ANTHONY GIDDENS Kapitalizm ve M odem Sosyal Teori
ANTHONY GID D EN S 1938'de Londra'da doğdu. Hull Üniversilesi'ndc sosyoloji ve psikoloji öğrenim i gördü. London School o f Econom ics’de yüksek lisans, Cam bridge O niversitesi’nde doktora yaptı. 1961 yılından itibaren dünyanın b irço k ülkesindeki üniversitelerde ders veren Giddens. 1 9 8 6 ’da Cam bridge Üniversitesi’nde profesör oldu. Yaşayan en etkili toplumsal kuram cılardan olan, çeşitli ödüllerin sahibi Giddens’ın Türkçe'ye çevrilm iş bazı kitapları şunlardır: M ahrem iyetin Dönüşümü (A ynnu, 1 9 9 4 ); Sosyoloji: E leştirel B ir Y aklaşım (Birey, 1 9 9 4 ); M ax W eber Düşüncesinde Siyaset ve Sosyoloji (Vadi, 1 9 9 6 ); M odernliğin S o n u çlan (A ynnu, 1 9 9 8 ); ile ri T op lam ların S im } Y apısı (Birey, 1 9 9 9 ); T oplu mun Kuruluşu (Bilim ve Sanat, 1 9 9 9 ); Üçüncü Yol-Sosyal D em okrasinin Yeniden D irilişi (B irey, 2 0 0 0 ); Elimizden K a ç ıp G iden D ünya (Alfa, 2 0 0 0 ); Sosyoloji (Ayraç, 2 0 0 0 ); M odernliği A nlam landırm ak (Alfa, 2 0 0 1 ); Sağ ve Solun Ötesinde (M etis, 2 0 0 2 ); Sosyal Teorinin T em el P roblem leri (Paradigma, 2 0 0 5 ).
Capitalism and m ode m social theory An an alysis o f the writings o f M arx, Durldieim an d M ax W eber
© 1984 Cambridge University Press İletişim Yayınlan 1367 • Politika Dizisi 74 ISBN-13: 978 -9 7 5 -0 5 -0 6 3 0 -3 © 200 9 İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2009, İstanbul 2. BASKJ 201 0 , İstanbul ED/TÖR Kıvanç Koçak DlZt KAPAK TASARIMI Utku Lomlu KAPAK Suat Aysu; UYGULAMA Hüsnü Ahbas DÜZELT! Ceren Kınık
BASKI ve C İL T Sena Ofset Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi В Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 3 4010 İstanbul Tel: 2 1 2 .6 1 3 03 21
İletişim Yayınları Binbirdirek Meydanı Sokak İletişim Han No. 7 Cagaloğlu 3 4 1 2 2 İstanbul Tel: 2 1 2 .5 1 6 22 6 0 -61-62 • Faks: 2 1 2 .5 1 6 12 58 e-mail: iletisim @iletisim .com .tr • web: www.iletisim.com.tr
ANTHONY GIDDENS
Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori Marx, Durkheim ve Max Weber’in Çalışmalarının Bir Analizi Capitalism and modem social theory An a n a ly sis o f th e w ritin gs o f M arx, D u rkh eim a n d M ax W e b er ç e v i r e n Ümit T atlıcan
M.C.G. için...
İçindekiler
-............ 9
Teşekkü r.............. Önsöz........................................................ G ir iş
.......................................................
KISIM
1
Marx 1. Marx'in Erken Dönem Yazıları..................... 2 . Tarihsel Materyalizm
3. Üretim İlişkileri ve Sınıfsal Yapı............... 4 . Kapitalist Gelişme Teorisi.
kişim
—.......... 27
....................................
51 75
................................................ 91
2
Durkheim 5 . Durkheim'ın Erken Dönem Çalışmaları— ..................... 119 6 . Durkheim'ın Sosyolojik Yöntem Anlayışı....................... 143 7 . Bireycilik, Sosyalizm ve "Meslek Grupları"................... 161 8 . Din ve Ahlâkî Disiplin........................................................ 175
KISIM
Max Weber 9.
197
Protestanlık ve Kapitalizm.................................
1 0 . VVeber'in Metodolojik Yazıları
_...........................217
1 1 . Sosyolojinin Temel Kavramları........................................ 235 1 2 . Rasyonelleşme, "Dünya Dinleri" ve Batı Kapitalizmi.............................................................267
KISIM
4
Kapitalizm, Sosyalizm ve Sosyal Teori 1 3 . Marx'm Etkisi.
............................. — .... ........
1 4 . Din, İdeoloji ve Toplum..
„ 291
....................................... , 319
1 5 . Toplumsal Farklılaşma ve İşbölümü............................... 345 Sonsöz: Marx ve Modern Sosyoloji........................................... 371
K a y n a k ç a .............................................................................................................................
377
Teşekkür
Bu kitabın bazı bölüm leri için seçtiğim m akaleleri okuyan ya da yorumda bulunan aşağıdaki kişilere m innettarlığım ı belirt mek isterim : Jo h n Barnes, Bail Bernstein, Jo h n Carrol, Percy C ohen, N orberl Elias, Geoffrey Ingham , Terry Jo h n so n , Gavin M ackenzie, Ilya Neustadt ve Irving Zeitlin. Bütün m etni göz den geçirenlere ise ayrıca teşekkür etm em gerekir: M artin Albrow, Tom Bottom ore, David Lockw ood, Steven Lukes ve Jo h n Rex. Ayrıca Barbara Leonard, Laurette M ackenzie ve Brigitte Prentice; ve karım Ja n e Giddens'a teşekkür ederim.
9
Önsöz
Die Vernunft hat immer existiert, nur nicht immer in der vernünftigen Form. Marx*
Bu kitap, sosyologlar arasında yaygın bir kanı olan, çağdaş sosyal teorinin köklü bir revizyona ihtiyacı olduğu görüşü et rafında yazılm ıştır. Böyle b ir revizyon m o d em sosyolojin in tem el referans çerçevelerini oluşturan yazarların çalışm alarıy la başlamalıdır. Bu bağlamda özellikle üç yazar önem kazanır: M arx, D ürkheim ve W eber. Bu kitapta iki temel am acım var: İlk olarak, bu üç yazarın sosyolojik düşüncelerinin titiz, ancak kapsam lı bir analizini yapmak; ikinci olarak, M arx’m karakte ristik görüşleri ile diğer iki yazarın görüşleri arasındaki bazı temel farklılıkları incelem ek. “M arksist sosyoloji” ve “bu rju va sosyolojisi” ilişkisi üzerine genel bir değerlendirme yapma yı düşünm üyorum . Ancak kitabın, bu konud aki tartışmaları kuşatan, oldukça dolambaçlı iddialar ve karşı-iddialan açıklı ğa kavuşturmaya yardımcı olacak hazırlık niteliğinde bir göre vi başaracağını umuyorum. Yakın dönem bilim sel çalışm alar da bu üç yazarın yazılarının temel boyu d an aydınlatılsa bile, analizim in bu alanda yapılmış bazı çalışm alardan büyük ölçü de farklı olduğuna inanıyorum. Kuşkusuz, bu kitapta incelenen yazarlann çalışm alannın sos yolojide vücut kazanm ış toplum sal düşünce akım lan n ın en ( * ) Akıl h er zaman var oldu, fakat her zaman m akul tarzda değil - ç.n.
11
önemlileri olduklarım iddia etmiyorum. Aksine, 1 8 2 0 -1 9 2 0 yıl lan arasındaki yüz yıllık dönemde toplumsal düşüncenin en be lirgin karakteristik özelliği, pek çok farklı sosyal teori biçim inin geliştirilm iş olmasıdır. M arx’m çağdaşlan Tocqueville, Comte ve Spencer gibi isimlerin çalışm alan modem sosyolojinin prob lemleriyle ilişkisini belirli ölçüde sürdürmektedir ve onlan bu kitapta ayrıntılı bir tartışma konusu olarak almak muhtemelen daha mantıklı olacaktı. Kısmen yer darlığı yüzünden, kısmen de M arx’in günüm üzdeki etkisinin bu yazarlarınkinden çok daha kapsamlı olması (daha doğrusu, M arx’in çalışm alarının daha geniş bir entelektüel içeriğe sahip olması) nedeniyle böyle bir karara vardım. Aynca egemen m odem sosyal teori alanlannın çoğu, ciddi ara değişiklikler ve eklemeler yapılsa da, sonuç ta kitapta odaklandığım bu üç yazara götürülebilir. Marx’m ça lışmaları açıkça çağdaş neo-M arksist anlayışların temel kaynağı dır. Durkheim’m yazılan “yapısal-işlevselciligin” egemen ilham kaynağı olarak alınabilir. En azından m odem fenom enoloji tür lerinin kaynaklan doğnıdan veya dolaylı olarak Max W eber’in yazılarına kadar götürülebilir. Ayrıca sosyal tabakalaşma, din sosyolojisi gibi çok özel sosyoloji alanlarında Marx, Durkheim ve W eber’in etkisi temel önemde olmuştur. D u rk h eim ’ın, arkad aşı ve m eslek taşı H am elin’le b irlik te Kant üzerine yazdığı kitabının girişinde belirttiği gibi, fark lı bir dönem in fikir adam larının düşüncelerini betim sel ola rak ortaya koymak isteyen biri belirli bir ikilem le karşı karşı yadır. Ya yazann çalışm alarındaki term inolojiyi kullanır ya da onun terim lerini bilinçli olarak m odernleştirir ve böylece ana lizinin ilgili yazarın fikirlerini doğra olarak yansıtmaması ris kiyle karşı karşıya kalır. Bu ikilem M arx, D urkheim ve W e ber’in toplum sal d ü şü n celerin in günüm üzle ilişk isin i a n a liz ederken ciddi problem ler yaratmadı. Bu tür sorunların ya şandığı durumlarda asıl deyim leri olduğu gibi bırakmayı ter cih ettim. Ancak bu kitapta çalışm aları analiz edilen yazarlar örneğinde, yaşanan temel güçlükler kültürel olarak Almanca veya Fransızca’ya özgü terim lerin İngilizce kullanım larıyla il giliydi. G eist ya da représentation collective gibi terim lerin tn12
gilizce’de tam karşılıkları yoktur ve bu terim ler ilgili dönem de Britanya, Almanya ve Fransa arasındaki bazı gelişme fark lılıklarını yansıtır. Bu sorunları, asıl m etinlerde yer alan özel anlam farklılıklarına gereken dikkati göstererek ve alıntılar ya parken m evcut İngilizce çevirilerde sıkça düzeltm eler yaparak çözm eye çalıştım . Elinizd eki kitap eleştirel değil açık lay ıcı ve karşılaştırm a lı bir çalışm adır. M üm kün olduğu ölçüde “şim diki zam an” ka lıbını kullanarak, bu yazarların günüm üz açısından önem ini vurgulamaya çabaladım . M arx, D ürkheim ve W eber’in çalış m alarındaki zayıflıkları veya belirsizlikleri ortaya koymak ye rine, her birinin yazılarındaki iç bütünlüğü gösterm eye uğraş tım. A ynca bu üç şahsiyetin yazılarında yer alan düşüncelerin kaynaklarını ortaya çıkartacak bilim sel bir gezintiden m üm kün olduğu kadar uzak durdum. A ncak üçü de polem ikçi bir tarzda yazdığı için, diğer yazarlar ve düşünce geleneklerine re feranslardan tamamen kaçınm ak m üm kün olmadı. Burada ça lışm aları analiz edilen üç yazarın toplum sal ve tarihsel “kök lerini” bir ölçüde öne çıkardım , çünkü bu onlan n yazılarının uygun bir yorum u için önem liydi. Bu üç adam ın kişilikleri çarpıcı karşıtlıklar sergiler ve bu karşıtlıklar kuşkusuz onların sosyal teorilerinin açıklanm ası bakım ından önem lidir. Fakat bunları dikkate almadım, zira asıl am acım kitapla ele alman yazıların “nedensel” kaynaklarını ayrıntılı olarak analiz etm ek değildi. Sadece üçü arasındaki bazı karm aşık entelektüel iliş kileri ortaya koymaya çalıştım. So n u ç bölü m lerin d e, D urkheim ve W eb e r’in çalışm aları nı doğrudan karşılaştırm ak yerine, M arx’m yazılarını referans n oktası olarak aldım . M arx'in yazılarıyla D urkheim ve W e ber’in yazıları arasındaki yakınlıklar ve farklılıkları değerlen dirm ek M arx’in ilk çalışm alarının gecikm eli yayımı nedeniy le zordur. Nispeten yakın bir dönem de, D urkheim (1 9 1 7 ) ve W eber’in (1 9 2 0 ) ölüm ünden yaklaşık on yıl sonra yaşanana benzer biçim de, M arx’in yazılarının fikri içeriğini onun d ü şüncesini değerlendirebilm ek için temel önem de olan, ancak yazıldıklarından yaklaşık yüzyıl sonra basılabilen çalışm aları 13
ışığında ele alm ak m üm kün olm uştur. M arx’in yazılarına iliş kin açıklam am da, savaş sonrası birçok Marksist bilginin tiranlaştırdıgı Marx’in “genç” ve “olgun” dönem çalışm aları dikotom isinden uzak durmaya çalıştım . 1 8 5 7 -5 8 ’de K ap ital'e ha zırlık olarak yazdığı n otlar ( G ru n d risse d er K ritik d er p o li tischen Ö k on om ie) d ik katlice incelendiğinde, M arx’in erken dönem yazılarındaki perspektifini aslında terk etmediği açık ça görülür. Ancak pratikte bu gerçeği takdir edenler M arx’in d üşü ncesini analiz ed erken , d iğer yazılarını dikkate alm a dan, sadece bazı yazılarına yoğunlaşma eğilimi gösterirler. Ben M arx’in çalışm asında K apital'in temel yerini koruyarak daha dengeli ve bütüncül bir analiz yapmaya çalıştım. M arx bir tarafa bırak ılırsa, D urkheim gibi kaderi sü rekli yanlış anlaşılm ak olan çok az toplum felsefecisi vardır. Durkheim ’ın teorik yazıları yaşadığı dönemdeki çoğu eleştirm en ta rafından kabul edilem ez, m etafizik bir “grup aklı” terim inin cisim leşm esi olarak alınm ıştır. Daha yakın dönem deki olumlu yorumlarda bu yanlış anlama büyük ölçüde giderilmiş, ancak bu sefer tüm vurguyu fiilen D urkheim ’ın “işlevselcilik” anlayı şına yapan bir başka yorum geçirilm iştir. Bu kitapta D urkheim’ı bir tarih felsefecisi olarak kurtarm aya çalıştım . D urkhe im sosyolojide tarihsel boyutun tem el önem ini her zaman vur gulamıştır ve bu vurgunun D urkheim ’ın düşüncesi hakkında genelde yapılandan oldukça farklı bir değerlendirmeye götür düğüne inanıyorum . D urkheim esasen “düzen problem i”yle d eğ il, belirli b ir toplum sal değişm e anlayışından h areketle “düzenin değişen doğası problem i”yle ilgilenmiştir. W eber’in yazılan bu kitapta analiz edilen yazıların belki de en karmaşık olanıdır ve onları genel düzeyde ele almak kolay değildir. Bu özelliğin, W eber’in çalışmasındaki temel tutarlılığı kavramaya yönelik bazı ikincil açıklamalan başarısızlığa ittiğini düşünüyorum. W eber’in katkılannın çeşitliliğinin onları tek bir yazılar toplamı kılan epistem olojik ilkelerin bir ifadesi olduğu nu söylemek sadece görünüşte bir paradokstur. W eber’in fark lı alanlardaki farklı yazılannı birleştiren temel hareket nokta sı onun radikal yeni-Kantçılıgıdır. Bazı önemli noktalarda, W e14
ber’in sosyal teorisi ile Durkheim ve M arx’in teorileri arasın da giderilmesi olanaksız farklılıklar yaralan da bu özelliktir. Bu farklılıklardan bir kısmı son bölümlerde analiz edildi. M u htem elen son bir n oktan ın daha b elirtilm esi gerekir. Sosyologların her zam an teorilerin form üle edildikleri top lum sal bağlam ların bilincind e olm aları gerektiğine inanıyo rum. Ancak bunu vurgulam ak, belirli bir anlayışın “geçerli liğinin” sadece onu yaratan koşullarla sınırlı olduğu şek lin deki tam am en rölativist bir konum u benim sem eyi gerektir mez. M arx’in yazılarının kaderi bunun bir kanıtıdır. M arx’in teorisinin kapitalist gelişm enin ilk evresinde formüle edildi ğini ve Batı Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin sonraki dene yim lerinin, ilk kez M arx’in ana çerçevesini oluşturduğu dü şünceden özünde farklı bir M arksizm yorum unu b içim len dirm eye hizm et ettiğini öne sürdüm. Her pratik teori biçim i kendi Aziz Paul’üne sahiptir ve bu sonuç belirli sınırlar dahi linde kaçınılm az olarak görülebilir. Ancak bunu ifade etm ek, kapitalizmin sonraki gelişim inin M arx’i “yanlışladığı”nı iddia eden m evcut görüşü kabul etmeyi gerektirm ez. M arx’in yazı lan günümüzde bile, sonraki diğer yazarlarınkinin aksine, de ğerli bir toplum ve tarih anlayışı sunar. Aradaki farklılıklann bilim sel teorilerin am pirik testlerle “doğrulanabileceği” veya “yanlışlanabilecegi”ni savunan geleneksel anlayışla açıklana bileceğine inanm ıyorum . Ancak M arx’m yazıları da ampirik referanslara felsefi teorilerde karşılaşılan türde bir direnç ser gilemez. Sosyoloji ve toplum felsefesi arasındaki sınır çizgisi ni belirlem ek zor olsa bile, böyle bir sınırın varlığı inkâr edile mez. Sosyologlann kendi disiplinlerinin alanım , önerm elerin ampirik olarak kolayca sınanabileceği alanlarla sınırlandırm a ya çalışm alarının bir hata olduğundan kesinlikle em inim . Bu, so sy o lo jin in h ay a ta y a b a n cı ( leb en sfrem d ) kılındığı verim siz bir şekilciliktir ve bu yüzden sosyolojik perspektifin hepim i zin katkıda bulunm ası gereken temel sorunlarıyla ilişkisizdir. ANTHONY GIDDENS
3 M art 1971
15
Giriş
Lord A cton, 1 8 9 5 ’te C am bridge’te verdiği b ir a çılış d ersin de, Avrupa’da modern çağı daha önceki çağdan ayıran “açık ve net b ir sınır çizgisi” bulunduğuna dair inancını ifade eder. M odern Çağ, O rtaçag’dan “norm al bir sıra içinde, doğal bir çöküşün dış belirtileriyle” ortaya çıkm am ıştır: O beklenm ed ik şekild e, bir yen ilik h u ku ku altında, süreklili ğin eski saltanatına son veren yeni b ir şey ler düzeni yaratm ış tır. O günlerde K olom b egem en dünya kavrayışlannı yıkm ış, ü reıim , zenginlik ve güç ilişkilerini tersin e çevirm iştir; o gün lerde M achiavelli, yön etim i hu ku ku n kısıtlam asınd an ku rtar m ış, Erasm us antik bilim in akışını H ıristiyan kanallardan d in dışı alana kaydırm ış, L uıher otorite ve geleneğin zincirlerinin en gü çlü halkasını kırm ış ve K o p em ik ilerlem enin zam anının geldiğini gösteren yenilm ez bir gü ç yaratm ıştır... O yeni bir hayatın uyanışıydı; böylece dünya ö nceden bilinm eyen etkile rin belirlediği farklı b ir yörüngede ilerlem eye başlıyordu .1
A cton, Avrupa’da geleneksel düzenin bu çöküşünün tarih b ilim in in g elişm esinin ana kaynağı olduğunu söyler. G ele
l
Lord Acton, Lectures on M od em H istory (Londra, 1 9 6 0 ), s. 19.
17
neksel toplum , tanım ı gereği, daima geçm işe bakar ve geçm iş onun bugünüdür. Aslında tam da bu yüzden asla “tarih ”le il gilenm ez; dûn ve bugünün sürekliliği, “ne oldu” ve “n e o l m akta” arasında çizilen ayrım lardaki açıklığı en aza indirir. B ir tarih b ilim in in varlığı, bu yüzden, değişim in h er yerde m evcut olduğu bir dünyayı ve daha özelde geçm işin bir ö l çüde insanların kurtulm aya çalıştıkları bir yüke dönüştüğü bir dünyayı gerektirir. M odern çağın insanları, içinde d ün yaya geldikleri koşulları artık her zaman m ecburen verili bir şey olarak kabul etm ez, aksine geleceği arzularına uygun b ir kalıba sokm ak için gerçekliğe iradelerini em poze etm eye ça lışırlar. Rönesans Avrupası tarihe karşı bir ilgi yaratm ışsa, sanayi Avrupası da sosyolojinin ortaya çıkış koşullarını hazırlam ış tır. 1789 Fransız Devrim i’nin oldukça karm aşık bu iki olaylar seti arasında bir katalizör görevi üstlendiği söylenebilir. B ri tanya, genel ölçülere göre, belirli düzeyde dem okratik bir yö netim kuran ilk ülkeydi; ancak bu duruma siyasal bir devrim le ulaşılm am ış, Britanya’yı 17. yüzyıldan itibaren dönüştüren ekonom ik ve toplum sal değişme süreci ilerlem eci bir karak tere sahip olm uştur. Aksine Fransa’da devrim, genel özgürlük ve adalet ilkelerini uygulamaya geçirebilecek yeni bir toplum tasavvuru tem elinde esk i rejim in (ancien regim e) ayrıcalıklı, aristokrasi düzenini dram atik bir biçim de yıkm ıştır. 1 7 8 9 ’da benim senen İnsan H akları Bildirgesi “insan haklarından h a bersiz olma, onları dikkate almama veya hor görm enin kam u sal felaketin tek nedeni olduğu”nu ilan etti. Nitekim Fransız Devrimi nihayetinde 16. ve 17. yüzyılların laik rasyonalizm i ni toplum sal alana soktu. Ancak 1789’la kurum laşan siyasal değişim ler gerçekte toplum un daha derin, köklü yenidçn or ganizasyonunun bir ifadesi ve göstergesiydi; bu değişim yine Britanya'da egemen bir rol oynadı. Tarım a dayalı, el zanaatları üretim inden fabrika ve m akineleşm eye dayalı bir sanayi ek o nom isine geçiş, Britanya’da 18. yüzyıl sonuna doğru başlayan bir süreçti. Bu değişimin tüm etkileri 19. yüzyılda Britanya’da ve diğer önde gelen Batılı ülkelerde hissedildi. 18
Kuşkusuz sosyolojinin şekillendiği bağlamı, çoğu kez Fran sız D evrim i’nin siyasal iklim ini Sanayi D evrim i’n in yol açtı ğı ek o n o m ik değişim lere bağlayan olaylar sağladı. Bununla beraber, Batı Avrupa’daki farklı ülkelerin deneyim lerinin ne kadar farklı oldukları unutulm am alıdır. Zira 19. yüzyıldaki temel toplum sal düşünce geleneklerindeki farklılıkların kay nağı bu farklı deneyimlerdir. Sosyologlar günüm üzde, bu sü recin gerektirdiği karm aşık boyutları göz ardı ederek, 19. yüz yıl Avrupası’nda “sanayi toplum u”nun ortaya çıkışından yu muşak bir dille söz ederler. Ü ç tem el Batı Avrupa ülkesi Britanya, Fransa ve Almanya için 18. yüzyılın son yirm i-otuz yılı ekonom ik refahın geliş me dönem iydi. 19. yüzyıl sonunda Britanya’da ekonom ik ge lişm enin hızı diğer iki ülkenin gelişm e hızını epeyce geçm işti ve bu yıllar içinde bazı kapsam lı tekn olojik yenilikler, pamuk san ay inin organizasyonunda k ö k lü b ir dönüşü m e, böylece m akineleşm eye ve fabrika üretim inin hızla yayılm asına yol açlı. Ancak 19. yüzyıla girerken Britanya ekonom isinin nispe ten sınırlı bir kesim i Sanayi Devrimi’nden doğrudan etkilendi. Yirm i yıl kadar sonra resim ço k az değişm işti: Bunun tek is tisnası, yaklaşık elli yıl önce bir bü tü n olarak ekonom ide çok az önem e sahip olan pamuğun Britanya’nın önde gelen manüfaktür sanayisi haline gelm esidir.2 Britanya’yı 19. yüzyıl orta larına kadar gerçek anlamda bir “sanayi toplum u” olarak n i telem ek im kânsızdır. Fransa ve Almanya’da ise durum olduk ça farklıydı. Bu ülkeleri, günüm üzün kaba tabiriyle “azgeliş m iş” ülkeler olarak nitelendirm ek tamamen yanlış olacaktır.3 İki Kıta Avrupası ülkesi de, bazı açılardan, örneğin kültürel başarı standartları, özellikle edebiyat, sanat ve felsefe alanın da benzer İngiliz kazanım larım fazlaca elde etliklerini iddia edebilirdi. A ncak 18. yüzyılın ortalarından itibaren iki ülke de ekonom ik gelişm e düzeyi bakım ından açık ça Britanya’nın gerisinde kaldı ve ne Fransa ne de Almanya, Britanya’nın terk 2
Phyllis D eane-W . A. Cole, British E con om ic G row th (Cam bridge, 1 9 6 9 ), s. 18 2 -1 9 2 .
3
Krş. S. Landes, The Unbound Prom etheu s (Cam bridge, 1 9 6 9 ), s. 125.
19
ettiği liderliği yüzyıl sonraya kadar önem li ölçüde yakalam a yı başarabildi.4 Ayrıca Britanya ölçü olarak alınırsa, 19. yüzyılın ilk yarı sında ne Almanya ne de Fransa liberal burjuvazinin yönetim de güçlü konum a ulaştığı bir iç siyasal istikrar yakalayabil di. Fransa’da Restorasyon, yirmi beş yıl önce Jakoben lerin ya rattığı ilerlem e um utlarını yıkan gerici çıkarların ağır baskısı nın maddi ifadesidir. Devrimin yol açtığı siyasal ve toplumsal bölünm eler, 1789 olayları ve bunların dolaysız kötü sonuçla rı nedeniyle çözülm ekten ço k şiddetlendi; gerçekte, 1 8 7 0 ’lere kadar Fransa’da hiçbir rejim iktidarını yirmi yıldan fazla sürdüremedi. M arx’in entelektüel kariyerinin ilk dönem inde işa ret ettiği gibi, Almanya “m odem ulusların devrim lerini pay laşmadan restorasyonlarını paylaştı”.5 Ülke, gerçekte, 19. yüz yılın başında kesinlikle m odern anlamda bir ulus özelliği taşı mıyordu, aksine gevşek bir egem en devletler topluluğundan ibaretti: Bu sorun Bism arck yönetim i altındaki Prusya egemen konum unu Alm anya’n ın tam siyasal birliğini sağlam ak için kullanabildiği dönem e kadar bir çözüm e kavuşmadı. Marx’in ilk tarihsel materyalizm yorum larının kaynağı Al m an y a’n ın “g eri k a lm ışlığ ı” p ro b lem id ir. “G en ç H e g e lci” M arx, Almanya’nın önde gelen iki Avrupa ülkesini yakalam a sı ve geçm esini sağlayabilecek gerekli köklü değişimleri yarat mak için başlangıçta m evcut kuram ların rasyonel eleştirisinin yeterli olduğu görüşünü paylaşıyordu. Ancak ço k geçm eden, bu radikal-eleştirel tutum un, “pratiği” dışlayarak “teori”yle il gilenen tipik Alman tavrını sürdürm eye yardım cı olduğunu fark etti. M arx’in ifadesiyle, politikada “Almanlar diğer u lus ların neler y ap tık ların ı d ü şü n dü ler”.6 Tüm in san lık tarihini aklın veya ruhun tarihine dönüştüren Hegel’in sistem i bunun 4
Britanya'yla diğer iki ülke arasındaki ekonom ik gelişm e düzeyindeki farklılık lar, kuşkusuz 18. yüzyıl öncesine kadar götürülebilir. Û m cgin krş. F. Cronzcl, “England and France in cighteen Century: a com paralivc analysis o f lwo econom ic grow ths", R. M. Hartwell,Causes o f the industrial Revolution in Eng land (Londra. 1 9 6 7 ), s. 139-179.
5
K arl M arx, E arly W ritings, s. 45.
6
Karl M arx, E arly Writings, s. 51.
20
en m ükem m el felsefi örneğidir. Almanya daha fazla gelişecek se, diye loparlar M arx, felsefi eleştiri sadece fikirler düzeyin de kalmayıp, her zaman işlerlikte olan maddi güçlerin bilgisiy le tam amlanmalıdır. Çoğu yazar haklı olarak M arx’m yazılarında bir araya gelen üçlü etkiler bileşim ine büyük vurguda bulundu.7 M arx, önde gelen üç batı Avrupa ülkesi arasındaki toplum sal, ekonom ik ve siyasal farklılıklara bağlı olarak geliştirilen düşünce akım larının güçlü bir sentezini yapmayı başardı. Faydacı felsefey le yakın ilişki içindeki ekonom i politik, Britanya'da 19. yüzyı lın büyük bölüm ünde fiilen tek önem li sosyal teori biçim i ola rak kaldı. M arx, Adam Smith ve Ricardo’nun geliştirdiği temel önerm elerden bazılarını benim ser, fakat onları farklı Fransız sosyalist akım lar içindeki, burjuva toplum unun sonlu karak terini vurgulayan perspektiflerle birleştirir. Fransız sosyalistle ri M arx’m Paris’te yazdığı 1844 E ko n o m ik ve F elsefi E ly azm alan ’nda geliştirdiği ilk “geleceğin toplum u” tasavvurunun yakın kaynağıdır. Ekonom i politik ve sosyalizm i bir araya getiren ta rihsel boyut Hegelci diyalektikle sağlanır. M arx bu sayede Bri tanya, Fransa ve Almanya’nın farklı deneyim leri hakkındaki bilgilerini tutarlı b ir biçim de bir araya getirir, ancak aynı za manda toplum sal, ekonom ik ve siyasal yapıdaki bu farklılıkla rın teorik yorum u için bir temel sunar. M arx 1 8 8 3 ’le öldüğünde D urkheim ve W eb e r akadem ik k ariy erlerin in eşiğinde gen ç adam lardı. Z aten bu tarih ten sonra, önde gelen üç batı Avrupa ülkesinin toplumsal yapıla rı M arx’m temel görüşlerini geliştirdiği dönem den büyük öl çüde farklılaşm ıştı. Britanya’nın aksine, Fransa ve Almanya’da d evrim ci b ir po tan siyele sah ip işçi sın ıfı h a rek etleri siy a sal sistem de egemen rol oynamaya başlam ıştı. Bununla bera ber, bu hareketlerin etkisi, gelişen m illiyetçiliğin yükselişiy le dengelendi: Ö zellikle başarılı bir burjuva devrimi yaşama yan Almanya’da burjuvazi; devlet bürokrasisi, ordu ve yerleşik hiyerarşinin kontrolü altında işleyen güçlü otokratik bir düze 7
Krş. Lenin, “T he three sources and three com ponent parts of M arxism ", V. 1. Lenin, S elected W orks (Londra, 1 9 6 9 ), s. 20 -3 2 .
21
ne tâbiydi. Almanya’da, sosyalizm e karşı yasalara ragmen, Sos yal D em okrat Parti 1 8 7 5 ’ten sonra açıkça “M arksist” bir parti olarak gücünü artırdı. Ancak bu parti, yüzyılın sonuna doğru, devrimci duruşunu büyük ölçüde “tepeden” sanayi toplum una dönüştürülen bir ülkeye göre yeniden ayarlama gereği duydu. Bu bağlamda Engels, M arx’in ölüm ünden kısa süre önce sis tematik bir öğreti olarak M arksizm açıklam ası ve savunusuy la dolu bir dizi yazı yayımlamaya başladı - bunlardan en etki lisi Anti-Dülıring’lir. A nti-D ühring, bir yandan ütopik ve irade ci sosyalist teorilere karşı M arksist sosyalizm in “bilim sel” ka rakterini vurgularken, öte yandan Birinci Dünya Savaşı sonu na kadar M arksist çevreleri hâkim iyeti altına alan ve Sovyetler B irliğ inin resm î felsefesine dönüşen pozilivisı M arksizm in yo lunu açtı.8 M arx’m ölüm ünden sonraki on yıl -y a n i D urkheim ve W eber’in hayatlarının çalışm alarını biçim lendiren görüşle rini sağlam laştırdıkları d ö n e m - M arksizm in siyasal ve en te lektüel bakım dan önem li bir güç haline geldiği tem el bir dö nem dir. Engels’in etkisi alım da genellikle “M arksizm ”le öz deşleştirilm eye başlayan felsefi materyalizm, sosyal dem okra siye teori ve pratik ayrım ına im kân tanıyan temel teorik bir çerçeve sundu: Sosyal D em okrat Parti ismen devrim ci bir parti olarak kalsa bile, giderek daha reform ist bir yapıya büründü. Ancak aynı şekilde, bu partinin önde gelen sözcüleri, Britan ya’nın çok daha önceden dahil olduğu sanayileşmede ülkenin hızının kesilm esine yol açabilecek değişimlerin önem ini kav rayamadılar. 20. yüzyıl başında M arksistler ve onları eleştirenler arasında ki polem ikleri büyük ölçüde yönlendiren toplumsal gelişm e de “ükirler”in etkisi problem i bu zeminde değerlendirilm eli dir. Durkheim ve W eber, M arksizmin iddialarına yönelik eleş tirel değerlendirmelerinin hedefi olarak Engels, Kautsky, Labriola ve diğerlerinin felsefi materyalizmini aldı. Dolayısıyla li beraller ve M arksistler tartışmalarım benzer biçim de klasik ide alizm ve materyalizm dikotom isi etrafında yapılandırdılar. Böy8
22
George Lichıheim , M arxism, an H istorical and C ritical Study (Londra. 1964), s. 2 3 8 -2 4 3 .
lece, M arksist yazıların geçerliliği tartışm ası esasen fikirlerin sadece toplumsal gelişmede hiçbir “bağım sız” rol oynamayan “gölge-olgular” olup olm adıkları sorununa odaklandı. Kitap taki tem el hedeflerim den biri, M arx’in yazıları D urkheim ve W eber’inkilere karşıt sosyal teori biçim leri olarak alındığında bu tartışm anın gerçekte değersiz olduğunu gösterm ektir. Marx geleneksel felsefi idealizm ve m ateryalizm ayrım ından en az Durkheim ve W eber kadar uzak durmaya çalışır; Marx’m gö rüşleri ile “akadem ik” veya “burjuva” sosyoloji arasındaki ger çek farklılıkların kaynağım bulanıklaştıran şey bu köklü dikotom inin M arx’in idealizm e yönelik “m ateryalist” eleştirisiyle karıştırılmasıdır. Bu konu sadece oldukça yakın bir dönem de, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı M arksist bilim in m uazzam yeniden canlanışı sırasında açıklık kazanm ıştır. Kuşkusuz Rjazanov’un M arx ve E ngels’in yayım lanm am ış farklı yazılarını bir araya getirdiği M arx-Engels: Toplu Basım'\ ( G esa m ta u sg ab e) bu ilgi nin canlanışında önem li bir rol oynam ıştır. Bununla beraber, 1844 E ko n o m ik ve F elsefi E ly a zm a ları gibi çalışm aların yayım lanm ası, çözm eye yardım cı olduğu kadar birçok yeni yorum problem ine de yol açtı. Bu problem ler hem M arx’in yazıları nın iç doğası ve tutarlılığıyla hem de onun teorik konum uy la d iğer toplum felsefecilerin in k on u m ları arasın d aki fikri bağlantılarla ilişkilidir. Bu durumun yol açtığı girift sorunla ra kitabın yapısı içinde büyük ölçüde değindim. M arksizm ve “akadem ik” sosyoloji arasındaki çağdaş tartışm anın bazı kay naklarını değerlendirirken öncelikli görev olarak, çalışm ala rı m od em sosyolojinin kaynaklarını oluşturan bu temel dü şünürlerin yazılarındaki ana tem aları yeniden belirlem e gere ği duydum. Bu yüzden, kitabın ilk on iki bölüm ünde sırasıy la M arx, D urkheim ve W eber’in geliştirdikleri sosyal teori bi çim leri diğer ikisinden bağımsız olarak alm ıyor. Bu yazarların yazılarındaki önde gelen temaları kesin ve tutarlı bir biçim de form üle etm e ihtiyacı, onların düşüncelerini “m antıksal” veya olgusal “geçerlilik” bakım ından eleştirel bir analize tâbi tut m am ı engelledi. 23
Ü ç to parlayıcı bölü m d en ilkin d e (Bölüm 13 ) D urkh eim ve W eber’in kendi görüşlerini M arx’a atfettikleri düşünceler den nasıl ayırmaya çalıştıkları analiz ediliyor. Ancak bu gö rüşleri basitçe “yüzey d eğerleri”ne göre değerlendirenleyiz. Bölüm 14 ve 15'te D urkheim ve W eber’in önerm eleri bu açı dan ele alm ıyor ve onların yazıları ile M arx’inkiler arasında ki bazı temel paralellikler ve farklılıklar yeniden değerlendi riliyor. Son üç bölüm de M arx, D urkheim ve W eb er arasın daki bazı önem li karşılaştırm a çizgilerinin dikkate alınmadığı veya tamamen göz ardı edildiği vurgulanmalıdır. Buradaki en açık eksiklik onların benim sedikleri farklı m etodolojik görüş lerle ilişkilidir: İlk b a k ışta (prim a J a c ie ) en temel karşılaştırm a lı sorunlar burada yatar görünm ektedir. Bazı açılardan durum gerçekten böyledir; ancak kitabın tem el iddiası, bu yazarların baskın ilgilerinin önceki toplum biçim lerinin karşısına konu lan m odern “kapiıalizm ”in karakteristik yapısını betim lem e ye yönelik olduğu düşüncesidir. Son yirm i-otuz yıldır sosyo lojideki tipik vurgu form el bir “genel sosyoloji” arayışı yönün dedir. Böyle bir am aç övgüye değer olsa bile, m odern toplum sal d üşüncenin tem ellerini atan bu adamların çalışm alarının temel ilgi odağından uzaktır ve onların sosyal teorinin gün dem ine taşıdıkları problem lerin önem inin bulanıklaşm asında önem li etkilere sahiptir. Bu kitapta tanışılan üç yazardan h iç birinin -g en ellik le onlara yüklenen anlam d a- “tam kapsam lı” bir düşünce sistem i yaratmaya çalıştığına inanm ıyorum : G er çekte üçü de böyle bir girişim i kategorik olarak reddeder. Bu yüzden, onların çalışm alarının karşılıklı tamamlayıcı yanlannı vurgulasam da, geliştirdikleri perspektiflerin ve u laştıklan s o n u ç la n ıl niteleyicisi olarak vurguladıkları özel ve eksik kalan yanları da aktarmaya çalıştım .
24
K IS IM
Marx
1 Marx'in Erken Dönem Yazıları
M arx’in yazılarının b ir anlamda üç yüz yıllık zaman aralığı na uzandığı söylenebilir. M arx, 19. yüzyıldan yaklaşık yirmi yıl sonra dünyaya gelm esine ve yüzyıl bitm eden ölm esine rağ m en, yazılan 20. yüzyılda -k e sin lik le siyasal alanda ve m uhte m elen entelektüel d ünyada- büyük bir etkiye sahipti. Ancak kökleri 18. yüzyıla, 1789 Fransız Devrimi kaynaklı toplum sal ve siyasal değişim lerin patlak verdiği dönem e kadar uza nır. Bu yüzden, Fransız Devrimi’nin modern çağdaki yıkıcı et kilerinin resmedildiği Marx’in yazılan, 1789 Fransız Devrimi ile Rusya’da bu devrimden yaklaşık yüz otuz yıl sonra gerçek leşen Ekim Devrim i arasındaki doğrudan süreklilik çizgisinin bir anlatım ıdır. M arx’in çocuklu k dönem i hakkında ço k az şey bilinm esi ne rağmen, onun ergenlik dönem inden farklı yazı kırıntıları ve m ektuplar kalm ıştır. Bunlardan en eskileri M arx’in okul b i tirme sınavlarında yazdığı ü ç kısa denemedir. Bunların çok az gerçek önem veya özgünlüğe sahip oldukları açıktır, ancak bu yazılar M arx’in yetişkinlik dönem indeki çoğu yazısına ilham kaynağı oluşturan büyük bir am acın gösterg elerid ir.1 Bu üç 1
Kimi yorum cuların bu denemelerde M arx’in yazılan için tem el önem e sahip bazı tem alan belirlem eye çalıştıktan söylenebilir (K rş. A. C om u, K arl M arx et
27
denemeden en özgünü “G enç Bir Adamın M eslek Seçim i Üze rine D üşünceleredir. Bu yazıda, hayat boyu sürdüreceği mes leği seçm eye çalışan bir bireyin ahlâkî yüküm lülükleri ve ona açık özgürlük im kânlan tartışılır. M arx’a göre, ...b ir m esleği s e ç e rk e n b iz i y ö n len d irm esi g erek en “tem el ilke” insanlığın refahı, kendi m ükem m elliğim izdir. Bu iki il ginin birbirleriyle çatıştığ ı, birbirin i engellediği d üşünü lm e m elidir. A ksine, daha ziyade, doğası insana, sadece loplum unun m ükem m elliği ve refahı için çalışarak kendini gerçekleş tirebilm e im kânı sunar... T arih , evrensel için çalışarak ken di lerini soylulaştırana büyük insan d er.2
Bu bakış açısı, bir üniversite öğrencisi olarak M arx’i —felse fesinde kesinlikle kendini gerçekleştirm e, “kendi m ükem m elliğimiz”in doruğuna ulaşma teorisi b u lu n an - Hegel’i yakından incelemeye iter. M arx, 1837 tarihli bir m ektubunda, babasına Kant ve F ich le’nin felsefesini doyurucu bulmadığını ve sonun da, gençlik sevdası lirik şiirsellikten vazgeçerek Hegel “okya nusuna daldığını” yazar.3 A ncak başlarda bir öğrenci olarak Hegel’in felsefi sistem inden büyülense bile, M arx’in kör Orto doks Hegelci bir konum da olmadığı açıktır. M arx’in Hegelciliğin cazibesine ilk kapıldığı nokta Berlin’de öğrenciyken felse fe ve hukuk üzerine okum alarında tuttuğu notlarda görülebi lir.4 Kam çı “olan/olınası gereken” düalizmi, M arx’a, am açları na ulaşm ak için felsefeden yararlanmak isteyen bir bireyin is tekleriyle kesinlikle uyuşmaz görünür ve Marx bu görüşe ha yatı boyunca tamamen sadık kalır. Aynı itiraz Fich te’nin fel sefesi için de geçerlidir: Bu felsefe, m antık ve hakikatin (örn e ğin, sırasıyla m atem atik ve am pirik bilim le ilişkili) özellikleri ni insan öznenin sürekli gelişm ekte olan dünyaya m üdahale sinden ayırır. Bu yüzden, F ich te’nin hareket noktasının yerine F riedrich Engels (Paris, 1 9 5 5 ), c. 1, s. 6 5 -6 6 ). Ancak bu denem elerin en ilginç özelliği geleneksel ergenlik idealizmidir. 2
Writings o f the Young M arx on Philosophy an d Society, s. 39.
3
A.g.c., s. 4 0 -5 0 .
4
A.g.c., s. 42 -4 7 ,
28
“nesne bizzat kendi gelişim i içinde araştırılm alıd ır” görüşü nü benim seyen bir yaklaşım geçirilm elidir; yani, “h içbir keyfî ayrım yapılm am alı; şeyin mantığı/gerekçesi (rationale) ( Ver nunft) bizzat kendi çelişkililiği içind e ortaya çıkartılm alı ve birliği bizzat kendi içinde aranm alıdır”.5 M arx bu p ro b le m le ri tek başın a çö z e m ey eceğ in i an lar; bö ylece kaçınılm az olarak, kendi düşü nce çerçev esi içinde bir bütün olarak idealist Alman felsefesinin gelişm e sü reci ni -K a n t’ıan F ich te’ye ve oradan Hegel’e g e çe rek - araştırm a ya yönelir.6 Ancak M arx’i Hegel’e çeken ilk şey ne onun muaz zam kapsamlılığı ne de aslında felsefi öncüllerinin kendine has içeriğidir; aksine, klasik Alman felsefesinde, Hegel’in etkisiy le, Kant’ın temel m irasının biçim lendirdiği dikotom ik unsurlar arasında sağlanan kapanmadır. Hegel’in M arx üzerindeki et kisinin bir ölçüde bağımsız iki kaynağı vardır:7 Bu iki kaynak, H egelciliğe ve Hegel’in m uhafazakârlığına karşı farklı siya sal bakış açılarının bir karışımıdır. Bunlardan ilki, Berlin’deki dersleri M arx’i oldukça etkileyen Eduard G ans’ın öğretileridir. Gans, Hegel’i Saini-Sim onculukLan alınan güçlü bir unsurla zenginleştirir.8 Bununla beraber, M arx zaten gençlik dönem i nin başlarında kesinlikle Saint-Sim oncu düşüncelerle ilişkiliy di; kişiliğinin şekillendiği dönemde Saint-Sim on’un Marx üze rindeki etkisinin bazı açılardan Hegel’inki kadar büyük olduğu görüşü, bu etkinin bir kanıtı olarak verilebilir.9 M arx’in HegePi benim sem esinde rol oynayan ik in ci faktör onun B erlin Ü niversitesi “D oktorlar K ulübü”n e* üyeliğidir. 5
A.g.e., s. 4 3 ; Ergünzungsband (E rgd), c. 1, s. 5.
6
Krş. Roberı C. T ucker. Philosophy an d M ylh in K arl M arx (Cam bridge, 1 9 6 5 ). s. 3 1 -6 9 .
7
G en ç Hegel'in görüşleri üzerine, Georg Lukâcs’ın analiziyle karşılaştınnız: D er ju n g e H egel (Zürih ve Viyana, 1 9 4 8 ), s. 2 7 -1 3 0 .
8
Hans G û nlh er Reissner, Eduard Gatıs (T übingcn, 1965).
9
Bu görüş Georges Gurvitch tarafından kuvvetle vurgulanır: “La sociologie du je u n e M arx”. L a V ocation actu elle d e la socio lo g ie (Paris, 1 9 5 0 ), s. 5 6 8 -5 8 0 . Bu bölüm ikinci baskıda (1 9 6 3 ) “La sociologie de Karl M arx” başlıklı daha genel bir tartışmayla yer değiştirmiştir.
( “) "G enç H cgelcilcr" olarak bilinen çevre - e.n.
29
Marx bu çevrede Hegel’in genç izleyicilerinden oluşan -B ru n o Bauedin öne çık tığ ı- heterojen bir karışımla tanışır.10 Bauer ve onun çevresinde toplanan “G enç Hegelciler”in yakından ilgi lendikleri problemler, Hegel’in yazılarının ayrılmaz bir parçası olan Hıristiyan teolojiyle ilişkiyi sürdürmekteydi. Bauer’in dü şüncelerinin güçlü etkisi Marx’in Demokritos ve Epikür’ün fel sefelerini karşılaştırmalı olarak incelediği doktora tezinde gözle nir. Ancak yaklaşık olarak M arx’in doktora tezini sunduğu dö nemde Feuerbach Hıristiyanlığın Özü’nü (1 8 4 1 ) yayımlar.11 En gels daha sonra Feuerbach’m bu kitabının Genç Hegelciler üze rindeki etkisini b ir kitabında şöyle betim ler: “T ılsım bozul du: ‘Sistem’ paramparça oldu ve bir kenara auldı... Coşku ge neldi: Hepimiz bir anda ‘Feuerbachcı’ olduk.”12 M arx’in geli şen düşüncesi üzerindeki açık etki gerçekte kesinlikle çok daha kapsamlı, ancak yaklaşık kırk yıl sonra Engels’in açıklam asın da belirtilene göre daha az doğrudandır.13 M arx, Hegel konu sunda olduğu gibi, Feuerbach’ın konum unu da tamamen be nim sem ez.14 Yine de Feuerbach’m G enç Hegelciler üzerinde ki etkisinin 1842 sonlarına kadar büyük ölçüde sürdüğü kesin dir. Marx’m 1843’te yazdığı Hegel’in devlet felsefesini eleştirisi büyük ölçüde Feuerbach’m etkisi altındadır: Feuerbach’ın hare ket noktası, 1844 E kon om ik ve F elsefi E ly a zm a lan ’n ın da teme lini oluşturur. 10 Bauer'in M arx üzerindeki etkisi konusunda yeni bir tartışına için bkz. David M cClellan, T he Young H egelians an d K arl M arx (Londra, 1 9 6 9 ), s. 4 8 vd. Ayrı ca onun Marx b e fo r e M arxism (Londra, 1 9 7 0 ) adlı kitabına da bkz. 11
Ludwig Feuerbach, T h e E ssen ce o f C hristianity (New York: 1 9 5 7 ). [Hıristiyan lığın Özü, çev. Devrim Bulut, Û ıeki Yayınevi, 2004.]
12 S elected W orks, c. 2, s. 368. 13
Krş. M cClellan, T h e Young H egelians an d K arl M arx, s. 9 2 -9 7 . M cC lcllan’in “Engels’in, kitabın etkisi hakkındaki betim lem esi gerçeklere kesinlikle uym a m aktadır” iddiası (s. 9 3 ) abartılıdır. M arx’in 1842’nin başında yazdığı, tanın m ış cüm lesi “Hakikat ve özgürlüğün ‘ateş nehri’nden geçm ek dışında b ir yolu y o k tu r” ifadesiyle karşılaştırın (F eu erb ach : lit., “ateş çayı". W ritings o f the Young M arx on P hilosophy an d S ociety, s. 95.
14
Feuerbach’m görüşlerinin köklü belirsizlikler içerdiği ve 1 8 3 4 -1 8 4 4 arasın da bazı kesin değişiklikler geçirdiği söylenebilir. Krş. Feuerbach, Sûm tliche W erk e, c. 1-3. (A ncak bu derlem elerin yıl tespitinde bazı hatalar vardır.)
30
Feuerbach, H ıristiyan lığın Özü’nde ve sonraki yayım ların da, in san lık ü zerine araştırm anın h areket n o ktasın ın “ger çek, maddi dünya”da yaşayan “gerçek insan” olm ası gerekti ğini açıkça vurgulayarak, Hegel’in felsefesinin idealist ön cü l lerini tersine çevirir. Hegel, “gerçeğin”, “tanrısal” kaynaklı ol duğunu düşünürken, Feuerbach’a göre tannsal, gerçeğin alda tıcı bir yansım asıdır. Varlık, varoluş, insanların içinde eylem de bulunm adan ön ce yaşadıkları dünya hakkında düşünm e meleri anlam ında düşünceden önce gelir: “V arlık düşünceden değil, düşünce varlıktan gelişir.”15 Hegel insanlığın gelişim i ni kendi içinde bölünm üş bir Tanrı fikri çerçevesinde ele alır. Feuerbach’m felsefesinde, Tanrı sadece insan kendi içinde bö lündüğünde, kendine yabancılaştığında var olabilir. Tanrı, in sanın en üst güçleri ve yeteneklerini yansıttığı, böylece m ü kemm el ve her şeye kadir olarak, sınırlı ve m ükem m ellikten yoksun insanla tezat içinde görülen hayalî bir varlıktır. Ancak aynı zamanda, Feuerbach’a göre, T a n n ’yla insan ara sındaki benzerliğin derinliği insani kapasitelerin gerçekleştiril mesi için olum lu bir ilham kaynağı olabilir. Felsefenin görevi, Hegelci perspektifi tersine çevirerek ve böylece maddi dünya nın önceliğini savunarak, yabancılaşm ış insanın eski benliğine kavuşm asına yardım cı olm aktır. D inin yerini, daha önceden Tanrı iradesine yönelik olan sevginin artık insana odaklandığı, insanlığı birliğini yeniden sağlamaya, kendisi için insana gö türecek hüm anizm alm alıdır. Eski felsefe “düşünülm eyen şey varoluşa sahip değildir” derken, yeni felsefe, aksine, “sevilm e yen, sevilem eyen şey varoluşa sahip değildir” d er.16 Feuerbach’m düşüncelerini özümseyen M arx, bu yeni pers pektifin içeriğini ortaya koymaya ve onu siyaset alanına uyar lamaya çalışırken ister islem ez Hegel’e dönm ek zorunda kalır. Feuerbach’m felsefesinin M arx’i cezbeden yanlan aslında onu Hegel’e çeken yanlarla aynıdır: Analiz ve eleştiriyi b irleştir m eye ve b ö y lece felsefeyi “g erçek leştirm ey e” olan ak sağla yan im kânlar. G enellikle, M arx’in siyaset ve sanayide yaban 15 A.g.e., c. 2 , s. 2 3 9 . 16 A .g.e., c. 2 . s. 2 9 9 .
31
cılaşm a konusundaki erken dönem yazılarının, Feuerbach ’ın “materyalizmi ”nin -a n c a k onun ilgilenm ed iği- farklı toplum alanlarını içerecek biçim de genişletilm esinden fazlasını ifade etm ediğine inanılır. Ancak bu yanıltıcıdır: M arx, Feuerbach’ın kendi felsefesi için tem el önem de gördüğü şeyi -o n u n Hegel’e bir “alternatif” oluşturduğunu ve böylece yerini a ld ığ ın ı- h iç bir yerde kabul etmez. M arx, Feuerbach’a coşkuyla sarıldığın da bile onu Hegel’le birleştirm eye çalışır. M arx böylece, Hegel’in felsefesi için tem el önem de olan, ancak Feuerbach’ın gerçekte böyle bir niyeti olm asa d a - büyük ölçüde terk ettiği tarihsel perspektifi alıkoyar.17
Devlet ve "gerçek demokrasi" M arx’m 1 8 4 3 ’ıe yazılan Hegel’in devlet felsefesini eleştirisi, onun nüve halindeki tarihsel materyalizm anlayışını'8 görebile ceğimiz ilk yayımdır ve bu çalışma Marx’m bir yıl sonra E kon o m ik ve Felsefi E lyazm alan 'n da daha ayrıntılı olarak ele aldığı ya bancılaşma tartışmasının başlama noktasıdır. Hegel’i Feuerbachcı bir tarzda tersine çeviren M arx, onun metinlerinin ayrıntı lı bir analizini yapar. “Hegel”, der Marx, “yüklemleri, nesnele ri öznelleştirir, ancak bunu onları gerçek öznelliklerinden, öz neden kopararak yapar.”19 Bu yüzden, M arx’m analizinin asıl amacı gerçek özneyi ( “gerçek”, “maddi” dünyada yaşayan, ey leyen bireyi) yeniden tanımlamak ve onun devletin siyasal ku rumlan içinde “nesnelleştirilm esi” sürecini araştırmaktır.20 Ger 17
M arx, aynca 1843'te Ruge'a bir m ektubunda, Feuerbach “doğayla daha çok, siyasetle daha az ilgilenm ekledir. Ancak çağdaş felsefenin gerçekliğe dönüşe bilmesinin tek aracı siyasettir” diye yazar, W erke, c. 2 7 , s. 4 1 7.
18
İyi bilindiği üzere "tarihsel m ateryalizm ” terimi M arx tarafından kullanılm a mış, aksine ilk kez E n g e lsin yazılarında yer alm ıştır. Terim burada, m uhte m elen M arx'tn tarih üzerine araştırm alarında kabul etmeye hazır olduğu teo rik kapanmadan fazlasını ima ederek kullanılır.
19
W ritings o j the Young M arx on Philosophy an d Society, s. 166; W erke, c. 1, s. 224.
20
“E leştiri” üzerine akıllıca b ir incelem e için bkz. Jean Hyppoliıc, “La concep tion hégélienne de l'Etat et sa critique par Karl M arx!”, Etudes sur M arx et H egel (Paris, 19 5 5 ), s. 120-124.
32
çek dünya “ideal” araştırılarak ortaya konamaz; aksine gerçe ğin tarihsel bir sonucu olarak anlaşılması gereken idealdir. Hegel’e göre, devletin siyasal ve hukukî yapısı dışında kalan tüm ekonom ik ve ailevi ilişkileri içeren sivil toplum ( bürgerliche G esellschaft), doğası gereği, insanlann birbirlerinin kuyusunu kaz dıkları kontrolsüz bir bencillikler alanıdır. İnsanlar, sivil top lum içindeki insan eylemlerinin bencil çıkarlarını aşan evrensel bir alan olan devletin doğal düzenini kabul ettikleri ölçüde ras yonel, uyumlu varlıklardır. Bu yüzden, Hegel’in açıklamasında devlet sadece sivil toplumdaki bireylerin yaşantılarından bağım sız olarak değil, aynı zamanda mantıken ondan önce gelen bir şey olarak sunulur. Tarihin gerçek yaratıcısı olan eyleyen birey, devlette cisim leşen, bu yüzden toplumsal gelişmenin itici gücü olarak ortaya çıkan siyasal katılım ideallerine tâbi kılınır. M arx’a göre, F eu erb ach , insanlar gerçek te pratik günde lik acı ve ıstıraplar dünyasında yaşarlarken, dinde gerçekdı şı, hayalî bir uyum, güzellik ve haz dünyasında yer aldıkları nı gösterm iştir. Benzer şekilde devlet, geçici old u klan kadar dinin idealleştirilm iş dünyasını oluşturan evrensel “haklari’a -vücut kazand ıran yabancılaşm ış siyasal bir e tk in lik b içim i dir. Hegel’in görüşünün tem elini, “siyasal Lemsil haklan, sivil toplum un b en cil b irey ciliğ i ile d evletin ev ren selcilig i ara sında arabulucu bir konum yüklenir” tezi oluşturur. Ancak M arx’a göre, bu bağlantının gerçekte yer aldığı h içbir siyasal yapı yoktur; günüm üze kadar gelen devletlerde siyasal haya ta genel katılım idealdir, ancak gerçek olan özel çıkarlardır. Nitekim Hegel’in açıklam asında sivil toplum da ilgili bireyle rin özel çıkarlarından bağımsız olarak ve onların üzerinde yer alır görünen şey gerçekte bizzat bu çıkarların bir türevidir. “Bugüne kadar siy asal kuruluşu, onların g erçekliklerinin özel dünyevî m evcudiyeti değil, aksine dinsel alan , insanların dinsel hayatı, onların evrenselliklerinin cenneti oluşturm uştur.”2' G rek kentinde ( “p o lis"), her erkek -y a n i, h er özgür yurt ta ş- bir siyasal hayvan (zoon politikon) idi: Toplum sal ve si
21
Writings o f the Young M arx on P hilosophy an d S ociety, s. 176.
33
yasal, ayrılması im kânsız biçim de iç içe geçm işti ve hiçbir ba ğımsız “siyasal” alan yoktu. Ö zel ve kamusal hayat birbirinden аул değildi ve “özel bireyler" tek başlarına, tıpkı köleler gibi, yurttaşlık statüsünden tamamen yoksunlardı. Ortaçağ Avrupası bununla tezat içindedir. Ortaçağ’da sivil toplumun farklı ta bakaları bizzat siyasal aktörler haline geldi: Siyasal güç doğru dan toplum un istikrarlı toplum sal düzenlere ayrılm asına bağ lıydı ve bu ayrılığın bir ifadesiydi.22 “Her özel alan siyasal bir karaktere sahipti, siyasal bir alan d ı...”23 Bu toplum biçim in de, farklı tabakalar siyasallaşm alardı, ancak hâlâ “özel/birey sel” ve “siyasal” ayrımı yoktu. Sivil “toplum ”dan аул “devlet” anlayışı modern dönem e özgüdür, zira sadece Ortaçağ sonra sı dönemde sivil toplumdaki çıkarlar alanı, özellikle ekonom ik alan bireyin “özel haklann m ” bir parçası haline gelmiş ve siya setin “kam usal” alanından ayrılmaya başlamıştır. Artık m ülki yet dağılımının siyasal güç yapısının dışında yer aldığı varsayı lır. Gerçekte yine de, m ülk sahipliği siyasal gücü hâlâ büyük ölçüde belirlem ektedir ancak Ortaçag’daki hukukileşm iş biçi miyle değil, aksine yönetim e genel katılım görüntüsü alım da.24 M arx’m “gerçek d em okrasi” adım verdiği şeyin gerçekleş mesi, onun analizine göre, birey ve siyasal topluluk arasında ki yabancılaşm anın sivil toplum daki bireylerin “b en cil” çıkarlan ile siyasal hayatın “toplum sal” karakteri arasındaki dikotom i çözülerek aşılm asını gerektirir. Bu çözüm , sadece dev let ve toplum arasındaki ilişkilerde sağlanacak som ut deği şim lerle -gü n ü m ü zd e sadece bir idealden ibaret olan şeyin (yani genel siyasal katılım ın) gerçekleşm esiyle- m üm kün ola bilir. “Hegel devletten hareket eder ve insanı devlet içinde öz nelleştirir... D em okraside b içim sel ilke aynı zam anda m addi ilkedir.”25 M arx’a göre, genel oy hakkı bunu gerçekleştirebil m enin aracıdır. “G enel oy hakkı sivil toplum daki tüm üyele 22
M arx’m feodal stalü gruplarının (stän d e) dönûşûm ıı konusundaki tartışm ası na bkz.; Werfet-, с. I , s. 2 7 3 vd.
23
A.g.e., s. 1 7 6 ; W erk e, с. 1, s. 232.
24
W ritings o f the Young M arx on Philosophy an d Society, s. 1 8 7-188.
25
A.g.e., s. 17 3 -1 7 4 .
34
re siyasal m evcudiyet kazandırır ve bağımsız bir kategori ola rak ‘siyasal’ı fiile n ortadan kaldırır. Sivil toplum gen el oy h a k k ı içinde, ister ak tif ister pasif bir biçim de, ilk kez olarak, kendi soyutluğuna, kendi gerçek evrensel ve tem el varoluşuna siy a sal varoluş kazandırır.”26
Devrimci Praxis M arx’m ilk kez E leştiri’d e ortaya koyduğu görüşlerin 1844’te yazdıklarıyla ilişkisi konusunda bazı önem li tartışm alar yaşan m ıştır.27 EleşLiri'nin devlet ve siyaset konusunda sadece giriş niteliğinde bir analiz olduğu açıktır; el yazmaları tam amlan m am ıştır ve M arx belirli noktaları geliştirm e niyetinden söz eder, ancak bunu gerçekleştirm ez. Ayrıca M arx’in analizinin genel eğilim i radikal Jakobenizm e doğrudur; çağdaş devlet bi çim ini aşm ak için gereken şey 1789 Devrim i’nde cisim leşen soyut ideallere gerçeklik kazandırmaktır. Eleşiiri’nin M arx’in sonradan terk etmediği fikirler içerdiği kesindir. G erçekte bu çalışma devlet teorisi ve devletin ortadan kaldırılm ası ihtim a li konusunda anahtar bir çalışm adır ve bu yüzden burada yer alan görüşler M arx’in olgun dönem yazılarının tüm ünün te m elini oluşturur. A ncak M arx, bu evrede, tıpkı diğer G enç H egelciler gibi, hâlâ Feuerbach’ın “bilinç reform u” zorunlulu ğu çerçevesinde düşünm ektedir. M arx, 1 8 4 3 Eylülü’nde Fran sa’ya gitm ek için Almanya’dan ayrılm adan hem en önce Ruge’a, ister dinsel isterse siyasal bütün “dogm aların” sorgulan ması gerektiğini yazar: Sloganım ız bu yüzden şöyle olm alıdır: B ilin ç reform u, ancak dogm alarla değil, aksine gerek dindeki gerek siyasetteki m uğ lak m istik b ilin cin analiziyle. Böylece dünyanın uzun zam an d ır, gerçeklikte var olm ası için sadece farkında olunm ası ge-
2 6 A .g.e., s. 20 2 ; W erk e , c. 1, s. 326. 2 7 Bu kon u hakkınd aki farklı görüşler için bkz. U c ıh e im , s. 3 8 -4 0 ; Shlom o Avineri: T h e S o c ia l and P olitical Thought o f K arl M arx (Cam bridge, 1 9 6 8 ), s. 33-40 .
35
reken b ir şeyin hayalini kurduğu açık hale g elecek tir... G ü nahlarının bağışlanm ası için , insanlık sadece, o n la n n ne için o ld u kların ı ilan e tm ek zoru nd ad ır.28
M arx’in Paris’te Fransız sosyalizm iyle doğrudan ilişk ileri nin etkileri 1 8 4 3 ’te yazılan H e g e l ’in H u k u k F e l s e f e s i n e G i r i ş ’te açık tır.29 Bu yazıdaki görüşlerin çoğu M arx’in E l e ş t h i ' d e geliş tirdiği tem aların açım lam alarıdır. A ncak M arx, Bauer’in k en d isin in ö n cek i eleştirel Hegel analizini b içim len d iren “g ize m inden arınd ırm a” vurgusundan vazgeçer. M arx “din eleşti risi bütün eleştirilerin tem el ö n cü lü d ü r” ilkesini b enim ser; bu görev büyük ölçüde b aşarılm ıştır ve böylece en yakın ve zo runlu görev doğrudan siyasal alana geçm ektir. İnsanların aldatıcı mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırıl ması onların g erçek mutluluğunun gereğidir. O nlann kendi gerçek koşullan hakkındaki yanılsamalardan kurtulma talep leri, y an ılsam alan gerektiren durumun terk edilmesi talebidir Din eleştirisi, bu yüzden, dinin kutsal halesi olduğu şu acınası dünyanın eleştirisinin başlama noktasıdır.30 A ncak M arx’a g ö re “e le ştiri” tek başına yeterli d eğildir. O n a g ö re, bu g erçek d ü n y an ın h içb ir y erin de, g elişm esi bu kadar g e c ik tir ilm iş A lm a n y a ’d ak i k a d a r net d eğ ild ir. A lm an s iy a sal y ap ısın ın so y u t, felsefi “o lu m su z la n m a sı” bu ü lk e n in d ö n ü ştü rü lm esi için k arşılan m ası g ere k e n g e rç e k ta lep lerle iliş k isizd ir; “M ev cu t siyasal d u ru m u m u zu n o lu m su z la n m a sı b ile 28 29
Writings o f the Young Marx on Philosophy and Society, s. 214-215. Rugc'un DaUsch-frmzösische Jahrbücher adlı çalışması ilk kez Şubat 1844 te ya yımlandı. Writings o f the Voting Marx on Philosophy and Society, s. 249-264. Ben zer fikirler Marx’in aynı konuya başka bir katkısında da (On the Jew ish Question) {Yahudi Soritnu Üstüne, (ev. Sol Yayınlan Yayın Kurulu, Sol Yayınlan, 1997] ge liştirilir. Writings o f the Young Marx on Philosophy and Society, s. 216-248. Son mektubun alternatif bir çevirisi Karl Marx, Early Writings’de yer alır: s. 3-31.
30 Karl Marx, Early Writings, s. 4 4 ; W erke, c. 1. s. 379. Marx’in din. devlet, ya bancılaşma veya kapitalizmin bir btüün olarak “ilgası" (Aııfhebung) üzeri ne yazılanndaki tüm ifadeleri auflıcben fiilinin üç anlamı (kaldırmak, koru mak, yükselmek) ışığında anlaşılmak zorundadır. Nitekim dinin “kaldınlması" onun basitçe k ö k ü n ü n kazınmasını değil, diyalektik olarak aşılmasını ge rektirir. 36
zaten modern ulusların tarihsel sandık odasındaki tozlu bir g erçek tir.”31 Almanya’nın Avrupalı ulusların toplum sal geli şim ine katkıları fikirler alanıyla sınırlıdır. Alm anlar günüm ü zün “tarihsel” değil “felsefi çağdaşlarıdır”. Dolayısıyla, bu m e seleleri felsefi eleştiriyle çözm eye çalışm ak boşu n ad ır, zira böyle bir girişim düşünceler ve gerçeklik arasındaki m evcut kopukluğu sürdürm ekten başka bir işe yaramaz. Zihinsel dü zeyde açıklanm aları çelişkileri ortadan kaldırmaz: “Kabul edil mesi gerekir ki, bu görevleri gerçekleştirm enin sadece tek bir aracı vardır: Pratik (P raxis)."32 Almanya reform u yaşayacaksa bu yavaş ilerleyen adım lar la sağlanamaz, aksine köklü bir devrime gerek vardır: Bu sa yede Almanya, “sadece modern ulusların resm î d ü zey in e değil, aynı zamanda bu ulusların yakın geleceğini oluşturacak insa ni d ü zey e u laşabilir”.33 Almanya’nın toplum sal kom pozisyo nundaki geri kalm ışlık ona diğer Avrupa devletlerinin ötesine sıçrayabileceği koşullan sağlayabilir. Siyasetin “teorik ” eleşti risi, toplum daki konum ları kendilerini devrim ci kılan belirli toplumsal grupların tecrübeleriyle birleştirilm edigi sürece ba şarılam az. M arx ilk kez proletaryaya burada değinir. Marx'a göre, Almanya’nın ekonom ik düzeyindeki m evcut gerilik sa nayi proletaryasının henüz başlangıç d önem inde olduğunu gösterir. Ancak sanayi proletaryasının daha fazla genişlem e si, Almanya’daki, özellikle geciktirilm iş mevcut siyasal ve top lumsal yapıyla bir araya gelerek, Almanya’yı diğer Avrupa ül kelerinin ötesine taşıyacak koşullar için gerekli bileşim i sağla yacaktır.34 Hegel’in rasyonel devlette cisim leşen idealler içinde aradı ğı “evrensel k arakteri” M arx proletaryada bulur. Proletarya “kökten zincirler içinde bir sınıftır”; bu sosyal sınıf, “evrensel karaktere sahiptir çünkü evrensel acıları ve yakınm aları şahsa özel değildir, çünkü onlara yapılan eziyet şahsa yönelik yan31
K ar I M arx, Early W ritings, s. 45.
32 A.g.e., s. 5 2 , W a k e , c. 1, s. 385. 33
K arl M arx, E arly W ritings, s. 52.
34 A.g.e., s. 57-59.
37
lış değil, tam anlam ıyla yanlıştır.” Proletarya toplum un tüm olum suzluklarını içine hapseder. Maddi kaynakların eksikli ğinin sonucu olan doğal yoksulluk koşulları içinde değil, ak sine çağdaş sınaî üretim örgütlenm esinin “yapay” sonucu olan yoksulluk koşulları içinde yaşam aktadır. Proletarya toplum da yoğunlaşm ış irrasyonalitenin alıcısı olmadığı için, onun öz gürleşm esinin aynı zamanda b ir bütün olarak toplum un öz gürleşmesi olduğu sonucu çıkar: İnsanlığın tüm k a y b ı... sadece insanlığın tüm den k u rta rılm a sıy la gid erilebilir... Proletarya şim d iy e k a d a r m evcut ş e y le r d ü z e ninin f ii l î (fa k tis ch ) yıkılışı olduğu için, bu düzenin ölümünü ilan ettiğinde sadece k en d i varolu şun un sırrını da ilan etm iş olur... Felsefe maddi silahlarını proletaryada, proletarya e n te lektüel silahlarını felsefede bu lu r.35
M arx 1844 başlarında ekonom i politik üzerine yoğun bir araştırmaya başladı: Bölük pörçük yazılarda yer alan bu giriş niteliğindeki ürünler ancak 1932’de E kon om ik ve F elsefi E ly azm a la n adıyla yayım lanabilm iştir. Bu ürünler, enerjisinin eko nomiye yönelm esinde kesinlikle önem li olan Enğels gibi dik kate değer b ir istisna dışında, M arx’in diğer G enç H egelciler’den daha fazla uzaklaşmasına yol açar. E ly a z m a la n M arx’in çalışm alarının tümü için birkaç nedenle büyük önem e sahip tir. O nlar esasen M arx’in Kapital'i yayımlamadan önce karala dığı bazı müsveddelerdir. M arx’in E ly a z m a la n için hazırladığı bu giriş çalışm ası aslında planladığı ancak asla tamamlayamadıgı tutkulu bir projenin kaba çerçevesini oluşturur. M arx’in entelektüel kariyerinin nispeten erken bir evresinde ana hat larını oluşm rduğu bu planlar, gerçekte uzunca ve ay rın tılı bir çalışma olan Kapital'in M arx’in çok daha kapsamlı bir ka pitalizm eleştirisi olarak tasarladığı şeyin sadece bir parçası nı oluşturduğunu gösterir. M arx, aslında, “hukuk, ahlâk, si yaset eleştirileri” içeren birçok bağımsız elkitabı yayımlamak niyetindeydi. Bu farklı elkitapları sonuç niteliğinde bir sentez
35
38
A.g.e.. s. 5 8 -5 9 ; W erke, c. 1, s. 391.
çalışm asıyla birbirin e bağlanacaktı.35 M arx, E ly a z m a la r ı’n d a bu kurumsal alanları çalışm asına doğrudan ekonom ik ilişki lerden etkilendikleri sûrece dahil eder. Ç alışm a, bu yüzden, M arx’in söz konusu alanla ilgili olduğunu iddia eden disiplini -e k o n o m i p o litiğ i- ilk eleştiri girişimidir. E ly a z m a la n ayrıca, M arx’in sonraki yazılarında (farklı ne denlerle) daha az doğrudan ilgilendiği problem lerle yakından ilişkili olm ası anlam ında, büyük bir önem e sahiptir. Bu prob lem lerden bazıları M arx’m sonraki çalışm alarında yer almaz. Zira M arx, teorik bir modern kapitalizm eleştirisi yapma yö nündeki oldukça belirgin am acı hesaba katılırsa, bu so ru n ların zalen yeterince ele alındığını düşünüyordu. Din anali zi bunlardan biridir. E ly a z m a la n M arx’in dine hâlâ büyük bir yer ayırdığı son çalışmadır. Ancak Elymtmalan’nda öne çıkan bazı konular M arx’in sonraki yazılarında ortadan kaybolur. Bunlardan en önem lisi Elyazm alan’nda m erkezî b ir yer işgal eden yabancılaşm a analizidir. Yabancılaşm a sorunu 1 8 4 4 ’ten sonraki yazılarda nadiren yer alm asına rağm en, bu problem in M arx’m olgun dönem yazılarının kaynağını oluşturduğu ke sindir. M arx, E ly a z m a la n ’n d a kullandığı yabancılaşm a kavra mıyla ilgili belirli hususları sonraki yazılarında açıklığa kavuş turur. Böylece M arx’in kendini uzak tutm ak istediği soyul, fel sefi karaktere sahip bu terim fazlalık haline gelir. Ancak Ely azm akın’nda yer alan yabancılaşm a tartışm ası M arx’in son raki düşüncesindeki ana temalar hakkında paha biçilm ez bir kavrayış kaynağıdır.
Yabancılaşma ve ekonomi politik teori M arx’in E ko n o m ik ve F elsefi E ly a z m a la n ’nda geliştirdiği eko nom i politik eleştirisini biçim lendiren temel kabuller şöyle sı ralanabilir: E konom i politikçilerin yazılarına iki temel eleşti ri yöneltebilir, tiki, onların kapitalizme özgü üretim koşulla rının tüm toplum biçim lerine genelleştirilebileceği kabulüyle
36
K arl M arx, E arly W ritings, s. 63.
39
ilişkilidir. İktisatçılar, m übadele ekonom isi ve özel m ülkiyet ten hareket ederler. Çıkarları ve kazanç peşinde koşm ak in sanın doğal nitelikleri olarak görülür. G erçekte M arx’a göre, m übadele eko n o m isi tarihsel bir sü recin ürünü ve k apita lizm de tarihsel olarak özel bir üretim sistem idir. Kapitalizm, kendisinden önceki üretim sistem leri arasından sadece biri dir ve daha önce tarih sahnesinde yerini alm ış diğer sistem le rin sonuncusu değildir. Bu iktisatçıların ikinci yanlış ön-kabulü, “ekonom ik” ilişkilerin soyut bit biçim de ele alınabileceği id diasıdır. İktisatçılar “serm aye”, “m etalar”, “fiyatlar” vb.’nden, sanki insanların m üdahalesinden bağımsız bir hayata sahipler miş gibi söz ederler. Bunun böyle olmadığı yeterince açıktır. Ö rneğin, madeni bir para, insandan bağımsız varoluşa sahip olm ası anlamında fiziksel bir nesneden ibarettir, ancak sade ce belirli toplumsal ilişkilerin bir parçasını oluşturduğu sürece “para”dır. Fakat iktisatçılar, her şeyi “ekonom iye” indirgem e ye ve ekonom ik koşullar içinde ele alınamayacak her şeyden uzak durmaya çalışırlar. E konom i p olitik, bu yüzden, işsiz işçiyi, ilgili iş ilişkisi d ışın da yer aldığı sü rece çalışan insanı d ikkate alm az. H ırsızlar, d o lan d ırıcılar, d ile n c ile r e k o n o m i p o litik a çısın d a n gerçek te m evcut olm ayan /o n u la r d ır . O n lan n gözünde sadece, örneğin d oktorlar, yargıçlar, m ezar kazıcılar, tören asası taşıyan gö revliler vb. vardır; bu yüzden birin ci kategoridekiler ekonom i politiğin alanı dışındaki hayalî figürlerdir.37
Her “ekonom ik” olgu aynı zamanda kesinlikle toplumsal bir olgudur ve belirli tipte bir “ekonom inin” varlığı belirli bir top lum tipini gerektirir.38 İktisatçıların işçileri kapitalist açısından bir “maliyet unsu ru” ve bu yüzden diğer serm aye harcam alarına denk bir şey olarak almaları, bu yanlış anlayışların işaretidir. Ekonom i po litik, gerçek analiz “nesnelerinin” toplum içindeki insanlar ol ması gerektiği düşüncesini isabetsiz bir yaklaşım olarak ilan 37
A.g.e., s. 1 3 7 -1 3 8 ; Werke. Ergd.. c. 1, s. 5 2 3 -5 2 4 .
38
K arl M arx, E arly Writings, s. 12 0 -1 2 1 .
40
eder. Söz konusu iktisatçılar böylece, gerçekte kapitalist üre tim tarzına içkin olan şeyi -y a n i kapitalizmin proletarya veya işçi sınıfı ile burjuvazi veya kapitalist sınıf arasındaki sınıfsal bölünm eye dayandığı g erçeğ in i- gözden saklarlar. Bu sınıflar, sınaî üretim inin m eyvelerinin dağıtımı konusunda ilgili toplu ma has bir çatışm a içindedirler. Ü cretler ve kârlar “kapitalist ve em ekçi arasındaki yıpratıcı m ücadele” tarafından, şüphesiz sermaye sahiplerinin egemen konumda olduğu bir ilişki tara fından belirlenir.39 M arx’ın kapitalist üretim sürecinde yabancılaşm a analizin de, ayrıca sonradan K a p ital'de ayrıntılı olarak geliştirilen bir başlangıç önerm esi olan “çağdaş ekonom ik bir olgu”dan ha reket edilir: Kapitalizm geliştikçe işçiler yoksullaşm aktadır. Kapitalist üretim tarzının sağladığı olağandışı zenginlik, top rak ve sermaye sahipleri tarafından gasbedilir. A ncak işçi ile em eğinin ürünü arasındaki bu ayrılık, aslında basitçe işçiye ait malların gasbedilmesi olarak görülemez. M arx’ın tartışm asının temel vurgusu, kapitalist sistem de üretilen maddi nesnelerin bizzat işçiyle aynı değerde alınm asıdır; tıpkı ekonom i politik te sah teorik düzeyde ele alınm aları gibi. “İşçi sürekli olarak daha bir ucuz meta haline geldikçe daha fazla mal yaratır. İn sani dünyanın d eğ er kaybetm esi şeyler dünyasındaki d eğ er artı şıyla doğru orantılıd ır.”40 Bu, M arx’m “nesnelleşıirme/şeyleştirm e” (V ergegensldndelichu ng) olarak terim leştirdigi bir çar pıtm a sürecini içerir. İşçi, emeğiyle doğa dünyasını şekillen dirir; onun ürünü, bizzat şekillendirdiği sürece, dış dünyayla bu etkileşim in sonucudur. Kapitalizmde işçi (özne, yaratıcı), ürünü (nesne) ile özdeşleştirilir.41 39
A.g.e., s. 6 9 .
4 0 A.g.e., s. 121. 41
A.g.e., s. 123. M arx, daha genel epistem olojik bir düzeyde, Hcgel'i nesnelleşlirme/şeyleşıirnıe ve yabancılaşm a arasındaki ilişki konusunda halalı olduğu için eleştirir. M arx’a göre, Hegel’in idealizmi için temel önem de olan düşün ce, “şeyliğin" yabancılaşm ış kendilik-bilinciyle aynı şey olduğu ve bu yüzden, nesneleşıirm cnin sadece insanın kendinc-yabancılaşm asıyla m üm kün olduğu önerm esidir. M arx’a göre m eselenin özü başka yerde yatar. Yabancılaşm a be raberinde ncsncleşm eyi getirir ve (M arx’m kavramı kullandığı anlam da) ka
41
Üretim , yani nesnelleştirme/şeyleşıirme süreci böylece “bir k a y ıp ve nesneye k ö le lik ” biçim ini alır; işçi “nesnenin bir köle si haline gelir...”42 Kapitalist ekonom ide işçinin yabancılaşm a sı, em eğin -k ap italizm in genişlem esiyle giderek a rta n - üret ken gücü ile işçinin kendi üretüği nesneler üzerindeki k ontro lünün yokluğu arasındaki bu dengesizliğe dayanır. Bu durum, siyaset alanındaki yabancılaşm a örneğinde olduğu gibi, dinde ki yabancılaşmayla paralellik sergiler. Hıristiyan ahlâkta Tan rı’ya atfedilen nitelikler insanların kontrolünden uzaklaşır ve sanki dış bir güç tarafından dayatılan bir şeye dönüşür. Benzer biçim de, ürünü işçiye “yabancıdır ve... onun karşısında özerk bir güç olarak yer alır. N esneye verdiği hayat onun karşısı na yabancı ve düşman b ir güç olarak d ikilir”.43 Bu yüzden, h er tür em eğin ayrılmaz bir parçasını oluşturan (ve em ek-gücünün kendi yarattığı nesneye aktarılm asını içeren) nesnelleştir me, kapitalizmde yabancılaşmayla aynı şey haline gelir. Başka deyişle, emeğin ürünü işçiye -sad ece on tolojik anlamda değil, aynı zamanda çok daha kapsam lı ancak çok daha özel bir. an lamda d a - “dışsaldır”: “Kendi em eğinin ürününde som utlaşan şey artık ona ait değildir.”44 İşçin in kendi ürünü ne yabancılaşm ası oldu kça farklı b i çim ler kazanır. M arx bunları tartışırken büyük ölçüde Feuerbach’m term inolojisini kullanır; ancak M arx’m özel, tarih sel bir üretim tarzı olarak kapitalizm in etkilerini som ut koşul lar içinde ele aldığı açıktır. M arx’m yabancılaşm a tartışmasının temel boyutları şöyle sıralanabilir: 1.
işçi, üretüği şey başkaları tarafından kendisinin yararla
namayacağı biçim de gasbedildiği için , ürünlerinin kullanım ı üzerinde kontrolden yoksundur. Piyasa ekonom isinin temel pitalizm e özgü özel çarpıtılm ış b ir ncsneleştirm c biçim inin neticesidir. Çoğu yazar, ne yazık ki, nesneleştirm e ve yabancılaşm a arasındaki bu temel ayrımı kavrayamamıştır. 42
A.g.e., s. 122-123.
43
A.g.e., s. 123. M arx, yabancılaşm ayı bu bağlamda tartışırken iki terim kulla nır. Ent/remduııg (yabancılaştırm a) ve Entctusserang (dışsallaştırm a). Analizin de iki terimi az çok birbirinin yerine kullanır.
44
A.g.e., s. 122.
42
ilkesi malların m übadele amacıyla üretilm esidir; kapitalist üre tim sürecinde m alların mübadelesi ve dağılımı serbest piyasa nın işleyişinin kontrolü altındadır. Piyasada bizzat bir meta olarak alınıp satılabilen işçi, bu yüzden, ü rettiklerinin yazgısı nı belirleyecek güçten yoksundur. Piyasa kapitalistin çıkarla rını işçinin çıkarları aleyhine artıracak biçim de işler. Nitekim “işçi daha fazla ürettikçe daha az tüketm ek zorundadır; daha fazla değer yarattıkça daha değersiz hale gelir.” 2. İşçi bizzat işine yabancılaşır: “Em eğin ürünü yabancılaş maysa, üretim in de aktif bir yabancılaşm a olm ası gerekir - et kinliğin yabancılaşması ve yabancılaşm anın etkin liği.”45 Yapı lan iş, işçinin “zihinsel ve fiziksel enerjisini özgürce geliştir m esini” m üm kün kılacak gerçek doyumlar sağlam az, çünkü o sadece dış koşullann dayattığı bir em ektir. İş, bir am acın aracı olm aktan ziyade başlı başına bir am aç haline gelir: Bunun is patı, “h içbir fiziksel veya başka bir zorlam a olm adığında in sanların çalışm aktan vebadan kaçar gibi kaçm alarıdır.”46 3. Tüm ekonom ik ilişkiler aynı zamanda toplum sal ilişkiler oldukları için , em eğin yabancılaşm asının doğrudan toplum sal sonuçları vardır. Marx hareket noktasını biraz öne çeker: Kapitalizmde insan ilişkileri piyasa güçlerine indirgenm e eği lim indedir. Bu durum insan ilişkilerinde paranın önem i ko nusunda yeterince açıktır. Para, en heterojen niteliklerin birbirleriyle karşılaştm labileceği ve yeniden ü retilebileceği soyut b ir standart sağladığı için , toplum sal ilişk ilerin rasyonelleş m esini sağlar. “C esareti satın alabilen biri korkak bile olsa ce surdur... N itekim sahip olanın bakış açısından, para her n i telik ve n esn eyi (çe lişk ili old uklarında b ile) b ir başkasıyla değiştirebilir.”47 4. İnsanlar doğal dünyayla aktif b ir karşılıklı ilişk i içinde dir. T ekn o lo ji ve kültür bu karşılıklı ilişkinin ifadesi ve sonu cudur. Bunlar insanı hayvanlardan ayıran temel niteliklerdir. Bazı hayvanlar üretirler, ancak kuşkusuz m ekanik bir biçim 45
A.g.e., s. 1 2 3 -1 2 4 .
46
A.g.e., s. 125; W erke, Ergd., c. 1, s. 514.
4 7 A.g.e., s. 193.
43
de, adaptasyon amacıyla. Yabancılaşm ış emek insanın üretici etkinliğini doğaya aktif bir biçim de egemen kılm aktan ziyade, doğaya adaptasyona indirger. Bu indirgeme, bireyi kendi “türsel-varlığından” (Gattungswesen), insan türünün hayatını hay vanların kinden farklı kılan şeyden uzaklaştırır.48 M arx’m bu konudaki tartışması Feuerbach’ın tartışmasını yakından andı rır. Ancak M arx’m sözlerinin anlamı oldukça farklıdır. 1 8 4 4 E k o n o m ik ve F elsefi E ly a z m a la r ı’n d a k i yabancılaşm a analizi üzerine açıklam aların çoğunda, M arx’m konumu Feuerbach’ın konumuyla özdeşleştirilerek, onun tartışmasına gerçekte olan dan daha “ütopik” bir anlam yüklenir.49 M arx, Feuerbach’ın term inolojisine, insanın -sa d e ce “k ısm en” üreten ve dar bir çevrede kendi biyolojik yapısının içgüdüsel unsurları tarafın dan şekillen d irilen - hayvanların aksine “evrensel bir ü retici” olduğunu savunduğu durumlarda başvurur: Ancak onun ana lizi, bu term inolojiye göre çok daha som ut ve özgündür. M arx’a göre, insan hayatını hayvanlarınkinden ayıran şey; insani yetiler, kapasiteler ve h azlan n toplum tarafından biçim lendirilm esidir. “Soyut birey” faydacı teorinin bir icadı dır: Süregelen bir toplum içinde dünyaya gelm eyen ve dolayı sıyla toplum tarafından biçim lendirilm eyen hiçbir insan yok tur. Bu yüzden, her birey kendisinden önceki kuşakların bi riktirdiği kültürü devralan, yaşadığı doğal ve toplum sal dün yayla karşılıklı etkileşim için d e diğerleriyle birlikte yaşadı ğı bu dünyanın daha fazla değiştirilm esine katkıda bulunan biridir. “Birey insanın hayatı ve türsel-hayat fa r k lı şey ler de ğild ir” ve “... H er insan k end isine has bir varlık olsa bile... insan aynı ölçüde b ir bütün, ideal bütün, toplum un -d ü şü n en ve y aşayan - öznel varolu şu d u r.”50 B öylece, toplum u ayakta tutan, onu m üm kün kılan, bireyin hayvanlardan farklılaşm a sına hizm et eden, ona “in sanhgı”nı kazandıran şey -te k n o lo 48
Feuerbach, Essence o f C hristianity, s. 1-12. Marx ayrıca, G altungsleben terim i ni, serbestçe, lam anlamıyla “türsel-hayat" biçim inde kullanır.
49
Bu konud a iki farklı ö rn ek için bkz. H. Popitz, D er e n lfr em d e te Menseli (Frankfurt, 1 9 6 7 ) ve Tucker.
50
K arl M arx, Early Writings, s. 158; Wcrlic, Ergd., c. 1, s. 539.
44
jik ve kültürel aygıtların yanı s ır a - toplum a üyeliğidir. Bazı hayvanlar insanla benzer organlara sahip tir; an cak görüntü veya sesteki, sanal veya m üzikteki estetik algı insani bir yeti, toplum un bir yaratısıdır. C insel etkinlik veya yem e-içm e in sanlar için b iy o lo jik dürtülerin basit bir doyum undan iba ret değildir, aksine onlar, toplum un gelişim i sırasında, doğa dünyasıyla yaratıcı etkileşim içinde farklı doyum lar sağlayan eylem lere dönüştürülürler.51 Beş duyunun gelişim i tüm ö n ce ki tarihin eseridir; ancak “salt ken di nesnesi sayesinde, in s a nileşmiş doğa aracılığıyla varlık kazanabilen şey, basitçe beş duyu değil, aynca (arzulam a, sevme vb. gibi) manevî duygu lar, pratik sezgiler, özetle, in san i duyarlılıklar ve duyumların insani k arakterid ir.”52 Burjuva toplum unda insanlar kend ilerine “in san lık ların ı” kazandıran toplum la bağlarından belirli biçim lerde yabancı laşırlar. İlk olarak, yabancılaşmış em ek “türsel ve bireysel ha yatı birbirine yabancılaştırır" ve ikinci olarak “bu em ek birey sel hayatı bir soyutlam a olarak tıırsel-hayaıın am acına -ay rıca soyut ve yabancılaşm ış bir b içim e- dönüştürür.”53 Kapitalizm de, teoride ve pratikte, hayat ve bireyin ihtiyaçtan onun toplu ma üyeliğinden bağımsız “vcrilm işlikler” olarak görünür. Bu yanılsama teorik ifadesini sivil toplum teorisini kendi çıkarla rı peşinde koşan soyut birey anlayışı üzerine kuran ekonom i politikte (ve bir ölçüde farklı şekilde, M arx’in eleştirdiği Hegelci sivil toplum teorisinde) bulur. Bu şekilde, ekonom i poli tik “özel m ülkiyeti insanın özüne dahil eder”.54 A ncak, “birey” “toplum saldan” koparılm akla kalmaz, aynı zamanda “toplum sal” “bireye” tâbi kılın ır. Toplum un üretici kaynakları, aşırı yoksulluk içinde yaşayan nüfusun çoğunluğu açısından, or ganizmanın varlığını sürdürmesi için gerekli asgari ihtiyaçları 51
Krş. Bölüm 2: “M ateryalist tez" adlı alt bölüm.
52
Karl M arx, Early W ritings, s. 161; W erke, Ergd., c. 1, s. 541. Bu konunun D urkheim ’la ilintisi için Bölüm 15: “Yabancılaşm a, anom i ve devletin doğası" adlı alt bölüm.
53
K arl M arx, E arly Writings, s. 127.
5 4 A .g.e..s. 148.
45
karşılamakta kullanılır. Ücretli em ekçiler kitlesi, üretici etkin liklerinin sadece fiziksel varlıklarının kaba ihtiyaçları tarafın dan yönlendirildiği koşullarda yaşar: İnsan m a ğ a ra hayatına doğru gerilem ekted ir, an cak yaban cılaşm ış en kötü koşullarda. Vahşi (kullanm ası ve korunm a sı için özgürce su nu lan ) m ağarasında kendini b ir yabancı ola rak hissetm ez: A ksine ken dini sudaki b ir b a lık gibi evinde hisseder. A ncak yoksul insanın izbe yerlerdeki bann ağı düş m an bir yerleşim , “ona sadece kan ve gözyaşı sunan yabancı, kasvetli b ir g ü ç’hü r.55
M arx insanın “türsel varlığına” yabancılaşm asını kapitalizm analizinde ortaya koyar. Bu yabancılaşm a büyük ölçüde eşit sizdir: Başka deyişle, yabancılaşm anın etkileri sınıfsal yapı ara cılığıyla yoğunlaşır ve proletarya tarafından yoğun bir biçim de yaşanır. Hegel ve Feuerbach tarafından özel toplum sal ve ta rihsel bir bağlamda kullanılan yabancılaşm a kavram ının genel on to lo jik bir kategoriye dönüştürülm esi M arx’m E ly a zm a lan ’ndaki yaklaşım ının ana temasıdır. Ancak M arx, yabancılaş manın sadece ücretli em ekçinin konumuyla sınırlı olmadığına inanır. Bizzat kapitalist de, özel m ülkiyet ve paranın gücünün varlığını egem enliği altına alm ası anlamında, sermayenin b o yunduruğu altındadır. Sanayici “sıkı çalışm ak, m akû l, e k o n o m ik, tekdüze" olm ak zorundadır: [O ]n u n haz alm ası ik in cil önem de bir m eseledir; haz üreti me tâbi kılın an b ir boş zam an etkinliği ve bu yüzden hesap lı, eko n om ik b ir duygudur; zira kişi hazlann ı serm ayenin bir bedeli olarak kaydeder ve israf ettiği şey, serm ayenin azalm a sıyla kaybolan kârın yerine kon u lab ilecek şeyden fazla olm a m alıdır. N itekim ö n celeri (feodal toplum da) aksi geçerliyken, haz serm ayeye tâbi k ılın ır ve haz arayan birey serm aye b irik tiren bireye tâbi olu r.56 55 A .g.e.,s. 177. 5 6 A .g.e., s. 179. Parantez bana aittir. M arx, bir başka yerde şu sözleriyle Moses Hess'i andırır: “Ö zel m ülkiyet bizi o kadar aptal ve kısmi kılar ki. bir nesne sadece ona sahip olduğum uzda, bizim için bir sermaye olduğunda veya bizler
46
Elyazmaları bitm iş bir çalışma olmayıp daha ziyade giriş ni teliğinde notlardan oluşur. Buradaki yabancılaşm ış em ek tar tışması M arx’m 1844’te hâlâ kendi özel perspektifini formüle etmeye çalıştığı konusunda bol miktarda kanıt sunar. Marx’m yabancılaşm a yaklaşım ının ana temalarını belirlem ek zor o l masa bile, onun bu konulardaki açıklam aları çoğu kez anlaşıl ması zor ve kısadır. M arx, iktisatçıların yazılarını analiz eder ken ekon om i politik bir dille yazar; yabancılaşm ayı doğru dan tartıştığı yerlerde Feuerbach’ın term inolojisine başvurur. Bu evrede M arx’in söz konusu iki farklı kaynaktan aldığı kav ramları başarılı bir biçim de bir araya getirem ediği ve bu iki sinin Elycıznifllcırı’nda birbiriyle kolay olmayan bir ilişki için de yer aldığı kesindir. Yine de E lyazm aları kapitalizm in eleşti rel analizi için genel bir çerçeve sağlar ve bu parça parça n ot lar gerçekte M arx’m sonraki yazılarında büyük ölçüde geliştir diği tüm önem li düşüncelerin kaynaklarını oluşturur. G enellikle 1844 Elyozm alan’nda, kapitalist üretim koşulla rında insanın “hayvanların seviyesine düşürüldüğü”nden ve “türsel varlığına” yabancıIaştırıldığından söz edildiği, M arx’in bir tür olarak biyolojik niteliklerine yabancılaşm ış soyul bir “in san” anlayışı çerçevesinde düşündüğü varsayılır. Bu yüz d en , M arx ’in d ü şü n ce sin in ilk gelişim ev resin d e, in san ın özünde - “doğal” eğilim leri kapitalizm in kısıtlayıcı yapısı ta rafından b astırılan - yaratıcı bir varlık olduğuna inandığı var sayılır. G erçekte M arx kapitalizm in olağanüstü üretici gücü nün insanın gelecekteki gelişimi açısından önceki üretim sis tem lerinde m üm kün olam ayacak fırsatlar yarattığına inanır. Toplum sal ilişkilerin kapitalist üretim içind eki organizasyo nu, bu tarihsel olarak yaratılm ış im kânları algılam ayı engeller. Yabancılaşm ış em eğin karakteri yabancılaşm am ış ve yabancı laşmış insan (yani, “doğadaki” ve “toplum daki” insan) arasın daki bir gerilim in değil, aksine öz el b ir toplum biçim inin -k a p i talizm in - yarattığı potansiyel ile bu potansiyelin hedefine ula şam amış biçim i arasındaki bir gerilim in ifadesidir. İnsanı haytarafından doğrudan yenilip, içilip, giyildiğinde, içinde oturulduğunda, kısaca bir şekilde kullanıldığında bize aittir” (s. 159).
47
vanlardan ayıran şey, sadece insanlar ile diğer türler arasında ki biyolojik farklılıklar değil, aynı zamanda insanlann (old uk ça uzun bir tarihsel gelişm e sü recinin ürünü olan) kültürel başarılandır. Bu başanların gerekli önkoşulu insanlann biyo lojik nitelikleri, yeterli koşulu toplum un evrimidir. İnsanların kendi “türlerine” yabancılaşm alan toplum sal olarak yaratılm ış n itelikler ve eğilim lerden toplumsal bir kopuştur.57
Erken dönem komünizm anlayışı E k o n o m ik ve F e ls e fi E ly a z m cıla n 'n d a , M arx’in ilk kap sam lı kom ünizm tartışm ası da yer alır. Buradaki açıklam alar ile M arx’in Hegel’in devlet felsefesine eleştirisindeki “gerçek de m okrasi” analizi arasındaki sü rek lilik açıktır. A ncak E ly a zmaiarı’ndaki tartışm ada Fransız sosyalizm inin etkisi ço k b e lirgindir ve Marx burada “kom ünizm " terim ini tercih ederek “d em okrasi” kavram ını kullanm aktan vazgeçer.58 M arx, ya bancılaşm anın aşılm asının özel mülkiyetin aşılm asına bağlı ol duğunu öne sürer. Buradan, üretim deki yabancılaşm anın ör neğin din veya devletteki yabancılaşm a biçim leri açısından tem el önem de olduğu, “g erçek d em o k rasin in ” y erleşm esi nin tek başına yeterli olamayacağı sonucu çıkar: G ereken şey, özel mülkiyet ve ücretli em ek arasındaki mevcut ilişkiyi orta dan kaldırarak toplum u daha kapsamlı olarak yeniden organi ze etm ektir. Marx kendi kom ünizm anlayışını “ilkel kom ünizm ”den ayı rır.59 İlkel kom ünizm in tem el biçim i özel m ülkiyete duygusal 57
Meyer'in kullandığı Uırdcıı ifadeler, örneğin Marx "iyiliği ve zekâsı uygarlaş ma süreciyle harcanm ış m ükem m el ve zeki bir insan türü varsayar" önerm e si (Alfred G :-M ayer, M arxism , the Unity o f Theory an d P ractice, Ann Arbor, 1963, s. 5 7 ) açıkça yetersizdir. M öszâros'un sözleriyle: “M arx’in anlayışın da doğaya hiçbir duygusal ve rom antik nostaljinin izi yoktur. Onun programı doğaya', ’doğal’ ilkel veya 'basit' ihtiyaçlara dönm e taraftarı değildir...". Istvân Möszâros. M arx’s T h coıy o f A lienation (Londra, 1 970).
58
Marx. Alman sosyalistlerinin etkisinden bahseder ancak “bu konudaki özgün ve önem li çalışm aların" Hess, W eitling ve Engcls’in belirli yazılarıyla sınırlı kaldığım öne sürer. K arl M aix, E arly Writings, s. 64.
59
Burada Marx’in aklından ne geçtiği tam am en açık değildir ancak m uhlem e-
48
düşmanlığa dayanır ve bu yaklaşımda, bütün insanların, her kes eşit m ülkiyet hakkına sahip olacak biçim de benzer bir dü zeye getirilm esi gerektiği öne sürülür. M arx’a göre gerçek ko m ünizm bu değildir, zira bu anlayış ek o n o m i-p o liıik teori de rastlananla aynı türden çarpıtılm ış bir emeği nesneleştirme eğilim ine dayanır. Bu tür b ir ilkel kom ünizm , birey yeri ne topluluğun kapitalist haline geldiği ilkel bir çileciliğe iti lir. İlkel kom ünizm de m ülkiyet düzeni hâlâ egem endir, ancak olumsuz bir anlamda: Bizzat b ir güç olarak ortaya çıkan evrensel kıskan çlık, kendi n i yeniden inşa eden ve fa r k lı bir biçim de doyuran gizli b ir aç gözlülük biçim id ir... Özel m ülkiyetin bu şekilde kaldırılışının gerçek bir sahipliği ne kadar az tem sil etliği, tüm kü ltü r ve uy garlık dünyasın ın soyut olum suzlanm ası ile ve bırak ın özel m ülkiyeti aşm ayı, ona sahip bile olm ayan y o k s u l, ham , eksik bireyin d o ğ a llık tan u z a k ilkelliğine gerilem e ile gösterilir.60
M arx’a göre, ilkel kom ünizm , özel m ülkiyetin olum lu an lamda aşılm ası im kânı olarak anlaşılam az. Ö zel m ülkiyetin kaldırılması kesinlikle yeni bir toplum biçim ine geçişin gerek li bir koşuludur. A ncak geleceğin sosyalist loplum unun dü zenleyici ilkesi, “ö z el m ülkiyetin, insanın kendisine y a b a n c ıla ş m asının p o z itif anlam da ortadan kaldırılması ve böylece insan doğasının insan aracılığıyla ve insan için gerçek anlamda y e niden e le geçirilm esi" olmalıdır. Bu, “insanın bizzat toplum sal, yani gerçekten de insan varlık olarak (als ein es g esellsch aftli chen, d.h. m en schlichen M enschen)* kendine dönüşü”nü, “ön ceki bütün gelişm elerin zenginliğini özüm sem iş tam ve bi linçli bir dönüşü”61 gerektirecektir. İnsanî varoluşun toplum sal karakterinin yeniden ele geçirilm esi, M arxhn E ly a z m a la n ’nda ifade etliği kom ünizm anlayışının tam amlayıcı b ir parlen Babeuf ve C abel'nin izleyicilerine atıfta bulunm aktadır. Engels bu grupla rı "Kıtada sosyal reform un gelişim i” yazısında ele alır, W erke, c. 1, s. 4 8 0 -4 9 6 . 60
Karl M arx, E arly Wrilings, s. 154; W erke, Ergd., c. 1. s. 5 3 4 -5 3 5 .
( * ) Toplum sal, yani insani |beşeriJ bir insan o la r a k - ç .n . 61
Karl M arx, Early W rilings, s. 154; W erke, Ergd., c. I , s. 53 6 .
49
çasıdır. Kom ünist toplum , iktisatçıların genelde insan doğası nın karakteristik bir özelliği olduğunu düşündükleri ben cil ç ı karcılık üzerine değil, aksine birey ve sosyal topluluk arasın daki karşılıklı bağım lılığın bilinçli farkındalığı tem elinde ku rulacaktır. M arx, insanın toplum sal doğasının onun varlığının köklerine nüfuz ettiğini ve bu doğanın artık basitçe diğerleriy le doğrudan ilişki içinde sürdürülen etkinliklerde tezahür et m eyeceğini vurgular. A ncak kom ünizm insanların bireysellik lerini yadsımaz. Aksine M arx’m tartışm asının özü, kom ünist toplum un, önceki üretim sistem lerinde m üm kün olam ayacak düzeyde, bireylerin özel potansiyelleri ve kapasitelerinin ge nişlem esine im kân sağlayacağı düşüncesidir. M arx’a göre bu rada bir paradoks yoktur. İnsanlar sadece toplum sayesinde ve ortaklaşa ürünler olan kaynaklan kullanarak bireyselleşirler. Bu heyecan verici ve parlak formül G enç Hegelciler’in “eleş tirel felsefesinin” sınırlılıklarıyla birleşir. Teoride özel m ülki yeti aşmak, özel m ülkiyet “fikrinin” yerine kom ünizm “fikri ni” geçirm ek yeterli değildir. G erçekte kom ünizm e ulaşm ak “aslında çok şiddetli ve uzun bir süreci gerektirecektir”.62
62
50
Karl Marx, E arly W ritings, s. 154; Werfee, Ergd., c. 1, s. 5 5 3.
2 Tarihsel Materyalizm
M arx ve Engels ilişkisinin ilk meyvesi, büyük ölçüd e polem ikçi bir yapıya sahip olan ve 1844’ün son yansında yazılma ya başlanıp 1845 sonlarında yayımlanan K utsal Aile'dir. Kita bın büyük bölüm ü M arx’a aittir ve onun diğer G enç Hegelciler’den kesin kopuşunun belgesidir. Bu çalışm ayı, çok kısa bir süre sonra yazılan ( 1 8 4 5 -1 8 4 6 ), aslında eleştirel b ir çalışm a olm asına rağmen M arx’in tarihsel m ateryalizmin tem el ilkele rinin ilk genel ifadesini oluşturan A lm an İdeolojisi izler. Bu ça lışm adan sonra M arx’m genel bakış açısı bir ölçüde değişir ve hayatının kalan bölüm ünü bu ikinci çalışm ada ana hatlarını oluşturduğu görüşlerin teorik açıklam asını yapmaya ve onlan uygulamaya geçirm eye ayırır. Alman Ideolojisi’nin tam m etni M arx ve E n gels hayattay ken yayım lanm am ıştır. 1 8 5 9 ’da A lm an İd eo lo jis i'n in yazıldı ğı dönem i kısaca değerlendiren M arx, bu çalışm ayı yayımla m adıkları için hayal kırık lığ ı yaşam adıklarını yazar: T em el am aca ulaşıldığı -y a n i “anlatılm ak istenen verild iği”- için , “çalışm ayı tam am en b ilin çli olarak farelerin kem irgen eleş tirisine terk etm işlerdir.”1 Yine de M arx, açıkça, kendi Hegel 1
K arl M arx: S elected W orks, s. 364. Engels'in, erken dönem yazıların -A lm an Idcîojisi’ne kadar olan ve bu çalışm ayı içeren dönem deki y a z ıla rın -ö n em i ko-
51
“E le ştirisin d e n ve 1844 yılından entelektüel kariyerindeki en önem li sınır çizgisinin göstergeleri olarak söz eder. E kon om i P o litiğ in Eleştirisine Katkı’ya yazdığı girişte, M arx’i, “Devlet bi
çim leri kadar hukuk! ilişkiler de ne bizzat kendilerinden hare ketle ne de insan zihninin (Geist) sözde genel gelişim ine göre kavranabilir, onların kökleri daha ziyade maddi yaşam koşul larında yatar”2 yargısına götüren Hegel'in devlet felsefesi üze rine analizidir. Engels daha sonra Alman İd eo lo jisi’nden söz ederken, bura daki materyalist tarih anlayışının “sadece ilgili dönem de eko nom i tarihine ilişkin bilgilerinin hâlâ n e kadar eksik olduğunu gösterdiğini”3 belirtir. Ancak Marx’in ekonom i tarihi hakkındaki bilgisi gerçekte bu dönem de zayıf olsa bile (burada geliş tirilen üretici sistem lerin gelişme “evreleri” şem ası daha sonra önem li ölçüde gözden g eçirilm iştir), çalışmada ortaya k on u lan tarihsel materyalizm açıklam ası M arx’in daha sonra başka vesilelerle yaptığı açıklam alarla büyük uygunluk içindedir. Tüm kesin bölünm e çizgileri keyfîdir; ancak bazen M arx’in “erken ” dönem inin bir ürünü olarak görülse de, Almcın İd eo lo jis in in onun olgun konum unu temsil eden ilk önem li çalışm a olarak alınması daha isabetlidir. M arx’in 1843 ve 1 8 4 4 yazılarının onun olgun tarihsel ma teryalizm anlayışıyla ilişk isi ü zerine tartışm a, bu y azıların 1 9 2 9 -1 9 3 2 ’de yayım lanm asından itibaren sürekli olarak art mıştır. Tartışm anın doğrudan siyasal nitelikte dallan vardır ve tartışılan noktaların ilgili tüm taraflan tatmin edecek biçim de çözüm e kavuşturuldugunu varsaymak oldukça zordur. Ancak gerçekte, M arx’in Hegel “E leştiri”si, 1844 E ly a z m a la rı ve onun olgun dönem düşüncesi arasındaki tem el sü rek lilik çizgile ri yeterince açıktır. M arx’in erken dönem yazılarında geliştir diği ve sonraki çalışm alarında yer alan en önem li temalar şu n lardır; nusundaki sonraki değerlendirm esi için bkz. A. Voden, “T alks with Engels", Reminiscences o f M arx a n d Engels (M oskova, tarihsiz), s. 3 3 0 vd. 2
K arl M arx: S elected Works, e. I, s. 36 2 ; W erlte, c. 13, s. 8.
3
Karl Marx: Selected Works, c. 2, s. 359.
52
1. M arx'm büyük ölçüde Hegel’e borçlu olduğu, ilerleyen b ir sü reç olarak insan ın “kend ini-yaratm ası” fikri. M arx’in 1 8 4 4 Elycızmaları’ndaki ifadesine göre, “dü nya tarih i o la r a k ad lan dırılan şeyin tümü insanın insan em eğiyle yaratılm asın dan başka bir şey değildir...”4 2. Y ab an cılaşm a fik ri. M arx’m “y a b a n cıla şm a ” terim in i 1 8 4 4 ’ten sonraki yazılarda büyük ölçüde kullanm am asının bir nedeni, kendi konum unu soyul felsefeden kesin olarak ayır ma arzusudur. N itekim M arx, K om ünist M anifesto'da (1 8 4 8 ) alaycı bir dille “insan özünün yaban cılaşm asın d an söz eden Alman filozoflarının “felsefi zırvalarından” bahseder.5 Büyük ölçüde Elyazm alan’nda ortaya konulsalar da, A lm an îd eo lo jisi’nin yazım ına kadar tam am en geliştirilm eyen görüşlerden, yabancılaşm anın sadece özel toplum sal form asyonların geli şimi çerçevesinde anlaşılabilecek tarihsel b ir olgu olarak araştın lab ileceg i son ucu çıkar. M arx’in tarih sel gelişm e evrele ri üzerine araştırm aları, (Avrupa feodalizm inin çözülm esi ve köylünün kendi üretim araçlarına yabancılaşm ası ile son u ç lanan) işbölüm ünün gelişim i ve özel m ülkiyetin oluşum una kadar götürülür. K a p ital’de, bu ikinci süreç, yani büyük m ik tarlarda m ülksüz ücretli-em ekçiler kitlesinin yaratılm ası, ka pitalizmin oluşum unun zorunlu önkoşulu olarak sunulur.6 3. M arx’m , Hegel’in devlet felsefesi “E le ş tir is in d e ortaya koyduğu devlet teorisi ve devletin geleceğin toplum unda aşı lacağı fikri. M arx, bu “E le ştiriy i yazdığı dönem de, kapitaliz min yerini alacağını düşündüğü ve alm asını beklediği toplum 4
A .g.e., s. 166. M arx’in “em ek" kavramı için bkz. Helmut Klages, T echnishcr H um anism us (Stuttgart, 1 9 6 4 ), s. 11-128.
5
Tlıc C om m unist M anifesto, s. 168; W erke, c. 4, s. 4 8 6 . [Komünist M anifesto vc K om ünizm in İlk eleri, çev. Muzaffer Erdosı, (ilk baskı) 19 7 6 , Sol Yayınları.]
6
Marx'm “yabancılaşm a" kavramım sonraki yazılarında kullanm aktan vazgeç tiği vc bu yüzden, onun erken ve olgun dönem çalışm aları arasında bir kopuş olduğu görüşü Louis Feuer tarafından ifade edilir: “W hat is alienation? The career o f the co ncep t", New Politics, 19 6 2 , s. 1 1 6 -1 3 4 ; Daniel Bell, “T he de bate on the alienation", Leopold Labedz, Revisionism (Londra. 196.3), s. 1952 1 1 . Farklı bir siyasal perspektiften benzer bir ifade için krş. Louis Althusser, F o r M arx (Londra, 1 9 6 9 ), s. 5 1 -8 6 ve farklı yerlerde. [M arx İçin, çev. Işık Ergüden, lıhaki Yayınlan, 2002.]
53
sal düzen türü hakkında sadece kaba bir anlayışa sahipken, devletin “siyasalın” bağım sız alanının bertaraf edilmesiyle or tadan kaldınlabileceği tezi bu konudaki daha sonraki görüşle rinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. 4. Bir toplum sal gelişm e analizi perspektifi olarak tarihsel materyalizmin en temel ilkeleri. M arx’in erken dönem çalışm a larında çoğunlukla Hegelci ve Feuerbachcı bir dil kullanılm a sına rağmen, onun yeni geliştirdiği bakış açısının bu yazarlar la ve özellikle de Hegel’le kesin bir epistem olojik kopuş içinde olduğu yeterince açıktır. Marx bu eski görüşlerin yerine yeni bir felsefe geçirmeye çalışm az; toplumsal ve tarihsel bir yakla şım lehine felsefeyi reddeder. Nitekim M arx, zaten 1 8 4 4 E lyazm alan'nda, kapitalizmin -te m e l yapısal karakteristiğini serm a ye ve ücretli em ek arasında dikoıom ik sınıfsal bir ilişki oluştu r a n - belirli bir toplum biçim inde kök saldığını vurgular. 5 . Ö zet b ir d evrim ci P ra x is anlayışı. M arxhn Slrau ss ve Bauer üzerine yorum lan (yani onların soyut insanın “kendilik-bilinci” yerine “soyut doğanın” özü düşüncesini geçirdik leri iddiası)7 Kutsal A ile ve Alman İdeolojisi’nde uzunca ifade edilen görüşlerin -e le ştire l felsefenin devrim ci b ir hareketin ilk evrelerinden başka bir şeyle ilişkili olmadığı g örü şü n ü n habercisidir. Sadece teori ve pratiğin birlikteliğiyle, teorik an lam anın pratik siyasal etkinlikle bir araya gelm esiyle toplum sal değişmeye etkide bu lu nu labilir. Bu ise tarihte yeni geli şen dönüşüm potan siyelleri üzerine yapılacak araştırm anın söz konusu değişm eleri hayata geçirebilecek pratik bir eylem programıyla birleştirilm esi dem ektir. i 8 4 4 E ly a z m a la n ile A lm an İdeolojisi arasındaki en ön em li geçiş noktası, M arx’m 1 8 4 5 ’te yazdığı ve o günden beri Feuerb ach Ü zerine T ezler olarak ünlenen, Feuerbach üzerine kısa bir eleştirel önerm eler topluluğunda bulunabilir.8 M arx, Feu7
K arl M arx, E arly Writings, s. 195.
8
F eu erbach Ü zerine Tezler ilk kez 1888'de onlann "dünyaya yeni bir bakış açı sının parlak başlangıç noktası”n ı içerdiklerini söyleyen Engels tarafından ya yımlandı (.Selected W orks, c. 2. s. 3 5 9 ). Burada Writings O f T he Young M arx On P hilosophy And Society'deki çeviriden aktardım : s. 4 0 0 -4 0 2 .
54
erbach’ı birkaç noktada eleştirir. İlk olarak, Feuerbach’-ın yak laşım ı tarihsel değildir. F euerbach, toplum un ö nü n e konan soyut bir “insan” anlayışına sahiptir: İnsanı sadece dinsel insa na indirgem ekle kalmayıp, “‘dinsel duygu’nun bizzat toplum sal b ir ürün ve analiz ettiği soyul bireyin de özel bir toplum biçim ine ait biri oldugu”nu9 görem ez. İk in ci o larak, F euerbach’ın m ateryalizm i, fikirleri sadece maddi gerçekliğin “yan sım aları” olarak aldığı için felsefi bir öğreti düzeyinde kalır. G erçekte, bilinç ve insani Praxis arasında sürekli karşılıklılık vardır. F euerbach , daha önceki tüm m ateryalist düşünürler le benzer b ir yaklaşım içinde, “maddi gerçekliği” insan etk in liğinin belirleyicisi olarak görür ve “n esnel” dünyanın “özne”, yani insanların etkinliği tarafından nasıl değiştirildiğini analiz etmez. M arx ayrıca bu oldukça önem li noktayı bir başka şekil de vurgular. O nun ifadesiyle, Feuerbach’m materyalist öğreti si, devrim ci etkinliğin bilincin, yani insanların am açlı edim le rinin sonucu olduğunu göremez, aksine dünyayı maddi ger çekliğin fikirler üzerindeki “tek-yönlü” etkisine göre açıklar. Ancak M arx’a göre, “koşullar insanlar tarafından d eğiştirilir ve,., bizzat eğiticinin de eğitilmesi gerekir...”10 M arx’in gözüyle Feuerbach, “felsefenin [yani, Hegel felse fesinin] d üşü n ce içind e o lu ştu rulan ve d üşü nce aracılığıy la g eliştirilen dinden başka h içb ir şey o lm ad ığın ı; aynı ö l çü d e, insan i yaban cılaşm an ın b ir başka varolu ş b içim i ve tarzı o larak m ah kûm ed ile b ileceğ in i”11 g ö sterirk en ö n em li bir katkıda bulunm uştur. Ancak Feuerbach bunu yaparken, Hegel’in “hareket halindeki ve yaratıcı ilke olarak olum suzlama d iy a le k tiğ in e 12 yaptığı vurguyu göz ardı ederek, “din! düşü n ü şlü ” (co n tem p lativ e) veya p asif bir m ateryalizm sergi ler. M arx’in düşüncesi için temel önemde olan, özne (toplum içindeki insan) ile nesne (maddi dünya) arasındaki, insanla rın maddi dünyayı giderek daha fazla kendi am açlarına bagım 9
Writings O f T h e Young M arx On Philosophy Anil S ociety , s. 4 0 2 .
10 A.g.e., s. 4 0 1 . 11
K arl M arx, E arly W ritings, s . 197 (parantezler bana aittir).
12 A.g.e., s . 2 0 2 . Bu noktanın kapsamlı bir incelem esi için bkz. s. 4 0 3 -4 0 6 .
55
lı kıldıkları ve böylece bu am açları dönüştürüp yeni ihtiyaçlar yarattıkları diyalektik süreçtir.
Materyalist tez Bu yüzden, A lm an td eo lo jisi ve sonraki yazılarda o lu ştu ru lan genel tarihsel m ateryalist anlayış Feuerbach’m anlayışın dan ve daha önceki felsefi materyalist yaklaşımlardan olduk ça farklıdır. “M ateryalizm”, M arx’in kullandığı anlamda, man tıksal olarak oluşturulan o ntolojik bir argümanı ifade etm ez.’3 Kuşkusuz Marx, fikirlerin, bilinebilir maddi bir dünya ile du yusal ilişki içindeki insan beyninin ürünleri oldukları iddiası nı tem el alan “realist” bir bakış açısını benim ser; fikirler insan zihninde deneyim lerden bağımsız, verili içkin kategoriler ola rak yer almazlar. A ncak bu, kesinlikle determ inist bir felse fi materyalizmi toplum un gelişim i üzerine bir yorum a uygu lamayı gerektirmez. İnsan bilin ci, özne ve nesne arasındaki — insanın içinde yaşadığı dünyayı aktif bir biçim de biçim lendi rirken aynı zamanda dünyanın da onu b içim len d ird iğ i- di yalektik karşılıklı etkileşim içinde şekillenir. Buna örnek ola rak, M arx’in -F eu erb a c h Ü zerine Tezleri de bir noktayı açıklar k e n - maddi dünya hakkm daki algılarımızın bile toplum tara fından koşullandırıldığı tespiti verilebilir. Feuerbach, duyusal algının sabit ve değişmez olmayıp, aksine aşağıdaki nitelikle re sahip olgusal bir dünyayla bütünleştiğini göremez. Bu olgu sal dünya, tarihsel b ir üründür; h er biri bir ön cekin in om uzlarında yük selen, ayrıca kendi sanayi ve ilişkisini geliştiren, kendi top lum sal düzenini değişen ihtiyaçlarına göre yeniden ayarlayan tüm b ir n esiller d izisin in e tk in liğ in in son u cu d u r. E n b asil
13
56
Kuşkusuz bu, M arx'm konum unun belirli o n lo lo jik kabulleri ima etm ediği ni söylem ek değildir. Krş. H. B. A ction, T h e Illusion o f Epoch (Londra, 1955). M arx'm geleneksel anlamda bir materyalist olduğu görüşünün inandırıcı bir çürütülüşü için bkz. Alfred Schm idt, D er B e grijjf d e r N atur in d er Leh re von M arx (Frankfurt, L962). A ynca Z. A. Jordan , T he Evolution o f D ialectical M a terialism (Londra, 1 9 6 7 ).
“duyusal k esin lik ” nesneleri bile, birey için sadece toplum sal gelişm e, sanayi ve licari etkileşim aracılığıyla yer a lır .'4
M arx’a g öre, tarih insani ih tiyaçların sü rekli yaratılm ası, doyurulm ası ve yeniden yaratılması sürecidir. İnsanları hay vanlardan ayıran özellik, ihtiyaçlarının sabit ve değişm eler den bağım sız olm am asıdır. Bu nedenle em ek, yani insanlar la doğal çevreleri arasındaki yaratıcı alışveriş, insan toplum unun tem elini oluşturur. Bireyin kendi maddi çevresiyle ilişki si, üyesi olduğu toplum un özel karakteristikleriyle dolayım lanır. İnsan toplum unun gelişim ini araştırırk en, insani va roluşun o lm a z sa o lm a z koşulunu oluşturan som ut toplumsal yaşam sü reçlerini am pirik olarak inceleyerek işe başlam am ız gerekir. M arx’in bu konuyla ilgili uzunca ifadesini aktarm ak yararlı olacaktır: Bu yaklaşım biçim i öncüllerden yoksu n değildir. O , gerçek ö n cü llerle başlar ve onları bir an için b ile bırakm az. O nu n ön cü lleri, hayalî bir soyutlam a ve değişm ezlik içind eki değil, aksine belirli koşullar altında fiilen, som u t olarak algılanabilir b ir gelişm e süreci içind eki insanlardır. Bu a k tif yaşam sü re ci b etim len ir betim lenm ez, tarih (ken d ileri hâlâ teorik düzey de kalan) m ateryalistlerde ölü bir olgular toplam ına veya ide alistlerde hayalî öznelerin hayalî bir etkinliğine dönüşür. Spekülasyonun sona erdiği yerde -g e rç e k h a y a tta - hakiki, pozitif bilim , yani pratik etkinliğ in, insanların pratik gelişim sü re ç le rin in tem sili başlar. B ilin ç h ak k ın d a k o n u şm a sona erer ve o nu n yerini gerçek bilgi alm aya başlar. G erçek lik dile getirildiğinde, bağım sız b ir bilgi dalı olarak felsefe varoluş ne denini yitirir. En iyisinden, onu n yerini insanların tarihsel ge lişim lerini gözlem lerden elde ed ilebilecek en genel son u çla rın b ir sen tezi alabilir. Bu soyutlam alar, g erçek tarihten ba ğım sız olarak kendi başına herhangi bir değerden yoksunlar dır. O nlar sadece tarihsel m ateryallerin d ü zenlenm esini k o laylaştırm aya, onu n bağım sız katm anlarının dizilişini göster il
The German Ideobgy, s. 57. |Alman ideolojisi (Feuerbach), çev. Sevim Belli, (ilk baskı) 1976, Sol Yayınlan]; Werke, c. 3, s. 27. 57
meye hizm et edebilir. A ncak kesinlikle, felsefede olduğu gibi, tarihsel çağlan düzgün b ir biçim d e süsleyen reçeteler veya şe m alar sağlam azlar. A ksine, sık ın tılar sadece ilk olarak, -is te r geçm iş çağa isterse günüm üze a it - m ateryalleri gözlem lem e ye ve düzenlem eye başladığım ızda -g e rç e k tasvir e sn asın d aortaya çık a r.15
M arx, açık bir ifadeyle, insan ve doğa arasındaki yaratıcı ve dinamik etkileşim le, yani insanın bizzat kendini yarattığı üret ken süreç üzerinde tem ellendirilecek ampirik bir toplum b ili mine ihtiyacı vurgular. M arx’in. toplum sal gelişm esinin ana “evreleri” düşüncesi, onun çalışm asındaki diğer birkaç alanla birlikte, dağınık hal deki materyallerden oluşturulm ak zorundadır. Almaıı id e o lo j i s i n d e sunulan şem a sayılmazsa, Marx hiçbir yerde belirledi ği toplum tipleri hakkında bütünlüklü bir açıklam a sunmaz. Yine de, M arx'in toplumsal gelişm e anlayışını biçim lendiren genel ilkeler açıktır. M arx’in belirlediği her farklı loplum tipi kendi karakteristik iç gelişm e dinam iklerine veya “m antığı na” sahiptir. Ancak bunlar sadece geçm iş i d e kapsay an am pirik analizlerle ortaya çıkartılabilir ve analiz edilebilir. Bunun hem genel teorik bir ilke olduğu hem de daha özelde bir toplum ti pinden diğerine gelişm e sü recinin izinin sürülm esi an lam ı na geldiği vurgulanır. M arx’in ifadesine göre, “Tarih, her biri materyaller, sermaye birikim leri, tüm önceki kuşaklar tarafın dan miras bırakılan üretici güçleri kullanan ve bu yüzden, bir yanda, geleneksel etkinliği tamamen değişik koşullarda sürdü ren ve öte yandan, eski koşulların yerine tamamen değişik bir etkinliği geçiren farklı kuşakların birbirini izlemesinden başka bir şey değildir.”16 O, basitçe tarihe “am açlar” yükleyen - “son raki tarihin öncekinin amacı haline getirild iği- ereksel (teleological) b ir çarpıtm adır”.17 15
T he G erm an Id eolog y , s. 5 7 ; W erke, c. 3, s. 4 3 .
16 T he German Ideology, s. 6 0 . Ayrıca krş. T he Holy Fam ily o r C iitiq u e o f C ritieal C ritiquc (M oskova, 1 9 5 6 ), s. 125. [Kutsal Aile Ya d a Eleştirinin E leştirisi, çev. Kenan Som er, (ilk baskı) 1 9 7 6 , Sol Yayınlan. 1 17 A .g.e., s. 6 0 . M arx, P roudhon'un Hegel'in diyalektiğini kullanm a biçim in e
58
M arx, ben zer g örü şleri, k ap italist aşam anın h er m odern toplumda kom ünizm in kurulm asının gerekli önkoşulu oldu ğunu ileri sü rerek, tek-doğrulıulu bir yaklaşım ı reddettiğini ifade eder. Daha önceki tarihsel dönem i açıklayıcı bir örnek olarak Rom a’yı verir. Bir sonraki dönemde Batı Avrupa’da ka pitalizmin oluşm asında rol oynayan belirli koşullar zaten Rom a’da vardı; an cak Rom a ekon om isi kapitalist ü retim e yol açm ak yerine kendi içinde çözüldü. Bu örnek, “belirgin bir benzerlik gösteren, ancak farklı tarihsel bağlamlarda yaşanan olayların tam am en farklı süreçler yarattıklarını gösterir.” Bu süreç, söz konusu durumlar birbirinden bağım sız olarak araş tırıldığında anlaşılabilir, “ancak, tarih-üstü tarihsel-felsefi teo rik b ir çerçev ey e bağlı kaldığımızda onları asla anlayamayız”.'8 M arx’in toplum tipolojisi, işbölüm ündeki ilerleyici farklılaş manın gelişim inin izini sürm eye dayanır. O nun 1844 E lyazm aları'n da ifade ettiği gibi, işbölüm ünde genişlem e, yabancı laşma ve özel m ülkiyelin gelişimiyle aynı anlam a gelir. Sınıf lı toplum un ilk farklılaşmamış kom ünal m ülkiyet sistem inden ortaya çık ışın ın kaynağında kesinlikle işbölüm ünde uzm an laşma yatar; insanları, kendi özel mesleki uzm anlıklarına göre (yani, “ücretli em ekçi” olarak) tanımlayan işbölüm ü, onların “genel” üreticiler olarak tüm kapasitelerini yadsır. Bu suretle: “İşbölüm ündeki farklı gelişme evreleri sadece oldukça farklı mülkiyet biçim leri dem ektir; yani, işbölüm ündeki m evcut bir evre, aynı zamanda, bireylerin birbirleriyle ilişkilerini mater yal, araç ve em eğin ürünüyle ilişki içinde belirler.”19 altfıa bulunarak aynı eleştiriyi yapar. Proudhon, basitçe, H egelci “fikirlerin birbirini izlem esi" açıklam asının yerine ekonom ik kategorileri geçirir. Böylece tarihsel gelişm eyi ayrıntılı olarak araştırma işinden kurtulunur. “M. Proud hon, ekonom ik ilişkileri; birbirini doğuran, tez-antitez gibi birbirinden kay naklanan ve m antıksal ardışıklığım insanlığın kişisel olm ayan aklından alan toplum sal evreler olarak görür." The Poverty o f Philosophy (Londra, tarih siz), s. 93. 18 O tyeccstvcniyye Z apisky'nin editörüne m ektup, daha sonra T. B. Bottom ore ve M axim ilen Rubcl tarafından çevrilm iştir: S elected Writings in Sociology and S ocial P hilosophy (Londra, 1 9 6 3 ). s. 93. (Mor.xiri S osy olojisi, çev. Zuhal Bil gin, Chiviyazılan Yayınevi, 20061 19
T h e G erm an Id eolog y , s. 3 3 .
59
Sınıf-öncesi sistemler Her insan toplumu ilkel bir düzeyde de olsa belirli bir işbölü münü gerektirir. Ancak işbölümü en basit toplum biçim i olan kabilede en alt düzeydedir, sadece cinsiyetler arasında genel bir işbölüm ü vardır: İşleri büyük ölçüde çocu kları y etiştir mek olan kadınlar erkeklerden daha az üretken bir rol oynar lar. Erkek başlangıçta tamamen kom ünal bir varlıktır; bireysel leşme giderek karm aşıklaşan ve uzmanlaşmış bir işbölümüyle ilişkili tarihsel bir üründür. İşbölüm ünün giderek karm aşık laşması temel ihtiyaçları karşılamak için gerekenlerin üzerin de bir arlık üretme kapasitesiyle el ele gider. Bu ayrıca malla rın mübadelesini gerektirir; mübadele ayrıca insanların giderek daha fazla bireyselleşm esine yol açar; bu süreç, büyük ölçüde uzm anlaşmış bir işbölüm ü, para ekonom isi ve meta üretiminin geliştiği kapitalizmde doruğuna çıkar. Böylece, insanlar sadece tarihsel süreç içinde bireyselleşirler: “[İnsanlar] başlangıçta bir lü rsel-varlik, bir kabilevi v arlık, bir sürü hayvanı olarak ortaya çıkar... Değiş tokuş bu bireyselleşm enin temel bir etkenidir.”20 Ayrıca başlangıçta mülkiyet komünaldir; özel mülkiyetin kay nağı devletin yapısı değil, aksine sonraki toplumsal gelişm eler dir. M arx’a göre, insan toplum unun, esas olarak, her biri ken dine ait küçük özel mülkiyete sahip birbirinden bağımsız bi reylerin, yaklaşık aynı tarihte bir tür sözleşmeye dayalı toplu luk oluşturmak için bir araya gelmesiyle varlık kazandığını dü şünm ek anlamsızdır. “Yalnız yaşamakta olan bir birey konuşa bildiğinden fazla toprak mülkiyetine sahip olamaz. Toprağı, en fazla, hayvanlar gibi ihtiyaçlarını karşılamakta kullanacaktır.”21 Marx, bir bireyin işlediği toprakla ilişkisinin topluluk a ra cılı ğ ıy la dolayım landığını vurgular. “Ü retici kişi bir aile, kabile, bir insan grubu vb.’nin bir parçası olarak var olur: Bu toplum 20
Pre-C apitalisı E a m o m ic Form ations (Londra, 19 6 4 ), s. 9 6 IKapita/izm Önce si E konom i Biçimleri, çev. M ihri Belli, (ilk baskı) 1967, Sol Yayınları]; G rundrisse, s. 3 9 5 -3 9 6 . IG n ın d risse-E kon om i Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, çev. Sevan Nişanyan, Birikim Yayınları, 2008.1
21
E con om ic F am ıation s. s. 81.
60
sal birim ler de, birbirlerine karıştıkları ve karşıtlık içinde ol dukları için, tarihsel olarak farklı formları gerektirirler.”22 En basit kabile toplum biçim i avcı-toplayıcı veya çobanlık biçim inde göçebe olarak hayatını sürdüren bir toplumdur. Ka bile sabit b ir alana yerleşmemiştir ve bir yerden diğerine geçe rek m evcut kaynakları tüketir. İnsanlar doğaları öyle gerektir diği için yerleşik hayata geçm emişlerdir; yerleşik hayata sadece çoban grupların istikrarlı tanm topluluktan haline geldiği bir evrede geçm işlerdir. Bu geçiş bir kez gerçekleştiğinde, toplulu ğun o andan itibaren, hem fiziksel çevre koşulları hem de ka bilenin içyapısı dahil, “kabile karakteri” kazanmasını etkileyen birçok faktör devreye girer. İşbölüm ünün daha da farklılaşma sı, nüfus artışı ve böylece sözleşme içine girmeye zorlanan ka bileler arasmdaki çatışm alar ve bir kabilenin diğerini boyundu ruk altına alm ası gibi birbiriyle ilişkili süreçler aracılığıyla ge lişir 23 Bu oluşum , ( “ataerkil aile şefleri, onlann altında kabile üyeleri ve en altta da köleleri” içeren farklılaşmış bir tabakalaş ma sistem inin bir parçasını oluşturan) etnik temelli bir kölelik sistem i üretme eğilim indedir.24 Toplum lar arasındaki ilişkiler savaş kadar ticareti de harekete geçirir. “Farklı toplum lar fark lı üretim araçlarına sahip olduklan ve doğal çevrelerinde farklı geçim kaynaklan bulduklan”25 için, ürünlerin mübadelesi mes leki alanda daha fazla uzmanlaşmayı harekete geçirip meta üredminin -y a n i bir alışveriş piyasasında satm ak niyetiyle üretil miş ü rü n lerin - ilk kaynağını oluşturarak gelişme gösterir. İlk metalar, esasen doğrudan Lakas yoluyla el değiştiren köleler, büyükbaş hayvanlar, metallerden oluşur. Bu alışverişler artar ve daha büyük çeşitlilikte metayı içerirk en , bir şekilde para kullanılmaya başlanır. Böylece, mübadele ilişkileri daha büyük birim lerin karşılıklı bağımlılığını artırır ve dolayısıyla toplumların daha fazla genişlemesini m ümkün kılar. 2 2 A .g.e., s. 8 7 ; G rundrissc. s. 389. 23
Krş. C ap ital, c. 1, s. 8 7 -8 9 . Durkheim ’la benzerlik belirtilebilir. [Kapital, çev. Alaattin Bilgi, (ilk baskılar) 1. c. 1965, 2. c. 1976, 3. c. 19 7 8 , Sol Yayınlan.]
2 4 P re-cap italisl E conom ic F orm alion s, s. 12 2 -1 2 3 . 25
C ap ital, c. 1, s. 3 5 1 .
61
Marx, erken dönem yazılarında sadece Avrupa’dan toplan mış materyalleri kullanır ve kabile toplum undan antik toplu ma (Yunanlılar ve Roma’ya) doğru tek bir gelişm e çizgisi çi zerken, daha sonra kabileci dönemde birden fazla gelişm e çiz gisi bulunduğunu fark eder. Bu farklı gelişme çizgileri özellik le doğulu loplum ları (H indistan ve Ç in’i) içerir, ancak M arx özel bir toplum tipinden, yani G erm anik toplumdan söz eder. Bu toplum , Roma lm paratorluğu’nun çözülüşüyle birlikte feo dalizmin Batı Avrupa’daki gelişm e eksenini oluşturur. M arx’in “Asya tipi ü retim ta rz ı”n ın (d o ğ u lu to p lu m la n n ) doğası üzerine görüşleri bir ölçüde değişikliğe uğram ış tır. M arx, New York D aily Tribuue’de 1853’te başlayan m aka lelerinde, tarım cı kültürde m erkezî sulam aya önem kazan dıran ve böylece güçlü m erkezî bir h ükü m ete veya “doğu despotizm i” ne yol açan iklim ve diğer coğrafi faktörlerin öne mini kuvvetle vurgular.26 Ancak M arx daha sonra bunun söz konusu toplum tipinin -b iz z a t yerel topluluğa ö z g ü - daha bü tünleştirici temel niteliklerinde kök saldığı görüşünü benim ser. Doğulu toplum değişm eye büyük direnç ..gösterir; dura ğanlık yönündeki bu eğilim sadece m erkezî hüküm et birim i n in katı despotik tutum undan değil, aynı zamanda (ve esa sen) köy kom ününün kendine yeten iç yapısından kaynakla nır. Küçük köy topluluğu “tamamen kendini idame ettirebile cek yapıdadır ve kendi içinde tüm üretim ve artık-üretim ko şullarını barındırır”.27 Bu olgunun tarihsel kökeni hiç de açık değildir; ancak o özgün bir oluşum olarak ortaya çıksa bile, son uç, “m anüfaktür ve tan m m ” -d a h a fazla farklılaşmaya yol açacak hiçbir itici güç içerm ey en - “kendine yeterli birliği”dir. Doğulu toplum lardaki nüfus artışı, sadece “eski bir örüntü üzerinde, yaıii işgal edilm em iş topraklar üzerinde... yeni bir topluluk”28 yaratma eğilim indedir. Buradaki temel bir faktör 26
The American Jou rn alism o f M arx an d Engels (New York, 1 9 6 6 ); Articles on India (Bombay, 1 9 5 1 ); M arx on C h in a 1853-60 (Londra, 1968).
27
P re-C apitalist Econom ic F o im a tio n s, s . 70.
28
C ap ital, c. 1. s. 3 5 8 . Asya tipi üretim ta n ın ın yapısı nihayetinde Batı söm ür geciliğinin etkisiyle zayıflamıştır.
62
toprakta özel m ülkiyetin olmamasıdır. Ö zel toprak m ülkiye tinin geliştiği yerlerde, Avrupalı birim ler ve özellikle Rom a’da olduğu gibi, nüfustaki gelişme m ülk sahipliği yönünde artan baskıya ve sonuçta genişlem e yönünde sürekli bir eğilim e yol açar. Ancak doğulu toplumda birey “asla bir m ülk sahibi hali ne gelmez, sadece kullanım hakkına sahiptir”. Bu toplum tipi mutlaka despotik olm ak zorunda değildir; küçük köy kom ün leri, birbiriyle ilişki içinde parçalı gevşek b ir gruplaşm a ola rak varlıklarını sürdürebilir. Ancak topluluklar artık-ürünlerinin bir bölüm ünü çoğu kez dinsel nedenlerle, “kabilenin tan rısının inanılan varlığı”nm etkisiyle bir despota saygı göster m ek adına verebilirler. Ama yöneticinin kendi tebaasıyla bir liği esasen kapsam lı bir karşılıklı ekonom ik bağım lılık için deki bütünlüklü b ir topluma dayanmaz; o esasen despot bire ye dinsel bir bağla bağlı parçalı birim lerden oluşan b ir toplum olarak kalır. Yerel köy topluluklarının kendine yeten karakteri kentlerin gelişim ini kesinlikle sınırlar ve kentler Hindistan veya Ç in’de asla egem en bir rol oynam am ıştır.29 Ö te yandan, Yunanlılar veya Roma’nın temsil ettiği toplum tipinde kent tem el bir yere sahiptir. M arx, kentleşm enin gelişim inin genellikle işbölüm ü içindeki farklılaşm anın en açık göstergesi olduğunu vurgular. “Kasaba ve kır arasındaki karşıtlık; barbarlıktan uygarlığa, ka bileden devlete, yerellikıen ulusa geçişle başlar ve tüm uygar lık tarihi boyunca günüm üze kadar ilerler..."30 Kent ve kır ay rışması ilk kez kentte başlayan serm ayenin gelişim i ve onun toprak m ülkiyetinden ayrılması için gerekli tarihsel koşullan sağlar. Biz, kentlerde “tem elini sadece em ek ve mübadele için de bulan m ülkiyetin başlangıç örneklerini”31 görürüz. K ent-tem elli b ir uygarlık olan antik loplum , ilk kesin sınıf lı toplum biçim idir. Asya tipi toplum lar belirli bir devlet düze ni geliştirseler bile, M arx onlan gelişmiş sınıfsal sistem içinde 29
Bu nokta, daha sonra W eber tarafından Hindistan ve Çin’den söz edilirken vurgulanmıştır.
30
T he German M eology, s. 6 5 , W erke, c. 3, s. 50.
31
The G crm an Id cology, s. 66.
63
görmez, zira burada m ülkiyet yerel düzeyde tamamen kom ünal olarak kalır.32 Sınıflar, ancak özel olarak sahiplenilen ser vet fazlası, açıkça ü reticiler kitlesinden bağım sızlaşan iç ba kımdan kendine yeten bir gruplaşma için yeterli düzeye gel diği takdirde varlık kazanır. Nitekim antik toplumda -v e özel likle G rek lerd e- bile, özel m ülkiyet hâlâ “kom ünal ve kamusal m ülkiyet”in gölgesi altındaydı.
Antik dünya A n tik toplum “b irk aç k ab ilen in , fikir birliği veya fetih so nucunda, kent içind e birleşm esiyle” o lu şu r.33 D oğudakilerden farklı olarak, kent ekonom ik bir bütündür. Şehir devlet lerini oluşturan ilk kabileler saldırgan ve savaşçı topluluklar dı. K entler başlangıçta askerler etrafında örgütlendi; G rekler ve Roma tarihi boyunca genişlem eci karakterini korudu. M arx’in antik toplum analizi Roma’ya odaklanır. Rom a, kent sel bir toplum olsa bile, toprak m ülkiyetinin etkisinden tama m en bağımsız değildi. Özel toprak sahibi aynı zamanda kent li bir yurttaştı. Marx bu durum u, “tarım cının bir kent içinde ki yaşayış biçim i”34 olarak tasvir eder. Yönetici sın ıf Roma ta rihinin her dönem inde toprak mülkiyetine dayanmıştır. Tam da bu yüzden, nüfus artışı toprağın genişletilm esi yönünde bir baskı yaratır; bu eğilim Rom a toplumunda değişmenin temel kaynağı, onun yapısından kaynaklanan temel “çelişki”dir: “Bu eğilim ... topluluğun ekonom ik koşullarının tem el bir parça 32
W ittfogel'c göre, M arx, “kendi teorisinin bakış açısından kaçınılm az gibi gö rünen bir sonuca ulaşmayı başaram adı", yani “Asya tipi üretim tarzı koşulla rında, toprak tem elli idari bürokrasinin yönetici sınıfı oluşturduğunu'' kav rayamadı: Karl A. W ittfogel, O rien tal D espotism (New Heaven, 1 9 5 7 ), s. 6. M arx. Rusya'dan “yan-A syatik" b ir toplum olarak söz ettiği için, Asya Tipi Üretim Tarzı’nm sınıfsal karakteri birçok siyasal içerim e sahiptir. W ittfogel, Asya toplunılan üzerine Rus bilginleri arasındaki tartışmayla ilgili (sıcak o l m ayan) bir açıklam a yapar (a.g.e., 9. Bölüm ). Krş. George Lichtheini, “Marx and the 'Asiatic mode o f production’", St A nthony’s P apers, No. 14, 1963, s.
86 - 112 . 33
T he G erm an Ideology, s. 33.
34
P re-capitalist Economic F orm ation s, s. 7 9 -8 0 .
64
sı olsa bile, topluluğun üzerine dayandığı gerçek bağı yıkar.”35 N üfus artışı ve bunun yol açtığı askerî serüvenler köleliğin ge nişlem esine ve toprak m ülkiyetinin giderek yoğunlaşm asına hizm et eder. F etihler ve söm ürgeci savaşlar, kölelerin m ikta rının artm asına yol açarak, toplumsal farklılaşma çizgilerinin daha da keskinleşm esine neden olur.36 K öleler üretim in tüm yükünü çekerken, “patrician” (soylu) toprak sahipleri kam u sal b irik im leri ve savaşın organizasyonunu tekelleştiren , gi derek bağım sızlaşan bir yönetici sın ıf olarak ortaya çıkarlar. “Tüm sistem ... -b iz z a t A ntik uygarlığın k oşu lların ı teh like ye sokm adan aşılam ayacak- belirli bir nüfus m iktan üzerine kurulm uştur.” Bu ise M arx’in “zorunlu dış g ö ç” adını verdiği, kendisini “toplum un yapısı içinde düzenli bir bağlantı sağla yan” kolonilerin belirli aralıklarla kurulm ası biçim inde göste ren bir baskıya yol açar.37 M evcut kaynaklara dayanarak üretkenliği artırm a yönü n de hiçbir güdü olmadığı için, toprak yetersizliğinden kaynak lanan baskı oldukça güçlüdür. Kazancı azamiye çıkartacak bir ilgi “artışı yaratacak” hiçbir ideoloji bulunm am aktadır: C a to ,* tarlalan n nasıl en kârlı biçim d e işlen eceğ in i anıştıra b ilir veya B rütü s e n uygun faizle b o rç para v ereb ilir an cak servet, ü retim in am acı olarak ortaya çıkm az, A raştırm a h er zam an hangi m ülkiyet biçim in in en iyi yu rttaşlar yaratacağı konusundadır. Servet, sadece ticaret yapan ço k az insan ara sında bizzat b ir am aç olarak ortaya çık ar...38 35 A.g.e., s. 8 3 . 36 A.g.e., s. 9 2 -9 3 . 37
T h e A m erican Jo u m a lis m o f M arx an d Engels, s. 77.
( * ) Cato: “Censorius" lakaplı Romalı devlet adamı - ç. n. 38 P rc-capitalist E con om ic E orm atioııs. s. 8 4 . Marx'a göre, Antik dünyadaki yay gın anlayış, ( “dar ulusal, dinsel ya da siyasal" bir dünya görüşü tem elinde) yabancılaşm ış bir biçim de olsa da, insanların am açlarının üretim e ve ser vet birikim ine tâbi olduğu burjuva toplum uyla karşılaştırıld ığınd a, insanı hâlâ şeylerin m erkezine yerleştirir. Ancak Marx sözlerine şöyle devam eder: “Fakat gerçekte, dar burjuva toplum b içim in in dış kabuğu soyulduğunda, zenginliği oluşturan şey ihtiyaçlar, kapasiteler, hazlar, üretken güçler vb.’nin evrenselliği değil, evrensel bir mübadele içinde üretilen bireylerin evTcnscl-
65
Servet kendi başına değerli değildir, aksine değerin kaynağı “özel kullanım ”dır; bu yüzden, yönetici sın ıf ticaret ve manüfaktüre kuşkuyla, hatta hor gözle bakar. Ayrıca em ek genelde küçüm senir, özgür insanlara uygun b ir şey olarak görülm ez. Cum huriyetin sonunda Roma Devleti zaten “fethedilen eya letlerin acımasız söm ürüsüne” dayanmaktaydı,39 bu açıkça im paratorların himayesinde düzenlenen bir süreçtir. Roma toplumunda sın ıf çatışm ası patricilerle plebler arasındaki m üca dele etrafında yoğunlaşır. Patriciler, plebleri utanmazca, esa sen tefecilikle söm ürürler: Bu söm ürü en üst düzeye Rom a’da ulaşır, ancak asla genel bir sermaye birikimi süreci yaratmaz. M arx, K a p ita lin üçüncü cildinde tefeciliğin rolünü tartışırken, tefecilerin serm ayelerinin diğer koşullarla bir araya gelerek kapitalizm in gelişim inde önem li bir rol oynadığını, bu koşul lar olmadan tefeci serm ayenin kapitalizmi zayıflatıcı bir faktör işlevi yüklendiğini gösterir. Roma’da yaşanan da budur; tefeci lik küçük köylülüğü zayıflatıcı bir etkide bulunur, zira patrici ler, savaşlarda hizm et etmeye zorlanarak sürekli yok olma teh didi altında yaşayan pleblerin gerçek ihtiyaçlarını karşılam ak yerine, parayı ço k yüksek faiz oranlarıyla ödünç vermişlerdir. “Romalı patriciler Romalı köleleri, küçük köylüleri tamamen yok ettiklerinde bu söm ürü son şeklini alm ış ve salt köle eko nom isinin yerine küçük köylülük ekonom isi geçm iştir.”40 Bir kurum olarak kölelik Roma tarihinde farklı evrelerden geçmiştir: Kölelerin küçük üreticilere yardım ettiği ataerkil bir sistem olarak başlamış; pleblerin giderek daha fazla köleleşme si pazar için tarımsal üretimin yaygın olarak uygulandığı büyük arazilerin, latifundiae'nin gelişimine yol açmıştır. Ancak ticaret ve sanayinin belirli bir noktanın ötesinde gelişememesi, nüfu sun çoğunluğunun sömürü sonucunda yoksullaşması latifim diae’nin ekonom ik olmaktan fiilen uzaklaşması demektir. Ticaret liğidir." Nitekim “A ntik dönem de yaşayanların çocuksu dünyası bir açıdan m odem dünyaya üstün bir görünüm de olsa da, bu üstünlüğün kaynağı sade ce nispeten sınırlı insani potansiyellerdir." A.g.c., s. 84 -8 5 . 39
Deyim Engels'e aittir. S clected VVorfis, c. 2, s. 299.
40
C ap ital, c. 3, s. 582.
66
teki bir başka zayıflama kasabalann güçten düşmesiyle birlik te gelir. Ticaretin ayakta tuttuğu şey devletin dağılmasında kat kıları olan kamu görevlilerinin dayattıkları vergilerle harabeye çevrilir. Kölelik fiilen ortadan kalkmaya başlar, büyük çiftlikler dağılır ve bu araziler küçük çiftliklerdeki mirasçı kiracılara söz leşmeyle kiralanır. Küçük çiftçilik egemen konum a gelir. Böylece doruğundayken olağandışı bir servet yoğunlaşm ası yaratan ve büyük b ir im paratorluk olan Roma fiilen yıkılm aya yüz tutar; üretici güçler önem li bir gelişme kaydederken, top lumun iç kom pozisyonu belirli bir noktanın ötesine geçm e yi engeller. Ç ok sayıda köylünün üretim araçlarının ellerinden alınması (M arx, kapitalizmin kökenlerini tartışırken bu süreci büyük ölçüde vurgular), kapitalist üretim in gelişm esine değil, aksine köleliğe dayalı -g e rçe k te içeride çözülm eye u ğray an bir sistem e yol açar.
Feodalizm ve kapitalist gelişmenin kaynakları Roma’ya yönelik şiddetli barbar saldırılan aslında sadece antik dünyanın yıkılışını hızlandıran bir faktördü: Asıl nedenler biz zat R om a’n m iç gelişim inden kaynaklanıyordu. M arx, görü nüşte, antik toplum u feodalizm in gelişim inde zorunlu b ir evre olarak görm ez;41 ancak batı Avrupa’da, her koşulda, Rom a lm paratorluğu’nun çözü lm esi feodal toplum un ortaya çık ışın ın temelini oluşturur. Yine M arx hiçbir yerde feodalizmin ilk ev relerini ayrıntılı olarak betim lem ez. Fakat Engels’in A ilenin, Özel M ülkiyetin ve D evletin K öken i’ndeki, “ele geçirdikleri böl geleri yönetm e göreviyle karşı karşıya kalan barbarlar kendi yönetim biçim lerini değiştirm ek ve Roma m irasının unsurla rını benim sem ek zorunda k alırlar” iddiasını M arx’in da b e nimsemesi m uhtem eldir. Bu yeni toplumsal düzen asker b ir li derin egem enliğine dayanır ve onun b ir m onarşiye dönüşm e siyle sonuçlanır.42 Y eni b ir soylular sınıfı, böylece, bizzat as■11 P re-capitalisl E con om ic F orm ation s. s. 70. *2
M arx, b ir yerde, Avrupa'da Rom a'yı izleyen sistem den, “iki sistem in karşı lıklı olarak birbirini değiştirdiği" bir “sentez" olarak söz eder. Ekonom i Poli-
67
kerî konum u elinde tutanların özel maiyeti etrafında şekille nir ve Rom alılaşm ış m em urlar ve bilginlerden devşirilen eği tilmiş seçkinlerle tam amlanır. Batı Avrupa’da birkaç yüzyıldır süren savaş ve sivil düzensizlik de barbar orduların çekirdeği ni oluşturan özgür köylü çiftçilerin sürekli yoksullaşm asına ve sonuçta yerel soylu m ülk sahiplerine ait sertlere dönüşm eleri ne yol açar. 9. yüzyılda serilik egemen konum a gelir. M arx bir yerde, feodal dönem de, yine de -k e n d in i yerel düzeyde somut olarak kom ünal m ülkiyetin sürm esinde açığa v u ran - eski bar bar (G erm anik) toplum sal organizasyon biçim inin altyapısı nın varlığını sürdürdüğünü söyler. Bu altyapı “Ortaçağ boyun ca halkın imtiyazı olarak ve halk yaşam ının biricik kalesi ola rak kalm ıştır!”43 D ik katin i feodalizm den kapitalizm e geçişe yoğunlaştıran M arx, feodal toplum un tem el niteliklerini betim lem e konu sunda fazla istekli davranmaz ancak burada bile onun olayı ele alış biçim inde büyük boşluklar ve belirsizlikler vardır. M arx’in feodal Avrupa’nın olgun dönem ine bakışından çıkartılabilecek görüşler onun yaşadığı dönem in “ekonom ik tarihindeki” stan dart anlayışlara uygundur. Feodal ekonom inin tem elini top rağa bağlı serfi de içeren küçük köylü tarımı oluşturur; kasa balardaki evsel üretim ve el zanaatları üretim iyle bu temel ta m am lanır. A ncak feodal sistem özünde kırsal bir sistem dir: “Antik dönem kasabadan ve onun küçük topraklarından baş lam ışsa, O rtaçağ da kırdan b aşlam ıştır.”44 S e rilik le , em ek çi üretim inin belirli bir m iktarını toprak sahibine vermek zo runda olsa da, üretici ile ürünü arasında oldukça alt düzey de bir yabancılaşm a vardır. Seri, genellikle kendisi ve ailesi nin ihtiyaçlarını karşılamak için üretimde bulunurken kendi sinin efendisidir. “Toprak sahibi (lord) kendi m ülkünden en fazla kârı elde etm eye çalışmaz. O , daha ziyade, m evcut olanı ligin E leştirisine K atkı (C hicago, 1 9 0 4 ), s. 2 8 8 . 1E konom i Politiğin E leştirisine Katkı, çev. Sevim Belli, (ilk baskı) 1970, Sol Yayınlan. | 43
P re-capitalist E conom ic F orm ation s, s. 1 4 4 -1 4 5 . (M arx'in Zasulich'e m ektubu nun tiçüncil m üsveddesi.)
44
T he German Ideology, s. 35.
68
tüketir ve üretim faaliyetini sessizce serilere ve kiracı çiftçi lere b ırak ır."45 Kapitalizm in ilk evrelerinin tarihi, M arx için , önem li ölçüde küçük üreticinin kendi üretim in kontrolünden giderek yabancılaşm asının, başka deyişle, onun kendi üretim araçlarından kopanlm ası ve sonuçta em eğini piyasada satm ak zorunda kalm asının tarihidir. Feodalizm in çözülüşü ve kapitalizm in ilk gelişm e dönem i kasabaların gelişim iyle ilişkilidir. M arx, 12. yüzyılda -d ev rim ci k arakterd e- belediye hareketlerinin oluşum unun ve bunun so n u cu n d a k en tli to p lu lu k la rın fiilen bü yü k ö lçü d e id ari özerklik elde etm elerinin önem ini vurgular.46 A ntikitede o l duğu gibi, kentsel m erkezlerin gelişim ine tüccar ve tefeci ser mayenin oluşum u ve yanı sıra onlann işlem lerini yürüttükle ri, tarımsal üretim e dayalı sistem i zayıflatıcı bir güç olarak iş leyen bir para sistem i eşlik eder.47 M uhtem elen Rom a im para torluğu dönem inde ço k az kasaba varlığını sürdürürken, kent merkezlerinin ticaret ve m anüfaktür m erkezlerine doğru geli şimi gerçekte sadece 12. yüzyılda başlar: Bu kasabalann nüfu su esasen azat edilm iş serflerden oluşmaktaydı. Ticaretin ge lişmesi para kullanım ının ve neticede m eta alışverişinin daha önceki kendine yeıen kırsal feodal ekonom i içinde sürekli art' masına yol açar. Bu oluşum kasabalarda tefeciliğin gelişm esini kolaylaştırır, toprak sahibi aristokrasinin servetinde bir azal maya yol açar ve köylüyü lorda karşı parasal yüküm lülükle rinden kurtulm akta veya lordun kontrolünden kendini tam a men kurtarm akta daha başarılı kılar. İngiltere’de 14. yüzyılla birlikte serilik fiilen ortadan kalkar. Feodal dönem deki unvan ları ne olursa olsun, bu ülkede çalışan em ekçi kesim in büyük 45
K arl M arx. E arly W ritings, s. 115.
46
Marx, etkili olması için Thierry'nin ca p ita lia sözcüğünün ilk kez özerk kem kom ünlerinin kurulmasıyla ortaya çıktığı görüşüne atıfta bulunur.
47
Dobb'a göre, feodalizm in zayıflamasında birincil faktör “b ir sistem olarak fe odalizmin yetersizliği, yani yönetici sınıfın artan vergi ihtiyaçlarını karşılayam am a sıy d f. M aurice D obb, Studies in the D evelopm ent in C ap italism (L ond ra, 19 6 3 ), s. 4 2 . D obb’un kitabı üzerine bir tartışma için bkz. Paul M. Swcezy, The Transition fr o m Feudalism to C apitalism (Londra, 19 5 4 ). ISoşyaliznıc Geçiş Süreci Ü zerine, çev. Aytunç Altındal, May Yayınlan, 19741
69
çoğunluğu söz konusu dönem den itibaren artık m ü lk sahibi özgür köylüdür. Kuşkusuz, serfliğin yazgısı Avrupa’n ın farklı kesim lerinde oldukça farklıdır ve bazı alanlarda “yeniden can lanm a” dönem leri yaşar.48 “Kapitalist üretim in başlangıç örnekleri” 14. yüzyıl başında İtalya’da49 ve 15. yüzyılda Ingiltere’de karşımıza çıksa da, bun lara oldukça sınırlı alanlarda rastlanır. Kasabalar, bir ustanın çalıştırabileceği usta işçi ve çırak sayısına kesin sınırlam a geti ren güçlü lonca örgütlerinin hâkim iyeti altındaydı ve loncalar kendilerini - “ilişki içinde oldukları tek serbest sermaye biçim i olan ”50- ticarî serm ayeden uzak tutmaktaydı. Ayrıca çalışan nüfusun çoğunluğu bağım sız köylülerden oluşurken, kapita lizmin gelişm e ihtim ali söz konusu değildi. “İlksel birikim ”5' süreci -y a n i, kapitaüst üretim tarzının ilk o lu şu m u - M arx’in birçok kez vurguladığı gibi, köylünün üretim araçlarından k o parılmasını, “insanlık tarihinde kan ve ateşle yazılan” olaylar topluluğunu içerir. Bu süreç farklı ülkelerde farklı dönem lerde ve farklı biçim lerde yaşanır ve M arx onun “klasik biçim i” İngiltere’ye odak lanır. İn g iltere’de bağım sız köylü nün ü cretli em ekçiye d ö nüşm esi 15. yüzyıl sonunda gerçekleşir.52 Bu zaman dilim in de büyük feodal savaşlar soylular sınıfının kaynaklarını teme linden yıkm ıştır. İlk “özgür proleterler kütlesi” yoksullaşm ış aristokrasinin uşakları dağıtmasıyla piyasaya atılıverir ve fe odal aristokrasinin konum undaki zayıflam a, m onarşinin ge
48
Engels'in 15. yüzyılda Avrupa’nın Dogu kesimlerinde “ikinci (bir) sertlik" o l gusunun ortaya çıkışından söz ederken b ir ölçüde ilgilendiği b ir konu. “L et ter to M arx, D ecem ber 1 8 8 2 ”, S elected C orrespon den ce, s. 4 0 7 -8 . [Seçme Ya zışm alar, çev. Yurdakul Fin can cı. 1. c. 1995, 2. c. 19 9 6 , Sol Yayınlan)
49
Marx’in sözüyle, ilk kapitalist üretim biçim inin geliştiği İtalya’da “sertliğin or tadan kalkışı başka yerlerden daha ön ce gerçekleşti”, C a p ita l c. V, s. 716.
50
C a p ita l c. 1, s. 716.
51
Deyim, genellikle, “ilkel (prim itive) b irikim ” olarak kullanılır. Burada genel kullanım ın potansiyel olarak yanıltıcı içerim lerinden kaçınm ak için ursprüng lich terim ini “ilksel" (prim ary) olarak çevirirken Sweezy (s. 17) ve diğerlerini izliyorum.
52
C a p ita l c. 1, s. 7 1 8 ve devamı.
70
lişen gücüyle hız kazanır. Toprak sahibi aristokrasi giderek daha fazla m übadele ekonom isi içine çekilir. Sonuç çitle çevir me hareketidir: Bu hareketin kaynağında İngiltere’de yün fi yatlarında keskin bir artışa yol açan Flam an yün işlem eciliği nin ortaya çıkışı yatar. Feodal lordlar, “Kral ve parlamentoya karşı cüretkâr bir m uhalefet” içinde, büyük m iktarlarda köy lüyü zorla topraklarından atar. Tarım a elverişli topraklar sa dece birkaç çoban gerektiren meralara dönüştürülür. Tüm bu m ülksüzleştirm e sü reci 17. yüzyılda Reform asyon’dan “yeni ve m uazzam bir g ü ç” alır; çok büyük Kilise toprakları Kra liyet gözdelerine k arşılıksız dağıtılır ya da m irasçı k ira cıla rı kovan ve kiralanm ış arazileri büyük birim lere katan spekü latörlere ucuza satılır. Elindeki gasbedilen köylü “kısm en rağ bet nedeniyle, çoğu kez koşulların zorlam asıyla kitleler halinde dilenciye, serseriye dönüşür”.53 Bu problem , serseriliğe karşı acımasız yasalarla, serseri nüfusun “ücret sistem i için gerekli disiplin”e itaatiyle çözülm eye çalışılır.54 tngiltere’de 16. yüzyıl başından itibaren, proletaryanın ilk örnekleri üretim araçlarından kopartılm ış ve piyasaya “özgür” ücretli em ekçiler olarak atılm ış “yerleşik olm ayan”, hareket li b ir grup olan m ülksüzleştirilm iş bir köylüler tabakası ola rak gözükür. M arx, küçüm ser bir tavırla, ekonom ik politikçileri, insanların feodal bağlar ve kısıtlam alardan özgürleştirilm elerinden söz etm elerine rağmen, bu özgürleşm enin “‘kutsal mülkiyet hakları’m n en utanmasızca ihlalini ve kişilere karşı en kaba şiddeti” içerdiğini tamamen göz ardı ederek, bunu sa dece olum lu bir biçim de yorumlamakla eleştirir.55 Yine de M arx, sadece bu olayların kapitalizm in oluşum u nun yeterli koşulu olarak alınam ayacağını gösterir. 16. yüz yıla geçerken, feodalizm in güçten düşen artıkları, daha fazla çözülm e ve daha gelişm iş bir üretim biçim ine -k a p ita liz m e geçm e arasında bir denge tuttururlar. Son gelişm enin ortaya çıkışında bir ölçüde önem li bir faktör, 15. yüzyılın son yan53
C ap ita l, с. 1, s. 7 1 8 , 7 2 1 & 7 3 4 ; W erk e, с. 2 3 , s. 7 4 6 , 748& 7Ö 2.
54 A .g.c.. с. 1, s. 737. 55
A.g.c., с. 1. s. 727.
71
smda yapılan muazzam coğrafi keşifler sonucunda gelişen de nizaşırı ticaretin hızlı ve büyük genişlem esidir. Bunlar esa sen A m erika’nın keşfini ve Ü m it B um u ’nun dolaşılm asını içe rir: “Bu gelişm eler ticaret, d en izcilik ve sanayiye ve böylece tökezleyen feodal toplum daki devrim ci bir unsura benze ri görülm edik ölçüde hareket, hızlı bir gelişme kazand ın r.”S6 M antar gibi biten bu ticaretten kaynaklanan hızlı serm aye akışı, ayrıca Am erika’daki altın ve gümüşün keşfinin ardın dan ülke içine giren kıym etli mal akını İngiltere’deki m evcut toplum sal ve ekonom ik düzenlem elerle örtüşür. Yeni im alat çılar liman kentlerine, ü lkenin eski ittifaka dahil kasabaları na ve lonca örgütlerinin kontrolü dışında kalan iç m erkezle re yerleşirler. Liman kentleri, “ittifak içindeki kasabaların bu yeni fidanlıklara karşı bezdirici m ücadelesine”57 rağm en hızlı bir gelişm e gösLerir. Böylece, m odern kapitalizm “büyük ö l çekli deniz ve karayolu ticareti tem elinde”58 eski m anüfaktür m erkezlerinden uzakta başlar. Örgütlü m anüfaktürün kayna ğı loncaların kontrolündeki zanaat etkinlikleri değil, aksine M arx’in “kırsal yardım cı işler” olarak adlandırdığı, iplik eğir me ve dokum ayla ilgili çok az teknik eğitim gerektiren etkin liklerdir. Kırsal toplum kapitalizm in “en saf ve m akul b içi m iyle” geliştiği en son yer olm asına rağm en, ilk hareket bura dan gelm iştir.59 Bu evreden önce serm aye, devrim ci b ir güce ulaşam am ıştır. M erk an tilizm in 11. yüzyılda başlayan daha ön ceki gelişim i feodal yapıların çözülm esinde tem el bir rol oynarken, gelişen kasabalar esasen eski sistem e dayanmakta ve belirli bir güç düzeyine ulaşmadan önce özünde m uhafa zakâr bir rol oynamaktaydılar. Sermayeyi kontrol eden yeni gelişen burjuvazinin yükseli şi 16. yüzyıl başından itibaren giderek artar. Altın ve gümüş 56
T h e Com m unist M anifesto, s. 133; T he German Ideology, s. 73..
57
C ap ital, c. 1, s. 7 5 1 .
58
P rc-capitalist Econom ic F orm ation s, s. 116.
59 A.g.e., s. 116. M arx ekler: “Bu yüzden, özellikle kentsel bir zanaat beceri ve uygulaması geliştirm eyen Antik dönem insanları asla büyük ölçekli b ir sanayi kuram adılar", s. 117.
72
akını fiyatlarda keskin bir artışa yol açar. Bu süreç ticaret ve m anüfaktürde büyük kârlar sağlayacak, ancak büyük toprak sahiplerinin iflasına yol açacak biçim de işler ve ücretli em ek çilerin say ısın ın büyük ölçüde artm asına neden olur. Tüm bunların siyasal alandaki meyvesi, devlet gücünün hızlı ge nişlem esindeki bir anı temsil eden birinci İngiliz Devrimi’dir. M erkezî idarenin ve güçlü siyasal erkin gelişen m ekanizm a ları, “feodal ü retim tarzının kapitalist bir biçim e dönüşm e si sürecini, sera benzeri yolla hızlandırm ak ve geçiş sürecini kısaltm akta”60 kullanılır. Günüm üzde bile ilk kapitalistlerin ana kaynaklan hakkın da fazla bilgi yoktur ve M arx bu konuda som ut tarihsel veri ler sunm ak için fazla bir girişimde bulunm az. A ncak kapitalist üretim de iki karşıt tarihsel ilerleme biçim i bulunduğunu gös terir. İlkinde, tüccar sınıfın bir kesim i üretim i doğrudan ele geçirm ek için salt ticari işlem lerin ötesine geçer. Bu süreç ka pitalizmin başlangıç dönem inde İtalya’da yaşanır ve 15. yüzyıl sonu ile 16. yüzyılda İngiltere’de kapitalist seferberliğin temel kaynağını oluşturur. A ncak, bu kapitalist formasyon kısa süre içinde “gerçek bir kapitalist üretim tarzına engel” oluşturmaya başlar ve "onun gelişim iyle birlikte gücünü yitirir”.61 M arx’a göre, kapitalist gelişm ede ikinci yol “gerçekten devrim ci”dir. Burada bireysel ü reticiler serm aye birik tirir ve kendi etk in lik alanlarını -tic a re ti de kapsayacak b içim d e - üretim dışın daki alanlara genişletm eye çalışırlar. Bu yüzden, başından beri loncalar dışında faaliyet gösterirler ve onlarla çatışm a halin dedirler. M arx, bu ikinci gelişme tarzının m anüfaktür üreti minde nasıl gerçekleştiği konusunda çok az ipucu sunarken, m anüfaktürün Ingiltere’de çiftçilik alanındaki oluşum süreci ni bazı yönleriyle ortaya koyar. 17. yüzyıl ortalarında topra ğın büyük bir kısm ı ücretli em ek istihdam eden ve meta piya sası için üretim yapan kapitalist çiftçilerin elindeydi. Bunların m ülkleri büyük ölçüde feodal dönemden hâlâ ayakta kalabi len ortak topraklara zorla el konulmasıyla büyüdü. Ancak bu 60
Capital, c. 1, s. 751.
61
A.g.e., c. 3 , s. 3 2 9 .
73
ikinci süreç genişletilm iş bir süreçti, yoksa 17. yüzyılın ikinci yansına kadar tam am lanmış bir süreç değil. Bu süreç, “topra ğın sermaye olarak kullanılm aya başlanm ası” ve “gayrimeşru ilan edilen proletaryanın zorunlu tedariki” için kasaba sanayi lerinin yaratılm asıyla, bağımsız köylülüğün tarih sahnesinden çekilm esiyle aynı dönem de tam am lanır.62 Marx kapitalist dönemde iki genel üretim örgütlenm esi evre si ayırt eder. İlk evre m anüfaktürün egemenliği altındadır. Bu evrenin ayırt edici özelliği, zanaat becerilerinin farklı uzman laşmış görevlere dönüştürülmesidir: Burada, vasıflı bir kişinin lonca sistem i altında yapabileceği bir iş birçok işçi tarafından kolektif bir çalışmayla gerçekleştirilir. M anüfaktürün el bece risiyle üretimden daha etkili olm asının nedeni, herhangi tek nik bir yenilik değil, aksine içerdiği işbölümünün birim saat te daha fazla birim üretm eyi m üm kün kılmasıdır. İngiltere’de 16. yüzyıldan 17. yüzyılın son kesim ine kadar egemen konum da bulunan bu üretim biçim inin belirli sınırlılıkları vardır. 17. yüzyıl sonunda pazarlar o kadar genişlem iştir ki, manûfaktür bu talepleri karşılayacak üretkenliği yeterince sağlayamamış tır. Sonuç olarak, teknik açıdan daha etkin üretim âraçlan ya ratma yönünde güçlü bir baskı oluşur; “m akinelerin gelişmesi piyasanın ihtiyaçlarının zorunlu sonucudur”.63 Sonuç, “sanayi devrimi”d ir M Mekanizasyon bu andan itibaren kapitalist üre tim tarzını hâkimiyeti altına alır. Kapitalizmin ayırt edici özel liği olan teknolojik değişim yönünde sürekli bir hareket olu şur. Giderek daha ayrıntılı ve kapsamlı m akinelerin geliştiril m esi kapitalist ekonom inin m erkezileşm esinde tem el faktör dür: M arx, K a p ita ld e bu konuyu kapitalizmin beklenen çözü lüşü tartışmasında büyük ölçüde vurgular. 62 63
A.g.e., c. 1, s. 7 3 3 ; W erke, c. 2 3 , s. 7 6 1 . “Leiter to Annenkov”. Poverty a f P hilosophy, s. 156. [Felsefenin Se/aldi, çev. Ahmet Kardam, (ilk baskı) 1 9 6 6 , Sol Yayınlan.)
64
74
Engels bu terimi M arx’lan 6 n ce kullanır. Engels’in kullanım ı için bkz. C on di tions o f the W orkin g C lass in England in 1844 (O xford, 1 9 6 8 ), s. 9 -2 6 . [İngil tere'de Emekçi Sını/ımn Durumu, çev. Yurdakul Fin can cı, 1997, Sol Yayınlan] “Sanayi devrim i" terim inin kökeniyle ilgili bazı tanışm alar yapılm ıştır, krş. Dobb, s. 258.
3 Üretim İlişkileri ve Sınıfsal Yapı
Marx’a göre, toplum un gelişimi insanlar ve doğa arasındaki sü rekli üretken etkileşim in ürünüdür. İnsanlar “geçim araçları nı üretm eye başladıkları andan itibaren hayvanlardan ayrılma ya başlarlar...”1 “Hayatın üretimi ve yeniden-üretim i” hem or ganizmanın biyolojik ihtiyaçlarının dayattığı bir zorunluluktur hem de daha önemlisi, yeni ihtiyaçlar ve kapasitelerin yaratıcı kaynağıdır. Nitekim üretim etkinliği hem tarihsel hem de ana litik anlamda toplumun kaynağında yer alır. Üretim , “ilk tarih sel edim”dir ve “maddi hayaun üretimi... tüm tarihin -b in le r ce yıl önce olduğu gibi günümüzde de sırf insan hayaunın sür dürülmesi için her gün ve her saat yerine getirilmesi gerekentemel bir koşuludur.”2 Her birey gündelik etkinliklerinde top lumu her an yeniden-yaratır ve yeniden-üretir: Bu hem toplum sal düzenin istikrarının hem de sonsuz değişimlerin kaynağıdır. Her tür üretim sistem i, üretim süreciyle ilgili bireyler ara sında belirli toplum sal ilişkileri gerektirir. Bu tespit M arx’in ekonom i politiğe ve genelde faydacılığa en önem li eleştirile rinden birinin kaynağıdır. “Soyut birey” anlayışı bireyci bu r ju v a felsefesinin bir icadıdır ve üretim in her zam an sergile1
T he G erm an Id eolog y , s. 31.
2
K arl M arx, E arly Writings, s. 147.
75
diği toplumsal karakteri gizlemeye hizm et eder. M arx, Adam Sm ith’ten “ekonom i politiğin Luther’i” olarak söz eder, çünkü o ve sonraki iktisatçılar, haklı olarak, emeği insanın kendini yaratm asının kaynağı olarak görm üşlerdir.3 Ancak bu iktisat çılar insanın üretim aracılığıyla kendini yaratm asının bir top lum sal gelişme sürecini gerektirdiğini gözden kaçırırlar. İnsan lar asla bireyler olarak değil, sadece belirli bir toplum un üye leri olarak üretirler. Bu nedenle, belirli üretim ilişkilerine da yanmayan hiçbir toplum tipi yoktur.4 İnsanlar üretim sırasında sadece doğayı değil birbirlerini de etkilerler; -b e lirli bir b iç im d e - işbirliği yaparak ve k arşılık lı etk in lik ler içind e üretirler. Ü retm ek için birbirleriy le b e lirli bağlantılar ve ilişk iler için e girerler ve ancak bu toplum sal bağlantılar ve ilişkiler içinde doğayı etkiler, üretir ve onun içinde yer alırlar.5
Her toplum biçim inde “bir üretici güçler toplam ı, bireyle rin doğayla ve birbirleriyle tarihsel olarak yaratılm ış -k u şa k tan kuşağa ak tarılan - bir ilişk isi...”6 vardır. M arx üretici güç lerin (P rodu ktion skräfte) genişlem esine yol açan faktörü açık layacak genel bir teori geliştirm ez. Böyle bir açıklam a sadece som ut toplumsal ve tarihsel analizlerle mümkündür. Nitekim üretici güçlerdeki feodalizmden kapitalizme geçişle ilişkili de ğişim ler birbiriyle yakın ilişki içindeki tarihsel olaylara göre açıklanabilir. Ayrıca üretici güçleri oldukça yüksek düzeyde evrim leşm esine rağmen, toplumsal organizasyonun diğer un surlarında daha fazla ilerlem enin sağlanamadığı toplum lar da vardır. M arx, belirli açılardan gelişm iş bir ekonom iye sahip ol masına rağmen, b ir para sistem i bulunm adığı için ilerlem esi 3
Marx'm kullandığı bu terim (P rodu ktion sverhältn isse) İngilizce’de ikili bir an lama sahiptiT ve lıem üretim “koşu lların ı” hem ûreıim “ilişk ilerin i” an lat m akta kullanılabilir. M arx'm yazılarında “ürerim ilişkileri" terim inin kullanı m ı hakkında bkz. Louis Althusser vd„ L ire le C apital (Paris, 1967), c. 2, s. 149159. IKapital'i O ku m ak, çev. Celal A. Kanal, Belge Yayınlan, 1995]
4
K arl M arx: S elected Works, c. 1, s. 89.
5
A .g.e., c. 1, s. 89.
6
T he G erm an Ideology, s. 51.
76
geciken Peru’yu örnek olarak verir: Para sistem inin geliştirilem em esi, önem li ölçüde ülkenin -tica re tin genişlem esini sınır lay an - izole coğrafi konumundan kaynaklanır.7
Sınıfsal egemenlik Marx’a göre sınıflar ancak üretim ilişkileri, üretici kitleyle sö mürü ilişkisi içindeki bir azınlık grup tarafından gasbedilebilecek bir üretim fazlasını mümkün kılan farklılaşm ış bir işbölü münü gerektirdiği zaman ortaya çıkar. M arx, toplum içindeki sınıflar arası ilişkileri tartışırken genellikle H errschaft ve Klassen h etrsch a fi terim lerini kullanır. M arx’in yazılarının İngiliz ce yorumlarında bunların “yönetim ” ve “sınıfsal yönetim ” ola rak kullanılması eğilimi yaygındır. Ancak bu terim ler, Alman ca term inolojide kastedilen anlamından ziyade, gücün bilinç li olarak dayaıılm asını ima eder. Sonuç olarak, “yönetm ek”ten ziyade “egem enlik” teriminin kullanılması uygundur.8 M arx, farklı sınıfsal egem enlik analizlerinde tam am en bur ju v a toplum unun karakteristik yapısı ve dinam iklerini açık lamaya yönelir ve bu öne çıkan ilgi odağı karşısında kavram sal kesinlik ik in cil önem de kalır. Sonuç olarak, M arx çoğu kez yeterli dikkati gösterm eden K lasse terim ini kullanır ve dü şünce hayatının neredeyse sonuna kadar sın ıf kavramının an lam ını kesinleştirm e gereği duymaz.9 M ax W eb er'de “rasyo nelleşm e” kavramı nasıl temel önemdeyse, “sın ıf” kavramı da M arx’in yazılarında büyük bir önem e sahiptir, fakat Marx kav ramı sorgulamadan kullanır. Marx’tan geriye kalan yazıların, 7
Grandrisse, s. 22.
8
Krş. W . W esolow ski, “M arx's theory o f class dom ination: an attem pt at systé m atisation", N icholas Lobkowicz, M arx and the W estern W orld (N otre Dame, 1967), s. 54-55. H errschaft sorunu üzerine Max W eber'in yazdıkları için bkz. bu kitabın 2 5 0 -2 5 1 . sayfalan.
9
“M odern toplum da stn ıfla n n m evcudiyetini, o n lar arasınd aki m ücadeleyi keşfetm ek bana göre hiçbir önem e sahip değildir.” “Letter to W eydem eyer, M arch 1852", S elected C orresp on d en ce, s. 57. Krş. Stanislaw O ssow ski, C lass an d C lass Structure in the S ocial C onsciousness. Londra, 1963, s. 69-88 ve bir çok yerde.
77
tam da sın ıf kavramını sistem atik olarak analiz etmeye başla dığı noktada bilm iş olması sıkça vurgulanan bir ironidir.10 Bu rada Marx ilk kez “Bir sınıfı meydana getiren şey nedir?” soru sunu sorar. Ancak M arx, E ly a z m a la rı'm bitirm eden önce as lında olumsuz bir tanım yapar: Sınıf, gelir kaynağına veya iş bölümü içindeki işlevsel konum una göre tanımlanmam alıdır. Bu kriterler büyük bir sınıflar çeşitliliğine yol açacaktır: G elir lerini hasta tedavi ederek sağlayan doktorlar kazançlarını top rağı işleyerek elde eden çiftçilerden farklı bir sın ıf oluştura caktır vb. Ayrıca bu kriterlerin kullanılm ası aynı üretim süreci içinde yer alan farklı grupların konum larına uygun düşmeye cektir: Örneğin iki insan inşaat işiyle uğraşabilir, ancak bun lardan birisi büyük bir şirketin m ülksüz çalışanıyken, diğeri bir küçük işletm enin sahibi olabilir. M arx’in “sınıflar gelir gruplan değildir” vurgusu, onun K a p i t a l d e sözü ed ilen, “ek o n o m ik m alların dağılım ı ü retim den ayrı ve bağımsız bir alan değildir, aksine üretim tarzı ta rafından b elirlen ir” genel ö n cü lü n ü n belirli b ir boyutudur. M arx, Jo h n Stuart M ili ve ekonom i politikçi birçok düşünü rün, “üretim belirli yasalar tarafından düzenlenirken gelir da ğılımı şekillendirilebilir insani kuram larının kontrolü altında dır” iddiasını “saçm a” olarak niteler.11 Sınıflar sadece gelir da ğılımındaki eşitsizliklerdir ve bu yüzden sın ıf çatışması gelir ler arasındaki çelişkileri en aza indiren önlem lerle hafifletile bilir ve hatta ortadan kaldırılabilir ön-kabulünün tem elinde bu iddia yatar. Böylece, M arx’a göre sınıflar üretim ilişkileri nin bir boyutudur. Term inolojisindeki değişkenliğine rağmen, onun sın ıf anlayışının özünü farklı çalışm alarında yaptığı da ğınık birçok gönderm eden çıkarm ak nispeten kolaydır. Sınıf ları, grupların üretim araçlarına m ülkiyetine sahiplikleriyle il gili ilişkileri oluşturur. Bu özünde dikotom ik bir sın ıf ilişkileri modeli sağlar: Tüm sınıflı toplum lar biri egemen ve diğeri tâbi konumda iki antagonist sın ıf arasındaki temel bölünm e çizgisi 10 Kapifal’in (Engels tarafından edisyonu yapılan) üçüncü cildinin sonunda yer alan "Sınıflar" kesimi (C ap ital, c. 3, s. 862-63) lek parçadır. 11
78
G rundrisse, s. 717.
etrafında şek illen ir.12 M arx’m kullanım ında, sınıf, zorunlu ola rak bir çatışm a ilişkisi içerir. M arx, bu noktayı birçok kez ana litik bir vurguyla açıklar. Nitekim 19. yüzyıl Fratısası’nda köy lülüğün durum unu tartışırken şu yorumu yapar: K üçtık m ülk sahibi köylüler, üyeleri ben zer koşullarda yaşa yan, an cak birbirleriyle farklı türde ilişkilere girm eyen geniş b ir k itle olu ştu ru r. Ü retim tarzları onları karşılık lı etk ileşi m e sok m ak y erin e b irb irin d en soy u tlar... M ily o n larca aile, kendi hayat larzlan , çıkarları ve kü ltü rlerini d iğerlerin inkilerden ayıran ve onlarla düşm anca bir karşıtlık için e sokan e k o no m ik koşullar altında yaşadıklan sürece bir s ın ıf o lu ştu ru r lar. Aralarında sadece yerel karşılıklı ilişki bulunm ası ve çı karlarının aynı olm ası; bunlar arasında bir b irlik telik , ulusal bağ ve siyasal örgütlenm e yaratm adığı sü rece, bu m ü lk sahibi k ü çü k kö ylü ler bir s ın ıf o luştu rm az.13
M arx, farklı bir bağlamda, burjuvaziye atıfta bulunarak ben zer bir noktaya işaret eder: Kapitalistler, sadece bir başka sını fa karşı mücadeleyi sürdürm ek zorunda kaldıkları ölçüde bir sınıfı oluştururlar. Aksi takdirde piyasada kâr arayışı içinde birbirleriyle ekonom ik rekabet içine gireceklerdir.14
Sınıfsal yapı ve piyasa ilişkileri Dikotom ik sın ıf anlayışının M arx’m yazılarında teorik bir be timleme olarak yer aldığı vurgulanmalıdır. Bu betim lem eye sa dece -M a rx ’m gelecekte olacağım düşündüğü h aliy le- buıjuva toplumu yakın düşer. T arihteki tüm sınıflı toplum lar, sınıfsal yapının dikotom ik ekseniyle örtüşen daha karm aşık bir ilişki ler sistem i sergiler. Böylece burjuva toplumunda bu türden üç karmaşık gruplaşma biçim i ayırt edilebilir: 1. M evcut toplum biçim inde önem li siyasal ve ekonom ik 12 Krş. Ralf D ahrendorf, C lass an d C lass C onflict in an Industrial S ociety (Stan ford, 1965), S. 18-27. 13 K arl M arx: Selected W orks, c. 1, s. 334. 14
T he G erm an Ideology, s. 69.
79
bir rol oynasalar da, d urum ları aşılm akla olan veya aksine yükselen üretim ilişkilerinden etkilenm eleri anlam ında m ar jin a l konumda olan sın ıflar.15 Birincilere örnek olarak, Fransa ve Almanya’da gücünü sürdürm esine rağmen kapitalist çiftçi lere bağımlı hale gelen veya kentsel proletaryaya katılm ak zo runda kalan özgür köylülük verilebilir.16 2. Sınıflardan biriyle işlevsel bağım lılık ilişkisi içinde olan ve neticede, siyasal açıdan bu sınıfla özdeşleşme eğilim indeki tab ak ala r. M arx’in “m em urlar” olarak adlandırdığı, idari hiz metlerdeki sanayi çalışanları arasında yer alan üst idari görev liler bu kategoriye dahildir.17 3. Son o larak, işbölü m ü y le tam am en bü lü n leşem ed ik leri için , sınıfsal sistem in kıyısında yer alan lümpen p ro leta ry a y a dahil heterojen b irey ler topluluğu. Bunlar, “hayatlarını top lumun değersiz kesim leri içinde sürdüren her türden hırsız ve suçluyu, belirli bir mesleği olmayan insanları, serseriler, yersiz yurtsuz bireyleri” içerir.18 Bir sınıfın hom ojen bir varlık oluşturma derecesi tarihsel ola rak değişir: Tüm sınıflarda “tâbi konumda kademeler” vardır.19 M arx, F ra n sa ’d a S ın ıf M ücadeleleri'nde 1 8 4 8 -1 8 5 0 yıllan ara sında malî sermaye ve sanayi sermayesi arasındaki mücadeleyi analiz eder. Bu mücadele bir bütün olarak burjuvazi içinde sü regelen bir alt bölünm enin som ut örneğidir; o da aynı türden diğer ait bölünm eler gibi belirli türden çıkar farklılıklanna da yanır; “bu yüzden, kâr iki gelir kaynağına aynlabilir. Bu iki gelir kaynağı mevcut kapitalist gerçeğin ifadesinden başka bir şey değildir”.20 Marx’a göre, sınıfsal düzenin ve sınıf çatışm asının doğası tarihle birbirini izleyen toplumların oluşumuyla önem 15
Krş. Donald Hodges. “T h e ‘interm ediale classes' in M arxian theory", S ocial R esearch, c. 28, 1961, s. 241-252.
16
Karl M arx: S elected Works, c. 1, s. 217.
17
Krş. C ap ital, c. 3, s. 376 vd. M arx ayrıca, “hâkim ler, avukatlar ve d o k to rla r dan sınıfların “id eo lo jik tem silcileri ve sözcüleri" olarak söz eder.
18 K arl M aix: Selected Works, c. 1, s. 155. 19
The C om m unist M anifesto, s. 132.
20
G rundrisse, s. 735.
80
Ii ölçüde değişir. Pre-kapitalisi loplum lar büyük ölçüde yerel düzeyde örgütlenmişlerdir. Marx’in Fransız köylülüğü için kul landığı bir benzetmeyi genelleştirirsek, her pre-kapitalisi top lumu “bir çuvaldaki patateslerin bir patates çuvalı oluşturm a sı gibi, benzer büyüklüklerin basit bir karışımı biçim lendirir”.2' Bu toplum biçim lerinde ekonom ik ilişkiler sadece piyasa ilişkisi olarak ortaya çıkm az, ekonom ik egemenlik veya tahakküm bi reyler arasındaki kişisel bağlarla iç içe geçer. Bu yüzden, feodal büyük toprak sahibinin egemenliği, kişisel bağlılık ilişkileriyle ve doğrudan aşar ödemesiyle sağlanır. Aynca serf ürününün bir bölümünü bir efendiye haraç olarak bırakmasına rağmen, kendi üretim araçları üzerindeki kontrolünü büyük ölçüde sürdürür. Sadece geçimini sürdürebilecek araçları sağlamak için mübade le ilişkisi içinde em ek gücünü sunmak dışında hiçbir şeye sahip olmayan em ekçi kitlelerinin elindeki her şeyin gasbedilmesine dayalı kapitalizmin oluşumuyla birlikte, bu çıplak piyasa ilişki leri, insanın üretici etkinliğinin belirleyicisi olarak ortaya çıkar. Burjuva toplumu, “inşam ‘doğal’ üstlerine bağlayan çeşitli feo dal bağlan acımasızca yıkar; insanla insan arasında ‘sadece kendi-çıkan’ndan ve bencil ‘parasal ödemeler’den başka hiçbir bağ bırakmaz. Başka deyişle, o dinin ve siyasal yanılsamanın gizledi ği sömürünün yerine çıplak, utanmasız, dolaysız ve insanlıktan uzak sömürüyü geçirir.”22 Bu yüzden burjuva toplumda sınıfsal ilişkiler basitleşir ve genelleşir. Bir kez rayına oturduğunda, ka pitalizmin ilerleyici gelişimi, piyasada doğrudan birbiriyle kar şıtlık içinde olan iki büyük sınıfın, burjuvazi ve proletaryanın giderek daha fazla gelişm esine yol açar. Diğer sınıflar (büyük toprak sahipleri, küçük burjuvazi ve köylülük) ise bu iki temel sınıfsal gruplaşmanın biri veya diğeri tarafından yutularak orta dan kaldırılan geçici sınıflardır. M arx’a göre, sın ıfla r, üretim ilişk ileri ile top lu m u n geri kalan kesim i veya toplum sal “üstyapı” (Ü b erb au ) arasındaki temel bağlantı noktasıdır. Sınıfsal ilişkiler siyasal güç dağılım ı nın ve siyasal organizasyonun ana eksenidir. M arx’a göre, eko21 K arl M arx: Selected Works, c. I, s. 334. 22
The Communist M anifesto, s. 135.
81
nom ik ve siyasal güç yakın ilişki içindedir ancak birbirinden ayrılması imkânsız şeyler de değillerdir. Fakat aynca bu teore min tarihsel bir boyuta yerleştirilm esi gerekir. Siyasal faaliyet biçim i üretim tarzıyla ve bu yüzden, piyasa ilişkilerinin ek o nom ideki önem derecesiyle yakından ilişkilidir. Aslında ilk kez antik dünyada rastlanm asına rağmen, özel mülkiyet, ek o nom ik hayatın belirli alanlarıyla sınırlı kalm ıştır. O rtaçağ’da m ülkiyet, gerçekte kasabalarda serm ayenin m anüfaktüre ya tırılmasına yol açarak, feodal toprak mülkiyetinden korporatif m enkul m ülkiyete doğru belirli evrelerden geçer. M ülkiyet, hem antik toplumda hem de Ortaçağ’da büyük ölçüde cem a atle ve aynca bu yüzden sınıfsal egem enlik ilişkileriyle bağını sürdürür. Bu ise siyasal gücün hâlâ yaygın olarak comnıuniuıs* içinde işlem esi dem ektir. Ancak m odem kapitalizm i “kom ıınal bir kurum un tüm dış benzerliğini ortadan kaldıran büyük sanayi ve genel rekabet koşulları belirler”.23 M odern devlet, burjuvazinin feodalizm in artıklarına karşı mücadelesi sırasında ortaya çıkar, ancak aynı zamanda kapita list ekonom inin talepleri tarafından yönlendirilir. Bu m od em özel m ülkiyete - m ü lk sahipleri tarafından vergi lerle kadem eli olarak satın alınan, ulusal borçlanm ayla tam a m en ele g e ç irile n - m od ern devlet e şlik eder ve onu n varlı ğı tam am en m ü lk sahipleri, burjuvazi tarafından genişletilen -b o rsad a devlet fonlarının artışı ve azalışında da görülebile c e k - ticarî krediye bağım lı hale gelir.24
Burjuva toplum una özgü devlet biçim i, burjuvazinin yükse liş koşullarına bağlı olarak değişir. Ö rneğin, Fransa’da bu rju vazinin m utlakıyetçi m onarşiyle ittifakı güçlü bir yerleşik m e m urlar sınıfının gelişm esine yol açm ıştır. Britanya’da ise ak sine, devlet “resm en y ön eten toprak aristokrasisi ile g erçek te sivil toplum un tüm farklı alanlarını h âkim iyeti altın a alan , ancak resm en y ön etm eyen burjuvazi arasındaki arkaik, çürü( * ) K o m ü n -ç .n . 23
T he C em ıa n Ideology, s. 79.
24 A.g .e .,s . 79.
82
tnüş ve eskim iş bir uzlaşm a”yı temsil eder.25 Britanya’da bu si yasal düzene yol açan özel süreç devlet içindeki bü rokratik unsurların önem ini en alt düzeye düşürmüştür.
İdeoloji ve bilinç Cemaat yapısının dağılması ve bunun yol açuğı özel mülkiyette genişleme, medeni hukukun kaynaklarını oluşturur. Bu tür bir yasalar düzenlemesi tarihte ilk kez Roma’da yapılmıştır, ancak bu düzenleme Roma toplumunda manüfaktür ve ticaretin iç çö zülüşü nedeniyle uzunca bir süre etkili olmamıştır. M odem ka pitalizmin gelişmesiyle yasaların şekillendirilm esinde yeni bir evre yaşanır: İtalya’da ve başka yerlerdeki ilk kapitalist merkez lerde Roma hukuku egemen olur ve medeni hukukun kaynağı nı oluşturur. Medeni hukukta otorite geleneksel topluluklarda egemen konumdaki dinsel buyrukların yerine rasyonel norm lara dayanır.26 M odem hukuk sistemi ve yargı, burjuva devletin temel ideolojik desteğini oluşturur. Ancak bu sistem, tüm toplumlarda, egem en sınıfın hâkim iyetini m eşrulaştırm akta k ul landığı ideoloji biçim lerinin geliştirilmesi veya sürdürülmesinin tek çağdaş yoludur. “M addi üretim araçlarına sahip olan sınıf, Zihinsel (geistinğ) üretim araçlarını da kontrolü altında tutar; böylece genelde, zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların fikirlerinin diğerlerine tâbi oldukları söylenebilir.”27 M arx’a göre bilincin kökleri ayrıca toplum sal bir n itelik ta şıyan insan i Praxts’te yatar, “in san ların varlık ların ı b elirle yen b ilin çleri değil, aksine b ilin çlerin i belirleyen toplum sal varlıklarıdır”28 sözüyle anlatılm ak istenen budur. M arx’in bu 25 Werke, c. 11, s. 79. 26 W eb erin bu konuyu ele alış b içim i için bkz. Economy and Society, c. 2 1Top lumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, çev. Özer Ozankaya, İmge Kitabevi Yayıncılık, 1 9 9 5 ]; ayrıca krş. D urkheim , The Division o f Labour in Society, s. 142 vd. (Toplumsal işbölümü, çev. Ö zer Ozankaya, Cem Y ayınlan, 2 0 0 6 .] 27
The German Ideology, s. 61; Werke, e. 3, s. 46.
2 8 Karl Marx: Selected W orks, c. 1, s. 363. Aynca bu konunun W eb er ve Durkheim 'la bağlantılı olarak ele alınışı için kitabın 14. bölüm ündeki "M arx ve W e b e r ‘İdeoloji’ olarak din problem i” altbaşlıgm a ve devam ına bakınız.
83
tespitiyle ilgili birçok olum suz yorum yapılmıştır. Ancak bu radaki işlem sel terim toplu m sal varlıktır ve toplumda bilincin insan etkinliği tarafından yönlendirildiği genellem esine çok az itiraz edilebilir. M arx’a göre dil bunun som ut bir örneğidir. Onun sözleriyle dil, “bilin ç kadar eskidir, ayrıca diğer insan lar için var olan pratik bilinçtir ve sadece bu nedenle o, ayrıca benim için de kişisel olarak var o lu r..."29 Fikirlerin ifadesi ve gerçekte salt duyumun ötesinde bir şeyin varlığı dilin varlığı na bağlıdır. Fakat dil toplumsal bir üründür ve bireyler kendi bilinçlerinin param etrelerini oluşturan dilsel kategorileri sade ce bir toplum un üyesi olm aları sayesinde edinirler. Marx’ın sınıflı loplumlarda belirli ideoloji biçim lerinin rolü konusundaki görüşlerinin kaynağı, doğrudan bu daha genel faktörlerdir. Felsefede ve tarihte idealizmin hatası, toplum ların özelliklerini m evcut toplum un egem en düşünce sistem i nin içeriğinden hareketle analiz etmeye çalışmaktır. Ne var ki, böyle yapıldığında değerler ve güç arasında tek yanlı bir iliş ki olmadığı tamamen göz ardı edilir: Hâkim sınıf egemen ko num unu meşrulaştıran fikirleri yayabilir. Nitekim burjuva toplumunda öne çıkan eşitlik ve özgürlük gibi düşünceleri “yüzey değerlerine” bakarak doğrudan toplumsal gerçeklik olarak ala mayız; aksine burjuva toplum undaki yasal özgürlükler, ger çekte, mülksüz ü cretli-em ekçinin sermaye sahipleri karşısında büyük ölçüde avantajsız bir konumda olduğu sözleşm elere da yalı yüküm lülükleri meşrulaştırmaya hizmet eder. Bu, ideoloji nin, içinde yer aldığı toplumsal ilişkilerle bağlantılı olarak araş tırılması gerektiğini gösterir: Farklı düşünce biçim lerini yara tan som ut süreçler belirli bir toplumda fikirlerin önem kazan masını belirleyen faktörlerle birlikte incelenmelidir. İdeolojiler zaman içinde açıkça süreklilik sergileseler bile, ne bu sürekli lik ne de ortaya çıkan herhangi bir değişim sadece kendi içeri ğine göre açıklanabilir. Fikirler kendi başlanna gelişmezler: bu gelişme, belirli bir P raxis’e bağlı olarak, toplumda yaşayan in sanların bilinçlerinin birer parçası olarak gerçekleşir: “Günde
29
84
T he G erm im Ideology, s. 42.
lik hayatta her bakkal kişinin olduğunu söylediği şeyle gerçek le onun ne olduğu arasındaki farkı çok iyi ayırt edebilirken, ta rihçilerim iz henüz bu basit anlayışı bile kazanam am ışlardır. Onlar, her çağı, kendi sözleri, söylediği şeyler ve kendisi hak kında düşünceleri ile bağlantı içinde ele alırlar.”30 M arx’in ideoloji yaklaşım ında, daha önce bahsedilen, birbi rinden ayrılması gereken ilişkili iki vurgu vardır. İlkine göre, içinde etkinliklerini gerçekleştirdikleri toplumsal koşullar bi reylerin içinde yaşadıkları dünyaya ilişkin algılarını koşullan dım-. Bu, dilin insanların “pratik b ilin ç le rin i şekillendirm esi dem ektir, ik inci teorem , fikirlerin yaratılması kadar y a y ılm a sıyla da ilgilidir: M arx’in, sınıflı toplumlarda çağın yöneLici fi kirleri yönetici sınıfın fikirleridir, genellem esini ifade eder. Bu ikinci önerm eden, fikirlerin yayılmasının büyük ölçüde top lumdaki ekonom ik güç dağılım ına bağlı olduğu sonucu çıkar. İdeoloji bu ikinci anlam ında toplumsal “üstyapı”nm bir parça sıdır: B ir çağın yaygın ahlâk anlayışı egemen sınıfın çıkarlarını meşrulaştırmayı sağlayan bir etkendir. N itekim sınıfsal sistem le dolayım lanan üretim ilişkileri “hukukî ve siyasal bir üstya pıyı yaratan ve belirli toplumsal bilinç türlerine tekabül eden gerçek tem eli”31 olu ştu rur. M arx, toplum sal Praxis’in b ilin ci şekillendirm esinin bu iki yolu arasında değişmez bir ilişki olduğunu söylem ez. Bir birey veya grup kendi çağındaki yay gın görüşlerden bir ölçüde farklılık gösteren fikirler geliştire bilir: Fakat bu fikirler, egemen sınıfın çıkarlarıyla veya m ev cut otorite yapısına meydan okuyacak bir konum a gelen bir sınıfın çıkarlarıyla eklem lenm edikçe ön plana çıkm azlar.32 Ni tekim 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında m akine yapım ın da kullanılan fikirlerin çoğu zaten çok önceleri bilinm ekteydi: Ancak bu fikirler, sadece kapitalizm in genişlem esi sonucun da, kapitalistler için el becerisine dayalı manüfaktürün sağla dığının üzerinde ve ötesinde üretim artışına ihtiyaç olduğunda hızla uygulanmaya ve yayılmaya başlamıştır. 30 A .g.c., s. 64; Werke, c. 3, s. 49. 31 K arl Marx: Selected Works, c. 1, s. 363. 32
Krş. T h e Gentian Id eolog y , s. 372-473.
85
Sınıfsal egemenliğin rolünü toplum sal etkinlik ve b ilinç ara sındaki diyalektik ilişki tem elinde ele alm ak, belirli bir top lum daki ü retim ilişk ileri ile id e o lo jik “ü styapı” arasındaki bağlantılarla ilgili bazı görünür ikilem leri çözmeyi sağlar.33 B i reylerin üretici etkinlikleri, birbirleriyle ve doğayla k arşılık lı ilişki içinde, toplum sal davranış ve bilinç arasında sürekli ve karşılıklı etkileşim i gerektirir: Bu karşılıklı etkileşim in üret tiği fikirler sınıfsal egem enliğin yapısının yayılması veya ka bulü tarafından k oşu llan dırılır. Bu yüzden, egem en id eolo ji her zaman “kısm en... egem enliğin karm aşıklaşm asını veya egem enlik bilincini, kısm en de... bu egem enliğin ahlâkî bir aracım ”34 gerektirir. Toplum un -ü zerin d e “üstyapı”n ın yük seld iğ i- “gerçek tem eli”, her zaman aktif, irade sahibi birey lerin ilişkileriyle atılır ve bu yüzden, her zaman fikirlerin ya ratılm ası ve uygulanm asını gerektirir. “Ü styapı” konusunda önem li olan onun fikirlere som utlu k kazandırm ası değildir, zira bir sınıfsal egem enlik sistem ini (özellikle siyaset, hukuk ve din biçim inde) düzenleyen ve yaptırım altına alan bir top lumsal ilişkiler sistem ini meydana getiren şey, üretim ilişkile ri değil üstyapıdır. M arx, tarihsel bilginin göreliliği problem ini fazla zorlanm a dan çözer. En karm aşık id eoloji türleri dahil, tüm insani bilinç biçim lerinin belirli toplum sal koşullar içinde kök saldığı ke sinlikle doğrudur. Ancak bu özellik tarihin rasyonel ilkeler te melinde geçm işe dönük olarak anlaşılm asını engellem ez. N ite kim tüm sınıflı toplum lann belirli ortak temel özellikleri var dır. Ne var ki, bu temel özelliklerin bilinm esi, kapitalizm, top lumun bilim sel bilgisinin koşu llannı yaratmcaya kadar m üm kün değildir. M arx bunu b ir analojiyle açıklar. Daha gelişkin varlık olan insanın anatom isi bize m aym unum sulann anato m isini anlayacak bir anahtar sağlar: Aynı şekilde, burjuva toplum unun yapısı ve gelişm e sü recinin anlaşılm ası antik dün 33
Krş. örneğin Jo h n Plam enatz, M an an d Society (Londra, 1968), c. 2, s. 279-293.
34
T h e G erınan İd eolog y , s. 473; W erk e , c. 3, s. 405. Bkz. Karl Korsch, M arxism us und P h ilosop h ie (Leipzig, 1930), s. 55-67. IMarfesizim ve F elsefe, çcv. Yılmaz Öner, Belge Yayınlan, 1991.1
86
yanın toplum sal gelişim ini açıklarken benzer kategorilerden yararlanm am ızı sağlar. E kon om i politikte geliştirilen terim lerden yararlanarak “em ek” ve “üretim " gibi kavram ları çok genel b ir biçim de kullanm ak, onları farklı gelişm işlik düzeyin deki top lu m lann ortak k arakteristiklerine uyarlam ak m üm kündür. Ancak bu kavram lar sadece kapitalist üretim in geliş mesiyle oluşturulm uşlardır. “G en elde üretim b ir soyutlam adır, ancak haklı bir soyutlam a...”3S Ekonom i politikte geliştirilen teoriler bütün toplum lara uy gulanabilecek old u kça önem li hakikatler içerir; fakat yazıla rının burjuva sınıfsal egem enlik yapısıyla oldukça yakından ilişkili olm ası, bu iktisatçıların kendi açıklam alarının sın ırlı lıklarını ve tek yanlılıklarını görebilm elerini engeller. O nlar, A lm an tarih çiler ve d ü şü n ü rler gibi, “çağın yanılsam ası”n ı paylaşırlar36 ancak bu, hiçbir şekilde tüm düşüncelerinin epistem olojik açıdan “hatalı" olduğunu gösterm ez. Egem en dü şünce biçim leri id eo lo jik k arakterlerin i, “sın ıfsal egem enlik toplumsal düzenin genel organizasyon biçim i olm aktan çık ın caya, yani onlar artık özel bir çıkarı genel çık ar olarak veya ‘genel çıkar’ı yöneticilerin çık an olarak temsil etm e zorunlulu ğundan kurtuluncaya”37 kadar açığa vurmayacaktır. Her hâkim sın ıf, egem en konum unu m eşrulaştıran ideo lojinin evrensel olduğunu iddia eder. Fakat bu, M arx’a göre, yeni bir devrimci sınıfın egemen konum a yükselişinin yarat tığı toplum sal değişm elerin farklı toplum tiplerinde aynı o l masını gerektirm ez. M arx, tüm devrim ci değişm e sü reçleri nin ortak karakteristiklerini açıklayacak bir şem a ortaya koy mazken, ayrıca tarihte karşılaşılan devrimci dönüşüm biçim lerinin belirli temel noktalarda farklılıklar sergilediğine inanır. Marx’in devrim ci toplum sal değişmeleri analizinde kullandı 35
Grundrisse, s. 7. Bu, kuşkusuz, esasen Hegelci bir bakış açısından dönüştürül müştür. Lukacs’ın sözleriyle, Marx için “önceki dönem lerin tarihinin yeterin ce kavranabilm esi için bugün doğru olarak kavranm alıdır...", Der ju n g e H egel, s. 130.
36
The G erm an Idcology, s. 52.
37 A.g.e., s. 63; W erk e, c. 3, s. 48. 87
ğı genel şem a şöyle işler: Nispeten istikrarlı bir toplumda be lirli bir üretim tarzı, bu üretim tarzı için tamamlayıcı önem de toplumsal ilişkiler ve (onunla sınıfsal egem enlik aracı ola rak ilişki içind e o lan ) “üstyapı” arasında bir denge vardır. Üretim alanında ilerlem eler yaşandığında bu yeni üretici güç ler ile mevcut üretim ilişkileri arasında bir gerilim oluşur (ör neğin Roma’da bu süreç tanm egemen bir ekonom ide manüfaktür ve ticaretin ortaya çıkışıyla yaşanm ıştır). Böylece, mev cut üretim ilişkileri yeni gelişen üretici güçlere giderek daha fazla engel yaratmaya başlar. Bu “çelişkiler”, siyasal alanda ve rilen devrimci m ücadelelerle nihayet bulan ve ideolojik açıdan rakip “ilkeler” arasında bir çarpışma olarak kendini gösteren açık sınıf mücadeleleri biçim inde ifadesini bulur. Bu m ücade lelerin sonucu, ya Rom a’da olduğu gibi “m ücadele halindeki grupların hep birlikte yıkılm ası” ya da feodalizmin kapitalizm tarafından aşılm asında olduğu gibi “toplum un büyük ö lçü de devrimci yeniden-inşası”dır.38 Devrimci güç mücadelesine giren sınıf, kendi fikirlerini “tek rasyonel, evrensel olarak ge çerli fikirler”39 olarak sunarak soyut bir insan, haklan kavgası verir. Sonuçta sadece tâbi bir sın ıf egemen sınıfın bu yıkılışın dan kazançlı çıkarken, kendi hareketine güç kazandırmak için toplum un diğer k esim lerinin yardım ına başvurabilir: Ö rn e ğin Fransız burjuvazisi 1789 Devrimi'ni köylülüğün yardımıy la gerçekleştirm iştir. Devrim ci sın ıf gücünü kabul ettirdiğinde onun eski devrimci karakteri yerini mevcut düzeni, kendi he gem onyasını savunmaya bırakır: M evcut d ü zen i h u k u k î yap tırım altın a alm ak ve bu d üze n in alışılagelen ve geneld e sabit sın ırların ı h u k u k en eb ed i leştirm eye çalışm ak toplum un yö n etici kesim inin ç ık arın a dır. Diğer tüm m eseleler bir tarafa b ırakılırsa, bu sü reç, m ev cut ilişkiler düzeninin tem elin in -o n a tekabül eden kadem e li ve düzenli bir form u g e re k tire n - sürekli yenid en-üretim iyle orantılı olarak ortaya çıkar. Bizzat bu düzenlem e ve düzen, 38
The Com munist M anifesto, s. 132.
39
The G erm an Ideology, s. 62.
88
toplum sal kesinliği ve tesadüftük ve keyfîlikten uzak durm a yı gerektirm esi bakım ından, bir üretim tarzının vazgeçilm ez unsurudur.40
Bu yüzden, yeni sınıfın gücünü artırm ası, gerçekte benzer bir değişme kalıbının tekrarlanm asına yol açarak, nispeten is tikrarlı bir başka dönemi başlatır. M arx, devrimci değişmeyi bir bütün olarak tarihsel süreçle ilişkilendirm ediği takdirde bu genel anlayış tam amen pozitivist bir yaklaşım dan ibaret kalacaktır. M arx’m ifadesiyle, “Her yeni sın ıf kendi egem enliğini sadece önceki egem en sınıfınkinden daha geniş bir temelde kurarken, egemen olmayan sınıfın yeni yönetici sınıfa karşı muhalefeti sonradan daha keskin ve kapsamlı bir gelişm e sergiler.’’4' Burjuvazinin güçlenm esi sı nıfsal ilişkilerin karakterinde feodalizm de yaşanandan daha kapsam lı değişim lere yol açar. Burjuva toplum unda insanla rın üretici karakterleri daha önceki tarihsel dönem lerde m üm kün olandan çok daha fazla açığa çıkar. Ancak bu süreç sade ce giderek daha fazla m iktarda mülksüz ücretli-em egin oluşu muyla sonuçlanır: Burjuva toplum u sınıfsal ilişkileri tek bir sı nıfsal ayrım etrafında, burjuvazi ve proletarya arasında genel leştirir. Burjuva toplum u ile önceki sınıflı toplum lar arasında ki temel farkın kaynağı gerçekte budur. Daha önceki devrim ci sınıflar, gücü b ir kez ele geçirdiklerinde, “elde ettikleri ko num u, toplum u büyük ölçüde kendi gasp koşullarına bağımlı kılarak korum aya çalışırlarken”, proletarya “önceden yaşadığı gasp biçim ini ve böylece aynca diğer tüm gasp biçim lerini or tadan kaldırm adan”42 egemen konuma gelemez. M arx’a göre, işçi sınıfının gücündeki artış bu ıju va toplum unun yarattığı tarihsel değişimleri en üst düzeye çıkartır. Bur ju v a toplum unun gelişim i, insanın üretici g üçlerinin başarı ları ile geniş bir nüfus kitlesinin bu yolla yaratılan zenginliğin kontrolünden uzaklaşm ası arasında büyük bir uçurum a yol 40
Capital, c. 3, s. 773-774; W erke, c. 25, s. 801.
41
T he C crm aıı ld co lo g y , s. 63; W erke, c. 3, s. 48.
42
T he C om m unisı M anifesto, s. 147.
89
açar. Öte yandan, kapitalizm in aşılm ası, insanların yabancılaş mış benliklerini, insanları sınıfsal egem enlikten özgürleştire cek rasyonel bir düzen içinde yeniden ele geçirm elerini sağla yacak koşullan yaratır. Bu sürecin ekonom ik önkoşullan K a pital’de aynntılı olarak betim lenir.
90
4 Kapitalist Gelişme Teorisi
Artı-değer teorisi K a p ita lin büyük bir bölüm ü ekonom ik analize aynlsa bile, bu çalışmada M ärx’m yoğun ilgisini her zaman bu ıju va toplum unun dinam ikleri oluşturur: K a p ita lin tem el am acı, kapitalist toplumun “ekonom ik hareket yasası”nı, onun dayandığı üre tici tem elin dinam iklerini araştırm ak ve ortaya çıkartm aktır.’ M arxin K a p ita lin ilk sayfasında vurguladığı gibi, kapitalizm bir m eta üretimi sistemidir. Kapitalist sistemde üreticiler sade ce kendi ihtiyaçlarını veya kişisel ilişki içinde oldukları bireyle rin ihtiyaçlarını karşılamak için üretmezler; kapitalizm, ulusal ve çoğu kez uluslararası düzeyde bir mübadele piyasasını gerek tirir. Her meta, M arx’m ifadesiyle, “iki yanlı” görünüm e sahip tir: “kullanım-değeri” ve “değişim-değeri”. “Sadece tüketim sü1
M arx hayatlayken K apital'in sadece ilk cildi yayım lanm ıştır an cak o , aynı anda ö ç cilt üzerinde çalışmaktaydı. İkinci ve üçüncü cilt Hngels'in editörlü ğünde sırasıyla 1885 ve 1894 yıllarında yayımlandı. M arx, ilk cild in giriş ya zısında kapitalist gelişm e teorisinin tarihiyle ilgili dördüncü b ir cildin tasar landığından söz eder. Bu çalışm aya ilişkin notlar Kautsky tarafından 1905 ve 1910 yıllan arasında T heorien über des M ehrw ert adıyla yayım lanm ıştır. Bunun bazı bölüm leri İngilizce'ye T h eories o j Surplus Value adıyla çevrilm iştir, (ed.) Bonner & B u m s (Londra, 1951). Bu iki cilt daha sonra İngilizce’ye tamamen Çevrilmiştir (Londra, c. 1 ,1 9 6 4 ; c. 2, 1969).
91
reci içinde gerçeklik kazanan” kullamm-degeri, fiziksel bir ürün olarak metanın özelliklerinin temel ihtiyaçları karşılamakta kul lanılabilmesini anlatır.2 Bir nesne meta olmasa bile kullanım-değerine sahip olabilir. Bir ürünün meta olması için kullanım-değerine sahip olması gerekir, ancak aksi söylenemez. “Değişimdeğeri” ise bir ürünün başka ürünlerle değiştirilmek için arz edildiğinde sahip olduğu değeri anlatır.3 Değişim-degeri, kullamm-degerinin aksine, “belirli bir ekonom ik ilişkiyi” gerektirir ve malların mübadele edildiği bir piyasadan bağımsız olarak alı namaz; o sadece metalarla ilişki içinde bir anlama sahiptir. Bir nesne, m eta olsun veya olm asın, sadece onu üretm ek için em ek-gücü harcandığında b ir değere sahip olabilir; Bu görüş, M arx’in Adam Sm ith ve Ricardo'dan aldığı em ek-değer teorisinin en temel önerm esidir.4 Buradan, hem degişim-değeri hem de kullanım -degerinin doğrudan bir m etanın üretim in de som utlaşan em ek miktarıyla ilişkili olması gerektiği sonucu çıkar. M arx’a göre, değişim-degerini kullam m -değerinden elde edem eyeceğim iz açıktır. Bu gerçeklik tahıl ve demir gibi iki m etanın degişim-degeriyle gösterilebilir. Belirli m iktarda tahıl belirli miktarda demire denktir. Bu iki ürünün değerini birbir lerine göre ve nicelleştirilm iş bir biçim de ifade edebilm em iz ikisine de uygulanabilecek bazı ortak standartların k u llan ıl dığını gösterir. Bu ortak değer ölçüsü tahıl veya demirin —birbiriyle orantılı olm ayan- fiziksel özellikleriyle ilişkili değildir. Bu yüzden, değişim -değerinin em eğin nicelleştirileb ilir bazı özelliklerine bağlı olm ası gerekir. Çeşitli em ek türleri arasında birçok farklılıklar bulunduğu aşikârdır: Tahıl yetiştirm eyle il gili tem el görevler, dem ir üretim iyle ilgili görevlerden oldukça farklıdır. Değişim-değerinin m etaların özel niteliklerinden soyudanması ve onların soyut nicel bir oran içinde ele alınm a sı gibi, bir meta üretim inde işçinin harcadığı zaman m iktarına 2
E konom i Politiğin E leştirisine K atkı (lng. baskı), s. 20.
3
Marx, herhangi bir nitelem e yapmadan kullandığında, “değer” terim iyle “değişim -degerTni kasteder.
4
Em ek-değer teorisinin gelişim ine ilişkin bir açıklam a için bkz. Ronald L. M eck, Studies in thc Labou ı T hcory o fV a lu c (Londra, 1956).
92
göre ölçülebilen “soyut genel em eği” sadece değişim-degerinden türeterek ele alm am ız gerekir. Soyut em ek değişim -değerinin, “yararlı em ek ”* kullanım değerinin tem elini oluşturur. M etaların bu iki yanı, basitçe, emeğin ikili karakterinin ifadesidir: Em ek-gücü olarak, orga nizm anın fiziksel enerji harcam ası; bu özellik tüm üretici et kinlik biçim lerinde ortaktır. Belirli bir em ek türü olarak, söz konusu enerjinin yönlendirilebileceği özel işlem ler topluluğu: Bu özellik ise belirli m etaların özel kullanım lar için üretim ine özgü bir şeydir. B ir yanda, h e r em ek türü fizyolojik olarak insan em ek -g ü cü n ü n harcanm asıdır ve benzer biçim de veya soyut insan emeği olarak, m eıalan n değerini yaratır. Ö te yandan, her tür em ek, insan em ek -g ü cü n ü n özel bir biçim de ve belirli b ir am aca yö nelik olarak harcanm asıdır ve o som ut yararlı em e k özelliği içinde ku llam m -d egeri ü retir.5
“Soyut em ek ” sadece m eta üretim ine özgü olduğu için ta rihsel bir kategoridir. M arx’a göre, onun varlığı kapitalizm in bazr asli özelliklerine bağlıdır. Kapitalizm , daha ö n cek i sis tem lerden ço k daha akışkandır, zira o işgücünün çok daha kolay yer değiştirebilm esini ve farklı türde işlere daha kolay uyum sağlayabilm esini gerektirir; M arx’m ifadesiyle, “‘genelde em ek’, sans phrase (k ıs a c a ) em ek, yani modern ekonom i poli tiğin hareket noktası pratikte gerçeklik kazanır.”6 Soyut em eği -d eg işim -d eğ erin i hesaplam a biçim i o la ra k zaman birim lerine göre ölçm em iz gerektiğinde açık bir prob lem yaşanır. Buradan, belirli bir parçayı üretm esi uzun zaman alan tembel bir işçinin aynı görevi daha kısa bir zamanda ta mamlayan bir sanayi işçisinden daha değerli bir meta üretece ği anlamı çıkar görünm ektedir.7 Ancak M arx, kavram ın sadece ( * ) “Yani belirli bir türde ve belirli bir am aca yönelm iş üretken Faaliyet..." - ç. n. 5
C ap ital, c. 1, s. 47: Werlte, c. 23, s. 61. [Kapital (T ü rkçe baskı), s. 61 .1
6
Ekonomi Politiğin E leştirisine Katltı (Ing. baskı), s. 299.
7
Vasıflı em ek ayrıca bir sık ın tı kaynağı oluşturur. A ncak M arx, tüm vasıf lı em eğin vasıfsız veya “basil" em ekle ilişkili zaman birim lerine indirgenebi-
93
belirli özel bir bireye değil, aksine “toplumsal olarak gerekli” em ek-zam ana uygun düştüğünü vurgular. Toplum sal olarak gerekli em ek-zam an, norm al üretim koşullan altında ve belir li bir sanayide ilgili dönem de, yaygın “ortalama beceri ve yo ğunluk derecesiyle” bir m etanın üretilm esi için gerekli zaman miktarıdır. M arx’a göre, toplumsal olarak gerekli zaman am pi rik araştırm alarla kolayca belirlenebilir. T ekn o lo jik b ir yeni lik belirli bir m etanın üretilm esi için ihtiyaç duyulan toplum sal olarak gerekli zamanı azaltabilir ve bu yüzden, onun değe rinde de buna denk bir azalma yaşanacaktır.8 Tüm bu analiz, M arx’in aşağıda betim lenen artı-değer tartış ması dahil, K a p italen ilk cildinde yer alır.9 M arx’in bu noktada değer ve artı-değer kavramlarım bilinçli olarak çok soyul dü zeyde kullandığı vurgulanm alıdır. M arx, kapitalizm in “iç iş leyişin in ” “oyununu görm eyi engelleyen olguları belirlem e ye başlar”. Bunu kavrayamamak, M arx’in talep konusuna h iç bir rol tanımadığı yanlışı da dahil, birçok yanlış anlamaya yol açm ıştır. M arx, K a p ü a l’in birinci cildindeki tartışm asının bü yükçe bölüm ünde arz ve talebin dengede olduğu bir durumu varsayar. Talebin önem ini göz ardı etm ez; aksine buradan, ta lebin değeri belirlem ediği, ancak fiyatlan etkileyebileceği bir em ek-değer teorisine ulaşır.10 Talep. M arx’a göre, işgücünün ekonom inin farklı kesim lerine dağılımında en önem li faktör leceğinc inanır. Bir vasıf norm alde belirli bir yetişme dönem inin sonuçlarını yansıtır. Vasıflı emeği basit em eğe dönüştürm ek için eğitim sürecinde harca nan (kişinin kendisinin ve onu eğitenlerin harcadığı) em ek m iktarının hesap lanması gerekir. Ancak M arx’a göre, kapitalizm nihayetinde vasıflı emeği her koşulda m ekanizasyonun gelişim iyle ortadan kaldırm a eğilim indedir. Krş. Paul Sweezy, T h e T h eory o f C apitalist D evelopm ent (New York, 1954), s. 42-44. 8
M arx, te k n o lo jik değişim in b u yöndeki etk isin e bir ö rn ek olarak İngiliz giyim sanayisini verir. Burada dokum a tezgâhlarının kullanılmaya başlanm a sı pamuk ipliğiyle elbise dokum ak için gerekli em ek-zam anı yaklaşık yüzde elli oranında düşürmüştür. Kuşkusuz, bir el dokum ası önceki gibi hâlâ aynı zam an-m ikıannı gerektirm ekteydi, “ancak kişinin bir saatlik em eğinin ürünü bu değişimlerden sonra bir saatlik toplumsal emeğin sadece yansı düzeyinde gösterildi ve sonuç olarak, önceki değerinin yansına düştü", C apital, c. 1. s. 39; Werke, c. 23, s. 53.
9
C ap ital, c. 1, s. 508 vd.
10 K arl M arx: S elected W orks, c. 1, s. 84 vd.
94
dür. Belirli bir metaya lalep özellikle yüksek olduğunda, diğer m allan üretenler bu metayı üretm ek için harekete geçm e gere ği duyacaklardır. Artan talebi izleyen fiyat artışı, böylece onun değerinde düşüşe yol aça ca k tır." Ancak talep, bazı iktisatçılan n belirttiklerinin aksine, bağımsız bir değişken değildir: “Arz ve talep, toplum daki toplam geliri bölüşen ve aralannda gelir olarak tüketen ve dolayısıyla, bu gelirin yarattığı talebi karşıla yan farklı sınıflar ve sınıfsal kesim leri gerektirir.”12 Yukarıda tartışılan değişim -değeri an alizind en , ü rün lerin kendi değerlerinde -y a n i, kendi içlerinde som utlaşan toplum sal açıdan gerekli em ek-zam an m iktarına g ö r e - alınıp satıldık ları sonucu çıkar.13 M arx, kapitalistlerin kârlarını namussuzca veya özellikle hileli yollarla elde ettikleri görüşünü reddeder. Belli bir kapitalist gerçek alım veya satım işlem leri sırasında ürününe talepte ani b ir artış olması gibi piyasadaki belirsizlik lerin yarattığı bir üstünlük sayesinde para kazanabilse de, eko nomide kâr tam amen bu şekilde açıklanam az. M arx, kapitalis tin em eği ve m etaları genelde gerçek değerleri içinde alıp sattı ğına inanır. O nun ortaya koyduğu gibi, kapitalist “metaları de ğerinde satın alm alı ve onları yine değerinde satm alıdır, ancak söz konusu sürecin sonunda başlangıçta ortaya koyduğu de ğerden daha fazlasını elde etm elidir”.14 M arx, bu görünüşte paradoksu, kapitalizm in zorunlu te melini oluşturan tarihsel koşula, yani işçilerin em eklerini ser best bir piyasada satm akla “özgür” oldukları iddiasına başvu rarak çözer. Bu, em ek-gücünün bizzat piyasada alınıp satılan bir meta olduğunu gösterir. Nitekim onun değeri, diğer her hangi bir m etam nki gibi, üretim i için toplum sal olarak ge rekli em ek-zam ana göre belirlenir. İnsanın em ek-gücü - y e niden tam am lanm ası g erek en - fiziksel enerji harcam asını ge ll
C ap ital, c. 3, s. 181-195; krş, M eek, s. 178.
12 Capital, c. 3, s. 191. 13 Bu önerm e sadece M arx'in K apital'in birinci cildinde kullandığı basitleştiril m iş modelde geçerlidir; gerçek dünyada, çoğu kez değerler ve fiyatlar arasın da büyük farklılıklar vardır. H
Capital, c. 1, s. 166.
95
rektirir. tşçi, em ek sürecinde harcadığı enerjiyi yeniden loplamak için, işleyen bir organizma olarak varlığının gerektirdiği -k en d isi ve ailesinin gıda, giyim ve barınak g ib i- ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır, işçin in temel ihtiyaçlarını karşılaması için toplumsal olarak gerekli em ek-zam an onun em ek-gücünün değerini oluşturur. Bu yüzden em ek-gücünün değeri, metaların hesaplanabilir niceliğine -y a n i işçinin geçim ini sürdü rebilm ek ve kendini yeniden-üretebilm ek için gerek duyduk la r ın a - indirgenebilir. “İşçi em eğini serm ayeyle değiş-tokuş eder... ona yabancılaşır. Onun aklığı karşılık bu yabancılaşm a nın değeridir.”15 M odern m anüfaktiir ve sına! üretim koşulları işçinin ortala ma bir iş günü içinde geçim i için gereken değerden çok daha fazlasını üretmesini m üm kün kılar. İş gününün sadece belir li bir oranı, yani işçinin kendi değerine karşılık düşen m ikta rı üretm ek için harcanm ası gerekenlerin ötesinde ürettiği her şey “artı-deger”dir. Sözgelim i, iş gününün uzunluğu on saat ise ve işçi bu zamanın yarısında kendi değerini üretiyorsa, geri kalan beş saatlik çalışm a -k a p ita list tarafından gasbedilebile n - arlı-üretim dir. M arx, gerekli-emek/artı-emek oranını “aıtı-deger oranı” veya “söm ürü oranı” olarak adlandırır. Artı-deger oranı, M arx’in tüm kavram larında olduğu gibi, biyolojik bir referanstan ziyade toplum sal referanslar içerir. “Em ek-gücünü üretm ek” için gerekli em ek-zam an sadece fiziksel koşul lara göre tanım lanam az, aksine bir toplum daki kültürel ola rak beklenen hayat standartlarına göre değerlendirilm ek zo rundadır. “İklim koşulları ve fiziksel koşullar” belirli bir etki ye sahiptir, ancak sadece “özgür em ekçiler sınıfının şekillen diği koşullar çerçevesinde ve neticede, bu sınıfın alışkanlıkları ve refah düzeyine bağlı olarak”.16 Aru-değer kârın kaynağıdır. Kâr, deyim yerindeyse, artı-degerin görünen “yüzüdür”; “artı-değerin dönüştürülm üş bir bi çim i, yani kökeni ve m evcudiyetinin sırrı gözlenebilen, ancak
15 G rundrisse, s. 270-271. 16 C ap ital, c. 1, s. 171.
96
m askelenm iş b ir form ”d ur.17 M arx, K a p it a l in birin ci cildinde ki analizinde bu m askeyi yırtar, fakat artı-değer ve kâr arasın daki -so m u t dünyada karm aşık bir yapıda o la n - gerçek ilişki yi tartışmaz. Kapitalistin emeğin ücretine ayırdığı pay, üretim sürecinde yaptığı harcam anın sadece b ir kısm ıdır. Diğer kı sım lar üretim için gerekli m akine, hammaddeler, fabrika tesi satı, vb.’nden oluşur. Serm ayenin bu faktörlere ayırdığı kısım “sabit serm aye”, ü cretlere ayrılan kısım “değişken serm aye” adını alır. D eğer yaratan sad ece değişken serm ayed ir; sabit sermaye “üretim sürecinde herhangi nitel bir değer değişikli ği yaratm az”.'8 K â r oranı, sabit serm ayenin değişken serm aye ye oranından (s/v) oluşan artı-değer oranından farklı olarak, sadece hem değişken hem de sabit sermayeye bakılarak hesap lanabilir. Sabit serm ayenin değişken sermayeye oranı serm aye nin “organik bileşim ini” oluşturur; kâr oranı, serm ayenin or ganik bileşim ine bağlı olduğu için, artı-değer oranından daha düşüktür. Kâr oranı p=s/c+v formülüyle ifade edilir; sabit ser mayeye bağlı harcam a oram değişken sermayeye bağlı harca ma oranından düşük olduğunda, kâr oranı artar.’9 M arx, K a p ita lin üçüncü cildinde birinci ciltte sunulan ba sitleştirilm iş artı-değer teorisini cari (actual) fiyatlarla ilişkilendirir. G erçek dünyada serm ayenin organik bileşim inin sa nayiye göre değiştiği açık tır. Bazı üretim sek törlerin d e ilgi li sabit serm aye m ik ta n , diğer sek tö rlerle karşılaştırıld ığ ın da değişken serm ayeyle daha yüksek bir ilişki içindedir: Ö r neğin dem ir ve çe lik sanayisinde m akine ve fabrika teçhiza tının yıllık serm aye gideri giyim sanayisindekinden ço k daha büyüktür. K a p it a l in birinci cildinde geliştirilen basitleştirilm iş model izlendiğinde bu bizi oldukça farklı artı-değer oranlanna götürecek ve kâr, doğrudan artı-değer ile bağlantılı olduğunda ekonom inin farklı sek törleri arasında kârlarda belirgin fark 17 Capital, c. 3, s. 47.
18 Capital, c. I, s. 209. M arx, burada kapitalistin mal sahibine hiç kira ödemediğini varsayar. M arx’m ifadesiyle: “Arazi sahipliği^ 0 olarak alın ır." K ap ita l'in üçüncü cildinde ise yer kirası sorununu ele alır.
97
lılıklar oluşacaktır. Fakat bu ilişkiler durumu, kısa dönem ler dışında, serm ayenin her zaman daha üst düzeyde kâr oranları sunan kanallara akış eğilim inde olduğu kapitalist ekonom inin organizasyonuyla bağdaşmayacaktır. M arx, birinci ciltte analitik amaçlarla oluşturulan kabulle ri bir kenara bırakarak, m etalann genellikle kendi değerlerine göre değil, -k e n d i d eyim iyle- “üretim değ erleri" ne20 göre sa tıldıkları sonucuna ulaşır. Ekonom ide toplam kâr m iktarı, bu ekonom i içinde yaratılan artı-değer miktarına göre belirlenir, ancak her bir kapitalistin bu toplamdan aldığı pay onun kendi girişimi içinde üretilen artı-değer miktarıyla orantılı değildir. Kapitalistler toplam artı-degeri, yatırdıkları sermayeyle oran tılı olarak paylaşırlar, bu serm ayenin organik bileşim iyle oran tılı olarak değil. “Üretim değerleri”, bir başka deyişle metaların reel d eğ erleri, toplam sosyal sermayenin toplam artı-değere bölünmesiyle hesaplanabilir. Üretim değeri “maliyet değeri”ne veya fiilen üretim e giden harcam alar toplamına (yani ücretle re ayrılan sermaye ile birlikte, bir meta üretim inde kullanılan sabit sermaye m iktarın a), a y n c a kârın kullanılan serm ayeye ortalama oranına eşittir. Peki m etaların k end i değerleri yerine üretim değerlerine göre satılm asını sağlayan faktörler nelerdir? M arx, K ap italen üçüncü cildinin önem li bir bölüm ünü bu problem e ayırır. Ka pitalizmden önce m etalar kendi değerlerine göre satılm a eğili mindeydi, ancak kapitalizm in rekabetçi yapısı bu kuralı boz muştur. “Ortalama kâr” kapitalizm in gelişimiyle değişim geçi rir. Değişken serm ayenin sabit sermayeye daha yüksek oranda olduğu bir üretim sektörü oldukça yüksek oranda bir artı-değer ve kâr yarattığında, ... serm aye düşük kâr oranların a sahip alanlardan çek ilir ve daha yüksek kâr sağlayan diğer alanlara yayılır. Bu ardı arka 20
98
M arx'in ekonom i anlayışına yöneltilen çoğu eleştiri değerler ve fiyatlar ara sındaki bu ilişkiye odaklanır. Krş. Paul Sweezy, Bûhm-Bawerk's C riticism o f M arx (New York, 1949). M arx’in ekonom isi üzerine iki yeni tartışma için bkz. Murray W olfson, A R eap p raisal o f M arxian Econom ics (New York, 1964) ve Fred M. G otthei, Marx's E conom ic Predictions (Evanstone, 1966).
sı kesilm eyen giriş-çıkışlarla, özelle, b ir yerde kâr o ranınd a ki artış ve başka bir yerdeki düşüşle bağlantılı olarak serm aye nin farklı alanlara dağılım ıyla farklı üretim alanlarında ortala ma kârın benzer düzeyde kaldığı bir arz-talep oranı yaratılır; değerler, üretim değerlerine dönüştürülür. Bu denge durum u, serm aye tarafından az çok m ükem m el bir biçim de, kapitalist gelişm en in belirli b ir ulus içinde gelişm e d erecesiyle, başka deyişle, farklı ülkelerd eki koşulların kapitalist üretim e adap tasyon derecesine bağlı olarak sağlanır.21
Bu süreci kolaylaştıracak iki koşul vardır: Sermayenin akış kanlığı ve em ek hareketliliği, ilki, “toplum içinde tam ticaret serbestisi”ni sağlamayı ve feodal tekelci ayrıcalıkları kaldırma yı gerektirir. Ayrıca bu süreç, sermayenin bireysel kapitalistle rin elinde kalması yerine yoğunlaşmasına hizmet eden bir kredi sistem inin gelişimiyle daha da hızlanır. Emek hareketliliğini ge rektiren ikinci durum da benzer koşullara dayanır: Emeğin kişi nin malı olmaktan ve üretim araçlarıyla sınırlı ilişkilerden “kur tarılm ası” ve zanaat becerilerinin -işçilerin bir işten diğerine zorlukla karşılaşmadan geçm elerini sağlayacak- vasıfsız emeğe dönüştürülm esi. O rtalam a kâr oranının gelişim i, bu yüzden, doğası gereği kapitalist üretimin ekonom ik yapısıyla ilişkilidir. M arx, K a p ita l'in b irin ci cildinde geliştirilen artı-d eğer te orisinin üçüncü ciltteki analize temel oluşturduğunu vurgu lar. Fiyat ve değer ilişkisi karm aşık olsa da, ilki yine de İkin cisine bağlıdır ve toplam artı-değerde herhangi bir artış veya azalma üretim değerlerini etkileyecektir. İktisatçıların M arx’in konum una ilişk in daha sonra yaptıkları eleştirilerin ço ğ u n da, M arx’in teorisini kullanarak fiy a tla r ı tahm in etm enin çok zor olduğu, çünkü değerler v e fiy a t la r arasında dolam baçlı bir ilişki bulunduğu ifade edilir. Ancak M arx’in hareket n oktasın dan, fiyat tahm ininin ikincil önem de olduğu vurgulanm alıdır: Onun teorisinin tüm ağırlık noktasını kapitalist ekonom inin işleyişinin temel ilkelerini ortaya çıkartm ak oluşturur. M arx’m analizi, fiy a tla r , kiralar veya faiz oranları gibi fiziksel katego ri
C apital, c. 3, s. 11) 2 ; W erke, c. 25, s. 206.
99
rilerin ekonom i politik teori üzerindeki etkisini -o n la rın kö keninde yatan toplum sal ilişkileri açığa çıkartm ak am acıy lakırm a girişimi düzeyinde ilerler. E tkinliğin toplum sal karakteri, ürünün toplum sal biçim i ve bireyin üretim e katılm a biçim i, kendisini bireyle ilişki içind e yabancılaşm ış, şeyleşm iş (sad ıliclı) olarak gösterir... B elirli bi reylerin varlık ned enlerin in ve aralanndaki karşılıklı ilişkile rin ö nkoşu lu nu oluşturan etkin lik ler ve genel ürün m übade lesi onlardan yabancılaşm ış ve bağım sız b ir biçim e bürünü r.22
Marx’m kapitalist gelişme teorisi, aru-değer teorisinde ifade edildiği gibi, kapitalist m ülksüzleştirmenin doğasıyla tem ellen dirilir. Marx’m tezinden hareket edilirse, kapitalizm esasen metaların bireysel girişimci inisiyatif temelinde “kendi değerlerini bulmasını” sağlayan bir serbest piyasa sistemi etrafında yapılan masına rağmen, kapitalist üretiminin içkin eğiliminin kapitalist ekonom inin dayandığı som ut koşullan zayıflattığı anlamı çıkar.
Kapitalist üretimin ekonomik "çelişkileri" M arx’a g öre, kâr arayışı kap italizm in ayrılm az b ir parçası dır; “serm ayenin amacı belirli ihtiyaçları karşılamak değil, kâr elde etm ektir...”23 A ncak aynı zamanda, kapitalist ekonom ide köklü bir yapısal eğilim, kâr oranının düşme eğilim i m evcut tur. Klasik iktisatçıların çoğu bunu kabul eder; M arx’m kat kısının kaynağı, “kâr oranının düşme eğilimi yasası”nda ifade edildiği gibi, bu teoriyi serm ayenin organik bileşim i analiziy le birleşlirm esi'Ve söz konusu analizin artı-değerle ilişkisidir. Kapitalist ekonom ide toplam kâr m iktarı bu ekonom i için de yaratılan artı-değere bağlıdır: Bir bütün olarak ekonom ide, sabit sermayenin değişken sermayeye oram ortalama kâr ora nını belirler. Bu yüzden, kâr oranı serm ayenin organik bileşi miyle ters orantılıdır.
22
Gruıulrisse, s. 75: Ayrıca bu kitabın 351-352. sayfalanna bakınız.
23
C apital, c. 3, s. 251.
100
Kapitalizm kâr-am açlı rekabetçi bir sistem olduğu için , ö n celikle üretim de m ekanizasyonu artırm ak dahil, te k n o lo jik y en ilikler her kapitalistin piyasada var olm a m ücadelesinde temel bir silahtır: Bu yolla özel girişim ciler rakiplerinden daha ucuza üreLerek mevcut kâr paylarını artırabilirler. Ancak b iri nin kârlarını artırmadaki başarısı, diğer kapitalistleri -b e n z e r teknik yenilikleri devreye sokarak ve böylece yine de her ka pitalistin sabit sermayeye öncekinden daha yüksek bir serm a ye harcaması yaptığı yeni (fakat aynı ölçüde geçici) bir denge sağlayarak- söz konusu kişiyi taklit etmeye iter. Böylece genel sonuç, serm ayenin organik bileşim inde artış ve ortalam a kâr oranında düşüştür. K u şkusuz bu sü reç h er zam an ekonom id e kârın m utlak toplamında bir azalışla sonuçlanm az; getiri oram düştüğünde bile toplam kâr artabilir. Ayrıca M arx’in kâr oranının düşme eğilim ine zıt yönde işlediklerini düşündüğü başka faktörler de vardır. Bunlar ya sabit sermayede nispi artışı geciktiren faktör ler ya da -sü re cin öteki y üzü ndeki- artı-değer oranını artıran faktörlerdir. Sabit sermaye harcamasında bir artış, çoğu kez bu yüzden, sabit serm ayenin uygun birim değerini fiilen azal ta n - em eğin üretkenliğinde artışla el ele gider ve böylece kâr oranı sabit tu tu labilir ve hatta artırılabilir: “Toplam serm a ye bakım ından, sabit serm ayenin değeri kendi maddi hacm iy le orantılı olarak artm az...”24 Azalan kâr oranını dengelem enin bir başka yolu dışalımla ucuz materyal sağlamaktır: Bu uygu lama, işçilerin lemel ihtiyaçlarını karşılamakta ve sabit serm a yenin değerini asgariye indirm ekte kullanıldığında artı-değer oranında artışla sonuçlanır. Ancak M arx, azalan kâr oranına karşı etkide bulunan yoğun em ek sömürüsü içeren faktörleri - iş gününün uzaması ve ücretlerin değerlerinin altına düşm e s in i- daha fazla vurgular. 19. yüzyılın ilk yıllarında kesinlik le som ut önem de bir olgu olan iş gününün uzatılm asına denk başka faktörler de artı-değer oranını artırır. “Sabit serm aye ye göre em eğin üretkenliği” de artırılabilir ve ariı-değer oranı, 24 Capital, c. 3, s. 230. Ayrıca krş. Sweezy, Theory o/Capitalist Developmcnl, s. 98 vd.
101
mevcut m akinelerin daha yoğun kullanım ıyla -ö rn eğ in işleyiş hızını artırarak veya benzer türden bir vardiya sistem iyle günü yirmi dört saat boyunca ku llan arak - artırılır. Ü cretlerin zorla düşürülmesi genelde geçici bir çözüm dür ve kâr oranı üzerin de uzun dönemli etkilere sahiptir. İşverenler ücretleri maliyet unsuru olarak görme ve m üm kün olduğunda ücretlerden ke sinti yapma eğiliminde olsalar bile, M arx’in genel analizinden, ücretlerin, esasen kapitalistlerin cebrî kısıtlamaları tarafından değil, işaret edilen güçler tarafından belirlendiği sonucu çıkar. M arx’a göre, kapitalizm in periyodik krizleri kapitalist sis temin iç “çelişkilerin in ” en açık göstergesidir. A ncak M arx, krizlerin farklı olası faktörler bileşim inin bir ürünü oldukları ve basit ettirgen bir süreçle açıklanam ayacakları düşüncesiyle, krizlerin sistem atik doğası hakkında görüş belirtmez. Krizleri fiilen hızlandıran birçok nedensellik zincirinin izini sürmeye çalışmaz; bu görev sadece kapitalist üretim in genel dinam ikle ri tem elinde başarılabilir.25 Bu yüzden, M arx’in analizi kapita list ekonom ide düzenli krizlerin yoğunluğunun altında yatan tem el faktörler hakkında bir açıklam ayla sınırlıdır. Kapitalizm den önceki toplum biçim lerinde, meta üretim i nin bulunduğu yerlerde, özellikle paranın yaygın kullanım ın dan önce, bu tarz bir üretim genellikle birbirlerinin ihtiyaçla rının farkında olan ve bu ihtiyaçlara göre üretim yapan birey ler veya gruplar arasında doğrudan takası gerektirir. Başka de yişle, ilkel meta üretim biçim lerinde alışveriş kullanım -degerlerinin kontrolü altındadır ve ihtiyaçların bilgisi arz ve talebi birbirine bağlayan düzenleyici bir kaynaktır. Ne var ki, meta üretim i giderek yaygınlaşırken, kapitalizmin gelişm esinde ya şandığı gibi, bu düzenleyici bağ kopar. Para kullanım ı, taraf ların takasta m üm kün olandan çok daha özerk alışverişleri ne imkân tanıyarak, bu süreçte önem li bir rol oynar. Bu yüz den, kapitalizm büyük ölçüde “anarşik bir sistem ”dir,26 zira 25
T heories o f Surplus Value, (cd .) Bonner & Barnes, s. 376-391.
26
Bu. piyasanın işleyişinde "düzen"in olm adığı anlam ına değil, basitçe, piyasayı düzenleyen ilkelerin -A d am Sm ith'in ünlü deyimiyle, “görünmeyen bir elin”insanlann kendi bilinçli kontrolü dışında işlediği anlam ına gelir.
102
piyasayı ü retim in tü ketim le bağlantısını sağlayan b elirli bir birim düzenlem ez. Kapitalizm aynı zam anda doğası gereği, temel dinam iğini sürekli kâr arayışının oluşturduğu yayılm a cı bir sistem dir. Kâr güdüsü hâkim olduğu için, üretilen m etalarm hacmi ile onların ortalam a kâr oranında satılabilirlikleri arasında belirgin dengesizlik içeren bir ilişkiler durumu sis tem için kriz kaynağı oluşturur. Kapitalizm insanlık tarihin de büyük ölçekli aşırı-üretim in m üm kün olduğu ilk sistem dir. Kuşkusuz, bu büyük ölçekli aşırı-üretim kullanım -degerleri bakımından değil, sadece kapitalist üretim in gereklilikleri ba kım ından, degişim -degerleri bakımından aşırı üretim dir: “Sa tılam ayan” m etalardan norm alde yararlanılabilir. F ak at yatı rımda yeterli düzeyde getiri sağlanamadığında kapitalizm in iş leyişi bozulmaya başlar. “Büyük bir kitlenin ihtiyaçlarını insa ni biçim de karşılayacak yeterlilikte üretilm em esi”ne27 rağmen, üretim potansiyeli sınırlı düzeyde kalır. Kriz aslında üretim in, piyasanın em ebileceği ve halen uygun bir kâr oranı sağlayabileceği düzeyin üzerine çıkm asıdır. Aşırıüretim , bir kez gerçekleştiğinde, sadece ekonom inin b ir kesi minde bile bir tepkim eler kısırdöngüsü başlatabilir. Kâr oranı düşerken yatırım azalır, işgücünün b ir kesim i işten çık a rtı lır; bu ise tüketicinin satın alma gücünü zayıflatır ve kâr ora nında bir başka düşüşe yol açar vb. Bu sarmal, işsizlik belir li bir seviyeye gelinceye, buna bağlı olarak çalışanların ücret leri zorla belirli bir düzeye düşürülünceye ve sonuçta yükse len artı-değer oranını yaratacak yeni koşullar ve böylece yatı rımın yeniden başlam ası için gerekli bir uyarıcı ortaya çıkana kadar devam eder. Kriz sırasında daha az verim li girişim ciler den bir bölüm ü piyasadan çekilecektir; böylece geri kalanlar onların pazar paylarını ele geçirebilir ve yeni bir genişlem e dö nemi başlatacak konum a gelebilirler. Dolayısıyla, döngü yeni den başlar ve yukarı doğru bir başka “evre”nin yolu açılır. 27 C apital, c. 3, s. 252. A ynca, M arx’in üretici olarak işçilerin konum u ile tüketi ci olarak konum lan arasındaki “çelişkiler" konusundaki notuna bakınız. C a pital, c. 2, s. 316. M arx zam anının daha naif “düşük-tüketim ” teorilerini red deder. Onun R odbcnu s hakkm daki sözleri için bkz. C ap ital, c. 2, s. 410-411.
103
Bu yüzden, krizler kapitalist sistem de bir “k ırılm a a n ı”nı temsil etmez, aksine kapitalist sistem in yaşadığı dalgalanmalar karşısında varlığını sürdürm esini m üm kün kılan düzenleyici mekanizm alardır. Bir krizin etkisi dengeyi yeniden sağlamak ve gelişim i olabild iğince ileri götürm ektir. K rizler, M arx’in ifadesiyle, “m evcut çelişkilerin geçici ve etkili çözüm leridir. O nlar, bozulan dengeyi bir süre için yeniden kuran şiddetli patlamalardır.”28 Kârın azalma oranı eğilimi her zaman mev cut olduğu için, kapitalist gelişm enin tüm evrelerinde her ko şulda kârlar üzerinde bir baskı vardır. Bir krizin etkisi, sistem i geçici olarak takviye ederek serm ayenin m erkezileşm esini ar tırm aktır.29 Krizler kapitalizme özgüdür, zira kapitalist üreti min doğal eğilim i “toplumdaki üretici güçlerin koşulsuz geli şim i" yönündeyken, söm ürüye dayalı sınıfsal ilişkiler üzerine kurulu üretim ilişkileri sadece serm ayenin genişlem esi etrafın da organize olur. Böylece M arx aşağıdaki ünlü sonuca ulaşır: Kapitalist üretimin gerçek engeli bizzat sermayedir. Sermaye ve onun genişlemesi kendisini başlama ve bitiş noktası .ola rak, üretim güdüsü ve amacı olarak gösterir, yani üreıim sa dece sermaye için üretimdir; üretim araçları üreticiler toplumunun yaşam sürecinin sabii genişleme araçları değildir.30
"Yoksullaştırma" tezi Bazılarına göre, Marx kapitalizm in tamamen ortadan kalkışı nı sistem in kendini toparlayamayacağı normal dışı bir kriz bi çim inde düşünmüştür. M arx, Kom ünist Matıt/esto’da, “periyo dik olarak tekrarlanan” krizlerin “varlığım, burjuva toplumunun tüm varlığını hep daha fazla tehdit ederek sürdürecegi”ni belir tir, ancak, son yıkıcı krizden özellikle hiçbir şekilde söz etmez.31 28 Capital, c. 3, s.
244.
29 Capital, c. 2,
s.
30
245; Werfet-,
31
Capital, c. 3, s.
75-77.
The Communist Manifesto, s. 33;Werke, c. 4 , s. 467-468. M arx’in buna cn farla yaklaştığı yer Grundrisse’dir. s. 636.
104
c . 25, s. 260.
Ayrıca böyle b ir öngörüyü krizlerin dengeyi yeniden kurucu işlevi düşüncesiyle bağdaştırm ak zordur. M arx, kapitalizm in sonsuza kadar devam edem eyeceğine kesinlik le inansa bile, onun çözülüşünün önceden bilinem eyecek özel tarihsel k o şullara bağlı olduğunu düşünür. Yine de krizler, proletaryanın ortak sınıfsal konum unu daha çarpıcı bir biçim de görünür kıl dıkları, ayrıca daha ziyade, işsizliğin düşük ve ücretlerin yük sek olduğu nispi bir refah dönem inin ardından keskin bir İkti sadî durgunluk olarak ortaya çıkm a eğiliminde oldukları için, devrimci bilincin gelişim inde önem li bir rol oynarlar.32 Kapitalist ekonom ide tam istihdam koşulları nadiren m üm k ünd ür. K ro n ik işsiz lik için d e k i bir g ru b u n , yani san ay i “yed ek o rd u ”su n u n varlığı k apitalizm için b ir z a ru rettir. M arx, kapitalizm in tem el bir özelliğinin em ek-gücünün metalaşması olduğunu gösterir; ancak em ek-gücü diğer metalardan, fiyatının kendi değerinden büyük ölçüd e uzaklaşm ası nı engelleyecek h içbir açık faktör olm am ası bakım ından ay rılır. Eğer sıradan bir metanın fiyatı artıyorsa, buna bağlı ola rak, sermaye bu metayı üretme eğilimi içine girecek ve onun fiyatında bir düşüşe yol açacaktır.33 Ancak fiyatı yükseliyorsa hiç kimse daha fazla em ek “üretem ez”. M arx, burada, bazen “nispi artık nüfus” olarak adlandırdığı yedek ordu kavramını kullanır. K onum ların esasen m ekanizasyon sonucunda fazla lık haline gelen işçiler tarafından doldurulduğu sanayi yedek ordusu ü cretleri sürekli düşürücü bir rol oynar. Yedek ordu nun bir bölüm ü em eğe talebin arıuğı refah dönem lerinde em i lir ve böylece ü cretler düşük tutulur; bu yedek ordu, diğer za manlarda, işçi sınıfın ın kendi payını artırm a girişim lerini en gelleyen potansiyel b ir ucuz em ek kaynağına dönüşür. Yedek ordu “kapitalist birikim in m an iv elasıd ır ve “kapitalist üretim tarzının varoluş koşullarından biridir”.34 M arx’in “y ed ek artık -e m e k o rd u su ”n u n k o n u m u a n a li 3 2 C apital, c. 2, s. 411. 33 Bu analiz Kapital in 1. cildinde basitleştirilm iş değer m odelinin terim leri için de yapılır. 34
Capital, c. 2, s. 632.
105
zi onun işçi sınıfının önem li bir kesim inin kapitalist sistem içinde yaşamaya m ahkûm edildiği maddi yoksulluk tartışm a sıyla yakından ilişkilidir. Tartışm a çoğunlukla “yoksullaştır ma” veya " y ok su n la ştırm a” tezi etrafında yoğunlaşm ış ve bu tez M arx’tn kapitalizmin geleceğiyle ilgili öngörüsüne birçok eleştirel saldırının odak noktası olm uştur.35 Bu sorunu analiz ederken M arx’in tartışmasında ayırt edilmesi gereken iki tema vardır: Genelde bu iki tema işçi sınıfının hayat standartlarıy la ilgili bir tek “öngörü ” altında özdeşleştirilm e eğilim inde dir ve bu konudaki yaygın, yanlış M arx okum asının tem elinde de bu özdeşleştirme yatar. Bu temalardan biri, kapitalist geliş m enin yönünü işçi sınıfının kazançları ile kapitalist sınıfın ge liri arasındaki nispi eşitsizliğin artışının karakterize ettiği te orisi ile ilişkilid ir; İkincisi, kapitalist gelişm enin çoğunluğu aşın yoksulluk içinde yaşamaya iten giderek daha büyük bir yedek ordu ürettiği temasıdır. Bu iki eğilim birbiriyle bağlantı lıdır, zira ücretlerin kendi değerlerinin daha da üzerine çıkm a sını engelleyen faktör “göreli artık nüfus”un varlığıdır. İkisi nin karıştırılm ası oldukça haksız bir yargıya, yani M arx’in tüm işçi sınıfının giderek daha fazla yoğun fiziksel yoksulluğa gö m üleceğine inandığı sonucuna götürür. M arx, kapitalizm ge liştikçe işçinin “arlan söm ürüsü”nden söz eder, ancak söm ü rü (artı-değer) oranının işçi sm ıtm ın çoğunluğunun reel üc retlerinde m utlak bir değişikliğe yol açm adan da artabilece ği açıktır.36 M arx’in em ek ve sermayenin kazançları arasında ki artan eşitsizlikle ilgili temel tezinde, K apital'de geliştirdiği genel artı-değer teorisine uygun olarak, basitçe kapitalist sını fın giderek daha fazla servet biriktirirken, işçi sınıfının ü cret
35
İşçi nüfusun büyük çoğunluğunun lıayat standardının Batı Avrupa toplumlannda ve ABD'dc son yüz yıldır arttığı yadsınamaz. Burada, farklı eleştirm enle rin vurguladıkları bir ölçüde önem li bir nokta vardır. M arx'in teorisine göre, kârlar azalma eğilimi sergiler: Artı-dcgcr oranı hâlâ benzer düzeyde kalıyorsa, arlan üretkenlik emeğin gerçek ücretlerinde bir artış yaratmalıdır. Robinson’a göre: “M arx, kârlardaki düşüş eğilim ini ancak gerçek ücretlerin sabit kalma eğilim inde olduğunu savunan tezinden vazgeçerek kanıtlayabilir." Jo an Ro binson, An Essay on M arxian Econom ics (Londra, 1966), s. 36.
36
Eger üretkenlik artarsa. Ancak bir önceki dipnota bakınız.
106
lerinin asla geçim lik düzeyin üzerine çıkam ayacağı öne sürü lür.37 M arx’m , K ap ital'd ek i, kapitalizmin bir bütün olarak işçi sınıfı açısından yol açtığı sonuçlarla ilgili tespitleri, işbölüm ü nün - “işçiyi insanın bir parçasına dönüştürm eye, m akinenin bir dişlisi düzeyine düşürm eye, ona acı vererek işin içeriği ni bozmaya ve onu em ek-sürecinin manevi potansiyellerinden yabancılaştırm aya (en tfren d em )...’’38 hizmet e d e n - yabancılaştıncı etkilerine odaklanır. A ncak k ro n ik y ok su llu ğ u n g en işlem esin e yol a ça n fak tör “sanayi yedek o rd u su n u n g öreli h a cm i”nd eki a rtıştır. M arx, “diğer tüm yasalarda olduğu gibi, bu yasanın işleyişin de de koşullara göre farklılıklar olduğu”nu belirterek, bu sü reci “m utlak genel kapitalist birikim yasası” olarak adlandırır. Yoksullaşm a, “aktif em ek ordusunun düşkünlerevi ve sanayi yedek ordusunun cansız yüküdür”.39 En kötü maddi söm ürü biçim lerinin çoğu bu ikinci grupta, yani “sefalet, aşırı ıstırap, kölelik, cehalet, insanlıktan uzaklaşma, ahlâkî bozulm anın bir araya geldiği...”40 kesim de yoğunlaşm ıştır. N itekim kapitaliz min çelişkili karakteri bizzat “b ir uçta” zenginliğin, diğer uçta yoksulluk ve sefaletin yoğunlaşmasında kendini gösterir.
Yoğunlaşma ve merkezileşme Kapitalizm yükselişinin yol açtığı serm ayenin organik bileşi minde artış, serm ayenin m erkezileşm esi ve yoğunlaşm ası eği lim iyle yakından ilişk ilid ir. “Y oğunlaşm a", serm aye b irik i mi artarken bireysel kapitalisderin kendi kontrolleri altm da37
M arx, işçi sınıfı için c n elverişli koşullan içeren hızlı kapitalist genişlem e dö nem lerinde b ile, ücretlerdeki aruşm asla kârlara p a r a le l o la r a k anm adığına dikkat çeker. N itekim ekonom ide hızlı büyüm e dönem lerinde işçi sınıfının hayat standardan arttığında b ile, kapitalist sınıfın kân aynı şekilde aıayı aça rak artar. K a r l M arx: S elected W orks, c. 1, s. 94-98.
38
Capital, c. 1, s. 645; W erk e, c . 23. s. 674.
3 9 C ap ital, c. 1, s. 644. Kapitalizm, “işçi sınıfının b ir bölüm ünü aşın ça lıştım ve bir başka bölüm ünü ise tamamen veya y an yoksullaştırılm ış biçim de b ir yedek ordu olarak tutar.“ T h eories o f Surplus Value, (ed .) Bonner & Bu m s, s. 352. 40
Capital, c. 1. s. 645; W erbe, c . 23, s. 675.
107
ki sermaye m iktarını genişletebilm eleri sürecini; m erkezileş me ise serm ayelerin birleşm esini -y a n i “m evcut sermaye da ğılımında bir değişim i”41— anlatır. Her ikisi giderek daha fazla üretken birim lere yol açar. Kapitalizm in rekabetçi yapısı üre ticilerin sürekli olarak rakiplerinden daha ucuza mal satm a ya çalışmalarını gerektirir. Daha büyük organizasyonları k on trolleri altında tutan k apitalistler küçük ü reticiler üzerinde -g e n ellik le onlar karşısında zafer kazanm alarını sağlayabile c e k - avantajlara sahiplerdir. Bireysel girişimci kontrolü altın daki kaynaklar genişledikçe daha etkin üretim yapabilir, zira böylece ölçek-ekonom ilerini devreye sokabilir ve piyasada ge çici daralmaların yarattığı olum suzluklardan daha kolay kur tulabilir. Nitekim genel bir kural olarak, daha büyük birim ler daha küçük olanları piyasadan silme ve onların serm ayelerini yutma eğilimindedirler. M erkezileşm e, bankacılığın en önem li sektörü oluşturdu ğu kredi sistem iyle daha da geliştirilir. Bir banka hem (faizle) borç verenlerin para-serm ayesini hem de borç alanları m erke zileştirirken, bankalar belirli b ir finans sistem ine bağlı kalma eğilimindedir. Tüm bu süreç “nihayetinde sermayelerin m er kezileşm esine yol açan olağandışı bir toplumsal m ekanizm a ya dönüşür”.42 Kapitalist sistem deki “en etkin kriz ve dolan dırıcılık araçlarından birin i” oluşturan kredi sistem inin geniş lem esi, aynı zamanda serm ayenin dağılım ını bireysel kapita listlerin elinden alır. Kredi sistem i “sermayenin özel karakte rini yok eder ve bu yüzden kendi içinde, sadece kendi için de serm ayenin yıkım ını barın d ırır”. Bankacılık sistem i, pa ranın işini gören farklı dolaşım biçim lerini devreye sokarak, “paranın, aslında, em ek ve onun ürünlerinin... toplumsal ka rakterinin özel bir ifadesinden başka bir şey olm adığını” gös terir. Kredi sistem i bizzat kapitalist bir girişimdir, zira ödünç para verenlere zorunlu olarak ödenen faizden elde edilen özel kârlar temelinde düzenlenir. Ancak kredi sistem i, ekonom inin merkezî koordinasyonuna zem in hazırlaması nedeniyle, “ka 41
C apital, c. 1, s. 625.
42
C apital, c. 1, s. 625.
108
pitalist üretim tarzından örgütlü emeğin üretim tarzına geçişte güçlü bir düzenleyici olarak hizmet ed ecektir...”43 Kredi sistem inin genişlem esi, anonim serm ayedeki -a n o n im şirketlerin gelişm esinin temsil e ttiğ i- belirli b ir m erkezileşm e biçim iyle el ele gider. Bu, Marx’a göre, büyük ölçekte m erke zileşmeye en uygun sanayi örgütlenm e biçim idir ve “kapitalist üretim in nihai gelişim ini” gösterm ektedir. Bireysel kapitalist ve ü retici örgüt ayrılığının oluşum una hizm et eden anonim şirket “kapitalist üretim tarzının bizzat kapitalist üretim tarzı içindeki y ık ılış ın ı44 tem sil eder. Sermaye sahipleri ve yöne ticilerin birbirinden ayrılm ası üretim sürecinde artık doğru dan rol oynamayan ilk grubun gereksizliğinin kanıtıdır. Ü reti min toplum sal karakteri anonim şirketle açık hale gelir ve bu yüzden, çok az bireyin üretilen zenginliğin büyük bir kısm ına kendi serm ayeleri aracılığıyla el koyabilm elerinin bir “çelişki” olduğunu açığa çıkartır. Yine de, anonim şirket sadece geçici bir form dur, zira hâlâ kâr amaçlı sermayeyle bağlantısını sür dürürken “kapitalizm in tuzağına düşmeye” devam eder. Ayrı ca bu türden çok büyük şirketlerin gelişim i, sanayideki belirli kesim lerin, farklı türden yeni söm ürü ilişkilerine temel hazır layarak, tekelci bir hâkim iyet kurm alanna yol açabilir.45 K apital, k ap italizm in , B atı Avrupa tarihin d e o n d an ön ce gelen toplum örneğinde de olduğu gibi, sadece fiilen kendini zayıflatan değişim lerle çözülebilecek antagonizm alara dayalı, özünde istikrarsız bir sistem olduğunu ayrıntılı olarak göster meye çalışır. Bu çelişkiler öncelikle onun sınıfsal karakterin den, ücretli em ek ve sermaye arasındaki eşitsiz ilişkiden kay naklanır. Kapitalist üretim tarzının işleyiş biçim i, sistem i ka çınılm az olarak çözülm eye iter. M arx, burada ayrıca, kapita lizmin ilgası (A uflıebung) eğilim inden söz eder; kapitalist ü rc■13 Ö nceki dürt a lın tı da Kapital'in ııçû ncü cildinden yapılm ıştır: s. 593. C a pital, c. 3. s. 429. ■15 “Yeni b ir m ail aristokrasi” biçim inde, “girişim ciler, spekülatörler ve basit yö n eticiler b içim in de yeni bir asalaklar halinde; anonim şirket prom osyonu, stok dağıtım ı ve stok spekülasyonu araçları tarafından tüm bir dolandırıcılık ve dalavere sistem i". Bu. “özel m ülkiyetin kontrolü dışında özel üreıim "dir. C apital, c. 3, s. 429.
109
tim tarzının “yıkılm ası” eğilim i, kapitalizm in, sosyalizmi m ut laka “başlatacak” biçim de tam am en yıkılması olarak alınm a malıdır. Aksine, kapitalist sistem in doğal hareketi bu sistem in diyalektik olarak aşılm asını sağlayacak toplumsal koşulları ya ratır. Bu açıklam alar çerçevesinde, devrimin “kaçınılm azlığı” so runu hiçbir “epistem olojik” problem yaratmaz (ancak “pratik” problem lere yol açar). Kapitalist gelişme süreci, proletaryanın gelişen sın ıf bilinciyle karşılıklı ilişki içinde, toplum un dev rimci P raxis aracılığıyla dönüştürülm esi için gerekli aktif b i linci yaralan nesnel toplum sal değişiklikleri sağlar.46 İşçi sını fı kitlesinin göreli yoksulluğu, “yedek ordu”nun maddi sefale ti ve krizler sırasında ücretlerdeki hızlı düşüş ve işsizlikte artış gibi bütün faktörler gelişen devrimci potansiyel bir havuz ya ratır. Sınai sistem , çıkar topluluğunun bir bilinç kaynağını ve kolektif bir örgütlenm enin tem elini oluşturur, zira fabrika çok sayıda işçiyi bir araya getirerek yoğunlaşma yaratır. İşçi örgüt lenm eleri yerel düzeyde başlar, ancak nihayetinde ulusal öl çekte birim ler oluşturacak biçim de birbirlerine yakınlaşırlar. Serm ayenin m erkezileşm esi ve yoğunlaşması sonucunda giri şim ci kapitalistin konum unda ortaya çıkan zayıflamayla bir likte, proletaryanın k en d ilik -bilin ci giderek artar. Bütün bu koşullar sosyalist topluma ulaşmayı m üm kün kılar. M arx'in yazılarının tüm ünde, kapitalizmi yıkacak toplumun doğası hakkında kısmi veya g eçici referanslardan fazlası bu lunmaz. M arx kendi konum unu “ütopik” sosyalist anlayıştan ayırırken geleceğin toplum u hakkında kapsamlı bir plan sun mayı reddeder. Yeni toplum sal düzen, kapitalizm in diyalek tik tarzda aşılması olarak, sadece mevcut toplum biçim i için de yaşayanlar tarafından belli belirsiz bir biçim de fark edilebi lecek ilkeler etrafında organize olacaktır. G eleceğin toplumu hakkında ayrıntılı planlar yapm ak felsefi idealizm in tuzağı na düşm ektir, çünkü bu şem alar düşünürün zihninden başka h içb ir yerde gerçek liğe sahip değillerdir. N eticede M arx’in 46
110
Bkz. G eorg Lukâcs, G esch ich te und K lassen bew u sstsein (Berlin, 1932), s. 299 vd. ITarih vc S ın ıf Bilinci, çev. Yılmaz Öner, Belge Yayınlan, 1998.1
yeni toplum un ilk oluşum evresiyle ilgili söyleyebilecekleri nin çoğu, bu toplum un “hâlâ, rahm inden çıktığı eski toplu mun doğum belirlilerinin damgasını taşıdığını” belirtm ekle sı nırlı kalm ıştır.47
Kapitalizmin aşılması M arx’in sosyalist toplum la ilgili görüşleri, kariyerind eki ol dukça farklı iki kaynaktan elde edilebilir: 1844 E ly a z m a la rı ve 1 8 7 5 ’te yazılan G o lh a Program ının E leştirisi, ikinci çalışm a nın term inolojisi daha doğrudan ve gerçekçidir, ancak her iki yazıda ifade edilen görüşler ana hatlarıyla benzerdir.48 M arx, sosyalizmin ilk evresinin burjuva toplum un potansiyel halde ki niteliklerinin a ç ığ a çıktığ ı, başka deyişle, kapitalizm in özel liklerinin tam anlam ıyla geliştiği bir evre olduğunu vurgular ve bu nlan K ap ital'd e ayrıntılı olarak açar. Nitekim zaten ka pitalizmde piyasanın giderek m erkezileşm esi biçim inde örtük olarak yer alan üretim in toplum sallaşm ası, özel m ülkiyetin or tadan kaldırılm asıyla tam amlanır. Bu evrede m ülkiyet kolek tif hale gelir ve ücretler sabit bir ilkeye göre belirlenir. T op lam toplum sal üründen üretimi düzenlem ek, gerekli ortak ih tiyaçları karşılam ak için okullar, sağlık im kânları vb.’ne belirli m iktarlar ayrılır; h er işçi topluma verdiği şeyi -hesaplar düşüldükten sonra- toplumdan kesinlikle geri alır... Toplumdan harcadığı emek miktarını gös teren bir belge alır (ancak bu belgede, onun emeğinden ortak harcamalar düşülür) ve o, bu belgeyle, toplumsal tüketim araçlan stokundan kendi emek miktan oranında yararlanır.49 47
Karl M arx: S elected W orks, c. 2, s. 2.
46
Krş. Avincri, s. 220-239. Ancak Avineri'nin yaptığı gibi, M arx'in ilk “ham ko m ünizm ” tartışm asını onun burjuva toplum unun ortadan kaldırılm asında bu düzeni daha sonra geçici bir evre olarak eie almasıyla yakından özdeşleştir m ek hatadır. M arx'in geçici evre tartışması geleceğin toplum una ilişkinken, “ham kom ünizm " geriye yönelik bir biçim de sosyalist teorinin ilk evrelerine özgü bir şeyle özdeşleştirilir. Ham kom ünizm fikri sadece bir geçiş evresi teo risi değildir.
49
K arl M arx: S elected W orks, c. 2, s. 23.
111
İnsan ilişkileri hâlâ nesnel bir standarda göre değerlendiril diği için, bu tür bir düzenlem ede burjuva toplum unun temel ilkeleri korunur. Başka deyişle, burada em ek hâlâ degişim -değeri olarak alm ır, ancak bu işlem bir sın ıf (proletarya) ile sı nırlı olm ak yerine genellik kazanır. Bu evrede, insanlar hâlâ “sa d ece işçiler olarak alm ır ve onlarda başka bir özellik aran maz ve bu nun dışında h içb ir şey d ikkate alınm az”.50 “İşçi nin rolü ortadan kalkm az, aksine tüm insanlara genelleştiri lir. Özel m ülkiyet ilişkisi topluluğun nesneler dünyasıyla iliş kisi düzeyinde kalır.”5' Bu evrede, öznenin nesneye tâbi kılın dığı, yabancılaşm anın hâlâ nesnelleştirm eyle karışık halde ol duğu bir toplum varlığını sürdürür. Üretim konusundaki tespitler siyaset alanı için de geçerlidir. M arx, buradaki en önem li tartışmaları tüm kariyeri boyunca sürdürür: G oih a Program ının E leştirisi’n d e yapılan analiz onun Hegel’in devlet anlayışına yönelik ilk eleştirel değerlendirme sinde geliştirdiği analizi tamamlayıcı niteliktedir. Marx’in gö rüşlerinin özünün bu iki kaynaktaki benzerliğini G otha Programı’nda “devletin Lemelini kurtarma” çağrısına yönelttiği saldı rıda görebiliriz. M arx’in buradaki eleştirileri otuz yıl önce Hegel’le ilişkili olarak değindiği lemel hususun tekrarı biçim in dedir. M arx, devletin A lm anya’da zaten neredeyse m ü kem mel düzeyde “özgür" olduğuna işaret eder: İşçi hareketlerinin am acı, devleti toplum karşısında “özgür kılm ak” değil, aksi ne topluma “tamamen bağımlı kılmak için”, devleti “topluma yukarıdan dayatılan bir organ olm aktan uzaklaştırm aktır...”52 Ancak kapitalizmin ortadan kalkışını izleyen geçiş evresi, ay rıca, burjuva toplum unda sadece kısmen ve yetersiz düzeyde geliştirilm iş ilkelerin tam olarak hayata geçirilm esini gerekti rir. “Proletarya diktatörlüğü” bu ara evreyi oluşturur ve burju va toplumunda zaten yaygın siyasal gücün yoğunlaşmış halini temsil eder. Bu ara evre, yukarıda ana hatlarıyla belirtilen üre tim ve dağılımının merkezileşm esi programının tamamlanma50
Kur i M arx: S elected Works, c. 2. s. 24.
51
K arl M arx: S elected W orks, s. 153.
52
K arl M arx: S elected W orks, c. 2, s. 32.
112
sına yardımcı olur: “Proletarya, siyasal gücünü, tüm sermayeyi burjuvaziden zorla -a n ca k farklı zor d erecelerind e- alm ak için, tüm üretim araçlarını devletin, yani egemen sın ıf olarak örgüt lenmiş proletaryanın ellerinde toplamak ve tüm üretici güçleri m üm kün olduğu kadar hızla geliştirmek için kullanacaktır.”53 “Siyasal” güç sadece bu evre tamamlandığında ortadan kal kar. Kuşkusuz M arx’a göre, devletin ortadan kaldırılm ası - y u karıda b e tim le n e n - bu yoğunlaşm ış devlet biçim in in kök ü nün kazınacağı toplumsal organizasyon biçim ine ani bir “geçi şi" içermez. Bu süreç, yani devletin bu diyalektik dönüşüm ü, daha ziyade devletin topluma tâbi kılınmasıyla, kam usal etkin liklerin idaresinin b ir bütün olarak toplum un organizasyonuy la dolayım lanmasıyla sağlanır. M arx, bu süreç için Paris K o münü yapısında dilek kipinde bir çerçeve çizer. İlişkili çeşitli özellikler vardır: Kom ün, genel oy hakkı esasına göre seçilen konsey üyelerinden oluşur “ancak bu kom ün, parlam enter bir organ olarak değil, yürütm e ve yasama organı olarak çalışm a lıdır”: Polis görevlileri, adli görevliler ve diğer çalışanlar “se çilm eli, sorum lu olm alı ve görevden alınabilm elidir”.54 Bu top lumsal organizasyon biçim i, devletin sınıfsal karakterinin - a y rıca sivil toplum dan bağım sız bir varlık olarak d ev letin - or tadan kalkm asına bağlıdır. Bu bakış açısının çoğu kez onun la özdeşleştirilen anarşizmden ne kadar farklı olduğu açık olsa gerektir. Anarşist teoride devlet aslında kötüdür ve bazı in sanların diğer insanlar üzerindeki baskıcı otoritesinin bir ifa desi olduğu için tam amen kökü kazınm alıdır. M arx’in devlete karşı tutumu kapitalist toplum hakkm daki görüşleriyle genel de tutarlıdır; burjuva devleL, baskıcı karakterine rağm en, kapi talizmin aşılacağı toplum biçim ini gerçekleştirecek toplum sal temelin oluşturulm asında gerekli bir unsurdur. M arx’in bakış açısı, devletin ekonom ik sözleşm eleri düzenlem e dışında h iç bir işleve sahip olm adığını öne süren faydacı devlet teorisiy le de özdeşleştirilem ez.55 M arx’a göre, böyle bir yaklaşım , ba 53
T he Com m unist M an ifesto, s. 160; W erhe, c. 4, s. 481.
W
K arl M arx: S elected W ork s. c. 1, s. 519-520.
55
D urkheim ’ın bu konuyu ele alış biçim iyle karşılaştırın: Socialism , s. 52 vd.
113
sitçe, sivil toplumda “herkesin herkese karşı savaşı”nı sürekli kılar. Ona göre, devletin ortadan kaldırılması toplumun genel, kapsamlı dönüşüm ünün sadece bir parçasıdır. Yeni toplum a geçiş evresi burjuva toplum unun içkin eği lim lerinin evrenselleşm esini gerektirdiği için, bu değişim geç m işe bakılarak b ir ölçü d e ay rın tılı olarak tasvir ed ileb ilir. Fakat aynısı kapitalizm in tam am en aşıldığı toplum için söy lenem ez ve M arx, son u ç olarak, kom ünizm in ik in ci evresi nin tem el niteliklerini sadece kalın fırça darbeleriyle resm e der. G eçiş evresinde, burjuva formun yerini alan toplum , özel m ülkiyet ortadan kalktığı için zaten sınıfsız bir toplum dur. Maddi malların bir bütün olarak insan hayatı üzerindeki yö netim inin ve dolayısıyla yabancılaşm anın aşılması, ancak bu r ju v a Loplumundaki işbölüm ü biçim inin ortadan kald ırılm a sıyla m üm kün olabilir. M arx’m K ap ital'd eki sözleriyle, gelece ğin toplumunda bugünün işçisinin yerine “bir em ekler çeşit liliğine uygun düşen tam amen gelişmiş bireyler”56 geçecektir. Bu, M arx’a göre, işbölüm ündeki farklılaşm anın sonucu olan -k a sa b a ve kent, zihinsel em ek ve bedensel em ek arasında k i- farklı ikilikleri giderecektir. Bu tez, A lm aıı İd eolojisi'n d eki ünlü ifadenin tem elini oluşturur: Zira işbölüm ü gerçekleşir gerçekleşm ez, her insan -k e n d i üze rinde baskı kuran ve etkisinden k açam ay acağ ı- özel, dar bir faaliyet alanına hapsolur. Bir avcı, balıkçı, çoban veya bir eleş tirm endir ve hayatını sürd ürecek araçları kaybetm ek istem i yorsa öyle kalm ak zorundadır; halbuki hiç kim senin özel bir faaliyet alanıyla sınırlı olm adığı, aksine istediği bir dalda başan lı olabileceği kom ünist toplum da, toplum genel üretim i dü zenler ve böylece - tıpkı her zam an avcı, balıkçı, çoban veya eleştirm en olm adan da öyle olm aya karar verm em g ib i- bugün bir şey, y an n başka bir şey yapm ayı, sabah avlanm ayı, öğleyin balık tutm ayı, akşam leyin sığır gütm eyi, akşam yem eğinden sonra tartışm ayı m ü m kün kılar.57 56
C apital, c. 1, s. 488.
57
T he G crm an Ideology, s. 45; W erk e, c. 3, s. 33.
114
M arx’m örnek verdiği tarım ağırlıklı m eslekler sanayi üre tim inin gerçekleriyle yan yana getirildiğinde bu öngörü tama men gerçekdışı b ir anlam kazanır. Ancak M arx, geleceğin toplumundan söz ettiği tüm yazılarında işbölüm ünün ilg ası kav ram ını alıkoyar ve gerçekte, bunun m akineleşm iş üretim in g e n işlem esiy le m ü m kü n olacağını düşünür. A yrıca bu, kapita lizmde zaten var olan —insanları işbölüm ünün m evcut zorun luluklarından k u rtaran - otom asyona dayalı üretim biçim inde ki eğilim lerin dönüştürülm esini tem sil eder: B üyük ö lç e k li san ay in in g elişim iyle o ra n tılı o larak , g e rçe k zen g in liğin yaratılm ası; em ek -zam ana ve em eğ in g e n işle til m iş niteliğine, em ek-zam an süresin ce k u llan ılan tekn iğin gü cü n d en d aha az b ağlıd ır... B öylece insan em eği ü retim sü reci tarafından sınırland ırılm az: İnsan bu sü reçle daha ziyade bir d en etçi ve k o n tro lö r olarak ilişki içind edir.58
İşb ö lü m ü n ü n ortadan k ald ırılm ası yaban cılaşm an ın a şıl masının önkoşulu ve ifadesidir. Sosyalist toplum da toplumsal ilişkiler artık insanın yaratıcı gücünün ürünleri olan nesnele rin hâkim iyetinde değildir.59 D iğer toplumlarda olduğu gibi bu en temel boyutta da, sos yalist toplum un gelişm esi kendisinden önceki kapitalist siste min tarihsel gelişim ine bağlıdır. M arx’in düşüncesi için haya ti önem de olan bu nokta çoğu kez gözden kaçırılır. K om ünist M anifesto'da burjuva topluma düzülen övgüler iyi bilinm ekte dir: “O , M ısır piram itleri, Roma kemerleri ve G otik katedralle rin m ucizelerini büyük ölçüde aşan harikalar yarattı...”60 Yine de buradaki esas vurgu sadece kapitalizm in tekn olojik başa rısı değildir: Kapitalizm in teknolojik genişlem esi, daha ziya de, burjuva toplum unu önceki bütün toplumsal form asyonlar 58
G rundrisse, s. 592; ayrıca krş. Felsefenin Sefaleti, s. 121: “O ıom atize atölyede işbölüm ünü karakterine eden şey,burada em eğin özelleşm iş karakterini ta mamen yitirm esidir. Ancak her özel gelişm enin durduğu an. evrensellik ih ti yacı, bireyin bütünleştirici gelişm e eğilimi hissedilm eye başlanır.”
59
Karl Marx, Early Writings, s. 155.
60
The C om m unist M anifesto, s. 135.
115
dan ayıran “evrensel egilin T in 61 göstergesidir. Burjuva toplu mu, daha önceden aynı sosyal ve ekonom ik sistem içinde yer alan farklı kültürel ve hatta ulusal gruplan bir işbölüm ü teme linde bir araya getirerek, önceki toplum tiplerine özgü nispe ten özerk yerel toplulukların yerine geçer. Bu sistem olduk ça farklı insani k arşılıklı bağım lılıkları genişletirken, b u rju va toplum un yayılmasıyla insanlann zamanın başlangıcından beri etkisi altında yaşadıkları belirli kültürel m itler ve gelenek ler ortadan silinir. Nihayetinde, tarihte ilk defa burjuva top lumu tüm insanlığı tek bir toplumsal düzene tâbi kılar ve bu, gerçekten de "dünya tarihi"ne geçecek bir olgudur. A ncak bu sü reç sadece piyasanın gücüyle ve tüm k işisel bağlılık ilişkilerinin (örneğin feodal sadakat bağlarının) değişinı-değerine dönüştürülm esiyle sağlanır. Bu çerçeveden ba kıldığında, K a p ita lin birinci ve üçüncü ciltlerinde değer-fiyat problem i konusunda yapılan tartışm anın büyükçe bir bölü mü ile aynı çalışm anın insan ilişkilerinin piyasa olgularına dö nüşümünü belgeleme girişimi arasında bütünlük yoktur. K a p ita lin üç cildinde yapılan analizde de kapitalizmin artan ge lişim inin yabancılaşlırıcı etkileri ayrıntılı olarak ele alınır ve burjuva toplum unun ilişkilerde sağladığı evrenselleşm enin bu ilişkilerin sınıfsal ilişkilere dönüştürülm esiyle nasıl tam am landığı gösterilir: “Serm ayenin sınırlılığı tüm bu gelişm elerin çelişkili bir biçim de yer alması ve üretici güçler; genel refah, bilim vb.’nin birey işçinin kendisine yabancılaşması olarak or taya çıkm asıdır...”62 Kapitalizm özünde sennaye ve ücretli em ek arasındaki - i ş leyiş biçim iyle sa d ece y ab a n cılaşa n işçiyi evrenselleştiren- an tagonist bir ilişkiye dayandığı için, bağrında hem kendi yok oluşuna götüren hem de aşılm asının yolunu hazırlayan güçle ri barındırır. 61
C ru ndrisse. s. 438-441. M andel’in ifadesiyle. “Üretim in kapitalist sistem ko şullarındaki toplum sallaşm ası kapitalist üretim tarzının genelleşm esinin en önem li ve ilerlem eci sonucud ur.” E m est Mandel, Marxist E conom ic T heory (Londra, 1968), c. 1, s. 170.
62
Gnmdrisse, s. 440.
116
Dürkheim
5 Durkheim'ın Erken Dönem Çalışmaları
M arx’tan D u rk h eim ’a g eçm ek, sadece b ir ö n ce k i top lu m fel sefecileri kuşağın dan b ir so n ra k i kuşağa d eğil, aynı z a m a n da old u kça farklı b ir kuram sal bağlam a ve d ü şü n ce g eleneğine geçm ek de d em ektir. Bu kitap ta ele alm an ü ç yazardan d ö n e m in b ü yü k siyasal o laylarıyla k işisel düzeyde en az ilgilen en i D u rk h eim ’dır: G erçek te n de, o n u n b ü tü n çalışm aları tam am en ak ad em ik tir, M arx ile W eb e r’in çalışm aların a göre d ah a derli topludur ve daha az propaganda k o k ar.1 A yrıca D u rk h eim ’ın bakış a çısın a k atk ıd a b u lu n an en telek tü el g ü çler d aha h o m o je n d ir ve d iğer ik i yazarın çalışm aların ı b içim len d iren lere göre daha kolay tesp it ed ileb ilir. D u rk h eim ’ın o lg u n e n telek tü el k o n u m u ü zerin d e k i ö n e m li e tk ilerin kaynağı b elirg in b içim d e F ra n sız d ü şü n ce g e le n e k leridir. S a in t-S im o n v e C o m te ’u n feo d alizm in y ık ılış ı v e m o d em b ir to p lu m b iç im in in o rtay a çık ışıy la ilg ili ö rtü şe n y o ru m la rı D u r k h e im ’ın tü m y a z ıla rın ın a n a te m e lin i o lu ş tu 1
Bu yargı, yine de, Durkheim'ın bütün yazılarına genelleştirilemez: “L'Indivi dualisme et les intellectuels", Revue bleue, c. 1 0 ,1 8 9 8 , s. 7-13 doğrudan Drey fus davasıyla ilişkilidir, ancak tamamen “politik" bir yazı olarak alınamaz. Durkheim, Birinci Dünya Savaşı sırasında E. Denis'le birlikte. Qui a voulu la guerre? dahil, farklı propaganda dokümanları hazırlamıştır: (E. Denis, Paris 1965) ve L'Allemagne au-dessus de tout (Paris, 1915). 119
rur. G erçekte, D urkheim ’ın hayatının çalışm asının ana tem a sı, C om te’un “poziLif’ toplum evresiyle ilgili görüşlerini Sain t-Sim on’un “sanayileşm enin” karakteristikleriyle ilişkili bir ölçüde farklı açıklam asıyla uzlaştırm aktır.2 Ö nceki kuşaktan diğer etkilerin kaynağı M ontesquieu ve Rousseau’dur: D ür kheim bunların arasına R enouvier’in çağdaş ö ğretilerin i ve 1 8 7 9 -1 8 8 2 yılları arasında okuduğu E cole Normale’deki hoca ları profesör Boutroux ve Fustel de Coulanges’m d üşünceleri ni katar.3 Bununla beraber, D urkheim ’ın ilk yazıları bir grup çağdaş Alman yazarın düşünceleriyle ilgilidir. Her ne kadar günümüz sosyolojisinde çok bilinenlere yakından benzese de, neredey se tamamen büyük bir hızla unutulan bazı sosyal teori türleri vardır. Bunlardan biri 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da Fouillée ve W orm s’un ve Almanya’da Schâffle ve L ilien feld’in yazılarının tem sil ettiği organizm acılıktır. Toplum un bir ölçü de yaşayan organizmaya benzer birleşik bir bütün olduğu fik rinin kaynakları kuşkusuz klasik toplum felsefesine götürülebilir. Ancak Darwin’in biyolojik evrim teorisi, yayımlanm asıy la birlikte, organizm acı teorilerin gelişim ine tamametı yeni bir güç kazandırm ıştır.4 M odern çağın perspektifinden bakıld ı ğında, Darwin’in yazılarının 19. yüzyılın son yıllarındaki top lumsal düşünce üzerindeki olağandışı etkisini kavram ak zor dur. B ir bütün olarak yüzyıl biyolojide birçok önem li yen i liğe tanık oldu: H ücrenin özellikleri m ikroskobik analizler le belirlendi ve tüm organizm aların benzer hücre yapıların 2
Krş. Alwin W . Gouldner, “Introd uction ”, Socialism , s. 13-18.
3
D urkhcim ’m düşüncesinin kaynaklarıyla ilgili daha fazla doküm an sunm ak bu çalışma için sıkıcı ve gereksiz olacaktır. Alman ve İngiliz yazarların etki sinin açıkça olmadığı söylenem ez. Renouvier, Durkheim 'ın Kant'a ilgisinde rol oynam ıştır; aşağıda gösterildiği gibi, Durkheim bazı çağdaş Alman yazar lardan ço k sınırlı düzeyde etkilenm iştir; İngiliz etkisi D urkheim ’ın Herbert Spencer'la ilgili erken dönem yazısının yanı sıra, daha sonra İngiliz antropo logların (Frazer, Taylor ve R obertson-Sm ith) yazılarına ilgisinde de açıktır.
4
M arx ve Engels, Türlerin Kökeninin yayım ını kendi toplum sal gelişm e yo rum larıyla doğrudan paralellik içinde önem li bir olay olarak alm ıştır. Marx, K ap italin ilk cildini Darwin’e ithaf etmeyi önerir (Darwin bu öneriyi geri çe virir).
120
dan oluştukları tezi kesin bir ilke olarak yerleşti. Bu fikirler D anvin’in çalışm asında am pirik olarak tem ellendirilm iş dina m ik bir teori bağlam ında yer alır; çağdaşlarının hayal gücünü ateşlem ede h içbir şey pozitivizm ve evrim ci bir ilerlem e pers pektifinin bu güçlü bileşim inden daha fazlasını sağlayam az dı. Bu yüzden, Schâffle ve diğerlerinin yazıları organik an alo jile r kullanan çoğu öncü yazannkinden oldukça farklıdır: Zira evrim ci yazarlar, hayvan organizm alarının işleyişi ve evrim ini düzenleyen yerleşik yasaların, bir doğal toplum bilim i çerçe vesi oluşturm akta kullanılabilecek bir model sağladığı ö n cü lünden hareket ederler.
Sosyoloji ve "ahlâkî hayatın bilimi" D urkheim 1 8 8 5 -1 8 8 7 yılları arasında Schâffle, Lilienfeld ve diğer Alman toplum felsefecilerinin çalışm aları ü zerine bazı eleştirel yazılar yayım lar. Sch âffle’n in T o p lu m sa l B e d e n le r d e Yapı ve H ay at adlı çalışm ası ü zerine eleştirel in celem e si ilk yayımı olm asına rağmen, erken dönem düşüncesinde ki genel eğilim inin yeterli bir göstergesidir.5 Schâffle’n in ki tabı üzerine yazdıkları, D urkheim ’ın bu yazarın argüm anına bazı temel noktalarda sıcak yaklaştığını gösterir. D urkheim ’a göre, Schâffle’nin en önem li katkılarından biri, farklı toplum biçim lerinin temel yapısal bileşenlerinin kullanışlı m orfolojik bir analizini ana hatlanyla gerçekleştirm iş olm asıdır. Schâff le bu analizinde toplum un farklı parçalarını, bedenin organ ve dokularıyla karşılaştıran kapsam lı bir analojiye başvurur. D urkheim ’a göre bu yanlış bir uygulama değildir, zira Schâff le toplum sal organizasyonun özelliklerini doğrudan organik hayatın özelliklerinden elde etmeye çalışm az. Aksine biyo lo jik kavram lar kullanm anın sosyal analizi kolaylaştırabilecek
5
D urkheim : Albert Schâffle Eleştirisi: Bau und Leben des S ocialen K örp ers (2. baskı); bu incelem e yazısı sadece Schâfflc’ın çalışm asının ilk cild ini içerir, Revue p h ilo sop h ic, c. 19, 1 8 8 5 . s. 8 4 -1 0 1 . Bu bölüm de yararlandığım maka lem le krş. Giddens, “D urkheim as a review crilic”, S ocio lo g ical R eview , c. 18, 1970 , s. 1 7 1 -1 9 6 .
121
bir “m etafor”dan başka bir şeyi temsil etmediğini ısrarla vur gular. G erçekte D urkheim , Schâffle’nin organizm a ve toplum sal hayat arasında köklü ve oldukça önem li bir farklılık olduğu vurgusunu onaylar. Hayvan organizm aların hayatı “m ekanik olarak” yönlendirilirken, toplum u bir arada tutan şey “maddi ilişk iler değil, fikirlerin ilişk isi”d ir.6 D urkheim , “ideal o la rak toplum ” fikrinin Schâffle’nin düşüncesinde önemli bir yer işgal etliğini ve bu düşüncenin, yine onun toplum un kendini oluşturan bireylerden bağımsız kendine has özelliklere sahip olduğu vurgusuyla tamamen tutarlı olduğunu belirtir. Schâff le için, “Toplum basitçe bir bireyler toplamı değil, aksine hali hazırda kendini meydana getiren bireylerden önce var olan ve onların varlıklarını sürdürm elerini sağlayan bir varlıktır; top lum, bireyleri onların kendini etkilediğinden daha fazla etkile yen ve kendine ait bir hayalı, bilinci (con scien ce), çıkarları ve kaderi olan”7 bir varlıktır. Bu yüzden Schâffle, Rousseau’nun önem verdiği, doğa durum undaki varsayımsal “soyut birey”in topluma bağlı olduğu zamana göre daha özgür ve mutlu oldu ğunu vurgulayan birey ve toplum anlayışına karşıdır. Aksine insanı, hayvanı varlık düzeyinin üzerinde kılan her şey top lum un birikm iş kültürel ve tekn olojik zenginliğidir. Bu zen ginliği insanın elinden aldığınızda, “bizi gerçek anlamda insan kılan her şeyden uzaklaştırırsınız”.5 Bir toplumun üyelerinin kültürel m irasını oluşturan ideal ler ve duygular “kişisellikten uzak şeyler değildir”, yani top lumsal evrim geçirm işlerdir ve özel bireylerin ne ürünü ne de özellikleridirler.’Bu, gerçek dil örneğiyle kolayca gösterilebilir: “H epim iz yaratm adığım ız bir dili konu şuruz.”9 D urkh eim ’a göre, Schâffle k o le k t i f b ilin ci bireysel b ilin cin k ilerd en fark 6
Schâffle Eleştirisi, s. 8 5 . Alıntılar D urkheim ’dandır. Durkheim 'm sosyolojide organik analojilerin kullanışlılığı hakkındaki görüşleri için yukandaki m aka lem e bkz. s. 179-180.
7
Schâffle Eleştirisi, s. 84.
8
A.g.e., s. 87.
9
A.g.e., s. 87.
122
lı özelliklere sahip bir şey olarak alm anın metafizik bir düşün ceyi ima etm ediğini gösterir.10 K o lek tif bilinç basitçe “unsurları bireysel zihinler olan bir bileşim ”dir.11 Schâffle’nin çalışm ası, diğer Alman yazarların çalışm alarıy la birlikte, Almanya’da toplumsal düşüncede sağlanan önem li gelişm elerin bir göstergesidir; Fransa’da sosyolojinin gecikm iş gelişimiyle oldukça çelişkili bir durum. “N itekim aslen Fran sız kaynaklı sosyoloji giderek daha fazla bir Alman bilim ine dönüşm ektedir.”12 D urkheim 1 8 8 7 ’de yayım lanan “Alm anya’da Pozitif Ahlâk B ilim i” isim li tarihsel incelem esinde bu gelişm elerin bir bö lüm ünü d eğ erlend irir.13 Aslında bu m akalenin tem el am acı, önde gelen Alman yazarların bir ahlâk! hayat bilim inin kuru luşuna katkılarını incelem ektir.14 D urkheim ’a göre, Fransa’da sadece iki genel ahlâk teorisi bilinm ekledir: K anıçı idealizm ve fayd acılık. A n cak A lm an toplum fe lse fe cile rin in y akın dönem çalışm alarında ahlâk bilim sel bir tem ele oturtulm aya -veya daha ziyade, ilgili bazı düşünceler daha önceden Com te tarafından ifade edildiği için, yeniden tem ellend irilm eye- baş lanmıştır. Durkheim bu yaklaşım ın esasen aralarında W agner ve Schm oller’in de bulunduğu iktisatçılar ve hukuk uzm anla rı tarafından geliştirildiğini belirtir.15 Bu iki yazarın çalışm ası, 10 A .g.e., s. 9 9 vd. G eııel uygulamaya bağlı kalarak D urkheim 'm conscience co l lective terimini İngilizce'ye çevirmeden kullandim . Terim İngilizce “bilin ç” ve “vicdan" terim leriyle örtûşcn belirli bir m uğlaklık içerir. 11 Schâffle Eleştirisi, s. 9 2 . Durkheim yine de SchâflleT bazen idealizm e düşm ek le suçlar. 12 D urkheim : Ludvig Gumplow icz Eleştirisi: Grundriss der S oz io log ie, Revue Phi losophiqu e, 18 8 5 , c. 2 0 , s. 627. 13 “La science positive de la morale en Allem agne", Revue P hilosophiqu e, c. 24, 1887 , s. 3 3 -5 8 , 1 1 3 -1 4 2 & 2 7 5 -2 8 4 . A ynca krş. “Les études de scien ce socia le”, Revue philosophie, 18 8 6 , c. 2 2 , s. 61 -8 0 . 14 D urkheim genellikle İngilizce muğlak olan, “ahlâktlik” veya “elik " anlam ına gelen “de m orale" terim ini kullanır (örneğin ahlâkîligin araştırılm ası). Terim i Durkheim 'dan aktarılan bağlama göre farklı biçim lerde karşıladım. 15 Bu, D urkheim ve Max W eber’in yazılan arasındaki çok az doğnıdan bağlantı noktasından biridir. Adolf W agner ve Gustav Schm oller, W eber’in önde gelen üyesi olduğu Verein f ü r Sozialpolitife’in kurucuları arasında yer alır. Ancak W eber, W agner ve Schm oUer'in Durkhcim 'ı büyük ölçüde cezbeden görüş-
123
D urkheim ’a göre, ortodoks iktisaıçılarınkinden oldukça farklı dır. O rtodoks ekonom ik teori bireyci faydacılık üzerine kurul m uştur ve tarih dışıdır: “Başka deyişle, onlara göre, ekonom i nin temel yasaları uluslar ve devletler dünyada var olm adık larında bile kesinlikle aynı kalacaktır; onlar ürünlerini değiş tokuş eden bireylerin varlığını temel varsayım olarak alırlar.”' 6 Ancak W agner ve Schm oller’in yaklaşım ları bu bakış a çısın dan oldukça farklıdır. Onlara göre (Schâffle’da olduğu gibi), toplum , üyelerinin özelliklerinden elde edilem eyecek kendi ne has özelliklere sahip bir bütünlüktür. “Bir bütünün kendi parçalarının toplamına eşil olduğu’nu varsaymak hatadır”: Bu parçalar belirli bir biçim de organize oldukları sürece ilgili iliş kiler düzeni kendine has özelliklere sahip o lu r.17 Bu ilke, top lum içinde yaşayan insanları ilgilendiren ahlâk kuralları için de geçerlidir: Ahlakilik kolektif bir özelliktir ve bu sıfatla araş tırılm alıdır. Ö te yand an, orto d o ks ekonom i politik teoride “k olek tif çıkar sadece bir kişisel çıkar biçim idir” ve “özgecilik gizli bir bencilliktir”.18 Schm oller, D urkheim ’a göre, klasik ekonom ik teoride ya pılanın aksine, ekonom ik olguların toplum daki bireylerin ya şantılarını düzenleyen ahlâkî norm lar ve inançlardan bağımsız olarak y eterince a n la şılm a y a ca ğ ın ı gösterm iştir. E kon om ik ilişkilerin âdetler ve yasal düzenlem elere tâbi olmadığı hiçbir
terinin bu yanını -o n la rın bilim sel bir “elik” arayışlarını- asla kabul etmez W eber ayrıca özelde Schm oller'in savunduğu devletin ekonom iye müdahalesi politikasını sorgular. 16
"Science p o sitiv e re la m orale", bölüm 1, s. 37.
17
D ıırkhcim bu ilkeyi Renouvier aracılığıyla zaten gayet iyi biliyordu. Bu ilke yi yazılarında da sıkça kullanır. Daha sonra yayımlanan bir incelem e yazısın da bunu şöyle ifade eder; “Bütünün kendi parçalarının toplam ına eşit olm adı ğı aksiyom unu Rcnouvier'dcn aldım .” (Sim on Deploige Eleştirisi: L e con ßit de la m o ra le et d e la sociolog ie, A nnée Sociologique, c. 12, 1 9 0 9 -1 2 , s. 3 2 6 .) Dcploigc’un çalışm ası D urkheim ci okula Thom ascı bakış açısından sert bir saldı rıdır. Bu çalışm a İngilizce’ye E tik ve S osy oloji Ç atışm ası adıyla çevrilm iştir (St Louis, 1 9 3 8 ); özellikle bkz. s. 15 -1 8 5 . D urkheim ’ın A nnée Sociologique’de yaz dığı daha önem li bazı incelem e yazıları Jo u rn a l Sociologie olarak derlenm iştir (Paris, 1969).
18
124
"Science positive de la m orale”, bölüm 1, s. 38.
toplum biçim i olm adığı gibi böyle bir toplum da tasavvur edi lemez. Başka deyişle, D urkheim ’ın daha sonra İşbölümü’nde ifade ettiği gibi, “sözleşm enin varlığı yeterli değildir”.19 Söz leşm elerin yapıldığı çerçeveyi oluşturan toplumsal norm lar o l masaydı ekonom ik dünyada “anlam sız bir kaos” hüküm süre cekti.20 E konom ik hayau kontrol eden düzenlem eler salt eko nom ik koşu llara göre açıklanam az: “T e m ellerin i olu ştu ran ekonom ik nedenler bilinm ediğinde m ülkiyet, sözleşm e, çalış ma vb.’ni düzenleyen ahlâk kurallarından h içbirini anlam ak mümkün olmaz: Benzer şekilde, ekonom ik gelişm eyi etk ile yen ahlâkî nedenler göz ardı edildiğinde tamamen yanlış bir anlayışa ulaşılacaktır.”21 Alman düşünürlerin temel bir başarısı, toplum sal düzenin özellikleri olarak ahlâkî kurallar ve eylem lerin bilim sel olarak incelenebileceğini ve incelenm esi gerektiğini gösterm eleridir. D urkheim burada sonraki yazılarının tem el m antığını olu ş turacak bir ilkeyi ortaya koyar. G ünüm üze kadar düşünür ler ahlâkın tüm dengelim ci soyut bir ilkeler sistem i çerçevesin de kurulabileceğini varsayıyorlardı. A ncak Alman düşünürle rin çalışm ası, toplum sal hayatı zihinsel olarak form üle edilm iş çok az ilkeye indirgenebilecek bir şey olarak görm enin tem el den hatalı olduğunu gösterm iştir. İşe daha ziyade gerçeklikle, belirli toplum ları oluşturan som ut ahlâk kurallarını araştıra rak başlamamız g erek ir. D urkheim burada yeniden Schâffle’ye döner: Schâffle’n in kesin başarısı, ahlâk kurallarının toplum tarafından, k olek tif ihtiyaçların baskısı altında biçim lendirildigini gösterm esidir. Bu yüzden, gerçekte som ut olarak işlerlik teki ahlâk kurallarının bütün özel inanç ve eylem lerin ifadesi olan bazı a p riori ilkelere indirgenebileceğim varsaymak hiçbir problem yaratm az. A hlâkî olgular gerçekte “ço k k om p leks” Şeylerdir: Farklı toplum lar am pirik olarak incelendiğinde “sü rekli artan oldukça farklı inanç, âdet ve yasal sınırlam a” oldu-
№ T he Oivision o f L a b o u r in S ociety, s. 21 5 . 20
“Scien ce posiıive de la m orale", bölüm 1, s. 4 0 .
21 A .g .e..s . 4 1 .
125
gu görülecektir.22 Bu çeşitlilik analizi engellemez; sosyolog sa dece gözlem ve betim lem elerle onu sınıflandırm ayı ve yorum lamayı umut edebilir. Durkheim , Alman düşünürler üzerine yazdığı m akalesinde yukarıda ana hatlarıyla ifade edilen perspektiflerin en önem li m eyvelerinden biri olduğunu düşündüğü W u nd t’un E lh ik adlı çalışm asını ayrıntılı olarak analiz eder. D urkheim ’a göre W undt’un temel katkılarından biri toplumda dinsel kuram la rın merkezî önem ini göstermesidir. W undt, ilkel dinlerin kendi içlerinde ilişkili iki olguyu barındırdıklarını gösterm iştir: Bir yanda “doğa ve şeylerin düzeni hakkında metafizik düşünceler topluluğu”, öte yandan davranış kuralları ve ahlâkî disiplin.23 Aynca din, uğrana mücadele edilecek idealler sunarak toplum sal birliği sağlayan bir güçtür. Durkheim bunu genel bir postüla olarak alır: Dinsel idealler toplum lar arasında büyük farklı lıklar sergileyebilir, “ancak ne kadar sıradan bir gerçek de olsa, idealden yoksun bir insanın asla bulunmadığından emin ola biliriz; zira o doğamızın derinlerine kök salm ış bir ihtiyacın ifadesidir”.24 İlkel toplumlarda din güçlü bir özgecilik kayna ğıdır: Dinsel inanç ve pratikler “bencilliği sınırlam a, insanla rı fedakârlığa ve çıkar gözetmezliğe yöneltm e” etkisine sahip tir. D insel duygular “insanları kendilerinden başka bir şeye bağlar ve ideali simgeleyen daha üstün güçlere bağımlı kılar”.25 W undt, bireyciliğin toplumsal gelişmenin bir ürünü olduğunu göstermiştir: “Bireysellik ilkel bir olgu olmaktan uzaktır ve top lumdan türemiştir, toplumdan kademeli olarak ortaya çıkar.”26 D urkheim , W undt’u dinsel ve ahlâkî kuralların düzenleyici etkisinin ikili karakterini kavrayamamakla eleştirir. Durk-he2 2 A.g.e., bölüm 3 , s. 276. 23
A.g.e., bölüm 2, s. 11 6 -1 1 7 . W cber'in W undi’la ilgili eleştirel tartışması G e sam m elte A ufsätze zu r W issenschaftslchre'de yer alır, s. 5 2 vd.
24
A.g.e., s. 117.
25
A.g.e., s. 120.
26 A.g.e., s. 129. D urkheim în din üzerine erken dönem görüşleri hakkında bir başka bilgi kaynağı için bkz. Guyau, L'irréligion d e l'avenir, Revue p h ilo so p hiqu e, c. 2 3 ,1 8 8 7 , s. 2 9 9 -3 1 1 .
126
im ’a göre, tüm ahlâk! eylem ler iki boyuta sahiptir: Bir tarafta olum lu cazibe, bir idealin veya idealler topluluğunun cazibesi vardır. Ancak ahlâk kuralları aynı zamanda yüküm lülük veya kısıtlayıcılık gibi özelliklere de sahiptirler; ahlâkî hedefler ara yışı her zam an zorunlu olarak ideallerin olum lu birleştirici de ğerine dayanmaz. Ahlâk kurallarının iki yönü de bu kuralların işleyişi için temeldir.
Durkheim'ın "işbölümü"ndeki temel ilgileri D urkheim ’ın Alman toplum felsefecilerinin çalışm alarıyla ilgi li erken dönem tartışm aları, onun karakteristik görüşlerinden bir bölüm ünün m eslek hayatının başlangıç dönem inde olu ştu ğunu gösterir.27 D urkheim ’ın onların yazılarından ne kadar et kilendiğini veya bu yazıların onun zaten başka kaynaklardan yararlanarak ulaştığı so n u çlan ne kadar pekiştirdiğini kesin olarak değerlend irm ek zordur. A ncak İkin cisi daha m u h te meldir. D urkheim , “fikirlerini tamamen Almanya’dan ithal et tiği” eleştirileri karşısında, Com te’un etkisinin çok daha kap samlı olduğunu ve Alman yazarların katkılarından yaklaşım ı nı geliştirirken yararlandığını ifade ederek, bu iddiayı a çık ça reddeder.28 Aslında D urkheim ’ın erken dönem yazılarında ki tartışmalar, onun m eslek hayatının başında, bazen ço k daha sonra geliştirildiği varsayılan bazı fikirlerin bilincin d e oldu27 Bu noktanın vurgulanm ası önem lidir, zira D urkheim hakkm daki çoğu yorum büyük ölçüde onun düşüncesinde zam anla ortaya çıkan değişikliklere odak lanm ıştır. Bu türden en etkili analiz T alco ll Parsons tarafından yapılır: The Structure o f Social Action (G lencoe, 1 9 4 9 ), s. 3 0 1 -4 5 0 . Aynı kon um un daha yeni, daha basitleştirilm iş b ir analizi için bkz. Je a n Duvignaud, Durkheim, sa vie, son oeuvre (P aris, 1 9 6 5 ), s. 3 9 -5 0 . Benzer b ir tem a N isbet tarafından tek rarlanır: R obert A. N isbet, Emile Durkheim (Englew ood C liffs. 1 9 6 5 ), özel likle s. 3 7 . Bunun etkisi, İşbölümü’nün D urkheim ’ın sonraki yazılarıyla ilişki içindeki önem ini küçüm sem ek ve onun gerçekte olduğundan ço k daha “m u hafazakâr” bir leorisyen olarak görülm esine yol açm aktadır: bkz. “D urkheim as a review c ritic“, adlı yazımın 1 8 8 -1 9 1 . sayfalan. ^8 Deploige’nin incelem e yazısı, s. 3 2 6 . Bununla beraber, D urkheim ’ın yorum la rının yakın b ir Dünya Savaşı’n ın gölgesinde yazıldığı haürlanm ahdır. D urk heim ve Deploige arasında daha önceki eleştirel karşılıklı yazışm alar iç in bkz. Revue nto-scolastique. c. 1 4 ,1 9 0 7 , s. 6 0 6 -6 2 1 .
127
gunu gösterir.29 Kuşkusuz bu fikirler sadece çok genel düzey de ifade edilmiştir veya Durkheim ’m diğer açıklamalarından çıkartılabilir. Bu açıklamalar aşağıdaki unsurları içerir: Toplumun devamında “ideallerin” ve ahlâkî birliğin önemi;30 toplumsal et kilerin “p asif’ bir alıcısı olarak birey kadar, “a k tif’ bir eyleyen olarak da bireyin önem i;31 bireyin topluma bağlılığının ikili do ğasının, yani onun aynı zamanda hem yükümlülüklere hem de ideallere olumlu bağlılığının önem i; birimlerin düzeninin bile şen birimlerin (yani örgütlü toplum lann birimleri olarak birey lerin) birbirinden soyut olarak alınan karakteristiklerinden elde edilemeyecek özelliklere sahip oldukları anlayışı; anomi Leorisinin ana hatları32 ve daha sonraki din teorisinin ilk adımlan. Büyük ölçüde polem ik bir çalışm a olan T oplu m d a lşb ölü mü’nün (1 8 9 3 ) içeriğini değerlendirirken bu hususlar akılda tu tulmalıdır. Durkheim, eleştirel saldırısını bu çalışm anın belir li ana temalarını bulanıklaştıracak biçim de yoğunlaştırır. Kitap ta polemik silahı ekonom i politiğe ve tngiliz filozofların fayda cı bireyciliğine doğrultulur.33 Kitabın bir başka, ancak daha az 29
Özellikte bkz. Parsons, s. 3 0 3 -3 0 7 ; aynca, Alessandro Pizzomo:- “Lecture a c tuelle de D urkheim ", A rchives europ éen n es d e sociolog ie, c. 4 , 1963, s. 3-4.
30
Durkheim , Tônnies’in G em ein schaft uıul G esellsch aft adlı çalışm asıyla ilgili in celem e yazısında şu noktaya dikkat çeker: İlkel toplum un yerini daha mo dem toplum biçim leri aldığında birliğin ahlâki temeli tamamen ortadan kal kar. Durkhcim 'a göre, T önn ies G esellsclıajt'ıa "içsel kendiliğindenlikten kay naklanan kolektif hayaun” tam am en ortadan kalkm adığını varsayar. Ancak D urkheim ’ın ifâde ettiği gibi, farklılaşm ış düzen tipinin bir toplum olm aktan çıkm adığını, yani onun ko lektif birliği ve kim liğini koruduğunu kabul etm e miz gerekir. Revue Philosophie, c. 2 7 ,1 8 8 9 , s. 4 2 1 .
31
Bu, açıkça D urkheim ın Gum plow icz'in Grundriss d er S ociolog ie adlı eseriyle ilgili tartışmasında ortaya çıkar (R c ıu e P hilosophiqu e, c. 20, 1885, s. 6 2 7 -6 3 4 ): Burada D urkheim , G um plow icz’in “nesn elciliğin i" eleştirirken şu yorum u yapar: "Biz aynı zamanda aktörler ve eyleyenleriz ve her birim iz bizi sürükle yen bu engellenem ez akıntının oluşum una katkıda bulunuruz", s. 632.
32
D urkheim ’ın intihar üzerine erken dönem m akalelerinden birindeki fayda cılara karşı şu vurgusuna dikkat edin: Refah artışı ile insan m utluluğunda ki artış arasında hiçbir doğrudan ve evrensel ilişki yoktur. İhtiyaçların doyu rulmasının etkisi daha fazla ihtiyaca yol açm aktan ibaretse, arzular ve onlann doyurulması arasındaki eşitsizlik fiilen artabilir. “Suicide et natalité, étude de statistique m orale". Revue P h ilosop h iqu e, c. 2 6 , 1888, s. 4 4 6 -4 4 7 .
33
Parsons sadece bu hususu öne çıkartır, bkz. s. 3 0 8 -3 1 7 .
128
açık eleştirel bir amacı daha vardır. Bu eleştiri, kaynağı Comte olan ve Schâffle gibi yazarlar tarafından benim senen, toplum sal düzenin devamlılığı için güçlü bir ahlâkî konsensüsün var lığını vurgulayan düşünce akımına yöneliktir.34 D urkheim , bu yaklaşım ın geleneksel toplumların analizine uygun olduğunu kabul eder. Ancak T oplum da İşbölüm ünün temel önerm esi, mo dem kom pleks toplumun, geleneksel ahlâkî inançlardaki zayıf lamaya rağmen, kaçınılmaz olarak çözülme eğiliminde olmama sıdır. Aksine farklılaşmış işbölümünün “norm al” durumu orga nik istikrardır. Fakat bu, uzmanlaşmış işbölümünün bütünleş tirici etkisini faydacı bir yaklaşımla, doyurucu bir biçim de, bir çok farklı bireysel sözleşmenin sonucu olarak açıklayabileceği mizi gösterm ez (D urkheim , Tönnies’in C em aat ve Cem iyet'te ki analizinin bunu çağrıştırdığını düşünür). Tam tersine söz leşmenin varlığı bizzat sözleşme ilişkilerinin sonucu olmayan, ancak bu tür ilişkiler oluşmadan düzgün bir biçimde İşleyeme yecek genel ahlâkî bağlılıkları yaratan normları gerektirir. Durkheim’m Renouvier’den aldığı “birey kültü” fikri (yani bireyin değer ve önemiyle ilgili temel, üzerinde uzlaşılan inançlar, ör neğin 18. yüzyılda felsefecilerin formüle ettiği ve Fransız Devrimi’nin temelini oluşturan değerler) işbölümünde genişlem enin -yarattığı bireyselleşmenin ürünü ve temel ahlâkî dayanağıdır.35 D urkheim ’ın T oplu m da /şböiümıı’ndeki kendi incelem e ko nusuna yaklaşım ı Alman toplum felsefecilerini tartışırken ser gilediği yaklaşım ıyla aynıdır. Kitabın daha başında, “Bu kitap her şeyden ön ce ahlâkî hayatın olgularının pozitif bilim lerin yöntemiyle ele alınm ası girişim idir,”36 der. Bu yöntem ahlâk felsefesinin yöntem inden açıkça ayrı tutulm alıdır: Ahlâk fel sefecileri ya insan doğasının tem el n itelikleri hakkında bazı o priori postülalarla ya da psikolojiden alınan önerm elerle işe başlar ve böylece b ir ahlâk şeması geliştirm ek için m antıksal 54
Krş. Gouldner, s. 2 8 -2 9 .
^5 Tlıc Division o f L abo u r in Society, s. 3 9 9 -4 0 2 . 56 T he Division o f L abou r in Society, s. 3 2 ; (F r. baskı), s. xxxvii. Bkz. J . A. Bar nes, “D urkheim 's Division o f L a b o r in Socieiy", M an (New Series), с. 1, 1966, s. 158 vd.
129
tüm evarım a başvururlar. Öte yandan. D urkheim “ahlâkı bi limden elde etmeye çalışm ayıp, aksine oldukça farklı bir ahlâkîlik bilim i geliştirm ek” ister.37 Ahlâk kuralları toplum için de gelişir ve belirli bir yer ve zamandaki toplumsal koşullarla ilişkilidir. Bu yüzden, ahlâkî olguların bilim i, değişen toplum biçim lerinin ahlâkî norm ların karakterindeki değişimleri nasıl etkilediklerini analiz etmeye ve bunları “gözlemeye, betim le meye ve sınıflandırm aya” çalışır. D urkheim ’ın T oplu m da İşbölümü ndeki ilgisinin kaynağını oluşturan ana problem , çağdaş dünyada birey ve toplum ara sındaki ilişki konusundaki g örünür ahlâkî belirsizliktir. Bir yandan, m odem toplum biçim inin gelişim i “bireyciliğin” ya yılm asıyla ilişk ilid ir. B ireyciliğ in yayılm ası, a çık ça , işbölüm ündeki genişlem eyle, yani m esleki işlevlerde uzm anlaşm a ya yol açan ve bu yüzden, -to p lu m d a herkeste bulunm ayıp sa dece belirli gruplara özgü o la n - özel yetenekler, kapasiteler ve tutum ların gelişim ine hizm et eden bir süreçle ilişkilidir. Durkheim ’ın ifadesiyle, bireysel kişiliğin bireyin sahip olduğu özel yeteneklere bağlı olarak geliştirilm esi ve bu yüzden herkesin tek tip eğitim alm aması gerektiği görüşünün ifade edildiği ça ğım ızda, ahlâkî idealler konusunda güçlü akım lar olduğunu gösterm ek zor değildir.38 Öte yandan, aynı ölçüde güçlü olan ve “evrensel olarak gelişmiş birey”i yücelten başka çelişkili ah lâkî eğilim ler de vardır. G enelde bize uzmanlaşmayı emreden ahlâk ilkesi (m ax im e), her yerde aynı ideali izlemem izi em re den ahlâk kuralıyla çelişkili olarak görünür.39 Bu görünürde çelişkili ahlâkî ideallerin kaynakları, Durkh eim ’a göre, sad ece işbölü m ü nd ek i g en işlem en in n ed en le ri ve sonuçlarının tarihsel ve sosyolojik analizleriyle anlaşıla bilir. D urkheim ’a göre işbölüm ü tamamıyla m odem bir olgu değildir; fakat geleneksel toplum larda daha ilkeldir ve genel 37
The Division o f L abou r in Society, s. 3 2 ; (F r. baskı), s. xxxvii.
38
Durkheim , Secréiani'ian şu alınlıyı yapar: “Kendini m ükem m elleştirm ek; ro lünü öğrenm ek, kendi görevini yerine getirebilecek kapasiteye ulaşm aktır...” The Division o j L abou r in Society, s. 4 2 -4 3 .
39
The Division o f L abo u r in Society, s. 4 4 ; (F r. baskı), s. 6.
130
likle cinsel işbölüm üyle sınırlıdır. İşbölüm ünde üst düzeyde uzm anlaşma özellikle m od em sanayi üretim inin sonucudur. Ancak çoğu iktisatçının yapma eğiliminde olduğu gibi, işbölü m ünün sadece kesinlikle “ekonom ik” alanda giderek çeşitlen diğini ve bu çeşitliliğin sadece sanayileşm enin sonucu olduğu nu varsaymak hatadır. Aynı süreç çağdaş toplum un tüm ke sim lerinde -h ü k ü m e t, hukuk, bilim ve güzel san atlard a- göz lenebilir. Bütün bu toplum sal hayat alanlarındaki uzm anlaşma giderek daha açık hale gelmektedir. Bu gerçek, bilim örneğiy le gösterilebilir: Bir zamanlar kendine incelem e konusu olarak tüm doğal ve toplum sal gerçekliği alan genel “felsefe” uzun zamandan beri birçok bağımsız disipline ayrışmıştır. G eleneksel toplum biçim lerind en çağdaş toplum lara geçi şin karakteristik bir özelliğini oluşturan toplum sal farklılaş mada artış belirli biyolojik ilkelerle karşılaştırılabilir. Evrim ci skalada, ilk ortaya çıkan organizmalar basit bir yapıya sa hiplerdi; ancak yerlerini zamanla daha üst derecede iç işlevsel uzmanlaşma sergileyen organizm alara bıraktılar. “İşlevlerin de uzm anlaşm a arttıkça, organizm anın evrimci skaladaki dü zeyi yükselir.”40 Bu açıklam a D urkheim ’m işbölüm ünün geniş leme ve bu genişlem enin ahlâkî düzenle ilişkisi analiziyle pa ralellik içindedir. İşbölüm ünde farklılaşm anın önem ini analiz etmek için, daha az gelişmiş toplum ların organizasyon ilkele rini “gelişm iş” toplum ların organizasyonunu düzenleyen ilke lerle karşılaştırm am ız gerekir. Bu karşılaştırm a toplum sal dayanışm anın doğasındaki de ğişimleri ölçm eyi gerektirir.4' Toplum sal dayanışma tıpkı her ahlâkî olgu gibi doğrudan ölçülem ediğinden, ahlâkî dayanış manın biçim indeki değişmeyi ölçm ek için “içsel olgunun ye rine onu sim geleyen bir dış indeksi (fa it ex térieu r) geçirm e miz gerekir”.42 Böyle bir indeks hukuk kurallarında bulunabi lir. İstikrarlı bir toplum sal hayat biçim inde ahlâk kuralları n i ‘W The Division o f L a b o u r in Society, s. 4 1 ; (F r. baskı), s. 3. *1
Bkz. J . H. S. Hayward, “Solidarisı syndicalism ; D urkheim and Duduit”, S ocio logical Review, c. 8 ,1 9 6 0 , kısım 1 & 2 , s. 1 7 -3 6 ve 18 5 -2 0 2 .
^2
The Division o f L abo u r in Society, s. 64.
131
hayetinde hukuk kuralları biçim ini kazanacaktır. Bazen alışı lagelmiş davranış biçim leri ve yasalar arasında çatışm alar olsa bile, D urkheim ’a göre bu çatışm alar istisnadır ve sadece yasa lar “aruk mevcut toplum un durum una uygun dûşmeyip, aksi ne varlıklarını böyle yapmak için herhangi bir neden olm aksı zın alışkanlığın gücüyle sürdürdüklerinde”43 ortaya çıkar. Bir hukuk kuralı, yaptırım içeren bir davranış kuralı olarak tanım lanabilir ve yaptırımları iki tem el tipe ayırmak m üm kün dür. “Baskıcı” yaptırım lar ceza hukukuna aittir ve bireye, ihla li nedeniyle bazı cezaların uygulanmasını içerir. Bu tür yaptı rım lar özgürlük hakkından yoksun bırakm a, acı çektirm e, iti bar kaybı vb.’ni içerir. “Telafi edici/onarıcı” yaptırımlar, ilişk i nin yasa ihlal edilmeden önceki hâline getirilm esini, ihlal edi len bu ilişkinin yeniden tesisini gerektirir. Bu yüzden, kişi bir başkası yüzünden zarar gördüğünü iddia etliğinde, hukukî sü recin am acı, iddiası kanıtlandığı takdirde iddia sahibinin bir birey olarak uğradığı kaybı tazmin etm ektir. Bu tür bir davayı kaybeden birey çok az itibar kaybına uğrar veya hiç uğramaz. Bu uygulama m edenî hukuk, ticaret hukuku ve anayasa huku kuyla ilgili çoğu alanda tipiktir. Cezalandırıcı hukuk, bir “su ç” teşkil eden ihlal türüyle iliş kili b ir h u k u ktu r. Su ç, toplum un ü yelerinin “genel olarak onayladığı” duyguları ihlal eden b ir edimdir. Ceza hukuku nun yaygın ahlâkî tem elinin göstergesi onun genel karakteri dir. Telafi edici hukuk örneğinde, hukukî sorum luluğun her iki yönü de -y ü k ü m lü lü k ve ihlalin cezalan d ırılm ası- tipik olarak kesin bir biçim de tanımlanır. Ceza h u ku ku nda, aksin e, sadece yaptırım lar öne çık ar fakat yaptırım lara tekabül eden yü kü m lülükler konusund a hiçbir şey söylenm ez. Ceza hu ku ku , bir başkasının hayatına saygı yı em retm ez, sadece katili idam eder. O söze, m edeni h u ku k ta olduğu gibi, “şu görevdir” diye başlam aktan ziyade “şu ce zadır" diyerek başlar.44 43
The Division o f L a b o u r in S ocieıy , s. 65.
44
The Division o f L a b o u r in Society, s. 6 5 ; (F r. b askı), s. 41.
132
D urkheim ’a göre, cezalandırıcı hukukta ahlâkî yüküm lülü ğün doğasının açıkça tanım lannıam asının nedeni açıktır: Her kes onu bilir ve onaylar. Belirli bir toplum un adalet sistem inde ceza hukukunun hâ kimiyeti, zorunlu olarak, güçlü bir k o le k tif vicdanı, toplum un üyelerinin paylaştığı inanç ve duygulan gerektirir. Ceza ön ce likle bir ihlale karşı duygusal bir tepkiyi içerir. Bunun göster gesi, toplum un her zaman suçluyla sınırlı kalmamasıdır: Çoğu kez tamamen masum olm alarına rağmen, suçlu tarafla yakın bağı olanlar -ö rn eğ in akrabalar veya arkadaşlar- da cezalandı rılır, zira onlar kusurlu faille ilişkileri yüzünden “kusurludur lar”. Ö zellikle ilkel toplum larda ceza kör, refleks benzeri bir tepki biçim indedir; ancak ceza hukukunun temel ilkesi daha gelişmiş toplum biçim lerinde karakterini korur. Çağdaş top lumlarda, cezalandırıcı yaptırım ların sürdürülm esi konusunda sunulan çoğu gerekçede ceza sadece caydırıcı bir unsur ola rak düşünülür. D urkheim ’a göre, gerçekte ceza caydırıcı bir unsur olsaydı hukuk cezayı suçun cazibesine göre değil, su ç lunun suç işlem e dürtüsünün gücüyle ilişki içinde uygulaya caktı. “Canilerin cinayet işlem e eğiliminde olmaları gibi, soy guncular da kuvvetli b ir soym a eğilimi içindedir...; ancak katil yine de soyguncuya göre daha katı yaptırım lara tâb id ir.”45 Ceza böylece, (suçun failini göz önünde bulundurarak) suçun bedelinin ödetilm esi unsurunu alıkoyar ve (toplum un) bir in tikam edimi olarak kalır, “intikam ını aldığımız şey, suçlunun bedelini ödediği şey, bizzat ahlâkın ihlalidir.”46 Bu yüzden, cezanın temel işlevi, k o le k tif bilin ci/vicdanı onun kutsallığını sorgulayan edim ler karşısında korum ak ve güç-
45
T he Division o f L abo u r in Society, s. 89. D urkhcim , yine de, kendi argüm anı nın ana eğilim i konusunda önem li bir açıklam a yapar: Belirli loplum lann h u kuklarında yaptırım alım a alınanlara benzer biçim de derinlere kök salm ış ah lâki duygular vardır -D u rk lıeim buna örnek olarak evladını kurban etmeyi verir. Nitekim ko lektif duyguların güçlü olm ası “su ç ”un varlığının tamamen yeterli bir koşulu değildir: “O nlar aynı zamanda kesin olm alıdır... çok kesin b ir pratiğe göre... eeza yasaları netlikleri ve kesinlikleri bakım ından olağanüs tü olsalar bile, salt ahlâki kurallar genellikle bir ölçüde bulanıktır”, s. 79.
46
Tlıc Division o f Lal>our in Sociely, s. 89.
133
lendirm ektir. Daha basit toplum larda, k o le k tif vicdanın ortak inanç ve duygularının temel örneği olarak sadece din vardır. Din “her şeyi kapsar, her yere uzanır” ve sadece dinsel olgu ları değil, “ahlâk, hukuk, siyasal organizasyon ilkeleri ve halta b ilim i...”47 de düzenleyen iç içe geçm iş bir inançlar ve pratik ler topluluğunu içerir. Tüm ceza hukuku başlangıçta dinsel bir çerçeve içinde yer alır; öte yandan, en ilkel toplum biçim lerinde hukuk tam amen cezalandırıcıdır.48 İç b ü tü nlükle ilgili tem el bağların “m ekan ik dayanışm a” üzerine kurulduğu toplum lar parçalı veya gevşek parçalar top lam ından oluşan toplum lardır: Yani iç organizasyonları ba kım ınd an birbirin e o ld u kça b en zer siyasal-ailevî grupların (klanların) bir araya gelm esinden oluşurlar. Bir bütün olarak kabile, “toplum u” oluşturur; zira kültürel bir birliktir: F ark lı klan gruplarının üyeleri aynı ortak inançlar ve duygula ra bağlıdır. N itekim toplum un herhangi bir parçası diğerle ri için daha büyük bir kayıp yaratmadan ortadan kaybolabilir; toplum daha ziyade, basit biyolojik organizmalara benzer b i çim de, üniter bir yapıya sahiptir veya kendine yeten parçalar toplamından oluşabilir. İlkel, parçalı toplum larda, genellikle düşük bireyselleşm e düzeyinin özel bir yanı olarak, mülkiyet komünaldir. M ekanik dayanışmada, toplum tüm üyeleri tara fından paylaşılan güçlü inançlar ve duyguların hâkimiyetinde olduğundan bireyler arasındaki farklılaşmaya çok az yer oldu ğu söylenebilir; her birey bütünün küçük bir evrenidir. “M ül kiyet, gerçekte, kişinin şeyler üzerindeki doğal bir uzantısıdır. Bu yüzden, k olek tif kişiliğin tek başına var olduğu yerlerde m ülkiyetin de kolektif var olması kaçınılm azdır.”49 47
The Dtvision o fL a b o u r in S ociely , s. 135; (F r. baskı), s. 105.
48
T he Divisioıı o f L aboıtr in Socicty, s. 138.
49
The Dtvision o f Labou r in Society, s. 179; (Fr. baskı), s. 154-155. Durkheim , son raki bir yayımda, devletin gelişim inin belirli bir toplumun genel evrimiyle mut laka paralellik sergilemediğini vurgular. Nispeten ilkel bir toplum çok gelişmiş bir devlete sahip olabilir. Durkheim 'ın buradaki analizi Marx’ın “Doğu despo tizmi" tartışmasına b en zer D urkhcim ’a göre, bu tür toplumlarda “topluluğun şeyler üzerindeki mülkiyet hakkı, böylece kendini inşa edilmiş olarak bulan üst bir şahsiyete bölünmeden aktarılır.” (T h e Division o f L abour in Sociely, s. 180.)
134
Organik dayanışmanın gelişmesi Cezalandırıcı hukukun yerini giderek telafi edici hukukun al ması toplum un gelişm işlik düzeyiyle ilgili tarihsel bir eğilim dir: Toplumsal gelişme düzeyi arttıkça adalet yapısı içinde telafi edici hukukun nispi oranı artar. Cezalandırıcı hukukta karşımı za çıkan temel unsur -su çu n bedelinin ceza karşılığında öden mesi anlayışı- aruk telafi edici hukukta yer almaz, ikinci hukuk tipinin toplumsal dayanışma biçim i, netice olarak, ceza huku kunun dayanışma biçim inden farklı olm ak zorundadır. T ela fi edici hukuk gerçekte farklılaşmış bir işbölümünü gerektirir. Çünkü ya bireylerin özel mülkiyet üzerindeki ya da kendilerin den farklı konum daki bireyler üzerindeki haklarını içerir. T oplum ik i örn ek te farklı özellik sergiler. İlkinde [m ekanik dayanışm alı toplum d a], toplum adını verdiğim iz şey grubun tüm üyeleri için ortak, az veya ç o k örgütlü inan çlar ve duy gular bü tü n ü d ü r: Bu k o le k tif tiptir. Ö te yan dan , ik in ci ö r nekte ilişkili olduğum uz toplum [dont nous sommes so lid a ries], belirli ilişk iler içinde b ir b ü tü n lü k kazanan farklılaşm ış ve özel b ir işlevler sistem id ir.50
İkinci toplum sal bütünlük biçim i “organik dayanışm a”dır. Burada dayanışm anın kaynağı, basitçe ortak inanç ve duygular topluluğunun kabulü değil, işbölümü içinde işlevsel karşılık lı bağım lılıktır. M ekanik dayanışmanın toplum sal bütünlüğün ana tem elini oluşturduğu yerde, k o le k tif bilin ç “bireysel bilin ci” tamamen kuşatır “ve bu yüzden bireyler arasında özdeşliği gerektirir. Aksine, organik dayanışma bireyler arasında inanç ve eylem lerin özdeşliğini değil, fa rk lılığ ın ı gerektirir. Bu yüz den, bireyciliğin artışı organik dayanışmanın gelişim i ve işbö lümünde genişlem eyle ilişkilidir. Bu sorun D urkhcim tarafından ayrıntılı olarak analiz edilir ve cezai yapıınm lan n yoğunluğu ve niteliğindeki çeşitliliklerle ilişkilendirilir, “Deux lois de l’évo lution pénale", Année sociologique, c. 4, 18 9 9 -1 9 0 0 , s. 65-95. 50
Tlie Division o f L abou r in Society, s. 129; (Fr. baskı), s. 9 9 (Köşeli parantez bana aittir).
135
O rganik dayanışm anın gelişim i, zorunlu olarak k o le k tif b i lin cin /vicdan ın önem inde azalm ayla ilişkilidir. Fakat yaygın ortak inanç ve duygular kom pleks toplum larda tam amen or tadan kalkmadığı gibi, sözleşm eye dayalı ilişkilerin ahlâkî n i teliklerini kaybettikleri ve bu ilişkilerin basitçe her bireyin “kendi en iyi çıkarlarının” peşinden koşm asının bir ürünü o l duğu iddiası da doğru değildir. D urkheim burada ilk yazıla rında geliştirdiği temayı tersine çevirir ve onu özellikle T ö n nies’in G esellsch aft kavram ını eleştirm ekle kullanır. D urkheim’ın /şbö/ümıi’ndeki eleştirisinin hedefi Herbert Spencer’dır, ancak polem iğinin özü aynıdır. Her bireyin sadece kendi çı karlarının peşinden koptuğu bir toplum kısa sürede dağıl maya m ahkûm dur. “Ç ıkardan daha az sabit bir şey yoktur. Bugün beni seninle birleştirir, yarın düşman kılar.”51 D urkhe im, sözleşm eye dayalı ilişkilerin genellikle işbölüm ünde ge nişlem eyi artırdığını itiraf eder. Ne var ki, sözleşm eye dayalı ilişkilerin gelişm esi sözleşm eleri düzenleyecek norm ların ge liştirilm esini g erektirir; bü tü n sözleşm eler belirli b u yru kla ra göre düzenlenir. Işbölüm ündeki karm aşıklaşm aya rağm en, toplum kısa dönem de sözleşm e anlaşm aları kaosuna düşmez. Durkheim burada, ilk kez T ö ıın ies’e referansla bulunarak bir noktayı yeniden vurgular: “N itekim ne inançlara dayalı bir toplumu sadece ahlâkî karaktere sahip bir şey olarak n e de iş birliğine dayalı bir toplum u ekonom ik bir gruplaşmadan iba ret görebiliriz.”52 Faydacı teori çağdaş toplum lardaki ahlâkî dayanışmanın te m elini açıklayam adığı gibi işbölü m ü n d ek i artışın n ed en le ri teorisi olarak da hatalıdır. İkinci anlamda faydacı teori, uz manlaşmadaki artışı çeşitlilik ve mübadelenin sağladığı maddi refah artışına bağlar. Bu anlayışa göre, üretim arttıkça insan ların ihtiyacı daha fazla karşılanır ve m utlulukları daha çok artar. Durkheim , bu konum a karşı farklı argümanlar geliştirir. Bu argümanların en önem lilerinden biri, tezin am pirik düzey de basitçe hatalı olduğudur. Modern insan için daha önceden 51
T he Division o f L a b o u r in Society, s. 204.
52
T he Division o f L abo u r in Society. s. 2 2 8 ; (F r. baskı), s. 208.
136
bilinm eyen çeşilli hazlar söz konusu olsa bile, bunlar daha ön ceki loplum biçim lerinde yer almayan farklı acı kaynaklarıyla dengelenir.53 Çağdaş toplumlarda intiharın sıklık düzeyindeki artış bunun bir örneğidir. M elankolik intihara azgelişm iş top lumlarda hem en hem en h iç rastlanmaz. Oysa çağdaş toplum daki yeri, toplum sal farklılaşm anın kaçınılm az olarak genel m utluluk düzeyinde artışa yol açm am asm dandır.54 Bu yüzden, işbölüm ündeki genişlem enin açıklam ası başka yerde aranm alıdır. İşbölüm ündeki genişlem enin parçalı tipte toplumsal yapının çözülüşüyle el ele gittiğini biliyoruz. Bunun gerçekleşmesi için ilişkilerin, daha önceki toplumlarda rastlanmayan bir biçim de, birbirinden bağımsız grupların b ir araya gelmesiyle şekillenm esi gerekir. Bu toplumların farklı hayat ve inanç biçim leri bir kez karşılıklı ilişkiler içine girdiğinde, bütün grupların izole hom ojenliği bozulur, ekonom ik ve kültürel alış veriş canlanır. Böylece işbölümü “yeterli düzeyde ilişki içinde olan daha fazla bireyin birbirine eddleri ve tepkimeleriyle” ar tar.55 D urkheinı, bu ilişki sıklığını ahlâkî veya “dinam ik” yo ğunluk olarak adlandırır. Açıkçası bireyler arasında çeşitli ilişki lerin gelişmesi bazı fiziksel ilişki biçim lerinden kaynaklanmalı dır. Başka deyişle, dinamik yoğunluğun artışı esasen nüfusun fi ziksel yoğunluğundaki artışa bağlıdır. Böylece şu genel önerm e ye ulaşabiliriz: “İşbölüm ü toplum lann hacmi ve yoğunluğuy la doğru orantılıdır ve bunun nedeni toplumların hacimlerinin düzenli olarak artması ve genellikle giderek büyümesidir.”56 53
Burada D urkhcim intihar üzerine daha önceki m akalesindeki vurgusunu tek rarlar. Bkz. bu kitabın 128. sayfasındaki 3 2 . dipnot.
54
The Division o f Lobouı in Society, s. 24 9 . İlkel toplum larda. “bir insan kendini hayatını kötü gördügû için değil, aksine ilişkili ideal kurban olm ayı gerektir diği için öldürür...” (s. 2 4 6 ). Bu. kuşkusuz Durkheinı’ın daha sonra özgeci in tihar olarak adlandırdığı kategoriye girer.
55
T he Division o f L abo u r in Society, s. 257.
56
The Division o f Lal>our in Society, s. 2 6 2 ; (F r. baskı), s. 244. D urkhcim bunun kısm i istisnaları olduğunu kabul eder: Örneğin geleneksel Çin veya Rusya. Burada “işbölüm ü toplum sal hacim le orantılı olarak gelişm em iştir. Gerçekte, yoğunluk aynı zamanda ve aynı derecede artmadığı sürece, hacim de artış ü s tünlüğün zorunlu bir göstergesi değildir..." The Division o f Lııboıır in Society, s. 22 8 ; (F r. baskı), s. 243.
137
Durkheim’m buradaki yorumu çoğu kez S osyolojik Yöntemin Kuralları’nda ifade edilen “toplumsal olguların indirgemeci bir biçim de açıklanamayacağı” ilkesinden sapmanın belirtisi olarak görülmüştür. Durkheim’m bu konuda kendini rahatsız hissetti ği görülmektedir ve bu ikinci çalışmada fiziksel ve dinamik yo ğunluk arasında kurulan önceki ilişki bir ölçüde gözden geçi rilir.57 Ancak aslında Durkheim ’m T oplum da İşbölümü’nde sos yolojik bir açıklama sunduğu yeterince açıktır: Fiziksel yoğun luk sadece ahlâkî veya dinam ik yoğunluğa dönüştüğü sürece önem lidir ve burada açıklayıcı faktör toplumsal ilişkilerin sık lığıdır. Daha ikna edici bir örnek, D urkheim ’m yan Darwinci bir çerçeve içinde, çatışmuyı işbölümünde genişlemeyi hızlan dıran bir mekanizma olarak analiz etmeye çalışırken “biyolojik" bir açıklamaya başvurduğu iddiasıdır. Durkheim’a göre, Darvvin ve diğer biyologlar, var olma mücadelesinin aynı tipten organiz malar arasında şiddetli olduğunu göstenniştir. Bu çatışma, organizmalann birbirlerinin varlıklannı sürdürmelerine engel olma dan yan yana yaşayabilecekleri tamamlayıcı bir uzmanlaşma-ya ratma eğilimindedir. İşlevsel farklılaşma farklı tipten organiz maların bir arada yaşabilmelerini mümkün kılar. Durkheim ’a göre, benzer bir ilke insan toplumuna da uygulanabilir: İnsanlar aynı yasaya tâbidir. Aynı ken tte, farklı m eslek ler kar şılık lı olarak birb irin e zarar verm eden bir arada yaşayabilir, zira farklı am açlara ulaşm aya çalışırlar. A sker, askeri zafer; rahip, ah lâkî o to rite; devlet adam ı, iktidar; işadam ı, servet; bilgin, b ilim sel ün peşinde koşar.58
Bireycilik ve anomi D urkheim , işlevsel ve nedensel analiz ayrım ını geliştirirken artık çalışm asının başlangıçtaki itici gücünü oluşturan sorula rı cevaplandırabilecek konum dadır, tşbölüm ündeki farklılaş 57
Bkz. Rules o f the Sociological M ethod, s. 115. (Sosyolojik M etodun K uralları, çev. Enver Aytekin, Sosyal Yayınlan, 1994.]
58
The Division o f L a bo u r in Society, s. 2 6 7 .
138
m anın toplum da k o le k tif bilincin/vicdanın yaygınlığında azal maya yol açtığından em in olabiliriz. Bireyciliğin gelişm esi işbölüm ündeki genişlem enin kaçınılm az bir parçasıdır: Birey cilik sadece ortak inançlar ve duyguların gücünün zayıflam a sı pahasına gelişebilir. Nitekim k o le k tif bilin ç/vicdan “giderek, bize artan bireysel farklılıklar için açık kapı bırakan çok genel ve muğlâk düşünce ve duygu biçim leri yaratabilir”.59 Güçlü bir ahlâk! konsensüsün toplumsal bütünlük için zaruri oldu ğunu varsayanların bakış açısından da anlaşılacağı üzere, m o dern toplum lar bu yüzden düzensizliğe düşm ezler. G erçek te, çağdaş toplum larda, bu bütünlük biçim inin (m ekanik da yanışm anın) yerini giderek yeni bir bütünlük biçim i (orga nik dayanışma) alır. Fakat organik dayanışm anın işleyişi, fay dacı teoride yapıldığı gibi yorumlanamaz; çağdaş toplum hâlâ ahlâkî bir düzendir. G erçekte, k o le k tif bilin cin “güçlenip daha da kesinlik kazandığı” bir alan vardır: “Birey k ültü.”60 “Birey kültü"nün gelişm esi sadece çoğu toplum sal hayat alanı laikleştigi için m üm kündür. O, geleneksel k o le k tif bilinç/vicdan b i çim iyle karşıtlık içindedir: Ortak inanç ve duyguları içerirken, m odern toplumda bu inançlar ve duygular kolektiviteden zi yade bireyin değeri ve önem ine odaklanır. “Birey kültü” işbölüm ündeki genişlem enin ahlâkî tam am layıcısıdır, ancak içerik bakım ından geleneksel ahlâkî topluluk biçim lerin d ek in d en oldukça farklıdır ve yalnız başına çağdaş toplum lardaki daya nışm anın tek tem elini oluşturamaz. Birey kültü, ... kesinlikle o rtak inanç olarak ad landınlabilecek b ir şeydir; ne var ki, ilk olarak, diğer in an çlan n çöküşüyle m üm kün olabi lir ve neticede bu çöken inançlar çokluğunun etkilerini yarata maz. H içbir şey onun yerini alamaz. Ayrıca toplum tarafından paylaşıldığı sürece ortak bir şeyse de, asıl gayesi bireydir.61
Bu noktada D urkheim ’ın analizi açık bir problem le yüz yü zedir. İşbölüm ünde artış toplumsal bütünlüğün bozulmasıyla 59
Tlıe Division o f Ltıbour in Society, s. 172; (F r. b askı), s. 1 4 6 -1 4 7 .
60
T he Division o f L ah oıır in Society, s. 172.
61
T h e Division o fL a b o u r in Society, s. 1 7 2 ; (Fr. baskı), s. 147.
139
zorunlu olarak ilişkili değilse, modern ekonom ik dünyanın bu kadar açık bir özelliği olan çatışm alar nasıl açıklanabilir? D urkheim , sermaye ve ücretli em ek arasında gelişen sın ıf çatışm a sının, işbölüm ündeki sanayileşm eden kaynaklanan genişlem e ye eşlik ettiğini kabul eder. Yine de bu çatışm anın doğrudan işbölüm ünün sonucu olduğunu varsaymak yanlıştır. G erçek te çatışm anın kaynağı, ekonom ik işlevlerdeki ayrışm anın ge çici olarak uygun ahlâki bir düzenin gelişm esinin önüne geç mesidir. İşbölüm ü her yerde iç bütünlük üretm ez, çünkü anomik bir durum içindedir.62 Yani sermaye ve ücretli em ek ara sındaki ilişki, gerçekte faydacı teoride ahlâkî açıdan ideal o l duğu düşünülen duruma y a k la ş ır ; sözleşm elerin oluşturulm a sında düzenleme çok azdır veya hiç yoktur. Fakat bunun top lumu götüreceği yer kronik sın ıf çatışmasıdır. G erekli ahlâkî d üzenlem enin b ir bedeli olarak, sözleşm eye dayalı ilişk iler baskıcı gücün dayatmasıyla belirlenm e eğilimindedir. D urkheim bu durumu “zorunlu işbölüm ü” (la division du travail contraiıü e) olarak adlandırır. O rganik dayanışma farklı m eslekler arasındaki ilişkileri düzenleyen norm atif kuralları gerektirir, ancak norm atif kurallar bir sın ıf tarafından diğerine tek taraf lı olarak dayatıldığında organik dayanışma sağlanamaz. Bu ça tışmalar sadece işbölüm ü yetenekler ve kapasitelerin dağılım ı na göre düzenlendiği ve daha üst mesleki konum lar ayrıcalık lı bir sınıfın tekelinde olmadığı takdirde önlenebilir. “Toplum daki bir sın ıf çalışm asının karşılığını alm akta zorlandığında, bir başka sın ıf -k e n d i tasarrufu altındaki, ancak m utlaka özel bir üstünlüğe sahip olmadığı kaynaklara bağlı o la ra k - bu du rumdan kazançlı çıkabilir; İkincisi ilki üzerinde hukuken hak sız bir üstünlüğe sahip tir.”63 Bununla ilişkili mevcut durum geçicidir. Fırsat eşitsizliğinin ( “dışsal eşitsizlik”) giderek azalması işbölüm ündeki gelişmeye 62
D urkheim "an o m i" terim ini Guyau’dan alm ış görünm ektedir, bkz. bu k i tabın 126. sayfasındaki 2 6 . dipnot. Ancak Guyau, "dinsel an om i” terim ini D urkheim 'ın “birey kültû“nc yakın bir anlam da kullanır.
63
T h e Division o f L abo u r in S ocicly , s. 384. Durkheim 'ın bu konudaki görüşleri ne ilişkin tartışma için bkz. bu kitabın 3 5 2 -3 5 6 . sayfalan.
140
eşlik eden tarihsel b ir eğilimdir. D urkheim ’a göre, bunun n e denini görm ek kolaydır. Dayanışmanın esasen inanç ve duy gulara dayandığı ilkel toplum larda, yetenek ve fırsat eşitliği için araç olmadığı gibi böyle bir şeye ihtiyaç da yoktur. Ancak işbölüm ünün bireyselleştirici etkileri, daha önce açığa çıkm a yan özel insani y etilerin giderek gerçeklik kazanabilm esi ve böylece, bireysel olarak kendini ifade etme yönünde bir baskı yaratması anlam ına gelir: Bu yüzden, işbölümünün, sadece kendiliğinden olduğu süre ce ve bu kendiliğindenligin derecesine bağlı olarak dayanış ma yarattığını söyleyebiliriz. Fakat kendiligindenlik ile, ba sitçe özel ve açık bir şiddetin olmamasını değil, aksine dolay lı bir biçimde bile olsa, her bireyin bizzaı kendi içinde taşı dığı toplumsal gücü özgürce kullanmasını engclleyebilen bir şeyin olmamasını anlamamız gerekir. Bu, sadece belirli işle rin bireylere zorla yapunlmamasmı değil, aynı zamanda hiç bir faktörün onların toplumsal bir çerçeve içinde kendi kapa sitelerine uygun bir konumu işgal etmelerini engellememesi ni gerektirir.64
64
The D ivision o f L abo u r in S ocicly , s. 3 7 7 ; (F r. b askı), s. 3 7 0 .
141
6 Durkheim'ın Sosyolojik Yöntem Anlayışı
D urkheim ’ın so syo lo jisin in tem elini T oplu m da İşbölü m ü ’nde g e liştirile n fik irle r o lu ştu ru r ve o n u n so n ra k i y a z ıla rın ın bü yü k bir k ısm ı ilk kez bu çalışm ada ele alm an tem aların açım lam alarıdır. Bunu en açık biçim de onun 20. yüzyıla geç m eden hem en önce yayım lanan iki tem el çalışm asında gör mek m üm kündür: S osy o lojik Yöntemin K u ralları (1 8 9 5 ) ve in tih a r ( 1 8 9 7 ) . D u rk h eim , S o sy o lo jik Y öntem in K u r a lla n ’n d a T oplu m da fşböiümü’ndeki temel kabulleri açar. İntihar'm ko nusu ilk bakışta T oplum da Işbölümü’nünkinden tam amen fark lı gibi görünse de, ilk kitabın temaları gerçekten de ikinci kitaptakilerle -h e m D urkheim ’ın düşüncesi hem de daha genel düzeyde toplum sal ahlâkla ilişkili sorunlar üzerine 19. yüz yıldaki yazılar bak ım ın d an - iç içe geçm iştir. 19. yüzyılın so n larından itibaren b irço k farklı yazar in tih an genel ahlâkî sorunlann analiz edilebileceği özel bir problem alanı olarak gör m üştür. D urkheim ’ın /ntihar’daki analizi bu yazarlann çalış m alarına dayanır; hareket noktasının kaynağı ise bir ölçüde T oplum da İşbölü m ü ’n d e ortaya konulan, farklı toplum biçim le rinin ahlâkî düzenleriyle ilgili genel sonuçlardır.
143
İntihar problemi D urkheim ’ın intihar konusuna ilgisi ve konu üzerine kapsamlı literatürle tanışıklığı 1 8 9 7 ’den kısa bir süre öncesine dayanır. 18 8 8 ’de şöyle yazar: “İntihar oranlarında istikrarlı bir artışın, her zaman organik toplum koşullarında ani ve ciddi bir deği şikliğin delili olduğu, yeterince kesindir.”1 D urkheim ’ın fntiJıcır’daki asıl amacı, özel bir olguyu ayrıntılı olarak analiz ede rek çağdaş toplum lardaki bu ahlâkî boşluğun doğasını belgele m ektir. Buna ayrıca m etodolojik bir amaç eklenm elidir: Sos yolojik yöntem i prim a fa c ia (ilk bakışta) tamamen “bireysel” bir olgu olarak görünen b ir şeyi açıklam akta kullanm ak. Tem el hareket noktası, intihar üzerine yazmış daha önceki birçok yazardan oluşturulm uşsa da D urkheim ’m hareket n o k tası, intihar oran ları dağılım ının açıklanm ası ile bireysel inti har örneklerinin nedenlerinin araştırılması arasında kesin ana litik bir ayrım yapılması gerektiği düşüncesidir. 19. yüzyılda istatistikçiler, bir toplum daki intihar oranının, özellikle belir li periyodik dalgalanm alar içinde, yıllara göre tipik istikrarlı bir dağılım sergilediğini gösterm işlerdir. Onlara göre, intihar oranları örüntülerinin istikrarlı bir dağılım sergileyen coğrafi, biyolojik veya toplumsal olgulara bağlı olması gerekir.2 Durkheim , intihar oranları dağılım ının muhtem el açıklam aları ol duklarına itiraz ederek ilk iki faktörü ayrıntılı olarak tartışır.3 Ona göre, intihar oranlan örüntülerini açıklam ak için üçüncü tip bir faktöre, toplum sal etkenlere bakılması gerekir. Batı Avrupa ü lk e le rin d e k i in tih a rla rın d ağılım ı in tih a r oranları ve m ezhepler arasında yakın ilişkiler olduğunu gös terir: Katoliklerin çoğunlukta olduğu bütün ülkelerde intihar oranlan Protestan ağırlıklı ü lkelere göre daha düşüktür. In1
“Suicide et natalité, étude de statistique m orale”, s. 447.
2
D urkheim 'm Intihar'da araştırm alarında yararlandığı intihar ve toplumsal o l gular arasındaki tüm istatistiksel korelasyonlar gerçekte daha önceki yazarlar tarafından oluşturulm uştur. Şu m akalem e bkz. “The suicide problem in French sociology", British Jo u rn a l o f S o cio lo g y , c. 1 6 .1 9 6 5 , s. 3-18.
3
Suicide, s. 5 7 -1 4 2 . [intihar, çev. Ö zer Ozankaya, İmge Kitabevi. 1992.1
144
tihar oranlarındaki bu sürekli farklılık iki m ezhebin intiha ra y a k la şım la rın a göre açıklanam az: zira ikisi de intihara k e sinlikle karşıdır. D urkheim ’a göre bu farklılığın cevabı daha genel düzeyde, yani iki K ilisenin toplum sal organizasyonun daki farklılıklarda aranm alıdır, ikisi arasındaki en açık fark lılık, Protestanlığın özgür araştırm a ru hunu n g eliştirilm esi ne dayanm asıdır. K atolik kilisesi, o toritesi dinsel dogmayla ilgili konularda bağlayıcı olan geleneksel rahiplik hiyerarşi si etrafında şekillenm iştir; aksine Protestan birey Tanrı karşı sında yalnızdır: “ibadet eden kişi gibi rahip için de kendisi ve vicdanından başka h içbir kaynak y oktu r.”4 D urkheim ’ın de yim iyle, Protestanlık Katolikliğe göre “daha zayıf bütünleşm e içindedir”. Buradan, Katolikliğin “koruyucu etki”sini açıklam akla baş vurulması gereken, özellikle dinle ilişkili hiçbir şey olmadığı sonucu çıkartılabilir; başka deyişle, toplum un diğer kesim le rinde de bütünleşm e derecesi ve intihar oranlan arasında ben zer bir ilişki vardır. D urkheim bu ilişkinin gerçekte var oldu ğunu tespit eder. Bekârlar genellikle benzer yaştaki evli insan lara göre daha yüksek intihar oranları sergiler ve intihar ile aile birim inin büyüklüğü arasında ters orantılı bir ilişki vardır -ailed e çocukların sayısı arttıkça intihar oranı düşer. Bu iliş ki intihar ve m ezhep arasındaki ilişkiyle paralellik sergiler: bu örnek, intihar ile aile yapısındaki bütünleşm e derecesi arasın daki ilişkinin bir ölçüm ünü sağlar. İntihar oranlan ile toplum sal bü tü nleşm e düzeyi arasındaki benzer bir ilişkin in varlı ğı oldukça farklı bir bağlamdan örnekle kanıtlanabilir. İntihar oranları ulusal siyasal kriz ve savaş dönem lerinde azalır: savaş ta intihar oranları sadece silahlı kuvvetlerde değil, her iki cin siyetten sivil yurttaşlar arasında da düşüktür. 5 Bunun nedeni, siyasal krizler ve savaşların, belirli olaylara katılm a düzeyinde ■t
Silicide, s. 1 6 0 -1 6 1 . D urkheim , Anglikanizmin bunun kısm en bir istisnası ol duğunu kabul eder; ancak İngiltere'de intihar oranları diğer Protestan ülkele re göre daha düşüktür.
5
D urkheim 'a göre, bu ö rneklerden h içb irin d e in tih ar oran ların d aki düşüş, savaş dönem lerinde resm î belgelerin daha az kesin olm asıyla açıklanam az: Silicide, s. 2 0 6 -2 0 8 .
145
ki artış nedeniyle, “en azından bir sûre için toplumda kuvvetli bir bütünleşm eye yol açm asıdır”.6 N eticede, toplum sal bütünleşm e ve intihar arasında - t o p lu m u n analiz edilen özel ku ru m sal k esim lerin d en b ağım s ız - genel bir ilişki vardır: Yani, “intihar bireyin bir parçasını oluşturduğu toplumsal grupların bütünleşm e derecesiyle ters orantılıdır”.7 N itekim , bu intihar biçim i “bencil intihar” olarak adlandırılır ve “bireysel benliğin toplum sal benliğe karşı ve onun pahasına öne çık tığ ı...” bir durumun sonucudur.8 Ben cil intihar özellikle çağdaş toplum lara özgüdür; ancak çağdaş toplum larda sadece bu tür intiharlara rastlanm az, ik in ci bir intihar tipinin kaynağı D urkheim ’ın T oplum da İşbölü m ü ’n d e biraz ayrıntılı olarak tartıştığı bir olgudur: ekonom ik ilişkile ri karakterize eden anom ik ahlâkî düzensizlik durumu. Bunun indeksi in tih ar oranları ve m eslekî yapı arasındaki korelas yondur. Durkheim , intihar oranlarının sınaî ve ticarî m eslek lerde tarımsal m esleklerdekinden daha yüksek olduğunu be lirtir. Ayrıca, tarım -dışı m esleklerde intihar oranları ve sosyo-ekonom ik düzey arasında ters yönlü bir ilişki vardır: inti har oranı sürekli yoksulluk çekenlerde en düşük ve durumu ço k iyi olan ve serbest m esleklerde çalışanlarda en yüksek dü zeydedir. Bunun nedeni, yoksulluğun bizzat bir iç ahlâkî kısıt lama kaynağı olm asıdır: istikrarlı ahlâkî bir düzenlem eden en az etkilenenler alt-orta düzeydeki mesleklerdir. Anom i ve in tihar arasındaki ilişki, ay nca, D urkheim ’m T oplu m da tşbölüm ü'nde anom ik sm aî durum un bir sonucu olarak ele aldığı bir başka olguyla gösterilebilir: ekonom ik krizler. E konom ik çö küntü dönem lerinde intihar oranları belirgin bir artış gösterir. Bu durum sadece ilgili ekonom ik yoksunluk dönem iyle açık lanamaz, zira burada intihar oranları ekonom ik refah dönemlerindekine benzer bir artış eğilim i sergiler. Ekon om ik dön güde gerek yukan gerek aşağıya doğru dalgalanmaların genel de ortak özelliği, alışılagelm iş yaşam biçim leri üzerinde yıkı 6
Suicide, s. 2 0 8 ; (F r. baskı), s. 22 2 .
7
Suicide, s. 2 0 9 ; (F r. baskı), s. 223.
8
Suicide, s. 2 0 9 ; (F r. baskı), s. 223.
146
cı bir etkiye sahip olm alarıdır. Maddi yaşam koşullarında ani bir düşüş veya yükseliş yaşayanlar alışılagelen beklentilerinin zorlaması altındadırlar. Sonuçta anom ik bir ahlâki düzensizlik durumu ortaya çıkar. Bu yüzden an o m i, tıp k ı b en cillik gibi, günüm üz m odern topltunlarındaki im iharlard a etk ili sabit ve özel bir fa k tö r dür: an om i y ıllık tahm ini oranı besleyen kaynaklardan b iri dir.9 D urkheim ’m b en cil ve anom ik intihar arasındaki farklar konusundaki açıklam aları her zaman net değildir ve bu muğ laklık bazı yorum cuları iki intihar tipinin D urkheim ’ın anali zinde birbirinden anlam lı biçim de ayrılamayacağım varsaymaya itm iştir.10 A ncak D urkheim ’m açıklam ası daha genel düzey de T op lu m da İşbölü m ü bağlam ında d ik katlice okunduğunda bu varsayımı sürdürm ek güçleşir. D urkheim ’a göre, ben cil in tihar açıkçası çağdaş toplum larda “birey kültü”nün gelişim iy le ilişkilidir. P rotestanlık diğer toplumsal hayat alanlarında ta mamen laikleşm iş olan m o d em ahlâkî bireyciliğin d insel ön cüsü ve tem el kaynağıdır.11 Bu yüzden, bencil intihar “kişilik kültü”nün bir ürünüdür: “İnsanın insanlığın T an n sı olduğu” yerde bencillikte belirli b ir gelişm enin olm ası kaçınılm azdır: “E lbette b irey cilik m utlaka b en cillik dem ek değildir, an cak yine de ona yakındır; biri yayılmadan diğeri harekete geçm ez. Böylece, bencil intihar ortaya çık ar.”12 Ö te yandan, anom ik in tiharın kaynağı, özellikle modern sanayinin tem el kesim leri ne ait ahlâkî düzenlem elerin yokluğudur. D urkheim ’a göre, anomi kadar anom ik intihar da “p atolo jik ”tir ve bu yüzden çağdaş toplum larm kaçınılm az bir özelliğidir.13 Yine de, bencil 9
Suicide, s. 2 0 9 ; (F r. baskı), s. 2 8 8 . Bu fikirlerin psikolojik teoriyle ilişki için de geliştirilm iş bir hali için bkz. A. Giddens, “A typology o f su icid e". Archives européennes d e socio lo g ie, c. 7 ,1 9 6 6 , s. 2 7 6 -2 9 5 .
10 Barclay Jo h n so n , “D urkhcim ’s one cause o f su icid e", A m erican S o cio lo g ical Reviciv, c. 3 0 . 19 6 5 , s. 8 7 5 -8 7 6 . 11 D urkheim ihm al edilen, ancak önem li çalışm ası L'évolution p éd a g o g iq u e en fr o n c e ’da (Paris, 1 9 6 9 ) bu noktayı açıklar. 12 Suicide, s. 3 6 4 ; (F r. b askı), s. 4 1 6 . D
Durkheim , ileri doğru bir değişim sürecine giren toplum larda asgari düzey de bir anom inin gerekli olduğuna inanır. “Gelişm e ve ilerlem eyle ilişkili her
147
ve anom ik intihar arasında, özellikle bireysel intihar düzeyin de yakın bir ilişki vardır. “G erçekle, bencil bireylerin bir ölçü de benzer düzensizlik eğilim ine sahip olmaları neredeyse kaçı nılm azdır; zira toplum dan koptukları için onları düzen içinde tutacak yeterli bir güç yoktur.”14 G eleneksel toplum larda intihar bencil ve anom ik intiharlar dan farklı bir biçim kazanır: bu farklılık, doğrudan, T oplum da işb ö lü m ü n d e ana hatlarıyla ortaya konulan modern toplum bi çim inden farklı toplum lardaki organizasyon biçim lerine bağ lanabilir. G eleneksel toplum larda karşılaşılan bir in tih ar ti pinde, belirli koşullarda kişinin kendini öldürmesi bir görev dir. Kişi kendini öldürür, çünkü bunu yapmakla yükümlüdür. Bu “m ecbur! özgeci intihar”dır. Belirli bir m ecburiyet içerm e yen, aksine intiharın belirli onur ve prestij kurallarının gelişi miyle ilişkili olduğu başka özgeci intihar türleri vardır (örne ğin, “seçm e hakkı içeren özgeci intihar”). Bununla beraber, iki özgeci intihar türü de -h ay atın ı k olek tif bir değer uğruna kur ban edecek bireyin eylem lerine hâkim o la n - güçlü bir kolektif bilince dayanır.
"Dışsallık" ve "kısıtlayıcılık" In lih ar'd a ortaya konu lan g örü şler D u rk h eim ’ın so sy o lo jik yöntem anlayışının verim liliğinin özellikle güçlü bir delilidir. D urkheim lntihar'ın tem el hareket noktasını şöyle özetler: H erhangi belirli b ir anda, toplum un ahlâkî yapısı iradi ö lü m lerin ö nk oşu lu nu oluştu ru r. Bu yüzden, h er insanı ken d ine zarar verm eye iten , belirli m iktarda en erji içeren k o lek tif bir güç vardır. İlk bakışta sadece ku rbanın tabiatım yansıtır gö rü nen edim leri gerçekte bu edim lerin dışsal ifadesi olan top lum sal b ir koşulun tam am layıcı bir parçası ve uzan tısıd ır.15
ahlâkîlik, böylece belirli düzeyde anom iyi gerektirir", S u icide, s. 3 6 4 , (F r. baskı), s. 417. 14 Suicide, s. 2 8 8 , (F r. b askı), s. 3 2 5 . 15
148
Suicide, s. 299.
D urkheim ’a göre, bu tespit psikolojin in intiharın açıklan masıyla ilişkisiz olduğunu gösterm ez: psikologun asıl katkısı, intihar edimiyle ilişkili toplum sal koşullar içinde (örneğin, bir anom i durum unda) yer aldıktan durumlarda bireyleri yönlen diren özel güdüler ve koşulları araştırm aktır. Durkheim , me todolojik görüşlerini en sistem atik biçim de S o sy o lo jik Yönte min K u ra lla n ’n d a ifade etse de, burada geliştirilen yaklaşım ın kaynağının doğrudan T oplum da İşbölüm ü ve Intihar’d a ele al dığı temel araştırma konulan olduğunu düşünür. “Betim ledi ğimiz yöntem basitçe uygulamalarımızın bir özetidir.”16 S osy o lojik Yöntemin K u ralları'nın başlıca tem alarından biri, sosyolojinin ilgi-alanm ın açıklanm ası ve araştırma alanının sı nırlandırılm ası gerekliliğidir. Durkheim yazılarında, sosyoloji nin -sistem atik am pirik araştırmalardan ziyade ap rio ri ilkeler den m antıksal olarak türetilen düşüncelere dayalı, heterojen tam kapsayıcı bir genellem eler karışım ından o lu şa n - “felsefi” bir disiplin olarak kaldığını ısrarla vurgular. Sosyoloji, Durkheim ’ın întihar'm başındaki ifadesine göre, “hâlâ sistem kurma ve felsefi sen tez aşam asındadır. O , toplum sal alan ın s ın ır lı bir bölüm üne ışık tutm ak yerine parlak genellem eleri tercih etm ektedir...”17 Bu disiplin, açıkça, bazı açılardan toplum için deki insanla ilgilenir: ancak, “toplum sal” kategorisi çoğu kez çok gevşek b ir biçim de kullanılır. O halde, “toplum sal” olarak sınırlandırılabilecek ve böylece örneğin “biyolojik ” ve “psiko lo jik ” kategorilerden ayrılabilecek olgular kategorisinin özel karakteristikleri nelerdir?18 Durkheim’ın toplumsalı tanımlama çabası onun ünlü “dışsal lık” ve “zorlayıcılık” (contrainte) kriterlerine dayanır. Durkheitn’m argümanı hakkında farklı yorumlar yapılsa da, onun bu 16 “La sociologie en France au X IX e siècle". Revue bleu e, c . 13. 19 0 0 , s. 6 4 9 . D urkheim a y n ca S o s y o lo jik M etodun K u r a lla n ’n d a , burada ön erilen yön te m in “kuşkusuz içerim geregi yalanlarda yayımlanan tşböfümû'nde yer aldığı n ı" ifade eder. 17 Suicide, s. 35. 18 P arsons, D urkhcim 'ın toplum sal “olgu" terim ini toplum sal “fenom enlere" denk bir şey olarak kullanm asıyla ilgili ep istcm olojik b ir karışıklığa işaret eder (Parsons, s. 4 1 -4 2 ).
149
radaki konumu yeterince açıktır. Toplumsal olguların bireylere “dışsal”lığmın iki anlamı vardır. İlk olarak, her insan zaten belli bir organizasyon veya yapıya sahip ve kendi kişiliğini koşullan dıran süregelen bir toplum içinde dünyaya gelir: “Kilise üyesi dinsel inanç ve pratikleri dünyaya geldiğinde hazır bulur; ken disinden önce mevcut olm alan bu inançlar ve pratiklerin bire yin dışında var olduklarını gösterir.”19 İkinci olarak, toplumsal olgular, herhangi bir bireyin sadece bir toplumu meydana ge tiren ilişkiler bütünlüğü içindeki bir element olması anlam ın da bireye “dışsal”dır. Bu ilişkiler belirli bir bireyin özel yaratı sı değildir, aksine bireyler arasındaki birçok etkileşimin sonu cunda oluşur. “Düşüncelerimi ifade etmekte kullandığım işaret ler sistem i, borçlanm ı ödemekte kullandığım para sistem i, ticari ilişkilerimde kullandığım kredi araçları, mesleğimde izlediğim pratikler, vb. onları kullanmamdan bağımsız olarak işlerler.”20 Durkheinvın burada “birey” terimini birden çok anlamda kul landığına birçok kez dikkat çekilmiştir. Bazı bağlamlarda Durkheim (varsayımsal) “yalnız birey”den, faydacı teorinin hare ket noktasını oluşturan asosyal bir varlıktan söz eder görünür; başka zamanlarda, terimi “özel” bir bireyi -so m u t toplum un kanlı canlı bir ü y esin i- anlatacak biçim de kullanır.21 Ancak gerçekte, D urkheirriın kısm en polem ik amaçları bakım ından, "birey" teriminin farklı anlamları arasında yapılabilecek aynm önemli değildir. Durkheirriın tezinin asıl ağırlık noktası, ister yukarıda belirtilen isterse başka anlamlarında “birey”den hare ket eden hiçbir teori veya analizin, toplum sal olguların özellikle rini başarıyla kavrayamayacağı düşüncesidir. Başka deyişle, D urkheirriın buradaki ayrımı kavramsaldır. Bu ayrımın bir ölçüde D urkheim ’ın toplumsal “olgulari’ı vur gulam aktaki ısrarı nedeniyle bulanıklaşııgı doğrudur; ancak, “d ışsallığın ” am pirik bir k riter olm adığı açık olsa gerektir. 19
Les regies d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 2.
20
Les regies de la m éth od e sociolog iqu e, s. 2.
21
Krş. Harry A lperi, Emile D urkheim and h is S ociolog y (N ew York, 1 9 3 9 ), s. 1 3 5 -1 3 7 ; Parsons, s. 3 6 7 -3 6 8 ; Guy Aimard, Durfehcim et la scien ce écon om iqu e (Paris, 1 9 6 2 ), s. 26 -3 1 .
150
Böyle olsaydı, toplum un lüm bireylere dışsal olarak varoldu ğu gibi saçm a bir sonuca ulaşılacaktı: bu, D urkheim ’ın söz leriyle, “bizlere yüklendiğinde sahip olabileceğim iz açık bir saçm alıktır.”22 D urkheim , çoğu kez, “toplum sadece bireyler den oluşur”23 sözünü vurgular. Ancak burada, kimyasal ele m entler ile onların bileşim lerinden oluşan maddeler arasında ki ilişkiye benzer bir paralellik kurulabilir: Toplum sal olgular açısından bu kadar kolay kabu l edilem ez olarak değerlendirilen şey diğer doğa alanlarında kolayca kabul edilir. Bazı elem entler bir araya gelerek ve böylece bileşim leriy le yeni fenom en ler ürettiklerinde, bu yeni fenom enlerin, asıl elem entler içinde değil, aksine o n lan n birleşm eleriyle oluşan bütü nlük içinde yer aldıkları açıktır. C anlı h ü cren in m ineral parçacıklarından başka bir şeyi ihtiva etm em esi gibi toplum da bireylerden başka bir şey ihtiva etmez; ve ancak, hayatın karak teristik bir fenom eni için hidrojen, oksijen , karbon ve nitrojen atom ları içinde kalm ak açıkça im kânsızdır... Bu ilkeyi sosyolo jiy e uygulayabiliriz. Eğer, söyleyebileceğim iz gibi, her toplum u meydana getiren ken din e has bu sentez bireylerin zihinlerinde yer alanlardan farklı yeni fenom enler üretiyorsa, gerçekte bu olguların kendi parçaları, yani üyeleri içinde değil, bizzat onla rı üreten toplum içinde yer aldıklarını kabul etm em iz gerekir.24
Durkheim’m toplumsal olguların doğasını belirlem ekle kul landığı ikinci kriter am p irik tir: ahlâkî “zorlayıcılık”. Burada ko nuya Durkheim’m “babalık” örneğiyle başlamak uygun olacak tır. Babalık bir anlamda biyolojik bir ilişkidir: bir erkek üreme yoluyla “baba olur”. Ancak babalık ayrıca toplumsal bir feno mendir: bir baba, gelenekler veya yasalara göre, evlâdına belirli biçim de davranmakla yükümlüdür, kuşkusuz aynı kural onun ailesindeki diğer üyeler için de geçerlidir. Bu eylem tarzları il 22 Suicide, s. 3 2 0 . 23
Yani bireyler ve o n lan n inşa ettikleri eserler. Fizik nesneler ancak toplum da ki insanlar onlara bir tür önem atfettikleri takdirde toplum sal önem e sahip lerdir. Les rég lés d e la m éth od e sociologiqu e, s. 1 vd.
24 L es réglés d e la m éth od e sociologiqu e, s. xlvii-xlviii; (lng. baskı) s. xvi-xvii.
151
gili birey tarafından yaratılm az, aksine onun diğer erkekler le ortak ahlâkî yüküm lülüklerinin bir parçasıdır. Birey bu yü küm lülüklere karşı çıkabilse de, bu davranışları yaparken onla rın kendini zorladığını ve böylece zorlayıcı karakterlerini ken disine onaylattıklarını hisseder: “Bu kurallardan kendimi kur tarabildiğimde ve rahatlıkla çiğneyebildigimde bile, her zaman onlarla mücadele etm ek zorundayım. Nihayetinde üstesinden geldiğimde bile, onlar bana zorlayıcı güçlerini gösterdikleri di renişle hissettirirler.”25 Bu kuşkusuz, tüm bir zorlayıcı birim ler aygıtı (örneğin polis, m ahkem eler) tarafından yaptırım al tına alınan yasal yüküm lülükler konusunda yeterince açıktır. Ancak, yüküm lülüklere itaati pekiştiren, yasalarda belirtilm e miş pek çok farklı yaptırım biçim i vardır. Bununla beraber, D urkheim yüküm lülüklere uym anın, na diren, kuralları çiğn eyen lere uygulanan yaptırım k ork u su na dayandığını ısrarla vurgular. Çoğu durumda, bireyler yü küm lülüğün m eşruluğunu kabul eder ve bu yüzden onun zorlayıcılığm ı bilinçli olarak hissetm ezler: “Onlara tüm kalbim le uyduğumda, bu zorlam ayı ÇcoerciLion), hiç değilse bile hafif çe hissederim, çünkü baskıya gerek yoktur. Ancak zorlayıcılık yine de bu olguların ayrılmaz bir özelliğidir, bunun kanıtı di renmeye kalkıştığımda onun kendini açıkça gösterm esidir.”26 D urkheim ’m zorlayıcılığın önem ine vurgusunun hedefi fay dacılıktır. Çünkü ahlâkî yüküm lülük iki yönlüdür, ikinci yön, onun tem elini oluşturan düşüncenin (kısm en bile olsa) kabul edilmesi gerekliliğidir. Durkheim , daha sonra, bu noktayı sü rekli olarak yanlış anladığını belirtir: Z orlayıcılıgı toplum sal olgu ların en kolay fark ed ileb ilecek ve bireysel p sikolojiyle ilişkili olgulardan kolayca ayırt ede-
25
Les réglés d e la m éthode sociologique, s. 3. D urkheim bu kriteri uygularken, W eber’in “âdet” olarak adlandırdığı şeyi -alışkanlığa dayalı olan, ancak n or m atif olarak göz yumulmayan ya da m ahkûm edilmeyen d avranışı- sosyolo jin in alanına dahil eder ve böylece gerçekte W cb cr’lc daha benzer bir sonuca ulaşır. Krş. 11. bölüm : “Toplum sal ilişkiler ve toplumsal davranış yönelim i" alt başlığı.
26
Les réglés d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 2; (lng. baskı), s. 4.
152
b ilecek dış g ö sterg e si olarak aldığım için, fiziksel zorlayıcılıgın toplum sal hayatın tem eli olduğunu varsaydım . G erçekte onu n içind e asla -tam am e n ideal o la n - içsel ve derinlere kök salm ış b ir olgunun maddi ve açık bir ifadesinden başka bir şey görm edik: bu olgu alılâlıî otoritedir.27
Açıklayıcı genellemelerin mantığı D urkheim , S osy o lojik Yöntemin K u ralları'n m ik in ci baskısına “G iriş” yazısında, kitabın belki de en ünlü önerm esine, “top lum sal olgu ları şey ler o la r a k alın" tezine yöneltilen eleştirile ri cevaplandırır.28 Bu postüla açıkçası sosyolojik olm aktan çok m etod olojiktir ve D urkheim ’ın Com te’dan devraldığı "bilim le rin gelişm esi" anlayışı temelinde anlaşılmalıdır. Bütün bilim ler, kavramsal açıdan kesin ve am pirik açıdan sağlam bir di siplin olarak ortaya çıkmadan önce, esasen dinde tem ellendi rilen ham ve oldukça genel fikirlerden ibarettir: “...düşünce ve düşünüm onları sadece yöntem li bir biçim de kullanan bi limden ön ce gelir.” Ancak, bu fikirler asla sistem atik bir bi çim de sm anm am ışlardır: “olgulara sadece ikincil düzeyde ör nekler veya doğrulayıcı kanıtlar olarak başvurulur”.29 Bu bilim -öncesi evre am pirik yöntem in kullanılm asıyla sona erer, salt kavramsal tartışmalarla değil. Bu, m uhtem elen, doğa b i lim lerinden ziyade sosyal bilim lerde önem lidir, zira sosyal bi lim lerin incelem e konusu bizzat insan etkinliğidir ve n etice de toplumsal olguları temel gerçeklikten yoksun şeyler (birey sel iradelerin yaratısı) olarak veya aksine, zaten tamamen b ili nen bir şey olarak alma yönünde güçlü bir eğilim vardır: nite kim , dem okrasi, kom ünizm gibi sözcükler sanki kesin olarak bilinen olguların adlarıymış gibi serbestçe kullanılırken, ger çekte “onlar, bizde hiçbir şey uyandırmayan, aksine karışık fi 27
T he E lem entary F orm s o f the Rcligious Life, s. 2 3 9 ; (F r. baskı), s. 298. [Dini H ayatın İlk el Biçim leri, çev. Fuat Aydın, Ataç Yayınlan, 2005.1 Krş. Raymond Aro, M ain C urrents in S ociolog ical Thought (Londra, 1 9 6 7 ), c. 2, s. 63-64.
2 8 L es réglés d e la m etlw de sociologiqu e, s. 14. 29
Les réglés d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 14-15.
153
kirler, belirsiz izlenim ler, önyargılar ve duygular yum ağıdır”.30 Toplum sal olguları "şeyler" olarak alın önerm esi bu eğilim le re karşı geliştirilir. Bu yüzden, Durkheim toplum sal olguları sadece doğal gerçeklik dünyasıyla özdeşleştirir -z ira ona göre, doğadaki nesnelerde olduğu gibi, toplumsal olguların özellik leri doğrudan sezgiyle bilinem ez ve bireysel insan iradesi ta rafından şekillendirilm ez. “G erçekte, bir 'şey'in en önemli ka rakteristiği, basil iradî bir çabayla değiştirilm esinin im kânsız lığıdır. Aslında şey bütün değiştirm e çabalarına direnç göster mese bile, tek bir iradi edim onda değişiklikler yaratmak için yetersizdir... Zaten toplumsal olguların bu karakteristiğe sahip olduklarını görm üştük.”31 Toplum sal olguların şeyler olarak alınm ası, yani n esn el lik ilkesinin sürdürülebilm esi araştırm acının toplum sal ger çeklik karşısında tam bir tarafsızlık içinde olm asını gerekti rir. Bu, araştırm acının belirli bir araştırm a alanına tamamen "açık zih in "le yaklaşm ası gerekliliğinden ziyade onun araş tırmaya çalıştığı şeyler karşısında duygusal olarak tarafsız bir tutum benim sem esi gerekliliğini anlatır.32 Bu, a y n ca , balkın düşüncelerinin bu lanık ve değişken term inolojisind en uzak duran, kesin olarak form üle edilm iş kavramları oluşturmaya bağlıdır. Bununla beraber, araştırm anın henüz başında araştır dığımız olguya ilişkin sistem atik olarak üretilm iş bilgiye çok az sahip olduğumuz açıktır: bu yüzden, araştırma konum uzu “yeterince doğrudan algılanabilecek ölçüde dışsal” özellikle re göre kavram laştııarak ilerleriz.33 Durkheim T oplum da Işbölümü’nde, örneğin suçun kapsam ını cezaî yaptırım ların “dışsal k a ra k te rin e bakarak belirlem eye çalışır. Fakat bu sadece daha doyurucu bir suç kavramı geliştirm enin bir aracıdır: yani, suç 30
Les règles d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 22.
31
Les réglés d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 28 -2 9 .
32
Durkheim şu uyarıda bulunur: “Sınanan önerm elerle ilişki içinde, çok fazla yansızlık çaba ve düşüncede sürekliliği önleyecek ciddi bir handikaptır", “Sur le totém ism e". AnnCe sociolog ie, c. 5, 1900-1, s. 89.
33
Les règles d e la m éth od e sociologiqu e, s. 3 5 . Bkz. Roger Lacomhe’nin etkili ana lizi: L a méthode sociologique d e D urkheim (Paris, 1 9 2 6 ), s. 6 7 vd.
154
ortak inançlar ve duygulara ters bir edim dir.34 Bu yaklaşım , bir fenom enin yüzey niteliklerine daha temel özellikler paha sına fazlaca yer verdiği için eleştirilebilir. D urkheim , "dışsal karakteristikler1^ dayalı bir tanımın -sad ece “şeylerle bağlantı kurm ak” için o lu ştu ru lan - bir başlangıç tanım ı olduğunu be lirterek bu eleştiriye itiraz eder.35 Böyle bir kavram, araştırm a yı gözlenebilir olgulardan başlatmayı m üm kün kılarak, alana bir giriş sağlar. Durkheim ’m sosyolojide açıklam a ve ispatın mantığıyla ilgi li Lespiıleri onun toplum sal olguların tem el karakteristikleriy le ilgili analiziyle yakından ilişkilidir. Toplum sal olguları açık lamakta kullanılabilecek iki yaklaşım vardır: işlevsel ve tarih sel yaklaşım. Toplum sal bir olgunun işlevsel analizi, “incele nen olgu ile toplumsal organizmanın genel ihtiyaçları arasın daki uygunluğu ve bu uygunluğun neleri içerdiğini belirlem e yi g erektirir...” “lşlev”i psikolojik “am aç veya hedeften ayır mamız gerekir, zira toplum sal olgular g en ellikle ü rettikleri kullanışlı so n u çlar için var olm azlar”.36 Bireyleri toplum sal etkinliklere katılm aya yön elten güdüler veya duygular çoğu örnekte bu etkinliklerin işlevleriyle aynı değildir. Toplum bi reysel güdülerin basit bir toplamı değil, aksine “kendine has karakteristiklere sahip özel bir gerçeklik”lir: buradan hareket le, toplumsal olguların bu güdülere göre açıklanam ayacagı so nucuna ulaşılır. D urkheim ’a göre, toplum sal işlevin belirlenm esi söz konu su toplumsal olguların “n için ” var olduklarının bir açıklam ası nı sağlamaz. Bir toplum sal olguyu üreten nedenleri onun top lum içinde sahip olduğu işlevden ayırabiliriz. İşlev ve neden arasında açıklayıcı bir kapanmanın bulunduğunu varsayan bir girişim, D urkheim ’a göre, nihai nedenler tem elinde ereksel bir toplumsal gelişm e açıklam asına yol açar. Nihai nedenler teme linde bir "açıklam a" D urkheim ’m T oplum da İşbölümü ve întih ar'da eleştirdiği hatalı bir m uhakeme biçim ini gerektirir: 34
Les réglés de la m eth a d e sociologique, s. 33-36.
35
Les réglés d e la m éth o d e sociologique, s. 42.
36
Les réglés d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 95.
155
N itek im , C om te insan türünü n tüm ilerleyici gü cü nü “her koşul altında insanı sü rek li olarak kendi durum unu iyileştir meye iten ” bu tem el eğilim e bağlar; ve Spencer bu gü cü daha büyük m utluluk ihtiyacıyla ilişkilend irir... A ncak bu yöntem oldu kça farklı iki m eseleyi birbirin e karıştırır. Şeylere sahip olm a ihtiyacım ız onlara varlık kazandıram az, ne de onların özel doğasını bu ihtiyaç kazandırır.37
Bu yüzden, belirli bir Loplumsal olguya yol açan nedenler bu olgunun yüklendiği her tür toplum sal işlevden bağım sız olarak belirlenm elidir. Uygun m etodolojik süreç, ayrıca, n e denlerin işlevlerden ön ce belirlenm esidir. Bunun sebebi, bir fenom ene varlık kazandırabilecek nedenlerin bilgisinin, belir li koşullar altında, onun m uhtem el işlevleri konusunda bazı kavrayışlara ulaşmamızı sağlamasıdır. D urkheim ’a göre, neden ve işlevin bağımsız karakteri ikisi arasında karşılıklı ilişki ol masını engellemez. “E tki, kuşkusuz, nedeni olm aksızın varolamaz; ancak, neden de aynca etkiye ihtiyaç duyar. Etki ener jisin i nedenden alır; ancak aynı zamanda, bazen nedeni ha rekete geçirir ve neticed e y ok oluşunun etk ilerin i gösteren neden olm adan ortadan k alk m az.”38 Nitekim. D u rk h eim ’ın T oplu m da Işbölümû’nde yaptığı betim lem ede, “ceza”mn var lığı, nedensel olarak, güçlü k olek tif duyguların yaygınlığına bağlıdır. Cezanın işlevi bu duyguların aynı yoğunlukta sürm e sini sağlamaktır: İhlaller cezalandırılmadığı takdirde toplum sal birlik için gerekli bu duygu gücünü sürdürem eyecektir.
Normallik ve patoloji S osy olojik Yöntemin K u rallan 'n ın temel bir bölüm ü toplumsal patolojinin bilim sel kriterlerin i belirlem eye ayrılır. D urk-heim’ın buradaki tartışm ası ilk m akalelerindeki konuların doğ rudan açılım ıdır ve gerçekte onun tüm düşüncesi için büyük önem e sahiptir. Çoğu sosyal teorisyen, D urkheim ’m ifadesiy37
Les règles d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 8 9 -9 0 .
38
Les réglés d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 9 5 -9 6 .
156
le, bilim sel önerm eler (olgusal ifadeler) ve değer ifadeleri ara sında kesin m antıksal bir ayrım olduğuna inanır. Bu anlayış ta, bilim sel veriler am açlara ulaşm akla teknik bir “araç” ola rak hizm et edebilir, ancak bu am açların geçerliliği bilim sel iş lem lerle gösterilem ez. D urkheim bu Kantçı dûalizm i, bu düalizmin gerektirdiği “araçlar”/“am açlar” ayrım ının gerçekte ger çekleştirilem ey eceğ ini d üşünerek reddeder. D urkheim için , soyut dikotom ik “araçlar ve am açlar ayrım ı”, daha som ut bir biçim de genel felsefedeki faydacı toplum m odelinde cisim leşenlere benzer hatalar içerir: yani, hem insanların kullandıkla rı “araçlar” hem d e izledikleri “am açlar” som ut olarak üyesi ol dukları toplum biçim inin bir sonucudur. Her araç bir başka bakış açısından bizzat bir amaçtır; zira, bir aracın işleyebilmesi için onunla ulaşılmaya çalışılan amaç kadar amaçlanması gerekir. Her zaman belirli bir hedefe gö türecek farklı yollar vardır; bu yüzden, onlar arasında bir seçim yapılması gerekir. Bilim en iyi hedefin seçilmesin de bize yardımcı olamıyorsa, ona ulaşmayı sağlayacak en iyi araçlar konusunda bizi nasıl bilgilendirebilecektir? Niçin, en ekonomik olan en hızlı sonuca götürene, en emin olan en basit olana (veya bunların aksi) tavsiye edilmelidir? Bilim bize nihai hedefleri (fins supérieures) belirlemede yol gösteremiyorsa, araçlar olarak adlandırdığımız bu ikincil ve alt he defler örneğinde de aynı ölçüde güçsüzdür.39 A raçlar ve am açlar d ikotom isi, D urkheim ’a g öre, biyo lo jid e k i “n o rm allik ” ve “p ato lo ji” ayrım ını düzenleyen ilkele re benzer ilkeler uygulanarak çözülebilir. D urkheim , sosyo lojide patoloji tespitinin özellikle çözümü güç problem ler ya rattığını kabul eder. D urkheim bu nedenle önceden kullan dığı m etod olojik ilkeyi uygulamaya çalışır: toplum sal alanda neyin normal olduğu evrenselliğin “dışsal ve algılanabilir bir karakıeristigi”ne göre belirlenebilir. Başka deyişle, norm allik, 39
Les réglés de la m éth od e sociologiqu e, s. 4 8 ; (ln g. baskı) s. 4 8 . Bu, W eb erin il gili görüşlerine ö rtük bir eleştiri olarak, Strauss'un vurguladığı b en zer bir noktadır: Leo Strauss, N atural Riglıl an d H istory (Chicago, 1 9 5 3 ), s. 41.
157
başlangıç olarak, bir toplumsal olgunun belirli tipte toplumlarda yaygınlığına bakılarak belirlenebilir. Toplum sal bir fenom e ne aynı toplumsal tipte bütün toplumlarda veya çoğunda rast lanıyorsa, bu fenomen (daha ayrıntılı araştırm anın evrensellik kriterinin yanlış uygulandığını gösterdiği durum lar dışında) söz konusu toplum tipi için “norm al” olarak kabul edilebilir. Böylece, belirli bir toplum tipi için “genel” olan toplumsal bir olgu, bu genelliğin ilgili toplum sal tipin işleyiş koşullan içinde bulunabileceği gösterildiği takdirde “norm al”dir. Bu T oplum da İşbölüm ü’nün temel tezine referansla kanıtlanabilir. Durkheim, bu çalışmada, güçlü bir k o le k tif bilincin varlığının geliş miş bir işbölüm üne sahip bir toplum tipinin işleyişiyle bağdaş madığını gösterir. O rganik dayanışmanın artan üstünlüğü ge leneksel inanç biçim lerinde zayıflamaya yol açar: ancak kesin likle, toplum sal dayanışm a işbölüm ündeki işlevsel karşılıklı bağımlılığa daha fazla bağım lı hale geldiği için, k olek tif inanç larda zayıflama m odem toplum tipinin normal bir özelliğidir. Ancak bu özel örnekte, başlangıç “genellik” kriteri norm ajligi belirlem enin uygun yolu değildir. M odern toplum lar hâlâ geçiş dönem indedir; geleneksel inançlar, bazı yazarların onla rın zayıflamalarının patolojik bir fenom en olduğunu iddia et melerine yol açacak kadar önem ini sürdürmektedir. Dolayısıy la, geleneksel inançların süregelen genelliği bu örnekte neyin norm al, neyin patolojik olduğunun uygun bir indeksi değil dir. N itekim , hızlı toplum sal değişme dönem lerinde, “bütün tip -h e n ü z yeni biçimi içinde istikrar kazanm adan- evrim sü recine girdiğinde”, aşılan tipin norm al unsurları hâlâ varlığı nı sürdürür. “Bu genelliği geçm işte belirleyen koşullar”! ana liz etm ek “ve böylece onların hâlâ mevcut olup olm adıklarını araştırm ak”40 gerekir. Bu koşullar yoksa, söz konusu fenomen “genel” de olsa “norm al” olarak adlandınlamaz. N orm alliğin kriterlerinin belirli genel toplumsal tiplerle iliş ki içinde belirlenm esi, D urkheim ’a göre, ahlâk teorisinde tari hi bir dizi biricik ve tekrarlanmayan oluşum olarak anlayan
40
158
Les regles d e la m cth od e sociologitjuc, s. 61.
lar ile tarih-aşırı ahlâk ilkeleri formüle etm ek isteyenler ara sında bir yöntem bulm am ızda yardımcı olur. Bu görüşlerden ilkinde genel bir ahlâk ihtimali dışanda bırakılır: İkincisinde, ahlâk kuralları “ilk ve son kez olarak her tür insan için ” for m üle edilir. D urkheim ’ın birçok vesileyle kullandığı bir örne ği aktarabiliriz. Klasik G rek ken tin e (polis) özgü ahlâkî ideal ler dinsel kavramlara ve köleliğe dayalı özel bir hayat tarzın da kök salm ıştı: bu dönem e ait ahlâkî ideallerin çoğu artık or tadan kalktığı için, onları modern dünyada yeniden canlan dırmaya çalışm ak nafiledir. Greklerde, örneğin, bilim ve ede biyatla ilişkili bütün dallarda eğitim görm üş lam donanım lı “kültürlü insan” ideali bu toplum un tam amlayıcı bir özelliği dir. Ancak bu ideal, işbölüm ünde üst düzeyde uzmanlaşmaya dayalı bir düzenin talepleriyle uyuşmaz. D urkheim ’ın bu konudaki yaklaşım ına yapılabilecek açık bir eleştiri, itaati statü k oy a indirgem esidir, zira bu yaklaşım ahlaken arzulanabilir olanı m evcut bir ilişkiler durumuyla ta nım lar görünm ektedir.41 D urkheim bu eleştiriyi kabul etmez; aksine ona göre, toplum sal değişmeyi aktif bir biçim de başa rıyla sonuçlandırabilecek bir müdahale sadece toplum sal ger çekliğin potansiyel oluşum halindeki kesin bilgisiyle m üm kündür. “G elecek, nasıl okunması gerektiğini bilen için zaten y a z ılm ıştır...”42 A hlâkın bilim sel olarak araştırılm ası, bizim oluş halindeki, ancak hâlâ büyük ölçüde kamusal bilin ce ka palı idealleri belirlem em izde yardım cı olur. Bu ideallerin sa dece sap k ın lıklar olm ak larını göstererek ve onların tem eli ni oluşturan ve gelişm elerine yardımcı olan değişen toplum sal koşulları analiz ederek, desteklenebilecek ve modası geç tiği için reddedilebilecek eğilim leri gösterebiliriz.43 Kuşkusuz bilim asla, onun rehberliği olmadan hareket etm e zorunlulu ğundan tamamen kurtulm am ızı sağlayacak ölçüde tam olm a 41
Eleştiriler bu iddianın hızını kcsm em işıir. D urkheim ilk eleştirilerden üçünü ccvaplandırm ışur: Anne S ociolog ie, c. 1 0 ,1 9 0 5 -1 9 0 6 , s. 3 5 2 -3 6 9 .
42
A.g.e., s. 368.
43
“The determ inaıion o f m oral faets", S o ciolog y an d Plıilosophv (Londra, 19651, s. 6 0 vd.
159
yacaktır. “yaşamamız ve çoğu kez bilim i beklem em iz gerek mektedir. Bu tür örneklerde, yapabileceğimiz kadarını yapma lı ve elimizin altındaki bilim sel gözlem leri kullanm alıyız..."44 D urkheim ’a göre, kendi bakış açısı benim sendiğinde m an tıksal olarak tutarlı bir etik yaratm ayı am açlayan tüm soyut “felsefi” girişim lerin tam amen önem ini yitireceği iddiası yan lıştır. “Ahlâkîligin biçim lendirilm ek ve işlem ek için filozofla rı beklem ediği” doğru olsa bile, bu durum, ahlâk kurallarının yer aldığı toplumsal çerçevenin am pirik bilgisi dikkate alındı ğında, mevcut ahlâk kurallarını değiştirmede felsefi düşünce nin bir rol oynamayacağını gösterm ez. Felsefeciler çoğu kez tarihte böyle bir rol oynam ışlardır -fa k a t genellikle bunun b i lincinde değillerdir. Bu insanlar evrensel ahlâk ilkelerini açık ça seslendirm eye çalışm ışlar, ancak gerçekte, kendi toplum larındaki içk in değişm elerin habercileri ve fikir babalan gibi davranmışlardır.45
44
A .g.e.,s. 67.
45
L e s regles d e la m éth od e sociolog iqu e, s. 71. M arx, suçun yenilikçi karakterim tartışarak, bir ölçüde benzer bir noktayı vurgular.
160
7 Bireycilik, Sosyalizm ve "Meslek Grupları"
Sosyalizm le yü zleşm e T oplu m da tşbölü m ü ’n d e geliştirilen teori ve D urkheim ’ın ilk kez bu çalışmada ele aldığı tem alan geliştirmeye yönelik son raki girişimleri kaçınılm az olarak sosyalist öğretilerle doğrudan bir yüzleşmeyle sonuçlandı. Mauss’un ifadesine göre, Durkheim öğrenciyken zaten “bireycilik ve sosyalizm ilişkisi”ni araş tırmaya karar verm işti.’ Durkheim bu dönem de Saint-Sim on ve Proudhon’un düşüncelerine yabancı değildi, ancak Marx’in yazılarıyla yeni tanışm ıştı. Buna rağmen, onun sosyalist teori hakkındaki bilgisi T oplum da İşbölümü nü yazdığı dönemde ol dukça zayıftı. Kariyerinin başlarında D urkheim ’ı yakından il gilendiren sosyalizm türü Schâffle ve K athed ersozialisten * tara fından ortaya konulan reformist sosyal demokrasiydi.2 1
M arcel Mauss, Socialism 'in birinci baskısına “G iriş”, s. 32.
( * ) “K aıhedcrsozialistcn” (M asa başı sosyalistleri) ifadesi aşağılayıcı bir biçim de Bism arck'tn sosyal reform larının tem ellerini atan Alman iktisat profesörleri ne yakıştırılan bir etikettir. 1 8 7 3 ’ıe bu iktisatçılar Alm anca iktisatçıların önde gelen örgütü Verein für Sozailpolitik'i kurm uşlardır - ç. n. 2
D urkheim , Schâffle’ın çalışm ası Der Soriotem us'la ilgili “Le program m e éco n om ique M. Schâffle” adlı bir incelem e yazısı yayımlar: Revue d'économ ique p olitiqu e, c. 2 , 1 8 8 8 , s. 3-7.
161
Dürkheim , gerek T oplum da işbölüm ü ve in tih a rd a , gerekse diğer birçok yazıda çağdaş toplum larda yaşanan krizden söz eder. Bu, T oplum da işbölümü nde açıklandığı gibi, esasen eko nom ik köklere sahip bir kriz değildir, ne de ekonom ik önlem lerle çözülebilir. Buradan, D urkheim ’ın, sosyalistlerin önerdiği çoğu program türünün m odern çağda karşılaşılan en önem li problem leri kavrayamadığını düşündüğü ortaya çıkar -b u n la ra ekonom inin m erkezi kontrolü altında gelirin yeniden dağı lımı problem i de dahildir. Sosyalizm çağdaş toplum daki ra h at sızlığın bir ifadesidir, fakat bu rahatsızlığı aşmak için gerek li toplumsal yeniden-inşa sürecinin uygun bir temeli değildir. Durkheim ’ın sosyalizm e karşı tutum u, sosyalist öğretilerin de onların diğer düşünce sistem lerine yaklaşım larını yönlen diren analiz türüne tâbi tutulmaları gerektiği kabulüne daya nır: yani, sosyalist teoriler kendi kaynaklandıkları toplumsal bağlamlarla ilişki içinde ele alınm alıdır. D urkheim böyle bir analize “sosyalizm ” ve “kom ünizm ” arasında temel bir ayrım yaparak b a şla r.3 K o m ü n ist d ü şü n ce le r, D u rk h eim ’ın te ri mi kullandığı anlamda, tarihin birçok dönem inde var olm uş sa da, sosyalizm sadece çok yakın bir geçm işin ürünüdür. Ko m ünist yazılar Lipik olarak kurgusal ütopyalar b içim in i ka zanır: Platon, Thom as M ore ve Campanella’nm çalışm aların da farklı kom ünizm örneklerine rastlanabilir. Bu üLopik kur guların tem elinde özel mülkiyetin bütün toplumsal kötülük lerin anası olduğu düşüncesi yatar. Neticede, kom ünist yazı larda, maddi servet birikim i ciddi kısıtlam alarla kontrol altı na alınm ası gereken ahlâkî bir tehlike olarak görülür. Kom ü nist teoride ekonom ik hayal siyasal alandan ayrıdır: Platonu n ideal toplum unda, örneğin, yön eticiler em ekçiler ve zanaatkârlarm üretim faaliyetlerine hiçbir şekilde karışam azlar, ne de ikinci gruptakiler hüküm etin davranışlarını etkilem e hak kına sahiptir. 3
162
D urkheim bu aynm için bazı geçici dilbilim sel kanıtlar bulunduğunu belirtir "Sosyalizm " sözcüğü, “kom ünizm "den farklı olarak, daha yenidir ve ilk ku l lanım ı 19. yüzyılın ilk yansına kadar götürülebilir. Sociülism, s. 65 . Bu, kuş kusuz, M arx tarafından bilinm ektedir, ancak Marx onlar arasında tutarlı kav ramsal bir aynm yapmaz.
Bu ayrılığın ned eni, Platon’a göre, zenginlik ve o nu nla ilişkili her şey in kam usal yozlaşm anın ana kaynağı olm asıdır. O , b i reysel b en cillik leri uyandırarak yurttaşları birbirleriyle m ü ca deleye iten ve devleti harabeye çeviren iç çatışm alara yol açan şeydir... Bu yüzden, onu kam usal hayatın dışına yerleştirm ek, devleti m ü m k ü n olduğu kadar yozlaşm aya yol açabilecek bir d urum dan uzak tutm ak gerekir.4
Sosyalizm Avrupa toplum larm ın 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılda yaşadıkları toplumsal değişim lerin bir ürünüdür. K o münizm siyaset ve ekonom inin birbirinden ayrılm ası gerek tiği fikriyle tem ellendirilirken, sosyalizm in özü, D urkheim ’ın terim e yüklediği anlamda, bu ikisinin uzlaştırılm ası gerekti ği kabulüne dayanır. Sosyalizmin temel ilkesi, sadece üretimin devletin elinde toplanması gerektiği düşüncesi değil, aynı za manda devletin rolünün tamamen ekonom ik olması gerekti ği ilkesidir -so sy alist toplumda, ekonom inin yönetim i devle tin temel görevidir. Zenginlikten m üm kün olduğu kadar uzak durmaya çalışan kom ünizm genellikle çileci bir karaktere sa hipken, sosyalist öğretiler modern sanayi üretim inin h erke se bol m iktarda zeng inlik im kânı sunduğu ö n cü lü n e daya nır ve genel bolluğa ulaşmak onlan n temel am acıdır. Sosya lizm “dağ ın ık h ald eki tüm mevcut ek on om ik işlevlerin v ey a on lardan bazıların ın toplum un yön len dirici ve bilinçli m erkez lerin e bağlanm ası"nı savunur.5 Bu yüzden, sosyalizm in am acı, üretim i toplum un
tüm üye
lerinin çıkarlarına uygun olarak düzenlem ek vek on trol
et
m ektir. A ncak D u rk h eim ’a göre, tüketimin m erkezî bir te melde düzenlenm esi gerektiğini savunan hiçbir sosyalist öğ reti yoktur: aksine, sosyalistler, her bireyin kendisini birey sel olarak ifade edebilm ek için üretim in meyvelerinden yarar lanmakta özgür olm ası gerektiğine inanır. Kom ünizm de, aksi ne, “kom ünal olan tüketim ve özel kalan ü retim dir”. “Kuşku suz,” der Durkheim , “her ikisinde de düzenleme (röglem eııta■î
Socialism , s. 6 8 ; (F r. b askı). Paris, 1928, s. 44.
5
Socialism , s. 5 4 -5 5 ; (F r. baskı), s. 25.
163
tition) olabilir, ancak düzenlem enin karşı yön işlediği belirtil melidir. Biri Devlete bağlayarak sanayiyi ahlâkîleştirm eyi, di ğeri sanayiden uzaklaştırarak Devleti ahlâkîleştirm eyi am açlar -a n ca k bu aldatıcıdır.”6 Bu analizin T oplum da /şböîûnıü’ndeki analizle ilişkisi a çık ça görülebilir. Kom ünizm , işbölüm ünün sınırlı düzeyde geliş tiği toplumlara uygun düşen ve esasen bu tür toplumlarda or taya çıkan bir inançtır. Kom ünist teori, her birey veya ailenin evrensel üretici olduğu fikrini alıkoyar; her birey benzer ürün ler ürettiği ve bütün görevleri benzer olduğu için, üretim e da yalı hiçbir genel iş-birligi biçim i söz konusu değildir. Bu, m es leki uzm anlaşm anın çok fazla gelişmediği bir loplum türüdür: Ü top ik olarak, herkes kendi işini uygun olduğunu düşündü ğü biçim d e yapar, o sadece aylaklık yapm am akla yü kü m lü dür... H erkes aynı şeyi -h e m e n hem en aynı ş e y i- yaparken, düzenlem eye yön elik h içb ir iş-birliği yoktur. Sadece, kişinin ü rettik leri ken d ine ait değildir. O nu kendi tasarrufu altına alamaz. Ü rettiğini topluluğa getirir ve sadece toplum onü o r taklaşa tü k etir.7
Ö le yandan, sosyalizm sadece işbölüm ünün büyük ölçüde geliştiği toplumlarda ortaya çıkan hir teoridir. O modern toplumlardaki patolojik duruma bir tepkidir ve toplum un üretim etkinliğini yeniden organize edecek ekonom ik düzenlem enin başlatılm asını gerektirir. D urkheim ’a göre, sosyalist teorinin ekonom inin devlete tâbi kılın m ası gerektiği anlayışını geliştir mediğini anlamamız gerekir; ekonom i ve devlet birbirine ya kınlaşabilir, ancak bu bütünleşm e özellikle devletin “siyasal" karakterini bozar. M a ıx ’ın öğretisin d e, örn eğ in , devlet aslında bu haliyle sü r m eyecektir -b a ş k a deyişle, devlet, özel bir role sahip olduğu ve üst konum da olan ların , ö z e llik le ticaret ve sanayi kesim indekilerin çık a rla n n ı, tarihsel gelenekleri, yaygın in an çlan ve 6
Socialism, s. 7 0 -7 1 ; (Fr. b askı), s. 47 -4 8 .
7
Socialism, s. 71.
164
dinsel veya bir başka doğayı, vb.’ni temsil ettiği haliyle var ol mayacaktır. Günümüzde onun özel alanını oluşturan siyasal işlevler anık bir varoluş nedenine sahip olmayacak ve sadece ekonomik işlevler var olacaktır.8 D urkheim ’a göre, sm ıf çatışm ası sosyalizmin temel öğretile rine özgü bir düşünce değildir. Ona göre, kuşkusuz çoğu sos yalist -ö z e llik le M a rx - am açlarına ulaşm alan ile işçi sınıfının kaderi arasında ayrılmaz bir ilişki olduğunu düşünür. Ancak D urkheim , burjuvazinin çıkarları yerine işçi sın ıfın ın çık ar larını savunm anın gerçekte sosyalizmin üretimi m erkezî ola rak düzenlemesi işlevine ilgisi yanında ikincil önem de kaldığı nı ifade eder. Sosyalistlere göre, işçi sınıfının durum unu etki leyen tem el faktör, onun üretici etkinliğinin b ir bütün olarak toplum un ihtiyaçlarına göre değil, kapitalist sınıfın çıkarlarına göre kullanılm asıdır. Bu tespitten, sosyalistlerin görüşü çerçe vesinde, kapitalist toplum un söm ürücü karakterini aşm anın tek yolunun sınıfların tamamen ortadan kaldırılm ası olduğu sonucu çıkar. Ancak sm ıf çatışm ası daha temel hedeflere ulaş mayı sağlayabilecek tarihsel bir araçtan ibarettir. Bu yüzden, “işçilerin sayıca artması özel bir am aç değildir; aksine bu artış ekonom ik etkinlikleri toplum un yönetici birim lerine bağlama nın zorunlu olarak üretm esi gereken sonuçlardan birid ir."9 Kom ünizm ve sosyalizm birçok noktada belirli karşıtlıklar sergiler. B unu n la beraber, onların birbirlerin e yakınlaştıran önem li bir özellik vardır: ikisi de, bireyin çıkarlarının kolektivitenin çıkarlarının üzerinde olduğu durum ları ortadan kal dırmaya çalışır. “İkisi de, bencilliğin özgür oyununun otom a tik olarak toplum sal düzen üretm ediği ve k o lek tif ihtiyaçla rın bireysel yararlar üzerinde ağırlık kazanm ası gerektiği duy gularının baskısı altındadır.”10 Ancak burada bile ikisi arasın daki özdeşlik tam olm aktan uzaktır. Kom ünizm bencilliği ta mam en ortadan kaldırmaya çalışırken, sosyalizm “sadece tari 8
S ocialism , s. 5 7 .
9
Socialism , s. 6 0 ; (F r. b a sk ı), s. 3 3 .
10 Socialism , s. 75.
165
hin özel bir dönem inde kurulm uş büyük ekonom ik girişim le rin bireylerin eline geçm esini tehlikeli olarak görür”. " Tarih sel olarak, 18. yüzyıldaki kom ünist fikirler patlaması sosyalist teorilerin sonraki gelişim inin habercisi olmuş ve kısm en on larla iç içe geçm iştir. “Bu yüzden, sosyalizm kom ünizm in et kisine açıktı; kendi programını sürdürürken onun içinde bir rol oynamayı başardı. Bu anlamda sosyalizm gerçekte kom ü nizmin m irasçısıdır, ondan türem ese de, bağımsızlığını sürdü rürken onu kendine katm ıştır.”' 2 D urkheim ’m sözleriyle, sos yalistleri çoğu kez “ikincili temel alm a” hatasına iten bu zihin karışıklığıdır. Yani, onlar “sadece kom ünizm e temel olu ştu ran genel eğilim lere tepki verir” ve zamanlarının çoğunu işçi lerin yükünü hafifletmeye, onların kendi koşulları altında bas tırdıkları şeyleri liberalleşm e ve yasal bağışlarla telafi etm e ye ayırırlar. Kuşkusuz bu n lar tam am en arzulanm ayan çaba lar değildir; fakat sosyalistler “göz önünde tutmaları gereken amaçtan uzaklaşırlar...”13 O nların problemi ortaya koyuş biçi mi ilgili sorunların gerçek doğasım görmeyi engeller.14 Ancak D urkheim ’a göre, m odern dünyada sosyalizm tem el ön em de bir harekettir; bunun nedeni, sadece sosyalistlerin -v ey a en azından, onlar arasından Saint-Sim on ve Marx gibi daha sofis tike k işilerin - çağdaş toplum un geleneksel toplum sal düzen tiplerinden belirgin biçim de farklı olduğunun bilin cin d e o l maları değil, aynı zamanda eski düzenden yenisine geçişin ya rattığı krizi aşm ak için gerekli toplum sal yeniden-organizasyonu sağlamayı am açlayan kapsam lı program lar g eliştirm e leridir. A ncak, sosyalistlerin önerdikleri politikalar, kısm en doğru olarak teşhis ettikleri sorunun uygun çözüm ünü bul mak için yetersizdir.
11
Socialism , s. 75.
12
Socialism, s. 91.
13 Socialism , s. 92. 14 Socialism, s. 104-105.
166
Devletin rolü Dürkheim çağdaş toplum un sınıfsal bir devrimle yeniden dü zenlenm esine karşı çıkarken, sınıfsal ayrışm aların ortadan kal kışı yönünde belirli b ir eğilim gözler.ıs M iras haklarının deva mı “toplum daki iki temel s ın ıf’, yani em ek ve serm aye arasın daki sınıfsal ayrışm ayı destekleyen temel bir faktördür: zen ginliğin m iras yoluyla aktarılm ası serm ayenin azın lığın el lerinde toplanm asına yol a ça r.16 D urkheim ayrıca, yoksulla rın maddi yaşam koşullarını iyileştirecek refah program lan ve diğer önlem lerin kapsam ının genişletilm esi gerekliğini kabul eder. D urkheim ’a göre, bütün bunlar sadece ekonom ik düzen lem elerle m ü m kündür (an cak ona göre, ekonom i tam am en devletin ellerine terk edilem ez).17 Fakat, sadece ekonom inin yeniden-organizasyonu m odem dünyanın karşılaştığı krizi çözm ekten ziyade azdıracaktır, zira bu ekonom ik olm aktan çok ahlâkî bir krizdir. Ekonom ik iliş kilerin artan egem enliği, önceki toplumsal form ların ahlâkî te m elini oluşturan geleneksel dinsel kurum lann yıkılm ası nede niyle, kesinlikle çağdaş toplum daki anom inin ana kaynağıdır. Bu gerçek anlaşılam adıgm da, sosyalizm m odern krize Orto doks ekonom i politik yaklaşımda önerilenlerden daha uygun çözüm ler sunamaz. Sosyalistler ve ekonom i teorisyenleri, çoğu meselede m u halif konum da olsalar bile, belirli ortak özellikle re sahiplerdir: ikisi de ekonom ik önlem leri m odern toplum un mevcut sıkıntılarını aşabilm esinin yolu olarak görür. İkisi de hüküm etin rolünü en aza indirm enin m üm kün ve arzulanır bir şey olduğuna inanır. İktisatçılar serbest piyasa oyununun tam etkiyi sağlayabileceğini, böylece hüküm etin sözleşm elerin uygulanm asını sağlam akla yüküm lü olacağım öne sürerken, sosyalistler hüküm etin üretim i m erkezî olarak kontrol ederek piyasayı düzenlem esini ister. “Ancak ikisi de, devletin diğer 15 Bkz. 13. Bölüm : “D urkheim ’ın Marx Değerlendirm esi" alt başlığı. 16 P rofession al E ih ics an d C ivic M orals, s. 21 3 . (MesleJî A h lâkı, çev. M ehm et Karasan, M EB. 1 962.] 17 “La famille co nju gale", Revue p h ilosop h ie, c. 9 1 , 1921, s. 10 vd.
167
toplumsal organları kendine tâbi kılm a ve onları üst bir amaç etrafında birleştirm e kapasitesini görmezden gelir.”18 D urkheim ’a göre, devlet ekonom ik olduğu kadar ahlâkî bir rol oynam alıdır ve modern toplumlardaki ra h a tsız lık la r genel de ekonom ik önlem lerden ziyade ahlâkî önlem lerle giderilm e ye çalışılm alıdır. Ö nceki toplum tiplerinde dinsel otoritenin egem en konum u tüm tabakalara kendi özlem leri için bir dü şünce ufku sağlamıştır; dinsel otorite bunu fakire kaderini ka bullenm esini öğütleyerek ve zengine görevinin daha ayrıcalık sız konumda olanlara yardım etm ek olduğunu öğreterek sağ lamıştır. Bu düzen, baskıcı olm asına, insan eylem ve potansi yelini dar sınırlara hapsetm esine rağmen, topluma sıkı bir ah lâkî birlik kazandırır. M odern çağın karakteristik problem i, geleneksel toplumun çözülüşüyle ortaya çıkan bireysel özgür lükleri toplum un var oluşunun tem eli olan ahlâkî kontrolü sürdürme gereğiyle uzlaştırma gereğidir. D urkheim ’ın devlet ve d em ok ratik bir yönetim de siyasal katılım ın doğasıyla ilgili an alizleri, onun çağdaş loplum ların m uhtem el gelişme eğilimi konusundaki görüşünün özünü oluşturur. D urkheim , “siyasal” kavramının “yöneten” ve “yö netilen” ayrılığını gerektirdiğine ve bunun daha gelişmiş topIum ların tem el ö zelliği olduğuna işaret eder: En basit top lum larda uzm anlaşm ış yön etim organlarına nadiren rastla nır. Ancak, otoritenin varlığı siyasal organizasyonun varlığı nın tek kriteri olarak alınamaz. Ö rneğin toplum bir akrabalık grubu, patriark veya bir yaşlılar konseyi gibi belirli bir birey ya da grubun otoritesi altında olabilse de, bu özellik onun si yasal bir toplum olması için yeterli değildir. Durkheim ayrıca (W eber’in büyük önem verdiği) bir toprak parçasını sürekli iş galin bir devletin varlığının zorunlu bir koşulu olduğu görü şünü reddeder. Sabit ve açıkça çizilm iş sınırların gelişimi daha geç bir tarihsel oluşumdur: bu oluşum , gelişmiş toplum ların karakteristiği olsa bile, bir toplum un siyasal bir birlik olup o l madığını belirleyecek temel kriter olarak alınamaz. Böyle yap
18 Silicide, s. 25 5 ; (F r. baskı), s. 284.
168
mak “bazen, oldukça gelişkin bir yapıya sahip büyük göçebe toplum ların siyasal karakterini inkâr etm ek” o la ca k tır.'9 Ak sine, aileler çoğu kez kesinlikle kendilerine ait sınırı çizilm iş alanlara sahip olm uşlardır. Bazı siyaset fe lsefecile ri n ü fu s bü yü klü ğ ü nü siyasal b ir to p lu m u n v a rlığ ın ın b ir g ö sterg esi k ılm a k is te m işle rd ir. D urkheim ’a göre bu kabul edilem ez, aksine nüfus büyüklü ğü siyasal bir toplum un gerekli bir niteliğini ifade eder, siya sal toplum sadece tek bir akrabalık grubundan ibaret değildir, aksine aileler veya ikincil gruplar toplamından oluşur. “Bizim, böylece, siyasal toplum u, daha az ya da çok sayıda ikincil top lumsal grubun birleşm esiyle oluşan, -u su lü n e uygun bir bi çim de oluşturulm uş başka bir üst otoriteye d eğ il- aynı o tori teye tâbi bir şey olarak tanımlamamız gerekir.”20 Durkheim 'a göre, “devlet” terimi bir bütün olarak siyasal toplum la sın ır landırılm am ak, aynı zamanda hüküm et otoritesinin m erkezî unsurunu oluşturan resm i görevliler organizasyonunu anlat mak için de kullanılm alıdır. Böylece, D urkheim ’ın analizinin üç bileşeni, otoritenin ku rulm ası, en azından bir ölçüde yapısal farklılaşma içinde olan bir toplum ve bağımsız resmî görevlilerin uygulam aları biçi minde sıralanabilir. D urkheim kendi hareket noktasını devlet ve toplum karşıtlığını vurguladıklarını düşündüğü ana-akım düşüncelerden, Hegelci idealizmden, faydacılık ve sosyalizm den ayırmaya çalışır. Devlet ne toplumun “üzerinde”dir, eğer ekonom ik ilişkilerden daha fazlasını düzenliyorsa, ne de top lum un üzerindeki bir parazittir. Durkheim ’a göre, devlet ah lâkı işlevler yüklenm ektedir ve yüklenm elidir (D urkheim bu düşünceyi sosyalizm ve faydacılıktan farklı bir yaklaşım ola rak görür); ancak bu, Hegel’in inancının aksine, bireyin devle te tâbi kılınm asını gerektirmez.
19 P rofession al Ethics a n d C ivic M orals, s. 4 3 . 20 P ro fession al Ethics a n d C iv ic M orals, s. 4 3 , s. 4 5 ; Leçons d e sociologie (F r. baskı), Paris, 1 9 5 0 , s. 55.
169
Demokrasi ve meslek grupları Durkheim ’ın T oplum da îşbölü m ü ’n de gösterdiği gibi, temel ge lişme eğilim i, toplum lar karm aşıklaştıkça bireyin k o le k t if b i lince itaatten giderek uzaklaşm ası yönündedir. Bu süreçle iliş kili olarak, birey insanın hakları ve değerini vurgulayan ahlâkî idealler ortaya çıkar. Bu, ilk bakışta, devletin etkinliklerinde ki genişlem eyle im kânsız bir karşıtlık yaratır görünür. Durkheim’m sözleriyle, işbölüm ündeki artan farklılaşmayla devle tin önem inin arttığı açıktır: Devletin gelişim i genel toplum sal gelişm enin norm al k arakteristik bir özelliğidir.2' A ncak, bu görünüşle karşıtlık, m odern toplum larda, devletin esasen bu bireysel hakların sağlanm ası ve korunm asından sorum lu kurum olduğunun anlaşılm asıyla çözülür. Bu yüzden, devle tin genişlem esi ahlâkî bireyciliğin artışı ve işbölüm ündeki ge lişme ile doğrudan ilişkilidir. Bununla beraber, hiçbir modern devlet sadece yurttaşlık haklarının bir garantörü ve düzenle yicisi olarak davranmaz. Uluslararası anlaşm azlıkların sürm e si bir kolektivite olarak ulusla ilgili ortak inançların (vatanse verlik, ulusal onu r gibi kavram ların) gelişm esine yol açm ıştır. D urkheim ’a göre, m illiyetçilik, m odern toplum larm gelişim in de ikincil önem de bir faktör olm asına rağm en,22 ulusal değer lere bağlılık ile günüm üzdeki uzunca süredir kök salm ış olan bireysel eşitlik ve özgürlük kavram larının asli b ir özelliğini oluşturan pan-hüm anizm arasında çatışm a yaratma eğilim in dedir. Öte yandan, ulusal onurun gelecekte genel insanlık ide allerini geliştirm ede kullanılm ası anlaşılmaz bir şey değildir.23 21
Ö nceden belirtildiği gibi (s. 134, dipnot 4 9 ), D urkheim yine de toplum ve devlet arasında evrensel bir ilişki olm adığını vurgular: “Toplum türleri farklı devlet tipleriyle karıştırılm am alıdır... bir ulusun yönelim sistem indeki bir de ğişiklik zorunlu olarak egem en toplum tipinde değiştirilm esini gerektirm ez." Bu düşünce D u rk heim în M ontesquieu eleştirisinin bir parçasıdır. Bkz. Mon tesquieu and R ousseau (Ann Arbor, 1 9 6 5 ). s. 3 3 ve farklı yerlerde.
22 Alm an m ilitarizm inde olduğu gibi p a to lo jik bir b içim i gerektirebilir. Krş. Durkheim 'ın T reitscheke'in Politik adlı çalışm asını eleştirisi: “L'A llem agne audessus d e tout" (Paris, 1 9 15 ). 23
170
P ro fession al Ethics a n d C iv ic M orals, s. 7 3 -7 5 ; ayrıca krş. M oral E du cation (lng. b askı), New York, 19 6 1 , s. 8 0 -8 1 . 1A h la ksa l T erbiye, çev. M. F . Bezirci,
P eki, devletin faaliyetlerindeki genişlem e gerçekte onun bü rokratik bir tiranhğa dönüşm esine yol açabilir mi? D urkheim bunu ihtim al dahilinde görür. Devlet sivil toplum daki bi reyler kitlesinin çıkarlarından soyut, baskıcı bir birim olamaz. Bu durum birey ve devlet arasında ikincil grupların fazla geliş mediği koşullarda, bireyin haklarını koruyabilecek ve devletin gücünü dengeleyebilecek gruplar olmadığında yaşanır. Durkheim ’m devlet teorisi ve demokrasi anlayışı arasındaki ilişki yi çizen şey, çoğulculuğa ihtiyaca ve buradan hareketle m eslek birliklerinin (k o rp o ra sy o n la ıın ) yeniden canlandırılm ası tale bine vurgusudur. D urkheim , geleneksel dem okrasi anlayışına halk kitlesinin doğrudan yönetim de yer alm asını gerektirdiği sürece karşıdır. A zgelişm iş kü çü k kabileler dışında, yönetim in doğrudan o r taklaşa yü rü tü ld ü ğü h iç b ir toplum biçim i yo k tu r: yön etim her zam an doğum la veya seçim le belirlenm iş b ir azınlığın el lerinded ir; o n u n etki alanı koşullara göre daha b ü y ü k veya daha sın ırlı o lab ilir, an cak asla dar bir bireyler çevresinden fazlasm ı içerm ez.24
D urkheim ’a göre, bir toplum devlet ve toplum un diğer k e sim leri arasındaki iki yönlü iletişim in derecesine göre daha az veya daha çok dem okratiktir. Ona göre, toplum sal davra nışların bilinçli ve am açlı bir karaktere büründüğü dem okra tik bir sistem in varlığından kaynaklanan oldukça önem li bir sonuç vardır. Toplum sal hayatın adetler ve alışkanlıkların yö netim indeki birçok yanı devlet m üdahalesine tâbi hale gelir. Devlet ekonom ik hayatla ve adaleti düzenlem ekle, eğitim le ve hatta sanatsal ve bilim sel organizasyonlarla ilgilenir. Bu yüzden, dem okrasilerde devletin rolü, basitçe halk kit lesinin yaygın ve sorgusuzca kabullendiği görüşler ve duygu ları özetlem ek ve ifade etm ek değildir. D urkheim ’a göre, dev 1938] Burada D urkheim ulusun “insanlık düşüncesinin kısm i bir cisim leşm e si olarak anlaşılam ayacagı"m söyler. 24 P rofession al Etlücs a n d C ivic M orals, s. 8 5 ; L cçons dc socio lo g ie (Fr. baskı), s. 103.
171
let sosyal ego (“b ilin ç”) iken, bir bütün olarak k o le k tif bilin ç/ vicdan sosyal “zih in”dir, alışkanlığa dayalı, düşüncesiz birçok farklı düşünme biçim ini içerir. Devlet, bu yüzden, çoğu kez yeni düşüncelerin kaynağıdır ve toplum tarafından yönlendi rildiği kadar onu yönlendirir. D evletin bu yönlend irici rolü yüklenm ediği toplum larda, son u ç geleneğin boyunduruğun daki toplumlardaki kadar büyük bir atalet olabilir. Kısıtlayıcı geleneklerin etkisinin büyük ölçüde azaldığı m odem toplum larda eleştirel ruhu sergilem enin birçok yolu vardır ve kitle arasında kanaat ve ruhsal durum değişikliğine sıkça rastlanır: hüküm et bunları basitçe yansıttığında, sonuç, siyasal alanda hiçbir som ut değişime yol açm ayan- sürekli bir belirsizlik ve tereddüt durum udur. B irçok yüzeysel değişim ortaya çıkar, ancak birbirini eler: “G örünüşte oldukça fırtınalı olan toplum lar çoğu kez rutinlere bağlıdır.”25 Birey ve devlet arasında ik in cil gruplar olm adığında, bu durum sürm e eğilim indedir. Bu eğilim, güçlü bir devletin varlığı durumunda tiranca bir des potizme yol açabilir, ancak devletin zayıf olduğu yerlerde de ğişken bir istikrarsızlık üretebilir. D urkheim T op lu m d a tşbö lü m ü ’n ü n y ayınından ö n ce bile m eslek birliklerinin çağdaş toplumlarda m evcut duruma göre büyük bir rol oynayabileceğini düşünüyordu.26 Bu tema kitap ta ayrıntılı olarak açıklanm asa da, bununla çalışmada formüle edilen anom ik işbölüm ü analizi arasındaki ilişkiyi görm ek zor değildir.27 Anom i m eslek sistem inde, işbölüm ünün “düğüm noktalarTnda -y a n i, farklı m eslek tabakaları arasındaki birleş 25
P ro fession al Ellıfcs and C ivic M orals, s. 9 4 . D urkheim çoğu kez iddia edi lenin aksin e toplum sal çatısına konusuna duyarsız değildi; örneğin, M ontesquieu'yu “h er toplum un çatışan faktörlere vücut kazandırdığım , b asit çe geçm iş bir formdan kadem eli olarak ortaya çıktığını ve gelecek b ir forma y ö n elm e eğ ilim in d e o ld u ğu n u " g ö rem em ek le eleştirir: M onlestjuicu an d R ou sseaıı, s. 59.
26
D urkheim , ilk kez 1892'de bir ders olarak verilen “La famille con ju gale'd e m eslek birliklerinin rolüntı tartışır. Bu ders notlan 1921'e kadar yayımlanma m ıştır (Revue P h ilosop h ie, c. 9 1 , s. 1 -14).
27
Durkheim , fşbölıımû’nden önce yazmaya niyetlendiği, özellikle m eslek birlik lerinin önem ini ele alan bir çalışm a planlam ıştır, ancak bu proje asla gerçek leşm em iştir. Krş. T he D ivision o f I-ahour in Sociccy. “G iriş”, s. 1.
172
me ve alışveriş n oktaların d a- ahlâk! bütünleşm e yokluğu du rumunda ortaya çıkar. M eslek birliklerinin temel bir işlevi, bu noktalarda ahlâkî bütünlüğü güçlendirm ek ve böylece organik dayanışmayı geliştirm ek olacaktır. Bu görev m odern toplum larda aile tarafından başarılam az, çünkü ailenin işlevleri gide rek kısıtlanm aktadır. M eslek grubu “bireyin doğrudan sırtını dayamak için yeterince yakın olabileceği ve ona yeterince ka lıcı bir perspektif kazandırabilecek” tek gruptur.28 D urkheim ’a göre, örneğin, Ortaçağ’daki eski meslek loncası türünün tama men ortadan kalktığı yeterince açıktır. Günüm üzde sendikalar genelde daha gevşek bir biçim de örgütlenm işlerdir ve zorunlu toplumsal ihtiyaçları karşılamazlar, zira onlar işverenlerle sü rekli çatışma halindedirler: işverenler ve işçiler, birbiriyle ilişkilerind e e şil güçte olm ayan iki ö zerk d evlete ben zer b ir konum d ad ır. O n lar da, uluslar gibi, kendi yön etim leri aracılığıyla aralarında sözleşm eler ya pabilir. A ncak, savaşm akta olan iki ülke arasında v an lan an laşm aların sadece karşılıklı askerî güç d urum unun ifadesi o l ması g ibi, bu sözleşm eler de sadece o n la n n sahip o ld u klan karşılıklı ek o n o m ik güç durum unun ifadesidir. O n lar som ut b ir durum u yaptırım altına alabilir, ancak onu yasal b ir koşul haline getirem ezler.29
Buna göre, m eslek birliklerini “sadece farklı özel çıkarların bileşim lerinin bir ifadesi olm ak yerine, toplumsal bir rol oyna yan” yasal olarak kurulm uş gruplar olarak yeniden yapılandır mak gerekir. D urkheim , m eslek gruplarının nasıl yapılandırılm ası gerek tiği konusunda ayrıntılı açıklamalardan kaçınır. O nlar basitçe Ortaçağ loncasının yeniden canlandırılm ış bir hali olm ayacak lardır; onlar yüksek düzeyde bir iç özerkliğe sahipken, devle tin genel yasal gözetimi içine çekileceklerdir: O nlar hem kendi üyeleri arasındaki ve hem de diğer m eslek gruplarıyla araların daki çatışm aları çözecek otoriteye sahip olacaklardır; ve onlar 28
“La famille co nju gale". s. 18.
29
T he Division u f L aboıır in S o d e ty , s. 6; (F r. baskı), s. vii-viii.
173
çeşitli eğitim ve boş zaman etkinliklerinin odağını oluştura caklardır.30 O nlar, ayrıca, siyasal sistem de doğrudan ö n em li bir rol oynayacaklardır. Bazı m odem toplum lann yüzeysel değişkenliğinin bir nedeni -se ç ile n tem silcilerin seçm enlerin kaprislerine yakından zin cirlen d ik leri- seçim sistem inde doğ rudan tem silin yaygınlığına bağlanabilir. Bunun üstesinden, m eslek gruplarının temel aracı seçim birim leri olarak hizm et ettikleri iki veya çok aşamalı bir seçim sistem iyle gelinebilir. D urkheim ’a göre, bu n lar sadece istek kipinde ön erm eler değil, aksine onun S osy o lojik Yöntemin K u rallan ’nda sözünü ettiği “norm al” toplum biçim lerinin tespitiyle uygunluk için deki önerm elerdir. Başka deyişle, m eslek gruplarının gelişim i kom pleks işbölüm ünün oluşum sal ilkesidir. Böylece, korp oratif ku ru m lan n yokluğu bizim gibi bir insan lar organizasyonu içinde önem li b ir boşlu k yaratır... O -a r z u la n a n - o rtak hayalin norm al işleyişi için gerekli tüm bir o r ganlar sistem idir... D evletin sadece insanların içinde ortakla şa yaşantılarım sürdürdükleri bir ortam olduğu yerlerde, Tıireyler kaçınılm az olarak ilişkiyi koparır, b irb irlerin d en k o parlar ve böylece toplum çözülm eye uğrar. B ir ulus varlığını, sadece, Devlet ve birey arasında bireyleri kendi eylem alanla rına çek ecek kadar yakın b ir dizi ikincil grup b ulu ndu ğu n da ve bu yolla bireyler toplum sal hayatın genel akışı için e çe kildiğinde sürdürebilir. Biz sadece m eslek gruplarının bu rolü yüklenm eye ne kadar uygun old u klannı ve bunun o n ların ka derleri olduğunu gösterd ik.31
30
Profession al Efhics a n d Civic M arals, s. 2 8 vd. ve 1 0 3 -1 0 4 ; Siiicidc, s. 3 7 8 -3 8 2 ; T h e Division o f L a b o u r in Society, s. 2 4 -2 7 .
31
T he Division o f L abou r in S ociety, s. 2 8 -2 9 . Kr$. Erik Allardi, “Em ile Dürkhe im: sein Beilrag zur politischen Soziologie", K öln er Z eitschrift fü r Soziologie und S ozialp sy ch olog ie, c. 2 0 , 1968. s. 1-16.
174
8 Din ve Ahlâkî Disiplin
Durkheim ilk yazılarında, evrimleşmiş tüm ahlâkî, felsefi, bi limsel ve hukukî fikirlerin asıl kaynağı olduğunu kabul ede rek, dinin toplum daki önem in i açıklam aya çalışır. D urkh e im T oplum da işbölüm ü ’nde k o le k tif bilincin parçasını oluşturan bir inancın dinsel bir karakter taşıma eğilim inde olduğu te zini ana hatlarıyla ortaya koyar; ancak söz konusu çalışmada bu tez daha fazla araştırma gerektiren “oldukça m uhtem el bir varsayım” olarak g eliştirilir.1 Ancak, D urkheim ’m k o le k tif b i lincin etkisiyle ilişki içinde dinin toplumdaki m uhtem el öne mini kabulü m od em toplum sal tipin ortaya çıkışıyla b irlik te kapsamlı değişim lerin yaşandığı gerçeğinin farkında oluşla dengelenir. D urkheim , m eslek hayatının başlangıç dönem in de ulaştığı sonucu sürekli olarak vurgular: “eski ekonom i teo rilerini savunanlar günümüzde düzenlemeye gerek olmadığını düşünürken hata içindedir”, ayrıca “din kuruntunun savunu cuları da, dünün düzenlem esinin bugün de kullanışlı olacağı na inanırken hata içind edir".2 Çağdaş toplumlarda dinin öne minin azalması m ekanik dayanışmanın önem inin azalm asının zorunlu bir sonucudur: 1
T he Division o f L abou ı in Society, s. 169.
2
71le Division o f L abo u r in Society, s. 383.
175
din sosyolojisine verdiğim iz önem , en azından, dinin gü nü müz toplum iarında da başka zam anlarda oynadığı rolü oyna ması gerektiğini gösterm ez. B ir anlam da, aksi yönde bir yargı daha doğru olacaktır. K esinlikle din, ilksel bir fenom en old u ğu için, yol açtığı yeni toplum sal form ları giderek daha fazla üretm ek zorundadır.3
Durkheim 1 8 9 5 ’lere kadar dinin toplumsal bir olgu olarak öneminin tamamen farkında olmadığım itiraf eder. Ona göre, dinin önem inin farkına varması (bunda İngiliz antropologla rın çalışm alarını okum anın payı büyüktür) onu bu yeni dü şüncelerin içerimlerini ortaya koymak için erken dönem yazı larını yeniden gözden geçirmeye iter.4 Bu konudaki geleneksel yoruma göre, Durkheim -T o p lu m d a İşbö lü m ü n d e sahip oldu ğu varsayılan- nispeten “m ateryalist” konum dan “idealizm "e daha yakın bir bakış açısına kaymıştır. Bu yorum , tamamen ha talı olmasa bile, yanıltıcıdır ve bu hatanın kaymağında bir ölçü de ikinci el çalışmalarda Durkheim’ın işlevsel ve tarihsel anali zini gerçekle onun düşüncesine yabancı b ir biçim de değerlen dirme yönündeki yaygın eğilim ler yatar,5.Durkheim çoğu kez, Marx gibi, insanın tarihsel doğasını vurgular ve tarihsel geliş menin nedensel analizinin sosyoloji için tamamlayıcı önemde olduğunu belirtir: “Tarih sadece insan hayatının doğal çerçeve si değildir; insan tarihin bir ürünüdür. Tarihten kopardığım ız da, zaman-dışı, sabit ve hareketsiz bir şey olarak kavramaya ça lıştığımızda, insanı gerçek doğasından koparırız.”6 D insel H a 3
Année Sociologique, c. 2, 18 9 7 -8 , Kurl H. W olff; Emile D urkheim el al.. Essays oil S ociology and P hilosophy (New Y ork, 1 9 6 4 ), s. 3 5 2 -3 5 3 .
4
Revue neo-scolastiqiie'nin editörüne m ektup, s. 613.
5
Parsons, D urkheim ’in tüm yazılarım doğrudan “düzen problem i“ni açıkla ma girişim i olarak görür; halbuki D urkheim ’in çalışm asının ana eğilim i, genel toplum sal gelişm e sırasında toplum sal dayanışm a biçim lerin d eki d eğ işm ele ri analizdir. Parsons, özellikle bkz. s. 30 6 , 3 0 9 , 3 1 5 -3 1 6 . Ayrıca D urkheim bu çalışm anın “genelde sosyolojiyi ele alma girişim i" olmayıp, esasen - “ahlâk ve yargı kurallarını” o lu ştu ran - “açıkça sınırlı bir olgular düzeni”ylc sınırlı ol duğunu vurgular. “La sociologique en France au X IX siècle", Revwe blu e, c 13, 19 0 0 , Bölüm 2, s. 648.
6
“Introduction à la m orale", Revue p h ilosop h iqu e, c. 8 9 , 19 2 0, s. 89. D urkhcim’-ın tarih ve sosyoloji ilişkileri konusundaki görüşleri için, onun tarihin
176
y atın ilk sel B içim leri’n d e ortaya konulan temel teorik yapı iş levseldir, yani dinin toplum daki işlevi ele alınır. A ncak bu ça lışma ayrıca önceki tiplerden çok farklı olan m odern toplum lann yaşadıktan kapsamlı değişim lerle bağlantı içinde okun malıdır. D urkheim kariyerinin ilk dönem inde, T ön n ies’i eleş tirirken, m ekanik ve organik dayanışma arasında m utlak bir kopuş olm adığını vurgular: ikinci tip ilkindeki kadar ahlâkî düzenlemeyi gerektirir, ancak bu yeni düzenlem e geleneksel tipte olamaz. D urkheim ’ın Dinsel H ayatın ilk s e l B içim leri’n d e geliştirdiği yeni din anlayışının önem i, geleneksel ve m odern toplum biçim leri arasındaki bu sü rekliliğin doğasını açık la maya yönelik olm asıdır. “Bu yeni toplum sal formları anlam ak için, onları dinsel kökleriyle ilişkilendirm ek, fakat deyim ye rindeyse, bunu dinsel fenom en lerle k arıştırm ad an yapm ak gerekir.”7 Bu vurgunun ayrıca D urkheim ’a m odem toplum lar üzerine analizindeki belirli tem aları aydınlatmasına -d o ğ ru d a n - yar dım cı olduğu kesindir. Burada tem el bir unsur, D urkheim ’m sonraki yazılarında toplum sal olguların kısıtlayıcılığm a vur gunun yerini ideallere “olum lu” bağlılıkta rol oynayan sem b o llerin özel k arak terin in ö n em ine daha fazla vurguya bı-rakmasıdır. A ncak bu idealizme kolay bir teslim iyet değildir. D urkheim ’ın erken dönem yazılarında zorlayıcılık ve yüküm lülüklere yoğun vurgu, büyük ölçüde bu yazıların yol açtığı eleştirel saldın biçim inin bir sonucudur; Durkheim , tüm çalış malarında, toplum un insan ideallerinin kaynağı ve kabı oldu ğunu vurgular.8
doğası üzerine üç yazı üzerine eleştirisine bkz. (bunlardan ikisi C roce ve Sorel'e aittir) Année Sociologique, c. 6, 1 9 0 1 -2 , s. 1 2 3 -1 2 5 . Ayrıca krş. Roberl Bellah, “D urkheim and History”, Nisbet, Em ile D urkheim . s. 1 5 3 -1 7 6 . 7
Année S ociolog iqu e. “G iriş", 1 8 9 7 -8 ; Krş. Gehlke’in erken dönem araştırması: Charles Elm er G chlke, Emile D urkheim 's C ontributions T o S o cio lo g ical T heory (New York, 1 9 1 5 ), s. 4 8 vd.
®
Krş. bu kitap s. 1 2 2 -1 2 7 .
177
Kutsalın karakteri Durkheim D insel H ayatın ilk sel Biçimleri’nde “günüm üzün bi linen en basit ve en ilkel d in i” olarak nitelediği Avustralya to tem izm ini yakından in celer.9 D insel bir kavram laştırm a ge liştirm eye çalışan D u rk h eim , F u stel de C ou lan g es’in k u t sal ve kutsal-olm ayan tipolojisini kullanır. D urkheim ’a göre, doğaüstü tanrılar anlayışını dinin zorunlu bir önkoşulu ola rak almak yanlıştır: O ldukça isabetli bir biçim de “dinsel” ola rak adlandırabileceğim iz, fakat içinde tanrılar ve ru hlann hiç bir şekilde yer alm adığı veya sadece küçük önem de olduğu inançlar ve pratikler sistem leri vardır. “D insel” inancın ne ol duğu fikirlerin özsel içeriğine bakılarak tanımlanamaz. Dinsel inançların özel karakteristiği, “onların insanların bildikleri her şeyi, iki kategori, iki bağımsız tür içinde gerçek ve ideal ola rak sınıflandırm alarını gerektirm esidir...”10 Dinsel düşüncenin karakteri bu dikotom ik çerçeve dışında kavranam az: dünya “ku tsal” ve “k u tsal-olm ay an ” biçim ind e tam am en bağım sız iki nesneler ve sem boller kategorisine ayrılabilir: “O m utlaktır. Düşünce tarihinde bu kadar farklılaşm ış veya bu kadar kökten birbirine karşıt başka h içbir şeyler kategorisi örneği y oktu r.”11 Kutsalın özel karakteri, onun kutsal-olm ayandan bu köklü ayrılığı pekiştiren ritüel em irler ve yasaklamalarla çevrili o l masında kendisini gösterir. Bir din sadece bir inançlar toplu luğu olamaz: o, her zaman, em redilen ritüel pratikleri ve be lirli bir kurum biçim ini içerir. Kilisesi olmayan hiçbir din yok tur, ancak ilgili dinin gerektirdiği kurum biçim i büyük fark lılık gösterir. “K ilise” kavram ı, D urkheim ’ın kullandığı a n lamda, belirli bir ibadet edenler grubuna ait düzenli bir ayin m erkezini ifâde eder; ancak m utlaka uzmanlaşmış bir papaz lık kuruntunun varlığını ima etmez. N itekim Durkheim , “kut sal şeyler tem elinde birleşm iş (so lid a rie ) bir inançlar ve pra
9
T he E lem entary F orm s o f the R eligious Life, s. 13; (F r. baskı), s. 1.
10
T h e E lem entary F orm s o f the Religious Life, s. 52; (F r. b askı), s. 50.
11
The E lem entary F orm s o f (he Religious Life, s. 5 3 ; (F r. baskı), s. 53.
178
tikler sistem i [olarak]... kendisine bağlı olanların tüm ünü ki lise olarak adlandırılan tek bir ahlâkî topluluk içinde birleşti ren inançlar ve pratikler”12 olarak (ünlü) din tanım ına ulaşır. Bu tanım a göre, totem izm , hiçbir kişiselleşm iş ruh veya tan rıya sahip olmasa bile, bir din biçim idir. Totem izm , kesinlik le günümüzde bildiğim iz ve m uhtem elen daha ilkel biçim i bu lunmayan en ilkel din tipidir.13 Bu yüzden totem izm in köke nini oluşturan faktörleri belirlem ek m uhtem elen “aynı zam an da, insanlıkta dinsel duygunun oluşum una yol açan nedenleri keşfetm ek”tir.14 Avustralya toplumlarında totemizm klan sistem inin tamam layıcı unsurudur. Totem ci klanın kendine has bir özelliği, klan grubunun kim liğini gösteren ism in aslında hususi özellikle re sahip olduğuna inanılan maddi bir nesne ismi - b ir to tem olmasıdır. Aynı aşiret içindeki iki klandan hiçbiri aynı toteme sahip değildir. Bir klanın üyelerinin kendi totem lerinin sahip olduğuna inandıkları n itelikler incelendiğinde, totem in ktılsal/kutsal-olmayan dikotom isinin eksenini oluşturduğu görü lür. Totem “kutsal şeylerin asıl prototipidir”.15 Totem in kutsal karakteri, kendini, totemi faydacı amaçlarla kullanılabilen sıra dan nesnelerden ayıran ritüel görenekler içinde gösterir. Fark lı ritüel em irler ve yasaklar aynı zamanda totemin sem bolünü -n esn elerin üzerine yerleştirilen veya kişiyi süsleyen totem in tem silin i- çevreler; bu sem boller, çoğu kez, bizzat totem -nesneyle ilişkili nesnelerden bile daha sıkı yaptınm a tâbidir. Ayrıca bizzat klan üyelerinin kutsal niteliklere sahip olduğu düşünülür. Daha gelişmiş dinlerde inanan kutsal-olm ayan bir varlıkken, totemizmde bunun aksi doğrudur. Her insan kendi totem inin -b iz z a t totem in dinselliğini paylaştığını g ö stere n adım taşır ve bireyle totemi arasında soy bağlan olduğuna ina nılır. Bu yüzden, totemizm üç tür nesneyi kutsal kabul eder: 12 The Elem entary F orm s o f t h e Re/igious Life, s. 6 2 ; (Fr. baskı), s. 65. 13 T he E lem en taıy F orm s o f ehe Religioııs Life, s. 195. H
The F.lcmcntary Form s o f th c Rdigious Life, s. 195. D urkheim , totem izm i daha önceki bir din biçim inin türevi olarak gören farklı teorileri eleştirir.
15
The E lem entary F orm s o f the R eligious Life, s. 140; (F r. b askı), s. 167.
179
totem, totemin sem bolü ve klan üyeleri. Bu üç kutsal nesne ka tegorisi ayrıca genel bir kozm olojinin parçasıdır: “Avustralya lI
için, şeylerin kendisi, evreni dolduran her şey kabilenin bir
parçasıdır; onlar kabilenin kurucu unsurlarıdır ve deyim yerin deyse, onun sürekli üyeleridir. Tıpkı insanlar gibi onlar da top lumun düzeni içinde belirli bir yere sahiptir.”’6 Nitekim örne ğin, bulutlar bir toteme, güneş bir başka toteme aittir: doğada ki her şey totem ci klanın organizasyonu temelinde düzenli bir sınıflamaya tâbi tutulur. Genelde belirli bir klan veya fratri (bir klanlar grubu bileşim i) içinde sınıflandırılan tüm nesnelerin ortak özellikler taşıdıkları düşünülür ve klan üyeleri bu nesne lerin kendilerini birleştirdiğine inanır -erk ek le r “onları kendi arkadaşlan olarak görür ve onların kendileri gibi aynı bedenin cisim leşm esi olduğunu düşünür”.’7 Bu, dinin etki alanının ilk bakışta görünenden çok daha öteye uzandığını gösterir. “O sa dece totem hayvanlan ve klanın insan üyelerini içerm ez; hiçbir şey bir klan içinde ve bir totem altında sınıflandm lm adan var olamayacağı için, benzer şekilde, farklı derecelerde de olsa, be lirli bir dinsellik taşımayan hiçbir şey yoktur.”’8 Nitekim, üç tür kutsal nesneden hiçbiri kutsal karakterini di ğerlerinden almaz, zira tümü ortak bir dinsellik taşır. Bu neden le, onlann kutsal karakteri, tüm ünü kucaklayan bir kaynak tan, hepsinin kısm en paylaştığı, ancak yine de onlan birbirin den ayıran bir güçten çıkm ak zorundadır. Avustralya totem iz minde bu kutsal enerji aslında kendisine vücut kazandıran nes nelerden açıkça farklılaşmamıştır. Ancak bir başka yerde açıkça farklılaşmıştır; bu farklılaşmış güç örneğin Kuzey Amerika Yer lileri arasında ve Melanezya’da m a m olarak adlandırılır.’9 Avus 16
T he Elem entary Form s o f ıh e Religions Life, s. 166; (Fr. baskı), s. 201.
17
T he E lem entary F orm s o f th e Rcligious Life, s. 174. Bu sınıflam a sistem in ay rıntılı bir açıklam ası için krş. D urkheim ve Mauss, Prim itive C lassification (Londra. 1963).
18
T he Elementary Forms o f the Rcligious Life, s. 179; (Fr. baskı), s. 219.
19
D urkheim ’a göre, evrensel bir güç olarak soyut bir murnı kavramının gelişi mi sadece totcm ci klan işlevini yitirdiğinde ortaya çıkar. M ana kavramı Henri Hubert ve M arcel M auss tarafından bir ölçüde derinlem esine ele alm m ışur: "T h éorie générale de la m agie". A nnée S ociolog ie, c. 7, 1 9 0 2 -3 , s. 1-146.
180
tralya totem izm inde yaygın olarak rastlanan bu dinsel enerji, daha kompleks dinlerde tanrılar, ruhlar ve şeytanlar biçiminde kendini gösteren bu genel gücün sonraki daha özelleşmiş tüm som ut örneklerinin ana kaynağıdır. Bu yüzden, dinin varlığını açıklam ak için kutsal olan her şeyin kaynağını oluşturan bu genel enerjinin tem elinin ortaya konm ası gerekir. N için onlara kutsal güç atfedilm esi gerek tiğini açıklayan şey, fiziksel nesneler olarak totem lerin üret tiği dolaysız duyum lar değildir. Totem nesneler, çoğu kez, doğaları gereği, kendilerine yüklenen güçlü dinsellik duygu larını uyand ıram ayacak- önem siz hayvanlar veya küçük b it kilerdir. A yrıca, totem in temsili g enellikle totem n esned en daha kutsal olarak görülür. Bu durum, “totem in ön celikle bir sem bol, bir başka şeyin maddi ifadesi olduğu”nu gösterir. Bu n ed enle, totem hem kutsal enerjiyi hem de klanın k im liği ni sim geler. D urkheim şu retorik soruyu sorar, “O aynı anda tanrının ve toplum un sim gesiyse, bunun nedeni tanrı ve top lum un aynı şeyler olm ası değil midir? Totem izm in ilkesi biz zat -to te m olarak hizm et eden bir bitki veya hayvanın algı lanabilir suretleri biçim inde tasavvur ve tem sil e d ile n - klan grubu d ur.”20 Toplum yüküm lülük ve saygıyı em reder: k u t salın ikili karakteri. İster yaygın insan-dışı bir güç isterse k i şiselleştirilm iş b ir şey olsu n, kutsal nesne -g e rç e k te , toplu mun birey üzerindeki üstünlüğünü sim geley en - yüce bir var lık olarak algılanır. G en el d üzeyd e, b ir toplum un in sa n la n n zih n in d e -b a s itç e onlar üzerinde uyguladığı etki sayesin d e- kutsal hissini uyan dıracak gerekli h er şeye sahip olduğu kesindir; zira, inananlan için tanrı neyse, toplum da üyeleri için aynı şeydir. B ir tann , gerçekte, onu n kendilerinden kesinlik le üstün bir varlık o l duğunu ve ona bağım lı olduklarını düşünen insanlar için en önem li varlıktır. Ö rneğin, ister Zeus veya Yehova gibi bilinç sahibi b ir k işilik , isterse totem izm de rol oynayanlar gibi sa dece soyut gü çler olsun, inanan iki örnekte de kendisine ko20
T h e Elcm entary Form s o f thc Rcligious Life, s. 3 6 ; (F r. b askı), s. 295.
181
m ünyon içitıde olduğu duygusu veren kutsal ilkenin doğası nın dayattığı belirli davranış biçim lerine tâbi olduğuna ina nır... A rtık, toplum un kendi üyelerine dayatacak kadar güçlü olduğu davranış biçim leri, bu yüzden, saygı yaratan ayırt edici bir işaretle belirlenir.2'
Durkheim'ın burada “toplum ” ve “kutsal” arasında kurdu ğu denklik yanlış anlaşılm am alıdır. Durkheim , “din toplumu yaratır”22 dem ez, onun Dinsel H ayatın İlksel B içim leri'n de “ide alist” b ir konum u benim sediği düşüncesini besleyen bu yan lış yorumdur. Ona göre, aksine din insan toplum unun kendiy a r a tısı, onun özerk gelişim inin ifadesidir. Bu idealist bir teori olmayıp, aksine toplum sal olguların diğer toplum sal olgularla açıklanabileceği ilkesine uygun bir düşüncedir.23 Durkheim dinsel sem bolizm in serem onik bir biçim de nasıl yaratıldığı ve yeniden yaratıldığını am pirik olarak gösterm e ye çalışır. Avustralya toplum ları düzenli döngülerden geçer ler; bu döngülerden birinde her akrabalık grubu tüm etkin lik lerini ekonom ik hedefler çerçevesinde bağımsız olarak sürdü rürken, bir başka döngüde klan veya grubun üyeleri belirli dö nemlerde bir araya toplanır, birkaç gün kadar kısa veya birkaç ay kadar uzun bir dönem için bir araya gelirler. Bu evrelerden İkincisi genellikle oldukça yoğun ve duygusal karaktere sahip kamusal ayinler için bir vesiledir. D urkheim ’a göre, bu ayin lerde insanlar -o la y ın yarattığı coşkunluk so n u cu n d a - daha büyük bir gücün kendilerine geçtiğini hissederler. Birey, ha yatının büyük bir bölüm ünü içinde geçirdiği gündelik fayda cı etkinlikler dünyasından tam am en farklı görünen bir dün yaya geçer. Burada biz, dolayısıyla, oluşum halin d eki bir kut sal inanç karşısındayızdır. K utsallık bilinci bu k olek tif co ş kunluktan doğar ve bu yüzden o kutsalın gündelik kutsal-olmayan dünyadan ayrılışı ve üstünlüğünün başladığı noktadır. 21
The Elem entary F orm s o f the R eligious Life, s. 236; (F r. baskı), s. 2 9 5 -2 9 7 .
22
Bu deyimi H. Stuart Hughes’ten aldım ; Consciousness and S ociety (New York, 1 9 5 8 ), s. 285.
23
Les regies d e la m éth od e socio lo g iqu e (Ing. baskı), s. 110.
182
Ayin ve ritüel Peki, niçin bu dinsel gücün belirli bir totem biçim ini alm a sı gerekir? Ç ünkü, totem klanın sem bolüdür: K olektivitenin varlığının yarattığı duygular grubun en kolay biçim de tan ım lanabilir simgesi olarak toteme odaklanır. Bu, totem in tem si linin niçin totem nesneden daha kutsal olduğunu açıklar. Bu, yine de kuşkusuz, klanın niçin başlangıçta bir totem b içim in i alması gerektiği sorusunu açıklamaz. D urkheim ’a göre, totem nesneler basitçe insanların sürekli ilişki içinde oldukları şey lerdir ve her klan grubu kendine totem olarak toplanm a y erin de sıkça rastlanan bir hayvan veya bitkiyi alır. Totem n esnenin oluşma dönem inde totem fikrinin yeşerm esine yardım cı olan, totemi andıran ve ondan aynlan ve böylece bir doğa sın ıflan dırması üreten bu özlere dinsel duygular yüklenir. A ynca d in sel güç, özel bir amaçla bir araya gelm iş topluluktan kaynak landığı, ancak aynı zamanda “bireylerin dışında tezahür etti ği ve onlar üzerinde bir tür aşkınlık kazanabileceği" için , sade ce onlann içinde ve onlar aracılığıyla algılanabilir, bu an lam da onlara içkindir ve onlar zorunlu olarak dinsel gücü tem sil ederler.24 Buradan totem izm in üçüncü özelliği çıkar: T o p lu lu ğun birey üyeleri totem in dinselliğini paylaşırlar. Bu açıklam a, dini in ançlann özsel içeriklerine göre tan ım lama girişim inin niçin boşuna olduğunu gösterir. İster b elir li bir nesne isterse bir sem bol olsun, kutsal onun doğal özel liklerine bağlı değildir. En genel-yer nesnesi ancak dinsel güç aşılandığında kutsallık kazanabilir. “Bu yolla, bir bez parçası kutsallık kazanabilir ve bir kâğıt parçası oldukça değerli hale gelebilir.”25 Bu, ayrıca, kutsal bir nesnenin n için kutsallığını yitirmeden parçalara bölünebildiğini gösterir. İsa’nın p elerin i nin bir parçası onun bütün hali kadar kutsaldır. O d inin ik in ci tem el boyutunu -tü m dinlerde k arşım ıza 24
T he Elem entary F orm s o f the R eligious Life, s. 25 3 . D urkhcim 'm analizinin bu noktada eleştirel bir değerlendirm esi için bkz. P. M. W orsley, “Em ile D urkheim ’s theory o f know ledge’’, S ociolog ical Review, c. 4 ,1 9 5 6 , s. 4 7 -6 2 .
25 S o ciolog y anil P hilosophy (lng. baskı), s. 94.
183
çıkan ritüel pratiklerin varlığ ın ı- açıklar. Yakından iç içe geç m iş iki tür ritüel vardır. Kutsal fenom enler tanım gereği kutsal-olm ayan fenom enlerden bağım sızdır. Bir riLüeller seti bu bağım sızlığı sürdürm eye hizm et eder: bunlar kutsal ve kutsal-olm ayan arasındaki ilişkiyi sınırlandıran negatif ritüeller veya tabulardır. Bu yasaklar kutsalla davranışsal ilişkiler kadar sözel ilişkileri de içerir. Normalde, kutsal-olm ayan dünyadan hiçbir şey kutsalın alanına değişmeden girmemelidir. Nitekim , ayin günleri için özel kutsal giysiler belirlenir ve bütün nor m al, dinsel olmayan m eslekler tam am en askıya alınır.26 N e gatif ritüeller pozitif bir yana sahiptir: onlara teslim olan birey kendisini kutsar ve böylece kendini kutsalın alanına girmeye hazırlar. Uygun pozitif ritüeller tüm kom ünyonu dinselle et kileyen ve bizzat dinsel ayinin çekirdeğini oluşturan ritüellerdir. Her iki ritüel setinin işlevi kolayca belirlenir ve yukarıda ana İratlarıyla ifade edilen dinsel inançların oluşum unu açık lamak için gerekli bir unsurdur. Negatif ritüeller kutsalın var lığının tem elini oluşturan kutsal ve kutsal-olm ayan ayrım ı nın sürdürülm esine hizm et eder; bu ritüeller. iki alanın birbi rinin alanına tecavüz etm em esini sağlar. Pozitif ritüellerin iş levi, salt faydacı bir dünyada gücünü yitirecek dinsel ideallere bağlılığı canlı tutmaktır. Bu noktada, bu analiz ile T oplu m da tşbölü m ü ’n d e k i analiz arasındaki ilişki kısaca yeniden ifade edilebilir. Küçük gele neksel toplum lar birlikleri için güçlü bir k o le k tif bilin ce ihti yaç duyarlar. Böyle bir toplumu “toplum ” kılan şey, üyeleri nin ortak inanç ve duygulara bağlılıklarıdır. Bu yüzden, dinsel inançlar içinde ifade edilen idealler toplumun birliğinin temel dayanağı olan ahlâkî ideallerdir. D olayısıyla, bireyler dinsel ayinlerde bir araya toplandıklarında inançlarını m ekanik da yanışmaya dayalı ahlâkî bir düzen içinde pekiştirirler. Böylece, dinsel ayinin içerdiği pozitif ritü eller grubun düzenli ahlâkî 26
184
Kuşkusuz ki, dinsel ritüel ve oyun arasında yakm ilişkiler vardır. D ürkhe im lakım oyunlarının kökünde dinsel törenlerin yattığım belirtir. Bu konuda, krş. Roger Caillois, Man, Play and G am es (Londra, 1 9 6 2 ). Elbette Durkheim için dinsel törenler kelim enin tam anlamıyla “yenidcn-yaralm a”dır.
bütünlüğünü sağlar, bu zorunludur, zira bireyler dindışı dün yadaki gündelik etkinliklerinde bencil çıkarları peşinde koşar lar ve neticede toplum sal dayanışmanın temel dayanağı olan ahlâkî değerlerden kopma eğilimindedirler. Kutsal şeyleri birbirin e bağlayan k o le k tif tem silleri yeniden can lan d ırm an ın tek yolu, onlara d in sel hayatın asıl kayna ğında -y a n i, bir araya gelen gruplar iç in d e - yeniden güç ka zand ırm aktır... İnsan lar kendilerinden daha em ind ir, çü nkıî k e n d ile rin i d ah a g ü çlü h isse d e rle r; o n la r daha g ü çlü d ü rler, çünkü birliği zayıflatan güçler artık b ilin ç içind e yeniden u yand ırılır.27
Ancak bir başka ritüel tipi daha vardır: en önemli örneği yas ayinlerinde cisim leşen “taksirat” (kefaretini ödem e) ritüelidir. Tıpkı dinsel haz duygularının doruğuna ayinin yol açtığı kolek tif coşku sırasında çıkması gibi, yas ayinlerinde de bir “üzüntü paniği” gelişir.28 Bunun etkisi, aralanndaki dayanışma üyelerin den birinin kaybının tehdidi altındaki grup üyelerini bir araya getirmektir. “O nlar, birlikte gözyaşı döktükleri için birbirleri ne sarılırlar ve -iç in e düşülen savrulmaya rağm en- grup zayıf lamaz... grup yavaş yavaş kendine dönerek gücünü hisseder; ye niden umut etmeye ve yaşamaya başlar.”29 Bu durum sadist din sel ruhların varlığını açıklar. Her yerde iki tür dinsel güç var dır: iyi etkiler ve öte yanda hastalık, ölüm ve yıkım getiren kötü güçler. Taksirat ritüelleriyle ilişkili kolektif etkinlik -ked erin hâkim bir duygu olmasını bir tarafa bırakırsak- iyi güçler anla yışına yol açan paralel bir durum sağlar. “Bu, bir insanın, kendi dışında -is te r daimi ister geçici olsun, düşmanlığı sadece insa nın acı çekm esiyle yatıştınlabilecek- kötü güçler bulunduğunu düşündüğünde yaşadığı bir deneyimdir.”30 27
The E lem enlary Form s o f the Religious Life, s. 3 8 7 . Kolektif hayatın "ritm i" Mauss'un “Essai les variations saisonnières des sociétés eskim os” adlı çalışm asın da ayrıntılı olarak analiz edilir (Année Sociologie, c. 9 ,1 9 0 4 - 5 , s. 39-130.
28
T he E lem en lary F orm s o f the Religious Life, s. 4 4 6 .
29
The Elcınentary F orm s o f the R eligious Life, s. 4 4 7 -4 4 8 .
30
T he E lem en lary F orm s o f the Religious Life, s. 4 5 9 , 590.
185
Bilgi kategorileri Totem izm de kutsal ilke daha kom pleks toplum lardakinden ço k daha kapsam lıdır: AvustralyalI toplum lardaki bu dinsel duyguların her yerde sonraki tüm farklılaşm ış düşünce sis tem lerinin kaynağım oluşturm ası gerektiğini görürüz. Doğa nın totem -tem elli sınıflam ası bilgiyi düzenleyen m antık kate gorileri veya sınıflandırm aların ana kaynağıdır. Doğadaki nes neler ve özelliklerin sınıflandırılm ası toplum un totem ci klan lara ayrılm asına dayanır. “Bu ilk m antıksal sistem lerin birli ği toplumun birliğini yeniden-üretir.”31 Bu, toplum un doğa al gısını tamamen yapılandırdığını ima etmez. D urkheim , biyo lojik olarak verili h içbir algısal ayrım bulunm adığını söyle mez, aksine ona göre, en kaba sınıflandırm a bile duyusal ben zerlikler ve farklılıkları bir ölçüde tanımayı gerektirir. Durkheim ’m argümanının anlam ı, bu naif ayrımların sınıflam a sis tem inin eksenini değil, sadece ik in cil bir düzenlem e ilk esi ni oluşturm alarıdır:32 “B enzerlik hissi bir şey, sınıflandırm a (genre) fikri başka bir şeydir. Kategori, benzer biçim de algıla nan nesnelerin, bir ölçüde içeriklerin diş çerçevesidir.” M antıksal kategorilerin mevcudiyeti açık dikotom iler oluş turmayı gerektirir. Bununla beraber, doğa uzayda ve zamanda süreklilik sergiler, ancak bizim dış dünyadan aldığımız duyu bilgileri bu süreksiz tarz içinde düzenli değildir, aksine “belli b elirsiz ve d eğ işk en im g eler”den o lu şu r.33 N itekim bizzat m antıksal sınıf(lam a) fikrinin ve kategoriler arasındaki ilişki lerin hiyerarşik dağılım ının kaynağı toplum un klanlar ve fraırilere bölünm esidir. Ancak, nesnelerin bir başkasından ziyade belirli bir kategoriye dahil edilmesi doğrudan duyusal ayrım lardan etkilenir. Ö rneğin, güneş belli bir kategorideyse, ay ve yıldızlar genellikle karşı kategoriye yerleştirilecektir; beyaz te peli Avustralya papağanı bir kategorideyse siyah papağan bir başka kategoride yer alacaktır. 31
Tlıc E k m en ta ry F orm s o f Ilıe R eligious Life, s. 170.
32
Bu. yine de, Durkheiın’ın teorisinde döngûsellikle ilgili güçlükler yaratmaz. Krş. Parsons, s. 4 4 7 .
33
The E k m en ta ry Form s o f t h e R eligious Life, s. 1 7 1 -1 7 2 ; (Fr. baskı), s. 2 0 8 -2 0 9 .
186
Soyut d ü şü n celeri düzenleyen aksiy om atik k a teg o rilerin toplumdan kaynaklanm ası gibi, temel güç boyutları uzay ve zam an k a teg o rilerin in kaynağı da toplum du r. T em el d in sel güç, güç kavram ının türetildigi ana m odeldir ve felsefe ve doğa bilim lerine sonradan girm iştir.34 Aynısı diğer Aristotelesçi kategoriler için de doğrudur: Zaman kavram ının ilk proto tipi toplum sal hayatın periyodik karakterinde ve uzay kavramı da toplum un işgal etliği mekânda mevcuttur. Zaman ve uzay Kaııt’ın inandığı gibi insan zihnine içkin kategoriler değildir. Kuşkusuz, her birey, geçm işten farklı olan bugün içinde ya şayan bir bilinçtir. Ancak, “zam an” kav ram ı kişiselleşm em iştir; o, grubun tüm üyeleri tarafından paylaşılan soyut bir kate goriyi içerir. “Bu şekilde düzenlenen benim zam an ım değildir; o ‘genelde zaman’d ır...”35 O topluluğun deneyim lerinden kay naklanm alıdır: yıllar, haftalar ve günler biçim indeki zamansal bölünm eler kamusal ayinler, ritüeller ve kutsal günlerin peri yodik dağılım ından kaynaklanır. “Uzay” kavramı, benzer şe kild e, bazı ilk sabit n o ktaları g erektirir: d eğ erlen d irileb ile cekleri bazı ortak standartlar olmadan “kuzey” veya “güney”, “sağ” veya “so l” olamaz. Bu standardı toplum un işgal ettiği alan sağlar. Bu doğrudan gösterilebilir: bazı AvustralyalI toplumlarda, uzay kam pın döngüsel biçim ini yansıtan bir daire biçim inde algılanır ve uzaysal çevre her klanın kamp yerinde ki konum una göre alt bölüm lere ayrılır. D urkheim burada D insel H ayatın İlk sel B içim leri'n in diğer kısım larm dakinden daha farklı basit bir “m ekanik m aterya lizm” biçim i geliştirm ez; ancak bu çalışmasında çoğu kez ide alizm e d üşm ekle su çlan ır. D urkheim g erçek te, bu h areket noktasının, kendine öncül olarak toplum un “alt-tabaka”sı ile kolektif olarak geliştirilen fikirler arasındaki dinam ik etkileşi mi aldığını vurgulamak için biraz zorlanır: 34
D u rk h eim ’a göre b u , daha ö n ce C o m ıe tarafından g ö sterilm iştir. A ncak C om ıe hatalı bir biçim de gı'ıç kavram ının nihayetinde bilim den kalkacağını düşünür, “o, m istik kökenleri nedeniyle, tüm nesnel değerleri reddeder". The Elcm cntary Form s o f the Religioııs Life, s. 234.
35
T he E lem cntary F orm s o f th e R eligious Life, s. 23.
187
K esinlikle, toplum sal hayatın kendi alt-tabakasına bağlı oldu ğu nu n ve o nu n dam gasını taşıdığının açık olduğunu d üşünü yoruz, tıpkı bireyin zihinsel hayatının sin ir sistem ine ve ger çek te tüm organizm aya bağlı olm ası gibi. A ncak, bireysel bi lin cin sin ir sistem in in basit b ir uzan tısın dan daha fazla bir şey olm ası gibi, k o le k t if b ilin ç de kendi m orfolojik tem elinin gölge-olgusundan daha öte b ir şeydir.36
Dinsel H ayatın İlksel B içim leri'nde bir bilgi teorisi olarak ge liştirilen tez özünde genetik karakterdedir; o, bazılarının dü şündüğü gibi, toplumsal düzen ve kolektif fikirler arasında de ğişmez ilişkileri tem el postüla olarak alan bir teori değildir. Gerçekte, D urkheim ’ın genel “toplum sal gelişm e sü reci” an layışı çağdaş toplumlarda rasüanan düşünce sistem lerinin içe riğinin değişen karakteriyle ve onların temelini oluşturan top lumsal süreçlerin giderek farklılaşan doğasıyla ilişkilidir. Bu rada özel önem de olan, m odem rasyonalizm ve laik ahlâk ara sındaki ilişkidir. D uıkheim ’a göre, Dinsel H ayatın İlksel Biçimleri’nin önem i, k esinlik le “k u tsal” karaktere sahip olm ayan hiçbir kolektif inancın olamayacağını gösterm esidir.. N itekim , çağdaş toplumlarda rastlanan ahlâkî düzenin içeriği ve biçim i geleneksel toplum larınkinden tamamen farklıyken, gerçekte geleneksel ve m odem dayanışma biçim leri arasında hiçbir sü rekli çözüm (solution de continuité) yoktur. M odern dünya giderek daha fazla rasyonalizm in (D u rk heim ’ın deyimiyle, ahlâkî bireyciliğin “entelektüel yan”ınm ) etkisi altına girmektedir. Bunun bir sonucu “rasyonel ahlâk” talebidir. Artık,";ahlâkî otoritenin devamı, tıpkı dinsel alanın dindışının etki alanından korunm asında olduğu gibi, ahlâkî ideallerin “deyim yerindeyse, ihlalcilerin elini kolunu bağla yan gizemli bir engelle kuşatılm ası”nı37 gerektirm ektedir. Bu din ve ahlâk bir ve aynı şey olduğunda kolayca sürdürülebilir, zira dinsel sem boller ve işaretler tapınma duygusu uyandırır. 36
T he Elemeııtary Forms o f (he Religious Life, s. 4 7 1 ; bkz. bu kitabın 3 3 7 -3 3 9 sayfalan.
37 A h lâk Eğitimi (Ing. baskı), s. 10.
188
Yine de, dinin bütün izlerini ahlâktan silm ek ahlâk kuralları nın tamamen reddine yol açabilir, zira bu kurallar, sadece uy gulanm a koşulları içinde ihlal edilem eyecekleri düşünüldük leri ve böyle görüldükleri takdirde varlıklarını sürdürebilirler. Bunun nedeni, onların kutsal yasa içindeki asıl tem ellerinden koparıldıklarm da bile kutsal bir karakteri sürdürm eleridir.38
Rasyonalizm, ahlâk ve "birey kültü" Bu analiz aynca din ve ahlâkîliğin ilkel birlikteliği teorisiyle ilişkilendirilebilir. İnsan dinsel düşüncenin olduğu her yerde kendisini iki bağım sız varlık, beden ve ruh olarak algılamıştır. Bedenin maddi bir dünyada, ruhun ebedi kutsal bir alan için de yaşadığına inanılır. Evrensel olana inanç tesadüf] olamaz, ne de tam am en yanılsam adan ibarettir, insan toplum sal ha yatına içkin bir ikiliğe dayanır. Bu ikiliğin kaynağı duyum ve kavramsal düşünce ve ahlâkî inançlar farklılaşm asına götürülebilir. Bunlar birbirinden büyük ölçüde bağımsızdır. Duyum lar ve açlık, susuzluk gibi duyusal ihtiyaçlar, bireysel organiz maların arzularıyla ilişkili olmaları ve başka bir şeye referan sı gerektirm em eleri anlam ında, “zorunlu olarak bencild ir”.39 Aksine, kavram sal düşünm e ve ahlâki değerler, evrenselleş m iş olmaları anlam ında, kişisel-değildir; onlar hiçbir özel bi reye ait değillerdir. Her insan hayata sadece duyum ları tanı yan ve eylem leri duyusal ihtiyaçları tarafından yönlendirilen ben cil b ir varlık olarak başlar (ancak, bu kuşkusuz anom ik bir durum değildir). Fakat, çocuk sosyalleşirken ben cil doğa sı kısm en toplum dan öğrendiği şeylerle kaplanır. Bu yüzden, her birey k işilik olarak bencil bir yana sahipken, aynı zam an da sosyal bir varlıktır. Toplum sal hayatın ahlâkî talepleri b en cil eğilim lerle tam uygunluk içinde olamaz: “Toplum , sü rek li ve bedeli yüksek fedakârlıklar yapmamızı gerektiren varlıgı38
A.g.e., s. 9 -1 1 . “Ahlâkî hayal dinle ortaklaşa sahip olduğu tüm karakteristikle ri asla üzerinden atm am ıştır ve atm ayacaktır”, Sociology an d Philosophy (lng. b askı), s. 4 8 .
39
“T he dualism o f hum an nature and its social cond itions", WolfT, s. 327.
189
mız olmadan şekillenem ez veya varlığını sürdürem ez.”40 Fakat bu özellik ayrıca tarihsel boyutta ele alınm alıdır; duyusal ihti yaçlar “tipik bencil eğilim ler”ken, doğrudan duyusal ihtiyaç lardan kaynaklanmayan farklı bencil arzular da vardır. “Asıl bencilliğim iz büyük ölçüde toplum un bir ürünüdür.”41 D urkheim bunu bir başka yerde tarihsel analizle açıklar.42 H ıristiyanlık ve daha özelde Protestanlık m odem ahlâkî birey ciliğin doğrudan kaynağını oluşturur. H ıristiyanlık için erdem ve d in darlık maddi süreçlerd e değil, a k s in e ru h u n iç h a lle r in d e b u lu n d u ğ u iç in , b ire y s ü r e k li o la ra k k e n d is in i g ö z e tim a ltın d a tu tm aya itilir ... N ite k im H ıristiy a n to p lu m la r ın ın d ü ş ü n c e si z o ru n lu o la ra k m u h tem el iki d ü şü n ce k u tb u doğa ve insand an İk in cisin e yoğunlaşm ıştır.. 43
Hıristiyan ahlâkı “birey kültü ”ne temel oluşturan ahlâk il keleri sağlam ıştır, ancak artık Hıristiyanlığın yerini yeni kut sal sem bol ve nesne türleri alm aktadır. Ona göre, bunun en açık örneği, Fransız Devrimi’ndeki, özgürlük.ve aklın yüceltil diği ve kamusal “ayinler”in yönlendirdiği yüksek düzeyde k o lektif coşku içeren olaylardır. Ancak o yaşantılarımıza egem en olan ideallerin ortaya çıkışında yardımcı olsa bile, bu zam anla rın kolektif ateşi kısa öm ürlüdür. Modern dünya neticede ah lâkî bir boşluk içindedir: Özetle,- esk i tan rılar yaşlanm akta veya ö lm ek te ve başkala rı doğm aktadır. C o m ıe’un eski tarihsel bellekleri yapay ola rak canlandırm a girişim in i gereksiz kılan budur: yaşayan bir kültü yaratabilecek olan şey ölü b ir geçm iş değil, bizzat h a yatın kendisidir. A ncak bu belirsizlik durum u ve sersem letici kargaşa ilelebet devam edem ez. T oplum lanm ızd a, yeni dü şü ncelerin yükseleceği ve b ir süre için insanlara yol göstere 4 0 A.g.e., s. 3 3 8 . 41
Suicide, s. 360.
42
Krş. L ’évolution p éd ag og iqu e en F ra n ce, s. 3 3 2 -3 4 , 3 2 7 -2 9 .
43
A .g.e., s. 3 2 3 .
190
cek yeni form üllerin keşfedileceği, yaratıcı coşk u n lu k anları nın bilineceği b ir gıın m utlaka g elecek tir...44
F ran sız D evrim ine d inam izm in i kazand ıran şey m odern çağda ahlâkî bireyciliğin gelişimidir. Bireycilik, Batı tarihinin farklı dönem lerinde düzensiz aralıklarla ortaya çıksa bile, be lirli bir çağa özgü değildir; onun gelişimi “tarih boyunca kesin tisiz olarak” yer alır.45 Bu yüzden, insan bireyin değerli bir var lık olduğu duygusu toplum un bir ürünüdür ve bireyciliği ben cillikten ayıran kesinlikle budur. “Birey kültü” bencilliğe değil, aksine acı çeken insana yakınlık hissetm e ve toplum sal adalet arzusu gibi karşı yöndeki duyguların gelişim ine dayanır. Birey cilik, m ekanik dayanışmanın egemenliğindeki toplumlarla kar şılaştırıldığında, organik dayanışmalı toplumlarda bencillikte artıştan başka bir şey getirm ezken, hiçbir anlamda bencillikten kaynaklanmaz ve bu yüzden bizzat “her tür dayanışmayı im kânsız kılan bir ahlâkî bencilliğin”46 ürünü değildir. Bu durum bilimsel etkinlik örneğiyle açıklanabilir. Ahlâkî bireyciliğin en telektüel bir türü bilim de cisim leşm iş özgür araştırm a ruhudur: Ancak, bilim sel araştırm anın sürdürülmesi, düşünceler alanın da bir anarşiye yol açm ak yerine, sadece başkalarının kanaatle rine saygı, araştırma sonuçlarının yayınlanması ve bilgi alışve rişini güçlendiren bir çerçeve dahilinde sürdürülebilir. Bireyciliğin gelişim i tersine çevrilem ez, zira o T oplu m da tşbölümi't'nde ayrıntılarıyla açıklanan kapsamlı genel toplumsal değişm elerin sonucudur. Bu görüş D urkheim ’ın özgürlük ve onun ahlâkî düzenle ilişkisi anlayışının kaynağıdır. Özgürlük tüm kısıtlam alardan kurtulm ak değildir. Bu anom idir, bireyle rin doymak bilm ez arzularına zincirlenm eleri nedeniyle özgür olm adıkları bir durumdur: haklar ve özgü rlükler aslında insan doğasına içk in şeyler de ğildir... T o p lu m bireyi ku tsam ış ve onu ö zellikle saygıdeğer 44
T he E lem en ıary F o n n s o f the Religious Life, s. 4 7 5 ; (F r. baskı), s. 6 1 0 -1 1 .
45
T h e Division o f L a b o u r in Society, s. 17 1 ; (F r. b askı), s. 146.
46
“L’individualisme el les inıellecıuels", s. 7 -13. “N itekim , birey h aklannı savu nan bir bireyci aynı zamanda toplumun hayali çıkarlannı da savunur...“, s. 12.
191
kılm ıştır. O nu n giderek özgürleşm esi toplum sal bağların za yıfladığım değil, dönüştüğünü gösterir... Birey iradesini top lum a teslim eder ve bu teslim iyet onu n özgürleşm esinin k o şuludur. Ö zgürlük insanın kör, düşüncesiz fiziksel güçlerden ku rtu lm asın ı g erek tirir; o bu n u söz kon usu gü çlere top lu mu meydana getiren büyük ve zeki güç tem elinde karşı çık a rak -o n u n korunm asına sığınarak— başarır. Toplum u n kan at lan altına sığınarak ay n ca kendini belirli ölçüde ona bağım lı kılar. A ncak bu ö zgü rleştirici b ir bağım lılıktır.47
Neticede, ahlâkî otorite ve özgürlüğün birbirlerini karşılık lı olarak dışlayan karşıt güçler olduğuna inanm ak tem el bir hatadır; sahip olduğu her türlü özgürlüğü topluma üyeliğiy le elde ettiği için, insanın toplum un varlığının gerektirdiği ah lâkî otoriteye tâbi olm ası gerekir. D urkheim için burada hiçbir paradoks yoktur, zira “özgür olm ak hoşlandığı şeyi yapmak değil; kendi efendisi olm aktır...”48 D isiplin, dürtülerin iç kontrolü anlam ında, tüm ahlâk ku rallarının temel bir unsurudur. Ancak yukarıdaki açıklam a dan, disiplini doğası gereği insan özgürlüğünü, ve kendini ger çekleştirm eyi kısıtlamayla bir tutm anın yanlış olduğu ortaya çıkar. Durkheim , belirli, düzenli ilkelere göre işlem eyen hiç bir toplumsal düzen biçim i olm adığını belirtir. Toplum sos yal ilişkilerin bir orgânizasyonudur ve bu temel hakikat davra nışın -toplum d a sadece ahlâk kurallarının olabileceği- yerle şik ilkelere göre düzenlenm esini gerektirir, insanın toplumun kendisine sunduğu im kânların ürünlerini alabildiği toplumsal hayatı sadece ahlâkî düzenlem enin kabulüyle m üm kündür. D urkheim ’m bu vurguya tarihsel bir unsur katm am ası, bir çok eleştirm eni onun görüşlerinin otoriter bir siyasal öğreti nin incelikle gizlenm iş m antığını temsil ettiği yargısına itm iş tir.49 Ancak, gerçekte, tüm ahlâkî düzenlem e biçim lerinin aynı 47
S ociolog y and P hilosophy (Ing. b askı), s. 72.
48
Education and S ociology (Ing. baskı) (G lencoe. 19 5 6 ), s. 90.
49
Örneğin bk 2 . Jo h n Horton, “T h e de-hum anisation o f anom ie and alienation”. British Jo u rn a l o f Sociology, c. 15, 1 9 6 4 , s. 2 8 3 -3 0 0 .
192
olm ad ığı düşüncesi Durkheim 'ın tezi için önem lidir. Başka de yişle, “düzenlem e" (toplum , toplumsal kısıtlayıcıhk) ile soyut ve genel anlam da “düzenlem enin yoklu ğu ” (an om i) basitçe yan yana getirilem ez.50 G erek ben cillik g erek anom i T op lu m d a Işbölıim ü’n d e ortaya konulan genel toplum sal gelişm e anlayışı bağlam ında anlaşılm alıdır. Bu bağlamda bakıldığında, ben cil lik ve anom i basitçe her toplum tipinin aynı ölçüde yüz yüze olduğu işlevsel problem ler değildir: onların kaynağında top lum sal evrim in so n u cu olan ahlâkî bireycilik yatar. D urkheim ’a göre, m odern toplum biçim in in yüz yüze olduğu ik ilem ler, g elen ek sel to p lu m lard ak i o to k ra tik d isip lin e d ö n ü lerek değil, aksine sadece farklılaşm ış işbölüm ünün - ö n c e k i toplum tiplerine has olanlardan oldukça farklı otorite biçim leri gerek tire n - ahlâkî birliği sayesinde çözülebilir.
50 Durkheim’ın bu konudaki ifadesine dikkat edin: “Disiplin ihtiyacına inanç tan disiplinin kör ve kölece bir itaati gerektirdiği sonucu çıkartılamaz”, Moral Education (lng. baskı), s. 52. 193
Max W eber
9 Protestanlık ve Kapitalizm
Max W eber, D urkheim ’ın neredeyse tam çağdaşı olsa da, için de yaşadıkları düşünce iklim i önemli noktalarda oldukça fark lıydı. Almanya’daki kısa öğrenim dönem i, genç D urkheim ’m Alman toplumsal düşüncesinin önde gelen bazı yönelim leriy le tanışm asına yardım cı oldu ve böylece Durkheim daha sonra da Alman sosyal bilim cilerinin çalışmalarıyla ilgilenm eyi sür dürdü. Durkheim , M ax W eber'in yazıları kadar onun karde şi Alfred W eb er’in yazılarına da yabancı değildi. Alm an ya zarların en azından Durkheim ve W eber’i doğrudan birbirine bağlayan yazılan iki grupta toplanabilir: Bir yanda Schm oller ve Verein fü r S o z ia lp o litik * üyelerinin, öte yanda G eorg Sim-
( * ) Sosyal Siyaset D em eği. Bu dem eğe ilim , siyaset, iktisat ve basın çevrelerin den katılan değişik aydınlar, sosyal siyaset cereyanının gerek sosyal teori de, gerekse uygulamada yaygınlaşm asına katkıda bulunm uşlardır, iktisad i ve felsefi alandaki aşırı liberalizm e ve ferdiyetçiliğe (Alman M anchester Ekolü) dayanan Laissez-Faire politikasının yanında sosyalizm in M ark sist-ih lilâlci fikir ve hareketine karşı duyulan endişelerin karşısında bunlardan bağımsız bir bilim dalı haline gelen sosyal siyaset, reform ist bir çizgide sosyal çözüm önerileri dile getirm ekteydi. Sosyal siyasetin ilm i bir disiplin h alin e getiril m esinde AvusturyalI iktisatçı O tto von Z vviedincck-Südenhorst’un (1 8 7 1 1 9 5 7 ) büyük katkıları vardır. Yazdığı Sosyal Siyaset adlı eseriyle bu bilim da lının teorik tem elini ve esaslarını belirlem iştir - ç.n.
197
m el’in yazıları.' Ancak bu oldukça açık entelektüel bağlantılar bile marjinal önemdedir. Kuşkusuz Sim m el’in düşüncesi W e b erin görüşlerinin biçim lenm esinde bir ölçüde etkili olm asına rağmen D urkheim , Sim m el’i büyük ölçüde eleştirir ve onun yazılarından önem li noktalarda etkilenm ez. Schm oller ve K ath ed ersozialisten ’in yazıları D urkheim ’ın erken dönem çalışm a larının önemli bir hareket noktasını oluştursa bile, on lan n gö rüşlerinin Durkheim ’m daha sıcak baktığı yanları W eber tara fından kesinlikle reddedilir hatta m ücadele edilir.2 Durkheim ve W eber arasında gözle görünür önem li bir et kileşim in olmaması sonraki yazarlar için çoğu kez sürpriz o l m uştur.3 Ancak bu karşılıklı etki, yukarıda ifade edilen neden lerle, belki de ilk bakışta göründüğünden daha az önem lidir. D urkheim ’ın yazılarını biçim lendiren kaynakların Fransız o l ması gibi, W eber’in çalışm asını biçim lendiren temel entelek tüel etkiler de ağırlıklı olarak Alman’dır. Ayrıca D urkheim ’m erken dönem çalışm aları daha soyut ve felsefidir: “Felsefey le başlayıp yine felsefeye dönm e eğilim indeyim veya daha zi yade, tamamen doğal bir biçim de yolumda ilerlerken karşılaş tığım sorunların doğası nedeniyle ona döndüm .”4 Ö te yandan W eber’in ilk çalışm aları tarihsel araştırm alardan ayrıntılarla doludur ve esasen Alman tarih okulunun gün yüzüne çık ar dığı özel problem ler bağlamında geliştirilir (W eber çalışm ala
1
D urkheim ’ın, S im in d in P h ilosop h ie d es G eliles i üzerine b ir incelem e yazısı (Année sociologique, c. 5. 1 9 0 0 -1 9 0 1 . s. 1 4 0 -1 4 5 ) ve iki m akale (Année Sociologique, c. 7, 1 9 0 2 -1 9 0 3 , s. 6 4 6 -6 4 9 ) yazar. Ayrıca Sim m el'in formel sosyolo jisin i “Sosyoloji ve bilim sel alanı" başlıklı yazısında tanışır. W olff, s. 3 5 4 -3 7 5 (ilk kez 1900'de yayım lanm ıştır).
2
Krş. bu kitap s .1 2 1 -1 2 5 ..
3
Örneğin Edward A. Tiryakian, “A problem for the sociology o f knowledge". Archives européen nes d e socio lo g ie, c . 7, 19 6 6 , s. 3 3 0 -3 3 6 . Tiryakian hatalı bir biçim de D urkheim ve W e b e rin çalışm alarında hiçbir karşılıklı referans olm a dığını söyler. G erçekte D urkheim , Alm an Sosyoloji D em egi'nin tutanakları üzerine yazısında W cber’dcn söz eder (1 9 1 1 ), Année sociologiqu e, c. 12, 190919 1 2 , s. 2 6 . (W e b e rin kongreye kalkılan için, bkz. G esam m elte A ufsätze zur S o z io log ie und S o z ia lp olitik , s. 4 8 1 -4 8 3 .)
4
Bu alıntı Georges Davy'e bir m ektuptan alınm ıştır: Em ile Durkheim , Revue fr a n ç a is e d e sociolog ie, c . 1, 19 6 0 , s. 10.
198
rının kapsamını bu yazılarda ele alman genel teorik sorunları içerecek biçim de genişletir). Tarih, hukuk, ekonom i, sosyoloji ve felsefedeki birbirine rakip geleneklerin akışından beslenen W eber, düşüncelerini birçok kaynaktan yararlanarak oluştur duğu bir bakış açısıyla biçim lendirir.
Erken dönem çalışmalar W eber’in doktora tezi (1 8 8 9 ), Ortaçağ’da ticari girişim leri dü zenleyen huku kî ö nlem ler üzerine teknik bir araştırm ad ır.5 W eber, bu tezde özellikle Cenova ve Pisa gibi İtalyan ticaret kentlerini ele alarak bu kentlerde gelişen ticarî kapitalizm in, risk ve kâr dağılım ının bir girişim in ortakları arasında nasıl dağılacağını düzenleyen hukukî ilkeler form üle etmeyi gerek tirdiğini gösterm eye çalışır. Aynı dönem de W eber sonradan yazılarında sınırlı ölçüde de olsa önem li rol oynayan bir so runla ilgilenir: Rom a hukukunun Ortaçağ ve sonrası Avrupa hukuk sistem inin gelişim i üzerindeki etkisi. Bununla beraber W eber, tezi için seçtiği referans çerçevesi içinde bu problem i doyurucu bir biçim de açıklayamayacağını düşünür.6 W eber’in M om m sen’in yönetim i altında yazılan ve birkaç yıl sonra ta m am lan an ik in c i çalışm ası özellikle Rom a’yla ilgilid ir.7 Ça lışma oldukça tekniktir ve o dönem deki m evcut bilim sel tar tışmaya yöneliktir; Roma’da toprağı kullanm a hakkının evri m i ayrıntılı olarak analiz edilir, bu gelişme hukukî ve siyasal değişim lerle ilişk ilen d irilir.8 W eber, Rom a tarım ının ek o n o mik tarihinin kazandığı özel biçim bakım ından b iricik oldu 5
“Zur G eschichte der H andelsgesellschaften im M ittelalter’', G esam m elte A uf s ä tz e z u r S o z ia l- und W irtsch a ftsg esch ich te (T ü b in g en , 1 9 2 4 ), s. 3 1 2 -4 4 3 . D oktora tezinin özgün başlığı için bkz. Jo h an n es W inckelm ann, “Max W e b e r s D issertation", René König ve Jo h an n es W inckelm ann, M ax W eber zum G edächtn is (K öln ve O pladen), 1963.
6
Ju g en d b riefe, Tübingen, s. 27 4 .
1
Die römische A g rarg esch ich te in ih rer Bedeutung fü r des Staats- und P rivatrecht (Stutgart, 18 9 1 ).
8
Çalışm anın kökeniyle ilgili kısa bir tartışma için krş. G ü nther Roth, “Introdu ctio n ", Econom y an d Society (Ing. baskı), c. 1. s. xxxvi-xl.
199
ğunu öne sürenlerin aksine, onun diğer ekonom ik bağlamlar dan elde edilen kavramlarla ele almaya uygun olduğunu gös termeye çalışır. Bu yazılar asıl içerik lerin d en ziyade W eber’in d üşü ncesi nin gelişim çizgisini gösterm eleri bakım ından önem lidir. Zira bunlar zaten W eber’in sonraki çalışm asının tem el ilgi odağıyla ilişkilidir: Kapitalist girişim in doğası ve Batı Avrupa kapitaliz minin özel karakteristikleri. Roma tarım tarihinin ekonom ik analizi sonraki birkaç yazıdan ilkidir ve burada Antik dünya nın toplumsal ve ekonom ik yapısı incelenir.9 M arx’in da daha önce yaptığı gibi W eber, Antik Roma döneminde m odem ka pitalizm in oluşum una büyük ölçüde im kân sağlayan tem el unsurlardan bir k ısm ın ın bu lu nd u ğu nu düşünür. W eb e r’e göre, “Antik uygarlık Ortaçağ’dan belirli noktalarda ayrılır:”10 A ncak Rom a; genişlem esi, büyük ölçek li ticari faaliyetlerin oluşum u ve bir para ek onom isinin gelişm esi gibi özellikle ri bakım ından O rtaçağ sonrası Avrupa’n ın ilk dönem indekine benzer bir gelişme düzeyine ulaşmıştı. W eber’in Roma’nın çöküşüne dair açıklam ası aslında M arx’m söz.konusu olaylara dair kabataslak açıklam asıyla birçok ortak yana sahiptir.11 W eber’in Roma tarihi üzerine erken dönem çalışm ası, ayrı ca onun ekonom ik yapılar ve toplum sal düzenin diğer yanları arasındaki ilişkinin başından beri farkında olduğunu ve daha özelde tüm ham ekonom ik determ inizm biçim lerinin redde dilm esi gerekliğine inandığını da gösterir.12 Bu ilk dönem ya zılar ile W eb er’in hem en ardından yayım ladığı ve m odern Alman ekonom isinin iki farklı yönünü ele aldığı araştırm ala rı arasındaki sü reklilik açıktır: İlkinde E lbe’nin doğusunda 9
Krş. "Agrarverhältnisse im A ltertum ”, Gesammelte A ufsätze z u r S o z ia l- und W irtschaftsgeschichte, s. 1 -288 ve “Die sozialen Gründe des Untergangs der antiken Kultur”, a .g .e., s. 2 8 9 -3 1 1 .
10
“Agrarverhältnisse im Altertum ", s. 4.
11
M arx'in Roma Im paratorlugu'nun çözülüşüyle ilgili açıklam asının temel par çalan kuşkusuz W eb erin ulaşamadığı Gruııdrisse’da yer alır; krş. bu kitabın 6 4 -6 7 . sayfalan ve Giddens. “M arx, W eber and the developm ent of capitalism ”, Sociology, c. 4, 19 7 0 , s. 3 0 0 -3 0 1 .
12
Aynca krş. “Zur G eschichte der Handelsgesellschaften”, s. 322.
200
ki köylülüğün durumu araştırılırken, İkincisinde Alm anya’da malî serm ayenin faaliyetleri ele alınır. Bu iki araştırm ada da modern ticaretin karakteri, etkileri analiz edilir ve W eber ya zılarının akışı içinde çalışm ası üzerinde büyük bir etkiye sahip olan, onu doğrudan Protestan A hlâkı ve K apitalizm in Ruhıı’nda açıkladığı temalara yönelten bazı sonuçlara ulaşır. W e b e r 1 8 9 4 - 1 8 9 7 y ılla rı arasın d a b o rsa n ın iş le y iş i ve onun malî serm ayeyle ilişkisi üzerine bazı m akaleler y azar.'3 W eber, m odern bir ekonom inin işleyişi konusunda n aif bir an lay ıştan k ay n ak lan d ığ ın ı düşündüğü ve borsay ı “to p lu ma karşı kom plo”dan başka bir şey olarak görm eyen anlayı şa karşı tezler g eliştirir.'4 Borsanın, basitçe kapitalist azınlığa kazanç sağlayan bir araç olduğu düşüncesi bu kurum un eko nom ide yüklendiği arabulucu işlevleri tamamen göz ardı eder. Borsa, bir işadam ının rasyonel planlamayla kendi girişim ini geliştirebileceği bir mekanizm a sağlar. Borsanın işleyişini so rumsuz spekülasyonlarla özdeşleştirm ek hatadır. Bu tür giri şim ler elbette m evcuttur, ancak borsanın temel etkisi, kum ar bazca tezgâhlara fırsat sağlamaktan ziyade piyasada rasyonel davranışı geliştirm ektir. W eber durum un gerçekte böyle oldu ğunu gösterm ek için kredi dağılım larını örnek verir. Bir vade pazarlığı yapıldığında, bir işadamının gelecekte belirli bir za manda işlem lerin i başarıyla tam am layabileceği bir alışveriş yapmasına im kân tanındığında sonuç, m üm kün ticari işlem lerin kapsamında artışur. Bununla beraber, W eber borsayla il gili -m o d e rn bir ekonom ide işlem ölçeği ve hacm indeki artı şın yol a çtığ ı- norm atif düzenlem eler konusundaki güçlükle re dikkat çeker. Bu yüzden, ticari işlem lerin genişlem esi m ü badele işlem lerinin işleyişi için gerekli ahlâkî kontrolleri etki sizleştirm e eğilimindedir. W eber piyasa ilişkilerinin yayılm asının etkilerini farklı bir bağlam da, 1 8 9 2 ’de yayım lanan doğu A lm anya’da tarım sal 13
Bunların cn geneli “D ie Börse" adlı yazıdır: Gesammelte A ufsätze zur Soziolo gie und S o z ia lp olitik , s. 2 5 6 -3 2 2 . Krş. Reinhard Bendix, M ax W eber, an Intelleclu al Portrait (Londra, 1 9 6 6 ), s. 23 -3 0 .
14
“Die Börse", s. 2 5 6 -2 5 7 .
201
em ek araştırm asında derinlem esine analiz eder.15 19. yüzyıl Almanyası’nda tarımsal girişim in yapısında Elbe Nehri temel bölünm e çizgisiydi. N ehrin batısındaki çoğu çiftçi bağım sız köylüydü ancak doğuda Ju n k e rle r birçok bakım dan yarı fe odal b ir düzenin sürdüğü büyük m ülklere sahipti. Bu yüz den, Elbe’nin doğusundaki iki farklı tarım işçisi tipi m evcut tu: İşverenlere yıllık sözleşm elerle bağlı olan ve Ortaçag’dakine benzer koşullarda yaşayan işçiler ile çalışm a koşullan sana yi em ekçisinin koşullarına yakın olan ve gündelik bir tem el de ü cretlend irilen ü cretli em ekçiler. W eb er’in çalışm asında belirlüği gibi, bu koşullarda geleneksel ve m odem em ek iliş kileri oldukça istikrarsız bir biçim de birbirine eklem lenm işti. G ündelik işçiler, ona göre, giderek toprağa bağlı işçilerin (Irıstleute) yerini almaya başladı. W eber’e göre, bu süreç züm relerin genel yapısının dönüşm ekte olduğunu gösterir: T o p rağa bağlı işçiler, işverenlerine sadece ekonom ik bir ilişkiy le değil, aynı zamanda bir haklar ve yüküm lükler setiyle bağ lıyken; gündelik işçiler, ücret sözleşm esi esasına göre istihdam edilmekteydi. Sonuç, ikinci grubun geleneksel işçilerin içinde yaşadıkları sosyal sistem le hiçbir organik bağa sahip olm am a sı olduğundan gündelik işçilerin çıkarları neredeyse tamamen m ümkün en yüksek ücret artışını sağlamaya bağlıydı. Böylece tarımda ücretli em ek kullanım ını teşvik eden ucarileşm ede artış, işçiler ve işverenler arasında ekonom ik çatışm anın öne çıkm asına neden olur. Buna rağm en, tarım ın ticarileşm esi, işçilerin hayat sta n dartlarında bir iyileşm eye yol açm ak yerine, standardı düşür me eğilim indedir.16 G ündelik işçilerin hayat koşullarını bir öl çüde ayrıntılı olarak betim leyen W eber, toprağa bağlı işçiye açık ikincil kazançların kapsam ının sınırlılığının, bu kesim den ziyade gündelik işçilerin ekon om ik durum unun bozul 15
D ie V erhältnisse d er L an d a rbeiter im ostelbischen D eutschland (Leipzig, 1892). Ayrıca krş. “Capitalism and rural society in G erm any", From M ax W eber: Es says in Sociology, s. 3 6 3 -3 8 5 . [S osyoloji Y azıları, çev. Taha Parla, iletişim Ya yınlan. 8. baskı, 2 0 0 6 ]
16
Verhältnisse d er L an d arbeiter, s. 7 7 4 vd.
202
m asına yol açtığını gösterir. Kısa vadede gündelik işçinin üc reti daha yüksek olabilir ancak uzun vadede bu eğilim tersine döner. Yine de W eber’e göre, toprağa bağlı işçiler arasında yıl lık sözleşm e yapmayı gerektiren bağımlı bir konum dan kaçm a yönünde açık bir eğilim vardır. Bu bağım sızlık arayışı, toprağa bağlı işçilerin gündelik işçinin belirsiz durum una karşı güven liklerini satın alma eğilim i olarak değerlendirilebilir. W eber’e göre, bu eğilim sadece ekonom ik terim lerle açıklanam az, ak sine bir ölçüde patriarkal bir “kişisel bağım lılık ilişkisi”nd en 17 kurtulm a arayışının sonucudur. Bu yüzden, kendi küçük ara zisine sahip işçi “bağım sızlığını” sürdürebilm ek için en ağır yokluklara, tefecilere en ağır borçlara katlanacaktır. Bu şekilde elde edilen “özgürlük” büyük ölçüde b ir yanılsa ma olabilir fakat W eber’e göre, bu yanılsamalar insan etkinli ğini anlamada büyük önem e sahiptir. Tarım işçilerinin eylem leri “sadece ekm eğini kazanm a” güdüsü tem elinde anlaşıla maz. Tarım işçilerinin davranışlarını yönlendiren fikirler ba sitçe ekonom ik çıkarların “ifadesi” olm asalar da, yine de bu çıkarlardan başka b ir şeyden kaynaklanm azlar. O nlar ayrı ca Ortaçağ toplum yapısı ve em ek biçim lerinde değişime yol açan toplum sal ve ekonom ik değişimlerle ilişkilidir. D üşünce ler ve maddi çıkarları birbirine bağlayan ilişkiler ekseni, nadi ren b ir “düzeyden" bir başka düzeye geçişi gerektiren tek dogrultulu nedensel bir kaynağa göre belirlenebilir. Bununla be raber, burada W eber kendi görüşünü aslında tarihsel gelişme yi düşüncelerin içeriğine göre analiz eden kültür tarihi anlayı şı karşısında konum landırır: Her zaman derinlere kök salmış toplum sal ve ek on om ik değişim lerin belirli b ir tabaka veya toplum un üyelerinin değerleri üzerindeki m uhtem el etkileri incelenm elidir.18 Bu g örüşlerin basitçe M arksizm le eleştirel b ir karşılaşm a bağlam ında geliştirildiğini varsaymak W eber’in düşünce or tamını aşırı basitleştirm ek olacaktır. W e b e rin ilk yazılarının 17 A.g.e., s. 7 9 7 vd. W eber’in açıklam ası Kautsky'nin D ie A grarjragc'de sunulan görüşleriyle karşılaştırılm alıdır. 18
Krş. “Sozialen Gründe des Untergangs der antiken K u ltur", s. 2 9 1 -2 9 6 .
203
hareket noktasını ana akım Alm an ekonom i tarihi ve huku kunda tartışılan çağdaş problem ler oluşturur. W eb er’in Roma’ya erken dönem ilgisi Rom a’nın ekonom ik çöküşünün n e denleri üzerine m evcut tartışm anın bir yansım asıdır. O nun doğu Almanya tarım işçileri araştırm ası, Verein fü r S o z ia lp o li tik üyeleri tarafından gerçekleştirilen büyük bir araştırm anın parçasıdır ve ayrıca büyük ölçüde Alman toplum unda J u n ker aristokrasisinin rolüyle ilgili araştırm anın ortaya çıkardı ğı pratik siyasal problem lere ilginin ürünüdür.19 Yine de bu erken dönem yazılarda ulaştığı sonuçların, W eber’in ilgilerini doğrudan M arksist düşüncenin yoğunlaştığı alanlara -b ilh a s sa m odern kapitalizm in karakteristikleri ile onun oluşum u ve gelişim ini düzenleyen k o şu lla ra - y önelttiğini söylem ek isa betli olacaktır.
Kapitalist "ruh"un kökleri 1904 ve 1 9 0 5 ’te iki uzun m akale olarak yayımladığı Protestan A h lâkı ve K apitalizm in Ruhu, W eber’in genel düzeyde bu so runlarla yüzleşmeye yönelik ilk girişim idir.20 W eber’in bu ki tapta ilgisini oluşturan ahlâkın bazı tem el ö zellikleri zaten onun tarım işçileri araştırmasında gösterilm işti. Toprağa bağlı ve gündelik işçilerin hayat koşulları, bakış açıları arasındaki karşıtlık büyük ölçüde, geleneksel itaat ve patronaj kalıpları nın kabulü ile bireyci ekonom ik tutum arasındaki farkı yansı tır. Ancak bu bireyci ekonom ik tutum, gündelik işçilerin eko nom ik koşullarının bir sonucu olm ayıp, bizzat toprak sahibi 19
Krş. D ieter Lindenlaub, R ichtun gskäm pfe im Verein fü r S ozialp olitik (W iesba den. 1 9 6 7 ). Ayrıca W eber'in 1895 Almanyası’yla ilgili ve Freiburg açılış ko nuşm asındaki değerlendirm esi için bkz. bu kitabın 29 8 . vd. sayfalan.
20
The ProtestanI Ethic ilk kez Archiv fü r Sozialw isscnschaft und S o z ia lp olilik 'ıe yayımlandı: c. 20-21 ve G esam m elte A ufsätze zu r Reiigionssoziologie'nin giriş bölüm ü olarak yeniden basıldı (T übin gen . 1 9 2 0 -1 9 2 1 ). W eber bu sonraki baskıda bazı düzeltm eler yapar ve çalışm a ilk yayımlandığında yapılan eleşti riler üzerine yorum lanm ekler. Krş. W eber, “Antikritisches Schlusswort zum 'Geist des Kapitalismus'“, A rchiv, c. 3 1 , 1 9 1 0 , s. 5 5 4 -5 9 9 . Rachfal'la tartışma nın bir betim lem esi J . A. Prades tarafından yapılır: La sociologie de la religion c h ez M ax W eber (Louvain. 1 9 6 9 ), s. 8 7 -9 5 .
204
züm relerin geleneksel yapısının yıkılm asına yardım cı olan ah lâkın bir parçasıdır. W eber, Protestan Ahlâkına açıklayıcı istatistiksel bir olguy la başlar: M odem Avrupa’da “iş önderleri ve sermaye sahipleri kadar, vasıflı işgücünün daha üst kesimleri hatta m odern giri şimlerin yüksek teknik ve ticari eğitimli personeli ağırlıklı ola rak Protestan’dır”.2' Bu sadece çağdaş değil aynı zamanda ta rihsel bir gerçektir: İlişki geriye doğru araştırıldığında da 16. yüzyılın ilk döneminde ilk kapitalist gelişme m erkezlerinin bir bölüm ünün ağırlıklı olarak Protestan olduğu görülür. Bunun m uhtem el bir açıklam ası zaten vardır: Bu m erkezlerde orta ya çıkan ekonom ik gelenekçilikten kopuş genelde geleneğin ve özelde eski haliyle dinsel kuram ların bir kenara iülm esine yol açmıştır. Reform dönem ini Kilise’nin kontrolünden kaçış ola rak almak tamamen yanlış olacaktır. G erçekle, Katolik Kilise s in in gündelik hayat üzerindeki gözetimi gevşemiştir. Protes tanlığa geçiş, davranışın, Katolikliğin talep ettiğinden çok daha üst düzeylerde düzenlenmesini kabulle ilişkilidir. Protestanlık, özellikle Kalvinizmde vurgulanan bir tutum olarak, gevşekliğe ve haz almaya karşı kesinlikle katı bir yaklaşım içindedir. Bu yüzden şu sonuca ulaşılabilir: Protestanlık ve ekonom ik rasyonalite arasındaki bağlantıyı açıklam ak istiyorsak, Protestan inançların özel karakterine bakmamız gerekir. W eb e rin yorum unun yeniliği, kuşkusuz Reform ve modern kapitalizm arasında bağlantı olduğu tezi değildir. Bu bağlan tının varlığı W eber’in çalışm ası yayımlanmadan önce de bir çok yazar tarafından kabul edilmekteydi. N itekim esas kayna ğı Engels’in yazıları olan M arksist açıklam ada da, Protestanlı ğın kapitalizm in ilk gelişm e dönem inde ortaya çıkan ek on o m ik değişimlerin id eolojik bir yansıması olduğu düşünülür.22 W eber’in çalışm asında bu yorum yetersiz bir bakış açısı ola rak reddedilir ve görünür bir anomaliyle başlanır. W eber, P ro testan A hlâkı'm n gerçek özgünlüğünün kaynağını belirlem eye 21
T he Protestant E thic an d the Spirit o f C apitalisın. s. 35. IProtestan A h lâkı ve K a pitalizm in Ruhu, çcv. Zeynep Aruoba, Hil Yayınları, 1985.1
22
Krş. bu kitabın 2 9 7 -2 9 8 . ve 3 2 6 -3 2 7 . sayfalan.
205
ve açıklamaya çalışır. Ekonom ik etkinliğe bağlı olarak yaşayan ve kazanç arayışı içinde hayatını sürdürenlerin ya dine kayıt sız kaldıkları ya da ona karşı açık düşm anca bir tavır sergile dikleri genellikle doğrudur; eylemleri maddi dünyaya yönelik olduğu için din “maddi olmayan şeylerle” ilgili görülür. Ancak P rotestanlık, Kilise’nin gündelik etkinlikler üzerindeki k on trolünü gevşetm ekten ziyade, taraftarlarından K atolikliktekinden çok d a h a katı bir disiplin talep eder ve bu nedenle, m ü m inin hayatının tüm alanlarına dinsel bir faktör aşılar. P ro testanlık ve modern kapitalizm arasında, tamamen ilki İkinci sinin bir “sonucu" olarak görülerek açıklanam ayacak açık bir ilişki vardır. A ncak Protestan in anç ve davranış kurallarının karakteri, ilk b a k ışta ekonom ik etkinliği yönlendirm esi bekle nebilecek şeyden oldukça farklıdır. Bu anom alinin açıklanm ası sadece Protestan inançların içe riğinin analizini ve bu inançların inananların eylemleri üzerin deki etkilerini değerlendirm eyi değil, aynı zamanda bir ek o nom ik etkinlik biçim i olarak m odem Batı kapitalizm inin özel karakteristiklerini belirlem eyi de gerektirir. Sadece Protestan lık daha önceki din biçim lerinden belirli önem li noktalarda farklı değildir, aynı zamanda m odern kapitalizm de önceki ka pitalist etkinlik türlerinden farklı kendine has tem el özellikle re sahiptir. VVeber’in belirlediği diğer farklı kapitalizm b içim lerinin tümüne “ekonom ik gelenekçiliğin” damgasını vurduğu toplumlarda rastlanır. Bu analizde, em eğe karşı gelenekçi tu tumlar, çağdaş üretim yöntem lerini bu yöntem lerin bilin m e diği toplumlara. sokm aya çalışan modern kapitalist işverenle rin deneyim lerinden örneklerle betim lenir. M ümkün olan en yüksek em ek gücünü elde etmeye çalışan işveren, işçilerin ka zançlarını almaya alışık oldukları ücretin çok üzerinde artıra bilecekleri parça başı ücret sistem ini uygulamaya soktuğunda, sonuç çoğu kez yapılan iş m iktarının artm asından ziyade azal masıdır. G eleneksel işçi, gündelik ücretini en üst düzeye ç ı kartmaya çalışmaz daha ziyade sadece her zam anki ihtiyaçları nı karşılam ak için ne kadar çalışm ak zorunda olduğunu düşü nür. “Kişi ‘doğası gereği’ giderek daha çok para kazanm ak is 206
temez, aksine her zam anki gibi yaşamaya, alıştığı hayatı sür dürmeye ve bu hayatı sürdürebilm ek için gerekli m iktarı ka zanmaya çalışır.”23 G eleneksel tutum un zenginlik hırsıyla kesinlikle uyuşma dığı söylenem ez. “Kazanç konusunda lam ve bilinçli bir insaf sızlık çoğu kez geleneğe kesin itaatle doğrudan ve yakın iliş ki içind e olm u ştu r.”24 Bencil para kazanm a hırsına h er top lumda rastlanır ve bu gerçekte kapitalist toplumdan ziyade ka pitalizm öncesi toplum lara özgüdür. Bu yüzden, örneğin as kerî fetihler veya korsanlıkla kazanç elde etmeye çalışan “se rü v en ciler” kapitalizm i, tarihin her d önem inde var o lm u ş tur. Ancak bu kapitalizm tipi, ahlâk dışı kişisel kazanç arayışı na değil aksine bir görev olarak disiplinli çalışmaya dayalı m o dem kapitalizm den oldukça farklıdır. W eber, m odem kapita list “ruhun” temel özelliklerini şöyle sıralar: [T ]ü m d oğal hazlard an kesin olarak kaçın m a ile b ir araya gelen daha fazla para kazanm a hırsının... oldukça aşkın ve ta m am en irrasyonel b ir şey olarak görünen özel b ireyin m u t luluğu veya ç ık a n d üşüncesine ters düşen bağım sız b ir am aç o ld u ğ u n a in a n ılır. İn sa n , h a y a tın ın a m a c ı o la ra k , k a z a n m a güdüsünün hâkim iyeti aland ad ır; kazanm ak artık kendi maddi ih tiy a ç la n n ı k arşılam a am a cın ın b ir aracı d eğild ir. “Doğal d urum ” olarak adlandırabileceğim iz şeyin tersi olan bu durum , önyargısız b ir bakış açısından tam am en anlam sız olan şey, kapitalist etki altında olm ayan bü tü n insanlara yabancı ol duğu kadar kesinlikle kapitalizm in m utlak yön etici ilkesidir.25
Böylece modern kapitalist ruhu, meşru yoldan servet edin me çabası ile bu geliri kişisel hazlar için kullanm aktan kaçın manın özel b ir bileşim i karakterize eder. Kapitalist ruhun kö 23
The P rotestant Ethic a n d the Spirit o f C apitalism , s. 6 0 ; Gesammelte A ufsätze Zur R elig ion ssoziolog ie, c. t, s. 4 4 .
24
The Protestant Ethic a n d the Spirit o f Capitalism, s. 5 8 ; G esam m elte A ufsätze z u r R elig ion ssoziolog ie, c. 1, s. 4 3 .
25
T he P rotestant Ethic a n d the Spirit o f C apitalism , s. 5 3 ; G esam m elte A ufsätze zur R cligion ssoziologie, c. 1. s. 36.
207
keninde, bir ödev ve erdem olarak, seçilen m eslekte etkili per form ansın değerine inanç yatar. W eber’e göre, gelenekselci bakış modern ekonom ik girişim biçim lerine tam amen aykırı değildir. Çoğu küçük işadamı iş lerini, örneğin geleneksel sabit prosedürlere, geleneksel m ü badele ve kâr oranlanna göre yürütm üştür. “Günümüzde kimi zaman bu telâşsızlık aniden yık ılm ıştır...”26 ve bu süreç çoğu kez girişim içinde teknolojik bir değişim olmadan gerçekleş miştir. Bu girişim lerin yeniden yapılandırıldığı yerlerde ortaya çıkan şey, üretim in etkililiğini en üst düzeye çıkarm aya yöne lik rasyon el yeniden org an izasy on d u r. Böyle bir değişim çoğu örnekle söz konusu sanayiye ani bir sermaye akışıyla açıkla namaz; bu daha ziyade, girişim e yeni bir girişim ci —kapitalist— ruhun girişiyle ilişkilidir. Bu yüzden, modern kapitalist eko nom inin ayırt edici hâkim özelliği, onun kesin hesaplılık tem elinde rasyonelleşm esidir. Bu rasyonelleş m e, köylünün kanaatkârlığıyla ve lonca ustası ile serüvenciler kapitalizm inin ayrıcalıklı gelenekçiğiyle keskin karşıtlık için de sürdürülen eko n o m ik b aşan am açlı tahm inlere ve dikkate, ayrıca siyasal fırsatlar ve akıldışı spekülasyonlardan yararlan maya y ö n eliktir.27
Kapitalist ruh sadece bir bütün olarak Batı loplum unda ras yonalizm in g elişim iy le açıklanam az. Problem in bu şekild e analizi rasyonalizm in ilerlem eci, tek dogrultulu bir biçim de geliştiğini varsayma eğilimindedir. Oysa gerçekte Batı toplum larında farklı kurum larm rasyonalizmi eşitsiz bir dağılım ser giler. Ö rn eğ in 'ek o n o m ik rasyonelleşm enin sağlandığı ü lk e ler, hukukî rasyonelleşme derecesi bakım ından ekonom ik açı dan daha geri bazı ülkelerin altındadır (İngiltere bunun en be lirgin örneğidir). Rasyonelleşm e birçok som ut biçim kazanan ve toplumsal hayatın farklı alanlarında farklı biçim lerde geli şen kom pleks bir olgudur. Protestan A hlâkı sadece “rasyonel düşüncenin özel som ut biçim ini oluşturan -kayn ağı bir mes 26
The Protestant Ethic anıt thc Spiril o f CapitaUsm, s. 67.
27
T he P rotestom Ethic and ıh e Spiril o f C apitalism , s. 76.
208
lek ve bu mesleğe kendini adama o la n - entelektüel çocuğu ”28 ortaya çıkarm aya yöneliktir. W eber, “m eslek ” fikrinin ancak Reform la ortaya çık tığın ı gösterir. Kavrama ne Katoliklikte ne antik dönem de rastlan dığı gibi onunla eşanlam lı bir sözcük de yoktur. M eslek kav ram ının ve bu kavramın Protestan inançlardaki kullanım bi çim inin önem i, onun gündelik hayatın sıradan etkinliklerini tam kapsayıcı dinsel bir etki altına almaya hizm et etmesidir. Bireyin işi, gündelik hayattaki ahlâkî davranışlarıyla Tanrı’ya karşı görevlerini yerine getirm ektir. Bu inanç, Protestanlığın, Katolik m anastır tecrit idealinden uzaklaşmayı vurgulam asına, dünyevi çıkarlar içinde fani olanı reddetmesine yol açar.
Çileci Protestanlığın etkisi Fakat Luthercilik kapitalist ruhun ana kaynağı olarak alına maz. R eform , m eslek fik rin in oluşum unda ve g ü n d elik et kinlikleri görev ahlâkı içinde sürdürme düşüncesinin sahne n in m erkezine yerleşm esind e temel b ir rol oynam ıştır. B u nunla beraber, L uther’in m eslek anlayışı bazı açılardan olduk ça geleneksel kalm ıştır.29 M eslek fikrinin daha fazla gelişmesi 'W eber’in “çileci Protestanlık” adını verdiği şeyin farklı dalları nı oluşturan sonraki Protestan mezheplerin işiydi. W eb er çileci P rotestanlıkta dört ana akım belirler: Kalvinizm, M ethodizm , Pietizm ve Baptizm. Kuşkusuz bunlar birbirleriy le yakınd an ilişk ilid ir ve b irb irlerin d en net şek ild e ayırmak im kânsızdır.30 W eber çileci Protestanlıkla ilgili tartış masında, bu m ezheplerin dogmalarının genel tarihsel betim le mesini yapmaya çalışm az, sadece onların öğretilerinde ekon o mik etkinliklerinde bireylerin pratik davranışlarını büyük öl28
T he Protestom E th ic an d ıh e S p iril o j C apitalism , s. 78.
29
The Protestant E thic an d th e Spirit o f C apitalism , s. 8 5 . W eber’in çalışm asının önem li bir kısm ında sadece K atoliklik ve Kalvinizm arasındaki karşıtlıktan ziyade, Luthercilik ve Kalvinizm arasındaki b ir karşıtlık gösterilm eye çalışılır.
3 0 W eberie göre, M ethodizm ve Pietizm türevscl kaynaklarken, Baptist m ezhep ler "Kalvinizm in yanı sıra Protestan çileciliğin bağımsız bir kaynagTnı temsil eder. T he Protestant E thic an d the Spirit o f C apitalism , s. 144.
209
çûde etkileyen unsurlarla ilgilenir. Bu analizin en önem li par çası Kalvinizme odaklanır; ancak sadece Calvin’e değil, daha ziyade 16. yüzyıl sonu ve 17. yüzyılda Kalvinistlerin öğretile rinde cisim leşen unsurlara yoğunlaşır. W eber bu n itelem eler ışığında Kalvinizmde en önem li üç temel ilke belirler. İlki, evrenin Tanrı’nm büyük zaferi doğrul tusunda yaratıldığı ve sadece Tanrı’nın amaçlarıyla ilişki için de bir anlam a sahip olduğu öğretisidir. “Tanrı insanlar için değil, aksine insanlar T anrı için vardır.”31 İk inci ilkeye göre, Tanrı’nın güdüleri insanın kavrama gücünün dışındadır. İn sanlar, Tanrı’m n kendilerine açıklam ak istediği kutsal h aki katin sadece küçük kırıntılarını bilebilirler. Üçüncüsü, takdi ri ilahi inancıdır: Sadece az sayıda insan ebedi lü tu f için se çilm iştir. Bu, ilk yaradılış anında belirlenm iş, d eğiştirilm e si im kânsız bir şeydir; insanların eylem lerinden etkilenm ez, çünkü böyle olacağını varsaymak insanların eylem lerinin kut sal hükmü etkileyebileceğini düşünm ek demektir. W eb e r’e göre, bu ö ğ retin in inanan kişi açısın d an so n u cu “benzersiz bir iç yalnızlıktır”. “Reform çağı insanı için ha yatıyla ilgili en önem li şey, ebedi kurtuluşu, en başında çi zilen kad erin i yaşam ak için tek başın a ilerlem ek zorunda olm asıdır.”32 Bu kritik adımda her insan tek başmadır; kurtu luşunu sağlayacak hiç kim se, T an n ’yla arasına girebilecek ne rahip ne de sokaktan b ir insan vardır. W eber’e göre, Kilise ve vaftizlerle kurtuluş ihtim alinin ortadan kalkm ası Kalvinizmi, Luthercilik ve K atoliklikten ayıran en kesin özelliktir. Kalvinizm böylece W eber’in bir başka yerde ayrıntılı olarak tartıştı ğı büyük tarihsel sürece, nihai bir sonuca yol açar: Dünyanın “büyüsünün” kademeli olarak “bozulm ası” (E ntzauberung) .33 T a n n ’nın yoksu n bırakm aya karar verdiği k işiler için O ’nun inayetine ulaşm anın ne b ir bûyüsel aracı, ne de başka bir yolu
31
T he Protestant Ethic and th e Spirit o f C apitalism , s. 102-103.
32
T he Protestant Ethic and the Spirit o f C ap italism , s. 104; Gesammelte A ufsätze zu r R eligion ssoziologie, c . 1, s. 94.
33
Bkz. 14. Bölüm: “Laikleşm e ve m odern kapitalist değerler sistem i" alı başlığı.
210
vardır. Katı birer öğreti olan T a n n ’n ın tartışm asız aşkınlığı ve maddi her şey in bozulm ası düşünceleriyle b irleşen bu b ire yin iç soyutlanm ışlığı fikri, Pürilanizm in... kü ltü r ve dindeki bütü n maddi ve duygusal unsurlara karşı tam am en olum suz tutum unun nedenidir. Zira onlar kurtuluşa götü rm ekte ku l lanılam azlar ve duygusal yanılsam aları, puta tapm a gibi batıl inançları artırırlar. Böylece o, h er türden hazcı kü ltü rle esaslı bir antagonizm a için b ir tem el sağlar.34
Kalvinistin bu konuda yaşadığı olağandışı gerilim açıktır. Her inançlı kişinin nihayetinde kendisine sorm ak zorunda o l duğu “Ben seçildim m i?” sorusunun cevabı bilinem ez. Bizzat Calvin için bu soru h içbir kaygı kaynağı oluşturmaz. O , Tanrı tarafından kutsal bir m isyonu gerçekleştirm ek için seçildiğine, kendi kurtuluşuna inanır. Ancak ona inananlar için böyle bir kesinlik m üm kün değildir. Neticede Calvin’in seçilm iş ve la netlenm iş arasında hiçbir dışsal farklılık olmadığı öğretisi din sel kaygı düzeyini artırm ıştır. Buna ilişkili iki tepki gelişm iş tir. İlk olarak, birey bu öğretiyi seçilm iş olduğunu varsayması için gerekli bir kanıt olarak alm alıdır: Seçilm enin kesinliği k o nusunda kuşku eksik inancın ve bu nedenle Tanrı’nm inaye tinin yokluğunun kanıtıdır. İkinci olarak, “yoğun dünyevî et kinlik” bu gerekli kendine itimadı geliştirm e ve sürdürm enin en uygun aracıdır. Bu yüzden, “iyi işlerde” başarı seçilm işliğin bir “işareti" olarak kabul edilir ancak bu, kurtuluşa ulaşmanın bir yöntem i olm aktan ziyade kurtuluşla ilgili şüphelerin gide rilm esinin bir yöntem idir. W eber bunu İngiliz püriten Richard Baxter’dan referanslar la açıklar. Baxter, zenginliğin ayartmalarına karşı uyarır ancak W eber’e göre bunlar sadece zenginliğin aylak, gevşek bir hayat tarzına d estek sağlam ak için k u llanılm asına karşı yapılm ış uyarılardır. A ylaklık ve zam anını boşa harcam a başta gelen günahlardır. Bu öğreti “henüz güçlü değildir; F ranklin’in de yişiyle: ‘Zaman paradır’. Ancak bu önerm e belirli ölçüde ma nevi anlamda geçerlidir. O çok değerlidir, zira her saat kaybı 34
T he Protestant E thic an d the Spirit o f C apitalism , s. 105.
211
T a n n ’nın görkem i için bir em ek kaybıdır.”35 Kalvinizm ina nanlardan tutarlı ve sürekli disiplinli bir hayat talep eder, böylece Katolik günah çıkarm a hücresinin sağladığı, günahlar için tövbe etme ve kefaret ödem e im kânı ortadan kalkar. İkincisi plansız hayata fiilen yaptırım uygular zira mümin, dinsel m ü dahalenin ahlâk! sapmanın sonuçlarından kurtulm ayı sağlaya bileceği bilgisine dayanabilir. Bu yüzden, maddi dünyada Kalvinist için çalışm a en yüksek olum lu ahlâkî değerlendirm eyle yüklü hale gelir. Zenginlik ki şiye kendini m esleğine adamayı em reden kutsal itaatten bir tür muafiyet sağlamaz. Püriten m eslek anlayışı, Lutherci an layışın aksine, bireyin mesleğine Tanrı’nın aracı olarak m etot lu bir biçim de yaklaşm asını ödüllendirir. Servet birikim i sade ce aylakça bir lükse kendini kaptırmaya dönüştüğü ölçüde ahlâken kınanır; maddi kazanca, sadece bir mesleğe karşı çileci bir görev duygusu olması koşuluyla hoşgörüyle bakılır, ancak gerçekte ahlâken de tavsiye edilir. Çoğu kez, fakir olmayı iste menin sağlıksız olmayı istem ekle aynı şey olduğu vurgulanır; fakirliğe hem çalışmayı yüceltm ek amacıyla hem de Tanrı’nın adının lekelenm esi olarak görüldüğü için karşı çık ılır.36 Bu karakteristiklerin C alvin’in form üle ettiği takdiri ilah! öğretisin in “m an tık sal” değil “p sik o lo jik ” so n u çları olm ası W eber’in analizi için önem lidir. Püriten öğretideki bu sonra ki psikolojik gelişm elerin kaynağı inananların yaşadıkları ola ğanüstü soyutlanm ıştık ve bunun yol açtığı kaygılardır. T ak diri ilah! inancı Kalvinizme has değildir ve onun insan eyle mi açısından sonuçları, ilişkili diğer inançlara ve ortaya çık tığı toplumsal bağlama göre değişir. Ö rneğin İslâm ’da takdi ri İlahî inancı sadece Kalvinizm deki dünyevî çileciliğe değil, aynı zam anda, “dünyanın fethedilm esi için dinsel bir k u t sal savaş em rini yerine getirm e çabası içinde benliği tamamen unutm aya”37 da yol açm ıştır. 35
T h e Protestant Ethic and the Spiril o f C apitalism , s. 158; Gesammelte Aufsâtzc îu r R cligionssoziologic, c. 1, s. 167 -1 6 8 .
36
T he Protestant Ethic an d the Spiril o f C apitalism , s. 163.
37
Econom y and S ociety . c. 2, s. 573.
212
Bu yüzden, kapitalist ruhun kökleri en kesin haliyle Kalvinizm de gelişm iş dinsel ahlâk içinde araştırılm alıdır. M odern kap italist etkin liğe yön elik tutum ları daha ö n ce k i serm aye edinm e biçim lerinin ahlakdışı karakterinden ayıran özel nite liklerin kaynağını araştırm am ız gereken yer bu ahlâktır. “M o dern kapitalist ruhun tamamlayıcı karakteristiklerinden ve sa dece bunun değil aynı zamanda modern kültürün tem el özel liklerinden biri olan ‘m eslek fikri’ temelinde rasyonel bir hayat sürdürme anlayışı, Hıristiyan çileci ruhtan doğm uştur -a ç ık lamada gösterilm ek istenen budur.”38 Diğer Protestan çileci lik biçim leri genelde Kalvinizmden daha az katı disipline sa hiptir (W eber’in “çelik bir tutarlılığa” sahip olm ak adını verdi ği şey). Bununla beraber, W eber’e göre, kapitalist ruhun köke nindeki çileci Protestanlık biçim leri ile kapitalist ekonom inin farklı düzeylerindeki toplumsal tabakalar arasında tarihsel bir ilişki olabilir. Ö rneğin sınaî düzenin en alt kadem elerinde ça lışanlar arasında Kalvinizm in sürekli enerjisinden ziyade ikna eğilim indeki Pietizm , bir alçakgönüllülük ve vazgeçm e tutu mu, ço k yaygınken, Kalvinizm m uhtem elen girişim ciler arasın da daha doğrudan etkili olm uştur.39 Püriten için kutsal rehbere itaat olan şey, giderek çağdaş ka pitalist dünyada işbölüm ü hiyerarşisinin bütün düzeylerinde sınaî üretim in ekonom ik ve örgütsel gereklerine m ekanik bir uyuma dönüşür. W eber, Püriten ahlâkın büyük ölçüde yerleş mesiyle, m odem kapitalizm in işleyişinin zorunlu bir bileşeni ne dönüştüğü iddiasını kesinlikle karşıdır. Tam tersine P ro testan A h lâk ın özel sonucu olarak, Püriten kendi dinsel inancı nedeniyle bir m eslekte bilinçli olarak çalışm ayı seçse bile, m o dern insanı böyle davranmaya kapitalist işbölüm ünün uzm an laşmış karakterinin ittiği düşüncesidir.40 38
The Protestant Ethic and ıh c Spirit o f C apitalisnı, s. 180; Gesummeile A ufsätze zu r R cligion ssoziologie, c. 1, s. 202.
39
The Protestant E thic a n d the Spiril o f C apitalisnı, s. 139.
40
“Der Puritaner wollte Berufsm ensch sein - wir m üssen es sein ," (G esam m elte A ufsätze zur R cligion ssoziologie, c. 1, s. 2 0 3 ). W eber, sabit bir m esleğin öne m ine püriten vurgunun uzm anlaşm ış işbölüm ü için ilk ahlâki temeli sağladı ğını vurgular (T h e P rotestant Ethic and the Spiril o f C apitalism , s. 163). Ayrıca
213
Ç ilecilik dünyayı yeniden biçim lendirm eyi ve bizzat dış dün yada başarılı olm ayı kendine hed ef olarak seçtiği için bu d ün yadaki dış nesneler insanların hayatları üzerinde, tarihte daha ö n cek i h içb ir çağda olm adığı kadar artan, acım asız b ir güç kazanır. G ünü m ü zde onu n ruhu -n ih ay etin d e onu kim b il m e k te d ir? - kafesin d en ( G ehâus ) k u rtu lm u ştu r. A ncak h er halükârda, m uzaffer kapitalizm , m ekanik tem ellere dayandığı için artık bu desteğe ihtiyaç duym az... kişinin m esleğine bağ lılığı fikri ölü dinsel inançların ruhuna bağlılıkta olduğu gibi hayatım ızı istila eder.4'
W eber, P rotestan A hlâkı'm program atik bir çalışm a olarak tasarlar: Bu, kom pleks bir sorunlar setine giriş çalışm asıdır ve W eber’in onun uygulama kapsamıyla ilgili iddiaları ılım lı ve sınırlıdır. W eber’e göre, bu çalışm anın temel başarısı kapitalist ruhun ahlâkî araçsallığm m Kalvin’in dinsel ahlâkının niyetle nilmemiş bir sonucu ve daha genelde Protestanlığın, K atolik liğin m anastır idealinden kopan dünyevi m eslek anlayışının bir ürünü olduğunu gösterm esidir.42 Ancak çileci Protestanlık yine de bir bütün olarak Hıristiyanlık tarihinin çok daha geri lerine uzanır. Katolik çilecilik zaten rasyonel bir karaktere sa hiptir ve m anastır hayatından Püriten ideallere doğru açık bir gelişm e çizgisi vardır. R eform un ve Protestan m ezheplerin sonraki tarihinin temel etkisi bunu manastır hayatından gün delik hayata aktarm ak olm uştur. Protestan A h lâ k ı, Kalvinizmle veya daha doğrusu belirli K al vinist in anç türleri ile m o d em kapitalist etkin liğin ek o n o mik ahlâkı arasında b ir “seçici y akın lık ” ( W a h lw erw an d tschaft) olduğunu gösterir. Bu çalışm anın ayırt edici özelliği, mo dern kapitalizme özgü b ir süreç olan ekonom ik hayatın rasyo nelleşmesinin irrasyon el değer bağlılıklarıyla ilişkisini göster W eber'in Amerikan işadamları arasında “kiliseye yön clim "in zayıflaması tarıışmasıyla krş. “T he Protestant sccts and ıhc spiril o f capitalism ", Frottı M ax W eber: Essays in Sodology, s. 3 0 2 -3 2 2 . 41
T he Protestant E thic and th c Spirit o f C apitalism , s. 1 8 1 -1 8 2 ; G esam m elte Auf sä tz e zu r R eligion ssoziologie, c. 1, s. 2 0 3 -2 0 4 .
42
Krş. “A m ikritischcs Schlussw ort", s. 5 5 6 -5 5 7 .
214
meye çalışm asıdır. Bu girişim nedensel ilişkileri değerlendir m ek için bir başlangıçtır, ancak nedenlerin belirlenm esi için tek başına yeterli değildir.43 W eber, bunun başarılm ası için iki genel görevin gerçekleştirilm esi gerektiğini ifade eder: İlk ola rak, ekonom ik alanın yanı sıra diğer alanlarda (örneğin siya set, hukuk, bilim ve sanat alanlannda) rasyonalizm in köken leri ve yayılm asının analizi ve ikinci olarak, Protestan çilecili ğin toplumsal ve ekonom ik güçlerden hangi biçim lerde etki lendiğinin araştırılm ası. Yine de, W eber P rotestan A h lâ k ı’nda analiz edilen m ateryalin (örneğin Kalvinist inançları basitçe ekon om ik koşu lların “yansım aları” olarak alan) “n aif tarih sel m ateryalizm i çürüttüğü” düşüncesine sıcak bakar.44 W eber’e göre, “Reform u, tarihsel açıdan zorunlu bir gelişm e, ek o nom ik değişim lerin bir sonucu olarak değerlendirebileceğim iz görüşünden kurtulm am ız gerekir.”45 Ancak W eber reddettiği bu tarihsel materyalizmin yerine alternatif bir “teori” geçirm e ye çalışmaz: G erçekte W eber’in Protestan A h lâ k ı'yla aynı dö nemde yazdığı çoğu m etodolojik denemesinde gösterm eye ça lıştığı gibi, böyle bir teori ortaya koymak im kânsızdır.
+3
The Protestant Ethic an d the Spirit o f C apitalism , s. 9 0 -9 1 ,1 8 3 .
“H
The Protestant E thic an d the Spirit o f C apitalism , s. 5 5 ; Gesammelte A ufsätze zu r R elig ion ssoziolog ie, c. 1, s. 37.
5-5 The Protestant Ethic an d th e S pirit o f C apitalism , s. 9 0 -9 1 ; Gesammelte A ufsätze z u r R elig ion ssoziolog ie, c. I, s. 8 3 .
215
10 W eb er'in M etodolojik Y a zıla rı
P rotestan A h lâ k ı ve K ap italizm in Ruhu, genel teorik şem alar olarak materyalist ve idealist tarih yorum larının reddi için bir itirazla sona erer: “Bir hazırlık olarak değil, aksine bir araştır m anın sonucu olarak hizm et ettiklerinde, ikisi de aynı şekilde tarihsel hakikatin yararına çok az şey sağlar.”1 W eber, m eto dolojik yazılarında bu görüşü ayrıntılı olarak ele alır.2 Bununla beraber, W eber’in m etodolojik yazılarının soykütüğü karışıktır ve bu yüzden onların dönem in doğa bilim le ri ve “sosyal" veya “insan " bilim leri ilişkisi ü zerine m evcut tartışma bağlamında ele alınm aları gerekir. D urkheim , Com te’dan çok daha öncelere uzanan pozitivist gelenekten besle nirken , Alman toplum sal düşüncesinde doğrudan pozitiviz me eş bir gelenek yoktu. Bu yüzden Almanya’daki insan bilim
1
T he Protestant E thic an d thc Spirit o f C apitalism , s. 183.
2
İlişkili zem inin, özellikle idealizmle bağlantılı zem inin bir açıklam ası için krş. Alexander von Schelting, M ax W eber's W issenschaftsichre (Tübingen, 1 9 3 4 ), s. 1 7 8 -2 4 7 . W eb er’in m eto d o lo jik yazıları onun o ld u kça a y rın tılı olarak ele almayı am açladığı problem lerin bir kısm ını temsil eder. Bkz. Marianne W eber, M ax W e b e r ein Lebensbild (Heidelberg, 1 9 5 0 ), s. 3 4 7 -3 4 8 . W eber’in m etodolojik yazılarının “kısm i" karakteri Tenbruck’un kitabında açıkça orta ya konulur (F . T en b ro ck, “Die Genesis der M ethodologie M ax W eber’s’’, Köl ner Z eitschrift fü r S o z io log ie und S ozialp sy ch olog ie, c. 11, 19 5 9 , s. 5 7 3 -6 3 0 ).
217
lerinin statüsüyle ilgili uzun ve kom pleks tartışmada Fransız tarih ve toplum felsefesinde büyük ölçüde arka planda kalan sorunlar ele alınır. W eber, çoğu Alman çağdaşı gibi, C om te’un bilim lerin am pirik ve m antıksal bir hiyerarşi içinde sıralandık ları -y a n i her bilim in kendisinden önceki, hiyerarşide altında yer alan tarihsel oluşum lara bağlı o ld u ğu - düşüncesine açık ça karşıdır. Bu pozitivist ortodokside, sosyal bilim , insanları araştırm ak için doğa bilim lerinin -ö n -k ab u lleri ve yöntem leri ni k u llan an - basit bir uzantısı olarak düşünülür. Bu bilim an layışına karşı çıkan W eber, temelde farklı iki bilim - “doğa” ve “kültür” b ilim leri- düzeni veya örtüşen “nom otetik” ve “idiografik” bir dikotom i bulunduğunu kabul etm esine rağmen, tamamen Rickert ve W indelband gibi yazarların yolunu izle mez. W eber, onların genelleyici önerm elerin mantığı ile biri cik olanın açıklanm ası arasında çizdikleri ayrımı benim sem e sine rağmen, bu ayrımı farklı bir biçim de uygular.
Öznellik ve nesnellik W eber, ilk m etodolojik yazılarından oluşan Rorscher ve Knies eleştirisinde, doğa bilim leri ve sosyal bilim ler arasında bulun duğu varsayılan ayrım ın yapay bir sezgiciliği desteklem ekle kullanılabileceğine dikkat çeker.3 W eber’e göre, örneğin Rors cher yazılarında bu ayrımı kendi analizine yarı m istik bir ide alizm in önem li bir unsurunu sokacak biçim de kullanır. İnsan eylemi evreninin, doğa bilim lerinin yöntem lerine uygun düş meyen ve sonuç olarak, kesinlikten yoksun ve sezgiye daya lı prosedürleri kullanm ayı gerektiren bir evren olduğuna ina nılır. Böylece inşan dünyası, V olksgeist veya V olksseele’d e, yani “halk ru hu ”nda som utlaşan “irrasyo n el” b ir dünyadır. W e ber’e göre, bu düşünceleri -a y n ı yazann savunduğu- titiz ta rihsel araştırm aların uğrunda m ücadele edilmesi gereken bir amaç olduğu iddiasıyla uzlaştırm ak zordur. W eber, sosyal bilim lerin zorunlu olarak -d o ğ a bilim lerinin
3 218
G esam m elte A ufsätze zu r W issenschaftsleh re, s. 9 vd.
incelem e nesnelerinde bulunm ayan, özellikle insani karakte ristikler o la n - "m anevi” veya “ideal” olgularla ilgili olduğunu kabul eder. Ancak bu zorunlu “özne” ve “nesne” ayrım ı sos yal bilim lerde ne “n esn ellik”ten vazgeçmeyi gerektirir, gerektim ıelid ir ne de yenid en-üretilebilir nedensel analizlerin ye rine sezginin geçirilm esini gerektirir. W eber, “Sosyal Bilimde ve Sosyal Politikada 'N esnellik’” başlıklı yazısında bunun nasıl m üm kün olduğunu gösterm eye çalışır.4 W eber, sosyal bilim lerin kaynağında pratik problem lere il g inin ve insan ların arzulanan toplum sal d eğişim leri sağla ma çabalarının yattığım gösterir. İnsani toplum sal ve kültü rel gerçeklik hakkında “nesnel” önerm eler formüle etmeye ça lışan disiplinler oluşturm a eğilim inin kaynağı bu tür bir bağ lamdır. Fakat bu eğilim e olgusal veya analitik önerm eler ile “ned ir”, “ne olm ası g erekir”le ilgili norm atif önerm eler ara sındaki tem el m antıksal süreksizliğin önem ini vurgulayan bir anlayış eşlik etmez. Çoğu toplumsal düşünce biçim inde olgu sal ve norm atif önerm eler arasında iki ilişkili kabul türünden biri tem elinde yakın lık kurulmaya çalışılm ıştır. İlkine göre, arzulanır olan “değişm eden kalan”la özdeşleştirilebilir: Ö rne ğin toplum sal ve ekonom ik kurum ların işleyişini düzenleyen değişmez yasalar. Diğer kabule göre, arzulanan ve gerçeğin iç içeliği genel evrim ci gelişm e ilkeleri bağlam ına yerleştirilm eli dir: Yasa değişmeden var olanı değil, kaçınılm az olarak ortaya çıkanı araştırır. Bu kabullerin ikisi de yanlıştır. Ampirik bir disiplinin, “ol ması gereken” şeyi tanımlayan idealleri bilim sel olarak inşa et mesi im kânsızdır. Bu, W eber’in benim sediği yeni-K antçı epis tem olojinin tem el bir öncülüdür ve onun tüm yazılarını bi çim lendirir. Ancak değer yargılarının geçerliliği bilim sel ana lizle sağlanamasa da, bu durum değer yargılarının bilim sel tar tışma alanından tam am en atılm asını gerektirm ez. Belirli bir 4
M ethodology o f the S o c ia l Sciences, s. 5 0 -1 1 2 . W ebcr'in yazılan ay n ca Menger’in görüşlerine ve onun “bilim sel" ekonom i okuluna karşı açıklam alar ola rak anlaşılm alıdır. Krş. M aricnne W eber, s. 3 5 2 -3 ; uzun b ir açıklam a için bkz. Lindenlaub, s. 9 6 -1 4 1 .
219
eylem akışının “dikkate alınm ası gerekip gerekm ediğiyle” ilgi li bütün yargıları belirli özel veya genel “am açlara” ulaşmakta kullanılan “araçlardan” ayırmak mümkündür. “Bir şeyi som ut olarak ya 'bizzat kendisi için’ ya da çok arzu edilen bir şeye ulaşmanın aracı olarak arzularız.”5 Bilim sel analiz, belirli araç ların özel bir am aca ulaşm ak için uygun olup olm adıklarını belirlem em izde yardım cı olabilir. Ancak hiçbir bilim sel bilgi bir insanın niçin bir değer olarak belirli bir am acı kabul etm e si gerektiğini gösteremez. Sosyal bilim ci aynı zamanda, belirli bir amaç araştınhyorsa, bir başkası yerine belirli bir aracı kul lanmanın sağlayabileceği üstünlükleri ve bedellerini göstere bilm elidir. Belirli bir amaca yönelik özel bir aracın seçilm esi nin getirebileceği bedeller iki farklı türde olabilir: (1 ) Arzula nan hedefe tam olarak değil kısm en ulaşılması veya (2 ) Bire yin ulaşm ak istediği diğer hedeflere zarar verebilecek ek so nuçların ortaya çıkm ası. Aynı zamanda, bizzat hedefi ampirik analizlerle, dolaylı olarak, gerçekte ulaşılmaya çalışılan belirli tarihsel koşulları sağlama kapasitesine sahip olup olmadığına göre değerlendirm ek de m üm kündür. W eber bu görüşlerini çoğu kez devrim ci sosyalizm in öz lem lerine gönderm eler yaparak açar. Zira sosyalist bir toplum inşa etmeyi hedefleyen m ücadelelerin ortaya çıkardtğı ikilem ler özellikle belirli, keskin sorunlar yaratır. Sosyalist bir toplu ma devrimci araçlarla ulaşm ak, arzulanan toplumsal değişme leri sağlamak için güç kullanm ayı gerektirir. Ancak güç k ul lanm ak zorunlu olarak devrimden sonra siyasal bir baskı uy gulamasına da yol açar k i, bu siyasal baskı bizzat sosyalizm idealinde cisim leşen bazı özgürlükleri ortadan kaldıracaktır, ikinci olarak, özellikle diğer ülkelerin kapitalist olarak kaldı ğı bir dünyada toplum sallaşm ış bir ekonom i inşa etm ek m uh temelen sosyalistlerin ne tasarladıkları ne de arzuladıkları bazı ekon om ik g üçlü kler yaratacaktır.6 Ü çüncü olarak, sosyalist bir toplum yaratm ak için hangi araçlar kullanılırsa kullanılsın, bürokratik bir devletin oluşum u nedeniyle, sonuç neredeyse 5
M ethodology o j the Social Sciences, s. 5 2 .
6
İkinci görüş hakkında, bkz. E conom y an d Society, c. 1, s. 6 5 -6 8 .1 0 0 -1 0 7 .
220
kesinlikle, sosyalist toplum a varlık kazandıran am aca ters dü şecektir. Yine de bilim sel analizin pratik hedeflere ulaşm a çab ası nı kolaylaştırabilecek bir başka anlamı daha vardır. Fakat bu, daha önce ifade edilenlerden bir ölçüde farklıdır. Bu, am pirik araştırmayı değil, kişinin inandığı idealler arasındaki iç tutar lılığı değerlendirmeyi gerektirir. İnsanların kendilerini güdüleyen özel am açların içerdikleri değerlerin açıkça farkında o l madıkları ve çoğu kez, kısm en veya tamamen tutarsız hedefle ri benim sedikleri doğrudur. Bir birey kendi özel am açlarının tem elini oluşturan idealler “üzerinde düşünm ese” bile, “ona, bilincinde olm adan kullandığı veya varsayması gereken nihai aksiyom ların farkına varmasında yardımcı olabiliriz”.7 Ancak daha ötesi yoktur. Ampirik bilim ve m antıksal analiz bir bireye neleri başarabileceğini, bu başarının m uhtem el so nuçlarını gösterebilir ve ona ideallerinin doğasım açıklam akla yardımcı olabilir; fakat bilim bireye hangi kararlan alm ası ge rektiğini gösteremez. D ünyadaki h içb ir etik , çoğu örnek te, kişin in “iyi” hedeflere ulaşm ak için ah laken şüpheli veya en azından teh lik eli araçla n ku llanm asının bedelini ödem esi - v e kötü so n u çla n n orta ya çıkm a ihtim ali hatta im kânıyla y ü zleşm e si- gerektiğin i göz ardı edem ez. D ünyadaki h içb ir etik , ah lâken iyi b ir am acın ahlâken tehlikeli araçlar ve son u çlan ne zam an ve hangi ö lçü de “m eşru kıld ığı” kararına varam az.8
W eber’in benim sediği bu konu m un m antıksal son ucu ve zorunlu dayanağı, “insani evreni, b irbirin e in dirgen em ez ra kip id eallerin varlığı karakterize eder” düşüncesidir. Tarihin belir li bir noktasında bilim sel analizle “doğru” veya
“y a n lış” o l
duğu gösterilebilecek tek bir ideal veya idealler topluluğu o l madığı için, hiçbir evrensel etik olamaz. Bu m etodolojik hare 7
M eüıodology o f th c S o cia l Sciences, s. 5 4 ; Gesammelte Aufsätze zur Wissensc haftslehre, s. 151.
8
Mcthodology o f thc S o cia l Sciences, s. 5 7 ; aynca krş. From Max Weber: Essays in S ociolog y , s. 1 4 3 -1 4 6 .
221
ket noktasının temel am pirik karşılığı W eber’in tarihteki fark lı ideallerin kökenlerini araştırdığı din sosyolojisi yazıların da bulunur. İdealler ve anlam lar dinsel ve siyasal m ücadeleler içinde yaratılsalar bile, onları bilim den elde etm ek m üm kün değildir: în s a n la n n bilgi ağacınd an yed ikleri b ir çağın kad eri, d ü n yan ın a n la m ın ın -is te d iğ i k ad ar m ü kem m el d ü z e n le n s in ona ilişkin analizlerd en ögren ilem eyeceğid ir; o n u n daha z i yade bizzat bu anlam ı yaratacak b ir konum d a olm ası gere kir. B ilim , genel hayat ve evren anlayışlannm asla artan am pi rik bilginin ü rünleri olam ayacağım ve bizi büyük bir kuvvetle sürükleyen en üst ideallerin, her zam an, sadece bizim için o l duğu kadar başkaları için de kutsal olan başka ideallerle m ü cadeleler içind e şekillend iğini kabul etm elid ir.9
W eber’in siyaset ve siyasal güdülerin m antığına dair ana lizi bu düşüncelere dayanır. Siyasal davranış “nihai hedefler etiğin e” (G esin n u n gsethik) veya “sorum luluk ahlâkına” (Veran tw ortu n gsethik) yönelik o lab ilir.10 Bir nihai h ed efler ahlâ kına bağlı olan insan, tüm siyasal davranışını, h içb ir rasyo nel araç hesabı yapm adan, belirli bir ideali gerçek leştirm e ye yöneltir: Bir nihai am açlar ahlâkın a inanan, eylem leriyle reaksiyon fır satlarını artırarak kendi sınıfının baskısını artırm aya ve zayıf lam asını engellem eye çalışan inançlı bir sendikalist olduğu nuzu gösterebilirsiniz an cak o nu n üzerinde en hafif bir eıki bile yaratam azsınız. İyi niyetli b ir eylem kötü son uçlara yol açm ışsa, aktörü n gözünde, bu n u n sorum lusu o n la n yaratan T an rı’nın iradesi değil, sadece dünyanın veya başka insanla rın aptallığıdır.
Bu tür davranış nihayetinde “dinsel” bir karaktere sahiptir veya en azından dinsel davranışla bazı ortak özellikler taşır: Eylem leri bir nihai hedefler ahlâkına yönelik olan birey, tek 9
F rom M ax W eber: Essays in S ociolog y , s. 121.
10
From Max Weber: Essays in Sociology, s. 120.
222
görevinin niy etlerin in saflığını sürdürm ek olduğuna inanır: “Ateşi sürekli canlı tutm ak söz konusu kişinin oldukça irras yonel eylem lerinin am acıd ır..."11 Öte yandan, sorum luluk ahlâkı W eber’in bazen “son u çla rın paradoksu” olarak adlandırdığı şeyin bilincinde olmayı ge rektirir. Bir bireyin yaptığı bir eylemin som ut so n u çlan çoğu kez onun bu eylemi yapma niyetlerinden farklı ve bazen ta mam en aksi yönde olabilir. Bunun farkında olan siyasal aktör, eylem lerini sadece güdüsünün doğruluğuna göre değil, dav ra n ışla rın ın u laşm ak istediği h ed efler a çısın d an d o ğabile cek m uhtem el son u çların ın rasyonelliğine göre de düzenle yecektir. Bu yüzden özellikle yukarıda sözü edilen farklı sos yal bilim k ullan ım ları soru m lu lu k siyaseti açısınd an ön em lidir, ancak bu kullanım lar bir nihai hedefler ahlâkına bağlı lıkla tam am en ilişk isizd ir.12 Sorum luluk ahlâkı düşüncesini, W eber üzerine ikincil yorum larda sıklıkla karıştırılan pragma tizmden ayırm ak gerekir. Bir felsefe olarak pragmatizm belir li b ir anda neyin pratik olduğunu belirlem eyi gerektirir. Fakat W eber pratikliği “hakikatin” bir kriteri olarak almaz: W eber’in analizinin tüm odak noktası, olgusal ve ahlâkî gerçek arasında mutlak m antıksal bir uçurum olduğu ve hiçbir am pirik bilgi düzeyinin bir başkasından ziyade belirli bir etiğin peşinden koşm anın geçerliliğini gösteremeyeceğidir. Bireysel ö rn ek te, pratik p olitikacının , öznel antagonist bakış açılan arasından birini benim seyerek onlar arasında arabulu cu lu k yapm akla yüküm lü olduğu kesindir. Bu, bilim sel nes n ellik le" ilişkili değildir. Bilimsel açıdan, “an ay o l" en aşın sağ
veya sol fikirlerden bir nebze bile doğru değildir.13
11 F rom M ax W eber: E ssay s in Sociology, s. 121. 12
M antıksal analiz ideallerini açıklam aya yardımcı olm ası dışında. Ancak onun daha önceden gösterdiği gibi, bu aslında am pirik bilim in bir sonucu değildir.
13
Methodology o f the S o cia l S cien ces, s. 17. Bu kitapta ele alınan üç temel şahsi yetin bazen pragm atist felsefeye yönelik eleştirilerle bağlantılı görüşler geliş tirdikleri belirtilm elidir. Krş. P ragm atism e et socio lo g ie (Paris, 1 9 5 5 ). Aşırı ba sitleştirirsek. üçünün de aynı nedenle pragmatizme itiraz edeceği söylenebi lir: Eyleyen öznenin dünyayı rasyonel olarak etkilem e kapasitesini yadsır.
223
W eber’e göre, “nesnelliğin” doğasıyla ilgili tartışma, gerçek le çoğu kez bilim sel yargılar ve değer yargıları arasındaki iliş kileri bulanıklaştıran karışıklıkları gidermeye yöneliktir. Ö n ceden belirtildiği gibi, W eb er için böyle bir girişim idealle rin bilim sel tartışmadan kesin olarak ayıklanmasını gerektirir. G erçekte, sosyal bilim cinin kendi idealleri konusunda m üm kün olduğu kadar açık olm ası bir zorunluluktur. Bu zorunlu luğa titizlikle uyulduğunda sosyal bilim cinin değerleri, çalış masının önem ini azaltm ayacaktır: “A h lâ k î k a y ıtsız lık tutumu (Gesinnungslosigkeit) bilim sel ‘nesnellik’le ilişkili değildir.”14
Olgusal yargılar ve değer yargıları Olgusal önerm eler ve değer önerm eleri arasında m utlak bir mantıksal ayrılık olduğu -y a n i bilim in kültürel ideallerin bir kaynağı olam ayacağı- düşüncesini, “bilimin varlığı bilim sel ana lizin niçin bizzat ‘arzulanır’ veya ‘değerli’ bir etkinlik olduğunu gösteren değerleri gerektirir” düşüncesinden ayırmak gerekir. Bilimin kendisi, diğer değerlerden daha bilimse! olduğu kanıtlanamayacak ideallere dayanır. Bu yüzden W eber’e göre, sosyal bilimlerin genel amacı “içinde yer aldığımız gerçekliğin biricik liğini kavramaktır”. Başka deyişle, sosyal bilimlerin temel hede fi tarihsel olguların niçin o şekilde ortaya çıktıklarını anlamak tır. Ancak bu hedef som ut gerçekliğin sonsuz karm aşıklığın dan soyutlamalar yapmayı gerektirir. W eber, gerçekliğin tam bir betim lem esinin m antıken m üm kün olamayacağım öne sürer ken Rickert ve W indelbandin yeni-Kantçılığım benimser. Ger çeklik sonsuz sftyıda bölünebilir çeşitlilikler içerir. Gerçekliğin belirli bir unsuruna odaklandığımızda bile onun bu sonsuzlu ğu paylaştığım görebiliriz. Bilimsel bir analiz biçim i, her tür bi limsel bilgi sistemi, isler doğa bilim lerinde ister sosyal bilim ler de olsun, gerçekliğin sonsuzluğundan seçim y ap m ay ı gerektirir. Sosyal bilim ler aslında “bir yanda ilişkileri ve bireysel olay ların çağdaş görü n ü m leri için d ek i kültürel ön em lerin i, öte 14
M ethodology o f the S ocial Scien ce s, s. 6 0 ; G esam m elte A ufsätze zu r W issensc h aftsleh re, s. 157.
224
yandan on ların tarihsel olarak ‘böyle’ o lm aları veya ‘başka türlü’ olm am alarının nedenlerini” bilmeye çalışır.15 G erçekli ğin kapsamı ve yoğunluğu sınırsız olduğu için ve bu yüzden sosyal bilim ci açısından “ilgi problem leriyle” ilişkili bazı se çim lerin (söz konusu birey bunların bilincinde olm ayabilir) zorunlu olm ası nedeniyle, “bilm ek istediğimiz şeyi” bilm e ne denim izi belirleyen değer kriterlerinin neler olduklarını araş tırmam ız gerekir. W eber’e göre bu soru basitçe, sosyal bilim lerdeki araştırm anın düzenli olarak ortaya çıkan ilişkileri veya (örneğin doğa bilim lerinde olduğu gibi) “yasaları” araştırm a sı gerektiği belirtilerek cevaplandm lam az. Yasaların formülasyonu gerçekliğin karm aşıklığından özel bir soyutlam a yapma yı gerektirir ve böylece yasanın kapsamına girmeyen her ola yın “tesadüfi/ilineksel” ve neticede bilim sel açıdan önem siz ol duğu düşünülür. A ncak bu tutum sosyal bilim lerde ilgi alanı mızı oluşturan problem türlerini kavramak için uygun değil dir. W eber’in hayatının çalışm asının esas ilgi odağı şu alıntıyla aktarılabilir. Bizi ilgilendiren Batı Avrupa kapitalizm inin olu şumu ve onunla ilişkili rasyonelleşm e değildir, zira bu tarih sel olaylar (belirli açılardan) inandırıcı b ir biçim de genel, yasa benzeri ilkeler alunda sınıflandırılabilir. Bu olayları bizim için "önemli kılan şey, onların biriciklikleridir. Ayrıca doğa bilim lerinin sadece yasalan ortaya çıkarm ak la ilgilendiklerini varsaymak hatadır. Ö rneğin astronom i çoğu kez yasalar altında toplanabilen özel gelişm e dizileriyle ilgi lenm ediği gibi ilgilerinin kaynağı, bu yasaların genel ilişki lerin form ü lasyo n u açısın d an da ö n em li d eğild ir. A slında W eber örnek olarak verm ese de, bunun iyi örneklerinden biri Rickert’in gökbilim cilerin güneş sistem im izin kökeni üzerine ayrıntılı araştırm alarıyla ilgili açıklam asıdır. Evrenin özellikle riyle ilişkili genellem eler açısından güneş sistem im iz bütünüy le önem siz değildir. G üneş sistem inin özel gelişim ine karşı il gimizin kaynağı, on un, dünyanın da içinde yer aldığı gökci sim leri içinde bulunm asıdır. 15 M ethodology o f th e S o c ia l Sciences, s. 7 2 ; C esam m elte A ufsâtze zur Wisscnscha/tslehre, s. 1 7 0 -7 1 .
225
Bu, doğa bilim leri ve sosyal bilim ler ayrımının nom otetik ve ideografik bilgi ayrım ı açısından m utlak bir ayrım olm adığı nı gösterir. Doğa bilim lerine yoğunlaşma esasen genel ilkelerin oluşturulm asına yönelik olsa bile, bu yoğunlaşma bazen özelin bilgisini araştırmayı gerektirir. Nedensel “açıklam anın” olayla rı genel yasalar altında sınıflandırm anın tek m uhtem el yolu o l duğu da düşünülemez. Benzer şekilde, belirli bir yasa açısından “ilineksel” olan bir olay m antıksal olarak daha önceki olaylara götürülebilir. Tarihsel bir bireyin “tam” bir açıklamasını üre tebilecek tek bir neden veya belirli sınırlı nedenler olduğu dü şünülmemelidir. Sadece gerçekliğin belirli yanlarıyla ilgili “bil meye değer” şeyler olduğu doğruysa, aynısı nedensel açıklama için de söylenebilir. Bir araştırm anın amacı bakımından kesin önem de olduğunu, belirli bir olguya ilişkin anlayışımız açısın dan uygun olduğunu telaffuz etliğim izde, araştırm anın nere den başlatılması gerektiği kararı da bir seçim sorunudur: “ (E ]tk id en " nedene doğru geri gidildiğinde, ilgili tüm koşu l lar toplam ı kesin olarak “b irlik te eylem e” yol açm alı ve başka hiçb iri som u t etki yer alm am alıd ır. Başka deyişle, son u cu n oluşum u, nedensel olarak çalışan her am pirik bilim için, sa dece belirli bir andan itibaren değil, aynı zam anda “sonsuz olarak” belirlenir.16
W eber’e göre, bu tespit nom otetik önerm elerin sosyal bilim lerde m ümkün olmadığı anlamına gelmez. Aksine genel açıkla yıcı ilkelerin formüle edilmesi, açıklanacak özel olguların ana lizini kolaylaştırmakta kullanılabilecek bir araç olarak bizati hi bir amaç değildir: '“N om olojik' bilgiyi uygulamadan bir bi reysel etkinin geçerli bir yüklem esi -y an i tekrarlanan nedensel dizilerin b ilg isi- genelde im kânsız olacaktır.”17 Başka deyişle, araştırm acı nedenler yüklem eye çalıştığında, belirli bir unsu run hangi ölçüde bir neden olarak alınabileceği olay kategori leri arasındaki geçerli ilişkiler hakkmdaki (kuşkulu durumlar 16
M ethodology o f the S ocial S cien ces, s. 187; Gesammeltc A ufsâtze zur Wissenschaftslchrc, s. 289.
17
M ethodology o f th e S ocial S cien ces, s. 79.
226
da haklılaşünlm ası gereken) kabullere bağlıdır. Araştırm acının “kişisel deneyimleriyle keskinleştirdiği ve analitik yöntem lerle geliştirdiği hayal gücüne” ne kadar nedensel bir geçerlilik yük leyebileceği ve som ut yerleşik genellemeleri ne kadar araştıra cağı söz konusu özel örneğe bağlıdır. Ancak genel ilkeler lıakkındaki bilgimiz daha kesin ve belirli oldukça, daha kesin ne densel yüklem eler yapabileceğimiz her zaman doğrudur.18 F ak at daha som ut olarak, nedensel b ir ilişk in in varlığını nasıl belirleyebiliriz? W eber, ünlü prosedürler açık lam asın da, örnek olarak Eduard Meyer’in M araton Savaşı’nın Batı kül türünün sonraki gelişim i açısından sonucunun ö n em in i ele alma biçim ini verir. Tarihçilerin aslında ço k küçük bir m uha rebe olan M araton Savaşı’yla ilgilenm elerinin nedeni, kesinlik le, bu m uharebenin sonucunun daha sonra Avrupa’ya yayıla cak Helen kültürünün varlığını sürdürmesi ve bağım sız geli şim inde kesin nedensel önem e sahip olm asıdır. Bununla be raber, Maraton Savaşı’nın bu açıdan nedensel bir önem e sahip olduğunu gösterm ek için iki bağımsız olum sal durum (Avru pa’nın sonraki kültürel gelişim inde Helenizm ihtim aline karşı Persli bir teokratik bir etkinin gelişmesi ihtim ali) dikkate alın malıdır. Bunlar “gerçek” on tolojik ihtim aller değillerdir; sade-ce bir olaylar seti -g e rçe k te ortaya çıkan ş e y - “m uhtem eldir”. Bu prosedür sadece sosyal bilim cinin bir soyutlam asından iba rettir -b u rad a bir “düşünce deneyi” gerçekleştirilir, yani “b e lirli olaylar olmasaydı veya farklı biçim lerde ortaya çıksalardı sonuç ne olacaktı?” biçim inde bir yansıtma yapılır. Tarih sel b ir o lgu n u n n ed ensel ö n em in i d eğ erlend irm e g iri şim i şöyle bir soruyla başlayacaktır: O rtak b elirley iciler ola rak dikkate alınan faktörler kom pleksi arasından olay çık ar tıldığında veya ond a belirli yönde bir d eğişiklik yapıldığında, genel am p irik kurallara (E rfah ru n g sreg eln ) göre, konum uzla bağlantılı olarak, olaylar özellikleri bakım ınd an k esin ö n em d e yeni bir yö n kazanabilir m iyd i?19 t8
M ethodology o f the S ocial Sciences, s. 8 2 vd.
19 M ethodology 0/ th e S ocial Sciences, s. 180.
227
Bu ihtim al M araton Savaşı’m n önem iyle gösterilebilir: Pere lerin savaşı kazandığı düşünüldüğünde ve savaşın so n u çla rı dikkate alındığında, bunun gerçekte Helen ve böylece Av rupa kültürünün sonraki gelişim ini büyük ölçüde etkilem e si söz konusu olacaktı. W eber, bunun “uygun” bir nedensel lik örneği olduğunu düşünür. Bu örnekte, gönül rahatlığı için de, M araton Savaşı’nm farklı bir sonucunun Avrupa’nın so n raki kültürel gelişim inde değişim ler yaratmak için yeterli veya “uygun” olacağı söylenebilir. Sosyal bilim lerd e konu seçim i ve tespitinin ister istem ez “öznel” olması -b a z ı kültürel önem lere sahip olmaları nede niyle, ilgili problem lerin seçim ini gerektirm esi- aslında nesnel olarak geçerli nedensel analizin yapılamayacağını gösterm ez. Aksine nedensel açıklam a başka açıklam alarla doğrulanabilir ve bunlar sadece özel bir kişi için “geçerli” değildir: Hem araş tırma problem lerinin seçim ini, hem de araştırm acının sın ır sız nedensel bir ağa nüfuz etm ek için bizzaL bu seçim in yapıl ması gerektiğini varsayma derecesini değer kabulleri yönlen dirir. W eber’in, “temel ilgi odağı biricik oluşum lardır” öncülü dikkate alındığında, sosyal bilim lerin incelem e nesnesinin her zaman akışkan olduğu sonucu çıkar: Sınırsız olaylar akışı nihayetsiz bir biçim de sonsuzluğa doğru ilerler. İn san lan n içind e yer aldıkları kültürel p roblem ler sü rek li yeni b içim ler ve fark lı ren k ler kazanır ve bu alanının sı n ın , bizim için anlam ve önem kazanan, yani bir “tarihsel bi reye” dönüşen son su z som ut olaylar akışı içind e sürekli de ğişir.20 '■
20
M ethodology o f th e S o cia l S cien ces, s. 8 4 . W eber sık sık sosyal bilim cinin “ta rihsel b ir birey''le iki anlam da ilgilenebileceğini vurgular: İlk olarak, tarihsel açıdan "büyük" ve “b iricik " şahsiyetler hakkında en kapsam lı m uhtem el bil giyi edinm e; ikinci olarak, “som ut tarihsel bir ilişki içinde, belirli bireylerin eylem lerinin nedensel gücüne atfedilebilecek ön em ”in analizi. A ncak ger çekte onları “ön em li” veya “ön em siz" bireyler olarak değerlendirip değer lendirm eyeceğim ize bakm adan, Gesammelte Au/sdlze zur W issen schaftslehrr. s. 47.
228
İdeal tip kavramların formülasyonu W eber’in “ideal tip” kavramların doğası ve sosyal bilim lerdeki kullanım larıyla ilişkili tespitinin kaynağında m antıken onun genel epistem olojik yaklaşım ı yatar. Sosyal bilim lerde kullanı lan kavramlar, değer kabulleri olmadan, doğrudan gerçeklik ten elde edilem ezler, zira ilgi konularını tanımlayan problem ler bu tür ön-kabullere dayanır. Bu yüzden, tarihsel bir oluşu mun yorum u ve açıklanm ası, özellikle bu am açla oluşturul muş ve -bizzat analizin amaçlarında olduğu g ib i- gerçekliğin evrensel “tem el” özelliklerini yansıtm ayan kavram ların inşa edilm esini gerektirir. W eber, ideal tip kavram ların biçim sel özelliklerini ortaya koyarken, yeni bir kavramsal yöntem türü geliştirdiğini değil, aksine zaten pratikte yapılan şeye açıklık kazandırdığını düşünür. Bununla beraber, çoğu araştırm acı kullandığı kavram ların tamamen farkında olmadığı için , formülasyonlan çoğu zaman muğlâk ve kesinlikten yoksundur. “Tarihçilerin konuştukları dil, uygun ifade ihtiyacını karşıla mak için bilinçsizce yaratılan ve anlamı kesin olarak hissedi len, fakat üzerinde enine boyuna düşünülmeyen yüzlerce söz cük içerir.”21 Bir ideal tip, h er ne kadar gerçeklikte yer alsa da, bu özel bi çimiyle nadiren ortaya çıkan birçok sayısız unsurun soyutlan ması ve birleştirilm esiyle inşa edilir. Bu yüzden, W eber’in P ro testan A h lâkı ve K apitalizm in Ruhu’nda analiz ettiği “Kalvinci etik” farklı tarihsel şahsiyetlerin yazılarından alınm ıştır ve bu etik, W eber’in kapitalist ruhun oluşumuyla ilişki içinde özel önemde gördüğü Kalvinci öğretiler kom binasyonlannı içerir. W eber’e göre, bu tür bir ideal tip ne gerçekliğin belirli b ir yö nünün “betim lem esi”, ne de b ir hipotezdir; sadece betim lem e ve açıklam aya yardım cı olabilir. B ir ideal tip kuşkusuz n or matif anlamda ideal değildir; gerçekleşm esi arzulanan bir şeyi ifade etmez. Diğer olgularda olduğu gibi ideal bir katil veya fa hişe tipi inşa etm ek uygundur. Bir ideal tip m antıksal anlam dı
M ethodology o f th e S o cia l Scien ces, s. 9 2 -9 3 ; G esam m elte A u fsätze zur W issens ch a ftsich re, s. 193.
229
da bir saf tiptir, ancak som ut anlamda değil: “Bu zihinsel inşa, kavramsal saflığı içinde som ut olarak gerçekte h içb ir yerde bulunm az.”22 tdeal tipler yaratmak bizzat bir amaç olarak kesinlikle an lam lı değildir; belirli bir ideal tipin kullanışlılığı sadece som ut bir problem le veya problem lerle ilişkisi içinde değerlendiri lebilir ve onu inşa etm edeki tek amaç am pirik sorunları ana liz edebilm ektir. Sosyal bilim ci, bir olguyla, örneğin rasyonel kapitalizmle ilişkili bir ideal tip formüle ederken, özel kapita lizm biçim lerini am pirik olarak inceleyerek, geliştirdiği ilgile riyle ilişki içinde, rasyonel kapitalizm in ayırt edici en önem li özelliklerini belirlem eye çalışır. İdeal tip salt kavramsal dü zeyde oluşturulm az, aksine som ut problem lerin am pirik anali ziyle yaratılır, değiştirilir, netleştirilir ve ayrıca bu işlem anali zin kesinliğini artırır. Bu yüzden, ideal tipler kapsam ve kullanım bakım ından b e timsel kavramlardan (G attu n gsbegriffe) farklıdır. Betim sel tip ler çoğu sosyal bilim dalında önem li ve zorunlu bir rol oynar. B unlar basitçe am pirik olgu gruplarının ortak özelliklerin i özetler. İdeal tip, “bir veya daha fazla bakış açısının tek yanlı olarak vurgulanm asını”23 içerirken; betim sel tip, birçok som ut olgunun orta k özelliklerinin soyut b ir sentezini içerir. W eber örnek olarak “k ilise” ve “m ezhep” kavramlarını verir. Bu kav ramlar sınıflandırıcı b ir ayrım ın tem eli olarak hizm et edebilir; dinsel grupların belirli kategoride veya başka bir başkası için de yer aldığı söylenebilir. Bununla beraber bu ayrım ı, mezhep hareketlerinin m odern Batı kültürünün rasyonelleşm esi açı sından önem ini analize uygulamak istediğimizde, bu özel ko nuda etkili olan m ezhebin özel bileşenlerini vurgulamak için “m ezhep” kavramını yeniden formüle etm ek zorunda kalırız. Kavram böylece ideal tip bir kavrama dönüşür. Betim sel bir kavram , belirli unsurların soyutlanm ası ve birleştirilm esiyle ideal tip bir kavrama dönüştürülebilir: W eber’e göre, bu zaten çoğu kez pratikte yapılan bir işlem dir. 22
M ethodology o f f/ır S ocial S cien ces, s. 9 0 .
23
M ethodology o f thc S acial S cien ces, s. 9 0 , 92.
230
W eb er tartışm asında özel tarihsel oluşum ların ay dın latıl m asıyla ilişk ili ideal tipleri form üle etm eye od aklan ır, zira bu işlem betim sel ve ideal tiplerin en açık farklılığını ortaya koyar. Ancak ideal tip kavramlar sadece bu am açla sınırlı de ğildir ve basit betim sel kavram lar içerm eyen, yine de genel karakterde farklı türde ideal tipler vardır. Betim sel tiplerden ideal tiplere geçiş, olguların betim sel sınıflam asından bu olgu ların açıklayıcı veya teorik analizlerine geçtiğim izde söz konu sudur. Bu en iyi biçim de “m übadele” kavramıyla açıklanabilir. Mübadele kavramı, sınırsız sayıda insan eylemim alışveriş et kinlikleri temelinde sınıflandırabileceğim iz tespitiyle yetindi ğimiz sürece betim sel bir kavramdır. Ama kavramı ekonom i deki m arjinal fayda teorisinin bir unsuru olarak kullanm ak is tediğimizde, salı rasyonel inşaya dayalı bir ideal “m übadele” tipi inşa ederiz.24 Sosyal bilim ve değer yargılan ilişkisi W eber’in 1 9 0 4 -1 9 0 5 yılları arasında yayım lanan m etodolojik yazılarındaki tartış masında m erkezî bir önem e sahiptir; bu ilişki W eber’in yakla şık on yıl sonra yayımlanan “Ahlâkî Tarafsızlık" (W ertfreih eit) adlı yazısında farklı bir açıdan ele alınır.25 W eber bu son yazı da sosyal bilim ler ve sosyal politika açısından önem li olsa bile, 'değer yargılannm m antıksal statüsüyle değil, aksine pratik bir soru nla, bilim ad am ının inandığı değerleri g erçek leştirm ek için kendi akadem ik prestiji veya konum unu kullanm ası ge rekip gerekm ediği sorunuyla ilgilenir. Bu, nihayetinde değer lere bağlı olan ve neticede bilim sel kanıtlarla çözülem eyecek bir m eseledir. O , “son tahlilde, sadece bireyin -k e n d i değer sistem ine bağlı o la ra k - üniversitedeki görevlerine referan s la karar verm esi gereken” bir sorundur. Eğitim görevleri çok genel anlamda alındığında, eğer eğitim cinin rolü öğrencilerine geniş bir estetik ve etik kültür yelpazesi sunm aksa, eğitim ci nin ideallerini kendi öğretim alanından uzak tutması zor ola2 4 M ethodology o f the S ocial Sciences, s. 1-47. W eber’in bu görüşleri geliştirdiği siyasal bağlamın bir analizi için , krş. W olfgang J . M om m sen, M ax W eber und d ie dcu lschc Politik, 1 8 9 0 -1 9 2 0 (Tübingen, 19 5 9 ). 25
M ethodology o f the S ocial Sciences, s. 2-3.
231
çaktır. W eber’in ifade ettiği görüş, eğitimde, özellikle bir ölçü de bilim sellik iddiası taşıyan konularda profesyonel uzm anlaş manın m odem üniversiteye uygun bir organizasyon olduğu dur. Bu koşullarda, eğitim ci kesinlikle kendi dünya görüşünü ifade etm e hakkına sahip değildir; sosyal bilim lerin problem leri, “problem ler” olarak ilgi kaynaklarını kültürel değerler den alsalar da, teknik analiz dışında çözülem ezler ve eğitim ci nin ders platformundan kaynaklanan tek sorum luluğu teknik analizlerden ibarettir. Bunu nla beraber, öğren cin in günüm üzde sınıfta ö n celik le öğ renm esi gereken şey (1 ) B elirli b ir görevi tıpkı bir işçi gibi ye rine getirm ek (2) K işisel olarak kendini rahatsız etse bile, ger çek leri kabu l etm ek ve onları kendi öznel değerlerinden ayır m ak (3 ) K endini görevine adam ak ve gereksiz b ir kişisel ter cih ler veya başka bir duygu gösterisi yapma dürtüsünü bastır m aktır.26
Ü niversitedeki eğitim ci, bir başka yurttaşın ideallerine si yasal eylemlerle ulaşabilm ek için sahip olduğu bütün fırsatla ra sahiptir ve kendisi için daha fazla ayrıcalık talep etm em e si gerekir. Profesörlük m akam ı “uzm anlaşm ış bir kişisel keha net işareti” değildir. Kendi konum unu bu şekilde kullanan bir profesör, mevkisini özellikle alıcı olan ve tam anlamıyla ken dinden em in olmayan b ir izleyiciyle ilişki içinde istism ar ede bilir. W eber, burada kişisel bir in ancın ı ifade etm ekledir. Ü n i versite değerlerin tartışıldığı bir forum olabilseydi, bu sadece “bütün değer konum larıyla ilişkili tem el sorunların sınırsızca tartışılm ası özgürlüğünün” bir temeli olabilirdi. Ancak bu, ke sinlikle, temel siyasal ve etik sorunların açıkça tartışılamadığı Alman üniversitelerine ait bir özellik değildir ve durum böyle devam ettiği sürece, “bilim in bir tem silcisinin, bu problem leri ele alma hakkı kadar, ağırbaşlılığını koruyarak bu konularda sessiz ka lm a hakkı da vardır.”27 W eber bunu söylerken kuşku 26
M ethodology o f th e S ocial S cien ces, s. 5; G esam m elte A u fsätze z u r Wissensch aftsleh re, s. 4 9 3 .
27
M ethodology o f the S ocial Scien ces, s. 8.
232
suz eğitim cinin üniversite alanı dışında siyasal ve ahlâkî yar gılarını ifade etm eyi reddetm esi gerektiğini kastetm ez. A ksi ne o, akadem ik alan dışındaki yanlış “ahlâkî tarafsızlık” uygu lam asını sert b ir dille eleştirir. W eber, sahte b ir bilim sel “taraf sızlık” adı altında siyaset alanındaki iddialannı gizleyen kişiler kadar üniversitede partizan bir konum u açıkça öğütleyen kişi lere de açıkça karşıdır. Her halükârda, W eber’e göre, bir bireyin kendi öğretim et kinliklerinde özel b ir değer konum u geliştirip geliştirm em e si gerektiği soru nu nu n sosyal bilim lerde olgusal önerm eler ve değer önerm elerinin m antıksal ilişki problem inden bağım sız olarak alınm ası önem lidir. “Ampirik disiplinlerin problem leri, kuşkusuz, ‘değerlendirici olmadan’ çözülebilir. Onlar de ğerlendirm eyle ilgili problem ler değildir. Tersine sosyal bilim lerdeki problem ler ele alm an olgunun değer ilişkisine göre se çilir... Am pirik araştırm ada, hiçbir ‘pratik değerlendirm e’ bu kesin m antıksal gerçekle m eşrulaştırılm az.”28
28
M eıhodology o f th e S o cia l S cien ces, s. 2 1 -2 2 .
233
11 Sosyolojinin Temel Kavramları
Yorumcu sosyoloji W eber, m etodolojik yazılarını çoğunlukla ilk am pirik çalışm a larında ele aldığı özel sorunlar bağlamında yazmıştır; bu yazı lar, onun, ilk eğitim ini şekillendiren hukukî, ekonom ik ve ta rihsel düşünce geleneklerinin entelektüel sınırlarından k u r tulma m ücadelesinin bir belgesidir. M etodolojik yazılarda sos yoloji, tarihe tâbi konum da alınır: Sosyal bilim lerin ilgi alanı nı oluşturan problem lerin kültürel önem e sahip belirli sorun larla ilişkili oldukları düşünülür. W eber, sosyal bilim lerde ge nellem elerin im kânsız olduğu düşüncesine karşı çıkar, aksine genel ilkelerin formülasyonunu büyük ölçüde hedefe ulaşma nın aracı olarak alır. W eber’in am pirik yazılarının aldığı asıl yön, özellikle ha cimli bir kitap olan E kon om i ve Toplum’da görüleceği gibi, bu bakış açısında belirli bir vurgu değişikliğine yol açm ıştır. O l gusal y argılar ve d eğer y argıları ayrım ından vazgeçm ediği gibi, bu ayrımla ilişkili “özel tarihsel oluşum ların analizi sade ce genel ilkelere göre gerçekleştirilem ez” tezinden de vazgeç mez; bu tez böyle bir görev için sadece başlangıç niteliğinde bir önem e sahiptir. A ncak yine de W eber’in E kon om i ve Toplum’daki ilgisi toplum sal ve ek on om ik organizasyonlardaki 235
tekbiçim lilikleri ortaya koymaya, yani sosyolojiye yöneliktir. W eber’in sözleriyle, so sy o lo ji, insan toplum sal eylem iyle ilişkili genel ilkeler ve kavramlar formüle etmeye çalışır; buna karşılık tarih “özel, kültürel açıdan önem li eylem ler, yapılar ve kişiliklerin nedensel analizi ve açıklam asına yön eliktir”.1 Bu görüş kuşkusuz m eto d o lo jik yazılarda geliştirilen tem el konum un tekrarıdır ve W eber’in ilgisinin sosyolojiye kaym ası nın, onun lemel m etodolojik görüşlerinde bir değişiklikten zi yade kişisel ilgilerinde bir vurgu değişikliğine yol açtığı söyle nebilir. E kon om i ve Toplurn’un W eber’in düşüncesinde yeni bir ayrılık noktasını temsil etme derecesi onun görüşleri üzerine ikincil çalışmalarda çoğu kez abartılm ıştır. E kon om i ve Toplum ekonom i politiğin farklı boyutları üzerine kapsamlı, ortak bir çalışm anın parçasıdır: W eber’in niyeti bir giriş yazısıyla, b ir likte çalıştığı yazarların daha uzmanca çalışm alarına katkıda bulunm aktı.2 W eber, E kon om i ve Toplum ’u yazma am açlarını belirtirken, bu kitaptaki sosyolojik analizin özel tarihsel olgu ların araştırılması için gerekli “en basit hazırlık” görevi yük lendiğini gösterir. “Böylece tarihin ilgisi bu özel karakteristik lerin nedensel bir açıklam asını sunmaya yöneliktir.”3 W eber, “nesnellik” üzerine yazısında, “sosyal bilim lerde, zi hinsel olgularla, doğası gereği genelde kesin doğa bilim lerin deki şem aların çözebileceği veya çözm eye çalışabileceği tiırdekinden, özellikle farklı bir görev olan em patik ‘anlam a’yla ilgilend iğ im izi”4 vurgular. Bu yüzden, toplum sal olguların analizinde temel adımlardan biri, onun öznel tem elini “anla
1
Econom y and Socicly, c. 1, s. 19; (Alm. baskı), c. 1, s. 9.
2
Bu kitaplar derlem esi b ir bütün olarak G rundriss d e r S o z ia lö k o n o m ik adıy la yayımlanmıştır. Bu serinin yazarları Som barı, M ichels, Alfred W eber ve Schum peter’dir. ilk katkılar 1 9 1 4 ’te yayım lanır ve diğerleri derlem e tam am landığında 1930'larda yerini alır. Bkz. Jo h an n es W inckclm an, “M ax W ebers Opus Post-hum um ", Zeitschrift fü r d ie g esam ten Staatsw issenschaften, c. 105,
3
Georg von Below ’a m ektup, Haziran 1914, Georg von Below , D er deu tsche Stadl des M ittelalters (Leipzig, 1 9 2 5 ), s. xxiv.
4
M ethodology o f the Social Sciences, s. 7 4 ; Gesammelte A ufsätze z u r W issensc haftsich re. s. 173.
19 4 9 , s. 3 6 8 -3 8 7 .
236
m aktır”; bu yazının ana temalarından biri, insan etkinliğinin “öznel” bir karaktere sahip olmasının toplum sal ve tarihsel ol guların “n esnel” analizini kesinlikle engellem eyeceğidir. Ö te yandan, bu öznellikten, sadece doğa bilim leri ve sosyal bilim lerin çatışan doğasını dikkate alarak kurtulamayız. E konom i ve Toplum ’da kendi “yorum cu sosyoloji” anlayışının ana hatlarını oluşturan W eber, öznelin sosyolojik analiz açısından önem ini vurgulamayı sürdürür.5 W eb er’in sözleriyle, “Bu oldukça m uğlâk sözcüğün bura da kullanıldığı anlam ında, so syo lo ji, bizzat toplum sal eyle mi yorum layıcı anlamayla ve böylece eylemin yönü ve sonuç larının nedensel olarak açıklanm asıyla ilgili bir bilim olarak alınm alıdır.”6 Toplum sal eylem veya davranış (soziales H an deln) öznel anlam ın bir başka birey veya grupla ilişkili oldu ğu bir eylemdir. Eylem in analiz edilebilecek iki anlam ı vardır: Analiz, eylem in belirli bir birey için sahip olduğu anlama atıf ta bulunm alı veya varsayımsal bir aktörün öznel anlamıyla il gili bir ideal tiple ilişki içinde yapılmalıdır. G erçekte, bu şekilde tanımlanan eylem ile sadece düşünm e den veya otom atik olarak yapılan davranışlar arasında hiçbir n et ayrım yoktur. İnsan etkinliğinin so syo lo jik am açlar açı sından önem li olan büyük bir kısm ı anlamlı eylem in sınırla rı içindedir: Bu, özellikle geleneksel tipte davranışlar için söz konusudur. A ynca aynı som ut etkinlik anlaşılır ve anlaşıla maz unsurlar karışım ını içerebilir. Bu karışım , örneğin onla rı yaşamayan bir sosyal bilim cinin sadece kısm en anlayabile ceği m istik yaşantılar içeren bazı dinsel etkinlik biçim lerinde de söz konusu olabilir. Bir yaşantıyı analitik olarak kavramak için onu m utlaka tamamen tekrarlamak gerekmez: “K esinlik le, Sezar’ı anlam ak için Sezar olm ak gerekm ez.”7 5
Econom y and Sccicl/ nin ilk cildindeki bu açıklama daha önceki “Ü ber einige Kategorien der verstehenden Soziologie", Gesammelte Aufsätze zu r Wissenschaßslehre’nin gözden geçirilm iş biçimidir (s. 4 2 7 -4 7 4 ; ilk basım 1913).
6
Econom y an d S ociety, c. 1. s. 4 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 1. Krş. Ju lie u Freund. The Sociology o /M a x W eher (Londra, 19 6 8 ). s. 9 0 -9 1 .
7
E con om y an d S o c iety , c . 1, s. 5. Carlo A ntoni, F rom H istory to S o cio lo g y (Londra, 1 9 6 2 ), s. 170.
237
Burada W eber’in argüm anının tem el m antığını kavram ak önem lidir. O, öznel anlam ın çoğu insan davranışının temel unsurunu oluşturduğunu kabul ederken, gerçekle sezgicili ğin bu araştırma im kânını sağlayabilecek bir öğreti olm adığı na dikkat çeker; aksine, yorum cu sosyoloji tekrarlanabilen ve böylece bilim sel yöntem lerin geleneksel ilkelerine göre doğrulanabilen anlam yorumlama teknikleri üzerine kurulabilir ve kurulmalıdır. Bu ise W eber’e göre, ya aktörün öznel çerçeve sinin bir parçasını oluşturan m antıksal ilişkileri rasyonel anla ma ile ya da daha duygusal sem patik türden bir anlama ile ba şarılabilir. Rasyonel anlama aktörün m atem atiksel akıl yürüt me veya formel mantığı kullanması örneğinde tam ve kesin dir. “Kişi, 2x2= 4 önerm esini veya Pisagor teorem ini akıl yü rütürken ya da bir argüman içinde kullandığında veya m an tıksal bir muhakeme zincirini kabul ettiğimiz düşünm e tarz larına uygun bir biçim de doğru olarak kurduğunda, onun an latm ak istediği şeyin tam, açık bir anlam ına sahip o lu ruz.“8 Ancak burada, m antıksal önerm elerin kesin olarak kavranm a sı ile pratik bir hedefe ulaşm ak için belirli bir aracı rasyonel bir biçim de kullanan bir kişinin eylem lerini anlama arasında kesin bir bölünm e çizgisi yoktur. Em paıi, duygusal bir bağ lamda yer alan eylemin anlam ını kavramada önem li bir araç olsa bile, em patiyi anlamayla özdeşleştirm ek hatadır: İk in ci si sadece sosyolog açısından duygusal bir sempatiyi değil, aynı zamanda eylemin öznel anlam ını kavramayı gerektirir. G enel de insan etkinliğinin yöneldiği idealler davranışlarım ızı dü zenleyen ideallere yabancı olduğu ölçüde bu ideallerin onlara inanan insanlar için anlam ını kavramak daha da zorlaşır. Bu koşullarda sadece kısmi bir kavramanın söz konusu olduğunu ve bu sağlanamadığında bile onları “hazır veriler” olarak al makla yetinm em em iz gerektiğini kabul etmemiz gerekir. Sosyoloji elbette insan etkinliği üzerinde etkili, ancak öznel anlamdan yoksun nesneler ve olayları da ele alm alıdır. (Ö r neğin iklim i, coğrafi ve biyolojik faktörleri içeren) bu olgu
8 238
E ı onom y and Sodety, c. 1, s. 5.
lar insan davranışının “k oşu llarıd ır”, fakat yine de herhan gi bir insan am acıyla ilişkili değillerdir. Bu olgular, insanların öznel am açlarıyla ilişkili oldukları sürece bir anlam kazanır ve toplumsal eylem in unsurlanna dönüşürler. M akine gibi insan eseri bir şey “sadece onun üretim ve kullanım am acına veya olm ası am açlanan anlam ına (Sinn) göre anlaşılabilir...”9 Toplum sal eylem in bilim sel analizi salt betim lem enin öte sine geçtiğinde ideal tiplerin inşasıyla ilerler: D eğer yönelim li veya duygusal eylem in anlaşılm asıyla ilişkili sıkıntılar dikka te alındığında, genelde rasyonel tipler inşa etm ek faydalı ola caktır. Rasyonel eylem i oluşturan şey, ideal tip içinde ortaya konularak, ondan sapm a irrasyonel unsurların etkisin e göre incelenebilir. W eber, rasyonel ideal tiplerin üstün yanlarının zaten ekonom ide gösterildiğini düşünür: Bunlar form ülasyonda kesin, uygulamada belirsizlikten uzaktırlar. W eb er bunun prosedürle ilişkili bir husus olduğunu vurgular; kullanım ı hiç bir anlamda “rasyonalist eğilim in” varlığını im a etm eyen m e todolojik bir araçtır. W eber, her biri rasyonel veya duygusal eylem leri anlam a yı gerektirip gerektirm ediğine göre alt bölüm lere ayrılabilen iki temel “yorum layıcı anlam a” biçim i belirler. İlki “doğrudan anlam a”dıı\ Bu anlam a türünde, eylemin anlam ını doğrudan gözlemle kavrayabiliriz: Doğrudan anlam anın rasyonel alt b ö lümüyle ilgili olarak biraz önce sözü edilen örneği, m atem atik bir önerm enin kavranm asını verebiliriz. 2x2= 4 ’ün anlam ını söylendiği veya yazıldığı anda kavrayabiliriz. Ö te yandan, ir rasyonel bir davranışı, örneğin bir öfke davranışını yüz ifade si, nidalar veya irrasyonel duygusal tepkiler biçim inde kendi ni gösterdiğinde doğrudan an lan z”. İkinci tür, yani “açıklayı cı anlam a” (erk lä ren d es V erstehen), doğrudan anlam adan, göz lenen etkinlik ile onun aktör için anlam ı arasındaki güdüsel bağlantıyı açıklam ayı gerektirm esi bakım ından farklıdır. Bu rada benzer şekilde iki ek eylem biçim i vardır. Rasyonel eylem biçim i, bir bireyin belirli bir amacı gerçekleştirm ek için özel
9
E con om y an d S ociety, c. 1, s. 7; (Alm. baskı), c. t, s. 3.
239
bir aracı kullanm asını gerektiren bir etkinlik içine girdiği du rumlardaki eylemleri anlamayı gerektirir. Nitekim örneğin, bir gözlem ci odun kesen bir adamı görüp onun ateş yakm ak için bir yakıt sağlamaya çalıştığını bildiğinde, hiçbir güçlükle kar şılaşm adan eylem in rasyonel içeriğini kavrayabilir. Aynı tür den doğrudan güdüsel bir çıkarım irrasyonel davranış konu sunda yapılabilir. Ö rneğin bu anlam da, gözyaşlarına b oğu lan birinin tepkisini sadece yoğun bir hayal kırıklığı yaşadığını bildiğimizde anlayabiliriz. Açıklayıcı anlamada, söz konusu eylem , davranışın som ut akışının bir açıklam ası olarak alınabilecek “anlaşılır bir güdü ler dizisi içine yerleştirilir. Bu yüzden, eylem in öznel anlamıy la ilgilenen bir bilim için, açıklam a bu şekilde yorumlanan an laşılır bir eylemin som ut akışının ait olduğu anlam kom pleksi ni (Sinnzusam m enhag) kavramayı gerektirir.”10 Bu tanım , W e b e rin , yorum cu sosyolojinin am pirik analize uygulanması an layışı açısından büyük bir önem e sahiptir. “G üdünün” anla şılm ası, her zaman, ilgili özel davranışı bireyin eylem ine refe rans aldığı daha genel b ir norm atif standartla , ilişkilendirm eyi gerektirir. Nedensel açıklam a düzeyine ulaşm ak için “öznel uygunluk” ve “nedensel” uygunluk ayrımı yapılmalıdır. Belir li bir eylem akışının yorum u, ona atfedilen güdü kabul gören veya alışılagelm iş n orm atif kalıplara uygun olduğu takdirde ( “anlam düzeyinde”) uygundur. Bu, başka deyişle, ilgili eyle min kabul gören norm lar tem elinde “anlaşılm ası” bakım ından anlamlıdır. Ancak bu anlam tek başına özel bir eylemin geçer li bir açıklam asını sağlam ak için yetersizdir. Aslında idealist felsefenin tem el hatası, öznel uygunluğu nedensel uygunlukla özdeşleştirm esidir. Bu görüşün temel kusuru, “anlam kom p leksleri”, güdüler ve davranış arasında doğrudan ve basil bir ilişki olduğunu varsaymasıdtr. Bazı bireylerin benzer eylem leri farklı güdülerin sonucu olabilir ve aksine, benzer güdü ler farklı som ut davranış biçim leriyle ilişkili olabilir. W eber, insan güdülerinin kom pleks yapısını yadsımaz, insanlar çoğu 10
240
E conom y and S ocicly , c. 1, s. 9. Bunun teorik önem iyle ilişkili bir analiz içıtı bkz. Parsons, s. 6 3 5 vd.
kez güdüler çatışm ası yaşarlar ve bir insanın b ilin çli olarak farkında olduğu bu güdüler, büyük ölçüde, bilincinde olm a dığı daha derin güdülerin aklileştirm eleri olabilir. Sosyolog bu ihtim allerin bilincinde ve onlarla am pirik düzeyde ilgilenm e ye hazır olm alıdır fakat kuşkusuz, bir etkinliğin bilin cin ula şamayacağı dürtülerin sonucu olması ihtim aü arttıkça, bunun anlam ın yorum lanm ası açısından m arjinal önem de bir olgu haline gelm esi ihtim ali artar. Bu sebeplerle, “n ed ensel” uygunluk, “nadir ideal örnekte sayısal olarak ifade edilebilecek, ancak her zaman bir anlamda hesaplanabilir bir ihtim alin bulunm asını, belirli gözlem lenebi lir bir olayı (açık veya öznel) bir başka olayın izleyebileceğini veya eş zamanlı olarak ortaya çıkabileceklerini belirlem enin” m üm kün olm asını g erek tirir." Bu yüzden, açıklayıcı önem ini gösterm ek için, edim in öznel anlamını çeşitli belirlenebilir so nuçlara bağlayacak yerleşik b ir am pirik genellem enin bulun ması gerekir. W eber’in yöntem inin temel kabullerinden hare ketle şöyle bir sonuca varabiliriz: Bir genellem e, kesin olarak doğrulanm ış olsa bile, anlam sal uygunluktan yoksunsa, yo rum layıcı sosyolojinin alanı dışında istatistik bir korelasyon dan ibaret olarak kalır: Bu yüzden, sadece b ir toplum sal eylem in gidişatıyla ilgili an laşılabilir ortak b ir anlam a karşılık gelen istatistiksel düzenli likler sosy olo jik genellem elerdir ve onlar terim in burada k u l lanılan anlam ında anlaşılır eylem tiplerini oluştu ru rlar. Sade ce - e n azından b ir ölçüde gerçeklikte g ö zle n e b ile c e k - öznel olarak anlaşılır eylem in rasyonel form ülasyonlan gerçek olay larla ilişkili sosyo lo jik tipleri oluşturur. B elirli b ir açık eylem akışının fiilen o n ay a çıkm a ihtim alinin her zam an öznel yo rum un açıldığıyla orantılı olduğu kesinlikle doğru d eğ ild ir.'2 U
Ecoıtomy and S ociely , c. 1, s. 11-12. Bu koşul dikkate alındığında, W eber'in Roscher vc Knics’c eleştirisinde açıkça görüleceği gibi, “T arih çin in ‘yorum cu’ güdü-araştırm ası, kesinlikle, doğadaki bireysel bir sürecin nedensel yorum u na benzer biçim de, nedensellik yüklem ektir..." G csam m elle A u js ilz e zu r W issen sch a jtsk h re. s. 134.
12 Economy an d S ociety , c. 1, s. 12; (Alm. b askı), c. 1, s. 6.
241
M antıken insan davranışını etkileyen olgularla ilişkili o l salar da, W eber’in belirttiği anlamda anlamlı olm ayan birçok farklı istatistiksel veri türü vardır. Ancak anlamlı eylem, ista tistiksel işlem lere elverişsiz değildir: Bu anlamda sosyolojik is tatistikler örneğin suç istatistikleri veya meslekî dağılım ista tistiklerini içerir. W eb er, insan toplum sal d avranışını araştırm akta d eğer li olan bilginin kapsam ını yorum cu sosyolojik yöntem le ana liz edilebilen bilgilerle sınırlandırm az. Ö nem i W eber tarafın dan kesinlikle göz ardı edilmeyen, toplum sal hayatla neden sel olarak ilişkili, “anlaşılır”'olm ayan birçok süreç ve etki türü vardır. Bunun vurgulanması önem lidir, zira W eber’e göre, yo rumcu sosyolojinin insan toplum sal davranışıyla ilgili tek ge nelleştirm e temeli olduğunu varsaymak yaygın hale gelmiştir. W eber, “sosyoloji” terim ini öznel olarak anlam lı eylem ana liziyle sınırlandırm asının çoğu kez alanda kullanılan ilişkili diğer kavramlarla örtüştüğünün bilincindedir: “Sosyoloji, bize göre... ‘yorum cu sosyoloji’ (verstehen de S oziolog ie) ile sınırlıdır -a n ca k h iç kim senin izlemeye zorlanamayacağı ve zorlanm a ması gereken bir kullanım biçim i.”13 W eb e r’in org anizm acı so sy o lo jiy e , örn eğ in - “p arlak b ir ç a lışın a ” o larak n ite le n d ir d iğ i- S c h a ffle ’ın T o p lu m sa l B e d e n le r d e Y apı ve H a y a t'ın a ö zel referan sı bu rad a ö n e m li dir. lşlevselcilik , W eber’e göre, toplum sal hayatı araştırm a da kesinlikle kullanışlıdır: “O ... pratik bir betim lem e ve geçi ci yönelim ” aracı olarak “sadece kullanışlı değil, aynı zaman da vazgeçilm ezdir.”14 Tıpkı organik sistem ler araştırm ası ör neğinde olduğu gibi, sosyal bilim lerde işlevsel analiz “bütün” (toplum] içindeki, araştırma açısından önem li birim leri belir lememizde yardımcı olur. Ancak toplum ve organizma analo jisi, belirli bir noktada, toplum un analizinde işlevsel tekbiçim lilikleri belirlem enin ötesine geçm enin m üm kün ve hatta ge rekli olması anlamında, işlemez. Bununla beraber, yorumlayı cı anlama, bilim sel bilgiye bir engel olmaktan ziyade, doğa b i 13
Econom y and S ociety, c. 1, s. 12 -1 3 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 6.
14 E conom y and S ociety, c. 1, s. 15.
242
lim lerinde olmayan açıklayıcı imkânları sunan bir yöntem ola rak anlaşılm alıdır. Bunun kesinlikle bir bedeli vardır: Sosyal bilim lerin bulgularının daha az tam ve daha az kesin olması. W eb er’in Schaffle’den kesin olarak ayrıldığı nokta bü tü n cü anlayışların m antıksal statüsüyle ilişkilidir. H areket nokta sı olarak “bütünü” alan ve böylece “bireysel davranış analizi” yaklaşım ını benim seyen sosyologlar kolayca kavramları m ut laklaştırma tuzağına düşerler. Bu yüzden, asla özel bir ortam daki bireylerin birçok farklı etkileşim inden daha fazlası olm a yan “toplum ”, şeyleşm iş bir kim lik kazanarak deyim yerindey se kendi özel bilincin e sahip, eyleyen bir birim haline gelir. W eber, kuşkusuz, sosyal bilim lerde devletler, firmalar gibi kolektiviteleri anlatan kavramları kullanm anın gerekli olduğunu kabul eder. Ancak ona göre, bu kolektiviteierin “b irey insan ların özel edim lerinin sonuçları ve organizasyon b içim lerin den” ibaret oldukları unutulmam alıdır. “Çünkü sadece birey ler öznel olarak anlaşılır eylem leri gerçekleştiren faillerdir.”15 Bununla beraber, bu k olek tif birimler/faillerin yorum cu sos yoloji için hayati önem e sahip bir başka yönü daha vardır: Bi reylerin öznel bakış açıları onların gerçekliklerini oluşturur ve çoğu kez özerk birim ler olarak onları temsil eder. Bu tem siller -toplum sal davranışı etkilem ede önemli nedensel bir rol oyna yabilir. Yorum cu sosyoloji, W eber’e göre, toplumsal olguların psi kolojik terim lere indirgenerek açıklanabileceğini gösterm ez.16 P sik o lo jin in bulguları bü tü n sosyal b ilim ler için k esin lik le önem lidir, fakat diğer komşu disiplinler için olduğundan fazla değil. Sosyolog aslın da bireylerin psikolojik doğalarıyla değil, yorum layıcı sosyal analizle ilgilenir. W eber toplum sal k u ram ların, açıklayıcı anlamda, psikolojik genellem elerden hareket le “anlaşılabileceği” düşüncesini kesinlikle reddeder. İnsan ha 15 E conom y an d S ociety, c. 1, s. 13; (Aim. baskı), c. 1, s. 6. Bu görüşün ve W eb cr’in yorum cu sosyoloji taslağındaki diğer görüşlerin kapsamlı b ir eleştiri si için bkz. Alfred Schütz, T he P henom enology o f the S ocial W orld (Evanstonc, 1967). 16 E conom y and Society, c. 1, s. 19.
243
yatı esasen sosyo-kültürel etkiler tarafından biçim lendirildiği için , gerçekte sosyolojinin psikolojiye katkısının psikolojinin sosyolojiye katkısından daha fazla olm ası muhtemeldir: [B]u prosedür p sik o lo jik n iteliklerin analiziyle başlayıp ard ın dan toplum sal k u ram ların analizine geçm ez... aksine k u ra m ların p sik o lo jik ö n k oşu lları ve son u çların ın kavranm ası k u ram ların kesin bilgisini ve kurum sal yap ılann bilim sel anali zini gerektirir... Fakat k u ram ları p sik o lo jik yasalardan h are ketle veya tem el p sik o lo jik olgulara göre açıklam ayız.’ 7
Toplumsal ilişkiler ve toplumsal davranış yönelimi Toplum sal eylem anlam lı olarak “diğerlerinin geçm iş, m ev cu t ve gelecekte olm ası bek len en davranışlarına y ö n e lik ”' 8 her tür insan davranışını içerir. Bir toplumsal “ilişki”, her biri kendi eylemini diğerinin edim leri (veya olması beklenen edim leri) ile ilişkilendiren iki veya daha fazla birey arasında karşı lıklılık durumunda var olur. Ancak bu, ilişkiyle ilgili anlam ların zorunlu olarak paylaşıldığını ima etmez: Çoğu durum da, örneğin i l y a un qui aim e et utı qui selaisse aim er ( “b ir s e v en ler vardır, b ir d e sevilenler”) atasözüne uygun düşen bir “aşk” ilişkisinde, bir tarafın tutum ları diğerininkilerle tam a m en aynı değildir. Yine de bu tür ilişkilerde, sürdürüldüğü takdirde, her birey için ondan “beklenen” şeyi tanımlayan kar şılık lı olarak tam am layıcı anlam lar vardır. Bu konu d a Simm el’i izleyen W eber, G esellschaft (toplum ) kavramından ziya de, ilişkiler düzeni anlam ını taşıyan ve kelim enin tam anlamıy la “toplum laşm a”nın kastedildiği V ergesellschaftun g terim ini kullanır. Toplum sal hayatı oluşturan ilişkilerin çoğu geçicidir ve sürekli bir oluşum -yok oluş süreci içindedir. Kuşkusuz bir toplumsal ilişkinin, ilgili taraflar arasında işbirliğini gerektirdi ği de varsayılmaz. W eber, çatışm anın en sürekli ilişkilerin bile karakteristik bir özelliği olduğunu vurgulamaya özen gösterir. 17
M ethodology o f the S ocial Sciences, s. 8 8 -8 9 .
18
Economy a n d S ociety, c. 1, s. 22.
244
Bireyler arasındaki bütün ilişki tipleri W eber’in terim e yük lediği anlam da bir toplum sal ilişki oluşturmaz. Sokakta yürü yen iki insan çarpışm adan önce birbirini fark etm em işse, on ların etkileşim i bir toplum sal eylem örneği değildir: Eylem onlar sonradan bu kaza için birbirlerini suçlam aya başladıkla rında ortaya çıkacaktır. W eber ayrıca kalabalıklar içindeki et kileşim den söz eder: Le Bon haklıysa, kalabalık bir gruba üye lik bireyin ço k az kontrol edebildiği bilinçaltı etkileri yönlen diren k o lek tif davranış biçim leri yaratabilir. Burada bireyin davranışı diğerlerinin davranışından nedensel olarak etk ile nir ancak bu eylem , anlam düzeyinde diğerlerinin davranışı na yönelik olsa bile, W eber’in term inolojisine göre “toplum sal eylem” değildir. W eb e r d ört tip to plum sal davranış y ön elim i a y ırt eder: “Amaçlı rasyonel” davranışta, birey belirli b ir edim in m uhte mel sonu çlan ın bir am aca uygun araçlan hesaba katarak ras yonel bir biçim de değerlendirir. Bu, belirli bir am aca ulaşmaya çalışırken genellikle amaca ulaşılabilecek birkaç aracın bulun duğu anlam ına gelir. Bu alternatifler karşısında, birey am acı na ulaşmayı sağlayacak m uhtem el araçlardan h er birin i göreli etkililiklerine (ve benim sediği diğer hedefler açısından sonuç larına) göre değerlendirir. Burada W eber daha önceden sosyal bilim sel bilginin rasyonel uygulanışı için form üle ettiği şem a yı genel toplumsal eylem paradigmasına uyarlar. “D eger-rasyonel” eylem , tersine, belirgin bir ideale yöneliktir ve başka hiçbir şey önem li görülm ez. “Hıristiyan, haklı olarak sonuçla rı Tanrı’ya bırakır.”19 Bu yine de rasyonel eylem dir, zira bire yin etkinliğini yönlendiren tutarlı hedefleri gerektirir. Sadece görev, onur ve kendini bir “neden”e adama ideallerine yönelik eylem ler bu tipe yakın düşer. Değer rasyonel eylem ile üçün cü bir eylem tipi “duygusal” eylem arasındaki tem el b ir fark, ilki bireyin kendi etkinliğini yönlendiren açıkça tanım lanm ış idealleri benim sem esini gerektirirken, ikinci örn ek te bu ka rakteristiğin yer alm am asıdır. Duygusal eylem bir tür duygu
İ9
F rom M ax W eber: E ssay s in S ociolog y , s. 120.
245
sal durum altında gerçekleştirilen eylemdir ve aslında anlam lı ve anlamlı olmayan davranışın sınırları içinde yer alır. Onun değer-rasyonel eylemle ortak yönü, eylemin anlam ının -a m a ç lı rasyonel eylemde olduğu g ib i- araçların am açlar açısından araçsallıgmda değil, edimi kendisi için gerçekleştirm ekte yat masıdır. D ördüncü eylem yönelim i tipi “geleneksel eylem ” de an lam lı ve anlam lı olm ayan davranışın sınırlan içinde yer alır. G eleneksel eylem âdet ve alışkanlığın etkisi altında g erçek leştirilir. Bu eylem tipi “insanların alışkanlık üzere yaptıkla rı bütün gündelik eylem lerinin büyük bir kısm ına” uygun dü şer.20 Bu tipte eylemin anlam ının kaynağında, değer rasyonalitesi içinde sürdürülen eylem lerdeki gibi tutarlı, tanım lanm ış bir biçim den yoksun idealler veya sem boller yatar. G eleneksel değerler rasyonelleştikçe geleneksel eylem değer rasyonel ey leme yaklaşır. W eb er’in sın ırların ı çizdiği bu dörtlü tipoloji E ko n o m i ve T oplum 'un am pirik özünü o lu ştu rur, fakat genel toplum sal eylem sınıflam ası olarak tasarlanm az. Bu tipoloji, W eb er’in. “toplumsal eylem analizi en iyi biçim de irrasyonel sapmaların ölçülebileceği rasyonel tipler kullanılarak sürdürülebilir” dü şüncesinin bir uygulamasını oluşturan ideal tip bir şemadır. Nitekim özel som ut bir insan davranışı örneği bu davranışa en yakın düşen dört eylem tipine göre yorum lanabilir. Ancak çok az som ut ö m ek gerçekte birden fazla tipin unsurlarının bir karışım ını içenneyecektir. W eber, yorum cu sosyolojide doğrulama problem inin yarat tığı sıkıntılarla ilgili tartışmasında, nedensel uygunluğun her zaman bir olasılık meselesi olduğunu vurgular. İnsan davranı şının “öngörülem ez” olduğunu söyleyenler açıkça yanılgı için dedir: “‘[H ]esaplanam azlık’... d elinin ay rıcalığ ıd ır.”21 Fakat insan davranışlarında karşım ıza çıkan tekbiçim lilikler sade 20
Econom y an d S ociety, c. 1, s. 25.
21
M ethodology o f the S ocial S cien ces, s. 124. Aynca bkz. G esam m elte Au fsätze zu' W issenschaftslehre, s. 6 5 vd. Burada W eber “irrasyonalite", “öngörülem czlik“ ve “irade özgürlüğü" arasındaki ilişkiyi ayrıntılı olarak tartışır.
246
ce özel bir edim veya koşulun bir aktörün belirli bir tepkisini üretmesi ihtim aline göre ifade edilebilir. Böylece her toplum sal ilişkinin bir veya daha fazla aktörün kendi eylem lerini özel bir biçim de yönlendirebilm esi “olasılığına" dayandığı söyle nebilir (burada olasılık “şans” anlamındaki “te sa d ü fle karış tırılm am alıdır). W eber’e göre, insan davranışında olum sallı ğın varlığını kabul etm ek onun düzenliliğini ve öngörülebilir liğini yadsımak değildir; aksine bir kez daha, anlam lı davranış ile (örneğin acı verici bir uyarana bilinçaltıyla dolayım lanm ış) sabit bir tepki arasındaki karşıtlığı vurgulamaktır. Böylece W eber, kavram sal b ir temel toplum sal ilişki tip leri sın ıflam ası ve daha kapsam lı bir toplum sal o rganizas yon biçim leri sınıflam ası ortaya koyarken, betim lem esini ola sılık terim leri içinde ifade eder. Süreklilik gösteren her top lumsal ilişki, en tem el düzeyde, W eber’in “gören ek” (B ra u ch) ve “âdet” (Sitte) olarak adlandırdığı şeyi içeren davranış tekbiçim liliklerini içerir. Toplum sal eylemdeki bir tekbiçim lilik, “onun belirli bir grupta var olm a olasılığı som ut pratikten başka bir şeye dayanmadığı sü rece”22 bir görenektir. Bir âdet uzunca zam andır yerleşm iş bir görenektir. Bir görenek veya . âdet, başkaları tarafından anlam lı biçim de onaylansın veya onaylanmasın, bir veya daha çök bireyin alışkanlık üzere uy duğu “alışılagelm iş” bir davranış biçim idir. O na uyma belir li yaptırım biçim leriyle desteklenm ez; o, aktörün iradi olarak uyduğu b ir şeydir. “Günüm üzde her sabah, belirli sınırlar da hilinde, belirli bir kalıba uygun biçim de kahvaltı yapmak âdet tir. Ancak (otel m üşterileri öm eği dışında) böyle yapmak için bir zorunluluk yoktur ve her zaman da bir âdet değildi.”23 G ö renek ve âdetin toplumsal önem i göz ardı edilemez. Ö rneğin genellikle âdet haline gelm iş tüketim alışkanlıkları büyük eko nomik bir önem e sahiptir. G örenek veya âdetlere dayalı davra nışların tekbiçim liligi bireylerin öznel olarak kendi çıkarlarına uygun biçim de davrandıkları ideal rasyonel eylem tipiyle iliş kili tekbiçim liliklerle karşıtlık içindedir. Kapitalist girişim ci22
Economy and S ociety, c. 1, s. 29.
23 E conom y an d S ociety, c. 1, s. 2 9 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 15.
247
nin serbest piyasadaki tutumu bunun prototipidir.24 Davranış lardaki tekbiçim lilik ben cil güdülere bağlı olduğunda, başka deyişle bu tipe yakın düştüğünde, bir toplumsal ilişki, âdete dayalı bir davranıştan genellikle çok daha istikrarsızdır.
Meşruiyet, egemenlik ve otorite En istikrarlı toplum sal ilişki biçim leri, ilişkiye katılan bireyle rin öznel tutum larının m eşru b ir dü zen e inanca yönelik olduğu ilişki biçim leridir. W eber buradaki söz konusu ayrımları açık lamak için şu örnekleri verir: N ak liy ecilerin çoğ u , sözleşm e sü releri d old uğund a d ü ze n li olarak ilan verirlerse, bu tekbiçim liligi bireysel çıkarlar be lirler. B ir satış görevlisi m ü şterileri ayın veya haftanın belir li günlerinde ziyaret ederse, bu ziyaret ya âdet üzere b ir dav ran ıştır ya da özel çıkar yön elim inin bir ürünüdür. Fak at bir kam u görevlisi kendi işyerinde h er gü n sü rek li olarak aynı zamanda göründüğünde, sadece istediğinde dikkate alm aya bileceği b ir âdet veya bireysel çıkara göre davranmaz. O nun eylem i, aynı zam anda yerine getirdiği bir düzenin geçerliliği (kam u hizm eti ku ralları) tarafından b ir kural olarak b elirle nir. İtaatsizlik onu n aleyhine olacağı gibi bir başka ned en de kuralları ihlalin onu n görev duygusuna (kuşkusuz farklı de recelerde) ters düşm esidir.25
Meşru bir düzene inanç, eylemi, düzenin prensiplerine bağlı lık dışında başka yollarla da yönlendirebilir. Bunun örneği, ya saları çiğnerken bile onların varlığını kabul eden ve suç etkinli ğini planladığı önlemlerle kendi davranışına uyduran bir suçlu nun durumudur: Söz konusu bireyin eylemlerini, hukukî düze ni ihlalin cezalandırılması ve onun bu cezadan uzak durmak is24
W eber'in burada am açlı rasyonel eylem e yakın düşen am pirik örneklerden söz ettiği b elirtilm elidir. D olayısıyla, bu D urkheim 'daki “b en cillik ” kavra mıyla aynı anlam a gelm ez, çünkü W eber'in örneğinde özne] bencillik arayışı “aynı beklentilere yönelik"tir (E conomy and Society, c. 1, s. 2 9 -3 0 ).
25 Economy and Society. c. 1, s. 31. 248
teraesi yönlendirir. Ancak kişinin düzenin geçerliliğini sadece bir “gerçek” olarak kabulü, bireylerin bazen kendi edimlerini meşrulaştırmaya çalıştıkları birçok ihlal türünün uç örneğidir. Ayrıca aynı meşru düzenin farklı biçimlerde yorum lanabilece ği de belirtilmelidir. Bu durum W eber’in din sosyolojisiyle ilgili ampirik analizlerinden örneklerle açıklanabilir. Nitekim Protes tanlık veya Reform, Katolik Kilisesi’nin kendi meşruiyetinin te meli olarak aldığı aynı Hıristiyan düzenin radikal bir biçimiydi. G örenek ve âdet ile W eber’in “uzlaşım ” olarak adlandırdığı şey arasında hiçbir açık am pirik sınır yoktur. İtaat, bu örnek te bireyin iradi yönelim i meselesi değildir. Ö rneğin üst statü grubundan biri uygun nezaket kurallarını düzenleyen âdetler den saptığında, m uhtem elen grubun diğer üyelerinin kınam a sıyla karşılaşacak veya dışlanacaktır. Bu yaptırım ların uygu lanması çoğu kez yerleşik düzene oldukça güçlü bir itaat bi çim iyle sağlanacaktır. “H ukuk”; bir âdet sadece resm î olm a yan yaygın yaptırım lar tarafından değil, aynı zamanda ihlallere karşı meşru yaptırım uygulama kapasitesi ve yüküm lülüğüne sahip bir birey veya daha genelde bir grup tarafından destek lendiğinde var olu r.26 Hukuku uygulayacak birim h er zaman m odem toplumlarda karşılaşılan uzmanlaşmış profesyonel bir yargı ve polis örgütünü gerektirm ez; kan davasında klan grup ları yaptırım birim i olarak denk bir görev yüklenirler. Âdet, uzlaşım ve yasa arasında yakın som ut bir ilişki vardır. Yaygın görenekler bile ço k güçlü olabilir. Yasanın çerçevesini daha önceden sadece “genel” bir davranışı kapsayacak biçim de çi zenler çoğu kez söz konusu em re çok az ek b ir itaat sağlandı ğını fark ederler. Bununla beraber, görenek ve âdet çoğu ör nekte yasalara dönüşen kuralların kaynağını oluşturur. Seyrek de olsa aksi durum lar ortaya çıkabilir: Yeni bir yasayla birlik te yeni alışkanlıklar ortaya çıkabilir. Böyle bir son u ç doğrudan veya dolaylı olabilir. Nitekim özgür sözleşm eler yapmayı sağ 26 W eber bir noktada “tem inat" hukuku “dolaylı tem inat" hukuku ayrımı yapar. İlk tip. doğrudan cebre dayalı bir aygıta dayanır, ik in ci tip, ihlali hukuken ce zalandırılm ayan bir norm örneğini anlatır, aksine teminat alm an yasalardan oluşan diğer norm ları ihlal eden sonuçlara sahiptir. W eber, norm alde huku ku teminat hukukuna işaret edecek herhangi bir nitelem e yapmadan kullanır.
249
layan yasaların dolaylı bir sonucu, örneğin satıcıların zam an larının çoğunu alıcılardan siparişler alm ak ve bunu sürdürm e ye çalışm akla geçirm ek olabilir; bu sözleşm e yasalarla sağlan maz, ancak yine de yasaların varlığına bağlıdır. W eber, “yasanın” varlığından sadece ilgili zorlayıcı aygıt, si yasal bir birim olduğu durumlarda söz edebileceğim izi kabul etmez. Yasal bir düzen, ancak bir grubun -ö rn eğ in b ir akraba lık grubu veya dinsel bir y ap ın ın - ihlalleri cezalandırm ak için gerekli yaptırımları uygulama görevini üstlendiği bir durum da var olabilir. Zaten dinsel grupların hukukun rasyonelleş mesi üzerindeki etkisi W eber’in am pirik yazılarının ana tema larından biridir. Daha genel terim ler içinde “hukukî”, “dinsel” ve “siyasal” arasındaki karşılıklı ilişkiler, ekonom ik yapılar ve ekonom ik gelişim için kesin önemdedir. W eber, “siyasal” top lumu, “varlığı ve düzeni sürekli olarak belirli coğrafi bir alan daki idarî bir aygıt tarafından fiziksel güç uygulanarak veya uygulanma tehdidiyle korunan bir toplum biçim i” olarak ta nımlar. Kuşkusuz bu, basitçe, siyasal organizasyonların sadece sürekli güç kullanarak var olduklarım , güç tehdidi veya bizzat güç uygulamasının sadece bütün diğer önlem ler başarısız o l duğunda başvurulabilecek nihai bir yaptırım olarak kullanıl dığını gösterm ez. Siyasal bir organizasyon, belirli bir toprak parçası üzerinde örgütlü güç kullanım ını başarılı bir biçim de meşru tekeline aldığında bir “devlet” haline gelir.27 W eber, “güç/iktidar” (M acht) kavram ını, bir aktörün am aç larına toplumsal ilişki içinde olduğu diğer kişilere rağmen ula şabilmesi ihtimali olarak tanım lar. G erçekte bu tanım olduk ça geniştir; bu anlam da, her tür toplumsal ilişki bir ölçüde ve belirli koşullarda b ir güç ilişkisidir. Oysa “egem enlik” (H errs ch a ft) kavramı daha sınırlı bir anlama sahiptir: Sadece bir ak törün bir başkasının verdiği özel bir em re itaat etliği güç kul lanımı örneklerini anlatır.28 Egem enliği kabul, katı alışkanlık 27
Durkheim ’m farklı kavram laştırm asıyla krş. Bölüm. 7, “D evletin Rolü" altbaşlıgı. Durkheim 'ın tanım ında ne sabil b ir alana sahiptik ne de güç uygulama kapasitesi karşım ıza çıkar.
28
H errschajt'm “egem enlik" olarak mı yoksa “otorite” olarak mı çevrilm esi ge-
250
tan sinik bir biçim de kendi üstünlüğünü artırmaya kadar o l dukça farklı güdülere dayanabilir. Bununla beraber, maddi ka zanç sağlama ve toplumsal itibar kazanm a ihtim ali lider ve iz leyicisini birbirine bağlayan en yaygın egem enlik b içim lerin den İkincisidir.29 Ancak hiçbir istikrarlı egem enlik sistem i sa dece otom atik alışkanlığa ya da bireysel çıkarların cazibesine bağlı değildir; tem el destek, tâbi konum dakilerin konum ları nın meşru olduğuna inançlarıdır. W eb er, b ir egem enlik ilişk isin in dayanabileceği üç ideal m eşrulaştırm a tipi belirler: G eleneksel, karizm atik ve hukukî. Geleneksel otorite, "uzunca süredir varlığını sürdüren kural lar ve güçlere”30 duyulan inanca dayanır. En tem el gelen ek sel egem enlik türlerinde, yönetenler otoritelerini uygulam ak ta kullanabilecekleri uzman idari kadrolara sahip değillerdir. Çoğu küçük kırsal toplulukta otorite köyün yaşlıları tarafın dan sağlanır: En yaşlı olanların geleneksel bilgelikte en yük sek ve bu yüzden otorite konusunda en ehil kişiler oldukları düşünülür. Aslında çoğu kez yaşlılar yönelim iyle birlikte var olan ikinci bir geleneksel egem enlik biçim i ataerkilliktir. N or malde bir hane halkı birim i üzerine kurulu bu egem enlik b içi minde, ailenin reisi belirli miras kuralları tem elinde kuşaktan kuşağa aktarılan bir otoriteye sahiptir. Bir efendiye kişisel sa dakat bağlarıyla bağlı idari bir kadro var olduğunda patrim onyalizm gelişir. Patrim onyalizm , Doğu’daki yönetim ler kadar Yakın Doğu’nun ve Ortaçağ Avrupası’ndaki geleneksel despotik yönetim lerin de karakteristik egem enlik biçim idir. Patrim onyalizm , daha az kom pleks ataerkil egem enlik biçim inden farklı olarak, açık bir yönetici ve “tebaa” ayrımına dayanır. Basit ataerkillik le “egem enlik, efendinin doğal geleneksel hakkı olsa bile, ke rekıigi konusundaki term inolojik tartışmayla ilgili sorunların b ir özeli için bkz. Roth’un E con om y and Society'cleki açıklam ası: e. 1, s. 6 1 -6 2 (n ot 3 1 ). “Egem en lik” terim ini “oto rite" (leg itim e H errsch aft) terim indekinden daha geniş anlamda kullandım . 29
From M ax W eber: E ssays in S ociolog y . s . 80 -8 1 .
30 Economy an d Society, c. 1, s. 226.
251
sinlikle bütün üyelerin çıkarına m üşterek bir hak olarak uy gulanm alıdır ve bu yüzden yüküm lünün özgür iradesiyle be nimsediği bir şey değildir.”31 Patrimonyal otoritenin köklerin de ise yöneticinin ev halkını yönetm esi yatar; saray hayatı ile hüküm et işlerinin iç içeliği onun ayırt edici bir özelliğidir ve m em urlar öncelikle yöneticinin kişisel m aiyetindeki hizm et kârlardan devşirilir. Fakat patrim onyal egem enlik daha geniş alanlara uygulandığında daha genel bir devşirme tem eli gerek lidir ve bu yayılma, çoğu kez yönetici ile yerel patrimonyal gö revliler veya “soylular” arasında çeşitli gerilim lere, çatışmalara temel oluşturarak, yönetim in m erkezilikten uzaklaşması eğili mi yaratır. Tarihsel gerçeklikte birçok farklı tipin karışımı m üm kün ve m uhtem el olsa bile, saf geleneksel bir organizasyon tipi hu kukî egemenliğe dayalı rasyonel bürokrasi (ideal) tipiyle kar şıtlık içindedir. G eleneksel organizasyonlarda üyelerin görev leri muğlâk bir biçim de tanım lanm ıştır, haklar ve görevler yö neticinin eğilim ine göre değişir; devşirme, kişisel yakınlık esa sına göre yapılır ve hiçbir rasyonel “yasa yapma” süreci yok tur. İdari kurallardaki bir yenilik sadece “m evcut” doğruların yeniden teyidi olarak yapılmak zorundadır. W eber, bir ideal tip olarak hukukî otoriteyi şöyle açıklar32: Bu tipte, birey otoritesini, geleneğin bir tortusu olm ayan, ak sine bilinçli olarak am açlı-rasyonalite veya değer-rasyonalite bağlamına yerleştirilen kişisel olmayan güçlere dayanarak uy gulayabilir. O toriteye tâbi olanlar üst otorite konum undakilere itaat ederler,.ancak bu itaatin nedeni onlara kişisel bağlılık ları değil, aksine bu otoriteyi tanımlayan kişisel olmayan güç leri kabulleridir; “nitekim hukukî otoriteye sahip tipik kişi ki şisel olmayan ‘üst’ bir düzene tâbidir ve onun eylemleri kendi kişisel tasarrufları ve yetkileri bakımından bu hukukî düzene 31
E conom y and S ociely , c. 1, s. 2 3 1 . Burada ayrıca VVeber'in Econ om y and Society'nin üçüncü cildindeki erken dönem patrimonyalizm açıklam asını kullan dım (s. 1 0 0 6 -1 0 1 0 ).
32
W eber’in alternatif açıklaması Econom y and Society'de bulunabilir (Ing. baskı, c. 3 , s. 2 1 7 -2 2 6 ); bunun daha sonraki bir versiyonu için, bkz. c. 1, s. 2 1 7 -2 2 6 .
252
yöneliktir.”33 H ukukî otoriteye tâbi olanların, bir üste hiçbir kişisel bağlılık borçları yoktur ve otoritenin em irlerine sade ce kendi yargı yetkilerini açıkça belirleyen sınırlı bir alan için de itaat ederler. İdeal bürokratik organizasyon tipi şu karakteristikleri sergi ler: İdarî kadronun faaliyetleri düzenli bir temelde gerçekleş tirilir ve bu yüzden iyi tanım lanm ış resmî “görevlerden” olu şur. Ç alışanların ehliyet alanlarının sınırları açıkça çizilm iş tir ve otorite düzeyleri bir görevler hiyerarşisi biçim inde dü zenlenm iştir; davranışlarını düzenleyen kurallar, otorite ve so rum lulukları yazılıdır. İşe alma ve çalıştırm a sınavlara, uygun nitelikleri belgeleyen diploma veya derecelere sahip olmaya ve uzm anlık yeteneğini kanıtlamaya dayanır. M em ur ve büro ara sında belirli b ir aynhk sağlanır; hiçbir koşul altında büro, ilgi li makamı işgal eden kişinin mülkiyeti altında değildir. Bu or ganizasyon tipi m em urun konum u açısından özel sonuçlara sahiptir. 1. M em urun kariyeri soyut bir görev anlayışına göre düzenlenir; resm î görevlerin inançlı bir biçim de icrası, rant gibi yollarla kişisel maddi kazanç sağlamanın aracı olm aktan ziyade, bizzat bir am açtır. 2. M emur konum unu teknik nite liklerine göre bir üst otorite tarafından atanarak elde eder; se çim le göreve gelm ez. 3. G enelde hizm et süresi belirlidir. 4. Ödülü, sabit ve düzenli ücret biçim indedir. 5. M em urun resmî konum u, örneğin otorite hiyerarşisinde yükselmeyi içeren bir “kariyer” sağlar; terfi kişinin yeteneğini sergilem esiyle, kıdem le ya da ikisiyle birlikte sağlanır. O rganizasyonlar sadece m odem kapitalizmde bu ideal tipe yakın düşer. M odern kapitalizm in ortaya çıkışın d an önceki temel gelişm iş bürokrasi örnekleri eski M ısır, Çin, geç Roma prensliği ve O rtaçağ Katolik Kilisesi’dir. Bu bürokrasiler, özel likle ilk üçü esasen patrim onyaldir ve büyük ölçüde aynî öde meye dayanır. Bu durum , daha önceki para ekonom isi b içim i nin bürokratik organizasyonun ortaya çıkışın ın temel bir ön koşulu olmadığını gösterir ancak para ekonom isi m odem ras-
33
E conom y an d S ocieıy , c. 1, s. 2 1 7 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 125.
253
yönel bürokrasinin gelişim ini hızlandırmada büyük bir önem e sahiptir. M odern dünyada bürokratikleşm enin gelişim i doğ rudan toplumsal hayatın farklı alanlarında işbölüm ünün ge lişimiyle ilişkilidir. W eber’in m odern kapitalizmin sosyoloji si için temel önemde olarak gördüğü şey, mesleki görevler uz m anlaşm asının kesinlikle ekonom ik alanla sınırlı olm am ası dır. M arx’ın m odem kapitalizmin en temel ayırt edici özelli ği olarak gördüğü em ekçinin üretim araçlarının k o n tro lü n den uzaklaştırılm ası süreci sanayiyle sınırlı değildir, aksine si yasete, orduya ve büyük ölçekli organizasyonların öne çıktı ğı diğer toplum sal kesim lere u zanır.34 O rtaçağ sonrası Balı Avnıpa’da devletin bürokratikleşm esi ekonom ik alandaki bürokratikleşm eden ö n ce ortaya çık m ıştır. M odern k ap italist devletin varlığını sürdürebilm esi tamamen bürokratik organi zasyona bağlıdır. “Devlet büyüdükçe veya büyük bir güç hali ne geldikçe, bu bağım lılık zorunlu olarak artar...”35 İdarî biri min büyüklüğü -m o d e m kitle partilerinde olduğu g ib i- ras yonel bürokratik organizasyonun yayılmasında temel bir fak tör olsa bile, büyüklük ve bürokratikleşm e arasında tek yanlı bir ilişki yoktur.36 Ûzel idari görevleri yerine getirm ek için uz m anlaşm a zorunluluğu bü ro k ratik u zm anlaşm anın a rtışın da büyüklük artışı kadar önem lidir. Nitekim en eski bürokra tik devlet Mısır’da, bürokrasinin gelişim ini esasen sulam anın m erkezî bir yönetim tarafından düzenlenm esi ihtiyacı b elir lemiştir. M odem kapitalist ekonom ide ûst-yerel bir piyasanın oluşumu bürokrasinin gelişim inde temel bir koşuldur, çünkü mal ve hizm etlerin düzenli ve koordineli olarak dağılım ı ge rekm ektedir.37 34
Krş. G esam m elte A ufsätze zur S oziolog ie und S oz ia lp olitik , s. 4 9 8 vd. Bu nokta nın önem i M an tîn konum uyla ilişki içinde açıklanır, bkz. Bölüm 15: "B ü rok rasi problem i" a lı başlığı.
35
Econom y and S ociety, c. I, s. 9 7 1 ; (Alm. baskı), c. 2. s. 568.
36
Bu yüzden W eber, M ichels'ı bürokrasilerde oligarşinin oluşm a eğilim inin “çelik” karakterini abartm akla eleştirir. Econom y an d S ociety, c ..3 , s. 10031004.
37
M odem devlet ve ekonom inin tamamen bürokratikleşm ediğini vurgulamak gerekir. “T epe"de olanlar için teknik türde uzm anlaşm ış nitelikler gerekli de-
254
Bu tür rutinleşm iş görevlerin yerine getirilm esinde bürok ratik organizasyonun etkililiği bü rokrasinin genişlem esinin temel nedenidir. Tam gelişm iş bürokratik bir aygıt, tıpkı m ekanik olm ayan üre tim tarzlarına sahip b ir m akine gibi, kesinlikle diğer organi zasyonlara benzer. K esinlik, hız, netlik, dosya bilgisi, sü rek lilik , d erin lik , b irlik , kesin itaat, anlaşm azlıkların ve maddi ve personel m aliyetlerinin azaltılm ası -b u n la r kesin kurallara bağlı bürokratik bir organizasyonda optim um düzeye çık ar...38
Bu nitelikler öncelikle ekonom ik işlem lerin hızlı ve dakik bir biçim de gerçekleştirilm esini gerektiren kapitalist ekonom i tarafından talep edilir. W eber’in bu noktadaki konum u çoğu kez yanlış anlaşılm ıştır. W eber, 19. yüzyıl başından beri yay gın bir görüş olan, bürokrasi “kırtasiye” ve “etkililikle” ilişki lidir düşüncesinin kesinlikle farkındadır.39 Resm î olarak tasar lanmış otorite ve sorum luluklar dağılımıyla örtüşen resm î o l mayan sözleşm eler ve ilişki kalıplarının varlığının bürokratik organizasyonların tem el işleyişindeki önem inden habersiz de değildir.40 Bürokratik organizasyon “her iş örneğinin kendi b i reyselliğine en iyi biçim de uyarlanabilecek tarzda yürütülebil mesi konusunda kesin engeller” üretebilir 41 Bu ik in ci örnek ten, (rasyonelleşm iş bir yapı olarak doğası nedeniyle, bürok rasinin sistem atik davranış kurallarına göre işlem esinden kay naklanan) “kırtasiyecilik” düşkünlüğü ve bürokrasinin tama m en yanlış konum landınldığı ortaya çıkar. W eber’e göre, ön ceki idari organizasyon biçim lerinin özel bir vakayla uğraşır ken daha üstün bir konum da olabilm esi tamamen anlaşılır bir ğildir. Bakanlık ve başkanlık konum lan bir tür seçim süreciyle doldunılur ve smat girişim ci başı olduğu bürokrasi tarafından göreve atanmaz. "Bu yüzden, bürokratik bir organizasyonun tepesinde zorunlu olarak en azından bürokra tik olmayan b ir elem an vardır.” Econom y and S ociety, c. 1, s. 222.
38 Econom y and S ociety, c. 3, s. 973. 39
Krş. M artin Albrow, B u reau cracy (Londra, 1 9 7 0 ), s. 2 6 -5 4 .
4 0 W eber'in Verein fü r S o z ia lp olitilt'le, 1909, ilgili katkılan için krş. G esam m elte A u fsätze zu r S o z io log ie utul S o z ia lp olitik , s. 4 1 2 -4 1 6 . 41
E conom y an d S ociety , c. 3 . s. 9 7 4 -9 7 5 .
255
şeydir. Bu en iyi şekilde yargı kararlarıyla gösterilebilir. G ele neksel hukuk! pratikte patrim onyal bir yönetici adalete iste diği gibi müdahale edebilir ve neticede bazen sanık hakkında kendi kişisel bilgilerine göre (m odern mahkem ede benzer bir örnekte dönen bir yargı kararından daha “adil”) bir hüküm verebilir, m odem m ahkem ede ise “vakayla ilgili olguların sa dece muğlâk olmayan genel karakteristikleri dikkate alınır”.42 Bu durum ö rn ek lerin çoğunda k esin lik le görü lm ey ebilir ve kesinlikle bürokratik yönetim i önceki tiplerden tamamen farklı kılan şey, rasyonel-hukukî otoritenin “hesaplanabilirlik” unsurudur: G erçekte bürokrasi m odem kapitalizm için gerekli olan oldukça geniş kapsamlı görevlerin koordinasyonunu sağ layabilecek tek organizasyon biçim idir: [1 İnsanlar “bürokrasid en” şikâyet elseler de, bir an için bile, İdarî çalışm an ın sü rek liliğ in in herhangi b ir alanda b ü ro lar da çalışan görevliler olm adan gerçekleştirilebileceğini düşün m ek hata olacaktır. G ünd elik hayatın tüm kalıbı bu çerçeveye uygun biçilm em işiir. B ürokratik yön elim ; form el, teknik bakış açısından, d iğ er k o şu lla r sabit k a lm a k koşu lu yla, her zaman en rasyonel tipse, kitle yön etim inin (insanlar veya şeylerin) ih ti yaçları günüm üzde onu tam am en vazgeçilm ez kılm aktadır.43
Karizm atik egem enlik ise diğer ikisinden tam amen farklı dır. Geleneksel ve hukuk! egem enlik gündelik hayatın rutinle riyle ilişkili, sürekli olarak karşımıza çıkan yönetim sistem leri dir. İdeal karizm atik egem enlik, tanım gereği, sıra dışı bir tip tir. W eber, karizmayı, “sıra dışı olduğu ve doğaüstü, insanüs tü veya en azından özellikle özel güçler veya niteliklerin bahşedildiği düşünülen bir bireysel kişiliğin kesin bir n iteliği”44 olarak tanım lar. Bu nedenle, karizm atik bir birey, diğerleri nin kesinlikle -ço ğ u n lu k la onu sıradan insandan ayıran, do ğaüstü olduğu d ü şü n ü len - sıra dışı kapasitelere sahip oldu ğuna inandıkları biridir. Bir insanın “gerçekte” izleyicileri ta 42
Econom y and S ociety, c. 2, s. 6 5 6 -6 5 7 .
43
Economy and Society, c. 1, s. 2 2 3 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 128.
44
E conom y an d S ociety. c. 1, s. 241.
2S6
rafından ona yüklenen özelliklerden herhangi birine veya tü müne sahip olup olm am ası önem li değildir; önem li olan, sıra dışı n itelik lerin ona d iğerleri tarafından atfedilm esidir. Karizm auk egem enlik ço k farklı toplumsal ve tarihsel ortam lar da ortaya çıkabilir ve neticede karizm atik şahsiyetler, eylem leri uygarlıkların gelişim yönünü etkileyen siyasal liderler ve peygamberlerden, tüm hayat yürüyüşlerinde kendilerini geçi ci bir yandaş grubuyla güvence altına alan birçok küçük de m agog türüne kadar b irço k farklı insan tipini içerebilir. Bu yüzden karizm atik otoritede meşruluk iddiası, hangi bağlam da olursa olsun, her zam an, lider ve yandaşlarının liderin m is yonunun gerçekliğine inanm alarına dayanır. Karizm atik şahsi yet “sam im iyetinin kanıtlarını” genelde m ucizelerle veya kut sal vahiylerle sunar. O toritesinin geçerliliğinin işaretleri olsa lar da, bunlar aslında onun dayandığı tem eller değildir; tem el de “daha ziyade karizm atik otoriteye tâbi olanlann onun sam i miyetini kabul etm eleri ve buna göre davranmaları yatar.”45 Karizm atik bir harekette, ikincil otorite konum larına üye lik, kişisel bağlar sayesinde ne ayrıcalıklı seçim e bağlıdır ne de teknik niteliklere sahipliğe dayanır. H içbir sabit tâbiyet hiye rarşisi olmadığı gibi bürokratik organizasyonlardakine benzer bir “kariyer” yapısı da yoktur. Karizmatik lider, basitçe onun karizm asını paylaşan veya kendilerine ait karizmaları olan bir çok yakın arkadaşa sahiptir. Karizm atik b ir h areket, sü rek li organizasyon biçim lerinden farklı olarak, sistem atik olarak örgütlenm iş h içbir ekonom ik desteğe sahip değildir: Geliri ya farklı türdeki bağışlardan ya da ganim etlerle elde edilir. Kariz matik hareket (örneğin farklı bağlamlarda geleneksel ve hu kukî otoritede rastlanan) genel sabit yargı ilkeleri etrafında düzenlenmez; hüküm ler her özel örnekle iüşki içinde verilir ve kutsal vahiyler olarak sunulur. “G erçek peygam ber, tıpkı gerçek askeri lider ve bu anlamda her gerçek lider gibi vaze der, yeni yüküm lülükler yaratır veya talep ed er...”46 45
E conom y and S ocicly , c. 1, s. 242.
4 6 Econom y an d S ocicly , c. 1, s. 243. “Kadı adaleli" prensipte böyle sağlanır; pra tikte W ebcr’e göre, aslında geleneksel em sallerle yakından ilişkilidir.
257
Bu, karizm atik eg em en liğin ortaya çık ışın ın tem sil e tti ği, kabul gören bir düzenden kopuşun bir belirtisidir. “Ka rizmatik otorite, kendi iddia alanı içinde geçm işi reddeder ve bu anlamda özellikle devrim cidir."47 Karizma, ister geleneksel ister hukukî nitelikte olsun, mevcut bir düzeni yöneten yer leşik kurallara karşı yükselen dinam ik, yaratıcı bir güçtür. O, W eber’e göre, özellikle irrasyonel bir fenom endir. Bu vurgu özellikle W eber’in karizma tanımı için önem lidir, zira kariz matik otoritenin tek temeli liderin iddialarının gerçekliğinin kabulüdür: Karizm atik hareketin idealleri neticede hiçbir şe kilde mevcut egem enlik sistem inin ideallerine bağlı değildir. Bu yüzden karizma, özellikle, otoritenin geçm işten aktarılan nispeten değişmeyen team üllere bağlı olduğu geleneksel ege m enlik sistem leri içinde devrim ci bir güç olarak önem lidir. “Rasyonalizm öncesi dönem lerde, gelenek ve karizm a hemen hemen bütün eylemleri düzenler.”48 Ancak rasyonelleşm e sü reciyle birlikte, toplum sal değişme giderek rasyonel bir biçim kazanır (sözgelim i bilim sel bilginin teknolojik yeniliklere uy gulanm ası). Rutinleşmeye ve gündelik olana antipatisi nedeniyle, kariz ma, süreklilik kazanm ak istiyorsa zorunlu olarak kapsam lı bir değişim geçirir. Bu yüzden karizm anın “rutinleşm esi” (VeralItdglichung), karizm atik otoritenin geleneksel veya hukukî or ganizasyona devredilm esini gerektirir. Karizmatik otorite özel bir bireyin sıra dışı özelliklerine odaklandığı için, kişi öldü ğünde veya bir şekilde sahneden çekildiğinde çözüm ü zor bir halef problemi ortaya çıkar. Rutinleşm enin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu otorite ilişkisi tipi büyük ölçüde “halef prob lem inin” nasıl çözüm lendiğine bağlı olarak belirlenir. W eber, m uhtem el çözüm lerden söz eder. Halef problem ine önem li tarihsel bir çözüm , karizm atik li derin veya onun karizmasını paylaşan yandaşlarının halefi be lirlem esidir. H alef seçim le göreve gelmez; onun, otorite için gerekli uygun k arizm atik n itelik lere sahip olduğu g ö steri 47
Econom y and Society, c. 1, s. 2 4 4 ; (Alm. baskı), c. 1, s. 141.
48
E conom y and S ocicly . c. 1, s. 245.
258
lir. W eber’e göre, bu Batı Avrupa’da m onarklar ve piskoposla rın taç giyme törenlerinin gerçek önem ini gösterir.49 Karizma, kalıtım yoluyla geçen ve neticede asıl taşıyıcının en yakın ak rabalarının sahip oldukları bir nitelik olarak da alınabilir. Bu nunla beraber, esasen feodal Avrupa ve Jap o n ya’da bu n ite lik ilk ata ilkesiyle bağlantılıydı. G eleneksel, rutin bir biçim de aktarıldığında, karizm atik egem enlik gücü elinde tutanla rın konum unu m eşrulaştıran kutsal bir kaynağa dönüşür; bu yolla karizm a toplum sal hayatın k alıcı bir unsuruna d önü şür. W eber, karizm anın sürekliliğinden söz ederken, aslında “özüne aykırı” olsa da bunun hâlâ bir m eşrulaştırm a problem i olduğunu vurgular, zira kutsal bir güç olarak karizma sıra dışı karakterini sürdürür. Bununla beraber, karizma bu şekilde k i şisel olmayan bir güce dönüştüğünde, artık kesinlikle eğitimle kazanılam ayacak bir nitelik olarak görülemez ve karizm anın edinilmesi kısmen eğitim sürecine tâbi olabilir. Karizm anın ru tin leşm esi yönetim aygıtının faaliyetlerinin düzenli bir tem ele oturtulm asını gerektirir, bu ya geleneksel norm ların ya da hukuk kurallarının oluşturulm asıyla m üm kündür. Karizma veraset yoluyla aktarılm aya başlandığında, m uhtem elen yönetim aygıtı esas itibariyle verasete dayalı ko num lardan devşirilen geleneksel bir statü grubuna dönüşür. Başka örneklerde m em uriyete kabul kriteri nitelik sınavlarına göre belirlenir ve böylece karizma, rasyonel hukukî tipte olm a eğilimindedir. Bu gelişm e çizgilerinin nasıl bir yön izlediği bir tarafa bırakılırsa, rutinleşm e her zaman -g e n e l eğilim rasyo nelleşm e yönündeyse maaşlı papazlık makamı veya tım ar b içi mini, hukukî tipe doğruysa ücretli konum lar biçim ini kazana c a k - bir dizi düzenli ekonom ik düzenlemeyi gerektirir. Karizm atik hareketin ortaya çıkışıyla gelişen ideallerin içeri ğinin kaynağı doğrudan daha önceki egem enlik sistem i değil dir. Bu durum, karizm atik hareketin iddialarının bir tepki ola rak ortaya çıktığı düzenin sem bollerinden etkilenm ediği anla mına gelmediği gibi ekonom ik veya “maddi” çıkarların kariz-
49
E conom y and S ociety , c. 1. s. 2 4 7 -2 4 8 .
259
m atik hareketin gelişim ini etkilem ede önem li olm adığını da göstermez. Aksine karizm atik “m isyonun” içeriğinin toplum sal değişm eleri etkileyen maddi süreçlerin ideal bir “yansım a s ı” olarak açıklanam ayacağını gösterir. W eber’e göre, devrimci dinam ik rasyonel genel bir tarihsel gelişme düzenine bağlı de ğildir. Bu, daha am pirik bir düzeyde, W eber'in salt teorik dü şüncelerden hareketle ulaştığı gelişme teorilerinin bir kenara atılm asına yol açar.
Piyasa ilişkilerinin etkisi: Sınıflar ve statü grupları W eber, genel tarihsel gelişm e teo rileri kadar H egelcilik ve M arksizmi de reddeder. Ancak W eber’in çalışmasında özellik le M arksizmin iddialarıyla ilişkili bir başka temel kavramsal ve am pirik düşünce çizgisi vardır. Eğer bir bütün olarak “tarih teorileri" im kânsızsa daha sınırlı düzeyde, tarihsel gelişmeyi ekonom ik ve sınıfsal ilişkilerin evrensel nedensel önceliğiyle ilişkilendirm eye çalışan bir teori de başarısızlığa mahkûmdur. Bu nedenle, W eber’in “s ın ıf ’, “statü ” ve “parti” konusunda ki tartışmalarında bu üç faktör, tabakalaşmanın - h e r biri kav ramsal olarak diğerlerinden bağım sız- üç “boyutu olarak alı nır ve am pirik düzeyde birbirlerini nedensel olarak etkileyebi lecekleri vurgulanır. E kon om i ve Toplum sın ıf ve statü gruplarıyla ilgili iki bölüm içerir.50 Bu iki bölüm kısadır, ancak bu kavramların W eber’in tarihsel yazılarındaki önem i tartışılam az. W eber, M arx gibi, sın ıf kavramım ve bu kavram ın sosyal tabakalaşm anın diğer tem elleriyle ilişkisini ayrıntılı olarak analiz etmez. W eb er’in sın ıf kavramının başlangıç noktası piyasada ekonom ik eylem üzerine daha genel analizidir. W eber, ekonom ik eylemi, barış çı araçlarla, arzulanan faydalann kontrolünü ele geçirm eye ça lışmak olarak tanım lar.51 O nun kullanım biçim inde “faydalar”, 50
Daha önceki analiz için bkz. E conom y and Society, c . 1, s. 9 2 6 -9 4 0 ; daha son raki analiz için bkz. E conom y and Society, c. 1, s. 3 0 2 -3 0 7 .
51
E conom y and Society, c. 1, s. 6 3 . “Ekonom ik" kavram ının daha önceki bir form ûlasyonu için bkz. M ethodology o f the S ocial Sciences, s. 65.
260
mal ve hizmetleri içerir. Bir piyasa, rekabetçi ticari alışverişler le kâr elde etmeye yönelik spekülatif eylem ler içerdiği sürece, dolaysız karşılıklı alışverişten (takastan) aynlır. “Sınıflar” sa dece -fa rk lı som ut biçim ler alab ilen - böyle bir piyasa oluştu ğunda var olabilir ve bu, ayrıca bir para ekonom isini gerekti rir.52 Para burada oldukça önemli bir rol oynar, zira mübadele değerlerinin öznel koşullardan ziyade nicel ve sabit bir temel de hesaplanmasını sağlar. Böylece ekonom ik ilişkiler yerel top luluk yapısının özel bağları ve yüküm lülüklerinden kurtularak dinam ik bir biçim de -bireylerin mülkiyet, mal ve hizm et alış verişleri yaptıkları rekabetçi bir piyasada- maddi fırsatlar tara fından belirlenir. “Böylece ‘sın ıf m ücadeleleri’ başlar.”53 Bir mübadele nesnesinin “piyasa konum u”, “mübadele iliş kileri içindeki bütün katılım cıların bilincinde oldukları ve re kabetçi piyasaya yönelim lerinde onlara yardım cı olan, para ile bütün değişim fırsatları” olarak tanım lanır.54 Benzer mübadele nesnelerine (benzer mal ve hizm etlere) sahip olanlar “genel de kendi yaşam fırsatlarının özel nedensel bir bileşenini” pay laşırlar.55 Başka deyişle, aynı piyasayı veya “sınıfsal konum u” paylaşanların hepsi hem maddi var oluş standartlarını hem de sahip olabilecekleri kişisel yaşam deneyim lerini nedensel ola rak etkileyen benzer ekonom ik zorunluluklara tâbidir. Böyle ce, bir “sın ıf' aynı sınıfsal konum u paylaşan bireyler toplamı nı anlatır. Bu koşullarda, m ülksüzler ve sadece piyasaya hiz metlerini sunabilenler -tıp k ı mülk sahiplerinin, sahip olduk ları şeylere ve onları kendi ekonom ik hedefleri için nasıl k ul landıklarına göre ayrılmalarında olduğu g ib i- sunabilecekleri hizmet türlerine göre ayrılırlar. W eber, tıpkı M arx gibi, mülk sahipliği ve m ülksüzlük kar şıtlığ ın ın rek ab etçi b ir piyasadaki sın ıfsal ay rışm aların en önem li temeli olduğunu kabul eder. O ayrıca, m ülk sahiple ri, rantiye sınıflar ve girişim ci sınıflar ayrımı yaparken M arx’i 5 2 E conom y and S ociety, c. 1, s. 8 0 -8 2 . 53
E conom y and S ociety, c. 2, s. 9 2 8 .
54
Econom y an d S ociety, c. 2 , s. 82.
55
E conom y and Society, c. 1, s. 9 2 7 .
261
izler ve girişim ci sınıfları da “m ülk sahibi sınıflar” (B esitzklassen ) ve “ticari sınıflar” (E rw erbsklassen ) olarak ikiye ayırır. M ülk sahibi sm ıflar, mülk sahiplikleri nedeniyle kazançlarını sahip oldukları toprak, m adenler vb.’den sağlayan sınıflardır. Rantiyeler “pozitif avantajlı” m ülk sahibi sınıflardır. “Negatif avantajlı” mülk sahibi sınıflar ise sunacak mülkiyet veya be cerileri olmayan herkesi içerir (örneğin d éclassé* Romalı pro leterler). P ozitif ve negatif avantajlı gruplar arasında, küçük m ülk sahiplerinden pazarlanabilir hizm etler olarak su n u la bilecek becerilere sahip olanlara kadar birçok farklı orta sınıf birey yer alır. Bunlar devlet m em urları, esnaf ve zanaatkarlar, köylüler gibi kategorileri içerir. Ticari sınıflar ya satm ak ama cıyla piyasaya mallar sunan girişim ciler ya da bankerler gibi bu tür işlem lerin finansm anına katılanlardan oluşan p ozitif avantajlı gruplardır.56 Ü cretli em ekçiler negatif avantajlı tica ri sınıflan oluşturur. O rta sınıflar ise küçük buıjuvaziyi veya devlet sanayi kesimindeki idari görevlileri içerir. W eber’in sınıf anlayışıyla ilgili çoğu ikincil düzey tartışma onun ilk tartışm asına odaklanm ış (bkz. bu kitap sayfa 2 6 4 , dipnot 59 ) ve bu son açıklam ası göz ardı edilmiştir. Bu talih sizliktir, zira bu eğilim W eber’in sınıf kavramının gerçekte ol duğundan daha az bütüncül olduğu izlenimi yaratır. Sınıfsal konum un piyasa konum uyla özdeşleştirildiği dikkate alındı ğında, prensip olarak ekonom ik konum un en ayrıntılı kade meleri kadar sınıfsal ayrışmadan bahsetm ek m ümkün görünse bile, gerçekte W eber sadece m ülk sahipliği temelinde bir araya gelen özel kom binasyonları tarihsel bakımdan önem li olarak görür. W eber, daha sonraki açıklamasında, mülk sahibi ve ti cari sınıflar ayrım ının yanı sıra, basitçe “sosyal sınıflar” adını verdiği bir ayrım daha yapar. Bireyler ortak sınıfsal konum lar içinde serbestçe yer değiştirebilseler (sözgelimi kişi hiçbir güçlükle karşılaşmadan kamu hizmetindeki bir memuriyetten ( * ) Dışlanmış/sınıf altı - ç.n. 56
262
Pozitif avantajlı ticari sın ıflar aynı zamanda özel beceriler tekelini kontrol edebilen profesyoneller ve usta zanaatkarlar gibi kesim leri içerir. Econam y an d Socief.y, c. t . s. 304.
bir firmadaki işe geçebilse) bile, belirli bir sosyal sınıfı oluştu rur. W eber, ticari sınıfı meydana getiren ayrımlardan bir kısm ı nı kısaca açıklarken, kapitalizmin sınıfsal bileşim ini şöyle özet ler: 1. Bedensel em ek sahipleri. Farklı kılıcı becerilerin varlığı, özellikle tekellerin kontrolünde olduğu yerlerde işçi sınıfının birliğini tehdit eden temel bir faktördür. 2. Küçük burjuvazi. 3. Mülksüz beyaz yakalı çalışanlar, teknisyenler ve aydın sınıf. 4. Aynı zamanda eğitim fırsatlarına ayrıcalıklı olarak ulaşma im kânına sahip egemen girişim ci ve m ülk sahibi sınıflar.57 Benzer sınıfsal çıkarların varlığı ile açık sın ıf çalışm asının ortaya çıkışı arasındaki ilişki tarihsel açıdan olum saldır. Birey grupları farkında olm adan ve ortak sınıfsal çıkarların ı geliş tirm ek için örgütlenm e yoluna gitm eden de ortak b ir sın ıf sal konum u paylaşabilirler. Sınıf m ücadelelerine yönelten fak tör her zaman m ülkiyet dağılımındaki belirgin eşitsizlikler de ğildir. Sınıf çatışm asının ortaya çıkm a ihtimali sadece yaşam fırsatlarının eşitsiz dağılım ı “kaçınılm az bir olgu” olarak al gılanmadığı durumlarda yüksektir: Tarihin b irço k dönem in de, negatif avantajlı sınıflar kendi alt konum larını m eşru ola rak kabul ederler. Sın ıf bilinci şu koşullarda kolayca gelişe bilir: 1. Sınıfsal düşm an açık ve doğrudan rekabet içind eki bir grup olduğunda: M odem kapitalizmde, örneğin işçi sınıfı, daha uzak yatırım cı veya hissedardan ziyade sınaî girişim ciler veya idarecilere karşı mücadele için daha kolay örgütlenebilir. “İşçinin kötü arzularına maruz kalanlar rantiyeler, hissedar lar veya bankerler değil, aksine neredeyse ücret çatışm aların da işçilerin doğrudan muhalifleri olan sanayiciler veya şirket yöneticileridir.”58 2. Aynı sınıfsal konumu paylaşan çok sayıda insanın olması. 3. iletişim ve toplanma -ö rn eğ in m od em fab rika üretim inde işçilerin büyük oranda yoğunlaştığı yerlerd e57
E conom y and Socicty, c. 1, s. 3 0 5 ; krş. Paul M om bert, “Zum W esen der sozia len Klasse”, M elchior Patyi, Erinnerungsahc fü r M ax W eber (M ünih ve Leipzig,
58
Econom y and S ociety, c. 2, s. 9 3 1 . W eb erin işaret ettiği şey, bunu müm kün kılanın patriarkal sosyalizm olduğudur. Benzer şekilde, orduda asker daha üst kom uta kadem edekilerden ziyade onbaşıya içerler. Gesammelte A ufsätze zur S o z io log ie und S o z ia lp olitik , s. 509.
1 9 2 3 ). s. 2 3 9 -2 7 5 .
263
örgütlenmeyi kolaylaştırır. 4. Söz konusu sın ıf kendisine açık ve anlaşılır hedefler sunan bir liderlik -ö rn eğ in aydın sınıfın lid erliğ ini- sağladığında. “S ın ıf’ birçok bireyin piyasa konum unun nesnel n itelikle rinin ifadesidir ve aslında sınıfın toplum sal eylem üzerinde ki etkisi bu bireylerin kendileri veya başkaları hakkında ya p ab ilecek leri d eğ erlen d irm elerin d en bağım sız olarak işler. W eber ekonom ik olguların insanların düşüncelerinin doğası nı doğrudan etkilediği fikrine karşı çıktığından, bu değerlen dirm elerin sınıfsal çıkarlardan bağımsız olarak kavram laştırılması gerektiği sonucu çıkar. W eber, bu yüzden sınıfsal konu mu “statü konum u”ndan (stän d isch e L a g e) ayırır. Bir bireyin statü konum u diğerlerinin ona ve toplum sal konum una iliş kin yaptıkları, böylece bir ölçüde onun toplum sal prestij veya itibar biçim ine yükledikleri (olum lu veya olum suz) değerlen dirm eleri anlatır. Bir statü grubu aynı statü konum unu payla şan bireyler toplamıdır. Statü grupları, sınıflardan farklı ola rak, ortak konu m larının hem en her zaman bilincindedirler. Statü grubu sınıfsal açıdan “sosyal sınıfa” en yakın ve “tica ri sınıfa” en uzak konum dadır.59 Bununla beraber, statü k o numu ile W eber’in belirlediği üç sınıftan herhangi biri arasın da h içbir zorunlu veya evrensel ilişki yoktur. M ülk sahibi sı nıflar, kesinlikle her zam an değilse de, çoğu kez belirli statü gruplarını oluştururlar; bu durum ticari sınıflar için nadiren söz konusudur. Statü grupları sahip oldukları özellikleri genelde belirli bir hayal tarzı sürdürerek ve diğerlerinin kendileriyle etkileşim lerine sınırlam alar getirerek sergilerler. Bazen kesinlikle içten evlenmeyi gerektiren evlilik kısıtlam aları özellikle bunun yol larından biridir. Kast, bunun açık örneğidir; burada statü gru bunun ayırt edici özelliği, etnik faktörlere dayanması ve dinsel hüküm ler kadar hukukî ve geleneksel yaptırımlarla da takviye edilmesidir. Bu tür bir sınırlam aya sadece kesin kast ilkeleri ne göre organize olm uş geleneksel Hindistan’da rastlansa bile, 59
264
E conom y and S ociety, c. 1, s. 3 0 6 -3 0 7 ; (Alm. baskı), t . 1. s. 180. M arx'm Stan d e terim ini kullanım biçim i için, bkz. bu kitap, s. 3 4 , dipnot 22.
kast benzeri özellikler “parya” halkların konum unun da ka rakteristiğidir. Bunların en belirgin tarihsel örneği, Yahudiler gibi, ekonom ik etkinlikleri belirli bir m eslek veya m esleklerle ya da “yerli" nüfusla sınırlı etnik azınlıklardır. W eber’e göre, statü esasına göre tabakalaşma basitçe bir sı nıfsal hiyerarşiler “karışım ıdır”. Fakat statü gruplan, sm ıflann aksine, tarihsel gelişm enin birçok evresinde hayati bir öneme sahip olm uştur. Ayrıca statü grupları piyasanın işleyişini doğ rudan ve böylece sınıfsal ilişkilerini nedensel olarak etkileye bilir. Bunun önem li tarihsel bir örneği, piyasanın yönetim ine bırakılan ekonom ik alanlara sınırlam a getirilmesidir: Ö rneğin çoğu H elen kentinde “statü çağı”nda ve ayrıca esa sen Rom a’da, m iras kalan m ü lkler (m irasçıların bir vasinin kon trolü altında olduğu eski kuralda görüleceği üzere) tekel leşm işti. B en zer şek ild e bu tekelleşm e şövalyeler, köylü ler, rahiplerin m ü lklerin de ve özellikle zanaat ve ticaret loncalan üyeleri için de söz konusuydu. Piyasa sınırlan d ırılır ve a s lın da sınıfsal form asyona dam gasını vuran çıp lak m ülkiyetin gücü arka plana itilir.60
İnsanların ekonom ik zenginlik ve statü ayrıcalığı arasında açık bir ayrım yaptıkları başka birçok örnek verilebilir. Maddi zenginlik her zaman egemen statü grubuna girişin yeterli te meli değildir. Yeni zenginlerin (nouveaux riches) yerleşik bir statü grubuna girm e taleplerinin bu grup içindekiler tarafın dan kabul edilm esi kesin olm am akla beraber birey, genellik le servetini çocuğunun gerekli üyelik kriterlerini sağlayabil mesi için kullanabilir. Yine de W eber’e göre, statü grubu üye liği “normalde salt m ülkiyet talepleriyle keskin karşıtlık içinde olsa bile”, yine de mülkiyetin “uzun dönem de” “olağanüstü bir düzenlilikle” bir statü niteliği olarak kabul edildiği doğrudur.61 Statüye dayalı tabakalaşm anın belirli bir toplum daki yaygın lık derecesi söz konusu toplumun hızlı ekonom ik değişmeye maruz kalma derecesinden etkilenir. Belirgin ekonom ik deği 60
Econom y an d S ociety , c. 2, s. 9 3 7 .
61
Economy an d Society, c. 2, s. 9 3 2 .
265
şimlerin ortaya çıktığı yerlerde sınıfsal tabakalaşma değişmenin daha az olduğu bir yere göre eylem in daha yaygın bir belirleyi cisidir. İkinci örnekte statü farklılaştırıcıları giderek öne çıkar. Hem sınıf hem de statü grubu üyeliği toplumsal gücün bir temeli olabilir; ancak siyasal partilerin oluşumu güç dağılımı üzerinde bir başka, analitik açıdan bağımsız bir etkidir. “Parti”, belirli politikaları bir örgüt içinde gerçekleştirm ek için örgütün idari kontrolünü ele geçirmeyi amaçlayan gönüllü bir birliktir. Bu tanıma göre, partiler, özgürce üye kaydedilen grupların olu şumuna izin verilen bir örgüt biçim inde var olabilir: Bu grup lar bir spor kulübünden devlete kadar birçok farklı oluşumu içerir.62 Partilerin kurulma temelleri m odem siyasal partilerde bile çeşitlidir. Bir siyasal partinin tek üye kaynağını ortak sınıf sal konum veya statü konumu oluşturabilir, ancak bu durum oldukça nadirdir. “Tekil bir örnekte, partiler sınıfsal konum un veya statü konum unun belirlediği çıkarları temsil edebilirler... Fakat onlar ne sadece sınıf partilerine ne de sadece statü parti lerine ihtiyaç duyarlar; gerçekte, karışık tipler olmaları ihtimali yüksektir ve bazen ikisi de değillerdir.”63 Modern devletin gelişim i kitle partileri ve profesyonel po litikacılar yaratm ıştır. Mesleği siyasal güç mücadelesiyle ilgili biri politika “için ” yaşayabilir veya aksine “geçim ini politika dan sağlayabilir”. Tem el gelir kaynağını elde etm ek için siyasal etkinliklerine bel bağlayan bir birey “geçim ini politikayla sağ lamaktadır”; tüm zam anını siyasal etkinliklerle geçiren, ancak bu kaynaktan gelir sağlamayan biri politika “için ” yaşam ak tadır. Güç konum larının politika “için ” yaşayanlar tarafından doldurulduğu siyasal bir düzen, zorunlu olarak, genellikle gi rişim cilerden ziyade rantiyelerden oluşan varlıklı bir elit grup tarafından yönlendirilir. Ancak bu, basitçe, bu tür politikacı ların tamamen geldikleri sın ıf veya statü grubunun çıkarlarını öne çıkaran politikalar sürdürecekleri anlam ına gelm ez.64
62
Econom y and Society, с. 1, s. 2 8 4 -2 8 6 .
63
Econom y and Society, c. 2, s. 9 3 8 .
64
From M ax W eber: E ssays in S ociolog y , s. 8 5 -8 6 .
266
12 Rasyonelleşme, "Dünya Dinleri" ve Batı Kapitalizmi
W eber, Y ahudilik üzerine araştırm aları ile Çin ve Hindistan dinleri üzerine araştırm alarını ortak b ir başlık altında toplar: “Dünya d inlerinin ekonom ik etik le ri.”1 Bu başlık W eb er’in ilgilerinin tem el çizgisin i yansıttığı gibi K alvinizm ve B a tı lı kapitalist ruh ü zerin e daha ö n cek i yazılarıyla da d oğru dan sü rek lilik için d edir. A ncak son iki araştırm a gerçek te W eb er’in onlara giriş yazısında attığı nispeten ılım lı başlığın ima ettiğinden ço k daha kapsam lı toplum sal ve tarihsel o l guları içerir. D insel inançların içeriği ile belirli bir toplum sal düzeni karakterize eden toplum sal etkin lik biçim leri ara sındaki ilişki dolaylıdır ve bu düzen içindeki diğer k u ra m lardan etkilenir. W eber’e göre, dünya dinleri üzerine araştırm aları, h içb ir şekild e sistem atik b ir din “tip o lo jisi” oluşturm az. Öte yandan, onlar salt tarihsel bir çalışm a değillerdir; d insel ahlâ kın tarihsel cisim leşm elerind e tipik önem e sahip olan şeyi ele alm alan anlam ında “tip o lo jik ” çalışm alardır. Bu, d in lerin e k o nom ik zihniyetlerdeki büyük çeşitlilik lerle ilişk isin i anlam ak bakım ından önem lidir. Diğer boyutlar dikkate alm m ayacak1
Gesammelte A ufsätze zu r R eligion ssoziologie, c. 1, s. 237.
267
tır. Zaten bu tipolojilerde dfınya dinlerinin tam bir resm inin sunulduğu iddia edilm ez.2
Ona göre, daha özelde, dinsel ahlâkın ekonom ik düzen üze rindeki etkisi öncelikle özel bir bakış açısıyla, örneğin Batı’da ekonom ik hayatı egem enliği altına almaya başlayan rasyona lizmin gelişimi veya gecikm esiyle bağlantı içinde ele alınabilir. W eb er, “ek o n o m ik e tik ” kavram ını k u llan ırk en , aslında analiz ettiği bütün dinsel inanç sistem lerinin hangi tür eko nom ik etkin liklerin izin verilebilir veya arzu edilir oldukla rı konusunda net ve açık olarak form üle edilm iş buyruklar içerdiklerini ima etm ez. Dinin ekonom ik hayat üzerindeki et kisinin dolaysızlık derecesi kadar doğası da değişkendir. P ro testan A h lâ k ı ve K a p italizm in Ruhu’nda olduğu gibi, W eber aslında belirli bir dinsel etiğin iç “m antığıyla” değil, onun bi reylerin eylem leri açısından p siko lojik ve toplum sal son u çla rıyla ilgilenir. M ateryalizm veya idealizm e m esafeli y aklaşı m ını, dinsel olguların kaynakları veya etkileri üzerine genel u yg ulanabilir bir yorum la sü rd ürm eye çalışır: “D ışsal o la rak benzer ekonom ik organizasyon biçim leri çok farklı ek o nom ik etiklerle bir arada bu lu nabilir ve özel karakterlerine bağlı olarak çok farklı tarihsel sonuçlar üretebilirler. E ko n o m ik bir etik ekonom ik b ir organizasyon biçim in in basit bir ‘fonksiyon’u değildir, ancak tersi daha az doğrudur.”3 K uşku suz, dinsel inançlar ek onom ik bir etiğin oluşum unu koşullandırabilecek b irço k farklı etki arasından sadece birid ir ve din, diğer toplum sal, siyasal ve ekonom ik olgulardan büyük ölçüde etkilenir.
Din ve büyü W eber’in dünya dinleri üzerine yazıları onun E kon om i ve Toplum’da geliştirdiği din so sy o lo jisin in genel ilkeleri çerçev e 2
From M ax W eber: E ssay s in Sociology, s. 292.
3
From M ax W eber: E ssays in S ociolog y , s. 2 6 7 -2 6 8 ; G esam m elte A ufsätze zu r Religionssoziologie, c. 1. s. 23 8.
268
sinde ele alınabilir.4 Dinsel ve büyüsel faaliyetlere katılan in sanlar, tipik olarak özel niteliklere sahip nesneler ve varlıkla rı “gündelik” dünyaya ait olanlardan ayırırlar.5 Sadece belirli nesneler dinsel özelliklere sahiptir, sadece belirli bireyler din sel güçlerin kendilerine bahşettiği ilham veya lütufa ulaşabilir. Bu sıra dışı güçler karizm atiktir ve örneğin m ana gibi nispeten farklılaşm am ış form lar -y aşan tıları büyük dünya d in lerin in yeşerm esine yol a ç a n - büyük dinsel liderlerin kişiliklerinde daha özel bir biçim de tezahür eden karizm alik niteliklerin asıl kaynaklarıdır. Bu n oktan ın vurgulanm ası önem lid ir, çünkü W eber’in karizm atik egem enlikle ilgili genel tartışm asındaki açıklam asına sıkça başvurulm asının nedeni, çoğunlukla, onun karizma kavramını “büyük adamlar” konusundaki tarih teori si yazılarına katm ak için kullandığı iddiasını d esteklem ektir.6 Ancak W eber’in karizm alik m eşrulaştırm anın kuşaktan kuşa ğa aktarılm a biçim leri üzerine analizinden, karizm anın basit çe tam amen “bireysel” bir özellik olarak alınmadığı açık olsa gerektir. W eber, D urkheim ’a benzer biçim de, (daha kom pleks dinlerin ataları olmaları anlamında en temel biçim ler olduk ları ima ed ilen)7 en ilkel din türlerinde tanrılar biçim ind e kişileştirilm em iş ama yine de iradi özelliklere sahip g en elleşti rilm iş ruhsal failler olduğunu belirtir, ilk ortaya çıktıklarında tanrılar sadece şüpheli bir varoluşa sahiplerdi: Bir tanrı sade ce özel bir olayı kontrol edebilen biri olarak düşünülm ektey di. Sadece düzenlediği olay tipinin adıyla anılan bu a n lık tanrı lar (A u g en b licksg öller) hiçbir kişisel m an aya sahip olm ayabilir. 4
Econom y an d Sorirlv, с. 2, s. 3 9 9 -6 3 4 .
3
A ncak W eber, Durkhcim 'dan farkh olarak, “kutsal" ve "kutsal olm ayan” dikoıom isin in radikal doğasını vurgulamaz. W eb er “dinsel veya büyüsel dav ranış ya da düşüncenin gündelik am açlı davranışlardan ayrı tutulm ası gerek tiğine inanır, özellikle dinsel ve büyüsel eylem ler ağırlıklı bir b içim de ekono m ik olduğunda". E conom y and Socieıy, c. 2. s. 40 0 .
6
Û m egin krş. G crth ve Mills, “Introduction", Front M ax W eber: E ssays in S ociology , s. 53 -5 5 .
7
W eber’in ifadesiyle: “Totem izm in evrenselliğine inanç ve kesinlikle tüm top lumsal gruplar ve dinlerin kökeninde gerçekte totem izm in yattığı inancı gü nümüzde tam am en reddedilen büyük bir abartm adır." Economy a n d S ocieıy, c. 2, s. 4 3 4 .
269
Bir tanrının sürekli ve güçlü bir ilaha dönüşme koşullan kar m aşıktır ve tarihsel kökleri çoğu kez muğlaktır. W eber’e göre, sadece Yahudilik ve İslâm, terimin kesin an lamında tekıanncıdır. H ıristiyanlıkta, yüce Tanrı -teo rid e ol masa da p ratik te- kutsal Ü çlü ’nün temel bir figürü olarak dü şünülür: Bu özellikle K atoliklik için doğrudur. Bununla bera ber, tektanrıcılık eğilim lerinin başlangıcı tarihsel önem e sahip bütün dinlerde görülebilir. Bunun bazı dinlerde diğerlerinden daha fazla gelişm esinin çeşitli nedenleri vardır ancak genel önemde bir faktör, temsil ettikleri belirli tanrısal kültlerin de vamında çıkarları olan rahipler tabakasının köklü direncidir. İkinci bir faktör, geleneksel toplumlarda dinsel alan dışından insanların kolayca ulaşılabilir ve büyüsel etkiye açık tanrıla ra duydukları ihtiyaçtır. Bir tanrı m utlak güce ulaştıkça kitle nin gündelik ihtiyaçlarından uzaklaşır. Hatta her yere uzanan tanrı öne çık tık ça, büyüsel yatıştırm a genellikle sıradan m ü minin pratik dinsel davranışları içinde sürdürülür. İnsanlar kutsal varlıklarla dua, ibadet ve niyaz aracılığıy la bağ k u rd u kların d a “b ü yü ” k u llan ım ın d an bağım sız bir “din”in varlığından söz edebiliriz. Büyüsel güçlere-tapılm az, aksine onlar tılsım lar veya form üller olarak kullanım larıyla insan ihtiyaçlarına tabilerdir. Dinsel ve büyüsel ayrım ı, rahip ler ile büyücüler ve üfürükçüler arasında tarihsel önem de bir statü ve güç farklılaşm asına tekabül eder. Rahiplik bir kültün sürekli işleyişinde yer alan daimi bir görevliler grubunu içerir. Külte sahip olmayan hiçbir rahiplik yoktur, ancak hiçbir özel rahipliğin olmadığı kültler bulunabilir.8 Bir rahipler tabakası nın varlığı dinsel inançların rasyonelleşm e derecesi üzerinde özel bir önem e sahiptir. Çoğu büyüsel pratik örneğinde veya rahiplerin olmadığı bir kültte, tutarlı bir inanç sistem i genel likle sınırlı düzeyde gelişebilir. VVeber’in din sosyolojisinde peygamber rahiple eşit önem de bir kişiliktir. Bir peygamber, “m isyonunun dinsel bir öğre ti veya kutsal em ir olduğunu iddia etm esi bakım ından, sade
8
270
Econom y and S ociely , c. 2. s. 4 2 6 .
ce bireysel bir karizma taşıyıcıdır.”9 Aslında yeni dinsel top lulukların oluşum u sadece peygamberlik m isyonlarının bir so nucu olm asa bile (dinsel reform cuların etkinlikleri de aynı so nucu sağlayabilir), W eber için peygamberlik, dinsel kuram lar daki köklü değişimleri etkileyen öğretilerin kesin önem de ta rihsel kaynağıdır. Bu durum özellikle büyünün gündelik ha yattaki davranışlardan ayıklanması yönündeki tarihsel bir güç, rasyonel kapitalizmde doruğuna ulaşan dünyanın “büyü bozu m u” açısından geçerlidir. Her dönem de büyünün gücünü kıracak ve rasyonel davranışı yerleştirecek b ir araç olm uştur; bu, büyük rasyonel peygam berlik dem ektir. Her peygam berlik kesinlikle büyünün g ü cü ne zarar verir; ancak m ucizeler sunan veya başka kabiliyetler le donanm ış b ir peygam berin geleneksel kutsal ku rallan y ık ması m üm kündür. Peygam berler dünyayı büyüsünden u zak laştırm ış ve bunu yaparken m od em bilim ve tekn olojim izin ve kapitalizm in tem ellerini atm ışlard ır.10
Peygamberlerin kaynağı nadiren rahipliktir ve onlar kendi lerini tipik olarak rahiplik tabakasına açık bir karşıtlık için de konum landırırlar. “E tik ” peygamberlik öğretisi, som ut bir emirler/kurallar setidir veya daha genel ahlâkî buyruklar içereb ilen ve ah lâkî b ir yüküm lülük olarak uyulm ası gereken kutsal bir m isyonu yaymaya çalışan b ir öğretid ir. “Ö rn ek ” peygamber, sürdürdüğü kişisel hayat tarzıyla kurtuluşun yo lunu g österen , d iğ erlerin in kabul etm ek zorunda o ld u k la rı kutsal m isyonun b ir aracısı olduğunu iddia eden biridir. Ö rnek peygam berlik Hindistan’da yaygınken ve aynı zam an da bazı Çin dinlerinde karşımıza çıkarken, ahlâkî peygamber lik özellikle Yakın Doğu’nun karakteristik bir özelliğidir: Ya hudilikte Y ehova ilan edilen, her yerde hazır, aşkın tanrı inan cına kadar götürülebilen bir olgu. İk i p eyg am berlik tipi de, “hayat k arşısın d a b ilin ç li-b ü tünlüklü ve anlam lı bir tutum u” harekete geçiren tutarlı bir 9
E conom y and S ociety, c. 2, s. 4 3 9 .
10 G en eral E conom ic History (N ew York. 1961).
271
dünya görüşünün yayılm asını artıran b ir yapıya sahiptir. Vah yin bir araya getirdiği inançlar m antıksal olarak birbiriyle tam olarak uyuşm ayabilir; peygam berliğe birliğini sağlayan şey onun hayata pratik bir yönelim olarak tipik tutarlılığıdır. Pey gam berlik, “her zaman, bir ölçüde ‘anlamlı’, düzenli bir bütün lük üretm ek için meydan okuyan bir kozm os olarak, önem li bir dinsel dünya anlayışı içerir...”11 Peygamberler ve rahipler arasındaki çatışm anın sonuçları kuşkusuz, ya peygamber ve m üritlerinin zaferine ve yeni bir dinsel düzenin kurulm asına ya da peygamberliğin rahiplere boyun eğmesi ve ayıklanm ası na yol açarak farklı biçim ler kazanabilir.
Hindistan ve Çin'de teodise G eleneksel Ç in’de peygam berliğin gelişim i erken bir tarihte dumura uğradı. Hindistan’da ise tersine, önem li bir kurtuluş dini ortaya çık ıı, fakat Hindu (ve Budist) peygamberler, örnek peygamberler oldukları için, kendilerini aktif olarak yayılması gereken kutsal b ir misyonun em anet edildiği biri olarak gör mediler. Hinduizm diğer dünya dinlerinden bazı önem li nok talarda ayrılır. Hinduizm ek lek tik ve hoşgörülü b ir dindir: D indar bir Hindu olm ak ve aynı zamanda “her Hıristiyan’ın özellikle kendine ait olarak göreceği oldukça önem li ve karak teristik öğretileri” kabul etm ek m üm kündür.12 Bununla bera ber, çoğu Hindu’nun paylaştığı ve -sap k ın olarak düşünüle bilecek şeyleri reddetm elerinin ortak hakikatlerini oluşturm a sı an lam ınd a- “dogm alar” içeren belirli inançlar vardır. Bun lardan eıı önem lisi ruh göçü ve yeniden doğuştur (k a r m a ). Bunların ikisi de kast sistem inin toplum sal düzeniyle ilişki lidir. K antta öğretisi “şimdiye kadar tarihte üretilen en istik rarlı teodiseyi temsil eder.”13 Bu nedenle, W eber’in ifadesiyle. Komünist Manifesto’dan bir sloganı kullanırsak, en alt kasttan
11
Econom y an d Society, c. 2, s. 4 5 1 .
12 Reîigion o f India, s. 21. 13
272
Rdigion o f India, s. 21.
Hindu “dünyayı kazanabilir”: G erçekçi b ir biçim de, bu in an ç lar tem elinde en üst düzeylere gelebilm ek, cennete gitm ek ve tanrısallık kazanm ak için m üteakip d irilm eleri h ed efleyebi lir. Hindu orıodoksisi, bireyin mevcut hayatındaki davranış larının sonraki dünyaya gelişinde çözüm ü im kânsız sonuçlara sahip olabileceği öğretisi aracılığıyla ve bu öğretinin doğrudan kast sistem iyle ilişkili olm ası nedeniyle, mevcut toplum sal dü zene direnm eyi zorlaştıran aşılması güç engeller yaratır. B irbirinden kesin çizgilerle ayn lm ış kastlar keskin bir nefret duygusu içind e b ir arada yaşayabilirler. Zira herk esin kendi k ad erin i h ak e ttiğ i d ü şü n ce si to p lu m sal açıd an a y rıc a lık sız olanlara daha iyi fırsatlar sunm az. K a rm a öğretisin in sar sılm adan kalm ası şartıyla ve kaldığı sü rece, d evrim ci fikirler veya “ilerlem e” m ücadelesi anlaşılm az şeylerdir.14
H indistan’da H induizm in iyice yerleştiği erken dönem de, İsa’nın doğumundan yaklaşık dört-beş yüzyıl kadar önce, za naat ve ticaretin gelişim i doruğa ulaşm ıştı. Şeh irlerd eki ti caret ve zanaat loncaları kentin ekonom ik düzeninde O rta çağ Avrupası’ndaki loncalara benzer önem e sahiplerdi. Ayrı ca Hindistan’da rasyonel bilim oldukça gelişm işti ve farklı dö nem lerde birçok felsefe okulu filizlenmişti. Bunlar neredeyse bir başka yerde eşine rastlanmayan bir hoşgörü atm osferi için de yaşıyorlardı. O rtaçağ Avrupası’ndakine benzer hukuk ku ru m lan gelişm işti. Fakat kast sistem inin ortaya çıkışı, B rah man rahipliğin yük selişiyle b irlik te, Avrupa’d akin e ben zer daha üst düzeyde ekonom ik gelişmeyi fiilen engelledi. H indistan’daki gelişim in biricikligi, yine de, şeh irlerd eki lon calar ve b irle şik o rg an izasy o n lan n bu b aşlan g ıç k ay n ak lan n ın ne Batılı tipte ken tsel bir özerkliğe ne d e büyük patrim onyal devletlerin ortaya çıkışın d an sonra Batıdaki “bölge sel ekonom iy e” ben zer toplum sal ve eko n om ik b ir organizas yona yol açm am asında yatar. Daha ziyade, başlangıç kaynak
14
Religion o f India, s. 1 2 2 -1 2 3 , Gesammelte A ufsätze zu r R eligion ssoziologie, c. 2, s. 122.
273
lan kesinlikle bu çağdan ö n cesin e dayanan Hindu kast siste m i tam am en diğer organizasyonlann yerini alır ve onlara üs tünlük kazanır; kast sistem i onların gelişim ini b ir ölçü de bal talar, önem li bir güç kazanm alarını engeller.’5
Kastın ekonom ik faaliyetler üzerindeki temel etkisi, m esle ki yapıya ritüel bir sabitlik kazandırması ve böylece ekonom i nin daha fazla rasyonelleşm esini engelleyecek biçim de işlem e sidir. Kast ritüalizm inde değerli malların üretim inde gelenek sel becerilerin soyluluğu ve değeri vurgulanır. Bireyin bu m es leki buyruklardan uzaklaşmaya yönelik bir girişim i, onun son raki hayatında daha uygun bir konumda vücut kazanma fır satlarına zarar verir. Bu nedenle, en alt kast üyesi m uhtem e len kastının yüküm lülüklerine sıkıca bağlıdır. Bununla bera ber, kast sistem inin ekonom ik gelişme üzerindeki olum suz et kisi sınırlı değil, oldukça yaygındır. Ö rneğin kastın organi zasyonunun Batı’da modern sanayinin karakteristik bir özelli ği olan kom pleks bir işbölüm üne sahip büyük ölçekli girişim lerinin varlığıyla tamamen uyuşmadığı söylenemez. Bu gerçek Hindistan’da söm ürgeci firmaların kısmi başarısında gözlene bilir. Yine de W eber’e göre, sonuçta, sınaî kapitalizm in m odern organizasyonunun her zam an kast sistem i tem elinde oluştuğunu d üşünm ek büyük ölçü de ih ti mal dışı b ir şey olarak alınm alıdır. M eslekle ilgili her değişi m in, iş tekn ik lerin d eki her değişim in ritüel b ir gerilem eyle sonuçlanabileceği b ir ritüel hu ku k, kendi içind e eko no m ik ve tekn ik bir devrim yapm a kapasitesinden yo k su n d u r...16
Hindistan’daki Brahm anlann konum u ile geleneksel Ç in’de ki Konfüçyüsçü literatinin konum u arasında önem li benzer likler vardır. İkisi de, egem enlikleri büyük ölçüde dindışmdakilerin dilinden bağım sız bir dilde yazılm ış klasik m etinlere ulaşmaya dayalı statü gruplarıdır. Ancak W eber’e göre, Hindu 15
Religion o f India. s. 3 3 -3 4 ; G esam m elte A ufsatze zu r R eligion ssoziologie, c. 2, s. 3 5 -3 6 .
16
Religion o f India. s. 112.
274
entelektüel dünyası Ç in’e göre daha az salt yazılı bir kültürdü. İki grup da her zaman pratikte başarılı olmasa bile, büyüyle herhangi bir bağlantıyı reddediyordu; ikisi de her tür Dionysian dünyaya karşıydı.17 Bununla beraber, iki grup arasında aynı ölçüde önem li da farklılıklar vardı. Çin literatisi, paırim onyal bürokrasi içinde ki bir memuriyet sınıfıydı; Brahm anlık ise başlangıçta bir din adamlığıydı, ama ayrıca birçok farklı meslek içinde prensler, hukukçular, teolog eğitim ciler ve danışm anlar olarak da k ul lanıldılar.18 Yine de Brahm anlar arasında m em uriyet kariyeri alışılm adık bir şeydi. Çin’in tek bir m onarkm yönetim i altın da birleşm esi, resmi konum lara kabulü edebi bir nitelikle ilişkilendirm eyi sağladı. Entelektüel eğitim e sahiplik bürokratik görevlere atanm anın kaynağı haline gelmeye başladı. Öte yan dan, Hindistan’da Brahman rahiplik ilk genel krallıktan önce güçlü bir biçim de yerleşti. Bu yüzden, Brahm anlar belirli bir hiyerarşiye dahil edilm ekten kurtulabildiler ve aynı zamanda prensip olarak krallarm kinden daha üst bir statü konum u ta lebinde bulunabildiler. Belirli dönem lerde geleneksel Çin’de, VVeber’in ekonom ik rasyonelleşm eye vesile olduğunu söylediği bazı önem li geliş m eler yaşandı. Bunlar, H indistan’dakilere benzem eyen k en t ler ve loncaların gelişim i, bir para sistem inin oluşm ası, huku kun gelişim i ve patrimonyal bir devlet içinde siyasal bütünlü ğün sağlanması olarak sıralanabilir. Ancak Ç in’deki bu geliş m eler ile Avrupa kapitalizm inin ortaya çıkışında rol oynayan gelişm eler arasında belirli önem li farklılıklar vardır. Ç in’de Antik Çağ’da nispeten üst düzeyde bir kentleşm e ve iç ticaret hacm inde artış sağlanm asına rağmen, para ekonom isi sadece belirli bir düzeye ulaştı. Ayrıca Çin kenti Avrupa kentlerinden oldukça farklıydı. Bu durum kısmen belirli bir noktanın öte sinde bir para ekonom isi geliştirem em ekten kaynaklanıyor 17
Ne Hindistan’da ne de Çin'de büyü genel nüfusun büyük çoğunluğunun et kinliklerinden ayıklanm ıştır; büyüsel kültler çoğu kez Hindistan ve Çin’de fi lizlenmiştir.
18 Religion o fln d ia . s. 1 3 9 -1 4 0 .
275
du: “Ç in’de, Floransa gibi standart bir para sistem i yaratabil miş ve para politikalarında devlete kılavuzluk yapmış b ir kent yok tu .”19 Aynı ölçüde önem li olan, Çin kentinin Ortaçağ Av rupa kentsel topluluklarının sahip olduğu siyasal özerklik ve hukukî bağımsızlığa kavuşamamasıdır. Çin kentinin vatandaşı kendi yerli köyüyle akrabalık bağla rını büyük ölçüde sürdürm e eğilimindeydi; kent, yerel tarım ekonom isiyle büyük ölçüde iç içe geçm işti ve B aıı’da oldu ğu gibi k en d in i onun k arşısın d a k onu m land ıram ad ı. İn g i liz kentlerinin “ayrıcalıklarının” hiçbiri Çin’de asla var olm a dı. Bu yüzden, büyük bir özerkliğe sahip loncaların potansiyel etkisi kentsel yönetim lerin siyasal ve hukukî bağım sızlıkları nın olmaması nedeniyle Fiilen engellendi. K entlerin çok sın ır lı siyasal özerkliğe sahip olm ası bir ölçüde devlet bürokrasisi nin erken gelişim ine bağlanır. Bürokratlar kentleşm enin artı şında tem el bir rol oynam ışlar, böylece sonraki gelişmeleri düzenleyebilm işlerdir (onların asla vazgeçm edikleri b ir kontrol). Bu durum ayrıca hüküm et bürokrasisinin büyük ölçüde ön ce ki özerk şehir devletlerinin bir ürünü olduğu Batı’yla karşıtlık içindedir.20 G eleneksel Ç in’in toplum sal yapısının en önem li özellikle rinden biri im paratorun dinsel ve siyasal üstünlüğü ele geçirmesiydi. Ç in’de güçlü bir rahipler tabakası yoktu ve bu taba ka im paraıorluk düzenine karşı önem li bir direniş sağlayacak bir peygam berlik yaratmadı. İm paratorluktaki karizm atik bi leşen büyük ölçüde geleneksel unsurlarla kaplıydı, hatta m o d em çağlara kadar im paratordan yağmuru ve nehirleri k o n trolü altına alarak karizm asını sergilem esi bekleniyordu. Ne hirler setleri yıktığında im parator kamusal bağışlanm a sağla m ak zorundaydı ve bütün devlet m em urları gibi kınam aya ta biydi. G elen ek sel Ç in ’de etkin İdarî m erkezileşm en in d erecesi, tıpkı oldukça zayıf iletişim e sahip patrimonyal devletlerde ol duğu gibi, m odem ulus-devlettekinden düşüktü. Fakat feoda 19
T he Rcligion o f C hirıa. s. 13.
20
T he Rcligion o f C h in a, s. 16.
276
lizmde sürekli olarak intikal eden m erkezkaç eğilim ler, eğit sel vasıflan bürokratik konumlara atanm anın bir tem eli olarak kullanan bir sistem e fiilen ters düşüyordu: Bu durum m em uri yet sınıfının im parator ve devlete bağlılığının sonucuydu. Her m em urun sicili üç yılda bir değerlendiriliyordu ve bu yüzden devletin eğitim otoritelerinin sürekli gözetim ine tabiydi. Me m urlar teoride ücretliydi ancak pratikte ücretleri ödenm iyor veya gelirlerinin bir bölüm üne sayılıyordu. Ekonom ik çıkarla rı oldukça m uhafazakârcaydı, çünkü ücretlerini vergi gelirle rinden elde etm ek için m em uriyet konum larını sistem li olarak kullanm aları gerekiyordu: E n üst ve egem en m em uriyet tabakası kazanç fırsatlarını bi reysel çabalarıyla elde etm iyordu; o n lan n kaynağı daha ziya de görevden uzak laştınlan m em urların m ülkleriydi. M üdaha leye topluca karşı olan ve “refo n n ” isteyenlerin rasyonel ide o lo jisin e ölüm ü ne öfke duyanlar İkincilerdi. Bunu sadece yukan d an veya aşağıdan şiddetli b ir devrim değiştirebilird i.21
Ç in’deki kentsel toplulukların siyasal özerklikten yoksun lukları yerel gücün olmadığı anlam ına gelm iyordu. W eber’in analizlerinin çoğu, gerçekte, m erkezi otorite ve eyaletler ara sındaki ilişkilerde yaşanan gelgitleri belgelem eye yöneliktir. Bu bağlantıda özellikle önem li olan, tem el bir ekonom ik et kinlik ve işbirliği odağı oluşturan güçlü geniş aile birim leriy di. Akrabalık grubu (tsung-tsu) ev halkından daha büyük tüm ekon om ik girişim biçim lerin in fiilen temeli veya modeliydi. Tsung-tsu tipik olarak gıda işlem e, dokum acılık ve diğer evsel endüstrileri kontrol ediyor ve aynı zamanda üyelerine kredi im kân ları sağlıyordu. K ırsal ve ken tsel üretim d e akrabalık grubunun işbirlikçi kontrolü yüksekti ve ikisi de Avrupa kapi talizm inin temel karakteristikleri olan bireysel girişim ci etkin lik ve özgür em ek hareketliliğini büyük ölçüde kısıtlıyordu. Yerel yaşlıların otoritesi, literali yönetim ini dengeleyen temel bir karşı güç oluşturm aktaydı. M em ur ne kadar nitelikli olur
21
The Religion o f Chintı, s. 60.
277
sa olsun, akrabalık grubunun yargı yetkisi içindeki belirli m e selelerde cahil de olsa klanın en yaşlısına tabiydi. Bazı matematik biçim leri M .Ö . 6. yüzyılda gelişmiş olm ası na rağmen, Çin eğitim sistem i m uhasebe eğitimi vermiyordu. Bu yüzden, ticarette kullanılan m uhasebe yöntem leri pratik te öğreniliyordu ve resmî eğitimle bağlantılı değildi. Eğitimin içeriği tamamen edebiydi ve klasik yazıları yakından bilmeye yönelikti. Bu yazılara aşinalıkları yüzünden Hteratinin karizmatik niteliklere sahip olduğuna inanılıyordu. Ancak bu, Hin distan Brahmanlarında olduğu gibi veraset yoluyla geçen bir rahiplik değildi ve Konfüçyanizm Hinduların mistik dinselliliginden oldukça farklıydı. W eber, Çin’de İngilizcedeki “d in” sözcüğünün eşanlam lısının olmadığını belirtir. En yaklaşık te rimler kutsal ve laik arasında hiçbir ayrım yapmayan “öğreti” ve “töre” anlam ına sahip terimlerdir. Konfüçyanizm de, toplumsal düzen genelde -so n su z ve ka çınılm az olduğu d ü şü n ü len- kozm ik düzenin özel bir örneği olarak alınır. K ozm ik düzenlerin büyük ruhları açıkçası ‘sadece dünyanın, özellikle insanın m utluluğunu isterler. Aynısı toplum düze ni için de geçerlidir. İm paratorun “m utlu” sükû neti ve ru hun dengesi, sadece, kişi kendi içinde uyum lu b ir kozm osa sahip olduğunda kazanılm alıdır ve kazanılabilir.22
K on füçyanizm d e en değ erli şey, ağırbaşlı ve d ü rü st b ir hayat sürdüren, kendisi ve dış dünyayla uyumlu “kendini ye tiştirm iş insan”dır. Bu etik özdenetim i, duygulara hâkim ol mayı talep e d e ç Ruhun uyumu nihai iyi olduğu için , bu den geyi bozabilecek tutkulara izin verilmemelidir. Günah ve buna tekabül eden bir kurtuluş düşüncesi yoktur. Özdenetime Konfüçyanist vurgu en kesin biçim de çilecilikle birleşir, örneğin bu vurguya dünyanın yüklerinden kurtulmaya çalışan Hindu izmde karşılaşılır. W eber, Çin araştırm asını Konfüçyanizm ve Protestanlık ara-
22 278
T he Religion o f C hin a, s. 153.
smda bir karşılaştırm ayla bitirir. Bir dinin rasyonellik derece sini belirlem ekte kullanılabilecek temel, ancak karşılıklı ilişki li iki kriter vardır: Büyüden ne kadar arınm ış olduğu ve kendi içinde tutarlı ve evrensel olarak u ygulanabilir b ir teodisenin ne kadar geliştiği, ilk kriter bakımından, çileci Protestan lık başka dinlerden çok daha radikaldir. Fakat ikinci kriter ba kım ından, Konfüçyanizm Püritenlik kadar yüksek forrnel rasyonaliteye sahiptir. Ancak Konfüçyanist rasyonalitenin içeriği ve böylece onun gerçekliğin eksik yanları ve irrasyonaliteleriyle ilişkisi rasyonel Püritenliktekinden oldukça farklıdır. Püri ten ahlâk, dinsel idealler ve dünya arasında derin bir gerilim e yol açarken; Konfüçyanist ahlâk, bireyin zorunlu olarak mev cut bir düzene uyumuna odaklanır. K o n fü çy an ist ideal in san , yani “b ey efen d i” için “zarafet ve vakar” geleneksel yüküm lülükler yerine getirilirken ifade edi lir. Bu yüzden, bireysel m ükem m ellikte önem li erdem ve hedef, tüm hayat koşullannda serem oni ve ritüele uygunluktur... K on füçyanist, barbarca eğitim eksikliğinden kurtulm ak dışında hiç bir “kurtuluş” talep etmez. Erdem in ödülü olarak, sadece bu dünyada uzun bir hayat, sağlık, zenginlik ve ölüm den sonra adının yaşatılmasını bekler. Oysa Helen insanında, bir tür aşkın eük tem el, üst-dûnyevi bir T an n ’ya karşı yüküm lülükler ve be densel zevkler dünyası arasında b ir gerilim , uzak bir hedefin peşinden koşm a veya radikal kötü anlayışı eksiktir... Rasyonel (yani P rotestan) çileciliğe özgü olan katı ve dinsel sistem atik bir faydacılık, dünya içinde yaşama ve ancak ona “ait" olmama, üst rasyonel tulum lar ve böylece son analizde Konfüçyanizm e ters b ir uzm anlaşm ış insan (B crufsm ensch) ruhu üretmeye yar dımcı olm uştur... Aradaki karşıtlık, bize, “servet düşkünlüğü” ve zenginliğe önem vermeyle birleşen ölçülülük ve tutum lulu ğun -m o d e m ekonom inin uzm anlaşm ış ekonom ik insanında bulunm ası anlam ın d a- “kapitalist ruh”u temsil etm ekten ve bu ruhu kurtarm aktan çok uzak olduğunu öğretebilir.23
23
T he Religion o f C hina, s. 2 2 8 , 2 4 7 (Parantez bana aittir); Gesammelte A ufsätze zu r Religionssoziologie, c . 1, s. 5 1 4 , 534.
279
Bu yüzden rasyonel kapitalizm , ortaya çıkışını kolaylaştır makta rol oynayabilecek b irço k faktörün varlığına rağm en, Çin’de kendiliğinden gelişmez. Japonya örneğinin aksine Çin, m uhtem elen dışarıdan gelecek kapitalist üretimi özüm seyecek verimli bir toprak sunacaktır; ancak bu, kapitalist gelişmeye asıl itici gücünü sağlam aktan oldukça farklı bir şeydir. U laşılan bu so n u ç ile W eb er’in Batı Avrupa k ap italizm i nin ortaya çıkışı üzerine yorumu arasındaki ilişkiyi belirlem ek önem lidir. W eber, Ç in’de rasyonel kapitalizmin oluşum unun - “Çin ‘ethos’unda kök salmış”24 nonnatif buyruklar yüzündenözel bir zihniyetin yokluğu nedeniyle engellendiği konusunda yeterince açık konuşur. Batı Avrupa’da bu “zihniyet” çileci Pro testanlıkla birlikle varlık kazanmıştır. Ancak W eber’in Çin ve Hindistan araştırmalarını, basitçe, ilişkili maddi faktörlerin (ka pitalizme yol açan ekonom ik ve siyasal koşulların) sabit tutul duğu ve fikirlerin bağımsız içeriklerinin “bağımsız” etkisinin in celendiği geçm işe y ön elik bir “deneyin” kurucu unsurları olarak düşünmek yanıltıcıdır. Çin’de, örneğin belirli bir dönemde ka pitalizmin oluşumu için gerekli veya uygun olduğu düşünülebi lecek bazı “maddi” faktörlerin yer aldığı doğru olsa bile, bunlar Avrupa’ya özgü faktörlerden farklı özel bir bileşim içinde karşı lıklı ilişki içindedir. Böylece, Batı ve Doğu arasında “maddi” ve “fikrî” koşullar bakımından önem li farklılıklar vardır.25
Laik rasyonalizmin yayılması Avrupa’nın gelişim ine özgü koşullar arasında özel bir devlet biçim i ve rasyonel bir hukuk yer alır. W eber, Avrupa’nın son raki toplumsal ve ekonom ik gelişim i ve özelde m odem devle tin ortaya çıkışı açısından Roma hukukunun m irasına büyük önem verir. “M utlakıyetçi devlet, hukukî rasyonalizm olm a 24
T h e R eligion o f C hin a, s. 104.
25
W eber. Avrupa'nın özel coğrafi konum unu vurgular. H indistan ve Çin'de büyük kıta topraklan ticaretin kapsamlı olarak gelişimi önünde aşılması zor engeller yaratmıştır. Avrupa'da, Akdeniz, kolay taşımacılık sağlayan birçok ne hirle birlikle ticari girişim leri çok daha elverişli kılan bir durum sunmuştur.
280
saydı en fazla Fransız Devrimi’ndeki düzeyine ulaşabilirdi.”26 F a k a t h u k u k î rasyonalizm le rasyonel kapitalizm in gelişim i arasındaki ilişki basit ve yeterince net değildir. M odern kapi talizm ilk kez İngiltere’de kök salm ıştır, ancak bu ülke Roma hukukundan diğer kıta ülkelerine göre daha az etkilenm iştir. Rasyonel bir hukuk sistem inin varlığı m od em devletin olu şumunu etkileyen kom pleks faktörlerden sadece biridir. M o dern d evletin, yani m aaşlı m em urlar tarafından sürdürülen profesyonel bir yönetim in varlığının karakterize ettiği ve yurt taşlık kavramına dayalı bir devletin gelişim i, kesinlikle tama men ekonom ik rasyonelleşm enin bir sonucu değildi ve kıs m en ondan ön ce ortaya çık m ıştı. Yine de k ap italist ek o n o m ik düzenin gelişim i devletin gelişim iyle yakından ilişkilidir. Ulusal ve uluslararası piyasaların gelişimi ve buna bağlı olarak daha önceden ilişkilerin düzenlenm esinde büyük bir rol oyna yan akrabalık birim leri gibi yerel grupların etkilerinin yok ol ması, hepsi, “tüm ‘m eşru’ zorlayıcı güçlerin evrenselci b ir ku rum un tekeli ve düzenlenm esi altına girm esi”ne27 yol açm ıştır. W eber’e göre, m odem kapitalist girişimin temel bir önkoşu lu parasal kazançlar ve kayıpların rasyonel muhasebesinin ya pılabilmesidir. M odem kapitalizm, sermaye muhasebesinin ge lişim inden bağım sız olarak anlaşılamaz. W eber’e göre, rasyo nel muhasebe kayıtlarının tutulması m odem kapitalist üretimi tefecilik veya serüvenciler kapitalizmi gibi önceki kapitalist et kinlik türlerinden ayıran şeyin tamamlayıcı unsurudur.28 İstik rarlı üretici girişimlerde sermaye muhasebesinin varlığı için ge rekli olduğunu belirttiği koşullar, W eber’in m odem kapitaliz min temel ön gerekleri olarak gördüğü ve M arx’in büyük ölçü de vurguladığı koşullardır: 1. Büyük bir ücretli em ekçiler kitle si: Bu kitle açık bir piyasada emek güçlerini sunmakta hukuken “özgür” olmanın yanı sıra geçimlerini sağlayabilmek için em ek lerini salm ak zorunda kalan insanlardan oluşur. 2. Piyasada ekonom ik mübadele üzerinde sınırlamaların olmaması: Ûzellik26
F rom M ax W eber: Essays in S ociolog y , s. 94.
27
Econom y a n d Society, c. 1, s. 3 3 7 .
28
Econom y an d S ociety, t . 1. s. 1 6 4 -1 6 6 .
281
le üreıim ve tüketim üzerindeki statü tekellerinin ortadan kaldınlması (bu statü tekelinin uç bir öm egi Hindistan kası siste minde mevcuttur). 3. Rasyonel ilkeler temelinde geliştirilen ve organize edilen Leknoloji kullanımı. 4. Üretici girişimin ev hal kından ayrılması. Pazarda olduğu gibi ev ve işyerinin ayrı oldu ğu örneklere her yerde rastlamak mümkün olsa bile, sadece Batı Avrupa’da bu ayrılık çok ileri düzeylere ulaşmıştır.29 Ancak m odem devletin rasyonel hukukî yönelim i olmasay dı bu ekonom ik özellikler ortaya çıkm ayacaktı. Bu, çağdaş ka pitalist düzenin olduğu kadar ekonom ik alanda serm aye ve em ek arasındaki sınıfsal ayrışm anın da özel bir karakteristi ğidir. G enelde siyasal organizasyonlar, ekonom ik girişitnlerdekine benzer biçim de, yönetici kadronun “yönetim araçları nın" m ülkiyetine sahip olup olm am asına göre sınıflandırılabi lir. Ö nceki bölüm lerde belirtildiği gibi, W eber burada M arx’in işçinin sahip olduğu üretim araçlarından koparılm ası düşün cesini en genel düzeyde uygular. Siyasal organizasyonlar gele neksel devletlerde bir “züm re" özelliğine sahiplerdir, yani yö netim araçları m em urların kontrolü altındadır. Ancak bu m er kezî olmayan siyasal güç sistem leri, tipik olarak, üst-lord veya monarkın m erkezî yönelim iyle kolay olmayan bir denge için dedir. M onark, norm alde maddi açıdan kendine bağım lı bir kadro yaraLarak ve kendi profesyonel ordusunu oluşturarak konum unu güçlendirm eye çalışır. Y önetici, etrafında sadece kendisine karşı sorum lu m ülksüz bir idari kadro yaratabildi ği ölçüde, ismen kendine bağlı güçlerin ona direnm e ihtim ali azalır. Bu, m odem bürokratik devlette en üst düzeyine ulaşır. M odern bir devletin gelişm esi h er zam an prensin inisiyatifiy le sağlanm ıştır. Prens, y ö n etici gü cü n yanında yer alan özerk veya “özel” hizm etkârlarının, ken di İdarî, savaş ve m alî orga nizasyonuna sahip olanların yanı sıra siyasal açıdan h er tür kullanılabilir araca sahip o lan lan n isted iklerine el koym aları na yolu açar. T ü m süreç, bağım sız üreticilerin kadem eli ola
29 G en eral E conom ic History, s. 1 7 2 -1 7 3 ; The Protestant Ellıic an d the Spiril o f C apitalism , s. 22.
282
rak gaspı ve kapitalist girişim in gelişim iyle tam b ir paralel lik içindedir. Biz, nihayetinde, m odern devletin, fiilen tek b ir başkanın yön etim i altında bir araya gelen tüm siyasal organi zasyon araçlarını kon trolü aluna aldığını görürüz.30
Bürokratik devletin gelişim i siyasal dem okrasinin gelişim iy le yakından ilişkilidir, çünkü dem okratların siyasal tem sil ve yasalar önünde eşitlik talepleri ayrıcalıkları önleyecek kom p leks idari ve h u k u k î ön lem leri almayı gerektirir. D em okra si ve bürokratikleşm enin bu çok yakın ilişkisi m odem kapita list düzende en kapsamlı gerilim kaynaklarından biridir. Zira çağdaş devlette dem okratik hakların genişlem esi yeni bürok ratik düzenlem eler geliştirm eden saglanam asa da, dem okra si ve bürokrasi arasında temel bir karşıtlık vardır. Bu, W eber’e göre, toplum sal eylem in formel ve temel rasyonalitesi arasın da yer alabilecek çelişkilerin en keskin örneklerinden biridir: Ayrıcalıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan soyut huku ki pro sedürlerin gelişim i öncekinden bazı açılardan daha “keyfî” ve daha özerk yeni bir yerleşik tekelcilik biçim ini devreye sokar. Bürokratik organizasyon, bütün halk tabakalannın konum lara eğitsel niteliklerine göre, kişisel olmayan bir temelde seçilm e sini gerektiren dem okrasi sayesinde gelişir. Ancak bu, bizzat konum ları ayrıcalıklı bireyler veya grupların dış etkilerinden bağımsız olm ası nedeniyle, öncekinden daha geniş idari güce sahip b ir m em urlar tabakası yaratır. Bu süreç, halkın siyasete katılma taleplerine dayandığı sü rece, m odern d em okratik düzenin tek oyun olduğu anlam ı na gelir ve bu husus W eber’i M ichels ve d iğerlerinden ayı rır.3’ Çağdaş toplum lar büyük ölçüde bürokratikleşm iş tarih sel devlet örnekleriyle karşılaştırıldığında, dem okrasinin geli şim inin hızlı ve duyarlı bir yoğunluk m erkezine yol açabile cek belirli bir “aynı hizaya getirici” etkiye sahip olduğu görü lür. Böyle b ir karşılaştırm a, m odem çağda dem okrasi ve bü 30
From M ax Weber: Essays in Sociology, s. 8 2 ; Gesammeltc Politischc Schriften, s. 4 9 8 -4 9 9 .
31
W ebcr’in M ichels'la ilişkisi üzerine krş. G unter R oth, The Social Democrats in Imperial Germany (Englew ood Cliffs, 1 9 6 3 ), s. 2 4 9 -2 5 7 .
283
rokrasi arasında yakın ilişk iler olsa bile, dem okratik h ak la rın genişlem esi bürokrasinin genişlem esini gerektirirken, ak sinin m üm kün olm ayabileceğini yeterince açık olarak göste rir. Antik M ısır ve Roma örnekleri büyük ölçüde bürokratik leşmiş bir devlet içinde nüfusun tamamen tâbi konum da oldu ğuna dair bol kanıt sağlar. Bu açıdan, bürokrasin in aslında oldukça farklı çıkarların , salt siyasal olduğu kadar salt ekonom ik türden her ç ık a n n devre ye girebileceği hassas bir araç olduğu hatırlanm alıdır. Bu yüz den, h er ne kadar tipik olâa da, onun dem okrasiyle paralel ge lişim i abartılm am alıd ır.32
Modern dem okratik devlette, halk kitlesinin iktidar kulla nım ına sürekli olarak katılm a anlamında y öneticilik yapma sı açıkça im kânsızdır. “Doğrudan” demokrasi sadece grubun üyelerinin belirli bir noktada toplanabileceği küçük topluluk larda m ümkündür. Çağdaş Batılı dünyada “dem okrasi” sadece, ilk olarak, yönetilenlerin yönetenler üzerinde oylarıyla bir öl çüde etkili olabildikleri ve ikinci olarak, temsile dayalı m eclis ler veya parlam entoların icra m evkiindeki yöneticilerin aldık tan kararları etkileyebildikleri bir durumu anlatır. Büyük par tiler modern devlette kaçınılm azdır; ancak bu partiler kendi yeteneklerinin gücüne büyük ölçüde güvenen liderler tara fından yönetiliyorlarsa, siyasal yapının bürokratikleşm esi kıs men kontrol altına alınabilir. Dem okrasi zorunlu olarak kendi temel siyasal kişiliklerinin içlerindeki “Sezarist” eğilimleri ha rekete geçirir. Zira genel oy hakkı koşullannda, siyasal lider lerin bir taraftar kitlesini kendi taraflarına çekebilm ek için ge rekli karizm atik niteliklere sahip olm alan gerekir. “Sezarizm” dem okratik yönetim e bir tehdit olarak ortaya çıkar, bu tehdit ancak siyasal becerilerin geliştirilebileceği ve yasal otoriteleri nin sınırlarını aşmaya çalışan liderlerin sultasından kurtulm a yı sağlayacak bir parlamento sayesinde kontrol altına alınabi lir. Çağdaş devlette, “sadece ‘politik bir aygıt’a sahip liderlik ile
32
284
E conom y and S o d ety , c. 3, s. 9 9 0 .
lidersiz dem okrasi, yani isteksiz, bir lider kılacak iç karizm alik niteliklerden yoksun profesyonel politikacıların egemenliği arasından bir seçim yapma” ik ile m i33 söz konusudur. W eber’in sosyalizm in muhtemel sonuçları karşısındaki tu tum unun kaynağında ilgili sorunlardan bazılarını açıklam a ça bası yatar. M odern ekonom i sosyalist bir temelde örgütlendi ğinde ve m alların üretim i ve dağılımında kapitalizme göre be lirli bir teknik etkililik düzeyine ulaşılmaya çalışıldığında, bu durum “p rofesyonel bü ro kratların önem inde m uazzam bir artışa”34 yol açacaktır. M odern ekonom inin tam am layıcı bir unsuru olan uzm anlaşm ış işbölüm ü görevlerin kesin koordi nasyonunu gerektirir. Bu, kapitalizm in genişlem esiyle bürokratikleşmede artışın kaynağında yatan bir olgudur. Fakat sos yalist bir devletin oluşum u çok yüksek oranda bürokratikleşmeyi gerektirecektir; çünkü böyle bir devlet birçok farklı idari görevin devletin elinde toplanmasına yol açacaktır. W eber ayrıca, sosyalist bir toplumda karşılaşılabilecek farklı ekonom ik problem lerin, özellikle bir ödüllendirme aracı olarak paradan ziyade işçi kredileri kullanmaya çalışm anın yaratabile ceği sorunların farkındadır. Sosyalist bir toplumdaki b ir başka problem kaynağı, artık yetersiz performans nedeniyle işini kay betme riskiyle yaptırım altına alınamayacağı için, çalışmayı teş vik güçlüğü olabilir. Bununla beraber, sosyalist bir ekonom i potansiyel olarak sosyalist ideallere güçlü bir bağlılığı kullana bilir.35 Sosyalist devrimin yaşandığı bir ülke, etrafındaki ülke ler kapitalist olarak kalırken birçok ek problem le, özellikle dış ticareti sürdürm e ve kredi bulma güçlüğüyle karşılaşacaktır.36 Ancak W eber’in sosyalizme temel itirazları bu sistem in gerekti rebileceği bürokratik sonuçlarla ilgilidir. Bu, m odem çağın ka33
From Max Weber: E s sa is iıı Sociology, s. 1 1 3 ; Gesammelte Politische S ch rif ten, s. 5 3 2 . M arx'm modern toplum a uygulanan bir kavram olarak "Sezarizm " üzerine görüşleri için bkz. K arl M arx: Selccted W orks, c. 1, s. 2 4 4 -2 4 5 .
34
Econom y an d S ociety, c. 1, s. 224.
35
Econom y an d S ociety, c. 1, s. 110-111.
3 6 W eber bunu 1918'de Almanya’da sosyalist bir devrimin m uhtem el başarısıyla ilişkili kendi değerlendirm esi için kritik önem de görür. Bkz. G esam m elte P oli tische Schriften, s. 4 4 6 vd.
285
rakterislik ikilem inin bir başka örneğidir. Sosyalist bir toplum kurmaya çalışanlar, hangi tür sosyalizme bağlı olurlarsa olsun lar, siyasal katılım ı ve kendini gerçekleştirm eyi kapitalizmde ki parti dem okrasisinin daha ilerisine taşıyacak bir toplumsal düzen anlayışı alım da hareket edeceklerdir. Fakat bu düzen anlayışım gerçekleştirme dürtüsünün sonucu, sadece sanayi ve devlet bürokrasisinde artış olacak ve bu gerçekte halk kitlesi nin siyasal özerkliğini daha da azaltacaktır. Bürokrasinin temel bir özelliği, bir kez yerleştiğinde, W eber’in sözleriyle, “özel bir kafese” dönüşmesidir. Bürokrasinin yüksek düzeyde geliştiği eski M ısır gibi toplum larda, bürokra tik memuriyet kontrolünü kesintisiz sürdürm üş ve sadece tüm toplumsal düzen yıkıldığında gücünü yitirm iştir. Patrimonyal organizasyonlardakinden daha yüksek bir rasyonel uzmanlaş ma düzeyinin karakterize ettiği modern bürokrasi kendi gü cünü zayıflatma girişim lerine çok daha dirençlidir. “Böyle bir aygıt, tamamen yeni otorite biçim lerinin zorla yaratılm ası an lamında ‘devrim i’ giderek daha im kânsız kılar...”37 M odem kapitalizmde bürokrasinin yayılması hukuk, siya set ve sanayinin rasyonelleşm esinin nedeni ve sonucudur. Bü rokratikleşm e sanat, m üzik ve mimari dahil Balı kültürünün bütün alanlarına nüfuz eden eylemin rasyonelleşm esi süreci nin som ut, idari bir tezahürüdür. Batı’da rasyonelleşm e yö nündeki genel eğilim b irço k fakıörün k arşılıklı etk ileşim i nin sonucudur, ancak kapitalist piyasanın genişlem esi egemen itici güç olm uştur. Ama bu, “kaçınılm az” evrim ci bir eğilim olarak alınm am alıdır. Rasyonelleşm e kavramı, W eber’in tarihsel yazılarına birçok kez sızar, ancak bu yazılarda kavramın temel uygulama alanla rını belirlem ek zordur. Rasyonelleşm enin yayılması, olumsuz anlam da, “dünyanın (giderek artan) büyü bozum u”na - b ü yüse! düşünce ve pratiğin gücünü y itirm esin e- endekslenebilir. Rahiplerin sistem leştirici etkileri ve büyük peygamberler, dinlerin rasyonelleşm esini sağlayan (tutarlı anlam sistem leri
37
286
Economy and S o d e ty , c. 3, s. 9 8 9 .
ni düzensiz büyüsel yorum ve yatıştırm a biçim lerinden ayır mayı m üm kün kılan) temel güçlerdir. Bununla beraber, din sel düşüncenin rasyonelleşm esi ilişkili bazı süreçleri gerekti rir: Özel sem bollerin geliştirilm esi (örneğin Yahudilikte her an her yerde hazır tektanrı anlayışının oluşm ası), bu sem bollerin genel ilkeler çerçevesinde başka sem bollerle tutarlı bir b içim de ilişkilendirilm esi (örneğin kendi içinde tutarlı bir teodisenin gelişim i) ve bu ilkelerin tüm evrensel düzeni içerecek bi çim de genişletilm esi; öyle ki, potansiyel olarak dinsel anlam ı na göre yorum lanam ayacak hiçbir som ut olay yoktur (dolayı sıyla Kalvinizm bu anlamda “tam kapsam lı” bir etiktir). B a tı’da laik rasyonelleşm enin gelişim inin ö n em in i değer lendirirken form el ve temel rasyonalite ayrım ını hatırda tut m ak g ere k ir.38 W e b e r’e göre, bu ayrım so sy o lo jik analizin odak m erkezidir ve bu ayrımın m od em kapitalizmin gelişme d oğrultusunu incelem ekte kullanılm ası, W eber’in çağdaş in sanım karşılaştığı ikilem ler hakkmdakı yorum unda kritik bir önem taşır. Eylem in formel rasyonalitesi davranışın rasyonel olarak hesaplanabilir ilkelere göre düzenlenm esini anlatır. Bu yüzden, ideal tip bürokrasi, formel rasyonalite koşullarında, m üm kün olan en rasyonel organizasyon tipidir. Daha genel düzeyde, Batı kültürünün formel rasyonalitesi kendini bilim in büyük çapla kullanılm asında gösterir. Bilim kuşkusuz sade ce B atı’ya ait değildir fakat başka hiçbir yerde benzer bir geliş me düzeyine ulaşmamıştır. Bilimsel ilkelerin modern toplum sal hayatın bu kadar önem li bir temelini oluşturm ası her bire yin bu ilkeleri bilm esini gerektirmez: “Tramvaya binen kişi, fi zikçi olmadığı sürece, aracın nasıl çalıştığı konusunda hiçbir fikre sahip değildir ve bunu bilm e gereği duymaz... Vahşi biri kullandığı araçlar hakkında nispeten daha fazla bilgiye sahip tir.”’ Bununla beraber, yine de bu ilkeler, değerlendirme yap m ak isteyen bireylere açık olmaları anlamında “bilinirler” ve ^8 E co n o m y and S ociety, c. 1, s. 8 5 -8 6 . Krş. Friedm ann’m M arcuse’n in “Industri alisieru n g und Kapitalism us" adlı yazısı üzerine yorum lan, Verhandlungen
287
ilgili bireylerin davranışlarını “hiçbir hesaplanamaz gücün ol madığı, aksine daha ziyade, prensip olarak, hesaplamayla her şeye hâkim olunabileceği” inancı yönlendirir.”39 F o rm el rasy o n aliten in yayılm ası ve tem el rasy o nalitey e ulaşma arasındaki ilişki -y a n i rasyonel hesaplam anın belirli değerler veya hedeflerin geliştirilm esine u ygulanm ası- prob lemlidir. Tem el değerler olan etkililik ve üretkenliğe göre öl çülen m odem rasyonel kapitalizm insanın geliştirdiği en geliş miş ekonom ik sistem dir. Ancak bunu m üm kün kılan hayatın rasyonelleşm esi Batı uygarlığının en ayırt edici bazı değerleriy le, örneğin bireysel yaratıcılık ve eylem özerkliğini vurgulayan değerlerle çelişen sonuçlara sahiptir. M odern hayatın rasyo nelleşm esi, özellikle bürokrasideki örgütsel biçim iyle, insanla rı giderek bir “kafese” sokar. W eber’in Protestan A h lâkı ve K a pitalizm in Rulıu'ndaki nihai tespitlerinin asıl anlamı budur: Bireyin uzm anlaşm ış b ir işle sınırland ırılm ası, bu uzm anlaş m anın getirdiği, in san lan n Fau stçu evrensellikten vazgeçm e leri gerek liliğ iy le b irlik te , m o d em dünyada değerli iş in 'b ir koşuludur: Bu yüzden, işler ve bu vazgeçm e günüm üzde zo runlu olarak b irb irin i biçim lend irir. O rta sın ıf hayatın özün de çileci özelliği, b ir hayat tarzı olarak ve eksiksiz b ir b içim de sürdürülm esi koşuluyla, G oethe’n in , kendi bilgeliğinin do ru ğu nd a, gezinti y ı ll a n ( W a n d e ıja h r e n ) için d e ve F au st’una hayat verdiği h ed ef için d e öğretm ek istediği şeydi. O na göre, g e rçe k le ştirm e k b ir v azg eçiş, k u şk u su z k e sin lik le kü ltü rel gelişm em iz sırasın d a a n tik A tina kü ltü rü n d e yeşerebilecek olandan daha fazla tekrarlanam ayacak tam ve güzel b ir insan lık çağınd an ayrılm ak anlam ına geliyordu.40
Bu anlamda. Batı toplum unun formel ve temel rasyonalite arasında -W e b e r’in m odem kapitalizm analizine göre çözüm len em eyecek- içkin bir uzlaşmazlığa dayandığı söylenebilir.
39 F rom M ax W eber: E ssays in S ociolog y , s. 139. 40
288
T he Protestant E th ic a n d the Spirit o f C ap italism , s. 181.
K IS IM
Kapitalizm, Sosyalizm ve Sosyal Teori
_1 3 _ Marx'm Etkisi
M arx’m yazılarıyla D ürkheim ve W eber’in yazılan arasındaki entelektüel ilişki, onların çalışm alannı birbirine bağlayan ve birbirinden ayıran toplum sal ve siyasal değişim lerden bağım sız olarak doyurucu bir biçim de açıklanam az. D urkheim ve W eber, M arx’i eleştirirler ve çalışm alarının bir bölüm ü doğru dan M arx’m görüşlerini çürütm eye veya değerlendirmeye ayTilm ıştır: G erçek te W eb er’in en telektü el ü rü n lerin in önem li bir kısm ı M arx’in ruhuyla uzun bir diyalogu tem sil eder ve bunlann çoğu ikincil literatürde yer alır.1 Ancak 19. yüzyıl so nunda Fransa ve Almanya’da M arx’m düşüncesinin etkisi sa dece entelektüel düzeyle sınırlı değildi: M arx’m yazılan M ark sizm biçim inde ço k önem li ve dinam ik bir siyasal harekelin temel itici gücü haline gelm işti. Aslında, M arksizm ve genelde “’’devrimci sosyalizm ” Durkheim ve W eber’in düşünce ufku nun, özellikle daha ço k W eber’in yaklaşım ının temel b ir unsu runu oluşturm uştur.2 1
Bkz. A lben Solom on, “Germ an Sociology", Georges Gurvitch ve W ilbert E. M oore. Tw entieth C entury S ociolog y (New York, 1 9 4 5 ), s. 59 6 .
2
Sonraki bölüm lerde, M arx’m izleyicilerinin benimsediği önerm eler ve eylem leri “M arksist" olarak terim leştircrek, M arx’a yüklediğim fikirleri “M arksçı" olarak adlandıracağım. "M arksizm " terim ini genel olarak bu grubu anlatmak için kullanıyorum .
291
M arx, kendi d üşüncelerini, basitçe toplum üzerine akade m ik araştırm alar olarak değil, belirli bir P raxis sağlayabile cek bir platform olarak görür. Kesinlikle aynı biçim de olm a sa da, benzer bir eğilim D urkheim ve W eber için söz kon u sudur: İkisi de yazılarında çağdaş insanın yüzleşm ek zorun da olduğunu düşündükleri acil toplum sal ve siyasal sorunların çözüm yollarını araştırır ve M arx’in bakış açısına bir alternatif oluşturmaya çalışırlar. O dönemde D urkheim ve W eber’le kar şılaştırılabilecek hiçbir İngiliz yazar olmadığı belirtilm elidir. Kuşkusuz bunun nedenleri karm aşık olsa da, önem li sebepler den birinin Britanya’da gerçekten de önem li devrimci sosyalist bir hareketin eksikliği olduğu kesindir.
Almanya'da toplum ve siyaset: Marx'in hareket noktası3 19. yüzyıl başında Alm anya birbirleriyle m ücadele halinde oluz dokuz prenslikten oluşmaklaydı. Önde gelen iki Alman devlet olan Prusya ve Avusturya büyük Avrupalı güçlerdi; O n ların rekabeti Alman birliğin in kuru lm asını engelleyen bir faktördü. Alm an m illiy etçilerin in u m u tların ı boşa çıkaran bir başka faktör Prusya ve Avusturya’nın etnik bileşim iydi. Avusturya’da 1 8 1 5 ’len sonra Alman’dan çok Alman olmayan nüfus vardı ve Prusya kendi doğu alanlarına çok m iktarda Po lonyalI yerleştirm işti. Ulusal öğretinin desteklenm esi Prusya için bu toprakların zorla Polonya egemenliğine geri verilmesi demekti. Avusturya hüküm eti birleşik bir Alman devleti kur maya yönelik hareketlere kesinlikle karşıydı. Ancak Almaftya’nm gelişimini engelleyen faktörlerden en et kilisi ülkenin toplumsal ve ekonom ik yapısının temel özellikle riydi. En gelişmiş kapitalist ülke Britanya’yla karşılaştırıldığında. Almanya hem ekonom ik gelişme düzeyi hem de farklı Alman
3
292
Bu bölüm de “M arx, W eber, and ıhe developm ent of capitalism " adlı maka lem deki (s. 2 8 9 -3 2 1 ) m ateryalden yararlandım . M arx'm yazılarının yüzyıl başında sosyoloji üzerindeki etkisinin bir betim lem esi için bkz. M axim illien Rubel, “Prem iers contacts des sociologies du X IX . Siècle avec la pensée de M arx", C ah iers internationaux, c. 3 1 ,1 9 6 1 , s. 17 5 -1 8 4 .
devletlerdeki düşük siyasal liberalleşm e düzeyi bakım ından hâlâ neredeyse bir Ortaçağ toplumuydu. Prusya’da, güçlerini Elbe’nin doğusundaki eski Slav mülklere sahiplikten alan Jun ker büyük toprak sahipleri ekonomide ve hükümette egemen k o numlarım sürdürmekteydi. 19. yüzyılın ilk yarısında, Landes’in belirltigi gibi, “Avrupa’da doğuya doğru ilerledikçe, burjuvazi, feodal toplumdaki yabancı bir ur, soylu sınıfın küçümsediği ve hâlâ kişisel olarak yerel bir sen yöre bağlı köylülüğün korktuğu veya nefret ettiği ayn bir grup biçim ine bürünür.”4 Bütün bunlara rağmen, Almanya’nın Fransa 1789 olaylarının yol açtığı kapsamlı değişimlerden kendini daha fazla soyutla ması m üm kün değildi. Marx’m ilk çalışmaları Almanya’da dev rim beklentisi altında yazılmıştı. Gerçekte M arx’m Almanya’nın toplumsal ve ekonom ik geri kalm ışlığı konusundaki düşün celeri onun proletaryanın tarihsel rolü hakkındaki ilk anlayı şının temel kaynağıydı. M arx’a göre (1 8 4 4 ), Fransa'da “kısmi bir özgürleşm e tam b ir özgürleşm enin tem eli” olm asına rağ men, çok daha az gelişmiş Almanya’da “ilerlem eci bir özgür leşme” im kânsızdır: T ek gelişme ihtimali sadece devrim ci pro letarya sayesinde başarabilecek radikal bir devrimle m üm kün dür. Bu dönem de Almanya’da proletarya yok denecek kadar 'azdı ve 1847’de Almanya’daki yakın devrimin bir burjuva dev rimi olacağı ve “bu ülkedeki burjuvazinin feodal m utlakıyetçilikle mücadeleye gireceği”5 konusunda M arx’m zihni yeterin ce açıktı. Almanya’nın toplumsal yapısının özel koşullarını ta nıyan M arx, yakın zamanda bir butjuva devriminin ardından proleter bir devrim yaşanacağım umuyordu.6 Ancak 1848 devrim lerinin başarısızlığı M arx’m , Almanya’da “yakın g ele ce k te b ir sıçra m a ” yaşanacağı u m u d u n u y ık tı. 1848 ayaklanm aları ayrıca Alman devletlerindeki ve özellik 4
Landes, s. 129.
5
The C om m unist M an ifesto, s. 167.
6
Engels'in bu konudaki görüşleriyle krş. “D er Status Q uo in D eutschland", W erk e. c. 4, özellikle s. 4 3 -4 6 ve 4 9 -5 1 ve G erm any: Revolution a n d C ou nter revolution (Londra, 1 9 3 3 ). 1A lm an y a’d a D evrim ve K arşı-dcvrim , çev. Kenan Som er, Sol Yayınları, (ilk baskı) 1975.1
293
le Prusya’daki yönetici çevreler için yararlı bir tecrübe oldu, fakat onların eg em enliklerini yıkam adı. 1 8 4 8 ’in radikal re form lar üretem em esi, sadece küçük sosyalist grupların değil liberallerin umutları için de b ir ölüm çanı demekti. Ju n k erlerin ekonom ik gücünün, onların orduda ve kamu bürokrasisin deki resm î uzantılarının egem enliklerinin sürm esi, çok sayıda Alman liberalini parlam enter demokrasiye benzerlikten başka bir şey getirmeyen ve kendi mevkilerindeki süregelen bölün meleri besleyen bir dizi uzlaştırıcı önlem i kabul etmeye itti. 1848 olayları Marx ve W eber arasındaki açık tarihsel bağlan tı noktasıdır. M arx için sonuç, İngiltere’ye sürgün ve ekonom ik bir sistem olarak kapitalizmin “hareket yasalan”nm ayrıntıları nı gösterm enin önem ini kabul oldu. Bismarck’ın hegemonyası nın gözüpek başarılarıyla karşılaştırıldığında, Almanya’da 1848 ayaklanmalarının başarısızlıklarının W eber’in tüm düşüncele rinin önemli bir zem inini oluşturan liberal politikaların başa rısızlığına yol açtığı görülür.7 Ayrıca 1848 sonrası Almanya’da geleneksel toplum sal ve siyasal yapının sürm esi em ek hare ketinin rolünü önem li ölçüde etkiledi. Bu bağlamda M arx’m Lassalle’la ilişkisinin kom pleks doğasım ve Lassalle’ın kurucu su olduğu harekeli analiz etm ek fazla önem li olmasa bile, as lında bu ilişkinin belirli yanlan önem lidir. Sosyal Dem okrat harekette, başından beri, parti içinde sürekli bölünm e kayna ğı oluşturan kanşık bir duygu vardır. Lassalle, teorik görüşle rini büyük ölçüde M arx’m kapitalizmin gelişim i konusunda ki yazılarına borçlu olmasına rağmen, yeni hareketin liderliğin de çoğu kez M arx’m belirli konulardaki görüşlerine ters düşe cek biçim de davranmış ve benimsediğini itiraf ettiği bu teoriyle uzlaştınlm ası güç politikalan savunmuştur. Nitekim Lassalle, Alman işçi sınıfının -sonradan proletaryanın gücü ele geçirme sinin koşullarını sağlayacak bir burjuva devrimini gerçekleştir mek iç in - ağırlığım burjuvaziden yana koyması gerektiğini dü 7
294
W eber, Sim m el’in kitabı S ch op en h au er und N ietzsche'de, "Toplum nihayetin de bireyin olduğu yerde m evcuttur" dediği yere not düşer: “Tam am en doğru, Bism arck'la karşılaştır." Aktaran: Eduard Baum garten, M ax Weber: W erk und Person (Tübingen, 1 9 6 4 ), s. 61 4 .
şünen Marx’in aksine hareketi liberallerle işbirliğinden uzak laştırmaya yöneltir. M ehring’in ifadesiyle, Lassalle, "politikası nı ilerlem eci burjuvaların cehalet hareketinin 'yüzyıllarca, je o lojik zamanlar kadar uzun süre beklesek bile' asla b ir şeye ön cülük edemeyeceği" varsayanıma dayandırır.8 Lassalle, W eber’in doğduğu yıl öldü. Bu dönem de Alm an ya’nın başarısızlığı zaten tescil edilmişti. Em ek hareketinin libe rallerden uzaklaşması, diğer faktörlerle birleşerek, Bism arck’ın Alman birliğine sahneyi hazırladı (Bism arck’m sözleriyle “Al manya, Prusya’nın liberalizmini değil, kendi iktidarını dikkate aldı”) .9 Almanya’da Liebknecht ve Bebel, 1875’te M arx’in önde gelen taraftan Lassallecı kanattan em ek hareketiyle birleşm e yi kabul ettiğinde Almanya artık ekonom ik ve siyasal açıdan Marx’in 1840’larda yazdığından ço k farklı bir ulustu. Siyasal bütünleşme sağlandı, ancak bu devrimci bir buıjuvazinin yük selişiyle değil, büyük ölçüde esasen “tepeden inm eci” ve şidde te dayalı bir R ealpolitik ve milliyetçilik politikasının sonucu ola rak gerçekleşti ve bu gelişme, refah devletinin bazı koşullarını yaratmasına rağmen, geleneksel yapısını büyük ölçüde sürdü ren bir sosyal sistem içinde ortaya çıktı. Almanya’da ilk politik birliğin zor evreleri ve “sınaî kalkış” Britanya’daki tipik geliş me sürecinden oldukça farklı bir biçimde gerçekleşti. M arx ba şından beri Almanya, Fransa ve Britanya’daki toplumsal ve eko nomik farklılıkların yarattığı tarihsel gelişme farklılıklarının b i lincindeydi. M arx’a göre, ekonom ik gelişme düzeyi ile kapita list devletin içyapısı arasında tek yönlü bir ilişki olduğunu var saymak oldukça hatalıdır (bkz. bu kitabın 3 0 7 -3 0 8 . sayfalan ). Yine de M arx yazılarını, analitik bir çerçevede, ekonom ik gücün her yerde siyasal egemenliğin temelini oluşturduğu te zine dayandırır. Bu nedenle, K apital'de kendi kapitalist gelişme 8
Franz M ehring, Karl M arx (Ann Arbor, 1 9 6 2 ), s. 31 3 .
9
M arienne W eber, 1 8 7 0 Savaşı'nın genç W eber'in yaşadığı ev halkı üzerindeki duygusal etkisinin gücünü doğrular. M arienne W eber, s. 4 7 -4 8 . W eber’in ki şiliği ve p sikolojik gelişim i hakkında (kısm en M arienne W eber’in biyografisi nin belirli yanlannı b ilin çli olarak gözden geçirm eyi am açlayan) daha yeni bir analiz için bkz. Arthur M ilzm an, T he Iron C age: An H istorical Interpretation o f M ax W eber (New York, 19 7 0 ).
295
leorisinin temel modelini m antıken Britanya’nın oluşturduğunu kabul eder ve Alman toplumsal yaptsının özel doğasının yol aç tığı kompleks sorunların farkında olmasına rağmen, “De te fa bula narratur” ( “Anlatılan sizin hikâyenizdir”) deyişinde özelle ifade edilen temel hareket noktasını asla terk etmez: “Sınaî açı dan daha gelişmiş ülke, azgelişmiş ülke için sadece kendi gele ceğinin bir imgesini sunar.”10 Bu yüzden, 19. yüzyıl sonunda ne Marksist sosyalistler ne de liberaller Almanya’da kendi konum larının özelliklerini yeterin ce kavrayabilecek uygun tarihsel bir modele sahipti. İki grup da bir önceki çağda geliştirilen ve esasen 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıldaki Britanya deneyim lerine dayalı teorilere yöneldi. Bu durum Sosyal Demokrat Parti içinde Marx’m kapitalizmin dev rimle yıkılmasına vurgusu ile Lassalle’m genel oy hakkına ve kapitalist devletin ele geçirilm esine vurgusu arasında doğal bir gerilime yol açtı. Bem stein’ın D ie Voraussetzungen des S ozialis mus (Evrim ci Sosyalizm ) adlı eseri belirli ölçüde Britanya m o deline dayansa bile, bu çalışm a kapitalizmin siyasal ve ekono mik gelişimi arasındaki ilişkinin çoğu M arksislin K ap ital’in ana tezi olarak aldığı düşünce (iki sınıflı bir topluma doğru gidiş, büyük çoğunluğun “yoksullaşm ası” ve kapitalizmin doğal ola rak felakete yol açan bir krizle çöküşü) çerçevesinde yeterin ce kavranamayacağının en som ut ifadesiydi. Bem stein ’ın “revizyonizm i” SPD ortodoksisi tarafından reddedildi, ancak bu durum M arx’m eleştirdiği ve fiilen çalışmalarının ilk evrelerin de şiddetle karşı çıktığı “p asif’ materyalizme dönüşen mekanik bir materyalizme doğru eğilimi güçlendirdi. Bu eğilim “Mark10 K apitafin ilk did in in ilk Alm anca baskısına Giriş, Karl Marx: S elected W orks. c. 1, s. 4 4 9 . Çoğu iktisatçı ve sosyolog günüm üzde hâlâ İngiliz deneyim ini endüstriyel/siyasal gelişimi analiz edecek bir m odel olarak almayı açıkça veya dolaylı yollardan sürdürür. Ancak bazı açılardan, Britanya’yı bir sapma örne ği olarak almak m uhtem elen daha uygundur. İlişkili sorunlarla ilgili olarak, krş. Barrington M oore, S ocial Origins o f D ictatorship and D em ocracy (Lond ra, 1 9 6 9 ), s. 4 1 3 -4 3 2 ve izleyen sayfalar. 1D iktatörlüğün ve D em okrasin in Top lum sal K öken leri, çev. Şirin Tckeli-Alâeddin Şenel, V Yayınlan, 1989.] Alman toplum sal dü şüncesi üzerin e, ü lk enin “geri kalm ışlığ ıyla" ilgili M arksist bir açıklam a Lukacs tarafından yapılır: Die Z crstörung d er V cm unft (Berlin. 19 5 5 ). [Aklın Yıkımı, çev. Ayşen T ekşen Kapkın, 2 0 0 6 , Payel Yayınevi.]
296
sizm i”, hem taraftarları hem de liberal eleştirm enlerinin gözün de, Engels’in Anti-Dühriııg’teki sistem atik açıklamasıyla özdeş leştiren teorik bir desteğe sah ip ti." Bugün Batılı bilginler ara sında M arx ve Engels’in düşüncelerindeki temel uyuşmazlıkla rı vurgulama eğilimi yaygındır. Bu farklılıklar kesinlikle abar tılm ıştır.12 Yine de, Engels’in bu çalışmasında benim sediği ko num un içerim leri M arx’m formülasyonları için merkezî öneme sahip özne-nesne diyalektiğiyle kesinlikle uyuşmaz. Diyalekti ği doğaya aktaran Engels, Marx’in düşüncesinin en temel un su runu , “tarihsel sü reç içinde özne ve nesn en in diyalektik ilişk isi”ni b u lan ık laştırır.13 Engels bunu yaparken fikirlerin, maddi gerçekliği pasif bir biçim de “yansıttıkları” düşüncesini güçlendirmeye hizm et etm iştir.14 M arx’in ilk yazılarının dayandığı ilken in - ö z n e ve nesne arasında yaratıcı diyalektik etkileşim fik rin in - kısm en ortadan kaybolması etik teorisi düzeyinde -v e Alman Sosyal D em okra sisinde tezahür e d e n - iki m uhtem el sonuca sahiptir. Bunlar dan biri, fikirleri gölge-olgular olarak alan ve böylece doğal ve değişmez bir etik anlayışına M arksçı bağlılığı sürdüren felsefi bir materyalizmdir. Revizyonisderin benim sediği diğer yol, ge leneksel felsefenin aynı ölçü de tarih dışı teorik bir etik oluştur 11 Anti-Dühriııg (M oskova, 1 9 5 4 ). [Anti-Dıîlıring, çcv. Kenan Som cr, (ilk basım ) 19 6 6 , Sol Yayınları.] A ynca Engels'in ölüm ünden sonra yayım lanan çalış m ası: D ialectics o f N ature (M oskova, 19 5 4 ). [Doğanın D iy alektiğ i, çev. Arif G elen, (ilk basım ) 1970, Sol Yayınları.] 12
Daha doğrusu, Laski’nin sözleriyle, “iki adam, ikisinin de özgürce yararlana bileceği, deyim yerindeyse, bir tür entelektüel banka hesabı olarak aldıkları ortak b ir fikirler ortaklığı içinde evrim leşti”. Harold J . Laski, “Introduction", T he C om m unist M anifesto, s. 20.
13
Deyim Lukacs’a aittir, C csch ich te un d K lassenbew usstein, s. 22.
14 G örüşlerinin yol açm a eğilim inde olduğu teorik çıkm azdan kaçm a girişim i ni Engels şöyle ifade eder: “Materyalist tarih anlayışına göre, tarihle belirleyi ci unsur, n ih ay etin d e gerçek hayatın üretimi ve yeniden-üreıim idir. Ne ben ne de M arx bundan fazlasını söyledik." “Engels to Bloch, Septem ber 1890”, Se lected C orrespon den ce, s. 4 7 5 . M arx, ironik olarak “bir M arksist olm adığım ” belirtm e gereği hisseder. Engels’in pozitivizme yakınlığının sürekliliğini gös teren ilginç bir analiz H. Bollnow tarafından yapılır: “Engels Auffassung von Revolution und Enıvvicklung in seinen ’G randsâızen des Kom m unism us’” (1 8 4 7 ), M arxism usstudien, c. 1, s. 7 7 -1 4 4 .
297
ma ihtim aline yolu açar. Bu yol, toplum sal değişmenin şek il lenmesinde fikirlere “bağım sız” bir rol tanım anın yaşatabilece ği utancı giderme üstünlüğüne sahip olsa bile, bir idealin var lığını ona ulaşma ihtim alinden ayrı tutan iradeci bir bakış açı sını yeniden devreye sokar.
Weber'in Marksizm ve Marx'la ilişkisi W e b e rin M arx ve M arksizm e çoğu referan sın ın ön em i, en uygun biçim de, kabaca aktardığımız bu zeminde anlaşılabilir. “Siyasal” gücün “ekonom ik” güçten bağım sızlığının önem ini -sözgelim i Almanya’nın iç birliğinin ve ekonom ik gelişim inin sağlanmasında Bism arck’ın (daha özelde, bürokrasinin) önem i n i- gösterme çabası W eber’in siyasete ve daha genel düzeyde sosyolojiye yaklaşım ının tem el bir boyutudur. W eber’in m il liyetçiliğe bağlılığı kadar Alman devletinin önceliğine sürekli vurgusu da aynı koşullarda anlaşılm ak zorundadır. Yine de, si yasal güç kullanım ının realitelerini kabul etm esi W eber’in kla sik Avrupa liberalizminin değerlerine aynı ölçüde kararlı bağ lılığının tamamlayıcı bir parçasıdır. Bu temel faktör W eber’in çoğu yazısında oldukça belirgin bir tezat yaratır: W eber, m o dern toplumdaki tipik gelişme çizgisi ile Batı kültürünün k en dine has ahlâk anlayışını temsil etliğini düşündüğü değerler arasında giderek artan farklılığı kabul etm ek zorunda oldu ğunu hisseder. Ancak bu çelişki, aslında oldukça incelikli ve mantıklı bir biçim de ifade edilse bile, kısm en bir bütün olarak Alman liberalizm inin kendine has ikilem lerinin bir ifadesidir.15 W eber’in 1895 Freiburg açılış konuşm ası, onun Almanya’da burjuva liberalizm inin hem rom antik m uhafazakârlık hem de Marksist parti karşısındaki um utlarıyla ilgili yorum unun tas 15 W eber'in p o litik yazılan üzerine uzun b ir açıklam a için bkz. M om m sen. Fakat bu çalışm ada W eber’in klasik liberal değerlere, onun “insanın kişisel özerkliği", “insanlığın manevi ve ah lâki değerleri" olarak adlandırdığı şeye bağlılığı dikkate alınm az. M arienne W eb er, s. 159. Eduard Baum garten, s. 6 0 7 ; ayrıca Politks an d sociolog y in th e ıhought o f M ax Weber (Londra. 1972) adlı çalışm ama bakınız. (M ae Weber’in Düşüncesinde Siyaset ve S osyoloji, çcv. Ahm et Çiğdem , Vadi Yayınlan, 1992.1
298
lak m etnidir. Bu konuşm a ulus-devletin “em peryalist” çıkar larının tutkulu bir savunusudur ve burada Almanya’daki fark lı tem el sın ıfların kon u m u u lu slararası bask ılar karşısınd a Alman bütünlüğünü sürdürebilecek siyasal liderliği yaratabil me kapasitesine göre analiz edilir. W eber’in sözleriyle, “Sosyal politikadaki hedefimiz dünyayı mutlu kılm ak değil, ekonom ik ilerlem eler sağlayarak, kuşatılm ış bir ulusu toplum sal olarak b irle ş tirm e k tir..."16 A ncak W eb er yaklaşım ını m uhafazakâr idealistlerin “m istik ” devlet anlayışından ayınr ve Ju n k erler’i b ir ulusu yönetm e kapasitesinden yoksun, ekonom ik bakım dan zayıflayan bir sın ıf olarak nitelendirir. Ne var ki, işçi sı nıfı da siyasal “olgunluktan son derece yoksundur” ve siya sal yönetim in gerekli kaynağını oluşturacak güce sahip değil dir. Sonuç olarak, liderlik için burjuvaziye um ut bağlanabilir; ancak Bism arck yönetim ine tâbi olan tarihi, burjuvazinin ge lişim ini engellem iştir ve gerçekte yüklenm esi gereken siyasal görevlere henüz hazır değildir. W eber, burjuvazinin “kızıl h e yula” karşısındaki ürkekliğiyle alay eder: B unu nla beraber, bizim durum um uzda tehdit ed ici olan şey , u lu su n gü ç ç ık a rla rın ın taşıyıcısı olarak b u rju v a sın ıfların , henü z işçilerin o n ların yerini alacak olgunluğa u laştıklarını gösteren bir belirti yokken bile solm aya başlar görünm esidir. T e h lik e ... işçi sım/mdan değildir. M esele, yönetilenlerin e k o n o m ik ko n u m u n d an ziyade, yöneten ve yü kselen sınıfların siy a sa l n itelikleri m eselesid ir...17
W eber’e göre, siyasal devrimi sadece işçi sınıfının siyasal öz gürleşme ve ekonom ik gelişme aracı olarak alm ak kesinlikle
16
“D er N ationalstaal und die Volksw irthschaftspolitik”, G esam m elte Politische Schriften, s. 23. D u rk heim in muhafazakâr m illiyetçiliğin som ut örneği olarak Treitschke'nin açıklam asıyla krş. L'Allemagne au-dessus d e tout (Paris, 1915). W eber'in politikada zamanla “sola kayışı” çoğu kez abartılm ışur, bkz. örne ğin Ralf D ahrendorf. Society an d D em ocracy iıı G erm any (1 9 6 8 ); W eber, siya sal tutum unun tem ellerinden ziyade, siyaset değerlendirm esini degişurmiştir. Krş. Gustav Schm idt, D eutscher H istorismus und d e r Ü bergang z u r p a rla m en ta rischen D em okratie (L übeck and Hamburg. 19 6 4 ).
17 G esam m elte p olitisch e Schriften, s. 23.
299
yanlıştır. G erçekte, siyasal gücün gelişimi ve işçi sınıfının k o şullarında iyileşm e kapitalizm içinde m üm kündür ve bu bur juvazinin çıkarınadır. Liberal burjuvazinin güçlenm esi, W eber’in siyasal kariye rinin so n raki evrelerinde kabul etm eye başladığı gibi, g er çek siyasal gücü parlam entoda temsil edecek bir genel siya sal önderler havuzu yaraiacak bir İdarî sistem in geliştirilm e sini gerektirir. W eber’e göre, Bism arck yönelim inin sonucu, ülkeye geçm işten miras kalan ve "kontrol dışı bürokratik bir eg em en likle”' 8 Alm anya’yı tehdit eden bü ro kratik yönetim mekanizm asını kontrol altına alabilecek bir siyasal liderlik ya ratmak için gerekli parlam enter özerkliği sağlamadan gitm e sidir. W eber’in -g e ç ic i E isn er hüküm eti d a h il- Alm anya’da so syalizm in ku ru lm a ih tim a li k arşısın d ak i tu tu m u , onun Almanya’nın toplumsal ve siyasal yapısı üzerine bu görüşleriy le doğrudan ilişkilidir. W eber, m eslek hayatının ilk yıllarında, Sosyal D em okrat hareketin belkem iğini oluşturan liderlerin devrim ci heveslerinden çoğunun bu hareketin gerçek geliş me eğilim inden çok farklı olduğunu vurgular,. W eber’in ifade siyle, Alman devleti Sosyal D em okrat Parti’yi alaşağı edebilir, ancak aksi söylenem ez; bu parti, Alman devletine karşı ger çekçi devrim ci bir alternatif oluşturm aktan ziyade, yaygın dü zene uyum sağlamaya y önelecektir.'9 W eber’e göre, SPD zaten büyük ölçüde bürokratikleşm iş bir partidir. Almanya’nın karşı karşıya olduğu temel siyasal ikilem bürokrasinin keyfi yöne tim inin yarattığı sorunlardan kurtulm aktır: Sosyalist b ir hü küm et ve planlı b ir ekonom i kurulm asının sonucu bürokratik baskının genişlem esi olm ayacak mıdır? Bürokrasinin siyasal yayılışı karşısında hiçbir karşı güç olmamakla kalmayacak, bu aynı şekilde ekonom ik alanda da geçerli olacaktır. “Bu, yakla şık olarak eski M ısır’daki ‘Yeni Krallığın’ sosyalizmi kadar bir sosyalizm olacaktır."20 18
Econom y and S ociety, c. 3 , s. 1453.
19
Gesammelte A ufsätze zur S o z io log ie und S o zialp olitik, s. 40 9 .
20
E conom y and S ociety, c. 3 , s. 14 5 9 . W cber'in 19. yüzyılın ilk dönem indeki devrim ci Rusya’yla ilgili görüşleri için krş. G esam m elte p o litisch e Schriften, s.
300
W eber’in “devrim ci” bir parii olarak SPD ’yle ilgili görüşle ri pek fazla değişmez. Bununla beraber, kendi siyasal konu munu bu partinin politikalarına göre değerlendirm esi, özellik le Büyük Savaşın etkisiyle Alman siyasal yapısının değişen do ğasıyla birlikle değişime uğrar. Bu yüzden, hayatının sonlarına doğru öngördüğü şeyin gerçekleştiğine tanık olan W eber, Sos yal D em okrat Parti’nin m evcut parlam enter düzene giderek daha fazla katılm asıyla, kendini ayırmakta zorlandığı bu parti ye yakın olduğunu ilan eder.2’ Fakat W eber’in sürekli vurgu ladığı “Almanya’da M arksizmi SPD temsil eder’’ görüşü, parti nin ilan ettiği devletin devrimle yıkılm ası ve sınıfsız bir toplu m un kurulm ası hedefleri ile Alman siyasetinde oynamayı he deflediği gerçek rol arasında radikal bir farklılık olduğu anla mına gelir. W eber’in M arx’m akadem ik yorum cularının teorik ve am pirik yazıları karşısındaki tutum u sadece onun Sosyal D em ok rat Parti’yle ilişkisine bakılarak anlaşılamaz. Zira W eber’in am pirik yazılarını bir ölçüde onun Almanya’nın konum unun si yasal realiteleri h akkın d aki özel d eğerlen dirm eleri belirler. W eber kuşkusuz dönem in önde gelen M arksist yazarlarından bir bölüm ünün ekonom i, sosyoloji ve hukuk bilim ine özgün, hatta parlak katkılar yaptıklarını kabul eder ve M arx’in büyük etkisi altındaki bilginlerle yakın ilişkilerini sü rd ü rü r.22 W e ber’in kapitalizm ve din üzerine geniş kapsam lı yazılarının
192-2 1 0 . W eber'in 1918'deki gözlem lerine göre, Bolşcvizm ın egem enliği “as kerî bir diktatörlüktür, ancak sadece generallerin değil onbaşıların da” (Ge sammelte politische Schriften, s. 2 8 0 ). 21
Gesammelte politische Schriften, S. 4 7 2 . W eber'in sosyalist yeniden inşa sü re cindeki daha radikal girişim ler hakkındaki görüşleri oldukça serttir: “Bu de neyim lerin sadece sosyalizm in itibarım yüz yıl düşürebileceğine ve düşürece ğine kesinlikle ikna oldum ." “Lukacs’a m ektup”, M om m scn'den |s. 3031 ak tarılm ıştır; “Licbknecht'in yeri akıl hastanesi, Rosa Luxem burg'unki hayvanat bahçesidir" (Aynı kaynak, s. 3 0 0 ).
22 W eber ve Som bart arasındaki ilişki üzerine krş. T alco tt Parsons. “Capitalism in rccent G erm an literatüre: Som bart and W eb er", Journal o f Political Eco nomy, c. 3 6 , 1 9 2 8 , s. 6 4 1 -6 6 1 ; W eber ve M ichels üzerine bkz. R oth, s. 24 9 2 5 7 . M arx'm Kathedersozialisten'le ilgili görüşleri için bkz. U n d en lau b , s. 27 2 -3 8 4 .
301
M arx’in çalışm alarına basit ve doğrudan entelektüel bir tepki olm adığının kabul edilmesi önem lidir. W eber kuşkusuz m es lek hayatının ilk dönem inde M arx’in yazılarını büyük ö lçü de tanıyordu fakat diğer etkiler çok daha önem lidir.23 Ö zellik le kariyerinin ilk evresindeki ilgilerinin çoğunun kaynağında tarihsel iktisat ve hukukun ortodoks problem leri yatar. Ayrıca “tarihsel materyalizm ” terim ini kullandığında çoğu kez M ark sist ataların 1 8 9 0 ’larda gün yüzüne çıkan ço k sayıda iddialı çalışmasına gönderm e yapar. Bunlar, bazen, W eber’in M arx’in düşüncelerinin basitleştirilm esi olarak gördüğü yaklaşım lardır veya aksine, W eber’in M arksist konum un tem el ilkeleri olarak gördüğü düşüncelerden belirgin bir farklılık gösterirler.24 Ni tekim Protestan A hlâkı ve K apitalizm in Ruhu kom pleks bir soykütügüdür. W eber gençliğinde toplumsal bir olgu olarak din konusuyla ilgilen m iştir.25 H ukuk ve ekonom i konusundaki araştırm aları W eber’i bu konuyla ilgili ilk akademik yazıların daki açık ilgisinden uzaklaştırırken, bu son çalışma onu kıs men daha fazla meşgul eden konuların bir ifadesidir. Bu yüzden, W eber’in M arx’in çalışm alarının geçerliliği ve kullanışlılığı hakkındaki görüşleri onun “vulgär” M arksizm değerlendirm esinden bir ölçüde farklıdır. Yine de, W eber’in yazılarında M arx’a yapılan birçok kısm i referans, onun algıla dığı benzerlik ve farklılıkların temel kaynaklarını açıkça gös23
R oıh’ın işaret ettiği gibi, W eber’in ilk yazılan tarihsel m ateryalizm in giriş dü zeyimle b ir eleştirisidir, an cak bu eleştiri kesinlikle W eber in daha sonraki ilgi odagmı oluşturm az. G ünter R oth, K öln er Z eitschrift fü r Soziologie und So-
24
Ö rn eğ in W e b e r'in S ta m m le r'le ilg ili ta rtış m a sın a bkz. “R . Stam m lers ‘Überwindung’ der m aterialistischen Geschichtsauffassung", G esam m elte Auf s ätze zu r W issenschaftslehre, s. 2 1 9 -3 8 3 . W eber'in Roma tarihi tezinin sonun da Bebel’e iğneleyici referansı onun çağdaş M arksist teorisyenler üzerine fark lı yazılannın tipik bir özelliği değildir. Die röm isch e A grargeschichte, s. 275.
25
W eber'in genç yaşta David Strauss’un D as Leben Je su adlı çalışm asından et kilendiğini belirtm ek gerekir, aynı çalışm a onun G enç Hegelcilcr hakkındaki görüşlerinin biçim lenm esinde de önem li bir rol oynam ıştır. Krş. Marienne W eber, s. 1 1 7 -1 2 0 : Ju g en d b riefe (Tübingen, tarihsiz), s. 2 0 5 vd. Som barim çalışm asının yarattığı etkiye ek olarak, Georg Je llin ek ’in Erklärung der Mens chen- und B ü rgerrechte (1 8 9 5 ) adlı Çalışması da W eber’in ilgilerinin y ö n ü n ü belirlem ede m uhtem elen önem li olm uştur.
z ia lp sy ch o lo g ie,x . 2 0 ,1 9 6 8 , s. 4 3 3 vd.
302
terir. W eber, kuşkusuz, M arx’m tarihsel ve sosyolojik anali ze temel katkılarını kabul eder. Ancak W eber’e göre, M arx’m gelişm eci kavramları asla birer kavrayış kaynağından veya en iyisinden özel tarihsel olay dizilerini aydınlatm akta kullanıla bilecek ideal tip kavram lardan daha fazlası olarak alınam az. W eber’e göre, M arx’in tarihin akışının genel rasyonel “yanına” atfı, onun benim sediği çerçeve dikkate alınırsa, Hegelci felse fede som utlaşan doğum una yardım cı olduğu şey kadar gayrı m eşrudur. W eb er, güçlü çek in celerle, gelişm eci “ev relerin ” tarihsel araştırmaya yardım cı “pragmatik araçlar” olarak teo rik kullanım ını kabul ederken, genel gelişm e teorilerine daya lı “determ inist şem alar” oluşturulm ası düşüncesine tam amen karşı çıkar. Buradan, ekonom ik ilişkilerin tarihsel gelişm enin kaynağı nı oluşturdukları düşüncesinin sadece olum sal b ir geçerlili ğe sahip olacağı sonucu çıkar. “Ekonom ik”in özel önem i de ğişken olm asıdır ve özel koşullar am pirik araştırm alarla değer lendirilm elidir. W eber fikirler ve değerlerin, kesinlikle maddi ç ık a rla ra basit “türevleri” olmasalar da, her zaman bu çıkar larla ilişki içinde analiz edilmeleri gerektiğini kabul eder: M odası geçm iş b ir anlayıştan, bütü n kü ltü rel olguların “m ad d i” çık arların ü rü n le ri veya fo n k siyo n ları oldu ğu d ü şü n ce sin den k en d im izi ku rtard ığım ızd a, to p lu m sal v e k ü ltü rel o l gu ların ekonomik koşullara ve uzantılarına referansla analizi n in bilim sel b ir y a ra tın v erim lilik ilk esi olduğu, dikkatli bir uygulam ayla ve d ogm atik kısıtlam alard an ku rtu ld u ğ u m u z da bile b un un ç o k uzu n b ir zam an alacağı ortaya çık acak tır.26
A ncak (kendisi de b ir değişken olan) fikirlerin içeriğinin ba ğımsız tarihsel önem ini yadsımaya çalışan bir teori kabul edi lemez. W eber’e göre, ekonom ik faktörlerin bir anlam da “niha yetinde” tarihin akışını açıkladığını savunan bir teori “bilim sel bir teorem olarak kesinlikle öm rünü tam am lam ıştır”.27 26 Meth od olog y o f th e S o cia l Scien ces, s. 6 8 ; G esam m elte A u fsätze z u r W issensc h a f tslchre, s. 166. 27 G esam m elte A u fsätze zu r S o z io log ie und S o z ia lp olitik , s. 4 5 6 .
303
W eber’e göre, M arx’in yazılarının gelişm işlik derecesi onun kendi materyalist tarih yorum unu sunm a biçim ine göre deği şir. Kom ünist M an ifesto, örneğin M arx’in görüşlerinin “dâhi nin özelliklerini yansıtan, daha ham bir ifadesidir.”28 Ancak Marx hiçbir yerde, hatta K apitaT d eki daha kapsamlı yorum un da bile, “ekonom ik”in diğer toplum alanları tarafından nasıl sınırlandırıldığını kesin olarak ortaya koymaz. W eber’in “eko nom ik” olgular, “ekonom ik olarak ilişkili” olgular ve “ekono mik olarak koşullanm ış” olgular ayrımları bu eksikliği gider meyi hedefler. Tıpkı dinsel pratikler gibi, ekonom ik b ir ka raktere sahip olmayan, insanların hizmetlere ulaşm ak veya bu hizmetlerden yararlanm ak için başvurdukları yolları etkiledik leri sûrece ekonom ik eylem le ilişkili olan birçok insani eylem biçim i vardır. Bunlar ekonom ik olarak ilişkili eylem tipleridir. E konom ik olarak ilişkili eylem ler, ayrıca, ekonom ik olarak koşullanmış ilişkilerden ayrılabilir: Sonuncular, yine, “ekon o m ik” olmayan, ancak ekonom ik faktörlerden nedensel olarak etkilenen eylemlerdir. W e b e rin işaret ettiği gibi, “A çık tır.ki: İlk olarak, ‘ekonom ik’ olguların sınırlan belirsizdir ve kolayca ortaya konulamaz; ikinci olarak, bir olgunun ‘ekonom ik’ yanı kesinlikle sa d ece ‘ekonom ik olarak koşullanm ış’ ya da sad ece ‘ekonom ik olarak ilişkili’ değildir.. ”29 W eber ayrıca, M arx’in yazılarındaki bir başka belirsizlik kay nağına dikkat çeker: M arx açık bir “ekonom ik” ve “teknolo jik” aynım geliştirem ez. W eber, M arx’in az veya çok doğru dan tekn o lojik determ inizm e düştüğü yerlerde çalışm asının bazen açıkça yetersiz olduğunu gösterir. W eber’e göre, M arx’in ünlü tezi “Yel değinneni feodal lordlu toplumu; buharlı ma kine sınaî kapitalist toplumu verir”30 ifadesi “sadece teknolo jik değil, aynı zamanda ekonom ik b ir önerm edir ve yanlış ol duğu kolayca gösterilebilir. Zira günümüze kadar varlığım sür 28 M cthodologv o f tlıe Social Sciences, s. 6 8 . 29 M ethodology o f th e S o cia l S cien ces, s. 6 5 . 30 Felsefenin Sefaleti (ln g. b a sk ı), s. 9 2 . Bununla beraber, W eber bu ifadenin po lem ik bağlam ını dikkate alm az. W cb er'in “ekonom i” ve “te k n o lo ji" ayrım ı için bkz. Economy a n d S ociety, c. t , s. 6 6 7 .
304
düren yel değirmeni çağı farklı bölgelerde çok farklı türde kül türel ‘üstyapılar’ bulunduğunu gösterir.”31 Belirli bir teknoloji biçim i farklı türden toplumsal organizasyonlarla ilişkili olabi lir. Bu düşünce M arx’m görüşlerinde örtük olarak yer alır. Zira M arx’a göre, sosyalizm esasen kapitalizmle aynı teknolojik te meli gerektirecekse de, çok farklı bir toplum biçim i olacaktır. W eb e r, tarih te s ın ıf ça tışm a la rın ın ö n em in i k ab u l etse bile, sın ıf m ücadelelerinin rolünün Marx’m iddia ettiği kadar önem li olduğunu düşünm ez. Bazı açılardan W eber’in sın ıf ve sın ıf çatışm ası kavramları M arx’in kavram larından çoğu kez düşünüldüğü kadar farklı olm asa bile (o da m ülk sahipliği/ m ülksüzlük ayrım ının sınıfsal bölünm enin en önem li kaynağı olduğunu kuvvetle vurgular), yine de onun statü tekellerinin tarihsel önem ini kuvvetle vurguladığı doğrudur. Ancak W eber için, statü grupları arasındaki çauşm alar tarihte siyasal birlik ler ve ulus-devletler arasındaki çatışmalardan daha önem li de ğildir. W eber’e göre, bu nedenle, farklı özel “çıkarlar” ekono mik çıkarlarla sınırlandırılam az, aksine çıkarların kapsam ının diğer toplum sal hayat alanlannı da içerecek biçim de genişle tilmesi gerekir. Ö rneğin siyasal partiler, gücü elde etmeye ça lışanlar veya güç sahipleri olarak konum larından kaynaklanan farklı çıkarlara sahiplerdir ve bu çıkarlar m utlaka ortak sın ıf sal konum lara dayanmaz. Ancak W eber’in kendi görüşlerini M arx’tnkilerden ayırdı ğı en önem li nokta, tüm yazılarına temel oluşturan genel epistem o lo jik yaklaşım ıdır. W eb er’in benim sediği rad ikal yeniKantçı konum un tem el öncülü olgusal ve norm atif önerm e lerin kesin m antıksal ayrılığı ilkesidir. W eber’in çalışm asında bunun zorunlu doğal sonucu, rakip değerlerin indirgenem ezliği postülasıdır. W eber’in perspektifini M arx’inkinden kesin olarak ayıran bu epistem olojik konum dur: M arx’in çalışm ası, kuşkusuz geçerli yanlan her ne olursa olsun, “bilim sel" “nihai hedefler” ahlâkına bağlılığı ve böylece “toptancı” bir tarih an layışını benim sem eyi gerektirir. Karizma kavramı ve bu kav-
3l
G esam m elte A ufsätze zu r Soziologie und S ozialp olitik, s. 450.
305
ramm W eber'in çalışm asında oynadığı rol, onun “tarihsel ge lişme norm atif açıdan geçerli olan şeyi ifade eden rasyonel bir şemaya göre yorum lanam az” ilkesine inancının göstergesidir. W eber için bilim , “Hangi savaşan tanrılara hizm et etm em iz gerekir?”32 sorusunu cevaplandıramaz.
19. yüzyılda Fransa: Marx ve Marksizmin gelişimi M arx ve M arksizm , D urkheim için olmadığı ölçüde W eber’in düşünce evreninin parçalarını oluşturur. M arx, Alman’dı ve tem el çalışm alarından çoğunu bu dilde yazdı; ayrıca 19. yüz yılda başka hiçbir ülke Alman Sosyal D em okrat Partisi kadar büyük veya siyasal açıdan önem li bir partiye sahip değildi. Ka riyerinin ilk bölüm ünü uzunca bir süre araştırma yapmak için A lm anya’da geçirse de, D u rk heim ’m enLelektüel p erspekti fi ısrarla Fransız kalm ıştır. Yine de, D urkheim ’m sosyolojisi ni geliştirdiği ve düşüncelerini şekillendiren toplum sal ve si yasal bağlam, belirli önem li noktalarda W eber’i etkileyen bağ lam la b en zerlikler taşır. W eb e r gibi D urkheim de, Fransız D evrim i’nden m iras liberal ilkeleri yıkm a tehdidi içeren iki farklı siyasal düşünce ve faaliyetin yer aldığı bir konum da ya şadı ve yazdı: Bir yanda muhafazakâr m illiyetçilik, öte yanda radikal sosyalizm. W eber, D urkheim gibi, bu iki rakip düşün ce sistem den bazı unsurlar alır ve onları kendi siyasal bakış açısına ve daha genel düzeyde sosyal teorisine yerleştirir. Yine de, iki yazann ulaştığı sonuçlar bazı açılardan oldukça farklı dır ve bu farklılığın kaynağı kısm en Fransa’nın genel gelişim i nin 19. yüzyılin ikinci yarısında Almanya’nın gelişim iyle kar şıtlık içindeki özel durum larına bağlanabilir. M arx’in 1840 Fransa’sı karşısındaki tulum u doğal olarak bu ü lkenin Almanya karşısındaki göreli üstünlüğünün etkisi al tındaydı. Fransa’da devrime gösterilen tepkinin gücü ne olur sa olsun, Fransız sosyalist düşünürlerin siyasal gelişm işlikle rinin köklerinin feodal geçm işle kesin kopuşun yaşandığı bir 32
306
From M ax W eber: E ssays in S ociolog y , s. 153. W eber'in siyasal partiler hakkındaki sözüyle k ış. “Bu kiliselere katılm ayacağım ." Aktaran Baum garten, s. 607
toplumsal yapı içinde yattığı açıktır. M arx’in çoğu Alman sos yaliste yönelttiği tem el eleştirilerden biri, iki ülke arasında ki maddi farklılıkların derinliğini dikkate alm adan fikirlerini Fransa’dan “ithal etm eleri”dir. M arx’in 1 8 4 3 ’teki sözleriyle: Bizzat A lm anya’daki statü ko ile, yani en uygun biçim d e olu m suz açıdan başlandığında bile, son uç yine de b ir a n a k ro n iz m olacaktır. M evcut siyasal durum um uzun olum suzlanm ası bile zaten m o d e m u lu sların tarihsel sandık odasındaki tozlu b ir g erçek tir. Pudralı p cru k lan olu m su zlay abilirim , fakat buna rağmen pudrasız peruklara kaldım . 1 8 4 3 A lm anyası’n ın du ru m u nu o lum suzlad ığım da, bırak ın gü nü m ü zü n hayatî b ir m erkezine, Fransız k ro n olo jisin e göre ancak 1 7 8 9 yılm a ula şabildim .33
Fakat kuşkusuz, 1 8 4 8 -4 9 Paris ayaklanmalarından sonraki gelişme çizgisi, Fransa’da liberal burjuvazinin bu tarihten önce h ü kü m eti k o n tro ld e istik rarlı b ir tem el sağlam a düzeyinin ciddi olarak sorgulanm aya açık olduğunu gösterecektir. E n gels, Fransa’daki 1 8 4 8 ve 1849 olaylarının sonuçlarının zor lamasıyla M arx’la birlikte önceki görüşlerini gözden geçirm e gereğini duyduklarını ayrmularıyla açıklar. Proleter unsurlar 1848 Paris kuşatm asında önemli bir rol oynasa da, sonuç ger çekte büyük bu rju vazinin -b ö y le ce 1 7 8 9 sonrası muhafazakâr güçlerin karşı tepkisi sonucunda tamamlanamayan gelişmeleri p ekiştiren - bir zaferiydi. “T arih”, der Engels, “bizim ve bizler gibi düşünen herkesin hatasını gösterdi. Bu dönemde ekono mik gelişme, uzun bir yoldan geçerek kapitalist üretim in orta dan kaldırılmasını sağlayacak olgunluğa ulaşm am ıştı...”34 M arx, Fransa’nın 19. yüzyıl ortasındaki durum unu iki uzun analizde tartışır: F ra n sa ’d a S ın ıf M ü cadeleleri v e Louis Bonarparte’ın O n sek iz B rü m eri.35 Bu analizler M arx’in yazılarında ekonom i ve devlet arasında “m ekanik” bir ilişki kurulm adı33
K arl M arx, E arly Writings, s. + 4-45. Ayrıca, bkz. T he C om m unist M anifesto, s. 167-1 7 0 .
34
Karl Marx: Selected Works, c. 1, s. 125.
35
K arl M atx: S elected W orks, c. 1. s. 139-344.
307
gının göstergesidir; M arx, Kapitai’deki ekonom ik gelişm e te orisi için Britanya’yı model olarak alsa bile, bu yazılarda Fran sa’yı gelişmiş liberal burjuva politikanın en saf örneği olarak görür. Marx’a göre, Britanya’nın tarihsel gelişim inin özel ko şu llan burjuvazi ile eski toprak sahibi aristokrasinin artıklan arasında ittifaka yol açan b ir durum yaratır.36 Fransa’da ak sine, böyle bir “uzlaşma” etkili olmadı ve bu yüzden sın ıf çatışm alannm siyasal karakteri kendini daha açık olarak göster di. M arx için, Alm anların Avrupa’nın “filozofları”, lngilizlerin “ekonom i p olitikçileri” olm ası gibi, Fransız burjuvazisi ve proletaryası da Avrupa’n ın “siyasetçileridir.”37 M arx’a göre, Louis-Philippe yönetim inde burjuvazinin sa dece belirli b ir kesim i -m a lî serm aye, bankerler ve rantiye le r - siyasal gücün kontrolünü elinde tutmayı sürdürdü. Louis-Philippe’in düşüşünden kazançlı çıkan esas grup daha önce hüküm etin dizginlerini çok az ele geçirm iş olan büyük sanayi cilerdi. Sonuç sın ıf m ücadelesinin, işçi sınıfı ve burjuvazi ara sında keskin bir bölünm eye yol açarak ve böylece iki büyük sınaî sın ıf arasında daha sonraki doğrudan siyasal karşılaşma nın kaynağım oluşturarak, daha da netleşmesiydi: Fransız işçiler bu düzene, serm ayenin yön eü m ine karşı, dev rim in seyri proletarya ve burjuvazi arasında yer alan h alk k it lesini, köylüler ve k ü çü k burjuvaziyi yaratana kadar b ir adım bile atam az, burjuva düzeninin kılına bile dokunam azlardı ve onu kendi liderleri olarak bizzat proleterlerle birleşm eye zor ladılar.38
Bununla beraber M arx, Fransa’nın proleterlerin galip ge leceği yeni b ir iç savaşa doğrudan gireceğini düşünm ez; bu um utlar belirsiz bir dönem e ertelenir. “Yeni b ir devrim sa d e ce y en i b ir k r iz son u cu n da m ü m kündür. F a k a t k r iz y eterin ce kesindir."39 Kriz, M arx’m beklediği gibi burjuva dünyanın ya 36
W erke, c. 11, s. 9 5 -9 7 .
37
W erke, c. 1, s. 4 0 5 .
38
Kart M arx: Selected W orks, c. 1, s. 149.
39
K arl M arx: S elected W orks, c. 1, s. 2 3 1 .
308
ratıcısı Britanya’da ekonom ik bir çöküntü sonucunda değil, aksine Louis Napolyon’un 1870’de Almanya’ya açtığı yıkıcı sa vaşın bir sonucu olarak yirmi yıl sonra geldi. Bism arck zaferinin sonuçları bu kitapta çalışm aları analiz edilen ü ç yazarın düşüncelerini birbirine bağlayan ana eksen dir. Almanya’da askeri zafer Bism arck’m birleşik Alman dev leti içinde Prusya’nın egem enliği program ını geliştiren temel bir etkendi; Fransa için sonuç felaketti, siyasal düzensizliğe ve nüfusun büyük bir kısm ı arasında sürekli gurur kırıklığı na yol açm ıştı. M arx’in Paris Komünü’ne karşı tutum ları dile düşecek kadar karışıktır, ancak bu konuyu burada tartışmak m üm kün değildir. Ö nem li olan, Kom ün’ün kısa öm rünün ve şiddetle bastırılm asının dolaysız etkilerin in, Fransız devleti nin iç uyumsuzluğunu daha fazla artırarak, sınıfsal nefrete yol açm asıdır. Ancak Kom ün, M arx’in um utlarının aksine, “yeni bir toplum un görkem li bir habercisi” olam adı.40 Aksine Fran sa’da, m illiyetçiliğin yeniden canlanışının ulusal birliğin yeni den kurulm asının en som ut ideolojik tem elini oluşturduğu ve ülkenin bir ölçüde geçm işe döndüğü bir dönem e girildi. Zira Fransız taşrasının önem li bir bölüm ü birçok açıdan 17. yüz yıldan beri değişm eden kalm ıştı; oldukça m uhafazakâr un surlar Kilise, m ülk sahibi sınıflar ve köylülük biçim inde gü cünü korudu. M arx’in F ra n sa ’da S ın ıf M ü cadeleleri tasviri bile ilk görüşlerinden daha ılım lıdır ve sanayi burjuvazisinin ilerici kesim lerinin elde ettiği gerçek siyasal gücün düzeyinin iyim ser bir değerlendirm esi olarak kalır.4' Bununla beraber, Ü çüncü Cum huriyet döneminde ülkenin m uhafazakâr unsurların engelleyici gücünden kurtuluşu yö nünde büyük bir ilerleme sağlandı. Dreyfus olayı cum huriyet çiler ile Kilise ve ordunun gerici unsurları arasındaki çatışmayı doruğuna çıkardı, farklı idari görevlerin bürokratik denetimden ayrılmasını teşvikle sonuçlandı: Burada temel önem de olan eği limde laikleşm enin artışıydı. Bunların çoğu Radikal Parti’nin et 40
K arl M arx: S elected W orks, c. 1, s. 542.
41
M arx'm “Louis Bonaparte’ın O nsekiz Brüm eri”ndcki yorum larına bkz. K arl M arx: S elected W orks, c. 1, s. 3 3 3 -3 3 5 ve farklı yerlerde.
309
kinlikleri sonucunda gerçekleşti. 19. yüzyıl Fransız Marksizminin tarihi Almanya’da Sosyal Demokrat Parti’nin yüzyıl sonun da aktif bir güç haline gelişinin soluk bir gölgesinden ibarettir. Bununla beraber, Almanya'da olduğu gibi, Marksist düşünce nin Fransa’da Komün’ün bastırılmasını izleyen on yıllarda atı lan tohum lan Marksizmin yerli sosyalist geleneklerle kolay ol mayan bir ittifakına yol açtı. Fransa’da M arksist solun daha zayıf konumu dikkate alınırsa, bu örnekte sonuç -L ich th eim ’in vurguladığı g ib i- “en iyisinden bir yakınlaşma ve en kötüsün den bir karikatür olan”42 bir öğretinin gelişmesiydi.
Durkheim'ın Marx değerlendirmesi Bu koşullarda, M arksizm in m eslek hayatının ilk dönem inde Durkheim üzerinde niçin çok az etkili olduğunu anlamak zor değildir. Durkheim , W eber’in aksine, siyasal eylemlere ilgiden çok az zevk aldı ve p o litik a m u tfağı* m ücadelelerine, tartışm a larına karşı soğukluğunu sürdürdü.43 G enel düzeyde, muhafa zakârlık ve devrimci sosyalizmi reddi de dahil, Durkheim ’ın si yasal tavrının özü yeterince açıktır. Durkheim da W eber gibi liberalizm in anavatanının özel toplum sal ve siyasal k oşu lla rından oldukça etkilendi. 1870-1871 felaketlerini izleyen ulu sal yeniden-inşa dönemi D urkheim üzerinde büyük bir etkiye sahiptir ve ahlâkın güçlendirilm esine genel ilgi D urkheim ’ın tüm yazılarına dam gasını vurur. Gerçekte Durkheim ’ın çalış m asının temel amacı, gelişen laik bireyciliği m odem farklılaş mış bir toplumda birliği sürdürm e ihtiyacının yarattığı ahlâkî taleplerle uzlaştırmaktır. İlgili sorunlar, Durkheim ’m, Dreyfus mücadelesine bir katkı olan ve önde gelen Katolik bir m uha fazakârın görüşlerine tepki olarak yazılan makalesinde açıkça 42
George Lichıheim , Marxism in M adem France (New York, 1 9 6 6 ), s. 9. Althusscr’in. M arx'in çalışm aları Fransa’da ilk kez “ulusal teo rik bir geleneğin mirası ve yardım ı olm adan" tanınm ıştır sözüyle karşılaştırın: Althusser, F o r M arx, s. 26.
( * ) Cuisine politique. 43
310
Georges Davy. “Em ile D urkheim ”, Revue d e m étaphysique et d e m orale, c. 26, 1919, s. 189.
resmedilir.44 D urkheim ’a göre, D reyjasçularm bireyciliği Kilise ve ordu partizanlarının eleştirdiği ahlâk dışı bireysel arayışlar dan ço k farklıdır. İktisatçıların insan modelini oluşturan b en cil hedefler peşinde koşm ak kesinlikle rasyonalist bireycilik le bir tutulamaz. İktisatçılar insan davranışım piyasadaki alış verişlere indirgerler. Bu faydacılık artık bir ölüdür; yeni oluşan bireycilik etiği ahlâk dışı bir şey değil aksine ahlâk! bir olgu dur: “İnsan birey... kutsal bir varlık olarak görülür.”45 Bu ne denle, modern toplumun kolektif ahlâkî birlik üzerine kurul ması ve bu birliğin bireysel haklar ve özgürlüklerin en üst ifa desini oluşturm ası gerektiğini öne sürm ek paradoks değildir. Karşılaşılan sorunların çözüm ü, geleneksel otorite biçim lerini yeniden dayatarak bireyciliği sınırlandırmaya çalışm ak olamaz. A ksine esas m esele, birey lerin potan siyellerini günüm üzde toplumsal düzen için temel önemde olan ahlâkî ilkelere uygun olarak geliştirm eleri için som ut fırsatların artırılmasıdır. D urkheim ’m birey ve devlet arasında arabu lu cu lu k yapa cak m eslek b irlik leri kuru lm ası ö nerisinin k ök leri R adikal Sosyalistlerin d ay a n ışm a cılığ ın a (solidarism e) kadar uzanır.46 Ancak bu öneriler, D urkheim için kesinlikle T oplu m d a Işbölümü’nde ulaşılan sonuçlardan kaynaklanan sosyolojik ön cü lle re dayanır. Kuşkusuz, kendi form ülasyonunun bazı tem el si yasal k işilikler üzerindeki önem li etkisine rağm en, D urkheim’m bu kavramları dayanışm acıların siyasal ilgileriyle yakın ilişki içinde geliştirdiğini varsaymak yanıltıcı olacaktır.47 D ur kheim , devletin yön etim i altında işsizlik, hastalık ve y aşlı
44
“L’individualisme et les intellectuels”. Dreyfus davası Fransa ve Almanya ara sındaki bazı temel Farklılıkların özetidir. Almanya'da, çok azı Dreyfus'un ko num una ulaşabildiği gibi böyle bir skandal ulusal ölçekle benzer bir vicdanî bunalıma da yol açm am ıştır.
45
A .g.e.,s. 8.
46
Krş. Hayward. Durkheim 'ın devrimci sendikalizm le ilgili görüşleri için onun Lagardelle'ylc tartışm ası üzerine açıklam asına bakınız: Libres entretiens, 19 0 5 , s. 4 2 5 -4 3 4 .
47
Scndikalist hareketin liderleri dahil. Sorel’in D urkheim ’ın etkisi hakkındaki görüşleri için bkz. Georges Sorel, “Les théories de M. D urkheim ”, Le devenir social, c. 1. 18 9 5 , s. 1 -26, 14 8 -1 8 0 .
311
lık gibi refah şem aları geliştirecek dayanışmacı bir programa sıcak bakar. Fakat bunların egem en konum larını sürdürm e lerine izin verilm em esi ve sınaî düzenin sistem atik ahlâkî bir temelde düzenlenm esi çabasıyla birleştirilm eleri gereğini ıs rarla vurgular. 1 8 9 0 ’larda Fransız em ek h areketin in farklı kesim lerinde Marksizmin giderek yaygınlaşması ve aydınlar arasında M arx’m yazılarına bilim sel ilginin artışı Durkheim’ı sosyoloji ve sos yalizm ilişkisiyle doğrudan yüzleşmeye itti. Marksist sosyoloji yüzyıl başında Fransa’da, başka çalışmaların yanı sıra, M arksiz min ham G uesdist* yorum unun yerine Marx'm düşüncelerinin daha kapsamlı bir açıklamasını geçiren Engels, Kautsky ve Labriola gibi yazarların çalışm alarının çevirileriyle yaygınlık ka zandı. Durkheim’ın, Labriola’nın Marx’m düşüncelerine ilişkin genel açıklamasının Fransızca çevirisi üzerine eleştirisi M arx’la arasındaki farklılıkları ortaya koyduğu en açık metindir.48 Durkheim, görünüşe bakılırsa, bazı öğrencilerinin Marksizme yö n elm esi karşısında 1 8 9 5 -1 8 9 6 ’da sosyalizm ü zerine dersler verir. Konuların çoğunu, yazılan sosyalizm ve sosyolojide en önem li tek kaynak olan Saint-Sim on’a ayıran Durkheim ’ın n i yeti, Proudhon’u ve böylece Lasalle ve M arx’i incelem ektir. Ancak 1896’da A nnée Sociologie’nin kuruluşu bu planlann erte lenmesi anlamına geliyordu. Durkheim sonradan bu tür konu lara dönme fırsatı bulamadı. Durkheim , S o sy a lim d e sosyalizm ve sosyoloji arasındaki bazı önemli tarihsel baglantılan vurgu lar. Ona göre, 19. yüzyılın başından kısa bir süre sonra üç fark lı düşünce öne ,çıkar: “1. Pozitif bilim lerin (sosyolojiye kaynak lık eden) yöntem ini ve (sosyolojinin vazgeçilm ez yardım cısı olan) tarihsel yöntemi sosyal bilim lere kazandırma fikri 2. Din
( * ) Fransız siyasal lider Ju les Basile Guesde'in savunduğu, devrim aracılığıyla re formu savunan M arksist sosyalizm ve program - ç. n. 48
Antonio la b rio la Eleştirisi: Essais sur la conception m atérialiste d e l’historie. Revue P hilosophie, c. 4 4 , 18 9 7 . s. 6 4 5 -6 5 1 . Labriola'nm çalışm ası büyük ölçü de Engels’e dayanır; Anli-Dühring “sosyalizm literatüründe sıradan b ir kitap" olarak ad lan d ırılır. A ntonio Labriola, S o cia lism an d P h ilosop h y (C h icago, 1 9 0 8 ), s. 53.
312
sel yeniden-canlanış fikri 3. Sosyalist fikir.”49 Ayrıca Durkheim’a göre, 1789 Devrimi’ni izleyen on yıllardakine benzer olay lı ve kritik dönem lerde olduğu gibi, bu üç eğilim in 19. yüz yıl sonuna doğru daha güçlü bir biçimde yeniden ortaya çıkı şı tesadüf değildir. O nlar ilk bakışta genelde çok az ortak nok taya sahip üç karşıt düşünce biçimi olarak görünür. Dinsel yeniden-canlanış hareketi, taraftarlarınca, rasyonalizm ve bilim e düşman bir yaklaşım olarak algılanır. Sosyalist hareket genel de dini redde ve aynca sosyolojik araştırmanın siyasal eylemin norm atif taleplerine tâbi olması gerektiği düşüncesine dayanır. Ancak gerçekte, bu üç fikir akımı, toplumsal gerçekliğin sade ce bir yanını ifade etm eleri nedeniyle, birbirleriye çelişkili ola rak görünür. O nların her biri, toplumsal değişme kabul edilen alışkanlıkları, “kargaşa içindeki kolektif düzen artık içgüdünün otoritesiyle işlem eyecek biçim de”50 kökten yıktığında, insanla rın ihtiyaç duyacaklan şeylerden bir bölümünü ifade eder. Sosyolojiye yönelişin kaynağı, kapsamlı bir toplum sal yeni den organizasyona ihtiyacına yol açan değişim lerin nedenleri ni anlama ihtiyacıdır. Ancak bilim sel araştırm a yavaş ve dik katli adımlarla ilerler. D urkheim yazılarında, çoğu kez, bilim sel etkinliğin bir şekilde pratik sonuçlara yol açm adığında de ğersiz olduğunu vurgular. Yine de bilim in özünü, prosedürleri ve am açlarının dolaysız pratik ihtiyaçlardan bağım sızlığı oluş turur; bilim sel araştırm a, yalnızca “tarafsız” bir tutum için de azami etkililik sağlayabilir. Bilim “bir tür fetiş veya id ol” haline gelm em elidir; o bize her şeyden önce “sadece bir bilgi basamağı”5' sağlar. Bununla beraber, acil toplum sal sorunla rın çözüm ü için çoğu kez bilim sel yollarla elde edilen bilgile re dayalı uygulamaların ötesine geçeriz. Bu yüzden, toplum un yeniden organizasyonu için genel programlar sunan sosyalist öğretilerin gelişim ini teşvik ederiz. Benzer şekilde, dini yeni den canlandırmaya yönelik gerici bir çağrı bilim in kusurlarını 49
Sorialism , s. 283.
50
Sodalism , s. 2 8 4 .
51
“L’enseignem ent philosophique et L’agrégation de la philosophie”. Revue Phi losophie, c. 3 9 , 18 9 5 , s. 146.
313
teşhir etmeye çalışır. Eski inançların sorgulanmaya başladığı, ancak yerini yenilerinin almadığı bir durumun yarattığı ahlâkî boşluk, toplum un ahlaken güçlendirilm esi ve böyiece dinsel inançlann yeniden-canlanm ası yönünde bir karşı ilgi yaratır. D ürkheim , M arx’i kendi genel sosyalizm değerlendirm esi nin dışında tutmaz. Marx’m yazıları yerleşik bir bilim sel öner meler bütünü olarak sunulan tam bir düşünce sistem i oluştu rur. Fakat böyle bir sistem , gerçekte, en azından günüm üzdckinden çok daha fazla bilgi birikim i gerektirir. K ap ital'd eki çok sınırlı bazı genellem eleri kanıtlam ak için bile birçok araş tırma yapılm asına gerek vardır. N itekim D ürkheim , G aston Richard’ın Le socialism e et la Science so cia le (Sosyalizm ve S os y a l B ilim ) adlı çalışm ası üzerine incelem e yazısında şu yoru mu yapar: “Bize göre Richard’ın M arx’a yönelttiği tüm eleştiri lerden en güçlüsü, bu sistem in, kendi temel önerm eleri ile da yandığı tespitler arasında belirli bir mesafe yaratarak kendisini sınırlam asıdır.”52 Durkheim bu görüşleri Labriola’mn M arx’m düşüncesi üze rine yaptığı açıklamayla ilgili tartışmasında açar, tarihsel m a teryalizm in en önem li bazı g örü şlerin e katıld ığın ı b elirtir. Durkheim’a göre, tarihsel materyalizm toplumsal hayatı sade ce ilgili bireylerin bilin çleri açısından ele almakla kalm ayıp, aynı zamanda bilin çten kaçan ve onu biçim lendirm eye yar dımcı faktörlerin etkisini de ele alan kullanışlı bir yaklaşım dır. Aynea Marx gibi, bu faktörlerin toplum un organizasyonu içinde araştırılması gereğine inanm ak yerindedir. “Bir şeyden kaynaklandıkları ve bir kapalı devre oluşturam ayacakları için kolektif tem sillerin kaynaklarının bizzat bu tem sillerin dışında aranması gerektiği kesinlikle doğrudur.”53 Fikirlerin kaynağı 52
Gaston Richard Eleştirisi, Le socia lism e et le Science socia lc. Revıtc P hilosophie. c. 4 4 , 1897, s. 204. D urkheim , Almanya ve İtalya'daki, "ço k uzun sûredir tut sağı oldukları form ülleri", ö zellikle “ekonom ik m ateryalist öğretiyi, M ark sist değer teorisini, lü cretlcrinl dem ir yasasım ... [ve] sınıf çatışm asına yükle nen temel önem i” “yeniden canlandırm aya ve genişletmeye çalışan’ sosyalist leri onayladığını ifade eder. M erlino Eleştirisi, Formes et essence du so c ia lism e. Rcvue Philosophie, c. 4 8 . 1889, s. 4 3 3 .
53
Labriola Eleştirisi, s. 648.
314
m belirli bir alt-tabakaya yerleştirm ek tamamen isabetlidir ve sonuçla Durkheim , retorik bir biçim de, “toplum un üyeleri be lirli toplum sal ilişkiler içinde organize olm adıkları takdirde bu alt-tabaka oluşabilir m i?” sorusunu sorar. Bununla beraber, D urkheim ’a göre, M arx’ın düşüncesinin özünü kabul eden herkesin diyalektik materyalizmi benim se mesi gerektiğini varsaym ak için hiçbir neden yoktur. D urk heim, bu düşünceye M arx’ın çalışm asının dayandığı ilkelerin temel dayanaklarım kabul etmeden de ulaştığını ve yorum la rının M arx'tan h içbir şekilde etkilenmediğini vurgular. Sosyo loji ve sosyalizm ilişkisiyle ilgili yukarıdaki genel sonuçlardan hareketle, toplum sal düzen M arksist sosyalizm in gerektirdiği ek öncüller kabul edilmeden de araştırılabilir. Fikirler ve on ların “m addi” alt-tabakalan arasındaki etkileşim i inceleyen bir perspektif sosyolojik yöntem in temelini oluşturur ve toplumu bilim sel olarak araştırm anın gerekli bir koşuludur. YVeber’in, sosyalizm in, içindeki yolcuların isteğiyle durdurulabilecek bir araç olm adığını (sosyalist inançların bizzaL sosyalistlerin diğer inanç biçim lerine uyguladıkları türde analizlere tâbi tutulması gereğini) vurgulaması gibi, Durkheim de sosyalizm in, sosyo logun bakış açısından, diğerleri gibi bir toplum sal olgu olarak alınm ası gerektiğini vurgular. Sosyalizm in kökleri belirli bir devlet stratejisinde yatar, ancak o kendisini yaralan toplumsal koşulların m utlaka en uygun ifadesi değildir.54 Ayrıca tarih sel m ateryalist fikirlerin kaynağını doğrudan ekonom ik ilişkilere bağlayan temel tezi “yerleşikleşm iş görü nen olgulara aykırıdır”. Durkheim , dinin daha fazla farklılaş mış bütün fikir sistem lerinin geliştiği ana kaynak olduğunun kanıtlandığım ilan eder. Bununla beraber, en basit toplum bi çim lerinde “ek o n o m ik faktör gelişm em iş olm asına rağm en, dinsel hayat aksine çok gelişm iş ve tam am en k u şatıcıd ır”.55 İlkel toplumlarda ekonom i dinsel pratikler ve sem bolizm den başka faktörlere göre daha fazla etkilenir. Buradan, organik dayanışmanın gelişim iyle birlikte ve bunun sonucunda dinin 54
Socialism, s. 4 0 vd.
55
Labriola Eleştirisi, s. 6 5 0 .
315
tam am en kuşatıcı karakterind eki güç kaybına bağlı olarak, ekonom ik ilişkilerin etkisinin k o le k t if b ilin çte tem el b ir yer işgal eden inançların doğasını belirleyecek egem en konum a geldiği sonucuna ulaşılamaz. Bir inançlar topluluğu, bir kez yerleştiğinde, “nedenlere dönüşen ve yeni olgulara yol açan nispeten bağımsız, özerk bir kapasiteye sahip realiteler hali ne gelir”.56 Basil yapıya sahip ilkel toplumlarda bütün fikirler tek bir dinsel temsiller sistem iyle ilişkilidir ve neticede içerik bakım ından toplum un organizasyon biçim iyle yakından iliş kilidir. İşbölüm ünde farklılaşm anın artışıyla ve farklı fikirle rin çatışm asına yol açan eleştirel aklın gelişim iyle, inançlar ve onların içinde kök saldıkları alt-tabaka arasındaki ilişki daha kom pleks hale gelir. D urkheim , bu vurguya bağlı olarak, M arksizm in “ek o n o mik ilişkiler -sın ıfsal y a p ı- toplum daki siyasal gücün ana ek senidir” kabulüne karşı çıkar. D urkheim ’a göre, toplum lann farklı türde ancak yapısal olarak b en ze r- siyasal organizasyon larında büyük çeşitlilikler vardır. Buradan, sınıfların ve genel olarak sın ıf çatışm asının tarihsel gelişm e açısından önem inin Durkheim tarafından fazla dikkate alınmadığı sonucuna ula şılabilir. Kuşkusuz D urkheim ’ın, Saint-Sim on’un “sanayi top lum u” kavramını veya iktisatçıların “kapitalizm ” terim ini kul lanmayıp, daha çok “m odern” ya da “çağdaş ıoplu m ”lardan söz etm esi anlam lıdır. D urkheim ’ın gelişm e m odelinde, b e lirli m akro-toplum sal gelişme “evrelerinin” önem i kabul edi lirken, tarihte devrim ci dinam izm den ziyade belirli birikim li değişim lerin önem i vurgulanır. D urkheim ’a göre, çok sık si yasal devrimler-yaşayan toplum lar daha fazla değişim kapasi tesinden yoksunlardır. G erçekte tersi doğrudur: O nlar aslın da tem el geleneklerin aynı kaldığı toplumlardır. “Yüzeyde sü rekli olarak kesintisiz bir yeni olaylar akışı m evcuttur. Ancak bu yüzeydeki değişkenlik tekbiçim lilikleri görm eyi engeller. Bürokratik rutin çoğunlukla devrim ciler arasında güçlüdür.”57 56 A .g.e., s. 651. 57
316
M oral E du cation (ln g . b a sk ı), s. 1 3 7 ; (F r. b a sk ı), s. 156. M arx'in burada ki konum u fazla basitleştirilm em elidir. M arx, “Louis Bonaparle'ın On Sekiz
Toplum un geçm iş gelişim i M arx’ın sın ıf çatışm asına tanıdığı önceliğe göre anlaşılam ıyorsa, aynısını günümüz için de söy leyebiliriz. Çağdaş toplumlarda sınıf çatışm alarının yaygınlığı m odem dünyadaki rahatsızlıkların kök nedeni değil, belirtisi dir. Sınıf çatışm ası, kökleri bir başka yerde yatan bir rahatsız lık halidir. D urkheim ’a göre, “Buradan, bu yüzyılda yaşanan ekonom ik dönüşüm lerin, küçük ölçekli sanayiden büyük ö l çekli sanayilere doğru köklü bir değişimin toplum sal düzenin büyük ve kökten değişikliklerle yeniden-organizasyonunu ( renouvellem ent in tegral) gerektirm ediği... sonucu çık ar.”S8 D urkheim , çağdaş toplum lann devrimlerle köklen değiştiril mesine karşı çıksa da, sınıfsal ayrışmaların ortadan kalkışı yö nünde bir eğilimin varlığından söz eder. Miras haklarının deva mı em ek ve sermaye arasındaki sınıf çatışmasında rol oynayan temel bir faktördür.S9 M iras eskiden kalma bir k olek tif m ül kiyet biçim idir, daha önceleri mülkiyetin akrabalık grubunun ortak malı olduğu miras uygulaması, tıpkı statü ve hukukî ay rıcalıkların miras yoluyla aktarılmasında olduğu gibi, fiilen or tadan kalkacaktır.60 Kuşkusuz bu, Durkheim ’a göre, m ülkiye tin devletin elinde toplanmasını gerektirmez. Çağdaş toplum ların ahlâkî bireyciliği özel m ülkiyetin değil, âdil sözleşmelerle ilgili bütün engellerin ortadan kaldırılmasını gerektirir. D urkheim ’a göre, yine de, ekonom inin yeniden-organizasyonu m odem dünyada sosyalizmi yaratan “krizin" gerçek çö züm ünü sağlayamaz, çünkü krizin nedenleri ekonom ik değil ahlâkîdir. “Z oru nlu ” işbölüm ünün kaldırılm asıyla “an om ik” işbölüm ü ortadan k alkm az. Bu, D u rk h eim ’ın M arx’tan en önem li bilinçli temel farklılığıdır. M arx’m kapitalizmin pato lo jik durum unun giderilm esi programı ekonom ik önlem lere dayanır. M arx’m işçi sınıfının çıkarlarını savunusu doğrudan Brüm erTnde 19. yüzyılda Fransa'yla ilişkili daha benzer bir noktayı vurgular, K arl M ar. Selected Works, c. 1, s. 2 4 9 -2 5 0 . 58
Labriola Eleştirisi, s. 6 5 1 .
59
Profession al Ethics an d C ivic M orals, s. 123.
60
“La famille conjugale”, Revue P hilosophic, c. 9 1 , 1921, s. 10. D urkheim bunu Mesleh Ahldfeı’nda biraz değiştirir (P rofessional Ethics and C ivic M orals, s. 217).
317
onun kapitalist piyasa ekonom isinin “çelişkili” doğası görüşü ne dayanır. “Piyasa anarşisinin” kaynağı kapitalizm in sımfsal yapısıdır ve yerini, m erkezî olarak koordine edilen bir ekono mi içinde üretim i düzenleyen bir sistem e bırakacaktır. “Ö zet le, M arksist sosyalizmde sermaye ortadan kalkacaktır; bireyler tarafından değil, toplum tarafından y önetilecektir.”61 Bu n e denle, M arx’in yazılarında D urkheim ’a göre sosyalizm in b e lirleyici karakteristiğini oluşturan temel ilke, yani toplum un üretici kapasitesinin devletin elinde toplanması ilkesi benim senir. Ancak bu, m odem sanayinin anom ik durum unun sonu cu olan ahlâkî boşluğun azaltılmasından başka bir şey değil dir; Durkheim daha ziyade bu problem i vurgular. Zira sonuç, toplumun “ekonom ik” ilişkilerin hâkim iyetine daha fazla gir mesi olacaktır. Devletin bu şekilde ekonom iyle iç içe geçişi Saint-Sim oncu sanayileşm eciliğe benzer sonuçlara yol açacak tır. Saint-Sim on gibi M arx’a göre de, “toplumsal barışı gerçek leştirmek, bir yandan tüm arzuları ekonom ik kısıtlam alardan kurtarmakla ve öte yandan bu ihtiyaçları karşılam ak için ge rekli kısıtlamaları sağlamakla m üm kün olacaktır. Ancak böyle bir girişim çelişkilid ir."62
61
S ocialism , s. 90. Gerçekte bu, M arxîn kapitalizm ve kom ünizm arasında geçi ci bir evre olarak aldığı şeyin kesin bir tasviridir.
62
Socialism, s. 241.
318
14 Din, İdeoloji ve Toplum
M arx’in yazılarının ilk kaynağı David Slrauss, Bruno Bauer ve Feuerbach’ın din eleştirileridir. Bu eleştirilerin arkasında fel sefesi -F e u e rb a ch ’ın ifadesiyle- “teolojiyi teo lo jik b ir biçim de olum suzlayan” Hegel’in etkisi vardır.1 Hegel’in felsefi siste mi -son rad an M arx’in bir “ideoloji” biçim i olarak dinin temel karakteristiği olarak nitelediği- iki temel unsuru bir araya ge tirir: İnsan ların toplum içinde yarattıkları değerlerin çarpı tılarak sunulm ası ile m evcut toplum sal ve siyasal b ir düze ne -H eg el örneğinde Prusya d evletine- ilkesel destek. Dinin toplum sal hayat üzerindeki etkisi, Durkheim ve W eber’in de önde gelen ilgisini oluşturduğu gibi yazılarındaki bazı özel te maları M arx’inkilerle karşılaştırabilecek en ö n em li boyutlar dandır. Burada dinin “id eolojik” karakterinin analiziyle ilişkili iki önem li problem vardır: Dinsel sem bolizm in içeriğinin orta ya çıkartılm ası ve m od em hayatın “laikleşm esinin” sonuçları. İlk problem 19. yüzyılın ikinci yansında “m ateryalist” tarih yorum unun doğası üzerine uzun sü ren, büyük tartışm ayla ilişkili bazı sorunlara odaklanmaya yardımcı olur. Durkheim gibi W eber de, M arx’in diğer liberal eleştirm enlerine benzer
1
Feuerbach, S âm m tlich e W erke, c. 2, s. 275.
319
şekilde, M arx’in fikirler ve “maddi çıkarlar” ilişkisi konusun daki görüşü olarak değerlendirdikleri yaklaşım a karşı çıkar. Bu bölüm de söz konusu problem i tartışırken büyük ölçüde M arx ve W eber arasındaki ilişkiye odaklanacağım. Ö nceki b ö lümde belirtildiği gibi W eber’in yazıları, D urkheim ’ınkilerle karşılaştırıldığında, daha açık bir biçim de tarihsel materyaliz m in eleştirel bir incelem esine yöneliktir. Ayrıca P rotestan A h lâ k în in yayımlanması günüm üzde zorlukla sona eren, tarihsel gelişmede “fikirlerin” rolü tartışm asını ateşlem iştir.2 "Laikleşm eyle” ilgili ikinci problem ler seti, aslında “fikirler” ve “maddi g erçeklik” arasındaki etkileşim in doğasıyla değil, modern dünyada dinin a z a la n etkisinin sonuçlarıyla ilişkilidir. Bu kitapta tartışılan üç yazar da dinin toplumsal hayat üzerin deki zayıflayan gücünün sonuçlarıyla hem pratik hem de te orik düzeyde ilgilenir. Ü çü de rasyonalizm in tüm toplum sal hayat alanlarına sızmasıyla dinsel düşünce ve pratiklerin gide rek gücünü yitirm esine büyük önem atfeder. Bu sorunla ilgi li temel bazı benzerlik ve farklılıkların açıklanm ası M arx’in ça lışmaları ile Durkheim ve W eber’in çalışm alar, arasındaki en önem li bazı karşıtlıktan anlamayı kolaylaştınr.
Marx ve Weber: "İdeoloji" olarak din problemi Kuşkusuz Marx ve W eber’in din konusundaki görüşlerini karşılaştınrken karşımıza çıkan temel bir güçlük, M arx’in bu ko nudaki y azılan nm d ağınık yapısından kaynaklanır. M arx’in dinsel kurum lann etkisiyle ilgili ifadelerinin çoğu açıkça düş manca fakat büyük ölçüde yansızdır. M arx’in ilgisi, ilk yazıla rında bile, ağırlıklı olarak m odem kapitalizme ve kapitalizmin sosyalizm aracılığıyla aşılm ası problem ine yöneliktir. M arx, 18 45 ’ten sonra dini ayrıntılı olarak araştırmaz. Zira G enç Hegelciler ve Feuerbach’tan koparken ve ekonom i, siyaset ve ide 2
320
Protestan Ahlâkı üzerine tartışm aların çoğunda W eber’in ilk dönem deki eleş tirilere yayım lanm ış cevaplan göz ardı edilir. Krş. W eber, “A n tikritisches zum 'Geist des Kapitalism us’”, Archiv fü r S ozialw issen sch aft und S ozialp olitik, c. 3 0 ,1 9 1 0 , s. 1 7 6 -2 0 2 ; ve “A ntikritisches Schlussw ort".
o loji arasındaki ilişkiyi sosyolojik olarak analiz etm e ihtiyacını fark ettiği dönem de, dini -k e n d i amaçları d oğrultusunda- ay rıntılı bir analize tâbi tutarak bu sorunu fiilen halleder. G enç Hegelciler, Kutsal A ile'de açık olarak gösterildiği gibi, çabala rını büyük ölçüde din eleştirisine yoğunlaştırmayı sürdürm üş ler ve böylece her zaman -sad ece olumsuz biçim de b ile - din sel bir dünya görüşünün tutsağı olarak kalmışlardır. Bu yüzden, M arx ve W eber'in özel dinsel olgular hakkındaki görüşlerini ayrıntılı olarak karşılaştırm a girişim i başarısız lığa m ahkûm dur. N itekim M arx’in doğu toplum ları üzerine açıklam ası, W eber’in Hint ve Çin dinleriyle ilişkili uzun tar tışmalarıyla ayrıntılı bir karşılaştırm anın temelini oluşturm ak bakım ından oldukça yetersizdir. Marx’in Avrupa toplum larım n gelişim inde Hıristiyanlığın ortaya çıkışı ve önem iyle ilgi li görüşleri bile esasen onun Hegel ve G enç H egelciler üzeri ne eleştirilerindeki dolaylı ifadelerinden çıkartılabilir. Fakat bu görüşler W eber’in görüşleriyle hem paralellik sergiler hem de çelişir. Hegel’in yakın b ir öğrencisi olarak M arx, tarih çi ler ve filozofların Batı Hıristiyanlığına yükledikleri temel öne min açıkça farkındadır. M arx bunun geçerliliğini sorgulamaz; o, Hıristiyanlığın etkisinin analiz edildiği idealist bakış açısı na saldırır. N itekim Stim er’in Hıristiyanlığın ortaya çıkışı yak laşım ına tam am en fikirler düzeyinde sürdürüldüğü için iti raz eder.3 M arx’a göre, H ıristiyanlık başıboş, köksüz serserile rin dini olarak ortaya çıkar ve genişlem esinin nedenleri Roma İm paratorluğunun iç bozulm asıyla ilişkilendirilm elidir: “So nunda Helen ve Roma dünyası manevi olarak Hıristiyanlığın etkisi altında ve maddi olarak insanların göçü sonucunda yok olm uştur.”4 W eber ise tam tersine Hıristiyanlığın her zaman kentli zanaatkârlar dini olduğuna inanır.5 Fakat M arx, Hıris tiyan ahlâkî bakış açısının Roma’m n ahlâkî çöküntüsü karşı 3
T h e G erm an Id eolog y , s. 143 vd.
4
The G erm an Ideology, s. 151 (dipnot).
5
W eber, Econom y an d Society, c. 2, s. 481 vd. Kautsky'nin -W e b e r'in reddetti ğ i - Hıristiyanlığın “proleter” karakteri teorisi için bkz. Kautsky, Der Ursprung des C hristentum s (Stuttgart, 19 0 8 ).
321
sında yeni ciddi bir alternatif oluşturduğunu vurgular. H ıristi yanlık, Roma çoktanrıcılığım n yerine otoritesini özellikle Hı ristiyan fikirler olan günah ve kurtuluş kavramlarından alan, evrensel bir tektanrı anlayışını geçirm iştir. Hıristiyanlığın Av rupa’daki so n rak i gelişim ind e, Reform kendi içind e çö zü l m ekte olan feodal toplum la ilişki içinde bir benzer ahlâkî ye nilenm e sağlam ıştır. “L uther, inancın otoritesini güçlendire rek, dine köleliğin yerine inanca köleliği getirm iştir. O , otori teye inancı yıkm ıştır. O , dinselliği içerideki insan kılarak, in sanı dış dinsellikten k u rtarm ıştır.”6 M arx’in dine karşı düş m anca tavrı, dinsel ideolojinin insanların bu dünyadaki sefa lete razı olm alarına hizm et ederken yine de daha iyi bir dünya için ilham kaynağı oluşturduğu gerçeğini bulanıklaştırm am alıdır: “G erçek acıya karşı bir p ro testo”yu içerir.7 A ncak nispeten sistem atik olm ayan bu karşılaştırm aların ötesine geçm ek için analizi daha genel düzeye çekm em iz gere kir. M arx’in dine yaklaşım ıyla ilgili yorumların ortaya çıkart tığı sorunlar, doyurucu b ir biçim d e, W eber’in yazılarında M arx’m genel “m ateryalizm ” anlayışı bağlam ında- ortaya ko nulan sorunlarla ilişki içinde ele alınabilir. M arx’m “materya lizm ini” değerlendirirken iki tem el husus akılda tutulmalıdır: İlk olarak, M arx hiçbir zaman salt akademik bir teori geliştir meye çalışmaz. M arx’in tutum u m uhtem elen en iyi şekilde şu ünlü sözüyle aktarılabilir: “Filozoflar dünyayı sadece farklı bi çim lerde y oru m lad ılar. Oysa önem li olan onu değiştirm ektir."8 M arx’m anlayışında, toplum felsefecilerinin teorileri, toplum sal hayat insanları “değiştirirken" aynı zamanda “insanlar ta rafından değiştirilir” diyalektiğinin bir parçasıdır. İkinci ola rak, M arx’in hayatının çalışm ası onun ilk yetişkin lik döne m inde gerçekleştirm eyi hedeflediği projenin sadece bir kesi m ini içerir. Teorik yazılarının büyük bir kısm ı gerçekte Ka~ 6
“Contribution to the critique o f Hegel’s Philosophy of Right’ , Religion (Mos kova, 1 9 5 7 ), s. 51. Yine de M arx, Luther ve Lulhercilige açıkça düşmandır: Luther "bedenini zincirlerden kalbini zincirlediği için kurtarm ıştır”.
7
Karl Marx, E arly Writings, s. 43.
8
W ritings o f the Young M arx on P hilosophy an d Society, s. 4 0 2 .
322
p ital'in taslaklarıdır. Hatta bu çalışma M arx yaşarken dahi ta m amlanmaz. A ncak K ap ital aslında burjuva toplum unun sı nıfsal karakterini ortaya koyacak, burjuva ekonom isine giriş niteliğinde bir analiz olarak tasarlanmıştır. K apital'i, dört cilt te özetlenm iş de olsa,9 burjuva toplum unun yapısı hakkında genel b ir araştırma ve eleştiri olarak almak yanıltıcıdır. Ne var ki, M arksistlerin ve eleştirm enlerin ezici çoğunluğu çalışm a yı böyle değerlendirir. M arx’in 1844 E ly azm aları'n da kendi n i yetleriyle ilgili açıklam ası aynı şekilde K a p ital’e uygulanabilir: “Bu çalışm ada ekonom i politiğin devlet, huku k, sivil hayat, vb.’yle ilişkisine sadece ekonom i politik bizzat bu konularla anlamlı bir ilişki içinde olduğu sürece değindim .”10 Bu yüzden M arx k en d i m atery alist tarih an lay ışın ı h er zam an -h a tta tem el ilgi odağını olu ştu ran b u rju v a to p lu m unun genel toplum sal yapısına uygularken b i le - sistem a tik olarak ifade etmez. Yine de ilk yazıları dikkate alındığın da, M arx’in tarihsel m ateryalizm inin Hegelci idealist felsefenin basitçe “tersine çevrilm esinden” ibaret olm adığı açıkça görü lebilir. Öte yandan, Feuerbach’m yazılan bu tersine çevirm e ye dayanır ve bu yüzden onun materyalist felsefesi tersine çev rilm iş bir dinsel hüm anizm le sınırlı olarak kalır. Feuerbach’ın konumunun sonucu, dinin insanın sem bolik bir “tem sili” o l duğu, insanın kendisine yabancılaşm asını ortadan kaldırm ak için d inin gizem ind en arındırılm ası ve rasyonel bir tem ele oturtulm ası gerektiği düşüncesidir. M arx’in görüşü farklıdır. Feuerbach’ın hataları, M arx’in ifadesiyle, “insan”dan soyut bi çimde söz etm esi ve böylece, insanın sadece tarihsel gelişm e nin akışı içinde değişen özel toplum lar bağlamında var oldu ğunu anlayam am ası; ik in ci olarak da fikirler ve “b ilin ci” ba sitçe maddi dünyadaki insani etkinliklerin basit “yansım aları” olarak almasıdır. Başka deyişle, F eu erbach “m ateryalizm in”, M arx’in uzak laşmaya çalıştığı felsefi anlam ını alıkoyar. M arx’in sözleriy le, “Ö nceki tüm m ateryalizm in (Feuerbach’ın ki dahil) temel 9
Kapilal'in dördüncü cildi Theorien über den Mehrwert’tir.
10 K arl M arx, E arly W rittings, s. 63.
323
kusuru nesne, hakikat ve duygusallığı som ut insani etkin lik ler olarak değil sadece nesne veya algı olarak anlam asıdır.”" Fi kirlerin sadece "gölge-olgular” oldukları ve neticede ideoloji nin içeriğinin analizinin insan eylem inin açıklanm asıyla ilişki li olmadığı düşüncesinin ardında yatan sadece bu tür bir ma teryalizm anlayışıdır. M arx’in yazılarında bu anlayışın basit bir izinden daha fazlası olduğu kabul edilmelidir. Nitekim Alman td eolo jisi'n d e şöyle yazar. “Her ideolojide insanlar ve on la rın koşulları c a m era ob scu ra d a olduğu gibi baş aşağı durur...” Ancak bu önerm elerin Larihsel bir bağlamda anlaşılabileceği açıktır. İnsan bilinci, gelişim inin ilk evrelerinde maddi etkinli ğin “dolaysız sonucudur”; “sadece sürü bilincidir.” Toplum sal farklılaşmanın artışıyla bilinç kendini dünyadan özgürleştire bilecek ve “s a f’ teori, Leoloji, felsefe, etik vb.’nin ötesine taşı yabilecek konum a ulaşır. (Bu “özgürleşm e”, fikirler kendileri ni yaralan koşullardan asla “bağım sız” olmadıkları için aldatı cıdır.) Bu konum a, ilk önce “zihinsel em ekle” ilişkili, tarihsel olarak bir rahiplik sistem inin gelişim i biçim inde ortaya çıkan, rahiplik tabakasının oluşum una zemin hazırlayan bir işbölü münün gelişmesiyle ulaşılır.12 Aşağıdaki paragraf Marx’in ha reket noktasını açıkça ifade eder: Bu tarih anlayışı, bizzat maddi hayatın üretim inden yola ç ık a rak gerçek üretim sü recin i ortaya çıkarm a, bu n u n la bağlantı lı olan ve tüm tarihin tem eli olarak üretim tarzıyla yaratılan karşılıklı etkileşim b içim in i (yani farklı evreleri içinde sivil toplum u) kavrayabilm e yeteneğim ize; onu, kendi eylem i iç in de gösıertneye, b ü tü n farklı teorik ürünleri, b ilin ç, din, fel sefe, ahlâk, vb. biçim lerini açıklam aya; o n lan n kök lerinin ve 11
Writings o f the Young M arx on Philosophy and Society, s. 4 0 0 ; W erke, c. 3, s. 5. Fcuerbach'la ilgili daha yeni bir tartışma için bkz Eugene Kam enka. T he Phi losophy o f Ludwig F eu erbach (Londra, 1 9 7 0 ).
12
T he G erm an Id eolog y , s. 3 7 ; W erlte, c. 3, s. 27, 3 1 . Poulamzas’in ifadesiyle, bu analize göre, “'ku tsatın alanı (en azından, bağımsızlaşmaya başlayan bir hukuki gerçeklikten söz edebileceğim iz ana kadar) üstyapının alanına 'hukuk'un alanından daha yakın görünecektir; hukukun altyapıyla ilişki içinde anlaşılabileceği en önem li ortam dinsel düzeydir", N icos Ar. Poulantzas, N a ture des ch oses et du droit (Paris, 1 9 6 5 ), s. 230.
324
gelişim lerinin izlerini bu tem elde sürm eye; h er şeyi kendi bü tünlüğü (ve bu ned enle, bu farklı yanların birbirleri üzerinde ki karşılıklı etkisi) içinde gösterm eye d ay an ır.'3
Bu yüzden id eolojiler “maddi hayat koşullarında kök sal m ışlardır”. A ncak bu durum toplum un tem eli, yani üretim ilişkileri ile “huku kî ve siyasal üstyapılar” arasında evrensel veya tek yanlı bir ilişki olm asını gerektirmez. M arx, Feuerbach’ı eleştirirken, fikirlerin tarihten uzak filozoflar tarafından anlaşılam ayacak toplum sal ü rünler oldukları yargısına ula şır. M arx'in m ateryalizm inin belirleyici özelliği sın ıfsal y ap ı ve id eoloji arasında kurulan bağlarda bulu nabilir. Bu aslın da basit ve açık gibi görünse de, Marx’in m ateryalizm inin te m elini oluşturan şey, maddi ilişkilerin gölge-olguları olarak fi kirler anlayışından ziyade bizzat bu yaklaşım dır. M arx, ideo loji ve maddi altyapı arasındaki ilişkiler hakkında genellem e ler yapsa da, bu genellem eler sınıfsal yapının ikisi arasındaki temel bağlantı noktası olduğu tespiti temelinde gerçekleştiri lir. Toplum un sınıfsal yapısı bu toplumda egem en konum daki fikirler üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir; benzer şekilde, egemen düzene etkili bir meydan okuma olarak hizm et edebi lecek fikirlerin ortaya çıkışı yeni ideoloji için yapısal bir temel yaralan sınıfsal ilişkilerin oluşm asına bağlıdır. N itekim “k o münizm fikri" tarihte “yüzyıllardır ifade edilse” bile, gerçek bir kom ünist devrim “devrimci bir sınıfı gerektirir.”14 Feuerbach’ın felsefesinde bile, dinin maddi gerçekliğin tam b ir yansım asından daha fazla b ir şey olduğu b elirtilir; D in, aynı zamanda insanın uğruna mücadele etmesi gereken ideal lerin kaynağıdır. T an n , olması gereken insandır ve bu neden le, T ann tasavvuru insanın olabileceğ i şeyin umudunu sunar. M arx, bu anlayışı diyalektik bir görüşle birleştirir: Tarihsel bir perspektifin m erkezini oluşturması gereken şey, bu fikirlerin 13
The G em ıan Ideology, s. 50.
14
T he G erm an Id eolog y , s. 5 1 , 62. M arx’in bu konudaki görüşünü kavrayama m ak sosyolojideki yeni “bütünlük" ve “zorlayıcılık" tartışmasıyla büyük ölçü de karıştırılan bir unsurdur. Bkz. Giddetıs, “‘Power’ in the recent writings of Talcott Parsons", S ociolog y , c. 2 ,1 9 6 8 , s. 2 6 8 -2 7 0 .
325
“dünyadaki insanların” toplum sal organizasyonuyla karşılık lı etkileşimidir. Bu karşılıklı etkileşim som ut toplum biçim le ri ampirik olarak araştırılarak anlaşılmalıdır, ancak bu ilişkiyi “tarihsel süreçten soyutlayarak”15 kavrayamayız. Bu yüzden, sı nıfsal yapı ve ideoloji arasındaki ilişkinin özel karakteri tarihsel olarak değişkendir. Feodalizm in bütün kişiselleşm iş bağların dan kurtulmuş kapitalizm, onların yerine piyasanın kişisel ol mayan işlem lerini geçirir ve kapitalizm, bilim i rasyonel tekno lojiler geliştirmek için kullanarak geleneksel düzenin ideolojik süslerini yırtıp atar. Öyle ki,, dinsel inançların kapitalist düze nin kaynakları üzerindeki etkisi unutulm a eğilimindedir: Z enginliği artırm aya ve b arışçı rek abetçi m ü cad eleye tam a men boğulduğunda, [burjuva toplum u] artık Rom a gü nlerin den hayaletlerin kendi beşiğinin başında beklediklerini kavrayamaz. A ncak b u ıju v a toplum u, kahram anca olm asa da, kah ram anlığa, ken d in i adam aya, terö re, iç savaşa ve insanların savaşlanna v arlık k azan d m r... Benzer şekilde, gelişm enin bir başka evresinde, yaklaşık yüzyıl kadar ö n ce C rom w ell ve İn giliz halkı konuşm aları, tutkuları ve kendi b u ıju y a devrim lerinin illüzyonlarını Eski A hit'ten alm ıştır. G erçek am aca ula şıldığında İngiliz to p lu m u n u n burjuva d önüşüm ü sağlandı ğında, H abakuk’u n * yerini L ocke alm ıştır.16
Bu düşünceler gerçekte Schum peter’in tezinde önem li bir gerçek payı olduğunu açıkça gösterir: “M ax W eber’in (kendi din sosyolojisinde) verdiği olgu örnekleri ve argüm anlarının tümü M arx’in sistem iyle m ükem m el uyum içindedir.’’17 Başka deyişle buradan, özne ve nesne arasında aktif karşılıklı etki leşim olarak diyalektik bir anlayış çerçevesinde, ideoloji veya
15
W ritings o f the Young M arx on P hilosophy a n d Society, s. 40.
( * ) Habakuk: Eski Alıittc adı geçen ikinci derecedeki peygamberlerden sekizinrisi - ç.n. 16
K arl Marx- S elected W orks, с. 1, s. 2 4 8 .
17 Jo se p h A. Sch u m p eter, C a p ita lism , Socialism a n d D em o cra cy (N ew York. 1 9 6 2 ), s. 11. [Kapitalizm, S osy alizm v e D em okrasi, çev. Tunay Akoglu-Rasim Tınaz, Varlık Yayınlan, 1966.1
326
“bilincin”, birey dünyayı etkilerken dünyanın da onu etkile diği zorunlu bir anlam lar seti yarattığı sonucu çıkar. G erçek lik sadece insana “dışsal”, onun bilincini biçim lendiren bir şey değildir. Aynı zamanda, bilincin ak tif olarak uygulanması ve mevcut düzenin değiştirilm esiyle insani hedeflere uyum sağ lar. Bu yaklaşım da, ideoloji maddi gerçeklikten “elde edilebi lecek bir etkiden” kesinlikle farklıdır. Ö te yandan W eb er’in, M arx’in düşüncesini benim sediği kısım onun 19. yüzyıl sonu toplum sal d ü şü n cesiy le ilişk ili k arak teristik “y oru m u d u r”. Engels’in sonraki yazılan M arx’la ilgili bu köklü dönüşüm için meşru b ir tem el sunmada kesinlikle önem li bir rol oynam ıştır. Ancak önceki bölüm de gösterildiği gibi, böyle bir “yorum un” kaynağında aynca onu n doğduğu ülkenin önde gelen Avrupa lI
M arksist partisinin konum uyla ilişkili pratik zorunluluklar
yatar. Anti-D ühring'de yapıldığı gibi, diyalektiğin doğada mev cut olduğu varsayıldığında, açıkça toplum sal değişm enin ak tif kaynağı olarak fikirlerin rolünü tarih sahnesinden uzaklaştı ran felsefi m ateryalizm in yolu açılır: id eoloji “etki” ve maddi koşullar “nedendir”. Bu yorum , M arx’in m esleki kariyerinin henüz başlarında fark ettiği, felsefi materyalizm le ilgili karak teristik problem e yol açar: İd eoloji “maddi k oşu lların ” basit bir yansım asından ibaretse, toplumsal gerçekliğin yaratıcıları olarak insanların ak tif rolüne kesinlikle yer y oktu r.18 W eber’in din üzerine yazılarında, sosyolojik analiz için pra tik b ir hareket noktası olarak “yansım acı m ateryalist” yakla şım parlak bir biçim de çürütülür. A ncak M arx’la ilişk i için de değerlendirildiğinde, W eber’in yazılarının bu konuda ne redeyse tüm tartışm aları yönlendirdiği söylenebilir. W eb er, M a rksisılerin tarih sel m ateryalizm adına tarihe dayatm aya çalıştık tan felsefi m ateryalist deli göm leğini giym eyi redde der. Bu bakım dan, W eber’in din sosyolojisiyle ilgili öznel ide alist yazılan M arx’i m üritleri karşısında kısm en tem ize çıka18 W ritings o j th e Young M arx on P h ilosop h y a n d Society, s. 4 0 1 . Bu noktanın önem i N orm an Bim baum ’da sunulan farklı m ükem m el b ir tartışmada tama m en ortaya konulm az: “C onflicting interpretations o f the rise o f capitalism : M arx and W eb er”. B ritish Jo u r n a l o f S ociolog y , c. 4 (1 9 5 3 ) s. 1 2 5 -141.
327
пг. W eber, “‘gerçek’ içeriğini açıklam ak için id eoloji rasyo nel olarak d önüştürülebilir” iddiasını M arx’in öncülü olarak alır. Fakat aslında M arx’in G enç Hegelciler’den koparken red dettiği kesinlikle bu anlayıştır. Bu yüzden, W eber’in fikir sis tem leri ve toplum sal düzen arasındaki ilişkileri analiz eder ken “seçici yakınlık’’19 kavramım kullanması Marx’in ideolo ji anlayışına tamamen uyumludur. W eber, bu kavramı birey lerin izlem eyi “seçtik leri” inançların sem bolik içeriği ile bu inançlara bağlılığın toplumsal eylem açısından sonuçları ara sındaki bağlantıların olum sal doğasını gösterm ek için kulla nır. Veya aksine, belirli bir 'sosyal sın ıf veya statü grubunun hayat tarzı, ilgili inançların doğasını “belirlem eden” de belirli dinsel ahlâk türlerini kabul etmeye bir yakınlık yaratabilir. Ni tekim hayatları ekonom ik girişim içinde pratik hesaplar yap mayı gerektiren kentli zanaatkarlar ve tüccarlar (eğilim li ay dınlar tabakasından etkilenen dinlerde yüce değer olarak or taya çıkan Tanrı inancından veya Tanrı’ya içsel ve fikrî tesli miyetten ziyade), “aktif çileciliğe, Tanrının ‘aracı’ olma duygu sundan beslenen Tann-iradeli ey lem e ‘yakınlık’” duyabilirler.20 Yine de, “aktif çilecilik ” kentli tabakalarla sınırlı olmadığı gibi tüm kentli grupların da kesinlikle bu dinsel ahlâk tipine bağlı olduğu söylenemez. M arx’in kendi kon u m unu ifade ed erken kullandığı kav ramlar gerçekte W eber’in çoğu kez benim sediği term in oloji ye benzerlik içindedir. N itekim M arx’a göre “Fikirler gerçek te h içb ir şey taşım azlar. Fikirlerin bir şeyler taşıması için be lirli pratik bir güce sahip insanlara gerek vardır.”21 W eber, her zaman, bir ideolojinin içeriği ile onun “taşıyıcısı” olan grubun toplumsal konum u arasındaki ilişkinin olumsal doğasını vur gular. Ancak W eber, M arx gibi, fikirlerin doğrudan maddi çı karların ifadesi olduğu örnekler de verir. Hem M arx hem de W eber için dinsel sistem ler insanın biyolojik oluşum unda “ve rili” olmayan, aksine tarihsel sürecin ürünleri olan insani de19
Krş. örneğin, T he Protestant Ethic and the S pirit o f C apitalism , s. 9 0 -9 2 .
20
From Max Weber: Essays in S ociolog y , s. 285.
21
T he Holy Fam ily, o r C ritique o f C ritical C ritique (Ing. baskı), s. 160.
328
gerler evrenini ifadeleridir. İkisi de istikrarlı dinsel düzenle rin karakteristik olarak egem enlik ilişkilerini m eşrulaştırdık larını ve modern çağdan önce, radikal toplum sal değişmelerin sağlanmasında rol oynayan “ayaklanm aların” bir dinsel sem bolizm çerçevesinde gerçekleştiğini kabul eder. A ynca Marx, “pre-kapiıalist toplum larda din, onu kabul edenlere, varolu şu anlaşılabilir kılan bir kozm oloji sağlar” gerçeğini tartışmaz. Bu yorum lar karşılaştırm alı olarak analiz edildiğinde, W eber'in din sosyolojisinde, ideolojinin toplumsal değişme üze rin d e “b ağ ım sız” b ir etk iy e sahip o ld u ğu n u n g ö ste rilm e siyle M arx’in tarihsel m ateryalizm inin “çü rü tü ld ü ğ ü ” şe k lin d eki standart görüşün yanıltıcı olduğu açık ça ortadadır. Schum peıer’in yargısı bu açıdan isabetlidir. W eber’in -p o le m ik olarak y azd ığı- felsefi materyalizm eleştirisini m üm kün kılan tem el unsurların M arx ve W eber arasındaki farklılıkları gölgelem em esine izin verilmemelidir. Zira W eber’in öncülle rine göre, M arx’in inşa etmeye çalıştığı türden bir rasyonel ta rihsel gelişme şem ası h içbir sorun yaratmaz. Bu anlam da, top lum ve tarih araştırm alarından nesnel olarak doğrulanabilir norm lar türetm e ihtim alini reddetmesi bakım ından, W eber’in görüşüyle varolu şçu lu k arasındaki benzerliği vurgulayanlar yeterince haklıdır. Bireyin ahlâkî inancı, en azından nihai de ğerlerin kabulü bakım ınd an, bilim le g eçerli kılınam az. Öte yandan, tarihe keşfedilebilir bir rasyonalite atfetm ek M arx’in düşüncesinin temel bir unsurudur. M arx şöyle yazar: “Diya lektik yöntem im sadece Hegel’inkinden farklı olm akla kalma yıp, doğrudan onun karşıtıdır.”22 Bu vurgu, M arx’in Hegelci ideolojiyi basitçe Hegel’in yazılarında karşılaşılanın “tersi” b i çim de alıkoym asını gerektirm ez. G erçekte M arx, bazı çekince lerle, bu tür bir bakış açısını reddeder. Bu bakış açısı, M arx’a göre, daha sonraki tarihi “daha önceki tarihin ereği” olarak alan “spekülatif bir çarpıtm adır”: “Daha önceki tarihin ’yazgı sı’, ‘hedefi’, ‘tohum u’ veya ‘ideası’ sözleriyle anlatılan şey aslın da daha sonraki tarihten yararlanılarak oluşturulm uş bir so-
22
Karl Marx: S clected Warfes, c. 1, s. 4 5 6 .
329
yınlamadan ibarettir.”23 Bununla beraber, W eber, M arx’m ya zıların ın -te r im , gelişm en in tarih sel sü reci am pirik olarak araştırdığımızda ortaya çıkartılabilecek bir “m antığı” olduğu nu iddia eden teorik bir konum u anlattığı takd ird e- bir tarih felsefesi oluşturduğunu söylerken tamamen haklıdır. Daha am pirik düzeyde bu farklılıklar, W eber’in yazıların da “karizma” ve M arx’m yazılarında “s ın ıf’ kavtamının rolüne göre farklı biçim lerde ifade edilir. M arx’a göre, sınıfsal ilişkiler bir toplumda genel kabul gören ideolojilerin ana eksenidir. Bu yüzden, ideoloji büyük ölçüde "aldatıcıdır”: Ancak bu aldatıcı lığın kaynağı, fikir sistem lerinin içeriğinin maddi hayatın basit bir yansıması olması ve bu nedenle öznenin etkinliğiyle ilişki siz olm ası değil, aksine genel veya evrensel geçerliliğe sahip ol duğu düşünülen fikirlerin gerçekte özel sınıfsal çıkarların ifa deleri olm alarıdır.24 Fakat W eber’e göre, ideoloji bu anlamda aldancı bir şey olarak değerlendirilemez. Zira böyle bir değer lendirme, m antıken, ahlâk! açıdan bir başkasından üstün o l duğu söylenemeyecek bir deger-konum unu önceden benim se meyi gerektirir. W eber’in kullandığı karizma kavramı bunun la yakından ilişkilidir. O na göre, karizm atik yenilik, mevcut toplumsal düzenle ilişki içinde “irrasyoneldir”, çünkü kariz ma en saf biçim inde sadece liderin olağandışı niteliklerine bağ lıdır. Bu yüzden, karizmatik bir organizasyonun varlığının hiz met edebileceği temel çıkarlar dikkate alınmazsa, meşruiyetin karizmatik otoriteyle ilişkisinin aynı olduğu görülür: Kesinlik le en cöm ertçe iyilik kadar en acımasız terörizm de “karizma tik” olabilir. Bu, W eber’in düşüncesinin ana ağırlık m erkezi dir ve onun v erilehen de Soziologie'si ile yeni-Kantçı m etodolo jik konumu arasındaki kesin m antıksal bağlantı noktasıdır. Bu yolla W eber “anlam kom plekslerini” anlamanın, sadece kabul gören kültürel inançlara uygun toplumsal eylemi yorumlamak için değil, rutinden devrimci ayrılmaları açıklam ak için de ge rekli olduğunu kanıtlamaya çalışır. Bu yenilikçi eylem lidere karizmatik bağlılığın irrasyonelliğine dayandığı için buradan, 23
The German ldcology, s. 60.
24
T he G erm an Ideology, s. 52.
330
yaratılan yeni normları onlara eşlik eden toplumsal veya eko nom ik değişimlere bakarak anlayamayacağımız sonucu çıkar.25 Bu görüş ampirik düzeyde, W ebertn bir soyut ilke olarak faz laca vurguladığı “değer yargılan olgusal bilgilerden mantıksal olarak elde edilem ez” düşüncesinin doğal bir sonucudur. Nite kim W eber, M arx gibi, fikirlerle gruplann özel çıkarlan arasın daki bağlantılann önem ini kabul etmesine rağmen, sınıfsal çı karlar ve ideolojiler arasında kurulan n orm atif asimetriyi kabul etmez. W eber için belirli bir idealler bütününe bağlılık, ister dinsel, siyasal, ekonom ik isterse başka türden olsun, sadece bu ideallerin içeriğine göre tanım lanabilecek özel çıkarlar üretir. Öte yandan, M arx’in şem asında tarihe rasyonalite yüklem ek m ümkündür. Zira onun “özel” (sınıfsal) çıkarlar ve “genel top lumsal” çıkarlar dikotom isinde, feodalizmden kapitalizm e ve oradan sosyalizme geçiş sonuncular lehine, ilerlem eci biçim de çözülür.26 Ampirik düzeyde bu farklılık M arx’in sınıfsal iliş kilerin siyasal gücün kaynağım oluşturduğu kabulünde açık tır. E konom ik ve siyasal gücün iç içeliği M arx’m yazılarındaki temel bir teoremdir. W eber’e göre ise aksine, hem siyasal hem de askerî güç tarihsel bakımdan ekonom ik güç kadar önem li dir ve ekonom ik güçlerin zorunlu sonucu değildir.
Laikleşme ve modern kapitalist değerler sistemi Bu noktada “laikleşm e” sorununa dönm ek isabetli olacaktır. Kuşkusuz böyle bir terim M arx ve W eber’in kapitalizmin ge lişimiyle dinsel inançlarda yaşanan zayıflamaya yüklediği pek çok sonucu yeterince açıklayamaz. W eber için, dünyanın gide rek artan “büyü bozum u” bizzat dinsel kerametin yol açtığı ras yonelleşme sayesinde ilerleyen bir süreçtir. Büyüsel ritüellerin
25
N ietzsche'nin W eber üzerindeki etkisi çok büyük olsa bile, W eber’in, Nietzsch cci indirgem eci b ir din teorisi olarak “kölenin isyanı" düşüncesine karşı çıktığını kabul etm ek önem lidir. Ancak W eb erin N ietzsche’ye verdiği öne min kan ılı, ölüm ünden hem en önceki ifadesiyle, “M arx ve Nietzsche m odem düşünce dünyasının en önem li iki figürüdür" sözüdür.
26
G rundrisse, s. 4 3 8 -3 9 .
331
ayıklanması, kapitalist sınaî üretim in gelişimiyle ilişkisini gi derek yitiren Kalvinizmin ortaya çıkışıyla tamamlanır. M arx’in, W eber’in Protestan ahlâkı ve modern kapitalist girişimci “ruh” arasındaki yakınlıkla ilgili açıklam asının özel ayrıntılarına ne kadar katılacağı kuşkuludur. Ancak M arx, bu bağlantının ta rihsel önemini kabul eder ve m odem kapitalizmin “çileci rasyonalitesini” kuvvetle vurgular. Marx'a göre, bu bağlantı insan ilişkilerinde ve bizzat bir amaç olarak parasal kazanç arayışın da yeterince açıkur. Para, kapitalizmde insanın yabancılaşması nın somut bir örneğidir çünkü tüm insani nitelikleri nicel deği şim değerlerine indirger. Bu yüzden, kapitalizm geleneksel kül türlerin kendilerine has özelliklerini yıkan ve kendi “para ahlâ kım ” yaraLan “evrenselleştirici” bir karaktere sahiptir: “Serma ye ulusal sınırların ve önyargıların ötesine engellenemez bir bi çimde yayılır... geleneksel hayat ve yeniden üretim tarzının dar sınırları içindeki ve onlara dayalı kibiri yıkar.”27 Kapitalizm , kapitalistlerin eylem lerinin özveriye ve kazançları sürekli ye niden yatırıma dönüştürm eye dayanması bakımından “çileri dir”. Bu zihniyet, M arx’a göre, ekonomi politik teoride yeterin ce açıktır: “Ekonom i politik, refahın bilim i, tam da bü nedenle aynı zamanda feragatin, m ahm m iyetin ve tasarrufun da bilim i dir... O nun gerçek amacı çileci ama cim ri tefeci, çileci ama üret ken köledir.”28 Bizzat bir amaç olarak zenginliğe, genel ahlâkî bir değerler sistemi olarak sadece m odem kapitalizmde rastla nır. Marx bu konuda W eber kadar açık konuşur: Zenginlik hırsı aslında özel bir gelişm edir; başka deyişle elbi seler. silahlar, mücevher, kadınlar, şarap gibi öze! mallara du yulan içgüdüsel arzudan başka bir şeydir... Servet d üşkünlü ğü para olm adan da var olabilir ancak zengin olm a arzusu be lirli bir tarihsel gelişm enin ürünüdür; doğal değil tarihseldir.29 27
G rundrisse, s. 3 1 3 . M arx burada daha sonra W eber’in rahipliklerin “rasyonel leşen" etkinlikleriyle ilgili araştırm alarında ayn n u lı olarak ele alacağı b ir nok tayı vurgular.
28
Karl Marx, E arly Writings, s. 171.
29
G ru ndrisse, s. 1 3 3 -1 3 4 . M arx’in buradaki konum u Sim m el'in sonra fon n üle ettiği görüşe yakın düşer: Georg Sim m el, P hilosophie des G eldes, (Leipzig,
332
Marx ve W eber, gelişm iş kapitalizm i, dinin yerini teknik rasyonalitentn hüküm sürdüğü bir toplum sal düzenin aldığı bir dünya olarak görür. M arx, kapitalizmin laikleştirici etkile rini sıkça vurgular ( “O, dinsel ateşin, kahram anca coşkunun, ham duygusallığın en ilahi vecdlerinin bencil hesapçılıgın buz gibi suyunda boğulm asıdır”). Bu nedenle burjuva toplum te orisi, ekonom i politik kapitalist gelişm enin bilim sel bir açık laması ve kapitalizm eleştirisinin temeli olarak hizm et edebi lir; burjuva toplum unda “kutsal olan her şey sıradanlaşır ve insan, en sonunda, kendi gerçek hayaL koşullarıyla ilgili çıplak duygularla ve kendi türüyle ilişkileriyle yüzleşmeye itilir.”30 M arx’in anlayışında, dinin zayıflaması geleneksel düzende “aldatıcı” olarak kalan inançların gerçek anlamda uygulanm a sını m üm kün kılar. Yani m istik bir m ükem m el cennet haya tının yerine dünya üzerindeki bütün insanların ihtiyaçlarının karşılandığı bir hayal im kânı geçirilir. Ancak bu imkân kapi talizmde gerçekleşem ez. Kapitalist düzen insanlann yabancı laşm asını gizem lileştirm eye ve yoğunlaştırm aya hizm et eder, ancak bunu yaparken de Hıristiyanlıkta dinsel bir tarzda ifade edilen değerlerin gerçekliğe dönüştürülebileceği yeni bir top luma ulaşmayı sağlayacak koşulları yaratır. “İnsanların ald aUcı mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırılması onların g e r çek m utluluğunun bir gereğidir.”31 Bu, M arx’a göre, ahlâkî de ğerlerin “ortadan k alkm asını” değil, daha ziyade, ilk olarak özel sınıfsal çıkartan m eşm laştıran ve ikinci olarak da rasyo nel terim ler içinde ifade edilmeyen değerlerin kökünün kazın masını gerektirir ( “id eoloji” bu iki karakteristiğe de sahiptir). Çoğu kez, M arx'in “üst kom ünizm evresi” üzerine yazılarında ilan ettiği geleceğin toplumu fikrinin bir başka faydacılık biçi mi olduğu söylenir, ancak bu gerçekte sadece felsefi materya lizme dayalı bir teoride mümkündür. Fakat M arx’in özne-nes1900 ). W eber, Sim m el’in kitabından şöyle söz eder: “Para ekonom isi ve kapi talizm, onun som ut analizinin zararına olacak biçim de, yakından özdeşleştiri lir", T he Protestant E th ic an d the Spirit o f C apitalism , s. 185. 30
T he C om m unist M anifesto, s. 136.
31
Karl Marx, Early Writings, s. 44.
333
ne diyalektiğine dayalı bilinç anlayışına böyle bir eleştiri ge tirilem ez. Bir başka deyişle, kom ünizm kesinlikle - h e r biri kendi bencil çıkarlarına göre hareket e d e n - bir bireyler top lamı temelinde tanımlanamayan kendi içkin ahlâkını yaratır. Dinin toplumsal hayat üzerindeki gücünün zayıflaması ko nusunda Marx ve W eber arasındaki uyuşmazlığın temel kayna ğı genellikle aranan yerde - “ideallerin” ortadan kalkışında- bu lunmaz. Aslında kapitalizmin yol açtığı karakteristik hayat tarzı na yönelik eleştirel değerlendirmeler ikisinin yazılarında büyük benzerlikler gösterir; ikisi de teknolojik rasyonalitenin hâkimi yetini vurgular. Ancak W eber için “laik” bir toplum düzeninin teknik zorunlulukları ister istemez bu toplumun gelişiminin yol açtığı bazı egemen değerlerin yıkılması veya reddedilmesini ge rektirir: Başka hiçbir açık ihtimal yoktur. Öte yandan M arx’a göre, modem kapitalizmin yabancılaştıncı özelliklerinin kayna ğı onun sınıfsal karakteridir ve toplumun devrimci yemden ya pılanmasıyla ortadan kalkacaktır. W eber’in bürokratik rutinin etkileriyle ilgili betimlemeleri Marx’m kapitalizmde yabancılaş m anın sonuçlan açıklamasıyla neredeyse aynıdır: Tam am en gelişm iş b ü ro k rasi, en kesin anlam ında, ö n y a rg ı sız d a v ra n m a ilkesi altında işler. Bürokrasi, kapitalizm tara fından olum lu karşılanan özel karakteri geliştikçe “insanilik ten tam am en uzaklaşır" ve sevgi ve öfkenin yanı sıra rasyonel hesaplılıga ters düşen salt kişisel, irrasyonel ve duygusal tüm unsurlar resm î işten zam anla tam am en ayıklanır.32
W eber böylece kapitalizmde tem el bir irrasyonalite algılar. Form el rasyonalitesi büyük ölçekli idari görevlerin yerine ge tirilmesini sağlayan bürokrasi, öte yandan Batı uygarlığının bi reysellik ve kendiliğindenliğe bağlı özel değerlerine ters düşer. Ancak bunu aşmanın hiçbir rasyonel yolu yoktur: “M ekanik bir taşlaşm anın” karakterize etliği bir toplumda yaşamak “m o dem çağın kaderidir”. Sadece yeni tanrıların karizm atik canla nışı anlaşılabilir b ir alternatif sunabilir.33 32
Econom y an d S ocicty, c. 3 , s. 9 7 5 ; (Alm. baskı), c. 2, s. 571.
33
T h e Protestant E thic a n d ıh e S p iril o f C apitalism , s. 182.
334
Yine de d ü rü stlü k bizi, gü nü m ü zde yen i p eygam berler ve ku rtarıcılar bekleyen çoğu kişi için d urum un, Isaiah’m * ke h an etlerin in de y er aldığı sürgün d önem ind e güzel E d om lu * b e k ç in in şark ısın d a y an kılan an d u ru m la aynı old u ğu nu açıklam aya iter: "Biri Seir'den bana sesleniyor. Bekçi 'G e ceden ne var?' dedi. B ekçi dedi ki, sabah geliyor ve gece de: Eğer araştıracaksanız araştırın: Yoksa bırakıp geri d önün." Bu sözün söylendiği insanlar araştırdılar ve iki bin yıldan fazla bekled iler...34
Bu yüzden, M arx ve W eber arasındaki en köklü farklılık, M arx’m özel bir sınıflı toplum biçim i olarak kapitalizme yük lediği yabancılaştırıcı karakteristiklerin m od em - “kapitalist” veya “sosyalist”- toplum biçim inin zorunlu b ir unsuru olan bü rokratik rasyonaliteden ne kadar kaynaklandığıyla ilgili dir.35 Bu konu bir sonraki bölümde ayrıntılı olarak ele alına caktır.
Marx ve Durkheim: Din ve modern bireycilik Durkheim ’m din sosyolojisindeki ilgileri bazı özel noktalarda W eber’inkilerden farklıdır. Genel bir din “teorisi” geliştirm e girişimi W eber’in yazılarının temel çizgisine yabancıdır. Yine de, D urkheim ’ın D insel H ayatın İlk sel Biçim ieri’ndeki temel ilgi odağı kolayca yanlış yorumlanabilir. Bu çalışmada gelişti rilen din anlayışının D urkheim ’ın m odem toplum lann yapısı hakkındaki düşünceleri açısından büyük önem e sahip olduğu çoğu kez kabul edilir ve gerçekten de öyledir. A ncak D urkheim ’la ilgili yorumlarda çoğu kez şu çıkarım yapılmaz: T oplum d a İşbölüm ü’n d e analiz edilen evrimci boyut, ilkel toplum larda dinin işlevleri betim lenm esine ve bu betim lem enin çağdaş ( * ) lsaiah: M.Û. 8. yüzyılda Yahuda’ya hizmet eden ve ulusal yaşamdaki bozulma ya karşı çıkan en önem li ibranı peygamberi; Isaiah'ın kehanetlerini içeren kitap. Edomite: Edom diye de bilinen Ays’m (Esav) torunlarına verilen ad - ç. n. 34
From M ax W eber: E ssays in S ociology, s. 156.
35
Krş. Jü rg en Kocka, “Karl M arx und M ax W eber. Ein m ethodologischer Verg leich", Z eitschrift fü r d ie G esam te Staatw issenschaft, c. 1 2 2 , 1966, s. 327.
335
toplumsal düzen açısından önem iyle ilgili açıklamalara dahil edilm elidir. D urkheim ’ın tem el vurgularından biri, m odern toplum larda “kutsal” inançların karakterinin geleneksel toplumlardaki tipik kutsal inançlardan belirgin bir fa r k lılık sergi lediğidir. Dinse! H ayatın ilksel Biçimleri’nin ana temalarından biri, geleneksel toplum larda dayanışmanın ana temeli olarak dinin işlevsel önem inin belirlenm esidir. Durkheim kaynaklı olduğu iddia edilen antropolojik ve sosyolojik araştırm aların büyük çoğunluğu bu konuya odaklanm ıştır. Ancak Durkheim’ın çalışmasında aynı ölçüde önem li olan ve genelde onun bilgi sosyolojisi olarak sunulan çalışmada fikirlerin toplumsal yapı türleriyle “statik ” bir biçim de ilişkilendirilm ediği ikinci bir m otif daha vardır. Başka deyişle, özellikle periyodik ayin lerin yarattığı k olek tif coşkuda tezahür elliği biçim iyle top lum, yeni inançlar ve tem sillerin kaynağıdır. Dinsel ayin sade ce mevcut inançları pekiştirm ez; yaratma ve yeniden-yaratm a durum udur.36 “Böylece, bu yoğunlaşma yeni hayatın uyandır dığı ideal fikirler topluluğu içinde şekillenen b ir ahlâk! haya lın yükselişine yol açar; onlar bizim gündelik varoluşumuzla ilgili görevlerimize eklenen bu yeni fiziksel güçler topluluğu na tekabül ederler.”37 Bu anlayış ile T oplum da işb ö lü m ü n d e geliştirilen görünüş te “m ekanik” toplumsal değişme teorisi arasında hiçbir zorun lu çelişki yoktur. Bu çalışmada Durkheim nüfus artışını işbö lümünde genişlemeye yol açan temel faktör olarak alır. Ancak bu etki sadece bir ara değişken aracılığıyla üretilir: Toplumsal ve ahlâkî bir olgu olan “dinam ik yoğunluk”. Burada işlerlik teki sürecin alılfk î karakteri D urkheim ’ın “ahlâkî yoğunluk” ve “dinam ik yoğunluk” kavramlarını aynı anlamda kullanm a sıyla vurgulanır. Parçalı toplumsal yapının yıkılması “toplum sal kitlenin şimdiye kadar birbiri üzerinde hiçbir etkiye sahip 56
The E lem entary Forms o f the R eligious Life, s. 4 6 4 .
37
The Elementary Forms o f (he Religious Life, s. 4 7 6 , (F r. b askı), s. 6 0 3 . Bu yüz den, sorunu “N için ö n celik le toplum a tapınm a tanrılara tapınm adan daha kolay açıklanabilir?” biçim inde orıaya koym ak büyük bir yanlış anlamadır. W . G. Runcim an, “T he sociological explanation of 'religious’ beliefs". Archi ves europeen nes d c soeio lo g ie, c. 10. 1969, s. 188.
336
olm ayan parçalan arasındaki bir hareketler alışverişiyle” iliş kilidir ve
bu ahlâkî birleşim etkisini sadece bireyler ara
sındaki gerçek mesafe bir şekilde azaldığında üretebilir... di ğerini belirleyen şeyi bulmaya çalışm ak nafiledir; o n lan n bir birinden aynlam ayacagm ı söylem ek yeterlidir.”38 lşbölüm ûndeki farklılaşmaya yol açan değişimler toplumsal ve ahlâkîdir ve birbirine bağım lıdır; ahlâkî bireycilik, yani “birey kü ltü ” kom pleks işbölüm ünün ortaya çıkışının norm atif tam amlayı cısıdır: “Bireyler birbirlerinden giderek daha fazla farklılaşır ken ve bireyin değeri artarken, bu gelişmeye tekabül eden kült dinsel hayatın bütünlüğü içinde nispeten büyük bir kaplam a ya başlar...”39 D urkheim , toplum sal düzen ve fikir sistem leri arasındaki bağlantının göreliliğini vurgularken konum unu M arx’ınkinden ayırmaya çalışır: D olayısıyla, bu din teorisini tarihsel m ateryalizm in b asil bir yen id en can lan ışı o larak gö rm ek ten k açın m ak g erek ir: Bu, d ü şü n celerim izin y an lış an laşılm ası o la ca k tır. D in in ö zü n de toplum sal olduğunu gösterirken, kesinlik le dini - b i r başka dile d ö n ü ştü re rek - toplum un maddi biçim leriyle ve onu n do laysız hayali ihtiyaçlarıyla sınırlam ak istem edik.40
Bunun tarihsel içerim leri açıktır: Durkheim , fikirler ve onla nn toplumsal “tem elleri” arasında tek yönlü bir ilişkiyi vurgu layan bir bilgi teorisinden uzak durur. Bu tutum, D urkheim ’ın tezinin gerçekte Manc’ın yazılannda geliştirilenden n e kadar farklı olduğu dikkate alındığında daha kolay gözlenir. Bu yüz den, Dinsel H ayatın İlksel Biçim leri açıkçası dinin en basit mev cut biçim iyle ilgilidir: Bu çalışmada ortaya konulan bilgi teorisi daha farklılaşmış bütün toplum tiplerine uygulanamaz. En basit toplumsal tipleri daha kom pleks olanlara bağlayan tem el teo rik bağlantının D urkheim ’ın kariyerinin başlannda ifade etti ği ilkenin teorik bir açıklamasını oluşturduğu söylenebilir: Ge38
T h e Division o f L a b o u r in Socicty, s. 2 5 7 ; (F r. baskı), s. 2 3 7 -2 3 8 .
39
T he E lcm eıu ary F orm s o f the R eligious Life, s. 4 7 2 .
40
T he Elem entary F orm s o f the R eligious Life, s. 4 7 1 ; (Fr. baskı), s. 605.
337
leneksel ve m odem toplum lar arasında çok kapsamlı farklılık lar olsa bile, yine de m ekanik ve organik dayanışmalı toplum lar arasında belirli bir ahlâkî süreklilik vardır.41 D u rk h eim 'm D insel H a y atın ilk s e l Biçim leri’n d ek i tezine göre, totem izm deki düşünce kategorileri “toplum sal olguların tem silleridir: “Z am an", “m ekân" vb. kavramların kaynağı da “toplum sal uzay”, “toplum sal zam an” vb.’dir. Bu görüş, Durkheim ’ın ifadesiyle, dinsel inançların içeriğinin “sadece alda tıcı olamayacağı”42 genel öncülüne dayanır. D urkheim , temel dinsel inanç biçim lerin in doğal olguların tem silleri oldukla rı veya insan zihnindeki doğuştan “verili” kategorilere dayan dıkları görüşünü reddettiği için, onların sadece başka bir ger çekliğe, bizzat toplum olan olgusal bir düzene dayandıkları doğru olsa gerektir. D urkheim ’m “doğa” ve “toplum ” ayrım ı na ısrarlı vurgusunun sonucu, bunların kesinlikle bir tür kar şıtlık içinde resm edilm esidir. Bu, Durkheim ve M arx arasın daki temel bir vurgu farkının nedenidir. Marx’m görüşü, basit toplumlarda toplum sal gerçeklik ve fikirler arasında nispeten doğrudan bir bağlantının varlığını kabul etm esi bakım ından, Durkheim ’m kinden farklıdır. Bu toplumlarda, “bilin ç... sade ce y a k m duyusal ortam la ilgili bilinç ve -b irey sel bilinci geliş mekte o la n - bireyin dışındaki diğer kişiler ve şeylerle sınırlı ilişkinin bilincid ir.”43 Ancak Marx için, bu bilincin temelinde kaçınılm az olarak üretimde insan ve doğa arasındaki karşılıklı etkileşim yatar. İlkel insan doğaya neredeyse tamamen yaban cılaşm ıştır; neticede onun, doğa dünyasına hâkim olmaya yö nelik nispeten zayıf çabaları kendi kontrolü dışındaki kozmik güçler karşısındaki yetersizliğiyle gölgelenir. Doğa “insanla rın ilişkilerinin salt hayvansal olduğu ve insanların karşısında hayvanlar gibi korkak ve hareketsiz kaldıkları, her şeye kadir ve doğruluğundan şü phe edilem ez [bir] güç olarak ortaya çıkar; bu yüzden o doğaya ilişkin salt hayvanî b ilinçtir (doğal d in ).” Bununla beraber, M arx “doğal din”i “insan” ve “doğa” 41
Tönnies Eleştirisi, s. 4 2 1 .
42
The E lem enıary Form s o f the Religious Life, s. 464.
43
The G erm an Itleology, s. 42.
338
arasındaki dolaysız karşılaşm anın sonucu olarak alm az; “bu doğal d in... toplum un biçim i tarafından ve toplum un biçim i de bu din tarafından belirlenir.”44 M arx, tıpkı D urkheim gibi, nüfus yoğunluğundaki artışı bu “koyun benzeri veya kabile bilinci” durum unun ötesine geç mek için “tem el önem de” bir faktör olarak görür.45 Nüfus y o ğunluğunda artış -ö n c e d e n gösterildiği gibi, M arx’a göre sınıf lı bir toplum un varlığını m eşrulaştırm a işlevine sahip bir fi kirler sistem inin oluşum unun tem el önkoşulu o la n - işbölü münde gelişmeye yol açar. Bununla beraber, D urkheim ’ın ana lizinde ekonom i ve toplum arasındaki karşılıklı ilişkiye yete rince yer verilmez; o, k olek tif ayinler sırasında dinsel inanç ların oluşum unun özellikle toplum sal k arakterini vurgular. D urkheim , ekonom ik faaliyetlerin basit toplum lann fikir sis temleri üzerindeki m uhtem el etkisini kabul eder, ancak aslın da ekonom ik ilişkilerin dinsel anlayışlara tâbi olm asının daha m uhtem el olduğunu öne sürer.46 Bu vurgu ayrıca daha kom p leks toplum lann m orfolojisi tasvir edilirken kullanılır. Durkheim ’ın m orfolojik şem asında, temel düzenleyici ilke yapısal farklılaşma derecesidir. Neticede ekonom ik sınıfların varlığına hiçbir özel önem atfedilmez: D urkheim için , farklılaşm ış bir işbölüm ü ne sahip toplum lann tem el yapısal eksenini kesin likle sınıfsal ilişkiler oluşturmaz. D urkheim ’ın toplum lar tipolojisinde siyasal güç dağılım ı bile temel m orfolojik farklılaşma kriteri karşısında ikincil önemde görülür. Böylece, D urkheim ve M arx arasındaki farklılıklar, fikirlerin toplum sal “altyapılanndan bağım sızlık” derecesi hakkında değil, aksine hu altyapı nın inşa edici k a ra k teri hakkındadır. Bu husus sonraki bölüm de açım lanacaktır. D insel in an çların “ald atıcı” karakteri so ru nu ilkel d in ler teorisi ile D urkheim ve M arx’in m od em toplum larda dinin önem i konusundaki görüşleri arasında uygun b ir köprü oluş turur. Bu konuda iki düşünür arasındaki farklılıklar, M arx ve 44
T h e G erm an td eolog y , s. 43.
45
T he G erm an td eolog y , s. 4 2 .
46
T he Elem entary F orm s o f ıh e R eligious L ife, s. 4 6 6 (dipnot).
339
W eber örneğinde olduğu gibi, bir ölçüde onların ahlâkî bakış açılarından kaynaklanır. D urkheim , toplumsal “p atoloji” anla yışına dayalı kendi özel ahlâkî görelilik anlayışı lehine, felse fi yeni-Kantçılığı reddeder. Bu yaklaşıma göre, bir toplum tipi için “geçerli” bir ahlâk, farklı bir toplum tipi için uygun değil dir; evrensel geçerlilik iddiasında bulunabilecek ahlâkî ideal ler yoktur. M arx, büyük ölçüde benzer bir vurguyu benim ser. Aksine D urkheim için belirli bir ahlâkî idealler topluluğunun geçerliliğinin tem el kriteri, onların “toplum sal organizmanın ihtiyaçlarına tgenel] uygunlukları” iken, M arx’in anlayışında bu kriter sınıfsal ilişkilerle bağlantılıdır, zira ahlâklar toplum daki ekonom ik güç dağılım ındaki eşitsizliklerin bir ifadesidir. M arx’in yazılarında (D u rkh eim ’ın ak sin e) bu vurgu, ayrıca “özel çıkarlar” ve “genel çıkarlar” (sınıfsal yapı/yabancılaşma) ayrım ının tarihsel çözüm üne temel vurguyla birleşir. Bu yüzden, Marx için dinin “aldatıcı” karakteri yabancılaş manın tarihsel gelişim i temelinde ölçülür. İlkel insan doğaya yabancılaşmıştır ve bu yabancılaşma “doğal din” biçim ini ka zanır. lşbölüm ündeki genişleme sonucunda,, doğaya daha fazla hâkim olunmasıyla birlikte, dinsel inançlar insanın kendin e ya bancılaşm asının ifadesi olan (W eber’in deyişiyle) “rasyonelleş m iş” fikir sistem lerine dönüşür. Kapitalizm insanın doğaya hâ kim iyetini olağanüstü artırır: Doğa, insanların teknik ve bilim sel çabalarıyla giderek “insanileşir”, ancak bu süreç -kapitalist üretimin yol açtığı işbölüm ündeki gelişmeye bağlı o la n - kendi ne yabancılaşmada büyük bir artış pahasına sağlanır. Dinin “al datıcı” karakteri burada kendini mevcut (yabancılaşm ış) top lumsal düzenedıizmet ederek gösterir ve bu yabancılaşma, po tansiyel halde bulunan ancak kapitalizmde de gerçekleşmeyen insani kapasiteler m itik bir evrene aktarılarak sağlanır. M arx’m , din insanların “afyonu”dur47 şeklindeki (kü çü ltü cü ) ifadesiyle; Durkheim 'm dinin yoksullan teselli edip “o n lara daha ziyade, toplum sal düzenin ilahi doğasının sunduklanyla yetinmeyi öğret[tiği]”48 tezi, dinsel inançlar tâbi konum 47
K arl Marx, E arly Writings, s. 44.
48
S u icid e, s. 2 5 4 . Bu nedenle, D urkheim 'm dine karşı “olum lu" ve M arx'in
340
daki insanların konum larını m eşrulaştırmaya hizm et ettiğin den so sy olo jik içerik olarak aynıdır. Ancak M arx’ın yabancılaş ma tezine göre, dinin gücü yine de bir “yanılsam aya” dayanır, zira bu yanılsam a üstün insani güçler kadar insani kapasitele ri de görmeyi engeller. D urkheim için, aksine din, belirli din sel inançlar ilgili toplum tipinin varlığıyla işlevsel uyuşm azlık içinde olm ası dışında, bu anlamda aldatıcı olamaz. Bu uyuş mazlık gerçekte m odern toplumdaki geleneksel dinler için söz konusudur. Durkheim , Hıristiyanlığın ve daha özelde Protes tanlığın m odern birey kültünü n dolaysız kaynağı olduğunu kabul eder. D urkheim , antik çağın dinsel kültleriyle H ıristi yanlığın sem bolik içeriği arasındaki karşıtlıkları kuvvetle vur gular: Antik dünyanın dinleri “temel hedefleri öncelikle evre nin düzenli işleyişini sağlamak olan ritüel sistem leridir”; bu yüzden, onların ilgi odağı “dış dünyaya yönelikti”. Fakat Hı ristiyanlık bireysel ruhun kurtuluşunu vurgular: H ıristiyan lık için erdem ve d in darlık maddi riıûelleri değil, aksine ru hun içsel d u ru m larını içerd iğind en , kişi ken disini sürekli gözetim altında tutm ak zorundadır... Bu yüzden, her d ü şü n cen in iki m u htem el kutbu doğa ve insandan , zo ru n lu olarak İkincisi H ıristiyan toplum lann düşüncesinin cazibe m erkezini olu ştu rm u ştu r...49
Bununla beraber, ahlâkî birey cilik, aslında bu kaynaktan gelse bile, aynı zamanda m odem toplumları 18. yüzyıldan iti baren dönüştüren ve rasyonalizmin hayatın bütün alanlarına nüfuzunu içeren bir dizi değişimin ifadesidir. Bu yeni inanç lar, gerçekte “kutsal” bir niteliğe sahip olsalar bile, Kilise’nin ön ceki egemen konum una ulaşamazlar; devlet, çağdaş ahlâkî düzenin genel devamlılığı için sorumluluğu giderek daha fazla üstlenm ek zorundadır. “düşm anca" tutum larını "yüzey değerlerine" göre değerlendirm ek on lar ara sında sosyolojik bir karşılaştırm a yaparken yanıltıcıdır. Bu tü r basitleştirici b a k ış açısının bir örneği için bkz. Robert A. Nishet, T he S ocio lo g ical Tradition (Londra, 1 9 6 7 ), s. 2 4 3 -2 5 1 ve 2 5 5 -2 5 6 . 49
L'évolution p éd ag o g ie (F r. baskı), s. 3 2 3 .
341
Durkheim ’ın önceki çağların dinleri ile bugünün ahlâk! ihti yaçları arasında kurduğu teorik bağ, geleneksel ve çağdaş top lum arasındaki aynı ölçüde önem li farklılıkları gözden kaçır maya yol açm amalıdır. Durkheim , muhafazakâr geleneksel deizm e dönm eyi kesinlikle reddeder. Bu yüzden, “d ini” genel anlam da kutsalla ve bu ned enle kendi kullandığı anlam da -sem b o ller ve değerler arasındaki sürekliliğin yanı sıra, geç miş ve bugün arasındaki önem li süreksizlikleri vurguladığıahlâkî düzenlilikle özdeşleştirerek tanımlar. “Kişilik k ülıü ”ne dayalı geleceğin ahlâkı en fazla dinin laik hüm anizm e dönüş m esinin ifadesidir. Bu anlayışı M arx’in (ve Feuerbach’m ) anla yışından farklı kılan şey (19. yüzyılın ilk yansında Fransız ve Alman toplumsal düşüncesinin ortak bir özelliği olan) gele neksel dinin yerini hüm anist bir etiğin alması gerektiği düşün cesi değil, aksine bu etik ile som ut toplumsal yapı (örneğin iş bölüm ü) arasındaki ilişkinin doğasına vurgudur. Bu noktada m etodolojik bir soruna kısaca değinm ek gerekir. D u rk h eiu û n birey lere “d ışsal” ve onları “k ısıtla y ıcı” bir şey olarak toplum sal yapı anlayışı ile M arx’in “öncelikle ‘toplum 'u bireyin karşısında bir soyutlam a olarak alm aktan ka çın m a” çabası arasındaki ilişkiyi yorum larken, M arx’in ya bancılaşma ve nesnelleştirm e ayrımını hatırda tutmak gerekir. Marx için toplumsal “olgular” burjuva toplumunda iki anlam da bireye dışsaldır. İlk olarak, olgular, insanların yarattıkları maddi ürünler gibi toplum sal ilişkilerin de “realiteler” olm a sı anlamında nesnelleşirler: Bu yüzden M arx, ütopik sosyaliz mi (ve genelde idealizm i) toplum u zekânın yaratısı olarak ala rak toplum sal hayatın gerçekliğinden uzaklaşm akla eleştirir. Bu anlamda, her insan bir parçasını oluşturduğu toplum un bir ürünü ve üreticisidir; bu ilke kuşkusuz sosyalizm dahil bütün toplum türleri için geçerlidir. Ancak burjuva toplum da, top lumsal olgular aynı zamanda -ta rih sel olarak göreli ve yaban cılaşm ış ilişkilerin yapısından k ayn ak lan an - “d ışsal” ve k ı sıtlayıcı bir karaktere sahiptir. Böylece bu anlamda birey iş çiler (M arx’in yabancılaşm a analizinde açıkladığı biçim lerde) kendilerine “dışsal” ilişkilere girm eye zorlanabilirler; ancak 342
Marx’a göre birey ve toplum arasındaki bu ikilik kapitalizm in aşılmasıyla çözülecektir. Bu yüzden D urkheim ’ın m etod oloji sinde, dışsallık ve zorlayıcılık zorunlu olarak yakından ilişki liyken; M arx’m düşüncesinde onlar, b irer y a b a n cıla şm a ö rn eğ i olmaları nedeniyle, toplumsal olguların evrensel karakteristik leri değillerdir. Sosyalist toplumda, ahlâkî otoritenin karakteri (bireyin hoşlanmadığı ahlâki norm lara bağlılık zorunluluğuy la ilişkili olduğu sürece) Kantçı yüküm lülük veya ödev unsu runu alıkoymayı gerektirmez. Bu teorik görüşler M arx ve D urkheirrim laikleşm enin so nuçlarını farklı biçim lerde değerlendirdiklerini gösterir. Marx’a göre din her zam an b ir yabancılaşm a biçim idir. Zira dinsel inançlar gerçekte insanların sahip oldukları kapasiteler veya güçlerin mistik varlıklara yüklenm esini gerektirir. Bu bakış açı sına göre, dinin ilgası (Auflıebung) basitçe dinsel sem bolizm in yerine rasyonel, bilim sel bilginin geçirilm esini değil, aksine daha önce mistik bir biçim de ifade edilen bu insani kapasite ler veya tarzların bilinçli olarak kazanılmasını gerektirir. Dinin aşılması birey ve toplum arasındaki dikotom i ve karşıtlık çözü lebileceği için m ümkündür. Durkheim’m konum undan bakıl dığında, çağdaş toplum ların organizasyonu dikkate alınırsa, bu görüş oldukça ütopiktir. Durkheim ve M arx’in ortak bir nokta sı, birey ve toplum arasında dikotom inin olmadığı bir toplum biçim inin var olabileceği görüşüdür -ö rn eğ in m ekanik daya nışmalı toplumlar. M ekanik dayanışma “bireyi toplum a doğru dan hiçbir aracı unsur olmadan bağlar”.50 Ancak bu genel top lumsal form yerini organik dayanışmaya bırakmak zorundadır ve yeniden kurulamaz; m üm kün olsa bile, M arx’in zihnindeki toplum tipi, zorunlu olarak, sadece kutsalın alanının büyük öl çüde yeniden genişletilmesini gerektirecek yaygın bir kolektif bilincin yeniden em poze edilmesi olarak anlaşılabilir. M odern toplum larda laikleşm en in so n u çla rı k on u sun d a D urkheim ve M arx arasındaki görüş farklılıkları onların m o dern toplum larda oluşum halin deki temel gelişme eğilim leriy
se) T h e Division o f L abo u r in S ocieıy , s. 129.
343
le ilgili teşhisleriyle ilişki içinde büyük b ir önem kazanır. Bu, M arx, Dürkheim ve W eber’in yazılarındaki, hem onları birleş tiren hem de çalışm alarındaki bazı temel farklılıkları yansıtan bir temaya yol açar. Yani işbölüm ünün karm aşıklığındaki artı şın gerektirdiği toplum sal farklılaşma düzeyinin etkileri konu sundaki farklı yorumlarına.
344
15 Toplumsal Farklılaşma ve İşbölümü
M arx, D ürkheim ve W eber’in yazılarında m odem toplum un analizi ve ahlâkî eleştirisi farklı biçim lerde yer alır. W eber’in am pirik veya bilim sel bilgi ile değer-yönelim li eylem arasın da kurduğu mutlak m antıksal dikotom ideki ısrarı, tarihsel ve sosyolojik analizin siyasete aktif katılım ve toplum sal eleştiriy le ilişkisine gösterdiği aynı ölçüdeki em patik onayı gözden ka çırmaya itm em elidir. M arx ve Durkheim , Kanıçı ahlâkî düalizmi reddeder ve ikisi de çağdaş toplumsal düzenin karakteris tik özelliklerinin olgusal ve ahlâkî bir değerlendirm esini yap maya çalışır. Durkheim , hayatını gelişmiş toplum lann “pato lo jik ” özelliklerini teşhis için bir bilim sel bir tem el oluşturm a ya adar. M arx’in çalışm ası ve siyasal eylemleri “insan, hakika ti, yani gerçekliği ve gücü, düşüncesinin bu yanlılığını Praxis içinde ortaya koym alıdır.”1 argümanına dayanır. Sırasıyla “yabancılaşm a” ve “an om i” kavram ları, M arx ve D urkheim 'm modern topluma yönelik eleştirel yorum larının merkezî unsurlarını oluşturur. Yabancılaşma kavramı M arx’in kapitalizm eleştirisinin ve bu nedenle, onun burjuva düzenin yeni bir toplum tipiyle aşılabileceği tezinin ana eksenidir. Bu
1
Writings o f th e Young M arx on P hilosophy and Society, s. 4 0 1 ; Werke, c. 3 , s. 5.
345
kavram M arx’m sonradan terk ettiği erken dönem ü topik bir konum u tem sil etm ediği gibi M arx’in Kapitaî’deki nisp eten küçük “meta fetişizm i” tartışmasıyla da sınırlı değildir. Aynısı D urkheim ’ın anom i kavramı için geçerlidir; bu kavram Durkheim’m m odem “kriz” ve bu krizin nasıl çözüleceği konusun daki tüm analizinin tamamlayıcı bir unsurudur.
Yabancılaşma, anomi ve "doğa durumu" M arx ve D urkheim ’ın yabancılaşm a ve anomi kavramları ara sındaki tem el farklılıkların, farklı bir zım nî “doğa durum un da” insan anlayışına dayandığı açıkça görülebilir. M arxrn ya bancılaşma kavramı insanın “doğası gereği” iyi olduğu, ancak loplum un etkisiyle bozulduğu öncülüne dayanır; anom i kav ramının kaynağında ise aksine insanın “doğası gereği”, b en cilliği toplum tarafından katı bir biçim de sınırlandırılm ası ge reken, kolayca şekillendirilem eyen b ir varlık olduğu kabulü yatar. İlk görüşün Rousseau’nun, İkincisinin Hobbes’un insan anlayışına yakın olduğu varsayılır.2 Ancak böyle bir yorum so runu büyük ölçüde basitleştirm ektir. Yabancılaşma ve anom iyi esasen varsayımsal b ir doğa durumuna göre ölçm ek Marx ve D urkheim ’m yazılarının en temel boyutunu, insanın tarih sel doğasına vurgularını göz ardı etm ektir. D urkbeim ’ın ifa desiyle: “M evcut, geçm işe direnir fakat ondan kaynaklanır ve onu sürdürür.”3 İk i düşünür de, açık ve kesin b ir biçim de, kendi konum larım tarih dışı soyut felsefeden ayırır. D ürkhe im, özellikle Rousseau ve Hobbes’u bu açıdan eleştirir. Durkheim’a göre, ikisi de “birey ve toplum arasındaki süreklilikte bir kırılm a olduğu” kabulünden hareket eder ve “bu yüzden, insanın ortak hayata direndiğine, sadece zorlandığında ona
2
Örneğin bkz. Jo tın Horton, “T he de-hum anisaıion o f anom ic and alienation”, s. 2 8 3 -3 0 0 ; Sheldon S. W olin, Politics an d the Vision (Boston, 1960), s. 3994 0 7 . Daha ileri bir tartışma Steven Lukes tarafından yapılır: “Alienation and anom ie", P eter Laslett ve W . G. Runcim an, Philosophy. Politics an d Society
3
L’evolution ped ag og ic, s. 21.
(O xford, 1 9 6 7 ). s. 134-156.
346
boyun eg eb ileceğ in e” inanır. D urkheim burada “k ısıtlam a” kavramına Hobbes’unkinden oldukça farklı bir anlam yükledi ğini vurgular.4 Durkheim ’ın, ben cil ihtiyaçları bireysel organizm anın biyo lojik (yani “toplum öncesi”) yapısında temellendirdiği doğru dur. Ama bencilliğin aynı zamanda büyük ölçüde toplum un bir ürünü olduğunu da açıklar. Örneğin M arx kadar D urkhe im için de ekonom ik bireysel gelişme güdüsü, m odem toplu mun bir yaratısıdır.5 Bireyselliğin yüksek düzeyde geliştiği mo d em toplumlarda bencillik toplumsal birlik için daha büyük bir tehdit oluşturur. Bireycilik kesinlikle bencillikle aynı şey olm asa da, bencil eğilim lerin kapsam ını g enişletir. M odem toplumun belirli kesim lerinde yaygın olan anom i durum u, tek tek insanlann -u z u n bir toplumsal gelişme sürecinin sonucu o la n - güdüler ve duyarlılıklarının kapsam ındaki büyük artı şın yansımasıdır. Başka deyişle, modern insan bir anom i duru mu yaşarken toplum öncesi (varsayımsal) doğa durumundaki bir vahşiden oldukça farklı bir konumdadır. İkincisi, anom ik bir konum da olm ayacaktır. Benzer şekilde, b ir insan yavru su dünyaya geldiğinde bencil fakat anom ik durumda olmayan bir varlıktır. Zira onun ihtiyaçları belirli biyolojik kısıtlam ala ra tâbidir. Ç ocuk sosyal bir varlık haline gelirken sahip oldu ğu dürtülerin kapsamı genişleyebilir ve bu da onun bir anomi durumunda yer alm ası ihtim alini artırır. “Artık herhangi bir amacı kalmayacağı için tüm toplumsal hayat ve onunla birlikte ahlâkî hayat ortadan kalkacaktır. 19. yüzyıl filozoflarının doğa durumu anlayışı, ahlâk dışı (im m oral) değilse bile, en azından a h lâ k î tem elden y ok su n d u r (am oral).”6 Bu genel bakış açısı, genellikle varsayılanın aksine, M arx'inkinden çok da farklı değildir. M arx, Durkheim gibi, 19. yüzyıl rasyonalistlerinin insanı gerçekte toplumdan kaynaklanan ye 4
Les règles d e la m éth od e sociolog iqu e (tng. baskı), s. 121, 124.
5
Suicide, s. 3 6 0 ; aynca krş. The Division o f L a bo u r in Society, c. 11, 2 7 2 -4 ,4 0 3 -4 .
6
T he Division o f L a b o u r in Society, s. 3 9 9 . “Her ne kadar, ço cu k doğası geregi bencil olm asa da... uygarlaşmış yetişkin.., organik ihtiyaçlarıyla ilişkisiz bir çok fikir, duygu ve pratiğe sahiptir." Suicide, s. 21 1 .
347
teneklere sahip, doğa durumunda bir varlık olarak düşündük lerinin farkındadır. Doğanın nispeten kontrolsüz kaprislerinin hâkimiyeti altındaki ilk insan toplum larına sınırlı düzeyde n i telik veya kapasite eşlik etm iştir. Marx’a göre, insanı “insan” kılan, onu hayvanlardan ayıran şey kesinlikle toplum sal ka rakteridir. İnsanın tüm duyulan ve biyolojik dürtüleri bu dö nüşümü sağlayabilir. Ö rneğin cinsel faaliyet veya beslenm e in sanlar için sadece biyolojik dürtülerin doyurulmasından ibaret değildir, aksine onlar toplum un gelişim i sırasında çok çeşitli doyumlar sağlayan eylem lere dönüştürülürler. M arx’m ifade siyle: “Arzular veya hazlanm ız toplumdan kaynaklanır; bu n e denle onları doyumlarına hizm et ettikleri nesnelere göre değil topluma göre ölçeriz. O nlar, toplum sal bir doğada oldukları için, göreli bir doğaya sahiplerdir.”7 Bu anlam da, yabancılaşm a ve anom i kavram larının arka sında yatan “değişmezler” arasında yüzeysel bir karşılaştırm a da görünenden çok daha yakın bir benzerlik vardır.8 M arx ve Durkheim insani nitelikler, ihtiyaçlar ve güdülerin büyük öl çüde toplum sal gelişm en in ü rünü olduğunu vurgular. İkisi de, bencilliği bir toplumsal düzen teorisinin temeli olarak alan ekonom i politik teoride ciddi bir kusur olduğunu düşünür. M arx’m ifadesiyle: “İşbölümü ve m ü badele iktisatçıyı kendi bili m inin toplumsal karakterini yüceltmeye sevk eden iki olgudur. Ancak o, öte yandan toplum un sosyal olmayan, özel çıkarlar temelinde kurulduğunu varsayarak bilinçsiz bir biçim de kendi bilim inin çelişkili doğasım ifade eder.”9 Benzer şekilde D urk heim , Tönnies’j G esellsch aft kavramında toplum u faydacı bir yaklaşımla -sad ece devletin “dış” etkisiyle bütünlüğü sağlan 7
K arl M arx: S elected W orks, c. 1, s. 9 4 .
8
Freud ve Durkheim arasında çoğu kez yapılan oldukça yüzeysel karşılaştırm atarda D urkheim 'ın insan ihtiyaçların ın tarihsel ve toplum sal karakteri ne vurgusu göz ardı edilir. Durkheim 'ın konum unun ilişkili açılardan Hobbes'unkinc ne kadar benzediği H obbes’un bir doğa durum unu gerçekte ne kadar varsaydığına bağlıdır. Bkz. C. B. M acpherson, T he Political T heory oj P ossessive Individualism (Londra, 1 9 6 2 ), s. 19 vd.
9
s. 187; aynca krş, Stim er’in bencillik felsefesi eleştirisi, The C e m a n Ideology, s. 4 8 6 -4 9 5 .
348
dığı sürece bir birlik olu ştu ran- bağımsız, tekil bir “atom lar” toplamı olarak aldığı için eleştirir. D urkheim ’a göre bu tama m en yetersiz b ir anlayıştır: Sözleşm elerin biçim lendirilm esinde bireylerin etkinliği, işbölümünde, geniş bir toplumsal bağ lar ağının ifadesidir. M arx, aynı noktayı farklı bir siyasal eğilim içinde vurgular. Sivil toplum içindeki birey atom la karşılaştırı lamaz, zira atom un ihtiyaçtan y ok tu r ve kendi ken din e y eterlidir. İktisatçıların benimsediği atom cu birey anlayışının temel hatası, sivil toplum un üyesinin diğerlerine karşılıklı bağım lı lık ilişkileriyle bağlı olduğunu görememesidir. Devletin gerçek tem elini bu yasalaşmamış ilişkiler oluşturur; gerçekte, devleti “ayakta tutan sivil toplum”dur.’° Burjuva loplum unda işbölümündeki gelişmenin bütünleştirici karakteri düşüncesi, esasen M arx’in ekonom i politiğe eleştirisinin temel hedeflerinden biri dir: Kapitalizmin genişlemesi özerk yerel topluluğu yıkar ve in sanları çok daha kapsamlı olağanüstü bir karşılıklı bağım lılık lar çerçevesi içine sokar. M arx’a göre, bu süreç sadece yabancı laşmada artış pahasına gerçekleşir. A yrıca M arx ’in “ö z g ü rlü k ” an lay ışı g e rç e k te D u rk h eim ö zerk özdenetim kavram ına oldukça yakınd ır ve kesinlikle faydacı anlayışla karıştırılm am alıdır. Hegel’in yazılarında o l duğu gibi, “özgürlük” ve “rasyonel” sözcükleri M arx’in yazı larında yakından ilişkili kavramlardır. Hegel, üstü örtülü fay dacı bir yaklaşım içinde, “bir insan, istekleri onu arzuladığı şeye götürdüğü ölçüde özgürdür” anlayışını reddeder. “Sokak taki insan istediği gibi davranabildiği ölçüde özgür olduğu nu düşünür, ancak bu keyfilik onun aslında özgür olm adığı nı gösterir.”" Özgürlük bencilce davranmak değildir, gerçekte bunun aksidir. Bir eylem akışı basitçe bireyin alternatif eylem akışları arasından irrasyonel seçim ini içerdiğinde, eylem “öz 10
T he H oly Fam ily, o r C ritiqu e o f C ritical C ritique (lng. baskı), s. 163. Marx ay rıca, sivil toplum daki bireyin “atom ik" konum unun sözleşm e ve m ülkiyet normlarıyla m cşrulaştınldıgını öne sürer. Feodalizm ile karşılaştırılırsa “H ak burada ayrıcalığın yerini alır” (s. 1 5 7 ).
11
P hilosophy o f Right, (ed .) Knox (Londra, 1 9 6 7 ), s. 230. W eber'in “özgürlük" anlayışı için onun G esam m elte A ufsätze zur Wissenscho/tslehre adlı çalışm asın daki R oscher ve K nies tartışmasına bakınız.
349
gür” olm aktan çok “keyfi”dir. Böylece zor bir durumla karşı karşıya kaldığında d üşm andan kaçm ak yerine m ü cad eleyi seçen bir hayvan “özgürce” davranmış olmaz. Ö zgür olm ak, özerk olm ak ve böylece rasyonel kontrolün ötesindeki iç ve dış güçlerin zorlaması alım da olm am aktır: Bunun nedeni, öz gürlüğün insanın bir ayrıcalığı olm asıdır, zira insan ancak top luma üyeliği sayesinde iradenin biçim inin yanı sıra içeriğini de kontrol edebilir. Hegel’e göre bu, ancak birey rasyonel ide alle özdeşleştiğinde m üm kündür; M arx’a göre ise bu, som ut toplum sal bir d ü zeni, k o m p n ist b ir toplum un k u ru lm ası nı gerektirir. Bireyin toplum içindeki konum u, örneğin bilim adam larının bilim sel topluluk içindeki konum larına benzer (Bu ayrıca D urkheim ’m da benzer bağlamda kullandığı bir ör nektir). Bilimsel etkinliği tanımlayan normları kabul eden bir bilim adamı onları bilinçli olarak reddeden birinden daha az özgür değildir; aksine bilim sel topluluğun b ir üyesi olarak, kendi bireysel kapasitelerini artırm asını ve yaratıcı bir b içim de kullanm asını sağlayan k olek tif bir girişim içinde yer alabi lir. Ahlâkî zorunlulukları bu şekilde kabul etm ek, yabancı bir kısıtlayıcıyı değil rasyonel olanı kabuldür. Kuşkusuz bu, Marx ve D urkheim ’ın bakış açılarında “tarih d ışı” olarak alın ab ilecek h içb ir önem li farklılık olm adığını söylem ek değildir. Durkheim , bireysel kişiliğin içinde yer al dığı ve sosyalleştiği loplum biçim inin karakteristiklerind en büyük ölçüde etkilendiğini üzerine basarak vurgular. Ancak bu noktad a tam b ir tarih sel rölativizm i kabul etm ez: İster “ilkel” ister “uygarlaşm ış” olsun, her bireyde bencil dürtüler ve “ahlâkî” bir'anlam a sahip güdüler arasında karşıtlıklar bu lunması anlamında her insan bir h om o dublekstir. M arx, bu tür bir psikolojik modeli benim sem ez. Onun anlayışında bu türde örtük bir birey ve toplum antagonizmasıyla ilgili hiçbir asos yal temel yoktur. M arx için , “Birey toplu m sal v arlık tır... İn sanın bireysel hayatı ve türsel hayatı birbirinden farklı şeyler değildir.”12 Ö zellikle burjuva toplum unda belirgin bir biçim
12 K arl M arx. E arly W ritings, s. 158.
350
de rastlanan birey ve toplum arasındaki bencil karşıtlık işbölüm ündeki genişlem enin bir sonucudur. Ö te yandan, Durkheim ’m insan kişiliğinin ikili yapısı teşhisi, doğuştan getirilen biy o lo jik dürtülerden kaynaklanan ben cilliğin çocu k lu ktaki daha sonraki ahlâkî gelişim le tersine çevrilem eyeceği veya ta mamen ortadan kaldırılamayacağı kabulüne dayanır. Bu kabul, ayrıca Durkheim ve Marx’in kendi toplum model lerinde üretici etkinliğe tanıdıkları çelişkili rolle ilişkilendirilebilir. Durkheim için “toplumsalın” nedensel belirleyiciliğine sosyolojik açıklamanın özerkliğine- vurgu, toplum ve doğa ara sındaki karşılıklı ilişkileri genelde ihmale yol açar. Özelde bu ihmal, maddi dünyada fiziksel olarak varlığını sürdürebilmek le ilişkili ihtiyaçların toplum sal bağlılıklarda kök salmış güdüle rin bir parçası olmadıkları önermesinde kendini gösterir. Marx, toplum ve doğa dünyasını karşılaştırarak, onlar arasındaki kar şılıklı etkileşim i analiz eder ve böylece bireysel organizma ile onun fiziksel çevreye adaptasyonu arasındaki ilişkiyi sağlayan “bedensel ihtiyaçların” toplum sallaşm ış karakterini vurgular. Fakat bu durum abartılmamalıdır: Yukanda görüldüğü üzere, hem Marx hem de Durkheim insan ihtiyaçlarının şekillenm e sinde tarihsel boyutun önemini vurgular. Durkheim için ben cillik, sadece insani duyarlıkların büyük ölçüde genişlediği bir toplum biçim inde toplumsal birliğe tehdit oluşturmaya başlar: “Bütün kanıtlar, uygarlığın gelişimiyle içimizdeki iki varlık ara sındaki m ücadelenin artma eğiliminde olduğunu gösterir.”13
İşbölümünün geleceği M arx’in burjuva toplum u analizinde, kapitalist üretim tarzı içinde doğrudan ilişkili ama birbirinden kısm en ayrılabilir iki yabancılaşma kaynağından söz edilir. Bunlardan ilki, em ek sü recinde işçin in k endi ü retici etkin liğin e yabancılaşm asıdır. İkincisi, işçinin kendi ürününe yani em ek sürecinin sonucuna yabancılaşm asıdır. Daha uygun olması için, bunları sırasıyla
13
“T he dualism o f hum an naıure”, s. 339.
351
“teknolojik yabancılaşm a” ve “piyasa yabancılaşm ası” olarak adlandıracağım .'4 Bunların ikisi de kapitalist üretim le ilişki li işbölüm ünden kaynaklanır. İkincisi, üretim ilişkilerinin or ganizasyonunun bir sınıfın başka bir sınıfı söm ürm esine daya lı bir sın ıf sistemi yaratmasını ifade eder; ilkinde, mesleki uz manlaşma işin rutin ve özel çaba gerektirm eyen görevlere ay rılm asının kaynağı olarak görülür. M arx için iki tip yabancılaşm a da işbölüm ündeki genişle m enin tam amlayıcı unsurlarıdır: Tarihsel süreç içinde sınıflı toplum lann ortaya çıkışı artı-ürünü m üm kün kılan bir görev ler uzmanlaşmasının gelişm esine dayanır. Böylece sınıfsız bir toplum un oluşm ası -k a p ita lis t- işbölüm ünün ortadan k alk masına yol açacaktır. Bu nedenle, M arx’in anlayışında piyasa yabancılaşması ve teknik yabancılaşm a işbölüm ünden bağım sız olarak düşünülemez: “[f]şböîümit insan etkinliğinin yaban cılaşmış bir biçim inden başka bir şey değildir...”' 5 Piyasa ya bancılaşm asının toplum un devrimci yeniden organizasyonuy la aşılm asıyla birlikte, bireyin etkinliklerin i sınırlı bir görev alanına hapsederek, kişiye em ek süreci içinde yetenekleri ve kapasitelerini gerçekleştirm esi için hiçbir fırsat tanımayan uz manlaşmanın bölücü etkileri tersine dönmeye başlayacaktır. D urkheim ’ın işbölüm ü teorisi onu tamamen farklı bir yöne götürür. Durkheim işbölüm ünün gelişim ini sın ıf sistem lerinin oluşum undan ziyade u zm anlaşm anın b ü tü nleştirici so n u ç larına göre açıklar. Sonuç olarak D urkheim , sın ıf çatışm ası nı toplum un devrimci yeniden-yapılanm ası için bir temel ola rak değil, aksine işbölüm ü içinde farklı m eslek gruplarının ah lâkî koordinasyonundaki yetersizliklerin bir b elirlisi olarak alır. D urkheim ’m tezinde “zorunlu” işbölüm ü “anom ik” işbö lümünden büyük ölçüde farklıdır ve ilkinin azaltılması İkin cisinin yarattığı sorunları kendiliğinden ortadan kaldırm aya caktır. Ona göre, M arx’in sosyalizmi zorunlu işbölüm ünün ya rattığı yabancılaşmayla ilgilidir ve tamamen piyasanın düzen 14 Bu, kesinlikle yabancılaşm anın M arx'in belirlediği farklı anlam larına karşılık gelm ez, sadece bu bölüm ün am açlarıyla ilgili temel bir aynm ı oluşturur. 15
352
K arl M arx. E arly Writings, s. 181; W erke, Ergd, s. 5 5 7 .
lenm esi -y a n i üretim in toplum sallaşm ası- ile aşılabilir. Ancak Durkheim 'm karşı görüşünde, neticede önceki toplum biçim lerinin ahlâkî omurgasını oluşturan geleneksel kuram ların ta mamen yıkılm asının sonucu olan ekonom ik ilişkilerin artan egemenliği kesinlikle m odem “krizin” tem el nedenidir. Aslında D urkheim , piyasanın düzenlenm esinin (piyasa ya bancılaşm asının ortadan kaldırılm asının) M arx’in tek ilgi oda ğını oluşturduğunu varsayarken hatalıdır. M arx başlangıçta, Durkheim gibi aynı soranla, ancak daha temel düzeyde ilgile nir: E konom ik ilişkilerin modern toplum üzerindeki a h lâ k dışı egem enliği. Ü retim in toplum sallaşm asını ek onom ik üretim e tâbi kılarak, insanı “insanlıktan uzaklaştıran” çalışm a koşu l larını (teknolojik yabancılaşm a) ortadan kaldırm anın bir aracı olarak görür. Durkheim , işçinin “aynı hareketleri, ilgi duyma dan ve anlamadan tekdüze bir düzenlilik içinde tekrarladığı” modern em ek sürecinin y ab a n cıla şa n a karakterini ve bunun “in san d oğasın ın a lç a ltılm a sı” olduğunu k e sin lik le , kabul eder.16 Fakat işçinin insanlıktan uzaklaşması karşısında öner diği çözüm ler işbölüm ünde uzmanlaşmayı ahlâkî olarak güç lendirmeye dayanırken, M arx’in umudu ve beklentisi işbölü münde köklü bir değişikliğe gidilmesidir. Bu vurgu, gerçekte, Marx’in yabancılaşma kavramı ile Durkheim ’m anom i kavramı arasındaki temel farklılıkların ana m erkezidir. D urkheim için üretim etkinliğinin insanilikten uzaklaşması bizzat işbölüm ü nün bölücü sonuçlarından değil, işçinin aııom ik ahlâkî konu mundan kaynaklanan bir olgudur. Başka deyişle, em ek sü reci nin insanilikten uzaklaşması, bireysel işçilerin iş etkinlikleri ni toplum un üretici çabasına bağlayan açık bir am aç birliği ol madığı için ortaya çıkm ıştır. Dolayısıyla bu problem , işbölümündeki özel rolünün toplumsal önem inin ahlâkî açıdan far kında olan bireyleT yaratılarak çözülebilir. Böylece birey artık yabancılaşm ış bir otom at değil, organik bir bütünün işe yarar bir parçasıdır: “(B]u andan itibaren etkinliği özel ve tekbiçim li olsa da, kendine ait bir yönü olan ve bunun farkında, zeki bir
16
T he Division o f L a b o u r in Socicty, s. 371.
353
varlıktır.”17 Bu sonuç D urkheim 'ın işbölüm ünün gelişm esi ve bu gelişm enin insan özgürlüğüyle ilişkisi konusundaki genel açıklamasıyla tamamen tutarlıdır. Kendi bilincinde bir varlık olarak birey, üst düzeyde özerkliği sadece işbölüm ündeki özel rolünün ahlâkî ön em ini kabul ederek sağlayabilir ve gerek farklılaşmamış bir toplum un talep ettiği katı ahlâkı tekbiçim liliğin gerek gerçekleştirilem ez arzuların uranlığından bu saye de kurtulabilir. M arx’m anlayışının temel öncülü, farklılaşmış bir işbölümü içinde bireyin ahlâkî bütünlüğü fikri değil, aksine insani top lumsal etkileşim in düzenleyici bir ilkesi olarak işbölüm ünün fiilen ortadan kaldırılması gerektiği düşüncesidir. M arx, hiçbir yerde gelecekteki bu toplum un nasıl organize edileceğini açık lamaz, bu perspektif D urkheim ’ınkinden kesinlikle farklıdır. Ahlâkî bireysel yüküm lülük ve kolektif dayanışma gibi norm lar temelinde bütünleşm iş, oldukça farklılaşmış bir işbölüm ü beklentisi M arx’m geleceğin toplum u anlayışına tamamen ya bancıdır.18 D urkheim ’a göre, M arx’m teknolojik yabancılaşm anın orta dan kaldırılması um utlarının temel kriteri artık m odem top lum biçim ine uygun olm ayan ahlâkî ilkelere dönüşü temsil eder. Bu, D urkheim ’ın T oplu m da işbölüm ü ’nün başında ifade ettiği sorundur: “G örevim iz, m ükem m el ve tam bir insan, ta m am en kendine yeten biri mi veya aksine sadece bir bütünün parçası, bir organizm anın organı m ı olm aktır?”19 Bu çalışm a da yer alan analiz, D urkheim ’a göre, neticede organik dayanış m anın m odern toplum larda “n orm al” tipi oluşturduğunu ve sonuç olarak “evrensel insan” çağının sona erdiğini gösterir. Batı Avrupa’da 17. ve 18. yüzyıllarda hâkim konumda olan bu “evrensel insan ideali” çağdaş düzendeki çeşitliliklerle uyuş 17
T he Division o f L abo u r iıı Society, s. 373. Durkheim 'ın konum unun b ir eleşti risi için bkz. Georges Friedm ann, The Autonomy o f W ork (Londra, 1 9 6 1 ), s. 72-81 ve farklı yerlerde.
18
Bununla beraber, Engcls’in ortaya koyduğu bu görüşler D urkheim ’ın kon u muna daha yakın düşer. Krş. Engels, “O n authority". Selected W orks (Ing. baskı), c. 1, s. 6 3 6 -6 3 9 .
19
The Division o f L abou r in Society, s. 4 1 ; (F r. baskı), s. 4.
354
maz.20 Bu ideali savunan M arx aksini düşünür: Kapitalizmi yı kıma götüren eğilim ler - h e r bireyin paylaştığı- “evrensel” in sanın özelliklerini yeniden ele geçirm eyi sağlayabilecek kapa sitededir: [llş b ö lü m ü n ü n kald ırılm ası k a rşılık lı iliş k ile rin ve ü r e ti ci gü çlerin gelişm e düzeyine, özel m ü lkiyetin ve işbö lü m ü nün o n lar üzerindeki prangalara d önüşm e d erecesin e bağlı dır... özel m ü lkiyet sadece bireylerin her açıd an gelişm esiy le ortadan kald ırılabilir... Bireylerin özel ve özgür gelişim leri nin sadece b ir deyim den ibaret olm adığı tek toplum lipi olan kom ünizm de, bu gelişm e kesinlikle bireylerin karşılıklı ilişki leriyle, yani kısm en ekonom ik gereklilikler, kısm en herkesin özgürce gelişim inin gerektirdiği dayanışm a ve m evcut üreti ci gü çler tem elinde, bireylerin etkinliğinin evrensel karakteri arasındaki ilişki tarafından belirlen ir.2'
Bu anlayış, çoğu kez inanılanın aksine, m etafizik bir ilke ye, insanın “m ükem m elliği” düşüncesine bağlılığı gerektirmez. M arx’a böyle bir görüş isnat edilmesi yabacılaşma ve şeyleş(tir) m enin karıştırılmasından kaynaklanır -b u aslında Marx’in fay dacılara yönelttiği bir suçlamadır. Yabancılaşmanın aşılması özrie-insanın etkinliği önündeki engellerin tamamen ortadan kal dırılm ası anlam ında yorum landığında, böyle bir durum , ger çekte insanın kendi yazgısını belirleyecek konumda olduğu ve tüm insani potansiyellerin gerçekleştirildiği ütopik bir dünya anlamına gelecektir. Yabancılaşmanın aşılması nesnelleştirm e nin sona ermesini gerektirmez; toplum (ve maddi çevre) bire yin “dışında” olmayı sürdürecektir. Bununla beraber, onlar, ya 20
L ’évolution p éd ag o g ie (F r. baskı), s. 3 7 4 vd. D urkheim bir başka yerde şöyle yazar: “Biz Işbölfimû'nde eski hüm anist ahlâk idealini, ahlâkî kültürlü insan idealini değerlendirdik: Günümüzde nasıl anakronik olarak ele alınabileceği ni, yeni bir idealin toplumsal işlevlerin artan uzm anlaşm asının sonucu olarak nasıl biçim lendirildiği ve geliştirildiğini gösteriyoruz.". A nnée sociologiqu e, c. 10, 1907, s. 355.
21
T he G erm an Id eolog y , s. 4 9 5 . Hegel’in ve onun aracılığıyla Sch iller’in etkisi burada açıktır. Schillcr'in çalışmasıyla karşılaştırın: On the A esthetic E du cati on o f M an (1 7 9 5 ) (O xford . 1 9 6 7 ), s. 3 1 -4 3 (6 . m ektup). lEstetih Ü zerine, çev. Melahaı Özgü, Kaknüs Yayınlan, 19991
355
bancılaşmada olduğu gibi, bilinçli P raxis’e karşıt veya onu en gelleyen dünyaları temsil etmeyecek, aksine onunla bütünleş miş bir şey olarak kabul edilecektir. Marx’a göre, önceki çağ larda evrensel insan idealine ya sadece insanın doğadan yaban cılaşm ası pahasına ulaşılm ış -ilk e l toplumlarda olduğu gibi— ya da azınlıktaki sınıflara özgü bir şey olarak kalmıştır. Kapita lizmin aşılarak işbölüm ünün kaldırılmasıyla birlikte her insan, uzmanlaşmış bir görevi bireyin temel toplumsal niteliği kılan (bir insan bir ögretm en“dir” veya ücretli işçi“dir” gibi) mesleki kategorileştirmelerden kurtulacaktır. Böylece her birey insanlı ğın evrensel özelliklerini kendi içinde barındıracağından insa nın “tür varlığına” yabancılaşması son bulacaktır.22 Marx ve D urkheim ’m bakış açılarındaki daha genel farklı lıklar bu bağlamda değerlendirilm elidir. D urkheim için m o d em toplumun sosyal yapısı bencillik ve bir topluluğa üyeli ğin bireylere yüklediği ahlâkî talepler arasındaki karşıtlığı daha da ağırlaştırır. Bu dikotomiyi çözm enin hiçbir yolu yoktur, zira çağdaş toplum un -b irey sellik ve kendilik-bilincinin gelişim i ni mümkün k ıla n - organizasyonu, zorunlu olarak bireyin ben cilce eğilimlerini doruğuna çıkartır. Aynca D urkheim in işbö lümü teorisi organik dayanışmanın -işbölüm ünde işlevsel kar şılıklı bağım lılığın- modern “norm al” tip olduğu iddiasını içer diğinden ahlâkî bütünleşm e sorununa (anom iye) belirgin bir önem verilm esi gerektiği sonucunu doğurur. “K işinin ufku nun daralması” veya aksine tatm in edilemez arzuların ortaya çıkm ası, işbölümünde uzmanlaşmış ve sınırlı sayıda görevleri sürdürme gibi örgütsel bir zorunluluğa sahip olan, ancak bire yin kolekıiviteye boyun eğmesini sağlayacak güçlü bir ahlâkın egemen olmadığı bir toplum sal düzende özellikle yoğundur. Durkheim, üst tabakalara geçişin miras bırakılan ayrıcalıklara değil, aksine yetenekli bireylerin eğitim sistemi aracılığıyla re kabetçi seçim ine dayandığı çok ıııeslekli bir toplum öngörür. Yeteneğini herkese açık bir biçim de kanıtlayarak bireysel kaza nım lar sağlamayı ödüllendiren bir toplum, açıktır ki, uzlaşıırı22
356
Krş. T hilo Ramm, “Die künftige G esellschaftsordnung nach der T heorie von Marx und Engels", M arxism usstudien, c. 2, 1957, s. 77 -1 7 9 .
lamaz bencilliklerin artışı yönünde bir baskı yaratır. Böyle bir toplumda, “herkesin herkese karşı savaşı” -ben cilliğ in özgeci likle dengelenm esini gerektiren- açık bir tehdittir; bunların ka deri sonu gelmeyen çatışmalara bağlıdır.
Bürokrasi problemi M arx’in kap italist girişim in ortaya çık ışın ın tem elin kayna ğı olarak işbölüm ünün genişlemesi analizinde işçinin üretim araçlarından kopartılması sürecine özel bir yer verilir. Marx’a göre, bu süreç burjuva toplumunun ortaya çıkışının en temel önkoşuludur ve tarihsel olarak, kapitalist üretim tarzına içkin sermaye ve ücretli em ek arasındaki sınıfsal ilişkinin biçim ini belirler. M arx’i kapitalizm in ortadan kaldırılm asıyla yabancı laşmanın aşılacağı yargısına götüren şey, işbölümü ve sınıfsal yapı arasında kurduğu bu doğal ilişkidir. Durkheim ve W eber, sosyalist toplum lanıı kurulma ihtim alini göz ardı etmez: İkisi de sosyalizme geçişin mevcut toplum biçim ini kökten değiş tireceğini düşünür. Bununla beraber, D urkheim ’ın konum u W eber’inkinden keskin bir farklılık sergiler ve W eber’in Batılı toplumlarda işbölüm ünün gelişimiyle ilişkili açıklaması Marx ve D urkheim ’ın yaklaşım ına karşı üçüncü alternatifi oluşturur. W eber’in epistem olojisi, onun genel toplumsal gelişme pers pektifin i, aralarındaki farklılıklara rağm en toplum un geliş me “evrelerinde” ilkel toplumlardan çağımıza belirli genel bir örüntü bulunduğunu varsayan diğer iki yazarın perspektifin den ayırır. Çoğu kez W eber’in “laik rasyonelleşmeye genel sü rüklenişe”23 vurgusunun diğer yazarların gelişm e şem alarının bir benzerini oluşturduğu söylenm iştir. Ancak W eber’in bakış açısından, rasyonelleşm enin gelişim i analizi tarihin “tek ” ya da “doğru” tem sili olmayıp, aksine m evcut kültürel bir “bakış açısını” tem sil eden bir bilgiden ibarettir. Yine de, bu önem li tespiti akılda tutarak, W eber’in tipik kapitalist gelişme süreci analizini M arx’m kiyle karşılaştırabiliriz. 23
Gerth ve M ills, “Introduction: the man and his w ork”. From Max W eber: Es says in Sociology, s. 51.
357
W eber’in yazılarının önem li bir bölüm ünde dinsel inançlar alanında “anlam düzeyinde” rasyonelleşm eyi artıran faktörler ayrıntılarıyla betim lenir. Bununla beraber, W eber her zaman rasyonelleşm enin gelişim ini etkileyen ve bu gelişim den etki lenen toplum sal ilişkiler eksenini araştırm akta ısrarlıdır. Bu anlam da, en önem li sorunlar sadece rasyonelleşm e “derece siyle” değil, aynı zam anda onun etkilerinin özel toplum sal ilişkiler ve kurum lar kom binasyonlarını geliştirm e biçim iy le ilgilidir. N itekim Batı’da ve daha özelde kapitalizm de, sa dece rasyonelleşm enin derecesi değil, “yönü” de diğer büyük u y g arlık lard ak in d en fa rk lıd ır. M odern Batı k a p ita liz m in de rasyonelleşm enin kapsam ı kadar, gelişm e yönü ve alanla rı da oldukça farklıdır. Bunlardan ilki, temel önem de bir olgu olan b ilim in yayılm asıdır: Bu sadece “büyü bozum u” sü re cini gerçekleştirm ekle kalm az, üretim de rasyonel te k n o lo ji nin daha fazla kullanılm asını m üm kün kılar. Ayrıca, “Bilim sel çalışm a ilerlem enin akışına zincirlidir... Her bilim sel ‘uy gulama’ yeni ‘sorunlar’ ortaya çıkartır; onun ‘aşılm ası’ ve m o dasının geçm esi g e r e k ir .”24 Bu yüzden, bilim in kurum laşm a sı modern hayata, bilim sel araştırm a faaliyetlerini düzenleyi ci bir norm olarak hizm et eden ve profesyonel bilim yapanlar dışındakilerin “anlayam ayacağı” örtük bir yenilik ve değiş me dinam iği kazandırır. M odern ekonom ide, bilim sel yen i liklerin teknolojiye uygulanm ası (çağdaş kapitalizm in önemli ayırt edici bir özelliği olan m etotlu girişim ciliği ilerleten m u hasebe tutma işlem inin örnek oluşturduğu) rasyonel hesapla ma yöntem lerinin kullanılm asıyla iç içe geçer. Rasyonel kapi talist davranış*' ayrıca toplum sal organizasyon alanında k açı nılmaz sonuçlara yol açabilir ve zorunlu olarak bürokrasinin genişlem esini besler. W eber, modern kapitalizm in sermaye ve ücretli emek ayrı mına dayalı bir sınıf sistem ini gerektirdiğini kesinlikle yadsı maz ve aynca M arx’in oldukça fazlaca vurguladığı köylülüğün tarihsel olarak ortadan kalkışının önem ini kabul eder. Ancak
24
358
From M ax W eber: Essays in Sociology, s. 158.
W eber’e göre, sermaye ve ücretli em ek ayrımı kapitalizm i karakterize eden farklılaşm ış işbölüm ünün temel yapısal ekseni değildir. W eber (D urkheim ’dan farklı olarak), etkinliğin ras yonelliğinin m o d em kapitalist üretim açısından önem ini ve sınıfsal ilişkilerden kısm i bağım sızlığını vurgulayarak, kapi talizmin sın ıf sistem ini işbölüm ündeki farklılaşm adan ayınr. Başka deyişle, görevlerde bürokratik uzmanlaşmayı kapitaliz min tam am layıcı bir özelliği olarak alır. Bu görüş, daha am pi rik düzeyde, W eber’in ekonom i ve toplum daki kısm en bağım sız bü rokratikleşm e sü reçleri üzerine analiziyle desteklenir. Kendi bürokratik görevlilerine sahip rasyonel bir devletin ge lişim ini tamamen ekonom ik rasyonelleşm enin bir sonucu ola rak açıklayamayız, aksine o, bir ölçüde kapitalizm in gelişim in den önce yer alm ıştır ve aslına bakılırsa bizzat kapitalizm in or taya çıkışm a yardım cı olan koşullan yaratmıştır. W eber, bu yüzden, işçinin üretim araçlarından kopartılm a sı sürecinin doğrudan sanayi alanıyla sınırlı olduğu düşünce sine açıkça itiraz eder ve kavramı diğer kurum sal bağlamlara uygular. W eber’in tezinde, otorite hiyerarşisine sahip bir or ganizasyon biçim i “m ülksüzleştirm e” sürecine tâbidir: W eber, M arx’m “üretim araçları” kavram ının yerine “yönetim araçla rı” kavramını geçirir. Basitçe ifade edersek, W eber’in egem en lik ve tâbiyet ilişk ilerin in organizasyonuna M arx’m üretim ilişk ilerin e yüklediği önceliği tanıdığı söylenebilir. W eb er’e göre, siyasal b ir b irlik g örevlilerin kendi yönetim araçları na sahip oldukları bir “m ülk” biçim inde örgütlenebilir. N ite kim Ortaçag’da kendi İdarî bölgelerinin mali işlerini doğrudan kontrolleri altında tutan vassallar kendi askerleri ve askeri do nanım larını sağlamakla yükümlüydüler. M odem devlet aygıtı m onarkların yönetim araçlarını kendi ellerinde toplamaya yö nelik eylemleri sonucunda gelişti: H içbir resm î görevli, mal veya hizm et karşılığında aldığı pa ran ın veya k o n tro lü altındaki binalar, m ağazalar, araçlar ve savaş aygıtlanm n kişisel olarak sahibi değildir. Çağdaş “dev lette” idareci, idari personel ve işçilerin maddi idari organizas 359
yon araçlarının “sahipliğinden uzaklaştırılm ası” süreci tam am lanm ıştır - b u süreç devlet kavram ı için tem el önem dedir.25
Bu gelişm eler “işbölüm ü n e dayalı bir uzman bü rokratlar tabakasının”26 yönetim araçlarına sahiplikten uzaklaştırıldığı m odem devletin ortaya çıkışında en önem li faktörlerdir. G e nelde işbölüm ünün gelişm esi, yönetim araçlarının m erkezi leşmesi ve beraberinde bürokratların yönetim araçlarının “sa hipliğinden uzaklaştırılm asıyla” birlikte ilerlem iştir. W eber'e göre, askerî organizasyonlarda bunun belgeleri m evcuttur. F e odal ordularda her asker kendi silahım temin etm ek zorun daydı: Bu, her tür m ilis için bir zorunluluktu. Ancak sürekli orduya ihtiyaç duyulan m onarşik devletlerde, eski M ısır’daki gibi, kralın silahlar ve askerî donanım ın sahibi olduğu ve bun ları temin ettiği bürokratik bir yapı gelişir. Batı kapitalizm in de, yönetim in m erkezileşm esi ve işlerin rasyonel hesaplamala ra tâbi olm ası gibi iki faktörün etkisi altında, yönetim araçları nın kam ulaştırılm ası süreci sadece orduya değil, uzmanlaşmış işbölüm ünün bulunduğu -ü n iversiteler, hastaneler g ib i- diğer organizasyonları da içeren birçok alana nüfuz eder. Bürokratik uzm anlaşm anın yayılması, esasen, bu uzmanlaşma biçim inin idari görevlerin koordinasyonunda diğer organizasyon biçim lerinden teknik üstünlüğü sayesinde gerçekleşm iştir. Bu, ayrı ca, bürokratik konum ların bir ölçüde uzmanlaşmış eğitsel n i teliklere göre doldurulm asına bağlıdır. “Sadece bürokrasinin modern gelişim i bile rasyonel, uzmanlaşmış sınavları engelle nemez bir biçim de öne çık artır.”27 Bu nedenle, bürokratikleşmenin gelişim i zorunlu olarak uzmanlaşmış eğitime talep ya ratır ve D urkheim ’m sözünü ettiği “evrensel insanı”, “tam ve eksiksiz insanı” m üm kün kılan önceki çağların hüm anist kül türünü giderek ortadan kaldırır. W eber, ilk çağların “kültürlü insanının” yerini artık eğitim li uzmanın aldığını öne sürerken 25
F rom M ax W eber: Essays in S ociolog y , s. 8 2 .
26
From M ax W eber: Essays in S ociolog y , s. 88.
27
E conom y and S ociety, c. 3, s. 9 9 9 ; (Alm. baski), c. 2, s. 5 8 5 ; aynca kr?. G esa m m elte A ufsätze zu r S o z io log ie und Sozialpolitik, s. 5 0 0 -5 0 1 .
360
temelde benzer bir noktayı ifade eder. Bürokratikleşm e eğilimi kapitalizmde geri döndürülem eyeceginden işlevsel uzm anlaş m anın gelişim inin m odem toplumsal düzene zorunlu olarak eşlik eden bir unsur olduğu sonucuna varılabilir. W eber’e göre, m odern dünyada “bürokratik m ekanizasyonun gelişim i” “kaçınılm azdır.”28 Ancak ona göre, önceki bö lüm de belirtildiği gibi, bü rokralik leşm enin artışı yönetim in teknik etkililik talebi ile kendiligindenlik ve özerklik gibi in sani değerler arasındaki gerilim i giderek belirginleştirir. Bü rokratik işbölüm ü m odern m eslek a d a m la rın ın (B eru fsm en scheıı) içinde yaşam ak zorunda oldukları bir “kafestir”: “Pü riten, ticari bir m eslekte çalışm ak istedi; biz, böyle yapmaya zorland ık .”29 M odem üretim in etkililiğin in koşulu olan işte uzm anlaşm a lehine Faustçu “evrensel insan”dan vazgeçm ek gerekebilir ki, sonuç “ruhsuz uzmanlar, kalpsiz zevk düşkün leridir”. W eber’e göre, temel n o n n atif sorun bürokratikleşm e sü recinin nasıl tersine çevrilebileceği değildir, zira farklı kum m lan m n yönetilm esinde hesaplı kesinlik gerektiren bir top lumda bu im kânsızdır: Böyleee temel soru, “m ekanizasyon ve bürokratik hayat idealinin bu eksiksiz yükselişi karşısında in sanlığın belirli bir kesim ini bu ruhsal parçalanmadan kurtar mak için neler yapabiliriz?” sorusudur.30 W eber’in düşünce çerçevesi içinde, toplum sal hayatın bü rokratikleşm esini sosyalist bir devrimle dönüştürm e ihtim ali nin kesinlikle söz konusu olmadığı yeterince açık olsa gerek tir. Doğru olan kesinlikle tersidir. Kapitalist ekonom ide pek çok işlem piyasa güçlerinin oyununa terk edilir; fakat toplum sallaşm ış bir ekonom ide bu işlem leri devlet üstlenecek ve böylece onlar bü rokraiik yönetim e bağlı hale gelecektir. Bu ne denle, sosyalist b ir toplum kaçınılm az olarak, daha önce kapi 28
G esam m elte A u fsätze zu r S oziolog ie und S oz ia lp olitik , s. 413.
29
The Protestant Hlliic and th e Spirit o f C apitalism , s. 181. Birey işçi günümüzde bürokratik m akinenin “küçük bir dişlisi"dir ve “kendisine, bu küçük dişliden daha büyük bir dişliye doğru bir gelişim sağlayıp sağlayamayacağım sorar”. G esam m elte p o litisch e Schriften, s. 4 1 3 .
30
Gesammelte A ufsätze zu r S o z io log ie und S o z ia lp olitik , s. 41 4 .
361
talizmde yaşanandan çok daha fazla bürokratik kontrol prob lem lerine boğulacaktır: Üretim araçlarının özel m ülkiyetinin ortadan kaldırılm ası bu sü reci tersine çevirm eyecek, aksine gelişim ini daha da hızlandıracaktır. Ancak M arx’in bü rokra si anlayışı oldukça farklıdır ve ayrıca bu anlayış farkının kay nağı Marx’in piyasa yabancılaşm ası ve teknolojik yabancılaş ma -y a n i sınıfsal yapı ve bü rokratik u zm anlaşm a- arasında kurduğu bağlantıdır. M arx’in bürokrasi problemiyle ilgili dü şüncelerinin özü Hegel’in aynı konudaki yazılarına yönelik ilk eleştirilerinde ifade edilir. Hegel’in yaklaşım ında, devlet bürokrasisi toplum un genel çıkarm a göre davranan ve bu nedenle sivil toplumdaki mev cut bencil herkesin h erk ese karşı savaş mı (bellum om nia contra om nes) aşmakla sorum lu “evrensel s ın ıf’ olarak takdim edilir. Hegel’e göre, “hüküm et faaliyetlerindeki işbölüm ü”, yani sivil hizm et bürokrasisi, toplumdaki insanların özel, bireysel çıkar ları ile devletin evrensel nitelikleri arasındaki örgütsel aracı oluşturur. Bürokrasinin hiyerarşik karakteri, sivil toplum da ki bireylerin “som ut” çıkarları ile devlet politikasının “soyut” karakteri arasında koordinasyon düzeylerini sağlama zorun luluğuna göre açıklanır. Görevlilerin sınav esasına göre atan ması ve ücretli işler arasındaki farklılaşma, kişisel olmayan bir “görev” ahlâkı anlayışıyla birlikte, “evrensel sınıfın” üyesinin “öznel am açlann gelgeç heveslerinden” uzak durm asını sağ lar. “... Kamu hizmeti söz konusu olduğunda, burada devlet ve onun iç istikran fikrini yaratan genel ve özel çıkarlar bağlantı sı yatm aktadır."?’ M arx’in terimleriyle, yine de Hegel’in bürok rasi tartışması sâdece Hegelci devlet anlayışında doğrudan yer alan genel hataların som ut bir örneğidir. Bürokrasi genelin çıkannı değil, özel çıkarlan temsil eder: Bürokratik otorite ger çekte özel sınıfsal çıkarlan perdeleyen aldatıcı bir evrensellik düşüncesine dayanır. Dolayısıyla devlet bürokrasisi egemen sı nıfın özel çıkarlarının kurumsallaştınldığı bir yönetim organı dır. Bu nedenle, bürokratik organizasyonda cisim leşen resmî 31
362
Hegel'den aktaran M arx, W ritings o f the Young M arx on P hilosophy an d S oci ety, s. 181.
otorite hiyerarşisi sivil toplum ve devlet arasında Hegel’in ön gördüğü bağlantıyı yaratmaz, aksine siyasal gücü yoğunlaştırır ve sivil toplumdan u zaklaştırır. Bürokratik devlet “topluma yu karıdan dayatılan bir organ”dır.32 Ayrıca bürokrasi, sıkı bütün leşmiş karakteri nedeniyle, özellikle sorum suz bir siyasal yöne tim biçim idir: “Bürokrasi, kim senin terk edemeyeceği bir dön güdür... Bürokrasi, kendi özel m ülkiyeti olarak devletin özünü, toplum un ruhsal özünü etkiler. Bürokrasinin evrensel ruhu sırdır, bu bürokrasi tarafından bizzat hiyerarşi içinde ve kapalı bir korporasyon olarak ‘dışarıda’ sürdürülen bir sırdır.”33 M arx için böylece devleL bürokrasisi bürokratik organizas yonun arketipidir ve onun tamamen ortadan kaldırılm ası sos yalist devrimle m üm kündür. Marx'a göre, yüksek düzeyde ge lişmiş bürokratik bir devletin varlığının belirleyici olduğu ül keler -sözg elim i, Fransa ve A lm anya- burjuvazinin siyasal bir güç olan büyük toprak sahibi aristokrasiye karşı m ücadelesi nin özellikle keskin olduğu ülkelerdir. N itekim Fransız bü rokrasi aygıtı m utlak monarşi dönem lerinde ortaya çıkm ış ve 1789 Devrimi'yle büyük bir güç kazanm ıştır. Bu yüzden, ta rihsel içeriği d ikkate alınırsa, M arx’in bü ro krasi analizinin W eber’in analiziyle belirli temel noktalarda örtüştüğü görü lür. M arx, Avrupa’da bürokratik devletin feodal güçlere boyun eğdirme girişim lerinde monarşiye yardım cı bir araç olarak or taya çıktığı görüşüne katılır: Devletin m onarkm eline geçm e si burjuva çıkarların gelişim ini sağlayan tem el bir koşuldu; onlar böylece güç kazandılar.34 Ancak M arx’a göre bu süreç, W eb er’in düşüncesinin aksine, toplum sal hayatın tüm alan larında bü rokratik uzm anlaşm a yönünde tersine çevrilem ez genel bir eğilim in parçası değildir. Marx için, bürokratik mer kezileşm e daha ziyade burjuva devletin özel bir tezahürüdür ve kapitalizm gibi geçici bir toplumsal formdur. M arx’m sosyalist toplumlarda bürokrasinin tamamen ortadan 32
K arl M arx: S elected W orks, c. 2, s. 32.
33
Writings o f th e Voung M arx on Philosophy and Society, s. 1 8 5-186. Krş. Iring Fetschcr, K arl M arx und d er M arxismus (M ünih. 1 9 6 7 ), s. 164-173.
34
K arl M arx: S elected W orks, c. 1, s. 516.
363
kalkışıyla ilgili düşüncelerinin bazı göstergeleri Fransız devle tinin bürokratikleşm esi üzerine yazılarında mevcuttur. Fran sa’da bu “parazit beden” Almanya’da bile aşılan “bir her yerdelik, bir her şeyi bilirlik” kazanmıştır. Marx, özellikle 18. yüzyıl sonundan itibaren Fransız bürokrasisini karakterize eden sü rekli gelişme eğilimini şöyle yorumlar: “Tüm devrimler bu ma kineyi paramparça etm ek yerine daha da mükemm elleştirdi.”35 Fakat böyle bağım sız b ir bü rokratik düzenin varlığı, doğa sı gereği, m erkezî bir ekonom inin sürdürülmesi için gerekli dir: Sosyalizm “devlet yönetim ini basitleştirmeyi” ve “sivil top lumun ve kam uoyunun kendi özel bağımsız yönetim organ larını yaratmasını”36 sağlayacaktır. Bu tür bir değişim progra mı, Marx’in F ran sa’d a İç Savaş’ta Komünle ilgili tartışmasında açıkladığı gibi, burjuva devletin tamamen ortadan kaldırılması na karşılık gelir. Komün, “genel oy hakkı esasına göre seçilen... ve kısa dönem lerle yenilenen” resmî görevlilerden oluşabilir. Yargı ve polis, Komünün temsilcileri tarafından “yetkili kılınabilir ve bu yetki her zaman ellerinden alınabilir”. Bu koşullarda, sivil toplumdan bağımsız siyasal bir güç olarak bürokratik dev let sona erecektir: “Kamusal görevler özel mülkiyetin merkezî hükümetin aracı olmasını engelleyecektir.”37 Bu bakış açısı ile W eber’in yaklaşım ı arasındaki farklar ye terince açıktır. W eber, bürokrasinin gelişim ini rasyonel oto ritenin idari gerekleriyle ilişk ilen d irerek, bü ro kratik leşm enin etkisini genelleştirir. Sonuç itibariyle, W eber için, bürok ratik devletin gelişim i analizi bürokratikleşm enin tüm alan lara yayılm asını açıklayacak bir paradigma sağlar. Û te yan dan, Marx için, devlet yönetim indeki “sistem atik ve hiyerar şik işbölüm ü”38 bizzat burjuva devlet aşıldığında ilga ed ilecek 35
K arl M arx: S elected W orks, c. 1, s. 3 3 3 .
36
K arl M arx: S elected W orks, c. I , s. 284.
37
K arl M arx: S elected W orks, c. 1, s. 5L9. M arx'in Fransa'da l ( Savaş’ının ilk taslağındaki yorum larla karşılaştırın, W erk e, c. 17, s. 5 3 8 -5 4 9 . M arx'a göre kom ün, “toplumsal özgürleşm enin siyasal biçim i“ydi, a .g .c., s. 545.
38
Karl Marx: S elected W orks, c. 1, s. 5 1 6 . M arx'in burjuva toplum unun siyasal sistem ini yönelim m ekanizm asının bürokratiklcşm csiyle ilişki içinde sunuşu W eber’in görüşleriyle yakın paralellikler gösterir. Bu yüzden M arx, 19. yüz
364
(au fg eh o b en ) bir siyasal güç yoğunlaşmasını temsil eder. M arx, sanayi alanındaki bürokratikleşm eyi bürokratik devlet proble miyle ilişki içinde değil, karşılaştırm alı olarak ele alır. M arx a göre, m odem fabrikanın otorite sistem i, doğası gereği kapita list ekonom inin yarattığı zorunluluklarla ilişkilidir. Ancak ku rulan farklı işbirliğine dayalı fabrika biçim leri -b ü ro k ra tik hi yerarşiden u z a k - çok farklı bir otorite yapısı tipinin yaratılabi leceğini gösterir. İşbirliğine dayalı fabrikalarda artık tek-yanlı bir otorite dağılımı yoktur.39
Sonuç Bu sonuç kısm ının amacı, Marx, Dürkheim ve W eber’in sosyo lojik perspektiflerinin kaynağında m odem toplum biçim inin temel yapısı ve gelişm e eğilimi üzerine farklı anlayışların yattı ğını vurgulamaktır. M arx’m kapitalizm analizi, tamamen, işbö lümünün genişlemesi (ve böylece yabancılaşma biçim lerin ge lişm esi) ile kutuplaşm ış bir sınıfsal yapının ortaya çıkışı ara sında varsayılan bir ilişkiye dayanır. Marx için Batı Avrupa’da kapitalizm in ilk kaynaklarının tem elini oluşturan ana faktör, üreticilerin üretim araçlarının kontrolünden uzaklaştırılm ası dır. Bu yüzden, kapitalizm özünde sınıflı bir toplumdur; burju va sınıfın varlığı tâbi konumda bir mülksüz işçiler sınıfım , aynı şekilde İkincisi de ilkini gerektirir. Fakat kapitalizm in sın ıf sis temi Avrupa’daki daha önceki toplum biçim lerin in sın ıf sis temlerinden kesinlikle farklıdır. Feodalizmde egem enlik kesin olarak üretim araçlarına, yani toprak m ülkiyetine farklı biçim lerde ulaşmaya dayanır. Ancak Statü G ru plan (Stände) arasın daki farklılaşm ada ifadesini bulan feodal sın ıf yapısı bireyin kom ünal ilişkilere katılmasını tamamen engellemez; “toplum sal” ve “ekonom ik” birbirinden açıkça ayrılm am ıştır. Kapita yıl Fransast'yla ilgili tartışmasında şöyle yazar: “Y önetici sın ıfın birbirleriyle güç m ücadelesi içindeki kısım ları ve partileri, bu norm al-dışı yönetim aygı tına sahiplik ve liderliği zaferin en üst meyvesi olarak alm ışlardır.” Werke, c. 17, s. 53 9 . 39
C a p ita l.c. 3 ,s . 4 3 1 .
365
lizmin ortaya çıkışı sivil toplum un bağlarını piyasa ilişkileri ne dönüştürür: Böylece birey, sadece soyut anlamda (bağımsız “siyasal” alanda bir yurttaş olarak haklara sahip) bir “topluluk" üyesi olarak alınır. Dolayısıyla m odem toplumsal düzen “insa nın özn el özü”nü insanın kontrolünden “uzaklaştırır” ve insa ni kapasiteleri “dışsallaştırılm ış” biçim lere dönüştürür.40 İşçi nin üretim araçlarından maddi olarak koparılması (bu sürecin tarihsel olarak burjuva toplum un sın ıf sistem inin oluşum uy la aynı şey olduğu söylenir) onun “tür-varlığma”, toplum a ka tılım ının ona potansiyel o la r a k sunabileceği kapasiteler ve yete nekleri eyleme geçirebilm esine yabancılaşmasıyla ilerler. Başka deyişle, kapitalizm toplum un üretken güçlerini büyük ölçü de artırır, ancak yabancılaşmayı en üst düzeye çıkarm a pahası na. Burjuva toplumda, dünyanın bilim le rasyonel olarak açık lanması, gerçekliğin nihayetinde tanrılar ya da ruhların idare sinde olduğunu savunan dinsel dünya görüşünü büyük ölçüde ortadan kaldırmışur. Fakat bunun yerini, insanların piyasanın ekonom ik güçlerinin kontrolü altına girdiği bir yabancılaşma biçim i almıştır. “Tanrıların yönetim inin” yerini “piyasa kural ları” almıştır: Böylece insanların hedef ve am açlan ekonom ik güçlerin “dış" oyununa bağımlı hale gelir. Som ut düzeyde, bu durum işbölüm ünün boyunduruğu altındaki uzmanların (Fachm ensch) çaresizliğinde açıktır. K a p ital'in ekonom ik terim leriyle ifade edilirse, kapitalizm , tem el itici gücünü değişim -değerini en üst düzeye çıkarm a çab asın ın oluşturduğu bir m eta ü retim i sistem id ir. Kapita list üretim in m antığının tamamlayıcı unsuru kullanım -değeri değil, degişim-değeridir ve bu, insan emeği için de geçerlidir: E m ek sadece emek-gücü olarak, soyut enerji harcam ası olarak bir değere sahiptir. K apitalist ekonom inin temel “çelişkileri n in” asıl kaynağı, onun değişim-değeri için üretim e dayalı bir sistem olmasıdır. Kâr oranını sürdürm e veya genişletm e ihti yacı, azalan kâr yasası eğilimiyle karşıtlık içindedir; üretici ve tüketicinin birbirinden ayrılması (yani kapitalizmin temel ih-
40 366
V /crke, c. 1, s. 285.
Liyaçlar için üretim den ziyade değişim-değerini en üst düzeye çıkarm a zorunluluğu) kapitalizm in tekrar tekrar maruz kaldı ğı krizlerin arkasındaki tem el faktördür ve kapitalist piyasanın işleyişi bir yanda işgücünün değişim-değerinin üzerinde satılam am asını (bu sayede işçi sınıfının çoğunluğunun ekonom ik yoksunluğa m ahkûm ed ilm esini), öte yandan ise yoksulluk içinde yaşamaya itilen büyük bir “yedek ordu” oluşturulm ası nı gerektirir. Kapitalist üretimin “hareket yasalarının” yarattı ğı ekonom ik dönüşüm ler sistem i içeriden değiştirirken, aynı zamanda onun yeni bir toplum sal düzen tarafından diyalek tik olarak aşılm asının yolunu hazırlar. M arx’a göre, burjuva toplum unun sınıfsal sistem inin aşılm ası m evcut işbölüm ünü kökten değiştirecek bir toplum un gelişm esini m üm kün kılar. Ancak D urkheim ve W eber için sınıfsal yapı, işbölüm ündeki artan farklılaşm anın ayrılmaz bir parçası değildir. İki yazar da m odern toplum un sınıflı bir toplum olduğunu kabul eder; ancak ikisi de bu sınıfsal bölünm elerin onun temel doğasının b ir ifadesi olduğu fikrine karşıdır. D urkheim ’ın anlayışında “zorunlu” işbölüm ü “normal olmayan bir biçim dir”, fakat top lumsal farklılaşm anın genişlem esinin zorunlu bir sonucudur. Çağdaş toplum daki sın ıf m ücadeleleri “sınıfsal kurum larm ... doğal yetenekler dağılımına uygun düşm em esinin veya bunun hâlâ devam etm esin in ” bir sonucu değildir.41 Başka deyişle, sın ıf çatışm alarının ortaya çıkışını açıklayan ana faktör ekono m ik gücün adaletsiz sözleşm eleri desteklem ekte kullanılm a sıdır. Modern toplum biçim ini geleneksel toplum liplerinden ayıran şey, özel sınıfsal karakteri değil, organik dayanışmanın yaygınlığıdır. M odem toplum un temel örgütleyici ilkesi onun “kapitalist” karakterinde değil, aksine işbirliğine dayalı m esle ki ayrışmaların “organik” uzmanlaşmasında bulunabilir. D urkheim ’ın bakış açısından, M arx’in sım fsal yapı ile işbö lüm ü sürecinde bireyin yabancılaşması arasında kurduğu bağ “ben cillik” ve “bireycilik” arasındaki bir karıştırm aya dayanır. Modern toplum sal düzende “bireycilik” ekonom i politiğin ve
41
The Division o f Lcıbour in Society, s. 3 7 5 ; (F r. b askı), s. 3 6 8 .
367
faydacı düşünürlerin “bencillik” anlayışlarıyla karıştırılm am a lıdır: Bireycilik -işbölü m ü nd e uzmanlaşmanın ahlâkî yaptırı m ı- m odem toplumun gelişim ine eşlik eden zorunlu bir un surdur. M odem düzenin “p atolojisinin” tem elinde yatan ka rakteristik faktör, kesinlikle işbölüm ünün ahlâkî geçerliliğinin eksikliğidir. Bu ahlâkî geçerlilik geleneksel kaynak dinle sağ lanamaz: Rasyonelleşmiş bir dünyada eski sem boller ve ahlâkî egem enlik biçim leri ortadan kalkmaya başlam ıştır. Bu neden le, devletin ve m eslek birliklerinin “birey kültü”nün temel ah lâkî dayanakları olması gerekir. M evcut işbölüm ünün kökten değiştirildiği ve bu sayede bağımsız b ir siyasal alan olarak dev letin ortadan kalktığı bir toplum a geçiş m üm kün değildir. Ak sine, devletin toplumdan bağımsızlaşması anom inin azaltılm a sının gerekli bir koşuludur. D urkheim için, devlet kesinlikle salt “siyasal” bir birim olamaz; ahlâkî rolünü sadece sivil top lumla ilişkili fakat ondan bağımsız bir birlik olarak kaldığı sü rece yerine getirir.42 D u rk heim ’m tersine W eb er, “kapitalizm ”43 terim ini k u l lanır, ancak onun m odern toplum biçim inin temel karakteri konusundaki görüşü benzer şekilde M arx’inkinden- farklıdır. W eb erin anlayışında, rasyonel hesaplılık m odem kapitalist gi rişim in temel unsurudur ve toplum sal hayatın rasyonelleşm e si genellikle modern Batı kültürünün ayırt edici bir özelliği dir. M arx’in kapitalizmin ana ekseni olarak aldığı sınıfsal iliş kiler gerçekte, - “işçinin üretim araçlarından kopartılm ası” sü recini çağdaş toplumdaki kurum lartn çoğuna yayan- çok daha kapsamlı b ir süreç olan rasyonelleşm enin unsurlarından sa dece biridir. “K apitalizm ”den “sosyalizm ”e geçişin işçi sın ı fı için sağlayabileceği ekonom ik kazançlara sadece bürokrasi nin daha fazla genişlem esiyle ulaşılabilir. İnsanlığın bürokra tik işbölüm üyle yaşadığı “parçalanm a” süreci insan davranışı nın rasyonelleşm esinin zorunlu bir unsurudur. Rasyonel ka pitalizmin önkoşulu olan ama aynı zamanda onun sayesinde sağlanan dünyanın “büyü bozum u”, daha önceden b ir “araç” 42
P ro/essioııal Elhics and C ivic M orals, s. 55-69.
43
Krş. Parsons, “Capitalism in rcccn t Germ an literatüre”.
368
olan şeyi (uzm an bir m eslek içinde rasyonel kazanç arayışını) insan etkinliğinin “am acına” dönüştürür.44 R utin işb ö lü m ü tem elin d e o rg anize o lm u ş b ir to p lu m sal dünyada, bireysel özerklik ve kendiliğindenligi ifade yol ları toplum sal kuram lardaki boşluklar nedeniyle sınırlıdır.45 Bir başka soran çağdaş dünyada rasyonalitenin irrasyonel ege m enliğinden k açıştır. “Çağının kaderini taşıyam ayacak” bir birey yerleşik bir dine veya yeni mistisizm biçim lerine sığın maya çalışabilir fakat bunlar modern toplum sal düzenin ge reklerinden kaçıştan başka bir şey değildir. W eber’in sosyal bi limin m etodolojik gerekleri analizi bu analizle iç içe geçm iş tir: “Çağların kaderiyle” yüz yüze olan biri, “hayatın gerçek leri karşısında eğitim li bir acımasızlığa, bu gerçeklerle yüzleş me ve onları kendi içinde hissetm e yeteneğine" sahip biridir.46 Bu yüzden, kapitalizm in iç “çelişkileri” bu çelişkileri çöze bilecek h içbir tarihsel zorunluluk yaratmaz. Aksine, şimdiye kadar görülm em iş bir bolluk yaratan rasyonalizm in gelişim i,47 kesinlikle kaçınılm az şekilde. Batı uygarlığının (özgürlük, ya ratıcılık, kendiliğindenlik gibi) kendine özgü değerleri ile mo dern insanı kısıtlayan “demir kafesin” realiteleri arasında bir başka ayrılığı başlatır.
44
Bkz. Karl Löw ith, “M ax W eber und Karl M arx”, A rchiv fü r S o z ia l W issenschaft und S o z ia lp olitik , c. 6 7 , bölüm 1, s. 85.
45
Bu yüzden W eber'e göre, “Ne en büyük sanalım ızın ço k derinken anıtsal ol maması bir tesadüftür, ne de günüm üzde sadece en kü çü k ve yakın çevreler de, kişisel insani durumlarda, hafifçe çalınan parçalarda (pianissim o), daha önceki çağlarda büyük toplulukları yanan bir m eşale gibi birbirine yaklaştı ran peygam berce havaya benzer bir yürek çarpıntısına benzer bir şeyin olm a sı bir tesadüftür", From M ax W e b e r Essays in S ociolog y , s. 155.
46
F rom M ax W eber: E ssays in Sociology, s. 1 2 6 -1 2 7 . Krş. Löw ith, “ldeal-tip 'kavram 'ın tem elinde özellikle ‘yanıltıcı’ bir insanlık fikri yatar...”, Löwith, bölüm
47
"O ldukça haklı bir biçim de. Komünist M anifesto buıjuva kapitalist girişim ci nin çalışm asının -siy asal d e ğ il- ekonom ik devrim ci karakterini vurgular. G e
1, s. 75.
sam m elte p o litisch e S chriften, s, 44 8 .
369
Sonsöz: Marx ve Modern Sosyoloji
M arx’m yazıları ile bu kitapta görüşleri ayrıntılı olarak ele alı nan diğer iki yazarın çalışmaları arasındaki ilişki konusunda genellikle iki uç ortodoks yaklaşım vardır. Çoğu Batılı sosyo logun da benim sediği ilk yaklaşımda, M arx’in çalışm alarının toplumsal düşüncenin “tarih öncesine” ait olduğuna, sosyolo jin in asıl tarihinin sadece D urkheim ve W eber'in içinde yer al dığı yazarlar kuşağıyla başladığına inan ılır.' G enellikle M arksistler tarafından ifade edilen ikinci u ç yaklaşım da ise sonraki kuşaktan bu toplum felsefecilerinin M arx’a karşı burjuva tep kiden başka bir şeyi temsil etm ediklerine ve dolayısıyla “sos y olo ji” olduğu zannedilen şeylerin basitçe liberal burjuva ide olojinin çağdaş bir ifadesi olarak göz ardı edilebileceğine ina nılır. Bu ortodoksiler gerçeğin önem li b ir kısm ını ifade etse de oldukça yanıltıcıdır. İlk hareket noktası Durkheim ve W eber kuşağından yazar ların ortaya koydukları görüşlerin doğrudan kabulüne daya nır: O n ların çalışm aların ın ifade ed ilişleri bakım ınd an “b i lim sel” ve böylece 19. yüzyıl başındaki “sp ek ü la tif’ görkem li yapılardan tem elde farklı oldukları öne sürülür. Bu görü 1
Bkz. T a lco ıt Parsons, “Som e com m ents on the sociology o f Karl M arx", Socio logical Theory a n d M od em Society (New Y ork, 1967), s. 102-135.
371
şü benim seyenler genellikle Dürkheim , W eber ve çağdaşları nın fikirlerini geliştirdikleri toplumsal-siyasal koşullan dikka te almazlar ve sonuç olarak her iki örnekte de söz konusu dü şünürün akadem ik yazılarıyla aynlm az bir ilişki içinde olan genel dünya görüşü (W eltan sch au u n g ) büyük ölçüde ihmal edilir. Günümüz M arksistleri aksine, sosyolojik eleştiriler ya parken ilgilerini Durkheim ve W eber’in yazdıkları toplumsal bağlama yoğunlaştırm ış, onlann -yazılarının m askeler görün d ü ğ ü - siyasal ilgilerini ortaya çıkarm aya çalışm ışlardır.2 So nuçta, bu gibi ham saldırılarda onların çalışm alarının içeriği “hatalı” olarak tanım lanır, çünkü bu çalışm alar liberal burjuva toplum unun M arksist itiraz karşısında az veya çok, doğrudan partizan bir savunusunu temsil ederler. İk in ci görüş bu tür saf b ir rölativizm e d üşm ekten k a ç ı nan Marx’m epistem olojisiyle tutarlı bile değildir. Marx, örne ğin birçok burjuva ekonom ik teorinin sadece kısmen doğru ve farklı şekillerde çarpıtılm ış olduğunu kabul ederken, aynı za m anda onların kapitalist gelişm enin geçerli açıklam aları o l duklarını itiraf eder. M arksist çerçevede Durkheim ve W eber “burjuva” siyasal konum a bağlıdır, ancak bu, onlann yazıları nın içeriğinin yanlış olduğunu ve bu nedenle tamamen güve nilmez bir yaklaşım olarak terk edilmeleri gerektiğini göstere cek uygun bir temeli kolayca sağlamaz. Asıl mesele, W eber’in -yen i-K an tçı idealizmin öncüllerinden fark lı- M arksizm eleş tirisinin bazı açılardan M arksist diyalektiğe M arx’in izleyici si olduğunu ilan eden bazı determ inist öğretilerden daha yakın düşmesidir. Durkheim ve W eber’in siyasal görüşlerini gelenek sel liberalizm-Sösyalizm bölünm esine göre kategorize etm enin zorluğu bir tesadüf değildir. W eb er’in m etod olojik konum u D urkheim ’ınkinden daha “bireyci”dir, fakat ikisi de -M a rx ’in daha önce yaptığı g ib i- faydacıların teorik tekbenci yaklaşım larını ve 19. yüzyıl siyasal liberalizm inin belirli ön-kabullerini reddeder. Ö nceki bölü m lerd e gösterm eye çalıştığım gibi, bunun toplumsal ve siyasal zem ini 19. yüzyılın son yansında
2 372
Krş. Herbert M arcuse, “Industrialisierung und Kapitalism us", s. 161-180.
Britanya, Fransa ve Almanya’daki gelişm eler bağlamında anla şılabilir. Durkheim ve W eber’in çalışm alarındaki Marx eleşti risi kadar, son iki yazar arasındaki ve bu kitapta analiz etm edi ğim temel farklılıkların arkasında da bu zem in yatar. D urkheim ve W eber’in yazılarının kaynağı, rom antik aşırı milliyetçi muhafazakârlık ve devrimci sosyalizmin ikili baskısı karşısında siyasal liberalizmin tezlerini savunma veya daha çok yeniden yorum lam a girişimidir. Ö te yandan, M arx’in yazılan ilk kapitalist dönemin bir analizi ve eleştirisidir. Yine de, siyasal bir kitle hareketinin kaynağı olarak Marx’m çalışması 19. yüzyı lın ikinci yarısında kapitalizmin gücünü pekiştirdiği bir dönem de öne çıkar. Bu hareket, Marx’m ilk düşüncelerinin daha çok 19. yüzyıldaki temel entelektüel eğilimlerin -eleştirel bir anali zi ve aşılması girişiminden ziyade- doğrudan ifadesi olarak or taya çıktığı bir bağlamda gerçekleşir. Sonuç, M arx’m yazıları nın Durkheim ve W eber ile göründüğünden çok daha fazla şeyi paylaşmasıdır: Üç yazann hedefi dikkati çekecek ölçüde aynı dır. Zira M arx’m çalışmaları, diğer ikisininki gibi hem (Alman felsefesindeki) rom antik muhafazakârlığı hem de klasik iktisat çıların faydacılığını dönüştürme ve aşma girişimidir. K uşkusuz bütün bu söylenenlere rağm en, M arx ve diğer iki yazar arasında uzlaştm lamaz teorik perspektif ve am pirik yorum farklılıkları olduğu kabul edilmelidir. En temel farklı lıklardan bazılarının modern toplumda işbölüm ündeki geliş m enin sonuçlarının farklı yorum larına dayandığını -s a lt eko n om ik terim ler içinde değil, aksine toplum sal farklılaşm a ola rak anlaşıld ığ ın ı- gösterm eye çalıştım . Yine de, M arx’in sos yolojiye katkısının önem ini kabul eden, ancak onu “ölü bir aziz”den ziyade “yaşayan bir düşü nür”3 olarak alanlar için , M arx’m ve diğer toplum felsefecilerin yazılarının -en telektü el içeriklerine g ö r e - karşılaşurm alı analiziyle uygun bir biçim de ortaya konulabilecek birçok önem li problem vardır. Günümüzde hem Marksizm içinde hem de akademik sosyo lojide temel b ir teorik yeniden düşünme sürecinin yer aldığı 3
Erich From m , “G iriş", K arl Marx, E arly Writings, s. i; krş. Iring Fetschcr, s. 9 vd.
373
nı söylemek abartma olm ayacaktır.“’ Bu süreci başlatan koşul lar büyük ölçüde aynıdır: Kapitalist ve sosyalist toplumların ya pısındaki görünür “yakınlaşma". Durkheim ve W eber’in hacim li çalışm alannı yazdıkları dönemde bizzat “sosyalist” olarak ad landırılabilecek veya gerçekte Marx’tan esinlendiğini iddia eden bir toplum biçimi henüz yoktu. Bununla beraber, devrimci ka raktere sahip olduğunu iddia eden büyük işçi sınıfı hareketleri hem Fransa’da hem de Almanya’da görüldü ve sosyalist devrim kesinlikle ihtim al sınırları dışında değildi. Ancak Rusya’daki Ekim Devrimi Avrupa’nın ekonom ik açıdan en az gelişmiş loplumunda gerçekleşti. M eslek yaşamının sonuna doğru mirin* komünal organizasyonunun Rusya’yı doğrudan sosyalizme gö türebilmesi ihtimalini kabul eden Marx'ın beklediği Batı Avrupa kapitalizminin devrimci yıkılışının çanları çalmıyordu. Tam ter sine sadece Rusya'ya benzer veya daha alt ekonomik gelişim dü zeyindeki ülkeler devrimci değişimin etkisi altındaydı. G elişm iş kapitalist ü lkeler değişm işse, bu sü reç devrim le değil, onların içlerindeki değişimin kademeli birikim iyle ger çekleşti. Günüm üzde artık devletin ekonom iye artan müdaha lesi, beyaz yakalı bir kesim in gelişm esi ve eski m ülk sahibi sı nıfın yerini bir ölçüde daha şekilsiz bir elitler çeşitliliğinin al ması gibi bu iç değişikliklerden bazılarının kapsamlı etkileri yadsınamaz. Ne var ki, Batılı kapitalist ülkelerin son otuz-kırk yıldır büyük bir değişim geçirm esi gibi, Rusya ve onu izleyen Avrupa ülkeleri de sosyalist devrim ler yaşamıştır. Bu ülkeler de, M arx’ın sınıfsal egemenliğin yerini “her birinin özgür geli şim inin tüm ünün özgür gelişim inin koşulu olduğu” rasyonel bir düzenin alacağı beklentisi5 Batılı liberal dem okrasilerde ge linen noktadan ço k uzaktır. Daha ziyade, epistem olojik olarak çarpıtılm ış bir M arksizm türü, Batılı ülkelerin ekonom ik dü
4
Krş. Norman Birnbaum, “T he crisis in M arxist sociology", Hans Peter Dreitzel, Recent Sociology, No. 1 (Londra, 1969), s. 12-42. Aynca bkz. Ju rgen Ha bermas. Theorie und Praxis (Neuwied ve Berlin, 1967), s. 261-335.
(* ) Rus köy topluluğu. Aym zamanda Rusça'da “dünya" ve “barış” anlam larına da gelm ektedir - e.n. 5
374
CH, s. 162.
zeyini “yakalam ayı” temel hedef olarak alan bir sanayileşm eciliği m eşrulaştırm akta kullanılm ıştır. Sonuç olarak, en azından oldukça yakın zamanlara kadar, M arksist toplumsal düşünce kapitalist ve sosyalist ülkelerdeki son yirmi-otuz yıllık eğilimlerin ortaya çıkardığı sorunlara bo ğulmuştur. Hobson-Lenin “emperyalizm” teorisi, bu genel eği lim lerin söz konusu toplum lann içyapısındaki önem li temel değişimlere göre açıklanamayacağını, bu toplumlar ile “azgeliş m iş” ülkeler arasındaki sömürü ilişkilerinden kaynaklandıkları kabulünü desteklem ekte kullanılm ıştır. Sosyalist loplum ların teorik bir değerlendirmesi ideolojik bir dogmayla, yani Marksizmin bu ülkelerde zaten uygulandığı iddiasıyla engellenm iş tir. Bunun ironik sonucu, bu ülkelerde “sosyolojinin” özellik le dar bir disiplin olarak anlaşılmasıdır. Fakat Batılı sosyologlar da söz konusu sorunları henüz çözememişlerdir. Genelde ka pitalist toplumlarda yaşanan değişimleri kavramaya çalışan ya zılar Durkheim ve W eber’in içinde yer aldığı toplum felsefeci leri kuşağının yazılarında geliştirilen görüşlere dayanan basit öngörülerd en ibaret kalm ıştır. Bununla beraber, en önem li vurgu, bilinçli olarak ilgiyi toplumsal değişme veya gelişme so runlarından uzaklaştıran tarih dışı bir “genel teori” yapısı for müle etm e girişimine yapılır.6 Son zamanlara gelinceye kadar, Marksist toplumsal düşüncede olduğu gibi, gelişm e araştırma sı yapılan yerlerde ilgi sanayileşmemiş ülkelere odaklanmıştır. Batı teknolojisi ve kültürünün sanayileşm em iş ülkeler üze rindeki etkisi sosyoloji için oldukça önemli bir teori ve araştır ma alanını oluşturur. Ancak bunun içinde ele alındığı çerçeve, “gelişmiş toplum lann” temel karakteristiklerinin zaten bilindi ği ve sorunun basitçe “üçüncü dünya” toplum lannın bu mode li gelecekte nispeten başanlı bir biçim de nasıl uygulamalan ge rektiği sorunu olduğu şeklindeki zımnî ön-kabulü yansıtır. “Sa nayi toplumu” veya daha yakınlarda kullanılmaya başlanan “sanayi-ötesi toplum ” teriminin sosyolojide hem “kapitalist” hem de “sosyalist” toplum ları anlatacak biçim de ço k genel düzey
6
Ö zellikle bkz. Talcoıt Parsons, The Social Sys
375
de kullanılması, bu bakış açısının temelini oluşturan kabullerin göstergesidir. Öte yandan son zamanlarda kapitalist ve sosyalist toplum lann birbirine “yakınlaşm ası”7 sorunuyla ve geleneksel anlamında sınıfsal ilişkilerin (sözde) önemini yitirmesiyle ilgi li tartışmalar8 “gelişmiş” toplumlarda yaşanan gelişme eğilimleri analizine ilginin yeniden canlanmasının belirtileridir. Ö nem li noktalarda, bu ilgi canlanm ası kitapta tartışılan üç yazarın çalışmalarında belirgin olarak öne çıkan sorunlara dö nüşü tem sil eder. O nların çalışm aları, sosyal teoride ön em li yeni bir yönelime yol açtıkları sürece halen temel bir hare ket noktası oluşturm alıdır. M arx’ın kapitalizm m odelinin bir bütün olarak “içinde yaşadığımız sanayi-ötesi burjuva toplumuna uygun düşmediği”9 söylenebilir. Buradan, Marx’m burju va toplumu analizinin bazı temel unsurlarının günümüzde fazla önem li olmadığı sonucu çıkm az. Bunu vurgulam ak, M arx’ın çağdaş toplumun önem li karakteristiklerinden bazılarını “ö n gördüğü” ya da onun diğer sözde “öngörülerinin” sonradan yanlışlandığı biçim indeki bildik temayı tekrarlam ak değildir. Aksine Marx’ın analizinde hâlâ m odem toplumun sorunsalı ola rak görülmesi gereken problemlerin ortaya konulduğu anlam ı na gelir: Aynısı kesinlikle Durkheim ve W eber’in yazılan için de geçerlidir. M odem sosyolojinin temel görevlerinden birinin ku m cuları uğraştıran bazı sorunlara dönmek olduğunu öne sür mek tamamen geri bir adımı önerm ek değildir: Paradoksal ola rak, onların temel düzeyde ilgilendikleri problem leri yeniden ele alırken, nihayetinde günümüzü, bu problemlerin geliştirildi ği fikirlerin ağır baskısından kurtarmayı umut edebiliriz.
7
Bkz. Jo h n H. G oldthorpc, “Social stratification in industrial society ", Paul Holm os, T h e D evelopm ent o f In dustrial S ociety, Sociological Review M onog raph, no. 8, 1964, S. 97-122.
8
Ralf Dahrendorf, C lass an d C lass C onflict in Industrial Society: Norman B im baum. The Crisis o f Industrial S ociety (New York, 1969). (Snnoyi Toplum unda K riz, ?ev. Tarkan Karatekin-Filiz Ulgut. Babil Yaymlari, 2 0 0 2 )
9
George Liciheim , “O n the interpretation o f Marx’s thought", Lobkow icz, s. 4
376
KAYNAKÇA
M A RX-EN G ELS M an: vc Engels: W erke. c. 1 -4 1 , aynca lamamlayıct ciltler. Berlin, 1956-67. M arx vc Engels: H isto risch e-k ritisch e G esa m ta u sg ab e. c . 1 -1 1 . Frankfurt-B erlin, 1 9 2 9 -3 1 . M arx: G ru n drisse d er K ritik d er politischen Ûkonomic, Berlin, 1953. [GrundrisseE konom i Politiğin E leştirisi İçin On Ç alışm a, çev. Sevan Nişanyan, Birikim Ya yınları, 2 0 0 8 ] T. B. Bottom ore: K a r l M arx, E arly W ritings. New Y ork, 19 6 4 . Loyd D. Easton ve Kurt H . Guddat: Writings o f the Y oung M arx on P hilosophy a n d S ociety, New York, 1967. Marx ve Engels: C ap ital, c. 1-3. c . 1, Londra, 1 9 7 0 ; c . 2 , M oskova 19 5 7 , c . 3 , M os kova, 1 9 6 2 . [Kapital, çev. A laaıtin Bilgi, (ilk b askılar) 1. c ilt 1 9 6 5 , 2 . cilt 1 9 7 6 . 3. cilt 19 7 8 , Sol Yayınlan) The G erm an Id eolog y . Londra, 19 6 5 . [Alman İd eo lo jisi (F eu e r b a ch ), çev. Sevim Belli, (ilk baskı) 1 9 7 6 , Sol Yaym lanl T he C om m unist M anifesto. New York, 1 9 6 7 (Laski edisyonu). [Komünist M anifesto ve K om ünizm in ilk e ler i, çev. Muzaffer Erdost, (ilk baskı) 1976, Sol Yaym lanl T he H oly Family, o r Critique o f Critical Critique. M oskova, 19 5 6. [Kutsal Aile Ya da Eleştirinin Eleştirisi, çev. Kenan Som er, (ilk b askı) 19 7 6 , Sol Y ayınlan! S elected C orrespon den ce. Londra, 1934. [Seçme Yazışmalar, çev. Yurdakul Fincan cı, 1. cilt 1 9 9 5 ,2 . cilt 1996, Sol Yayınlan] On R eligion. M oskova, 1957. [Din Üzerine, çev. Kaya G üvenç, (ilk baskı) 1976, Sol Yayınlan] T . B. Bottom ore ve M axim ilien Rubcl: Karl M arx: S elected W ritings in S ociology and S ocial Philosophy. Londra, 1963. [Marx'm Sosyolojisi, çev. Zuhal Bilgin, C hiviyazılan Yayınevi, 2 006]
377
Marx: Pre-C apU alisl E conom ic F orm ation s. Londra, 1964. [Kapitalizm Onces i E k o nom i Biçim/eri, çcv. M ihri Belli, (ilk baskı) 1 9 6 7 . Sol Yayınlan] Marx: T he A m erican Jou rn alism o f M arx a n d Engels. New York, 1966. M arx: Articles on India. Bombay, 1951. M arx: M arx on China, 1853-60. Londra, 1951. M arx: A Contribution to the C ritique o f P olitical Econom y. Chicago, 1904. [Ekono mi Politiğin Eleştirisine K atkı, çev. Sevim Belli, (ilk baskı) 1970, Sol Yayınlan] Marx: The Poverty o f P hilosophy. Londra, tarihsiz. |F elsefenin S efaleti, çev. Ahmet Kardam, (ilk baskı) 19 6 6 , Sol Yayınlan] Marx: Theories o f Surplus Value (ed. G. A. Bonner ve E. B u m s). Londra, 1951. Marx: T heories o f Surplus Value, c. 1-2. Londra, 1964 & 1969. Engels: A nti-O iihring. M oskova, 1 9 5 4 . [Anti-Diihring, çev. Kenan Som er, (ilk basım ) 19 6 6 , Sol Yayınlan I Engels: The Dialectics o f N ature. M oskova, 1954. [Doğanın D iyalektiği, çcv. Arif G elen, (ilk basım ) 1970, Sol Y ayınlanl Engels: T he C ondition o f th e W orking C lass in England in 1844. Oxford, 1968. [İn giltere'de E m ekçi Sınıfının Durumu, çev. Yurdakul Fincancı, 1997, Sol Yayın lan] Engels: G erm an y: R evolution a n d C ou nterrevolu tion. Londra, 19 33. [Almanya'da Devrim ve K arşı-devrim , çev. Kenan Som cr, Sol Yayınları, (ilk baskı) 1975) DURKHE1M
The Division o f Labour in Society. Londra. 1964. |Toplumsal İşbölümü, çev. Özer Ozankaya, Cem Yayınlan, 2 0 0 6 ] De la division de la travail social. Paris. I9 6 0 .
The Elementary Forms o f the Religious Life. New Y ork, 19 6 5 . IDini Hayatın ilkel B i çimleri. çev. Fuat Aydın. Ataç Yayınlan, 2 0 0 5 ] Les formes élémentaires de la vie religieuse. Paris, i9 6 0 . Professional Ethics and Civic Morals. Londra, 19 5 7 . [Mes/ch Ahldfeı, çev. M ehm et Karasan, M EB. 1962)
Leçons de sociologie. Paris, 19 5 0 . |Sosyoloji Dersleri, çev. Ali Berktay, İletişim Ya yın lan . 2 0 0 6 ]
The Rules o f Sociological Method. Londra, 1964. [Sosyolojik Metodun Kuralları, çcv. Enver A ytckin, Sosyal Yayınlan, 1 9 9 4 ]
Les regies de la méthode sociologique. Paris, 1950. Socialism. New York, 1962.
Le socialisme. Paris, 1928. Suicide, a Study in Sociology. Londra, 1 9 5 2 . [İntihar, çev. Ö zer O zankaya, İm ge Kilabevi, 19921 Le suicide, étude de sociologie. Paris. 1960. (E . D enis ile): Qui a voulu la guerre ? Paris, 1915.
"L’Allemagne au-dessus de tout”. Paris,
1915.
L ’évolution p éd ag og iqu e en France. Paris, 1969. S ociology and Philosophy. Londra, 1965. (M. M au ssile): Primitive Classification. Londra, 1963.
378
Montesquieu and R ousseau. Ann Arbor, 1965. M oral E ducation. Londra. New York, 1961. [Ahlaksal T erbiy e, çev. M. F. Bezir ci, 19381 L'éducation m orale. Paris. 1925. Education an d S ociology. G lencoe, 1956. P ragm atism e et sociolog ie. Paris, 1955. Jo u rn a l Sociologique. Paris, 1969. SchälTle Eleştirisi: Bau und Leben des socialen K örpers, Revue p h ilosophiqu e, c. 19, 1.885, s. 8 4 -1 0 1 . Gum plow icz Eleştirisi: G rundriss d er S oziolog ie. Revue p h ilosophiqu e, c. 20 . 1885, s. 6 2 7 -3 4 . "Les etudes de science sociale", Revue p h ilosop h iqu e, c. 2 2 ,1 8 8 6 , s. 6 1 -8 0 . Guyau Eleştirisi: L'irréligion d e l'avenir. Revue philosophique, c. 2 3 ,1 8 8 7 , s. 299-311. “La scien ce positive de la m orale en Allem agne", Revue p h ilosophiqu e, c. 24 , 1887, s. 3 3 - 5 8 ; 1 1 3 -4 2 ve 2 7 5 -8 4 . “Le program m e éco n o m iq u e de M. S ch à fflc", Revue d 'éco n o m ie p o litiq u e, c . 2 , 1888, s. 3 -7. “Suicide et natalité, etude de statistique m orale". Revue p h ilosop h iq u e, c. 2 6 ,1 8 8 8 , s. 4 4 6 -6 3 . Trtnnies Eleştirisi: G em ein schaft und G esellsch aft, Revue p h ilosophiqu e, c. 2 7 , 1889, s. 4 1 6 -2 2 . “L'enseignem ent philosop hique et l'agrégation de p h ilo sop h ie", Revue p h ilo s o phique, c. 3 9 . 18 9 5 , s. 121-47. Labriola Eleştirisi: E ssais sur la conception m atérialiste d e Thistoire. Revue p h ilo sop hique, c. 4 4 , 1897, s. 6 4 5 -5 1 . Richard Eleştirisi: L e socialisme et la scien ce socia le, R evue p h ilo sop h iq u e, c. 4 4 , 1 8 9 7 , s. 20 0 -5 . “L'individualisme et les intellectu els", Revue bleue, c. 10, 1898, s. 7 -13. “D eux lois de l ’évolution pénale”, Année sociolog iqu e, c. 4 ,1 8 9 9 - 1 9 0 0 , s. 65-95. “La sociologie en France au X IX e siècle". R evue bleu e, c. 13, 1900 , bôlùm 1, s. 6 0 9 -1 3 , bôlùm 2, s. 6 4 7 -5 2 . “Su r le totém ism e", Année sociologique, c. 5 ,1 9 0 0 - 1 , s. 8 2 -1 2 1 . M crlino E leştirisi: F o rm es et essen ce du soc ia lis m e . R evue p h ilo s o p h iq u e, c. 4 8 , 1 8 8 9 , s. 4 3 3 -9 . Lagardcllc ile tartışma: L ib res entretiens, 1905, s. 4 2 5 -3 4 . Fou illé’n in çalışm alarının E leştirisi, B eloı vc Landry, Année sociologique, c. 10, 1 9 0 5 -6 , s. 3 5 2 -6 9 . Deploige Eleştirisi: L e conflit d e la m o ra le et d e la sociologie, Année S ociologique, c. 12, 1 9 0 9 -1 2 , s. 3 2 6 -8 . “La famille conjugale", Revue philosophiqu e, c. 9 1 , 19 2 1 , s. 1-14. W EB ER E conom y an d Society. New York, 1968. IToplu m sal v e E kon om ik Örgütlenm e K u ra m ı, çev. Ö zer Ozankaya, imge Kitabevi, 19951 W irtschaft und G esellschaft. Tübingen, 1956.
379
H. H. G erıh ve C. W right M ills: From M ax W eber: E ssays in Sociology. New York, 1958. [Sosyoloji Y az ıla n , çev. Taha Paria, iletişim Yayınlan, 8. baskt, 2006] G esam m elte A ufsätze zur Religionssoziologie, c. 1-3, Tübingen, 1920-1.. G esam m elte A ufsätze zu r S oziolog ie und S ozialp olitik. Tübingen, 1924. G esam m elte A ufsätze zu r W issenschaftsichre. Tübingen, 1968. Gesammelte p o litisch e Schriften. Tübingen, 1958. The M ethodology o f the S o cia l S ciences. G lencoe, 1949. The Protestant Ethic and th e Spirit o f C apitalism . New York, 1958. iProtestan A hlâ kı ve K apitalizm in Ruhu, çev. Zeynep Aruoba, Hil Yayınları. 1985] The R eligion o f C hina. Londra, 1964. The Religion o f India. G lencoe, 1958. Gesammelte A ufsätze zu r Sozial - und W irtschaftsgeschichte. Tübingen, 1924. Ju gen dbriefe. Tübingen, tarihsiz. Die röm isch e A g rarg esch ich te in ihrer Bedeutung fü r des Staats - und Privatrecht. Stuttgart, 1891. D ie V erhältnisse d er L an d a rbeiter int ostelbischcn D eutschland. Leipzig, 1892. General Economic History. New York, 1961. “A ntikritisches zum 'G eist des Kapitalism us’" , Archiv fu r S ozialw issen schaft und S ozialp olitik, c. 3 0 , 19 1 0 , s. 1 7 6 -2 0 2 . “A n tikritisches Schlu ssw ort zum ‘G eist des Kapitalism us’”, A rchiv fü r S o z ia l w issenschaft und S o zialp olitik, c. 3 1 .1 9 1 0 , s. 5 5 4 -9 9 . İK İN C İL ÇALIŞM ALAR H. В. Acton: The Illusion o f the Epoch. Londra, 1955. Lord Acton: Lectures on M od em History. Londra, 1960. Guy Aimard: D urkheim et la scien ce écon om ique. Paris. 1962. Martin Albrow: Bu reaucracy. Londra, 1970. Erik Allardı: “Em ile D urkheim : sein Beitrag zur politischen Soziologie”, K öln er Z eitschrift fü r S o z io log ie und S ozialp sy ch olog ie, c. 20, 1968, s. 1-16. Нагту Alpert: Emile D urkheim an d his S ociolog y . New York, 1939. Louis Althusser: F o r M arx. Londra, 1969. Louis Althusser vd.: L ire le C apital. Paris, 1967. [K apitali O ku m ak, çev. Celal A. Kanal, Belge Yayınlan, 19951 Carlo Antoni: F rom H istory to Sociology. Londra, 1962. Raymond Aron: Main Currents in S ocio lo g ical Thought, c. 1 & 2. Londra, 1 9 6 8 & 1967. Shlom o Avineri: The Social and P olitical Thought o f K arl M arx. Cam bridge, 1968. J . A, Bam es: “D urkhcim ’s D ivision o f L abour in Society", M an (yeni sayılar), с. 1, 1 9 6 6 , s. 158-75. Eduard Baumgarten: Max W eber: W erk und Person. Tübingen, 1964. G eorg von Below: D er d eu tsch e Staat des M ittelalters. Leipzig, 1925. Reinhard Bendix: M ax W eber, an In tellectual Portrait. Londra, 1966. — “Social stratification and the political com m unity”. Archives eu ropéen nes d e so ciologie, c. 1, 1960, s. 181-210.
380
Norm an Birnbaum : T h e C risis o/ Industrial Society. New York. 1969. [Sanayi Top la m a n d a K riz, ç ev . Tarkan Karatekin-Filiz Ûlgüt, Babil Yayınlan, 2 002] — “Conflicting interpretations of the rise o f capitalism : M arx and W eber", British Jo u r n a l o f Sociology, c. 4 , 1953, s. 125-41. H. Bollnow : “E n gels Auffassung von R evolution und E n tw ick lu n g in Seinen 'G rundsätzen des Kom m unism us’ (1 8 4 7 ) " , Marxismusstudien, c. 1, 1954, s. 7 7 -1 4 4 . Roger Caillois: Man, Play an d C am es. Londra, 1962. A. Cornu: K arl M arx et F ried rich Engels, c. 1 -3. Paris, 1955. Ralf D ahrendorf: C lass an d C lass C onßict in Industrial Society. Stanford, 1965. Society a n d D em ocracy in G erm any. Londra, 1968. Georges Davy: “Em ile D ürkheim ", Revue fran çaise d e sociologie, c. 1, 1960, s. 3-24. — “Em ile D urkheim ”, Revue de m étaphysiqu e et d e m orale, c. 2 6 , 1919, s. 181-98. Phyllis Deane ve W . A. Cole: British E con om ie Growth. Cam bridge, 1969. Sim on Dcploige: T h e C on ßict betw een Ethics and Sociology. St Louis, 1938. M aurice D obb: Studies in the D evelopm ent o f C apitalism . Londra, 1963. Hans Peter D rcitzel: Recent S ociology No. 1. Londra, 1969. Je a n Duvignaud: D urkheim , sa vie, son oeuvre. Paris, 1965. Iring Fetschen K arl M arx und d er Marxismus. M ünih, 1967. Louis Feuer: “W h at is alienation? T he career of a co ncep t". New Politics, 1962, s. 11 6 -3 4 . Ludwig Feuerbach: The Essence o f C hristianity. New York, 1957. [Hıristiyanlığın Û zû, çev. Devrim Bulut, Öteki Yayınevi. 2 0 0 4 ] — S âm m tlich e W erke, c. 1 -10, 1903-11. Ju lie n Freund: T h e S ociolog y o f M ax W eber. Londra, 1968. Georges Friedm ann: The A natom y o f W ork. Londra, 1961. W alter Gagel: D ie W ah lrech tsfrag e in d e r G esch ich te d e r deutschen liberalen P artei en. D üsseldorf, 1958. Charles Eim er G chlke: E m ile Durkheim's C ontributions to S ocio lo g ical Theory. New York, 1915. Anthony Giddens: “A typology o f suicide”. Archives eu ropéen nes d e sociologie, c. 7, 19 6 6 , s. 2 7 6 -9 5 . — “'Power' in the recent writings o f Talcott Patsons", Sociology, c. 2 ,1 9 6 8 , s. 268-70. — “D urkheim as a review critic". S ociolog ical R eview , c. 18, 19 70, s. 171-96. — “Marx, Weber, and the development o f capitalism", Sociology, c. 4 , 1970, s. 289310. — Politics and sociolog y in the thought o f M ax W eber. Londra, 1972. [Max Weber'in D üşüncesinde Siyaset ve Sosyoloji, çev. Ahmet Çiğdem , Vadi Yayınlan, 19921 — “T he suicide problem in Fren ch sociology", British Jo u tn a l o f S ociology, c. 16, 1965, s. 3 -1 8 . Jo h n H. G oldthorpc: “Social stratification in industrial so ciety ", Paul Halmos: The D evelopm ent o f Industrial Society. Sociological Review M onograph, No. 8, 1 9 6 4 , s. 9 7 -1 2 2 . Fred M. G ollh eil: M arx’s Econom ic Predictions. Evanston, 19 6 6 .
381
Georges Gurvitch: La vocation actu elle d e la sociolog ie. Paris, 1950. Georges Gurvitch ve W ilbert E. Moore: Twentieth Century Sociology. New York, 1945. Ju rgen Habermas: T h eorie und Praxis. Neuwied and Berlin, 1967. R. M. Hartwell: The C au ses o f the Industrial Revolution in England. Londra, 1967. J. E. S. Hayward: “Solidarist syndicalism : D urkheim and Duguit”, S ocio lo g ical Re view , c. 8 , 1960, bölüm 1 & 2, s. 1 7 -3 6 & 18 5 -2 0 2 . G. W . F. Hegel: Philosophy o f Right. Londra, 1967. Donald Hodges: “T he 'interm ediate classes’ in M arxian theory". Social R esearch, c. 28, 196 1 , s. 2 4 1 -5 2 . Jo h n Horton: “T he de-hum anisation o f anom ie and alienation”, British Jo u r n a l o f Sociology, c. 1 5 ,1 9 6 4 , s. 2 8 3 -3 0 0 . Henri Hubert ve M arcel M auss: “T heo rie generate de la m agie". Année Sociologique, c. 7 ,1 9 0 2 - 3 , s. 1-146. H. Stuart Hughes: Consciousness an d Society. New York, 1958. Jean Hyppolite: Eludes sur M arx et Hegel. Paris, 1955. Barclay Jo h n so n : “D urkheim ’s one cause o f suicide", American Sociological Revi ew, c. 3 0 ,1 9 6 5 , s. 8 7 5 -8 6 . Z. A. Jordan: The Evolution o f D ialectical M aterialism . Londra, 1967. Eugene Kam enka: The P hilosophy o f Ludw ig F eu erb ach . Londra, 1970. Karl Kautsky: Die A grarfrage. Stuttgart, 1899. — Der Ursprung des Christentums. Stuttgart, 1908. Helmut Klages: T ech n isch er H um anismus. Stuttgart, 1964. E.
Jü rgen Kocka: “Karl M arx und Max W eber. Ein m ethodologischer V ergleich", Zeitschrift fü r d ie g esam te Staatsw issenschaft, c. 122, -1966, s. 3 2 8 -5 7 .
Rene König ve Joh an nes W inckelm ann: M ax W eber zum G edächtnis. Köln ve Op laden, 1963. Karl Korsch: M arxism us und Philosophie. Leipzig, 1930. (Marksizm ve F elsefe, çev. Yılmaz Oner, Belge Yayınlan, 1991 ( Leopold Labedz: Revisionism. Londra, 1963. Antonio Labriola: S ocialism a n d Philosophy. Chicago, 1918. Roger Lacom bc: L a m éth od e sociolog iqu e de D urkheim . Paris, 1926. David S. Landes: The Unbound Prom etheus. Cambridge, 1969. V. 1. Lenin: S elected W orks. Londra, 1969. George Lichtheim : "M arx and the ‘Asiatic mode o f production'”, St Antony's Pa pers, No. 14, 1 9 6 3 ,5 . 8 6 -1 1 2 . — M arxism, an H istorical an d C ritical Study. Londra, 1964. — Marxism in Modem F rance. New Y ork, 1966. D ieter Lindenlaub: R ichtun gskam pfe im Verein fü r S ozialp olitik. W iesbaden, 1967. Nicholas Lobkowicz: M arx and the W estern W orld. Notre Dame, 1967. Karl Löwith: “Max W eber und Karl M arx", Archiv fü r S ozialw issen schaft und S o z i alp olitik. c. 6 7 , 1932, bölüm 1, s. 5 3 -9 9 ve bölüm 2, s. 1 7 5 -2 1 4. Georg Lukäcs: Der ju n g e Hegel. Zurich and Vienna, 1948. — Geschichte und K lassenbew usstein. Berlin, 19 3 2 . (Tarih ve S ın ıf Bilinci, çev. Yıl maz O ner, Belge Yayınlan, 1998)
382
— Die Z erstörung d er Vernunft. Berlin, 1955, [Ahim Y ıkım ı. Ayşen Tem şen Kapkın, Payel Yayınlan. 20061 Steven Lukes: “Alienation and anom ie", Peter Laslett ve W , G. Runcim an: Philo sophy. Politics an d Society. Oxford, 1967, s. 134-56. Ernest M andel: M arxist Economic Theory, t . I & 2. Londra, 19 68. Marcel Mauss: “Essai sur les variations saisonnières des sociétés eskim os", A nnie sociolog iqu e, c. 9 , 19 0 4 -5, s. 39 -1 3 0 . David M cLellan: M arx B efo re M arxism. Londra, 1970. — T h e Young H egelians and K arl M arx. Londra, 1969. C. B. M acpherson: T he P olitical T heory o f P ossessive Individualism . Londra, 1962. Ronald M eek: Studies in th e L abo u r T heory o f Value. Londra, 1956. Franz M ehring: K arl M arx, Ann Arbor, 1962. lstvân M észàros: M arx’s Theory o f A lienation. Londra, 1970. Alfred G. Meyer: M arxism , the Unity o f T h eory and P ractice. Ann Arbor, 1963. Arthur M itzm an: T he Iron C ag e ; An H istorical In terpretation o f M ax W eber. New York, 1970. W olfgang J . M om m sen: M ax W eber und d ie d eu tsch e P olitik, 1890-1920. T übin gen, 1959. Barrington M oore: Social Origins o f D ictatorsh ip an d D em ocracy. Londra, 1969. ID iktatörlûgûn ve D em okrasin in Toplum sal K öken leri, çev. Şirin Tekcli-Alâeddin Şenel, V Yayınlan, 1989] Robert A. Nisbel: E m ile D urkheim . Englewood Cliffs, 1965. — The S ocio lo g ical Tradition. Londra, 1967. Stanislaw Ossow ski: C lass and C lass Structure in th e S o cia l C onsciousness. Lond ra, 1963. M elchior Palyi: Erinnerungsgabe fü r M ax W eber. M unich and Leipzig, 1923. Talcott Parsons: “Capitalism in recent Germ an literature: Som bart and W eber”. Jo u rn a l o f P olitical Econom y, c. 3 6 , 1928, s. 6 4 1 -6 1 . — S o cio lo g ical Theory and M od em Society. New York, 1967. — T h e S o cia l System . Londra, 1951. — T he S tructure o f S ocial A ction. G lencoe, 1949. Alessandro Pizzom o: “Lecture actuelle de D urkheim ”, A rchives européen nes d e so ciolog ie, c. 4, 1963, s. 1-36. Jo h n Plam enatz: Man an d Society, c. 1 & 2. Londra, 1968. Heinrich Popitz: D er entfrem dete M ensch. Frankfurt, 1967. Nicos Ar. Poulantzas: N ature des ch oses et du droit. Paris, 1965. J . A. Prades: La sociologie d e la religion c h e z M ax Weber. Louvain, 1969. T hilo Ram m: “Die künftige Gesellschaftsordnung nach der Theorie von Marx und Engels", M arxism usstudien, c. 2, 1957, s. 7 7 -1 7 9 . Hanns G ünther Reissner: Eduard C ans. Tübingen, 1965. — Reminiscences o f M arx a n d Engels. Moskova, tarihsiz. Jo an Robinson: An Essay on M arxian Econom ics. Londra, 1966. G ünther Roth: T h e S ocial D em ocrats in Im perial G erm any. Englewood Cliffs, 1963. — “Das historische Verhältnis der W eberschen Soziologie zum M arxism us", Köl ner Z eitschrift fü r S oziolog ie und S ozialp sy ch olog ie, c. 2 0 , 1968, s. 4 2 9 -4 4 7 .
383
M axim ilien Rubel: “Prem iers contacts des sociologues du X IX ' siècle avec la pen sée de M arx", C ah iers internationaux d e sociolog ie, c . 3 1 , 1961, s. 175-84. W . G. Runcim an: “T he sociological explanation o f ‘religious' b eliefs", Archives eu ropéennes d e sociolog ie, c . 10, 19 6 9 , s. 149-191. Alexander von Schelting: M ax W ebers W issenschaftslehre. Tubingen, 1934. F. von Schiller: On the A esthetic Education o f Man. O xford, 1967. [Estetik Ü zerine, çcv. M elahat Ûzgû, Kaknüs Yayınları, 19991 Alfred Schm idt: D er B e g r iff d er N atur in d e r L eh re von M arx. Frankfurt, 1962. Gustav Schm idt: D eutscher Historismus und d e r Ü bergang zu r parla m en ta risch en D em okratie. Lübeck and Ham burg, 1964. Jo se p h A. Schum peter: C ap italism , S ocia lism a n d D em ocracy. New Y ork, 1962. 1K ap italizm , S osy alizm ve D em o kra si, çev. Tunay Akoglu-Rasim Tınaz, V ar lık Yayınlan, 19661 » Alfred Schutz: T h e P henom enology o f the S o cia l W orld. Evanston, 1967. G eorg Sim niel: P hilosophic des G eldes. Leipzig, 1900. Georges Sorel: “Les theories de M. D urkheim ", L e deven ir social, с. 1, s. 1-26 &r 148-80. Leo Strauss: N atural Right an d H istory, Chicago, 1953. Paul Sweezy: T h e Transition fr o m Feudalism to C apitalism . Londra, 1954. [Sosya lizme G eçiş S ü reci Ü zerine, çev. Aytunç Alundal, May Yayınlan, 19741 — T he T heory o f C apitalist D evelopm ent. New York, 1954. — B öh m -B aw erk’s C riticism o f M arx. New York, 1949. F.
Tenbruçk: “Die Genesis der M ethodologie M ax W ebers", K öln er Z eitschrift fü r S oziolog ie und S o zialp sy ch olog ie, c. 11, 19 5 9 , s. 57-3-630.
Edward A. Tiryakian: “A problem for the sociology o f knowledge”, A rchives eu ropéennes d e s ociolog ie, с. 7 ,1 9 6 6 , s. 33 0 -6 . Robert С . Tucker: P hilosophy an d Myth in K arl Marx. Cam bridge, 1965. Verhandlungen des 15. deutschen Soziologentages: M ax W eber und d ie S o z io log ie heute, Tübingen, 1965. M arianne W eber: M ax W eber: ein Lebensbild. Heidelberg, 1950. Joh an nes W inekelm ann: “M ax W ebers Opus Posthum um ", Z eitschrift fü r d ie g e sam ten Staatsw issenschaften, c. 105, 19 4 9 , s. 3 6 8 -9 7 . Karl A. W ittfogel: O riental D espotism . New Haven, 1957. K url H. W olfT:-£m i!e D u rkh eim et al., Es say s on S ociolog y a n d P hilosophy. New York, 1964Г Murray W olfson: A R eap p raisal o f M arxian Econom ics. New Y ork, 1964. Sheldon S. W olin: P olitics and Vision. Boston, 1960. P. M. W orsley: “Em ile Durkheim 's theory o f knowledge", S ociological R eview , c. 4, 1956, s. 47 -6 2 .
384