westfalya sistem inin birbirini takip eden bir süreç içinde devreye girmeleri m odern Batı m edeniyeti nin mekan idraki ile ekonom ik ve siyasî düzen anlayışı arasındaki yakın bağım lılık ilişkisini ortaya koymaktadır. Avrupa’yı yukarıda
ve merkezde gösteren Avrupa-eksenli dünya haritalarının doğuşu, Avrupa -eksenli ticaret sistem inin ve Avrupa modeüi ulus-devlet form asyonunun yayılması ile paralel gelişmiştir.
II. Jeopolitik Teoriler ve Küresel Stratejiler
Politik yapıların fizikî çevre şartlarıyla olan ilişkisi ve bu ilişki nin şekillendirdiği dinamik politik süreç ilkçağlardan bu yana sü rekli olarak incelenegelmiş konular arasındadır. Ancak küresel je opolitik ve jeostratejik teorilerin gelişm esi dünya coğrafyasının kesinlik kazanmasından sonra m üm kün olabilmiştir. 19. Yüzyıl y e ni sömürgeciliğiyle kızışan uluslararası hakim iyet kavgası, tarafla rı daha önce yerel taktik hedeflere yönelik m ücadeleleri küresel stratejik hedefler doğrultusunda yönlendirm eye sevketmiştir. Bu etki dünya coğrafyasının politik açıdan mukayeseli üstünlükleri gösteren bir çerçeve içinde yeniden yorum lanm asına yol açm ıştır. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren dış politika karar m eka nizmalarındaki belirleyici unsurların en önem lilerinden biri kabul edilerek geliştirilen küresel jeopolitik teoriler dünya hakim iyet mücadelesinde iddialı ülkeler açısından birbirini tam am layıcı iki gayeye yönelmişlerdi. Bu teoriler bir taraftan öncelikli hedefler ■■B 7 Osmanlı haritacılığı için bkz. Fikret Sarıcaoğlu, “Harita-O sm anh d ö n em i', DÎA, İs tanbul: TDV, 1997, c. 16, s. 210-216. Osmanlı m ekan idrakinin Osmanlı stratejisi ile ilişkisi için bkz. Ahmet Davutoğlu, “Tarih idraki oluşum unda m etodolojinin rolü: Medeniyetlerarası etkileşim açısından dünya tarihi ve O sm anlı”, Dîvân İlm î A raştırm alar, 1999/2, S. 7, s. 1-63.
Je o p o litik T e o rile r: Soğ u k S a v a ş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye
doğrultusunda taraflara son derece önem li ipuçları sağlarken d i ğer taraftan bu hedeflere ulaşmak için izlenm esi plânlanan yayıl m acı siyasetin meşruiyet zem inini oluşturuyorlardı. Darvvin’den etkilenerek geliştirdiği devlet evrim inin organik te orisi adlı teziyle siyasî coğrafyanın kurucusu kabul edilen Ratzel (1844-1904)'in ortaya koyduğu hayat sahası (Lebensraum ) teorisi daha sonra batılı söm ürgeci devletler tarafından yayılm acı siyase tin bilim sel gerekçesi olarak kullanılmıştır.8 Devleti yaşayan bir or ganizm a olarak gören ve her yaşayan organizma gibi devletin de beslenm eye ihtiyacı olduğunu söyleyen Ratzel, devletin beslen m e sinin ancak yeni sahaların ilhakıyla söz konusu olabileceğini iddia ediyordu. Ona göre bu beslenm e kavgasında aciz kalan unsurlar (devletler), Darvvin'in tezindeki yok olması mukadder olan unsur lar gibi yok olacaklardır. G elecekte Avrupa’nın politik önem inin sa ha darlığı yüzünden azalacağını gören Ratzel yeni uluslararası konjonktürde ancak Avrupa dışındaki geniş sahalarda etkisini ar tıracak devletlerin varlıklarını sürdürebileceğini iddia ederek ya yılm acı politik stratejilere yön göstermiştir. Böylece Ratzel ve onun takipçisi olarak ilk defa jeopolitik terim ini kullanan Kjellen (1864-1922) daha sonra geliştirilecek kara, deniz ve hava jeo p o liti ğinin teorik zem inini hazırlamışlardır. K je llen 'in 'Staten som Lifs-
form (Bir Organizma Olarak Devlet) başlıklı eserinde ortaya attığı devletin oluşum u ve yapısı ile ilgili görüşler, bu eser 1917’de Alm a n ca y a çevrildikten sonra, daha sonra gelişecek olan Alman je opolitiğinin önem li kaynaklarından birisi olm uştur.9 M adem ki devletlerin gücünü yeni sahalar üzerinde kuracakla rı hakim iyet belirliyecektir, "devletlere bu yarış içinde göreli üstün lük sağlayacak bölgeler nereleridir?”, "bu bölgelerde hakimiyet en optim al bir biçim de nasıl kurulabilir?” ve "kurulan bir hakimiyet nasıl korunabilir?” soruları kara, deniz ve hava jeopolitiğinin dev let politikalarını doğrudan etkileyen bir unsur olarak gelişm esine yol açm ıştır. Kara, deniz ve hava jeopolitiğinin in celenm esi küresel siyasî ve askerî stratejilerin geliştirilme sürecini anlam ak ve bu stratejiler M m m
8 M artin I. Glassner ve H arm J. de Bîij, Systemcıtic Political Geography, New York: Wıley, 1967, s. 223.
j
Stratejik Derinlik
içinde Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın önemini kavra mak bakımından son derece gereklidir. Asrın başında Mackinder (1861-1947) tarafından geliştirilen kara jeopolitiği, II. Dünya Sava şı yıllarında Haushofer (1869-1946) tarafından Alman, Spykman tarafından da Amerikan jeostratejisine uyarlanmıştır. Mackinder 1904’te yayınladığı The Geographical Pivot of Misîory10 adlı makalesinde siyasî tarihin gelişimini jeopolitik tem el
lere indirgeyerek yorumlamış ve dünya coğrafyasını siyasî ve as kerî strateji bakımından mihver saha {pivot area-heartland), iç
kuşak ve dış kuşak alanlarına ayırmak suretiyle öncelikli hedefle ri tayin etmiştir. Böylece kara hakimiyetine dayalı bir strateji İçin öncelikli şart denizden yönelecek saldırılardan korunmuş bulu
nan mihver sahada hakimiyeti sağlamaktır ki, bu saha Doğu Avru pa’dan başlayarak Asya'nm Kutup Denizine sularını boşaltan n e hirlerin havzalarını içine alan kısım ile Orta Asya'nın andoreik drenaj bölgesidir. Mackinder’e göre kesin dünya hakimiyetim tesis etm ek için Avrasya hakimiyeti, Avrasya hakimiyeti için Heartland hakimiyeti, Heartland hakimiyeti için Doğu Avrupa hakimiyeti gerekmektedir. Mackinder'in teorisine göre Anadolu Doğu Avrupa sahasının için de, genelde Ortadoğu ise Heartland dışında kalan Avrasya toprak larını ihtiva eden iç kuşağın merkezinde yer almaktadır. Nazi jeopolitiğinin kurucusu ve ünlü Nazi liderlerinden Rudolf Hess'in hocası olan Haushofer, jeopolitiği bütün tabiî ve İnsanî b i limleri kapsayan bir bilim dalı olarak tanımlamıştır. Böylece bir yandan geliştirdiği Lebensmum teorisi ile Nazi yayılmacılığım b i limsel bir meşruiyet zeminine oturtmaya çalışm ış,11 diğer yandan II. Dünya Savaşı öncesinde Alman jeostratejisinin taktik ve strate jik hedeflerini belirlemiştir. Haushofer de M ackinder gibi merkez 10 Halford J. Mackinder, “The Geographica] Pivot of History”, Geographical Journal, vol. XXIII, (1904), s. 421-444. Mackinder daha sonra bu konudaki görüşlerinde ve jeopolitik alan tanımlamalarında bazı değiştirme ve düzenlemelerde bulun
muştur. Bu değişiklikler için bkz. Halford J. Mackinder, “The Round World and theWinn.ingof the Peace", Foreign Affairs, (Temmuz 1943), 2 1 /4 , s. 595-605.
11 Kari Hnuslıofcı ’in görüşleri için bkz. Bausteine zur Geopolitik, Berlin 19 28; Weltmeere und Weltıntichte, Beılin: Zeitgeschichte Verlag, 1941; ve Geopolitik d es n„nir,erht>n Chmııs. Heidelbeıg: Kurt VovvinckelVerlae. 1938.
Je o p o litik T e o rile r: S oğuk S a v a ş S o n ra s ı D ö n e m ve T ü rk iy e
kara kütlesinin (Avrasya) önem ine değinerek Alm anya’nın İngilte re karşısında çift yönlü bir stratejiyi gerçekleştirm esi gerektiğini söylem iştir: Öncelikle m erkez kara kütlesini kuşatm ak ve Ingilte re’nin deniz yollarını kesm ek üzere O rtadoğu'nun işgali, daha sonra Çin ve Japonya ile birlikte kıtalararası bir paktın oluşturul m ası. Amiral Reader ve G eneral R om m el’in bütün ısrarlarına rağ m en H aushofer'in merkez kara kütlesini çevreleyen deniz yolla rında ve O rtadoğu’da hakim iyet kurm a stratejisini terkederek Rus y a'n ın engin steplerinde yıpratıcı kara harekatına girişen Hitler sa vaşın sonucunu değiştiren jeo stratejik bir h ata işliyordu. M ackinder'i, tezinde H eartland'a gereğinden fazla önem ver diği gerekçesiyle eleştiren Spykman gerçek potansiyel hakim iyet gücünün Batı Avrupa-Türkiye-Irak-Pakistan-Afganistan-H indistan -Ç in -K o re-D oğ u Sibirya’d an olu şan kenar kuşak h attın da (.Rimîand) olduğunu iddia ederek bu hatta hakim olan gücün dünyaya hakim olacağı tezini geliştirm iştir.12 Bu tezden hareketle Am erikan yönetim ine bu kuşağa başka bir gücün hakim olm asını engelleyecek bir politika izlem esini tavsiye eden Spykman, II. D ünya Savaşından günüm üze kadar etkisini sürdüren merkez k a ra kütlesini paktlar (NATO-CENTO-SEATO) yoluyla kuşatm a p o litikasına dayalı Am erikan jeo stratejisin in fikir babası sayılabilir. B öylece, Rim land kuşağı üzerinde NATO ile N orveç'ten Türki ye’ye, CENTO ile Türkiye'den Pakistan’a ve SEATO ile Pakistan’dan kuzeyde Filipinler ile güneyde Yeni Zelanda'ya u zanan ve stratejik olarak birbirine eklem lenen bir stratejik kuşatm a hattı oluşturul m ak istenm iştir. Spykman ayrıca potansiyel gücü yüksek bu kuşakta oluşacak bağım sız kuşağa hakim bir güç birim inin aynı zam anda hem bir kara devleti olan SSC B ’yi, hem de bir deniz devleti olan ABD'yi ku şatm a im kanına sahip olm ası sebebiyle her iki taraf için de büyük bir tehdit oluşturacağını söylemiş; bu kuşakta ortaya çıkacak böy le bir oluşum a karşı ABD, İngiltere ve SSC B'nin işbirliği yapm asını öğütlem iştir. II. Dünya Savaşı sonrasında süper devletler arasında T ahıan-Y alta-P otsdam özel görüşm eleri so n u cu şek illen en dün■■■ 12 N icholas John Spykman, The Geography of the Peace, New ¥ork: Haıcourt, Brace, 1944, s. 43. Ayrıca bkz. N.J. Spykman, Aınerica’s Sîrategy in WorldPolitics, (1942), H am den: Shoe String Press, A nchor Books, 1970.
| S tratejik D erinlik
ya siyası coğrafyası üzerinde bu yaklaşım ın Önemli etkisi olm uş tur, Benzer jeostratejik görüşler Brzezinski tarafm dan, 1980’lere doğru Car ter Doktrini şeklinde form üle edilmiştir. Ünlü stratejisi M ahan tarafm dan geliştirilen deniz jeopolitiği kuşaklardan m erkeze, denizlerden karalara doğru gelişen bir h a kimiyet stratejisi esasına dayanmıştır. Mihver sahaya hakim gü cün yayılmacı potansiyeline karşı ancak çevre denizlerde gerçek leştirilecek bir kuşatm anın başarılı olabileceğini iddia ed en M a han, Rusya’nın kuşatılm ası ve Çin’in kontrol altında tu tu lm asın da Amerika, İngiltere, Almanya ve Japonya'nın ortak m enfaatleri olduğunu belirtm iştir. Theodor Roosevelt dönem inde Amerikan jeostratejik politikasına danışm anlık yapan M ahan Am erikan y ö neticilerine iki tem el stratejik h ed ef gösterm iştir: Savaşın sürekli olarak Amerika'dan uzak denizlerde kabul edilm esi ve Avrasya anakıtasm daki gelişm elerin nabzım tutacak ittifaklar zinciri olu ş turulm ası.13 Özellikle II. Dünya Savaşı ve akabindeki gelişm elerin deniz j e opolitiğinin tem el görüşlerindeki haklılık payım pekiştirm esi bir yandan ABD’yi uzak denizlerdeki hakim iyetini korumaya sevkederken öte yandan SSC B'nin geniş Asya bozkırlarından açık deniz lere inme stratejisinde süratli ilerlem eyi sağlayacak jeostratejik ve taktik politikalar geliştirm esine yol açmıştır. Bu durum Avrasya'yı çevreleyen yarım adalardan oluşan Rimland kuşağının O rtado ğu'dan Çin'e uzanan merkez hattını süper devletlerin taktik m a nevralara dayalı tem el rekabet sahası haline getirmiştir. Bazı dış politika uygulayıcılarının politik bir m anevra olarak ileri sürdükleri 1950’lerden sonra hava jeopolitiği ve nükleer tek nolojinin gelişmesi ile geleneksel kuramların geçerliliğini yitirdiği iddiası Soğuk Savaş dönem inde her iki süper gücün Ortadoğu ve Güney Asya'da uyguladığı taktik politikalar gözönüne alındığında gerçekçi görülmemektedir. Dış politika ve askeri stratejiler bütün B■■ 13 Alired.Th.ayer M alıan’m görüşleri için bkz. The Inflıtence ofSea Poıver upon His-
toıy: 1660-1783, B oston: Little Brown, ] 890; The Influence o f Sea Poıver uponHistary:1793-l8J2, Boston: Little Brown, 1892; The Jnterest of America in Sea Poıver: Preseni and Fu.tu.re, Boston: Little Brown, 1898; The Problem ofAsia and ItsEffect upon International Politics, Boston: Little Brown, 1900 ve Letters and Papers o f Alfred Thayer Mahan, Aıınapolis, MD: Naval Institute Press, 1975.
Je o p o litik T e o rile r: S oğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m vı; T ü rk iye
bu eski ve yeni unsurların karm aşık bir bileşkesinden oluşm akta dır. Şu veya bu şekilde yüksek soyutlama düzeyinde basite indir genm iş m odellerin anlaşılm ası jeopolitik ve jeostratejik gelişm ele rin bütüncül bir çerçevede kavranm ası açısınd an son derece önem lidir. Hava jeopolitiğinin öncüsü sayılan A.P. de Seversky kara ve de niz kuvvetlerinin hava kuvvetlerinin olağanüstü hakimiyet potan siyeli karşısında göreli olarak Önemlerini yitirdiklerini söyleyerek ABD yönetim ine yeni unsurları gozönünde tutan bir strateji deği şikliği tavsiye etmiştir. Seversky, M ackinder ve Spykman’m konvans.iyon.el dünya haritasına alternatif olarak azimutaî projeksiyo na dayalı dünya haritasında hava jeopolitiğini esas alan strateji ve taktik öncelikli bölgeleri yeniden belirlem iştir. Çift kutuplu ulusla rarası sistem varsayımından hareketle dünya ABD ve SSCB'nin e t ki sahalarını gösteren iki hakimiyet bölgesine ayrılmıştır. Seversky, nihaî hakimiyeti bu iki saha dışında kalan karar bölgesinde sağla nacak jeopolitik hava üstünlüğünün belirleyeceğini söylem iştir,14 leopolitik odak noktasında önem li yenilikler getirerek m ihver sahayı hava yollarının kesiştiği Kuzey Kutbuna yaklaştıran bu h a rita, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgenin jeopolitik önem i açısından incelendiğinde M ahan ve Spykm an’ın tespitlerini teyit ed ici m ahiyettedir. Seversky'nin karar bölgesinde son derece önem li merkezî bir konum u işgal eden bu bölgenin gerçek jeo p o litik önem i Spykman ve Seversky’nin teorileri birarada ele alındı ğında daha kolay anlaşılacaktır. Nükleer teknolojik gelişm elerin klasik jeopolitik teorilerin b e lirlediği jeo stratejik öncelikler fikrini çürüttüğü iddiası uluslarara sı gelişm elerin ışığında tekrar ele alınm ak zorundadır. ABD 'nin Vi etnam , SSC B’nin Afganistan m üdahaleleri ve her iki süper gücün birlikte etkilem eye çalıştığı Ortadoğu’daki siyasî gelişm eler nükle er teknolojinin devreye girmesiyle askeri ve siyasî stratejilerin p a radoksal bir özellik taşım aya başladığım gösterm iştir.15
mma 14 AIexander E de Seversky, Air Poıver: Key to Survival, New York: Simon & Schuster, 1950. Ayrıca ABD iie ilgili görüşleri için bkz. America: TooYoungtoDie, NewYork: McGraw-Hi.ll, 1961. 1.5 O rtadoğu’nun uluslararası ilişkilerdeki önem inin jeopolitik teoriler açısından bir değerlendirm esi için bJcz. Ahmet Davutoğlu, "jeopolitik Teoriler ve O rtadoğu’da Güçler D engesi”, İlim ve Sanat, 1986, 1/6 , s. 9-14.
^ Stratejik Derin] ik
Nükleer savaş doktrininin geliştirilmesi, beklenenin aksine, sınırlı-yerel konvansiyonel savaş doktrininin de önem ini artırmıştır. Uzun dönemli stratejik mücadelede belirlenen nükleer hedefler te mel unsur olarak önemini artırırken, kısa dönemli taktik hedefler sınırlı konvansiyonel mücadele esasına oturmuştur. Böylece, terör dengesinin olağanüstü tahrip edici seviyelere ulaşması, beklenenin aksine, konvansiyonel taktik mücadeleyi hızlandırmıştır. SSCB'nin Soğuk Savaşın son dönemindeki Afganistan ve Güney Yemen poli tikaları, özellikle Afganistan'da konvansiyonel olarak son derece önemli VVakhan Koridorunu ilhak etmesi, ABD’nin NATO bünye sinde kolordular düzeyindeki birimlerin harekatları için geliştirdiği
Havcı-Kara Harbi Doktrini (ALB) ve Avrupa Müttefik Kuvvetler Yük sek Karargâhının Varşova Paktı derinliğindeki hareketler için geliş tirdiği Birbirini izleyen Kuvvetler Üzerindeki Taarruz Doktrini'ne (FOFA) dayalı yeni konvansiyonel savunma sentezi fikri konvansi yonel taktik mücadelenin Soğuk Savaşın son yıllarında Öne çıkışı nın işaretleridir. Küresel ölçekli nükleer güç dengesine rağm en taktik jeopolitik alan mücadelelerini yansıtan Düşük Yoğunluklu Ç atışm aların
(UC-Loıv Intensity Conflict) sayısı, yaygınlığı, zam anlam ası ve alanları, klasik jeopolitik dengelerin rolünün Soğuk Savaş süresin ce azalmadığını, hatta nükleer tehdit dengesinin gölgesinde daha az riskli mücadele türü olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. II. Dünya Savaşından Soğuk Savaşın sonuna kadar olan dönem de ABD’nin dolaylı ya da doğrudan müdahil olduğu 50 düşük yoğun luklu çatışmanın 30'u Rimland kuşağı üzerinde {14'ü Doğu As ya'da16, 12'si Ortadoğu’da17, 6'sı Doğu Avrupa ve Akdeniz’d e18), 16'sı Amerika kıtasında (6’sı Orta Amerika'da19, 6 'sı Karaiblerde20, a ■v
16 Filipinler, 1942-5, 1946-55, 1984; 1985-86, Burm a 1945; Çin 1945-49, 1953-79; Hind-i Çin 1946-54; Kuzüy Kore 1953; Vietnam 1955-65; Tayland 19G5-85; K am boçya 1985. 17 Filistin 1948; tran 1951-53; Lübnan 1958; Ürdün 1970; Iıak 1972-75; OPEC 197475; İran 1979; Suriye 1979; Afganistan 1980; Lübnan 1982-84; İran Körfezi 198788. 18 Yunan İç Savaşı 1946-49; SSCB 1948, 1956 (M acaristan), 1961 (Berlin), 1968 (Ç e koslovakya) ve Kıbns 1974. 19 Guatemala 1953-54, 1965-74; Nikaragua 1975-79, 1981-90; El Salvador 1979 ve Panam a 1987-90. 20 Küba 19P0, 1962; Dominik Cumhuriyeti 1960-62, 1965-66; Grenada 1983; Haiti 1985-86.
je o p o litik T e o rile r: S oğuk S avaş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye
4'ü Güney Am erika’da21) ve 4 ’ü de Afrika’da ortaya çıkm ıştır.22 Soğuk Savaş dönem indeki rakip kutupların çatışm a alanlarını yansıtan bu liste aynı zam anda deniz-eksenli bir süper güç olan A BD ’nin stratejik önceliklerinin jeopolitik arkapîanm ı ortaya koy maktadır. Bu jeopolitik arkaplanrn etkisi Soğuk Savaş sonrası dö nem deki gelişm eleri de belirleyen ana param etrelerden birisi o l muştur.
İli. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Jeopolitik Boşluk Alanları
Soğuk
Savaş
d önem in deki
çift
kutuplu
stratejik
yapı,
Spykm an’m Rim land kuşağım daha kapsam lı bir teorik çerçeveye oturtan Saul C ohen'in tanım lam ası ile “ticarete dayalı deniz gücü" ile “Avrasya kıta gücü”23 arasındaki çelişki ve dengenin ürünü olan bir jeopolitik rasyonaliteye dayanıyordu. Bu jeopolitik dengenin iki süper gücü de doğrudan ofansif bir tavır alm a konusunda cay dırıcı bir rol oynam ası, hassas stratejik hatlar üzerinde rasyonel bir d enetim m ekanizm asının oluşm asına yol açıyordu. Yüksek geri lim li çatışm a riski ancak süper güçlerden birisi bu hassas jeo p o li tik hatlara yönelik kalıcı bir ham leye yöneldiği zam an ortaya çıkı yordu. M ahan ’m ABD deniz stratejisi için özel bir önem atfettiği Karaib bölgesinde söz konusu olan Küba krizi ve Sypkm an'nı Rim
land tanım lam ası içinde bulunan Kore, V ietnam ve Afganistan bu nalım ları jeop olitik rasyonaliteye dayalı bu dengenin tehdit edildi ği dönem lerde ortaya çıkmıştır. B■■ 21 Brezilya 19 6 1 -6 4 ; «jili 1970-73; Bolivya 19f«)-86; Fakland 1982. 2 2 Bu düşük yoğunluklu çatışm aların detayları içiıı bkz. John M. Colliııs, Arnericu's
Sınall Wars, VVashington; Brasseys, 1991. Bu çatışm aların jeopolitik açıdan tahli li için bkz. Ahmet Davutoğlu, "The Claslı of Interests: An Explanation o f the World (DLsjOi'dpv", Percepüons: Journal of International Ajfairs, Dec. 1997 - Feb. 1990 ,11/4, s. 92-121. 23 Cohen'in tanım lam asına göre “ticarete dayalı deniz gü cü ” hakim iyet alanı olarak Kuzey ve Güney Amerika'yı, Batı Avrupa'yi. kuzeydoğu köşesi h ariç bütün Af rika'yı, Asya kıyılarının iç bölgelerini ve Okyanusya’yı; “Avrasya kıta gücü" ise Doğu Avrupa, Doğu ve İç Asya’yı kapsıyordu. Bkz. Saul Cohen, Geography and
Polilics in a Wnrld Diııided. NevvYork: Oxford Universitv Press. 1973.
S tra te jik D erin lik
Soğuk Savaşın sona erm esinin en önem li jeopolitik sonuçların dan birisi kendi iç m ekanizm asıyla başlıbaşına bir denetim aracı olarak fonksiyon gören bu stratejik dengenin ortadan kalkmasıdır. Avrasya kıta gücünün çözülerek geri hatlara doğru çekilmesi, b o şaltılan alanlara kom şu bölge güçleri ve bölge-içi küçük güç m er kezleri için ciddi bir m anevra alanı doğurmuştur. ABD’nin bu b o ş luk alanlarını doldurmaya yönelm esi stratejik bir m onopolün orta ya çıkm asına ve AB D ’nin eskiden olduğu gibi bir kutbun m erkezî gücü olm aktan çıkarak, küresel bunalım alanlarına m üdahil olma kapasitesine sahip yegâne denetleyici güç olarak tebarüz etm esine yol açm ıştır. Körfez Savaşı esnasında m eşrulaştıncı bir söylemin ana kavramı olarak kullanılan “Yeni Dünya D üzeni" bu çerçevede özel bir kullanım alanı bulmuştur. Ancak, Körfez'de iddialı bir şe kilde gündem e gelen bu söylem in ana unsurlarının Bosna bunalı m ı esnasında tezatlar ve çifte standartlar ile ciddi bir sarsıntıya uğ raması, idealist uluslararası ilişkiler söylem inin yerini tekrar reel politik güç m ücadelelerine ve denge arayışlarına terketm esi sonu cunu doğurmuştur. Bu çerçevede, klasik jeopolitik tanım lam alar ile Heartland'den R im land ’e inen kuşak kuzey-güney geçiş hatları üzerinde ve Afroavrasya anakıtasm m çıkış ve bağlantı su yolları çevresinde küresel ve bölgesel dengelerin devreye girdiği jeopolitik ve jeoekon om ik boşluk alanları oluşmuştur. En yoğun bir şekilde Avrasya’nın B al kanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya'dan oluşan stratejik geçiş yolları üzerinde görülen bu jeopolitik boşluk alanları, hukuki smır, stratejik Iıat, etkileşim alanları ve havzalarının girift şekilde birbir lerine geçtiği son derece dinam ik bir konjonktür ortaya çıkarm ış tır. Statik çift kutuplu bloklararası dengenin örttüğü stratejik h a t lar, kendi reel jeopolitik önem leri ile tekrar sahneye çıkarken, je o kültürel, jeop olitik ve jeo ek o n o m ik ayrım çizgilerini barındıran bu stratejik hatların uluslararası hukuk açısından geçerli sınırlar üze rinde yaptığı baskılar bölge-içi dengelerde fiili güç yapılanm aları nın, bölgelerarası etkileşim de ise küresel denge hesaplarının öne çıktığı çatışm aları tırm andırm ıştır. Kuzeyde Baltık D enizinden güneyde Adriyatik’e kadar inen ve Soğuk Savaş süresince iki blokun yüzleşm e alanı ve sınırı olarak görülen stratejik hat, Soğuk Savaş sonrası dönem de bir taraftan klasik Kutsal R om a-G erm en dünya ile Slav Dünyası arasındaki jeo-
Je o p o litik T e o rile r: S oğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye
kültürel ayrım çizgisi, diğer taraftan Avrasya stepleri ile Avras ya'nın Atlantik ve Akdeniz istikam etindeki bir yarım adası şeklinde uzanan Orta ve Batı Avrupa arasındaki jeopolitik ayrım çizgisi ol m a özelliği ile öne çıkm aya başlamıştır. Bu tabiî seyir statik Soğuk Savaş dengelerinin ortaya çıkardığı suni yapılanm aları tasfiye sürecine itmiştir. Evrensel muhtevalı sosyalist ideolojinin birleştirici söylem ine rağm en Slav jeokültüıel1 hattı ile bütünleşem eyen Baltık cum huriyetlerinin SSC B’den ko puşları, iki ayrı ekonom ik sistem içinde kutuplaşan iki Alm an ya'nın çok da sancılı olmayan bir bütünleşm e sürecinden g eçm e leri, Çekoslovakya’daki Çek ve Slovak unsurların barışçı bir şekilde ayrılmaları, Kutsal R om a-G erm en birikim ine ve Katolik inanç hat tına daha yakın bir tarihî birikim e sahip olan Polonya ve M acaris tan 'ın süratle Batı'ya doğru kayışlan ve en önem lisi Osm anlı Dev le ti’nin terk etm ek zorunda kaldığı alanlarda çokuluslu ve çok inançlı bir yapıyı stratejik dengelerin elverdiği ölçüde ve bu hassas sınırlar içinde yürütmeye çalışan Yugoslavya'nın son derece dra matik bir şekilde çözülm esi, küresel stratejik dengelerdeki radikal değişim in yol açtığı jeopolitik boşluk alanlarının jeokültürel ve je o ekonom ik faktörleri harekete geçirm esi ile söz konusu olmuştur. Bu hareketlenm e ile cari uluslararası sınırların öngördüğü hukukî alanlar anlam larını kaybetmiş ve reel jeopolitik, jeokültürel ve je o ekonom ik unsurlar devreye girmiştir. Bu bölgesel jeopolitik boşluk alanları en yoğun ve acı sonuçlarım Drava-Sava ekseni üzerinde bulunan Bosna ve Morava-Vardar ekseni üzerinde bulunan Kosova’da göstermiştir. Benzer bir durum Kuzey Kafkasya'dan başlayarak Doğu Ana dolu, Kuzey İran ve Irak üzerinden Basra Körfezi’ne inen kuşak üzerinde görülmüştür. Tarih boyunca, M ezopotom ya havzasını bu yandan Kafkasya ve İran üzerinden Avrasya steplerine, diğer yan dan Akdeniz ve Körfez üzerinden sıcak denizlere bağlayan bu hat Soğuk Savaş dönem inin statik stratejik dengesi ile birbirinden ko puk, parçalı küçük dilimlere bölünm üştü. Transkafkasya'mn SSCB tarafm dan tümüyle ele geçirilm esine rağm en Doğu Anadolu’nun ve İran D evrim ine kadar Kuzey İran’ın Batı Bloku içinde yer alm a sı, Avrasya kara gücünü Ortadoğu’nun jeoekonom ik kaynakların dan ve Rim land’in jeopolitik kuşağından ırakta tutmuştu. Öte yan
S tra te jik D erin lik
dan, Irak ve Suriye'nin Soğuk Savaş süresince daha çok Doğu Blokuna yakın bir tavır sergilem esi de, Batı Blokunun bu stratejik ku şağı tüm üyle denetim i altına alm asını engellem işti. Soğuk Savaş dönem inde Kafkasya’yı Doğu Anadolu'dan ayıran SSCB-Türkiye sınırının aynı zam anda bloklararası bir sınır olması, Kafkasya’yı Doğu Anadolu ve M ezopotam ya havzalarından ayıran bir etki yapmıştı. İki önem li olay bu stratejik kuşağı suni şekilde birbirind en ko paran statik bölünm eyi derinden etkileyen sonuçlar doğurm uş tur. Bunlardan birincisi İran Devrimi'dir ki, bu devrim Batı Bloku nun bu stratejik hat üzerindeki bağlantılarım olum suz yönde et kilem iş ve yol açtığı İran-Irak Savaşıyla küresel statik yapıya aykı rı bir bölgesel güç m ücadelesini başlatm ıştır. Böylece stratejik ku şağın parçalanm ış hatları arasındaki çelişkiler kaçınılm az bir şe kilde ortaya çıkmaya başlam ıştır. İra n ’ın devrim ile tehdit ettiği bölgesel statüyü sürdürm ek üzere o dönem e kadar düşm an ola rak gördüğü Batı Blokundan da destek bulan Irak’m Soğuk Sava şın sonuna doğru Kuveyt’i işgale yönelm esi de bu stratejik çelişki lerin bir sonucudur. Kafkaslardan Körfez'e ve Akdeniz’e inen stratejik kuşak üzerin deki ikinci Önemli etki SSC B ’nin dağılması iîe birlikte oluşan je opolitik güç boşluğu üzerindeki tabiî bağlantıların etkileşim süre cine girmeleri ile sözkonusu olmuştur. Bölgesel güçlerin bu jeo p o litik boşluk alanım ani ham lelerle doldurarak güç temerküzüne yönelm eleri Kuzey Kafkasya'dan Körfez'e inen hat üzerinde ulus lararası hukukça tanınm ış sınırlar ile defacto güç oluşumları ara sındaki farklılaşm anın artm asına ve füîî durumlarla belirlenen statülerin doğm asına yol açmıştır. Bu çerçevede Ç eçenistan'm kendi için d e bağım sız bir güç oluş turm asına rağm en uluslararası tanınm adan yoksun kalm ası sonu cunda tanım ı güç bir siyasî ünite haline dönüşm esi, D ağıstan'ın bazı bölgelerinde oluşan fiilî otonom güç alanları, Gürcistan sınır ları içinde görülen Abhazya'mn bu ülke ile olan ilişkilerinin m ini mal bir düzeye inm esi, Azerbaycan’ın uluslararası hukukça tanı nan topraklarının yaklaşık yüzde yirm isinin fiilen Erm enistan iş gali altında bulunm ası, Türkiye-Irak sınırının anlam ım önem li öl çüde kaybetm eye başlam ası, Irak’ın fiilî denetim açısından üçe
Je o p o litik T e o ıile r: S oğ u k S a v a ş S o n ra s ı D ö n e m ve T ü rk iy e
bölünm esine rağm en h âlâ tek bir ünite olarak varlığını idam e e t tirm esi bu çelişkilerin kuzeyden güneye yayılan çarpıcı m isallerini oluşturmaktadır. Kafkas petrolleri, Doğu A nadolu’nun su ve tarım potansiyeli, Kerkük ve Kuveyt petrol havzalarından oluşan jeo ek o nom ik hattın stratejik açıdan taşıdığı olağanüstü önem bu b elir sizliklerin ve sm ır-hat uyuşmazlıklarının sürm esine zem in hazır lamaktadır. Büyük güçlerin bu hassas bölgeye yönelik politikala rındaki dönem sel farklılaşm alar ve bölgesel güçlerin tarihî veriler le de desteklenen güç m ücadeleleri Soğuk Savaş sonrası ortaya çı kan bu jeopolitik boşluk alanım bölgesel ve küresel bir potansiyel bunalım odağı yapmaktadır. T icarete dayalı deniz gücü ile Avrasya kara gücü arasındaki re kabetin odaklandığı Rim land kuşağı üzerindeki üçüncü önem li stratejik boşluk alanı Orta Asya ve Orta Asya’nın denizlere açıld ı ğı güney kanat bölgelerinde ortaya çıkmıştır. 19. Yüzyıl söm ürge rekabetinin yol açtığı Büyük Oyun’un stratejik sah nesi olan bu bölge, o günden bugüne, ticarete dayalı deniz gücü ile Avrasya ka ra gücü arasında, Afganistan’ın tam pon rolü oynadığı, etki alan la rım belirleyen bir ayrım hattı konum unu sürdürmüştür. 19. Yüz yıl İn g iliz-R u s rekabeti ile Soğuk Savaş dönem indeki Am erikanSovyet rekabeti arasındaki en tem el süreklilik unsurlarından b iri si Orta Asya’nın güney bağlantı kanadının üstlendiği bu rol o l muştur. Soğuk Savaşı bitiren nihaî ham leler de karşılıklı etki alanları nın geçiş bölgelerini ve düğüm noktalarını barındıran Afganistan üzerinde yapılmıştır. Orta Asya’dan Hint havzasına ve açık deniz lere inen en önem li geçitlerin (Hayber, Khojak, Gomal) ve Orta As ya, Hint ve Çin arasındaki en stratejik koridor olan W akhan Kori dorunun bulunduğu Afganistan’ın Sovyetlerce işgali kaçınılm az bir süreci başlatm ıştır. Büyük İskend er’in farklı m edeniyet havza larını birleştiren büyük yürüyüşünün, Orta Asya’n ın dinam ik b iri kimini H indistan’a taşıyarak Hint m edeniyet havzasında önem li medeniyet dönüşüm lerine yol açan Gazneli Sultan M ahm ud’un ve Tim ur’un seferlerinin, 19. yüzyılda iki büyük kara ve deniz im paratorluğunun yüzleştiği Büyük Oyun'un kader akışını belirleyen Afganistan çift kutuplu süper güç rekabetinin de sonucunu tesbit
S tratejik D erinlik
Bu stratejik kuşağın düğüm noktalarını barındıran Afganis ta n ’ın Sovyetlerce işgali bu kuşak üzerindeki hassas stratejik d en geyi bozduğu için karşılıklı ham lelerle yürütülen stratejik m ü ca deleyi tırm andırm ıştır. Yaklaşık on yıl süren bölgesel ölçekli stra tejik m ü cad elenin yürütüldüğü kuşağın kendine has Özellikleri Kore, Küba ve V ietnam örneklerinde olduğu gibi iki tarafın da ta t m in olduğu yeni bir stratejik denge ile sonuçlanm am ası çift ku tuplu stratejik bilek güreşinin bir taraf aleyhine noktalanm asını kaçınılm az kılmıştır. Bu hassas kuşak üzerindeki stratejik m ücadele bölge sınırları nın ötesinde sonuçlar doğurmuştur, Orta Asya'nın güney kanadı üzerindeki m ücadeleyi kaybeden SSCB sadece bu stratejik kuşak ile ilgili mevziî bir gerileme ile değil, küresel ölçekli bir daralm a ve küçülm e olgusu ile karşı karşıya kalmıştır. SSC B'nin küresel ölçek li daralması ve sonunda çözülerek Avrasya kara gücü olm a niteliği ni önem li ölçüde zaafa uğratması kuzey-güney hattında Avrasya iç steplerini Hint Okyanusuna bağlayan, doğu-batı istikam etinde de Çin'i Ortadoğu’ya irtibatlandıran stratejik kuşak üzerinde ikili stra tejik dengeyi bozmuştur. Bu çerçevede tarihî İpek Yolu'nun bölge sel güçleri karşılıklı etkileşim içine sokan havza dinam ikleri devre ye girmiş ve çift kutuplu statik dengenin baskısının kalktığı alan larda yeni bir stratejik boşluk alanının doğm asına yol açm ıştır. Bölgesel stratejik boşluk alanlarının ortaya çıkışı bu bölgede de uluslararası hukukça geçerli sınırlar ile küresel ve bölgesel güç lerin çıkar alanı tanım lam aları arasındaki farklılaşm ayı tırm and ır mıştır. Orta Asya ülkelerinin bağım sızlıklarını kazanm asıyla b ö l geden hukuken çekilm ek zorunda kalan Rusya’nın Afganistan-Tacikistan sınırının hâlâ Rus çıkar sınırı olduğunu ilan ederek Taci k istan’daki iç savaşa m üdahele etm esi, bölgede m erkezî bir güç olarak sivrilen Ö zbekistan'ın gerek Tacikistan gerekse Afganis ta n ’da süren iç m ücadelelere dönem sel etkilerde bulunm ası, çift kutuplu küresel m ücadelenin üzerindeki baskısını atan Afganis ta n ’ın bu kez de süper güçlerin etkileri dışında başta Pakistan, İran ve Hindistan olm ak üzere bölgesel güçlerin m ücadele alanı haline gelm esi, bölgedeki önem li geçitlerden biri olan M intaka Geçidini elinde tutan Çin'in gündem e getirdiği Karakurum otoyo lu ile bölgeye yönelik stratejik bir etki alanı kurm a çabası, bölge nin stratejik üçgeninin m erkezinde yer alan Keşmir üzerindeki
Je o p o litik T e o rile r: S oğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye
m ücadelenin artm ası, H indistan'ın Keşmir, Çin'in Doğu Türkistan üzerindeki denetim lerini artırm ak için bu bölgelere yönelik baskı lan artırm aları, ortaya çıkan stratejik boşluğun yol açtığı sınır-hat çelişkilerinin ürünüdür. Büyük ve bölgesel güçler arasında Orta Asya’n ın zengin jeoekonom ik kaynakları ve bu kaynakların akta rım yolları üzerinde süren kıyasıya m ücadele stratejik boşluk alanlarının doğurduğu kaotik durumu daha da karm aşıklaştırarak iç savaşların, bölgesel gerginliklerin ve stratejik m ücadelenin tak tik m anevralarla tırm an dirildiği çatışm a odaklarının yaygınlaş m asına yol açmaktadır. Özetle görüldüğü gibi, çift kutuplu yapıya dayalı Soğuk Savaş dengesinin ortadan kalkması doğu-batı istikam etindeki Rimland kuşağının kuzey-güney geçiş ve bağlantı yollan üzerinde yayılan geniş jeopolitik ve jeoekonom ik boşluk alanları doğurmuştur. S o ğuk Savaş sonrası dönem de jeopolitiğin artan bir önem le tekrar gündem e gelm esi ortaya çıkan bu stratejik boşluk alanları ile doğ rudan ilgilidir. Bu jeopolitik boşluk alanları bu kuşağın en Önemli halkalarından birini oluşturan Anadolu yarım adasında bulunan Türkiye'yi yakından ilgilendirmiş ve tem el küresel ve bölgesel stra tejik tercihlerinde kaçınılm az etkiler yapmıştır. Konvansiyonel taktik m ücadele ve bu m ücadelenin öne çıkardı ğı jeopolitik dengeler Soğuk Savaş sonrası dönem in güçler denge sine dayalı dinamik şartlarında yeni unsurlarla birlikte tekrar gün deme gelmektedir. Bu da, nükleer teknolojinin getirdiği yenilikler le önem ini kaybettiği düşünülen jeopolitiğin yeniden ve daha güç lü bir şekilde uluslararası ilişkilere ve dengelere ağırlığını koym ası na yol açmaktadır. Jeopolitik, küresel dengelerle bölgesel etkileşim alanları arasındaki bağımlılık ilişkisinin artm asına paralel olarak, artan bir önem kazanmaktadır. Jeopolitik ile jeoekonom i ve jeokültür arasındaki irtibatlar bu alanların etkileşimine dayalı yaklaşım ların uluslararası ilişkileri etkileme gücünü pekiştirmektedir.
IV. Türkiye’nin Jeopolitik Yapısının Yeniden Yorumlanması Türkiye’n in uluslararası önem inin vurgulandığı resmî, gayriresm î her toplantı ya da konuşm ada Türkiye’nin jeop olitik konum ı m o a t ı f ı/oı-Hır R n c i h î r l î V p l îm p T ı i r k i vp'nin
en önem li m üzake-
S tratejik D erinlik
ıe kozu olarak sürekli ileri sürülegelmiştir. Ancak, Türkiye’nin je opolitiği değişik dönem lerde farklı açılardan önem taşıdığı halde, bu değişmeler yeterince dinam ik bir tarzda yeniden yorum lan madığı için statik bir jeopolitik görüşün dar kalıpları içinde kalın maktadır. Bir ülkenin coğrafyası sabit bir faktördür. Fakat bu coğrafyanın belirlediği jeopolitiğin diplomatik boyutu uluslararası güç denge lerindeki değişikliklere göre yeniden yorum lanm ası ve ayarlanm a sı gereken dinamik bir değişkendir. Bu dinam izm e ayak uydura mayan yaklaşımlar jeopolitik avantajların önceliklerini ortaya koyma becerisini gösterem edikleri için kimi zam an bu avantajla rın dezavantajlara dönüşm esine yol açarlar. Türkiye jeopolitik açıdan kara ve deniz güç m erkezlerinin doğu-batı ve kuzey-güney doğrultusundaki hakimiyet alanı m ücade lelerinin ve geçiş bölgelerinin merkezî konum unda bulunm akta dır. Kuzey-güney doğrultusunda Avrasya merkez kara kütlesini sı cak denizlere ve Afrika'ya bağlayan iki önem li kara geçiş bölgesi (Balkanlar ve Kafkaslar) ve bir deniz geçiş bölgesi (Boğazlar) Tür kiye’de kesişm ekte ve bu bölgeleri jeoekonom ik kaynak m erkezle ri olan Ortadoğu ve Hazar bölgesine bağlamaktadır. D oğu-batı doğrultusunda ise Anadolu yarımadası, Avrasya anakıtasım kuşa tan stratejik yarımadalar kuşağının en Önemli halkasıdır. Kısaca özetlediğimiz bu jeopolitik Özellikler tarih boyunca önem li olagelmiştir. Bunun içindir ki kavimler göçünün en Önem li düğüm bölgelerinden biri olan Anadolu yarım adası sürekli ola rak bir siyasî güç merkezi olmaya aday olmuştur. İstanbul m erkez li' Anadolu/Balkan ekseninin başka bir siyasî güç m erkezine edil gen/çevre unsur olduğu dönem ler istisnadır. Bu coğrafî ve tarihî faktörlere rağm en jeopolitiğin uluslararası önem i onu kullanan diplomatik geleneğin birikim ve dehasına b a ğımlı olagelmiştir. Türkiye bu jeopolitik faktörü Soğuk Savaş b o yunca son derece statik bir çerçevede çevre unsuru olmayı kabul lendiği bir ittifak bloku nezdinde itibarını ve pazarlık gücünü artı ran bir koz olarak kullanmaya çalışmıştır. II. Dünya Savaşından sonra Sovyet tehdidine karşı Batı Blokunun güvenlik şem siyesine ihtiyaç hisseden Türk hâriciyesi, jeopolitik avantajlarını, bu gü venlik sem sivesi m u k a h ilin d e önemli b ir H in ln m atik Hpöpr n larak
Je o p o litik T e o rile r: S oğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye
gündem de tutm aya gayret etmiştir. Özelde ABD'niıı, genelde de NATO’nun bu güvenlik şem siyesi ile ilgili vecibelerini göz ardı e t tiği veya Türkiye’nin başka alanlardaki pazarlık gücünün zayıfladı ğı dönem lerde Türkiye'nin en önem li kozu olarak m üzakere m asa sına konan jeopolitik konum, dünyaya açılım stratejisinin bir pa ram etresi olm aktan çok statükoyu m üdafaa stratejisinin bir aracı olarak görülmüştür. Soğuk Savaş param etrelerinin yok olduğu yeni uluslararası çevre içinde Türkiye jeopolitiğinin rolü de yeniden yorum lanm ak zorundadır. Ö ncelikle bu rol geçm işin statükoyu m uhafaza strate jisi aşılarak değerlendirilmelidir. Küresel ve bölgesel dengelerin dinam ik şekilde değiştiği bir dönem de jeopolitiği statükoyu koru m ak için kullanmak, zam anla jeopolitik avantajların kullanılam az hale gelm esine yol açar. Jeopolitik konum başlıbaşına bir değer değildir. Jeopolitik konum bu konum a uygun bir tarzda ortaya ko nan bir dış politika stratejisinin etkin aracı olm ası halinde değer kazanır. Bu anlam da Türkiye jeopolitiğinin dış politika stratejisi içindeki yerini yeniden yorum lam ak ve uluslararası çevre içinde yeni bir anlam kazandırm ak zorundayız. Bu konudaki en önem li değişim jeopolitik konum a yaklaşımda söz konusu olmalıdır. Jeopolitik konum artık sınırları müdafaa dürtüsünün yönlendirdiği bir statükoyu m uhafaza stratejisinin aracı olarak görülmemelidir. Aksine, bu jeopolitik konum kade m eli bir şekilde dünyaya açılm anın ve bölgesel etkinliği küresel et kinliğe dönüştürm enin bir aracı olarak görülmelidir. Sınırlara da yalı yerel etkinlikten kıtasal ve küresel etkinliğe yönelm enin ö n ce likli şartı jeopolitiğin uluslararası ekonomik, siyasî ve güvenlik iliş kilerinde dinamik bir çerçeve içinde kullanılm asına bağlıdır. . Bu dinam izm in yoğun tem posu yerine statükoculuğun rahatı nı tercih eden bir dış politika geleneği bırakın jeopolitiği küresel etkinliğe dönüştürm eyi cari sınırları bile m uhafaza edem eyecek tir. M esela Soğuk Savaş dönem inde Türkiye'nin bütünlüğünü SSC B ’nin sıcak denizlere inm esinin önünde bir engel olarak gören kimi m üttefikler için bu jeopolitik konum un m uhafazası önem li iken, aynı m üttefikler değişen şartlar içinde bugün O rtadoğu’da Türkiye’nin su-petrol dengesine dayalı jeoekon om ik etkinliğini
Stratejik D erinlik
uluslararası hukuk içinde görülmeyen fakat reel olarak kendini hissettiren yeni etki alanlarının oluşm asını isteyebilirler. jeopolitik ile ilgili bu yeni yaklaşım Türkiye'nin siyasî, ek o n o mik ve güvenlik ile ilgili tem el uluslararası param etrelerini de doğrudan etkileyecektir. Türkiye'nin gelecek yüzyıla yönelik dış politika stratejisi güç m erkezleri ile ilişkilerin alternatifli tarzda yeniden düzenlenm esi ve uzun dönem li kültürel, ekonom ik ve si yasî bağların sağlamlaştırıldı ğı bir hinterland oluşturulm ası şek linde özetlenebilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye bu dış politika stratejisini ileri de uluslararası çevreye kademeli bir tarzda açılabilm ek için kulla nabileceği üç önem li jeopolitik etki alanı içinde taktik önceliklere dayandırmak zarureti ile karşı karşıyadır: 1. Yakın kara havzası: Balkanlar - Ortadoğu - Kafkaslar 2. Yakın deniz havzası: Karadeniz - Adriyatik - Doğu Akdeniz Kızıldeniz - Körfez - Hazar Denizi 3. Yakın kıta havzası: Avrupa - Kuzey Afrika - Güney Asya - Or ta ve Doğu Asya İçiçe geçen dairevî kuşaklardan oluşan bu havzalar Türkiye'nin bölgesel etki alanlarının ( hinterland) kademeli bir tarzda genişle tilerek uluslararası küresel konum unun güçlendirilm esi hedefine yönelik dış politika stratejisinin jeopolitik temelidir. Türkiye ancak bu jeopolitik kuşaklar arasındaki geçişkenliği ve karşılıklı bağım lı lığı iyi değerleııdirebilen ve bunu iç siyasî kültür İle bütünleştirebi len bir yenilenm e içine girerse uluslararası sistem in edilgen/çevre unsuru olmak konum undan kurtulabilir. Aksi takdirde bugünkü siyasî elit ülke jeopolitiğini başka siyasî güç m erkezlerinin stratejik düzenlem elerinin taktik faktörü olarak görmeye devam ederse hem bu jeopolitik kuşaklar üzerindeki itibarını kaybedecek, hem de kendi iç bütünlüğünü bile koruyamayan bir statükoya bağım lı olacaktır. Bu havzaların ekonomik, kültürel ve siyasî param etreler açısından iç özelliklerini ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerini yeni bir jeopolitik teori çerçevesi içinde ele almak gerekmektedir.
2. Bölüm
Yakın Kara Havzası
I
Balkanlar-Ortadoğu-Kafkaslar
Türkiye’nin yakın kara havzası, kara sınırlarının doğrudan irti bat halinde olduğu üç bölgeyi kapsamaktadır: Balkanlar, O rtado ğu ve Kafkaslar. Bu bölge tanım lam alarının objektif jeopolitik, je oekonom ik ve jeokültürel nitelilderinin iç tutarlılığı ayrıca in ce len m esi gereken bir konu olmakla birlikte, bugün uluslararası iliş kiler literatüründeki kullanımları açısından ele alındığında, B al kanlar ve Kafkaslar Avrasya anakıtasım n kuzey-güney istikam etin deki iki Önemli geçiş bölgesini oluşturmakta; Ortadoğu ise Hint Yarımadasının batısından başlayan Güney-Batı Asya’nın Kuzey Afrika ile kesişim alanı için kullanılmaktadır. Türkiye gerek tarihî birikim i, gerek coğrafi konum u itibariyle bu yakın havzanın ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye’nin dış politi kasını doğrudan etkileyen tem el m eseleler de, bu politikayı şekil lendiren ana unsurlar da bu yakın kara havzasındaki oluşum ve gelişm elerin tabiî neticeleridir. Türkiye daha önceki dönem lerde olduğu gibi Batı Avrupa ile bütünleşm e ve bölge ötesi ittifak ilişki lerinin cazibesiyle bu yakın havza ile yabancılaşm a h atasın a düşm em elidir. Unutulm am alıdır ki, Türkiye’nin uluslararası konum içindeki siyasî, ekonom ik ve kültürel ağırlığı bu havzada sahip ol duğu etkinliğe ve perform ansa bağlı olm aya devam edecektir. Türkiye’n in iç bütünlüğü dahi bu havza içindeki faktörlerle doğ rudan ilgilidir. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'daki gelişm eler üzerinde etkili olam ayan bir Anadolu ülkesi n e bu hassas jeo p o li tik alan üzerinde bütünlüğünü m uhafaza edebilir, n e de dünyaya açılabilir.
I s tra te jik D erinlik
I. Tarihî/Jeopolitik Zorunluluklar ve Balkanlar
Avrasya anakıtasım n steplerden Akdeniz’e in en tem el kuşağını oluşturm ak açısından jeopolitik, Doğu ile B a tıy ı ayıran bölge ola rak görülm esi açısından ise jeokültürel bir önem taşıyan B alkan lar, 20. yüzyıl boyunca uluslararası ilişkilerin tem el bu nalım b ölge lerinden birisi olmuştur. Bu asrın başında, insanoğlunun o güne kadar görmediği çapta bir cihan savaşı bu bölgede atılan bir kur şunla başlam ıştı. Asrın sonunda ise Soğuk Savaşın bitişiyle yaşa nan en yoğun çatışm alar da bu bölgede görüldü. Bölgenin h assas jeokültürel ve jeopolitik ayrım hatları uluslararası ilişkilerde yaşa nan bunalım ların bölgeye doğrudan ve en sert şekilde yansım ası sonucunu doğurmuştur. Balkanlar, asrın başında uluslararası ilişkileri yönlendiren b ü yük güçler için Batı söm ürgeciliği karşısında gittikçe güçsüzleşen bir direnişin siyasî m erkezi konum unda olan O sm anlı D evleti’nin Avrupa’dan tasfiyesi açısından özel bir ön em taşıyordu. Balkan S a vaşı ile Osmanlı D evleti'nin Avrupa topraklarından -Doğu Trakya hariç- tasfiyesi gerçekleştirilm iş, I. Dünya Savaşı sonrasında ulus lararası siyaset ve hukuk açısından da n ih aî tasfiyesi tam am lan mıştır. Seksenli yıllarda Bulgaristan’da yaşanan baskılar esnasında kalem e aldığımız bir m akalede de vurguladığımız gib i1, asrın so nuna geldiğimizde Balkan m eselesinin bütün karm aşıklığıyla te k rar gündem e gelişi şu soruyu da son derece anlam lı kılm aktadır: “O sm anlı D evleti'nin tasfiyesi daha tam am lanm ad ı m ı?” Siyasî tabirlerin ortaya çıkışı bazen siyasî olayların gelişm esin den daha önem li ipuçları verebilir. 19. Yüzyıla kadar O sm anlı’m n Avrupa toprakları için Avrupalılar European Turkey, Turkey â ’Euro-
pe, Turkey in Europe (Avrupa Türkiyesi, Avrupa'daki Türkiye) vb. ta birler kullanırken O sm anlı D evleti Aurupa-i Osmanî ve Rumelî-i
Şâhâne gibi isim leri tercih ediyordu. Bu dönem d en itibaren siyasî gelişm elere paralel olarak Türk ve M üslüm an im ajlarını silecek y e ni bir isim lendirm e gerekiyordu ki, bundan sonra sürekli olarak bunalım ve krizle özdeş hale gelecek iki tabir birden bu bölge için kullanılm aya başlandı: Balkanlar ve Ortadoğu (veya Yakın Doğu). a ran
I A h m et D avutoğlu , “B alkan lar ya d a T a m a m la n m a m ış Bir Tasfiye" İslâm, T em m u z 1 9 8 9 , Yıl 6, Sayı 71, s. 3 2 -3 3 .
Yakın K ara H avzası
“Balkanlar” ve “Balkan Yarımadası” tabirleri siyasî literatürde ilk olarak 1808’de Alman coğrafyacı A. Zeune tarafından kullanıl dı.2 19. Yüzyılın ortalarına doğru (1835) D. Omalins d’Halloy Hazar Türklerinden alındığı rivayet edilen Balkan tabirini de yetersiz b u larak İslav-Yunan (Slovogreece) tabirini kullanmayı tercih etmiş, K. Ritter ise doğrudan CHalbinsel Griechenland) Yunan Yarım adası demiştir. Fischer ve Wagner gibi bazı Alman araştırm acıların ilk defa 1863’de AvusturyalI konsolos I.G. von Hahn tarafından kulla nılm ış olan Güney-doğu Avrupa yarım adası (Südosteuropaische
Halbinsel) tabirini geliştirerek yarımadayı Avrupa ismi ile doğru dan ilişkilendirm elerinin Avrupalı büyük devletlerin bölgeye yö nelik ilgilerinin yoğunlaşm aya başladığı bir dönem de ortaya çık m ası kesinlikle bir tesadüf değildir,3 Yugoslavya coğrafyacısı Cviji c ’in bölgenin Avrupa'daki Türkiye gibi tabirlerle herhangi bir şe kilde Türk adıyla özdeşleşm esini “çirkin bir şehad et”4 olarak d e ğerlendirip Balkan tabirinin kullanılm ası gerektiğini söylem esi de bu konuda ilginç bir “şehadet’’tir. 19. Yüzyılın sonlarından itibaren birçok siyaset bilim ci ve sey yahın Ortadoğu tabirini özellikle Balkanları kastederek kullanm a ları5 bu kavramın coğrafî olm aktan çok kültürel bir zıtlığı ve ayrı m ı ifade etm esi açısından Önemlidir. D aha sonra Ortadoğu tab iri n in kullanım ı M üslüm anların hakim iyet sahalarının daralm asına paralel bir değişiklik geçirecek ve D oğu-Batı, M üslüm an-H ristiyan ayrım larım da yansıtan jeokültürel nitelikli bir kavram halini alacaktır. Ortadoğu ve Yakın Doğu kavramları, bu açıdan objektif bir co ğ rafî kavram olm aktan çok Avrupa-merkezli sü bjektif unsurlar b a rındıran jeokültürel bir ayrım kavramıdır. Bu sebepledir ki, gerek Ortadoğu gerekse Yakın Doğu kavramlarının ihtiva ettiği alan deBRB
2 Z eune, A., Versuch einer Wissenschaftlicher Erdbeschreibung, B erlin 1808. Bu isim d ah a ö n ce 1757 tarihli R obert ve V augondy’nin Grand Atlas'ında da yer al m ıştı. Bkz. C arter. E , “in tro d u ctio n to th e Balkan Scen e”, An Historical Geog-
rcıhpy o f the Balkans, L o n d ra 1977, s. 7. 3 Fischer, T., "Di e S ü d o ste u ro p a isch e H alb in sel”, a.g.e., s. 8. 4 Cvijic, I., Le Peninsu la Balkanique, Paris 1918, s. 2; C arter, a.g.e., s. 7. 5 D avison, H .,"W h e re is th e M iddle E a s t”, Foreign AJfairs, July 1960 ve bir örn ek
Stratejik D erinlik
gişen konjonktüre göre yeni nitelikler kazanm ıştır. Batı siyasetçile ri ve araştırm acıları bıı kavramın sınırlarını Osmanlı D evleti’nin gerilem esine uygun bir tarzda yeniden tanım lam ışlardır.6 Balkan yarımadası kavramı ile bu bölge için Türk ve Müslüman im ajlarından arındırılmış yeni bir kimlik tesbit edilirken, Ortado ğu kavramı ile Batı ile Doğu arasında oynak bir siyasî hattın sınır ları belirlenm iş oluyordu. Bulgaristan’da seksenli yıllarda tek tek kişiler düzeyine kadar inmiş bulunan isim değiştirme operasyo nunun küresel düzlemdeki ilk habercileri, Balkan ve Ortadoğu ta birlerinin siyaset literatürüne girmiş olmalarıdır. Türkiye açısından Balkanlarda son on beş yıl içinde yaşanan gelişm elerin ortaya çıkardığı diğer önemli bir sonuç da ülke içinde gittikçe artan bir önem kazanan sosyo-politik ve sosyo-kültürel kimlik m eselesinin uluslararası bir eksende kendini göstermeye başlam ış olmasıdır. I. Dünya Savaşı sonunda yakın kara havzası üzerindeki haklarından feragat ederek Anadolu'ya çekilm ek zo runda kalan Osmanlı D evleti’nin yıkıntıları üzerinde kurulan Tür kiye Cumhuriyeti, asrın sonunda Osm anlı Devleti’nin tasfiyesi ile ortaya çıkan “siyası m erkez" boşluğunu doldurma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştır. Bu zorunluluk, "O sm anlı D evleti’nin tasfiyesi daha tam am lan madı mı?” şeklindeki soruyu daha da bir anlam lı kılmaktadır. Evet, uluslararası hukuk açısından Osmanlı Devleti tasfiye edilmiştir, am a bu tasfiyenin yol açtığı jeopolitik ve jeokültürel boşluklar Bal kanlarda yeni çatışm a noktalarını beraberinde getirmiştir. Bosna ve Kosova’d a yaşanan etnik kıyımlardan sonra gerek Boşnak ge rekse Arnavut unsurların birinci derecede başvurdukları ülkenin Türkiye olması, tarihî bir zorunluluğun ve m esuliyetin kendini önem li bir dış politika param etresi olarak dikte etm esinden başka bir şey değildir. Türkiye'nin Balkanlardaki siyasî etki tem eli Osm anlı bakiyesi M üslüm an topluluklardır. G eçm iş dönem de bu toplulukları Türk BSH
6 Selçuklu ve O sm anlIlar için Rum eli kavram ı d a b en zer bir jeokültürel özellik t a şım aktadır. Selçuklular için A nadolu Rum eli iken, A n ad o lu 'n u n İslam laşm a sı ve Türkleşm esi sü recin in ta m a m la n m a sın d a n son ra O sm anlı için bugünkü B alkan lar Rum eli olarak an ılm ava başlan m ıştır.
Yakın K a ra H avzası
dış politikasının yükleri gibi görerek göç yoluyla Balkanları b o şalt m a politikasının yanlışlığı bugün açık bir tarzda ortaya çıkmıştır. Türkiye şu anda Balkanlarda Osm anlı m irasına dayalı tarihî biriki min sağladığı önem li im kanlara sahip görünmektedir. Öncelikle Türkiye'nin tabiî m üttefikleri konum unda olan M üslüm anların çoğunlukta olduğu iki ülkede (Bosna ve Arnavutluk) bu ortak tari hî birikim i tabiî bir ittifak haline döndürm e iradesi ortaya çıkm ış tır. Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Sancak, Kosova ve Ro manya'daki Türk ve M üslüm an azınlıklar ise Türkiye’nin Balkan politikasının önem li unsurlarıdır. Türkiye’nin Balkanlardaki kısa ve orta dönem dış politikasının iki önem li hedefi Bosna ve Arnavutluk'un istikrarlı bir yapı içinde güçlendirilm eleri ve bölgedeki etnik azınlıkları güvenlik şem siyesi altına alacak bir uluslararası hukuk zem ininin oluşturulmasıdır. Bu hukukî zem in içinde Türkiye Balkanlardaki M üslüm an azınlık lar ile ilgili m eselelerde m üdahale etm e hakkını kazanacak bir ga ranti elde etm e hedefini sürekli gözetmelidir. Modern dönem deki çarpıcı bir misal olarak Kıbrıs M üdahalesi böyle bir hukukî çe rçe ve içinde meşru kılınabilmiştir. Türkiye’nin Balkanlarda bu tür bir hak elde etm esi ancak ve a n cak Türkiye'nin kültürel ve tarihî faktörleri de sürekli gözönünde tutan aktif bir Balkan politikası izlemesi ile mümkün olabilir. Aksi takdirde Fener Patrikhanesi aracılığıyla Türkiye'nin içindeki ufak Rum azınlığı ile eküm enık iddialara kalkışan Yunanistan ve Balkanlar-Kafkaslar çem berinde O rtodoks-Slav etkinliği kurm aya kalkışan Rusya karşısında Türkiye sadece Balkanlar üzerindeki et kinliğini kaybetm ekle kalmayacak, aynı zam anda Boğazlar üzerin deki Rus ve Yunan iddiaları karşısında da dayanaksız kalacaktır. Lozan’ın sağladığı garantilerin reelpolitiğin zorlam aları karşısında ne derece etkin olduğu Ege adalarının silahlandırılm ası ile ortaya çıkm ış bulunm aktadır. Türkiye asrın başm dakine benzer yeni bir Balkan faciası ile karşılaşm am ak için hem bölgedeki O sm anlı bakiyesi M üslüm an toplum ların geleceklerini ilgilendiren m eselelerde aktif bir politi ka takip etmek, hem de bölge içi dengeleri ve bölge dışı faktörleri etkin bir tarzda kullanarak bir Balkan Bloku karşısında yalnız kal m am aya özen gösterm ek zorundadır. Bölge dışı faktörler içinde
S tratejik D erin lik
bir taraftan Rusya-Almanya arasındaki dengeler yakînen izlenm e li, diğer taraftan da bölge içindeki yakın hakim iyet m erkezleri olan Avrupa ve Rusya karşısında uzak güç m erkezleri konum undaki ABD, Japonya ve Çin ile dengeleyici politikalar takip edilmelidir. Başka bir deyişle Balkanların güvenliği Türkiye’nin batı sınırla rı doğrultusundaki güvenlik param etreleri ile gittikçe özdeşleş m ektedir. Soğuk Savaş dönem inde Doğu Trakya'da oluşturulan güvenlik hattı, Balkanlar düzeyinde çok taraflı ve ikili güvenlik a n laşm aları ile daha batıd a bir düzlem de gerçekleştirilm eye çalışıl malıdır. Bu açıdan bölge üzerindeki Rusya faktörünü dengeleye cek bölge içi ve bölge dışı güvenlik şem siyeleri oluşturm ak ve özellikle Arnavutluk, B o sn a ve M akedonya’nın iç güvenliği ve toprak bütünlüğünü garanti edici bir çerçeve plan hazırlam ak ka çınılm azdır. Bu siyasî boyut dışında Balkanlarda Türk dış politikasının ek o nom ik tem eli ulaşımdır. Bu çerçevede Balkanların Ortadoğu ve Asya ile gerek kara gerekse deniz ulaşım ında etkin bir koordinas yon tem in edilm eli ve bu ulaşım yolları gerektiğinde h em işbirliği hem de bir dış politika unsuru olarak devreye sokulmalıdır. İstanbul-Adriyatik, Îstanbul-Tuna hatlarını birleştirecek ortak projelere yönelm ek suretiyle bölge içi ekonom ik ve siyasî oluşum larda m er kezî bir konum da bulunulmalıdır.
II. Asya’ya Açılan Kapı ve Kafkaslar Tarih boyunca Avrasya'nın değişik bölgelerine yayılan kavim göçlerinin en önem li kavşak noktalarından birini oluşturan ve bu nedenle de göreceli olarak küçük bir alanda son derece karm aşık bir etnik ve linguistik yapı barındıran Kafkaslar, Anadolu-Akdeniz ve Step-Karadeniz nitelikli siyasî güçler arasındaki en önem li reka bet alanlarından birini oluşturmuştur. O sm anlı D evleti’nin derin likli ve koordineli kara ve deniz stratejisi ile Karadeniz’i bir iç deniz h aline getirerek kuzey steplerine sarktığı dönem lerde iç alanlarda ki dağınıklığa rağm en istikrarlı bir bütünlük arzeden bu bölge, Rusların kuzey-güney istikam etinde Karadeniz'e ulaşan su yolları nı denetim altına alm asından sonra yaklaşık iki yüz yıl süren bir h alcim ivp f m ü c a d e le s in e sa h n e nlrrm stnr.
Yakın K ara H a v z a sı
Şeyh Ş aın il’in direnişinin kırılm asından sonra Güney Kafkas y a’ya in en Rus hakim iyet alanı 93 H arbi’yle Erzurum yaylasına kadar uzanarak Anadolu’yu tehdit eder hale gelmiştir. Kâzım Karabekir’in Doğu O perasyonu ile Güney Kafkasya'da kurulan kısm î dengeye rağm en Kafkaslar, Soğuk Savaşın sona erm esin e kadaı Rus /Sovyet yayılım stratejisin in ana eksenlerinden birisi olagel miştir, Türkiye'nin NATO’ya katılm asında önem li bir etken olan Kars, Ardahan ve Boğazlara yönelik Rus talepleri aslında yukarıda b a h settiğim iz tarihî rekabetin tabiî bir uzantısı niteliğindeydi. Bu ta leplerin sonucunda Türkiye'nin NATO’ya girerek Soğuk Savaşın Batı cephesind e yer alm ası Türk-Sovyet sınırını NATO-Varşova Paktı sınırı haline dönüştürerek Kafkaslar ile Doğu Anadolu’nun suni bir perde ile bölünm esine yol açm ıştır. Son eüi yıl içinde b ö l gede gözlenen istikrar bu suni perdenin oluşturduğu katı bir stra tejik dengenin ürünüydü. Türk-Sovyet sınırındaki Sarp köyünün m erkezinde yer alan c a miyi bile ikiye bölen bu suni stratejik sınırın Soğuk Savaş sonrası dönem de ortadan kalkması, Kafkaslardaki iç dengeleri de, Türki ye'nin Kafkaslara bakış tarzım da doğrudan etkilemiştir. Kafkaslar daki ideolojik m eşruiyetle desteklenm iş Sovyet gücünün oluştur duğu fiilî güce dayalı dengenin örttüğü etnik, dinî ve linguistik farklılıkların su yüzüne çıkm ası bir taraftan bölge-içi çatışm aları tırm andırm ış, diğer taraftan da Rusya’nın bölgeye yönelik h esap larında yeni unsurların devreye girm esine yol açm ıştır. Soğuk Savaş sonrası dönem de Kafkasya'nın değişen uluslarara sı konumu üç ayrı düzlemde ele alınabilir: (i) Uluslararası küresel dengelerdeki değişim ve bu değişimin bölge üzerindeki etkileri: (ii) bölgeye doğrudan m üdahil olan Rusya, Türkiye, İran gibi ülkelerle Hazar D enizine komşulukları dolayısıyla bölge dengeleri içinde önem li konum a sahip Özbekistan, Kazakistan ve Türkm enistan'ı da kapsayan bölgesel düzlem; (iii) bölgenin etnik ve dinî farklılaş m asını da içinde barındıran bölge-içi dengeler ve çelişkiler. B irinci düzlemle ilgili unsurlar Soğuk Savaş sonrası dönem de ciddi bir değişim gösterm iş bulunm aktadır. Çift kutuplu uluslara rası ilişkiler dengesinin en belirgin bir şekilde yansıdığı bölgeler den birisi olan Kafkasya’da Soğuk Savaş sonrası dönem de araların
| S tratejik D erinlik
da ABD, İngiltere, Almanya ve Japonya gibi ülkelerin de bulundu ğu küresel güçlerin doğrudan müdahil olduğu bir konjonktür or taya çıkmıştır. Özellikle küresel ekonom i-politik rekabetin yönlen dirdiği bu yeni konjonktür çokuluslu şirketlerin de devreye girdiği stratejik nitelikli doğal kaynakların aktarım m eselesine odaklan mış durumdadır. Dolayısıyla bu düzlemin kritik alanı tem elde je oekonom ik bir nitelik arzetmektedir. ikinci düzlemdeki rekabet hem bu küresek nitelikli rekabetin yansım alarını barındırm akta, hem de bölgeye doğrudan müdahil. büyük ve orta ölçekli bölgesel güçlerin jeopolitik ve diplomatik m anevralarını kapsamaktadır. Rusya-Erm enistan, Türkiye-Azerbaycan yakınlaşm aları İran ve G ürcistan’ı da değişik denge politi kaları izlem eye sevketmektedir. Türkiye-Gürcistan ve İran-E rm e nistan ilişkilerinde gözlenen gelişm eler bu açıdan ilginç bölgesel denkiem ler oluşturm akta ve dinamik bir diplom atik süreci bera berinde getirmektedir. Bu ülkelerin Hazar ve Karadeniz ile ilgili politikaları Kafkasya denklem ini Orta Asya, Ortadoğu ve Balkanla ra yayan sonuçlar doğurm akta ve kendine has bölgelerarası etkile şim alanları ortaya çıkarmaktadır. M esela Türk-îran ilişkilerinin Ortadoğu daki seyri ve Türk-Rus ilişkilerinin Karadeniz ve Balkan lardaki seyri bu etkileşim alanlarından doğrudan etkilenmektedir. Ü çüncü düzlemde yer alan bölge-içi çelişkiler sıcak çatışm a noktalarını tırm andırm akta ve ikinci düzlemdeki aktörleri içine çekebilecek boyutta risk aianîan oluşturmaktadır. M esela Güney Kafkasya’daki Karabağ odaklı Azeri-Ermeni çatışm ası ve Kuzey Kafkasya'daki Rus-Ç eçen çatışm ası doğrudan Türk-Rus ilişkileri nin denklem i içinde bir yere otururken, Abhazya'da 1993 yılında tırm anan Gürcü-Abaza çatışm ası Türkiye-Gürcistan, Rusya-Gürcistan ilişkilerini doğrudan etkilemiştir. Son olarak 1999 b ah arın da Kabarday-Çerkez otonom bölgesinde yapılan seçim lerin h e m en bir Rus ve Türk lobi çatışm ası şekline dönüştürülm üş olması, bu içiçe geçen denklem lerin son çarpıcı misalidir. Kafkaslardaki çatışm alar bu süre içinde iki ana bölgede yoğunlaşm ıştır: Güney Kafkasya’da Karabağ bunalım ının yol açtığı Azeri-Erm eni çatışm a sı ve Kuzey Kafkasya’d a ön ce Gürcü-Abaza, daha sonra Rus-Çeçen çatışm aları ile tırm anan gerilim bölgeleri.
Yak ın K ara H avzası
Özellikle 1993 yılının nisan ayında yoğunlaşan Erm eni saldırı ları sonunda 3 Nisanda Kelbecer bölgesini ele geçirerek Dağlık Ka rabağ ile E rm enistan arasındaki bölgeyi denetim leri altm a alan Erm eniler daha sonra askerî harekatım kuzeye ve güneye doğru genişleterek Gürcistan-A zerbaycan ve tran-Azerbaycan sınırları na doğru ilerlem e kaydetmişlerdir. Bu çatışm alar sonucund a Azerbaycan’ın yaklaşık beşte birinin Erm eni işgali altm a girmiş o l ması Türkiye’n in Soğuk Savaş sonrası dönem de karşı karşıya kal dığı en önem li stratejik kayıptır. Erm eni birlikleri karşısındaki ye nilgi Azerbaycan içinde de geniş çaplı iç karışıklıklara sebep ol muş ve Rus birliklerinden de destek gördüğü iddia edilen Albay Suret H üseyinoğlu’nun 1993 yılının haziran ayında G en ce’de b a ş latarak Bakü üzerine yürüttüğü isyan neticesinde A zerbaycan’ın seçim le işbaşına gelmiş cum hurbaşkanı Elçibey 20 haziranda b aş kenti terketm ek zorunda kalmıştır. İç savaşı engellem ek am acıyla m eclis başkanlığına getirilen eski Politbüro üyesi Haydar Aliyev zam anla ülke üzerindeki kontrolünü pekiştirerek Azerbaycan'ın yeni lideri konum una gelmiştir. Bu gelişm elerden sonra Azerbay can m eclisi eylül ayında B D T ’ye geri dönm e kararı alm ış ve kasım ayında Rusya Azebaycan ile Bakü petrolleri konusunda görüşm e leri hızlandırmıştır. Aliyev daha sonraki yıllarda dengeleyici tedbirler alarak Türki ye’yi devrede tutan politikalar geliştirmeye özen gösterm işse de, bölgedeki Rus-Erm eni yakınlaşması her an yeni stratejik hassasi yetler doğuracak niteliktedir. İran'ın bölgeye yönelik politikaları da Türk-Azeri, Rus-Erm eni ilişkilerinde belirleyici ve dengeleyici bir unsur olmaktadır. Bu da Kafkaslar ite Ortadoğu politikaları ara sındaki bağım lılık ilişkisini artırm akta ve Batı Asya ilişkilerinin iki önem li ayağını birbirine bağlamaktadır. Görüldüğü gibi Ermeni-Azeri çatışm ası sıradan bir sm ır an laş m azlığının ötesinde sonuçlar doğurm akta ve A zerbaycan’ın iç b ü tünlüğünü ve istikrarını da doğrudan belirlem ektedir. Azerbaycan Türkiye için genel olarak Kafkaslarda, özel olarak da Güney Kaf kasya’da en önem li stratejik müttefiktir. Bölgesel bağlantılar a çı sından bir m ukayese yapm ak gerekirse Kafkaslarda Azerbaycan., Balkanlarda ise Arnavutluk istikrarlı ve güçlü bir bölgesel konum kazanm adıkça, Türkiye’nin her iki bölgedeki ağırlığım artırabilm e-
S tra te jik D erinlik
lik alanları içinde kalan Adriyatik ve Hazar’a yönelik politikalar ge liştirebilm esi de m üm kün olam az. Türkiye genel özellikleri itibariyle Balkanlara benzeyen Kafkas larda da Soğuk Savaş sonrası dönem e gerek psikolojik, gerekse diplom atik açıdan yeterince hazırlıklı girememiştir. Bu hazırlıksız lık Soğuk Savaş şartlanm aları ile yeni ortaya çıkan konjonktürün getirdiği im kan patlam ası arasında bir intibak dönem i geçm esini zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluğun yol açtığı gecikm eler dinam ik bir nitelik kazanan bölgesel dengelere yönelik politikalarda za m anlam a problem i doğurmuştur. Bu gecikm enin farkına varıldığında ise Kafkaslar bir bütün ola rak yeni bir çerçeve içinde ele alınam am ış ve Kafkasya politikası sadece A zeri-Erm eni Savaşı sınırları içinde ele alınmıştır. Azeri-Er m eni Savaşı genel Kafkaslar m eselesinin önem li bir parçasıdır ve ancak bölgesel stratejinin ana çerçeveleri İçinde süreklilik ve tu tarlılık arzeden bir çerçevede sağlıklı bir zem ine oturtulabilir. gu nedenledir ki, öncelikle çok yönlü bir Kafkaslar politikası ta yin edilmek ve bu politika ile yakın kara havzasının diğer bölgele ri arasındaki bağlantılar kurulmak zorundadır. Unutulm am alıdır ki, Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Körfez-Doğu Akdeniz hattını kap sayan Kuzey Ortadoğu jeopolitik olarak; Azeri petrolü, Doğu Ana dolu’n un su kaynaklan ve Kuzey Irak petrolleri de jeoekonom ik olarak bir bütünlük arzetmektedirler. Bu jeopolitik ve jeoekonom ik hat üzerindeki gelişm eler b irb ir lerinden soyutlanamazlar. Dolayısıyla bu hat üzerinde Kuzey Kaf kas cum huriyetlerinden Körfez'e kadar uzanan kuşağı kapsayıcı bir Batı Asya politikası geliştirilmesi zaruridir. Bu Batı Asya politi kası Türkiye’nin Orta-Asya ile ilişkilerini de sıhhatli bir tarzda dü zenleyebilm esinin tem el şartıdır. Bu bağlantılar arasındaki ilişkiler üzerinde etkili olam ayan bir Türkiye ne iç ve dış güvenlik para m etreleri arasındaki ilişkileri farkedebilir, ne de ekonom ik güç ala nı oluşturacak kaynaklan verimli bir tarzda kullanabilir. Soğuk Savaş dönem inin küresel kutuplaşm alardan kaynakla nan bölgesel suni ayrım çizgileri etkisini kaybettikçe Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak arasındaki stratejik bağım lılık giderek artm ış ve bu bölgeler üzerindeki stratejik çatışm anın yoğunlaşm a sına vol açmıştır. Zengin o etıo l alanlarını b a rın d ıra n Ra İdî vp Tfn.
Y akın K ara H avzası
zey Irak/Körfez petrol alanları ve bu iki alan arasında kalan O rta doğu’nun can damarları olan su bölgelerinin oluşturduğu GAP ekonom ik alanı ekonomi/politik stratejisinin birbirine kaçınılm az olarak bağım lı kıldığı bölgelerdir. Yakın bir gelecekte bu bölgeleri birbirinden herhangi bir şekilde ayrı düşünm ek m üm kün olam a yacaktır, Jeoekonom ik açıdan Irak petrol boru hattı, Bakü petrol boru hattı ve GAP projesi, gelecekleri bir diğerinin başarısına bağ lı. projelerdir. Kafkasya, öte yandan, Karadeniz ve Tuna su yolu çerçevesinde hem Balkanlar, hem Boğazlar hem de genel Avrasya stratejisinin en önem li sütunlarından birini oluşturm aktadır. Türkiye’nin Bakü-Ceyhan projesini devreye sokm aya çalıştığı günlerde Rusya'nın bir taraftan Boğazları bir petrol yolu gibi kullanm aya yönelik tek lifleri, diğer taraftan da Bulgaristan-Yunanistan hattını gündem e getirm iş olması, Kafkaslar-Karadeniz-Balkanlar arasındaki strate jik geçişkenlikleri ve iç bağımlılık ilişkilerini ortaya koymaktadır.
III. Kaçınılmaz bir Hinterland: Ortadoğu M ekân tanım lam ası bakım ından Orta Asya, Batı Avrupa ve D o ğu Afrika gibi o bjek tif nitelikler taşım ayan Ortadoğu kavramı fizi kî coğrafya olarak kendi içinde tutarlı ve kullanım itibariyle farklı bakış açılan için geçerli bir kriterler bütününe sahip değildir. Bu kavram, kültürel, siyasî, stratejik ve ekonom ik çerçevelere göre de ğişen dönem sel ve bağlam sal özellikler taşımaktadır. Bu n ed en le dir ki, O rtadoğu’yu anlam lı bir bütünlük içinde tanım layabilm ek için öncelikle jeokültürel, jeopolitik, jeoekonom ik ve jeostratejik yaklaşım biçim inin belirlenm esi gerekmektedir. Bu yönüyle gerek Ortadoğu gerekse bu kavram ın öncülü olan Yakm Doğu kavramları paradigm a-kurucu değil, paradigm a-bağımlı kavram lardır ve farklı bakış açılan için de, farklı k onjonktür ler için de değişen tanım lam alara m aruz kalmaktadır. Herşeyden ön ce bu kavram ların tanım ladığı bölgenin doğu olm ası da ve bu doğunun orta ve yakın boyutlarım ihtiva etm esi de bu tan ım la mayı yapan öznenin coğrafî duruşuna göre değişebilm ektedir. Batı Asya gibi nesnel bir coğrafi tanım lam a dünyanın değişik co ğ rafî m e k â n la rın d a
hıılunan' farH ı
--------
S tra te jik D erinlik
/ taşırken, Ortadoğu ve Yakın Doğu kavramları bu bölgeyi kendisi nin batısınd a gören bir Çinli ve Hındli için n esn el bir anlam ta şı m am aktadır. Bu kavramların batılı teorisyenler ve siyaset yapım cıları tara fından türetilişi, kullanım biçim i ve süreci de bu sübjektifliği yan sıtmaktadır. Balkanlar kavram ının doğuşunda da incelediğim iz gi bi Yakın Doğu kavram ının siyasî ve coğrafî bir kavram olarak kul lanılm aya başlanm ası objektif fizikî coğrafya özelliklerinden çok, kültürel sübjektivite barındıran jeokültürel hat ayrımına dayan maktadır. Ortadoğu kavramı ise ilk defa jeopolitikçi M ahan tara fından Arabistan ile Hind yarım adaları arasında kalan ve deniz stratejisi için büyük önem taşıyan bölge için kullanılmıştır. Bugün kü İran körfezi merkezli olan bu bölge tanım lam ası da fizikî özel liklerden çok stratejik Özelliklere dayandırılmıştır. Bu kavram daha sonra yine stratejik nitelikli olarak f. Dünya Savaşı esnasında O rta doğu Kumandanlığı (Middle East Command) şeklinde kullanılmış ve bu çerçevede yaygınlık kazanm ıştır.7 Dolayısıyla bu kavramın tanım lanm ası kavramın muhtevasını belirleyen jeokültürel, jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonom ik çer çevelerin ortaya konabilm esi ile m üm kündür ve Ortadoğu politi kası bu özelliklerin tüm ünü İhtiva eden bir çeşitlilik taşımaktadır. O rtadoğu'nun jeokültürel açıdan tanım lanm ası ve bu çerçeve de bir yakın kara havzası olarak ele alınm ası bu bölgenin kültür ta rihi ile doğrudan ilişkilidir. Bugün Ortadoğu olarak isim lendirilen bölge, tarihin başlangıç noktası sayılan yazının bulunm asından bu yana bir yandan insanoğlunun m eydana getirdiği m edeniyetle rin beşiği olmuş, diğer taraftan dünyanın diğer bölgelerinde geli şen m edeniyetlerin yayılm asında kavşak noktası teşkil etmiştir. Bölgenin dünya ulaşım ındaki önem i Doğu ile Batı arasında sade ce ticari m alların değil, aynı zam anda kültürlerin, inançların ve m edeniyetlerin transferlerinin de bu bölge içinde gerçekleşm esini sağlamıştır. Bu çok yönlü alışveriş Ortadoğu'yu -Sanayi Devrimi hariç tu tu lacak olursa- dünya tarihini en çok etkileyen gelişme ve değişme■a ■
7 B ern ard Levvis, The Shaping o f the M odern M iddle East, (O xford: O xford Universitv Press, 1 994), s. 3 -2 3 .
Yakın K a ra H avzası
ierin görüldüğü bir bölge haline getirmiştir. Bu sebeple dünya h a kimiyetine yönelm ek isteyen her devlet için Ortadoğu hakim iyeti en önem li ve vazgeçilm ez bir adım olmuştur. Oıtadoğu, özellikle de Anadolu, bu devletler için sem bolik şekliyle Frigya kördüğümü gibidir. Afroavrasya anakıtasm a yönelik hakim iyet stratejisi geliş tiren h er güç, Büyük İskender gibi bu kördüğümü çözm ek zorun dadır. Bu zorunluluğun m eydana getirdiği göçler ve gerek sıcak gerekse soğuk harpler ile yukarda belirttiğim iz çok yönlü gelişme ve değişm eler sadece dünya tarihini ve uluslararası ilişkileri değil, aynı zam anda bu bölgedeki toplum ların objektif şartlarım da etki lemiştir. Böylece Ortadoğu'da bütün tarih boyunca iç gelişm elerle dış m üdahalelerin karşılıklı etkileşimleriyle oluşan çok yönlü, d i namik bir yapı varlığım sürdüregelmiştir. Ortadoğu, bu son derece önem li stratejik konum u sebebiyle insanlık tarihinin m addî ve ruhî planda ana çizgilerini üzerinde taşımaktadır. İlk yerleşim merkezleri ve köylerin kurulmasıyla maddî ve ekonom ik alandaki ilk yapısal değişiklikler bu bölgede gerçekleşm iş; insanlık tarihinin en köklü dinî gelenekleri de bu bölgeden dünya sathına yayılmıştır. Avrupa dam gasını taşıyan 19. yüzyıl ile çokmerkezliliğin arttığı 20. yüzyıl hariç tutulacak olursa, O rtadoğu'nun tarih boyunca sürekli merkez konum unda olduğu nu iddia etm ek mümkündür. Bu bölge göçler, savaşlar ve ticarî ilişkilerin yoğunluğu seb ebiy le her devirde çeşitli kültürlerin kimi zam an çatışm asına, kimi za man İzdivacına tanık olmuştur. Bölge kimi zam an Haçlı Seferlerin de olduğu gibi iki ayrı in an ç sistem inin kıyasıya m ücadelesini ve varoluş savaşını yaşam ış, kim i zam an da bütün Asya'yı kasıp ka vuran Moğol istilasında olduğu gibi dış tesirleri uzun vadede ken di bünyesinde eritmiş, m uzaffer ordulara bile kendi inanç ve kül türüyle birlikte kimliğini de vermiştir. 11. Yüzyılda Anadolu’nun Selçuklular tarafm dan fethi ve bu fethe tepki olarak başlatılan Haçlı Seferleri bölgenin bugüne kadar süren jeokültürel ayrım özelliğine kaynaklık etmiştir. Bugün O rta doğu olarak tanım lanan bölge Haçlı savaşlarından bu yana sadece kıtalararası geçiş bölgesi ve jeopolitik etkinlik alanı olarak değil, Doğu ile Batı arasındaki jeokültürel hat alanı olarak da kendine
S tra te jik D erinlik
Ortadoğu kavramını kullanış biçim lerini de etkilemiş ve bu kavra mın kapsam ının değişen uluslararası konjonktüre göre yeniden belirlenm esine yol açmıştır. Başka bir deyişle, İslam m edeniyetinin bugün Ortadoğu olarak bilinen bölgenin tüm üne hakim olması, bu bölgenin coğrafî bü tünlüğü aşan bir jeokültürel bütünlüğe kavuşmasına sebep ol muştur. O günden bu güne Ortadoğu İslam m edeniyetinin haki miyet sahası olarak kabul edilmiş; bu hakimiyet sahasının genişle mesi ve daralm asına göre Ortadoğu tanım ında değişiklikler söz konusu olmuştur. Bu kavramın kullanılış biçim i de, bu kullanış biçim inin tarihi referansları da bölgenin jeokültürel yapısı ile jeopolitik yapısı ara sındaki yakın ilişkinin yansımalarıdır. Ortadoğu kavramı üzerine geniş bir çalışm a yapan Davison8 bu kavramla ilgili olarak geçen asrın sonundan günümüze kadar yapılan tanım ları inceledikten sonra Ortadoğu'yu İslam dini etrafında oluşan jeopolitik bir birim olarak tanım lam ıştır. Hogarth (1902) ve Churchill’in Ortadoğu’yu asrın başında o zam an O sm anlı Devleti egemenliği altında bulu nan Arnavutluk ve Balkanlardan başlatm aları Ortadoğu kavram ın daki jeokültürel ve jeopolitik bileşim i ortaya koymaktadır. Davıso n ’a paralel olarak Pounds9 da Ortadoğu’nun İki tem el özelliği nin İslam dini etrafında oluşan bütünlük ve OsmanlI'dan kalan or tak tarihî miras olarak tesbit etmiştir. O rtadoğu’nun jeopolitik yapı sı bölgenin Afroavrasya anakıtası içindeki merkezî konum u ile doğrudan ilgilidir. Bölge, m odern je opolitiğin tesbit ettiği kara devletlerinin açık denizlere in m e siya setinin tarihî bir delili olarak ilkçağlardan itibaren Avrasya step le rinden kopup gelen kuzey-güney ve doğu-batı istikam etindeki kavim göçlerine ve kültürel etkileşim i hızlandıran insan h areket liliklerine şahit olmuştur. O rtadoğu’nun siyasî yapısı, bölgenin m erkez konum unun doğal bir sonucu olarak, bölge dışından ge len tesirlerden sürekli olarak etkilenegelm iştir. Ünlü jeopolitikçi Spykman daha tarihin ilkçağlarında Dicle ve Fırat vadisindeki güçsüz devletlerin Babil İm paratorluğu kuruluncaya kadar, bölge 8 D avison, H ., "YVhere is th e M iddle E a s t’’. Foreign Affairs, luly 1960. n n « , .«,-1 n m r
a
r
/wvw..«
.
.
i a m
o
Y afan K ara H avzası
dışından gelen tesirlere karşı birleşik bir güç oluşturm a zaruretim hissetm elerini jeopolitik yapının bir sonucu olarak değerlendir mektedir. Selçuklu ve onu takiben Osmanlı D evleü'nin 17. yüzyıla kadar Hristiyan Avrupa karşısında sürekli başarılar kazanarak Orta Avru pa’ya kadar ilerlem esi O rtadoğu'nun jeokültürel bütünlüğünü p e kiştirmiş, m edeniyetler arasındaki m ücadelenin bölgeden uzak sahalarda cereyan etm esiyle bölge uzun süreli bir istikrar ve süku net dönem ini yaşamıştır. Bu yıllarda Akdeniz’in, dolayısıyla strate jik deniz yollarının, tümüyle O sm anlı hakim iyetine girmesi Porte kiz, İspanya, Hollanda, İngiltere gibi Batı Avrupa ülkelerini Doğu ile ticaretlerini geliştirm ek am acıyla yeni yollar aram aya sevketmiştir. Bu zorunluluk, bir yandan yeni keşiflere yol açarken diğer taraftan üç asır devam edecek olan ve bugün de izlerini sürdüren söm ürgecilik devrini başlatm ıştır. 18. Yüzyıldan itibaren O sm anlı sistem inin yavaş yavaş çözülm eye başlam ası ile birlikte Osmanlı ile söm ürgeciliğin palazlandırdığı Batı Avrupa arasındaki denge Osmanlı aleyhine bozulm a dönem ine girmiştir. Bu dönüm nokta sı O rtadoğu’daki son dönem dış m üdahale tarihinin başlangıcı olarak kabuî edilebilir. Bölgenin jeop olitik ve jeo ek o n o m ik yapısı arasındaki yakın bağım lılık ilişkisi söm ürgeciliğin yükselm esinin hızlandırdığı bu denge değişim i ile belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. D eğişen bu dünya kuvvet dengesi çeşitli ülkelerin, söm ürge im paratorlukları iie söm ürgeler arasındaki ulaşım yollan üzerinde son derece önem li bir konum a sahip bulunan bölgeye bakış açılarını değiş tirmiştir. 19. Yüzyılın ilk yarısında Ortadoğu bu bölgede hakim iyet kurrnak isteyen Avrupalı güçlerin kimi zam an diplomatik, kimi z a man askerî saldırılarına m uhatap olmuştur. Bu yıllarda dünya h a kimiyeti hırsıyla harekete geçen her lider gibi Napolyon da, Haus hofer'in Hitler’e yol gösterm ek için bir asır sonra ortaya koyduğu jeopolitik tezi destekleyen tarihî bir hadise olarak, Hint yolunu kontrol altına alm ak am acıyla Mısır üzerinden saldırıya geçm iş, fakat güçlü bir direnişle karşılaşarak Akka kalesi önlerinden geri dönm ek zorunda kalmıştır. Sanayi D evrim inin tam am lanm ası ile KirHL-i-o K ö l r r o
artıV c
u l a c ı m
v n l l n r t m n IfîivcaV n o k t a s ı d e p ii.
S tratejik D erinlik
aynı zam anda sanayi ham m addesi için vazgeçilmez bir kaynak ve üretim fazlası için m uazzam bir tüketim potansiyeline sahip geniş bir pazar olarak yeni bir jeoekonom ik anlam ifade etm eye başla mıştır. Bu yeni jeoekonom ik anlam, bölge üzerinde süren rekabe tin niteliğini, çapım ve yönünü değiştirmiştir. Bu dönem de Ortadoğu, kendi içinde çıkar çelişkilerine sahip İngiltere, Almanya, Fransa ve Rusya’nın Şark Meselesi adı altında form üle edilmiş diplomatik, askerî, siyasî ve kültürel saldırılarının tesiri altında kalmıştır. Bir yanda sıcak denizlere inm ek isteyen Rusya, diğer tarafta sömürgeleriyle olan ekonom ik ilişkilerini ga ranti altm a alm ak isteyen İngiltere, öte yanda hakimiyet kavgası içinde yeni mevziler elde etm ek isteyen Fransa ve gerçekleştirdiği Berlin-Bağdat hattını siyasî bir niteliğe büründürerek söm ürgeci liğe geç katılmış olm anın açığını kapatmak isteyen Almanya, iç politik kavgalarla yıpranmış olm akla birlikte çok yönlü diplomasi ile ayakta durmaya çalışan Osmanlı Devleti üzerinden Ortado ğu'ya yönelik yoğun bir rekabet içine girmiştir. Süper güçlerin yukarda belirttiğim iz gayesi I. Dünya Savaşı so nunda gerçekleşti. Gerçi bütün çabalara rağmen Şark M eselesinin bir gereği olarak Türkler Orta Asya'ya kadar sürülem em işti, ama Osmanlı Devletinin ham m adde açısından son derece zengin olan toprakları söm ürgeci güçler arasında paylaştırılmıştı. Bu paylaşı mın Anadolu dışındaki bölüm ü Misak-ı M illî'nin ilanı ile zam anın idarecileri tarafından da kabul edilm ek zorunda kalmıştır. Bu söm ürgeci yapılanm a ve ona dayalı olarak ortaya çıkan si yasî coğrafya bölgede Soğuk Savaş ve Soğuk Savaş sonrası d önem de görülen gelişm eleri de etkilemiştir. Soğuk Savaş dönem inin çift kutuplu yapılanm asının küresel bölünm elerini yansıttığı için is tikrarlı bir dönem geçiren Balkanlar ve Kafkasya'nın aksine Orta doğu bu dönem in bunalım larının ve çelişkilerinin en yoğun ya şandığı alan olmuştur. Bu dönem de bölgenin jeokültürel, jeo ek o nom ik ve jeopolitik yapısı çift kutuplu yapıya uygun özellikler ka panm ıştır. Çift kutuplu yapının m eşruiyet tem eli olan ideolojik ay rışm a bölgenin m edeniyet ve din tem elli jeokültürel yapısını d e ğiştirmiş ve bölge ideolojik kültürel ayrışm anın kutuplan çerçeve sinde yeni hatlar kazanm ıştır. Genelde sosyalist ideolojinin y ön lendirdiği Baasçı ve Nasırcı diktatorval vaoılarla gelenekse! m e ş ru
Yakın K ara H avzası
iyet sem bolleri etrafında bütünleşen Batı yanlısı hanedan yapıları arasındaki farklılaşma bölgenin yeni jeokültürel ayrım Ölçüsü ol muş ve bu ayrım ölçüsü küresel rekabetin izlerini yansıtmıştır. Bu dönem de bölgenin jeoekonom ik önem inin büyük ölçüde petrol ile özdeşleşm esi Ortadoğu bölgesi ile petrol arasında bir aynileş me doğurmuştur. Bu özdeşleşm e özellikle petrol am bargosundan sonra tam bir netlik kazanmıştır. Bölgenin Soğuk Savaş dönem indeki jeopolitik anlam ı ise Ame rikan çevrelem e (containment) doktrininin de tem elini oluşturan Spykm an’ın Rimland (çevre kuşak) tanım lam ası çerçevesinde ele alınmıştır. Step devi SSC B’nin sıcak denizlere inm e politikası ile ABD'nın çevrelem e doktrininin en yoğun çatışm a oluşturduğu alan Ortadoğu olmuştur. ABD yönetim i Türkiye’nin kuzeydoğu sundan başlayan İran ve Pakistan'ın kuzeyinden A fganistan’a uza nan bir hattı iki blokun en hassas jeopolitik kuşağı10 ve bir an lam da ABD çıkarlarını koruyucu kalkanın stratejik mihveri olarak gö rürken, SSCB aynı yıllarda tarihî jeopolitik stratejisinin doğrultu sunda bir taraftan Basra Körfezini çevreleyen Afganistan-SuriyeGün ey Ye men-Etiyopya hattında sağlam bir jeopolitik zem in kur mayı planlam akta, diğer taraftan Türkiye, İran ve Irak'taki iç p o li tika dengelerini zorlayarak Kafkasya'dan B asra’ya kolay iniş yolla rını aramaktaydı. Küresel ölçekli bu jeopolitik kutuplaşma, İsra il’in kurulması ve hızlı bir yayılma stratejisi takip etm esiyle birlik te ortaya çıkan bölge-içi jeokültürel ve jeopolitik gerilim e paralel bir seyir takip etmiştir. Özetle, O rtadoğu’nun Soğuk Savaş süresince belirginleşen özellikleri dört ana noktada tebarüz etm iştir: (i) İdeolojik nitelikli jeokültürel kutuplaşma, (ii) petrol-eksenli jeoekonom ik yapılan ma, (iii) küresel stratejik rekabeti yansıtan jeopolitik hat ayrışması ve (iv) İsrail’in kurulması ile doğan ve gittikçe tırm anan bölge-içi kültürel/siyasî çatışm a alam. O rtadoğu’nun Soğuk Savaşın kendine has şartlarınca belirle nen bu tem el özellikleri seksenli yıllardan başlayarak değişmeye başlam ış ve Soğuk Savaş sonrası dönem de hem en h em en tüm üy le dönüşerek yeni nitelikler kazanmıştır. İdeolojik nitelikli jeokül-
10 A g . e., S. 4 4 3 - 4 5 4 .
S tra te jik D erin ü k
türel kutuplaşm a yerini bölge tanım lam asının doğuşuna da yol açm ış olan din ve m edeniyet eksenli bir kutuplaşmaya terketm eye başlamıştır. Batı teorisyenleri ve siyaset yapım cılarınca b en im se nen ve özellikle İran Devriminclen sonra başlayan, Körfez Savaşı na kadar ivme kazanarak devam ettikten sonra Medeniyetler Çatış
ması tezi ile zirveye ulaşan yaklaşım biçim i bölgenin stratejik so nuçlar da doğuran bir din ve kültür kutuplaşm asına zem in teşkil ettiği varsayımım Öne çıkarmıştır. Seksenli yılların başında Brzezinskî'nin İsîam î uyanışı Ameri kan çıkarlarını tehdit eden bir gelişme olarak değerlendirm esin den so n ra1 Fukuyam a'm n doksanlı yılların h em en başında Tari
hin Sonu tezinde İslam Dünyasını Batı değerlerini tehdit eden ye ni karşı kutup olarak gösterm esi12 ve H untington’ın doksanlı yılla rın ortalarına doğru İslam D ünyasının m edeniyetler çatışm asının merkezinde yer aldığını iddia etm esi13 bu yeni jeokültürel kutup laşm a im ajının süreklilik arzeden unsurları olarak görülebilir, R ic hard Falk’un son derece haklı tanım lam ası ile jeopolitik bir dışla maya yönelen bu yaklaşım b içim i14 Özellikle Bosna dram ından bu yana İslam D ünyasının bu yeni jeokültürel kutuplaşm anın m ü sebbibi değil mağduru olduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte dok sanlı yılların sonlarına doğru ivmesini kaybetmiştir. Ancak yine de Ortadoğu’nun, Soğuk Savaş dönem inin aksine, bir ideolojik kutuplaşm a merkezi olm aktan çıkarak Batı-doğu, Islam -H ristiyan dünyalarının sınır hattı olarak görülm e temayülü tekrar gündem e gelmiştir. Bu durum, gerek bölge-dışı m üdahale leri gerekse özellikle totaliter idarelerin sürdüğü ülkelerde bölgeiçi ve ülke-içi denklem leri de etkileyen bir unsur haline dönüş müştür. Önümüzdeki dönem de Ortadoğu m erkezli m edeniyet ai diyeti m eselesinin özellikle kültür alanında daha da artan bir İ Rİ
11 Z. Brzezinski, Poıver an d Principle, L an d o n 1983, s. 533. 12 F ran cis Fu ku yam a, The E n d o f History a n d the Lası Man, N ew York: T he Free Press, 1 9 92, s. 4 5 -4 6 . '13 Sam uel H u n tin gton , "T h e C lash o f Ç ivilizations”, Foreign Affairs, 72 (Yaz 1 9 9 3 ), s. 35. 14 R ich ard Faik, “False Univeısalism and the Geopolitics of Exclusion",77ıwr/ WorUl
Quarterly, 1997, e. 18, S. 1, s. 7*23. Bu makalenin Türkçe tercüm esi içiıı bkz. liichaıd Faik, “Sahte Evrensellik ve Dışlam anın Jeopolitiği: İslam Örneği’’, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1 9 9 8 /2 , S. 5, s. 99-116.
Y ak ın K ara H avzası
önem kazanm ası ve bunun bölgenin jeokültürel yapısını tümüyle etkilem esi kaçınılmazdır. Bölgede bu konuda en köklü tarihî birikim e sahip olan Türki ye’nin bu meseleyi iç çatışm aya dönüşm eden aşabilm esi ve yeni bir m edeniyet açılım ına girebilmesi sadece ülke bütünlüğü açısın dan değil, bölgenin geleceği açısından da büyük bir önem taşı maktadır. Son yıllarda ülkemizde yaşanan tartışm alar biraz da bu köklü jeokültürel m eselenin bir sancı halinde tezahürüdür. Bu çerçevede dışlayıcı ve çatışm acı bir üslup benim senm esi m eselenin ülke bütünlüğünü zedeleyen ve dış politika ile iç politi ka arasında uyum problem i doğuran bir niteliğe dönüşm esine yol açm a riski taşımaktadır. Aksine, fikir özgürlüğü ortam ında girişile cek yoğun bir m edeniyetle rar ası mukayese ve m uhasebe ortam ı, Türkiye’yi belki de m odern dönem in en canlı ve çoğulcu kültür o r tam larından birine sahip kılabilir.
Medeniyetler Çatışması tezinde Türkiye’yi ait olduğu m ed en i yet çevresinden çıkm ak isteyen ancak girm ek istediği m edeniyet çevresince de reddedilen bir torn countıy (parçalanm ış/yırtık ül ke) olarak tanım layan H u ntington'ın15 bu ülke için biçtiği konu mun aksine, ben im sen ecek kuşatıcı ve kapsayıcı bir m edeniyet aidiyeti, Türkiye'yi hem kendi içinde farklılaşm akla birlikte b ü tünlüğünü koruyabilen bir ülke, hem de bölgesindeki jeokültürel kutuplaşm a tem ayülünü aşabilen önem li bir güç haline getire cektir. Türkiye'nin kendi m edeniyet tecrü besind en hareketle ev rensel kültüre yapabileceği en önem li katkılardan birisi de bu je o kültürel dışlanm a tuzağını bozarak yeni bir m edeniyet açılım ın a girm esi olacaktır. Soğuk Savaş sonrası dönem de bölgenin jeoekon om ik özellikle ri ve çekim alanları açısından da önem li bir değişim yaşanmıştır. Soğuk Savaş süresince petrol ile özdeşleşen bölge jeoekon om isi ve petrole bağlı dengelerin yönlendirdiği bölge jeopolitiği özellikle bölgenin su kaynakları, tarım havzaları ve enerji kaynaklarının ak tarım ı çevresinde yeni unsurların etkisi altm a girmiştir. Seksenli yıllarda gerek teorik gerekse diplom atik alanda yapı lan çalışm alarda öne çıkm aya başlayan su m eselesi doksanlı yıl larda bölge açısından h em en h em en petrol ölçeğinde tartışılm aya
15 H u n tin gton , a .g.m ., s. 4 2 -4 4 .
S tratejik D erin lik
ve yeni bir bölge-içi problem kaynağı olarak takdim edilmeye baş lanmıştır. Bu dönem de Dicle ve Fırat'ın su potansiyelinin kullanı mı m eselesi Türkiye, Suriye ve Iıak arasındaki ikili ilişkilerin önem li param etreleri arasında yer almıştır. Türkiye’nin GAP p ro je sini safha safha devreye sokmasıyla birlikte daha da artan bir önem kazanan su kaynakları ve tarım havzaları m eselesi önüm üz deki dönem de de Önemim sürdürecektir. Öte yandan İsrail’in su kaynaklan konusunda çektiği sıkıntı Ortadoğu Barış Sürecini de doğrudan etkilemektedir. İsrail’in Su
riye ile barış görüşm elerini çıkm aza solana pahasına Golan tepe- ~ lerindeki işgali sürdürmesinde, bu tepelerin stratejik önem i kadar, buradaki su kaynaklarının İsrail açısından taşıdığı jeoekonom ik Önem de etkili olmaktadır. İsrail'in Suriye ile sürdürdüğü barış gö rüşm eleri esnasında Golan tepelerindeki işgale son verm ekle bir likte bu tepelerdeki su kaynaklarını kullanmaya devam etm e tale binde bulunm ası bu durum un açık bir göstergesidir. İsrail'in bu tepelerdeki su kaynaklarının kullanımı karşılığında Suriye'nin sözkonusu olan su kaybının Türkiye’den telafi edilebileceğinin diplo matik müzakereler esnasında gündem e getirilmesi de bölgedeki su kaynakları arasındaki jeoekonom ik ve jeopolitik bağımlılık iliş kisini ortaya koymaktadır. Ortadoğu’nun en önem li su havzalarından birisi olan Nil'in su kaynaklan üzerinde süren tartışm alar da gerek Ortadoğu gerekse Afrika’nın önem li diplomatik m eseleleri arasındadır. Su kaynakla rı ve tarım havzaları üzerindeki bu rekabet önümüzdeki yüzyılda etkisini gösterecek küresel ve bölgesel su jeoekonom isinin ve je opolitiğinin habercileri olarak görülmelidir. Bu çerçevede, Türki ye’nin büyük malî kaynaklar aktararak sürdürdüğü GAP projesi sa dece ekonom ik kalkınm anın bir parçası olarak değil, uzun dö nem li jeostratejik m ücadelenin önem li bir unsuru olarak da özel bir önem taşımaktadır. Çift kutuplu uluslararası ilişkiler sistem inin dağılm asından sonra, daha önce Sosyalist Blokun hakim iyet alanı içinde kalan enerji kaynaklarının dünya ekonom isine entegre olm a süreci de O rtadoğu’nun jeoekonom ik önem ine yeni unsurlar katmıştır. D a h a ön ce gerek Sovyet-içi sistem e gerekse dünyanın diğer bölgele rine Karadeniz'in kuzeyinden geçerek dağılan bu kaynakların da
Yakın K ara H avzası
ğıtımı ile ilgili olarak Soğuk Savaş sonrası dönem de yeni ve daha ekonom ik aktarım hatlarının gündem e gelm esi Ortadoğu bölgesi nin Kafkaslar ve Orta Asya ile olan bağlantılarını güçlendirm iş ve bu bölgenin Batı Asya olm a özelliğinden kaynaklanan jeo ek o n o mik önem ini artırmıştır. Kara ve deniz bağlantıları açısından bölgenin en avantajlı coğ rafyalarından birine sahip olan Türkiye bu m eselede de artan bir stratejik Önem kazanm ıştır. Bugün bölgenin önem li siyasî geliş m elerinde Kafkas petrol havzası, Güneydoğu su havzası ve M u sul/Körfez petrol havzası arasındaki iç bağımlılık ilişkisinin ö n em li bir payı vardır. Gerek doğu-batı, gerekse kuzey-güney geçiş ve aktarım yollarının m erkezinde yer alan Türkiye bu konum un ge tirdiği avantajları sağlam ve uzun vadeli bir stratejik planlam a ile değerlendirm e m eselesi ile karşı karşıyadır. Bu asrın ilk yansınd a başlayan ve Soğuk Savaş sü resince tır m anarak küresel ve bölgesel ilişkilerin m erkezine oturan petrol jeoekon om ism e ve buna bağlı jeopolitiğe intibakta geç kalan Tür kiye, bölgenin su, tarım havzaları ve doğal enerji kaynaklarının ak tarım ı m eselelerini uzun dönem li stratejik planlam asının Önemli unsurları olarak görmek ve gerekli hazırlıkları yapm ak zorundadır. Bu, sadece jeoekonom ik kaynaklar üzerindeki etkinlik için değil, aynı zam anda değişken bir nitelik kazanan bölgesel jeopolitiğe uyum için de kaçınılmazdır. O rtadoğu’nun bölgesel jeopolitiği ve bu jeopolitiğin küresel ilişkiler ağı içindeki önem i de Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlik te ciddi bir değişim yaşamıştır. Soğuk Savaş sonrası d önem in ta nım layıcı ve m eşrulaştırıcı kavramı olan Yeni Dünya Düzeni ilk uy gulam a alanım da bu bölgede bulmuştur. Küresel ölçekli çift ku tuplu yapının getirdiği statik jeopolitik hatların etkisini kaybetm e siyle birlikte gerek büyük güçlerin bölgeye bakış tarzları'gerekse bölge-içi jeopolitik dengeler çok daha dinam ik bir karakter kazan mıştır. ABD liderliğinde gerçekleştirilen ve hem en h em en bütün büyük batılı güçlerce fiilen desteklenen Körfez m üdahalesindeki ortak tavra rağmen, bu güçlerin bölge m eselelerine bakışlarında farklılaşm alar tebarüz etmiştir. ABD’nin dual containment (ikili çevrelem e) doktrini ile hem İran hem de lıa k ’a yönelik dışlama tavrım sürdürdüğü bir dönem de AB üyesi ülkelerin İran ile yoğun
S tratejik D erinlik
ekonom ik ilişkiler içine girm esi bu farklılaşm anın tipik bir m isali dir. Fransa-Suriye ilişkilerindeki yakınlaşm a, benzeri ikili ilişkiler düzeyinde yaşanan gelişm eler de bölgede gittikçe artan bir çıkartem elli ve kısa dönem li ittifaklar politikasının gelişm ekte olduğu nu gösterm ektedir. Ortadoğu Barış Süreci içinde gerçekleştirilen ve bölgeyi tümüyle içine alan, bir çok uluslararası kongreye rağ m en bölgenin küresel dengelere bağlı olarak bu dinam ik jeopolitik yapıyı sürdürmesi kaçınılmazdır. Bölge-içi dengeleri etkileyen h assas jeop olitik yapılanm a da bu dinam ik karakteri beslem ektedir. Söm ürgeci dönem den sonra ortaya çıkan devlet yapılarının şekillendirdiği siyasî coğrafya ile fizikî coğrafyanın belirlediği jeop olitik hatlar arasındaki uyum suzluk Ortadoğu jeopolitiğinin en tem el çelişkilerinden birini oluşturm aktadır. Bu uyumsuzluk aynı zam anda b ö lg e-içi bu n a lım ların en tem el sebeplerinden biridir. Bölgenin h em en h em en bütün sm ır kom şusu ülkeleri arasında ciddi ölçekli anlaşm azlık lar söz konusudur. Türkiye-Irak, Iran-Irak, Türkiye-Suriye, Irak-Kuveyt, Irak-Suudi, Arabistan, Suudi Arabistan-Yem en, M ısır-Sudan ilişkilerinde sık sık görülen bunalım ların büyük çoğunluğu özünde bu çelişkinin izlerini taşımaktadır. Bunun en çarpıcı m isali Türkiye-Irak sm ııınm son on beş yıl içinde, kimi zam an da ikili ilişkilerden bağımsız olarak, sürekli bir hassasiyet oluşturmasıdır. İlk çağlardan bu yana kuzey ve güney M ezopotam ya’da yer alan iki siyasî otoritenin bu derece suni bir ayrışma çizgisi İle ayrılm am ış olması, dağlardan geçen gayritabiî siyasî sınırın reel jeopolitik unsurlarca sürekli baskı altında tutulm ası sonucunu doğurmuştur. Cari siyasî sınırlar ile reel jeopolitik hatlar arasındaki uyumsuz luk Ortadoğu bölgesindeki sınır anlaşm azlıklarının, tarihî tezlerle desteklenen karşılıklı iddiaların, de facto durum ile de jııre siyasî tanım lam alar arasındaki farklılaşm aların, bölge-dışı müdahale alanlarının ve değişik yoğunlukta süren çatışm aların tem el seb e bidir. Bölgeye yayılan jeopolitik boşluk alanlarının ortaya çıkm ası na sebep olan bu durum son derece hassas olan bölgesel dengele ri bir ham le ile değiştirm ek isteyen bölgesel güçlere hareket alanı açm aktadır. Irak’ın Kuveyt’i işgal etm esi bu tür çabaların en tipik misalidir.
Yakın K ara H avzası
Jeopolitik boşluk alanları aynı zam anda güvenlik param etrele rini belirleyen bir unsur haline dönüşebilm ektedir. De jııre statü nün jeopolitik güvenliği garanti etm ediği iddiasıyla ortaya çıkarı lan de facto durum lar da sm ır boyu süren çatışm aların en tem el ar gümanları arasındadır. İsrail’in hem en hem en bütün sınır boyla r ın d a B M kararlarının oluşturduğu
de jııre statüye aykırı bir şekil
de güç bulundurm ası ve sm ır ötesi fiilî güvenlik hattı oluşturm ası bu duruma çarpıcı bir misal teşkil etmektedir. Cari uluslararası sınırlar iie reel jeopolitik hatlar arasındaki uyuşmazlık Türkiye’nin bölge politikalarını da doğrudan ilgilendi ren sonuçlar doğurmaktadır. İran-Irak Savaşı esnasında oluşan ve Körfez Savaşı ile kronik bir hal kazanan Kuzey Irak’taki jeopolitik boşluk alanı Türkiye için Soğuk Savaş dönem inden Soğuk Savaş sonrası dönem e aktarılan en önem li dış politika m eselelerinden birisi olm uştur ve olm aya devam edecektir. Bu jeopolitik boşluk ■alanının PKK tarafından kullanılm ası ve bölgeye yönelik bölge-dışı stratejik hesapların bu jeopolitik boşluk alanında yoğunlaşm ası bölgeyi Türkiye'nin yum uşak karnı haline getirmiştir. Uygulanan politika alternatiflerin doğurabileceği m uhtem el m aliyetler bölge ye yönelik politikaların son derecc hassas bir zem inde seyretm esi ne yol açm ıştır. Ortadoğu'da Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan gelişm elerin en önem lilerinden birisi de Soğuk Savaş süresince Ortadoğu m esele sinin odak noktasını teşkil eden İsrail’in bölgedeki varlığı ve b u nun doğurduğu çatışm a alanı ile İlgili olmuştur. I. Dünya Savaşı sonrasında İngiliz söm ürge idaresi altında Filistin'e yönelik Yahu di göçü ile başlayan ve II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan İsrail devletinin bölge ülkeleri ile yaşadığı çatışm alarla Soğuk Savaş dö nem inin en sıcak m eselesi haline gelen Îsrail-Arap çatışm ası So ğuk Savaş sonrası dönem de önem li bir değişim geçirm iştir. Körfez Savaşının oluşturduğu atm osfer içinde başlayan Ortadoğu Barış Süreci bu açıdan Soğuk Savaşın sona erm esinin önem li bir göster gesi olarak görülmüştür. Ortadoğu Barış Süreci ile Soğuk Savaş dö nem inde sistem dışı bir terörist grup olarak görülen FKÖ ve Yaser Arafat sistem in içine çekilerek m uhtem el bir barışın tarafı haline getirilirken; İsrail’in varlığı da, bu varlığı ortadan kaldırm ayı tem el stratejik hed ef olarak benim seyen bölge ülkeleri nezdin.de meşru
S tra te jik D erinlik
kılınmıştır. Ortadoğu Barış Süreci esnasında Sürece taraf ve destek olan ülkelerin katılımıyla gerçekleştirilen terör ve ekonom i zirve leri Ortadoğu bölgesinin yeniden tanım lanm ası doğrultusunda iddialar ortaya konm uş olmakla birlikte bölgeyi tümüyle kuşatan m ekanizm alar oluşturulam am ıştır. Ortadoğu Barış Sürecinden sonra gittikçe artan bir yoğunluk gösteren Türkiye-İsrail ilişkileri Soğuk Savaş süresince dikkatli bir denge politikası izleyen Türkiye'nin bölgeye bakışında ciddi bir değişim olduğu kanaatini yaygınlaştırmıştır. Türkiye ile İsrail ara sındaki ilişkinin üçüncü taraflara yönelik olm ayan taktik nitelikli bir ilişki olduğunun vurgulanm asına rağmen, bu ilişkinin gittikçe yaygınlık ve derinlik kazanm ası Türkiye ile bölgedeki Arap ülkele ri arasında ciddi bir güven problem inin doğm asına yol açmıştır. Ortadoğu bugün ne Soğuk Savaş şartlarının yönlendirdiği uzun dönem li bir kutuplaşm a yapısı içindedir; ne de sömürgeci bölüşüm ü yansıtan sm ır yapılanm ası istikrarlı bir gelecek vaad et m ektedir. Bu dengesiz ve istikrarsız yapılanm a h er aktörü kısa dö nem li politikalarını uzun dönem li ve kalıcı etki alanları kurm a he defi doğrultusunda yeniden oluşturm aya sevketmektedir. Bu da İrak benzeri ani ve tek ham leli sıçram alara dayalı bölgesel etkinlik politikalarının yerini, Mısır, İran ve Suriye'nin doksanlı yılların ikinci yarısındaki politikalarına yansıyan şekliyle uzun diplomatik süreçlerde etkinlik tem eline dayanan politikaların alm asına yol açm ıştır. Türkiye'nin Ortadoğu politikası bu yeni konjonktür çerçeve sinde ciddi bir revizyondan geçirilm ek zorundadır. Bu asrın ilk çeyreğinde Ortadoğu bölgesinin en stratejik kuşaklarını kaybeden, ikinci ve üçüncü çeyrekte bölge ile genelde bir yabancılaşm a süre ci yaşayan, dördüncü çeyrekte ise tekrar yöneldiği bölgede inişli çıkışlı ilişkiler zinciri geliştiren Türkiye bölge ile olan ilişkilerini ye niden ve köklü bir şekilde değerlendirm ek zorundadır. Özellikle AB ile yaşanan ve üyelik sürecini gittikçe im kansızlaştıran gerilim li ilişkiler ağı O rtadoğu’ya yönelik kapsam lı bir bölgesel stratejinin geliştirilm esini kaçınılm az kılmaktadır. Aynı anda hem Avru p a ’dan hem de O rtadoğu’dan kopan bir Türkiye’nin bölge ve kıta ölçekli oolitikaîarda başarılı olabilm esi m üm kün değildir.
Yakın K ara H avzası
IV. Yakm Kara Havzasındaki Sınır Esneklikleri ve Komşu Ülkelerle İlişkiler Soğuk Savaş sonrası dönem de Türkiye'nin yakm kara havza sında yaşanan bu köklü değişiklikler Soğuk Savaş süresince daha statik ve istikrarlı bir görüntüye sahip olan sınırlarında in san h a reketliliklerinden kaynaklanan esneklikler doğurmuştur. Kıbrıs Türklerinin A navatan’m güvenlik şem siyesi altında bulunm a ar zuları, Balkanlardan gelen kitlevı göç dalgaları, seksenli yıllarda Irak-İıan Savaşından, doksanlı yıllarda ise Saddam 'ın baskıların dan kaçan m ağdur insanların güneydoğu sınırlarından girişleri, Azeri-Ermeni Savaşında N ahcıvan’m Türkiye’den korunm a ta le binde bulunm ası, h atta ve hatta sınırların çok ötesinde Ö zbekis tan'dan tahliye edilen Misid Türklerinin iltica talepleri gibi geliş meler Türkiye'nin sınırboylarında yoğun bir hareketlenm eyi de beraberinde getirmiştir. Bu durum önem li güç param etrelerinden olan tarih unsuru nun kendi ağırlığını hissettirm esinden başka birşey değildir. Os m anlI D evleti’nin yedi yüz yıllık birikim inin varisi olarak görülen
Türkiye, yakm kara havzasındaki insan unsuru için hâlâ bir siyasî merkez olarak görülmektedir. Yakm kara havzasındaki Osm anlı bakiyesi bu unsurların Türkiye’yi ya onları bulundukları yerde ko ruyacak bir güç, ya da m uhtem el bir tasfiye hareketi karşısında sı ğınılacak nihaî bir m elce olarak görmesi, Türkiye’yi tarih p aram et resinin yönlendirdiği yeni bölgesel misyonlarla karşı karşıya bırak maktadır. Bu, tarihin belli dönem lerle sınırlı iradeleri aşarak gün lük politikaya ağırlığını koym asından başka bir şey değildir. Türkiye böyle bir gelişmeyle son derece hazırlıksız bir şekilde karşı karşıya kalmıştır. Ö ncelikle bu tür dış unsurlarla etkili bir iliş ki kurulm asını tem in edecek siyasî kurum lar ve bu kurumlarm özünü teşkil eden siyasî kültürün yetersizliği ciddi bir boşluk do ğurmuştur. Başka bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti bir yandan tas fiyesini deklare ettiği O sm anlı D evleti’nin m esuliyetlerini ü stlen mek zorunda kalırken, öte yandan bu zorunluluğun altından kalkılması için asgarî şart olan siyasî kültür ve kurum lardan yoksun bulunmaktadır. Türkiye'nin bölgesel anlam da daha büyük ölçekli dış politika u fu k la rın a a ç ılm a s ı öncelikle vakm kara havzası ile irtibatını sağla
I S tra te jik D erinlik
yan sınır kom şuları ile olan ilişkilerini yeniden düzenlemesine bağlıdır. Yakın sm ır kom şuları ile sürekli bunalım lar yaşayan bir ülkenin bu sınırları aşan bölgesel ve küresel politikalar üretebil mesi imkansızdır. M esela, aynî anda hem Bulgaristan hem de Yu nanistan ile bunalım lar yaşayan Türkiye’nin etkin bir Balkanlar politikası üretm esi çok zordur. Aynı şekilde, hem Gürcistan., hem Erm enistan hem de İran ile gergin ilişkiler içinde olunm ası da de ğişik alternatiflere açık bir Kafkaslar politikası takip edilmesini güçleştirir. Ortadoğu için de durum farklı değildir. îraıı, Suriye ve Irak ile sürekli çatışan bir dış politika konjonktürünün getireceği zararları dengeleyecek hiç bir alternatif ittifak politikası yoktur; Türkiye’nin son yıllardaki en tem el dış politika açm azı, Gürcistan; hariç (son yıllarda Bulgaristan da bu na eklenebilir) bütün komşu ları ile konjonktüre! gerginlikler yaşadığı bir süreç içinde bölgesel politikalar üretm e çabası içine girilmiş olmasıdır. Sm ır boylarının ötesinde kurulan ittifaklar bu sınırlar üzerinde etkin bir faktör olarak devreye sokulabildiği ölçüde değerlidir. Tür kiye’nin Bosna ve Arnavutluk ile girdiği ittifak ilişkileri Bulgaristan ile Yunanistan’ın bir karşı blok oluşturm asının önüne geçilebildiği takdirde etkin bir tarzda yürüyebilir. Aynı şekilde Azerbaycan İie girişilen ittifak ilişkisi Rusya, Erm enistan ve İran arasında bir karşı denge ittifakının önüne geçebilecek dış politika opsiyonları devrem ye sokulabildiği Ölçüde geniş kapsam lı bir petrol politikasının te melini dokuyabilir. Bunun gerçekleşm em esi sonucudur ki, bütün iyiniyet dolu dem eçlere rağmen Azerbaycan’ın Türkiye ile Rusya arasında sürekli bir denge politikası gözeten yaklaşım ının önüne geçilem em iştir. İsrail İle girişilen sınır ötesi ittifakın gerekçesi ne olursa olsun sonucu itibariyle Türkiye’yi güney ve doğudaki yakın kom şularının tümüyle aynı anda bunalım lı ilişkilere itm iş olması da, sm ır boyları ile sınır ötesi ittifak arayışları arasındaki denge faktörünün tipik bir yansımasıdır. Komşu ülkelerle ilişkilerde yaşanan bu gerilimleri aşabilmek 'için yapılm ası gereken şey bu ülkelerle ilişkileri rejim ler ve bürok ratlar arasındaki uzun ve çetin süreçten çıkararak toplum lararası ilişkilerin yoğunlaştığı ekonom ik ve kültürel unsurların ağırlık ta şıdığı daha geniş bir zem ine yaymaktır. Son iki asır içinde birhirlef i n î L 'o r c ı h l 'l ı n lîira L- h i r f'n V Irp v olor P 7 m i e
\ı&
i c o a J o i - m i c n l a n Al-
Yak ın K ara H avzası
nıa^ya ve F ransa'nın II. Dünya Savaşı sonrasında karşılıklı ek o n o mik ve kültürel ilişkilerinin sağladığı yoğunlukla siyasî ve askerî bunalımları aşabilm iş olm ası bu konuda güzel bir örnektir. Yakın kom şularım ızın asırlarca Osmanlı yönetim i altında kal m ış olması bu rejim leri sürekli müteyakkız halde tutm akta ve kar şı psikolojik tepkiler, m üzakerelerin öncelikli şartı olan güven or
tam ının sağlanam am ası dolayısıyla, siyasî diyalogların etkisini kaybetmesine yol açmaktadır. Özellikle Yunanistan bu psikolojik faktörü ince bir diplom asi ile D em okles’in kılıcı gibi sürekli olarak tepemizde tutmaktadır. Bu engelin aşılm ası birbirine paralel iki politikanın birden dev reye sokulm ası ile mümkündür. Türkiye bir taraftan yakın kara havzasında bölgesel güvenlik ve işbirliği alanındaki çalışm alara Öncülük ederken diğer yandan özellikle kendisini güçlü hissettiği .ekonom ik ve kültürel alanlarda karşılıklı bağımlılık ilişkisini güç lendirecek adım lar atmalıdır. Aslında bu çift yönlü politika daha önce Almanlar tarafından Avrupa’da denenm iş ve başarılı da olmuştur. Almanya İL Dünya Savaşından sonra Orta ve Doğu Avrupa'da geçm iş savaşlar ve h a kimiyetler dolayısıyla çok daha m enfi bir psikolojik altyapı üzerin de politika yapm ak zorunda kalmıştır. Almanya yetm işli yıllarda Helsinki Güvenlik İşbirliği Anlaşm ası ile bölgede dolaylı etki sağla maya yönelik Ostpolitik diplom asisini aynı anda devreye sokm uş tur. Bu güvenlik ve ekonom ik etki alanına dayalı çift yönlü politika Berlin D uvarı'nın yıkılmasını sağladığı gibi, karşılıklı bağım lılığın artması ile II. Dünya Savaşında Alman tanklarının girdiği ülkelere Alman M arkının yeni bir hakimiyet aracı olarak girm esi sonucunu da doğurmuştur. Türkiye de yakın komşuları ile yaşam akta olduğu güven b u n a lımını aşabilm ek için geniş kapsam lı bir barış planı ile ekonom ik ve kültürel ağırlıklı ilişkileri geliştirm e paketini aynı anda devreye sokmalıdır. Komşu ülkelerle ilişkilerin sürekli gergin tutulm ası, hele hele PKK terörüne karşı bir dönem bazılarının teklif ettiği gi bi bütün güney hattım ızı kuşatan Suriye sınırının boydan boya elektronik aygıtlarla bir duvar gibi örülm esi türünden tekliflerin hir- l-*îr rac\ /nn pl t o m p l i V A İft lir
Stratejik D erinlik
Türkiye bölgede etkin olm ak istiyorsa kom şuları ile arasında elektronik nitelikli Berlin Duvarı oluşturm aktansa var olan duvar ları da aşabilen politikalar üretmelidir. Türkiye’nin yakın kom şu ları ile olan ilişkilerinin sürekli gergin tutulm ası da, bu sınırların kâh Kuzey Irak'ta olduğu gibi iç savaşla, kâh İra n ’la olan ilişkilerde olduğu gibi ideolojik gerekçelerle, kâh Suriye örneğinde olduğu gibi arızî bunalım ların kronikleştirilm esi suretiyle istikrarsızlaştırılm ası da aslında dolaylı olarak Türkiye’yi sınırlarına hapsederek kontrol altında tutm aya yöneliktir. Yapılması gereken bu korkuları aşarak Türkiye'yi kendi kom şuları ile rasyonel ilişkiler kurabilen, sınır ötesi ittifaklarla da bölgesel etkinliğini artırabilen bir konum a getirmektir. Kom şularım ızdan kaynaklanan dış politika riskinin azaltılm ası için karşılıklı bağımlılık düzeyini yükseltecek adım lar atılm ası b el li bir hareket alanı sağlayacaktır. Karşılıklı bağım lılık İlişkisi, dış politika projeksiyonu tutarlı olan ülkelerin lehine işleyen m eka nizm alar üretir. Ekonom ik ve kültürel nitelikli bu m ekanizm alar siyasî m erkez lerden kaynaklanan gerginliklerin tansiyonunu düşürür ve Türki ye gibi bölgesel güçlere alternatif politikalar oluşturm a şansı sağ lar. Ulaşım im kanlarının genişletilm esi, sm ır ticaretinin yaygınlaş tırılması, karşılıklı kültürel m übadele program larının artırılması, iş, em ek ve sermaye transferinin kolaylaştırılm ası gibi araçlar özel likle otoriter rejim lerin hakim olduğu bölgem izdeki m erkezî elit kaynaklı problem lerin aşılm asında büyük kolaylıklar sağlar. M ese la ulaşım, sm ır ticareti gibi araçlarla Halep m erkezli Kuzey Suri y e’nin Gaziantep ve K ahram anm araş’ta patlam a gösteren sanayi ile GAP’m tarım ına entegre olan bir yapıya kavuşturulm ası sınır boyunun büyük m asraflarla elektronik d onanım la kontrol altında tutulm asından daha etkin bîr yoldur. Türkiye ve Suriye arasındaki düzlüklerden geçen smır, bölgesel entegrasyonların ve liberal eko nom ik politikaların ağırlık taşıdığı günümüz ekonom i-politiğinde askeri yöntem lerden daha etkili bir şekilde terörü n ve ekonom ik bunalım ın belini kırabilir. Bu noktada jeopolitik-askerî gerçekler ekonom i-politik gerçek lerle uyumlu hale getirilmelidir. Aynı şekilde Oniki Adanın Anado lu anakarasına daha baeım h hale eelm esi. Kuzevlrak’m askerî ola
Yakın Kara H avzası
rak değil, ekonom ik olarak GAP hattının güney kuşağını oluştur
ması., Tebriz-Van-Adana, Tebriz-Trabzon hatlarının canlandırıla rak İran ve Orta Asya kara bağlantısının devreye sokulması, Batum -Trabzon-îstanbul ve ICöstence-Istanbul-Trabzon deniz bağ lan tıların ın kadın ticareti için değil, gerçek bir ekonom ik entegras
yon için sektörel bazda desteklenm esi Türkiye'yi bir ekonom ik g e çiş merkezi haline getirecek ve gerginlikleri azaltacak dış politika araçlarını oluşturacaktır. Türkiye’nin belli aralıklarla Yunanistan ve Suriye ile gerginlik ler yaşamaya alıştırılması, ağır sıklet güreşçisinin hafif sıkletlerle idman yapması gibidir ve Türkiye'nin gerçek potansiyelini kulla nam am ası sonucunu doğurmaktadır. Türkiye artık bu ölçeklerin üzerine çıkm ak ve bu ülkelerle ilişkilerini daha büyük ölçekli poli tikalarının alt unsurları olarak değerlendirm ek zorundadır. Bu çerçeve içinde Yunanistan ile ilişkiler Türk d ış politika olu şum unda kendine has bir özelliğe sahiptir. Türk dış politikası İs tiklal Savaşından bu yana Önemli ölçüde Yunan faktörüne bağımlı bir şekilde algılanagelmiştir. Bu durum hem Türk ve Yunan dış p o litika yapım cıları açısından, hem de bu iki ülkeyle ilgili politikalar oluşturan diğer ülkeler tarafından böyle yorumlanagelmiştir. Yayıldığı coğrafya sebebiyle her zam an büyük ölçekli ve en az üç bölgesel merkezli politikalar üzerine oturan bir dış politika ge leneği oluşturm uş bulunan Osmanlı D evleti’nin bakiyesi üzerinde kurulmuş olan Türkiye’nin Yunanistan’a endeksli bir dış politika stratejisine bağım lı hale gelmiş olması aslında çok ciddi bir ölçek küçültmedir. Son yetm iş yıllık dönem de Türk diplom atlarının p si kolojilerini, planlam alarını ve her şeyden önce ufuldarını daraltan bu olgu, bırakın küresel politikalar geliştirmeyi, bölgesel politika lar üzerine bile ciddi bir ipotek koymuştur. Sonuçta, hafif sıkletler le idm ana çıkan bir ağır sıklet güreşçisinin düştüğü idman yeter sizliğine benzer bir durum doğmuştur. Türk diplomasisi Yunanis tan ölçeğini aşan her uluslararası konjonktür değişim ine hazırlık sız ve donanım sız yakalanmıştır. Yunanistan’a endeksli reaksiyoner dış politika arayışının k en disi başlıbaşm a cılız bir gelenek oluşturmuştur. Bu ufuk darlığı se bebiyle yetm işli yıllardaki petro-dolarla yükselen Ortadoğu gerçepi de. se k se n li vılların o rta la rın d a n itibaren önü alınm az bir şekil
S tra te jik D erinlik
de yükselişe geçen Pasifik ekseni olgusu da çok geriden ve m esafe li bir şekilde takip edilmiş, bu bölgelerdeki gelişm elere müdahil olabilecek bir dış politika ölçeği ve ufku geliştirilem em iştir. Sov yet-sonrası Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya olgularının yorum la narak Türk dış politikasına yeni çizgiler olarak yansım asındaki ge cikm enin en önem li sebeplerinden birisi de artık tepkisel bir alış kanlık haline gelm iş bulunan ve Ege-Kıbrıs hattına indirgenen kü çük ölçekli reaksiyoner dış politika psikolojisidir. BM, NATO ve AB ile ilişkilerde sürekli olarak birbirlerini kolla yan Türkiye ve Yunanistan’ın bu karşılıklı zaafı diğer ülkeler tara fm dan gerektiği anda ciddi şekilde istism ar edilmiştir. Bu istism ar Türk-Yunan ilişkilerini Türk-Batı ilişkilerinin b irin cil d erecede önem li bir değişkeni haİine getirmiştir. Türkiye’ye yönelik Batımerkezli mesajlar, uyarılar, üstü kapalı tehditler hep Yunanistan üzerinden gönderilmiş; Türkiye’nin dış politikada yeni arayışlara girmeye çalıştığı dönem lerde Türk-Yunan bunalım ı Yunanistan le hine tırm andırılarakTürkiye tekrar Ölçek küçültm eye zorlanm ıştır. Sürekli kendini tedirgin eden yakm bir tehditle boğuşm ak zorun da bırakılan Türkiye ufkunu aksiyoner nitelikli, büyük ölçekli ve küresel nitelikli politikalara açam az hale gelmiştir. Türkiye, son yıllarda yakm tehdit olarak yükselen Kuzey Irak ol gusu da devreye girince her iki ayağı da birer ağır yüke bağlanm ış bir m ahkum durum una düşmüştür. Böylece seri m anevralarla h a reket etm e potansiyeli zayıflatılan Türkiye'nin atılım gücü önem li ölçüde zayıflatılmıştır. Altmışlı yılların başında SSCB ile yeni ve ge niş kapsamlı ilişkilere girildiği günlerde, yetm işli yılların başında da Ortadoğu’ya tekrar açılm a sancılarının yaşandığı bir dönem de ani tırm anışlar gösteren Kıbrıs'ta suların uzun ve statik bir bekle yişten sonra doksanlı yılların sonlarında yeniden ısınm aya başla m ası bu açıdan teenni ile karşılanmalıdır. Yakın deniz havzası ile ilgili bölüm de daha detaylı bir şekilde ele alacağım ız gibi, Türkiye Kıbrıs’ı hiç bir zam an ihm al edemez. Ancak, bütün bir dış politika eksenini de belli aralıklarla gündemli, güdümlü ve suni tırm anışlar gösteren tek bir dış politika olgusuna bağlayamaz. Aksi takdirde Türkiye’nin Yunanistan ve Kıbrıs zaafım bilen büyük güçlere kendi dış politika hesaplarına uygun düşen her k n n în n k tiirrlf! hıı zaafı T iirk iv e ’vi te d irg in e d ecek şe k ild e kullanm a
Yakın K ara H avzayı
şansı verilmiş olur. Türkiye kendi stratejik hesaplarını tehdit eden her olguya gereken sertlikte cevap verecek şekilde hazırlıklı olm ak la birlikte artık sıklet ve Ölçek küçültülmesi sonucunu doğuracak hiç bir dış politika ipoteğini de kabul etmemelidir. Toplum umuz bu son gelişm elerle birlikte özellikle yakın kara havzası ile ilgili son derece dinam ik bir sürece girmiştir. Bu süre cin tem el çelişkisi coğrafya ve tarihin yüklediği m esuliyet ve zo runluluklarla bunları karşılayacak siyasî kurumlar ve kültür ara sındaki dengesizliktir. Bu dengenin rasyonel bir dış politika yapım süreci ile bütünleşm esi ve uzun dönem li bir stratejik planlam a çerçevesinde devreye sokulm ası Türkiye’yi önüm üzdeki yüzyılda yükselen bir güç haline getirecektir.
3- Bölüm
Yakın Deniz Havzası
I
Karadeniz, Doğu Akdeniz, Körfez, Hazar
l. Tarihî Arkapian Türkiye'nin kendi coğrafyası ile çelişkili dış poiitika oluşum u nun en belirgin yönü uzun dönem li ve koordineli bir deniz ve su yolları stratejisinin oluşturulam am ış olmasıdır. Hem bir yarım ada olm a hem de su yollarının, iç denizlerin ve körfezlerin kesiştiği bir coğrafi havzada bulunm ası dolayısıyla Türkiye'nin en hayatî dış politika önceliklerinden birisi bu havza üzerinde etkinlik sağlaya bilecek bir deniz stratejisinin geliştirilmesidir. Tarihî veriler açık bir şekilde gösterm ektedir ki, Anadolu-Balkan eksenindeki bir ülkenin gerçek anlam da güçlü olm ası ancak ve ancak bu ekseni çevreleyen deniz ve su yollarında hakim iyet sağlam ası ile mümkündür. Bizans D evleti’nin, Roma İm paratorluğu’nun ihtişam ına sahip olm aya yöneldiği, altın çağı olan 6. yüz yıldaki lustinyen dönem i her şeyden önce ünlü stratejisyen Beiisarius’un Doğu Akdeniz üzerinde sağladığı deniz hakim iyeti üzerin de yükselmiştir. Kuzeyden geîeıı Rus baskısı karşısında 10. yüzyıl da ortaya çıkan Bizans-H azar yakınlaşm ası ve bu çerçevede olu şan Bizans-Rus-H azar güç dengeleri de deniz ve su yollan havza larının Avrasya stepleri, Karadeniz ve Anadolu yarım adası arasın daki stratejik ilişki açısından taşıdığı önem i ortaya koymaktadır. Osm anlı D evleti’ni Anadolu-Balkan eksenli bir bölge gücü o l maktan üç kıtaya hakim bir dünya devleti haline getiren faktörle rin başında da Ege, Akdeniz ve Karadeniz üzerinde kurduğu haki miyet ile Kızıl Deniz, Hint Okyanusu ve Hazar gibi çevre denizlere anin hilf>rı=>L' hnvntta Hpnî? cnî nün e -ulaşma sı çelmektedir. Belisari- ı
Stratejik D erinlik
us'tan daha kapsam lı bir Akdeniz hakimiyeti kuran Barbaros Hay rettin Paşa’m n Osmanlı D evleti’nin bir dünya devleti haline dö nüşm esindeki rolü inkar edilemez. Bu denizler ile kara bağlantıla rım sağlayan Fırat, Dicle, Nil, Tuna, Dinyeper, Dinyester, Don ve Volga gibi önem li su yolları üzerindeki Osm anlı denetim i, engin kara hakimiyetini sağlayan can dam arları niteliğini taşımaktaydı. Os manii-Avrupa rekabetinin en yoğun yaşandığı ve tarih sah nesine en belirgin şekilde ağırlık koyduğu alan da deniz ticaret yolları olmuştur. O sm anlı D evleti’nin Avrasya anakıtasm m iç de nizlerini ve m erkez-kıyı iletişim ini sağlayan su yollarını denetim altına alıp kara, deniz ve kıta havzalarım tümüyle kuşatan bir h a kim iyet alanı oluşturarak Avrupa'yı yeni deniz ticaret yollan bul m aya zorlam ası, Avrasya-eksenli stratejik ve ekonom i-politik re kabeti küresel rekabete dönüştürecek son derece önem li bir deği şimi beraberinde getirmiştir. Avrupa'nın bu çerçevede Avrasya anakıtasım kuşatan açık denizlerde oluşturduğu ekonom i-politik alan ve bu alandan beslen en dünya sistem i O sm anlı Devleti'nin Avrasya bünyesinde oluşturduğu güç tem erküzünü sarsmıştır. Avrupah güçlerin açık denizlerde ve bu açık denizlerin bağlantı hav zalarında kurduğu stratejik hakim iyetin Avrasya’n ın iç denizleri ve su havzaları üzerinde yaptığı baskılar, söm ürgeciliğin Osmanlı D evleti’n in hayat alanım daralttığı sürecin dönüm noktasını oluş turmuştur. Bu nedenledir ki, O sm anlı D evleti'nin gerilem esi de, öncelikle çevre denizler üzerindeki etkisini yitirm esi ve buna bağlı olarak bu su yolları üzerindeki denetim gücünü kaybetm esi ile ivme kazan mıştır. Osmanlı Devleti'nin merkez eksende çökm eye başlam ası nın dönüm noktası da 1827’cle Fransız, İngiliz ve Rus ortak gücü nün Osm anlı donanm asını Navarin’de tam am ıyla yok etmesidir. Osmanlı D evleti'nin Yunanistan isyanı ile Balkanlarda başlayan çözülm esi de Doğu Akdeniz'deki deniz gücünün yok olması ile doğru orantılıdır. Bu zaafı gören Abdülaziz’in kurduğu dünyanın üçüncü büyük donanm ası da, bu donanm a ile koordineli bir kara stratejisi oluşturulam adığı için, etkin bir şekilde kullanılam am ış ve gerçek bir deniz im paratorluğu olan İngiltere’yi tedirgin etm em ek için gizli bir potansiyel olarak ülkenin iç denizlerinde tutulduktan sonra rîirıimpvf» terkedilmiştir. Osmanlı D evleti’nin 19. yüzyıl
Yakın D e n iz H avzası
daki kıt kaynaklarının atıl tutulan bir donanm a için kullanılmış ol ması, diplom asi ile askerî güç arasında stratejik bir ilişki kurulam am asım n yol açtığı bir durumdur. Bu sabit coğrafî ve tarihî verilere rağm en Abdülaziz d ön em in deki d onanm a potansiyelinden bu yana Türkiye’nin bir deniz ül kesi olduğu gerçeği hep gözardı edilegelmiştir. Bu ihmal Osmanlı D evleti’nin son dönem inde devletin farklı coğrafi bölgelerine m ü dahale im kanlarını daraltm ak suretiyle bu bölgelerin devletten kopuş sürecini hızlandırmıştır. Bunun en çarpıcı misali, Kuzey Af rika'daki son direniş noktası olan Libya’nın, Trablusgarp Savaşı e s nasında gösterilen yerel ve taktik direniş kahram anlıklarına rağ m en deniz üzerinden lojistik destek sağlanam am ası yüzünden el den çıkmasıdır. Benzer durumlar Girit, Kıbrıs, Ege adaları, Yemen gibi bölgelerde de söz konusu olmuştur. R auf Orbay'm Balkan Savaşı esnasında Hamidiye kruvazörü nün sınırlı im kanlarıyla Ege-Adriyatik-Doğu Akdeııiz-Kızıldeniz hattında vur-kaç taktiği ile elde ettiği olağanüstü başarılar ve Ça nakkale Savaşının kazanılm asında büyük rol oynayan m ayınlam a faaliyetleri gerek kapasite gerekse alan olarak sınırlı küçük çaplı deniz operasyonlarının taşıdığı önem i gösterm esi bakım ından ya kın tarihim izin istisnaî örnekleri arasında yer almaktadır. Ancak bu başarılar ne Averof zırhlısı desteğindeki bir kaç m uhripten olu şan Yunan donanm asının Balkan Savaşları esnasında yaklaşık bir ay içinde Kuzey ve Doğu Ege adalarım işgal etm esini, ne de 1. D ü n ya Savaşı sonunda Çanakkale Boğazı yanısıra İstan bul’un da düş m an istilasına uğram asını engelleyebilmiştir. I.
Dünya Savaşı Osmanlı D evleti’nin yeterli deniz desteğinden
mahrum kara-yoğunluklu askerî gücünün getirdiği zaaflarla dolu dur. D eniz im paratorlukları olan İngiltere ve Fransa karşısında yi ne kara-yoğunluklu bir askerî güç olan Almanya ile yapılan askerî ittifak, bu tür ittifaklarda aranan en önem li şartlardan olan ta m am layıcılık ilişkisinden yoksun olduğu için, bu blokta önem li stratejik gedikler açmıştır. Küçük ölçekli m uharebelerde kazanılan başarılara rağmen nihaî savaşın kaybedilm esinin en önem li n e denlerinden birisi de budur. İstiklal Savaşı sonrasında yürütülen m üzakerelerin Boğazlar ve Fırat-D icle havzasında bulunan Musul etrafında yoğunlaşm ası da deniz ve su yolları bağlantılarının taşı-
S tratejik D erinlik
Cumhuriyet dönem inde im zalanan M ontrö (Montreux) Anlaş ması ile Boğazlar konusunda sağlanan ilerlem eye rağmen, Türki ye’nin deniz gücü konusunda sürdüregeldiği zaaf kendisin i en çar pıcı şekilde II. Dünya Savaşından sonraki düzenlem elerde göster miştir. 1944 yılında Oniki Ada'yı terk etm ek zorunda kalan A lm an ların, dönem in Türk hüküm etinin bu adaları alm asını teklif etm e leri karşısında bu talep için lngilizlerden onay alm a yolunu tercih eden hüküm etin îngilizlerin reddi karşısında bu adalara karşı ka yıtsız kalması, Türkiye’yi Ege’ye çıkamaz hale getiren gaflet zin ci rinin en önem li halkasıdır. D aha sonra 1946 yılında Paris’te İta l yanlarla müttefikler arasında yapılan görüşmelere II. Dünya Sava şı dışında kaimmiş olunması ve savaşın ganim etlerinden pay alına hakkımızın olm am ası gerekçesiyle katılma m üracaatında bulun m am a karan alan dönem in hükümeti bu adaların Yunanistan’a verilm esine açık bir şekilde çanak tutmuştur. Böylece Oniki Ada ve Rodos 10 Şubat 1947 tarihli İtalyan Barış Andlaşması ile silahtan arındırılm ak şartıyla Yunanlılara verilmiştir. Daha sonra bu şart da ciddi bir şekilde denetlenem em iş ve Türkiye sınırlarının güvenliği sürekli bir tehdide m aruz kalmıştır. II.
Dünya Savaşından sonra terkedilen Ege adalarının denetim
altma alınm am ası konusundaki stratejik gafletin sonuçları bugün gözler önündedir. Türkiye Boğazlar yoluyla Rusya'nın stratejik yu m uşak karnının nabzım elinde tutarken, Yunanistan da Ege adala rı yoluyla Türkiye’ye karşı aynı stratejik avantaja sahip olmuştur. Türkiye'nin savaşa en yakm olduğu yer hayat alanını önem li ölçü de daraltan Ege adalarıdır ve bunun nedeni de tutarlı bir deniz stratejisinden yoksun olmak dolayısıyla yapılan affedilmez h ata lardır. Kıyılarımızın hem en dibindeki kayalıklarda bile Yunan h a kimiyetini gündem e getiren Kardak bunalım ı bu hataların birike rek gelmiş acı bir faturasıdır.
II. Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye’nin Deniz Politikaları Soğuk Savaş dönem inin küresel deniz stratejileri açısından ta şıdığı özellikleri belirleyen tem el unsur, iki kutuplu yapının uçları nın denizlere bakışları ve sabit coğrafî faktörlerin bu bakışlar üze rindeki etkisidir. Tarihin gördüğü en tioik kara devleti olan SSCB
Y ak ın D en iz H avzası
Avrasya step derinliğindeki konumu dolayısıyla kendini defansif olarak bakıldığında güvenlikli, oFansif bakıldığında sınırlanm ış ve çevrelenm iş bir konumda hissetmiştir. Hitler'in yenilm ez kabul edilen ordusunu, bu coğrafî konum un defansif pozisyonlardaki avantajını kullanarak, Avrasya derinliğine çektikçe yıpratan SSCB, Soğuk Savaş dönem inde aynı coğrafi konum un kendisini denizler den uzak tutan ve ofansif strateji alanını daraltan özelliğinin b a s kısını hissetmiştir. Soğuk Savaşın diğer kutbunu oluşturan ABD ise tam aksi bir je opolitik konum un sonuçlarını strateji yapım ının ana unsurları olarak kullanm a zorunluluğu duymuştur. Doğu ve batı sahilleri ile dünyanın iki büyük okyanusuna bakan ve Avrasya anakıtasınm ■deniz-aşırı alanında bulunan ABD defansif ve ofansif strateji ta nım lam alarını kendi hayat alanının çok ötelerinde deııiz-eksenli olarak kurma tercihine yönelmiştir. ABD ile rekabet edecek m uh tem el güçlerin tüm ünün Avrasya anakıtasm da bulunm ası, ABD'yi Amerikan kıtasında defansif anlam da güvenli alanlar oluşturm a ya, Avrasya kıtasını çevreleyen denizlerde de ofansif m üdahaleye hazır sürekli bir deniz gücü bulundurmaya itmiştir. Avrasya derin liğindeki kara m üdahalelerinde dezavantajlı bir durum yaratan bu coğrafî konum özellikle jeopolitik teorisyenlerce Rimland olarak adlandırılan Avrasya kenar kuşağına yönelik operasyonlarda hem defansif hem de ofansif strateji açısından maliyetli olm akla birlik te önem li avantajlar getirmiştir. SSCB'yi Avrasya derinliğine m ahkum eden coğrafî konum b a s kısı, bu süper gücü, biri Soğuk Savaş dönem inin başında, diğeri sonunda iki ciddi ofan sif atağa zorlam ıştır. Bunlardan birincisi, II. Dünya Savaşının hem en sonrasında Boğazlar konusunda Türki ye’ye yönelik yapılan ve fiilî güç tehdidi barındıran baskı; diğeri ise Soğuk Savaş dönem inin sonlarına doğru bu ülkeyi sıcak denizlere en yakın noktaya getiren Afganistan işgalidir. Saldırgan nitelik ta şıyan her iki stratejik atak da aslında bu coğrafî konum dan kay naklanan jeopolitik darboğazın yol açtığı ofansif görünüm lü d e fansif ham lelerdir ve SSCB tarihinin en ciddi stratejik hatalarını oluşturmaktadır. Bu stratejik hatalar dolayısıyla Türkiye daha So ğuk Savaş başlam adan Batı Blokuna itilerek Boğazlar karşı kutbun eline terkedilirkeıı, Afganistan işgali bu süper gücün sonunu geti ren stratejik bir bataklık haline dönüşmüştür.
S tratejik D erin lik
SSCB deniz kuvvetlerinin yapılanm ası hem bu süper gücün ya şadığı stratejik darboğazı, hem de bu darboğazın Türkiye’nin So ğuk Savaş dönem indeki deniz stratejisinin oluşum u üzerindeki et kisini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. SSC B'nin Avrasya kara derinliği ile sıcak denizler arasında stratejik irtibat kurm a konu sunda yaşadığı sıkıntılar bu ülke deniz stratejisyenlerini anavatan toprağı ile doğrudan irtibatlı “donanma sahaları" ile uzak bölge lerdeki alanları kapsayan "saha dışı alanlar/out of area” ayrımı yapm ak zorunda bırakmıştır. D onanm a sahaları aynı zamanda Avrasya steplerinin deniz açılım alanlarındaki dört Sovyet ana do nanm asının faaliyet sahasını oluşturm aktadır; Kuzey; Baltık, Pasi
fik ve Karadeniz donanm aları. Anavatan ile doğrudan irtibatlı bu donanm a sahaları dışında kalan alanlardaki operasyonlardan so rumlu olmak üzere de Akdeniz, Norveç denizi, Hint Okyanusu ve Batı Pasifik eskadraları oluşturulmuştur. Bu donanm a yapılanm ası Türkiye'yi Varşova-NATO, SSCBABD rekabetinin deniz düğüm noktalarının önem li bir halkası h a line getirmiştir. Üç donanm a sahası içinde doğrudan sıcak denizlerie irtibatlı ve her mevsim kullanılabilir tek alan olan Karadeniz sahası, Soğuk Savaş süresince güneyini NATO üyesi olan Türki- y ye’nin, diğer bütün alanlarını da Varşova Paktı üyesi ülkelerin de- : netim altında tuttuğu ikiye bölünm üş bir havza niteliğini sürdür müştür. Bu donanm a sahasının saha dışı eskadralarnı en önemli iki unsuru olan Akdeniz ve Hint Okyanusu eskadraları ile bağlan tılarının da Türkiye ve Boğazlar üzerinden olması, Soğuk Savaş dengelerinin Türkiye açısından oluşturduğu en hassas deniz stra tejisi param etrelerinden biri olmuştur. Bloklararası dengelerin oluşturduğu bu konjonktürde Türki ye’n in blok-içi sorum luluk alanları ile blok-dışı ulusal çıkar alanla rı arasında ortaya çıkan çelişkiler bu alanlar arasında sağlıklı bir koordinasyon kurm a problem ini beraberinde getirmiştir. Bunun en çarpıcı m isali karşı kutbu tem sil eden SSCB karşısında geliştiri len Karadeniz ve Boğazlar stratejisi ile ortak ittifak üyesi Yunanis tan karşısında geliştirilmek zorunda kalman Ege ve Kıbrıs strateji leri arasındaki uyum meselesidir. Soğuk Savaş dönem inin konjonktürel şartlarından kaynakla nan bu uyum problem i Türkiye’yi çevreleyen deniz ve su havza la-
Yakm D en iz H a v ra sı
rı ile ilgili m eselelerin deniz stratejisi açısından birbirlerinden ko puk taktik alanlar olarak görülm esine yol açm ıştır. Karadeniz ve Boğazlar ile ilgili m eseleler SSCB ile NATO çerçevesinde yürütülen bloklararası ilişkinin bir uzantısı olarak değerlendirilirken, Ege ve K ıbrıs’ın ağırlık taşıdığı Doğu Akdeniz havzası Yunanistan ile sü re gelen gergin bfok-içi ilişkilerin çerçevesinde ele alınmıştır. Türkiye açısından ikincil önem taşıdığına inanılan ve seksenli yıllara kadar ilgi aianı dışmda kalan Basra Körfezi genel Ortadoğu politikasına, Tuna su yolu da Balkanlar politikasına indirgenmiştir. Bu alanlara olan ilgiler de konjonktürel boyutlarda kalmıştır. Iran -Irak Savaşının gerektirdiği ekonom ik boyutlar da taşıyan dış politika pozisyonu Basra Körfezine olan ilginin, Bulgaristan ile seksenli yıllarda artan gerginlik de Tuna su yoluna duyulan ilginin a rtm asına yol açm ıştır. Bu dönem de karşı blokun m utlak hakim i yeti altında görülen Hazar deniz havzası ve Karadeniz’in kuzeyin deki Dinyeper, Dinyester, D on ve Volga su yollan ile ilgili hiç bir teşeb b ü ste bulunulm adığı gibi ciddi bir teorik plan da geliştiril m em iştir. Böylece Türkiye’nin çevresindeki deniz havzaları ve su yolları İle olan ilgisi Anadolu yarımadasını jeopolitik eksen olarak algıla yan bütüncül bir strateji çerçevesinde ele alınm am ış, bloklararası ve blok-içi rekabetlerden etkilenen koordinesiz taktik adım lar ile sınırlı kalmıştır. Bu çerçevede Soğuk Savaş süresince bir taraftan dönem in süper gücü olan SSC B’nin Karadeniz ve Boğazlardaki baskısı sürekli olarak hissedilmiş, diğer taraftan Ege’de ise basiret sizce Yunanistan’a terkedilen adaların oluşturduğu status quo T ü r kiye’nin denizlerdeki hareket alanını önem li ölçüde daraltmıştır. O rtadoğu ve Süveyş üzerindeki çok önem li stratejik etkiye sa hip olan Doğu Akdeniz bölgesi de sadece K ıbrıs'a endeksli olarak ele alınm ıştır. Kıbrıs geniş ölçekli bir deniz stratejisin in önem li bir sacayağı olarak algılanm ası gerekirken bütün deniz stratejisi Kıb rıs bu n alım ın a göre ayarlanır hale gelmiştir. Türkiye uzun d ö n em li bir deniz stratejisinin taktik adım ları olarak değil, 1964 ve 1967 yıllarındaki Kıbrıs bu nalım larının dayatm ası olarak NAT O ’dan kısm en bağım sız alternatif deniz politikalarına ve askerî güç oluşum una yönelm iştir. Stratejik yönelişin taktik adım ları b e-
S tra te jik D erinlik
mıştır. Bu açıdan Kıbrıs bunalım? göz ardı edilerek Türk dış politi kasının genel yönelişleri de, deniz stratejisindeki değişm eler de anlam lı bir çerçeveye otuıtulam az.
ili. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Yeni Deniz Stratejisinin Unsurları Soğuk Savaş sonrası dönem in en önem li özelliklerinden bilisi cifi kutuplu statik yapının birbirinden ayırdığı bölgelerin yeni et kileşim alanları ile stratejik açıdan yeni bir eklem lenm e sürecine girmeye başlamalarıdır. Yakm kara havzalarını incelerken de üze rinde durduğumuz ve örnek uygulama alanlarında tekrar ele ala cağım ız gibi, bölgelerarası etkileşim alan* ve stratejik eklem lenm e nin en çarpıcı misalleri Türkiye'nin yakm kara havzalarım oluştu ran Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar arasında görülmektedir. Bu stratejik eklem lenm e bu bölgelerin kendi aralarındaki etki leşim alanlarında bulunan denizlere ve su yollarına yeni jeo p o li tik anlam lar katmaktadır. Deniz ve su havzalarının bağlantılı ol dukları kara şeritleri ve derinlikleri ile olan stratejik bağımlılık iliş kisi alışagelm iş bölge tasniflerinin ötesinde yeni stratejik alan ta nım lam aları ortaya çıkarm aktadır. Karadeniz, kendi özel önem i dışında Balkanlar ile Kafkaslar arasındaki stratejik bağlantılar a çı sından yeni jeopolitik anlam lar kazanırken, M ezopotam ya havza sındaki su yollarının ve bu su yollarının bitiş noktasındaki Basra Körfezi’nin stratejik ön em i de Kafkaslar ve Ortadoğu arasındaki bölgesel etkileşim alanının genişlem esine ve d erinleşm esine pa ralel olarak ciddi ölçekte artm ıştır. Aynı şekilde, Türkiye’n in Soğuk Savaş süresince değişm eyen dış politika gündem leri arasında yer alan Kıbrıs ve Ege konulan da Ortadoğu ve Balkanlar arasındaki etkileşim alanının Doğu Akdeniz’de yoğunlaşm ası ile birlikte yeni unsurlar kazanm ışür. .
Dolayısıyla, Soğuk Savaş sonrası dönem Türkiye’nin deniz ve
su y ollan politikasını yeni bir stratejik eksene oturtulm asını gerek tiren bir konjonktür doğurmuştur. Türkiye artık çevresindeki d e niz havzalarını ve su yollarım bloklararası rekabetin yönlendirdiği birbirinden kopuk problem alanları olarak eöremez. T ü rk îv p 'n în
Yakın D en iz H avzası
bu alanları kendi stratejik tercihleri doğrultusunda koordineli bir tarzda yeniden değerlendirm esi kaçınılm az bir zaruret halini al mıştır. M esela sadece Hazar petrollerinin nakli m eselesi bile Kara deniz, Boğazlar, Ege, Doğu Akdeniz ve Basra Körfezi politikaları nın kesiştiği bir alanda oluşmaktadır. B unun içindir ki, bu bölgelerde yapılan ham lelerin tümü karşı ham leleri beraberinde getirmektedir. M esela Türkiye’nin Boğaz lardaki geçişi düzenlem ek suretiyle yaptığı bir ham le Rusya-Bulgaristan ve Yunanistan arasında bir işbirliği cephesi oluşturm akta ve Ege'deki Yunan denetim i Bulgaristan üzerinden Ege'ye aktarıla cak boru hattı projesi ile devreye girmekte; İsrail faktörü ile Türki ye-İran ilişkilerinin gerginleşm esi H azar-Basra hattında yeni d en geler ortaya çıkarmaktadır. Soğuk Savaş dönem inin bloklararası rekabete ve NATO yüküm lülüklerine ayarlı konjonktürünün yerini anlık tepkilerin stratejik sonuçlar doğurduğu dinam ik bir süreç alm ış bulunm aktadır. Bu dinam ik konjonktürde anlık tepkilerdeki ufak hatalar bile uzun dönem li stratejilerde büyük sapm alar m eydana getirebilir. Bunun için de savunm a tepkili Soğuk Savaş şartlanm aları terkedılerek ak tif ve atak bir tavır sergilenmelidir. Deniz havzalarının stratejik d e ğerlendirm esi bu açıdan yeniden gözden geçirilm ek zorundadır.
ı. Karadeniz Havzası ve Bağlı Su Yolları Soğuk Savaş dönem inin çift kutuplu yapılanm asında Türki ye’nin yakın deniz havzası olm aktan çok bloklararası kutuplaşm a nın en keskin şekilde yansıdığı bir iç deniz hüviyeti taşıyan Kara deniz, kıyı ülkeler için taşıdığı potansiyelin çok gerisinde bir Öne me sahip olmuştur. Karadeniz havzası etrafındaki jeopolitik ku tuplaşm a Avrasya’nın bu en büyük iç denizinin jeoekon om ik Öne m inin yeterince değerlendirilem em esi sonucunu doğurmuştur. Özellikle Türkiye, kıyı ülkelerin tüm ünün (SSCB, Romanya, Bulgaristan) karşı blok içinde yer alm aları dolayısıyla Karade niz’de bir nevî kuşatılmışlık psikolojisinin tesiri altında kalmıştır. Bu nedenledir ki, Karadeniz ve Tuna su yolunun Türkiye’nin to p lam ihracatındaki payı %6, toplam ithalatındaki paya ise %7 civan n rio V n iım ch r iıfcırarîonî7 h a ö la n iıtı <511 v n lla rı in in d e t a rih î bir
S tra te jik D erinlik
önem e sahip olan Tuna su yolunun Türk deniz ulaşım ındaki payı nın % 1'in altında olm ası Türkiye'nin kuzey hattını ne derece ih m al ettiğinin önem li bir göstergesidir. Bu durum Türkiye'nin kendi kıyı şeridini kullanm a konu sun da da geçerlidir, Türkiye’nin en uzun kıyı şeridi Karadeniz'de ol m asın a rağm en 120 m ilyon tonluk yükleme ve boşaltm a kapasite sinin % 25’i Akdeniz’de, % 21’i Ege’de, % 41'i M arm ara’da ve sadece % 13’ü Karadeniz’dedir. Bu durum Türkiye'nin genel bir tablo ola rak güneyden kuzeye akan ve M arm ara Denizinde yoğunlaşan bir deniz ulaşım yönüne sahip olduğunu gösterm ektedir. Bu yön Ka rad eniz’in Türk deniz ulaşım stratejisindeki konum unun m arji n alleşm esin e yol açm ıştır. Soğuk Savaş dönem inin sona erm esi Türkiye'nin alışılagelmiş deniz ulaşım ve strateji yapılanm asında ve Karadeniz’in bu yapı lanm a içindeki konum unda önem li değişiklikler yapmış bulun maktadır. Herşeyden önce Varşova Paktı'm n ve SSC B'nin dağılma sı ile Türkiye ilk defa Karadeniz'de kendi dışında kalan kıyıdaş un surların ortak bloku karşısında yalnızlaşma konum undan kurtul muştur. Bu iki kadem ede gerçekleşmiştir. Birinci kadem ede Varşo va Paktı’mn dağılması ile SSCB-.Romanya-Bulgari.stan arasındaki ittifak bağı çözülm üş ve Türkiye’nin her üç ülke ile de ayrı düzlem lerde ve ikili çıkarlar esasına dayalı olarak politika geliştirebilm esi nin önü açılmıştır. İkinci kadem ede SSC B'nin dağılması iie birlik te Ukrayna ve G ürcistan'ı n da bağım sızlıklarım kazanm aları Kara deniz’deki aktörlerin sayısını artırm ış ve Boğazlar üzerindeki blok baskısını ortadan kaldırmıştır. Yeni aktörlerin Karadeniz’in kuze yindeki merkezî güç olan Rusya İle yaşadığı çelişkiler Türkiye-Ukrayna, Türkiye-Gürcistan ilişkilerinin gelişm esine ivme kazandır mış ve Türkiye’yi Karadeniz'in en geniş kıyıya sahip ülkesi konu m una getirerek önem li bir diplom atik avantaj sağlamıştır. SSC B 'nin dağılm asından sonra Türkiye'nin Karadeniz’in bütün güney hattını tutan ve bu denize en uzun kıyısı olan ülke konumu kazanm ası önem li bir jeoekonom ik im kan patlam asına yol açm ış tır. Türkiye artık Karadeniz’i savunm a stratejisinin bir parçası ola rak sadece Boğazlarla dünyaya açılan, dolayısıyla da kuzey kom şusuna karşı bir koz olarak kullanılabilen bir deniz sahası olarak
Yakın D en iz H avzası
Aksine, atak bir politika ile Karadeniz Türkiye’nin bir taraftan Doğu ve Kuzey Avrupa’ya, diğer taraftan Kafkaslar ve Orta-Asya’ya açılmasın] sağlayacak bir deniz yolu olarak görülm eli ve bu doğ rultuda bir altyapı çalışm asına gidilmelidir. Karadeniz İşbirliği Ör
gütü doğrultusunda başlam ış olan çalışm aların rasyonel bir eko nom ik işbirliği ve siyasî güvenlik çerçevesi oluşturm aktan çok,
Türkiye'nin AB’ye karşı bir kozu olarak telakki edilm esi ve üye sa yısı ve faaliyet alanı itibariyle çok ihtiraslı bir kapsam ı öngörm esi
dolayısıyla istenilen neticelere ulaşılam am ıştır. Bunun yerine da ha dar kapsamlı fakat daha etkin projeler geliştirilm ek zorundadır. Türkiye'nin Karadeniz ile ilgili stratejisi sadece askeri alanla sı nırlı kalamaz. Bu havza özellikle ekonom ik açılım için etkin bir tarzda kullanılmalıdır. Bu sebeple bu havzayı iç steplere bağlayan su yollarının ekonom ik açıdan değerlendirilm esi yapılarak sınır ötesi deniz ulaşımı konusunda teşvik edici tedbirler alınm alı, bu su yollarındaki ulaşım a elverişli projeler geliştirilmelidir. O sm anh Devleti’nin son dönem inde bile büyük bir ulaşım ağına sahip olan Köstence-Trabzon hattı m üm kün olduğu ölçüde Dinyeper, Dinyester, Volga ve D on ırm aklarının çıkış noktalan İle irtibatlandırılmalı, böylelikle Doğu Karadeniz bölgesi, Doğu Avrupa ve Asya steplerini Orta Doğu ve Hint Okyanusuna bağlayacak bir ulaşım hattının pivot alanı haline getirilmelidir. Bu hat üzerinde KEİ ve ECO ölçekli projeler koordineli bir şe kilde devreye sokularak dinam ik Doğu Asya ekonom ik havzasını Doğu ve Orta Avrupa’ya bağlayan en kısa ve ekonom ik ulaşım ağı Türkiye üzerinden sağlanabilir. Bunun için de bir yandan Karade niz'in kuzeyindeki ülkelerle ikili ilişkiler geliştirilirken diğer y an dan KEİ ve ECO m ekanizm aları daha etkin bir tarzda işletilerek Doğu Avrupa-Batı ve Güney Asya bağlantısı güçlendirilme! idir. Böyle bir yeni ulaşım ağının ortaya çıkışı GAP’taki üretim p atlam a sının alternatif dünya pazarlarına sunulm asını ve Doğu Anado lu’daki ekonom ik tıkanm anın aşılm asını da sağlayacaktır.
2. Avrasya’nın Stratejik Düğümü: Boğazlar Uluslararası ilişkileri ve küresel dengeleri etkilem e kapasitesi ne sahip 16 önem li su yolu kesişim bölgeleri ve boğazlar ö n em le rine Pöre iki ana eruota toplanır. Birinci grupta küresel ulaşım da
S tr a t e jik D e r in lik
birinci derecede Önemli merkezî boğazlar, ikinci grupta ise daha yerel ve kıtasal önem e sahip olanlar yer almaktadır. Küresel stratejik dengeler açısından büyük önem e sahip birinci grupta yer alan boğazlar küresel ticaret ve ham m ade akışı, jeo ek o nom ik aktarım batları, kıtalararası etkileşim bölgeleri, küresel ve bölgesel güvenlik stratejileri ve güç dengeleri açısından son dere ce belirleyici konum da bulunm aktadır: (i) Asya ile Avrupa'yı ayı ran ve Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan İstanbul ve Çanakkale B o ğazları; (ii) Asya ile Afrika'yı ayıran ve Akdeniz'i Kızıldeniz'e bağla yan Süveyş Kanalı; (iıi) yine Asya ile Afrika’yı ayıran ve Kızıideniz'i Hint Okyanusuna bağlayan B ab ü ’l-M endeb Boğazı; (iv) Arap yarı m adası ile Asya kıtasının güney Hint kuşağım ayıran ve ham m ad de kaynaklan açısından son derece zengin Basra Körfezİ’ni Hint Okyanusuna bağlayan Hürmüz Boğazı; (v) Avrupa ile Afrika’yı ayı ran ve Akdeniz'i Atlas Okyanusuna bağlayan Cebelitarık Boğazı; (vi) Asya kıtasını Endonezya ve Avustralya takım adalarından ayı ran Malakka Boğazı; (vii) Güneydoğu Asya takım adalarını ayıran ve Hint Okyanusunu Pasifik Okyanusuna bağlayan Sunda ve Lombok geçitleri ve (viii) Güney ve Kuzey Am erika’yı ayıran ve Atlas Okyanusunu Pasifik Okyanusuna bağlayan Panam a Kanalı.1 Afroavrasya dünya anakı tasın da gerek kuzey-güney gerekse doğu-batı istikam etinde merkezî bir konumda bulunan, küresel ve bölgesel dengeleri belirleyen tem el jeopolitik, jeoekon om ik ve jeokültürel hatların kesişim alanı üzerinde yer alan İstanbul ve Ça nakkale boğazları bu tasnif içinde kendine has son derece önem li bir yere sahiptir. Dünya üzerinde başka hiç bir geçiş bölgesi bu d e rece karm aşık dengelerin rol oynadığı bir coğrafi ve tarihî altyapı ya sahip değildir. Bu özel konum Boğazlara sahip olan siyasî iradenin kader ibre sini de neredeyse Boğazlara bağlayan bir sonuç doğurmuştur. B i zans’ın kadem eli bir şekilde çöküşü Boğazlar üzerindeki denetim i- ni kaybetm esi ile kaçınılm az bir kader haline dönüşmüştür. Bu an lam da İstanbul’un fethi Osm anlıların Çanakkale Boğazı’nı dene■■■ 1 Bu boğaz ve geçitlerin Soğuk Savaş sonrası dönem deki küresel önem leri ve tasnifi için bkz, Ahmet Davutoğlu, "The Clash ot Inteıests: An ExpIanation of the Woıid (Dis)Order”, Perceptions: Journal o f International Affairs, 11/4, 199 7 /1 9 9 8 , s. .92] 22 .
Y a la n D en iz H avzası
tim altına alarak Avrupa'ya geçişleri ile başlayan bir sürecin son ve kaçınılm az halkası olmuştur. Çanakkale Boğazı'nın denetim inin Osmanlı D evleti’ne geçişi ile Akdeniz’den, Anadolu ve Rumeli h i sarlarının inşası ile Karadeniz’den kopan Bizans'ın bir im parator luktan bir şehir devleti haline dönüşm esi nihaî sonu getirmiştir. O sm anlı D evleti'nin kader çizgileri ile Boğazlara yönelik dü zenlem eler arasında da son derece çarpıcı bir paralellik vardır. İs tanbul'un fethi ile Boğazların tam amıyla Osmanlı Devleti'nin ege m enlik alanına girmesi daha önce Anadolu-Balkan eksenli bölge sel bir güç olan O sm anlı D evleti'nin önce bir Avrasya, sonra da bir Afroavrasya süper gücü haline dönüşm esinin düğüm noktasını oluşturmuştur. 1453-1484 yıllan arasında süren fetihler n eticesin de Karadeniz'in bir Osmanlı iç denizi haline gelm esi ile birlikte Karadeniz ile Boğazlar arasındaki karşılıklı bağımlılığa dayalı tari hî çelişki belki de tarihte ilk defa tam bir hakimiyet ile çözüm len miş ve gerek Karadeniz gerekse Boğazlar Osmanlı Devleti'nin tek taraflı tasarruflarına dayalı bir statü ile idare edilmiştir. Bu çerçevede Boğazlar ve Karadeniz 1484-1535 yılları arasında yabancı devletlerin ticaret ve savaş gemilerine kapalı tutulmuştur. 1535 yılında Fransa'ya, 1579 yılında Ingiltere’ye ve 1612 yılında Hollanda’ya verilen ticaret im tiyazlarına dayanan kapitülasyon larla bu ülkelerin ticaret gem ilerine Boğazlardan serbestçe geçm e hakkı tanınm ıştır. Ancak, ticaret yollarını O sm anlı Devleti’nin ha kimiyet alanlarına çekm e hedefi güdülen ve yabancı devletlere bir lütuf olarak takdim edilen bu bak Osmanlı Devleti'nin 1484-1774 yılları arasındaki m utlak egem enliğini zedelem em iş; Karadeniz ve Boğazlar üzerindeki m utlak denetim O sm anlı Devleti'nin klasik dönem deki Afroavrasya hakim iyetinin en tem el unsurlarından b i risi olmuştur. 1774 yılında Küçük Kaynarca Anlaşm ası ile Rus ticaret gem ile rine Boğazlardan serbest geçiş hakkı tanınm ası bu anlam da gerek O sm anlı D evleti’nin kader çizgisi, gerekse Boğazların bu kader çizgisi içindeki yeri bakım ından yeni bir dönem in başlangıcı ol muştur. D aha önce tanınan ve O sm anlı Devleti açısından etken irade yansıtan bir lü tu f niteliği taşıyan serbest geçiş haklarının ye rini edilgen taviz niteliği taşıyan ve yabancı güçlerin Osm anlı Devleti üzerindeki dolaylı etkisini yansıtan ikili ve çok aktörlü dü
S tratejik D erinlik
zenlem elerin alm ası, O sm anlı D evleti'nin uluslararası güç hiye rarşisindeki yerinin düşmesi ile Boğazlar üzerindeki d enetim ini kadem eli bir şekilde kaybetm esi arasındaki paralelliği ortaya koy maktadır. Bundan sonra Boğazların statüsü sadece Boğazları elinde bu lunduran Osmanlı D evleti’nin güç ibresi değil, uluslararası ilişkilerdeki güç dengesi kaym alarının da önem li bir göstergesi olmaya başlam ıştır. 19. Yüzyılda Rusya ile İngiltere arasında süren ve yüz yıla dam gasını vuran Avrasya hakim iyet rekabetine dayalı Büyük
Oyun'un da, 20. yüzyılın ikinci yarısına dam gasını vuran Soğuk Sa vaşın da en doğrudan yansıdığı alan Boğazlar olmuştur. 1774 yılın da Küçük Kaynarca Anlaşm ası ile ticaret gem ilerine serbest geçiş hakkı kazanan Rusya'nın Osm anlı D evleti’nin iç bunalım larını da kullanarak 1798 yılında im zalanan İstanbul Anlaşm ası ile savaş gem ilerine harp durum unda geçiş hakkım garanti altına alm asın dan sonra 1805 yılında im zalanan Osm anlı-Rus İttifak Anlaşması ile Osmanlı D evleti’ni yabancı devletlerin savaş gem ilerine Kara deniz’e çıkm a izni verm em e yükümlülüğü ile bağlam ası, Avrasya kara ekseninde yükselen Rus gücünün Osmanlı D evleti’ni Karade niz ve Boğazlar üzerinden kademeli bir şekilde denetim altm a al dığım gösteren önem li köşetaşları olmuştur. Bu konjonktür aynı dönem de Avrasya kıyı şeridi üzerinden iç lere doğru stratejik bir açılım içine girmeye başlayan İngiltere'yi harekete geçirm iş ve İngilizler 1809 yılında akdedilen Kale-i Sulta niye (Çanakkale) Anlaşması ile Osmanlı D evletı'nden barış zam a nında Boğazları hiç bir yabancı devletin savaş gem ilerine açm am a taahhüdü almışlardır. 1829 Edirne Anlaşması ile Boğazların Osm anlı Devleti ile savaş durum unda olm ayan devletlerin ticaret ge milerine, Rus gemileri ile aynı şartlar altında olm ak üzere, açıklığı yükümlülüğü kabul edilirken, Rusya 1833 Hünkar İskelesi Anlaş ması ile O sm anlı D evleti’nden Çanakkale Boğazı’m Rusya lehine bütün devletlerin savaş gem ilerine kapam a taahhüdü almıştır. 1774-1840 yılları arasında Osmanlı D evleti’nin Rusya ve İngil tere arasındaki rekabetteki rolünü yansıtan ikili anlaşm alarla b e lirlenen Boğazlar statüsü Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Fran sa, Avusturya ve Prusya arasında im zalanan 1840 Anlaşması ile birlikte bir çok devletin müdahil olduğu çok taraflı anlaşm alarla
Yakın D e n iz I-iavzası
belirlenm eye başlam ış ve uluslararası düzenlem elerin önem li gündem m addelerinden birisi olmuştur. Bu anlaşm a ile taraflarca benim senen Boğazların barış zam anında yabancı devletlerin sa vaş gem ilerine kapalılığı ve ticaret gem ilerine açıklığı ilkesi 1841 Londra Sözleşm esi, 1856 Paris Sözleşm esi, 1871 Londra A nlaşm a sı ve 1878 Berlin Anlaşması ile teyid edilmiştir. Ayrıca, 1871 Londra A nlaşm asında Osm anlı Devieti'ne, Jüzum görüldüğü takdirde, B o ğazları barış zam anında ittifak halinde olduğu devletlerin savaş gem ilerine açm a yetkisi tanınm ası bu dönem de tırm anm aya b a ş layan ittifaklar ve bloklar politikasının Boğazların statüsüne yansı yan bir yönü olarak değerlendirilebilir. Boğazların kendine sahip olan devletlerin kaderi üzerinde sa hip olduğu rolün en Önemli göstergelerinden birisi Osmanlı Devletî'n ce bir varolm a m ücadelesi olarak algılanan Çanakkale Sava şıdır. I. Dünya Savaşının kaybedilm esinden sonra im zalanan M ondros M ütarekesi ile Boğazların kıyılarındaki askerî tesislerin itilaf devletlerince işgal edilm esi ve uluslararası ulaşımın işgal kuvvetlerince denetlenm eye başlanm ası ile Osm anlı Devleti fiilen Boğazları surlarla denetim altına alan Fatih karşısında sur içinde m ahsur kalan bir şehir devleti haline dönüşen B izans’ın kaderini yaşam aya başlam ıştır. Sevr Anlaşm ası ile uluslararası Boğazlar ko m isyonunun kurulması ve Çanakkale Boğazı’m n Avrupa kıyıları nın Yunanlılara verilm esi ile birlikte Boğazların statüsü ile Osrnan1j D evleti’nin kaderi arasındaki bağlantı tarihî tecrübe şeklinde bir kez daha teyid edilmiştir.2 Lozan A nlaşm ası ile birlikte kabul edilen Boğazların Tâbi Ola
cağı Usule Dair Mukavelename ile yapılan düzenlem ede savaş ve barış durum u gözetilm eksizin ve deniz ve hava ayrımı yapılm ak sızın m utlak bir ulaşım serbestliği öngörülerek bir anlam da T ü r kiye’n in egem enlik alanı Boğazların uluslararası kullanım ı adına ciddi şekilde daraltılmıştır. Öte yandan Karadeniz’e kıyısı bulu nan ülkelerin güvenlik kaygıları giderilirken, 15-20 kilom etreye kadar olan Boğazlar kıyısına ve M arm ara adalarına gayriaskerî statü tanınarak Türkiye’n in kendi sınırları içinde kalan iç deniz ve BRI 2 Boğazların hukukî statüsünün tarihî seyri ve bugünkü durum u için bkz. Ali Kurum ahım ıt ve Sinan Azmi Tosun, Uluslararası Boğazlardan Geçiş ve Türk f in f i r ıv l r t i'i* * n
u
T f u l r u l 'î Ç f s ıt i/ c ü
t c t a n h ııî* ÎT a m A V n H p m ilfsrt
S tra te jik D erinlik
su yoiu hükm ündeki bu bölgeler üzerindeki egem enlik hakkı önem li ölçüde sınırlandırılm ıştır. Ayrıca âkit devletlerin tem silci lerinden oluşan Boğazlar Kom isyonu’nun Boğazlar konusunda yetki sahibi olm ası Türkiye'nin iç bütünlüğünü ve sınırlarını ko rum a hakkm ı zedeleyen bir statü doğurmuştur. 1936 yılında im zalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi Türki ye'nin egem enlik alanını sınırlayan bu statüyü Türkiye lehine de ğiştirerek bir anlam da Lozan Anlaşm asının yol açtığı egem enlik zaafları ile ilgili önem li bir boşluğu doldurmuştur. Bu sözleşm e ile Boğazlar Komisyonu kaldırılarak yetkileri Türkiye’ye devredilmiş, sadece Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin değil, Türkiye’nin de güvenlik kaygıları gözönünde bulundurularak Türkiye'nin Boğazlar ve M ar m ara’da askerî alan bulundurabilm esi sağlanmıştır. Türkiye'nin kendini bir savaş tehlikesi altında hissetm esi durum unda Türkiye lehine belli düzenlem eler getirilmesi, havadan geçiş serbestliği il kesinin özellikle savaş uçakları ile ilgili olarak Türkiye’nin yetkileri çerçevesinde sınırlandırılması, Türkiye ile savaş halinde bulunan ülkelerin ticaret gem ilerinin Boğazlardan geçem em esi ve Türki ye'nin bu durumda gerekli gördüğü düzenlem eleri yapm a ve geçiş yapan gemileri denetlem e hakkının bulunm ası gibi unsurlar Tür kiye’nin Boğazlar üzerindeki egem enliğini güçlendirm esi bakı m ından, bir açıdan İstiklal Savaşı ile elde edilen zaferin n eticesi nin alınm ası ve Boğazlar üzerinde gecikmiş bir hak teslimi olarak görülebilir. M ontrö Sözleşm esi Boğazlar konusunda 1774’ten beri sürege len Rus baskısını önem li ölçüde azaltan ve Türkiye’nin egem enlik alanım genişleten sonuçlar doğurmuştur. Bu statüden rahatsız olan SSCB II. Dünya Savaşının galipleri arasında bulunm a ayrıca lığını da kullanarak Boğazlarla ilgili olarak 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılda sürdürdüğü baskı ve denetim politikasını savaşı m üteakib tekrar devreye sokmuştur. SSC B'nin Boğazlar ile Kars ve Ardahan bölgeierine yönelik talepleri M ontrö’de oluşturulan sta tüye yönelik ilk ciddi tehdidi oluşturmuştur. Bu tehdit bir taraftan Soğuk Savaşın ilk habercilerinden birisi olurken, diğer taraftan Türkiye’nin II. Dünya Savaşı süresince sürdürdüğü tarafsızlık poli tikasını terkederek Batı Bloku içinde yer alm a yönünde stratejik Kî-
e
n i r m o c i n o v n l a r n u c t ır
Yakın D en iz H avzası
Bir anlam da 19. yüzyıl başlarındaki m ekanizm alar tarihî süreklilik çizgisi içinde devreye girmiştir. Avrasya kara gücü olan Rus y a’nın Boğazlara yönelik baskısı karşısında Avrasya’yı kapsam lı bir deniz stratejisi ile kuşatm a hedefine yönelen İngiltere ve bu ikil' rekabeti bir denge unsuru olarak devreye sokan O sm anlı diplom a sisinden oluşan üçlü yapı yeni aktörlerle birlikte tekrar gündem e gelmiştir. 11. Dünya Savaşını B erlin’den Pasifik’e uzanan bir Avras ya step im paratorluğu gücü olarak bitiren SSC B’nin Boğazlar üze rindeki baskısı ile Avrasya’yı Rim land stratejisi ile denizden ve kıyı ülkelerden kuşatm aya yönelen Am erikan stratejisi arasındaki onulm az jeopolitik çelişki Türkiye’yi klasik Osmanlı diplom asisi nin yolunu takip etm eye yönlendirmiştir. SSCB ile Türkiye arasında yaşan an! Boğazlar ban alim i Soğuk Savaş dönem inin hem ilk habercileri arasında yer almış, hem de yaklaşık 50 yıl sürecek olan bu dönem in en kırılgan bunalım alan larından birisi olmuştur. Dört Sovyet ana donanm asından biri olan Karadeniz donanm asının açık denizlere çıkış noktasının, kar şı blok üyesi olan Türkiye tarafm dan M ontrö’nün verdiği yetkiler le tutulm uş olm ası SSC B’nin Soğuk Savaş süresince devam eden kuşatılm ışlık psikolojisinin, en çarpıcı unsuru olmuştur. Görüldüğü gibi uluslararası ve bölgesel dengelerin her önem li değişim kavşağında Boğazlar gündem e gelm ekte ve sadece Boğaz lardaki statüden etkilenen tarafların değil, bir çok farklı aktörün de aynı anda devreye girm esine yol açmaktadır. Boğazların Osmanlı denetim ine geçişi O sm anlı hakim iyetinin Afroavrasya ölçekli ola rak derinleşerek genişlem esini sağlamış ve bu hakim iyetten b u n a lan Avrupa güçlerini yeni deniz yolları aramaya şevketmiş; Küçük Kaynarca Anlaşm ası ile Boğazlar üzerinde artan Rus baskısı sad e ce Osm anlı-Rus dengelerinin değil, Avrasya’da Rusya lehine deği şen güç tem erküzünün habercisi olm uş ve Asya ölçekli İngiltereRusya rekabetinin en hassas noktasını oluşturm uş; 1840 yılında im zalanan çok taraflı Boğazlar Sözleşm esi Avrupa diplom asisin deki güçler dengesi için yeni bir gösterge teşkil etmiş; Çanakkale Savaşı I. Dünya Savaşının kaderini etkileyen sonuçlar doğurmuş; II. Dünya Savaşının hem en öncesinde im zalanan M ontrö Sözleş m esi Avrupa-içi güç dengelerinin Türkiye lehine işlem esinin sonnrımHn pIHp oHilmic- nîV>9Trot TT rVin\rc* Çouact cnnracın^o tartanı
S tratejik D erinlik
çıkan çift kutuplu yapının ilk çarpıcı sonuçlarından birisi yine B o ğazlar üzerinde görülmüştür. Soğuk Savaş sonrası dönem de yeniden şekillenen küresel ve bölgesel dengeler sonucunda Boğazların Öneminin tekrar günde me gelm esi kaçınılmazdır. Türkiye hem bu değişim lerin Boğazlar üzerindeki m uhtem el etkilerini, hem de Boğazlara sahip olmaktan kaynaklanan konum unun Türkiye’nin strateji arayışlarına k ataca ğı unsurları yeniden tanım lam a zorunluluğu içindedir. Soğuk Savaşın sona erm esi ve önce Varşova Paktı'm n, sonra da SSC B ’nin dağılm ası Boğazları da yakından ilgilendiren son d ere ce Önemli sonuçlar doğurmuştur. Birincisi, Karadeniz havzası ile ilgili tahlilim izde de vurguladığımız gibi, Varşova Paktı'nm ve SSC B’nin dağılması ile Türkiye’nin Karadeniz'de kendi dışında kalan kıyıdaş unsurların ortak bioku karşısında ilk defa yalnızlık tan kurtulm ası Boğazlar üzerindeki tek taraflı blok baskısını orta dan kaldırm ış ve Türkiye’yi Karadeniz'in en geniş kıyıya sahip ül kesi konu m una getirerek hem genel uluslararası ve bölgesel d en geler, hem de Boğazlar açısından önem li bir diplom atik avantaj sağlamıştır. Soğuk Savaşın sona erm esinin Boğazlarla ilgili doğurduğu ikin ci önem li değişim bu stratejik su yolunun jeopolitik ayrım hattı ol ma özelliği dışında özellikle jeoekonom ik ve jeokültürel ayrım ve etkileşim hattı olarak görülmeye başlanm asıdır. Soğuk Savaş so n rasında Boğazlarla ilgili yaşanan en yoğun tartışm aların Hazar petrolünün aktarımı m eselesinde ortaya çıkm ası jeoekonom ik önem in artışının çarpıcı bir göstergesi olarak görülebilir. Öte yan dan Boğazların doğu-batı ayrımlarının ve jeokültürel hatlarının kesişim noktası olarak görülm esi de artan bir sıklıkta gündem e gelmeye başlamıştır. Bu çerçevede Boğazlar artık güvenlik para m etresinin ağırlık taşıdığı jeopolitik önem in ötesinde küresel ve bölgesel ölçekli jeoekonom ik ve jeokültürel yapılanm anın da odak noktalarından birisi olmaktadır. Türkiye M ontrö Sözleşm esi çerçevesinde Boğazlarla ilgili yap tığı tüzük düzenlem eleri ile yeni jeoekonom ik konjonktüre uyum gösterm eye çalışmıştır. Rusya’nın Hazar petrollerinin taşınm ası için önerilen Bakü-Ceyhan battım bloke edebilm ek için petrolün P ııc -u a ’ n ı n
M n v n m s K İs lf T .im a n ın a
h n r ıı
h a t la r ı
i lo
n W a r ılm a c ı
vp
Y ak ın D en iz H avzası
buradan tankerlerle Boğazlar üzerinden taşınm ası fikrinin dünya nın en büyük m etropollerinden birisi olan İstanbul için doğuraca ğı telafisi güç risklere karşı yapılan bu tüzük düzenlem eleri yerin de ve zam anında bir tepki olmuştur. Boğazlar gibi Afroavrasya anakıtasınm stratejik düğümünü elinde tutm ak büyük avantajları ve riskleri beraberinde getirir. Türkiye Soğuk Savaşın getirdiği dinamik uluslararası konjonktür de Boğazlarla ilgili olarak genel stratejik çerçeve içinde tutarlılık arzeden ve riskleri m inim um a indirirken avantajları m aksim um a çıkaran esnek bir diplom asi yöntem i geliştirmek zorundadır. M ontrö'nün öngördüğü çerçeveden sapm adan, Türkiye'nin ti cari ve kültürel merkezi olan İstanbul'un güvenliği ile Boğazların statüsü arasındaki bağımlılığı gözönünde bulunduracak şekilde Türkiye'nin d enetim in in artırılm ası Öncelikli hedef olmalıdır, Dünyanın başka hiçbir boğaz ve su yolu geçiş hattı üzerinde İstan bul çapında bir şehir bulunm am aktadır ve bu durum iki açık deni zi bağlaması dolayısıyla uluslararası su yolu kabul edilen Boğazla ra kendine has bir özellik katmaktadır. Öte yandan Türkiye’nin en önem li üretim ve ticaret merkezlerinin M arm ara Denizi etrafında gelişmiş olm ası da Boğazların Türkiye'nin genel güvenlik param et releri içindeki önem ini ortaya koymaktadır. Türkiye Boğazlar üze rinde yaptığı tasarrufları uluslararası barışçıl geçişleri engellem ek için değil, kendi iç hayat alanının güvenliğini sağlayabilm ek için gerçekleştirm ekte olduğunu sağlam bir diplomatik m antık ve söy lem ile hukukileştirm e zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Özetle, Boğazlar Türkiye’nin en önem li stratejik avantaj kay naklarından birisidir. Bu stratejik avantaj kaynağının tutarlı bir strateji, rasyonel bir diplomasi ve iyi bir zam anlam a ile kullanıla bilm esi sadece Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrası dönem in şartları na intibakı açısından değil, uzun dönem li stratejik kaderi açısın dan da büyük önem taşımaktadır.
3. Doğu Akdeniz Havzası: Ege ve Kıbrıs Ege ve Kıbrıs, Soğuk Savaş süresince Türkiye’nin yakın deniz havzasını doğrudan ilgilendiren ve önem leri h iç bir zam an azal m ayan iki önem li gündem m addesini oluşturmuştur. Soğuk Savaş
Stratejik D erin lik
önem li gündem m addesinin Türkiye açısından taşıdığı önem e yeni unsurlar katm ıştır. Bu yeni unsurların başında yukarda b a h settiğim iz yeni bölgesel etkileşim alanı ve stratejik eklem lenm e gelmektedir. Balkanlar ve Ortadoğu bölgelerinin etkileşim ve geçiş alanları üzerinde bulunan Ege ve Kıbrıs m eseleleri, bu bölgeler arasındaki etkileşim in artm ası ile stratejik açıdan hem birbirlerine hem de di ğer bölgesel m eselelere eklem lenm eye başlamışlardır. Bu da So ğuk Savaş sonrası dönem de ciddi iç değişiklikler yaşayan her iki bölgenin uluslararası m eselelerinin gerek muhteva gerekse za m anlam a açısından etkileşim içine girm elerine yol açmaktadır. Bu etkileşim özellikle Doğu Akdeniz bölgesinin yeni bir deniz etkileşim havzası olarak önem ini artırmıştır. Ege ve Kıbrıs gibi Do ğu Akdeniz havzası içinde yer alan m eseleler artık bizatihi önem leri dışında bölgelerarası etkileşim den kaynaklanan özel önemi haizdirler. Bu nedenledir ki, gerek bölgelerarası etkileşim alanları ile ilgili meselelerde, gerek Kıbrıs ve Ege gibi feri m eselelerde Tür kiye’nin sadece bir Ege ülkesi değiî, daha genel bir çerçevede Adri yatik'ten İskenderun Körfezine ve Süveyş Kanalına kadar uzanan bölgede bir Doğu Akdeniz ülkesi olduğu gerçeği gözönünde bu lundurulm ak zorundadır. Genelde Akdeniz, özelde Doğu Akdeniz stratejisi belirlenm eksizin ve bu strateji yakm kara ve kıta havzala rına yönelik politikalar ile koordine edilm eksizin ne Ege ne de Kıbrıs m eseleleri stratejik bir bütünlük içinde değerlendirilebilir. Türkiye’nin Kıbrıs ve Ege politikası da Soğuk Savaş sonrası konjonktür çerçevesinde yeniden gözden geçirilm elidir. Ege’den soyutlanm ış ve Kıbrıs Rum Kesimi ile güneyden çevrilm iş bir Tür kiye’nin dünyaya açılm a kapıları önem li ölçüde sınırlanm ış de mektir.
a. Deniz Hayat Alanı ve Ege Ege Denizi Afroavrasya dünya anakıtasm m kuzey-güney istika metindeki en önem li deniz bağlantısını oluşturmaktadır. Benzer bir konum a sahip olan Kızıldeniz ve Basra Körfezi'nin aksine her üç kıtaya da son derece optim um bir uzaklıkta bulunan ve her hangi bir kara engeli ile karşılaşm aksızm her üç kıtaya da açılabilen Ege denizi, bu yönüyle sadece bu denize kıyıdaş olan Türkiye i m
V n n < ı n i c M n c ı r ı c ı n H a n H o f ti l
K a ç t a ifa r a d o n i
&
k'nrıHa.Ç n l a n İ İ İ -
Y ak m D etıiz H avzası
keler olm ak üzere her üç kıta ile ulaşım ve ticaret bağına ihtiyaç hisseden bütün bölgesel ve küresel güçler için birin ci derecede stratejik Öneme sahiptir. Bu küresel ölçekli Önem bir çok bölgesel unsurla da desteklen miştir. Balkan yarım adasının Anadolu yarım adası ve Ortadoğu ile ilgili bütün jeopolitik, jeostratejik, jeo ek o n o m ik ve jeokültürel e t kileşim inde belirleyici bir konum a sahip olan bu geçiş denizi k en di içinde de binlerce ada, adacık ve kayalıktan oluşan girift bir ya pı arzetmektedir. Kuzey Ege, Kuzey Sporat, Kiklat, Doğu Ege, Oniki Ada ve Güney Ege adaları şeklinde altı ana grupta tasn if edilen Ege adaları, aralarında oluşturdukları stratejik geçişlerle E ge’nin bütüncül stratejik ön em ini artıran alt stratejik hatlar oluşturm ak tadırlar. Toplam yüzölçüm ü 23.000 kilom etrekare civarında olan Ege adaları deniz alanının %.10 kadarına eşit bir yer işgal etm ek tedirler. Ege adalarının yoğunluklu bir şekilde Y unanistan’ın elinde bulunm ası Türkiye’nin yakm deniz havzası politikalarının en Önemli darboğazını oluşturm aktadır. E ge’deki tem el problem kaynağı jeolojik ve jeopolitik gerçeklik ile cari statüko arasındaki onulmaz çelişkidir. Ege Denizindeki adaların Anadolu yarım adası nın jeo lo jik yapısının tabiî bir uzantısı olm asına ve bunun ortaya çıkardığı jeopolitik zorunluluklara zıt bir siyasî bölüşüm ün ulusla rarası antlaşm alarla Yunanistan lehine belirlenm iş olm ası kıta sa hanlığı, kara suları, hava sahası ve FIR hattı, kom uta ve kontrol alanları ve adaların silahlandırılm ası gibi sorunlara beşiklik e t mektedir. Yunan adalarının önem li bir kısm ının Anadolu’ya y ön e lik askerî harekatlarda birer atlam a taşı olarak kullanılabilecek ka dar yakın olm ası ve Türkiye’nin M arm ara D enizinden Akdeniz’e geçişini sağlayan su koridorlarının bu adalar tarafm dan sarılmış bulunm ası Türkiye tarafından çok ciddi bir güvenlik açm azı olarak değerlendirilirken, Yunanistan adalara sahip olm aktan kaynakla nan avantajını, Ege su havzasının tüm üne şamil etm eye yönelik bir stratejik çab a içinde olagelmiştir. Ege'yi Akdeniz’e bağlayan Skarpanto, Kasos, Kithara, Spathi, Karpatos ve M arm aris geçitleri nin bu adalar tarafından çevrilmiş olm ası Türkiye’nin KaradenizMarmara-Akdeniz bağlantısını önem li ölçüde etkilemektedir.
S tratejik D erinlik
Türkiye’nin de desteklediği 6 millik karasuları esasına göre şe killenen cari statükoya göre bile Ege D enizinin sadece % 8.8'i Tür kiye’nin bakim iyetindedir. Yunanistan’ın beğenm ediği bu statü kodaki payı ise % 35’i bulurken, Ege’nin % 56.2’likkısm ı açık deniz lerdir. 12 millik uygulamaya geçilm esi halinde ise Türkiye fiilen Yunanistan ’ın izni olm adan E ge’ye çıkam az hale gelecektir. Bu du rum da açık denizler Ege’nin % 26’sına gerilerken, Yunanistan’ın hakim iyet alanı % 63.9’a çıkacak ve Ege Yunanistan’ın bir iç denizi halini alacaktır. Türkiye’nin payı ise % İ0 civarında olacaktır. Yunan tezinin geçerlilik kazanm ası Türkiye’yi sadece stratejik bir kuşatılm ışlık ile karşı karşıya bırakm ayacak, ekonom ik faaliyet lerini de doğrudan etkileyeçektir. Bir m isal ile ortaya koymak gere kirse, Türkiye'nin dış ticaretinin yaklaşık % 88'i deniz ulaşım ı ile sağlanm akta ve bu ulaşım ın Akdeniz kıyılarına doğrudan ulaşan kısmı dışındakileri (yaklaşık %65) Ege D enizinden geçmektedir. Bir başka açıdan bakıldığında, 49 milyon net tonilatoluk 15.200 adet gemi Ege geçişli olarak Ege, M arm ara ve Karadeniz lim anları na, yaklaşık 15 milyon tonilatoluk 4.687 adet gemi ise Akdeniz böl gesi lim anlarına giriş ve çıkış yapmaktadır. Son bir yıl içinde Tür kiye’de işlenen 20.500,000 to n ham petrolün yaklaşık % 85’i de Ak deniz ve E ge’yi geçerek Nemrut, Aliağa, Tüpraş, Ataş ve Botaş rafi nerilerine ulaşmaktadır. Türkiye lim anlarının yaklaşık 120 milyon tonluk yükleme ve boşaltm a kapasitesinin bölgelere dağılımı da E ge'nin Türkiye’n in ticarî yapısı içindeki vazgeçilm ez konum unu ortaya koymaktadır. Bu kapasitenin yaklaşık % 25'i Akdeniz, % 21’i Ege, % 41’i M arm ara ve % 13’ü Karadeniz bölgesinde bulunm akta dır. Ege'nin özellikle M arm ara ve Karadeniz kapasitesinin geçiş havzası olduğu da gözönüne alınırsa bu geçiş denizinin taşıdığı jeo ek o n o m ik önem daha da açık bir şekilde anlaşılabilir. E ge’de, Türkiye'nin hayat alanını daraltan cari statükoyu bile yeterli görm eyerek daha da yayılm a politikası izleyen Yunanistan ile olan gerginlikler genel bir deniz stratejisi çerçevesinde yeniden değerlendirilm ek zorundadır. Bunun da en önem li aracı Türki ye'nin Ege’deki uluslararası alanları daha etkin bir şekilde kulla nacak güçlü bir ticaret filosuna sahip olmasıdır. Y unanistan’ın bu konudaki üstünlüğü sadece E ge’deki denetim alanının genişliğin den değil, sahip olduğu deniz taşım a kapasitesinden kaynaklan m aktadır.
Yakın D e n iz H avzası
Bir bağlantı denizi olan Ege D enizinin dalıa etkin bir tarzda kullanılması ise ancak ve ancak bu denizin, diğer deniz havzaları ile olan ilişkisinin kurulması ile söz konusu olabilir. Türkiye gerçek anlam da bölgesel bir güç olm a iradesinde ise, Ege’den Adriyatik'e, S ü v ey ş'ten Kızıldeniz üzerinden Körfez'e uzanan deniz yolları
üzerinde siyası ve ekonom ik etkisini artırm ak zorundadır. Karade niz ve Ege Denizini açık denizlere açan her noktada Türkiye’nin e t kin bir politika takip etm esi kaçınılmazdır. Türkiye’nin Ege gibi hassas konularda uzun dönem li politika larını etkileyecek hatalar yapm am aya özen gösterm esi gerekir.
Kardakbunalım ı esnasındaTürkiye’nin Avrupa ülkeleri nezdindeki teşebbüsleri esnasında dağıtılan haritalarda Kardak kayalıkları nın Yunanistan'ın iddia ettiği şekilde 12 mil sınırları içinde göste rilmiş olm ası Türkiye'nin egem enlik iddialarını zedeleyen affedilem e y e ce k bir hata olmuştur. Bu tür hassas konularda devletin deği
şik birim leri arasında ortaya çıkan iletişim sizlik büyük diplom atik .^sıkıntılara yol açmaktadır. Y unanistan’ın 1953 yılındaki görüşm e talebind en bu yana d on muş bulunan Ege'deki adalarla anakıta arasındaki kayalıkların h a kimiyeti sorununda bunalım sürecinde yapılan hatalar bununla kalmamıştır. Türk tarafının 1995 yılının Aralık ayı başında Kardak kayalığına çarpan Türk bandıralı gem inin kurtarılm ası çalışm ası na Yunan tarafının da ortak edilm esine göz yum m ası bu kayalıklar üzerindeki egem enlik hakkı konusunda net bir tavra sahip olm adığı sinyalini vermiştir. Bu sinyali alan Yunan tarafı da Türkiye'de ki o dönem deki siyasî belirsizliği de kullanan bir zam anlam a ile uluslararası hukuk açısından açık bir hükm e bağlanm am ış olan bu kayalıklarla ilgili bir oldu-bitti oluşturm a çabası içine girmiştir. G elişm elere gecikm eli olarak müdahil olunm uş olm ası Yunan tarafının taleplerinde katı bir tutum sergilem esine zem in hazırla mıştır. Olay belli bir tırm anm a süreci içine girdikten sonra da fark lı sinyaller gönderilmeye devam edilmiştir. Bir taraftan bu kayalık ların kesin olarak Türk tarafının egem enliğinde olduğu vurgula nırken, diğer taraftan m eselenin gerilim öncesi statükoya döndük ten sonra m üzakereler yoluyla çözülm esi gerektiği tezi savunul muştur. Böylece hem gerilim öncesindeki statükonun Türkiye a çı sın d an kesin bir esem enlik alanı oluşturm adığı zım nen kabul
Stratejik D erinlik
edilmiş, hem de gelecekteki çözüm arayışlarında egem enlik konu sunda kesin bir müzakere pozisyonuna sahip olunmadığı intibaı verilmiştir. Kısa dönem de esnek bir tavırla bunalım ı aşm a açısın dan başarı gibi gözüken bu durum uzun dönem de egem enlik ko nusunda muğlak bir tavra yol açabilir. Bu da Ege’de zaten Türkiye açısından son derece hassas olan dengeyi son derece m enfi bir şe kilde etkileyebilir. M eseleyi sıradan bir kayalık olarak görm em ek gerekmektedir. Türkiye daha önce yapılan ciddi diplom atik ihm allerle E ge’de gerilenebilecek en son noktaya gelmiş bulunm aktadır. Bundan son ra verilecek her taviz Türkiye'nin Ege'deki, dolayısıyla Akdeniz-Ka radeniz bağlantısındaki hayat alanının yok olm ası neticesine ka dar gidecek vahim sonuçlar doğurabilir. Kardak bu nalım ının ortaya koyduğu bir başka husus Ege ko nusunda Türkiye ile Yunanistan arasında ortaya çıkan anlaşm az lıkların kısa bir süre içinde uluslararası bir nitelik kazanm a potan siyeli gösterm esidir. ABD’nin Kardak bunalım ındaki tavrı bunun son çarpıcı m isallerinden birini oluşturm uş ve ABD ’nin Avru p a ’nın hinterlandı ile ilgili stratejisini daha açık bir şekilde ortaya koymuştur. Kardak kayalıkları konusunda Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan egem enlik tartışm ası ABD’nin Balkanlar, Ege ve Doğu Ak deniz üzerindeki stratejik üstünlüğü ile son bulmuştur. Bu buna lım dan ne kendi toprakları olduğunu iddia ettiği kayalıklar üzerin deki egem enliğini müzakere m asasına getirm eye dayalı çelişkili tavrı ite Türkiye, ne de büyük İddialarla adaya çıkardığı askerlerini geri çekm ek zorunda kalarak komik bir gerilim şovuna yol açan Yunanistan kârlı çıkmıştır. Bu bunalım ın gerçek aktörü ve kazanç lı tarafı ABD’dir. Son gelişm eler gösterm ektedir ki, ABD Doğu Avrupa ile Orta doğu politikaları arasında dinam ik bir ilişki kurarak hem Avru p a’nın hinterlandını kontrol altında tutm ak, hem de SSCB ’nin da ğılm asından sonra Balkanlar-Ortadoğu ekseninde ortaya çıkan je opolitik alan boşluğunu doldurmak istemektedir. Ege ve Kıbrıs, kara bağlantısı açısından Doğu Avrupa-Ortadoğu, deniz bağlantı sı açısından ise Adriyatik-Doğu Akdeniz-Körfez h attının iki ö n em li ayağıdır. Temelde Ortadoğu için konuşlandırılm ış olan İncirlik
Y ak m D en iz H avzası
üssünden kalkan Amerikan uçaklarının Kardak kayalıklarının b o şaltılm asına nezaret etm iş olm ası bu bölgeler arasındaki stratejik bağımlılığı gösteren önem li bir işarettir. Bundan sonra Kıbrıs sorunu bu stratejik planlam a içinde daha etkin bir şekilde gündem e gelecektir. Kıbrıs ve M alta’nın -daha sonra da m uhtem elen bazı Kuzey Afrika ülkelerinin- AB’ye kabulü ile Akdeniz’e doğru kayacak olan Avrupa etki alanına karşı ABD şimdiden askerî ve diplomatik denetim m ekanizm alarım kurmak istemektedir. Bu noktada NATO ve AB reelpolitik çerçevesinde sür mekte olan uzun dönem li bir rekabetin kurumsal araçları olm ak tadır. AB’nin ekonom ik etki alanının yayıldığı her bölgede NATO veya doğrudan ABD yeni bir barış misyonu üstlenmektedir. B al kanlarla ilgili uygulama bölüm ünde de ele alacağım ız gibi Kosova M üdahalesi ile NATO’nun genişlem e planlan arasındaki zam anla ma ayarı bu stratejik yönelişi teyit eden bir gelişme olmuştur. Bugün Doğu Avrupa-Balkanlar-Adriyatik-Ege-Doğu AkdenızO ıtadoğu ve Körfez arasında çok dinamik bir etkileşim alanı olu ş muş bulunm aktadır. Balkanlar ve Ortadoğu bunalım ları arasınd a ki eş-zam anlılık ile Ege ve Kıbrıs bunalım larının ayarlı sıklıklarla tırm anm ası böylesi bir etkileşim hattının tebarüz etm ekte olduğu nu ortaya koymaktadır. Balkanlar ile O rtadoğu’yu birleştiren bu etkileşim hattı üzerinde yeni ham lelerin geliştirilm esi kaçınılm az olacaktır. Türkiye’nin bu etkileşim den olum suz yönde etkilenm em esi içiıı Balkanlar-Ortadoğu ve Adriyatik-Doğu Akdeniz-Körfez h atla rında ortaya çıkan yeni stratejik hesaplaşm aların ve ham lelerin o r ta ve uzun dönem de 11e tür sonuçlar doğurabileceği dikkatle takip edilmelidir.
b. Türkiye’nin Stratejik Kördüğümü: Kıbrıs Avrupa, Asya ve Afrika’ya h em en h em en eşit uzaklıkta olm ası açısınd an dünya anakıtası içinde m erkezî bir konum a sahip bu lu nan Kıbrıs, Girit ile birlikte su geçiş yollarının da kesiştiği bir hat üzerindedir. Asya ve Avrupa’yı ayıran Boğazlar ile Asya ve Afri ka’yı ayıran Süveyş Kanalı arasında yer alan Kıbrıs aynı zam anda Avrasya-Afrika bağlantısının en önem li su havzaları olan Körfez ve Hazar havzaları ile Aden ve Hürmüz su yollarının da nabzını
S tratejik D erinlik
mürge devirlerini kapatan îngiiizierin Kıbrıs’ta h âlâ üs bulundur m alarının da, adanın Soğuk Savaş süresince en sıcak bunalım alanlarından birisi olm asının da tem elinde bu ihm al edilemez stratejik konum vardır. Kıbrıs'ı ihm al eden bir ülkenin küresel ve bölgesel politikalar da etkin olabilm esi m üm kün değildir. Küresel politikalarda etkin olam az; çünkü bu küçük ada Asya-Afrika, Avrupa-Afrika, AvrupaAsya arasındaki stratejik bağlantıları doğrudan etkileyecek bir ko num a sahiptir. Bölgesel politikalarda etkin olam az; çünkü doğu ucuyla O rtadoğu’ya yönelm iş bir ok gibi duran Kıbrıs adası, batı sırtıyla da Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Kuzey Afrika’daki stratejik dengelerin tem el taşı durumundadır. D önem lerin niteliklerinden bağım sız olarak zaten son derece önem li olan bu jeostratejik konum , Soğuk Savaş sonrası dönem deki yeni dengelerle birlikte yeni unsurlar kazanm ıştır. SSC B’nin dağılması Orta Asya’dan Avrupa'ya giden enerji ve ticaret hattının Batı Asya, Doğu Akdeniz ve Güney Asya’nın alternatif yollar olarak gündem e gelm esine yol açm ıştır. Bu yeni hatlar ister doğrudan İs kenderun Körfezi ve Doğu Akdeniz’e, isterse dolaylı olarak Güney Asya'dan Aden ve Süveyş üzerinden, ya da Karadeniz ve Boğazlar üzerinden, Doğu Akdeniz'e insin, Kıbrıs sabit bir param etre olarak güzergâh üzerinde bulunmaktadır. Orta Asya-Avrupa bağlantısının Karadeniz'in kuzeyinden sür m esinde Rusya iie birlikte m enfaati olan Almanya’nın, Kıbrıs Rum Kesim î’ni AB’ye almak konusunda gösterdiği iştiyak, biraz da etki sinin ABD’ye göre zayıf olduğu güney hattı, üzerinde önem li bir stratejik ayak elde etm e çabasının bir ürünüdür. Kıbrıs’ın AB’ye gi rişi ile birlikte İskenderun Körfezi ve Doğu Akdeniz çıkışı üzerinde ki kontrolünü artıracak olan Avrupa aynı zam anda Ortadoğu böl gesine de müdahil bir konum kazanacaktır. Musul ve Suudi Arabis tan petrollerinin de Doğu Akdeniz’e yöneldiği düşünülürse bu böl genin enerji hatları açısından taşıyacağı m erkezî konum un gele cekte küresel rekabetin en tem el param etrelerinden biri olacağı açıktır. PKK faktörünün devredışı kalmasıyla Doğu Anadolu kara geçiş yolu üzerindeki güvenlik problem i halledilm e süreci içine gi rerken Bakü-Ceyhan hattının ön plana çıktığı günlerde petrolün akacağı İskenderun KÖrfezi'nin cıkıs beleresi nlan K ıb rıs 'a s - 3 on f ii-
Y ak ın D e n iz H avzası
zelerinin yerleştirilm esi planlanarak bunalım ın tırm andırılm ası kesinlikle bir tesadüf değildir ve arkasında küresel rekabet unsur ları barındırmaktadır. Küresel rekabetin bölgesel politikalar ile kesiştiği ikinci önem li alan da Soğuk Savaş sonrası konjonktürde kaderleri birbirlerine daha da bağlı bil* hale gelen Ortadoğu ile Balkanlar üzerindeki et ki kurm a m ücadelesidir. Soğuk Savaş dönem indeki çift kutuplu yapı içinde birbirinden kopuk gibi görünen bu iki bölge arasınd a ki karşılıklı etkileşim ciddi bir artış gösterm ektedir. Ortadoğu'daki bunalım lar Balkanlara yansırken, Balkanlardaki dengeler O rtado ğu’yu daha doğrudan etkilemektedir. -Körfez Savaşının h em en sonrasında Yugoslavya’nın parçalanm a sürecine girmesi, O rtado ğu’daki ittifak arayışlarının Balkanlarda yeni dengeler doğurm ası bu değişim in önem li işaretleri arasındadır. M esela Türkiye-İsrail, Yunanıstan-Suriye ilişkilerindeki paralellik Balkanlardaki gergin Türk-Yunan ilişkilerinin O rtadoğu’ya yansım asının bir sonucudur. Doğu Akdeniz bu ilişkilerde kendi iç dengeleri olan yeni bir alan olarak ortaya çıkarken, O rtadoğu’yu çevre bölgelerden koparan klasik ayrım lar anlam larını kaybetmektedir. Bölgelerin bu şekilde karşılıklı etkileşim içine girm eleri zaten son d erece dinam ik şartlar İçinde seyreden Soğuk Savaş sonrası dönem in dengelerini daha da hassas kılm akta ve tarafları kaygan bir zem inde esnek bir diplomasi takip etm eye zorlamaktadır. Artık gerek küresel gerekse bölgesel dengeler açısından birbirinden b a ğım sız bir Balkanlar ve Ortadoğu politikası değil, m erkezinde D o ğu Akdeniz’in olduğu bir O rtadoğu-Balkanlar politikası vardır ve bu politikada Kıbrıs en tem el araçlardan birisidir. AB Kıbrıs’ı bü n yesine katm aya hazırlanırken, ABD'nin dönem sel nitelikli yeni b a rış inisiyatifleri başlatm ası da, Rusya’nın adaya S-300 füzelerini gönderm eye çalıştığı dönem de bu tırm andırıcı girişime paralel olarak yeni bir barış planı hazırlam ış olm ası da bu değişen strate jik konum un bir sonucudur. Kıbrıs’a Rus füzelerinin yerleştirilm esi planı ile birlikte TürkYunan ilişkilerinin kronik m eselesi olan Kıbrıs’ın bir anda TürkRus ilişkilerinin önem li bir param etresi haline dönüşm esi adanın bu çok yönlü stratejik konum u ile ilgilidir. Doğu Akdeniz bölgesi nin istikrarsizlastirilmasi ve h ıı hnloroHo trani
-------- -------
^ S tratejik D erinlik
çıkartılm ası Rusya’ya Hazar petrol havzası ve nakil yolları konu sundaki politikalarında önem li bir diplom atik m anevra alanı ka zandıracaktı. Türkiye Hazar petrollerinin Rusya’nın Novorossisk Limanı üzerinden taşınm ası görüşünün karşısına tem elde iki argüm an ile çıkmıştır. Bunlardan birisi Boğazlarda deniz trafiğindeki tehlikeli yoğunluk, diğeri ise güzergâh üzerinde bulunan Kafkasya'daki si yasî gerginliklerdir. Ç eçenistan'daki bunalım ı dondurarak zaman kazanan Rusya Kıbrıs Rum Kesimine füze satışına dayalı karşı bir diplom atik atakla Türkiye'nin öne sürdüğü Bakü-Ceyhan hattında da benzer bir güvenlik m eselesinin olduğu tezini güçlendirecek bir adım atm ıştı. Doğu Anadolu’da yaşanan PKK teröründeki dü şüş Rusya’nın Bakü-Ceyhan güzergâhındaki karayolu güvenliği m eselesine dayalı genel argüm anında bir zayıflık doğurmuştu. Fü ze satışı dolayısıyla Ceyhan Lim anı’nm açıldığı Doğu Akdeniz’de Kıbrıs eksenli ortaya çıkm ası m uhtem el yeni bir gerginlik Rus ya'nın eline önem li bir koz daha sunmaktaydı. Rusya Hazar pet rolleri ile ilgili her yeni inisiyatifte Doğu Akdeniz’de istikrarsızlığa yol açabilecek olan Kıbrıs kartını Türkiye karşısında tekrar devre ye sokmaya çalışacaktır. K ıbrıs’ta ortaya çıkabilecek her yeni ger ginlik ve savaş ihtim ali Türkiye’nin Bakü-Ceyhan hattı konusun daki stratejik konumunu olum suz yönde etkileyecektir. Bu denk lem bölgelerarası etkileşim in belki de en çarpıcı m isallerinden b i risini oluşturmaktadır. Bu çerçeve içinde Kıbrıs ne sıradan bir Türk-Rum etnik proble mi, ne de sadece süregelen bir Türk-Yunan gerginliğidir. Bütün bu dengelerden doğrudan etkilenen bir konum da bulunan Türkiye, Kıbrıs politikasını, sınırlı bir Türk-Yunan denklem inden çıkararak değerlendirm ek zorundadır. Kıbrıs a ıta n bir hızla bir Avrasya ve O rtadoğu-Balkanlar (Batı Asya-Doğu Avrupa) m eselesi haline gel mektedir. Kıbrıs politikası bu yeni stratejik çerçeveye uygun bir tarzda yeni bir stratejik çerçeveye oturtulmalıdır. Kıbrıs m eselesinin Türkiye açısından önem i tem elde iki ana ek sende ele alınabilir. Birincisi Türkiye’nin tarihî sorumluluklarının bir sonucu olarak oradaki M üslüm an Türk toplum unun güvenliği ni sağlamaya yönelik beşerî nitelikli eksendir. Osmanlı Devleti'nin küçülm esi ile birlikte terkedilen topraklarda kalan M üslüm an un
Yakın D en iz H avzası
surların güvenlik ve sürekliliği her zam an Osmanlı-Türk dış politi kasının tem el param etrelerinden birisi olagelmiştir. Bu konuda bir bölgede gösterilen zaafın yol açacağı dalga etkisi sürekli bir teyak kuz halini gerekli kılmaktadır. Kıbrıs Türk toplum unun güvenliği ve korunması konusunda gösterilecek bir zaaf dalga dalga Batı Trakya ve Bulgaristan'a -hatta ve hatta Azerbaycan ve Bosna'yayayılabilir. Bu nedenledir ki, Kıbrıs Türk toplum unun korunması
sadece bu topluluk açısından değil, diğer Osm anlı bakiyesi toplu lukların geleceği açısından da büyük önem taşımaktadır. KıbriS m eselesinin ikinci önemli ekseni ise bu adanın coğrafî konumunun jeostratejik açıdan taşıdığı önemdir. Bu eksen orada ki insan unsurundan bağımsız olarak bizatihî hayatî önem i h aiz dir. Orada tek bir M üslüm an Türk olm am ış olsa bile Türkiye’nin bir Kıbrıs m eselesi olm ak zorundadır. Hiç bir ülke kendi hayat ala nının kalbinde yer alan böyle bir adaya kayıtsız kalamaz. Nasıl üzerinde ciddi bir Türk nüfus kalmamış olan Oniki Ada Türkiye açısından önem ini korumaya devam ediyorsa ve nasıl hiç bir b e şerî uzantısı olmadığı halde ABD, Küba ve diğer Karaib adaları ile doğrudan ilgileniyorsa, Türkiye de Kıbrıs ile iırsanî unsur dışında stratejik olarak da ilgilenmek zorundadır. Bu jeo stratejik önem in de iki önem li boyutu vardır. Birincisi dar ölçekli stratejik önem dir ki, Doğu Akdeniz’deki Türkiye-Yuna■nistan, KKTC-Kıbrıs Rum Kesimi dengeleri ile ilgilidir. Bu durum en çarpıcı bir şekilde son yıllarda yaşanan füzeler krizi ile ortaya çıkmış bulunm aktadır. Kıbrıs’a yerleştirilm esi düşünülen füzeler Yunan-Rum ittifakının askerî potansiyelinin E ge’deki adaların ula şım alanlarının ötesindeki Anadolu topraklarını da tehdit edecek güce ulaşm ası ihtim ali bizatihî Kıbrıs’ın güvenliğinin ötesinde stratejik boyutlar ihtiva etmekteydi. Güney ve İç Anadolu'yu m en zili içine alacak böylesi bir tahdit Erm enistan, Rusya ve Suriye'den herhangi birinin de bu ittifaka doğrudan ya da dolaylı destek sağ lam ası ile Türkiye’nin hiç bir güvenlikli alanının kalm am ası sonu cunu doğurabilirdi. Böylesi bir tehdit ihtim ali yüzer bir üs n iteli ğindeki Kıbrıs'ın Anadolu yarım adasının total güvenliği açısından taşıdığı önem i bir kez daha ortaya koymuştur. -
Jeostratejik önem in ikinci boyutu ise geniş ölçekli stratejik J -- J ------Uiı-acoi ctratdüipr irîndpkî veri ile
S tratejik D erinlik
ilgilidir. Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Ege, Süveyş Boğazı, Kızıldeniz ve Körfez üzerinde stratejik hesaplar yapan h iç bir küresel ve b ö l gesel güç Kıbrıs adasını ihm al edem ez. Kıbrıs bütün bu bölgelerin hepsine öylesine optim um bir uzaklıktadır ki, her birini doğrudan etkileyecek bir param etre niteliği taşım aktadır. Türkiye bu para m etre üzerinde yetm işli yıllarda elde ettiği stratejik avantajı statü yü korumaya yönelik defansif bir Kıbrıs politikasının unsuru ola rak değil, diplom atik nitelikli ofansif bir deniz stratejisinin tem el dayanaklarından birisi olarak değerlendirmelidir. Bu çerçevede Kıbrıs, Türkiye'nin H azar-Karadeniz-Boğazlar-Ege D enizi-Doğu Akdeniz-Süveyş-Basra Körfezi hattından oluşan yakm deniz kuşa ğı ile ilgili genel bir deniz stratejisinin kilit unsuru olarak özel bir önem taşımaktadır.
4. Basra Körfezi ve Hint Havzası Türkiye’nin bölgesel ve küresel etkinliğini kıtasal etkinliğe dö nüştürebilecek diğer iki önem li deniz havzası ise Basra Körfezi ve bu körfezin Kızıldeniz üzerinden Akdeniz, Hürmüz Boğazı üzerin den Hint Okyanusuna açılan bağlantı alanı ve havzasıdır. Türki ye'nin dünyanın en önem li enerji kaynaklarına sahip olan Körfez'e bu kadar yakın olm akla birlikte bölge üzerinde bu d erece etkisiz olması dış politika geçm işinin en önem li zaaflarından birisidir. Ortadoğu ve Körfez politikalarının seksenli yıllara kadar genel bir ihm ale uğraması bu bölgenin zengin kaynaklarından uzak kal m asına yol açmıştır. Türkiye hâlâ Köıfez'le ilgili m eselelerde ancak ve ancak İncirlik hava üssünün m enzil sahası kadar ilgili olabil mektedir. Ne Körfez'e kıyı ülkeler Türkiye'yi önem li bir bölge gücü olarak görmekte, ne de küresel güç odakları Türkiye'ye müzakere tarafı olarak yaklaşmaktadırlar. Son Ortadoğu Barış Sürecinde Türkiye’nin açık bir şekilde devre dışı bırakılm ası da aslında büyük güçlerin Türkiye’yi O rtadoğu'nun zengin jeoekon om ik kaynakla rından uzakta, Avrupa kapılarında bekletilen ve gerektiğinde sığa ya çekilen edilgen bir ülke statüsünde tutm ak istediğini açık bir tarzda ortaya koymuştur. Türkiye seksenli yıllardaki ekonom ik patlam asını Ortadoğu ve Körfez bölgesi ile kurduğu akılcı ilişki biçim i sayesinde sağlamıştır. Rı
1
a n la m r lc ı
H f o r l r ı i V -V ı ı m ı ı r t / î l ı l /
— -
U -
4-4----- - —
- -
—
1. a.
Yak uı D en iz H avzası
avantajlar unutulmam alıdır. Bunun için de Basra Körfezi ile Doğu Akdeniz bağlantısının Türkiye üzerinden gerçekleşm esi vazgeçile m eyecek bir stratejik öncelik olarak devrede tutulmalıdır. Türki ye'nin Soğuk Savaş sonrası dönem de yaptığı en önem li stratejik hatalardan birisi bu bağlantı hattının devre dışı tutulm uş olm ası dır. U nutulm am alıdır ki, Bağdat vilayeti Osmanlı D evleti'nin As ya'daki etkinliğinin anahtarı durumundaydı. Türkiye açısından da durum pek farklı değildir. Fırat-D icle su yolları ile M ezopotam ya havzasının kuzeyinde bulunan bir ülkenin bu havzanın denize açıtım noktalarına ilgisiz kalm ası düşünülem ez. Bu ilgi çevre ülkeleri tedirgin edebilecek askerî ittifak arayışla rından çok, ortak güvenlik sistem i anlayışına dayanan ekonom ik bağlantılarla sağlanabilir. Helsinki Güvenlik İşbirliği çerçevesi ile Avrupa’daki ekonom ik işbirliği arasında kurulan korelasyon bölge nin ortak güvenlik anlayışı ile jeoekonom ik kaynaklarının kullanıl m ası arasında kurulm ası ve bu uyumun öncülüğünü Türkiye'nin yapm ası bölgesel etkinlik için önem li avantajlar sağlayabilir.
5. Hazar Havzası Hazar Denizi ise Türkiye’nin Orta-Asya’ya açılm asındaki kilit deniz havzasıdır. Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkm e nistan arasında Hazar Denizi konusunda Rusya karşısında gerçek leştirilecek bir İşbirliği Türkiye’nin Orta Asya politikasının tem el esaslarından biri olm ak zorundadır. Türkiye’nin Kafkaslar-HazarOrta Asya bağlantı politikası üç tem el taktik prensipten hareket e t m ek durum undadır: (i) Kuzey Kafkas cum huriyetlerinin Rusya Fe derasyonu içindeki statülerinin kadem eli bir şekilde güçlendirile rek Hazar-Karadeniz bağlantısının bu cum huriyetler üzerinden gerçekleşm esini tem in etmek, (ii) Iran ile ideolojik gerilimlerle gölgelenen ilişkilerin dinamik ve rasyonel bir ekonom ik işbirliği çerçevesinde sağlam laştırılarak Rusya’nın Orta-Asya ve Kafkaslar üzerindeki etkisini dengelem ekve (iii) Orta Asya ülkeleri arasında ki her türlü işbirliğini teşvik etmek. Bu hedellerin kısa dönemli problem lerle göz ardı edilmesi Sovyet İm paratorluğu’nun Rusya İm paratorluğu şeklinde geri dönüşüne zem in hazırlayarak Türki-
Türkiye’nin Hazar D enizi havzasına doğrudan m üdahil olm a sı zordur. Ancak bu havza üzerindeki etkinlik bu havzayı diğer d e niz havzalarına bağlayacak ulaşım hatları üzerindeki etki ile sağ lanabilir. D eniz bağlantısından yoksun olan O lta Asya ülkelerinin Soğuk Savaş sonrası dönem de dünyaya açılm ası için dört alterna tifleri bulunm aktadır. Birincisi Hazar D enizinin kuzeyinden Rus ya aracılığıyla Avrupa ve Atlantik'e, İkincisi doğudan Çin aracılı ğıyla Pasifik'e, üçüncüsü güneyde Afganistan üzerinden Hindis tan ve Pakistan aracılığıyla Hint Okyanusuna, dördüncüsü ise Ha zar D enizinin güneyinden İran ve Türkiye aracılığıyla Akdeniz’e. Bu yollar açısından değerlendirildiğinde B atı’ya açılım konusun da Türkiye, İran ve Rusya arasında ciddi bir rekabet yaşanm akta dır. Ara yollar olarak gündem de tutulan Hazar D enizi üzerinden Kafkas]ar-Karadeniz bağlantısı Türk-Rus ilişkilerinde, İran üze rinden Basra bağlantısı Tü ık-İran ilişkilerinde bir rekabet ortam ı oluşturmaktadır. Türkiye'nin böylesi bir konjonktürde sahip olduğu en Önemli avantaj bu açılım ın güney ve kuzey kanadını tutan Iran ve Rusya ile aynı anda ortak projeler geliştirebilecek bir konum da olm ası dır. Fakat bu potansiyel avantajın esnek ve dinam ik bir diplomasi ile desteklenem em esi sonucunda son yıllarda bu konuda ciddi bir zem in kayması yaşanmıştır. Türldye bölgeye sistem ik güçlerin tem silcisi olarak giren ülke im ajı ile hem Rusya hem de İran ile iliş kilerinde dengesizlikler yaşamıştır. Bu durum aslında çıkarları ta m am en çatışan İran ve Rusya'nın konjonktürel alanlarda yakınlaş ması sonucunu doğurmuştur. Türkiye'nin Bal kanlar-Kafkas ya-Kuzey Ortadoğu yakm kara havzası ve Orta Asya-Doğu Avrupa-Kuzey Afrika yakm kıta havza ları ile sağlıklı ilişkiler kurabilm esinin en öncelikli şartı uzun dö nemli ve koordinelı bir deniz stratejisi oluşturmasıdır. Bu strateji nin siyasî, ekonom ik ve askerî boyutları birbirlerini destekleyici unsurlar olarak devreye sokulmalı; bölgesel ittifak ve entegrasyon faaliyetleri bu çerçevede değerlendirilmelidir.
a. Bölüm Yakın Kıta Havzası
I
Avrupa, Kuzey Afrika, Güney Asya, Orta ve Doğu Asya
Soğuk Savaş dönem indeki Türk dış politika oluşum unun en çarpıcı Özelliklerinden birisi, kıtalararası bağlantıları da ihtiva eden küresel ölçekli daha statik stratejik param etrelerle, göreceli olarak küçük ölçekli bölgesel ve ikili bunalım alanlarının dinamik seyri arasm da bir tür uyumluluk kurabilm e çabasıdır. Çift kutuplu yapının kendi doğasının gereği olarak kutuplararası dengeleri ilgi lendiren kıta-ölçekli politikalar süper ve büyük güç ölçeğinde o l mayan bölgesel güçlerin dış politika karar m ekanizm alarının ve il gi alanlarının daha küçük ölçekli ve bölgesel nitelikli problem lere yönelm esine yol açm ıştır. Küresel ve kıtasal nitelikli bunalım larda kutuplararası ilişkile rin belirlediği param etrelere bağlı kalma zorunluluğu Türkiye gibi bölgesel güçleri bu param etrelerle, kendilerini doğrudan ilgilendi ren bunalım alanları arasında denge ve uyum kurmaya yönelik politikalara sevketmiştir. Türk dış politikasının, 1945-1990 yılları arasındaki seyrine bakıldığında bu durum çok açık bir şekilde ken dini gösterm ektedir. Yaklaşık yarım asrı bulan bu süre içinde Türkiye, blok-içi so rum luluklarının gereği olarak katıldığı Kore Savaşı m üstesna, k en di sınır boylan ve bölge alanları dışmda bir dış politika etkinliğine yönelm em iştir. Doğrudan ilgilendiği problem alanları da Kıbrıs, Ege, Batı Trakya, Kuzey Irak ve Bulgaristan’daki Türk azınlığı gibi genellikle yakın kara ve yalan deniz havzasını ilgilendiren konular olmuştur. Uygun küresel konjonktürlerin doğru ve etkin bir şekil de değerlendirildiği durumlarda bu bunalım alanlarında m esafe
Stratejik Derinlik:
alınırken, küresel dengelerin izin vermediği durum larda daha dik katli ve bunalım ı uzun dönem de çözücü yollar benim senm iştir. Bu çerçevede küresel çift kutuplu dengenin son derece hassas bir seyir takip ettiği ve dikkatlerin bu dengeler içinde O rtadoğu’da ki çatışm alara yöneldiği bir konjonktürde gerçekleştirilen Kıbrıs Harekatı, Amerikan am bargosu gibi blok-içi sıkıntılar doğurmakla birlikte, hedeflenen bir statükonun doğm asını sağlamıştır. Buna mukabil, iki kutuplu ilişkilerde başlayan yum uşam a dönem inde söz konusu olan Bulgaristan’daki Türk azınlıkları ile ilgili m esele ler zam ana yayılarak çözülm e cihetine gidilmiştir. Küresel statik param etreler dolayısıyla Soğuk Savaş dönem i Türk dış politikası genelde Yunanistan ile ilişkilere ayarlı bir seyir takip etmiştir. Bu da Türkiye’nin dikkatlerinin bölge-ötesi ufuklara yönelm esini engellemiştir. Kıta-öiçekli stratejik bir tercih olan AB ile ilişkiler dahi bir yandan blok-içi dengelere, diğer yandan Yuna nistan ile yaşanan diplom atik rekabete ayarlanmıştır. Türkiye’nin doğrudan tem asta bulunduğu yakın kara havzası ile olan ilişkilerini belirleyen bölgesel politikalar ile küresel nitelik li eksen kaymaları arasındaki uyum m eselesi h er şeyden ön ce So ğuk Savaş sonrası dönem in getirdiği konjonktür açısından yeni den ele alınm ak zorundadır. Türkiye'nin Yakm Kıta Havzası tan ım lam ası ile hedefimiz, bölgesel ve küresel ölçekli politikalar arasm da geçişkenliği sağlayan kıta bağlantılarının tesb it edilebilmesidir. Bu da Soğuk Savaş sonrası dönem de ortaya çıkan yeni kıta ve hav za tanım lam aları çerçevesinde ele alınabilir.
I. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Kıta ölçekli Politikalar ve Tanımlamalar Seksenli yıllarda iki kutuplu sistem in sarsılm aya başlam ası, Amerika’nın uluslararası örgütler yoluyla kurduğu düzen ile Avru pa'nın çıkarları arasındaki çelişkilerin artışı ve Pasifik’te yeni bir ekonom i-politik alanın ortaya çıkışı II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslara rası ekonom ik ve politik sistem i ciddi bir değişim süreci ile karşı karşıya bırakmıştır. Hâlâ etkisini sürdürm ekte olan bu değişim sürecinin ortaya çıkardığı belirsizlikler sistem in ön em li güçlerini yeni kıta ve havza tanım lam aları yapm aya yöneltmiştir.
Yak ın K ıta H avzası
Bu tanım lam alara uygun politika arayışları entegrasyon ve bloklaşm a teşebbüslerinin hızla artm asına yol açmıştır. İçiçe geli şen ve kimi zaman ilginç çelişkiler barındıran bölgesel entegras yon faaliyetlerinde farklı dürtülerle hareket eden üç ülke grubu nun etkili olduğu söylenebilir: (i) Yeni uluslararası ekonom ik ve politik konjonktür içinde elin de alternatif kozlar bulundurm ak isteyen büyük güçler; (ii) Çift kutuplu statik yapının dağılm asından sonra uluslarara sı ilişkiler içindeki konum unu yeniden tanım lam ak zorunda kalan bölgesel güçler; (iii) îç siyasî kültür içinde yaşadığı kimlik krizini ya da uluslara rası ilişkilerdeki yalnızlığını dünya-sistem ine entegrasyon ile aş maya çalışan ülkeler. Böylece, Soğuk Savaş sonrası dönem de küresel ölçekli statik dengenin dağılması ile birlikte çift kutuplu jeopolitik bölü nm enin yerini kıta ölçekli ve kıtalararası bloklaşm alar almıştır. Bu çerçev e de jeopolitik, jeokültürel ve jeoekon om ik havzalar büyük güçlerin stratejileri çerçevesinde yeniden anlamlandırılmıştır. Soğuk Savaşın çift kutuplu bölü nm esini kendi bünyesindeki d em ir perde ile yaşayan ve göreceli bir önem kaybına uğrayan Av rupa, seksenli yıllardan sonra derinleşm esini hızlandıran AB ile yen i bir kimlik ve çekim alanı oluşturm aya başlam ıştır. 1992 yılın da im zalanan M aastricht Anlaşm ası ile bütünleşm e sürecinde ön em li m esafeler alan AB, bu süreci doğuya doğru genişlem e program ı ile kıtayı kuşatıcı bir niteliğe büründürm üştür. Avrupa artık iki süper gücün m ü cad ele ve savunm a alanı olm aktan çıka rak kendi çekim alanını oluşturan klasik bir m erkez haline dönüş m ektedir. 1993 yılında kabul edilerek AB’n in önem li unsurlarından biri si haline gelen Ortak Dış Siyaset ve Güvenlik Politikası (CFSP) b ir liğin küresel dengelerdeki stratejik değişim lere yönelik politikala rında uyum sağlamayı h ed ef edinm işse de, AB’nin Bosna b u n alı m ın d a yeterince etkin bir ortak politika geliştirem em esi bu ça b a ları olum suz yönde etkilem iştir. Bu ortak strateji arayışı doksanlı yılların son u na doğru NATO'ya paralel bir güvenlik örgütlenm esi-
S tratejik D erinlik
ordinasyonuyla geliştirilen Avrupa Güvenlik ve Savunm a Kimliği konusunda 1999 VVashington Zirvesinde özellikle karar m ekaniz ması ve operasyonel yetki konusunda atılan adım lar Avrupa k ıta sının uluslararası ilişkilerdeki konum unu önem li ölçüde g ü c e n dirmektedir. Ko s ova 'ya yönelik hava harekatından sonra bölgeye giren güç lerin ağırlıklı bir şekilde AB üyesi ülkelerden oluşm ası bu etki ala nının yayılmakta olduğunu göstermektedir. NATO ve AB’nin üye tabanındaki farklılaşmalar önümüzdeki dönemin en hassas konu ları olmaya devam edecektir. Türkiye gerek Avrupa'nın yeni konu mu gerekse AB-NATO ilişkileri konusunda birinci derecede etkile nebilecek ülkeler arasındadır. Soğuk Savaş süresince kendi kıtasının uzağındaki Afroavrasya dünya anakıtasım Sovyet tehdidine karşı korunulacak stratejik hatlar çerçevesinde değerlendiren ABD, bu yeni konjonktüre inti bak için bir yandan Atlantik eksenli yapılanmayı BM ’yı ayakta tu tarak ve NATO’yu yaygınlaştırarak korumaya çalışırken, diğer yan dan artan bölgesel kutuplaşm a tem ayülüne ayak uydurmaya gay ret etmiştir. ABD, Bretton VVoods ve GATT sistem ine ilk darbeyi vu ran Avrupa entegrasyonuna karşı kadem eli bir bölgesel bloklaşm a tepkisi göstermiştir. Bu çerçevede önce Kanada ve Meksika ile b ir likte NAFTA (Nort America Free Trade Agreement l Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) kurulmuş; daha sonra Kuzey ve Güney Amerika arasındaki işbirliğini geliştirm eye çalışan organizasyon ların rolü artırılmış ve nihayet Pasifik eksenini kontrol altında tu t mak ve alternatif bir çekim alanı oluşturm ak için APEC’e {.Asian
Pasific Economic Council / Asya Pasifik Ekonom ik İşbirliği) form ellik kazandırılmaya çalışılmıştır. ABD kendi coğrafyasından da kaynaklanan bir zorunluluk ile çift yönlü bir sentez ve denge politikası geliştirmeye özen göster mektedir. Bir Trans-Atlantik örgütü niteliğindeki NATO aracılığıy la ABD'nin Atlantik kimliği öne çıkarılarak Avrupa bağlantısı koru nurken, doksanlı yıllarda formel bir niteliğe dönüştürülm eye çalı şılan APEC aracılığıyla ABD'nin Pasifik kimliği ve Asya bağlantısı geliştirilmeye çalışılmaktadır. NAFTA ile Kuzey Am erika’yı k on so lide eden ve Güney Amerika’yı kendi etki alanında tutan ABD, NA TO ve APEC ile çift kanatlı bir kıta-ölcekli nofîtika p p lktırm o ^ \tx.
Yakın Kıta H avzası
Delmiştir. Bu kıta-ölçekli politikalar BM Güvenlik Konseyi yapılan m ası ile siyasî olarak, G-8 ile de ekonom i-politik olarak içiçe geçen küresel nitelikler kazanmıştır. ABD, Avrupa ülkelerinin, özellikle de A lm anya’nın, gündem e getirebileceği Avrasya stratejisine karşı Asya'ya bakışını yeniden tanım lam aya1 ve Asyamerika [Asinmerica) sentezini bayata g eçir meye çalışmaktadır. Bu uzun dönem li strateji Amerika’nın dünya anakıtası olarak bilinen Afroavrasya tem el kara kütlesinden izole edilmesi ihtimali karşısında geliştirilmektedir. Alm anya’nın As ya’nın değişik bölgelerinde yoğunlaşan ekonom ik etki alanları Amerika’nın Asya’ya yönelik uzun dönem li bloklaşm a çabalarının tem el sebebidir. Uluslararası ekonom ik ilişkilerdeki ağırlığı doksanlı yılların ilk yarısında hızlı bir tırm anış gösteren ve 1997 bunalım ına rağmen önem ini koruyan Doğu Asya bölgesinin ekonom i-politik konumu yeni stratejik tanım lam a arayışlarında hâlâ önem li bir param etre durumundadır. Bu bölge için kullanılan term inolojiler bile ülkele rin uzun dönem li stratejilerini yansıtmaktadır. ABD ve Avustralya bölge için özellikle Pasifik terim ini kullanarak bölgeyi bir kıta (Av rasya) ile değil, bir deniz ile (Pasifik) tanım lam aya özen göster mektedir. Bunun tem el sebebi böyle bir tanım lam anın Amerika ve Avustralya'yı doğal olarak içine alması, Pasifik ile kıyısı bulunm a yan Almanya ve diğer Avrupa ülkelerini dışlamasıdır. Almanya ise gittikçe artan bir dozda Avrasya term inolojisine ağırlık verm ekte dir, çünkü Avrasya tanım lam ası da yeni ekonom i-politik çekim alanı olan Doğu Asya ile klasik çekim alanı olan Avrupa arasında bir bağ kurmakta ve ABD'yi dışlamaktadır. Bu iki güç m erkezini dengelem ek ve kendi bağım sız çekim ala nını oluşturm ak isteyen ülkeler ise Doğu Asya ve Asya kimliği ta nım lam alarını yaygınlaştırm ak istem ektedirler. Avrasya ve Asya m erika tanım lam alarının baskısı altında kendilerine tutarlı ve ku şatıcı bir kimlik arayışı içine giren Doğu Asya ülkeleri doksanlı yıl ların başlarında bir taraftan Amerika ve Avrupa ile dengeli ilişkiler mmn VBu yeniden tanım lam a çabasının ilk ilginç örneklerinden birisi için bkz. M ilanH auner, Whal is Asla tn Us? Russia's Asian Heartland Yesteulay and Today, (Roston: lJ n w i n Hv rna n. 19901
| S tra te jik D erin lik
kurm aya özen gösterirken, diğer taraftan ekonom ik ivme kaynak larını dış yatırım lardan bölge-içi dinam iklere çekm eye çalışm ış lardır. Bu çerçevede Doğu Asya-ekseni i EAEC (Doğu Asya E kono mik Forum u) fikri benzeri teşebbü sler bölge-içi bir dayanışm a ça bası olarak istenilen sonuçlan verm em işse de, yükselen Asya kim liğinin ifade ediliş biçim i olarak başlıbaşm a önem taşımışlardır. Bu arayış, kendi içinde birçok iç çelişki ve tarihî düşmanlıklar barındıran Doğu Asya'da özellikle ekonom i ağırlıklı işbirliği ve bloklaşm a tem ayülünü canlı tutmaktadır. Genelde Asya'nın, özel de Doğu A sya'nın kimlik ve ortak jeokültürel ve jeoekon om ik hat oluşturm a çabasının başarısı kıtanın önüm üzdeki yüzyıl içindeki konum unu belirleyecek önem li unsurlar arasındadır. Tam bir kültürel m ozaik niteliği taşıyan Asya kıtası uzun dö nem de bu üç çekim alanının karşılıklı etkileşim leri ile yeni blok laşm a tecrü belerin e şahit olacaktır. Çin ve Hindistan gibi iki de mografik devi, Japonya gibi bir ekonom ik devi, Rusya gibi bir step devini ve dünyanın en stratejik hattını oluşturan Rim land kuşağı üzerinde İslam D ünyasının en büyük güçlerini barındıran bu kıta, stratejik m ücadelenin önem li sahnelerinden birisi olm aya devam edecektir. Kıta ölçekli jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel havzaların yeniden tan ım lanm ası süreci diğer büyük ve bölgesel güçleri de yeni kıta ve havza ölçekli arayışlara itmiştir. Soğuk Savaş dönem i nin ikinci süpeı* gücünün m irasçısı olan Rusya bir taraftan BDT (Bağımsız D evletler Topluluğu) çerçevesinde eski SSC B ’nin etki alanı m irasını sürdürmeye çalışırken, diğer taraftan Türkiye’nin girişim i ile başlayan KEl {Karadeniz Ekonom ik işbirliği)'ne katıl m a kararı almıştır. Sonra da 1993 yılında bu iki bölgesel işbirliği te şebbüsü ile çelişkili bir şekilde Slav ülkeleri arasında bir ortak pa zar kurm a teşebbüsünü başlatan Rusya karşı karşıya kaldığı iç si yasî ve ekonom ik bunalım lar dolayısıyla bu alternatif bloklaşma çabalarını birbiıleriyle tutarlı bir stratejinin parçası olarak değil, . konjonktürel kaygıların ağırlık taşıdığı çelişkili taktik arayışlar ola rak sürdü re gelmiştir. D aha önem siz olm akla birlikte Kazakistan’ın teklif ettiği Avras ya Birliği projesi, Apartheid dönem inin bitm esind en sonra dünya ya açılan Güney Afrika C um huriyeti’nin Güney ve Doğu Afrika ile
Yakıtı K ıta H avzası
Güney ve Doğu Asya arasındaki ülkeleri kapsayan deniz-eksenli bir Afro-Asya birliği olarak takdim ettiği Hint Okyanusu İşbirliği Örgütü ve Ortadoğu Barış Süreci içinde bölgesel ekonom ik işbirli ği çerçevesinde gündem e gelen ve Kuzey Afrika ile Batı Asya'yı bünyesine alan genişletilm iş yeni Ortadoğu kavramı kıta-ölçekli değişik proje arayışları olarak zikredilebilir.
II. Küresel ve Bölgesel Güçlerin Yakın Kıta Havzası Politikaları Kıtaların ve kıta-eksenli havzaların stratejik açıdan yeni an lam lar kazanm ası özellikle iki grup ülke için Özel bir önem ifade e t mektedir. Birinci grup, küresel strateji uygulama kabiliyeti olduğu için bir çok kıta-eksenli havzalardaki dengeleri aynı anda gözet m ek zorunda olan ülkelerden oluşur. M esela başta ABD ve Alm an ya olm ak üzere Çin, Fransa, İngiltere, Japonya ve Rusya gibi ülke ler aynı anda birçok kıtadaki dengeyi gözeterek küresel ölçekli p o litika geliştirirler. Bunlardan kimisi ABD gibi büliin havzaları bütün yönleriyle gözetm e zorunluluğu hissederken, kimileri özellikle bir alanı, ki m ileri İse bir havzayı öne alarak politika geliştirirler. M esela Japon ya’nın ekonom i-politik alanını Öne çıkarm ası ve bütün kıtalarda bu yönde süreklilik arzeden bir stratejik p lanlam a gerçekleştirm e si öncelik verilen alanda derinleşerek bütün küresel satha yaygın bir politika takip edilm esinin en çarpıcı m isalini oluşturur. Buna mukabil Rusya’nın eski SSC B’nin jeopolitik hakim iyet havzalarına yönelik politikalara ağırlık verm esi bir m ekanda derinleşerek bu m ekanın bütün alanları ile ilgilenmeye dayalı kıta-eksenli politi kaya bir örnek teşkil eder. Bu zorunluluklar onların diplom asi yapım ve uygulama alan la rını da belirler. ABD bütün kıta-eksenli havzalara dayalı politikala rı tutarlı bir stratejik planlam a bütünlüğü içinde yürütm eye çalı şırken, Japonya’nın ekonom i-politik ağırlıklı stratejik tercihi dış politika yapım ında M ITI’nin (Dış Ticaret ve Sanayi Bakanlığı) öne çıkm asına yol açm aktadır. Rusya’nın stratejik m anevra kabiliyeti de hâlâ Kızıl O rdu’nun yakm kıta havzası üzerindeki etkinliği ile sı nırlıdır. Rı ı s v a ’ n m U M n-îîT7ö-«ui' ------• 1
küresel gücü bu etkinliğin artırılm ası için diplomatik bir altyapı sağladığı ölçüde küresel politikalarla kıta-eksenli politikalar ara sında bir tür uyum ortaya çıkmaktadır. îkinci grup ülkeler ise tarih ve coğrafya param etrelerinden kay naklanan özellikler dolayısıyla birçok kıta-eksenli havza ile aynı oranda ilgilenm ek zorunda kalan bölgesel güçlerden oluşm akta dır. Bu gruba giren ülkelerin en belirgin tem silcileri arasında Tür kiye, Mısır, t ran, Ukrayna ve Hindistan zikredilebilir. Bu ülkelerin yalcnı kıta havzaları ile ilgili tavırlarını kısaca tahlil etm ek yakın kı ta havzası tanım lam am ızı açıklığa kavuşturmamızı ve Türkiye’nin stratejik konum unu bu açıdan ele alış biçim im izi ortaya koyma mızı kolaylaştırabilir. Aynı zam anda hem bir Ortadoğu ve Batı Asya, hem bir Akdeniz ve Kızıldeniz, hem de bir Kuzey ve Doğu Afrika ülkesi olm a özelli ği taşıyan M ısır stratejik konum u ve tarihî m irasının getirdiği je o kültürel özellikler dolayısıyla Asya, Afrika ve Akdeniz dengelerini gözeten bir politika takip etm ek zorundadır. Bu konum u Mısır'ı, küresel ve kıta-eksenli havza politikalarını aynı anda takip etmek zorunda olan Osm anlı D evleti'ne bağlı olduğu dönem de de Orta doğu, Kızıldeniz, Afrika ve Hint Okyanusu politikalarm m merkez üssü haline getirmiştir. M ısır'ın 19. yüzyıldaki söm ürgeci rekabe tin en yoğun yaşandığı ülkelerden birisi oim ası da bu özelliği do layısıyladır. N apolyon’u M ısır'a çeken, bu ülkeyi İngiliz sömürge sistem inin kilidi haline getiren, Süveyş'i Soğuk Savaşın en yoğun çatışm a alanlarından birisi haline dönüştüren sebep de, temelde bu ülkeye çok yönlü diplomatik, siyasî ve askerî hareket kabiliyeti kazandıran bu yönüdür. M odern M ısır’a dam gasını vuran N asır’ııı geliştirmeye çalıştığı Mısır kimliğinin ana unsurları olarak zikredilen coğrafyaya dayalı
Afrikalılık, dile dayalı Araplık ve tarihe dayalı Mısırhlık nosyonla rı bu çok yönlü jeokültürel yapıtını bir yansımasıdır. M ısır'ı Orta doğu dengelerinde savaş zam anında da, barış dönem lerinde de öne çıkaran; Afrika politikasının önde gelen ülkeleri arasında gel m esine zem in hazırlayan tem el özellik de bu çok yönlü kıta ilişki leridir. Bu ülkeyi 'Soğuk Savaşın en sert yıllarında Ü çüncü Dünya ve Tarafsızlar Bloku hareketinin yürütücü ülkeleri arasında yer al m asının sebeplerini de, ideolojik yönelişten çok bu konum un ge tirdiği kendine has şartlar içinde ele alm ak gerekir.
Yakın Kıta H a v z a sı
İran da, tarihî ve coğrafî özellikler dolayısıyla, bir çok kıta-ek senli havza ile aynı anda ilgilenm e zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Büyük İskender’den bu yana genelde Asya ile Avrupa, özelde de Orta Asya ile Batı Asya ve Doğu Avrupa arasındaki geçiş bölgele rinden birinin üzerinde bulunan İran, değişik yönleriyle farklı kıta-eksenli havzalara bakan bir niteliğe sahiptir. Aynı zam anda hem Orta, hem Batı, hem de Güney Asya ile irtibatlı olan İran, bir taraftan Hazar Denizi ve hatta Karadeniz, diğer taraftan da Körfez ve Hint Denizi dengelerinden etkilenmektedir. Batıda M ezopotam ya doğuda da M averaünnehir’in oluşturdu ğu iki büyük kadîm medeniyet havzası arasında yer alan İran, jeokültürel çeşitliliği de kendi içinde ban ad ır maktadır. Orta Asya’dan kopup gelen hareketli ve dinamik Turanî unsurların yerleşik devlet geleneğine İran coğrafyası üzerinden geçerek oturmaları bu je o kültürel özelliğin bir sonucudur. Stratejik ilerlem esini Avrupa içle rine doğru yönlendiren Osmanlı Devleti’nin sürekli olarak İran’ı gözeten bir doğu politikası geliştirmek zorunda kalması İran’ın bu jeokültürel ve jeopolitik konum unun tesiri dolayısıyladır. Söm ürgecilik dönem inde Büyük: Oyun’un iki aktörü olan Rus ya ve İngiltere tarafm dan etki sahalarına bölünen İran ’ın kuzey ve güneyi de bu söm ürgeci güçlerin im paratorluk niteliklerini göster mekteydi. İran ’ın Orta ve Kuzey Asya’ya bakan yönünü temsil eden Kuzey İran ’ı etki sahasına alan Rusya tipik bir step devleti iken, Körfez ve Hint Okyanusuna bakan güneyini kontrol eden İn giltere deniz nitelikli emperyal yapısını bu coğrafyaya yansıtmıştır. Soğuk Savaş süresince en yoğun ideolojik m ücadele alanların dan biri olan İran ’ın İslam, devrim inden sonra kadem eli bir şekil de denge politikalarına yönelm esi de bu tarih ve coğrafya faktörü nün bir sonucudur. Hum eyni’nin devrim ci çizgisinden Rafsancan i’nin pragmatik politikasına ve nihayet H atem i’nin reform ist tav rına kadar İran süreklilik arzeden bir dış politika rasyonalitesini devrede tutm aya çalışmıştır. Bir taraftan Asya’ya açılan yönüyle Çin, Hindistan ve Rusya ile son derece realist ilişkilere giren İran, diğer taraftan devrimci retorik ve ABD’nin dışlam a politikası kar şısında Avrupa ülkeleri ile çıkar-tem elli ilişkilerini geliştirmiştir.
S tratejik D erinlik
param etrelerini aynı anda gözeten politikalar takip etm esi, Türki ye’yi de yakından ilgilendiren çok yönlü yakm-kıta havzası p oliti
kaları geliştirm esine yol açm aktadır. En önem li Asya güçlerinden biri olan H indistan da çok yönlü bir kıta havzası politikası takip etm eye çalışan ülkeler arasında yer almaktadır. Güney, Doğu ve Orta Asya politikalarını kıta-ölçekli dengeleri gözeten ikili diplom asilerle geliştirm e zorunlulu ğu, bu ülkeyi Pakistan, Çin ve Rusya başta olm ak üzere önem li As ya ülkeleri ile bölg e-ötesi kaygıları da kapsayacak şekilde ilişkiler geliştirm eye zorlam aktadır. Öte yandan m erkezî bir H int Okyanu su ülkesi olm ası da H indistan’ı Pasifik’te n Doğu ve Güney Afri ka'ya kadar uzanan bir hatta geniş ölçekli bir strateji takip etm e ye zorlam aktadır. H indistan’ın tarihî birikim i bu çok yönlü coğrafi özelliğin etki sinde gelişmiştir. 14. Yüzyıla kadar dünya ekonom isinin en yoğun çekim alanlarından birini oluşturan Hint bölgesi, Babür hanedanı dönem inde Asya’nın en önem li güçlerinden birisi olarak altın ça ğını yaşamıştır. 16. Yüzyıla dam gasını vuran ve Avrasya'nın güney hattını kuşatan batıda Osmanlı, ortada Safevî ve doğuda Babür devletleri Orta Asya kökenli dinam ik Türk unsurunun yerleşik ka dım m edeniyet havzalarını İslam m edeniyet birikim i ile h arm an lam alarının ürünüdür. Batı ile doğu arasındaki kırılma noktası, bu üçlü havzanın ka pitalizm ve Sanayi D evrim i'nin getirdiği ekonom ik ivme ile hare kete geçen Avrupa-eksenli güçlerin İslam m edeniyetinin oıtak paydası ile bütünleşen Asya-eksenli kadîm kültürlere yönelik bas kısı ile ortaya çıkmıştır. Hindistan da b u özellikleri dolayısıyla bu kırılma noktasının odaklarından birisini oluşturmuştur. İngiliz-Al m an, İngiliz-Rus, İngiliz-Fransız söm ürge rekabetinin Hindistan ile doğrudan ilgili bölgelerde cereyan etm esi bunun sonucudur. H indistan’ın Soğuk Savaş süresince Üçüncü Dünya ve Tarafsız lar Blokunun öncüleri arasında yer alm ası da bu coğrafî ve tarihî faktörlerin sağladığı çok yönlü bağlantı imkanlarıyla sö zkonusu ol muştur. Muazzam bir demografik faktörü de arkasına alan Hindis tan bugün bu çok yönlü stratejik konum un getirdiği kapsam lı y a kın kıta-havzası imkanlarıyla bölgesel güç konum unu nükleer ka-
Yakın K ıta H avzası
Avrasya steplerinin geçiş yolu üzerinde bulunan Ukrayna ise bir yönüyle Avrupa'ya, diğer yönüyle step derinliğinde Asya’ya bakınası dolayısıyla çok yönlü kıta havzası politikası takip etm ek zorunda olan bölge güçlerinden birisidir. D oğu-batı istikam etinde Asya-Avrupa kara bağlantısının, kuzey-güney istikam etinde de Baltık-Kaıadeniz su yollan bağlantısının kesişim alanındaki coğra fî konum bu ülkenin son derece önem li bir denge unsuru o lm ası nı sağlamaktadır. U krayna’nın özellikle 17. yüzyıl Osm anlı-RusLehistan dengelerindeki Önemi bu coğrafi konum un tarihî bir te zahürüdür. O sm anlı D evleti'nin Avrasya dengelerini kontrol ed e bilm e kabiliyeti bu bölge üzerindeki d enetim i ile pekişmiştir. Öte yandan Rusları ıssız Kuzey D enizinin m eçhul halkı olm aktan çıka rarak önce bir kıta devleti, sonra da bir dünya gücü haline getiren en tem el am illerden birisi de Ukrayna üzerinden gerek Doğu Av rupa gerekse Karadeniz’e m üdahil olm a gücü kazanm alarıdır. Soğuk Savaş sonrası dönem de Rusya için en ciddi zaaf Ukray n a'n ın , dolayısıyla da Volga dışında kalan ve özellikle Dinyeper ve D inyester nehirleri ile bunların arasında kalan bölgelerin kaybı ile ortaya çıkmıştır.2 Rusya’nın em peryal bir güç haline gelm esini sağlayan bu bölgenin kaybı Sovyet-sonrası Rus gücünün zayıfla m asının da ana göstergelerinden birisi olmuştur. Ukrayna’nın bu bölgedeki varlığını sürdürebilm esi ve gücünü artırabilm esi de çok yönlü kıta ilişkilerini diplom atik bir ustalıkla yürütebilm esine b ağ lıdır. Doğu Avrupa’da sözkonusu olabilecek Rus-Alman etkinlik re kabetinin dengeleyici gücü olm ası m ukadder olan Ukrayna’nın bu konum u Türk-Ukrayna ilişkilerinin gelecekteki Önemini de açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
III. Türkiye'nin Yakın Kıta Havzasının Ana Unsurları Türkiye, bu bölgesel güçlerle kıyas edildiğinde, belki de en kar m aşık kıta havzası politikaları gerektiren Özel bir konum da bu lu n maktadır. Bu bölgesel güçlerden bir kısmı tek bir anakıta bağlantı sına (Hindistan ve İran gibi), bir kısmı tek bir deniz ile doğrudan
mmm 2 Bıı zaafın Rus stratejisi üzerindeki etkiten için bkz. Alımet Davutoğlu, "Avrasya Ka-
S tratejik D erinlik
irtibata (Ukrayna gibi), bir kısmı ise tem elde tek bir su yolu etra fında şekillenen yeterince çeşitlenm em iş bir tabiî coğrafyaya sa hip iken (Mısır/Nii örneğinde olduğu gibi), Türkiye aynı anda bir çok kıta bağlantısı kurabilen, bir çok deniz ve su yolu havzası ile doğrudan tem as halinde olan ve son derece çeşitlenm iş tabiî coğ rafya özelliklerine sahip olan bir ülkedir. Türkiye'nin yakın kıta havzası politikasının ana unsurları bu çeşitlilik içinde ve yakm kara ve yakm deniz bağlantıları ile ortaya konabilir. Özetlem ek gerekirse Türkiye, Trakya üzerinden bir Bal kanlar, kuzey kıyı şeridi ile bir Karadeniz, Erzurum yaylası üzerin den bir Kafkas, Harran üzerinden bir M ezopotam ya ve Ortadoğu, güney deniz şeridi ve İskenderun Körfezi üzerinden bir Doğu Ak deniz ülkesidir. Bu yakm kara ve deniz havzaları aynı zam anda Türkiye'nin ya kın kıta havzasının özelliklerini de belirlem ektedir. Balkanlar bağ lantısı Türkiye’yi doğrudan bir Doğu Avrupa ülkesi yaparken, Or tadoğu bağlantısı Batı Asya ülkesi özelliğini ortaya koymaktadır. Karadeniz üzerinden Doğu Avrupa ve Avrasya steplerinin su yolla rına müdahil olabilen Türkiye, Kafkaslar üzerinden Hazar ve Orta Asya, Doğu Akdeniz üzerinden Güney-batı Asya ve Kuzey Afrika dengelerinde yer almaktadır. Boğazların özel konum u bu çeşitliliğe kıtalararası geçişkeıılik boyutunu da katmaktadır. Boğazlar, Avrasya anakıtasının kuzeygüney ve doğu-batı istikam etindeki geçiş yollarının düğüm nokta sını oluşturmaktadır. Bu yüzdendir ki, kadîm Avrasya dengelerinden bu yana özel bir önem i haiz bulunan Boğazlar, m o d em jeo p o litiğin de en yoğun stratejik ilgi alanlarından birisi olagelmiştir. Boğazlar gibi günümüz Türkiye’sinin bulunduğu coğrafî alan da Avrasya tarihinin kıta-öîçekli hakimiyet sağlayabilen güçlerinin beşiği olmuştur. Anadolu, D arius’un Avrasya'ya bir bütün olarak hakim olm a idealinin ürünü olan Pers İm paratorluğu, doğu-batı istikam etindeki ilerleyişinin geçiş bölgesini oluşturm uştur. Büyük İskender'in sınırlı M akedonya coğrafyasından engin Asya derinli ğine geçerek ilk büyük ölçekli Avrasya devletini oluşturm ası süre cinde de bu coğrafya bir güç tem erküz alanı olmuştur. Kadîm im paratorluk yapılarının en gelişmişi kabul edilen Rom a İmparatorhmn Ha hir cnînpv Akdeniz devleti olm aktan bir dünva gücü olm a
Yakın K ıta H avzası
ya geçiş sürecinde özellikle Anadolu ve M ısır'ı iki tem el hakim iyet alanı olarak kullanmıştır. B izans’ın 6. yüzyıldaki parlak dönem i de bu çok yönlü kıta dengelerini gözeten bir politikanın sonucunda doğmuştur. Nihayet çok yönlü kıta ölçekli siyasî yapıların en yaygını ve en uzun ömürlüsü olan Osmanlı D evleti'nin tem el om urgası da bu coğrafyada oluşmuştur. Batı Anadolu'da Sakarya havzasının sın ır lı alanında tarihin engin derinliğine atılan tohum üç kıtanın en te mel su yollarını oluşturan Tuna (Avrupa), Fırat (Asya) ve Nil (Afri ka) havzalarına uzandığı zam an güçlü bir devlet niteliği kazanm ış; Karadeniz’in kuzeyinden engin steplere, Kafkasya'dan tabiî coğra fî ayrım hatlarına, Ege'den Batı Akdeniz’e, Kızıldeniz’den Hind'e, Kuzey Afrika'dan Büyük Sahra’ya uzandığı zam an ise Deulet-i Ebed
Müddet iddiasını bir idealden reel bir politik güce dönüştüren je opolitik altyapıya sahip olmuştur. Tarihte Afroavrasya anakıtasınm en önem li havzalarını birleş tiren böylesi bir gücün oluşm ası siyasî ve askerî anlam ından Öte anlam lar taşım aktadır. O sm anlı D evleti’nin kadîm m edeniyet havzalarının tüm ünü harm anlam a gücü ve kapasitesi bu çok y ö n lü jeostratejik hakim iyet alanının ortaya çıkışının da altyapısını oluşturmuştur. Bu yönüyle Osmanlı Devleti, sadece bir askerî güç olarak değil, insanlık birikim ini bünyesinde bütün renkleriyle ta şı yan son kadîm kültür haritasını oluşturm a özelliği ile de tarihî bir önem e sahiptir.3 O sm anlı Devleti uzun yüzyıllar alan daralma sürecinde de bu jeostratejik ve jeokültürel omurgayı m uhafaza etm eye çalışmıştır. Terkedilen her Osmanlı şehri istilacı barbar güçlerce tahrip ed ile ne kadar hakim olduğu jeokültürel havzaların bütün yönlerini yansıtan kadîm çizgileri bünyesinde barındırm aya devam etm iş tir. Bunun son çarpıcı m isali Saraybosna'dır. Bu anlam da Osm anlı şehirlerinin Batı m edeniyet unsurlarınca çözülüşü veya bizzat tahribi kadîm insanlık birikim inin de tarih sahnesinden çekilm e süreci olarak tezahür etmiştir. ■■■ 3 Bu kültürel kapsayıcıhk ve stratejik kuşatıcıİLgm tahlili için bkz. Ahm et Davutoğlu, “Tarih idraki oluşum unda m etodolojinin rolil: M edeııiyetlerarası etkileşim açısın dan dünya tarihi ve Osm anlı”, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1 9 9 9 /2 , S. 7, s. 1-63.
| s tra te jik D erinlik
Osmanlı D evleti'nin bu çok yönlü jeokültürel özelliği Türki ye’nin kıtalararası jeokültürel rolünün de tarihî tem elini oluştur maktadır. H untington’ın Doğu île Batı arasında parçalanm ış bir kim liğin en çarpıcı m isali olarak takdim ettiği Türkiye4 bu tarihî birikim in derinliğini kavradığı ölçüde tekrar kıtalararası geçişkenliğin ve harm an lam an ın zengin jeokültürel altyapısını oluşturabi lir. Bu da dogm atik bir zihniyetle değil, kadîmi bütüncül bir şekil de kuşatan ve bugünü hakkınca kavrayan bir bakış açısı ile m üm kündür. Jeokültürel geçiş ve harm anlanm a havzaları bu kon u m un hakkını verenleri gelecek m edeniyetlerin m erkezi, bu konu m u ve kimliği hiçe sayanları ise tarihin edilgen ve tarihsizleşen unsurları yapar. Osmanlı Devleti sınır boylarından gerilem e dönem inde de çok yönlü yakm kıta havzası politikalarından kopm ayacak bir coğraf yada tutunm aya çalışmıştır. Tuna boylarında uzun süre direnılmesi, Erzurum yaylasının her ne pahasına olursa olsun savunulması, Bağdat-M ısır hattında sürekli bir dayanak oluşturulmaya çalışıl ması hep bu politikanın ürünüdür. Birinci Dünya Savaşından geriye kalan O sm anlı bakiyesinin hayat alanını tanım layan ve bu yönüyle Türkiye Cum huriyeti'nin ilerdeki coğrafî alanının m eşruiyetini de belirleyen M isak-ı Millî sınırları da bu çabayı yansıtmaktadır. Doğu ve Batı Trakya ile Bal kanlarda, dolayısıyla da Avrupa’da tutunm aya, İhtilaflı doğu vila yetlerine yönelik politika ile Kafkaslarla irtibatı kaybetmem eye, güney sınırları ile de artık devletten kopm ası m ukadder Arap coğ rafyası ile çizilecek hatta Ortadoğu'dan kopm am aya çalışan gizli bir savunm acı irade bu belgenin ruhuna egem en olmuştur. Osm anlı D evleti’nin söm ürgeci güçlerle olan ve sınır-ötesi ve kıta-ölçekli boyutlar da içeren çelişkiler dolayısıyla yüzyüze kaldı ğı savaşlar ve bunalım lar bu mirası devralan Türkiye Cumhuriyeti'n in dış politikasının özellikle ilk dönem lerde değişik satıhlarda ülkenin gücünü dağıtan kıtasal m ücadele alanlarına girm em eye ve kendi varlığını millî sınırlar içinde güçlendirerek korum aya yö nelik politikalara sevketmiştir. Atatürk'ün “Yurtta Sulh Cihanda ■as
4 Sam uel Ilun tin gton, “The Ciash of Civilizations’, Foreign Affairs, Surnmeı 1993, s. 42 -4 4 .
Yakın Kıta H avzası
Sulh” ilkesinin arkapianında konjonktüre! nitelikli bu realist dış politika m u h asebesi bulunm aktadır. Milli bağım sızlığı korumakla birlikte İngiliz ve Fransız söm ürge güçleri ile kstasal ölçekli çatış maya girm em eye çalışan bu politika, dönem in uluslararası kon jonktürünün realist bir çerçevede değerlendirilm esinin üründür. Türkiye’nin II. Dünya Savaşı süresince her iki cephed en gelen bü tün baskılara rağm en tarafsız kalmaya sevkeden tem el am il de budur. II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan konjonktür ve resm î deklarasyonlara açık bir şekilde yansıyan Sovyet tehdidi Türkiye'yi kıta-ötesi bağlantılar kurmaya tekrar zorladı. Türkiye'nin Soğuk Savaş dönem indeki en tem el stratejik yönelişi NATO çerçevesinde ve Atlantik-eksenli olarak gerçekleşti. Buna paralel olarak yürütü len AB girişimi hem ABD-Avrupa hem de Türk-Yunan dengelerin den etkilenen bir süreç ile inişli-çıkışh bir seyir takıp etti. Bu stra tejik tercihlerle uyumlu bir şekilde devreye giren Bağdat Patkı, CENTO ve RCD ise Türkiye'nin Atlantik-eksenli tem el stratejik yö nelişinin gerektirdiği bölgesel sorumluluk alanlarının sonucunda ortaya çıktı. Bu dönem de böylesi dolaylı sorum luluk alanları dı şında Asya ve Afrika, Türkiye'nin genelde ilgi alam dışında kaldı. Türkiye, Soğuk Savaş dönem i Türk dış politikasını yönlendiren kıta-ölçekli bu tem el tercihin bölgesel politikalar ile çatıştığı p rob lem alanlarında ve bunalım dönem lerinde İslam Konferansı Örgü tü b en zeri çabalarla Asya ve Afrika ülkeleri ile olan ilişkilerinde ye ni kanallar oluşturm aya çalıştı. Türk dış politikasının Soğuk Savaş dönem indeki en tem el problem alanı olan Kıbrıs ile ilgili ABD ve Avrupa’dan gelen olum suz tepkiler Türkiye’yi yeni dış politika ara yışlarına zorlayan tem el etken oldu. Soğuk Savaş sonrası dönem in ortaya çıkardığı yeni konjonktür Türkiye’nin kendi kıta bağlantılarını yeniden gözden geçirm esini zorunlu kılmaktadır. Her şeyden ö n ce yeni teknolojik araçların olağanüstü bir ivme kazandırdığı küreselleşm e olgusu ülkeler ara sındaki karşılıklı bağım lılığı ve bu karşılıklı bağım lılıktan doğan dış politika alternatiflerindeki ve araçlarındaki çeşitliliği daha ö n ceki dönem lerle kıyaslanm ayacak ölçekte artırmıştır. Öte yandan uluslararası ekonom i-politik ve diplom atik güç
S tratejik D erin lik
merkezli bir güçler dengesi politikasına yönelm esi sonucunu do ğurmaktadır. Söm ürgeci dönem lerde ve Soğuk Savaş şartlarında netlik ifade etm ek zorunda olan blok ve ittifak tercihleri gittikçe esnem ekte ve bu tercihlerdeki kısa dönem li denge değişikliklerin den etkilenebilecek gri alanların yoğunluğu artmaktadır. İdeolojik nitelikli ayrım çizgileri yerlerini çıkar alanları ve güç dengelerine dayalı dinamik süreçlere bırakmaktadır. Bu değişim büyük güçler arasındaki rekabetin kapsam ve yoğunluğunu belirlem ekte ve farklı dış politika tercihlerinin daha kısa süreli değişim lerle ortaya çıkm alarına yol açmaktadır. Bugün ne asrın başında olduğu gibi herhangi bir sömürge to p luluğunun üyesi olm a baskısı, ne de Soğuk Savaş dönem inin çift kutuplu yapısının getirdiği ideolojik nitelikli kategorik ayrım çizgi leri tem el belirleyici olm a özelliğine sahiptirler. Karşılıklı bağım lı lık ilişkilerinin karmaşık bir çeşitlilik arzettiği bu dönem de m üm kün olan en çeşitli ve yaygın ilişkiler ağını m üm kün olan en derin ve uyumlu koordinasyon ile tutarlı bir dış politika bütünü haline dönüştüren ülkeler uluslararası konjonktürün güç dağılımında göreceli bir ağırlığa sahip olurken, geçmiş dönem lerin saplantıları ile tek yönlü ve tek ölçekli politikalar geliştiren ülkeler göreceli bir etkinlik ve güç kaybının sonucunda blok-içi ve kıta-içi dengelerin edilgen ülkesi konum una düşmektedirler. Jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik güç m erkezlerinin ve geçiş alanlarının üzerinde bulunm ayan ülkeler bu konuda riski de avantajı da düşük bir konum a sahip oldukları için derinlikten ve koordinasyon kaygısından yoksun daha tekdüze stratejiler gelişti rebilir. Ancak, Türkiye gibi h em en h em en her kıyı ve kara şeridi d erinlem esine bir yakm kıta havzası politikasının om urgasını oluşturacak özelliklere sahip bir ülke, kıta ölçekli politikalar a çı sından hem büyük avantajları, hem de büyük riskleri dengeli ve uzun dönem li politikalarla sürekli bir şekilde değerlendiren bir dış politika stratejisi geliştirm ek zorundadır. Sahip olunan jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik özelliklerin getirdiği avantaj ve imkan patlam asının yola açabileceği hesapsız bir dış politika hayalciliği de, bu özelliklerin doğurabileceği risklerin yönlendirdiği çekingen ve durağan tavırlar da aynı ölçüde zararlıdır.
Yakın K ıta t lavzası
Bu avantajlar ve riskler özellikle kıta-ölçekli stratejik yönelişler de kendini gösterm ektedir. Yakm kara ve deniz havzası ile ilgili bölgesel politikalar tem elde bu stratejik yönelişin taktik kadem elendirilm esi olduğu için bütüncül bir dış politika anlayışı herşeyden önce ki ta-ölçekli tanım lam alarda tutarlılık ve vizyonun sağla nabilm esi ile mümkündür. Türkiye yakm kıta havzaları açısından beş ana alan ile ilgili stratejik tanım lam a ve planlam a ihtiyacı içindedir: (i) Avrupa, (ii) Asya Derinliği, (iii) Atlantik Faktörü, (iv) Afrika Açılımı ve (v) Kıta lararası Etkileşim bölgeleri: Stepler, Kuzey Afrika, Batı Asya vb.
ı. “Avrupa” Kavramındaki Dönüşüm ve Türkiye Avrupa, gerek coğrafî gerekse tarihî derinlik açısından, birinci derecede Önem taşıyan yakın kara havzası niteliği taşımaktadır. Coğrafî ve tarihî param etreler açısından bakıldığında, Türkiye Av rupa kıtasının ve tarihinin tabiî bir parçasıdır. Avrupa coğrafyası nın Avrasya bütünlüğü içindeki konum u da Türkiye coğrafyası gözönüne alınm aksızın anlam lı ve tutarlı bir çerçevede tan ım lan a m az, Öte yandan Türkiye coğrafyasında odaklanan tarihî gelişm e ler an laşılm aksızm ve yorum lanm aksızm Avrupa tarihini yazabil m ek de çok güçtür. Avrupa'nın Türkiye'nin yakm kıta havzası politikası içindeki ye rinin ortaya konabilm esi için Öncelikle bu kıtanın jeopolitik tan ım lam a açısından yaşadığı dönüşümü anlam landırm ak gerekm ekte dir. Herşeyden önce, Türkıye-Avrupa ilişkileri genelde Türkiye-AB ilişkilerine indirgenmektedir. Soğuk Savaş dönem inde Avrupa'nın tarihî arkaplan ve siyasî yapılar açısından Batı Avrupa ile özdeşleş m esinden kaynaklanan bu yaklaşım biçim i yakm kıta havzası ta nım lam ası açısından yetersiz kalmaktadır. Türkiye-AB ilişkileri Türkiye’nin Avrupa kıtası içindeki konumu açısından en tem el p a ram etrelerden birisi olmakla birlikte yegâne belirleyici unsur ola rak görülmemelidir. Türkiye’nin Avrupg. içindeki konumu AB nin tarihî ve coğrafî çerçevesinin Ötesinde unsurlar barındırmaktadır. Bu unsurlar Soğuk Savaşın bitişi ile birlikte tekrar Avrupa sah nesine gelen Orta ve Doğu Avrupa unsurları ile birlikte yeni boyut lar kazanm ıştır. Bu boyutların bir yakm kıta havzası içinde değer---- • * ■ -
S tratejik D erinlik
şım gerektirmektedir. Coğrafî olarak Urallardan Atlantik’e, İskan dinav yarım adasından Akdeniz'e kadar uzanan coğrafî alanı kap sayan Avrupa tem eld e Asya’nın kuzey-batı istikam etindeki bir uzantısı niteliğindedir. Avrupa’n ın Asya’dan ayrı bir kıta olarak değerlendirilm esi coğrafî olm aktan çok tarihî, siyasî ve kültürel u n s u r la rla ilgilidir. M odern d önem in siyasî yapılanm ası olan
VVestfaiya ulus-devlet sistem inin de, bu dönem in ekonom ik yap ı lan m asın ın tem elini oluşturan serm aye teraküm üne dayalı kapi talizm in de Avrupa’da ortaya çıkmış olm ası, bu coğrafî alanın kendine özgü bir kıta olarak değerlendirilm esinin arkaplanım oluşturm aktadır. Avrupa’nın etno-politîk yapılanm asının tem elleri O rtaçağlar daki kavim göçlerine kadar götürülebilir. Ö nce Germ en, Anglo sakson ve Frankların, arkasından da dalgalar halinde Slav ve Turan kökenli kavimlerin Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa içlerine doğ ru sarkması neticesinde bu kavimlerin Rom a îm paratorîuğu’nun tarihî kalıntısı üzerinde ortaya çıkan değişik sentezlerle yeni siya sı yapılara kavuşması m odern dönem in ulus-devlet oluşum larını da etkileyen sonuçlar doğurmuştur. Kutsal R om a-G erm en İm paratorluğu'nun bütünleştirici çab alan ile feodalizm in parçalayıcı etkileri arasında uzun bir süre bütünleşm e-parçalanm a sarkacı içinde gidip gelen kıta nihayet Westfalya sistem i ve Fransız D evri mi ile gittikçe belirginlik kazanan ulus-devlet yapılanm asına sah ne olmuştur. Özellikle 16. yüzyıldan sonra ivme kazanan ve Avrupa dengele rini uluslararası sistem in m erkezine yerleştiren ekonomik, siyasî ve kültürel gelişmeler, ulusal stratejilerin g eliştirilm e si^ ^ ö m ü rgecilik çabaları ile birlikte 19. yüzyılı bir Avrupa yüzyılı yapmıştır. 19. Yüzyılda yoğunlaşan ve 20. yüzyılın ilk yarısını da tam am ıyla etkisine alan bu Avrupa-merkezli yapılanm a, bu dönem de iki dünya savaşm a da yol açan Avrupa-içi çelişkilerin de su yüzüne çıkm asına yol açmıştır. II.
Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan çift kutuplu yapılan
m a ve Soğuk Savaş dönem i Avrupa’nın tarihinde gördüğü en ciddi m arjinalleşm e sürecini de beraberinde getirmiştir. Uluslararası güç dengesinin biri Kuzey Am erika’da (ABD) diğeri Avrasya d erin liğinde (SSCB) egem enlik kuran iki süper güç tarafından belirlen
Y ak ın Kıta H avzası
meye başlam ası Avrupa kavram ının kendisinin de dönüşm esine yol açmıştır. Bu dönem de Avrupa önem li ölçüde Batı Avrupa ile özdeşleşirken, Varşova Paktı bünyesinde kalan Orta ve Doğu Avru pa bölgeleri genel bir Doğu kavramı ile anılm aya başlamıştır. D a ha ö n ce genelde Asya ülkeleri için kullanılan Doğu kavramı Soğuk Savaş süresince Avrupa-içi geçerliliği olan ve uluslararası ilişkiler de Sovyet Paktı’nı tanım layan bir m uhteva çerçevesinde kullanıl maya başlam ıştır. Böylece hem Avrupa hem de Doğu kavramı ye ni kavram m uhtevası kazanmıştır. Uluslararası m arjinalleşm eye bir tepki olarak doğan ve AlmanFransız eksenli yeni bir güç tem erküzü oluşturm aya yönelen Avru pa Birliği fikri ve kavramı Avrupa’nın Batı Avrupa ile özdeşleşm e sine yol açan süreci daha da hızlandırmıştır. 1975 Helsinki Zirvesi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı bu kavramın sınırlarını en azından söylem düzeyinde tekrar Urallara doğru yaymıştır. An cak yine de çift kutuplu yapılanm anın kategorik ayrımları eg e m enliğini sürdürmüştür. Soğuk Savaşın sona erm esinin belki de en çarpıcı son u çların dan birisi Avrupa kıtasının bütün boyutları ile tarih sahnesine ge ri dönüşüdür. Doğu ve Batı B erlin ’in şehir düzeyinde Doğu ve B a tı Alm anya’nın ülke düzeyinde bütünleşm esi Avrupa kıtasındaki Batı ve doğu ayrım larının da yavaş yavaş yok olm asının önünü a ç mıştır. AB ve NATO’nun genişlem e planları Avrupa sınırlarını Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru yayarken önem li bir nitelik dönüşüm ü yaşayan AGİT'in sorumluluk alanları Avrupa kavram ının gelenek sel sınırların da ötesine geçerek Avrasya’ya doğru yayılması son u cunu doğurmuştur. Bu yeni siyasî coğrafya Avrupa kavram ının uluslararası algıla nışını önem li ölçüde genişleten sonuçlar doğurmuştur. Bu durum Avrupa'nın kültürel, tarihî ve siyasî kurum sallaşm a ile İlgili kendi ne özgü tanım lam alarının yeniden gözden geçirilm esini gerekli kılmıştır. Bugün Avrupa böylesi bir kıta tanım lam asının sancıları nı yaşamaktadır. Türkiye de bu sancıların merkezinde bulunan ül kelerin başında gelmektedir. Türkiye’de aynı zam anda bir tür Av rupalılaşm a olarak da görülen Batılılaşm a ve m odernleşm e ça b a ları ile özdeşleşen Avrupa tanım lam ası kültürel ve ideolojik bir bovnt ihtiva ederken, varolan Avrupa sınırları içinde bir yakın kıta
S tratejik D erinlik
havzası tanım lam ası daha çok jeopolitik boyutlar taşımaktadır. B i rinci tanım lam a daha çok Batı Avrupa ve özellikie de Almanya’m doğu sınırları ile biterken, ikinci tanım lam a kendi m antığı içinde Rusya'yı da içine alacak şekilde bir jeopolitik alanı öngörmektedir. Avrupa’yı yakm kıta havzası çerçevesinde bir değerlendirmeye tâbi tutm ak ikinci tanım lam ayı Öne çıkaran bir bakış açısını gerek li kılmaktadır; çünkü Türkiye’nin Batı Avrupa iie ilgili olan bütün ilişkileri de Doğu ve Orta Avrupa bağlantısı ile anlam lı ve süreklilik arzeden bir coğrafî boyut kazanabilir. Böylesi bir tanım lam a çer çevesinde Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasında belirginlik kazanan Avrupa kıta havzası içindeki konum u beş ayrı boyut ile ele alınabi lir: Birincisi, Türkiye Doğu Trakya bağlantısı ile hem Balkanlar hem de Doğu Avrupa ülkesidir. İkincisi, Karadeniz bağlantısı ile kuzey-doğu step Avrupa’sı param etreleri içindedir. Ü çüncüsü, Ege ve Doğu Akdeniz kıyıları ile bir Güney Avrupa ülkesidir. Dördün cüsü, Soğuk Savaş dönem inde sürdürdüğü kurumsal bağlantılarla Batı Avrupa sistem inin bir parçasıdır. Nihayet beşincisi ise Türki ye’nin Avrupa’nın doğu-batı istikam etinde Asya ile, kuzey-güney istikam etinde de Afrika ile sahip olduğu kıta bağlantıları içindeki özel ve vazgeçilmez bir konum a sahiptir. Türkiye Avrupa’ya dönük yeni bir kıta havzası tanım lam asında bütün bu unsurları gözeten bir bakış açısı geliştirm ek zorundadır. Türkiye'nin önem li stratejik araçları arasında yer alan ve ilerleyen bölüm lerde derinlem esine ele alacağım ız NATO, AB, AGİT ve KEÎ gibi uluslararası örgütlerle olan ilişkiler de bu yeni değerlendirme ile Soğuk Savaş sonrası dönem in dinam ik şartlarına intibak etm e yi sağlayacak özel stratejik anlam lar kazanacaklardır.
2. Asya Derinliği Türkiye'nin yakın kıta havzası stratejisinin yeniden tanım lam a ihtiyacı hissedilen en önem li ayağını Asya oluşturmaktadır. As ya’nın Türkiye’nin yeni strateji arayışları çerçevesinde artan ö n e m inin uluslararası konjonktür ve Türkiye'nin kıta üzerindeki özel konumu ile ilgili çok tem el sebepleri vardır. Asya, uluslararası konjonktür açısından, Soğuk Savaş sonrası dönem in en yoğun değişim geçiren kıtası olmuştur. SSCB’nin da ğılması kıtanın ieopolitik, ieoekonom ik ve jeokültürel özelliklerini
Y ak ın K ıta H avzası
ve ayrım hatlarını etkilemiştir. Bu durum bir. yandan küresel Öl çekli stratejiler geliştirm e kapasitesine sahip büyük güçlerin kıta
ya bakışlarım değiştirirken, diğer yandan bölgesel güçlerin bu de ğişim sürecinde ortaya çıkan jeopolitik boşluk alanlarım doldur ma çabalarında rekabet içine girm elerine yol açm ıştır. Ö nceki say falarda da vurguladığımız gibi AB ve bu birliğin üyesi ülkeler Av
rasya kavramı ile Asya’da kıta-ölçekli bir derinlik kazanm aya çalı şırken; ABD, NAFTA ve APEC üzerinden hayata geçirm eye çalıştı ğı Asiamerica kavramı ile Asya ile olan okyanus-bağlantılı ilişkisi ni yeni bir stratejik havza tanım lam ası çerçevesine oturtmuştur. ICıta-ötesi güçlerin bakış açılarındaki bu tem el stratejik değişim Asya kıtasının uluslararası ilişkiler içindeki ağırlığını ve bu ağırlı ğın yönünü de önem li ölçüde etkilemiştir. Daha önce klasik je o p o litik teoriler çerçevesinde kıtanın kuzeyindeki step derinliğini elin de tu tan SSCB ile kıtanın güneyindeki kenar kıyı kuşağını (Rirn-
land) kontrol etm eye çalışan ABD arasındaki çelişki Kore, Vietnam ve Afganistan gibi Soğuk Savaş d önem injh en yoğun çatışm a alan larının doğuşuna sebep olm uştu. B u g ü n c e kıta-ölçekli jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel bunalım alanlarının yayılımı çok daha çeşitli ve karm aşık unsurlar taşımaktadır. Avrasya-Asyamerika denklem inde çelişkinin yönü 19. yüzyıl daki söm ürgeci rekabetin ürünü olan Büyük Oj/ım’dan Soğuk Sa vaşın sonuna kadar süren ve jeopolitik bir nitelik taşıyan klasik kuzey-güney istikam etinden daha çok jeoekonom ik ağırlıklı doğubatı istikam etine dönm üş görünmektedir. Doğu Asya’da ortaya çı kan finans-ağırlıklı ekonom ik alan ile Orta Asya’da yeni kaynak paylaşımları doğuran jeoekon om ik alan, kıtanın Soğuk Savaş so n rası dönem de uluslararası güç kaymalarını etkileyebilecek bir önem kazanm asına yol açm ıştır. Bu durum, küresel ölçekli güçler dışında kıtanın önem li güçle rini de yeni denge arayışlarına yöneltmiştir. Başta Rusya, Çin ve Ja ponya gibi kıtanın uluslararası ilişkiler hiyerarşisinde önem li ko numa sahip ülkeleri olmak üzere Hindistan, Pakistan, tran ve E n donezya gibi önem li kıta güçleri kıta-içi dengelere yönelik tavırla rında yeni arayışlara yönelmişlerdir. Kazakistan ve Ö zbekistan gibi yeni bölgesel güçlerin de devreye girmesi Asya diplom asisinin da ha da hassas ve karm aşık bir nitelik kazanm asına sebep olmuştur.
j S tra te jik D erinlik
Diğer küresel ve bölgesel güçlerin, değişen konjonktüre paralel olarak, Asya’nın kendi stratejileri içindeki yerini tekrar yorumla maya çalıştığı bir dönem de Türkiye'nin Orta Asya, Batı Asya, Orta Doğu ve Karadeniz havzaları ile ilgili kıta-ölçekli stratejik öncelik leri tanım lam ad an bölgesel politikalar oluşturm uş olm ası konjonktürel değişikliklerden etkilenen bir dış politika yapım ına yol açm ış bulunm aktadır. Bugün, M ilan H auner 1990 yılında Rusya’n ın Asya Heart
land’\n\ inceleyen ve bunun ABD açısınd an konum unu yeniden değerlendiren What isAsia to Us? (Bizim tçin Asya Nedir?/Ne an lam ifade eder?) başlıklı eserine benzer bir çalışm an ın Türkiye için de yapılm ası zarureti vardır. Türkiye açısınd an Avrupa’nın ta şıdığı önem bir çok açılardan ele alınm ıştır. Avrupa’yı Türkiye'nin kaçınılm az durağı olarak görenler.de, bu kıtadaki büyük güçleri Türkiye'nin h er m eselesin in baş m üsebbipleri olarak değerlendi renler de, düşüncelerini değişik biçim ve çerçevelerde ifade edegelmişlerdir. Ancak, Asya’nın Türkiye için özellikle jeopolitik ve jeokültürel açıdan ne anlam ifade ettiği pek de açık bir şekilde ortaya kona m am ıştır. Gizemli Doğu Asya, nostaljik Orta Asya ve Batı araştırma kurum larınca sık sık Türkiye'ye yönelik yakın tehdit tanım lam ası na giren Batı Asya (Orta Doğu) kalıplarının belirlediği bakış açısı, gerek Asya kıtasında yaşanm akta olan ve dünya sistem inin ekonom i-politiğini etkilem e gücü kazanan hızlı değişimin, gerekse bu değişim in de ivme kazandırdığı yeni konjonktürde Asya kıtasının, Türkiye açısınd an değişen stratejik değerinin yeterince anlaşıla m am ası sonucunu doğurmuştur. Asya kıtasının küresel ilişkiler çerçevesinde kazanm akta oldu ğu yeni konum , Türkiye'nin jeokültürel, jeopolitik ve jeoekonom ik ö nem inin yönünü ve niteliğini değişime uğratan yeni stratejik u n surlar katmıştır. Türkiye’nin, Soğuk Savaş süresince klasik jeo p o li tiğin Avrasya'da şekillendirdiği step-kenar kuşak çelişkisi çerçeve lin d e , step gücünün sıcak denizlere inm esini kıta-ötesi gücün, ya ni A BD ’nin, kenar kuşağı kontrol etm esine dayalı olarak engelle yen konum u, yerini Asya’nın doğu-batı derinliğinde taşıdığı stra tejik önem le desteklenm iştir. Bugün Türkiye’nin Asya derinliğin deki dengelerdeki konum u ve bu derinlikteki bölgesel bunalım
Y ak m Kıta H avzası
alan ların d ak i etkinlik k ap asitesi Avrasya'nın gelenekse! Kuzey-Gü
ney jeopolitik diyalektiği-Njkad,arönem kazanm aktadır Türkiye'nin Asya kıtasındaki jeopolitik konum u artık kıtanın doğu-batı istika m etin d ek i geçiş yollan ve kuzey-güney istikam etindeki jeopolitik
ayrım hatları ile birlikte değerlendirilm ek zorundadır. Türkiye'nin jeokültürel yapısı ve bu yapının dış politika strate jisi üzerindeki etkisinde de Asya kıtasındaki değişm elere paralel değişm eler gözlenm ektedir. Tanzim at'ın ilanından bu yana T ü r kiye'nin stratejik.kim lik ve yönelişinin odağını oluşturan Avrupa jeokültürel alanı, belki de ilk defa ciddi bir Asya bağlantısı ile yeni nitelikler kazanm aktadır. Gerek Soğuk Savaş sonrası dönem de Asya'daki akraba unsurların bağım sızlıklarını kazanm ası, gerekse bu süreç içinde Avrupa ile olan ilişkilerde yaşanan gerilimler, T ü r kiye’yi yeni bir jeokültürel kimlik ve havza tanım lam ası yapm aya zorlam aktadır, içind e barındırdığı kültürel ve etnik unsurlarla b ir likte Asya kökenli Türk ana kimliği dışında Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu kökenli Avrasya otantik kim liklerini de barındıran Tür kiye, Asya derinliği ile Avrupa bağlantısını kuşatıcı bir şekilde b ü tü nleştirebilen yeni bir jeokültürel hinterland tanım ı yapm a sı kıntısını yaşam aktadır. Bunda içinde bulunulan Avrasya geçiş coğrafyasının rolü kadar, bütün bu Avrasya unsurlarım 600 yüzyıl bünyesinde barındıran Osm anlı tarih birikim inin de önem li bir payı vardır. Soğuk Savaş süresince ekonom ik yapısını AB ile bütünleşm e alternatifi çerçevesinde yapılandırmaya çalışan Türkiye, Soğuk Sa vaş sonrası dönem de dikkatlerini Asya'da ortaya çıkm aya başla yan yeni jeoekonom ik alanlara ve enerji havzalarına çevirmiştir. Bavul ticareti ile tırm anan Rusya ve Doğu Avrupa pazarına olan il gi ve O rta Asya’daki ekonom ik kaynaklara yönelik stratejik bakış açısı Türkiye’nin yeni bir jeoekonom ik tanım lam a çabası içinde olduğunun tipik göstergeleridir. Asya derinliğinin taşıdığı önem ve Avrupa ile yaşanan sıkıntılar Türkiye’yi, bu jeoekonom ik konum u esas alacak şekilde, Asya’ya yönelik dış politika araçlarım yeniden tanım lam aya ve yeni dış p o litika araçları oluşturm aya yöneltm iştir. Soğuk Savaşın h em en sonrasında Türkiye’nin girişimiyle ECO’nun (Ekonom ik İşbirliği örm 'îtü i O rta Asva i ilkeleri ve Afganistan’ı kapsayacak şekilde ge
S tra te jik D erinlik
nişletilm esi yeniden tanım lam a çabasına, yine Türkiye’nin girişi mi ile başlatılan KEİ (Karadeniz Ekonom ik İşbirliği) teşebbüsü ele yeni araç oluşturm a gayretlerine misal teşkil etmektedir.
3. Afrika Açılımı Türkiye’nin dış politikasında en ciddi ihm ale uğram ış kıta bağ lantısı Afrika'dır. Afrika kıtasına Yavuz Sultan Selim 'in Mercidabık seferi ile tem asa geçen ve daha sonra Kuzey Afrika'daki hakimiyet yanında Kızıldeniz üzerinden Doğu Afrika ve Hint Okyanusu poli tikası geliştirm eye çalışan O sm anlı Devleti daha yakm bir zama na, yani bu asrın başlarına kadar, Avrupa ve Asya ülkesi olma ya nında aynı zam and a bir Afrika ülkesi idi. Osmanlı D evleti için Mı sır Afrika, Ortadoğu, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu politikalarının kilit ülkesidir. Kırım Hanlığının kuzey stepleri ve Avrasya politikaları içindeler rolünün bir benzeri M ısır için güney çöl ve deniz havzalarına yö nelik olarak biçilm iştir. Balkanlar-Anadolu omurgası üzerinde Boğaziar-îstanbul eksenli bir Avrasya devleti olarak yükselen Osmanlı, Kırım Hanlığını kuzey, M ısır'ı da güney kıta derinliği için strate jik kanatlar olarak kullanmıştır. Her iki bölgenin de genel İdarî ya pı içinde özel statülere sahip olm asının tem el seb ebi de budur. Bu konum , gerilem e dönem inde de geçerliliğini sürdürmüştür. 18. Yüzyılda Vahhabi ayaklanm asına karşı M ısır’ın, Kus Kazaklarının akınlarm a karşı Kırım 'ın oynadığı frenleyici rol bu iki bölgenin kı ta derinliği içindeki rollerinin bir sonucudur. Bu rollerin etkisini kaybettiği ve iç dengelerin sarsıldığı 19. yüzyıl başlarında Rusların merkezî eksenin Balkanlar ayağım, devlete isyan eden M ehm et Ali Paşa ve oğlu İbrahim P aşa’nm Anadolu ayağını zaafa uğratması ve her iki halde de doğrudan İstanbul ve Boğazların tehdite maruz kalm ası da coğrafi param etrelerin bu iki bölgeye yüklediği özel ko num ile ilgilidir. Osm anlı D evleti’nin Libya, Tunus ve Cezayir politikaları da hem batı Akdeniz dengeleri hem de güneye yönelik sahra derinli ği kazanm a hedefi açısından ciddi bir Afrika boyutu kazanmıştır. Kartacalıların Roma, M üslüman Arapların Katolik güney Avrupa ülkelerine karşı kazandığı başarılardan sonra, ilk d efa Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika hakim iyeti üzerinden Akdeniz’de etkinlik ka zanm a ve bu etkinlik ile Avruüa’vi d e n iz d e n d e n e tim altın d a tu t-
Y ak m Kıta H a v z a sı
i .jna politikasını asırlarca başarıyla sürdürülen stratejik bir hed ef olarak görmüştür. R om a’nm altın çağından sonra Akdeniz’in tü müne yayılan ikinci büyük deniz hakim iyetini gerçekleştiren Osmanii D evleti’nin bu politikasında Balkanlar ve Doğu Avrupa'daki etkinliği kadar Kuzey Afrika’daki İdarî, diplom atik ve askerî beceri; si de rol oynamıştır. Osm anlı D evleti’n in Kuzey Afrika’dan Büyük Sahra derinliğin de kurduğu dinî, kültürel ve ticarî bağlar Afrika’nın söm ürgeciler ta ra fın d a n paylaşıldığı 19. yüzyılda anti-söm ü rgeci hareketlerin iç
dayanışm asına zem in hazırlam ıştır. Batı Afrika’da Senusi, Doğu Afrika’da M ehdi hareketlerinin anti-söm ü rgeci karakteri O sm anlı Devleti'nin söm ürgecilik karşısındaki direncine paralel bir seyir takip etmiştir. Asker şevkini yaparken bile güçlük çekilen Trablusgaıp’m devletin en bunalım lı dönem inde son denizaşırı askerî harekat olarak cansiperane b ir şekilde savunulm ası hâlâ sürm ek te olan cihan Ölçekli ve yakın kıta eksenli b ir stratejik bilincin so nucudur. İstiklal Savaşının anti-söm ürgeci karakteri Afrika’daki özellikle Müslüman toplulukların ortak kader bilincini uyarmış ve daha sonraki söm ürge devrim lerinin ilk habercisi olarak heyecan uyan dırmıştır. Ancak, Afrika’daki geniş sömürge topraklarının bağım sız devletler haline dönüştüğü II. Dünya Savaşı sonrası dönem deki dengeler ve çift kutuplu uluslararası ilişkiler yapılanm ası TürkiyeAfrika ilişkilerini olum suz yönde etkilemiştir. SSC B'nin oluşturdu ğu yakın ve doğrudan tehdit Türkiye’yi daha uzak kıta havzaları ile olan ilişkilerini bu tehdit ekseninde görmeye'zorlamıştır. Türkiye'nin bu tehdit dolayısıyla klasik söm ürge im paratorluk larının da içinde bulunduğu Batı Bloku içinde yer alm ası tarihin il ginç bir ikilem i olarak Türkiye’nin söm ürgelerin bağım sızlık h are ketlerine m esafeli bir şekilde yaklaşm ası sonucunu doğurmuştur. Bu bağım sızlık hareketlerindeki Marksist unsur ve etkiler Türki ye’nin iç ve dış stratejik tercihleri ile uyumsuz görülmüştür. Bu stratejik tercihler bağım sızlık hareketlerinin liderlerinin daha kısa bir süre Önce anti-söm ürgeci m ücadelenin öncüsü olarak görülen Türkiye’nin doğu ve güney nezdindeki im ajını değiştirmiş ve Batı’nın doğudaki ileri karakolu gibi görülm esine yol açmıştır. O dönem de Tarafsızlar Blokunun öncüleri arasında yer alan H indis tan, M ısır, Yugoslavva ve Endonezva gibi ülkelerle olan ilişkilerin
S tratejik D erinlik
düşük bir profilde seyretm esi Türkiye'nin, çoğu Tarafsızlar Bioku üyesi olan Afrika ülkeleri ile ilişkilerini de olum suz yönde etkile miştir. Siyasî kariyerini ve şöhretini hapiste bulunduğu Soğuk Sa vaş şartları içinde geliştiren M andela’nm Türkiye’ye yönelik tepki lerinde bu dönem de Afrika aydınları arasında oluşan Türkiye im a jın ın olumsuz izlerini görm ek mümkündür. Soğuk Savaş şartlarının ortadan kalkması Türkiye'nin Afrika’ya yönelik politikasını yeniden gözden geçirm esini kaçınılm az kıl maktadır. Afrika'daki gelişm elere tüm üyle ilgisiz kalm ak veya bü tün söm ürgeci birikim e rağm en hâlâ bakir kaynaklara sahip olan bu kıtayı bir geri kalmış ülkeler topluluğu olarak görüp küçüm se mek Türkiye ölçeğinde tarihî ve coğrafî faktörlere sahip bîr bölgesel güç için mazur görülemez bir zaaf oluşturmaktadır. Türki ye'nin Afrika ülkelerinin ağırlıklarını hissettirdiği BM Genel Rurulu'ndaki ilgili her kararda ciddi bir yalnızlık yaşam ası bu zaafın bir sonucudur. Karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin gittikçe artacağı önümüzdeki yüzyıl içinde ülkelerin güçleri küresel ölçekli bütün etkinlik alanla rındaki özgül ağırlıklarının toplam ı ile ölçülecektir. Dolayısıyla bir ülkenin gücü sadece kendi çevresindeki fiilî gücü ile değil, değişik havzalardaki ekonomik, kültürel ve diplomatik etkinliği ile değer bulacaktır. Türkiye bu çetin etkileşim yarışında geri kalmak istem i yorsa başta Afrika olmak üzere şu ana kadar yeterince ilgi kurama dığı bölgelere bakış açısını değiştirmek zorundadır. Nasıl ki Afrika ile hiç bir doğrudan bağlantısı olm ayan Japonya’nın küresel eko nom ik etkinliğinde Afrika pazarının da ciddi bir payı olmuşsa, kü resel etkinliğini artırm a hedefini gözetecek bir Türkiye'nin de uluslararası ekonom i-politik rekabetteki Önemli havzaları yakın dan takip etm esi gerekmektedir. İlk safhada özellikle kültürel ve ekonom ik alanda yoğunlaşacak yeni bir Afrika açılım ı için herşeyden önce dış politika yapım psikolojisinde bir yenilenm e yaşan m ak zorundadır.
4. Kıtalararası Etkileşim Bölgeleri: Atlantik, Stepler, Kıızey Afrika, Batı Asya Türkiye’nin yakın kıta havzası politikalarının en hassas alanla rı kıtalararası etkileşim bölgeleridir. İki ya da üç kıtanın iç denge lerini avm anda etkileyebilecek nitelikteki eecis kuşaklarından
Yak ın K ıta H avzası
oluşan bu etkileşim bölgeleri aynı zam anda yakm kara, yakın d e niz ve yakın kıta havzaları politikalarının stratejik uyumu açısın: dan büyük önem taşım aktadır. Yakm kıta havzaları ile ilgili daha büyük ölçekli politikaların yakın kara ve deniz havzaları ile ilgili daha küçük ölçekli ve daha güncel politikalarla tutarlı bir bütün oluşturabilmesi bu geçiş bölgelerindeki stratejik kadem elendirmenin başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilm esine bağlıdır. Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren kıtalararası etkileşim bölgele ri dört ana başlık altında ele alınabilir: (a) Amerika ve Avrupa kıtaları arasındaki Atlantik havzası; (b) Avrupa ve Asya kıtaları arasında yer alan engin Doğu Avru pa ve Ural stepleri; (c) Avrupa ve Afrika kıtalarını ayıran Akdeniz'in güney kuşağı nı oluşturan Kuzey Afrika; ve (d) bir yandan Asya ile Afrika'yı, diğer yandan Asya ile Avru p a ’yı birbirine bağlayan Batı Asya ya da daha yaygın kulla nım ıyla Ortadoğu.
a. Amerika ve Avrupa Kıtaları Arasındaki Atlantik Havzası Kadîm tarihten bu yana m edeniyetlerarası coğrafî geçiş havza larını oluşturan bu kıtalararası etkileşim bölgeleri Soğuk Savaş ile birlikte yeni anlam lar kazanmışlardır. Bu yeni anlam lar bir taraf tan küresel denge unsurlarım , diğer taraftan da bölgesel rekabet alanlarını dönüşüm e uğratarak bu bölgelerle doğrudan irtibatlı güçlerin bakış açılarını etkilemiştir. Türkiye her dört havzadaki d e ğişimlerden doğrudan etkilenebilecek ve aynı zam anda da onları etkileyebilecek bir konum da bulunm aktadır. Türkiye’nin kendi bölgesini aşarak kıta ölçekli etki alanları kurabilm esi biraz da bu etkileşim bölgelerindeki ağırlığına bağlı olacaktır. Kuzeyde Avrupa ile Kuzey Am erika’yı, güneyde ise Afrika ile Güney Am erika’yı ayıran Atlantik havzası m odern dönem de Avru pa m erkezli güçlerin Avrupa kıtası dışındaki rekabetlerinin odak landığı alanlardan birisi olmuştur. Ö nce Papalığın devreye girm ek zorunda kaldığı 16. yüzyılın ilk yarısındaki Portekiz-İspanya reka beti, sonra 17. yüzyılda Otuz Yıl Savaşlarını m üteakib iki büyük d e niz im paratorluğuna dayalı olarak yükselen İngiltere-H ollanda re
S tratejik D erin lik
kabeti, daha sonra da 18. yüzyıl başlarında Veraset Savaşları ile başlayan ve Amerikan bağım sızlık hareketine kadar ivme kazana rak tırm anan Îngiltere-Fransa rekabeti ve nihayet 20. yüzyıl başın da ilk büyük dünya savaşma yol açan Ingiltere-Alm anya rekabeti Öncelikle Atlantik havzasında odaklanmıştır. Avrupa-içi güç dengeleri ile Atlantik ve Atlantik-ötesi güç den geleri arasındaki belirleyicilik ilişkisi m odern d önem in en temel uluslararası sistem param etrelerinden birisi olagelmiştir. 20. Yüz yıla kadar genelde Avrupa-içi dengeler A tlantik-ötesi etkilerde bu lunurken, 20. yüzyılla birlikte ve özellikle de II. Dünya Savaşından sonra belirleyicilik yönü Amerika lehine değişmeye başlamıştır. Soğuk Savaş dönem inin en belirgin Özelliği Atlantik kavramının Amerika-eksenli bir nitelik kazanm asıdır. Atlantik havzasındaki güç dengesinin Amerika eksenli olarak değişim i Avrupa'yı modern dönem de ilk defa edilgen bir konum a iterken çift kutuplu yapının denge unsurlarının Avrasya stepleri (SSCB) ile Atlantik (ABD) ara sında şekillenm esine yol açm ıştır. Avrupa tarihi boyunca rekabet halinde olan Almanya, Fransa ve Ingiltere gibi güçleri AB etrafında biraraya getiren en tem el saik Avrupa’yı bu edilgen konum dan çı karm a gayretidir. Atlantik-eksenli güç yapılanm asının fiilî yansı m ası olan NATO (Kuzey Atlantik İttifakı)'nun Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında taşıdığı misyon bu etkileşim bölgesinin nşıdıv” önem i ortaya koymaktadır. Atlantik havzasının Soğuk Savaş dönem indeki stratejik anlam ve Önemi Soğuk Savaş sonrası dönem de Önemli değişiklikler yaşa mıştır. Bu havza Soğuk Savaş süresince Avrasya steplerinin jeopo litiğinden ve alternatif bir ekonom i-politik yapılanm adan güç ala rak yükselen Sovyet tehdidine karşı ortak bir savunm a merkezini oluşturmaktaydı. Soğuk Savaşın sona erm esi ve Sovyet tehdidinin ortadan kalkması Atlantik havzasının bir ortak ittifak hattı olmak tan çıkarak uluslararası ekonom i-politik ve stratejik yapılanmanın m erkez alanı haline getirmiş bulunm aktadır. Uluslararası ekonom i-politik hiyerarşinin en üst kurumunu oluşturan ve küresel ekonom inin denetim gücünü elinde bulun duran G -8’in Japonya, İtalya ve Rusya dışındaki beş ü y esi Atlantik havzasına doğrudan kıyısı olan ülkelerdir. AB bağlantısı dolayısıy la İtalya’nın da bu havza ile olan ilişkisi düşünüldüğünde Sanayi
Y ak m Kıta H avzası
Devrimi ile dünya-sistem inin m erkezine yerleşen Atlantik havza sının ekonom i-politik dengelerde hâlâ merkezî bir konum sahip olduğu söylenebilir. Soğuk Savaş sonrası dönem in fiilî m üdahale gücü açısından küresel stratejik hiyerarşinin üst kurumu konum u na gelen ve bu konum u Kosova M üdahalesi ile gittikçe m eşruluk kazanan NATO da ism i ile de açıkça tem sil edildiği gibi tem elde bir Atlantik kurumsallaşmasıdır. Ekonom i-politik ve stratejik hiyerarşide etkin güçlerin Atlan tik-eksenli kurum sallaşm ada yer almaları bu havzanın Soğuk Sa vaş sonrası dönem de gittikçe sistem ik güç unsurlarının rekabet alanı haline gelebileceğini gösterm ektedir. AB-NAFTA ekonom i politik rekabeti ile ABD-AB stratejik rekabeti diplom atik ittifak söyleminin perde gerisindeki hegem onik m ücadelenin gittikçe ar tan bir dozda gündeme gelm esine yol açacaktır. Sovyet tehdidi karşısında gerileyen ve Amerikan stratejik korum a şem siyesine sığmıldığı Soğuk Savaş yıllarında dahi De Gaulle’ün diplom asisine yansıyan anti-Am erikan söylem ve tavırlarla desteklenen Avrupa kimliğinin AB’nin etkinlik alanının derinlem esine ve genişlem esi ne artırılmaya çalışıldığı Soğuk Savaş sonrası dönem de tırm anışa geçm esi tabiîdir. NATO'nun 1999 W ashington Zirvesinde Avrupa ülkelerinin operasyonel gücünün artm ası yönünde kararlar alın ması bunun bir işareti olarak görülmelidir. Özetle söylem ek gerekirse, m odern dönem in en önem li kıtala rarası etkileşim bölgelerinden olan Atlantik havzasında Soğuk S a vaş dönem inin ortak tehdit algılam asının yerini iç rekabete açık ve dinam ik bir konjonktür almaktadır. Soğuk Savaş dönem inde stra tejik kaderini Atlantik havzası ile bütünleştiren Türkiye bu yeni konjonktürden en fazla etkilenecek ülkeler arasındadır. AB-Türkiye ve NATO-Türkiye ilişkileri yanında Türkiye'nin İkili ilişkilerini de etkileyebilecek sonuçlar doğuran bu yeni konjonktür karşısın da Türkiye'nin Atlantik-eksenli iç rekabet unsurları arasındaki dengeleri kollayan ve doğabilecek rekabet m erkezlerinden h er hangi biri ile tümüyle cepheleşm eyi engelleyen bir diplom atik tav rı geliştirebilm esi riskleri azaltacaktır. A tlantik-eksenli ekonom ipolitik ve stratejik güçlerin Türkiye üzerinden bir rekabete giriş meleri Türkiye’nin sadece bu ülkeler ile olan ilişkilerini değil ken---- 1________________ J ___ İ —
1______________İ 1 _
- 1- -
il i _1 - i l ---- İ— i j -
- - 1 - i l ----- 1- «1 -
1
S tra te jik D erinlik
unsurlar ihtiva etmektedir. I. Dünya Savaşı öncesi ortaya çıkan Av rupa-içi ittifak bloklaşm alarında diplomatik ve stratejik esnekliği ni kaybeden Osm anlı D evleti’nin bu bloklaşm adan en fazla zarar lı çıkan ülke olm uş olduğu zihinlerden çıkmamalıdır. Türkiye At lantik’in iki yakasındaki kıta dengelerini de etkileyebilecek m uhte mel bir Avrupa-Amerika rekabetinin yol açabileceği küresel ve bölgesel sonuçları yaktnen takip etm eye ve gözetm eye dayalı bir diplom atik esnekliği sürekli m uhafaza etm ek zorundadır. AB ve NATO’nun Doğu Avrupa ve Balkanlara doğru genişlem e planları bu çerçevede özel bir Önem taşımaktadır. Türkiye NATO bünyesinde Soğuk Savaş dönem inde kazandığı prestij ve etkinliği bu ilişkilerin önem li bir unsuru olarak kullan malıdır. Soğuk Savaştan m uzaffer çıkan NATO cephesi olduğuna ve Türkiye de NATO'nun üyesi olduğuna göre, Türkiye galipler sa fında olduğunun ve bu galibiyetin bedelini en fazla ödeyen üye ül kelerden biri olduğunun bilincinde olarak Atlantik-eksenli küresel ve bölgesel düzenlem elerde aktif ve etkin bir rol alm aya yönelik kendine güvenli bir diplom atik ataklık göstermelidir.
b. Doğu Avrupa Stepleri ve Karadeniz Avrupa ve Asya kıtaları arasında hem geçiş hem de etkileşim alanı oluşturan doğu-batı hattında Vistül Irm ağından Urallara ka dar uzanan step kuşağı da Soğuk Savaşın sona erm esiyle birlikte ciddi bir değişime uğramıştır. Soğuk Savaş süresince genelde Do ğu ve Batı bloklarını ayıran dem ir perdenin doğu yakasında yer alan bu kuşak klasik Avrupa jeokültürel ayrım hattındaki GermenSlav etki alanları farklılaşm asında Slav birikim inin ürünü olan SSC B 'nin etki alanına terkedilm işti. Böylece klasik Slav-m odern Sovyet etki alanı kıtalararası etkileşim alanı olan bu kuşağı aşarak Orta Avrupa içlerine kadar ilerlem iş ve Doğu Alm anya’yı da etki alanı içine alarak klasik dönem lerin Kutsal R om a-G erm en alanına nüfuz etm işti. Soğuk Savaşın sona erm esiyle ortaya çıkan jeopolitik boşluk alanlarının en Önemlilerinden birisi Avrupa ve Asya dengelerini ayrı ayrı, Avrasya dengelerini de bir bütün olarak etkileyebilecek olan bu kıtalararası etkileşim kuşağı üzerinde ortaya çıktı. Doğubatı istikam etinde step kara geçişi ve kuzey-güney istikam etinde ki su voli arı üzerinde spvrpden tarihî Vn\nrr\ ererlerinin Vocicim al?ı-
Y ak ın Kıta H avzası
nı olan bu bölge Soğuk Savaş sonrası dönem de insan hareketlilik leri, etnik ve dinî yüzleşmeler, ekonom i-politik yapı değişim leri açısından tam bir bunalım kuşağı konumundadır. Bu bunalım Awasya dengelerindeki değişim i de bünyesinde barındırm aktadır. Klasik Avrupa oluşum u olan ve Kutsal Rom aGermen tarihî birikim i üzerinde yükselen AB ile Asya steplerinin derinliğinden gücünü alan Slav-Rus etki alanı arasındaki ayrım hattı doğuya doğru kaymış bulunm aktadır. 19. Yüzyıl Avrupa d en gelerine dam gasını vuran Rus-Alman ya da Çar-Kayzer rekabeti ekonom i-politik yeni unsurlarla tekrar sahneye çıkm akta ve bu kıtalararası etkileşim alanı üzerindeki stratejik oyunu etkilem eye başlam aktadır. 19. Yüzyılda bu rekabeti dengeleyebilm ek için bu kuşak üzerinde tam pon ülkeler oluşturm a ve varolan ülkeleri de güçlendirm e politikası takip eden İngiliz stratejisinin yerini de S o ğuk Savaş sonrası dönem de bu hat üzerindeki m uhtem el jeo p o li tik rekabeti denetim altm a alm ak üzere NATO güvenlik şem siye sini bölgeye sokm aya çalışan Am erikan stratejisi alm ış görün m ektedir. Tuna’dan Volga’ya uzanan su yollarını (Tuna, Vistül, Dinyeper, Dinyester, Don ve Volga) ve Urallardan Kuzey Alplere kadar u za nan step kara geçiş kuşağını bünyesinde barındıran bu kıtalarara sı etkileşim bölgesi sadece Avrupa ve Asya dengeleri açısından d e ğil bir bütün olarak Avrasya dengeleri ve küresel dengeler açısın dan da büyük bir Önem taşımaktadır. Etnik çatışm alardan b esle nen B o sn a ve Kosova bunalım larının kısa bîr sürede bölgesel b u nalım niteliğini aşarak küresel stratejik oyunun bir parçası haline gelm esine daha kuzeydeki bu etkileşim bölgesi üzerinde denetim kurma çabasın ın da önem li bir tesiri olmuştur. Çift kutuplu D oğu-Batı dengesinin statik yapısından Avrasya ölçekli stratejik oyunun dinam ik yapısına geçişte ciddi stratejik in tibak sıkıntısı yaşayan Türkiye bu kıtalararası etkileşim b ölgesin deki h er adımı da yakînen takip eden bir diplom atik dinam izm sergilem ek zorundadır. Klasik Alman ve Rus etki alanı politikaları ile kendi yakm kara havzası olan Balkanlar ve Kafkaslarda yüzleş m ek zorunda olan Türkiye bu yakm kara havzaları üzerindeki p o litikası ile kıtalararası etkileşim bölgesinin derinliğinde gerçekleş tirebileceği politikalar arasında uygulama ve zam anlam a açısın-
S tra te jik D erinlik
Kıtalararası geçiş bölgesindeki bölgesel güçlerin istikrarlı ve güçlü bir yapıya kavuşmaları ve kıta-ölçekli m uhtem el stratejik re kabetler karşısında direnç gösterebilm eleri Türkiye'nin stratejik çıkarları arasındadır. Bu bölge ile ilgili klasik dengeler tekrar orta ya çıkmaktadır. Bu çerçevede Kutsal R om a-G erm en ve Ortodoks Slav-Rus etki alanlarının yayılma tehlikesi karşısında o dönem de bu kıtalararası kuşak üzerinde etkinlik kurabilecek konum daki İs veç ve Lehistan ile denge politikaları oluşturan 16 ve 17. yüzyıl Osm anlı diplom asisinin tahlili bu konuda ilginç tarihî ipuçları sağla yabilir. Lehistan ve İsveç’in zayıflam ası O sm anlı D evleti’nin .17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ö n ce Rus, sonra da G erm en bas kısını Balkanlarda hissetm eye başlam asına yol açmıştır. Türkiye’nin Baltık ülkelerinden başlayarak bir taraftan Ukray na ve Moldovya üzerinden Karadeniz’e, diğer taraftan Orta ve D o ğu Avrupa üzerinden de Adriyatik’e inen kuşaktaki ülkelerin güç lendirilm esine yönelik politikalarda ABD ile ortak bir çıkar alanı mevcuttur. Bu çıkar alanı ile başka bir kıtalararası geçiş bölgesi olan Atlantik havzası bünyesindeki Avrupa-Amerika ilişkilerindeki çelişkiler arasındaki uyum da Avrasya ölçekli strateji arayışlarının en problem atik alanlarından birini oluşturmaktadır. Türkiye bu uyumu sağlayabilm ek için bir taraftan bu kuşak üzerindeki ülke lerle ikili ve çok yönlü ilişkilerini kalıcı diplom atik araçlarla güç lendirirken, diğer taraftan bölgeye m üdahil olabilecek büyük güç ler arasındaki ittifak ve denge kayışlarını daha yakından takip et m ek zorundadır. AB dışında kalm anın alternatif m aliyeti NATO bünyesinde bu bölge için geliştirilecek politikalarda aktif bir m is yon üstlenm ekle ve bu misyonu KEİ ile uyumlu bîr taktik planla m a ile gerçekleştirm ekle aşılabilir. Özellikle yakm kara havzasında Balkanlar ve yakın deniz hav zasında Karadeniz ile ilgili politika bu kıtalararası etkileşim bölge si ile doğrudan ilgilidir.
c. Akdeniz ve Kuzey Afrika İnsanlık tarihinin en önem li m edeniyet havzalarına beşiklik eden Akdeniz Afroavrasya dünya anakıtasım n her üç kıtayla da bağlantılı yegâne iç denizi olm ası hasebiyle belki de kültürel, eko nom ik ve siyasî açıdan en yoğun kıtalararası etkileşim bölgelerin1
- --
t »------------------J
m
‘î r t o t r V i i -
Yakın K ıta H avzası
ve Yur
kileşim ju yana
P ö
-A
'etler ya»n alanınden kuzeye ıda m edenierleri kuzeyık Akdeniz Öla. Akdeniz 16. iki bütün alansenteze dönüşdönüşürken, 19.
yuzyiıu,. niz’den gelen bu etKı w den gelen güçlerin Güney ve JL>u^
ve güney Akdeikdeniz sahillerinizerinde hakim iyet
kurm aları sonucunu doğurmuştur. Söm ürge devrimleri ile Akdeniz'in Avrupa yakasındaki söm ür geci güçlerin Asya ve Afrika yakası üzerindeki hakim iyetlerinin kı rılm asına rağm en hâlâ bir tür bağımlılık ilişkisinden bahsetm ek müm kündür. Kuzey Afrika’daki Fransız etkisi bugün Fransa'da vü cut bulan Kuzey Afrika demografik unsurunu doğurmuştur. İtalyaLibya, Fransa-Suriye ilişkilerinde de söm ürge dönem lerinden ka lan ben zer izler yakalamak mümkündür. Kuzey Afrika ülkelerinin A B’nin m uhtem el genişlem e senaryoları içinde yer alıyor olm ası bu kıtalararası geçişkenlik alanının taşıdığı önem i ortaya koym ak tadır. Sovyet etkisinin Doğu Avrupa’da oluşturduğu blok karşısın da Akdeniz ve Kuzey Afrika'ya doğru yönlendirilen genişlem e ça baların ın Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte Orta ve Doğu Av ru pa’ya yönelm iş olm ası AB’nin bir yakm çevre kuşağı olan Kuzey Afrika’ya yönelik ilgilerini azaltm ış değildir. Avrupa ve Asya ile Avrupa ve Afrika arasındaki kıtalararası geçiş bölgelerini oluşturan Doğu Avrupa stepleri ile Kuzey Afrika AB’nin m erkez güçleri tarafından çevre hinterlandı olarak algılanm akta dır. Batı ve Güney Avrupa’da Kutsal Rom a-G erm en tarihî birikim i üzerine vükselen AB Orta ve Doeu Avrupa'daki Sovvet tehdidi dö
S tra te jik D erinlik
nem inde güneye yani Akdeniz ve Kuzey Afrika'ya doğru genişleye rek İslam m edeniyet havzası ile tem asa geçm eyi tercih ederken, Orta ve Doğu Avrupa üzerindeki Sovyet tehdidinin ortadan kalm a sından sonra doğuya doğru genişleyerek Ortodoks-Slav kuşağı ile tem asa geçm eye yönelmiştir. Seksenli yılların ortalarında ihtim al dahilinde görülen Türkiye’nin AB üyeliğinin doksanlı yılların b a ş larından itibaren genişlem e planlarının gittikçe dışına itilmesi, b i raz da bu stratejik değişim in bir sonucudur. AB bünyesindeki Ku zey ve Güney Avrupa ülkeleri ayrımı da bu kuşaklara bakışta önem li farklılıklar ortaya çıkm asına yol açmaktadır. Akdeniz eksenli kıtalararası etkileşim kuşağının doğrudan ilgi lendirdiği ülkelerin başında Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları ile doğ rudan irtibat im kanı olan Türkiye gelmektedir. Akdeniz'e en uzun kıyısı bulunan ülkeler arasında yer alan Türkiye yakm deniz hav zası itibarıyla bir doğu Akdeniz ülkesi, yakm kıta bağlantıları itib a rıyla ise genelde bir Akdeniz ülkesidir. Türkiye'nin Kuzey Afrika ül keleri ile ilişkileri sadece tarihî ve nostaljik bağlar dolayısıyla değil, yakm kıta bağlantıları dolayısıyla da büyük bîr önem i haizdir. AB sürecinin dışına itilerek Doğu Avrupa'dan uzaklaştırılmaya çalışı lan Türkiye'nin yeni söm ürgeci bir dalga ile Kuzey Afrika'ya y ön e lecek bir AB etkinlik alanı karşısında bu bölgeden de kopm ası T ü r kiye’nin Akdeniz ülkesi kimliğinde ciddi zaafların doğm asına yol açar. Türkiye gerek Afrika derinliğinde bir uluslararası etkinlik ala nı kazanabilm ek, gerekse Akdeniz sathındaki dengelerde söz sahi bi olabilm ek için yakın deniz havzası politikasının parçası olan Doğu Akdeniz ve Ortadoğu politikası ile yakın kara havzası politi kalarının parçası olan Balkanlar ve Adriyatik politikaları arasında stratejik bir köprü kurmak ve bu stratejik bakış açısını Orta Akde niz ve Kuzey Afrika politikaları ile desteklem ek zorundadır.
d. Batı Asya ve/veya Ortadoğu Jeokültürel bir tanım lam a olarak ele aldığımız ve Türkiye’nin yakın kara havza politikaları çerçevesinde incelediğim iz Ortadoğu kendi iç dengeleri itibarıyla taşıdığı Önem dışında coğrafî konum açısından son derece önem li bir başka kıtalararası etkileşim b ö l gesini oluşturmaktadır. Coğrafî olarak Batı Asya tanım lam asının tekabül ettiği alan ile Ortadoğu kavramının kendisi için kullanıldı ğı bölge, Kuzey Afrika hattı istisna edilirse, h em en hem en bü tü nüyle örtüşmektedir.
Yakın K ıta H avzası
Bu bölge Türkiye açısından üç ayrı perspektiften önem taşı maktadır. Bunlardan birincisi bölgenin bizatihi kendisinin Türki ye’nin yakın kara havzası içinde yer alm ası ve bölgesel politikala rının odak noktalarından birini oluşturmasıdır. İkincisi ise bölge n in
Türkiye’nin doğrudan müdahil olduğu yakın deniz havzaları
nın kıyı hatlarını ve hinterlandını bünyesinde barındırmasıdır. Üçüncüsü ise bölge üzerinden yakın kıta bağlantılarının sağlana bilm esi ve bölgenin gerek Asya gerekse Afrika derinliğine yönelik politikalarda önem li bir geçiş alanı oluşturmasıdır. ilk iki perspektif Türkiye’nin yakın kara ve deniz bağlantıları açısından ele alınm ış bulunmaktadır. Bu noktada vurgulamak iste diğimiz husus, bölgenin kıta derinliği politikalarında bir kıtalarara sı etkileşim ve geçiş havzası niteliği açısından taşıdığı önemdir. Türkiye bir yandan Hazar, Karadeniz, Doğu Akdeniz, Kızıldeniz ve Körfez bağlantıları dolayısıyla Afroavrasya iç denizlerinin hem en hem en tüm üne kıyı teşkil eden, bir diğer yandan M averaünnehir’den başlayarak M ezopotam ya üzerinden Nil havzasına ulaşan kadîm tarım havzalarını bünyesinde barındıran, dünyanın en önem li jeoekonom ik aktarım hatlarına sahip olan bu bölge üze rinde bütün kıta bağlantılarını da gözeten gerek zam an gerekse m ekan değerlendirm esi açısından derinlikli bir dış politika strate jisi geliştirm edikçe kendi sınırlarını aşabilen bir stratejik ufuk ya kalayamaz. Özetle vurgulam ak gerekirse bütün önem li küresel ve bölgesel güçlerin kendi yakm kıta havzalarını yeniden tanım lam akta oldu ğu, bu kıta havzası tanım lam alarına uygun bölgesel politikalar ge liştirdiği bir dönem de Türkiye Soğuk Savaş dönem inden kalan bir alışkanlıkla ve statik küresel dengeler varsayımıyla kendi bölgesel ilgi alanlarıyla sınırlı bir dış politika yapım ını sürdüremez. Türki ye’nin gerek kendi sınırları boyunca güvenliğinin sağlanm ası, ge rek bölgesel ilgi alanlarında etkinliğinin sürm esi ve gerekse deği şen şartlara daha çabuk intibak edebilm e kabiliyetini kazanm ası kadem eli bir dış politika stratejisinin yönlendirdiği yakın kıta hav zası derinliği ile söz konusu olabilir. Türkiye’nin jeopolitik ve uluslararası stratejik konum itibarıyla yeni bir kıta havzası tanım lam ası yapm ası Avrupa sistem i içinde periferik bir role soyunan dış politika yapılanm asının tem el alterTıirHıra'nin îornmiitiainp «ahin bir ülke, tek vönlü bir
Stratejik D erinlik
uluslararası konum arayışı içinde olam az. Kaldı ki hed ef güçlü bir ekonom i-politik statü elde etm ekse ekonom ik kaynakların yoğun laştığı ve küresel ekonom ik dönüşüm lerin hızlandığı merkezlere yönelm ekte fayda vardır. Uluslararası ekonom i-poiitikte görülen yeni dönüşüm ler ve jeoekonom ik kaynak paylaşımı bölgeler açısından ele alındığında 21. yüzyıl, başlarında bir Asya, sonlarında ise bir Afrika yüzyılı ol maya aday görünmektedir. Orta ve Batı Asya’daki ekonom ik kay naklar ve son yaşanan bunalım a rağmen Doğu Asya’da demogra fik unsurlarla da desteklenerek süren ekonom ik dinam izm ile git tikçe ağırlığını hissettiren Asya kıtasını ihm al eden bir dış politika stratejisi Türkiye'nin 21. yüzyılın sonunda da Brüksel koridorların da üyelik tavizleri koparm aya çalışan bir ülke statüsünde kalm ası na yol açacaktır. Türkiye bulunduğu coğrafî konum açısından Avrupa ile ilişki lerden uzak kalamaz ve bu ilişkilerin düzeyi Türkiye’nin uluslara rası konumunu etkilemeye devam edecektir. Ama Türkiye’yi sade ce Avrupa ve Atlantik param etrelerine bağım lı hale getirm ek ve al ternatif güç merkezlerinin oluşum çizgisinin dışında tutm ak her şeyden önce uluslararası ekonom i-politiğin kendi iç yapısına Ve gelişim seyrine uygun düşmemektedir. Türkiye Avrupa ile birlikte kendi yakm kıta havzasını Kuzey Afrika - Güney Asya - Doğu Asya - Orta ve Kuzey Asya şeklinde görmek durumundadır. Yakm kara ve deniz havzasında etkin bir konum elde etm e stratejisinin ana unsurlarından biri de bu havzaları kıtasal anlam da kuşatan bölge lerle ilgili m eseleleri yakînen takip etm ek ve alternatif politikalar oluşturabilmektir.
j . K ıs ım
Uygulama Alanları: Stratejik Araçlar ve Bölgesel Politikalar
ı. Bölüm Türkiye’nin Stratejik Bağlantıları ve
I
Dış Politika Araçları
Soğuk Savaşın sona erm esinin küresel ve bölgesel dengeler üzerinde yaptığı etkiler Türkiye’nin yakın kara, deniz ve kıta hav zalarının stratejik karakterini büyük Ölçüde değiştirm iştir. Bu de rin değişim dalgası, bir çok benzer ölçekte ülkede görüldüğü gibi, Türk dış politika yapım cılarını da ön ce şaşırtm ış, daha son ra b i raz da hayalciliğe varan ciddi bir ölçek büyültm e çab asın a y ön elt miş ve nihayet doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren ted ir ginlik doğuran bir bekleyişe ve yeni stratejik konum arayışına sü rüklemiştir. SSC B 'nin dağılma süreci İçinde dönem in cum hurbaşkanının Azerbaycan ile olan m ezhep farklılığına dayalı olarak yaptığı Kaf kas politikası tanım lam ası, Körfez Savaşı süresince bu savaşın n e ticesi ile ilgili olarak ortaya çıkan bir koyup beş alma yönünde bek lentiler ve bu na tezat teşkil edecek şekilde ülke bütünlüğü ile ilgili yaşanan tedirginlikler, AB’nin genişlem e planlarında yer alm am ış olm am ızın doğurduğu sükut-ı hayal ilk dönem de yaşanan şaşkın lığın yansım aları olarak değerlendirilebilir. 1992’den itibaren sık sık kullanılm aya başlanan “Adriyatik’ten Çin Şeddine Türk Dünya s ı” tezi, ECO ’nun Orta Asya’yı da içine alacak şekilde genişletilm e si, KEl’nin kurulm asına öncülük edilm esi sınır-ötesi alanlarla ilgi li olarak ölçek büyültm e çabasına yönelik inisiyatif yüklü adım la rın habercisi olmuştur. Bu dönem Refahyol iktidarınca geliştirilen D -8 projesine kadar uzatılabilir. Ü lke-içi tartışm aların ve kutup laşm aların kısm î bir artış gösterdiği, bölge politikalarında Suriye ile ilgili yaşanan Abdullah Öcalan krizinde olduğu gibi ülke sınır-
S tra te jik D erinlik
rin gerilim -bütünleşm e sarkacı içinde seyrettiği, kom şu ülkelerle konjonktürel nitelikli gerilimi erin yaşandığı, iç siyasî kültürde ve dış politika yapım ında tek eksenli arayışların arttığı üçüncü dö nem de dinam ik uluslararası ve bölgesel konjonktürün getirdiği refleksif tepkiler Öne çıkmıştır. Dış politika oluşum psikolojisinde son on yıl içinde yaşanan bu iniş çıkışların ciddi bir m uhasebesini yaparak Türk dış politika sının stratejik yönelişi ile bu yönelişin araçları arasında yeni bir anlam lılık ilişkisi kurm ak önüm üzdeki yüzyıla yönelik teorik stra tejik hazırlığın tem el m eselesidir. Bu anlam lılık ilişkisini tan ım la yan stratejik teorin in değişen uluslararası konjonktür çerçevesin de rasyonel bir diplom atik retorik içinde ifade edilm esi ve pratik uygulam a alanı bu labilm esi de dış politika yapım cılarının dina mik uluslararası konjonktüre uyum gösterecek şekilde kendini ye nileyebilm elerine bağlıdır. Bu anlam da Türkiye'nin Soğuk Savaş dönem inin kendine has şartları içinde geliştirdiği ittifak ilişkileri ne dayalı dış politika araçları ile Soğuk Savaş sonrası dönemde öne çıkan projelere yönelik dış politika araçlarının, bu araçların dinam ik uluslararası konjonktürde yaşadığı dönüşüm leri de göz önüne alan bir stratejik bütünlük içinde yeniden değerlendirilm e si gerekmektedir. Türkiye'nin Soğuk Savaş dönem i ve sonrası geliştirdiği ittifak ve işbirliği ilişkileri biraraya getirildiğinde aslında kendi içinde çe şitlilik ve bütünlük ihtiva eden bir görüntü vermektedir. Soğuk Sa vaş dönem inde ortaya çıkan ve Türkiye’nin bugüne kadar aktif üyeliğini sürdürdüğü NATO, AB ve İKÖ; Soğuk Savaş sonrası dö nem d e gündem e getirilen veya yeniden yapılandırılan ECO, KEİ, Türk Dünyası zirveleri ve D -8 gibi yapılar, küresel ve bölgesel bağ lantılar itibarıyla kimi zam an kendi içinde çelişkiler de barındıran bir çeşitlilik arzetmektedir. Soğuk Savaş dönem inin üç tem el aracı üç farklı gerekçeye da yalı üç tem el bağlantıyı özellikle yakın kıta havzası politikaları açı sından hâlâ sürdürülebilir niteliktedir. NATO Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini önceleyen Atlantik bağlantısı, AB yakın kıta havzası b ö lüm ünde ele aldığımız tarihî bir diyalektiği bünyesinde taşıyan Avrupa bağlantısı, İKÖ ise tarihî etki alanım da kapsayan Asya ve Afrika derinliğindeki doğu ve güney bağlantısı açısından tem el
T ü rk iy e ’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitika A raçları
stratejik araçlar olarak Önemlerini korumaktadır. Ancak, h er üç Örgüt de Soğuk Savaş sonrası dönem de yeni unsurlarla ciddi d ö nüşüm ler geçirmiştir. Bu örgütlerin geçirdiği dönüşüm lerin T ü r kiye’nin yakın kıta havzaları politikası ve bu politikanın gerektirdi ği bağlantılar açısından yeniden değerlendirilm esi kaçınılm az bir zorunluluktur. Soğuk Savaş dönem inin bu tem el stratejik araçları Soğuk Savaş sonrası dönem in getirdiği dinamik konjonktüre uygun bir şekilde yeni unsurlarla takviye edilmişlerdir. ECO’nun Orta Asya ülkeleri ni içine alacak şekilde genişlem esi, KEÎ'nin kurulması, Türk zirve lerinin m utad bir nitelik kazanm ası ve D -8 projesi yakın kara, kıta ve deniz havzaları politikaları arasında önem li bağlantılar kuran bir çerçeve oluşm asını sağlamış görünmektedir. ECO ve KEÎ Doğu Avrupa ve Batı Asya'yı kapsayan Avrasya kıtalararası etkileşim h av zaları açısından olduğu kadar Karadeniz ve Hazar deniz havzaları açısından da büyük bir önem taşımaktadır. Mutad Türk zirveleri Türkiye'nin O rta Asya derinliğine nüfuzu açısından, D-8 de Soğuk Savaş dönem inde ihm al edilen Güney ve Doğu Asya ile Afrika bağ lantılarını devreye sokm ası açısından öne çıkmıştır. Bütün bu stratejik araçlar ve bağlantılar kağıt üzerinde ele alın dığında gerçekten etkileyici bir dış politika çeşitlendirilm esi ve b ü tünlüğü ortaya çıkmaktadır. Ancak, hem en hem en bütün bu stra tejik araçların tek tek kulanımıyla ilgili önem li problem ler vardır. NATO ve AB’nin genişlem e planlarının Türkiye açısından doğur duğu intibak problem leri, ECO ve KEİ’nin kurum sallaşm a p ro b lemleri, Türk Dünyası zirvelerinin bir türlü serem onyal özellikler den sıyrılarak ortak bir dış politika platform u olm aya dönüşem em esi ve h em en h em en hiç bir küresel ve bölgesel problem için ak tif bir sonuç doğuram am ası, D -8 ’in daha bir araç olarak devreye girm eden önem ini kaybederek gündem den düşmesi, bu araçların iç yapısı ile ilgili h em en zikredilebilecek problem ler arasındadır. Bu stratejik araçların uyumlu bir bütün içinde kullanılabilm esi ise çok daha geniş kapsam lı bir problem alanıdır. ABD ve Avrupa arasındaki her türlü diplom atik çelişkinin doğrudan yansıdığı NA TO ve AB politikalarının sürekli ve dakik bir uyum içinde sürdürül mesi, Soğuk Savaş sonrası dönem in konjonktüründe h em en he-
Stratejik D erinlik
etkileşim alanları, özelde de Türkiye-Iran ve Türkiye-Rusya ilişki leri açısından ciddi iç çelişkiler barındıran ECO, KEİ ve Türk zirve lerinin bir diğerini engelleyen değil destekleyen bir hüviyete büründürülm eleri Türk dış politikasının esneklik ve uyum problem atiklerini oluşturmaktadır. Türkiye'nin diplom atik esneklik ve stratejik uyum bakımından güçlük doğuran bu derece çeşitli dış politika arayışlarına yönelm e si Soğuk Savaş sonrası dönem in dinam ik şartlarının tahrik etliği bloklaşm a tem ayülünün Türk dış politikasına doğal bir yansımnsı olarak değerlendirilebilir. D aha önce de zikrettiğimiz gibi Soğuk Savaşın statik şartlarından Soğuk Savaş sonrası dönem in dinamik şartlarına geçiş süreci bir çok küresel ve bölgesel aktörü çok alter natifli dış politika arayışlarına yöneltmiştir. Bu durum Türkiye’nin dış politika tercihlerini ve yapım meka nizm alarını da değiştirmiştir. Türkiye’nin son on yılda kendi, böl gesinin sınırlarını da aşan bir çok ekonom ik ve siyasî ittifak arayış larına yönelm esi ve kıta-ölçekli açılım çabalarına girm esi bu tabii değişim in bir sonucudur. Ancak, böylesi dinamik bir dönem e ge rekli diplomatik, ekonom ik ve siyasî alt yapı hazırlığı yapmaksızın giren Türkiye diğer bazı bölgesel güçler gibi uzun dönem li enteg rasyon faaliyetlerinden çok birbirleriyle çelişkili taktik adımlar al mayı tercih etm iş görünmektedir. Stratejik bir öngörü ve planının.'] çerçevesinde birbirleriyle taktik koordinasyonu sağlanabilecek olan bu adımlar, çelişkili tavırlar yüzünden öncelikler konusunda ciddi şüpheler uyandırm ış ve projelerin büyük ölçüde kağıt üze rinde kalm asına yol açmıştır. Türkiye bütün bu bloklaşm a çabalan içinde taktik manevra ka biliyeti yüksek bir coğrafyada bulunm aktadır. Bu coğrafyanın sağ ladığı avantajlar bir çok blokl aşm a teşebbü sü için gerçek bir çekim alanı oluşturabilir. Ancak bugün Türkiye’deki siyaset yapımcıları öncelikle bu tür bir çekim alanı oluşturm ak ile mekanizmalarını oluşturm uş bir blokun çevre unsuru olm ak arasında ciddi ve uzun dönem li bir tercih yapm ak zorundadırlar. Böylesi bir tercih büıün bu stratejik araçları bir bütün içinde yeniden değerlendirmeyi zo runlu kılmaktadır. Böylesi bir değerlendirm e NATO, AB, AGİT. ÎKO ve ECO gibi Soğuk Savaş dönem inden Soğuk Savaş sonrası döne me. a k ta r d a n u lu s la r a r a s ı n rcriîtlpr v a n ın H a ITRÎ F4.fi ıra CZ.'M} crihı
T ü rk iy e 'n in S tra te jik B a ğ la n tıla rı v e D ış Politik a A raçları
■Soğuk Savaş sonrası dönem de geliştirilmiş yeni projeleri de kapsa
mak zorundadır.1
I. NATO’nun Yeni Stratejik Misyonu Çerçevesinde Atlantik Ekseni ve Türkiye
NATO’nun, 50. kuruluş yıldönüm ünde gerçekleştirilen Washington Zirvesinde bir yandan yeni ülkeleri bünyesine katarak ge nişlemesi, diğer yandan yeni bir stratejik misyon tanım lam ası ile derinlem esine bir sorum luluk alanı kazanm ası, ABD’nin kendi d e netimindeki uluslararası kurum lan ve ittifak yapılanm alarını S o ğuk Savaş sonrası şartlara intibak ettirm e çab asın ın bir son u cu dur. Uluslararası sistem içinde hegem onik bir güç olarak yüksel mesini bu kurum lara ve ittifak yapılanm alarına borçlu olan ABD, aynı araçları Soğuk Savaş sonrası d önem in dinam ik şartlarına uyumlu hale getirm eye çalışmaktadır. Bu uyum çabası Türkiye’nin de içinde bulunduğu NATO üyesi ülkelerin bu ittifak örgütüne bakışlarında daha değişken ve konjonktürel bir tavra yönelm elerine yol açm aktadır. Her ülke kendi stratejik çıkarları ile NATO'daki bu uyum çabası arasında yeni d en geler oluşturm aya çalışm aktadır. Türkiye, ittifakla ilgili değişken tavırların öne çıktığı bu dinam ik dönem den NATO'nun yeni stra tejik m isyonunun ve araçlarının daha açık bir şekilde tan ım lan d ı ğı istikrarlı dönem e geçiş sürecinde NATO ile ilgili olarak kendi stratejik çıkarlarını önceleyen daha kalıcı bir politikanın teorik ve pratik altyapısını oluşturm ak zorundadır.
ı. Amerikan Stratejisi ve NATO ABD’yi II. Dünya Savaşı sonrası sistem in hegem onik gücü h a line getiren tem el unsur, uluslararası hukukun ve bu hukuku haya ta geçiren uluslararası kurumlarm, bu ülkenin siyaset yapım cıları tarafından son derece etkin bir şekilde kullanılm ış olmasıdır. - BM’nin oluşum u Avrupa-merkezli söm ürgeci sistem in dağılm ası süreci ile koşut bir şekilde gerçekleştirilirken, IMF ile uluslararası
J'v l Bu stratejik araçlard an AB ile olan ilişkilerin değerlendirilmesi başhbaşm a bir hnînm nloı-ıl/ - r»'
S tra te jik D erinlik
finanstaki sterlin ve frank blokları dağıtılarak Amerikan doları dünya Fmans sistem inin m erkezine oturtulmuş; dünya ticaret sis tem ini yeniden düzenleyen GATT ile ticarî akış, Dünya Bankası ile de kalkınm a program ları A m erikan-eksenli bir sistem yapılanm a sının tem el araçları haline getirilmiştir. Dolayısıyla güç m erkezi nin Avrupa'dan Atlantik'e kaydırılması da, ABD’nin önceki döne m in Avrupa-eksenli söm ürgeci güçleri ikame -başka bir deyişle de ekarte- ederek uluslararası sistem in en belirleyici aktörü haline gelm esi de, uluslararası hukukun ve uluslararası kurumlar bütü nünün eseridir. Gerek siyasî gerekse ekonom ik güç m erkezlerinin Atlantik’e doğru kaym ası bu n a paralel organizasyonların ve huku kun devreye sokulm ası ile gerçekleştirilm iştir. NATO, bu çerçevede, Avrasya anakıtasınm uzağında büyük bir ada-kıta devleti konum undaki ABD’nin, II. Dünya Savaşından Av rasya anakıtasınm m erkezî gücü olarak çıkm ış bulunan SSCB'yi çevreleyerek denetim altına alm a politikasının Avrupa ayağı ola rak kurulmuştu. D aha sonra CENTO ve SEATO'nun da devreye so kulması ile SSCB Norveç’ten Uzak D oğu’ya kadar uzanan bir hat üzerinde kuşatılarak denizlere ulaşm asının önüne geçilm eye çalı şılmıştır. Soğuk Savaş süresince denizlerden uzak engin bir step devleti niteliğinden kurtulam ayan SSCB, askerî-nükleer gücünü ekonom i-politik güç ile destekleyebilm e kabiliyetini kaybettikçe çift kutuplu sistem in karşı gücü olm a özelliğini de yitirdi. ABD ’nin bu yüzyıldaki Avrasya’ya yönelik kıta-ötesi çıkarma lar ve harekatlar tarihi aynı zam anda ABD önderliğindeki Atlantik-m erkezli dünya-sistem inin tem el özelliklerini ve dönüşüm safhalarım ortaya koym aktadır: 1942 N orm andiya Çıkarması, 1950 tem m uzundaki M ac Arthur y önetim ind e ve BM şemsiyesi altındaki Kore Çıkarm ası, 1964 Ağustosunda başlayan Vietnam Çıkarması ve Savaşı, 1990-91 Körfez Çıkarm ası ve Savaşı ve 1999 Kosova Harekatı. Bu durum ABD jeopolitiğinin tabiî bir sonucudur. Tipik bir de niz devleti olan ABD dünya-sistem inde liderliği elde etm e ve sür dürme politikasını kıta-aşırı hava operasyonlarına ve hava destek li deniz çıkarm alarına dayalı konvansiyonel m üdahale ve caydırı cı nükleer üstünlük stratejileri ile desteklem iştir. Normandiya Çı karm ası A BD 'nin Avrupa-içi çelişkileri kullanarak dünva-sistemi-
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitika A ra çla rı
nin lid erliğini te scil ettirm esin i sağlam ıştır. Kore Ç ıkarm ası ABD’nin Avrasya'yı kenar ülke ve yarım adalar ile kuşatm a strateji sinin askerî yansımasıdır. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan çiftkutuplu sistem in ilk ciddi çatışm a alanı olan Kore M üdahalesi aynı zam anda ABD’nin kürese] hakim iyetini uluslararası organi zasyonlar ile m eşru kılma politikasının ilk uygulaması olmuştur. En kapsam lı uluslararası organizasyon olan BM, bundan sonra ABD’.nin kendi stratejisine m eşruiyet kazandırm ada en Önemli ay gıtı olmuştur. Sovyet vetosunun etkin bir şekilde işlediği Soğuk Savaşın tır m anm a dönem lerinde Am erikan m üdahaleleri uluslararası m eş ruiyetten çok, reel politik araçlara dayanmıştır. D aha defansif n i telikli k ıta-içi Dom uzlar Körfezi Çıkarm ası ve ofansif Vietnam M üdahalesi bu gerginliğin en üst tehlike sınırına çıktığı ve Am eri kalı m üdahalelerinin en m eşruiyetsiz ve sevimsiz göründüğü d ö nemlerdir. Savaşı sürekli uzak bölgelerde tutm a taktiği güden ABD, Küba Füzeler Krizi ile ilk defa doğrudan tehdit altında kaldı ğını hissetm iş ve riskli D om uzlar Körfezi Çıkarm asını göze alm ış tır. D om uzlar Körfezi ve Vietnam'daki başarısızlıklar ABD ’yi doğ rudan lconvansiyonel m üdahalelerden çok, nükleer üstünlük stra tejilerine ve diplom atik kuşatm a taktiklerine yöneltm iştir. Am eri kan kam uoyunda konvansiyonel m üdahalelere karşı büyük bir t e dirginlik psikolojisi yaratan V ietnam M üdahalesindeki başarısız lık Çin ile kurulan diplom atik ilişkiler ve Ortadoğu ayağındaki önem li bölge gücü olan M ısır'ın saf değiştirm esi ile d engelenm e ye çalışılm ıştır. Vietnam m üdahalesinden çıkartılan en önem li ders Avrasya’ya yönelik Amerikan m üdahalelerinin niteliği ile ilgili olmuştur. Ko re'de BM şem siyesi ile yürütülen m üdahale küresel ölçekli A m eri kan stratejisi için önem li bir köşetaşı olurken, ABD’n in tek başına giriştiği V ietnam harekatı ciddi bir psikolojik ve stratejik zaafa dö nüşmüştür. ABD Vietnam tecrübesinden sonra Avrasya’ya yönelik stratejik m üdahaleleri tek aktörlü olarak yürütm em eye özen gös termiştir. Devrim den sonra İran ’a, Sovyet işgalinden sonra Afga nistan'a yönelik politikalarda Vietnam benzeri bir tek-aktörlü müd a h i-ı)p H o n
i n ----------------------
--1
■
S tratejik D erinlik
:Wm ya’ya yönelik harekatların uluslararası bir m eşruiyet alanına ya da geniş Ölçekli bir ittifak dengesine dayanm asını bir ön gereklilik olarak görmüştür. Küba, Panama, Haiti gibi Amerika kıtasına yönelik m üdahale leri tek başın a yürüterek bölgenin tümüyle kendi güvenlik inisiya tif alanı olduğunu gösteren ABD, diğer bütün büyük güçlerin stra tejik m anevra alanına giren Avrasya’ya yönelik harekatlarda kıtııiçi destek dengelerinin oluşm asına özen gösterm iştir. Bu politika, aynı zam anda, harekat-öncesi m eşruiyet ve harekat-sonrası dü zenlem eler için uygun bir altyapı oluşturulm asını sağlamıştır. Soğuk Savaş sonrası dönem de de bu ana çizgi sürmüştür. So ğuk Savaşın sona erm esi ve çift kutupluluğun dağılm asından son ra deniz-aşırı hava operasyonlarına ve çıkarm a harekatlarına da yanan konvansiyonel m üdahaleler tekrar etkin bir stratejik yön tem olarak gündem e gelmiştir, çift kutuplu sistem in dağılması \k ortaya çıkan bölgesel dengesizlikler, küresel hakim iyetini tescil ıi m ek isteyen ABD'ye bu yönde uygun im kanlar ve konjonktürler sağlamıştır. Sovyet vetosunun etkisini kaybettiği bu dönem de BM yoluyla çıkarm alara m eşruiyet kazandırılm ası da Am erika’ya önem li bir taktik esneklik kazandırmıştır. B M 'nin küresel stratejileri m eşru kılmak için etkin bir şekikir kullanıldığı bu dönem in sim gesi yine bir Amerikan çıkarm ası ile sem bolleşm iştir: Körfez Çıkarması. Kore Çıkarması gibi Amerika liderliğindeki çok-uluslu bir askerî m üdahale olan Körfez Çıkar m ası da Atlantik-merkezli küresel hakim iyeti tescil ve müdafaa ç i mek am acı ile m eşru kılınmıştır. Kosova'ya yönelik NATO operasyonu ABD'nin Avrasya strateji sinin süreklilik unsurlarını ihtiva etm ektedir. Körfez Savaşını B M ’nin ortak güvenlik ilkesi ile yürüten ABD, Kosova Operasyonu nu da Avrupa'daki stratejik dengenin m uhafazasını yeni misyon tanım lam ası olarak benim seyen NATO’nun ittifaklar dengesi ile sürdürmektedir. Normandiya Çıkarm ası ile Avrupa-içi dengelere Batı Avrupa üzerinden m üdahale ederek küresel hakimiyet m ücadelesinde öne çıkan ABD, Soğuk Savaş sonrası dönem de de Doğu Avrupa’ya yönelik NATO operasyonları ile bu hakimiyetini, Avrupa üzerinde ki etkinliğini teyid etm ek suretiyle, korum a çabası içindedir. Barış-
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitika A raçları
çil NATO operasyonları Polonya, M acaristan ve Çek Cumhuriyeti üzerinden Doğu Avrupa’ya yayılma şeklinde tecelli ederken, aske rî ve fiilî operasyonlar Soğuk Savaş sonrası düzenlem elere diren
meye devam eden ve bu direnci kapsam lı bir etnik kıyıma dönüş türen Sırbistan'a yönelik olarak gerçekleştirilmiştir. II.
Dünya Savaşından bu yana süren gelişm eler gösterm iştir ki,
ABD'nin küresel düzendeki m erkezî konum unun anahtarı Avrasya stratejisidir. Bu stratejinin tem el unsuru da kıta-aşırı m üdahale kapasitesi ve ittifaklar politikasıdır. Soğuk Savaş süresince çift ku tuplu bir uluslararası sahnede cereyan eden bu hegem onik düzen jeopolitiği, Soğuk Savaş sonrası düzende de bir güçler dengesi içinde etkisini sürdürmeye devam edecektir. ABD, Avrasya için d e ki diğer büyük güçlerin konum larını ve stratejik tercihlerini yeni dengeler kurarak yönlendirm eye devam ettiği sürece küresel den geleyici konum unu koruyacaktır. BM böylesi bir dengeleyici ve belirleyici konum un meşruiyet altyapısını sağlarken, NATO vuru cu gücünü ve askerî garantörlük kurumunu oluşturacaktır. NATO’nun Kosova Operasyonu bu açıdan sadece bölgesel değil küre sel olarak da özel bir anlam ifade etmektedir.
2. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve NATO’nun Yeni Misyon Arayışı Soğuk Savaş sonrası dönem de Varşova Paktı’nın dağılması, va roluş gerekçesini bu paktın Avrupa’daki m uhtem el yayılm asını durdurma üzerine oturtm uş olan NATO için de bir kimlik ve m is yon tanım lam ası problem ini doğurdu. Berlin Duvarının yıkılm ası nın getirdiği iyim ser hava ve o günlerde yaygınlaşan Yeni Dünya
Düzeni söylem i NATO benzeri askerî ittifak örgütlenm elerinin ro lünün azalacağı yönündeki iyimser projeksiyonlara yol açm ıştı. Bu iyimser projeksiyonların sahipleri NATO’nun m isyonunun daraltı larak zam anla AB'nin kendi bağımsız savunm a yapılanm asını kur dukça devre dışına çıkacak bir geçiş dönem i örgütü niteliği kazan m asını öngörüyordu. Buna karşılık daha realist bir yaklaşım sergi leyenler NATO'nun misyonunu askerî nitelik taşım ayan tehditlere de cevap verecek şekilde genişletilm esinin kaçınılm az olduğu ka naatini vurgulayarak bu örgütün Avrupa-eksenli caydırıcı n iteli ğinden küresel m isyonlara sahip aktif bir güç haline dönüşm esi n in n m in ti armava ralıcnmrlarHı
S tra te jik D erinlik
1991 Rom a Zirvesinden çıkan yeni stratejik konsept bu farklı görüşlerin gölgesinde şekillendi ve NATO’nun yeni m isyonunu dört ana noktaya indirgedi: (i) Avrupa’da dem okratik kurum ların gelişmesi ve anlaşm azlıkların barışçıl yoldan çözüm lenm esine d a yanan istikrarlı bir güvenlik ortam ının sağlanm ası; (ii) üyelerin güvenliği açısından risk oluşturm ası m uhtem el gelişm eler konu sunda gerekli koordinasyonu sağlayacak bir Atlantik-ötesi forum niteliği kazanm ası; (iii) NATO üyesi devletlere yönelik bir saldırı tehdidine karşı ortak savunm a ve caydırıcılık görevinin yerine ge tirilm esi; (iv) Avrupa içindeki stratejik dengenin m uhafazası. Bu tem el hedefler arasında en önem lisi olan Avrupa içindeki stratejik dengenin m uhafazası m eselesi aynı zam anda NATO’nun önem li aktörlerinin bu Örgüte bakış tarzlarını da yansıtmaktaydı. NATO’yu yeni uluslararası konjonktürde de Ati antik-Ötesi etkinli ğinin en tem el araçlarından biri olarak gören ABD, örgütü yeni bir yapılanm a ile uluslararası düzenin fiilî garantörü konum una getir m ek isterken başta Almanya olm ak üzere AB’nin kıta ülkeleri siya sî yükümlülükler içerm eyen ve AB'nin hareket alanım daraltm a yan bir yapılanm a hedeflem ekteydi. İngiltere ise bu iki farklı bakış açısının dengeleyicisi olarak A BD 'nın yanında yer alm aya devam etti. Kıta içinde artan Alman etkisi, İngiltere gibi ülkeleri NA TO 'nun etki alanının genişlem esi alternatifini öne çıkarm alarına yol açtı. 1991 Rom a Zirvesindeki "Avrupa içindeki stratejik denge”nin m uhafaza edilm esi hedefinin tem el varsayımı böylesi bir statik dengenin varlığı idi. Halbuki o zirveden 1999 W ashington Zirvesi ne kadar geçen sekiz yıllık süre Avrupa’daki stratejik dengenin di nam ik bir hüviyet kazandığını gösterdi. B osn a ve Kosova bu n alım larının aldığı seyir ve bu seyir içinde NATO üyesi ülkeler arasında çıkan görüş farklılıkları stratejik dengenin farklı yorum lanm akta olduğunu ortaya çıkardı. Avrupa-içi m ekanizm aların B osn a bunalım ında sergilediği za af ve irade yetersizliği ve Batı Avrupa B irliğ in in gelişm esinin ya vaşlığı Avrupa’daki dinam ik stratejik denge değişm elerinin ancak ve ancak NATO tarafından geniş çaplı bir savaşa yol açm adan kontrol akm a alınabileceği doğrultusundaki görüşleri güçlendir di. 1999 W ashington Zirvesinde NATO’nun m isyon derinliği ka
T ü rk iy e ’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış P olitik a A raçları
zanm ası konusunda ciddi bir m uhalefetin görülm em esi, son sekiz yıl içinde yaşananların böylesi bir stratejik tanım lam ayı yeterince m eşru kılmış olm asındandır. Ya da olayı denklem in diğer tarafın dan değerlendirirsek, belki de bunalım lara yönelik m üdahalelerin sürekli gecikerek gerçekleştirilm iş olm ası böylesi bir m eşruiyet ze m inin in oluşm ası arzusundandır. Son Kosova bunalım ındaki za m anlam a ve operasyon kapsam ı da bu konuda ilginç unsurlar ih tiva etmektedir.
3. Kosova Operasyonu ve NATO’nun Küresel Misyon Tanımlaması Kosova O perasyonunun zam anlam ası, kapsam ı ve yöntem inin ortaya koyduğu gerçek, bu operasyonun Kosova ve bölge dengele rinin ötesinde stratejik hesaplara dayandığım ortaya koymaktadır. Bu operasyonun NATO'nun genişlem e planları çerçevesinde Po lonya, M acaristan ve Çek Cum huriyeti'ni resm en bünyesine kata cağı ve NATO’nun stratejik m isyonunun yeniden tanım lanacağı zirve öncesinde gerçekleştirilm esi bir tesadüf değildir. Soğuk Sa vaş dengelerinin sarsılm asından sonra Orta ve Doğu Avrupa'da or taya çıkan jeopolitik boşluk alanını doldurmaya kararlı olan NATO ve ABD, Polonya'dan Adriyatik’e inen kuşak üzerinde yeni bir den geleyici stratejik rol üstlenmektedir. Bu stratejik kuşak üzerinde en ciddi askerî güce sahip olan ve bu gücü denetim siz bir saldırgan lık içinde kullanm a tem ayülünü Bosna'da gösterm iş olan Sırbis ta n ’ın askerî gücü bu operasyonla belli bir düzeyin altm a indiril m ek istenm ektedir. Operasyonun Özellikle hava savunm a sistem i ne yönelm esinin ana sebebi de budur. Kosova'da etnik kıyımı ya pan bu savunm a sistem i değildir; ancak bu hava savunm a sistem i, ileriye yönelik olarak, NATO’nun caydırıcılık ve etkinlik gücünü tehdit edebilecek yegâne unsurdur. Bu çerçevede NATO için bugünkü Kosova problem i kadar NA TO üyeliği kesinleşen M acaristan ile Sırbistan arasında çıkabilecek olan Voyvodina problem i de önem kazanmaktadır. M acar nüfu sun yoğunluklu olarak bulunduğu Voyvodina konusunda çıkm ası m u htem el Sırp-M acar çatışm ası, M acaristan’ın NATO’ya girm e sinden sonra artık bölgesel bir problem olm aktan çıkarak bir NAT O -S ırn ra tıs m a s ın a H nn n çp rp lrtir R ıın ıın îrin rH r İn N A TO nnp-
| S tratejik D erinlik
rasyonlarında sadece Kosova'dakı etnik kıyımın durdurulm ası d e ğil, Sırp askeri gücünün tümüyle denetim altına alınabilecek dü zeye indirilm esi hedeflenm ektedir. Bütün bu gelişm eler gösterm ektedir ki NATO, üyelerine y öne lik saldırılara ayarlı bir savunm a ittifakı olm aktan çıkarak yön len dirici, belirleyici ve denetleyici bir üst stratejik örgüt konum una gelmektedir. Başka bir deyişle, IMF aracılığıyla fınans hareketleri ni, Dünya Bankası aracılığıyla kredi akışlarını, Dünya Ticaret Ör gütü ile ticarî ilişkileri yönlendiren ve belirleyen Amerikan h eg e m onik düzeni, NATO ile de stratejik dengelerin seyrini doğrudan yönlendirm eye ve denetlem eye çalışacaktır. Bu yeni konum Avrup a-içi dengeler kadar II. Dünya Savaşından sonra oluşm uş olan BM sistem ini de etkileyebilecek ölçekte bir gelişmedir. BM 'nin m eşruiyetini aldığı ulusal egem enlik alanı tanım lam aları İle ulus lararası norm ve hukuk alanı tanım lam aları arasında olan gri ve muğlak alan bundan sonraki küresel düzen arayışlarını büyük ö l çüde etkileyecektir.
i\. NATO’nun Yeni Stratejik Misyonu ve Türkiye NATO’nun Türkiye'nin strateji tanım lam aları içinde taşıdığı önem dört ana başlık altında ele alınabilir: (a) NATO'nun küresel stratejik misyonu, (b) ABD-Türkiye ilişkileri, (c) Avrupa-Türkiye ilişkileri, (d) genişlem e planları çerçevesinde Doğu Avrupa ve B al kanlar bölgesinin NATO içindeki önem i, (e) Avrasya dengeleri çe r çevesinde Rusya ile ilişkiler.
a. NATO’nun Küresel Misyonu ve Türkiye Uluslararası fiilî güç kullanım kapasitesi bakım ından Soğuk Sa vaş sonrası dönem in yegâne örgütlü gücü olan NATO’nun bu d ö nem de üstlenm eye yöneldiği düzen kurucu ve koruyucu rol, bu örgütün özellikle Avrasya’yı doğu-batı doğrultusunda kuşatan ve kuzey-güney derinliğinde kesen jeopolitik hatlar üzerindeki stra tejik derinliğini güçlendirm eyi zorunlu kılmaktadır. Soğuk Savaş dönem indeki çift kutuplu statik dengenin dağılması ile ortaya ç ı kan jeo p o litk boşluk alanlarını denetim altına alm aksızın kalıcı bir uluslararası düzen oluşturabilm ek m üm kün değildir. Türkiye’nin yakın kara, deniz ve kıta havzaları ile ilgili konu m unu incelediğim iz bölüm lerde teferruatlı bir şekilde incelediği
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve Dış P olitika A ra çla rı
miz gibi, Afroavrasya anakıtasm da sahip olduğu merkezi jeo p o li tik konum Türkiye’yi küresel dengeler içinde özel bir konum a sa hip kılmaktadır. Gerek Avrasya’yı doğu-batı istikam etinde kuşatan
Rimland hattına, gerekse kuzey-güney istikam etinde keserek en gin steplerle sıcak denizler arasında kara bağlantıları kuran Bal kanlar, Kafkaslar ve Orta Asya stratejik hadarm a nıüdahil olabile cek denizlerarası ve kıtalararası etkileşim kuşaklarının üzerinde b u lu nan Türkiye bu konum uyla NATO'nun yeni küresel stratejik m isyon tanım lam ası için vazgeçilm ez bir önem e sahiptir. Çift kutuplu yapının dağılması ile Türkiye’nin jeopolitik ö n e mini, dolayısıyla da NATO nezdindeki pazarlık gücünü kaybettiği ni iddia eden görüşlerin aksine uluslararası ilişkilerde tebarüz et m eye başlayan çok aktörlü güçler dengesi yapılanm ası Türkiye’nin jeop olitik konum unu yeni unsurlarla daha da güçlendirmiştir. So ğuk Savaş sonrası dönem de ortaya çıkan sıcak çatışm a riski yük sek jeop olitik boşluk alanlarına yönelik bir düzen arayışı Türki ye’nin dolaylı ya da doğrudan ilgisi dışında değildir. Türkiye’nin NATO'nun yeni m isyonu ile ilgili alanlarda sahip olduğu jeopolitik önem ve etki kapasitesinin küllî bir dış politika etkinliğine dönüşebilm esi Türkiye’nin kendi yakın kara ve deniz havzasındaki stratejik ağırlığına bağlıdır. Önümüzdeki dönem in en önem li dış politika problem lerinden birisi Türkiye’nin bölgesel politikaları ve tercihleri ile NATO’nun küresel misyon tanım lam a sı ve uluslararası düzen arayışı arasındaki uyum m eselesi olacak tır. Bu uyumun h er iki taraf açısından da hassasiyetleri gözeten bir rasyonellik içinde gerçekleştirilem em esi bir taraftan Türkiye’nin kendi havzasına yabancılaşm ası, diğer taraftan NATO ile gerilimli ilişkilere girilmesi riskini barındırm aktadır. Türkiye'nin NATO adına bölgesel operasyonlarda aktif rol al m ası kimi zam an Türkiye’nin NATO ile ilişkili olm ayan bölgesel hesaplarını etkileyerek kendi havzası ile bir tür yabancılaşm aya yol açabilecekken, bölgesel hesaplan önceleyen bir politika Türki ye’nin NATO nezdindeki stratejik güvenilirliğinin tartışılm asına ve bu doğrultuda yeni baskıların oluşturulm asına sebep olabilir. Kör fez Savaşı süresince ve sonrasında İncirlik üssünün kullanım ı m e selesi bu diplom atik açm azı sürekli gündem de tutm uştur. Diplo-
Stratejik D erinlik
m atik beceri biraz da böylesi açm az durum larında ortaya konan zam anlam a ve esneklik perform ansı ile ölçülür. Türkiye’nin je o p o litik konum una sahip olan bir ülkenin bu tür uyum problem leri ve açm azlarla karşı karşıya kalm ası kaçınılmazdır. Stratejik öncelikle rin tesbiti, stratejik araçların uyumu ve taktik planlam anın esnek liği jeopolitik avantajların stratejik açm azları engelleyeceği gibi stratejik m anevra alanlarının genişlem esini de sağlayacaktır.
b. NATO ve Türkiye-ABD İlişkileri Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan bunalım lı "dönem ve sürekli tırm anan gerilim ler NATO’yu Türkiye’nin Batı Dünyası ile olan ilişkilerinin en önem li stratejik aracı haline getirmiştir. Türkiye-AB ilişkilerindeki p roblem lerin NATO üyesi Avrupa ülkelerini de önem li ölçüde etkilem esi, Türkiye-ABD ikili ilişkisinin TürkiyeNATO ilişkilerinin ana eksenine oturm ası sonucunu doğurmuştur. Bu zorunluluk Türkiye-NATO-ABD ilişkisinde son derece dra matik bir değişimin yaşanm asına yol açm ıştır. Soğuk Savaş d ön e minde Türkiye-ABD ilişkileri tem elde Türkiye-NATO ilişkilerinin önem li bir parçası olarak görülür ve NATO-dışı ikili ilişkiler kendi alanları ile sınırlı kalırken, Soğuk Savaş sonrası dönem de TürkiyeNATO ilişkileri Türkiye-ABD ilişkilerinin tabiî bir uzantısı olarak değerlendirilmeye başlanm ıştır. Soğuk Savaş sonrası dönem de ABD ’nin artan stratejik ağırlığı da bu değişimde önem li bir etkide bulunm uştur. Bu yeni konjonk tür, Türkiye-NATO ilişkilerinin Türkiye-ABD, Türkiye-AB ve ABDAB ilişkilerinin kesişim alanında seyretm esi sonucunu doğurm uş tur. Türkiye, Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan tıkanm aların alter natifi olarak Türkiye-ABD ilişkilerini öne çıkarm aya ve NATO ile olan ilişidierini bu eksene dayandırm aya çalışırken, ABD özellikle Balkanlar, Doğu Avrupa ve Ortadoğu bölgelerinde bazı Avrupa ül keleri ile olan çelişkilerini Türkiye faktörü ile aşm aya ve TürkiyeABD ilişkilerini bir taraftan NATO’nun küresel ve bölgesel m isyon larının bir aracı, diğer taraftan da NATO’nun ortak alanı dışında kalan Amerikan stratejik çıkarlarının tam am layıcı bir unsuru ola rak görmeye yönelmiştir. Son yıllarda Ortadoğu'daki dengeler için sık sık dile getirilen ABD-îsrail-Türkiye ekseni ve Avrupa ülkelerinin bu eksen dışında kalan ülkelerle olan ilişkilerini geliştirm e çab alan bu çapraz denge 234
T ü rk iy e 'n in Stratejik B a ğ la n tıla rı v e Dış P o litik a Araçları
j
ilişkilerinin ilginç bir misalini oluşturmaktadır. Soğuk Savaş so n rası dönem de Türkiye-ABD ilişkilerinin gündem m addeleri ara sında yer alm aya başlayan Hazar petrol havzası ve Orta Asya ile ilişkiler iki ülke arasındaki ikili ve çok yönlü ilişkilerin etkileşim alanına giren bir başka bölgesel unsurdur. Bu çapraz denge ilişkilerinin belki de en çarpıcı m isali NATO m üdahalesinden sonra Balkanlarda oluşan konjonktürde kendini gösterm ektedir. Tarihî G erm en ve Slav jeokültürel etki alanını den gelem ek üzere Boşnak ve Arnavut unsurların geleceği ile ilgilenme zorunluluğu hisseden ve bunu NATO’nun bölge politikalarına yansıtan ABD ile bölgeye doğrudan müdahil olm a im kanı olm a yan Türkiye’nin çıkar alanları arasında bir tür yakınlaşm a doğ maktadır. AB üyesi ülkelerin Balkanlara yönelik politikalarındaki tutarsızlıklar bölgedeki bunalım ların tırm anışında ABD-Türkiye ilişkilerinin öne çıkm ası sonucunu doğurabilir. Türkiye-AB ilişkilerinin NATO çerçevesinde özel önem e sahip olduğu bir başka alan ise AB’nin ve NATO’nun Doğu Avrupa ve B alkanlara yönelik genişlem e p lanlan ile ilgilidir. Türkiye’nin A B’nin genişlem e planlarının dışında tutulm aya devam edilm esi önüm üzdeki dönem in Avrupa coğrafyasının sınırları ile ilgili deği şik projeksiyonları gündem e getirmektedir. AB’nin doğuya doğru genişlem esini sürdürm esi sonucunda AB'nin doğu sınırlarının ku zeyden güneye Rusya, Ukrayna ve Türkiye hattına kadar u zanm a sı ihtim ali Türkiye-ABD, Türkiye-Rusya ve Rusya-ABD ilişkilerini Avrasya dengelerinin önem li unsurları haline dönüştürecektir. Bu çerçevede AB’nin doğu sınırlarında NATO üyesi olm akla birlikte AB üyesi olm ayan tek ülkenin Türkiye olacak olm ası Türkiye’yi ABD-Rusya-AB dengelerinin etkileşim alanına sokacaktır. AB ve NATO üyelerinden oluşan Batı Blokunun önümüzdeki dönem deki en ciddi iç çelişkilerinden birisi Türkiye’nin bu özel konum u o la caktır. Bu durum da NATO üyesi olm akla birlikte AB üyesi olm a yan Türkiye ve ABD’yi ittifakla ilgili politikalarda benzer tavırlar al m aya sevkedebilir.
c. NATO ve Tilrkiye-Avrupa İlişkileri VVashington Zirvesi gerek NATO-Türkiye g e re k se Türkiye-Avru pa ilişkileri açısından da son derece önem li bir kavşak oluştur m uştur. D aha önce de bir çok kez vurgulamaya çalıştığım ız gibi, Türkive-N A Tn
I S tra te jik D erin lik
f
yeniden yapılanm asında alacağı rol ve bu rolün getireceği sorum luluklar ile ilgilidir; çünkü birçok NATO üyesi ülke, Türkiye’yi hâlâ bir stratejik ortak olarak değil, ucuz insan gücü icab ettiğinde kul lanılabilecek bir destek stratejik kaynak gibi görm ekte ve Türki ye’yi Avrupa içinde m üdahil bir konum da tutm aktansa Ortadoğu operasyonlarında aktif hale gelecek belirsiz bir statüde b ekletm e yi uygun görmektedir. W ashington Zirvesinde Türkiye’nin yerinde çabalarıyla engel lenen Avrupa m erkezli son teşebbü s bazı m üttefik ülkelerdeki bu bakış açısının tipik bir göstergesiydi. Bu teşebbüs, Avrupa Savun ma ve Güvenlik Kimliği sürecinde Avrupa-içi ihtilaflarda Türkiye'yi karar süreci dışında bırakırken uygulamada devreye girecek NATO m ekanizm aları ile Türkiye’nin başkalarının aldığı stratejik kararla rın sorum luluklarına ortak edilm esini öngörüyordu. Böylesi bir statü Türkiye’yi kararlarda etkili olm ayan ancak kararların getirdi ği bütün riskleri üstlenen bir konum a itmekteydi. Bu yönüyle de tek taraflı bir Gümrük Birliği versiyonu iııtibası vermekteydi. Türkiye’nin son derece haklı karşı teşebbü sü bu ham leyi şim dilik durdurmuştur. Ancak, m üttefik ülkeler Türkiye'ye yönelik ikinci sınıf ortak statüsü m antığım yürütmeye devam ederlerse benzer problem lerle gelecekte de karşılaşılabilir. Bunun engellen mesi ve Türkiye’nin Avrupa içinde de m üdahil ülke olabilm esi Tür kiye’nin başlıbaşm a bir Doğu Avrupa ve Balkanlar stratejisi geliş tirmesine ve bu stratejiye uyumlu bir NATO politikası oluşturm a sına bağlıdır. Bu açıdan, Türkiye NATO'nun yeniden yapılanm a sında, kendisine, Doğu Avrupa içinde özel bir konum kazandıra cak öncelikler alm aya çalışm alıdır.
d.
NATO'nun Genişleme Planlan ve Türkiye
NATO'nun yeniden yapılanm asındaki en hassas husus ise Orta ve Doğu Avrupa’ya yönelik genişlem e planlarıdır. Türkiye bu ge nişleme planlarının geleceği konusunda ciddi bir hazırlık yapm ak ve bu planlarının uygulanm asında merkezî bir konum da bulun mak zorundadır. Bu konuda Türkiye'nin ilkeli, kararlı ve tutarlı bir politika geliştirmesi güvenilirlik açısından büyük bir ön em ta şı maktadır. Türkiye’nin geçtiğim iz yıllarda AB ile olan ilişkilerindeki tıkanmayı NATO genişlem e planlarına yansıtm ası istenilen son u cu vermemiş ve bir güven bu nalım ın ın doğm asına yol açmıştır.
T ü rk iy e ’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitika A raçları
Ö nce NATO'nun genişlem esi ile Türkiye'nin AB üyeliği arasın da paralellik kurulacağının ve AB üyeliğinin gerçekleşm em esi h a linde NATO'nun genişlem e planlarının bloke edileceğinin deklare edilm esinden yaklaşık bir sene sonra NATO’nun ABD’nin talep le rinin de ötesinde genişlem esi için AB üyesi ülkelerle birlikte hare kete geçilm esi bu açıdan ciddi bir çelişki oluşturmuştur. Dış poli tikada sürdürülen blöf tavrı o derece sakıncalıdır ki, gereği yapıl m ayan im alı tehditler zam anla o tehditi yönelten ülkelerin aleyhi ne işlem eye başlar. Böylesi blöfler zam anla bir güç gösterisinden çıkar ve tam bir zaaf görüntüsü halini alır. Ondan sonra da bir gün gerçekten güçlü olunan konuda bir karşı tavır geliştirilse bile, ge rekli etkinliği sağlamak m üm kün olamaz. Bu tutarsız ve değişken tavır dışında NATO'nun genişlem e planlan ile ilgili genel bir strateji geliştirilm em iş olm ası da ilerde ciddi zaaflar doğurabilecek bir husustur. Türkiye'nin Balkanlar ve Doğu Avrupa politikası ile NATO içindeki konum u arasında doğ rudan bir ilişki kurm aksızın kısa dönem li konjonktürel adım lar atılm ası doğru değildir. Genel olarak bakıldığında NATO'nun Doğu Avrupa’ya yayılm a sı Türkiye’nin ittifak içindeki ağırlığı konusunda, biri m üsbet diğe ri m enfi, iki ayrı yönde etkide bulunabilir. Birinci etki Türkiye'nin Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile daha yoğun bir tem asa girmesidir ki, bu durum ilerde Türkiye açısından kullanılm aya m üsait bir dış politika atm osferi doğurabilir. D aha ön ce Güney Kanatta yalnızlık hisseden ve bütün hesaplarını Yunanistan’ı ittifak içinde dengele meye yönelten Türkiye, bu ülkelerin katılım ı ile renk değiştirecek olan ittifak içinde ortak tavır geliştirebileceği daha fazla ülke bu la bilir. ik inci ve m enfi etki ise, ittifak içindeki coğrafî yakınlığı olan ülkelerin sayısının artışı Türkiye'nin jeopolitik değerini pazarlam a gücünün azalm asına yol açar. Bu iki etkinin optim um bir şekilde dengelenm esi Türkiye’nin başlıbaşm a bir Doğu Avrupa ve Balkanlar stratejisi geliştirm esine ve bu stratejiye uyumlu bir NATO politikası oluşturm asına bağlı dır. Bu açıdan, Türkiye, sürdürem eyeceği blöfler yapm aktansa, NATO'nun yeniden yapılanm asında, kendisine, Doğu Avrupa iç in de özel bir konum kazandıracak öncelikler almaya çalışmalıdır. Bu çerçevede ittifakın M acaristan, Polonya ve Çek C um huri yeti gibi devletlerin O rta ve Doğu Avrupa’ya genişlem esi için d a
S tra te jik D erin lik
h a esnek bir tavır geliştirilirken, Balkanlara doğru yayılması k on u sunda çok daha dikkatli ve teen n i içeren bir politika geliştirm e zo runluluğu vardır. NATO içindeki Balkan ülkelerinin sayısının artın lm ası Türkiye’n in Doğu Avrupa üzerindeki hesaplarda sahip olacağı diplom atik ağırlığım azaltır ve Türkiye'nin yine risk ü stle n en bir Güney K anat ülkesi olarak O rtadoğu’da kullanılm ası so nucunu doğurabilir. Bunun için, NATO’nun genişlem e planlarında Rom anya ve Slovenya ile birlikte Bulgaristan’ın da ittifaka girm esi için çok is tekli bir tavır sergilenm esini anlam ak biraz güç görünüyor. Türki ye’nin Balkanlarda bir Sırp-Yunan Bloku oluşm ası karşısında Ro m anya ve Bulgaristan'la iyi ilişkiler geliştirm esi zaruridir. Ancak bu ülkelerin hepsinin birden NATO içinde yer alm ası Türkiye'nin Balkanlarda NATO üyesi olm ak dolayısıyla sahip olduğu önem li bazı avantajların kaybolm asına yol açabilir. Ayrıca değişen denge ler bu ülkelerin NATO içinde de bir blok şeklinde Türkiye karşıtı bir tavra yönelm esine de yol açabüir. Bulgaristan’la seksenli yıllar da yaşanan gerginlikte Türkiye’nin NATO ittifakı içinde olm anın getirdiği bazı avantajları kullanm ış olduğu unutulm am alıdır. Ayrı ca Bulgaristan ile Rusya arasındaki tarihi yakınlığın NATO için d e ki hesaplarda doğurabileceği sakıncalar da unutulm am alıdır. NATO’nun girdiği bu genişlem e süreci, Türkiye’yi, kendi politi kasını yeniden tanım lam a zorunluluğu ile karşı karşıya bırakm ak tadır. Genel bir stratejik yenilenm e gerçekleştirilm eksizin NA T O ’nun genişlem esi için çok esnek bir tavır takım lm ası ilerde çok önem li sakıncalar doğurabilir. Yunanistan’ın NATO'nun askerî ka nadına kabulünde yapılan hesap ve pazarlık hatasının yol açtığı zaaflar ve problem ler unutulmam alıdır. Türkiye NATO ve Avrupa içinde etkinlik kazanm ak istiyorsa, NATO ile ilgili m isyonunu ve katkısını yeni yapılanm a için d e Or tadoğu'ya değil, Doğu Avrupa’ya yönelik olarak yapmalıdır. Türki ye’nin, NATO bünyesinde, bir Ortadoğu ülkesi olarak değil de, bir Doğu Avrupa ve Balkan ülkesi olarak rol alm ası, Türkiye’n in h em B alkanlara m üdahil olm asını sağlayacak, h em de AB üyesi o lm a m aktan d oğabilecek zaafları kısm en de olsa giderecektir. Aksi tak dirde O rtadoğu'da ü stlenilm esi m u h tem el m isyonlar bölgesel riskleri artıracağı gibi Türkiye'nin iç dengelerini de olum suz y ö n de etkileyecektir.
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P o litik a A ra çla rı
Soğuk Savaş dönem inde NATO’nun en çok risk ve m aliyet ü st lenm iş ülkesi olan Türkiye'nin şimdi ittifaka yeni katılan ülkelerle aynı düzeyde, hatta daha da alt düzeyde, bir konum a razı olm a m ası gerekir. Fransa nasıl ittifakın askerî kanadına girişini NA~ TO ’nun Akdeniz'deki kom utasının bir Avrupalıya verilm esine bağ lıyor ve genişlem e stratejisini de bu politika ile üişkilendiriyorsa, Türkiye de NATO'nun Doğu Avrupa'daki kom uta oluşum unda bel li Öncelikler kazanm aya ağırlık vermelidir. Bunun için de ittifaka yeni katılacak ülkelerle ikili tem aslar artırılm alı ve bu ülkelerin de desteğini alacak bir yol izlenmelidir.
e. NATO ve Türkiye-Rusya İlişkileri Türkiye'yi II. Dünya Savaşı sonrasında NATO'ya girerek kaderi ni Atlantik ekseni ile bütünleştirm eye sevkeden tem el saik Rus ya'n ın Boğazlar ve Kars-Ardahan üzerinde oluşturduğu tehd it ve bu tehdidin Rus yetkililerce açık bir deklarasyon halinde ifade edilmesiydi. Bugün de Türkiye-Rusya ilişkileri NATO-Türkiye iliş kilerinin önem li bir boyutudur. Soğuk Savaşın galip bloku olan NATO ile Soğuk Savaş sonunda hem kendi ittifak örgütü olan Varşova Paktı'm , hem de içinde m er kezî bir konum a sahip olduğu SSCB'yi kaybeden Rusya arasındaki ilişkiler Soğuk Savaş sonrası dönem in en ilginç uluslararası ilişki ler m eselelerinden birisidir. Rusya'nın bir taraftan NATO üyesi B atı ülkelerinin ekonom ik yardım ına ihtiyaç hissetm esi, diğer ta raftan da hâlâ doğrudan m üdahil olm aya çalıştığı bazı bunalım alanlarında süper güç refleksi gösterm esi bu ilişkinin kalıcı ve ras yonel bir hüviyete bürünm esini engellem ektedir. Rus birliklerin Kosova Operasyonu sonrasında bir oldu bitti ile Priştine havaala nını işgal ederek neredeyse NATO’nun karşı kutbu gibi davranm a sı bu çelişkili durum un son çarpıcı m isalini oluşturm uştur. Bu çelişkili durum un arkaplanm da NATO'nun genişlem e ve et ki alanı kurm a hattının Rusya’nın Soğuk Savaş süresince hayat alanı tanım lam ası içinde gördüğü jeopolitik kuşakların örtüşm esi vardır. Rusya’nın bir taraftan ABD -eksenli olarak NATO'nun, diğer taraftan A lm anya-eksenli olarak AB'nin genişlem esinin karşısında steplerin içlerine doğru itildiğini hissetm esi bu ülkenin süper güç d önem ini görm üş lider kadrosu için hazm edilebilir bir durum d e ğildir. En ifrat tem silcisini firinowski'nin sahsivetinde bulan bu
^ S tra te jik D erinlik
refleksif dış politika tavn NATO ile Rusya arasında zam an zam an tırm anan gerilimin tem el sailderi arasındadır. II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye açısından son derece katı dengeler içinde ortaya çıkan NATO-SSCB denklem i bugün daha esnek ve m anipüle edilebilir bir nitelikte sürmektedir. NATO’nun doldurmaya çalıştığı jeopolitik boşluk alanlarının aynı zam anda tarihî Osman!ı/Türk-Rus/Sovyet/Rus rekabet hatları olm ası seb e biyle NATO-Rusya ilişkilerinde doğabilecek bunalım ların TürkRus ilişkilerine yansım a riski hâlâ yüksektir. Türkiye bu tarihî reka bette belki de Prut Savaşından bu yana en avantajlı konjonktürler den birini yakalam ış durumdadır. Kırım Savaşında daha kısa sü re li olarak elde edilen avantajlı konum a benzer bir durum daha ka lıcı unsurlar ihtiva edecek şekilde bugün mevcuttur. Bu avantajlı konjonktürü "Adriyatik'ten Çin Seddi’ne” gibi hissî söylem lerle Rusya’yı tedirgin edici bir şekilde gündeme getirm ek de, daha sonra bunun için özür dileyerek eldeki kozları müzakere m asası dışına itm ek de diplomatik rasyonaiitenin kabul edebileceği bir durum değildir. Türkiye NATO üyeliğinden kaynaklanan ve Rus ya'nın boşalttığı jeopolitik boşluk alanlarına yönelm e im kanı ta n ı yan konjonktürü dengeli ve rasyonel bir tarzda değerlendirm ek zorundadır. Türk-Rus ilişkilerindeki bu tarihî rekabet boyutu dışında her iki ülkeyi yakınlaştıran ve ilerde daha da yakın ilişkilere zorlam ası m uhtem el olan faktör doğuya doğru genişlem eye devam eden AB’nin her iki ülkeyi de dışlama tem ayülü içine girmesidir. Bu dış lanm ışlık ilişkisi Türk-Rus ilişkilerine yeni boyutlar getirebilir. Av rasya dengelerini önem li ölçüde etkileyebilecek olan böylesi bir yakınlaşm a ve her iki ülkenin NATO ve ABD ilişkilerinin çekim ala nını da devreye sokabilecek olm ası küresel dengelerin ikili ilişkile ri belirlem e gücünü ortaya koymaktadır.
II. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Soğuk Savaş dönem inden Soğuk Savaş sonrası dönem e kendi ni dönüştürerek giren, Türkiye'nin kuruluşundan beri üye olduğu diğer önem li bir uluslararası örgüt de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği ^ Teşkilatı (AGİT)'dır. A G İT in sürekliliği (25 yıl) ve kapsam lılığı (54
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış Politik a A ra çla rı
üye, 8 gözlem ci üye) bu örgütün uluslararası ilişkilerin realist ve idealist boyutlarına cevap verebildiğini gösterm ektedir. Reel güç yapılanm asına hitap etm eyen ve bu yapılanm alara göre kendini yenileyem eyen bir örgütün süreklilik kazanabilm esi m üm kün de ğildir. Öte yandan, gerek üye yapısı gerekse misyonu açısından kapsam lılık şartını yerine getirem eyen bir yapının da idealist kri terlere dayalı bir çerçeveye oturtulabilm esi çok güçtür. Bu iki şart aynı zam anda uluslararası örgütlerin iki yarı düzle m ini ortaya koymaktadır. Soğuk Savaş süresince bir konferans ola rak çalışan ve AGİK olarak anılan, Soğuk Savaş sonrası dönem de ise bir örgüt yapısına kavuşarak AGİT şeklini alan örgüt, kurulu şundan bu yana bu iki şart ve düzlem in gereğini yerine getirme ça bası içinde olmuştur. AGİK’in kuruluş safhasındaki realist boyutu o dönem in Soğuk Savaş şartlarının izlerini taşımaktadır. Yetmişli yılların başında ilk defa SSCB tarafından gündem e getirilen, ancak özellikle ABD ve NATO tarafından reddedilen Avrupa-ölçekli bir güvenlik ve işbirliği konferansının toplanm ası fikrinin hayata geçi rilm esi SSCB ile Avrupa ülkelerinin o dönem deki stratejik konum larının uzlaşm asının bir ürünü olmuştur. SSC B 'nin böyle bir teklifi gündeme getirm esinin o dönem le il gili üç tem el gerekçesi vardı. Birincisi; küresel ölçekli bütün taraf ları biraraya getiren Avupa-ölçekli bir konferansın toplanm ası, II. D ünya Savaşından sonra diğer Avrupalı güçlerce m eşru görülm e yen Avrupa'daki bölünm eye ve Doğu Avrupa’daki Sovyet egem en liğine m eşruiyet kazandıracaktı. İkincisi; Avrupa-içi çok taraflı bir diplom asi kulvarının oluşm ası büyük güçler arasında dışlanm ış b ir durum da olan SSC B’ye m anevra alanı sağlayacak ve ABD’nin diğer Avrupalı güçler üzerindeki tek taraflı etkinliğini dengeleyen bir sonuç doğuracaktı. Ü çüncüsü ise, özellikle 1968 Çekoslovakya olayı ile saldırgan ve işgalci bir görüntü sergileyen SSCB, uluslara rası diyaloga ve barışa açık bir ülke im ajı oluşturabilecekti. Bu realist gerekçelerin benzerleri Avrupa ülkeleri için de geçerliydi. 11. Dünya Savaşından büyük bir tahribatla çıkan Avrupa ülke leri, savaş sonrasında Avrupa dışında, biri Atlantik’te, diğeri Avras ya steplerinde oluşan iki süper gücün sürdürdüğü Soğuk Savaştan da yorgun düşmüştü. Kendi merkez alanları güvenlik altında bu lu nan süper güçlerin m ücadelelerinin Avrupa üzerinde yoğunlaşm a cı haçta Françfl vp A lm an va olm ak üzere Avrupalı güçlerin m a-
I stratejik Derinlik
f
nevra alanını daraltan sonuçlar doğuruyordu. Altmışlı yılların so nunda De Gaulle liderliğindeki Fransa ile ABD arasında özellikle m ali alanda yoğunlaşan tartışmalar, Almanya tarafından Brandt dönem inde başlayan Ostpolitik açılım ları hep bu konjonktürün ürünleridir. Avrupalı güçlerin A BD 'nin edilgen partnerleri gibi gö rülm ekten duydukları rahatsızlık da bu konferansın psikolo jik/diplomatik arkaplamnı oluşturan realist unsurlar arasındaydı. ABD ve NATO’nun böylesi bir oluşum a ilk anda karşı çıkm ası da realist bir tepld olarak değerlendirilmedir. Avrupalı güçler ile SSCB arasında oluşacak platform Avrasya kıta sının çok uzağında, bu kıta üzerindeki diplomatik/stratejik rekabete etkide bulunm ak zorunda olan ABD için sakıncalı bir durum oluşturmaktaydı. Ayrı ca böylesi Avrupa-ölçekli bir yapılanma, Kuzey Atlantik güvenlik sistem inin merkezinde olan ve Kuzey Amerika ile Avrupa’yı strate jik bir kuşakta bütünleştiren NATO’nun m isyonunu daraltan un surlar ortaya çıkarabilirdi. NATO ile AGÎK/AGİT arasındaki bu ç e lişki Soğuk Savaş sonrası dönem de de etkisini sürdürmüştür. AGİK süreci o dönemdeki Türk dış politikasının tem el yöneliş leri ile de uyumlu bir gelişme olmuştur. Johnson M ektubunun ge tirdiği şoktan sonra tek-eksenli dış politikayı terkederek çok b o yutlu arayışlara yönelen ve bu arayışlar çerçevesinde SSCB ile iliş kilerini geliştirmeye başlayan Türkiye için de bu süreç uygun bir dış politika konjonktürü oluşturuyordu. ABD’nin direncinin de kırılmasıyla 1975 Helsinki Zirvesi ile h a yata geçen AGÎK'in idealist boyutu ise bloklararası diyalog ve si lahsızlanma etrafında dokunmuştur. Aynı dönem de gerçekleştiri len SALT görüşmeleri ile Helsinki Zirvesi Soğuk Savaşın terör d en gesinin yumuşatılmasında önem li roller üstlenmiştir. NATO ve Varşova Paktı üyesi ülkeler dışında Avrupa’nın tarafsız ülkelerini de kapsayan 34 katılımcı ülke ile dönem in en kapsam lı uluslarara sı platformlarından birini oluşturan bu konferansın sonunda im zalanan Helsinki Nihai Senedi daha sonraki birçok uluslararası hukuk kriterlerine ve uygulamalarına kaynaklık etmiştir. Bu idealist çerçeve ile realist güç yapılanm asının kesiştiği alan da doğan AGİK gerek süreklilik gerekse kapsam lılık açısından S o ğuk Savaş dönemini aşan etkide bu lu nan örgütlerin başınd a gel mektedir. AGÎK’in bu özelliği, örgütün Soğuk Savaşı bitiren süreç-
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P o litik a A ra çla rı
♦ te de öne çıkm asını sağlamıştır. Gorbaçov, Prestroika ve Glasnost uygulamalarını Ortak Avrupa Evi kavramı ile bütünleştirerek su n muştur. Doğu ve Batı Alm anya'nın birleştirilmesi, Almanya-Rusya ilişkilerinin yeni bir boyut kazanm ası, Doğu Bloku ülkelerinin Av rupa sistem ine entegre edilme süreçleri de AGİK iie başlayan Avrupa-m erkezli ve Avrupa-ölçekli diplom asi oluşum unun bir uzan tısı olarak görülebilir. Soğuk Savaş dönem inin bitişi üe yaşanan geçiş sürecinde AB’nin de hem derinleşm e hem de genişlem e sü reçlerini birarada yaşam aya başlam ası AGİK’in AB nezdindeki Önemini daha da artırmıştır. Çift kutuplu yapılanm anın mantığı içinde başlarda AGİK’e te enni ile yaklaşan ABD de bütün Avrasya’yı kuşatan bu örgütü So ğuk Savaşın bitişi ile yaşanan geçiş sürecinde işlevsel önem i artan b ir stratejik araç olarak görmeye başlamıştır. ABD’nin uluslararası güvenliğin patronajlığını üstlenen tek süper güç niteliği kazanm a sı bu ülkeyi Avrasya'nın bunalım alanlarındaki operasyonlar için uygun diplomatik/stratejik araçlar bulmaya ve geliştirmeye yö neltmiştir. Hukukî yaptırım gücü olm am akla birlikte siyasî ağırlığı olan AGİK ile stratejik anlam da operasyonel gücü olan NATO ara sındaki uyum m eselesi bu dönem de ABD'nin Avrasya Ölçekli poli tikaları açısından önem li bir dış politika m eselesi olm a niteliğini sürdürmüştür. 1994 Budapeşte Zirvesi ile birlikte bir forum ve konferans olma niteliğinden çıkarak sürekli sekreteryaya sahip bir uluslararası ör güt olm a niteliği kazanan, dolayısıyla AGİK’ten AGİT’e dönüşen, Doğu B loku'nun dağılm asından sonra ortaya çıkan yeni devletler le birlikte K anada'm n batı ucundaki Vancouver’dan Rusya’nın do ğu ucundaki Vladİvostok'a kadar uzanan 55 üyeye ulaşan bu yapı uluslararası ilişkilerin önem li kurum larm dan birisi halini almıştır. AGİT, toplantılara gözlem ci işbirliği partneri statüsü ile katılan Ja ponya ve Güney Kore ile Pasifik'e; Cezayir, Tunus, Fas, Mısır, İsra il ve Ürdün ile de Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanmaktadır. AGİT’in bu önem i, küresel, Avrasya-ölçekli ve bölgesel nitelikli üç ayrı düzlem de ele alınabilir. Bu üç düzlemin de idealist ve rea list unsurlar taşıyan nitelikleri vardır. Küresel düzlemde ele alındı ğında, örgüt ısrarla tem el misyon olarak vurgulayageldiği insan
S tratejik D erinlik
idealist hedeflerle, Soğuk Savaş sonrası pragm atik bir söylem ile gündem e getirilen ancak bir türlü tutarlı bir felsefî ve stratejik ç e r çeveye oturtulam ayan Yeni Dünya D üzeni arayışının önem li bir platform u hüviyetindedir. “Ulusal Azınlıklar Yüksek Kom iserliği” ve “Dem okratik Kurumlar ve İnsan Haklan Ofisi" gibi araçlarla ve özellikle bunalım lı ülkelerde yapılan seçim lerde üstlendiği göz lem ci statüsü ile üye ülkelerin insan haklan ve Özgürlükler konu sundaki tutum larım denetlem ekte ve bu konudaki ihlalleri engel lem eye dönük çabalarda bulunmaktadır. Örgütün küresel düzlemde tanım ladığı m isyonun içinde realist unsurlar da ihtiva eden bir başka boyutu ise doğrudan örgütün ya pısı ile ilgilidir. AGÎT'in Vancouvefdan Vladivostok'a kadar uza nan kuzey ülkelerinden oluşm ası örgüte küresel ekonom i-politik yapılanm ada söz konusu olan Kuzey-Güney ayrım ının kuzey ka nadının forumu niteliği vermektedir. Bu da örgüte, özellikle küre sel ekonom ik dengesizliklerin giderilm esinde özel bir konum k a zandırmaktadır. G-8 ülkelerinin yedisini üye olarak, sekizincisini (Japonya) de gözlem ci olarak bünyesinde barındırm ası örgütün küresel ekonom i-politik sorumluluk alanını ortaya koymaktadır. Öte yandan, BM Güvenlik Konseyi daim î üyelerinden de Çin dışın daki dördünün bu örgüt bünyesinde bulunm ası, örgütün küresel siyasî sorumluluk alanını gösterm esi yanında son derece önem li bir platform olm a niteliğini de ortaya koymaktadır. İkinci düzlem örgütün yayıldığı coğrafî alanın bütünü ile ilgili dir. Örgüt Kuzey Amerika ve Avrasya'nın kuzey hattını tüm üyle ku şatmaktadır. Bu yönüyle de Avrasya, Avro-ati antik (Kuzey A tlan tik), Asyamerika bağlantılarının kesişim hattını oluşturmaktadır. Bu coğrafî alanın küresel ve bölgesel güç dengelerinin önem li ö l çüde belirlendiği, bu dengelerde söz konusu olan kaym aların tren dinin ortaya çıktığı ve m uhtem el bunalım odaklarının tebarüz e t tiği bir alan olması, silahsızlanm a, çatışm aların önlenm esi ve b u nalım çözücü m ekanizm aların oluşturulm ası gibi hedefleri örgüt faaliyet alanının m erkezine yerleştirmektedir. Özellikle Soğuk S a vaş sonrası dönem de ortaya çıkan bunalım alanlarının çoğunun örgütün yayıldığı coğrafî alan içinde ve kenarında yer alm ası bu misyona daha da önem li bir nitelik katmıştır. Ç atışm aların ö n len m esi ve kriz yönetim i çerçevesinde Karabağ, Bosna, Kosova, H ır 244
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış Politik a A raçları
vatistan, Tacikistan ve Ç eçenistan gibi bölgelerde üstlenilen so rumluluklar AGİT'i Soğuk Savaş sonrası dönem in m erkezî Önemi haiz uluslararası örgütlerinden birisi haline getirmiştir. Ü çüncü düzlem ise örgütün doğuş gerekçesi olan Avrupa gü venliği ile ilgilidir. İlke bazında 1975 Helsinki Zirvesinden beri sü ren, Soğuk Savaş sonrası dönem in en ciddi silahsızlanm a faaliyeti olan AKKA (Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması.) ile ivme kazanan ve en m üşahhas şeklini 1996 Lizbon Zirvesinde kabul edilen Avrupa Güvenlik M odeli Bildirgesinde bulan bu düzlem de ki sorum luluklar ve faaliyetler sadece kıta-ıçi barış ve dengeler için değil, dünya barışı için de büyük bir önem taşım aktadır. Bu asırda yaşanan iki dünya savaşının da Avrupa-içi çelişkilerden kaynak landığı düşünülürse Avrupa-içi barışın dünya barışı için bir önşart niteliği taşıdığı söylenebilir. Son iki düzlem örgütün NATO ile olan ilişkilerinde de gri bir sorum luluk alanının ortaya çıkm asına yol açm ıştır. A G ÎT in bu üç düzlemdeki sorum luluk ve faaliyet alanları da Türkiye için özel önem taşıyan unsurlar ihtiva etm ektedir, AGİT'in insan haklan, dem okratikleşm e ve tem el özgürlükler gibi küresel sorum luluk alanları bu konuda sıkıntılı bir geçiş süreci yaşayan Türkiye’nin iç siyası param etreleri ile uluslararası bağlantıları ara sında karşılıklı bir etkileşim alanı oluşturmaktadır. Türkiye'nin bu konularda kendine güvenen ve kendi iç dinam iklerinden kaynak lanan istikrarlı adım lar atm ası durum unda AGİT bünyesindeki ro lü pekişerek artacaktır. Böylesi bir durum da Türkiye’n in özellikle Balkanlar ve Kafkaslardaki ihlaller konusunda kendi stratejik te r cihleri ile uyumlu adım lar atm ası da kolaylaşacaktır. Aksi takdirde Türkiye’nin kendi iç siyasî çelişkilerini, kutuplaştırcı bir gerilime ve insan hakları ve özgürlük alanlarını daraltıcı bir sürece d önüş türm esi durum unda ise, bu konulan tem el üyelik ilkeleri kabul eden AGİT benzeri örgütlerdeki etkisi azalacağı gibi, bu örgütler den gelebilecek tepkilere de m uhatap olabilecektir. Yine küresel m isyonun bir unsuru olarak, Kuzey-Güney kutup laşm asında bir bağlantı ülkesi olan Türkiye bu ekonom i-politik gerilim le ilgili önem li roller üstlenebilir. Bu konuda Türkiye'ye ö n celik kazandıracak bir diğer husus da, Türkiye’nin G-8 ülkeleri d ı şında kalan G -?o niı-oior; — — j -
S tratejik D erinlik
masıdır. Bu durum Türkiye’ye özellikle G -20'nin Güney ülkeleri nin AGİT nezdindeki temsilciliği konumunu kazandırabilir. Şu ana
kadar sürdüregeldiği Kuzey ve Batı ülkesi görünümündeld ısrarını bırakarak güneye dönük projelere de ağırlık vermesi ve Kuzey-Gü ney gerilimini azaltıcı rollere soyunması, Türkiye’nin küresel ö n e m ini ve etkinliğini artıracaktır. Avrasya-ölçekli ikinci düzlem ise Türkiye’nin stratejik çıkarları açısından m erkezî bir önem taşımaktadır. Bu düzlemde AGİT fa aliyetlerinden en fazla etkilenebilecek ve bu faaliyetleri en fazla e t kileyebilecek ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye’nin yakın ka ra, yakın deniz ve yakın kıta havzaları içindeki konum u böylesi bir etkinliğin jeopolitik tem elini, Balkanlardan Orta Asya’ya kadar uzanan tarihî bağları da jeokültürel zem inini oluşturmaktadır. AGİT’in Soğuk Savaş sonrası dönem de bu çerçevede m üdahil o l duğu Bosna, Arnavutluk, Kosova, Karabağ, Tacikistan ve Çeçenistan gibi bunalım bölgelerinin Türkiye’nin doğrudan ilgi alanına gi ren bölgeler olması, bu örgütün Türkiye’nin uluslararası konum u ve dış politika yapım ı açısından ne derece büyük bir önem taşıd ı ğını m üşahhas bir şekilde ortaya koymaktadır. Türkiye bu konular da örgüt içindeki atm osferi sürekli bir şekilde takip etm ek ve ge rekli görülen bütün girişimlerde aktif rol oynayacak bir pozisyon belirlem ek durumundadır. Aksi takdirde ortaya çıkan defacto du rum lardan olumsuz bir şekilde etkilen ilmesi kaçınılm az olacaktır. Benzer bir durum AGİT'iıı Avrupa bünyesinde üstlendiği m is yonla da İlgilidir. AKKA'nın birinci derecede ilgilendirdiği ülkele rin başında gelen Türkiye, Avrupa-içi her yeni düzenlem enin m u t laka içinde olm ak ve bu düzenlem elerin m uhtem el sonuçlarını gözönüne alan politikalar geliştirm ek zorundadır. Türkiye'nin NA TO içindeki konvansiyone! güç ağırlığı, AGİT'in gerek Avrasya ge rekse Avrupa ölçekli faaliyetlerinde ülkemizi önem li aktörlerden birisi haline getirmektedir. Özetle Türkiye’nin AGİT içindeki etkinliği, Avrupa ile olan iliş kileri, Avrasya güç dengeleri içindeki konumu, NATO bünyesinde ki sorumlulukları, küresel ekonom i-politik ve diplom atik ağırlığı açısından büyük bir önem taşımaktadır. İstanbul’daki son AGİT Zirvesi bütün bu açılardan önem li bir gösterge nlrmiKitnr
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitika A ra çla rı
MI. İKÖ: Afroavrasya’mn Jeopolitik ve
Jeokültürel Etkileşim Hattı İslam Konferansı Örgütü’nün bir stratejik araç olarak değerlen dirilm esi için öncelikle bu örgütün kapsadığı stratejik alanın tari hî ve coğrafî derinliğini tesbit etm ek gerekmektedir. îslam Konfe ransı Ö rgütü'nün ilgi alanı ism inden de açıkça anlaşıldığı gibi M üslüm an toplum ları bünyesinde barındıran İslam Dünyasıdır. İKÖ'nün stratejik değerini ortaya koyabilm ek için İslam Dünyası tabirinin sınırlarını, özelliklerini ve değişim sürecini anlam landır ma zarureti vardır.
ı. 20. Yüzyılda İslam Dünyası; Kavramsal ve Siyasal Değişim Statik bir jeokültürel tanım lam a gibi kullanılan İslam Dünyası kavram* aslında son derece dinamik bir anlam değişimi sürecini yaşam ıştır.2 İslam Dünyası bu asrın başında büyük güçlerin stra tejik paylaşım planlarının odağında bulunan Osmaniı Devleti ile bu güçlerin paylaşım ını tam am ladığı sömürge topraklarından oluşmaktaydı. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı ile Osm aniı D evleti'nin Doğu Trakya dışındaki bütün Avrupa topraklarından çekilm esiyle birlikte İslam Dünyası kavramı Avrupa boyutunu kaybederek tam am ıyla bîr Afro-Asya olgusu olarak görülmeye başlanm ıştır. Bolşevik D evnm inin Karadeniz’in kuzeyi, Kafkaslar ve Orta Asya’da yürüttüğü acım asız kimliksizi eştirm e ve asim ilas yon politikası ile bu olgu birleşince Altınordu ve Osm aniı Devleti’n ce sürdürülen İslam m edeniyetinin Avrasya cephesi tam anla mıyla çökm üş oldu. Söm ürgeci devletler iki dünya savaşı arasında İslam Dünyası'nı Afro-Asya nitelikli bir söm ürge coğrafyası olarak idrak etmişlerdir. Bu dönem de Türkiye, İran ve Afganistan dışındaki bütün M üslü m an toplum ların şu ya da bu sömürge idaresi altında yaşıyor o l m ası coğrafî olarak Afro-Asya olgusu olarak görülen İslam Dünya»aa
2 Bu değişim in tahlili için bkz. Ahmet Davutoğlu, "Revvriting C on tem p orary Müslim Politics: A R etrospective Periodization for 2 0 ^ Centuıy", Border Crossings: Taıvards a Comparative Political Theory, (ed.) Fred Dalimayr, N.Y.: Lcxingtcm,
jj S tra te jik D erinlik
sı’nın ekonom ik gerilik, siyasî bağımlılık ve kültürel bunalım ile Özdeşleşmesini beraberinde getirmiştir. Toynbee’nin İslam m ed e niyetini Batı m edeniyeti karşısında can çekişen m edeniyetler ka tegorisine koyduğu dönem bu dönem dir.3 İkinci Dünya Savaşım takip eden dönem de yaşanan sömürge devrimler! İslam Dünyası kavram ının m uhtevasını da önem li öl çüde değişime uğratmıştır. Hint altkıtasmdaki diğer topluluklar dan İslam kimliği ile ayrılan Pakistan devletinin kurulması sadece bu dönem için değil, İslam tarihi için de önem li bir dönüşüm nok tası olmuştur. İslam kimliğini esas alan bir ulus-devletin ortaya ç ı kışı m odern İslam siyasası için yeni bir olgu olm a ötesinde, İslam kimliğinin söm ürge-karşıtı bir nitelikle tekrar uyanışa geçişinin işareti olmuştur. Ardarda kurulan bağımsız ulus-devletlerle birlik te İslam Dünyası kavramı Asya ve Afrika’da yoğunlaşan söm ürge topraklarını tanım lam ak için kullanılan bir kavram olm a niteliğini kaybederek M üslüm an toplulukları barındıran ulu s-devletlerin sı nırlarının kapsadığı alanlardan oluşan coğrafî ve siyasî bir kavram olarak kullanılmaya başlamıştır. A nti-söm ürgeci m ücadele ile kurulan ulus-devletlerin oluşum süreci İslam Dünyasındaki İslamcılık, m illiyetçilik ve sosyalizm akımlarının değişik sentezler çerçevesinde batılı güçlerle gerilim yaşadığı bir dönem i başlatmıştır. Asrın başında Balkanlarda dü ğüm lenm iş görünen Doğu m eselesinin II. Dünya Savaşını m ü te akiben İsrail'in kurulması ile birlikte Filistin’e taşınm ası ve O rta doğu’nun çift kutuplu Soğuk Savaş d önem inin tem el çatışm a a la nı haline dönüşm esi bu gerilimi daha da tırm andırm ıştır. Böylece İslam Dünyası genelde Afro-Asya merkezli totaliter rejim lerin dünyası, özelde ise Ortadoğu m eselesinin tarafı olarak görülmeye başlanm ıştır. M escid-i Aksa'ya yönelik bir saldırı sonrasında 1969 yılında ku rulan İslam Konferansı Örgütü tem elde bu dönem in izlerini taşı maktadır. Osmaniı D evleti’nin tasfiyesi ile birlikte İslam Dünyası'm anti-söm ürgeci b ir saikle m obilize etm e m eşruiyeti iddiası ta şıyan merkezî gücün kaybolm asından sonra ilk defa tek bir örgüt r b
a
3 A ınoldJ. Toynbee, A Study o f History, (Nı:w York: New YorkUniversity Press, 1939),
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış P olitik a A ra çla rı
bünyesinde biraraya gelerek ortak bir siyasî tavır geliştirm e çabası içine giren İslam Dünyası İKÖ bünyesindeki ulus-devletlerin to p lam coğrafî alanı olarak görülm eye başlanm ıştır. Bu dönem de üye ülkelerin çoğunun batılı güçlerle bir şekilde gerilimli ilişkiler yaşıyor olm ası sem bolik unsurlarla desteklenen Örgütün reaktif bir nitelik ile gelişm esine yol açm ıştır. İKÖ'nün F i listin m eselesine bağlantılı bir saikle kurulm uş olm ası bu örgütün Arap D ünyasınca Özel bir önem taşım ası sonucunu doğururken, Pakistan H indistan ile yürüttüğü m ücadelede, Türkiye Kıbrıs b u nalım ında, Endonezya Doğu Timor, Malezya M indanao m eselele rinde ÎKÖ'yü Önemli bir stratejik destek unsuru olarak görmüştür. İslam Dünyası bünyesindeki gerginlikler, ihtilaflar ve iç savaşlarda bu nalım -çözücü bir m ekanizm a olarak önem li bir başarı göstere m eyen örgüt Özellikle üye ülkelerin dış dünya ile olan m eselelerin de ortak bir tavır geliştirilebilen durumlarda etkin olabilmiştir. İKÖ'nün bu reaktif niteliği zam anla özellikle örgüt bünyesinde veya Örgütle bağlantılı olarak geliştirilen yan kuruluşlarla başlı b a şına bir yapı olm aya başlam ıştır. Ticarî ve Ekonom ik İşbirliği Daîm î Kom itesi (COMCEC), Ekonomik, Sosyal ve Kültürel İşler Ko m isyonu (ICECSA), Ankara Ekonomik, Sosyal ve İstatistiksel Araş tırm a ve Eğitim Merkezi (SESRTCIC), Dakka Teknik Eğitim ve Araş tırm a Merkezi (ICVTTR), Kazablanka Ticaret G eliştirm e Merkezi (ICDT), Cidde Bilim, Teknoloji ve G elişm e Merkezi (İFSTAD), İs lam Kalkınm a Bankası (IDB], İslam Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği-Karaçi (ICCICE), İslam Tarih, Kültür ve Sanat Araştırmaları M er kezi (IRCICA) gibi kuruluşların devreye girm esi İKÖ ve bağlantılı yapıların İslam Dünyasındaki yatay iletişim i artırıcı bir rol oyna m asını sağlamıştır. Yine de bu dönem de İslam Dünyası etkin bir m edeniyet ek se ni olm a niteliğinden çok uzaktadır ve iki kutuplu uluslararası iliş kiler sistem inin edilgen unsuru konum undadır. İKÖ de bu çift ku tuplu yapılanm anın etkilerini doğrudan hissetm iş ve çoğu zam an ortak politikalar geliştirm e konusunda yetersiz kalmıştır. İKÖ ça tı sı altında biraraya gelen ülkeler yaptıkları blok tercihlerinin gerek tirdiği politikalarla İKÖ bağlantısı arasında stratejik bir uyum kur ma m hasınd a rnen zam an basarısız olmuşlardır.
|| S tratejik D erinlik
2. Soğuk Savaş Sonras* Dönem ve 21. Yüzyılda İslam Dünyası Soğuk Savaş sonrası dönem de İsiam Dünyası jeopolitik ve je o kültürel açıdan kökten bir değişim süreci içine girmiştir. Bu deği şim süreci aynı zam anda İslam Dünyasının 21. yüzyıldaki görünü m ünün de ilk ipuçlarını vermektedir. Birinci değişim İslam Dünyası kavramının kapsamı ile ilgilidir. İslam D ünyasının artık sadece bir Afro-Asya (Afrika-Asya) değil, aynı zam anda bir Avrasya (Avrupa-Asya) olgusu olduğu gerçeği su yüzüne çıkmaktadır. Arnavutluk’tan Kazan'a, B osn a’dan Çeçenistan'a, Kırım ’dan Tacikistan'a kadar yayılan geniş bir coğrafyada İs lam kimliğini bir Avrasya kimliği haline dönüştüren jeokültürel bir uyanış yaşanmaktadır. Seksenli yıllarda Avrupa Güvenlik ve İşbir liği Anlaşm asına taraf olan tek M üslüm an ülke Türkiye iken bugün bu sayı dokuza çıkmış bulunm aktadır. Birçok uluslararası m esele nin arka planında da bu değişimin sancıları yatmaktadır. Seksenli yıllarda bolşevizmin ateist nitelikli saldırıları karşısında Afganis ta n ’da ve Güney Asya’daki İslam kimliğini korum aya gayret eden M üslüm anlar bugün Bosna'da, Ç eçen ista n ’da, K azan’da farklı kimliklere sahip olm anın siyasî sonuçlarına katlanm aya ve yeni siyasî-kültürel çerçeveler oluşturm aya çalışmaktadırlar. O sm aniı ve Altınordu devletlerinin yıkılması ile ortadan kalkan İslam m ed en i yetinin Avrasya kimliği ve boyutu son derece dinam ik unsurlarla tekrar tarih sahnesine çıkmaktadır. İslam D ünyası’m n Avrasya kimliği ve boyutunun önem kazan m ası küresel ve bölgesel dengeler açısından olduğu kadar Türki ye'nin uluslararası konum unun jeokültürel derinliği açısından da son derece büyük bir önem taşımaktadır. İslam kim liğinin ve kül türünün Avrasya derinliğinde güç kazanm ası sanıldığının aksine Türkiye açısından bir tehdit değil, önem li bir stratejik im kan olu ş turmaktadır. Bu bölgelerdeki Slav ve Rus etkisini kıracak en ö n em li unsur İslam kimliğinin sağladığı karşı kültürel direniş gücüdür. Avrasya derinliğindeki Türk unsurların Sovyet asim ilasyonu karşı sında kimliklerini m uhafaza edebilm elerinde dinî bilincin önem li bir rolü olmuştur. Bu bilincin zayıflam ası bölgeyi tekrar Rus kültür etkisine açık bir hale getirecektir. Öte yandan bu bölgedeki Türk kökenli M üslüm an unsurların İslam Dünyası içinde etkin bir hale
T ü rk iye’nin S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P o litik a A ra çla rı
gelm esi Türkiye’nin bu dünya içinde de gerek kurum sal gerek si yasî etkinliğinin artm ası anlam ına gelecektir. İslam Dünyası kavramı ile ilgili yaşanan ikinci büyük değişim M üslüm an toplulukların demografik dağılımı ile ilgilidir. Söm ür geci idareler hariç tutulursa, M üslüm anlar tarih boyunca genelde M üslüm an siyasî otoriteler altında yaşamışlardır. Diğer dinî ve kültürel topluluklarla ilişkiler de hep D arü’i-İslâm dahilinde o l muştur. Genellikle ticarî nitelikli bireysel bulunuşlar dışında İslam Dünyası ile dış dünya arasındaki ayrım çizgisi hep belirgin h atlar la çizilmiş ve genellilde İslam devletlerinin yayılm alarına ve gerile m elerine bağlı olarak değişmiştir. 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra hızlanan ve 21. yüzyıla girerken artık yaygın bir demografik olgu olarak gözlenen önem li olgulardan birisi de büyük Ölçekli ve kitlesel nitelikli M üslüm an toplulukların kendi iradeleriyle özellik le Avrupa ve ABD'de yaşıyor olmalarıdır. Genelde Kuzey Afrikalıla rın özelde Cezayirlilerin Fransa'da; Hint, Pakistan ve Malay köken lilerden İngiltere’de; Türklerin başta Almanya olm ak üzere bütün Avrupa’da; İslam Dünyasının bütün farklı köşelerinden gelen deği şik M üslüm an toplulukların ABD'de oluşturdukları topluluklar ge çici ve küçük ölçekli kültürel azınlıklar niteliğinden hızla uzaklaş m akta ve ikinci ve üçüncü nesillerin devreye girmesiyle kalıcı ve etkin demografik/kültürel unsurlar haline dönüşmektedir. İslam dininin başta ABD'de olm ak üzere bir çok Batı ülkesinde ikinci büyük din olm ası İslam m edeniyetinin evrensel kültürel ve siyasal alan içindeki rolünü, etkisini ve katkısını artırm a yanında, bu çağa kadar çok daha hom ojen etnik-dinî-kültürel yapıya sahip olan Batı ülkeleri için de ciddi bir meydan okum a niteliği taşım ak tadır. Bu toplulukların dışlanm ası Batı ülkelerinin sürdüregeldîkleri insan haklarına dayalı söylem ile çelişirken, siyasal ve kültürel sistem in bir parçası haline gelm eleri B atı’nın din ve etnik tem elli ayrım cı ve ırkçı unsurlarını harekete geçirmektedir. Bu demografik değişim ile birlikte artık İslam Dünyası çoğun luğu M üslüm anlardan oluşan ulus-devlet sınırları ile sınırlı değil dir. B aşta ABD, Avrupa ülkeleri ve Rusya olm ak üzere diğer ülkeler deki M üslüm an toplulukların durumu ve bu konuda yaşanan ge rilim ler her an bütün İslam Dünyasını ilgilendiren bir m esele h a lini alm akta ve bu coğrafyada ciddi dalgalanm alara sebep olm ak
| S tra te jik D erinlik
tadır. Bu toplulukların bir kader birliği bilincine gelişleri ise İslam kimliğini ortak bir azınlık bilincinin parçası haline getirmektedir. Soğuk Savaş öncesi dönem de başlam akla birlikte Soğuk Savaş sonrası dönem de daha da ivme kazanan diğer Önemli bir değişim ise İslam m edeniyet havzasının ciddi bir kültürel uyanış süreci içi ne girmesidir. Bu durum sadece İslam Dünyası ile de smırlı değil dir ve çok daha evrensel bir arayışın izlerini taşımaktadır. Bu asrın başlarında Toynbee benzeri m edeniyet tarihçileri tarafından dahi söm ürgecilik rüzgarını arkasına alm ış Batı m edeniyetince tasfiye si kaçınılm az gibi görünen kadîm insanlık birikim inin ürünü olan m edeniyet havzalarının hem en hem en tüm ü kendilerini yenile me, kültürel referanslarını tekrar keşfetm e, bu referansların sosyal ve ahlakî yansım alarım yeniden kurma süreci içine girmişlerdir. Özellikle Çin, Hint ve İslam m edeniyet havzalarında görülen bu canlanm a Batı-m erkezli tarih ve kültür idraklerini sarsm aya b aşla mış ve alternatif arayışları hızlandırmıştır. Çin ve Hint havzasının demografik gücü ile İslam m edeniyet havzasının jeopolitik ö n e m inin ivme kazandırdığı bu yönelişler insanlık birikim inin gittik çe çeşitlenm esinin önünü açan bir tarihî d önem eç oluşturm uştur. Siyasî, ekonom ik ve kültürel alanda gözlenen bütün bunalım b e lirtilerine rağm en İslam m edeniyet havzasındaki bu arayış da M üslüm an toplulukların kadîm köklere sahip kendi kültür p ara m etrelerini harekete geçirmiştir. Bu m edeniyet can lan m ası ile birlikte gözlenen dördüncü önem li değişim ise bu canlanm anın Soğuk Savaşın bitişi ile birlik te bir küresel tehdit algılam ası haline dönüşmesidir. Bu süreç için de İslam kavramının bir sıfat olarak terörizm , fundam entalizm , bom ba, radikalizm gibi takılarla birlikte anılm ası jeopolitik dışla maya yönelik psikolojik bir şartlandırm aya zem in hazırlamıştır. Körfez Savaşında Saddam -karşıtı koalisyonda da bir çok M üslü m an ülke yer alm asına rağm en anti-Saddam kam panya anti-İslam kam panyaya dönüştürülm üş, IRA’n ın terörist faaliyetleri bir Kato lik terörü olarak anılm azken İslam D ünyası’ndaki bireysel şiddet eylem leri İslâm î terör olarak adlandırılmış, H indistan’ın elindeki atom bom bası Hindu B om ba diye tanım lanm azken Pakistan’ın sahip olduğu atom bom bası İslâm î b o m b a (Islamic Bomb ) olarak isim lendirilm iş, yeryüzüne yayılmış bütün büyük dinlerde gözle-
T ü rk iy e ’n in Stratejik B a ğ la n tıla rı ve Dış Politik a A ra çla rı
tıen gelişm eler İslam dinî sözkonusu olduğunda özel bir funda m entalizm tanım lam ası ile anılmıştır. M iloseviç Ortodoks, M arcos Katolik kim liklerinden arındırılmış diktatörler olarak görülürken, İslam D ünyası’ndaki çoğu Batı ülkelerinin desteği ile ayakta duran diktatöryal yapıların liderleri ile İslam özdeşleştirilerek gündeme getirilmiştir. Bu dışlayıcı yaklaşım ın en çarpıcı teorik tem elleri Fukuyam a’nm Tarihin Sonu4 ve H untington'm Medeniyetler Çatışması5 tezleriyle ortaya konmuştur. Fukuyam a İslam iyet'i Tarihin So-
nu'nu getiren Batı değerlerine karşı yegâne alternatif, İslam D ün yasını da karşı-kutup olarak görürken, İslam D ünyasınd aki m ede niyet canlanm ası gerçeğini stratejik hesaplara araç olamk kulla nan Huntington. İslam D ünyası’nm şuurlarının kanla çizildiğini, İslam m edeniyetinin başta Batı olm ak üzere bütün diğer m ed en i yetlerle çatışm a içinde olduğunu öne sürmüştür. Bu tezden hare ketle katı bir kategorik ayrımla West-Rest (Batı-Diğerleri) şeklinde bir kutuplaşm a öngören H untington'm batılı stratejisyenlere diğer m edeniyetler arasındaki farklılıkların körüklenm esi yolunda tavsi yelerde bulunm ası bu tezin ulaşabileceği stratejik riski açık bir şe kilde ortaya koymuştur. D oksanlı yılların ortalarında gündemi işgal eden bu yaklaşım ın aksine İslam Dünyası Soğuk Savaş sonrasındaki gelişm elerde cid di bir stratejik m ağduriyet hissine kapılmıştır. Dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturm akla birlikte başta BM olm ak üzere h iç bir etkin uluslararası örgütte yeterince tem sil edilm eyen M üs lüm an toplulukların Bosna, Kosova, Filistin, Çeçenistan, Karabağ, Keşmir, Burm a gibi bunalım bölgelerinde karşı karşıya kaldığı ■■■ 4 Hu tezin ilk versiyonu için bkz. Francis 'Fukuyama, “AreVVe at the End of Ilistory”,
Fortune International, 1 9 9 0 /2 : s. 3 3 -3 6 ve kapsam lı bir şekilde ortaya konuşu için bkz. The End ofHistory and the LasrMan, New York: The Freo Press, 1992. Bu y ak laşım ın felsefî tem ellerin in ve siyasî son u çların ın tenkidi içiıı bkz. A hm et D avutoğlu, Civilizational Transformatiotı and the Müslim World, Kuala Lum pur: Qııill, 1994. 5 Bu tez için de bkz. Sanuıel Iluntington, "The Clash of Civ.ilizations", Foreign Affairs. 72 (Sum m er 1993), 2 2 -4 9 ve The Clash o f Cimlizations and the RerncıkingofiVorld
Order, Nevv Yorfc Simon & Schusler, 199fi. Bu tezin tahlil ve kritiği için bkz. Alnnet Davutoğlu, “The Clash of Interests: An Explanation of theW orkl (Dis)Order, Intellectual Discourse, 1994: 2 /2 , s. 107-131 ve Perceptions: Journal o f International Af-
]
problem ler İslam Dünyasında ciddi karşı tepkiler oluşturmuştur. Özellikle Bosna bu anlam da bir şok etkisi yapm ış ve uluslararası sistem in güç m erkezlerinin M üslüm an topluluklar söz konusu o l duğunda çifte standart uyguladığı konusundaki kanaatler İslam D linyası’ndaki kaygıları artırmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönem de İslam Dünyasına yönelik tehdit algılam ası ve bunun doğurduğu jeopolitik dışlam a6 çabası aslında arkaplanm da jeopolitik, jeokültürel ve jeoekon om ik gerekçeler olan bir tür stratejik pragm atizm in ürünüdür. Bu tehdit algılam a sı yönünde görüş beyan edenler de kendi içinde farklı yapılar ve çelişkiler de barındıran İslam D ünyası'nm bir bütün olarak ne as kerî, ne siyasî, ne de ekonom ik bir karşı kutup oluşturm adığının farkındadır. Bu açık reel durum a rağm en böylesi bir algılamanın pom palanm ası ve Soğuk Savaş sonrası dönem de çatışm a odakla rının İslam Dünyasında yoğunlaşm asının bu n a delil gösterilm esi, bir anlamda, bu coğrafyada sözkonusu olan uluslararası operas yonlara m eşruiyet sağlamaya yönelik çabalardır. Soğuk Savaş sonrası dönem de bunalım ların ve çatışm a alanla rının İslam Dünyasında yoğunlaştığı doğrudur. Ancak bunun n e deni İslam m edeniyetinin ve M üslüm anların bir karşı-kutup oluş turm ası değil, bu dünyanın sahip olduğu jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik özelliklerdir. Soğuk Savaş sonrası dönem de Avrasya boyutu da canlanan İslam Dünyası Afroavrasya anakıtasınm en stratejik kuşağım oluşturmaktadır. Kuzey-güney doğrultusunda Kafkasya'dan Doğu Afrika'da Tanzanya'ya, doğu-batı doğrultusun da Pasifik'teki Fiji’den Fas’a kadar uzanan bu coğrafya m ihver böl geyi ( Heartiand) çevreleyen kenar kuşağı (Rimîand) h em en h e m en tam am ıyla kapsamaktadır. Avrasya boyutunda ortaya çıkan yeni bağım sız devletlerin İKÖ’ye katılm asıyla birlikte m ihver b ö l geden kenar kuşağa inen bütün tem el kara ve deniz geçiş yolları bu coğrafyaya dahil olmuştur. sun
fj İslam Dünyasına yönelik gerilim artırıcı çifte standartlar için bkz. Ahm et D avutoğ lu,. Civilizational Transformaiion and the Müslim World, s. 101-113 ve bu tahlili destekleyen ve jeopolitik dışlamayı teorik bir çerçevede d e alan bir çalışm a için bkz. Richard Faik, "False universalism and the geopolitics of exclusion: the case of İslam ”, ThirdVVorld Quarterly, 1 9 9 7 /1 8 :1 , s. 7-23. Bu m akalenin Türkçe versiyonu için bkz. Richard Faik, "Sahte Evrensellik ve Dışlamanın Jeopolitiği: İslam Ö rneği”,
Divân İlmî Araştırmalar, 1 9 9 8 /2, S. 5, s. 99-116.
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı
w. D ış
Politika A ra çla rı
Bu jeopolitik özelliği ticaret yolları açısından jeoekon om ik h a t ları da kapsayan bir misalle pekiştirm ek gerekirse, dünyanın en önem li dokuz deniz geçiş yolundan sekizi (Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan İstanbul ve Çanakkale boğazları, Akdeniz’i Hint Okyanu suna bağlayan Süveyş Kanalı ve Aden Boğazı, Basra Körfezi’ııi Hint O kyanusuna bağlayan Hürmüz Boğazı, Hint ve Pasifik okyanusla rındaki geçişlerin yapıldığı Malakka, Sunda, Lombok ve Mataram boğazları) h em en hem en tam am ıyla ÎKÖ üyesi ülkelerin sınırları içinde kalırken, Cebelitarık bir kıyısıyla bu coğrafya içindedir. Da ha tali bir konum da bulunan İngiliz Kanalı ve Danim arka g eçişle ri dışındaki bütün Afroavrasya geçiş yolları ÎKÖ bünyesinde kal maktadır. Öte yandan Ortadoğu ve Orta Asya gibi ilgili bölgelere ayırdığımız bölüm lerde de incelediğim iz gibi başta petrol ve doğal gaz olm ak üzere en stratejik ham m adde kaynakları, m inareller ya nında her türlü iklim şartlarım barındıran tarım havzaları da bu coğrafyanın önem ini artırmaktadır. Yeryüzünün jeokültürel yapısı incelendiğinde de bütün kadîm m edeniyetlerin doğduğu ılım an kuşakta bulunan bu coğrafya son derece çeşitli kültür birikim lerinin harm anlandığı kapsam lı bir m edeniyet havzasını oluşturmaktadır. Önceki satırlarda da vurgu ladığımız gibi ciddi bir kültür hesaplaşm ası yaşayan bu havzanın önem li gerilim lere sahne olm ası da tabiîdir. D oksanlı yılların ortalarına egem en olan dışlayıcı tavır doksan lı yılların sonlarına doğru bir yum uşam a sürecine girmiştir. Mede
niyetler Çatışması tezinin Batı-dışı dünyada yaptığı olum suz yan kılar batılı stratejisyenleri ve liderleri yeni diyalog arayışlarına sevketmiştir. Bunun sem bolik ve kurum sal açılım ları da devreye s o kulmuştur. ABD’nin resmi törenlerine M üslüm an din adam larının da katılm ası, İngiliz Lordlar Kam arasına M üslüm an, Hindu ve Sih üyelerin atanm ası. C linton’ın Türkiye ve H indistan örneklerinde olduğu gibi diğer m edeniyet havzalarına beşiklik ve merkezlik e t miş olan ülkelere yaptığı gezilerde bu m edeniyet havzalarının in sanlık birikim ine yaptığı katkıları özellikle vurgulaması bu yeni yaklaşım ın izleri olarak görülebilir. Bugün bir çok Batı lideri İslam, Çin ve Hind m edeniyet havza ları gibi insanlık nüfusunun ve birikim inin büyük bir kısm ını teş'
1
1--------1—
c'nr'rlıHı id cıro n u lu s la ra ra s ı bir düzen
Stratejik D erin lik
kurabilm enin müm kün olm ayacağını görmektedir. Ayrıca yukarı da zikrettiğimiz Batı ülkelerinin iç demografik yapıları da Batı-dışı kültürlerin topluluklarını artık Batı ülkelerinin kaçınılm az unsur ları haline getirmiş bulunm aktadır.
Bu yeni olgu m edeniyet tarihi ve etkileşim i açısından son dere ce dinam ik bir sürecin habercisi niteliğinde çelişkileri beraberinde getirmektedir. Bu durum özellikle objektif bir coğrafî tanım lam a olm aktan çok etnik-dini-kültürei bir kimlik tanım lam ası gibi algı lanan Avrupa için geçeriidir. Sahip oldukları m ekan idraki dolayı sıyla gittikleri coğrafyaya kendi kültürlerini de taşıyan M üslüman topluluklar ile kendi m ekanlarım merkez ittihaz ederek bu merkez etrafında bir kültürel kimlik oluşturan Avrupaîılar arasındaki ilişki her iki taraf için de son derece önem li dönüşüm lere gebedir. Özellikle söm ürgecilik dönem inde siyasî yayılm anın m ed en i yetin merkezi olan Avrupa'nın çevre coğrafyayı kontrol altma alm a çabası olarak görülm esi Avrupalılığı coğrafî bir terim olm aktan çı karmış, bir m edeniyetin kimlik terim i haline dönüştürmüştür. Kendisini coğrafî bir merkez ile tanım lam aya özen gösteren Avru p a lIla r başka kimlikleri de coğrafya ile sınırlam aya kalkmışlardır.
Onlar için İslam bir Doğu ya da Asya-Afrika olgusudur ve öylece de kalmalıdır. AB-Türkiye ilişkilerinin gerilimli safhalarında çarpıcı bir şekilde tebarüz eden bu tarihî/psikolojik yaklaşım bugün reel zem inini kaybetm ek üzeredir. Tarık bin Zİyad'ın ordularının Pirenelerde, M erzifonlu Kara M ustafa Paşa’nın ordularının da Viyana'da durdurulmasından bu yana Avrupa’nın saf bir Hristiyan kimlik ile özdeşleşm esi yaşanan son gelişm elerle birlikte artık sür dürülmesi güç bir varsayım haline dönüşmüştür. Yeni dönem de artık çok daha fazla içiçe geçm iş jeokültürel haritalar ortaya çıka caktır. Türkiye gibi m edeniyetlerarası etkileşimin yoğun olduğu sı nır ve geçiş bölgelerinde bulunan ülkeler bu jeokültürel değişimi önem li bir stratejik param etre olarak değerlendirm ek zorundadır.
3. Türkiye ve İslam Dünyası Türkiye ile İslam Dünyası arasındaki ilişkiler bu asır içinde ge rek Türkiye’nin gerekse genelde İslam D ünyasının yaşadığı dönü şüm ler çerçevesinde ciddi dalgalanmalar göstermiştir. Asrın b a şında İslam D ünyasının m anevî ve politik birliğini tem sil eden hi.
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış Politik a A ra çla rı
lafet kurum unu bünyesinde barındırm ası açısından sadece kendi sımrlarî içindeki toplulukların değil, bu sınırların ötesindeki Müslüm an toplulukların sorumluluklar]m da ü stlenen Osm aniı D evle ti bu açıdan bakıldığında çift yönlü bir stratejik yöneliş baskısı h is sediyordu. Osm aniı D evletin in bu konumu, getirdiği im kanlarla yüklediği sorum luluklar arasında bir uyum kurm a problem ini de beraberinde getiriyordu. O sm aniı D evleti’nin son dönem ine dam gasını vuran O sm anlı cılık, İslam cılık ve Türkçülük akım larında bu uyum arayışının izle
ri açık bir şekilde görülmüştür. Bu konum OsmanİL idarecilerini çok daha geniş ölçekli bir strateji/diplomasi uygulamaya s e v k e tmîştir. Bu geniş ölçekli strateji/diplom asi çabası bir taraftan Os m a n lI D evleti'nin m a n e v r a ve etk in lik alanlarını genişletirken, di
ğer taraftan söm ürgeci büyük güçlerle O sm aniı Devleti arasındaki çelişkileri ve hesaplaşm aları derinleştiriyordu. O sm aniı Devle ti’nin İslam D ünyası derinliğindeki uluslararası etkinlik alanı ile söm ürgeci ülkelerin iç çelişkilerinin aynı anda arttığı dönem lerde bu konum devlete küresel ölçekli bir güç niteliği kazandırırken, bu etkinlik ile söm ürgeci güçler arasındaki çelişkilerin aynı anda azal m a gösterdiği dönem lerde uluslararası baskıların yoğunlaşm ası sonucunu doğuruyordu. I.
Dünya Savaşı ile birlikte bu çift yönlü uyum kurma çabasının
sınırlarına gelindi. İslam Dünyası üzerinde yoğun söm ürgeci ege m enlik alanlarına sahip olan İngiltere, Fransa ve Rusya'nın aynı cephed e O sm aniı Devleti ile karşı karşıya gelm esi yeni bir uyum kurm a teşebbüsünü im kansız kılmıştır. Rusya’da yaşanan devrim Osm aniı İçin kısa dönem li yeni bir m anevra alanı açarken, Osm anlı D evleti’nin İslam. Dünyasına yönelik sınır-ötesi etkinliğin den aynı ölçüde rahatsız olan İngiltere ile Fransa’nın savaş son ra sı düzen konusundaki ortak teşebbüsleri Osmaniı D evleti’nin h a yat alanım gittikçe daraltan sonuçlar doğurmuştur. Bu tecrü belerin birikim i üzerinde kurulan Cum huriyet’in olu şum sürecinde İslam Dünyası ile ilişkiler gerek uluslararası ko num , gerekse iç siyaset açısından yeni bir çerçeveye oturtulm aya çalışılm ıştır. Bu çerçevenin ana önerm eleri şu şekilde özetlenebi lir: (i) I. Dünya Savaşından sonraki sınır kayıpları üe Anadolu ölçe-• ı i----- 1— ----- rvm-aniı Hpvlpti’nirs aksine daha h o m o
Stısılejik D erinlik
je n ve millî bir nitelik arzetmektedir. fii) Asırlarca İslam Dünyası’mn sorum luluğunu üstlenen Türkiye'nin yeni nitelikleri ile İs lam D ünyası’m tümüyle tem sil etm e özelliği de, bu tem silden do ğan yükümlülükleri yerine getirm e gücü de yoktur, ki bu görüş Hi lafetin kaldırılm asının tem el argüm anlarından biri olmuştur, (iii) Yeni devletin uluslararası alanda tanınabilm esi M isak-ı Millî sınır ları içinde gücüyle orantılı makul ve rasyonel bir uluslararası k o num elde etm esi ile m üm kün olabilir, (iv) Bu konum un bir hayat alanı bulabilm esi için Osm aniı D ev letin in İslam Dünyası derinli ğine yönelik sım r-ötesi etkinliğinin büyük güçler nezdinde ortaya çıkardığı çelişkilerin kıskacından kurtulm ak gerekmektedir. Bu önerm elerin çerçevesini oluşturduğu uluslararası konum arayışı ile laik ve ulusal nitelikli bir devlet kurma yönündeki iç si yasî dönüşüm çabasının birleşm esi Türkiye ile İslam D ünyası'nm kader çizgisinin ayrıştığı bir tablo ortaya çıkarmıştır. Osmaniı D ev leti ile sem bolik bağları sürekli koruyan ve İstiklal H arbi’ni de Batı sömürgeciliği karşısındaki son direniş olarak destekleyen sömürge idaresi altındaki M üslüm an toplum larda ciddi dalgalanm alar oluşturan bu tablo radikal bir değişim in İzlerini taşım ıştır. Buna rağmen, Cum huriyet'in ilk dönem inde M üslüm an to p lum iara dönük politikalar yeni bir diplomatik söylem ve uygulama ile sürdürülmeye çalışılm ıştır. Bu dönem in yegâne bağım sız İslam ülkeleri olan İran ve Afganistan ile geliştirilen ilişkiler bunun ilginç örneklerini oluşturmaktadır. 1928 yılında Afganistan kralı Em anullah H an’ın Ankara ziyareti esnasında im zalanan antlaşm anın birinci m addesinde iki ülke arasında ebedî bir dostluk kurulacağı nın vurgulanması ve Türkiye'den Afganistan'a yoğun bir öğret m en, doktor ve eğitim ci subay gönderilm esi dikkat çekicidir. Cum huriyet’in ilk yıllarında yaşanan sınır ihtilaflarından sonra İran ile geliştirilen ilişkiler de aynı yoğunlukta sürdürülmüştür. Türkiye'yi ziyaret eden diğer önem li bir devlet başkanım n da İran şahı Rıza Pehlevi olm ası D oğu’ya dönük politikanın izlerini taşı maktadır. 1935 yılında İtalya’nın H abeşistan’a m üdahalesinin o r taya çıkardığı konjonktürde Türkiye, İran ve Irak arasında C enev re’de akdedilen antlaşm adan sonra bu üçlüye Afganistan’ın da ka tılm ası ile 1937’de oluşturulan Sadabad Paktı'nm yine bu d ö n em de gerçekleştirilen Balkan Paktı ile birlikte T ü r k iw ’n în on
T ü rk iye'n in Stratejik B a ğ la n tıla rı v e Dış P olitika A raçları
iki dış inisiyatifinden birisi olması Türkiye'nin bu yeni dönemde de Doğu derinliğini kaybetm em e politikasının bir devamı olarak görülebilir. Bu dönem de ilişkilerin sömürge idaresi altındaki M üs lüm an topluluklardan çok uluslararası hukuk açısyıdan bağımsız M üslüm an ülkelerle yürütülmesi ve Sadabad Paktı misalinde ol duğu gibi İngiltere denetim indeki Irak'ın İngiltere’nin onayı ile bu pakta dahil olm ası Türkiye’nin batılı güçleri tedirgin etm eyecek bir Doğu politikası sürdürmeye çalıştığını göstermektedir. II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan çift kutuplu yapılan m a ile sömürge devrimlerinin aynı süreç içinde gerçekleşm esi Türkiye'nin İslam Dünyası ile olan ilişkilerindeki pergelin biraz daha açılm ası sonucunu doğurmuştur. Sovyet tehdidi karşısında söm ürgeci ülkelerin de içinde bulunduğu Batı Bloku ile stratejik bir birlikteliğe giren Türkiye ile bağımsızlıkların» bu blok içinde yer alan İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika gibi ülkeler karşısında ka zanan İslam ülkeleri arasında ciddi bir psikolojik/stratejik duvar örülm eye başlamıştır. Söm ürge-karşıtı ilk ulusal kurtuluş m ücade lesini yapan Türkiye’nin özellikle Cezayir ve Süveyş bunalım ında takındığı tavır o dönem de milliyetçi ve anti-söm ürgeci dalgalan m alar ile çalkalanan İslam Dünyası nezdinde ciddi bir prestij kay bım beraberinde getirmiştir. Türkiye bu dönem de Batı Bloku için de yer alan tek M üslüm an ülke olm anın avantajını yapıcı ve aktif bir diplom asi ile kullanamadığı gibi, bu konum da bulunm anın fa turasını başta BM olm ak üzere uluslararası forumlarda yalnızlaşa rak ödem ek zorunda kalmıştır. Aslında bu dönem de Türkiye’nin aynı anda hem Batı Bloku içinde yer alm ası, hem de doğunun önem li bir tem silcisi konum unu sürdürebilmesi ciddi bir diplo m atik m anevra ve uluslararası etkinlik alanı için kullanılabilirdi. Kıbrıs konusunda yaşanan blok-içi gerilim ve yalnızlaşm a Tür kiye'yi bir taraftan SSCB ile yeni ilişkiler kurmaya, diğer taraftan bu konuda yegâne uluslararası destek unsur olarak görülen İslam D ünyası ile olan ilişkilerini yeniden gözden geçirm eye yöneltm iş tir. Bu arayışın İKÖ'nün kurulduğu dönem le paralellik arzetm esi bu ilişkilerin yetm işli yıllarda ivme kazanm asına yol açm ıştır. Bu politika seksenli yıllarda daha da yaygınlaştırılarak sürdürülm üş tür. Ancak, yetm işli yıllarda Kıbrıs bunalım ı ve onun bir sonucu A »>~ı n n m K o ı - n n o ı ı n ı m r r r ^ lt f p s i altında eenelde Batı-kar-
S tratejik D e rin ü k
şıtı bir yöneliş olarak görülebilecek olan bu politika, seksenli yıl larda A fganistan’ın işgali ve İran Devrimi sonrasında ortaya çıkan konjonktürde başta ABD olmak üzere B atı’nın da desteğini alan bir şelde dönüşm üştür. Soğuk Savaş sonrası dönem de Türkiye’nin İslam Dünyası ile olan ilişkilerde bir çok faktörün tesiri altında farklı çekim alanları na yönelmiştir. SSC B'in dağılması ile birlikte Balkanlar, Kafkaslaı* ve Orta Asya’da yaşanan gelişm eler İslam D ü n y asın d a II. Dünya Savaşı sonrası dönem i andırır yeni bir söm ürge devrimi dalgası y aşanm asına yol açm ıştır. Özellikle Bosna'da İslam kimliğine yö nelik etnik kıyım politikası bu dünyada ciddi bir tepki ve heyecan uyandırmıştır. Doksanlı yılların ilk yarısına egem en olan bu at mosfer, Türkiye’nin İslam Dünyası nezdindeki önem inin tekrar gündem e gelm esi sonucunu doğurmuştur. Özellikle B osn a kon u sundaki gelişm eler İslam ülkeleri arasındaki diplom atik ve strate jik ilişkilerin yoğunlaşm asına ve Türkiye'nin de bu yoğunluk için de önem li roller üstlenm esine yol açm ıştır. ÎKÖ bünyesinde oluş turulan Temas Grubu çerçevesinde İslam ülkeleri arasında yoğun laşan diplomatik ve askerî tem aslar Türkiye’yi önem li bir kavşak ülke konum una getirmiştir. Orta Asya'ya açılm ayı düşünen bir çok İslam ülkesi de Türkiye'yi bu alana yönelik ekonom ik ve siyasî a çı lım ın odak ülkesi olarak görmeye başlam ıştır. Türkiye ile İslam ülkeleri arasındaki ilişkilerin Cumhuriyet dö nem indeki en yoğun ritmini yaşadığı bu atm osfer doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren radikal bir değişiklik yaşamıştır. Bunda birisi dış, diğeri iç iki önem li faktör önem li bir rol oynamıştır. Dış faktör Türkiye ile İsrail arasında diplom atik alanda nadir görülen bir hızla seyreden ilişkilerin mahiyet ve yoğunluğudur. Ortadoğu barış görüşm elerinin başlam asından sonra bir çok İslam ülkesi İs rail ile diplomatik ilişkiye girmiş ve özellikle ekonom ik alandaki blokaj kaldırarak bu diplom atik ilişkileri rutin tem aslar haline dö nüştürmüştür. Ancak aralarında Fas ve Um m an gibi Arap ülkeleri nin de bulunduğu bu ülkeler ilişkilerin norm alleşm enin Ötesinde bir ittifak haline dönüşm em esine ve Filistin başta olm ak üzere merkezî Arap ülkeleri ile tem asın kaybedilm em esine özel bir özen göstermişlerdir. Türkiye'nin İsrail ile olan ilişkilerinin çok kısa bir süre içinde norm alleşm eden taktik işbirliğine, oradan da ppnic
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış Politika Aı a ç la n
çeldi stratejik ittifak görüntüsüne bürünm esi ve bu hızlı seyrin İs
rail tarafından özellikle sürekli bir şekilde gündemde tutulm ası İs lam ülkelerinin Türkiye'ye bakışım olumsuz yönde etkilemiştir. İs rail ile yoğunlaşan ilişkilerin Türkiye ile zaten gergin ilişkiler içinde bulunan Suriye tarafından da sürekli bir şekilde İKÖ platform una taşınm ası bu görüntüye daha da kalıcı bir nitelik kazandırmıştır. İç faktör ise özellikle 28 Şubat Süreci ile daha da tırm anan iç si yasî gerilim tablosudur. Bu gerilim içinde Türkiye'nin dışa yansı yan görüntülerinde özellikle din ve vicdan hürriyeti konusunda yaşanan sıkıntıların sürekli yer alm ası Türkiye için ciddi bir dış imaj problem i doğurmuştur. B o sn ad a İslam kimliği ve kurum lan ın korum ak üzere harekete geçen ülkelerin başında gelen Türki ye’nin kendi içinde dini sem bolleri yıpratan gerilimli bir tablo ser gilem esi ve bu tablonun İsrail ile ilişkilerin yoğunlaştığı bir k on jonktürde seyretm esi çift yönlü bir etki ile Türkiye’nin İslam ülke leri nezdindeki itibarını önem li ölçüde zedelemiştir. Türkiye'nin bu konjonktürde m üracaat ettiği İKÖ G enel Sekreterliği adayhğı için Türkiye'ye en yakın olagelmiş ülkelerden bile destek sağlana m am ış olm asında doksanlı yılların ikinci yarısında yaşanan bu ge lişm elerin izlerini görm ek mümkündür. Türkiye bütün bu tecrü be birikim ini ideolojik saplantıdan uzaklaşan bir yöntem ile değerlendirerek İslam D ünyası’na y ön e lik bakış açısının ana unsurlarını yeniden belirlem ek zorundadır. Türkiye artık ne Osm aniı D evleti’nin son dönem inde olduğu gibi îslam D ünyası’mn sorumluluğunu taşım a gibi özel bir konum a sahiptir, ne de İslam toplum ları ile giriştiği ilişkiler dolayısıyla b ü tün büyük güçlerle hesaplaşm a riski ile karşı karşıyadır. Ortadoğu ile ilgili bölüm üm üzde daha teferruatlı bir şekilde ele alındığı gibi, psikolojik reflekslere dayalı tepkiler Türkiye’nin sadece İslam ülke leri ile olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilem ekle kalm am akta, aynı zam anda Asya ve Afrika derinliğindeki diplom atik manevra alaıım ı önem li ölçüde daraltmaktadır. Çift kutuplu statik bloklaşm a yapısının dağıldığı, küreselleşm e ile birlikte yatay etkileşim in büyük bir ivme kazandığı Soğuk Savaş sonrası dönem de ülkelerin diplom atik ağırlıkları sadece güç m er kezlerine yakınlıkları ve bu m erkezler nezdindeki önem leri ile öl-
f
1 S tratejik D erinlik
I mik alandaki genel uluslararası prestij ile ölçülmektedir. Tehdit al gılam alarına dayalı uluslararası etkinlik yerini hızla aktif diplom a
tik manevra kabiliyetine, kültürel özgüvene dayalı saygınlığa, je o kültürel ve jeoekonom ik etki alanına dayalı uluslararası etkinliğe terketm ektedir. Türkiye şu. ana kadar uyguladığı politikalarda ECO ve İKÖ b a ş ta olm ak üzere İslam Dünyasındaki uluslararası örgütleri gerçek bir işbirliği alanı olarak görm ektense diğer uluslararası aktörler ile olan ilişkilerinde pazarlık gücünü yükselten bir destek unsur ola rak değerlendirdiği intibaını vermiştir. Bu nedenledir ki, Türki ye’nin İslam Dünyası ile olan ilişkileri Türkiye-AB ve Türkiye-ABD ilişkilerinin reaktif bir türevi olarak görülmüştür. Bu tavır hem İs lam Dünyası nezdindeki inandırıcılığın kaybolm asına sebep ol muş hem de AB ve ABD gibi aktörler üzerinde b ek len en etkiyi yapm am ıştır. Türkiye İslam Dünyası ile olan ilişkilerini yukarıda çerçevesini çizdiğimiz uluslararası konjonktür içinde yeniden değerlendirm ek zorundadır. Türkiye'nin her vesile ile zikredilegeldiği gibi doğu ile Batı, Asya ile Avrupa arasında kültürel, siyasî ve ekonom ik bir köp rü rolünü oynayabilm esi için her iki taraf nezdinde de özgüvene dayalı güçlü bir kültürel aidiyet hissi, istikrarlı bir tavır, psikolojik reflekslerden uzak ağırbaşlı ve rasyonel bir duruş belirlem esi gere kir. İslam D ünyasına yönelik m u htem el tehd it senaryolarım B atı’ya, B atı'm n stratejik argüm anlarım D oğu’ya taşıyan bir gö rüntü konjonktürel getiriler sağlasa da, kalıcı ve saygın bir ulusla rarası konum elde edilm esini imkansız kılar. Türkiye'nin tarihî ve coğrafî derinliği, kültürel etkileşim in arttı ğı, otantik m edeniyetlerin canlanm a sürecine girdiği bir dönem de olağanüstü stratejik/kültürel im kanlar sunmaktadır. Önümüzdeki yüzyıl kendi yerel kültür param etrelerini evrensel değerler haline dönüştürebilen toplum lara sadece itibar değil, önem li bir stratejik açılım im kanı da verecektir. Kadîm insanlık birikim inin en ö n em li unsurlarını bünyesinde barındıran, İslam m edeniyet birikim inin en rafine kültürel m irasına sahip olan, Batılılaşm a sürecinde ciddi bir m edeniyetlerarası etkileşim alanı oluşturan Türkiye bu konu m unu kalıcı bir m edeniyet açılım ına öncülük edecek şekilde kul^ lanmalıdır. Aksi takdirde birarada tutulduğunda estetik bir bütün-
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitik a A ra çla rı
|
1 lük arzedecek unsurlar birbirini yok eden reaktif unsurlar haline dönüşür. Türkiye’nin Doğu nezdindeki derinliği kültürel/stratejik alanda büyük bir im kandır ve ÎKÖ ile ilişkiler bu im kanın rasyonalize edilm esi doğrultusunda kullanılmalıdır. Merkezi İstan b u l’da bulunan ve İKÖ kurum lan arasında saygın bir yere sahip olan IRCICA’nın bu yönde etkin bir şekilde değerlendirilm esi önem li bir katkı sağlayacaktır. Türkiye’nin kendi iç çelişkilerini aşarak m edeniyetlerarası etkileşim in ve kültürlerarası alışverişin merkezi hali ne dönüşm esi uluslararası stratejik köprü rolünün en öncelikli şartlarından birisidir. İslam D ünyası’nm jeopolitik derinliği de Türkiye için son dere ce önem li stratejik unsurlar taşımaktadır. İslam D ünyası’mn ulus lararası bunalım ların yoğunlaştığı alanlardan oluşm asının tem el sebebi de budur. Türkiye’nin kendisinin de içinde bulunduğu bu jeopolitik alan içinde siyasî bir etkinliğe sahip olm ası genel ulusla rarası stratejik etkinliğin önünü açacaktır. Bu alanı yok farzetm ek de, bu dünyaya sırtını dönm ek de jeopolitik geçiş alanları üzerin de bulunan Türkiye için sürdürülebilir bir tavır olm a niteliğini kaybetm ektedir. Öte yandan, Batı ülkelerinde M üslüm an azınlıkların lehine gözlenen demografik değişimden belki de en fazla etkilenecek ül kelerin başında Türkiye gelmektedir. Bu toplulukların Batı ülkele rinde artm ası kesin olan kültürel, siyasî ve ekonom ik etkilerinin değerlendirilm esi bu ülkelerde önem li bir insan unsuru barındı ran Türkiye için iyi değerlendirilm esi halinde büyük bir imkan iken, iyi değerlendirilem em esi durum unda her an karşı etki doğu rabilecek potansiyel bir güçtür. Türkiye bu dem ografik değişim unsurları ile yabancılaşm ayan bir tavır geliştirerek hem kültürel hem de siyasal alanda ciddi bir tem sil kabiliyeti kazanabilir. İslam Dünyası ile olan ilişkiler uluslararası ekonom i-politik et kinlik açısınd an da büyük bir önem taşım aktadır. Bu dünyada yo ğunlaşan doğal kaynaklar, hızla artan pazar kapasitesi, ulaşım ve ticaret im kanları uluslararası ekonom i-politik güç kaym aları için önem li bir faktör teşkil etmektedir. ÎKÖ Türkiye'nin Asya ve Afrika derinliğinde ekonom ik aktivitelere yönelebilm esi için önem li bir araç konum undadır. Seksenli yılların başlarında İKÖ bünyesinde ki ekonom ik ilişkilerin artırılm ası için üstlenilen katalizör rolünün ^
S tratejik D erinlik
yeni bir ivme kazanarak sürdürülmesi Türkiye’nin AB b aşta olm ak üzere diğer önem li ekonom i-politik güç m erkezleri nezdindeki k o num unu da güçlendirecektir. Genelde İslam D ünyası’na, özelde İKÖ'ye yönelik stratejik bir bakış açısının geliştirilebilm esi ve bir tutarlılık içinde devreye so kulabilmesi için her şeyden önce bu konulardaki yerleşik psikolo jik varsayımların aşılabilm esi gerekmektedir. İslam D ünyası'nı ge ri kalmış bir topluluklar bütünü, İslam kültürünü gerilik gerekçesi olarak gören bir yaklaşım ile bu topluluklara yönelik rasyonel bir diplomasi geliştirilebilm esi m üm kün değildir. İkinci önem li şart, başta İKÖ olm ak üzere ilgili kurum ve kuruluşlar-nezdindeki te m sil şartıdır. Şu ana kadar sürdüregelinen politikanın doğal bir so nucu olarak Türkiye’nin bu tür örgütlerin sekreteryalarm daki katı lımı genellikle alt düzeyde kalmıştır. Türkiye'ye ait kontenjanlar uzun süre açık kalmış, bölgesel nitelikli kontenjanlarda da aday gösterilm em iştir. M esela ÎKÖ bünyesinde şu ana kadar gerek G e nel Sekreter gerekse Genel Sekreter yardım cılıkları düzeyinde tem sil edilm em iş olunm ası bu konudaki tavrın tipik bir gösterge sidir. Bu konudaki psikolojik ve diplomatik hazırlıksızlık Türki ye’nin 2000 yılında yaptığı genel sekreterliğe aday gösterm e te şeb büsü ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. Türkiye Asya ve Afrika'ya yönelik işbirliği ve entegrasyon ça b a larında öncü bir rol oynam ak istiyorsa her şeyden önce bu örgüt lerin sekreteryalarmdaki ağırlığını acilen artırm alı ve gerek ortak işbirliği alanlarının projelendirilm esinde, gerekse bunalım çözücü m ekanizm aların oluşturulm asında etkili olacak politikalar ve tek lifler geliştirmelidir. Bu konuda atılacak adım ların geciktirilm esi siyasî söylem ile gerçek dış politika pozisyonu arasındaki uçuru m un daha da açılm ası sonucunu doğuracaktır.
4. İKÖ’nün Geleceği ve Reorganizasyonu Soğuk Savaş sonrası dönem de bütün uluslararası örgütler cid di bir reorganizasyon süreci içine girmişlerdir. Her bir örgüt kendi hedeflerini, kurum sal yapısını, işleyiş biçim ini yeni konjonktüre uygun bir hale getirm e çabası içine girmiştir. Böylesi bir yeniden yapılanm a ihtiyacı belki de en fazla ÎKÖ için geçerli iken, bu konuda en yetersiz adım lar bu örgüt bünyesinde atılmıştır. İKÖ’nün
T ü rk iye’n in Sin-Uejik B a ğ la n tıla rı v e Dış P olitik a A ra çla rı
yeni şartlara intibak edecek herhangi bir ciddi değişim öngörm e m iş olm ası bu örgütün uluslararası etkinliğini önem li ölçüde za afa uğratmıştır. İKÖ herşeyden önce ciddi bir zihniyet değişimi geçirm ek zo rundadır. Soğuk Savaş şartlarında ve Filistin'deki gelişm elerin et kisi ile doğan ve yapılanan örgütün o günden bu yana belki de en belirgin Özelliği olayları geriden takip etm esi ve reaksiyoner n ite likli tepkiler gösterm esidir. Üye ülkelerin ortak bir tavırda birleşe bildiği Bosna gibi bunalım larda nisb î bir etkide bulunan bu reak siyoner tepkiler genelde yetersiz kalmaktadır. Bu açıdan bakıldı ğında İKÖ gerek üye ülkeler arasındaki bunalım ların çözüm ünde, gerek üye ülkelerin dış dünya ile ilgili çıkarlarının korunm asında, gerekse İslam D ünyası'm n kültürel, ekonom ik ve siyasî etkinliği nin artırılm asında istenilen düzeyde bir perform ans gösterem e miştir. İKÖ'nün uluslararası alanda saygın bir yer edinebilm esinin ö n celikli şartı inisiyatif kullanabilen aktif bir yapıya kavuşturulm ası dır. Özellikle İslam D ünyasının iç bunalım larının aşılm asını, üye ülkeler arasındaki çıkar çatışm alarının azaltılm asını sağlayacak bunalım çözücü m ekanizm aların geliştirilmesi İKÖ’nün saygınlı ğını artıracaktır. Gerek îran -lrak Savaşı, gerekse Körfez bunalımı esnasında işletilem eyen bu m ekanizm alar, örgüte dönük bek len ti lerin bir sukut-ı hayale dönüşm esine yol açmıştır. İKÖ’nün reaksiyoner tavırdan aksiyoner inisiyatiflere yönel m esinin diğer önem li bir şartı da kurum yapılanm asının yeni şart lara uygun düşecek şekilde yeniden ele alınmasıdır. Bütün bu sü recin sağlıklı bir şekilde işlem esi ise örgüt sekreteryasım n bütün üye ülkeleri kuşatacak şekilde ve örgütün tem el hedeflerini ger çekleştirebilecek bir profesyonellik tem elinde kurulabilm esi ile müm kündür. Sürekli takip ve koordinasyon görevi üstlenecek Ör* güt sekreteryasım n yapılanm ası üye ülkelerin bu örgüte yükledik leri m isyonu ve verdikleri önem i de yansıtan bir göstergedir. Özellikle Ü çüncü Dünya ve İslam Dünyası ile ilgili uluslararası örgütlerde sözkonusu olan bu genel zaaf ECO bünyesinde de söz konusudur. M esela İslam Konferansı Örgütü’nün istenilen düzey de etkin olam am asının tem el sebebi örgütün sürekli bir işlev üst len en sekreteryasım n objektif ve rasyonel bir şekilde değil, ülkele-
J
S tratejik D erinlik
rın iç pazarlıklarının oluşturduğu sübjektif bir alanda oluşturul m uş olmasıdır. Dolayısıyla da ağırlığı olan üye ülkelerin dış politi ka yapılanm asındaki tedirginlik ve kaygıları örgüt sekreteryasm a doğrudan yansımaktadır. Bu da örgütün üye ülkeler arasındaki bunalım ları aşm ada yeterince etkin olam am ası yanında diğer uluslararası aktörlerle doğrudan taraf olacak şekilde devreye gire m em esi sonucunu doğurmaktadır. İKÖ’nün Körfez bunalım ında arabulucu olarak devreye girem em esi ve Bosna bunalım ında ye terli ağırlığı koyam am ası bir yandan örgüt sekreteryasım n bu ko nularda etkili olabilecek bir iç yapıya, diğer yandan da yeterli siya sî irade desteğine sahip olam am asından kaynaklanmaktadır. Örgütün kurumsal yapılanm ası ile ilgili zaafı gösteren en çar pıcı m isallerden birisi genel sekreterliğin seçim inde uygulanan kriterlerdir. Üye ülkelerin Asya, Afrika ve Arap ülkelerinden oluşan üç kategoride değerlendirilm esi ve bu kategorileri tem silen her dönem bir genel sekreter atanm ası örgütün doğuş şartlan gözönüne alındığında doğru görünse bile, bugünkü İslam Dünyası gerçekliğine uygun düşmemektedir. Herşeyden önce Asya, Afrika ve Arap ülkeleri kategorileştirm esi kendi içinde tutarlı değildir. İKÖ'nün Filistin m eselesinin tırm andığı günlerde genelde Arap ülkelerinin etkisi altında kurulmuş olm asının izlerini taşıyan bu kategorilerden ikisi kıtayı, biri etnik bir tanım lam ayı esas alm ak tadır. Öte yandan böylesi bir tasnif tem sil adaleti açısından da çok uygun değildir. SSC B 'nin dağılm asından sonra bağım sızlığım ka zanan cum huriyetlerle birlikte İslam D ünyası'm n nüfus açısından yaklaşık üçte ikisini barındıran Asya ülkelerinin üçte birlik bir ro tasyona tâb i tutulm ası da ciddi bir çelişki oluşturmaktadır. Bu tem sil zaafı İKÖ'nün personel yapısında daha da büyük ölçülere ulaşmaktadır. İslam D ünyası'm n bugünkü durumu resmedildiğinde ve bu re sim çerçevesinde gelecekle ilgili bir projeksiyon söz konusu oldu ğunda önem li genel bütün içinde birbirine biraz daha yakın olan beş jeokültürel/dem ografik alanın ortaya çıkm akta olduğu söyle nebilir. H em en hem en her biri 200-250 milyonluk bir kitleyi barın dıran bu beş jeokültürel/demografık alan doğu-batı istikam etinde şu şekilde tasnif edilebilir: (i) M alayca konuşan ve tem elde Endo nezya, Malezya ve bölgedeki ada topluluklarından oluşan Indo-
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış Politik a A ra çla rı
Malay bölgesi; (ii) Urduca ve Bengalce konuşan ve ortak bir tarihî geçm işi paylaşan Pakistan, Bengaldeş ve Hint altkıtasmdan oluşan Güney Asya topluluğu; (iii) SSC B'nin dağılm asından sonra daha da belirgin bir nitelik kazanan ve genelde Türkçe konuşan Doğu Avrupa, Batı ve Orta Asya grubu (tarihî/kültürel etkileşim ve co ğ rafî konum açısından Iran da bu grup içinde m ütalaa edilebilir) ; (iv) Arapça konuşan Ortadoğu ve Kuzey Afrika grubu; (v) genelde Havsa ve Svahili dillerim konuşan Sahra-güneyi Afrika grubu. Bu tasnife altıncı bir grup olarak demografik güçlerinin artışı dışında uluslararası etkinlik açısından gelecekte son derece ö n em li roller üstlenebilecek olan Batı ülkelerinde vatandaş statüsü ka zanan M üslüm an topluluklarla değişik Avrupa, Asya ve Afrika ül kelerinde önem li varlıklar oluşturan azınlık M üslüm anları da ek lenm elidir. Önüm üzdeki dönem de bu M üslüm an toplulukların kaderini gözönünde bulundurm ayan bir politikanın başarılı ol m ası m üm kün değildir. Kültürel kalıplara ve kategorik ayrıştırm alara dönüştürülm em esi gereken böylesi bir tasnif İslam D ünyasının örgüt bü nyesin de adilane tem sili ve etkinliğin artırılm ası açısınd an büyük kolay lıklar getirebilir. Kapsam lı ve yaygın bir tem sil örgütün üye ülke ler nezdindeki m eşruiyetini artırm ası yanında, bunalım alanları nın doğru bir zam anlam a ile değerlendirilebilm esi ve kısa dö nem li acil politikalar geliştirilebilm esi açısınd an da büyük bir k at kı sağlayacaktır. ÎKÖ’nün aşm ası gereken diğer önem li bir zaafı da politika olu şum u ve uygulaması esnasında ortak siyasî iradeyi devreye soka b ilecek bir m ekanizm adan yoksun olmasıdır. Karar alm a aşam ası nı güçleştiren üye ülkeler arasındaki tavır farklılıkları bu kararların uygulama safhasında daha da belirgin bir şekilde ortaya çıkm akta ve örgütü atıl bir konum a m ahkum etmektedir. AB ve BM örnekle ri de etüd edilerek ortak karar alm a ve uygulama m ekanizm asını etkin kılacak yeni araçlar ve kurum sal yapılar oluşturm a zorunlu luğu İKÖ’nün yeniden yapılandırılması sürecinin en tem el m ese lelerinden birisidir. Son dönem de genel sekreterlik statüsüne de aday olarak IKÖ nezdindeki etkinliğini artırm ak iradesi sergileyen Türkiye herşeyden ö n ce kendisinin tem sil kabiliyetini de artıracak bu tür kap
—— —
^ Stratejik D erinlik
sam lı bir yeniden yapılanma projesini geliştirm ek ve bu çerçevede üye ülkeleri de motive edecek stratejik hedefler ve araçlar ortaya koymak zorundadır. Bu da genelde İslam Dünyasına, özelde de İKÖ'ye bakışı tümüyle gözden geçirmeyi gerekli kılan bir süreç ile sözkonusu olabilir.
(V. ECO: Asya Derinliği Türkiye’nin Asya derinliğine yönelik olarak Soğuk Savaş sonra sı dönem de giriştiği ilk teşebbüs Türkiye, İran ve Pakistan’ın üye olduğu ECO’nun Orta Asya ülkelerini ve Afganistan'ı içine alacak şekilde genişletilm esidir. CENTO ve RCD duraklarından geçerek yaklaşık otuz yıllık bir süreç içinde bugünlere ulaşan ECO, yeni şekliyle gerek jeopolitik gerekse ekonom i-politik kaynakların dağı lım ı açısından belki de dünyanın en önem li stratejik kuşağım oluşturmaktadır. İran devriminden sonra CENTO'nun B atı-eksen!i stratejik tercihinden uzaklaşan ECO, özellikle Sovyetler'in dağıl m asından sonra Orta Asya ülkelerini de içine alarak Avrasya d en gelerini tüm üyle etkileyebilecek bir görünüm kazanmıştır. Orta, Batı ve Güney Asya'nın en stratejik kesişim alanlarını b i raraya getiren bu genişlem enin ortaya çıkardığı dinam izm ve yeni ufuklar son sekiz yıl içindeki durağan politikalarla stratejik bir b e lirsizliğe ve anlamsızlığa dönüşm e temayülü gösterm iştir. Ne bu genişlem enin ortak zem ini ve alt yapısı ile ilgili tem el stratejik te r cihler ortaya konabilm iş, ne de ülkeler arasındaki ilişkileri derin leştirebilecek m ekanizm alar oluşturulabilmiştir. Bu yetersizliklerin sebepleri aslında genel İktisadî işbirliği ve entegrasyon faaliyetlerinin başarı şartlarını da ortaya koym akta dır. Bu ekonom ik İşbirliği çabasında genişlem e ile derinleşm e ara sında sağlıklı bir koordinasyon kurulam am asm ın tem el sebebi, üye ülkelerin stratejik tercihleri arasında sağlıklı bir optim izasyonun sağlanam am ış olmasıdır. AB gibi daha köklü ve ekonom ik t e m eli daha güçlü olan işbirliği çabalarında bile derinleşm enin en önem li faktörü olan bu optim izasyon ECO ülkeleri arasında h e m en h em en hiç gerçekleştirilem em iştir. Üye ülkelerin kendi ulusal ekonom ik stratejileri arasındaki çe^ lişkileri gidererek ortak stratejik çıkarın belirlediği alanın, tekil
T ü rk iy e ’nin Stı .Kejik B ağ lan tıları ve D ış Politika A ra ç ta n
stratejik çıkarları maksimize edeceğine dair olan inanç, ekonom ik işbirliği örgütlerinin tem el dayanak noktasıdır. Bu da ancak ve an cak tekil ve ortak stratejilerin uyum lulaştırılm ası ile mümkündür. ECO, Soğuk Savaş sonrası dönem de kazandığı yeni yapı ve kimlik içinde b u konuda ikna edici adım lan atam am ıştır. Aksine üye ül kelerin tekil stratejileri ile ortak çıkarlar arasındaki farklılaşm a git tikçe artm ış ve üye ülkeler diğer ekonom ik entegrasyon çabalarına doğru yönelm e eğilimi içine girmişlerdir. Bu da ECO ’yu kendi çıkarları için tehlikeli bulan Rusya ve Hin distan gibi ülkeleri harekete geçirm iş ve ECO üyesi ülkeler arasın daki çelişkilerin işbirliği konusundaki siyasî iradeleri etkileyebile cek boyutlara u laşm asın a yol açm ıştır. M esela Türkiye’nin ECO’nun genişlem e kararı alm asından hem en sonra bir taraftan da Karadeniz İşbirliği Örgütü çabası içine girerek İran'ı devre dışı bırakacak şekilde Rusya'ya yakınlaşması, Orta Asya ülkelerinin BDT bünyesine daha aktif bir şekilde dönm eleri, İran ’ın Rusya ile olan ikili ilişkilerini özellikle Kafkasya ekseninde geliştirm eye yö nelm esi, Pakistan ile Afganistan arasındaki ilişkilerin H indistan’ın etkin bölgesel politikaları ile bir bunalım dönem ine girmesi, ECO ülkeleri arasındaki karşılıklı güven ve ortak çıkar ilişkisi anlayışı nın sarsıntı geçirm esi sonucunu doğurmuş ve ilişkilerin derinleş m esine engel olmuştur. Büyük ölçekLİ diplom atik tercihler ile daha dar kapsam lı eko nom ik çıkar tercihleri arasında ortaya çıkan bu çelişkili durum, ECO ülkeleri arasındaki kısa dönem li siyasî ihtilafların uzun dö nem li ekonom ik işbirliği alanları üzerine ipotek koyması ile n eti celenm iştir. BÖylece ekonom ik işbirliği alanlarını genişleterek si yasî yakınlaşm a sağlaması gereken ECO, ortak ekonom ik çıkarla rın kısa dönem li siyasî ihtilaflara kurban edildiği bir forum haline dönüşm üştür. ECO 'nun etkin bir örgüt olarak tekrar devreye girebilm esinin öncelikli şartı tekil siyasî iradeler ile ortak ekonom ik çıkar arasın da rasyonel bir bağ kurulabilmesidir. Sürekli olarak birbirlerini kollam a ihtiyacı üzerine diplom asi yapm aya çalışan ülkelerin ku racağı ekonom ik ilişkiler zam an ve sabır isteyen uzun dönem li bir süreci gerektirir. AB’nin çekirdeğini oluşturan Almanya ve Fransa
.
-.--T?
.
S tratejik D erin lik
arasındaki güven ortam ının tekrar kurulm asının uzun ve çetin bir süreç içinde gerçekleştiği unutulmamalıdır. Bu çerçevede ECO’nun kurucu üyeleri olan Türkiye, İran ve Pa lastan arasındaki ilişkiler örgütün ileriye yönelik başarısı ve Türki ye’nin Asya derinliği kazanm asında üstlenebileceği rol açısından büyük bir önem taşımaktadır. Türkiye-İran ve Türkiye-Pakistan ilişkileri birbirine tam am ıyla zıt iki sebepten dolayı böylesi derin liğine bir işbirliği için gerekli rasyonel bir zem in kazanam am ıştır. Türkiye-İran ilişkilerinin tarihî birikim inden de kaynaklanan ve kendi içinde sürekli bir gizli şüphe içeren bir teen n i ve kollam a sü recinde seyretm esi, Türkiye-Pakistan ilişkilerinin de aksine son derece nostaljik bir iyimserliğe dayanm ası her iki ilişki biçim inin de kalıcı bir işbirliği çabasının asgarî şartı olan rasyonellik ve sü reklilik ilkesini zaafa uğratmaktadır. ECO'nun sağlıklı bir şekilde işlem esini ve Türkiye'nin Asya derinliğine zem in hazırlayan bir diplom atik araç haline dönüşebilm esini engelleyen bu zaaf ikili ilişkilerin yeniden yorum lanm asını kaçınılm az kılmaktadır. Türkiye-İran ilişkileri Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’dan oluşan asgari üç kanatlı bir çerçeve içinde seyretmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönem in dinamik şartlan her üç bölgede de son d e rece karm aşık güç dengelerini beraberinde getirmiş bulunm akta dır. Küresel ve bölgesel dengeler arasındaki etkileşim ile daha da karmaşık bir nitelik kazanan bu güç dengeleri tarihi derinliği haiz Türk-İran ilişkilerinin konjonktürel nitelikli dalgalanm alar yaşa m asına yol açm ıştır. Batı Asya'nın bu iki önem li gücü h er üç b ö l gede de karşılıklı bağım lılık ve rekabet sarkacı içinde seyreden iliş kileri yeni bir dengeye oturtm akta güçlük çekmektedir. Türki ye'nin Soğuk Savaş sonrası dönem de Avrasya ölçekli stratejilerin de ABD ağırlıklı bir yönelişe girmesi, buna m ukabil A BD 'nin çifte kuşatm a politikası ile İran'ı dışlayan bir strateji benim sem iş olm a sı Tü rk-lran ilişkilerindeki yeni denge arayışlarını olum suz yönde etkilemiştir. Bu durum ECO’nun oluşum seyri ile konjonktürel konum u arasında da bir tür uyumsuzluk ortaya çıkarm ıştır. Tem elde ABD öncülüğünde Sovyet tehdidi karşısında güneyde bir ittifak hattı oluşturm ak üzere kurulan CENTO'nun devamı niteliğindeki ECO Soğuk Savaş sonrası dönem de ABD’nin stratejik çıkarları ile TürkiI
T ü rk iy e ’nin S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış Politika A raçları
ye'nin Avrasya derinlikli politika oluşturm a çabaları arasında ç e lişkili bir konum da kalmıştır. Aynı dönem de ECO’nun diğer ö n em li üyesi olan ve bu örgütün m erkezini kendi başkentinde barındı ran İran 'ın ABD 'nin kendisini dışlayan politikalar karşısında başta Rusya, Hindistan ve Çin olm ak üzere Asya ülkeleri ile yoğun te m aslara yönelm esi Türkiye ile İran ’ın küresel ve bölgesel tercih le' ri arasındaki pergelin açılm ası sonucunu doğurmuştur, ikili ilişki lerdeki bu yeni unsurlar ECO’nun Orta Asya ülkelerini de kapsaya cak bir etkinliğe kavuşm asını engellemiştir. Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya ile ilgili bölüm lerde daha de taylı bir şekilde üzerinde durduğumuz gibi, Türkiye her şeyden ön ce İran ’la olan ilişkilerini tekil bir konum dan çıkararak genel Asya -özellikle de Batı Asya- politikasının çerçevesi içinde yeniden tanım lam ak zorundadır. İran’ın Türkiye'nin Asya politikasında sa hip olduğu ağırlık Türkiye’nin İran’ın Avrupa ve Batı politikasında sahip olduğu ağırlık ile birbirini tam am layan bir bütünlük arzetmektedir. Her iki ülkenin Ortadoğu bölgesinin geneli üzerindeki ağırlığı da bu bütünlüğü tam am layıcı unsurlar ihtiva etm ektedir. Bu da Türkiye-İran ilişkilerinde ciddi bir ortak çıkar boyutunun ol duğunu göstermektedir. Bu ortak çıkar alanı gözardı edilerek çatışm a noktalarını ve ABD benzeri küresel güçlerin konjonktürel stratejik hesaplarım esas alan bir politika takip etm ek Türkiye'nin bölgesel ağırlığını zayıflatır. Bir an için Türkiye ile İran ’ın gerek ideolojik gerekse reelpolitik açıdan bölgesel gerilim kutuplan olduklarım kabul etsek bile bu kutuplar arasında sürekli gerilim artırıcı politikalar takip etm ek ABD’nin dış politika geçm işi ve anlayışı İle de uyumlu de ğildir. Soğuk Savaşın en yoğun olduğu dönem lerde karşı kutbu tem sil eden SSCB ile detant politikasını başlatan ABD, bölgesel gerginliklerin azaltılm ası am acıyla Türkiye-İran ilişkilerinde bir detant dönem inin başlam asını rasyonel bir diplom atik gelişm e olarak görmelidir. Nitekim, İran’da H atem î’nin iktidara gelişinden sonra ABD'nin İran politikasında da ciddî bir yum uşam a gözlen m eye başlam ıştır. Aslında gerçek siyasî güç ve irade, detant dö nem lerinin eseri olmaktadır. ABD’nin detant politikası da AlmanHo Qnmıir Savaş üprcrinliklerirti azaltm anın da
S tra te jik D erinlik
Ötesinde etki alanını yaymaya dayanan uzun dönem li bir stratejik hesabın ürünüdür. Türkiye de yeni bir Doğu ya da Asya stratejisi dönem ini b aşlat ma ve İran ile ilişkilerini bu çerçevede yeniden değerlendirm e ih tiyacı ile karşı karşıyadır. Türk-İran ilişkilerinin ortak çıkar alanla rını gözeten rasyonel bir zem inde seyretmeye başlam ası şu ana kadar bir ekonom ik işbirliği örgütünden beklenen verimliliği ve etkinliği gösterm em iş bulunan ECO'nun da yeniden yapılanm ası nı ve üzerinde bulunduğu jeostratejik kuşağın gerektirdiği dina m izme kavuşmasını sağlayabilir. ECO’nun bir bütün olarak daha etkin bir stratejik araç haline dönüşebilm esi önem li ölçüde Türkİran ilişkilerindeki psikolojik unsurların yeniden kurulabilm esine bağlıdır. Türkiye-Pakistan ilişkileri ise aksi yönde bir psikolojinin gölge si altında kalmıştır. Dış politikada bazen ileri düzeydeki iyi ilişkiler ülkeler arasındaki ilişkilere hakim olan verimsizliği örten bir etki de bulunur. Siyasî ilişkiler o derece iyi seyretm ektedir ki, bu ülke ler arasındaki dış politika ilişkisi dikensi?, gül b ah çesi olarak görü nür ve ilişkilerin olduğu gibi sürm esine yol açan statükocu bir ta vır her iki ülkenin dış politika yapım cılarına egem en olur. Karşılık lı olarak gönderilen diplom atlar kendi ülkelerindeym işçesine ra hat hareket ettikleri için ilişkilerde aksayan yönlere vurguda b u lunmazlar. Bu tür nostaljik dış politika ilişkileri aslında rasyonel ve atılım cı bir dış politika yapılanm asının önündeki en Önemli engel lerden birdir. Dış politika yapım ında nostaljik dostluklar da n o s taljik düşm anlıklar gibi gerçek durumu görmeyi engelleyen bir perde oluşturur. Türkiye-Pakistan arasındaki ilişkiler bu tür nostaljik dostluk ilişkisinin m üsbet ve m enfî yanlarım son derece çarpıcı bir şekilde yansıtmaktadır. Türkiye ile Pakistan arasındaki ilişki sanıldığı gibi sadece Hint m üslüm anlarınm İstiklal Savaşı'na, Türkiye'nin de Pa kistan'ın bağım sızlık m ücadelesine verdiği destek ile başlam ış d e ğildir. Aksine bu iki ülkenin kültürel yapılarını belirleyen ve ortak ünsurlan pekiştiren çok köklü bir tarihî geçm işten bahsetm ek mümkündür. Bu iki toplum m edeniyetler tarihinin uzun dönem li seyrinde birbirine benzeyen bir etkileşim alanının tesiri altında kalmışlar-
...... ’ ”
!
dır. Pakistan ve Türkiye’yi benzeştiren tarihî faktör bu iki ülkenin kültürel ham urunun da İslam m edeniyet havzasına giren iki d ina mik göçebe m edeniyet unsurunun köklü bir yerleşik m edeniyet ile hesaplaşm ış olmasıdır. Gaznelileri Hindistan'da Hint m edeniyeti ile, Selçukluları Anadolu’da Doğu Rom a m edeniyeti ile İslam m e deniyetinin öncüleri olarak karşılaştıran tarihî gerçeklik bugünkü Pakistan ve Türkiye gerçekliklerinin oluşum tohum landır.
D el
hi’nin 1197'de M üslüm an Gurlular tarafından fethi ile 1176'da II. Kılıç Arslan'm M yriokephaîon savaşında Bizans im paratoru II. K om nenos’ü yenerek Anadolu’daki Selçuklu hakim iyetini pekiştir m esi bu iki coğrafyanın ortak kader çizgilerinin ürünüdür. Bu biri kimler üzerine yükselen O sm aniı ve Babür devletleri İslam m ede niyetinin Balkanlar-Anadolu ekseni ile Hindistan eksenlerindeki zirve noktalandır. Bu İki m edeniyet ekseninin estetik zirveleri olan olan Selimiye ve Tac M ahal de aynı dönem in eserleridir. 1856 Osm aniı Islahat Ferm am ile 1857 Ayaklanmasından sonra H indistan’ın doğrudan İngiliz yönetim ine bağlanm ası arasındaki paralellik de bu iki eksenin Batı m edeniyeti ile hesaplaşm a sü re cinde karşı karşıya kaldığı kavşaklardaki ortak çizgileri sergilem ek tedir. O sm aniı hilafetinin yıkılm asından sonra ilk defa bir devletin İslam kimliği vurgulanarak ortaya çıkışının Pakistan'da gerçekleş m iş olm ası da uzak coğrafyalardaki benzer kader çizgilerini payla şan bu iki toplum arasındaki benzerlik ve tam am layıcılık ilişkisini ortaya koymaktadır. Bu tarihî yakınlığı tam bir siyasî dostluğa dönüştüren ilişki bi çim i ne yazık ki bugüne kadar bu toplum lar arasındaki geçişkenliği artıran verim li bir seyir takip edem em iştir. Basit bir misal ile gösterm ek gerekirse 1994 yılı esas alındığında Türkiye’nin Pakis ta n ’ın toplam ithalatındaki payı da (0.52%) ihracatındaki payı da (0.54% ) yüzde 1 seviyesinde bile değildir. 1995 yılında ekonom ik ilişkide bir canlanm a görülm üşse de toplam ticaret hacm i yine de 250 milyon dolar (244.4 milyon dolar) seviyesinin altındadır. Bu düşük seviyeye gerekçe olarak iki ülkenin benzer üretim bi çim lerine ve ekonom ik yapılara sahip olm ası gösterilm ekte ise de bu yeterince inandırıcı değildir. Bu tür benzer ekonom ik yapılara sahip ülkeler ortak projelerle ü çüncü ülkelerde ciddî bir ekonom ik etki alanı oluşturabilirler. Son olarak gündem e gelen Pamuk Birlia i n rn ip ci h u k n m ı r l a ivi h i r ha.slan cnp o lab ilir.
Avnca Özellikle E C O
Stratejik D erinlik
m ekanizm ası daha etkin bir şekilde çalıştırılarak Orta Asya’ya yö nelik ortak politikalar ve projeler üretilmelidir. Ama bütün bu pro jelerin başarılı olması için her iki tarafı da rehavete sürükleyen nostaljik iyi ilişki biçim inin daha etkin bir ortaklığa dönüştürül mesi gerekmektedir. Böyle bir konjonktürde gerek Orta Asya ü lke lerine gerekse Asya’nın ekonom ik ve politik dengelerinde gittikçe ağırlığı artan Çin’e yönelik ortak bir açılım sergilenmelidir. Türki ye-Pakistan ilişkilerindeki tarihî derinlik ve sıcaklık Pakistan’ı T ü r kiye açısından kapsamlı ve dinam ik bir Asya stratejisinin güvenilir kilit ülkesi yapmaktadır. ECO benzeri ekonom ik işbirliği çabalarının başarısının ikili ilişkilerle ilgili birinci şartı tam am layan ikinci önem li şartı ise uzun dönem li stratejik hedefler ile kısa dönem li projeler arasında derinlem esine bir uyumun gerçekleştirilmesidir. Liderler ve dışiş leri bakanlan düzeyindeki toplantılarda vurgulanan genel ve uzun vadeli hedeflerin, projelerin oluşturduğu bir altyapı ile d esteklen m em esi, zam anla örgütün retoriği ile pratiği arasında ciddî bir boşluk doğm asına yol açar. Bunun tam zıddı olarak sürekli tekn is yenler düzeyinde yürütülen ve detay düzeydeki projeler üzerinde yoğunlaşan tem aslar da siyasî irade ve yönlendirm enin yeterince vurgulanm am ası dolayısıyla rutin düzeyde kalm aya m ahkum olur. ECO’nun çalışm alarında görülen önem li aksaklıklardan b iri si de, iç organizasyondan çok dışa yönelik m esajlar içeren zirveler ile detaylarda sürekli uzayan teknik görüşm eler arasında sıkışıp kalan bir gündem in sınırları dışına çıkılam am ası dır. Bu ikilemin aşılabilm esi ancak ve ancak siyası irade ile teknik çabalar arasındaki koordinasyonun sıhhatli bir şekilde yapılm ası ile m üm kün olabilir. Bu da teknisyen bürokratlar düzeyindeki te m asların siyasî irade içeren zirvelerin öncesind e ve sonrasında ve rimli bir şekilde yürütülm esine bağlıdır. Ön hazırlığı üye ülkelerin ortak çıkar ve hedeflerini gözetecek şekilde yapılm ış olan zirve toplantılarının ortaya çıkardığı siyasî irade bürokratların zirve sonrasındaki uygulamaları için önem li bir ivme kazandırır. Bu uy gulamaların da belli aralıklarla yine siyasîler tarafından d en etlen m esi uzun dönem li stratejik hedeflerin kadem eli bir şekilde kısa dönem li projelere dönüştürülebilm esi açısından büyük bir önem taşımaktadır.
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve Dış Politika A raçları
V. KEİ: Stepler ve Karadeniz Yakın deniz havzası ile ilgili bölüm de de üzerinde durduğumuz gibi Soğuk Savaş sonrası dönem de Türkiye’nin en köklü değişim yaşadığı deniz havzası Karadeniz olmuştur. Soğuk Savaş d önem i nin çift kutuplu yapılanm asında Türkiye'nin yakın deniz havzası olm aktan çok bloklararası kutuplaşm anın en keskin şekilde yansı dığı bir iç deniz hüviyeti taşıyan Karadeniz, kıyı ülkeler için taşıdı ğı potansiyelin çok gerisinde bir önem e sahip olmuştur. Karadeniz havzası etrafındaki jeopolitik kutuplaşma Avrasya’nın bu en b ü yük iç denizinin jeoekonom ik önem inin yeterince değerlendirilem em esi sonucunu doğurmuştur. Soğuk Savaş dönem inde Türkiye dışındaki bütün Karadeniz ül kelerinin Doğu Bioku içinde yer alması, bu denize dönük politika ların tam am ıyla daha küresel ölçekli politikalar m uvacehesinde belirm esine yol açm ıştı. Bu da Türkiye’nin Karadeniz havzasını m illî stratejik planlam anın bir parçası olarak değerlendirebilm e şansım önem li ölçüde azaltmıştı. Soğuk Savaş dönem indeki çift kutuplu yapının Türkiye aleyhi ne tam bir kategorik blok ayrımına tâbi tuttuğu bu havzada yeni dönem de hem bölgesel işbirliği, hem de Türkiye'nin yakın kara ve deniz havzalarına dönük politikası açısından ciddi bir stratejik açılım potansiyeli doğmuştur. Bu potansiyeli dinam ik bir stratejik unsur haline dönüştürm ek üzere devreye sokulan KEİ, bu yönüy le önem li bir boşluğu doldurabilecek bir adım olarak görülmüş ve kısa zam anda önem li bir ilgiye m azhar olmuştur. İlk olarak Aralık 1990’da Ankara’da düzenlenen bir konferansta gündem e gelen proje, 1 9 9 l ’deki hazırlık safhasından sonra 25 Haziran 1992'de İs tan b u l’da yapılan zirvede im zalanan bildirge ile hayata geçirilm iş tir. Türkiye, Rusya, Ukrayna, Bulgaristan, Rom anya ve Gürcistan gibi Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler dışında Karadeniz ile dolaylı ir tibatı olan Moldovya, Arnavutluk, Yunanistan, Azerbaycan ve Er m enistan 'ın üye olarak katıldıkları işbirliği örgütünde daha sonra gelen talepler üzerine Tunus, Mısır, Slovakya, Polonya ve İsrail de gözlem ci statüsü kazanmışlardır. j
.
KEİ kuruluş bildirgesinde örgütün niteliklerini tanım larken c ami l onmdmpc i np n7P>n crn.çfprilmİS
S tratejik D eriniik
ve özellikle bildirgenin V. m addesinde AGİK ilkelerine yapılan atıf ve VII. maddede AB üyelik süreçlerinin olum suz etkilenm eyeceği ne dair teyit edilen vurgu örgütün uluslararası konum unun ta n ım lanm asındaki dış çerçeve unsurları belirlem iştir. Üye ülkelerin konjonktürel konum larının da verdiği ivme ile hem en ilgi gören KEİ örgütlenm esini ve organlarım oluşturm a sü recini de benzeri yapılanmalarla kıyaslandığında kısa sayılabile cek bir sürede tam am lam ıştır. Olağan toplantılarını altı ayda bir yapm a kararı alm an Dışişleri Bakanlan Toplantısının en yüksek karar alm a organı olduğu örgüt bünyesinde zam anla İstatistik Ve ri ve Ekonom ik Bilgi Değişimi, Ticarî ve Sinaî İşbirliği, Tarım ve Ta rım Sanayii, Banka ve Finans, Ulaşım ve İletişim, Çevre K orunm a sı, Bilim ve Teknoloji başlıklı kalıcı, çalışm a gruplan oluşturulm uş tur. Kuruluş aşam asında sekreterya işlerinin dönem başkam olan ülke tarafından yürütülmesi kararlaştırılm asına rağm en zam anla doğan ihtiyaç dolayısıyla m erkezi İstanbul’da olan bir sekreterya oluşturulmuştur. Bu oluşumu takip eden süreç içinde Karadeniz Ekonom ik İş birliği Parlam enterler Birliği, Karadeniz Ekonom ik İşbirliği Konse yi (KEİK), KEİ İstatistik Veri ve Ekonom ik Bilgi Değişimi Eşgüdüm Merkezi ve KEİ Ticaret ve Kalkınma B a n k a sın ın oluşm ası ile bir likte örgüt yaygın ve kapsam lı bir hüviyet kazanm ıştır. Örgütün kısa zam anda ilgi görm esinin ve bu ilgiye paralel sü ratli bir yapılanm aya yönelm esinin bir kısm ı kalıcı faktörlerden oluşan, bir kısm ı da üye ülkelerin içinde bulunduğu konjonktürel şartlar içinde çok geçerli siyasî ve ekonom ik gerekçeleri vardı. Tem el kalıcı faktör Karadeniz’in Avrasya ekonom i-politiği içinde sa hip olageldiği merkezî konumdur. Aslında Soğuk Savaş dönem inin getirdiği kategorik kutuplaşm a anzî bir parçalanm a dönem ini tem sil ediyordu. Tarih boyunca Avrasya ölçekli en önem li deniz ve kara bağlantıları bir şekilde Karadeniz hattından geçm ekteydi. Ka radeniz’i çevreleyen bölgeler Avrasya merkezli bu konum un deği şik yönlerdeki bağlantılarım sağlayan kilit konum una sahiptiler. Karadeniz'in Kafkaslarla Hazar’a bağlanan doğu yakası, Asya d e rinliğine uzanan hattı; batı kıyıları ve bu kıyılardan Avrupa derin liğine uzanan Tuna havzası, Avrasya’nın Avrupa kanadına olan ir tibatlarım ; Anadölu yarım adası ve Boğazlar, Akdeniz ve Afroavras276
!
T ü rk iy e'n in Stratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış P o litik a A ra çla rı
ya bağlantılarını; Dinyeper, Dinyester, Don ve Volga nehirleri ile işlerlik
kazanan kuzey kuşağı da geniş step bağlantılarını barınd ır
maktaydı. Çift kutuplu yapılanm anın getirdiği kategorik kutuplaş ma bu bağlantıların Avrasya Ölçekli bir ekonom i-politik havza oluşturm asını müm kün kılmıyordu. Çift kutuplu yapının oluştur duğu sunî örtü ortadan kalkınca Karadeniz'i çevreleyen bölgelerin iç bağlantıları tabiî bir şekilde tekrar su yüzüne çıktı. Diğer ö n em li bir kalıcı faktörde bu denizi çevreleyen bölgelerin ve ülkelerin ik lim ve coğrafi farklılıklardan doğan potansiyeli bir ekonom ik ta m am layıcılık ilişkisine sahip olmalarıdır. Konjonktürel siyasî faktörlerin başında Türkiye ve Yunanistan dışında tümü Doğu Bloku üyesi olan ülkelerin bu blokun dağılm a sı ile birlikte ciddi bir siyasî boşluk ve uluslararası konum tan ım lanm ası ihtiyacı içine girmiş olm aları gelmektedir. O dönem de AB üyelik başvurusu sürekli askıda tutulan Türkiye’nin de alternatif arayışlar içinde olm ası katalizör rolünü oynam asının önünü a ç mıştır. KEİ'ye üyelik konusunda istekli davranan ülkelerin önem li bir kısm ının aynı dönem de başka işbirliği ve entegrasyon çalışm a ları içine girmiş olm aları bu konjonktürel ihtiyacın çarpıcı bir gös tergesidir. Konjonktürel ekonom ik faktörün başında ise yine Tür kiye ve Yunanistan dışında hem en hem en hepsi sosyalist ekono mik yapılanm a geçm işine sahip olan ve süratle piyasa ekonom isi şartlarına intibak etm eye çalışan ülkelerin bu bunalım ı aşarken bölgesel piyasa im kanlarından istifade etm e çab alan gelmektedir. Bu dönem de eski sosyalist ülkelerin tüm ünün ekonom ik dam la ma ve küçülm e yaşıyor olm aları bu tür teşebbüslere olan ilgilerini artırıcı bir etki yapmıştır. Böylesi hızlı bir ivme ile kurulan KEİ özellikle doksanlı yılların ikinci yansınd an itibaren etkinliğini önem li ölçüde kaybetm eye başlam ıştır. Bu ivme kaybının en tem el sebebi, üye ülkelerin ör gütü kalıcı faktörlere dayalı aksiyoner nitelikli bir yapı olarak d e ğil, konjonktürel ihtiyaçlara cevap verebilecek reaksiyoner bir ya pı olarak görmeleridir. Her ne kadar örgütün kuruluş bildirgesin de bu işbirliğinin herhangi bir başka işbirliği teşebbü sü ne alter n atif teşkil etm ediğinin vurgulanm ış olm ası dahi üye ülkelerin bu yapıyı m erkeze alan bir siyasî irade gösterm ediklerini ortaya koy maktadır.
8
r
Stratejik D erinlik
Ayrıca bu vurguya rağmen üye ülkelerin büyük çoğunluğu bu yeni yapıyı diğer teşebbüsler için bir alternatif koz olarak görme temayülü içine girmişlerdir. Diğer işbirliği ve entegrasyon çab ala rı ile olan ilişkiler KEİ'nin. derinlem esine gelişm esini yavaşlatan etkiler yapmıştır. Üye ülkelerin AB ile olan ilişkileri bu açıdan dik kat çekici unsurlar ihtiva etmektedir. Zaten üye olan Yunanistan dışında Bulgaristan ve Rom anya’nın da AB'nin genişlem e planları içinde yer edinm esi, Türkiye'nin önce Gümrük Birliği anlaşm asını imzalayarak AB’yi merkeze alan bir dış ekonom ik ilişkiler çerçev e sine yerleşmesi, sonra da Helsinki Süreci ile aday statüsü kazan ması, Rusya'nın G-8 çerçevesinde AB'nin lokom otif ülkeleri ile ay rı bir düzlemde ilişkiye girmesi üye ülkelerin dikkatlerinin değişik alanlara yönelm esi sonucunu doğurmuştur. Yine benzer bir şekil de Türkiye’nin ECO ve KEİ arasında Rusya ve İran İle olan ilişkile rinde alternatif alanlara oynuyor gözükmesi, Rusya’nın Slav kö kenli esld SSCB ülkeleri ile daha yakın bir ekonom ik ortaklık arayı şı içine yönelm esi bu reaksiyoner tavrın değişik yansım aları olarak görülebilir. Konjonktürel faktörlerin etkisini yansıtan diğer önem li bir b a şarısızlık nedeni de KEİ'nin AB'de yaşanan tecrübenin aksine kısa bir süre içinde hem kontrolsüz bir genişlem e hem de çok ihtiraslı bir derinleşm e tem ayülüne girmiş olmasıdır. KEİ’nin önce Kara deniz'e kıyısı olan ülkelerden başlayarak kadem eli bir genişlem e stratejisi yerine Balkanlar ve Kafkaslardaki çevre ülkelerin de b ü n yeye alınm ası hem ortak bir siyasî irade oluşm a sürecini baltala mış; hem de zaten kendi içlerinde bunalım lı bir dönem yaşayan bu ülkelerin iç çelişkilerini Örgüt yapısına taşımıştır. Bu yapı için de gerilimli ilişkiler içindeki üye ülkeler karşılıklı tem as im kanı bulm uşsa da bu tem aslar diplom atik zem in yoklama safhasından işbirliği safhasına geçecek boyuta ulaşmamıştır. AB tecrübesi ile karşılaştırıldığında h em en göze çarpan ü çü n cü bir başarısızlık nedeni de KEİ bünyesinde AB'deki Alm an-Fran sız eksenine benzer bir Türk-Rus ekseninin bir sürükleyici loko m otif olarak devreye sokulam am ış olmasıdır. Avrupa’daki AlmanFransız rekabetine benzer bir tarihî çelişkiyi Karanediz’i çevrele yen hatlar üzerinde yaşayan Türkiye ve Rusya'nın ortak siyasî ira-
^ desi olm aksızın böylesi bir teşebbü sü n ııihaî bir başarıya u laşm a
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P o litik a A ra çla rı
sı zordur. Karadeniz AB'de Alm an-Fransız rekabetini işbirliğine dönüştüren Ruhr havzası gibi Türk-Rus rekabetinin ortak ekon o mik çıkar alanı olarak görülm edikçe KEİ'nin reel bir canlılık ka zanm ası m üm kün değildir. Doğru bir zam anlam a ve yerinde bir inisiyatifle başlatılan KEİ hâlâ Türkiye’nin önem li stratejik araçlarından biri konumunu sü r dürmektedir. Bu önem üç ayrı düzlemde ele alınabilir. Birinci düz lem KEİ’nin tem elde bir ekonom ik işbirliği örgütü olarak Türki ye’nin uluslararası ekonom i-politik yapılanm a içindeki etkisine olumlu katkıda bulunm a potansiyelidir. 325 milyonluk bir pazarı bulunduran bu örgüt sadece iç ekonom ik işbirliği açısından değil, daha geniş ölçekli uluslararası ekonom i-politik etki açısından da önem li bir konum a sahiptir. Bu önem in reel bir stratejik etkinliğe dönüşebilm esi için bu örgütün Türkiye’nin diğer stratejik araçları ile tutarlı bir çerçeveye oturtulm ası gerekmektedir. Türkiye'nin AB, ECO ve KEİ ile ilgili stratejik planlam aları birarada ve tutarlı bir çerçeve içinde ele alınm aksızın Türkiye’nin bu üç örgüt ile olan ilişkilerini de birbirini destekleyecek bir etkinlikte kullanabilm esi çok güç olacaktır. G-20 platform unun oluşm ası bu karşılıklı etkile şimi daha da artırm ış bulunmaktadır. Türkiye’nin Rusya dışında G -20 platform unda bulunan tek KEİ üyesi ülke olması Türkiye’nin doğu-batı, kuzey-güney bağlantılarını kullanabilm e potansiyelini artırmıştır. Türkiye KEİ'yi bir fanusta gelişen esnek bir platform olarak değil, uluslararası ekonom i-politik etkinliğini artıracak önem li bir stratejik destek ayağı olarak görmelidir. Bu bakış açısını destekleyecek ikinci düzlem ise KEİ üyesi ülke lerden oluşan havzanın çok-tarafh (multilateral) ilişkilerinin Tür kiye için taşıdığı önemdir. Bu çok-taraflı ilişkilerin gerçek bir çe kim alanı oluşturm ası bütün üye ülkelerin ortak etkinliğini artıran sonuçlar doğuracaktır. Hele hele şu ana kadar genelde olum suz et ki yapm akla birlikte bundan sonra daha rasyonel bir zem inde ele alınm ası m üm kün olan Kafkaslar ve Balkanlarla ilgili bölgesel b u nalım larda KEİ'nin bunalım çözücü bir m ekanizm a olarak kulla nılabilm esi, başta bu örgütün kurulm asında inisiyatif gücünü kul lanan Türkiye olm ak üzere bütün taraflara önem li bir uluslararası prestij kazandıracaktır. Böylesi bir etkinlik de KEİ ile AGİK arasın da bir oaralellik ve bu iki yapıya yönelik stratejide bir uyum gerek
S tratejik D erinlik
tirmektedir. Bu çok-taraflı siyasî etkinliğin başarıya ulaşm ası da ancak ve ancak üye ülkelerin karşılıklı bağım lılıklarının m aksim i ze edilebildiği ortak ekonom ik projelerle gerçekleştirilebilir. Ü çüncü düzlem ise KEİ'ni.n ikili ilişkileri etkileyebilecek Önem li bir diplomatik tem as alanı oluşturm ası ile igilidir. Bu ilişkilerin m erkezinde de, daha Önce de vurguladığımız gibi Türkiye-Rusya ilişkileri vardır. Ne KEİ'nin başarısı Türkiye-Rusya ilişkilerinin sey rinden soyutlanabilir; ne de Türkiye-Rusya ilişkileri KEİ'nin oluş turduğu ortak diplom atik alandan bağım sız düşünülebilir. Osmanlı-Rus, Türkiye-SSCB rekabetlerinin tem el sahnesi konum una sahip olan Karadeniz belki de ilk defa karşılıklı çıkarların u zlaşm a sına zem in teşkil edebilecek bir yapıya sahip olmuştur. TürkiyeRusya ilişkilerinin Karadeniz'i m erkez alan başka aktörlerin de b u lunduğu bir arenada seyretmesi olumsuz olduğu kadar olumlu et kiler de yapabilecek bir olgudur. Osmanİı-Rus denklem inde Kara deniz bu iki toplum arasında n et bir parçalanm aya şahit olm uştu. G enelde 1774'e kadar Osmaniı ağırlığının hakim olduğu, bu ta rih ten sonra da Rus etkinliğinin sürekli arttığı bu havzada, II. Dünya Savaşı konjonktüründe her iki taraf da SSCB lehine bir güç dağılı m ında radikal bir şekilde karşı karşıya gelmiştir. Şim di bu havza nın Ukrayna, Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan gibi başka aktör lerin de bulunduğu bir yapıya kavuşması ikili ilişkilerle çok-taraflı ilişkiler arasında bir tür uyum gerekliliğini de beraberind e getir miştir. Özellikle Ukrayna’nın bir denge unsuru olarak devreye gir mesi bölge dengeleri açısından da, KEİ'nin başarısı açısından da değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Özetle KEİ önemli bir stratejik araç olarak yeniden değerlendi rilmelidir. Bu inisiyatifin başlatıcısı olan Türkiye, şu ana kadar ya şanan tecrübelerin ışığında, örgütün reaksiyoner nitelikten sürat le sıyrılarak kalıcı aksiyoner bir niteliğe dönüşm esi çabalarım hız landırmalıdır. Bu çerçevede kısa dönem li sansasyonel girişim ler den çok uzun dönemde etki yapacak ve havza-içi iletişim i artıra cak altyapı çalışmalarına yoğunlaşmak, hüküm et-dışı aktörleri de devrede tutamy'atay etkileşimi artırm ak gerekmektedir. Yakın deniz havzası bölüm ünde de vurguladığımız gibi AB, KEİ ve ECO’nun koordineli bir şekilde devreye sokulm ası Türki ye'yi Avrasya ölçekli ekonom i-politik iletişim h attın ın m erkez ü l
T ü rk iy e'n in S tratejik B ağ lan tıları v e D ış Politik a A ra çla rı
kesi haline dönüştürebilir. Bunun için de bir yandan Karadeniz’in kuzeyindeki ülkelerle ikili ilişkiler geliştirilirken, diğer yandan KEİ ve ECO m ekanizm aları daha etkin bir tarzda işletilerek Doğu Avru pa-B atı ve Güney Asya bağlantısı güçlendirilmelidir. Yoksa KEİ ve ECO gibi Türkiye'nin m erkezinde bulunduğu örgütlerin AB’ye takviye ya da alternatif unsur olarak görülm esi hem bu Örgütlerin varoluşlarını anlam sızlaştıracak, hem de Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerindeki Asya derinliğinin zaafa uğratılm ası sonucunu do ğuracaktır.
VI. D~8 ve Asya-Afrika Bağlantıları II.
Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan yakın Sovyet tehdidi,
Türkiye'nin dış politikasının Soğuk Savaş dönem inde Batı’ya dö nük ve Atlantik-eksenli bir yörüngede seyretm esine yol açan bir süreç başlattı. Diğer ikili ve bölgesel ilişkiler hep bu tem el eksenle ilgili olduğu ölçüde geliştirildi. SSCB'den gelen tek yönlü tehdit ta nım lam asının getirdiği bu Soğuk Savaş stratejisi taşıdığı statik n i telik dolayısıyla bir çok bölgenin ve alternatif dış politika açılım ı nın önünü kesti. Soğuk Savaş dönem inin sona erm esi Türkiye’nin dış politika sında psikolojik hazırlığı dahi oturm am ış olan beklenm edik bir hareketlilik doğurdu. AB'ye tam üyelik m üracaatı Batı Bloku için de yeni bir kapı aralam a çabası olurken, SSC B'nin dağılması ile birlikte kaçınılm az bir şekilde ağırlığım hissettiren tarihî ve coğra fi faktörler Türkiye’nin batı dışında kuzey, doğu ve güney yönleri nin de farkına varm ası sonucunu beraberinde getirdi. ECO’nun Orta Asya istikam etine doğru yayılarak üç üyelik bir Batı Asya iş birliği örgütünden Batı ve Orta Asya’yı kucaklayan ve dünyanın en önem li stratejik kuşaklarından birini oluşturan on üyelik bir yapı ya bürünm esi Türkiye'deki anti-doğu önyargısının aşılm asında önem li bir etki yaptı. D aha sonra oluşturulan Karadeniz İşbirliği Örgütü de Türkiye’nin daha önce tehdit yönü olarak gördüğü ku zey istikam etine açılm asını sağladı. Bu işbirliği çabası ile Doğu Av rupa, Balkanlar, Urallar ve Kafkasya’ya uzanm aya çalışan Türk diplom asisi tek yönlülüğün getirdiği felç halinden kurtulmaya başladı.
j
Stratejik D erinlik
Bu teşebbüslerle birlikte Türk dış politikası NATO, AB, ECO ve KEİ çerçevesinde Atlantik’ten Urallara, Avrupa'dan O rta Asya’ya yayılan alanlarda bölgese]
politikalar geliştirm eye başladı.
Uluslararası ekonom i-politikte ağırlığı her geçen gün artan Doğu Asya ve zengin kaynaklara sahip olan Afrika bu açılını teşeb b ü sle rinde hâlâ ihm al edilen bölgeler arasındaydı. D -8 teşebbüsü bu zaafların aşılm ası yönünde anlamlı bir çerçeveye oturmaktaydı. Her şeyden önce bu teşebbüs içinde yer alan Endonezya ve M alez ya’nın Doğu Asya’ya, M ısır ve Nijerya’nın da Afrika'ya yapılacak bir açılım için önem li üs niteliği taşıyacak ülkeler olm ası Türki ye’nin yakın kıta havzası politikalar açısından önem li bir zaafı gi derecek unsurlar ihtiva ediyordu. Ayrıca, üye ülkelerin gerek in sanlık nüfusunun beşte birine yakın bir nüfusa sahip olmaları, ge rekse Afroavrasya anakıtasm ı doğu-batı istikam etinde kuşatan son derece önem li bir jeostratejik kuşağı elinde bulunduruyor ol m aları bu projenin ortaya çıkardığı potansiyel açısından önem li bir altyapı oluşturmaktadır. ECO, KEİ ve D-8 gibi Türkiye'yi Soğuk Savaş süresince alışıla gelmiş ufukların dışma taşımaya çalışan projelerin en tem el zaafı bu politikaların rasyonel bir zem inde değerlendirilm em esi ve kısa dönem li bunalım ların etkisi altında m otivasyonunu kaybetm esi dir. KEİ’nin Rusya ile, ECO'nun da İran ile yaşanan kısa dönem li gerginliklerden etkilenm esi çok boyutlu bir dış politika açılım ını engellemiştir. Son olarak da D-8 iç politikadaki çekişm elerin ekse nine oturtulmuş, stratejik bir araç olarak daha su yüzüne çıkm a dan afıl bir hale getirilmiştir.
VII. Uluslararası Ekonomi-politik ve G-20 Soğuk Savaş sonrası dönem de bir taraftan Soğuk Savaş d ö n e m inin uluslararası yapılanm a araçları yeni nitelikler kazanırken; diğer taraftan yeni uluslararası örgütler ve araçlar devreye sokula rak uluslararası sistem in yen fd en gelere oturm ası sağlanm aya ç a lışılm ıştır. Bu çerçevede m esela BM Güvenlik Konseyi göreceli bir güç kaybına uğrarken, ekonom i-politik bir m isyonla kurulan G-8, uluslararası sistem de ortaya çıkm ası m uhtem el boşluğu doldura cak şekilde yeni görev alanları belirlem eye ve büyük güçler ara-
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış P olitika A raçları
1
1 sındaki en üst forum niteliği kazanm aya başlam ıştır. G -8’in Hazi ran 1999 Köln Zirvesinde alm an ilke kararından sonra 25 Eylül 1999’da kuruluşu deklare edilen G -20 bu çerçevede özel bir önem taşım aktadır. Türkiye'nin de davet edildiği G -20 grubunun işlev sel rolünün anlaşılabilm esi ve Türkiye'nin bu çerçevedeki konu m unun değerlendirilebilm esi için G -8 grubunun Soğuk Savaş sonrası dönem de geçirm ekte olduğu dönüşüm ün anlaşılm ası ge rekmektedir. Soğuk Savaş sonrası d önem de önem i gittikçe artan ve ulusla rarası ilişkiler ağının m erkezine yerleşm eye başlayan G -8’in Önce G-7 şeklinde doğuşu, aslında II. Dünya Savaşından sonra kurulan ve Soğuk Savaşın sona erm esine kadar etkisini sürdüren uluslararası m eşruiyet yapılanm ası ile reel güç yapılanm ası arasındaki farkın giderilm esi çabasının bir sonucudur. II. Dünya Savaşının suçlu m ağlupları olan Almanya ve Japonya’nın ulaştıkları ekon o m i-politik güç, başta ABD olm ak üzere sistem in m eşru m erkez güçlerini bu ülkeleri de içine alacak ekonom i-politik nitelikli yeni forum lar ve örgütler kurm aya itmiştir. Bu süreçte, m aliyetleri git tikçe artan uluslararası operasyonların finanse edilm esi ihtiyacı da etkili olmuştur. Uluslararası ekonom i-politik sistem in işleyişine katkıda bulu nan güçlerin zam anla kendi m eşruiyet alanlarını da oluşturm aya başlam aları G~8fin ekonom i-politik ağırlığını diplom atik ağırlığa da dönüştürm esine yol açm ıştır. Ekonom i-politik kapasitesi a çı sından bu yapıya katılm a im kanı olmayan Rusya’nın diplom atik ve nükleer gücü dolayısıyla örgüte alınm asıyla bu dönüşüm hem m eşruiyet hem de ivme kazanmıştır. Böylece gittikçe daha sık ara lıklarla toplanm aya başlayan G-8, faaliyet alanım ve m isyonunu da kadem eli bir şekilde geliştirmiştir. G-8 zirvelerinde Kosova'dan Keşmir ve Kıbrıs’a kadar uzanan m üzakereler bu örgütün, B M ’yi bir tür m eşrulaştırm a aracı olarak kullanm a kapasitesine sahip re el bir güç yapılanm ası niteliğine dönüşm ekte olduğunu ortaya koymaktadır. Küresel strateji geliştirm e kapasitesine sahip her büyük gü cün, örgütün bu niteliğinden kendine özgü beklentileri vardır. ABD, G-8 üzerinden bir taraftan uluslararası ekonom i-politik sis tem in işleyişindeki patronaj rolünü sürdürmeye, diğer taraftan da ^
^ S tra te jik D erinlik
uluslararası siyasî işleyişin reel yükünü diğer güçlere de yansıt m aya çalışm aktadır. Böylece ABD reel operasyonların ve diplo m atik m anevraların uygulam asında G -8 ’i devreye sokarken bu öıgüt içinde çıkacak m u htem el problem alanlarında da BM G ü venlik K onseyi'nin m eşrulaştırıcı etkisini devrede tu tabilecek araçlara sahip olmaktadır. Bugün her iki yapıyı da en etkin bir şekilde kullanabilecek yegâ ne güç ABD’dir. G -8’in artan etkisi ile açılan yeni alan Almanya ve Japonya'nın BM Güvenlik Konseyi'ne girme yönündeki dolaylı b a s kılarını da gereksiz kılmıştır. ABD m alî destek de ihtiva eden acil operasyonlar için G -8’i, süreç gerektiren diplomatik bunalım alan ları için ise BM Güvenlik Konseyi' ni devrede tutm akta ve bütün bu yapıların dengeleyici gücü olm a esnekliğinin getirdiği avantajları kullanabilecek bir konum da bulunm aya özen göstermektedir. Soğuk Savaş süresince II. Dünya Savaşının psikolojik yükünü taşım ak zorunda kalan Almanya ve Japonya için G-8 malî faturalar karşılığında m eşruiyet kazanılan bir örgüt konumundadır. D ok sanlı yılların başlarında tartışılan ve her iki gücü de BM Güvenlik Konseyi'ne alm aya yönelik senaryoların devre dışında tutulm ası bu iki ülke için de G -8'i uluslararası ilişkilerde etkinliğin en doğru dan aracı kılmıştır. Özellikle NATO ve AB içindeki konum unu da etkin bir şekilde devreye sokan Almanya bu üç yapı arasında kurduğu koordineli diplom atik ilişki ile kendisine son derece önem li bir diplomatik alan açm ış bulunm aktadır, Alm anya'nın 1999 yılındaki Kosova Operasyonu süresince ve sonrasında yürüttüğü etkin politika te m elde böylesi bir diplom atik m anevra alanının ürünüdür. G -8'in batılı ya da Avrupalı olm ayan yegâne üyesi olan Japonya da ulus lararası ekonom i-politikte temerküz eden gücünü G-8 üzerinden küresel ölçekli bir forum a yansıtmaktadır. G -8’e sonradan dahil olan ve bir ölçüde de yaptığı sürpriz atak larla kendini örgüte em poze eden Rusya ise G-8'i. hem uluslarara sı alandaki etkinliğini korumak, hem de iç ekonom ik rehabilitas yonuna dış kaynak aktarabilm ek için son derece pragm atik bir tarzda kullanmaktadır. Rusya’nın Kosova bunalım ı süresince takip ettiği sürpriz ham lelere dayalı taktiği bu pragm atik politikanın en ^ çarpıcı m isallerinden birini oluşturmuştur. Örgütün diğer önem li
T ü rk iy e'n in Stratejik B a ğ la n tıla rı v e Dı.ş Politika Araçlan
güçleri olan İngiltere ve Fransa ise G -8’deki güçlerini BM Güvenlik K onseyine, BM Güvenlik K onseyindeki güçlerini de G -8'e tran s fer ederek sistem in dengeleyici ve m eşrulaştırıcı güçleri konum u nu sürdürmeye çatışmaktadırlar. Soğuk Savaş sonrası dönem de uluslararası ekonom i-politik sistem açısından böylesi merkezî bir konum kazanan G -8'in daha geniş bir platform niteliğinde olan G-20 grubunu oluşturm a kara rının arkasında ekonom i-politik ve siyasî nitelikli gerekçeler var dır. 1999 Köln Zirvesinde alman “sistem atik önem taşıyan ülkele rin Bretton VVoods’un kurum sal sistem i çerçevesinde diyalogları için inform al bir m ekanizm a oluşturma" kararı ile biraraya getiri len ülkelerin seçim i bir anlam da bölgesel ve küresel ekonom i-politik sistem in pivot ülkelerini de ortaya koyan ipuçları verm ekte dir. Uluslararası malî istikrarın sağlanm ası için sanayileşm iş ülke lerle yükselen pazar ülkelerinden oluşan daha geniş bir platform niteliği taşıyan bu yeni oluşum da G-8 bünyesindeki sekiz ülke dişm da Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çiıı, Endonezya, Hindistan, M eksika, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Güney Kore ve Türkiye yer almaktadır. AB, IMF ve Dünya Bankası tem silcilerinin de bu lunduğu bu platform için Tayland ve Malezya gibi bazı Asya ülke leri de üyelik İçin yoğun talep ve tem aslarını sürdürmektedir. M alî konularla ilgili istişarî bir platform olarak düşünülen G2 0 'n in süreç içinde daha geniş kapsam lı roller ü stlenm esi bekle nebilir. Sanayi ülkeleri arasında benzer bir şekilde dar bir misyon İle başlatılan G-7 tecrü besinin zam anla geçirdiği dönüşüm bu ko nuda önem li ipuçları ihtiva etmektedir. Ülkelerin seçim i bu görü şüm üzü teyid eder nitelik arzetmektedir. G -20'nin kom pozisyonu n a bakıldığında üç önem li kriterin gözönünde tutulduğu anlaşıl m aktadır: (i) Uluslararası ekonom i-politik ve siyasî sistem açısın dan m utlaka sistem içinde bulunm ası gereken ve dışlanm ası du rum unda ciddi riskler barındıran büyük Ölçekli dem ografik güçler; (ii) bölgesel tem sil kabiliyeti olan, dolayısıyla da uluslararası ekonom i-politik sistem in kuşatıcı bir nitelik arzetm esini sağlayan ül keler; (iii) değişik kültür ve m edeniyet havzalarını tem sil kabiliye ti olan ülkeler; (iv) ekonom ik çapı itibarıyla ya demografik kapasi tesi, ya pazar dinam izm i ya da doğal kaynak potansiyeli açısınd an önem tasıvan ülkeler.
S tra te jik D erinlik
Birinci kriter Çin ve Hindistan gibi dünya nüfusunun Önemli bir kısm ım barındıran ülkeleri kapsamaktadır. Bu ülkelerin ulusla rarası ekonom i-politik sistem in işleyişinin dışında tutulm ası yeni küresel kutuplaşm alara yol açabilecek riskler barındırm aktadır. BM Güvenlik K onseyinde küresel siyasal sistem içinde önem li bir konum a sahip olan Çin’in uluslararası ekonom i-politik sistem i yönlendiren G-8 bünyesinde yer alm am ası bizatihi önem li bir ç e lişki oluşturmaktadır. Siyasî alanda sosyalist söylem i sürdüren Çin’in kapitalist küresel ekonom i-politik sistem in çarkları içinde tutulm ası sistem açısından özel bir önem taşımaktadır. İkinci kriter küreselleşm e söylem ine uyumlu jair bölgesel dağı lımı gerçekleştirm eye yöneliktir. Bu dağılım da Çin, Japonya ve G ü ney Kore Doğu Asya’yı; Endonezya Güneydoğu Asya’yı; Hindistan Güney Asya'yı; Rusya Doğu Avrupa ve step Avrasya'sını; Türkiye Batı (kısmen de Orta) Asya’yı; Suudi Arabistan O rtadoğu’yu; G ü ney Afrika Cumhuriyeti Afrika'yı; Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya Avrupa'yı; ABD ve Kanada Kuzey Amerika'yı; M eksika Orta A m erika’yı; A rjantin ve Brezilya Güney Amerika'yı; Avustralya G ü ney Pasifik ve Avustralya'yı tem sil etmektedir. Soğuk Savaş sonra sında ortaya çıkan yoğun bölgesel entegrasyon çabalarının pivot ülkelerini oluşturan bu ülkelerin sistem içine çekilm esi ve bu sis tem içi konum larına inform el nitelikli de olsa bir m uhteva kazan dırılması uluslararası ekonom i-politik düzenin kapsayıcı bİı* şekil de yaygınlaştırılabilm esi açısından büyük bir önem taşımaktadır. Ü çüncü kriterle özellikle Medeniyetler Çatışması tezinin ortaya çıkardığı gerilimli atm osferi aşarak değişik medeniyet, din ve kül tür havzalarına uluslararası ekonom i-politik işleyiş içinde tem sil im kanı tanım ak ve kapitalizm in yerel kültürlerle olan ilişkisi yeni bir zem ine oturtulm ak istenm ektedir. Bu işlev h em en h em en b ü tün m edeniyet havzalarının canlanm a sürecine girdiği ve küresel leşm enin getirdiği araçlarla daha da küresel anlam da etkin ve gö rünür bir nitelik kazanacağı önüm üzdeki dönem de daha da özel bir ö n em taşıyabilir. Bu açıd an bakıldığında Çin Konfüçyanişt/Budist; Japonya Şintoist/Budist; H indistan Hind; Endonezya, Suudi Arabistan ve Türkiye değişik bölgesel kimlikleri de barınd ı ran İslam ; Güney Afrika, Afrika; Meksika, Brezilya ve Arjantin Latin; İngiltere, ABD ve Kanada Protestan/Anglo Sakson; İtalya ve Fransa Latin/Katolik; Almanya Germen/ICatolik/Protestan; Rusva
T ü rk iye n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitik a A ra çla rı
Slav/Ortodoks kimlikleri ile tebarüz etm ekte ve küreselleşm eye uygun sinkretik bir tablo oluşturmaktadır. Dördüncü kriter ise bu oluşum un deklaratif niteliği ile doğru dan ilişkilidir. Uluslararası finansal istikrarın sağlanm ası ve ekono m i-politik dengelerin yerine oturm ası üç ana ekonom ik alanın irtibatlandırılm asına bağlıdır: Doğal kaynaklar, üretim ve tüketim havzaları. Sadece sanayileşmiş ülkelerin oluşturduğu G-8 yoğun ve teknolojik üretim havzalarını kapsamaktadır. Dolayısıyla bu ülke ler arasında aslında üretim için gerekli doğal kaynakların denetim i ve üretim sonrası tüketim alanları açısından diğer ülkeler üzerinde seyreden bir iç rekabet söz konusudur. Bu rekabetin doğurabilece ği çıkar çatışm alarının azaltılması, üretim bloku şeklindeki G-8 ile pazar ve doğal kaynak bloku olan diğer ülkeler arasında cari KuzeyGüney şeklindeki kutuplaşm anın Önlenmesi de doğal kaynak ve tüketim alanı itibarıyla büyük önem taşıyan ülkelerin sistem içinde devrede tutulması yoluyla bu oluşumun önem li işlevlerinden biri si olacaktır. Grup için kullanılan “yükselen piyasalar” tanım lam ası da bu kritere uygun bir tanımlamadır. Bu çerçevede Çin, Hindis tan, Endonezya, Brezilya, Arjantin, Meksika ve Türkiye gibi ülkeler yoğun ve dinamik nüfusun ortaya çıkardığı geniş piyasa ve pazar im kanları açısından önem taşırken, Suudi Arabistan, Endonezya ve Meksika gibi ülkeler başta petrol olmak üzere sanayinin ihtiyaç his settiği doğal kaynaklar açısından öne çıkmaktadırlar. Şu anda uluslararası m alî istikrarla sınırlı bir m isyon tan ım la m ası yapılan ve ilk resm i toplantısı maliye bakanlan düzeyinde ya pılan G -20'n in uluslararası sistem de zam anla nasıl bir rol üstlene ceği işleyiş süreci içinde belirm eye başlayacaktır. Ancak KuzeyGüney gerginliğinin arttığı, uluslararası örgütlerin işleyişinde cid di bir tem sil, dolayısıyla da meşruiyet bunalım ının söz konusu ol duğu, uluslararası sistem in daha yaygın bir tem sil ve katılım m e kanizm asından yoksun olduğu bir dönem de bu tür ara organların önem li roller üstlenm esi beklenebilir. Bu roller hem idealist hem de realist unsurlar açısından önem taşım aktadır. İdealist yaklaşım açısından önemlidir, çünkü Soğuk Savaş sonrası gittikçe yaygınlaşan ve tem el m eşruiyet zem ini hali ni alan dem okrasi söylem ine rağm en uluslararası örgütler hâlâ yo ğun tem sil ve katılım sıkıntısı çekilen oligarşik yapılara sahiptir. Realist arıdan önemlidir, çünkü gerilimleri esnetici ve çatışm a
l Stratejik D erinlik
alanlarını daraltıcı bunalım çözücü m ekanizm alar ve geçiş rolü üstlenecek ara organlar olmaksızın reel güç kutuplaşm alarının doğrudan ya da dolaylı çatışm alara dönüşm esini önleyebilm ek çok güçtür. Gelir dağılım ının aşın ölçülerde bozulduğu, açlık soru nunun kitlesel ve kıtasal bir nitelik kazandığı, Ü çüncü Dünya ül kelerinin borç stoklarının dayanılmaz ölçülere ulaştrgı, finansal araçlar kullanarak yapılan m anipülasyonlarla çok büyük ölçekli kaynak ve güç aktarım ının yapılabildiği bir ortam da uluslararası düzeninin istikrara ve dengeye kavuşması çok güçtür. Hiyerarşik gerilimleri yum uşatıcı etki yapm ası m uhtem el G -20 benzeri ör gütler böylesi bir konjonktürde özel bir konum kazanacaklardır. Bu çerçevede Türkiye’nin G-20 üyesi olm ası sınırlı m alî alanın ötesinde değerlendirilm esi gereken bir olgudur..Bu değerlendirm e birisi Türkiye’nin dış politikasının tem el param etreleri ile ilgili ge nel, diğeri özellikle G-8 ve G-20 platform larının yapısı ile ilgili da ha özel iki ayrı düzlemde yapılmalıdır. Genel düzlemde bu üyelik Türkiye’nin dış politika yapım ında ki temel yaklaşımının revizyonunu gerektirmektedir. Türkiye şu ana kadar sürdüregeldiği, genelde yakın bölgeleri kuşatan ve teh dit algılamalarına dayalı güvenlik param etrelerini Önceleyen dış politika yaklaşım ının sınırlarını aşm ak zorundadır. Küresel ekoııomi-politik ve kültürel problem lerde görüşü olm ayan ve sözü din lenmeyen bir ülkenin sadece güvenlik param etrelerine dayalı bir uluslararası itibar kazanması artık çok güçtür. G-20 üyeliği iyi d e ğerlendirilebilirse, söm ürgeci güçlere karşı ilk bağım sızlık m ü ca delesini yapmakla birlikte Soğuk Savaş şartlarının getirdiği k on jonktürde sürekli Batı-Kuzey ülkelerinin perıferisinde bir görü nüm sergileyen ve Doğu-Güney ülkeleri ile yabancılaşan dış poli tika tavrının olumsuz birikim i aşılabilir. Uluslararası ekonom i-politikte görülen yeni dönüşüm ler ve jeoekon om ik kaynak paylaşımı bölgeler açısından ele alındığında uluslararası rekabetin sürdüğü alanlar itibarıyla 21. yüzyıl başlarında bir Asya, sonlarında ise bir Afrika yüzyılı olmaya aday görünmektedir. G -20’ııin üyelik kompozisyonu Türkiye’ye bu alanlarda önem li bir açılım im kanı sağlamaktadır. Türkiye’nin ekonom ik alanda ku zey/güney, kültürel alanda Doğu/Batı denklem lerinde bir köprü rolü üstlenm esi herşeyden önce bir periferi ülkesi görüntüsünden | sıyrılmakla müm kün olabilir. Güney ve Doğu ülkeleri ne7rlinrlf> ;+i.
T ü rk iy e ’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış P o litik a A ra çla rı
bar sağlayacak böylesi bir yaklaşım Türkiye'nin genel uluslararası itibarını olduğu kadar Kuzey ve Batı ülkeleri nezdindeki Önemini de artıracaktır. Özel düzlemde ise G -8'in biraz önce üzerinde durduğumuz uluslararası ağırlığı gittikçe artan konum u ile ilgilidir. G -8 ’in son yıllarda bunalım alanları olarak ele aldığı ve üzerinde operasyonel planlam alar yaptığı konular Türkiye’nin doğrudan ilgi alanına gi ren konulardır. Kosova ve Kıbrıs konularının bu platformda, yani G -8'in 1999 zirvesinde ele alm ış biçim i ve varılan sonuçlar bu ko nuda önem li bir sinyal olmuştur. 1999 zirvesinde Kıbrıs ile ilgili alm an karar Türkiye’nin bu örgütün kazanm akta olduğu merkezî konum u yeniden değerlendirm esini zorunlu kılmıştır. G-7 d ö n e m inde Örgütün ekoııom i-politikle sınırlı görünen yapısı dolayısıy la kısm en kayıtsız kalan Türkiye, özellikle Rusya'nın örgüt-içi iliş kilerde devreye girm esinden sonra bu yeni konum dan belki de en olum suz yönde etkilenebilecek ülkeler arasında yer almaktadır. Kıbrıs m eselesi dolayısıyla BM Güvenlik Konseyi ve BM G enel Sek reterliği ile hep hassas veya gerilimli dönem ler yaşayan Türkiye şim di de G-8 baskısının oluşturacağı yeni bir diplom atik kıskaç ile karşı karşıya kalm a riskinin yükünü taşımaktadır. Aslında bu tür bunalım alanlarına m üdahale yetkisini nereden aldığı uluslararası hukuk açısından her zam an tartışm alı olan G8 ’in Kıbrıs konusunda aldığı karar bu örgütün Türkiye'nin de doğ rudan m üdahil olduğu bölgesel bunalım alanları ile ilgili o p eras yonel roller ü stlenebileceğini bir kez daha ortaya koymuştur. T ü r kiye’nin G-20 üyeliği bu tür bunalım alanlarında ve geçiş d ö n em lerinde m anevra alanı sağlayabilecek bir özellik taşımaktadır. G -20 benzeri platformlardaki üyelik im kanları, bu platform la rın daha sınırlı misyon tanım lam alarının ötesinde, küresel ve böl gesel etkinlik potansiyeli olarak değerlendirilmelidir. Bu da bütün bu platform larda etkin bir diplomasi takip etm ekle m üm kün ola bilir. Türkiye artık uluslararası itibarım sadece Kuzey ve Batı ülke lerinin periferisinde bulunm aktan değil, kendi yakın kara, deniz ve kıta havzalarındaki etkinliğinden ve küresel gelişm elerdeki Öz gür ve özgün tavrından almak zorundadır.
2. Bölüm
| Stratejik Dönüşüm ve Balkanlar
Çift kutuplu yapının dağılması ile birlikte bu kutupların Avras ya sathındaki yüzleşme alanlarında bölgesel istikrar unsurlarım zayıflatan ciddî stratejik ve jeopolitik boşluk alanları doğdu. Bu durum özellikle II. Dünya Savaşından sonra, Soğuk Savaşın katı dem irperdesinin getirdiği statik denge dolayısıyla, yaklaşık yarım asır fiilî çatışm a görmemiş olan Avrupa kıtasını derinden etkiledi. Soğuk Savaşın nükleer silahları da kapsayan terör dengesi etkisini kaybedince uluslararası ve bölgesel çelişkilerden kaynaklanan sı
nırlı konvansiyonel çatışma alanları için uygun bir zem in oluşmuş oldu. Doğu Avrupa'nın Baltık ülkelerinden M acaristan'a kadar inen kuzey hattı bu bunalım lı geçiş dönem ini küçük çatışm alar ve rıza ya dayalı bölünm elerle daha az sıkıntı ile atlatırken, etnik ve dinî farklılaşm anın karm aşık bir jeokültürel yapılanm a ürettiği güney kanadı, yani Balkanlar, tarihî gerekçelerle m eşruiyet kazandırıl maya çalışılan konvansiyonel ve param iliter çatışm aların odağı haline geldi. Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren Bosna ve Kosova'nm bu ça tış m aların odağında yer alması, önem li ölçüde bu jeopolitik boşluk alanı ile jeokültürel yüzleşme alanının kesişim hattında bulunm alarındandır. Balkanlar jeopolitiğinin dayandığı iki tem el.eksenden
Drava-Sava ekseninin merkezi Hırvatistan ve Sırbistan arasında kalan Bosna-H ersek’te; Sırbistan, M akedonya, Bulgaristan ve kıs m en de Yunanistan arasında kalan Morava-Vardar ekseninin mer-
8 S t r a t e jik D e rin lik
f
II Dünya Savaşı ve Soğuk Savaşın Balkan jeopolitiğinde tem el dayanak unsurları olan bu iki eksenin aynı zam anda yoğun jeo k ü l türel yüzleşme ve ayırım hatları olm ası, küresel ve bölgesel aktör lerin Balkanlardaki stratejik düğüme olan ilgisini kamçılam ıştır. Miloseviç Önderliğindeki Sırp yönetim inin barbar tavrı, bu jeo p o litik ve jeokültürel ilgilerin çatıştığa ve uluslararası hukukun reelpolitiğe feda edildiği bir dönüm noktasında, kendine bir m anevra im kanı bulmuştur. B osna ve Kosova bunalım larını, birbirleriyle ilgili üç ayrı düzle min oluşturduğu çelişkilerin kesişim alanında değerlendirm ek ge rekmektedir. Bunlardan birincisi küresel aktörlerin m üdahil oldu ğu uluslararası ilişkiler sistem i düzeyindeki çelişkiler; İkincisi D o ğu Avrupa ve Doğu Akdeniz çevre hatlarını da içine alan Balkaneksenli bölgesel çelişkiler; üçüncüsü ise Bosna ve Kosova’nm b i rinci dereceden komşuları ile olan ilişkilerinde ortaya çıkan ve bölgedeki jeokültürel bölünm üşlükten kaynaklanan daha küçük ölçekli ama daha doğrudan çelişkiler düzlemidir. Bir yandan bu düzlem lerin iç yapılarından kaynaklanan, diğer yandan bıi düz lem ler arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan unsurları birlikte ele al mak, bunalım ın bütün veçhelerini ortaya koyabilm enin öncelikli şartıdır.
f. Soğuk S a v a ş Sonrası Dönemde Sistem ik Çelişkiler ve Balkanlar
Soğuk Savaş sonrası dönem de Yugoslavya'nın bölünm esi ile başlayan, Bosna'da yaşanan etnik kıyım ile tırm anan ve Kosova bunalım ı ile yeni nitelikler kazanan Balkanlar M eselesi gittikçe bölgesel nitelikli bir çatışm a olm aktan çıkarak uluslararası siste m in ve bu sistem in merkezindeki güçlerin kader ibresi olm a süre cine girmiş bulunm aktadır. Bu çerçevede Balkanlar, hem II. D ü n ya Savaşı som asında ortaya çıkm ış uluslararası örgütlerin, hem de yeni dönem in güç m erkezlerinin sınanm a alanı olmaktadır. Ulus lararası sistem de değer ve m ekanizm a düzeyinde yaşanan belir sizlikler bu çatışm a alanına doğrudan yansım akta; gerek küresel gerekse kıta-ölçekli güç dengelerindeki değişimler en çarpıcı etki^ lerini yine bu alanda gösterm ektedir.
Sirarejik D ö n ü şü m ve Balk;ınt;ır
Bu açıdan 1999 baharında gerçekleştirilen Kosova M üdahalesi nin küresel ölçekli strateji geliştirme potansiyeline sahip bütün büyük güçlerin müdahil olduğu bir diplom atik ve askerî tablo o r taya çıkarm ış olm ası dikkat çekicidir. Bu nedenledir ki, Soğuk Sa vaş sonrası Balkanlarda yaşanan gelişm eleri tahlil etm ek sadece bölgesel bir analizi değil, uluslararası sistem in ana unsurlarım da kapsayan daha geniş Ölçekli analizi gerektirmektedir. B osna ve Kosova bunalım larını tırm andıran sistem ik çelişkiler üç ana başlık altında ele alınabilir: [i) ABD-Avrupa/Almanya ara sındaki küresel çıkar çelişkisi, (ii) Avrupa içinde İngiltere/Fransa, Almanya ve Rusya arasındaki kıta-ölçekli çelişkiler ve (iii) güç-eksenlı b u çelişkilerin uluslararası hukuk ve örgütler düzeyinde yol açtığı çelişkiler. Uluslararası ilişkilerin sistem düzeyindeki çelişkileri açısından bakıldığında, bu sistem ik çelişkilerin en sert ve doğrudan yansıdı ğı İki bölge olan Ortadoğu ve Balkanları edilgen kılan bunalım lar arasındaki zam anlam a ayarı son derece ilginç bir ipucu oluştur maktadır. Soğuk Savaş dönem indeki çift kutuplu yapının en sert ve en suni ikili bölünm eye tabi tuttuğu bu iki bölge, Soğuk Savaş sonrası dönem de ortaya çıkan dinamik uluslararası konjonktürde kendi etkinlik alanlarım genişletm ek isteyen büyük güçler arasın daki çelişkilerin de en doğrudan ve birbirine paralel bir şekilde yansım asına şahit olmuştur. Bu açıdan bakıldığında, Soğuk Savaş sonrası uluslararası siste mi Yeni Dünya Düzeni söylem i ile tekrar kurm a çabasının günde me getirilm esine zem in hazırlayan Körfez Savaşı ile bu söylemin bütün tem el unsurlarının reelpolitiğin acım asız dengelerine kur ban edildiği Bosna bunalım ı arasındaki zam anlam a ve süreklilik ilişkisi son derece dikkat çekicidir. Körfez Savaşının bitm esinden ve O rtadoğu’daki Am erikan hakim iyetinin küresel bir güvenlik söylem i ile pekişm esinden kısa bir süre sonra küresel güçler ara sındaki çatışm a alanı Balkanlara kaymıştır. Bu paralellik bir satranç oyununun karşılıklı ham leleri şeklinde bir seyir takip etmiştir. Irak'm silah teknolojisindeki Alman p aten tini gören ABD, Körfez Savaşı ile gerek küresel gerekse bölgesel dengelerin nihaî belirleyicisi olduğunu tescil etm eye yönelik bir Yeni Dünya Düzeni kavramı geliştirerek uluslararası bü tü n aktör
S tra te jik D erinlik
leri seferber etm e becerisi gösıerm iş ve bunun reel gücünü de Körfez Savaşında ispat etmiştir. Bu de facto üstünlüğü kabul etm ek zorunda kalan Almanya öncülüğündeki Avrupalı güçler bir taraftan diplom atik bir karşı ham le ile (Oslo Süreci ve M adrid Konferansı) Ortadoğu Barış Sü recini Avrupa eksenine çekm iş; diğer taraftan da başka bir de fa c
to dunum yaratan Yugoslavya’n ın bölünm esi sürecini başlatarak Balkanlar ve Doğu Avrupa'nın da kendi etki alanına girdiğini tes cil etm ek istemiştir. Büyük güçler arasındaki bu parçalanm a sü re ci Körfez Savaşı süresince kullanılan uluslararası kamuoyu ve
Batı değerleri gibi n o rm atif kavram ların yıpranm asına yol açm ış ve reelpolitik unsurların uluslararası sistem üzerindeki etkisini artırmıştır. Soğuk Savaş sonrası uluslararası düzen ve çatışm a alanları ile ilgili üretilen tezler de bu iki bunalım alanındaki gelişm eleri m eşrulaştıncı ve yönlendirici öğeler barındırmaktadır. Francis Fukuy am a’mn Tarihin Sonu tezi Batı m edeniyetinin ve değerlerinin m utlak zaferini yeni bir uluslararası düzenin ana unsuru olarak ilan etm ek suretiyle Körfez Savaşı öncesi m eşrulaştırıcı bir rol üst lenirken, Sam uel H untington'm Medeniyetler Çatışması tezi B al kanlardaki bunalım ı Batı-dışı m edeniyetlerin de sorum luluk sah i bi olduğu yeni bir çatışm a alanı olarak takdim etm ek suretiyle Sırpların işlediği insanlık suçlarım ve bu suçlara dolaylı katkıda bulunan Batı ülkelerinin sergilediği çifte standardı örten bir tez or taya koymaya çalışm ıştır.1 Balkanlardaki bunalım ın ilk safhasında ABD Körfez bölgesinde sağladığı kesin üstünlük karşılığı Doğu Avrupa'nın, NATO’yu ge nişletm e operasyonları dışında, genelde Avrupa'nın özelde Al m anya'nın etki alanına kaym asına smırlı bir şekilde göz yum m uş tur. Bu çerçevede Avrupa-içi çelişkilerin nabzını son derece soğukkanlı bir diplom asi ile tutan ABD bu karşı ham lelerin Balkanlar üzerindeki etkisini doksanlı yılların başlarından itibaren yakın ta kibe almıştır. BBB
1 B u tezlerin siyaset yap ım cıları ile siy aset te o ıisy en leri arasındaki ilişki a ç ıs ın d a n d eğerlendirilm esi için bkz. A h m et Davutoğlu, "The Clash of Interests: An Explanatıon of the Woı ld {DisîOrder", Perceptions, Dec. 1997 - Feb. 1998, s. 92-121; ve Fu k u y a m a 'n m Tarihin Sonu tezin in tenkidi için bkz. A h m et D avutoğlu , Civüizational Tmns formaiion and the Müslim World, Kuala Lumpur: Qııill, 1994.
Stratejik D ö n ü ş ü m ve B alk an lar
Nitekim Alm anya'nın bu dolaylı etki alanı bölüşüm ünün sonu c u n d a Yugoslavya’nın bölünm esi sürecim bir süper devlet adayı
psikolojisi ile yürütm esi ve etki alanını Slovenya ve Flırvatistan üzerinden Adriyatik'e doğru genişletm esi Avrupa-içi dengeleri h a rekete geçirmiştir. BM Güvenlik Konseyi kararı ile devreye giren Ingiliz-Fransız bloku, klasik G erm en-Slav rekabetini dengeleyen üçüncü bir unsur olarak Bosna'daki statünün Sırbistan lehine d e vamım sağlayan m üdahale-karşıtı bir politika takip etm eye başla mıştır. Avrupa’da artan Alm an etkisind en kaygı duyan İn g i liz/Fransız diplom atik ve askerî misyonu bir denge unsuru olm a nın tabiî psikolojisi içinde risk üstlenm eksizin bunalım ı uzun d ö nem e yayarak dondurm a taktiğini izlemiştir. Bosna'daki etnik kıyı m a dayanan statükonun hukukileşm esini isteyen Rusya’nın d es teğini kazanan bu politika Bosna'daki katliamın iki yıl süre ile sey redilmesi sonucunu doğurmuştur. Büyük güçler arasındaki küresel ve kıta-ölçekli bu çelişkiler e t nik kıyınım zam ana yayılarak etkin bir şekilde sürdürülm esine ze
min hazırlamıştır. Bu süreç Almanya ile ABD arasında gerçekleşen çift yönlü bir optim um uzlaşmaya dayalı Dayton Anlaşm ası ile s o nuçlanm ıştır. Bu anlaşm anın hem en öncesinde gerçekleşen aske rî harekatlar ve anlaşm anın bizatihi kendisi bir taraftan Hırvatis tan 'ın smır bütünlüğünü sağlayarak Alm anya’nın etki alanının Adriyetik’e inm esini tem in etmiş, diğer taraftan da B o sn a’ya, d ola yısıyla Balkanlar ve Doğu Avrupa'ya Amerikan güçlerinin girm esi ni hukukileştirerek A BD ’yi bölgenin tem el belirleyici m eşru gücü haline getirmiştir. Bosna bunalım ım son derece etkin bir diplom asi için kullanan ABD böylece hem Avrupa’nın bunalım çözm e ve güç kullanm a ko nusundaki iç zaaflarım ortaya koymuş, hem de ABD ve NATO o l maksızın Avrupa’nın iç güvenlik m eşelerinin çözülem eyeceğini göstererek fiilî olarak bölgeye girme şansı elde etmiştir. Dayton sü recinden sonra da NATO, AB’nin ekonom ik olarak yayıldığı her alana, bir güvenlik unsuru olarak girmeye başlam ıştır. Bunun dip lom atik anlam ı Avrupa’nın ekonom ik etki alanının güvenliğinin NATO ve ABD'nin fiilî gücü ile sağlanm ası demektir. Bu açıd an bakıldığında B osn a’yı tanım lanm ası güç bir politik varlık haline pp.tiren D a v t n n A n l a s m a s ı n i h a î h i r r n 7 i i m H p ö î I i m-
r ‘“
resel rekabetin bölgesel bunalım alanlarına yayılm asını kontrol eden geçici bir bunalım ertelem e operasyonu olarak görülebilir.
B o sn a’da hâlâ Bosna halkının egem enliğine dayalı nihaî bir çözü m e ulaşılam am ış, aksine bunalım ın dondurulm asına ve bu süre cin NATO ve ABD güçlerince yönlendirilm esine dayanan g eçici bir statü belirlenmiştir. 1999'da Kosova M üdahalesinin sürdüğü günlerde tekrar tırm a nan Brcko bunalım] bu geçici statünün her an yeniden çatışm aya dönüşebileceğinin açık bir göstergesi olmuştur. Bosna'da halen geçici barışı sağlayan unsur, uluslararası hukuka dayalı bir ege menlik hakkının kullanımı değil, konjonktürel sistem ik güç d en gelerinin sağladığı geçici istikrardır. Bugün sakin gibi görünen B o sn a’da uluslararası sistem ik güçlerin iç çelişkilerinden her an etkilenebilecek bir hassasiyet sürmektedir. Büyük güçlerin sistem ik düzeydeld çelişkileri ve bu çelişkilerin yol açtığı dengeler açısından Bosna ile Kosova bunalım ları arasında çok önem li süreklilik unsurları ile birlikte ciddi çıkar farklılaş maları da mevcuttur. Ortadoğu ve Balkanlar arasındaki bölgelerarası etkileşim çerçevesinde ilginç bir kıyas ile diyebiliriz ki, Kosova bunalım ının 1998 başlarında O rtadoğu’da Körfez Savaşından so n ra sıcak savaşa en çok yaklaşılan bir bunalım ın hem en akabinde, tırm anm aya başlam ış olm ası bir tesadüf değildir. Ne 1991 ’de Bağ d at’ın bom balanm asından bir iki ay sonra eski Yugoslavya’da ça tışm aların başlam ası bir tesadüftür, ne de 1998 başlarında böyle bir bom balam anın eşiğinden dönülm esinden h em en sonra Koso va ’nm patlam ası. Bosna bunalım ında etkin rol üstlenen Fransa ve Rusya'nın 1998 başlarında ABD’nin lrak’a m üdahalesine yeşil ışık yakm am aları Balkanlardaki güç dengelerini de etkilemiştir. Al m anya bu kez usta bir diplom asi ile ABD yanında yer alır gözük müş ve Avrupa-içi parçalı diplomasiyi bu kez bir esneklik aracı olarak değerlendirm iştir. ABD’nin Kosova'daki bunalım a 1998 başlarında son derece sert çıkışlarla tepki gösterm esi de, Sırbis tan'ın bölgesel etkinliğini kendi küresel etkinliğinin bir parçası olarak gören Rusya ile bu etkinliğe lojistik destek sağlayan gele neksel Sırp dostu Fransa'ya yönelik bir m esaj içerm ektedir. B osna ve Kosova bunalım ları arasındaki diğer önem li paralel^ lik, Bosna'da bunalım ı etnik kıyıma döndüren Sır d vanlısı tnenli7.
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r
Fransız (Anglo-Frank) blokunun Kosova sürecinde de öne çıkması ve NATO m üdahalesi öncesinde yapılan görüşm eler esnasında NATO kararlılığını olum suz yönde etkileyen bir tavır takınmasıdır. Sırplara tekrar tekrar tanınan süreler caydırıcılığı zayıflatmış ve Bosna'daki insanlık suçlarının ağır yükünü taşıyan Sırpların ulus lararası diplom aside tekrar m eşruiyet kazanm asına yol açmıştır. İngiliz-Fransız blokunun m üdahale öncesi barış görüşmeleri es nasında Bosna’ya göre daha sert bir söylem benim sem eleri de Bosna tecrü besinden ders alm ış olm aktan değil, Dayton İle birlik te bölgeye kaçınılm az olarak giren ABD'nin bölge politikasındaki ağırlığını yitirm em e çabasından kaynaklanmıştır. Kosova konusundaki etkisizliğin bölgeye yayılabileceğini ve ge rek B osna gerekse M akedonya’daki ABD ve NATO güçlerini zaafa uğratabileceğini düşünen ABD bu kez zam anlam a konusunda da ha hassas davranm a zorunluluğu hissetmiştir, ö te yandan yakla şan NATO zirvesi ile ittifak bünyesine katılacak olan M acaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya ile birlikte ayııı zam anda bir Orta ve Doğu Avrupa örgütü haline dönüşecek olan NATO'nun bölgedeki ağırlığının Kosova'daki bunalım ın seyrinden önem li ölçüde etkile n ebilecek olm ası da NATO'nun m üdahale yönündeki kararlılığını olumlu yönde etkilemiştir. ABD artık NATO üzerinden Orta ve Doğu Avrupa'da doğrudan müdahil bir konum dadır ve bu konum bölge problem lerini Am e rikan stratejisinin doğrudan unsurları haline dönüştürmektedir. Bu nedenledir kİ, NATO m üdahalesi sürecinde ve sonrasında ken di içinde çatlam a yaşayan İngiliz-Fransız-Rus blokunun hareket alanı Bosna'ya göre daralırken, kıta-içi güçler arasındaki diplom a tik esneklik alanım etkin bir şekilde kullanan Almanya önem li bir m anevra kabiliyeti kazanmıştır. Bölgede ABD ve NATO'nun artan etkisinin Rusya'yı ciddi şekil de tedirgin etm esi yine tarihî bir refleks ile Fransa ve Rusya arasın da bir yakınlaşm a doğm asına yol açm ıştır. Doğrudan bir ABD et kisinden çok NATO'nun çok taraflı etki alanının devreye girm esini tercih eden Almanya ise gelişm eleri tipik bir Alman soğukkanlılığı ve disiplini ile takip etm iş ve II. Dünya Savaşından sonraki ilk Al m an askerî güç kullanım ına uluslararası ve ulusal m eşruiyet zem i ninin önünü açm ıştır. Avrupa-içi dengeler açısından Fransa'ya,
| S tratejik D erinlik
uluslararası dengeler açısından ABD’ne yakın duran İngiltere de nihaî kertede denge kurucu bir rol üstlenm eye çalışmıştır. Kosova’ya yönelik bu çıkar ve bakış farklılaşm aları bölgeye gi ren KFOR güçlerinin bölge halkı ile olan ilişkilerine de yansım ış tır. Rusların daha m üdahale sonrası kontrol alanları ile ilgili gö rüşm eler sürerken de facto bir adım la Kosova’ya girerek Priştine havaalanında d enetim i ele geçirm eleri bu farklılaşm anın ilk ça r pıcı işareti olmuştur. II. Dünya Savaşından sonra ilk defa askerî bir güç halinde bölgeye geri dönen Alm anya’nın denetim indeki Prizren’de Sırp azınlık ile Alman askerleri arasında m üdahalenin ilk çatışm aları yaşanırken, Sırplara tarihî yakınlık hissed en Rusya ve F ran sa’nın denetim indeki bölgelerde Arnavutlarla barış gücü askerleri arasında fiilî güç kullanım ına varan yoğun ihtilaflar söz konusu olmuştur. Nihaî statünün belirlenm esind e söz konusu olacak gecikm e ve KFOR m isyonunun belirsiz bir süre ile u zam a sı bu tür çatışm aların tırm an m asın a ve farklı ülkelere m ensup b a rış gücü askerlerinin sergilediği farklı tavırlarla iç çatışm alar ve çelişkiler yaşanm asına yol açabilir. Bu da Balkanlar ve Kosova'nın küresel ve kıta-ölçekli çıkar çatışm alarının küçük bir sahnesi o l m asına sebep olabilir. Kosova M üdahalesi ile uluslararası alanda etkinlik kazanan önem li sistem ik unsurlardan birisi de NATO’nun küresel dengeler çerçevesinde kazanm akta olduğu yeni misyondur. Soğuk Savaş sonrası dönem de çift kutuplu yapının dağılm ası küresel dengeler de Avrupa sahnesinin tekrar merkezî bir konum kazanm asını b e raberinde getirmiştir. Çift kutuplu yapıda Afrika'dan Küba’ya, Ko re'den Latin Amerika'ya kadar uzanan ideolojik/stratejik m ü cad e le sathı bu bölgelerdeki tırm anm anın küresel ölçekli bir savaşa d ö nüşebileceği kaygısını artırıyordu. Kore ve Küba bunalım ları b u nun tipik misalleridir. Soğuk Savaş sonrası dönem de ise, bu dönem in belirleyici gücü olan ABD, Avrupa dışındaki gerilim alanlarının bölgesel ölçekte ■ tutulabileceğinin farkındadır. Buna mukabil, Avrupa-içi b u n alım lar daha önceki iki dünya savaşı örneğinde olduğu gibi küresel ö l çekli geriiim lere zem in teşkil edebilecek unsurlar barındırm akta dır. Onun içindir kı, Am erika küresel barışı korum a m isyonu b içti
Stratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r
ği NATO’ya özellikle Avrupa sathında daha yaygın ve derinlem esi ne bir görev alanı oluşturmaktadır. Kosova M üdahalesinin, bu çerçevede, NATO'nun yeni m isyo nunun tekrar ve daha n et bir şekilde tanım landığı 25 Nisan’daki 50. kuruluş yıldönüm ünün hem en arefesinde ve Polonya, M aca ristan ve Çek Cum huriyeti'nin ittifaka katılm a süreci ile eşzam an lı olarak gerçekleşm iş olması dikkat çekicidir. 1991 Rom a Zirvesin de ilan edilen yeni stratejik konseptte “ittifakın Avrupa içindeki stratejik dengeyi m uhafaza e d e c e ğ in in vurgulanm ası ve o gün den bugüne bu hedefte yapılan revizyonlar değerlendirilm edikçe bu m üdahalenin küresel dengeler üzerindeki etkileri anlaşılam az. Bu açıdan bakıldığında, Kosova’ya yönelik m üdahalenin h ed e fi sadece Kosova'daki insanlık trajedisini durdurmakla sınırlı değil dir. NATO’nun Orta ve Doğu Avrupa'da oluşm akta olan yeni stra tejik dengelerin merkezine oturmaya başladığı bu yeni dönem de saldırgan politikalarını sürdüren M iloseviç’in sahip olduğu askerî ve stratejik güç törpülenm ek ve denetim altına alınm ak istenm iş tir. Yugoslavya’nın Soğuk Savaş süresince Avrupa'nın ü çüncü b ü yük askerî gücü olduğu da düşünülürse bu törpülem enin taşıdığı anlam daha da netlik kazanmaktadır. Önümüzdeki dönem de stra tejik tırm anm anın tem elde Avrupa ve Ortadoğu eksenli olacağını d üşünen ABD, NATO-eksenli olarak Avrupa'da, Amerikan asker? gücü olarak da O rtadoğu’da bir stratejik güvenlik alanı oluştur maktadır. Bu çerçevede Kosova M üdahalesinin NATO’nun genişlem e planları çerçevesinde Polonya, M acaristan ve Çek C um h u riyetin i resm en bünyesine katacağı ve NATO’nun stratejik m isyonunun yeniden tanım lanacağı 1999 W ashington Zirvesi ön cesind e ger çekleştirilm esi bir tesadüf değildir. Soğuk Savaş dengelerinin sar sılm asından sonra Orta ve Doğu Avrupa’da ortaya çıkan jeopolitik boşluk alanını doldurmaya kararlı olan NATO ve ABD, Polon y a ’dan Adriyatik'e inen kuşak üzerinde yeni bir dengeleyici strate jik rol üstlenm ektedir. Bu stratejik kuşak üzerinde en ciddi askeri güce sahip olan ve bu gücü denetim siz bir saldırganlık içinde kul lan m a tem ayülünü Bosna'da gösterm iş olan Sırbistan ’ın askeri gücü bu operasyonla belli bir düzeyin altına indirilm ek istenm iş ve b u hedefe büyük ölçüde ulaşılmıştır. Operasyonun özellikle ha
I Stratejik D erinlik
va savunma sistem ine yönelm iş olm asının ana seb ebi de budur. K o s o v a 'da etnik kıyımı yapan bu savunm a sistem i değildir; ancak b u h a v a savunm a sistem i, ileriye yönelik olarak, NATO'nun caydı rıcılık ve etkinlik gücünü tehdit edebilecek yegâne unsurdur. K ör
fez Savaşı ile nasıl sadece Kuveyt’in bağım sızlığı değil O rtadoğu’da sıradan b ir bölgesel gücün çok üstünde bir askerî kapasiteye sahip olan Irak'ın bu kapasitesinin bölgedeki güçler dengesinin gerek tirdiği m akul bir sınırın altına indirilm esi hedeflenm işse, son Ko sova m üdahalesinde de sadece Kosova'daki etnik kıyımın durdu rulm ası değil, Soğuk Savaş dönem inde Doğu Avrupa'daki denge lerin üzerinde bir askerî güce sahip olan Yugoslavya’nın gücü özellikle hava savunm a sistem leri açısından direnebilir ölçülerin altına çekilm iştir. Bu çerçevede NATO için Kosova problem i kadar NATO üyeliği kesinleşen M acaristan ile Sırbistan arasında çıkabilecek olan Voy vodina problem i de Önem kazanm aktadır. M acar nüfusun yoğun luklu olarak bulunduğu Voyvodina konusunda çıkması m uhtem el Sırp-M acar çatışm ası, M acaristan ’ın NATO’ya girm esinden sonra artık bölgesel bir problem olm aktan çıkarak bir NATO-Sırp çatış m asına dönüşm e riski taşım aktadır. Bunun içindir ki, NATO op e rasyonlarında sadece Kosova’daki etnik kıyımın durdurulması de ğil, Sırp askerî gücünün tümüyle denetim altına alınabilecek dü zeye indirilm esi hedeflenm iştir. Bütün bu gelişm eler gösterm ektedir ki, NATO, üyelerine y ön e lik saldırılara ayarlı bir savunm a ittifakı olm aktan çıkarak yön len dirici, belirleyici ve denetleyici bir üst stratejik örgüt konum una gelm ektedir. Başka bir deyişle, IMF aracılığıyla finans hareketleri ni, Dünya Bankası aracılığıyla kredi akışlarım, Dünya Ticaret Ör gütü ile ticari ilişkileri yönlendiren ve belirleyen Pax Americana NATO ile de stratejik dengelerin seyrini doğrudan yönlendirm eye ve d enetlem eye çalışacaktır. Bu yeni konum Avrupa-içi dengeler kadar II. Dünya Savaşından sonra oluşm uş olan BM sistem ini de etkileyebilecek ölçekte bir gelişmedir. B M ’nin m eşruiyetini aldığı ulusal egem enlik alanı tanım lam aları ile uluslararası norm ve h u kuk alanı tanım lam aları arasındaki gri ve muğlak alan bundan sonraki küresel düzen arayışlarını büyük ölçüde etkileyecektir.
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r
H. Soğu k S a v a ş Sonrası Dönemde Bölge-içi Dengeler
Balkanlar Soğuk Savaş süresince çift kutuplu yapılanm anın bir yansım ası olarak bölgesel dengelerden çok küresel dengelerden etkilenen bir konum da idi. Soğuk Savaş sonrası dönem in en önem li sonuçlarından birisi bölgenin iç dinam iklerinin ve karm a şık etnik/dinî yapısının bölgesel politikaları doğrudan etkileyecek şekilde devreye girmesidir. Bu durum, büyük güçlerin küresel stra tejileri ile bölgesel güçlerin bölge-ölçekli politikaları arasında yeni bir etkileşim alanı doğurmuştur. Böylece m esela Soğuk Savaş süresince özellikle Tito d ön em in de SSC B ’nin etki alanı dışında kalmaya özen gösteren ve bu an lam da kürese] ve bölgese) politikalar açısından özgün bir denge unsuru haline gelen Yugoslavya'nın bölünm esi ile bu devletin m erkezî kütlesini oluşturan Sırbistan, Rusya-eksenli bir politikaya yönelirken, SSC B ’nin bölgedeki uyduları şeklinde hareket eden Bulgaristan ve Romanya daha bağım sız bir politika oluşturm a ç a bası içine girmişlerdir. Soğuk Savaş süresince Batı Bloku içinde yer aldığı için Yugos lavya ile dengeli politikalar izlemeye çalışan Yunanistan, Soğuk Savaş sonrasında Sırbistan ’a yaklaşmış ve bu ülke ile özellikle Ar navutluk ve M akedonya’yı ortak bir şekilde denetlem eye dayalı politikalar geliştirmeye çalışmıştır. Yugoslavya’dan kopan Slovenya ve Hırvatistan, Balkan ülkeleri olm aktan uzaklaşarak İtalya ve Alm anya’ya yaklaşan Orta Avrupa ve Adriyatik ülkeleri olm a yolu n a girm işler ve bu anlam da Avusturya ve M acaristan’a benzer bir konum a yönelmişlerdir. Romanya Tuna havzasının getirdiği avan tajla güneye yönelik bir Balkan politikasından çok, Orta Avrupa ile Karadeniz arasındaki köprü rolünü Önceleyen bir politika geliştir meye başlam ıştır. Türkiye ise bir taraftan bölge-içi bunalım larla hazırlıksız bir şekilde karşı karşıya kalırken aslında kendi tarihi ile yüzleşm e zorunluluğu içine girmiş; diğer taraftan da bölge için d e ki dengelerin çekim alanından uzaklaşm am aya çalışm ıştır. Bu şartlar bazı tabiî ittifaklarla birlikte değişen şartlara uyum sağlayan geçici ve esnek uzlaşm a alanlarını da beraberind e getir• . • t-_i_ ötoİKHp M akpdnnva ve Arnavutluk
S tratejik D erinlik
politikalarında büyük ölçüde anlaşm a içinde olan Sırbistan ve Yu nanistan arasındaki ittifak ile kaderlerini tarihî bir insiyak ile T ü r kiye'nin bölgedeki ağırlığına bağlı gören ve hem Sırbistan hem de Yunanistan ile ihtilaflı ilişkiler içinde olaıı Bosna, Arnavutluk ve Türkiye arasındaki ittifak zikredilebilir. Sırbistan ile yaşadığı uzun savaş ve Dayton A nlaşm asının Bosna’da Hırvatlar ve Boşnaklar arasında öngördüğü federatif yapı dolayısıyla ikinci gruba yakın bir politika içinde gözüken Hırvatistan yine de bölge-içi çelişkile rin Bosna’ya yansıdığı durumlarda bunalım ın seyrine göre deği şen esnek bir tarafsızlık içinde olmayı tercih etmektedir. Kosova bu nalım ının yayılm asının en çok etkileyeceği ülkele rin başında gelen M akedonya aynı zam anda Balkan m eselesinin düğüm noktasını oluşturm aktadır. Bağım sızlığına ve ülke b ü tü n lüğüne karşı hem Sırbistan, hem Yunanistan h em de Bulgaris ta n ’dan kaynaklanan baskılar karşısında kalan M akedonya aynı zam anda ülke nüfusunun takriben yarısını oluşturan Arnavutlar la ciddi problem ler yaşam aktadır. Bu da M akedonya’yı bölgesel dengelerin ve gücün kayış istikam etine doğru tavır alm aya sev* ketm ektedir. M akedonya ve Batı Trakya konusunda Sırbistan ve Yunanistan ile ciddi çelişkileri olan ve her iki bölgede de tarihî hak iddiası ta şıyan Bulgaristan bu konularda Türkiye’ye yakın olmakla birlikte, 7 urk azınlığın varlığı dolayısıyla etnik haklar konusunda konjonk türel olarak Sırp-Yunan ittifakına yakın bir politika takip ed ebile cek olması, Bulgaristan’ın bölgesel rolüne kritik bir konum kazan dırmaktadır. Rom anya ise bunalım a doğrudan taraf durumunda olm adığı için ekonom ik çıkarlarını önceleyen konjonktürel bir ta vır belirlem eye çalışmaktadır. Rom anya’nın Kosova m üdahalesi sonrasında bölgeye geçm ek isteyen Rus birlikleri ile ilgili olarak ta kındığı tavır bu konjonktürel bakış açısının izlerini taşım aktadır. Ancak Kosova m üdahalesi sonrasında denetim altına alm an gü neydeki etnik çatışm a kuzeye doğru yayılır ve Transilvanya’daki M acar azınlığı da hareketlendirirse ve bu hareketlenm e Sırbis ta n ’ın Voyvodina bölgesindeki M acar azınlıkla paralel bir şekilde gelişirse m uhtem el bir Sırp-Rom en yakınlaşm ası sözkonusu ola bilir ki, bu durum özellikle Tuna’m n seyir güvenliğini doğrudan etkileyeceği için Balkanlar
D r o b l e m i n i n O rta A u n m a 'u o r u * ™
v™.
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r
m asına yol açabilir. Ancak M acaristan’ın AB’nin ilk beş, Bulgaris tan ve R om anya’nın ise ikinci beş aday ülkeleri arasında yer alm a sı böylesi etkin nitelikli bir çatışm anın bu ölçekte yayılmasını ve bu ülkelerin sert bir tavır içine girm esini engelleyecektir. Bölgeye yönelik NATO m üdahalesinden sonra fiilî güvenlik tehdidinin ve etnik çatışm a riskinin önem li ölçüde denetim altına alınm ası Balkanlardaki jeopolitik hatlar ile jeokültürel hatların k e sişim noktalarındaki hassasiyeti ortadan kaldırmamıştır. Gerek D ayton Anlaşmasıyla B o sn a’da, gerekse NATO m üdahalesi ile Kosova’da oluşturulm aya çalışılan düzen kalıcı bir barışı sağlama ko nusunda hâlâ yeterli bir garanti oluşturm am aktadır. Drava-Sava jeo p o litik hattı üzerindeki Boşnak-H ırvat-Sırp jeokültürel çatışm a alam ile Morava-Vardar jeopolitik hattı üzerindeki Arnavut-SırpM akedon jeokültürel çatışm a alam etnik ayrım hatlarından bölge sel çevreye yayılma riski taşım aya devam etmektedir.
III. Bosna Bunalımı ve Dayton Anlaşm ası
Dayton Anlaşm asının üzerinden beş yılı aşkın bir süre geçm iş olm asına rağm en Bosna-H ersek devleti hâlâ kendi sınır egem enli ğini tümüyle sağlayabilir bir iç bütünlük kazanam am ıştır. Bu du rum un tem el sebebi büyük ölçüde Dayton Anlaşm asının taraflar arasında yol açtığı, statü eşitsizliğidir. Etnik tem izlik suçlusu işgal ci Sırplar, 1992 Nisanından Dayton Anlaşm asına kadar geçen sü reç içind e önce Bosnalı Sırplar olarak meşrulaştırılm ışlar, daha sonra da Bosna Sırp Cumhuriyeti tanım lam ası ile devlet kurucu unsurlar olarak takdim edilmişlerdir. Bir tarafta Sırp tarafı Cum huriyet tanım lam ası ile konsolide olurken diğer tarafta Müsliimarı-Hırvat tarafı bir federasyon olm anın bütün çelişkilerini b a rındıran bir nitelik arzetmektedir. Böylece Sırplar kendilerine ait bölgede tam bir otonom statü tem in ederken, M üslüm anların dip lom atik ve askerî pozisyonu Hırvat faktörü ile denetim altına alın mıştır. Dayton Anlaşm asını takip eden aylarda M üslüm anlar ile Hırvatlar arasında özellikle M ostar’da yaşanan gerginlik, anlaşm a nın yum uşak karnım ortaya koymuştur. D ayton Anlaşm ası öncesind e ve sonrasında yaşanan g elişm e lerle ülkenin önem li büyük şehirleri olan Saraybosna ve Tuzla’d a
M üslümanların, Banja Luka’da da Sırpların denetim lerinin pekiş tiğini gören Hırvatlar, M ostar'ı kendi merkez üsleri haline getirm ek istemektedirler. Savaş süresince lojistik bağlantılardan koparılarak Bosna içlerine hapsedilm ek istenen M üslüm anlar ise M ostar’m d en iz bağlantısı ve lojistik destek için bir kilit durumda olduğunun
farkındadırlar. M ostar'ın mutlak anlam da Hırvat kontrolüne terk edilmesi M üslüman-Hırvat federasyonunun can dam arının H ır vatların eline verilm esi demektir. Bu da statüsü tam bir belirginlik kazanm am ış olan M ostar’ı M üslümanlar ile Hırvatlar arasındaki en tem el çatışm a alanlarından birisi haline getirmektedir. Dayton Anlaşm asının öngördüğü seyahat özgürlüğü, m ü lteci lerin geri dönmesi, seçim kayıtlarının herkesin savaş öncesindeki ikam etine göre yapılması, savaş suçlularının cezalandırılm ası gibi esaslarının öngörülen kapsam da uygulanamam ası, anlaşm anın ülke siyasî yapısının yeniden kurulm asına dayalı bir istikrar o rta mından daha çok uluslararası garantilerle yürürlükte kalm asını sağlamaktadır. Bu şartlar sağlanm adan yapılan seçimler, Bosna'da yapılan etnik kıyımın ortaya çıkardığı siyasî ve dem ografik statü nün dolaylı da olsa tanınm ası anlam ına gelmiştir. Savaş öncesinde hem en hem en tam am ıyla M üslüm an olan ve BM tem silcilerinin önünde tarihin gördüğü en acım asız etnik kıyım ın yapıldığı Srebrenica ve civarındaki bölgede hâlâ tek bir Boşnakm bulunm am ası Daytoıı A nlaşm asının sağladığı statünün m eşruiyetini tartışm aya açmaktadır. Savaş süresince yoğun etnik kıyımın yaşandığı Vişegrad, Srebrenica, Zvornik ve Foça gibi Doğu Bosna şehirlerinin ve D riııa boyundaki M üslüm an hakim iyetinde ki bölgelerin otonom Sırp Cumhuriyeti topraklan olarak tescil edilmesi, Dayton Anlaşmasındaki etik-reeipolitik dengesizliğin ti pik bir göstergesidir. Hele hele Srebrenica ve Zepa gibi B M ’nin gö zetim i altında kitlesel katliam ların yapıldığı güvenlik bölgelerinin, eldeki açık savaş suçu delillerine rağm en Sırplara verilmiş olması hiç bir uluslararası hukuk değeri ile bağdaştırılam az. Sırpları B o s na’dan sonra Kosova'da da yeni bir etnik kıyını politikası uygulama konusunda cesaretlendiren tem el saik Dayton Anlaşm asındaki bu etik-reelpolitik dengesizliktir. Evrensel insanlık ve uluslararası hukuk değerlerinden çok reelpolitiğin diplomatik izlerini taşıyan Dayton Anlaşması bu yönüyle
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r
uluslararası sistem ik dengelerin ortaya çıkardığı konjonktürel bir anlaşm adır. Konjonktürel kaygılar anlaşm ada herkesi m em n un e t meye çalışan muğlak ifadelerin bakim olm asına yol açm ış görüm inektedir. Bu da tarafların anlaşm ayı kesin bir çözüm şekli olm ak tan çok nihaî hesaplaşm ayı erteleyen taktik bir adım olarak değer lendirm eleri sonucunu beraberinde getirmektedir. Uluslararası kam uoyunda etnik kıyım suçunun yükünü taşıyan Sırplar bu a n laşm a ile üzerlerindeki psikolojik baskıyı atarken, Hırvatlar Hırva tistan ’ın iç konsolidasyonunu sağlayan uygun konjonktürü B o s na'daki Hırvatların eşit statüsü ile daha da güçlendirm e imkanı ka zanmışlardır. Bir varoluş m ücadelesini bütün im kansızlıklara rağ men sürdüren Boşnaklar ise D ayton’u, etnik kıyımın bütün yükü nü taşıyan yorgun halkın kendini toparlam asına im kan tanıyan ve ülkenin uluslararası hukuk açısından iç bütünlüğünü nom inal de olsa tescil eden bir m etin olarak kabullenm işlerdir. Bunun içindir ki, Dayton sonrası Bosna'daki stratejik hassasiyetler uluslararası garantilerin getirdiği rehaveti değil, uzun dönem de kalıcı bir barı şı sağlayacak olan gerçek bir teyakkuz halini gerekli kılmaktadır. D ayton A nlaşm asının ortaya çıkardığı siyasî bölünm e ile stra tejik güvenlik hatları arasındaki uyumsuzluk, Bosna'da sürm ekte olan statünün diğer önem li bir zaaf noktasını oluşturmaktadır. Bu durum özellikle Boşnaklar için büyük bir önem taşımaktadır. Hırvatlar ve Sırplar kendilerinin güvenliklerini Hırvatistan ve Sırbis tan ile bir bütünlük içinde değerlendirdikleri için stratejik güven lik hatları açısından ciddi bir derinliğe sahiptirler. Buna m ukabil Orta B o sn a’da tem erküz eden M üslüm anlar deniz bağlantısı itiba rıyla Hırvatlar, kara derinliği ve D rina su yolu üzerindeki stratejik kuşak itibarıyla Sırplar tarafından kuşatılm ış durumdadırlar. B osna-H ersek’in, uluslararası garantilere dayalı Dayton Anlaş ması benzeri statülerin ötesinde, jeopolitik olarak yaşayabilir bir stratejik derinlik kazanm ası dört önem li stratejik şartın sağlana bilm esine bağlıdır. Bunlardan birincisi Orta B o sn a’dan Mostar üzerinden denize ulaşan stratejik hattın ülke bütünlüğünün tem el om urgalarından biri olarak ekonom ik ve siyasî bü tü nleşm enin önem li bir aracı haline gelmesidir. Bu hat üzerinde sağlanacak ekonom ik geçişkenlik ve ortak çıkar alanı Boşnak-H ırvat federas yonunun da en ciddi dayanaklarından birini oluşturacaktır. Aksi-
| S tra te jik D erin lik
f
ne, bu hat üzerinde yaşanacak bir çatışma, önce Boşrıak-Hırvat fe derasyonunun çatlamasına sonra da Bosna-H ersek devletinin tü müyle çözülmesine yol açabilecek bir risk barındırmaktadır. İkincisi, Sırplar tarafından en yoğun etnik temizlik hareketinin yapıldığı Drina hattı üzerinden Orta ve Doğu Bosna bağlantısının sürdürülmesidir. Dayton Anlaşmasında öngörülen serbest dolaşı mın en stratejik önem e sahip olduğu bölge bu hattır. Bu hat üze rindeki yegâne dayanak olan Saraybosna-Gorajde bağlantısı güç lendirilmeli ve bu bağlantının kademeli bir şekilde Zvornik ve Fo ç a ’ya doğru kaydırılması planlanmalıdır. Bu hat, gerek Bosna-H er sek devletinin Sırbistan tarafından yeniden tehdit edilm em esi, ge rekse Orta Bosna’daki Müslüman Boşnak nüfusun kader birliği e t tiği Sancak ve Kosova ile irtibatlarının sürm esi açısından büyük bir önem taşımaktadır. Drina hattı ve Doğu Bosna Osmaniı bakiyesi unsurların varoluş mücadelesi açısından Balkan jeopolitiğinin en hassas kuşaklarından birini oluşturmaktadır. Sırpların etnik kıyım projelerinde en büyük ağırlığı bu bölgeye verm elerinin tem el se bebi de budur. Bosna-Fîersek yetkilileri Dayton Anlaşmasından nihaî statüye geçiş sürecinde bu bölgenin tekrar ülkenin merkezî ile bütünleşm esine yönelik projeleri kademeli bir şekilde devreye sokmak zorundadırlar. Doğu Bosna'nın tam am ıyla Strplara m utlak anlam da terki sa dece Bosna’daki değil, Balkanların tüm ündeki dengeler açısından
son derece tehlikelidir. Sancak ve Kosova ile Bosna arasındaki bağ ları koparm ak Boşnakları Hırvatların, Sancak ve Kosova'yı ise ta m am ıyla Sırpların etki alanına terk etm ek demektir. Dayton Anlaş m asından sonra Sırpların bunalım ı Kosova’ya yayma cesareti bu l ması biraz da bu stratejik kuşağın zayıflaması dolayısıyladır. Bu açıdan Bosna’nın fiilen D rina hattı ile irtibatının kesilm em esi b ü yük önem taşımaktadır. Bunun yolu da en azından Gorajde aracı lığıyla D rina üzerinde bir köprü başı tutmaktır. Bosna-H ersek’in yaşayabilir bir devlet olarak güvenliğini tem in edebilm esinin ü çüncü jeopolitik gerekliliği Saraybosna’dan b aşla yarak Prijedor ve D oboj üzerinden Brcko’ya uzanan ve Sırp d en e tim indeki bölgeleri fiilen ikiye ayıran kuzey-güney hattı üzerinde ki hakim iyetini pekiştirm esidir. Bu hat üzerinde doğabilecek bir zaaf ülkenin tekrar bölü n m esin in önünü açab ileceği gibi, Drina-
Stratejik D ö n ü ş ü m ve B alk an lar
Sava hattı üzerinden Adriyatik'e yönelm eyi hedef edinen Büyük Sırbistan idealinin tekrar gündem e gelm esine sebep olabilir.
Bosna-H ersek'teki Boşnak nüfusun iç bütünlüğü açısından önem taşıyan dördüncü gereklilik ise Orta Bosna ile Bihaç arasın daki irtibatın sağlam tem eller üzerine oturtulmasıdır. Bu durum Bosna Savaşı esnasında olduğu gibi Bihaç'm tam am ıyla ayrıştırıl mış bir getto haline gelm em esi açısından olduğu kadar Orta B o s na’nın batı istikam etinde bir derinlik kazanm ası bakım ından d.a büyük bir önem taşımaktadır. Boşnak-H ırvat federasyonunun ikinci yumuşak karnı bu hat üzerinde bir iç denetim çelişkisinin yaşanma ihtimalidir. Bosna Savaşı süresince taraflar arasında en ciddi çatışm a alan larını oluşturan bu hatlar barış dönem inde de ülke bütünlüğünün sağlanm asının asgari unsurlarını oluşturmaktadır. Kendi geleceği ni Bosna-H ersek devletinin yaşayabilm esine bağlı gören Boşnak nüfus için bu hatlar üzerinde iç entegrasyonu sağlayacak ekon o mik bağlantıların ve ulaşım im kanlarının geliştirilm esi büyük bir önem taşımaktadır. B osna-H ersek devletinin kendi iç bütünlüğünü sağlayarak ya şayabilirliğinin jeopolitik şartlarını gerçekleştirm ekten uzak görü nen D ayton Anlaşması, gerek anayasal çerçeve gerekse reel askerî ve stratejik durum açısından ciddi boşluklar barındırmaktadır. Bosna devletinin sınır bütünlüğü zikredilmekte fakat ne bunu ko ruyacak olan Bosna ordusunun alacağı yapı ortaya konm akta, ne de Cumhuriyet statüsü tanınan Sırpların tek taraflı bir kararının uluslararası müeyyidesi belirtilmektedir. Bunun tek garantisi a n laşm a sonrasında B o sn a’ya yerleştirilen NATO ülkeleri ağırlıklı uluslararası güçtür. Reeî durum açısından bakıldığında, bu anlaşm a ile eski Yugos lavya toprakları üzerinde Sırbistan ve Hırvatistan güçlerini kendi bölgelerinde konsolide ederlerken, Bosna-H ersek eski Yugoslav ya’nın bütün iç çelişkilerini barındıran ve yeni bunalım lara açık bir çatışm a alam haline getirilm iş bulunm aktadır. Bunalım ı Bosna-H ersek’de dondurm a diplom asisinin bu iki devletin BosnaHersek üzerinden kendi güçlerini pekiştirm eleri sonucunu doğur* m ası ihtim ali hâlâ yüksektir. Bosna'daki Sırplara Cumhuriyet star,------ ,
,
Müs l ümanl ar ı n Sırbistan
S tratejik D erinlik
yönetim inin insafına terkedi]m eşinin acı sonuçları Dayton Anlaş m asından üç sene sonra Kosova’da kendini göstermiştir. Dayton Anlaşm asının m üzakereleri sürecinde bunalım ı B o s n a’da dondurma taktiği karşısında başta Türkiye olm ak üzere İs lam Dünyası Eski Yugoslavya'nın tüm üne yönelik bir konferans konusunda ısrarlı olmalıydı. Sırbistan’daki M üslüm an topluluklar konusunda gerekli garantileri alm aksızın Bosna'daki Sırplara özel cum huriyet statüsü verilmesi, bölgedeki M üslüm anların durum u nu önem li ölçüde zaafa uğratmıştır. Bosna’da gerçekleştirilen e t nik kıyımdan kısa bir süre sonra hem en h em en aynı yöntem lerin Kosova’da uygulanmış olm ası bu zaafın açık bir göstergesidir. Sırbistan ve Hırvatistan ün iter konum larım güçlendirirken M üslüm anların çoğunlukta olduğu B osna-H ersek Cumhuriyeti'nin geleceği, muhtevası muğlak bir anlaşm anın getireceği barı şa bağlanm ıştır. Bu durum da genelde Balkanlardaki M üslüm an topluluklar için özelde Boşnaklar için yeni tehdit unsurları b arın dırmaktadır. Balkanlardaki Osmaniı bakiyesi unsurlar barış n u tuklarının iyim ser havasına kapılm aktansa bu tehdit unsurlarına karşı her zam ankinden daha fazla teyakkuz halinde bulunm ak ve bu anlaşm anın muğlak m uhtevasını belirleyecek askerî güce, stra tejik etkinliğe ve diplom atik üstünlüğe ulaşm ak zorundadır. Bosna Savaşı süresince yaşanan acı tecrübeler gösterm iştir ki, bütün uluslararası çabaların ve barış görüşm elerinin ötesinde Bosna'yı yaşatacak olan en önem li unsur Boşnakların siyasî b a ğımsızlık iradesi ve bu iradenin fiilî güç olarak askerî alanda k en disini gösterm esidir. Tarih boyunca h iç bir millet başka bir m ille tin lütfü ve vesayeti ile bağımsızlığım garanti altına alam amıştır. Boşnakların bunca acılara rağm en gösterdikleri olağanüstü dire niş ve irade bu ülkenin nihaî statüsüne yansım alı ve başka bir çok örnekte görüldüğü gibi bir m illetin acıları başka m illetlerin strate jik hesaplarına kurban edilmemelidir.
IV. NATO M üdahalesi ve K osova’ nın Geleceği
Balkanlardaki bölgesel dengeler içinde jeopolitik kritik hatlar ile jeokültürel kuşaklar arasındaki çelişkilerin doğrudan yansıdığı İk in r i hni üp
M n r a ı r a . V a r H a r oV-cor-ıî
ı m r ^t ^
S tr a te jik D ö n ü şü m ve Balk<ınl<ır
vut-M akedon unsurların yüzleştiği jeokültürel kuşağı oluşturan bölgedir. Her iki stratejik kuşağı da Yugoslavya'nın merkezî etnik gücü olarak Soğuk Savaş süresince elinde tutan Sırpların Miloseviç önderliğinde tanım ladıkları Büyük Sırbistan ideali, tem elde bu stratejik kuşaklar üzerindeki demografik yapıyı değiştirip etnik ve dinî olarak m onolitik bir yapı kurm aya yönelik bir projeydi. Etnik kıyım ve fiilî baskılardan kaynaklanan göçlerle gerçekleştirilm esi düşünülen bu yapının kara jeopolitik alam ilgili kuşaklardan olu şurken Adriyatik deniz bağlantısının kopm am ası esas alınıyordu. Böylece Tuna’dan Adriyatik’e uzanan Sırp jeopolitik hayat alanı ta nım lam ası bu hayat alanının içindeki Boşnak ve Arnavut unsurla rı hem stratejik bir düşm an hem de dış destekten yoksun kolay bir h ed ef haline getiriyordu, Doğu B o sn a’daki etnik temizlik ile hedefine kısmen ulaşan bu hayat alam tanım lam ası Krajina’nın Hırvatların eline düşmesiyle Adriyatik ayağında ciddi bir zaafla karşı karşıya kalmıştır. Bosna Sa vaşından askerî anlam da ciddi bir kayıp görm eden çıkan ve Day to n Anlaşması ile Doğu B osna’daki etnik temizliğin doğurduğu sta tünün tescil edilm esini sağlayan Sırbistan bu tecrübenin ışığında iç konsolidasyonunu pekiştirm ek için Kosova’ya yönelik sindirme ve göçe zorlam aya dayalı etnik tem izlik harekatına girişti. Sırplar açısından Kosova'yı Bosna’dan farklılaştıran dört temel unsur vardır. Birincisi Kosova’nm demografik yapısı ile ilgilidir. Nüfusun yaklaşık % 90'ı Arnavutlardan oluşan Kosova Bosna’nın aksine demografik olarak çok daha yeknesak bir yapı arzetm ektedir. Bu yapı Bosna’yı izole ederek etnik kıyımı sürdürmeyi tercih eden Sırpların Kosova'ya yönelik etnik tem izlik harekatında Kosov a’daki Arnavutları kom şu ülkelere, özellikle Arnavutluk ve M ake donya'ya sürerek demografik bir yapı değişikliğini zorlam aya y ön lendirmiştir. Bu durum ikinci tem el farklılığın da tebarüz etm esini sağlayan bir jeokültürel atm osfer oluşturmuştur. Kosova’da iç sosyo-kültürel ve sosyo-politik entegrasyonu yüksek, dolayısıyla kültürel asi m ilasyona ve etkileşim e son derece dirençli bir toplum sal yapının varlığı, Sırpların Kosova'yı kendilerinin anavatanı olarak gösteren tarihî iddialarla birleştiğinde etnik/dinî yüzleşm enin h em en net saflara dönüşm esine yol açan bir konjonktür doğurmuştur. Dinî farklılaşmakla birlikte dil konusunda birbirine yaklaşan
9
1
| S tratejik D erinlik
ve Soğuk Savaş süresince daha yüksek bir entegrasyon düzeyi sağ lamış olan Sırplar ve Boşnakların aksine Sırplar ve Arnavutların sosyal entegrasyonu en düşük düzeylerde kalmıştır. Bu nedenledir ki, Sırpların etnik kıyımı başlatm aları Sırplarla beraber ve yanyana yaşamaya alışmış Boşnaklar için beklenm edik bir şok etkisi yara tırken, asabiyet bağlan kuvvetli Arnavutlar için zaten varolan bir farklılaşm anın tırm andırılm ası olarak algılanmıştır. Balkanların jeokültürel yapısını yansıtan ü çüncü önem li farklı laşm a ise bölge-içi dengelerle doğrudan ilgilidir. Bosna'da etnik te mizliğin m uhatabı olan Boşnaklar, Sırplarla Hırvatların doğu ve batı istikam etindeki baskıları karşısında Orta B o sn a’da neredeyse bir gettoya sıkıştırılmışken, Kosova’daki Arnavutlar gerek M ake donya gerekse Arnavutluk’taki Arnavut unsurlarla hiç bir zam an tem ası kaybetmeyerek sürekli bir lojistik destek ve sığınm a im ka nı bulmuşlardır. Arnavutların direniş kapasitesini artıran bu du rum aynı zam anda Kosova bunalım ının B o sn a’nın aksine bütün Balkanlara yayılma riskini artırmıştır. NATO’yu Kosova'ya m üdehaleye sevkeden am illerden birisi de bu jeokültürel dağılımın or taya çıkardığı yayılma riskidir, Sırpların Kosova’ya yönelik etnik tem izlik hareketini güçleşti ren bu üç unsurun aksine Kosova’nın statüsünden kaynaklanan dördüncü unsur Sırplara Önemli bir m anevra alanı kazandırmıştır. Bosna-H ersek’İn aksine Yugoslavya’nın Soğuk Savaş dönem indeki siyasî yapısında kurucu cum huriyet statüsüne sahip olm ayan ve özel bir statü İle idare edilen Kosova’nin bu statüsünün de 1989 yı lında Sırplar tarafından ortadan kaldırılması, Yugoslavya’nın da ğılma ve kurucu cum huriyetlerin tan ın m a sürecinde Kosova’mn devre dışında kalm asına yol açm ıştır. Kosova’daki hassas duru m un farkında oian Sırplar bu statü değişikliği ile Kosova’yı Sırbis tan tarafından doğrudan idare edilen bir bölge haline getirm ek su retiyle Kosova m eselesini bir uluslararası hukuk ihlali olm aktan çı kararak bir ulusal m esele haline dönüştürm eye çalışmışlardır. Ni tekim NATO m üdahalesi esnasında Çin ve Rusya gibi BM Güven lik Konseyi ülkelerin en ciddi m uhalefeti, üye bir ulus-devletin içişlerine m üdahale noktasında olmuştur. Uluslararası statünün sağladığı bu avantajlı konum u istism ar eden Sırbistan 1998 baharında tırmandırdıpı etnik
hor».
—
1
... - -
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r
ketinde kadem eli bir strateji benim sem iştir. Bunalım ın ilk safha sında her türlü uluslararası tepkiyi içişlerine müdahale olarak gö rerek reddeden Sırbistan, Paris görüşm eleri esnasında İngilizFransız blokunun müzakere sürecini uzatan taktikler kullanarak bunalım ı zam ana yayma politikası takip etmiştir. Bosna'daki te c rübeden hareketle Batı ülkeleri arasındaki yaklaşım farklarının uluslararası müdahaleyi geciktireceği kanaati M iloseviç’i Kosovalı Arnavutlarca kabul edilen anlaşm a m etnini reddetmeye sevketmiştir. M iloseviç’in değişen uluslararası konjonktürü ve ABD’nin Balkanlarda sistem ik çelişkileri de barındıran tavır değişikliğini göre m em esi bu hesapların tutm am asına yol açmıştır. Bunun üzerine M ilosevıç yönetim i m üdahalenin başlam asından sonra biraz da m üdahalenin kara desteğinden yoksun oluşunun getirdiği k on jonktürü istism ar ederek hava operasyonuyla sınırlı askerî harekat konusundaki ısrarı zorlam aya başlamıştır. Bu dirençle bir taraftan NATO ülkelerinin m üdahaleye bakış açılarında bir takım farklılaş m aların ortaya çıkarak m üdahale blokunun çatlam ası, diğer taraf tan da kara desteğinden yoksun hava operasyonunun tırm andır dığı gerilimle Kosova halkının Arnavutluk ve M akedonya'ya göçe zorlanm ası h ed ef edinilmiştir. G erçekten de kara harekatına yönelik gerekli lojistik hazırlığın yapılm am ış olm ası hava operasyonlarının ilk safhasında karada yürütülen etnik tem izlik harekatının ivme kazanm asına yol açm ış tır. M uhtem el bir kara harekatı için en azından 6 hafta gerekli o l duğunun NATO yetkililerince ifade edilm esi de Sırplara bir zam an esnekliği tanım ak suretiyle etnik tem izlik harekatının hızlandırıl m asına zem in hazırlamıştır. M üdahale sonrasında ortaya çıkarı lan toplu m ezarlar hava operasyonuyla sınırlı harekatın bu zaafını açık bir şeküde ortaya koymuştur. “Arnavut M e s e le s in i bir Yugoslavya m eselesi olm aktan çık a rarak bölgeye yaymaya yönelik Sırp politikası bir taraftan NATO güçlerinin teyakkuzunu artırırken, diğer taraftan Balkanlardaki bölge-içi denge m ekanizm alarını harekete geçirmiştir. M akedon ya bünyesinde ortaya çıkacak en küçük bir hareketlenm e ve d e ğişme, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk ve Türkiye’yi doğru~ ~
c nnı mi ür
Hnonir e b i l e c e k olm ası bunalım ı doğ
| S tra te jik D erinlik
rudan ya da dolaylı müdahil olm a ihtim ali taşıyan ülkeleri ted ir gin etmiştir. Sırbistan da bu durumu görmüş ve “Arnavut M eselesi”ni bir Yugoslavya ve Sırbistan meselesi olmaktan çıkararak genelde bir Balkan, özelde de bir Makedonya m eselesi haline dönüştürebile cek bir göç dalgası oluşturmaya çalışm ıştır. Türkiye için de en kri tik hat bu çerçevede belirginlik kazanmıştır. Ancak, özellikle b ö l ge-içi dengelerin nabzım iyi tutan ABD'nin ısrarı ve A lm anya'nın son derece akıllı manevralarla m üdahaleyi bitirm eye yönelik dip lom atik adımların çekim alanını Rusya'nın da m üdahil olduğu Av rupa-içi kurumlara yöneltm esi Sırbistan’ın bu senaryoya yönelik direncini Önce zayıflatmış daha sonra da kırmıştır. Bununla birlikte, Sırp askeri güçlerinin çekilm esi ve KFOR’un Kosova’da denetim i ele geçirm esi bunalım ın nihaî çözüm ü için yeterli değil gerekli bir adımdır. Kosova M eselesinin en hayatî b o yutları hâlâ çözüm beklemektedir. Sistem ik ve bölge-içi çelişkile rin getirdiği açm azlar Kosova'nm geleceği İle ilgili diplom atik ve siyasî süreci etkilemeye devam etmektedir. Kosova m eselesinin geleceği ile ilgili problem leri üç kadem ede ele almak mümkündür. Birinci kadem e bunalım ın ana odak nok- tası olan Kosova’nm statüsü ile ilgilidir. Kosovalı Arnavutlarca m ü dahale öncesinde im zalanan anlaşm a Sırpların saldırgan tutum u nun tescil edilm esi ve m üdahale yönündeki baskıları artırm ası b a kım ından olumlu unsurlar ihtiva etm işse de nihaî çözüm ve o to nom inin m ahiyeti konusunda muğlak ifadeler içerm ekteydi. Ko sova’da gelinen son nokta Sırp ve Arnavutların birlikte ortak bir si yasî hayat alanı oluşturm asını iyice güçleştirmiştir. Ortaya çıkan yoğun güvensizlik ortamı, geçici çözüm leri ve garanti altına alın m am ış sınırlı özerklik tanım lam alarını gittikçe devre dışına itm ek te ve nihaî çözüm alternatiflerini azaltmaktadır. Sırplar için de Ar navutlar için de “ya hep ya h iç” form ülü ön plana çıkm akta; bu du rum da fiilî güç destekli diplom asinin esneklik alanını daraltm ak tadır-. Sırpların Soğuk Savaş dönem inde çok daha yüksek bir sosyo-kültürel entegrasyon süreci yaşadıkları Boşnaklarla birarada yaşam ayı dahi içlerine sindiremedikleri bir güvensizlik ortam ında Arnavutlarla ortak bir devletin unsurları olmayı benim sem eleri çok güçtür. Kosova’nm geleceği üzerinde
n l a n l a r v a n a n mii-t-fûfîV
Stratejik D ö n ü şü m ve B a lk a n la r
güçler bu konuda artık m üdahale öncesinden daha sınırlı opsiyonlara sahiptir. Prensipte Kosova'mn iç egem enliğe dayalı bir otonom iye sahip olm ası hâlâ tem el çözüm alternatifi olarak sunulmaktadır. Ancak, soyut bir otonom i alternatifinden çok otonom inin m uhtevası önem taşımaktadır. Yugoslavya içinde Karadağ benzeri kurucu bir statü ya da B osn a içindeki Sırp Cumhuriyeti gibi iç sınırları ege m enlik alanı şeklinde tanım lanm ış bir de facto otonom i benzeri bir çözüm Kosova'mn geleceği için bir kıyas niteliği taşıyabilir. Yoksa Sırbistan içinde tanınan kültürel/ekonomik ağırlıklı bir o to nomi, Kosova için herhangi bir güvenlik ve istikrar garantisi oluş turm ayacaktır. D aha ö n ce çok daha kuvvetli bir otonom inin Sırp yetkililerce m erkezî bir kararla kaldırıldığını bilen Kosovalılar için oton om i ancak ve ancak iç egem enlik alanının net olarak tan ım landığı bîr durumda kısm ı bir çözüm niteliği taşıyabilir. İç egem enliğin en bunalım lı alanı da güvenliğin KFOR m isyo nundan sonra nasıl sağlanabileceği sorusu ile ilgilidir. KKO’nuıı si lahsızlandırılm ası uluslararası garantörlüğün söz konusu olduğu m üdahale sonrası dönem için bir gereklilik olarak görülebilir. An cak, nihaî statüde iç egem enliğin fiilî güç boyutunun nasıl tem in edileceği çözülm eden Kosova bölgesinde istikran sağlayabilmek çok zordur. Bunalım ın bölge-içi dengeleri ilgilendiren ikinci kademesinde en ciddi m esele, parçalanm ış Arnavut demografik yapısından kay naklanan “Arnavut M e se le sin in geleceği ile ilgilidir. Kosova m e selesinin nihaî çözüm ü bu açıdan öncelikle Arnavutluk ve M ake donya'yı, daha sonra da hem en hem en bütün bölge ülkelerini ilgi lendirm ektedir. Kosova m eselesinin Balkanların m erkezî problem i olan “Arnavut M eselesi”ni de harekete geçirm esi ihtim ali bölge dengeleri açısından en kritik alanı oluşturmaktadır. Bunalım es nasında Kosova'dan Arnavutluk, M akedonya ve Bulgaristan'a ve oradan da Türkiye’ye yönelen göç bölge-içi dengelerde ciddi risk alanları oluşturmuştur. Özellikle kendi içinde son derece hassas bir etnik/dinî denge barındıran M akedonya’nın konum u son de rece kritiktir. Şu anda Kosova'daki KFOR askerî gücü dolayısıyla dondurulm uş görünen bu m esele gelecekte de özellikle Türkiye açısından bölgenin en hassas gündem m addeleri arasında yer ald H p rp li'fir
Stratejik D erinlik
Daha önceki bolüm de de üzerinde durduğumuz gibi uluslara rası güçlerin sistem ik çelişkileri Kosova’nm geleceği ile ilgili ü çün cü kademeyi oluşturmaktadır. Kosova'mn cari statüsünde değişen en önemli unsur uluslararası bir gücün garantörlüğüdür. Ancak bu gücün sınırları ve iç çelişkileri de bölgenin geleceğini belirleyecek ve olumsuz yönde etkileyebilecek unsurlar ihtiva etm ektedir. KFOR'un Kosova'ya konuşlanm ası sürecinde özellikle İngiliz, Fransız ve Rus denetim bölgeleri ile ilgili ciddi kaygılar duyulmak taydı. Nitekim, Rusya’nın Priştine havaalanını işgal ederek d ene tim dışı de facto bir durum yaratm ası ve Mitroviça ve Priştiııe'de Arnavut nüfus ile İngiliz ve Fransız güçleri arasında çatışm alar ya şanm ası bu kaygıları pekiştirmiştir. Kosova’da yeni statünün çe r çevesinin belirlenerek sivil yönetim in oluşturulm asına kadar ya şanacak süreç en kritik dönem i oluşturacaktır.
V. Türkiye’nin Balkanlar Politikasının Esasları
Kosova bunalım ının gerek uluslararası düzlemdeki yansım ala rından, gerekse bölge-içi dengelerdeki etldsinden Türkiye adına çıkarılm ası gereken önem li dersler vardır: (i) Soğuk Savaş sonrası dönem in değişken ve dinam ik şartları küresel nitelikli uluslararası rekabetin hassas bölgesel kuşaklara hem en ve doğrudan yansım ası sonucunu doğurmaktadır. Her yansım a da küresel uluslararası tercihler ile bölgesel politikalar arasında esnek am a süreklilik arzeden bir ilişkinin kurulm asını ve bu ilişkinin belli periyotlarla yeniden ayarlanm asını gerekli kıl maktadır. M esela Türkiye'nin AB'den dışlanm ası ve ABD-îsrail ek senli bir genel stratejik tercihe yönelm esi hem O rtadoğu’daki hem. de Balkanlardaki politikaları doğrudan etkilemektedir. Bu noktada küresel strateji esnekliğini azaltan h er adım bölgesel politikalarda da bir tıkanm a m eydana getirmektedir. (ii) Böylesi bir konjonktür stratejik esnekliğini artıran ülkeler için, önem li dış politika avantajları oluştururken, bu esnekliği kay bed en ülkelerin risklerini artırmaktadır. Bu anlam da Kosova’da gerilim 1998 başlarında tırm anırken, dönem in başbakanı M esut Yılmaz'sn Lebensmum kavramını, teorik olarak haklı bir çerçevede olsa bile, m aksadını aşan bir şekilde kullanarak Almanya ile yersiz
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r
ken, Dışişleri Bakanı îsm ail C em ’in gerek Ortadoğu gerek Balkan larda yüzyüze tem aslarla inisiyatif oluşturm a çabaları ise dış poli tika rasyonalitesi açısından doğru unsurlar ihtiva etmiştir. D ina mik uluslararası şartlar her aktörle sürekli tem ası kaçınılmaz kıl maktadır. Bu aktörün karşı safta yer alması, tem ası aktörün niyet lerini görebilm ek açısından daha da anlam lı kılabilir. (iii)
Küresel rekabetin Balkanlara yansım ası tarihî etki alanları
nı da beraberinde getirmektedir, 19, Yüzyıl Avrupa diplomasisi içinde bu rekabet ikisi ilerleyen, bir diğeri gerileyen üç tarihî m ira sı karşı karşıya getirmiştir. Yükselen etki alanlardan birisi Alman birliğinin gerçekleşm esinden aldığı hızla doğu ve güneye doğru ilerleyen Kutsal Rom a-G erm en mirasıdır ki, kuzeyde Polonya'dan güneye Avusturya ve M acaristan üzerinden Hırvatistan ve Adriya tik'e inm ektedir; İkincisi ise Rusların Ü çüncü Roma idealini yansı tan ve daha sonra sosyalist ideolojiye dönüşerek D em irperde'nin doğuşuna yol açan Ortodoks-Slav etki alanıdır ki, kuzeyde Beserabya'dan başlayarak Bulgaristan ve Sırbistan üzerinden Yunanis ta n ’ı da için e alarak Ege ve Adriyatik'e yönelmektedir. İlerleyen bu iki eksen karşısında gerileyen Osmaniı ekseni kuzeyde tarihî Le histan politikasına, güneyde ise Balkanların otantik kavimleri olan Boşnak ve Arnavutların O sm aniı kültürü ile özdeşleşen altyapısına dayanmaktaydı. D engeci İngiliz politikası ise Germ en ve Slav un surlar arasında eski Yugoslavya benzeri tam pon siyasî oluşum lar oluşturm ayı hedef edinm işti. Bu dengeler bugün de üç aşağı beş yukarı sürmektedir. M aale sef kabul etm ek zorunda olduğumuz bir gerçek de, Türkiye'nin, Almanya ve Rusya'nın kendi etki alanlarını korum a yönündeki e t kinliklerine orantılı bir etkinliği gösterecek güce sahip olm am ası dır. Bunun için de, Balkan bunalım ı neredeyse bölgedeki İslam ve O sm aniı kimliğinin tasfiye hareketi haline dönüşmüştür. Son B o s na ve Kosova bunalım ları bunu açık bir şekilde göstermiştir. Ancak, 19. yüzyıldan farklı olarak yeni konjonktürdeki en önem li faktör A BD ’dir ki, ABD’nin bölgesel etkinliğini G erm en ve Slav etkinlik alanları dışında kalan unsurlara dayandırm asını ge rekli kılmaktadır. M acar, Hırvat ve Sloven unsurların Almanya'ya; Sırp unsurların Rusya’ya; Bulgar, Rum en ve Yunan unsurların konjonktürel olarak h er iki tarafa da yakın olabilecek b ir politika «--i,;-, o+mpve m eyilli olduğunu gören ABD, ister istem ez Arnavut
Stratejik D erinlik
ve Boşnak unsurları bölgenin dengeleyici aktörleri olarak devrede tutmaya çalışacaktır. Türkiye bu noktada Almanya ve Rusya'yı karşısına alm adan ve bu ülkelerle diplom atik tem ası kesm eden, ABD ile kesişen bölgesel hesap larının realize edilm esine çalışm a lıdır. (iv)
Balkanlarda özellikle Sırplar ve Yunanlılar tarafından sık sık
depreştirilen anti-O sm anlı ve anti-Türk im ajı karşısında Türki ye'nin küresel rekabet unsurlarını bölgeye dikkatli bir şekilde yan sıtması zorunludur. Türkiye’nin bölgeye m üdahil olm asını sağla yacak diplomatik ve reel araçlar oluşturulmalıdır. O sm anlı’dan te varüs edilen siyasî kültürün ve kurum lanıl reddi Balkanlar politi kası açısından Önemli bir açm az doğurmaktadır. Herkes Boşnak ve Arnavut unsurlara olan tarihî ve kalbî yakınlığımızı bilm ektedir; ancak bunun uluslararası legal araçları yoktur. İçerde İslâm î kültür oluşumlarını bir tehdit gibi gören yaklaşım Kosova'da ve Bosna'da bu kimliğin muhafazasını savunmakta güçlük çekm ektedir; çünkü Sırplar her iki bölgede kendilerine karşı m ücadele eden unsurları İslam fundam entalizm inin tem silcileri olarak gösterm ektedir. Aliya İzzetbegoviç karşıtı propaganda bu konuda önem li bir misal teşkil etmektedir. Türkiye Özellikle Balkanlarla ilgili olarak iç siyasî kültür ile dış politika yapımı arasında yeni denge ve uyum ölçüle ri oluşturmak zorundadır. Bu çerçevede Türkiye'nin Balkanlar politikasının ana unsurları şu şekilde özetlenebilir:
ı. Tarihî Miras ve Balkanlar
Osmaniı D evleti'nin Balkanlarda egem en olm asından bu yana Osmaniı-Türk geleneksel Balkan politikasının iki tem el dayanak grubu vardır: Boşnaklar ve Arnavutlar. Balkanların bu iki yerleşik kavmi İslam 'ı seçerek Katolik-Ortodoks-İslam ya da Roma/Germ en-Rus-Osm anlı sacayağına dayalı Balkan jeokültüründe ağır lıkların? İslam ve Osmaniı ayaklarına koymuşlardır. Bu nedenledir ki, O sm anh'nın güçlü olduğu dönem lerde Osmaniı adm a Balkan larda büyük etki kazanan bu kavimler, O sm anh'nın zayıflam asın dan ve çöküşünden sonra en büyük darbelere duçar olmuşlardır. Soğuk Savaş sonrasında da Balkanlardaki dengede Türkiye h a nesindeki en önem li kazançlar bu iki kavmın kendi devletlerinde kültürel geçm işlerine daha vakm bir ri7airlp v*mî
k î »-
------- -----
Stratejik D ö n ü ş ü m ve B alk an lar
{anmaya gitm eleri olmuştur. Arnavutların ve Boşnakların Balkan larda istikrarlı ve etkili olmadığı bir konjonktürde Türkiye'nin D o ğu Trakya ve Anadolu’da huzurlu olm ası m üm kün değildir. BosnaHersek hâlâ Türkiye’nin Orta Avrupa içlerine uzanan siyasî, eko nomik ve kültürel bir ileri karakolu durumundadır. Arnavutluk ise Türkiye’nin Balkanlar politikasının barom etresidir. Arnavutluk’un Balkanlardaki istikrar ve güvenliğini sağlam ak için destek olam a yan bir Türkiye’nin bölgede kalıcı bir etkide bulunm ası m üm kün değildir. D aha önce de vurguladığımız gibi Türkiye’nin Balkan ve Kafkas politikalarındaki rolleri açısından Arnavutluk ve Azerbaycan b e n zer konum lara sahiptirler. Bu konum Türkiye’nin hem yakın kara hem de yakın deniz havza politikalarının kaderini belirleyecek Özellikler taşımaktadır. Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Adriyatik p o litikasında Arnavutluk, Hazar D enizi politikasında da Azerbaycan belirleyici bir ağırlık taşımaktadır. B oşnakların ve Arnavutların geleceği jeokültürel açıdan da, j e opolitik açıd an da Balkanların anahtarı durumundadır. B alk an lardaki kaygan ve değişken bölgesel ilişkiler arasında Türkiye a ç ı sından değişm eyen en önem li stratejik öncelik ve unsur O sm aniı bakiyesi olan ve kendi kaderlerini Türkiye’nin bölgesel gücüne ve ağırlığına bağlayan toplum larm kendi bölgelerinde kalarak gü venliklerini tem in etm e m eselesidir. Bu durum Türkiye için sad e ce yerine getirilm esi gereken bir m esuliyet ve yük değil, aynı z a m and a Balkanlardaki etkinlik alanı oluşturm anın en ön em li a ra cıdır. Kuzeybatı istikam etind en başlayarak B ihaç-O rta B osııaD oğu B osna-Sancak-K osova-A rnavu tlu k -M ak ed on ya-K ırcaaliBatı Trakya hattı ile D oğu Trakya'ya ulaşan kuşak Türkiye a çısın dan Balkan jeopolitiğinin ve jeokültürünü n hayat dam arı n iteli ğindedir. Dikkat edilirse Sırplar Bosna Savaşında bu hat üzerindeki b ağ lantıları kesme hedefine yönelm işler ve bir taraftan Doğu B o sn a’yı işgal ederek Orta Bosna ile Sancak ve Kosova arasındaki irtibatı ko parmışlar, diğer taraftan Bihaç'ı kuşatm a altında tutulan bir ada şeklinde izole etm eye çalışmışlardır. Savaşın daha sonraki d ö n em lerinde Bihaç ile Orta Bosna arasındaki irtibat tekrar kurulurken Doğu Bosna'daki etnik tem izlik harekatı Sancak ile Bosna arasıııdaki irtibatı tam am ıyla yok etmiştir. Bugün çatışm aların Koso-
I Stratejik D erinlik
va’da, özellikle bölgenin kuzeyde Sancak ve batıda Arnavutluk irti bat noktalarında yoğunlaşması da bir tesadüf değildir. Kosova bu kuşağın Boşnak nüfusun çoğunlukta olduğu Bosna-Sancak ekseni ile Arnavut nüfusun çoğunlukta olduğu Makedonya-Arnavutluk
ekseni arasındaki irtibatın merkezî coğrafyasını oluşturmaktadır. Kosova'mn tasfiyesi kuzeydeki Boşnak unsuru bir Orta Avrupa azınlığı haline dönüştürürken, Arnavutları Balkanlara yayılan et nik bir grup olm aktan çıkarıp Adriyatik’e sıkışm ış bir topluluk h a line getirecektir. Bu fiilen kendini Türkiye ile kader birliği içinde gören unsurların birbirinden koparılarak m arjinalleştirilm esi su retiyle Osmaniı bakiyesinin tüm üyle tasfiyesinin son halkası an la mına gelecektir. Bu kuşakta yaşayan toplulukların iç güvenliklerinin sağlanm a sı, kültürel varlıklarının muhafazası, ekonom ik ve sosyal altyapıla rının güçlendirilmesi, kuşak üzerindeki topluluklar arasındaki ile tişimin artırılarak sürdürülmesi Türkiye'yi bölgede hem barış hem de gerginlik konjonktüründe güçlü kılacaktır. Aksi takdirde bu ku şağın demografik olarak çözülm esi ve tasfiye edilm esi Türkiye’nin Balkanlardaki etkinliğinin büyük ölçüde azalm asına yol açacaktır.
2. B ölgelerarası Bağımlılık
Türkiye'nin bu stratejik hedefe ulaşabilm esi küresel ve bölgesel dengeleri gözetm esine bağlıdır. Türkiye'yi diğer Balkan ülkelerin den farklılaştıran ve önem li bir stratejik avantaj sağlayan en tem el özellik Türkiye’n in aynı zam anda bir Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kafkasya ülkesi olmasıdır. Başka h iç bir Balkan ülkesi bu denli çok yönlü bir dış politika alanına sahip değildir. D aha ön ce de vurguladığımız gibi, bugün bu bölgesel alanlar arasında bir karşılıklı bağım lılık ilişkisi vardır ve bunu manevra alanını sürekli genişletm eye dayanan esnek bir dış politika anlayı şı ile en iyi kullanabilecek olan ülke Türkiye’dir. İyi değerlendirildi ğinde büyük avantajlar sağlayacak olan bu bölgelerarası bağım lı lık ilişkisi, iki ucu keskin kılıç gibi, iyi kullanılamadığı zam an ciddi riskler de üretebilir. Balkanlar ve O rtadoğu’nun kesiştiği bir alan olan Doğu Akdeniz ve Kıbrıs m eselesi bu bölgelerdeki zaaflardan en doğrudan etkilenebilecek dış politika alanlarıdır. Türkiye bu bölgelerle ilgili politikalar arasındaki koordinasyonu sürekli takip ( edecek bir yakın havza stratejisi geliştirm ek zo ru n d a d ır.
Stratejik D ö n ü ş ü m v e B a lk a n la r
3. Bölge-içi Dengeler
Bölgelerarası bağım lılık ilişkisinde küresel güçleri ve dengeleri gözetmesi gereken Türkiye, Balkanlara yönelik politikada da b ö l ge-içi dengeleri sürekli takip eden aktif ve etkin bir diplom asi ge liştirm ek zorundadır. Bölgede Kosova eksenli olarak içiçe geçen üç halkadan bah setm ek mümkündür. Birinci halka Kosova (dolayısıyla Sırbistan)-Arnavutluk ve M a kedonya'dan oluşan iç halkadır ki, burada Arnavut etnik kimliği nin bölünm esinden kaynaklanan çelişkiler ağırlık taşımaktadır. İkinci halka Yunanistan, Yugoslavya (genişletilm iş Sırbistan) B ul garistan, Türkiye ve B osna-H ersek’ten oluşm akta ve bunalım ın ya yılm asındaki ilk doğrudan müdahil ülkeleri kapsamaktadır. Ü çüncüsü ise bu iç iki kuşaktaki dengeleri etkileyebilecek olan ülkeleri kapsam aktadır ki bunlar B osna'ya m üdahil olabilecek Hırvatistan, Voyvodina bölgesine müdahil olabilecek olan M acaristan ve sahip olduğu coğrafî konum la bütün bu dengeleri etkileyebilecek olan R om anya’dır. Bu üç halka ile ilgili olarak da koordineli bir diplo m asi uygulamak gerekmektedir. Bu çerçevede birinci halka içindeki dengelerin Türkiye a çısın dan en önem li önceliği Arnavutluk'un her açıdan güçlü bir yapıya kavuşturulm ası ve bu ülke ile Balkanlara yönelik en kapsamlı iş birliği çab asının yürütülmesidir. Bu konuda ortaya çıkacak zaaflar Yunanistan ve İtalya’nın Arnavutluk üzerindeki etkisinin Türkiye aleyhine artm ası sonucunu doğuracaktır. Arnavutluk’u sarsan banker krizinde Türkiye’nin yeterince süratli ve etkin bir destek sağlayam am ası Y unanistan'a önem li bir alan açm ıştır. Kosova kri zinin ilk günlerinde Arnavutluk başbakanının Yunanistan'dan ara buluculuk talebinde bulunm ası bu konuda Türkiye açısından dik kat çekici ve uyarıcı bir gelişm e olmuştur. Arnavutluk bunalım ı, etkileri ve sonuçları açısından, BosnaH ersek’ten çok daha derin bir bölgesel çatışm aya dönüşm e p o tan siyeli taşım aktadır. Boşnakların -Sancak hariç- yoğun olarak B o s na-H ersek sınırları içinde yaşaması, bu bunalım ın, doğru olm a makla birlikte, Bosna-H ersek ile sınırlandırılm ası çabalarının b a şarılı olm asını sağlamıştır. Hırvatistan ve Sırbistan'ın doğrudan karşı karşıya geldiği kısa dönem li çatışm alar hariç, bunalım Bosna-H ersek sınırları içinde dondurulmuştur. Boşnakların aksine, Arnavutların Arnavutluk dışında yoğun bir şekilde Kosova ve Ma-
8 S tra te jik D erin lik
f
kedotıya’da yaşıyor olmaları, Sırbistan ve Yunanistan'ın bunalım a doğrudan müdahil olmaları sonucunu doğurmaktadır. Balkanlar daki bunalım odağının Boşnaklardan Arnavutlara doğru kaydırılması daha yaygın bir bölgesel çatışm anın ilk sinyalleri olarak cid di kaygılar uyandırmaktadır. Bu birinci halkanın en hassas noktası ise M akedonya-Arnavut luk ilişkileridir. Makedonya’da yaşayan Arnavutların karşı karşıya kaldığı problemler dolayısıyla sürekli gerilen bu ilişkinin kopması diğer ülkelerin bu iki ülke üzerindeki baskılarını artırm ası son u cu nu doğuracaktır. Türkiye her iki ülke nezdindeki ilişkileri yoğun laştırarak bir taraftan ikili ilişkilerin iyileştirilm esine çalışırken di ğer taraftan M akedonya’daki Arnavutların en tabiî vatandaşlık haklarını en etkin bir şekilde kullanabilm eleri için ikna edici bir rol üstlenmelidir. Bu çerçevede Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan tarafından baskı altında tutulan M akedonya Devletinin varlığının ülkenin takriben yarısını oluşturan Arnavutlarla birlikte korunabi leceği anlatılmalıdır. İkinci halkada yer alan ülkelerin iç ittifak arayışları sürekli karşı ittifaklarla dengelenmek zorundadır. Burada en tem el husus B u l garistan’ın Sırp-Yunan ittifakına yönelmesiyle oluşacak Türkiyekarşıtı bölgesel bir ittifakın önüne geçmektir. M uhtem el bir SırpYunan-Bulgar bloku Türkiye’nin bölgedeki hayat dam arı olan stra tejik kuşak üzerindeki baskıların artm asına, M akedonya'nın dağıl masına ve Türkiye’nin Bosna ve Arnavutluk ile ilişkilerinin fiilen kopmasına yol açar. Bunun için de Bulgaristan'la ilişkiler h em ikili hem de çok yönlü zem inde geliştirilmeli; hatta m üm künse Balkan larla ilgili problemleri izleyecek iki taraflı bir komisyon oluşturul ması sağlanarak Bulgaristan'ın nabzı sürekli olarak tutulmalıdır. Ü çüncü halkada yer alan Romanya, M acaristan, Slovenya ve Hırvatistan gibi ülkelerle tem aslar artırılmalıdır. Özellikle R om an ya ile zaten çok iyi durumda olan ekonom ik ilişkiler daha da yay gınlaştırılm alı ve m uhtem el bir Balkan krizinde Rom anya ve Tuna üzerinden geçen ulaşım hattı açık tutulmalıdır.
4. B ölgeyi Kuşatıcı Politikalar
Türkiye bu iç çelişkilerin ve risklerin farkında olmakla birlikte bölgeyi tüm üyle kuşatan nnlitîValam amr-iıU u arm o i^ ;- 12,.
Stratejik D ö n ü ş ü m v c B a lk a n la r
vede Balkan Zirvesi ve Güneydoğu Avrupa Platform unda aktif ve sürükleyici roller üstlenilmelidir. Balkanların tüm ünü kapsayan ortak projelere öncülük ed ilm e si Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını artıracaktır. M esela Bosna'da ya şanan kültür katliam ından sonra küçük ölçekli bir Balkan UNES CO su oluşturularak bölgenin kültürel dokusunun ortak bir şekilde korunm ası gündem e getirilmelidir; çünkü bu kültür tasfiyesinden en büyük zararı Osm aniı-Türk kültür m irası görmektedir. Yine B al kan ülkeleri bünyesindeki farklı kültürlere sahip etnik toplulukla rın kültür ve eğitim haklarının sağlanm ası için ortak bir çalışm a teklif edilebilir; böylesi bir m utabakat özellikle Kosova ve Batı Trakya için uygun bir zem in oluşturabilir. Bölge içindeki gerilimi düşürm ek ve ortak çıkar alanları oluş tu rm ak için ekonom i ağırlıklı projeler üretilmelidir. Bir ara günde me gelen Balkan otoyolu gibi projeler dışında KEİ’nin de devreye girebileceği daha geniş ölçekli yatırımlara Öncülük yapılmalıdır.
5. Balkan Politikasında Küresel Stratejik Araçlar
Bu noktada Türkiye'nin kullanabileceği biri sistem ik diğeri al tern atif iki araç vardır. Sistem ik araç, içinde Türkiye’nin de bu lu n duğu NATO'dur. NATO'nun bunalım la ilgili devrede tutulm ası ve Türkiye’nin NATO içindeki rolünün O rtadoğu’dan çok Balkanlar ve Doğu Avrupa ile ilintilendirilm esi Balkan politikamız açısından büyük bir önem taşımaktadır. M eselenin AB ve BM forum larında yoğunlaşm ası Türkiye'nin etki alanını azaltacaktır. D aha Önce de sık sık vurguladığımız gibi, Türkiye'nin NATO içinde O rtadoğu’ya yönelik bir rol ü stlenm esi Türkiye’yi risk üstlenen edilgen bir ülke yaparken, Balkanlara ve Doğu Avrupa’ya yönelik bir rol, Türkiye’yi daha etken ve kendisini dışlayan Avrupa karşısında daha güçlü kı lacaktır. Böyle bir tanım lam a gelecekte bölgede Türkiye'ye yakın Boşnaklar ve Arnavutlara yakın politika geliştirm ek zorunda kala cak olan ABD’nin tercihlerine de yakın olacaktır. NATO'daki sistem ik rol dışında ikinci önem li araç ise kısm en sistem -dışı olarak görülebilecek olan ÎKÖ çerçevesindeki konum dur. Türkiye Balkanlardaki bunalım ları İKÖ forum una etkin bir şe kilde taşıyarak bölgedeki İslam -O sm anlı kimliğinin korunm asını doğrudan değil, anonim bir İslam Dünyası m eselesi olarak gündemp CTfvfirmek zorundadır. Papa’nin doğrudan m üdahil olduğu ve
Stratejik D erinlik
görüş beyan ettiği bir konjonktürde Arnavut ve Boşnakları Anado lu coğrafyası ile bütünleştiren dinî/kültürel kimliklerini koruyacak bir teşebbüsün eksikliği hissedilmektedir. Sahipsiz kalan Boşnak ve Arnavutlar kültürel kimliklerini kaybetm e tehlikesi için e gire ceklerdir ki, bu tasfiye planının başarısı anlam ına gelecektir. B o s na bunalım ı esnasında Batı Temas Grubundan dışlanan Türki ye’nin içinde bulunduğu İKÖ Tem as G rubunun varlığının dahi bir faktör olarak önem li bir misyon ifa etm iş olm ası unutulm am alıdır. Bosna'da tereddütle kaybedilen zam anın nelere m al olduğu unutulmam alıdır. İKÖ’nün devrede tutulm ası sistem ik güçleri diplomatik olarak baskı altında tutabilm ek açısından özel bir Önem taşımaktadır. B osna bugün herşeye rağm en varlığım koru yorsa bunun iki sebebi vardır; sistem ik güçler arasındaki ihtilaflar ve İslam D ünyasından sağlanan psikolojik ve diplom atik destek. Bugün her iki unsur da devrede olmalı ve Kosova bir taraftan BM ve NATO diğer taraftan İKÖ nezdinde çift yönlü bir küresel m esele olarak gündem de tutulmalıdır. Kosova m eselesinin lokalize ed ile rek unutturulm ası bölgedeki Türkiye yanlısı Arnavut unsurların tüm den tasfiyesi anlam ına gelecektir. Türkiye, Kosova'daki Sırp katliamı ve onun sonucund a gerçek leşen NATO m üdahalesi ile tekrar gündem e gelen Balkanlar ile il gili stratejiyi, bunalım dan bunalım a hatırlanan ve revize edilen bir dış politika m eselesi olm aktan çıkarm alı ve uzun dönem li projek siyonlara ayak uydurabilecek bir takım tem el önceliklere ve ilkele re göre yeniden belirlem elidir. Yeni Bosnaların ve Kosovalann ya şanm am ası herşeyden ön ce böylesi bir dış politika vizyonunun eseri olabilir. U nutulm am alıdır ki, Osm aniı D evleti'nin kaderi B al kanlarda çizilmiştir. Balkanlarda sınır ötesi etki alanları kuram a yan bir Türkiye'nin genel uluslararası ilişkilerde de, bölgesel d en gelerde de etkin olabilm esi m üm kün değildir. Türkiye bir taraftan Kosova ölçeğinde Balkanlardaki çıkarlarını korum aya yönelik stra tejik ve taktik adım lar geliştirm eye yönelirken, diğer taraftan da yeni küresel düzen arayışının ana unsurlarını takip ederek geliş m elerin m uhtem el seyrinin doğurabileceği sonuçlar konusunda getekli girişimlerde bulunm ak zorundadır.
Ortadoğu: Küresel Ekonomi-Politik ve Stratejik Dengelerin Kilidi
İ
I. O rtadoğu’ nun Uluslararası Konumunu Etkileyen Faktörler
Uluslararası ilişkilerde tahlil kabiliyetini geliştirmek istediğimiz öğrencilerim ize verdiğimiz ilk prensiplerden bir tanesi uluslararası ilişkilerdeki reel durumu görebilm ek için sınırlan bir an için gözönünde tutm aksızm haritayı alıp incelem eleridir. Bu temrin, özel likle uzun dönem li projeksiyonlarda ve küresel ve bölgesel denge leri etkileyebilecek güçteki ülkelerin stratejik tercihlerindeki kay m aları anlam landırm ada ufuk açıcı bir altyapı sağlar. ■■■¥' Şuurlar uluslararası ilişkiler ve hukuk için sabit bir veridir; an cak bu veri kimi zam an güç denklemindeki değişim lerin uzun dö nem li etki alanlarını görebilm em izi de engeller. Seksenli yıllarda zihinlerindeki uluslararası ilişkiler dünyasının varolan sınırlarının ilelebed süreceği varsayımı ile hareket eden stratejistler SSCB ve Yugoslavya’nın dağılma sürecinin doğurabileceği yeni konjonktü rün belirleyici reel. unsurlarım anlam akta güçlük çekmişlerdi. O rtadoğuda sınırlar son derece kötü örülm üş bir duvarı andır maktadır. Bu kötü örülmüş duvardan herhangi bir taşı oynatm a nın duvarı yıkmak anlam ına gelebileceğini bilen ve yıkılan bir du varın altında kalm ak istem eyen uluslararası aktörler değişik taşla rı eş-zam anlı bir şekilde oynatarak duvarı yıkmadan yeni bir şekil verm eye çalışm aktadır. Bu da diplomasi oyunundaki ham leleri ç e şitlendirm ekte; aktörlerin karşılıklı pozisyonlarını esnek bir zetpkrar tekrar veniden değerlendirm elerini kaçınılm az kıl-
S tra te jik D erinlik
maktadır. Son dönem de ortaya atılan bir çok bölge-içi ittifak pro jesine rağm en kalıcı ittifakların oluşm ayışımn ve oluşanlarının da
son derece hassas bir yapı arzetm elerinin en tem el sebebi budur. Yakın kara havzası ile ilgili bölüm de de ele aldığımız gibi Orta doğu tanım lam ası nesnel bir coğrafî tanım lam a olm aktan çok kültür-bağım lı niteliği Öne çıkan bir jeokültürel tanım lam a olm a özel liği taşımaktadır. Bu nedenledir ki, 20. yüzyılın başında Balkanları da kapsayacak şekilde kullanılan bu kavram yüzyıl süresince poli tika yapım cılarının ve araştırm acıların bakış açılarını yansıtan farklı ve çoğu zam an çelişik tanım lam alarla kullanılagelmiştir. En dar şekliyle M ısırdan İran ’a uzanan Nil ve M ezopotom ya havzalarının arası için, en geniş şekliyle de Fas’tan Pakistan’a ka dar yayılan, başka bir deyişle Atlantik’ten Ganj havzasına kadar uzanan bölge için kullanılan bu kavram tarihî/dinî çerçeve olarak özellikle İbrahim î gelenekte odaklaşmakla birlikte kadîm insanlık birikim ini, m edeniyet aidiyeti ve jeokültürel havza olarak İslam kimliğini, jeoekonom ik kaynak alam olarak petrolü, fizikî coğrafya olarak kurak bozkır ve çöl iklimini, stratejik olarak Avrasya'yı çev releyen Rimland kuşağının m erkezî hattını çağrıştıracak unsurlar la amlagelmiştir.
t. Coğrafî ve Jeopolitik Faktör Ortadoğu kavram ının kültür-bağım h m uhtevası bir kenara b ı rakılarak kapsadığı alan gözöniinde bulundurulduğunda bu ala nın en bariz özelliği Afroavrasya dünya anakıtasınm kesişim ala nım oluşturuyor olmasıdır. Bu bölge kara havzası açısınd an As ya'nın batısını, Afrika’nın kuzeyini, Avrupa’nın doğu sınırlarını barındırm aktadır. D eniz havzaları açısın d an ele alındığında da, Akdeniz’in güneyi ve doğusu, Karadeniz ve Hazar’ın güney kıyıla rı bu bölgenin deniz hat sınırlarını oluşturm aktadır. Kızıldeniz ve Basra gibi önem li iç deniz ve körfezler ise tüm üyle bu bölgede yer almaktadır. Jeopolitik kavramlarla ortaya koymak gerekirse, Ortadoğu kara jeopolitiği açısından Avrasya'nın kalbinde bulunan Heardand 'i m erkez alan bir stratejinin Afroavrasya dünya aııakıtasm a yönele cek açılım ının kilit bölgesini oluşturmaktadır. Böylesi bir açılım ın Asya'nın doğusuna ve güneyine yönelik seyri Afroavrasya ana-kı-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o iitik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
tasının m erkezinden uzaklaşmayı beraberinde getirirken, batı isti kam etinde Avrupa’ya dönük açılım Atlantik okyanusu ile n okta lanmaktadır. Avrasya’nın m erkezinden Ortadoğu istikam etinde bir stratejik yöneliş ise Afroavrasya anakıtasınm m erkezinden çev resine yönelik her türlü açılım ı mümkün kılmaktadır. Rusya’nın stratejik tarihi bu Afroavrasya jeopolitiğin in önem li bir m isalini oluşturm aktadır. Rusya/SSCB'nin mihver bölgeden Doğu ve Orta Asya istikam etindeki yayılm ası bu ülkeyi bir Asya gücü haline getirm ekle birlikte bu yayılma dünya anakıtasım ku şatacak sonuçlar doğurm am ıştır. Buna m ukabil Rusya/SSCB’nin Ortadoğu istikam etinde Balkanlar ve Kafkasya üzerinden yürüt tüğü her stratejik ham le küresel dengeleri etkileyen sonuçlar do ğurmuştur. Bu durum Alm an-îngiliz söm ürge rekabeti için de büyük ölçü de geçerlidiı*. Alm anya'nın her iki dünya savaşında da İngiliz sö m ürge sistem inin kilidini açam am ası, Afroavrasya’nin bu merkez kesişim alanında egem enliği sağlayam am ası ile doğrudan ilgilidir. Almanya ve İngiltere’nin O sm aniı politikalarında bu jeopolitik zo runluluğun önenıli izleri vardır. Kara jeopolitiğinin Rimland (kenar bölge) hattına dayalı güçle ri açısınd an bakıldığında da bu bölge Avrasya’yı kuşatan hattın m erkezini oluşturm akta ve Avrasya’ya yönelik her türlü m üdaha lenin üs potansiyellerini kapsamaktadır. Avrasya’yı çevreleyen Ko re - Çin - Hind~i Çin - Hind - Arap - Anadolu - Balkanlar - İtalya îb er - İskandinav yarım adalarından oluşan kenar kuşağın m erke zinden iki önem li yarım adayı (Arap ve Anadolu) tümüyle, iki yarı madayı (Hind ve Balkanlar) doğrudan etkileşim, iki yarım adayı da (İtalya ve İber) deniz kıyı komşuluğu ile etkilem e potansiyeli b a rındıran Ortadoğu, kara jeopolitiğinin Soğuk Savaş dengelerine de yansıyan iç m antığında vazgeçilm ez bir önem e sahiptir. Kenar kuşak hassasiyetini de gözeten deniz jeopolitiği a çısın dan ele alındığında da bölge, deniz-eksenli güçlerin Afroavrasya stratejilerinin m erkezinde bulunm aktadır. Gerek İngiltere gerek se A BD 'nin d eniz-ağırlıklı stratejileri için O rtadoğu hem karşı stratejik gücün hakim iyetine kesinlikle terkedilm em esi gereken bir savunm a hattı, hem de Avrasya içlerine ve kıyı denizlerine yö nelik strateiik egem enliğin o fan sif nitelikli üssü konum unda ola-
r
” ...... gelm iştir. Dünyada birinci derecede önem li dokuz stratejik deniz geçiş yolundan beşinin doğrudan (İstanbul ve Çanakkale boğazla rı, Süveyş Kanalı, Aden ve Hürmüz geçişleri), birinin de dolaylı (Cebelitarık) olarak bölgede bulunm ası bölgenin deniz jeopolitiği açısından taşıdığı önem i ortaya koymaktadır. 19.
Yüzyılda söm ürgeci rekabetin, 20. yüzyılın ikinci yarısında
da çift kutuplu ideolojik rekabetin jeopolitik hesaplaşm a bölgesi niteliğini koruyan O rtadoğu'nun jeopolitik yapısı Soğuk Savaşın bitişi ile birlikte yeni özellikler kazanmıştır. Soğuk Savaşın küresel dengelere ayarlı konjonktürü ve bu konjonktür içinde ortaya çıkan nükleer potansiyele dayalı “terör dengesi”, Ortadoğu benzeri je opolitik önem i haiz bölgelerdeki stratejik çatzşma unsurlarını sı nır] iyordu. Küresel dengeler bölgesel jeopolitik etkinlik alanlarının daha üst düzey stratejik ilişkilerde belirlenm esine yol açıyordu. Bu durum da bölgesel jeopolitiğin önem inin göreceli bir şekilde azaldığı yönünde bir intiba doğuruyordu. Uzun m enzilli füzelerin, Yıl dız Savaşlarının stratejik senaryoları belirlediği çift kutuplu bir ya pılanm a sabit coğrafya param etrelerine dayalı jeopolitik yakla şım ların geçerliliğini tartışm a konusu yapıyordu. Soğuk Savaşın bitişi ile birlikte küresel dengelere ayarlı b ö lg e sel stratejik param etrelerin değişm esi ve yerel unsurların ağırlığı nın artm ası bölgenin klasik jeopolitik teoriler içindeki yerinin tek rar Önem kazanm asına yol açm ıştır. Süper güçler düzeyinde tesbit edilen üst güvenlik şem siyelerinden kaynaklanan etki alanla rının ortadan kalkm ası, bir taraftan uluslararası ilişkilerdeki ağır lığını artırm aya başlayan diğer küresel aktörlerin bölgeye dönük bakışlarını etkilerken, diğer taraftan bölge-ölçekli stratejiler geliş tirm e kapasitesine sahip bölgesel güçlerin m anevra alanını geniş letm iştir. Bu durum stratejik çıkar çelişkilerinin yoğunlaşm asına ve düşük düzeyli çatışm a ihtim allerin artm asına yönelik sonuçlar doğurmuştur. Bölgenin jeopolitik açıdan yeniden değerlendirilm esini gerekli kılan diğer önem li bir faktör de çift kutuplu yapı içinde daha kes kin hatlarla bölünm üş olan Balkanlar ve Kafkaslardaki bu statik ayrımın dağılması ile birlikte bölgelerarası jeopolitik etkileşim in kısa bir sürede ve son derece etkin bir şekilde devreye girmesidir. ^ Türkiye’nin yakın kara havzasını oluşturan bu bölgeler arasındaki
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
jeo p o litik etkileşim in artışı, bu bölgeler arasındaki geçiş havzaları
nın yeni jeopolitik anlam lar kazanm asını da beraberinde getir miştir. İlgili bölüm lerde daha detaylı bir şekilde incelendiği gibi, Kafkaslardaki çift kutuplu dönem deki katı stratejik ayrım hattının yok olm ası Kafkaslar-M ezopotam ya-Basra ve Hazar-Doğu Akde niz bağlantılarının yeni jeopolitik hatlar olarak öne çıkm asına yol açarken, Balkanlardaki değişim Doğu Akdeniz’i Balkanlar ile O rta doğu’nun jeopolitik etkileşim alam haline dönüştürmüştür. Stratejik param etrelerdeki bu değişim bölgede son derece di nam ik bir konjonktür ortaya çıkarmıştır. Bu dinam ik konjonktü rün getirdiği dalgalanm alardan istifade etm ek isteyen Irak gibi bölge güçleri ofan sif ham lelere yönelirken, bu jeopolitik belirsizli ğin getirebileceği riskleri hesap eden ve bu riskleri m inim ize ed e rek bölgedeki etkinliğini sürdürmek isteyen ABD bölge üzerinden küresel yapılanm ayı tekrar düzenlem e çabası içine girmiştir. Kör fez Savaşı bu dinam ik jeopolitik konjonktür içinde bütün tarafla rın bölgeye bakışındaki değişimi hem yansıtm ış, hem de bölgeye dönük stratejik hesapların yeniden yapılm asını gerektirmiştir. 2, Tarihî ve jeokültürel Faktör
O rtadoğu’yu diğer bölgelerden farklılaştıran en tem el özellik lerden birisi de sahip olduğu tarih derinliğinin getirdiği jeokültü rel özelliklerdir. Yakın kara havzası tahlilinde de vurguladığımız gi bi, insanlığı etkileyen en köklü kültürel, dinî ve düşünsel açılım la rın bu bölgede gerçekleşm iş olm ası bu bölgenin tarih param etre lerini ve jeokültürel yapısını stratejik tahlilin en tem el unsurları arasında görmeyi gerekli kılmaktadır. Bölgenin Afroavrasya dünya anakıtası merkezindeki coğrafî konum u kültürel etkileşim lere son derece uygun bir zem in hazır lam ıştır. Bu bölge m erkezli kültürel oluşum ların insanlık tarihini derinden etkileyen evrensel nitelikli sonuçlar doğurm ası bölgeyi evrensel ve yerel nitelikli kültürel yüzleşmelerin, karşılaşm aların ve hesaplaşm aların alam haline getirmiştir. En dar anlam ıyla ka dîm M ezopotam ya ve M ısır havzaların a, en geniş anlam ıyla da doğu-batı ekseninde H indistan’dan Atlantik’e, kuzey-güney eksen in de de Karadeniz’den Büyük Sahra’ya kadar uzanan coğrafyada ta’-'Kt ^oriniiöî criirlü kültürlere beşiklik etm iş olan bölgede hem en
! Stratejik D erinlik
hemen hiç bir stratejik m esele tarih referansı olmaksızın sağlıklı bir şekilde değerlendirilem ez. Bunun en çarpıcı m isalini Ortadoğu Barış Sürecinin düğüm lendiği Kudüs M eselesi oluşturmaktadır. Dünyanın üç önem li Or tadoğu kökenli evrensel dininin en önem li m erkezlerinden birisi olan Kudüs M eselesi bu yönüyle sadece bölgesel nitelikli bir b u nalım alanı değildir. M üzakere m asasındaki taraflar Kudüs sözko nusu olduğunda iki siyasî aktörün tem silcileri olm aktan çıkarak dünya sathına yayılmış ü ç büyük dinin tem silcileri niteliği kazan maktadırlar. Kudüs’te, bu şehrin tarihi içinde görülen en uzun dö nemli egem enliklerden birini kuran O sm aniı m irasının bu açıdan değerlendirilmesi Türkiye’ye bölgesel barış çabalarınd a Önemli bir konum kazandırm aktadır. Bu konum un diplom atik bir b aşarı ya dönüştürülebilm esi O rtadoğu’nun jeokültürel ve tarihî derinli ğine nüfuz edebilm ekle mümkündür. Bu çarpıcı örnekte olduğu gibi birçok bölgesel görünüm lü m esele, bölge-dışı aktörleri de doğrudan m üdahil kılacak nitelikte bir jeokültürel ve tarihî d erin liğe sahiptir. Antik dönem de Mısır, M ezopotam ya, Anadolu ve îran m erkez li otoriteler altında bulunan Ortadoğu, önce Büyük İskender daha sonra da Roma im paratorluklarının eklektik im paratorluk yapıları altında büyük ölçekli bir siyasî bütünlüğe kavuşmuştur. Bu eklek tik imparatorluk yapılan bölgede ortaya çıkan dinî ve kültürel akımların çevre havzalara yayılmasını kolaylaştırmıştır. İslam m e deniyetinin doğuşu ve yayılışı ile birlikte tekrar tek bir siyasî otori te altında toplanan Ortadoğu, o günden bugüne genelde İslam medeniyet havzasının coğrafî bütünlük alam olarak görülmüştür. Batı-merkezli tarih ve coğrafya tanım lam alarında bölgenin doğu ve İslam ile özdeşleşm esi bu jeokültürel bütünlüğün bir y ansım a sıdır. Haçlı savaşları ile keskinleşen bu jeokültürel ayrım, SelçukluOsmanlı egem enlik dönem leri ile Türklerin de bu karşı cephenin öncüleri olarak görüldüğü bir yaklaşım biçim in e dönüşm üştür. Ortadoğu’daki Osmaniı asırları, bölgenin İslam m edeniyet havza sı kimliği merkez alınmakla birlikte kültürel ve dini çeşitliliğin k o runduğu bir tarih dilimini oluşturmuştur. Doğu-Batı, İslam -H ristiyan yüzleşm esinin genelde Orta ve Doğu Avrupa'da cereyan etti ği bu asırlarda Ortadoğu İslam m edeniyet birikim i etrafındaki or
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
tak jeokültürel bütünlüğün korunduğu bir havza niteliğini m uha faza etmiştir. Kendi içinde kültürel, dinî ve etnik çeşitlilik barındıran bu je o kültürel havza bütünlüğü, sömürgeciliğin yayılması ve Osmaniı sistem inin dağılması ile birlikte etnik ve dinî farklılıkların katı siya sî kim likler haline dönüştüğü bir jeokültürel parçalanm a alanı h a lini almıştır. Küçük Kaynarca Anlaşması ile Rusların, 19. yüzyılda ki söm ürgeci/m isyoner faaliyetler ile hem en hem en bütün Avrupalı dinî ve siyasî aktörlerin kültürel olarak müdahil olm aya çalış tıkları bu bölge kısa sürede dış tesirlere açık, edilgen bir kültür havzası niteliği kazanmıştır. Osmaniı D evleti’nin tasfiyesinden sonra kurulan söm ürge yapılarının oluşturduğu eğitim sistem i ve kültür politikası seçkinler düzeyinde ciddi bir kimlik bunalım ı or taya çıkarm ış ve halk-aydın çatışm asını körükleyici zihniyet para m etrelerinin tohum larını atmıştır. O sm aniı D evleti'nin tasfiyesi ile bölgede yaşanan jeokültürel farklılaşm a ve parçalanm aya yol açan biri dış diğeri iç iki Önemli unsurdan bahsedilebilir. Dış unsurlar söm ürgeci yayılma ile dev reye giren Avrupa-merkezli etkiler ve II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası bir siyasî irade ile kurulan İsrail devletidir. Bu iki olgu, 8. yüzyıldan bu yana genelde İslam medeniyet birikim i ile Özdeş leşen bölgenin jeokültürel karakterini değiştirmiştir. Böylece ken di tarihî referanslarını bölgeye yönelik olarak kuran Hristiyanlar ve Yahudiler bölgede siyasî etkinlik alanı kazanmışlardır. D aha önce Osm aniı D evleti’nin millet sistem i içinde korunaklı kültürel doku lar şeklinde varlığını sürdüren unsurlar, yeni bir siyasî bilinç ve egem enlik alam oluşturm a çabası içine girmişlerdir. Söm ürge ida releri tarafından da desteklenen bu çabanın en çarpıcı iki sonucu Yahudi kimliği ve dinî/tarihî referanslara dayalı olarak kendi iç m eşruiyet alanım oluşturan İsrail devleti ile çokkültürlü Ortadoğu m ozayiğinin küçük bir nüm unesi olmakla birlikte genelde Hıristi yanların egem enliğine dayalı olarak kurulan Lübnan devletidir. Bu devletlerin ortaya çıkışı, bölgenin jeokültürel yapısı ile siyasî ege menlik alanları arasında ciddi bir doku uyuşmazlığı problem ini beraberinde getirmiştir. Jeokültürel parçalanm ayı beraberinde getiren ikinci önem li sivasî gelişme özellikle Arap Dünyasını tem elden sarsan ulus-devlet
^ Stratejik Derinlik
oluşumudur. Yeni ulus-devletlerin kurulması, oluşan her bir ulusdevletin meşruiyet zem ininin dayanacağı yeni bir kültürel kimlik ve tarihî referansı gerekli kılmıştır. Müslüman-Arap-Suriyeli birisi ile Müslüman-Arap-Iraklı birisi arasındaki farkın, farklı ulus-devletleri oluşturacak bir siyasî kültür farklılaşm asına zem in teşkil e t mesine dayanak olacak düşünceler ve yapılar, bölgenin yeni ta nımlarla daha küçük ünitelere bölünm esinin önünü açm ıştır. Mezhep ve kabile farklılıkları da bu jeokültürel parçalanm ayı daha mikro bölünmelere ve kutuplaşm alara götürecek unsurları bera berinde getirmiştir. Arap milliyetçiliğinin bu süreç içinde karşı karşıya kaldığı açm azlar ve yüzleşmek zorunda olduğu problem ler, geleneksel yapılarla modern siyasî oluşumlar arasında ortaya çıkan gerilimin çarpıcı izlerini taşımaktadır. Bu jeokültürel parçalanm anın Ortadoğu'nun jeopolitik ve je o e konomik özellikleri dolayısıyla uluslararası ilişkilerin m erkezinde ve çekim alanında bulunduğu bir dönem de yaşanm ası, küçük farklılıkların dahi büyük ölçekli stratejik çatışm aların aracı haline gelmesi sonucuna yol açmıştır. Lübnan'da yaşanan uzun iç savaş süresince gerek uluslararası gerek bölgesel gerekse mikro düzeyde ortaya çıkan stratejik çelişkiler ve koalisyonların jeokültürel arkaplanı bu etkileşimin en çarpıcı sonuçlarını gözler önüne sermiştir. Bir asır öncesine kadar kendi içinde farklı yerel kimlikleri b a rındırmakla birlikte bütüncül bir jeokültürel havza niteliği taşıyan Ortadoğu, bugün keskinleşm e temayülü gösteren bir jeokültürel parçalanm a ve bu parçalanm anın getirdiği siyasî, dinî ve etnik ku tuplaşm a potansiyellerini bünyesinde barındırm aktadır. Bölgenin ana otantik gruplarım oluşturan Türk, Arap, Acem ve Kürt u nsur ların farklılaşm alarının stratejik hesaplarla tırm andırılm a riskini taşım ası, bölgeye bu asır içinde küresel güçlerin sağladığı güvenlik şem siyesi altında yerleşerek siyasî egem enlik alanı oluşturan Yahudilerin bölgenin diğer kültürel gruplan ile yaşayageldikleri kül türel/siyasî gerilim, ulus-devletlerin ortaya çıkarm aya çalıştıkları değişik ölçeklerdeki ulusal kimlikler arasındaki çelişkiler, jeop oli tik/ siyasî ayrım hatları ile jeokültürel ayrım hatları arasındaki fark lılaşm alar norm al şartlarda m üsam aha ile karşılanabilecek kültü rel farklılaşm aların çok kısa sürede bir bunalım odağı haline dö^ nüşm esine ve gerek küresel gerekse bölgesel güçlerce hem en stra-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e Stratejik D e n g e le r in Kilidi
tejik bir param etre olarak algılanm asına yol açmaktadır, Ortado ğu'da kalıcı bir barışın sağlanabilm esi herşeyden önce bu jeokül türel parçalanm anın doğurabileceği siyasî risklerin azaltılm asına bağlıdır. Bölgenin zengin jeokültürel arkaplanı parçalayıcı değil tam ştm cı ve bütünleştirici bir doğrultuda değerlendirilm edikçe, geçici siyasî barış planlan kalıcı bir bölge düzeni oluşturacak bir zem in sağlayamaz. Bölgenin zengin jeokültürel haritasını beş asır kalıcı bir düzen altında siyasî riski asgariye indirerek korumayı başaran Osmaniı tarih m irasına sahip olan Türkiye’nin bu mirası stratejik bir daya nak olarak kullanabilm esi, sadece Türkiye'nin böige politikaları açısınd an değil, bölgede adil ve kalıcı bir düzen kurabilm ek açısın dan da büyük bir Önem taşımaktadır. Türkiye bu jeokültürel par çalanm anın bir tarafı, hatta bir mağduru gibi davrandıkça bu m i rası hakkınca değerlendiremez. Öte yandan Türkiye artık bölgeye sırtım dönerek yahut bölgede küresel aktörlerin tavırlarına bağım lı edilgen bir tavır takınarak derin perspektifli bir bölge stratejisi geliştirem ez. Şu çok açık bir gerçektir ki, bölgenin hiç bir siyasî problem i Türkiye’nin m iras edindiği, am a hakkını da hiç bir zam an yeterin ce veremediği, Osmaniı arşivleri olm adan anlaşılam az ve hukukî bir zem inde tartışılam az. Bölgedeki jeokültürel parçalanm anın ta rihî tem elleri, dönüşüm seyri ve objektif bir haritası da ancak ve ancak bu arşivlerin kullanılm ası ile mümkün olabilir. Bunun belki de en çarpıcı m isalini Ortadoğu M eselesinin düğümlendiği Ku d ü s’ün geleceği ile ilgili tartışm alar oluşturmaktadır. Türkiye’nin bütün bu tarihî m irasa rağm en Ortadoğu Barış Sürecinde etkin bir aktör gibi görülm em esi ve görüşlerinin dikkate alınm am ası, biraz da Türkiye’nin bölgenin jeokültürel dokusuna ve bu dokunun par çalanm asınd an kaynaklanan problem lerine yeterince Önem vermeyişindendir. 2000 yılının Tem m uz ayında başarısızlıkla so n u ç lanan Filistin-İsrail görüşm elerinden sonra Kudüs konusunda devreye giren Türkiye'nin teorik hazırlıksızlığı bu süreç içinde da ha bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye kendi iç bütünlüğü açısından da, bölgede etkin bir strateji u y g u la m a kapasitesi açısın dan da, bölgenin jeokültürel ve tarihî faktörlerini gözeten bir yak!'ı ''"vı fr^ctoı-mplf 7-nnındadır.
S tra te jik D eriniik
3. Jeoekonom ik Faktör
Uluslararası ekonom i-politik kaynak dağılımı açısından bakıl dığında Ortadoğu genelde petrol ile özdeşleşen bir coğrafya olarak görülmektedir. M odern dönem için doğru olan bu yargı aslında O rtadoğu'nun ekonom i-politik tarih içinde oynadığı rol açısından değerlendirildiğinde eksik kalmaktadır. Bütün büyük m edeniyet havzalarının doğduğu ılım an iklim kuşağının m erkezinde bulu nan bölge, antik dönem den bugüne tarım potansiyeli ve ticaret aktarım hattı olm ak bakım ından başlı başına büyük bir önem ta şımıştır. M ezopotam ya ve Nil havzalarının tarım toplum unun ge lişim inde oynadığı rol, O rtadoğu’yu çöl ve kuraklıkla özdeşleştiren m odern dönem yaklaşım ım önem li Ölçüde tekzip etm ektedir. Su yun bir doğal kaynak olarak O rtadoğu’da taşıdığı önem in anlaşıl m ası büyük tarım m edeniyetlerinin doğduğu bu havzanın ekono mik tarihi çerçevesinde anlaşılabilir. Bu tarım potansiyelini daha da önem li kılan ve Ortadoğu'yu uluslararası ekonom i-politik tarihin m erkezine yerleştiren en te m el olgu ise Afroavrasya analcıtası içindeki h em en h em en bütün ulaşım ve ticaret yollarının m odern dönem de Ortadoğu olarak ad landırılan bölge ile doğrudan ve dolaylı ilişki içinde olmasıdır. Doğu-batı istikam etinde Akdeniz havzası ile Çin arasında, kuzey-güney istikam etinde ise Karadeniz'in kuzeyindeki stepler ile Akdeniz ve M ısır arasında yürütülen ticaret Ortadoğu'yu ekonom i-politik bir eksen haline getirmiştir. Hint Okyanusu kıyılarında seyreden ve Çin ve Hint ile M ısır ve Doğu Afrika’yı birbirine bağlayan ticaret yolları da Ortadoğu bölgesinin güney sahilleri üzerinden seyret miştir. Ortadoğu bölgesinin Akdeniz, Anadolu, Karadeniz, Kızıldeniz ve Basra sahillerinde gelişen lim an şehirleri ile kara ticaretinin seyrettiği Avrasya boyunca kavşak noktalarını oluşturan ticaret şe hirleri Afroavrasya ölçekli bu ekonom ik yapılanm anın aktarım hatlarını ve atardam arlarını oluşturmuştur. Avrupa’da önce m erkantilist, daha sonra da endüstriyel söm ür geciliğe dayalı yeni bir ekonom i-politik m erkezin ortaya çıkışı ve bu m erkezin Afroavrasya ölçekli ve genelde Asya-merkezli ekono m i-politik yapılanm anın tem el dinam iklerini dönüştürm eye b a ş lam ası O rtadoğu’nun jeoekonom ik özelliğine yeni boyutlar kat mıştır. Ortadoğu, bu dönüşüm süreci içinde üretim teknolojisini
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve
Stratejik Dengelerin Kilidi
geliştirm ekle birlikte doğal kaynaklardan önem li ölçüde m ahrum olan Batı Avrupa ile doğal kaynaklara sahip olm akla birlikte b u n ları üretim teknolojisine Avrupa ölçeğinde dönüştürecek araçlara sahip olm ayan doğu arasında bir tür doğal kaynak aktarım hattı rolünü üstlenm eye başlam ıştır. İngiliz söm ürge sistem inin Mısırmerkezli Ortadoğu projeksiyonu Hint yolunun açık tutulm ası ile ilgilidir. Alm anya'nın Osm aniı politikasında da bunun alternatifi ni oluşturm a çabası gizlidir. O rtadoğu'nun bu jeoekonom ik özel liği bölgenin söm ürge rekabetinden en derin etkilenen bölgelerin başında gelm esine yol açm ıştır. Uluslararası ekonom i-politik dengenin Asya’dan Avrupa'ya kayması sürecinde Sanayi D evrim ini de doğrudan ilgilendiren bir olgu olarak enerji kaynaklarına duyulan ihtiyacın artması, petrolü stratejik bir araç, Ortadoğu'yu da bu stratejik aracın jeoekon om ik havzası olarak stratejik bir rekabet alanı haline dönüştürm üştür. Böylece Ortadoğu sadece ticarî ve doğal kaynak aktarım hattı o la rak değil, doğal kaynak stoku olarak da başlıbaşm a önem li bir stra tejik konum kazanmıştır. O rtadoğu’nun dünya petrol rezervleri nin önem li bir bölüm üne sahip olm ası bölgenin stratejik yapılan m asında ve gerek küresel gerekse bölgesel güçlerin bu yapılanm a içindeki pozisyon alışlarında önem li bir etki yapm ıştır ve yapm a ya devam edecektir. Petrolün uluslararası ekonom i-politik güçler açısınd an taşıdığı hayatî önem bu doğal kaynağa dayalı bir stratejik planlam anın ge liştirilm esini zorunlu kılmıştır. Öyle ki, petrol uluslararası politika n ın m odern dönem deki iki önem li çatışm a alanı olan jeopolitik ve ekonom i-politiğin kesişim alanında son derece belirleyici bir rol oynam aya başlam ıştır. D ah a önce çorak ve Önemsiz alanlar ola rak görülen coğrafî alanlar petrolün bu lu nm asınd an sonra klasik jeo p o litik yaklaşım ları dönüştüren merkezî bir jeo stratejik Önem kazanm ışlardır. Bu yeni jeostratejik önem , petrolün ek o n o m i-p o litik güç rekabeti içindeki rolünün olağanüstü bir tırm anış g öster m esi ile birlikte uluslararası ilişkiler arenasının tem el param etrele rinden birisi olmuştur. Bu param etre O rtadoğu'nun uluslararası konum u ile iç yapısal dönüşüm ü arasında doğrudan bir bağım lılık ilişkisi oluşturm uş t u r [T.
Dünva Savaşından sonra bölgede ortaya çıkan ulus-devlet-
j
S tratejik D erin lik
Ierin yapılanm ası petrol unsuru ile ilişkili bir eksende gelişmiştir. Çift kutuplu uluslararası ilişkilerde de bu param etrenin izlerini ya kalam ak mümkündür. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri gibi ge leneksel kabilevî yapılara dayalı devletler petrol kaynaklarının Batı kapitalizm inin çarklarına akm asına aracı rolü oynayan bir işlev üstlenirken, Arap milliyetçiliğine dayalı sosyalist idareler altında Doğu Blokuna yakın bir tavır gösteren totaliter-ideolojik yapılı devletler doğal kaynakların devletleştirilm esi suretiyle petrolü devletin önem li bir stratejik kozu olarak görm e tem ayülü içine gir mişlerdir. Bu kutuplaşm a bölgenin doğal kaynaklarının etkin kul lanım ını engellediği gibi, süper güçler arasındaki çelişkilerin b ö l gesel problem ler haline dönüşm esinin de önünü açm ıştır. B ölge de bu dönem de yaşanan iç siyasî gelişm elerde de petrole dayalı uluslararası stratejik rekabetin önem li bir rolü olm uştur ki, buna en çarpıcı misal Irandaki Musaddık olayıdır. Batılı güçlerin O rtadoğuda İsrail'e destek veren tavırlarını sürdürmesi ile tırm anan süreçte başta Suudi Arabistan kralı Faysal ol mak üzere geleneksel rejim lerin ortak bir tepkiye yönelm eleri p e t rolün bölgesel bir stratejik koz olarak kullanılm asını sağlayan bir süreci başlatm ıştır. Bu dönem de uygulanan petrol ambargosu, petrol üreticisi ülkelerden oluşan OPEC’in uluslararası bir güç ka zanm asına yol açm ıştır. Batı ülkeleri ise petrol am bargosu ile eko nom i-politik yapılarının doğal kaynaklara bağım lı kırılgan özelli ğini farketmişler ve Ortadoğu politikalarında daha da yönlendiri ci, m anipüle edici ve belirleyici bir tavrı benim sem eye başlam ış lardır. Özellikle uluslararası ekonom i-politik yapının patronajlığı görevini yürüten ABD, Avrupalı güçlere kıyasen petrole daha az bağım lı olm akla birlikte, petrolün bu gücünün kaynağını kontrol etm edikçe uluslararası ekonom i-politik rekabetin ritm ini tu tam a yacağını farketmiştir. Yetmişli yılların sonlarında yaşanan iki önem li gelişm e petro le dayalı stratejik rekabetin seyrini büyük ölçüde etkilem iştir. A BD liderliğinde im zalanan Camp David Anlaşm ası O rtadoğu'da ki bölgesel blokajı kırarken, iki büyük petrol üreticisi ülke olan İran ve Irak arasındaki savaş OPEC’in ortak tavır belirlem e g ü cü nü ve petrolün bir stratejik koz olarak kullanılm a kapasitesini önem li ölçüde daraltmıştır. Uzun süren sava.s çift vnnlıî Hır
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
bulunm uştur. Savaş giderlerinin bu ülkelerin petrol gelirlerine bağım lılığını artırm ası petrol fiyatlarının düşm esine yol açm ıştır. Öte yandan, bu ülkelerin silah alım m a yönelttikleri kaynaklar petrolden elde edilen gelirlerin tekrar Batı finansal sistem ine dönm esini tem in etmiştir. Sadece savaşan iki ülkeyi değil, çevre deki daha küçük ölçekli ülkeleri silahlanm aya sevkeden bu k o n jonktür, Ortadoğu'da petrol üzerinden oluşan finansal birikim in silah ticareti ü zerinden tekrar B atı’ya akm asını sağlamıştır. 1. K ör fez Savaşında İran tehdidi, I I Körfez Savaşında da Irak tehdidi al gılam ası petrol zengini Basra ülkelerini uluslararası güvenlik ga rantisi arayışına sevketmiştır. Soğuk Savaşı bitiren sıcak savaşın O rtadoğuda yaşanm ası da bu stratejik dengeleri ve yönelişleri belirleyen petrole dayalı bölge jeoekonom isin in önem li bir rolü vardır. Yeni Dünya D üzeni kavra mı ile Körfez Savaşı arasındaki ilişki petrolün küresel ve bölgesel düzeni etkilem e gücünü gösterm ektedir. Bu asrın başında bütün bölge üzerinde egem en olan ve petrol jeostratejisini yönlendirm e kapasitesine sahip olan O sm aniı Dev le ti’n in külleri üzerinde kurulan Türkiye’nin petrole dayalı bu dengelerde h em en hem en tam am en edilgen bir konum da kalmış olm ası bölgeye yönelik politika açısından üzerinde dikkatle durul m ası gereken bir olgudur. Yetmişli yıllardaki petrol krizinden en büyük darbeyi yiyen ülkelerin başında gelen ve yetm işli yılların sonunda petrol kuyruklarına m ahkum olan Türkiye, doksanlı yıl larda da Körfez Savaşından en ciddi ekonom ik kayıplarla çıkan ül keler arasında yer almıştır. Türkiye açısından önem li bir diğer bölgesel jeoekon om ik u n sur ise son yıllarda gittikçe artan bir önem kazanan bölgenin su kaynaklan m eselesidir. Ortadoğu'daki su m eselesi bölge-içi ittifak ve çatışm a ihtim allerini etkileyebilecek potansiyel bir çatışm a ala nı olm a niteliği kazanmaktadır. Bu potansiyel çatışm a alanını or taya çıkaran en önem li sebeplerden birisi O rtadoğu'nun jeo ek o nom ik kaynakları ile ulus-devlet sınırlarının oluşturduğu cari siya sî yapılanm a arasındaki uyumsuzluktur. Söm ürgeci dönem in ay rım çizgilerini barındıran O rtadoğu'nun sunî sınırlara dayalı h ari tası su ve petrol kaynaklarının tek bir siyasî yapıda toplanm asının pnorpiipnmesi esasına dayandırılmıştır.
S tra te jik D erinlik
Bölgedeki doğal kaynakların değişik siyasî aktörJer arasında paylaşılm asından kaynaklanan jeoekonom ik parçalanm anın do ğal bir sonucu olarak aynı ülkeden doğan ve denize dökülen bü yük nehir hem en h em en yok gibidir. Fırat ve Dicle Türkiye, Suriye ve Irak arasında; Asi Lübnan, Suriye ve Türkiye arasında; Yermuk Ürdün ve Suriye arasında her an ihtilaf çıkarabilecek bir konum a sahiptir. Buna dünyanın en uzun nehirleri arasında yer alan Nil'in doğal bölünm esini de katarsanız bölgenin artan tarım ihtiyacını besleyecek su kaynaklan ile ilgili sıkıntı daha açık bir şekilde te b a rüz etmektedir. Soğuk Savaş şartları ve çift kutuplu yapılanm a bu jeo ek o n o m ik p arçalan m a param etrelerini daha üst stratejik m üzakerelerin parçası halinde tutuyor ve bölgesel parçalanm ayı statik hatlarda m uhafaza ediyordu. Soğuk Savaşın sona erm esi ile birlikte bu sta tik yapının çözülm esi, jeoekon om ik ve jeop olitik etkileşim in h ız landığı geçiş bölgelerini potansiyel stratejik çatışm a alanları h ali ne dönüştürm üştür. Bu çerçevede Kuzey Kafkasya'dan, güney hattının doğusunda Körfez'in, batısında ise Doğu A kdeniz'in b u lunduğu Kuzey Ortadoğu h attına kadar olan bölge jeo stratejik açıdan tek bir bütün niteliği kazanm aya başlam ıştır. Bu açıd an Kafkasya'daki petrol, Doğu Anadolu'daki su, Musul ve Körfez’deki petrol kaynakları konusundaki gelişm eler jeoekon om ik ve je o p o litik yapılanm a açısınd an karşılıklı etkileşim çerçevesinde birlikte ele alınm ak zorundadır. Bu yeni stratejik durum Türkiye’nin hayatî önem i haiz projele rinin başında gelen GAP ve GAP ile doğrudan ilgili su kaynaklarım da yeniden değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. Soğuk Savaşın Doğu ve Batı blokları arasındaki sınırlara dayalı statik yapılanm a sı Türkiye-SSCB sınırını sunî olm asına rağm en istikrarlı bir ayrım hattı haline getirmişti. SSCB-Suriye, SSCB-Irak, ABD-İsrail, ABDİran ilişkilerindeki ittifak yapılanm aları da Doğu-Batı blokları ara sındaki bu statik konumun Türkiye'nin güney ve doğu sınırlarında da göreceli bir istikrar doğurm asına yol açm ıştı. GAP projesi bu konjonktür içinde planlanm ıştı. Ama özellikle İran Devrimi ve SSC B’nin çözülm esi ile Doğu-Batı blokları arasındaki dengelere dayalı sunî istikrarın sona erm esi ve gerçek jeostratejik faktörlerin devreye girmesi ile birlikte durum değişti. Bu da bu jeostratejik hat
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
üzerindeki bütün m eselelerin birbirleriyle daha dinam ik bir etki leşim alam oluşturm asına yol açtı. Bu çerçevede batılı ülkelerin su m eselesine ve GAP'a bakışlarında hem değişm e hem birbirleriyle farklılaşma yaşanm aya başladı. Bu sebeple Türkiye Doğu Anado lu, GAP ve su m eseleleri konusunda artık Soğuk Savaşın statik dengelerinin verdiği rahatlık içinde değildir. Küresel ve bölgesel güçlerin bu konulardaki politikası da Soğuk Savaş dönem ine göre çok daha dinam ik ve her türlü ihtim ale açık çok opsiyonlu bir h a le gelm iş bulunm aktadır. Türkiye Soğuk Savaş dönem inde su, petrol ve Ortadoğu m ese lelerini D oğu-Batı Bloku arasındaki genel ilişkilere dayandırm ak taydı. Batı ile yaşanan sıkıntılı dönem ler ve ekonom ik bunalım lar esnasında Türkiye bölgeye ve petrole daha çok ilgi duymakta, Sov yet tehdidinin arttığı ve Batı ile daha sıcak ilişkiler yaşadığı d ö nem lerde ise politikasını başta ABD olmak üzere batılı güçlerin önceliklerine endeksle mekteydi. Bugün artık bölge-dışı faktörlere endeksli bu politikayı sürdürebilm e şansı zayıflamıştır. Aksine Türkiye Kuzey Kafkasyadan Körfez’e kadar uzanan ve gerek supetrol kaynaklarının dağılımı, gerekse küresel jeopolitik yapılan m a içindeki yeri açısından bir bütünlük arzeden bu jeostratejik kuşak ile ilgili uzun dönem li stratejisinin tem el esaslarını tekrar belirlem ek ve bu stratejinin kısa ve orta vadeli taktik adım larını bütün bu bölge ile olan ilişkilerini birbirleriyle bütünleştiren bir çerçevede yeniden kurmak zorundadır. Bölgedeki su potansiyeli ile ilgili jeoekonom ik bunalım boyutu gozönünde tutulm akla birlikte bu problem in konjonktürel dalga lanm alar oluşturduğunu da unutm am ak gerekir. O rtadoğudaki su kaynaklan ile ilgili potansiyel çatışm a konusu şu ana kadar hiç bir zam an gerçek ve aktif bir çatışm a alanı haline dönüşm e ihtimali taşım am ıştır. Bu m eselenin sık sık aktif çatışm a alanı halinde gös terilm esi gerçek bir durumu aksettirm ekten çok bölge-içi m anipülasyon taktiklerini yansıtmaktadır. Su kaynaklarının kullanım ın dan çıkacak savaş senaryolarının genellikle O rtadoğuda önem li savaş ve barış süreçlerinin yaşanm akta olduğu dönem lerde gün dem e getirilmesi, bu m eselenin aktif bir çatışm aya dönüşecek ni telikte olm aktan çok bölge-içi dengeleri etkilem ek için kullanılan, gerek küresel gerekse bölgesel a k tö rle r
S tratejik D erinlik
nipülasyona uygun bir potansiyel çatışm a alam olduğunu ortaya koymaktadır. Su m eselesinin gündem e getirildiği dönem ler incelendiğinde iki ana unsur göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi bölge-içi dengelerin yeniden şekillendiriîdiği savaş ve barış süreci d ön em leridir. Türkiye ile Irak arasında su m eselesi ile ilgili olan gerginli ğin özellikle Körfez Savaşı öncesinde tırm andırılm ış olm ası dikkat çekicidir. Aynı şekilde Ortadoğu barış görüşmeleri süreci içinde de kritik h er safhada su m eselesi tem el gündem m addesi haline geti rilmektedir. Bunun m antığı da gayet açıktır. Savaş ve barış süreci içinde gerek İsrail’in gerekse büyük güçlerin geniş çaplı bölgesel ittifakları engellem esi ve her etkin bölge gücü ile tek tek bir barış ya da savaş süreci yaşam ası sağlanm ak istenm ektedir. Böylece bir çok bölgesel aktörü doğrudan ilgilendiren su m eselesi taviz ve te h dit unsuru olarak tutulm ak suretiyle bölge-içi ihtilafların genişlet tiği bir diplomatik m anevra alanı ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan ele alındığında, gerek 1995 sonlarında gerekse 2000 yılı başlarında yürütülen İsrail-Suriye barış görüşm elerinde su m eselesinin, T ü r kiye’nin su kaynaklarını da ilgilendirecek şekilde, tekrar tekrar gündem e getirilmesi dikkat çekicidir. Su m eselesi ile ilgili gerilimlerin tırm anm ası ile ilgili ikinci dik kat çekici unsur ise bölgelerarası etkileşim ve zam anlam a m esele sidir. Balkanlar ve Kafkaslarla ilgili gelişm elerin yoğunlaştığı ve Türkiye'nin diplom atik ilgisinin bu bölgelere yöneldiği dönem ler de su m eselesinin ve bu m eseleye bağlı güney tehdit algılam asının gündem e getirilm esi karşı diplom atik ham leler ile ilgili görülebilir. Her iki halde de potansiyel bir çatışm a unsuru olan su. m eselesi diplom atik m anevra alanı açacak şekilde tırm andırılm akta, daha sonra bunalım kendi tabiî seyrine rücu etmektedir.
II. Küresel Güçler ve Ortadoğu
20.
Yüzyılda uluslararası ilişkiler açısından üç ana dönüşüm
yaşanmıştır. Bunun birincisi I. Dünya Savaşının, İkincisi II. Dünya Savaşının, üçüncüsü ise Soğuk Savaşın sona erm esini m üteakib gerçekleşmiştir. I, Dünya Savaşının akabinde Avrupa’daki klasik im paratorluklar yıkılmış, ulus-devlet olgusu ve ideolojik tem elli
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik vc: S tratejik D e n g e le rin Kilidi
çatışm alar imparatorluklararası hakimiyet çatışm alarının yerini almaya başlamıştır. İL Dünya Savaşı sonrasında sömürge im para torluklarının yerini Avrupa dışındaki alanlarda ortaya çıkan çok sayıda'ulus-devlet almış ve ideolojik temelli çift kutupluluk ulusla rarası sistem in tem el özelliği olmuştur. Soğuk Savaş sonrası d ö nemde ise bir yandan çift kutuplu sistem dağılırken, diğer yandan uluslararası sistem in tem elim oluşturan prensip ve yapılarda cid di bunalım lar ortaya çıkmış, ulus-devlet olgusu bir çok ülkede m eşruiyet bunalım ına bağlı olarak sarsıntı geçirmeye başlamıştır. Bu durum uluslararası sistem in unsurları olan uius-devletleri o r taya çıkaran faktörleri ve bu devletlerin varlık sebeplerini tartışm a gündem ine getirmiştir. Bu üç ana dönüşümü ortaya çıkaran savaşlar ve siyasî gelişm e ler Avrupa’da cereyan ederken bu dönüşüm ün en geniş çaplı so nuçları Ortadoğu'yu etkilemiştir. I. Dünya Savaşı neticesinde böl gede gerçeldeşen söm ürgeci bölüşüm ile bölgenin asırlardır süren ve son olarak da Osmaniı Devleti tarafından daha geniş kapsamlı bir bütün içinde m uhafaza edilen İslam m edeniyeti kimliği etra fında şekillenm iş jeokültürel ve jeopolitik karakteri parçalanm ış tır. Bölgenin M üslüm an toplulukları arasındaki çatışm a unsurları Uıhrik edilerek bölgenin ekonom ik kaynakları söm ürgeci güçlerin operasyonlarına uygun hale getirilmiştir. O sm aniı D evleti’nin dağılması sonrasında bölgede egem enlik kuran İngiliz ve Fransız sömürge yapılarının kendi aralarında oluşturdukları etki alanları hâlâ geçerliliğini sürdüren siyası sın ır ların oluşm asında önem li bir rol oynamıştır. Söm ürge yapılarının gayritabiî bölüşüm ü II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan ulus-devletlerin siyasî sınırları İle jeopolitik, jeoekon om ik ve je o kültürel hatlar arasında uyumsuzluklar oluşturmuştur. II. Dünya Savaşından sonra oluşan BM sistem i çerçevesinde garanti altına alm an siyasî sınırlar ile jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik ge çi şkenlikler arasındaki farklılaşma h em en h em en bölge ülkeleri nin tüm ünü ilgilendiren hat-sınır problem lerinin doğm asına yol açm ıştır. II.
Dünya Savaşım m üteakiben İsrail'in kurulm ası ve 11. Dünya
Savaşının sebeplerinden biri olan anti-sem itik ırkçılığın gündem -
| stratejik Derinlik
ihraç edilmesi Soğuk Savaş dönem inin genel dengelerini de, bölge üzerindeki yansımalarını da doğrudan ilgilendiren sonuçlar do ğurmuştur. Bu sonuçlar çoğu zam an son derece çelişik siyasî ta b loların ortaya çıkmasına da yol açmıştır. İsrail’in kurulması bir ta raftan bölgedeki sömürge yapıları üzerinde doğan Arap ulus-dev letlerin hat ve sınır uzlaşmazlıklarından kaynaklanan iç m eselele rini ortak düşman karşısında dondurmaya sevkederken, diğer ta raftan küresel ölçekli Soğuk Savaş kutuplaşm asının bölgedeki devrimci-radikal-totaliter Arap devletleri ile geleneksel-ılım lı Arap sultanlıkları arasındaki rejim farklılaşm asının küresel ve bölgesel ittifaklara yansıyan bir kutuplaşmaya dönüşm esine sebep olm uş tur. Nasır ve Baas hareketlerinin estirdiği rüzgâr Arap m illiyetçili ğinin anti-Batı ve anti-İsrail psikolojileri ile de desteklenecek şekil de sosyalizmle buluştuğu bir eksen oluşturmuştur. Küresel çift ku tuplu yapılanmanın sonucu olarak sağlanan Sovyet desteği bu sentezin ürettiği rejimlere hayat alanı açarken, Batı ülkeleri bir ta raftan İsrail'in hayat alanım garanti altına almaya, diğer taraftan geleneksel Arap rejimlerim korum aya ve devrimci-radikal Arap re
jimlerini dönüştürmeye çalışm ıştır. Ortadoğu'ya olan etkileri açısından bakıldığında I. ve II. Dünya Savaşı ile ilgili sonuçların bir benzeri de Soğuk Savaşı bitiren süreç
için geçerli olmuştur. Aynen ilk iki sıcak dünya savaşı gibi Soğuk Savaş da temelde Avrupa-içi çelişkilerden kaynaklanmış ve bu ç e
lişkilerin yol açtığı güç. dengesine dayalı kutuplaşm alarla kendi di namiklerini ortaya koymuştur. Bu asırda görülen küresel ölçekli üçüncü kutuplaşma olan Soğuk Savaşın bitişine yönelen süreç Or ta ve Doğu Avrupa'da başlam ışken bu sürecin en doğrudan etkile ri aynen daha önceki dünya savaşlarında olduğu gibi Ortadoğu'da görülmüştür. Orta ve Doğu Avrupa’d a yaşanan ve Soğuk Savaşın sonunu getiren siyasî dönüşüm Yugoslavya hariç tutulursa genel
de zam ana yayılan yeni dengeler oluştururken, aynı süreç O rtado ğu'da önce bütün büyük aktörlerin m üdahil olduğu bir savaşa, sonra da belirsizlik alanlarının yoğunlaştığı yeni bunalım bölgele
rinin doğmasına yol açmıştır. Soğuk Savaşın Eski Düzeni Doğu Avrupa'da çözülürken Yeni
nünva Düzeni'nin m esruivet templipri
^ . ı -------
O rta d o ğ u : K ü rese) E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi
şı im ıştır. Yeni Dünya D üzeni'nin dayandığı kabul edilen dem okra si ve insan haklan gibi kavramların Ortadoğu’da yol açabileceği dalgalanmalar, sistem ik güçleri bölgedeki düzenin çok da fazla d e ğiştirilm eden yeni küresel sistem e entegre edilmesi tercihine yö neltmiştir. Saddam ’m saldırgan politikası hem küresel ölçekli Yeni Dünya D üzeni’nin meşruiyet zem ini bulm asını, hem de cari böl gesel dengelerin değiştirilm eden sürdürülm esini kolaylaştıran bir etki yapmıştır. Küresel ve bölgesel aktörlerin Ortadoğu'ya bakışın daki değişim in ana unsurlarını ortaya koymak O rtadoğu’daki bu yapılanm anın ipuçlarını da görm em izi sağlayacaktır. Uluslararası ilişkilerde küresel ölçekte strateji belirlem e gücü ne sahip ülkeler öncelikle kendi güç unsurlarını maksim ize edecek çıkar alanlarını ve bu çıkar alanlarında söz konusu olabilecek p o tansiyel gerilim ve çatışm a konularını belirlerler. Bu belirlem e kı sa, orta ve uzun dönem li ittifak alternatiflerini ve değişik kadem e ler içinde diplom atik gerginlikten sıcak savaşa kadar giden ça tış m a opsiyonlarını ortaya koyar. Dış politika stratejisinin taktik saf halara indirgenm esi bu opsiyonların uygun bir zam anlam a ile devreye sokulm asını gerekli kılar. Böylesi bir küresel stratejik reka b etin belki de en dinam ik bir şekilde seyrettiği bölge Ortadoğu olagelmiştir.
ı. Amerikan Stratejisinin Temel Param etreleri ve Ortadoğu A BD 'nin önem li bir uluslararası güç olarak dünya politikasına girdiği dönem den bu yana sürekliliğini m uhafaza eden tem el stra tejik İlkeler bu süper gücün küresel ve bölgesel önceliklerini de or taya koymaktadır; (i) Savaşların Amerika kıtasının uzağında tutul m ası ve zorunlu olduğu hallerde m üm kün olan en uzak hatta ka bullenilm esi; (ii) Afroavrasya politikasında etkin olacak stratejik ve diplom atik araçların oluşturulması; (iii) Amerika kıtası dışındaki güç dengelerine ve stratejik risk unsurlarına m üdahil olabilecek bir deniz gücünün sürekli devrede tutulm ası. İlk basit form ülasyonlarm ı deniz jeopolitiğinin öncü ismi Ami ral M ahan'm 20. yüzyılın başında ABD Başkanı Roosevelt'e yaptı ğı tavsiyelerde bulan bu yaklaşım ABD ’nin dünya politikasındaki ağırlığının artm ası ile birlikte yaşanan tecrübelerle daha da sofis en,« k ;,- iioi oirvnotır tt rvinva davasından sonra ieoDolitikçi
Stratejik D erinlik
Spykman'm Rimland teorisi iie jeopolitik açıdan daha da tebellür eden, BM gibi uluslararası örgütlerin devreye girmesiyle küresel bir nitelik arzeden, yeni savaş teknolojisi ve füzeler ile daha kar maşık bir askerî boyut kazanan ve ABD'nin Ingiltere’den küresel deniz gücünün mirasını devralmasıyla bölgesel stratejik kadem e lere indirgenen bu stratejik pozisyonun en kırılgan ve belirleyici halkası Ortadoğu olmuştur. Çift kutuplu Soğuk Savaş dönem inde Ortadoğu ABD açısından bu kutuplaşm anın jeopolitik karşılaşm a hattını oluşturan kenar kuşağın merkezî bölgesini tem sil etm e yanında, kapitalist Batı Blokunun ekonomik varlığı ve üstünlüğü için hayatî önem i haiz
doğal kaynakların jeoekonom ik alanı konumundaydı. O rtado ğu’da kontrolü kaybetm ek hem jeopolitik hem de ekonom i-politik açıdan küresel dengenin karşı kutup lehine değişmesi anlam ına gelecekti. İki süper gücün bu dönem deki en çetin ve en sürekli
yüzleşmelerinin bu bölgede cereyan etm iş olm ası bu açıdan dik kat çekicidir. ABD gerek Soğuk Savaş dönem inde, gerekse Soğuk Savaş so n rası dönemde iki tem el param etre arasında diplomatik ve stratejik bir uyum kurmaya çalıştı: Bölgenin küresel jeopolitik ve ekonom ipolitik dengeler içindeki rolü ve bölge-içi güç yapılanm ası. Bu nedenledir ki ABD, Soğuk Savaş dönem inde bir taraftan SSCB ile yürüttüğü küresel rekabette bölgedeki stratejik üstünlüğü ele almaya çalışırken diğer taraftan bölge-içi dengeleri gözeten bir politika geliştirmeye çalışmıştır. Küresel rekabetin karşı kutbu o la n
SSCB’nin bölgesel etkinliğini kırma m ücadelesi ile bölge-içi
denge taktikleri arasında sağlanm aya çalışılan ince ayar bölgeye y ö n e lik
Amerikan stratejisinin om urgasını teşkil etmiştir. ABD’nin
bölge-içi denge değişim lerini gözeten ittifaklar oluşturm a çabası, O rtadoğu politikasının kaygan zem ininde sürekli değişken bir dip
lomatik bloklaşm a sürecine sebebiyet vermiştir. O rtadoğu'nun güçler dengesi param etrelerine yatkın yapısı bu tür diplom atik manevraların hayat alanı bulm asına zem in hazırlamıştır. ABD, ellili ve altmışlı yıllarda Arap milliyetçiliği ile sosyalizmi sen tezley en Nasırcı ve Baasçı ekollerin yayılmasını, h em Sovyet
bölgesel etkinliğinin bir uzantısı olması, hem de özellikle İsrail'in güvenliğini tehdit edebilecek bölge-içi güç temerküzü oluşturm a
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
ihtimali açısından engellem eye çalıştı. Süveyş ve Suıiye b u n alım larına yönelik tavır iie CENTO’nun oluşturulm ası bu doğrultuda karşı-denge oluşturm aya yönelik adımlardı. O rtadoğu'nun güne yinde M ısır merkezli Arap milliyetçiliğine karşı Ortadoğu’nun ku zeyinde Türkiye-îran-Pakistan eksenine dayalı CENTO yapılan m ası küresel rekabetin odağı olan SSCB ile bölgesel karşı-cepheyi oluşturan Nasırcı güçler arasında bir direnç bloku oluşturm a h e define yönelikti. Soğuk Savaşın sonuna yaklaşıldığı seksenli yıllarda O rtado ğu’da yaşanan değişim bu diplom atik esneklik alanının izlerini ta şımaktadır. Seksenli yıllara girerken ABD’nin Ortadoğu politikası nı derinden etkileyen iki önem li olay yaşandı: Camp David ve İran Devrimi. Camp David Anlaşması ile İsrail ilk defa m erkezî bir Arap gücü olan Mısır ile m asaya otururken aslında M ısır’ın ABD’nin Or tadoğu güçler dengesindeki en önem li m üttefiklerinden biri olma konumu pekişiyordu. Camp David ile M ısır sistem ik güçlerin m er kezine çekilirken Şalı’ın devrilmesi ve Devrim ile İran karşı kutba geçiyordu. İran Devrimini ilk kutlayan lider de o zam an Amerika ve İsrail karşıtlığını Filistin davasının en önem li dayanağı yapan Yaser Arafat idi. D aha sonra yaşanan İran-Irak Savaşı ve Lübnan bunalım ları ABD açısından bu yeni dengenin izlerini taşıyordu. Camp David sonrasında oluşan Red Cephesi ABD’nin Ortadoğu politikasındaki m anevra alanını daraltırken İran karşısında oluşan M ısır-Irak ek senli Arap Bloku Devrimin ABD yanlısı Arap ülkelerine taşın m ası nı engelleyen diplom atik ve psikolojik bir duvar oluşturmaktaydı. Bu perspektiften ele alındığında, gerek İran-Irak Savaşı gerekse Lübnan bunalım ı ABD’nin bölge-içi m anevra alanı açısından iş levsel bir önem e sahipti. Nitekim İran-Irak Savaşı ile İran bloke edilirken, Lübnan İç Savaşının getirdiği konjonktür FKÖ'nün Lüb n a n ’dan, dolayısıyla da İsrail’in güvenliğini ve ABD çıkarlarım teh dit edebilecek merkezî Arap ekseninden kopuşuna yol açmıştır. Ancak bu süreç Soğuk Savaş sonrası dönem de daha da tebarüz edecek olan bir olguyu beraberinde getirdi. SSCB’nin bölgesel e t kinliği zayıfladıkça küresel rekabet unsurları ABD açısından ö n e m ini göreceli bir şekilde kaybederken, bu kez blok-içi farklılaşmaad
n Ki. ^ Q,-,rra!aı-rlo m ü t t e f i k
vp
r l i i ç m a n 11 n -
^ S tratejik D erinlik
surları daha net tanım lam ak zorunda kalırken Avrupa ülkeleri ve genelde AB bütün taraflarla dengeli ilişkiler geliştirm eye Özen gösterdi. Nitekim ABD ile İran arasındaki ilişkiler tam am en durduğu dönem lerde Avrupa ülkelerinin İran ’la olan ticarî ve diplomatik ilişkileri dengeli ve kadem eli bir gelişme gösterdi. Gerek küresel gerekse bölgesel dengelerin yeniden kurulma süreci içine girdiği ve bu süreçte ABD’nin b aşat rolünün öne çıktı ğı tarihî bir d önem eç noktasında yaşanan Körfez Savaşı başta ABD olm ak üzere bütün küresel ve bölgesel güçlerin bölge ile ilgili stra tejik pozisyonlarını yeniden gözden geçirm elerine yol açtı. Bu an lam da Körfez Savaşı sadece BM üyesi bir ülkenin başka bir ülkeyi istila etm esi ile ilgili iki taraflı bir ihtilafın çözüm lenm esi ve saldır ganın bertaraf edilm esi ile sınırlı kalmamıştır. ABD, Saddam 'ın saldırgan politikasının yol açtığı konjonktürü, uluslararası m edya yı da son derece etkin kullanan başarılı taktik bir planlam a ve uy gulama ile, daha büyük ölçekli stratejik hedefler için kullanmıştır. Bir kıyas ile ortaya koymak gerekirse, Afroavrasya anakıtasm daki düzene ağırlığını Normandiya Çıkarm ası ile koyan, uluslara rası hukuka dayalı örgütlerin etkin kullanım ını ilk defa Kore Çıkar ması ile başaran ve çift kutuplu yapının bir kutbunun liderliğini perçinleyen ABD, Körfez Çıkarması ile de yeni bir uluslararası dü zenin geçiş sürecini başlatm ıştır. Ancak, küresel dengeler ve ulus lararası ekonom i-politik güç yapılanm ası açısından Normandiya Çıkarm ası ofansif nitelikli aktif bir m üdahale İken, Körfez Çıkar m ası ofansif görünümlü olmakla birlikte statükoyu korumaya yö nelik defansif unsurlar da ihtiva etmektedir. ABD Körfez Savaşı ile sadece Saddam 'a değil, uluslararası ekonom i-politik rekabet gücü kazanan Almanya ve Japonya gibi küresel aktörlere ve Soğuk Sava şın bitm esi ile birlikte ortaya çıkan dinam ik konjonktürü kullana rak güç denklem indeki ağırlığını artırm ak isteyen bölgesel güçlere de m esaj vermiştir. ABD’nin kurmaya çalıştığı yeni düzen açısından ele alındığm.da Körfez Savaşının üç ana hedefi gerçekleştirm eye yönelik oldu ğu söylenebilir: Birincisi, küresel düzenin bizatihî kendisi ile ilgili dir. Kurulması düşünülen Yeni Dünya D üzeninin kritik alanı, D o ğu Blokunun dağılması ile birlikte tek süper güç olarak uluslarara| sı sistem in garantörlüğü m isyonunu üstlenen A BD 'nin bu saran-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
törlüğün getireceği operasyonel maliyet ile uluslararası ekonom ipolitik güç dağılımı arasındaki denge meselesidir. ABD yetkilileri ABD’nin, Soğuk Savaşın galibi olm asına rağmen, uluslararası eko nom i-politik güç dengesinde ciddi bir kan kaybı yaşam akta oldu ğunun farkındaydı. Soğuk Savaş dönem inde kendi stratejik koru ması altında bulunan Almanya ve Japonya gibi ülkelerin kaydetti ği ekonom ik kalkınma ile Soğuk Savaş süresince ABD’nin askerî m aliyetler arasındaki dengesizlik, yeni dönem in çözülm esi gere ken ilk ciddi sistem ik problem i idi. Genişleyen imparatorlukların bu genişlem e ile doğan m asrafların artışını karşılayacak kaynak bulam adıkları andan itibaren düşüşe geçtiklerini bilen Amerikalı stratejisyenler, ki Paul Kennedy gibi tarihçilerin analizleri bu kana atlerin yaygınlaşmasını kolaylaştırmıştır, uluslararası ekonom ipolitik güç ile askerî/jeopolitik yükümlülükler arasında yeni bir denge kurm a çabası içine girmişlerdir. Körfez Savaşı bu çabada önem li bir rol oynam ıştık ABD Körfez Savaşı sürecinde ve sonucunda küresel dengelerle ilgili şu ciddi m esajları verm iştir: (i) Uluslararası düzen ABD’nin hukukî ve reelpolıtik patronajlığında yeniden yapılanm alıdır; (ii) bu düzenleyici fonksiyonun gerektirdiği m aliyetler bu düzenin oluşturduğu gü venlik ile ekonom i-politik güç elde eden aktörlerce paylaşılm alı dır; (iii) uluslararası ekonom i-politik yapılanm anın stratejik doğal kaynaklarını barındıran Ortadoğu ABD’nin tekelci güvenlik şem si yesi altındadır, ki bu m esaj tem elde Körfez Savaşı öncesinde Irak ve İran gibi ABD karşıtlığı ile bilinen bölgesel güçlerle yoğun ilişki geliştiren ve silah teknolojisi aktaran Avrupalı güçleredir ve niha yet (iv) yeni düzenin gerektirdiği uluslararası örgütlerin meşruiyet sağlayıcı rolü ABD’nin siyasî iradesine bağlıdır, ki BM kararlarının son on yıl içindeki seyri bu m esajı pekiştirmiştir. Körfez Savaşının ABD açısından ikinci önem li hedefi çift ku tuplu yapıya göre şekillenm iş bölgesel dengelerin yeniden kurul masıdır. Soğuk Savaş süresince kaışı kutbun tehdidi karşısında kendi m üttefiklerini korumaya ayarlı politika takip eden ABD So ğuk Savaş sonrasında bütün bölge aktörlerini yönlendirm eye da yalı bir taktik belirlem iştir. Seksenli yılların Red Cephesi dağılmış, Irak ve Libya gibi tümüyle sistem dışına itilen aktörler dışındaki bü tü n Arap ülkelerini içeren diplomatik/ekonomik nitelikli bölge sel planlar devreye sokulmuştur.
Stratejik D erinlik
Bu yeniden kurulma sürecinde FKÖ ve Suriye gibi Soğuk Savaş süresince ABD karşıtı oîan aktörler sistem in içine çekilirken, Orta
doğu'da Doğu Avrupa’d aki dönüşüm e benzer ciddi kitlesel dalga lanmalar getirebilecek siyasî yapı değişikliklerinin yaşan m am ası na özen gös terilmiştir. Böylece zaten varolan aktörler yeni konum lar elde ederken, statükoyu bozucu unsurların gelişm esine engel olunmuştur. Körfez Krizi ile birlikte geleneksel krallık rejimleribürokratik diktatörlükler arasında sıkıştırılmış olan kitlelerin D o ğu Avrupa benzeri yaygın siyasî katılıma dayalı yeni alternatif ara yışları öncelikle ertelenm iş, daha sonra d a y a sindirilmiş ya da ka~ nalİ2e edilmiştir. Körfez krizi öncesinde, Ürdün ve Tunus başta ol mak üzere birçok Ortadoğu ülkesinde kitlesel katılım a dayalı yeni siyasal meşruiyet zem inleri arayışlarının yaygınlaşması yeni-sömürgeci yapılanma için ciddi bir tehdit teşkil etmekteydi. Körfez krizi ile birlikte bu taleplerin yerini tekrar bürokratik diktatörliikler-krallıklar tahterevallisi almıştır. Körfez Savaşının getirdiği olağanüstü konjonktür bürokratik ve gelenekse] diktatörlüklerin yapısını korurken, bu yapıların ulusla rarası tercihlerinde değişiklikler meydana getirmiştir. Körfez Sava şı ile başlayan doksanlı yıllar Irak’m sistem dışına itilmesi ile FKÖ’nün sistem içine çekilmesi sürecinin birlikte işlediği yeni bir denge ortaya çıkarmıştır. Körfez Savaşında bir iki istisna dışında bütün bölge ülkelerini Irak'a karşı harekete geçirmeyi başaran ABD, SSCB’nin çöküşünün askerî zaferini Körfez’de yaşamıştır. ABD’nin Körfez Savaşından sonra Irak'a karşı sürdürdüğü kontrollü gerginlik politikası bu bölgesel dengeler çerçevesinde özel bir Önem taşımaktadır. ABD Körfez Savaşından bu yana Irak ile ilişkilerini “kontrollü gerginlik” esasına göre yürütmektedir. Bu politika iki uç noktadan kaçan bir seyir içinde takip etmektedir. Ne Saddam rejim ine nihaî darbe niteliği taşıyacak geniş kapsam lı bir harekat yapılmakta; ne de Irak'm meşru bir üye olarak uluslarara sı sistem e geri dönüşüne izin verilmektedir. Uluslararası m eşruiyetini 1991 yılındaki BM Güvenlik Konseyi'niıı Irak’m tüm kitle im ha silahlarını yok etm esini öngören 687 sayılı ateşkes kararından alan bu "kontrollü gerginlik" politikası ABD'ye Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan belirsizlik d önem in de bölgedeki fiilî etkinliğini sürekli olarak hissettiren önem li bir
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o Iitik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
m anevra alanı sağlamıştır. O dönem den bugüne belirli aralıklarla yaşanan gerginlikler stratejik bir hedeften çok taktik m anevra alanları ile sınırlı kalmıştır. Son oiarak 1999 yılı başlarında tırm a nan gerilim esnasında verilen im ajın aksine çok yaygın bir askerî müdahale ihtim ali sınırlı görülmektedir. Bütün Irak’t kapsayacak ve kara harekatını da gerektirecek çapta bir askerî m üdahalenin A BD 'nin çıkarları açısından da, uluslararası destek açısından da yeterli gerekçeleri yoktur. BM Güvenlik Konseyi üyelerinden sade ce İngiltere'nin desteklediği, Fransa, Rusya ve Çin’in teenni ile yaklaştığı, Körfez Savaşma destek vermiş Arap ülkelerinin karşı çıktığı bir harekatın bölgede kalıcı bir denge sağlaması müm kün değildir. Ayrıca bir çok taraf ülkede aktif bir Irak tehdidinin olm a dığı bir konjonktürde gerginliğin böylesine tırm andırılm asının a r kasındaki gerçek saildn o dönem de M onica skandali ile sarsılan C linton'm Amerikan kamuoyundaki itibarım güçlendirmeye y ö nelik bir adım olduğu ile ilgili ciddi tereddütler oiuşmuştur. Yine de Irak'a karşı sürdürülen kontrollü gerginlik politikası bölgedeki olağanüstü durumun sürm esini sağlayarak bu süper gücün bölge üzerindeki operasyonel kabiliyetini artırmıştır. Olaya Irak açısından yaklaşıldığında da, ilginç bir şekilde, Irak'm da ABD’nin kontrollü gerginlik politikasından çok fazla ra hatsız olmadığı, aksine konum unu m eşrulaştırıcı kısmî bir fayda sağladığı söylenebilir. ABD'nin her tehdidi ve kısmî müdahalesi Saddam 'ın ülke içindeki, Irak'm da Arap kamuoyu nezdindeki iti barını korum asını sağlamaktadır. Körfez Savaşının üçüncü önem li hedefi ise İsrail’in uzun d ö nemli güvenliğinin bir daha tehdit edilem eyecek bir şekilde gü vence altına alınmasıdır. Körfez Savaşım m üteakiben başlayan O r tadoğu barış görüşm eleri ile birlikte İsrail'in yeni bir stratejik a ç ı lım ile uluslararası arenadaki yalnızlıktan kurtulm ası bu yeni b ö l gesel konjonktür ile sağlanabilmiştir.
2. Avrupa Güçleri ve Ortadoğu Soğuk Savaş sonrası dönem de tek süper güç olarak uluslarara sı düzenin garantörlüğünü üstlenm esine ve bu konum unu O rta doğu ile ilgili küresel ve bölgesel dengelere çok etkin bir şekilde yansıtm ış olm asına rağmen, ABD’nin doksanlı yıllar süresince O ı-
^ Stratejik
Derinlik
tadoğu’da mutlak bir manevra alam kazanabildiğini iddia etm ek güçtür. Bunda Soğuk Savaş süresince Batı Bloku içinde ABD ile
uyumlu politikalar geliştirme zorunluluğu hisseden Avrupalı güç lerin daha özerk politika arayışlarına yönelm esi yanında, Çin ve Rusya gibi Ortadoğu politikalarını küresel etkinliğin önem li bir göstergesi olarak gören Asyaiı güçlerin de rolü de vardır. Soğuk Savaş süresince katı bir bloklaşm ayı gerekli kılan çift kutuplu yapılanma ABD ile Avrupalı m üttefikler arasındaki b ölge sel politika farklılıklarını örten sonuçlar doğuruyordu. Ortadoğu bölgesiyle ABD'ye göre çok daha köklü tarihî ilişkileri olan Avrupa ülkeleri, Soğuk Savaş süresince bu tarihî bağların gerektirdiği u lu sal politikalarla küresel çift kutuplu yapılanm anın gerektirdiği blok politikaları arasında ciddi çelişkiler yaşadı. A B’nin ortak dış politika yapım süreci bu ilişkilere daha da girift bir özellik kazan dırdı. Bu çerçevede her Avrupa ülkesi üç düzlemli bir politika ara yışına yönelmek zorunda kaldı: fi) için d e ABD h in de bulunduğu Batı Bloku politikası; fii) farklı AB üyesi ülkelerin çıkarlarım uyuralulaştırmaya çalışan AB ortak dış politikası ve nihayet (iü) her ülkenin kendi tarihî, coğrafî ve ekonom ik tercihlerini yansıtan ulusal dış politika.
Bu düzlemler arasında uyum sağlam a çabasındaki İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Avrupalı büyük güçler ve ABD arasında Ortadoğu’ya bakış konusunda yaşanan farklılaşm alar ilginç çelişIdJeri de beraberinde getirmiştir. Bu çelişkiler değişik dönem lerde farklı şekillerde tecellî etmiştir. II Dünya Savaşından Ortadoğu'da anti-sömürgeci ulus-devlet yapılarının oluştuğu söm ürge devrimlerinin tamamlanmasına kadar olan süreçte Ortadoğu'da söm ür geci bir geçmişe sahip olan Ingiltere ve Fransa birbirlerine daha yakın bir tavır sergilerken, halkların kendi kaderlerini tayin ilkesi ni daha 1. Dünya Savaşında vaz’ etmiş olan ABD, blok çıkarları ile bu temel ilke arasında ciddi bir gerilim yaşamıştır. Bu dönem de Fransa Cezayir, İngiltere de Süveyş bunalım larında söm ürgeci bir tepki ile hemen askerî müdahaleye yönelirken, ABD daha diplo matik ve esnek bir tavır benimsemiştir. Özellikle Süveyş bu nalı mında İngiliz-Fransız ortak tavrı ve ABD'nin bu tavrı yum uşatm a çabalan dikkat çekicidir. İngiltere ve Fransa’nın ortak söm ürgeci geçmişi bu ülkeleri Ortadoğu’ya dönük sertlik politikalarına sev-
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
kederken, söm ürgeci uluslararası yapının dağılarak bu yapının ulus-devletlere dayalı BM sistem ince ikame edilm esini Pax Ame-
ricana ’nin Önemli bir ön şartı olarak gören ABD Sovyet-karşıtı kü~ resel blok çıkarları ile blok-içi bölgesel çıkar farklılaşması arasın da kalmıştır. Bu dönem de özellikle ABD ile İngiltere arasında yaşanan fark lılaşm a paradigm a-içi dönüşüm ün tarihteki en ilginç örneklerin den birini oluşturmuştur. Deniz gücüne dayah em peryal yapılara sahip olan her iki devlet için de Ortadoğu kaçınılm az bir geçişin arenası olmuştur. İngiltere sömürge im paratorluğunun dağılma süreci içinde Avrasya kenar kuşak hattından ve bu hat üzerindeki ü slerinden çekilm ek zorunda kaldıkça doğan boşluğu kaçınılm az bir şekilde ABD doldurmaya başlamıştır. Cari uluslararası k on jonktür ve Sovyet tehdidi İngilizleri daha önce I. ve II. Dünya Sa vaşlarında Almanlara karşı koruduğu sömürge hatlarını kendi ira desiyle ABD'ye terketm e zorunluluğu ile karşı karşıya bırakmıştır. ABD ise Alman tehdidi karşısında yardımlarına koştuğu İngiltere ve F ransa'nın söm ürge im paratorluklarını dağıtan bir süreci b aş latm akla paradigm a-içi liderliği almıştır. Ancak bu durum Soğuk Savaşın ilk dönem indeki bu ilginç çe lişkiyi de beraberinde getirmiştir. İngiltere bu zorunluluğun yol açtığı stratejik büzülmeyi daha sonraki dönem de kıta-Avrupası güçleri ile ABD arasında bir tür dengeleyici fonksiyon ile aşm aya çalışm ıştır. ABD de İngiltere'yi sürekli ittifak çizgisi içinde tutarak onların Ortadoğu'daki söm ürge tecrübelerini ve birikim lerini kul lanm a im kanı yanında Avrupa-içi dengeleri manipüle etm e şansı bulmuştur. ABD ve İngiltere’nin bu çerçevede daha sonra sürekli ve uyumlu bir ittifak görüntüsü verm elerine rağm en II. Dünya Sa vaşı sonrasında İngiltere ve ABD arasında yaşanan paradigm a-içi çelişki psikolojik ve taktik düzeydeki etkisini sürdürmüştür. Söm ürge devrim lerinin tam am lanm ası ve İngiltere ve Fransa gibi Avrupalı güçlerin kendi kıtalarına çekilm esinden sonra b aşla yan ikinci dönem de ise ABD özellikle Arap-İsrail gerginliğinin tır m andığı dönem lerde çok daha sertlik yanlısı bir tavır geliştirirken Avrupa ülkeleri Ortadoğu'da Arap toplum larm hissiyatını gözetir bir tavra yönelmişlerdir. Petrol krizi ile ivme kazan bu süreçte Avn m a ü lk e le ri bir vandan eski sömürgeleriyle olan ilişkilerini yeni-
I S tra te jik D erinlik
F
den tanım lam a çabası içine girerken, diğer yandan ABD egem en liğini esneten bir Ortadoğu politikası benim sem eye başlam ışlar dır. De Gaulle sonrası Fransa bu konuda başı çekmiştir. Özellikle Katolik Avrupa ülkeleri O rtadoğu’da artan İsrail etkinliğini denge leyecek bir tarzda Arap ülkelerine yakınlaşmıştır. Fransa-Suriye, Fransa-Lübnan, Fransa-Cezayir, İtalya-Libya ilişkilerinin seyri bu konuda çarpıcı örnekler oluşturmaktadır. 11. Dünya Savaşının m üsebbibi olarak savaş sonrasında bir içe kapanm a dönem i yaşayan Almanya ise yetm işli yıllarda başlattığı
Ostpolitik ile paralel bir açılm a politikası benim sem iştir. Bu p oliti kanın O rtadoğu’ya dönük sonuçları da zam anla kendini göster miştir. Özellikle ekonom ik ilişkilerde yoğunlaşan ve Alm anya’nın sömürge geçm işi olm am asından da beslenen bu açılım , zam anla AB politikalarını da etkileyecek düzeye ulaşmıştır. Bunun neticesindedir ki, seksenli yıllarda ABD ile çelişkili politikalar yürüten Ortadoğu ülkelerinin Avrupa ile olan ilişkilerinde ciddi bir yoğun laşma gözlenmiştir. ABD ile Avrupalı ülkeler arasındaki bölgesel politika farklılaş m asında gözlenen bu temayül Körfez Savaşı öncesindeki Almanya-İran, Fransa-İran, Almanya-Irak, Fransa-lrak ve Fransa-Suriye ilişkileri ile bariz bir şekil almıştır, lrak'ın Kuveyt’i işgal ettiği 1990 Ağustosundan m üttefik m üdahalesinin başladığı 1991 başlarına kadar süren diplom atik süreçte de bu ilişkilerin izleri kendini gös term iştir. Bu süreçte İngiltere ABD'ye yakın bir pozisyon belirler ken, Fransa son ana kadar İrak ile tem ası sürdürerek arabulucu k o num unda kalmayı tercih etm iş, savaş kaçınılm az bir hale gelince de galipler safında yer alabilm ek için saldırılarda önem li bir rol üstlenm iştir. Almanya ise savaş süresince m üttefik safında görün m ekle birlikte, II. Dünya Savaşı sonrasında kendisine konan ya saklan gerekçe göstererek m üdahaleden uzak durmuştur. O rtadoğu’daki ABD egem enliğini pekiştiren Körfez Savaşına Avrupa’nın dolaylı olmakla birlikte sim gesel önem i büyük olan karşı diplom atik atağı Ortadoğu Barış Sürecinin Oslo-M adrit ekse ninde başlatılm asıdır. Bu süreç Avrupa’nın Ortadoğu politikasında tekrar etkinlik kurma çabasının bir göstergesi olmuştur. Körfez S a vaşından sonra Almanya’nın Yugoslavya'daki taşları yerinden oy( natacak şekilde Hırvatistan ve Slovenya'yı tanım ası da son nn vria
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
dam gasını vuracak olan bölgelerarası etkileşim in ilginç bir şekilde tem ayüz etm esi sonucunu doğurmuştur. Bu etkileşim i gösteren çarpıcı bir çapraz ilişki savaş ve baıış süreçleri ile ortaya konabilir. Körfez Savaşı ABD'nin öncülüğünde başlatılm ış ve yürütülmüş iken Ortadoğu Barış Süreci öncelikle Avrupalı güçlerin girişimi ile Avrupa'da başlatılm ıştır. Buna karşılık Balkanlarda taşlar Almanya tarafından oynatılm ış ve savaş Avrupalı güçlerce yürütülmüşken, B osna barışı ABD öncülüğünde Dayton'da gerçekleştirilmiştir. Soğuk Savaşın çift kutuplu statik dengesinin sarsılması Avru palI güçlere O rtadoğu’da önem li bir m anevra alanının açılm asını
sağlam ıştır. Blok baskısının azalm ası, AB genelinde ve her bir AB üyesi ülke düzeyinde daha esnek bir politika geliştirm e çabasını beraberinde getirmiştir. Bugün de Ortadoğu'da genelde bir Ameri kan etkinliği gözlenm ekle birlikte ABD ile gerginlik yaşayan önem li Ortadoğu ülkeleri ile Avrupa arasındaki ilişkiler her düzeyde ge lişmektedir. Körfez Savaşı ve ABD'nin çifte-kuşatm a politikasına rağm en Almanya ve Fransa gibi AB’nin merkezini teşkil eden ülke lerle İran ve Suriye gibi genelde ABD-karşıtı kam pta yer alm ış ül keler arasındaki ilişkiler bunu teyid eder niteliktedir. ABD ile İsra il'i stratejik bir eksen olarak gören Arap ülkeleri de Avrupa’yı bu stratejik ekseni dengeleyici bir faktör olarak görmektedir. ABD’nin İsrail yanlısı görüntüsü değişmedikçe SSC B ’nin boşalttığı denge leyici faktör alanım genelde AB’nin, özelde de Almanya ve Fran sa'n ın doldurm ası beklenebilir. 2000 yazında Camp David'de Barak ile Arafat arasında Ku düs’ün geleceği ile ilgili görüşm elerde C linton'm İsrail yanlısı bir görüntü verm esinin hem en akabinde Arafat'ın başta Avrupa ülke leri olm ak üzere önem li kürese] ve bölgesel güçleri ziyarete başla m ası bu dengenin işlem ekte olduğunu gösteren bir başka çarpıcı örnektir. Ortadoğu Barış Sürecinin en kırılgan noktasını oluşturan Kudüs'ün nihaî statüsü konusunda özellikle Vatikan ve Katolik Av rupa ülkelerinin müdahil olm a arzuları Arap-Avrupa yakınlaşm a sını artıracak sonuçlar doğurabilir. Çünkü içinde FIristiyan A rapla rı da barındıran Filistin idaresi altında bir Kudüs Avrupa için bir bütün olarak Yahudilerin egem enliğine verilmiş bir Kudüs’ten d a ha tp rrih r savandır.
Stratejik D erinlik
3. Asya Güçleri ve Ortadoğu Rusya, Çin ve Japonya gibi önem li Asya güçleri de Ortado ğu'daki bölgesel dengelerle ve bu dengelerin kıtasal ve küresel so nuçları ile doğrudan ilgilidir. Hem Asya hem de Avrupa stratejik param etreleri içinde politika geliştirm ek zorunda olan Rusya’nın bölgeye yönelik yaklaşım ı ciddi bir tarihî derinlik içerm ektedir. Rus Çarlığı’nm Kudüs’e giden Rus hacılar ve Osm aniı D evleti’nin Ortodoks nüfusu konusunda elde ettiği ayrıcalıklardan bu yana Ortadoğu politikasını genel stratejisinin en tem el unsurlarından birisi olarak gören Rus stratejik zihniyeti bu konuda ideolojik ka lıpları aşan bir süreklilik göstermiştir. Çarlık Rusya’sının Ortodoks unsurları kullanarak O smaniı aley hine güneye yayılma stratejisi SSCB dönem inde yeni araçlarla sür dürülmüştür. İL Dünya Savaşından sonra oluşan çift kutuplu yapı da, ideolojik eksenli çok daha etkin bir ittifak zem ini bulan SSCB ikili ve çok yönlü ittifaklarla bölgesel güçler dengesinin bir kutbu nu oluşturmuşlardır. Ellili yıllardaki devrimci dalgalanm a ile b es lenen, altmışlı yıllarda O rtadoğu’da kurulan bürokratik/askerî ya pılarla sağlam bir zem in bulan bu etki yetm işli yılların sonundan itibaren çözülm eye başlam ış ve Soğuk Savaşın bitişi ile birlikte ciddi bir düşüş yaşamıştır. Yetmişli yıllardaki çözülm enin arkaplanmda Sovyet desteğindeki Arap rejim lerinin İsrail karşısında aldı ğı yenilgiler kadar, SSC B'nin ideolojik niteliği dolayısıyla diplom a tik esnekliği olm ayan dış politika yapım ının da tesiri vardır. SSC B'nin Afganistan işgalinin tırm andırdığı anti-Sovyet tepki, Or tadoğu'daki M üslüm an kitlelerin SSCB'den kopuşunun son ve en önem li halkasını oluşturmuştur. SSC B’nin dağılm asından sonra defansif bir tavırla Doğu Avru pa, Kafkaslar ve Orta Asya hattında egem enlik koruma telaşı için e giren Rusya'nın Ortadoğu üzerindeki etkinliği önem li bir zaaf gös termiştir. Irak’a yönelik ABD m üdahalelerinin tırm anış gösterdiği dönem lerde BM düzeyinde görülen Rus diplom atik etkinliği dışın da Rusya aktif diplom asi anlam ında Ortadoğu'da Önemli mevziler kaybetm iş bulunm aktadır. Yine de başta Suriye ve Irak olm ak üze re Ortadoğu'daki m illiyetçi-sosyalist rejimler, anti-B atı tepkiler ge rektiği dönem lerde Rusya'yı bir dayanak noktası olarak görmeye devam etmektedir. Bütün bu etkinlik kaybına rağm en Rusya'nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki statüsü ve Avrasya dengeleri icinrtpVi
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
ön em li konum u bu ülkeyi her an Ortadoğu param etreleri içinde etkin kılacak araçlar sağlamaktadır. Avrasya dengelerinin yükselen gücü Çin ise O rtadoğu'ya dö nük politikasında Soğuk Savaş dönem inde Tarafsızlar Bloku çe rçe vesinde geliştirdiği çizgiyi yeni unsurlarla takviye ederek sürdür mektedir. Tarafsızlar Bloku oluşum unu küresel etkinlikte önem li bir unsur olarak kullanan ve yetm işli yıllarda üçkutupluluk ( tripo-
lariiy) kavram ının doğuşuna yol açacak şekilde değerlendiren Çin, ABD ve Sovyet etkisine karşı daha otonom bir Ortadoğu politikası geliştirm e çabasm daydı. O dönem de Tarafsızlar Bloku’nun ö n em li liderlerinin de O rtadoğu’da bulunm ası, Çin'in bu politikasını destekleyici bir rol oynamıştır. Soğuk Savaş sonrası dönem de O rtadoğu’daki Batı etkinliğine karşı en ciddi tepkiler de Çin’den gelmiştir. H em en hem en her Am erikan m üdahalesi BM'de doğrudan ya da dolaylı bir Çin tepki si ile karşılaşm ıştır. Ortadoğu politikasındaki etkinliğin sağladığı küresel prestiji çok iyi bilen Çin'in önüm üzdeki dönem de bu böl gede süreklilik arzeden politikasını daha da güçlendirm esi bekle nebilir. Bu çerçevede ABD -îsrail eksenine karşı SSC B’nin doğur duğu boşluk pragm atik alanda Avrupa tarafından, daha ideolojik alanda da Çin tarafından doldurulabilir. Bu çerçevede Avrupa ile Çİn arasında olabilecek m uhtem el bir yakınlaşm a sadece bölge için değil, küresel dengeler için de önem li sonuçlar doğurabilir. Coğrafî konum olarak Asya’da bulunm akla birlikte ekonom ipolitik sınıflam a açısından Batı Bloku içinde değerlendirilen Ja ponya O rtadoğu'nun enerji kaynaklarına en çok bağım lı ülkelerin başında gelmektedir. Japonya'nın O rtadoğu’ya dönük bu hayatî il gisi bu ülkeyi de Ortadoğu poİitikasım n.önem li aktörlerinden biri si haline getirmektedir. Japonya'nın bu yönünü çok iyi değerlendi ren ABD O rtadoğu’ya dönük operasyonlarda Japonya’nın fınans gücünü kullanm a tem ayülü içinde olagelmiştir.
ili. Bölge-içi Dengeler ve Ortadoğu ı. Bölge jeopolitiği ve Stratejik Üçgen Mekanizması Ortadoğu jeop olitiğinin en tem el coğrafî ve tarihî denge m eı—
Tı î rUvû. t ran hascaç dpnppsinde aram ak eere-
S tra te jik D erinlik
kir. Tarihî kökleri Hitit-Asur-M ısır, Bizans-Selçuklu-Fatinıî, Osm anlı-Safevî-M em Juk ilişkilerine kadar götürülebilecek olan bu
bölgesel denge faktörü, Asya, Avrupa ve Afrika'dan oluşan ana dünya kıtasının su yollan ile tem el deniz bağlantı yollarının kesiş tiği m erkez ü çgenini oluşturmaktadır. M odern dönem de petrole dayalı ilişkiler olgusunun daha da renklendirdiği bu stratejik ü ç gen, uluslararası aktörlerin bölge ile ilgi planlarında göz önünde bulundurm ak zorunda oldukları en tem el param etrelerden birisi ni oluşturm aktadır.
M ısır-Türkiye-îran bölgesel üçgenindeki ilişkiler sistem ik güç lerin hassas dengeler ile oynadığı bir alan oluşturur. Bu üçgen içindeki ilişkiler takip edilirse bölge ile ilgili yeni düzenlem elerin nabzı da tutulabilir. M esela ellili yıllarda Süveyş Bunalım ı so n ra sında Nasır'ın dışlanm ası ile Bağdat Paktı İçinde Türkiye ile İran'ın birbirine yakınlaşm ası arasındaki ilişki ve bu ilişkinin son uçlan b i zim bugünkü bölgesel dengeler konusunda İlginç dersler çıkarm a mızı sağlayabilir. Yetmişli yıllara kadar sistem ik güçlerin çıkarları nı tehdit eden Nasır yönetim indeki M ısır'a karşı gerçekleştirilen İran-Türkiye (Pakistan ve kısa süreli Irak destekli) yakınlaşm ası bölgesel güçler dengesi ve bu dengenin uluslararası belirleyici ak törleri açısından büyük önem taşıyordu. İran D evrim inden sonra ise, Ortadoğu diplomasi tarihi içinde sürekli olarak birbirlerini kollayan ve soğuk bir ilişki sürdüren Türkiye ve M ısır birbirlerine yaklaşmaya başlamışlardır. B ari’da altm ışlı yıllara egem en olan Nasır im ajı İle seksenli yıllara egem en olan Humeyni im ajı arasın daki benzerlikler karşılaştırıldığında nasıl bir dengenin kurgulandirildiğim anlam ak daha kolay olur. Bu dengeler gösterm ektedir ki, bölge dışı aktörler açısından bu üç ülkeden ikisinin aynı anda dışlanm ası bölge için kaldırılam aya cak bir yük oluşturmaktadır. Bu üç ülkeden herhangi ikisi arasın da sistem dışında oluşacak bir ittifak büyük bir tehdit kaynağı o la rak değerlendirilmektedir. Bunun için de aslında sürekli olarak birbirlerini kollamaya ayarlanm ış bu üç ülkeden biri dışlanırken diğer ikisi m utlaka sistem in içine çekilmektedir. Şu ana kadar bu denge içindeki hakem rolünü Türkiye oynuyor gözükmektedir. Türkiye her iki dışlam a sürecinde de bir taraftan dışlanan faktörle dengeli ilişkiler kuran, diğer taraftan da sistem içi taraf ile ittifak oluşturan bir tavır izlemiştir. Şimdi de Bat?
ü
IV p -
O rta d o ğ u : K ü rese! E k o n o m i-p o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
leri İran ile dengeli ilişkiler sürdüren Türkiye’yi keskin bir sistem içi role soyunan M ısır’ın safına çekm eye çalışmaktadır. Bu ittifak ların en ayırıcı vasfı da sistem dışına itilen ülkenin -yetmişli yılla ra kadar Mısır, seksenli yıllardan sonra İran- İsrail'i tehdit eder bir politika izlemesidir. Sanki bir tahtarevalli ile karşı karşıyayız. Mısır dışlandıkça İran sistem in m erkezine yerleşm ekte ve Türkiye ile desteklenmekte, Mısır sistem içine kaydıkça İran sistem dışm a itilm ekte ve Türki ye’nin pozisyonu da bu yeni dengeye uyarlı hale getirilmektedir. Bölgede uzun süreli bir barışın en tem el şartlarından birisi bu üç ülkenin rasyonel bir zem inde işbirliği içine girmesidir, Böylesi bir rasyonel zem inin bölge-içi m anipülasyonlara engel olacağını bilen dış faktörler sürekli olarak ikili ittifaklarla denge politikası sürdürmektedirler. Türkiye bu tür manipülasyonlara uyarlı bir po litika takip etm ektense dengeli bir bölgesel strateji ile bu kutuplar arasındaki gerginliği azaltan bir yol izlemelidir. Bu hem Türki ye'nin çıkarlarına daha uygun, hem de bölge barışı için daha em in bir yoldur. Bu diplomatik beceriyi gösterebilen bir Türkiye, bölgeiçi dengelere her an ağırlık koyabileceğini de gösterm iş olacaktır. Bu dış ü çgenin dengeleri Irak-Suriye-Suudi Arabistan iç üçge ni ile girift bir ilişkiler ağı oluşturur. Aslında O rtadoğu’daki ittifak ları ve karşılıklı dengeleri tahlil ederken daha küçük ölçekli ve bu dengelerde daha edilgen konum da bulunan Ü rdün-Filistin-Lüb nan üçgenini de gözönünde bulundurm ak gerekir. İsrail ile doğ rudan cephe ilişkisinde bulunan Ü rdün-Fİlistin-Lübnan üçgen in deki dengeler büyük ölçüde dış üçgenlerdeki ilişkiler tarafından belirlenir. Bu üçlü dengeler diyalektiği Ortadoğu'da içiçe geçen çok renk li bir satranç oyununu ortaya çıkarır. İttifakların genellikle çıkartem elli ve geçici olduğu bu satranç oyununda güçler dengesinin her türlü ihtim ale açık acım asız oyunları sergilenir. Aktörler bir diğerini kollayarak sergiledikleri diplom asi satrancınd a kendi çı karlarına en uygun ittifaklarla diğer rakip ülkeleri bertaraf etm eye çalışırlar. Bu dinam ik satranç oyununda sistem ve ideoloji benzerlikle rinden çok ayakta kalmak için gerekli güç potansiyelini elde etm e mıîraripjpsi ptkili olmaktadır. Baas ideolojisi ve sistem i çerçevesin
Stratejik D erinlik
de siyaset yapan Irak ve Suriye arasında sürekli değişiklik gösteren ilişki biçim leri bunun en iyi isbatıdır. Bu girift ilişki biçim leri Arap Dünyasının liderliği konusundaki rekabetle daha da değişken bir nitelik kazanmıştır. Üçgenler arasındaki dengelerde genelde dış üçgenin hiç bir ta rafı iç üçgenin bütün unsurlarının karşı tarafla bütünleşm esine imkan vermemektedir. Bu tür durumlarda hem en 2+1 koalisyonu 1+2 karşı-koalisyonu ile dengelenmektedir. M esela Bağdat Paktı oluşumu esnasında iki dış bir iç üçgen unsurundan oluşan Türkiye-İran-Irak yakınlaşması hem en bir dış iki iç üçgen unsurundan oluşan M ısır-Suriye-Suudi Arabistan yakınlaşmasını doğurmuştur. Nasır liderliğindeki M ısır'ın Ortadoğu’daki güç eksenini kendi doğrultusunda şekillendirm e çabasından bu yana Ortadoğu, sta tükoyu değiştirmek isteyen güç ile bu gücün karşıtı ittifaklar ara sındaki denge ilişkisinin belirlediği güç m ücadelelerine sahne ol muştur. Nasır'm Suriye ile birleşerek 1 Şubat 1958'de kurduğu B ir leşik Arap Cumhuriyeti’ne tepki olarak 14 Şu bat’ta Ürdün ve Irak’m Arap Birliği kurduklarını ilan etm esi bu denge ilişkisinin ilk ciddi tezahürüdür. Bu tepkiler içinde 14 Temmuz 1958'de Irak'ta gerçekleşen darbe üzerine Irak’m da Nasır yönetim ine yakınlaş ması karşısında bu kez Suudi Arabistan, Türkiye-İran eksenine yaklaşarak 2+1 ittifakım doldurmuştur. Suudi Arabistan kralının Bağdat Paktı ülkelerine m üdahalede bulunm a çağrısı sonrasında Özellikle Türkiye ve İran'ın bir ittifak ilişkisine girmesi dış ve iç ü ç gen arasındaki denge ilişkisinin tabiî bir tezahürüdür. Dış ü çgen de bulunan bir ülkenin iç üçgendeki iki ülke ile aynı anda yakınla şarak dengeyi bozm aları diğer ülkeleri bir karşı ittifak oluşturm a ya sevketmektedir. Yemen İç Savaşındaki. M ısır-Suriye-Irak ittifakı na karşı İran tarafından da desteklenerek oluşan Suudi ArabistanÜrdün ittifakı da bu denge ilişkisinin bir sonucudur. M ısır’ın Camp David sonrasında devre dışı kalmasıyla Irak ek seninde ortaya çıkan gelişmeler de bu genel denge yaklaşım ına uy gundur. 26 M art 1979’da im zalanan Camp David Anlaşm asından bir gün sonra Arap Ligi’nin 19 üyesinin Bağdat’ta biraraya gelmesi bu yeni gelişm enin bir yansımasıdır. Bundun sonra Arap Birliği dü şüncesinin liderliğine soyunan Irak’m İran ile savaşa girm esi karşı ittifakların oluşması sonucunu doğurmuştur. Arap Dünyasında
O rta d s ğ ıı: K üresel E k o n o m i-P o litik v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi
Irak'm etkisinin artm ası karşısında İran'a yaklaşan Suriye, Ortado ğu’nun denge ülkesi haline gelmiştir. Bu gelişm eler seksenli yılla rın ortasında İran-Suriye yakınlaşm ası karşısında Suudi Arabistan ve M ısır'ın Irak'a yakınlaşm ası ile neticelendi. BÖylece dış ve iç ü ç gen arasında yeni dengeler oluştu. Dış üçgenin diğer ülkesi Türki ye bu gelişmeleri aktif tarafsızlık ile takip ederek, dengenin, dola yısıyla statükonun sürm esine katkıda bulunm uş oldu. M ısır'ın Türkiye tarafından da desteklenerek tekrar Arap Dünyasına girme şansı elde etm esi bu denge ilişkilerinin sonucudur. Irak’m Kuveyt Çıkarması bu dengelerin yeniden ayarlanm asını gerekli kıldı. İran'a karşı Irak'a destek veren Mısır ve Suudi Arabis tan ile o dönem de İran'a yakın duran Suriye karşı bir ittifak oluş tururken bu dengelerin ortaya çıkardığı konjonktür İran'ı Irak'a nefes aldıran bir tutum sergilem eye sevketmiştir. Bunalım ın ilk günlerinde Suudi Arabistan-M ısır-Suriye ittifakı karşısında Irakİran-Ü rdün yakınlaşm ası doğmuş; dış üçgenin kilit ülkesi Türki ye'nin de birinci blok yanında yer alm ası ile sistem ik güçlerin O r tad oğu’daki dengeyi bozm ak isteyen Irak’ı devre dışı bırakmaları kolaylaşmıştır. Bu dönem de Ürdün, Filistin ve Lübnan liderlerinin gösterdikleri değişken tavır, dış ve iç üçgenlerde ortaya çıkan d en ge değişikliklerine uyum çabasıdır. Ortadoğu'da denge ve statükonun devamı dış ve iç üçgenlerde birbirine denk kuvvetlerin ittifakına bağlıdır. Onun için bu üçgen lerde sistem ik güçler açısından iki ülke birbirine yakınlaştırılırken üçüncü ülkenin sistem -dışm a itilm esi oynanan oyunun bir gereği dir. D oksanlı yılların ortalarında İran karşısında gerçekleştirilm eye çalışılan Türkiye-M ısır-İsrail yakınlaşm ası da, Türkiye karşısında su m eselesi etrafında yönlendirilmeye çalışılan Irak-Suriye yakın laşm ası da hep bu denge hesap lan içinde anlam kazanmaktadır. Ortadoğu’daki genel dengeler içinde M ısır-Türkiye-İran dış ü ç geni ile Suriye-Irak-Suudi Arabistan iç üçgeni arasındaki dengeler de daha edilgen konumda olan daha da küçük bir iç üçgen vardır. Ü rdün-Lübnan-Filistin'den oluşan bu edilgen üçgene Körfez Sava şından sonra önem li ölçüde Kuzey İrak da katılmış bulunmaktadır. Bu jeopolitik dengeler reel güç faktörleri açısından küçük bir ülke olan Ü rdün'ü bölgesel politikaların kilit ülkesi konu m una nroi-irmictir R n W n în ieonolitik vanılanm ası Ürdün'e tipik bir
S tra te jik D erinlik
ta m p o n ülke pozisyonu kazandırmıştır. Bir yandan Filistin ve B a
tı Şeria bağlantısı üzerinden İsrail, Suudi Arabistan, Irak ve Suriye gibi ülkeler arasında tam pon ülke konum unda bulunan Ürdün, diğer taraftan da Akabe Körfezindeki konum uyla M ısır-Irak, Mısır-Suriye ve Suriye-Suudi Arabistan ilişkilerinde tam pon bir rol üstlenm ektedir. Bu tam pon konum, Ürdün'ü, gerek Arap ülkeleri ile İsrail ara sındaki gerekse Arap ülkelerinin kendi aralarındaki lojistik rekabe tin en önem li unsurlarından birisi kılmıştır. 1967 ve 1973 yılların da Irak’m Ortadoğu savaşma lojistik destek sağlam asında Önemli bir misyon üstlenen Ürdün, İran-Irak Savaşında da İran karşısında oluşan Arap blokunun Irak’a desteğinde bir tür köprü rolüne sahip olmuştur. Ürdün'ün Körfez Savaşının ilk safhasında yürüttüğü ta rafsızlık politikası da aslında bu konum un zarurî bir sonucu idi. Bölgedeki jeopolitik yapılanm aya dayalı denge hesap lan edil gen liderlerin tavırlarında da kendini gösterm ektedir. Dış ü çgen lerdeki dengeleri kollayan politikalar geliştirmek zorunda olan bu ülke ve topluluk liderleri değişen dengeleri bir borsa takibi titizliği ile takip eden çok seyyal bir ilişkiler ağı geliştirm ek zorundadırlar. Bu liderler kısa süreli dalgalanmaları değerlendiren anlık tavırlar sergileyerek ayakta kalm a m ücadelesi verirler. Kimi zam an kulla nılan iddialı söylem lerin ötesinde hep hesaplı ve pazarlıklı davra nırlar. Kurdukları ittifaklarda her an kaçabilecekleri bir açık kapı bırakırken, kutuplaşm a ve zıtlaşm a durum larında karşı kutbun sürekli dışlanm ayacağı intibaını verecek tavırlar sergilerler. Ürdün kralı H üseyin’in Ortadoğu’nun Tilkisi lakabı ile anılm a sına yol açan İnce diplomasisi, Yaser Arafat’ın dönem sel dalgalan m aları atlatm asını sağlayan değişken eksen politikası, Barzani ai lesinin Irak, Türkiye, İran ve Suriye arasında geliştirdiği her türlü ihtim ale açık kısa süreli ittifak geleneği, Lübnan’da Canbulad ve Cemayel gibi etkili aileler arasında gidip gelen politik çekim m er kezleri hep bu dengelerin ürünüdür. Bu liderler güç m erkezlerinin kayış seyri ile ilgili koku alabildikleri ölçüde ayakta kalabilecekle rinin farkındadırlar. Onun için de koku alm a m esafesini koruyan bir ilişki biçim i sürdürürler. Alman kokuya göre her an dönüş y a pabilm e m arjını m uhafaza eden bir ittifak anlayışına sahiptirler. Bölge ülkeleri de böylesi bir esnekliğin her an kendilerine de vara-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-F o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
yabileceğini düşünerek bu liderlerin varlıklarını sürdürm elerine gizli bir destek verirler. Ürdün'de Kral Hüseyin, Filistin’de ise Yaser Arafat bu liderlik yapılanm asının tipik örneklerini teşkil etmektedir. Kral H üseyin’in bölge dengeleri içinde ikili ve çok taraflı ilişkilerde geliştirdiği her türlü opsiyona ve kısa dönem li koalisyon ihtim allerine açık diplo m asisi O rtadoğu’daki güç dengesi yapılanm asının küçük ölçekli bir aktör tarafından nasıl en etkin bir şekilde kullanılabileceğinin çarpıcı bir misalidir. Bir taraftan bölge-dışı faktörleri bölge-içi güç oluşum u için etkin bir şekilde kullanan, diğer taraftan sürekli böl ge-içi satranç oyununun denge oyuncusu konum unu koruyan Kral Hüseyin kritik bir bölgede yalnızlaşm adan güç oyununu oy nayabilen bir diplom atik esneklik geliştirmiştir. Ü rdün'ün Kral Hüseyin tarafından etkin bir diplomasiye daya nak teşkil eden tam pon jeopolitik konum u Hüseyin sonrası dö n em de de O rtadoğu’nun önem li unsurlarından biri olm aya de vam edecektir. Kral’ın bu açıdan O rtadoğu’daki iki belirsizlik böl gesi (Irak ve Filistin) ile ilgili nihaî karar aşam asının dayattığı bir dönem de vefat etm esi, Ürdün'ün bu stratejik konum unun daha da önem kazanm asına yol açmıştır. ABD 'nin bu geçiş sürecinde yeni Kral Abdullah lehine yönlendirm ede bulunm asının ve Kral’a ve Ürdün’e yönelik iltifatkâr tavrın en yüksek düzeylerde dile geti rilm esinin Önemli sebeplerinden birisi de Ürdün'ün hem etkileye bileceği hem de etkilenebileceği bu iki belirsizlik bölgesinin kade ri ile ilgilidir. Gerek Irak'taki fiilî bölünm üşlüğün alacağı yeni şekil lenm e, gerekse Kudüs’ün ve Filistin’in nihaî siyasî statünün ber raklaşm asında uygulanacak politikaların kilit ülkelerinden birisi Ürdün olacaktır. Böylesi kritik bir safhada veliahtlık dönem inde sürdürdüğü dengeli ve ağırbaşlı tavrı ile O rtadoğu’daki bölge-içi diplomasi oyununda tecrü beli bir lider görünüm ü kazanm ış olan Haşan ye rine, gerek annesinin İngiliz olm ası, gerekse eğitim indeki Batı ağırlığı dolayısıyla Ortadoğu ve Arap kimliğinden çok batılı bir gö rüntü sergileyen tecrübesiz Abdullah’ın Ürdün’ün başın a getiril m esinde bu konjonktürün de etkisi olmuştur. Bu açıdan Abdullah dönem i m uhtem elen Ürdün'ün O rtadoğu-içi dengelerdeki konu m unda bir zayıflığa yol açacaktır. Buna m ukabil ABD ve İsrail ile
^ Stratejik D erinlik
olan ilişkilerde etkiye daha çok açık bir Ürdün politikası gündem e gelebilir. Ürdün'ü O rtadoğu’da öne çıkaran unsur, jeopolitik konu mun Kral Hüseyin tarafından pragm atik ve dengeli bir diplom asi ye araç kılınm ış olmasıdır. Kral Abdullah’ın bu diplom atik b eceri yi ne derece göstereceği sadece Ürdün’ün değil, bölgenin kaderini de etkileyecektir. Yaser Arafat’ın ilginç bir seyir takip eden siyasî çizgisi iç üçgen içindeki liderlik yapılanm asının diğer çarpıcı bir örneğini teşkil e t mektedir. Siyasî kariyerine, üslubundan siyasî söylem ine, kıyafe tinden sakalına kadar radikal devrimci bir çizgi ile başlayan Ara fat’ı salon diplom asisinin labirentlerine getiren tavır değişiklikle rinde denge hesaplarına dayalı bu liderlik türünün izleri vardır. Altmışlı yıllarda Nasır ile birlikte Arap milliyetçisi ve sosyalist, İran Devrim inin başlarında Humeyni ile birlikte İslam devrimcisi ve anti-em peryalist olmayı bilen Arafat, Körfez bu nalım ının başında uluslararası koalisyona karşı Saddam yanlısı bir Arap milliyetçisi im ajından sonra Ortadoğu Barış Sürecinin gerektirdiği Amerikanîsrail ekseni ile uyumlu, uzlaşm acı bir söylem ve siyaseti de gerek kendisi gerekse çevresi nezdinde meşru gösterebilm iştir. Ürdün Kralı Hüseyin’in Körfez bunalım ında ve sonrasında Bağdat ile B a tı arasında sürdüregeldiği politika ile Arafat'ın politikası arasında bu açıdan önem li bir nitelik benzerliği vardır. Bulunduğu konum u birinin babasından verasetle, diğerinin ise devrimci bir örgütlen me ile alm ış olm alarının bu nitelik benzerliğini ortadan kaldırm a sı da müm kün değildir. Benzer bir kıyas son yıllardaki politikaları ile Barzani ve Talabani açısından da yapılabilir. Birinin aşiret te melli liderliği ile diğerinin daha entellektüel ve devrimci söyleme dayanan liderliği kıyas edildiğinde sürdürdükleri esnek ve değiş ken politikalar açısından büyük bir fark olmadığı görülecektir.
2. Arap Dünyası'mn İç Dengeleri: Arap MiHiyetçiliği’nin Bunalımı ve Siyasî Meşruiyet Meselesi Soğuk Savaş dönem ini sona erdiren Körfez Savaşının bölgede cereyan etm iş olması bölge-içi dengeleri ve bu dengelerin ulusla rarası konjonktür içindeki önem ini ciddi bir değişikliğe uğratır ken, bu savaşın iki Arap ülkesi arasındaki bunalım dan kaynaklan( mış olm ası da Arap Dünyasında geniş kapsam lı bir bunalım ın oı -
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi
taya çıkışm a yol açm ıştır. Sanıldığının aksine, Körfez Savaşını ta kip eden Ortadoğu Barış Süreci uzun dönem li bir barış stratejisin den çok kısa dönem li taktik manevralara dayandığı için her iki b u nalım ı da yoğunlaştıran bir etkide bulunm uştur. Bölgedeki kaotik durum büyük ölçüde, Osm aniı egem enliğin den sonra dağılan, ancak Soğuk Savaş dönem inin çift kutuplu ya pısı içinde NATO-Varşova Paktı ve Arap-İsrail gerginliği zem inine oturan bölge-içi güç yapılanm asının yeni bir dengeye oturam am asm ın bir sonucudur. Bugün bölgenin bütün önem li güçleri S o ğuk Savaş sonrası dönem de yeni bir bölgesel strateji geliştirm e ih tiyacı içindedir ve bu ihtiyaç uluslararası ve bölgesel konjonktür içinde cevaplanam adığı için ikili ilişkilerde ve bölgesel dengelerde karşılıklı gerilim alanlarının oluşm asına yol açmaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönem de genelde Arap Dünyasını, özelde de Suriye ve Irak gibi Türkiye'nin kom şusu olan ülkeleri stratejik tanım lam a açısından bir bunalım sürecine sokan en tem el olgu iç siyasî m eşruiyetin ve bu m eşruiyete dayalı dış politika yapım ının tem e] aracı durum unda olan Pan-Arap söylem ile ulus-devlet o l gusunun yerel ve bölgesel gerçeklikleri arasındaki çelişkidir. Bu Arap ülkelerini tarih sahnesine çıkaran söm ürge geçm işi ile ulusdevletin dış politika hedefleri arasındaki çelişkiler Arap D ünyası nın yum uşak karnı durumundadır. Hem en hem en her Arap ülke si, Özellikle Mısır, Suriye ve Irak, kendi ulus-devlet gerçekliğini te mel alan bir Arap Birliği politikası geliştirm ekte ve bunu siyasî m eşruiyetin ve dış politika yapım ının tem el direği haline getir mektedir. Farklı ulus-devlet olgularına dayanan bu Arap birliği stratejileri kaçınılm az bir şekilde birbirleriyle çelişm ekte ve Arap D ünyasını iç çatışm aların ve gerginliklerin rasyonel işbirliği alan larını yok ettiği bir bunalım labirentine sokmaktadır. Bu durum, Arap Birliği söylem i ile ulus-devlet olgularının sınır ları arasındaki farklılaşm anın bir sonucudur. Bu nedenlidir ki, her Arap ülkesi kendisinin olm ası gerekenden daha dar sınırlara h ap sedildiğini düşünm ekte ve bölgesel stratejilerini bu farklılaşmayı yok edecek şekilde dizayn etmektedir. Mesela Suriye kendi sınırla rını aşan tarihî bir misyon sahibi olduğu görüşünü ısrarla bir ulu sal m utabakat vurgusu olarak dile getirmektedir. Kendisini Arapçılık fikrînin ve Araö kimliğinin doğduğu merkez olarak gören Suri-
— _—
■
1”
" “
ye, Pan-Suriye hedefini Pan-Arap hedefinin önşartı olarak gör m ekte ve Suriye-merkezli kadem eli bir Arap birliği tilerini ulusal stratejinin eksenine oturtmaktadır. Bu kadem eli stratejiye göre Su riye kendisinden koparılan doğal uzantılar olarak gördüğü Lüb nan, Ürdün, Filistin ve Hatay’ı da kapsayan Şam -m erkezli ve D o ğu Akdeniz eksenli Büyük Suriye'yi Pan-Arap idealinin kaçınılm az önşartı olarak görmektedir. Doğu Akdeniz eksenli olm ası açısın dan Levant Strateji olarak adlandırılabilecek bu strateji Suriye’yi bir taraftan Arap olm ayan bölge ülkeleri ile (Türkiye ve İsrail) bir karşılıklı gerilim alanına soktuğu gibi diğer taraftan-da bölgenin diğer Arap unsurları ile karşı karşıya getirmektedir. Benzer bir durum Irak için de geçerlidir. Arap birliğinin Bağdat-m erkezli ve Basra-eksenli bir alanda gerçekleştirilebileceğini düşünen Irak, Kuveyt, M ezopotam ya, Şattü ’l-Arap ve İran'ın Kuzistan bölgelerini de kapsayan Büyük Irak idealini Pan-Arap h ed e finin Önşartı olarak görmektedir. Bu da Irak’ı b ir taraftan bölgenin Arap olm ayan ülkeleri ile (İran ve Türkiye), diğer taraftan da b ö l genin diğer Arap ülkeleri ile karşı karşıya getirmektedir. M ısır da aynı hedefi Kahire-merkezli ve Kuzey-Afrika eksenli bir çerçevede gerçekleştirm eye çalışmaktadır. Pan-Arap ideali ile ulus-devlet stratejileri arasındaki bu farklı laşm anın en çelişik tarafı ise, bu Arap ülkelerinin Arap olm ayan ül kelerden çok diğer Arap ülkeleri aleyhine genişlem e stratejileri iz lemeleridir. Suriye’nin Lübnan, Irak’m Kuveyt politikaları bunun en çarpıcı misalleridir. M ısır'ın Sudan'ın kuzeydoğusundaki ihti laflı bölgeyi işgal etm esi de bunun bir başka m isalini oluşturm ak tadır. Kendileri de söm ürge geçm işinin ürünü olan ulus-devletle rin kendi sınırları dışında etki alanı oluşturarak Arap birliği kurm a çabalan, bu açıdan, Arap D ünyasının Soğuk Savaş sonrası d ö n em de yaşam akta olduğu bunalım ın belki de en tem el sebebidir. Soğuk Savaş dönem inde Pan-Arap idealine yönelik Nasırizm ve Baas ideolojileri bu kadem eli stratejik çerçeve oturm akta idi. Bu ideolojilerin iki tem el direği olan Pan-Arabizm ve sosyalizm biri bölgesel, diğeri uluslararası konjonktürü ilgilendiren iki önem li param etre olmuştur. Suriye’nin SSCB ile imzaladığı yirm i yıllık stratejik ittifak anlaşm ası ve Irak’m Sovyet destekli silahlanm a po^ litikası bu iki p aram etren in kesiştiği alan lard a oluşm uştur.
O rta d o ğ u ; K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
SSC B'nin yıkılması ve çift kutuplu yapınıp dağılması ile birlikle Suriye ve Irak rejim lerine meşruiyet tem eli sağlayan seküler, to ta liter ve sosyalist Baas ideolojisinin dayandığı Arap birliği ve sosya lizm param etrelerinin sarsılm ası sonucunu doğurmuştur. Irak'm Kuveyt’i işgali Pan-Arap idealine giden Büyük Irak h ed e fini gerçekleştirem ediği gibi, İran-Irak Savaşında ortaya çıkan Arap dayanışm asını da yok etmiş ve bunun da ötesinde Irak'ın parçalanm a sürecini başlatmıştır. Suriye’nin Lübnan, Filistin ve Ürdün politikaları da beklenildiğinin aksine Suriye’nin etki alan ı nı genişletm em iş, aksine Güney Lübn an ’ın İsrail işgaline girm esi ne, Ürdün ve Filistin'in de Ortadoğu Barış Süreci çerçevesinde Su riye’den çok İsrail etki alanına yakınlaşm asına yol açmıştır. Öte yandan aynı Baas ideolojisine dayanan Suriye ve Irak re jim leri birbirlerini dengelem e politikaları çerçevesinde Türkiye, İran ve Suudi Arabistan ile denge diplom asileri geliştirm e ihtiyacı içine girmişlerdir. Irak’ın yetm işli yıllarda Kerkük-Yumurtalık boru hattını devreye sokarak Suriye üzerinden geçen hatta alternatif oluşturm ası ve bu çerçevede Türkiye ile ekonom ik açıdan en ras yonel ilişkilere giren Arap ülkesi konum una girmesi de, Suriye'nin İran-Irak Savaşı süresince İran ile yakın stratejik ve diplom atik iliş kiler içinde bulunm ası da Arap ülkelerinin bu stratejik açm azının ürünleridir. Büyük Suriye ve Büyük Irak politikalarının çatıştığı yerde Pan-Arap ideali değil, denge m anevraları devreye girm ektedir. Bu durum M ısır-Irak ve M ısır-Suriye ilişkileri açısından da çok farklı değildir. Bu anlam da Soğuk Savaş dönem inin Nasırizm ve Baas-tem elli ideolojik ve stratejik çerçeveleri bugün anlam larım büyük ölçüde yitirmiş görünm ektedir ve Arap Dünyası yeni arayışlara yönel mektedir. Edvvard Said gibi bir çok Arap düşünür bu bunalım ı a n lam landırm a çabası içine girmişlerdir. Ancak, uluslararası kon jonktür ve bu konjonktürün destek verdiği yere! totaliter yapılar bu arayışların önünü kesmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönem de O rtadoğu’da gözlenen dinam ik güçler dengesi özellikleri bu bunalım ı gözler önüne seren ve kimi zam an da konjonktürel dalgalanm alarla tırm andıran sonuçlar do ğurmuştur. Ortadoğu bugün ne Soğuk Savaş şartlarının yönlendir diği uzun dönem li bir kutuplaşm a yapısı içindedir; ne de söm ür
| Stratejik D erinlik
geci bölüşüm ü yansıtan sınır yapılanm ası istikrarlı bir gelecek vaad etmektedir. Bu dengesiz ve istikrarsız yapılanm a her aktörü kı sa dönem li politikalarını uzun dönem li ve kalıcı etki alanları kur m a hedefi doğrultusunda yeniden oluşturm aya sevketmektedir. Bu da Irak benzeri ani ve tek ham leli sıçram alara dayalı bölgesel etkinlik politikalarının yerini, Mısır ve Suriye’nin son politikaları na yansıyan şekliyle uzun diplom atik süreçlerdeki etkinlik tem eli ne dayanan politikaların alm asına yol açmıştır. Arap Dünyasındaki karşılıklı dış politika oluşumu, bir ring için de karşı tarafı tam am en yıkıcı yumruk atm adan faullu darbelerle birbirini ringden düşürmeye çalışan yirmi boksörün m ücad elesi ne benzem ektedir. Süregelen bu m ücadele aslında h er boksörün ayakta kalması için kaçınılm az olduğundan, bu m ücadelenin d en geci ruhuna aykırı davranan aktörler kısa bir süre için ring dışına atılmaktadırlar. Nedir bu m ücadelenin dokunulm az prensipleri? Birincisi, hiç bir aktör tek başın a bütün diğer boksörlerin m ü cad e le alanını daraltan bir ham le yapamaz. Irak Kuveyt’in işgali yoluy la böylesi bir çabaya giriştiği için devre dışına itilmiştir. İkincisi, bu m ücadele alanının iç dengelerini tümüyle sarsacak şekilde dış ak törlerle ittifaka girilemez. M ısır da Camp David Anlaşması sonra sında bu sebeple kısa bir süre Arap ringinin dışında tutulmuştur. Bu tür ham lelerle devre dışına itilen aktörün eski yerini alab ilm e si ancak ve ancak dengeye tam bir uyum gösterm esine bağlıdır. D aha önce M ısır'ın yaşadığı bu tecrübeyi yakın zam anda Irak'm da yaşam ası pek şaşırtıcı olmayacaktır. Bu m ücadele alanında sürekli birbirlerini kollayarak ayakta durmaya çalışan aktörler belli aralıklarla bu alanın iç bütünlüğü nü m uhafaza etm ek üzere ortak düşm anlara ihtiyaç hissederler. M illiyetçilik hareketlerinin psikolojik altyapısını dokuyan ortak düşm an olgusunun gerçek bir m eşruiyet zem inine sahip olmayan Arap rejim leri için en önem li dış politika gerekliliklerinden birisi olm ası bu nedenledir. İsrail ile her dönem de gizli tem aslarını sür dürmüş olan Arap rejim lerinin bu tem aslara rağmen son yıllara kadar sürekli anti-İsrail retoriğine dayalı bir dış politika takip et mesi, İran-Irak Savaşı esnasında Iran-karşıtı bir Arap cephesinin oluşm ası ve Türkiye'nin İsrail ile giriştiği yakın işbirliği politikasın dan sonra Türkiye-karşıtı bir dalganın hızla yayılması, çıkış gerek^ çelerinin haklılığı ya da haksızlığı bir yana, tem elde bu ihtiyacın
O rta d o ğ u . K üresel E k o n o m i Politik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
bir tezahürüdür. İleride de üzerinde duracağımız gibi, Türkiye Arap Dünyasındaki bu bunalım ı ve bu bunalım ın oluşturduğu psi koloji/politik atm osferi yeterince sağlıklı bir şekilde değerlendire mediği için İsrail’e yönelen tepkileri üzerine çeken bir konumda kalmıştır. Bu nedenledir ki Türkiye doksanlı yılların sonlarına doğ ru O rtadoğu’daki diplom asi labirentinde ciddi bir alan daralması ile karşı karşıya kalmıştır. Bugün Arap Dünyası bu iç m ücadelenin izlerini yansıtan bir kararsızlık ve güçsüziük dönem i yaşamaktadır. Edward Said’in de teyit ettiği bu güçsüzlük dönem i iç enerjisini etkin ve verim li kul lanam ayan bu dünyanın dış tehditlerin sağladığı m eşruiyet tem e li ile ayakta kalm a çabasına yol açmaktadır, Arap milliyetçiliği bu nedenle önem li bir nitelik değişimi yaşamaktadır. Bu anlam da el lili, altm ışlı yıllarda yükselen Arap milliyetçiliği aktif, ofan sif ve id dialı bir akımdı. D oksanlı yıllardaki Barış Süreci içinde yeniden diriltilm eye çalışılan Arap milliyetçiliği ise defansif, denetim altında tutulan ve dış bölgesel aktörlere karşı her an kullanılabilecek bir potansiyel olarak bekletilen bir milliyetçilik olacaktır. O rtado ğu’daki istikrarın sürm esi ve bu istikran tehdit edebilecek kitlesel m u halefet hareketlerinin kontrol altında tutulm ası için başta ABD olm ak üzere bölge-dışı sistem ik aktöılerce de desteklenen bu kontrollü m illiyetçilik bölgede potansiyel gerginlik alanları oluş turm aktadır ki, bu durum Türkiye’nin de müteyakkız olm ası gere ken bir konjonktür ortaya çıkarmaktadır. Altı yıllık aradan sonra 1996’da Kahire’de toplanan Arap Zirvesi Arap D ünyasındaki bu politik tem ayüller açısından büyük önem taşım aktadır. Görünüşte bu zirve Arap ülkeleri dışındaki bölgesel güçlere -yani sırasıyla İsrail, Türkiye ve İran'a- tepkisel nitelikler taşım ıştır. İsrail seçim lerinden sonra Netanyahu hüküm etinin program ına yansıyan sert politika dolayısıyla İsrail'e, İsrail ile im zaladığı stratejik anlaşm a dolayısıyla Türkiye’ye, Körfez bölgesin de etki alam kurm a politikası dolayısıyla İran'a yönelik tepkiler bu zirvenin dış faktörlerin yönlendirdiği bir tepkisel zirve olduğu in tibaını güçlendirmiştir. Z am anlam a itibarıyla tepkisel nitelikli görünen bu zirve bir başka açıdan bakıldığında Arap Dünyası içinde yaşanm akta olan m eşruiyet bunalım ını ve Arap ülkelerinin siyasî yapılarının hisset+iffî iripninîiV hnslnan asma cabası olarak da özel bir önem taşı
S tratejik D erinlik
maktadır. Kabile kültürünün sürdüğü krallıklar ile otokratik dikta törlüklerin hakim olduğu Arap D ünyasının siyasî eliti bu yapıları sürdürebilm ek için dış faktörlere dayalı m eşruiyet araçlarını kullanagelm iştir. İngilizlerin desteği ile yürütülen O sm anlı-karşıtı m il
liyetçilik hareketleri asrın ilk yarısında, II. Dünya Savaşından bu yana süregelen Israil-karşıtı cephe oluşturm a çab alan da asrın ikinci yarısında Arap siyasî elitinin davranış kalıplarını belirleyen önem li araçlar olmuştur. Bu açıdan Şerif ve Suud ailelerinin gele neksel referanslara dayalı sem bolik retoriği ile Baas ve Nasır hare ketlerinde kaynağını bulan milliyetçilik ve sosyalizm sentezli to ta liter yapıların devrim retoriği aynı zem ini paylaşmışlardır. Soğuk Savaş sonrası dönem bu iki yapılanm a biçim inde de cid di bir meşruiyet bunalım ının doğm asına sebep olmuştur. Petrol kartının yetm işli ve seksenli yıllardaki stratejik değerini önem li öl çüde yitirm esi, Arap Dünyasındaki bölünm eler ve SSCB endeksli radikal Arap ülkelerindeki çözülm eler bu meşruiyet bunalım ının şiddetini önem li ölçüde artırmıştır. Dış faktörlere karşı yürütülen m ücadelenin radikal söylem ine oturan Arap m illiyetçiliği Barış Süreci ile ciddi bir uzlaşma ve esnem e görüntüsü verirken, Batı ve İsrail-karşıtı söylem in ekseni İslâm î hareketlere kaymıştır. Ellili yıllardan yetm işli yılların sonuna kadar radikal ve antisistem ik unsurlar içeren Arap m illiyetçiliği seksenli yıllardan so n ra gittikçe artan bir hızla sistem ik bir karakter taşım aya b aşlam ış tır. M ısır'ın ülke bazında, Yaser Arafat’ın kişi bazında yaşadığı iniş-çıkışlı çelişik tavırlar, bu m eşruiyet bu nalım ının y ansım ala rından başka bir şey değildir. Bu bunalım M üslüm an Arap kitlele rinin bu siyasî elite hızla yaban cılaşm asın a ve an ti-sistem ik m u h alefet hareketinin İslam -eksenli bir karakter kazanm asına yol açm ıştır. Filistin ’de uzlaşm acı Arap m illiyetçisi Yaser Arafat ile İs lâm î m u halefet hareketi olan FIAMAS arasındaki farklılaşm a bu değişim in tipik bir tezahürüdür. Arap ülkelerinde siyasî katılım ı engelleyen totaliter ve baskıcı yapılanm anın tem elinde Arap siya sî eliti ile toplum sal taban arasında yaşanan bu m eşruiyet b u n alı mı vardır. H erhangi adil bir dem okratik süreç içinde ellerindeki siyasî gücü kaybedeceklerinin farkında olan Arap rejim leri Batı destekli diktatoryal yapılarını sürdürecek yeni bir radikal söylem aravısı içindedirler.
O rta d o ğ u : K ü rese] E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi
Bu yeni arayış açısınd an bakıldığında tepkisel nitelikli Arap Zirvesinin yeni bir Arap milliyetçiliği dalgası yaratm aya yönelik unsurlar taşım ıştır. Böylesi bir dalganın Arap siyasî elitinin m eş ruiyet bunalım ını aşm asına yardım cı olacağını, dolayısıyla da Batı yanlısı rejim lerin İslam -eksenli m u halefet hareketleri tarafın dan yıpratılm asım n önüne geçileceğini farkeden ABD de anti-sistem ik bir karakter kazanm adıkça bu yeni m illiyetçilik dalgasını destekleyecektir. Türkiye'nin İsrail ile im zalam ış olduğu anlaşm a bu açıdan za m anlam a itibarıyla büyük önem taşım aktadır. Sadece İsrail-karşıtı bir dalga Arap milliyetçiliği için yeterli değildir; çünkü bu antisistem ik İslâm î m uhalefetin de sürdüregeldiği bir tavırdır. D olayı sıyla sadece İsrail-karşıtı bir tavır bu ülke ile süregelen Barış Sü re cin in m im arı olan Arap rejim lerinin politikasının iflasının ve İsraii-karşıtı İslâm î m uhalefet hareketlerinin haklılığının tescili an la m ına gelirdi. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye-İsrail ilişkilerinin stratejik bir düzlem de hızla gelişm esi Arap rejim leri için Arap milliyetçiliğine dayalı m eşruiyet alanını güçlendiren bir gerekçe olarak kullanıl mıştır. Böylece bir İslam ülkesi olmakla birlikte İsrail safında olan bir ülkenin de karşı cephede yer alması, Ortadoğu'daki tem el m e selenin bir İslam m eselesi değil, bir Arap m eselesi olduğu doğrul tusundaki Arap milliyetçiliği tezinin tekrar yükselm esi sürecini doğurmuştur. Toplumsal m eşruiyet desteğini kaybetm iş olan Arap siyasî eliti bu anlaşm ayı yeni Arap milliyetçiliği dalgasının tem el dayanağı haline getirmektedir. İşin ilginç yanı sistem -içi bir Arap milliyetçiliği dalgası da b u gün en fazla ABD tarafından istenen bir olgu haline gelm iş bu lu n maktadır. Ellili ve altm ışlı yıllarda Nasır önderliğindeki an ti-sistem ik Arap milliyetçiliği dalgasına karşı tavır koyan ve Canip David A nlaşm ası ile bu dalgayı sistem içine çeken Amerika, bugün yük selen an ti-sistem ik İslam m uhaleti karşısında sistem -içi bir Arap m illiyetçiliği dalgasını desteklem ektedir. ABD’nin en büyük eko n om ik yardım paketine m azhar olan M ısır'ın bu yeni dalganın li derliğine soyunm ası da bu sebeple manidardır. Türkiye ise teknik n lH nm ı îHHîa prlilpn h î r a n l a s m a v ı
strateiik h i r adım hali
Stratejik D erinlik
ne dönüştürerek bölgesel politikalardaki hareket esnekliği a çısın dan ciddi bir zaafa düşmüş bulunm aktadır; çünkü sistem in m er kez güçlerinin desteğine sahip bir Arap milliyetçiliği akım ının yükselm esinin ortaya çıkaracağı konjonktür Türkiye’nin bölge politikaları açısından çok önem li riskler barındırm aktadır. İngiliz destekli Arap m illiyetçiliğinin yol açtığı sonuçlar ve Ittihad ve Te rakki’nin bu sonuçları hazırlayan sertlik politikalarının etkileri unutulm am alıdır. Arap D ünyası'ndaki siyasî m eşruiyet bunalım ı ve Arap m illi yetçiliğinde yaşanm akta olan dönüşüm , bu ülkelerin siyasî lid er lik yapılanm alarını da etkilem ektedir. Arap ülkelerinde sömürge id arelerinden sonra kurulan ve Soğuk Savaş süresince bölge poli tikasında etkin olan siyasî yapılarda genelde iki tür liderlik yapı lanm ası Öne çıkm ıştır: M odern ideolojik çerçevelerle yeni bir si yasî m eşruiyet çerçevesi oluşturm aya çalışan totaliter/bürokratik diktatörlükler ve geleneksel m eşruiyet kalıplarını kullanm aya ç a lışan krallıklar. Totaliter/bürokratik liderlik yapılanm alarının en çarpıcı m isal leri Arap toplum unu tepeden taban a doğru seküler, m illiyetçi ve sosyalist ilkeler etrafında yeniden şekillendirm ek isteyen liderlerin ve totaliter partilerin idare ettiği Mısır, Suriye, Irak, Cezayir, Libya, Tunus gibi ülkelerde ortaya çıkm ıştır ve etküerini halen devam et tirm ektedir. İlk öncülerini Suudi Arabistan, Fas ve Ü rdün’de bulan geleneksel m eşruiyet kalıplarına dayalı liderlik yapılanm ası ise da ha sonra Basra Körfezi'nde kum lan küçük devletlere ve petrol şeyhliklerine yayılmıştır. Ortadoğu’daki Arap rejim lerinde ortak bir nitelik olarak görü len ve kimi ülkelerde geleneksel, kimi ülkelerde de devrim ci reto rik ile m eşru kılınan otokratik/karizmatik liderlik yapılanm asının kökenleri anlaşılm aksızm Ortadoğu politikasının ince kıvrımları na nüfuz etm ek çok güçtür. Bu otokratik/karizmatik liderlik yapı lanm asının biri bu ülkelerin iç bünyeleri, İkincisi bölge politikası, üçüncüsü ise uluslararası sistem le ilgili olmak üzere üç önem li se bebi vardır. İç politik bünye ile ilgili sebep, bu ülkelerin söm ürge ci d önem kalıntısı siyasî yapılarıdır. Arap ülkelerinin çoğu, özellik le petrol şeyhlikleri, sağlam bir siyasî kültür oluşum u ve siyasî m ü esseseleşm e olm aksızın devlet h a lîn p o -p tiriirm cW H ;r
r»
......... ..........................................“ ması son derece güç bir siyasî meşruiyet bunalım ı doğurmuştur.
I
Söm ürgeci güçler bu ülkeleri harita üzerinde ortaya çıkarmış; fa kat siyasî oluşum larını bağımsız bir şekilde tam am lam alarına izin vermemiştir. Böylece dili, dini, etnik kökeni ve dili aynı olan bu toplulukla rın ayrı ayrı devletler oluşturm alarının yegâne gerekçesi olarak güçlü liderliklerin ya da ailelerin oraya çıkarak ya da çıkartılarak boşluğu oldurmaları kaçınılm az olmuştur. Başka bir deyişle., siya sî liderlik devleti ikame etmiştir. 1950'lerde Mısır halkı için M ı sır'dan Önce Nasır’a bağlılık Önemlidir; çünkü Nasır M ısır’ın ö te sinde bütün Arap ideallerinin sembolüdür. Bugün Irak halkı Saddam ile devleti özdeşleştirm ektedir; çünkü Saddam ’ın şahsiyetin de Irak boyutlarını da aşan Arap ideallerini kavramak mümkün ol maktadır. Dolayısıyla karizmatik şahsiyetler siyasî oluşumdaki boşlukları doldurmakta ve küçük Arap devletçiklerinin halklarını daha üstün bir ideal için motive edebilmektedirler. Böylece m ese la Iraklı olmakla Arap olmak arasındaki ikilem ortadan kalkm akta dır. Bu üstün idealleri gerçekleştirm e şansı olmayan küçük şehylikler ise, olm ayan kahram anlar türeterek kendi küçük ülkelerinin kültürel m eşruiyetlerini kuvvetlendirmek istemektedirler. Kuveyt tarih kitapları bu konuda Kuveyt’in Osmaniı D evleti’ne karşı hiç bir zam an olm am ış olan bağım sızlık savaşlarında üstün kahra manlıklar gösterm iş hayalî kahram anların ilginç örneklerini yan sıtır. Özetle, siyasî oluşumdaki eksiklikler karizmatik lider tipi için uygun bir zem in oluşturmaktadır. Bölge politikası ile ilgili ikinci sebebe gelince; bu, bölgede sü rekli tehdit unsuru olan ve bu ülkelere yönelik yayılmacı hedefler taşıyan İsrail’in varlığrdır. İsrail’le şimdiye kadar yaptığı her savaşı kaybetm iş olan Araplar bu tehdite karşı kuvvetli askerî ve siyasî li derliklerin gerekliliğine inandırılm alardır. Uluslararası sistem le ilgili sebebe gelince; bu da sadece Arap ülkeleri ve toplum lan için değil bütün İslam ülkeleri ve toplum ları için geçerlidir. Bu toplum lar haklı ve acı örnekler sonucunda uluslararası sistem in objektif ve adil bir m ekanizm aya sahip oldu ğuna dair güvenlerini büyük ölçüde yitirmişlerdir. Filistin'le ilgili BM kararlarının uygulanmaması, İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etm esine sessiz kalınması, Bosna’daki soylarım teşebbüsüne uzun |
Stratejik D e riııü k
süre seyirci kalınm ası gibi olgular bu ülkelerdeki güvensizliğin otokratik liderlik yapılanm aların sürm esi doğrultusunda kullanıl m asını beraberinde getirmiştir. Soğuk Savaş süresince ve sonra sında yaşanan benzer örnekler sebebiyle M üslüm an topluluklarda egem en olan güvensizlik psikolojisi karizm atik liderliklerin oluş turduğu istikrar görüntüsünde güvenlik sağlamaya yönelik bir psi kolojik/kültürel atm osferin doğuşuna zem in hazırlamaktadır, Ortadoğu Arap ülkeleri liderlik yapılanm ası itibariyle ciddi bir istikrar görüntüsü vermektedir. Bu bölgede siyasî gücü elinde b u lunduranlar genellikle ölüm, şifasız bir hastalık, suikast gibi zaruri haller zuhur etm edikçe siyasî gücü terketm em ektedirler. Bugün Arap Dünyasının en önem li ülkelerinde siyasî gücü elinde bulun duranlar en az onbeş yıllık bir liderlik geçm işine sahipler. Ürdün kralı Hüseyin, Irak lideri Saddam, Suriye lideri Hafız Esed, M ısır li deri Hüsnü M übarek, Fas kralı Haşan dünyanın çok büyük bir si yasî ve ekonom ik değişim yaşadığı Soğuk Savaş dönem inin ve sonrasının değişm eyen liderleri konum unu sürdürmüşlerdir. Arap Dünyasındaki bu tablo siyasî istikrar ile m eşruiyet arasın da her zam an doğrudan bir ilişki olm adığını gösteriyor. Siyasî is tikrar eğer siyasî m eşruiyetin en önem li göstergesi olmuş olsaydı Arap toplum larm m siyasî m eşruiyet düzeyinin en yüksek olduğu toplum lar olm ası gerekirdi. Halbuki Arap D ünyasında yaşanan si yasî lider istikran siyasî katılıma dayalı bir meşruiyetin değil siya sî katılım ın engellenm esine dayalı zoraki bir dayatm anın eseridir. Bu nedenledir ki Arap Dünyasındaki istikrar toplum a ne siyasî ve sosyal güvenlik ne de ekonom ik kalkınm a motivasyonu verebil mektedir. Aksine siyasî gücü 99.5% luk oy oranlarıyla ele geçirdiği iddia edilen diktatörlüklerde siyasî liderlik süresi uzadıkça bireyle rin özgürlük alanları daralmaktadır. Siyasî baskı korkusu içinde yaşayan bu insanların tem el m ese lesi siyasî liderlik ile çatışm aya girm eden asgarî hayat şartlarını te min etm eye çalışm ak haline gelmektedir. Bu da toplum un kapasi te kullanım ını en asgarî düzeye indirmektedir. Arap toplum larm m siyasî tecrü besi toplum sal meşruiyet tem eline dayanm ayan siyasî istikrarın gerçekte bir değer taşım adığını ortaya koymuş bulunu yor. Aksi geçerli olm uş olsaydı Ürdün kralı Hüseyin'in ya da Irak diktatörü Saddam 'm sağladığı istikrarın İtalya'da kısa süreli lider liklere dayalı koalisyonlardan daha başarılı olmuş olm ası gerekirdi.
O rtad o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o lilik ve Stratejik D en gelerin Kilidi
Toplumun devre dışı bırakıldığı siyasî değişim süreci Arap D ünyasına zahirî bir siyasî istikrar görünümü veriyor. Bugün Arap toplum larm m siyasetindeki en. önem li m esele siyasî yönetim de ğişikliğinin toplum nezdinde meşruiyeti olan bir süreç olarak gö rülmemesidir. Arap D ünyasının siyasî liderlik oluşum unun aile-içi hesaplaşm aların belirlediği krallıklar ile ordu-içi hesaplaşm aların belirlediği diktatörlükler arasında sıkışıp kalmış olm asının tem el sebebi de budur. Cezayir, Tunus, Ürdün gibi ülkelerde siyasî katı lım denem elerinin başarısızlığı bir yandan iç siyasî kültür prob lem lerini, diğer yandan da dış unsurlarla iç siyasî yapı arasındaki bağımlılık ilişkisini ortaya koymuş bulunmaktadır. Ortadoğu'daki Arap ülkelerinde siyasî sistem in m eşru kanalla rı ile yaşanm ayan siyasî liderlik değişimi liderlerin biyolojik öm ür lerinin tam am lanm ası ile gerçekleşm eye başlam ıştır. O rtado ğu'daki iki ana liderlik yapılanm asını oluşturan totaliter/bürokra tik diktatörlüklerde de geleneksel kabilevî liderliklerde de bu an lam da bîr değişimin ilk örnekleri görülmeye başlanmıştır. İkinci türün yaşayan sem bol şahsiyeti olan ve Suudi Arabistan kralı Faysal'm bir suikaste kurban olm asından sonra bu m odelin en karizm atik lideri konum unu kazanan Kral H üseyin’in vefatı ve Suudi Arabistan kralı Fahd’m sağlık durum unun kötüleşm esi ge rekçesi ile yönetim yetkilerini fiilen kardeşi Prens Abdullah’a dev retm esi görünüşte bu ülkelerde ciddi siyasî bunalım lar doğurm amıştır. Ancak bu sem bol şahsiyetlerin devre dışı kalması klasik li derlik m odelleri ile ilgili m eşruiyet zem ini tartışm alarını b era b e rinde getirebilir. Bu ülkelerin çoğu B atı’da eğitim alm ış yeni nesli nin siyasî katılım talepleri, sağlıklı bir geçiş süreci ve kurum sallaş m a yaşanm am ası durumunda bu ülkelerde orta dönem de ciddi gerilim ler doğurabilir. Totaliter/bürokratik diktatörlükler türünün en uzun ömürlü li deri olan Hafız Esed'in vefatı da bu m odelle ilgili ilk ciddi geçiş tecrü besi niteliği taşımıştır. Aynı türün diğer önem li bir şahsiyeti olan Tunus lideri Burgiba’nm vefatından sonra Tunus'ta yaşanan kısa dönem li dem okrasi tecrü besinin yarattığı kitlesel dalgalan m anın da m uhtem el tesiriyle bu geçiş için em in bir yol bulm aya çalışan Suriye’deki Nusayri azınlığa dayalı siyasî elit çözüm ü, H a fi? PçpH'in oelu Beşşar'ı başa getirm ekte bulmuştur. Azınlık daya-
Stratejik D erinlik
m şm asınm da önem li rol oynadığı bu tercih, totaliter/bürokratik yapıların cum huriyetçi ve devrim ci retoriğe rağm en aslında kabilevî bir yapıya dönüştüklerinin en çarpıcı misalini oluşturmuştur. Kral H üseyin'in ve Hafız Esed'in vefatları yine de O rtadoğu’da ki statik siyasî liderlik yapılanm asında ortaya çıkm ası m uhtem el değişim lerin ilk işaretleri olarak görülebilir. Soğuk Savaşın sona er m esine rağm en Soğuk Savaş şartlarında ortaya çıkan siyasî yapıla rı m uhafaza etm eye çalışan Arap ülkeleri bugün ço k ciddi bir siya sî m eşruiyet bunalım ı ile karşı karşıyadır. Eğitim lerini sömürge dönem lerinde alan ve Soğuk Savaşın Ortadoğu param etrelerinin sınırları içinde siyaset yapm aya alışmış Arap liderliğinin yaşayan örnekleri Önümüzdeki dönem de liderlik konum larını doğal bir sonla noktalayacaklardır. Hastalıkları ve siyasî yıpranm aları artık gizlenem ez bir şekilde gözlenen ve yakın dönem de ölüm leri ya da siyasetten çekilm eleri sürpriz olm ayacak olan Arafat, Saddam, M übarek ve Kaddafi gibi sem bol şahsiyetlerin de devre dışı kalm a ları Arap D ünyası’ndaki siyasî kültür ve yapı bunalım ının yaygın bir şekilde gündem e gelm esinin önünü açabilecektir. Bu otokratik yapıların çözülm esi, Arap Dünyasında ellili ve alt mışlı yıllarda gözlenen siyasî hareketliliğe benzer bir dinam izm i ve belirsizliği ortaya çıkarabilir. Bu açıdan, Ortadoğu'ya dönük stra tejik ve taktik analizler ve planlar yapan aktörler bu değişim in rit m ini ve sosyo-kültürel param etrelerini gözönünde bulundurm ak zorundadır.
3. İsrail’in Yeni Stratejisi ve Ortadoğu1 M illetlerin siyasî tercihleri, uluslararası stratejileri ve ilişki tü r leri ile tarihî tecrübe birikim leri ve bu birikim i şekillendiren dün ya görüşleri arasında doğrudan bir belirleyicilik ilişkisi vardır. İsra il’in bir bölge gücü olarak Ortadoğu'da doğuşu da kitabım ızın ilk bölüm ünde ele aldığımız stratejik zihniyeti oluşturan tarih ve coğ rafya param etreleri ile yakından ilgilidir. İsrail’in Soğuk Savaş so n rası dönem de geliştirdiği yeni stratejinin ana unsurları ve bu straBIB
1 İsrail'in yeni stratejisinin tarihî/kültüıe! arkaplam ve tem el özellikleri için bkz. Ah m et Davutoğlu, “Yahudi M eselesi'nin Tarihî D önüşüm ü ve İsrail’in Yeni Stratejisi”,
Avrasya Dosyası, 1 9 9 4 :1 /3 , s. 87-99.
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tra te jik D e n g e le rin Kilidi
tejiııin İsrail toplum undaki yansım aları da ancak ve ancak Yahudi M eselesinin tarihî seyrinden kaynaklanan bu zihniyet arkaplanı ile sağlıklı bir şekilde anlaşılabilir.
a. Tarihî Arkaplan İsrail sadece Ortadoğu'da 20.700 kilom etrekarelik (işgal altın daki topraklar hariç) bir alana ve yaklaşık beş m ilyonluk bir nüfu sa sahip herhangi bir ulus-devlet değildir. İsrail sem itızm , anti-semitizm, siyonizm ve Yahudilik gibi tarihî derinliği olan faktörlerin ortaya çıkardığı bir siyasî unsur olarak daha geniş boyutlu bir tarz da tahlil edilm ek zorundadır. Aksi takdirde siyasî olayların kısa dö nem li gelişim seyri ile tarihî olayların uzun dönem li dönüşüm sey ri arasındaki bağlantıları yakalayabilm ek müm kün olam az. İsrail devletini ortaya çıkaran insan unsuru Yahudi toplum unun tarih hafızasının oluşturduğu kimlik, dünya görüşü ve tecrübe birikim i nin ürünüdür. Bu toplum un siyasî davranış kalıpları, tepkileri, planlan, başarıları ve zaafları bu uzun sürecin eseridir. Yahudi kimliği bu kimliğin tem elini teşkil eden Tevrat'ın ö n gördüğü seçilm iş Yahudi toplum u inancı ile tarih içinde dünyanın dört bir köşesine yayılan Yahudi toplulukların serencam ı arasın daki ilginç bir bileşkeden oluşur. Bu bileşke kim i zam an uzlaşmaz zıtlıkları ve tezatları, kimi zam an da son derece kaynaşm ış katı iç oluşum ları beraberinde getirmiştir. Tevrat'ın öğretisi doğrultu sunda teorik olarak kendini seçilm iş ve dünyayı yönetm e ayrıcalı ğına sahip yegâne etnik grup olarak gören Yahudilerin son iki bin beşyüz yıllık tarihî realite içinde sürekli tahkir edilen, sürülen, da ğınık bir toplum tecrü besi yaşam ış olm aları Arthur Koestler’in Ya
hudi Nörozu2 olarak nitelediği toplum psikolojisini ortaya çıkaran tem el unsurdur. Yahudi toplum psikolojisinde Yahudi teolojisin in öngördüğü seçilm iş m illet dogm ası ile sosyal realitedeki diğer toplum ların hakim iyeti altında yaşam anın getirdiği azınlık psikolojisi arasın daki gidiş gelişin ortaya çıkardığı kimlik Koestler’in deyimiyle kendine özgü bir “anorm allikler'' bileşkesi doğurmuştur. Sosyolo jik ve psikolojik anorm allikler ve çelişkileri en iyi tahlil eden düşüd■■ 2 Arthur Koestler, Promise and Fulfıllment: Palestine 1917-1949 , (Londra: Macmillan ,1949), s. 3.
jl S tratejik D erinlik
nürlerin Yahudil erden çıkm ış olm asında da tarih içinde yoğrula yoğrula pekişm iş bu birikim in önem li bir payı olsa gerek. Spinoza’m n felsefe-teoloji arasındaki çelişkiyi, Marks’ın ekonom ik sı nıflar arasındaki çelişkiyi, Freud’un psikolojik çelişkileri ve an or m allikleri izah etm ek üzere ortaya koydukları teorik çerçeve ve çözüm ler bu tarihî toplum psikolojisinin değişik akisleri olarak değerlendirilebilir. Tarihî serencam ın oluşturduğu bu psikoloji, Yahudileri b irbir leriyle bağlantılı üç tem el gayenin etrafında bütünleştirm iştir: Farklı toplum realiteleri ve siyasî konjonktür içinde varlığını id a me, m uhtem el tehlikeler karşısında her an taşınabilir bir güç oluş turm a ve bu gücü teorik seçilm iş toplum un m isyonu doğrultusun da kullanm a. Bu üç gaye de Tevrat’ın öngördüğü dünya görüşü açısından tam bir sosya! m eşruiyet kazanm ıştır. Kendisini diğer toplum lardan farklı m isyona sahip üstün bir topluluk olarak gören diğer bazı m illetlerde de m üşahede edildiği gibi dünya görüşü ile sosya] realite arasında kurulan bu m eşruiyet ilişkisi Yahudi toplum una azınlık oldukları dönem lerde direnme, güç sahibi oldukları dönem lerde m utlak anlam da hükm etm e becerisi kazandırmıştır. Farklı toplum lar içinde varlığını idam e ettirm e ve tarihî m isyo nu gerçekleştirm e çabası Yahudi bireyin psikolojisinde yerellik ile evrensellik arasında bir gerilim alanı doğurmuştur. Ortaçağ b o yunca bu çağların getirdiği yerellik içinde gettolara sıkışmış ikinci bir yerellik yaşayan Yahudiler aynı zam anda gelecekte seçilm iş millet olarak kuracakları evrensel hakimiyet idealini yaşatm aya çalışmışlardır. Yahudi toplum unun varlık seb ebi olan dinî öğreti hem yerelliğin, hem de evrenselliğin Yahudi toplum psikolojisinde çelişik am a vazgeçilm ez unsurlar olarak nesilden nesile aktarılm a sını sağlamıştır. G eçen yüzyıl içinde Yahudi aydınlanm asına ve siyonizmin si yasî bir ideoloji olarak ortaya çıkışına öncülük eden şahsiyetlerin siyasî ve entellektüel serüvenleri bu çelişik am a toplum un m isyo nu itibariyle birbirleriyle uzlaştırılm aya çalışılan özellikler a çısın dan ilginç ipuçları vermektedir. M esela sosyalizmin insanları tek tek eşit bireyler olarak ele alan evrensel ideolojisine önem li katkı larda bulunm uş Moses H ess’in aynı zam anda etnik tem elli siyo^ nist ideallerin öncüsü olm ası Yahudi bireyindeki evrensellik ile y e
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o lirik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
rellik arasındaki çatışm anın yol açtığı şahsiyet bölünm esinin en güzel misalidir. 1835 yılında günlüğüne "ne Yahudileri birarada toplayabilen ne de dinî ihtiyaçları karşılayabilen Musevi şeriatı Öl müştür, gerçek anlam da evrensel din ancak Hristiyanlıktır”3 diye yazan M oses Hess 1862 yılında yazdığı Roma ve Kudüs adlı eserin de Yahudi M eselesinin ancak kutsal toprakların yeniden düzenle nerek Yahudil erin burada yerleşm esi ile çözülebileceğini söyleye rek m odern siyonizmin kum cusu olmuştur. Evrensel sosyalist ide olojinin gelişm esi doğrultusunda Marks'ı da etkilem iş olan Hess tam bir yerellik ürünü olan siyasî siyonizm in kurucusu olurken yi ne bir Yahudi olan Marks insanların tam eşitliğini savunan evren sel kom ünizm in kurucusu olmuştur. Yahudi kişiliğinde enteliektüel düzeyde görülen bu çatışm a si yasî tavırda da kendini göstermiştir. Avrupa’daki anti-sem itik sal dırılar karşısında barışçıl ve evrensel m esajlar veren Yahudiler Or tadoğu coğrafyasında aynı saldırgan yöntem leri benim seyen bir siyasî tavrı kendi içlerinde meşru kılabilmişlerdir. 1982 yılındaki Lübnan işgalinde Hristiyan güçlerle birlikte Sabra ve Şatilla kam p larında Filistinli çocuk ve kadınları öldüren Yahudi askerler m uh tem eldir ki Nazi kam plarında soykırıma tabi tutulan insanların ço cukları İdiler. Etnik üstünlük ve seçilm işlik dogm asını nesilden nesile akta ran toplum larda bu ikili tavrın ortaya çıkm ası kaçınılmazdır. Bu dogm a bu toplum ları zayıf oldukları dönem de başka toplum larm baskıları karşısında mağdur ve barışsever, güçlü olduklarında ise hakim ve baskıcı kılabilmektedir. Benzer bir çelişki Hint yarım ada sında tam bir etnik üstünlük dogması ile kast sistem ini kuran Ari ırkının tecrübesinde de görülebilir. Bu dogm anın dinî bir tem el ile m eşru kılınmış olm ası çelişkiyi daha da bariz kılmaktadır. İn sa noğlunun bir anne ve babad an (Adem ve Havva’dan) geldiği in an cı ile Beni İsrail'in seçilm işiiği ve tarihî misyonu inancını aynı po tada m eczetm eye çalışan Yahudi öğretisi biyoloji ile tarihi karşı karşıya getirmektedir. Nazizmin etnik ideolojisine karşı insanoğ lunun eşit olduğu fikrini m izah ile ortaya koymaya çalışan Şarlo ile SHfl 3 B arn ett Litvinoff, To The House ofT heir Fathers:A Histoıy o/Zionism, New York: Dranopı-
1 CKîS s
lf-1.
| S tratejik D erinlik
F ilistin’de acım asız bir etnik arınm a gerçekleştiren Yahudi liderler
aynı geleneğin ürünüdürler. Bu geleneğin tarih içindeki dönü şüm lerini ortaya koymadan İsrail’in bugünkü Ortadoğu realitesi içindeki yerini ve Barış Sürecinin bu çerçeve içindeki anlam ını kavramak m üm kün değildir. Yahudi tarihi Babil sürgününden İsrail’in kurulm asına kadar bir sürgün ve azınlık tarihidir. Yahudi kimliği ve toplum psikoloji sinin oluşm asında bu tarihin önem li bir payı vardır. Özellikle 1179 yılındaki Ü çüncü Lateran Konsili'nin Yahudilerle birlikte yaşam a ya cüret eden Hristiyanlarm afaroz edileceğine karar verm esi get to sistem inin dinî tem elini oluşturdu. Yahudileri şehrin diğer ke sim lerinden duvarlarla ayrılmış bölgelerde yaşam aya zorlayan ve bu bölgelerden çıkışı ancak belli zam anlarda özel izinlere bağla yan bu sistem hem anti-sem itizm i hem de siyonizm i besleyen sos yal bir tem el oluşturmuştur. Yaşadıkları bu tecrü be Yahudileri bir taraftan kehillotadı verilen kuvvetli iç organizasyonlara, diğer ta raftan m uhtem el tehlikelere karşı güvenli ve bankerlik gibi hareket kabiliyeti yüksek ekonom ik alanlara yöneltti. 1694 yılında Frank furt'ta yaşayan Yalıudilerin ekonom ik faaliyetleri üzerinde yapılan bir araştırm a cem aatin % 70’inin başta bankerler olm ak üzere tü c carlardan, % 10-15’inin Özellikle cem aat işleri ile görevli profesyo nellerden, % 10’unun ise zenaatkârlardan oluştuğunu ortaya koy m uştur.4 Getto sistem i kimi Yahudileri vaftiz olarak Hristiyaıı to p lumla bütünleşm e çabasına yöneltm iş ise de Hristiyanlar tarafın dan converso (dönme) ya da nueuos cristianos (yeni Hristiyanlar) şeklinde isim lendirilerek getto dışında da özel m uam eleye tâbi tu tulm aktan kurtulamamışlardır. Hristiyanlığa katılm akla bile H ris tiyanlar nezdinde Yahudi kanının kirinden kurtulam adıklarını farkeden Yahudİler güvenlikleri için bir taraftan toplum a sirayet çabalarını artırmışlar, diğer taraftan Yahudi aydınlanm asını teşvik edecek iç dayanışmayı artırmaya çalışmışlardır. Avrupa’daki bu tecrü benin ortaya çıkardığı Yahudi M eselesi soiı üç asırda üç önem li dönüşüm geçirmiştir. Bu üç dönüşüm de bu asırların son on yıllık dönem lerindeki önem li değişikliklerle şeBBS
4 Gerald Lyman Soliday, A Community in Conflict, Hanover. Brandeis University
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
killenmiştir. Birinci dönüşüm 18. yüzyılın son on yılında Fransız Devrimini m üteakiben ortaya çıkmıştır. Fransız Devriminin getir diği eşitlikçi ilkeler Yahudilerin gettolara sıkışmış bir cem aat olm a statüsünden siyasal haklara sahip bireyler olm a statüsüne geçiş sürecini başlatm ıştır. Yahudi tü ccar ve entellektüel elitin Fransız D evrim ine sağladığı desteğin arkasında Hrİstiyanlığın özünde va rolan anti-sem itik öğenin kırılması gayesi_vardı. Bu süreç içinde Yahudiler toplum un diğer kesim lerine sirayet etm e im kanı kazanm ışlardır. Bu yeni statü Yahudilerin kendi kim liklerini de yeniden tartışm aya başladıkları bir dönem i açm ıştır. Napolyon’un Yahudi cem aati yeniden organize etm ek üzere ve
Sanhedrin adını verdiği Yahudileri tem sil eden liderlerden oluşan kom isyona sorduğu sorular Yahudilerin ortaya çıkan ulus-devlet oluşum unda karşılaştıkları tem el çelişkileri de ortaya koym akta dır: "Yahudiler Fransızları eşit kardeşler olarak mı, yoksa y ab an cı lar olarak mı görm ektedirler? Her iki halde de Yahudi hukuku Fransızlara ne şekilde davranmayı öngörm ektedir? Fransa'da d o ğan ve Fransız hukukuna tâbi olan Yahudiler Fransa’yı vatanları olarak ben im sem ekte m idirler? Yahudi hukuku onları kendi kar deşlerind en faiz alm aktan m en etm ekte midir? Aynı hukuk çe rçe vesinde yabancılardan faiz alınm akta m ıdır?”5 M edeni hukuk ve Yahudi cem aatin in iç organizasyonu ile ilgili diğer bir çok soru n u n daha yer aldığı bu oturum larda Napolyon Yahudilerin Fran sız top lu m u n a ve ulus-devletine entegrasyonunun kritik alanları nı tesbit etm eye çalışm ıştır. Bu ilişki Napolyon açısınd an Fransa içindeki düzenlem elerin ötesinde uluslararası stratejisinde de önem li bir yer tutuyordu. Avrupa’daki yerleşik dini hanedanlıklar sistem inin yıkılm ası konusunda Yahudilerle ortak bir çıkarda birleşilebileceğini ve Avrupa'da yaygın bir şekilde bulunan Yahudi toplulukların gücünden istifade edilm esinin önem ini kavrayan Napolyon Yahudileri 1798 yılında başlattığı M ısır seferine katıla rak vaad edilen topraklan kurm aya davet etmiştir. Bazı Katolik yafl B B
5 Diogene Tama, lYansactiorıs o f the Parisıan Sanhedrin, Londra: Charles Taylor, 1807, s. 133-4. zikr. Calvin Goldscheider ve .Man S. Zuckerm an, The Transformaci-.. . T.», ur Thf> Tlniversitv of Chicago Press, 1984, s. 38.
j
Stratejik D erinlik
zarlar bu ilişki yüzünden N apolyon'un gizli bir Yahudi olduğunu iddia etm işlerdir.6 Napolyon’un Avrupa hanedanlıkları karşısında elde ettiği b a şarı Katolik Alman ve Ortodoks Slav anti-sem itizm i karşısında Ya hudilerin durumunu güçlendirmiştir. Yahudi aydınlanm asının ve reform asyonun bu dönem de hızlanm ış olması da bir tesadüf d e ğildir. Yine bu dönem de Yahudi asıllı B enjam in D israeli’nin İngil tere başbakanlığına kadar gelmiş olm ası bireysel entegrasyonun önem li bir siyasal sonucu olarak değerlendirilebilir. Fakat Napol yon seferlerinin getirdiği dalga ikinci safhada Alman ve Slav m ili i yetçiliğinin gelişmesi ile birlikte yeni bir anti-sem itik akım ın da güçlenm esine sebep teşkil etmiştir. Bu karşılıklı milliyetçilik 19. yüzyılın sonunda m o d em Yahudi tarihi açısından ikinci önem li dönüşüm ü beraberinde getirmiştir. M oses H ess’in hayatının iki dönem inde farklı çizgiler ortaya koy m asına sebep olan bu dönüşüm 1896’da gerçekleşen Siyonist Kongre ile kesin bir nitelik kazanmıştır, 18. Yüzyılın son on yılında getto psikolojisinden sıyrılarak içinde bulundukları toplum lara si yasal bireyler olarak nüfuz eden Yahudiler 19. yüzyılın son on yı lında bu siyasal bireyleri milliyetçi bir siyasal ideoloji etrafında b i raraya getirmiştir. Bu yeni dönüşüm teorik tem elini Siyonizmin babası olan Theodoı* Herzî’in judenstaat (YahudiDevleti) adlı ese rinde, pratik tem elini ise Birinci Siyonist Kongrede bulmuştur. Ya hudileri dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar aynı siyasal toplu luğun şuurlu üyeleri olarak niteleyen Siyonist Kongre Fransız Devrim ini m üteakib tek tek siyasal birey niteliği kazanan Yahudilerin evrensel bir siyasî ve ekonom ik güç halinde ortaya çıkışım meşru kılmıştır. Dinî cem aat niteliğini gittikçe etnik/siyasî niteliğe dö nüştüren bu oluşum un hedefi de Herzl’in kitabının adında som ut laşm ıştır: Yahudi Devleti. Böylece bu bölüm ün başlarında ortaya konm uş olan üç tem el hedefin uyumlu bir tarzda gerçekleştirilm e si m üm kün hale gelmiştir. , Bu dönüşüm ün uluslararası siyasî ve ekonom ik güç m erkezi nin Atlantik’e kaymakta olduğu bir dönem de gerçekleşm iş olması
6 Bernard Levvis, Seınites and Anti-Semites, Londra: VVeidenfeld and Nicolson, 1986,
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
da bir tesadüf değildir. Birinci dönüşüm ü Fransa’da gerçekleştiren Yahudi toplum un un ikinci dönüşüm ü için uygun şartlar Atlantik ekseninde ortaya çıkmıştır. Anti-sem itik akım ların en zayıf olduğu İngiltere ve yeni ilkelerle birlikte yeni im kanlar da sunan Amerika, kıta Avrupa’sında yaygınlaşan m illiyetçi akım lara karşı yeni bir gü venlik alanı oluşturmuşlardır. Bunu daha 19. yüzyıl başlarında farkeden Yahudi liderler güç m erkezinin Amerika'ya doğru kayışına hem destek olm uşlar hem de bu oluşum dan istifade etm eye çalış mışlardır. Rotshield ve kariyerine bu ailenin yanında başlayarak yükselen Belm ont ailelerinin Amerika'daki büyük projelere sağla dıkları m addi kaynaklar bunun en güzel misalleridir.7 Yeni dünya da etkili olabilm ek için dinini de değiştiren August B elm o n t’un ABD'de, D israeli'nin Ingiltere’de sahip oldukları güç Yahudilerin kıta Avrupa'sından Atlantik'e yönelik bu eksen kaym asında ne d e rece etkili olduklarının iki ilginç misalidir. H itler'in Ari ırkçılığından kaynaklanan yayılmacı stratejisinin iki tem el özelliği olan anti-sem itik tavır ve güç merkezini tekrar Kı ta Avrupasına çekm e çabası bu açıdan birbirini tam am layan un surlardır. Ari ırkını üstün ırk olarak görm enin seküler/ideolojik for mu olan Nazizm ile Yahudi teolojisinden kaynaklanan seçilm iş millet doğmasının teolojik/ideolojik formu olan Siyonizm arasın daki m ücadele böyle bir eksen kayması ile paralellik arzetmektedir. Güç m erkezinin Atlantik eksenine kayışı Yahudi toplum una Si yonist Kongrenin belirlediği nihai hedefi gerçekleştirm ek için uy gun zem in sağlamıştır. Bu asır içinde iki dünya savaşını ve Soğuk Savaşı müteakip ortaya çıkan üç önem li uluslararası değişim Avru pa'daki Yahudi M eselesinin kademeli bir şekilde O rtadoğu’daki İs rail M eselesine dönüşm esine zem in hazırlamıştır. I. Dünya Savaşı neticesinde Osmaniı D evleti’nin dağılm asını müteakip O rtado ğu’da ortaya çıkan hakimiyet boşluğu İngiliz ve Fransız m anda yö netim leri ile doldurulmaya çalışılmıştır. Bölge dışından gelen bu müdahale Şark Meselesi adı altında Ortadoğu’nun asırlardır İslam kimliği etrafında şekillenen jeopolitik ve jeokültürel kimliğini d e ğiştirmeye yönelik bir sürecin uzantısıdır. Erm eni ve Rum etnik te melli hareketlerin Anadolu’da İstiklal Harbi neticesinde başarısız m ı
7 Derek Wiison, Rothschield: A Story oflVealîh and Poıver, Londra: M andarin, 1990,
| s t r a t e jik D e rin lik
kalmalarından sonra bu kimlik bütünlüğünü zedelem eye yönelik ü çüncü atılım savaşı müteakib gittikçe artan ve Ingiliz m anda yö netim ince desteklenen Yahudi göç hareketidir. Bu açıdan bakıldı ğında İsrail Devleti’nin kuruluşunun tem el taşı olan 1917 yılında ki Balfour Bildirisi, 1920 San Remo Konferansı ve Filistin üzerinde ki İngiliz mandasının M illetler Cemiyeti tarafından 24 Temmuz 1922'de kabulü ile birlikte gerçekleşm eye başlayan Yahudi göçü birbirlerini tam amlayan adımlardır. Bu adımlar Yahudileri nerede olurlarsa olsunlar tek bir ulus olarak tanım layan Siyonist Kongre ve Atlantik ekseninin Avrupa-merkezli uluslararası sistem e karşı ortaya koyduğu WiIson Prensipleri ile m eşru kılınmışlardır. Bu göçlerle Filistin'de 1905’te 80.000 civarında olan Yahudi nüfus 1925’te 110.000'e, 1939’da 500.000’e ulaştı. Böylece İngiliz m an d a sı denetim inde İsrail devletinin kuruluşu için gerekli altyapı ger çekleşm iş oldu.
b. Bir Ulus-devlet Olarak İsrail ve Küresel/Bölgesel Dengeler Göçlerle ortaya çıkan bölgenin etnografik yapışm a yabancı bu kitlesel eklem lenm enin II. Dünya Savaşından sonra İngiliz söm ür ge yönetim inin sona erm esi ve İsrail'in oluşm ası ile birlikte bir ulus-devlete dönüşmesi O rtadoğu'nun İslam -m erkezli jeokültürel ve jeopolitik bütünlüğü üzerinde sarsıcı bir etki yapmıştır. İsrail devletinin bir ulus-devlet olarak ortaya çıkışı Yahudi M e selesinin yeni boyutlar kazanm asına yol açm ıştır. Her şeyden ö n ce Batı bu yolla asırlardır Avrupa coğrafyasında Yahu di-Hristiy an çatışm ası olarak algılanan Yahudi M eselesini M üslüm an-Yahu di çatışm asına dönüştürerek O rtadoğu’ya ihraç etmiştir. Bu tarihe kadar İslam coğrafyasında h iç bir zam an Avrupadakine benzer bir Yahudi M eselesi söz konusu olm am ıştır. Aksine İslam Dünyası Av rupa’daki anti-sem itik Hristiyan zulm ünden kaçan Yahudilere sü rekli olarak bir güvenlik alam sağlam ıştır. Savaş sırasında söz ko nusu olan bir kaç ihanetin cezalandırılm ası dışında İslam tarihi Yahudilere veya herhangi bir dinî/etnik gruba yönelik katliam ve ya getto uygulamalarına şahit olm am ıştır. Yahudilerin Abbasi, E n dülüs ve Osmaniı dönem lerinde sahip oldukları haklar ve sosyal mevkiler bunun en güzel misalleridir.
Avrupa ve İslam ülkelerinde söz konusu olan farklı uygulam a ların en önem li sebebi Yahudilere bakış tarzındaki fa rV lılıV tır
O rta d o ğ u : K ü rese] E k o n o m i-P o litik v e S tra te jik D e n g e le rin Kilidi
Hristiyan Avrupa, Yahudileri Hz. İsa’nın, dolayısıyla T an n ’nın k a tilleri ( Godkiller) olarak görmüş ve bu cürüm den -ilk günah in a n cında olduğu gibi- bütün Yahudi neslim m esul tutm uştur. Bu a n layış zam anla Ari kökenli bir anti-sem itizm e dönüşmüştür. M üs lüm anlar ise hiç bir etnik gruba ayrıcalık tanım ayan inançlarının tabiî gereği olarak ne Yahudileri siyonizm in öngördüğü gibi seçil miş bir m illet, ne de anti-sem itizm in öngördüğü g ibiT an rı'n ın Öl dürülm esi günahından arınm ası m üm kün olm ayan kanı kirli ikinci sınıf insanlardan oluşan bir güruh olarak görmüştür. Aksine İslam toplum larında hakları İslam hukukunca garanti altına alı nan kitah ehli olarak Yahudiler Hz. Peygam ber'i kendi içinden ç ı karan Arap kabilelerinin m üşriklerinden daha üstün bir statüye sahip olagelmiştir. İsrail’in kurulm asından sonra da M üslüm anların bu konudaki tavırları değişmemiştir. İsrail’in Filistin'de ve Lübnan’da sürdürdü ğü soykırım ve katliamlara tepki olarak hiç bir M üslüm an ülkede Yahudi azınlıklara karşı toplu bir saldırı hareketi söz konusu olm a mıştır. Asırlar önce söz konusu olan olaylar yüzünden yaşayan Ya hudi nesilleri mesul tutan AvrupalIlar ilk günah telakkisi ile hare ket ederken hiç bir insanın cürm ü dolayısıyla diğer insanların c e zalandırılm ayacağı inancı ile davranan M üslüm anlar aynı d önem de yaşayan Yahudilerin davranışları yüzünden diğerlerini cezalan dırmayı dahi düşünmemişlerdir. Özetle söylem ek gerekirse, Avrupa'da asırlardır süren Yahudi M eselesi H ristiyan teolojisin d en kaynaklanan anti-sem itik bir h a reket iken II. Dünya Savaşından sonra Ortadoğu'ya em poze edil m iş olan İsrail m eselesine karşı bölgedeki M üslüm an toplum ların gösterdiği tepki politik tem elli anti-siyonist bir tepkidir. Yahudile rin seçilm iş bir m illet olduğu ve vaad edilm iş topraklara ve ayrıca lıklara sahip olduğu tem elind en hareket eden Siyonist söyleme dayalı bir hareket içinde olm ayan Yahudilerin M üslüm an toplum larda herhangi bir problem leri söz konusu olm am ıştır. Peygam berleri ve ilk öncüleri de Sam î ırkından olan İslam dini geniş Sa m ı ve Ari kitleleri içinde barındıran yegâne din olarak içinde her iki yöndeki ırkçı sapm aların da yer almadığı bir siyasî gelenek
r
*
“
İsrail’in kurulması İJe birlikte Atlantik-eksenli Batı hem Yahudi M eselesini yabancı bir coğrafyaya ihraç etmiş, hem de şuuraltla' n n d a yer etmiş olan günah çıkarm a psikolojisi ile asırlardır sür" dürdükleri anti-sem itik ırkçılığın en son m isali olan Nazizm id n gerekli diyeti ödemiştir. Bu psikoloji ile A BD ’nin stratejik h esap la rı ve Siyonist Kongrenin öngördüğü hedefler belli bir kesişim ala nm da buluşmuştur. Nazizm ile özdeşleştirilen anti-sem itizm e du yulan tepki İsrail’in işlediği insan haklan suçlarını dile getirmeyi bile engellemiştir. Anü-semitizm ile anti-siyonizm arasındaki fark ortaya konamadığı için hiç bir zam an an ti-sem itik bir tavra sahip olmadığı halde İslam Dünyası ve Filistin halkı Avrupa’nın anti-sem itizm günahının bedelini ödem ek zorunda bırakılmıştır. Soğuk Savaş dönemi, İsrail D evleti’nin bu jeopolitiğe yabancı bir unsur olarak kendisini tanım ak istem eyen bölge ülkeleri ile sü rekli bir çatışması halinde geçmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında bölgeye kitlesel olarak göç eden, II. Dünya Savaşından sonra bu kitlesel birikimi devlet haline dönüştüren Yahudiler Soğuk Savaş’ı sonrasında yeni ve belki de daha köklü bir dönüşüm ü hed efle mektedirler. I. Dünya Savaşından sonra bölgeye kitlesel bir şekilde eklem lenen Yahudi toplulukları varlıklarım yerleşik Arap topluluk larına karşı Ingiliz sömürge idaresinin desteğinde verdikleri m ü ca dele ile pekiştirmeye çalışmışlardı. Avrupa'da toprak sahibi olm a ları asırlarca yasaklanan Yahudiler İngiliz söm ürge idaresinin poli tik, diğer ülkelerdeki Yahudilerin maddi destekleriyle elde ettikleri topraklarda kök salmaya gayret etmişlerdir. II. Dünya Savaşından sonra kurulan İsrail ise bölge ülkeleri ile ilişkileri açısından uyum problem li politik bir yapı olarak ortaya çıkmıştı. Stratejik anlam da ABD’nin, sportif ve kültürel anlam da Avrupa'nın parçası olarak görülen İsrail bölge ile ilişkilerini Soğuk Savaş süresince sürekli ça tışm a psikolojisi içinde yürütmüş, bölgenin kaçınılm az bir unsuru olabilm ek için sürekli genişlem e stratejisi takip etm iştir Başka bir açıdan bakıldığında İsrail Soğuk Savaş dönem inde bir taraftan Ortadoğu'da bölge-içi ilişkiler anlam ında bir getto psi kolojisini yaşarken diğer taraftan Filistin’de işgal ettiği topraklar daki Arapları ikinci bir gettoya hapsetm iştir. Soğuk Savaş dönem i sonrası küresel düzeyde ortaya çıkan ilişkiler İsrail’in Yahudi tarinlan en köklü dftnıisiiml#»rH/»n
O rta d o ğ u : K ü rese! E k o n o m i - P olitik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi
^
anlam da hayata geçirm eye karar vermiş olduğunu ortaya koy maktadır. Bu stratejik dönüşüm ün en önem li gerekçesi İsrail'in küresel düzenlem elerin gündeme geldiği bir dönem de O rtado ğu'nun yerelliğine fazlaca hapsolm uş olduğunu farketmesidir. Bu durum önceki sayfalarda ortaya koymaya çalıştığım ız Yahudi psi kolojisindeki yerellik ile evrensellik çelişkisinin en çarpıcı sonuçla rından birisidir. Atlantik hegem onyasının Ortadoğu coğrafyasında sınırlı bir gettoya sıkışmış karakolu görünüm ü, asırlar boyu varlı ğını ekonom ik m obiliteye uyarlamış Yahudi toplum u için uygun bir taktik pozisyon tem in etmiyordu. Ayrıca SSC B’nin dağılm asıy la ortaya çıkan jeoekonom ik ve jeopolitik güç boşluklarını doldur mak üzere söz konusu olacak küresel düzenlem eler için taktik m a nevra alanlarını genişletm ek İsrail açısından hayatî bir önem arzetmekteydı.
c. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve İsrail’in Yeni Stratejisi Körfez M üdahalesi İsrail için bu dönüşüm ü sağlayacak uygun bir zem in tem in etti. Bu m üdahale sonucunda İsrail ile çatışm acı politikayı sürdüren Arap ülkeleri tedip edilm iş ve İsrail’in bölgeye entegre edilm esinde yeni bir safha açılm ıştır. Soğuk Savaş d ön e m inde kendisi için gerekli güvenlik alanım tem in etm ek am acıyla sürekli yayılm a politikası izleyen İsrail bu yeni dönem de barış y o luyla bölgeye sirayet kabiliyeti kazanm a stratejisi izlem eye başla mıştır. Bu çerçevede önce FKÖ ile im zalanan barış'"anlaşm asını Ürdün ile im zalanan barış anlaşm ası takip etmiş, daha sonra da bir çok İslam ülkesi île doğrudan ve dolaylı görüşm eler süreci b a ş latılm ıştır. FKÖ ve Ürdün'ün, Körfez Savaşı esnasında Irak yanlısı politika izledikleri düşünülürse bu operasyonun tedib edici rolü nü ne ölçüde gerçekleştirm iş olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Irak'm yediği darbenin akisleri Filistin halkını tem sil kabiliyeti açısından sıkıntı çekm ekte olan FKÖ ve pragmatik politikaları şiar edinm iş olan Ü rdün’den gelmiştir. Türkiye, M ısır ve Fas gibi ülkelerin bu sürece katılarak İsrail ile ilişkileri daha da sıklaştırm ası Ortadoğu’da taşların yerinden oyna m akta olduğunu ortaya koymaktadır. İsrail bu gelişm elerden so n ra verdiği sınırlı özerklik karşılığında bölge içi taktik m anevra kabi liyetini önem li ölçüde artırmıştır. Bu adım, kuruluşundan bu yana bölgeye yabancı kalmış bu ülkeye bölgenin aslî ve etkin bir gücü nitelim kazandırmıştır. Bu taktik alan genişlem esinden sonra ^
Stratejik D erinlik
İsrail’in bölge içi ihtilafları çok daha etkin bir şekilde kullanabil m esi mümkün olacaktır. İsrail böylece diplomatik etki alanı ile gü venlik alanı arasında dinam ik bir ilişki kurmuş bulunm aktadır. Son barış süreci ile Fransız Devrim ınin Yahudi topluluklar üze rindeki etkisi arasında ilginç bir benzerlik vardır. Fransız Devrimi Yahudileri toplum un diğer kesim i ile entegre olam ayan ve olm ası müm kün görülm eyen bir topluluk olm aktan çıkarm ış, toplum a hukukî ve politik olarak entegre olm a hakkı kazanm ış tek tek va tandaşlar haline getirmiştir. Böylece Fransız D evrim inin getirdiği yeni prensipler etrafında Yahudiler bulundukları toplum ların her kesim ine nüfuz etm e şansı kazanm ışlardır. Bunun gibi son barış sürecine kadar Ortadoğu jeopolitiğine bir ur gibi yerleştirilmiş ola rak görülen İsrail devleti bu süreç sonunda bölgeyi oluşturan diğer devletlere eşit bir ulus-devlet niteliği kazanm ış ve bu niteliğin m eşruiyeti bu dönem e kadar İsrail'i dışlayan ülkeler tarafından da tescil edilmiştir. İsrail’i bölgeye nüfuz etm eye yönelten bu stratejik değişikliğin en önem li sebebi uluslararası ekonom i-politik yapıda kendini gös term eye başlayan güç kaymasıdır. Uluslararası ekonom i-politikte güç merkezinin Atlantik ekseninin tekelinden çıkarak çok kutuplu luğa doğru seyretm esi İsrail’i uluslararası m anevra kabiliyetini ge nişletecek daha geniş perspektifli bir strateji oluşturm aya yönelt miştir. İsrail Atlantik ile olan stratejik çıkar ilişkisini sürdürmekle birlikte uluslararası yapıda daha çeşitlendirilm iş İlişki tarzlarına girme çabası bölgesel blokajı kıran bir barış stratejisi takip etm eyi gerekli kılmıştır. Bu yüzden bölgeye intibakını en kısa zam anda ta mam layarak gerek küresel gerekse bölgesel alanda yeni açılım lara yönelm eyi düşünen İsrail, bölgedeki varlığı sadece hakim ekseııe dayayan bir ülke konum undan çıkmaya çalışmaktadır. İsrail liderlerinin FKÖ ile barış sürecini neredeyse ABD’den bağım sız olarak Avrupa’da başlatm aları, daha sonraki dönem de de özellikle Asya ve Afrika’ya yönelik girişimlerini artırm aları dikkat çekicidir. İsrail devletinin kuruluşu Atlantik ekseninin ve bu eksendeki kozm opolit yapının eseridir. Yeni eksen yönelişlerindeki iki ö n em li güç olan Almanya ve Japonya'nın Yahudi kültürü gibi üstün et nik köken in ancın a dayalı olm ası Yahudiler için bu eksenlere n ü fuzda önem li engeller oluşturacaktır. Özellikle AvruDa'da vnkspî-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
meye başlayan yeni-m illiyetçi hareketler İsrail’i m uhtem el bir anti-sem itik dalgaya karşı hem kendi nüfuz bölgesini oluşturm aya hem de B o sn a’da olduğu gibi bu milliyetçi hareketlerden m uzdarip olm aya başlayan M üslüm an kesim ile ittifak arayışlarına yö neltm iştir. İsrail'in Öncelikli hedefi uluslararası Yahudi finans gü cünün de desteğini alarak kendi nüfuz bölgesini oluşturmaktır. Bölge içinde ve bu bölge ülkelerinin etkin olduğu, Soğuk Savaş dö nem inde Ü çüncü Dünya, Soğuk Savaş sonrasında Güney ülkeleri olarak adlandırılan ülkeler nezdinde kötü bir sicile sahip olan İsra il O rtadoğu’daki statükoyu sürdürerek kendi nüfuz bölgesini oluş turam ayacağım farketmiştir. İsrail ayrıca gerek ekonom ik kaynaklar gerekse ekonom ik d ina m izm açısınd an ekonom i-politik güç m erkezinin Asya'ya doğru kaym akta olduğunun farkındadır. G erçekten de Avrupa ve Atlan tik ’teki serm aye ve tecrübe birikim ine rağm en ekonom ik kaynak ve dinam izm açısından gelecek yüzyılda uluslararası ekonom i-politikteki hegem onya savaşı Asya üzerinde olacaktır, İsrail Soğuk Savaş süresince İngiltere söm ürge im paratorluğunun devam ı n ite liğindeki Singapur ve Hong Kong gibi ülkeler istisna edilirse Asya ülkeleri ile problem li bir dönem geçirmiştir. İsrail bu ilişkileri y e niden düzenleyerek Asya’ya nüfuz etm enin ancak ve ancak bölge de m eşruiyet kazanm ak ve Barış Sürecini gerçekleştirm ekle m ü m kün olacağını anlam ıştır. Bu nedenle İsrail Barış Sürecinin getirdi ği yeni im aj ile birlikte Çin, Hindistan ve Endonezya gibi nüfus a çı sından Asya’nın en büyük ülkelerine yönelik diplom atik bir atağa geçm iştir. İsrail'in Orta Asya ülkeleri ile en geniş çaplı ekonom ik ilişkilere giren ülkeler arasında bulunm ası iîe bu diplom atik atak biraraya getirildiğinde İsrail’in değişen stratejisinde Asya’nın rolü daha da iyi anlaşılabilir. Soğuk Savaş süresince varlığını ve siyasî geleceğini uluslararası güç m erkezini teşkil eden ülkeler ile geliştirdiği ilişkilere bağlayan İsrail bu sınırlı ilişkilerin küreselleşm enin hız kazandığı yeni d ö nem de yeterli olam ayacağını bilmektedir. Bu hem küresel hem de bölgesel strateji için geçerli bir tesbittir. Küresel düzlemde sınırlı diplom atik ilişkilerin getirdiği engelleri aşm aya yönelen İsrail b ö l gesel olarak da daha etkin olabilm enin taktik araçlarım elde etm e ye çalışm aktadır. Bölgesel stratejideki bu değişikliğin en önem li
r
*
”
sebebi de İsrail’in dar bir şeridi askerî yolla savunm aya yönelik So ğuk Savaş dönem i stratejisinin kendisini aslında O rtadoğu’nun iki önem li kaynağı olan su ve petrolden uzak tuttuğunu görmesidir. Bu kaynakları askerî yollarla kontrol etm enin im kansızlığı İsrail’i barışçı yollarla bu kaynaklarla buluşm a stratejisine yöneltmiştir. İsrail’in Soğuk Savaş sonrası dönem deki stratejisi ve bu strate ji içinde uygulamaya konan Barış Süreci küresel arkaplanm dışın da önem li bölgesel unsurlar da ihtiva etmiştir. İsrail bir taraftan yükselen İntifada hareketini durdurmak, diğer taraftan küresel e t ki alanını genişletebilm ek için yerel bir takım tavizler vermek zo runda olduğunun farkına varmıştır ki, son barış süreci bu strateji nin bir yansımasıdır. Pasif direnişin son dönemlerdeki en başarılı uygulamalarından birisi olan ve Filistin davasının terörle aynıleş tirilm eye çalışılan im ajını tümüyle değiştiren İntifada hareketi İs rail'i bu yerel tavizleri kendi stratejisine uygun bir konjonktür ile vermek zorunda bırakmıştır. Barış Süreci İle bu konjonktürü yaka layan İsrail bu süreci küresel etki alanım genişletm ek için uygun bir zem in olarak kullanmıştır. Bu yeni strateji İsrail içinde özellikle Batı Şeria'ya yerleştirilm iş Yahudiler açısından ciddi bir ikilem doğurmuş bulunmaktadır. Anlaşmazlıkların kutsal el-Halil (Hebroıı) şehri üzerinde yoğun laşm ış olması tarihî iddialarla yeni stratejik gereklilikler arasında ki uyumsuzluğun bir sonucudur. İsrail yayılmacılığı kutsal m etin lerle de desteklenen belli bir psikolojinin ürünüdür ve bu bölgeye yerleştirilen Yahudiler kutsal bir misyonun öncüsü olarak algılanagelmişlerdir. Bu açıdan İsrail'in dış politikası son barış sürecine kadar kutsal m etinlerin, tarihî iddiaların» jeopolitik gerekçelerin ve seçilm iş m illet psikolojisinin kesiştiği bir alan içinde yayılm acı stratejiyi hukukileştirm ek am acına yönelm işti. M esela Batı Şeria'daki en büyük Yahudi yerleşim merkezi el-Halil şehri kenarında Kir’iath A rba’da kurulurken bu gayri hukukî durum Tevrat’taki bir rivayete .istinaden hukukileştirilmek istenmiştir. Bu rivayete göre (Tekvin, 23: 1-20) Hz. İbrahim 127 yaşında ölen hanım ı Hz. Sara’yı d efnet m ek için bölgedeki Hittites kavminden bir yer gösterm elerini iste miştir. Bu kavimden Ephron adlı şahıs kendi arazisine göm ebile( ceğini söylem işse de Hz. İbrahim arazinin bedelini mutlaka Öde-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D en gelerin Kilidi
jj
i m ek istem iş ve 400 ŞekeJ karşılığında araziyi içindeki bir mağara ve ağaçlarıyla birlikte satın almıştır. Yahudiler Batı Şeria'yı işgal e t tiklerinde Hz. İbrahim 'in satın aldığı bu arazinin miras yoluyla onun torunları olan Yahudilere geçtiğini iddia ederek yerleşime açm ışlardır. Arapların Hz. İbrahim ’in torunları oldukları iddiasına karşı da, Arapların Hz. İbrahim 'in köle Hz. H acer’den doğan oğlu Hz. İsm ail’in soyundan geldiklerini, dolayısıyla gayrimeşru olduk ları için mirasa hak kazanam ayacaklarını iddia etmişlerdir. Bugün işgal altındaki topraklardaki en büyük yerleşim merkezlerinden biri bu alan üzerindedir ve son anlaşm a sürecindeki en büyük ta r tışm alar da bu yerleşim merkezleri konusunda olmuştur. Buraya yerleştirilen Yahudiler hem tarihî misyonları hem de büyük dede lerinden kalan mirası savundukları iddiası ile bu toprakları terketm em ek hususunda direnmektedirler. . Ulusal stratejisini dinî sem bol ve kutsal m etinlerdeki iddialara dayandıran İsrailli aşırı kanat tem silcileri fundam entalizm in ve milliyetçiliğin kesiştiği bir siyasal kültür oluşturmuştur. Bugün İs rail yönetim inin ortaya koyduğu sınırlı barış sürecine bile tah am mül edem eyen aşırı sağcılar böyle bir siyasal kültürün ürünüdür. Herhalde tarihte hiç bir millet asırlar boyu sürekliliği olan ve dini m etinlerle takdis edilmiş böylesi bir siyasal kültür ve stratejiye sa hip olmamıştır. Bu yaklaşıma göre asırlar önce ödenen 400 Şekel, Filistinlilerin ellerindeki cari tapuları nasıl geçersiz kılmaktaysa nesilden nesile aktarılan seçilm iş millet ve vaad edilen topraklar iddiası da Yahudi-dışı toplum lar aleyhine bir yayılma stratejisini m eşru kılmaktadır. Avrupa’daki gettolardan kurtul an Yahudiler bu siyasal kültürün bir sonucu olarak Filistinliler için sadece bir getto geleceği düşlemektedirler. İsrail’in bugünkü yöneticilerinin küre sel ve bölgesel m ekanizm alara nüfuz edebilm ek için yerel yönetim düzeyinde bazı tavizler verm ek zorunda kalmış olm alarının İsrail toplum unda ortaya çıkardığı sıkıntının kaynağı İsrail'in dinî sem bol ve iddialarla dış politika stratejisi arasında doğrudan bağ kur m a geleneğinde aranmalıdır. İsrailli stratejisyenler bugün İsrail'in kurulmasını sağlayan psi kolojik/kültürel/dinî sem bollerle cari küresel/bölgesel konjonktür arasında yeni bir denge oluşturm a çabası içindedirler. İsrail’in kü resel ve bölgesel stratejisindeki bu yeni unsurların taktik safhaları
I Stratejik D erinlik
şu şekilde ortaya konabilir: (i) Barış Süreci neticesinde İsrail'in sı nırlarındaki ihtilaf konularını hallederek bir güvenlik şeridi oluş turmak; (ii) bu güvenlik şeridi içinde bölgede m eşru ve eşit hakla ra sahip bir ülke olarak entegrasyon sürecini tam am lam ak: (iii) İs rail iîe çatışm a dönem inde kendi aralarındaki ihtilafları ertelem e psikolojisindeki bölge ülkelerinin bu barış sonrasında ortaya çıka cak iç çelişkilerini aktif bir diplom asi ile kullanabilir bir diplom a tik esneklik kazanmak; (iv) bölgenin jeoekonom ik kaynaklarını kullanabilm ek için gerekli meşru ilişkiler ağını kurm ak ve bu ko nuda uluslararası Yahudi finansm anın desteğinde çokuluslu pro jelere yönelmek; (v) bölgesel m eşruiyetin getirdiği yeni açılım la öncelikle Asya’da olmak üzere Güney ülkeleri ile diplom atik ve ekonomik ilişkilerini geliştirmek; (vi) bu ilişkiler ağının getirdiği imkanlar ve değişik ülkelere yayılmış Yahudi grupların sağladığı avantajlar ile O rtadoğu'nun yerelliğinden çıkarak küresel strateji oluşumlarında etkin bir rol üstlenebilm ek. Özetle belirtm ek gerekirse Barış Süreci İsrail’deki bu strateji d e ğişikliği arayışının öncelikli şartı olarak ortaya çıkm ış taktik bir adımdır. İsrail, Yahudi tarihinin en önem li dönüşüm lerinden biri olan bu strateji değişikliğini kendisi için en uygun zam anlam a ile yapabilme becerisini gösterm iştir. Körfez Savaşı sonrasında Arap ülkelerini çok zayıf ve uluslararası ilişkilerde yalnızlaşmış bir anda yakalayan İsrail uygun gördüğü şartlarda bir barış yapm a şansı e l de etmiştir. Bu durum ayrıca Arap ülkelerindeki siyasî elitin yaşa dığı m eşruiyet bunalım ının yoğunlaştığı bir dönem e rastlam ış ol ması da İsrail’in bu barış yoluyla Arap ülkeleri arasındaki ve için deki çelişkileri kullanm a ve tırm andırm a im kanı bulm asını da sağ lamıştır. FKÖ, seksenli yıllarda İsrail'i insan haklan açısından çok zor duruma düşüren ve etkin bir m ücadale yöntem i olan İntifada Barış Sürecine kadar İsrail’in tem el başağrısı iken özerk y ön etim i nin kurulm asından sonra Araplar arası bir m esele haline dönüş müştür. FKÖ ile İntifad a’nm m otor gücü olan HAMAS arasında gittikçe gerginleşen ilişkiler İsrail'in taktik adım ının ne derece e t kili olduğunu ortaya koymaktadır. İsrail'in bu stratejiyi ve onun gerektirdiği adım ları atabilmek, için öncelikle bölgede İsrail'e yönelik güven bunalım ını çözm ek zorundadır. Bu güven bunalım ım çözm ek için bu dönüşüm ile bir-
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n orn ı'-P o litik v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi
jikte Yahudi teolojisinden kaynaklanan tarihî iddialarda da ciddi bir reform asyona gitm esi kaçınılmazdır. Başka bir deyişle Fransız Devrirfii sonrası Yahudi toplum unda yaşanan dönüşüm sürecinde N apolyon'un yönelttiği türde sorular bugün için de geçerliliğini sürdürmektedir: “İsrail, Yahudileri Filistin'e göçe motive eden vaad edilen toprakları kontrol altına alm a idealini nasıl değerlendir m ektedir? Vaad edilen topraklar bugünkü İsrail sınırlarının ö tesin de Fırat'tan Nil’e kadar uzandığına göre bu coğrafyada yaşayan ül kelerin toprak bütünlüğü İsrail açısından ne kadar anlamlıdır? Ari ırkmm üstünlük iddiasından büyük ızdırap görmüş Yahudiler k en di seçilm iş m illet inançlarım nasıl telif edeceklerdir? Nerede olur larsa olsunlar Yahudileri tek bir ulus olarak tanım layan Siyonist Kongre prensiplerini kuruluşunun esası kabul eden İsrail diğer ül kelerde yaşayan Yahudileri o ülkelerin vatandaşları olarak mı, yok sa İsrail stratejisinin önem li unsurları olarak mı görmektedir? G eç miş dönem de bölge içinde hayat alanı bulabilm ek için etnik ih ti lafları ve iç çelişkileri etkin bir şekilde değerlendiren İsrail bundan sonra da bu politikasını sürdürmeye devam edecek midir? Filistin m eselesini, özünde Eriha ve Gazze m eselesi olarak değil, Kudüs m eselesi olarak değerlendiren M üslüm anların Doğu Kudüs üze rindeki hakları bu yeni çerçevede nasıl ele alınacaktır?” Bu ve benzeri sorular çözülm edikçe Yahudi toplum lau etnik dogm atizm e dayalı ilkel bir yerellik ile evrensellik arasındaki ger ginliği yaşam aya devam edecek ve sadece M üslüm anlarla değil Yahudi olm ayan bütün diğer toplum larla birlikte yaşam a m e sele si varlığını sürdürecektir. Bu tarihî m eselenin çözülebilm esi için öncelikli şart sadece İsrail stratejisinin revize edilm esi değil Yahu di zihniyetinin ciddi bir reform asyondan geçirilmesidir. Aksi tak dirde İsrail’in bölgesel ve küresel politikaya nüfuzu, tarihî Yahudi M eselesini çözm eye yaram ayacağı gibi Avrupa’da gittikçe g üçle n en yeni-m illiyetçilik hareketleri ile vahim sonuçlar doğuracak yeni bir an ti-sem itik dalgaya da yol açabilir. Ortadoğu Barış Sü re ci içinde İsrail’de liberaller ile Ortodoks Yahudiler arasında yaşa n an tartışm alar ve aşırı sağcı partilerin sürece yönelttiği tepkiler İsrail’in kendisinin de çok ciddi bir dönüşüm yaşam akta olduğu nu gösterm ektedir.
jl S tra te jik D erinlik
4. Bölgesel Dengeler ve Ortadoğu Barış Sürecî Ortadoğu Barış Süreci büyük ölçüde Soğuk Savaş sonrası d ö nem d e ortaya çıkan küresel ve bölgesel konjonktürün bir ürünü dür. Soğuk Savaşın sıcak bir savaş ile bitişinin sem bolü olan Kör fez Savaşı küresel ölçekli bir güç kullanım ına dayanıyordu. Körfez Savaşım m üteakib gerçekleştirilen ve bir barış süreci olm ak a çı sından bu savaşı dengeleyen Ortadoğu Barış Süreci de küresel ö l çekli bir çaba ile desteklenm iştir. Oslo ve M adrit süreçleri ile Av rupa'da başlatılan ancak zam anla ABD’nin him ayesinde yürütü len bu süreç küresel barış dönem inin başlangıcı olarak özel bir sem bolik/diplom atik anlam taşıyordu. Körfez Savaşı yeni dö nem de problem kaynağı olabileceklerin nasıl cezalandırılacağını gösterirken, Soğuk Savaş dönem i ile özdeşleştirilen Ortadoğu b u nalım ını çözm ek iddiası taşıyan Ortadoğu Barış Süreci küresel n i telikli bir barış m ekanizm asının nasıl işletilebileceğini ortaya koy maya çalışıyordu. Bu idealist/iyimser barış söylem ine ve çerçevesine rağmen sü recin kendisi son derece realist unsurlara dayanıyordu, Küresel dengeler açısından bakıldığında Körfez Savaşı Yeni Dünya Düzeni çerçevesindeki bütün idealist gerekçelere rağm en ABD’nin realist güç m anevralarım yansıtırken, Ortadoğu Barış Süreci gerek Avrupalı büyük güçlerin gerekse ABD’nin realist diplom atik m anevra larına dayanıyordu. Bölgesel güçler açısından da bakıldığında bu realist tablo daha da belirgin bir nitelik kazanmaktaydı. Önem li bölgesel aktörlerin Soğuk Savaşın bitişim m üteakib karşı karşıya kaldığı siyasal d önü şüm ler Ortadoğu Barış Sürecine yaklaşım tarzlarını da etkilem iş tir. Bu dönem de bu aktörlerin tem el iç ve dış siyasal bunalım alan ları ve bunları çözüm çabaları şu şekilde özetlenebilir: (i) Sürecin doğrudan tarafı olan İsrail için bu dönem deki en önem li m esele Soğuk Savaş süresince karşı karşıya kaldığı uluslararası ve bölgesel nitelikli dış m eşruiyet problem ini aşabilm ektir; ii) Sürecin diğer tarafım oluşturan Arap ülkeleri bu dönem de Körfez Savaşının da ha da tırmandırdığı bir iç siyasal meşruiyet problem i ile karşı kar şıyadır; (iii) Sürece karşı tem el bölgesel direnç ve m uhalefet odağı nı oluşturm ası m uhtem el olan İran, Humeyni dönem indeki dev^ rimci. dış politika çizgisinden Rafsancani dönem inin pragma-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
tik/realist dış politika çizgisine geçiş dönem ini yaşamaktadır; (iv) Sürecin doğrudan tarafı olm am akla birlikte bölgedeki ağırlığı b a kım ından dengeleri etkileyebilecek konum da olan Türkiye yeni uluslararası konjonktüre intibak ve Körfez Savaşının doğurduğu, Özellikle Kuzey İrak merkezli bölgesel istikrarsızlıklara uyum ça b a sı içindedir. Bu dengeler içinde devreye giren Ortadoğu Barış Süreci tem el de İsrail'in dış m eşruiyet arayışı ile Arap ülkelerinin iç m eşruiyet bunalım larının kesiştiği alanda ortaya çıkmıştır. Olaya İsrail a çı sından bakıldığında İsrail, son derece iyi bir zam anlam a ile, Arap ülkelerinin gerek iç gerekse dış politikada en ciddi bunalım ların dan birini yaşadığı bir dönem de Sürecin başlatılm asına yeşil ışık yakmıştır. Arap ülkeleri ise Körfez Savaşında yıpranan prestijlerini Filistin'de ileri bir mevzi kazanarak aşm a çabasına yönelmişlerdir. Barış Sürecine duyulan bu karşılıklı ihtiyaç "toprak karşılığı barış" form ülüne hayat kazandırmıştır. Bu sürece en yoğun m uhalefeti göstereceği beklenen İran ’ın dış politikada girdiği revizyon d ön e m i bu ülkenin tepkilerinin Lübnan odaklı çıkışlarla sınırlanm asına yol açarken, Irak ve Libya gibi sürece karşı olan ülkelerin uluslara rası sistem den dışlanmışlıkları Arap-içi direnç unsurlarının törpü len m esini sağlamıştır. Türkiye ise Körfez Savaşının oluşturduğu özellikle Kuzey Irak merkezli risk alanları ile Ortadoğu Barış Süre cin in getirdiği atm osfer arasındaki bağlantıyı Suriye-PKK işbirliği ne karşı İsrail ile ilişkilerin yoğunlaştırılm ası doğrultusunda kul lanmıştır. Bu tercih Türkiye'nin bölgede sürdüregeldiği denge po litikasında İsrail ağırlığının artm asına, dolayısıyla da Türkiye'nin İsrail’in dış m eşruiyet oluşturm a çabalarında katalizör bir rol ü st lenm esine yol açm ıştır. Ortadoğu Barış Süreci özellikle sürece doğrudan taraf olan ak törlerin sürece bakışlarını etkileyen üç ana safhadan geçm iştir. B i rinci safha Eriha’m n Filistin tarafına terki ile otonom bir Filistin yönetim inin oluşturulm asıdır ki, bu safha nisbeten problem siz bir şekilde geçmiştir. Böylesi bir problem siz geçiş, bu safhanın tem elde bir İsrail-Fılistin m eselesi düzlem inde ve bu sınırlar içinde m ü zakereye taraf olan İsrailli ve Filistinli yetkililerce ele alınabilecek nitelikte olm asındandır. Eriha’da Filistin otonom yönetim inin
i stratejik Derinlik
I lar doğurmuştur. İsrail Eriba gibi Filistin ölçeğinde bile küçük sa yılabilecek bir toprak parçası karşılığında ihtiyaç hissettiği dış meşruiyet alanım açarken, Filistinliler İsrail-Arap çatışm asının başladığı kırklı yıllardan bu yana ilk defa ileri bir mevzi elde etm e nin ve 1967 Savaşından sonra ilk defa sürgünden anavatana d ön menin tatm inini yaşamışlardır. Bu karşılıklı tatm in Süreçle ilgili iyimser atm osferin yaygınlaşmasını kolaylaştırmış ve Sürece di rencin kırılmasını sağlamıştır. İkinci safha olarak görülebilecek olan Batı Şeıia ve Gazze'de bağımsız bir siyasal entite olarak Filistin D evleti’nin doğuşu ise çok daha sancılı bir dönem olmuştur. Bu safhada m esele bir İsrail-Filistin m eselesi olmaktan çıkarak genelde bir İsrail-Arap m e se lesi olma niteliği kazanmıştır. D oğacak olan Filistin D evleti’nin, bağımsız bir devletin yaşayabilir olm asının önşartı olan iç çoğrafî bütünlük, iç ekonomik yeterlilik, kaynakiarııı dağılımı gibi m esele lerde karşı karşıya kaldığı zaaf unsurları Sürecin özellikle İsrail ta rafından yavaşlatılmasına yol açmıştır. İlk safhada elde etmeyi am açladığı dış m eşruiyet alanını elde eden İsrail bir taraftan doğacak Filistin D evleti'nin kendi denetim i altında yarı-bağımsız bîr statüde kalm asını sağlayacak şekilde toprak devirlerini geciktirirken, diğer taraftan Suriye ve L übnan’ı da içine alabilecek genel bir İsrail-Arap barışı hedefini de Filistin ile yürüm ekte olan müzakerelerin bazen tam am layıcı bazen alter n atif bir unsuru olarak gündemde tutm aya çalışm ıştır. Filistin'in bir devlet olarak sahip olm ası gereken toprakların statüsü ve dev letin egem enlik alanı belirsiz kaldıkça Filistinliler arasındaki ted ir ginlik ve Sürece olan güvensizlik yaygınlaşırken, İsrail elde ettiği uluslararası ve bölgesel m eşruiyet alanının sağladığı m anevra ka biliyeti ile sürekli bir geciktirme politikası izlemeye başlam ıştır. Sü recin tam am lanarak Kudüs’ün nihaî statüsünün tartışılm aya açılacağı planlanan 1999 yılm a gelindiğinde bile Filistin y ön etim i nin hâlâ Batı Şeria ve Gazze'de birbirinden kopuk ve savunulm ası ■güç dar alanlarda sınırlı bir egem enliğe sahip olm ası sürecin İsra il tarafın d an nasıl ince bir zam anlam a ayarı ile yürütüldüğünü gösterm ektedir. Sü recin en riskli ve kırılgan safhası olan Kudüs'ün nihaî statü sü t f ir t ıs m a la n n ır ı h ^ c la m a a îlo Kıv);v+^ -
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi
sonra da gerilim ler ve tıkanm alar beraberinde gelmiştir. Herşeyden ö n ce Kudüs’ün tartışılm aya başlanm ası ile birlikte rasvonel/realist diplom atik seyir yerini kültürel/tarihî nitelikli psikolo jik etkenlerin devreye girdiği bir sinir harbine terketm eye başla mıştır. Kudüs’ün tarihî ve sem bolik önem i gozönüne alındığında as lında bu beklenen bir gelişme olmuştur. Nihayetinde Eriha bir İsrail-Filistin m eselesi, Batı Şeria ve Gazze bir İsrail-Arap m eselesi düzlem inde tutulabilirken Kudüs bütün İbrahim î dinler nezdin deki önem i dolayısıyla hem en küresel ölçekli bir bunalım haline dönüşebilm ektedir. Aslında Ortadoğu ile ilgili m eselelerin bölge ölçekli bir bunalım düzeyinde tutulam am asınm tem elinde de bu özellik vardır. Ruanda, Somali, hatta Balkanlardaki bunalım lar bölgeyle sınırlandırılabilirken, genelde Filistin’in özelde de Ku düs'ün taşıdığı tarihî önem bu bunalım alanının bölgeye hapsedil m esini güçleştirmektedir. Kudüs ile ilgili her m esele hem en dünya nüfusunun yaklaşık yansım oluşturan M üslüm an, Hristiyan ve Ya hudi toplulukların ilgi odağı haline dönüşmektedir. Bu durum tarafların müzakere pozisyonlarını da etkilem ekte dir. Barak görüşm elerde bir taraftan Kudüs’ün terkini tarihî Yahu di davasına ihanet olarak gören radikallerin baskısını hissederken, diğer taraftan İsrail D evleti’nin kendi m eşruiyetini üzerine kurdu ğu sem bolik/tarihi/teolojik değerlerle çelişkiye düşm enin sıkıntı sını yaşamaktadır, Arafat için bu durum daha kapsam lı bir prob lem oluşturm aktadır; çünkü Batı Şeria ve Gazze konularında ait olduğu Filistinlileri tem sil konum undan em in olan Arafat m esele bütün İslam D ünyasının ilgisinin yöneldiği Kudüs noktasına gel diğinde tem sil gücünü kaybetmektedir. 2000 yazında Camp D a vid’de Barak ile Arafat arasında yürütülen m üzakerelerde Ku düs’ün statüsü ile ilgili olarak ortaya çıkan tıkanm adan Arafat’ın sorum lu tutulm ası bu yetkisizlik psikolojisi anlaşılm adan gerçekçi bir zem ine oturamaz. İsrail'in uluslararası hukukun bütün norm larına aykırı olarak işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs üzerindeki egem enliğini terketm eye yanaşm am ası karşısında Arafat'ın h er hangi bir tavize zorlanm ası bu kutsal şehrin taşıdığı ve bütün İs lam Dünyasını ilgilendiren önem dolayısıyla Arafat’ın tem sil kabi liyetinin üzerinde bir beklentidir. Arafat Doğu Kudüs’ün, özellikle
|
-
■"
= "~ ^
| s tra te jik D erinlik
de M escid-i Aksa'nm egem enliğini İsrail’e terkeden bir anlaşm ayı ne kendi halkı, ne Arap toplum lar!, ne de genel İslam Dünyası nezdinde anlatabilir. Böylesi bir taviz Arapların toplu olarak verebile ceği bir tavizin bile ötesindedir; çünkü böylesi bir tavizin oluştura bileceği dalgalanm a bu ülkelerin zaten hassas olan m eşruiyet ze m inlerinin daha da kaymasına yol açacaktır. Camp David’de yaşanan bu tıkanm adan sonra Eylül ayında tır m anan gerilim ne gelişimi ne de arkaplanmda taşıdığı potansiyel açısından tesadüfi ya da sürpriz bir gelişmedir. Herşeyden Önce sem bolik bir ism in (Sabra ve Şatilla katliam larının sorum lusu gö rülen Ariel Sharon), sem bolik bir günde (Perşem be günü ki ertesi günün Cuma olm ası dolayısıyla kitlesel bir tepkiyi hesap eden bir zam anlam a yapılmıştır) ve sem bolik bir m ekana (M escid-i Aksa) sem bolik olmayan bir askerî güçle (bini aşkın bir güvenlik gücü) girmesi siyasal, toplum sal ve diplom atik sonuçları hesap ed ilm e miş olan bir gelişme olarak görülemez. Arafat’ın bütün uyarılarına rağmen Barak’m bu girişimi engellem em esi bu tür adımlarda za m anlam a faktörünü çok iyi değerlendiren İsrail'in Barış Sürecini durduracak böylesi bir gelişmeyi en azından öngördüğü intibaı uyandırmaktadır. İsrail Ortadoğu Barış Süreci ile elde ettiği kazanım iarı da elden çıkarm adan Kudüs üzerindeki egem enliğim sür dürecek bir form ül arayışmdadır. Dolayısıyla da m esele Kudüs'ün nihaî statüsünün görüşüleceği bir safhada Barış Sürecini neredey se sona erdirecek bir provokasyona göz yummuştur. Kontrollü bir gerginliğin Kudüs'ün nihaî statüsü ile ilgili kararı erteleyecek ol ması İsrail lehine olan statünün sürm esine zem in hazırlayacağı için İsrail açısından tercih edilmektedir: Böylesi bir gerilim Orta doğu Barış Sürecinin her safhasında sürekli taviz verir konum u dolayısıyla ciddi bir prestij ve m eşruiyet kaybına uğrayan Arafat'ın da en azından kendi konum unu konsolide etm esini sağlayacak o l ması her iki tarafın da müzakere psikolojisinden uzaklaşması so nucunu doğurmuştur. 2000 sonbaharı itibarıyla üç farklı gelişm e senaryosu söz konu sudur: (i) Barış Sürecine kaldığı yerden ve aynı psikolojik şartiarda devam edilmesi; (ii) gerilimin tırm anarak kapsam lı bir savaşa dö
nüşmesi; (iii) kontrollü gerginlik politikasının gölgesinde statünün sürdürülmeye çalışılm ası. Yaşanan bu çap ta bir gerilim den sonra
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m ı-P o litik v e S tra te jik D e n g e le rin Kilidi
Barış Sürecinin ilk safhasındaki ritmi, psikolojik hazırlığı ve siyasî iradeyi tekrar ve aynı ölçekte oluşturabilm ek zordur. Öte yandan bu gerilim in kapsam lı bir bölgesel savaşa dönüşm esine yol açacak uluslararası ve bölgesel faktörlerin oluşm ası da çok güçtür. U lus lararası sistem ik güçler de bölgesel güçler de böylesi bir riski üst lenm ekten uzak görünmektedir. Ancak m eselenin gittikçe kronik leşm esi Filistin ölçeğini aşan tepkilerin doğm asına da zem in h a zırlayabilir. Gelişm elerin bu safhasında en gerçekçi beldenti bu gerilim ortam ının Kudüs'ün nihaî statüsü ile ilgili belirsizliğin or tadan kalkm asına kadar sürmesidir. İsrail hükümeti, kendi lehine olan statünün korunm ası anlam ına gelecek böylesi bir ertelem ede fayda gördüğü için Ariel Sharon'u n bu gerilimin tırm anm asını sağlayan provokasyonu karşısında sessiz kalmıştır. G örünen odur ki, Soğuk Savaş sonrası bunalım alanlarında ta kip edilen "aşılam ayan bunalım ı dondurm a” politikası büyük öl çüde Filistin için de geçerli olabilecektir. Irak, Bosna, Kosova ve Karabağ örneklerinde olduğu gibi defacto durum ile de jure du rum arasındaki farklılaşma geçiçi bir dondurm a işlem ine d önüş m ektedir. G enelde Kudüs özelde de M escid-i Aksa m eselesi çözül m eden Filistin ve Ortadoğu m eselesinin de çözülebilm esi çok güç tür. Doğrudan bir formülle ortaya koymak gerekirse Ortadoğu m e selesi Filistin m eselesine, Filistin m eselesi Kudüs m eselesine, Ku düs m eselesi de M escid-i Aksa m eselesine indirgenebilir. Kudüs m eselesinin gündeme gelm esi küresel ve bölgesel aktör lerin bunalım a ve sürece yaklaşım biçim ini de kaçınılm az bir şe kilde etkilem ektedir ve etkilem eye de devam edecektir. AB’n in son gerilim de Filistin tarafının pozisyonuna ABD’d en daha yakın bir tavır takınm ış olm ası Katolik D ünyasının Kudüs'ün statüsüne ver diği ö n em dolayısıyladır. Hristiyan Arapların m uhtem el bir Filistin egem enliğinde daha fazla söz sahibi olacak olm ası Kudüs üzerin deki Hristiyan hassasiyetinin siyasî iradeye yansım asını sağlaya caktır. Böylesi bir belirsizlik konjonktürünün kuruluşu da M escidi Aksa'ya yönelik bir tecavüz üzerine kurulan İKÖ’ye üye, Arap ol m ayan M üslüm an ülkeleri de devreye sokacaktır. O rtadoğu Barış Sürecinde yaşanan bu belirsizlik Türkiye'nin sadece süreçle ilgili pozisyonunu değil, genel Ortadoğu politikası—f/^T-ın/'ioı- rinmırahilir Rıı süreç içind e Tür-
S tratejik D erinlik
kive'nin gerek Arap olm ayan bir M üslüm an ülke, gerek AB adayı bir bölge ülkesi, gerekse ABD ile yakın stratejik ilişkilerde bulunan bir NATO ülkesi olm a konum u etkin bir diplom asi rolünü b era b e rinde getirebilir. Bu çerçevede İKÖ, AB, ABD nezdinde sürdürüle cek tem aslar Kudüs şehrinin tarihî m irasını ve arşiv belgelerin de elinde bulunduran Türkiye’ye önem li bir diplom atik konum ka zandırabilir.
IV. Ortadoğu Politikasının Temel Dinamikleri ve Türkiye ı. Uluslararası Konjonktür Açısından Türkiye’nin Kuzey Ortadoğu Politikası Soğuk Savaş sonrası dönem in getirdiği dinam ik stratejik reka bet ortam ı Türkiye’nin yeni bölgelerarası strateji arayışlarında ve Ortadoğu politikasının şekillenm esinde en fazla dikkate alm ası gereken hususlardan biridir. Bölge-dışı büyük güçlerle bölge-içi dengeler arasındaki dinam ik ilişki, küresel faktörlerle bölgesel konjonktür arasındaki ilişkinin kesişim alanını oluşturm aktadır. Fran sa’nın Suriye'nin, İngiltere’nin de Irak'm söm ürge geçm işi üzerindeki etkileri; Alm anya'nın Berlin-Bağdat dem iryolu p ro je sine kadar u zanan bölge politikası; Rusya’n ın tarihi Avrasya stra tejisin in Ortadoğu unsuru ve h ep sind en önem lisi uluslararası sis tem in hegem onik gücü olan ABD’nin Ortadoğu politikasını y ö n lendiren yegâne güç olm a iradesi Türkiye’n in bölgesel politikala rındaki önem li param etrelerdir. AB-Türkiye ilişkilerindeki b u n a lım, Rusya ile Türkiye arasında süregelen Avrasya stratejisi çelişki si ve ABD’nin özellikle Irak ve Kürt politikasında yeni opsiyonlara açık tavrı Türkiye’n in bölgesel ağırlığını etkileyebilecek önem li unsurlardır. Soğuk Savaş dönem inin çift kutuplu statik yapısı etkisini kay bettikçe Türkiye’nin Ortadoğu-Kafkaslar-Balkanlar üçgenine dayalı.yakın kara havzası politikasını da radikal değişikliğe uğratmış bulunm aktadır. D aha önce NATO-Varşova Paktı dengesine dayalı statik Balkanlar ve Kafkaslar politikaları daha küçük ölçekli iç dengeleri stratejik ortam a dinam ik faktörler olarak sokarken, O rtado ğu bölgesi de yeni stratejik anlam lar kazan m a va haslam ıctif
O rta d o ğ u : K üresel E k o m ,m i-P o litik v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi
1. Dünya Savaşından Soğuk Savaş sonuna kadar bölgeye doğru dan m üdahil olm am aya çalışan ve NATO ve AB gibi bölge-ötesi ya pılanm alara dayalı dış politika stratejileri geliştiren Türkiye bugün kendini bu bölgelerin iç param etrelerinin labirentinde bulm akta dır. Bölgede İran-Irak Savaşı ile başlayan aktif tarafsızlık politikası, Kuzey Irak m üdahaleleri, Suriye gerginliği ve İsrail ile yürütülen stratejik işbirliği çerçevesinde aktif ve m üdahil taraf olm a politika sına dönüşm üş bulunmaktadır. Ancak, yeni bir uluslararası ve b ö l gesel stratejik planlam adan çok, PKK, su ve petrol boru hatları gi bi biraz da dış faktörlerce belirlenen param etrelerin etkisiyle orta ya çıkan bu arayış hâlâ sağlam bir stratejik tanım lam a ve tem ele oturm am ış gözükmektedir. PKK faktörünün devre dışına itilm e sinden sonra Suriye politikasının nasıl geliştirileceği, Irak’m Kör fez Savaşı sonrasındaki bölünm üşlüğünün ne tür sonuçlar doğu racağı, hassas Türk-İran ilişkilerinin hangi eksende yürütüleceği gibi sınır boylarını ilgilendiren sorular yanında bölge-içi ve bölgelerarası dengelerin ne tür etki alanları oluşturduğu ve bu etki alan larının hangi güvenlik risklerini getirebileceği yönündeki sorular da tutarlı bir stratejik tanım lam a ihtiyacım ortaya koymaktadır.
2. Ortadoğu Jeopolitiğindeki Değişim ve Türkiye’nin Kuzey Ortadoğu (Doğu Akdeniz-Mezopotamya) Politikası: Türkiye-Suriye-Irak Soğuk Savaş sonrası dönem in belki de en önem li sonuçların dan birisi bölgelerarası etkileşim alanlarının yeniden tan ım lan m asını gerektiren bir konjonktür doğurmuş olmasıdır. Çift kutup lu yapı dolayısıyla daha önceki dönem de birbirleriyle kopuk gibi görünen bölgeler arasındaki ilişkiler radikal bir şekilde değişmiş ve her türlü iç etkileşim e açık yeni bir dinam ik boyut kazanmıştır. S o ğuk Savaş dönem inde küresel düzeydeki çift yönlü kutuplaşm anın sıradan yansım alarına dayanan bölgesel politikaların karşılıklı e t kileşim alanları genişlem iş ve çok aktörlü bir nitelik kazanmıştır. Türkiye’nin Kuzey Ortadoğu politikası ve bu politikanın gözetm ek zorunda olduğu Türkiye-Suriye-Irak dengeleri, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'dan oluşan yakın kara havzasının stratejik etkile şim alanı çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bölgelerarası stratejik etkileşim bir taraftan bölgesel güçlere -u
Stratejik D erinlik
riskleri ile yüzleşme zorunluluğu doğurmaktadır. M esela Türkiye bu bölgelerde artık sadece NATO’nun bir üyesi olarak değil, kendi ulusal stratejilerini de gözeten bir bölgesel aktör olarak davran m ak zorundadır. Diğer bölgesel aktörler için de durum farklı değil dir. M esela Suriye de artık SSC B’nin stratejik bir müttefiki olm anın ötesinde unsurlar içeren politikalar geliştirm e ihtiyacı içindedir. Bölgesel aktörlerin m anevra alanları genişlerken süper güçlerin güvenlik şem siyelerinin daralm ası, bu yeni bölgelerarası etkileşim alanlarının ön em ini daha da artırmaktadır. Bundan sonra bölgelerarası etkileşim alanlarının ortaya çıkar dığı dinam ik konjonktürü doğru bir zam anlam a ve tutarlı bir stra tejik planlam a ile değerlendirebilen bölgesel güçler önem li m evzi ler kazanırken, bu dinam ik konjonktürün avantajlarım değerlen diremeyen güçler ciddi güvenlik riskleri ile karşı karşıya kalacak lardır. Artık, birbirinden bağım sız bölge politikaları dönem i değil, birbirlerini etkileyen ve belirleyen bölgelerarası etkileşim strateji leri ön plana çıkacaktır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye açısından Kafkaslar-O rtadoğu-Balkanlar yakın kara havzasının geçiş bölge sinde bulunan Kuzey Ortadoğu bölgesi ya da daha spesifik bir ta nım lam a ile Doğu Akdeniz-M ezopotam ya havzası, dolayısıyla da Türkiye'nin güney sınırları, bu kuşak üzerindeki karşılıklı dengeler ve etkileşim ler açısından önem li bir konum a sahiptir. Kafkaslar ve Ortadoğu bölgelerinin etkileşim alanı M ezopotam ya-B asra hattı, Balkanlar ve Ortadoğu bölgelerinin etkileşim alanı Ege-Doğu Akdeniz hattı, Balkanlar ve Kafkaslar bölgelerinin etkileşim alanı ise Karadeniz-Tuna-Boğazlar hattıdır. Dolayısıyla Kafkaslar-O rtadoğu-Balkanlar yakın kara havzasının ortak etkile şim alanı Karadeniz-Ege-Doğu Akdeniz-M ezopotam ya-Basra ku şağım kapsam aktadır ki bu bölge O rtadoğu'nun m erkezini ve ku zeyini teşkil etmektedir. Bu bölgeleri ilgilendiren her politika, stra tejik bir bütünlük içinde değerlendirilm ek zorundadır. Bu durum ikili ilişkileri de doğrudan yönlendiren, kimi zam an da belirleyen etkiler yapmaktadır. Bunun içindir ki, bölgelerarası etkileşim a çı sından Türkiye-Suriye ve Türkiye-Jrak ilişkileri böylesi bir stratejik ortam içinde ve biri M ezopotom ya-Basra, diğeri Doğu Akdeniz hattından oluşan iki tem el hat üzerinde sp.vretmplctprur
O rta d o ğ u . K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
Soğuk Savaşın çift kutuplu dengelerinin çözülm esi Ue birlikte karşılıklı bağım lılık ilişkisi artan Kafkasya ve Ortadoğu bölgeleri nin jeoek onom ik ve jeopolitik geçiş havzası Kuzey Kafkasya’dan başlayan stratejik kuşağı M ezopotam ya üzerinden Basra körfezi ne, Toroslar ve Harran üzerinden Doğu Akdeniz’e indirmektedir. Birinci hat Türkiye'nin Irak politikasının, ikinci hat ise Suriye p o li tikasının en tem el unsurlarıdır.
a. Mezopotomya-Basra Hattı: Kafkaslar ve Ortadoğu, Soğuk Savaş süresince iki süper gücün stratejik param etrelerine dayalı iki ayrı bölge politikasının etki sa hası içinde bulünagelm işti. Bu açıdan Türkiye-SSCB sınırı sadece iki devletin sınırı değil, iki ayrı kutbun ve paktın sınırı niteliğindey di ve bu özelliği dolayısıyla süper güçler arasındaki nükleer terör dengesine bağlı olarak çok istikrarlı ve statik bir görünüm arzediyordu. Türkiye-Surıye ve Türkiye-Irak ilişkileri de SSC B’nin Suriye ve Irak ile giriştiği stratejik işbirliği çerçevesinde, aynı ölçekte o l m asa bile belli bir istikrar düzeyini tutturm uştu. İran-Irak Savaşı ve Soğuk Savaşın sona erm esiyle birlikte h er iki bölgenin de bu istikrarlı niteliği ciddi bir sarsıntı geçirm eye başla dı. Bu durum sınırların yeni anlam lar kazanm ası sürecini de b era berinde getirdi. Soğuk Savaş dönem inin çift kutuplu yapılanm a sında NATO stratejileri içinde Akdeniz ve O rtadoğu'ya (Basra’ya) yönelen Sovyet yayılm acılığına karşı bir bariyer gibi görülen Doğu Anadolu bölgesi de bu çerçevede Kafkaslar ve Ortadoğu arasında ki bölgelerarası etkileşim alanının yeni sınır hattı olarak görülm e ye başlandı. Bu dönem de bölgedeki su kaynakları ile ilgili bunalım senaryolarının artm ası ve PKK terörünün yeni bir faktör olarak uluslararası destek bulm ası kesinlikle bir tesad üf değildir. Türki ye'nin İran-Irak Savaşının doğurduğu otorite boşluğunu kapat m ak için Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi operasyonlarda bu lu nm a sının da bu dönem de başlam ası dikkat çekicidir. Bugün Kafkaslar ile Ortadoğu arasındaki bölgelerarası etkile şim daha da tebarüz etm iş bulunm aktadır. Bu etkileşim alanının eksenini de Doğu Anadolu'dan Körfez’e inerek Kafkasya'yı Hint açık denizine bağlayan M ezopotam ya-Basra hattı oluşturm akta dır. Dolayısıyla Türkiye'nin kontrolündeki Kuzey M ezopotam ya ile Irak’ın kontrolündeki Güney M ezopotam ya arasındaki ilişki yeni boyutlar kazanm ış bulunmaktadır. Kuzey ve Güney M ezopotom ya
^ Strateıık D erinlik
arasın d a süregelen ve Akad-Sümer, Asur-Babil, Bizans-Sasani, Bi-
zans-Selçuklu, O sm anh-İran ilişkilerinde görülen tarihî çelişki ve karşılıklı bağımlılık ilişkisi yeni bir nitelik ile tekrar tarih sahnesine çıkmış bulunmaktadır. Hazar petrolleri - M ezopotam ya su havzası ve GAP - Musul ve Basra petrol bölgeleri, bu geçiş hattı üzerinde petrol-su-petrol dengesinden oluşan yeni bir bağım lılık ilişkisi doğurmuştur. Kör fez krizinden sonra tırm anışa geçen PKK terörü biraz da bu je o e konom ik bağım lılık ilişkisinin ürünüdür. Kafkaslar-Doğu Anadolu-M ezopotam ya havzalarının en kolay geçiş yolu Suriye üzerindendir. Yüksek dağlarla kaplı Irak sınırı ve Kuzey Irak ise I. Dünya Savaşının olağanüstü şartlarında ortaya çıkan ve bu havzayı suni bir şekilde bölen arızi bir alternatif konumundadır. Kendisi petrol kaynakları açısından fakir olan Suriye bu geçiş bölgesi niteliği ile önem taşırken, Irak jeoekonom ik kaynak hattının en önem li m er kezi konumundadır. Türkiye, Suriye ve Irak ile olan ikili ilişkilerini de kapsayan bir bölge stratejisi geliştirirken Kafkaslar ile Ortadoğu arasındaki M ezopotom ya-Basra eksenli geçiş hattının geleceği ile ilgili planlan da gözetm ek zorundadır.
b.
Doğu Akdeniz Hattı ve Türkiye-Suriye İlişkileri
Kafkaslar-Ortadoğu-Balkanîar yakın kuşağının Türkiye açısın dan ikinci önem li kesişim bölgesi Doğu Akdeniz’dir. Türkiye artık birbirinden soyutlanmış Ege ve Kıbrıs gibi problem alanlarını da içine alan bir Doğu Akdeniz politikası geliştirmek ve bu politikayı Türk-Yunan ilişkilerinin kısır dengesinin Ötesinde düşünm ek zo rundadır. Doğu Akdeniz politikası Karadeniz-Boğazlar-Ege hattını da, Adriyatik-Girit-Kıbrıs hattını da, Ortadoğu merkezini kuşatan Süveyş-Kızıldeniz-Basra hattını da ve nihayet Bakü (Hazar)-Cey han hattını da kuşatan bir deniz stratejisine dayanmak zorunda dır. Artık Hazar-Karadeniz-Ege-Adriyatik-Doğu Akdeniz-Kızıldeniz-Basra yakın deniz havzasındaki her gelişme bir diğeri ile k açı nılm az bir bağımlılık ilişkisine sahiptir ve Doğu Akdeniz bu ilişki lerin m erkezinde yer almaktadır. Türkiye-Suriye ilişkisi de Doğu Akdeniz politikası ve dengeleri açısından özel bir önem e sahiptir. Kendisi de Doğu-Akdeniz m er kezli bir tür Levant. Stratejisi geliştirmeye çalışan Suriye’ye yönelik ^ politika, doğu-batı ekseninde İskenderun Körfezinden Adriyatik’e,
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
kuzey-güney ekseninde Boğazlardan Süveyş'e uzanan Doğu Akde niz ile ilgili stratejik planlam anın kaçınılm az bir parçasını oluştur m aktadır ve bu yönüyle ikili ilişkiler yanında bölgesel ilişkiler ze m ininin karşılıklı dengelerini de gözetm ek zorundadır. Türkiye, Yunanistan, İsrail, Mısır, Suriye ve hatta Libya ve İtal ya arasındaki ilişkiler artık bu bölgesel konjonktürün bir parçası olarak gelişecektir. Balkanlar ve Ortadoğu bölgesinin iç hatlarında ortaya çıkan bunalım lar ve ikili ve çok taraflı denge ilişkileri de et kilerini Doğu Akdeniz kuşağına yansıtacaktır. Türkiye-İsrai! ilişki sinin Suriye-Yunanistan ilişkisi ile bir denklem e oturm ası da, D o ğu Akdeniz m erkezli bu yeni jeo stratejin iıı bir ürünüdür. İtalya’nın PKK terörünün tırm andığı dönem lerde sözde Kürt parlam entosu na sağladığı destek de, Kaddafi’nin dengesiz gibi görünen çıkışları da, bu denklem içinde bir yere oturmaktadır. Bu yeni denklem de bundan sonra kalıcı ittifak ilişkilerinden çok dinam ik denge ilişkileri devrede olacaktır. Aktörler de bu a n lam da kendi çıkarlarını önceleyen değişken ve dinam ik bir politi ka takip edeceklerdir. Türkiye ile ittifak ilişkisine giren İsrail'in bir taraftan da Suriye ile Ortadoğu Barış Süreci içindeki ilişkisinin ka pılarım açık tutm aya çalışm ası, Türkiye ile Suriye arasındaki su problem ini Ortadoğu Barış Sürecindeki faktörler arasına yerleştir m esi ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile silah alışverişi içinde olması dikkat çekicidir. İsrail'in Türkiye İle Suriye arasındaki Ö calan krizi sürecinde takip ettiği bilinçli sessizlik politikası da bölgesel denge lerdeki hassas seyrin bir sonucudur. Bundan sonra bölgede atılan her adım dinam ik bir karşı d en genin oluşm asına yol açacaktır. Türkiye de bu çerçevede kalıcı gerginlik ve ittifak politikalarından çok denge denklem lerinin kısa dönem li seyirlerinde dahi aktif olarak tavır sergileyen müdahil bir aktör tavrına yönelmelidir. Ortadoğu Barış Süreci de bu çerçevede sadece bir Arap-İsrail anlaşm azlığı olarak görülm em eli ve Türki ye'nin bölgesel politikasının içinde yeni bir anlam kazanmalıdır. Bu sürecin daha önceki safhalarında gözlem ci olarak dahi bu lu n m ayan Türkiye'nin süreç içinde daha aktif bir rol benim sem esi sa dece bölgesel etkinlik açısından değil, Türkiye’nin güvenlik para m etreleri açısından da Önemlidir; çünkü bu yeni dinam ik kon jonktürde Kıbrıs, Filistin ve Kürt m eselelerinin birbirlerini etkile
j
Stratejik D erinlik
me biçim leri de değişecektir. Rusya’nın S-300 füzelerini Kıbrıs'a yerleştirme planı Kıbrıs'ı artık ikili bir problem alanı olarak değil, bölgesel bir bunalım alanı olarak gösterm e çabasına dayanıyordu. Rusya bu adımla aslında kendi petrol stratejisine büyük darbe vu racak olan Bakü-Ceyhan hattının iniş noktasında kronik bir buna* hm yaratarak Doğu Akdeniz’i petrol geçiş bölgelerinin dışına it meye çalışmaktaydı. SGn Türkiye-Suriye gerginliğinin petrol boru hatlarının tartışılacağı konsorsiyum toplantısının h em en ö n cesi ne rastlam ası bu açıdan ciddi bir zam anlam a zaafı doğurmuştur. Bütün bu dengeler gözetildiğinde Türkiye, Suriye ile olan ilişki lerini daha büyük ölçekli bir Doğu Akdeniz politikasının ve bu p o litikanın dayandığı bir deniz stratejisinin parçası olarak değerlen^dirmeli ve bölge ile doğrudan ve dolaylı ilgili bunalım alanları ve denge politikalarını birlikte ele almalıdır. Bu açıdan Türkiye’nin m anevra alanını daraltacak kalıcı ikili kutuplardan kaçınarak olu şabilecek karşı denge gruplarını engellenm eli ve m üm kün olan en geniş alanda bölgese] politikalar geliştirilm eye çalışılmalıdır. Bu genel ilkeye karşılık Türkiye-Suriye ilişkilerinin gerek Soğuk Savaş süresince gerekse Soğuk Savaş sonrası dönem de süregelen ve Ö calan krizinde bir değişim gözlenm ekle birlikte tekrar eski ro tasına oturan seyri iki kom şu ülke arasında benzeri az görülecek ve h iç bir rasyonel diplom asi anlayışına sığm ayacak bîr atalet ve inisiyatifsizlik örneği oluşturmaktadır. Her iki ülke de bir diğerinin en uzun kara sınırına sahiptir ve Türkiye Suriye'nin kuzeye ve batıya, Suriye de Türkiye’nin güneye açılan kapısı niteliğindedir. Şu anda bir çatışm a alanı olarak görülen ortak su havzaları kulla nım ı yanında tarım, ticaret ve ulaşım alanlarında olağanüstü bir ilişki potansiyeli mevcuttur. Açık coğrafî, ekonom ik ve jeopolitik zorunluluklara rağmen iki ülke arasındaki ilişkiler sürekli birinci raundu oynanan ve boksör lerin karşılıklı olarak birbirlerini tarttıkları bir boks m açım andır maktadır. Bu karşılıklı tartm a psikolojisi iki ülke arasındaki diplo m asinin tem el ve değişmez niteliği halini alm ıştır; ne taraflar b ir birleri ile yakın bir çatışm a alanına girmekte, ne de raundu bitirip d o stça yeni bir ilişki dönem i başlatmaktadır. Bu nedenledir ki, b ı rakın geniş ve kapsam lı bir savaşı hiç bir sıcak çatışm a dahi yaşa m am ış olan bu iki ülke arasındaki ilişkiler, her ikisinin ayrı ayrı ça
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
tıştıkları ülkelerle olan ilişkilerden daha alt düzeyde kalmıştır B u gün Türkiye-Yunanistan, İsrail-Suriye ilişkilerindeki tem as ve dip lom atik çeşitlilik Türkiye-Suriye ilişkilerinden daha fazladır. Tarafların bu psikolojilerinin ve diplom atik ataletlerinin far kında olan diğer taraflar ise bu durumu sonuna kadar istism ar e t m ekte ve tarafları ikili, üçlü m açlarda zayıf ve edilgen bir m üttefik olarak yanlarında tutm aya çalışm aktadırlar. İsrail’in Türkiye, Yu n an istan 'ın Suriye politikaları bitm ez tükenm ez Türkiye-Suriye gerginliğinin her iki tarafı da yıprattığı durumlarda ivm e kazan maktadır. Ortak tehd it algılaması ile girilen ittifak ilişkilerinde kârlı çıkan taraf, bu ortak tehditin m anevra alanını daralttığı müttefiki m ah kum durumda bırakan taraf olmaktadır. Türkiye-Suriye ilişkilerindeki gerginliğin Türkiye'yi sıkboğaz ettiği alanlarda İsrail, Suriye’yi sıkboğaz ettiği alanlarda ise Yunanistan ortak tehdit tan ım lam a sından kaynaklanan ittifakı daha etkin bir şekilde kullanan taraf olmaktadır. İsrail'in, Türkiye ile Suriye arasındaki su ihtilafını Orta Doğu Barış Süreci içine katarak Golan tepelerindeki su kaynakla rının İsrail’in denetim ine bırakılm ası karşılığında Suriye'nin kay bedeceği su potansiyelinin Türkiye’den karşılanm ası fikrini İsrailSuriye görüşm elerinde ortaya atm ası da, Yunanistan’ın TürkiyeSuriye gerginliğini kullanarak Kıbrıs konusunda Arap alem ini n ö t ralize etm e çab alan da, bu ittifakların etken tarafı olm a pozisyo nunun ürünüdür. Türkiye ile Suriye arasındaki diyalogsuzluk sür dükçe kazanan taraflar Yunanistan ve İsrail olacaktır. Potansiyeli takriben denk olan dost kom şularla diplom asi yü rütm ek ve gücü yoklanabilen düşm an taraflarla savaş yapm ak k o laydır. Zor diplom asi, potansiyeli denk olm ayan dostlarla girişilen ittifak ilişkilerinde ve m ayınlı alanda seyreden gergin kom şuluk larda; zor savaş da gücü tam bilinem eyen düşm anlarla ve aniden saf değiştirerek düşm an haline gelm iş, d ost bilin en m üttefiklerle yapılan savaşlarda söz konusu olur. Türkiye’nin diplom atik b a şa rısı P akistan’la ya da Çin'le yürütülen ilişkilerde değil, Yunanistan 'la, Suriye'yle, İran'la, ABD ve Alm anya ile yürütülen ilişkilerde belli olur. Sık sık gündem e getirilen ve özellikle bölgesel b u n alım dö-
........ doğurm a ihtim ali düşüktür, çünkü Su riye Türkiye ile savaşı göze alarak su m eselesinde m esafe alam a yacağının farkındadır. Her şeyden önce iki ülke arasındaki askerî denge ve jeopolitik konum Suriye'nin aleyhindedir ve h iç bir sı cak çatışm a Fırat ile Dicle'yi Türkiye’nin denetim i dışm a çıkara cak sonuçlar doğurmaz. Su m eselesi Suriye açısından ancak ve ancak bir diplomatik baskı unsuru olarak belli aralıklarla gündeme gelebilir. Ama Suri ye-Türkiye arasındaki gerginlik başka sebeplerle ilgili olarak daha fazla tırm anış gösterebilir, ki bu da doğrudan ne Türkiye ne de Su riye ile alakalıdır. Böylesi bir çatışm a su m eselesini belli aralıkla ortaya çıkaran ikinci unsur ile ilgilidir. Su m eselesinde zam anla mayı belirleyen ikinci ana unsur Türkiye’nin Balkanlar ve Kafkas larla ilgili dikkatlerinin yoğunlaşmasıdır. Türkiye'de bu bölgelerle ilgili yoğun bir ilgi uyandığı dönem lerde ya da bu bölgelerle ilgili bazı diplomatik ham lelerin gerektiği dönem lerde güney tehlikesi ve su meselesi gündeme getirilmektedir. Türkiye’nin diplomatik ve askeri dikkatinin Balkanlar ve Kafkaslardan çekilmesi gerektiği zamanlarda Suriye-Türkiye ilişkilerindeki gerginlik tekrar tırm anı şa geçmektedir. Bir komşuyu yok saymak ya da sürekli bir gerginlik diplom asi si yürütmek aslında bir zaafın işaretidir. Gergin ilişkilerde inisiya tif kullanabilen taraf aynı zam anda kendine güvendiğini ve gü cünden şüphe etmediğini de gösterm iş olur. Türkiye-Suriye ilişki lerinin özellikle ekonomik alanda geliştirilmesi, kabına sığamayan Anadolu potansiyelinin tabiî uzantısı şeklindeki güney alanlarına daha etkin bir şekilde nüfuz etm esini sağlayacaktır. Ekonom ik alışverişin önündeki engellerin kalkması Konya, Kayseri ve Adana'dan Kahramanmaraş ve Gaziantep istikam etine doğru gelişen ekonomik dinamizm alanının sınır ötesi bir nitelik kazanarak Ha lep ve Şam'a, hatta daha da güneye doğru genişlem esine yol aça caktır. Gergin siyasî ilişkilerin en etkili ilacı ortak ekonom ik çıkar alanının oluşturulmasıdır. Türkiye’nin güney komşularıyla ilişkileri Ortadoğu bölgesinin iç dengeleri açısından da önem taşımaktadır. D aha önce de vurgu. Ediğimiz gibi, Ortadoğu’nun tarihî güç eksenleri Anadolu/Kuzey 1 404
M ezopotam ya havzası (Türkiye), Nil/Suveyş havzası (Mısır) ve Güney M ezopotam ya-îran havzası (İran) dış üçgeninden oluş maktadır. Suriye-Irak-Suudi Arabistan iç üçgeni bu dış üçgenin dengelerine göre şekillenmektedir. İsrail’in bölgeye yabancı niteliğine rağm en Ortadoğu’da tu tu nabilm esi de bu dengeleri etkin bir şekilde takip ve yönlendirm e becerisinden kaynaklanmaktadır. İran-Irak Savaşı süresince olu şan İran-Suriye ve Irak-M ısıı-Suudi Arabistan ittifakları da bu dengelerin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Son Suriye bunalım ında Mısır ve İran’ın hem en devreye girmesi de bu dengelerin b ir ürü nüdür. Dolayısıyla gerek Türkiye-Suriye, gerek Türkiye-İsrail, ge rekse Türkiye'nin diğer bölge ülkeleriyle olan ikili ilişkilerinde ta kip edilecek politikada bu dengelerin m utlak surette gözönünde bulundurulm ası gerekmektedir. Bu üçlü yapılanm a içinde Irak ve Suriye politikaları kaçınılm az bir şekilde M ısır ve İran politikalarını da devreye sokacaktır. Türki ye-İran-Irak üçgeni M ezopotam ya-Basra hattının, Türkiye-SuriyeMısır üçgeni Doğu Akdeniz hattının iç dinam iklerini belirleyen dengeler oluşturmaktadır. Bu üçlü ilişkilerde Türkiye dışlanan ve yalnızlaşan taraf olm am aya azam î özeni gösterm ek zorundadır. Bu ülkelerin hem en hem en tam am ıyla bunalım lı ilişkiler sürdüren ve doğrudan ya da dolaylı savaş yaşayan İsrail dahi bu üçlü denge leri son derece etkin bir diplom asi ile gözetmektedir. Türkiye hangi gerekçe ile olursa olsun bu ü çlü dengelerde iki li kutuplarla karşı karşıya kalm ayacak bir esneklik içinde olm alı dır. Türkiye’nin Önemli ekonom ik avantajlar da elde ettiği İranIrak Savaşı süresince takip ettiği aktif tarafsızlık politikasının b a şarısı bu üçlü dengeyi son derece iyi takip etm iş olm asındandır. Ne kadar güçlü olursa olsun h iç bir ülke Ortadoğu'daki bu hassas üçlü dengelerde yalnız kalm anın yükünü kaldıram az. Irak'm ge rek İran gerekse Kuveyt savaşlarında h esap edem ediği tem el un sur budur ve askerî üstünlük bu unsurun doğurduğu diplom atik esneklik zaafını ortadan kaldıram am ıştır. O rtadoğu’da diplom atik esneklik altyapısından yoksun hiç bir askerî üstünlük kalıcı bir za fer getirem ez.
S t r a t e jik D e rin lik
3. Türk-Arap İlişkileri Açısından Türkiye’nin Politikası a. Tarihi/Psikolojik Arkaplan Türk-Arap ilişkileri gibi çok köklü tarihî derinliği haiz ilişkilerin güncel stratejik dengeler içindeki seyrini tahlil etm ek için sadece varolan siyasî param etreleri değil, bu siyasî p aram etrelerin ortaya çıktığı zem ini de çok yönlü bir şekilde ele alm ak gerekir. Özellikle stratejik zihniyeti belirleyen tarihî, psikolojik ve sosyo-kültürel un surları gözönünde bulundurm ayan bir tahlil m ekanik bir güç ta h lili olm anın ötesine geçemez. Bugünkü ilişkileri olumlu ve olumsuz yönde etkileyen tarihî arkaplanı ile Türk-Arap ilişkileri kül tür- siyaset etkileşim leri a çısın dan tarihte az görülen dinamik b ir seyir takip etmiştir. Benzer bir etkileşim Avrupa'da G erm en-Rom a, Asya’da ise Japon-Ç m ilişkile rinde söz konusu olmuştur. Siyasî yapılanm a açısından daha d ina mik ve hareketli toplulukları oluşturan G erm enlerin R om a'm n Hristiyanlığım, Japonların Çin’in Budizmini kültürü belirleyen bir din ve dünya görüşü olarak alm aları gibi, Orta Asya'dan hareketli ve dinam ik siyasî kitleler olarak o dönem Arap egem enliğinde olan bölgelere giren Türkler de İslam iyet’i benim seyerek çok yönlü bir m edeniyet dönüşüm süreci İçine girmişlerdir. Nasıl Hristiyanlık G erm enlerin, Budizm Japonların tarihî kimliğini bir m edeniyet id rakine dönüştürm üşse İslam iyet de Türklerin daha sonra kuracak ları Selçuklu, Babür ve O sm aniı gibi büyük ölçekli siyasî yapıların m edeniyet tem elini oluşturm uştur. Arapların Emevî ve Abbasî dönem lerinde ortaya koydukları kültürel birikim bu m edeniyet yapısına intikal ederken Türklerin Asya-derinlikli siyasî/askerî dinam izm i ve örgütlenm e becerileri bütün Arap coğrafyasını etkilem iştir. İran ’ın köklü birikim inin iz lerini de taşıyan bu etkileşim Osm aniı Devleti’nin kültür ve siyaset dokusunu belirlem iştir. Bugün Arap coğrafyasının başkentleri ola rak görülen Kahire, Şam ve Bağdat gibi şehirler h âlâ O sm anh-Türk izlerini barındırır. Buna karşılık İstan bu l’da zirveye ulaşan hat sa natı Arap yazısının sanat zerafetine bürünm üş şeklidir. Urfa, Kon ya ve Bursa gibi klasik Türk şehirleri de Arap coğrafyasında kalan benzer şehirlerle şehir dokusu itibariyle bir kültür bütünlüğünü sürdüregelmişlerdir.
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
Bu ortak etkileşim alanı Fransız Devrimi ile yaşanan ulusçuluk akım larının Osm aniı kültür-siyaset coğrafyasında yol açtığı idrak parçalanm ası ile zayıflamıştır. Ulus-devlet oluşum sürecinin getir diği ulusal kimlik ve siyaset yapılanm ası ihtiyacı, bu parçalanm a yı bir tür “öteki” algılam asının doğuşuna zem in teşkil edecek bir psikolojik tepkiye dönüştürmüştür. Söm ürgeci güçlerin etkisi ve I. Dünya Savaşında yaşanan gelişm eler bu algılamayı tahrik etmiştir. Bu dönem den itibaren Türk milliyetçileri bağım sız bir Türk kültü rünün oluşabilm esi için Arap tesirinden kurtulmayı olm azsa o l maz şart olarak görmeye; Arap milliyetçileri ise Arapların tekrar si yaset sahnesine dönüşünün Türk siyasetinin etkisinden arınm ak la m üm kün olabileceği kanaatini bir önkabul olarak ben im sem e ye başlamışlardır. Bu çerçevede Türk entellektüelleri Arap etkisin de geliştiği varsayılan Selçuklu-O sm anlı birikim ini atlayarak İslam -ö n cesi Türk kültürü ile m oderniteyi irtibatlandırm aya çalışır ken, Arap entellektüelleri Arap D ünyasının baskı altında tutuldu ğunu düşündükleri Selçuklu-Osm anlı dönem lerini atlayarak Emevî-Abbasî dönem ine atfen yeni bir siyasal yapı ve kültür oluştur m aya çalışmışlardır. Özellikle I. Dünya Savaşından sonra Arap-yoğunluklu toprak lardaki Türk idaresinin sona erm esi ve sömürge idarelerinin kur duğu eğitim sürecinde yetişen Arap eliti -ki bugün Arap siyasetinin yaşlı tem silcileri bu nesle m ensuptur- Selçuklu-O sm anlı d önem lerini Arapların tarih sahnesinden itildiği, dolayısıyla da yaşanan gelişm eleri takip edem ediği bir tarih dilimi olarak görmeye başla mışlardır. Bu nesil Arap entellektüelleri için 1258’de Bağdat’ın dü şerek Abbasi D evleti’nin fiilen yok olduğu tarih ile m odern Arap m illiyetçiliğinin ve Arap ulus-devletlerinin doğduğu tarih arasın daki dönem , özellikle de Osmaniı egem enliğindeki (1516-1918) d önem tarih idrakinin dışına itilmiştir. Albert Hourani bu açm azın Arap tarih bilinci üzerindeki tarihsizleşm e etkisini çarpıcı bir şe kilde ortaya koymaktadır: "Arap tarihi ile ilgili eski kitaplarda bu dönem le (1516-1918) ilgili fazla bir şey bulamazsınız. Ben bir kere sinde bu Arap tarihlerinden birinin yazarına bu dönem i niçin kij—
i—
hı ı asırlarda aslında bir
J j S tr a te jik D e r in lik
Arap tarihinin fiilen olmadığı gerekçesini ileri sürm üştü.”8 Bu b a kış açısında, Osmaniı egem enliği olm asaydı Arap D ünyasının yıkı cı Batı söm ürgeciliği ile belki de bir kaç asır önce yüzleşm ek zo runda kalacağı ve m uhtem elen de aynı dönem de söm ürgeci id a reler altında kalan diğer bir çok bölge gibi yoğun bir tasfiyeden ge'
çeği ihtim ali gözardı edilmektedir. Osmaniı egem enliğinin Arap D ünyasının gelişm esini engelleyen söm ürgeci bir yapı değil, bu asırlarda dünyanın değişik bölgelerinin bir kasırga gibi kültür ta s fiyesinden geçiren Batı söm ürgeciliği karşısında koruyucu bir kal kan olduğu anlaşılm aksızm söm ürge eğitim inden geçen Arap en telektü ellerind eki anti-O sm anlı im ajını kırmak çok güçtür. Yaklaşık dokuz asırlık Selçuklu-O sm anlı asırlarını tarih idraki n in dışına iten her iki tepki de bir t ü r " tarihsizle şm e" p roblem atiğini beraberin de getirm iştir.9 Bu yaklaşım b içim leri B a tı’daki ulus-devlet oluşum tecrü besini de yeterince jzley em em en in so nucunda tepki uçları haline dönüşm üşlerdir. Bu yaklaşım ın aksi ne Rom a ve Vatikan’ı bünyesinde barındıran İtalya’nın ulus-dev let oluşum u da, G erm en unsurları bünyesinde barındıran A lm an y a’nın ulus-devlet haline dönüşm esi de ortak Kutsal R om a-G erm en tarihî tecrü be birikim ini reddederek değil, gerek kültürel ge rekse kurumsa] düzlemde bu tarihî tecrü b e birikim ini kullanarak gerçekleşebilm iştir. Selçuklu-O sm anlı birikim lerinin m odernleşm e önünde bir en gel teşkil ettiği konusunda ittifak eden her iki tepki de bir diğerinin kendisi üzerindeki etkisini m od ernleşem em enin gerekçesi olarak görmüşlerdir. Bu dönem Türk seçkinleri için m od ern leşem em e n in önündeki engel Arap etkisindeki kültür birikimidir, dolayısıyla da bu birikim i tem sil eden coğrafyanın tesirinden kurtulm adan m odernleşm ek m üm kün olamaz. Bu nedenledir ki, genelde Türk seçkinlerindeki Ortadoğu im ajı kültürel yönüyle terkedilm esi geR BB
8 Albeıt Houram , “The O ttom an Backgıound of the M odern Middle Kast”, (der.) • Kemal fCarpat, The Ottoman State and Its Place in. World History, Leidesi: Brili, 1974, s. 61. 9 Ulus-devlet oluşum undaki tarihî süreklilik problem atiği ve Osmaniı tarihinin an laşılması üzerindeki etkileri için bkz. Ahm et Davutoğlu, "Tarih idraki oluşum unda m etodolojinin rolü: M edeniyetlerarası etkileşim açısından dünya tarihi ve O sm an lI ”, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1999: 2, S. 7. s. l-fi.'-î
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o iitik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
reken geri kalmışlığı tem sil ederken, I. Dünya Savaşındaki tecrü belerden beslenen siyasî yönüyle de müm kün oldukça uzak du rulm ası gereken bir askerî/siyasî risk alanıdır. Edebî form unu Falih Rıfkı’mn Zeytindağı rom anında, popüler form unu ne Arabın
yüzü ne Şam'ın şekeri deyişinde bulan bu algılama biçim i Türk diplom atlarım , araştırm acılarını ve siyaset yapım cılarım öylesine etkilem iştir ki, bölgeye dönük tahliller hem en hem en tümüyle dış kaynaklardan beslenir olmuştur. Türkiye’nin bölgenin kültürüne, siyasetine ve iç dengelerine yabancılaşm ası, hatta bir ölçüde ko puşu, bölgedeki değişm elerin ritm ini yakalam a im kanını yok et miş ve Arap im ajı ile ilgili oluşan genel önkabuller dış politika ya pım ının m erkezine yerleşmiştir. Arap seçkinleri için ise Arapların m odernleşem em elerinin se b ebi Araplar ile Batı arasında bil- perde teşkil eden Türk bariyeri dir, dolayısıyla da Arapların rüştünü ispat etm esi Türk etkisinden kopuşla m üm kün olabilir. Dört asırlık Osm aniı hakim iyeti O rtado ğu’nun Türk olm ayan unsurları arasında Doğu Avrupa uluslarının Almanlara, Doğu Asya topluluklarının Japonlara duydukları tür den bir gizli hayranlıkla keskin red psikolojisini doğurmuştur. Arapların tarih sahnesine dönüşünü Türk etkisinden kopuşa bağ layan bu yaklaşım biçim i gizli bir kendini ispat dürtüsü ile birleşince karşı bir kopuşu beraberinde getirmiştir. Türkiye ile Suri y e’nin coğrafî ve kültürel olarak bu kadar yakın olmakla birlikte diplom atik ve siyasî olarak bu derece birbirinden uzak oluşları, ancak ve ancak bu karşılıklı kopuş psikolojisi ile izah edilebilir. Bölge insanın ın duygusal karakteri bu karşılıklı kopuş psikolojile rinin rasyonel diplomasiyi baskı altına alm asına yol açm akta ve karşılıklı çıkarları maksim ize edebilecek ortak unsurlar dahi ras yonel bir müzakere süreci içinde görüşiılememektedir. Özellikle seçkinlerin bilinçaltlarm ı etkileyen bu karşılıklı algıla m a biçim lerin in oluşturduğu psikolojik engeller Türk-Arap ilişki lerinin diplom atik düzeydeki seyrini de, küresel ve bölgesel düzey deki m uhtem el katkılarım da olumsuz yönde etkilemektedir. Bu etkilerin farkında olm akla birlikte rasyonel bir ilişki geliştirmeksizin Türk-Arap ilişkilerinin sağlıklı bir zem ine kavuşması güçtür. Çok yakın bir dönem e kadar devlet tecrübesine sahip olmayan ülkelerinin bu konuda psikolojik tepkilerle davranması mazur gö
| S tratejik D erinlik
rülebilir; a n c a k Türkiye gibi bölgede yaklaşık dört asırlık m utlak ve kesintisiz egem enlik kurmuş bir tarihî m irasa sahip bir devletin bu psikolojik engelleri aşarak bölgeyi bütün unsurlarıyla anlayabilen, tahlil edebilen, yönlendirebilen ve kuşatabilen bir stratejik yakla şım biçim i geliştirm esi gerekir.
b. Ortadoğu Dengeleri ve Türk-Arap İlişkileri I. Dünya Savaşında İngiltere’nin etkisiyle de tırm anarak yaşa nan olumsuz tecrübeler ile bu tarih anlayışı birleşince Türkiye ile O rtadoğu'nun Arap unsuru arasındaki ilişkilerde m eydana gelen bu kopuş psikolojisi iki dünya savaşı arasındaki dönem de birike rek ve artarak derinleşmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan çift kutuplu yapılanm a bölgesel politikalarda oluşm aya b aş layan bu karşıtlıkları besleyen sonuçlar doğurmuştur. Bu kopuş psikolojisi hem Türkiye’nin hem de I.I. Dünya Savaşından sonra sömürge devrimleri ile bağım sızlıklarını kazanan Arap ülkelerinin çift kutuplu blok yapılanm asına bölgesel politikalar açısından h a zırlıksız yakalanm asına yol açmıştır. II. Dünya Savaşından h em en sonra kuzeyden gelen Sovyet te h didi baskısını derinden hisseden ve bu nedenle Batı Blokuna ka yan Türkiye, O rtadoğu’da ortaya çıkan her yeni devletin m uhtem el bir Sovyet müttefiki olm asının doğurabileceği kıskaca karşı psiko lojik, diplomatik ve taktik hazırlığı iyi yapılm am ış refleksler gös term iştir. Stratejik nitelikli bir bölgesel planlam adan çok bu blokeksenli reflekslerin sonucunda İsrail'i ilk tanıyan ülkeler arasında yer alınm ası, Süveyş bunalım ı konusunda takınılan tavır, Bağdat Paktı’nm kurulm ası ve Suriye ile savaşın eşiğine gelinen gerilim zaten varolan psikolojik birikimi siyasî bir karşı kutup algılam ası na dönüştürmüştür. Bu dönem de Batı ülkelerine karşı antı-söm ürgeci bir siyasî söylem ve m ücadele geliştirmeye başlayan Arap kamuoyunda Türkiye bu kez sömürge ülkelerinin bölgedeki stra tejik ortağı olarak görülmeye başlanm ıştır. Türkiye’nin m ensubu bulunduğu Batı Blokunun genel tercihleriyle uyumlu bir şekilde geliştirdiği bölge politikası sadece bölgeyle ilgili sonuçlar doğur makla kalmamıştır. Anti-söm ürgeci söylemi alternatif bir uluslara rası siyasî bloklaşm anın m erkezine yerleştiren ve çoğu sömürge devrimleri ile kurulmuş olan ülkelerden oluşan Tarafsızlar Bloku nezdinde de ciddi bir itibar kaybına yol açan bu politika doğunun
O rta d o ğ u : K ü re se ! E k o tıo m i-P o lltik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi
^
ilk anti-söm ürgeci bağımsızlık savaşını yapmış Türkiye için ö n em li bir uluslararası yalnızlaşm a sürecine de sebep olmuştur. Altmışlı yıllarda Türkiye’nin Kıbrıs, Arap ülkelerinin de Filistin ekseninde yaşadığı gelişm eler h er iki tarafın da bölge politikaları nı blok-eksenli küresel politikalardan ayrıştırm aları sonucunu d o ğurmuştur. 1964 Kıbrıs bunalım ı esnasında ABD ile yaşanan ger ginlik ve Johnson M ektubu Türkiye’nin tek-yönlü ve blok-eksenli dış politika yapılanm asında ciddi bir değişim in önünü açarken, 1967 Savaşından alınan yenilgiden sonra Nasır liderliğindeki Arap m illiyetçiliğinin düşüşe geçm esi de Mısır başta olm ak üzere radi kal Arap ülkelerinin tavırlarını gözden geçirm elerine yol açm ıştır. Her iki tarafın iki ulusal m esele etrafında yaşadığı şoklar farklı yönlerde dış politika revizyonuna sebep olmuştur. Türkiye Joh n son M ektubundan sonra bir taraftan SSCB ile ilişkilerini geliştirir ken diğer taraftan ilerleyen yıllarda bu konuda B M ’deki yalnızlığı nı giderebilm ek için başta İKÖ üyesi ülkeler olm ak üzere Tarafsız lar Bloku ülkeler nezdindeki ilişki boşluğunu giderici çabalar içine girmiştir. Arap ülkeleri de bir taraftan kendi aralarında farklı blok tercihlerinden doğan çelişkileri giderici adım lar atmaya, diğer ta raftan da Özellikle M ısır örneğinde olduğu gibi 1967 yenilgisinden kısm en sorum lu tuttukları SSCB ile ilişkileri gözden geçirm eye başlamışlardır. Karşılıklı diplom atik destek ihtiyacının getirdiği pragm atik konjonktür tarihî/psikolojik engellerin devre dışı kalm asına yol açın ca Türk-Arap ilişkileri yetm işli yıllarda iyileşm e tem ayülüne girmiş, seksenli yılların başlarında ise yoğun ekonom ik bağlantı larla ortak çıkar alanları oluşm aya başlam ıştır. Türkiye ile Irak’ı o r tak bir çıkarda biraraya getiren Kerkük-Yumurtalık boru hattı gibi projeler bu dönem in eseridir. Seksenli yılların ilk yarısında Mısır, Irak ve Suudi Arabistan gibi önem li Arap ülkeleri ile farklı ek sen lerde ve farklı araçlarla geliştirdiği ilişkiler Türkiye'nin bölge ü ze rindeki etkinliğini artırmıştır. İran-Irak Savaşında takip ettiği aktif tarafsızlık politikası ile Irak üzerindeki etkinin artırılm ası, Camp David Anlaşm asından sonra diğer Arap ülkeleri tarafından dışla nan M ısır’ın tekrar İKÖ’ye dönüşünün sağlanm ası, İran-Irak Sava şı dolayısıyla güvenlik riski altında bulunan Suudi Arabistan ve di ğer Körfez ülkeleri ile güvenlik bağlantılarının kurulm ası Türki- |
^ Stratejik D erinlik
ye’nin belki de I. Dünya Savaşındaki geri çekilişinden sonraki en etkin Ortadoğu politikasının doğuşunu sağlamıştır. Ortadoğu'da yaşanan üç önemli gelişme bu trendin d eğişm esi ne yo] açmıştır. İran-Irak Savaşının sona ermesi, Körfez Savaşı ve Barış Süreci. Bölge barışı için önemli bir adım olan ve Türkiye'nin de desteklediği İran ile Irak arasmda yapılan ateşkes bölge-içi güç dengelerinde Irak lehine bir tablonun ortaya çıkm asına yol açtı. Irak, İran ’a karşı ciddi bir askerî başarı sağlayam am asm a rağm en Arap ülkelerinden gelen malî destek ile îran-karşıtı küresel güçler den gelen silah desteği aracılığıyla savaş sonunda gerek Arap ülke leri arasındaki dengeyi, gerekse genel bölge dengelerini etkileyebi lecek bir silah stokuna sahip oldu. Irak'm lehine ortaya çıkan bu güç dengesizliği bir taraftan İran'a karşı süren uzun savaşta Irak’ı Arap Dünyasının koruyucu kalkanı gibi gören Suudi Arabistan, M ısır ve Suriye gibi ülkeleri tedirgin ederken, bu ülkeyle doğrudan sınırı bulunan ve savaş süresince bu sınır boyunda ortaya çıkan boşluklardan mustarip olan Türkiye’yi de yeni bir denge arayışına yöneltti. Bu dönemde tırmandırılan su m eselesi ve güney tehdidi tanımlamaları Doğu Bloku ülkelerindeki değişim ile birleşince Türkiye’nin dikkatleri kuzeyden güneye çevrilmiş oldu. Bu d ö nem de PKK teröründe de gözlenen artış ve PKK'nm Suriye'de b a rınıyor olması güneyden gelen tehdit algılam alarını pekiştiren bir etki yaptı. Irak'm, elindeki silah stokunu Kuveyt üzerinden kalıcı bir j e opolitik ve ekonomi-politik ranta çevirme teşebbü sü nü n tetiklediği II. Körfez Savaşı Türkiye'nin bölge politikaları ve Arap ülkeleri ile olan ilişkilerinde önemli etkiler yapmıştır. Herşeyden ön ce bu sa vaş küresel dengeler ile bölgesel dengeler arasındaki etkileşim i maksimum düzeye çıkarmıştır. Bu da başta Türkiye olm ak üzere küresel dengeleri gözetme zorunluluğu hisseden ülkelerin bölge sel manevra alanlarını daraltmıştır. Türkiye'nin uluslararası koa lisyonun liderliğini üstlenen ABD'den daha talep gelm eden boru hattını kapatması ve İncirlik üssünü askerî operasyonlara açm ası yanında üst düzeyde ofansif bir söylem benim sem esi Arap D ünya sında ellili yıllarda oluşan batılı güçlerin desteğiyle 'da operasyon lara girişen Türkiye imajını tekrar uyandırmıştır. Irak'm oluşturdu ğu tehditten tedirgin olan Arap ülkeleri bile bu durumdan rahat sızlık duymuşlardır.
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D en gelerin Kilidi
Bu savaş sonucunda Irak’m fiilen üçe bölü nm esinin kuzeyde ciddi bir güç boşluğu doğurm ası ve Türkiye için Türk-Irak sınırını sadece dış güvenlik için değil, iç güvenlik için de hassas bir hat haline dönüştürm esi karşılıklı güvensizliği daha da pekiştirmiştir. Bu h attın PKK sızm aları ile içe doğru, Türkiye’nin karşı m ü daha leleri ile de Irak derinliğine doğru esnem eye başlam ası TtirkiyeIrak sınırını sad ece iki ülke arasındaki sınır olarak değil, bir TürkArap sınırı olarak gören Arap ülkelerinin karşı tepkilerini doğur m aya başlam ıştır. D aha sonraki dönem lerde Irak’m cezalandırıl m asın a yönelik İncirlik çıkışlı her askerî operasyon Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki gerilimi artırıcı bir etki yapm ıştır. Özellik le Irak’ın kom şu Arap ülkelerine yönelik aktif tehdidinin b itm e sinden sonra bu operasyonlara yönelik ortak Arap tepkileri o p e rasyonu yapan ABD ve Ingiltere dışında Türkiye’ye de yönelm eye başlam ış tır. Bu anlam da Türkiye uluslararası hukuk ile cari je o p o litik konjonktür arasında ortaya çıkan belirsizliğin bölgesel fatu rasını üstlenm ek zorunda bırakılmıştır. Türkiye’n in bu yolla uğra dığı ekonom ik kayıplar, tırm anan iç güvenlik problem i ile ilgili stratejik tablon un m erkezine yerleşm eye başlayan su m eselesi Türkiye ile Arap D ünyası arasındaki çıkar çatışm alarını artırıcı bir rol oynamıştır. Böylesi bir konjonktürde başlayan O rtadoğu Barış Süreci Türk-Arap ilişkilerini olum suz yönde etkilem iştir. Türkiye'nin bu sü recin m erkezinde yer alm am ası ve bu sürecin özellikle ek o n o mik alanla ilgili toplantılarına dahi aktif bir üye olarak çağrılm a m ası Türkiye’n in bölge üzerindeki etkinliğini zayıflatmıştır. Türki ye'nin bu zayıflığı giderecek şekilde bütün bölgeyi kuşatacak pro jelere yönelm ek yerine Barış Sürecinin sağladığı uygun kon jon k türde İsrail ile yoğunlaşan ilişkilere girmesi, Türk-Arap ilişkilerin deki deklare edilm em iş gerilimi su yüzüne çıkarm ıştır. Taktik ge rekçelerle başlatılan İsrail ile ilişkilerin zam anla özellikle ortak güvenlik alanlarına yönelm esi, bu ilişkinin Arap ülkelerince stra tejik bir ittifak gibi algılanm ası sonucunu doğurmuştur. İsrail ile üst düzeyde yürütülen tem aslar Ortadoğu'da ABD destekli bir Türk-İsrail-Ü rdün ekseni doğm akta olduğu yolundaki sen aryo larla b iıieşin ce Türkiye ile zaten problem li ilişkileri olan Suriye giı-i - -1*—■ı—
Aron Vamıınvımu harekete geçirm e şansı oluşmuştur.
^ Stratejik D erinlik
Ellili yıllarda Batı söm ürgecilerine, altm ışlı ve yetm işli yıllarda İs rail'e, seksenli yıllarda İran ’a yönelik Arap m illiyetçiliğinin tehdit algılaması doksanlı yılların ortalarında Türkiye’ye doğru yönelm e riski taşımaya başlamıştır. 1996 yılındaki Arap Zirvesi bu yönelişin izlerini yansıtmıştır. Arap Dünyasındaki bunalım ın Türkiye'nin de Soğuk Savaş son rası dönemde ortaya çıkan yeni stratejik ortam ı değerlendirm e sü reci içine girdiği bir dönem de yaşanm ış olması, Türkiye-Suriye ve Türkiye-lrak ilişkilerinin hızlı bir ivme ile yeni bir dinamik ortam a girmesi sonucunu doğurmuştur. Irak'ta ortaya çıkan boşluğun Ku zey Irak problem ine endekslenen Irak politikasını, PKK terörü ve bu terörün sağladığı uluslararası desteğin bu faktöre indirgenen Suriye politikalarını devreye sokmuş bulunm ası, karşılıklı ilişkile rin gerilmesini tırm andırm ıştır.
c.
Ortadoğu ile İlgili Projeksiyonlar ve Türk-Arap İlişkilerinin Geleceği
Küresel ve bölgesel param etrelerin yeniden belirlendiği bir konjonktürde ve gerek Türkiye'nin gerekse bir bütün olarak ve tek tek Arap ülkelerinin ciddi bir dönüşüm süreci içinde bulunduğu bir dönem de Türk-Arap ilişkilerinin rasyonel bir zem inde tekrar kurulabilm esi sadece tarafların karşılıklı çıkarları açısından değil, bölgesel barış açısından da büyük bir önem taşımaktadır. Böylesi rasyonel bir zem in herşeyden ön ce karşılıklı psikolojik rezervlerin aşılması, ortak bir bölge kaderi bilincinin yerleşm esi ve karşılıklı ilişkilerin kürese] denge kaym alarının yönlendirm esine bırakılm a m ası ile m üm kün olabilir. Bu çerçevede Türkiye her şeyden ö n ce Arap D ünyası'm n n ab zını sürekli tutabilen, Arap toplum lann bünyesindeki sosyal, kül türel ve siyasal değişim in ritm ini yakalayabilen bir bakış açısını d iplom asinin ön hazırlık safhası olarak geliştirm ek zorundadır. M esela Hafız Esed sonrası Suriye'nin alacağı yeni şekil ancak ve ancak son yıllarda Suriye’de gözlenen sosyal değişm e süreci an la şılarak yorum lanabilir ve bu ülkeye yönelik diplom asi ancak böy le bir yorum üzerinde sağlıklı bir zem ine kavuşabilir. Böylesi bir hazırlık safhasında Arap toplum lanm tek bir kate goriye indirgeyen genellem eci ve yüzeysel yaklaşım dan kaçınıl malıdır. Böyle bir yaklaşım Fas'tan U m m an’a rrair'tcn
ı~
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o liü k v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi
dar geniş bir coğrafyaya yayılan ve bu yaygın coğrafyada farklı küitürel/siyasî özellikler taşıyan toplum lar arasındaki önem li n üans ların görülm esini ve değerlendirilm esini güçleştirirken Arap D ün yasını bir blok olarak görm e tem ayülü de karşı-m illiyetçilik duy gularım pekiştirir. Gelecekle ilgili projeksiyonlar açısından bakıldığında Türki ye'nin bölgesel politikaları açısından en tehlikeli konjonktür karşım illiyetçilik akım larının yükselmesidir. Özellikle büyük güçlerce desteklenen m illiyetçilik hareketleri Türkiye'nin Ortadoğu politi kası için en tehlikeli dış politika opsiyonu durumundadır. Milliyet çilik hareketlerinin yükseldiği bir Ortadoğu konjonktürü, Türki ye'nin bölgede doğrudan etki kurm a yollarını kapatacak ve Türki ye'yi diğer aktörlere bağımlı politika oluşum larına m ahkum bıra kacaktır. Türkiye’nin ellili ve altm ışlı yıllarda bölgede yaşadığı yal nızlaşm anın arkaplam nda yükselen Arap milliyetçiliğinin izleri vardır. Türkiye’nin özellikle Arap m illiyetçiliğinin tırm andığı bir Ortadoğu'da etkin olabilm esi demografik açıdan m üm kün değil dir. M illiyetçilik akım larının ve etnik-tem elli siyasî hareketlerin tırm andırılm ası Osm aniı bakiyesi bütün unsurları barındıran T ü r kiye’nin iç bütünlüğü açısından da büyük sakıncalar doğuracaktır. Bunun İçindir ki Türkiye’nin Arap ülkelerim Türkiye-karşıtı bir m illiyetçilik potasında birleştirecek konjonktürlerden kaçınm ası gerekir. Suriye İle yaşanan bunalım esnasında sık sık gündem e ge tirilen Arap D ünyasının bölünm üşlüğü ve etkisizliği görüşü doğru gibi görünse de, kendi içinde bölünm üş olan Arap ülkelerinin özellikle tepki hareketlerinde biraraya gelebildiği ve Tarafsızlar Bloku başta olm ak üzere bir çok uluslararası forum u harekete ge çirebildikleri unutulm am alıdır. Uluslararası forum larda Rum ve Erm eni lobisinden sonra Arap lobisini de karşısına alan bir Türki ye’nin etkin diplom asi takibinde önem li engellerle karşılaşacağı bir gerçektir. İsrail ile çok hızlı bir süreçte ve yayılarak gelişen, bu yönüyle de iddia edildiği taktik ve sınırlı niteliğinden uzaklaşarak stratejik bir görünüm kazanan ilişkiler dolaylı olarak Arap milliyetçiliği dalga sının yükselm esine yardım cı olmuş bulunmaktadır. Ortadoğu B a rış Süreci ile İsrail’in Arap ülkeleri ile olan ilişkileri kadem eli bir A v;nr.^1
^ c ^ r r in p on re rk e n Türkiye'nin ilişkileri kadem eli bir bozul
S tra te jik D erin lik
m a trendi kazanmıştır. Türkiye-Suriye gerginliğinden sonra Suriye-İsrail barış görüşm elerinin başlam ası bu hassas dengenin ııasıl değişebileceğini gözler önüne sermiştir. İsrail ile geliştirilen ilişkilerin gölgesinde Suriye ve Irak gibi Arap ülkeleri ile yaşanan ikili geriHmlerin bu ikili niteliğinden uzaklaşarak bütün Arap Dünyasını karşısına alacak bir politikanın takibi, Türkiye’nin fiilen bölgeden dışlanm ası anlam ına gelecektir. Ortadoğu politikasındaki en büyük risk geniş cepheli bir bloklaş ma hareketinin karşısında yalnız kalmaktır. Kendisi de bir Arap ül kesi olan M ısır’ın Camp David A nlaşm asından sonra diğer Arap ülkeleri tarafından b ir blok şeklinde dışlanm asının M ısır'ın bölge sel etkinliğini ne derece olumsuz etkilemiş olduğu unutulm am alı dır, Körfez Savaşından sonra bölgede tam bir yalnızlaşm a yaşayan Irak örneği ise bölgedeki güçler dengesi param etrelerini dikkate alm ayan politikaların risk yönünü göstermektedir. M uhtem el bir kutuplaşm a ihtim alinin en önem li engelleyici tedbiri Arap ülkeleri ile teketek yürütülen ikili ilişkilerin çeşitlen d i rilerek ve karşılıklı çıkar alanlarını genişletecek şekilde derinleşti rilerek geliştirilmesidir. Böylesi bir politika odaklaşmış tepkilerin getirebileceği riskleri azaltacaktır. Türkiye-Ürdün ilişkilerinin ge nel seyri ile Camp David sonrası Türkiye-M ısır ilişkileri diplom atik açıdan, Kerkük-Yumurtalık boru hattının devreye girm esinden İran-Irak Savaşının sonuna kadar olan dönem deki Türkiye-îrak ilişkileri, Kıbrıs bunalım ı esnasında ve ortak m üteahhitlik p ro jele rinin yoğunlaştığı seksenli yıllardaki Türkiye-Libya ilişkileri ortak çıkar alanları açısından ikili ilişkilerin rolünü gösteren önem li ör nekler oluşturmaktadır. Zaruri olarak ortaya çıkan bir kutuplaşm a ihtim ali karşısında da, bölgedeki Arap olm ayan diğer M üslüm an ülke olan İran ile iliş kilere özen gösterilmelidir. Türk-Arap ilişkilerinin tıkandığı nokta da devreye girebilecek Türk-İran ilişkileri bölgesel yalnızlaşm ayı azaltacak yegâne faktör durumundadır. Türkiye’n in İsrail ile olan ilişkilerinin Türk-Arap-İran dengesinde Türkiye’n in yalnızlaşm a sına yol açacak sonuçlar doğurm am asına dikkat etm esi, Suriye ve Irak politikalarım da kapsayan bölge politikalarının önem li bir u n suru konumundadır. Türk-Arap ilişkilerinde dikkat edilm esi gereken diğer Önemli bir busus küresel dengeler ile bölgesel konionktür arasın d an iliş.
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i - Politik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi
kinin karşılıklı kutuplaşmaya yol açacak şekilde istismar edilm esi nin önüne geçilmesidir. Türkiye’nin Arap kamuoyu tarafından kü resel dengelere dayalı başka ülkelerin hesaplarının pivot ülkesi gi bi görülm esi bu küresel aktörün kimliğinden bağım sız olarak T ü r kiye’nin bölgesel im ajım ve etkinliğini zaafa uğratmaktadır. Türki ye bölgeye sonradan entegre olm uş bir ülke olmadığı gibi, kon jonktürel davranm a lüksü de olm ayan bir ülkedir. Kısa-dönem li taktik hesaplar kalıcı stratejik imaj bozukluklarına yol açm am alı dır. Türkiye’nin bölgedeki tarihî derinliği ve tecrü be birikimi T ü r kiye'nin herhangi küresel bir blokun ya da gücün bölgedeki uzan tısı im ajı ile ters düşmektedir. Arap kamuoyundaki Türkiye-karşıtı lobilerin istism arına açık böylesi bir im aj sadece Türk-Arap ilişki leri açısından değil, bölgesel etkinlik açısından da sakıncalıdır. Bu tür olum suz imaj oluşum larının önüne geçilebilm esi herşeyden önce yatay iletişim in ve kamuoyu oluşturm a m ekanizm a larının etkin bir şekilde kullanılm asına bağlıdır. Genelde O rtado ğu’da, özelde Türk-Arap ilişkilerinde etkin olunm ak isteniyorsa üst düzey diplom atik tem aslardaki dikey etkinlik dışında yatay ileti şim etkinliği de kazanılm ak zorundadır.
4. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Küresel ve Bölgesel Boyutları Soğuk Savaş sonrası dönem de gerek bölgedeki genel dengeleri gerekse Türkiye'nin bölgedeki konum unu doğrudan ilgilendiren en önem li gelişm elerden birisi Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan hızlı ve kapsam lı gelişmelerdir. Türkiye-İsrail ilişkilerinin İsrail’in kuruluşundan bu yana gelen süreçteki gelişm esine baktığımızda bu ilişkinin biri küresel diğeri bölgesel param etrelerle ilgili iki düz lem de seyrettiğim görmekteyiz.
a. Küresel Boyut Küresel param etrelerin tem elinde Tl. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan uluslararası konjonktürde İsrail’in bir devlet olarak ortaya çıkışını sağlayan uluslararası güç ekseni ile Türkiye'nin bu dönem de Sovyet tehdidi dolayısıyla yapm ak zorunda olduğu blok tercihi arasındaki uyum yatmaktadır. İsrail’in bir bölge gücü ola rak tarih sahnesine çıkışını incelediğim iz bölüm de de vurguladığı•’ •1- - *'i— ^ « * lıeıl tompiHp Atlantik fîngiltere-ABD) ekse
Stratejik D erinlik
ninin desteği ile söz konusu olmuştur. Türkiye de II. D ünya Sava şında söz konusu olan Sovyet tehdidini aym eksen doğrultusunda
stratejik bir tercih yaparak aşmıştır. Bu küresel eksen paralelliği İs rail açısından Türkiye’yi kaçınılm az bir bölgesel partner konum u na getirirken, Türkiye bölgesel politika oluşum unda İsrail'in küre sel bağlantılarını ve özellikle ABD bünyesindeki ve üzerindeki et kisini sürekli gözönünde bulundurm uştur. Bu küresel eksen paralelliğinde İsrail’in bölgesel nitelikli bir ulus-devlet olm a niteliğinden çok, başta ABD olm ak üzere küresel güçler üzerinde baskı gücüne sahip uluslararası Yahudi lobisinin gücü etkili bir rol oynamıştır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye-İs rail ilişkileri Türkiye-ABD ilişkileri ile karşılıklı bir geçişkenlik özel liği taşım ıştır. Özellikle Rum ve Erm eni lobilerinin Türkiye-karşıtı etkinlikleri, Yahudi lobisinin desteğini bir karşı-denge unsuru ola rak gündem e getirmiştir. Yahudi lobisi de bu dengeleyici rolünü Türkiye-İsrail ilişkilerinin önünü açıcı şekilde kullanm aya özen göstermiştir. İsrail’in ABD üzerindeki bu etkisinin küresel ve blok-içi faktör leri yan destek unsurları olarak harekete geçirm esi Türkiye’nin İs rail ile olan bölgesel nitelikli ilişkilerinde ciddi bir baskı unsuru oluşturmuştur. Bir taraftan bölgedeki Arap ülkelerinin talep lerin den, diğer taraftan da blok-içi etkilerden gelen bu çift yönlü baskı, Türkiye’nin bölgesel politikalarında denge arayışlarına ve dalga lanm alara yol açm ıştır. Özellikle Sovyet baskısı ve bölgede sosya list yayılma tehdidinin yüksek olduğu, dolayısıyla da blok-içi da yanışm anın önem kazandığı ellili yıllarda bu kıskaçtan kaynakla nan politika zigzagları dikkat çekici olmuştur. 1964 Kıbrıs bunalım ı ve Johnson M ektubu ile başlayan ve yet mişli yılların ortalarında Amerikan am bargosu ile tırm anan sü reç te Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan sıkıntılar Türkiye'nin İsra il İle olan ilişkilerini de bir küresel param etre olarak etkilemiştir. Türkiye’nin bu dönem de SSCB ile özellikle ekonom ik ilişkilere gir m esi ve İsrail'in özellikle 1967 Savaşından sonra sad ece Arap ülke lerince değil, başta Tarafsızlar Bloku üyeleri olm ak üzere Batı dı şındaki bütün ülkelerce dışlanm ası Türkiye'nin İsrail ile olan ilişki lerinde teenni ile davranm asına yol açm ıştır. Petrol bunalım ı ile daha da açıklık kazanan, İsrail'in Kurlnc'n
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
m esi sonrasında ilişkilerin Türkiye tarafından ikinci katiplik düze yine indirilm esi ile en üst düzeye çıkan bu yaklaşım biçim i küresel param etrelerin radikal bir değişikliğe uğradığı Soğuk Savaş son ra sı dönem de terkedilmiştir. Soğuk Savaşın sona erm esi ile ABD'nin tek süper güç niteliği kazanm ası ve bu niteliğini Körfez Savaşı İle Ortadoğu üzerinden deklare ederek Yeni Dünya Düzeni kavramım öne sürmesi, bu Ye ni Dünya Düzeni ile birlikte Ortadoğu’da da yeni bir yapılanmaya gidileceği kanaatini pekiştirmiştir. Bu kanaat Soğuk Savaş dön e m inde ABD ile olan blok ve İttifak ilişkileri konjonktürel nitelikli düşük düzey sıkıntılara rağm en kesintisiz süren iki Ortadoğu ülke si olan Türkiye ve İsrail'in bu düzenlem elerde mihver ülke konu m unda olacakları ile ilgili beklentiler ve senaryoların yaygınlaş m asını sağlamıştır. Ortadoğu Barış Sürecinin İsrail üzerindeki uluslararası blokaj ları kaldırm ası Soğuk Savaş dönem inde yaşadığı çift yönlü baskı karşısında İsrail ile ilişkilerini genellikle deklare edilm em iş pozis yonlarda sürdüren Türkiye’nin daha rahat davranm asına yol aç mıştır. İsrail ise Türkiye gibi Soğuk Savaş dönem inde tem el küresel blok tercihlerinde paralel davrandığı ülkelerle olan ilişkilerini de rinleştirerek daha önce ele aldığımız yeni stratejisi için diplomatik ve ekonom i-politik açılım lar sağlamıştır. Öte yandan İsrail'in özel likle SSC B'nin boşalttığı alanlarda etkin bir politikaya yönelmesi, aynı alanlara yönelik doğal bir stratejik ilgi duyan Türkiye ile bu ül kenin Ortadoğu-dışı alanlarda da ABD-eksenli politikalarda işbir liği yapabileceği kanaatini yaygınlaştırmıştı^ Çabuk ve esnek nitelikli taktik ham lelerin yönlendirdiği dina m ik güçler dengesinin seyrettiği uluslararası ilişkiler konjonktü ründe bu tarz sabit nitelikli ve stratejik görünüm ü statik bloklaş m a görünüm leri zam anla bu görünüm veren aktörlerin hareket alanım daraltıcı bir etki yapar. Böylesi ittifak ilişkilerinde bu görü nüm ü aşan esneklikte davranan aktörler kendi alanlarını açarken, özellikle deklaratif ve serem onyaî nitelikli ham leler yapan aktör ler bir alan daralm ası ile karşılaşırlar. Türkiye-İsrail ilişkilerinde de ben zer sonuçlar ortaya çıkm ış görünm ektedir. İlişkilerin de rinleştiği ilk dönem lerde her iki taraf için de küresel tercihler açı— ı — ---------^ , , ’inan Kıı t/örtpiic mamanla d iser küresel ve
S tratejik D erinlik
bölgesel aktörlerle ilişkiler açısm dan alternatif m aliyetler oluştur m aya başlamıştır. Bu ilişkinin sağladığı im kanlar İsrail açısm dan yeni alanlar açarken, ilişkilerin deklaratif, serem onyal, kimi zam an da ideolo jik görünüm lü boyutu Türkiye’nin diğer ilişkilerini olum suz yön de etkilemiştir. ABD-İsrail-Türkiye üçgeni şeklinde form üle ed i len yakınlaşm a, Türkiye'nin b aşta AB olm ak üzere Çin ve Rusya gibi diğer küresel aktörlerle olan ilişkilerinde belli rezervlerin oluşm asını da beraberind e getirmiştir. Öte yandan başta İKÖ ol m ak üzere Asya-Afrika grubu ülkelerle olan ilişkilerde de bu statik görünüm lü diplom atik angajm an belli bir yük oluşturm aya b a şla mıştır.
b. İsrail’in Bölgesel Stratejisi, Ortadoğu Barış Süreci ve Türkiye-İsrail İlişkileri İsrail’in bölgedeki konum unu incelediğim iz bölüm de de vur guladığımız gibi, bölgede kendini dar bir şeride hapsolm uş hisse den ve ciddi bir güvenlik problem i ile karşı karşıya olduğu gerçe ğini stratejik param etrelerin m erkezine yerleştiren İsrail için bö l gedeki varlığın ve etkinliğin üç tem el şartı olagelm iştir: (i) U lusla rarası güvenlik desteğinin ve hukukî m eşruiyet tem elinin sağlan m ası; (ii) ilk planda bir Arap-İsrail problem i olarak algılanan O rta doğu problem atiğinde Arap-olm ayan Ortadoğu unsurlarının aktif desteğinin ya da en azından pasif tarafsızlığının sağlanması; (üij Arap ülkelerinin b ir blok haline gelm esini önleyecek m anevralarla Araplar arası dengelerin ritm inin kontrol edilm esi. Daha çok küresel boyut çerçevesinde ele aldığım ız birinci şart özellikle ABD'nin aktif desteği ve uluslararası örgütü bu destek çerçevesinde yönlendirm esi ile tem in edilmiştir. İsrail aleyhine BM'de alm an bir çok kararm ABD tarafından veto edilm esi bu n u n açık bir göstergesidir. İkinci şart İsrail’in kuruluşundan b eri sürdüregeldiği politika nın önem li bir unsurudur. İsrail'in kuruluşundan hem en sonra g e liştirilen dış çevre {Periphery Pad) kavramı İsrail'in Arap ülkeleri ni çevreleyen İran, Türkiye ve Etiyopya gibi Arap olm ayan ülkeler le yakm işbirliği içine girm esini öngörüyordu. O dönem de Ben G urion'un Türkiye’yi gayriresm î ziyaretinde de öngörülen bu iş birliği o günden bu güne İsrail’in sürekli gözönünde bulundurdu
O r M o J U : K ü rese! G k o n o m i-P o u m v e sttal<,jik D e n g t t e l n ^
ğu biı param etre olmuştur. Şah döneminde İran ile yürütülen yakm ilişkide de aynı yaklaşım ın izleri vardır. Bu ülkelerin Arap ülke leriyle yaşadığı çelişkiler bölgesel m anevra alam açısından İsrail için büyük bir önem taşımaktadır. Bu çerçevede İran'da Şah ’m düşm esi ile birlikte yaşanan gelişm eler İsrail’in bölgesel denge oluşturm a çabalarında bir zaaf oluşturm uşsa da, M ısır Camp D a vid Anlaşm ası ile diplom atik anlam da enterne edilmiş olduğu için İsrail’in total bir bölgesel risk ile karşı karşıya gelmesi söz konusu olmamıştır. Arap olm ayan ülkelerle geliştirilen ilişkiler İsrail için özellikle daha dinam ik konjonktürün hakim olduğu geçiş dönem lerinde göreceli olarak istikrarlı bölgevsel politikalar oluşturabilm ek açısm dan büyük bir önem taşımaktadır. Soğuk Savaşın sona erm esiyle ortaya çıkan dinam ik konjonktürde İsrail'in Körfez Savaşı ve O rta doğu Barış Süreci ile oluşan son derece uygun konjonktürü de kul lanarak Türkiye ile kadem eli bir şekilde daha yakın işbirliğine yö nelen adımları kararlı bir şekilde yürütmesi bu açıdan genel bölge se! strateji içinde süreklilik arzeden bir unsur niteliğindedir. Bölgesel stratejinin üçüncü şartı olan Arap ülkelerinin bir blok haline gelm em esi ise gerek Arap politikasının iç dinamikleri, gerek uluslararası bağlantıların etkin kullanımı, gerekse Arap ülkeleri arasındaki ikili ihtilaflar yoluyla gerçekleştirilmiştir. Bu bölüm ün başında ele aldığımız üçgen m ekanizm ası dinam ikleri İsrail tara fından son derece etkin bir diplomasi ve gerektiğinde reelpolitik güç kullanım ı ile yönlendir ile bilmiştir. Tek tek Arap ülkelerinin İs rail ile yürüttüğü ilişkilerin seyri bunun ilginç örnekleri ile yüklü dür. İsrail'in Ürdün ve Suudi Arabistan politikalarındaki İngiltere ve ABD bağlantılı süreklilik unsurları, bir dönem radikal Arap p o litikasının öncüleri olan Mısır ve FKÖ’nün İsrail ile doğrudan iliş kiler sathına çekilm esi esnasında uygulanan çok opsiyonlu diplo masi, İran için tehdit odağı haline gelen ve Arap D ünyasında kitle sel hareketlenm eler doğurabilecek bir karizm a oluşturan ellili yıl lardaki Nasır M ısır’ının ve seksenli yılların sonlarındaki Saddam Irak’ının diğer kimi Arap ülkelerini de içine alan karşı koalisyon larla etkisiz kılınm ası gibi politikalar bu açıdan dikkate şayan te c rübeler ve unsurlar ihtiva etmektedir.
Stratejik D erinlik
Soğuk Savaş sonrası dönem de hızlı ve kapsam lı bir ivme göste ren Türkiye-İsrail ilişkileri İsrail açısm dan bu üç dayanağı da güç lendiren etkiler yapmıştır. Bölgenin en önem li güçlerinden biri olan Türkiye'nin İsrail ile yakın ilişkilere girm esi İsrail’in uluslara rası m eşruiyet çabalarını güçlendirmiştir. Arap-olm ayan dış çevre ülkelerinden birinin yakın stratejik işbirliği içine çekilm esi ve b u nun Arap kamuoyunda doğurduğu Türkiye-karşıtı atm osfer, p ro b lem ler yumağı olan O rtadoğu’daki tek çelişkili alanın İsrail-Arap ilişkileri olmadığını, Türk-Arap ilişkilerinde de benzer gerilim lerin olabileceğini gösterm esi bakım ından dikkatlerin bölge sathına y a yılmasını sağlamıştır. Ü çüncü şart açısm dan da bakıldığında, T ü r kiye'ye yönelik takınılacak tavır Arap ülkeleri arasında da yeni tak tik farklılaşm alara yol açm ıştır. Kahire Zirvesinde yürütülen m üza kereler bu farklılaşm aların izlerini yansıtmaktadır. Buna karşılık Türkiye resm î deklarasyonlarda İsrail ile yürütü len ilişkilerin hiç bir üçüncü tarafa karşı olm adığını ısrarla vurgu layarak bu ilişkinin kendi alanını daraltm asını engellem eye çalış mıştır. Ancak ilişkilerin hızlı gelişm e gösteren seyri ve kapsam ı bu konudaki bölgesel tedirginliklerin aşılm asını engellem iştir. Bu iliş kinin PKK’yı destekleyen ve Yunanistan ile Türkiye-karşıtı bir bağ lantı oluşturm a çabasında olan Suriye’ye karşı taktik nitelikli oldu ğu, anti-terör istihbaratını güçlendirm eye yönelik olduğu, Türki ye’nin askerî m odernizasyon projeleri için yeni im kanlar oluştur duğu gibi argüm anların da Türkiye’nin doksanlı yılların sonuna doğru bölgedeki diplom atik manevra alanının daralm asını ö n le mediği aşikardır. Bugün Arap ülkelerinden gelm esi m uhtem el baskılar bir çok Arap ülkesini Türkiye ile ilişkilerde m esafeli dav ranm aya yöneltm ektedir. Bu tavır kadem eli bir şekilde İslam Kon feransı Örgütü’nün diğer üyelerine de yayılmaktadır ki, son İKÖ toplantısında Türkiye'nin genel sekreterlik için aday olm asına h e m en hem en hiç bir destek bulunam am asında bu ilişkinin oluştur duğu psikolojik atm osferin önem li bir payı olmuştur. Ayrıca bu ilişki Türkiye gibi bölgenin tarihî ve coğrafî derinliği haiz en güçlü ülkesinin Ortadoğu Barış Sürecinde etkin bir rol al m asını sağlayamadığı gibi bu süreçte edilgen bir faktör gibi görül m esine de yol açmıştır. Türkiye-İsrail ilişkilerinin ilk safhasında bölgenin diğer aktörleri ile yaşanan gerilimi telafi edecek bir s o n u ç
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
da Türkiye’nin her iki taraf nezdinde de diplomatik ağırlık kazanan bir konum elde etmesiydi. Ancak bu da gerçekleşemedi. Türkiye Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi ile ilgili ekonomik ve siya sî muhtevalı toplantılarda merkezî bir rol almadığı gibi barış görüş meleri sürecinde de görüşü alm an bir konum da bile görülmedi. Bu konuda 2000 yılının Temmuz ayında gerçekleşen Barak-Arafat gö rüşm elerinden sonra ortaya çıkan uygun konjonktürün de çok iyi değerlendirilebildiğini söylemek güçtür. Gerek O rtadoğu'nun yeniden yapılanm ası, gerekse Türkiye-İs rail ilişkilerinin bu yapılanm a içindeki yeri yeniden değerlendirme gerektiren unsurlar barındırmaktadır. Birincisi, Körfez Savaşı so n rası dönem de O rtadoğu’da ortaya çıkan Barış Süreci ve yeniden yapılanm a çabalarında Türkiye'nin misyonu güvenlik ile ilgili ko nularla sınırlanm ış gibi bir görüntü ortaya çıkmış bulunm aktadır. Bu yapılanm ada Türkiye, güvenlik m eselesi ile ilgili konularda ak tif olarak gündem de tutulurken ekonom ik konularda özellikle devre dışında bırakılmıştır. Irak, Suriye ve İran gibi ülkeleri d en e tim altında tutabilm ek için, Çekiç Güç başta olmak üzere bölgede ki bir çok güvenlik yapılanm asının maliyetini paylaşan Türkiye, O rtadoğu'nun ekonom ik kaynaklarının yeniden dağıtılm asını planlayan ekonom ik zirvelerde aktif bir şekilde yer almadığı gibi, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı gibi daha önceki kazanımlarmı da kaybetmiştir. Güvenlik maliyeti ile ekonom ik çıkar arasındaki bu dengesiz lik, Türkiye’nin Batı Bloku ile kurduğu ilişkilerin en tem el özelliği dir. G eçm işte NATO’nun güney kanadının güvenlik yükünü taşıdı ğı halde uzun yıllar AB'nin ekonom ik rantından uzakta tutulan Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dönem de de Ortadoğu’da İsrail ve Batı ülkelerinin güvenlik yükünü paylaşan am a ekonom ik kaynak lardan uzak tutulan bir konum da tutulm ak istendiği kuşkusu uyanmaktadır. O rtadoğu’nun ekonom ik kaynakları üzerinde şu veya bu şekilde söz hakkına sahip olm adan bu bölgede güvenlik jand arm ası rolüne soyunmak ve bu yolla kendi iç güvenliğini sağ lam aya çalışmak, çok kolay görünen am a çok riskli bir oyundur. Türkiye, bu yeni Ortadoğu politikasında niçin ekonom ik forum lardan çok güvenlik aranjm anları ile ilgili olarak devrede tutuldu-
^ S t r a t e j i k D erinlik
İkincisi, İsrail güvenlik m eselesi ile ilgili oiarak da kendi m a nevra alanım açık tutm a becerisini gösterm ektedir. İsrail, bir taraf tan Türkiye ile güvenlik işbirliği görüşm eleri yaparken diğer taraf tan aynı günlerde Kıbrıs Rum Kesim ı'ne uzaktan kum andalı casus uçakları, zırhlı piyade taşıyıcıları ve elektronik m uhabere sistem leri satm a teklifinde bulunm uştur, İsrail’in Rusya ve Fran sa’dan sonra Kıbrıs Rum K esim i'ne siiah sağlam aya çalışan ü çün cü önem li ülke olm ası dikkat çekicidir. Türkiye-Suriye gerginliği ya şandığı günlerde İsrail Cum hurbaşkanı Ezer VVeizmann'm Güney Kıbrıs Rum Kesim i'ne yaptığı resm î ziyaret hem Doğu Akdeniz’d e ki dengeler, hem bölgelerarası etkileşim hem de İsrail'in sürdüregeldiği diplom atik esneklik alanı açısm dan dikkat çekici özellikler taşımaktadır. Bir İsrail cum hurbaşkanının Kıbrıs Rum K esim i'ne gerçekleş tirdiği ilk ziyaret olm ası bakım ından da özel bir önem i bulunan bu tem as bölgedeki diplom asi oyununun ne derece karm aşık bir labirent içinde seyretm ek olduğunu bir kez daha ortaya koym uş tur. VVeizmann bu gezide, Türkiye ile İsrail arasındaki askerî ve stratejik işbirliği konusundaki kaygılarını ve Rum halkının hissiya tım ifade eden Kierides'e cevaben üç tem el vurguda bu lu nm uş tur: 1. Türkiye-İsrail stratejik işbirliği ilişkisi kesinlikle Rum Y ön e tim ine karşı bir nitelik taşım am akta ve bu çerçevede İsrail'e özel bir yükümlülük getirmemektedir. 2. Türkiye-Suriye gerginliğinin tırm anm ası durum unda da İsrail'den Suriye’ye yönelik herhangi bir ikinci cephe durumu sözkonusu olmayacaktır. 3. Kendi sıkıntı ları ile uğraşan İsrail'in Türkiye ile Rum Kesimi arasında Kıbrıs'ta çözüm e yönelik bir arabuluculuk girişiminde bulunm ası söz ko nusu değildir. Bu ifadeler İsrail'in Türkiye ile yürütülen stratejik işbirliği ile İsrail-Rum/Yunanistan ve İsrail-Suriye/Arap ilişkileri konusunda çizdiği in ce ayrım hatlarını ortaya koymaktadır. Bu ayrım, İsrail’in in ce bir diplomasi ile her üç hatta da kendisi açısm dan riskleri as, gariye indiren bir politika gütm ekte olduğunu gösterm ektedir. Dikkat çekici husus İsrail’in Türkiye ile yürüttüğü işbirliği süreci içinde gerek Rum kesim i ile gerekse Yunanistan ile olan ilişkilerini de sıcak tutm a konusunda gösterdiği hassasiyettir. İsrail ile yürü tülen işbirliği sürecinin m eşruiyetini Yunanistan-Kıbrıs Rum Kesi
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
mi-Suriye arasındaki ittifakı dengelem e çabasına oturtan görüşle rin aksine bu süreç içinde İsrail-Rum Kesimi ilişkileri de sıcak bir gelişme gösterm iş ve silah ticareti de dahil geniş bir alana yayıl mıştır. Bu süreç içinde Türkiye'nin Suriye ve Arap Dünyası ile iliş kileri gerilirken, İsrail’in Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile iliş kileri gelişme tem ayülü içine girmiştir. İsrail yetkilileri kendileri açısm dan haldi bir tercihle Israil-Türkiye ve İsrail-Rum -Yunan ilişkilerini birbirinden bağım sız işleyen iki hat üzerinde yürütmeye çalışmışlardır. Bu da onlar açısm dan anlaşılır bir tercihtir, çünkü İsrailli yetkililer Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesim i’nin Avrupa Birliği'nin Doğu Akdeniz bölgesine sarkan ucu olduğunun farkındadır ve bölgelerarası etkileşim i gözeten bir esneklik payı bulundurmaktadır. Ü çüncüsü, İsrail’in Suriye ile yürüttüğü barış görüşm elerinin gerek 1995 ayağında gerekse 2000 ayağında G olan’ın terki ile D o ğu A nadolu'nun su kaynaklan konusunda kurduğu ilişki Türki ye'nin stratejik güvenliğini büyük ölçüde belirleyecek bir Önem ta şımaktadır. Ortadoğu'da hızla değişen dengeler arasında değişm e yen yegâne unsur bölgenin su ve petrol kaynakları ile diplom atik m ücadele arasındaki yakm ilişkidir. Ortadoğu’da doğrudan ya da dolaylı olarak su veya petrole dayanm ayan savaş da olmaz; bu kaynakların dağılım ının tartışılm adığı bir barış süreci de. İlk defa 1995 İsrail-Suriye görüşm eleri sürecinde dönem in İsrail başbaka nı Şim on Peres, Golan tepelerindeki su kaynakları konusunda ke sin bir m utabakat sağlanm adan Suriye ile bir anlaşm aya varılam a yacağını beyan ettikten sonra bu konudaki çözüm ün G olan’ın Su riye'ye terk edilm esi halinde bile su kaynaklan üzerindeki İsrail egem enliğinin sürm esi ve Suriye’nin bu konudaki su kaybının Türkiye'deki su kaynaklarından karşılanm ası olacağını ifade e t miştir. Yani bu yaklaşım a göre İsrail m uhtem el bir anlaşm adan sonra da bölgenin en önem li su rezervini barındıran ve özellikle de İsrail’in su ihtiyacının 30% ’unu karşıladığı Taberiye gölünü b esle yen G olan’daki su kaynaklan üzerindeki kontrolünü sürdürecektir. Böylece İsrail anlaşm a dolayısıyla herhangi bir su rezervi kaybına uğramayacaktır. Buna mukabil Golan tepelerinin toprağına sahip olacak olan Suriye verdiği bu taviz dolayısıyla kaybettiği su kay naklarım Türkiye üzerinden sağlayacaktır.
j S tra te jik D erinlik
D aha sonra 2000 yılındaki görüşmelerde de dile getirilen bu gö rüş O rtad o ğ u ’d aki dengelerin ne kadar kaygan bir zem inde seyret tiğini bir kez d aha ortaya koymuştur. Türkiye artık İsrail ile yürütegeldiği ilişkilerin pasif ve edilgen tarafı görüntüsünden sıyrılarak bu ilişkileri genel Ortadoğu politikası ve bu politikanın bölgelerarası etkileşim alanları ile ilgili sonuçları çerçevesinde yeni bir d e ğerlendirm eye tâbi tutm a ihtiyacı ile karşı karşıyadır. Bölgenin bü tününe dönük kapsayıcı stratejiler geliştirilm eden ortaya konan ikili taktik ilişkilerin stratejik mihver haline dönüşm esi dinam ik uluslararası konjonktürde kısıtlayıcı sonuçlar doğurması kaçınıl mazdır. O rtadoğu’daki gelişm eler bugün Türkiye'ye her dönem dekinden daha fazla etkinlik kazandırabilecek özellikler taşımaktadır.
5. Tarihî Derinlikten jeopolitik Etkileşime Türkiye-İran İlişkileri Yakın kıta havzası ile ilgili bölüm de bir örnek ülke olarak kısa ca üzerinde durduğumuz gibi İran ’ın en Önemli özelliklerinden b i risi bu ülkeyi jeopolitik etkileşim alam haline getiren bölgeler ve kıtalararası geçiş niteliğine sahip olmasıdır. İran ’ın tarihi seyrini de etkileyen bu özellik bu ülke ile Türkiye arasındaki benzerlikle rin de tem elini oluşturmaktadır. İran da Türkiye gibi herhangi bir bölgeyle sıııırlandırüabilecek veya tek bir jeopolitik havzaya indir genebilecek bir ülke değildir.
a. Tiirk-İran İlişkilerinin Jeopolitik ve Tarihi Arkaplani: Türk ve İran jeopolitiği arasında yapılacak bir m ukayese hem bu ülkenin jeopolitik özelliklerim hem de Türk-İran ilişkilerinin coğrafi zorunluluk alanlarını ortaya koyacaktır: (i) İran da Türkiye gibi Asya-Avrupa güney bağlantısının ana geçiş hattı üzerinde b u lunm aktadır ve bu iki ülke kuzeyde Rusya’nın tek başın a sağladığı step geçişinin alternatifini güneyde ılım an iklim kuşağındaki daha girift bir tabiî coğrafya üzerinden birlikte sağlamaktadır; (ii) her iki ülke de Avrasya anakıtasınm kuzey-güney m erkezi geçiş h attını oluşturan Kafkaslarla doğrudan sınıra sahiptir ve Türkiye bu ku zey-güney geçiş hattının batı yakasını oluşturan Balkanlara, İran da doğu yakasım oluşturan Orta Asya-Afgan-Hint hattına k om şu dur; (iii) Avrasya kıtasının dört önem li iç denizi ve körfezinden iki
G ria d o g u : K üresel E k o n m rıi-P o îiü k v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi
sinin bağlantısı Türkiye (Karadeniz ve Akdeniz), diğer ikisinin bağ lantısı ise İran (Hazar ve Basra Körfezi) üzerinden sağlanm aktadır; (iv) her ikisi de tem el özellikleri itibarıyla Batı Asya gücü olan bu iki ülkeden Türkiye Güney Avrupa, İran ise Güney Asya ile doğru dan irtibatlıdır ki bu Avrasya anakıtasınm güney bağlantıları a çı sm dan büyük bir Önem taşım aktadır; (iv) bu çerçevede Türkiye Afroavrasya anakıtasınm kesişim alanında bulunan Ortadoğu bölge sinin Avrupa bağlantısını, İran ise Asya bağlantısını oluşturm akta dır; (v) Avrasya anakıtası için geliştirilen jeopolitik kavramlar kul lanılarak bir tanım lam a yapılırsa Rimland (kenar kuşak)'in m erke zi hattını oluşturan bu iki ülke Heartland (mihver alan)'a egem en olan gücün (Rusya) baskısını sürekli olarak hissetm işlerdir ki bu özellik iki ülkenin m odern dönem deki siyasî ve stratejik tercihleri ni etkilemiştir. Bu jeopolitik özellikler Anadolu coğrafyası ile İran ’ı stratejik açıdan birbirine bağımlı kılmıştır. Tarih bize bu karşılıklı bağım lı lığın ilginç örneklerini sunmaktadır. Anadolu’nun Balkanlarla olan irtibatı da gözönüne alındığında Avrasya kıtasının güney ku şağını harm anlayan büyük ölçekli siyasî yapılar bu bağımlılığı stratejik bütünlüğe dönüştürebildikleri ölçüde başarılı olm uşlar dır. Perslerden Büyük İskender’e, Bizans'tan Sasanîlere ve Selçuk lulara, O sm anlI’dan Safevîlere kadar uzanan bölge tarihi, Balkanlar-Anadolu-İran hattının karşılıklı etkileşim inin eseridir. İm para torluğunun çekirdeğini İran ’da kurduktan sonra Anadolu'da em peryal yapının tem erküzünü sağlayan ve em peryal açılım ım B al kanlara taşıyan D arius'un doğu-batı doğrultusundaki stratejik y a yılm ası Büyük İskender'de bir ayna etkisiyle batı-doğu istikam e tinde kendini göstermiştir. İm paratorluğunun çekirdeğini Balkan larda oluşturduktan sonra Anadolu’da em peryal tem erküzü sağla yan Büyük İskender de stratejik açılım ını İran üzerinden Hind’e doğru gerçekleştirm iştir. Rom a/Bizans-Sasanî dengesi Darius ve Büyük İskender'in Avrasya’nın güneyini kuşatan stratejik sarkacı nın uzun asırlar süren bir stratejik denge haline dönüşm esini sağ lam ıştır. İran’ın İslam egem enliğine girmesi bu dengeyi aynı za m anda bir İslam -H ristiyan dengesine dönüştürmüştür. Türklerin yoğun göçlerle ve dinamik bir askerî/siyasî güç ola rak İran ’a girm eleri Darius sarkacının biraz daha doğu-eksenli
1 Straıeıık D erinlik
olarak yeniden tarih sahnesine çıkm asını sağlamıştır. Orta As ya’daki dinamik ve hareketli göçebe geleneğinden yerleşik devlet geleneğine geçiş sürecinde devletin çekirdeğini M averaünnehir'in batısında (Dandanakan) oluşturan Selçuklular güç tem erküzünü İran ’da sağladıktan sonra stratejik açılım larım Anadolu istikam e tinde gerçekleştirmişlerdir. İran ve Turan gelenekleri arasındaki bu etkileşim uzun d önem li siyaset sosyolojisi dönüşüm ü açısm dan da son derece önem li ipuçları barındırm aktadır. Selçuklu Türklerini İran ’a taşıyan Al parslan hareketli Turan kültürünün sem bolik bir isim lendirm esi olarak hem Alp hem de Arslan’dır; buna m ukabil bu hareketli kit leleri yerleşik İran kültürüne intibak ettirerek Büyük Selçuklu D ev le ti’ni kurum sallaştıran M elikşah ise hem Melik hem de Şah'tır. Al parslan'ın hareketli göçebe kültüründen gelen yardım cılarının ye rini de Melikşah dönem inin yerleşik düzenin kurulm asını da yan sıtan sem bol ismi olan Nizamülmülk almıştır. 16. Yüzyıldan sonra oluşan O sm aniı-Safevî dengesi hem bahsi geçen jeopolitik bağımlüıktan kaynaklanan zorunlulukların hem de bu siyasal dönüşüm ün izlerini taşımıştır. O sm anlıiar Selçuklu ların yaşadığı süreci batıya doğru yayarak ve daha da pekiştirerek yaşamışlardır. Bu açıdan bakıldığında Orta Asya'dan gelen hare ketli ve dinam ik kültürü İran yerleşik kültür süzgecinden geçerek Anadolu’ya taşıyan Selçuklu birikim i üzerinde kurulan Osm aniı Devleti yeni siyasî yapının çekirdeğim Anadolu’da, tem erküzünü Balkanlarda gerçekleştirmiş; stratejik açılımım da batı istikam etin de Orta Avrupa'ya, doğu istikam etinde İran'a, kuzey istikam etinde steplere, güney istikam etinde de M ısır ve Hind Okyanusuna doğru gerçekleştirmiştir. Osm aniı D evleti’ni uzun ömürlü kılan jeopolitik unsurlardan bir tanesi de doğu-batı istikam etindeki Darius sarka cı ile, batı-doğu istikam etindeki Büyük İskender sarkacım bir bü tün olarak gerçekleştirm iş olmasıdır. Bu başarının kuzey ve güney istikam etindeki stratejik yayılmalar ile desteklenm iş olm ası Osrnanlı D evleti’ni Afro-Avrasya kıtasının iç stratejik bütünlük taşı yan en uzun ömürlü siyasî gücü haline dönüştürm üştür.10 SelçukIB H
10 Osmaniı D evleti’nin stratejik ve kültürel kuşatıcıiıgı için. bkz. Ahm et Davutoğlu, "Tarih idraki oluşum unda m etodolojinin rolü: M edeniyetlerarası etkileşim açısından dünya tarihi ve O sm aniı’’, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1999:2, S. 7, s. 1-63.
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o ü tik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
lu-Osm anh birikim i ile kıyaslandığında daha sonra İran'a giren Turanı unsurlara dayanan Safevîlerin M ezopotam ya’dan Maveraü nn eh ir’e ve Hind’e kadar uzanan egem enlik alanları O sm anlı-Safevî dengesini, Bizans-Sasani dengesine benzer bir şekilde, Avras ya kıtasının güneyini kuşatan bu jeopolitik iç bütünlüğü parçala yan bir rekabete dönüştürmüştür. Bu iki devletin farklı mezhep tercihleri jeopolitik rekabet ile dinî rekabetin kesiştiği, kalıcı bir re kabet dengesinin oluşm asına yol açmıştır. B ütün bu tarihî ve coğrafî faktörler açısm dan bakıldığında Osm anlı/Türkiye-Safevî/İr an ilişkisi bir açıdan Almanya-Fransa iliş kisine benzem ektedir. Aynı jeokültürel ve jeopolitik hattın üzerin de bulunan bu ülkelerin kaderleri, savaşsalar da ittifak etseler de, b irbirlerin d en tam am en koparılam az. O sm an h 'n ın gövdesini Anadolu'ya dayayarak Avrupa içlerine yönelik yaptığı olağanüstü atılım biraz da Anadolu ve İran coğrafyasını bütünleştiren Selçuk lu m irası üzerine oturmuştur. Bu miras, Şarlm an im paratorluğu nun Almanya ve Fransa’nın Avrupa’yı te k b ir bünyede bütü nleştir me çabalarına yaptığı tarihî tesire benzem ektedir. Alm anya-Fran sa ilişkilerinde olduğu gibi, Türkiye ve İran kimi zam an anlaşm az lığa düşseler de, birbirlerini asla ihm al edemezler. Bu iki Batı Asya gücünün karşılaşm a ve yüzleşm e hattı genelde bugünkü Irak coğrafyasını oluşturan ve Doğu Anadolu’ya uzanan Bağdat-D iyarbakır hattıdır. Alm anya-Fransa rekabetinin AlsaceLorraine hattına benzeyen bu hat üzerindeki kalıcı ve dengeli eg e m enlik iki tarafın kalıcı bir barışa yönelm esini sağlarken, bu hat üzerindeki jeopolitik bölünm e iki gücün rekabetim kızıştırm akta dır. Osm aniı D evleti’nin bu hat üzerinde oluşturduğu kalıcı eg e m enlik O sm anlı-İran sınırım bölgenin en istikrarlı sınırı haline dö nüştürm üştür. I. Dünya Savaşı’ndan sonra bu hattın güneyinde oluşan İngiliz egem enliği karşılıklı rekabet psikolojisini tırm and ı ran jeopolitik ve tarihî unsurları tekrar devreye sokmuştur. Irak’ta halen yaşanan istikrarsızlıkta bu hassas dengelerin de önem li bir payı bulunm aktadır. Benzer tarihî ve coğrafi özellikler, bu iki ülkenin m odern d ö nem deki siyasal gelişim seyrini de hem dış hem de iç faktörler a çı sm dan etkilemiştir. Dış faktörler açısından ele alındığında h er iki ; ih acır irinde küresel ölçekli stratejiler geliştiren deniz
S tratejik D erinlik
ve kara güçlerinin rekabet alanı olarak görülmüştür. Osmanhlar bu çerçevede 19. yüzyılda İngiliz-Rus dengesini devletin hayat ala nının önem li bir param etresi olarak görürken, İran da aynı dö nem de kuzeyindeki Rus etki alanı ile güneyindeki İngiliz etki alanı arasında paylaşılmış olm anın sıkıntılarını yaşamıştır. Bu rekabet 20. yüzyılın ikinci yarısında da önem li ölçüde varlı ğını hissettirm iştir. SSCB II. Dünya Savaşı’dan sonra Türkiye’den Boğazlarda imtiyaz ile Kars ve Ardahan’ı talep ederken, İran'dan da Kuzey İran ’ın petrol kaynakları üzerinde imtiyaz talep etmiştir. Kuzey kara gücünden gelen bu tehdit her iki ülkeyi de deniz gücü ağırlıklı Batı güvenlik şem siyesine yöneltmiştir. Türkiye bu güven lik şem siyesini demokrasiye geçiş ile sağlarken İran, Şah idaresin de Batı ile bağlantılı otoriter bir rejim e yönelm iştir. Bütün bu etkiler iç siyasal rejim dönüşüm lerinde de önem li paralellikler ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin II. M eşrutiyet'e yönel diği yıllarda İran ’da da özellikle 1905-1911 yılları arasında anaya sal m eşrutiyet tartışm aları yaşanm ıştır. Türkiye'de Cumhuriyet ilan edilm esinin hem en arafesinde de İran'da 1921-1923 yılları arasında Cumhuriyet tartışm aları gündem e gelmiştir. II. Dünya Savaşından sonra her iki ülkede görülen dem okrasi-otoriterizm dalgalanm aları Türkiye'de kesintilerle de olsa dem okrasinin uygu lanm asını beraberinde getirirken; İran, Şah'm katı otoriter idaresi ne m ahkum olmuştur. Yetmişli yıllarda her iki ülkede gözlenen yaygın kitle hareketleri İran ’da bir devrime, Türkiye'de ise bir aske rî m üdahaleye yol açm ıştır. D oksanlı yılların özellikle ikinci yarısı ise her iki ülkenin de ıdeoloji-devlet ilişkisini ve gerilim ini yoğun bir şekilde yaşadığı bir dönem olmuştur. İç siyasi gündem i b elirle yen ideoloji-devlet ilişkisi dış politika yapım ım da doğrudan etki lem iş ve bu ülkelerin gerek bölgesel politikalarına gerekse ikili iliş kilerine yansımıştır. İkili ilişkilerde dönem sel iniş-çıkışlar yaşan m asına sebep olan bu yansım a yine de iki ülkenin karşılıklı ilişki sinde tarihî tecrübe birikim ine dayalı rasyonel/pragmatik boyu tun zam anla devreye girm esini önleyem em iştir. Bu nedenledir ki, Türkiye-İran sınırı Soğuk Savaş sonrası dönem in geçiş sürecinde bölgenin en istikrarlı sınırı olm a niteliğini sürdürmüştür. Soğuk Savaş sonrası dönem in küresel ve bölgesel k on jon ktü rü, T ü rkiye-İıan ilişkilerinin bütün bu coğrafî ve tarihî d e rin lik
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e s tra te jik D e n g e le ri,, Kilidi
unsurları da gözönünde bulundurularak yeniden değerlendiril m esin i gerektirmektedir. Bu yeniden değerlendirm e süreci coğrafî/taıihî zorunluluklar ile konjonktürel/sistem ik özellikler arasın da yeni bir uyum kurm a çabası olarak başlıbaşm a özel bir önem taşım aktadır.
b. Türkiye-İran İlişkilerinin Küresel Boyutu: İran D evrim İnin anti-A m erikan ve anti-sistem ik özelliği ve bu devrim in özellikle Ortadoğu'da yolaçabileceği dalgalanm alarla il gili projeksiyonlar İran ’ın bölgesel etkisinin Ötesinde küresel ö l çekli bir önem kazanm asına yol açm ıştır. Bu nedenledir ki, dev rim ile başlayan ve Rehineler Krizi ile tırm anan ABD -İran gergin liği İran ’ı seksenli yıllarda küresel ölçekli bir gerilim in tarafı h a li ne getirm iştir. A BD 'nin İran ’ı uluslararası alanda dışlam a ça b ala rı bu ülkeyi Şah d önem inin A BD -eksenli klasik çizgisinin dışına çıkarak SSCB, AB ve Asyalı güçlere yaklaşürm ıştır. İran ’ın Avrasya ölçeğinde sürdürdüğü yeni dış politika alam oluşturm a çabaları özellikle R afsan can i’nin pragmatik restorasyon dönem inde ağır lık kazanm ıştır. Türkiye'nin aynı dönem de 12 Eylül askeri m üdahalesinin de etkisiyle Avrupa’dan uzaklaşm ası ve hâlâ tem el küresel tehdit ola rak SSCB'yi görüyor olm ası ABD ’nin stratejik eksenine daha da d e rinlem esine yönelm esi sonucunu doğurmuştur. Bu dönem de T ü r kiye-İran ilişkileri küresel tercihlerle bölgesel denge zorunlulukla rı arasında uyum kurm a çabaları ile geçmiştir. Türkiye seksenli yıl larda küresel stratejik tercih olarak İran ’ın aksine ABD'ye yönel m esinin ortaya çıkardığı gerilim alanının Türk-İran ilişkilerine yansım ası beklenirken ekonom i-politik ve bölgesel zorunluluklar aksine bir yönelişi beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin yetm işli yılların sonunda yaşadığı yoğun ekonom ik krizden sonra b en im sediği ihracata dönük ekonom ik politikalar Ortadoğu piyasalarım Türkiye açısm dan stratejik önem i haiz alanlar haline dönüştürür ken, İran-Irak Savaşının yol açtığı bölgesel dengeler Türkiye’yi ak tif tarafsızlık politikasına yöneltm iştir. İran da Irak ile yürüttüğü savaş şartlan içinde batıdaki ikinci büyük sınırını teşkil eden Tür kiye ile olan ilişkilerinin gerilm em esine özen göstermiştir. Bu karşılıklı zorunluluklar her iki ülkenin siyasî ve bürokratik ı^1itinde ikili ilişkilerde zaten varolagelen teen ni ve ihtiyat politika
^ Stratejik D erinlik
sının sürm esini sağlamıştır. Bu dönem de özellikle ABD-merkezli olarak geliştirilen İran Azebaycam ’nın parçalanm asına yönelik se naryolara Türkiye’nin ihtiyatlı ve mesafeli bir tavır sergilem esi kü resel ve bölgesel tercihler arasında kurulmaya çalışılan dengenin bir yansım ası olarak görülmelidir. Soğuk Savaşın sona erm esi ve SSC B ’nin dağılması ile birlikte küresel tercihlerle bölgesel dengeler arasındaki rasyonel uyumun oluşturduğu istikrar yerini karşılıklı bağım lılık ile rekabetin doku duğu dinam ik bir konjunktüre bıraktı. SSCB’nin dağılm asının özellikle Kafkaslar ve Orta Asya'da yol açtığı jeopolitik boşluk alan ları Türkiye ile İran’ın hem birbirine olan ihtiyacım ve bağım lılığı nı artırdı, hem de küresel tercihlerle bölgesel dengeler arasındaki çelişkilerin yol açtığı rekabet alanlarım genişletti, ABD’nin İran ve Irak’a uygulamaya başladığı çifte-kuşatm a politikası ile Türki ye'nin yeni jeopolitik boşluk alanlarına ABD'nin stratejik ortağı olarak girme tercihi arasındaki paralellik Türk-İran İlişkilerinin rasyonel nitelikli bölgesel ve ikili ilişkiler boyutlarının küresel ter cihlerin gölgesinde kalm ası sonucunu doğurmuştur. ECO m ekanizm alarının Türk-İran ilişkilerindeki Avrasya ö lçe ğindeki karşılıklı bağımlılığı ortak çıkar alanlarına d önüştürem e mesi küresel tercihlere dayalı rekabet ilişkisinin bölgesel dengele re dayalı rasyonel/pragmatik politikaların önüne geçm esine yol açm ıştır. Bu durum doksanlı yılların ortalarından itibaren Türki ye’nin Ortadoğu politikalarında İsrail lehine ivme kazanan geliş m elerle daha da belirgin bir hal almıştır. Bu dönem de dış politika yapımı ile iç siyasal/ideolojik tercihler arasındaki belirleyicilik iliş kisinin her iki taraf nezdinde de artış gösterm esi Türk-İran ilişkile rindeki periyodik gerilim leri tırm andırm ıştır. D oksanlı yılların sonuna doğru Türk-İran ilişkilerini etkileyen küresel dengelerde yeni unsurlar devreye girmeye başlamıştır. Bu unsurlardan birincisi ABD-İran ilişkisi ile ilgilidir. İran seçim lerin de H atem i’nin kazandığı başarı ve dış politikada vermeye başlad ı ğı m esajlar İran-ABD ilişkilerindeki sert söylem in yum uşam asını beraberinde getirmiştir. İran ’ın dış politikadaki dışlanm ışlıktan kaynaklanan rahatsızlıkları ile ABD’nin özellikle Ortadoğu ve Orta Asya politikalarında İran faktörünü devre dışında tutm a çabasının ^ yol açtığı m anevra alam daralm aları ikili ilişkilerin karşılıklı ola ra V
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-F o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
yeniden değerlendirilm esi sürecini hızlandıracaktır. Bu durum doğal olarak Türk-İran ilişkilerindeki ABD faktörünün de yeni bir çerçeveye oturtm asını gerektirecektir. İkinci önem li unsur Türkiye’nin küresel tercih olarak Helsinki Zirvesi sonrasında AB ile girdiği yeni süreç ile ilgilidir. Türkiye-AB ilişkilerindeki yoğunlaşm a ister istem ez ortak dış politika yapım alanım da etkisine alacaktır. ABD'nin aksine Ortadoğu politikasın da İran faktörünü sürekli bir şekilde devrede tutan AB ile Türki ye’nin dış politika tercihlerindeki m uhtem el yakınlaşm a Avrasya anakıtasınm güney hattını batı-doğu istikam etinde kesen Türkiyeİran hattının AB açısm dan önem ine yeni unsurlar katacaktır. T ü r kiye-AB-ABD ilişkilerindeki yeni unsurlarla İran-AB-ABD arasın daki yeni unsurlar Türkiye-İran ilişkisinin Avrasya dengelerinin önem li param etrelerinden birisi haline getirmeye adaydır. Ü çün cü unsur ise Putin dönem inde tekrar Avrasya ölçekli poli tikalara yönelen ve bu çerçevede İran, Hindistan, Çin ve Japonya gibi Asya güçleri ile olan ilişkilerini geliştirmeye çalışan Rusya’nın bu param etrelerde alacağı konum la ilgilidir. Doksanlı yıllarda söz konusu olan İran-Rus yakınlaşm asının Türkiye'nin Avrasya ölçek li politikaları üzerinde yaptığı etkiler gözönüne alındığında Asya güçleri arasında artm ası m uhtem el ilişkiler Türkiye'nin İran poli tikasını da doğrudan etkileyebilecek unsurlar taşımaktadır. Küresel dengelerde söz konusu olabilecek olan ve uluslararası sistem deki dinam ik konjonktürden beslenen bütün bu gelişm eler Türk-İran ilişkilerinin bölgesel nitelikli unsurlarını da doğrudan ilgilendirm ektedir.
c.
Türk-İran İlişkilerinin Bölgesel Kanatları
Türkiye ve İran'ın çok yönlü jeopolitik yapılanm ası bu iki ülke arasındaki ilişkilerin, dolayısıyla da Türkiye'nin İran ’a dönük poli tikasının, en azından üç kanatlı olm asını gerektirm ektedir: O rta doğu, Kafkaslar ve Orta Asya. Her iki ülkenin de tem elde birer B a tı Asya ülkesi konum unda bulunm aları gerek tek tek bu bölgelere yönelik politikalarda gerekse bu bölgeler arasındaki etkileşim alanlarında her iki ülkenin de bir diğerini gözeten politikalar geliş tirm esini kaçınılm az kılmaktadır. Bu çerçevede İran'ın bu üç bölge arasında bir geçiş ülkesi ko-
I s tra te jik D erinlik
f
nnda da İran faktörünü gözönünde bulundurm asını stratejik bir zorunluluk haline getirmektedir. Herşeyden önce belirtm ek gere kir ki, dinam ik uluslararası konjonktürün bu üç bölge üzerindeki etkileri ve iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihî derinliği, Türkiyeİran ilişkilerinin sadece üçüncü taraflarla ilgili küresel tercihlerin sıradan bir uzantısı olarak değerlendirilm esini güçleştirmektedir. Bölge ötesi büyük güçlerin bu ilişkilerin belirleyici unsuru halinde tutulm ası bu tarihî birikim e de, reelpoiitik gerçekliklere de aykırı dır. Çarpıcı bir kıyas iie ortaya koymak gerekirse, şu anda geçerli olan Türkiye-İran sınırının tarihi (1639 Kasr-ı Şirin) bile ABD 'nin tarihinden (1774) ve Alman birliğinin sağlanm asından (1871) da ha eskidir. Özellikle SSCB'nin dağılm asından sonra ortaya çıkan yeni du rum Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya politikalarındaki İran ağır lığını önem li ölçüde artırmıştır. Daha önce NATO-Varşova Paktı ya da Türkiye-SSCB ilişkilerinin doğal ve statik bir boyutu gibi görü len Kafkaslardaki stratejik yapılanm a yeni dönem de küresel güç dengeleri ile Türk-Rus-İran bölgesel dengelerinin kesişim alan ın da şekillenmeye başlamıştır. Bölgeyi kuşatan önem li güçler olarak Türk-Rus-İran çapraz dengelerinin bölgede daha yerel güç niteli ğinde bulunan Gürcü-Azeri-Erm eni dengeleri ile olan karşılıklı ilişkisi bölgeyi son derece dinamik çıkar ilişkilerinin seyrettiği bir alan haline getirmiş bulunmaktadır. Benzer bir durum Orta Asya için de geçerlidir. İlgili bölüm de daha detaylı bir şekilde incelendiği gibi Orta Asya’da ortaya çıkan jeopolitik boşluk alam ABD ve AB gibi küresel güçler yanında Rus ya, Çin, Hindistan, İran, Japonya ve Pakistan gibi Asya güçlerini de devreye sokmuş bulunm aktadır. Türkiye'nin doksanlı yıllarda, seksenli yıliardakinin aksine, küresel tercihlerin bölgesel politika lar üzerindeki baskısını dengeleyem em esinin bir sonucu olarak İran faktörünü sadece rekabet odağı olm a niteliği ile değerlendire rek yürüttüğü politikalar Türkiye’nin bu bölgelerde ABD, Avrupa ve Rusya karşısındaki dış politika esnekliğini zaafa uğratmıştır. Türk-İran ilişkilerinin üçüncü kanadını oluşturan Ortadoğu bölgesi daha da hassas ve kırılgan denge unsurları barındırm akta dır. İran ’ın Türkiye’nin Ortadoğu politikasındaki ö n p m i h ir h ir io .
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi
^
riyle ilişkili farklı düzlemlerde ele alınabilir. Birincisi, Ortadoğu bölgesini kuşatan güç dengeleri içinde tarihi ve jeopolitik olarak ağırlık m erkezlerini oluşturan Türkiye-Tran-Mısır üçgeni içinde Türk-İran ilişkilerinin taşıdığı önem le ilgilidir. D aha önce de üze rinde durulduğu gibi bu ağırlık merkezlerindeki güç dengeleri Or tadoğu'nun genel stratejik yapılanm asını doğrudan belirlem ekte dir ve b u açıdan Türk-îr an ilişkileri özel bir önem taşımaktadır. Bu jeopolitik güç m erkezlerine dayalı ikinci önem li boyut bu üçgenin aynı zam anda O rtadoğu’nun Türk-Arap-Acem havzala rından oluşan ve bölgenin en tem el yerleşik etno-kültürel dağılı m ım yansıtan jeokültürel hat ile doğrudan ilgilidir. İran ve Türki ye’nin O rtadoğu’nun Arap olmayan iki büyük ülkesi olm aları bu ülkelerin ikili ilişkilerim Arap ülkeleri ile olan ilişkilerine yansıtan unsurlar taşımaktadır. Arap dünyasında İran-Irak savaşı süresince yükselen İran-karşıtı ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin yoğunlaştığı doksanlı yılların ortalarında yükselen Türkiye-karşıtı milliyetçi dalgalanm alarda M ısır'ın oynadığı rol bu açıdan dikkat çekicidir. İran böylesi bir Arap milliyetçiliği dalgalanm asına karşılık Suriye ile ilişkilerine ağırlık vererek kapsamlı bir blokaj ile karşılaşm am a ya özen gösterirken, Türkiye özellikle Ürdün’e dönük politikala rında benzer bir tavrı sürdürmeye çalışmıştır. Türk-İran ilişkilerinin bölge-içi dengeleri etkileyen üçüncü b o yutu Ortadoğu bölgesinin bereketli kuzey hilal hattını oluşturan M ezopotam ya-Basra hattı ile ilgilidir. O sm anlı-lran dengelerinin de şekillendiği bu hat üzerinde bulunan Irak'ın mezhep ve etnik nitelikleri itibarıyla taşıdığı iç çelişkiler ve Soğuk Savaş sonrası d ö n em de Irak-eksenli yaşanan bunalım Türk-İran ilişkilerini gerek bu hattın jeopolitik geleceği, gerekse Irak’m siyasi geleceği açısın dan Önemli bir faktör haline getirmiş bulunmaktadır. D ünyanın en zengin petrol rezervlerim de barındıran bu hat üzerindeki kü resel ve bölgesel rekabetin en hassas dengelerinden birini Türki ye-İran ilişkileri oluşturmaktadır. İki ülke arasındaki ilişkilerin Soğuk Savaş sonrası dönem de ge rek karşılıklı bağım lılık gerekse rekabet özellikleri ile hassas bir n i telik kazanm asına sebep olan dördüncü boyut Kafkaslar ile OrtaHr>on hnlapleri arasındaki iç bağımlılık ilişkisinin artışıdır. Bu iç ^
Stratejik D erinlik
bağımlılık Hazar'ın güneyinden Doğu Karadeniz’e kadar uzanan ve M ezopotam ya-Basra hattının kuzeyini oluşturan Türk-İran e t kileşim kuşağım önem li bir stratejik geçiş alam haline getirmiş b u lunmaktadır. Bu durum bu kuşak ile M ezopotam ya-Basra hattının kesişim alanına Batı Asya dengelerinin stratejik kilidi niteliği ka zandırmıştır. Bu da Türk-İran ilişkilerinin b elirleyici etkisini önem li Ölçüde artırmıştır. Bu boyutlara göre daha dolaylı bir nitelik taşıyan b ir diğer b o yut ise İran’ın Basra Körfezi’nın bütün doğu yakasım oluşturan bir ülke olarak aynı zam anda bir Güney Asya ülkesi niteliği taşım ası dır. İran'ın dünyanın en önem li enerji üretim ve aktarım m erkez lerinin başında gelen Basra Körfezi’nde sahip olduğu özel konum gelecekte küresel ve bölgesel dengeler arasındaki etkileşim i artıra bilecek ve Türkiye'nin Ortadoğu politikasını etkileyebilecek özel likler taşımaktadır. Bu çerçevede bir başka önem li husus da Basra Körfezi ile Doğu Akdeniz’in Türkiye'nin ilgi alanına giren deniz havzaları olarak ta şıdıkları karşılıklı etkileşim potansiyelidir. Basra Körfezi tem elde bölgesel dengeler açısından bir Îran-Arap dengesini kendi içinde barındırırken, Doğu Akdeniz havzası bir Türk-Arap-İsrail ilişki havzası niteliği taşımaktadır. Türk-İran ilişkilerinin seyri bu iki havza arasındaki etkileşim i de, bu havzalar arasındaki dengeleri de doğrudan etkileyebilecek nitelikler taşımaktadır. Türkiye'nin Körfez bölgesindeki küçük Arap şeyhlikleri üzerindeki etkisi ile, İran’ın Lübnan üzerindeki etkisi de karşılıklı ilişkilerin çapraz yön lerini ortaya çıkarabilecek unsurlar haizdir. Bütün bu boyutlar ortaya koymaktadır ki, Türk-İran ilişkileri Ortadoğu dengelerinin en tem el belirleyici faktörlerinden birisi dir. Türk-İran ilişkilerinin diğer iki önem li kanadı olan Kafkaslar ve Orta Asya dengelerinin Ortadoğu ile oluşturduğu etkileşim havza ları bu belirleyiciliği daha da artırm ış bulunmaktadır. Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya gibi bölgesel kanatlarla ilgili politikaların genel Asya politikası çerçevesinde dengeli ve koord in elibir şekilde yürütülm esi Türk-İran ilişkilerinin tem elini oluşturmaktadır. Böy lesi kapsam lı ve koordineli bir yaklaşım Türkiye'nin yakın kara, y a kın deniz ve yakın kıta havzası politikaları açısm dan da büyük bir önem taşım aktadır.
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
6 . Küresel ve Bölgesel Dengeler Açısından ”Kürt Meselesi”,
Kuzey Irak ve Türkiye D aha Önce çok kötü örülmüş bir duvara benzettiğim iz O rtado ğu'daki uluslararası sınırlar ile reel unsurlar arasındaki pergelin bugün en fazla açılan ucu Irak ve Filistin’dedir. Belirsizlik içindeki bu iki bölge arasındaki eş-zam anlı oluşum ların arkaplam nda da bu gerçek yatmaktadır. Irak ve Irak’taki belirsizliğe bağlı olarak git tikçe uluslararası bir nitelik arzeden "Kürt M eselesi" de bu açıdan soğukkanlı bir şekilde değerlendirilm ek zorundadır. Uluslararası hukuk söylem inde cari sınırların korunm asını Öne çıkarm akla birlikte reeİpolitikte de facto etkinlik alanları oluştur m aya çalışan büyük güçlerin sınır kavramım aşan çıkar tanım la m aları çerçevesinde "Kürt M eselesi”ne bakışlarının jeopolitik, je oekonom ik ve jeoetnik/jeokültürel tem ellerini soğukkanlı bir şe kilde belirlem eden geleceğe yönelik sağlıklı projeksiyonlar yapa bilm ek çok güçtür. "Kürt M eselesi”nin Soğuk Savaşın son d ö n e m inde tırm anış gösterm esi de bu açıdan son derece ilginç bir b o yut ihtiva etmektedir.
a.
“Kürt Meselesi”nin Jeopolitik, Jeoekonomik ve Jeoetnik/Jeokültürel Arkaplanı
Kürt nüfusun yayıldığı coğrafyayı gözönüne aldığımızda “Kürt M eseiesi’’nin küresel ve bölgesel dengelerde taşıdığı önem i ve böl ge içinde bir belirsizlik unsuru haline dönüştürülm esinin arkaplamndaki tem ei sebebi anlam ak da kolaylaşır. Bu coğrafya, kendi içinde jeop olitik bir bütünlük oluşturm ası güç bir geçiş alanını oluşturmaktadır. Ortadoğu ve Avrasya’nın en Önemli geçiş alanla rından birini oluşturan bu coğrafya bu yönüyle küresel ve bölgesel rekabetlerin çekim alam haline gelirken, jeopolitik bir iç bütünlük oluşturam am ası dolayısıyla da istikrarsızlık kaynağı olmaktadır. Bölgenin bir geçiş alanı niteliği taşım asını sağlayan ve “Kürt M eselesi”nin jeopolitik arkaplanm ı oluşturan ikisi kıtasal, diğerle ri daha bölgesel dört ana nitelikten bahsedilebilir. Birincisi, bölge nin Avrasya anakıtasınm doğu-batı ekseninde Hazar Denizinin güneyinden geçen kıtasal bağlantının en kritik geçiş hattı üzerin de bulunm asıdır. İkincisi ise kuzey-güney ekseninde Avrasya step lerini güney denizlerine bağlayan dört önem li geçiş kuşağının biri olan Kafkasları (diğerleri Balkanlar, Afganistan/Hayber ve Ti
S tratejik D erinlik
bet/Hind-i Çin) bir hat ile Basra Körfezi’ne, bir diğer hat ile Doğu Akdeniz’e bağlayan jeopolitik bağlantı hattının da bu bölge üze rinde olmasıdır. D aha bölgesel nitelikli bağlantılar açısm dan ele alındığında da, üçüncü olarak bu bölge Iç Anadolu havzasını bir taraftan M ezopo tam ya havzasına, diğer taraftan İran üzerinden Asya derinliklerine bağlam aktadır ki Türkiye açısından bu bağlantı son d erece büyük bir önem arzetmektedir. Dördüncü olarak Karadeniz-Hazar-Basra-Doğu Akdeniz deniz bağlantısının karasal merkezi de “Kürt M e s e le s in in jeopolitik arkaplanının önemli özellikleri arasındadır. Bu jeopolitik arkaplandır ki, başta ABD olm ak üzere önem li Avru pa güçlerini ve Rusya’yı meselenin içine doğru çekm ekte ve Avras ya üzerindeki jeopolitik rekabet kaçınılmaz bir şekilde bölgeye yansımaktadır. G eçiş bölgesi açısından bu derece önem li bir konum a sahip olan bu coğrafyanın bir iç jeopolitik bütünlük oluşturam am asım n en önem li sebebi doğrudan bir deniz bağlantısının olmayışıdır. Bu da bu coğrafyanın deniz bağlantısı olan bir bölge ülkesi ile b ü tü n leşm esini kaçınılm az kılmaktadır. Küresel ölçekli büyük bir gücün güvenlik garantisi bile bu coğrafyanın bağımsız bir jeopolitik alan oluşturm ası için yeterli olamaz. Bunun farkında olan büyük güçler de bölgesel güçler ile olan ilişkilerinde bu olguyu önem li bir p ara m etre olarak gündemde tutmaktadır. “Kürt M e s e le s in in jeoekonomik arkaplamnda ise bu je o p o li tik yapm m kaçınılm az olarak kurduğu petrol-su-petrol dengesi yatmaktadır. Kafkasya ve Hazar petrollerini M ezopotam ya su havzası üzerinden Körfez petrol kaynaklarına bağlayan jeo ek o n o mik h at bölgeyi uluslararası rekabetin odak noktasına çeken diğer ö nem li bir unsurdur. Türkiye'nin GAP projesi ile bu jeo ek o n o m ik h attın m erkezinde yeni bir kaynak-güç ilişkisi kurm aya b aşlam a sı diğer güçlerin bu meseleye yönelik ilgilerim artırm ış ve belki de PKK terörü nü tırm andıran bölge-dışı tahriklerin b ir tür gerekçesi olmuştur. ’ D aha geniş ölçekli Ortadoğu Meselesini daha dar ölçekli Kürt M eselesi haline dönüştürme çabalarının arkasında da bu jeo ek o nom ik altyapı vardır. Orta Asya'dan Akdeniz, Avrupa ve Hint Okya nusuna uzanan enerji kaynaklarının aktarım hatlarının oluşturdu
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tra te jik D e n g e le rin Kilidi
ğu yeni reel coğrafya da cari sınırları aşan bölgesel inisiyatif alan larının devreye sokulm asına yol açmaktadır. “Kürt M eselesi”nin jeokültürel/jeoetnik tem elinde de Kürt nü fusun O rtadoğu'nun diğer üç önem li yerleşik unsuru olan Türk, Arap ve Acem nüfusun etkinlik alanlarına yayılmış olm ası yatm ak tadır. Bu sebepled ir ki bu üç tem el unsur ile ilişkili politika gelişti ren h er büyük güç Kürtleri şu ya da bu şekilde stratejik denklem in bir yerinde kullanm aya çalışmaktadır. Yetmişli yıllarda Sovyet yan lısı B aas rejim i karşısında baba Barzani liderliğinde bir Irak m ese lesi haline dönüşen Kürt Meselesi, İran Devrim inden sonra bir İran m eselesi haline getirilmiştir. Soğuk Savaşın sona erm e süreci n in getirdiği dengelerde Türkiye’nin Asya derinliğini tehdit eden PKK terörü ile bir Türkiye m eselesi haline getirilen Kürt Meselesi, Körfez Savaşm a koşut bir tarzda da oğul Barzani öncülüğünde bir Irak m eselesi olm a niteliğini sürdürmüştür. Önüm üzdeki dönem de de bu jeo etn ik yapılanm a her türlü is tism ara açık bir görünüm arzetmektedir. Gerek Türk, Arap ve İran devletleri içinde, gerekse bu devletler arasında vuku bulacak ihti lafların körüklenm esinde büyük güçlerce her an kullanılma tehli kesi içinde olan Kürt nüfus bu stratejik oyunun sürekli mağduru haline gelmektedir. Bölgedeki aşiret yapısının doğurduğu asabiyet bu jeo etn ik par çalanm ayı daha da mikro düzeylere indirgem ekte ve istism ara açık yapışım tahrik etmektedir. Son on yıl içinde Kuzey Irak ve Af ganistan'da yaşananlar m ikro-etnik bölünm enin sonuçlarını orta ya koyması bakım ından dikkat çekicidir. Özellikle aşiret kültürü nün oluşturduğu siyasî birlikler arasında îbn H aldun'un asabiyet teorisini teyid eder şekilde süren katı rekabet unsurları bütün ta rafların gücünü uzun dönem de törpüleyen bir kısır döngü oluş turmaktadır. D ıştan bir gözlem cinin h em en farkedebildiği bu kısır döngü olgusu, döngü içinde bulunan taraflar tarafından yeterince kavranam adığı için kısa dönem li başarılar nihai zaferin habercisi olarak yorum lanm akta ve bu psikoloji içinde gerçekleştirilen kar şılıklı ham leler her yeni döngüde daha yıkıcı tesirler yapmaktadır. Bu tür asabiyet tem elli güç rekabetlerinde rasyonel bir b u n a lım çözü cü m ekanizm anın devreye girerek taraflarca m eşru ve
■ -—
I Stratejik D erinlik
laflar ile başlayan farklılaşm aları dahi büyük ölçekli silahlı çatış m alara dönüştürebilm ektedir. Grupların iç dinam iklerinin baskı sı her türlü rasyonel çözüm arayışlarım engellem ektedir. Başka bir deyişle, grup prestiji ve onuru akla baskın çıkm aktadır..Böyle si bir psikolojik savaş atm osferinde yokolm ak uzlaşm aktan daha uygun bir alternatif haline gelm ektedir. Kan davalarının aileler arasında yol açtığı küçük ölçekli çatışm alar ile iç savaşın tarafları arasındaki büyük ölçekli çatışm alar arasında gerek psikolojik alt yapı gerekse m antık silsilesi açısınd an hem en h em en h iç bir fark yoktur. Karşı tarafa son darbeyi vuran yeni bir karşı darbe y em e nin tedirginliğini yaşam akta, darbe yiyen ise sözde onurunu k ur tarm ak uğruna m ukabil darbe için en uygun konjonktürü ve fırsa tı kollamaktadır. Böylece im kanları değerlendirm e sanatı olan diplomasi yerine öldürücü darbe vurm aya yönelen askerî fırsatçı lık devreye girmektedir. Tarafların bu psikolojisini yakından bilen ve takip eden dış akterler, bu çatışm anın sürm esinin kendilerine sağladığı m üdahale avantajının sürm esi için çoğu zam an bunalım çözü cü bir rol ü st lenm ekteyse nihai galibin olm adığı bir denge halinin sürm esini tercih etm ektedirler. Bu da gerilem ekte olan tarafa sağlanan lo jis tik destek ile gerçekleştirilin ektedir. Satranç oyununda taşların kim liklerinden çok oyun içinde oynayabilecekleri rol önem ta şı maktadır. B ütün bu oyun içinde en çok kaybeden de kısır döngü de daha hızlı döndükçe zafere yaklaştığı vehm ine kapılan, am a her dönüşte daha fazla enerji ve kaynak kaybeden bölge halkları olmaktadır. Bu jeo etn ik yapılanm a ile jeoekon om ik kaynak alanları arasın daki etkileşim O rtadoğu'nun geleceği ile ilgili projeksiyonlarda ye ni bunalım senaryolarının kaynağım teşkil etmektedir. Bu tesbit üzerinde yoğunlaşan geleceğe yönelik projeksiyon 20. yüzyılın ikinci yarısında Filistin-eksenli Arap-İsrail gerilimi ile özdeşleşen Ortadoğu m eselesinin 21. yüzyılın İlk yarısında su ve Kürt MeseİĞsi üzerinde yoğunlaşan bir Türk-Arap-İran gerginliğine d önüşm e sidir. Soğuk Savaş sonrası tehdit senaryoları içinde ele alınan gü ney faktörü ve zam anla bölgesel bunalım analizlerinin m erkezine oturtulan su m eselesi, Filistin ve petrol eksenli Ortadoğu problem atiğinin kadem eli bir şekilde Hepismpcino
O rta d o ğ u : K ü resel B k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
ce Önemli Ölçüde Filistin-petrol denklem ine oturtulan Ortadoğu m eselesi son on yıl içinde Kürt-su denklem ine dönüştürülm eye çalışılm ış ve bunda da önem li bir m esafe alınmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönem de Filistin, Irak ve Kürt m eselele rindeki eş-zam anlılık (senkronizasyon) bu açıdan dikkat çekici boyutlardadır. Körfez Savaşını takip eden doksanlı yıllarda O rta doğu'nun barış bölgesinin, daha önceki dönem lerin aksine, Pilistin-Ü rdün eksenine, savaş ve bunalım bölgesinin ise Irak-Körfez eksenine kaymış olması, bu yeni projeksiyonun taşıdığı anlam a çı sm dan özel bir Öneme sahiptir. Yeni bunalım odağının Irak’a kaymış olm ası son derece Önem lidir, çünkü Irak Ortadoğu'daki otantik M üslüm an toplulukların, bütün çelişkilerini barındıran bir özelliğe sahiptir, Bir taraftan Türkm en-Kürt-Arap-Acem etnik unsurlarını, diğer taraftan da Sünni-Şii m ezhep unsurlarım barındıran ve bu unsurları kendi iç bölgesel dengelerine yansıtan Irak, O rtadoğu'nun jeopolitik, je o kültürel ve jeoekonom ik kilidi konum una gelmiştir. Seksenli yıllara damgasını vuran İran-Irak Savaşı süresince İran ’la, doksanlı yılların başında giriştiği Kuveyt m acerası ile h e m en h em en bütün büyük Arap ülkeleriyle çatışan ve bu çatışm a lar esnasında tırm anan PKK terörü ve Kuzey Irak dengeleri dolayı sıyla Türkiye ile sürekli bölgesel gerilim ler yaşayan ve bu bölgesel gerilim ler! uluslararası güçlere verdiği m anipülasyon im kanları ile daha da derinleştiren Saddam yönetim i bu projeksiyonların Önü nü açan bir m anivela rolü oynamaktadır. D oksanlı yıllar boyunca O rtadoğu’daki askerî hareketlilik ve risk İsrail ve Filistin sınır boy larında deği!, Irak sınır boylarında ve M ezapotom ya-Körfez derin liğinde olmuştur. Kuzey Irak’taki etnik-tem elli gerilim ile güney Irak’taki m ezhep-tem elli gerilim in eş-zam anlı tırm anışlar göster m esi bunun önem li bir göstergesidir. 1999 yılında Kuzey Irak'ta ye ni oluşum lara yönelindiği bir dönem de Şii ulem adan Ayetullah Sad r’m öldürülm esi de gözönüne alındığında Irak’m bu projeksi yonların öngördüğü gerilim alanları açısm dan taşıdığı önem bir kez daha anlaşılır. Ortadoğu’nun yakın geleceği ile ilgili bölgesel barışı tehdit ede b ilecek en geniş kapsamlı tehlike Türk, Acem, Arap ve Kürt unsur-------- ^ ^ î t û i î v ı ; u\r ratısm anın çıkartılm ası ve sürekli
| Stratejik D erinlik
problem kaynağı olan bir kangren haline dönüştürülmesidir. Sek senli yıllarda İran-Irak Savaş] esnasında sürdürdüğü dengeli poli tika ile böylesi bir kangrenleşm e tem ayülüne set çeken Türkiye, PKK terörünün devre dışı kalm asından sonra da bölgeyi kuşatıcı barış inisiyatiflerine öncülük etmelidir. İran-Irak Savaşı ve Körfez Savaşı ile tırm anan PKK terörü açık ça göstermiştir ki, bölgesel barışı tem in etm eden iç barışı sağla mak da zordur. Türkiye’nin O sm anh'nın bölge politikası ile ilgili tecrübelerinden çıkaracağı Önemli dersler vardır. Ortak tarihî te c rübe dolayısıyla "Kürt M eselesi"ne yönelik en kalıcı, soğukkanlı ve kuşatıcı politika da Türkiye’den beklenebilir. Türkiye bu jeoekonom ik, jeopolitik ve jeo etn ik unsurları da gözöııünde bulundurarak en azından bin yıllık bir tarihi ortak olarak şekillendirdiği farklı kökenden gelen bütün unsurları barıştıran ve kuşatan bir kültürel açılım sağlamalıdır. Abdullah Ö calan’m yaka lanm ası büyük güçler açısm dan yeni bir stratejik oyunun b aşla masından başka bir şey değildir. Türkiye, ne kendi bölgesel çıkar larının ne de bölge insanın bölge-dışı güçlerce istism ar edilm esi ne izin verecek bir stratejik basiret gösterm ek zorundadır,
b. Küresel Aktörler, Belirsizlik Alanları ve “Kürt Meselesi” Artık kronikleşen iki belirsizlik alanı olan Filistin ve Irak'm siya sı egemenlik alam ıîe ilgili net düzenlem ler yapılmaksızın Ortado ğu’da cari uluslararası hukuk sınırları ile defacto durum arasındaki gerilimin giderilmesi mümkün değildir. Kuzey Irak ve “Kürt M ese lesi” bu eksende gerek bölgesel gerekse Irak-merkezli olarak prob lemlerin odağında yer almaktadır. Bölgesel dengeler ve olayların gelişimindeki zam anlam a açısından bakıldığında önümüzdeki d ö nem de Ortadoğu’da artık kronikleşen iki belirsizlik alanının n etleş mesi gündeme kaçınılmaz olarak gelecektir. Bunlardan birincisi 2000 yılının Eylül ayında nihaî statüye kavuşması planlanan Filis tin'in yeni niteliğinin ne olacağı meselesi, diğeri de egemenlik ala nı ile bölünm üşlük arasında hassas bir dengede gidip gelen Irak'm statüsü ile birlikte güney ve kuzey Irak'ta bu belirsizlik dönem inde ortaya çıkan statüsüz yapıların geleceğinin netleşm esi. Körfez Savaşı sonrasında Saddam 'ı iktidardan indirerek Irak’m uluslararası hukuk ile tanım lanm ış sınırları içinde yeni bir rejim ( oluşturam ayan ABD Önderliğindeki sistem ik oüripr Tv-ı,'^
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
nü, sınırlarına dokunmaksızm budam a yolunu tercih etm işler ve 36. paralelin kuzeyi ile 32. paralelin güneyinde defacto bir durum ortaya çıkarmışlardır. Böylece Irak'm hukukî gücü ile fiilî gücü ara sında bir fark doğmuş ve Saddam 'ın tam am ıyla kınlam ayan siyasî ve askerî gücü BM kararlan ile bu iki paralel arasında sınıflandırıl maya çalışılmıştır. Böylesi bir statüko ABD stratejisi açısm dan Saddam sız am a uluslararası hukukun öngördüğü sınırlar içinde bütünlüğünü ko rumuş bir Irak alternatifinden daha uygun gelmiştir, çünkü BM sistem in ce dışlanm ış ve gücü kırılmış Saddamlı bir Irak ABD ’nin bölgedeki m anevra alanını genişletm ekte ve m eşruiyet kazanm ış m üdahale im kanlarını artırmaktadır. Çekiç Güç ve diğer Amerikan stratejik askerî birliklerinin bölgede konuşlandırılm asını meşru kilan bu statüko, bölgede yeni bir otorite oluşturm ak isteyen Kürt gruplara yakılan yeşil ışık ile desteklenm işse de son beş yıl içinde Kuzey Irak'm uluslararası hukuk açjsm d an anlam kazanam ayan durumu süregelmiştir. Türkiye, İran ve Suriye'nin bölgesel h esap lan da devreye girdiğinde ittifakların anlık güç kaym alarına göre şekillendiği tipik bir küçük ölçekli güç dengesi yapılanm ası ortaya çıkm ış ve statükonun belirsiz bir şekilde sürm esini sağlamıştır. A BD ’nin gerek Kuzey Irak’taki belirsizlik ve iç çekişm elerde, ge rekse Irak’ı fiilen üçe bölen statükodaki uzun dönem li stratejik h e sabı ve prensibi açıktır: Bölgeyi m üm kün olduğunca daha küçük ölçekli birim lere indirerek bölgesel güç tem erküzü gerçekleştirebi lecek ülkelerin sayısını azaltm ak ve bu küçük Ölçekli birim lerin iç çekişm e ve İttifaklarım kullanarak müdahil pozisyonunu sürdüre bilmek. Bu stratejik hesabın arkasında da küresel güç m erkezleri karşısındaki arbiter (arabulucu/denge sağlayıcı) konum unu m u hafaza ederek küresel sistem in Atlantik eksenine dayalı özelliğinin sarsılm asının önüne geçm e hesabı vardır. O rtadoğu’da etki gücü azalm ış bir Am erika'nın Avrupa ve Doğu Asya karşısındaki güç p o zisyonu büyük bir zaaf gösterir. Ortadoğu’nun daha küçük ölçekli güç m erkezlerine ayrılması İsrail’in stratejik hesap lan ile de tam bir uyum arzetmektedir. Kuzey lrak'taki Kürt gruplar bu konjonktürün kendilerine bir devlet kurm a şansı tanıyabileceği konusunda sürekli bir beklenti * • ' ■ — ı — i_ ı— 1:„ T o lrıK a n i'n in h îrh irlp rin i kol
I S tra te jik D erin lik
layan tutum larının bu beklentinin net bir şekilde masaya konul m asını sürekli geciktirmiş olması., gerek böylesi bir devlet oluşu m u konusunda özellikle Türkiye’yi ikna etm ekte güçlük çeken ABD y önetim in i ve gerekse de böylesi bir devletin doğuracağı stra tejik sakıncaları hisseden Türkiye, İran ve Suriye’nin rahatsızlıkla rım donduran bir statü doğurmuştur. Bu hedef için bölge-ötesi güçler olarak ABD ve İngiltere'ye, bölgesel güçler olarak da kimi zam an Türkiye'ye, kimi zam an da İran ’a yakınlaşan, değişken ve esnek bir politika takip eden Kürt gruplar, ABD ve Avrupa’nın kü resel h esap lan ile Türkiye, İran ve Suriye’nin bölgesel hesaplarının kesişim alanlarında kendilerine bir hayat alam açm aya çalışm ış lardır. B arzani’nin tekrar Saddam ’a yakınlaşan son politika değişi mi, böylesi bir hayat alanının en iyim ser ihtim alle bile özerklik ö tesin e geçem eyeceğini gördüğü anda gerçekleşmiştir. İran destekli Talabani karşısındaki konum unun zayıflam akta olduğunu gören Barzani, çok yönlü hesapların kesiştiği bir ortam da doğan belirsiz bir statükonun sağlayabileceği garantisiz gelecek hesapları yapm aktansa, daha önce denenm iş olduğu için uygula nabilir gördüğü realist bir hedefe doğru kaymıştır. Türkiye’nin ter cihinin de Irak’m bütünlüğünü korum ası yönünde değişm ekte o l duğunu gören Barzani, ulaşabileceği en iyi hedef olarak gördüğü kapsam lı bir özerkliğin ancak ve ancak Irak bünyesinde gerçekle şebileceğini farkederek konjonktürel olarak kimi zam an satrancın Irak ayağına kayma temayülü göstermiştir. ABD ve İngiltere'nin Irak üzerindeki askerî baskılarım periyo dik bir ritim ile sürdürmesi, Irak’ta kontrollü gerginlik politikaları ile bugüne kadar süregelen belirsizliğin genelde Ortadoğu, özelde Filistin ile ilgili bağlantılı bir şekilde doğurabileceği sonuçlarla doğrudan ilgilidir. Kürt M eselesini bu eksende tem elde Irak prob lem inin bir unsuru olarak gören ABD en azından m eselenin bu safhasında Kürt M eselesini tem elde Türkiye ile ilişkilerdeki p rob lem alanlarından biri olarak gören Avrupa’dan farklılaşmaktadır. ABD ile Avrupa’nın Kürt M eselesine bakıştaki farkı özetle vurgula m ak gerekirse, ABD Kürt M eselesini ilk safhada tem elde Irak p ro b lem inin bir parçası olarak görürken, Avrupa aynı m eseleyi tem el de Türkiye m eselesi olarak görmektedir. Kürt M eselesinin Irak sı nırları içinde ele alınm ası Avrıma’mn TıîrVnm cimri on innHû
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o ü tik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
^
alınm ası da ABD’nin bu meseledeki -çıkarlarını bütünüyle tan ım layanı amaktadır. Türkiye ise her iki tavırdan da ciddi bir tedirginlik hissetm eyi sürdürmektedir. Avrupa'nın Kürt M eselesini Türkiye'nin AB m üra caatının bir unsuru yapma yanında başta Yunanistan ve Almanya olm ak üzere Avrupa ülkeleri ile yürütülen ikili ilişkileri de etkile yen bir tem el problem alanı olarak görmesi Türkiye'de hem en ve doğrudan tepkiler doğurmaktadır. A BD 'nin Kürt M eselesini Irak ekseninde çözm eye yönelm esi ise ilk raundda doğrudan bir ça tış ma doğurmuyor görünse de, ikinci raundda Kuzey Irak'taki oluşu m u n Türkiye için d e yapacağı etkiler dolayısıyla Türkiye'nin A BD 'nin tavrına da şüphe ile yaklaşm asına yol açm aktadır. Ö zel likle ABD ’nin Kuzey Iraklı liderleri Türkiye’yi bilgilendirm eksizin VVashington'da biraraya getirm esi bu konuda kuşkuları daha da artırmıştır. G elişm elerin kesişim noktası da işte tam bu çerçevede ortaya çıkıyor gözükmektedir. Türkiye'nin, gerek incirlik üssünün Irak’a karşı yoğun şekilde kullanılm asının doğurduğu rahatsızlık, gerek se Kuzey Irak İle ilgili girişimlerin sonuçları konusunda duyduğu kaygılarla, haklı olarak Irak politikasında bir denge arayışına yö nelm esi ve Tarık Aziz'i Ankara'da misafir etm esi Abdullah Öcalan'ın yakalanm asında etkili olmuştur. Abdullah Ö ca la n in Türki ye’ye getirilm esi süreci bilinm em ekteyse de gerek Y unanistan’ın ikna edilm esinde gerekse Kenya O perasyonunun yürütülm esinde ABD ’nin dolaylı ya da doğrudan bir etkide bulunm uş olm ası çok yüksek bir İhtimaldir. ABD’nin bu konudaki desteğinin Irak ve Fi listin m eselelerindeki belirsizliklerin çözülm esine kadar sürmesi de muhtem eldir. ABD bu yolla Türkiye’ye şu m esajı verm iştir: Abdullah Öcala n ’m yakalanm ası ile artık Türkiye içindeki Kürt M eselesi kendi iç alanına ve Türkiye’nin tam denetim ine çekilm iş bulunm aktadır; dolayısıyla da Irak’m statüsünün ve Kuzey Irak'taki gelişm elerin Türkiye'yi tedirgin eden yönleri asgariye inmiştir. ABD, böylece Kuzey Irak’taki gelişm eleri kendi iç bütünlüğünün bir parçası ola rak gören Türkiye’nin kaygılarının bittiğini düşünm ekte; dolayısıy la da Türkiye’yi Irak ile işbirliğine sevketm esi m uhtem el saiklerin ■
< ı
HnrrHrmfikteâir. ABD Irak’la ilgili bundan ^
^ S tra te jik D erin lik
sonraki ham lelerde Türkiye’nin daha esnek bir tavra yöneleceği kanaatini beslem ektedir. Avrupa ise Türkiye-AB ilişkileri ile Kürt M eselesi arasında kur duğu doğrudan bağlantının Kürt m eselesini aslında bir Avrupa m eselesi haline getirdiğini görmekte ve Irak konusunda ulaşılacak herhangi bir çözüm ün, bu m eselenin Avrupa ayağındaki sıkmtılan giderm eyeceğini farketmektedir. Genelde Avrupa, özelde Yuna nistan Ö calan’m yakalanm a sürecinde diplomatik açıdan çok k ö tü bir im tihan vermiştir. Özellikle Türkiye karşısında PKK kartını kullanan Yunanistan’ın düştüğü açmaz, problemli alanlarda doğ rudan diplom atik araçlarla dolaylı operatıf araçlar arasında denge kuram am anın ne tür sonuçlar doğurabileceğinin en çarpıcı m isal lerinden biri olmuştur. Abdullah Ö calan'ın yakalanması ile ne Ortadoğu denklem i ç ö zülmüş ne de Türkiye’nin bölge ile ilişkilerinden kaynaklanan sat ranç oyununun ham leleri sona ermiştir. Çok daha dikkatle yürü tülm esi gereken yeni ve belki de riski daha yüksek bir oyun başla maktadır. PKK konusunda Türkiye’ye destek verdiğim her fırsatta deklare eden ABD bundan sonra Ortadoğu'ya yönelik h am lelerin de Türkiye'nin kendi tercihlerine yakın bir politika b en im sem esi ni talep edecektir. Bu taleplerin özellikle Irak ve Filistin'deki belir sizliklerin sona erdirilmesine doğru daha da yoğunlaşacağı unu tulmamalıdır. Öte yandan terörist bir örgütle aynı safa düşm em e kaygısıyla Türkiye’ye yönelik baskılarda dikkatli davranmak zo runda kalan Avrupa ülkeleri de aslında Abdullah Ö calan'ın yaka lanm ası ile Önemli bir ayakbağından kurtulmanın verdiği rahatlık içinde taleplerini artıracaktır. Helsinki Zirvesinden sonra bu bakış açısı daha da perçinlenm iş ve özellikle Kopenhag Kriterleri çe rçe vesinde Ortadoğu kapsamlı Kürt Meselesinin Avrupa'da bir Türki ye m eselesi olarak görülme temayülü güçlenmiştir.
c. İç Siyasî Kültür ve Bölgesel Etkinlik O rtadoğu’daki küresel ve bölgesel dengelerin odağında bulu nan ve her türlü istism ara açık bir nitelik arzeden "Kürt M eselesi” Türkiye’yi gerek dış politika ve bölgesel stratejik planlam a, gerek se iç bütünlük ve s o syo-kültürel ve sosyo-politik entegrasyon açı sm dan doğrudan ilgilendirmektedir. Bu meselenin taşıdığı jeo p o -
O rta d o ğ u : K üresel Ek on om i--Poli tik v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi
çok boyutlu bir karakter arzetmektedir. Ö calan'ın yakalanm ası bu boyu tların daha soğukkanlı d eğ erlen d irilebilm esi açısm d an önem li bir fırsat olarak görülmelidir. Türkiye'de m esele ya PKK ve terör eksenli olarak bir siyasî gü venlik problem i ya da ekonom ik gerilik eksenli olarak bir “Doğu M eselesi” olarak görülmüştür. Bu iki husus da m eselenin Önemli boyutlarım ihtiva etm ekteyse de uzun dönem li ve kalıcı bir çözüm için bizatihi yeterli değildir. Abdullah Ö calan’ın yakalanm ası ile PKK’m n Türkiye sınırları içinde gerçekleştirdiği terör tehdidinin tam am en yok edilm esi durum unda bile, Irak’taki belirsizlik ve Ku zey Irak’ta her an karakter değiştirebilecek siyasî statü varoldukça “Kürt M e s e le s in in Türkiye'nin ve bölgenin gündem inden d üşm e sini beklem ek çok güçtür. Aksine, belki de Abdullah Ö calan’ın yakalanm ası “Terör M ese l e s in i n devre dışı kalmasıyla “Kürt M e se le sin in daha açık ve doğrudan bir şekilde ifade edilm esi sonucunu doğurabilir. Bu d u rum özellikle Kuzey Irak’taki düzenlem eler konusunda Türki ye'nin terör rezervini sürekli bir Dem okles kılıcı gibi üzerinde h is sed en Amerikan diplom asisi için geçerlidir. Abdullah Ö calan ’ın yakalanm asından sonra Incirlik’ten Kuzey Irak’a yönelik operas yonların neredeyse rutin bir nitelik kazanm ası ve bütün ikazlara rağm en Kerkük-Yumurtalık boru hattına yönelm iş olm ası dikkat çekicidir. Öte yandan, bölgenin ekonom ik kalkınm asının m eseleyi uzun dönem de çözebileceği kanaati de, doğru unsurlar ihtiva etm ekle birlikte, sonucu belirsiz bir iyimserliği kendi içinde barındırm ak tadır. Ekonom ik kalkınm anın getirdiği ilişkiler ağının kim i zam an bu tür gerilim alanlarım daha da tırm andırdığı yönünde önem li alan çalışm aları mevcuttur. Yugoslavya’nın parçalanm asının ülke nin en gelişm iş ekonom ik altyapısına sahip olan Slovenya’dan başlam ası, SSC B ’den kopan ilk devletlerin yine göreceli olarak çok daha iyi bir ekonom ik altyapıya sahip olan Baltık ülkeleri olm ası dikkat çekicidir. Tarihî tecrübelerim izden de biliyoruz ki, 19. yüzyıldaki en kap sam lı bölgesel ekonom ik kalkınm a projelerini Tuna ve Bağdat vi layetlerinde uygulayan Osm aniı Devleti, her iki vilayetini de, iç ge rilim alanlarını istism ar edebilen dış konjonktür etkisiyle kaybet-
Stratejik D erinlik
iniştir. Ayrıca, ekonom ik olarak bugünle kıyaslanam ayacak şekilde geri olan bölge halkının T. Dünya Savaşında Rus destekli Erm eni hareketine karşı Osm aniı Devleti ile, Kurtuluş Savaşında, da batılı güçlerce desteklenen Yunan istilacılarına karşı Anadolu hüküm eti ile kader birliği yapmış olm aları da aidiyet hissi ile ekonom ik kal kınm a arasında m utlak bir bağım lılık ilişkisi olm ayabileceğini or taya koymaktadır. Bugün daha iyi durumda olan bölge halkının problem lerini istism ar eden PKK’nm Yunanlılarla ve Erm enilerle birlikte bir cephe oluşturmuş olması, üzerinde hassasiyetle durul ması gereken bir olgudur. Ekono mik kalkınm a iç ve dış kon jon ktü rü birbirine bağlayan bu tür m eselelerde Önemli bir araç olm akla birlikte, ana ekseni oluşturan yegâne araç niteliğinde değildir. M eselenin uzun dönem li ve kalıcı çözümü kültürel, ekonomik, siyasî ve diplomatik boyutların entegre bir şekilde yeniden değerlendirilebilm esine bağlıdır. Bu boyutların hiç biri tek başına yeter li değildir. Bütün bu boyutları ihtiva eden ve belirleyen tem el ç ö züm unsuru ise kültürel, ekonom ik ve siyasî meşruiyetin tem elini oluşturan aidiyet hissidir. Bir siyasî sistem , bir ekonom ik düzen ve nihayet bir kültürel çevre toplum un bütün kesim lerini kuşatan bir aidiyet hissi doğuramıyorsa, dış jeopolitik çıkar çatışm alarından beslenen bu tür iç gerilim alanlarının yeni niteliklerle tekrar tekrar gündem e gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Böylesi bir dönem de Türkiye bir taraftan kendi içinde ülke bü tünlüğünü gerçek bir siyasî meşruiyet anlayışı ile pekiştiren bir restorasyon sürecine girmek, diğer taraftan da Ortadoğu üzerinde ki küresel ve bölgesel dengeleri gözeten ve kapsam lı bir uygulama planına oturtulan bir dış politika stratejisine yönelm ek zorunda dır. Yoksa içerde ve dışarıda yeni kutuplaşm alar ve düşm anlar üretm eye dayalı bir söylem Abdullah Ö calan’dan daha yıkıcı ve bölücü sonuçlar doğurabilir. Toplumun bütün kesim lerini ve ülke nin bütün bölgelerini aynı vatandaşlık bağı ile kuşatan bir siyasî kültür geliştirm eksiziıı dış faktörlerin iç yapım ızı etkilem esinin ününe geçebilm ek mümkün değildir. Bugün parçalanm ış görünen ve bu parçalanm ışlık içinde b ö l ge üzerinde hesap kuran büyük güçlerce istism ara açık bir yum u şak karın oluşturan "Kürt Jeopolitiği" uzun dönem de aidiyet h is sini en yoğun bir şekilde yaşadığı bölgesel bir güç ile bütünleşm e
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi
süreci içine girecektir. Uzun dönem de m eselenin odak noktası bölge halkının aidiyet hissim pekiştiren bir kader birliği m eşru iyeti ile çözüm lenecektir. Bu ay m zam anda Ortadoğu bölgesinin genel m eşruiyet ve aidi yet problem inin de bir yansımasıdır. Türkiye teröre ciddi bir dar be vurulduğu bu dönem de toplum sal aidiyet hissini sarsm a riski taşıyan bir söylem yerine, terörist grup ile Kürt halkını ayrıştıracak ve m asum bölge halkını yeni bir aidiyet hissi ile kucaklayacak kül türel, siyasî ve ekonom ik politikalar geliştirm ek zorundadır. Bu noktada Türkiye bölgeye müdahil olmak isteyen büyük güç lere ve Kürt nüfus barındıran diğer bölge ülkelerine göre önem li avantajlara sahiptir. Herşeyden önce yaklaşık bin yıl birlikte yaşa mış olmakla birlikte etnik nitelikli hiç bir çatışm aya taraf olmayan Türk ve Kürt nüfus Batı karşısında son direniş noktası olan O sm an lI
Devleti’ni birlikte savunmuşlar ve bu savunmanın yetersiz kaldı
ğı bir dönem eçte de istiklal Harbini birlikte yürütmüşlerdir. Sabit veriler olan ortak tarih, coğrafya, din ve kültür unsurları Anadolu'nun değişik bölgelerinde yaşayan bu insanların ortak bir sosyal aidiyet hissi ile kaynaşm alarını sağlamıştır. PKK, bütün ç a b alarına rağmen, Kürt nüfus içinde yeterli bir destek bu lam am ış sa bunun sebebi sadece alınan askerî tedbirler değil, bu aidiyet hissinin getirdiği ortak hayat alam bilincidir. Tarihî birikim ile d es teklenen bu aidiyet hissinin zaafa uğratılm ası PKK'dan daha tehli keli sonuçlar doğurabilir. G eleneksel unsurlardan kaynaklanan ve toplum u birarada tu tan bu aidiyet h issinin m odern destekleyici aracı vatandaşlık b i lincidir. Toplum un bütününü hiç bir ayırım a tâbi tutm adan ku caklayan bir vatandaşlık bilinci ve hukuku oluşturm aksızın to p lum sal aidiyet h issin i siyasî m eşruiyet alan ın a taşıy abilm ek m üm kün değildir. Dolayısıyla, kültürel, ekonom ik ve siyasî çözüm tekliflerinin dayanm ası gereken iki ana ilke olmalıdır: (i) Toplumun aidiyet his sini bir bütün olarak güçlendirm ek ve bu aidiyet hissini pekiştire cek tarihî, dinî, kültürel ve coğrafî unsurları desteklemek; (ii) siya sî m eşruiyetin tem eli olan eşit vatandaşlık bilincini hiç bir dış m ü dahaleye ihtiyaç hissettirm eksizin garanti altına almak.
S tra te jik D erin lik
Türkiye gerek dış konjonktür gerekse iç siyasî kültür açısm dan son derece kritik bir dönem den geçmektedir. Toplum a yeni bir atı lım gücü kazandıracak an a unsur toplum sal aidiyet hissinin sağ lam bir zem inde yeniden kurulmasıdır. Topiumsal gerilimi tır m andıran ve değişik toplum kesim lerim birarada tu tan kültürel dokuyu zayıflatan bir söylem, bazı kulaklara hoş gelse bile, basiret sahibi zihinlerde akis bulmamalıdır. Ortadoğu politikasındaki belirsizliklerin, çatışm a alanlarının ve tırm anm a tem ayülü gösteren stratejik risk unsurlarının aıkaplam nda jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik parçalanm anın iz leri vardır. Jeopolitik parçalanm a kendi içinde bir bütünlük arzeden jeopolitik havzaların ve hat uzantılarının farklı siyasî birim ler arasında paylaştırılm asınm bir ürünüdür. Jeokültürel parçalanm a, yine iç bütünlük arzeden kültür gruplarının katı politik çerçeveler le koparılm ası ya da içiçe geçen kültür grupları arasındaki ortak zem in in zayıflatılm asm d an kaynaklanm aktadır. Jeoek on om ik parçalanm a ise doğuşu, aktarım ı ve kullanım ı bir bütün arzeden ekonom ik kaynakların farklı siyasî yapılar arasında dengesiz bir şekilde dağıtılmış olm asının sonucudur. Jeopolitik, jeokültürel ve jeoekon om ik parçalanm anın örtüştüğü alanlar kronik ve her an tırm anm aya hazır çatışm a alanlarım, bunlardan ikisinin örtüştüğü alanlar konjonktüre! dalgalanm alar gösteren bunalım alanlarını, birinin olduğu alanlar ise potansiyel gerilim alanlarım oluşturmaktadır. Ortadoğu, her üç parçalan m a nın da izlerinin görüldüğü bir bölgedir. Söm ürgeci dönem de belir lenen çıkar alanlarından ulus-devlet yapılanm alarına dönüşüm sürecinde ortaya çıkan siyasî birim lerin belirlediği sınırlar ile bu jeopolitik, jeokültürel ve jeoekon om ik parçalanm a arasındaki ç e lişkiler bölgeyi uluslararası ilişkilerin bunalım potansiyeli yüksek bölgelerinden birisi haline getirmiş bulunm aktadır. Türkiye, bölgede sahip olduğu tarihi ve coğrafî derinlik ile bu jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik parçalanm anın yol açab ile ceği bunalım ları önceden görebilen ve soğukkanlı bir şekilde değerlendirebiien aktif bir bölge politikası geliştirm ek zorundadır. Bu parçalanm a karşısında edilgen bir tutum takınm ak Türkiye’nin bölgesel etkinliğini yok etm ek yanında iç ve dış güvenliği ile ilgili
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o liıik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi
ciddi riskler de doğurabilir. Böylesi bir parçalanm anın saiklerinin, aktörlerinin ve sonuçlarının sıradan bîr seyircisi olarak kalm ak ise m üm kün değildir. Soğuk Savaş sonrası dönem in dinamik kon jonktürü, statik ve edilgen tavır geliştiren ülkeleri kısa sürede dip lom atik sürecin devre dışına itmektedir. Bölgenin son jeopolitik, jeokültürel ve jeo ek o n o m ik bütünlü ğünün tarihî m irasçısı olan Türkiye, bu jeopolitik, jeokültürel ve jeo ek o n o m ik parçalanm ayı aşabilen ve bölgeyi bir bütün olarak k uşatabilen bir stratejik yaklaşım geliştirm ek ve bu yaklaşım ı tak tik bir esneklik içinde kadem eli bir şekilde uygulamaya koymak zorundadır. Böylesi bir stratejikyaklaşım , Türkiye’nin sadece böl ge üzerindeki etkinliğini artırm akla kalm ayacak, aynı zam anda, küresel dengelerle bölgesel dengeler arasında hiç bir aktörün gözardı etm esi m üm kün olm ayan bir işlev üstlenm esini de sağlaya caktır. Soğuk Savaşa dam gasını vuran "Ortadoğu Meselesi", Soğuk Sa vaş sonrası dönem de çok boyutlu çelişkiler taşıyan daha da kar m aşık bir nitelik kazanmıştır. 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu Balkanlar eksenli bir cihan devletinin büyük güçlerin müdahil ol duğu etnik çatışm alarla kaybedildiği bir tarihi tevarüs eden Türki ye O rtadoğu'ya dönük politikasında jeopolitik parçalanm anın risklerini m inim ize eden, jeoekonom ik parçalanm anın kaynak da ğılımı üzerindeki etkilerini denetim altında tutan ve jeokültürel parçalanm anın çözücü etkilerini yok eden bölgesel politikalar ge liştirm ek zorundadır. Özellikle bu parçalanm anın kesişim alanları üzerinde uzun dönem li projeksiyonlara dayalı, stratejik koordi nasyonu ve taktik kadem elendirm esi İyi yapılmış politikalar geliş tirm e ihtiyacı vardır. Ortadoğu'ya 21. yüzyılın ilk yarısında dam gasını vuracağı dü şünülen jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel gerilimler konu sunda çok ciddi ve teen ni yüklü bir tavır geliştirilmelidir. Balkan ların jeokültürel yapısını yeterince değerlendirem eyen bir siyasî elitin girdiği Balkan m acerası ile Balkanları kaybettikten sonra İngifizlerin kışkırttığı Türk-Arap gerginliği ile Ortadoğu om urgasını da yitirerek Anadolu'ya çekilm ek zorunda kalan ve Osm aniı m ira sından, im paratorluğun M üslüm an-etnik tablosunu tüm üyle ba' • ı -.ı„+ TtirHıro 9i vü7vılîn ilk varisi
I Stratejik D erinlik
ile ilgili bu senaryoları kapsamlı bir bölgesel strateji çerçevesinde değerlendirmek zorundadır. Filistin ve petrol boyutlarıyla özdeşleşen Ortadoğu M eselesine Soğuk Savaş şartlan içinde m esafeli ve dengeli bir şekilde yaklaşan ve doğrudan müdahil olmayan bir politika geliştiren Türkiye, iste se de istem ese de, 21. yüzyıla yönelik Irak-Kürt ve su eksenli bu ye ni projeksiyonun merkezinde bulunm aktadır. Böylesi bir konjonk türde Türkiye'nin tutarlı bir Avrasya stratejisi içinde bir Asya d e rinliği kazanması kaçınılm az bir stratejik tercih olarak önem ini korumaktadır. Bu Asya derinliğinin olm azsa olm az şartı da O rta doğu politikası üzerindeki etkinliktir. Bu etkinliğin en önem li ara cı olmakla birlikte en riskli alam da olan ve petrol ve su havzaları nı birleştiren Kuzey ve Güney M ezopotam ya politikalar}, aynı za manda, bu yeni stratejik projeksiyonda öne çıkarılm ası m uhtem el olan Kürt ve İrak m eselelerim de kapsamaktadır. Türkiye’nin Asya derinliğine dayalı Ortadoğu politikası, böîgelerarası etkileşimi gözönünde tutan ve bu etkileşim in ortaya çıkar dığı gerilim alanlarını esnek ve tutarlı bir strateji ile aşabilen bir üst-politikamn. ayrılmaz parçası olarak görülmelidir. Bu açıdan Türkiye, Ortadoğu'da çıkarılm ası m uhtem el etnik-tem elli gergin liklerin kısa dönem li ve taktik tarafı olm aktansa, kapsayıcı bir je o kültürel tanım lam a ile bu gerginliklerin uzun dönem li çözüm merkezi olma konum unu kazanm alıdır. Bu da gerekTürkiye'nin iç siyasî kültürünün bölücü-kutuplaştırıcı tavırlardan uzaklaştırıla rak bütünleştirici bir niteliğe bürünm esi, gerekse Ortadoğu'da b ö l gesel barış kurucu rolünün ben im sen m esi ile sağlanabilir. Kendi içinde kimlik bölünm esi yaşayan ve devlet-toplum ilişkisi zaafa uğratılmış bir Türkiye'nin bu yeni projeksiyonlarda yeni risklerle karşılaşması kaçınılm az olacaktır. Ortadoğu politikasında başarılı olm anın asgari şartları Ortado ğu'yu jeokültürel ve jeoekon om ik olarak kuşatan sağlam bir stra teji, diplomatik ve askerî taktiklerin koordinasyonunu sağlayacak esnek bir dış politika ve bu bölgenin küresel politikalardaki etkisi ni değerlendirebilen basiretli bir kadem elendirm e becerisidir. B u nun için de gerekli stratejik yaklaşım ın ana unsurları şu şekilde Özetlenebilir: (i) Bölgeye dönük diplom atik açılım ları olum suz yönde etkileyen psikolojik engellerin asılmacv rm
—ı —
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi
m eleri yakından, takip eden ve derinlikli projeksiyonlarla değerlendirebilen araştırm a merkezi, üniversite enstitüleri gibi kurum sal yapıların oluşturulm ası ve varolanların geliştirilmesi; (iii) küresel dengeler ile bölgesel reelpolitik arasında sağlıklı bir irtibat ku rulması; (iv) bölgeyi bütünüyle kuşatıcı projeler üretilmesi; (v) bölge barışını güçlendirecek ortak çıkar alanlarının oluşm asına öncülük edilm esi; (vi) bölge barışında jeopolitik ve jeokültürel risk alanları oluşturan karşı milliyetçi bloklaşm aların engellenm esi; (vii) ikili ilişkiler çeşitlendirilerek odaklaşm ış tepkilerin azaltılm a sı; (vüi) Ortadoğu Barış Süreci başta olm ak üzere bütün bölgesel problem alanlarında etkin, aktif ve inisiyatif gücü yüksek bir yak laşım ın benim senm esi; (ix) Türkiye’nin bölgedeki im ajını güçlen direcek yatay ilişkilere ve iletişim e ağırlık verilmesi. Bütün bu unsurların devreye sokulması için herşeyden ön ce O rtadoğu'yu Araplardan oluşan bir problem bölgesi olarak gören basitleştirici yaklaşım terkedilmelıdir. Sağlıklı bir Ortadoğu politi kası geliştirm eksizin küresel strateji kadem elendirm esi yapabil m ek de; yakın kıta havzası politikalarını yönlendiren genel bir As ya politikası geliştirm ek de; Akdeniz, Kafkasya ve Basra gibi yakın kara ve deniz havzalarını ilgilendiren bölgelere dönük diplom atik açılım lar sağlam ak da m üm kün olamaz.
4. Bölüm
Avrasya Güç Denkleminde Orta Asya Politikası
I
Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrasında hızlı ve nostaljik bir at m osfer ile başlayan, daha sonra kısmi bir rasyonelliğin ve teen n i nin devreye girdiği Orta Asya politikası, geçen yaklaşık on yıllık sü re içinde kazanılan tecrübeler ışığında soğukkanlı bir şekilde yeni den değerlendirilm ek zorundadır. Böylesi bir değerlendirm e Orta Asya’nın uluslararası konum unu etkileyen faktörler, Türkiye’nin genel dış politikası içinde Orta Asya’nin yeri, Orta Asya’da yaşanan hızlı dönüşüm , bu dönüşüm ün Türkiye ile olan ilişkilerde oynadı ğı rol ve diğer küresel ve bölgesel güçlerin Orta Asya politikalarının gelişim seyri konularında yoğunlaşm ak zorundadır. Soğuk Savaş dönem inin bitm esinin doğrudan etkilediği bölge lerin başında Orta Asya gelmektedir. Çift kutuplu sistem in çözül m esi ve SSC B'nin dağılması Orta Asya'nın uluslararası güç yapı lanm ası ve Avrasya dengeleri içindeki yerini radikal bir şekilde de ğiştirmiştir. Çift kutuplu sistem in öngördüğü statik kutuplaşma Orta Asya’nın kendine has coğrafî ve tarihî param etrelerinin dev reye girm esini engellemekteydi. Bu statik yapının dağılm ası böl genin siyasî sınırları ile jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel hat ve havzalar arasındaki uyum problem ini beraberinde getirmiştir. Bölgenin gerek kendi içinde gerekse Avrasya dengeleri içinde sa hip olduğu özellikler bu hat ve havzalar arasındaki geçişkenliği ve karşılıklı etkileşim i artırmıştır. Bu yeni konum un ana param etrele rinin belirlenm esi Türkiye’nin bölgeye yönelik stratejisinin ana unsurlarının tanım lanm asını da kolaylaştıracaktır.
| M raleıik D erinlik
I. Orta Asya’nın Uluslararası Konumunu Etkileyen Faktörler
ı. Coğrafî ve Jeopolitik Faktör Coğrafî anlam da Asya’nın kıtayı çevreleyen okyanus ve deniz havzalarından en uzak bölgesi için kullanılan Orta Asya tabiri, ku zey-güney istikam etinde Sibirya’dan Hint altkıtasım steplerden ayıran Himalayalara kadar olan bölgeyi, doğu-batı istikam etinde de Ural-Hazar hattından M oğolistan ve geleneksel Çin bölgesine kadar uzanan alam kapsamaktadır. Dünyada okyanuslardan en uzak alanlardan birini oluşturan, bu yönüyle de kara özellikleri b e lirgin olan bu bölgenin oluşturduğu jeopolitik havza büyük ölçek li Avrasya kara im paratorluklarının yayılma alanlarına m erkezlik etmiştir. Cengiz ve Tim ur im paratorlukları bu jeopolitik Özelliğin en çarpıcı tarihî misalleridir. Bu tarihî m isalleri 16. yüzyıldan itibaren ivme kazanarak Av rasya’yı doğuya ve güneye doğru kateden Rus em peryal yayılm a sı ile de destekleyen M ackinder, bu havzayı Doğu Avrupa'ya ka dar uzanan steplerle birlikte değerlendirerek Mihver Bölge {He-
artlandjnin alanları içinde görmüştür. M odern kara jeopolitiğinin tem el varsayım ları arasına giren bu yaklaşım biçim i Avrasya'ya dönük m od ern stratejik rekabetin seyri ile daha da tebarüz etm iş tir, 19. Yüzyılda Rusya ve İngiltere arasında süren Büyük Oyun re kabetinin ayrım hattın ın da, 20. yüzyılın ikinci yarısına egem en olan A BD -SSCB Soğuk Savaş rekabetinin ayrım h attın ın da te m el de bu bölgenin güney kuşağı üzerinde oluşm uş olm ası bölgenin coğrafî özelliklerinden kaynaklanan jeop olitik ön em ini sürekli gündem de tutmuştur. Coğrafî ve jeopolitik tanım lam alardaki ortak unsurlara rağ men, büyük güçlerin her biri bölgenin coğrafî sınırları ile ilgili farklı bakış açıları geliştirmişlerdir. Bu bakış açıları, ilgili güçlerin stratejisyenlerinin kendi coğrafî m ekanlarından ve tarihî te crü b e lerinden kaynaklanan stratejik zihniyetlerinin izlerini taşım akta dır. Bu arkaplan Asya’nın kıta-içi tasnifi ile ilgili kategoriler üzerin de de tesirli olmuştur. Asya’nın güney kuşağını doğu-batı istika m etinde kesen söm ürge kom uta alanlarına bölen İngiliz stratejisi
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sy a Politikası
nin tanım ladığı Ortadoğu ve Hint kom uta alanları bir taraftan ay rı kom uta m erkezlerine bağlı komşu alanları birbirine y aban cılaş tırırken diğer taraftan içiçe geçen kesişim hatları oluşturmuştur. M esela, Ortadoğu kom uta alam kuzey kuşağında Kuzey Afrika’dan geçerek M ısır üzerinden İran’a kadar uzanırken, güney kuşağında Sudan ve Doğu Afrika’yı da bünyesine almaktaydı. Öte yandan Hint kom uta alam ise Hong Kong’dan M ısır’a kadar uzanan ve G ü ney ve Güneydoğu Asya ile Ortadoğu'yu birbirine bağlayan bir ala nı kapsam aktaydı. Orta Asya birinci kom uta alanının doğusunu, ikinci kom uta alanının ise kuzeyini oluşturan bölgeyi kapsıyordu. ABD’nin Soğuk Savaş dönem inde sürdürdüğü yaklaşım da Spykm an’m Rimland kuşağı tanım lam ası çerçevesinde hem en h e m en aynı jeopolitik yaklaşım ı sergiliyordu. Avrasya’yı kuşatan ok yanuslarda deniz-ağırlıklı hakim iyet oluşturan küresel bir gücün Avrasya’nın kara derinliğine bakışını yansıtan her iki jeopolitik yaklaşım için de Orta Asya bir yönüyle step-m erkezli kara gücü nün tem erküz alam, diğer yönüyle de kara ve deniz güçlerinin re kabetlerinin yoğunlaştığı geçiş havzasıdır. M odern dönem de Avrasya derinliğindeki kara gücünün tem sil cisi olan Rusya ve SSCB liderlerinin jeopolitik algılam asında ise Orta Asya [Srednyaya Aziya) Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar uzanan Yakın Doğu (BlizhniyVostok) ile Pasifik Okyanusu kıyılarına bakan Uzak Doğu (Dal'niy Vostok) arasında kalan Orta Doğu’nun (Sred-
niy Vostok) bir parçasıdır. Rus yayılm asına paralel bir şekilde gü ney ve doğu istikam etine dönük olarak şekillenen bu tanım a göre Ortadoğu ve Orta Asya sınırları batıda Kafkaslar ve Basra Körfezi’nden başlam akta ve doğuda M oğolistan’a, güneyde Hint yarı m adasına kadar uzanmaktaydı. Bu ayrım sadece jeopolitik bir ay rım hattı değil, Osm aniı ile İran ve H int Dünyasını ayıran jeok ü l türel bir ayrım hattı olarak da kullanılmıştır. tik defa 1829 yılında Alexander von H um boldt tarafından kul lanılan ve Alman ve Fransız literatüründe yaygınlık kazandıktan sonra Rusça'ya TsentraVnya Aziya şeklinde geçen Merkezî Asya ta biri denize irtibatı olm ayan bütün Asya toprakları için kullanıl m ıştır ki, bu nun jeopolitik karşılığı Rusya'nın Avrasya m ihveri
{Heartland)dir. Jeopolitik olm aktan çok, jeo etn ik bir tanım lam a
| S tr a te jik D e rin lik
olarak kullanılan îç Asya [Vnutrenyaya Aziya) tabiri ise Türkistan
ve M oğolistan'ı kapsayacak şekilde 40. ve 50. paraleller arası için kullanılm ıştır.1 Bu coğrafî ve jeopolitik çerçeve içinde 19. yüzyılda Büyük Oyun rekabetinde İngiltere karşısında, 20. yüzyılın ikinci yarısında da Soğuk Savaş rekabetinde ABD karşısında Avrasya m ihverini elinde tutan Rusya ve SSC B'nin güney ve doğuya yönelik en önem li stra tejik ayağım oluşturan Orta Asya her iki rekabette de küresel ölçek li statik dengelerin edilgen unsuru konum unda kalmıştır. Soğuk Savaşın sona erm esi ile birlikte Orta Asya jeopolitiğindeki en önem li değişim Avrasya ölçeğinde süren statik jeopolitik dengenin çözülm esi ile birlikte başta Orta Asya olm ak üzere bu dengenin oluşum hattm daki bölgelerde önem li bir jeopolitik boşluk alanı doğmuş olmasıdır. Bu jeopolitik boşluk alam Avrasya politikasındaki bölgesel ak törler ile Orta Asya bünyesindeki bölge-içi aktörlere Önemli bir m anevra alanı açm ış ve son ikiyüzyıldır belki de ilk defa Orta As y a’nın kendi iç dinam iklerini devreye sokan yeni bir stratejik k on jonktürün ortaya çıkm asına yol açmıştır. Bugün Orta Asya'da kü resel, kıtasal ve bölgesel dengelerin içiçe geçtiği ve karşılıklı olarak birbirlerini etkilediği son derece dinam ik bir jeopolitik yeniden yapılanm a süreci söz konusudur. Türkiye gibi aktörlerin bölge üzerinde gelecekte sahip olacakları etki bu jeopolitik yeniden ya pılanm a sürecinde oynayacakları role bağlı olacaktır.
2. Tarihî ve Jeokültürel Faktör Coğrafî olarak Avrasya kara kütlesinin denizlerden en uzak m erkezî eksenini oluşturan Orta Asya, yeryüzünün bu en büyük kara kütlesinin denize açıldığı bölgelerdeki yerel m edeniyet hav zaları ile hem siyasî hem de kültürel açıdan son derece dinamik bir ilişki içinde bulunagelmiştir. Hareketli Orta Asya kültürü yerleşik Hint, İran ve Çin m edeniyet havzaları ve daha sonra Rus etkisinde ■91
1
1 Bu tan ım lam alar ve kullanışlarındaki değişim için bkz. Milan Hauner, “Soviet Eurasiaıı Hm pire and Indo-Persian Corridor”, Problems o f Coımnunism, (JanuaryFebruary 1987), s. 2 5 -2 7 ve Milan Hauner, Whnt is Asin to Us? Boston; Umvin H ym an, 1990, s. 72-73.
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sya Politikası
kalacak olan engin step kültürü ile doğrudan ve çok yönlü bir etki leşim içinde olagelmiştir. Orta Asya merkezli insan hareketliliklerinden kaynaklanan yo ğun göçler kimi zam an bu yerleşik m edeniyet havzalarını h arm an layarak yeni sentezler oluşturmuş, kimi zam an da bu bölgelerden gelen etkiler Orta Asya’nın kültürel, siyasî ve ekonom ik yapışım köklü değişim lere uğratmıştır. Selçukluların İran'da, Gaznelilerin ve Babürlülerin H indistan’da, Moğollar ve Kubilay’ın Çin’de, T i m u r’un Moskova Prensliğine kadar uzanan engin stepler üzerinde ortaya çıkardıkları siyasî ve kültürel hakim iyet alanları Orta Asya merkezli etkileşim in ürünleri olmuştur. Bu etkileşim in tarihî ve jeokültürel ekseni klasik tanım lam aları kullanırsak İran, Hind ve Turan havzalarının kesişim alam üzerin de oluşmuştur. Orta Asya’nın güneyi (özellikle M averaünnehir) ve A fganistan'ı kapsayan bu alan İran, Turan ve Hind arasındaki geçişkenliklerîn belirlendiği bir kırılma alam rolünü oynamıştır. B ü yük İskender Karadeniz ve Hazar’ın güneyinden seyreden Avrasya hakim iyetini bu alanda düğümlemiş; Gazneli M ahm ud Turaıı’dan H ind'e yönelen akınlarım n tem erküz hattını bu alanda kurmuş; Cengiz'in orduları bu alandaki hakim iyetten sonra İran ve H ind’e yönelik akınlar m önünü açmıştır. 1197'd.e D elhi’nin fethinden sonra bu üç tarihî ve jeokültürel hattın da İslam m edeniyetinin merkezi haline dönüşm üş olm ası İran, Turan ve Hind arasındaki ilişkilerin İslam m edeniyeti içindeki liderlik m ücadelesi halinde seyretm esi sonucunu doğurmuştur. Söm ürgeciliğe kadar sürecek bu iç liderlik rekabetinin ilginç bir yönü de bu rekabeti üç havzada da sürdüren unsurların hem en h em en tam am ının Turan kökenli insan unsurundan kaynaklan mış olmasıdır. Tim ur’un kurduğu siyasî hakimiyet Orta Asya m er kezli en kapsam lı yayılmalardan birinin ürünüdür ve Turan, İran ve Hind eksenlerindeki hakim iyetten sonra bu üç havzanın b a tı sında bulunan Osm aniı ile kuzeyinde bulunan Rusya’ya y önelm iş tir. Sem erkand’ı bir Avrasya m edeniyet merkezi haline dönüştüren bu yayılm a Orta Asya merkezli ve Turan nitelikli son büyük ölçek li hakim iyet alanım oluşturmuştur. İslam m edeniyeti ve Turan kö kenli siyasî hakimiyet açısm dan bakıldığında bir iç rekabet olarak görülebilecek olan Bayezid-Tim ur rekabeti bir anlam da Avrasya
S tratejik D erinlik
ölçeği içinde Akdeniz-Balkanlar-Anadolu havzası ile Turan-İranHind rekabetinin en çarpıcı m isalini oluşturmuştur. Orta Asya Tim ur’un kurduğu siyasî hakim iyetten sonra hanlık lar arasında bölüşülürken İslam medeniyeti bünyesindeki iç reka bette Balkanlar-Anadolu (Osmaniı), İran (Safevî), Orta Asya (Öz bek), Hind (Babür) hakimiyet alanları öne çıkmıştır. Bu hakim iyet alanlarının yerleşik m edeniyet birikim leri ile Orta Asya kökenli idareci insan unsuru arasındaki etkileşim ler İstanbul, Konya, İsfa han, Şiraz, Sem erkaııd, Buhara, Delhi ve Lahor gibi m edeniyet ek seni şehirlerin doğm asına yol açmıştır. Bütün bu iç rekabete rağ m en sağlanan kültürel ve stratejik atılım 16. yüzyılda Viyana'dan Çin’e kadar uzanan alanda ortak bir jeokültürel havzanın olu şm a sını sağlamıştır. Bu rekabette m ezhep farklılıkları dolayısıyla O sm anlı-İran, İran-Ö zbek, İran-H ind ilişkileri gergin geçerken İran ve Rus faktö rüne karşı Osm anlı-Özbek, Portekiz ve İngiltere faktörüne karşı da O sm anlı-H ind ilişkileri genellikle ittifak ilişkisi içinde seyretmiştir. Sokullu M ehm ed Paşa’nm Rusların A strahan’a inm esine yönelik stratejik bir tepki olarak görülebilecek olan Don-Volga kanal pro jesi ve Astrahan seferi O sm anlı-O rta Asya ilişkilerindeki Rus faktö rünün, Yavuz Sultan Selim'den IV Murad dönem ine kadar süren Osm anlı-Ö zbek tem aslarında Safevî faktörünün, Şeydi Ali Reis'in Hind seferi ve Türkistan seyahatlerinde söm ürgecilik faktörünün izlerini görm ek mümkündür. 18. Yüzyılın ortalarından itibaren Rusların Osmaniı üzerinde Doğu Avrupa, Kırım ve Kafkasya'da; Orta Asya üzerinde de Kazak bozkırlarında kurduğu baskı Osmaniı ile Orta Asya arasındaki k a der ortaklığını pekiştirirken, Ingilizleriıı M ısır ve H ind’i eksen alan söm ürgeci yapılanm ası Osm anlı-Hind yakınlaşm asını bir varoluş ittifakı haline dönüştürm üştür. Bu kader ortaklıkları 15. ve 16. yüz yıllarda yükselen Avrasya İslam m edeniyeti havzalarım ve ortak jeokültürel alam bu kez anti-söm ürgeci m ücadelenin dayanışm a alanı haline dönüştürm üştür. Bu süreç içinde O sm aniı ve Orta As ya havzalarında canlanan Türkçülük akımları ile Osm aniı ve Hind havzasında yükselen İslam cılık akımları hep bu Avrasya vizyonu nun izlerini taşımıştır. Batılı güçlerden gelen baskılar karşısında bir Avrasya derinliği kazanm ak isteyen Osm aniı yöneticileri bu ka-
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sy a Politikası
|
der ortaklığını stratejik bir param etre haline dönüştürmeye çalış mışlardır. Hem İL Abdülhamid’in İslam cılık siyasetinde, hem de onu tahttan indirerek fşfolîşın^ğelen-.Jttihad T e ^ a l^ n in Türkçülük ve İslam cılık siy a se tle ria ^ , bu izleri görm ek m üm kündüıHk^ar in Balkan şehitleri ve Edirne savu n în asfiçİıı Lahor’d.a yazdıg?#şiirde de, Enver Paşa’mn Orta Asya’daki dramatik sonunda da AnadoluH ind-Orta Asya arasındaki bu kader ortaklığı idrakinin yansım ala rı yakalanabilir. Orta Asya'nın m odern siyasî tarihi Avrasya tarihinin bu genel çerçevesi içinde özel bir anlam kazanm aktadır. 19. Yüzyılda, R us ların engin kuzey stepleri üzerinden güneye, İngilizlerin Hindistan üzerinden kuzeye doğru ilerleyişleri ile birlikte O rta Asya söm ürgeriliğin kıskacı altına girmiştir. Rusların Avrasya’yı doğrudan kontrole dayalı kara, jeopolitiği ile İngilizlerin Avrasya’yı kuşatm a ya ve deniz kıyılarından merkeze yönelik yayılmaya dayalı deniz jeopolitiği arasındaki rekabetin oluşturduğu Büyük Oyun’un kur banı olan Orta Asya kültürel, siyasî, ekonom ik ve demografik bir dağılma ve çöküş dönem i yaşamıştır. Böylece Orta Asya belki de tarihinde ilk defa çevre m edeniyet havzalarının baskı altında tuttuğu edilgen bir bölge durum una düşmüştür. Bu çöküşün ortaya çıkardığı bunalım lar hem iç bü tü n lüğü çözm üş, hem de dış etkilere açık bir konjonktür doğurm uş tur. Bu çöküşün en kötü dönem i Rusya'nın ve Çin'in, kom ünist idarelere geçerek, Orta Asya'yı doğudan ve batıdan tam anlamıyla söm ürgeleştirm eleri olmuştur. Soğuk Savaş sonrasında yaşanan başdöndürücü değişm elerle beklenm edik bir şekilde tekrar hürriyetlerine kavuşan bölge ülke leri çelişkili ve karm aşık bir dönüşüm süreci içine girmişlerdir. Türkiye bu dönüşüm sürecinin bu bölge halklarım ortak kader an layışına yönelten tarihî ve jeokültürel tem elim güçlendiren bir p si kolojik dayanışm ayı cari güç dengelerini gözeten rasyonel bir stra teji ile bütünleştirm esi halinde Avrasya derinliğindeki jeokültürel boyut ile stratejik rasyonaiiteyi birlikte değerlendirebileceği bir m anevra alam oluşturabilecektir. Aksi takdirde jeokültürel derinli ği sürekli vurgulamak Avrasya stratejisi üzerinde etkin diğer aktör leri tedirgin ederken, jeokültürel derinliği gözardı eden bir yakla- ^
Stratejik Derinlik
şım bu bölge halklarını ortak bir stratejik paydaya yöneltebilirle kabiliyetinde zaaflara yol açacaktır.
ılpem o^rafik ve leoekonomilf FaktöJL^ Demografik açıdan ele alındığında Orta Asya'yı stratejik açıdan farklılaştıran en tem el özellik kendisini çevreleyen bölgelere göre son derece az bir nüfus yoğunluğuna sahip olmasıdır. Kuzeydeki Sibirya kıyısı bölgeler ele alındığında bu özellik daha da belirgin leşmektedir. Bir kaç çarpıcı kıyasla ortaya koymak gerekirse, tek başına AB ülkelerinin toplam alanından daha fazla alana sahip olan Kazakistan AB’nin yaklaşık onbeşte biri (17 milyon) bir nüfu sa sahip iken Çin’in yüzölçüm ünün yaklaşık altıda birini kapsayan Doğu Türkistan nüfusun yaklaşık altm ışta birini oluşturmaktadır. Bütün Afrika kıtasının yaklaşık yarısına tekabül eden bir alana sa hip olan Sibirya’nın nüfusu ise sadece 40 milyondur. Bu nüfus yapılanm ası uzun dönem li stratejik seyir açısm d an son derece önemli unsurlar ihtiva etm ektedir. Avrasya bîr bütün olarak ele alındığında Çin ve Hindistan bir milyarı aşan nüfusları ile güney ve doğuda son derece yoğun nüfus baskısı altında olan ülkelerdir. Rusya’nın merkezinde ve batısında yoğunlaşan Slav nüfus ile AB’nin doğuya doğru genişleyen haritası da gözönüne alındığında Avrasya'nın doğu, güney ve batısında gittikçe yoğun laşması m uhtem el nüfus baskısı karşısında Orta Asya göreceli ola rak bu nüfus baskısının yönelebileceği potansiyel alanlardan b iri ni oluşturmaktadır. Tarih boyunca h em en h em en her istikam ette dışarı doğru insan hareketliliklerine kaynaklık yapan Orta As ya'nın zorunluluklar karşısında kendisinin çekim alanı oluşturm a ihtimali Önümüzdeki yüzyıl için gözönünde bulundurulm ası gere ken bir ihtimaldir. Dünya nüfusunun ve enerji kaynaklarının dörtte üçünü, to p lam üretim in yüzde altm ışım barındıran Avrasya'nın jeoekonom ik özellikleri ve kaynakları ile bu anakıtam n merkezini teşkil eden Orta Asya'nın demografik yapısı arasındaki dengesizlikler bölgeyi m uhtem el stratejik rekabetin önem li alanlarından birisi haline g e tirebilecek özellikler taşımaktadır. M esela, hızlı ekonom ik gelişm e trendinin yol açtığı enerji sıkıntısı ile karşı karşıya bulunan Çin'in önüm üzdeki yıllarda enerji talebinin yaklaşık yüzde seksenini kö~
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sya P olitikası
mürden karşılayacağı, bu na m ukabil de dünya kömür rezervinin yine yaklaşık yüzde sekseninin Rusya'nın Sibirya ve Uzak Doğu bölgelerinde yer aldığı düşünülürse Avrasya'da tırm anm ası m uh tem el stratejik rekabetin jeoekon om ik tem elleri daha rahat anlaşı labilir. Çin'in insan kaynağı fazlası ile Orta Asya ve Sibirya’nın do ğal kaynak fazlalığı arasındaki denge problem i Avrasya dengeleri nin önem li jeoekonom ik gerilim alanlarından birini oluşturm aya adaydır. Orta Asya, doğal kaynaklar açısm dan, içinde barındırdığı insan unsurunun değerlendirm e potansiyelini çok aşan bir kapasiteye sahiptir. Asrın başında Avrasya mihver alanının Kuzey Am eri ka'nın toplam doğal kaynak ve m ineral potansiyeline eş bir p o tan siyele sahip olduğunu söyleyen ve bu yargıyı jeopolitik teorilerine önem li bir dayanak kılan M ackinder'in yaklaşımı son verilerle b ü yük ölçüde teyid edilmiş görünmektedir. Orta Asya, gündem e ağır lığım koyması bakım ından daha yaygın bir şekilde bilinen ve tartı şılan doğal gaz ve petrol kaynakları dışında stratejik açıdan son derece önem li m ineral kaynaklarına da sahiptir. Ülkeler bazında genel bir değerlendirm e yaparsak, Tengiz p et rol kaynaklarından yılda elli milyon to n civarında bir üretim yap mayı planlayan Kazakistan ayrıca zengin doğal gaz, kömür, bakır, çinko, talyum, cardam om , bizm ut ve akın kaynaklarına sahiptir. Ü lkenin özellikle köm ür ve altın kaynakları dikkat çekicidir. SSC B ’nin 1989 yılı itibarıyla kömür üretim inin yüzde yirmisi Kaza kistan’da üretilmekteydi. Tam am en Moskova tarafından d en etle nen yıllık altm üretim i ise 500 to n civarındaydı. Elektronik m ü h en disliğinde, roket yapım ında ve nükleer güç istasyonlarında kulla nılan zengin talyum, bizm ut ve cardam om kaynakları stratejik m i neraller açısm dan Kazakistan'ı önem li bir konum a getirmektedir. D oksanlı yılların başındaki 85 milyar m etreküp yıllık üretim le BD T ülkeleri arasında ikinci, dünyada dördüncü büyük doğal gaz üreticisi konum unda bulunan ve ispatlanm ış gaz rezervi 2.8 tril yon m etreküp, tahm ini toplam gaz rezervi ise 13 trilyon m etreküp civarında olan Türkm enistan ise bu tem el kaynağı dışında petrol, altın, kömür, platin, kalsiyum klorid, sülfür, potasyum , barit, iyot, m agnezyum , bromür, sülfat, cıva, bentonit, celestine ve ozoserit 1-aırriîlH a ra
vp
m inerallere sahiotir. Türkm enis
Stratejik D erinlik
ta n ’ııı iç tüketim inin çok düşük düzeylerde olduğu düşünülürse, bu kaynakların dış dünyaya ih racatının ve bu ihracatın takip ed e ceği güzergahın nasıl bir stratejik ön em kazandığı daha rahat an laşılabilir. Orta Asya'da göreceli olarak daha yoğun bir nüfusa ve tarihî b i rikim ile de desteklenen merkezî bir siyasî önem e sahip olan Öz bekistan bu zengin jeoekonom ik kuşağın önem li bir halkasını oluşturmaktadır. Güney Afrika’dan sonra dünyanın önem li altın üreticileri arasında yer alan Özbekistan, aynı zam anda doğal gaz ve petrol ihracatçısıdır. Uluslararası piyasa değeri 1 milyar doları bulan gümüş üretim ine sahip olan Özbekistan yaygın olarak bili nen bu kaynaklarının dışında zengin kömür, bakır, uranyum ve çinko kaynaklarım barındırmaktadır. Ö zbekistan'ın yoğun ve kali teli pamuk üretim i de ülkenin tarım potansiyeli açısm dan büyük bir Önem taşımaktadır. Diğer iki Orta Asya cum huriyeti olan Kırgı zistan ve Tacikistan’da da başta m aden cevheri, altın, cıva ve bakır olmak üzere zengin m ineraller bulunmaktadır. Kafkaslar bölgesinde bulunm akla birlikte Hazar D enizine olan kıyısı ve jeokültürel irtibatı dolayısıyla Orta Asya bölgesinin doğal bir uzantısı gibi görülen A zerbaycan’daki zengin petrol, doğal gaz, kobalt ve dem ir piriti kaynakları da gözönüne alındığında b ölge nin jeostratejik önem i daha da açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yanlış sanayileşm e stratejisinin yol açtığı çevre felaketlerine rağ men dünyanın hâlâ en bakir alanlarını oluşturan bölge önem li p o tansiyelleri bünyesinde barındırm aktadır. M esela, derinliği ile m eşhur Baykal Gölü tek başına dünyanın toplam tatlı su kaynak larının beşte birine sahiptir. Böylesi zengin doğal kaynaklara sahip olan Orta Asya’nın bu kaynaklarının uluslararası ekonom i-politik sistem in üretim çe m berinin içine sevkedilmesi m eselesi Avrasya ölçekli stratejik kay nak aktarım ı ve ticareti m eselesini beraberinde getirm ektedir. Bu problem aslında tarihî bir arkaplana da sahiptir. İktisadî tarihin en önem li ticaret yolu olan ve bütün Avrasya’yı doğu-batı istikam e tinde birleştiren İpek Yolu klasik dönem lerde böylesi dinam ik bir aktarım hattını oluşturuyordu. Bu jeoekonom ik aktarım hattı aym zam anda Hind, Çin, Ortadoğu, Akdeniz ve Avrupa arasındaki je o kültürel etkileşim i de yönlen dirivor v p
A v r a e v a 'm
ru * .,
ı~ .
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sya Politikası
|
zey-güney istikam etlerinde birleştiren bir rol oynuyordu. Orta As ya’nın m erkezî bir role sahip olduğu bu jeoekonom ik hat önce Hint Okyanusu üzerinden geçen yeni ticaret yollarının keşfi ile Önem kaybetm eye başlam ış, daha sonra da Rusya'nın Kafkaslar ve Batı Türkistan'ı, Çin’in Doğu Türkistan’ı ve İngiltere’nin Hint altlatasını istila etm esiyle ciddi bir parçalanm a yaşamıştır. 19. Yüzyılda kuzeyde Rusya'dan, güneyde İngiltere’den ve doğuda Çin'den ge len em peryal/söm ürgeci baskılar İpek Yolu eksenli klasik Avrasya ekonom isini tam am ıyla çökerterek Orta Asya'nın bağımlı bir eko nom ik alan haline dönüşm esine zem in hazırlam ıştır. İpek Yolu'nun önem ini kaybetm esi ve devre dışı kalm ası aynı zam anda Orta A sya'nın m odern dönem de Ortodoks/sosyalist Rus/Sovyet İm paratorluğu, Konfuçyanist/sosyalist Çin imparatorluğu ve Pro testan/kapitalist İngiliz im paratorluklarının oluşturdukları yeni m erkezlerin periferisi olm a sürecini hızlandırmıştır. Sovyet İm paratorluğu'nun çöküşü ve zengin doğal kaynakla rıyla O rta A sya'nın tekrar bir çekim alam haline gelm esi klasik İpek Yolu om urgasına dayalı Avrasya ekonom isinin tekrar ca n la n m ası için bir üm it ışığı olmuştur. Ancak, uluslararası ekonom ipolitikte etkin olan büyük güçler Orta Asya’nın doğal kaynakları n ın stratejik transfer hatları üzerinde yeni kontrol m ekanizm aları kurarak Orta Asya’yı edilgenleştiren yeni-söm ürgeci yapılanm ayı sürdürm eye çalışm aktadırlar. O rta Asya’nın tekrar önem kazan m ası Sovyet sistem indeki periferileşm e sürecini ikam e edecek ye ni süreçler oluşturm akla değil, kaynakların en rasyonel bir şekilde kullanım ını sağlayacak bir ekonom i-politik yapılanm a ve yön eliş le m üm kün olabilir.
II. Sovyet Sonrası Dönem ve Orta Asya’daki Dönüşüm Sovyet sistem inin çöküşünün Orta Asya'da yol açtığı hızlı dö nüşüm kültürel, ekonom ik ve siyasî nitelikli üç ana başlık altında değerlendirilebilir. Kültürel dönüşüm ün en çarpıcı yanı Orta As ya'daki kimlikler üzerinde yaptığı etkidir. Yetmiş yıllık Sovyet p o li tikasında kim lik m eselesi, yerel toplulukları, birisi, ideolojik üst Sovyet kimliği ile sistem le bütünleştirm e; diğeri, alt yerel kültür iio hfticrpcpi anlam da çözm e hedefine yönelik çift uçlu (
n
”
‘
bir denklem e oturtulm uştu. Böylece bir taraftan sistem in ortak kimliği oluşturulm aya çalışılırken diğer taraftan sistem e y ön ele bilecek m uhalefet akım ları alt kimlikler teşkil edilerek birbirleriy le dengelenm işti. Bunun için de ideolojik nitelikli supranasyonalist kimlik olan Sovyet kimliği güçlendirilirken, yine supranasyonalist nitelikli dinî kimlik olan İslam tam anlam ıyla yok edilmeye çalışılm ıştı. Dil tem elli bütünleştirici Türk kimliği de Özbek, Türk m en, Karakalpak, Kırgız, Kazak, Uygur gibi alt kültür kim likleri ile parçalanm ıştı. Soğuk Savaş som asın d a kimlik farklılaşm ası ve aidiyet hissi yeni unsurlarla birlikte daha da kom pleks bir hal almıştır. D inî kimiik, dil tem elli ulusal kimlik, smır tem elli ulus-devlet kimliği ve etnik kimiik, değişik düzlem lerde etkili olabilm ekte ve birçok kül türel, siyasî ve ekonom ik iletişim e aracılık edebilm ektedir. M ese la bir Karakalpak hem M üslüm an, hem Türk, hem Özbekistan va tandaşı, hem de belli bir otonom iye sahip Karakalpak topluluğundandır. Bazılarının hâlâ eski sosyalist kimliği de sürdürm eye çalıştıkları düşünülürse, kültürel ve toplum sal kim lik konusunda ortaya çıkan farklılaşm a ve çeşitlenm e kendini açık bir şekilde gösterm ektedir. Ateist bir eğitim politikası ile İslam kimliğini, küçük ölçekli e t nik kimlikleri geliştirmeyi hedef edinen yerelleştirm e (nativization) politikası İle Orta Asya düzeyinde bütünleşm eyi sağlayabile cek Türk kimliğini yok etm eye çalışan Sovyet sistem inin çöküşü, bütünleştirici reel kimliklerin etkisini artırm ası için uygun bir ze min tem in etmiştir. Ancak geçen süre içinde gerek eğitim sistem i gerekse yeni Orta Asyalı aydın prototipi konusunda yeterli atılım larm yapılamamış olm ası ve altyapı yetersizlikleri dolayısıyla varo lan statükoyu sürdürme çabalarının ön plana çıkm ası bü tü nleşti rici kimliklerin etkisini engellem iş ve kimi siyasî provokasyonlarla yerel kimlikler arasındaki çatışm alar körüklenmiştir. Ekonom ik yapıda da geçiş dönem i problem leri etkisini sürdür mektedir. Orta Asya'nın Sovyet dönem inde oluşm uş periferal eko nom ik yapısı tem elde iki önem li sonuç doğurmuştur: Sosyo-ekonom ik ve sosyo-politik yapının m onolitik yapısı ve dış ekonom ik ilişkilerdeki bağımlılık. Eski sistem in verimsiz ekonom ik yapıya, bozulm uş iş ahlâkına, ekonom ik kıım m saliacm aH ^i
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sya Politikası
Rus ekonom isine irrasyonel bir bağımlılığa yol açan özellikleri ta s fiye edilmeye başlanm ışsa da, ekonom ik yapının, tam bir dönüşü m e uğradığım iddia edebilm ek güçtür. Ekonom ik sistem in ve ku~ rum larm yeniden yapılanm ası ve yeni bir kam u idaresi ile dinam ik bir bürokrasi anlayışının yerleşmesi, köklü bir zihniyet ve sistem değişikliği zaruretini beraberinde getirmektedir. Her geçiş d öne m inde ortaya çıkan bunalım lar Orta Asya ekonom ilerinde de k en dini gösterm iş, geniş çaplı bir dönüşüm ün sağlıklı bir şekilde ger çekleşm esini engellemiştir. İç ekonom ik yapıdaki bu bunalım dış ekonom ik ilişkilerde sü regelen bağımlılık ilişkisi gerçeğinde de kendini gösterm ektedir. D enetim altında tutulan entegre bir ekonom ik düzen kurmayı h e d ef edinen Sovyet sistem i zam anla merkezî Slav cum huriyetleri ile periferal Orta Asya cum huriyetleri arasında irrasyonel bir bağım lılık ilişkisi doğurmuştur. Sovyet sistem ini tek bir birim olarak gö ren ve İç bölgesel otonom iler oluşm asını engelleyen devletçi yapı gerek üretim özelliklerini gerekse tüketim kanallarını Moskovam erkezli bir çerçevede düzenlemişti. Bu ekonom ik planlam a an la yışı cum huriyetler ve bölge bazında dengeli ve kendi kendine ye ten ekonom ik iç üniteler doğm asını da, bu cum huriyetlerin doğ rudan dünya ekonom ilerine açılm alarını da engellemiştir. Bağım sızlıklarım kazanan her cum huriyet öncelikle bu tekelci ekonom ik yapının kendi ihtiyaçları île üretim yapıları arasında m uazzam bir uçurum doğurmuş olduğunu farketmişlerdir. M ese la Sovyet pam uk üretim inin % 65’ini sağlayan Özbekistan'da ciddi bir tekstil sanayinin geliştirilm em iş olm ası ve bütün bu üretim in Slav cum huriyetlerindeki tekstil sanayiine ham m adde şeklinde değerlendirilm iş olm asının getirdiği çarpıklık bağım sızlıkla birlik te bütün açıklığı ile ortaya çıkm ış bulunm aktadır. Bu tekelleşm e sadece bölgesel üretim -tüketim ilişkilerinde değil, stratejik bakım dan önem li görülen sanayiler üzerindeki etnik denetim de de k en dini gösterm ektedir. M esela Tataristan’daki savunm a sanayii tesis lerinde çalışan uzm an ve işçilerin büyük çoğunluğu hâlâ Rustur. Bağım sızlık sonrasında yaşanan geçiş dönem i sosyo-ekonomik ve sosyo-politik m eşru iyet ekonom ik zihniyet ve kurum sal laşm a açısından ciddi sancıları da beraberinde getirmiştir. Geniş
S tratejik D erinlik
gerektiren bu dönem e hazırlıksız girilmiş olm ası belli sektörlerde ciddi üretim düşüşlerine yol açm ıştır. Eski yapı ve alışkanlıkların yeni bir söylem çerçevesinde sürmesi iyiniyetli atılmalardan da isten en neticelerin alınm asını engellemiştir. İç ekonom ik sistem in verimli bir hale dönüştürülm esi, Orta Asya ekonom ilerinin avantajlı olduğu sektörlerde ciddi bir dış a çı lım içine girilmesi, küçük ve orta ölçekli işletm elerle ekonom iye dinam izm kazandırılması, özelleştirm e program lan ile verimsiz bürokratik işleyişten rasyonel bir ekonom ik uygulamaya g eçilm e si, fm ans yapısının re-organizasyonu Orta Asya’d aki ekonom ik d ö nüşüm ün önem li problem alanları olm aya devam etmektedir. Siyasî alanda da geçiş dönem i sancılarını yaşayan Orta Asya cum huriyetleri sistem -içi süreklilik unsurları ile kaotik çatışm a alanları arasındaki hassas dengeyi korum aya çalışm aktadır. Taci kistan’da yaşanan iç savaş, Karabağ ve Ç eçenistan m eselesi, bazı bölgelerde bağımsızlığın ilk yallarında yaşanan etnik çatışmalar, Sovyet dönem indeki etkin siyasî kadroların çok büyük bir değişik lik olm adan yapıyı sürdürm e çabalarını n isb eten kolaylaştırm ıştır G eçen süre içinde özellikle Orta Asya cum huriyetlerinde hızlı bir siyasî dönüşüm den çok, istikrarlı bir geçiş sağlam a yöntem i tercih edilmiş görünmektedir.
III. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Uluslararası Güçler Dengesi ve Orta Asya
Soğuk Savaş süresince çift kutuplu yapılanm a içinde Doğu BIoku ’nun Asya m ihverini oluşturan Orta Asya, Soğuk Savaş son rasın da ortaya çıkan jeopolitik boşluk alanı çerçevesinde küresel, kıta sal ve bölgesel strateji geliştiren bütün aktörlerin ilgi alam içine girmiştir. Bu ilgi Asya’nın genelinde oluşm aya başlayan güçler dengesi param etrelerinin Orta Asya’daki stratejik yapılanm aya yansım ası sonucunu doğurmaktadır. ABD, Almanya, Fransa, İngil tere, Rusya, Çin ve Japonya gibi küresel ölçekli strateji geliştirm e gücüne sahip aktörler, Türkiye, Hindistan, Pakistan, Iran h atta Uk-
Avrasya G üç D enklem inde O rta Asya Politikası
Türkm enistan, Azerbaycan, Kırgızistan ve Tacikistan gibi bölge-içi güçler arasındaki yatay ve dikey ilişki ve ittifak biçim leri bu güçler dengesi param etrelerinin gittikçe karm aşık ve hassas bir niteliktaşjm asm a yol açmaktadır. Bu çerçevede Orta Asya’nın uluslararası konumundaki değişi me büyük güçlerin ve bölgesel aktörlerin gösterdiği tepkiler üç ana
1 . Küresel dengeler içinde Orta As ya ve büyük güçlerin stratejik bakışları; 2 . genelde Asya'daki, özel tahlil düzlem inde ele alınabilir:
de de bölgedeki değişm elerden etkilenebilecek ve bu değişimleri yönlendirebilecek ölçekteki bölgesel güçlerin stratejik bakışları ve 3. bölge-içi aktörlerin dengeler karşısında stratejik konum belirle me çabaları.
ı . Küresel Güçler ve Orta Asya Yukarıda çerçevesini çizdiğim iz jeopolitik, jeoekonom ik, je o kültüreJ ve dem ografik faktörleri gözönünde bulunduran küresel aktörler Soğuk Savaş dönem inde Orta Asya ile ilgili olarak geliştir dikleri stratejik projeksiyonları radikal bir şekilde gözden g eçir m işler ve yeni şartlara uygun bir stratejik bakış açısı geliştirm eye çalışm ışlardır. B aşta ABD olm ak üzere AB ve bünyesindeki ö n em li aktörler (Almanya, İngiltere ve Fransa), bölgede sahip olduğu stratejik etkiyi sürdürm eye çalışan Rusya, aralarında Çin ve Ja ponya gibi ekonom ik ve dem ografik devlerin bulunduğu Asya k ö kenli güçler bölgeye dönük olarak uluslararası ekonom i-politik ve jeo p o litik dengeleri gözönünde bulunduran yeni politikalar olu ş turmuşlardır. Çift kutuplu yapının çözülm esi ile birlikte uluslararası sistem in ve organizasyonların belirleyici gücü haline gelen ABD'nin bölge ye dönük politikaları radikal bir değişim geçirmiştir. ABD, Soğuk Savaş süresince, mihver bölgeden ( Heartland) kenar kuşağa {Rim-
land) yönelebilecek stratejik tehditlere ayarlı bir Avrasya politikası takip etm işti. A BD 'nin V ietnam 'a doğrudan, Afganistan’a ise do laylı olarak m üdahil olm ası Avrasya Ölçekli stratejik dengeyi koru m a çabasının bir sonucuydu. Soğuk Savaşın sona erm esi ve bu stratejik dengenin Batı Bloku lehine hem en h em en tümüyle değişm esi ve bu çerçevede Avrasya ’ ----ııı^ir,, irinH p v p r a l m a v a baslam ası Batı
S tr a te jik D e rin lik
Bloku açısınd an bir zafer olm akla birlikte küresel stratejik denge nin patronajlığını üstlenen ABD açısından yeni stratejik riskleri barındıran bir konjonktür doğurmuştur. ABD bu yeni konjonktür de stratejik nitelikli küresel ekonom i-politik kaynak dağılım ı ile Avrasya güç dengeleri arasında bir uyum sağlam aya ve bu güç dengeleri içindeki kıtasal ve bölgesel güç unsurlarının nabzını tu t maya dayalı bir stratejik çerçeve geliştirmeye gayret etmiştir. Uluslararası ekonom i-politik dengeler açısından daha önce Doğu Bloku ’nun oluşturduğu statik yapıda büyük ölçekli bir pay laşım. m ücadelesine sahne olm ayan bölgeler uluslararası ekon o m i-politik rekabete açıldıktan sonra yeni paylaşım hesaplarının konusu olmaya başlamışlardır. Öte yandan çift kutuplu yapıda çok dalıa belirgin olan jeopolitik unsurların parçalanarak çok farklı si yasî aktörlerin etki alanına girm esi uluslararası ekonom i-politik rekabete paralel seyreden bir jeopolitik alan m ücadelesinin de Önünü açmıştır. Bu bölgelerin başında da Orta Asya gelm ektedir Soğuk Savaş süresince Doğu Bloku ve SSCB bünyesinde bir paylaşım m ü cad e lesine sahne olmaksızın SSCB m erkez eliti tarafından Sovyet eko nom isinin kapasitesi ölçüsünde kaynaklan kullanılan Orta Asya, o dönem de dinam ik bir seyir takip eden kapitalist ekonom i-politik paylaşım alanının dışında bulunuyordu. Soğuk Savaşın bitm esi ile birlikte uluslararası ekonom i-politik paylaşım da yer alm ak isteyen ve bunun için de çetin bir çıkar çatışm asını göze alabilecek olan devletlerin ve çokuluslu şirketlerin bu kaynakların kullanım ında söz sahibi olm ak istem eleri son derece zengin stratejik kaynaklara sahip olan bölgeyi hassas bir çıkar çatışm ası alanı haline dönüş türmüştür. Bu durum jeopolitik rekabet açısından da geçerlidir. D aha önce Doğu Bloku’nun oluşturduğu jeopolitik kalkan içinde gerek diğer küresel güçlerin gerekse bölgesel güçlerin jeopolitik il gisinin önem li ölçüde dışında kalan bölge daha küçük ölçekli dev letlerin etki alanına bölündükçe yeni jeopolitik hesaplara açık bir nitelik kazanmıştır. Bu durumun ortaya çıkardığı stratejik boşluk alanının bölgeyi uluslararası stratejik denge ve barışın korunm ası açısm dan riskli bir alan haline getirmiş olm ası ABD’nin bölgeye yönelik ilgisinin odak noktasını oluşturmaktadır. ARD kpnHini k ^i ^
to
Avrasya G üç D enklem inde Orta Asya Politikası
rak çift yönlü bir hesap geliştirmek zorunda hissetmektedir- (i) A BD 'nin uluslararası ekonom i-politik ve jeopolitik çıkarları m ak simize edilmesi; (ii) bu stratejik boşluğun uluslararası sistem in is tikrarı açısm dan yol açabileceği risklerin giderilmesi. A BD ’n in bu iki hedefi birlikte gerçekleştirm esi tutarlı, derin likli ve çok alternatifli bir Avrasya politikası sürdürebilm esine bağlıdır, A BD 'nin Avrasya’dan kopuk bir ada-kıta devleti olm ası bu ülkenin “Avrasya'daki stratejik riskleri tek başına üstlenm eksizin Avrasya’da etkin olm a"ya dayalı bir politika geliştirm esini ge rektirm ektedir. Bu politikada risk üreten iki uç nokta vardır: Av rasya’dan kopm ak ya da Avrasya'daki stratejik rekabetin her unsu runda m üdahil olmak. Avrasya’dan kopuk bir strateji ABD ’yi küre sel bir güç olm aktan uzaklaştırırken, her alanda m üdahil olm ak son d erece m aliyetli ve riski yüksek bir jan d arm a rolünü b era b e rinde getirecektir. Bu iki uç arasında, riski azaltan ve stratejik etkinliği artıran o p tim um çözüm arayışı ABD yetkililerini Avrasya dengelerinin n ab zım tutabilen bir diplom asi geliştirmeye ve jeopolitik geçiş alan la rında doğrudan ya da ittifaklar aracılığıyla sürdürülecek kontrol m ekanizm ası kurmaya yöneltmektedir. Avrasya’da oluşan d ina mik güçler dengesinin dengeleyici ve yönlendirici dış aktörü ko num unu pekiştirm eye çalışan ABD bu rolün gerektirdiği diplom a tik m anevra alanını açık tutm aya özen göstermektedir. Bu çerçevede ABD yetkilileri bir taraftan kısa dönem de Avras ya'da bir karşı koalisyon kutbu ile karşı karşıya kalmayı engelleye bilecek diplom atik m anevra alanını koruyabilmek İçin güçler d en gesinin nabzını kontrol etm e gerekliliğini, diğer taraftan da orta dönem de Avrasya’yı kuşatan bir güvenlik sistem inin kaçınılm azlı ğını görmektedir. ABD, AB ve Japonya’nın uluslararası ekonom ipolitik dengeler içindeki konumları ile Çin ve Rusya’nın Asya-içi jeop olitik dengeler içindeki karşılıklı konum larını da gözeten bir stratejik denge arayışını Orta Asya’yı doğrudan ilgilendiren bir p a ram etre olarak görmektedir. Orta Asya’ya yönelik ekonom i-politik ve jeopolitik etki alanı oluşturm a çabalarının küresel bir bunalım a dönüşm em esi bu güçler arasındaki dengelerin korunm asına bağ lıdır. Bu dengeler de hem küresel ilişkilere hem de Avrasya denkle m i içindeki güc faktörlerine doğrudan bağlıdır. Bu açıdan AB-Rus-
I
Stratejik Derinlik
I va, Almanya-Rusya, AB-Japonya, Çin-Rusya, Çin-Japonya ve Rusya-Japonya ikili ilişkilerinin seyri ve bu seyrin ortaya çıkarabilece ği kısa dönem li ve çıkar merkezli ittifakların yol açabileceği yeni dengelerin ABD’nin küresel konum unu doğrudan etkileyebilecek olm ası bütün bu aktörlerin doğrudan m üdahil olabileceği O rta As ya gibi bölgelerdeki ABD politikasının hassas bir ayar içinde oluş turulm asını gerekli kılmaktadır. Öte yandan Avrasya ölçekli istikrarın korunm ası ve yüksek m a liyetli operasyon gerektirebilecek risklerin azaltılm ası için NA TO ’nun etkinlik alanının doğuya doğru kaydırılması, AGİT b en z e ri kıtayı kuşatan örgütlerin devrede tutulması, Avrupa içinde ve Asya-Pasifik’te oluşan güvenlik m ekanizm aları ile Orta Asya'daki irtibatların pekiştirilm esi gibi unsurlar ABD açısınd an büyük bir önem taşımaktadır. Özetle ABD hem uluslararası örgütlerin aktif kullanımı yoluyla, hem de güçler dengesinin sağladığı m anevra imkanlarıyla coğrafî olarak çok uzak olduğu Avrasya’da stratejik ritmi kontrol eden konum unu sürdürmeyi uzun dönem li küresel etkinliğin olm azsa olm az şartı olarak değerlendirm ektedir. Bu ge reklilik Türkiye gibi jeopolitik, jeokültürel ve jeoekon om ik açıdan güçlü ve derinlikli Avrasya bağlantısına sahip bölge güçlerine ABD açısından önem li stratejik aktörler konum u kazandırm aktadır. Ba\ zı Amerikan stratejisyenlerinin Türkiye’ye yeni dönem in mihver ülkeleri arasında özel bir konum verm elerinin arkasında bu strate jik gerekçe vardır .2 Soğuk Savaş süresince Doğu Bloku’n u n ve SSC B ’n in m erkezî gücü olan ve SSC B'nin dağılm asından sonra da bu yapının ulus lararası varisi konum unu sürdüren Rusya Orta Asya’daki etkinliği ni sürdürebilmeyi küresel bir aktör konum unu m uhafaza ed ebil m enin öncelikli şartlan arasında görmektedir. Bunun tarihî, je opolitik ve ekonom i-politik gerekçeleri de Rus-Sovyet stratejik zih niyetinin önem li param etreleri arasında mevcuttur. Yakın kıta havzası ile ilgili bölüm de Asya çerçevesinde de değerlendirdiğimiz mmm
•2 Bu m ihver ülkeler arasında Türkiye dışuıda Endonezya, Hindistan, Pakistan, Mısır, Cezayir, Güney Afrika, Meksika ve Brezilya da zikredilmektedir. Bu tanım lam a ve gerekçelerine dair örnek bir çalışm a için bkz. Robert S. Chase, Emily B. Hill ve Paul Kennedy, "Pivotal States and US Strategy”, Foreign Affairs, 1 996/75: 1, s. 33-51. Benzer bir yaklaşım Zbigniew Brze 2 inski'nin çalışm alarında görülmektedir. Bir ör nek için bkz. ‘‘A Geostrategy for Eurasia", Foreign Affairs, 1997/76: 5, s. 51-64.
Avrasya G üç D en klem in de Orta Asya Politikası
gibi, Rusya'nın tarih sahnesine önem li bir güç olarak çıkışı, Rusla rın 16.-18. yüzyıllar arasında Baltık, Karadeniz, Hazar ve Pasifik'te sağlam stratejik dayanaklar elde etm esi ile devreye giren jeopolitik arkaplan ile müm kün olmuştur. Baltık ayağı Doğu Avrupa kıta bağlantısının, Karadeniz ayağı Balkanlar ve Kafkaslar kıta bağlan tısının, Hazar ayağı Kafkaslar ve Orta Asya bağlantısının, Pasifik ayağı da Sibirya-Orta ve Doğu Asya kıta bağlantılarının oluşm ası nı sağlamıştır. Bu bölgelerin stratejik olarak Rusya’nın etki alanı altm a girmesi, demografik olarak Ruslaştırılm ası ve ekonom ik ola rak Rusya'ya bağım lı hale getirilm eleri Moskova Prensliğinin za m anla Rus İm paratorluğu’na dönüşebilm esinin güç param etrele rini oluşturmuştur. SSCB'yi çift kutuplu sistem in iki tem el gücün den biri haline getiren unsurlar arasında da bu jeopolitik zem inin Önemli bir payı vardır. Rus/Sovyet stratejik tarihi içinde bu bölgelerin herhangi birin de sözkonusu olan kayıplar başka bölgelerdeki yayılmalarla telafi edilmiştir. M esela 19. yüzyılın ortalarında yaşanan Kırım Savaşın daki yenilgi Orta Asya'ya yönelik Rus yayılması ile telafi edilmiştir. Avrasya ölçekli bu tür ayarlamalar Rusiar açısından büyük bir ö nem taşım aktadır. Soğuk Savaşı ideolojik ve ekonom ik açıdan tam bir yenilgi ile kapatan Rusiar, kendilerim küresel güç haline getiren jeop olitik zem inin ayaklarının altından kaymakta olduğu nu farketm ekte ve bu zem ini güçlendirecek yeni bir stratejik bakış açısı geliştirm eye çalışmaktadırlar. Soğuk Savaş sonrası düzenle m elerle Doğu Avrupa'yı ekonom ik olarak AB'ye, stratejik olarak da NATO’ya terkeden, Ukrayna'nın bağımsızlığını almasıyla Karade niz'de ciddi bir stratejik zaafla karşı karşıya kalan Rusya, Hazar-eksenli Kafkasya ve Orta Asya etkinliği ile bu zararları telafi edecek psikolojik ve jeopolitik açılım lar gerçekleştirm eye hayatî bir önem atfetmektedir. Orta Asya'daki etkinliğini kaybetm esi durumunda küresel bir güç olm a ötesinde bir Avrasya gücü olm a niteliğini de kaybedebi leceği kuşkusunu yaşayan Rusya, Avrasya ölçeğinde yaşanan güç ler dengesi sistem i içinde her bir aktörle kendi pozisyonunu karşı taraf nezdinde anlam lı kılan diplomatik bir yol takip etm eye yö nelm ektedir. ABD'ye Avrasya’da ortaya çıkan jeopolitik boşluk ala nındaki istikrarın sağlanm asında en tem el güç olm a konum una
--- =-
=—'
Stra tejik D erinlik
sahip olduğunu gösterm eye özen gösteren Rus yetkililer, Rus ya’n ın kendi içinde ve mücavir bölgede zayıflam asının Avrasya’da yol açab ileceği güvenlik boşluklarının dünya barışını tehdit ed eb i leceği riskini sürekli gündemde tutmaktadır. NATO ile yürütülen m üzakerelerde takınılan tavır, Ç eçen istan ’da yürütülen operas yonlara yönelik m eşruiyet arayışları, Çin’in yükselen ekonom ik ve askerî gücünü dengeleyebilecek yegâne Asya aktörü olm a kon u mu ile ilgili doğrudan ve dolaylı gönderm eler, Rusya’n ın Avras ya’daki istikrarın korunm asındaki en yetkin p artn er olduğu kon u sunda ABD'yi ikna etm e çab alan olarak görülebilir. ABD ile ilişkilerde Avrasya'daki istikran ö n e çıkaran Rusya, ge nelde AB, özelde Almanya ile olan işbirliği çabalarında Avrasya’da ekonom i-politik partner olm a vurgusuna daha fazla ağırlık ver mektedir. AB’nin doğuya yayılması ve tab iî sınır olarak Rusya ile tem asa geçm esi AB’nin Avrasya derinliği kazanm ası açısm dan Rusya’yı Öne çıkaran unsurlar oluşturmaktadır. G orbaçev ile b a ş layan Ortak Avrupa Evi söylem i Soğuk Savaş sonrası dönem de de ; Rusya’yı Avrupa’dan kopm ayan bir Asya gücü konum unda tutm a çabası ile sürdürülmüştür. Batı Bloku ile bu dengeleyici ilişkileri yürüten Rusya, Çin iîe olan ilişkisinde ise Asyalılık ve Batı-dışı tepki ortaklığı vurgusunu devrede tutm aya Özel bir önem vermektedir. Putin'in
2000 yılında
Japonya’da yapılan G -8 zirvesi öncesinde, uluslararası ekonom ipolitik sistem in ana unsurlarını oluşturan bu yapının dışında b u lunan ve kapitalist sistem e geçiş çabasındaki başarısına rağm en hâlâ sistem ik bir güç gibi görülm eyen Çin'i ve sistem in tam am en dışında tutulan Kuzey Kore'yi ziyaret etm esi bu açıdan son derece anlamlı bir m esaj olmuştur. Rusya bir taraftan da bu yaklaşım ı besleyecek şekilde Orta Asya Cum huriyetleri ve Çin ile birlikte or tak güvenlik toplantıları düzenlemektedir. Rusya güçler dengesi nin getirdiği pragmatik alanı kullanarak Orta Asya üzerinde kendi siyle nihaî bir egem enlik m ücadelesine girmeyi kaçınılm az gördü ğü Çin'e karşı ABD kartını Avrasya istikrarı sloganı ile devrede tu tarken, Çin ile girdiği ilişkilerin düzeyini ve tem posunu yükselte rek ABD karşısındaki konum unu güçlendirm eye çalışm aktadır. Rusya’nın klasik em peryal araçlarıyla Avrasya’daki güçler dengesi nin yeniden oluşumu arasında bir uyum bulm aya çalışan Putin,
Avrasya G üç D en k lem in d e O rta Asya Politikası
bir taraftan Rus politikasındaki kaosu aşarak Kafkaslar ve Orta As ya başta oim ak üzere etkinlik alanlarını yeniden oluşturm a, diğer taraftan da uluslararası düzeyde m eşruiyet ve saygınlık kazanm a çabası içindedir. Soğuk Savaş sonrası dönem de yeni stratejik açılım lar ve opsiyonlar arasında alternatif stratejiler oluşturm a konusunda farklı perspektifler kazanan Almanya 3 da gerek AB bünyesinde gerekse ulusal dış politika oluşum unda genel Avrasya stratejisi ve bu stra teji içinde Orta Asya’nın yeri konusunda yeni arayışlara yönelm iş tir. Alm anya'nın stratejik yönelişi açısından gittikçe daha fazla önem kazanm aya başlayan Avrasya faktörü özellikle ekonom i-politik alanda küresel Ölçekli rekabetin izlerini taşımaktadır. Özellik le NAFTA-AB rekabetinin tırm anm ası ya da Alm anya'nın Avrupa içinde İngiliz-Fransız eksenli bir blokla karşı karşıya kalması duru m unda Almanya açısından daha da büyük bir Önem taşım ası m uhtem el olan Avrasya opsiyonu Alm anya'nın Asya derinliğine yönelik politikalarını yoğunlaştırm ası anlam ına gelecektir. A lm anya'nın Asya derinliğine yönelik politikalarını geliştirm e si Almanya-Rusya ilişkilerine Avrupa-içi denge param etrelerinin ötesinde küresel bir anlam da katacaktır. Almanya-Rusya ilişkisi nin Avrasya eksenli olarak gelişmesi, özellikle O lta Asya'nın doğal kaynaklarının Rusya-Doğu Avrupa-Almanya hattı üzerinden Avru pa’ya aktarılm ası başta olm ak üzere jeoekonom ik faktörler açısın dan Alm anya'nın doğu stratejisine uygun bir nitelik taşımaktadır. A lm anya’nın Çin, Hindistan ve İran ile sürdüregeldiği yoğun eko nom ik ilişki ve dış yatırım lar Almanya’nın Asya projeksiyonu ve bu üç ülke arasında bulunan Orta Asya'ya bakışı açısından son dere ce önem li ipuçları oluşturmaktadır. Alman tarihî stratejik bilinci içinde de özel bir yeri olan Avras ya kavram ının özellikle uluslararası ekonom i-politik rekabetin bir unsuru olarak devreye girmesi Orta Asya’yı doğrudan ilgilendiren sonuçlar doğurmaktadır. AB’nin üretim kapasitesi ile bu birliğin pazar ve doğal kaynak ihtiyacı arasındaki uçurum Almanya'yı ister B 8 I
3 Almanya'nın Soğuk Savaş sonrası dönem deki stratejik yönelişi ve opsiyonları için bkz. A hm et Davutoğlu, “Zihniyet-Strateji ilişkisi ve Tarihi Süreklilik: Soğuk Savaş Sonrası D önem de Alm an Stratejisi", Tarihten Geleceğe Türk Alman İlişkileri., (Yay. Haz.) Erhan Yarar, Ankara 1999, s. 141-201.
S tratejik D erinlik
istem ez AB şem siyesi altında ya da kendi ulusal stratejisinin bir parçası olarak diğer ekonom ik havzalara ve ham m adde kaynakla rı açısından zengin bölgelere yöneltecektir .4 Orta Asya bu açıdan hem bir doğal kaynak havzası hem de bir bağlantı ve geçiş bölgesi olarak büyük bir önem taşımaktadır. Bu çerçeve içinde genelde Asya, özelde Orta Asya, Alm anya’nın öncelikli açılım alanlarından birisi olmaya adaydır. ABD 'nin NAF IA ile Amerika kıtasındaki ortak çıkar ve birlik bilincim , APEC ile Asya-Pasifik’te bir Asiamerica kavramını uyandırm aya çalıştığı, Ja ponya'nın doğrudan dillendirm ese bile Doğu Asya ve Pasifik ekse ni etrafında bir ekonom ik arkabahçe oluşturduğu, Çin’in Doğu As ya'daki Çin diasporasına dayalı geniş bir ekonom ik etki alanı kur maya çalıştığı bir dönem de A lm anya’nın Avrasya eksenli bir stra tejik açılım a yönelm esi şaşırtıcı olmayacaktır. Alman jeopolitikçi Kari H aushofer’in İkinci Dünya Savaşında geliştirdiği askerî ağır lıklı Tmnskontineniul Blok (Amerika, Avrasya, Asya-Pasifik) kavra mı bugün uluslararası ekonom i-politik hatlar olarak tekrar günde me gelmektedir. Bu stratejik yönelişin Avrasya güç dengeleri açısından orta ve uzun dönem de ciddi riskler barındırm ası Alm anya’yı teenniye ve soğukkanlı bir yol izlem eye yöneltmektedir, çünkü A lm anya’nın AB şem siyesi altında bir Avrasya stratejisine yönelm esi ABD'yi, kendi ulusal stratejisinin bir parçası olarak böyle bir açılım a yö nelm esi de başta İngiltere ve Fransa olm ak üzere diğer Avrupa ül kelerini rahatsız ed ecek sonuçlar doğurabilir. Böylesi bir rekabet ortam ının doğurabileceği riskler ekonom i-politik rekabet unsur larının ortak konsorsiyum larla aşılm asına dayalı politikaların oluşturulm asına yol açm aktadır. Bir çok ulusal nitelikli aktörü ay nı anda bünyesinde barındıran çokuluslu şirketlerin Orta Asya’da süren ekonom i-politik paylaşım m ücadelesinde öne çıkm ası bu açıdan dikkate şayandır. Böylesi bir güçler dengesi konjonktüründe Rusya stratejik kilit ülke konumu kazanırken, Çin uluslararası ilişkilere daha fazla ağırlık koyma şansı elde edecektir. M uhtem el bir Alm an-Rus işbiısaa
4 Alm an ekonom ik çıkarlarının, dış politika üzerindeki etkileri ve Alm anya'nın As ya'ya yönelik ilgisi için bkz. Norbert VValter, "O konom ische Inteıessen und Aussenpolitik”, Internationale Politik, 1 9 9 5 /8 , s. 53-58.
Avrasya G üç D enklem inde O rta Asya Politikası
ligine Çin'in de katılm ası Avrasya-eksenli kara devletleri ile Avras y a ’yı çevreleyen okyanuslara dayalı deniz imparatorlukları arasın daki tarihî rekabetin tekrar uyanm asına yol açabilir ki, bu durum tarihin görebileceği en çetin kutuplaşm alardan birinin toh u m u n u n atılm ası anlam ına gelir. Bu tür bir kutuplaşm anın risklerini rasyonel bir şekilde gören Almanya Soğuk Savaş sonrası d önem de Avrasya-ABD dengeleri açısınd an son derece dikkatli bir poli tika takip etm iş ve dış politika kadem elendirm esinde Avrupa-içi yapılanm alara ağırlık vermiştir. Yine de önüm üzdeki dönem de uluslararası ve Avrupa-içi dengenin hassas rekabet alanlarının As ya üzerinde seyredeceği unutulm am alıdır. Fransa ve İngiltere gibi AB'nin diğer önem li güçleri de A B'nin ortak Avrasya politikası ile kendi ulusal stratejileri arasında uyum sağlam a problem atiği ya şam aktadırlar. Fransa’nın Almanya, İngiltere'nin de ABD’nin stra tejik çıkar tanım lam alarına daha yakın bir tavır içinde oldukları bu denklem de Avrupa-içi ve Batı Bloku dengeleri de etkili olmaktadır. Küresel ölçekli önem li Asya güçleri arasında yer alan Japonya ve Çin de Soğuk Savaşın bitm esi ile birlikte genelde Asya’ya, özel de Orta Asya’ya yönelik stratejik bakış açılarını yeniden düzenle m e İhtiyacı hissetm işlerdir. SSC B 'nin aksine ekonom ik bayatta gerçekleştirdiği kadem eli liberalleşm eyi siyasî alana yansıtm ayan Çin, Soğuk Savaş sonrası dönem de, T iaııenm en olayı ve Doğu Türkistan ile Tibet'te yoğunlaşan m uhalefet hareketleri istisna edilirse, ciddi bir iç siyasî çalkantı yaşam aksızın Önemli bir ekon o m ik büyüm e gerçekleştirdi. BM Güvenlik Konseyi üyesi olarak uluslararası düzenin belirleyici aktörleri arasında bulunan Çin’in gösterdiği bu ekonom ik perform ans ve sahip olduğu olağanüstü dem ografik güç Çin’i eksen alan Avrasya ölçekli stratejik analizle rin geliştirilm esine yol açtı. H untington benzeri kimi batılı stratejisyenler Çin’i m uhtem el bir Batı-karşıtı blokun başat gücü olarak gösterirken, Brzezinski gibi diğer bazı stratejisyenler ise Çin’in ar tan jeopolitik etki alanının ABD’nin Avrasya ölçekli çıkarları ile ç a tışm ayabileceği, aksine bu çıkarlar doğrultusunda yönlendirilebi leceği tezini ileri sürm ektedir .5 aa a
5 Zbignievv Brzezinski, "A G eostrategy for Em oasia", Foreign Affairs, 1 9 7 7 /7 6 -5 . s. 59-
j j S tr a te jik D e rin lik
Çin’in önem li bir uluslararası aktör olarak yükselişi Güneydoğu Asya ekonom isinde önem li bir paya sahip olan Çin diasporasım n gücü ile de desteklenm ek suretiyle kıta-ölçekli önem li bir çekim alanı oluşturmaktadır. Güneydoğu Asya’da Çinlilerin sahip olduk ları 500 önem li şirketin toplam ekonom ik değerlerinin 500 milyar doları aşm ası ve Çin’e akan ve bu diasporadan da b eslen en yıllık yabancı serm ayenin 50 milyar doları geçm esi siyasal alanda sos yalist söylem i sürdüren Çin’in ekonom ik alanda kapitalist ulusla rarası ekonom i-politik yapılanm ayı etkileyebilecek bir potansiye le ulaştığını göstermektedir. Çin'in bu konum u gerek uluslararası ilişkilerdeki gerekse Çin’i çevreleyen bölgelerdeki problem alanla rında bu ülkeyi etkin kılacak araçlar sağlamaktadır. D ünyanın en yoğun nüfuslarından birine sahip olan Çin ile Or ta Asya arasındaki ham m adde ve demografik yapı dengesizlikleri bu ülkenin oıta ve uzun dönem li stratejik projeksiyonlarında Orta Asya’nın önem li bir yer tutm asını beraberinde getirmektedir. Bu projeksiyonlar Çin’in ekonom ik ve siyasî bağlantılarım etkilem ek tedir. Çin uzun dönem de Doğu Asya'daki ekonomik/dem o grafik genişlem e ile Orta Asya ve Ortadoğu’nun kaynak zenginliği arasında stratejik bir irtibat kurulm asının kaçınılm azlığım görm ekte ve bu çerçevede gerek iç kaynaklarını gerekse dış bağlantılarını hare kete geçirm eye çalışmaktadır. Çin’in küresel nitelikli stratejik d en gelerde alacağı tavır Asya-içi güç yapılanm ası kadar Ortadoğu ve Pasifik dengelerini de etkileyecek unsurlar barındırmaktadır. Orta Asya sahip olduğu konum dolayısıyla bu stratejik hesapların kesiş tiği bir alan oluşturmaktadır. Çift kutuplu yapı içinde Doğu Bloku bünyesinde yer aldığı için statik bir ayrıma tâbi olan Orta Asya’nın Çin'e yakın bölgeleri b u gün bu statik korum a şem siyesini kaybetm iş olm ak dolayısıyla Çin etkisine açık bir nitelik kazanmışlardır. M esela daha ön ce bir sü per güç olan SSC B’nin sınır boyu olarak statik bir güvenlik hattı içinde bulunan Kırgızistan bugün küçük ölçekli bir ülke olarak Çin'in doğrudan komşusu haline gelmiştir. Çin'in SSCB gibi bir sü per güç yerine çok daha küçük ölçekli aktörlerle karşı karşıya gel m esi Çin’in Orta Asya'ya yönelik stratejik iştihasını kabartacak bir konjonktür doğurmuştur. O rta Asya Çin’in iç siyasî yapısı açısm d an da özel bir önem ta^ şımaktadır. Çin’in uluslararası platform larda sıV «tir
Avrasya G üç D en k lem in d e Orta Asya Politikası
len iki önem li problem alam olan Doğu Türkistan doğrudan, Ti b et ise dolaylı olarak O rta Asya ile bağlantılıdır. Doğu Türkistan'da yaşayan Uygur, Kazak ve Kırgız Türklerinin SSCB'den bağım sızlık larım kazanan Türk Cum huriyetleri ile yakın kültürel akrabalık bağları olm ası Çin açısm dan iç ve dış ilişkileri birbirine bağlayan bir sonu ç doğurmaktadır. Çin’in çok sayıda etnik ve linguistik u n surlar barındırm ası ve insan hakları açısınd an başta ABD olm ak üzere uluslararası sistem açısınd an eleştirilm esi Doğu Türkistan, T ibet ve İç M oğolistan gibi Çin'in m erkezî karakterinden farklıla şan toplulukları barındıran bölgeleri Çin’in yum uşak karnı haline getirm ektedir. Çin O rta Asya dengelerinde etkin bir konum kaza narak bu hassas alanlardaki m u htem el zaafları da örtm eye çalış maktadır. Uluslararası ekonom i-politik güç yapılanm asının önem li belir leyicilerinden birisi olan Japonya, ABD ve AB ile olan ilişkilerinde ki dengeyi sürekli gözönünde tutm akta ve Asya politikalarını bu çerçevede şekillendirm eye özen göstermektedir. Bu ekon om i-po litik dengenin bir benzeri de Japonya'nın Asya-içi jeopolitik d en gelerine bakışında kendini gösterm ektedir. Güneydoğu Asya'da kurduğu ekonom ik etki alanı konusunda Çin ile, kuzeydoğuda da tarihî ihtilaf alanları çerçevesinde Rusya ile rekabet içinde bulu n an Japonya Asya'daki Çin-Rus jeopolitik dengesinin kendisini doğrudan etkileyebileceğinin farkındadır. Bu da Çin ile Rusya ara sındaki jeopolitik rekabetin en doğrudan karşılaşm a alam olan Orta Asya’ya özel bir önem kazandırmaktadır. Orta Asya'daki re kabetin doğrudan tarafı görünm eyen Japonya bölge üzerinde sey reden ekonom i-politik ve jeopolitik rekabette önem li bir denge unsuru olm a konum u kazanabilir. O ıta Asya’nın dış finansal d es teğe olan ihtiyacı ile Japonya'da yaşanan Doğu Asya krizine rağ m en hâlâ varolan finansal fazla arasındaki m uhtem el geçişkenlik de bu rolü pekiştirecek sonuçlar doğurabilir.
2. Asya-içi Dengeler, Bölgesel Güçler ve Orta Asya Küresel aktörlerin Soğuk Savaş sonrası dönem de genelde Asya, özelde Orta Asya ile ilgili stratejik pozisyonlarında gözlenen radi kal değişm e Asya-içi dengelerde etkili kıtasal ve bölgesel güçleri Mrofton inırpçpl mirlerin nozisvonla-
| Stratejik D erin lik
rındaki değişm elere ayak uydurmaya, diğer taraftan kendi b ölge sel konumlarını, kıta-ölçekli stratejik param etreleri etkileyebilecek şekilde güçlendirm eye çalışm aktadırlar. Soğuk Savaş dengelerinin çözülm esi ile birlikte ortaya çıkan stratejik boşluk ve bu boşluk konusunda küresel güçlerin yeni denge oluşum larında sergiledik leri rekabet bölgesel güçlerin hareket alanım genişleten sonuçlar doğurmuştur. Asya-içi dengeler açısm dan bakıldığında nisb eten olarak daha küresel ölçekli aktörler olarak kabul edilebilecek olan Rusya, Çin ve Japonya dışında kalan Hindistan, Pakistan, İran ve Türkiye Or ta Asya dengelerini doğrudan etkileyebilecek araçlara sahiptir. Or ta Asya çevresinde yer alan bu aktörlerin dışında biraz daha geniş bir halka içinde yine Asya güçleri olan Kore, Endonezya, M alezya ve Singapur başta olmak üzere diğer güneydoğu Asya ülkeleri, İs rail ve hatta Avrasya ülkesi olmakla birlikte tarihî ve siyasî bağlarla Orta Asya ile irtibatlı olan Ukrayna da Asya-içi dengelerde O rta As ya'daki güç yapılanm asını etkileyebilecek konum da ülkelerdir. Orta Asya'yı m erkez alm ak üzere içiçe geçen hatlar ve dengeler oluşturan bu Asya-ölçekli yapılanm ada Soğuk Savaş sonrası dö nem de özellikle Türkiye, Rusya, İran, Pakistan, Hindistan ve Çin arasındaki ilişkiler kıta-içi stratejik dengeleri ve bu dengelerin kü resel ve bölge-içi dengelerle olan irtibat noktalarım etkileyen so nuçlar doğurmuştur. Orta Asya mihver bölgesinden kenar kuşağa inen stratejik nitelikli koridor ve geçiş yolları ile Avrasya’yı doğubatı istikam etinde kesen enerji, ulaşım ve ticaret hatları bu kıta ve bölge güçlerini karşı karşıya getirmiş ve genellikle kısa-dönem li ve çıkar-tem elli ittifak arayışlarına yöneltm iştir. Bünyesinde bu lu n durduğu Hayber, Khojak ve G om al geçiş yolları ve W akhan kori doru ile Orta Asya’dan Hint altkıtasm a geçişin atardam arlarını kontrol eden Afganistan'da Soğuk Savaş dönem inde çift kutuplu sistem in bir sonucu olarak başlayan, Soğuk Savaşın b itm esi ile b ir likte bütün bu kıta ve bölge güçlerinin değişik biçim ve ölçülerde m üdahil oldukları bir iç savaşa dönüşen çatışm alar aslında kıtaölçekli stratejik dengelerin izlerini taşımaktadır. Büyük İsk en der'in Asya seferinden bu yana stratejik tam pon bölge niteliği ta şıyan bu hattın genelde Asya, özelde Orta Asya stratejik dengeleri verine oturm adan istikrara kavusması oür onrimmplftorlir
Avrasya G üç D en klem in de Orta Asya Politikası
Soğuk Savaş dönem inde Avrasya mihver bölgesinin merkez gü cü olm a konum unu Orta Asya'daki egem enliğine dayalı olarak ko ruyan ve Afganistan'da hakimiyet kurarak tam pon bölge üzerin den güneye sarkmaya çalışan SSCB birikim ini devralan Rusya So ğuk Savaş sonrası dönem de ilk tepki olarak bu kritik stratejik k esi şim alam üzerindeki etkisini kaybetm em eye çalışm ıştır. SSC B’nin dağılması ile birlikte tırm anan Tacik iç savaşm a doğrudan m üda h alede bulunulm ası ve Afgan-Tacik sınırının Rusya’nın bîr ileri s ı n ın olarak deklare edilm esi Rus-Sovyet*Rus stratejik zihniyetinde ki sürekliliği ve bu süreklilik içinde aktan lan Orta Asya p aram etre lerini ortaya koymuştur. Bu stratejik zihniyete göre Rusya’nın sınırları uluslararası h u kuk açısm dan Kazakistan’ın kuzeyine ve Hazar’ın doğusuna çekil miş olsa da jeopolitik hat sınırlarının Avrasya’nın stratejik düğü m ünü oluşturan Afgan-Tacik-Keşmir üçgeninde olduğu iddiasını taşımaktadır. Çin-H indistan ve H indistan-Pakistan arasındaki sı nır anlaşm azlıkları ve bu anlaşm azlıklara dayalı ittifaklar da Orta Asya’nın hem en güneyindeki bu jeopolitik düğüm bölgesinin kıta dengeleri açısından taşıdığı önem i ortaya koymaktadır. M intaka geçişini kontrol eden Çin’in Karakurum geçişi ve bu geçişte strate jik bir önem e sahip olan yol bağlantıları üzerinde de denetim kur m aya çalışm ası, Hindistan ve Pakistan’ın Keşmir üzerinde sürdüregeldikleri m ücadelenin Soğuk Savaşın sona erm esinin yol açtığı jeopolitik boşlukla daha da tırm anış gösterm esi kıta-ölçekli ve bölgesel güçlerin stratejik hesaplarının çatışm asının sonuçlarıdır. Bu açıd an Soğuk Savaş dönem inde oluşan Hindistan-Rusya ve Çin-Pakistan ittifakları yeni şekillerle sürdürülmektedir. Afganis tan ve Kafkaslardaki dengelerin İran'ı da Hindistan-Rusya ittifakı na yakın bir çizgiye getirm esi bu güçlerin nasıl ince stratejik h e saplar içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Orta Asya'nın güneyinde süren bu stratejik rekabet Orta As y a'n ın batısınd a da çetin ve dinam ik bir nitelik kazanmıştır. SSC B ’nin dağılm asından sonra Türkiye'nin inisiyatifi ile ECO’nun Orta Asya ülkelerini ve Afganistan’ı kapsayacak şekilde genişletil m esi Türkiye-İran-Pakistan kuşağında bir stratejik tem erküz oluş turm uştur. İlk anda Orta Asya’nın Hazar’ın güneyinden geçen AvKnotantısmı ve tarihi İpek Yolu ekonom i-politiğini canland ı
r
"
“
racağı düşünülen bu ham lenin hem Rusya’ya hem de ABD’yi ted ir gin etmiş oim ası bu önem li çıkar uzlaşm asını zam anla bu örgütün üç tem el ülkesi arasında bir tür çıkar çatışm asına dönüştürm üş tür. ABD, İran'ın ECO üzerinden Avrasya sistem inde etkin bir ko num kazanm a ihtim alinden, Rusya da bu adım ın tarihî Türk-Rus rekabetinde Türkiye'nin stratejik potansiyelini güçlendirm esi ih ti m alinden dolayı tedirgin olmuştur. Öyle ki bu adım üzerine H in distan'ı ziyaret eden ABD senatörü Pressler, Hindu yetkilileri ku zeyde oluşm akta olan İslam kuşağına karşı uyarma ihtiyacı h isset miş, Rusya da Türkiye'nin etkinliğini önlem eye yönelik ham leleri arka arkaya yapmaya başlamıştır. Türkiye’nin Rusya'nın tedirginliğini giderm ek ve AB'ye bir al ternatif m esaj ulaştırm ak için KEİ’yi devreye sokm ası bu kez İran'ı ECO konusunda tedirginliğe sevketmiştir. Türkiye'nin bu süreç içinde ABD ile ortak strateji arayışları içine girm esi ve birlikte bir Orta Asya açılım ına yönelm esi Rusya ile İran'ı birbirine yaklaştır mıştır. Özellikle petrol ve doğal gaz boru hatları konusunda son derece farklı alternatiflerin süreldi gündem e getirilm esi bu dina mik seyirdeki denge değişm elerine intibak edebilm e çabalarının ürünüdür. Özetle, doksanlı yılların ikinci yarısında Rusya, Çin, Hindistan ve İran arasında ikili ve üçlü çerçevede yoğunlaşm a tem ayülü içi ne giren ilişkiler Türkiye’nin genel Asya stratejisi ve Orta Asya p o litikası açısm dan ciddiyetle takıp edilm esi gereken bir süreci baş latm ış bulunm aktadır. Rusya bir taraftan NATO ile anlaşm a m asa sına otururken, diğer taraftan NATO'nun genişlem esi karşısında Doğu Avrupa'da kaybettiği mevzileri Asya içinde yeni dengeler oluşturarak aşm a çabası içindedir. Batı tarafından dışlanm a teh li kesi içinde bulunan İran ve ABD ile zam an zam an bunalım yaşa yan Çin de Asya içinde oluşacak bir güç konsoîidasyonunda fayda m ülahaza etmektedir. İran ve Rusya ile zaten iyi ilişkiler içinde bu lu nan Hindistan da, Pakistan'ın ABD desteği ve Taiiban aracılı ğıyla Afganistan'da kurduğu hakim iyeti dengeleyecek bir biçim de bu iki ülke ile olan ilişkilerini daha da geliştirm e yolunu tercih e t m ektedir. Rusya’n ın dış kredi ve NATO politikası ile Çin kartı ara sınd a kurduğu korelasyon ve yaptığı zam anlam a, diplom asi oyuI n u n u n inceliklerini yansıtan özellikler tasıvm- Çr.«
r>.
Avrasya G iiç D enklem inde O rta Asya Politikası
uluslararası ekonom i-poiitik sistem in merkezî gücünü oluşturan G -8 zirvesinden hem en önce hâlâ sistem -dışı aktörler gibi gözü ken Çin ve Kuzey Kore’yi ziyaret etm esi dikkate şayandır. Soğuk Savaş dönem inde ABD Çin kartını SSC B’ye karşı kullanıyordu. Şimdi Rusya aynı kartı gerektiğinde kullanılmak üzeıe elinde tu t m aya çalışmaktadır. Asya içinde ortaya çıkan bu dengeler Orta Asya ülkelerinin dış politika pozisyonunu da etkilemektedir. Demografik, ekonom ik ve siyasî açıdan Çin, Hindistan ve Rusya'dan gelebilecek tek y ön lü ya da koordineli bir baskı karşısında direnm e gücü zayıf olan Orta Asya ülkeleri bu devler arasında kendilerine hayat alanı a ç m aya çalışm aktadır. 1997 yılında Rusya ve Çin’in öncülüğüyle bölge ülkeleri arasında bir sınır güvenlik anlaşm ası im zalanm ası ve belli bir istikrar politikası takip edilm esi bu açıdan son derece ilgi çekicidir. O rta Asya’yı çevreleyen Rusya, Çin, İran ve H indis tan arasında geliştirilen ilişkiler NATO'nun genişlem e planlarına karşı bir Asya cephesi oluşm akta olduğunun ilk işaretleri olarak değerlendirilebilir. Rusya’nın ekonom ik açıdan rehabilitasyon sürecine girmesi ile Rus-Çin yakınlaşm asının eşzam anlı olarak gerçekleşm esi Türkiye açısından çok sakıncalı bir dış politika konjonktürü ortaya çıkara bilir. Rus-Çin yakınlaşm asının Orta Asya üzerinde yapacağı baskı bölge ülkelerini uluslararası ekonom i-poiitik güç merkezleri tara fından rehabilite edilmeye çalışılan Rusya İle ilişkilerini güçlendir m eye sevkedecektir. Kazakistan ve Kırgızistan’ın Rus-Çin yakın laşm asına uygun adım lar atm aya başlam ası bu konuda klasik Or ta Asya dengelerinin işlem eye başladığını göstermektedir.
3. Bölge-içi Dengeler Bu küresel ve kıtasal faktörler siyasî, kültürel ve ekonom ik a çı dan çok çetin bir dönüşüm yaşayan Orta Asya’nın bölge içi denge lerini de etkilemektedir. Orta Asya’nın son on yıl içinde b ek len en den çok daha az bir iç çatışm aya sahne olm asına rağm en gerek kü resel ve kıtasal aktörlerin bölgeye yönelik rekabetlerinin doğurdu ğu dinam ik konjonktür, gerekse bölge-içi çıkar çatışm alarına yol açabilecek unsurlar bölgenin orta ve uzun vadede istikrara kavuş--------- „ 1., ^ ^ ,r, ,,nr,rlö otlrilpm plrtpHİr
jl Stratejik D erinlik
Dünya Ölçeğinde II. Dünya Savaşından sonra yaşanan söm ür ge devrimleri benzeri bir olguyu Soğuk Savaş sonrası dönem de ya şayan Orta Asya toplum ları em peryal bir yapıdan teritoryal ulusdevlet yapılanm asına geçişin sancılarını yaşamaktadır. Orta As y a’daki dönüşüm ü incelerken de vurguladığımız gibi bu durum İngiliz ve Fransız söm ürge im paratorluklarından koptuktan sonra aynı jeokültürel yapıda farklı ulus-devletler oluşturm ak zorunda kalan Arap D ünyasının karşılaştığı problem lere benzer problem ler ortaya çıkarmıştır. Herşeyden önce ortak dil, din ve kültür unsur larına rağm en Sovyet dönem inden kalan etnik tanım lam alar ve bu etnik tanım lam aların doğurduğu biz-öteki ayrımları bölge ölçekli bir jeokültürel parçalanm ayı beraberinde getirmiştir. Özbek, Kır gız, Kazak, Türkm en ve Tacik unsurların içiçe yaşadığı alanların si yasî sınırlar ile ayrılmış olm ası ve bu siyasî sınırlar içinde kalan ulus-devletlerin her birinin kendi territoryal ulusal kimlik ve ege m enlik alanlarını kurm a çabaları karşılıklı kaygıların ve tedirgin liklerin kaynağı olmaktadır. Bu jeokültürel parçalanm ayı destekleyen jeoekon om ik kaynak paylaşımı sorunları potansiyel bunalım odaklan olm aya adaydır. Ülke sınırlarının tarihî ve jeopolitik geçerlilikleri ile ilgili tartışm a lar bu parçalanm aları jeopolitik risk alanlarına rahatlıkla dönüştü rebilecek unsurlar ihtiva etm ektedir: Çarpıcı bir m isal verm ek ge rekirse Özbekistan-Kırgızistan smırı Sovyet idaresince öylesine bir yapıda çizilm iştir ki, Kırgızistan’ın kuzeybatısı ile güneybatısı ara sındaki seyahat ancak ve ancak Özbekistan sınırlan içinde kalan Fergana vadisi üzerinden yapılabilmektedir. Kırgız tarihçilerinin Fergaııa vadisinin Hokand egem enliği altında uzun bir dönem Kır gız idaresi altında kaldığına dayalı tarih argüm anları ile bu je o p o litik parçalanm a biraraya getirildiğinde iki ülke arasında ciddi bir çatışm a potansiyeli söz konusu olmaktadır. jeokültürel, jeoekonom ik ve jeopolitik parçalanm adan kaynak lanan karşılıklı iddialar ve argüm anlar Orta Asya cum huriyetlerini Arap ülkelerine benzer iç çatışm a potansiyelleri ile karşı karşıya bırakm a riski taşımaktadır. Bütün bir Batı Türkistan'ın tarihî ola rak kendi egem enlikleri altında bulunduğu, bölgenin Sem erkand ve Buhara gibi tarihî m erkezlerinin kendi sınırlarında olduğu ka^ naatini taşıyan Özbekistan sahip olduğu insan potansiyelinin aö-
Avrasya Güç D enklem inde Orta Asya Politikası |
reçeli üstünlüğünü de gözönünde bulundurarak bölgede daha et kin bir rol üstlenm eye çalışmaktadır. Buna m ukabil Avrasya step lerini birbirine bağlayan olağanüstü bir coğrafyaya sahip olan Ka zakistan bu coğrafyanın getirdiği avantajları kullanarak Asya’daki küresel ve kıtasal dengelerin kilit unsuru konum unu öne çıkar maktadır. Zengin doğalgaz kaynaklarına sahip olan ve bu kaynak lara dayanarak kısa zam anda bölgenin finansal ve ekonom ik gücü haline gelm e ümidi taşıyan Türkm enistan da bu gücü bölge etkin liğine dönüştürm e yolları arayacaktır. Türkm enistan ile Ö zbekis tan arasındaki insan unsuru ve doğal kaynaklar açısından varolan ciddi uçurum bu ülkeler arasındaki ilişkileri Irak-Kuveyt benzeri çelişkilere gebe kılabilir. Kendi kültür m erkezlerinin Özbekistan sı nırları içinde kaldığını düşünen Tacikler ile kendi tarihî ve ekono mik alanlarının parçalandığım düşünen Kırgızlar karşısında Özbeklerin her iki ülkeyi de tabiî arkabahçe gibi algılaması da potan siyel bir bunalım kaynağı olm aya adaydır. Soğuk Savaş sonrası dönem de bölgede yaşanan jeokültürel, jeo ek o n o m ik ve jeo p o litik parçalanm a ile bahsi geçen iç bunalım unsurları, SSCB geçm işine dayanan siyasî kariyerleri açısından zaten otokratik rejim lere temayüllü olan liderleri yine Arap tecrü besine benzeyen siyasî yapılar kurmaya yöneltmektedir. Son on sene içinde Azerbaycan'daki tartışm alı değişim hariç bölgedeki s i yasî aktörler hem en h em en hiç değişmemiştir. Türkm enistan’da bu yapılanm anın daha da ötesine geçilerek Türkm enbaşı hayatı nın sonuna kadar doğal lider ilan edilmiştir. Bütün bu bölge-içi faktörler bahsi geçen küresel ve kıtasal güç dengeleri karşısında bölge-içi unsurları daha kırılgan yapm akta dır. Asya-içi dengelerdeki hassas seyir ve tarihî Rus-Çin rekabeti nin doğurduğu tedirginlik hem en hem en bütün Orta Asya ülkele rini m üm kün olduğunca ABD yanında görünm eye sevketm ektedir. ABD'nin Soğuk Savaşın galibi konum u uluslararası saygınlık ve ekonom ik kalkınm a arayışı içindeki bu ülkelerin ABD ’ye yakın durm a çabalarının gerekçelerini oluşturmaktadır. Öte yandan b ö l gede insan unsurunun gücü ile öne çıkan Özbekistan doksanlı yıl ların sonlarına doğru Rusya’nın desteğini alarak bir ortak etkinlik alanı kurmaya çabalarken, Kazakistan Rus-Çin dengesinin kendi
inîn kaçınılm az olduğu bilinci ile diplomatik esnekliği
r..
yüksek bir politika takip etmektedir. Bir taraftan kıta-Ölçekli dina mik rekabet konjonktürü içinde, diğer taraftan Özbekistan ve Ka zakistan gibi bölge-içi güçler arasında ayakta durmaya çalışan Kır gızistan ise bunu daha açık bir siyasî yapı ile sağlamaya çalışm ak
tadır. Kırgızistan’ın bölgede dem okrasiye en yakın uygulamaya yönelm esi bu açıdan dikkate şayandır. Sahip olduğu doğal kaynakları m üm kün olan en m aksim um getiri ile dünya piyasalarına ulaştırm a çabasını sürdüren Türkm e nistan ise bu doğal kaynakların tabiî m üşterisi olan veya bu kay naklar üzerindeki etki alam ile uluslararası ve bölgesel güç oluş turm aya çalışan kıta ölçekli aktörleri birbirleriyle dengeleyen ve her birine yeşil ışık yakan bir politika sürdürmektedir. Bir taraftan Türkiye ile en yakın ilişkiler geliştiren bölge ülkesi olan, diğer ta raftan İran ile sahip olduğu ulaşım ve ticaret ilişkisini yoğunlaştı ran, öte yandan belli aralıklarla Rusya'ya yakın m esajlar gönderen Türkm enistan Batı Asya’d aki rekabetin kendi üzerinden seyret m ekte olduğunun bilinci ile bir tür denge diplom asisi uygulamak tadır. Soğuk Savaşın sona erm esinden bu yana yıpratıcı bir iç savaş yaşayan Tacikistan ise bütün bu dengelerin en edilgen ülkesi olm a özelliğine sahiptir. Öte yandan, Orta Asya'yı çevreleyen kıta-ölçekli güçler arasın daki bu dengeler bölge-içi aktörleri de kendi anaforu içine çekm ek tedir. Ö zbekistan’ın Afganistan iç savaşında Pakistan destekli Taliban karşısında H int-Rus-lran ittifakınca desteklenen m uhalefet cephesi içinde yer alması, Türkm enistan'ın 1997'de İran-Hİndistan-Türkm enistan üçlü anlaşm asına katılması, Kazakistan ve Kırgı zistan’ın Çin-Rus-Hint dengelerini kollayan bir diplomatik seyyaliyet sergilemeleri, Ö zbekistan'ın Tacik iç savaşma müdahil olması, Türkm enistan ve Azerbaycan’ın Batı Asya’daki Türkiye, Rusya ve İran arasında diplomatik bir labirent hassasiyeti içinde ilişkilerini sürdüregelmeleri hep bu güç dengelerinin dolaylı sonuçlarıdır.
IV. Türk Dış Politikası ve Orta Asya Stratejisi ı. Söylemden Stratejiye Türkiye’nin Orta Asya Politikası Türk dış politika yapım ında Orta Asya ile ilgili son on yıl içinde y aşan an gelişm eler sadece bu böleevle sınırianHınu»vs— — i-
Avrasytt G üç D en klem in de O rta Asya Politikası
önem li dersler ve tecrübeler edinilm esini sağlamıştır. Bu tecrü b e lerin sağlıklı bir şekilde değerlendirilm esi aynı anda bir çok yakın kara, deniz ve kıta havzalarında strateji geliştirm ek ve uygulamak zorunda olan Türkiye’nin bundan sonraki benzer ölçekte etkilerde bulunacak dış politika açılım ları için büyük bir önem taşım akta dır. Bu unsurlar hazırlık safhası ve uygulama safhası ile ilgili iki ana başlık altında toplanabilir.
a.
Psikolojik, Teorik ve Kurumsal Hazırlıksızlık
Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönem Orta Asya politikasının değerlendirilm esinde öncelikle çok yönlü uluslararası konjonktür değişim lerinin yaşandığı dönem ler için gerekli olan hazırlık safha sı ele alınm ak zorundadır. Türkiye m aalesef Soğuk Savaşın sona erm esi ile ortaya çıkan uluslararası dinam ik konjonktüre intibak noktasında da, bu konjonktürle birlikte çok kısa bir sürede Türki y e’nin en tem el dış politika alanlarından birisi haline gelen Orta Asya'ya dönük stratejilerin geliştirilm esi konusunda da ciddi bir ön hazırlık yetersizliği ile karşı karşıya kalmıştır. Bu hazırlıksızlığın ilk görünen belirtisi psikolojik alanda yaşan mıştır. Türkiye Orta Asya ile ilgili gelişm elerin ilk safhasında gerek seçkinler gerekse halk düzeyinde soğukkanlı bir diplom asinin ilk şartı olan rasyonel değerlendirm e yapabilm ek için gereken psiko lojik teenniyi devreye sokam am ıştır. Orta Asya'nın bir strateji ve siyasî kültür param etresi olarak hem en h em en hiç gündemde ol m adığı bir dönem den gündem in birden m erkezine yerleştiği bir dönem e geçiş psikolojik bir hazırlık sürecinin yaşanm asını engel lemiştir. îlk dönem de gösterilen ani, nostaljik ve hıssî tepkiler ve bu tepkilere dayalı olarak geliştirilen, psikolojik ön hazırlığı iyi ya pılm am ış deklarasyonlar, bu deklarasyonlara m uhatap olan taraf larla rasyonel bir dış politika ilişkisi geliştirilm esini güçleştiren tepkiler doğurmuştur. Orta Asya ülkelerinde büyük ve çoğu da karşılıksız kalm a riski taşıyan beklentiler oluşturan bu deklaras yonlar, bölge üzerinde tarihî ve coğrafî derinliğe dayanan hazırlık lı politikalar geliştirm e süreci yaşayan kıtasal ve bölgesel güçleri tedirgin etmiştir. Bu tedirginliği dengelem eye yönelik olarak atılan adım lar da bu sefer karşı etki uyandıran sonuçlar doğurmuştur. Psikolojik hazırlıksızlığın daha çabuk su yüzüne çıkm asına yol -
t
-
.
oi-an ian Ha s tra te jik analiz ve kurumsal
^ Stratejik D erinlik
yapılanm a ile ilgili alanlardır. Türkiye böylesi bir radikal değişim sürecine stratejik analiz gücü ve yetkinliği olan kurum sal yapılar dan yoksun bir şekilde girmiştir. Değişim sürecinin başında genel de Asya, özelde ise Orta Asya ile ilgili teorik çalışm a yapan hiç bir destek kurum unun olm am ası, üniversitelerin ve diğer araştırm a kuram larının hâlâ Soğuk Savaş dönem inden kalan birikim lere dö nük yapılara sahip olması nedeniyle sağlıklı stratejik analizler y a pacak ve bu analizler çerçevesinde psikolojik tepkilerin dozunu düşürerek rasyonel politikaların önünü açacak bir atm osfer oluşamamıştır. Türk diplom asisinin Soğuk Savaş süresince özellikle Türk-Yunan gerilim lerine ayarlı bir arkaplan içinde faaliyet gös term iş olm ası bu stratejik analiz boşluğunun diplom atik çevreler ce kapatılm asını da müm kün kılmamıştır. Bu hazırlıksızlığın birisi tarihî, diğeri ise ideolojik iki tem el se bebi üzerinde durulabilir M odern Türk diplom asi tarihi, k ökenle rine gidilirse Karlofça'dan, biraz daha yakın dönem esas alınırsa Tanzim at’tan bu yana, tem elde Avrupa param etrelerini kollayan ve Ortadoğu/Balkanlar ekseninde savunm a hatlarına yoğunlaşan bir arkaplana sahiptir. Bu dönem de stratejik zihniyet, kültürel ve psikolojik faktörler, kurum sal yapılanm a, dış politika refleksleri daha çok Avrupa-merkezli büyük güçlerin diplom asi kulvarlarına ayarlı bir seyir takip etmiştir. D iplom atik gelenekle ilgili bu arkap lan Asya-ölçekli stratejik oluşum lar için yeterli bir tecrü b e biriki m inin oluşm asını engellemiştir. İkinci önem li sebep genellikle stratejik bakış açısını yönlendi ren ideolojik tavır alışla ilgilidir. Bu da biri Batılılaşm a tecrübesi, diğeri de Soğuk Savaş konjonktürü ile ilgili iki ana grupta to p lan a bilir. Batılılaşm a tecrübesi ve bu tecrü ben in öngördüğü Avrupa'ya dönük politika oluşturm a çabası genelde Asya, özelde Orta As ya'ya dönük psikolojik, teorik ve kurumsal hazırlığı bir ölçüde anlam sızlaştırm ış, en azından ikincil bir konum a indirmiştir. İttihat ve Terakki'nin rasyonel hiç bir stratejik h esaba dayanmayan O n a Asya politikasının ve Enver Paşa m acerasının stratejik zihniyeti oluşturan toplum sal hafızada edindiği yer Doğu’nun ve Asya'nın geri kalm ışlığına dayanan Aydınlanma felsefesi varsayımları ile birleşince Orta Asya uzun süre Türkiye'nin siyasî ve kültürel at m osferinde en azından kayıtsız kalman bir bölge olmuştur. 1 ARft
Avrasya Güç D en k lem in d e Orta Asya Politikası
Stratejik hazırlığı engelleyen ikinci ideolojik param etre Soğuk Savaş şartlan ile ilgilidir. Soğuk Savaşın katı ideolojik kalıpları için de Orta Asya'nın Doğu Bloku ve SSCB bünyesinde kalması, bölge ye yönelik herhangi bir hazırlık gerektirm eyen çok daha statik bir yaklaşım biçim ini egem en kılmıştı. İki blolcun karşılaştığı alanlar la ilgili stratejik kararların süper güçlerce alındığı, dolayısıyla da bu güçlerin doğrudan etki alanına girdiği bölgelerdeki stratejik p o zisyonun hem en hem en hiç değişmediği bu konjonktür bölgeye dönük hazırlıkların gereksiz görülm esine sebep oluyordu. Bu sta tik konum un ideolojik kalıplarla kategorik kutuplara indirgenm e si bölgeye dönük çalışm aların önünde engeller oluşturuyordu. Bu çalışm alar ya sınırlı alanlarda bizzat resm i kanallarca yürütülüyor du, ya da tam am en ihm al ediliyordu. O dönem de sivil kişi ve ku ruluşların ilgileri h em en karşı kutbun ideolojik tem silcisi gibi algılan m alarayol açıyordu. Daha önce de vurguladığımız gibi, bu du rum en stratejik kom şum uz olan Rusya'nın dilini kullanabilen araştırm acıların bile yetişm esini im kansız kılıyordu. Dış politika yapım ını olumsuz yönde etkileyen psikolojik, te o rik ve kurumsal hazırlıksızlık böylesi radikal bir değişim in yaşan dığı Soğuk Savaş sonrası dönem in ilk yıllarında ciddi bir insan un suru sıkıntısını beraberinde getirmiştir. Psikolojik ağırlıklı iddialı söylem in gerektirdiği adım lan atacak insan unsurunun devreye sokulam am ası dış politika etkinliğini önem li ölçüde zaafa uğrat mıştır. G eçen on yıla rağm en hâlâ bölge politikalarında uzm anlaş mış ve Rusça başta olm ak üzere bölge dillerini ve lehçelerini etkin bir şekilde kullanabilen elem an sıkıntısı yaşanmaktadır,
b.
Stratejik Koordinasyon ve Kademelendirme
Soğuk Savaşın sona erm esini ve SSCB'nin dağılmasını takip eden ilk dönem de planlı ve rasyonel bir dış politika açılım ından çok, aııi tepkilere dayalı nostaljik ve hissî bir yaklaşım ın ben im sen miş olm ası, özellikle bu hissî yaklaşımın prim topladığı ilk dönem sonrasında ciddi tutarsızlıkların ve aksaklıkların oluşm asına yol açmıştır. Sovyet sonrası dönem in hızlı ve dinam ik değişimine h a zırlıksız yakalanm am ız hem Orta Asya’da yaşanm akta olan bu n a lımlı geçiş sürecine rasyonel ve planlı tepkiler gösterilm esini engel lem iş, hem de Orta Asya politikası ile diğer bölgesel politikalar ara sında sağlıklı bir koordinasyon kurulmasını imkansız kılmıştır.
Stratejik Derinlik
Her şeyden önce Orta Asya’nın genel Türk dış politika stratejisi içindeki yeri ve Önemi yeterince incelenm em iştir. Bu sadece Or ta Asya ile ilgili değil, genel Asya politikası ile ilgili önemli b il ek sikliktir. Bu eksildik, genel Asya stratejisi ile özel Orta Asya politi kası arasında tutarlı, kadem eli ve koordineli bir ilişki biçiminin oluşmasını engellemiştir. Diğer bir çok ülkenin, değişen konjonktüre paralel olarak, As ya’nın kendi stratejileri içindeki yerini tekrar yorumlamaya çalıştı ğı bir dönemde Orta Osya, Batı Asya, Orta Doğu ve Karadeniz hav zaları ile ilgili genel stratejik öncelikleri tanım lam adan bölgesel politikalar oluşturmuş olmak, konjonktürel değişikliklerden etki lenen bir dış politika yapımına yol açmış bulunmaktadır. Bu açı dan bakıldığında, Türk dış politika yapımında her zam an hissedi len kademelendirme ve koordinasyon eksikliği en çarpıcı şekilde Orta Asya ile ilgili gelişmelerde kendini hissettirmiştir. Türk dış politika yapımının farklı bölgesel politikalar ile ilgili koordinasyonda karşı karşıya kaldığı sıkıntı Türkiye nin kendine has coğrafî özelliklerinden de önemli ölçüde etkilenmektedir. Av rasya’daki bir çok önemli aktörün aksine Türkiye, coğrafyasının büyüklüğünün çok ötesinde bir jeopolitik çeşitlenme ile karşı kar şıyadır: Yakın kara, deniz ve kıta havzaları ile ilgili değerlendirme lerimizde teferruatlı bir şekilde ele aldığımız gibi, Türkiye aynı an da ve aynı yoğunlukta bir çok bölge ile ilgilenmek zorundadır. Bir kıyas ile ortaya koymak gerekirse Türkiye ile kıyaslanm ayacak d e recede büyük ölçekli coğrafî ve demografik yapıya sahip olan Çin, teme] özellikleri itibarıyla bir Doğu Asya ve Pasifik ülkesi, Hindis tan bir Güney Asya ve Hint Okyanusu ülkesi iken, Türkiye bu ülke lere göre daha küçük ölçekli coğrafyasına ve insan unsuruna rağ-men aynı anda bir Doğu Avrupa ve Batı Asya, bir Balkanlar, Kaf kaslar ve Ortadoğu ülkesi olmak yanında Afroavrasya anakıtasınm en önemli deniz havzalarına ya doğrudan ya da dolaylı müdahil olabilecek bir konuma sahiptir. Bu konum bölgesel politikalar arasındaki koordinasyon ihtiya cını dış politika oluşumunun en temel meselesi haline getirmekte dir Türkiye’nin müdahil olduğu bölgeler arasındaki jeopolitik, je oekonomik ve jeokültürel ayrım çizgilerinin Soğuk Savaş sonrası dönemde gittikçe anlam sızlaşm aya başlaması ve.bölgelerarası et-
Avrasya G üç D en k lem in d e O rta Asya Politikası
kileşim in büyük bir hız kazanm ası bu koordinasyon ihtiyacını d a ha da artırmıştır. Türkiye’nin Orta Asya politikası kimi zam an bu koordinasyon eksikliğinden olumsuz yönde etkilenm iştir. M esela ECO ve KEİ’nin hed ef ve araçları konusunda yaşanan çelişkilerin O ıla Asya’ya yansım ası genelde olumsuz seyretm iş ve kendi alan larında önem li işlevler üstlenebilecek bu iki örgütün bu alanlarla ilgili konularda bile atalete düşm esine yol açm ıştır. Orta Asya’ya dönük politikalarla ilgili diğer Önemli bir koordi nasyon zaafı da dış politika etkinliğinin resm î aktörleri ile yatay iletişim i hızlandıran sivil aktörleri arasında yaşanmıştır. Orta As y a’nın yeni bir alan olarak devreye girmesi özellikle ekonom ik ve kültürel sahada büyük bir potansiyel işbirliği alanının doğm asına ve karşılıklı insan akm ınm süratle artm asına sebep olmuştur. An cak önem li bir karşılıklı etkileşim alanı doğurabilecek olan bu ya tay iletişim hattı resm î aktörlerce yeterince teşvik edilmediği, yönlendirilmediği, kimi zam an da denetlenm ediği için özellikle ek o nom ik alanda m aceraperest girişimlere ve sukut-ı hayallere zem in hazırlamıştır. Ülkenin m akrostratejik yaklaşım ını belirleyen ve yönlendiren resm î aktörler arasındaki uyum ve koordinasyon problem i de di ğer önem li bir etkendir. Azerbaycan’da yaşanan iç siyasî b u n alım larda Türkiye adına sergilenen tavırlarda ve tercih edilen politika larda resm î aktörler arasında ortaya çıkan farklılaşm alar bu koor dinasyon problem inin çarpıcı bir misali olarak zikredilebilir. Özetle Türkiye’nin Orta Asya politikasında psikolojik» teorik ve kurum sal hazırlıksızlık, m ikrostrateji ile m akrostrateji arasındaki uyum, bölgelerarası etkileşim in öne çıktığı alanlardaki kadem eIendirm e problem i, kurumlararası koordinasyon ve dinam ik şart lara uyum sağlam anın asgari şartı olan taktik-strateji bağlantısı konularında önem li sayılabilecek zaaflar gözlenmiştir. Bu geçiş dönem inde Türkiye’de yaşanan siyasî istikrarsızlığın da beslediği dış politika önceliklerini tanım lam ada yaşanan gelgitler, bu zaaf ların kısa dönem de dış politika açm azlarına dönüşm esine yol a ç mıştır. Türkiye’nin bu zaafları diğer aktörlerin m anevra alanını ge nişletm iştir. Rusya’nın Putin ile birlikte bölgeye yeni bir aktörm üş çesin e tekrar nüfuz edebilm esi biraz da Türkiye’nin zaaflarının yol açtığı m anevra alanı dolayısıyladır.
| Stratejik Derinlik
2. Türkiye'nin Orta Asya’ya Yönelik Stratejik Öncelikleri Soğuk Savaş sonrasında Avrasya ekseninde yaşanan gelişmeler tem elde Doğu Avrupa ve Orta Asya’da odaklanmıştır. Balkanlar Doğu Avrupa ile Akdeniz, Kafkaslar da Orta Asya ile Karadeniz; ara sındaki etkileşim açısından önemli gelişmelere şahit olmuştur. Or ta Asya’nın Türk dış politikasındaki yeri ve önem inin anlaşılm ası için her şeyden önce Türkiye’nin yukarıda zikredilen küresel, kıta sal ve bölgesel aktörlerle olan ilişkilerinin genel Avrasya dengeleri içindeki yerini tanımlamak gerekmektedir.
a. Küresel Aktörler ve Türkiye’nin Orta Asya Politikası Küresel aktörlerin Soğuk Savaş sonrası dönem de Orta Asya'ya dönük bakış açılarındaki değişmeler kıtasal ve bölgesel güç olarak çok yönlü bir jeopolitik Önem taşıyan Türkiye'yi doğrudan etkile miştir. Soğuk Savaş döneminde Batı Bloku'nun güvenlik örgütü olan NATO'nun Asya derinliğine sahip yegâne üyesi olan Türki ye’nin önem i Doğu Bloku'nun çökm esine rağm en azalm am ış, ak sine daha karmaşık denklemler içinde çok boyutlu bir nitelik k a zanmıştır. Soğuk Savaş döneminde Doğu Avrupa’da yoğunlaşan uluslararası stratejik gerilim alanının Avrasya derinliğine ve B al kanlar ve Kafkaslar koridorlarına doğru yayılması bir güvenlik ör gütü olan NATO'nun misyon alanını ve tanım lam asını da daha doğuya doğru kaydırmıştır. NATO’yu yeni dönem de daha kapsamlı uluslararası m isyonlar la donatm aya çalışan ABD’nin Asya derinliğinde etkin konum a sa hip olan bir müttefik olarak gördüğü Türkiye’ye bakışı da bu çe r çevede yeni unsurlar kazanmıştır. Karadeniz ve Hazar’ın kuzeyin den geçen hatta Almanya ve Rusya gibi diğer küresel ölçekli güç lerle aynı stratejik alanda bulunm ak zorunda olan ABD kendisi için Soğuk Savaş dönem i boyunca da büyük stratejik önem taşıyan kenar kuşak bölgesinin merkezini oluşturan Avrasya’nın güney hattında çok daha fazla aktörle stratejik denge kurm ak zorunda oh .duğunun farkındadır. Bu güney hattının ABD’nin bir dönem çifte■kuşatma politikası uyguladığı Irak ve İra n ’ı da kapsıyor olm ası, bu bölgedeki stratejik dengeler açısından, Türkiye’ye kaçınılm az bir stratejik ortak niteliği kazandırmaktadır. Asya dengeleri içinde de kuzey ve kuzeybatıda Rusya, doğuda Çin, güneyde de H indistan’ın baskin gücü karsısında Batı Asva'Hfi h i r criır’ t p m A r H i 7 i i n i i n n lm fl-
Avrasya G üç D en klem in de O rla Asya Politikası
yışı ABD’yi jeoekonom ik ve jeopolitik açıdan Önemli stratejik risk ler barındıran bu bölgede Türkiye’ye dayak politikalar geliştirm eye sevketmektedir. ABD ’nin Türkiye'yi Avrasya dengelerinde önem li bir bölgesel stratejik partner olarak görm esi ve bu doğrultudaki senaryoların yaygın bir şekilde kullanılm ası yeni konjonktürde Asya dengelerine küresel bir aktörün desteğini alarak girme tem ayülü içindeki Türkiye'de de genellikle uygun bir stratejik seçenek olarak görül m üştür. Özellikle AB-Türkiye ilişkilerinde sıkıntıların yaşandığı ve Türkiye-Rusya rekabetinin keskinleştiği dönem lerde bu stratejik yakınlık Türkiye açısınd an daha da özel bir önem taşım aya başla mıştır. Avrupa Birliği'nce aday ülkeler arasına alındığı Helsinki Zirve sinden sonra Türkiye diğer bölgesel politikalarda olduğu gibi Orta Asya ile ilgili politikalarda da ABD-AB dengesini tekrar ayarlama ihtiyacı ile karşı karşıyadır. Bu ihtiyaç, doksanlı yılların ortalarında yoğunlaşan ve tem elde Türkiye’nin Ortadoğu politikasını şekillen dirm ekle birlikte Orta Asya politikasında da etkili olan ABD-îsrail eksenine dayalı yaklaşım ın AB’nin Orta Asya tercihleri ile denge lenm esi zorunluluğunu beraberinde getirecektir. Önümüzdeki dönem de ABD-AB-Rusya küresel dengelerinin Orta Asya'ya yansıyış biçim i Türkiye’nin bu bölgeye dönük politi kalarında önem li bir rol oynayacaktır. Türkiye bu küresel denge lerdeki ritmi ve eksen değişm elerini iyi takip etm esi durum unda Orta Asya denklem inde güç kaymalarını etkileyebilecek bir aktör pozisyonu kazanabilir. Böyle bir durumda Türkiye ile küresel ko num itibarıyla daha dolaylı ilişkilere sahip olan japonya ve Çin ile yürütülen ilişkilerin yoğunluğu ve etkinliği Türkiye’nin bu denge lerdeki m anevra alanını daha da genişletecektir. Buna karşılık Türkiye’nin stratejik esneklik alanını iyi kullana m am ası, taktik-strateji uyumunu sağlayam am ası, diplom atik m a nevra kabiliyetini daraltm ası gibi durumlarda bu küresel denge lerdeki m uhtem el ittifak ve güç kaymaları belki de en olum suz so nuçlarım Türkiye üzerinde gösterecektir. Bunun içindir ki, Türkiye küresel, kıtasal ve bölgesel güçler arasındaki çapraz ilişkileri ve bu ilişkilerin küresel dengeleri etkilem e biçim ini en yakından izlem ek -t
m-11 n rl a d l r
I Stratejik D erinlik
r
b. Asya Dengeleri ve Türkiye’nin Orta Asya Politikası Asya kıtasının iç dengeleri açısından bakıldığında da benzer bir tablo geçerlidir. Soğuk Savaş dönem inin sona erm esinin belki de en önem li sonuçlarından birisi Avrupa'ya göre çok daha köklü bir siyaset ve diplom asi geleneğine sahip olan Asya’nın bütün bu renkli yapısıyla tarih sahnesine geri dönm e sürecine girmiş olm a sıdır. Son iki yüzyıldır ö n ce sömürge, sonra da ideolojik im para torlukların tesiri ile kendi stratejik iç dengesini ve bu dengenin ge rektirdiği diplom asi birikim ini yitiren ve genelde İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD gibi kıta-dışı aktörlerin etkisi altında kalan Asya bu anlam da tarihî bir dönem eçtedir. M odern Avrupalı aktörlere göre tarihin derinliğine doğru uza nan Çin, Hind, İran, Turan, Japon vb. geleneklere dayalı Asya te c rübesi yeni param etrelerle diplom asi sahnesindeki yerini alm ak tadır. D aha geleneksel unsurları bünyesinde barındıracak olan bu yeni param etrelere intibak edem eyen aktörler Asya denklem inde güç kaybedeceklerdir M esela Konfüçyanist değerlerin Çin siyasî tarihi içindeki yeri ve Çin diplomatik davranışını etkileyiş biçim ini gözönünde bulundurm ayan bir yaklaşım ın kültürel faktörlerin diplom atik ilişkiler üzerindeki etkisini değerlendirm e şansı o lm a yacaktır. Benzer ölçüler Hind, Japon, Turan ve İran havzaları için de geçerlidir. Asya kültür haritasının diplom atik sahnesine ağırlığım koym a ya başlam ası aslında Türkiye gibi bu haritadan beslenen ve h em en hem en bütün bu birikim lerle şu veya bu şekilde tem asta bulunagelm iş olan bir ülke için önem li avantajlar sağlayacak bir unsur dur. Ancak Türkiye’nin özellikle seçkinler düzeyinde bu kültür h a ritasına yabancılaşm a zaafı yanında bu havzaların ruhuna nüfuz ederek etkileyebilecek bilgi ve beceriye sahip insan unsuru konu sunda h em en hem en tam am ıyla yetersiz olm ası Asya dengelerini an lam a ve yönlendirm e gücünü kırmaktadır. Yine çarp ıcı bir m isal ile ortaya koymak gerekirse, Asya’nın doğu -batı ve kuzey-güney uç eksenleri açısından Türkiye, Rusya, Ja ponya ve Çin arasındaki karşılıklı dengeler gelecekte özel bir önem kazanacaktır. Türkiye ile Rusya arasında sözkonusu olan ve Batı Asya’yı kuzey-güney istikam etinde etkileyen tarihî rekabetin bir
( ben zeri Doğu Asya'da Japonya ile Çin arasında eecerlidir. Buna
Avrasya G üç D en k lem in d e Orta Asya Politikası
karşılık da Çin ile Rusya arasında Orta Asya.üzerinden, Rusya ile Japonya arasında da Rusya’nın Pasifik kıyıları ve Sakhalin adaları üzerinden bir rekabet söz konusudur. Bu ilişkilerdeki her çapraz ittifak teşebbüsü Orta Asya'yı doğrudan etkileyecektir. Bu açıdan ele alındığında O ıta Asya’daki uzun vadede etkili olm ak isteyen bir Türkiye, bu dörtlü arasındaki ilişkilerin ritm ik seyrini sürekli takip etm ek ve Türk-Rus, Türk-Japon ve Türk-Çin ilişkilerini bu seyre göre ayarlam ak zorundadır. Bu kıta Ölçekli ilişkilerin küresel aktör lerle bağlantısı Avrasya dengelerinin genel uluslararası ilişkileri e t kilem e gücünü de ortaya koymaktadır. M esela ABD-Japonya işbir liği karşı bir çapraz ittifak tepkisi olarak Rus-Çin yakınlaşm asını beraberind e getirirken ABD-Çin ilişkilerindeki iyileşme AB-RıısyaJaponya ilişkilerine yeni boyutlar katacaktır. Bu çok yönlü denklem ler bütün bu aktörlerin stratejik zihniye tine nüfuz edebilen ve bu stratejik zihniyetin günümüz reelpolitiğine yansım alarını görebilen bir stratejisyen prototipini gerekli kılmaktadır. Bu gereklilik açık bir şekilde ortada iken, bu zorunlu luğun gereğini yerine getirecek insan unsuru ne stratejisyen, ne diplom at ne de ara unsurlar olarak yeterli değildir. Bugün Çin kül tür haritası İçinde Çin siyaset ve diplom asi geleneği takip ed eb i len, bu tarihî tecrü be birikim ini cari reelpolitik içindeki m uhtem el tepkilerini anlayabilen ve tabiî bütün bunlar için de Çince'yi kul lanabilen yetişm iş insan unsuru yoktur. Benzer bir durum Japon ya, Hindistan ve Güneydoğu Asya ülkeleri için de geçerlidir.
c.
Orta Asya’nın Dünyaya Açılması ve Batı Asya Rekabeti
D eniz bağlantısından yoksun olan Orta Asya ülkelerinin Soğuk Savaş sonrası dönem de dünyaya açılm ası için dört alternatifleri bulunm aktaydı: Birincisi, Hazar D enizinin kuzeyinden Rusya ara cılığıyla Avrupa ve Atlantik'e; İkincisi, doğudan Çin aracılığıyla Pa sifik’e; üçüncüsü, güneyde Afganistan üzerinden Hindistan ve Pa kistan aracılığıyla Hint Okyanusuna; dördüncüsü ise Hazar D eni zinin güneyinden İran ve Türkiye aracılığıyla Akdeniz'e. Bu yollar açısm dan değerlendirildiğinde Batı’ya açılım konusunda Türkiye, İran ve Rusya arasında ciddi bir rekabet yaşandı. Ara yollar olarak gündem de tutulan Hazar Denizi üzerinden Kafkaslar-Karadeniz bağlantısı Türk-Rus ilişkilerinde, İran üzerinden Basra bağlantısı ;ı;o L -iio rin rio h ir rpkabet ortam ı oluşturdu.
Stratejik D erinlik
Rusya ve İran’ın bölgenin kendi üzerlerinden dünyaya açılm a sı yolunda yaptıkları ataklar, alternatif stratejiler takip eden bu üç ülkenin elde ettilderi dış politika sonuçlarını mukayese etmemizi gerekli kılmaktadır. Bu üç ülke Soğuk Savaş sonrası şartlara in ti bak edebilm ek için birbirinden farklı üç yol takip etti. Rusya bölge ülkelerinin siyasî eliti ve kurum lan üzerindeki sosyalist d ön em den gelen etkisini kullanm aya dayalı bir politika izlerken, İran uluslararası sistem e rağm en reel politik yoluyla bölgesel etki kur maya, Türkiye ise özellikle başta ABD olm ak üzere uluslararası sis tem ik güçlerin desteğini alarak bölgeye nüfuz etm eye yönelen stratejiler geliştirdiler. Rusya iç siyasî yapısındaki çalkantılar ve ekonom ik bunalım a rağm en bölgenin siyasî eliti üzerindeki etkisini kullanarak bölge ülkelerinin iç siyasî m ekanizm aları üzerinde SSCB dönem inde kurduğu doğrudan etkiyi dolaylı yönlendirm eye dönüştürm eye çalıştı. Bunun için de bir taraftan bu m ekanizm aların sürm esine çalışırken, diğer taraftan özellikle Kafkaslar ve Tacikistan politika ları ile askerî güce dayalı reelpolitik taktiklere yöneldi. Rusya, bu stratejide, özellikle Amerika'nın bu ülkeyi tekrar ayaklan üzerinde tutabilm e gayretlerini de etkin bir şekilde kullandı. Erm enistan ve Gürcistan ile yapılan askerî anlaşm alarla Kafkaslar geçidini tutan Rusya son olarak Putin dönem inde Orta Asya ülkeleri ile im zaladı ğı bir dizi anlaşm ayla da jeoekon om ik aktarım güzergâhı konu sunda önem li kazanım lar elde etti. İran ise uluslararası sistem ik güçlerle olan çatışm a ve dışlanm a ilişkisini gözönünde bulundurarak bir taraftan Rusya ile rasyonel bir çıkar ilişkisine girerken, diğer taraftan bölgenin iç yapısını ve dengelerini iyi etüd eden bir yaklaşım sergilem eye çalıştı. İran ’ın bölge dengelerine dayalı politikası, bölge ülkelerindeki siyasî elitin İslâm î gelişm elerden duydukları kaygılara rağm en İran karşıtı bir politika izlem em eleri sonucunu doğurdu. İran bölgede istikrarsız lığa yol açacak bir devrim dalgası oluşturm aktan çok, cari yapıları gözeten, dolayısıyla da bölgesel reelpolitiğe uyum sağlamaya ça lı şan daha rasyonel bir politika izleyeceği intibaını verdikçe hem bölgenin siyasî elitindeki kaygıları dağıttı, hem de başta ABD ol m ak üzere sistem ik güçlerin dışlam a çab alarını etkisiz kıldı. İran'ın karşı denge politikaları bu ülkenin bölgede dışlanm a te şebbüslerini sonuçsuz bıraktı.
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sya P o litikası
U luslararası sistem den dışlanm aya çalışılan İran, M eşhed-Serahs-Tecen demiryolu projesi, Azerbaycan'ın Şahdeniz petrol ya taklarından elde ettiği pay ve Kazakistan İle petrol nakli konusun da imzaladığı anlaşm alar yoluyla kolayca devre dışına itilecek bir ülke olm adığı m esajım göndermiştir. Bu politika bölgesel etkinlik ile uluslararası sistem baskısı arasındaki hassas dengeyi göster m esi bakım ınd an büyük önem taşım aktadır. Aktif diplomasiye dayalı bölgesel etkiniiği başarılı bir şekilde kullanan bir ülkenin uluslararası sistem in baskılarına karşı taktik avantajlar sağlayabi leceğinin en önem li ve ilginç göstergelerinden birisi İran ’ın Orta Asya d iplom asisidir G eçm iş tecrübe birikim ine dayalı olarak bölge el itini kullanan Rusya ve zorunlu olarak bölge reelpolitiğine uyum gösterm eye ç a lışan İran’ın aksine Türkiye, Orta Asya'ya yönelik dış politikasını b aşta ABD olm ak üzere uluslararası sistem ik güçlerin stratejik ter cihleri ile uyumlu bir eksene oturtm aya çalıştı. Küresel dengeler açısından avantajlı görünen bu dış politika pozisyonu bölgesel dengeler ve yapıların yeterince etkin bir şekilde değerlendirilm e diği durum larda karşı dengelerin oluşm asına yol açan bir tablo oluşturdu. Sistem ik küresel güçlerin sağlayacağı düşünülen dış desteğe duyulan güven dolayısıyla hem Rusya hem de İran ile ay nı anda yaşanan gerginlikler Türkiye'nin bölge politikalarındaki taktik esnekliğini zayıflatmıştır. Son yıllarda Özbekistan örneğinde olduğu gibi bölgenin siyasî liderlik kadrosu ile yaşanan gerilimler bu taktik esnekliğin tümüyle devre dışına itildiği durum lar da d o ğurmuştur. Türkiye'de sık sık yaşanan hüküm et bunalım ları da e t kin ve koordineli bir politikanın kararlı bir şekilde sürdürülmesini g üçleştirm iştir Bölgesel politikalar arasındaki koordinasyon eksikliğinden en çok etkilenen bölgelerden birisi Batı Asya olmuştur. Bu bölgenin Ortadoğu ve Orta Asya arasında son derece önem li bir geçiş h av zası oluşturm ası Ortadoğu ve Orta Asya ile ilgili stratejik tercih ler de ciddi çelişkiler yaşanm asına yol açm ıştır. ECO ’nun Orta As ya'ya doğru genişletilm esi İran ile yakın bir işbirliğini zarurî olarak gündem e getirmiştir. Ancak, İran ile İsrail arasındaki kronik geri lim Türkiye-İsrail ilişkilerinin stratejik bir niteliğe dönüşm eye başîadıpı doksanlı vıllarm ortalarından sonra Batı Asya dengelerine
S tratejik D erinlik
de yansım aya başlam ış ve ECO’nun etkin bir işlev üstlenm esini olum suz yönde etkilemiştir. Batı Asya’nın kuzey hattında Rusya, güney hattında da İran ile yaşanan periyodik gerginlikler Türkiye’nin m anevra alanını daraltmıştır. Rusya ile yaşanan gerginlikler büyük ümitlerle devreye sokulan KEİ’nin etkinlik kazanm asını engelleyerek kuzey hattındaki m anevra kabiliyetini azaltırken, İran ile yaşanan periyodik gerginlikler ECO 'nun güney kuşağında işlevsel bir rol üstlenm e im kanım yok etmiştir. ECO ve KEİ gibi bölgesel nitelikli örgütlerin etkili kullanım ı yerine, sadece bölge-dışı sistem ik faktörlere daya lı politikalar geliştirilmiş olm ası bu üç ülke arasındaki rekabete en avantajlı başlayan ülke olan Türkiye'nin zam anla etkinliğinin azal m asına yol açm ıştır. Bu da uluslararası sistem ik güç m erkezleri ile olan ilişkisini bölgesel etkinlik tem eline dayandırm ayan bölge güçlerini bekleyen kaçınılm ası güç bir neticedir. Bu açıdan Türki ye'nin Ortadoğu ve Orta Asya politikalarında ortaya çıkan zaafla rın tem elinde aynı sebep vardır. Coğrafya’nın ortaya koyduğu basit bir gerçek vardır. Orta Asya ile kara bağlantısı kurmak isteyen bir Türkiye’nin Rusya ve İran ile aynı anda bir çatışm aya girmesi de, bu ülkelerden herhangi biri ile sürekli bir gerginlik yaşam ası da doğru değildir. Yapılması gereken şey, bu tür dinam ik şartlarda hareket alanım daraltan değil geniş leten bir diplomasi uygulamaktır. Bu konuda Rusya’nın son yıllar da uygulamaya çalıştığı diplom asi örnek gösterilebilir. Rusya ile Çin’in Orta. Asya üzerindeki çıkar çatışm ası, Türkiye ile İran ’ın çı kar çatışm asından çok daha büyük ölçeklidir. B una rağm en Rusya ile Çin’in karşılıklı siyasî irade ile yakınlaşm a sürecine girm eleri Batı karşısındaki konum unu güçlendirm ek isteyen Rusya’nın da, Tayvan yüzünden ABD ile gergin ilişkiler yaşayan Çin'in de hareket alanını genişletmiştir. Türkiye ise gerek Rusya gerekse İran ile iliş kilerinde periyodik gerginlikler yaşayarak m üzakere gücünü önem li ölçüde zaafa uğratmıştır. Böylece bir taraftan ABD'yi Tür kiye güzergâhına zorlam a şansım yitirmiş, diğer taraftan da Hazar D enizinin güneyinden geçen İran-Türkiye hattını m üzakere m a sasının dışında tutarak Rusya’nın Türkiye karşısındaki hareket ala nını genişleten vanlıs bir vol takin etmiştir.
Avrasya G üç D en k lem in d e Orta Asya Politikası
Türkiye’nin bölgesel politika uygulamalarında gözlenen en ciddi zaaflardan birisi dış politika alanlan arasındaki taktik bağ lantıları da gözeten büyük ölçekli stratejiler geliştirilem em iş olm a sıdır. Bölgelerarası etkileşim ile ilgili sonuçlar görülm eden uygula nan politikalar orta dönem de ciddi m anevra alam daralm alarına yol açmaktadır. Türkiye’nin jeopolitik konum u farklı aktörlerin stratejik tercihlerine dayalı statik politikaları değil, her türlü alter natifi değerlendirebilen çok yönlü dinamik politikaları gerekli kıl maktadır. Nasıl akıllı bir tacir elindeki pazar alternatiflerini daralt m azsa, akıllı bir diplom at da elindeki dış politika opsiyonlarım azaltmamalıdır. Türkiye bundan sonra gerek küresel gerekse kıtasal dengeler açısından Avrupa ile yoğun tem as halinde olmakla birlikte Asya diplom atik havzası içinde strateji geliştirmek zorundadır. Bu zo runluluk uzun dönem li bir perspektif ile değerlendirilm edikçe As ya dengelerinde etkin bütün büyük güçlerin yoğun bir faaliyet içinde bulundukları Orta Asya üzerinde sağlıklı bir strateji gelişti rebilm ek ve uygulayabilmek çok güçtür. Orta Asya Türkiye’nin derinlem esine bir Asya stratejisi oluştur m asının anahtarı konumundadır. Türkiye bir yandan ABD ve AB gibi Asya dışı ülkelerle girdiği ilişkileri Asya içinde kullanabilm e b ecerisini gösterm ek, diğer yandan Asya-içi dengelerdeki değiş meleri sürekli takip ederek bu bölgede bir blok karşısında yalnız kalm ayacak aktif bir diplomasi takip etm ek zorundadır. Bu da Tür kiye'nin Asya-Avrupa denklem i içindeki stratejik önceliklerini tesbit ederek Orta Asya ile olan ilişkilerini bu zem inde geliştirm esini gerekli kılmaktadır. Büyük ölçekli bir Avrasya stratejisi ile Orta As ya’ya yönelik dış politika arasında kurulacak tutarlı ve uzun d ö nem li bir ilişki Türkiye’nin küresel etkinliği için Önemli bir alt yapı oluşturacaktır. Öte yandan Türkiye'nin bölgeye yönelik politikası açısm dan bakıldığında, küresel, kıtasal ve bölgesel aktörlerle ilişkiler ne d ü zeyde seyrederse seyretsin, bölgedeki uzun dönem li kalıcı tesiri bölge-içi faktörleri anlayabilme, kullanabilm e ve yönlendirebilm e kabiliyetine bağlı kalacaktır. Tarihindeki en yoğun ve kapsamlı d ö nüşüm lerinden birini yaşan Orta Asya toplum larm m psikolojileri
Stratejik D erinlik
m ve çelişkilerini, liderlik ve elit form asyonlarım yeterince sağlıklı bir şekiide değerlendirem eyen bir yaklaşım geçici parıltıların Öte sinde kalıcı bir etkinlik kuramaz. Sürecin başında yaşanan hissî tepkiler, asırların biriktirdiği psikolojik bir patlam a olarak anlaşıla bilir ve m aruz görülebilir. Ancak artık bu kısa dönem li hissî tepki lerin yerini bu çok yönlü dönüşüm lerin nabzım tutabilen ciddi analizlere dayalı rasyonel bir stratejik planlam a anlayışı almalıdır.
5. Bölüm
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok Düzlemli Bir İlişkinin Tahlili
I
Yaklaşık 40 yıllık bir süreçten geçerek bugüne gelen Türkiye-AB ilişkileri, yakın kıta havzaları ile ilgili olarak ele aldığımız son d ere ce yoğun bir tarihî derinliğe sahip olan Türkiye-Avrupa ilişkileri nin m odern dönem e yansıyan ve süreklilik arzeden bir devamı m ahiyetindedir. Bu ilişkinin tarihî ve psikolojik arkaplanı ile diplo m atik ve rasyonel görünüm ü arasındaki bağlantılar Türkiye’nin diğer bölge ve ülkelerle olan ilişkisinden çok farklı boyutları b era berinde getirmektedir. Türkiye'nin Avrupa kıtası içindeki konumu, bir bütün olarak AB ile olan ilişkileri, AB üyesi ülkelerle yürüttüğü tek tek İlişkilerin oluşturduğu girift kom pozisyon bir dış politika analizinin sıradan unsurlarının çok ötesinde bir bakış açısını ge rekli kılmaktadır. Her türlü hissîlikten ve son dönem lerde gittikçe tırm anan id e olojik ve sloganik söylem den bağım sız bir soğukkanlılıkla yapıl m ası gereken böyle bîr değerlendirme, AB'nin uzun dönem li stra tejik dönüşüm ü ve bu dönüşüm ün uluslararası ilişkiler tarihi için deki yeri, Türkiye'nin m edeniyet kimliği çerçevesinde stratejik yö neliş açm azları ve nihayet AB-Türkiye ilişkilerinin bu stratejik te r cihlerin kesişim alam içindeki seyri başlıklarından oluşan ve b irb i rinin içine geçen çerçevelerde ele alınmalıdır. Böylesi kapsam lı bir değerlendirm e Türkiye’nin üyeliği konusundaki engellerin anlaşıl m asını da kolaylaştıracaktır. AB-Türkiye ilişkilerinin bütün yönleriyle, kapsam lı ve derinlik li bir şekilde anlaşılm asını engelleyen en tem el etken bu ilişkinin tahlili ile ilgili çabalarda takip edilen yöntemdir. Bu ilişkinin talep oriiion hiı- morkp 7İp falen pdpn bîr adav arasında görülm esi ve bu
jl Stratejik Derinlik
çerçevede yorumlanması üç tem el yöntem problem ini beraberin de getirmektedir. Birincisi, bu ilişki biçim i iki statik yapı varsayı mına dayanmaktadır. Tarihî akış dondurulup bir resim çekildiğinde doğru gibi görünen bu yaklaşım biçim i gerek AB ve Türkiye'nin yaşamakta oldukları dinam ik süreci, gerekse bu iki yapı arasında ki ilişkinin kendisinden kaynaklanan dinamik unsurları gözardı etmektedir. Ne AB iç çelişkilerini aşarak oturm uş statik bir yapıdır; ne de Türkiye istenildiği an mekanik bir şekilde tekrar kurgulana bilecek bir hüviyet arzetmektedir. Aksine, AB Avrupa tarihinin en dinam ik ve en yoğunluklu bir değişim sürecinden geçm ekte ve yeni niteliklerle sürekli bir şekil de kendini dönüştürmektedir. Türkiye ise belki de tarihinin en ge niş kapsamlı hesaplaşm alarının, bunalım larının ve yüzleşm eleri nin yaşandığı ve genç nüfusun bu dinam izm in ivmesini katlayarak artırdığı bir dönüşüm sürecinin etkisi altındadır. Yerleşik kültür kalıpları, sosyal normlar ve ideolojik çerçeveler yeni unsurlarla sü rekli bir evrilme içine girerken, AB ile bütünleşm e sürecinin ö n cü leri olan seçkinler bu evrilm eniıı nabzını tutabilm e yeteneklerini aynı hızda yenileyem em enin sıkıntılarım yaşam aktadırlar. D olayı sıyla, AB-Türkiye ilişkileri, talep eden ve edilen iki statik yapının değil, sürekli kendini yenileyen iki dinamik yapının ilişkisidir. Hem hedef tahtasının hem de bu tahtaya yöneldiği düşünülen okun sürekli konum değiştirerek hareket ettiği bir ilişkinin anlaşıl ması ancak ve ancak dinam ik unsurları gözönünde bulunduran çok boyutlu ve çok düzlemli bir yöntem in ben im sen m esi ile mümkün olabilir. Bu dinamik ilişki sürecinin statik bir şekilde yorum lanm asın dan kaynaklanan ikinci yöntem engeli, bu ilişkinin tek yönlü sey rettiği yanılsamasıdır. Ne AB ne de Türkiye, birbirleriyle olan ilişki lerini, sadece iki aktörün olduğu ve bu iki aktörün tek yönlü bir ilişkinin şartlarını karşılıklı olarak kabul ettikleri bir boşlukta yü rütmektedirler. AB Türkiye ile olan ilişkilerini küresel, kıtasal ve bölgesel faktörlerle birlikte ele alırken Türkiye de aynı faktörlerin . etkilerini ilişkilere yansıtm aktadır. M esela AB’nin Türkiye’nin ya kın kara havzasını oluşturan Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlara yö nelik politikalarının seyri ile Türkiye ile olan ilişkilerinin seyri ara^ sındaki uyum m eselesi tek yönlü bir ilişkinin sınırlı n flram û t> «ı^
AvTupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
nin çok ötesindedir. Ayrıca AB'nin bir bütün olarak ilişkisi ile üye ülkelerin ikili ilişkileri arasındaki uyum m eselesi de ilişkilerin çok yönlü çıkarlar bileşkesinin yansım alarını taşımaktadır. Türkiye ile Almanya arasındaki ikili ilişkilerin AB-Türkiye ilişkilerinin akış seyri üzerindeki etkisi son derece açıktır. Son Helsinki zirvesinde Türk-Yunan ilişkilerinin AB-Türkiye ilişkilerine vurduğu damga da çok yönlü ilişki biçim inin izlerini taşımaktadır. Ü çüncü tem el yöntem problem i ise ilişkilerin tek düzlemde seyreden bir nitelik taşıdığı varsayımından kaynaklanmaktadır. Bu ilişkinin bir çok düzlemin karşılıklı etkileşim inden oluşan çok da ha karm aşık bir özellik arzetm esi, tek-düzlemli tahlillerin ulaştığı aşırı genellem eci sonuçlan anlam sız kılmaktadır. Çok düzlemli bir tahlil yöntem inin uygulanm asını gerekli kılan bu durum, iki dina mik aktör arasındaki -ki bu aktörlerden birisi kendi içinde de çok sayıda aktörü barındırm aktadır- değişken ilişki sürecinin çok yön lü özelliklerinin tabiî bir sonucudur. Bu yöntem problem lerini de gözönüne alarak, AB-Türkiye iliş kilerini diplomasi, ekonomik/sosyal yapı, hukuk, strateji ve m ede niyet/kültür düzlem lerinden oluşan beş ayrı çerçevede ve bu çer çevelerin gerektirdiği zam an ve yöntem boyutlarını da ihtiva ed e cek şekilde ele alm aya çalışacağız.
1. Diplomatik/Siyasî İlişkiler Düzlemi
Bu düzlemin en tem el özelliği siyasî rasyonalite, diplomatik es neklik ve pragm atizm gerektirmesidir. Günbegün işleyen diplo m atik seyir içinde kısa dönem li ve kimi zam an da ani kararlara da yalı bir nitelik taşıyan bu düzlem tarihî, psikolojik ve kültürel u n surların izlerini taşım akla birlikte diplomatik ilişkilerin çıkar ilişki sine dayalı soğuk ve formel yönünü ön plana çıkarmaktadır. İlişki nin tek yönlü akışını mutlaklaştıran ideolojik söylemler ve kitle düzeyinde m azur görülmekle birlikte diplom asi düzeyinde m azur görülm eyecek psikolojik refleksler, bu düzlemin objektif bir şekil de tahlil edilebilm esini m üm kün kılmamaktadır. Bu düzlemin gerektirdiği rasyonalitenin dışında seyreden dav■ • - i ...- 1— sı,; a o ;uci/ixro cnankkarılı bir şekilde vak-
^ Stratejik Derinlik
laşmasını engellemektedir. AB’yi bir Hristiyan Klubü olarak tak dim eden Avrupalı siyaset yapımcıları da, bu ilişkiyi iki uç refleks le ya asırlık bir rüyanın gerçekleşmesi ya da Sevr'in m im arı olan Avrupa sömürgeciliğinin yeni bir versiyonu olarak gören Türkiye kaynaklı tepkiler de, bu düzlemin gerektirdiği soğukkanlılıktan k o puşu beraberinde getirmektedir. Özellikle Türkiye'nin gerek siya set yapımcıları gerekse seçkinler düzeyinde iç siyasete dönük p si kolojik reflekslere dayalı tepkiler göstermesi AB ile yürütülen dip lomatik ilişkilerin yoğun bir bütünleşm e-cepheleşm e sarkacının getirdiği gelgitlerden etkilenmesi sonucunu doğurmuştur. 1959 yılında kamuoyunda hem en hem en hiç tartışılm adan, Yunanistan ile diplomatik rekabete dayanan son derece pragmatik bir kararla başlatılan ilişkiler sürecinin altmışlı ve yetmişli yıllarda, çağdaşlaşma ile sömürgecilik retorikleri arasında ve ithal ikam esi politikaları ile çelişik konumu dolayısıyla sürüncem ede kaldıktan sonra 1987’deki tam üyelik müracaatı ile birlikte ince uzun bir yo la dönüşmesi bu ince ve uzun yoldaki her dönem ecin diplom atik rasyonaliteden çok psikolojik bir refleksle değerlendirilm esine yol açmıştır. Bahsettiğimiz gerilim, ilişkilerin her safhasında ritm ik bir hareketlilik ile kendini göstermiştir. Türkiye’nin AB'ye ortaklık başvurusunu yaptığı 3 Temmuz 1959 tarihinde başlayan ilişkiler 1 Aralık 1964’te yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile diplomatik süreç açısm dan bir çerçeveye oturmuştur. Türkiye’nin ithal ikamesi politikası ile korum a altına aldığı sanayisi, AB'nin de serbest dolaşım hakkının getireceği in san akını konusunda sürdürdüğü rezervler, altmışlı ve yetm işli yıl lara egemen olan inişli çıkışlı diplomatik sürecin karşılıklı gerekçe lerini oluşturmuştur. 1980 yılma kadar bu çerçeve içinde tarafların karşılıklı rezervleri ile inişli çıkışlı bir seyir takip eden süreç 12 Ey lül Müdahalesi ile durma noktasına gelmiştir. İlişkilerde seksenli yılların ortalarından itibaren görülen canlanm ada hem AB’nin hem de Türkiye’nin yeni ekonomik ve diplom atik araçlarla etkin liklerini artırma çabaları etkili olmuştur. Alman ekonom isinin yükselen trendinin rüzgarı ile bütünleşm e ve genişlem e politikala rına hız veren AB uluslararası ekonom i-politik dengelerde yeni bir çekim alam oluşturken, Türkiye de özellikle O rtadoğu’ya yönelik ihracatın getirdiği açılım ile bölee eücü k o n u m u n u a ü rlp n d îrm îc.
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
tir. Ö zal’ın yine kamuoyunda çok da fazla tartışılm adan kullandığı insiyatif ile yapılan tam üyelik m üracaatı her iki taraf için de dip lom atik hazırlık süreci bakım ından sürpriz bir gelişme olmuş, a n cak buna rağm en kısa bir süre içinde Türkiye'de tam üyelikle ilgili gerek m uhteva gerekse zam anlam a açısm dan aşırı iyim ser bir beklen tin in oluşm asına yol açmıştır. Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte dikkatlerini güneye doğ ru genişlem e planlarından doğuya doğru genişlem e planlarına ç e viren ve Alm anya'nın Orta ve Doğu Avrupa'da artan etkisine para lel bir seyir takip eden gelişm eler ilişkilere yeni boyutlar katmış ve işlem ekte olan diplom atik süreçteki aktörlerin çeşitlenm esine yol açm ıştır. Seksenli yılların sonlarındaki beklentilerin aksine doksanlı yılların başlarında Türkiye’nin tam üyelik m üracaatında b ek lem e odasındaki statüsündeki belirsizliğin yoğunlaşm ası ile birlik te iyimserliğin yerini tekrar sukut-ı hayal almıştır. PKK’nin Avru pa'da destek bulm asının bu sukut-ı hayali bir tür "Öteki” algılam a sına dönüştürm üş olm ası diplom atik süreci de etkileyen sonuçlar doğurmuştur. Güm rük Birliği süreci bu psikolojik gerilimin sarkacında işle m eye başlam ıştır. Tek yönlü bir iradeyi gösterm esi bakım ından diplom atik esneklikten ve ekonom ik rasyonaliteden uzak bir tavrı sim geleyen "ya gireceğiz, ya gireceğiz” sloganı ile yürütülen G üm rük Birliği görüşm eleri sonucunda im zalanan anlaşm a, duygusal bir söylemle, asırlık rüyanın gerçekleştiği bir olay olarak değerlen dirilmiştir. Aşırı iyim ser bir duygusallık taşıyan bu tepki, Türki ye'n in aday ülkeler arasına alınm asının reddedildiği ve özel bir statü ile beklem eye alındığı 1997 Lüksem burg Zirvesinde tam aksi bir duygusal tepkiye dönüşm üş ve Avrupa-karşı ti psikoloji diplo m atik rasyonaliteyi aşan bir m uhteva kazanm ıştır. Sevr söylem i ile ivm esi artan bu karşıtlık psikolojisi Abdullah Ö calan'ın Avrupa'ya sığındığı dönem lerde toplum sal bir yaygınlık kazanmıştır. 1999 yı lının ilk yarışma egem en olan ve AB'nin Türkiye’n in bütünlüğünü tehdit eden bir karşı kutup olarak görülm esine yol açan bu atm os fer, 1999’un ikinci yarısında özellikle 17 Ağustos deprem i sonrası gelişm elerle birlikte ani bir değişime uğramıştır. AGİK Zirvesinden Helsinki Zirvesine geçiş sürecinde daha da belirginleşen bu psiko loji değişimi Helsinki Zirvesi ile tekrar Gümrük Birliği’n in im za landım donem deki duvgusal iyimserliğe dönüşmüştür.
r
"
.... .
Avrupa Birliği ile yürütülen ilişkilerde süregelen bu psikolojik
gelgit, aşın iyimser duygusallığın egem en olduğu dönem lerde te enninin, düşmanlık deklarasyonlarını da içeren aşırı kötüm ser duygusallığın egem en olduğu dönem lerde de soğukkanlılığın dev reye girm esini engellemektedir. Siyasilerden seçkinlere ve toplum kesim lerine son derece hızlı bir şekilde yansıyan bu gelgit psikolo jisi bu tür geçiş dönem lerinde çok daha soğukkanlı diplomasi uy gulaması gereken diplom atların m anevra alanını da daraltm akta ve adım adım ilerlenecek müzakere süreçlerini ya hızlı ve kontrol suz adım larla yürüyen ya da tam am ıyla duran, hatta gerileyen, diplom atik dalgalanm alara dönüştürmektedir. Psikolojik refleks ler kimi zaman diplom atik sürecin bir unsuru olarak da kullanıla bilir. Ancak, sık sık devreye giren ve süreci tümüyle egem enliği al tına alan psikolojik gelgitler, bir araç olm aktan çıkarak, diplom asi nin ayak bağları halini alırlar ki, bu durum AB-Türkiye ilişkilerinin neredeyse değişmez niteliği halini almış bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Helsinki Zirvesinde alınan sonuç da sağlıklı ve soğukkanlı bir değerlendirm eye tâbi tutulm aksızın tek rar aşırı duygusal iyimserliğin oluşturduğu bir çerçeveye indirgen miştir. Konu ile ilgili iki bakanın, biri zirve kararlarının tarihî bir fırsat olduğunu savunan, diğeri aynı kararların Türkiye'nin m en fa atlerine karşı olduğu tezini kabul eden iki farklı görüş beyan etm e si dahi zirve kararlarının aslında m utlak ifadeler ihtiva eden bir söylemle değerlendirilm esinin doğru olm ayacağını ortaya koy muştur. Buna rağm en gerek Yunanistan ile ilişkilerde yaşanan ge lişmeler, gerekse iç siyasî konjonktür bu kararların diplom atik so nuçlarının objektif bir şekilde değerlendirilm esine im kan tan ım a m ış ve yine aşın iyim ser bir psikolojinin diplom atik sürece ege m en olm asına yol açmıştır. Helsinki Zirvesinin en önem li sonuçlarından birisi 2004 gibi çok da uzun olmayan bir tarih hedefi ortaya konarak diplomatik sürece bir zam an boyutunun katılmış olmasıdır. Bu dönem de herşeyden Önce diplom atik süreç sık sık yaşanan iyim serlik-sukut-ı hayal karşıtlık sarkacının labirentinden kurtarılmalı ve diplom atik sürecin gerektirdiği rasyonalite ve esneklik genel stratejik tercihler çerçevesinde devreye sokulmalıdır. Stratejik düzlem de daha tefer^ ruatlı bir şekilde ele alacağımız gibi Türkiye gerek küresel, gerek
Avrupa Birliği: Ç ok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir ilişkinin Tahlili
kıtasal, gerekse bölgesel stratejik tercihlerinde genel olarak Avru pa, özel olarak da AB faktörlerini tem el param etrelerden birisi ola rak sürekli gözönünde bulundurm ak zorundadır. Helsinki Zirvesi ile ortaya konan çerçeve ve bu çerçevenin b e lirlediği konjonktür çok daha dinam ik bir diplom atik sürecin izle rini taşım aktadır. Genel olarak ele alındığında Helsinki Zirvesi ile bir kez daha kendisine atıfta bulunulan Kopenhag Kriterleri iç ve dış politika arasındaki kategorik ayrımı esnetm ekte ve iç politika daki gelişm eleri dış politikayı doğrudan etkileyen unsurlar haline getirmektedir. Artık diplomasi kulvarları ve koridorları ile sınırlı dış politika yapımı anlam ım kaybetm ekte ve total bir diplom asi uygulam ası kaçınılm az hale gelmektedir. Bu durum diplomasi ile İç politikaya dönük bürokrasi arasındaki kesişim alanlarını artır m akta ve bu aktörler arasındaki koordinasyonu dış politika yapım sürecinin odak m eselelerinden birisi yapmaktadır. M aastricht Kri terleri açısından bakıldığında benzer bir durum diplom asi ile ek o nom i bürokrasisi arasında geçerli olmaktadır. Ulusal egem enliği öne çıkaran ekonom i-politik araçlar ile Helsinki Sürecinin gerek tirdiği uluslararası etkileşim alanı arasındaki ilişki bundan sonra psikolojik refleksleri kaldıram ayacak hassasiyetler taşıyacaktır. Türkiye’nin ana dış politika gündem maddeleri için de son d e rece dinam ik bir diplom atik süreç başlamaktadır. Helsinki Süreci daha Önce Türkiye ile Yunanistan arasında ikili ilişkiler düzlem in de ele alm an Kıbrıs ve Ege m eselelerini AB'nin de m üdahil o lab i leceği çok (en az üç) boyutlu bir diplom atik sürecin içine çekm iş bulunm aktadır. HeJsinki Zirvesinde alm an kararların Türkiye tara fından onaylanm ası Türkiye'nin bu tem el m eselelerle ilgili sürdüregeldiği diplom atik pozisyonlarda ciddi bir değişim anlam ına gelmektedir. Ege m eselesinin uluslararası hukuk organları aracılı ğıyla çözüm ü Türkiye’nin bu m eselenin Lahey Adalet Divam ’na gi dilm eksizin ikili görüşm elerle çözülm esi gereken bir m esele oldu ğu yönündeki görüşü ile ilgili pozisyonu Helsinki Zirvesinin ö n gördüğü süreç ile terkedilmiş görünmektedir. Aynı şekilde, K ıb rıs'ın Türkiye'nin üye olmadığı uluslararası organizasyonlara üye olm asını engelleyen anlaşm alara dayanarak Kıbrıs Rum Kesim i’nin AB’ye üyeliğine blokaj uygulayan Türkiye’nin zirve kararlar-ı iiû Kn k-nnnHîiid tavrında da değişikliğe gitm esi bu dinamik kon
I Stratejik D erinlik
f
jonktürün yeni işaretleri olarak görülmelidir. Ayrıca 2004 gibi bir tarihin ortaya konması kronikleşen problem leri uzayan m üzake relere bağlamaya yönelik statüko-m erkezli diplom asi yapım ının sürdürülmesinin artık güç olduğunu ortaya koymaktadır. Zirve ka rarları ile Yunanistan her iki m eselede de ciddi bir m anevra alam kazanırken AB bir bütün olarak ve birliğin önem li üye ülkeleri ola rak Ege ve Doğu Akdeniz’e yönelik politikalarda önem li m esafe al mış bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında AB’nin etkinlik alam Doğu Avrupa'dan sonra Güney-doğu Avrupa ve Doğu Akdeniz’e kaymış bulunmaktadır ki, bu durum AB’n in dış politika etkinliğini artıran sonuçlar doğuracaktır. Türkiye’nin gelecekte AB ile diplomatik/siyasî düzlemde yü rüttüğü ilişki sürecinde karşı karşıya kalacağı en ciddi problem alanları AB’nin Ortak Dış Politika (CFP: Common Foreign Policy) yapımındaki bölgesel tercihler ile Türkiye'nin sürdüregeldiği b ö l gesel politikalar arasındaki uyum m eselesi olacaktır. Şu anda gün demde olm am akla birlikte, yakın bir gelecekte Türkiye’nin özellik
le Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar gibi yakın kara havzaları ile il gili tercihleri ile AB’nin son derece karm aşık bir süreçten geçerek oluşturmakta olduğu dış politika tercihleri arasında yaşanm ası m uhtem el gerilimlere şim diden ayak uydurabilecek ve bu gerüimleri Türkiye’nin bölgesel çıkarları doğrultusunda aşabilecek bir diplomasi becerisi gösterebilm esi Türkiye'nin gerek bu bölgelere gerekse AB'ye yönelik politikalarının en tem el m eselelerinden b i risi olacaktır. Şu ana kadar her üç bölgede de daha çok ABD ile uyumlu politikalar sürdüren Türkiye’nin farklılaşan küresel, k ıta sal ve bölgesel tercihler karşısında alacağı tavır ve bu tavrın AB p o litikaları ile uyumlu hale getirilm esi m eselesi ilişkilerin geleceği konusundaki en kritik alanlardan birini oluşturmaktadır. Bu konularda günbegün atılan diplom atik adım ların orta ve uzun vadeli perspektifte birbirleriyle tutarlı bir bütün oluşturm ası daha kapsamlı ve derinlikli bir stratejik planlam anın olm azsa ol maz şartıdır. Aksi takdirde birbirleriyle çelişik reflekslerden, biri diğerinin etkisini yok eden anlık tepkilerden ve derinlem esine stratejik bir perspektif içerm eyen günlük tavır alışlardan oluşan bir diplomasi uzun dönem de daha oturm uş bir dış politika yapım p^îene&ine s ahi D olan AB’nin Türk d in ln m a s is in i m a n i n ii lp
p
Hp -
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
bilm e kapasitesinin artışına yol açabilir. Şu.ana kadar sürdürdüğü politika ile, Türkiye’nin tam üyelik m üracaatını en uzun dönem e yayarak ilişkilerin ritmini elinde tutm a becerisini gösteren AB, bundan sonra da çelişik tepkileri de gerekçe göstererek Gümrük Birliği ile elde ettiği tavizleri koruyan ve talep edilen konum undan kaynaklanan etkin pozisyonunu kullanarak sürecin belirleyici unsuru olm a özelliğini sürdürmeye çalışacaktır. Türkiye’nin kabulü halinde ortaya çıkm ası m uhtem el m aliyetlerle Türkiye'nin AB’den kopm ası ile doğabilecek riskler arasında bir optim izasyon sağla m aya dayanan AB politikası karşısında Türkiye artık psikolojik ref lekslerden kaçınarak kendi m anevra alanını genişletecek ve her türlü gelişmeye alternatif politikalarla yaklaşabilecek bir diplom a tik dinam izm kazanm ak zorundadır.
H. Ekonomik/Sosyal Analiz Düzlemi Ekonom ik ve sosyal yapı ile ilgili düzlem günbegün işleyen dip lom atik düzlemden daha uzun dönem li bir perspektifi gerekli kıl maktadır. Ülkenin seçtiği ekonom ik kalkınma modeli, dış ekon o m ik ilişkiler perspektifi, sektörel tercihler ve öncelikler gibi ekon o m ik yapı ile doğrudan ilişkili konular, girilen entegrasyon sürecine bakışın da ana param etrelerini oluşturur. Bu açıdan bakıldığında AB-Türkiye ilişkilerinin üç ana safha dan geçtiği söylenebilir. Ankara Anlaşm asının imzalandığı 1964 yı lından seksenli yıllara kadar süren birinci safhada ithal ikam esi politikasını tem el kalkınm a yöntem i olarak benim seyen Türkiye gümrük politikaları aracılığıyla İç sanayisini korum a ve geliştirm e çab ası ile AB’ye entegrasyon çabası arasındaki çelişkiyi yaşarken, AB serbest dolaşım ilkesi ile Türkiye'den Avrupa’ya dönük göç b a s kısının doğurduğu kaygılar arasındaki çelişki ile yüzleşm ek zorun da kalmıştır. Türkiye, gelişmiş bir sanayi altyapısına ve buna daya lı rekabet gücüne sahip Avrupa m allarının serbest dolaşım ına, Av rupa da son derece dinam ik bir özelliğe ve nüfuz edebilm e kabili yetine sahip Türk nüfusun serbest dolaşım ına rezerv koymaya ça lışmıştır. Mal ve insan dolaşım ı ile ilgili bu karşılıklı tedirginlik bu safhada ilişkilerin biraz da bilinçli bir şekilde yavaşlatılm asına ze-
r
"
.....
Bu karşılıklı rezervler Ankara Anlaşm asının uygulam asında en tegrasyon sürecinden çok karşılıklı çıkar ilişkilerinin öne çıktığı bir yaklaşım tarzım egem en kılmıştır. AB gümrük tarifelerini ve tarifedışı engelleri 1973 yılı itibarıyla kaldırırken, Türkiye’nin en tem el ihracat kalem leri olan tekstil ve tarım ürünleri ile ilgili rezervlerini sürdürmüştür. 1973 yılında A lm anya'nın AB üyesi ülkeler dışından gelen göçm en işçi alim im yasaklam ası ve takip edilen süreçte Türklere vize uygulamasını başlatm ası ile birlikte insan dolaşım ı ile ilgili ortaya çıkan Türk-Alman gerginliği AB-Türkiye ilişkilerini doğrudan etkileyen ana konulardan biri haline gelmiştir. Buna mukabil Türkiye de gümrük indirim leri konusunda an laşm anın öngördüğü uygulamaları geciktirmiştir. 1973 ve 1976 yıl larında yapılan indirim ler dışında ortak dış gümrük tarifeleri uy gulam ası da, tarım politikalarındaki uyum da sürekli ertelenm iştir. Ekonom ik ilişkilerin ticaretin liberalleşm esine dayalı boyutunu tek-yönlü bir taviz olarak değerlendiren Türkiye, bu tavizin karşı lığım görmediğini düşündüğü dönem lerde liberalleşm e yönünde ki adım lar konusunda teenni ile davranmaya yönelm iştir. Bu d ö nem de AB'nin seksenli ve doksanlı yıllara göre çok daha mütevazı bir seyir takip eden iç bütünleşm e süreci de Türkiye'nin bu ilişkiyi zam ana yayarak sanayisinin yeterince olgunlaşm asını beklem eye dayalı yaklaşım ını sürdürm esini kolaylaştırmıştır. Çıkarların uzlaştırılm asında karşılaşılan güçlükler 1978 yılında beş yıllık m o ra toryum uygulam asını bile gündem e getirmiştir. Seksenli yıllarla birlikte başlayan ikinci safhada birbiriyle çeli şik iki görüntü öne çıkmıştır. Türkiye’de gerçekleşen askerî m üda hale siyasî ilişkilerde çok ciddi sıkıntıları beraberinde getirirken, 24 Ocak kararlan ile birlikte tercih edilen yeni ekonom ik m odelin öngördüğü kalkınma stratejisi AB-Türkiye ilişkilerinin ekonom ik boyutunu canlandırabilecek gelişm elerin önünü açm ıştır. Avru p a ’da askerî bir idare altında bulunan Türkiye’ye yönelik tenkitler ve kurum sal dışlam alar ilişkilerin geneline yansıyan bir gerginliği beraberinde getirmiştir. Öte yandan, Türkiye’nin ithal ikam esi p o litikasını terkederek tem el kalkınma stratejisi olarak ihracata da yalı kalkınm a m odeline yönelm esi ticaretin liberalleşm esi konu sunda süregelen tedirginliklerin aşılm asını kolaylaştırmıştır. İlişki lerin ekonom ik olm aktan çok sivasî gelişm elerin ptKci aitmrio Voi
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
m ası yeni kalkınma m odelinin getirdiği avantajların etkisini gös term esini engellemiştir. Bu d önem in diğer önem li özelliği de, özellikle Alman ekon o m isindeki can lan m an ın rüzgarım da arkasına alan AB’nin bü tü n leşm e sürecinin ivme kazanarak bu birliğin önem li uluslararası çekim alanlarından biri haline gelm eye başlam ış olmasıdır. İthal ikam esi politikasını terketm eye yönelen Türkiye’nin ekonom isini dışarıya açm ası bir önceki safhada söz konusu olan korum acı ref leksi etkisiz kılınıştır. B una m ukabil AB’nin serbest dolaşım ile il gili rezervi güçlenerek sürdürülmüştür. Bu rezervin gerekçeleri de gittikçe ekonom ik alandan siyasal ve kültürel alana kaymıştır. Türkiye’deki askerî idare dönem inde artan iltica talepleri siyasî gerekçelerin dozunu artırırken, Batıda yeniden yükselm eye b a ş layan ırkçı tem ayüller kültürel unsurları da devreye sokan so n u ç lar doğurmuştur. Türkiye'nin 1987'deki tam üyelik m üracaatı bu yeni safhanın bir ürünü olmuştur. Seksenli yılların ortalarında Türkiye’nin artan ihracatla gösterdiği ekonom ik perform ans m üracaatın psikolojik altyapısını hazırlamıştır. Bu yıllarda ekonom ik politikalardaki ö n celikler ve tercihler değişmiş ve küresel ekonom iye entegrasyonla uyumlu yapısal bir dönüşüm söz konusu olmuştur. AB'nin İsp an ya, Portekiz ve Yunanistan’ı tam üyeliğe alarak Akdeniz’e doğru genişlem esi de Türkiye’nin tam üyelik m üracaatının zam anlam a sını etkilemiştir. Türkiye'nin tam üye olm adan Gümrük Birliği’ne girm esi ile başlayan üçüncü safha entegrasyon süreçleri ve AB tecrübesi a çı sından da ilk olm a niteliği taşım aktadır. Türkiye böylesi bir m od e li b enim sem ekle ilişkilerin seyri ve tarafların talepleri açısm dan ilk safhadan itibaren birbirlerini dengeleyen unsurlar olarak gözüken serb est m al ve insan dolaşım ı arasındaki irtibatın tam am en kop m asını kabul ederek AB’nin yetm işli yıllardan beri sürdürdüğü p o litikayı kabul etm iş ve klasik pozisyonunu terketm iştir. Serbest in san dolaşım ı ile ilgili bütün sınırlam alar artarak devam eder ve sa dece göçm en işçilere değil, işveren ve profesyonel düzeydeki yö neticileri de kapsayan vize uygulamaları katı bir şekilde sürerken, Türkiye'nin kendi pazarını tam am ıyla AB'ye açm ası Türkiye’nin „,u 0,-Halri nnlitikaları ile tam am ıyla çelişkili, seksenli yıl-
j
S tr a te jik D e rin lik
strateji daha önceki bölüm lerde incelediğim iz yakın kara, yakın
deniz ve yakın kıta havzaları politikalarını gözönünde tutan bir coğrafî derinlik anlayışına dayanmak durumundadır. Türkiye'yi kendi yakın havzalarının ekonom ik potansiyeline yabancılaştıra rak sadece AB’nin ekonom ik param etrelerine eklem leyecek politi kalar Türkiye’nin AB karşısındaki kırılgan özelliklerini daha da hassaslaştıracaktır. Türkiye yeni ekonom ik etkinlik alanları oluştur dukça AB nezdindeki göreceli ekonom ik ağırlığını da artıracaktır.
ili. Hukukî Analiz Düzlemi Hukukî analiz düzlemi tem elde Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasî, ekonom ik ve sosyal yapının gerektirdiği hukukî çerçeve ile AB’nin derinleşm esine bütünleşm e süreci için öngördüğü tem el hukuk ilkeleri arasındaki uyum problem i ile ilgilidir. Bu uyum problem i sıradan formel m evzuat uyum sürecinden daha derin unsurlar ihtiva etmektedir. Mevzuat uyumu ile ilgili problem ler te mel ilkelerle ilgili psikolojik arkaplanm izlerini taşım aktadır. Bu analiz düzlem inin kritik eşiği doğrudan egem enlik kavramı ile ilgilidir. AB benzeri entegrasyon çabaları herşeyden Önce birli ği oluşturan ulus-devletlerin ulusal egem enlik anlayışlarının bir üst egem enlik alanını kabul edecek şekilde dönüşm esini öngör mektedir. Gerek birlik bünyesinde oluşturulan kurum ve organla rın yetki alanları ve bu alanların ulus-devlet düzeyinde benzer iş levler üstlenen kurum ve organlarla ilişkileri, gerekse ortak dış p o litika, ortak tarım politikası, ortak para politikası gibi bir ulus-devletin tem el egem enlik alanları içine giren konularda ulusal düzeyi aşan siyasî kararların doğuracağı hukukî sonuçlar birlik üyeliği ile ulusal egem enlik arasındaki gri alanları oluşturm aktadır. Kopen hag kriterleri bu gri alanlar konusunda birliğin olm azsa olm az il kelerini ortaya koymaktadır. G enel ilkeler olarak ele alındığında fazla problem li görülm eyen dem okrasi, insan hakları, azınlık h ak lan gibi kriterler, uygulama alanına yönelindiğinde AB-Türkiye ilişkilerinin her iki taraf açısm dan da en kritik konularının başında gelmektedir. AB bu kriterlerin bütün üye ve aday ülkeler için geçerli olduğu( nu ve Türkiye’ye özel uygulamalar olam avacaeını v u rcm ia m a ^ -
Avrupa Birliği: Çc>k Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
dır. Entegrasyon süreci açısından haklı görülebilecek bu husus, Türkiye'deki yerleşik ulus-devlet merkezli egem enlik anlayışı ve tarihî bilinçaltına dayalı siyaset psikolojisi ile ciddi çelişkiler barmdırmaktadsr. Herşeyden Önce üye ve diğer aday ülkelerin aksi ne, Türkiye Cum huriyeti’nin Avrupalı güçlerin Anadolu’yu paylaş m a planlarına karşı yürütülen bir İstiklal Savaşının sonucunda ku rulm uş olm ası, Türkiye’deki siyasî karar sürecini psikolojik açıdan etkileyen tarihî bilinçaltına dayalı bir refleksi devreye sokm akta dır. Ulus-devletin egem enlik alanının daraltılm ası ile etnik-tem elli azınlık hakları kavramı biraraya getirildiğinde bu refleks, çoğu zam an devletin en üst m akam larınca da dile getirilen Sevr psiko zuna dönüşmektedir. Osm aniı D evleti’nin Avrupalı güçlerce Önce din-tem elli, daha sonra da etnik-tem elli farklılaşmalarla bölünerek küçültülm esiııin getirdiği tarihî tecrübe refleksi, başka ülkeler için çok daha o b jek tif unsurlar taşıyan Kopenhag kriterlerinin Türk siyaset yapım cıla rı. tarafından kuşkuyla ve teenniyle karşılanm asının tem el seb eb i dir, O sm aniı Devleti'nin külleri üzerinde doğan Türkiye Cumhuriyeti'nin Lozan’da gerekli egemenlik ve güvenlik garantilerine ka vuştuğunu düşünen siyaset yapım cıları Lozan dengelerinin değiş m esinin doğurabileceği risklere karşı son derece hassas bir tavır ben im sem ek ted irler. L ozan’da d in-tem elli olarak tan ım lan an azınlık kavramının AB’ye entegrasyon süreci ile birlikte bu kriterler çerçevesinde etnik-tem eili olarak yeniden tanım lanm ası ve AB’nin bu çerçevede bir Kürt politikası benim sem iş olması Lozan denge leri iie AB ilişkilerinin en kırılgan unsurunu oluşturmaktadır. Hukukî analiz düzlem ini bu çerçevede doğrudan etkileyen di ğer önem li bir siyaset psikolojisi param etresi de Türkiye’de yerle şik olan Türkiye’nin kendine özgü nitelikler taşıyan bir ülke oldu ğu varsayımıdır. Avrupalı m akam ve yetkililerce objektif gibi görü n en bir çok kriter, bu varsayım ışığında Türkiye açısından kendi, şartlarına uydurulması gereken daha sübjektif unsurlar taşım ak tadır ve bu nedenle de belli bir esneklik içinde ele alınm ak zorun dadır. Bu varsayım ciddi şekilde tartışılm aya açılm aksızm h er aday için uygulanacak kriterlerin objektif niteliklerinin ne anlam a gel diği ve uygulamada ortaya çıkabilecek sübjektif alanların aşılabilmpçi mpsRİRİeri veterince anlaş ilam ayacaktır.
^ Stratejik D erinlik
Bu nedenledir ki, mevzuata dair fornıel hukuk çerçevesi ile il gili düzenlem elerden önce bu düzenlem elerin Türk siyasetinin ve devlet yapısı ve anlayışının tem el param etreleri içindeki yerinin açıklığa kavuşması gerekmektedir. Varolan karşılıklı çelişkiler dü zeltilmedikçe m asaya getirilen her form el hukuk düzenlem esi y e ni kuşkuları beraberinde getirecektir, ilişkilerin eşit ve sağlıklı bir düzlemde yürütülebilm esi için AB yetkililerine egem en olan ve Türkiye'nin düzeltilmesi gereken hasta bir yapıya sahip olduğu ka naati ve bu kanaatin yol açtığı deklaratif ve buyurgan tavır, karşı tarafın hassasiyetlerini ve psikolojilerini gözardı etm eyen onurlu bir müzakere tarafı tavrına dönüşm ek zorundadır. Aksi takdirde tarihî refleksler diplomatik rasyonalitenin hukuk form elliğinin çok Ötesinde etkilerde bulunm aya devam edecektir. Türkiye İle ilişkile ri yürütürken takınılacak yeni-söm ürgeci bir tavır Türkiye’nin ege menlikle ilgili kaygılarını artıracak ve zaten iç siyaset yapısı gereği yapılması gereken düzenlem elerin bile tepki ile karşılanm asına yol açacaktır. Buna karşılık Türkiye kendi iç siyasî, ekonom ik ve sosyal yapı sı ile ilgili zaten gerçekleştirm ek zorunda olduğu yapısal değişik likleri AB yönlendirm esi ve şem siyesi olm aksızın da yürütecek bir siyasî irade ortaya koymak zorundadır. Bu siyasî irade bir taraftan AB bünyesindeki dinamik seyri takip etm ek, diğer taraftan da şu ana kadar sürdürülegelen önem li çelişik tutum ve tepkileri yeni bir dengeye oturtm ak zorundadır. Kabul edilm ek istenm ese de, AB’ye giriş süreci ulusal egem enlik alanlarının dönüşm esini beraberind e getirmektedir. Tahkim yasası bu dönüşüm ün en çarpıcı m isalle rinden birisidir. Hem klasik egem enlik kavramım tüm üyle savun mak, hem de AB'ye girişi en stratejik h ed ef olarak gösterm ek ciddi bir çelişki oluşturmaktadır. Kendisi bizatihi federal bir yapı oluştu ran AB bünyesine katılm ak üniter devletin egem enlik kavramını esnetecek sonuçlar doğuracaktır. Bu sonuçlara hazırlıklı olm adan AB’yi çağdaşlaşm a retoriğinin bir önşartı görerek m eşrulaştırm ak, sonra da onun gereğini sürekli tehir etm eye çalışm ak zam an k a zanm aya yönelik bir m aslahat olarak değerlendirilebilir. Ancak bu tavır, Türkiye'nin uzun dönem li stratejik hedefleri konusunda net ( tercihlerde bulunm asını da sürekli olarak geciktirir.
Avrupa Birliği: Ç ok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir ilişkin in Tahlili
Öte yandan iç siyaset içindeki yerleşik etki alanlarını m uhafaza ederek de Kopenhag Kriterlerinin iki tem el unsuru olan dem okra si ve insan haklan ilkelerini yerine getirebilm ek çok güçtür. Siyasal alanı denetim altında tutm aya çalışan anayasal çerçeve ve bu çe r çevenin öngördüğü sistem ik kontrol m ekanizm aları ile bu kriter leri uzlaştırabilm ek de çok güçtür. Bu noktada kendi toplum u üzerinde yeterli m eşruiyet araçla rına sahip olan devletlerin çekinm esini gerektirecek bir durum yoktur. Burada tem el m esele siyasal m eşruiyet alanı ile yeni eg e m enlik alanı arasında anlam lı bir bütünlük oluşturup oluşturulam ayacağı m eselesidir. Hukukî düzenlem eler bu m eşruiyet alanı ile bütünlük arzettiği ve toplum sal değişm elere uygun cevaplar üretebildiği oranda bahsettiğim iz tem el çelişkileri ve korkuları aşacak bir çerçeve oluşturabilir. Aksi takdirde AB’ye intibak sü re ci için teped en gelen d üzenlem eler bir m üddet sonra toplum sal m eşruiyet alanını kaybedebilir ya da bu süreçteki olum suz geliş m elere bağlı olarak tam am ıyla iptal edilebilirler. Türkiye siyasal kültürü, psikolojiyi, kurum lan ve sistem i yeniden inşa etm e ih ti yacı ile karşı karşıyadır. Bu inşa faaliyeti olm aksızın yapılacak h u kukî düzenlem eler yeterli toplum sal m eşruiyetten ve m otivas yondan yoksun kalacaktır.
IV. Stratejik Analiz Düzlemi Uluslararası ilişkilerde yeni bir düzen arayışının ortaya çıktığı dönem lerde bütün toplum lar bu yeni düzen arayışının içinde ala cakları konum la ilgili dinam ik bir teorik ve pratik sürecin içine gi rerler. “Biz bu Yeni Dünya D üzeninin tarihî akışı içerisinde n ere deyiz ve bulunduğumuz coğrafya bu yeni düzende nasıl bir anlam ifade ediyor” sorusu böylesi geçiş dönem lerinde hangi güç ö lç e ğinde olursa olsun bütün toplum lann seçkinlerinin ciddi ve yo ğunluklu bir şekilde ilgilenm ek ve cevaplam ak zorunda oldukları bir soru halini alır, tçinde diplomatik, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasî alt soruların da bulunduğu bu tem el soruya verilen m u h tem el cevaplar bu soruya cevap arayan toplum un dünyada kendi sini nerede gördüğü ile ilgili genel bîr stratejik tahlilin ana çerçev e sini de oluşturur. Burada stratejik tahlilin ana dayanak unsuru o toDİumun kendi tarihî birikim ini ve coğrafî m ekânını yeniden an-
r
” tamlı çerçeveye oturtm asıdır ki, bu durum bu tahlilin diplom a tik/siyasî, ekonomik/sosyal ve hukukî düzlemlerden çok daha uzun dönem li bir boyut taşım asını gerekli kılar. Uluslararası düzenle bir şekilde ilgili bütün aktörleri yeni bir stratejik anlam lılık oluşturm aya sevkeden bu iür kapsamlı ve yay gın arayışlar genellikle büyük ölçekli savaşlar sonrasında ortaya çı kar. Otuz Yıl Savaşları sonrasında oluşan Westfalya sistem i, Napol yon savaşları sonrasında oluşan Viyana Kongresi sistem i, I. Dünya Savaşından sonra oluşan Cem iyet-i Akvam ve II. Dünya Savaşın dan sonra oluşan BM sistem i ve çift kutuplu yapılar bu arayışlara hem zem in olmuşlar hem de bu arayışları yönlendirmişlerdir. So ğuk Savaş da, farklı nitelikler taşım akla birlikte, çift kutuplu sistem içinde süren dolaylı bir savaştı. Dolayısıyla, bu savaşın bitişi de bu savaşın süregeldiği uluslararası düzenin tem el param etrelerini d e ğiştirmiştir. Bu değişim, küresel, kıtasal ve bölgesel aktörlerin ko num larım yeniden belirlem e çabalarını kaçınılm az kılmıştır. Bu zorunluluk Türkiye için de geçerlidir ve çalışm am ızın deği şik bölüm lerinde de üzerinde durduğumuz gibi çok kapsam lı bir yeniden anlam landırm a m eselesini beraberinde getirmiştir. AB ile yürütülen entegrasyon süreci olm asa da geçerli olacak olan bu zo runluluk bu entegrasyon süreci ile yeni boyutlar ve nitelikler ka zanmaktadır. Bu nitelikler aynı zam anda stratejik düzlem le ilgili tahlillerde AB’nin nerede durduğu sorusuna tahlilin diğer unsur ları ile tutarlı bir tanım lam a yapm a ihtiyacını açık bir şekilde orta ya koymaktadır. D aha önce ele aldığımız düzlem ve yapılarla ilgili yönelişleri de etkileyecek olan bu tanım lam alar daha uzun dö nem li tarih ve coğrafya derinliğine dayanan bir analiz düzlemini gerekli kılmaktadır. Böylesi bir analiz küresel, kıtasal ve bölgesel ölçeklerde sağlıklı bir zem ine oturabilir. AB ile yürütülen entegras yon sürecinin her bir ölçekteki etkisi farklı olacaktır.
ı. Küresel Boyut Soğuk Savaşın sona erm esi AB’nin de, Türkiye’nin de küresel dengeler içindeki konum unu büyük ölçüde etkilemiştir. Soğuk S a vaş süresince siyası, ekonom ik ve askerî param etreler açısm dan bir bütün olarak değerlendirilen Batı Blokunun Avrupa-merkezli ^ bölgesel bir ekonom ik entegrasyon ünitesi olarak çift kutuplu blok
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
yapılanm asının bir ekonom ik alt birim i gibi görülen AB özellikle Varşova Paktı'nın dağılması ve Alm anya'nın birleşm esi ile birlikte gittikçe artan bir hızla önce Batı Bloku içinde özerk bir hüviyet k a zanmış, daha sonra da M aastricht Anlaşm asından sonra başlıbaşına bir güç ve çekim alanı halini almıştır. NAFTA’nın Kuzey Am eri k a’da, APEC'in Pasifik’te yeni ekonom i-politik yapılanm alar olarak devreye girm esi AB'yi kuzeyden güneye doğru inen üçlü ekonom ik-politik çekim alanlarının (Kuzey Amerika-Avrupa-Pasifik) Av rupa ayağı gibi görülm esine zem in hazırlamıştır. Böylece AB S o ğuk Savaş dönem inde aynı zam anda ekonom i-politik bir bü tü n lük arzeden Batı Blokunun bir alt ünitesi olm a vasfından çıkarak kapitalist işleyişe sahip Batı Blokunun diğer m erkezlerine alterna tif teşkil eden yeni bir merkez niteliği kazanmıştır. Bu durum siyasî ve askeri güvenlik alanlarını ilgilendiren stra tejik bakış açısı için de geçerlidir. Soğuk Savaş süresince Batı B lo kunun güvenlik şem siyesini oluşturan NATO çerçevesinde kendi güvenlik konseptlerini kuran Avrupa ülkeleri Soğuk Savaşın sona erm esiyle birlikte sadece ekonom ik alanda değil, siyasal ve strate jik alanda da bütünleşm e sürecine hız vermişlerdir. AET’den AT'ye, oradan da AB'ye geçiş, böylesi siyasal ve stratejik alanı da kapsayan bir bütünleşm e iradesinin ürünüdür. Batı Bloku içind e ki Özerklik alanını gittikçe genişleten ve iç kurum sallaşm aya daya lı derinlem esine bütünleşm e sürecine hız veren AB, küresel d en geler içinde artık kendi başına bir değer ifade etmektedir. 19. Yüz yılda ve
20. yüzyılın ilk yarısında uluslararası sistem in merkezinde
bulunan, II. Dünya Savaşından sonra ise biri Avrasya derinliğinde, diğeri Atlantik ufkunda güç merkezi haline dönüşen iki kutuplu yapıda Önemini kaybeden Avrupalı güçler bugün AB nezdinde güçlerini birleştirerek küresel sistem içindeki m anevra alanlarını genişletm eyi sürdürmektedirler. Uluslararası sistem in belirleyici güç merkezi olm akla İki kutup arasındaki m ü cad ele alam olm ak arasında büyük bir gerilim ya şayan Avrupalı güçler A B'nin uluslararası dengeler içindeki yeni konu m u ile daha büyük ölçekli bir güçler dengesinin aktörlerin den birisi olm a süreci içindedirler. Bu süreç içinde AB’yi bekleyen önem li im tihan, birlik üyesi ülkelerin ulusal çıkarları ile AB’nin
r * “. içinde hem bir bütün olarak hem de üye ülkeler olarak etkin bir konum kazanabilm e çabasıdır. AB'nin iç ve dış dinam ikler arasın da dengeli bir strateji oluşturmasına yönelik bu çaba, birliğin önümüzdeki yüzyılda küresel dengeler içinde alacağı yeri de b e lirleyecektir. Türkiye de Soğuk Savaş sonrası süreç içinde benzer bir strateji değişimi baskısını yaşamıştır. Soğuk Savaşın statik dengeleri için de Batı Bloku üyesi olarak çok daha belirli param etreler içinde strateji geliştirmeye alışmış olan Türkiye, Soğuk Savaşın sona er m esi ile birlikte kendi yakın havzası ile son derece yoğun bir stra tejik ilişki içine girmeye başlamıştır. Türkiye, bu yoğun stratejik ilişkiyle bir taraftan kendi coğrafyasındaki m anevra alanım açar ve bu manevra alanındaki tarihî referansları tekrar gündem e getirir ken, diğer taraftan bu manevra alanının getirdiği riskleri yeni stra tejik güvenlik tanım lam aları ile aşmaya çalışmıştır. Bu durum dış uluslararası konjonktürden de doğrudan etkilen miştir. Daha önce aynı stratejik bütünlük içinde görülen ABD ve AB arasındaki pergelin açılmaya başlaması, AB içindeki aktörlerin özellikle Balkanlar gibi bölgesel politikalarda farklılaşan tercih ler de bulunm aya başlam ası, Rusya'nın ideolojik bir im paratorluktan sıyrılmakla birlikte klasik Rus stratejisinin param etrelerine geri dönm e süreci yaşaması, Çin'in büyük bir Asya gücü olarak bütün küresel forumlarda etkinliğini artırm ası gibi unsurlar Türkiye’nin küresel dengelerde çok yönlü tercihlerde bulunm a zorunluluğu hissetm esine yol açmıştır. Bu açıdan bakıldığında AB-Türkiye ilişkileri küresel konum u ciddi bir değişim yaşayan ve bu dinamik değişim içinde yeni stra tejik bağlantılar kurarak etkinliğini artırm aya çalışan tarafların ilişkisi olarak son derece hassas bir seyir takip etmiştir. Bu h assa siyet karşılıklı etkileşim lerin oluşturduğu stratejik alanın sürekli kaygan bir nitelik taşım asın a yol açm ıştır. Türkiye-AB ilişkilerin deki her gerilim Türkiye'yi küresel ilişkilerde ABD eksenine m ah kum kılarak stratejik esnekliğini azaltırken, bu ilişkilerde Avrupam erkezli bir yoğunlaşm a başta ABD olmak üzere diğer küresel ak törlerle olan ilişkileri yeniden tan ım lam a zorunluluğu doğurm ak tadır. Türkiye bundan sonra da uluslararası ilişkilerdeki kaotik du| rum çözülene ve daha istikrarlı bir güç dengesi oluşana kadar. AB
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir ilişkinin Tahlili
ile olan ilişkilerini, özellikle ABD-AB-Rusya üçgeninde ortaya çıka cak küresel güç dengesi kaym alarının nabzını tutarak yönlendir m e çabası içinde olm ak zorundadır. AB-Türkiye ilişkileri küresel dengeler açısından bir boşlukta seyretm em ektedir ve Türkiye'nin stratejik çıkarları bu dengelerde tek bir aktörle yalnız kalm am akta yatmaktadır. Aktörlerle ilişkilerdeki yalnızlaşm a Türkiye açısından stratejik bir edilgenliği beraberinde getirecektir ki, bunun uzun dönem li stratejik maliyeti Türkiye’nin kıtasal ve bölgesel etkinli ğinde kendisini gösterir.
2. Kıtasal Boyut Bu küresel denge değişim leri kıta-içi stratejik dengeleri de doğrudan etkilem iştir. Soğuk Savaş süresince Batı Avrupa’ya y o ğunlaşan bir ekonom ik entegrasyon faaliyeti olarak görülen AB, Soğuk Savaşın bitm esi ile birlikte seksenli yıllarda güneye, Akde niz'e doğru yönelen genişlem e stratejisini doğuya yönelterek Av rupa kıtasının tüm ünü ortak bir aidiyet altında toplayan bir birlik haline dönüşm eye başlam ıştır. Böylece Avrupalılık kıta kimliği A B’nin çekirdek ülkelerinin daha önce çok daha sınırlı olarak yo~ rum layageldikleri AB üyeliği kimliğini genişletm e yönünde bir baskı oluşturm uştur. Bu durum Avrupa-ölçekli kıta güvenlik konseptinin geliştiril m esini kaçınılm az kılmıştır. Önce Varşova Paktı’nin, daha sonra da SSC B ’nin dağılması ile ortaya çıkan yeni aktörlerin AB'ye üyelik talepleri sıradan bir entegrasyon faaliyetinin sınırlarını çoktan aşarak bir kıta stratejisi halini almaya başlamıştır. Bu durum Avru pa güvenliğinin ana unsuru olan NATO ile AB arasındaki geçişkenlik alanlarının m uğlaklaşm asına ve Avrupa'da ortaya çıkabilecek güvenlik boşluklarının nasıl ve hangi m ekanizm a İle giderileceği konusunda yeni tartışm aların ve görüşlerin ortaya çıkm asına yol açm ıştır. NATO-AGİT-AB ilişkilerindeki geçişkenlikler ve bu geçişkenlikler konusunda söz konusu olabilecek görüş farklılıkları hâlâ Avrupa-ölçekli stratejik yaklaşım ların en kritik alanlarından birini oluşturmaktadır. A B'nin Batı Avrupa’da yoğunlaşan çekirdek üyeleri ile Doğu Av rupa’da yoğunlaşan çevresel üyeler arasındaki ilişkilerin ortaya çı kardığı kıta-ölçekli stratejik yönelişlerle ilgili m eseleler Avrasya-
r ......... ........ eksenli yeni bir kıta tanım lam ası iie daha da girift bir hal almıştır. Avrasya kavramının yaygın kullanımı ile Avrupa ve Asya sınırlarını da aşan daha büyük ölçekli bir kıta stratejisi tanım lam asının yapıl maya başlanm ası Avrupa’nın stratejik sınırları konusunda ciddi bir esneldiğin doğmasına yo) açmıştır. Bu esnekliğin sürm esi h a linde AB’nin doğrudan ilgi alanına girecek coğrafî alanlarda da ve bu alanların getirebileceği risk ve avantajlarda da ciddi bir ölçek büyümesi beklenebilir. Bu durumdan en doğrudan etkilenecek aktörlerin başında Türkiye, Rusya ve Ukrayna gibi Avrasya ölçekli kıta stratejisi ta nım lam alarının kaçınılm az olarak göze alm ak zorunda oldukları kuzey ve güney geçiş hatlarının kavşak ülkeleri gelmektedir. Avras ya stratejik kıta tanım lam asının geçiş güçlerini oluşturan bu üç ül ke arasında Türkiye’yi farklılaştıran tem el özellik, Türkiye’nin So ğuk Savaş dönem inde AB ile aynı blokta bulunm ası ve AB ile olan anlaşm alara dayalı ilişkilerin hem en h em en Soğuk Savaşın bütün dönem lerinde sürmüş olmasıdır. NATO içindeki yükümlülükleri gereği Soğuk Savaş süresince son derece yoğun bir güvenlik politi kası oluşturan ve bu politikalar çerçevesinde SSC B’nin Avrupa üzerindeki baskılarını azaltacak şekilde Kafkaslarda sürekli bir cephe ülkesi konum unu sürdüren Türkiye’nin bir çok AB yetkilisi nin zihninde AB bünyesine alınm ası çok güç olan üç Avrasya ülke sinden birisi olarak görülm esi çarpıcı bir çelişki oluşturmaktadır. Türkiye de Soğuk Savaşın bitm esi ile birlikte ortaya çıkan d i nam ik konjonktür içinde kıta bağlantılarının stratejik sonuçlarını tekrar değerlendirm e ihtiyacı hissetm iştir. Türkiye’n in h em bir Avrupa h em de bir Asya ülkesi olm ası, Avrupa ile Asya arasında jeokültürel geçiş hattı üzerinde bulunm ası gibi unsurlar Avrupa ile Asya arasındaki stratejik h attın esneklik kazanm ası ile birlikte yeni unsurlar getirmiştir. Türkiye son on yıl içinde bir taraftan kendisine Orta Asya’da açılan yeni stratejik alan içinde Asyalılığı tekrar keşfederken diğer taraftan Avrupa’dan kopm adan ve AB ile çelişkiye düşm eden bir Avrasya stratejisi geliştirm enin sıkıntıları nı yaşamıştır. Türkiye tarih ve coğrafyası ile Asya’ya, stratejik ve ekonom ik tercihleri ile Avrupa'ya irtibatlı olm ak arasında anlam lı bir ilişki kurm ak zorundadır. Avrasya kavram ının uluslararası ^ strateji literatüründe yaygın bir kullanım alam bulm ası bu acıdan
A vru p a Birliği: Ç ok B o y u tlu ve Ç o k D ü z le m li Bir İlişkinin Tahlili
Türkiye için bir avantaj olarak görülmelidir. Türkiye AB ile olan ilişkilerinde Asya derinliğini ihm al etm eyen bir stratejik pozisyon geliştirm ek zorundadır. Aksi takdirde ne Avrupa nezdinde kendi tarih ve coğrafya derinliğinden kaynaklanan bir itibar sahibi o la bilir, ne de A sya'nın kadîm stratejik kulvarlarında sözü d inlenen bir ülke olabilir.
3 . Bölgesel Boyut Türkiye'nin yakın kara havzasını oluşturan bölgelerin Soğuk Savaş sonrası dönem de kazandığı yeni stratejik anlam lar A B-Tür kiye ilişkilerini de etkileyebilecek boyutlar taşımaktadır. Herşeyden ön ce Balkanlar, Ortadoğu ve Karkaslardan oluşan bu bölg ele rin hem AB hem de Türkiye nezdindeki önem inde ciddi değişim ler yaşanm ıştır. Soğuk Savaş süresince Doğu Avrupa'nın güneye uzantısı şek linde algılanan Balkanlar bu yönüyle hem AB hem de Türkiye ta rafından içinde bulunulan çift kutuplu yapıda karşı-kutupla te m a sa geçilen bölge olarak hem büyük ölçüde statik hem de hassas bir bölge olarak görülüyordu. Bu ilişkilerde denge ve geçiş ülkesi gö rünüm ü kazanan Yugoslavya kutuplararası tem asın gerilimi azal tan bir role sahipti. AB’nin bu bölge ile doğrudan tem asa geçen önem li ülkelerinden Almanya Ostpolitik ile doğuya dönük politika arayışlarında Balkanlara ilgisini sürdürürken, Fransa ve İngiltere ikili İlişkilerle bölgesel alanda etkili olm aya çalışıyorlardı. Fran sa’nın Romanya üzerindeki tarihî etkisi bu ikili ilişkilere açıklayıcı bir m isal teşkil etmektedir. Aynı dönem de Türkiye bölgeye yönelik ilgisini iki tem el unsura yöneltm işti: (İ) Çift kutuplu yapının getir diği gerilim alanları ki, Bulgaristan’la ilişkilerde yaşanan sıkıntılar bunun çarpıcı bir m isalini oluşturm aktadır; (ii) Yunanistan'la ikili ilişkilerde yaşanan blok-içi gerilim ler ve bunun yol açtığı bölge-içi denge arayışları. Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde yaşanan dalgalanm alar ve bu dalgalanm aların Balkanlar üzerindeki etkileri dışarda tutulacak olursa Soğuk Savaş süresince Türkiye ve bir bütün olarak AB ve A B’nin önem li üyelerinin ulusal politikaları arasında bölgeye b a kış konusunda ciddi çelişkiler olmamıştır. NATO bünyesindeki or
i Stratejik Derinlik
tak stratejik planlamalar bu aktörlerin bölgeye bakışm ı büyük ö l çüde birbirine yaklaştırmıştır. Ancak Soğuk Savaş sonrası dönem de bu aktörler arasında Bal' kanlara yönelik stratejik bakışta ciddi bir değişim gözlendiği gibi, ortaya çıkan bölgesel problem alanlarına bakışlarda, uzlaşılmasL güçleşen farklılaşmalar söz konusu olmuştur. Bu değişimin en gözle görülür testi Bosna'da yaşanm ıştır. AB’nin Almanya, Fransa ve İngiltere gibi önem li üyelerinin Bosna m eselesine bakışındaki farklılaşmalar AB'nin bir bütün olarak ortak bir strateji geliştirm e sini güçleştirmiştir. Öte yandan bölgedeki gelişm elerden birinci derecede etkilenebilecek ülkeler arasında yer alan Türkiye’nin yaklaşımı da hem AB'nin ortak politika arayışları, hem de üye ül kelerin yaklaşımları ile önem li çelişkiler barındırm aya başlam ıştır. Tarihî faktörl'erin devreye girm esi ile Alm anya’nın Doğu Avru pa ve Balkanlara yönelik etki alanım statükoyu zorlayıcı bir şekilde genişletmesi, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin de statükoyu ko ruyucu bir tavır sergilemesi Yugoslavya’nın parçalanm ası ve B o s na bunalımları sürecinde Türkiye'yi tedirgin eden bir tablonun or taya çıkmasına yol açm ıştır. Türkiye bir taraftan Almanya öncülü ğünde bölgenin tümüyle AB’ye entegre olm ası sonucunda bölge de yalnızlaşma riski karşısında rahatsızlık duyarken, diğer taraftan özellikle Bosna bunalım ı esnasında Fransa ve İngiltere’nin sürdür düğü karşı-denge politikalarının bölgede Türkiye'nin en ciddi risk faktörü olarak gördüğü Sırp-Yunan hattını güçlendirm esinden te dirgin olmuştur. Bu durum Türkiye’yi haklı olarak bölgede AB'ye karşı NATO etkinliğini ön celem esin e ve bu konuda da ABD ile da ha yakın bir stratejik pozisyon belirlem esine yol açm ıştır. ABD 'nin Bosna ve Kosova bunalım larından sonra bölgedeki Osm aniı b aki yesi Boşnak ve Arnavut unsurların güvenliği iie Balkanlardaki is tikrar arasında kurduğu bağlantılar, ABD ile Türkiye arasındaki bölgeye dönük yakm stratejik pozisyonu daha da güçlendirmiştir. Balkanlar, önüm ü zd eki d ön em d e AB-Türkiye ilişkilerin in önem li bölgesel anahtarlarından birisi olm aya devam edecektir. Tarafların bölgeye yönelik politikalarındaki farklılaşm aların derin leşm esi sadece böigeye yönelik çelişkileri artırm akla kalm ayacak aynı zam anda AB-Türkiye ilişkilerini ve entegrasyon sürecini de olum suz yönde ekileyeçektir.
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem ii Bir ilişkinin Tahlili
Diğer önem li bir yakın kara havzası olan Kafkaslarla ilgili genel stratejik tablo da benzer özellikler taşımaktadır. Çift kutuplu yapı nın statik bir hat oluşturduğu Kafkaslarda Türkiye ve bir bütün olarak AB ve AB'nin önem li üyeleri arasında stratejik açıdan ciddi bir paralellik vardı. Türkiye'nin Soğuk Savaş süresince Kafkaslarda SSCB ve Varşova Paktı’na açtığı cephe Avrupa üzerindeki baskılan nisbî bir şekilde azalttığı için başta Almanya olm ak üzere AB üye leri Türkiye’yi kaçınılm az bir stratejik ortak olarak görürken, T ü r kiye de SSC B ’nin II. Dünya Savaşı sonrasında dikte ettiği talepler karşısında NATO bünyesinde Avrupa ile kurduğu kader ortaklığım bölgesel tehditleri dengeleyen stratejik bir güvenlik garantisi ola rak değerlendiriyordu. Çift kutuplu yapıya dayanan Soğuk Savaş param etrelerinin belki de en radikal değişikliklere yol açtığı bölgelerin başında ge len Kafkaslardaki bölgesel ölçekli stratejik değişim ler AB ile Türki ye arasında süregelen stratejik kader ortaklığının yerini ciddi çıkar çelişkilerinin alm asına yol açmıştır. Özellikle Hazar petrol havza sının doğal kaynaklarının aktarılm ası ile ilgili politikalardaki fark lılaşm alar ve bölgeye yönelik politikalarda özellikle Rusya ve Al manya arasında sözkonusu olan m üzakereler ve ortak tavır arayış ları bölgedeki ABD-AB-Rusya-Türkiye denklem indeki dengelerin dinam ik bir nitelik kazanm asına yol açmıştır. Türkiye’nin KEÎ’yi oluşturm ada öncülük etm esinin Soğuk Savaş sonrası dönem in ilk yıllarında AB ile yaşadığı bunalım larla iiişkilendirilm esi ve AB'ye bir alternatif gibi sunulm ası bu denklem lerdeki hassasiyetin ilk önem li göstergelerinden birisi olmuştur. Bu denklem deki ikili yakınlaşm alar karşı dengeler oluşturur ken hiç bir aktör diğer üçlü karşısında yalnız kalm am aya özel bir çab a sarfetm ektedir. Kimi zam an İran'ın da denklem içinde yer al m ası AB-Rusya İkilisinin yakınlaştığı dönem lerde bu denklemdeki alternatif oluşum ların çeşitlenm esi sonucunu doğurm akta ve O r tadoğu bölgesine de sarkma potansiyeli gösteren yeni dengelerin ortaya çıkm asına yol açmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Kafkasiardaki konjonktüre! etkiye açık dinam ik yapılanm a ve dengeler AB-Türkiye ilişkilerinin seyrini etkileme potansiyeli taşıyan ö n em li bir bölgesel param etre olm aya devam edecektir. AB-Türkiye ilişkileri Ortadoğu bölgesi sözkonusu olduğunda riflh3 da girift stratejik ilişki ağlarını bünyesinde barındırm aktadır.
^ Stratejik Derinlik
AB ile Türkiye arasındaki çelişki potansiyeli taşıyan bölgesel ölçek li stratejik farklılaşmalar Ortadoğu bölgesi söz konusu olduğunda, Balkanlar ve Kafkasların aksine, Soğuk Savaş dönem ine kadar uzatılab ilecek unsurlar barındırmaktadır. Ortadoğu’da söm ürge g eç mişi olan Fransa ve İngiltere gibi ülkeleri de bünyesinde barındı ran AB bir bütün olarak ve birliğin üyesi ülkeler olarak Soğuk Sa vaş süresince Ortadoğu’da çift kutuplu yapının barındırdığı statik dengelerin dışında daha Özerk politikalar geliştirm eye özen gös termiştir. Bu nedenledir ki, NATO bünyesinde stratejik ortaklık içinde bulundukları ABD ile AB ülkeleri arasında bölgeye dönük politikalarda farklılaşmalar yaşanmıştır. ABD’nin bölgesel strateji açısm dan tehdit unsuru ülkeler olarak gördüğü İran, Suriye ve Irak benzeri ülkelerin özellikle Almanya ve Fransa ile yakın siyasî ve ekonom ik ilişkileri sürdürmesi bunun açık bir göstergesidir. B en zer bir zorunluluk karşısında kalan ve özellikle seksenli yılların başlarında Ortadoğu'da daha etkin bir politika oluşturm a çabası içine giren Türkiye de Ortadoğu’da dönem sel dalgalanm alar gös teren politikalar takip etmiştir. Soğuk Savaşın bitişinde önem li dönem eç noktalarından birini oluşturan Körfez Savaşı bütün bu aktörleri Irak karşısında birleş tirm iş görünm esine rağmen gerek savaş öncesi diplom aside ge rekse savaş sonrası düzenlemelerde ABD ile AB arasındaki strate jik yaklaşım farklılıkları dikkat çekici olmuştur. Almanya’n ın sek senli yılların ortasından itibaren artan bir şekilde Irak ile tekn olo jik ve ekonom ik ilişki içinde bulunm ası, Fransa'nın Körfez b u n alı m ının savaşa doğru seyrettiği günlerde Irak’a yönelik yoğun bir diplom asi atağı sürdürmüş olması, Ortadoğu Barış Sürecinin Av rupa'da başlatılm ası gibi faktörler bu açıdan değerlendirildiğinde A B’nin Ortadoğu’da ABD'den farklılaşan bir strateji arayışını sür dürdüğü söylenebilir. Soğuk Savaş sonrası dönem de O rtadoğu’da etkisini artıran ABD-İsrail eksenine rağm en Fran sa’nın Suriye, Fransa ve Alm anya'nın İran ile olan ilişkilerini özellikle ekonom ik alanda artırarak sürdürm eleri bu farklılaşm anın önem li bir göster gesi sayılmalıdır. Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönem de seksenli yıllarda ta kip ettiği politikadan uzaklaşarak İsrail ile iyi ilişkileri de aşan stra tejik yakınlaşm aya dayalı bir politika ben im sem esi ile gündem e gelen ABD-İsrail~Türkiye ekseni gibi senarvnlnr
ar
iiorr.rVı\rQ
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
sm da O rtadoğu'ya dönük politikalarda sözkonusu olan stratejik farklılaşmayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır. AB, bugün O rta doğu’da ABD ve Türkiye’nin en problem li ilişkilere sahip olduğu îran ve Suriye gibi ülkelerle yakın ilişkilerini sürdürmektedir. Tür kiye’nin Ortadoğu politikasında yeni açılım lara girm em esi ve A BD -İsrail eksenine katı bir şekilde sadık kalması durum unda AB ile Türkiye'nin ortak bölgesel strateji geliştirm esi çok güç olacaktır ve bölgede çıkabilecek her bunalım da farklılaşması m uhtem el p o litikalar tarafların ilişkilere ve entegrasyon sürecine bakış açısını etkileyecektir. Bu konuda da ilişkileri gerebilecek en riskli alan ABD-İsrail eksenine yakm duran Türkiye ve AB ile ilişkilerini yo ğun bir şekilde sürdüren Suriye ve İran yanında yalnızlıktan kur tulm aya çalışan Irak’ı doğrudan ilgilendiren Kürt m eselesi ve Ku zey Irak’m statüsü konusu olacaktır. Özetle söylem ek gerekirse, stratejik düzlemde etkili olan bölge sel politikalar konusunda AB ile Türkiye’nin sürdüregeldiği pozis yonların uzlaştm labilm esi, entegrasyon sürecinin en çetin alan la rından birini oluşturmaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönem de Bal kanlar, Kafkaslar ve O rtadoğu’da sürdürülegelen politikalarda söz konusu olan farklılaşmalar bundan sonrası için de ortak bir strate jik planlam a yapılm asını güçleştirebilecek unsurlar taşımaktadır. Türkiye bir taraftan kendi jeopolitik konum unu merkez alan, diğer taraftan da bu unsurları tutarlı bir çerçeve içinde uzlaştırabilen ye ni bir stratejik bakış açısı geliştirm ek zorundadır. Aksi takdirde AB ile girişilen entegrasyon süreci bölgesel çıkarları karşı karşıya geti ren bir çatışm a alanı haline dönüşebilir.
4. İkili Bir Stratejik Analiz Örneği: Tarihî Derinlik ve Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-Almanya İlişkileri2 Türkiye-Alm anya ilişkileri Soğuk Savaşın sona erm esiyle bir likte tarihin in en kritik geçiş dönem lerinden birini yaşam aya b aş lam ıştır. M odern dönem de Prusya’nın Avrupa içinde yeni bir güç m erkezi olarak doğuşundan bu yana genellikle doğal m üttefik koaaa
2 Alm an stratejik zihniyetindeki süreklilik unsurları ve Türk-Almaıı ilişkileri için bkz. A hm et Davutoğlu, “ Zihniyet-Strateji İSişkisi ve Taılhs Süreklilik: Soğuk Savaş Son rası D önem de Alm an Stratejisi", Tarihten Geleceğe TürkAlman ilişkileri, (Yay. haz.) Pı htın Yarar. Ankara: 1999, s. 141-201.
I Stratejik D erinlik
num unu sürdüren bu iki ülke arasında belki de ilk defa karşılıklı bir güvensizlik ve ihtiyat payı taşıyan bir diplom atik atm osfer oluşmuş bulunm aktadır. Kimi zam an diplom atik söylem lere de yansıyan bu durumun arkaplam açık bir şekilde ortaya k on m a dıkça ilişkilerin uzun dönem de sağlıklı bir şekilde seyretm esi güç olacaktır. Prusya/Almanya ve Osmaniı/Türkiye devletlerinin m odern si yasî tarih içindeki yakınlaşm aları 18. yüzyıl Avrupa dengelerine kadar götürülebilir. 18. yüzyılda tem elde Avrupa'nın kuzeyindeki üç ülke ile güneyindeki üç ülke arasında bir rekabet sürmekteydi. Batı Avrupa’da İngiliz-Fransız, Orta Avrupa’da Prusya-Avusturya, Doğu Avrupa’da da Rusya-O sm aniı arasında süren kıyasıya reka bet bu ülkeleri çapraz denge politikalarına yöneltm işti. Kuzey ül keleri lehine gelişen bu rekabet zam anla Ingiltere-Avusturya (Na polyon karşıtı koalisyonda olduğu gibi), Prusya-Osm anlı (II. Frederik ve II. VVilhelm/Sultan Abdülham id'in politikalarında olduğu gibi) ve Rusya-Fransa (I. ve II. Dünya Savaşı politikalarında oldu ğu gibi) yakınlaşm alarını beraberinde getirmiştir. Bu denge arayışları içinde kim i zam an N apolyon’un Rusya se ferinde olduğu gibi istisnaî iniş-çıkışlar yaşanm ışsa da, bu denge lerin ana çizgileri ile bugüne kadar sürdüğü söylenebilir. 18. Yüz yıldan bu yana İngiltere Avrupa-içi dengeleri kontrol edebüm ek için Prusya/Almanya ile Rusya arasında Avusturya benzeri ta m pon ülkeleri korum a politikasını sürdürürken, Avrupa-içi her denge değişim inde bir tür Fransız-Rus yakınlaşm ası kendini gös termiştir. Bu çerçevede tarihî süreklilik çizgisi içinde bakıldığında Prus ya/Almanya ve Osm anlı/Türkiye’nin son iki yüzyıllık dış politika tercihlerinde birbirine yaklaşm asında iki tem el stratejik unsur özel bir ağırlığa sahip olmuştur. Bunlardan birincisi, gerek Orta ve Doğu Avrupa'da yükselen güç olan Prusya/Almanya’nın, gerekse Balkanlar-Ortadoğu ve Kafkaslarda hakim iyetini sürdürmeye çalı şan Osmaniı/Türkiye’nin son iki yüzyıllık siyasî tarih içinde Rus ya/SSCB’nin batı ve güney istikam etindeki ilerleyişi karşısında ortak bir tehd it algılam asına sahip oluşlarıdır. Prusya Orta ve Doğu Avrupa’da tabiî bir hinterland etkisi ile m odern bir devlet olarak doğarken ister istem ez Asya steplerini arkasına alarak A v rım a 'v a
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir ilişkin in Tahlili
sarkmaya çalışan Rusya gibi bir step devi ile hesaplaşm ak zorunda kalmıştır. Osmaniı Devleti de aynı step devinin baskısını hem B al kanlar hem de Kafkaslar üzerinden hissedegelm iştir. D aha Önce İsveç-O sm aniı ilişkilerinde görülen Rusya'nın batı ve güney istika m etindeki yayılm acı politikalarını dengelem e çabası İsveç’in gö receli olarak zayıflaması ve Prusya’nın yükselm esi ile yeni bir n ite lik kazanmıştır. II. Frederik’in O sm anlı'ya ittifak teklifi ile başlayan Prusya-Osm anlı ilişkileri böylesi ortak jeopolitik zorunluluğun so nucu idi. Bu durum Soğuk Savaş dengelerine kadar da bir süreklilik iç in de devam etmiştir. SSC B 'nin bir taraftan Doğu Avrupa, diğer taraf tan Kafkaslar, Balkanlar ve Boğazlar üzerinde II. Dünya Savaşın dan hem en sonra başlayan Soğuk Savaş süresince yoğunlaşarak artan baskısı bu tarihî denge m ekanizm ası çerçevesinde Türkiye ve A lm anya’yı stratejik bir hat üzerinde tekrar buluşturm uştu. Bu ilişkilerin tarihî süreklilik içindeki ikinci önem li unsuru Al m anya’nın O sm aniı D evleti’ni doğrudan etkileyebilecek bir sö mürge geçm işine sahip olmamasıdır. Bu nedenledir ki, İngilte re'nin söm ürge politikalarının bir taraftan Osm aniı üzerinde pay laşım hesaplarına yöneldiği, diğer taraftan da Almanya ile küresel bir ekonom i-politik rekabete girdiği dönem lerde Osm anh-Alm anya ilişkileri hızlı bir ivme ile gelişme temayülü gösterm iştir. Hele hele İngiliz-Rus yakınlaşm asının olduğu dönem ler tabiî bir şekil de ortaya çıkan O sm aniı-Alm an birlikteliğini kaçınılm az kılmıştır. I. Dünya Savaşında ortaya çıkan ittifak böylesi bir sürecin so n u cu dur. Kırım Savaşında Rusya karşısında İngiltere'yi yanında bulan O sm aniı Devleti Almanya’nın ittifak arayışlarına teen n i ile yakla şırken, söm ürgeci İngiltere ile yayılm acı Rusya'nın yakınlaştığı dö nem lerde Alm anya’ya yakınlaşan politikalara ağırlık vermiştir. Alman stratejik zihniyeti de iki ülke arasındaki bu yakınlaşm a yı özellikle Avrasya stratejik safhasına geçişin olm azsa olmaz şartı olarak görmüştür. Berlin-Bağdat demiryolu projesinin devreye gi rişi böylesi bir stratejik bakış açısının tipik bir göstergesidir. Alm anya-O sm aniı ilişkilerinin kısa bir özetini verm ek gerekir se, bu ilişki Alm anya’nın Avrupa içindeki Mittellage konum u ile Osm aniı D evleti’nin Avrasya geçiş yollarındaki Mittellage k on u m unun jeopolitik kesişim alanının bir ürünüdür. Her iki ülke de
I
S tr a te jik D e rin lik
bu jeopolitik kesişim alanım Rusya ve İngiltere karşısında stratejik bir optim izasyona yöneltm ek istemiştir. İngiliz-Rus yakınlaşm ası nın olduğu dönem lerde bu optim izasyon çabası azam î ölçüye ula şırken, Ingiliz-Türk ya da Alman-Rus yakınlaşm asının olduğu d ö nem lerde ittifak arayışlarına olan ilgi ve ihtiyaç azalmıştır. İL Dünya Savaşı süresince Türkiye'nin gerek Alm anya’dan ge rekse İngiltere’den gelen baskılara direnm esi, dönem in idarecileri nin tarihî bir refleks ile İngiliz-Rus ittifak denklem inin karşısında yer alm amaya, am a denklem i güçlendirici bir konum da da bulun m am aya özen gösterm elerindendir. Savaşın ilk yıllarında A lm an ya'nın başarılarına rağm en onun safında savaşa girm eyen Türkiye, savaşın sonunda da İngiliz-Rus ittifakına en son katılanlar arasın da yer almıştır. Bu çapraz dengeler ve tarihî reflekslerin II. Dünya Savaşından sonra da yeni söylem ve tavırlarla sürdüğü söylenebilir. D eğişen en önem li olgu İngiltere’nin rolünü ABD’nin üstlenm iş olmasıdır. 19. Yüzyılın step devi Rusya'nın evrensel sosyalist ideolojinin kazan dırdığı m otivasyon ile bir dünya devi haline dönüşm esi gerek Or ta ve Doğu Avrupa, gerek Balkanlar ve Boğazlar, gerekse Kafkaslar ve Ortadoğu üzerindeki baskıların artışı sonucunu doğurmuştur. Bu da Alman-Türk stratejik ortaklığına sadece askerî açıdan değil, ekonom ik açıdan da önem li bir boyut kazandırmıştır. Bölünm üş Alm anya'nın batı kanadı kendi ekonom ik sistem inin işleyişinin adale gücünü II. Dünya Savaşında b u d an m am ıştaze ve genç Türk nüfusundan alırken, Türkiye de Sovyet tehditleri karşısında tercih ettiği Batı Bloku jçindeki ekonom ik potansiyelinin kaynağını yük selen Alman ekonom isinin döviz ve ihracat kapasitesinden tem in etm eye çalışmıştır. Türkiye bu dönemde ABD ile artan güvenlik işbirliğini Almanya ile yoğunlaşan ekonomik işbirliği ile birbirini tam am layan dış p o li tika unsurları olarak görmüştür. Bu da Soğuk Savaş süresince geli şen Türkiye, Almanya ve ABD arasındaki çapraz ikili ilişkilerin çeli şik değil, birbirlerini destekleyen nitelikte seyretm esini sağlamıştır. Soğuk Savaşın sona erm esi ile birlikte ortaya çıkan uluslararası konjonktür Türk-Alman ilişkilerinin bu tem el param etrelerini cid di şekilde etkilemiştir. Herşeyden önce küresel dengelerde ikili ya( pııım dağılm ası ve klasik güçler dengesinin ağırlığını hissettirm esi
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
fi arasındaki çelişki, Almanya’nın AB’ye bakışım da, Türkiye'nin AB'ye m üracaatını değerlendiriş biçim ini de etkilemiştir. Türki ye’nin stratejik önemindeki değişim ve Orta ve Doğu Avrupa’da Al m anya lehine doğan boşluk bu bölgedeki ülkelerin AB’ye üyelik m ü racaatlarına öncelik verilmesine yol açmıştır. Stratejik önceliklerdeki bu değişim Soğuk Savaş süresince TürkAlman dostluğunun köprüsü olarak görülen göçm en işçilere bakışı da etkilemiştir. İki Almanya'nın birleşm esinin doğurduğu ekonomik ve sosyal sıkıntılar Almanya’nın ülkedeki Türklerin konumunun bir tür nüfus baskısı olarak görülmesine sebep olmuştur. Bu yeni kon jonktürde, Türkiye'nin AB’ye üye olm asının getireceği serbest dola şım hakkı Almanları ciddi şekilde tedirgin eden bir unsur haline dö nüşmüştür. Böylece, Soğuk Savaş süresince Sovyet tehdidinin önündeki en önem li engeller arasında görülen Anadolu’daki genç ve dinamik Türk nüfusu, bu tehdidin kalkışı ve AB içindeki dengeler dolayısıyla Avrupa’ya yönelik bir nüfus tehdidi olarak algılanmaya başlanm ış tır. İdeolojik nitelikli Soğuk Savaşın bitm esinden sonra medeniyet tem elli yeni bir Soğuk Savaş deklarasyonu olarak algılanan Medeni
yetler Çatışması tezi bu yaklaşımı m aalesef bir tür dışlamaya dönüş türmüş bulunmaktadır. Türkiye’de uyanan Avrupa’dan dışlanma ve yalnızlaşma psikolo jisi kamuoyunda ve siyasî elitte Avrupa’ya yönelik kuşkulu bakışı yo ğunlaştırmıştır. PKK’nın Avrupa’daki faaliyetleri ve Kürt ve Kıbrıs m eselelerinin Türkiye-AB müzakerelerinde Avrupa’nın önşartları şeklinde algılanış biçim i bu kuşkuyu millî bütünlüğe yönelik bir tür tehdit algılamasına dönüştürmüştür. Öte yandan Soğuk Savaşın sona ermesi ile birlikte ortaya çıkan yeni bölgesel etkinlik alanlarına bakışta da ciddi farklılaşmalar göz lenmiştir. Orta Asya’nın doğal kaynaklarının Avrupa'ya aktarılması ile ilgili seçeneklerde Karadeniz’in güneyinden ve Anadolu üzerin den geçen yolu temel stratejik çıkar olarak gören Türkiye ile ana hatlanyla Karadeniz’in kuzeyinden veya Tuna üzerinden geçen yola sı cak bakarak Rus tezine yalanlaşan Almanya arasındaki bakış tarzı farklılığı buna bir misal olarak zikredilebilir. Bu noktada öne çıkan diğer önemli bir boyut da Avrasya-içi enfpprasvon faaliyetlerinin Alman ve Türk stratejik tercihleri ile olan
i Stratejik D erinlik
uyum-çelişki ilişkisidir. Baltık ülkeleri arasındaki Baltık Denizi işbir liği çabası, Türkiye'nin öncülüğü ile başlatılan Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Rusya-merkezli Slav ülkelerini biraraya getirmeye çalışan projeler ve Balkan ülkelerini kapsayan değişik eksenli teşebbüsler, son yıllarda devreye girmeye başlayan Güneydoğu Avrupa Forumu benzeri çalışmalar ve bütün bu diplomatik adımların AB ile olan iliş kileri AB'nin merkez gücü olan Almanya ile bu birliğin dışına itilerek yalnızlaştırılmak istendiğini düşünen Türkiye arasındaki çelişkileri artırmaktadır. Her iki ülkenin gerek NATO bünyesinde gerekse bölgesel bağlan tılar dolayısıyla müdahil olduğu Balkanlar ile ilgili m eselelerde de ortak bir tavır arayışından çok, kuşkulu bir yaklaşım sezilmektedir. Balkanlardaki meselelere NATO müdahalesini m illî çıkarları için da ha uygun gören Türkiye ile bu bölge ile ilgili nihaî çözümün AB’den geçtiğini düşünen Almanya arasındaki görüş farklılıkları Türk-Alm an ilişkilerini etkilemeye devam edecektir. Son olarak Alm an ya'nın bölgede Türkiye'nin tabiî müttefikleri arasında yer alan Bosna-Hersek, Arnavutluk, Hırvatistan ve M akedonya’yı AB'ye davet et m esi kısa ve orta vadede birliğe katılması güç görünen Türkiye'de ciddi kaygılar uyandırmaktadır. Bu ülkelerin AB içinde Yunanistan ile birlikte bulunması ve zamanla Türkiye dışındaki bütün Balkan ülkelerinin birlik bünyesine alınması ihtimali Türkiye’nin Balkanla ra yönelik politikalarını Türkiye-Avrupa ilişkilerinin bir param etresi haline getirebilir ki, bu durum Türkiye için önemli sakıncalar ihtiva etmektedir. Bu tür projeksiyonların oluşturduğu kuşkular Türk-Alm aıı ilişkilerinin Türkiye-AB ilişkilerindeki problem alanlarının tü m ünden birden etkilenmesini beraberinde getirmektedir. AB-Türkiye ilişkilerinde ortaya çıkan tıkanm aların fiilî problem alanlarına taşınması Türkiye’nin AB ve Almanya'dan çok, NATO ve ABD eksenlerine dayalı dış politika seçeneklerine ağırlık verm esine yol açmaktadır. Bu yöneliş NATO-AB ye ABD-Almanya ilişkilerinde ki problem alanlarının Türkiye-Almanya arasındaki ikili ilişkilere de yansım asına sebep olmaktadır. Son NATO zirvesinde NATO’nun Av rupa içindeki müdahalelerde karar verm e sürecinin Türkiye’nin üye olmadığı AB mekanizmalarına bağlanm asının doğurduğu bunalım bunun son çarpıcı misalini teşkil etmektedir. Türkiye bu konuda haklı olarak kendisinin karar verm e sürecinde bulunm adığı bir or ganın alacası kararların yükümlülüklerini tasım asm ın mümkün nl-
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
madiğini beyan ederek bu düzenlemeye karşı çıkmış ve kararın tas hihini sağlamıştır. Özetle, Türkiye-Almanya ilişkileri, Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan bu konjonktürde, dinamik güçler dengesinin olduğu tarihî örneklerin aksine bir bunalım sürecine girmiş görünmektedir. İkili ilişkilerde karşılıklı güven ve işbirliği ortamının istenilen düzey de oluşturulamaması, Balkanlar ve Ortadoğu başta olmak üzere böl gesel bunalım alanlarına bakıştaki farklılıklar, Türkiye-AB ilişkilerin deki tıkanmalar, ABD, Almanya ve Rusya arasındaki ilişkilerin yeni unsurlarla Soğuk Savaş dönem inin statik dengelerinin dışına çıkmış olması gibi olgular ikili ilişkileri doğrudan etkilemektedir. Ancak, gerek siyasî tarih içindeki tecrübeler, gerekse reel jeo p o litik ve ekonom i-politik dengeler Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilere bu tür konjonktürel etkilerin ötesinde boyutlar katm akta dır. Bu çerçevede kalıcı ortak çıkar alanları Türkiye ve Almanya'nın ilişkilerdeki konjonktürel sıkıntıları rasyonel bir bakış açısı ile aşm a sını zorunlu kılmaktadır. Ne Almanya ele aldığımız stratejik tercih lerden herhangi birinde Türkiye’yi ihmal edebilir; ne de Türkiye kü resel ve bölgesel dengelerde Almanya ile olan ilişkilerini gözardı eden bir dış politika yapım ına yönelebilir. İkili ilişkilerde rasyonel, iki ülkenin müdahil olduğu bunalım alanlarında esnek bir politika takip edilmesi bu geçiş sürecinin sağlıklı bir şekilde aşılm asına yar dımcı olacaktır.
V. Medeniyet/Kültür Dönüşümü Düzlemi ı. Yeni-Gelenekçi Bir Tepki Olarak AB’nin Tarihî Arkaplanı Uzun dönemli medeniyetler tarihi perspektifinden bakılarak ta rihî derinlik içinde değerlendirildiğinde, AB Batı medeniyetinin ye ni-gelenekçi tepkisi niteliğindedir. M edeniyetler hegem onik dö nem lerinin sonlarına yaklaştıklarında ve değer-mekanizma uyumu na bağlı iç dengelerinde sarsıntı geçirmeye başladıklarında, evren sel ve kuşatıcı bir açılım dan çok kendi içlerine ve merkezî coğrafya larına kapanm a temayülü içine girerler. Bugün Doğu Avrupa içleri ne doğru genişlemeye çalışan AB aslında Türkiye’nin üyeliği konu sunda takmageldiği tavırla bir tür içe kapanm a temayülü içine gir miş bulunmaktadır. Seksenli yılların sonunda Türkiye ve Kuzey Afri
i Stratejik D erinlik
f
ka ülkeleri gibi farklı medeniyet aidiyetlerine sahip toplum lara açıl mayı tartışan AB Soğuk Savaş dönemde Avrupa'nın Kutsal RomaGermen birikimim öne eleyen bir genişleme stratejisini benim sem iş görünmektedir. Kültürel ve. tarihî faktörler açısmdan farklı bir m edeniyet havza sına ait olduğu düşünülen Türkiye'ye yönelik politika böylesi bir yeni-gelenekçi tepkinin ürünüdür. Kendi kıtası içinde genişlediğini düşünen Avrupa aslında bu zihniyetle kendi içine kapanmakta ve Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun tepkilerini gösterir bir ta vır sergilemektedir. Avrupa tarihi incelendiğinde, Roma İmparatorluğu'nun mirası ile ilgili gizli bir diyalektiğin işlediğini ve Avrupa'daki diplomasi-savaş ikileminin bu diyalektik içinde gerçekleştiği görülebilir. Şarlm an’ın Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nu, üç varis arasında paylaştıran 843 tarihli Verdun Anlaşması ile ortaya çıkan sınırlar b u günkü Fransa ve Almanya’nın tabiî alanları ve problem bölgeleri ile hem en hem en birebir uyuşmaktadır. Kutsal Rom a-G erm en İm para torluğu, bu bölünm eden sonra ilk defa Habsburg hanedanının h a nedanlar arası evliliklere dayanan diplomasisi ile birleştirilm iş; bu birleşme karşısında oluşan Protestan koalisyonunun ortaya çıkardı ğı hesaplaşma, 1648 VVestfalya sistem i ile noktalanan OtuzYıJ Savaş larına yol açm ış ve Kutsal Rom a-Germ en m irası tekrar bölünm üş tür. Daha sonra Napolyon aynı mirası bütünleştirmiş; ona karşı olu şan koalisyon sonucunda da Avrupa-içi bölünmüşlüğü yansıtan Vi yana Kongresi sistemi ve güçler dengesi doğmuştur. Aynı mirası Al manya etrafında toparlamaya çalışan Bismark ve II. W ilhelm’in stratejileri I. Dünya Savaşma, Hitler'in çabası II. Dünya Savaşma yol açmıştır. Avrupa Birliği, bu mirasın askerî araçlar yerine ekonomik ve siya sî araçlarla tekrar toparlanma çabasından başka bir şey değildir. Bundan sonraki süreçte Birliğe katılması düşünülen ülkeler arasın daki ayrım bile bu mantığı yansıtmaktadır. İlk altıyı oluşturan ülke lerin dördü (Macaristan, Polonya, Sloveııya, Çek Cumhuriyeti) bu m irasın tabiî yayılım alanı içindedir ve bu katılımlara birlikte Kutsal Rom a-G erm en mirası tekrar toparlanmış olacaktır. İkinci altı ülke içine girenler ise genellikle ya Bizans-Slav, ya da Osmaniı etki alanı içinde kalmış bulunan Doğu’yu kapsayan ülkelerdir ve belki de bir-
( leşm e süreçleri bu açıdan biraz daha sancılı olmava »Havdır
A vru p a Birliği: Çok B o y u tlu v e Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
Ancak bu genişlemenin Avrupa-içi diplomasi oyununu tümüyle devre dışı bırakarak kalıcı bir bütünleşme ve barışı sağlayacağım dü şünmek yanıltıcı olacaktır. Yine tarihin bize öğrettiği bir ders vardır ki, Avrupa-içi her bütünleşm e çabası kendi içinden karşı güçlerini çı karmakta ve iç hegemonik çatışma zamanla son derece yıkıcı savaş lara dönüşebilmektedir. Birliğin derinlemesine gelişmesi yani varo lan üyelerle daha sıkı bir birliğe doğru yönelmesi ile üye sayısı artırı larak yaygınlaştırılması tercihleri aslında biri diğerini geciktiren iki yönlü bir çekim alanı oluşturmaktadır. Birliğin derinleşme tercihi ile sıkı bir birlik haline dönüşmesi yeni üyelerin intibakım güçleştirerek yaygınlaşmayı geciktirmektedir. Buna mukabil yaygınlaştırma terci hi, yeni üyelerin cari yapıya intibakları için gereken geçiş süreci do layısıyla, derinleşmeyi engellemektedir. Görünen o ki, AB'nin önemli güç merkezleri olan Almanya, İngil tere ve Fransa gibi sürükleyici ülkeler arasında bu konuda bir m uta bakat hâlâ sağlanmamıştır. Bu konudaki görüş farklılıkları çekim alanlarının güç oranlarına göre işleyen ve çelişkili bir seyir takib eden bir sürecin devreye girmesine yol açmaktadır. İngiltere'nin özellikle muhafazakar iktidarlar dönem inde- ulusal egemenlik ala nından fedakârlık gerektirecek derinlemesine gelişme formüllerini süreldi olarak engellemeye çalışması karşısında başta para politika sı olmak üzere bir çok alanda daha sıkı bir birlikten yana tavır koyan Almanya ve Fransa'nın süreci hızlandırma çabaları iki ayrı bütün leşm e düzleminin eşzamanlı bir şekilde varlığım öngören iki vitesli Avrupa fikrinin ortaya atılmasına yol açmıştır. Birlik içinde yeni den gelerin oluşmasına yol açacak olan bu görüş derinleştirme ve yay gınlaştırma çabalan arasında bir orta yol bulm a arayışıdır. Net bir stratejik tercih barındırmayan bu çelişkili tutumlar, AB'nin gerek iç işleyiş gerekse dış ilişkiler konusundaki karar sürecinin çok yavaş iş lem esine yol açmaktadır. İngiltere’nin Avrupa-içi derinleşme çabalarına gösterdiği direnç, Fransa'nın dil milliyetçiliği ve uluslararası ilişkilerde bağımsız güç alanı oluşturma çabalan, Almanya'nın stratejik opsiyon farklılaşma sı, m uhtem el bir iç hesaplaşm anın nüvesi olabilecek ölçekte etken lerdir. Ayrıca Slovenya dışında kalan esk? Yugoslavya bakiyesi alan hâlâ ortak bir çözüme ulaşılamamış problem konularından biridir. Avrupa diplomasisinin iç zaafımn Bosna konusunda nasıl bir anda K.itıin hasmfitivle tecessüm ettiği de gözlerden ırak tutulmamaladır.
jj S tra te jik D erinlik
Özetle karşımızda tek bir Batı olmadığı gibi, her zam an tek bir Avrupa da olmayacaktır. Bütün bütünleşm e çabalarına rağmen, kar şımızda her zam an iç çelişkilere ve çıkar çatışm alarına yol açabile cek güçlü ulusal stratejilerin de yer aldığı bir Avrupa diplomasi gele neği vardır. Bu durum AB ile bir bütün olarak yürütülen ilişkiler ile birlik üyesi ülkeler ile yürütülen ikili ilişkiler arasında ince bir diplo masi ayarım gerekli kılmaktadır.
2. Cepheleşme/Bütünleşme Sarkacında Tarihî Arkaplan ve AB-Türkiye İlişkileri Türkiye-Avrupa ilişkileri tarihte çok az Örneği görülen bir ikilemi kendi içinde barındırmaktadır. Coğrafî ve tarihî param etreler açısm dan bakıldığında Türkiye Avrupa kıtasının ve tarihinin tabiî bir par çasıdır. Avrupa coğrafyasının Avrasya bütünlüğü içindeki tabiî ayrım hatları gerek kara gerekse deniz bağlantıları açısından, Türkiye coğ rafyası gözönüne alınmaksızın anlam lı ve tutarlı bir çerçevede ta nımlanamaz. Öte yandan Türkiye coğrafyasından kaynaklanan tarihî gelişm e ler anlaşümaksızm ve yorum lanmaksızın Avrupa tarihini yazabil mek de çok güçtür. Türkiye coğrafyası içinde vücud bulmuş kadîm m edeniyetlerin Avrupa kültürüne ve kimliğine yaptıkları katkı ol maksızın ilk m odernitenin başlangıcı sayılan 11. ve 12. yüzyıla kadar insanlığın medeniyet birikimine ciddi bir katkıda bulunm am ış ve medeniyetlerarası etkileşim hatlarının dışında kalm ış olan Batı Avrupa merkezli m odern Batı m edeniyetinin tarihî bir eksene oturtu labilm esi mümkün değildir. Yaklaşık altı asır kıtanın önem li bir bölüm ünü bizzat hakimiyeti altında tutan, diğer bölümündeki gelişm eleri de kurduğu ittifak iliş kileri ve diplomatik müdahale araçları ile etkileyen Osmaniı Devieti'nin tarihi anlaşılmaksızm Avrupa tarihini yazabilm ek ve bu tari hin iç dengelerindeki değişmeleri yorum layabilm ek de çok güçtür. Osmaniı Devleti Avrupa içlerine ilerlerken de, kıtanın m erkezinden doğusuna doğru çekilirken de, Avrupa siyasî tarihini doğrudan etki leyen en önem li güçlerden birisi olmuştur. Orta Avrupa ve Akdeniz’e yönelik ilerleme dönem inde Batı Avrupa'da tem erküz eden Avrupa lI
güçleri yeni ticaret yollan aram aya zorlayan Osm aniı Devleti Avru
pa-içi dengeleri doğrudan belirleyebilecek ve yönlendirecek bir gü( ce ulaşmıştır.
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
Osmaniı Devleti’nin oluşturduğu Millet sistemi ile Batı Avru p a ’da VVestfalya düzeni ile şekillenmeye başlayan ulus-devlet yapı lanm ası arasındaki çelişkiler Orta ve Doğu Avrupa tarihinin hâlâ sü ren en tem el çelişkilerinin altyapısını oluşturmuştur. Fransız Devri m i’nin ivme kazandırdığı milliyetçi akımlar Osmaniı siyasî düzeni nin kendine has şartları içinde yeni nitelikler ve unsurlar kazanarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Osmaniı Devleti gerileyerek Doğu Trakya hatüna çekilirken de bu kıtanın geleceğini belirleyecek dina mikleri arkasında bırakmıştır. Bu derece içiçe geçmiş ilişkiler iki farklı medeniyet havzasının yüzleşmesinin ürünü olan Avrupa-Osmanlı ilişkilerinin günümüze kadar yansıyan yönlerini ve her iki medeniyetin varislerinin tarihî tecrübe birikiminden kaynaklanan zihniyet parametrelerini anlamaksızm ilişkileri sağlıklı bir zeminde değerlendirebilmek çok güç tür. Malazgirt Savaşı ile Avrupa’nın ön kapısı niteliğindeki Anado lu’ya giren Selçuk Türklerine tepki olarak başlatılan Haçlı Savaşları bu yüzleşme ve cepheleşm e ilişkisinin başlangıç noktasını oluşturur. Bu yüzleşme ilişkisinin yaklaşık dokuz yüz yıllık seyri açısmdan kendi içinde bütünlük arzeden üç ana dönemden oluştuğu söylene bilir. İlk üç yüz yıllık dönemde (1071-1355) yüzleşme Ön Asya'da, ya ni Avrupa’nın eşiğinde seyretmiştir. Bu dönemde Selçuklu-Bizans, Haçlı-Selçuklu, Osmanlı-Bizans ilişkileri Avrupa'daki Türk im ajının ilk tohum larını atmış ve karşılıklı tarihî bilinç şekillenmeye başla mıştır. Selçuklu ve Osmaniı Türklerinin, dönemin Hristiyan Avrupa bilincinin karşı medeniyet olarak telakki ettiği İslam medeniyetinin ve Doğu’nun önüne geçilmesi güç bir dinamik unsuru olarak görül mesi, gittikçe güçlenen bir Türk im ajı olarak Avrupa zihniyetinin "öteki” tanım lam asının merkez unsuru haline dönüşmüştür. Haçlı seferleri esnasında yaşananlar benzer bir “öteki" bilincini henüz Anadolu’ya girmiş bulunanTürk unsurların bilinçlerine de yerleştir miştir. Bu "öteki” bilincine rağmen her iki güç de kendi arkabahçelerinden ve tarihî birikimlerinden gelen çelişkilerle iç zaaflar yaşa mıştır. Selçuklu-Moğol ve Latin-Bizans çatışmaları, bu yüzleşmenin iç çelişkiler de taşıyan dinamik bir süreci kendi içinde barındırdığı nı ortaya koymaktadır. Osmaniı Türklerinin Avrupa kıtasına geçişleri ile başlayan ve II. Viyana kuşatm asına kadar sürdüğü söylenebilecek olan ikinci üç
^\rr rr,\uv Hnnpmrip n 355-1803} Osmaniı Devleti, kadîm medeniyet
S tratejik D erinlik
havzalarının tümünü kendi bünyesinde barındırarak yükselen ve üç
lataya yayılan hakimiyet alanının en yoğun bir şekilde tecessüm eden unsurlarım Doğu Avrupa’da yeniden şekillendiren bir güç h a line dönüşmüştür. Osmanlı’m n Roma'dan sonraki en istikrarlı düze ni (Pax Ottomanica) kurduğu bu dönemde Batı Avrupa iç savaşlar, salgın hastalıklar ve din çatışmalarının yönlendirdiği dinamik ve son derece bunalımlı bir tarihî süreç yaşamaktaydı. Bu dönemde Osmaniı bu yüzleşmenin yükselen ve etkin gücü, Avrupa (özellikle Batı Avrupa) ise bu ilerleme karşısında direnmeye çalışan, edilgen gücü konumundadır. Avrupa’da m odern merkezî devlet oluşumunun siyasî teorisyeni olarak görülen Bodin Osmaniı düzenini Fransa için örnek alınması gereken bir model olarak görür ken; Kutsal Rom a-Germ en İmparatorluğu’ndaAventinus gibi aydın lar Osmaniı sistem ini överek bu sistem in kendi imparatorluk yapıla rına aktarılması gerektiğini vurgulamış, Fronsperger ve Schwendi gibi İmparatorluğun önde gelen stratejisyenleri ve komutanları m o dern ordu sistem ine geçerken Osmaniı askerî düzeninden istifade edilmesi gerektiğini vurgulamışlardır.3 Bu dönem in sonunu getiren IL Viyana kuşatması Osmaniı karşısında ortak bir Avrupa bilincinin de doğuşuna yol açmıştır. Son üç yüz yıllık dönemde ise yüzleşmenin dengesi Avrupa lehi ne değişmiştir. Endüstri Devrimi ile ekonomik, Fransız Devrimi ile kültürel ve siyasî bir atılım gerçekleştiren Avrupa bu dönem de ken di iç çelişkilerinin ve rekabet unsurlarının da etkili olduğu süreç ile Avrupa dışındaki bütün medeniyet havzalarını sömürgeleştirerek Avrupa düzenini evrensel kılmaya çalışırken Osmaniı için yeni bir “öteki” kavramsaliaştirması geliştirmiştir. Bu kez Osmaniı ilerleyen Avrupalı için Doğu'nun kadîmin ve İslam ’ın Avrupa hakimiyeti kar şısında direnen son gücünü ve Avrupa ile diğer medeniyet havzala rı arasındaki ayrım çizgisini temsil etmiştir. hum 3 Bu konudaki bazı çalışm alar için bkz. Gunther E. Rotenbeıg, "Aventinus and the D efense of the Em pire against the Turks’’, Studies in the Renaissance, 1 9 6 1 /1 0 , s. 6 0 -67; Hans Schnitter, "Johann lacobi von W allhausen: Ein fortschrittlicher deutscher M üitartheoretiker des 17. lah ıhu nd erts”, Militargeschichte, 198 0 /6 , s. 7 0 9 -7 1 2 ; Hans Helfritz, Geschichte der preussischen Heeresveru/altung, Berlin: 1938, s. 4 1 -4 2 ; zikr. yer G unther E. Rotenberg, "M aurice of Nassau, Gustavus Adolphus, Raim ondo M on tecuccoli and the ‘M ilitaıy Revolution’ of the Seventeenth C entury”, Mcıkers o f Modern Slrategy, (ed.) Peter Paret, Princeton: Princeton University Press, 1986, s. 36.
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişk in in Tahlili
Osmaniı Devleti ise Avrupalı güçlerin bu ilerleyişi karşısında bu dönem in ilk yarısında (1683-1839) kendi sistem ini muhafaza ederek direnmeye çalışmış, ikinci yarısında ise (1839-1987) Avrupa sistem i ne intibak ederek bu sistem in kurucu unsuru olan medeniyet hav zası ile bütünleşm eye yönelmiştir. Tanzimat ile başlayan intibak d ö nem i Kırım Savaşı sonrasında diplomatik olarak Avrupa sistem inin bir parçası olm a çabasına dönüşmüştür. Bu intibak dönem i Cumhuriyet’in muasır medeniyet düzeyine ulaşm a ideali ile mutlak bir yöneliş haline gelirken, AB’ye tam üye lik m üracaatı ile nihaî safhasına girmiştir. İntibak ve bütünleşm e ç a basının bütün idealist söylemine rağmen, Osmanlı-Türk bilincinde de Avrupa yeni bir "öteki” tanım lam ası içinde her an ülkeyi küçülte cek ve parçalayacak senaryolar üreten bir karşı kutup olarak görül meye devam edilmiştir. AB'ye nihaî üyelik sürecinin yaşandığı son on yıllık dönemde aym zamanda Avrupa karşıtlığına dayalı bir karşı milliyetçilik oluşumunun yaşanmaya başlanm ası bu güvensizliğin bir ürünüdür. Bugün Avrupa-Türkiye ilişkilerinde cepheleşm e/bütünleşm e sarkacının oluşturduğu bu ikilemin izleri görülmektedir. Bu izler rasyonel bir diplomatik süreç olarak işlemesi gereken AB-Türkiye ilişkilerini de etkisi altına almakta ve karşılıklı güvensizlik ortam ının doğurduğu atmosfer, ilişkileri inişli çıkışlı bir seyre dönüştürm ekte dir. Türkiye, Avrupa kıtası içindeki konumunu tarihi ve coğrafi u n surları da gözeten rasyonel bir yeniden tanımlamaya tâbi tutmaksızm AB Üe olan ilişkilerini de, genel dış politika parametrelerini de sağlıklı bir zem ine oturtamaz.
3. Medeniyetle ra rası Etkileşim ve Türkiye-AB İlişkileri Türkiye-AB ilişkileri medeniyetler tarihi ve medeniyetlerarası e t kileşim açısından bakıldığında her parametresi ile incelenm esi ge reken son derece özgün bir nitelik taşımaktadır. Üçer asırlık üç dö nem içinde ele aldığımız tarihî derinlik boyutu yeni niteliklerle yeni bir dönem in başlangıcının işaretlerini vermektedir. Bu durum sade ce diplomatik, ekonomik, sosyal ve hukukî düzlemlerde değil, kültür ve medeniyet etkileşimi çerçevesinde de son derece canlı, çok-bovutlu ve dinamik bir sürecin izlerini taşımaktadır.
Stratejik D erinlik
Herşeyden önce özellikle son iki asrın zihin dünyasına damgası nı vuran Avrupa-merkezli tarih idraki ve medeniyet akışı şem aları,4 hem bu anlayışın doğduğu Batı medeniyeti havzasında, hem de git tikçe kendi idraklerini yeniden kurma çabası içine giren Batı-dışı ye rel medeniyet havzalarında ciddi bir meydan okumayla karşı karşı ya kalmış bulunmaktadır. Aydınlanma felsefesi ve bu felsefeye daya lı sömürgeci/oryantalist bakış açısının dayandığı tem el varsayımlar bugün geçerliliklerini yitirmeye başlamışlardır. İnsanlık tecrübe b i rikiminin tümüyle tek bir nehre akarak Batı medeniyetinde son bul duğu ve diğer medeniyet havzalarının zamanla yok olacağına yöne lik beklentilerin aksine özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden itiba ren hızlı bir ivme ile canlanm a ve alternatif oluşturma temayülüne giren Batı-dışı medeniyet idrakleri ve havzaları önümüzdeki yüzyıl içinde çok ciddi medeniyet hesaplaşmalarının, sentezlerinin, yüz leşmelerinin ve etkileşimlerinin habercisi sayılmalıdır. Önümüzdeki dönem bütün m edeniyetlerin tek yönlü ve m onolitik bir Batılılaşma ve Avrupalılaşma tecrübesine yöneldikleri 19. yüzyılın tüm üne ve 20. yüzyılın ilkyansma egemen olan m oderni zasyon anlayışlarının değil, insanlık birikimine kendi tarihî tecrü b e lerine dayalı katkıda bulunm a çabalarının yoğunlaştığı ve karşılıklı kültürel etkileşimin hız kazandığı bir dönem olacaktır. Yerel m ede niyet değerlerinin antik kalıntılar gibi görüldüğü ideolojik ve dog m atik m odernleşm e söylem ve uygulamalarının yerini, kendi za m an ve m ekan idraklerini yeniden keşfetmekle birlikte bütün in san lığın arayışına çözüm üretebilecek evrensel açılımlara yönelen fark lı medeniyet tecrübeleri alacaktır. Bu anlamda, Batı-dışı medeniyet havzaları sömürge-sonrası m odernleşm e tecrübesini yeni bir ekse ne oturturken, Baü da doğu erdemini tekrar keşfetm e çabası içine girecektir. Böylesi bir dönemde farklı medeniyet birikimlerine beşiklik et miş, Batı-dışı son büyük medeniyet tecrübesinin merkezi olmuş ve canlanm akta olan medeniyet havzaları arasında da tam bir jeokül türel geçiş niteliği taşıyan Türkiye için olağanüstü imkanlar sözko-
amm 4 B u tarih idraki ve m edeniyet akış şem alarının dayandığı m etodolojik varsayım lar ve problem ler için bkz. Ahm et Davutoğlu, "Tarih idraki oluşum unda m etod olo jinin rolii: M edeniyetlererası etkileşim açısından dünya tarihi ve Osmaniı, Dîvân İlmî Araştırmalar, 19 9 9 /2 , S. 7, s. i-6 3 .
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D ü zlem li Bir İlişkinin Tahlili
nusudur. Türkiye medeniyetlerarası etkileşimi doğrudan etkileyebi lecek kendi özgün tecrübe birikimini ve niteliklerini hayata geçire bilirse sadece AB ile olan ilişküerde değil, küreselleşme sürecinin ge tirdiği bütün bunalım alanlarında son derece itibarlı ve onurlu bir yere sahip olur. Bunun aksine, AB ile girilen entegrasyon sürecinin her olumlu safhasında total bir tarih reddi ve Avrupa yönünde radi kal bh medeniyet kırılması söylemi benim senirse, karşı karşıya kalı nan her olumsuz tavırda da psikolojik bir refleksle vulgarize Avrupakarşıtlığı yapılırsa ne sağlam ve süreklilik arzeden bir kültürel aidi yet kimliği oluşturulabilir, ne de temasa geçilen toplumlar nezdinde bir saygı kazanılabilir. Tarihte hiç bir zaman etken olma becerisi gösterm em iş tarihsiz toplumlara has bir onursuzluk da, hiç bir kül türel etkileşime giremeyen tepkisel bir içe kapanma da, yeni dö nem de toplumsal atılım gücümüzü kıracak yanlış tavırlardır. Son iki asırlık tecrübe göstermiştir ki, bir toplumun kültür ve medeniyet aidiyetinin radikal bir şekilde dönüştürülebilmesi sadece uluslararası konjonktürün, radikal bir entellektüel tercihin ya da si yasî bir deklarasyonun sonucu olarak gerçekleştirilemez. M ao'nun Kültür Devriminden sonra Çin’de Konfüçyanist değerlerin yeni bir ivme kazanması, bütün klasik Ortokos/Slav değerleri feodal kalıntı lar olarak gören Sovyet Devriminden yetmiş yıl sonra bu değerlerin devlet başkanlığı serem onilerine kadar tekrar keşfedilmesi, uzun sö mürge tecrübelerinden sonra İslam ve Hint medeniyet havzalarının kendini tekrar keşfetme ve yeniden kurma çabalan içine girmesi b u nun değişik misallerini oluşturmaktadır. M edeniyetlerin kendi sü rekliliğini koruyabilmesi, kendini yeniden üretebilmesi ya da yeni bir yapıya bürünmesi çok daha uzun dönemli zihinsel, felsefî, yapı sal ve kurumsal süreçlerin ürünüdür. Türkiye örneğinde bu süreçler belki de en özgün nitelikleri taşı maktadır ve bu toplum un gelecek perspektifini oluşturabilecek seç kinleri her şeyden önce bu süreçlerin zihinsel arkaplamnı, sosyopsikolojik temellerini, değişim ve akış ritmini anlamak, değerlendir m ek ve yorumlamak zorundadır. Toplumu istediği anda, istediği ka rarla değişecek bir yığın olarak görmek, bu sürecin dışında ve üstün de bir tavırla tek-boyutlu ve tek-yönlü bir dogmatizme yönelmek neo-oryantalist bir tavırdan başka bir şey değildir. Bu anlamda AB ile yaşanan dinamik ilişkinin uzun dönemli medeniyetlerarası etkiipeim süreci içinde değerlendirilmesi yepyeni bir yaklaşımın benim
Stratejik D erinlik
senin esi ile mümkün olabilir. Bu yaklaşım kısa dönemli psikolojiler den ve siyasî hesaplardan uzak tutulmalıdır. Bu çerçevede sorulması gereken temel sorulardan birisi Türki ye’yi AB'nin merkez ülkelerinden ve aday ülkelerinden ayıran nite liklerin iıe olduğu sorusudur. Mesela niçin Avrupalı seçkinler ve si yaset yapım cıları nezdinde Slovakya’nm, Estonya'nın, R om an ya’nın, Bulgaristan’ın üyelik süreci bir medeniyet tartışm ası başlat mıyor da Soğuk Savaş süresince AB'nin merkez ülkeleri ile stratejik anlam da kader birliği yapmış olan Türkiye’nin üyeliği bir m edeniyet problematiğini beraberinde getiriyor? Hatta ve hatta niçin AB-Japonya ya da AB-Çin ilişkilerinde çok daha rasyonel bir süreç ege m en olabiliyor da doğrudan temas içinde olan ve üyelik süreci için de bulunan Türkiye üe olan ilişkilerde medeniyet ve kültür farklılığı olumlu bir etkileşimden çok olumsuz bir dışlama konusu olarak gündeme getiriliyor? Bunda yukarıda incelediğimiz tarihî tecrübenin önemli bir rolü vardır. Türkiye diğer aday ülkelerin aksine Avrupa’nın yarısına yakın bir bölümünde bugünkü AB’nin merkez ülkelerinden farklı bir m e deniyet aidiyeti ile egemen olmuş ve Avrupa tarihinin akışını belir lem iş bir tarihî geçm işin varisidir. Farklı bir medeniyet aidiyetine sa hip olan Çin ve Japonya’nın Avrupa üzerinde böylesine bir egem en liği olmamıştır. Öte yandan Avrupa-merkezli sömürgecilik döne minde de Türkiye böylesi bir sömürgeci dalgaya karşı direnebilm iş nadir ülkelerden birisidir. Bu durum Avrupa seçkinlerinde ve siyaset yapımcılarında öteki algılamasının Türkiye ile özdeşleşmesi sonu cunu doğurmuştur. AB’nin yetmişli yıllarda ekonomik ve sosyal gerekçelerle karşı çıktığı serbest dolaşım hakkının seksenli yılların sonlarından itiba ren gittikçe kültür ve medeniyet aidiyeti ile ilgili bir problem şeklin de kendini göstermiş olmasının arkasında da bu psikolojik arkaplan vardır. Artan ırkçı temayüller ve İslam-karşıtı psikoloji AB’nin çoğul culuk idealini tümüyle gözardı eden bir tavra yönelmiştir. Bosna bu nalım ı İslam medeniyetinin Avrupa kimliği konusunu bir kez daha gündeme getirmiş olmasına rağmen bu kriz esnasında takınılan ta vır AB’nin tem el ilkeleri konusundaki samimiyetinde ciddi tered dütler doğurmuştur. Huntington'm Medeniyetler Çatışması tezi ve bu tez içinde Tür kiye’nin iki medeniyet arasında parçalanm ış ülke olarak takdiırı
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili
edilmesi uzun dönemli medeniyet etkileşimi sürecinin stratejik bir hedef için nasıl bir manivela gibi kullanılabileceğinin çarpıcı ve teh likeli yüzünü göstermiştir. Batı-dışı medeniyet havzalarındaki kül türel canlanmayı stratejik bir tehdit gibi gösteren ve batılı stratejisyenlere bu medeniyet havzaları arasındaki çelişkileri manipüle et meyi öneren Huntington'm yaklaşımı sadece Batı-dışı medeniyetle rin, özellikle de İslam ve Çin medeniyetlerinin, ciddi tepkilerine m a ruz kalmamış, aynı zamanda West-Rest (Batı-Diğerleri) gibi katego rik bir ayrımın doğuracağı riskleri sezen batılı seçkinler ve siyaset yapımcıları nezdinde de ciddi kuşkular uyandırmıştır. Clinton’ın 1999 sonlarındaki Türkiye ve 2000 başlarındaki Hindistan ziyaretle rinde bu ülkelerin medeniyet geçm işlerinin insanlık birikimine ya pabilecekleri katkılara Özel atıflarda bulunması Medeniyetler Çatış
ması tezinin doğurduğu güvensizlik ortamım gidermeye yönelik m esajlar olarak görülmelidir. Gerçekten dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan Çin’i ve dünya nüfusunun yaklaşık diğer dörtte biri ni barındıran ve dünya jeopolitiğinin en hassas kuşağını ve geçiş yollarını elinde tutan İslam Dünyasını karşı-medeniyet kutupları olarak gören bir yaklaşımın dünya düzeni oluşturmada ne derece riskli sonuçlar doğuracağı açıktır. Bu tez en çok Türkiye gibi medeniyetlerarası geçiş bölgeleri üze rinde bulunan ve tarihteki etkin konumu dolayısıyla rahatlıkla öteki kategorilerine sokulabilecek olan ülkeleri yakından ilgilendirmekte dir. Bu açıdan bakıldığında, Huntington’m parçalanmış ülke tanım lamasına sebep olan farklı ve kimi zaman da değişik medeniyet te c rübelerini yaşamış olmak uzun dönemli perspektifte bir risk değil, önemli bir zenginliktir. Yeter ki, ülkenin kültür hayatım yönlendiren seçkinler ve siyasî geleceğini şekillendiren siyaset yapımcıları bu farklı tecrübeleri sosyo-kültürel ayrışma haline dönüştürmesinler ve bu tecrübelerden özgün bir açılımın ufkunu yakalayacak beceriyi gösterebilsinler. M aalesef son on yıl içinde yaşananlar Türkiye’nin seçkinlerinin bu konuda yeterli psikolojik özgüvene, kültürel aidiyet hissine, tarih bilincine, zihinsel donanıma sahip olmadığım göster miştir. Bugün yapılması gereken, AB sürecini de etkileyecek olan kül tür parametreleri ile ilgili önyargıdan uzak, ufuk açıcı ve derinlikli bir açılımın önündeki engelleri kaldırmaktır. AB-Türkiye ilişkileri hem insanlık birikiminin genelini ilgilendi ren medenivetlerarası etkileşim, hem AB’nin çoğulcu niteliği hem de
I Stratejik Derinlik
Türkiye’nin engin medeniyet tecrübe birikimini harekete geçirebil me kabiliyeti açısından önemli bir test olacakür. Bu konuda AB’yi bekleyen temel test Avrupa-merkezli Kutsal Roma-Germen kimliği ve sömürgeci tecrübe ile post-kolonyal dönemin çoğulcu Avrupa kimliği arasındaki gerilim ile ilgilidir. AB’nin klasik Avrupa paramet releri içinde Kutsal Roma-Germen birikimine, yani inanç olarak Hristiyanlığa, tarihî tecrübe olarak Roma birikimine, dinamik insan unsuru olarak Germen kavimlere dayalı bir çerçevede tanımlanm ası inanç olarak Hristiyan olmayanların, Roma siyaset geleneğini bir şe kilde tevarüs etmemiş olanların ve etnik orijin olarak Ari unsurdan gelmemiş olanların dışlandığı bir yapı demektir. Gizli bir sömürgeci bilinci ve bu bilincin dayandığı ırk ve din fa natizmini barındıran böylesi bir yaklaşım sadece bütün bu unsurla rın dışında görülen (belki Doğu Roma tarih tecrübesi hariç) Türki ye'nin dışlanmasını değil, AB’nin çoğulculuk konusunda da ciddi bir zaaf göstermesi sonucunu beraberinde getirecektir. Bu durum sadece AB'nin evrensel bir ilke olarak benim sediği çoğulculuk Ükesinin zamanla dumura uğraması sonucunu doğurmakla kalm aya cak, aynı zamanda AB’nin büyük aktörlerinin iç siyasî ve sosyal ya pısında da Önemli etkilerde bulunacaktır, çünkü bu ülkeler artık ge çen yüzyıldaki monolitik ve hom ojen yapılara sahip değillerdir. Baş ta İngilitere, Fransa ve Almanya olmak üzere, özellikle şu veya bu şe kilde sömürgeci bir geçm işe sahip olan Avrupa ülkeleri gittikçe çok daha fazla kozmopolit bir sosyo-kültürel yapıya dönüşmektedirler. Bu ülkelerin tümü sömürgeci dönemde mallarını sömürdükleri ül kelerin bu kez insanlarının akmlarma uğramakta ve yeni bir çehre kazanmaktadırlar. Hint kökenlilerin İngiltere'de, Cezayir kökenlile rin Fransa'da artan dinamik nüfus baskısı bu olgunun bir yansım a sıdır. Bu ülkelerin futbol takımlarına kadar yansıyan bu çeşitlenm e zam anla bu ülkelerin Avrupa kimliğini çok daha esnek bir tanım la maya tâbi tutm a zorunluluğu ile karşı karşıya bırakacaktır. Bu yüz leşm e bütün Avrupa için aslında bir demokrasi ve çoğulculuk testi anlam ına gelecektir, çünkü şu anda Avrupa-kökenli olmayan Avru palI nüfus gerek siyasî katılımda, gerek kamu idaresinde, gerekse
hukuk alanında nüfusları ölçüsünde temsil edilmemektedirler. Bu noktada gelecekle ilgili iki senaryodan bahsedilebüir. Birinci senaryoda bu tem sil problem inin aşılarak Avrupa-kökenli olmayan
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li B ir İlişkinin Tahlifi
yeni AvrupalIların sistem in içine adil bir şekilde çekilmesi Avrupa kimliğinin uzun dönemde dönüşmesine yol açacak ve Kutsal-Rom a-G erm en prototipine dayalı kimlik tanım lam asının aşınması so nucunu doğuracakür. Bu medeniyet tarihi açısından bakıldığında, İbn Haldun’un Asabiyet tezinin yeni bir misalini teşkil edecektir. Başta AB olmak üzere batılı sistemik güçlerin güneyden gelen nüfus baskısı konusundaki tedirginlikleri ve nüfus zirveleri ile dünya nüfu sunu denetim altına alma çabaları böylesi bir senaryonun oluştur duğu psikolojinin ürünüdür. İkinci senaryo olarak eğer bu yeni AvrupalIların Avrupa sistemi içine çekilm esinin engellenm esi sözkonusu olursa Kutsal-RomaGermen prototipine dayalı klasik Avrupa kimliği korunabilir, ancak AB'nin kendisini küresel bir güç haline getirecek çoğulculuk ilkesi tümüyle devre dışı kalmış olur. Bu tavır, ayrıca bir yandan Avrupakökenli olmayan AvrupalIların Batıdan tasfiyesini öngören ırkçı te mayülleri hortlatırken, diğer yandan ciddi sosyo-etnik çatışm aların ortaya çıkm asına yol açabilir. Bu çerçevede AB’nin Türkiye’nin üye liğine yönelik tavrı aynı zam anda çok daha derinden seyreden bir Avrupa bunalım ının geleceği ile ilgili ciddi ipuçları verecektir. Avru pa bu testi er ya da geç yaşamak ve kendi tarihi ile bir kez daha yüz leşm ek zorunda kalacaktır. Türkiye’nin yaşamakta olduğu ve gelecekte daha da doğrudan yüzleşeceği temel problem ise uzun dönemli perspektif içinde ken di özgün medeniyet birikim ve kimliğini bütün insanlığa açık yeni formlarla üretebilme ve uluslararası ilişkilerde saygın bir yer edine bilm e çabası ile bu kimlik arasında bir uyum kurabilme meselesidir. Bu m esele aynı zam anda Türkiye'yi kimlik açısından parçalanmış bir ülke olarak gören Huntington benzeri yaklaşımların öngörüsü nün de test edilmesi olacaktır. Önümüzdeki yüzyılda uzun dönemli m edeniyet dönüşümü itibarı ile sahip olduğu tarihî birikimi değerlendirebilen, kendine güvenden kaynaklanan güçlü bir psikolojik altyapıya sahip olan ve bulunduğu coğrafyayı kendine merkez edi nebilen ve bu zam an-m ekan idrakinde kendi içinde tutarlı bir stra tejik zihniyet geliştirmekle birlikte son derece rasyonel ve esnek bir diplomasi uygulayabilen ülkeler öne çıkacaktır. Bu çerçevede gelecekte ülkeler sahip oldukları jeo p o litik, jeostratejik ve jeokültürel derinlik ile uluslararası ilişkiler hiyerarşi
| Stratejik D eriniik
sinde sağlam bir yer edinebileceklerdir. Bu açıdan Türkiye için riskli gibi görülen alanlar aynı zamanda en büyük imkanları ve avantajları oluşturmaktadır. Türkiye'nin tarihî derinliğe dayanan bir medeniyet aidiyetine sahip olmakla birlikte en yoğun Batılılaşma tecrübesini de yaşamış olması, iyi değerlendirildiğinde, yeni dönem in tem el özelliği olan medeniyetlerarası etkileşimin en sağlıklı örneklerinden biri oluşturulabilir ki, böylesi bir örnek stratejik yönelişin de önünü açabilir. Aksi bir tutum Türkiye’yi sürekli karşılıklı iç tehdit algılama ları ile uğraşan ve total toplumsal enerjisini içe dönük olarak h arca yan kısır bir döngüye sokar. Bu açıdan Batılılaşma/çağdaşlaşma söylemi ile m edeniyet aidi yeti ve milli/yerel kimlik arasındaki gerilimin aşılması Türkiye'yi bekleyen en ciddi medeniyet hesaplaşm alarından birini oluştur maktadır ki, girilen AB süreci bu hesaplaşmayı derinlem esine ve yaygınlığına etkileyen yan sonuçlar doğuracaktır. Türkiye’de çoğu zaman varsayılan görüşün aksine Türkiye AB ile onurlu bir ilişkiyi kendi jeokültürel aidiyet derinliğini reddederek sağlayamaz. Aksine, bu derinlik tahkim edildikçe ve yeni açılımlar için uygun bir zem in haline dönüştükçe hem AB ile ilişkilerde hem de genel uluslararası zeminde saygın bir konum elde edilebilir. Türkiye hakkında AB'ye giriş doğrultusunda olumlu görünen bir karar alınan her zirve son rasında medeniyet ve kültür kırılm asının nihayet tümüyle gerçek leştiği rüyası ile sloganik bir tavır içine giren bir toplumun uluslara rası alanda kendisine saygı duyulan bir zemin kazanabilm esi çok güçtür. Kendi tarihî varoluşunun jeokültürel derinliğini reddeden bir toplumun çetin bir müzakerenin tarafı olarak görülm esi de mümkün olamaz. Jeokültürel anlamda ne ölçüde derinliğe sahip olursak AB üzerinde de o Ölçüde etkin olabiliriz. Özetle önümüzdeki dönemde stratejik ya da demografik güce sahip olmakla birlikte kendi yerelliğinden evrensel m esajlar ü retebi len m edeniyet havzaları öne çıkacaktır. Bu çerçevede AB befki de Av rupa tarihinde ilk defa gerçekten kuşatıcı ve çoğulcu bir kültür hav zası pluşturabilme im tihanı ile karşı karşıya kalırken, Türkiye sahip olduğu jeokültürel ve tarihî derinliği kapsamlı bir medeniyet açılı m ına dönüştürebilme im tihanını yaşayacaktır. AB’nin bu süreçte yaşamakta olduğu im tihan en az bizim yaşa dığımız im tihan kadar çetindir. AB, Türkiye ile olan ilişkilerini ger-
Avrupa Birliği; Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li B ir İlişkinin Tahlili
m esi ve kendi etnik/dinî kabuğuna çekilip Türkiye’yi dışlaması du rum unda sadece Türkiye'yi kaybetmiş olmayacak, yeni sömürgeci bir dalgayı ve görüntüyü ortaya çıkaracaktır. Böylesi Avrupa-merkezli yeni sömürgeci bir anlayış AB'yi Avrupa kıtasına hapsedecek sonuçlar doğurabilir. Türkiye ile yürütülen süreçte sık sık görüldüğü gibi ekonomik, siyasî ve diplomatik problemlerin kültür farklılığına gerekçe teşkil etm esi için kullanılması uzun süre devam ettirilebile cek bir politika değildir. Türkiye AB’yi artık kendi jeokültürel derin liğini terkederek her ne suretle olursa olsun eklemlenebileceği ve bu yolla kendi iç çelişkilerini aşabileceği bir medeniyet merkezi olarak görme temayülünü de, sık sık depreşen Türkiye'yi bölmeye çalışan Avrupa im ajını körükleyen savunmacı refleksi de terketm ek zorun dadır. Önce tarihî, felsefî derinliği ihtiva eden zihniyet boyutunu esas alan bir perspektif benimsemek, sonra da diğer bütün alanları bununla birlikte değerlendiren ve her birini kendi mantığı içinde ele alan bir yaklaşım geliştirmek zorundayız. Türk toplumu günün b i rinde ileriye yönelik olarak insanlık tarihine ciddi bir katkıda bulu nacaksa, bu kendisini tarihte özgün kılan jeokültürel derinliğinden hareketle mümkün olabüir.
VI. Tarihî Reflekslerin Kıskacında Türkiye-AB İlişkileri Türkiye-AB ilişkileri bu tarihî miras ile diplomatik rasyonalite arasında gidip gelen bir seyir takip etmektedir. Rasyonel ve teknik düzeyde yürümesi gereken diplomatik süreçlerde dahi hiç um ulm a dık tarihî/psikolojik zihniyet parametrelerinden kaynaklanan ref leksler devreye girmektedir. Her fırsatta evrenselliği ve çoğulculuğu tem el Avrupa ilkeleri olarak vurgulayan Avrupalı liderler ve entellektüeiler Türkiye ile ilişkiler sözkonusu olduğunda sık sık Avrupa kim lik ve kültürünün Hristiyan tem elini gündeme getirirken; Türkiye, bütünleşm ek üzere kendi iradesiyle m üracaat ettiği AB'yi, kimi za m an bütünüyle, kimi zam an da bazı üyelerini öne çıkararak, Türki ye’yi bölm e senaryolarının merkezinde görmekte ve bunu diplom a tik deklarasyonlara yansıtmaktadır. Bu tarihî/psikolojik arkaplan ile reel coğrafî ve diplomatik konu mun çelişkileri arasında inişli çıkışlı bir seyir takıp eden bu ilişki b i çimi. AB'nin eenislem e planları çerçevesinde Türkiye açısından cid
| Stratejik D erinlik
di riskler barındırmaktadır. Daha önceki bir çok çalışmamızda da belirttiğimiz gibi5, AB Türkiye’nin üyelik m üracaatından bu yana son derece soğukkanlı bir tercih ile Türkiye’yi bünyesine almaksızın ve tam olarak reddetmeksizin bir bekleme sürecinde tutma tavrını sürdürmüştür. Bu bekleme sürecini mümkün olan en uzun zamana yayarak ilişkileri askıda tutan özel bir statü oluşturmaya yönelen AB, rasyonel bir diplomasi aktörü olarak, Türkiye’nin tam üyeliğinin do ğuracağı riskleri üstlenmeksizin, Türkiye'nin dışlanmasının doğura bileceği riskleri bertaraf etmeye çalışmaktadır. Yani, kendisi açısın dan öylesi bir optimum çözüm arayışı içindedir ki, bu optimum çö zümün getirdiği konjonktürde Türkiye’den en büyük tavizleri alıp en az ödemeyi yapmak mümkün olabilsin. Bunun da en pratik form ü lü, Türkiye’yi bağlamakla birlikte AB’yi serbest ve esnek bırakan bir özel statü oluşturulması ya da beklem e sürecinin mümkün oldu ğunca uzatılmasıdır. Özel statü için uygun bir araç olan GB devreye sokularak Türkiye kısa bir süre için tatm in edilmiştir. Eğer diğer bekleyen ülkeler için bir karar alma zorunluluğu olmarmş olsaydı, GB ile istenen diplomatik sonuç AB açısından elde edilmiş olacaktı. Ancak, diğer beldeyen ülkelerden gelen baskılar, AB’yi Türkiye ile ilgili istenenden daha önce bir karar almaya zorla dı. Yine de bu karar GB sürecinin belirsizliğini sürdürecek bir karar olmuştur. Lüksemburg Zirvesinden sonra gündeme gelen 11+1 for mülü böylesi bir belirsizliğin matematiksel simgesidir. AB’ce dile getirilen insan haklan, Kıbrıs, Ege, ekonomik param et reler gibi unsurlar Türkiye’yi sürekli bir belirsizlik içinde tutm a poli tikasının gerekçeleri değil, bahaneleridir. Yani bu unsurlar olduğu için böylesi bir karar alınmamakta, belirsizlik stratejisi uygulandığı için bu unsurlar öne çıkarılmaktadır. Bu unsurların oluşması AB’nin zaten uygulamayı düşündüğü ve uygulayageldiği stratejinin uygu lanm asını kolaylaştırmaktadır. Türkiye bir gün insan hakları husu sundaki eksikliklerini AB istediği için değil, kendi insanına ve toplum una saygı duyduğu için düzeltme iradesi gösterdiği zaman ulusla rarası ilişkilerde saygın bir konum kazanacaktır. BH| 5 Bu konuda faiklı yıllara ait iki örnek için bkz. A hm et Davutoğlu, "İki M edeniyet, İki Farklı Çoğulculuk Anlayışı1', Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Sempozyumu, t SAV, İs tanbul, Aralık 1 989 ve “Tarihi A çıdan Türkiye-AB İlişkileri”, İzlenim, O cak 1996, S. 29, s. 2 5 -3 2 .
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir ilişkin in Tahlili
Bu rasyonel diplomasi oyununun psikolojik arkaplanı yakın kara havzası ile ilgili bölümde ele aldığımız Türkiye-Avrupa ilişkilerinin tarihî seyri ile ilgilidir. Başka bir kültür çevresine ait olan, nüfusu ka labalık ve dinamik bir Türkiye’nin AB'ye girişi, tarihi çok iyi okuyan AB yetkililerim kaygılandırmaktadır. Roma İmparatorluğunu çözen dinamik Germen ve Hun akmlarının benzeri bir baskı ile karşı karşı ya olduklarını düşünen AB yetkilileri, güney ülkelerinden gelen bu baskının Avrupa'ya en yakın ucu olarak Türkiye'yi görmektedirler. Avrupalı lider ve aydınların büyük çoğunluğu, Türkiye'yi, kültürel olarak İslam-merkezli doğunun, ekonomik ve siyasî olarak da güne yin bir uzantısı olarak görmektedir. Bu nedenle, Türkiye'yi hazmı güç bir unsur olarak gören Avrupalılar, tam üyeliğe evet dem em ek te, am a hayır dem enin getireceği maliyetleri de hesap ederek ilişki leri askıda tutmaktadırlar. Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra Orta ve Doğu Avrupa'da yaşanan gelişmelerle birlikte AB'ye üyelik için yeni adayların devre ye girmesiyle daha da kronik bir nitelik kazanan bu politika, daha b a şından “uzun ince bir yol” olarak deklare eden Türkiye'nin şüphele rinin artmasına ve ilişkilerin gerilmesine yol açmıştır. Birliğin üye sa yısının 2 7 ’ye çıkartılması planlanan önümüzdeki 15-20 yıllık genişle me döneminde Türkiye’nin adı yer almamaktadır. Bu da Birliğin Tür kiye ile ilgili tercihinin, "GB ile denetim altında tutulmakla birlikte tam üyeliğe alınmaması" şeklinde belirlendiğini ortaya koymaktadır. Avrupa Türkiye Üe olan ilişkilerini Türkiye’nin başka eksenlere ve arayışlara kayışını engelleyen ama tam üyelik ile ilgili hiç bir garanti yi içinde barındırmayan bir düzeyde kalmasını istemektedir. Gümrük Birliği sürecinin en tehlikeli yanı da budur. Türkiye ken di iç ve dış ekonomik parametrelerini Avrupa'ya uyarlarken, Avrupa Türkiye'nin birlik ile ilişkilerinde tam anlamıyla karar bağımsızlığı na sahip olmaktadır. AB'nin her önemli karar öncesinde Yunan ve tosu yoluyla Türkiye’den taviz koparma şansı mevcutken, Türki ye’nin AB’ye ya da bu birlik üyesi ülkelere karşı herhangi bir yaptırı mı devreye sokma hakkı bulunmamaktadır. Bu ilişki biçimindeki belirsizliğin sürmesi, Türkiye’nin uluslararası ekonomik tercihlerini ciddi bir şekilde sınırlayacak ve gittikçe Avrupa'ya ortak değil bağım lı bir ekonomik yapılanma oluşacaktır. Çok açık bir şekilde görülmektedir ki, Gümrük Birliği politikası îiû TıirVitro’-ıH Pİrnnnm iV h in te r la n d ı
içinde tutan AB, Türkiye’nin d e
| Stratejik D erinlik
mografik gücünün serbest dolaşım hakkı ile Avrupa üzerinde baskı yapmasım engellemeye çalışmakta ve ekonomik rasyonaliteye ve kendi ilan ettiği evrensel değerlere aykırı jeokültürel bir dışlama p o litikası takip etmektedir. Ekonomik olarak Avrupa'ya tek taraflı ola rak eklemlenmiş, ancak jeokültürel olarak dışlanmış bir Türkiye, cepheleşme/bütünleşme sarkacının kıskacı içine alınmaya çalışıl maktadır. Bu kıskacın stratejik bir çıkmaza dönüşmemesi Türkiye'nin çe şitlendirilmiş bir yakm kıta havzası politikasını uzun dönem li bir stratejik planlam a çerçevesinde devreye sokabilme kabiliyetine bağlıdır. Önümüzdeki yirmi yıllık dönemde Doğu Avrupa ile tümüy le bütünleşmiş bir AB karşısında Türkiye’nin yalnızlaşmasını engel leyecek alternatif kıta havzası politikaları oluşturularak her türlü al ternatife açık bir manevra alanı geliştirilmesi zorunluluğu Türki ye'nin yakm gelecekteki en temel stratejik parametrelerinden birisi olacaktır. Türkiye ne coğrafî ne de tarihî olarak Avrupa'dan kopabilir. An cak, Avrupa ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlayabilmesi, tari hî/psikolojik zihniyet parametrelerinin rasyonel diplomatik süreç leri etkisi altına alm amasına bağlıdır. Askıda tutulan bu ilişki biçim i nin yol açtığı kısır döngüden çıkmanın öncelikli şartı Türkiye’nin dış ilişkiler stratejisini, AB'yi de içine alan, ama kesinlikle tek bir faktör olarak ona indirgemeyen, bir bakış açısı ile yeni bir değerlendirme ye tâbi tutmaktır. Rasyonel bir zeminde yapılacak böylesi bir yeni den değerlendirme, iç siyasî yapılanma açısından da büyük bir önem, taşımaktadır. Türkiye'de seçkinleri de, siyaset yapımcılarım da bu noktada bekleyen en ciddi sorumluluk diplomatik sürecin getir diği rasyonalite ve esneklik ile medeniyetlerarası etkileşim sürecinin gerektirdiği derinlik ve uzun dönemli perspektifi tutarlı bir bütün içinde geliştirebilmek ve bunu siyasî, ekonomik, sosyal ve hukukî pratiğe aksettirecek bir özgüven oluşturabilmektir.
■ Sonuç
Stratejik teorileri kalıcı kılan tem el unsur tasvir, açıklam a ve anlam a düzlem lerindeki nesnellik ile anlam landırm a ve y önlen dirm e düzlem lerindeki Öznellik arasında sağlıklı bir irtibat kura bilm e kabiliyetleridir. İçinde yaşanan stratejik realitenin uluslara rası konjonktür çerçevesinde ortaya konabilm esi, anlam landırm a ve yönlendirm e düzlemlerindeki öznel perspektifi hem sağlam bir zem ine dayandırır, hem de uygulanabilir politikalara dönüştürülebilm esini sağlar. Bu stratejik teorileri kalıcı kılan diğer önem li unsur ise bu yak laşım ların incelem e n esnesi olarak merkeze aldığı ülkenin/toplu m un sabit verileri olan tarihini ve coğrafyasını, daha soyut bir ifa delendirm e ile, zam an ve m ekan boyutlarını kapsayan çift yönlü bir derinlik ile İncelenm esidir. G eçm iş-konjonktür-gelecek bağ lantısını kuracak olan tarihî derinlik bir yandan yaşanan realitenin zam an boyutu içinde kavranabilm esini sağlarken diğer yandan her bir uygulama alanındaki aktörlerin algılamalarının, davranış b içim lerinin ve stratejik zihniyetlerinin bu boyut içindeki etkisini ortaya koyar. Tarihi derinliğine nüfuz edilem em iş bir uluslararası ilişkiler alanının konjonktürel yönünü tasvir etm eye çalışm ak in celen en kişinin hafıza kayıtlarını yok sayarak bir psikoloji tahlili yapm aya benzer. Böylesi bir tahlilin konjonktürel bunalım ları an layabilm esi de, stratejik bir süreklilik içinde gelecek perspektifi ç i zebilm esi de m üm kün değildir. Coğrafî derinlik ise incelenen ülkenin/toplumun m ekan sürek liliğini gösterir ve karşılıklı etkileşim içinde olduğu stratejik alanı tanım lar. Bir toplum un iç param etreleri, etkileşim de bulunduğu bölgesel alanlar ve genel uluslararası konjonktür arasında da içiçe geçen daireler şeklinde doğrudan bir bağımlılık ilişkisi vardır. Bu daireler arasındaki hukukî ayrımlara işaret eden sınırlar, statik dö'
’
1
1
1
.
----M ------------ J * -------—
: i , A l i -----
| Stratejik D erinlik
Jerce belirlenm eye başlar ve yeni bir anlamlılık çerçevesi oluşana kadar kaçınılm az bir esnem e yaşarlar. Dinam ik dönem lerde yapı lan kapsamlı coğrafi derinlik analizlerinin iç tutarlılığı, kalıcı stra tejik yönlendirm e kriterlerinin başında gelir. Kalıcı ve kapsamlı bir stratejik yaklaşım geçm iş-konjonktür-ge lecek bağlantısını kurabilen bir tarihî derinlik analizi ile iç-bölgesel-uluslararası param etreler arasında sağlıklı bir geçişkenlik ku rabilen coğrafî derinlik analizinin kesişim alanında ortaya çıkar. Bir ülkenin stratejik derinliğinin zem inini oluşturan jeokültürel, jeopolitik ve jeoekonom ik unsurlar bu kesişim alam içinde an lam lılık kazanır. Türkiye'nin stratejik derinliğini ortaya koymaya çalıştığım ız bu eserde bu stratejik zem inin teorik boyutu ile pratik uygulama alanları arasındaki ilişkileri ve etkileşim i gösterm eye çalıştık. B i rinci kısımda bu stratejik analize zem in teşkil eden kavramsal ve tarihî çerçeve tanım landı. Bu kavramsal ve tarihî çerçeveden h are ketle, ikinci kısımda, Türkiye'nin Öznel şartlarının oluşturduğu stratejik derinliğin ana esasları teorik bir çerçevede incelendi. Son kısımda ise bu ana esasların hayata geçirilm esini sağlayacak stra tejik araçlar ve bölgesel politikaların tarihî ve coğrafî derinliğe da yalı uygulama alanları gösterilmeye çalışıldı. Genel bir tasvir çerçevesinde ele alındığında Türkiye tarih, coğ rafya, nüfus ve kültür gibi sabit veriler açısından total güç kapasite sini reel güce dönüştürebilecek köklü bir altyapıya sahiptir. Ancak stratejik anlamda büyük avantajları beraberinde getiren bu durum aynı zam anda ciddi riskleri de bünyesinde barındırmaktadır. Türkiye'nin coğrafî derinlik anlam ında oturduğu zem ini tahlil ederken yakm kara, yakm deniz ve yakm kıta havzaları gibi tan ım lam alar geliştirdik ve ilgili bölümlerde bu havzaların iç yapılarını ve uluslararası sistem içindeki konum larını Türkiye'nin stratejik yapı lanmasındaki önem leri açısından ele aldık. Böylesi bir analiz Tür kiye'nin cari sınırları gözönüne alınarak yapılacak bir tasvirin ö te sinde yeni açıklama, anlam a ve anlam landırm a zem inleri oluştur maktadır. Türkiye'yi çevreleyen Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu ku şağından oluşan yakm kara havzası, Karadeniz-Boğazlar-M armara-Ege-Doğu Akdeniz-Kızıldeniz-Basra-Hazar iç denizleri ve su ge çiş yollarından oluşan yakm deniz havzası ve nihayet Avrupa-Kuzey Afrika-Batı ve Orta Asya'dan oluşan yakm kıta havzası ayrı ayrı p
İp
a lın d ık la r ın Ha Ha h ir h iit iin n la ra k in re İp n H ik le rin H e He. ro p ra -
Son u ç
fî olarak dünya anakıtasınm merkezini, tarihî olarak da insanlık ta rihinin ana damarının şekillendiği alanları kapsamaktadır. Bu nedenledir ki, Türkiye'nin bu alanlar içinde karşı karşıya ka labileceği ya da bir şekilde müdahil olabileceği hiç bir uluslararası ilişkiler olgusu tek boyutlu bir tasvir ile anlaşılam az. Bunun son derece doğal bir sonucu olarak, Türkiye'nin bu uluslararası ilişki ler olgularına ve çerçevelerine yönelik dış politika oluşum u da tek yönlü ve tek eksenli nitelik taşıyamaz. Aksine, her bir havza ile il gili uluslararası ilişkiler olgularının bu havza bütünlüğü içindeki çok boyutlu tahlilinin ötesinde bu havzalar arasındaki etkileşim in de anlaşılabilm esi gerekmektedir. Bu etkileşim alanlarındaki dış politika ritm inin sürekli takip edilm esi ve Türkiye'nin stratejik ter cihleri açısm dan yönlendirilebilm esi stratejik bir analizin ve dış politika yapım ının olm azsa olmaz gereklilikleri arasındadır. Türkiye’nin birbirinden farklı özelliklere sahip olm akla birlikte birbirleriyle etkileşim içinde bulunan yakın kara, yakm deniz ve yakın kıta havzalarının oluşturduğu zem inde strateji geliştirm e zorunluluğu ile karşı karşıya kalması avantaj ve riskleri en üst dü zeye çıkarabilecek bir çeşitliliğe sahiptir. Türkiye'nin kendi bünye sinde barındırdığı farklı tarihî tecrü beler de bu zem inlerle ilişkisi bakım ından dinam ik bir etkide bulunm aktadır. Teknolojik, eko nom ik ve askerî kapasiteden oluşan potansiyel verilerin bu dina m ik çerçeveden doğrudan etkilenm esi dönem sel sıçram alar ya da tıkanm alara yol açmaktadır. Sabit ve potansiyel verilerdeki bu dinam ik çeşitlilik ve diyalek tik etkileşim, stratejik oluşumda çarpan etkisine sahip faktörlerin ağırlığım artırmaktadır. Türkiye için de bugün tem el m esele tarih ve coğrafya sabit verilerini etkin bir şekilde kullanabilecek, kültür faktörünün birleştirici ve kuşatıcı niteliğini öne çıkarabilecek, di nam ik nüfus unsurunu harekete geçirebilecek ve bu sabit veriler den hareketle ekonomik, askerî ve teknolojik kapasiteyi m aksi m um düzeyde artırabilecek bir stratejik zihniyeti uygun bir strate jik planlam a ve tutarlı bir siyasî irade ile devreye sokabilmektir. Stratejik zihniyet, stratejik planlam a ve siyasî irade düzeyinde ya şanan bunalım lar sabit ve potansiyel verilerin sağlayabileceği avantajları azalttıkça stratejik risk unsurlarını artırmaktadır. Soğuk Savaş sonrası konjonktürde Türkiye ile ilgili yapılan ta s virlerin mihver ülke (pivotal State) ile parçalanm ış ülke (torn co-
untry) u çlan arasında gidip gelm esi aslında bu çok yönlü dinamizırrı Kî*-
olz-ır\\v T3»r -nllrprıîn farkîl r\/\VC.n\t\Y tCİn-
| Sttate jik D erinlik
de gerilim yaşıyor gibi görülm esi bile kendi içinde barındırdığı güç potansiyelinin bir işareti sayılmalıdır. Farklı parçalan bünyesinde asırlarca barındırm ış olan ve dinam ik bir konjonktürde bu farklı parçaların çekim alanlarında diyalektik bir gerilim yaşayan bir toplum, bu parçalardan yeni ve iddialı bir bütün oluşturabilm e potansiyelini de kendi özünde taşır. Bir ülkeyi parçalanm ış olm ak la birlikte aynı zam anda m ihver kılan ana dam ar da budur. Bu stratejik çerçeve, kendi ana bünyesine farklı aşılar alm ış bir ağacın birbirinden çok farklı toprak türlerinin bulunduğu zem in lerde aynı anda kök salmaya, büyümeye ya da tutunm aya çalışm a sı gibi dinamik ve diyalektik bir çeşitlilik barındırm aktadır. Bu ağa cın beslendiği her bir farklı toprak türünden kendi bünyesinde b a rındırdığı farklı aşılara uygun besleyici kaynaklar sağlam ası ağacın külli zenginliğini ve kuşatıcılığım artırırken, bu zem inler ve aşılar arasındaki farklılaşm anın doğurduğu uyumsuzluklar ağacın kendi kaynaklarım tüketm esi ve karşılıklı çelişkilerle İçten içe çökm esi sonucunu doğuracaktır. Kişiler gibi toplum larm da güçleri aynı zam and a zaaflarıdır; ya da tersinden bir söyleyişle zaaf görüntüleri aynı zam anda kendile rini bir iç m uhasebe ile dönüştürebilecekleri güç potansiyelleridir. Güç kaynaklarını iyi kullanam ayan ve harekete geçirem eyen to p luluklara bu güç kaynakları zaaf odakları şeklinde geri dönerken, bunalım kaynaklarını bir hayatiyet belirtisi olarak güce d önüştü rebilen topluluklar için bu zaaf unsurları dahi yeni güç kaynaklan oluştururlar. M edeniyet tarihi ve bu tarihin şekillendirdiği siyasî tarihte b u nun sayısız misalleri mevcuttur. Stratejik teoriler gibi stratejik a çı lımlar da bunalım dönem lerinde yaşanan parçalanm ışlıklara üre tilen cevapların eseri olmuştur. Alm an stratejisinin tem elin i doku yan disiplin ve dakik kararlılığın tem elinde Kutsal R om a-G erm en İm paratorluğu’nun asırlar süren parçalanm ışlığından Alman b ir liğine geçişin sancılan vardır. Pax Britannica 'yı tarih sahnesine çı karan kurumlarm ilk nüveleri İngiliz İç Savaşı1nin parçalanm ış tablosunun içinde oluşmuştur. Fransız kim liğinin ve stratejisinin tem el unsuru olarak görülen dil ve kültür m illiyetçiliği m ezhep sa vaşları ile parçalanm ış Fransa'yı bütünleştirm e çab ası veren Kar dinal R icheliue'nun eseri olduğu gibi, Napolyon dönem i Fransız egem enliğinin sütunları Devrim Fransa’sının parçalanm ışlığı için de yükselmiştir. SSCB'yi Soğuk Savaş dönem inin ikinci süper gücü konum una setiren siirer. de T Diinva davacı ^ n racm rin
S o ııu ç
devrim ve parçalanm a sancılarının eseri olmuştur. 20. Yüzyılı Amerikan yüzyılı yapacak olan tem el değerler, kurumlar ve m eka nizm alar 19. yüzyılın ortalarında yaşanan İç Savaşın külleri arasın da tarih sahnesine çıkmıştır. Amerikan İç Savaşını ortaya çıkaran toplum sal parçalanm ışlıklardan kaynaklanan tem el bunalım u n surları aynı zam anda Amerikan çokkültürlülüğünün de hazırlayı cısı olmuştur. Bu özelliği tarihî tecrübem izden bir m isalle destek lem ek gerekirse, Osm aniı Devleti'ni, daha önce bir çok benzeri gö rülmüş bir devlet niteliğinden çıkararak, Fatih dönem inde gerçek bir dünya gücü haline dönüştüren tem el yapı ve kurum lar da en son acı misali Anadolu beyliklerinin parçalanm a sürecinde gözle n en siyasal parçalanm a tecrü besind en alınan derslerin so n u cu n da şekillenm iştir. Özetle, kendi bunalım ından ve parçalanm ışlığından dahi güç üretebüen toplum lar tarihe ağırlık koyma hakkını ve im tiyazını da elde ederler. Aksine, kendi güç unsurlarını bile bunalım kaynağı olarak gören ve bu şekilde takdim eden toplum larm m evcudiyet lerini sürdürebilm e şansları dahi olamaz. D inam ik bir süreç içinde bu dinam izm in kaçınılm az parçası olarak farklı nitelikte ve düzeyde bunalım larla yüzleşm ek zorunda kalan toplum larm kimileri bu bunalım ları içine kapanarak, kim i leri ise alabildiğine bir stratejik açılm a ile bu bunalım lara meydan okuyarak aşm aya çalışırlar. Bir kıta devleti olan ABD 'nin iç savaş sonrası yaşadığı izolasyon politikası, bir ada devleti olan Japon ya'n ın söm ürgecilikle karşılaştıktan sonra kapılarını dış dünyaya kapatarak bir iç temerküz alam oluşturm a çabası içe kapanarak bunalım ı aşm a çabasının başarılı m isalleri arasında yer alır. Bazı toplum larm tarihî tecrübeleri ve coğrafî konum ları ise b u na kesinlikle el vermez. Dünya anakıtasınm merkezinde ya da je ostratejik havzaların kesişim bölgelerinde bulunan veya çok kül türlü bir yapıyı kendi paradigması içinde sürdüregelmiş olan to p lum larm dış faktörlere tepki olarak içe kapanm aları ise ya m ü m kün değildir; ya da kısa dönem li olarak müm kün olsa dahi çözüm ü retici değildir. Bu şartlarda içe kapanan toplum lar ya dış faktör lerle ya da iç parçalanm aya yol açan bunalım çelişkileri ile içten içe çözülm eye girerler. Türkiye ikinci grup ülkeler arasındadır ve içe kapanarak değil, yeni bir özgüven ve iddia ile dışa açılarak bunalım unsurlarını güç unsurları haline dönüştürebilir. D ünyanın kuzey-güney ve doğubatı istikam etindeki en stratejik kuşağının merkez hattı üzerinde
Stratejik D erinlik
bulunan Türkiye'nin içe kapanm ası coğrafî açıdan müm kün değil dir. Türkiye'yi 20. yüzyılın konjonktürel şartları içinde ortaya çıkan sıradan ulus-devletlerden ayıran tarihî m iras farkı da içe kapan mayı im kansız hale getirmektedir. Bu tarihî miras farkının ayırdedici özelliği tesbit edilmeksizin Türkiye’nin neden bu denli kapsam lı bir dinam ik stratejik ortam da bulunduğu sorusunun açıklama, anlam a ve anlam landırm a çerçevesi geliştirilem ez. Türkiye’yi aynı yakın kara ve deniz havza larında yer alan ülkelerden ayıran tem el Özellik vurgulanmaksızm açıklayıcı bir cevap oluşturm ak da çok güçtür. M esela Suriye'nin Ortadoğu'daki, Bulgaristan'ın Balkanlardaki, G ürcistan’ın Kafkasiardaki konum undan Türkiye’yi ayıran ve bu yakın kara havzaları nı birbirine irtibatlandıran ana özellik aynı zam anda Türkiye'nin böylesi dinam ik bir stratejik ortam da bulunm asının da gerekçesi ni oluşturmaktadır. Bu ana özellik yakm kara ve deniz havzası politikalarını doğru dan ilgilendiren tarihî merkez konumu ile irtibatlı bir şekilde o rta -. ya konabilir. Tarihî merkez konum unun ana unsurlarından birisi, Türkiye'nin, 20. yüzyıla bir çok jeopolitik, jeoekon om ik ve jeo k ü l türel parçayı bir bütün halinde bünyesinde barındıran büyük öl çekli siyasal yapı (imparatorluk) olarak giren sekiz ülkeden biri olan O sm aniı birikim i üzerinde kurulmuş olmasıdır. Bu büyük ü niteden küçük ünitelere bölünm e esnasında yaşanan her je o p o litik, jeoekon om ik ve jeokültürel parçalanm a böylesi büyük siyasal yapıların merkezi konum unda bulunan ülkeleri tarihî bir sorum luk ve yüzleşme aîanı ile karşı karşıya bırakmıştır. Asrın başında im paratorluk yapılarına sahip olan ve bu yapıla rın I. ya da II. Dünya Savaşı neticesinde çözülm esine şahit olan İn giltere, Rusya, Almanya, Fransa, Avusturya-M acaristan, Çin ve Ja ponya da benzer bunalım ları yaşam ış ve kendi özgün sentezleri ile bu bunalım dan konjonktürel uluslararası şartlara uyum gösterebi len yeni siyasal üniteler çıkarm a çabası içine girmişlerdir. Bütün bu ülkeler de Osmaniı gibi yoğun bir jeopolitik, jeo ek o nom ik ve jeokültürel parçalanm a yaşam ışlar ve bu parçalanm anın yol açabileceği zaafları yeni stratejik araçlarla aşm aya çalışm ışlar dır. Ingiltere, Commonwealth sistem i, İngiliz dilinin egem enliği ve kendisini stratejik açıdan ikame eden ABD ile sahip olduğu paradigm atik yakınlığı kullanarak stratejik ağırlığını sürdürmeye çalı şırken, Rusya önce ideolojik bir dönüşüm ün sağladığı m otivas yonla bir süper güç haline gelmiş sonra aynı ideolojik çerçevenin
Sonuç;
çöküşü ile yeni kapasitesine uyumlu bir küçülm e süreci ile h esap laşm ak zorunda kalmıştır. Almanya kaybettiği em peryal birikimi tekrar toparlayarak bir dünya gücü haline gelebilm ek için iki dün ya savaşı çıkarm ayı göze alırken, Fransa Avrupa-içi diplomatik dengelerle söm ürge birikimi arasında rasyonel bir optim izasyon yapm aya çalışmıştır, iki em peryal Asya ülkesinden biri olan Ja ponya, Almanya örneğine benzer şekilde Pasifik'teki etki alanını askerî güçten ekonom ik etki alanına kadar değişik stratejik a ra ç larla tekrar kurm aya çalışm ış, Çin ise Rusya örneğine benzer şekil de bir ideolojik dönüşüm ile yeni bir merkez konum u kazanm aya gayret etmiştir. Bu ülkelerden yalnızca Avusturya-M acaristan tabii sınırları içinde küçülerek sınırlı bir etki alanına doğru gerilemeyi kabullenm iştir. Bunun da tem el sebebi aynı havza içindeki em p er yal sorum lulukların Almanya tarafından üstlenilm iş olmasıdır. Büyük ölçekli siyasal yapılardan küçük ölçekli siyasal yapılara yönelik bu daralmayı kendi A nadolu-eksenli mihver alanına çek i lerek burada yeni bir siyasal rejim kurarak durduran Türkiye'nin zam anla kendi coğrafyasının ve tarihinin tabii zorunlulukları ile yüzleşm esi ve bu yüzleşm eden kaynaklanan bunalım larla h esap laşm ası kaçınılmazdır. Türkiye'nin dünya anakıtasınm m erkezin deki coğrafi konum u bu yüzleşm eye daha da çetin bir boyut kat maktadır. M esela hakimiyeti altında tuttuğu bölgelerle kendi a n a vatanı arasında doğrudan irtibat olmayan Ingiltere'nin bu bölge lerdeki jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel parçalanm anın etki sini hissetm esi çok daha dolaylı olmuştur. Hatta, kimi zam an İn giltere kendisi bu tür parçalanm aları hızlandıracak sınır oluşum larına yol açarak dolaylı etki alanını korumaya çalışm ıştır. Benzer bir durum Fransa ve Japonya için de geçerlidir. Buna m ukabil Osm aniı D evleti'nin bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin yakm kara havzaları olan Balkanlar, Kafkaslar ve O rtado ğu'dan çekilm esi ve yakm deniz havzaları üzerindeki etki alanını kaybetm esinin doğurduğu jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel parçalanm adan kaynaklanan, her türlü bölgesel bunalım alanı Türkiye'yi doğrudan etkilemektedir. Bu etki çift yönlü olarak sü r mektedir. Kimi zam an Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı siyasal, ekonom ik ve kültürel dalgalanmalar bu havzalardaki gelişm eleri doğrudan etkilem ekte, kimi zam an da Türkiye bu havzalardaki ge lişm elerden etkilenmektedir. Bu etkilenm enin eşzam anlı olarak seyrettiği dinam ik dönem lerde yoğun iç hesaplaşm alar ve dış b u n a l ı m l a r ır a e a n m alrtaHır
| Stratejik D erinlik
Soğuk Savaş sonrası dönemde kısa bir süre içinde yaşanan iniş çıkışlar bunun son örnelderini oluşturmaktadır. Soğuk Savaş b en zeri statik uluslararası konjonktürlerde kontrol altında tutulan bu etkileşim, küresel ve bölgesel belirsizlik alanlarının arttığı dinam ik uluslararası konjonktürlerde çok yönlü ve derinlikli bir yüzleşm e ve hesaplaşm a sorumluluğunu beraberinde getirmektedir. Bu yüzleşme ve hesaplaşm a, hakkı ile yapıldığında bir zaaf d e ğil, bir güç kaynağıdır. Soğuk Savaş sonrası dönem de çift kutuplu statik yapılanm anın örttüğü jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültü rel faktörlerin devreye girmesiyle birlikte Türkiye'nin kendisini Balkanlar-Ortadoğu-Kafkaslardan oluşan en yakın kara havzasın dan, yalcın deniz havzasına ve yakm kıta havzasına doğru genişle yen bir hâle içinde bir çok bunalım la karşı karşıya bulm ası, bir risk alam oluşturduğu gibi önem li bir potansiyel etki alanı da oluştur maktadır. Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı çelişkiler, tedirginlik ler ve gerginlikler de aslında bu yeni coğrafî/tarihî çevreye uyum gösterme çabasının sonuçlarıdır. Böylesi bir konjonktürde Türkiye'nin kendi içine kapanarak bu yüzleşme ve hesaplaşm anın ortaya çıkardığı m eydan okumayı aşabilmesi çok güçtür. Bu tür dinam ik konjonktürlerde ve dış etki lere açık bir coğrafyada içe kapanan ve sürekli iç tehdit ve risk u n surlarını tartışan bir ülkenin derinliğine bir çözülm e ile karşılaşm a riski artar. Aksine, kendi tarihî tecrübe birikim inden özgün bir stratejik zihniyet kurabilen, bunun araçlarını oluşturabilen ve bu stratejik zihniyeti doğru bir yöntem le uygulayabilen ülkeler, sade ce kendi iç çelişkilerim aşmakla kalmaz, önem li stratejik ve kültü rel açılımlar da gerçekleştirirler. Türkiye'nin en yakm havzasından başlayarak dışa açılm ası ka çınılmaz ise, m esele bu açılım ın ne tür b ir psikoloji ile, hangi y ön tem ve kurumlarla gerçekleştirilebileceği meselesidir. D aha ö n ce ki bölümlerde teferruatlı bir şekilde incelendiği gibi, Türkiye'nin stratejik derinliğinin yakın kara, yakm deniz ve yakm kıta bağlan tıları ile yeniden tanım lanm ası; bu derinliğin jeokültürel, jeo p o li tik ve jeoekonom ik boyutlarının dış politika param etreleri olarak kapsamlı bir değerlendirmeye tâbi tutulm ası; bu değerlendirm e nin gerektirdiği stratejik araçların dengeli ve koordineli bir bütün lük içinde devreye sokulabilm esi ve nihayet uygulama alanlarında ön hazırlıkları iyi yapılmış, rasyonel ve uzun dönem perspektifine
Sonuç
cağı daha istikrarlı uluslararası konjonktürlere daha uygun şartlar da girilm esini sağlayacaktır. Unutulm am alıdır ki, Soğuk Savaş fiilen bitm iş olmakla birlikte Soğuk Savaş sonrası dönem in uluslararası dengelerini ve hukuku nu belirleyecek olan nihaî düzenlem eler ve anlaşm alar halen ya pılm amıştır. Bu açıdan ele alındığında Soğuk Savaşı bitiren a teş kesler yapılmış, ancak yeni güç dengelerini yansıtan nihaî düzen lem eleri de kapsayan geniş ölçekli bir yeni dünya düzeni oluşturu lam am ıştır. Bosna, Karabağ, Filistin, Kosova ve Kuzey Irak gibi bir çok bunalım alanında bunalım ın nihaî çözüm ünden çok dondu rulm ası yolunun tercih edilm esi de aslında yeni düzenin ana para m etrelerinin belirlenm em iş olm asından kaynaklanmaktadır. Belirsizliklerle dolu bu dinam ik geçiş dönem ini stratejik tu tar lılık ve esneklik içinde değerlendirebilen ülkeler oluşacak yeni dü z en e çok daha avantajlı bir pozisyonla gireceklerdir. Soğuk Sava şın galipleri safında bu lu nan ve bunun için Soğuk Savaş süresin ce çok ciddi bir bedel ödeyen Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrası dö nem d e bu bed elin karşılığını aldığını söyleyebilm ek çok güçtür. Soğuk Savaşın bitişind en sonraki on yıl içinde hissî dış politika söylem i dışında reel param etrelerde sürekli sınır boyu ve sınır ötesi stratejik risklerle karşı karşıya kalan, Soğuk Savaşın m ağlubu olan ülkeler AB adayı statüsü kazanırken AB ile ilişkilerinde inişçıkışlar yaşayan, Avrupa ordusunun kurulm ası sürecinde dışlan m a tehlikesi karşısında NATO üyeliğinin için in boşalm ası riski ile karşılaşan ve nihayet son olarak da bir soykırım m ü sebbibi olarak takdim edilm ek suretiyle psikolojik/diplom atik bir dışlanm a b a s kısını üzerinde hisseden Türkiye çok yönlü bir stratejik yenilenm e ihtiyacı içindedir. Bu stratejik yenilenm e herşeyden Önce yeni bir stratejik a n lam landırm a çerçevesini ve bu çerçevenin dayandığı yeni bir du ruşu gerekli kılmaktadır. Bu anlam landırm a sürecinde tem el çıkış noktası toplum sal psikolojinin bir özgüven ile yeniden inşa edil mesidir. Bütün bir dünyanın karşılıklı etkileşim süreci için e girdi ği bir dönem de özgüvenini ayakta tutabilen toplum lar yeni güç m erkezlerinin nüvelerini oluşturacaklardır. Bunun aksine, özgü venini kaybederek başka toplum larm çevre unsurları olm ayı ka bullenenler ise psikolojik bir yıkımdan sonra stratejik bir çözülüşü de yaşam a tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardır. Bu psikolojik özgüven yenilenm esinin olm azsa olm az şartı da strateiik zibnîvptîr» ıroT-n- oor+ı—- .....
-
S tratejik D erinlik
oluşturulmasıdır. D aha önce bir çok kez de vurgulamış olduğu muz gibi toplum larm uluslararası ilişkilerdeki konum u zam an ve m ekan sabiteleri olan tarih ve coğrafya sütunları üzerinde yükse lir. Kendi tarih ve coğrafyalarım yeniden anlam landırm a gücü gös terem eyen toplum larm atılım yapm a güçleri olmadığı gibi yeni şartlara intibak etm e kabiliyetleri de olamaz. Hiç bir resm î ya da gayriresmî ideoloji ve dış politika söylemi, toplum ları tarih-ötesi (zam an-ötesi) bir konum a sıçratam az, coğrafya-ötesi (m ekan-ötesi) bir boşluğa da yerleştirem ez. Tarihte edilgen değil etken olmak, tarihi okumak değil yazm ak ideal ve iddiasındaki her toplum , önce içinde bulunduğu sabit ve riler olan zam anı ve m ekanı yeniden yorum lam ak zorundadır. M ekan açısm dan bakıldığında kimi toplum lar sadece belli bir coğ rafyaya aittir. Bu toplum larm o coğrafyadan diğer m ekanlara açılı mı sadece istila ve söm ürgeleştirm e hedefine yöneliktir. Yayıldık ları m ekandaki toplum larla kaynaşm a ve birlikte bir coğrafyayı paylaşm a idealleri yoktur. Kendi coğrafyaları m utlak merkez, diğer bütün coğrafyalar ise mutlak periferidiı*. Belli bir dünya görüşünü de yansıtan bu m ekan anlayışının en son ve tipik misali b aşta İn giliz ve Fransız söm ürgeciliği olm ak üzere batı yayılmacılığıdır. İngilizler H indistan’a bu dünya görüşü ve m ekan anlayışı ile gitm iş ler ve m üm kün olan en büyük çaplı kaynak aktarım ını gerçekleş tirdikten sonra asıl coğrafyalarına geri dönmüşlerdir. Bazı toplum lar ise dünya görüşleri itibarıyla kuşatıcı, ait olduk ları coğrafya itibarıyla köprü durumundadırlar. Bu toplum lar tari hî geçiş yolları üzerinde seyyal haldedirler ve gerek yükseliş gerek se düşüş dönem lerinde kendi m erkez vatan tanım larını sürekli de ğiştirerek o coğrafyada yaşayan diğer unsurlar ile kaynaşm a yolu nu seçerler. M edeniyet tarihindeki sim gesel bir m isalle gösterm ek gerekirse, Tarık bin Ziyad'm gem ilerini yakması sadece başarılı bir askerî taktiğin değil, aynı zam anda m ekan anlam ında kuşatıcı bir dünya görüşünün yansımasıdır. Tarık bin Ziyad için evrensel bir dünya görüşünün merkez coğrafyası değil, her türlü kavimle birarada yaşanabilecek bir ufuk coğrafyası vardır. Onun için Endülüs, bu ülkedeki çokkültürlü yapıyı tümüyle yok eden Katolik İspanyollar gelene kadar, bir çok farklı kavim ve kültürün asırlar boyu bir potada kaynaştığı kuşatıcı bir köprü coğrafyası olmuştur. Aynı şe kilde Orta ve Batı Asya'dan H indistan'a akan M üslüm an Türk to p luluklar da, İngiliz söm ürgeciliğinin aksine, o bölgelere yerleşm ek ıro «oriociV tnnlnİnklarla avm coerafvavı Davlasmak üzere bir siya
S on u ç
sî otorite oluşturmuşlardır. Bunun içindir ki, Hindistan, Babür egem enliğinde çok yönlü ve çok kültürlü bir m edeniyet etkileşim i ne sahne olmuştur. O sm anlılarm Balkanlara yönelişi de farklı değildir ve benzer bir kültürel çeşitliliğin istikrar içinde yaklaşık beş asır sürm esini sağ lam ıştır. tik öncüler M ostar'm da ötesinde Balagay Küliiyesini ku rarken yeni bir coğrafyanın ufuklarını da göstermişlerdir. Aynı ta vır gerilerken de sürmüştür. 19. Yüzyıl ortalarında Namık Kemal için Vatan Silistre'dir; 20. yüzyıl başlarında M ehm et Akif için Ça nakkale'dir. Etnik köken itibarıyla Anadolu'yu merkez görm esi ge reken Namık Kem al'in Türk, Balkanları merkez vatan görm esi ge reken M ehm et Akif'in Arnavut oluşu da bu tanım lam ada hiç mi hiç etkili değildir. Avrupa istikam etine doğru ilerlerken Viyana ö n lerinde düşenler ile Avrasya hakim iyeti için Rusiar tarafından Ka radeniz'in kuzeyindeki Özi kalesinde kılıçtan geçirilenler, Asya ideali için Allahüekber Dağlarında donanlar ve Anadolu'nun kal bini savunm ak için Sakarya'nın suyunu kanlarının rengine dönüş türenler hangi kökenden olurlarsa olsunlar aynı tarih/mekan an layışının ve aynı m illetin unsuruydular. Dolayısıyla bu stratejik zihniyet yenilenm esini destekleyecek tem el stratejik yöneliş de kategorik ayrışm aların yerini jeokültürel ve jeo stratejik nitelikli bütünleşm elerin almasıdır. Bu bütünleşm e zorunluluğunu yakın dönem tarihim izde sürekli tartışılagelen As yalılık-Avrupalılık ya da doğu-batı diyalektiği çerçevesinde örneklendirebiliriz. Avrasya ana kıtasının doğu-batı ve kuzey-güney isti kam etindeki hatlarının kesişim bölgelerinde bulunan köprü ülke lerinden birisi olan Türkiye sıradan Avrupalılık ve Asyalılık arasın da süregelen anlam sız kategorileştirm elerin tesirinden kurtularak uzun dönem li strateji ve bu stratejinin gerektirdiği jeokültürel alt yap ının tem el unsuru olan kim lik m eselesin d e kapsam lı bir yenilenm e süreci içine girm ek zorundadır. U luslararası ek o n o m i-p o litik y ap ılanm a açısm d an kuzeygüney arasında, uluslararası jeokültürel yapılanm a açısınd an doğu-batı arasında bir geçiş hattı üzerinde bulunan Türkiye, bu konum unun yeni bir jeoekonom ik, jeopolitik ve jeokültürel par çalanm aya yol açm asını önleyen bir strateji geliştirm ek zorun dadır. Aksine, bu konum Türkiye'nin bölgesel ve küresel rolünü ar tıran bir jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel bütünleşm e aracı olarak a n r i i l m p l i r l i r
Stratejik D ericilik
Yine tarihî bir tecrü be ve m isal ile ortaya koym ak gerekirse, doğu-batı istikam etinde ilerleyen Selçuklu-O sm anlı tarihî birikim i için Asya-Avrupa ilişkisi yay ile ok ilişkisi gibidir. Yay geriye doğru ne kadar gerilirse ok ileriye doğru o denli hızla gider. Bu n ed en le dir ki İran'daki hakim iyetini pekiştiren Selçuklu Devleti bir ok h ı zıyla A nadolu'da ilerlem iş; Anadolu birliğini kurarak Asya yayını geren O sm aniı’nin Avrupa yönündeki ilerlem esi önlenem ez bir ivme kazanm ıştır. Coğrafî kavram lar bile bu ilişki biçim in i yansı tacak şekilde m uhteva değiştirm iştir. Her iki halde de Rumeli Av rupa ya da batı istikam etindeki ilerleyişin yeni merkezi olarak gö rülmüştür. Selçuklu için Rumeli şimdiki Anadolu'dur -bunu n için M evlana’nm ismi Celaleddin-i Rumi'dir-, Osm aniı için ise Balkan lardır. Ne yay n e de ok bu ilişki biçim in d e ikincil konum da değer lendirilebilir. M esele yayı ve oku yerli yerince ve birbirini destek ler tarzda kullanacak strateji iradesinin oluşturulm uş olmasıdır. Toplumlarm uzun dönem li kimlikleri ve bu kim liklerin yönlen dirdiği stratejileri, araçlardan bağım sız bir şekilde etkide bulunur lar. Bu stratejilerin araçları kimi zam an askerî, kimi zam an kül türel, kimi zam an ekonomik, kim i zam an ise bütün bu unsurları içeren kapsam lı bir m edeniyet oluşum u ve hakim iyeti olabilir. Ön celikli m esele, hangi araçların hangi zam anlam a ile kullanılm ası olduğu kadar, hangi stratejik kimlik ve zihniyetin hangi hedefler doğru ltusu nd a h arekete g eçirileceğ i m eselesid ir. A raçlar ve zam anlam a b u m eseleden sonra kaçınılm az olarak devreye girer ler. M esela Selçuklu-O sm anlı birikim indeki askerî ilerlem e, bugün uluslararası ekonom ik ilişkiler açısm dan yeni bir tanım lam aya oturtulabilir. Türkiye'nin ekonom isini ve uluslararası ekonom ik ilişkilerini AB çerçevesine indirgeyen ve sadece bu boyut ile sınır layan bir yaklaşım yaysız bir oku eli ile bilinm eyen bir istikam ete atm a tavrı sergilemektir. Onun için de ok ile h ed ef arasında hiç bir m antıklı ilişki kurulamadığı gibi yayın gerilim gücünü oluşturan toplum sal m otivasyon da gerçekleştirilem em iştir. Asya'ya ayak larını sağlam basam ayan bir Türkiye'nin gözlerini ve ufkunu Av ru pa’ya dikebilm esi de güçtür. O sm anlı’nm Asya derinliğinde bunalım yaşadığı dönem lerde Avrupa'daki ilerleyişinin yavaş lam ası gibi, Asya'daki ekonom ik ve siyasî potansiyelini harekete geçirem eyen bir Türkiye'nin, AB içinde, Avrupa'ya pazar ve tu ris tik m ekan olm aktan başka şansı ve seçeneği de olamaz. Askerî/siyasî ve ekonom ik stratejüer arasında zam anlam a farkı ile birlikte ortava çıkan uvumun en canlı misalleri Japonya ve Al
Sonu ç
m anya'nin II. D ünya Savaşı esnasındaki askerî yayılım stratejileri ile II. Dünya Savaşı sonrası uyguladığı uluslararası ekonom ik stratejiler arasındaki uyumdur. II. Dünya Savaşında Alman tank larının girdiği her bölgede bugün Alman markı ve ekonom ik etkisi, Japon donanm alarının ulaştığı her noktada Japon ekonom ik m od eli hakimdir. Yayı hakkınca gerebilen toplum lar oku da istediği uzaklığa is tediği zam anlam a ile gönderebilen toplumlardır. Ne yayı unutarak oku rastgele sağa sola gönderenler, ne de oku unutarak yayı sürek li sloganik tarzda germekle uğraşanlar uzun dönem li kimlik ve strateji oluşturabilirler. Yapılması gereken şey, yayı Türkiye'nin sınırlarının ötesindeki potansiyelini de kapsayacak çapta ve ölçek te gerebilmek, oku da rasyonel bir stratejik planlam a ile iddialı bir ufuk perspektifi arasında uyum sağlayan bir hedefe, aynı anda yöneltebilm ektir. Yoğun bir m edeniyet bu nalım ının yaşandığı, insanoğlunun bü tü n doğrularım yeniden kurma çabası içine girdiği, bu çe r çevede de bütün tarihî kültür birikim lerini yeniden keşfetm eye çalıştığı bir dönem de Türkiye gibi köprü ülkelerin farklı m edeniyet birikim lerini bünyesinde barındırıyor olm aları yeni bir m edeniyet açılım ı için ciddi bir kaynak oluşturmaktadır. Bizi diğer toplum lardan farklılaştırarak tarih sahnesine özel bir konum la çıkartacak olan da tem elde bu Özgün niteliklerimizdir. M odernite Avrupa-merkezli bir tarihî sürecin eseriydi; küresel leşm e ise kaçınılm az bir şekilde başta Asya olmak üzere bütün in sanlık birikimini tarihin akış seyrinde tekrar devreye sokacak un surlar taşımaktadır. M esnevi'nin ABD'de en çok satan kitaplar arasında yer alması, İslam iyet'in bir çok batı ülkesinde ikinci büyük din haline gelişi, Hind ve Çin medeniyetlerinin klasik değer lerinin hızlı bir yükseliş trendine girişi, Huntington'm öngördüğü gibi sadece bir medeniyet çatışm asını değil, yeni bir m edeniyet sentezi ve açılım ını gerekli kılacaktır. Tarihî birikimi böylesi bir açılım a tem el sağlayacak toplum larm öne çıkacağı bu süreçte Tür kiye, tarihî derinliği ile stratejik derinliği arasında yeni ve anlamlı bir bütün oluşturm a ve bu bütünü coğrafî derinlik içinde hayata geçirm e sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Mihver bir ülke olan T ü r kiye bunu yapabilm esi durum unda jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik bütünleşm eyi gerçekleştiren merkez bir ülke konu mu kazanacaktır.
I İndeks
1974 Barış Harekâtı 42 -43, 123, 184
' Abhazya 112, 126 Acem 330, 4 3 5 ,4 3 9 ,4 4 1
7B 62 93 Harbi 53, 55, 5 6 ,1 2 5
açıklama 1, 2, 3, 7, 8, 10, 11, 553, 554
AB 12, 18, 23, 25, 2 6 ,4 5 , 51, 82, 139, 142, 148, 161, 175-177, 184-186, 197,
ada konumu 20 ada-kıta devleti 226, 471
199, 201-203, 205, 210-216, 221-224,
ada-kıta ülkesi 20
229, 230, 234-240, 243, 256, 262, 264, 267-269, 276-282, 284, 285,
Adana 1 4 7 ,4 0 4
295, 303, 314, 321, 344, 348, 350, 351, 395-397, 420, 423, 4 2 5 ,4 3 1 , 4 3 3 ,4 3 4 , 445, 446, 462, 469, 471477, 479, 482, 493, 495, 499, 501, 502-527, 531-536, 539-551, 561, 564, 565; ~ mekanizmaları 512, 533; ortak dış politikası 348; - sistemi 85; - süreci 547; ~ üyeiiği 237, 521 Abbasi dönem i 380 ABD 3, 19, 20, 2 5 -29, 36, 3 8 ,4 1 , 75-77, 85, 105-110, 1 1 7 ,1 2 4 ,1 2 6 , 1 3 5 ,1 3 9 , 155, 156, 174-177, 179, 1 8 6 ,1 8 7 , 1 8 9 ,1 9 1 ,1 9 7 , 200, 203, 204, 210, 214, 222, 223, 225-232, 234, 235, 237, 239-243, 251, 255, 260, 262, 270, 271, 283, 284, 286, 293-299,
Adem, Hz. 99; - ve I-Iavva 375 Aden 175, 176, 255, 326 Adenauer, Konrad 61 Adriyatik 45, 56, 102, 110, 118, 124, 128, 153, 170, 173, 174, 175, 2 1 4 ,2 1 6 , 221, 231, 240, 295, 299, 301, 307, 3 0 9 ,3 1 5 ,3 1 7 ,3 1 8 ,4 0 0 AET (bkz. AB, AT) 519 Afganistan 69, 105, 107-109, 113, 114, 135, 182, 203, 205, 227, 247, 250, 258, 260, 268, 269, 437, 439, 459, 469, 480-482, 436, 495; - işgali 4, .1 5 5 ,3 5 2
containment (ikili çevreleme) dok trini 139; - ’nin küresel hakimiyeti
Afrika 22, 71, 80, 88, 101, 109, 116, 138, 162, 175, 176, 190, 195, 197, 202, 206-209, 215, 216, 218, 222, 223, 248, 250, 256, 261, 263, 264, 266, 267, 281, 282, 286, 288, 298, 324, 354, 384, 420, 462; - açılımı 199, 206, 208; - aydınları 208; - derinliği 217; -lılık 190; Doğu - 129, 188, 190, 206, 207, 254, 332, 457; Güney - 192, 285, 286, 464; Kuzey - 20, 54, 102, 118, 119, 153, 175, 176, 182, 183, 189, 194, 195, 199, 206, 207, 208, 209, 214- 216, 218, 243, 251, 267, 457, 534, 554; Sahra-güneyi -
227; - ’nin stratejisi 40, 41, 51, 227; —AB stratejik rekabeti 211; —İran
267 Afro-Asya 247, 248, 250; - birliği 189
gerginliği 431; --İsrail ekseni 353, 493, 526, 527; --Jap onya işbirliği
Afroavrasya; - anakıtası 38, 1 1 0 ,1 3 1 , 1 3 2 ,1 6 2 , 1 6 3 ,1 6 9 ,1 7 0 , 186, 195, 214, 233, 254, 282, 324, 325, 327,
311, 312, 314-316, 321, 325, 327, 334, 336, 337, 341-353, 359, 365, 367, 379, 382, 384, 390, 395, 396, 403, 411-413, 417-421, 431-434, 438, 442 -4 4 6 , 456-458, 468-474, 476, 477, 479, 482, 483, 4 8 5 ,4 9 2 -4 9 9 , 508, 520, 521, 524-527, 530, 533, 557, 559; - jeopolitiği 226; - 'nin dua!
495 Abdiç, Fikret 54 Abdullah (Ürdün kralı) 359, 360 Abdullah (Suudi Arabistan prensi) 371
Ç„lf,n K9 mı
332, 344, 427, 490 AGİT 201, 2 0 2 ,2 2 4 ,2 4 0 , 241, 242, 243, 244, 245, 246, 472, 521; - Zirvesi 246
Ahlâk-ıAlâî 15
Stratejik D erinlik
Ahmed b. Süleyman et-Tancî 101
124, 125, 131, 134, 151, 163, 171,
Akabe Körfezi 358
179, 328, 449, 538,
Akdeniz; Batı - 102, 195, 206; Doğu 101, 118, 128, 151, 152, 153, 15-159,
194, 195, 206, 273, 317, 325, 332, 379, 404, 427-429, 438, 451, 460, 461, 515, 531, 532, 559, 563, 564; - anakarası 146;
169, 170, 174-181, 194, 202, 215, 216, 217, 292, 317, 318, 327, 336, 362, 397-402, 405, 424, 425, 436,
- beylikleri 557; - coğrafyası 322, 427; - hükümeti 448; - ölçeği 257; -
438, 508, 554; Giiney ~ 194, 215; Orta - 102, 216
ülkesi 119; - yarım adası 1 1 5 ,1 1 6 , 151,1 5 7 , 171, 179, 276; Batı - 195;
AKKA (Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması) 245, 246
Doğu - 54, 56, 111-113, 125,128, 161, 176, 178, 336, 337, 399, 400,
Akka kalesi 133
425, 429; Güney ve İç - 179; Güneydoğu - 57; Güneydoğu su havzası 139; İç - havzası 438
aktif tarafsızlık politikası 405, 411, 431 ALB {Hava-Kara Harbi Doktrini) 108 Aliya İzzetbegoviç 316 Aliyev Haydar 127 Allahüekber Dağlan 34, 563 Alman; - askerî gücü 68; - atılımı 28; bilinci 29; - birliği 28, 315, 434; etkisi 230; - jeopolitiği 103; jeopolitik havzası 21; ~ kimliği 18, 61 ; - stratejisi 18, 29, 32, 40, 51, 68, 529, 556; - tehdidi 349; - -Türk stratejik ortaklığı 530 Almanya 18, 21, 23, 35-37, 60-62, 75-78, 86, 105, 106, 111, 124, 126, 134, 144, 145, 153, 176, 187, 1 8 9 ,2 0 2 ,2 1 0 , 230, 239-243, 251, 269, 271, 283, 284, 286, 293-298, 301, 312, 314316, 325, 333, 344, 345, 348, 350, 351, 384, 396, 403, 408, 429, 445, 468, 469, 4 7 2 ,4 7 4 -4 7 7 , 492, 503, 505, 510, 512, 519, 523-536, 545, 558, 559, 565; Batı - 201, 243; Doğu -
212
Anadolu ve Rumeli hisarları 163 Anavatan 143, 156, 309, 392 Anaximander 98 Anaximenes 98 anayasal m eşrutiyet 430 anayasal vatandaşlık kimliği 79
andoreik drenaj bölgesi 104 Anglo-Saksonlar 200 Ankara 249, 258, 2 7 5 ,4 4 5 ; - Anlaşması 5 0 4 ,5 0 9 ,5 1 0
anlama 1, 2, 3, 8 ,1 1 , 553, 554 anlamlandırma 1, 2, 3, 7, 8 ,1 0 , 11, 553, 554 anti-Semitizm 339, 373, 375, 376, 377, 378, 379, 380, 381, 382, 385, 389 anti-Siyonizm 382 anti-sömürgecilik 8, 69, 87, 207, 248, 259, 3 4 8 ,4 1 0 ,4 1 1 ,4 6 0 anti-Türk imajı 316 Antik dönem 15, 328, 332 Antik m edeniyet havzaları 30, 98
Alparslan 428
Antik Yunan 100
A lsace-Lom ıine hattı 429
Apartheid 188
Amerika; Kuzey - 77, 109, 162, 186, 200, 209, 242, 244, 2 8 6 ,4 6 3 , 519; Orta 108, 286; ~n am bargosu 184, 259, 418; ~n askerî yapılanması 29; -n bağımsızlık hareketi 210; ~n çevrelem e (containment) doktrini 135; ~n dış politika yapımı 49; ~n diplomasisi 447; -n hegemonik düzeni 232; ~n hegemonyası 28; ~n İç Savaşı 557; - n jeostratejısi 104, 105; - n Millî ve Askerî Stratejik Konsepti 62; ~n stratejisi 52, 62, 167, 213, 225, 227, 297, 341, 342; -ıı-Avrupa rekabeti 28; ~n-Sovyet rekabeti 113
APEC 186, 203, 476, 519 Arabistan yarımadası 130 Arafat, Yaser 141, 343, 351, 358-360, 366, 372, 393, 394, 423 Arap; - Birliği 356, 361, 362, 363; Bloku 343, 358; ~ coğrafyası 196, 406; - Dünyası 249, 329, 356, 357, 360-366, 370-372, 407, 408, 412-416, 421, 425, 435, 484; - Ligi 356; lobisi 415; - milliyetçiliği 330, 334, 340, 342, 343, 360, 365, 366, 367, 3 6 8 ,4 0 7 ,4 1 1 ,4 1 4 ,4 1 5 ,4 3 5 ;siyaseti 407; - tarih bilinci 407; Zirvesi 365, 367, 414; ~ -İsrail gerginliği 349, 361; -çılık 361; ~Iık
İndeks
araştırm a kurumlan 48, 49, 50, 58, 204, 488 Ardahan 35, 54, 55, 125, 166, 239, 430
438, 455-499, 522, 532, 554, 563; Orta - jeopolitiği 458; Ön - 538 A syam erika78, 187, 203, 244
Ari ırk 375, 379, 381, 389, 545
aşırı sağ 387, 389
Arjantin 75, 285-287
AT (Avrupa Topluluğu) (bkz. AB, AET) 7 2 ,7 5
Arnavut; - etnik kimliği 319; - Meselesi
Atatürk 69, 196
3 1 1 ,3 1 2 ,3 1 3 Arnavutluk 38, 123, 124, 127, 132, 144, 246, 250, 275, 301, 302, 309, 310, 311, 313, 317-320, 532; - bunalımı 319 asabiyet 15, 3.10, 439, 546 Asi nehri 336 askerî; - harekat 56, 127, 171, 207, 295, 311; - ittifak 26, 153, 181, 229; m odernizasyon projeleri 422; ~ strateji 38, 40, 56, 62, 7 3 ,1 0 4 , 106
Atay, Falih Rıfkı 409 Atlantik 19, 27, 77, 102, 111, 182, 186, 197, 199, 200, 208, 210-212, 218, 222, 225, 226, 228, 230, 241, 242, 244, 281, 282, 324, 325, 327, 378, 379, 381, 384, 385, 417, 495, 519; ekseni 71, 239, 379, 380, 384, 443; havzası 209, 210, 211, 214; - hege monyası 383; - kimliği İ86; kurumsallaşması 21]
Astrahan 460
Atlas Okyanusu 162
Asur 353, 400
Atlas 101 Atlas-ı Hümayun 101
Asya 22, 71, 88, 92, 100, 104, 106, 109, 124, .131, 161, 1 6 2 ,1 6 7 , 175, 176,
Aventinus 539
181, 1 8 6 -1 8 8 ,1 9 0 -1 9 5 , 197, 199-206,
Averof zırhlısı 153
209, 212, 213, 215-218, 222, 248, 250, 256, 2 6 1 -2 6 4 ,2 6 6 -2 6 8 , 270-272,
Avrasya 19, 20, 28, 38, 62, 69, 78, 101,
274, 276, 281, 285, 286, 288, 324, 325, 332, 333, 3 4 8 ,3 5 2 -3 5 4 , 384, 385, 434, 458, 482, 494,
3 88, 406, 426, 427, 431, 433, 4 3 6 ,4 3 8 ,4 3 9 ,4 5 2 ,4 5 3 ,4 5 6 468, 469, 471, 472, 474-480, 483, 485, 488, 490, 492, 493, 499, 520, 522, 523, 528, 559,
564, 420; 499; 127,
565; --Afrika grubu ülkeler —içi dengeler 72, 4 7 9 ,4 8 0 , 485, - -Pasifik 4 7 2 ,4 7 6 ; Batı -1 1 9 , 128, 129, 139, 176, 178, 189-
191, 194, 199, 204, 208, 209, 216, 218, 223, 270, 271, 281, 427, 429, 4 3 3 ,4 3 6 , 486, 490, 4 9 2 ,4 9 4 , 495, 497, 498, 554, 563; Doğu - 27, 72, 80, 1 0 8 ,1 0 9 ,1 1 8 , 161, 183, 187-189,
104-106, 109-111, 113, 114, 116, 119, 155, 175, 206,
120, 156, 178, 210,
124, 129, 132, 151, 152, 159, 16.1, 163, 164, 167, 187, 188, 192-199, 200212-214, 223, 226-229,
232, 233, 235, 240-244, 246, 247, 250, 254, 268, 270, 271, 275-277, 280, 286, 291, 324, 325, 332, 352, 396, 426, 427, 429, 431-433, 437, 438, 452, 455-465, 469-477, 480-482, 485, 490, 492, 493, 495, 499, 519, 521, 522, 529, 532, 537; - kara imparatorlukları 456; - kenar kuşak hattı 349 A vro-atlanük244 Avrupa 16,1.9-23, 28, 37, 38, 57, 66, 67, 77, 78, 80-82, 85, 86, 92, 101-103,
203, 204, 218, 223, 282, 286, 409, 443, 473, 476, 478, 479, 490, 494;
108, 118, 120, 121, 124, 131, 133, 142, 1.45, 1 5 2 ,1 6 2 , 163, 165, 167,
G ü n e y - 106, 118, 161, 1 7 6 ,1 8 3 , 191, 218, 250, 267, 268, 281, 286,
173-176, 180-182, 184-187, 191-193, 196, 197, 199-202, 204, 205, 206, 209-218, 223, 225, 226, 228-230,
427, 436, 490; Güneydoğu - 162, 286, 457, 478-480, 495; İç - 109, 458; Merkezî - 457; Orta ~ 12, 45, 56, 58,
232, 234-236, 238-243, 245-247, 251,
80, 86, 8 9 ,1 0 4 , 110, 113-115, 126, 129, 134, 139, 147, 1 4 8 ,1 7 6 , 181,
2 8 6 ,2 9 1 , 293-300, 312, 315, 321,
182, 191, 1 9 2 ,1 9 4 , 203-205, 221, 223, 233, 235, 246, 247, 255, 260, 267-269, 2 7 1 ,2 8 1 ,2 8 2 ,3 2 5 ,3 5 2 ,
344-354, 375, 377-382, 384, 385, 387, 389, 390, 406, 409, 427, 429, 431, 434, 438, 443, 444, 446, 464,
n n r
A 7 0 A 7 A - A 7 7 dftR A.Qd dUn 4 3 9
a
yiOC
/10Q
AVA
Aia
256, 262, 267, 276, 278, 282, 284, 324, 325, 329, 333, 334, 338-340,
S tratejik D erinlik
501, 502, 504, 505, 507, 509, 510, 515, 518-523, 525-529, 531, 532, 534-548, 550, 551, 554, 559, 563-
Bağdat 57, 62, 1 9 6 ,1 9 7 , 296, 356, 360, 362, 3 9 6 ,4 0 6 , 407, 410, 429, 447,
565; ~ entegrasyonu 186; - ordusu 561; --i Osmanî 120; - lılık bilinci 66; - lılık kıta kimliği 521; Batı - 80, 99, 102, 105, 109, 111, 119, 129, 133, 199, 201, 202, 228, 333, 521, 528, 531, 537, 538; Doğu - 22, 37, 80, 104, 108, 109, 145, 1 6 1 ,1 7 4 , 175,
bağımsızlık savaşları 369
191, 193, 194, 199, 201, 2 0 2 ,2 0 5 , 207, 209, 212, 214-216, 223, 228, 229, 231, 232, 234-239, 241, 267, 281, 286, 2 9 2 ,2 9 4 , 295, 297, 299, 300, 321, 328, 340, 346, 352, 409, 456, 460, 473, 482, 490, 492, 505, 508, 521, 523, 524, 528-531, 534, 537, 538, 550, 551; Güney - 202, 206, 215, 216, 427; Güneydoğu yarımadası .121; kıta ~'sı 37, 379; Orta - 145, 199, 201, 21-216, 231, 236, 237, 297, 299, 328, 340, 528, 530, 5 3 1 ,5 3 7 , 550
529; -Paktı 354, 356; -vilayeti 181 Bakü 1 2 7,128, 1 6 8 ,1 7 6 ,1 7 8 ,4 0 0 ,4 0 2 ; -p etrol boru hattı 129; -petrolleri 127; --C ey h an projesi 129 Balagay Külliyesı 563 Balasagun 101 Balfour Bildirisi 380 Balkan; - Bloku 123; - jeokültürü 316; Meselesi 120, 302 Balkanlar 9 ,1 2 , 554, 558-560, 563, 564 Baitık 110,111, 156, 193, 214, 291, 447, 4 7 3 ,5 3 2 Banja Luka 304 Barak, Ehud 351, 393, 394, 423 barbar 100, 195, 292 Barbaros Hayrettin Paşa 152 Barzani, Mesut 358, 360, 439, 443, 444
Avrupa Güvenlik Modeli 245
Basra 135, 159, 182, 324, 327, 332, 335, 362, 398- 400, 405, 435, 436, 438, 4 5 3 ,4 9 5 ,5 5 4
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Anlaşması
Basra Körfezi (bkz. Körfez) 111, 135,
250
157-159, 1 6 2,170, 180, 181^ 255, 368, 3 9 9 ,4 2 7 ,4 3 6 , 4 3 8 ,4 5 7
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) 201
Batı Avrupa Birliği (BAB) 185, 230
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği 186, 236
Batı; - Bloku 73, 111, 112,1 1 6 , 155, 166, 207, 235, 259, 281, 301, 337, 342,
Avrupa Topluluğu 72 Avrupa Topluluğu Enstitüsü 51 Avustralya 162, 187, 286 Avusturya 38, 121, 164, 301, 315, 528 Avusturya-M acaristan 7, 558, 559 Aydınlanma Felsefesi 88, 488, 540 ayrım hattı 113, 168, 212, 213, 3 3 6 ,4 5 6 , 457 Azerbaycan 73, 112, 126, 1 2 7 ,1 4 4 , 179, 181, 221, 275, 317, 4 6 4 ,4 6 9 , 485, 486, 491, 497
348, 492, 136, 335;
353, 410, 423, 469, 474, 477, 518, 519, 520, 530; - değerleri 253, 294; - finansal sistemi - m edeniyeti 82, 92, 102, 248,
273, 294, 534, 537, 540; ~ söm ürge ciliği 120, 408; -cılık 4 6 , 84, 88, 90; -lılaşm a 80, 201, 262, 488, 541, 546, 547 Batı Şeria 358, 386, 387, 392, 393 Batı Trakya 1 7 9 ,1 8 3 , 196, 302, 317, 321 Batı Türkistan 465, 484
Azeri-Erm eni Savaşı 126, 1 2 8 ,1 4 3 , 434
Ballamyus 98; - geleneği 100
azınlık; -la r 58, 67, 86, 123, 184, 244, 251, 263, 267, 298, 302, 372, 374, 376, 381, 514, 515; -bilinci 252; -psikolojisi 373; -statüsü 70
Batum 147 Bayezid, Sultan 459 Baykal, Deniz 91 Baykal Gölü 464
azimutal projeksiyon 107
BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu)
Baas Partisi 134, 340, 342, 355, 362, 363, 3 6 6 ,4 3 9
Belçika 259
B abil98, 1 3 2 ,3 7 6 , 400
Belhı 100; ~ 100
188,4 6 3
B abü’l-Mendeb Boğazı 162
Belisarius 151
Babür Devleti 1 9 2 ,2 7 3 , 406, 459, 460,
Belmont, August 379
İndeks
ben-idrakid7, 101 Bengalce 267
Doğu - 304, 306, 309, 317; Orta 305, 306, 307, 310, 317
Bengaldeş 267
Boşnak-Hırvat Federasyonu 305-307
Beni İsrail 375
boundary/territory 19
Berlin 62, 7 6 ,1 0 8 , 145, 167, 201; -
Bölünmüş Benlik [Divided. Self) 59, 60
Anlaşması 165; - Duvarı 146, 229;
Brandenburg 21
--B a ğ d a t demiryolu projesi 396, 529; --B ağ d at hattı 134; Doğu ve Batı - 201
Braudel, Fernand 97
Brandt, Willy 61, 242 Brcko 296, 306
Berossus 98
BrettonW oods 186, 285
Beserabya 315
Brezilya 6, 75, 109, 285, 286, 287, 472
Bihaç 3 0 7 ,3 1 7
Britanya; - adaları 102; -İm paratorluğu 62
Bir Organizma Olarak Devlet (Sîaten som Lifsform) 103
Brüksel 218
Birinci Siyonist Kongre 378
Brzezinski, Zbigniew 52, 106, 136, 477
Birleşik Arap Cumhuriyeti 356
Budizm 286, 406
Birunî 101
Buhara 460, 484
Bisrnark, Ütto von 535
Bulgaristan 41, 54, 120, 122, 123, 129, 144, 157, 159, 160, 179, 183, 184, 238, 275, 278, 280, 291, 301-303,
Bizans Devleti 151, 162, 163, 165, 195, 273, 353, 400, 427, 535, 538; — S as anı dengesi 429 BM 72, 75, 77, 186, 208, 225-229, 232, 253, 259, 267, 283, 300, 304, 321, 322,
342, 344, 352, 3 5 3 ,4 1 1 , 420; -
Genel Sekreterliği 289; - Güvenlik Konseyi 7 7 ,1 8 7 ,1 8 9 , 244, 282, 284286, 289, 295, 310, 346, 347, 352, 477; - kararları 141, 345, 369, 443; sistemi 232, 300, 339, 3 4 9 ,4 4 3 , 518 Bodin, Jean 539 Bodrum Körfezi 98 Boeing-Airbus rekabeti 28 Boğazlar 123, 125, 1 2 9 ,1 5 3 -1 5 7 , 159169, 175, 176, 178, 194r 206, 239, 276, 326, 401, 430, 529, 530, 554; Komisyonu 165, 166
Boğazların Tâbi. Olacağı Usule Dair Mukavelename 165 Bolivya 109 Bolşevik Devrimi 69, 81, 247 bolşevizm 250 Bosna 7, 41, 42, 54, 56, 73, 76, 8 7 ,1 1 0 ,
311, 313, 315, 319, 320, 523, 542, 558 bunalım 21, 41, 59, 80, 83, 84, 93, 110, 113, 120, 157, 167, 173, 176, 183, 197, 203, 204, 213, 239, 243, 244, 246, 248, 252, 253, 267, 269, 279, 284, 289, 294-296, 313, 319, 320, 328, 330, 337, 338, 340, 361, 366, 390, 393, 395, 399, 402, 403, 415, 435, 440, 441, 450, 467, 482, 484, 485, 513, 533, 534, 541; - çöziicü m ekanizma 244, 264, 265, 288, 439; -ı ertelem e 296; ~ı zam ana yayma 311; -in dondurulması 296, 561 Burgiba, Habib 371 Burm a 108, 253 Bursa 406 Büyük İskender 98, 99, 100, 101, 113, 131, 191, 194, 328, 427, 428, 459, 480
Büyük Oyun (Great Game) 34, 113, 164, 191,
203, 456, 458, 461
111, 122-124, 136, 144, 179, 185, 195, 213, 230, 231, 244, 246, 250,
Büyük Sahra 1 9 5 ,2 0 7 ,3 2 7
253, 254, 260, 261, 265, 266, 291-
Camp David 343, 351, 356, 393, 394, 416; ~ Anlaşması 334, 343, 356, 364, 3 6 7 ,4 1 1 ,4 1 6 , 421
293, 295-297, 299, 302-311, 313, 3 1 5 -3 1 7 ,3 1 9 -3 2 2 , 351, 369, 385, 395, 524, 536, 543, 561; - meselesi
Büyük Sırbistan ideali 307, 309
Canbulad.Velid 358 Carter Doktrini 106
524; ~ ordusu 307; - Sırp Cumhuriyeti 303; --H ersek 291,
Cebelitarık 2 0 ,1 6 2 , 255, 326
303, 305, 306, 307, 308, 310, 317,
Ceialeddin-i Rumi 564
S tratejik D erinlik
Cem, İsmail 315 Cemayel, Emin 358 Cemiye t-i Akvam 518 Cenevre 258 Cengiz 4 5 6 ,4 5 9 CENTO 1 0 5 ,1 9 7 , 2 2 6 ,2 6 8 , 270, 343 Ceyhan nehri 129, 168, 176, 178, 400, 402 Cezayir 54, 86, 206, 243, 251, 259, 348, 3 5 0 ,3 6 8 ,3 7 1 ,4 7 2 ,5 4 5 CHP 91 Churchill, W inston 132 Claıısevvilz, Cari von 15, 31 Clinton, Bili 255, 347, 351, 544
326, 344, 396, 470, 526;
327, 334, 336, 339, 340, 342, 345, 348, 351, 352, 361, 362, 397, 399, 410, 455, 468, 469, 473, 478, 480, 518, 523, 525, - statik yapılanm a 560
çifte-kuşatma (double containment) politikası 3 5 1 ,4 3 2 , 492 Çin 26, 27, 78, 80, 100, 105, 113, 124, 182, 188, 192, 203, 227, 244, 271, 286, 310, 325, 332, 353, 420, 456, 458, 462, 465, 469, 471, 474, 477480, 482, 483, 493-495, 543, 544, 558, 559, 565; - diasporası 476, 478; diplomatik davranışı 494; - kültür haritası 495; - Şeddi 45, 221, 240
Coğrafi ; ~ algılama 98-101; ~ çevre idra ki 97; ~ derinlik 8 ,1 2 , 553, 554, 566; hayat alanı 29; - keşifler 102
çok-uluslu şirkteler 66, 228
coğrafya 17, 18, 23, 30, 34-36, 38, 39, 42,
çokdinlilik 70
43, 46, 47, 59, 65, 81, 83, 93, 97, 98, 100-104, 106, 116, 121, 129, 130, 134, 139, 140, 147, 149, 151, 186, 190, 191, 194-196, 199, 201, 205, 224, 235, 247, 250, 251, 254-256, 273, 318, 322, 324, 326-328, 332, 372, 375, 380, 382, 383, 389, 406408, 415, 426, 427, 429, 437-439,
çoğulculuk 543, 545, 546
çokkültürlüiük 329, 563 d'I-îalloy, D. Omalins 121 D-8 12, 221-224, 2 8 1 ,2 8 2 Dağıstan 112 Dağlık Karabağ 127 Dandanakan 428 Danimarka 38; - geçişleri 255
Darius 194, 427, 428 449, 485, 490, 498, 513, 517, 520, Darü'l-lslam 251 522, 534, 537, 546; - derinliği 6, 518, Darvrin, Charles 103 523; - idraki 98, 99 Davison, H. 132 Cohen,Saul 109 Dayton Anlaşması 295, 297, 302-309, COMCEC 249 351 Com monwealth 559 De Gaulle, Charles 211, 242, 350 converso 376 değer 6 0 ,1 1 6 , 117, 208, 292, 370, 519 core areas 20 değer-mekanizm a uyum u 534 Cos (İstanköy) 98, 253 Delhi 273, 459 Cosmas Indicopieustes 99 Deli Petro 28 Cvijic, J. 121 Dem ire 1, Süleyman 82 Çanakkale 1 5 3 ,1 6 2 , 163, 1 6 4 ,1 6 5 , 167, Demirperde 291, 315 2 5 5 ,3 2 6 , 563 çapraz; - denge 234, 235, 434, 528, 530; -ittifa k 495 Çeçenisfan 5 6 ,1 1 2 , 1 2 6 ,1 7 8 , 245, 246, 250,
2 5 3 ,4 6 8 ,4 7 4
demokrasi 76, 77, 230, 243, 245, 287, 341, 366, 371, 430, 486, 5 )4 , 517, 545 Demokratik Kurumlar ve İnsan Haklan Ofisi 244
Çek Cumhuriyeti 229, 2 3 1 ,2 3 7 , 297, 2 9 9 ,5 3 5
deniz jeopolitiği 106, 325, 326, 341, 461
Çekiç Güç 423, 443
detant, - dönemi 271; - politikası 271 Devlel-i Ebed Müddet 30, 195
Çekoslovakya 1 0 8 ,1 1 1 , 241 çift kutuplu; - sistem 4, 8, 41, 71, 72, 82, 83, 107, 109, 110, 113-115, 134, 138, 139, 158, 159, 168, 177, 184, 185, 198, 200, 201, 207, 210, 213, 226229, 232, 233, 243, 248, 249, 259,
dış kuşak 104 dış çevre (Periphery Pact) 420 Dicle 132, 138, 152,1 5 3 , 181, 336, 404 D inyep er1 5 2 ,1 5 7 ,1 6 1 , 193, 213, 277 Diııyester 152, 157, 161,1 9 3 , 213, 277
İndeks
Divanii Lugati't-Tiirk 101 Doboj 306
Endonezya 38, 162, 203, 207, 249, 266, 2 8 2 ,2 8 5 -2 8 7 , 385, 4 7 2 ,4 8 0
doğal gaz 255, 463, 464; - boru hatları
Endülüs 92, 380, 563
482 Doğu Bloku 72, 112, 243, 275, 277, 334,
Endüstri; - Devrimi 539; -yel söm ürge cilik 332
344, 412, 468, 470, 472, 478, 489,
Enver Paşa 55, 461, 488; ~ idealizmi 89
492
Ephron 386
Doğu Harekâtı 35
Eratosthenes 98
Doğu Rom a 273, 545
Eriha 389, 391, 392, 393
D oğuTim or 249
Ermeni; ~ler 67, 126, 127, 379, 415, 418,
Doğu Ihıkya 55, 56, 120, 124, 2 0 2 ,2 4 7 , 3 1 7 ,5 3 7 Doğu Türkistan 114, 462, 465, 477, 479 Dominik Cumhuriyeti 108 Dominiken Tarikatı 100 Domuzlar Körfezi 227 Don nehri 152, 157, 161, 213, 277 Don-Volga kanal projesi 460
Drava-Sava ekseni 41, 111, 291, 303 Drina 304, 305, 306 DSP 90, 91 Dudayev, Cevher 87 dünya; ~ algılaması 97; - anakıtası 29, 81, 175, 187, 325; - Bankası 226, 232, 285, 300; - ekonomileri 467; ~ görüşü 373, 3 7 4 ,4 0 6 ; - İdraki 97, 98; - Ticaret Örgütü (WTO) 232, 300 ECO 12, 161, 223, 224, 262, 265, 269,
448; A zeri-- Savaşı 126, 128, 143, 434 Erm enistan 126, 127, 144, 179, 275, 496; işgali 112 Erzurum yaylası 54, 55, 56, 125, 194, 196 Esed, Beşşar 372 Fsed, Hafız 3 7 0 -3 7 2 ,4 1 4 Estonya 542 Etiyopya 135, 420
etkileşim alanı 7, 8, 22, 37, 158, 170, 175, 212, 235, 245, 272, 301, 337, 397, 398, 399, 407, 4 9 1 ,5 0 7 etnik; - ayrım 88, 303; - çatışm a 213, 302, 303, 451, 468, 546; - grup 70, 373; - ideoloji 375; - kıyım 122, 229, 231, 232, 260, 292, 295, 300, 304, 305, 306, 308-310; - köken 563; temizlik 303, 306, 309-311, 317 evrensellik 374, 3 8 3 ,3 8 9
270, 271, 272, 273, 274, 278, 279,
Fahd (Suudi Arab.istan kralı) 371
280, 281, 282, 4 3 2 ,4 8 1 ,4 8 2 , 491,
Fakland 109
497,
Faik, Richard 136
498; - ülkeleri 268, 269
Edirne Anlaşması 164; - savunması 461
Farabi 15
Eflatun 15
Fas 6 ,2 4 3 , 254, 260, 324, 368, 383, 414
Ege 42, 98, 102, 1 4 8 ,1 5 1 , 153, 154, 156,
Fatih (Sultan Mehmet) 165, 557
157, 158, 159, 160, 169, 170, 171,
Faysal (Suudi Arabistan kralı) 35
172, 173, 174, 175, 1 7 9 ,1 8 0 , 183,
federalizm 79
195, 202, 315, 398, 400, 507, 508,
Fener Patrikhanesi 123
549, 554; - adaları 1 2 3 ,1 5 4 ,1 7 1 ; ~ meselesi 507; - su havzası 171; ülkesi 170; Doğu - 153, 171; Güney - adaları 171; Kuzey - 171 Kuzey ve Doğu - adaları 153 (Bkz. Kuzey SporaÜ eklektik im paratorluk yapılan 328 eklektizm 86 ekümenik iddia 123 El Salvador 108
feodal yapı 66 feodalizm 200 Fergarıa Vadisi 484 Fırat 132, 1 3 8 ,1 5 2 , 153, 181, 195, 336, 3 8 9 ,4 0 4 Fiji 254 Filipinlerfi, 105, 108 Filistin 3 4 ,1 0 8 ,1 4 1 , 248, 249, 253, 260, 265, 266, 331, 343, 351, 355, 357359, 362, 363, 366, 369, 375, 376,
el-Medinetü'l-Faclıla 15
380-383, 386, 387, 389, 391-393,
Elçibey, Ebulfeyz 127
395, 401, 411, 437, 440, 441, 442, 44 4 -4 4 6 , 452, 561
EmanuSlah Han 258
Stratejik D erinlik
Fischer, T. 121
Gurion, Ben 420
FKÖ 141, 343, 346, 383, 384, 388, 421
Gümrük; - Birliği 236, 278, 505, 509,
Foça 304, 306
511, 512, 549, 550; ~ politikaları 509
POFA (Birbirini İzleyen Kuvvetler
Üzerindeki Taarruz Doktrini) 108
Güney Afrika Cumhuriyeti 188, 286, 472 Güney Amerika 109, 162, 186, 209, 286
Franklar 200, 297
Güneydoğu Avrupa Forum u 532
Frankfurt 376
güney; - bağlantı kanadı 1I3;; ~ faktörü 440; - kanat 1 1 3 ,2 3 7 ,2 3 8
Fransa 2 6-28, 57, 66, 75, 86, 134, 140, 145, 239, 285, 377,
153, 163, 241, 242, 2 8 6 ,2 9 3 , 379, 396,
164, 1 8 9 ,2 1 0 ,2 1 5 , 251, 257, 259, 269, 2 9 6-298, 347-351, 424, 429, 468, 469,
476, 477, 494, 523, 524, 526, 528, 534-536, 539, 545, 556-559 Fransız; ~ Devrimi 16, 81, 85, 200, 377, 378, 384, 389, 407, 537, 539; kimliği 556 Fransisken Tarikatı 100 Freud, Sigmund 374 Frigya kördüğümü 131 Fron sp erg er539
frontier 19; - algılaması 19; - vizyonu 19 Fukuyama, Francis 136, 253, 294 fundamentalizm 252, 253 füzeler krizi 179, 227 G-20 12, 224, 245, 246, 279, 282, 283, 2 8 5 ,2 8 7 -2 8 9 G-8 77, 187, 210, 244, 245, 278, 282-289, 474, 483 Ganj havzası 324 GAP 129, 138, 146, 14 7 ,1 6 1 , 336, 337, 400, 438 GATT 186, 226 Gaziantep 146, 404 Gazneli Sultan Mahmud 113, 459 Gazneliîer 273, 459 Gazze 389, 392, 393 geçiş alanları 8, 170, 1 9 8 ,2 6 3 ,4 3 7 , 471 Gence 127 Germenler 200 getto 307, 310, 374, 376- 3 7 8 ,3 8 0 , 382, 383, 387 Girit 153, 17 5 ,4 0 0
Glasnost 243 Godkuler 381 Golan tepeleri 1 3 8 ,4 0 3 ,4 2 5 Gomal Geçidi 113, 480 Gorajde 87, 306 Gorbaçev, Mikhail 474 Grenada 108 Grozni 56
Gürcistan 112, 1 2 6 ,1 2 7 ,1 4 4 , 160, 275, 280, 496, 558 Gürcü-Abaza çatışm ası 126 Habeşistan 99, 258 Habsburg hanedanı 535 Hacer, Hz. 387 Haçlı Seferleri 131, 215, 328, 538 Hahn, İ.G. von 121 Haiti 108, 228
Halbinsel Griechenland 121 Halep 146, 404 Haliç 152 Halife M emun 100 Halil kenti 386 I-IAMAS 366, 388 Hiımidiye kruvazörü 153 Harita 97, 98, 99, 100, 101, 102, 107, 173, 195, 256, 323, 331, 335, 3 6 9 ,4 6 2 , 494, 495; -cıhk 98 Haşan (Fas kralı) 370 hat; ~ uzantıları 450; - -sınır problemleri 339 Hatay 17, 57, 362 Hatemi, M uhanımed 191, 432 Hauner, Milaıı 204 Haushofer, Kari 51, 104, 105, 133, 476 hava;- jeopolitiği 103,1 0 6 , 107; - sahası 171; - savunm a sistemi 231, 299, 300; --K ara Harbi Doktrini 108 Havsa dili 267 hayat; - alanı ( Lebensraum) 103, 152, 154, 155,1 6 9 , 170, 1 7 2 ,1 7 4 , 179, 1 9 6 ,2 3 9 , 257, 258, 309, 312, 340, 342, 3 8 9 ,4 3 0 , 444, 4 4 9 ,4 8 3 ; Hayber Geçidi 1 1 3 ,4 3 7 ,4 8 0 Hazar 99, 126, 128, 151,1 5 9 , 168, 175, 17 8 ,1 8 0 , 1 8 1 ,1 9 i, 1 9 4 ,2 1 7 ,2 7 6 , 324, 327, 400, 427, 436, 438, 456, 459, 473, 481, 492, 554; ~ bölgesi 116; ~ deniz havzası 157, 1 8 1 ,2 2 3 ; ~ Denizi 98, 1 1 8 ,1 2 5 ,1 8 1 , 182, 191, 317, 437, 464, 495, 498; - petrol havzası 178,2 3 5 , 525
İndeks
H eartland2i, 104, 105, 110, 204, 254, 3 2 4 ,4 2 7 , 456, 457, 469; - hakimiyeti 104 Hebron 386 HegeJ, G. W. Friedrich 29 Helsinki; - Güvenlik İşbirliği Anlaşması 145, 181; - Nihai Senedi 242; Süreci 278, 507; - Zirvesi 82, 201, 242, 245, 433, 446, 493, 503, 505, 506,
507, 513
Herzl, Theodor 378
hristiyan;
alemi 100; - Dünyası 99; -
kimlik 256; ~ teolojisi 381; ~!ık 62, 99, 100, 121, 133, 136, 328, 329, 351, 3 7 5-377, 381, 393, 395, 4 0 6 ,4 2 7 , 5 0 4 ,5 3 8 , 5 4 5 ,5 4 8 Humboldt, Alexander von 457 Humeyni 191, 360, 390; - imajı 354 Huntington, Sam uel2, 3, 9, 51, 136, 137, 196, 253, 294, 477, 543, 544, 546, 565 Hünkar İskelesi Anlaşması 164
Hess, Moses 374, 375, 378
Hürmüz Roğazı 162, 175, 180, 255, 326
Hess, Rudolf 104
Hüseyin (Ürdün kralı) 359, 360, 370-
Hırvat faktörü 303 Hırvatistan 244, 291, 295, 301, 302, 305, 307, 308, 315, 319, 320, 351, 532 Hilafet 67, 68, 70, 256 Himalayalar 456 Hind 98-100, 1 1 3 ,1 3 0 , 162, 192, 195, 251, 252, 255, 272, 286, 325, 332, 426, 427, 429, 457-459, 460, 461, 464, 486, 494, 542, 545, 565; --i Çin 1 0 8 ,3 2 5 , 438 Hindistan 21, 75, 86, 92, 105, 113, 114, 182, 188, 1 9 0 -1 9 3 ,2 0 3 , 2 0 7 ,2 4 9 , 252, 255, 269, 271, 273, 285-287, 3 2 7 ,3 8 5 ,4 3 3 ,4 3 4 ,4 5 9 ,4 6 1 ,4 6 2 , 468, 472, 475, 480-483, 486, 490, 492, 495, 544, 562, 563 Hindu; ~!ar 255, 482; - Bom ba 252 Hint; - açık denizi 399; - altkıtası 248, 267, 456, 465, 480; - Denizi 191; havzası 113, 180, 252; ~ komuta alanı 457; ~ m edeniyeti 273; Okyanusu 9 9-101, 114, 151, 156, 161, 162, 180, 182, 190-192, 206, 255, 332, 438, 465, 490, 495; Okyanusu İşbirliği Örgütü 189; ~
3 7 2 ,3 8 0 Hüseyiııoğlu, Albay Suret 127 ırkçılık 30, 339, 379, 382 (bkz. milliyetçi lik) I. Dünya Savaşı 16, 20, 32, 34, 40, 56, 68, 70, 120, 122, 130, 134, 141, 153, 165, 167, 196, 212, 247, 257, 338-340, 348, 349, 379, 382, 397, 400, 407, 409, 4 )0 , 412, 448, 518, 528, 529, 535, 557, 558 I. Körfez Savaşı 335 İber yanm adası 325 İbn Haldun 15, 439, 546 İbrahim, Hz. 386, 387; -i dinler 393; -î gelenek 324 İbrahim Paşa 206 iç kuşak 104 ideoloji 16, 29, 30, 49, 53, 355, 374, 378 II. Abdülhamid, Sultan 35, 53, 67, 86, 461, 528 II. Dünya Savaşı 16, 18, 20, 24, 36, 40, 57, 6 2 ,7 1 ,7 5 , 104-106, 108, 116, 141, 145, 154, 155, 166, 167, 184, 197, 200, 207, 210, 225-227, 229, 232, 239, 240, 241, 248, 259, 260,
yarım adası 119, 130, 375, 457; -
280, 281, 283, 284, 291, 292, 297, 298, 300, 329, 333, 338-340, 342,
yolu 133, 333
348-350, 352, 366, 380-382, 410,
hinlerlandl.7, 67, 68, 69, 70, 75, 93, 118, 174,
205, 215, 217, 528, 531, 550
417, 418, 4 3 0 ,4 7 6 ,4 8 4 , 518, 519, 525, 528-530, 535, 558, 565
Hitit 353
II. Frederik36, 528, 529
Hitîer, Adolf 29, 36, 61, 105, 13 3 ,1 5 5 ,
II. Kılıç Arslan 273
379, 535; - dönem i Almanya'sı 35 Hittites 386
Iî. Körfez Savaşı 335, 412 II. Meşrutiyet 35, 89, 430; - aydınları 88
Hogarth 132
II. Viyana kuşatması 538, 539
Hollanda 133, 1 6 3 ,2 0 9 , 259
II. VViIhelm 3 6 ,6 1 ,5 2 8 , 535
H om er 98
IIL Reich 29
H ongK ong 3 8 5 ,4 5 7
İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) 12, 72,
S tratejik D erinlik
259, 260, 261, 262, 263, 264, 265, 266, 267, 268, 321, 322, 395, 3.96,
431; - Körfezi 130; - ve Turan gelenekleri 428; —Irak Savaşı 112,
4 1 1 ,4 2 0 , 422;
141, 157, 343, 358, 363, 364, 397,
IMF 225, 232, 2 8 5 ,3 0 0
3 9 9 ,4 0 5 ,4 1 1 , 412, 416, 4 3 1 ,4 3 5 ,
İncillik hava üssü 174, 180, 233, 412, 413, 445, 447 İngiliz; - İç Savaşı 556; - Lordlar Kamarası 255; ~ Milli ve Askerî Strateji Konsepti 62; - sömürge sis temi 68, 86, 190, 325, 333, 563; Fransız bloku 295, 297, 311, 348; — Rus dengesi 430; --R u s rekabeti 113; - Rus stratejisi 51 İngiltere 7, 20, 38, 75, 76, 85, 86, 105, 106, 1 2 6 ,1 3 3 , 134, 1 5 2 ,1 5 3 , 163, 164, 167, 189, 191, 210, 230, 251, 257, 342, 410, 465, 524,
259, 285, 286, 293, 298, 325, 347-350, 378, 379, 385, 396, 413, 421, 444, 456, 458, 460, 468, 469, 476, 477, 494, 523, 526, 528-530, 535, 536, 545,
558, 559; -ad ası 101; --F ra n sa reka beti 210; --H ollanda rekabeti 209 İnsan; -Hakları 244; - hakları ihlalleri 27; - hareketlilikleri 23, 132, 143, 2 )3 , 2 1 5 ,4 5 9 ,4 6 2
441, 442 İRCICA 2 4 9 ,2 6 3 İsa, Hz. 381 İsfahan 460 İskandinav yarım adası 200, 325 İskender-türevli şehirler 98 İskenderiye 98, 9 9 ,1 0 1 İskenderun Körfezi 170, 1 7 6 ,1 9 4 , 400 İşkiller 99 Islahat Fermanı 273 İslam 54, 55, 68-70, 84, 86, 88, 92, 100, 132, 136,1 9 1 , 192, 216, 248-253, 255-257, 260-262, 264, 273, 286, 315, 316, 321, 324, 328, 329, 360, 366, 367, 379, 380, 381, 3 8 3 ,4 0 7 , 4 2 7 ,4 6 0 ,4 6 1 ,4 6 6 ,4 8 2 ,5 3 9 ,5 4 2 544, 550; ~ Birliği fikri 68; - Dünyası 46, 67, 69, 86, 87, 100, 136, 188, 247254, 256-268, 308, 321, 322, 380, 382, 393, 394, 544; - haritacıları 100; ~ m edeniyeti 92, 97, 100, 101,
İntifada 386, 388
1 3 2 ,1 9 2 ,2 1 5 , 247, 248, 250, 251,
İpek Yolu 114, 464, 465; - ekonomi-poli-
253, 254, 273, 328, 339, 459, 460,
tiği 48.1
538,
543; ~ ülkeleri 67, 258-261, 369,
IRA 62
380; -cılık 68, 69, 84, 86, 88, 248,
İrak 21, 8 0 ,1 0 8 ,1 1 1 , 112, 129, 135, 138, 139, 142-144, 258, 259, 296, 300, 327, 334-336, 338, 345-347, 350, 352, 354-359, 361- 364, 369, 370, 383, 396, 399, 40ü, 405, 411-414, 416, 421, 429, 431, 432, 435, 437, 439, 441-446, 452, 485, 526, 527;
2 5 7 ,4 6 0 ,4 6 1 ; ~ cılık politikası 86;
Büyük - ideali 362; Güney - 442; Kuzey - 1 2 8 ,1 4 1 ,1 4 6 ,1 4 8 , 183, 357, 391, 397, 399, 4 0 0 ,4 1 4 , 4 3 7 ,4 3 9 , 441-443, 445, 447, 527, 561 İran 69, 98, 99, 108, 111, 112, 114, 125, 126, 327, 135, 139, 140, 142, 144, 146, 1 4 7 ,1 8 1 ,1 8 2 ,1 9 0 , 191, 193, 203, 227, 247, 258, 265, 267-272, 278, 282, 324, 328, 334, 335, 344345, 351, 354-358, 362-365, 390, 391, 405, 406, 412, 4 1 4 ,4 1 6 , 420,
-rcıiyet 2 5 3 ,4 0 6 , 565
Islamic Bomb 252 İsmail, Hz. 387 İspanya 20, 100, 102, 133, 215, 511, 512 İsrail 57, 89, 135, 138, 141, 1 4 2 ,1 4 4 , 159, 243, 248, 260, 261, 275, 329, 334, 338-340, 3 4 2 ,3 4 3 , 347, 350-352, 355, 358, 359, 362-367, 369, 372, 373, 376, 379-395, 397, 401, 403, 405, 410, 413-426, 432, 441, 443, 480, 497, 526 İstanbul 55, 56, 69,101., 116, 124, 153, 162, 163, 169, 206, 246, 263, 275, 2 7 6 ,4 0 6 , 460; - Anlaşması 164 İstiklal Savaşı 71, 147, .153, 166, 207, 258, 3 7 9 ,4 4 9 ,5 1 5
421, 423, 426-444, 457-460, 468,
İsveç 214, 529; —Osmaniı ilişkileri 529
475, 480-483, 486, 492, 494-498,
İtalya 92, 99, 2 1 0 ,2 1 5 , 258, 286, 301,
525-527, 564; - Azebaycanı 432;
319, 3 2 5 ,3 5 0 , 370, 401, 408; Güney
Kıi7f>v - 111, 191, 430; - Devrimi
- 1 0 2 ,2 1 5 ; ~n Barış Andlaşması 154
indeks
İttihat ve Terakki 53, 68, 8.9, 368, 488 IV Murad 460 İzzetbegoviç, Aliya 54, 87, 316 Japonya 557-559, 565 jeoekonornı 16, 115; -k ayrını çizgisi 110; -k b o şlu k llO , 115; ~ kb ütü n leşme 566; -k h at 21, 1 1 3 ,1 2 8 , 188, 2 5 5 ,4 3 8 , 465; ~lcparçalanma33Q, 4 5 0 ,4 5 1 , 558, 559, 5 6 4 ;-k yapılanm a 135
495, 496, 502, 508, 522, 523, 525, 526-531, 554, 558-560; Güney 125-127; Kuzey - 56, 86, 111, 112, 126, 336, 337, 399; Kuzey cumhuriyetleri 128, 181 Kahire 362, 365, 406, 422 Kahram anm araş 146, 404 Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Anlaşması 164 Kamboçya 108
jeoetnik 437, 439, 442, 457; - parçalan
ma 439; - yapılanm a 439, 440 jeoküKür 16, 115, 317; -e l ayrım çizgisi 110; -eld erin lik 546; ~el etkileşim 1 7 1 ,4 6 4 ; -e l geçiş 196, 522, 541; harita 256, 331; - el hat 20, 21, 111, 130, 131, 162, 168, 303, 339, 435, 455, 459; -el parçalanma 329, 330, 331, 450, 451, 484, 558, 559, 564; -e l yapı 21, 132, 134, 137, 168, 190, 205, 255, 291, 310, 327, 329, 451, 484 jeopolitik; - algılam a 457; - ayrım çizgisi 110, 111; - bağımlılık 138, 428; - güç boşluğu 109-113, ]I 5 , 140, 141, 203, 212, 231, 233, 240, 291, 299, 432, 434, 458, 468, 473, 481; - etkileşim 326, 327, 336, 426; hakimiyet havzaları 189; hat 1921, 109, 135, 139-141, 232, 303, 327, 429, 481; - kırılma alanları 19; kuşak 18, 19, 20, 1.18, 239; - ön-hat 18, 19; - parçalanma 4 5 0 , 451, 484,
485, 558, 559, 564; ~ teori 97, 102, 107, 118, 155, 203, 326, 463; yapılanm a 5, 140, 336, 3 3 7 ,3 5 8 , 433 jeostrateji 16, 104, 335, 401; -k hat 336; -k havza 557; ~k teori 102
Kanada 186, 243, 286 kapitalizm 102, 192, 200, 286, 334, 342, 4 6 5 ,4 7 0 , 474, 4 7 8 ,5 1 9 kapitülasyon 163 kara; - jeopolitiği 324, 325, 4 5 6 ,4 6 1 ; jeopolitik alanı 309; - ve deniz havzası 199, 211, 218, 233; ~, deniz ve hava jeopolitiği 103; --yoğunluk lu askeri gücü 153 Karabağ 561 Karabekir, Kazım 35, 55, 56 Karadağ 313 Karadeniz 99, 101, 118, 124, 126, 129, 138, 151, 156-168, 170-174, 176, 180-182, 188, 191, 193-195, 200, 202, 204, 206, 212, 214, 217, 223, 247, 255, 275-281, 301, 324, 327, 332, 398, 4 0 0 ,4 2 7 , 436, 438, 459, 473, 490, 492, 495, 532, 554, 563; İşbirliği Örgütü (KEİ) 12, 161, 188, 206, 269, 281 Karaibler 108 Karakalpak 466 Karakurum 114; - geçişi 481 karar bölgesi 107 karar verici unsur 77
Jirinovvski, Vladimır 239
Kardak kayalıkları 154, 173-175
Jivkov, Todor 54
Karîofça 66, 488
Johnson Mektubu 42, 72, 242, 411, 418
Kars 35, 54, 5 5 ,1 2 5 , 166, 239, 430
Judenstaal (Yahudi Devleti) 378
Kartacalılar 206
Justinyen dönemi 151
Kasr-ı Şirin 21, 434
Kabarday-Çerkez otonom bölgesi 126
Kaşgarlı M ahm ud 101
Kaddafi, M uam m er 372, 401
Katolik; -1er 111, 206, 252, 253, 286, 316, 350, 351, 377, 378, 563; - Dünyası 395
Kafkasya 7, 22, 34, 53-56, 70, 82, 87, 92, 110-113, 116, 118, 11.9, 123-129, 134, 178, 233, 276,
135, 182, 245, 278,
139, 144, 148, 158, 161, 194-196, 205, 213, 221, 247, 254, 260, 269-271, 279, 281, 317, 318, 325,
kavim göçleri 124, 132, 200, 212 kavram laştırm a 2 Kayseri 404 K ayzer213
326, 327, 336, 3 3 8 ,3 5 2 , 396-400,
Kazak bozkırları 460
404, 426, 432-438, 453, 457, 460,
Kazakistan 125, .181, 188, 203, 4 6 2 ,4 6 3 ,
AG A
AR C .
/i Q 1
A C \f\
jnl
Stratejik D erin lik
komünist; - idareler 461; - Sovyet tehditi 62
Kazan 250
Kehillot 376 Kelbecer 127
Konfüçyanist değerler 286, 494, 542
Keltler 99
kontrollü gerginlik politikası 346, 347, 394
kenar kuşak hattı 105
konvansiyonel; - dünya haritası 107; güç 246; - m üdahale 226-228; -
Kennedy, Paul 2, 345 Kenya Operasyonu 445 Kerkük 54, 113; --Yum urtalık boru hattı 1 8 0 ,3 6 3 ,4 1 1 ,4 1 6 ,
4 2 3 ,4 4 7
Keşmir 21, 1 1 4 ,2 5 3 , 2 8 3 ,4 8 1 KFOR 298, 312, 3 1 3 ,3 1 4 Kıbrıs 42, 43, 156-170, 259, 283, 418, 424,
72, 75, 108, 1 4 3 ,1 4 8 , 153, 174-180, 183, 1 9 7 ,2 4 9 , 289, 400-403, 411, 416, 507, 512, 532, 549; - m ese
lesi 178, 179, 2 8 9 ,3 1 8 ; - Rum Kesimi 170, 176, 178, 1 7 9 ,4 0 1 , 424, 425,
507
Kınalızade Ali 15 Kırcaali 317 Kırgızistan 464, 4 6 9 ,4 7 8 , 483, 484, 486 Kırım 206, 250, 460; ~ Hanlığı 206; Savaşı 67, 71, 240, 473, 529, 539 kıta; - havzası tanım lam ası 184, 199, 201, 202, 217; ~ sahanlığı 171; — aşın hava operasyonları 226; --aşırı m üdahale kapasitesi 229; - - eksenli
havza politikalanl89, 19 0 ,1 9 1 ; -lararası etkileşim 1 6 2 ,1 9 9 , 208, 209, 2.11-217, 223, 233; -lararası geçiş 1.31, 214, 2 1 5 ,4 2 6 Kızıl Ordu 189 Kızıldeniz 1 1 8 ,1 5 3 , 162, 170, 173, 180, 190, 395, 206, 217, 324, 332, 400, 554 Kiklat 171 kimlik; - bilinci 31; - bölünmesi 452; bunalımı 23, 91, 329; ~ çelişkisi 33; - meselesi 122, 465; - tanımlaması 2 5 6 ,5 4 5
savunm a sentezi 108; ~ ve paramiliter çatışm a 291 Konya 404, 406, 460; - 56 Kopenhag Kriterleri 446, 507, 514, 515, 517 Kore 1 0 5 ,1 0 9 , 114, 203, 227, 298, 325, 4 6 8 ,4 8 0 ; - Çıkarması 226-228, 344; Güney - 243, 285, 286; - Kore 108, 4 7 4 ,4 8 3 Kosova 41, 77, 111, 122, 123, 175,186, 211, 213, 226, 228- 232, 239, 244, 246, 253, 283, 284, 289, 291-293, 296-300, 302-304, 306-319, 321, 322, 395, 5 2 4 ,5 6 1 Köln Zirvesi 283, 285
Köıfez (bkz, Basra Körfezi, İran Körfezi) 128, 1 7 3 ,1 8 0 , 336, 337, 346, 399; bunalımı 265, 266, 346, 360, 400, 526; - Müdahalesi 75, 7 6 ,1 3 9 , 226, 228, 344, 383; - Savaşı (bkz. I. Körfez Savaşı, II. Körfez Savaşı) 87, 1 1 0 ,1 3 6 , 141, 177, 221, 228, 233, 252, 293, 294, 296, 300, 327, 335, 338, 344-347, 350, 351, 357, 358, 360, 383, 388, 390, 391, 397, 412, 4 1 6 ,4 1 9 , 421, 423, 4 3 9 ,4 4 1 , 442, 526; ~ ülkeleri 3 3 4 ,4 1 1 Köstence 147, 161 Krajina 309 Kubilay 459 Kudüs 5, 328, 331, 351, 352, 359, 375, 392, 393, 394, 395, 3 9 6 ,4 1 8 ; Meselesi 328, 389, 395; Doğu - 389, 393
Kir’iath Arba 386
kuşatma politikası 105, 270
Kissınger, Henry 52
Kutsal R om a-Germ en 18, 29, 36, 37, 110, 111, 200, 212, 2 1 3 ,2 1 4 , 215,
kişver 98 kitle im ha silahlan 346 kitlesel katliam 304
3 1 5 ,4 0 8 , 534, 535, 539, 544, 545, 556
Kjellen, Rudolf 103
Kutup Denizi 104
KK0 313
Kuveyt 1 1 2 ,1 1 3 ,1 4 0 , 300, 350, 3 5 7 ,3 6 2 ,
KKTC 179
363,
364, 369, 405, 412, 441, 485
Klerides, Glafkos 424
Kuzey Alpler 213
Koestler, Arthur 373
Kuzey Denizi .193
Kohl, Helmut 61
Kuzey Kutbu 107 Kır/ev Snorat 171
İndeks
kuzey-güney; ~ ayrımı 244; - geçiş hatları 110; ~ gerginliği 287 Kuzistan 362
Makyavel 15 Malaylar 251, 266, 267 Malazgirt Savaşı 538
Küba 108, 109, 114, 179, 227, 228, 298; bunalımları 298
Malezya 249, 266, 282, 285, 480
Küçük Kaynarca Anlatm ası 6 7 ,1 6 3 , 164, 1 6 7 ,3 2 9
Mandela, Nelson 208
Kültür Devrimi 542 küresel strateji 36, 51, 53, 78, 102, 111, 135, 162, 179, 1 8 9 ,2 1 1 ,2 1 3 , 228, 232, 233, 283, 301, 314, 321, 341, 388,
4 3 1 ,4 5 3 ,4 7 0
küreselleşme 1 9 7 ,2 6 1 , 286, 287, 385, 541 Kürt Meselesi 88, 437, 438, 439, 440, 4 4 2 ,4 4 4 -4 4 7 ,5 2 7 Lahey Adalet Divanı 507 Lahor 460, 461 Latin 286, 538; - Amerika 71, 80, 298; -/K atolik 286
Lebensraum (bkz. hayat alanı) 1 0 3 ,1 0 4 , 314 Lehistan 193, 214, 315 Levant Strateji 362, 400 Libya 153, 206, 215, 345, 350, 368, 391, 4 0 1 ,4 1 6 LIC (Düşük Yoğunluklu Çatışma) 108 Lizbon Zirvesi 245 Lombok Boğazı 162, 255 Londra Anlaşması 165 Lozan Anlaşması 7 0 ,1 2 3 ,3 6 5 , 166, 515
Malta 175
Mare İtilenim 99 Mare Nostrum 99 Marksizm 30, 207 M armara .101, 160, 166, 169, 171, 172, 554; - adaları 165 M armaris geçitleri 171 M ataram Boğazı 255 M averaünnehir 191, 217, 429, 459 m edeniyet; - aidiyeti22, 136, 137, 324, 542, 543, 546, 547; - çatışm ası 566; - ekseni 93, 249, 273, 460; - havzası 66, 70, 99, 113, 191, 216, 252, 255, 273, 328, 534, 537, 539; - idraki süreci 97; - kırılması 541; - para digması 92; - tarihi 92, 256, 545, 556, 562; ~lerarası etkileşim 100, 215, 256, 262, 263, 537, 540, 541, 542, 544, 547, 551
Medeniyetler Çatışması 3, 87, 136, 137, 253, 255, 286, 294, 531, 543, 544
medeniyetlerin ben idraki 97 Mehdi hareketi 207 M ehmet Akif 563 M ehmet Ali Paşa 206 mekan; ~ algılaması 29, 97, 98; - idraki 23, 98, 99, 100, 101, 102, 256, 546
Lübnan 108, 329, 330, 336, 343, 350, 355, 357, 358, 362, 363, 375, 381, 391, 392, 436; ~ îç Savaşı 343; Güney - 363, 369
Meksika ? 86, 285, 286, 287, 472
Lüksemburg Zirvesi 82, 505, 549
Melikşah 428
M aastricht; - Anlaşması 185, 519; ~ Kriterleri 507, 53 3
M emun, Halife 100
Mekke-merkezli haritacılık 100
nıemleketü’l-İslam 100
Mac Arthur, Douglas 226
Mercidabık seferi 206
M acar Ali Reis 101
merkantilizm 102, 332
M acaristan 108, 1 1 1 ,2 2 9 ,2 3 1 , 237, 291, 297, 299, 300, 301, 303, 315, 319, 3 2 0 ,5 3 5
Merzıfonlu Kara Mustafa Paşa 256
Mackinder, Halford I. 2, 51, 104, 105, 107, 456, 463 Madrid Konferansı 294; ~ süreci 390 M aîıan, Alfred Tayer 2, 41, 51, 106, 107, 1 0 9 ,1 3 0 , 341 Makdisî 100 M akedonya 41, 98, 1 2 3 ,1 2 4 , 194, 291, 297, 301, 302, 309, 3 1 0 ,3 1 1 , 312, 313, 317, 318, 319, 320, 532; Arnavutluk filesini 31 ft
merkez-kıyı 152 M escid-i Aksa 248, 394, 395
Mesnevi 565 M eşhed-Serahs-Tecen demiryolu proje si 497 m eşruiyet 16, 22, 36, 37, 48, 50, 52, 58, 76, 79, 80, 81, 86, 103, 104, 125, 134, 196, 2 2 7 -2 2 9 ,2 3 1 , 232, 241, 248, 254, 267, 283, 284, 287, 291, 297, 300, 304, 329, 330, 339-341, 345, 346, 360, 361, 363-372, 374, 384, 3Aî; 3flft
/i9fi A o n
a o /i
S tratejik D erinlik
443, 448, 449, 467, 474, 475, 517; sosyo-politik - 48, 50, 467; toplum sal ~ 367, 370, 517 metafizik 88, 90 m etahistorik düzlem 60
M ostar 303, 304, 305, 563 M uhamm ed (s.a.v.) 381 Musaddık olayı 334 Musevi şeriatı 375
m etodoloji 2, 4, 6-8
Musul 5 4 ,1 3 9 ,1 5 3 . 176, 336, 400; -/K örfez petrol havzası 139
M evlana Celaieddin-i Rumi 564
Mübarek, Hüsnü 370
M ezopotam ya 98, 112, 158, 181, 191, 134, 217, 327, 328, 332, 362, 397400, 405, 429, 435, 4 3 6 ,4 3 8 ; havzası 158, 3 81, 398, 438; ~ -Basra
hattı 398, 399, 405, 435, 436; Güney 404
140, 399, 405, 452; Kuzey - 399,
NAFTA (North America Free Trade
Agreement) 77, 186, 203, 211, 475, 476, 519 Nahcıvan 5 5 ,1 4 3 Namık Kemal 85, 563 Napolyon 20, 61, 8 1 ,1 3 3 , 190, 377, 378,
MGK 48 MHP 90, 91 Mısır 140, 194-196, 206, 207, 215, 227, 243, 275, 282, 324, 327, 328, 332, 333, 343, 353-358, 361-364, 366, 3 6 8 -3 7 0 ,3 7 7 ,3 8 3 ,4 0 1 ,4 0 5 ,4 1 1 , 412, 416, 421, 428, 435, 457, 460, 472
Myriokephalon 273
.
3 8 9 ,5 1 8 ,5 2 8 , 5 3 5 ,5 5 6 Nasır, Cemal Abdü'n- 1 3 4 ,1 9 0 , 340, 342, 3 4 3 ,3 5 4 ,3 5 6 , 360, 362, 363, 366, 3 6 7 ,3 6 9 ,4 1 1 ,4 2 1 NATO 12, 41, 56, 71, 7 5 ,1 0 5 , 108, 117, 1 2 5 ,1 4 8 ,1 5 6 , 157, 159, 175, 185, 186, 197, 201, 202, 210,-214, 222-
m ihver; - bölge 254, 325, 456, 469, 480,
226, 228-243, 245, 246, 282, 284,
481; - ülke [pivoial staie) 472, 555, 566
321, 322, 361, 396-399, 423, 434,
millet sistemi 329, 537 Milletler Cemiyeti 380 milliyetçilik 30, 68, 85, 87, 89-91, 248, 259, 330, 352, 360, 364-368, 378, 379, 385, 387, 415, 435, 453, 536, 537, 540, 556; yeni - 367 Miloseviç, Slobodan 30, 253, 2 9 2 ,2 9 9 , 3 0 9 ,3 1 1 M indanao 249 Mintaka Geçidi 114, 481 Misak-ı Milli 69, 134 MisidTürkleri 143 M itroviça 314
Mittellage {m erkez konum) 21, 29 m odernite 407, 537, 565 m odernizasyon 4 3 ,4 2 2 , 541 m odernleşem em e 408, 409
294-300, 303, 307, 308, 310, 311, 472-474, 482, 483, 492, 519, 521,5 2 6 ,5 3 1 , 532, 533, 561 Navarin 152 Nazizm 375, 379, 382 neo-oryantalizm 542 Netanyahu hükümeti 365 Nijerya 282 Nikaragua 108 Nil 138, 1 9 5 ,2 1 7 ,3 2 4 , 332, 336, 389
Nizam-ı Alem 63 N izam ülm ülk428 Normandiya Çıkarması 226, 228, 344 Norveç 1 0 5 ,1 5 6 , 226 Novorossisk 168, 178
nuevos cristianos 376 Nuh Tufanı 99
m odernleşm e süreci 93
Nusayrî azınlık 371
M oğollar 459, 538
nükleer; - hedef 108; - savaş doktrini
Moğolistan 4 5 6 -4 5 8 ,4 7 9
108; - tehdit dengesi 108; -
M ondros Mütarekesi 165
teknoloji 107; - terör dengesi 399; -
'Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi 166, 167, 168
üstünlük 226, 227
Oceanus 98
Mora 102
O klahomabaskmı 62
Morava-Vardar ekseni 41, 291, 303, 308
Okyanusya 109
M orgenthau, Hans J. 15, 16
Oniki Ada 146,1 5 4 , 171, 179
Moskova 28, 4 6 3 ,4 6 7 ; - prensliği 28,
OPEC 108, 334 Orbav. Rauf 153
indeks
Ortadoğu 7, 12, 22, 36, 41, 53, 54, 56-58, 73, 80, 82, 92, 1 0 4 -1 0 8 ,1 1 0 , I I I , 114, 1 1 6 -1 1 9 ,1 2 1 ,1 2 2 , 1 2 4 ,1 2 6 129, 1 3 0 -1 3 6 ,1 3 8 -1 4 2 , 1 4 4 ,1 4 7 , 1 4 8 ,1 5 7 ,1 5 8 ,1 7 0 ,1 7 1 , 174,-178, 180, 182, 184, 190, 191, 194, 196, 205, 206, 209, 216, 227, 234, 236, 238, 248, 255, 2 6 1 ,2 6 7 , 270, 271, 286, 293, 294, 296, 299, 300, 314, 315, 318, 321, 323-343, 345-363,
masisi 167, 214; - düzeni 30, 101, 539; - haritacılığı 101; ~ kara ve deniz stratejisi 63; - m ekan idraki 102; ~ sistemi 66, 133, 329, 539; stratejisi 102; ~ şehri 195; - -Türk dış politika geleneği 52, 53, 67; - Türk dış politikasının 53, 55, 179 Osmanlıcılık 84, 85, 257
Ostpoiitik 145, 242, 271, 350, 523 Otuz Yıl Savaşları 15, 2 0 .2 0 9 , 518, 535
365, 367, 368, 370-373, 375, 376, 37 9 -3 8 6 , 388-391, 393-401, 4 0 4 ,4 0 5 , 40 8 -4 1 0 , 412-417, 419-423, 425-427,
Öcalan, Abdullah 8 9 ,2 2 1 , 442, 445, 446, 447, 448, 505
4 3 1 -4 4 4 ,4 4 6 , 4 4 8 -4 5 3 ,4 5 7 , 464,
Özal, Turgut 84, 85, 86, 90, 505
478, 488, 490, 493, 497, 498, 502, 504, 508, 523, 525-528, 530, 531, 533, 554, 5 5 8 -5 6 0 ;-b a rış görüşm eleri 57, 138, 260, 297, 308, 338, 347, 416, 4 2 3 ,4 2 5 ; - Barış Süreci 5, 138, 140, 1 4 1 ,1 4 2 , 180, 189, 294, 328, 331, 338, 350, 351, 360, 361, 363, 365, 366, 367, 376, 384, 385, 386, 387, 388, 389, 390, 391, 394, 395, 4 0 1 ,4 0 3 , 412, 413, 4 ] 5, 419, 420, 421, 4 2 2 ,4 2 3 , 425, 453, 526; ~ kavramı 1 2 2 ,1 2 9 , 130, 131, 132, 1 8 9 ,2 1 6 , 3 2 4 ; Kumandanlığı (Middle East Command) 130, 457; ~ Meselesi 5, 141, 248, 331, 395, 438, 440, 441, 4 5 1 ,4 5 2
Ortak Avrupa Evi 243, 474 Ortak Dış Politika (CFP; Common Foreign Policy) 508 Ortak Dış Siyaset ve Güvenlik Politikası (CFSP) 185 ortak; - dış politika yapım alanı 433; güvenlik sistem i 181 Ortodoks; ~lar 67, 214, 253, 287, 316, 352, 378, 465; - Rus Çarlığı 30: ~ Yahudiler 389; --S lav etk i 315; Slav kuşağı 216 Oslo Süreci 294, 390; --M ad rit ekseni 35 Osmaniı; ~ coğrafyası 81; ~ Devleti 7, 15, 30, 32, 34, 41, 52, 53, 66, 67, 68, 69, 70, 82, 84, 86, 90, 91, 101, 111, 120, 122, 124, 132, 133, 134, 143, 1 4 7 ,1 5 1 , 152, 153, 1 6 1 ,1 6 3 , 164, 165, 178, 181, 190, 191, 19 3 ,1 9 5 , 196, 206, 207, 212, 214, 215, 247, 248, 257, 258, 261, 316, 322, 329, 335, 339, 352, 369, 3 7 9 ,4 0 6 , 428, 429, 447, 448, 449, 515, 529, 537, 538. 539. 5 5 7 - ^ 9
'‘öteki" 60, 407, 505, 538, 539, 540, 544 Özbekler 460, 466, 4 8 4 ,4 8 5 Özbekistan 114, 125, 143, 181, 203, 464, 466-468, 484-486, 497 Özi kalesi 563 Pakistan 21, 105, 114, 135, 182, 192, 203, 248, 249, 251, 252, 267,-270, 272274, 324, 343, 354, 403, 434, 468, 472, 480-482, 486, 495; -'ın bağımsızlık mücadelesi 272 Pamuk Birliği 273 Pan-Arabizm 361-363 Pan-Suriye 361 Panam a 108, 228; - Kanalı 162 Pantürkizm 68 Papa 209, 321; - III. AIexander 100; - IV I n n o ce n t100 parçalanm ış ülke (torn country) 9 ,1 3 7 , 543, 544, 555, 566 Paris 154, 311; - Sözleşmesi 165 Pasifik; - derinliği 19; - ekseni 148, 186, 476; ~ kimliği 186; - Okyanusu 162, 457; - stratejisi 62; Batı ~ 156; Güney - 286
Pax Americana 300, 349 Pcıx Britannica 556 Pehlevİ, Rıza 258 Peloponez Savaşları 15 Pers İmparatorluğu 194 Persler 427 petrol; - alanlan 128, 129; -am bargosu 334; - jeoekonomisi 139; ~ jeostratejisi 335; - krizi 73, 349; rafinerileri 172 P iren eler256 Piri Reis 101
pivot area 104 PKK 84, 88, 89, 1 4 1 ,1 4 5 , 176, 178, 391, 397, 399, 400, 401, 412-414, 422,
Stratejik D erinlik
Politbüro 127
Ruanda 393
Polonya 111, 229, 231, 237, 275,297, 299, 315, 535
Ruhr havzası 279
Portekiz 133, 209, 460, 511, 532
Rum; ~iar 379, 418, 424; ~ azınlığı 123; ve Ermeni lobisi 415
Pounds, N.J.G. 132
Rumeli 564; -- i Şâhâne 120
pozitivizm 90
Rumenler 315
Rus; - baskısı 1 6 6 ,1 6 7 ; - birlikleri 56, pragm atizm 53, 86, 90, 1 9 1 ,244, 284, 360, 383, 390, 43 0 -4 3 2 , 474, 503, 504 239, 302; ~ Çarlığı 352; ~ Devrimi 89; - etki alanı 213, 430; Pressler 482 hakimiyet alanı 125; - Kazaklan Prester John 100 206; - kimlik bilinci 30; - step Prestroika 243 havzası 21; - stratejisi 40, 51, 55,
Prijedor 306 Priştine havaalanı 239, 298, 314 Prizren 298 Protestan 286, 465; ~ koalisyonu 535; -/A ngJo Saksoıı 286 Prusya 2 1 ,1 6 4 , 527, 528, 529; -O sm a n iı ilişkileri 529 Prut Savaşı 240 Putin, Vladimir 433, 474, 4 8 2 ,4 9 1 , 496 radikalizm 252 Rafsancani, Haşimi 191, 390, 431 Ratzel, Friedrich 103 RCD 197, 268
125 Rusya 4, 7, 38, 55, 58, 69, 78, 81, 86, 105, 1 0 6 ,1 1 4 ,1 2 3 -1 2 7 , 129, 134, 144, 154, 159,1 6 0 , 164, 1 6 7 ,1 6 8 ,1 7 6 179, 1 8 1 ,1 8 2 ,1 8 8 , 189, 191-193, 202-205, 210, 224, 232, 235, 238240, 2 4 3 ,2 5 1 , 257, 269, 271, 275, 278-280, 282-284, 286, 289, 293, 295-298, 301, 310, 312, 314-316, 325, 347, 348, 352, 396, 402, 420, 424, 426, 427, 433, 434, 438, 4564 5 9 ,4 6 1 -4 6 3 , 465, 4 6 8 ,4 6 9 ,4 7 1 476, 479-483, 4 8 5 ,4 8 6 , 489, 491-
reaksiyoner dış politika 147, 148 Red Cephesi 343, 345 reelpolitik 16, 22, 76, 110, 175, 271, 294, 304, 345, 421, 434, 437, 4 5 3 ,4 9 5 , 4 96 Refah Partisi 84, 90 Rei'ahyol hükümeti 87 reformasyon 389
498, 520-522, 525, 528-530, 532, 533, 558, 559; Çarlık ~’sı 352 S-300 füzeleri 176, 177, 402 Sabra ve Şatilİa katliamları 394 Sadabad Paktı 258, 259 Saddam H üseyınl43, 252, 341, 344, 346, 347, 360, 369, 370, 372, 421, 441,444
Rehineler Krizi 431
Sadr, Ayetullah 441
Richeliue, Kardinal A.J, du Plessis 556
Safevî Devleti 192, 354, 427, 428, 429,
Rimland 105, 109,-111, 135, 15 5 ,1 6 7 ,
460
203, 233, 254, 325, 427, 469; -
Said, Edward 363, 365
kuşağı 105, 106, 1 0 8 ,1 0 9 , 113, 115, 188, 324, 457; - teorisi 342
Sakarya 563; - havzası 195
Ritter, K. 121 Rom a 375; ~ birikimi 545; ~ im parator luğu 99, 100, 151, 194, 2 0 0 ,2 0 6 , 207, 315, 316, 328, 4 0 6 ,4 0 8 , 427, 534, 538, 545, 546, 549; - m edeniyet havzası 215; - siyaset geleneği 545; ~ Zirvesi 230, 299; —K artaca ■ savaşları 2 1 5 ;-lılar 99 Romanya 6, 38, 1 2 3 ,1 5 9 , 160, 238, 275, 278, 280, 301, 302, 303, 319, 320, 523,
542
RooseveltTheodor 106, 341 Rotshieid ailesi 379
SALT görüşmeleri 242 Samî ırkı 381 San Remo Konferansı 380 Sanayi Devrimi 130, 133, 192, 210, 333 Sancak 123, 306, 3 0 7 ,3 1 7 , 318, 319
Sanhedrin 377 Sara, Hz. 386 Saraybosna 56, 195, 303, 306 Sarp köyü 125 Sasanîler 427 savunm a sanayi 25, 37, 38, 3 9 ,4 0 , 42, 43,
4 4 ,4 6 7
Schmidt, Helmut 61 Çrhwendi 539
İndeks
SEATO 105, 226
Slovakunsur 111
seküler 29, 363, 368; ~ kimlikli 54; - /id e olojik form 379
Slovakya 275, 542
Selçuklu; - Devleti 1 3 1 ,1 3 3 ,2 7 3 , 328, 3 5 3 ,4 0 0 , 4 0 6 -408, 427, 4 2 8 ,4 2 9 , 459, 538, 564; - hakimiyeti 273
Slovenya 238, 295, 301, 315, 320, 351, 447, 535, 536
Slovogreece 121 Soğuk Savaş 8, 18, 22-24, 32, 41, 47, 49,
Selimiye camii 273
55, 56, 58, 62, 67, 71-76, 84, 106,
Sem erkand 4 5 9 ,4 6 0 , 484 Senusi hareketi 207
1 0 8 ,1 0 9 -1 1 3 ,1 1 5 -1 1 7 ,1 2 0 ,1 2 4 , 1 2 5 ,1 2 8 , 134-137, 139, 141-143, 154-160, 164, 166-170, 176, 177,
serbest dolaşım 23, 306, 504, 509, 511, 5 1 2 ,5 3 1 ,5 4 3 ,5 5 0
183-186, 188, 190,-192, 197-205, 208-212, 215, 217, 221-229, 231,
Seversky, A.P. de 107
232, 234, 239-244, 248, 252, 253, 265, 271, 275, 276, 281-284, 286288, 291-294, 299-301, 309, 310,
semitizm 373
Sevr Anlaşması 61, 165 504, 505 Sevr psikozu 515 Şeydi Ali Reis 460 Seylan 99 Sharon, Ariel 3 9 4 ,3 9 5
shatterbelt 20 sınır ( boundary ) 19 Sırbistan 229, 231, 2 9 1 ,2 9 5 , 296, 2993 0 2 ,3 0 5 -3 1 3 ,3 1 5 ,3 1 9 ,3 2 0 Sırp; ~iar 30, 54, 231, 232, 238, 292, 294, 296-298, 3 0 0 ,3 0 2 -3 1 3 , 315-317, 320, 524; - Cumhuriyeti 304, 313; katliamı 87, 322 Sibirya 456, 462, 463, 473; Doğu - 1 0 5
312, 316, 325, 326, 335-338, 340, 342-349, 351-353, 360-363, 368, 370, 372, 379, 382, 383, 385, 386, 390, 395-397, 399, 402, 419, 421, 432, 437, 439, 440, 451, 452, 455-458, 461, 466, 468-470, 472, 473, 477, 480, 481, 483, 485-489, 492, 494, 496, 505, 518, 519, 520-523, 525527, 529,-534, 543, 550, 557, 560, 561; - sonrası dönem 12, 17, 18, 22, 24, 25, 26, 30, 43, 54, 63, 71, 73, 74, 76, 79, 80, 82, 83, 85, 87-90, 97, 109,
Sicilya 98, 215
110, 115, 125, 127, 128, 134, 135, 137, 139, 141, 143, 158, 168-170,
Sihler255
176, 177, 181, 182, 184, 185, 193,
Silis tre 563
1 9 7 ,2 0 2 ,2 0 3 , 2 0 5 ,2 1 0 ,2 1 1 ,2 1 3 , 222-225, 228, 229, 232-235, 239-242,
Singapur 385, 480 siyasal; - birey 378; - entite 392; - felse fesi 15; - sosyolojisi 428 siyaset yapımcıları 51, 52, 54, 58, 130, 136, 224, 225, 409, 504, 515, 542544, 551 siyasî; ~ coğrafya 9 3 ,1 0 3 , 106, 134, 140, 201; - irade 17, 32, 3 3 -35, 3 7 ,4 0 , 41, 44, 46, 47, 50, 65, 162, 266, 267, 269,
244-246, 250, 252, 254, 260, 261, 264, 268-270, 275, 282, 283, 285, 292, 293, 298, 301, 314, 339, 342, 343, 347, 353, 361-363, 366, 372, 383, 386, 390, 396, 397, 402, 414, 4 1 7 ,4 1 9 , 422, 423, 430, 435, 441, 4 5 1 ,4 6 8 , 474, 475, 477, 479-481, 484, 485, 487, 489, 490, 492, 495,
2 7 4 ,2 7 7 , 278, 329, 345, 395, 498,
5 2 3-527, 533, 561
516, 528; ~ katılım 346, 366, 370,
Sokullu M ehmed Paşa 460
371, 545; - kültür 53, 54, 58, 68, 70,
Somali 393; - Çıkarması 76
79-81, 83-85, 87-92, 118, 143, 185,
sosyal m eşruiyet 374
222, 316, 330, 368, 371, 372, 446, 448, 450, 452, 487; - m eşruiyet 80,
sosyalist 30, 76, 83, 111, 134, 138, 277, 286, 315, 334, 352, 360, 363, 368,
86, 360, 361, 368-370, 372, 448, 449; - m üesseseleşm e 368; - tarih 15, 104, 4 6 1 ,4 9 4 , 528, 533, 537 Siyonist Kongre (bkz. Birinci Siyonust Kongre) 378-380, 382, 389 Siyonizm 373-376, 378, 379, 381 Slav; merkezî - cumhuriyetleri 467
375,41.8, 4 6 5 ,4 6 6 ,4 7 8 , 496, 530 sosyalizm 248, 340, 342, 362, 363, 366, 374 Sovyet 49, 71, 7 2 ,1 1 3 ,1 1 4 , 116, 125, 138, 1 5 6 ,1 6 7 , 1 8 6 ,1 9 7 , 210-212, 215, 216, 227, 228, 240, 241, 250, 259, 270. 281. 337. 340. 342. 349. 352.
Stratejik D erin lik
353, 362, 399, 410, 417, 418, 439,
508, 524, 527, 551, 555; - pragm a
465-468, 470, 472, 473, 481, 484, 489, 530, 531, 542; - İmparatorluğu
tizm 254; - Üçgen Mekanizması 353; - zihniyet 17-19, 23, 29-31, 34, 46, 58, 59, 62, 63, 65, 66, 69, 97, 352, 372, 406, 456, 472, 481, 488, 495, 529, 546, 555, 560, 563
78, 181, 465; - Paktı 201; - sistemi 4 6 5 ,4 6 6 , 467; - sonrası dönem 148, 193, 4 6 5 ,4 8 9 ; - Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bkz. SSCB soyutlam a 2 söm ürge 1 6 ,1 8 , 39, 52-54, 66-70, 83, 86,
su; - meselesi 137, 335, 337, 338, 357, 4 0 3 ,4 0 4 , 4 1 2 ,4 1 3 , 440; - yolları 110, 1 2 4 ,1 5 1 -1 5 3 ,1 5 7 -1 5 9 ,1 6 1 , 175, 1 8 1 ,193-195, 212, 213, 354
87, 100, 102, 1 0 3 ,1 1 3 ,1 3 3 , 1 3 4 ,1 4 0 142, 152, 175, 190-192, 196-198, 203, 207, 208, 215, 216, 225, 226,
Sudan 140, 362, 4 1 4 ,4 5 7
247, 248, 251, 2 5 7 -2 6 0 ,2 8 8 , 325, 326, 329, 333, 335, 339, 340, 346, 348-350, 3 6 1 -363, 368, 3 6 9 ,3 7 2 , 380, 382, 385, 396, 407,.408, 410,
Suriye 57, 1 0 8 ,1 1 2 ,1 3 5 , 1 3 8,140, 142, 144-14 7, 177, 179, 215, 221, 261, 330, 336, 338, 343, 346, 350-352, 3 5 5 -3 5 8 ,3 6 1 -3 6 4 ,3 6 8 ,3 7 0 ,3 7 1 , .
414, 450, 4 5 6 ,4 5 9 -4 6 1 , 465, 484, 494, 504, 513, 516, 526, 529, 539, 541-545, 547; - devrimleri 71, 72, 207, 215, 248, 259, 348, 3 4 9 ,4 1 0 , 484; -cilik 67, 71, 86, 133, 191, 200, 207, 215, 252, 256, 460, 504, 543, 562
3 9 1 ,3 9 2 , 396-405, 409, 410, 412416, 422,-425, 435, 443, 444, 526, 527, 558 Suudi Arabistan 3 5 ,1 4 0 ,1 7 6 , 285-287, 334, 355, 356-358, 363, 368, 371, 405, 4 1 1 ,4 1 2 , 421; - petrolleri 176
Südosteuropaische Halbinsel 121
sözde Kürt parlam entosu 401 Spinoza, Baruch 374 Spykman, N.J. 2, 51, 104, 1 0 5 ,1 0 7 ,1 0 9 , 132,
Sunda Boğazı 162, 255
135, 342, 457
Süveyş 157, 162,1 7 0 , 1 7 3 ,1 7 5 , 176, 180, 190, 255, 326, 343, 4 0 0 ,4 0 1 ; ~ bunalımı 259, 348, 354, 410 Svahili 267
Srebrenica 304
Şah 343, 421, 428, 4 3 0 ,4 3 1
SSCB 4, 30, 72, 75, 76, 82, 89, 105-108, 111, 1 1 2 ,1 1 4 , 117, 135, 148, 154-
Şahdeniz petrol yatakları 497
157, 159, 160, 166 -1 6 8 ,1 7 4 , 176, 188-200, 202, 2 0 3 ,2 0 7 , 210, 212, 221, 226, 239-242, 259, 260, 266268, 271, 278, 280, 281, 301, 323, 325, 336, 342, 343, 346, 351-353, 362, 366, 3 8 3 ,3 9 8 , 399, 411, 418, 419, 430-432, 434, 4 4 7 ,4 5 5 -4 5 8 , 463, 470, 472, 473, 477-479, 481, 483, 485, 4 8 9 ,4 9 6 , 521, 522, 525, 528,
529, 557
stepler 1 9 9 ,2 0 8 , 233, 239, 275, 3 3 2 ,4 5 9 Strabo 98 stratejik; ~ derinlik 8, 305, 554, 566; -
Şam 5 7 ,3 6 2 ,4 0 4 ,4 0 6 , 409 Şark Meselesi 134, 379 Şarlman 36, 3 7 , 429, 534 Şarlo 375 Şattü’l-Arap 362 Şerif ve Suud aileleri 366 Şeyh Edebali 91 Şeyh Şamil 54, 8 7 ,1 2 5 Şili 109 Şintoist 286 Şiraz 460 Taberiye gölü 425 Tac Mahal 273
eklemlenme 1 5 8 ,1 7 0 ; - eksen 158,
Tacik; ~ler 481, 4 8 4 ,4 8 5 ; ~ iç savaşı 481,
351, 4 3 1 ; - h a t 109, 1 1 0 ,1 1 2 , 171, 186, 188, 233, 305, 522; - kademelendirme 20, 209; ~ kimlik ve zih
Tacikistan 114, 245, 246, 250, 464, 468,
niyet M, 87; - kuşak 78, 11 2 ,1 14,
Tahkim yasası 516
142, 231, 281, 299, 3 0 5 ,3 0 9 , 320, 337; - planlama 11, 15, 17, 31, 34, 35, 4 0 ,4 1 , 43, 4 4 ,4 6 ,4 7 , 56, 61, 62, c c ->A -7K 1 ^ 0 175. 189. 275,
Tahran-Yalta-Potsdam özel görüşmeleri 105
486 4 6 9 ,4 8 6 , 496
taktik; - kademelendirme 2 2 ,4 7 , 50, 68, 451; - m anevra alam 53, 67
indeks
Taliban hareketi 4 8 2 ,4 8 6
Tunus 206, 243, 275, 346, 368, 371
tam pon ülke 213, 358
Turan 200, 428, 459, 460, 494; -cilık 8 9 Tuzla 303
Tanzanya 254 Tanzim at 81, 83, 85, 86, 205, 488, 539 Tarafsızlar Bloku 1 9 0 ,1 9 2 , 207, 208, 353, 4 1 0 ,4 1 1 ,4 1 5 ,4 1 8
Türk dış politikası 12, 23, 47, 53, 55, 71, 72, 122, 124, 147, 148, 158, 179, 183, 184, 197, 222, 224, 242, 282, 486,
tarafsızlık politikası 166, 358, 397
492 (bk2 . Osmaniı); - diplomasisi
Tarık Aziz 445 Tarık bin Ziyad 2 0 ,2 5 6 , 562
1 1 7 ,1 4 7 , 281, 488, 508; - Dünyası 45, 69, 221, 222, 223; - kimliği 466;
tarım havzaları 137-139, 217, 255
--A Jm an ilişkileri 530, 532, 533;
tarih; - analizi 8; ~ bilinci 29, 59, 60, 544; - derinliği 6, 327; - hafızası 60, 373; - î derinlik 6, 8 ,1 9 9 , 274, 352, 426, 430, 527, 534, 540, 553, 554, 566; ~\ m iras 41, 42, 65, 66, 69, 79, 83, 93, 132, 190, 315, 316, 331, 396, 410, 451, 548; -sizleşm e 5.9, 407, 408
Tarihin Sonu 87, 136, 253, 294 tasvir 1-3, 6-8, 10, 11, 553, 554 Tataristan 467 Tayland 108, 285
-çü lü k 68, 69, 84, 89, 257, 460, 461 Türk Tarih Kurumu 82 Türkistan 458, 460 Türkiye; - Cumhuriyeti 23, 30, 70, 90, 122, 143, 196, 515, 559; - jeopolitiği 117 Türkmenbaşı 485 Türkmenistan 125, 181, 463, 469, 485, 486 Ukrayna 160, 190, 193, 194, 214, 235, 275,
280, 468, 473, 480, 522
ulus-devlet 6, 7, 15, 16, 18, 25, 66, 69,
TBMM 48, 49
102, 200, 248, 249, 251, 310, 329,
Tebriz 147
330, 333, 335, 338, 339, 340, 349,
teknoloji casusluğu 26-28
361,
Temas Grubu 260, 322
408, 418, 450, 451, 466, 484, 514, 5 1 5 ,5 3 7 , 558
Tengiz petrol kaynaklan 463 terör 62, 84, 88, 108, 142, 1 4 5 ,1 4 6 , 178, 242, 252, 291, 326, 386, 399-401, 412, 414, 422, 438, 439, 441, 442, 447, 449
Terra ultra Oceanum 99 Tevrat373, 374, 386 The Geographical Pivot ofHistory 104
362, 373, 377, 380, 384, 407,
Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği 244 ulusçuluk 90, 407 uluslararası; ~ düzen 16, 165, 230, 232, 233, 288, 294, 344, 345, 347, 477, 518; ~ ekonomi-politik 24, 25, 76, 78, 197, 208, 2 1 0 ,2 1 8 , 263, 279, 282286, 288, 332-334, 344, 345, 384,
Thucydıdes 15
385, 464, 4 6 5 ,4 6 9 , 470, 471, 474,-
Thyrasymakhos 15
476, 478, 479, 482, 483, 504; ~
Tianenm en 27, 477
hukuk 18, 26, 27, 54, 75, 1 10, 112, 114, 118, 122, 123, 173, 225, 226,
Tibet 4 3 7 ,4 7 7 ,4 7 9 Timur 113, 456, 459, 460 Tito, losip Broz 301
242, 259, 289, 292, 293, 296, 304, 305, 310, 344, 393, 437, 442, 443,
Topographia Christiana 99
481, 507; - ilişkiler teorisi 16; ~
totaliter; - rejim 248; ~ ve baskıcı yapılanma 366
69, 71, 74-78, 83, 87, 107, 118, 200,
kamuoyu 294, 305; - sistem 18, 66-
Trablusgarp Savaşı 54, 153
210, 225, 226, 254, 282, 287, 292-
Trabzon 147, 161
294, 339, 344, 346, 368, 369, 380,
Trans-Atlantik örgütü 186
391, 396, 4 3 3 ,4 6 9 , 471, 479, 496,
Transilvanya 302
497,
519; - strateji 372, 377, 522
Transkafkasya 111
Um m an 260, 414
Transkontinental Blok 476
Uraî-Hazar hattı 456
Tuna 38, 1 2 9 ,1 5 2 ,1 5 7 , 159, 160, 195, 196, 276, 301, 302, 309, 320, 447,
Urallar 2 0 0 ,2 0 1 , 212, 213, 281, 282 Urfa 406
S tratejik D erinlik
Uzak Doğu 43, 226, 457, 463
379, 389; -1er 329, 330, 351, 374; —ilk 373
Üç Tarz-ı Siyaset 84 üçkutupluluk ( tripolarity) 353
Yahudi Nörozu 373
üçlü dengeler diyalektiği 355
yakın çevre kuşağı 215
üçüncü dünya 46, 385
yakm deniz 12, 555; - havzası 554, 558,
Ü çün cü Lateran Konsili 376
560; ~ kuşağı 180
Ü çün cü Rom a ideali 315
Yakın Doğu 121
Ürdün 108, 243, 336, 346, 355,-360, 362, 363, 368, 371, 383, 413, 416, 421, 4 3 5 ,4 4 1
yakın havza stratejisi 318
Ürdün-Fiiistin-Lübnan üçgeni 355
yakın kıta; ~ bağlantıları 560; - havzası
Vahhabi ayaklanması 206
yakın kara 12, 555; - havzası 554, 558, 560 5 5 4 ,5 5 5 , 560
Van 147
Yavuz Sultan Selim 206, 460
Vancouver 243, 244
Yemen 1 4 0 ,1 5 3 , 356; Güney - 1 0 8 ,1 3 5
Varşova Paktı 108, 1 2 5 ,1 5 6 ,1 6 0 , 168, 201, 229, 2 3 9 ,2 4 2 , 361, 3 9 6 ,4 3 4 ,
Yeni Dünya Düzeni 51, 85, 110, 139, 229,
519, 521, 525, 531 vatandaşlık 51, 79, 85, 3 2 0 ,4 4 8 ,4 4 9 Vatikan 351, 408 Veraset Savaşları 210 Verdun Anlaşması 534 Versay 61 Vietnam 107, 108, 1 0 9 ,1 1 4 , 203, 227, 469; - Çıkarması 226 Vistül Irmağı 212, 213 Vişegrad 304 Viyana 256, 460, 563; - Kongresi 61, 85, 518, 535; - Kuşatması 66 Vladivostok 243, 244 Volga 1 5 2 ,1 5 7 , 1 6 1 ,1 9 3 , 213, 277, 460 Voyvodina problem i 231, 300 W agner 121 W akhan Koridoru 1 0 8 ,1 1 3 , 480 W ashington 445; - Zirvesi 186, 211, 225, 230, 235, 236, 299 W eim ar Cumhuriyeti 35 W eizmann, Ezer 424 West-jRest(Batı-DiğerIeri) 3, 253, 544 Westfalya (Westphalia) Anlaşması 15, 66, 200; ~ düzeni 16, 537; - sistemi 1 0 2 ,2 0 0 ,5 1 8 ,5 3 5
W!ıaî isAsia îo Us? 204 W ilson Prensipleri 380 Yahudi; - aydınlanması 374, 376, 378; cem aati 377; - finansm anı 388; ~ göç hareketi 380; - göçü 141; ~ hukuku 377; ~ kimliği 329, 373, 376;
244,
293, 335, 340, 341, 344, 390,
4 1 9 ,5 1 7 yeni düzen 85, 344, 345, 517 Yeni Zelanda 105 yeni-gelenekçi tepki 534 Yeni-Osmanlıcılık 84, 85, 90 yerellik 71, 374, 375, 383, 389 Yermuk 336 Yıldız Savaşları 4, 326 Yılmaz, Mesut 314 yönlendirm e 1-3, 8, 10, 11, 553 Yugoslavya 41, 1 1 1 ,1 2 1 , 177, 207, 292, 294-296, 299-301, 307-313, 315, 319, 323,
340, 350, 447, 523, 524, 536
Yunan; - adaları 171; - donanm ası 153; İç Savaşı 108; - m edeniyet havzası 215; ~ m ekan idraki 98; unsur 315 Yunanistan 41, 54, 7 2 ,1 2 3 ,1 2 9 , 144, 1 4 5 ,1 4 7 ,1 4 8 , 152, 154, 156, 157, 1 5 9 ,1 7 0 -1 7 4 , 177, 179, 184, 237, 238,
275, 277, 278, 291, 301, 302,
311, 315, 319, 320, 4 0 1 ,4 0 3 , 422, 424, 425, 445, 446, 504, 506-508, 5 1 1 ,5 1 2 ,5 2 3 , 532 Yusuf Akçura 84 Yüz Yıl Savaşları 20 zam an ~ algılaması 2 9 ,9 7 ; ~ idraki 6; ~ ve m ekan derinliği 7; Zedung, Mao 542 Zepa 304
- kültürü 384; - Meselesi 339, 373,
Z e u n e A 121
375, 376, 379, 380, 381, 389; - tarihi 376, 378, 382, 388; - teolojisi 373,
Zvornik 30
Zeytindağı 409
DATE DUE Please return the b
ÖC3K ZİİTİ
2 B J AM 2011
..
£ o ll. o