HENRI PIRENNE O rta ç a ğ A v ru p a’s ın ın E k o n o m ik v e S osyal T arih i
Histoire de Moyen Age, Henri Pirenne, Gustave Cohen, Henri Focillon © 1933 Presses Universitaires de France Economie and Social Hiscoty o f Médiéval Europe © 1936 Routledge & Kegan Paul Ltd. iletişim Yayınlan 1120 • Tarih Dizisi 36 ISBN-13: 978-975-05-365-8 © 2005 İletişim Yayıncılık A. §. 1-2. BASKI 2005-2007, İstanbul 3. BASKI 2009, İstanbul DİZİ KAPAK TASARIMI Ümit Kıvanç KAPAK Suat Aysu UYGULAMA Hüsnü Abbas DÜZELTİ Serap Yeğen BASKI ve CİLT Sena Ofset
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok' 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 03 21 İle t iş im Y a y ın la rı
Binbirdirek Meydanı Sokak iletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34122 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58 e-mail:
[email protected] • web: www.iletisim.com.tr
HENRI PIRENNE
Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi Economic and Social History o j Medieval Europe İNGİLİZCE’DEN ÇEVİREN U ygur Kocabaşoğlu
HENR1 PIRENNE (d: 1862 - ö: 1935) Ortaçağlar Avrupası ve Belçika tarihinin önde gelen araşurıcılanndan birisi olan Henri Pirenne, 23 Aralık 1862'de Belçika’da doğ du. Büyük bir sanayicinin oğlu olan Pirenne, Liege Ûniversitesi’nde doktora öğreni mi yaptı. Leipzig, Berlin ve Paris üniversitelerinde çalışmalarını sürdüren Henri Pirenne, 1886 yılında Ghcm Üniversitesi’nde profesör oldu. 1930 yılında emekli olana kadar aynı üniversitede Ortaçağlar ve Belçika Tarihi dersleri verdi. Almanların Belçika’yı işgali sırasında ders vermeyi reddeden Henri Pirenne 1916 ile 1918 yıllan arasında Almanlar tarafından hapsedildi. Ö lüm ünden sonra yayım lanmış olan Avrupa Tirrilıfnin taslağını bu mahpusluk yıllannda belleğinde oluştur d u . Pirenne’in ilk önem li kitabı, Ortaçağlarda Din ant Kentinin Anayasası Tarihi (1889) adlı ortaçağlar kent hayaunı anlatan çalışmasıdır. En önemli yapıtı yedi ciltlik Belçika Tarihi (1900-1932) Henri Pirenne’e uluslararası bir ün kazandırdı. Henri Pirenne’in 1922 yılında Amerika'daki Princeton Ûniversitcsi'nde verdiği dersler daha sonra (1925) Ortaçağ Kentleri adı alunda yayımlandı. Bu yapıt, orıaçagiann sonlannda kentsel merkezlerin ve ticari faaliyetlerin canlanışının klasik bir çö zümlemesi sayılır. Ö lüm ünden sonra yayınlanan Muhammcd ve Şarlman (1937) adlı yapmnda Pirenne, Roma Imparaıorlugu’nun çöküşünün Cermen istilalarının değil, Akdeniz’deki Arap egemenliğinin bir sonucu olduğu tezim ortaya attı. Çok eser ver miş bir tarihçi olan Pirenne’in öteki önemli yapıtları arasında Eclcmenk'delti Eslıi De mokrasiler (1910), Ortaçağların Sonu (1931), Ortaçağ Kent Anayasalarının Kökeni (1895) sayılabilir. Belçika Kraliyet Tarih Komisyonu Başkanlığı ve Uluslararası Tarih Kongresinin yöneticiliğini de yapmış olan Henri Pirenne’in Ortaçağ Avrupacının Ekonomik ve Sos yal Tarihi (1933) adlı bu yapıtı ortaçağ Avrupa tarihinin başeserlerinden biri sayıl maktadır. Pirenne’in ülkemizde bir diğer kitabı Ortaçağ Kentleri /.Kökenleri ve Ticaretin Can lanması (çcv. Sadan Karadeniz) İletişim Yayınlan’ndan çıktı.
İçindekiler
Önsöz............................................................................................. 7 G İ R İ Ş ..............................................................................................................9 B İ Rİ NCİ BOL ÜM
TİCARETİ N C AN L ANI ŞI ...........................................................................25
ı. Akdeniz..................................... 25 2. Kuzey Denizi ve Battık Denizi................................................ 31 3 . Ticaretin Canlanışı.................................................................. 36 İ Kİ NCİ B Ö L ÜM
K e n t l e r .................................................................................................... 5 i
ı. Kentsel Hayatın Canlanışı.......................................................51 2. Tacirler ve Burjuvazi...............................................................56 3. Kentsel Kurumlar ve Hukuk................................................... 62 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
T o p r a k v e K i r s a l S i n i f l a r ....................................................... 7 i
ı. Manor örgütlenmesi ve Sertlik.............................................. 71 2. Onikinci Yüzyılın Başından İtibaren Tanmdakİ Değişmeler .81
D Ö R D Ü N C Ü BÖL ÜM
O nüçüncü Y ü z yilin S o n u n a Ka d a r T Ic a r e t ı . Ticaret H areketleri
_____ 103
_................................................................ 103
2. Panayırlar-----------— ....................113 3. Para...................... 121 4* Kredi ve Para Alışverişi.................................................... „....136 BEŞ İ NCİ BÖL ÜM
O nüçüncü Y üzyilin So n u n a Kadar U L U S L A R A R A S I T İ C A R E T ...............................................
161 ı. Mallar ve Uluslararası Ticaretin....Yönleri.................. „161 2. Uluslararası Ticaretin Kapitalist...Niteliği............................ 181
A L T I N C I BÖL ÜM
K e n t s e l E k o n o m İ v e E n d ü s t r İn İn D ü z e n l e n İş I
ı. Ekonomik Merkezler Olarak Kentler. Kentlerin Beslenmesi ....... 2. Kentsel Endüstri..........................
189
„.........................189 198
Y E D İ N C İ BÖL ÜM
ON D Ö RT VE ONBEŞİNCİ YÜZYILLARDAKİ EKONOMİK DEĞİŞİMLER ...................................
tıı
ı. Felâketler ve Toplumsal Karışıklıklar......... — ............213 2. Himayecilik, Kapitalizm ve Merkantilizm ....... 231 G en el K ayn akça
245
Ö nsöz
izleyen sayfalarda, Roma lm paratorlugu’nun sonundan onbeşinci yüzyılın ortalarına kadar, Batı Avrupa’nın ekonomik ve toplumsal evriminin nitelik ve genel doğrultusunu ana çizgileriyle anlatmaya çalıştım. Bu geniş alanı, parçalarının birbirleriyle sürekli iletişim içinde bulunduğu tek bir bütün olarak görmeye gayret ettim. Başka deyişle, uluslararası bir hareket noktası benimsedim ve her şeyden önce, yalnızca farklı ülkelerde değil fakat aynı ülkenin farklı kesimlerinde aldıkları özel görünüm leri ikinci planda tutarak, betim le nen olayların aslî karakterini ortaya koym aya uğraştım . Böylece doğal olarak, Ortaçağlar boyunca ekonom ik hare ketin en tam ve en hızlı geliştiği ülkelere, örneğin tüm Av rupa’daki dolaylı ya da doğrudan etkileri her zaman gözle nebilecek olan Felem enk ve İtalya gibi ülkelere özel bir önem vermek durum unda kaldım. Bilgi dağarcığımızda hâlâ o kadar çok boşluk var ki, olay ları açıklamak, onlann içsel bağlantılarını izleyebilmek için olasılıklara ya da varsayımlara başvurm ak zorunlu oluyor. Ancak gerçeklere haksızlık etm emek için kuramlara sığın7
mamaya özen gösterdim. Amacım gerçekler tarafından yön lendirilmektir. Bununla birlikte başarılı oldum diye kuşku suz övünemem. Son olarak, en tartışmalı sorunları bile, el den geldiğince açık bir biçimde ortaya koymaya çalıştım. O kuyucunun benim açıklam alarım ı tam am lam a ya da görüşlerim i eleştirmesine olanak verecek kitaplara ilişkin gerekli göndermeler, her bölüme eklenmiş (İngilizce baskı için özel olarak gözden geçirilmiş) bibliyografyalarda bulu nabilir. Bu bibliyografyalarda, içeriklerinin zenginliği ya da sonuçlarının önemi açısından gerçekten değerli olan eserle ri vermeyi amaçladım; bu, süreli yayınlardaki çok sayıda makaleye yer verişimin nedenini de açıklayacaktır. Kolay lıkla görülebilecek eksiklikler için şimdiden özür dilemeli yim. Bunların bir kısmı benim kendi bilgisizliğimin, bir kıs mı da, b ütün seçme bibliyografyaların, kaçınılmaz bir bi çimde, bu seçmeyi yapanın tercihlerini yansıtması gerçeği nin bir sonucudur. HENRI PlRENNE
8
G I r Iş
Batı Avrupa’da, onbirinci yüzyıldan itibaren yer alan ekono mik canlanmayı anlayabilmek için, ilkin, önceki döneme bir göz atm ak zorunludur. Burada benimsememiz gereken bakış açısına göre, beşinci yüzyılda Batı Avrupa topraklarında kurulan barbar krallık larının, eski uygarlığın en çarpıcı ve kaçınılmaz karakterini, yani Akdeniz karakterini hâlâ koruduğunu ilk bakışta görü rüz.1 Eski dünyanın bütün uygarlıkları, karalarla kuşatılmış bu büyük denizin çevresinde doğmuştur. Bu eski uygarlık lar onun aracılığıyla iletişimde bulunm uşlar, fikir ve ticaret lerini onun aracılığıyla geniş alanlara yaymışlardır ki bu du rum, Akdeniz’i, Britanya’dan Fırat’a tüm eyaletlerin etkin 1 Bu gerçek, günü m ü zd e, b eşin d yüzyıldaki istilâların Avrupa uygarlığım yıktı ğım ve d ö n ü ştü rd ü ğ ü n ü ileri süren iarihçilerce bile genellikle kabul edilm ekte dir. Bkz. E Lot, Histoire du Moyen Age (Histoire Générale, Ed. G. G lotz), s. 347. A. D opsch, Wirtschaftliche und soziale Grundlagen der Europaeischen Kulturentwicketung aus der Zeit von Caesar bis a u f Karl den Grossen, 2'nci baskı (Viyana 1923-4, 2 cilt) adlı yapıt, im paratorlukta A lm anların yerleştirilm esinden önce ve sonraki dönem lerde iktisat tarihi açısından bir kopm anın olm adığını göster m esi açısından değerlidir.
9
liklerini bir araya getiren, Roma İmparatorluğu’nun gerçek anlam da m erkezi haline getirm iştir. Ancak büyük deniz, Cermen istilâlarından sonra bu geleneksel rolünü sürdür müştür. İtalya, Afrika, İspanya ve Galya’da yerleşen barbar lar için, Bizans İmparatorluğu ile ilişkilerinin aracısı olmaya devam etmiş ve böylelikle sürdürülen ilişkilerin, kısaca, es ki dünyanın devamı olan ekonomik hayatın desteklenmesi ni olanaklı kılmıştır. Burada, Suriye denizcilerinin beşinci yüzyıldan sekizinci yüzyıla kadar Batı ile Küçük Asya li manları arasındaki faaliyetlerini, Akdeniz havzasının eko nom ik birliğinin sem bolü ve aracı olan Roma altını solidus’un Cermen krallıklarınca korunm asını ve son olarak, insanların hâlâ, tıpkı Romalılar gibi, haklı olarak Mare nostrum (Bizim Deniz) diye adlandırabilecekleri bu denizin kı yılarına yönelik ticaretin genel doğrultusunu hatırlatm ak yeterlidir. Islâmiyetin yedinci yüzyıl içinde birdenbire sah neye çıkışı ve bu büyük Avrupa gölünün doğu, güney ve batı kıyılarının fethiyle durum , tarihin bundan sonraki tüm akışını etkileyecek olan sonuçlarıyla, değişmiştir.2 Bundan böyle Akdeniz, o zamana kadar Doğu ve Balı arasında yüz yıllar boyu sürdürdüğü bağlantı olma işlevini yitirmiş, bir engel olmuştur. Her ne kadar Bizans İmparatorluğu, donan ması sayesinde, İslâm saldırılarını Ege Denizi, Adriyatik ve İtalya’nın güney sınırlarından püskürtm eyi başarmışsa da, Tiran Denizi,bütünüyle Sarazen’lerin* egemenliği altına gir miştir. Balear Adaları, Korsika, Sardinya ve Sicilya, bu deni 2
H. Pirenne, Mahomet el Charlemagnc, ve Un contraste économique: Mérovingi ens et Carolingiens Revue belge de phiologie et d'histoire. Aynı yazar. Les villes du Moyen Age, s. 7 ve dev. (Brüksel 1927). Bu görüş b u rad ay an u lan m asi m ü m k ü n olm ayan itirazlara yol açm ıştır. Bu kon u d \ki b ir değerlendirm e 11. Lau ren ı’in, Les travaux de H. Pi renne sur la fin du monde antique et les débuts du Moyen Age adıyla Byzantion, c. Vil, s. 495 ve devam ında görülebilir.
(*) Sarazen ya da Sarakcn (Saracen): A vrupaltlann genel olarak M üslüm an Araplara verdikleri ad - ç.n.
10
zi, güneyden ve batıdan kuşatan Araplara, bölgedeki ege m enliklerini tamamlayan deniz üsleri sağlamıştır. Sekizinci yüzyılın başından itibaren bu büyük deniz dörtgeni içindeki Akdeniz ticareti mahvolmuş ve tüm ekonom ik hareket şim di Bağdat’a yönelmiştir, lbn-i H aldun, canlı bir anlatımla, “Hıristiyanlar,” diyor, “burada artık bir tahta bile yüzdüremezler.”3 Bir zamanlar ortak âdetlerin, ihtiyaçların ve fikir lerin etkileşimini sürdüren bu kıyılarda, iki uygarlık ya da daha doğrusu iki yabancı ve düşm an dünya, Hilâl’in ve Haç’ın dünyası şimdi karşı karşıya gelmişti. Cermen istilâla rına karşı koyabilen antikitenin ekonomik dengesi, İslâm’ın saldırısı karşısında çöktü. Karolenjler, Arapların Pirene’lerin kuzeyine yayılmasını önlediler ama denizi yeniden ele geçi remediler ve hatta yetersizliklerinin bilinci içinde bunu de nemediler bile. Şarlman İmparatorluğu, Roma ve Merovenj Galya’sımn tam tersine, esasen bir kara imparatorluğu ya da (bazılarının yeğleyeceği bir anlatımla) bir kıta im paratorlu ğu idi. Ve bu temele ilişkin olgudan, zorunlu olarak, erken Ortaçağlara özgü yeni bir ekonomik düzen doğdu.“ M üslüm anların daha ileri uygarlığından Hıristiyanların pek çok şey ödünç aldığını bize gösteren daha sonraki tari hin, ilk dönemlerdeki ilişkiler konusunda aldatıcı görüşleri beslem esine izin verilmemelidir. BizanslIların ve onların Napoli, Amalfi, Bari ve hepsinden çok Venedik gibi uzakta ki limanlarının, dokuzuncu yüzyılda, Sicilya Arapları, Afri ka, Mısır ve Küçük Asya ile oldukça etkin bir biçimde tica ret yaptığı doğrudur. Ancak Batı Avrupa ile olan durum ol 3 Gcorges Marcais’in Histoire et hisloriens de l'Algerie, s. 212'de (Paris 1931) be lirttiği gibi, “Kuzey Afrika ülkelerinin Islâm iyetin yönetim i altına girdiği andan itibaren, ara sıra görülen istisnalar dışında, b ü tü n O rtaçağlar boyunca, Kuzey Afrika ülkeleriyle Hıristiyan Avrupa arasındaki k ö p rü ler atılm ıştı... Kuzey Afri ka ülkeleri. Doğu âlem inin bir eyaleti haline gelm işti." lbn-i H aldun'un m etni ne ilişkin bilgiyi G. Marcais’in nazik bir m ektubuna borçluyum . 4 H. P irenne, Un contrasle iconomitfuc, bkz. 2 no’lu dipnot.
11
dukça farklıydı. Burada, karşı karşıya gelen iki dinin düş manlığı, tarafları savaş halinde tutuyordu. Sarazen korsanla rı Lion Körfezi’nin kıyıya yakın kesimlerini, Cenova’nm gi rişini, Toskanya kıyılarını sık sık taciz etm ekten hiçbir za man geri durmadılar. Pisa’yı 935 ve 1004 yılında yağmaladı lar ve Barselona’yı 985’te yıktılar. Onbirinci yüzyılın başın dan önce bu yörelerle İspanya ve Afrika’daki Arap limanları arasında herhangi bir iletişimin olduğunu gösteren en kü çük bir iz bile yoktur. Kıyı boyunda güvensizlik öylesine büy ü k tü r ki, M aguelonne piskoposluğunu M ontpellier’e nakletmek zorunlu olmuştur. Kıtanın kendisi de saldırıdan korunm uş değildi. O nuncu yüzyılda M üslüm anların Alpler’de, Garde-Frainet’de asker! bir ileri karakol kurduklarını ve orada Fransa’dan İtalya’ya geçen yolcu ve hacıları rehine olarak tuttuklarını ya da öldürdüklerini biliyoruz. Aynı dö nemde Roussillon, onların Pireneler ötesine taşıdıkları akınların dehşeti içinde yaşamıştır. Sarazen akıncıları 846 yılın da Roma’ya kadar ilerlemişler ve Sainı Angelo. kalesini ku şatmışlardır. Bu koşullar altında Arapların yakınlığı, Batı’nın H ıristiyanlanna katışıksız felâketten başka bir şey getire mezdi. Saldırıya, geçmeyi düşünem eyecek kadar zayıf ol duklarından kendi içlerine çekildiler ve üzerinde artık tehli keyi göze alamadıkları denizi rakiplerine terk ettiler. Aslın da, dokuzdan onbirinci yüzyıla kadar Batı içine kapandı. Her ne kadar uzun aralıklarla Konstantinopolis’e elçiler yi ne de gönderiliyor ve oldukça çok sayıda hacı adım larını Kudüs’e yöneltiyorduysa da, hedeflerine lllirya ve Trakya üzerinden uzun ve zor yolculuklar sonucu ya da Adriyatik’i aşarak İtalya’nın güneyindeki Bari’den Rum gemileriyle ula şıyorlardı. Nitekim, onların bu seyahatlerini, bazen yapıldı ğı gibi, İslâm yayılmasından sonra Balı Akdeniz’de deniz ulaşım ının devam etliğinin bir kanılı olarak gösterm enin haklı nedeni yoktur. Deniz ulaşımı tamamen son bulmuştu. 12
Akdeniz’in büyük bir ticaret yolu olmuş olmasına karşın, ticari faaliyet de varlığını sürdüremedi. Ticaretin canlı oldu ğu sürece, İtalya, İspanya, Afrika ve Galya limanlarıyla bun ların h in terlan tın d a ticareti, denizciliğin sü rd ü rd ü ğ ü n ü gösterm ek kolaydır. Elim izdeki, maalesef pek nadir olan belgeler, Arap istilâsına kadar, tüm bu ülkelerde bir profes yonel tüccar sınıfının, varlığı inkâr edilemez ama önemi belki söz götürür bir ihracat ve ithalât ticaretini sürdürdük lerini kuşkuya yer vermeyecek şekilde gösteriyor. Böylelik le Roma kentleri, deniz kıyısından kuzeye doğru, en azın dan Ren Vadisi’ne kadar uzanan bir trafiğin toplanma nok taları ve iş merkezleri olarak kaldılar. Bu merkezlere, Akde niz kıyılarına boşaltılan, baharat, doğu şarapları, papirüs ve yağ ithal ediliyordu.5 Yedinci yüzyılda Müslümanlığın yayılmasıyla Akdeniz li m anlarının kapanm ası, zorunlu olarak, bu faaliyetin çok hızlı bir biçimde gerilemesine yol açtı.6 Sekizinci yüzyıl bo yunca ticaretin durması, tacirlerin ortadan kalkışını doğur du ve onlarca ayakta tutulan kent hayatı da aynı zamanda yok oldu. Roma kentleri, piskoposlukların yönetsel m er kezleri oldukları ve bu nedenle piskoposların yaşadığı ve kalabalık ruhban heyetlerinin toplandığı yerler olmaları ne deniyle elbette varlıklarını sürdürdüler ama, hem ekono mik önemlerini hem de beledî yönetimlerini yitirdiler. Ge nel bir fakirleşme apaçıktı. Altın sikke ortadan kalkarak, 5 R Scheffer-Boichorst, Die Syrer im Abendlande, bkz. Miltcilungen des Instilutsfür Oesterrcichischc Ceschichts/orschung, c. VI (1385), s. 521 ve dev.; L. Bréhier, Les colonies des Orientaux en Occident au commencement du Moyen Age, bkz. Byzantinischri/t Zeitschrift, c. XII (1903), s. 11 ve dev.; J.E bersolt, Orient et Occident (Paris 1929), s. 26 ve dev.; H. Pirenne, Le commerce du papyrus dans la Gaule Mérovingienne, bkz. Comptes rendus des séances de l'Acad. des Inscriptions et Bel les-Lettres, 1928 s. 178 ve dev.; aynı yazar. Le Cellarium fisci, bkz. Bull, de la Classe des Lettres de l'Acad Royale de Belgique, 1930 s. 201 ve devamı. 6 Yalnızca bu n o ktada E. Sabbé'nin Revue helg. de pliilol. ci d'hist. 1934-35’teki iki m akalesine bakınız.
13
Karolenjlerin onun yerine ikame etmek zorunda kaldıkları güm üş sikkeye yerini bıraktı. Eski Roma altını solidııs'un yerine kurduklan yeni para sistemi, antik ekonom iden ya da Akdeniz ekonom isinden kopuşlarının açık bir delilidir. Şarlman devrini, hem en her zam an yapıldığı gibi, bir ekonomik gelişme dönemi olarak düşünm ek açıkça yanlış tır. Bu kuruntudan başka bir şey değildir. Gerçekle, Merovenjlerle karşılaştırıldığında, Karolenj dönemi, ticarî bakış açısından bir düşkünlük, hatta gerileme çağıdır.7 Şarl, eğer denemiş bile olsaydı, deniz ticaretinin yok oluşunu ve deni zin kapanışının kaçınılm az sonuçlarını önlemeyi başara mazdı. Bu sonuçların Gûney’i etkilediği şiddetle Kuzey'i et kilemediği yeterince doğrudur. Dokuzuncu yüzyılın ilk ya rısında Q uentovic (bugünkü Etap-les-sur-la C anche) ve Duurstede (Ren üzerinde Utrecht’in yukarısında) limanları oldukça sık ziyaret ediliyor ve Frizye* gemileri, Scheldı, Meuse (Maaş) ile Ren nehirlerini aşmayı sürdürüyor; Kuzey Denizi boyunca kıyı ticaretini devam ettiriyorlardı.8 Ancak, bu gerçekleri, yeniden doğuşun belirlileri olarak hayal et m ekten kaçınmalıyız. Bunlar, Roma İmparatorluğu zamanı na kadar geri giden ve Merovenjler dönem inde de devam eden bir faaliyetin duraklam asından başka bir şey değildir.9 Aix-la-Chapelle’deki kraliyet sarayının alışılagelmiş varlığı nın ve onun pek çok sayıdaki personelinin geçiminin sağ 7
L. H alphen, Eludés critiques sur l’histoire de Charlemagne, s. 239 ve dev. (Paris 1921); H. Pirenne, a.g.y., bkz. 1 no’lu dipnot.
(*) Kuzey Felem enk ahalisine verilen ad - ç.n. 8
O. Fengler, Quentowic, seine m aritime Bedeutung unter Merowingern und Karo lingern, bkz. Hansische Ccschichtsblatter, 1907, s. 91 ve devam ı H. Pirenne, Draps de Frise ou draps de Flandre? bkz. Vierteljahrschrift f ü r social-und W irtsc haftsgeschichte, VII (1909), s. 308 ve devam ı H. Poclm an, Ceschiedents van den handel van Noordnedcrland gedurende het Merowingische en Karolingische lijdperk (A m sterdam 1908).
9
E C um ont, Comment la Belgique fu t romanisée, 2'nci baskı (Brüksel), 1919.
14
lanması zorunluluğunun çevre alanlarda ticaretin yalnızca varlığını sürdürm esine değil, hatta gelişmesine katkıda bu lunm uş olması ve buraları, im paratorluk içinde bazı ticarî faaliyetlerin gözlenebileceği biricik yerler haline getirmesi olanaklı ve olasıdır. Ancak, böyle olm uş olsa da, Kuzeyliler geçmişin bu son kalıntılarına bir son verdiler. Dokuzuncu yüzyılın bitiminden önce Quentovic ve Duurstede, yıkıntı larından bir daha hiçbir zam an doğrulam ayacak şekilde adamakıllı yağmalandı ve yıkıldı. Akdeniz’in Doğu ve Batı arasındaki büyük etkileşim yolu oluşunun yerini Tuna Vadisi’nin almış olduğu düşünülebilir ve zaman zaman gerçekten düşünülm üştür de. Aslında bu, eğer başlangıçta Avarlar, daha sonra Macarlar tarafından ola naksız kılmmasaydı olabilirdi de. Kaynaklar bize, Strasburg tuzlalarından yüklenen birkaç m avnadan başka bir ticaret trafiği olduğunu göstermiyor. Elbe ve Saale kıyılarındaki putperest Slavlarla yapılan sözümona ticarete gelince, bu iş, barbarlara silah sağlamayı amaçlayan ya da imparatorluğun tehlikeli kom şularından Karolenj birliklerinin aldığı savaş tutsaklarını daha sonra köle olarak satabilmek amacıyla sa tın almaktan öteye geçmiyordu. Kilise kayıtları açıkça gös termektedir ki, sürekli güvensizlik içinde olan bu askerî sı nır boylarında normal ve düzenli bir ticaret trafiği yoktu. Sahip olduğum uz verilere göre, oldukça açıktır ki, seki zinci yüzyıl sonlarından itibaren Batı Avrupa, tamamen ta rımsal bir durum a geri döndü. Toprak, tek yaşama kaynağı ve zenginliğin biricik koşulu oldu. Topraklarından sağladığı gelirinden başka bir şeyi olmayan imparatordan en mütevazi serfe kadar, nüfusun bütün kesimleri, doğrudan ya da dolay lı olarak, ister kendi emeği ile üretsin, isterse bunları topla mak ya da tüketmek biçiminde olsun, toprağın ürünleriyle yaşar durum a geldi. Taşınabilir zenginlikler ekonomik ha yatta artık hiçbir rol oynamıyordu. Her türlü toplumsal va 15
roluş, toprak mülkiyeti ya da toprağa tasarruf temeli üzerine oturdu. Dolayısıyla bu temel üzerine oturmayan bir yöneti mi ve askerî sistemi sürdürm ek devlet için olanaksız hale geldi. Şimdi artık ordu m ensuplan /ie/lerden, yöneticiler ise büyük toprak sahipleri arasından seçiliyordu. Bu şartlar al tında devletin başının egemenliğini korumak olanaksız hale geldi. Bu egemenlik ilkesel olarak varlığını sürdürdüyse de, uygulamada ortadan kalktı. Feodal sistem yalnızca, her biri nin toprağın bir bölüm üne sahip olduğu, bağımsızlaşmış ve kendilerine devredilen otoriteyi miras haklarının bir parçası olarak gören kendi unsurlannın elinde kamusal otoritenin dağılışını temsil eder. Aslında Batı Avrupa’da dokuzuncu yüzyıl boyunca feodalizmin ortaya çıkışı, toplum un tam a mıyla kırsal bir medeniyete geri dönüşünün siyasal plandaki yansımasından başka bir şey değildi. Ekonomik bakış açısından bu uygarlığın en çarpıcı ve en belirgin kurum u büyük m ülktür. Bunun kökeni kuşkusuz çok daha eskilerdedir ve çok uzak geçmişle ilişkisini kur mak kolaydır. Galya’da Sezar’dan önce olduğu gibi, Alman ya’da da istilâlardan çok önce büyük toprak sahipleri vardı. Roma İm paratorluğu, büyük Galya mülklerinin varlıklarını sürdürm elerine izin verdi ve bunlar fatihlerinin m ülklerin de var olan örgütsel yapıya kısa sürede kendilerini uyarladı lar. İm paratorluk dönem inin Galya villa’sı, m ülk sahibi için ayrılan arazi ve kolonlarıyla (coloni), İtalyan tarımcılarının Cato zamanına ilişkin olarak anlattıkları türden bir söm ü rüyü temsil eder. Cermen istilâları sırasında hemen hiç de ğişmeyen, Merovenj Fransa’sının koruduğu bu kurum u, Ki lise, Hıristiyanlık yayıldıkça adım adını Ren Nehri’nin öte sine taşımıştır.10 10 B ütün b u n lar için o k u y u cu n u n , M. Bloch'un Les carécteres originaux de l'histo ire rurale française, s. 67 ve devatnm dakidaki m ükem m el değerlendirm esine başvurm asını salık verm ekle yetineceğim .
16
Böylece büyük m ülkün örgütlenişi, hiçbir açıdan, yeni bir şey değildi. Ancak yeni olan şey, ticaretin ve kentlerin orta dan kalktığı andan itibaren bunun aldığı yeni işlevsel biçim di. Ticaret, büyük m ülkün ürünlerini taşımaya yeterli oldu ğu, kentler ise buna bir pazar sağladığı sürece, büyük mülk dışarıda düzenli bir satışa egemen olabiliyor ve dolayısıyla bundan kârlı çıkıyordu. Genel ekonomik faaliyet içinde yi yecek maddelerinin üreticisi ve mamul maddelerin tüketicisi olarak yer alıyordu. Bir başka deyişle, dış dünya ile karşılıklı alışverişi sürdürüyordu. Ama şimdi bunu yapamaz durum a geldi, çünkü arlık ne tacirler ne de kentler vardı. Artık alıcı olmadığına göre kime satış yapacaktı ve ihtiyaç olmadığı için talep edilmeyen ürünleri nerede elden çıkaracaktı? Şimdi herkes kendi toprağında yaşadığı, dışardan yiyecek satın al madığı ve talebin büsbütün yok oluşu nedeniyle, toprak sa hibi kendi üretimini tüketm ek zorundaydı. Böylelikle her m ülk, tam da doğru olmayarak “kapalı m ülk ekonom isi” şeklinde tanımlanan ve gerçekle pazarları olmayan basil bir ekonomi türüne kendisini bağımlı kıldı. Bunu isleyerek de ğil, zorunluluk sonucu yaptı. Salmak istemediği için değil, fakat alıcıları artık onun alanına giremediği için bunu yaptı. Lord, yalnızca demesnesinin geliri ve kendi köylülerinden sağlayacağı resimlerle yaşamını sürdürm ek için değil, fakat bunları başka yerden sağlayamadığına göre, topraklarının iş lenmesi için gerek duyduğu alet ve gereçlerle, hizmetkârları nın giysilerini de malikânesinde üretmek için gerekli düzen lemeleri yaptı. Bundan dolayı, erken Ortaçağların malikâne organizasyonunun pek karakteristik bir öğesi olan bu atölye ya da “gynaeceas”, tamamen ticaret ve endüstrinin yokluğu nu telâfi etmek amacıyla oluşturulmuştu. Açıktır ki, bu durum, insanları kaçınılmaz bir şekilde ikli min bütün tehlikelerine açık bir konum da bırakıyordu. Ha sat yetersiz olduğunda, bir kıtlık durum una karşı biriktirilen 17
erzak kısa zamanda tükeniyor ve gerekli olan tahılı sağlamak için insanın tüm zekâsını kullanması gerekiyordu. O zaman, çevrede daha şanslı olan bir komşudan ya da bolluğun ege men olduğu bir başka yöreden bunu sağlamak için serfler se ferber ediliyordu. Lord, serilere para sağlayabilmek için de ğerli sofra takımlarını en yakın darphanede erittirm ek zo runda kalıyor ya da bir kom şu manastırın yöneticisine borç lanıyordu. Böylece, atmosfer koşullarının etkisi altında, gelip geçici ve koşullara bağlı bir ticaret varlığını sürdürüyor, kara ve su yollannda ara sıra görülen bir ticaret trafiği devam edi yordu. Aynı şekilde, bolluk yıllarında insanlar, tarlalarının ya da bağlarının hasat fazlasını, benzer biçimlerde satmaya çalı şıyorlardı. Sonunda, yaşam için zorunlu bir katık olan tuz ancak belirli yörelerde bulunabiliyor ve çaresiz oralardan gi dilip alınıyordu. Ancak bütün bunların içinde, özel ve pro fesyonel anlamda, ticari faaliyet olarak nitelenebilecek bir şey yoktu. Tacir, deyim yerindeyse koşulların emrettiği bi çimde ve geçici olarak varlığını koruyordu. Alım ve satım, hiç kimsenin normal işi değildi; bunlar, ihtiyaçlar zorladığın da insanların başvurduğu çarelerdi. Ticaret, toplumsal faali yet dallarından birisi olmaktan öylesine uzaklaşmıştı ki, her mülk, bütün ihtiyaçlarını kendi başına gidermeyi amaçlıyor du. Üzüm bağları bulunm ayan Felemenk* gibi yörelerdeki manastırların, her yıl şarap mahzenlerini yeniden doldura bilmek için Sen havzası ya da Ren ve Moselle vadilerindeki m ülklerin bağışlarını elde edebilmek için denenm edik yol bırakmamalarının nedeni budu r.11 (*) Felem enk g ü nüm üzdeki Belçika, H ollanda ve Lüksem burg'un deniz seviyesi nin altın d a kalan (Neederland) yörelerini içerm ek üzere ve Ingilizlerin (Low Countries, Fransızların Pays Bas olarak niteledikleri bölgeyi karşılam ak üzere kullanılm ıştır - ç.n. 11 H. Van W ervcke, Comment les établissement religieux belges se procuraient-ils du vin au haut Moyen Age?, bkz. Revue belge dephilol. et d'hist. c. II (1923) s. 643 ve devamı.
18
İlk bakışta, çok sayıda pazarın varlığı, çağın ticarî açıdan felçli durumuyla çelişiyor gibi görünebilir. Çünkü dokuzun cu yüzyılın başından itibaren bunların sayıları hızla artmış ve sürekli olarak yenileri ortaya çıkmıştır, Ancak, bunların sayısı önemsiz oluşlarının delilidir. Yalnızca Paris yakınların daki Sl. Denys (Lendit) panayırı, yılda bir kez, ziyaretçileri arasındaki uzak mesafelerden gelmiş ve fırsat düştükçe tica ret yapan alıcı ve satıcıları kendisine çekebiliyordu. Bunun dışında, yalnızca çok sayıda haftalık pazar kuruluyor ve yö renin köylüleri buralarda, birkaç yumurta, tavuk, birkaç kilo yün ya da evde dokunm uş birkaç arşın kaba kumaşı satışa sunuyorlardı. Yapılan alışverişin niteliği, bu satışların per de nerates, yani değer olarak birkaç kuruşu aşmayacak büyük lükle oluşlarından açıkça anlaşılır.12 Kısaca, bu küçük toplu lukların insan ihtiyaçlarını tatmin etme gücü, çevredeki nü fusun günlük ihtiyaçlarını gidermek ve bir de, hiç kuşkusuz, günüm üzde Kablyle?ler* arasında olduğu gibi, bütün insan larda doğuştan var olan toplumsallık güdüsünü tatmin et mekle sınırlıydı. Bu pazarlar, toprakla uğraşan bir toplumun sunabildiği tek eğlenceyi oluşturuyordu. Şarlman’ın, kendi mülklerindeki sertlere, “pazarlarda dolaşmamaları" için ver diği buyruk göstermektedir ki, bunları oralara çeken şey, ti carî endişelerden çok hoşça vakit geçirmektir.13 Dolayısıyla profesyonel taciri bulmaya boşuna uğraşırız. Böyle birisi yoktur ya da daha doğrusu, Karolenj dönem i nin başından beri düzenli bir ticareti sürdüren Yahudilerden başka kimse yoktur. O kadar ki, Judaeus (Yahudi) ve mercator (tüccar) kelimeleri neredeyse eşanlamlıdır. Bunla rın bir kısmı güneyde yerleşmişti; ancak çoğunluk, Akde
12 Edictum Pislense, 20. Borcıius, Capitularia, l II, s. 316. (*) Kabyle: Cezayir’in doğu kıyılarındaki dağlık yörelerin Berber ahalisi - ç.n. 13 Capitularic de Villis, 54, a.k., c. 1, s. 88. 19
niz’in Müslüman ülkelerinden gelmiş ve İspanya üzerinden Batı ve Kuzey Avrupa’ya ulaşmışlardı. Bunlar, Doğu ülkele riyle yüzeysel bir ilişkiyi hâlâ sürdüren sürekli seyahat eden Radanite’lerdi.14 Şu da var ki, bunların uğraştığı ticaret, bü yük emek karşılığı Mısır, Suriye ve Bizans’tan Karolenj lmparatorlugu’na taşıdıkları baharat ve kıymetli eşyalardan ibaretti. Bunların aracılığıyla bir kilise, İlâhî ibadet ve ayin ler için kaçınılmaz olan tütsüyü ve katedral hâzinelerinin kimi örneklerini günüm üze kadar sakladığı değerli kum aş ları, büyük zaman aralıkları ile de olsa elde ediyordu. Bun lar, pek nadir ve pahalı olduğu için zaman zaman para yeri ne de kullanılan biberi ve aristokrasinin lüksünü oluşturan doğu yapımı mine ya da fildişini de ithal ediyorlardı. Böylece Yahudi tacirler çok sınırlı bir müşteriye hitap ediyordu. Sağladıkları kârların önemli olması gerekir. Ancak, her şey hesaba katıldığı zaman, ekonom ik rollerinin, aksesuvar ol maktan öteye geçemediği görülür. Toplum, onların ortadan kalkışıyla hayatî hiçbir şey kaybetmemiştir. Böylece, Batı Avrupa, her açıdan, dokuzuncu yüzyıldan başlayarak, değişimin ve mal hareketlerinin m üm kün olan en küçük düzeye indiği, asıl olarak kırsal bir toplum görü nüm ündedir. Tüccar sınıfı ortadan kalkmıştır. Şimdi bir in sanın durum u, sivil ve ruhban bir azınlığın elindeki ve b ü yük m ülkün çerçevesi içinde çok sayıda kiracıya dağıtılmış toprakla olan ilişkilerine göre belirleniyordu. Toprağa sahip olmak, aynı zamanda, özgürlüğe ve gü6e sahip olmak de mekti; böylece toprak sahibi aynı zamanda lorddu. Bunlar dan yoksun olmak serfliğe indirgenmek oluyordu. Böylelik le vilain kelim esi, hem bir m ülkte (villa) yaşayan köylü hem de serf için kullanılıyordu. Kırsal nüfus içinde, şurda 14 Yahudiler k o n u su n d a Barbier dc M aynard tarafından çevrilen (Journal Asiati que, 1865) lbn-i K hordadbeh’in (850 yıllarında) Livres des roules et des pays adlı eserine bakınız.
20
burda birkaç kişinin kendi lopragım ve dolayısıyla kişisel özgürlüğünü korum uş olmasının önem i yokıu. Genel bir kural olarak serflik, tarımla uğraşan yığınların, yani bütün yığınların normal durum uydu. Kuşkusuz bu sertliğin pek çok mertebesi vardı. Çünkü, antikitenin köleliğinden pek fazla kurtulam am ış insanların yanısıra, büyüklerin koru m asına kendilerini gönüllü olarak terk eden yerlerinden edilmiş küçük m ülk sahiplerinin neslinden olanlar da bulu nuyordu. Asıl önemli olan olgu, bunların yasal değil fakat toplumsal koşullarıydı. Senyör toprağında yaşayanlar, top lumsal olarak, aynı zamanda hem söm ürülen hem korunan ve artık bağımlı olan kişilerdi. Katı bir hiyerarşiye sahip bu to p lu m d a birinci ve en önemli yer, aynı zamanda ekonom ik ve manevî üstünlüğü olan Kilise’ye aitti. Kilise’nin sayısız m ülkü, büyüklük yö nünden asilzadelerinkinden daha üstün olduğu gibi, kendi leri de bilgice onlardan üstündüler. Üstelik, inananların ba ğışları, hacıların zekâtları sayesinde kilisenin eli altında, kıtlık zam anlarında ihtiyaç duyan sivillere borç verilebile cek malî kaynaklar bulunuyordu. Ayrıca, genel bir cehalete yeniden göm ülm üş bir toplum da, yine de yalnızca kilise, okum a ve yazma gibi kültürün kaçınılmaz iki aracını elinde bulunduruyor, krallar ve büyük lordlar, şansölyelerini, sek reterlerini ve "noter”lerini, kısaca onlarsız işlevlerini sür dürm eleri m üm kün olmayan tüm öğrenim görm üş perso nelini, zorunlu olarak kilise adamları arasından seçiyorlar dı. Dokuzuncu yüzyıldan onbirinci yüzyıla kadar bütün yö netim işi, sanatlarda olduğu gibi bu alanda da üstün olan Kilise’nin elindeydi. Kilise m ülklerinin örgütlenişi, soylula rın m ülklerinin boşuna erişmeye çalıştıkları bir modeldi. Çünkü polyptycha'hn* hazırlayabilecek, hesapları tutabile (*) Polyptycha: Kayıtlar - ç.n.
21
cek, fatura ve harcamaları hesap edebilecek ve dolayısıyla bunları denkleştirebilecek yetenekte elemanlar yalnızca Kilise’nin elindeydi. Böylelikle Kilise, yalnızca çağın büyük manevî otoritesi değil, fakat aynı zamanda büyük malî gü cüydü. Bundan başka Kilise’nin dünya görüşü, toprağın, toplum sal düzenin biricik temeli olduğu bir çağın ekonom ik ko şullarıyla hayranlık veren bir uyum içindeydi. Toprak, Tan rı tarafından insanlara, burada, aşağıda, ebedî kurtuluşları nı sağlamak üzere yaşayabilmeleri için verilmişti. Çalışma nın amacı zengin olmak değil, fakat fanî hayat ebedî hayata dönüşene kadar insanların doğdukları zamanki durum ları nı koruyabilm elerini sağlam aktı. Keşişlerin d ünyadan el etek çekmiş hayatları, üzerinde bütün toplum un dikkatleri ni toplam ası gereken bir idealdi. Zenginlik peşinde koş mak, tamah batağına saplanm aktı. Yoksulluk İlâhî köken liydi ve Tanrı tarafından takdir edilmişti. Zenginlerin, ma nastırların örneklik ettiği biçim de, hayırseverlik yoluyla, zenginliklerinden kurtulm aları uygun olurdu. M anastırla rın ihtiyaç halinde kendilerinden ödünç alman paraları ser bestçe ertelemeleri gibi, ürünlerin fazlası da ambarlanm ak ve parasız dağıtılmalıydı. “Muluum date nihil inde sperantes.”* Faizle ya da (küçül tücü bir anlam kazanan ve günüm üze kadar bu anlam ını koruyan .teknik terimi kullanmak gerekirse) murabaha yo luyla ödünç verm ek nefret edilecek bir şeydi. Bu iş, din adamları için daha başlangıçta yasaklanmış ve dokuzuncu yüzyıldan itibaren Kilise bunu, Kilise dışındakiler için de yasaklamayı ve dinî mahkemelerin yargı alanı içine almayı başarmıştı. Üstelik, genel olarak ticaret de, para ticaretinden daha az itibarsız değildi. Çünkü o da öteki dünyayı düşün (*) “B undan hiçbir şey um m ayanlara ödendi. - ç.n.
22
mekten insanlan alıkoyduğundan maneviyatı için tehlikeliy di. “Homo mercator vix aut nunquam potest Doe placere. ”*15 Bu ilkelerin olaylarla nasıl uyuştuğunu ve dinsel idealin gerçekle nasıl rahatça bağdaştığını görmek kolaydır. En çok kilisenin yararlandığı bu durum un haklılaştırılmasını sağlı yordu bu. O yüzyıllarda, her devletin kendisine yeterli ve normal olarak kendi dünyasından ibaret olduğu bir zaman da, m urabahanın, ticaretin ve kâr saikiyle kâr etm enin la netlenm esinden daha doğal ne olabilirdi? Yalnızca kıtlığın insanlan kom şularından ödünç almaya zorladığı, dolayısıy la dinsel ahlâkça m ahkûm edilm em iş olsa, ihtiyaçların o karşı konulam az istism ar etme igvasının derhal her türlü m urabaha, spekülasyon ve tekelcilik kötülüklerine kapı açacağı hatırlanırsa, bundan daha yararlı ne olabilir? Kuş kusuz teori ve uygulam a b irb irle rin d e n kilom etrelerce uzaktı ve çoğu kez Kilise’nin emrini m anastırlar çiğniyor lardı. Ancak buna rağmen, Kilise’nin etkisi dünya üzerinde izini öylesine derin bırakmıştır ki, geleceğin ekonom ik can lanışının gerekli kıldığı yeni uygulamalara alışabilmeleri ve ticarî kârlar, sermaye kullanım ı ve faiz karşılığı ödünç ver meyi, çok büyük bir zihinsel kayıt olmaksızın, meşru ola rak kabul edebilmeleri, insanlann yüzyıllarını almıştır.
(*) “Tacir, T an n’n ın hiç h oşuna gitm ez." - ç.n. 15 L. G oldschm idt, Universalgeschichte des Handelsrechts, c. I, s. 139 (Stuttgart, 1891).
23
BİRİNCİ BÖLÜM
TİCARETİN CANLANIŞI
ı . Akdeniz1 İslâm’ın yedinci yüzyılda Akdeniz havzasını istilâsı, bu de nizi Batı’nın Hıristiyanlarına kapamıştı ama bütün Hıristiyanlara kapamamıştı. Tiran Denizi’nin bir M üslüman gölü olduğu doğrudur. Oysa Güney İtalya kıyılarını kuşatan su ların ya da Adriyatik’in veya Ege Denizi’nin kaderi aynı ol madı. Bu yörelerde Bizans filolarının Arap istilâsını püs kürtm eyi başardıklarını ve 719 yılında K onstantinopolis kuşatm asında engelle karşılaşılmasmdan sonra Hilâl’in bir daha Boğaz sularında ortaya çıkm adığını daha önce gör müştük. Ancak, birbiriyle savaş halinde olan iki inanç ara sındaki mücadele, başarı ya da başarısızlıkların birbirini iz 1 Bibliyografya: W. Heyd ve A. Schaube’nin aşağıda genel bibliyografyada gösteri len eserlerine bakınız; H. Kretschmayer, Geschicte von Venedig, G otha, 1905-34, 3 c„ R. H eynen, Z ur Entstehung des Kapitalismus in Venedig, Stuttgart-Berlin, 1905.; I.. B rentano, Die Byzantinische Volkswirtschaft, bkz. Jahrbuch f ü r Gesetz gebung, Verwaltung, vs. c. XLI, 1917.; H. Pirenne, Medieval Cities; Their Origins and The Revival o f Trade, çev. F rank D. Halsey, P rinceton, 1925, F ransızca bas kı, Les villes du Moyen Age, Brüksel, 1927.
25
lemesi şeklinde devam etti. Afrika’nın hâkimi olan Araplar, Sicilya’yı ele geçirmeye yöneldiler ve 878’de Siraküza’nm zaptından sonra, burasını tamamen egemenlikleri altına al dılar. Ne var ki, bu onların ilerlemelerinin sınırı oldu. Gü ney İtalya kentleri Napoli, Gaeta ve Amalfi ve Batı’da Saler no ile Doğu’da Bari, Konstantinopolis’teki im paratoru tanı maya devam ettiler. Sarazen yayılmasından hiçbir zam an korkacak fazla bir şeyi olmayan, Adriyatik’in yukarısındaki Venedik de aynı şeyi yaptı. Bu limanlarla Bizans lm paratoriuğu’nun ilişkilerini sağlayan bağın çok güçlü olmadığı ve giderek de zayıfladığı doğrudur. Norm anların İtalya ve Si cilya’da yerleşmeleri (1029-91), ilişkileri bu bölge açısın dan kesin olarak kopartm ıştı. K arolenjlerin dok u zu n cu yüzyılda üzerinde kontrol kurmayı başaramadıkları Vene dik, Vasileus’un otoritesi altında ilişkileri sürdürm eyi yeğle mişti. Çünkü imparator, akıllı bir tutum la, bu otoriteyi kul lanm aktan geri durarak, kentin yavaş yavaş bağım sız-bir cum huriyete dönüşm esine izin veriyordu. Geri kalanlar için, im paratorluğun uzaktaki İtalyan eklentileriyle siyasal ilişkileri pek hareketli değildiyse de, im paratorluk onlarla çok canlı bir ticareti sürdürerek durum u onarıyordu. Bu anlam da, anılan kentler, Bizans’ın yörüngesinde hareket ediyor ve deyim yerindeyse Batı’ya arkalarını dönerek, Doğu’ya yöneliyorlardı. N üfusu bir milyon dolaylarında olan Konstantinopolis’i beslemek işi, bunların ihracatlarını sür dürmelerini sağlıyor ve karşılığında başkentin çarşı ve ima lâthanelerinden, onlarsız yapamayacakları, baharat ve ipek lileri tedarik ediyorlardı. Ç ünkü Karolenjlerde olduğunun aksine, Bizans tm paratorluğu’nda, lüks mallara olan talebi besleyen kent hayatı ortadan kalkmamıştı. Birinciden İkinciye geçiş, başka bir dünyaya geçiş gibiydi. Burada ekonom ik evrim , İslâm ’ın ilerleyişiyle katî b ir şek ild e kesintiye uğ ratılm am ış ve 26
önemli bir deniz ticareti, zanaatkârlar ve profesyonel tacir lerin oturduğu kentleri beslemeye devam etmişti. Toprağın her şey, ticaretin ise hiçbir şey olduğu Batı Avrupa ile yal nızca ticaretle yaşayan ve topraksız bir kent olan Venedik arasında var olan zıtlıktan daha çarpıcısı düşünülem ez. Konstantinopolis ve Doğu’nun Hıristiyan lim anları, Ve nedik ile İtalya’daki Bizans kentlerinin biricik deniz ticaret hedefi olm aktan kısa sürede çıktılar. Teşebbüs ruhu ve ka zanç arayışının çok güçlü ve gerekli oluşu, dinsel tereddüt ler nedeniyle, her ne kadar şimdi kâfirlerin elinde bulunsa da, Afrika ve Suriye ile eski iş ilişkilerini yenilem ekten da ha uzun süre alıkoyamadı. Dokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren, düzenli olarak daha da yetkinleşen ilişkiler kurul du. Kilisenin lânetlediği ve tamah olarak damgaladığı ka zanç hırsı, burada en gaddar biçimiyle kendisini gösteriyor du. Venedikliler, kapıp kaçırdıkları ya da Dalmaçya kıyıla rından satın aldıkları genç Slavları, Mısır ve Suriye’nin ha remlerine ihraç ediyorlardı. Ve bu “köle”2 trafiği, kuşkuya yer olmayacak bir biçimde, onların artan zenginliğine, ay nen onsekizinci yüzyıldaki köle ticaretinin pek çok Fransız ve İngiliz deniz tacirine sağladığı boyutta katkılar sağlamış tır. Buna, İslâm ülkelerinde bulunm ayan kereste ve demir taşımacılığını da eklemelidir. Gerçi bu kerestelerle yapıla cak gemilerin ve demirlerden dökülecek silâhların Hıristiyanlara ve hatta Venedikli denizcilere karşı kullanılacağın da kuşkuya yer yoktur. Ama tacir, her zaman olduğu gibi, burada da ivedi çıkarından ve iyi bir iş başarm aktan ötesini göremiyordu. Papa’nın, Hıristiyanları köle olarak satanları aforozla tehdit etmesi ya da im paratorun kâfirlere karşı sa vaşta kullanılabilecek m alzemenin satılmasını yasaklaması boşunaydı. Dokuzuncu yüzyılda tacirlerin İskenderiye’den 2 Slave (köle) kelim esi, kuşkusuz, kolayca anlaşılacağı üzere slav kelim esinden gelm ektedir.
27
Aziz Markos’un kemiklerini getirdikleri Venedik, bu kutsal emanetlere gösterdiği hürm etin haklı ödülü olarak zengin liğini sürekli artırıyor ve bunların korunm asından sağladığı güvenle kendi yoluna gidiyordu. Bu gelişme, gerçekten, kesintisizdi. Lagünler kenti, ne vasıta ile olursa olsun, varlığının temel şartı olan bu deniz ticaretini, hayret verici bir enerji ve etkinlikle artırm aya kendisini adamıştı. Kıtada insanların toprağa tâbi olması gi bi, burada da tüm nüfus denizciliğe güveniyor ve onunla meşgul oluyordu. Dolayısıyla, zamanın kırsal köylü uygar lığının kaçınılmaz sonucu olan serflik, denizciler, zanaat karlar ve tacirler kentinde bilinmiyordu. Bunların arasına, hukukî durum dan bağım sız olarak toplum sal farklılıklar yerleştiren, yalnızca servetin yarattığı tehlikelerdi. Çok eski zamanlardan beri, ticarî kârlar zengin bir tacirler sınıfı ya ratmıştı ki, bunların işlemleri tartışma götürm ez bir şekilde kapitalist nitelikler gösterm eye başlam ıştı bile. Bizans’ın güm rük uygulam alarından ödünç alındığı apaçık ortada olan commenda onuncu yüzyılda ortaya çıktı. Önemi ne olursa olsun, her türlü iş hareketleri için kaçı nılmaz olan yazının kullanımı, ekonom ik gelişmeye söz gö türmez bir şekilde tanıklık etmektedir. Sefere çıkan her tüc car gemisinin donanım ının bir parçasını, bir “kâtip” oluştu ruyordu ve bunlardan biz, gemi sahiplerinin kendilerinin de hesap tutmayı ve sürekli ticarî ilişkiler içinde bulunduk ları kişilere m ektup göndermeyi öğrendiklerini çıkarsayabiliriz.3 Belirtilmelidir ki, burada, geniş çaplı ticarî işlere her hangi bir şekilde kötü gözle bakılmıyordu. En önemli aile ler bu işle uğraşıyorlardı. Doge’ların* kendileri buna örnek 3
llcy n en ,
(*) Dogc (Doç): Venedik ve Cenova'da d ükler arasından seçilen kentin en yüksek yöneticisi - ç.n.
28
oluyorlar ve Sofu Lewis’in çağdaşlarına akıl almaz gibi gö rünen bu işi, dokuzuncu yüzyılın ortalan gibi erken bir dö nemde yapıyorlardı. 1007 yılında, Pietro 11. Orseole ticaret ten sağladığı kârlardan 1250 livre’lik bir tutarı hayır kurum lan için bir yana ayırıyordu. Onbirinci yüzyılın sonunda kent, gemilerde bir m iktar ortaklık paylan (sortes) olan ve mağazalarıyla boşalıma iskeleleri (stationes) kıyıda birbiri yanısıra dizilen ve rıhtımları lâgünün adaları boyunca gide rek yayılan zengin asilzadelerle doluydu. Venedik daha o zamandan itibaren büyük bir deniz gücü olm uştu. 1100’den önce A driyatik D enizi’ni Dalmaçyalı korsanlardan tem izlem eyi, kendi alanı olarak saydığı ve yüzyıllarca öyle kalan bu denizin tüm kıyısında hegemon yasını sağlam bir şekilde kurmayı başarm ıştı. Bu denizin Akdeniz’e açıldığı bölgedeki kontrolünü koruyabilmek için, Sarazen’leri Bari’den atm ak üzere 1002 yılında Bizans filo suna yardım etmişti. Yetmiş yıl sonra, Robert Guiscard tara fından güney İtalya’da kurulan N orm an Devleti, kendisine olduğu kadar, Rum lm paratorluğu’na da tehlike teşkil eden deniz rekabetiyle onu tehdit ettiğinde, Venedik, savaşmak ve tehlikeyi bertaraf etm ek üzere Bizans’la bir kere daha iş birliği yaptı. Robert’in ölüm ünden sonra (1076), bu dâhi prensin, Akdeniz’deki yayılma hülyası son buldu. Savaş Venedik’in lehine döndü ve kent, aynı vuruşla Napoli, Gaeıa, Salerno ve hepsind en önem lisi Amalfi’n in rekabetinden kendisini kurtardı. Norm an Devleti’nde yutulm uş olan bu kentler, N orm an Devleti’yle birlikte çö k tü ler ve bundan böyle K onstantinopolis ve Doğu pazarlarını Venediklilere terk ettiler. İşin aslına bakılırsa, Venedikliler burada uzun bir süredir zaten tartışma götürm ez bir üstünlüğe sahiptiler. Doge Piet ro II. Orseolo, 992 senesinde, İmparator Vasil ve Konstantin’den, V enedik gem ilerinin o zam ana kadar Abydos’ta 29
(Nâra Burnu) ödem ek zorunda oldukları güm rüklerden kurtulm a konusunda bir ferman elde etmişti. Lagünler ken tiyle, Konstantinopolis arasındaki ilişkiler öylesine canlıydı ki, İkincisinde im paratorlarca onaylanmış, hukukî ayrıca lıklara sahip bir Venedik kolonisi kurulm uştu. Sonraki yıl larda Laodicea (Lazkiye), A ntioch (Antakya), M am istra, Adana, Tarsus, Satalia, Ephesus (Efes), Chios (Sakız), Phocaea (Foça), Selembria, Hereclea (Ereğli), Rodosto, Andrinöple (Edirne), Salonica (Selanik), Demetrias, Atina, Thebes (Teb), Coron (Koron), Modon ve Corfu’da (Korfu) baş ka tesisler oluşturulm uştu. Venedik, im paratorluğun her noktasında kendisine ticarî üstünlük sağlayan ikmal ve n ü fuz üsleri elde etmişti. Onbirinci yüzyılın sonundan itiba ren, hâlâ Konstantinopolis’deki yöneticilerin elinde bulu nan Asya ve Avrupa’daki tüm eyaletlerin ulaştırma tekelini fiilen Venedik’in ele geçirdiği söylenebilir. İmparatorlar da, zıtlaşmanın kendi zararlarına olacağını bildikleri bu durum a karşı çıkmamaya çalışmışlardır. Aleksi Kommen tarafından 1082 Mayıs’ında Doge’a verilen im ti yaz, Bizans İm paratorluğundaki Venedik üstünlüğünün ni haî takdisi olarak değerlendirilebilir. Bundan böyle Vene dikliler, im paratorluğun her yerinde, her türlü ticarî vergi den muaftılar ve böylelikle im paratorun kendi tebaasından daha fazla kayrılmış oluyorlardı. Yabancı ticarî eşya için güm rük ödemeye devam edecekleri koşulu, o zam andan itibaren Akdeniz’in doğu ucundaki tüm deniz licarelinin onların eline geçtiğinin en son kanıtıdır. Her ne kadar onla rın, onuncu yüzyıldan başlayarak İslâm diyarlarıyla olan ti caretlerinin gelişmesi konusunda oldukça yetersiz bilgiye sahipsek de, her şey, bu ilişkinin, tamamen aynı güçte ol masa da, aynı yönde geliştiğini göstermektedir.
30
2. Kuzey Denizi ve Battık Denizi4 Kuzey Avrupa’nın kıyılarını yalayan iki iç deniz, Kuzey De nizi ve Baltık, Avrupa’nın güney kıyılarını yalayan benzeri Akdeniz gibi, dokuzuncu yüzyılın sonundan onbirinci yüz yılın so n u n a kadar, anlatm akta o ld u k larım ızd an esasta farklı olmakla birlikte, hiç değilse bir ana noktada ona ben zeyen bir m anzara ortaya koyuyordu. Ç ünkü burada da, deniz kıyısında, deyim yerindeyse, Avrupa’nın sınırında, kı tanın tarımsal ekonom isiyle çarpıcı bir tezat teşkil eden, denizcilik ve ticarî faaliyeti buluyoruz. Quentovic ve Duurstede lim anlanndaki faaliyetin, doku zuncu yüzyıldaki Vıking istilâsına dayanamadığını daha önce görmüştük. Donanması olmayan Karolenj İmparatorluğu, Bi zans’ın Müslümanlara karşı kendini savunması gibi, kuzeyli barbarlar karşısında kendisini savunamamıştır. Güçsüzlüğü, enerjik lskandinavlar tarafından, yalnızca kuzey nehirlerinin haliçleri yoluyla değil, fakat aynı zamanda Allantik körfezleri kanalıyla, yarım yüzyıldan fazla bir süre, yıllık baskınlarla pek gûzeL istismar edilmiştir. Kuzeyliler, yalnız talancılar ola rak düşünülm elidir. Denizlerin hâkim i oldukları için, bu özelliklerini saldırganlıklarıyla birleştiriyorlardı. Kıtada ve Britanya Adalarında birkaç yerleşmeyi ele geçirdikleri halde bütün yapabildikleri buydu- amaçları fetih olamazdı ve de ğildi de. Ancak, kıtanın iyice derinliklerine doğru yönelttik leri akınlar, aslında büyük razzialardı. Açıktır ki bunların ör
4 Bibliyografya: A. Bugge, Die nord europäischen Verkehiswege im frühen Mittelalter und die Bedeutung der Wikinger fü r die Entwickelung des europäischen Handels und der europäischen Schiffahrt, bkz. Vierteljahrschrift f ü r Social und W irtschaft geschichte, c. IV. 1906.: W. Vogel, Geschichte der deutschen Seeschiffahrt, Berlin 1925.; J. Kulischer, Russische Wirtschaftgeschichtc, c. I, Berlin, 1915.; E. BabeIon. Du commerce des Arabes dans le nord de l'Europe avant des croisades, bkz. AthénCe oriental, Paris 1882.; O. M ontelius, Kulturgeschichte Schewcdens, Leip zig, 1906.; K.T. Strasse. Wikinger und Normannen, H am burg, 1928.
31
gütlenişi titizlikle planlanıyordu; hepsi bir merkezden, kom şu yörelerden toplanan ganimetin Danimarka ya da Norveç’e taşınmak üzere yığıldığı tahkim edilmiş bir kamp yerinden hareket ediyorlardı. Aslında Vikingler korsandılar ve korsan lık ticaretin birinci aşamasıdır. Bu, dokuzuncu yüzyılın so nundan itibaren öylesine doğrudur ki, akınlart sona erdiğin de Vikingler basit birer tacir olmuşlardır. Bununla birlikte, İskandinav yayılmasını anlayabilm ek için, bu yayılmanın yalnızca Batı’ya yönelmediği hatırlan malıdır. DanimarkalIlar ve' Norveçliler, Karolenj İm parator luğu, İngiltere, lskoçya ve İrlanda üzerine çu llanırken, kom şuları İsveçliler de Rusya’ya yönelmişlerdi. Dinyeper Vadisi’ndeki Slav prenslerinin Peçenek’lerle yaptığı m üca delelerde ya da Baltık am berinin (kehribar) peşinde koşan Rum tacirlerinin, Azak Denizi ve Kerson’dan, çok eski za manlardan beri büyük doğal yol olan Karadeniz üzerinden Bizans kıyılarına kendiliklerinden sokuluşları ve kazanç pe şinde de olsalar bunların yardıma çağırılmış olmaları bizim bakış açımızdan önemsizdir. D okuzuncu yüzyılın ortaların dan itibaren bunların Dinyeper ve kolları boyunca, Dani markalI ve Norveçli kardeşlerinin aynı tarihlerde Scheldt, Meuse ve Sen havzasına yaptıklarına benzer şekilde, etrafı hendekle çevrili kamp yerleri kurduklarını belirtmemiz ye te rlidir. Anavatandan o kadar uzakta kurulan bu etrafı çev rili alanlar (enceintes) ya da Slavca kelimeyi kullanırsak gorod lar, istilâcıların, çevrelerindeki o denli savaşçı olmayan halkları egemenlikleri altına almak ve söm ürm ek için kul landıkları daimî kaleler haline geldiler. Bakir orm anlardan elde ettikleri kürk ve balı olduğu kadar, alınan esirleri ve yenilenlerin sırım a yükledikleri haracı da buralarda topluyorlardı. Ancak çok geçmeden içinde bulundukları durum , kaçınılmaz bir şekilde onları ticaretle uğraşmaya yöneltti. Yerleşmiş oldukları Güney Rusya, aslında, daha üstün iki 32
uygarlık arasında kalıyordu. Doğu’da Hazar Denizi’nin öte sinde Bağdat halifeliği uzanıyor, güneyde ise Karadeniz, Bi zans lm paratorlugu’nun sınırlarım yalıyor ve Konstantinopolis’e uzanıyordu. Dinyeper havzasındaki Iskandinavlar, derhal bu çifte cazibeyi fark ettiler. Bu yöreyi onların gelişin den önce zaten sık sık ziyaret eden Arap, Yahudi ve Bizans tacirleri, onlara, izlemeye çoktan gönüllü oldukları bir yol gösterdiler. Ele geçirdikleri ülke, M üslüman haremlerinden olduğu kadar, Venedik’in de iştahım kabartan, büyük m ülk lerden gelen talebi ve ikbal dönemini yaşayan zengin impa ratorluklarla ticaret yapmaya özellikle uygun olan ve büyük kârlar vadeden, bal, kürk ve hepsinden önemlisi esir gibi malları onların em rine veriyordu. Konstantin Porfirogenetus, onuncu yüzyılda, bizlere, Iskandinavların ya da daha doğrusu (Slavların onlan tanıdıkları adla söylemek gerekir se) Rusların, her yıl buzların erimesinden sonra, kayıklarını Kiev’de bir araya getirişlerinin bir tasvirini bırakmıştır. Dinyeper’in çok sayıdaki akıntısının ortaya koyduğu engel, ka yıkların kıyıdan yedekte çekilmesiyle aşılıyor ve küçük filo, ağır ağır nehirden aşağı iniyor.5 Denize ulaşınca, uzun ve tehlikeli yolculuğun hedefi olan Konstantinopolis’e doğru kıyı kıyı yelken açılıyordu. Burada Rusların özel bir mahal lesi vardı ve büyük kentle olan ticaretleri, en eskisi doku zuncu yüzyıla kadar geri giden ahitnamelerle düzenleniyor du. Kentin, onlar üzerinde kısa sürede icra etmeye başladığı etki iyi bilinm ektedir. Hıristiyanlığı oradan aldılar (9571015); onun sanatını, yazısını, para kullanmayı ve örgütleri nin önemlice bir kısmını aktardılar. Boğaziçi ile sürdürdük leri ticaretin önemine bundan daha çarpıcı bir tanık buluna maz. Aynı zamanda Volga Vadisi kanalıyla Hazar Denizi’ne 5 W. T hom son, Der Ursprung des nıssischen Staatcs, s. 55 ve dev. (G oıha 1879); H.J. A m e, La Suède el I'Orienl (Upsala, Paris Leipzig, 1914, J.A. L undell'in edi tö rlüğünü yaptığı Archives d'études orienlales’de.)
33
ulaşıyor, buranın lim anlannı sık sık ziyaret eden Yahudi ve Arap tacirlerle alışveriş yapıyorlardı. Ancak faaliyetleri bununla sınırlı değildi. Kuzeye, baha rat, şarap, ipekliler, kuyum cu işleri vs. gibi her tür ticarî eş yayı, oradan aldıkları bal, kürk ve esirler karşılığında ihraç ediyorlardı. Rusya’da bulunan çok sayıdaki Arap ve Bizans sikkesi, bir pusulanın güm üş iğnesinde olduğu gibi, ya Volga boyunca ya da Dinyeper ve Dvina nehirleriyle Botni Körfezi’ne bağıntılı göller yöresinde kesişen ve bu ülkeyi boy dan boya geçen mallar Baltık’a ulaşır ve onun kanalıyla yo luna devam ederdi. Kıta Rusya’sının uçsuz bucaksız düz lüklerini aşan İskandinav gemiciliği, böylelikle doğu d ü n yasıyla bağlantı kurdu.6 Gotland Adası’nda Rusya’da bulu nandan çok daha fazla sayıda bulunm uş olan İslâm ve Rus sikkeleri, bu adanın, sözkonusu ticaret trafiğinin büyük bir antreposu ve onun Kuzey Avrupa ile temas noktası olduğu nu gösterm ektedir. Kuzeylilerce İngiltere ve Fransa’dan toplanan ganimetin burada, Rusya’dan getirilen değerli eşya ile değiştirildiğini düşünm ektedir insan. Her halde, onuncu ve onbirinci yüzyıllarda, yani Dani markalIlarla Norveçlilerin Batı’yı istilâ edişlerini izleyen dö nemde, gemiciliğin şaşırtıcı gelişimini dikkate aldığımızda, İskandinavya’nın oynadığı aracı rolünü kuşkuyla karşıla mak olanaksızdır. İsveçli kardeşlerinin ortaya koyduğu ör nekten sonra.bunların da korsanlığı bırakıp tüccar oldukla rı, ama en küçük bir fırsatta korsanlığa dönmeye hazır, her şeye rağmen tüccar ve üstelik açık denizlerde ticaret yapan barbar tacirler oldukları çok açıktır.7 Güvertesiz gemileri, 6 Rusya’da b u lu n an Arap ve Bizans sikkeleri için, E.J. Am c, a.g.e.'e ve R. Vasmer, Ein im Dorfe S ıa ryi Dedin in W eisrussland gemachter Fund Kufischer M ünzen (Stockholm Tarih Akadem isi’n in Fomvannen'e, 1929) bakınız. 7 D o k u zu n cu yüzyıldaki İsveç ticaretine ilişkin ilginç ayrıntılar, E. de Morea u 'n u n , Saint Anschaire, Louvain, 1930 adlı yapıtında bulunabilir.
34
şimdi Gotland’a ulaşan ticaret eşyasını her yere taşıyordu. İsveç kıyılarıyla o dönemde henüz Slav olan Elbe ve Vistül arasındaki geniş kıyı şeridinde ticaret noktaları kurulm uş tu. Danimarka’nın güneyinde, Haithabu’da (Kiel’in kuzeyi) son zam anlarda yapılan kazılar, harabelerinin, onbirinci yüzyıl boyundaki önem ine tanıklık ettiği bir emporium’un (ticaret merkezi) varlığını ortaya çıkarmıştır.8 Bu ticarî fa aliyet, doğal olarak, kuzeylilerin iyi tanıdığı ve gerisindeki ülkeleri uzun süredir yağmaladıkları Kuzey Denizi’nin li manlarına kadar uzanıyordu. Elbe üzerindeki Hamburg ve Waal üzerindeki Tiel, onuncu yüzyılda, Kuzeylilerin gemi lerince sık sık ziyaret edilen faal limanlar haline gelmişler di. Bu gemilerin daha da çok sayıda bir bölüm ü İngiltere’ye gidiyor ve Danimarkalılarca yapılan ticaret, Büyük Canute’un (1017-1035) İngiltere, Danimarka ve Norveç’i geçici bir im paratorluk içinde birleştirdiği dönem de en yüksek noktasına ulaşarak onlara, Anglosaksonların karşı koyama dıkları bir üstünlük sağlıyordu. Böylece Thames ve Ren ne hirlerinin ağzından, Dvina Nehri’nin ağzına ve Botni Körfezi’ne yapılan ticaret, Ballık ve Kuzey Denizi havzalarında bulunan İngiliz, Flander ve Alman sikkeleriyle kanıtlanı yordu. Yazılı olarak saptanmaları daha geç bir tarihte olma sına rağm en, İskandinav saga’ları (öyküleri), İzlanda ve Grönland gibi uzak mesafelere gitmeyi göze alabilen korku suz denizcilerin karşılaştıkları tehlikelerin anısını hâlâ ko rumaktadır. Cesur genç adamlar, güney Rusya’daki yurttaş larına katılmaya gidiyorlar, Konstantinopolis’te im parator ların özel muhafızı olarak Anglosaksonlar ve Iskandinavlar bulunuyorlardı. Kısaca, Nordik insanlar, bu dönem de, bizlere Homerik çağın Yunanlılarını hatırlatan bir enerji ve gi rişim ruhunun kanıtlarını vermişlerdir. Sanatlan, ticari uğ 8 O. Schecl ve R Paulsen, Quellen zu r Frage Schlcswig-Haithabu im Rahmen der fränkischen, sächsischen und nordischen Beziehungen (Kiel, 1930).
35
raşların onları ilişkiye soktuğu Doğu’nun etkilerine ihanet eden barbar yaratıcılık nitelikleri taşır. Ne var ki, ortaya koydukları çalışkanlığın bir geleceği olamazdı. Gemilerinin yelken açtığı uçsuz bucaksız genişliklerde üstünlüğü elle rinde bulundurm ak için sayıları çok yetersizdi. Dolayısıyla, kıtadaki ticaretin gelişmesi onlarınkiyle rekabet edebilecek bir gemiciliğin canlanmasına yol açınca, daha güçlü rakip lere yerlerini bırakm ak zorunda kaldılar.
3. Ticaretin Canlanışı9 Kıta Avrupa’sı kısa sürede, biri Baıı Akdeniz ve Adriyatik’te, ötekisi Ballık ve Kuzey Denizi’nde ortaya çıkan iki büyük ticarî kım ıldanm anın gücünü sınırlarında duymaya m ah kûm du. İnsan doğasında var olan kazanç hırsı ve macera arayışına cevap verdiği için ticaret esasen bulaşıcıdır. Üste lik doğası gereği, öylesine her yana yayılıcıdır ki, söm ürdü ğü insanlara bile kendisini kabul ettirir. Gerçekten de, tica 9 Bibliyografya: Heyd, Schaubc, Kretschm ayer ve Pirenne’in 1 no'lu d ip n o tu be lirtilen eserlerine bakınız; C. M anfroni, Storia del İti marina italiana d a lk invasione barbariche al trattato di Ninfoe, c. 1, Livoum e, 1899; G. Caro, Genua und die Machte am Mittelmeeı; H alle, 1895-9, 2 c.; G.j. Braıianu, Recharclıes sur le com merce génois dans la mer Noire au XUI siècle, Paris 1929; A.E. Sayous, Le rôle dit capital dans la vie locale et le commerce extérieur de Venise entre 1050 et 1150, bkz. Revue belge de philol. et d'histoire, c. XIII, 1934.; E.H. Bym e, Genoese Sliipping in the Twcljth and Thirteenth Centuries, Cambridge (M ass.) 1930; R. Davidsohn, Geschichie von Elorenz, c. I, Berlin, 1896; A. Sayous, Le commerce des Eu ropéens à Tunis depuis le XII siècle, Paris, 1929.; E.H. Byme, Geneose Colonies in Syria, bkz. The Crusadcs and Other Historical Essays presented to D.C. Munro, N ew York, 1928.; L. de Mas-Latrie, Traités de paix et de commerce, concernant les relations des chrétiens avec les Arabes d l'Afrique septentrionale au Moyen Age, Paris, 1866.; H. Pirenne, Histoire de Belgique, c. 1, 5'inci ed. Brüksel, 1929. R. H apke, Brüggcs Entwichclung zum mitlelalterlichen Weltmarht, Berlin, 1908.; H. Pirenne, Draps de Frise ou draps de Flandre?, a.g.y.; R.L. Reynolds, Merchanls of Arras and the Overland Trade with Gcnoa, bkz. Revue Belge de Philol. et d'histoire, c. IX, 1930.; Aynı yazar, The M arket fo r Northern Textilles in Genoa, 1179-1200, a.k., c. V lll, 1929.; E Rousseau, La Meuse et le pays mosan en Belgique, bkz. An nales de la Société archéologique de Namur, 6. XXXIX, 1930.
36
ret, kurduğu değişim ilişkileri ve yarattığı ihtiyaçlar dolayı sıyla bu insanlara muhtaçsa da, tarımın olmadığı bir ticareti düşünm ek olanaksızdır. Ç ünkü, ticaretin kendisi kısırdır, çalıştırdığı ve zenginleştirdiği insanlara yiyecek sağlamak üzere tarıma gerek duyar. Bu kaçınılmaz zorunluluk, üzerinde hiçbir şeyin yetişme diği lagünün kum lu adacıklarında daha ilk kurulduğu an dan itibaren Venedik’e kendisini kabul ettirm işti. Venedik’in ilk sakinleri, hayatlarını kazanabilm ek için, başka türlü elde edemedikleri, mısır, şarap ve eti, kıtali kom şula rıyla tuz ve balık karşılığında değiş tokuş etm ek zorunda kalmışlardı. Ancak bu ilkel değiş tokuş kaçınılmaz bir şe kilde gelişti ve ticaret şehirlerini daha kalabalık ve zengin yaptığı gibi aynı zamanda talebi artırdı ve iş hayatını güç lendirdi. Dokuzuncu yüzyılın sonunda, Verone yöresini ve hepsinden önem lisi, İtalya’ya nüfuz etm ek için kolay bir yol olan Po Vadisi’ni denetimi altına almıştı bile. Bir yüzyıl sonra ilişkileri, Pavia, Treviso, Vicenza, Ravenna, Cesena, Ancona ile kıyıda ve kıtadaki pek çok başka noktaya kadar genişlemişti. Açıktır ki, ticarî tecrübelerini birlikte götüren Venedikli ler, deyim yerindeyse, ticareti gittikleri her yerin iklimine uydurdular. Venedikli tacirleri yavaş yavaş taklit edenler çıktı. Kırsal bir nüfusun içinde ticaret tarafından ekilen to hum ların gelişmesini izlemek, veri yokluğu nedeniyle, ola naksızdır. Bu gelişmeye, kuşkusuz, ticarete düşm an olan Kilise tarafından karşı çıkılmıştı ve hiçbir yerde piskopos luklar Alplerin güneyinde olduğundan daha çok ve daha güçlü değildi. Aurillac’lı Aziz Gerald’ın (ölüm ü 909) haya tındaki ilginç bir olay, Kilise’nin manevî ölçülerinin, kazanç ruhu, yani iş ahlâkıyla bağdaşmazlığının çarpıcı bir kanıtını oluşturmaktadır. Dindar lord, Roma’ya yaptığı kutsal bir zi yaretten dönerken, Pavia’da kendisinden bazı Doğu malları 37
ve baharat satırı almasını isteyen birtakım Venedikli tacirle re rastlar. Derhal bu fırsattan yararlanarak Roma’dan kendi si için satın aldığı pek görkemli bir cübbeyi (pallium ), öde diği fiyatı da belirterek tacirlere gösterir. Tacirlerin, bu pal tonun Konstantinopolis’te çok daha fazla edeceğini söyleye rek bu alışverişinden ötürü kendisini kutlamaları üzerine, satıcıyı dolandırmış olduğuna esef eden Gerald, tamah gü nahına girmeden böyle bir durum dan yararlanmasına ola nak bulunm adığını düşünerek, farkı geri gönderm ek için sabırsızlık gösterir.10 Bu küçük hikâye, ticaretin canlanışının her yerde uyan dırdığı ve Ortaçağlar boyunca hiç eksilmeyen ahlâki m üca deleyi çok güzel tasvir etmektedir. Kilise, başından sonuna kadar, ticarî kârları bir tehlike olarak görme alışkanlığını sürdürm üştür. Tarımsal bir uygarlığa fevkalâde uygun dü şen, Kilise’nin din uğruna dünyevi hazları feda eden ülkü sü, önleyemediği, hatta zorunlulukların onu boyun eğmek durum unda bıraktığı, bununla birlikle, hiçbir zaman açıkça uzlaşamadığı toplumsal değişmelere karşı hep kuşku duy masına yol açmıştır. Faizi yasaklayışı, daha sonraki yüzyıl ların ekonom ik hayatı üzerinde önemli etkiler yapacaktır. Kilise, tacirlerin temiz bir vicdanla zenginleşm esini ve iş hayatının uygulamalarının dinin buyruklarıyla bağdaştırıl masını önlemiştir. Bunun bir kanıtı olarak, aldatmış olduk ları fakirlere ödemeler yapılması ve kalplerinin derinlerinde bir yerde kötü yolla kazanılmış olduğuna ilişkin duygular bulunan mal varlıklarının din adam lanna miras olarak bıra kılmasına ilişkin çok sayıdaki banker ve spekülatör vasiyet namesini okum am ız yeterlidir. Günah işlemekten geri du r mamış olsalar da, hiç değilse imanları sarsılmamıştır ve kı 10 S. Geraldi comids, Aureliaci jundatoris Vita (Yazan Cluny’li O do) bkz. Patrologia lalina, c. CXXX1U, satır 658, bu konuda aynca EL. G anshof'un Mélanges lorga s. 295’deki (Paris 1933) yazısına bakılabilir.
38
yamet gününde günahlarının affedilmesi için buna güven mektedirler. Bununla birlikte, bu ateşli im anın, Batı’daki ekonom ik gelişmeye, her şeye rağmen, büyük ölçüde katkıda bulun duğu kabul edilm elidir. Pisa ve Cenevizlilerin, onbirinci yüzyılda, M üslüm anlara karşı saldırıya geçm elerinde b u nun önemli bir rolü olmuştur. Kazanç ruhunun egemen ol duğu Venediklilerden farklı olarak, bu kentler, bir yandan kâfire karşı olan nefret, bir yandan da Tiran Denizi’nde üs tünlüğü Sarazen’lerden geri alma saikleriyle hareket ediyor lardı. Burada karşı karşıya gelen iki din arasında bitmeyen bir mücadele yer alıyordu. Başlangıçta bu mücadele sürekli M üslüm anların lehineydi; 935’te ve yeniden 1004’te, her ne kadar güçsüz de olsa, buradaki ilk denizcilik faaliyetlerini bastırm ak amacıyla, Pisa’yı yağmalamışlardı. Ancak Pisalılar yayılmaya kararlıydılar ve ertesi yıl Mesina Boğazt’nda bir Sarazen filosunu yendiler. Düşm an, cesur rakiplerinin limanını basıp imha ederek intikam ını aldı, ancak Papalarca teşvik edilen ve rakiplerinin zenginliği tarafından cezbedilen Pisalılar, aynı zamanda hem din! hem de ticarî olan bir savaşı sürdürm eye karar verdiler. C enevizlilerle birlikte Sardinya’ya saldırdılar ve 1015 yılında orada yerleşmeyi ba şardılar. Başarılarından cesaret alarak, 1034 yılında Afrika kıyılarına kadar uzanmayı bile göze aldılar ve bir süre ken dilerini Böne’nin (Annaba) efendisi yaptılar. Bir süre sonra Pisalı tacirler Sicilya’yı ziyaret etmeye başladılar ve onları korum ak içindir ki 1052 yılında bir Pisa filosu Palermo Limanı’nın girişini zorladı ve cephaneliği imha etti. Bu tarihten itibaren talih H ıristiyanların lehine döndü. 1087 yılında Modena piskoposunun, varlığıyla Kilise’nin de tüm itibarını kattığı Mehdiye’ye karşı bir sefer düzenlendi. Denizciler, kendilerini savaşa götüren başmelek Mikail ve Aziz Petrus’u gökyüzünde gördüler. Kenti aldılar, “Muham39
med’in papazlarını” katlettiler, camiyi yağmaladılar ve ka zançlı bir ticaret anlaşmasını yenilenlere kabul ettirdiler. Bu zaferden sonra yapılan Pisa Katedrali, hem Pisalıların imanı nı, hem de zaferlerinin onlara sağlamaya başladığı zenginliği mükemmel bir şekilde sembolize etmektedir. Sütunlar, de ğerli mermerler, altın ve gümüş süslemeler, Palermo ve Mehdiye’den alınıp getirilen erguvanı ve sarı perdeler bu katedra li süslemekteydi. Sanki bu binanın ihtişamıyla, zenginlikleri bfr skandal ve kıskançlık konusu olan Sarazenlere karşı, Hı ristiyanların intikamı sembolize edilmek isteniyordu.” Islâm, Hıristiyan karşı saldırısından önce geri çekildi ve bir M üslüman gölü olan Tiran Denizi’ndeki egemenliğini kaybetti. 1096 yılında ilk haçlı seferinin başlatılması, onun kesin olarak yenilişine işaret ediyordu. 1097 yılında Cene vizliler, Antakya’yı kuşatan Haçlılara bir filo takviye ve mal zeme gönderdiler ve ertesi yıl Tarento’lu Bohemmond’dan ticarî ayrıcalıklar içeren bir fondaco (han) elde etliler. Bu, Kutsal Diyar’ın kıyılarındaki ticaret kentlerinin zaman için de elde edeceği bir dizi ayrıcalığın ilki oluyordu. Kudüs’ün ele geçirilmesinden sonra, Cenova’nın Doğu Akdeniz’le iliş kileri hızla arttı. 1104’te Cenova, Akkâ’da bir koloniye sa hip oldu. Kral Baldwin kentin üçte birini, deniz kenarında bir sokağı ve güm rük gelirlerinden 600 altın Bizans dinarı nı (bezant) bu koloniye tahsis etti. Venedik, Sayda, Sur, Akkâ ve Kefe’de (Feodosiya) tüccar yazıhaneleri açtı. Pisa, ar tan bir şevkle, Haçlılar tarafından Suriye’de kurulan devlet lerin ihtiyaçlarını karşılamaya adadı kendisini. Bundan baş ka, İtalya kıyısında başlayan ticarî canlanış kısa sürede Provans’a ulaştı. Hemşehrileri 1136 yılında Akkâ’da bir yerleş me kurm uş olan Marsilya, şim diden önemli bir yer kazan ıl
40
E. Du Méril tarafından yayım lanan (Paris. 1847) Poésies populaires latines du Moyen Age, s. 251’de o günlerin havasını veren bir şiir, Piza'nın yayılm asında dinsel heyecanın oynadığı önem li rolü kavrayabilm em izi olanaklı kılm aktadır.
mıştı. Lion Körfezi’nin öteki yakasından Barselona, gele cekteki zenginliğini daha şim diden hazırlıyor, aynen eski zamanlarda M üslümanların Hıristiyan esir ticaretiyle meş gul olması gibi, Ispanya’da ele geçirilen Fas’lı esirler, kentte ticarî alışverişinin bir kalemini sağlıyordu. Böylece, bütün Akdeniz, batı denizciliğine açıldı ya da daha doğrusu yeniden açıldı. Roma zamanında olduğu gibi, aslen Avrupah olan bu denizin bir u cundan öteki ucuna ulaşım sağlandı. Bu denizin sularının M üslümanlarca istis marı sona erdi. Ona egemen olm anın garantisi olan adaları, Sardinya’yı 1022, Korsika’yı 1091 ve Sicilya’yı 1058-90’da Hıristiyanlar yeniden ele geçirdiler. Haçlılarca kurulan geçi ci prensliklerin kısa süre sonra Türkler tarafından yıkılması yani Urfa’nm (Edessa) 1144’te, Şam’ın (Damascus) 1154’te H ilâl tarafın d an yeniden ele geçirilm esi, S alâh ad d in ’in 1183’te Halep’i (Aleppo), 1187’de Akkâ’yı, Nazereth (Nası ra), Sayda, Beyrut, Ascelon ve nihayet Kudüs’ü alması ve bütün çabalarına rağmen, Hıristiyanların birinci haçlı sefe rinde ele geçirdikleri Suriye hâkimiyetini daha sonra, günü m üze kadar, h içb ir zam an yeniden ele geçirem eyişleri önemli değildir. Her ne kadar genel tarihle önemli olsa da Türklerin atılımı, İtalyan kentlerinin Doğu Akdeniz’de ka zanmış oldukları durum u sarsmadı, lslâmın bu yeni saldırı sı yalnızca karalan etkilemişti. Türklerin filoları yoktu ve bunu oluşturm ak girişiminde de bulunmadılar. Küçük As ya’nın kıyılarındaki İtalyan ticareti onlara zarar vermek ye rine işlerine geliyordu. Ç ünkü Çin ve H int kervanlarıyla Suriye’ye getirilen baharat, İtalyan gemileriyle Batı’ya taşın maya devam ediliyordu. Hiçbir şey, Türk ve Moğol diyarla rının ekonom ik faaliyetlerini devam ettirmeye yarayan bir denizciliğin varlığını sürdürm esinden daha kârlı olamazdı. Kuşkusuz İtalyan filoları, hem siyasal hem dinsel alanda kesin bir sınırlama anlam ına gelen ve Haçlı seferlerini sona 41
erdiren Tunus’daki St. Louis yenilgisine (1270) kadar, Haç lılara sürekli ve etkin bir yardım sağlıyorlardı. Venedik, Pisa ve Cenova’nm desteği olmaksızın, bu semeresiz sergü zeşti bu kadar uzun zaman sürdürm enin imkânsız olduğu nu belirtmek yanlış olmayacaktır. Yalnızca birinci Haçlı se feri, Kudüs’e giden kitleleri deniz yoluyla taşımanın henüz m üm kün olmadığı bir zam anda, kara yoluyla yapılmıştır. İtalyan gemileri, ordulara gerekli olan şeyleri sağlamaktan öte bir katkıda bulunmadılar. Ancak, hemen bunun ardın dan, Haçlıların İtalyan deriizciliğinden talepleri, İtalyan de nizciliğine inanılmaz güç ve canlılık kazandırdı. Ordu m ü teahhitlerinin gerçekleştirdikleri kârlar her çağda muazzam olm uştur ve kendilerini bir anda zenginleşmiş olarak bulan Venedikli, Pisalı, Cenevizli ve Provansiılarm, filolarına yeni gemiler katmak için acele etmiş olduklarından kuşku d u yulamaz. Suriye’de Haçlı devletlerinin kurulm ası, Frankla rın onsuz Dogu’da varlıklarını sürdürm esine imkân verme yecek olan bu ulaşım araçlarının düzenli kullanım ını gü vence altına alm ıştı. Böylece bu devletler, kendileri için hizmetleri kaçınılmaz olan kentlere bol bol ayrıcalıklar sağ lıyor ve onbirinci yüzyılın sonundan itibaren Filistin, Kü çük Asya ve Ege adaları kıyılarında kendi fondaci ve echelles’ini (uğrak yerleri) kurm alarını sağlıyordu. Gerçekten, çok geçmeden, bunlardan askeri harekâtlar için de yarar lanmaya başladılar. İkinci Haçlı seferinde İtalyan gemileri VII. Louis ve III. Conrad’m birliklerini Anadolu kıyıların dan Kutsal Diyar’a taşıyordu. Ü çüncü Haçlı seferi, Philip Augustus ve Aslan Yürekli Rişar’ın birliklerini taşımaya ye tecek denli büyüm üş olan İtalyan ve Provans gemilerinin tonajlarındaki artışın kendine özgü kanıtını sergilem ekte dir. O andan itibaren bütün seferler yalnızca deniz yoluyla gerçekleştirilmiştir. D ördüncü Haçlı seferi için hazırlanan filoyu, kom utanları, yolculuk için önceden kararlaştırılan 42
fiyatı ödeyemedikleri ve seferin tüm yönetim ini onlara bı rakm ak zorunda kalışlarından yararlanarak, Venediklilerin Konstantinopolis’e yönelttikleri ve sonunda bundan kentin ele geçirilmesi için nasıl yararlandıkları iyi bilinmektedir. O zam an Bogaz’ın kıyılarında kurulan geçici Latin impara torluğu büyük ölçüde Venedik politikasının bir sonucuydu ve bu devlet ortadan kalktığında (1261), Venedik, kendisi ni geçebilm ek için M ihail Paleolog’u n tahta çıkması için çalışan Cenova’ya istemeyerek de olsa Doğu Akdeniz’deki ü stü n lü k yarışında kendisiyle m ücadele olanağı verm ek zorunda kalmıştı. Böylece Haçlı seferlerinin kalıcı ve önem li bir sonucu Italyan ve daha az ölçüde Provans ve Katalonya kentlerine Akdeniz’de üstünlük kazandırması oldu. Her ne kadar kut sal yerleri M üslüm anların elinden söküp almayı başaramadıysalar, Küçük Asya kıyılarında ve adalarda ilk fethettikle ri yerlerden yalnızca birkaç tanesi dışında ellerinde bir şey kalmadıysa da, en azından Batı Avrupa’nın, Boğaz ve Suri ye’den Cebelitarık Boğazı’na kadar olan tüm ticaret tekelini ele geçirm eyi değil, fakat aynı zam anda orada, giderek kendisini Alpler’in kuzeyindeki ülkelere de yayan ekono mik ve tam manasıyla kapitalist faaliyetleri geliştirmeyi ba şardılar. İslâmiyet, bu muzaffer ilerleyişe karşı onbeşinci yüzyıla kadar tepki göstermedi ve çaresiz Bizans İm paratorluğu bu na boyun eğmek zorunda kaldı. Onikinci yüzyılın başından itibaren Bizans’ın Doğu Akdeniz’deki üstünlüğü son buldu. Bizans şim di hızla, onun ithalat ve ihracat ticareti tekelini ele geçiren denizci kentlerin nüfuzu altına girdi. Zaman za man bu boyunduruğu kırm a çabasıyla im parator, Pisa ve Cenovalılan Venediklilere karşı oynamayı denedi ya da ör neğin 1182’de olduğu gibi halkın nefret edilen yabancıları ayrım gözetmeksizin öldürm esine izin verdi. Ama impara 43
tor onlarsız yapamıyordu ve ister istemez Bizans’ın ticareti ni, onyedinci yüzyılda Ispanya’nın kendi ticaretini Hollan da, İngiliz ve Fransızlara terk edişinden daha da kapsamlı bir biçimde, bu denizci kentlere terk etti. Deniz ticaretinin canlanışını, bunun kıtaya doğru nüfuz edişi izledi. Yalnızca ürü n lerin e karşı olan taleple tarım uyarılmadı ve şimdi bir parçası olduğu değişim ekonom isince dönüşüm e uğratılmadı, fakat yeni bir ihracat ekono misi doğdu. Her iki yönde de başı çeken, Venedik, Pisa ve Cenova gibi güçlü ticaret m erkezlerinin arasında imrenile cek bir yere sahip olan Lombardiya Ovası oldu. Kırsal alan lar ve kentler üretim de aynı oranda pay sahibi oldular. Bi rinciler tahıl ve şaraplarıyla, İkinciler ketenli ve yünlü ku maşlarıyla. Daha onikinci yüzyılda, Lucca, hammaddesi de niz yoluyla gelen ipekli dokum a üretiyordu. Toskana’da, Sienna ve Floransa, Amo Vadisi kanalıyla Pisa ile ilişkide bu lunuyor ve onun refahından pay alıyordu. Cenova’nıri öte sinde, hareket, Lion Körfezi kıyılarına yayılıyor ve Rhone havzasına ulaşıyordu. Marsilya, M ontpellier ve Narbona li manları tüm Provans’da, Barselona ise Katalonya’da ticaret yapıyorlardı. Denizci ülkelerin ticareti öylesine canlıydı ki, Garde-Frainet’deki Sarazen’lerin çok tehlikeli bir biçimde onuncu yüzyılda kapattıkları Alp geçitlerinden, onbirinci yüzyılda kuzeye doğru yayılmaya başlamıştı. Ticaret trafiği, Brenner, St. Bernard, Septimer ve Mont Cenis geçitleriyle, Saone, Rhone ve Ren vadileriyle Almanya’ya ulaşıyordu. Uzun süre geçit vermeyen St. G othard, sonunda boğazın bir yakasından ötekisine, kayadan kayaya kurulan bir asma köprü ile bir transit yeri oldu.12 Onbirinci yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da, İtalyanların bulunduğunu görüyoruz. Büyük olasılıkla bunlar, o dönem de Chanıpagne panayırla 12 Bu, varlığını bildiğimiz ilk asm a köprüdür. M uhtem elen o n ü çü n cü yüzyılın ilk yıllarından kalm adır.
44
nnı bir süredir sık sık ziyaret ediyorlar ve Flander kıyıların dan gelen ticaret cereyanıyla orada karşılaşıyorlardı.13 Gerçekten de, Akdeniz’de gelişme süresi içinde olan eko nom ik canlanış, kapsam ve nitelik bakım ından farklı olsa da, Kuzey Denizi’nin kıyılarında, aynı nedenlerden hareket eden ve aynı sonuçlan doğuran bir başka canlanışla benzer lik gösteriyordu. Yukarda görmüş olduğum uz gibi, Kuzeyli ler, Ren Nehri’nin kollanyla Meuse ve Scheldt nehirlerinin meydana getirdiği haliçlerde, kısa sürede, her yerden bu ne hir boylanna ticarî faaliyeti çeken pazar yerleri kurm uşlar dı. Onbirinci yüzyılda Tiel pek çok tüccann gelip gittiği bir ticaret merkezi olarak belirmişti bile ve şimdi önemli faali yet göstergeleri ortaya koyan Köln ve Mainz’le, Ren Vadisi kanalıyla etkileşim içindeydi. Hersfeld’li Lampert’in, her ne kadar verdiği sayıyı kuşkuyla karşılayabilir ve bu vakanüvisin zenginlik ölçü sü n ü n ne olduğunu bilem esek de, bu kentlerin birincisinde, 1074 yılında altı yüz mercatores opulentissimi (zengin tacir) bulunduğunu söylem esinden daha başka bir kanıta gerek yoktur.14 Aynı dönem de, Meuse Vadisi’nde, Maastricht, Liege, Huy ve Dinant yoluyla Verdun’e kadar u z a n an b ir tic a re t gelişm işti. S ch eld t N e h ri ise, Cambrai, Valenciennes, Toumai, Gand ve Anvers’in denizle ve sularını Zealand Adaları arasına döken büyük nehirlerle 13 G reg o r VU tarafın d an F ra n sa'n ın ba$piskopos ve p isk o p o sla rın a 10 Eylül 1074‘le yazılan m ek tu p Kral I. P hilip'in davranışını kınam akta ve o n u "M eıcaloribus qui de m u ltis terrarum partibus ad fodum quoddam in F rancia n u p e r convenerant... m ore p raedonis infiniıam pecuniam " (E. Caspar, Dos Regi ster G rcgors Vit, M .M .G.G., s. 131) diye suçlam aktadır. İkinci m ek tu p ta Papa ta cirleri “Italıae negociatores” (a.k., s. 150); ü ç ü n c ü m e k tu p ta ise o nlardan, “Italis et aliarum p rovincianım m ercatoribus" (a.k., s. 168) olarak söz etm ek tedir. G regory V ll’nin b u ısrarlı tu tu m u , o dönem deki iç ticaret gelişm esinin b ir delili olarak düşünülebilir. Eğer, A. Schaube, a e .g ., s. 91'de ileri sürdüğü gibi olay, pek ö n em i o lm ayan Lendit fuarında m eydana gelm işse, tacirlerin m aruz kaldıkları zararların açıklanm ası zordur. H Lam ptrıi Hersfeldensis opera, ed. O. Holder-Egger, s. 192.
45
ilişkisini sağlıyordu. Zwyn Körfezi’nin sonundaki, şim di kumlarla kapanmış olan Bruges Limanı o kadar elverişliydi ki, onbirinci yüzyılın sonundan itibaren gemiler, burayı öteki limanlara tercih etmeye başladılar ve kentin gelecek teki ihtişamı böylece oluştu. O nuncu yüzyılın sonunda İskandinav ticaretinin, Flander’i Kuzey Denizi ve Baltık ülkeleriyle yakın ilişkiler için de tuttuğu açıktır. Koni II. Arnold ve IV Baldwin’in (9651035) kestirdiği sikkeler, Danimarka, Prusya ve hatta Rus ya’da bulunm uştur. Flander’in İngiltere ile olan ticareti do ğal olarak daha canlıydı. Londra geçiş yerlerinin, 991 ve 1002 yılları arasındaki güm rük tarife cetvelleri, Flanderlileri, kentle ticaret yapan yabancılar arasında sayar.15 Kanal (Manş Denizi), Kuzey Denizi’nden daha az ziyaret edilen bir yerdi. Bununla birlikte, Norm an ve Ingiliz kıyıları ara sında Rouen yoluyla, Sen Nehri boyunca Paris’e, Champagrie ve Burgonya sınırlarına kadar uzanan düzenli bir ticaret yürürlükteydi. Loire ve Garonne, uzaklıkları nedeniyle, da ha sonraki dönem lere kadar kuzey denizlerindeki ticarî canlanışın etkilerini duymadılar. Flander, kısa sürede, Ortaçağların sonuna kadar sahip olacağı ayrıcalıklı bir durum a yükseldi. Burada, o kadar er ken bir tarihte, başka hiçbir yerde ve böylesine şaşırtıcı so nuçlarla görmediğimiz, bir başka etkenle, endüstriyle karşı laşıyoruz. Daha Kelt dönem inde, Lys ve Scheldt vadilerin de, Morini ve Menapi,* bu yörenin bereketli otlaklarında besledikleri büyük koyun sürülerinden yün üretiyorlardı. Bunların ilkel imalât yöntem leri, uzun süren Roma ege menliği sırasında, fatihlerinin Akdeniz’in teknik yöntem le rini onlara öğretmeleri sonucu mükemmelleşmişti. Bu ge15 E L ieberm ann, Die G azetze der Angelsachsen, c. 1, s. 232. (*) Galya’da yaşayan iki kavim. - ç.n.
46
Üşme öylesine hızlı olm uştu ki, ikinci yüzyılda Flander, İtalya’ya bile kum aş ihraç ediyordu.16 Yöreyi beşinci yüzyıl da istilâ eden Franklar, kendilerinden öncekilerin geleneği ni sürdürdüler. D okuzuncu yüzyılda Kuzeylilerin gelişine kadar Frizyeli gemiciler, palia fresonica adıyla Flander’de dokunan kum aşları Felemenk’teki nehirler boyunca düzen li olarak taşıyıp durdular. Güzel renkleri bu kum aşları öyle sine ün sahibi yapmıştı ki, Şarlman, Halife H arun El-Reşid’e hediye olarak gönderecek daha iyi bir şey bulam am ıştı.17 lskandinavlann istilâsıyla ticaretin ortadan kaldırılışı, doğal olarak bu ihracatı sekteye uğrattı. Ancak, onuncu yüzyıl boyunca, ne zaman ki eski yağmacılar tüccar oldular ve ge mileri Meuse ve Scheldt’de ticarî eşya peşinde koşmaya baş ladı, kumaş imalâtı yeniden pazar bulm uş oldu. Bu kum aş ların güzelliği, Kuzeyli denizcilerin ziyaret ettiği kıyılarda, kısa sürede öyle bir talep yarattı ki, talebi karşılamak üzere üretim o zamana kadar ulaşılmamış boyutlara yükseldi. O zaman için bu öylesine büyüktü ki, on u n cu yüzyılın so nunda, yerli yün, ihtiyaçlar için yetersiz kalınca, İngilte re’den yün ithal etm ek zorunda kalındı. İngiliz yün ü n ü n daha iyi olan kalitesi, doğal olarak kum aşın kalitesini de geliştirdi ve bu kum aşlann ünüyle birlikte satışları da arttı. Onikinci yüzyıl boyunca Flander, baştan aşağı dokum acılar ve çırpıcılar ülkesi haline geldi. O zam ana kadar kırsal alanda sürdürülen kum aş imalâtı, her yanda kurulan ve gi derek artan bir ticareti besleyen tüccar kentlerinde yoğun laştı. Gand, Bruges, Ypres, Lille, Douai ve Arras’ın doğmak ta olan zenginliğini yaratan kumaştı. Deniz ticaretinin artık başlıca maddesi olan kumaş, şimdi, karayoluyla sürdürülen son derece önemli bir ticaretin varoluşunu sağladı. Onikin16 Camitle Julian , Histoire de la Gaule, c. II, s. 282. 17 H. P irenne, Draps de Frise ou draps de Flandrr? bkz. G iriş B ölüm ü 8 no'lu dipnot.
47
ci yüzyılın başından itibaren, ltalyanlar, Alpler’in güneyin den ithal ettikleri baharat, ipekliler ve kuyum cu işleri karşı lığında kumaş salın almak için Flander’e gelirlerken, Flander kum aşı deniz yoluyla Novgorod panayırına götürülü yordu.’8 Ancak Flanderlilerin kendileri, Kuzey Denizi ve Alpler’in ortasındaki ünlü Champagne panayırlarını sık sık ziyaret ederken, Lonbardiya ve Toskanya’dan gelen alıcılar la karşılaştılar. Bunlar, panni francesi adıyla ve deniz yoluyla Doğu limanlarına kadar ulaştırılan pek çok miktarda Flander kumaşını Cenova Limanı’na taşıyorlardı. Kuşkusuz, Flander kum aş imal eden tek yer değildi. Do kumacılık, doğası gereği, yünün bulunduğu her yerde, yani bütün ülkelerde, tarih öncesi zamanlardan beri var olduğu bilinen ve sürdürülen ev ekonom isine ilişkin bir uğraştı. Bunun üretimini tahrik etm ek ve tekniğini geliştirmek için yalnızca gerçek bir endüstri olmasını sağlamak yeterliydi. Bu ihmal edilmedi. O nüçüncü yüzyılda, Ceneviz noterlik kayıtları, bu limana kum aş gönderen bir dizi kentin adın dan söz eder: Amiens, Beauvais, Cambrai, Liege, M ontreuil, Provins, Tournai, Chalons vs. Bununla birlikte, Flander ve kısa süre sonra kom şusu Brabant, rakipleri arasında eşsiz bir yer işgal ettiler. İngiltere’ye olan yakınlıkları, onlara, en iyi şartlarla ve ötekilerden daha büyük miktarlarda çok iyi kalite yün sağlama olanağı verdi. O nüçüncü yüzyılda Flan der endüstrisinin karşı konulm az üstünlüğü, yabancılarda uyandırdığı hayranlıkta yansımaktadır. Ortaçağ Avrupa’sı nın tarihi boyunca başka hiçbir bölge, Scheldl havzasınınki kadar bir endüstri ülkesi olma özelliği ortaya koyamamıştır. Bu anlamda bölge, onsekiz ve ondokuzuncu yüzyıllar İngil tere’sini hatırlatırcasına, Avrupa’nın geri kalan kısmıyla te zat teşkil eder. Başka hiçbir yerde, bu kumaşların renk, yu18 H. Pirenne, Draps d'Ypres ü Novgorod aıı commerccmcnı du X llc sicclc, in Rcvue belge de philol. et d'hisıolre, c. IX (1930), p. 563.
48
muşaklık, parlaklık ve uyum una erişebilmek olanaklı değil di. Flander ve Brabant kumaşı, gerçekten de, de luxe bir ku maştı, başarısıyla dünya çapındaki yaygınlığını sağlayan da buydu. Ulaşım araçlarının, ucuz ve ağır eşyanın dolaşımını sağlamaya uygun olacak ölçüde henüz yeterince gelişme miş olduğu bir çağda, uluslararası ticarette birinci sırayı, değeri yüksek, orta ağırlıktaki şeyler alıyordu. Kısaca, Flan der kum aşının başansı, baharatta olduğu gibi, yüksek fiyat ve ihraç etmedeki kolaylıkla açıklanır. Flander ve Brabant, endüstrileştikçe, İtalyan kentlerinin tam tersine, coğrafî konum larının onları zorunlu kıldığı de niz ticaretiyle daha az uğraşır oldular. Bu işi, endüstrileri nin giderek arlan sayılarda Bruger Limanı’na çektiği yaban cılara, onbirinci yüzyılda lskandinavlara, daha sonraları ise Hansalılara terk ettiler. Bu anlamda onlan, Ortaçağlarla gü nüm üz ne kadar karşılaştırılabilinirse, görece ekonom ik ge lişmişliklerini dikkate alarak, çağdaş Belçika ile karşılaştır mak uyarıcıdır. Bir zam anlar onların işgal ettiği aynı top raklarda, günüm üz Belçika’sı da, olağanüstü sanayi üret kenliğini görece olarak önemsiz bir denizcilikle bir arada götüren aynı çelişkili görünüm ü ortaya koym uyor mu?
49
İKİNCİ BÖLÜM
Kentler
ı . Kentsel Hayatın Canlanışı1 Akdeniz ticareti, Batı Avrupa’yı kendi yörüngesine çekmeye devam ettiği sürece, İtalya, İspanya ve Afrika’da olduğu gibi 1 Bibliyografya: H. Pirenne, Les Villes du Moyen Age, bkz. Giriş Bölüm ü 2 no’lu dip not.; G. von Below, Der Ursprung der deutschen Stadtverfassung, Düsseldorf, 1892; K. Hegel. Städte und Gilden der Germanischen Völker im Mittelalteç Leipzig, 1891, 2 c.; Aynı Yazar, Die Entstehung des deutschen Stadtewesens, Leipzig, 1898; E Keutgen, Untersuchungen über den Ursprung der deutschen Stadtverfassung, Leipzig, 1895; S. Rietschel, Die civitas a u f deutschem Boden, Leipzig, 1894; aynı yazar, M arkt und Stadt in ihrem rechtlichen Vfcrhaltniss, Leipzig, 1897; E Beyerle, Z ur Typenfrage in der Stadtverfassung, bkz. Zeitschrift fü r Rechtsgeschichte, Germ. Apt. 1930; G. Espinas, La vie urbanic de Douai au Moyen Age, Paris, 1913 (4. C .) ; C. Gross, The Gild Merchant, Oxford, 1890, 2 c.; EW Maitlandt, Township and Boro ugh, Cambridge, 1898; C. Petit-Dutaillis, The Origin of the Towns in England, bkz. Studies Supplemantary to Stubbs' Constitutional History, c. 1, M anchester, 1908; S. Stephenson, The Origin o f the English Towns, bkz. Amer. Hist. Rev., c. XXXII, 1926; aynı yazar, The Anglo-Saxon Borough, bkz. Eng. Hist. Rev 1930; Aynı Yazar, Borough and Town, A Study o f Urban Origins in England, Cambridge, (Mass.), 1933; H. Pi renne, Les villes flamandes avant le X ll sièsle, bkz. Annales de l'Est et d u N ord, c. I, 1905; aynı yazar. Les Anciennes démocraties des Pays-Bas, Paris, 1910; G. Des Marcz, Étude sur la propriété dans les vides du Moyen et spécialement en Flandre, G hent, 1898; E Vercanteren, Étude sur les civitates de la Belgique Seconde, Brüksel, 1934; L. von Heinem ann, Zur Entstehung der Stadtverfassung in Italien, Leipzig, 1893; G. Mengozzi, La cittä italiana nell'alto medivo evo, 2'nci baskı Floransa, 1931.
51
Galya’da da kentsel hayat devam etti. Ancak, lslâmiyetin ya yılmasının Afrika ve İspanya kıyılarını kontrol altına alışı ve bu yayılmanın daha sonra Tiran Denizi’ndeki limanları kap saması üzerine kentsel faaliyet hızla sona erdi. Bizans ticare ti sayesinde kentsel faaliyetin varlığını sürdürdüğü Venedik ve Güney İtalya dışında her yerde görülen bir ortadan kal kıştı bu. Kentler varlıklarını sürdürdüler ama, zanaatkar ve tüccar nüfuslarını ve onunla birlikte de Roma İmparatorlu ğundan arta kalan kentsel örgütlenmelerini yitirdiler. Her birinde bir piskoposun oturduğu “kentler” şimdi pis koposluk bölgesinin dinsel yönetim merkezinden başka bir şey değildi. Böylece dinsel açıdan önemlerini kuşkusuz bü yük ölçüde korudular, ama ekonomik açıdan hiçbir önem leri kalmadı. Çoğunda, çevredeki köylerce beslenen bir kü çük yerel pazar, katedral ve onun çevresinde küm elenmiş kilise ve m anastırların sayısı kabarık ruhbanı ve bunların hizmetinde çalıştırılan serilerin günlük ihtiyaçlarını karşılı yordu. Büyük yıllık festivallerde kente, akın eden piskopos luk bölgesinin halkı ve ziyaretçiler, belirli bir faaliyeti de vam ettiriyorlardı am a bunların hiçbirinde bir canlanışın herhangi bir işareti görülm üyordu. Gerçekte, bu piskopos luk kentleri, yalnızca kırsal alana dayanarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Surlar içinde oturan piskopos ve m anastır reisleri, m ülklerinden sağladıkları kira ve resimlerle yaşıyor ve böylelikle varlıkları esas olarak tarım a dayanıyordu. Kentler yalnızca dinsel değil, fakat aynı zamanda m anor’a ilişkin yönetim merkezleriydi. Savaş zamanlarında kentin eski surları çevredeki nüfusa sığınacak bir yer sağlıyordu. Fakat Karolenj İm paratorlu ğ u n u n çözülüşüyle birlikte yerleşen güvensizlik ortam ın da, Güney’de Sarazen saldırıları, Kuzey ve Batı’da Norm an saldırılarıyla -ki buna onuncu yüzyılın başında Macarların korkunç süvari akmları da eklenmişti- tehdit edilen insan 52
lar için korunm a ihtiyacı birincil zorunluluk oldu. Bu saldı rılar her yanda yeni yeni sığınacak yerlerin kurulm asına yol açtı. Bu dönem de Batı Avrupa, feodal büyük lordlarca kendi adamlarına barınak olmak üzere yaptırılan m üstahkem şa tolarla doldu. Bu şatolar ya da alışılmış adıyla bourg ya da burg’lar, genellikle üzerinde geçitler olan bir hendekle çev rilmiş toprak ya da taş surlardan oluşuyordu. Çevredeki vilain’ler, bunları inşa etm ek ve bakmakla mükelleftiler. Bun ların içinde bir şövalye garnizonu bulunuyor; lordun ika metgâhı olarak yüksek bir kule yer alıyor, katedral ya da büyük kiliselerin üyelerinden oluşan bir ruhban grubu di nin gereklerini yerine getiriyor, garnizonu beslem ekle yü küm lü olan ve tehlike anında sürüleriyle birlikte kaleye do luşan m anor köylülerinden sağlanan her tür aynî resimler le, tütsülenm iş et ve tahılı koymak için tahıl ve zahire am barlan kuruluyordu. Böylece, dinsel kent gibi din dışı burg da topraklan geçimini sağlıyordu. Her ikisi de tarımsal bir uygarlıkla fevkalâde uyum içindeydiler; dolayısıyla ona karşı durm aktan çok onun korunması için hizm et ettikleri 'söylenebilir. Bununla birlikle, ticaretin canlanışı, kısa sürede bunların niteliğini değiştirdi. Bu canlanışın ilk belirtileri, onuncu yüzyılın ikinci yarısı boyunca gözlenebilir. Tacirlerin gez ginci yaşamları, karşı karşıya kaldıkları türden riskler, yağ manın ikinci derece soyluların geçim kaynağı olduğu bir çağda, başlangıçtan itibaren seyahat ettikleri nehirler ya da doğal yollar üzerinde belirli aralıklarla kurulm uş olan sur larla çevrili kasabaların ya da burg’larm korum asını aram a larına yol açtı. Buraları yazın bir mola yeri, kötü havalarda ise kışı geçirme yeri olarak görev yapıyordu. Bir küçük kör fezde ya da bir nehir girişinde, iki nehrin kesiştiği noktada veya nehrin ulaşıma imkân vermediği ve yüklerin daha ile riye götürülebilmesi için boşaltılmasının gerektiği yerler gi 53
bi, konum u açısından en iyi durum da olanlar, böylelikle ta cirlerin ve ticari eşyanın konaklam a ve geçiş yerleri oldular. Kentlerin ve burg’lann, ticaretin artışına bağlı olarak sayı lan giderek artan ve zor durum da kalan bu yeni gelenlere ayırabileceği mekân kısa sürede yeterli olmaktan çıktı. Bun lar surlann dışında yerleşmeye, eski burg’un yanında yeni bir burg ya da buraları en iyi bir şekilde tanımlayan terimi kullanm ak gerekirse bir Jauborg (forisburgus) yani bir dış burg kurmaya zorlandılar. Böylelikle, dinsel kentler ve fe odal kaleler yakınında, sakinlerinin, iç kentteki insanların yaşamıyla tam bir tezat teşkil eden bir hayata kendilerini adadıkları ticarî toplanma yerleri ortaya çıktı. O nuncu ve onbirinci yüzyıl belgelerinde bu yerleşmeler için sık sık kul lanılan portus kelimesi, buraların niteliğini tastamam tasvir eder.2 Gerçekte buralan, m odern anlamda bir limandan (li manı ve güm rüğü olan kent) çok, ticarî eşyanın taşındığı ve bu nedenle özellikle aktif bir transit yeri oluyordu. Ve yine bu nedenledir ki, Ingiltere ve Flander’de port sakinleri, ken dilerini poorters ya da portmetı diye adlandırıyorlardı ve bu ad uzun süre bourgeois ya da burgess kelimeleriyle eşanlam lıydı ve gerçekten de bu yerleri son iki terimden daha iyi ta nımlıyordu. Ç ünkü ilkel burjuvazi geçimini yalnızca tica retle sağlayan insanlardan m eydana geliyordu. O nbirinci yüzyılın bitiminden önce bunların, dibinde kuruldukları es ki burg’ların sakinleri için gerçekten çok daha uygun bir ke lime olan bourgeois terimiyle anılmaya başlamalarının nede ni, çok önceleri tüccar gruplarının da kendilerini, güvenlik nedeniyle, sur ya da daraba içine almaları ve böylelikle ken di içinde bir burg oluşturmalarıydı. Bu anlam kayması ko laylıkla anlaşılabilir, çünkü yeni burg eskisini kısa sürede gölgede bırakmıştır. Bruges gibi, ticarî hayatın aktif m erkez 2 H. Pirenne, Les villes flam andes avam le XI/ siècle, bkz. Annales de l'est du nord, c. I (1905).
54
lerinin çoğunda, daha onikinci yüzyılın başlannda burg, bu yerleşmenin çekirdeğini oluşturan kaleyi her yandan kuşatı yordu. Yardımcı olan şeyler aslî olmuş, yeni gelenler eski sakinlere galebe çalmıştı. Bu anlamda, ortaçağ kentinin ve dolayısıyla m odern kentin, yerleşme birim inin fauborg’unda ya da onun yerini belirleyen bourğ1da doğm uş olduğunu söylemek tam anlamıyla doğrudur. Tacirlerin elverişli noktalarda toplanmaları bir süre sonra zanaatkârların da aynı yerlerde toplanmalarına yol açtı. En düstriyel tem erküz, ticarî tem erküz kadar eskidir. Bunu dikkate değer bir açıklıkla Flander’de gözleyebiliriz. Başlan gıçta kırsal alanlarda sürd ü rü len kum aş yapım cılığı, bu imalâtın ürünleri için satış imkânı veren yerlere kendiliğin den göç etti. Buralarda dokumacılar, tacirler tarafından it hal edilmiş yünü, çırpıcı ve boyacıların kullandığı sabunu ve boya malzemesini buluyorlardı. Maalesef ayrıntısını bil mediğimiz gerçek bir sanayi devrimi, bu kırsal endüstrinin kentsel endüstriye dönüşmesine eşlik ediyordu. O zamana kadar kadınlar tarafından sürdürülen bir uğraş olan doku macılık, erkeklerin eline geçiyor ve aynı zamanda eski kü çük pallia yerini, ihracat için daha uygun olan ve kum aş imalâtında stok boyutu olarak günüm üze kadar gelen daha uzun kum aş parçalarına bırakıyordu. Bu dönem de doku m acıların kullandığı tezgâhlarda, yirm i ile altm ış arşın uzunluğundaki atkının, tezgâhın kirişine uygulanm asına olanak verecek şekilde bir değişim in m eydana geldiğini varsaymak için yeterli neden vardır. Flander kumaş endüstrisinde meydana gelen değişikliğe benzer şekilde M ueuse Vadisi’nin m etalürji endüstrisinde de bir evrimin gerçekleştiği gözlenebilir. Belki de Roma iş gali sırasında burada etkin bir şekilde geliştirilm iş olan bronz işlemeciliği dönemine kadar geri giden bakır işleme ciliği, nehir üzerindeki ulaştırm anın canlanm ası üzerine, 55
ihracat yapma olanağıyla, güçlü bir saik kazandı. Aynı za manda Namur, Huy ve özellikle Dinanı gibi, demirci esnafı nın (marchands batleurs) ihtiyaç duyduğu bakır için, onbirinci yüzyılda, gittiği Saksonya’daki kentlerde bakır işlet meciliği temerküz etti.3 Bunun gibi, Tournai yöresinde bol m iktarda bulunan nitelikli taş, bu kentle işlendi ve vaftiz kurnası imalatı öylesine canlandı ki, bunlara, Southham p ton ve W inchester gibi uzak yerlerde bile rastlıyoruz.4 İtal ya’da da hikâye aynıdır. Deniz yoluyla Doğu’dan ilk kez bu ülkeye giren ipek dokumacılığı Lucca’da temerküz ederken, kısa süre sonra Toskanya tarafından taklit edilen Milan ve Lombardiya kentleri, kendilerini pam uklu kadife imalâtına adadılar.
2. Tacirler ve Burjuvazi5 Doğmakta olan kentlerin zanaatkâr ve tacirleriyle, içinden çıktıkları tarımsal toplum arasındaki en temel fark, birinci lerin hayat tarzının artık toprakla olan ilişkilerine göre belirlenmemesiydi. Bu açıdan kelim enin her anlam ında, bir yerinden yurdundan edilenler (déracinés) sınıfı o luşturu yorlardı. O zamana kadar varlıkları, kendilerini istihdam eden büyük m ülk sahipleri tarafından garanti edilen manor ajanlarının yalnızca arızî ve aralıklarla sürdürdükleri bir uğraş olan ticaret ile endüstri, şimdi bağımsız meslekler ol du. Bu işlerle uğraşanlar, itiraz kabul etmez bir şekilde “ye ni insanlar”dı. Bunları, m anor’un ev atölyelerindeki köle 3 Bkz. П Rousseau, a.g.e., s. 89 ve devam ı. 4 P Rolland, Сexpansion toumaisiennc, aux X I et XII slid es, A n et commerce de la pierre, bkz. Annales de l'Académie royale d ’archéologie de Belgique, 1924. 5 Bibliyografya: 1 n o ’lu dipnota bakınız, ayrıca: W. Vogel, Ein seefahrender Kaufmann um 1100, bkz. Ifansisclıe Ceschichtsblattcr, c. XVIU, 1912; H. Pirenne, Les périodes de l’histoire sociale du capitalisme, bkz. Bull, de l'Acad. royale de Belgi que, (M ektuplar bölüm ü) 1914.
56
personel ya da kıllık zamanında ev halkını beslemek göre viyle yüküm lü, bolluk zamanında ise üretim fazlasını dışa rıda satabilen seriler arasından türetm ek konusunda sık sık girişim lerde b u lu n u lm u ştu r.6 Ancak, böyle bir evrim ne kaynaklarca desteklenm ekledir ne de m uhtemeldir. Kuşku yoktur ki, şurada burada yöresel lordlar, örneğin, burg’lulan n lordun fırınını ve değirmenini kullanma yüküm lülüğü, bağ bozum undan sonraki birkaç gün içinde lordun kendi şarabının satılması lekelini elinde bulundurm ası ya da es naf loncalarından çeşitli resimlerin toplanması gibi birta kım ekonom ik ayrıcalıklarını, doğmakta olan şehirlerde de oldukça uzun bir süre korum uşlardır. Ancak bu hakların yöresel olarak varlığını sürdürm esi, kentsel ekonom inin m anor kökenli olduğunun bir delili değildir. Tam tersine, her yerde dikkatimizi çeken odur ki, kentsel ekonom i, öz gürlük koşulunun gerçekleştiği yerde ortaya çıkmaktadır. Ancak, derhal şu soru, ortaya çıkm aktadır: İnsanların normal durum unun serflik olduğu, hemen hemen tamamen kırsal bir toplumsal ortamda, özgür tüccar ve zanaatkârların oluşum unu nasıl açıklayacağız? Bilgi kıtlığı bizi, sorunun önem inin gerektirdiği kesinlikte cevap verm ekten alıkoy maktadır. Bununla birlikte hiç değilse belli başlı etkenlere değinilmesi m ümkündür. İlkin, biricik varlık temelinin yal nızca toprak olduğu bir toplum un, deyim yerindeyse, sını rında yaşayan topraksız insanlar arasından, başlangıçta, ti caret ve endüstrinin ilk kadrolarını seçtiği tartışma götür mez. Kıtlık ya da savaş zamanlannda, topraklarını terk ede rek başka yerlerde geçimlerini arayan ve bir daha geri dön meyen insanlardan büsbütün ayrı olarak, m anor örgütünün geçindirmeyi başaramadığı tüm bireyleri de hatırlamak zo6 R. Eberstadt, Der Ursprung des Zunftu/esens und die alteren Handwerksverbande des M iltelalters, Leipzig, 1915 ve değişik bir biçim de E K eutgen, A m ter und Zûn/te, Jen a, 1903.
57
randayız. Köylülerin arazileri, ancak düzenli olarak vermek durum unda oldukları resimleri karşılayacak büyüklükteydi. Dolayısıyla çok çocuklu bir adamın küçük erkek çocukları, babalarının lorda karşı ödemelerini yapabilmesi için, çoğu kez evi terk etmek zorunda kalıyorlardı. O andan itibaren, kırsal alanlarda başıboş dolaşan, m anastırdan manastıra gi derek fakirler için ayrılan sadakadan paylarını alan, hasat ya da bağ bozum u zamanı, işgüçlerini köylülere kiralayan ve savaş zamanlarında, feodal birliklere paralı asker olarak ya zılan serseriler kalabalığına katılıyorlardı. Bu adamlar, kıyılarda ve nehir ağızlarında, gemilerin ve ta cirlerin gelişiyle onlara sağlanan yeni geçim imkânlarından yararlanmakta acele davranıyorlardı. Daha da maceraperest olanların pek çoğu, kuşkusuz Venedik ve İskandinav gemile rine tayfa olarak yazılıyor; diğerleri, kendilerini giderek ar tan bir sıklıkla “limanlara” ulaştıran tüccar kervanlarına ka tılıyorlardı. Bunların arasındaki en iyiler, kendilerini, zekâ ve enerji ile işin göbeğine atan maceraperest ve serserilere ticari hayatın para yapma konusunda sağladığı pek çok fırsattan, şansın da yardımıyla yararlanmakta gecikmiyordu. O zaman ortaya çıkan yeni zenginlere (nouveaux riches) güzel bir ör nek olan Finchale’li Godric’in öyküsü, her ne kadar yeterin ce veriye sahip değilsek de, büyük bir olasılıkla gerçeğin ye niden inşasını desteklemeye yetecek niteliktedir.7 Godric, onbirinci yüzyılın sonlarına doğra Lincolnshire’da fakir bir köylü ailesi içinde dünyaya gelmiş ve kuşkusuz aile ocağını terk etmeye zorlanarak, geçimini sağlamak için bütün zekâ sını kullanmak durum unda kalmıştı. Her çağdaki pek çok öteki talihsiz gibi, dalgalann kıyıya attığı gemi enkazı peşin 7 St. G odric için Vogel’in d ip not S te anılan m akalesine bakınız. Libdlus de vita et m iraculis S. Godric i, heremitae de Finchale, anctore Reginaldo monacho dunelmensi, 1847 yılında S tevensoriun editörlüğü alım da Surtees Dem eği adına ya yım lanm ıştı.
58
de koşan bir kıyı tarayıcısı olmuştu. Deniz kazaları pek çok tu ve güzel bir günde m utlu talihi ona, bir gezginci esnaf tez gâhını donatmaya yetecek umulmadık bir kısmet getirdi. Bir tüccar grubuyla karşılaşıp onlara katıldığı zaman, bir miktar para biriktirmişti. İşleri iyi gitti ve kısa sürede, İngiltere, Iskoçya, Flander ve Danimarka kıyılarında gemi donatıp tica ret yapmak için ortaklık kurabilecek kadar kâr sağlamıştı. Ortaklık başarılı oldu. Ortaklığın faaliyetleri, oralarda kıt ol duğu bilinen malların gemiye yüklenm esi ve karşılığında, dönüş kargosu olarak, o zamanlar talebin en güçlü olduğu yerlere ihraç edilebilecek ve dolayısıyla en yüksek kârları sağlayabilecek eşyanın yüklenmesinden ibaretti. Godric’in öyküsü, kuşkusuz, pek çok başkalarının da öyküsüydü. Yerel kıtlıkların sürekli olduğu bir çağda, tahılın bol olduğu yerden çok büyük miktarlarda ucuza satın alın ması, daha sonra aynı yöntemlerle artırılabilecek muazzam kârlann gerçekleştirilmesi için yeterliydi. Böylece bu tür bir işin başlangıç noktası olan spekülasyon, ilk ticarî servetlerin oluşum una geniş ölçüde katkıda bulunm uştur. K üçük bir gezginci esnafın, denizcinin, kayıkçının ya da bir tersane iş çisinin tasarrufu ona, eğer bunu nasıl kullanacağını biliyor sa, oldukça yeterli bir sermaye sağlıyordu.8 Bir toprak sahi binin, gelirinin bir kısmını deniz ticaretine yatırması da ay rıca m üm kündür. Liguria sahilindeki soyluların, Ceneviz gemilerini inşa etmek için gerekli fonları sağladıkları ve Ak deniz limanlarında mal sauşından sağlanan kârlara ortak ol dukları hem en hemen kesindir. Aynı şey başka İtalyan kent lerinde de meydana gelmiş olmalıdır. En azından, İtalya’daki soyluların büyük bir kısm ının, Alpler’in kuzeyindeki kar deşlerinin aksine, kentlerde yaşıyor olmaları bu varsayıma 8 Kolaylıkla çoğaltılabilecek bazı örnekler için. Bulletin de la Classe Lettres de l'Académie royale de Belgique, 1914 adlı yapıttaki benim çalışm am . Les périodes de l'histoire sociale du capitalism e bakınız.
59
bizi zorluyor. Bunların bir kısmının, çevrelerinde yer almak ta olan ekonomik canlanışla bir şekilde ilgilenmiş olmalarını varsaymak pek doğaldır. Bu durum da, m ülk biçim indeki sermayenin nakil sermayenin oluşmasına katkıda bulunm uş olması kaçınılmazdı. Bununla birlikte bu katkı ikinci dere cedeydi ve her ne kadar ticaretin canlanmasından kazançlı çıktılarsa da, bu canlanışı sağlayan kesinlikle onlar değildi. İlk itici güç, Güney’de Venedik ve Kuzey’de İskandinav denizciliği ile dışardan geldi. Tarımsal uygarlığı içinde be lirli bir şekil almış olan Batı Avrupa, dış uyarıcı ve örnek ol maksızın, yeni bir tü r hayata, kendiliğinden böylesine ça buk uyum sağlayamazdı. Zamanın en güçlü toprak sahibi Kilise’nin ticarete karşı, yalnızca pasif değil, fakat etkin bir biçimdeki düşmanca tutum u, bunun oldukça yeterli bir ka nıtıdır. Eğer ticarî kapitalizmin ilk gelişmeleri kısmen dik katimizden kaçıyorsa, onun onikinci yüzyıl boyuncaki evri mini izlemek çok daha kolaydır. Gelişmesinin görece gücü ve hızı abartmasız, ondokuzuncu yüzyılın sanayi devrimi ile karşılaştırılabilir. Avare dolaşan topraksız insanlara ken disini sunan yeni tür bir hayat, ortaya koyduğu kazanç va adiyle, onlar için karşı konulmaz bir cazibe teşkil ediyordu. Sonuç, kırlardan, doğmakta olan kentlere doğru gerçek bir göç oldu. Kısa sürede adım larını kentlere doğru yönlendi renler yalnızca Godric türünden serseriler değildi. Serilerin, doğdukları manor’lardan kentlere, ya zanaatkar ya da ünü b ütü n ülkeye yayılan zengin tacirlerin yanında çalışmak üzere kaçmaları için tahrik büyüktü. Lordlar onları izliyor ve ele geçirebildikleri ölçüde m ülklerine geri götürebiliyor lardı. Ancak pek çokları bu kovalamacadan yakayı kurtarı yor ve kentin nüfusu arttıkça, kentin himayesine sığm an kaçakları yakalamaya çalışmak tehlikeli oluyordu. Endüstri, kentlerde tem erküz etm ek suretiyle, giderek daha da büyük bir ihracat ticaretini besleyebiliyordu. Böy60
lece tacirlerin sayısı ve bununla birlikte işlerinin önemi ve kârları düzenli bir şekilde artıyordu. Ticarî büyüm enin o döneminde, genç insanlar için, zengin bir patronun yanın da yardımcı olarak iş bulmak, onun işine ortak olm ak ve sonunda zengin olmak zor değildi. Cambrai piskoposları nın Gesta’sı,* Piskopos Burchard dönem inde (1114-30) zengin bir tacirin hizmetine giren, onun kızıyla evlenen ve kendisi de zengin olacak kadar işini geliştiren W erimbold adında birinin öyküsünü ayrıntılı bir şekilde aktarmaktadır. Kentte çok m iktarda arazi satın almış, muazzam bir ev yap tırmış, kentin kapılarının birinde geçiş resmi alma hakkını satın almış, kendi kesesinden bir köprü yaptırm ış ve so nunda servetinin büyük bir kısmını Kilise’ye bırakm ıştı.9 Bu dönem de, ihracata yönelik ticaretin geliştiği b ütün merkezlerde büyük servetlerin vakfedilmesi, kuşkusuz or tak bir olguydu. Geçmişte toprak sahiplerinin manastırlara bol bol toprak armağan etmeleri gibi, şimdi de tacirler, böl ge kiliseleri, hastaneler, yoksullar evi yaptırıyorlar, kısaca, hayır ve din işlerinde hemşehrileri ve kendi ruhlarının selâ meti için harcama yapıyorlardı. Gerçekten de din, bunların pek çoğunu, Tanrı adına adamaya kararlı oldukları servetle ri kazanmada teşvik etmiş olabilir. Unutulm am alıdır ki, kı sa sürede W aldensTer tarikatının doğm asına yol açacak olan Lyon Fakirlerinin kurucusu (1173) Peter Walde bir ta cirdi ve hem en hem en aynı tarihlerde, Aziz Francis, Assisi’de bir tacirin evinde dünyaya gelmişti.10 Dünyevi tutkula rın daha fazla etkisinde kalan öteki yeni zenginler, toplum (*) Gesta: Yapılan iyi ve hayırlı işleri anlatan övgü yazıları. O sm anlıca’da tebşirdi, lebşim ame. - ç.n. 9
Gesta episcoporum cameracensium continuata, cd. G. W aitz, M .M .G.G. с. XIV, s. 214 ve devamı.
10 Aziz G uy’u n Hayatı (o nbirinci yüzyıl), yazann, d aha fazla sadaka verebilm ek için kendisini iş h ayatına adadığını aktarm aktadır. Açta Sarıcı. Bol!., Eylül, c. IV, s. 42.
61
sal hiyerarşide kendilerine daha yüksek yerler edinm eyi, kızlarını şövalyelerle evlendirerek sağlamaya çalışıyorlardı ve servetlerinin büyüklüğü, şövalyelerin bu konudaki aris tokratik gönülsüzlüğünü bastınyordu. Bu büyük tacirler ya da daha doğrusu yeni zenginler, bur juvazinin kendisi de ticarî canlanışın bir ürünü ve başlan gıçta mercator ve burgensis kelimeleri eşanlamlı olduğuna göre, doğal olarak burjuvazinin öncüleriydiler. Ancak bu burjuvazi, bir sosyal sınıf olarak gelişirken, kendisini ayrıca son derece özgün nitelikte yasal bir sınıfa dönüştürüyordu ki şimdi bunu ele almalıyız.
3. Kentsel Kurumlar ve Hukuk Burjuvazinin ihtiyaç ve eğilimleri, Batı Avrupa’nın gelenek sel örgütlenmesiyle öylesine bağdaşmazdı ki, derhal şiddetli bir muhalefet yarattı. Bu eğilim ve ihtiyaçlar, maddî olarak büyük mülk sahiplerinin, manevî açıdan ise, ticarete karşı olan nefreti gemlenemeyen Kilise’nin tüm fikir ve çıkarları na ters düşüyordu.11 Kendi kendisini açıklayan bir m uhale feti, her ne kadar bu tür isnatlar sık sık yapılmışsa da “fe odal tiranlık” ya da “papaz kib ri”ne bağlam ak haksızlık olur. Her zaman olduğu gibi, kurulu düzende çıkan olanlar, yalnızca çıkarlarını garanti ettiği için değil, fakat toplum un korunması açısından bunun onlara kaçınılmaz görünmesi nedeniyle, düzeni inatla savundular. Bundan başka burju vazinin kendisi de, bu toplum a karşı devrimci bir tavır al maktan uzaktı. Yöresel büyük lordların otoritesini, soylula rın ve hepsinden önemlisi Kilise’nin ayrıcalıklarını hak ola rak görüyorlardı. Hatta, hayat tarzlarıyla açıkça çelişen, din uğruna dünyevi hazları feda eden bir ahlâk anlayışını bile 11 Yukarda anılan Aziz G uy'un H ayau'nın yazarı, azizin iş hayalına atılm asını sa lık veren tüccarı, şeytanın vekili olarak nitelem ektedir.
62
açıkça savundular. İstedikleri yalnızca güneşin altında bir yerdi; talepleri ise en kaçınılmaz ihtiyaçlarıyla sınırlıydı. Bu ihtiyaçların en kaçınılmazı, kişisel özgürlüklü. Özgür lük olmaksızın, yani, gidip gelmek, iş yapmak, mal satmak gibi serfliğin sahip olamadığı bir yetkiye sahip olam adan ti caret olanaksızdı. Bunun için, sırf ortaya koyduğu avantaj lar açısından özgürlüğü talep ettiler. Burjuvazinin kafasında özgürlük, doğal bir hak olmaktan çok uzaktı, onların gö zünde özgürlük yalnızca yararlı bir şeydi. Üstelik pek çoğu, defacto olarak buna sahiptiler de, çünkü, lordlannın kendi lerini izleyemeyeceği kadar uzaklara gelmiş ve her ne kadar özgür olmayan ana ve babadan doğmuş olsalar da, serfliklerine ihtimal verilemeyeceği için serbestçe dolaşan m ülteci ler durum undaydılar. Bununla birlikte fiilî d u ru m u n bir hakka dönüştürülm esi de gerekiyordu. Yeni bir hayat ara mak için kente gelip yerleşen köylünün, kendini güvence içinde hissetmesi, kaçıp geldiği m anorlara zorla geri götü rülm ekten korkmaması zorunluydu. Angarya hizm etinden, yalnızca kendi sınıfından bir kadınla evlenmek ve mirası nın bir kısmını lorda bırakm ak gibi, bağımlı nüfusun yerine getirmek zorunda bulunduğu nefret edilen yüküm lülükler den kurtarılm ak zorundaydılar. Onikinci yüzyıl boyunca, çoğu kez tehlikeli ayaklanmalarla desteklenen bu hakların, isler istemez verilmesi gerekiyordu. Guibert de Nogent gibi en inatçı muhafazakârlar, lordlarının otoritesinden kaçmak ve onun son derece yasal haklarının pek çoğuna yan çiz mek için serflerce kurulan o “menfur kom ünler”den, 1115 yılında söz ederken, yalnızca kelimelerden ibaret bir inti kam almak zorunda kalıyorlardı.12 Özgürlük, burjuvazinin 12 G uilbert d e N ogent, Histoire de sa vie, ed. G. Bourgin, s. 156 (Paris 1907). O n ü çû n cü yüzyılın başında Jacques de Vitry, “zorlu ve belâlı communitatcs'e karşı vaaz verm ektedir. A. Glry, Documents sur les relations de la royauté avec les villes en France, s. 59 (Paris, 1885). Benzer şekilde Ingiltere'de Richard de
63
yasal statüsü oldu. O kadar ki, artık yalnızca kişisel bir im tiyaz değil, fakat serfligin m anor toprağının doğasında mev cut olması gibi, kentsel arazinin doğasında var olan, belirli bir bölgeye ilişkin bir imtiyazdı. Buna sahip olabilmek için, bir kentin surları içinde bir yıl, bir gün oturm ak yeterliydi. Alman atasözü, “Kentin havası insanı özgür yapar” (Stadîuft, macht frei) der. Ancak, özgürlük burjuvazinin birincil ihtiyacı idiyse, bu nun yanısıra pek çok başka ihtiyaçları da vardı. Geleneksel hukuk, dar, biçimsel usulleri, cezanın tayinini Tanrıya bıra kan yöntemleri, yasal düello hakkı, kırsal nüfus arasından seçilen ve toprağa tasarruf etm ek ya da sahip olmak yoluy la hayatlarını kazanan insanların ilişkilerini düzenlem ek üzere zamanla geliştirilmiş olan âdetlerden başka bir şey bilmeyen yargıçlarıyla, varlığı ticaret ve endüstriye dayalı olan bir nüfus için yeterli olamazdı. Daha çabuk ve bece rikli bir hukuk, daha hızlı ve rastlantılara daha az bağımlı ispat yolları, yargı yetkileri alanına giren insanların meslekî uğraşlarını bizzat daha iyi tanıyan ve önüne gelen meseleyi iyi bildiği için tartışmaları kısa kesebilen yargıçlar gerekliy di. Koşulların baskısı, pek erken, en geç onbirinci yüzyılın başında, bir ju s mercatorum yani ilkel biçimde bir ticaret yasasının meydana getirilmesine yol açtı. Bu, iş hayatının deneyim lerinden doğan team ülün, tacirlerin kendi arala rındaki işlemlerde uygulayageldikleri uluslararası âdetle rin, bir araya toplanm asıydı. Mevcut m ahkem elerde, her türlü yasal geçerlilikten m ahrum olduğu için, bunlardan yararlanabilmek olanaksızdı. Bu nedenle tacirler, anlaşm az lıkları kavrayabilmek ve bunları derhal sonuçlandırabilm ek için gerekli ehliyete sahip, kendi aralarından hakem ler seçDcvtzes, “C om m unia est lu m o r plcbis, lim or regni lepor sacendotii" (K om ün ler pleplerin derdi, krallığın korkusu, ru h b an ın ise uyuşukluğudur) dem ekte dir. W. Stubbs, Select Charters, s. 252 (O xford, 1890).
64
mek konusunda anlaştılar. Hiç kuşku yok ki, Ingiltere’de, buralara başvuran tacirlerin ayaklan, henüz yolların tozuy la kaplı olduğu için piepowder (pied poudre) m ahkem eleri denilen adliye binalarının kökenlerini burada aramalıyız.13 Kısa sürede bu ad hoc (özel) kaza hakkı süreklilik kazandı ve kam u otoritesince tanındı. Ypres’de, F lander K ontu, 1116 yılında, yasal düello hakkını ilga etti, hem en hemen aynı tarihlerde, kendisine bağlı k entlerin pek çoğunda, burg’lular arasında seçilen ve onları yargılamaya yetkili ma kam olan échevin* mahkemeleri kurdu. Er ya da geç aynı şey bütün ülkelerde meydana geldi. İtalya, Fransa, Alman ya ve İngiltere’de kentler, kendilerini yöresel team ülün dı şında tutan ve bağımsız yargı hakkına sahip adacıklar hali ne getiren yargısal özerklik kazandılar. Bu yargısal özerkliğe yönetsel özerklik eşlik etti. Kentsel toplulukların oluşum u, onlara yardım etmek için ne isteği ne de im kânları olan geleneksel o to ritenin yokluğunda, kendi başlarına sağlamak durum unda oldukları, savunm a için tiygun birtakım düzenlemelerin yapılmasını gerektiri yordu. İlk belirtileri onbirinci yüzyılda ortaya çıkan ve onikinci yüzyılda aslî organlarının tüm üne daha o zaman sahip olan beledî örgütlenmeyi, kendi çabasıyla ayaklan üzerine oturtabilmiş olması, burjuvazinin enerji ve girişim gücünün güçlü bir kanıtıdır. Bu şekilde başanlan iş, daha fazla övgüye lâyıktır, çünkü yaratılan şey orijinaldir. Mevcut düzen için de, buna model olabilecek hiçbir şey yoktu, çünkü onun ta rafından karşılanması öngörülen ihtiyaçlar yeni idi. 13 “E x tran eu s m ercato r vcl aliquis tran sien s p e r regnum , n o n h ab en s certam m ansionem infra vicecom iıatum sed vagans, qui vo catu r piepow drous” (Ya yabancı ya d a tacir, krallıktan geçen, belli bir yeri olm ayan, başıboş dolaşan kim selere piepowdrous denilir. - ç.n. (1124-53) Ch. G ross, The Court o f Pi epowder, bkz. The Quarterly Journal o f Economics, c. XX, (1906), s. 231, n. 4. (*) Échevin: Fransa'da önceleri yargıç yardım cılanna daha sonra ise belediye gö revlilerine, Belçika'da da belediye m eclisi üyelerine verilen ad. - ç.n.
65
En acil ihtiyaç, savunmaya ilişkin olandı. Tacirler ve onla rın ticarî eşyaları, gerçekten öylesine tahrik edici bir avdı ki, bunları güçlü bir duvarla yağmacılardan korum ak bir zo runluluktu. Böylece kale duvarlarının yapımı, kentler tara fından üstlenilen ilk bayındırlık işi oldu ve Ortaçağların so nuna kadar kentlerin sırtındaki en ağır yük olarak da kaldı. Gerçekten de bunun, anılan kentlerin malî örgütlenmesinin başlangıç noktası olduğu haklı olarak söylenebilir. Örneğin, Liege’de her zaman Jirmitas adıyla bilinen kom ün vergisi ve bazı kentlerde, kasaba mahkem elerince verilen cezalardan bir kısmının ad opus castri olarak (yani kalelerin güçlendi rilmesi için) tahsis edilmesi o zamandan kalmadır. Bugün kent armalarının surlardan oluşan çelenklerle kuşatılmış ol ması gerçeği, kale duvarlanna verilen önemi gösterir. O rta çağlarda kale duvarlarıyla berkitilmemiş kent yoktu. Kent istihkâm larının devamlı olma zorunluluğunun ya rattığı masraflar için para bulunm ası gerekiyordu ve bu pa ra en kolay kent ahalisinin kendisinden toplanabilirdi. Or tak savunma herkesi ilgilendiriyordu ve herkes masrafları karşılamak mecburiyetindeydi. Her bireyin ödeyeceği pay, servetine göre hesaplanıyordu. Bu büyük bir buluştu. Ç ün kü, yalnızca lordun çıkarı için toplanan keyfî feodal vergi, yerini genel yarara dönük amaçlar için tahsis edilen ve ver gi m ükellefinin im kânlarıyla orantılı bir ödemeye bırakı yordu. Böylece vergi, feodal çağda ortadan kalkan kamusal niteliğini yemden kazandı. Bu vergiyi tayin etmek ve topla mak için olduğu kadar, kent nüfusunun düzenli artışıyla, rıhtım ve pazar yerleri yapılması, köprüler ve kiliseler inşa sı, m esleklerin tanzimi ve yiyecek m addelerinin denetimi gibi, artan sıradan ihtiyaçların karşılanması için İtalya ve Provans’ta konsolosluk ve yüksek mem ur meclisleri, Fran sa’da jüri üyeleri ve İngiltere’de belediye meclisi üyelerinin seçilmesi ya da oluşturulm asına izin vermek, kısa sürede 66
bir zorunluluk haline geldi. Bu kurum lar onbirinci yüzyıl da Lombardiya kentlerinde ortaya çıktılar, henüz 1080 tari hinde Lucca konsoloslarından sözedilir. İzleyen yıllarda, her yerde, kam u otoritesince resmen onaylanmış ve her be lediye nizam nam esinde yer alan bir kurum haline geldiler. Felem enk’te görüldüğü gibi, pek çok kentte, echevin’ler, kent ahalisinin hem yargıçları hem de yöneticileri oldular. Kilise dışı büyük lordlar, kentlerin gelişmesinin kendileri için ne denli yararlı olduğunu kısa sürede kavradılar. Çün kü bunlann, karayolları ve nehirler üzerindeki ticareti art tıkça, artan iş hacmi, tedavüldeki para m iktarında da aynı oranda bir artışı gerektiriyor, çeşitli geçiş yerlerinden ve darphanelerden sağlanan gelirler, artan bir şekilde lordun hâzinesine akıyordu. Bu nedenle, lordun kent ahalisine kar şı genel olarak hayırhah bir tavır alması şaşırtıcı değildir. Bundan başka, kural olarak kent dışındaki şatolarında yaşa dıkları için, kent ahalisiyle karşı karşıya gelm iyorlar ve böylelikle pek çok sürtüşm e nedeni ortadan kalkm ış olu yordu. Kilise büyük lordlarının durum u ise oldukça farklıy dı. Kentsel harekete, bazı durum larda açık mücadeleye dö nüşen, hemen hemen istisnasız bir mukavem et gösterdiler. Piskoposların, piskoposluk bölgesi yönetim inin m erkezi olan kentlerinde oturm ak zorunda olmaları gerçeği, kaçı nılmaz olarak onları, otoritelerini korumaya, Kilise’nin gö zünde her zaman şüpheli kişi olan tacirlerin harekete getir diği ve yönettiği burjuvazinin ihtiraslarına daha da büyük bir kararlılıkla karşı çıkmaya zorluyordu. Onbirinci yüzyı lın ikinci yarısında im paratorluk ve papalık arasındaki kav ga, Lombardiya’nın kent halkına, m ukaddes şeyleri alıp sa tan yüksek kilise görevlilerine karşı ayaklanma fırsatı verdi. Hareket, oradan Ren Vadisi yoluyla Köln’e yayıldı. Cambrai kenti 1077 yılında Piskopos II. Gerard’a karşı ayaklandı ve Alpler’in kuzeyinde karşılaştığımız en eski “kom ün”ü mey 67
dana getirdiler. Liege piskoposluk bölgesinde de aynı şey oldu. 1066 yılında Piskopos Theoduin, Huy kentinin ahali sine bir özgürlükler beratı bahşetm ek zorunda bırakıldı ki, bu berat, im paratorluğun başka yerlerinde verilip de metni günüm üze kadar korunm uş olan beratlardan birkaç yıl da ha eskidir. Fransa’da, 1099’da Beauvais, 1108-9’da Noyon’da ve 1115 yılında Laon’da kentsel ayaklanm alardan söz edilir. Böylelikle, kentler, iyi ya da kötü yollarla, zorla ya da ba rışçı bir şekilde, kimisi onikinci yüzyılın başında, kimisi ise onikinci yüzyıl boyunca sakinlerinin hayatına uygun beledî anayasalar elde ettiler. Tüccar ve zanaatkarların küm elendi ği “yeni burg”larda, portus’ta ortaya çıkan bu kemler kısa sü rede, eski surları her yandan yeni yerleşmelerle kuşatılmış, eski yasanın kendisi gibi harabeye dönm üş “eski burg”ların ve “kem lerin” ahalisini de içine alacak şekilde geliştiler. Bundan böyle, ruhban dışında, kent surlarının içinde oturan herkes, bursluların ayrıcalıklarına ortak oldular. Aslında burjuvazinin en temel özelliği, nüfusun geriye kalan bölümü içinde ayrıcalıklı bir sınıf oluşturmasıydı. Bu açıdan ortaçağ kenti, nüfuslarının yoğunluğu ve yönetim le rinin karmaşıklığı ile farklılık gösteren, gerek antik, gerekse günüm üz kentine göre çarpıcı bir zıtlık ortaya koyar ve ay rıca buraların sakinleri, ne kam u ne de özel hukuk açısın dan devlet katında özel bir yer işgal ederler. Aksine ortaçağ burg’lusu, kentin surları dışında yaşayan herkesten farklı bir kişiydi. Bir kez kentin kapılarının ve hendeğinin ötesine geçtiniz mi, bir başka dünyada ya da daha doğrusu bir baş ka hukukun etki alanmdasımzdır. Hemşehrilik sıfatının ka zanılması, bir adamın şövalye ilân edilmesi ya da bir rahi bin bu sıfatı kazanmasını izleyen sonuçlara benzer şekilde, bunlara özel bir hukukî statü tevcih etmesi açısından birta kım sonuçları da beraberinde getirir. Rahip ya da soylu gibi 68
burg’lu da, ortak hukukun etki alanı dışına çıkar; onlar gibi özel bir hukuk! durum (status), daha sonraları “üçüncü ta baka” (third estate) olarak adlandırılacak olan özel bir d u rum kazanır. Kentin arazisi de sakinleri kadar ayrıcalıklara sahipti. Ya bancı otoriteden kaçarak, Kilise’ye sığınan bir adam ın ko runması gibi, oraya sığınan bir kişiyi koruyan, ona bir tür “muafiyet" sağlayan, sığınılacak bir yerdi. Kısaca burjuvazi her anlam da olağanüstü bir sınıftı. Her kent, ayrıcalıkları konusunda kıskanç ve bütün kom şularına karşı düşm an, deyim yerindeyse, kendi başına bir devlet meydana getiri yordu. Ortak bir tehlike ya da ortak bir amaç, örneğin Al man Hansa Ligi’nde olduğu gibi, çok ender olarak, bunların kentsel bireycilikleri üzerinde ittifaklar ya da birlikler kur m a ihtiyacını zorla kabul ettirebiliyordu. G enel olarak, kentsel politikalar, daha sonra devlet politikalarını telkin edecek olan aynı kutsal bencillik tarafından belirleniyordu. Burg’lu için kırsal nüfus, yalnızca söm ürülm ek için vardı. Kendi ayrıcalık ve haklarından onları yararlandırm ak bir yana, bunlardan en küçük bir pay vermeyi inatla reddetti ler. Ortaçağ kentlerinin, özellikle esnaf tarafından yönetil dikleri dönem lerde, ayrıcalıklarını savunm a konusundaki başkalarını dışarıda bırakan tutum ları kadar, m odem de mokrasinin ruhuna aykırı başka bir şey olamaz.
69
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
To p r a k
ve
Kirsa l S
in iflar
ı . Manor örgütlenmesi ve Serflik1 Ortaçağların her dönem inde, burjuvazinin etkisi, sayısal önemiyle güçlü bir zıtlık ortaya koyduğu için, daha da şa 1 Bibliyografya: G enel bibliyografyada anılan M. Bloch, H. See, L am prechı ve Inama-Sıemegg’in eserlerine K. Lam precht’in Etude sur l’étal économique de la Fran ce pendant la prèmierc partie du Moyen Age, çev. M arignan, Paris, 1889; L, Delisle, Études sur la condtion de la classe agricole et l’état de l’agriculture en Normandie au Moyen Age, Paris, 2'nci baskı, 1903; A. Hansay, Étude sur la formation et l'organi sation économique du domaine de Saint-Trond jusqu' à la fin du XIII siècle, G and, 1899; L. V eniest, Le Servage dans la comté de Hainaut. Les sainteurs. Le meilleur catel, Brüksel, 1910 (Belçika Akademisi’ne sunulm uş çalışma) C. des Marez, No te sur la manse brabançon au Moyen Age, bkz. Mélanges Pirenne, Brüksel, 1926; H Seebohm , The English Village Community, L ondra, 1883; P. Vinogradoff, The Growth o f the Manoi; Londra, 1905; aynı yazar, Society in the Elevcnth Century, O xford, 1908; G .G . C o u lto n , The M édiéval Village, C am bridge, 1925; G.F. Knapp, Grundherrschaft und Rittergul, Leipzig, 1897; W. W itlich, Die Grundherrschaft in Nordwestdeulschland, Leipzig, 1896; O. Siebeck, Der Fnmdienst als Arbeitssystcm, T übingen, 1904; R. Gaggese, Classi e communi rurali nel medio evo Italiano, Floransa, 1906-9, 2 c.; H. Blink, Geschiedenis van den boenenstand en den anlondbouw in Nedcrland, Groningen, 1902-4,2 c.; G. Roupel, Histoire de la campagne française, Paris, 1932; M. Bloch, Liberté et servitude personclles au Moyen Age, particulièrement en France, bkz. Annario de Historia del Derecho Espagnol, 1933; C.E. P en in , Recherches sur la seigneurie rurale en Lorraine, Paris, 1935.
71
şırtıcıdır. Kentler, nüfusun azınlığına, hatta bazen çok k ü çük bir azınlığına sahiptiler, istatistik! verilerin var olmayışı nedeniyle, onbeşinci yüzyıldan önce, kuşkusuz herhangi kesin bir sayısal tahm in yapılamaz; ancak onikinci ve onbe şinci yüzyıllar arasında tüm Avrupa’da kentsel nüfusun, tüm nüfusun onda birinden fazla olmadığını kabul etm ek le, belki de pek büyük bir yanlış yapmış olmayız.2 Fele menk, Lombardiya ya da Toskanya gibi, yalnızca belirli bir kaç yörede, bu oran önemli ölçüde aşılmıştır. Herhalde, or taçağ toplum unun, demografik açıdan, esas itibariyle tarım sal bir toplum olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bu tarımsal toplum üzerinde büyük m ülk öylesine derin bir iz bırakmıştır ki, pek çok ülkede, ondokuzuncu yüzyı lın birinci yarısına kadar bu izler silinmemiştir. Burada, Or taçağların antikiteden devraldığı bu kurum un kökenine in memiz gerekmez. Gerekli olan, onun, onikinci yüzyıl bo yunca, yani kentlerin etkisiyle henüz değişmeye başlamadı ğı bir dönemdeki en gelişkin durum unu tanımlamaktadır.3 Manor örgütlenmesinin tüm kırsal nüfusa kabul ettirilm e miş olduğunu eklemek de belki gereksizdir. Bu örgütlenme, belirli sayıda küçük, özgür m ülk sahibine şans tanım ıştır ve ıssız yörelerde onun denetim inden az ya da çok kaçabilmiş köylere rastlamaktayız. Ancak bunlar yalnızca istisnadırlar ve Batı Avrupa’nın ana çizgileriyle genel evrimi içinde hesa ba katılmaları gerekmez.
2 H Lot, LÉtat des paroisses et des fe u x de 1328, bkz. Bibliothèque de l’École des Chartes, c. XC. (1 92 9) s. 301'de, o n d ô rd ü n c ü yüzyılın başında F ra n sa'n ın kentsel n ü fu su n u n , ülkenin toplam n ü fu su n u n onda biri ile yedide biri arasın da old u ğu nu ileri sürm ektedir. A ncak B rabanı için, J. Cuvelier, Les dénombre ments de foyers en Brabant, s. CXXXVde, 1437 yılında, tüm dükaltktaki evlerin üçte ikisinin kırsal alanlarda b u lu n d u ğ u n u belirtm ektedir. 3 Avrupa'nın farklı yörelerinde m anor örgü lü n ü n farklılıklar gösterm esi gerçeği karşısında, burada b u örgütün çok genel bir şekilde tanım landığı, yalnızca belli başlı ve tipik özelliklerinin belirtildiğine dikkat çekm eye gerek bile yoktur.
72
Büyük ortaçağ m ülkleri, büyüklük açısından, adlarını fazlasıyla hak ederler. Bu mülkler, ortalam a olarak üçyüz çiftlik (mansi) ya da yaklaşık 10.000 acre* araziyi kapsa maktaydılar ve hiç kuşkusuz pek çoğu daha da büyüktü. Ancak büyük m ülkün toprakları hiçbir zaman bir arada de ğildi, dağınık haldeydi. Aynı toprak sahibinin “villa”ları, büyük mesafelerde birbirinden ayrılır ve m anor m erkezin den uzakta bulunurdu. Örneğin Saint-Trond Manastırı, bü yük kısmı kendi civarında kümelenmiş olan, ama kuzeyde Nimwegen yakınlarına, güneyde ise Trier’e kadar yayılmış uzak eklentilerden oluşan geniş toprakların lorduydu.4 Bu dağılma, doğal olarak, m anor’ların büyük ölçüde birbirine karışmasına, aynı köyün iki ya da üç lorda kulluk görevle riyle bağlı olması sonucuna yol açıyordu. Çoğu kez olduğu gibi, m ülkün birkaç büyük lordun yönetimindeki bölgelere ya da farklı diller konuşan yörelere yayılması halinde, d u rum daha da karmaşık bir hal alyordu. Bu durum , arazi kü melerini, Kilise’nin durum unda olduğu gibi, çok sayıda ha yır sahibinden birbirini izleyen bağışlar halinde ya da soy luların durum unda olduğu gibi, miras ya da evlilik birlikle rinin rastlantısı sonucu bir araya getirmekten kaynaklanı yordu. Büyük m ülkün oluşmasını sağlayan herhangi belirli bir plan söz konusu değildi; her türlü ekonom ik endişeden bağımsız olarak, tarih onu nasıl yapıyorsa öyleydi. Büyük m ülkler dağınık da olsalar, aslî unsurlarının bütün ülkerde aynı olduğu, güçlü bir örgütlenm eye sahipliler. M ülkün merkezi, katedral, kilise, m anastır ya da m üstah kem bir şato biçim inde, toprak sahibinin geleneksel ika metgâhıydı. Toprağın tüm ü, her biri bir ya da daha fazla (*) İngiliz dönüm ü: 0.4 h ek tar ya da 4.39 dönüm büyüklüğünde toprak - ç.n. 4
Bu m ü lk ü n o n d ö rd ü n cü yüzyıldaki haritası, H. Pirenne’in, Le Livre de l'abbé Guillaume de Ryckel, polyptyque et comptes de l'abbaye de Saint-Tmnd au milieu du XII siècle (Brüksel, 1896) yapıtında görülebilir.
73
köye (villae) sahip (İngiltere’de manor, Almanya’da hoj La tin dillerinin konuşulduğu ülkelerde cour diye anılan) bir curtis’in yargı alanına giren çeşitli bölümlere ayrılmıştı. Bu rada çiftlik binaları, ambarlar, sığır bannakları, ahırlar vs. ile birlikte, ev işlerine bakmakla görevli serfler (servi quotidiani, dagescalci) yer alıyordu. Burada aynca, ministeriales, yani mahrem adam olarak lordun evinde görevlendirilen ve yönetimden sorum lu olan viNicus ya da major (kıtada maire, mayenr, İngiltere’de seneschal, steward ya da bailiff) yaşı yordu. Ortaçağların tarımsal dönem ine özgü genel evrim sonucu, başlangıçta azledilebilen bu görevli, kısa sürede, görevine ilişkin olarak kalıtımsal bir hakka sahip oldu. Bir cour’ün yargı alanına giren toprağın tümü ya da ma nor, üç kısma ayrılmıştı: demesne (hassa çiftlik), köylü işlet meleri ve ortak alanlar (commons). Demesne, (tena indominicata, mansus indominicatus) senyör hakkını oluşturuyor ve yalnızca lordun kullanımı için ayrılan araziden meydana ge liyordu. Değişik m anor’larda oldukça farklılık gösteren bu kısımların oransal önemini kesin bir şekilde belirlemek ola naksızdır. Genel bir kural olarak, bunlar, köylü işletmeleri arasında, uzun ensiz parçalardı. Öte yandan, köylü işletme lerinin büyüklüğü, değişik yörelerde oldukça büyük farklı lıklar göstermekle birlikte, her villn’da, dikkate değer bir ka rarlılık gösteriyordu. Aslında bunlar, toprağın verimliliğine göre değişen büyüklüklerde olmakla birlikte, bir aileye yete cek kadar topraktan oluşuyordu.5 Bunlar Latince’de maııcus (manse, mas), Almanca’da hufe, İngilizce’de ise virgate ya da yardland adıyla bilinirlerdi. Hepsi de, lordun yararına (ge
5 Bibliyografyada sözü edilen (d ip n o t l ’de) Des M arez’in eserine göre, Brabant'da olağan bir manse, 10 ilâ 12 fcomıiers'den, yani bonniers'lerin alanının farklı ol d u ğ u dikkate alınırsa, yaklaşık (yaklaşık 20 - 37.5 acre) 8-15 hektardan oluş m aktadır. Marc Bloch'a göre ise, a.g.e., s. 159, Fransa'da çiftliklerin yüzölçüm ü 5 ile 30 hektar arasında değişm ekte ve ortalam a olarak 13 hektarı bulm aktadır.
74
nellikle aynî) resimler ve çalışma yüküm lülüğü içeriyordu. Bu yerler, zilyedlerine, çayırlar, bataklıklar, fundalık ya da ormanlar gibi ekili araziyi çevreleyen ve kaynaklarda communia ya da warescapia olarak geçen yerler üzerinde ortak kullanm a hakkı veriyordu. Bu ortak arazilerde, sözde kollektif mülkiyetin izlerini bulmak için nafile çabalar harcan mıştır. Aslında buralann mülkiyeti lordun elindeydi. Lordun dışında bir m anorun arazisi içinde yaşayan herkes ya serf ya da deyim yerinde ise, yan-serfti. Her ne kadar an tik dünyaya ait kölelik ortadan kalkmış idiyse de, bunun ka lıntıları, bizzat şahısları lorda ait olan, onun tarafından besle nen ve o n u n hizm etine tahsis edilen servi quatidiani ve mancpia statüsünde hâlâ varlığını sürdürüyordu. Lord, demesne’sindeki çalışanları yani sığırtmaçları, çobanları ve te kerlekçilerin, demircilerin, bira yapanların ve öteki zanaat karların çalıştığı, mülkte üretilen keten ve yünün dokundu ğu manor curtis’inin “gynecea” adı verilen atölyelerinde çalı şanları, bu yan-serfler arasından seçiyordu. Mülklerdeki yer leşik kiracılar ya da (onikinci yüzyıla kadar yaygın olan teri mi kullanmak gerekirse) ccısati arasında, hâlâ çok sayıda in ce farklılıklar olmasına rağmen, kişisel anlamda serflik daha az belirgindi. Oysa gerçekte, hepsi işledikleri toprağın kalı tım yoluyla geçen zilyedligini, her ne kadar başlangıçta pek çoklan bunu başkasının keyfine tâbi bir hak olarak ellerinde tuttularsa da, sonunda kazanmışlardı. Bunlar arasında çoğu kez, özgürlükleri, işledikleri arazinin payına düşen ağır ça lışma yüküm lülüğü ve resimleri yerine getirme ya da ödeme koşuluyla büyük ölçüde kısıtlanmış olan eski özgür köylüle ri bile bulm ak m üm kündü. M anastırlara ait m anor’larda, manor ahalisinin içinde imtiyazlı bir sınıf oluşm uştu. Kendi sini bir m anastırın himayesine terk eden, gelirlerine sahip olmak ve her yıl yapılan büyük kilise festivallerinde balm u mu temin etme koşuluyla, arazilerinin mülkiyetini manastı 75
ra devreden, çoğunlukla özgür kökenli dul kadınların nes linden olan bu kişilere cerocensuales deniyordu.6 Özgür kira cılardan biraz farklı, küçük bir toprağa tasarruf eden ve haklı olarak fakir köylü (cotarii, bordarii) diye adlandırılan bu seriler,* lordun ya da tam çift sahiplerinin (virgater) hizme tinde tarım işçileri olarak istihdam ediliyorlardı. Manor ahalisinin lorda olan bağımlılığı, İkincilerin birin ciler üzerinde yargı hakkı kullanmasıyla daha da artıyordu. İstisnasız bütün serfler, bu yargı hakkına tâbi iken, öteki ki racılar cinayet ve cünha (hafif cürüm ler) konusunda çoğu kez ortak hukuk m ahkem elerinin yargısına tâbi oluyorlar dı. Senyörlerin yargılama yetkisi, kralın egemenliği üzerin deki feodal sınırlamaların genişliğine bağlı olarak ülkeden ülkeye değişiklik gösteriyordu. Bu yetki Fransa’da en çok İngiltere’de ise en azdı. Ancak bu yetki, her yerde, en azın dan toprağın işlenm esi, resimler, çalışm a yüküm lülüğü, köylü işletmeleri konusundaki tüm sorunlar için geçerliydi. Her manor’un, kâhya ya da villicus’un başkanlığında köylü lerden oluşan ve “m anor’un âdetine göre”, yani halkın uzunca aralıklarla lorda da danışarak, costumal ya da vveistümer denilen yazılı belgelerde açıklanan teamüle göre h ü küm veren mahkemeleri vardı. Her manor, yargısal bir bü tü n lü k ortaya koyduğu gibi, dinsel yönden de bir bütünlük ortaya koyuyordu. Lordlar asıl olarak oturdukları yerde, toprak vakfettikleri ve görev lileri de kendilerince atanan bir şapel ya da kilise inşa ettiri yorlardı. Pek çok sayıdaki kırsal kilise bölgesinin (parish) kökeni buydu. O dinsel örgütlenme ki, piskoposluk bölgesi olarak uzun süre Roma “kentlerinin” sınırlarını korum uş 6
H ainault ve kom şu yörelerde b unlar sainteurs diye adlandırılm akladır.
(*) L aünce cotarii ve bordarii, İngilizce'de ise cotters ve bordcrs kelim eleriyle kar şılanan yoksul köylüler, O sm anlı toprak d ü zen in d e bcnnak, kara, bekar ve nîm-çi/t sahibi gibi adlar alıyorlardı, (ç.n.)
76
tu; zaman zaman bugün bile pek çok erken Ortaçağ lordluğunu, bir papazın yönetimindeki kilise bölgesi olarak ana çizgileriyle muhafaza etmektedir. Böylece manor, yalnızca ekonomik değil, fakat toplumsal bir kurum du. Sakinlerinin tüm hayatı üzerinde kendisini zorla kabul ettiriyordu. Bu sakinler lordun yalnızca kiracısı değillerdi; kelim enin her anlamıyla onun adamı idiler ve senyörlük otoritesinin, bu yetkiye sahip olan kişinin toprağa dayanan m ülk sahipliği sıfatından çok, onun reislik sıfatına dayandığı haklı olarak ileri sürülmüştür. M anor örgütü esa sen patriyarkaldi. Dilin kendisi buna tanıklık etm ektedir. Seigneur (yaşça büyük), üzerlerinde otoritesi olan ve onun tarafından korunan ailenin, familia, büyüğü değil de nedir? Savaş sırasında onları düşmana karşı koruyan ve şatosunun sınırları içinde barındıran senyör, bunu açıkça kendi çıkarı için yapıyordu çünkü onların emeğiyle yaşıyordu. Senyörlerin söm ürüsüne ilişkin oluşturmaya alışık olduğum uz dü şünce, belki bir parça kestirmedir. İnsanın sömürülmesi, en fazla üretim in elde edilmesi için onun bir araç olarak kulla nılması isteğini ifade eder. Antik dünyanın kırsal köleliği, onyedi ve onsekizinci yüzyılda sömürgelerdeki köleler ya da ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında büyük endüstrideki iş çinin durum u bize bilinen örnekler sunmaktadır. Fakat bü tün bunlar, insanın haklannı ve sorum luluklarını o çok güç lü geleneğin belirlediği ortaçağ manor’undan çok farklıdır. Tek başına bu gerçek, ekonomik egemenliğin, kâr saiki ile özgürce kullanılmasının yol açtığı acımasız şiddeti önleme ye yeterlidir. Üstelik her türlü kâr düşüncesi ve kâr sağlama olanağının kendisi, büyük ortaçağ mülk sahibinin işgal etti ği konum la bağdaşmazlık içindedir. Pazar talebine bağlı ola rak, satış için üretim yapmadığından, yalnızca yük olacak bir fazlayı, adamlarından ve toprağından söküp almak için dehasını zora koşmaya ihtiyaç duym uyor ve ürettiğini ken 77
disi tüketmek zorunda olduğu için, üretimini ihtiyaçlarıyla sınırlı tutmak ona yetiyordu. Varoluşunun temelleri, geliştir meye çalışmadığı bir örgütün geleneksel işleyişi tarafından garanti edilmişti. Onikinci yüzyılın ortalarından önce, ken disine ait olan arazisinin büyük kısmı fundalık, orm an ve bataklıklara dönüşm üştü. Hiçbir yerde, ekilen ürünü, topra ğın özelliklerine uydurmak için o köhnemiş rotasyon siste minden ayrılmak ya da tarımsal araçlan geliştirmek konu sunda en küçük bir çaba görmeyiz. Kilise’nin ve soyluların elinde bulunan toprak biçimindeki muazzam sermaye, po tansiyel kapasitesi hesaba katılırsa, çoğu kez önemsenmeye cek bir hasılattan başka bir şey üretememiştir. Her ne kadar olanaksız ise de, işletme sahiplerinin kâr amaçlamadığı bu m anor’larda, haftada bir ilâ üç gün lordun toprağında çalışan köylülerin, topraklarının kendilerine yüklediği aynî resimleri, belirlenmiş olan tarihlerde ödedik ten sonra, ne kazandıklarını gösterebilmek ilginç olurdu. Bu, eğer hiçbir şey değilse, çok az bir şey olmalıdır. Fakat bu az şey, lordları gibi, kendilerinin de tek amacı, ihtiyaçla rına yetecek kadar üretm ek olan insanlar için yeterliydi. Villain, toprağı miras olarak intikal ettiği için, her türlü ye rinden atılma korkusundan ıraktı ve güven içinde olmak gibi bir avantajdan yararlanıyordu. Fakat öte yandan, ta rımsal sistem ona, bireysel söm ürü için ne bir istek ne de olanak veriyordu. Aslında sistem, zorunlu olarak, ortak ça lışmayı gerektiriyordu. Kökeni, kuşkusuz tarih öncesi za manlara kadar giden, uzun ve ensiz ya da gayri muntazam tarlalarda yapılan iki büyük tarım yöntem inde durum budur. Her ikisinde de, ister iki tarla, ister üç tarla sistemi yü rürlükte olsun (yani ekilebilir arazinin her yıl ya yarısı ya da üçte biri nadasa bırakılsın) ekim in rotasyonu, her iki durum da da toprağın kollektif olarak işlenmesini zorunlu kılıyordu. Shot veya quartier veya gewann denilen her bü 78
yük tarlanın her bir parçacığı, birlikle sürülm ek, ekilmek ve hasattan sonra ise başak toplanmasına birlikte açılmak zorundaydı. Bu küçük toprak parçalarının birbirine karış mış olmaları durum u, ekilen mısırın filizlenmesine kadar açık kalmaları, bundan sonra ise geçici bir çit içine alınm a ları anlamını taşıyordu. Topluluk, hasattan sonra hakkım kaybetmiyordu. Mısırın ambarlanmasından ve çitlerin kal dırılm asından sonra, sürülen tarlalardaki ekin diplerini yi yebilmek için, köydeki tüm hayvanlar tek bir sürü halinde buralara sokuluyordu. Bir kişinin faaliyetinin bütün ötekilerin faaliyetine bağlı ol duğu böylesi bir durum da ve bu durum devam ettiği sürece, köylü-çiftçiler arasındaki genel kural eşitlik olmalıdır. Hasta lık ya da malûllük hallerinde komşular yardıma geliyordu. Açıktır ki, daha sonra köylülerin bir özelliği olacak olan, bi riktirme eğilimi, kendisini açıkça ortaya koyma olanağını bu lamıyordu. Eğer bir aile çok kalabalıksa, küçük erkek çocuk lar fakir köylüler (cotarii) grubuna katılıyor ya da kırsal alan da yığılan serseri kalabalıklarını artırmaya gidiyorlardı. Bundan başka lordun haklan, kişilere göre değişen ölçü lerde, bireysel faaliyeti engelliyordu. Haklı olarak böyle ad landırılan serfler, ne vergi ödemeden evlenebilir, ne de izin almaksızın m anor dışından (formarier) bir kadın alabilirler di. Ölmeleri halinde lord, m iraslarının tüm ü ya da bir kıs mına (corimedis, mort-main, heriot) sahip olurdu. Çalışma yüküm lülüğü ve aynî resimler, kiracılar ya da daha doğrusu bütün kiralanmış m ülkler üzerinde ağır bir yük oluyordu. Çünkü zamanla bunlar kişisel olmaktan çıkıp, gayri m en kule ilişkin yüküm lülükler haline dönüşüyordu. Bu bağ lamda, birbirinden farklı, çeşitli mansi kategorileri vardı. Bunların kimisi ingenuiles, kimisi serviles, kimisi de lidiles idiler ve bunların yüküm lülükleri aslen “tam s e rf’, lite (yan-özgür) ya da özgür bir kişinin elinde olmasına bağlı ola 79
rak değişiklik gösteriyordu. Lordun, ihtiyaç halinde, adam larından, normal vergilere ek olarak ayrıca talep ettiği bir vergi olan avarız (tallage), tartışm a götürm ez bir şekilde bunların karşılaştıkları en ağır vergi ve en fazla nefret uyan dırıcı angarya idi. Bu onları, yalnızca ücretsiz ve keyfî bir yüküm lülükle karşı karşıya bırakıyor ve böylelikle ağır bir suiistimale olanak veriyordu. Vilain’leri, tahıllarını lordun değirmeninde öğütme, birasını onun birahanesinde yapma ya,da üzüm ünü onun cenderesinde sıkma zorunda bırakan “örfî vergiler” (banalités, banalities)* sözkonusu olduğunda durum farklıydı. Ç ünkü bütün bunlar için ödenen vergi, hiç değilse, lordun kendi cebinden harcayarak kurduğu bir tesisin kullanılmasıyla karşılanmış oluyordu. Sonuç olarak, lordun, m anor’da toplanan her türlü vergi den bir kazanç sağlam adığı dikkate alınm alıdır. Lordun topraklan, çoğu kez, m ülkiyetten değil, egemenlikten do ğan haklarla, yani “adlî ve idari” haklarla ipotek edilm iş oluyordu. Örneğin, toprakta, Roma dönemindeki genel ver ginin çok uzak bir kalıntısı sayabileceğimiz chanipart ya da medem’de durum çoğu kez budur. Pek çok toprak sahibi buna kendi çıkarı için el koym uştu, ancak zaman zaman yöresel bir büyük lordun ya da onun tarafından yetkili kılı nan birisinin yararına toplandığı da olm uştu. Çok farklı türden olan ondalık toprak vergisi (aşar) dayanılması çok daha zor ve her şeyden önce, çok daha genel bir yüküm lü lüktü. Kuramsal olarak Kilise tarafından toplanması gereki yordu; gerçekte ise pek çok lord bu hakkı ele geçirmişti. Her halde, bu vergilerin kökeni, köylüler için pek fazla önem taşımıyordu, çünkü nitelikleri ne olursa olsun, hepsi aynı şekilde onun sırtına yükleniyordu. (*) Banalités, banalities: K ökeninde, eski C erm en askeri şeflerinin m aiyetleri m ensuplarına em retm e hakkı, (bannum, ban) yatan vergiler g rubu; O sm an lI'daki örfi vergiler ya da ıekâlif-i örfiyye - ç.n.
80
2. Onikinci Yüzyılın Başından İtibaren Tarımdaki Değişmeler7 Sonunda, Sarazen’lerin, Kuzeylilerin ve Macarların yağma sından kurtulan Batı Avrupa’nın nüfusu, onuncu yüzyılın ortalarından itibaren, tam ayrıntılarını bilemediğimiz ama sonuçları bir sonraki yüzyılda açıkça ortaya çıkan bir artış gösterdi. Açıktır ki, m anor örgütü, ölümleri aşan doğum lar la artık uyum sağlayamıyor ve artan sayıda insan baba m ül künü terk etm ek zorunda kalarak yeni hayat kazanma yol ları arıyordu. Özellikle fief’leri miras yoluyla büyük oğula geçen ikinci dereceden soylular, bir küçük erkek çocuklar kalabalığı ile bunalıyorlardı. Güney İtalya’yı fetheden ve Dük William’i izleyerek İngiltere’ye giden Norm an macera cılar -birinci Haçlı seferinin askerlerinin çoğunu bunlar oluşturuyordu- bunlar arasından seçilmişti. Kırsal alanlar dan, doğmakta olan kentlere göç ve hemen hem en aynı za manda yer alan bir tüccar ve zanaatkâr sınıfının oluşum u, kent sakinlerinin sayısındaki önemli artışlar dikkate alın maksızın kavranamaz. Bu artış onikinci yüzyılın başında daha da çarpıcıdır ve onüçüncü yüzyılın sonuna kadar da devam etmiştir. Bundan iki önemli olgu ortaya çıkm ıştır: Bir yandan eski yerleşim bölgelerinde daha yüksek bir n ü fus yoğunluğu, diğer yandan Alman göçmenlerin, Elbe ve 7 Bibliyografya: Yukardaki d ipnot l ’e bakınız. Aynca: Bonvalot (ed.), Le (iers-état d'après !a charte de Beaumont et ses filiales, Paris, 1884; M. P rou, Les coutumes de Lorris et leur propagation au X II et XIII siècle, bkz. Nouv. Rev. hi st. du droit français, bkz. Mélanges P Frcdcricq, Brüksel 1904; M. Bateson, The Laws ofBrctcuil, bkz. English Hisl. Review; c. XV, 1900; E G oblet d'Alviella, Histoire des bois et forets en Belgique, c. 1, Brüksel, 1927; A. Schw appach, Grundriss des Fortsund Jagdwesens Deutschlands, Berlin, 1892; E. de Borchgrave, Histoire de coloni es belges qui s'établirent en Allemagne pendant le XII et le XIII siècle, Brüksel 1895, (Belçika A kadem isi’ne su n u lm u ş çalışma); R. Schroeder, Die Niederlän dischen Kolonien im Norddcutschland zu r Zeit des Mittelaltcrs, Berlin, 1880; E.O. Schulze, Niederländische Siedelungen in den Marschen an der unteren Weser und Elbe im XII und XIII Jahrhundert, Hanover, 1889.
81
Saale nehirlerinin sag yakasındaki Slav ülkelerini yerleşmeye açmaları. Sonuç olarak, nüfusun artan yoğunluğu ve ya yılması, onun, ekonom ik durum unda ve yasal statüsünde muazzam değişiklikleri de beraberinde getirdi. Değişik ül kelerde hızı az ya da çok olmakla birlikle, ayrıntılarda fark lılıklar olmasına rağmen, bütün Batı’da aynı genel eğilimi ortaya koyan bir evrim süreci başladı. Kâr düşüncesinin büyük m ülkün patriyarkal örgütüne tamamen yabancı olduğunu daha önce görm üştük. Büyük m ülkün işlevi, yalnızca lordun ve adam larının geçim ini sağlamaktı. Her insanın hak ve ödevlerini değişmez bir şe kilde belirleyen geleneğin yönettiği bu kurum , kendisini yeni koşullara uyarlamak yeteneğinden yoksundu. Hiçbir yerde, büyük toprak sahiplerinin mülklerini, değişen çev reye uyum lu hale getirmek için ilk adımı attıklarını görme yiz. Açıktır ki bu değişen çevre onların düzenini bozuyor du ve onlar ellerindeki toprak şeklindeki muazzam serm a yenin sağlayabileceği avantajla kazanç peşinde. koşmaksızın, kendilerini olayların akışına bırakıyorlardı. Daha onikinci yüzyılın ilk yarısında, en ileri ülkelerde m anor siste m inin bozulmasına yol açan değişiklikleri başlatan lordlar değil, onların kiracılarıydı. Ancak bu, yalnızca Karolenj dö nem inde egemen olan ilkelerle kurulm uş Benediktin ma nastırlarının, piskoposların ve lâik aristokların eski m ülk leri için doğruydu. Öte yandan onbirinci yüzyılda, yani ge leneksel dengedeki bozulm anın ilk belirtilerinin kendisini göstermeye başladığı bir sırada kurulan Cistercian* m anas tırları tamamen yeni tip bir yönetim ortaya koyarlar. Bunla rın ortaya çıktığı dönem de, tüm ekilebilir topraklar çoktan (*) Fransa’nın Burgandiya bölgesinde C iteaux’da 1098 yılında Roben de M olcsme tarafından k u ru lan b ir tarikat. O nikinci yüzyılda aln n çağını yaşayan bu tari katın keşişleri Balı Avrupa'da en d ü strin in alt yapısının oluşm asına, özellikle yol ve köprü yapım ıyla katkıda b u lu n d u lar - ç.n.
82
işgal edilmiş olduğundan, bunlar hem en hem en her zaman el değm em iş ve ekim e açılm am ış alanlarda, orm anların, fundalıkların ve bataklıkların ortasında m anastırlarını kur dular. Hayır sahipleri, demesne’lerinde bolca bulunan boş arazilerden bunlara büyük bağışlarda bulundular ve böylece keşişler, inanışlarının öngördüğü şekilde bedenen çalış ma im kânını buldular. Çoğunlukla önceden tarıma açılmış alanların geniş ölçüde vakfedilmesiyle oluşan Benediktin m anastırlarının tersine, Cistercian’lar, kendilerini daha baş langıçta araziyi temizlemeye hasrettiler. O nlar bu işte, ken di tarımsal ekonom ilerinin yeni buluşları olan büyük çift likler ya da çiftlik evi ile ahır ve am barlan işletme görevini verdikleri din dışı biraderlerin ya da conversi’lerin yardım ı nı gördüler. Buraları, genellikle 500’den 700 acre’ye kadar olan ve çeşitli parçalara bölünm üş olmak yerine bir keşiş (grangiarius), conversi ya da hatta tarım işçisi olarak istih dam edilen dışardan adam ların yönetim inde büyük alanlan kapsıyordu. O zamana kadar köylülerin normal statüsü olan serflik, Cistercian arazilerinde hemen hemen hiç yoktu ve biz bura larda ne angarya ne de kâhyalann (villici) ehliyetsiz ve ezici yönetim ini görürüz. M erkezi yönetim leri, toplu haldeki yerleşmeleri ve rasyonel işletmeleriyle bu güzel Cistercian çiftlikleri ile eski m anor mülklerinin demesne’leri arasında ne kadar büyük farklar vardır. Böylece m anastırların tarıma açtıkları “yeni topraklar” kendileriyle birlikte yeni bir eko nomik örgüt türü ortaya çıkardılar. İşte bu, nüfus aruşından nasıl sonuna kadar kazanç sağlanacağını keşfeden akıllı bir sistemdi. Bu sistem, eski toprak düzeninde istihdam edile m eyen o işgücü fazlasına başvurdu. O n üçüncü yüzyılın ikinci yansına kadar sayıları artmaya devam eden din dışı biraderlerin, bunlar arasından seçildiği kesindir. Dunes Ma nastırı, 1150 yılında, bunlardan 36 tanesine sahipken, yüz 83
yıl sonra bu sayı 1248 oluyordu ve bunların yanışı ra höte’lerin sağladığı özgür işgücü aynı hızla artıyordu.8 Onikinci yüzyılın başından itibaren artan bir sıklıkla gö rülen hdtes terimi (kelime anlamı ‘konuklar’), o zaman kır sal alanlarda yürürlükte olan harekete özgüdür. Adının da işaret ettiği gibi hote yeni gelmiş bir kişi, bir yabancıydı. Kı saca o, bir kolonizatör, tarıma açmak için yeni topraklar pe şinde olan bir göçmendi. Bu kolonizatörler, kuşkusuz, ya işsiz güçsüz takımı arasından -ki aynı dönem de kentlerin ilk tüccar ve zanaatkarları da bunlar arasından çıkıyorduya da böylece serdiğini silkip attıkları büyük m ülklerin sa kinleri arasından seçiliyorlardı. Çünkü höte’nin asıl statüsü, özgür bir statüydü. Hemen hem en her zaman özgür olma yan ana babadan doğdukları kesindir, am a kendileriyle doğdukları mülk arasında bir mesafe koymayı başarabildiklerinde ve lordun takibinden kaçabildiklerinde, artık onla rın ilk statülerini kim bilebilirdi? Hiç kimse artık onların kişiliği üzerinde bir hak iddia edemezdi ve o andan itibaren kendi kendilerinin efendisi olurlardı. Bu hole’ler için bol miktarda boş arazi vardı. Uçsuz bucaksız “ıssız yerler”, or manlar, ağaçlık ve bataklıklar, yalnızca büyük lordun yargı sal ve yönetsel otoritesine dayanan, özel mülkiyet dışında kalan yerlerdi buraları. Buralarda yerleşm ek için gerekli olan yalnızca basit bir izindi ve bu yeni gelenler, herhangi bir yerleşmiş hakkı ihlâl etm ediklerine göre, bu izin niye esirgensindi? Her şey gösteriyor ki, pek çok durum da bun lar, yeni ülkelerdeki kolonizatörler gibi, toprağı temizleme ye ve drenaja kendi inisiyatifleriyle başladılar. Örneğin oni-
8 Cistercian m ülklerinin örgütlenişi ko n u su n d a örneğin, Analectes pour servir à l'histoire ecclésiastique de ta Belgique, c. XXXII ve XXXU1 (1906-1907) de H. de M oreau ve J.B. G oetstouw ers'in derledikleri Le polyptyque de l’abbaye de Villers (13’üncü yüzyıl o rtalan ) ile E. de M oreau, Labbaye de Vlllcrs en Brabant, Brük sel, 1909'a bakınız.
84
kinci yüzyılın başından itibaren özgür göçm enler, Liege lord-piskoposunun elinde bulunan “Theux orm anı”nın ge niş m ekânında, adı geçen lord piskopos tarafından davet edilmedikleri halde yerleştiler. Bu vahşi alanlara ilk girip yerleşen onlardı; bu yerleşmeler o özgür öncülerin eseriydi ve Ancien Régime* dönem inin sonuna kadar oralarda serflik hâlâ bilinmiyordu. Kuşkusuz bu ilkel uğraş biçiminin pek uzun öm ürlü ol mayacağı açıktır. M anor communia’sı dışındaki tüm bakir topraklan ellerinde bulunduranlar, bir süre sonra, giderek arlan emek gücünden yararlanmaya başladılar. Höte’leri bu ralara çekmek ve kira karşılığında yerleştirmek şeklindeki basil düşünce kendini kabul ettirm eklen geri kalamazdı. Ayrıntılarda gerekli değişiklikler yapıldığı takdirde (mutatis mutandis), ondokuzuncu yüzyılda Amerika’nın uzak batı sında pek sık karşılaştığımız, aynı yerleşme ve iskân yön tem lerini kullandılar. O nbir ve onikinci yüzyılın “yeni kent”leriyle, Amerikalı m üteahhitlerin tren yolu boyunca önceden kurdukları kentler arasında gerçekten, ayrınıılarda bile, çarpıcı bir benzerlik vardır. Her iki durum da da, göç menleri çekebilmek için, ona en elverişli malzemeyi ve kişi sel şartları sunm anın yolunu bulmaya çalışıyorlar ve onu ayartm ak için reklâm a başvuruyorlardı. K urulacak yeni kemin imtiyaz beratı, aynen günüm üzde basının, k u ru l makta olan bir kentin kaynak ve olanaklarım en parlak bro şürlerle yayım lam ası gibi, bütün ülkeye duyuruluyordu. “Yeni kentin” adı bile, buralann tahsis edilmiş olduğu höte’lerin adından daha az önemli değildi. Bu kentlerin, yeni gelenler, yabancılar ve göçmenler yani kolonizatörler için kurulm uş olduğunu açıkça belli ediyordu bu ad. Bu açıdan büyük m anor m ülklerine göre, ilk bakışta önemli bir zıtlık (*) F ransa’da 1789 Ihtilali'yle sona eren dönem i anlatm ak için kullanılan b ir de yim - ç.n.
85
ortaya koyuyordu ki bu olgu, yeni kentin kurucusunun he men hemen her zaman bir ya da daha fazla manor’un lordu olması gerçeğiyle daha da ilginç bir nitelik kazanıyordu. Lord m anor örgülünü iyi biliyor, fakat, buraya çekmeyi ta sarladığı insanların istek ve ihtiyaçlarıyla bağdaşmayacağım açıkça gördüğü için o örgütlenmeyi taklit etm ekten dikkat le kaçınıyordu. Hiçbir yerde, eski m anor’larla yeni kentler arasında en küçük bir ilişki, kentleri m anor’ların curte’lerine bağlamak konusunda en küçük bir çaba ya da buraları villid’lerin yargı yetkisine terk etm ek gibi bir şey görmeyiz. M anor ve yeni kent, iki ayrı dünya imişler gibi, tamamen birbirinden bağımsızdırlar. Tarımsal açıdan yeni kentlerin başlıca özelliği özgür işgücüydü. Onikinci yüzyılın başından, onüçüncü yüzyılın so nuna kadar sayıları pek çok olan imtiyaz beratları, her yer de aynı izlenimi verir. Kişisel anlamda serflik buralara ta mamen yabancıdır. Üstelik, dışardan gelen serfler buralarda bir yıl bir gün oturduktan sonra özgürlüklerini kazanıyor lardı. Ancak buraların kurucuları, kendi manorları kent le hine nüfus kaybına uğramasın diye, zaman zaman, serflerini bu kuralın dışında tutabiliyorlardı. Çalışma yüküm lülü ğü konusunda da aynı şey geçerliydi. Ne de olsa bu hizmet, lordun dem esnesindeki toprağın işlenmesi için kullanılı yordu ve burada (yeni kentte) demesne arazisi yoktu. Bü tün arazi köylü işletm elerinden oluşuyordu ve her köylü emeğinin tüm ünü kendi toprağına harcıyordu. En çok, şu rada burada birkaç ortak çalışma yüküm lülüğü ahaliye em poze ediliyordu. Örneğin, Lorris’in beratında (1115) görü len, yılda bir kez kralın şarabını Orleans’a taşıma yüküm lü lüğü, bu türdendi. M anor dışından bir kadınla evlenmemek (formariage), caize ödemek (m ortm ain) ve m eşruta (heriot) gibi eski senyörlük haklarına gelince, doğal olarak b u n lar artık sorun değildi. Avarız (tallage) ve askerlik yapma 86
yüküm lülüğü devam ediyordu, ancak bunlar artık kamusal yüküm lülük niteliği kazanmışlardı ve ayrıca sınırlandırıl mış ve düzenlenmişlerdi. Şarap cenderesi ve değirmene iliş kin örfî yüküm lülükler (banalité) ortadan kalkmadı. Ancak bunlar da kişisel statüye halel veren haklar olmadığı gibi, il gili tesis kaçınılmaz olduğu ve lorddan başka hiç kimse bu nu kuramayacağı için, bu hakların kullanılması da söm ürü sayılmıyordu. Burada yeni kentin köylülerinin m anor’un vilîain’lerinden farklı olması kadar, burg’lularla da pek çok benzerlikle rinin olduğunu görm ek önem lidir. B uraların yönetim ini düzenleyen imtiyaz beratları, doğrudan kent hukukundan etkilenm işti; o kadar ki yeni kentin sakinleri çoğu kez burg’lu olarak tanımlanmıştır. Gerçekten de, burg’lular gibi onlar da ihtiyaçlarına uygun konularda yönetsel özerklik elde ettiler. Başlanna getirilen belediye reisi, hiçbir yönden m anor kâhyasına (villici) benzemiyordu. O, köyün çıkarla rının koruyucusuydu ve azatlık beratları, Argonne’daki Beaumont (1182) örneğine göre çıkartılan çok sayıdaki yeni kentte (villes neuves) olduğu gibi, çoğu kez köylüler tarafın dan aday gösteriliyordu. Benzer şekilde, ville neuve’ler, kentleri taklit ederek, sakinlerine hukuk ve adalet hizmeti sağlayan kendi meclislerine sahiptiler. Böylelikle yeni kırsal sınıf, burjuvazinin sağlamış olduğu erken gelişmelerden ya rarlandı. Bunun için, bazen sanıldığı gibi, kentlerin köyler den doğmasının tam tersine, kendilerine uygulanabilir ol duğu ölçüde, kent hukuku bahşedilenler, özgür köylerdi. İlginç bir olgudur ki, dönemin büyük bir bölüm ünde, ikin ci derecedeki yarı kırsal kentlerin değil de, büyük kentlerin yasaları tüm kırsal alanlara yayıldı. Ö rneğin, B rabant’da dükler 1160’ta Baisy’ye, 1216’da D ongelberg’e, 1222’de Wayre’ye, 1228’de Courrieres’e ve 1251’de Merchtem’e veri len imtiyaz beratlarım, Louvain’inkini esas alarak tescil etti 87
ler. Yeni kentlerden bazılarının imtiyaz beratları o kadar m ükem m eldi ki, uygulam ada bunlar her yere yayıldılar. Lorris’inki 1155 yılı başında, Galinais ve Orleanis’de 83 ye re, Beaumont’unki 1182 yılı başlarında Cham pagne, Burgonya ve Lüksem burg’un 500’den fazla köy ve burg’una, Priches’inki (1158) Hainault ve Vermondais’in pek çok yeni kentine verildi. Aynı şekilde, Normandiya’daki Breıeuil’ün yasaları, onikinci yüzyıl boyunca İngiltere, Galler ve hatta İrlanda’da geniş çapta uygulama alanı buldu. Bununla birlikte karşılaştırma çok ileriye götürülm em ek ve villes neuve"nin köylüleriyle, asıl kentlilerin burgluları arasındaki benzerlikleri abartm aktan kaçınmalıdır. Köylü nün kişisel özgürlüğü, lordun köy arazisine ilişkin olarak saklı tuttuğu haklarla hâlâ sınırlıydı. Aslında höte, bir kira (cens) karşılığı, yalnızca toprağın miras yoluyla geçen kul lanma hakkından yararlanıyor, fakat çıplak m ülkiyet lor dun elinde bulunuyor ve arazi tasarruf hakkına ilişkin tü m sorunlar senyöre ait yargı hakkına tâbi bulunuyordu. Ger çeğe sadık kalarak, villes neuve’deki köylü tarım ının, büyük mülkle elele gittiği söylenebilir. Büyük m ülk tüm yapının hukukî esas tabakasını oluşturuyor ve her ne kadar insanla rın durum unu belirlemiyor ise de, toprağın durum unu be lirlemeye devam ediyordu. Kuşkusuz, uzun dönemde, köy lünün elindeki toprağa olan sahipliği öylesine güçlendi ki, yalnızca lorda itibarî bir ödemeyi üstlenmiş bir tür m ülki yet hakkı görünüm ü aldı. Bununla birlikte köylü mülkiyeti, Ancien Regime’in sonuna kadar, kendisini bağlayan sınırlı lıkları, hiçbir zaman tamamen koparıp atamadı. Ville neuve Avrupa toprağını onbirinci yüzyılın sonundan itibaren dönüştürm e, o büyük toprakları tarıma açma işi nin yalnızca bir görünüm üydü. Üstelik bunları, Fransa’nın kuzeyinde, Loire ve Meuse nehirleri arasından başka hiçbir yerde, anlattığımız biçimiyle görmek, olanaklı değildir. Lo88
ire’m güneyindeki durum , prens ya da büyük lordların aynı şekildeki girişimlerinin ürünü olan bostide’lerle* karşılaştı rılabilir. Ispanya’da, Hıristiyanlarca M üslüm anlardan geri alınan yörelerin ahalisi (pobladone), asker! kolonizasyona özgü oldukça farklı bir nitelik gösterirler, ttalya’ya gelince, burada, tarımın gelişmesinin, Sarazen’lerin yıkım ından ve onuncu yüzyılın iç savaşlarından sonra, kökenleri antik za manlara kadar geri giden eski tarımsal birim lerin yeniden ele geçirilmesi sonucu, buralarda yaşayanların artışıyla bir likte gerçekleşm iş olması pek m uhtem el görünm ektedir. Ancak, ayrıntılardaki farklılıklara rağm en, genel olarak olay her yerde aynıydı. Eski Karolenj İm parato rlu ğ u n u n kapsadığı dönem boyunca, nüfusun artan yoğunluğu, yer leşilen merkezlerin sayısında büyük bir artış meydana ge tirdi ve özgür işgücü, yeni tarlalar ele geçirmek için büyük bir enerji ile buralardan boş ve işlenmemiş arazilere akın etliler. Felemenk’te bu durum , deniz ve nehirlere karşı aynı an da yürütülen bir m ücadele halini aldı. Burada pek bariz olan aşırı nüfus, drenaj konusundaki ilk girişimlerin tartış masız nedeni oldu. Kaynaklardan biliyoruz ki, onbirinci yüzyıl boyunca Flander ülkesi, sakinlerini beslemekte güç lükle karşılaşmaya başladı. Gerçekten çok sayıda Flaman 1066’da Fatih William’ın ordusuna yazıldı ve sefer sona er diğinde Ingiltere’de kaldılar ve yüzyıl boyunca aynı ülke den insanlar, güruhlar halinde gelerek onlara katıldılar. Bir süre sonra aynı ülke birinci Haçlı seferinin en büyük ordu larından birisini m eydana getirdi ve kom şu prensler, geldungi, coteraıoc ya da Brabançons adıyla anılan ve onaltmcı yüzyılın askerlik tarihinde isviçrelilerin oynadığına benzer bir rolü onbir ve onikinci yüzyıllarda oynayan paralı asker (*) Basıide: Şaıo ya d a kale gibi m üstahkem yerler. - ç.tı.
89
leri bunlardan lemin ettiler.9 Nihayet, Flander kentlerinin aynı dönemdeki olağanüstü hızlı gelişmesi, kırsal nüfusun kentsel merkezlere akışının açık ve karakteristik bir ifadesi dir. Yeni geçim vasıtaları bulmak konusundaki aynı zorun luluk ilk kanalların ortaya çıkmasına yol açmış olmalıdır. Flander kontları bunları teşvik etmek ve korum ak için da ha başlangıçta önlem almışlardı. Gerçekten de, tarıma açıl ması halinde kazançlı çıkılacak olan bataklıklar (meerschen, broeken) ve alüvyonlu topraklar büyük lordlarm otoritesine tâbi idi. V. Baldv/in’in zamanında (1035-1067) sağlanan ge lişme, Rheims başpiskoposunu, o zamana kadar verimsiz olan alanları, sürüleri otlatmaya elverişli m ünbit topraklara dö n ü ştü rd ü ğ ü için K ont’u kutlam aya yöneltecek kadar önemli olmuştu. O zamandan itibaren bu denizcilik yöresi, koyun ağıllarıyla (vaccariae, bercariae) bezenmişti ve yüzyı lın sonunda bunların gelirleri, profesyonel noterlerce tu tu lan karmaşık hesaplara konu olabilecek kadar artmıştı. Bu durum kontların, denizci Flander’in “yeni arazi”lerine m anor örgütlenişini sokmadıklarını göstermeye yeter. Sula rı boşaltılacak ya da kanallar açılacak alanlar, iç kısımlarda ville neuve’lerin topraklan gibi, yerleşmek için buralara ge len höte’lere bağışlanmıştı. Bunların statüleri de, yine ville neuve'lerde olduğu gibi, yalnızca aynî ya da nakdî kira öde m ekle yüküm lü özgür insan statüsüydü. Ancak, denizle mücadelenin gerektirdiği özel şartlar, bu insanlardan, kara daki köylülerinkinden çok daha sıkı bir işbirliğini talep edi yordu. Her ne kadar wateringues birlikleri, yani, aynı bölge 9 H. Pirenne, Histoire de Bdlgujue, c. I, 5'inci baskı, s. 156. Flander'a bitişik Lâtin ülkeleri de onikinci yüzyılda çok yoğun bir nüfusa sahip görünm ekte ve Silezya ve hatta M acaristan gibi ülkelere pek çok göçm en gönderm ektedir. G ran ka sabası kökenini bu göçm enlere borçludur. O nikinci yüzyılda burada, sakinleri d ah a çok Lotharingia ve Artois'ıan gelm e insanlardan oluşan bir vicus Intinonım vardı. K. S chünem ann, Dic Entstehııng des Sladtswesen in Sûdosteuropa, (Breslau, 1929).
90
deki kanalların bakımı ve suların akışını düzenlem ek üzere kurulan zorunlu gruplar, ilk metinlerde yer alm ıyorsa da, bunların başlangıçtan beri varoldukları konusunda kuşku ya yer yoktur. Daha onikinci yüzyılda, her yanda, Scheldl Nehri’nin halicinde, Kuzey Denizi’nin kıyılan boyunca, polder’lere rastlanır ki, terim, kanallar açılarak denizden kaza nılan arazi anlam ına gelir. Bu dönem de m an astırlar da Kont’u n örneğini izleyerek, büyük bir gayretle m ülklerinin bataklık kısım lanndaki suları boşaltmaya başladılar. Bunlar arasında Cistercian’lar başı çekti. O nüçüncü yüzyılın orta sında, yalnızca H ulst arazisinde, Dunes M anastın, 5000 öl çü kanal açılmış, 2400 ölçü (sırasıyla 5500 ve 2750 acre) kanal açılmamış toprağa sahip oldu. Flander’in kuzeyinde, Hollanda ve Zealand yöreleri de ay nı faaliyetin kanıtlarını ortaya koyar. Belge yokluğu nede niyle aynntılan bilmiyoruz, ancak aldığı sonuçlar ve kazan dığı ün, bunun gelişmesini kuşkuyla karşılamaya hiç yer bı rakmıyor. Felem enk ahalisi, kanal yapıcılan olarak aslında öylesine ün kazanmışlardı ki, onikinci yüzyılın başında Al man büyük lordlan onları Aşağı Elbe’nin kıyılarında kanal lar açmak için davet ediyorlar ve böylelikle onlar Branden burg ve Meclenburg gibi, toprağın görünüm ü, eserlerinden bugün bile izler taşıyan yerlere kısa sürede nüfuz ediyorlar dı. Onları davet eden büyük lordlar, doğal olarak onların ki şisel özgürlüklerini tanıyor ve kendi ülkelerindekine benzer koşullarda toprak bağışlarında bulunuyorlardı. Bu kişilerin beraberlerinde getirdikleri hukuk, flaemisches Recht olarak biliniyor ve öylesine canlı temsilcileri oldukları özgür köylü sınıfını Almanya’ya tanıtıyordu. Bundan böyle ßaemisches Rech t'in bağışlanması, kırsal nüfusun azat edilm esine eşit kabul ediliyordu. Flander’li kolonizatörleı aynı yolla Thuringia, Saksonya, Lausitz ve hatta Bohemya’ya nüfuz ettiler. Dolayısıyla bunlar, Elbe’nin sağ kıyısında ve Saale yörelerin 91
de Almanya’nın yürüttüğü büyük kolonyal yayılışın öncüle ri olarak kabul edilebilirler. Buradaki yerleşme, tamamen fe tihlerin bir devamı ve sonucuydu. Saksonya’nın dükleri ve Brandenburg’un margrav'lan bu yörelerin Slav ahalisini geri püskürterek ve öldürerek bu yöreleri Alman işgaline açtılar. Ayrıca, bu sırada anavatan toprağı, oranın sakinleri için ye tersiz olmasaydı, bu işgalin hiçbir zaman böylesine büyük bir gayret ve yaygınlıkla gerçekleşmeyeceği açıktır. Köylüler Saksonya ve Thuringia’dan kalkarak Elbe ve Saale arasında yerleşmeye koyuldular. Kısa süre sonra bunları W estphalia’lılar izledi ve birlikte Meclenburg, Brandenburg ve Lasuitz’e akın ettiler. O nikinci yüzyılın sonunda Meclenburg, onüçüncü yüzyılda ise Brandenburg tam am en yerleşmeye açılmıştı. 1230’dan itibaren Doğu Prusya, Livonya ve Litvanya’dan Finlandiya Körfezi’ne kadar uzanan Alman yayıl masını gerçekleştirmede, silah zoruyla yolu açma görevi To ton Şövalyeleri’ne bırakılm ıştı. Ancak, Bavyera ve Rhineland’lılar da aynı zamanda Bohemya, Moravya ve Silazya’ya, Tirollere ve Macaristan sınırlarına kadar ilerliyorlar ve bu ülkenin asıl ahalisi olan Slavlarla yan yana yerleşiyorlar ya da onlara egemenliklerini kabul ettiriyorlardı. Bu hareket büyük bir enerjiyle olduğu kadar ustalıkla da yönetiliyordu. Büyük lordlar, ele geçirilen arazileri, görevle ri buralara insan çekmek ve onlara toprak dağıtmak olan locatores adı verilen kolonizatör ajanlara paylaştırıyorlardı. “Barbarlari’dan kazanılan bu alanlar, cöm ertçe Cistercian m anastırlarına vakfediliyor ve onlar da derhal buralarda çiftlikleriyle ahır ve ambarlarını kuruyorlardı. Buraların sa kinlerinin koşulları da, ville neuve’lerdeki höte’lerin koşulla rının aynıydı. Nihayet kolonyal Almanya’nın bu göçmenleri de, her şeyden önce, yeni gelmiş kişilerdi. Bu arazileri m ü tevazı bir cens (kira) karşılığında miras yoluyla geçen bir hak olarak elde ediyorlar ve aslında tüm kolonyal topraklar 92
için kaçınılmaz olan kişisel özgürlük hakkını kazanıyorlar dı. Böylece yeni Almanya, yalnızca arazisinin dağılımı açı sından değil, fakat aynı zamanda sakinlerinin statüsü açı sından da eski Almanya’dan farklıydı. Oniki ve o n üçüncü yüzyıllarda kırsal sınıfların büyük dönüşüm ü yalnızca artan nüfus yoğunluğunun bir sonucu değildi. Bu aynı zamanda büyük ölçüde kentlerin gelişme sine ve ticaretin canlanmasına bağlıydı. Pazarların mevcut olmadığı bir çağda toprağın ürünlerinin yerinde tüketilm e sini zorunlu kılan eski manor örgütü, sürekli pazarların dü zenli satış imkânı sağlamasıyla değişmek zorundaydı. Kent lerin, varlıkları için kaçınılmaz olan kırsal alanların ürünle rini talep etmeye başlam alarından itibaren durum buydu. İlk kentsel toplulukları, kendilerini beslemeye yeterli yarıkırsal m erkezler olarak sunm ak bütünüyle hatalıdır. Baş langıçtan itibaren burjuvazi, bir tüccar ve zanaatkârlar sınıfı olarak ortaya çıkm ıştır ve bütün büyük m erkezlerinde bu özelliğini elinde bulundurm uştur. Böylece o, onsekizinci yüzyıl fizyokratlarının dilinde, hayatı sürdürm eye yaraya-cak doğrudan hiçbir şey üretemediği için, kısır bir sınıftı. O nun günlük yaşamı, günlük ekmeği çevredeki köylülüğe bağlı idi. O zam ana kadar köylüler, kendileri ve lordları için toprağı sü rm ü ş ve hasadı kaldırm ışlardı; şim di ise burg’luların tüketim i için bir üretim fazlası sağlamaya ve kentlerin sayı ve önemi arttıkça da artan bir oranda bunu sağlamaya zorlanıyorlardı. Tahıl, zahire am barlarından çıkı yor, ya komşu kente bizzat köylünün kendisi tarafından ta şınmak ya da bu işin ticaretini yapan tüccara yerinde satıl mak suretiyle dolaşıma giriyordu.'0 10 K entlerin kırsal bölgeler üzerindeki etkisi, kırsal alanların büy ü k kom ünlerin etkisi altında olduğu İtalya’da özellikle güçlüydü. Bu o lgunun en son değer lendirm esi için A. D eron, /talienisclıe Wirtschaftsgcschichte, c. I, s. 193 ve de vam ına bakınız.
93
Toprağın ürünlerinin hareketliliği, zorunlu olarak bera berinde, parasal dolaşımın ülkede gelişmesini getirdi. Bu gelişme, başlangıç olamazdı, çünkü pek sık ileri sürülen, Ortaçağların ilk yüzyıllarının yani sekizinci yüzyılı izleyen yüzyıllarının parasal değil fakat aynî bir değişim çağı oldu ğu konusundaki inanç kadar gerçeğe aykırı bir şey olamaz. Aslına bakılırsa, doğal ekonom i (Naluralwirtschajt) denen şey, saf biçim iyle h içb ir zam an var olm am ıştır. B üyük m ülklerin /am ilia’larından lorda ödenm esi gereken vergi ler, kuşkusuz, genellikle toprağın ürünleriyle ödeniyordu. Bu tür kiraların tek am acının, toprak sahibinin geçimini sağlamak olduğu bir sistemde, bundan daha pratik ya da daha anlaşılabilir başka bir şey olamaz; ancak ü rünün bir değişim nesnesi olmaya başlamasıyla fiyatı da para ile ifade ediliyor ve ödeniyordu. Bu d u ru m , kıtlık zam anlarında başvurulm ak zorunda kalınan ve fasılalarla yapılan ticaret te de zaten söz konusuydu; çok gerekli olan tahılın, hazır para ile satın alınm ak yerine, takas edildiğine ilişkin hiçbir işaret yoktur. Üstelik, zam anın küçük piyasalarında, para nın etki alanına giren en önemsiz m uam elelerde bile dü zenli olarak para kullanıldığı konusunda ikna olabilm ek için Karolenj belgelerini açmak yeterlidir. Para kullanım ı nın sınırlılığı doğru olmakla birlikte, bunun nedeni para nın bilinmemesi değil, fakat gerçek ticarî faaliyetle bağdaş mayan dönem in ekonom ik yapısının bunu en aza indirge miş olmasıdır. Fakat bu faaliyet yeniden normal ve düzenli bir hal alır almaz, hiçbir zaman ortadan kalkm am ış olan parasal dolaşım ticaretle gelişti. Aynî resim ler o rtad an kalkmadı -bunlar hiçbir zaman, hiçbir dönem de, hatta gü nüm üzde bile ortadan kalkmamıştır- ancak değişimin arttı ğı bir toplum da daha az yararlı olduğu için daha seyrek kullanılır oldular. Olan, doğal ekonomi yerine para ekono m isinin (GeldwirtschafO geçmesi değil, fakat yalnızca para94
nm bir değişim aracı ve değer ölçüsü olarak yerini alma sıydı.11 işin gerçeği odur ki, para kullanım ının yaygınlaşması na kit hacmini artırdı. Oniki ve onüçüncü yüzyıllarda tedavül de olan para m iktarı, dokuzuncu yüzyıldan onuncu yüzyı lın sonuna kadar var olan para m iktarından oldukça fazlay dı ve sonuç, doğal olarak, her yerde üreticilerin yararına olan bir fiyat artışı oldu. Şimdi bu fiyat artışı, isterleri gide rek daha pahalılaşan bir yaşam biçimiyle el ele gidiyordu. Ticaret, yayıldığı her yönde, kendisiyle birlikte getirdiği ye ni tüketim nesnelerine istek yaratıyordu. Her zaman oldu ğu gibi soylular kendilerini lüksle ya da en azından kendi toplumsal düzeylerine uygun düşen bir konforla kuşatm ak istiyorlardı. Ö rneğin, onbirinci yüzyıldaki bir şövalyenin hayatını, onikinci yüzyıldakiyle karşılaştırdığımızda, yiye cek, giyim, ev eşyası ve hepsinden çok silâhlar için yapılan harcamaların iki dönem arasında artm ış olduğunu derhal görürüz. Eğer gelirler aynı ölçüde bir artış gösterseydi bu harcamalar daha da arlardı. Ancak, soyluluk gibi toprak sa hibi bir sınıfta, hayat pahalılığı artarken gelirler eskisi gibi kalıyordu; gelenek tarafından belirlenen toprak kiralan değiştirilemiyordu. Toprak sahipleri kiracılanndan, eski hayal tarzlarını sürdürm eye yetecek kadar gelir elbette elde edi yorlardı, ancak bu, şimdi yaşamak istedikleri hayat için ye terli değildi. Onlar, toprak halindeki serm ayelerinin değeri ile orantılı olan bir rantı elde etm elerini önleyen modası geçmiş ekonom ik bir sistemin kurbanıydılar. Gelenek, kira cıların vergilerinin ya da serflerin çalışma yüküm lülükleri nin artırılm asının düşünülm esini bile olanaksız kılıyordu. Çünkü bunlar yüzyılların teamülüyle belirlenmişti ve çok H H. Van W erveke, Monnaigc, lingots ou marchandises? Les instrum ents d'Cchange aux XI el XII siècles, bkz. Annales d'histoire économique et sociale, 1932, s. 452 ve devam ı.
95
tehlikeli ekonom ik ve toplumsal yansımalara yol açmaksı zın tecavüz edilemeyecek haklar halini almışlardı. Yeni ihtiyaçlara m ukavem et etm ekte ve bunları tatm in edecek parasal kaynakları bulm akta aynı derecede aciz olan çok sayıda soylu, önce borca daha sonra da iflasa sü rüklendi. Thomas de Cantimpre, onüçüncü yüzyılın orta sında, kendi bölgesindeki şövalyelerin sayısının altm ışa düştüğünü, bir sonraki yüzyılda ise bu sayının bir ya da iki52 olduğunu nakleder. Bu durum genel bir olayın yalnız ca yöresel bir örneğidir. Kilisenin kendisi de bundan etki lenmiştir. Aşağı yukarı aynı yıllarda Rouen Başpiskoposu Eudes Rigaud, kendi piskoposluk bölgesindeki küçük ma nastırların çoğunun durum unu, aşırı derecede utanç verici olarak tanımlar.13 Gerek kilise gerekse kilise dışındaki bü yük toprak sahipleri, bu krize dayanmada, açıkça daha iyi bir durum daydılar. Ne var ki bunun maliyeti, geleneksel manor örgütünden az ya da çok, ama kesin bir kopuş oldu. Manor örgütü, değişikliğe izin verm ek için her ne kadar gereğinden fazla yaşamış idiyse de, hiç değilse maliyetler azaltılabiliyor ve bir parça daha kazançlı bir m ahsul elde edilebiliyordu. M anor örgütünün kurum larının pek çoğu, ticaretin canlanm asıyla lüzum suz hale gelm işti. Kum aş imal etmek ya da tanm aletleri yapmak için, bu işi kom şu kentteki zanaatkarların yarısı kadar iyi beceremezken, çok sayıda serfi barındıran ve her önem li m anor’da bulunan yerli atölyelerin (gynecea) şimdi ne yararı kalmıştı? Bunla rın, onikinci yüzyıl boyunca her yerde ortadan kalkmasına boyun eğildi. Şarap üreten yörelerde, üzüm bağları bulun mayan m anastırların uzaktaki m ülklerinin satışını da aynı 12 T hom as dc C antim pre. Bonum Univcrsalc de apibus, II, 49, s. 446, Douai bas kı, 1605. 13 Journal des visites paslorales d'Eudcs Rigaud, archeveque de Rouen (1248-69), ed. Th. Bonnin (R ouen, 1852).
96
etken çabuklaştırdı.14 Şarap, pazardan elde edilebildiğine göre, bunu daha yüksek maliyetle insanın kendi arazisin den sağlamaya devam etm esinin ne gereği vardı? Lordun dem esnesine gelince, çalışma yüküm lülüğünün verim siz olması ve araziyi nakit kira karşılığı icara verm enin, yangın ya da bozulm a tehlikesi karşılığında ü rü n ü toplam aktan daha akıllıca olması nedeniyle, dem esnenin m üm kün oldu ğunca büyük bir kısmını köylü işletmelerine dönüştürm ek akıllıca oluyordu. Açıktır ki bu andan itibaren en akıllı m ülk sahiplerinin amacı, nakit gelirlerini, olanaklar ölçüsünde arurm ak olu yordu. Bu ise onlan, sertliği ortadan kaldırmak ya da değiş tirmeye yöneltiyordu. Bir m iktar para karşılığında bir ada ma özgürlüğünü verm ek iki yönden kârlıydı, çünkü bir yandan özgürlüğünü serfe para ile satıyor, bir yandan da onun kişiliği üzerindeki sahiplikten vazgeçmesi, kira ile tuttuğu araziyi işlemekten geri kalmasını gerektirmiyordu. Eğer isterse, lordun daha çok işine gelecek koşullarda bu araziyi elinde bulundurabiliyor; yok eğer ayrılmak isterse, yerine bir başka çiftçiyi koymak çok kolay oluyordu. Her ne kadar onikinci yüzyılda çok sayıda örneği varsa da, bil diğimiz gibi, bu azat etmeler, bir köle sınıfının varlığını so na erdirmedi. Ancak kölelik varlığını sürdürm ekle birlikte, aslî niteliğinin çoğunu kaybetti; köylüler, yüküm lü olduk ları emek hizmetleri ve öteki resimleri parayla ödeyebiliyor lardı ve her ne kadar meşruta, caize ve m anor dışından ev lenm eme yüküm lülükleri Ändert Regime’in sonuna kadar aralıklarla devam ettiyse de, uygulamada oldukça yum uşa mıştı. Angarya varlığını sürdürm ekle birlikte, eskiden ge rektirdiği yüküm lülüklere oranla hafiflemişti. Derebeyi oto 14 Saim -Trod Keşişi 1264 y ılın d a, P om m cren ve B riedel’deki ü zü m bağlarını H im tnerode m anastırına sattı. Bu konuya ilişkin m etinler için L am precht’in Deutsche Wirtschaftsleben, c. III, s. 24 ve devam ına bakınız.
97
ritesi hiçbir yerde ortadan kalkm adı, ama gücü giderek azaldı ve o eski ataerkil özelliğinden çok az şey kaldı. Bu evrimin sonucu o oldu ki, büyük m ülk sahiplerinin durum ları, toprak rantiyelerinin durum una, yani m odern anlamda toprak sahibine giderek daha çok benzemeye başladı. Öz gürlüklerini kazanm ış köylülerin büyük çoğunluğu, bir cens (kira) karşılığı kendisine toprak bağışlanan ve hemen hemen her zaman miras yoluyla toprağa tasarruf eden kira cılar haline geldiler. Ve onüçüncü yüzyıl boyunca, birkaç yıl süreli kiralamalar, gelişmiş yörelerde yaygınlaştı. Eski demesnelerin çoğu, varlıklı tarım işçilerine iltizama verildi. Eudes Rigaud, kendi piskoposluk bölgesindeki m anastır re islerine, topraklarını m üm kün olduğunca çok kiraya ver melerini tavsiye etm ektedir.15 Örneğin Güney’de, Roussillon’da, arazileri iki ile altı yıl süreyle kiraya vermek âdetti ve bunun yanısıra yarıcılık (metayer) ya da ürünün bir kıs mıyla ödeme yaygındı.16 Ticaretin gelişmesiyle orantılı olarak senyörlük sistem i nin çöküşünün hızlanışı tipik bir gelişmedir. Başka bir de yişle, bu çöküş, Lombardiya, Toskanya, Fransa’nın kuzeyi, Flander ve Ren kıyıları gibi büyük kentleri ve gelişmiş ti careti olan yörelerde, Orta Almanya ya da İngiltere’ye göre daha hızlıydı. İkincilerde m anor sistem inin çözülm eye başlam ası ancak onüçüncü yüzyılın sonlarında g ö rü lü r ken, Flander’de bu çözülüşün pek çok işareti, daha onikinci yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkmıştı. Ekonom ik gelişmenin serfliğin ortadan kalkışma yol açışı, burada her yerden daha çok görülür. Ypres échevin’leri, 1335 yılında 15 D ipnot 13’d e anılan Joum al’m a bakınız. 1268’de bir m anastır reisine şöyle akıl veriyordu: “quod quam m elius posset, m aneria ad firm am traderet” (s. 607). Kendisi de birkaç m anor'u, iki, üç ya da d ö n yıllığına kentlilere ve katiplere kiralıyordu. a.k., s. 766 ve devamı. 16 A.J. Brutails, Étude sur la condition des populations rurales du Rousillon au Mo yen Age, s. 117 ve devamı.
98
şöyle yazabiliyorlardı:* “O ncques n’avons oy de gens de serve condicion, ne de m orte main, ne de quel condicion qu’il soient.”17 Ticaretin artan etkisinin daha da ileri bir sonucu, en azın dan büyük transit yolları boyunca ve lim anların hinterlantında, iklimin ve toprağın özelliklerine uygun olarak tarım da bir uzmanlaşmayı meydana getirmesi oldu. Ticarî alışve rişin var olmadığı ya da önemsiz olduğu sûrece, her manor, m üm kün olan en çok tahıl çeşidini üretm ek zorunda kalı yordu, çü n k ü b u n lar piyasadan sağlanam ıyordu. Ancak onikinci yüzyılın başında, ticaretin gelişmesi, daha rasyonel bir ekonom inin oluşmasına yol açtı. İhracat yapma imkânı olan her yerde toprak, en ucuz ve en bol verebileceği ürüne göre işlenmeye başlandı. Onikinci yüzyıldan itibaren Ingil tere’deki Cistercian manastırları yün üretim inde uzm anlaş tılar, Ortaçağların çiviti olan çivitotu, Fransa’nın güneyin de, Picardy’de, Aşağı Normandiya’da, Thuringia’da ve Toskanya’da yetiştiriliyordu. Özellikle çok m iktarda iyi şarap üretilen ve kolay taşınabilen yörelerde üzüm bağları, tahılın 'aleyhine gelişti. Salimbene, Auxerre Vadisi’ndeki köylüler “ne ekip ne biçmiyorlarsa”, bunun nedeninin, Paris’te pek soylu bir pazarı olan şaraplarını taşıyacak iki nehre sahip olmalarıdır diyerek, zekice bir gözlemde bulunuyor.18 Bor deaux yöresi, ne yetiştirileceğinin ticaret tarafından belir lendiği bir bölgenin en tipik örneğidir. Gironde Körfezi ve La Rochelle kenti kanalıyla bu bölgenin şarapları Atlantik kıyılarına, İngiltere’ye, Kuzey Denizi ve Baltık havzasına gi derek artan bir şekilde ihraç ediliyordu. Bordeaux şarabı, onikinci yüzyılın sonunda, çoktan Bruges Limanı’ndan Li(*) “Bizde sertliğin kısıtlam alarına, ne mortmain ne de herhangi bir kısıtlam aya tâbi hiç kim se yoktur.” - ç.n. 17 Beugnot, U s Olim., c. 11, s. 770. 18 Marc Bloch, a.g.e., s. 23.
99
ege’e kadar yayılmıştı ve orada Ren ve Moselle şaraplarına rakip olmuştu. Avrupa’nın öteki ucundaki Prusya ise, H an sa gem ilerinin Kuzey Avrupa lim anlarına taşıdığı tahılın üretimine ağırlık vermişti. Son olarak, ekonom ik harekelin artan yoğunluğunun, toprağa, onun bölünm üş olduğu geleneksel arazi büyük lüklerini bozan bir hareketlilik verdiğini görmek önemlidir. Mansi’nin ilkel eşitliği ve hu/en (çift yeri), yavaş yavaş yeri ni, her biri tek başına bir çiftlik oluşturan ve bir kiracının sahip olduğu değişik parçalardan meydana gelen m uhtelif büyüklüklerdeki arazilere bırakm ıştı. Şimdi artık köylü, ürünleri için komşu kasabada bir pazar bulabildiğine göre, kâr etm enin tadıyla birlikte tasarruf etm enin de tadına var dı. Tasarruf etm enin ise toprağa sahip olmaktan daha iyi bir yolu yoktu. Ancak burjuvazi de ayrıca toprak peşindeydi. Kentin varlıklı tacirleri için, ticaretten elde edilen kârı ya tırm anın en iyi yolu toprak satın almaktı. Pek çoğu, onüçüncü yüzyılda, kırsal alanlarda censive’ler (etrafı çevrili alanlar) satın aldılar. Kapitalistler Flander’de deniz seviyesi nin altındaki arazilerde suları boşaltm a işine kendilerini adadılar; İtalya’da Siena ve Floransak bankerler, malikâne ler satın aldılar ve bunların Fransa, Ingiltere ve Flander’de işlerini takip eden ortakları da toprakları kendi ellerine ge çirmekte aynı derecede istekli göründüler. Bununla birlikte birkaç ülkeye özgü olan ve buralarda kapitalizm in b ü tü n sonuçlarını ortaya koym asına olanak veren bir olayı çok fazla genelleştirmemeliyiz. Aslında, ta rımsal örgütlenmedeki ve kırsal sınıfların durum larındaki değişiklikler, Avrupa’nın büyük ticaret yollarıyla açılmamış kesimlerinde çok yavaştı. Üstelik, gelişmenin en hızlı oldu ğu yerlerde bile geçmişin ağırlığı b ü tü n gücüyle kendini hissettiriyordu. Ekilen alan, önceki herhangi bir dönem e göre daha fazla görünm ektedir ama bugünküne göre yine 100
s o n d erece azdır. T arım y ö n tem leri sa b it k alm ış g ö r ü n m e k tedir; g ü b re k u lla n ım ı, birkaç ayrıcalıklı yöre d ışın d a b ilin m em e k te d ir ve h e r yerde in sa n la r geleneksel ro ta sy o n siste m in e bağlı kalm ışlardır. Serilik ne k a d a r d eğişikliğe uğra m ış olu rsa o lsu n , k ö y lü yine de se n y ö rü n yargı h a k k ı, o n d alık vergiler, örfî resim ler (banalités) ve y ö n e tim le rin o n u korum adığı ya da y etersiz derecede k o ru d u ğ u h er tü rlü g ü ç suiistim alleriyle karşı karşıya b u lu n u y o rd u . H er şey d ik k ate a lın d ığ ın d a , sayısal o la ra k n ü fu s u n b ü y ü k ç o ğ u n lu ğ u n u m eydana getiren kırsal kitleler tam am en pasif bir rol o y n u yorlardı. Toplum sal hiyerarşide vzîam’in yeri yoktu.
101
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
S
ONÜÇÜNCÜ YÜZYILIN Ka d a r Tİc a r e t
onuna
ı . Ticaret Hareketleri1 Ortaçağların ticarî canlılığı, bu dönemde insanların ve eşya nın taşınmasında karşılaşılan güçlüklerin ışığında daha da dikkate değer görünmektedir. D okuzuncu yüzyıldan itiba ren yolların d u ru m u çok kötüydü. H ayranlık uyandıran Roma yol şebekesinden geriye kalanların tüm ü de artık ta mam en ortadan kalkmıştı. Üstelik, yalnızca bu yolların ba kımını sağlamaya yönelik geçiş resimleri varlığını sürdür mekle kalmamış, antik teloneum yâ da bac-ı bazar (market toll) adıyla bilinen eski uygulamaları da içerecek şekilde 1 Bibliyografya; A. Schulte, a.g.e., s. jx; W. Vogel, a.g.e., s. 17, n. 4; W. Götz, Die Verkehrswege im Dienste des Welthandels, S tuttgart, 1888; T.H. Scheffel, Ver kehrsgeschichte der Alpen, Berlin (1908-13) 2 C.; R. Laur-Belart, Studien zu r Eröffnungsgeschichte des Gotthardpasses, Z urich, 1934; J.E . Tyler, The Alpine Passes in the Middle Ages, (962-1250), Oxford, 1890; R. B lanchard, Les Alpes françaises, Paris, 1925; Ch. de La Ronciere, Histoire de la marine française, Pa ris, 1899-1932, 6 c.; E.H. Byrne, a.g.e., s. 24, n. 9; Ed. von L ipm ann, Geschichte des Magnetnadels bis zu r Einführung des Compasses, Berlin, 1932; A. Bardwood, Alien M erchants in England, 1350-1377, Their Legal and Economic Position, Cam bridge (M ass.), 1931.
103
yenileri yaratılm ıştı. Ne var ki bunlar, özgün kam usal am açlarından tam amen saptırılm ış, yararsız ve can sıkıcı bir verginin kalıntılarıydı yalnızca. Yöresel büyük lordlarca gaspedilen Ortaçağların lonUeu’su, ulaşım üzerinde acımasız bir yük ve yalnızca haksız bir malî zorlama haline geldi. Bunun bir tek meteliği bile yol onarımına ya da köprülerin yeniden yapımına ayrılmıyordu. Senyörlük haklarının top rak üzerindeki baskısı gibi, bunlar da ticaret üzerinde ağır bir yüktü. Bunu ödeyen tüccar, söz konusu ödemeyi yalnız ca bir “zor alım”, bir “güm rük belâsı”, eşyası üzerine bindi rilen haksız bir vergi, tek kelimeyle bir kötülük olarak gö rüyordu ve bu, gerçekten de başka bir şey değildi. Ulaşımın önüne konan tüm engeller içinde, bundan daha genel ve daha can sıkıcı bir başkası yoktu. Doğal olarak gelişmekte olan kentlerin ilk taleplerinden birisi, ya kısmen ya da kendi büyük lordlarınm yargı alanı na giren tüm bölgede hem şehrilerinin bundan kurtarılm a sıydı ki kendilerinden önce pek çok manastır, dinsel ne denlerle, bundan bağışıklık elde etmişti. Onikinci yüzyıl dan itibaren en zengin kentler, kendi tacirlerinin sık sık zi yaret ettiği yabancı ülkelerde bu geçiş resmine tâbi olmama ayrıcalığını elde etmeyi bile başarmışlardı.2 Ancak bu ayrı calıklar ne kadar çok sayıda olursa olsun, geçiş resimleri, bütün ulaşım yollarında bir engel olmaya devam ediyordu. Onbeşinci yüzyılın sonunda, bu geçiş yerlerinden Ren’de 64, Elbe’de 35, Tuna’nın yalnızca Aşağı Avusturya’daki kesi minde 77 tanesi hâlâ varlığını sürdürüyordu.3 Böylece ulaşım, yolların kötü durum u kadar malî söm ü 2 1127'de Saint-O m er sakinleri, N orm andiyalı W illiam 'dan, Ingiltere K ralı'nca m u af tutulacakları yolunda söz aldılar. Aynı dönem de, Bruge'lû G albert’m açık laması, b u kentlerin, geçiş resm inin kaldırılm asına verdikleri önem i gösterir. 3 Kulischer, a.g.e., c. 1, s. 301. 1271’de, Scarpe ve Scheldt’ üzerinde, Douai ve Rupelm ondc arasında 22 geçiş yeri saydım . W am koening and G heldorf, llistoire de la Flandre et de ses Instilutions, c. II, s. 460 ve devamı.
104
rüyle de geciktiriliyor ve engelleniyordu. Kışın su ve çam ur batağı halinde olan yollarda bir yerden başka bir yere git m ek hem en hem en olanaksızdı. Yolların bakımı, bunların arazisinden geçtiği kişiler ya da yolların bakım ından çıkarı olanlara bırakılm ıştı. Lombardiya’nın kam usal oıoriteleri, İtalya’nın Kuzey Avrupa ile ulaşımı açısından öylesine kaçı nılmaz olan Alpler’deki geçitleri iyileştirmek için, herhangi bir girişimde bulunm uş görünmüyorlar. Bu konuda sağlan mış olan tek gelişme, yalnızca yolcuların, hacıların ve tacir lerin inisiyatifine bırakılmış görünüyor. M ont-Cenis, Brenner, Septimer ve Saint-Bernard geçitleri ilk zam anlar en çok kullanılan geçitlerken, onüçüncü yüzyılın başında SaintGothard geçidi kullanılmaya başlandı. Varlığına ilişkin bil gimiz olan ilk asma köprü, isimsiz bir m ucit tarafından ve kuşkusuz bu yolu kullananların kesesinden Saint-Gothard geçidi üzerinde kurulm uştu ve böylelikle Ren ve Tuna vadi leriyle Milano arasındaki en kestirme yol açılmış oldu. An cak, Bizans im paratorluğu ve M üslüman Sicilya örneğinden yararlanan Napoli Krallığı’nda, H ohenstaufen ve Angevin m utlak m onarşisi, karayollarını onarm ak için, yönetim ce önlem ler aldı.4 Fransa’da kraliyet hüküm eti, başkent yakın larında bile, yol masraflarını buraları kullananların üzerine yıktı. 1332’de, Ghent ahalisi, ticarî eşyalarının Paris’e ulaş tırılmasını hızlandırm ak amacıyla, Senlis yolunu kendi cep lerinden onarm ak zorunda kaldılar.5 K öprülerin yapım ı, yolların bakım ından daha çok ilgi uyandırıyordu. Bunlar olmaksızın büyük nehirler de aynı şekilde, son derece zahm etli engeller m eydana getirm iş olacaktı. Bununla birlikte, gerçekten önemi olan ve dolayı sıyla büyük masraflar gerektiren bütün köprüler kentlerde 1 G. Yver, Le commence et les marchands dans l'Italie méridionale, s. 70. 5 C artuiaire de la ville de Gond. Compte de la ville et des baillis, ed. J. Vuylsteke, s. 801 (G hcnt, 1900).
105
ve kuşkusuz büyük ölçüde burg’luların kesesinden yapılı yordu. Meuse üzerindeki M aastricht, Liege, Huy, N am ur ve Dinant; Sen üzerindeki Paris, ve Rouen; Rhone üzerin deki Avignon ve Tham es üzerindeki Londra köprüleri vs. böyledir. Ulaşım araçları da doğal olarak yolların kötü durum una uyarlanmak zorundaydı. Eşya taşınması için genellikle iki tekerlekli hafif arabalar kullanılıyordu ama at sırtında da pek çok eşya taşmıyordu. O dönemlerde ağır ticari eşyayı yollamak için, yükü, çok sayıda araç ya da hayvana dağıt m ak kesinlikle zorunluydu. Dört tekerlekli ağır arabalar, kuşkusuz, üzeri taş vs. ile döşenmiş olmayan yollarda çok sınırlı bir kullanım alanı buluyordu. Yük beygirlerinde onuncu yüzyılda sağlanan gelişme, ulaşım araçları daha az kötü olsaydı, aynı sonuçları veremezdi.6 Kara ulaşımındaki bu boşluk, her ne kadar yaz aylarında ki kuraklık kış aylarındaki don, ilkbahar ve sonbahardaki seller, sık sık nehir ulaşımını engellemiş olsa da, su yolları nı belli başlı ticaret yolları haline getirdi. Fakat böyle de ol sa, nehirler, değişim ve ulaşımın önemli araçlarıydılar. Bun ları geliştirmek için hiçbir çaba esirgenmiyordu. Kanallar inşa ediliyor, uygun noktalarda rıhtım lar ve iskeleler k uru luyordu. Karalarca kuşatılmış suların çok ağır aktığı Flander düzlüğünde, nehirlerce beslenen kanallar kazm ak ve böylece bunları ulaşıma açmak m üm kündü. Bu vaatetr’lerin en eskisi, onikinci yüzyıla kadar geri gider. Ancak onüçüncü yüzyıl boyuncadır ki, bunların sayısı, yörenin ticarî fa aliyetlerine çarpıcı bir biçimde tanıklık edecek bir düzeye ulaştı. Aralıklarla kurulan ahşap bentlerde, su seviyesi ge rekli yükseklikte tutuluyordu. Kayıklar bu kanalları, bir 6 O nuncu yüzyıldan önce, hayvanların taşım a gücü olarak yetersizliği k o n u su n da bkz. Lefebvrc des Noettes, Lattclage et le cheval de selle d travers les âges (Pa ris, 1931).
106
bucurgatın çektiği halatların yardımıyla üzerinden kaydık ları rampa kızaklarını aşarak geçiyorlardı. Bu tesisatın bü tününe overdrag deniyordu. Kanalların yapımı için gerekli masraflar, bazen kentler, bazen de tüccar grupları tarafın dan karşılanıyordu. Feodal geçiş resim lerinden çok farklı olan bu vergiler, geçen gemilerden alınıyor ve hasılat, tesi sat ve bakım masraflarını ödemek için kullanılıyordu.7 Deniz ticareti doğal olarak nehir ticaretinden daha da bü yük bir önem kazandı. O ndördüncü yüzyıla kadar Akde niz’de ve onbeşinci yüzyıla kadar Kuzey Denizi’nde, yani pusulanın yaygınlaştığı döneme kadar, gemiler kıyı boyun ca seyretmek zorunda kalıyorlardı. Çok kısa seferler dışın da birlikte seyrediyorlar ve durum elverdiğinde tacirlerin kendilerinin bile başvurmaktan geri durmadığı korsanlığın böylesine yaygın olduğu bir çağda, kaçınılmaz bir önlem olarak, çoğu kez savaş gemilerince korunuyorlardı. Yük tu tarı 200 ilâ 600 ton arasında değişiyordu.8 Akdeniz’de başlı ca kadırgalar kullanılıyordu. Kuzey Denizi ve Baltık’ın, Fransız yapımı ne/ ve kökeleri (cogge) yuvarlak ve yüksek bordalarıyla tek yelkenli gemilerdi. O nüçüncü yüzyılın ba şında düm enin geliştirilmesi bütün teknelerin seyir yetene ğini artırdı.9 Ancak bunlar, kış m evsim inin rüzgârlarında yolculuğu hiçbir zaman göze alamıyorlardı. O ndördüncü yüzyılın başına kadar Cebelitarık Boğazı’nı geçmek, İtalyan gemileri için kural dışıydı; ancak 1314’te Venedik ve Cene vizliler, Flander ve İngiltere’ye sefer yapabilecek donanm a 7 H. Pirenne, Les ovcrdraghcs et les portes d'eau en Flandcr au XIII siècle, bkz. Essays in Médiéval History presented to Thomas Frederick Tout (M anchester, 1925). 8 A kdeniz gem ileri için, Byme, a.g.e., s. 9 ve devam ına bkz. O nun araştırm aları, bu gem ilerin kapasitesinin, daha önce sanıldığından çok d aha bü y ü k olduğunu gösterm iştir. Bu gem ilerin pek çoğu 1000 ilâ 1100 yolcu taşıyabiliyordu. 9 Lefebvre des N oettes, La gouvernail. Contribution a l'histoire de tesclavage, bkz. Mémoires de la société des antiquaires de France 1934, s. 24 ve devam ı.. Yazann vardığı sonuçlar, hareketin önem ini abartıyorm uş gibi görünm ektedir.
107
lar örgütlediler.10 Onikinci yüzyıldan itibaren Kuzey sula rında tskandinavların yerini alan Hansa’lılara gelince, onla rın gemileri de şarap için uğradıkları La Rochelle ve tuz için girdikleri Bourgneuf Koyu’nun yer aldığı Biskay Körfezi’nden daha güneye inmiyorlardı. Lim anların tesis edilm esi, gem ilerin boşaltılm ası için sundurmalar, vinçler ve salapuryalar yapımına neden olu yordu. Güneyde Venedik, kuzeyde ise Bruges, Avrupa’nın en em in ve en iyi yönetilen lim anlan kabul ediliyordu. Kı yıya yaklaşıldığında, ulaşıma açık kanalları belirtm ek üzere kilise kuleleri, m üstakil çan kuleleriyle seyyar kulelerden yararlanılıyordu. Bazen bu kulelerin tepesinde, deniz feneri görevi yapmak üzere işaret fenerleri yakılıyordu. Gemiler boşaltıldıktan sonra, genellikle onarım için nehirlerin kıyılanna çekiliyorlardı. İçeride geçiş resmi alma hakkının artışı tüm trafiği engel lerken, siyasi sınırlarda hiçbir engelin olmayışıyla hiç değil se biraz denge sağlanıyordu. Onbeşinci yüzyıla kadar, ilk korum a belirtileri kendisini açığa vurmadı. Bundan önce, ulusal ticareti yabancı rekabeti karşısında kollamak konu sunda herhangi bir isteğin en küçük bir belirtisi yoktur. Bu bağlamda, onüçüncü yüzyıla kadar ortaçağ uygarlığını be lirleyen uluslararasıcılık, devletlerin davranışlarında özel bir açıklıkla ortaya konuyordu. Ticarî hareketleri kontrol etme konusunda herhangi bir girişimde bulunulm uyordu ve bu adı hak eden bir ekonomi politikasının izlerini ara mak boşunaydı. Doğal olarak büyük lordların siyasal ilişki leri, ekonom ik alanda yansımalarını ortaya koyuyordu. Sa vaş zam anlarında düşm an ülkelerin tacirleri tutuklanıyor, malları müsadere olunuyor ve gemilerine el konuyordu. Ti caretin yasaklanması, zorlamanın sık başvurulan bir aracıy 10 A. Schaııbe, D it Anfacnge der venezianisehen Galeerenfahrtcn nach der Nodsee, bkz. Historische Zeitschrift, c. C1 (1908). 108
dı. O nûçüncü ve ondördüncü yüzyıllarda İngiltere kralları, Flander ile olan anlaşm azlıklarında, endüstriyel bir buna lım yaratarak onları boyun eğmeye zorlamak için bu ülkeye yün ihracatını durduruyorlardı. Ancak bunlar kalıcı bir çö züm değil, yalnızca zora başvurma yollarıydı. Barış sağlan dığında her şey eskisi gibi oluyordu; düşm anı, onu pazarla rından yoksun bırakm ak ya da endüstrisine el koymak yo luyla yıkmaya çalışmak konusunda herhangi bir düşünceye hiçbir yerde rastlanmaz. Kısaca, Ortaçağların büyük lordları, m erkantilizmin en küçük bir esintisinden bile yoksun dular. Bunun belki biricik istisnası, II. Frederick ve onun Napoli Krallığı’ndaki Angevin ardıllarıdır. Gerçeklen bura da, Sicilya ve Afrika’daki M üslüm anlar ve Bizans’ın etkisi altında, en azından, ekonomik sisteme devlet m üdahalesi nin başlangıcını sezebiliriz. Kral, buğday ticareti tekelini kendisine ayırmış ve sınırlarda düzenli bir güm rük yöneti mi kurm uştur. O nun bu konudaki çıkarları, kuşkusuz malî idi, bununla birlikte, ticareti kendi kontrolü altına almakla, m odern zamanların m odern m onarşilerinin benimsedikleri politikayı önceden haber veren yeni bir yolu açmış olduğu da bir gerçektir.11 Ancak Napoli kralları zam anlarının çok ilerisindeydiler; kendilerini taklit edecek kimseleri bulam a yacak kadar dar sınırlar içinde çalışıyorlardı ve bu çabaları Anjou’lu Şarl’ın 1282’deki akıbetinden daha uzun öm ürlü olmamış görünmektedir. Prensliklerin m âliyeleri yararına ticareti söm ürm e d ü şüncesi, doğal olarak bütün hüküm etlerin akim a gelmiştir. Her yerde yabancılar özel vergilere tâbi idiler ve anlaşm a larla korunm adıkları sürece, malları, ihtiyaç halinde yöre sel büyük lordlar tarafından elkonulm a tehlikesiyle karşı karşıya idi. Ancak lord bunları eziyor ama aynı zamanda 11 N apoli Krallığı'nın ekonom ik politikası için bkz. G. Yver, a.g.e.
109
da koruyordu. Tüccar her yanda, hacılar gibi, arazisinde seyahat ettiği lordun özel korum ası altındaydı. Kamusal barışın k o runm asından yararlanıyordu. Pek çok büyük lord, hırsızların ve soyguncuların acımasız yargıcı olarak haklı bir ün kazanmıştır. Her ne kadar Ortaçağların sonu na, hatla daha yakın zam anlara kadar tacirlerin korkusu olmaya devam eden çok sayıda baron ve şövalye varlığını sürdürm üşse de, onüçüncü yüzyıl başlarına kadar bu kor ku n ç Raubritter* tip in in yalnızca ıssız yörelerde ya da anarşiye terk edilm iş ülkelerde b u lu n d u ğ u n u söylem ek doğru olacaktır. Bu tarihten itibaren, barış zam anlarında soygunculuk, hüküm etlerin kendi m ahkem elerinin yetki sini ve m em urlarının otoritesini sağlam bir şekilde kurm uş oldukları her yerde gerçekten istisna idi. Aynı zam anda ekonom ik gelişme ile bağdaşmayan çok sayıda uygulam a değiştirilmişti. Denizin kıyıya attığı şeyler üzerinde lordun hak iddia edebilm esini sağlayan “enkaz” hakkı ortadan kaldırılmış ya da anlaşm alarla düzenlenmişti. Aynı şekilde, lordlannm ya da vatandaşlarının borcu nedeniyle yabancı tüccarların tutuklanm am asını garanti eden çok sayıda an laşma yapılmıştı. Bütün bu ilkeler onüçüncü yüzyıl boyun ca, artan bir baskı ve şiddetle belirlenmiş, ancak bunların uygulaması, zorlayıcı yaptırım ların yokluğu nedeniyle, be lirsiz ve fasılalı olmuştur. Her şeye rağmen güvenlik duy gusu artmış ve kaba gücün rolü azalmıştır; uluslararası ti caret ve çalışmanın gelişmesine özellikle uygun bir ruh ha li yavaş yavaş oluşm uştur. Başlangıçta, tacirleri tehdit eden çok değişik tehlikeler, onları silahlı takımlar ve kervanlar halinde seyahat etmeye zorluyordu. Güvenlik yalnızca güç karşılığında sağlanabili yor, güç ise yalnızca birlik ile elde ediliyordu. Ticaretin en (*) Raubritter: Yağmacılıkla geçinen derebeyi. - ç.n.
110
hızlı geliştiği iki ülkede, İtalya ve Felemenk’te aynı şey ol muştur. Bu bağlamda Romen ya da Cermen halklar arasın da hiçbir fark yoktur. Birliklerinin adı ne olursa olsun, bu ister Jrairies, charites, cotnpagnies, gildes ya da hanses olsun realite aynıdır. Burada, başka yerlerde olduğu gibi, ekono mik örgütlenmeyi belirleyen, ulusal deha değil toplum sal ihtiyaçtır. İlkel ticarî kurumlar, feodalizmin kurum lan ka dar kozmopolitti. Belgeler, onuncu yüzyıldan itibaren, Batı Avrupa’da giderek artan sayıda görülmeye başlayan tüccar takımlarının oldukça canlı bir resmini oluşturm am ıza ola nak verm ektedir. Bu takım ların ok ve kılıçla silahlanm ış üyeleri, çuvallar, balyalar, sandıklar ve varillerle yüklü ara ba ve beygirlerin çevresini sararlardı. Başta sancak taşıyıcısı (schildrake) yürür ve bir önder, hansgraf ya da doycn, bir birlerine sadakat yeminiyle bağlı “birader”lerden (ihvan) oluşan topluluk üzerinde otoritesini kullanırdı. Sıkı bir da yanışma ruhu bütün grubu canlı tutardı. Ticari eşya, görü nüşe bakılırsa, ortak alınır ve satılır ve kârlar, her adamın payına göre, eşil olarak (pro rata) dağıtılırdı.12 Fiyatların esas olarak ithal edilen malın nedretine bağlı olduğu ve bu nedretin de mesafeye bağlı olarak arttığı bir çağda, sefer ne kadar uzun olursa, kâr olasılığı da o kadar büyük olurdu. Kazanç arzusunun, gezginci bir var oluş biçiminin tehlike ve güçlüklerini dengelemeye yetecek kadar kuvvetli oluşu nu anlamak kolaydır. Onikinci yüzyıl başlarından itibaren Dinant’lılar, ihtiyaçları olan bakırı sağlamak için Goslar ma denlerine kadar uzanıyorlar, Köln, Huy, Flander ve Ruen’li tacirler Londra Limanı’nı sık sık ziyaret ediyorlar ve çok sa yıda İtalyan, daha şim diden Ypres panayırında görünüyor lardı. Kış mevsimi dışında, girişken tüccar sürekli yollar daydı ve İngiltere’de bunların, çok canlı bir anlatımla “toz 12 C. K oehne, Das Hansgrafenamt, Berlin, 1893. W. Stein, Hansa, bkz. Hansische Ccschichtsblatter, 1909, s. 53 ve devamı.
111
lu-ayak” (pedes pulverosi, piepowder) adını almış olması se bepsiz değildi.13 Ticarî hayat, işlemlerinin artışıyla orantılı olarak, kaçınıl maz bir şekilde uzmanlaşma gerektirdiği için, çok geçme den avare dolaşan kitleler arasında bazı gruplar ortaya çıktı. Sen Vadisi’nde, su-tacirlerinin Paris loncası, Rouen’e kadar uzanan nehir ulaştırmacılığına kendisini adadı.14 Onikinci yüzyılda Flander’de, İngiltere ile ticaret yapan kent loncala rı; Londra Hanse’si adı altında bir birlik kurdular.15 İtalya’da Champagne panayırlarının çekiciliği, Universitas mercatoııım Italiae nundinas Canıpaniae ac regni Franciae frequentanlium’un kurulm asına yol açtı. Onyedi kentin adı geçen hansası, Champagne ile ticaret yapan Felemenk ile Kuzey Fransa’nın kumaş üreten bazı kentlerinden de tacirleri içe rir olm uştu.16 Tüccar, deniz ticaretinde olduğu gibi, kara ticaretinde de yersiz yurtsuz bir gezginciydi. Burada da her şeyi bizzat kendisi yapıyor, satabileceği yerlere mallarını bizzat kendisi taşıyor ve ülkesine götüreceği malı kendisi satın alıyordu. Ancak, zamanla gelişen kapitalizm, işin başının, faaliyelle13 Yukardaki ikinci b ö lü m ü n 13 n o 'lu d ip n o tu n a b a k ın a . Aşağıdaki parça. O r taçağların gezginci tacirlerinin niteliğini çok güzel anlatm aktadır. 1128 yılın da Bruges ahalisi Kont W illiam C liton'a karşı şikayetlerini şöyle dile getiri yorlardı: “Nos in terra hac (Planders) clausit ne negociari possem us, im o quicquid hactenıts possedim us, sine lucro, sine negotiatione, sin e acquisitonc rerum co n su m p sim u s, ıın d e ju sta m habem us rationem expellendi illum a terra". Galbcrt of Bruges, Histoire du meurtre de Charles le Bon, ed. H. Pirenne, s. 152. 14 H. Picarda, Les marchands de l'eau. Hanse parisienne et compagnie française, Paris, 1901. G. Huism an, La juridiction de la municipalité parisienne de saint Louis a Charles VII (Paris, 1912); 11. Pirenne, A Propos de la hanse parisienne des marc hands de Peau, bkz. Mélangés dlüstoire offerts à M. Charles Bemont, Paris, 1913. 15 H. Pirenne, La hanse flam ande de Londres, bkz. Bulletin de la Classe des Lettres de VAcademic royale de Belgique, 1899, s. 65 ve devam ı. 16 H. L aurent, Nouvelles recherches sur la Hanse des XVII villes, bkz. Le Moyen Age, 1935.
112
rin m erkezinde yer almasını gerektirdi, barış ve güvenlik) seferin lim anda selâmetle sona erebilecegine olan güveni artırdı ve tacirler daha iyi eğitim görerek işlerini yazışma yoluyla yürütebilecek bir durum a geldiler. O zam an, ticarî eşyaya bizzat eşlik etm ek daha az gerekli ve ticarî hayat da ha yerleşik oldu; ulaştırm acılık kendi personeline sahip olan özel bir faaliyet dalı olarak farklılaştı.17 Büyük ticarî iş letmelerin yöneticileri, ortaklar ya da temsilciler ( “factors”) tarafından tem sil edildiler. Bu sistem onüçüncü yüzyılın ikinci yarısında İtalya’da, zaten epeyce gelişmişti ve o za m andan sonra da b ü tü n ülkelerde giderek geçerli oldu. Tüccar gemilerinin uzun seferler boyunca korsanlık nede niyle silahlanm ak zorunda kalışları dışında, ticaret, ilk za manlarda çevresini saran askerî gereçlere gereksinme duy mamayı artık başarabiliyordu.
2. Panayırlar18 Ortaçağların ekonom ik örgütlenmesinin en çarpıcı özellik lerinden birisi, panayırların, özellikle onüçüncü yüzyılın sonuna kadar oynadığı önemli roldü. Bütün ülkelerde b u n lardan pek çok vardı ve her yerde uluslararası bir olay sayıl malarına yetecek ve varlığını Avrupa toplum unun koşulla 17 Bu değişim kon u su n d a, H Rörig, Ilansische Bdlraege zu r deutschctı Wirlschaftsgeschichte, (Brcslau, 1928), s. 217 ve devam ına bakınız. 18 Bibliyografya: H uv elin , a.g.e., s. VIII; E B ourqueloi, Étude sur les foires de Champagne, Paris, 1865, 2 c.; C. Basserm ann, Die Champagnermcssen Ein Beitrag zur Geschichte des Kredits, Leipzig, 1911; G. Des M arez, La lettre de foire a Ypres au XIII siècle, Brüksel, 1901 (Belçika Akadem isi'nc su n u lm u ş çalışma); H. 1-aurent, Documents relatifs à la procédure en foire de Champagne contre des débiteurs défaillants, bkz. Bulletin de la commission des anciennes lois et ordon nances de Belgique, c. XIII (1929); H. Pirenne, Un conflict entre le magistrat yprois et lesgardes des foires de Champagne, bkz. Bulletin de la Commission roya le d'histoire de Belgique, c. LXXXV1 (1922); A. Sayous, Les operations des ban quiers italiens et Italie et aux foires de Champagne pendant le XIII siicle, bkz. Re vue historique, c. CLXX (1932).
113
rının doğasında bulan, aynı temel özelliğe sahiptiler. Gez ginci ticaret çağında en yüksek dönemlerini yaşadılar ve ta cirlerin yerleşik çalışma koşullarına geçişiyle orantılı olarak önemlerini kaybettiler. Ortaçağların sonunda ortaya çıkan panayırlar tamamen farklı türdendi ve her şey dikkate alın dığında bunların ekonom ik hayattaki önemi kendilerinden öncekilerle kıyaslanamaz. Panayırların (nundinae) kökenini, dokuzuncu yüzyılın başından itibaren Avrupa’nın her yerinde artan sayılarda ortaya çıkan o küçük yerel pazarlarda aram ak boşunadır. Panayırlar bu pazarlardan sonra gelirlerse de, herhangi bir şekilde onlarla bir ilişkileri yoktu ve aslında onlarla tam bir zıtlık ortaya koyuyorlardı. Yerel pazarların amacı, yöre de yerleşik nüfusun günlük hayatı için gerekli olan ihti yaçları sağlamaktı. Bu durum onların haftada bir kurulm a larını, çok sınırlı bir çekim alanına sahip olmalarını ve fa aliyetlerinin küçük perakende işlem lerle sınırlı oluşünu açıklar. Panayırlar ise aksine, profesyonel tacirler için be lirli zamanlarda buluşm a yerleriydi. Panayırlar, değişimin ve özellikle toptan değişimin yapıldığı yerlerdi ve yerel en dişelerden bağımsız olarak, m üm kün olan en büyük sayıda insan ve eşyayı çekm ek için kuruluyorlardı. Bunlar belki uluslararası fuarlarla bile karşılaştırılabilir, çünkü hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi dışarıda bırakmıyorlardı. Ülkesi ne olursa olsun her birey, doğası ne olursa olsun alınıp satıla bilir her nesne buralarda m utlaka iyi kabul görüyordu. Bundan başka, bu panayırları aynı yerde, yılda birden fazla ya da en çok ikiden fazla kurm ak olanaksızdı, çünkü bu nun için yapılması zorunlu olan hazırlık pek büyüktü. Pa nayırların çoğunun, yarıçapı oldukça geniş alanları içerdiği doğrudur. Onikinci ve onüçüncü yüzyılda yalnızca Champagne panayırları, Avrupa’nın her yerinden tacirleri çeki yordu. Ancak önemli olan, her lim anın her türlü gemicili 114
ğe olduğu gibi kuram sal olarak her panayırın da her türlü ticarete açık olmasıdır. Panayırla yerel pazarlar arasındaki ayrılık, yalnızca bir büyüklük farkı değil fakat aynı zam an da bir tür farkıdır. M erovenj dönem ine uzanan ve O rtaçağların tarım sal dönem i boyunca tek başına varlığını sürdüren ve hiçbir taklitçi bulam ayan Paris yakınlarındaki Saint Deniş pana yırı dışında, panayırlar ticaretin canlanışıyla ortaya çıktı lar. Bunların içinde en eskileri, onbirinci yüzyılda vardı lar, onikinci yüzyılda sayıları, daha o zaman epeyce çoktu ve bu sayı onüçüncü yüzyılda daha da arttı. Bunların ku ruluş yerleri doğal olarak büyük ticaret hareketlerince be lirle n iy o rd u . H er ü lk ed e tic a re tin d ah a e tk in ve daha önem li olm asıyla oran tılı olarak b u n ların sayıları arttı. Bunları kurm a hakkı yalnızca o yörenin büyük lorduna aitti. Çoğu kez büyük lord bu hakkı kentlere devrediyor du. Bununla birlikte, hiçbir zaman b ü tü n büyük kentsel m erkezler panayırlara sahip olm uyordu; M ilano ve Vene dik gibi birinci derecede önemli kentlerin panayırı yoktu. Flander’de Bruges, Ypres, Lille’de panayırlar vardıysa da, G hent gibi çok hareketli bir m erkezde panayır yoktu. Oy sa, hiçbir zam an küçük pazar kentleri olm aktan öteye ge çemeyen T hourout ve Messines’de panayır kuruluyordu. Lagny ve Bar-sur-Aube gibi kendileri önem siz ama pana yırları ünlü kentler dikkate alındığında, aynı şey Cham pagne için de geçerlidir. Böylece panayırların öneminin, kurulduğu yerin önem in den bağımsız olduğu ortaya çıkıyor. Bu kolaylıkla anlaşıla bilir çünkü panayır, uzaktaki m üşteriler için belirli aralık larla kurulan bir buluşm a yerinden başka bir şey değildi ve buna katılanların sayısı, yerel nüfusun yoğunluğuna bağlı değildi. Ancak Ortaçağların ikinci yarısında panayırlar, ge çici insan kalabalıkları çekmek yoluyla belirli kentleri ek 115
kaynaklara kavuşturmak gibi bambaşka bir amaçla kurulur olmuştu. Açıktır ki, bu gibi durum larda yerel ticaretin he sapları büyük önem kazanıyor ve kurum özgün ve aslî amacından saptırılmış oluyordu. Yasalar, panayırlara ayrıcalıklı bir konum sağlıyordu. Pa nayırın üzerinde kurulduğu alan özel güvenlik önlemleriyle korunuyor ve huzurun bozulması halinde ağır cezalar uy gulanıyordu. Buralara giden herkes, yöresel büyük lordun conduit'si, yani koruması altındaydı. “Panayır m uhafızları” (cuslodes mındinarum) düzeni sağlıyor ve burada özel bir yetki kullanıyorlardı. Onların m ührüyle m ühürlenm iş taah h ü t m ektupları özel olarak bağlayıcı kabul ediliyor ve m üm kün olan en çok sayıda katılmayı sağlayabilmek için birtakım ayrıcalıklar icat ediliyordu. Örneğin, Cambrai’de, Saint Simon ve Saint Jude panayırları süresince zar atm ak ve iskambil oynamak için özel izin çıkarılıyordu. “Ziyafet ler ve oyunlar başlıca çekiciliklerdi.”19 Ancak asıl kazançlı olan, panayır dışında taahhüt edilmiş borçlarda ya da işlen miş olan suçun cezasını çekmede ve müsadere gibi konu larda panayıra gelen tacirlere “bağışıklıklar” sağlanması, pa nayırın asayişi devam ettiği sürece davaların ve infazların askıya alınmasıydı. H epsinden daha değerlisi ise, m ukaddes kitabın buyruğu d o ğ ru ltu su n d a m urabahanın (yani faiz karşılığı borç verme) yasaklanışıyla, en yüksek faiz oranı nın belirlenişinin askıya alınmasıydı. Panayırların coğrafî dağılım ını incelersek, ilk bakışta açıkça görülür ki, b u n lar arasında en kalabalık olanları, İtalya ve Provans’tan Flander kıyılarına uzanan büyük tica ret yolunun aşağı yukarı yarısı boyunca küm elenm işti. Banlar bütün yıl boyunca birbirini izleyen ünlü “Champagne ve Brie panayırları” idi. Ö nce, ocak ayında k u ru lan 19 H uvciin, a.g.e., s. 438. 116
Marn üzerindeki Lagny panayırı, ondan sonra Lent ortasın dan önceki salı kurulan Bar panayırı, mayısta Saint Quiricae panayırı diye bilinen ilk Provins panayırı, haziran ayın da Troyes’in “sıcak panayırı”, eylülde Saint Ayoul ya da ikinci Provins panayırı ve nihayet, halkanın sonuncusu ola rak ekimde kurulan Troyes’nin “soğuk panayırı”. Onikinci yüzyılda bu panayırlar, yalnızca m alların toplanabilm esi için yeterli bir ara bıraktıktan sonra altı hafta sürüyordu. Kuruldukları mevsim nedeniyle en önemli olanlar, “sıcak” Troyes ve Provins panayırlarıydı. Bu panayırların başarısı, kuşkusuz sahip oldukları mükemmel konum larının bir so nucudur. Açıkça anlaşılmaktadır ki, daha dokuzuncu yüz yılda, zamanın ender görülen tacirleri, eğer Loup de Ferrieres’in20 bir m ektubunda sözü edilen seden negotiatonım Cappas (ticarî ilişkilerin yeri olarak Cappa), Aube eyaleti nin Chappas kenti olduğu düşünülürse, Champagne Ovası’nı sık sık ziyaret ediyorlardı. Ticaret canlanır canlanmaz, Champagne’den gelip geçenlerin artması, buranın kontları nı, birbirlerine yakın yerlerde panayırlar kurulm asını teklif ederek, tacirlere kolaylık göstermek suretiyle, ülkeleri için en büyük avantajı sağlamaya yöneltti. 1114 yılında Bar ve Troyes panayırları bir süredir varlıklarını sürdürüyorlardı; kuşkusuz aynı şey Lagny ve Brovins için de söz konusuydu. Bunların yakınında (her ne kadar aynı başanyı gösteremedilerse de) Sen üzerindeki Bar, Marne üzerindeki Chalons, Château-Thierry, Sen üzerindeki Nogent vs. gibi başkaları da bulunuyordu. Bu Champagne panayırlarına karşılık, bu radan Kuzey Denizi’ne uzanan çizginin sonunda Bruges, Ypres, Lille, Thourout ve Messines’deki beş Flander panayı rı yer alıyordu.
20 A. Giry, Éludes carolingiennes, bkz. Études d'histoire du Moyen Age dédiées à Gabriel Monod, s. 118 (Paris, 1896).
117
Onikinci yüzyıl, bu ticarî sistemin başarısında olağanüstü hızlı bir gelişmeye tanık oldu. Daha 1127 yılında Flander ve Champagne panayırları arasında çok etkin bir ilişkinin süregittiği konusunda en küçük bir kuşkuya yer yoktur, çünkü Galberı, Kont İyi Şarl’ın öldürüldüğü haberi üzerine Lombardiya tacirlerinin Ypres panayırından korku içinde kaçışlarını anlatmaktadır. Flander’liler, Champagne’de ken dileri hesabına, kumaşları için sürekli bir pazar buluyorlar dı ve bu kum aşlar oradan ya kendileri ya da İtalyan ve Provans’lı alıcılar tarafından Cénova Limanı’na taşınıyor ve bu radan da Akdeniz’in doğu kıyılarındaki limanlara ihraç edi liyordu.21 Bunun karşılığında Flanderliler Champagne’den dokunm uş ipekli kumaşlar, altın ve gümüş eşyalar ve özel likle Kuzeyli denizcilerin Bruges’de onlara sağladığı baharat ile Flander kumaşı ve Fransız şarabı ithal ediyorlardı. Onüçüncü yüzyılda ticarî ilişkiler, gelişme düzeylerinin en yük sek noktasına ulaştı. Champagne panayırlarının her birinde Flander’li kum aşçıların kendi “çadırları” vardı ye bunlar kentlere göre gruplara ayrılıyor ve kum aşlar buralarda ser gileniyordu. “Panayır kâtipleri” Champagne ve Flander ara sında durup dinlenmeksizin gidip geliyor ve tacirlerin m ek tuplarını taşıyorlardı.22 Bununla birlikte, Champagne pana yırları, önem lerinin büyük bir kısmını, kuşkusuz Flander endüstrisi ile İtalyan ticareti arasında erkenden kurm uş ol dukları ilişkilere borçlu iseler de, etkileri Batı’nm bütün yö relerine yayılmıştır. “Troyes panayırlarında bir Alman evi vardı ve Montpellier, Provins, Auvergne, Barselone, Valensiya, Lerida, Rouen, M ontauban, Burgondiya, Picardy, Cenova, Clermont, Ypres, Douai, ve Sain-Omerli tacirlere ait pa 21 Birinci b ölüm ün (Ticaretin C anlanışı) so n u n a bakınız. 22 G. Espinas, Une guerre sociale intcr-urbaine dans la Flandre wallonne au XIII si ècle, s, 24, 35, 72, 82, 83 vs’de (Paris-Lille 1930) bu kâtiplere ilişkin canlı ay rın tılar verm ektedir.
118
zar yerleri ve hanlar bulunuyordu." Provins’de Lombardlarm kendi özel kalacak yerleri vardı ve kentin m ahallelerin den birisi Vicus AUemnanorum (Alman mahallesi) adını taşı yordu, aynı şekilde Lagny’de de bir vicus Angliae (İngiliz mahallesi) bulunuyordu.23 C ham pagne panayırlarına uzaklardan insanları çeken yalnızca eşya ticareti de değildi. Buralarda yer alan hesapla rın tutarı o kadar çok ve öylesine önemliydi ki, bu panayır lar kısa sürede, çok yerinde bir terim kullanm ak gerekirse “Avrupa’nın para piyasası” haline geldiler.24 Her panayırda, satışların yer aldığı açılış dönem inden hem en sonra bir ödemeler dönemi geliyordu. Bu ödemeler, yalnızca panayır da taahhüt edilen borçları temizlemekle sınırlı kalmıyor, fa kat çoğu kez önceki panayırlarda yüküm lenilen borçlan da bir karara bağlıyordu. O nikinci yüzyıldan başlayarak bu uygulam a kredi işlem lerinin örgütlenm esine yol açtı ki, herhalde poliçelerin kökenini bunda aramalıyız. Ticarî uy gulamalar konusunda kıtalılardan daha ileri olan ltalyanlar, kuşkusuz bu işte inisiyatifi ele aldılar. Borç senetleri, belirli bir m iktar parayı, borç altına girilen yerden başka bir yerde ödemeyi öngören basit yazılı bir taahhüt, yani hukuk deyi miyle “belirtilen yerde ham iline ödenecek bir se n et”ten başka bir şey değildi. Aslında imza eden, başka bir yerde, alacaklıya ya da onun nuntıus’una, yani temsilcisine (aktif ödeme şartı) ve bazen de aynı şekilde kendisi adına hareket eden bir nuntius aracılığıyla (pasif ödem e şartı) ödem ede bulunmayı yüküm leniyordu. Champagne panayırları öyle sine çok ziyaret edilen panayırlardı ki, borçlann çoğu, nere de taahhüt edilirse edilsin, bu panayırların birinde ya da di ğerinde ödeniyordu. Bu durum yalnızca ticarî borçlar için 23 H uvelin, a.g.e., s. 505. 24 L. G oldschm idt, Universalgeschichte des Handelsrechts, s. 226.
119
değil, fakat aynı zamanda kişiler, büyük lordlar ya da dinsel kurumlarca akıedilen basit borçlar için de geçerliydi. Üste lik, Avrupa’nın tüm pazarlarının Champagne panayırlarıyla ilişki içinde olması durum u, onüçüncü yüzyılda bu pana yırlarda, “denkleştirm e” yani takas düzenlemeleriyle borç ların ödenmesi uygulamasını ortaya çıkardı. Böylece o gü nün Avrupa’sında panayırlar, ilkel bir kliring bürosu rolü oynuyordu. Kıtanın her yanından insanların oraya akın et tiği hatırlanırsa, bunların, Floransa ve Siena’lılar arasında kullanılan ve para ticaretindeki etkisi ağır basan, geliştiril miş kredi işlem lerine m üşterilerini alıştırm ış olm alarını kavramak kolaydır. Champagne panayırlarının en yüksek düzeye, onüçüncü yüzyılın ikinci yarısında ulaşmış oldukları kabul edilebilir. Bir sonraki yüzyılın ilk yılları bunların gerileyişine tanık ol du. Temel neden kuşkusuz, gezginci ticaretin daha yerleşik uygulamalara yerini bırakması ve aynı zamanda İtalyan li m anlarından Flander ve İngiltere’ye doğrudan yapılacak nakliyeciliğin gelişmesiydi. Hiç kuşkusuz, Flander K ontlu ğu ile Fransa krallarını birbirine düşüren ve 1302 yılından 1320 yılına kadar süren uzun savaş da, kuzeyli m üşterilerin en etkin grubundan onları m ahrum bırakarak, bu panayır ların çöküşüne katkıda bulundu. Bir süre sonra Yüz Yıl Sa vaşı, bunlara asıl darbeyi indirdi. Bundan sonra, ikiyüz yıl, Avrupa’nın tüm tacirlerinin adım larını yönelttikleri bu bü yük ticaret merkezleri artık yoktu. Ancak orada öğrenilen uygulamalar, şimdi, yazışmanın ve kredi işlemlerinin genel bir uygulama bulmasıyla, ticaret dünyasının Champagne’ya yaptığı yolculuklardan artık vazgeçebileceği bir ekonom ik hayata kapı açtı.
120
3. Par a25 Alman iktisatçıları, paranın bulunm asından önceki dönemi betimlemek için, doğal ekonomi, Naturalwirtschaft terimini icat etmişlerdir. Ekonom ik gelişmenin ilk aşam alarındaki değişimin doğası açısından bu terimin gerçekten uygulana bilir olup olmadığını tartışmak bizim işimiz değil; ancak, çoğu kez kullanıldığı için bu terimin onikinci yüzyıl rönesansı öncesi Ortaçağlar açısından haklı olarak ne ölçüde kullanılabileceğini araştırmak önemlidir. Bu dönem i bir do ğal ekonomi dönemi olarak tanımlayan yazarlar, açıktır ki, bunun m utlak anlamda anlaşılmasını kastetmiyorlar. Onlar, icat edildiği andan itibaren paranın, Batı’nın bütün uygar lıkları arasında sürekli bir kullanım alanı bulduğunun ve Roma lm paratorlugu’nun, kendisinden sonraki devletlere, arada herhangi bir kesinli olmaksızın parayı devrettiğinin çok iyi farkındadırlar. Böylece, erken Ortaçağlar, bir doğal ekonomi dönemi olarak tanımlandığında, söylenm ek iste nen tek şey, paranın o zaman oynadığı rolün, hem en hemen dikkate alınmayacak ölçüde önemsiz olduğudur. Kuşkusuz, bu iddiada büyük ölçüde gerçek payı vardır; ancak abart malara karşı da aynı derecede dikkatli olmalıyız.26 25 Bibliyografya: M. P rou, Les monnaies carolingiennes, Paris, 1896; A. Luschin von H bengrcuih, Allgemeine M ünzkunde und Ccldgeschichte, M unich-B erlin, 2’nci ed., 1926; W.A. Shaw, The History o f Currency, 1252-1 894, L o n d o n , 1895; A. Blanchct ve A. D ieudonné, Manuel de numismatique française, Paris, 1912-30, 3 c.; H. Van W erveke, Monnaie, lingois ou marchandsies?, bkz. Anna les d'histoire économique et sociale, c. IY (1932); Aynı Yazar, Monnais de compte et monnaie réelle, bkz. Revue Belge, 1934; A. Landry, Essai économique sur les mutations des monnaies dans l'ancienne France de Philippe le Bel à Charles VII, Paris, 1910; E. Bridrey, La théorie de la monnaie au X IV siècle, Nicole Oresmc, Paris, 1906. 26 A. D opsch, Naturalwirtschaft in der Weltgeschichte (Viyana, 1930) doğal eko n om i ve para ekonom isinin farklı dönem lerde yan yana varoluşlarım açıklıkla an cak ek o n o m ik evrim in ve değişim in yalnızca biçim i üzerinde değil fakat doğası üzerindeki yansım alarını dikkate alm aksızın açıklam ıştır. H. Van W er-
121
Bir kere, normal değişim aracı olarak, şimdi artık paranın yerini takasın aldığını düşünm ek yanlıştır. Takas, toplumsal ilişkilerde her zaman kullanılmıştır ve işin aslına bakılırsa, geçmişte olduğu gibi günüm üzde de hâlâ yaygındır. Ancak, paranın icadından sonra, hiçbir zaman onun işlevini gaspetmemiştir. İnsanlar takasa başvurduklarında, bunu ya kolay lık saikiyle ya da sırf bir rastlantı sonucu yapmışlardır; bun dan paranın yerini almak üzere değil, fakat yalnızca geçici olarak yararlanmışlardır. Kaynaklar bu noktada hiçbir kuş kuya yer bırakmıyor. Dokuzuncu yüzyıldan onikinci yüzyıla kadar, fiyatları istisnasız para ile ifade ediyorlar ve ödemele rin aynî olarak yapıldığını ifade eder görünmüyorlar. Kayıt ların en gelişigüzel incelenmesi bize, aynî değişimin özellikle kolay olabileceği yerel pazarlardaki küçük işlemlerin (perdenerates) para ile yapıldığım ve ayrıca para kabul etme yü küm lülüğünün resmen yerleştiğini gösteriyor. Üstelik, Karolenj döneminden sonra, lord tarafından pazar kurma hakkı nın bağışlanmasının, bu pazarın lorduna sikke kesme hakkı verilmesiyle el ele gittiği bilinmektedir ve bu birleşim, para nın bir değer ölçüsü ve alım satım aracı olarak normal kulla nımda bulunduğunun açık bir göstergesidir. Küçük işlemler için doğru olan büyük işlemler için de aynı şekilde geçerlidir. Kıtlık zamanlarında manastırlar, gerekli yiyecek madde lerini dışardan nakit para ile temin ediyorlar ve benzer şekil de, bolluk zamanlarında üretim fazlası şarap ve tahıllarını yi yecek maddeleri ile değil fakat para ile değiştiriyorlardı. Böylesine açıklıkla saptanm ış gerçekler karşısında, daha sonraki bir çağda, örneğin Flander Kontu III. Baldvvin’in (958-62) temsil etliği, iki tavuğa karşı bir kaz, iki kaza karşı bir süt domuzu, bir koyuna karşı üç kuzu, bir öküze karşı üç düve gibi, satışları parasız sürdürm ek konusundaki uy veke'nin Annales d’histoirc iconomiıpıe et sociale, 1931, s. 428 ve devam ındaki gözlem leriyle karşılaştırınız.
122
gulamalara güven atfetmek olanaksızdır.27 Kısaca Ortaçağla rın tarımsal döneminde, nerede bir ticarî değişim varsa, ora da para ile yapılan değişimin olduğu şüphe götürm ez. Bu anlamda uygulama kesintisizdir ve para ekonomisinin yerini doğal ekonominin aldığından söz etmek yanlıştır. Ancak, bu dönem lerin ticaretinin önemsiz olduğunu gör müş bulunuyoruz ve ticarî eşya hareketleri çok az olduğu için, yalnızca sınırlı bir ticaret çemberi içinde hareket ede bilen para hareketleri de zorunlu olarak önemsizdi. O za m anın toplum sal dengesinin dayandığı büyük m ülklerde yapılan en gerekli ekonom ik ödemeler hem en hem en tama men para hareketlerinin dışındaydı. Burada kiracılar lorda karşı olan yüküm lülüklerini aynî olarak ödüyorlardı. Her serf ve her mansa (çiftlik) sahibi belirli sayıda gün bedenen çalışıyor ve belirli bir m iktar mısır, yum urta, kaz, tavuk, kuzu, dom uz vb. ürün ya da kendisi tarafından imal edil miş, kenevir, keten ya da yünden yapılmış kum aş eşyayı lorda vermekle yüküm lü bulunuyordu. Birkaç kuruş öden mesi gerektiği de doğrudur; ancak bu bütün içinde öylesine * -küçük bir oran tutuyordu ki, bu ekonom inin doğal ekono mi olduğu sonucuna varmayı önleyemiyordu. Bu ekonomi, bir değişim ekonomisi olmadığı için bir doğal ekonomiydi; pazarlardan yoksundu ve böylelikle kapalı bir çevre içinde, dış dünya ile ilişki kurmaksızın, geleneksel bir çizgiye bağlı olarak ve yalnızca kendi tüketim i için üreterek varlığını sürdürüyordu. Böyle bir sistem içinde toprağından geçinen bir lord için en pratik yol, toprağın kiracılar tarafından iş lenmesini sağlamak ve başka bir yerden tedarik edemeyece ği ürünleri onlardan temin etmekti. Üstelik köylüler, mül kün dışında hiçbir şey satamadıklarına göre, yüküm lülük lerinin değerini karşılamaya yetecek parayı nereden bula27 H uvelin'in a.g.e., s. 538'de, bu öykülerin gerçekliğini kabul etm iş olm ası şaşır tıcıdır.
123
caklardt? Ortaçağların büyük m ülkünün içinde işlerlik ka zandığı koşulların kendisi, bu kurum un ödemelerini ve ge lirlerini aynî olarak gerçekleştirm esini zorunlu kılıyordu. Büyük m ülk ticaretle uğraşmadığına göre, para kullanmaya ihtiyacı yoktu; öte yandan, ticaret para olmaksızın kendi kendisini devam ettiremezdi. Bu gerçek öylesine tem eldir ki, ticaretin etkileri altında büyük m ülkün ekonomisi çö züldüğünde, bu dönüşüm ün en esaslı işareti, aynî yüküm lülüklerin yerini parasal ödemelerin alması oldu. Böylece dokuz ile onikinci yüzyıllar arasındaki dönemi, bir doğal ekonom i dönem i olarak nitelem ek hem yanlış hem de doğrudur. Eğer paranın normal bir değişim aracı olmaktan çıktığını söylemek istiyorsak yanlıştır, çünkü bü tün ticarî işlemlerde para kullanılıyordu. Fakat, o dönemde büyük m ülkün tüm örgütsel yapısı, onsuz yapabildiği için, paranın rolünün ve dolaşımının sınırlı olduğunu söylemek istiyorsak doğrudur. Başka bir deyişle, doğal ekonomi, yü küm lülüklerin yerine getirilme yöntem ini belirlerken, bir satış sonucu yapılan her ödemede para kullanılıyordu. Çok önemli ve biraz da çelişkili görünebilecek bir gerçek tir ki, Ancien Regime sırasında Avrupa’nın ve bugünkü Bü yük Britanya lm paratorlugu’nun tüm parasal sistemi, para dolaşımının en küçük düzeyde olduğu bir dönemde kurul muştur. Bu bağlamda Merovenj döneminden Karolenj döne mine kadar, çok büyük bir gerileme olduğu konusunda kuş kuya kapılmak olanaksızdır. İslâm saldırısı Tiran Denizi’ni kapadığında, o zamana kadar gerekli bütün unsurlarıyla var lığını sürdünnüş olan antikitenin ekonomisi ile Batı dünyası arasında bir kopuşa yol açılmış oldu. Batı imparatorluğunu kendi aralarında paylaşan tüm barbar krallıkları, para birimi olarak Konstantin’in altını solidus’u korudular. Bu para her ne kadar kendi krallarının adına basılmıyor idiyse de, Suri ye’den Ispanya’ya ve Afrika’dan Galya’nın kuzey sınırlarına 124
kadar evrensel olarak kabul edilen, gerçek bir uluslararası para oldu.28 Ancak Baıı’nın kapatılmasının yol açtığı büyük karışıklıkta varlığını sürdürm eyi başaramadı. D okuzuncu yüzyılın başından itibaren, artık ticarî faaliyetle uğraşmayan bir tarım devleti olan Karolenj monarşisinde ortadan kay boldu. Yalnızca ticaretin bazı kalıntılarının hâlâ varlığını sürdürdüğü, Frizye ya da İspanya sınırında, Sofu Lewis’in saltanatı dönem inde kesilmiş birkaç altın sikke görülebili yordu.29 Daha sonra Norman ve Arap istilâlarının gürültüsü, bu antik sikkelerin arta kalanlarına da son verdi. Akdeniz’de ticaretin kesilmesiyle Batı Avrupa’da kaybolan altın, yüzyıl lar boyu bir değişim aracı olmaktan çıktı. Kısa Pepen’in sal tanatından itibaren, altının yerini güm üş aldı ve pek çok başka açıdan olduğu gibi bu açıdan da Şarlman, babasının işini tamamladı ve ona son biçimini verdi. O nun kurduğu bu para sistemi, bütün reformları içinde, pound-sterlinin y ü rürlükte olduğu her yerde günüm üze kadar gelmiş olması nedeniyle, en kalıcı olanıydı ve Roma’nın para sisteminden kesin bir kopuşu temsil ediyordu. •Büyük im paratorun bütün politikalarında olduğu gibi, bun da da gerçek durum a uyma, toplum u etkileyen yeni koşul lara yasaları uydurm a ve düzensizlik içinden düzen çıkar maya çalışm ak yerine, gerçekleri kabul etm ek ve onlara bağlı kalm ak konusunda açık bir istek gözlenebilir. Şarl man, bu konuda olduğundan başka hiçbir konuda bu denli yaratıcı ve gerçekçi bir deha olarak görünmez. Kuşkusuz o, tarımsal bir durum a yeniden dönen bir toplum da, paranın bundan böyle yerine getireceği işlevi fark etm iş ve bu top 28 Giriş bölüm ü 2 no'lu d ip n o tta anılan yapıtlara bakınız. 29 Paranın ve altın sikkelerin dolaşım ının Karolenj dönem inde önem lice bir geri lem eye m aruz kalm adığını kanıtlam ak için M. D opsch'un, a.g.e., s. 87, dipnot 24’ıe belirttiği m etinleri burada tartışm ak olanaksızdır. Bu önem li so ru n a baş ka yerde yeniden döneceğim .
125
luma, ihtiyaçlarına uygun bir sikke sağlamayı kararlaştır mıştı. Onun para reformu, pazarlan olmayan kırsal bir eko nomi çağına tıpatıp uyan bir reformdu ve büyüklüğü ile öz günlüğü de bu gerçeği fark etmiş olmasından geliyordu. Karolenj para sistemi, kısaca, bir güm üş tek-maden siste mi olarak tanımlanabilir. Devlet, bir iki yıl için, geçici ola rak, altın sikke basımına m üsam aha etmekle birlikte, res men yalnızca gümüş m adeninden sikke kesiyordu. Bu sik kelerin temeli, 327 gram lık Roma pound’undan daha ağır olan 491 gramlık yeni pound idi.30 Bir pound güm üş, 240 pens ya da dinarı (denier, denarii) meydana getiriyordu. Her biri yaklaşık iki gram gelen bu güm üş pensler ve yarım pensler (oboli) tek gerçek ve geçerli nakit para idi. Ancak bunların yanısıra, yalnızca birer sayısal ifade olan ve her bi ri belirli sayıda pense eşit olan bir hesap parası da vardı. Bunlar, 12 pens’e eşit olan sou ya da şilin (solidus) ile, 20 souya eşit olan livre ya da pound (libra) idi ve böylece bir pound ağırlığın içerdiği 240 pense eşitti.31 Tedavüldeki biri cik paranın, denarii ve oboli’nin değerinin düşük oluşu, iş lemlerin büyük çoğunluğunun küçük perakende ödem eler den oluştuğu bir çağın ihtiyaçlarına fevkalâde uygundu. Bu para, açıkça, büyük çaplı ticaret için öngörülm üş değildi; onun temel işlevi, kayıtlarda çok sık sözü edilen ve alım sa tımların parayla (per denerates) yapıldığı o yerel pazarların tüm m üşterilerine hizm et etmekti. Bundan başka, devlet, sikkelerin alaşımının ve ağırlığının ölçüsünü korum a konusunda çok tiLiz davranıyordu. Sikke kesme hakkını yalnızca kendi elinde bulunduruyor ve bu 30 M. Prou. Les monnaies caralingiennes, s. XL1V ve devamı. 31 Dolayısıyla I-atin belgelerindeki hesap parasını (m oney of accoum ) gösteren sı fatların çoğul “in” halinde (geniıive plural) okunm ası gerekir. Böylece: V libras tur: V Ugros turoncnses olarak değil de V libras turonensiıım olarak okunacaktır çü n k ü bu terim Tours'da basılm ış 5 p o u n d ağırlığındı denarii anlam ına gel m ekledir. Aynı şekilde V sol t uç V solidos luroncnsium anlam ına gelm ektedir.
126
işi kendi gözetimi altındaki az sayıda darphanede yürütü yordu. Kalpazanlara karşı son derece ağır cezalar yaygındı ve yasal dinarları kabul etmeyenler cezalandırılıyordu. Bun dan başka paranın dolaşımı son derece sınırlıydı. Bu parala rın basıldığı metal, Merovenj hatta Roma dönem inden kal ma küçük kesirli antik güm üş paralardan, barbarlardan ele geçirilen ganim etlerden, A quitaine’deki Melle gibi Galya’nın en az sayıdaki, içinde güm üş bulunan ince maden dam arlarından elde ediliyordu. Üstelik tedavüldeki para, hiç kuşkusuz kalpazanlara engel olabilm ek için, kraliyet darphanelerince sürekli olarak yeniden kesiliyor ve yeni bir damga basıldıktan sonra tekrar dağıtılıyordu. Şarlman’m para sistemi, Karolenj İm paratorluğu’nun par çalanm asından doğan bütün devletlerce korundu. Hepsi, güm üş dinarı gerçek para, sou ve livre’yi de hesap parası olarak muhafaza ettiler. Birincisi pfenning ya da penny, İkin cisi shilling, üçüncüsü pfund ya da pound olarak adlandırıl mış da, olsa, farklı kelimelerin ardındaki gerçek aynıdır. Batı’da altın para, yalnızca, N orm anlarm istilâsından önceki Güney İtalya ve Sicilya gibi Bizans yönetimindeki toprak larda ya da İspanya gibi M üslümanlarca fethedilen bölgeler de korunuyordu. Anglosaksonlar da, 1066 yılındaki istilâ İngiltere’yi de genel kurala boyun eğdirmeden önce, birkaç altın sikke kestiler. Bununla beraber, Karolenj lm paratorlugu’nun dağılışı ve dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında kraliyet yönetim inin çöküşü, parasal örgütlenm e üzerinde etkilerini gösterecek ti. Belli başlı özellikleri her yerde korunm uş ise de uygula mada, her yerde önemli değişiklikler olm uştur. Krallığın iktidarını gölgeleyen anarşi içinde, bir yandan krallar bu hakkı kiliselere devrederlerken, feodal büyük lordlar da sikke kesme hakkını zorla ele geçirme konusunda gecik mediler. Kısa sürede bütün Batı’da, yüksek yargı (hautejuc127
tice) hakkından yararlanan büyük fief’lerin sayısı kadar farklı dinarlar tedavüle çıktı ve bunun sonucunda m uaz zam bir karışıklık doğdu. Yalnızca sikkelerin çeşitleri art makla kalmadı, fakat etkin bir kontrolün yokluğu nedeniy le ağırlıkları ve saflıkları da giderek daha çok bozuldu. Şarlman’m pound’unun yerini farklı yörelerde başkaları al dı. Onbirinci yüzyılın başından itibaren, bütün Almanya’da yeni bir parasal ölçü görünmeye başladı. Bu, m uhtem elen köken açısından İskandinav olan ve en çok bilinenleri Köln ve Troyes m ark’m ın ortaya çıkm asına da yol açmış olabilecek 218 gramlık m ark’tı. Bütün bu karışıklık neden lerine, büyük lordların sikke kesme hakkını söm ürm esi, bir yenisini ve de hepsinin en ciddisini ekledi. Belirli ara lıklarla para “aşağı çağırılıyor”, yani tedavülden çekiliyor du. Sonra bunlar darphanelere götürülüyor ve daha az ağır lıkta ve alaşımı giderek bozulan yenileri piyasaya sürülü yordu; aradaki farkı büyük lordlar ceplerine atıyorlar.'Böylece paranın kendi değeri giderek hızla azalıyor ve Şarlm an’m güzel güm üş penny'leri daha fazla bakır karıştırılmış paralarla değiştiriliyordu ki, onüçûncü yüzyılın ortalarında dinarların pek çoğu artık güm üş değil, fakat nerdeyse si yahtı (nigri denari). Bu karışıklık yalnızca siyasal anarşinin değil fakat aynı zamanda çağın ekonomik koşullarının bir sonucuydu. Tica ret hemen hemen ortadan kalktığına göre, paraların farklılı ğının, paranın dolaşımına bir engel oluşturması önemini yi tirmişti. Hemen hem en bütün işlemlerin yerel pazarlarda yapıldığı bir toplumda, insanlar, şu ya da bu bölgenin sınır ları içinde geçerli olan paralardan son derece m em nundu lar. Ticari değişimin azlığı, parasal değişimin de benzer şe kilde yetersizliğine yol açıyor ve sikkelerin niteliğinin kötü oluşu, ticaretin inebileceği en düşük düzeye indiği bir çağ da insanları pek fazla rahatsız etmiyordu. 128
B ununla birlik te, onbirinci yüzyılın so n u n d a sıçram a kaydeden ekonom ik faaliyet, şimdiye kadar, tedavüle sürül düğü merkezlerin çevresinde durgun kalan paranın hare ketliliğini doğal olarak yeniden hızlandıracaktı. Para, tacir lerle birlikte dolaşmaya başladı, her tür madeni para, ticaret yoluyla her yandan kentlere ve panayırlara çekiliyor; para nın arlan tedavülü, metal arzındaki yetersizliği telâfi edi yordu. Üstelik, Freiburg’daki güm üş m adenlerinin keşfi, onikinci yüzyılın ortasında para arzını besleyecek yeni kay naklar sağladı. Bununla birlikte Ortaçağların sonuna kadar melal arzı her zaman yetersiz kalmıştır. Onbeşinci yüzyılın ortalarında Saksonya, Bohemya, Tirol, Salzburg ve Macaris tan’da, içinde güm üş bulunan maden yataklarının işletilmesiyledir ki yıllık güm üş üretimi esaslı biçimde artmıştır. Paranın bu hızlanan dolaşımı, büyük lordlar tarafından kendi çıkarları için kullanılabilirdi. Para basma hakkının tüm ünü ellerinde bulunduran büyük lordlar, bu hakkı ken di hâzinelerinin çıkarı doğrultusunda kullanmaya kendile rini yetkili sayıyorlar ve bunun halkın sırtından kendilerini zenginleştirmek olduğu gerçeğine aldırış etmiyorlardı. Eko nom ik hayatta paranın kaçınılmazlığının artması ölçüsün de, darphane tekelinden yararlananlarca paranın değeri da ha fazla düşürülüyordu. Özellikle yeni para basmak, gide rek gelenek oldu; para sık sık tedavülden çekiliyor, yeniden basılarak, eskisinden daha kötü bir durum da yeniden piya saya sürülüyordu. Bu tür işlemler, özellikle Almanya’da pek sık görülüyordu. Bu ülkede, Ascania’lı Bernard’m 32 yıllık saltanatı sırasında, yılda ortalama üç kez sikkeler değiştiril miş ya da daha doğrusu değeri düşürülm üştür.32 Büyük lordların, ticaret ve endüstrinin çıkarlarıyla o den li bağdaşmaz olan keyfî işlemleri üzerinde, kent ahalisinin 32 Kulischer, a.g.e., c. 1. s. 324.
129
bazı sınırlamalar sağlayabildiği ülkelerde durum doğal ola rak daha iyiydi. Ö rneğin, 1127 yılında Flander’de SaintOm er kentinin burgluları, Alsace Kontu Thierry’den para basma hakkını, bağış yoluyla elde ettiler. Bu hak bir yıl son ra geri alındı.33 Ancak buna rağmen, bu durum küçüm sen memesi gereken bir düşünce tarzına tanıklık eder ve bunun sonucu olarak Flander parası, her ne kadar bütün ortaçağ paralarına musallat olan genel bozulm adan kendini kurtaramadıysa da, görece üstünlüğü açısından, her zaman öne çıkmıştır. Ren bölgesinde yaygın olarak kullanılan Köln di narları, aynı şekilde, onikinci ve onüçüncü yüzyıllarda dik kate değer bir kararlılık göstermiştir.34 Ingiltere’de para bas ma hakkı yalnızca krala aitti ve İngiliz parası, kıtada bu hakkı büyük lordların zorla ele geçirmesi sonucu ortaya çı kan kötü uygulamalardan daha az etkilenmiş ve kalitesini daha iyi korumuştur. Bu zorla ele geçirmeye karşı monarşi doğal olarak ilk- fır satta tepki gösterdi. Almanya ve İtalya’da onüçüncü yüzyıl dan itibaren monarşinin gücünün azalması, bu bağlamda ol duğu gibi başka açılardan da onu, krallık haklarına yeniden sahip olma konusunda tüm isteklerinden yoksun bırakıyor du, ve gerçekten de bu hakların giderek daha çoğunu bir lordlar ve kentler kalabalığına terk etmesine karşılık, Fran sa’da Philip Augustus’un saltanatıyla birlikte krallığın gücü düzenli bir şekilde yeniden artmaya başladı. Krallığın paraya ilişkin hakları, herhangi bir başka ülkeden daha çok burada, feodal baronlarca ele geçirilmişti. Capeıler hanedanı’nın ilk yıllarında (onuncu yüzyılın sonu ile onbirinci yüzyılın baş lan - ç.n.), yaklaşık 300 vasal, para basma hakkını kendine maletmişti ve yeterli gücü bulduğunda bu hakkı geri alabil 33 A. G İT y , Histoire de la ville de Saint-Omeı; s. 61. 34 W. H avem ick, Der Kölner Pfenning im X II und XIII Jahrhunden, Stuttgart, 1930. 130
mek krallığın en değişmez amaçlarından birisi olmuştu. Bu amaçla öylesine başarı sağlandı ki, ondördüncü yüzyılın ba şında, kendi darphanelerine sahip olabilen feodallerin sayısı yaklaşık otuzdan fazla değildi ve 1320-21’de U zun Philip, bütün krallıkta tek bir paranın egemen kılınması gibi za mansız bir projeyi biçimlendiriyordu.35 Paraya ilişkin krallık haklarının yeniden kazanılmasında krallar yalnızca egemenlik endişeleriyle hareket etmişlerdi. Feodal hak sahiplerinin kötüye kullanmalarına bir son ver mek ve paranın standardını korum ak düşüncesi onlara öy lesine yabancıydı ki, para basma hakkını yalnızca en değerli gelir kaynaklarından birisi olarak ele alıyorlardı. Böylece para basma hakkı bir kere daha krallığa ait bir hak olunca, öncekinden çok daha fazla istikrar sağlamadı. Tedavüle çı karılan paraların kalitesi, bir hüküm darın dönem inden bir başkasının dönem ine daha da kötüleşiyordu. Paranın ger çek değeri sürekli olarak düşerken, krallığın ihtiyaçlarıyla uyum lu olarak paranın nominal değerinin korunm ası için emirname üstüne emirname yayımlanıyordu. Kralın borçlu ya da alacaklı olmasına göre paranın değeri azaltılıyor ya da artırılıyordu. Bu konuda Güzel Philip yalnızca var olan bir uygulamaya boyun eğiyordu. Paranın değerindeki sürekli dalgalanm alar ve dolaşım daki m üzm in düzensizlik, eğer kendi çağımız, başka nedenlerle de olsa, aynı derecede ağır düzensizlik örneklerini bize sunmam ış olsa, ticaretin m üm kün olmaması gerektiğini düşünmeye bizi yöneltebilirdi. İlkel para basma teknikleri, karışıklığı yalnızca artırıyor du, çünkü bu teknikler, darphaneden çıkan madeni para larda aynı ağırlık ve ayan sağlamak konusunda yetersiz ka lıyordu. Dolayısıyla bu durum , tırtıklayıcılara tedavüldeki paradan ürünlerini devşirmek için kolaylık sağlıyor; canlı 35 P. Lehugeur, Histoire de Philippe le Long, s. 368 (Paris, 1897).
131
canlı kaynatılmak ihtimali kalpazanlan, kendileri açısından böylesine elverişli bir durum dan yararlanma iğvasmdan alı koymuyordu. Onikinci yüzyılın sonundan itibaren tedavüldeki paranın düzensizliği öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, bir reform kesin likle zorunlu olmuştu. Bu konudaki girişimin, çağın en bü yük ticarî merkezi olan Venedik’ten gelmiş olması önem li dir. 1192 yılında doge H enıy D andolo, burada tam am en yeni bir paranın, iki gram güm üşten biraz daha ağır ve 12 eski dinar değerindeki gross ya da matapan'ın basılmasını sağladı. Bu gross bir Karolenj sou’suna eşitti; şu farkla ki, özgün olarak bir hesap parası olan sou, artık gerçek bir pa ra oluyordu. Şarlman’ın sistemi terk edilmedi ve yeni icat, madeni paralarda eski sistemin ölçüsünü korudu. Yeniliğin getirdiği tek şey, dinarın yeni dinarla ya da eski sou’ya tas tamam eşit olan kendisinin oniki kalı değerindeki (grossııs adı buradan gelir) bir sikke ile değiştirmek için dinarın sü rekli değer kaybetmesinden yararlanm ak oldu. Sou, şimdi bir görüntü olmaktan çıkıyor ve tedavüldeki nakit paranın ayrılmaz bir parçası oluyordu. Başka bir deyişle, yeni sis tem eskisine, onun metal değerine oniki kat eklemek dışın da, sadık kalmış oluyordu. Eski dinar ortadan kaldırılmadı; gros, ticarette kullanılan para olarak onun yambaşında ye rini aldı ve uygulamada dinarı bozuk para mertebesine dü şürdü. Venedik gros’u tüccarın ihtiyacına öylesine iyi cevap ver di ki, Lombardiya ve Toskanya’nın bütün kentlerinde der hal taklit edildi. Ancak Alpler’in kuzeyinde de, artık taham mül edilmez bir hale gelen paraların değerini düşürm e iş lemlerine bir çözüm getirme girişimlerinde bulunuldu. Du rum un en kötü göründüğü Almanya’da (adını ilk önce ba sıldığı Swabia’daki Halle kentinden alan) Heller, ağırlık ve saflık bakım ından eskisinden daha iyi olan yeni bir dinarı 132
tedavüle sokm uş oldu. İngiltere’de onikinci yüzyıl sonunda ortaya çıkan madeni para sterhng de geliştirilmiş bir dinar dı. Bununla birlikte, İtalyan örneğinden ilham alan Fransa, gerçek çözüm ü bulan ülke oldu. IX. Louis 1266 yılında gros toumois (grossus denarius tumnensis)’yu buldu. Bir süre sonra buna, gros toumois’dan bir çeyrek kadar daha değerli olan, gros parisis katıldı. Bu iki madeni para, aynı dönemde, şövalye edebiyatının, Gotik sanatın ve kibarlığın Fransa’dan yayılması gibi, derhal bütün Avrupa’ya yayıldı. Bu yayılma da, adı geçen madeni paralara bir uluslararası nakit payesi kazandıran Cham pagne panayırları, kuşkusuz önemli bir rol oynadı. Bu paralar hem en Flander’de, Brabant’da, Liege’de ve Lorraine’de basıldılar. Almanya’da Groschen ola rak bilinen gros lournois, 1276’dan itibaren Moselle Vadisi’nde görüldü; onüçüncü yüzyılın sonundan önce Köln’e ulaştı ve oradan Kuzey Felemenk’e olduğu gibi Ren’in öte sindeki tüm Alman topraklarına yayıldı. O nüçüncü yüzyılın sonlarında geliştirilen ve aynı şekilde derhal Almanya ve Felemenk’de taklit edilen İngiliz m adeni parası sterling’in talihi, gros loumois’nın harikulade iyi tali hine hemen hemen eşit oldu. Böylece bu gros’larm ortaya çıkışıyla paranın tarihinde yeni bir dönem açıldı. Karolenj sisteminden bir kopuş söz konusu değildi, bu yalnızca pa rayı ticaretin islerlerine uyarlama girişimiydi. Ve kısa süre de altın madenî paralara dönülm üş olması, artan ihtiyaçları açısından ticarete yeterli bir değişim aracı sağlama zorunlu luğunun bir başka delilidir. Onbirinci yüzyıldan itibaren Akdeniz ticareti, Bizans ve Arap altın sikkelerini önce İtalya ve daha sonra da Alpler’in kuzeyinde yaymaya başlamıştı. Ancak, bezant ya da marabotin adıyla bilinen bu altın sikkeler, bunları ellerine geçirenler tarafından biriktiriliyor ve yalnızca olağanüstü masrafları gerektiren durum larda bir ödem e aracı olarak 133
kullanılıyordu.36 Örneğin, 1071’de, Hainault Kontesi Richilda, Checigny’deki m ülkünü 500 altın bezant gibi m uaz zam bir meblağ karşılığında Saint-Hubert M anastırı'nın re isine rehnediyordu.37 Her ne kadar İtalyan denizcileri Do ğu ile olan ilişkilerinde bunun avantajını erken keşfetmiş ve bu paranın kendi ülkelerine girmesini arzu etm iş olsalar da, bu dönem de, olağan ticarî işlemlerde altın kullanıldığı pek görülmüyor. II. Frederick 1231 yılında Sicilya’da, pek beğenilen altın Augustale’yi bastırdı. Bunlar ortaçağ sikkelerinin şaheseri dirler, ancak hiçbir zaman Güney İtalya’nın sınırlarının öte sine geçememişlerdir. 1252 yılında Floransa’da, üzerlerinde kentin amblemi olan zambak figürü basılı olduğu için böy le adlandırılan ilk florinlerin (jlorino d’oro) çıkarılmasıyla Avrupa’da altın paraların yayılmasının yolu açılmış oldu. Bunu bir süre sonra Cenova izledi ve 1284’te Venedik, ken di duka ya da zechin’iyle, florinin bir kopyasını tedavüle çı kardı. Bu iki güzel madeni para, 3,5 gram geliyor ve aynen gros’un bir sou’nun değerine eşit olması gibi, bir güm üş gros pound’un değerine eşit bulunuyorlardı. Böylece altın pound’un sunuluşuyla pound, sou gibi, bir hesap parası ol maktan çıkarak, gerçek bir para olmaya başlıyordu. Karolenj döneminde fiilen tedavülde bulunan biricik para olan dinar, bundan böyle yalnızca küçük işlemlerin sikkesi olu yordu. Sekizinci yüzyılda Akdeniz’in kapanması, uzun bir
36 Sikke dolaşım ının canlanm aya başlam asından önceki ak ın kullanım ı k o n u su n d a M. Bloch, Le problème de Гог au Moyen Age, Annales d’histoire, économi que et social, 1933, s. 1 ve dev. bakınız. Yazar, bazı prenslerce, yabancı altın pa raların taklit edildiğini vurgulam aktadır. A ncak bu paraların ticari dolaşım da yer aldığına ilişkin hiçbir iz y oktur ve bunlar esas olarak büyük, yani olağa n ü stü d urum lardak i ödem eler ve borçlanm alar için kullanılm ış gibi g ö rü n m ektedir. 37 La chronique de Saint Hubert, dite Cantatorium, ed. К. H anquet, s. 68, (Brüksel, 1906).
134
dönem için, Batı Avrupa’ya gümüş paralan kabul ettirmişti; şimdi bu denizin açılışı, altın sikkelerin oradaki eski rolünü yeniden üstlenmesine olanak veriyordu. İtalya’nın ekonom ik gelişmesi, gros’u yaratma konusun daki öncülüğü kadar, altın bir sikkeyi yaratma konusunda ki öncülüğü için de yeterli bir açıklamadır. Ancak her iki durum da da, Avrupa onun bu örneğini izlemekte gecikemezdi ve altm konusundaki taklit, gros’un taklidinden da ha da hızlı oldu. Bu gerçek, hiç kuşkusuz ticarî ilişkilerin artan gelişmesine bağlanabilir. M uhtem elen 1266’da, yani gros tounıois’nın ilk kez göründüğü yıl, IX. Louis, Alpler’in kuzeyinde tedavüle girecek ilk altın dinarı bastırıyor ve kendisini izleyenlerin yönelim inde, zengin bir altın para üretimi kesintisiz olarak bunu izliyordu. O ndördüncü yüz yıl boyunca, böylece başlatılan hareket bütün kıtaya yayıl dı. Ispanya’da düzenli altm sikkeler, Kastil’li IX. Alfonso dönemine (1312-50) kadar geri gider; im paratorlukta ön cülüğü 1325 yılında Bohemya yaptı; Ingiltere’de III. Ed ward 1344’te altın bir florin bastırdı. Ticaretin pek etkin ol duğu Flander’in çeşitli kesim lerinde, Flander’de Louis de Neves dönem inde, 1337’den önce, Brabant’da II. John dö neminde (1312-55), Liege’de Engelbert de la Marck döne m inde (1 3 4 5 -6 4 ), H o llan d a’da V. W illiam d ö n e m in d e (1346-89) ve Guelders’de III. Renaud dönem inde (134371) olmak üzere altın sikkeler basıldı. Gros’un ve altm paranın yaratılışı, parasal dolaşımı yeni den daha sağlıklı bir durum a kavuşturdu, ancak karşı karşı ya bulunduğu kötüye kullanmalar hâlâ sürüyordu. Krallar ve büyük lordlar paraların ayarını bozmaya ve bunlara keyfî değerler vermeye devam ediyorlardı. Paranın değeri hâlâ al çalan bir eğri çiziyordu. Genel politika, malî çıkarları eko nom ik çıkarlara feda ediyor ve bu konuda daha iyi bir anla yış için ondördüncü yüzyılda Nicholas Oresme tarafından 135
yapılan çağrı, sağır kulaklara çarpmaya m ahkûm bulunu yordu. Hüküm etlerin gerçek bir parasal yönelimin ilkeleri ni izlemeye başlamaları için daha pek çok yüzyıl geçmesi gerekiyordu.
4. Kredi ve Para Alış-Verişi38 Ticarî gelişmeyi, ilki takas (Nalurahvirtschaft), İkincisi para (gêldwirlschaft), üçüncüsü kredi (kreditwirtschaft) olarak 38 Bibliyografya: L. G oldschm idı, a.g.e., s. VIII; M. P o şu n , Crédit in Médiéval Trade, bkz. The Economie History Review, c. I (1928); R. Gènes lal. Le rôle des mo nastères comme établissements de crédit, Paris (1901); !.. Dclisle, Les opérations financières des Templiers, Paris, (1889); H. Van W erveke, Le mort-gage et son rô le économique en Flandre et en Lotharingie, bkz. Revue Belge de philol. et d'histo ire, c. VIII (1929); G. Bigwood, Les financiers d ’A rras, a.h., c. III (1924); R.L. Reynolds, The Merchants 0} Arras, a lt., c. IX (1930); H. Jenkinson, A Moneylender's Bonds of the Twelfth Century, bkz. Essays in History Presented to R. Lanc Poole, ed. H.W.C. Davis, Londra, (1927); G. Bigwood, Le régime juridique et. éco nomique du commerce del'argcnt dans la Belgique du Moyen Age, Brüksel, 192122, 2 c. (Belçika Akadem isi'ne su n u lm u ş çalışma); S.L. Péruzzi, Storia deI com m ercé e dei banchieri di Firenze (1200-1345), floransa, 1868; A .S apori, E crise delle compagnie mercanlili de i Bardi e dei Peruzzi, Floransa, 1926; Aynı yazar, Una compagnia di Calim aia ai primi del trecento, Floransa (1932); Aynı yazar, I libri di com mcıtio di Peruzzi, Milan, 1934; A. Ceccherelli, Le seritture commerci ale nelle antiche aziende iorentine, Floransa, 1910; E.H. Byme, Commercial Contracts o f the Genœse in the Syrian Trade o f the X il’th Century, bkz. The Quarterly Journal o f Economies, c. XXXI (1916); A.E. Sayous, Les opérations du capitaliste et commerçant marseillais Etienne de Manduel, entre 1200 et 1230, bkz. Revue des Questions historiques (1930); Aynı yazar, Les transformations des méthodes com merciales dans. l'Italie médiévale, bkz. Annales d'histoire économique et sociale, c. 1 ,1929; Aynı yazar, Dans l'Italie médiévale a l’intériur des terres; Sienne de 1221 à 1229, a.lt., c. III (1931); Aynı yazar, Les méthodes commerciales de Barcelone au X III siècle, bkz. Estudis universitaris catalans, c. XVI (1932); Aynı yazar, Les mandats de Saint Louis sur son trésor, bkz. Revue Historique, c. CLXV1I (1931), E Arens, Wihelm Scrvat von Cahors ali Kaufmann zu London, bkz. Viertcljahrschrift fü r Social und Wirtschaftsgeschichte, c. IX (1913); W E. Rhodes, The Italian Banhers in London and their loans to Edward I and Edward II, bkz. Owens Collège Essays, M anchester (1902); W, Som bart, Die Judcn und das Wirtschq/tslcben, Le ipzig, (1911); A. Sayous, Les Juifs ont-ils été les fondateurs du capitalisme moder ne?, bkz. Revue économique internationale (1932); W E ndem ann, Studien in die romanischhanonistiche W irtschafts-und Rcchtslehre, Berlin (1 874-83), 2 c.; E Schaub, Dcr K am pf gegen den Zinswucher, ungercchten Preis und unlaulerett Han
'ı36
birbirini izleyen üç aşamaya ayıran kuram uzun bir sûre rağbet görmüştür. Bununla birlikte, olguların incelenmesi, bunun gerçek hayatta bir temeli olmadığını, yalnızca eko nom ik tarihin incelenmesini çoğu kez etkilemiş sistemleş tirm e tu tk u su n u n bir başka örneğini ortaya koyduğunu çoktan açıklamış olmalıdır. Kredinin artan oranda önemli bir rol oynadığı tartışma götürmezken, onun bütün dönem lerde işbaşında olduğunun gözlenebileceği de aynı derecede doğrudur. Bu bağlamda aralarındaki fark, niteliksel değil, yalnızca nicelikseldir.39 Doğal olarak. Ortaçağların tarımsal dönem inde, profes yonel bir tüccar sınıfının var olmadığı ve arasıra yapılan ti caretin de dağınık olduğu bir çağda gelişmesi m üm kün ol mayan, kelimenin gerçek anlamında bir ticarî kredi sorunu söz konusu olamazdı. Bununla birlikte diğer yandan, pazar ları olmayan kırsal bir ekonomi temeline dayalı bir toplu m un ihtiyaçlarıyla sınırlı olsa da, kredi hareketlerinin, her şeye rağmen önemlice olduğu açıktır. O kadar ki, tüm top lumsal örgütlenm enin temeli olan bu toprak sahibi aristok rasinin, kredinin yardımı olmaksızın kendini sürdürm üş ol masını kavramak gerçeklen zordur. Aslında kredi yoluyla dır ki toplum , belirli aralıklarla içine düştüğü kıtlık felâket lerini aşmayı başarabilmiştir. del, Freiburg, (1905); H. Pirenne, liinstruction des marclıands au Moyen Age, bkz. Annales d'histoire tconomique et sociale, c. I. (1929); A. Schiaflîni, 11 mercante Genovese del dugento, bkz. A compagna adlı dergi, 1929; F Rörig, Das äl teste erhaltene deutsche Kaufmannbüshlein, bkz. Hansische Beitrage zur deutschen Wlrtschajtgeschichte, Breslau (1928); n Keutgcn, Hansische Handelsgcsellchaftcn vornehmlich des XIVJahrhunderts, bkz. Virteljahrschrift f ü r social-und Geldausle iher im Mittelalter, bkz. Zeitschrift fü r Volkswirtschaft, Sozialpolitik und Verwal tung (1908); A.P. Usher, The Origins o f Banking, The Primitive Bank o f Deposit, bkz. The Economic History Review, c. IV (1934). 39 “G enel olarak varlığı yadsınm ış olan satış kredisi, gerçekte, ortaçağ ticaretinin mali tem elini oluştu rm uştur. Öteki kredi biçim lerine gelince, b u n la n n varlı ğından hiçbir zam an kuşku duyulm am ıştır am a işlevleri yanlış yorum lanm ış tır." Postan, a.g.y., s. 261.
137
Dönemin kaçınılm az faizcisi Kilise idi. Kilise’yi birinci derece bir malî güç yapan nakte çevrilebilir sermayeye sa hip olduğunu daha önce görmüştük. Vakayinameler, şam danlar, buhurdanlar, azizlerden kalan yadigârlar, değerli m adenlerden yapılmış kutsal kaplar, o her şeyden güçlü azizlerin yeryüzündeki temsilcilerine inanan, (azizlerin ta vassutu en garantili bir şekilde onların hizmetkârlarına kar şı cöm ert davranm akla sağlanabiliyordu), dindarlarca bol bol bağışlanan büyük küçük hediyelerle yüklü m anastırla rın zenginliğini anlatan ayrıntılarla doludur. Az çok üne sa hip her kilise böylelikle, yalnızca ayinlerin ihtişamını artır makla kalmayan fakat bunun yamsıra muazzam bir serm a ye birikimi oluşturan zenginlikleri elinin altında bulundu ruyordu. İhtiyaç halinde elindeki birkaç parça kuyum cu işini eritip, elde edilen madeni, komşu darphaneye gönder mek, aynı miktar parayı elde etmek için yeterliydi ve bu iş, manastırların yalnızca kendi adına değil fakat başkalarının hesabına da başvurdukları bir uygulamaydı. Eğer bir pisko pos, ister bir m ülk alım m da, islerse kraliyet hizm etinde olağanüstü bir ödeme yapmak durum unda kalırsa, yardım için kendi piskoposluk bölgesindeki manastırlara başvuru yordu. Bu tür borçlanmaların sayısız örnekleri vardır. Ö rne ğin, Liege Piskoposu Otbert, 1096 yılında Bouillon ve Couvin şatolarını satın aldığında, bu işlemin masraflarını kar şılayan, piskoposluk bölgesinin kiliseleri olm uştu.40 Ancak her şeyden önce kıtlık zamanlarında m anastır hâ zineleri göreve çağırılıyordu. Bunlar, yedekleri tükenen ve geçinmek için zorunlu malzemeyi nakille satın almak zo runda kalan komşu lordlar için bir kredi kuruluşu rolü oy nuyorlardı. Borç alanın, borcun ödenmesini garanti etmek üzere bir toprak parçasını rehin etmesi karşılığında gerekli 40 H. Pirenne, Histoire de Belgique, c. 1, 5'inci baskı, s. 139. 138
ödemeyi yapıyorlardı. Rehin edilen m ülkün geliri, anapara nın geri ödenm esine katkıda bulunuyorsa buna “canlı re hin” (vif gage), gelirler asıl borçtan düşülm eksizin krediyi verene gidiyorsa buna da “ölü rehin” ya da mortgage deni yordu. Her iki halde de murabaha yasağına saygı gösterili yordu, çünkü aslen borç verilen para kendiliğinden faiz ge tirmiyordu. Onüçüncü yüzyıl ortalarına kadar pek çok sayıda olan bu tür işlemlerde verilen borçlar yalnızca tüketim için verilen borçlar oluyordu; yani bu tür borçlanmalar acil bir ihtiyacın sonucu olarak yapılıyor, sağlanan para derhal harcanıyor ve böylece ödünç alınan her m iktar tam anlamıyla bir kaybı temsil ediyordu. Dinsel nedenlerle murabahayı yasaklayan Kilise, böylelikle, erken Ortaçağların tarımsal toplum unda bir işaretçi görevi yapmış oluyordu. Antik dünyanın pek ağır bir şekilde sıkıntısını çektiği tüketim borçları derdinden onu kurtarm ış oluyordu. Hıristiyan hayırseverliği, burada karşılıksız ödünç verme ilkesini alabildiğine uygulayabili yordu; mutuum date nihil inde sperantes kuralı, paranın he nüz bir zenginlik aracı olmadığı ve onun kullanım ında her hangi bir karşılık beklem enin bir çeşit zorla alma telâkki edildiği bir dönem için fevkalâde uygundu. Ancak canlanan ticaret, mütedavil sermayenin verimliliğini fark ederek, in sanları tatminkâr bir çözümünü boşuna aradıkları sorunlar la karşı karşıya bıraktı. Tam Ortaçağların sonuna kadar top lum, dinsel ahlâk ile iş hayatının uygulamalarının doğrudan karşı karşıya geldiği, korkunç m urabaha sorunuyla hırpa lanmaya devam etti. Daha iyi bir çözüm bulunam adığı için toplum, uzlaşmalar ve birtakım önlemlerle oyalandı durdu. Kaynaklarımızın kıtlığı, ticari kredinin ilk kez hangi şart lar altında başladığını keşfetmemizi olanaksız kılıyor; b u nunla birlikte daha onbirinci yüzyılda mütedavil sermayeye sahip çok sayıda tüccarın var olduğunda kuşku yoktur. 139
1082 yılında Saint-Hubert Manastırı reisine bir m ülk satınalabilmesi için gerekli olan parayı veren Liegeli tacirler bu türdendi.41 Her ne kadar taraflar arasındaki sözleşmeye iliş kin hiçbir şey bilmiyorsak da, bu ödünç verme işlem inin karşılıksız olduğunu düşünm ek m üm kün değildir. Borcu verenler, elbette, karşılık olarak saydıkları yeterli avantajlar karşılığında buna razı olm uşlardır ve herhangi bir şekilde faiz alm aktan kaçınmış olduklarına inanm ak zordur. Her halde, faiz uygulaması, onikinci yüzyılın ortasında bütün şiddetiyle ortaya çıkmış görünmektedir. Saint-Omerli Willi am Cade’nin (1166 yılı dolaylarında ölm üştür) aynı zam an da eşya ve para ticaretini birlikte y ü rü ttüğünden kuşku duymamamıza yetecek, bu kişinin iş hayatına ilişkin yeterli veriye sahibiz. O nu, İngiliz m anastırlarından, koyunların yününü peşin satın alarak gerçek kredi işlemleriyle uğraştı ğını görüyoruz ve böyle davranmakla yalnızca çağının b ü tün büyük tacirlerinin başvurdukları yola uymuş olduğun da hiç kuşku yoktur. Üstelik, baharat, şarap, yün, kumaş ve öteki malların loptan ticaretinde alım ve satımların kredi ile yapıldığına ilişkin deliller de yok değildir. Parasal dolaşımın yetersizliği, normal olarak kredi işlem lerinden yararlanılm ış olm ası varsayımı dışında, büyük çaplı ticaretin gerçekleştirilmesinin m üm kün olabileceğini kavramayı olanaksız kılm aktadır. Kredi kullanım ı k o n u sunda, ekonomik ilerlemenin kıtadan çok daha önce başla dığı İtalya, kusur bulunam ayacak deliller sunmaktadır. Da ha onuncu yüzyılda Venedikliler, deniz ticareti girişimleri ne para yatırıyorlardı ve Cenova ile Pisa kendilerini deniz ciliğe adar adamaz, çok sayıda soylu ve burg’lu, sermayele rini denizde riske sokmayı göze alıyorlardı. Bu işe yatırılan miktarların küçük oluşu, bu yatırımların önemi konusunda 41 Chronique de Saint-Hubert, ed. H anquet, s. 121. 140
gözüm üzü bağlamamalıdır. Riski dağıtabilmek için insan lar, her seferinde çeşitli gemilerde “paylara” sahip oluyor lardı. Onikinci yüzyılda çoktan gelişmiş olan commenda, ti carî kredinin oynadığı rolü çok açık bir şekilde ortaya koy maktadır. Borç veren (commendator), sağlanacak kârlardan alacağı paya (genellikle dörtte üç) karşılık, borcu alanın de nizaşırı alanlarda kullanacağı bir m iktar sermayeyi sağlıyor du.42 Ceneviz belgelerinin, onikinci yüzyıldan itibaren var olduğunu gösterdiği deniz sigortası da bir başka kredi uy gulamasıdır. O zamandan sonra bunun aldığı çok çeşitli ve değişik biçimleri anlatabilmek için, burada m üm kün oldu ğundan çok daha fazla, ticaret hukukunun alanına girmek zorunlu olacaktır. Deniz sigortasının ilk gelişmeleri, İtalyan ve özellikle Cenevizli gemi sahiplerine bağlı görünm ekte dir. Bunlar kanalıyladır ki sigorta, deniz ticareti uygulama larından, genel malî uygulama alanına yayılmıştır. Kara ticaretiyle uğraşan şirketler, deniz ticaretinde ortaya çıkanlardan daha yavaş gelişmişlerdir. Ancak, onikinci yüz yılda, İtalya’nın bütün ticarî kentlerinde bunlar tüm güçle riyle ortaya çıkmışlardır. Akreditif (itibar m ektubu) de o zaman düzenli olarak kullanılıyordu; bunların Champagne panayırlarında yer alan ticari faaliyetlerde ne denli kaçınıl maz bir rol oynadıklarını görm üş bulunuyoruz. Taahhüt belgeleri ki poliçe de bunlar arasından gelişmiştir, İtalya ve Güney Fransa’da olduğu gibi ya noterler ya da Flander’de olduğu gibi belediye kâtiplerince düzenleniyordu. Kredi araçlannın gelişmesi, tacirler arasında okuma-yazma bilinm esini zorunlu kılar. Hiç kuşkusuz burjuvazinin çocukları için ilk kez açılan okulların nedeni ticarî faaliyet ti. Başlangıçta bu çocuklar ticarî yazışmalarda zorunlu olan Latince’nin ilk esaslarını öğrenmek için bütünüyle manastır 42 Byme’e göre, onikinci yüzyılda Ceneviz şirketlerinin norm al kârı % 25’i b u lu yordu.
141
okullarına bağlı kalmak zorundaydılar. Ancak açıktır ki bu okulların ne havası ne de örgütlenişi, ticarî hayata atılacak kişilere gerekli olan pratik bilgilere öğrencilerin kendilerini yeterince vermelerine elverişliydi. Böylece onikinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren kentler, Ortaçağlarda lâik bir eğiti min başlangıç noktası sayılabilecek küçük okullar açmaya başladılar. Kuşkusuz ruhban, şimdiye kadar bütünüyle ken di tekelindeki bir alana kilise dışı bir gücün müdahalesine karşı çıktı. Her ne kadar toplum sal hayat için kaçınılmaz hale gelmiş olan bu yeniliğe bir son vermeyi başaramadılarsa da, hemen hemen her yerde, kent okullarının yönetimine kendi ilâhiyatçılarını sokmayı başardılar ama kent otoritele ri öğretmenleri aday gösterme hakkını yine de korudular. Onüçüncü yüzyılda uluslararası ticaretle uğraşan tacirlerin çoğunluğu, kuşkusuz oldukça ileri bir eğitime sahipliler. Özel senetlerde Latince’nin yerini ulusal dillerin alması, el bette büyük ölçüde onların girişim lerinin bir sonucuydu. Herhalde bu uygulamanın, ekonomik olarak en gelişmiş ül kelerde, yani İtalya ve Flander’de başladığını kaydetmeye de ğer. Fransızca hazırlanmış en eski imtiyaz belgesi, Flander’de yazılmıştı. İtalya’da yazı, ticarî hayatın öylesine bir parçası haline gelmişti ki, onüçüncü yüzyılda, tacirlerin muhasebe kayıtlan tutmasının, zorunlu olmasa bile, yaygın olduğu gö rülmektedir. Ondördüncü yüzyılın başından itibaren bu uy gulama bütün Avrupa’da yaygınlaşmıştı. Montauban’daki Bonis kardeşlerin muhasebe defterleri 1338 yılından başlar;43 Forcalquier’deki Ugo Teralh’ınkiler ise 1330-32 yıllarını kap sar.44 Almanya’da, başkaları arasında, günümüze kadar gelen 43 E. Forestie, Le livre de comptes des frères Bonis, marchands montalhanais du X IV siècle (Paris-Ausch, 2 c., 1890-93). 44 P. Meyer, Le livre journal de maître Ugo Teralh, notaire et drapier à Folcalquier (1330-32), bkz. Notices et extraits des manuscrist de la Bibliotèxque Nationale, c. XXXVI (1898).
142
ler, Rostock’lu Johann Tölner’in Handlungsbüchefi,45 Hamburglu Vicko von Geldemsen46 ve Lübeck’li Hermann ve Jo hann VVittenborg’unkiler47 ve hepsinden daha eski olan yine Lübeck’li W arendorplarınkilerdir.48 O nüçüncü yüzyılın ba şında Leonardo Pisano (Leonardo Fibonaci) tacirlerin kulla nımı için bir aritmetik broşürü hazırlamıştır. Yabancı dil bilmek de şüphesiz iş adamları arasında yay gındı ve ekonom ik işlerde Fransızca, bugün İngilizce’nin oynadığına benzer bir rol oynuyordu. Bunun oluşum unda elbette Champagne panayırlarının büyük etkisi oldu. Bu di li öğretm ek için, o n d ö rd ü n cü yüzyılın o rtaların d a Bruges’de yayımlanmış birkaç küçük konuşm a kitabı zamanı mıza kalmıştır.49 Fransızca’nın yanısıra Latince de, özellikle Romen ve Cermen halklar arasında, uluslararası bir dil ol ma işlevini yerine getirmeye devam etmiştir. Eğitimin gelişmesi, kredinin gelişimiyle yakından ilgili görünm ektedir ve İtalya örneğinin ortaya koyduğuna göre, kredi alanındaki gelişme arttıkça, eğitimdeki bu ilerleyiş de daha hızlı olmuştur. Günüm üze kadar korunm uş olan tica rî belgeler, uzun dönemli ödemelerin çok yaygın olduğunu göstermektedir; yukarda anılan muhasebe defterlerine geli şigüzel bir bakış bu gerçeği açıklar. Bundan başka, bu def terler yalnızca perakende ticaretle ilgilidir. Toptan işlemler
45 K. K oppm ann.Jolıann Tûlners Handlungsbuch von 1343-1350 (Rostock, 1885). 46 H. N irm h eim , Das Handlungsbuch Vickos von Geldemsen, (Ham burg-Leipzig. 1895). 47 C. Mollvvo, Das Handlungsbuch von Hcrmaıın und Johann Wiltenborg, (Leipzig, 1901). 48 E Rörig, Hansische Beitrage, bkz. d ipnot 38’deki bibliyografya. Bruges için yal nızca Collard de M arke’n in (1366-9) m uhasebe defterinin bazı bölüm leri korunabilm iştir. R. de Roover, Considérations su r le livre de comptes de C. de M., bkz. Bulletin d l'école supérieure de commerce Sainl-lgnace à Anvers (1930). 49 Le livre des métiers de Brugies et ses dérivés. Quatre anciens manuels de conversa tion, e d .J . Gessler (Bruges, 1931).
143
le ilgili benzer belgeler kuşkusuz daha çarpıcı olacaktır. İn giltere’de yüzlerce balya yün satın alan tacirlerin, bu yün den yapılan kumaşı satm adan, yünün parasını ödemiş ol malarını düşünm ek olanaksızdır. Üstelik, büyük tacirlerin birbirleriyle sürekli alacak ve borç ilişkisi içinde olduğu so nucunu doğrulayacak yeterli delillere sahibiz. Aslında, O r taçağlarda ticarî krediye ihmal edilebilir bir işlev atfetmek neredeyse âdet olmuşsa da, biz aksine, onun çok ağır basan bir rol oynadığını kabul etm ek zorundayız. Ticarî kredi, elbette, bütün ülkelerde aynı ölçüde gelişmiş değildi. Flander ve her şeyden önce İtalya’ya göre, Alman ya’nın Ren ötesinde kalan kesimlerinde çok daha az yaygın dı ve çoğu kez yapıldığı gibi, Almanya’ya bakarak bunu bü tün Avrupa’ya genellemek bir yöntem yanlışıdır. Belirli bir olayın boyutlarını anlam ak için onu g örünüm lerinin en güçlü olduğu yerlerde incelemelidir. Büyük Flander ve İtal yan kentlerinin ekonom ik faaliyeti, Main üzerindeki Frank furt gibi ikinci derecedeki kentlerin faaliyetine indirgene mez. Ortaçağlarda ticarî kredinin önemini, onu günüm üzle, hatta onbeşinci yüzyıl sonuyla karşılaştırarak abartm ak da aynı derecede kabul edilemez. Ticarî kredi, zorunlu olarak, Baıı’da A tlantik kıyıları, Doğu’da Akdeniz, K aradeniz ve Ballık kıyılarıyla çevrilm iş bir iktisadı bölgenin sınırları içinde faaliyette bulunm ak durum undaydı. Böyle olunca, büyük devletlerin gücüyle ayakta tutulm uyordu ve daha sonra görünecek nedenlere bağlı olarak, endüstri üretim i nin örgütlenişini hiç de ciddi bir şekilde etkilemeye m ukte dir değildi. Ticarî kredi, kullanım a hazır mütedavil sermayenin yal nızca bir kısmını seferber edebildi. Çok daha büyük bir kıs mı, kamusal makamlara ya da bireylere borç vermede kul lanılıyordu. Ortaçağların bankacılık işlemleri esas olarak ödünç vermek işlemleriydi ve bu dönemdeki para ticareti 144
tarihinin hemen hem en tüm ü bu işlerle ilgilidir. Bu ticare tin kendisi, onbir ve onikinci yüzyıllardaki ticari canlanışın bir sonucudur yalnızca. Ortaçağın ilk bankerlerinin bazısı, farklı paralar kullanılm asının bir sonucu olarak çok erken tarihlerde ortaya çıkan ve her türlü kontrolden bağımsız bir mesleğin uygulayıcıları olarak hızla zenginleşen kambiyo cuların (cam bilores) torunları, sayıları çok daha kabarık olan diğerleri ise, başkalarına borç vererek fazla sermayele rine bir kullanım alanı bulan büyük tacirlerdi. Ayrıca ban kacılığın hiçbir zaman, deyim yerinde ise üzerine aşılanmış olduğu eşya ticaretinden bütün bütün ayrılmamış olduğu düşünülebilir. Bankacılık yalnızca yedek serm ayenin değer lendirilmesinin yollarından birisiydi. . Genel bir kural olarak ortaçağ bankeri hem faizci hem de tacirdi. Onikinci yüzyıl boyunca büyük ticari servetlerin ortaya çıkışı kaçınılmaz olarak kralların, büyük lordların, aristokrasinin ve hatta Kilise’nin dikkatini çekli. Bunların hepsi, arlan ekonom ik faaliyet ve daha ileri bir yaşam a standardının ürünü olarak masrafların sürekli artışı nede niyle gelir yetersizliği çekiyorlardı. Onlar için, ihtiyaç duy dukları parayı, o para içinde yüzen tacirlerden ödünç al mak, topraklarını manastırlara rehin etm ek ya da kap ka caklarını darphaneye gönderm ekten çok daha uygundu. Ve bunların isteklerine tacirler nasıl karşı koyabilirlerdi? Siya sal ve toplumsal etkileri oldukça fazla olan, bu borç alma isteklilerini reddetm ek çok tehlikeli olabilirdi. Onların bu gücünün, ellerinde riske sokulan bu paraların geriye öden mesini tehlikeye düşürebileceği doğrudur; ancak, ödene meyecek borçları telâfi etmeye yetecek derecede yüksek bir faiz oranı talep edilmesi yeterli bir garantiydi. Her şey hesa ba katıldığında, eğer risk büyükse (bu risk acaba, her türlü savaş, deniz kazası, korsan ve soyguncuların söz konusu ol duğu uluslararası ticaretteki tehlikelerden daha mı büyük 145
lü?) um ulan kârlar da o derece çekiciydi. O nüçüncü yüz yıldan itibaren bu kâr um utları, hemen hemen bütün yeni zenginleri tahrik etmiş olmalıdır. Açıktır ki, bunların yap tıkları borçlanmalardan yalnızca küçük izler kalmıştır, çün kü geri ödeme yapıldığında tapu senetleri yok edilmiştir. Bize kadar gelmiş olan bilgilerin korunm uş olmasını tama men rastlantılara borçluyuz ve bunlar az sayıda olmalarına karşın, tacirlerin müşterilerinin emrine tahsis ettikleri geniş kredileri değerlendirmemize olanak vermektedir. 1160’larda William Cade, İngiltere Kralı ve bazı soylulara ö n e m li m ik ta rla rd a k red i v e riy o rd u .50 G h e n t’l i j o h n Rynvisch ve Simon Saphir, aynı işi John Lackland için yapı yordu.51 Hemen hemen aynı dönemlerde, Arras, borç para verenleriyle ünlüydü: A trebatum ... urbs... p len a D ivitiis, inh ians lu cris et Jo e n o r e g a u d e n s .* 52
Bunların en zenginleri olan Louchard’lar, Felem enk’te ef saneleşmiş bir isim bırakmışlar ve Crespin’ler de hemen he men buna eşit bir üne sahip olmuşlardır. Bunların zenginli ği ve kazanç tutkularının çağdaşları üzerinde bıraktığı izle nimleri Artois şiiri bizler için hâlâ korum aktadır.53 O nü çüncü yüzyılın başından itibaren Scheldı havzasının bütün 50 Bu faaliyetler kokusunda, 38 no'lu d ip n o tta belirtilen H. Jen k in so n 'u n m aka lesine bakınız. 51 D aha 1176 yılında İngiliz d in adam ları “M ercatorcs F landriaeM en önem li m iktarlarda borç alıyorlardı. A. Schube, Handelgeschichtc der Romanischen VOlker, s. 393. (*) “A trebatum ... Servetle., d o lu kazanca tam ah eden, faizden haz du y an ların kenti.." 52 G uillaum e le Breton, Philipidis, Mon. Cerm. Hist. Script, c. XXVI, s. 321. 53 A. G uesnon, La satire à Arras a XIII siècle, bkz. Le Moyen Age (1889 ve 1900). O nikinci yüzyılın başında A rtois'lılann zenginlikleri ve açgözlülükleri n ede niyle sahip oldukları ün konusunda G u ib en de Nogent'in Histoire de sa vie, e d . . Bourgin, s. 223’e bakınız.
146
büyük soyluları, kentlerin burjuvalarına borçluydular. Artois’lıların yanısıra Lens, Louai, Tournai, G hent ve Valenciennes’li burjuvaların borç verenler arasında olduklarını du yuyoruz ve bunlara borcu olanlar arasında Flander Kontes leri Jeanne ve Marguerite, Kont Gui de Dampierre, oğulları Robert ve Jean, Liege Piskoposu, Artois Kontu 11. Robert ve pek çok başkaları bulunm aktadır. Borç verilen m iktarlar 60’tan 14.000 livre’ye kadar değişmektedir, ancak aynı kişi ler sürekli olarak yeniden borçlanmaktadırlar. Gui de Dampierre’in, 1269 yılından 1300 yılına kadar yalnızca Flander kontluğundaki borçları toplam 55.813 livre’ye ulaşm ıştır ve başka daha ne kadar borcu olabileceğini ise bilemiyoruz. Borçların ödenmesi genellikle bir yıllık süre içinde ve kimi zaman zengin burjuvaların, kimi zaman Arras’m ve Bethune’un avoue’leri* ve Audenarde Lordu gibi önemli şahsiyet lerin ve de kimi zam an (ki çoğunlukla böyle oluyordu) Bruges kentinin kefalet garantisi altında oluyordu. Kimi za man da garanti borçlunun gayri m enkulünce sağlanıyordu. Kentler de soylular kadar borç almaya hazırdılar. Büyüğü ve küçüğü ile sürekli olarak tacirlerin para çantalarına baş vuruyorlardı. 1284 Ekim ’inden 1305 Şubat’m a kadar, on ayrı d u ru m d a B ruges’ün aldığı b o rç la r toplam o lara k 460.000 livre’ye ulaşıyordu.54 Din! kuruluşların ihtiyaçları daha az dikkate değer olmakla birlikte, onlar da sürekli ola rak kredi peşinde koşuyorlardı ve Başpiskopos Eudes Regaud’un (1248-69) gezileri sırasında tuttuğu günlük, Norm andiya’nm hem en hem en b ü tü n m an astırların ın borç içinde olduğunu göstermekledir. Bu örnekler, ticaretten sağlanan m ütedavil serm ayenin varlığından doğan kredi işlemlerinin kapsamını açıklamaya {*) Avoué: O dönem de Fransa’da dava vekillerine verilen ad. - ç.n. 54 G. Bigwood, a.g.e., c. 1, s. 99.
147
yeterlidir. Felemenk’in ortaya koyduğu görüntü, farklı yö relerde ekonom ik hayatın daha az ya da daha çok etkinlik göstermesine bağlı olarak ortaya çıkan farklılıklarla bütün Avrupa’da tekrarlanıyordu. Her yerde, ona olan talebin art ması ölçüsünde para, daha kârlı bir yatırım güvencesi kaza nıyordu. Borç verenlerce talep edilen her miktar, basit ola rak murabaha ya da m odern terimi kullanmak gerekirse fa iz şeklinde bir kazanç demekti. Ne belediye kayıtları ne de kişisel ajandalar, nefret uyandırıcı murabaha kelimesi karşı sında bir irkilme gösteriyorlar. Ancak, kamuya yönelik bel gelerde gerçek başka türlü gösterilmektedir. Borç alan, âdet üzere, sürenin bitim inde, aslında aldığından daha büyük bir m iktarı ödemeyi kabul ediyordu ki aradaki fark faizi oluşturuyordu. Özürlü borçlarda (ad manaium) kabul edi len borç miktarı, başlangıçta alınan m iktar kadar oluyordu. Belirlenen ödeme gününde zarar-ziyan (özürler) ödeniyor ve eğer ana para aynı zamanda ödenmezse, borçlu borcu nun tüm ünü ödeyene kadar borç yemleniyordu. Borçlunun belirlenen tarihte borcunu ödeyemeyeceği önceden bilini yor olmalıdır, çünkü burada faiz, gecikme cezası görüntüsü altında gizleniyordu.55 Genel olarak faiz oranı yüzde 10 ile 16 arasında değişiyordu. Bazen yüzde 5’e kadar düşüyor, bazen de yüzde 24’e ve hatta daha yukarılara çıkıyordu. Söz konusu işin risk derecesi, doğal olarak öngörülen faiz ora nım etkiliyordu. Cade, Louchard, Crespin ve benzerleri gibi Kuzey Avrupalı tacirlerin yürüttüğü para ticareti, çok yaygın oluşuna karşın, biçim yönünden çok ilkeldi. Bu ilişkiler, kapitalist lerle borç alanlar arasında bireysel sözleşmelerle sınırlı kal mış görünmektedir. Arras ve öteki Flander kentlerinin ser mayedarları şirketler oluşturm uş görünm üyorlar. “Bunlar 55 G. Bigwood, a.g.e., c. 1, s. 441.
148
ya tek başlarına ya da, daha çok ikili ya da üçlü gruplar ha linde faaliyet gösteriyorlardı. Aralarında geçici birlikler hiç kuşkusuz m evcuttu, ama düzenli şirketler yoktu.”56 Ne de nizaşırı ülkelerde temsilcilikleri vardı ne de buna benzer kuruluşları. Champagne panayırlarının banker ve kambiyo cularıyla bile ilişki içinde görünmüyorlar, çünkü borç ver dikleri paranın kendi ikametgâhlarında ödenmesini m unta zaman şart koşuyorlardı. Üstelik bunlar ne depozito alıyor lar, ne denizaşırı yerlerde ödeme yapıyorlar ne de poliçeleri iskonto ediyorlardı. Oysa ttalyanlar onikinci yüzyıldan iti baren bütün bu işlemleri biliyorlar ve onüçüncü yüzyıldan itibaren de bunları çağın toplumsal koşullarıyla bağdaşan en yüksek gelişmişlik düzeyine çıkarm ış bulunuyorlardı. İtalyanların kuzeyli sermayedarlara karşı üstünlüğü öylesi ne büyüktü ki, İkinciler meydanı onlara bırakm ak zorunda kalmışlardı. Ve onüçüncü yüzyılın sonlarından itibaren bu sermayedarlar,, gayri m enkul edinerek ve rant alarak kendi servetlerinin yönetim iyle uğraşan varlıklı rantiyelerden (otiosi) başka bir şey değillerdi. O nüçüncü yüzyıldan itibaren İtalyan ve Kuzeyli tacirle rin Champagne panayırlarını ve Flander’i sık sık ziyaret et tiklerini görmüş bulunuyoruz. Ürünlerini artan oranda Av rupa’nın güneyine ihraç ettikleri kum aş endüstrisi onlar için öylesine önemliydi ki, pek çokları üretim m erkezlerin de yerleşmeye ve burjuvazi ile sıkı ilişkilere girmeye yönel mişlerdi. Ancak buralara gelir gelmez, yerlilerle başarılı bir şekilde rekabet etmeye başladılar ve malî konulardaki daha ileri teknikleri ve örgütlenmeleriyle büyük bir avantaj sağ ladılar. Bağlı oldukları güçlü şirketler, dışardan onları ser maye ile destekliyor ve onüçüncü yüzyılın sonundan itiba ren hepsi Felem enk’te kendi temsilcilerini bulunduruyor 36 a.k., s. 178. 149
lardı. Burada, Siena’m n Gallerani, Buonsignori ve Salimbene, Floransa’nın Bardi, Peruzzi, Pucci ve Frescobaldi, Piacenza’nın Scoti’sini, C eneviz, Pisıoja ve L anguedoc’lu Chorsin’lerin yamsıra görmekteyiz. Bütün bu güneyliler ti carî bir eğitime, kambiyo ve kredi işlemlerinde yerleşmiş âdetlere ve sürekli ilişki içinde oldukları Avrupa’nın büyük ticarî merkezlerine ait bilgilere sahiptiler ve bu durum on ları rek ab et edilem ez y ap ıyordu. B ouvines sav aşın d an (1214 - ç.n.) sonra K ontes Jeanne’m , kocası Ferrand de Portugal’ı Philip Augustus’ün elinden fidye vererek kurtar mak için, İtalyan kredisine başvurm uş olması şaşırtıcı de ğildir. Kontes, 1221 yılında, 34.626 livre borçlanmak karşı lığında 29.194 livre elde etmişti. Faizciler için bu güzel bir işti ve hiç kuşkusuz Kontes de kendi payına bu faizcilerin iş bitiren rolleri nedeniyle kendisini kutlayabilirdi.S7 Ne olursa olsun, o tarihten itibaren, dağ ötesinden (utram ontani: İtalyan ve İsviçreliler için kullanılan bir deyim - ç.n.) borç alma uygulaması hızla yayıldı. Kredinin gelişmesi aldığı çeşitli biçimlerde görülm ekte dir. Cham pagne panayırları genellikle borç ödem elerinin yapıldığı yer olarak saptanıyordu ve borcun süresini de be lirliyordu. Fakat ayrıca İtalyan bankerler de ülke dışındaki ödemelere aracılık ediyorlar ve kambiyo işlemleriyle “kli ring bürosu” uygulamaları, yani borçların takas edilmesin deki ustalıkları, onüçüncü yüzyılın sonlarından itibaren, Alpler’in kuzeyindeki bankacılık lekelini onlara kazandırı yordu. Fransa ve İngiltere kralları, yöresel büyük lordlar, piskoposlar, manastır reisleri ve kentler, bunların uluslara rası müşterileriydi. Papalık, elinin altındaki muazzam m ik tarları çekip çevirm ek, K atoliklerden alınan isteğe bağlı vergiyi toplamak ve Kilise’yi bunaltan ve giderek artan her 57 a .k , s. 180.
150
tü rd e n vergilem e işlerinde b u n lard an y ararlan ıy o rd u .58 Bunlar aslında bütün Avrupa’nın mâliyesini yönetiyorlardı. Krallar bunları meclislerine çağırıyor, darphanelerini bunla rın ellerine teslim ediyor, vergilerinin yönetimi ve toplan masında bunları görevlendiriyorlardı. Pek çok kentte, üre tim, satış ve tüketim vergilerinin mültezimliğini bunlar ya pıyor ve her yerde büyük lordlar kredi kurum lan (tables de prêts) açmaları için bunlara yetki veriyorlardı. Bankacılığın yanısıra her türlü ticarî faaliyetle uğraşıyorlardı. Yün satın alıyor, kumaş, baharat, kuyum cu işleri, işlemeli kum aşlar ve ipekliler satıyorlardı. Bir yandan gemi sahibi oluyorlar, bir yandan da Paris, Bruges ve Londra’da hanlar işletiyor lardı. İşleri büyüdükçe cesaretleri de arttı, çünkü sağlanan kârlar göze alman riskleri fazlasıyla karşılıyordu. İhtiyaçla rın zorlamasıyla kendilerine başvuran borçluları sıkıştır m aktan çekinmiyorlar, manastırlar ya da çaresiz kalmış ki şilerden sık sık yüzde 50 ve hatta yüzde 100’ü bile aşan fa izler alıyorlardı. Ancak büyük işlerde ve gücü ya da borçla rını ödem e yeteneği kendileri için tavsiye yerine geçen müşterilerle yapılan işlemlerde bu oran genellikle yüzde 10 dolaylarında oluyordu. İtalyan kredisinin aynı anda her yerde var olma özelliği ve gelişkinliği ile karşılaştırılınca Yahudilerinki çok ufak bir olay olarak görülür. Bunların Ortaçağlarda oynamış olduk ları rol kuşkusuz çok abartılmıştır. Gerçek olgu odur ki, bir ülke ekonom ik bakım dan ne kadar gelişmişse, Yahudi faiz ciler orada o kadar azdır. Flander’de hiçbir zaman önemsiz sayıları aşamamışlardır ama Avrupa’nın doğusuna gidildik çe sayılan artmaktadır. Bu sayı Almanya’da Ren’den uzaklı ğa bağlı olarak arıyordu ve Polonya, Bohemya ve Macaris 58 G. Schneider, Die fm a n zie llen Beziehungen der florentinischen Bankiers zu r Kirchc (Leipzig, 1899), ed. Jordan, Le Saint-Siège et les banquiers italiens, bkz. Congres internationale des catholiques, 5'inci bölüm , s. 292 (Brüksel, 1895).
151
tan’da çok sayıda görülebiliyorlardı. Yukarıda gösterildiği üzere, Ortaçağların tarımsal dönem inde, doğu m allarının gezginci sokak satıcılığını yapmışlardır.59 Dindaşlarının er ken dönem de çok büyük ekonom ik etkinlik kazandıkları M üslüman İspanya kanalıyla Kuzey Avrupa’ya baharat, de ğerli kum aşlar ve kuyum cu işlerini tanıtm ışlardır. H atta onuncu yüzyılın sonuna kadar gizli Hıristiyan köle alışveri şine bile bulaşm ış görünm ektedirler. Bunların bir kısmı Fransa’nın güneyinde toprak, üzüm bağları ve değirmenlere sahip olmuşlardı. Ancak Kilise, bunları öldürüp işkence et m eksizin, inananlarla bu “im ansızlar” arasında her türlü ilişkiyi sürekli önlemeye çalıştı ve Birinci Haçlı seferiyle ay nı zamanda ortaya çıkan mistisizm patlaması bunlara karşı halkın nefretinin boşalmasına yol açtı. Bu tarihten sonra sık sık m aruz kaldtklan o uzun Yahudi katliamları (pogromlar) dizisini başlatmış oldu. Aynı zam anda onbirinci yüzyılda Akdeniz ticaretinin onların aracılığı olmaksızın yapılabil mesini olanaklı kıldı. Yalnızca Islâm, dönem inde zenginle şen ve reconquista'dan sonra da Barselona’da kalan Yahudi tacirler, gemi sahibi ya da gemilerin kom anditer ortağı ola rak deniz ticaretinde yer alabildiler. Batı’nın Yahudileri, başka her yerde, rehin teminatı karşılığında borç veren tefe ciler durum una düştüler. Yalnızca Hıristiyanlara uygulanan m urabaha yasağından etkilenm ediler, bu özgürlükten ka zançlı çıktılar, ve hiç kuşkusuz bunu kötüye kullandılar. Ç ünkü kimse gerekli olm adıkça bunların kapısını çalm ı yordu ve zorunluluk, bunların müşterilerini istedikleri gibi sömürmelerine olanak veriyordu. Yalnızca Avrupa’daki de ğil, fakat Güney’in M üslüm an topraklarındaki dindaşlarıyla olan ilişkileri, işleri için gerekli olan hazır parayı sağlamala rını kolaylaştırıyor ve çaresizlik içinde kalan kişiler her za 59 Giriş b ö lüm üne bakınız ve M. H ofm ann, Der Geldhandel der deutschen Juden wahrend des Mittelaltcrs bis zum Jahre 1350, Leipzig, 1910'la karşılaşım m z. 1 52
man bunların yardımını sağlayabiliyorlardı; ihtiyaç ne dere ce acil ise, m üşterinin fiyat konusunda pazarlık etme şansı da o derece az oluyordu. Bundan başka, Yahudilerden borç alm anın, gizli kalma gibi dikkate değer bir avantajı vardı. Bu durum öylesine elverişliydi ki, dinsel kuruluşlar bile bu yola başvuruyorlardı. Yahudiler yerleştikleri her yerde, yöre egemeninin koru ması altında ve denilebilirse tamamen onun iyi niyetine tâbi idiler. Brabant Dükü Henry, 1261 yılında ölüm döşeğindeyken, bütün tefecilerin ülkesinden sınırdışı edilmesini buyur du ve dul karısı ancak St. Thomas Aquinas’in tavsiyesi üze rine onlara hoşgörülü davranmaya razı oldu.60 I. Edward ise 1290 yılında bunları İngiltere’den kovdu. Aynı işi Güzel Phi lip 1306 yılında Fransa’da yaptı. Bununla birlikte kendisin den sonra gelenler bunların yavaş yavaş krallığa dönm esine izin vermiş olmalılar ki 1393 yılında bir kere daha bu ülke den sürüldüler. Üsielik, kitlelerin saflığından yararlanarak, Yahudilere borçlu olanlann kolaylıkla kışkırttığı halk, belirli aralıklarla bunlara karşı ayaklanıyordu.61 Yahudilerin dine saygısızlığından ve her türlü kötülüğünden kuşku duyulu yordu. 1349 yılında Brabant’ın her köşesinde öldürülen Ya hudiler, 1370 yılında, ev sahiplerini kirlettikleri yolunda bir dedikodu üzerine kesin olarak ülkeden atıldılar.62 Yahudiler, tefeci olarak, onüçüncü yüzyıldan itibaren biz zat Hıristiyanların güçlü rekabetiyle karşı karşıya kaldılar. Bu rakiplerin tarih açısından en eskisinin, tüm Fransa ve 60 H. Pirenne, La duchesse Aleyde de Brabant et le "De regimine Judaeorum” de Sa int Thomas d ’Aquin, bkz. Bulletin de la Classe des Lettres de IAcadémie royale de Belgique (1928). 61 1380 y ılında Paris’te m eraklı bir ö rn e k için Chronique du religieux de saint Dcnys, ed. Bellaguet, c. I, s. 54’e bakınır. 62 Bunların sayıları pek fazla olam az çün k ü bunların el konulan m allarının tutarı yalnızca 7065 Brabant florini ediyordu. H enne ve W auters, Histoire de Bruxel les, c. I, s. 133. 153
Felemenk’e yayılmış ve buralarda son derece etkili olmuş Cahors’lu kişiler olduğu görülüyor ki yüzyılın ortalarından itibaren “Cahorsin” sözcüğü faizcilikle eşanlamlı sayılmaya başlamıştır.63 Bununla birlikte Lombarüiyalılar ya da daha doğrusu ltalyanlar, bu işte kısa sürede onlann yerini aldılar. Büyük lordlar ve kentler, bir kira karşılığında bunlara “kre di kurum lan” (tables de prets) oluşturm a hakkım verdiler; Felemenk’te bu hakların en eskisi 1280 yılına kadar geri gi der. Bu kuruluşların hak sahipleri, “toscans u coversins u juis”64 gibi başkalarını dışlayan bir tekelden yararlanıyorlar dı ve yerlerini aldıkları Yahudilerin sınırdışı edilm esinde çoğu kez bunlann rolü olduğunu düşünm ek m üm kündür. Her ne kadar verilen ilk haklar, borçların, “bien et loiaum ent sans malengien et sans usure”* olmasını şart koşu yor idiyse de, bundan kastedilen tek şeyin çok yüksek fa izin yasaklanması olduğu açıktır. Daha sonraki m etinler bu noktada kuşkuya yer bırakmıyor; bu metinler yalnızca “kö tü mukavele”leri yasaklıyor ya da borç verenleri, “Lombardiyalılann borç verirken yerine getirdikleri âdet ve uygula malara” uymaya zorluyordu.65 Böylece, m akul sayılabilecek bir faiz oranını resmen onaylıyorlardı. Olağan oran, bir livre için haftada iki dinar, yani yılda yüzde 43.3 idi. Bu, ticari faizin yaklaşık iki katıydı. Lombardiya “kredi k u ru m la n ” üstelik kendilerini yalnızca faiz karşılığı borç verme işleriy le sınırlamıyorlar; m üşterileri adına alacak ya da borç öde melerinde bulunuyorlar ve ticarî işlerle uğraşıyorlardı. 63 1367’de Bruges’de “cauw ersinen" kelim esi Lombardiyalılar için kullanılıyor du. G illiodts van Sevcren, Inventaire des Archives de Bruges, c. 11, s. 140. Cahorsin'ler de hem para hem de eşya ticaretiyle uğraşıyorlardı. Bkz. E Arens, Wilhelm Serval von Cahors als Kaufmann a t London, Viertaljahrschrift fü r Soical-und Wirtschaftsgeschichte, с. XI (1913), s. 477 ve devamı. 64 Bigwood, Le commerce de l'argent, с. I, s. 340. (*) “İyi ve d ü rü st b ir şekilde, kötü niyet ve m urabaha olm aksızın." - ç.n. 65 a.k., s. 451.
154
Kambiyocular da aynı zamanda para ticaretinde ve kredi işlerinde yer alıyorlardı. Sarraflık kârlı bir işti ve bu işi yap ma hakkı, büyük lordlar tarafından, bir ödeme karşılığında, sınırlı sayıda insana veriliyor ve onlar da böylelikle yarı-resmi bir konum a sahip oluyorlardı. Değerli m aden ticareti bunlara özgü bir ayrıcalıktı ve kambiyo işlemlerinden elde edilen kom isyonun yanısıra muazzam kâr sağladığı açıktır. Bir süre sonra, saklanm ak ve korunm ak üzere bunlara para yatırılması da âdet oldu ve bu hizmetler kuşkusuz bedava değildi. Bunlar ayrıca teminat akçesi ve haciz altındaki fon ları da kabul ediyorlar ve kolayca anlaşılabileceği gibi çoğu kez ödeme ajanı olarak hareket ediyorlar ve hatta bazıları faizcilik yapıyordu. ÖLe yandan, Ortaçağların ilk yüzyıllarında gerçek kredi kuruluşlarının rolünü oynamış olan dinsel kuruluşlar, onüçüncü yüzyıldan itibaren yalnızca çok ender durum larda borç para veriyorlardı. Onlar, sıradan insanlardan farklı ola rak, her ne kadar arasıra bu yasağa aykırı hareket etme hak kını kendilerinde buluyor idiyseler de, faiz yasağından ya kalarını kurtaram ıyorlardı.66 Üstelik, istemiş olsalar bile ta cirler ve hepsinden çok İtalyan bankerleriyle rekabet etme ye yetecek hazır paraları yoktu. Gerçekten de bu bankerle rin aracılığına genellikle başvuran ve hem en hem en her za man da onlara borçlu olan yine bunlar oluyordu. Yalnızca Templar tarikatı, Doğu Hıristiyanlığı ile olan ilişkileri nede niyle, onüçüncü yüzyıl boyunca gerçek bir malî güç olmayı başarabildi. Tarikatın şubeleri, ister Suriye’de, isterse Batı ülkelerinde yerleşmiş olsunlar, birbirleriyle sürekli yazışı yorlardı. B unların saygınlığı ve askerî gücü, soyluluğun bunları, para saklanabilen emin yerler ya da iki yönlü para gönderebilen bir araç olarak kullanm alarına yol açtı. Fran 66 1228’de Sam t-Bertin Abbe'si ad usu ram borç para veriyordu. Bigwood, a.g.c., c. II, s. 263.
155
sa’da Güzel Philip, zenginliğine gıpta ettiği ve vesayetini kırmak istediği bu tarikatı dağıtana kadar, her türlü hazine işlemleri Templar’lara bırakılıyordu. Gerçek kredi, (yani, toprak mülkleriyle ilgili kredi), hiç değilse kentlerde, ona aslî bir önem kazandıracak şekilde gelişti. Ticaretten zengin olan tacirler, kârlarının bütününü işlerinde ya da borç vermede kullanmıyorlardı. En emin ya tırım, kent nüfusunun hızlı artışıyla birlikte, yeni gelenlere kiraya verilebilecek konul yerleri için toprak satın almaktı. Daha onikinci yüzyılın başında, Gesta episcoporum camercensium, tarihin adını koruduğu Felemenk’in ilk büyük ta ciri Werimbold’un, serveti arttıkça daha fazla rant elde etti ğini bize gösterir. Census accıescunt cencibus El munera muneribus.*67
Toprak sahiplerince elde edilen eski arazi rantlarına, kısa süre sonra, buralara dikilen evlerden, evlerin sakinlerince elde edilen yeni rantlar eklendi. Bu ev rantlarının yaratılma sı, ortaçağ kredisinin en genel ve en yaygın biçimlerinden birisiydi. Eğer bir evin sahibi, uzun vadeli borç almak ister se, evin rantını (kirasını) satışa çıkarırdı; yani evin sahibi, bazen sürekli ama daha çok bedeli verilerek geri alınabilmek koşuluyla ve ev teminat gösterilerek, borç alınan sermaye nin faizi karşılıjm da evin rantını devretmeyi kabul ederdi. Ticarî faizden çok daha ılımlı ve faiz yasağının sınırları içine girmemek gibi bir avantajı olan bu ödeme (faiz), onbeşinci yüzyıla kadar genellikle % 8-10 dolaylarında değişiyordu.68 67 Gesta episcoporum Camcrdcemium Continuata, cd. G. W aitz, M.M.G.G., SS., c. XIV, s. 215. (*) “G elir geliri artırır iş dc işi." 68 W. A rn o ld , Z u r Geschichte des Eigentum s in den deutschen Stadien, (Basle, 1861). G. Des Marez, Étude sur la propriété foncière dans les villes du Moyen
156
Gayri m enkullerden elde edilen bu rantlardan çok farklı olarak, bir de yaşam rantları denilenler vardı ki, bunlar kentlerin borçlanm alarının bir sonucu olarak yaygın bir uygulama alanı buldu. O nüçûncü yüzyılın başından itiba ren kentler, olağanüstü meblağlar tem in edebilm ek için, bir ya da iki öm ür boyu sürecek rant satm a uygulamasına başladılar. Bu rantların borç verene, ya kendisinin ya da vârislerinin öm rü boyunca (iki öm ür boyu rant) ödenmesi söz konusuydu. Böylelikle bunlar, daha ilk zam anlardan itibaren burjuvazinin en fazla gerçekleştirmeye çalıştığı ya tırım lar oluyor ve herkes bu türden rantlar satın aimakta serbest olduğundan, her kent, kimi zaman çok yaygın ola rak görülen rantiyelere sahip oluyordu. Hileyi önlem ek için, m odern devlet istikrazı sahipleriyle pek açık bir ben zerlik gösteren bu rantlardan yararlanacak olanların ö lü m ünü bildiren herkese özel ödüller vadediliyordu. Ayrıca bazen hayat rantlarına sahip olanların kaydını tutm ak üze re kent yönetim lerince özel ajanlar tu tu lu y o rd u .69 Kimi kentler, gelirlerinin yönetim inin bir kısm ını, borçlarını kârlarından ödeyen alacaklılara bırakıyorlardı. İtalya’da bu âdet, daha onikinci yüzyılın ortasında pek modaydı. Cenova 1164 yılında, onbir yıllık bir sûre için, gelirlerinin bir kısmım, onbir kişiden oluşan bir dem eğe (m onte) devret ti. O nüçûncü yüzyıla gelindiğinde kent, borçlarını konso lide etmiş, alacaklılarına ellerindeki paylan üçüncü kişile re satm a hakkı tanım ıştı. Onbeşinci yüzyılda son derece Age et spécialement en Flandre (G hem , 1898); J. G obbers, Die Erbleihe und ihr Verhaeltniss zum Rclueııhauf im miittelalterlichen Kain, bkz. Zcltschrifi der Savigny Stiftu n g jû r Rechtsgeschichıe, Gemi. Absth. (1883). 69 M anastırlar da alacaklıları lehine hayat rantları yarattılar. Ö rneğin, 1267’de pcnsioncs ıpıe post viras hominum ad ecclesiam revertentur (ölüm den sonra kili seye yapılacak ödem eler) listesine bakınız. H. Pirenne, (éd.), Le livre de l'abbe Guillaume de Ryckel, s. 68. Şehirlerdeki hayat rantları için, G. Espinas, Les f i nances de la commune de Douai, s. 321 ve devam ına (Paris, 1902) bakınız.
157
güç kazanacak olan St. George Bankası (casa di S. Georgio) bu şekilde doğm uştu. Kredi ve para ticareti tarihinin yukarıdaki taslağı, zayıf ve eksik de olsa, bunlann önemi ve onüçüncü yüzyılın bitimin den önce aldıkları çeşitli biçimler hakkında, her şeye karşın, bir fikir vermiş olmalıdır. Bunlar olmaksızın, Ortaçağların ekonomik hayatı anlaşılmaz olurdu. Ancak, sermaye piyasa larım yöneten kurumlarm ve geleceğin bankalarının daha o zaman biçimlenmeye başladığı büyük İtalyan kentleri dışın da, bunlann enerjisi, teknik mükemmelliklerinden daha üs tündü. Bu dönemde, kelimenin gerçek anlamında para piya sası diye bir şeyin var olmadığı haklı olarak ileri sürülm üş tür. Her kredi muamelesi, aslında özel şartlann belirlediği bir sözleşmenin konusu, borç verenle alan arasında özel bir an laşma oluyordu. Gerçekte ticari borçlanmalar, tüketime yö nelik borçlanmalardan henüz açıkça farklılaşmamıştı.70 İnsan, doğal olarak, bu zayıflıkların ne ölçüde faizin'yasak oluşuna bağlanabileceğini sorm aya yöneliyor. Bu ya saklamanın dinî alandan sivil hukuk alanına geçmiş olması gerçeği, kuşkusuz onu daha da büyük bir engel haline ge tiriyordu. Bununla birlikte gerçek hayatla bu yasağın harfi harfine uygulanm asını sağlam ak olanaksızdı ve bu yasak bütün gücüyle yalnızca “açık m urabaha” yani taahhüt kar şılığı tüketim için verilen ve çok aşırı bir faiz oranı şart ko şulan durum larda geçerli oluyordu. Kişilerin, borç verenle ri hayal kırıklığına uğratmayı düşünebilmesi zordu, çünkü kredi ihtiyacı çok fazla ve çok yaygındı. O nüçüncü yüzyıl dan itibaren din bilginleri, Mutuum date rıihil inde sperantes m etninde ifade edilen kesin yasağı, çeşitli uygun tedbirler le değiştirmenin yolunu arıyorlardı.7’ Bir borç para verme 70 Bigvvood, ûLg.e., c. I, s. 456. 71 W. E ndem ann, Sludien in die romanisch-kanonistiche V/irlschafıs-ıınd Rechtslchrc, 2 c. (Berlin, 1874-83); E. Schreiber, Die vollmvirıschaftlichen Anschauungcn 1 58
işleminde, bir nihaî zarar (damnun emergens) veya kazan cın kesilmesi (lucrum cessans) ya da serm ayenin tehlikeye düşmesi (periculum sortis) söz konusu ise bir tazm inat ya da bir başka deyişle faiz (interesse) alınm asının haklı oldu ğu keşfedildi. Böylece faiz açık bir şekilde yasal bir m ura baha oldu ve bu m üsam aha edilen m urabaha ile yasakla nan m urabaha arasındaki farkın ne denli ince olduğu ve yorum için yargıca ne gibi bir alan bıraktığını anlam ak ko laydır. Ticarette paranın “kiraya verilmesi”ne, carî uygula maya göre izin veriliyordu. Champagne panayırlarında ve genel olarak ticarî şirketin işlemlerinde kural buydu. Ondördüncü yüzyılda, ilahiyat bilgini Alvarus Palagius, m ura baha yasağının, ticarî şirketlere uygulanamayacağını söyle m ektedir.72 Bununla birlikle gerçek odur ki, Kilisenin kınaması, kre di ile ilgilenen herkesin üzerinde sürekli bir tehdit olarak her zaman asılı duruyordu. Kilise sık sık, borçluları, borçla rına ait faizi ödeme yüküm lülüğünden affediyordu. Dolayı sıyla en büyük hüner, tehlikeli faizi başka türlü göstererek gizlemek üzerinde odaklaşıyordu. Bazen borç veren bunu, verdiği borç m iktarından düşüyor, bazen geri ödemedeki gecikme karşılığı bir ceza kisvesi altında gizliyor, bazen de borçlu, aslında aldığı m iktardan çok daha büyük bir borcun senedini kabul ediyordu. Bütün bu faize karşı olan yasal mevzuat, uygulamada, Amerika’da Volstead Yasası’nm , al kollü içki tüketim ini önlemede yapabildiğinden pek fazla bir şey yapabilmiş görünmüyor. Bütün bunlar bir ayakbağı idi ama engel değildi. Kilise’nin kendisi, işlemlerini kınadı ğı sermayedarlardan, sürekli olarak borç almak zorunda ka d er Scholistilt seit Thomas von Aquin, Jena, 1913; A. Fanfoni, Le origini del spirito capitalistico in Halia, Milatı, 1932; A. Sapori, II guisıo prezzo nella dottrina di S. Tomoso t nella pratica del sno tempo, bkz. Archtvio sıorico Italiano, 1922. 72 E. Lipson, Economic Histoıy o f England.
159
lıyordu. Papalık, gelirlerinin toplanm asını ve yönetim ini, Hıristiyanlık âleminin her yanından kalkıp gelen sermaye darlara emanet ediyordu. Papaların, kendi bankerlerinin ne tü r işlerle uğraştığından habersiz olam ayacakları ise pek açıktır.
160
BEŞİNCİ BÖLÜM
Onüçüncü Y ü zyilin S onuna Ka d a r U LU S LA RARASI TİCARET
ı . Mallar ve Uluslararası Ticaretin Yönleri1 Garip görünebilirse de, ortaçağ ticareti, başlangıcından iti baren yerel ticaretin değil fakat ihracat ticaretinin etkisi al1 Bibliyografya: W. Heyd ve A. Schaube’nin, kitabın sonundaki genel bibliyograf yadaki yapıtlarına ve R. H apke ile R.L. Reynolds'un birinci b ö lü m ü n 9 no’lu d ip n o tu n d a yer alan eserlerine bakınız. Am H. Sim onsfeld, Der Fandaco dei Tedeschi in Venedig und die dcutschvcnctianiichen Handelsbeziehungen (Stuttgart, 1887), 2 c.; W. S tein, Beiträge z u r Geschichte der deutschen Hanse (G iesen, 1900); E. D aenell, Geschichte der deutschen Hanse in der zweiten Hälfte des XIV Jahrhunderts (Leipzig, 1897); aynı yazar. Die Blütezeit der deutschen Hanse (Ber lin, 1905-6) 2 c.; RA. M eilink, De nederlandsche hanzesteden tot het laatstc kw artal d er XIV eeuw (La Haye, 1912); E Rörig, Hansische Beitrage zu r deutsc hen W irtschaftgeschichte (Breslau, 1928); aynı yazar, La Hanse, bkz. Annales d'histoire économique et sociale, c. II, 1930; aynı yazar, M ittelalterliche W elt wirtschaft, Jena, 1933; A. A rndt, Z ur Geschichte und Theorie des Bergregals und der Bergbaufreiheit (Halle, 2’nci ed. 1916); L. Blancard, Documants inédits sur le commerce de Marseille au Moyen Age, (M arsilya, 1884-5, 2 c.); A. G erm ain, His toire du Commerce de Montpellier, (M ontpellier, 1861), 2 c.; C. Port, Essai sur l'histoire du commerce m aritim e de Narbonne (Paris, 1852); De Fréville, Mémoire sur le commerce maritime de Rouen (Rouen, 1857), 2 c.; L. M irot, Le colonie lucquoise à Paris du X III au XV siècle, bkz. Bibliothèque de l ’Ecole des Chartes (1927-8); Z.W. Sneller, De ontwifeheling van den hande 1 tusschen Noodnederland en Frankryk tot het midden der XV ceuw, bkz. Bydragen voor Vaderl-Geschiede-
161
unda gelişmiştir. O nbir ve onikinci yüzyıllardaki ekonomik canlanışın başlıca aracı olan profesyonel tüccar sınıfının doğum una yol açan, tek başına bu olguydu. Bu canlanışın başladığı Avrupa'nın her iki kesiminde, Kuzey İtalya ve Felemenk’te hikâye aynıdır. Bu olaya hareketi veren güç, uzak mesafe ticaretidir.2 Taşınan m alların niteliğini incelediği mizde bu hemen belli olur, çünkü bunlann tüm ü yabancı kökenlidir ve gerçekten de erken ortaçağların ticareti ko lonyal ticaretle birtakım benzerlikler göstermektedir. Bu ticaretin birinci kalemi baharattı ve sonuna kadar da bu ticaret içindeki ilk sırayı işgal etm ekten hiç geri kalma dı. Bunlar, yalnızca Venedik’in değil fakat Batı Akdeniz’in bütün büyük lim anlarının zenginliğinin yaratmışıydılar. Onbirinci yüzyıl boyunca Tiran Denizi, Afrika ve Doğu Ak deniz limanları arasında doğrudan deniz ulaşım ı yemden kurulduğunda, tüccar gem ilerinin başlıca yükü baharattı. Arabistan, Hindistan ve Çin’den gelen kervanlarla çok m ik tarda baharatın taşındığı Suriye, yeni deniz yollarının keş fiyle Portekizlilerin bunu doğrudan sağlayabilmesine kadar, Avrupa gemilerinin başlıca hedefiydi. Her şey, yani hem ko lay taşınması hem de yüksek fiyat sağlaması, baharata üs tünlük sağlıyordu. Böylece ortaçağ ticareti bir lüks mallar ticareti, yani görece az masrafla büyük kârlar getiren bir ti caret olarak başladı ve göreceğimiz gibi bu özelliğini hemen hemen ortaçağların sonuna kadar korudu. Ağır ham m adde lerin ya da sıradan tüketim m addelerinin ulaştırılması, yol açtıkları m uazzam taşıma giderleri ve b u n u n için büyük sermaye bulma zorunluluğu nedeniyle, o günlerde bilinmi nis (1929); A. Schaube, Die Woiiaus/ulir Englands vom Jahre 1273, bkz. Viertcljahrschrift fu r social-und Wirtscha/tsgeschicte, c. VI (1908); E.E. Power, The English Wool Trade in the Reign of Edward IV, bkz. Cambridge Historical Journal, c. II (1926); E.E. Power ve M. Postan (ed.) Studies in English Trade in the Fifte enth Century (1933). 2 Yukardakt T üccarlar ve Burjuvazi bölüm üne bakınız.
162
yordu ve ortaçağ ticareti ile m odern ticaret arasındaki en çarpıcı fark işte burada görülür. Bir ortaçağ lim anının teçhi zatı, bir ya da iki maçunasıyla, 200’den 600 tonluğa kadar gemilerin yanaşabileceği gösterişsiz ağaç rıhtımlardı. Tüc car gemilerinin değerli yükünü oluşturan birkaç yüz tonluk karabiber, tarçın, karanfil, hindistan cevizi, şeker kamışı vs.’yi taşımak, yüklem ek ve gönderm ek için gerekli olanın hepsi buydu. Merovenj dönem inin sonlarından itibaren baharat k ul lanm ayı bırakan Batı’lı insanlar, b u n u artan b ir şevk ve m utlulukla karşıladılar. Baharat, kısa süre içinde, toplum un yukarı sınıflarının yiyecekleri arasındaki eski yerini aldı ve ticaret yoluyla Alpler’in kuzeyine ihraç edildiği ölçüde bu na olan talep de arttı. Mallar ne kadar sık ve hızlı gelirse gelsin alıcı bulamama diye bir tehlike söz konusu değildi; ortaçağlarda hiçbir gemi sahibinin, stokların birikmesi ya da yıkıcı fiyat düşüşlerinden korkusu yoktu. Ç ünkü, kayıtlı olduğu limana dönen her tüccar gemisi yüksek kâr güven cesini beraberinde getiriyordu. Ancak sürekli deniz kazala rı, düzenli bir endüstri gibi faaliyet gösteren korsanlık, ra kiplerinin ticaretini yok etmek ve böylelikle onların felâke tinden kazanç sağlamaya yönelmiş Italyan kentleri arasın daki sürekli savaş hali gibi göğüs gerilmesi gereken pek çok tehlike de vardı. Ortaçağlar boyunca bunlar Akdeniz’de birbirleriyle, aynen onaltmcı yüzyıldan onsekizinci yüzyıla ka dar İspanya, Fransa ve İngiltere’nin A tlantik ve Pasifik’te yaptıkları gibi, şiddetle savaştılar. Cenova ve Pisa Doğu Ak deniz’de ticaret yapmaya henüz başlamışlardı ki, o zamana kadar bu yörenin tartışmasız hâkimi olan Venedik’in biricik amacı onları buradan kovmak oldu. Konstantinopolis’te bir Latin lm paratorlugu’nun kuruluşu için bütün enerji ve be cerisini ortaya koyan Venedik böylelikle rakiplerine karşı geçici bir üstünlük sağladı. Bu üstünlüğü Bizans’ın kısmen 163
C enova’nın çabalarıyla eski d u ru m u n u kazanm asından (1261) sonra kaybetti. Bu tarihten itibaren iki büyük ticaret kenti, sürekli olarak birbirlerini kollayıp engelleyerek Ege Denizi’nin efendiliğini paylaştılar. Pisa’ya gelince, 1284 yı lında Meloria’da Cenevizlilerce uğratıldığı deniz yenilgisin den sonra korkulacak bir güç olmaktan çıktı. Bununla bir likte, bu mücadelenin ısrarlı ve uzun oluşu, savaşan tarafla rın refahını bir an için bile olsun engellemedi. Bu durum , hem onların enerjisinin hem de bu fena halde kavgalı tica retin muazzam kâr sağladığının çarpıcı bir delilidir. Baharat, Akdeniz ticaretine itici bir güç kazandırdı ama bu ticaretin tüm ünü ele geçiremedi. Batı ile Doğu ya da Hıristiyanlarla M üslümanlar arasındaki ilişkiler daha yakın ve sıkı olmaya başlayınca, çok çeşitli doğal ve üretilmiş mal, artan ölçülerle el değiştirdi. O nüçüncü yüzyılın başından itibaren Avrupa’nın ithalatı, pirinç, portakal, kayısı, incir, kuru üzüm, kokular, tedavide kullanılan m addeler ile (Hin distan’dan gelen) bakkam ağacı, kırmızı boya, şap gibi şey lerden oluşuyordu. Bunlara, Venediklilerin Rumca (bombacinus), Cenevizlilerin ise Arapça adıyla (cotone) tanıdıkları ve bütün dillere aktardıkları pam uk eklendi. Onikinci yüz yılın sonundan itibaren ham ipek de pam uk gibi, önce İtal ya ve kısa süre sonra da kıtada ipek ve pam uklu imalâtının gelişmesine bağlı olarak, artan m iktarlarda ithal edilmeye başlandı. Dah$ sonra Batı’da taklit edilecek olan, Şam’ın da maskosu, Bağdat’ın ipeklisi (baldachin), Musul’un m üslini ve Gazze’nin tülü (gauze) gibi Doğu’nun kum aşlarına da ayrıca talep vardı. M odem Avrupa dillerinin sözcük dağar cığı, Doğu ticaretinin içeri soktuğu ve onun faaliyet ve zen ginliğine tanıklık eden Arapça kökenli kelimelerle doludur. Örneğin, İngilizce’de divan (sedir), bazaar (pazar), artichoke (enginar), spinach (ıspanak), tarragon (ta rh u n o tu ), orange (portakal), alcove (kameriye), arsenal (tophane), ja r 164
(kavanoz), magazine (cephanelik), syrup (şurup), taffetas (tafta), tare (dara), tariff (tarife); Fransızca’da ise douane (güm rük), darse (içliman), gabelle (dolaylı vergi), goudron (katran, zift), jupe (etek), quintal (kental), recif (sığ kaya lık) gibi ve İtalyanca aracılığıyla geçmiş başka pek çok söz cüğe sahibiz. Bütün Batı Avrupa’da, daha rahat ve ileri bir yaşama dü zeyinin gerçekleşmesine olanak veren ithalatın karşılığında, Italyanlar Doğu Akdeniz lim anlanna kereste ve silâh, Vene dik ise -hiç değilse bir süre için- köle ihraç ediyorlardı. An cak kısa süre sonra yünlüler, ilkin İtalya’da dokunan dim i ler, daha sonra Flander ve Kuzey Fransa’da dokunan ku m aşlar başlıca ihracat kalemleri oldu. İtalyan tacirlerinin Champagne panayırlarına yaptıkları ziyaretler, hiç kuşku suz, bu kum aşların daha iyi olan kalitesine dikkatlerini çekti ve kârlı bir ticaretin olanaklarını onlara gösterdi. Bun ları Doğu’ya ihraç etm ek için Cenova Limanı elverişli bir durum daydı ve bu ticaretin hızlı gelişmesinde, hiç kuşku suz büyük bir rol oynadılar. Ceneviz arşivlerindeki noter iş lemleri, bize, onüçüncü yüzyılın başlangıcından önce, ken tin, Arras, Lille, G hent, Ypres, Douai, Amiens, Beauvais, Cambrai, Tournai, Provins, M ontreul3 vs. gibi kentlerden kumaş ihraç ettiğini gösteriyor. Bu liste, görüldüğü gibi, ba zı Fransız kentlerini de içermektedir. Ancak onüçüncü yüz yıl boyunca bunların endüstrileri, yerini o tarihten itibaren Avrupa’nın belli başlı kumaş bölgesi haline gelen Flander ve Brabant endüstrilerine bıraktı.4 Bu İkincilerin ünü, üret 3 Ticaretin Canlanışı adlı bölüm ün sonuna bakınız. 4 B unların ku m aş ticaretinin en yüksek dönem i, o n d ö rd ü n cü yüzyılın başına rastlam aktadır. Bu dönem de Flander ve B rabanı kum aşı, büyük çaplı ticarette Fransız ve Ingiliz kum aşlarından çok daha önem li bir rol oynuyordu. İngilte re'de, yerli zanaatkarların aleyhine olarak F lander ve B rabantlılann krallıktan çiviı otu, tel tarak, kil satın alm alarından şikâyet ediliyordu. Lipson, a.g.c., c. I, s. 399.
165
tikleri kum aşların rakipsiz renk güzelliği, yum uşaklığı, uyum u vs. ile mükemmel oluşlarına bağlıdır. Bunlar, keli m enin tam anlamıyla lüks ürünlerdi ve ticari yönden istek le karşılanmalarının nedeni ise yüksek fiyat sağlamalarıydı. Yiyecek m addelerinin içinde baharatın oynadığı rolü, teks til ürünleri içinde bunlar oynuyordu ve onüçüncü yüzyıl dan itibaren, İtalyan tacirleri, sahip oldukları daha ileri tek nikler ve sermaye sayesinde, Flander kumaşının güneye ih racı işinde bir tekel kazandılar. Champagne panayırlarının çöküşünden sonra büyük İtalyan ticarî şirketleri, Flander ve Brabant kum aşlarının toptan alim ini yürütm ek üzere Bruges’de “simsar”lar görevlendirdiler. İhracat sırasında bu kumaşlara fiyat ve kalitesini belirten kurşun etiketler takılı yordu. Floransa, son işlemleri yapılmadan bu kumaşlardan büyük m iktarlarda sipariş ediyor ve son işlem ler kentin surları içindeki ünlü arte di Calimala'da yapılıyordu.5 Böylece Bruges ile sürekli ilişki içinde olan Flander ve B rabant e n d ü strile ri, uzak m esafe A kdeniz ticaretin d e önemli bir rol oynuyorlardı. Bu olgu Bruges’e, ortaçağ Av rupa’sında başka hiçbir kentin böbürlenemeyeceği türden bir yer kazandırıyordu. Bu kent için sık sık söylenen “Kuzey’in Venedik’i” sözü, yanlış bir yakıştırmadır çünkü Vene dik, bu büyük Flander Limanı’nı kendine özgü yapan ulus lararası öneme hiçbir zaman sahip olmamıştır. Venedik’in gücü, temelde onun gemiciliğine bağlı idi ve kent yabancı lara hiçbir şey borçlu değildi. Yalnızca Almanlar, faaliyetle ri, Venedik gemilerince ithal edilen m allan satın alma iş lemleriyle sınırlı olmak üzere, burada sürekli bir yerleşme ye, Fondaco dei Tedeschi, sahiptiler. Oysa Bruges, Anvers’in onaltıncı yüzyılda oynadığı rolü, çok çarpıcı bir biçimde önceden ortaya koyarcasına, her şeyden önce varlığını ya 5 A. Sapori, Una campagnia di Calimala ai primi del trecenıo; A. D oren, Die Flo rentiner Wollentuchindustrie vom X IV bis îimı XVI Jahrhundert (Stuttgart, 1901).
166
bancı m üşıerilerine borçluydu. Bu kentin lim anını sık sık ziyaret eden gemilerin büyük çoğunluğu, yabancıların ge mileriydi; bu kentin sakinlerinin kendileri ticarî faaliyetler de çok az yer alıyor, bunun yerine, her yandan kente gelen tacirlere kom isyonculuk etmekle yetiniyorlardı. O nüçüncü yüzyıldan itibaren Venedikli, Floransak, Kalalonyalı, İspan yol, Bayonneli, Bretonyalı ve Hansalılar burada depo ya da yazıhane sahibiydiler. Kuzey ile güney arasındaki ticarette, panayırlarda olduğu gibi belirli sürelerle sınırlı olmak yeri ne, şim di sürekli ilişkiler içinde bir temas noktası olarak Champagne panayırlarını izleyen bu büyük antreponun fa aliyetlerini besleyen onlardı. Cenova ve Venedik ondördüncü yüzyılın ilk yansına ka dar Bruges Limanı ile deniz yoluyla doğrudan ilişki kurm a dılar. O zamana kadar İtalya ve Fransa’nın güneyi ile yal nızca karayoluyla ilişki kurm uşlardı. Öte yandan kuzeyin gemileri her zaman Bruges’e gelmişler ve İskandinav deniz ciler, Bruges’ün lehine Tiel’i çoktan terk etmişlerdi. Onikinci yüzyıl içinde Kuzey ve Baltık denizlerinin egemenliği Al m an kentlerine geçtiğinde, ticarî faaliyetin yeniden canlan ması olayı, Bruges’in servetine yeni bir itici güç kazandırdı.6 Çok m uhtem eldir ki, 1180’de Damme’deki dış lim anın ve 1293’te Zwyn’in ağzındaki Sluys’un yapımı yalnızca Bruges Limanı’nm ulaşıma elverişli durum uyla açıklanamaz, aksi ne köprüsüz hafif İskandinav barkolarının yerini, şimdi da ha derin suya ihtiyaç duyan ve giderek artan sayılarda gel meye başlayan ağır Hansa kökelerine (coggen) bırakm ası sonucu kısa sürede daha fazla mekân gereksinim inin ortaya çıkmasıyla açıklanabilir. Bunların ortaya çıkışı, aslında hiç bir zaman pek öyle önem kazanmamış olan Flander ticaret filosunun kesin olarak gerilemeye başladığı tarih olarak be 6 A. Buggc, D er Untergang der norwegischen Schiffahrt im Mittclaltcr, bkz. Vicrteljahrscrift fü r Social und Wirtschaftsgeschichte, c. XII (1914), s. 92 ve dev.
167
lirtilebilir. Bu ticaret filosunun ortadan kalkışı, Bruges’ün ticaretinin gerileme sürecini tamamlamıştır. Scheldt havzasında kum aş endüstrisinin olgunlaşm aya başlaması, İtalyanların yanısıra Hansalılarm da Bruges’de yerleşm elerinin tem el nedenidir. Ancak H ansalılar için, kendilerini İtalyanlarla sürekli temas halinde bulmalarının sağladığı avantaj, kendi başına güçlü bir cazibeydi ve onları kente çeken de tek başma buydu. Kendi çıkarlarının bilin cinde olan Flander kontlar), onlara kolaylık sağlamakta ça buk davrandılar. 1252 yılında, Lübeck’in isteği üzerine Kontes Margaret, imparatorluğun birkaç kenti adma hare ket ederek, Damme’de geçiş resim lerinin toplanması işini bir düzene bağladı. O nüçüncü yüzyılın ikinci yarısından sonra Hansalılarm Bruges’de kurdukları kontuar (7zonlor) ya da Eastlerling, onların Almanya dışında sahip oldukları ve Ortaçağların sonuna kadar da öyle kalan en önemli kontuarlanydı. T ötonik Hansa, Kuzey Avrupa’da büyük İtalyan lim an kentlerinin Akdeniz havzasında işgal ettiklerine benzer bir yer işgal ediyordu. Onlar gibi, Batı Avrupa ile Doğu arasın da bir komisyoncu görevi yerine getiriyorlardı. Ancak İtal yanların doğusu ile Hansalılarm doğusu çok farklı şeylerdi. Birinde Bizans ve İslâm âlemi, ticareti binlerce yıllık bir uy garlık sürecinde geliştirilm iş bir endüstri ve doğanın cö mertçe sağladığı ürünlerle besliyordu. Oysa Hansalılarm sö m ürmeye giriştikleri Doğu, en yakını hâlâ kolonizasyon sü reci, en uzağı ise ilkel bir barbarizm içinde olan bir Doğu idi. Ayrıca onlar, hâlâ büyük ölçüde orm anlarla kaplı bir arazi, kışın buzların geçilmez kıldığı bir denizle, kuzey ikli m inin çetinliğini de göğüslemek zorundaydılar. Alman kolonizasyonu Elbe’nin ötesinde gelişirken, bütün Baltık kıyı ları boyunca kentler doğmaya başladı. 1158 yılında Trave kıyısında kurulan Lübeck’in güçlü kışkırtmasıyla adalara ve 168
nehir ağızlarına egemen oldular. Iskandinavlardan alınmış olan Gotland Adası’nda, 1160 dolaylarında Wisby kenti ku ruldu. Rostock 1218, Starlsund ve Dantzig 1230, W ismar ise 1269 dolaylarında kuruldu. Riga, onüçüncü yüzyılın ba şında, Dorpat 1224 ile 1250 arasında ortaya çıktı ve nihayet bir yirmi yıl kadar sonra uzaktaki Reval kuruldu. Böylece ticaretle uğraşan orta sınıflar kendilerini, Slav, Litvanya ve Letonya kıyılarına, daha buraların fethi tam am lanm adan yerleştirmiş oldular. Töton Şövalyeleri henüz Prusya’nın tü m ünü fethetm em işler ya da Königsberg’i kurm am ışlardı ama çoktan Elbing’in temellerini atmışlardı. Aynı zamanda İsveç kıyılarında ayak basacak bir yer elde etm işler ve Skaania Yarımadası’nda ringa balıkçılığını kendilerine maletmişlerdi. lskandinavların henüz kısa bir süre önce kovuldukları bir denizin kıyısında uzanan, daha yarı fethedilmiş yörele rin ortasındaki bu ileri limanların ortak savunması için şöy le ya da böyle bir anlaşma zorunluydu. 1230 yılı dolayların da Hamburg ile bir dostluk ve serbest ticaret anlaşması im zalayan Lübeck’in önderliği altında Baltık Denizi’nin genç kentleri, derhal Kuzey Denizi limanlarının da katıldığı yay gın olarak tüccar birliklerine verilen bir adla, Hansa adıyla bilinen bir birlik içinde toplandılar. A kdeniz’in İtalyan kentleri arasındaki sürekli savaşlara çarpıcı bir tezat teşkil eden, denizci Alman kentlerinin bu konfederasyonu, onla ra, bütün Kuzey sularında Ortaçağların sonlarına kadar el lerinde tutacakları bir üstünlük sağladı. Bu anlaşm anın sa yesinde, Danimarka kralları tarafından yöneltilen saldırılara karşı kendilerini korumada, dış ülkelerdeki ortak çıkarları nı geliştirmede başarılı oldular. Batı Avrupa’daki Hansa ticaretinin temeli, onikinci yüzyı lın ortasında kurulan Londra Kantarı ve her şeyden önce Bruges’deki kontuardı. Dogu’da ise, Rusya ile ticareti yürüt 169
tükleri Novgorod’da bir ikinci konıuara sahiptiler. Weser, Elbe ve Öder kanalıyla Polonya’ya egemen oluyorlardı; fa aliyetlerini Balkanlar’ın sınırlarına kadar uzatıyorlardı. Öte yandan, Baltık’m Rusya üzerinden Konstantinopolis ve Bağ dat’la ilişkisini sağlayan büyük ticaret yolu, Hazar ve Kara deniz kıyılarında, onikinci yüzyılda Peçeneklerin yerleşme sinden sonra kapanmış olduğundan M üslüman Doğu ve Bi zans’la ilişkilerin tekeli Akdeniz’in eline geçmişti. İtalyan lim anlarından çarpıcı bir biçimde farklı olarak, Hansalıların ihracatı, kaçınılm az olarak, hinterlandındaki tamamen tarımsal yörelerin ticarete sunabildiği doğal ürün lerden oluşuyordu. Bunlar, herşeyden önce, P rusya’nın buğdayı, Rusya’nın kürkü ve balı, Skaania’nm tuzlanm ış ringası, k u ru tu lm u ş balık, katran ve kereste idi. Ancak bunlara, dönüş ham ulesi olarak gem ilerin İngiltere’den yüklediği yün ile Fransız şarabını tem in etlikleri Biskay Körfezi’nden yüklenen Bourgneuf’un (“Tuz Körfezi”) tuzu ekleniyordu. Bütün bu trafik, H ansa ticaretinin kaynağı olan ve Baltık Denizi ile Biskay Körfezi’nin tam ortasında yer alan Bruges’ün çevresinde yoğunlaşıyordu. Burada İtal ya’dan gelen baharatla, Flander ve Brabant’tan gelen kumaş, Alman tacirlere sunuluyor ve onlar tarafından Novgorod ve Polonya’nın güneyine kadar iletiliyordu. B ütün denizci kentlerde bu mallar gewandschneider’lenn* mağazalarında zengin burjuvaların giyim-kuşamı için istifleniyordu. Han sa ticaretinin niceliği, eğer Akdeniz ticaretinden fazla değil se, kesinlikle ona eşitti ama daha az sermaye gerektiriyor du. Alıp satılan ticarî eşyanın değeri, baharat satışından sağlandığı gibi büyük kârlara olanak veren türden değildi; küçük bir kazanç elde edebilmek için ağır masraflar zorun lu oluyordu. Bu nedenle, Hansa kentlerinde, ortaçağ ltal(*) Gvvandschneider: T e rz i- ç .n .
170
ya’sına Avrupa’nın malî hegem onyasını sağlayan o güçlü malî kuruluşları görmemiz şaşırtıcı değildir. Bardi ya da Peruzzi gibi firmalarla, Lübeck’deki W ittenborg, Hamburg’da ki Geldernsen ya da Rostock’daki Tölner’ler gibi dürüst ta cirler arasında büyük bir uçurum vardı ve birincilerin geliş kin ticarî teknikleriyle, İkincilerin basit yöntem leri arasın daki fark da aynı derecede büyüktü. Almanya’dan başka hiçbir bölge, Hansa’m n elde etmiş ol duğu ekonom ik canlılık düzeyini tutturam adı. O nüçüncü yüzyılda denizci kentler, imparatorluğa kent uygarlığını ge lirmiş olan Ren boyundaki kentlere göre öncelik kazandılar. Almanya’nın büyük pazarı Hohenstaufen’in hâlâ etkisi altın da olan Köln, 1250’lerden itibaren Lübeck tarafından gölge de bırakıldı. Fakat Ren, İtalya ile Felemenk arasındaki belli başlı ticaret yollarından birisi olduğu için Köln, kuzeyindeki Utrecht ve güneyindeki Mainz, Spires, Worms, Strasburg ve Basel gibi ticarî yönden büyük önem taşımaya devam etti. Ren ve Moselle boylarındaki üzüm bağlanndan ayrıca önem li ölçüde şarap ihracatı oluyordu ve kapsam bakım ından yö resel olmayı hiçbir zaman aşamamış olsa da yörenin başlıca merkezlerinde canlı bir endüstri varlığını sürdürüyordu. Güney Almanya’ya gelince, her ne kadar Venedik kana lıyla Akdeniz ticaretiyle temas halinde idiyse de, Ortaçağla rın sonunda elde etmiş olduğu refahın henüz çok gerisin deydi. Alm an tacirlerinin lâgünler k en tin d e k u rd u k ları Fondaco de i Tedeschi, hiçbir açıdan Bruges’deki güçlü Hansa kontuarıyla karşılaştırılam az. Tirol ve Bohemya’daki m a denlerin işletilmesine henüz yeni başlanmıştı ve Salzkamm ergut ve Luneburg tuzlarının alım-satımı, deniz yoluyla her yere ulaştırılan Bourgneuf tuzuyla rekabet edemezdi. Tuna’nın K aradeniz’e sağladığı m ükem m el çıkış olanağı, yalnızca Ausburg, Regensburg ve Viyana üzerinden Bavyera ve Avusturya arasındaki geçişe yaramak dışında kullanılm a 171
dan duruyordu; Macaristan’ın gelişmemiş durum u ve Balkanlar’ın bilmez tükenm ez sorunları, bu nehrin alt kesim lerinde her türlü ulaşımı olanaksız kılıyordu. Üstelik Al manya’nın ileri derecedeki siyasal bölünm üşlüğü, impara torların zayıflığı ve rakip hanedanlar arasındaki mücadele, ekonom ik hayatın gelişmesi için fevkalâde elverişsizdi. İtal ya’nın daha ileri bir uygarlıktan ve kıtanın denizle ilişkisini kolaylıkla sağlayan coğrafî konum dan elde ettiği avantajları ayrıntılarıyla anlatm anın yeri burası değildir. Feodal büyük lordlann engellemesiyle karşılaşmadan, ü l kenin bir ucundan öteki ucuna kadar otoritesini duyurabilen Avrupa’daki tek ulusal hüküm ete sahip olan İngiltere, b ütün kıta devletlerininkinden daha üstün bir ekonom ik yönetime sahipti. Ancak, ne endüstrisi ne de ticareti bu el verişli koşullardan yararlanabiliyordu. O ndördüncü yüzyı lın ortalarına kadar, İngiltere esas olarak bir tarım ülkesiy di. Onbirinci yüzyıldan beri kıtali tacirlerin şık sık uğradığı limanı Londra dışında bütün kentler, III. Edward’in saltanat yıllarından önce, üretim lerini kendi hemşehrileri ve çevre lerindeki kırsal alanın sakinlerine yetecek düzeyde tutuyor lardı. O n ü çü n cü yüzyılın yaklaşık bir elli yılı boyunca Stradford’un farklı durum u dışında, krallıktaki o m ükem mel yünü yalnızca kendi tüketim lerine ve yerel m üşterileri ne yetecek kadar üretiyorlardı. Bu çarpıcı anormalliğin ne deni, erken örtaçağlardan itibaren Flander kum aşının ola ğanüstü gelişme gösterm iş olm asında aranm alıdır. Felem enk’teki kom şularınca geride bırakılan lngilizler, onlara hammadde sağlamakla yetiniyorlardı. Günüm üzde Arjantin Cumhuriyeti ve Avustralya, Avrupa ve Amerika için neyse, onlar da Flander kumaş endüstrisi için aynı şeydiler. O nlar la rekabet etmek yerine, her zaman satışı olan yünü daha çok m iktarda üretm ekle yetiniyorlardı. İngiltere’deki Cis tercian manastırları koyun yetiştiricisi olarak üstünlük ka 172
zandılar. Yün ticareti Ouse üzerindeki St. Ives, W inchester’deki St. Giles, Stourbridge, Boston’daki St. Botolph, W estminster, N ortham pton ve Bristol panayırlarının zen ginliğini sağlarken, aynı zamanda krallığın da gelirlerinin büyük bir kısm ını temin ediyor ve lim anlarda durm adan artan faaliyete yol açıyordu.7 Ancak, şaşırtıcı görünürse de, İngiliz gemiciliği bu ülke nin yün ihracatıyla birlikte gelişmedi. Her şeyden önce bu yün esas olarak kıta gemilerince taşınıyor ve bu iş onüçüncü yüzyıla gelindiğinde hem en hem en tam am en Tötonik Hansa’nın tekeline giriyordu. İngiltere kralları, ortaçağların sonundan önce tebaalarının taşım acılık işini geliştirm ek için hiçbir girişimde bulunmadılar.8 Aksine, yabancı tacirle ri, her türlü ayrıcalıklar bahşederek, kendi kıyılarına çek mek için pek hevesli göründüler. Kuşkusuz onların bu po litikası özellikle malî nedenlere dayanıyordu. Ç ünkü hâzi neleri yabancı ticaret üzerine konan vergilerle ve tahtın Londra’da yerleşmiş serm ayedarlardan aldığı ödünç para larla besleniyordu. O nüçüncü yüzyıla gelindiğinde, burada çok sayıda İtalyan yerleşmiş bulunuyordu ki bunlar Flander’de saltıkları ya da doğrudan Alpler’in ötesindeki kumaş merkezlerine ve özellikle Floransa’ya gönderdikleri yünün ticareti ile malî işlemlerini bir arada yürütüyorlardı. Fransa’nın ekonom ik niteliği, Ingilıere’ninkinden çok da ha karmaşıktı. Ortaçağların sonundan önce Fransa, hiçbir anlam da ekonom ik bir bütünlüğe sahip değildi. Birbiriyle 7 A. Schaube, Di« V/ollausfuhr Englands vom Jahre 1273, bkz. Vieneljahrscrijt fitr social-und V/irtschafisgeschichtc, c. VI (1908). 8
1381'de b ir yasa, krallıktaki ticareti yalnızca gem ilerine hak olarak tanınıyor d u . A ncak b u n u uy g u lam ak im kânı bulunm adığı için, eskiden o ld u ğ u gibi Hanse gem ilerine başvurm ak zorunlu oluyordu. Bununla birlikte 1381 Yasası, yeni b ir politikanın, devletin ekonom ik m üdahalesinin habercisi olan b ir poli tikanın başlangıcı olarak sayılmalıdır. Bkz. FR. Şalter, The Economich History Review (1931), s. 93.
173
yabancılardan daha sıkı ilişkisi olmayan, yan yana gelmiş belirli sayıda bölgeden oluşuyordu. Güneyde Montpellier, Aiguesmortes, Languedoc’daki Narbonne ve hepsinden çok Provans’daki Marsilya Akdeniz ticaretinde yer alıyorlar ve onüçüncü yüzyıl boyunca Flander kumaşı ihracatı ve baha rat ithalatında etkin bir rol oynuyorlardı. Ancak yüzyılın sonuna doğru St. Louis Haçlılarının başarısızlığı ve Cenova’nm rekabeti bunların refahını, onyedinci yüzyıla kadar canlanamayacak şekilde, büyük ölçüde azalttı. Bu tarihten sonra Marsilya’nın ticareti Güney Fransa ile sınırlı kaldı. Marsilya’nın gerileyişi, gördüğüm üz üzere, onikinci yüzyı lın başından itibaren Avrupa’nın büyük antreposu olan Champagne panayırlarının çöküşüyle hemen hemen eşza manlıdır. Bu gerileyişten büyük ölçüde Paris yararlandı ve Bruges’le birlikte Alpler’in kuzeyinde ticaret yapan İtalyan firmalarının başlıca merkezi oldu. Onlar buralarda ipek en düstrisini kurdular ve özellikle bankacılıkla uğraştılar.- An cak Ortaçağların tarihinde Paris’in oynadığı rol, Philip Augustus dönem inin başlangıcında Fransa’nın siyasal üstü n lü ğünün ve Fransız uygarlığının itibarı ile bağdaşır nitelikte değildir. Üniversitesi nedeniyle uluslararası bir kent olan Paris, ne ticareti ne de endüstrisi ile uluslararası niteliktey di. halyanlar ve Felemenk’ten gelen çuhacıların dışında hiç bir yabancıyı kendine çekemiyordu ve her ne kadar nüfusu hızla artıyor,idiyse de bunun başlıca nedeni siyasal m erke zileşmenin gelişmesi ve sarayın varlığıydı. Burada onüçün cü yüzyılın sonunda var olan 282 zanaat, küçük atölyeler deki zanaatkârlarca, büyük kentin ihtiyacını karşılam ak üzere yürütülüyordu,9 ama bunlar, pazarlarını kentin dışına 9 Toplam 282 farklı zanaat, G. Fagniez’in Études sur l’industrie et la classe indust rielle à Paris au XIII et au X IV siècle, s. 7 ve devam ı (Paris 1877) adlı çalışm a sındaki listeden alınm ış, eşanlam lıların yanısıra erkek ve kadın hizm etkârlar dikkate alınm am ıştır.
174
genişletmek için çaba göstermiyorlardı. Endüstriyel bir ba kış açısından Fransa, İtalya ve Felemenk’ten farklı olarak, ihracatçı bir ülke değildi. Mimarları ve heykeltıraşları sa natlarını bütün Avrupa’ya yayıyorlar fakat uluslararası tica retle onun işgal ettiği yer yalnızca doğal zenginliklerinin bol oluşuna bağlı kalıyordu. Bu doğal zenginlikler arasında şarap, tartışmasız birinci sı rayı alıyordu. Ne bağcılık ne de şarap ticaretinin, hak ettiği öneme uygun bir biçimde incelenmemiş olması, hem şaşırtı cı hem de üzücüdür.10 Şarabın, üzüm üretm eyen ülkelerin beslenmesinde sahip olduğu yerin, Ortaçağlarda, zamanımı za göre çok daha büyük olduğu görülmektedir. Özellikle, İn giltere, Almanya ve Felemenk’te, varlıklı sınıfların olağan iç kisi şaraptı. Ghent’de bir onüçüncü yüzyıl keure'û sıradan bir adamı bir burjuva ile, qui in hospitio suo vinum bibere solet*11 diyerek karşılaştırıyordu, çünkü İtalyan şarapları ihracata ko nu olmuyordu, Ren ve Moselle’ninkiler ise sınırlıydı. O nü çüncü yüzyıldan itibaren Fransız şarapları Kuzey ülkelerinin uluslararası ticaretinde tartışmasız bir üstünlüğe sahipti. Sen Vadisi ve Burgondiya’nm şarapları yalnızca Rouen gemileriy le ihraç edilir görünmektedir. Oysa Bordeaux şarapları, daha iyi kaliteleri, bol oluşları ve denize yakınlıklarının ulaşımı kolaylaştırması nedeniyle, onikinci yüzyılın ekonomik rönesansı gelip çattığında artan ölçüde aranır olmuşlardı. Bu şa raplar, Oléron ve La Rochelle (La Rochelle ticarî adıyla bili nen şaraplar, adını buradan almıştır) limanlarından, Gaskonya, Bretanya ve İngiliz gemileriyle ve hepsinden daha çok on10 H. Pirenne, Un Grand commerce d'exportation au Moyen Age: les vins de France, bkz. Annales d'histoire économique et sociale. 1933, s. 225 ve dev.; Z.W. Sneller, W ynvaart Wynhandcl lusschcn F rankryk en de Noordelihc Nederlanden in de tweede helft d e rX V ceuw, bkz. Bydragen voor Vaderl, geschiedenis (1924). (*) “K onuk gittiği yerde hep şarap içer.” 11 W am koenig-G heldolf, Histoire de la Flandre, vs. c. III, s. 284.
175
dördüncü yüzyılın ortalarından itibaren de Hansa gemileriyle Kuzey Denizi’ne ve Balıık’m en uzak noktalarına kadar taşın mıştır. Bunlar, nehirler kanalıyla Avrupa’nın içlerine kadar nüfuz etmişlerdir. Ondördüncü yüzyılın başında Liege’e öy lesine çok miktarda şarap geliyordu ki, uzaklığa rağmen Al man şaraplarından daha ucuza satılıyordu.12 Onbeşinci yüz yıl ortalarına kadar İngiltere’ye tâbi olan Gaskonya bu şarap lar için daima bir açık pazar oluşturuyordu. Şarap ticareti kü çümsenmeyecek servetlerin temelini atmıştı ve günümüzde, İngiliz soylulan arasında, ortaya çıkışını buna borçlu olanlar vardır.13 Bordeaux şaraplarının taşınm ası işi de öylesine önemliydi ki, şarap taşıyan filolarda geçerli olan teamüller Kuzey Avrupa’da deniz ticaret hukukunun doğmasına yol aç mıştır. Onikinci yüzyıl sonlarına doğru düzenlenm iş olan Oleron Kayıtlan, şarap gemilerine ilişkin hüküm ler içeriyor du ve bunlar çok erken tarihlerde Damme’de Flander diline çevrilmiş ve bu tarihten sonra da Wisby’nin Deniz Hukuku olarak bilindiği Baltık’a kadar yayılmıştır.14 Mutlu bir coğrafi rastlantı sonucu Bourgneuf tüz m aden leri La Rochelle’e oldukça yakındı, böylelikle tüccar gemile ri şarap ve tuzu aynı anda yükleyebiliyorlardı. O ndördüncü yüzyıl boyunca, Hansa gemileri, Skaania kıyılarındaki ringa balıkçılığı geliştikçe, artan miktarlarda bu körfez tuzundan ithal ediyorlardı. Bu tuz, Alm anya’da bile, L uneburg ve Salzburg tuzlalarının tuzuyla başarılı bir şekilde rekabet ediyordu.15
12 Hoscem , Cesta episcoporum, cd. G. K urth, s. 252. 13 Ö rneğin, Bedford D ükü için, G. Scoıı T hom son'un Two Centries o f Family His tory (Londra, 1930) adlı yapılına bakınız. 14 Th. Kiesselbach, Der Ursprung der roles d'Okron und des Seerechts von Damme, bkz. Hansische Geschichtsblatter, 1906, s. 1 ve devamı. 15 A. Agats, Der hansische Baienhandel (H edilberg, 1908). H. Hausser, Le sel dans l’histoirc ile karşılaştırınız, bkz. Revue tconomique internationale (1927).
176
Fransa, şarap ve tuzun yanısıra, Artois ve N orm andiya’dan tahıl ihraç ediyordu. “Orta çağların çiviti” olarak ad landırılan çiviıotu, Picardy’de yetiştiriliyor ve bunun ticare ti Amiens ve Languedoc’da yoğunlaşarak Toulouse’un refa hına büyük katkıda bulunuyordu. Çivitotu, Flander ve İtal yan kumaş endüstrilerinde hazır bir pazar buluyordu. Böylece Ortaçağ Fransa’sı, bir bütün olarak bugünün Fran sa’s ına çok benzeyen bir niteliğe sahipti. Endüstrisi kendi ih tiyaçlarına yetiyor ve Limoges’in süs eşyası gibi birkaç lüks ürün dışında, Avrupa ticaretinde yalnızca önemsiz bir yer tu tuyordu. Kuzey kentlerindeki kumaş ticaretinin, Champagne panayırlarının gelişkin olduğu dönemde etkin olduğu, fakat bu panayırların çöküşüyle birlikte uluslararası ticaretteki yerlerinin Flander ve Brabant tarafından alındığı doğrudur. Krallığın en kuzeyindeki Tournai ve (esasen imparatorluğa ait olan) Valencinnes, kuşkusuz birinci dereceden tekstil merkezleri olarak kaldılar ama Bruges’in eline bakıyorlardı ve Felemenk’in ekonomik etki alanına dahil bulunuyorlardı. Fransa’nın zenginliği, her şeyden önce, toprağının sağladığı bol, çeşitli ve mükemmel ürünlerden ileri geliyordu. Özellik le, bütün hali vakti yerinde ailelerin sofrasında baharatın yamsıra yerini alan şarabı, onu İtalya ile birlikte Avrupa’nın lüks yiyeceklerinin üsıencisi yapıyordu. Bununla birlikte, İtalya’dan farklı olarak, ticaret için ürettiği bu malları kendi sinin ihraç etmeyişine dikkat edilmelidir. Akdeniz ticaretinde etkin bir yer tutan Marsilya ve Provans limanlarının gemileri dışında, kelimenin gerçek anlamında bir ticaret filosu yoktu. Gaskonya Körfezi, Kanal (Manş Denizi) ve Kuzey Denizi’nde gemiciliği, hemen hemen tamamen Basklılar, Breıonlar, lspanyollar ve Hansalılar gibi yabancılara bırakmışlardı. Ancak Fransa’da, ne ticarî ne de endüstriyel büyük servetler yoksa da, Yüz Yıl Savaşları felâketine kadar, bunu telâfi eden ve hiç bir yerde bulunmayan bir refah ve istikrar yürürlükteydi ve 177
Fransız uygarlığının onüçüncü yüzyıldaki parlak gelişmesin de hiç kuşkusuz bunların payı vardı.16 Ispanya’da krallıklar, Arap fatihlerini ülkeden kovmaya başladıklarında, iktisat tarihinde giderek arlan bir rol oyna maya başladılar. Arağon’daki Barselona, onüçüncü yüzyıl dan itibaren girişimci ruhu ve cesur denizcileriyle tanını yordu. Reconquista'dan sonra orada kalan Yahudiler saye sinde kent, deniz ticareti için yeterli sermayeye sahip oldu ve hızla İtalya’nın ticarî tekniklerini öğrendi. Başlangıçta eski Venedikliler gibi köle ticaretiyle de uğraştılar ki, Müs lüm anlarla yapılan savaş bu iş için onlara bol m iktarda Mağripli Arap esir sağlıyordu. Aragon krallarının Sicilya’ya müdahalesi, doğal olarak onlann bu ülke ile olan ilişkileri ne taze bir itici güç kazandırırken, Katalanların Yunanis tan’a ve bir süre sonra Ege adalarına maceralı seferleri, sa vaş ve ticareti bir arada yürüten Barselonalılarm Doğu ile yaptıkları ticareti kamçıladı.17 O ndördüncü yüzyılın başın dan itibaren bunların tekneleri Cebelitarık Boğazı’mn ötesi ne geçme cesaretini gösterdiler. Bruges’de, Atlanıik kıyıları boyunca kıyı ticaretiyle meşgul olan ve başlıca madenler ile Ortaçağların sonunda Felem enk kumaş üretim inde kullanı lan İngiliz yününün yerini alacak olan İspanyol yününü ih raç eden Portekiz ve Galicia gemilerine rastladılar. Ortaçağların uluslararası ticaretini besleyen nesneleri dik kate aldığımızda, endüstri ürünlerinin, baharat, şarap, mısır, tuz, balık, ve yün gibi tarımsal ürünlerden çok daha az oldu ğu görülecektir. Yalnızca kumaş, önce Felemenk daha sonra Floransa’nın kumaşı, büyük bir ihracat ticaretinin oluşması na yol açtı. Dokunm uş ipekliler ve İtalya’da üretilen lüks 16 F Lot, Vital des paroisses et des je u x de 1328, bkz. Bibliothèque de l'École des Chartes, c. XC (1929), s. 405'e göre (bugünkü sınırlarına göre) F ransa'nın n ü fusu 1328 yılında, oldukça yüksek bir sayı olan 23-24 m ilyonu bulm uştu. 17 Sayous'un d ördüncü bölüm 38 no’lu dipnottaki m akalesine bakınız.
178
nesnelerin ihracatı kapsam olarak sınırlıydı ve hemen hemen bütün endüstri dallan (çanak-çömlek, mobilya, ayakkabı, gi yim, mutfak eşyaları ve her türden alet) kentlerin sınırlan içinde kalıyor, yerel pazan beslemekten öteye geçmeyecek şekilde kentlerin zanaatkârlannın tekelinde bulunuyordu. Ancak bazı belirgin istisnalara işaret edilebilir. Almanya’da Hildesheim ve Nuremberg’de, Meuse Vadisi’nde, Huy’da ve hepsinden çok Dinant’da metal işletmeciliği, uluslararası ti carete katkıda bulunacak ölçüde gelişmişti. D inant’ın, Dinanderies adıyla bilinen bakır eşyalan Avrupa çapında ürte sahipti. Her şeye rağmen, modern dünyanın ekonomisiyle, Ortaçağların ekonomisi arasındaki en büyük farklılıklardan birisi, ortaçağ m etalürjisinin ilkel gelişmesinde görülebilir. Tirol, Bohemya ve Carinthia’nın m adencileri, en ilkel bir yöntemle “dağları” delmek için bir araya gelen köylülerden başka bir şey değillerdi. Onbeşinci yüzyılda komşu kentlerin kapitalistleri bunlar üzerinde kontrol kurdular ve madenci liği geliştirdiler ama o zaman bile madencilik pek önemsiz di. Liege çevresinde, onikinci yüzyılın sonlarından itibaren köm ürün kullanılmaya başlanılmasına ve bir sonraki yüzyıl da Liege’li madencilerin, maden çukurlarından suyu boşalt mada, maden kuyuları kazmada, toprak altında tüneller aç ma sanatında dikkate değer beceriler kazanmasına rağmen, köm ür endüstrisi daha da az gelişmişti. Çünkü daha yüzyıl lar boyu, lerra tıigra (siyah toprak) çok bol olduğu yörelerde yalnızca ev içinde kullanılıyordu.18 İktisat tarihinde yeni bir çığır açacak olan, demirin ergitilmesinde köm ür kullanılma sı, onsekizinci yüzyıla kadar gerçekleşmeyecekti. Akdeniz’den Baltık’a, Atlantik’ten Rusya’ya kadar Avru pa’nın tüm ü, onüçüncü yüzyıl içinde uluslararası ticarete 18 O rtaçağlarda k ö m ü r m adenciliğinin kökenine ilişkin çalışm aların bulunm ayı şı k arşısın d a J.A . N ef, The Rise o f the British Coal Industıy, 2 c., (L ondra, 1832)'ye başvurulabilir.
179
açıldı. Bu ticaret, Kuzey’de Felemenk, Güney’de İtalya ol mak üzere başlıca iki merkezden deniz kıyılarına ulaştı ve buralardan da başarılı bir şekilde kıtanın içlerine ilerledi. Çok kötü değişim koşullan, yetersiz ulaşım olanakları, ge nel güvensizlik ve yeterince örgütlenmemiş para sistemi gi bi üstesinden gelmek zorunda kaldığı bütün güçlüklerin ışığında, elde edilmiş olan sonuçların büyüklüğünü takdir etmemek olanaksızdır. Bu sonuçlar, mal! nedenlerle tacirle rin korunması dışında, hüküm etlerce hiçbir katkıda bulu nulm am ası nedeniyle daha da dikkate şayandır. Böylece uluslararası ticaret alanında sağlanmış olan başarı, yalnızca tacirlerin bizzat kendilerinin enerji, girişim ruhu ve beceri leriyle açıklanabilir. Bu bağlamda Avrupa’nın önderleri olan ltalyanlar, Mısır ve Pers uygarlığının antik Yunan üzerinde ki etkilerine benzer şekilde, daha ileri uygarlıklarından et kilendikleri M ûslüm anlar ve Bizans’tan kuşkusuz çok şey öğrenm işlerdi. Yalnız ltalyanlar, iç m ücadelelerin şiddeti yönünden de kendilerine çok benzedikleri Yunanlılar gibi, ödünç aldıklarını özümseyip geliştirmekte gecikmediler. Ti carî şirketler kurdular, krediyi buldular ve parayı eski d u ru m una yükselttiler; ve ekonom ik yöntem lerinin Kuzey Av rupa’daki yayılışı, onbeş ve onaltıncı yüzyıllarda hüm anizmanın yayılışı kadar çarpıcıdır. Sonuç olarak, başlıca özelliklerine ana çizgileriyle değin me girişiminde bulunan bu uluslararası ticaretin boyutları hakkında insan, oldukça tam ve doğru bir tahm inde bulun mak isteyecektir.19 Bilgilerimizin eksikliği, m aalesef bizi, böylesi bir tahmine ulaşmak um udundan vazgeçmeye zor lamaktadır. Bunu m odern ticaretle karşılaştırm ak elbette saçm a olurdu. M odern bilim in bütün olanaklarına sahip olan günüm üz ticaretiyle, Ortaçağlar ticareti arasında bir 19 Bu k o n u da Kulischer, a.g.e., c. I, s. 263 ve devam ına bakınız.
180
karşılaştırma m üm kün değildir. Birincisinin m üşteriler top luluğu yüz milyonlarla, ikincisininki ise birkaç düzine mil yonla ifade edilebilir ve bir tek yirminci yüzyıl gemisinin tonajı, onüçüncü yüzyıldaki Venedik ya da Ceneviz filosu nun toplam tonajına eşittir. Ortaçağ ticaretinin önem ini, onbeşinci yüzyıl sonrası ticaretle ilişkisi açısından tahm in etmeye çalışma girişiminin de sağlayacağı bir yarar olamaz. Her ne kadar aradaki fark daha az belirginse de, sırf Hint adalarının ve Amerika’nın keşfi nedeniyle yine de oldukça büyüktür. Ortaçağ ticaretinin, onaltı ve onyedinci yüzyılla rın ticaretinin beşte biri kadar olduğu varsayılmışsa da, sa yısal verilerin yokluğunda bu anlamsız bir formüldür. Bize gerekli olan bu ticarete ilişkin istatistiklerdir, oysa bunlar yaklaşık olarak bile ortaya konamamaktadır. Söyleyebilece ğimiz tek şey, Ortaçağ ticaretinin hacminin, Venedik, Cenova ve Bruges lim anlarının, Doğu Akdeniz’deki Italyan kolo nilerinin, Hansa kentlerinin gemiciliğinin ve Cham pagne panayırlarının gelişmesinin yeterince tanıklık ettiği büyük lükte bir ticarî faaliyete uygun düştüğüdür.
2. Uluslararası Ticaretin Kapitalist Niteliği20 Teleskopun yanlış ucundan baktıkları, yani yirminci yüzyı lın gözüyle baktıkları için Ortaçağ ticaretinin önemsiz ol 20 Bibliyografya: G. von Below, Grosshamller und Kleinhändler im Deutschen Mittelalter, bkz. Probleme der Wirtshaftsgeschicte (Tübingen 2’nei ed. 1926); E Keutgen, Der Grosshandel im Mittelalter, bkz. Hansische Geschichtsblattcr (1901); H. Sieveking, Die hapitalische Entwickelung in den italienischen Städten des M ittclalters, b k z. Vierteljahrscrifl fü r Social-und W irtschaftsgeschichte, c. V ll (1909); S. Strieder, Studien zu r Geschichte kapitalistischer Organisationsformen (M ünih, 2’nci baskı 1925); G. L uzzatto, Piccoli e grandi mercanti nellecilta italiene del Rinanscimento, bkz. Volume commemorativo in onore del Prof. Giuseppe Prato (Turin, 1930); W. Som bart, Kapitalismus, bkz. s. IX; H. Pirenne, Les itapes de l'histoire sociale du capitalisme, bkz. Bulletin de la Classe des Leures de l'Academie royale de Belgique, 1914.
181
duğunu iddia eden iktisatçılar, bu iddialarım desteklemek için, Avrupa’da Rönesans’tan önce kapitalist bir tüccar sını fının var olmayışını delil olarak göstermişlerdir. Bunlar, bir kaç İtalyan şirketi lehine bir istisnayı kabul etmeye hazır olabilirler, ancak istisna yasanın varlığını ispat eder. O rta çağların tipik tüccarının, kâr düşüncesi ya da kendini zen ginleştirmek arzusu olmayan ve yalnızca hayatını kazanm a yı düşünen basit bir tacir olduğu bile ileri sürülm üştür. Kentlerin küçük burjuvaları arasında bu türden perakende ci tacirlerin bulunduğu kuşkusuz inkâr edilemez, ancak iş lemlerini anlatmakta bulunduğum uz bankerleri ve ihracat çıları bunların düzeyine indirgemek tuhaf olurdu. Yalnızca, önyargılı bir kuram nedeniyle gözlerini gerçeğe tam amen kapamış olanlar, ekonom ik rönesansın başlamasıyla birlikte ticarî kapitalizmin önem ve etkisini inkâr edebilirler. E lbette, aynı zam anda birbirlerinin nedeni ve sonucu olan kapitalizmle büyük çaplı ticaret bütün ülkelerde aynı tarihte ortaya çıkmadı ve her yerde aynı hızla gelişmedi. Bu bağlam da, Ren’in ötesindeki Almanya, tartışm asız Avru pa’nın ve her şeyden önce İtalya’nın gerisindeydi. Kuşkusuz bunu dikkate almadıkları içindir ki, pek çok Alman bilgini, kendi geçmişleri açısından kısmen doğru olan sonuçlardan aceleci genellemelere gitmişlerdir. Çalışmalarının içsel de ğeri, onların abartm alarının düzeltilebilmesi için, yalnızca aynı yöntemlerin, gelişmenin Almanya’dan daha hızlı ve or taçağ ekonomisinin gelişmesinin en eksiksiz olduğu ülkele re uygulanmasının zorunluluğu anlaşılana kadar, bu genel lemeler taraftar sağlamıştır. Ortaçağ kaynaklan, kıt da olsalar, onikinci yüzyılda kapi talizmin varlığını, kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirti yorlar.21 O zam andan başlayarak uzun mesafeler arasında 21 Tacirler ve Burjuvazi bölüm üne bakınız.
182
yapılan ticaret, tartışm asız önem li servetler yaratm ıştır. Godric’in öyküsü daha önce aktarılmıştı. O nu harekete geti ren ruh, kelimenin tam anlamıyla, bütün zamanların o kapi talist ruhuydu. O düşünüyordu, hesaplıyordu ve tek amacı kârını artırmaktı.22 Bunlar, ne de olsa, kimi ekollere bağlı ta rihçilerin büyük bir m uamma haline getirdikleri, oysa her şeye karşın, insanın sahip olma içgüdüsüne bağlı olduğu için, farklı gelişme derecelerinde de olsa, temelde aynı olan kapitalizmin asli nitelikleridir. Godric de herhangi bir açı dan istisna olamazdı. Bu İskoç’un öyküsünü bize ulaştıran şans, aynı şekilde bir Venediklinin ya da Cenevizlinin öykü sünü de bize aktarabilir ve bu insanların gelişmeleri için ola ğanüstü uygun olan bir ortam içinde aynı kolaylıkların on lar için de seferber edilm iş olduğunu bize gösterebilirdi. Godric’in asıl ilginç yanı, (yaşam öyküsünü yazanın özellik le belirttiğine göre) o zamanın bütün maceracı tacirleri için de geçerli olan o ruh halidir. O, ilkin deniz kıyılarında ve sonra kıta içlerine yayılan ticaretin yarattığı yeni zengin bir tipti. Bunlardan pek çoğu, onikinci yüzyılın sonundan önce, 22 İkinci bölüm 7 no’lu d ipnotta belirtilen Libellus’dan alm an aşağıdaki parça bu d u ru m u so n u n a kadar kam dam aktadır: "Sic puerilibus annis sim pliciter dom i transacıis, coepit adolescentior prudentiores vitae vias excolore et docum enta saecularis providentiae sollicite et exercilate perdiscere. U nde n o n agriculturae delegit exercitia colere, sed potius quae sagacioris anim i su n t redim enta stu d u it, arripiendo exercere. H ine est quod m ercatoris aem ulatus studium co epit m ercim onii frequentare negotium et prim itus in m inoribu s rebus quidem et rebus pretii inférions coepit lucrandi officia discere. P ostm odum vero pau latim ad m ajoris pretii em olum enta adolescentiae suae ingenia prom overe (s. 2 5 )... U n d e et m ercan d i gratia freq u e n te r in D aciam ib at et aliq u o ties in Flandriam navigii rem ige pervolabat, et dum opp o rtu n itas juvabat, littora m a rina circuicns, m ultoties ad S cotorum fines deveniebal. In qu ib u s singulis terrarum finibusahqua rata et ideo pretiosiora reperiens, ad alius secum regiones transtulit, in quib u s ea m axim e ignota fuisse persensit, quae a p u d indigenas desiclerabiliora super auivm cxliterant; et ideo pro his quaeque alia, aliis terrarum incolis concupiscibilia, libentius et studiosissim e com m u tando com parabat. De quib u s singulis negotiando plurim um profecerat e t m axim as opum divitias in sudore v u ltu s sui sibi perquisierat, quia hie m ulto venundabat quod alibi ex parvi pretii sum ptibus congregaverat (s. 29-30)."
183
hem İtalya’da hem de Flander’de öm ek gösterilebilir23 ve ti carî kapitalizmin o tarihteki önemine bundan daha çarpıcı bir delil bulunamaz. Ç ünkü hatırlanm alıdır ki, bizce bili nenler onların temsilcilerinin yalnızca ender örnekleridir. Daha önce gösterilmiş olduğu gibi, bu kapitalistler, ço ğunlukla, ticarî hayat canlanmaya başladığında işe servetle riyle değil, fakat enerji, zekâ ve macera aşkıyla atılan ve ay rıca, hiç kuşkusuz, pek fazla vicdan rahatsızlığı duymayan ayâk takımı arasından çıktılar. Pek çokları, şansın yardı mıyla, onyedi ve onsekizinci yüzyıllarda pek çok kolonizatör ve korsanınkine benzer şekilde servetlerini yaptılar. Ye rel pazarların küçük perakendeci tacirleriyle bu maceracılar arasında çok büyük fark vardır. Bu maceracıların içinde yer aldıkları, erken Ortaçağların lonca ve birliklerinin tek ama cı, uzak mesafe ticaretinin gereksinm elerini yerine getir mekti. Başlangıçtan itibaren bu işin kârı elbette çok büyük tü. Birkaç yüz pound baharatın ya da birkaç düzine değerli kumaş lopunun satışı, henüz rekabet ve piyasa fiyatı olma dığı ve bu erken dönemlerde, talep her zaman için arzdan kesinlikle fazla olduğu için haydi haydi kazançlıydı. Bu ko şullarda, ne ulaşım masrafı ne de çok sayıdaki geçiş resmi, ne kadar yüksek olursa olsunlar, büyük kârların gerçekleş mesini önleyemiyordu. Zengin olmak için gerekli tek şey, kararlı arkadaşlarla bir ortaklık kurm ak, onlarla birlikte ih raç edilebilecek eşyanın ucuza satın alınabileceği yerlerin yolunu tutm ak ve sonra bu eşyayı satış yerine götürmekti. Kimi zaman bir yörede, kimi zaman bir başka yörede yay gın olan kıtlık da, çok az bir şey karşılığında büyük kazanç lar sağlama konusunda belli bir olanak veriyordu.24 Açlık tan ölen insanlar, bir torba tahılın fiyatı üzerinde pek fazla 23 Kredi ve Para Alışverişi: Tacirler ve Burjuvazi; Kcnısel K urum lar ve H u k u k bölüm lerine bakınız. 24 E C urschm ann, Hungersnûte im Miuelalter, s. 132 ve dev. (Leipzig, 1900).
184
pazarlık etmezler ve tacirlerin ise bu insanların felâketin den yararlanmak konusunda hiçbir vicdanî duraksam aları yoktur.25 Onikinci yüzyılın başından itibaren, bu tacirlerin, kıtlık zam anlarında tahıl vurgunculuğu yaptıkları konu sunda kaynaklar kuşkuya yer bırakmıyor. O dönemin ticaretinin sunduğu sayısız fırsatlardan yarar lanmak için, enerji ve zekâ ile desteklenen iradeden başka bir şeye ihtiyaç yoktu. Ortaçağların büyük tacirlerini m üj deleyen bu kişilerin, işlerine kişisel servetlerle başladıkları na inanm ak için hiçbir neden yoktur. Bunları, başlangıç sermayesini sağlamak için toprağını satan ya da gelirlerini ticarette riske atan büyük m ülk sahipleri olarak düşünmeyi bırakmalıyız. Bunların pek çoğu, ilk sermayelerini, gemici ya da dok işçisi olarak işgüçlerini kiraya vererek ya da tüc car kervanlarında çalışarak sağlamışlardı. Başkaları, çevrele rindeki bir lorddan ya da herhangi bir m anastırdan biraz ödünç alarak krediye başvurmuş olmalıdırlar. Yine başkala rı, işe paralı asker olarak başlamış, talan ve yağmadan elde ettiklerini ticarette kullanmışlardır. G ünüm üzdeki büyük servetlerin öyküsü, bunların oluşum unda şansın oynadığı rolün pek çok örneğini bize vermektedir. Toplumsal haya tın kendisini şansın etkisine daha çok açtığı bir çağda, aynı şeyin meydana gelmiş olmasını varsayabiliriz. Örneğin, ba şarılı korsan seferlerinin, Pisa ve Cenovalı tacirlerin ataları na sağlamış olduğu zenginliği bir düşünün. Son olarak, bu ilk ticarî sermayeyi sağlamada birlik kurm anın oynamış ol duğu büyük role gereken önem verilmelidir. Lonca ve Hansalarda alımlar ortak yapılıyor ve limanlarda gemiler birkaç ortak tarafından kiralanıyordu. Herhalde, ilk profesyonel tacirlerin mesleklerine tam olarak nasıl başladıkları konu
25 23 n o ’lu d ip n o tla geçen desiderabiliora süper nurum (altından daha çok arzu edilen şey) eşyalar h akkındaki cüm leye bakınız.
185
sunda bilgisiz olabilirsek de, en azından kesinlikle biliyo ruz ki bunların zenginliğe tırm anışı pek hızlı olmuştur. Bu tacirlerin pek çoğu, daha onbirinci yüzyılda, büyük lordlara çok miktarda borç verebilecek, bulundukları kent te kendi keselerinden kilise yaptırabilecek ve geçiş resm in den azat edilme hakkını lordlardan satın almaya yetecek kadar kâr sağlamışlardı. Çok sayıda kent ve kasabada orta sınıfın doğuşunu gerçekleştiren ve besleyen bunların fonla rıydı. Bunların ticarî birlikleri, bir tür resmî belediye yöne timi oluşturuyordu. Saint-Om er’de, tüccar loncası (gild), valinin de onayı ile (1072-83), kent surlarının yapımı ve sokaklara kaldırım taşı döşenmesi için zorunlu masrafların bir kısm ından kendini sorum lu tutuyordu.26 Lille, Andenarde, Tournai ve Bruges gibi başka yerlerde kentin malî yönetimi içinde yer alıyorlardı.27 Bundan başka, tacirlerin sağladıkları kârlar, hiçbir şekilde bütünüyle eşya ticaretine yatırılmıyordu. Bunların pek çoğu, eşya ticaretinin yaraşıra para ticaretiyle de uğraşıyorlardı. Hem İtalya’da hem de Felem enk’te, aralarındaki en zenginlerin onikinci yüzyıldan itibaren giriştikleri ve krallarla feodal büyük lordlara önem li miktarlarda borç vermelerini sağlayan malî işlemler ko nusunda başka yerde söylenmiş olanları tekrarlamak gerek sizdir. Buna ek olarak, bütün tacirler, pek bol olan ihtiyatla rını, yatırımların en sağlamı olan toprağa yatırmaya devam ediyorlardı. Onikinci ve onüçüncü yüzyıllar boyunca kent lerin arazisinin çoğunu bunlar ele geçirdiler.28 Sürekli nüfus artışı, bunların arazilerini inşaat alanlarına dönüştürerek, elde ettikleri rantı öylesine artırdı ki, onüçüncü yüzyılın 26 G. Espınas ve H. Pirenne, Les costumes de la p id e marchande d Saint-Omer, bkz. Le Moyen Age, 1901. 27 H. Pirenne, Les périodes de l’histoire sociale du capitalisme, s. 282 ve devam ı. 28 Toprak ve Kırsal Sınıflar b ö lüm ünün sonuna bakınız ve H. Pirenne, Les villes du Moyen Age, s. 168 ve devam ı.
186
ikinci yansından itibaren pek çoklan ticareti bırakarak ran tiye (otiosi, huiseux, lediggangers) haline geldiler. Böylece m ütedavil serm ayenin top rak tan kaynaklanm ası yerine, tam tersine, orta sınıfın toprağa dayanan ilk servetlerinin araçları doğmuş oldu.29 Her zaman olduğu gibi, bu yeni zenginler kısa sürede ka palı gruplar haline geldiler. Londra’daki Flander Hansa’sının tüzüğü (1187’den önce) bütün perakendeci tacirlerin yanısıra “tırnakları mavi olanların” yani kum aş endüstrisin de çalışanların birliğe girmesini yasaklıyordu.30 Büyük çaplı ticarete g irebilm ek, şim di b u n u tek elin d e b u lu n d u ra n gruplara bağlıydı. Bu iş şimdi kentlerde, “sıradan insanları” dışarda bırakmaya ve onları perakende ticaret ya da el zana atları içinde tutmaya kararlı zengin ve kibirli bir patrisyenler grubunun elindeydi. Ekonom ik rönesansta başı çeken bütün bu yörelerde büyük ve küçük ticaret arasında çarpıcı bir karşıtlık vardı. Büyük ticaretin kapitalist niteliği inkâr edilem ez.31 Flander ve Brabant kentlerini ham m adde ile besleyen yün ithalatçıları, bir seferinde yüzlerce top kumaş satan kum aş tacirleri, Doğu Akdeniz lim anlarında ticaret yapan Venedik, Cenova ve Pisalı gemi sahipleri, Lombardiya ya da Floransa’nın, şubeleri bütün Avrupa’ya yayılan ve ticaretle bankacılığı bir arada yürüten firmalan, eğer kapi talist değilse neydiler?32 Perakende ve toptan ticaret arasm29 G. Des Marez, La propriété foncière danslts villes du Moyen Age, s. 11 vc dev. G. Espinas, La vie urbaine de Douai, c. 111, s. 578 ve i y 4’de kentteki iki çuhacı Je ah n s de France ve Jakem es li Blons tarafından satın alınan evlerin listesine ba kınız. 30 H. P irenne, La hanse flam ande de Londres, s. 81. 31 O n ü çü n cü yüzyılın İtalyan belgelerinde capital kelim esi, sü rek li olarak, işe yatırılm ış para anlam ında kullanılm aktadır. 32 Cenovalı Zaccaria’n ın göz kam aştıran serveti ko n u su n d a, B raıianu, a.g.e., s. 138 ve dev. ile Roberto Lopez, Genova marinara ne! duecento Benadetlo Zacca ria, ammiraglio e m enante, M essina-M ilan, 1933’e bakınız.
187
daki ayrımın kesin olmadığı doğrudur. Pek çok tüccar ikisi ni birlikte yürütüyordu. Özellikle Almanya’da, Flander’den kumaş ithal eden terziler (gewanschneider), bunu dükkân larında arşınla satıyor,33 Floransa’da da Arti di calimala'mn pek çok acentesi aynı şeyi yapıyordu.34 Kuşkusuz ticarî uz manlaşma da henüz yeterince belirgin değildi. Tüccar, yete rince kazançlı bir kârı garantilediği sürece, kendisine sunu lan m allan, koşullara bağlı olarak ithal ediyordu. Ancak bü tün bunlar, ticarî kapitalizmin yalnızca piyasa ve çağın top lumsal koşullarının empoze etliği durum a kendisini uyarla dığını göstermektedir.
33 Bkz. daha önce bahsedilen m uhasebe defterleri, s.143-144. 34 A. Sapori, Una compagnia di Calimala.
188
ALTINCI BÖLÜM
Kentsel
Ek
o n o m
İ
ve
ENDÜSTRİNİN DÜZENLENİŞİ
ı . Ekonomik Merkezler Olarak Kentler. Kentlerin Besl en m e si 1 Onbeşinci yüzyıla kadar ve bu yüzyıl boyunca ticaret ve en düstri merkezleri yalnızca kentlerdi. O derecede ki, endüstri ve ticaretin açık alanlara kaçmasına izin verilmiyordu. Kent lerle köyler arasında kesin bir işbölümü vardı, İkinciler yal nızca tarımla, birinciler ise ticaret ve el sanatlarıyla uğraşı yorlardı. Böylelikle kentler, ekonom ik etki alanlarının yarı çapıyla orantılı bir önem kazanıyorlardı. Bu kuralın pek az 1 Bibliyografya: G. Espinas, La vie urbaine â Douai, Paris (1913), 4 C .; W.S. Unger, De levensmiddelen Vooıziening der Hollaendsche sieden in de m iddleeuw en (Am s terdam , 1906); J.G . Van Dillen, Het economisclı karakter der middleeuwschc stad (Am sterdam , 1914); P Sander, Die reichsstadtiiche Haushaltung Nrünbcrgs, 143140 (Leipzig, 1902) s. c.; K. Bücher, Die Bevölkerung von Frankfurt am Main im X IV und X V Jahrhundert (Tübingen 1886); J. Jastrow, Die Volkszahl Deutscher Städte zu Ende des Mittelalters, (Berlin, 1886); H. Pirenne, Les dénombrements de la population dYpres au X V siècle, bkz. Viertaljahrsrift fü r Social-und Wirtschafts geschichte c. 1, (1903); J. Cuvelier, Les dénombrements de foyers en Brabant, XIVXVI siècles, (Brüksel 1912); G. Pardi, Disegno délia storia demografica di Firenze, bkz. Anehivio storico italiano (1915); Buna Kulischer, a.g.e., c. 1, s. 164-165’i ek leyiniz ve ay n ca Şehirler bölüm ündeki bibliyografyaya bakınız.
189
istisnası vardı, belki de Roma, Paris ve Londra gibi sırasıyla Kilise’nin başı ve iki büyük krallığın hüküm darlarının ika metgâhı olarak başka türlü sahip olabilecekleri etkiden çok daha fazlasına sahip olan bu üç kentten başka istisna da yok tur. Ortaçağlarda devlet henüz yeterince merkezîleşmemişti ve hükümetlerle yönetim, bizim modern başkentlerimiz ya da antik dünyanın kentleri gibi kentsel merkezlerin oluşma sına olanak verecek ölçüde biçimlenmemişti. En çok birkaç piskoposluk kenti, piskoposluk bölgesinin merkezi olarak konum larını, günlük faaliyetlerini aratmasa da artıran bu avantajlarına borçluydular. Hiçbir yerde, dinsel bir kurum kendi başına kent hayatında büyük gelişmeler yaratmaya ye terli değildir. Kent ahalisinin yalnızca bir manastır ya kated ralin ihtiyaçlarını karşılamaya yöneldiği yerler, hiçbir zaman ikinci dereceden bir kasaba olm aktan öteye geçememiştir. Almanya’daki Fulda ve Corbie, Felemenk’teki Stavelot ve Terouanne, İngiltere’deki Ely, Fransa’nın güneyindeki Luxeuil, Vezelai ve pek çok başka cit€yı hatırlamak yeterlidir. Ortaçağ kentinde, ruhbanın yabancı bir unsur olduğu b i linen bir gerçektir. Sahip oldukları ayrıcalıklar onları kent hayatını paylaşmaktan alıkoyuyordu. Ticarî ve endüstriyel bir nüfusun içinde onların ekonom ik rolü yalnızca bir tü ketici rolüydü. Soylulara gelince, yalnızca Akdeniz kıyıla rında, İtalya’da, Fransa’nın güneyinde ve Ispanya’da bunla rın bir kısm ı-kentlerde yaşıyordu. Bu olgu, kuşkusuz, bu ülkelerde geleneğin korunm asıyla ve bir ölçüye kadar da Roma İm paratorluğu’nun buralarda damgasını öylesine de rin vurduğu kentsel nitelikle, ilgiliydi. Buraların soyluları, hiçbir zaman, çöküşlerinin en yoğun olduğu dönem de bile, antik kentlerin bulunduğu yerleri terk etm ediler ve kent hayatı canlandığında da buralarda yaşıyorlardı. O turdukları evlerin çatılarının ta tepesine, pek çok eski Toskanya kenti nin canlılığına hâlâ çok şeyler katan o kuleleri yaptırdılar. 190
Gerçekte bunlar, çoğu kez ticari işlerle ilgilendiler ve gelir lerinin bir kısmını bu işe yatırdılar; Venedik ve Cenova’da deniz ticaretinde küçümsenmeyecek yerler tuttular. İtalyan kentlerinin siyasal ve sosyal m ücadelelerinde oynadıkları önemli rolü haürlatm ak gereksizdir. Öte yandan Kuzey Av rupa’da soyluların hem en hepsi, kırsal yörelerdeki şatoları na yerleşmek üzere kentleri terk ettiler. Şurda burda bir şö valye ailesinin, soyutlanmış ve burjuva toplum unun orta sında yolunu şaşırmış bir durum da bulunm ası yalnızca is tisnaî koşullarda söz konusudur. O rtaçağların sonundan önce, yani o zamana gelindiğinde artık daha az kavgacı ve daha fazla rahat düşkünü olan aristokrasinin kendisi için kentte lüks evler kurmaya başlamasına tanık olunmaz. Böylece Ortaçağ kenti, esas itibariyle burg’lunun bulundu ğu bir yerdi; onlar için ve onların yüzünden vardı. Kendi çı karları ve yalnızca kendi çıkarları açısından kentsel kurum lan yaratülar ve ekonomisini örgütlediler. Bu ekonomi el bette, adına işlev gördüğü nüfusun az ya da çok kalabalık olmasına ya da ticaret ve endüstriyle az ya da çok uğraşma sına göre, az ya da çok gelişmişti. Onu, sanki her yerde aynı imiş gibi tanımlamak ve yarı kırsal bir bourg'un örgütlenişi ya da Main üzerindeki Frankfort gibi ikinci derecede bir kentin örgütlenişi, Venedik, Floransa ya da Bruges gibi bir metropole sanki yeterli olabilirmiş gibi, tüm ünü tek bir tipe indirgemek yanlışı pek sık yapılmıştır. Belirli bir Alman eko lünün pek büyük bir dirayet ve bilgiyle geliştirmiş olduğu Staadwirschaft (kent ekonomisi) kuşkusuz gerçeğin belirli görünümlerine uygundur, ama pek çok başka gerçeği gör m em ezlikten geldiği için, çok önemli bir düzeltm e yapıl maksızın onu kabul etmek olanaksızdır. Tekrar etmek gere kirse, bu görüşün sahipleri fikirlerinin temelini, gereğinden fazla Almanya’ya dayandırmışlar ve Ren’in doğusundaki ba zı yerler için geçerli olan sonuçlan, keyfî olarak Avrupa’nın 191
tüm üne yaygınlaştırmışlardır. Kentsel ekonomiye ilişkin ye terli bir fikir edinebilmek için, tam tersine, bu ekonomi, en yüksek gelişmesini gösterdiği çevre içinde incelenmelidir. Açıktır ki, bu ekonom inin en acil ihtiyacı nüfusa yiyecek bulmaktı. Nüfusun büyüklüğünü belli bir doğrulukla kes tirmek ise maalesef olanaksızdır. Onbeşinci yüzyıla kadar, hiçbir istatistik! veriye sahip değiliz ve o dönem için sahip olduğum uz veriler bile yetersiz ve açık olm aktan uzaktı. Bununla birlikte, bu veriler üzerinde yapılan titiz ve eksik siz çalışmalar, Ortaçağ kentlerinin çok seyrek nüfuslu ol dukları sonucuna ulaşmamızı haklı gösterir. Garip görüne bilirse de, 1450 yılında N urem berg’in yalnızca 20.165, 1440’ta F rankfort’un yalnızca 8.719, Basel’in 1450’lerde yaklaşık 8.000, İsviçre’deki Friburg’un 1444’te yalnızca 5.200, 1475’lerde Strasburg’un yalnızca 26.198, onbeşinci yüzyılın ortalarında Louvain ve Brüksel’in sırasıyla 25.000 ve 40.000’lik nüfusa sahip oldukları saptanmıştır. Bunlar çok uzun süredir, her türlü ihtimali göze alarak ka bul edilegelmiş olan hayalî sayılardan çok farklıdır. Zira, onikinci yüzyıldan onbeşinci yüzyıla kadar olan dönemin Avru pa’sının, yirminci yüzyıldaki kadar insanı besleyebileceğini iddia etmediğimiz sürece, o zamanki ve günümüzdeki kent sel nüfus arasında bir paralellik kurmanın olanaksız olduğu kolaylıkla kabul edilecektir. Çoğu kez, bilgisinin gücü, yıllar dır hürm et görmüş olmasıyla kanıtlanmaya çalışılan, fakat sayısal kesinlikten uzak olan veriler de eleştiriye karşı dura mazlar. Onbir yıllık arayla (1247-58) iki belge, Ypres’in nüfu sunu sırasıyla 200.000 ve 40.000 olarak verirler, oysa hiçbir zaman nüfusun ikinci sayısının yansını bile bulup bulmadığı kuşkuludur. Kesinlikle güvenilebilecek sayımlar bize, 1412 yılında kentin nüfusunun 10.736 kişi olduğunu gösteriyor. Nüfusun bu dönemde çok azalmış oluşu, onüçüncü yüzyılın sonunda, endüstriyel zenginliğinin en yüksek olduğu dö 192
nemde kentin nüfusunun 20.000 dolaylarında olabileceğini varsaymamızı haklı kılmaktadır. 1346 yılında, 4.000 dolayın da dokumacının çalışugı Ghent’in, dokumacıların alileleriyle birlikte kentin nüfusunun dörtte birini oluşturduğunu kabul edersek, yaklaşık 50.000 kişilik nüfusa sahip olması m uhte meldir.2 Kuşkusuz Bruges daha az önemli değildi. İtalya’da, Batı’nın tartışm asız en büyük kenti V enedik’in n ü fu su 100.000’in altına düşm üş olamaz ve muhtemelen Floransa, Milano ve Cenova gibi kentlerin nüfusundan da bu sayı pek fazla değildir.3 Her şey dikkate alındığında, ondördüncü yüz yılın başında, en büyük kentsel topluluğun, en çok 50.000 ilâ 100.000 kişilik bir nüfusa, yalnızca ender durum larda ulaşabildiği, 20.000 nüfuslu bir kentin zaten büyük kent sa yıldığı ve pek çok durum da kentlerin nüfusunun 5.000 ile 10.000 arasında oynamış olması çok muhtemeldir. Bu tahm inlerim izin başlangıç noktası olarak ondördüncü yüzyılın başını alıyorsak, bunun nedeni, bu tarihin, hemen hem en her yerde kent nüfuslarında bir duraklayışa işaret etmesindendir. O zamana kadar nüfus sürekli bir artış gös termiştir. Kent hayatının ilk merkezleri kuşkusuz, kent sı nırlarının kesintisiz gelişmesinden de açıkça anlaşıldığı gi bi, hızla büyümüşlerdir. Örneğin Ghent’in sınırları, kentin etrafında oluşan varoşları içine alacak şekilde, 1163, 1213, 1254, 1269 ve 1299 yıllarında sürekli genişlemiştir. Son ge nişleme sırasında inşa edilen surların, uzun bir süre, içinde kurulacak yeni sem tleri kapsayabilecek şekilde geniş bir 2 G. Espinas vc H. Pirenne, Recueil de documents reallifs a l'histoire de l'industrie drapière en Flandre, c. Il, s. 637. 3 D avidsohn, Forschungen zu r Geschichte von Florenz, c. II, 2’nci kısım , s. 171’e göre, F loransa'nm nüfusu 1280’de 45.000, 1339’da 90.000 dolaylarındadır. E Lot, V ital des paroisses et des jeux, a.g.e., s. 300’e göre ise on d ö rd ü n cü yüzyılın başında, Fransa’da Paris dışında hiçbir şehir, 100.000 nüfusa ulaşam am ıştı. Pa ris’e gelince, eğer b u ken t için verilen aile sayısı doğru ise, n ü fu su n u n 200.000 kadar olabileceğini düşünebiliriz.
193
alanı içermiş olması durum u, gelecekte yeni gelişmelerin m utlaka beklendiğinin bir göstergesidir, ancak bu yeni semtler kurulmamıştır. Ç ünkü nüfus durağanlaşmıştır. N ü fusun ileriye doğru gelişm esini yeniden kazanm ası için onaltıncı yüzyıla kadar beklememiz gerekecektir. Kentler, beslenm eleri için, hem çevrelerindeki kırsal alanlara, hem de büyük çaplı ticarete başvurmak zorunday dılar. Kendi ihtiyaçlannı sağlama konusunda, bu ihtiyacın son derece küçük bir kısmı dışında, kendi kendilerine ye terli olmuyorlardı. Yalnızca, Ortaçağların ikinci yarısında kendilerine beledî haklar bağışlanan ve çoğunlukla yarıkırsal niteliklerini koruyan küçük yerleşmeler, dış yardım olmaksızın varlıklarını sürdürebiliyorlardı. Ancak, bunları, orta sınıfın beşiği olan büyük ticari yerleşme birimleriyle karşılaştırmaktan daha büyük bir yanlış yapılamaz. Başlan gıçtan itibaren bu İkinciler bütün yiyecek maddelerini ithal etmek zorundaydılar. Bu yeterince açık gerçek, gelişmeleri nin en yüksek dönem inde kentlerde bu lu n an dom uz ve inek ahırlarına bakarak inkâr edilmemelidir, çünkü bunlar onsekizinci yüzyıla kadar b ü tü n kentlerde bu lu n u rd u ve bugün de tamamen ortadan kalkmamıştır. Burjuvazinin yiyeceğini temin edenler her şeyden önce ve herşeyden çok, çevredeki yörenin köylüleriydi. İlk kentsel yerleşme, bunların ürünlerine bir mahreç sağlar sağlamaz, kırsal alanların ekonomik durgunluğu geçmişe ait bir şey ol du, çünkü o zamana kadar kentlerin ve bourg’larm küçük yerel pazarları dışında böyle bir olanak yoktu. Köylülük ve yeni doğan kentler arasında, birincilerin çıkarını, İkincilerin ise ihtiyaçlarını tatmin eden bir ilişki derhal kuruldu. Kırsal alanlar, merkezlerini meydana getiren kenti besledi, kentin büyümesi talebin daha da artmasına yol açarken, köyler, bu artışı ve kendi ürün fazlalarını artırmak yoluyla da sürekli artan tüketimi karşılamak için önlemler aldılar. 194
Başlangıçtan itibaren kent yönetimleri, yiyecek maddeleri nin ithalâtı işini düzenlemek zorunda kalmışlardır. Yalnızca bunları temin etmek değil, fakat ayrıca fiyatlardaki keyfî ar tışlara ve tekel tehlikesine karşı önlem almak zorunda kal mışlardır. Kent ahalisinin bol ve ucuz yiyecek maddeleriyle beslenebilmesini sağlamak üzere iki önlem den yararlanmış lardır: Yani, işlemlerin açık olmasını ve malları üreticiden tüketiciye geçiren aracıların ortadan kaldırılm asını sağla mak. Amaçlan, köydeki satıcıyla, kentteki alıcıyı genel bir kontrol altında, yüz yüze getirmekti. Onikinci yüzyıldan iti baren, maalesef yalnızca birkaç tanesi günüm üze kadar gele bilm iş olan, em ir ve tüzükler yayınlanm ıştır. O nüçüncü yüzyıldan itibaren belgeler, bu amacı gerçekleştirmek için yararlanılan sürecin çok canlı bir tasvirini veren, kılı kırk yarıcı düzenlemelerle doludur. Fiyatı yükseltmek için yiye cek maddelerini önceden davranarak satın almak ve satmak (yani, bunları köylü kente ulaşm adan satın almak) yasak lanmıştı; bütün mallar doğruca pazara götürülm ek ve belirli bir süre sergilenmek zorundaydı ki, bu süre içinde bunlar yalnızca kentin ahalisine satılabiliyordu. Kasaplar kendi mahzenlerinde et bulundurm aktan, fırıncılar kendi fırınlan için gerekli olandan fazla buğday satın alm aktan alıkonuyordu. Hiçbir bourg’lu, kendisinin ve ailesinin ihtiyacından fazla bir şey satın almıyordu. Yiyecek fiyatlarında yapay arlışlan önlemek için çok titiz önlemler alınıyordu. Çoğu kez tavan Fiyattan belirleniyor, ekmeğin ağırlığı buğdayın fiyatı na oranlanıyor, pazar yerlerinde düzenin sağlanması, sayılan sü re k li o la ra k a rta n k e n t g ö rev lile rin e b ıra k ılıy o rd u . Bourg’lu, spekülasyon ve tekelin kötülüklerine olduğu ka dar sahtekârlığa karşı da korunuyordu. Bütün mallar dikkat le inceleniyor, kalite yönünden kusurlu otan ya da belgeler de rastlanan terimle “sadık” olmayanlara el konuyor ya da yok ediliyor ve çoğu kez sürgüne varan cezalar veriliyordu. 195
Sayıları sonsuza kadar artırılabilecek bütün bu koşullar, elbette bir kontrol anlayışı ve tüketicinin yaranna olan doğ rudan değişim ilkesince düzenleniyordu.4 Bu ilke o kadar sık belirtilmiş ve o kadar çeşitli biçimlerde ortaya konm uş tur ki, bazı yazarlar (bir parça abartarak) bunu kentsel eko nom inin zorunlu bir özelliği olarak saptamışlardır. Ne olur sa olsun, uğruna en keyfî önlem lerin alınabildiği bir ülküyü gerçekleştirm eyi am açlayan bu önlem ler, hem şehrilerin “ortak yararı” için kuşkusuz yaygın bir biçimde uygulan mışlardır. Bireyin özgürlüğü pervasızca engellenmiş ve yi yecek m addelerinin satışı, daha sonra göreceğimiz gibi, kü çük ölçekli endüstriye uygulandığı şekilde, nerdeyse zorba ca ve engizisyon benzeri düzenlemelere tâbi kılınmıştır. Kentlerin beslenmesinden, yalnızca çevredeki kırsal alan ların sorum lu olduğu düşünülmemelidir. Ticaretin de bu iş te payı vardı. Büyük kentlerce (20.000 nüfuslu bir kent bü yük sayılmalıdır) tüketilen yiyecek maddelerinin önem lf bir kısmı bu yolla sağlanıyordu. Gui de Dampierre’nin, 1297 yı lında, “Flander, dışardan yiyecek maddesi gelmezse, kendini besleyemez”5 dediğinde, belki de aklında olan buydu. Öteki ler için ise, baharat, denizden uzak ülkeler için balık ya da Kuzey’de şarap gibi ithal edilmek zorunda olan pek çok mal vardı. Bu durum da, panayırlardan ya da üretim merkezlerin den loptan mal alan tacirlerin işe karışmaması m üm kün de ğildi. Kıtlık yâ da açlık dönemlerinde, kentler, bunlann ithal ettikleri mallar sayesinde, kendi yakın çevrelerinde yoksun bulundukları kaynakları sağlayarak nüfuslarını beslemeyi başarabiliyorlardı. Bu ithalat ticareti, biraz önce taslağı çizi 4 Doğal olarak, hem yiyecek hem de ticaretin getirdiği tüketim m addelerinde, ol d ukça çok sayıda perakende iş yapan tacir b ulunuyordu. D oğrudan değişim , uygulam ası pek çok istisnayı kabul eden bir ilkeydi. Ö rneğin, B. M endel’in araştırm alarına bakılabilir: Brrslau zu Beginn des XVJahrhundcrts, bkz. Zeitschri/t des Vereins fu r die Cesclıichte Schlesiens (1929). 5 H. Pircnne, Histoire de Belgique, c. I, 5’inci baskı, s. 263.
196
len türden bir düzenlemeye tâbi kılınamazdı. Dolayısıyla bu düzenlemenin bütün kentsel ekonomiyi içerdiği de ileri sü rülemez. Bu düzenleme kentin surlarının içinde işlerlik ka zandığı için, egemen olabildiği kent pazarına yönelik olarak örgütlenmişti; oysa büyük çaplı ticaret bunun dışında kalı yordu. tik fiyat artışında satmak üzere ambarında birkaç çu val mısır saklayan bir fırıncıyı engellemede, bir “kabzımal”ı gizlendiği yerden bulup çıkarmada ya da aracıların birkaç köylü ile gizli m anevralarını önlem ede tam am en başarılı olunuyordu ama, çavdar, peynir ya da şarap fıçılarıyla dolu birkaç geminin kargosunu kentin rıhtım larına boşaltan top tancı tüccar karşısında güçsüz kalmıyordu. Bu durum da, fi yatlar üzerinde nasıl bir etki sağlanabilirdi ve perakende ti caret için oluşturulm uş bir sistemi toptan satışlara uygula mak için ne yapılabilirdi? Burada kuşkusuz, kent yönetimi, alışık olmadığı bir olayla karşı karşıya idi. Sermaye, harekete geçer geçmez, kendi kontrolü dışında olan kent yönetimine ilişkin kuralları bozacaktı. Kent yönetim inin yapabileceği tek şey, kent ahalisinin, ithalatçıların kârlarından biraz pay ve yapılan hizmetin karşılığını alabilmesini sağlamaktı. Ger çekten de, dışardan gelen bir yabancı olarak tüccar, zorunlu olarak, yerel nüfusun yardımına muhtaçtı. Onların aracılı ğıyla tanımadığı insanlarla alışveriş yapabilirdi. Başlangıçta, hiç kuşku yok, kaldığı evin sahibini rehber ya da yardım cı olarak çalıştırdı. K om isyonculuk kurum u mutlaka bu âdetle ilgili olmalıdır. Koşulların sonucu olan bu uygulama giderek yasal bir yüküm lülük oldu ve tüccar, kent ahalisiyle yaptığı bütün sözleşmelerini resmî bir ko m isyoncunun aracılığıyla yapmak zorunda kaldı. Başka ko nularda olduğu gibi, bu konudaki örneği de ilk Venedik’in ortaya koyduğu anlaşılıyor; onikinci yüzyıldan itibaren bu rada, Bizans’tan alm an ve serısales adıyla bilinen gerçek ko m isyoncular görülür. O nüçüncü yüzyılda bu ajanlar, her 197
yerde, Flander’de makelaeren, Almanya’da, unterkaeufer, İn giltere’de ise broker adı altında ortaya çıktılar.6 Hatta bazen, o ilkel ev sahibi (gasten) adını korudukları bile oldu. Bun lar bütün kentlerde öylesine kazançlı birtakım haklardan yararlandılar ki, pek çoklan hatırı sayılır servetler edindiler ve burjuvazinin üst sıralarını işgal etliler. Ancak, yabancı kapitalistlerin istilâsına karşı, onları pera kende ticaretin dışında tutm ak şeklinde bir başka önlem alındı. P erakende ticaret, el sü rü lem ez b ir hak olarak burg’lunun tekelinde kaldı: Bunu kendilerine sakladılar ve her türlü rekabete karşı savundular. Böylece kent yasaları, perakende ticaret için tasvip etmedikleri o aracıyı, toptan ticarete zorla kabul ettirdiler. Bu açık çelişkiyi, burg’lunun çıkarları açıklar. Bu durum , ithal edilen malların fiyatların da bir artışa yol açmış ise de, hiç değilse yerel ticareti teşvik etmiştir. Komisyoncu kullanılm asının ve perakende ticaret yapma yasağının yalnızca “yabancılar” için geçerli olduğu nu eklemeye de gerek yoktur. Kentin kendi büyük tacirleri nin bu hakları saklıdır.
2. Kentsel Endüstri7 Kentlerde yiyecek m addelerinin tedarigi konusunda az ön ce belirttiğimiz özellikler, endüstrinin örgütlenişi konusun 6 L. G oldschm idt. Universalgeschichte des Handelsrechts, s. 230 ve devam ı. 7 Bibliyografya: L.M. H artm ann, Z ur Geschichte der Zünfte im Frühen M iitelalter, bkz. Zeitschrift fü r Social-und Wirtschaftgeschichte, c, III, (1896); R. Eberstadl, Der Eisprung des Zunftwesens (Leipzig, 2’nci ed. 1915); G. Von Below, H anw erk u n d Hofrecht, bkz. Vierteljahrstdrift fü r Social-und Wirtschaftgeschichte, c. XII (1914); F Keutgen, Aem ter und Zünfte (Jena, 1903); G. Seeliger, Handwerk und Hofrecht, bkz. Historische Vierteljahrscrift, c. XVI, (1913); Alm anca bibliyograf ya için Kulischer, a.g.e., c. I, s. 165'e başvurunuz; G. Des Marez, La première étape de la formation corporative. Ventr'aide, bkz. Bull, de la Classe des Lettres deVAcad. royale de Belgique (1921); E. M artin Saint-Léon, Histoire des corporati ons de métiers (Paris, 3’üncû baskı, 1922); G. Fagniez, Études sur l'industrie et la
198
da bir kere daha, ama çok daha çeşitli ve ustalıklı biçimde ortaya çıkarlar. Burada da sistem, işin toptan ya da peraken de ticaret için yapılışına göre, değişiklik göstermektedir. Ye rel pazara mal üreten zanaatkârlar, ihracat için çalışanlar dan farklı muamele görüyorlardı. Birincilerden başlayalım. Büyük ya da küçük, her kent, kendi büyüklüğü ile oran tılı çeşit ve sayıda zanaatkara sahipti. Ç ünkü hiçbir kentin halkı mamul nesneler olmadan yapamaz. Lüks m allar üre ten zanaatlar her ne kadar yalnızca büyük kentlerde var idiyse de, günlük hayat için kaçınılmaz olan, fırıncı, kasap, terzi, demirci, doğramacı, çömlekçi, kalaycı vs. gibi zanaat kârlar her yerde bulunuyorlardı. Aynen, Ortaçağların tarım sal dönemindeki büyük mülk nasıl her türlü hububatı üret m ek zorunda kalıyorsa, her kent de sakinleri ve çevresinde ki kırsal alanlar için ortak ihtiyaçları sağlamak zorunda ka lıyordu. Kent, ürünlerini, yiyecek maddelerini temin ettiği alanlarda elden çıkarıyordu. Ona besin m addeleri tem in eden köylüler, karşılığında endüstriyel ürünler alıyorlardı ve böylelikle küçük kent atölyelerinin m üşterileri hem ye classe industrielle â Paris, au XU1 et au XIV siècles, (Paris, 1877); R Boissonnade, Étude su r l’organisation du travail en Poitou (Paris, 1899); G. Des Marez, Lorganisation du travail à Bruxelles, au X V siècle (Brüksel, 1904), (Belçika Aka d em isin e su n u lm u ş çalışm a); E. Lipson, tLg.e., s. Vlll A. D oren, Das Florenti ner Zunftwesen vom X IV bis zum XVI Jahrhundcrst (Stuttgart-B erlin, 1908); Aynı yazar, Die Florentiner W ollentuchindustrie (Stuttgart, 1901); E. Rodocanachi, Les corporations ouvrières à Rome (Paris, 1894) 2 c.; H. Pirenne, Les anc. àtmocr. des Pays Bas, s. 33, n. 1; G. Espinas ve H. Pirenne, Recueil de documents relatifs à l'histoire de l'industrie drapière en Flandre (Brüksel, 1806-24), 4 c.; G. Espinas, Les origines du capitalisme, c. I, Sine Jean Boi nchroke (Lille, 1930); Aym yazar, Limiustrie drapière dans la Flandre française au Moyen Age, (Paris, 1926); E. C o o m aert, Un centre industriel d'autrefois. La drapicre-saycltcrie d'Hondschoote, XIV-XVIII siècles (Paris, 1930); Aynı yazar, ^industrie de la laine â BcrguesSaint Winoc (Paris, 1930); N.W. P osthum us, De geshiedenis van de Leidsche lakenindustrie, c. I (Lâhey, 1908). Broglio d ’A jano, Die Venetiancr Seideninduslrie und ihre Organisation bis zum Ausgang des Mittelalters (Stuttgart, 1893); E. W e ge, Die Z ü n fte als Traeger w irtschaftlicher K ollektivm assnahm cn (S tu ttg a rt, 1932); F. Rörig, M ittelalterliche Weltwirtschaft (Jena, 1933).
199
rel burg'lulardan hem de çevrenin kırsal ahalisinden oluşu yordu. Endüstriye ilişkin yasal düzenleme, yiyeceğe ilişkin dü zenlem eden z o ru n lu olarak d ah a k arm aşık tı. İk incisi, burg’luyu yalnızca bir tüketici olarak ele almak zorundayken, birincisi onun aynı zamanda bir üretici oluşunu da he saba katm ak zorundaydı. Böylelikle hem üreten ve satan zanaatkarı hem de satın alan müşteriyi koruyan bir sistem oluşturm ak zorunluydu. Bu her ülkede, ayrıntılardaki sayı sız farklılığa rağmen her yerde aynı temel ilkeye dayanan bir örgüt tarafından sağlanıyordu: esnaf loncaları ... Çok değişik adlar altında, Latincede officium ya da ministerium, Fransızca’da metier y a da jurande, İtalyanca’da arte, Felemenkçe’de ambacht ya da neering, Almanca’da Amt, Innung, Zunft ya da Handwerk, İngilizce’de craft-gild ya da mislery diye bilinen bu kurum , her yerde özünde aynıdır. Ç ünkü her yerde aynı temel ihtiyaçlara cevap verm ektedir. Kent ekonomisi, bu kurum un içinde en genel ve -en tipik ifadesi ni bulmuştur. Loncaların kökeni çok tartışılmıştır ve tartışılmaya da de vam edilmektedir. Her şeyden önce bunun kökeni, ondokuzuncu yüzyılın başındaki âlimlerin eğilimine uygun ola rak, Roma lm paraıorluğu’nda kent zanaatkârlarının içinde kümelendirildiği collegia ve arfes’lerde aranmıştır. Bunların Cermen istilâlarında varlıklarını koruyabildikleri ve onikinci yüzyıldaki ekonom ik rönesansın bunları yeniden canlan dırdığı varsayılmıştır. Ancak, Alpler’in kuzeyindeki bu ye niden canlanışa ilişkin henüz hiçbir delil ortaya konm am ış tır ve dokuzuncu yüzyıldan sonra kent hayatının büsbütün ortadan kalkışına ilişkin bütün bildiklerim iz, bu görüşün tamamen karşısındadır. Erken Ortaçağlarda, yalnızca İtal ya’nın Bizans yönetiminde kalan kesimlerinde, antik collegia’nın bazı izleri bir ölçüye kadar korunm uştur. Ancak
200
olay, esnaf loncaları gibi böylesine genel bir kurum un kö keni olamayacak kadar yerel ve az önemlidir. Bunlara m anor’la ilgili bir köken bulma girişimleri de da ha başarılı olmamıştır. Karolenj dönemi sırasında ve sonra sında büyük m ülklerin merkezinde, lordun serilen arasın dan seçilen ve nezaretçilerin gözetiminde onun hizmetinde çalışan çeşitli türden zanaatkarların bulunduğu bir gerçek tir.8 Maalesef hiç kimse, kentlerin oluştuğu dönem de, ev ekonomisine özgü bu zanaatkârlann kam u için çalışmaya yetkili kılındığını ve özgür insanlann da bunlara katılarak yavaş yavaş bu köle kökenli gruplann özerk birlikler kur duğunu kanıtlayabilmiş değildir. Çağdaş bilim adamlarının çoğu, haklı olarak, problemin daha olası bir çözüm ünün özgür birliklerde bulunabileceği ni düşünmektedirler. Gerçekten, onbirinci yüzyılın sonun dan itibaren kentlerdeki zanaatkârlann meslek temeline da yanan kardeşlik birliklerini (fralernitates, carilales-fütüvveL ç.n.) görüyoruz. Bunların modelleri tüccar loncaları, kilise ve manastırların çevresinde oluşan dinsel topluluklardı. İlk zanaatkar grupları da gerçekte hayırsever ve dinsel eğilimle riyle dikkat çekiyorlardı; ancak bunlar aynı zamanda ekono mik güvence ihtiyacım da karşılıyor olmalıdırlar. Endüstri yel hayatın daha başlangıcından itibaren, yeni gelenlerin re kabetine karşı koyabilmek üzere, birbirine destek olma ko nusundaki kaçınılmaz ihtiyaç da kendisini duyurmuştur. Bununla birlikLe, önemli olmasına karşın, yalnızca birlik, esnaf loncalarının oluşum unu sağlamaya yeterli değildir. Bunda, kam u otoritesi ya da otoriteleri de önemli bir rol oynamıştır. Roma lmparatorluğu’nun tüm ekonom ik yasa larına damgasını vuran düzenleyici nitelik, im paratorluğun çökmesiyle ortadan kalkm ış olmadı. Bu, O rtaçağların ta8 M anor Û rgûtû ve Serilik bölüm üne bakınız.
201
nm sal dönem inde bile, kralların ya da feodal güçlerin tartı lar, ölçüler, para, geçiş yerleri ve pazarlar üzerinde sahip ol dukları denetim hakkında açıkça görülür. Zanaatkârlar yeni kurulm akta olan kentlere taşınmaya başladıklarında, bura larda görev yapan kent yöneticileri, (mayor ya da castelları) doğal olarak bunlardan kendi otoritelerine boyun eğmeleri ni istemişlerdir. Onbirinci yüzyılın birinci yarısından itiba ren bu İkincilerin mal satışları ve çeşitli mesleklerin yerine . getirilmesinde belirli kontrol haklarını sürdürdüklerini ka bul etmek için yeterince bilgiye sahibiz. Piskoposluk kent lerinde piskoposlar ayrıca Katolik ahlâkının ilkelerini yer leştirmeye uğraşıyorlardı ki bu, satıcılara, günaha girmeksi zin tecavüz edemeyecekleri bir justum pretium (adil bir fi yat) empoze ediyordu. Bu eski endüstriyel düzenlemelerin, yerel yönetim otori telerince kent anayasalannın oluştuğu dönemde, artan öl çüde özümseııip mükemmelleştirilmesi kaçınılmazdı. Flander’de, onikinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren echevin’ler, yalnızca yiyecek maddeleriyle ilgili değil, fakat aynı zamanda tüm öteki ticarî eşyayı ve dolayısıyla endüstriyel malları (in pane et vino et caeteris mercibus) da kapsayan fer m anlar yayınlıyorlardı. A rtık üreticileri de içerm eksizin ürünlere ilişkin yasalar koymak elbette olanaksızdı, çünkü İkincilerin iyi kaliteli olmasını garanti etm enin tek yolu bi rincileri dençllem ekti. Bunu yapm anın en etkili yolu ise onları mesleklerine göre gruplara ayırmak ve belde otorite sinin denetimine tâbi kılmaktı. Böylece, zanaatkârlan birlik oluşturmaya yönelten o kendiliğinden eğilim, yönetsel de netimin çıkarlarıyla güçlendirilmiş oluyordu. Onikinci yüz yılın ortalarına gelindiğinde, kent zanaatkârlarının yerel otorite tarafından tanınan veya kurulan profesyonel grupla ra bölünm üş olmasının, kentlerin pek çoğunda çoktan ger çekleşmiş bir olgu olduğu ileri sürülebilir. Eğer bunlar, söz202
k o n u su d ö n e m d e , P o n to ise (1 1 6 2 ), H agenau (1 1 6 4 ), Hochfelden ve Swindratzheim (1164’ten önce) gibi9 önem siz kentlerde görülebiliyorsa, daha önem li yerleşm elerde daha önce ortaya çıkmış olmalıdırlar. Şu da var ki, çok ön ceki bir tarihle esnaf loncalarının var olduklarını gösteren belirli sayıda belgeye de sahibiz: 1099 yılında Mainz’de do k u m acılar, 1106 y ılın d a W orm s’ta b a lık ç ıla r, 1128’de W urtzburg’da ayakkabıcılar, 1149 yılında Köln’de yorgancı lar geleneksel gruplar oluşturm uşlardı. O nikinci yüzyılın başında Rouen’de, debbaglar, bu mesleği icra etm ek isteyen herkesin girmek zorunda olduğu bir lonca kurm uşlardı. İn giltere’de, I. Henry’nin saltanat yıllarında (1100-35), Ox ford, H untington, Winchester, Londra ve Lincoln’de esnaf loncalarından söz edilm ektedir ve bunlar kısa süre sonra bütün kentlere yayılmıştır. Bundan şu sonuca varabiliriz; onbirinci yüzyıldan başla yarak kamu otoriteleri zanaatkârları, denetlenmesi gereken farklı zanaat sayısı kadar gruba bölerek kent endüstrisini düzenlemişlerdir. Bu grupların her biri, icrasına kendilerini adadıkları zanaatı üyelerine saklı tutm ak hakkına sahiptiler. Böylelikle bunlar, esasen endüstriyel serbestiden m üm kün olduğu kadar uzaklaştırılmış ayrıcalıklı gruplardı. Başkaları nı dışarda bırakma yöntemi ve korumacılık esasına göre ku rulmuşlardı. Bunların sahip oldukları tekel, Ingiltere’de gild, Almanya’da Znuftzwang ya da Innung adıyla biliniyordu. Hiç kuşku yok ki, zanaatkârlann bu zorunlu sınıflandırıl ma ve denetlenmesi öncelikle zanaatkârlann çıkarlannı ko ruma açısından gerçekleştirilmişti. Tüketiciyi hile ve sahte ciliğe karşı korum ak için endüstriyel uygulamayı düzenle mek, satışları kontrol etmek yeterlidir. Loncaların yararlan dığı meslek! tekel ise, aslında tamamen onların insafına terk 9 F. K eutgen, Urhundcn zu r staedlischcn Vcrfassungsgeschichtc. s. 136, (Berlin, 1899).
203
edilmiş alıcılar için bir tehlikedir. Oysa üreticiler için, reka betten kurtulm a gibi paha biçilmez bir avantaj sağlıyordu ve hiç kuşku yok, onların talebi üzerine yasal mercilerce veril miş bir imtiyaz oluyordu. Onbirinci yüzyılın sonundan iti baren zanaatkârlarca kurulm uş gönüllü birlikler, gerçekte, mesleğin başkalarınca icra edilmesini önleme olanağı veren, yasal herhangi bir hakka sahip değillerdi. Kendi birliklerine bağlı olmayan kişilere karşı tek silahlan boykottu, yani teh likeli ve güvenilmez bir silâh olan kaba güçtü. Böylelikle her zanaaıkârı ya kendi saflarına katılmak ya da dükkânını kapamak zorunda bırakm ak hakkını oldukça erken elde et miş olmalılar. Kent otoriteleri bunların taleplerini yerine ge tirmede hiçbir güçlük çekmediler, çünkü bu kamusal barı şın yarannaydı ve endüstrinin denetimini kolaylaştıracaktı. Çoğu kez loncalar, bu değerli imtiyazın karşılığı olarak bir ödemede bulunuyorlardı. Sahip olduklan tekel karşılığında İngiltere’de hüküm dara yapılan yıllık ödem e, şüphesiz, Fransa, Almanya ve Felemenk kentlerinde değişik zanaatla ra yüklenen verginin de açıklamasıdır aynı zamanda. Böylelikle loncaların kökeni, iki etkenin harekete geçme siyle açıklanabilir: yasal otorite ve gönüllü birlik. Birincisi, kamu adına yani tüketiciler adına olaya karışıyordu; İkinci si zanaatkarların yani üreticilerin kendi girişim lerinin bir sonucuydu. G örüldüğü gibi b u n lar başlangıçta oldukça karşıt hareketlerdi. Otoritelerin, çalışanların birliklerini zo runlu esnaf birlikleri olarak resmen tanıdıkları andan itiba ren iki hareket birleşmiştir.10 Esas itibariyle Ortaçağ esnaf 10 Etiene Boileau, Paris loncasının kurallarını derlem eye kendisini yönelıen saikleri şöyle açıklıyor: "P our ce que nous avons veu à Paris en nostre tans m out de plais et deiïercnée convoitise qui gastc soy m êm e et par la non sens as jo nes et as poix sachrans, entre les estranges gens et ceus de la vile, qui aucum m estier usent et h an tent, p o u r la raison de ce qu’il avoient vendu as estranges aucunes choses qui n ’estoient par si bonesne si loi aus que elles deussent..." E tienne Boileau, Le livre des métiers, Ed. S. D epping (Paris, 1837) s. 1.
204
loncaları, belirli bir zanaatı, kamu otorilesince konulan ku rallar çerçevesinde icra etmek tekeline sahip endüstriyel bir birlik olarak tanımlanabilir. Kendi kendini yönetm e hakkı nın, loncalann doğasında var olduğunu tasavvur etm ek bü yük bir yanlış olur. K entlerin büyük bir çoğunluğunda bunlar, kent otoritesinin vesayetini hiçbir zaman söküp ata mamışlar ve onun denetimi alunda işlevlerini sürdüren ör gütler olarak kalmışlardır.11 Bu anlamda, Almanca işlev an lamına gelen Amt kelimesi, bunlann niteliklerini pek güzel açıklar. Ö rneğin Nurem berg gibi hareketli bir m erkezde, Ralh'a (Kent Meclisi) sıkı bir şekilde tâbi olm aktan hiçbir zaman kurtulam am ışlardır ve Rath bunlara, kendisi yetki verm eden toplanm a hakkını bile tanım am ış ve yabancı kentlerin zanaatkârlarıyla yaptıkları yazışmaları onaydan geçirme zorunluluğunu getirecek kadar ileri gitmiştir. Öte yandan, Batı Avrupa kentlerinin çoğunda, korporatif eğilim lerin çok yüksek olduğu söylenebilir. Felem enk ve Fransa’nın kuzeyinde, Ren kıyılarında, İtalya’da, yani kent hayatının en erken ve en eksiksiz gelişmeyi gösterdiği yöre lerde zanaatkâr birlikleri, kendilerini yalnızca otorite ile değil, fakat birbirleriyle de anlaşmazlıklara iten özerklik ta lebinde bulundular. O nüçüncü yüzyılın birinci yarısından itibaren kendi kendilerini yönetme, kendi sorunlarını gö rüşm ek üzere toplantılar yapma, bir çan ve m ühüre sahip olma ve hatta kent yönetim ini ellerinde bulunduran zengin tacirlerin yanısıra kentin yönetimine katılm a haklarını ta lep etmişlerdir. Girişimleri öyle ürkütücü olmaya başlamış tı ki, 1189’da Rouen’de zanaatkâr dernekleri yasaklanmıştı bile. Ve aynı şey 1255’te Dinant’da, 1280’de Flander kentle rinin çoğunda ve Tournai’de, 1290’da Brüksel’de de oldu. 11 Ö rneğin, bkz. J. Billoud, Del la confrérie d la corporation: les classes industriel les en Provence aux XIV, X V el XVI siècles (M arscilles, 1929). E ndüstri yine de k en t “k o n sû rie rin c e denetleniyordu.
205
Ancak bu karşı çıkış onların cesaretini kırmadı. O ndördüncü yüzyıl boyunca, her yerde değilse de, kendi doyen’lerini ve jure’lerini aday göstermek, siyasal bir grup olarak tanın mak ve yüksek burjuvazi ile yetki paylaşmak haklarını elde ettiler. Esnaf loncaları, sahip oldukları siyasal etki ve iç özerklik açısından bir yerden başka yere oldukça büyük farklılıklar gösterm ekle birlikte, bunların ekonom ik örgütlenm eleri bütün Avrupa’da birbirine benziyordu. H er yerde tem el özellikleri aynı idi. Ortaçağ kent ekonom isinin doğasında var olan korumacılık kendini en güçlü olarak burada göste riyordu. Loncalann temel amacı, zanaatkarlan yalnızca dış rekabete karşı değil fakat aynı zam anda kendi üyelerinin rekabetine karşı korumaktı. Kentin pazarını, yabancı ü rün lere kaparken, yalnızca kendi üyesine açık bulunduruyor du, ve aynı zamanda meslek üyelerinden hiçbirinin diğerle rinin zararına zenginleşmemesine dikkat ediyordu. Bu bağ lamda giderek daha ayrıntılı düzenlemeler, herkes için aynı olan bir uygulamayı yönlendiriyordu; çalışma saatlerini be lirliyor, fiyat ve ücretleri saptıyor, her türlü reklâmı yasaklı yor, atölyelerdeki işçi ve alet sayısına karar veriyor, en kılı kırk yarıcı ve engizisyona özgü yetkilerle donatılmış neza retçiler tayin ediyor, tek kelime ile, üyelerinin her birine hem koruma hem de m üm kün olduğunca eksiksiz bir eşit lik sağlamanın çarelerini arıyordu. Sonuç, her birinin ba ğımsızlığının, tüm ünün güçlü bir şekilde itaat altına alın ması yoluyla sağlanması şeklinde oldu. Loncanın sahip ol duğu tekel ve ayrıcalıkların karşılığı, her türlü girişim gü cünün yok edilmesiydi. Hiç kimsenin, başkalarından daha çabuk ve daha ucuza üretim de bulunabileceği yöntemlerle başkalannı zarara sokmasına izin verilmiyordu. Teknik ge lişmeler, hıyanet olarak karşılanıyordu. Ülküsel olan, dura ğan bir endüstride, değişmeyen koşullardı. 206
Zanaatkarların zorla içine sokulduğu disiplin, doğal ola rak, imal edilen ürünlerin kalitelerinin eksiksiz olmasını sağlamayı hedef alıyordu. Bu anlamda tüketicinin yararına uygulanıyordu. Kentlerin sıkı bir düzen içinde tutulm ası, endüstride düşük nitelikli işçiliği, yiyecek maddelerine hile karıştırılması kadar güç ve tehlikeli kılıyordu. Hile, hatta basit dikkatsizlik için verilen cezaların ağırlığı şaşırtıcıdır. Zanaatkar yalnızca, gece ve gündüz atölyesine girme hakkı na sahip olan nezaretçilerin sürekli kontrolüne değil, fakat aynı zam anda cam ekânıııın içinde, onların gözü önünde çalışmak zorunda olduğu halkın denetim ine tâbi idi. Her loncanın üyeleri, ustalar, kalfalar (Knechte, compagnons) ve çıraklar (Lehrlihgen) diye, birbirinin astı ve üstü olan çeşitli kategorilere ayrılmıştı. Ö teki iki kategorinin bağlı olduğu üstün kategori ustalardı. Bunlar kullandıkları ham m adde ve aletlerin m ülkiyelini ellerinde bulunduran küçük atölyelerin sahipleriydiler. Böylece, satışlardan elde edilen tüm kârla birlikte, imal edilen nesneler de bunlara aitti. Çıraklar bunların gözetiminde işe alıştırılırdı ve hiç -■ kimse tamamen ustalaşmadan zanaata kabul edilmezdi. Son olarak kalfalar, çıraklığı aşmış ama henüz usta mertebesine yükselm em iş ücretli çalışanlardı. Aslında ustaların sayısı, yerel pazarın talebine bağlı olarak sınırlıydı ve ustalığın ka zanılması, bu işi oldukça güçleştiren bazı koşullara (bir gi riş ödentisi, nesebi sahih ve özgür olmak gibi) bağlıydı. Her işyeri aynı zamanda tüketicinin üretici ile yüz yüze geldiği bir dükkândı. Burada, perakende yiyecek maddeleri ticare tinde olduğu gibi, aracı, lâyık olduğu yere indirgenmişti. Böylece, usta zanaatkâr, kelimenin her anlamıyla küçük, bağımsız bir müteşebbisti. Bütün sermayesi, evi ve zanaatı için kaçınılmaz olan aletlerinden oluşuyordu. Kurallarca sı kı bir şekilde sınırlandırılan personel, bir ya da iki çırakla bir kalfadan oluşuyor ve bu sayıyı çok ender olarak aşıyor207
du. Eger bir usta, tâlih eseri, evlilik ya da miras yoluyla meslektaşlarından daha büyük bir servete sahip olsa, onla rın zararına işini büyütemezdi, çünkü imalât sistemi reka bete hiç yer bırakmıyordu. Servet eşitsizliği, bu küçült bur juvalar arasında pek ender görülen bir şey olmalıdır. Ç ün kü bunların hemen hem en tüm ü için ekonom ik örgütlen me, benzer yaşam biçimi ve aynı mütevazı kaynaklar de mekti. Bu onlara güvenli bir konum sağlıyor ve bunun üze rine çıkmalarını engelliyordu. Bu, aslında, “kapitalisı-olmayan” bir sistem olarak tanımlanabilir. Bununla birlikle, kentsel ekonomi her yerde aynı değildi. Pek çok kentte ve özellikle en gelişmiş olanlarda, yerel pa zarlarda, m üleşebbis-zanaatkânn yanısıra, ihracat için çalı şan tam am en farklı bir grup da varlığını sürdürüyordu. Bunlar yalnızca, kentin ve yakın çevresinin sınırlı m üşteri kümesi için üretm ek yerine, uluslararası ticaretle uğraşan toptancı tüccarın yüklemediğini yapıyorlardı. Hammadde lerini bu tacirlerden alıyorlar, onlar için çalışıyorlar ve imal ettikleri nesneleri onlara teslim ediyorlardı. Böylece işve renleriyle olan ilişkileri açısından bunlar, yalnızca ücretli iş çilerdi. Lucca’daki12 ipek işçilerinin, Dinant’daki bakırcıla rın, Ghent, Ypres, Douai, Brüksel, Louvain ve Floransa’daki dokumacı, çırpıcı ve boyacıların, kısaca Ortaçağların belli başlı “büyük” endüstrisi olan kum aş endüstrisinin bütün m erkezlerinde çalışanların durum u buydu. Öteki tüm za naatkarlar gibi, tüm işçilerin de loncalara ayrıldıkları doğ rudur. Ancak her iki birliğin biçimi aynı ise de, üyelerinin konum u oldukça farklıdır. Fırıncılar, demirciler, ayakkabı 12 Lııcchese en düstrisinin kapitalist karakteri üzerine EM. Edler, “özel dolaşım için" bir özeti, Abstracts o f Thèses o f ehe University o f Chicago: Humanistic Séri es, c. VIII (1929-30)’da yayınlanm ış b ulunan bir yapıt hazırlam aktadır. D inanı endüstrisi için, H. P irenne, Les marchandsbattaırs de Dinant au X IV et au XV siècles, bkz. Viertcljahrschrift fû r Social-und Wirtschaftsgeschichte, c. II (1904), s. 442 ve devam ına bakınız.
208
cılar vs. gibi, yerel imalâtla uğraşan m esleklerde, aletler, atölyeler ve hamm adde ile tamamlanmış ürünler, tümüyle çalışana aitti ve o bunları müşterisine doğrudan satıyordu. Oysa büyük endüstride sermaye ve emek birbirinden ayrıl mıştı. Pazardan çok uzak olan işçi, yalnızca kendisine öde mede bulunan müteşebbisi tanıyordu ve onun aracılığıyladır ki emeğinin ürünleri, birkaç el değiştirdikten sonra, sonun da Doğu Akdeniz limanlarında ya da Novgorod panayırla rında satılıyordu. Tarihçilerin çoğu kez kentsel ekonominin zorunlu özelliği saydıkları doğrudan değişim, burada kesin likle sözkonusu değildi. ihracat endüstrisinde çalışan işçiler, aynı zam anda sayıla rı açısından da kentlerin küçük esnafına göre büyük farklı lıklar gösterir. Uluslararası ticaretin hizm etindeki giderek büyüyen pazar, artan sayılarda işçiye ihtiyaç gösteriyordu. O ndördüncü yüzyılın ortalarında G hent, 4.000’den fazla dokum acı ve 1.200’den çok çırpıcıya sahipti; toptan nüfu sun kesinlikle 50.000’den çok olmadığı hatırlanırsa bu m u azzam bir sayıdır. Sıradan Ortaçağ kentlerinde farklı mes lekler arasında kurulm uş olan denge, burada birisi lehine tamamen bozulm uştur. Bu noktada, günüm üz üretim merkezlerininkine benzer bir durum la karşı karşıya geliyoruz. Tek bir olgu bunu kanıtlamaya yeıerlidir. 1431’de Ypres’de, yani, kumaş üretim inin hızla gerilediği bir dönem de, bütün zanaatçıların %51.6’sını yine kum aş imalâtçılığı oluşturu yordu ki, aynı tarihte yerel bir endüstri kenti olan Main üzerindeki Frankfort’da kum aş işinde çalışanlar yalnızca %16 kadardı. Büyük endüstri kentlerinde çalışan kitleler, bunalım ve tıkanıklıkların insafına terk edilmişti. Savaş ya da ithalatın yasaklanması sonucu ham m addenin gelişi kesildiğinde, do kuma tezgâhları duruyor ve işsiz kalabalıklar sokaktan dol duruyor ya da yiyecek birşeyler dilenmek üzere kırsal alan 209
larda başıboş dolaşıyorlardı. Bu tür önlenemeyen yoksulluk dönemleri dışında, ustaların, mal sahiplerinin ya da atölye müstecirlerinin durum u tatminkârdı. Oysa onlar tarafından çalıştırılan kalfaların durum u çok farklıydı. Çünkü bunlar genellikle, haftalık olarak kiraladıkları, dar sokaklardaki odalarda yaşıyorlar ve üstlerindeki giysilerden başka hiçbir şeye sahip bulunm uyorlardı. Işgüçlerini işverenlere kirala yabilmek için, kentten kente dolaşıyorlardı. Pazartesi sa bahları bunlara meydanlarda ya da kiliselerin avlularında, bir haftalığına kendilerini kiralayacak bir ustayı endişe için de beklerken rastlanıyordu. İşgünü şafakla başlıyor, akşam karanlığı ile sona eriyordu. Ücretler cumartesi gecesi ödeni yor ve her ne kadar kent yönetimi ücretlerin nakit olarak ödenm esine ilişkin buy ruklar çıkarıyorsa da para yerine malla ödeme sistemi pek çok yolsuzluğa neden oluyordu. Böylece büyük endüstride çalışan işçiler, öteki zanaatkar lardan ayrı bir sınıf oluşturuyor ve m odern proletarya-ile yakın benzerlikler ortaya koyuyordu. Bunlar, “mavi tırnak ları”, giysileri ve kaba davranışlarıyla fark ediliyorlardı. Us talar bunlara insafsızca davranm aktan çekinm iyorlardı, çünkü biliyorlardı ki kovulanın yeri kısa sürede dolacaktır. Bu nedenle onüçüncü yüzyılın ortalarından itibaren bunla rın düzenledikleri grevlerle karşılaşm ak şaşırtıcı değildir. Bu grevlerden bildiğimiz en eskisi, takehan adı altında 1245 yılında Douai’.de meydana geldi.13 1274 yılında Ghent’li do kumacı ve çırpıcılar topluca kenti terk ederek Brabanı’a gi decek kadar işi ilerlettiler ve önceden uyarılan Brabant’lı echevin’ler b u n ları k en te kabul etm ed iler.1'1 F elem en k ’te, 1245’ten itibaren, kaçak işçileri, kuşkulu kişileri ve fesatçı ları geri vermek üzere özel kent birlikleri oluşturuldu. Her 13 G. Espinas ve H. Pirenne, Recucil de doament% relatijs d l'histoirc de l'industrie drapitre en Flandre, c. II, s. 22. 14 a.k., s. 379 ve devamı.
210
ayaklanma girişimi, sürgün ya da ölüm cezasıyla karşılanı yordu. İhracat endüstrilerinin bu çalışanları bir esaslı noktada, günüm üzün ücretlilerinden ayrılır. Bunlar büyük fabrikalar da bir araya gelmek yerine çok sayıda küçük işyerine dağıl mışlardı. Kullandığı aletlerin sahibi ya da çoğu kez görüldü ğü gibi bunları kiraya veren usta dokumacı ya da çırpıcı, bü yük kapitalist tüccar için çalışan yerli bir üreticiydi. İktidar yüksek burjuvazinin elinde olduğu sürece -kentin yöneticile ri bu kapitalistler arasından seçiliyordu- kent yetkililerinin en d ü stri ü z e rin d ek i den etim leri, çalışan in san lara çok önemsiz bir güvence sağlıyordu. O ndördüncü yüzyılın ba şında, büyük endüstride çalışan zanaatkârlann hâlâ ne ölçü de söm ürüldüklerini kavramak için, (1285-6’da ölen) Douai’li zengin çuhacı Jehan Boinebroke’u n 15 mirasıyla ilgili belgelere yalnızca bir göz atmak yeterlidir. Kendilerine iş ve ren müteşebbislerce ezilen ustalar, bunun karşılığında çırak ları ve kalfaları ezmek zorunda kalıyorlardı. Kentsel ekono m inin küçük zanaatları sultasından kurtarm ayı başardığı sermaye egemenliği, rakipsiz olduğu toptan ticaret için üre tim yapanlar üzerine bütün ağırlığı ile bastınyordu.
15 G. Espinas, Les orgines du Capitalisme, Sire Jehan Boinebroke, patricien et drapi er douaisien, Lille, 1933.
211
YEDİNCİ BÖLÜM
ONDÖRT VE ONBEŞİNCİ YÜZYILLARDA Kİ EKONOMİK DEĞİŞİMLER
ı . Felâketler ve Toplumsal Karışıklıklar1 O ndördûncü yüzyılın başı, Ortaçağlar ekonom ik gelişme dönem inin sonu olarak kabul edilebilir. O zam ana kadar gelişme her alanda sürekliydi. Kırsal sınıfların artan oranda özgürlüklerini kazanması olayı, işlenmeyen ya da sahipsiz arazilerin temizlenmesi, drenajı ve iskân edilmesi ve Cer 1 Bibliyografya: H.S. Lucas, The Greal Europeatı Fantine o f 1315, 1316 ve 1317, bkz. Spéculum (Médiéval Academy o f America, 1930); HA. G asquct, The Black Dealh o f 1348 and 1349 (Londra, 1908); H. Pirennc, Le soulèvement de la Fland re maritime de 1323-1328 (Brüksel, 1900); A, Réville, Le soulèvement des trava illeurs d'Anglaterre en 1381 (Paris, 1898); O m an, The Greal Revoit o f 1381 (O x ford, 1906); H. Powell, The Rising in East Anglia in 1381 (C am bridge, 1896); G.M. Trevelyan, England in t he Age o f Wyclijfc (Londra, 3’ü n cü ed., 1900); S. Luce, Histoire de la Jacquerie (Paris, 1859); G. Franz, Die agrarischen Unruhen des ausgehenden M ittelalters, (M arxburg, 1930); H. Denifle, La désolation des églises, menasttres et hôpitaux en France pendant la guerre de Cent Ans (Paris, 1898-9), 2 c.; G. Schanz, Z ur Geschichte der deutschen Gesellenverbaende, (Leip zig, 1877); H. M artin Saint-Léon, Le compagnonnage (Paris, 1901); H. Pirennc, Histoire de Belgique, c. II (Brüksel, 3’üncü ed., 1922); S. Salvem ini, Magnati e popolani in Firenze dal 1280 al 1295 (Floransa, 1899); C. F alleiti-Fossati, 11 tumulto dei Ciompi (Floransa, 1882); L. Mirot, Les insurrections urbaines au début du régne de Charles VI, 1380-1383 (Paris, 1906).
213
m en kolonizasyonunun Elbe ötesine yayılmasıyla el ele gi der. Endüstri ve ticaretin gelişimi toplum un görünüm ünü, aslında tüm yapısını tam amen değiştirdi. Bir yandan Akde niz’le Karadeniz, öteyandan Baltık ve Kuzey Denizi büyük ticarete sahne olur, bunlann kıyıları boyunca ve adalannda limanlar ve ticaret merkezleri fışkırırken, kıta Avrupa’sı, ye ni orta sınıfın faaliyetlerinin her yana yayıldığı kentlerle be zendi. Bu yeni hayatın etkisi altında para dolaşımı yetkinlik kazandı, her türlü yeni kredi biçimleri kullanılmaya başlan dı ve kredi kullanımı sermayeyi özendirdi. Nihayet, nüfu sun artışı toplum un sağlık ve canlılığının yanılmaz bir gös tergesi oldu.2 Şimdi, ondördüncû yüzyılın ilk yıllarında bütün bu yön lerde belki bir gerileme değil ama her türlü gelişmenin du raklaması gözlemlenir. Avrupa, deyim yerinde ise, kazandı ğı ile idare ediyordu; iktisat cephesi durağanlaşmıştı. O za m ana kadar genel gelişm eden etkilenm eyen Polonya ve 2 Ortaçağ iktisat tarihini anlam ak için, bu dönem deki Avrupa n ü fu su n u n yoğun luğuna ilişkin sağlıklı bir görüşe sahip olm ak çok önem lidir. M aalesef elim iz deki veriler, pek fazla b ir işe yaram ayacak kadar farazi tahm inler yapm aya yarı yor yalnızca. M.F L ot'un son çalışm ası Létat des paroisses et des fe u x de 1328 (bkz. Bibliothèque de l'École de Chartes) c. XC (1929)’a göre, (bugünkü sınırları içinde) Fransa’n ın nüfusu, o tarihte en çok 23 ya da 24 m ilyon kişiydi. Bu tah m in de, h em hane sayısı hem de hane sayılarının kaçla çarpılacağı k o nusunda gereğinden fazla varsayım lara dayanıyor. A ncak onbeşinci yüzyılın başındadır ki, oldukça d ogju istatistikler çıkarabileceğim iz belgelere sahip oluyoruz. Yine de birkaç şeh ir dışında (Vl’ncı b ö lüm ün 1 no'lu dip n o tu n a bakınız) güvenilir n üfus sayım larına sahip değiliz. G ünüm üzdekilerle karşılaşunldıgında burala rın çok az gösterilen nüfusları, kırsal yörelerin pek seyrek bir nüfusa sahip ol m alarını m uhtem el kılm aktadır. T üm Brabant Dükalıgı için, J. Juvelier, 1437 yılında, toplam 450.000 kişilik bir nüfus sonucuna varm akladır ki, bu yörede ki hane sayılarına ilişkin kesin bilgilerin günüm üze kadar gelm iş olm ası bu so n u cu o ldukça m ü m k ü n kılm aktadır. B ugün aynı yörede yaklaşık iki b u çu k m ilyon insan yaşam aktadır, yani n ü fu s beş kat artm ıştır (J. Juvelier, Les dé nombrements des foyers en Brabant, s. cccxxvii). A ncak insan b undan hareketle b ir genellem eye gitm ek ve O rtaçağların so n u n d a A vrupa n ü fu su n u n , g ü n ü m üzdeki n ü fu stan beş kat az olduğu so n u c u n a varm ak k o n u su n d a tereddüt ediyor. Ben, n ü fu su n daha az olduğunu varsaym ak eğilim indeyim .
214
özellikle Bohemya gibi ülkeler bu hareket içinde daha etkili bir şekilde yer almaya başladılar. Ancak bunların geç kalan uyanışı, bütün Batı dünyasında göze çarpacak ölçüde öne mi olan sonuçlara yol açmadı. Eger tek başına İkinciyi ele alırsak, artık insanların ihtiyaçlarıyla tam bağdaşmayan bir durum u hem düzeltmek hem de bunu başaramamak duru m unda kalışlarını gösteren toplum sal huzursuzluğun var olduğu bir konum da Batı dünyasının, bir yaratma dönem i ne değil fakat elde edileni koruma dönem ine girdiği açıktır. Ekonom ik gelişmedeki bu kesintinin bir delili, dış ticaret hacminin daha fazla genişlememesi olgusunda derhal görü lür. Onbeşinci yüzyılın ortalarındaki büyük keşifler çağma kadar, dış ticaret, İtalyan denizciliğinin G üney’de, Hansa’nın ise Kuzey’de ulaştıkları uç noktaların, yani, bir yanda Ege ve Karadeniz limanları diğer yanda Novgorod’daki Rus panayırlarının ötesine hiçbir zaman geçemedi. Ticaret, el bette hâlâ son derece etkindi. Belirli konularda artmış oldu ğu bile söylenebilir. Aslında, Cenova ve Venedik’in, Cebeli tarık Boğazı yoluyla Bruges ve Londra ile deniz ticareti iliş kileri 1314 yılında başlar ve Hansa’nın DanimarkalI Waldemar’a karşı 1380 yılında elde ettiği zafer, Baltık’m kontrolü nü kesinlikle bunların ele geçirdiğini gösterir. Ancak, her şeye rağmen, gerçek, onlann daha ileriye atılmaya çalışmak yerine, geçmişte yaşadıklarını gösterir. Aynı şey kıta için de doğrudur. Dogu’ya yönelik Cermen kolonizasyonu, tükenmişçesine, Litvanya ve Latviya sınırlarında durdu. Ne Bo hemya ve Polonya’da ne de Macaristan’da hiçbir yeni geliş me sağlayabildi. Flander ve Brabant’da kum aş endüstrisi, yüzyılın ortalarında aniden gerilemeye başlayıncaya kadar, yörenin geleneksel refahını, artırm asa da hâlâ koruyordu. İtalya’da para ticaretine egemen olan büyük bankaların ço ğunluğu, bir dizi sansasyonal iflâs sonucu battılar: 1327’de Scali, 1341’de Bonnaccorci, Usani, C orsini ve başkaları, 215
1343’te Bardi, Peruzzi ve Acciajuoli çöktü. Champagne pa nayırlarının gerilemeye başlaması yüzyılın ilk yıllarına rast lar.3 Tam o sıralarda nüfus artışı da durdu ve bu birden du ruş, en yüksek noktasına ulaşmış olan bir evrimin ve toplu m un durağanlaşmasının en önemli göstergesidir.'* Haksızlık etmemek için belirtmek gerekir ki, eğer ondördüncü yüzyıl gelişmeyi sürdürem ediyse, bu yüzyılı tam a mıyla kaplayan felâketlerin bunda büyük ölçüde payı vardır. 1315’ten D lT y e kadar Avrupa’nın tüm ünü viraneye çeviren korkunç kıtlık, öncekilerin "hepsinden daha çok yıkıma yol açmıştır. Ypres’e ilişkin olarak günüm üze kadar gelmiş olan bilgiler bunun kapsamını kestirmemize olanak vermektedir. 1316 yılının mayıs ayı başından ekim ayı ortalarına kadar kent yönetimi 2794 cesedin gömülmesi için emir vermiştir. Kentin sakinlerinin m uhtem elen 20.000’i aşmadığı gerçeği dikkate alınırsa, bu muazzam bir sayıdır. Otuz yıl sonra yeni ve çok daha korkunç bir felâket Kara Ölüm (Veba), birinci darbeden henüz daha tam kurtulmam ış olan bir dünyanın üzerine birdenbire çöktü. Tarihle sözü edilen bütün salgın lardan tartışmasız daha korkunçtu. 1347’den 1350’ye kadar, Avrupa’nın nüfusunun m uhtemelen üçte birini kırdığı tah min edilmektedir. Ve bunu, etkileri daha sonra ele alınacak olan ve uzun süren bir yüksek fiyat dönemi izledi.5 3 A. Sapori, La crist delle compagnie mcrcantili dei Bardi e dei Peruzzi (Floransa, 1926); E. Jordan, La faillite des Buonsignori, bkz. Milanges P Fabre (Paris, 1902). 4 Ortaçağ nüfusu üzerine yeterli sayıda doğru çalışm anın var olmayışı nedeniyle burada yalnızca genel bir izlenim verilebilir. B unun ise kısm î bir kesinlikten öteye geçemeyeceği açıktır. G enel olarak Kara Û lüm , nüfusun yalnızca durağan laşm asının değil fakat nüfus artışındaki bir gerileyişin de işareti sayılabilir. Bu nunla birlikte, bu felâketten de önce. Batı A vrupa'nın her yerinde nüfus çoktan durağanlaşm ıştı. Ö te yandan ondördûncü yüzyılın ilk yansı, Doğu Avrupa’nın Slav ülkelerinde, özellikle Bohemya’da, büyük bir nüfus artışına tanık oldu. 5 H er ikisi de fiyatları d ü şü rm ek endişesiyle ücretleri düzenleyen F ransa'daki 1351 tarihli kraliyet em irnam esi ile Ingiltere’de 1350 tarihli İşçi Nizam nam esi’n in ortaya çıkışı aynı nedene bağlıdır. R. Vıvier, Im grande ordonnancc de Jtv-
216
Bu doğal felâketlere, daha az acımasız olmayan siyasal fe lâketler de eklendi. Bütün yüzyıl boyunca İtalya iç m ücade lelerle hırpalandı. Almanya sürekli bir anarşinin kurbanı oldu. Nihayet, Yüz Yıl Savaşları Fransa’yı çökertti, İngilte re’yi ise tüketti. Bütün bunlar ekonom ik hayat üzerinde olanca ağırlığıyla etkili oldu. Tüketicilerin sayısı azaldı ve pazar, massetmek yeteneğinin bir kısmını kaybetti. Bu talihsizlikler, ondördüncü yüzyılı onüçüncü yüzyıl dan kesin bir şekilde farklı kılan toplumsal sorunları kuş kusuz ağırlaştırdı. Ancak bu sorunların başlıca nedeni, eko nom ik örgütlenm enin kendisinde aranm alıdır. Bu ekono mik örgütlenm enin işleyişi kırsal ve kentsel nüfusta aynı şekilde hoşnutsuzluk yaratan bir noktaya ulaşmıştı. Köylülerin özgürleşmesi, her ne kadar, genel olarak ön ceki dönem boyunca gerçekleşmiş ise de, serfliğin az ya da çok izleri yine de kalmıştı. Pek çok ülkede angarya (corvee) köylüler üzerinde bütün ağırlığı ile hüküm sürm eye devam ediyor ve m anor rejiminin ortadan kalkışı angaryayı daha da ağırlaştırıyordu. Ç ünkü artık lord kendisini, m ülkünde yaşayanların koruyucusu olarak görm ekten vazgeçm işti. Kiracılarıyla olan ilişkileri açısından konum u, artık, otori tesini ataerkil kişiliğine borçlu olan babadan kalma bir reis liğin konum u değil, bir toprak sahibinin ve vergi toplayıcı sının konum uydu.6 Büyük m ülklerin eski boş arazileri şim di işgal edilmiş olduğuna göre, artık villes neuves kurulm u yor ve şimdi artık lord açısından serflere özgürlük verme nin yararlı olmak yerine, onlardan elde ettiği kira ve hiz metlerden onu yoksun bıraktığı için özendirici bir nedeni kalmıyordu. Elbette para gereksinimi çoğu kez lordları, iyi rier 1351: les mesures anticorjmralivcs el la liberté du travail, bkz. Revue histori que, c. CXXXV111 (1921), s. 201 ve devamı 6 B ütün b u n lar h ak k ın d a M. Bloch, Les caractères originaux de l'histoire rurale /rançaise, s. 112 ve devam ına bakınız.
217
bir fiyat karşılığında özgürlük beratları satmaya ya da ortak arazilerin bir kısmını üzerine geçirme karşılığında tüm bir köye bile özgürlük bağışlamaya yöneltiyordu. Ancak şu da var ki, artık arazi açma dönemi sona ermişti, köylünün el değmemiş arazilere göç ederek durum unu düzeltm e um u du artık kalmamıştı. Devam etliği her yerde, şimdi istisnai olduğu için daha küçültücü bir görünüm kazanm ış olan serilik, bu nedenle büsbütün nefret uyandıran bir şey ol muştu. Özgür çiftçiler, kendi paylarına, ona dayanarak ara zilerini işledikleri ve bir zamanlar adamı oldukları lordlann ekonomik söm ürüsüne onun aracılığıyla bağımlı kılındıkla rı m anor mahkemelerinin yargı hakkına karşı çıkıyorlardı. O nüçüncü yüzyıl boyunca keşişlerin o eski coşkunluğunu ve onunla birlikte saygınlıklarını kaybetmelerinden bu ya na ondalık toprak vergisi, son derece isteksiz bir şekilde ödeniyordu. Demesne arazilerinde kurulan büyük çiftlikler köylülerin üzerinde yıkıcı bir yük oluyordu. Büyük çiftlik ler, ortak arazilerin önemlice bir kısmı üzerinde, sürülerine otlak olarak hak iddia ediyorlar ve köylülerin aleyhine sı nırlarını genişletiyorlardı. Buralara el uzatm ak onlar için kolay oluyordu, çünkü bu yerler çoğu kez lordun kâhyası nın ya da kasabalardaki yüksek m em urların ellerinde bulu nuyor ve böylelikle bu yöneticiler oralarda yaşayanların bir kısmını kendileri için tarım işçisi olarak çalışmaya zorlaya biliyorlardı..B ütün bu h u zu rsu zlu k nedenlerine, sık sık meydana gelen savaşların kötülükleri de ekleniyordu. Özel likle, paralı askerlerin terhis olduktan sonra kırsal alanlarda yaşamaya devam ettiği Yüz Yıl Savaşları, Fransa’nın pek çok yöresini harabeye çevirmişti. “Buralarda artık ne bir horo zun ötüşü ne de bir tavuğun gıdaklayışı işitiliyordu.”7 Bu perişanlığın Fransa’ya özgü bir olay olduğu doğrudur 7 M. Bloch, a.g.e., s. 118. 218
ve Avrupa’nın geri kalan kısımlarında köylülerin durum u nun ondördüncü yüzyıl boyunca daha kölü olduğunu ileri sürm ek hiç kuşkusuz yanlıştır. Bu kitlenin pek çok örneği ni verdiği toplum sal hoşnutsuzluk her yerde aynı şekilde açıklanam az. Bu toplum sal hoşnutsuzluk, pekâlâ yaygın y o k sulluktan ve insanların üstesinden gelebileceklerine inandıkları bu durum a bir son verme isteğinden de kaynak lanabilir. Eğer, ile de France’da 1357 yılındaki Jacquerie ayaklanması, soylulara karşı nefret ve çaresizlik içine ililen ve bundan da soyluları sorum lu tutan ahalinin kalkışmasıy sa, 1323 ve 1328’de Batı Flander’deki ayaklanma ile 1381’de İngiltere’deki isyan, Fransa’dakinden oldukça farklı gö rünmektedir. Birincinin uzun sürm üş olması, bunun, sefil ve az sayıda bir kalabalığın işi olmayacağının yeterli delilidir. Bu, aslın da, yasal ve malî yetkileri ellerinden almak için soylulara yöneltilmiş gerçek bir toplumsal devrim girişimidir. Courtai m uharebesiyle başlayan savaştan sonra, Fransa Kralı adına Flander’e zorla yüklenen ağır tazm inatı karşılam ak amacıyla soyluların vergi toplam ada gösterdikleri sertlik, ayaklanmaların patlak vermesine yol açtı ki, kısa süre sonra bunlar yerleşik düzene karşı açık bir isyana dönüştüler. Bu artık yalnızca haksızlıklara bir son verme meselesi değildi. O niki ve onüçüncü yüzyıllarda bataklık arazileri larım a açan Jıöte’lerin torunları olan yörenin sebatlı köylülerinin özgürlükçü ruhu, bu mücadelede, zenginleri ve hatta Kilise’nin kendisini doğal düşmanları olarak görecek kadar kış kırtıldı. Şüpheli sayılmak için toprağın geliriyle yaşıyor ol mak yeterliydi.8 Köylüler ondalık tanm vergisini ödemeyi reddettiler ve m anastırların ellerindeki tahılı halka dağıt 8 "Dicebanı enim alicui diviti: Tu plus diligis dom inos quam com m unitates de qu ib u s vivis; el nulla alia causa in eo reperta, talem exponebant m orti." Chronicon comitum Flandrcnsium, bkz. Corpus Chron. Flandr., c. 1, s. 202.
219
masını istediler. Kitleleri harekete getiren sınıf nefretinden papazlar da kendilerini kurtaram adı; hareketin önderlerin den birisi, papazların en sonuncusunu darağacında görm ek istediğini haykırıyordu. Acımasızlık o derece ileriye vardı ki, soylular ve zenginler, kalabalığın gözleri önünde kendi akrabalarını öldürm ek zorunda bırakıldılar. O dönem de dehşete kapılmış olan Batı Flander’deki gibi şiddet olayları na bir daha hiçbir zaman, ne Jacquerie ne de 1381 İngiliz ayaklanmasında rastlarız. “İsyan belâsı öylesineydi ki, in sanlar hayattan nefret eder olm uşlardı” dem ektedir bir çağ daş. “Canavarlar gibi duygu ve m antıktan yoksun olan” ve yerleşik düzeni tehdit eden bu isyancıları bastırabilmek için Fransa kralının bizzat durum a el koyması zorunlu oldu. Kendilerine güvenen köylüler, krala karşı cesaretle ilerledi ler ve Cassel Dağı eteklerinde (23 Ağustos 1228) onunla savaşa tutuştular. Savaş kanlı olduğu kadar kısa sürdü. Şö valyeler kendilerine karşı çıkma cesaretini gösteren ve örf ve âdet h u k u k u n u n dışına düşm üş olan bu ayaktakım m ı acımasızca kılıçtan geçirdiler. Kral, denizci Flander’i tam a men yakması ve erkek, kadın ve çocukları boğazlaması için ısrar eden baronları dinlemeyi reddetti ve kendisine karşı savaşmış olan isyancıların m allarına el koymakla yelindi. Bir an için başarılı olan toplumsal ayaklanma bastırılmıştı. Bu ayaklanm anın radikal eğilim leri, gerçekte, koşulların zorlamasıyla aşırılığa itilmiş hoşnutsuzluğun geçici öfkesin den başka bir şey sayılamaz. Ayaklanmanın uzun ve çetin oluşu ise yine kısmen, kentlerin devrimci ruhunu kırsal sı nıflara geçici olarak aşılayabilen ve onlarla işbirliği eden Ypres ve Brugeslü zanaatkârlarca şevklendirilmiş ve destek lenmiş olması gerçeği ile açıklanabilir. 1381 İngiliz ayaklanması da, Balı Flander’dekine benzer şekilde, kent ahalisiyle köylülerin ortak eseri ve yine onun gibi, çalışan insanla onun emeği ile yaşayan insan arasındaki 220
karşıtlık duygusunun şiddetli ve geçici bir ifadesi olarak de ğerlendirilebilir. İngiliz ayaklanması da Flander’dekinden farklı olmayan bir şekilde, kırsal sınıfların sefaletinin sonucu değildi. Jacquerielerle ortak bir yanı yoktu. Ingiliz köylüleri nin durum u, onüçüncü yüzyıl boyunca bedensel hizmetin yerini artan oranda parasal rantın almasıyla düzenli olarak iyileşmişti. Ancak bütün manor’larda serfliğin bariz kalıntıla rı az ya da çok varlığını sürdürüyordu ve Kara Ölüm’ü izle yen fiyat ve ücret artışları durumlarını daha da iyileştirdiği için, serflik kalıntıları onlara daha da dayanılmaz geliyordu. Bunların ayaklanmasına resimleri ve çalışma yüküm lülüğü nü artırma girişiminde bulunan toprak sahiplerince yol açıl dığının kanıtlanacak bir yanı yoktur. Bu daha çok, m anor sisteminin arta kalanlarını halkın yararına olarak söküp at ma girişimiydi. Muhtemelen Lollardlarm mistisizmi de bun ların kafalarında ayrıca, “Âdem’in kazdığı Havva’nın doku duğu” dönem de var olmayan “efendilere” karşı bir nefret uyanmasına yol açmış olabilir. Aynen elli yıl önce Flander’de olduğu gibi, isyancıların kafalarını belli belirsiz komünistçe emeller dolduruyor ve ayaklanmaya, toplumsal düzene karşı yöneltilmiş bir hareket görünüm ü veriyordu. Ancak bunun etrafa yaydığı terör kısa öm ürlü oldu, intikam a susamışlığı ve ütopik umutlarıyla, doğruluk ve eşitlik üzerine kurulm uş ezelî hayali gönüllerinde besleyen köylülerle tutucu güçler arasındaki oransızlık çok büyüktü. Birkaç ay sonunda düzen yeniden kuruldu. Tehlikeli olmaktan çok gürültülü olan bir durum u sona erdirmek için, şövalyelerin silahlanması, kra lın ise kendini göstermesi yeterli oldu. O ndördüncü yüzyılın kırsal ayaklanmaları, aslında, orta ya çıkış ned en lerin i köylülüğün kabalık ve zorbalığına borçluydu. Bunlar kendiliğinden başarılı olamazlardı. Her ne kadar tarımsal sınıflar toplum un çok büyük bir kesimini oluşturuyor idiyseler de, ortak bir eylem etrafında birleş 221
mek yeteneğinden yoksundular; üstelik yeni bir dünya kur m ak düşüncesinden ise b ü sb ü tü n yoksundular. H er şey dikkate alındığında, bu ayaklanmalar, geleceği olmayan öf ke patlamaları, kısa öm ürlü anî ve yerel hamleler biçim in deki kalkışmalardan başka bir şey değildi. Toprağı işleyen köylülerle, ona sahip olan soylular arasındaki zıtlık, işçi ile kentsel sermayedar arasındaki kadar gerçek idiyse de, insa nı işlediği toprağa çeşitli bağlarla bağlayan ve her şeye rağ men ona, büyük endüstrideki bir ücretlinin sahip olduğun dan çok daha ileri derecede bağımsızlık veren kırsal hayatın kendi koşulları nedeniyle daha az hissediliyordu. Böylece, ondördüncü yüzyılın kentsel huzursuzluklarının, şiddet, süre ve sonuçları bakım ından, kırsal yörelerdekilerle çarpı cı bir Lezat ortaya koyması şaşırtıcı değildir. Batı Avrupa’nın her yerinde yüksek burjuvazi, daha baş langıçtan itibaren kent yönetimlerini tekeline almıştı. Esas olarak ticaret ve endüstriye dayanan kent hayatını hatırlar sak, başka türlü de olamazdı; endüstri ve ticareti geliştiren lerin aynı zamanda kent hayatını yönetmesi kaçınılmazdı. Böylece, oniki ve onüçüncü yüzyıllarda, en tanınmış tacir ler arasından seçilmiş bir aristokrasi, her yerde kentlerin yönetiminde söz sahibi oldu. Bunların yönetimi, kelimenin tam anlamıyla bir sınıf yönetim iydi ve uzun süre, enerji, yüksek kavrayış, aslında kendi özel çıkarlarıyla özdeş ve bunların temel garantisi olan kam u çıkarma bağlılık gibi er demlere sahip oldu. Gerçekleştirmiş olduğu iş, meziyetleri ne bütünüyle tanıklık eder. Bu yönetim altında kent uygar lığı, sonuna kadar onu fark edebilir kılacak olan özellikleri ni kazandı. T üm k e n t yönetim i m ekanizm asını yarattı, onun çeşitli hizm etlerini örgütledi, kam u m âliyesinin ve kredinin temellerini attı, pazarları kurdu ve örgüLİedi, okul lar açmak ve güçlü kale duvarları inşa etm ek için gerekli parayı buldu, tek kelime ile burjuvazinin bütün ihtiyaçları 222
nı karşılamak için ne m üm künse yaptı. Ancak, büyük en düstrinin ekonom ik işleyişini, yalnızca bu işin kârlarıyla yaşayan insanların eline terk etmiş olan bir sistemin aksak lıkları yavaş yavaş kendisini gösterdi ve doğal olarak çalı şanların payını en aza indirmeyi zorunlu kıldı. Ortaçağ dünyasının en büyük kentlerinde, Flander kem lerinde, tekstil işçilerinin asilzade echeviıı’lere karşı, grevle rin patlak vermesiyle açıkça belli olan bir hoşnutsuzluğu ortaya koymaya başladıklarını daha önce görm üş bulunu yoruz.9 Bunların hoşnutsuzluğuna, artan sayılardaki hali vakti yerinde burjuvanın hoşnutsuzluğu da eklendi. Çünkü bu sırada pek çok kentin asilzadelerin elindeki yönetimi, iktidarı, birkaç aile dışında herkesten kıskançlıkla sakınan ve bunu giderek daha açık biçimde kendi çıkarları doğrul tusunda kullanan bir zenginler oligarşisi haline geldi. Böylece, kent yönelimlerine karşı, hem toplumsal hem de siya sal bir muhalefet oluştu. En şiddetli olan m uhalefetin, pek çok kanlı olaylarla, ta onbeşinci yüzyıla kadar devam ede cek bir çatışmaya yol açan muhalefetin, toplum sal m uhale fet olduğu açıktır. Esnaf loncalarının patrisyenler rejimine karşı olan ayak lanması, çoğu kez demokratik bir devrim olarak adlandırıl mıştır. Eğer demokrasi kelimesinden bugünkü anlamı çıka rmıyorsa, terim bütünüyle doğru değildir. H oşnut olmayan insanların halk yönetimi oluşturmak gibi bir niyetleri yoktu. Onların ufuklan kentlerinin surlarıyla sınırlandırılmış, lon calarının çerçevesiyle kısıtlanmıştı. Her lonca iktidardan bir pay almak istiyorduysa da, komşularını pek az düşünüyor ve davranışı, dar bir bireycilikle çepeçevre sarılmış bulunuyor du. Aynı kentin loncaları, zaman zaman elbette ortak düş man olan tchevin'ler oligarşisine karşı birleşiyorlardı. Ancak 9 A luncı bö lü m ü n so n u n a bakınız.
223
çoğu kez, zaferden sonra birbirlerine düşüyorlardı. Kendi kendilerine bu sıfatı veren demokratların tüm ünün, muaz zam tekel ayrıcalıklarına sahip endüstriyel grupların üyesi olduğu unutulmamalıdır. Onların anladığı şekliyle demokra si, ayrıcalıklıların demokrasisinden başka bir şey değildi. Bütün kentler esnafın talepleriyle rahatsız olmadı. Ne Ve nedik, ne Hansa kentleri ne de İngiliz kentlerinde toplumsal çalkantının herhangi bir izi vardır. Kuşkusuz bunun nedeni, yüksek burjuvazinin yönetiminin buralarda kapalı ve bencil bir oligarşiye dönüşmemiş oluşudur. Ticaret yoluyla zengin leşen yeni insanlar, sürekli bir biçimde yönetici sınıfı yenili yor ve gençleştiriyordu. Patrisyenlerin iş hayatı ve kent yö netimi üzerindeki çifte kontrolleri sayesinde herkes üzerin de otoritelerini koruyabilm e başarısını bu durum açıkla maktadır. Yüzyıllar boyunca, Venedik aristokrasisi, en yüce vatanseverlik erdemlerinin, enerji ve becerinin hayran olu nacak örneğini verdi ve cumhuriyete kazandırdığı refah herkes için öylesine parlak oldu ki, insanlar onların boyundu ruğundan kurtulm ayı hiçbir zam an hayal etm edi. Hansa kentlerinde de patrisyen yönetimini benzer nedenlerin ko rumuş olması muhtemel görünmektedir. İngiltere’de krallık otoritesinin kentler üzerinde sahip olduğu denetim, gerekti ğinde ahalinin gücünü kontrol etmeye yetecek kadar güçlüydü. Aynı şey, onüçüncü yüzyılın sonundan itibaren, artan oranda Kral’m ajanlarının, baillis ya da kâhyaların otoritesi ne bağımlı olan Fransız kentleri için de sözkonusuydu. Baş ka yerlerde, örneğin Brabant’da, yöresel büyük lordun bizzat kendisi yüksek burjuvazinin koruyuculuğunu yapıyordu. Kentsel devrimler, her yerden önce, Felem enk’in büyük endüstriyel kentlerinde, Ren kıyılarında ve İtalya’da meyda na geldi. Burada biz bunların, başlıca özelliklerini, çevre, çı kar ve koşulların farklılığına bağlı sayısız değişikliği bir yana bırakarak, ancak ana çizgileriyle belirtme girişiminde bulu 224
nabiliriz. Bu devrimlerin birinci nedeni, yöneten durum un daki oligarşinin yolsuzluklarında aranmalıdır. Büyük lordların gücünün, yöneten oligarşiyi engelleyemeyecek ya da deneüeyemeyecek kadar güçsüz olduğu her yerde, onu devir m ekten ya da tekeline almak istediği iktidarı paylaşmaya onu zorlam aktan başka yapacak bir şey kalm ıyordu. Bu noktada zengin fakir herkes, zanaatkârlar gibi ticari işlerin dışında tutulan tacirler ve büyük endüstrinin ücretlileri, gö rüş birliği içindeydiler. Onüçüncü yüzyılın ikinci yarısı için de başlayan hareket, ondördüncü yüzyıl içinde sonuca ulaş tı. Hemen hemen her zaman silahlı mücadeleler şeklinde ge lişen ayaklanmaların sonunda “büyük”, “küçüğe” kent yö netim lerinin aşağı yukarı büyük bir bölüm ünü devretmek zorunda kaldı. N üfusun çoğunluğu esnaf loncaları içinde yer aldığına göre, reform, zorunlu olarak bunları yönetime katma biçiminde oldu. Bazen, kent meclisinde ya da tchevin’ler meclisinde bir iki sandalyeye sahip olma hakkını ka zandılar, bazen, eskisinin yanısıra onlar tarafından seçilen yeni bir yargıçlar kurulu oluşturuldu. Zaman zaman da ken tin siyasal örgütlenmesi ve mâliyesine ilişkin bütün önlem lerin, genel mecliste, bunların delegelerinin onayına sunul ması gerekiyordu. Hatta bazen, patrisyenlerin uzun süre el sürmediği bu yetkinin tüm ünü ele geçirmeyi başardıkları bi le oldu. Örneğin Liege’de, 1384’te, yüzyıldan fazla süren bir engellemeyi devam ettiremeyen “büyükler” sonunda boyun eğdiler. O tarihten itibaren esnaf loncaları kentte tamamen söz sahibi oldular. Adı yalnızca onların listesine kayıtlı olan lar siyasal haklardan yararlandılar. Üyeleri her yıl onlar tara fından seçilen ve onların “yönetici"lerince denetlenen mec lis, faaliyetleri onların isteğine göre düzenlenen bir makine den başka bir şey değildi. Bu meclis içinden seçilen iki bele diye reisi (maitre), onların buyruğunu yerine getiriyordu, çünkü bütün önemli sorunlar, incelenm ek üzere 32 esnaf 225
loncasına sunuluyor ve her birinde çoğunluk oyuyla karara varılıyordu. Zanaatkâr birliklerini, kenı yöneliminin hakemi yapan benzer anayasalara Utrechı ve Köln’de de rasılanır. Ancak, tek bir endüstrinin ötekiler üzerinde belirgin bir üstünlüğe sahip olmadığı kentlerde m üm kün olan, denge nin açıkça bunlardan birisi lehine kaydığı yerlerde m üm kün değildi. Flander’in büyük imalâtçı kentlerinde loncaları bin lerce üyeye sahip olan dokumacı ve çırpıcıların sayısal üs tünlüğü, sayıları sekseni yüzü aşm ayan küçük loncalara sağlanan haktan bunların h o şn u t kalm asını önlüyordu. Bunlar üstünlük konusunda daha da istekliydiler çünkü üc retliler olarak durum ları, yerel pazara hizm et eden zanaatkârlarm kinden büyük ölçüde farklıydı. O nlar için patrisyenlerin çöküşü yalnızca siyasal bir sorun değil, öncelikle ve her şeyden çok toplumsal bir sorundu. Çalışma koşulla rının ve ücretleri belirleme yetkisinin kendi ellerine geçme siyle, mesleklerinin onları içine düşürdüğü güvensiz orta mın sona ereceğini um arak, bu yolla ekonomik açıdan ikin cil olma durum larının ortadan kalkm asını bekliyorlardı. Pek çoğu, “herkesin başkasınınki kadarına sahip olacağı”10 bir dünyanın karm aşık eşitlik hayallerine kendini kaptırı yordu. O nüçüncü yüzyılın sonunda, bütün büyük kentlerde ayaklanma işaretini veren ve Courtai zaferinden sonra ken dilerine geçici bir üstünlük sağlayan bu önemli mücadeleyi sürdürenler onlardı. Ancak bu üstünlük, kısa sürede, burju vazinin geri kalan kısmını bunlara karşı kışkırttı. Çıkarları nın, tüccar ve zanaatkarların çıkarlarıyla farklı ya da daha doğrusu bağdaşmaz oluşu, İkincilerin tekstil işçilerine ba ğımlı olmaya boyun eğmelerine yetmeyecek kadar büyüktü. Bu ücretlilere ve proletaryaya karşı büyük ticaretin kapita listleri, simsarları ya da ihracatçıları, yerel endüstrinin ba 10 L. Verriest, Le regislrc de la Loi de Toumal de 1302, bkz. fiulîelin de la Comm is sion royale d’histoire, c. LXXX (1911), s. 445. 226
ğımsız küçük müteşebbisleriyle birleştiler. Herkesi tatm in edebilmek için, ahalinin kümelendiği büyük grupların her birine, yani yüksek burjuvaziye (poorterie), küçük zanaatlarda çalışanlara ve tekstil işçilerine yer ayrılmış olan bir kent yö netimi oluşturmaya çalıştılar. Ancak bu yolla gerçekleştiril mesi um ut edilen denge sağlanamazdı ve bu denge istikrarsız bir denge olmaktan öteye de hiçbir zaman geçemedi. Doku macıların gözünde bu bir tuzaktan başka bir şey değildi, çün kü bu durum , kentin öteki sakinlerine göre onlan her zaman azınlıkta kalmaya mahkûm ediyordu. İsteklerini elde edebil mek için yalnızca zora güvenebiliyorlar ve bunu da kullan maktan geri kalmıyorlardı. Ondördüncü yüzyıl boyunca on lan sürekli olarak ayaklanıp iktidan ele geçirirken ve bu ikti darı yalnızca bir kuşatma sonucu açlık tehlikesi karşısında geri vermeği kabul ederken ya da bir katliâmla rakiplerinin koalisyonuna terk etmek zorunda kalırken görüyoruz. Flander kentlerinde toplumsal nefretin bir çılgınlık cin neti gibi egemen olduğu durum dan daha trajik bir şey ola maz. Ypres’in “iyi insanlan”, içinde yaşadıkları ve kendileri ni “sıradan insanlar’’dan koruyan iç kalenin yıkılm asına izin verm emesi için 1320-32’de krala ricalarda b ulu n d u lar." Ghent ve Bruges’ünkü gibi, bu kentin tarihi de, tekstil işçilerini, “kaybedecek şeyleri olanlar”la karşı karşıya geti ren kanlı mücadelelerle doludur. Bu mücadele, giderek ar tan bir şekilde, zenginle yoksul arasındaki bir sınıf savaşı görünüm ü kazandı. Ancak bu yalnızca görünüşteydi. Ayak lanan işçi kitleleri arasında ortak bir anlayış yoktu. Ücretle rini dokum acıların belirlemek ya da daha doğrusu düşür
11 “IM fon d u com m un de la ville d’Ypre dem eure dehors les portes, qui m aint outrageus et h o rrible fait et conspiration o n t fait su r les boins de la ville... si que les portes fussent ostées, li boine gent de la ville seroient en péril de estre m ourdri p ar n uit et d e desrobeir le u r avoir." Bulletin de la Commission royale d’histoire, 5'inci seri, c. Vil (1897), s. 28.
227
mek istediği çırpıcılar, birincilere düşm an muamelesi yapı yorlar ve onların söm ürüsünden kurtulabilm ek için, “iyi insanlar”ın davasını destekliyorlardı. Küçük üretim yapan esnaf loncalanna gelince, işlerine karışan ve işlerini bozan, nasıl kendileri yöneticileri ve soyluları dehşete düşürüyor larsa, k om ünistçe eğilim leriyle onları dehşete düşü ren “m enfur dokum acılar”dan12 da öylesine nefret ediyorlardı. Ancak sürekli isyan halinde olan ve yetki kendi ellerindeyken bile bütün çabalarına rağmen durum larının iyileşmedi ğini gören bu insanların um utsuzluğu yalnızca anıyordu. Büyük ticaretin ve kapitalist endüstrinin, doğası gereği on ları, ücretli bir sınıfın güvensizliğine ve bunalım ve tıkanık lıkların her türlü kötülüğüne kaçınılmaz bir şekilde m ah kûm edişini kavrama yeteneğinden yoksun olarak, kendile rini, hesabına çalıştıkları “ze n g in lerin kurbanı gibi görü yorlardı. Yılmadan sürdürdükleri bu mücadele kum aş en düstrisinin çöküşünün, onları başka yerlerde hayatlarını kazanmaya zorlayışına kadar devam etti. Esas olarak Flander’in büyük imalatçı m erkezlerindeki durum , ihracat ticaretinin yerel ticarete egem en olduğu ken tlerd ek i d u ru m u n aynıydı. D inant’da b a k ır işçileri, G hent ya da Ypres’in dokum acı ya da çırpıcıları gibi ileri derecede etkinliğe sahiptiler. Aynı zamanda bir bankerler ve kumaşçılar kenti olan Floransa bile, işçilerin zora başvura rak kapitalist-sınıftan iktidarı ele geçirişlerine tanık oldu. Tekstil işçilerince başlatılan ve yönetilen Ciompi ayaklan ması (1379-82) aynı tarihlerde Kuzey Avrupa’daki devrimci huzursuzluklara yedek parça.görevini yaptı. Arno kıyıların da olduğu gibi Scheldt kıyılarında da devrimcilerin, rakip leri üzerinde bir proletarya diktatörlüğü kurmayı amaçla dıklarını söylemek abartm a olmayacaktır. 12 Chronique rim (e dcs ıroubles dc Flandre cn 1379-1380, cd. H. Pirenne, s. 38 (G hem , 1902).
228
Bundan başka, yüzyılın ortalarına doğru, örgütlenişleri nin b ü tü n am acının, üyelerinin ekonom ik bağımsızlığını korumaya yönelik olması gerçeği bir yana, küçük zanaat larda bir proletarya ortaya çıkmaya başladı. Bir iyiniyet us talarla, bunlann çalıştırdığı çıraklar ya da kalfalar arasında, İkincilerin birincilerin konum una geçmeleri kolay olduğu sürece varlığım koruyordu. Ancak nüfus artışının .durduğu ve esnaf loncalarının üretim i sınırlandırm a zorunluguyla karşı karşıya geldikleri andan itibaren, ustalığın kazanılma sı giderek zorlaştı. Ustalığı aile yakınları için saklı tutm ak eğilimi, uzun çıraklık süreleri, usta sıfatını kazanmak için zorunlu olan ödentilerin artırılması ve ustalığa talip olanla rın, ustalıklarının kanıtı olarak yaptıkları “şaheserler”e el konulması gibi her türlü önlemde kendini gösterir. Kısaca her zanaatkâr loncası yavaş yavaş, küçük dükkânlarının sı nırlı m üşterilerini oğullarına ya da dam adarm a miras bırak maya kararlı, bencil birer işverenler kliğine dönüştü. Bundan dolayı, ondördüncü yüzyılın ortalanndan itiba ren, her açıdan durum larını iyileştirme um udunun yok ol duğunu gören çıraklar ve özellikle kalfalar arasında, ilkin daha yüksek ücret için yapılan grevler ve nihayet ustaların yanısıra loncaların yönetim ine katılm a isteğiyle kendini gösteren hoşnutsuzlukların gözlenm esi şaşırtıcı değildir. Jacques de Hem ricourt (1333-1403), Liege’de, “Lonca mec lisleri görevlilerini seçm ek için toplandığında, kalfalar ve çıraklar dükkân sahipleri ve ustalar kadar oy hakkına sa hiptiler” dem ektedir.13 Açıktır ki, o zamana kadar ustanın yardımcısı olan, ona hayat boyu arkadaşlık eden ve çoğu kez evlilik yoluyla onun ailesine giren ve onun yerini alan kalfa, yavaş yavaş yalnızca bir ücretliye dönüşüyordu. Lon 13 J. de H em ricourt, Le patron de la temporalité des ivéques de Liège, s. 56, C.D. Borm an, A. Bayot ve E. Poncclet'in editörlüğünü yaptığı (Brüksel, 1931) Oe uvres de J. de H em ricourtün 111. cildine bakınız.
229
ca da kendi payına emek ve sermayenin mücadelesine ianık oluyordu. Loncalarda uzun süre egemen olan bir aile olma niteliğinin yerini, işverenle çalışan arasındaki çatışma alı yordu. Kalfalar arasındaki çıkarların ve taleplerin aynılığı, kısa sürede, çeşitli kentlere yayılan karşılıklı yardımlaşma ve savunma birliklerinin doğmasına yol açtı. Üyelerine iş bulm ak ve onları u staların sö m ü rü sü n e karşı k orum ak amacıyla önce Fransa’da ve bir süre sonra Almanya’da orta ya. çıkan dağınık kalfa birlikleri compagnonnages ve gesellenverbânde bu tür örgütlerdir. Bu kışkırtıcı örgütlere karşı ustalar, kentler arası savunm a örgütleriyle cevap verdiler. 1383 yılında Mainz, W orms, Speier, Frankfort, Aschaffenberg, Bingen, Oppenheim ve Kreuznach’ın demircileri, h u zursuzluk yaratmaya başlayan söz konusu zanaatların kal falarına (knechte) karşı bir birlik oluşturdular.14 Böylece kentlerin içinde, önemli ve kalıcı nedenlerden kaynaklandığını çok yaygın oluşuyla kanıtlayan bir ekono mik ve toplumsal zıtlaşma kendini gösterdi. Ancak bu hare ket güçlü de olmuş olsa, zanaatkâr ve işçilerin tehlikeye sokamayacağı kadar sağlam olan yerleşik düzeni devirmeyi ba şaramadı. Yalnızca şurada burada, kentli hoşnutsuzlar, kırsal yöreleri de kendi eylemlerine kazanmayı denediler. Gerçekte iki ayn dünyaya ait insanlar arasında mümkün olabilecek bir anlayışın sağlanması için, onları köylülerden ayıran pek çok düşünüş, ihtiyaç ve çıkar farklılığı vardı. Böylelikle kentlerin devrim girişimleri kesin bir yenilgiye m ahkum du. Bu devrimlerin tehdit ettiği herkesin, büyük tacirler, yüksek burju vazinin rantiyeleri ve lonca ustalarının yardımına eyaletler ve soylular geldi. Bir önceki yüzyılda yükselen dalga, onbeşinci yüzyılda, kendisine karşı birleşilen bütün çıkarların kaçınıl maz koalisyonunu bozmak için, tersine döndü. 14 Kulischer, a.g.e., c. I, s. 214. 230
2. Himayecilik, Kapitalizm ve Merkantilizm15 Esnaf loncalarının, kentlerin ekonom ik düzenine egemen olduğu ya da onu etkilediği dönem, aynı zamanda kentsel himayeciliğin en yüksek noktasına ulaştığı dönemdir. Mes lekî çıkarları ne kadar birbirine karşı da olsa, bütün sınaî gruplar, sahip oldukları tekeli sonuna kadar kullanmak ve kişisel girişimle her türlü rekabet olasılığını ezmek konu sundaki kararlılıklarında bileşiyorlardı. Bundan böyle tüke tici tamamen üreticinin insafına terk edilmişti. İhracaL en düstrisindeki işçilerin temel amacı ücretleri artırmak, yerel pazarlara yönelik çalışanlarınki ise fiyatları artırm ak ya da hiç değilse sabit tutabilmekti. Onların görüş alanları kentin surlarıyla sınırlandırılmıştı ve hepsi kendi refahlarının yal nızca dışardan gelecek her türlü rekabetin engellenmesiyle güvence altına alınabileceğine inanmışlardı. Bu bireycilikleri gitgide daha da azgınlaştı; her mesleğin yalnızca ayrıcalıklı bir grubun tekelinde olması gerektiği düşüncesi, hiçbir za man, bu Ortaçağ esnaf loncalarında olduğu kadar aşırılıkla ra zorlanmam ıştır. Onların gözünde, kazanılm ış olanların dışında başka hiçbir hak yoktur ve ortak yarar kavramı her grubun kendi çıkarlarının önünde kaybolup gitmiştir. Bu görünüm ün delilleri her yanda bulunabilir. Belki de en önemlisi, hemşehrilik hakkının kazanılması üzerine konan 15 Bibliyografya: Yukardaki Vl'ncı bölüm ün 7, VU'nci bölüm ün 1 no’lu dipnotları na bakınız. W. Schmidt-Rimpler, Geschichıe des Kommissiongeschafts in DeutschIand, c. 1 (Halle, 1915); A. Schulle, Geschiclıle dergrossen Ravcnsbutger Handclsgeselleschaft, 1380-1530 (Stuttgart, 1923), 3 c.; W. Stieda, Briefweschel cines deutsehen Kaufmanns im X V Jahrhundert (Leipzig, 1921); H. A m m ann, Die Diesbach-Watl Geséllscha/t (Saint-Gall, 1928); A. Grunzweig, Correspondance de la filiale de Bruges des Medici, l, (Brüksel, 1931); H. Prutz, Jacques Coeur (Berlin, 1911); L. G uiraud, Recherches sur le prétendu rôle de Jacques Coeur; bkz. Mémo ires de la société archéologique de Montpellier (1900); 11. Pircnne, Les étapes de l’histoire sociale du capitalisme, s. 133, n. 19; J. Strieder, Sludien zur Beschichte kapitalistischer Organisationsformen. Monopole, Kartelle und Aktiengesellschaftcn im Mittelalter un zum Beginn der Neuzeit, 2'nci baskı (M ünih, 1925).
231
sınırlamalardır ki, bunlar her yerde zorla kabul ettiriliyordu. Her kent doğal olarak hem şehriliğin sağladığı avantajları kendi sakinleri için saklı tutm ak istiyor ve bu tür ayrıcalık lar arttıkça, hemşehriler bunlan başkalarıyla paylaşmaya da ha az razı oluyorlardı. Bu durum , kenLin ayrıcalıklarından yararlanabilmek için ödenen paranın sürekli artışını ve meş ru doğum, iyi hal ya da köken belgesi vs. gibi özelliklerin daha çok aranmasının nedenini açıklar. Ayrıcalık bahanesiy le ya da yöneticiden, ayaklanma ya da rüşvet vererek elde edilen bir ayrıcalık yoluyla kentin sınırları dışında bir dük kân ya da iş yeri açmak ya da kentte, orda imal edilmemiş bir malı (panayır zam anlan dışında) satmak yasaklanmıştı. Bu önlemlerin şiddeti “dem okratik” yönetimin gelişmesiyle birlikte arttı. Ghent’de 1297 yılında, kentin dışında dokun muş olan kumaşın, kentte çırpılmış olmak koşuluyla kente girmesine hâlâ izin veriliyordu. Ancak 1302’de bu ayrıcalığa son verildi ve 1314’ten sonra, kentin surlarından başlayarak yarıçapı üç mil olan bir alan içinde kumaş imalâtı yasaklan dı. Üstelik bu içi boş bir tehdit de değildi. Tüm ondördüncü yüzyıl boyunca, çevredeki köylere karşı silahlı devriyeler çı kartılmış ve tezgâhlarla çırpıcı tekneleri parçalanmış ya da sö k ü lü p atılm ıştır.16 Ö te yandan, b ü tü n büyük im alâtçı kentler, kırsal yörelerin kadınlarını yün ipliği eğirmede ça lıştırmışlar ve bunların emeğini yalnızca kendi kullanımları için saklı tutmuşlardır. Flander’de olduğu gibi Floransa’da da köylü kadınlar böylelikle kent atölyelerinin hizmetinde çalıştırılmış ve ipliklerini bu amaçla kurulm uş depolara tes lim etmek zorunda bırakılmışlardır. Güçlü olan haklıdır il kesi her yerde geçerli olmuştur. Büyük kentler en çok ara nan nesneleri üretm eyi kom şularına yasaklam a hakkını kendilerinde bulmuşlar ve şu ya da bu özelliğin taklit edildi 16 G. Espinas ve M. Pirennc, Recııei! de documents rclalifs â l'histoire de l'industrie drapiire en Flandre, c. II, s. 606 ve devamı.
232
ği suçlaması çoğu kez bu rekabeti ortadan kaldırmaları için yeterli olmuştur. Ypres, G hent ve Bruges, kim senin hiçbir zaman görmediği, ancak var olduğunu ileri sürmekle yetin dikleri uydurma “ayrıcalıklar" yoluyla çevrenin ikinci dere cedeki endüstrilerini kendi kontrolleri altına almışlardır. 1373 yılında Poperinghe’nin Ypres’e karşı açtığı dava duru mu pek güzel aydınlatmaktadır. Bu kasabanın kumaşçıları, “her insanın kendi hayatını kazanm a konusundaki doğal hakkını" yardıma çağırırken, Ypres, ayrıcalıklarını haklı kı lan “kent hakkına” dayanıyordu.17 Loncaların kapitalist müteşebbislere karşı olan tutum u, doğal olarak, ileri derecede bir güvensizlik ve kuşku içeri yordu. Kumaş endüstrisini örgütleyen büyük tacirler, doku m acılar loncasına kayıtlı olmaya ve kendilerini yalnızca atölyelerin başı olma durum una indirgeyen düzenlemelere boyun eğmeye zorlanıyorlardı. Elbette “büyük endüstri”nin doğası, bu düzenlemeleri kaçınılmaz olarak, bir felâkete yol açmaksızın ihlâl edilemeyecek sınırlar içinde tutuyordu. Bu zengin ustaları, bütün Flander kentlerinde hem yün ithalat çısı hem de kum aş ihracatçısı olarak kendi yerlerini alan İtalyan şirketleri ya da Hansa tacirleriyle iş ilişkisine gir m ekten alıkoymak olanaksızdı. Bunların yabancı olmaları olgusu, onları, yalnızca hemşehrilerin tâbi olduğu yasalara karşı koruyordu. Bununla birlikte, ücretlerdeki sürekli ar tış, işçilerin artan talepleri, dokumacı ve çırpıcıların değiş meyen düşmanlığı ve ayrıcalıklarda bir gedik açılmadan de ğiştirilemeyen teknik sürecin inatçı bir şekilde korunm ası gibi nedenlerin bir sonucu olarak, endüstri yavaş yavaş ge riliyordu. 1350’lerde işçiler kuşkusuz, İtalyan sim sarların vaadlerinden etkilenerek Floransa’ya ya da krallarının yerli kum aş endüstrisini geliştirmek için durum dan yararlandığı 17 G. E spinas ve H. P irenne. Recueil de documents rclaiifi d l'histoire de l'industrie drapiire en Flandrc, c. 111, s. 168 ve devamı.
233
İngiltere’ye, çok daha büyük sayılarda, göç etmeye başladı lar.18 Yüzyıllarca Flander’e ham m addesini sağlam ış olan Ada, şimdi onunla rekabet etmeye başlıyor ve daha onbeşinci yüzyılın başında bu rekabet dayanılmaz bir hal alıyor du. Brabant’da da benzer nedenler benzer sonuçları yaratı yordu. Olup bitenlerin bir ölçüde de olsa farkına varıldığın da artık çok geçli ve 1435’te Brüksel, kumaş toptancılarını, dokum acılar loncasına girme yüküm lülüğünden boş yere kurtarıyordu.19 Kentsel bireycilik, nasıl kentlerin büyük çaplı endüstriyi engellemesine yol açtıysa, aynı şekilde büyük çaplı ticaretin engellenmesine de neden oldu. Ondördüncü yüzyıl boyunca panayırların gerileyişi ile zanaatkarların o amansız himaye cilikle böylesine bağdaşmayan bir kuruma karşı olan nefret leri ilişkisiz değildir. Üstelik, bir kasabadan geçen tacirleri, yollarına devam etmeden önce, yüklerini boşaltıp mallarını burg’lulara satışa sunmaya zorlayan “pazarlama mükellefiye ti” (staple right), yöre içi ticaret için ciddi bir engeldi. Başka yerlerde kayıkçılar loncası, çevredeki suyollarmdan gelip ge çen gemileri yedekte çekme hakkının yalnızca kendilerine ait olduğunu ileri sürüyorlar ve bazen kendi kayıklarında ta şıyabilmek için gemilerin yükünü bile boşaltıyorlardı.20
18 F landr ve Brabant işçilerinin Floransa’ya göçü konusunda, A. D oren, Deutsch llandwerkhriulerschaften im miltclaUcrlidıcn Italien, (Berlin, 1903). M. Baıtistini, La confrérie de Sainte-Barbe des Flamands à Florence (Brüksel, 1931). A. G runzw eig, Les soi-disant statuts de la confrérie de Sainte-Barbe de Florence, bkz. Bulletin de la Commission royale d’histoire, c. XCVI (1932), s. 33 ve dev. bakınız. Bunların Ingiltere’ye göçleri k o nusunda ise E. Lipson, English Econo mic History, c. 1, s. 309, 399. H. dé Sagher, Limmigration des tisserands fla mands et brabançons en Angleterre sous Edouard 111, bkz. M elanges.... Pirenne, (Brüksel, 1926)’e bakınız. 19 G. des Marez, ^organisation du travail à Bruxelles, s. 484. 20 G. Bigwood, Gond et la circulation des grains en Flandre du XIV au XVHI siècles, bkz. Vierteljahrschrifl fu r Social-und Wirtschaftgeschichte, c. IV (1906), s. 397 ve devamı.
234
Elbette kuralın istisnaları vardı. Ne kentlerin gelişmesi her yerde aynı derecede hızlıydı, ne de loncaların egemen liği her yerde aynı yoğunlukta gerçekleşiyordu. Bundan dolayı kentsel him ayeciliğin derecesi farklılıklar gösteri yordu. Örneğin, büyük çaplı endüstri ve ticaretin, ondördüncü yüzyıl içinde henüz yeni gelişmeye başladığı Al manya’nın güneyinde bu durum , eski bir ekonom ik geçmi şi olan Ren bölgesi ya da Felem enk’e göre daha az belirgin di. Fransa ve İngiltere’de krallığın otoritesi, bunun sonuna kadar gelişmesinden doğacak sonuçlan önlüyordu.2' Üste lik İtalya’da serm ayenin gücü, her zaman, buna sınır koy maya yetecek denli çok olmuştu. Abartm aksızın söylenebi lecek tek şey, onüçüncü yüzyılla karşılaştırıldığında, ondördüncü yüzyılda, kent sanayiinin her zaman kendi yapı sında var olan yerel ayrıcalık ru h u n u son sınırına kadar geliştirmiş olduğudur. Ancak, kentler, büyük-çaplı ticareti söm ürm ek ve vergi lendirm ek politikasını boşuna izlediler; ticaretten kaçınamazlardı, ne de böyle bir istekleri gerçekten vardı, çünkü bir kent ne kadar kalabalık ve ne kadar etkinse, ticaret o öl çüde kendisi için kaçınılmazdı. Nihayet, ticaret, kent halkı na yiyecek m ad d elerin in büyük kısm ını, zanaatlara ise ham m addesinin hemen hemen tüm ünü sağlıyordu. Ticaret sayesindedir ki, meyhaneciler şaraplarını, balık tacirleri ku rutulm uş balıklarını ve ringalarını, baharatçılar, şeker, bi ber, tarçın ve zencefillerini, eczacılar ilaçlarını, kunduracı lar derilerini, çömlekçiler kurşun ve tenekelerini, dokum a cılar yünlerini, çırpıcılar sabunlarını, boyacılar çivit, şap ve bakkam ağaçlarını temin ediyorlardı. Ticaret sayesinde kent sanayiinin ürünleri dış pazarlara ihraç ediliyordu. Kentlerin 21 Fransa’d a loncaları baskı altında tutm ayı hedef alan 1351 Em irnam esi, fiyatla rı d ü şü rm ek gerekçesiyle, çalışm a özgürlüğü üzerindeki sınırlam aları azaltm a yı am açlıyordu.
235
yapabileceği tek şey, surları içinde yer alan bu zorunlu ve çok çeşitli faaliyetin biçimini düzenlemekti. Bunun yayıl ması, dağılımı, beslendiği kaynaklar ya da kullandığı kredi üzerinde herhangi bir kontrol kurm aktan oldukça acizdiler; gerçekten de toptan ticarete bağımlı olan tüm ekonom ik örgütlenme bundan ustalıkla kaçınılmasını sağlıyordu. Bü tün bu muazzam alan üzerinde saltanat süren sermayenin gücüydü, hem büyük çaplı kara ve deniz ulaştırmacılığına hem de ihracat ve ithalat ticaretine egemendi. Avrupa’nın bütününe yayıldı, çevresindeki denizde adaların doğuşu gi bi, onun bağnnda da kentler doğdu. Ondört ve onbeşinci yüzyılların en çarpıcı olaylarından bi risi kıtanın değişik yerlerinde her biri kendi komisyoncu, muhabir ve uzanülarıyla hızla büyüyen ticarî şirketlerin var lığıdır. Onüçüncü yüzyılın güçlü Italyan şirketleri şimdi Alplerin kuzeyinde takipçiler bulmuştu. İnsanlara, sermayenin yönetimini, defter tutmayı ve çeşitli kredi biçimlerini öğret mişler ve her ne kadar para ticaretinde egemenliklerini koru mayı sürdürmüşlerse de eşya ticaretinde kendilerini artan sa yıda rakip karşısında bulmuşlardır. Almanya’da, faaliyetleri Bruges’ten Venedik’e ve Baltık’ın en uç noktalarına kadar uzanan Lübeck’in Hildebrand Vickinchusen ya da Orta Avru pa, İtalya ve Ispanya’nın her yerinde muhabirleri olan Grosse Ravensburger Gesellschaft gibi ticarî firmaların varlığına dik kati çekmek yeterlidir. Fransa ve İngiltere ki, Yüz Yıl Savaşla rında, birincisi yıkılmış, İkincisi ise yutulmuşıur, sermayenin yayılmasında daha az canlılık ortaya koymuşlardır. Bununla birlikte İtalya, olağanüstü dayanma gücü saye sinde yine de birinci sırayı almıştır. O ndördüncü yüzyılın ortalarında iflâsı büyük sarsıntılara yol açan firmalann yeri ne yenileri fışkırmış ve bunların en büyüğü, Medici, onbe şinci yüzyılda, dünyanın daha önce görmediği bir mal! güç konum una yükselmiştir. 236
Geç Ortaçağlarda kapitalizm in yükselişi ve gücü çeşitli yönlerde kendisini ortaya koymuştur. Onbeşinci yüzyılın başlangıcından itibaren, genellikle % 12-14 dolaylarında varlığını koruyan faiz haddi, % 5-10’a düşm üştür. Kredinin işleyişi, kabul teknikleri ve kambiyo senedi protestosu gibi yeni önlemlerle mükemmelleştirilmiştir. Cenova’da 1407’de kurulan casa di S. Georgio ilk m odern banka sayılabilir ve bu bankanın hisseleri üzerindeki spekülasyon, mal! durum üzerindeki önemi ve etkisi açısından, onyedi ve onsekizinci yüzyıllardaki İngiliz borçlar yönetim inin senetleriyle karşılaştınlmıştır.22 Cenova’daki Centurioni, Venedik’teki Soranzo ve Floransa’daki Medici gibi hem eşya hem de para tica reti yapan öteki bankalar, sermayelerinin büyüklüğü ve iş lemlerinin genişliği açısından casa di S. Geoıgio’dan çok ge rilerde değillerdi.23 Bütün bu hareket, loncaların etkisiyle kent ekonom isinin dönüşüm e uğradığı bir sırada ortaya çı kan yeni bir sınıf insan tarafından harekete geçirilmiştir. Bu elbette bir rastlantı değildir. Bundan böyle ekonom ik haya ta egemen olacak yeni koşullar tarafından iktidardan düşü rülen ve etkisizleştirilen kent patrisyenleri, birkaç istisna dışında, kârlarının bir kısmını hep yatıragelmiş oldukları bina ve arazilerin kiralarıyla yaşayan bir rantiyeler sınıfı ha line geldiler. Bunların yerine, hiçbir gelenek tarafından en gellenmeyen ve eski düzende meydana gelen değişiklikleri güçlük çekmeden kabul edebilen, sonradan görme yeni bir kapitalist sınıf oluşlu. Bunlar çoğunlukla, kambiyo işlemle rinin, spekülasyonun ve kredi alanındaki gelişmelerin ken 22 J. Kulischer, a.g.e., c. 1, s. 347. 23 Tacir Francesco D aıi’nin (ölüm ü 1410) F loransa yakınlarındaki İtalya, Ispan ya, Afrika, Fransa ve İngiltere’deki m üşteri ya da tem silcileriyle yaptığı haber leşmeyi içeren Prato m isafirhanesinde saklanan ve 100.000’den fazla m ektup tan oluşan arşivi, b ir b ü tü n olarak o çağdaki İtalyan firm alarının yaygınlığına tan ık lık etm ek ted ir.. G. Livi, D all' Archivio di Francesco Dal ini (F lo ran sa, 1910). Hnrico Bensa, Francesco di Marzo da Prato (M ilan, 1928).
237
dilerine bir meslek kapısı araladığı, “simsar”, ticarî temsilci ya da kimi zaman hali vakti yerinde zanaatkarlardı.24 An cak, büyük lordların hizm etinde zenginleşen pek çok kişi de servetlerini iş hayatına yatırdılar. Gerçeklen, yönetimin gelişmesi ve paralı askerlerden olu şan orduları beslemenin ve bunlan silâhla donatm anın artan masrafları, kralları ve büyük yöresel lordları, çevrelerinde soyluların ya dudak büktüğü ya da yerine getirmeyi becere medikleri bir görevi üstlenen danışmanlar ve vekiller kala balığı oluşturmaya zorladı. Bunların başlıca uğraşı malî işle ri yönetmekti. Efendilerinin her zaman sıkıntısını çektikleri parayı buldukları sürece, ordu müteahhitleri, bankerler, fa izcilerle yaptıkları her türden sözleşmeler ya da para basma sonucu kendi ceplerine giden kârları çok fazla kurcalamama konusunda her türlü önlem alınıyordu. Jacques Coeur, bu yeni zengin sınıfının yalnızca en parlak bir örneğidir. Onun çevresinde, Brabant D ükü’nün güvenilir danışm anı Guilla ume de Duvenvoorde gibi serveti Nassau kuruntunun teme lini oluşturan ya da servetini B.urgondiya Dükü İyi Philip’in hizmetindeki görevlere borçlu olan Nicolas Rolin ve Pierre Bladelin ya da Fransa kralının sarayındaki Semblançays ve d’Orgement’ler gibi pek çok başkaları vardı.25 Güçleriyle bir24 Bkz. G. Yver, De G uadagnis mercatoribus florentinis Lugduni commorantibus (Paris, 1902); M. ja e n se n , Sludien z u r Fuggcrgeschichte, I. Di e Atıfaenge der Fııgger (Leipzig 1907); A.H. Jo h n so n , English Nouveaux riches in the X IV Century, bkz. Transactions o f tlıc Royal Historical Sociely, yeni seri, XV, 63; E. Coornaert, La D raperic-Sayetterie d'Hondschoolc, s. 362, 411, 445'te, “o n b eşten onaltıncı yüzyıla, sayette im alatında birinci sırayı alan kum aşçı ve tacirlerin, 'fakir' ya da 'çok fakir' ailelerden geldiklerine işaret etm ektedir.” O ndörduncü yüzyıldan başlayarak, Felcm cnk'te soylular ticari işlerle uğraşm aya başladılar. A. de Chesıret, Renaud de Schoenau, bkz. Mémoires de VAcadémie royale de Belque (Brüksel, 1892). O nbeşinci yüzyılın başında, Veere’li Henri de Borsselen birkaç gem i yaptırdı ve bunlarla ticarete girişti. Z.W. Sneller, Walchcren in de X V ceuvv, (U trecht, 1916). 25 J. Juvelier, Les origines de la fortune de la maison d’Orange-Nassau, bkz. Mémo ires de l’A cadémie royale de Belgique (1921); L. M irot, Une Grande fam ille par-
238
likie lüksleri de artan kraliyet saraylarının ihtiyaçlarıyla or du için yapılan taahhüt işlerinin ikisi de, büyük kârların kaynağıydı. Parisli bir tacir olan Nicolas Boullard, 1388’de VI. Şarl’m Guelders seferi için topladığı birliklerin ihtiyaçla rını karşılamak üzere 100.000 altın sikke (tcus d’or) tutarın da bir sözleşme yapmıştı.26 Luccalı Dino Rapondi, Burgondiya sarayının baş faizcisi olmuştu.27 Her yerde, büyük maliye cilerin h üküm et çevrelerindeki önem i artm ış, bu durum hizmetleri karşılığında kendilerine toplumsal saygınlık sağ layan yüksek aristokrasi tarafından sevinçle karşılanmıştır. Gerçekten, kökenleri ne kadar değişik olursa olsun, ondört ve onbeşinci yüzyılların kapitalistleri, büyük lordlarla ilişkiye girmek zorundaydılar ve aralarında lam bir çıkar da yanışması kurulm uştu. Bir yandan büyük lordlar, ne kamusal ne de özel masraflarını maliyecilere başvurmaksızın karşılayamıyorlar, öte yandan büyük tacirler de, bankerler ve gemi sahipleri, aşırı kentsel bireyciliğe karşı kendilerini korumala rını, mal ve paralarının dolaşımını güvence altına almalarını, kentsel ayaklanmaları bastırmalarını büyük lordlardan bekli yorlardı. “Kaybedecek bir şeyi olanlar” toplumsal ayaklan malardan ya da komünistçe hareketlerden tedirgin olduklan ölçüde, tek sığınak yerleri olan büyük lord ve kralların kolla rına daha fazla itiliyorlardı. Zanaatkarlar bile, kalfalar tarafın dan tehdit edilme sırası kendilerine geldiğinde, onların koru masına başvurdular, çünkü düzenin koruyucusu onlardı. Siyasal nedenlerle büyük lordların sevmediği kentsel bi reycilik, iş ve çıkarları onun tarafından bozulan herkes tara lamentaire au X IV et au X V siècle. Les d'Orgemonl, leur origine, leur fortune, etc. (Paris, 1913); A. Spont, Semblancay. l a bourgeoisie financière au début du XVI siècle, (Paris 1895). 26 Chronique du Religieux de Saint-Denys, ed. Beltagueı, c. 1, s. 533. Kraliyet birlik leri için gerekli olan buğdayı, 1383 yılında çoktan tem in etm işri., fl.li., s. 265. 27 L. M irot, Études lucquoises (Paris, 1930).
239
fından, ekonom ik nedenlerle aynı ölçüde istenm iyordu. Flander’de küçük kasabalar, büyük kentlerin uranlığına kar şı Kont’a başvurdular. Daha da ilginç olan, Kont’un, kentle rin çok acımasızca ezdikleri kırsal endüstriden yana girişim de bulunm asıydı. Louis de M âle’in saltan at yıllarından (1346-84) başlayarak, giderek daha çok sayıda köy ve kont luk, kumaş üretme hakkını kazandı. Büyük kumaş üreticisi kentlerde gerilemeye başlayan ayrıcalıklı imalâtın yanısıra şimdi, eskisinden, hem kullandığı teknikler hem de çalışma koşulları bakımından farklı olan bir “yeni kumaşçılık” orta ya çıkmıştı. Yeni kumaşçılıkta, ülke içindeki talebin artması sonucu, giderek zor bulunan İngiliz yününün yerini İspan yol yünü ve o eski “nefis” kum aşın yerini ise hafif ve ucuz kumaşlar aldı. Ancak hepsinden önemlisi, imalât alanındaki ayrıcalığın yerini şimdi özgürlük alıyordu; bu genç kırsal endüstri artık açıkça bir kapitalist endüstriydi ve bu endüst ri içinde katı beledi düzenlemeler yerlerini, çalışanların ça lıştıranla tam bir özgürlük içinde sözleşme yaptığı ve ücret lerini işverenle birlikte saptadığı daha esnek bir sisteme terk ettiler. Kent ekonomisinden pek az bir şey kalmıştı geriye. Kent ekonomisinin köstek olmak istediği sermaye, bu kırsal endüstride artık onaltmcı yüzyılda kullanacağı gücünün be lirtilerini ortaya koyuyordu.28 Aynı süreç, ondördüncü yüz yılda ortaya çıkan ve Avrupa’nın pek çok yerinde aynı za manda görülmeye başlanan duvar kilimi yapımı, keten do kumacılığı, kâğıt endüstrisinin ilk örnekleri gibi bütün yeni endüstrilerde de gözlenir.29 28 H. P irenne, Une crise économique au X VI siècle. La draperie urbaine et la nouvel le draperie en Flandre, bkz. Bull, de la Classe des Lettres de l'Acad. royle de Belgi que (1905). E. C o o m aen , La Draperic-Sayetterie d'Hondschoote. O ndörd ü n cü yüzyılın so n u n d an itibaren Ingiliz kum aşçılarının kum aş endüstrisi üzerinde ki denetim leriyle karşılaştırınız. E. Lipson, a.g.e., s. 714 ve devamı. 29 A. Blum, Les premières fabriques de papier en Occident, bkz. Comptes rendus des séances de IAcadémie des Inscriptions, 1932.
240
Krallar ve büyük lordlar, kapitalizmin gelişmesine karşı gösterdikleri hoşgörüde, yalnızca malî endişelerden etkilen miyorlardı. Güçleri arttıkça ortaya çıkmaya başlayan devlet kavram ı, kendilerini “ortak yarar”ın koruyucusu olarak görm elerine yol açıyordu. Kentsel bireyciliğin en yüksek düzeyine tanık olan aynı ondördüncü yüzyıl, ayrıca, iktisat tarihi kapsamında krallık gücünün ortaya çıkışını da gördü. O zamana kadar bu alana yalnızca dolaylı olarak ya da ken di hukukî, malî ve askerî öncelikleri açısından m üdahale etmişti. Kamusal banşın koruyucusu sıfatıyla, tacirleri ko rum uş, ticarete geçiş resimleri koym uş ve savaş halinde düşm an gem ilerine ambargo uygulam ış ve ticaretten alı koyma uygulamasını yaygınlaştırmış ise de, ekonom ik fa aliyetlerinde uyruklarını kendi haline bırakmıştı. Onlar için yasa ve düzenlemeleri yalnızca kentler yapıyorlardı. Ne var ki, kentlerin etkisi, belediye sınırlarıyla kısıtlıydı ve bireyci likleri sürekli olarak birbirlerine karşı çıkmalarına yol açı yor ve m uhtem elen kendi bireysel çıkarları pahasına genel yaran sağlayacak önlemleri alm alannı açıkça olanaksız kılı yordu. Yalnızca büyük lordlar, kentsel ekonomileri içerecek ve kontrol edecek yöresel bir ekonomiyi kavrama yeteneği ne sahiptiler. Ortaçağların sonunda insanlar, kuşkusuz bu amaca yönelik bilinçli bir politika ya da kararlı bir hareket ten henüz uzaktılar. Kural olarak, yalnızca belirli aralıklarla ortaya çıkan birtakım eğilimler gözlenebilir ve bunlar açık ça gösterm ektedir ki, devlet nerede o gücü bulursa, m er kantilizm doğrultusunda hareket etmektedir. Bu kelimenin yalnızca çok ciddi sınırlam alarla kullanılabileceği açıktır. Ne var ki, ondördüncü yüzyılın sonlarıyla, onbeşinci yüzyı lın başlarındaki yönetimlere henüz ulusal ekonom i.kavra m ının yabancı olması kadar, bunların davranışlarından da açıkça anlaşıldığı gibi, uyruklarının ticaret ve endüstrisini yabancı rekabetine karşı korum ak ve hatta şurada burada, 241
ülkelerine yeni faaliyet biçim lerini sokm ak istedikleri de gözlenmektedir. Bu noktada kentlerin ortaya koyduğu ör nekten ilham alıyorlardı ve uyguladıkları politika kentlerin uyguladığı politikaların büyütülm üşünden başka bir şey değildi. O politikanın başlıca özelliğini, yani himayeci özel liğini koruyordu. Bu, uzun dönem de ortaçağ enternasyona lizmini bir kenara atm ak zorunda olan ve devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerini, aynen kentlerde yüzyıllar boyu ol duğu gibi, pek özel bir bireycilikle birlikte yürüten bir süre cin başlangıcıydı. Bu evrimin ilk işaretleri kendini, başka ülkelerden daha güçlü ve daha uyum lu bir yönetime sahip olan İngiltere’de gösterdi. O ndördüncü yüzyılın ilk yarısında II. Edw ard, soylulann tüketim ine ayrılanlar dışındaki yabancı kökenli kumaş ithalatını yasaklamaya çalıştı. 1331’de III. Edward, Flanderli dokum acıları İngiltere’de yerleşmeye davet etti. Hepsinden önem lisi, Crom well’in Deniz H ukuku’nun ilk habercilerinden olan 1381 tarihli ve kuşkusuz uygulaması olanak dışı olan bir yasa, ülkenin ticaretini İngiliz gemileri ne saklı tutuyordu. Bu hareket onbeşinci yüzyılda daha da etkin oldu. Yerli imalatçıları korum ak amacıyla 1455 yılın da ipekli kumaşların ithalatı, 1463 yılında yabancıların yün ihraç etmesi yasaklandı; 1464’te kıta kum aşlarının yasak lanması, İngiltere’nin ilk m odern kralı olan VII. Henry’nin kararlı, himayeci ve m erkantilist politikasını önceden haber veriyordu ve İngiltere artık endüstrisinin tarıma öncelik ka zandığı bir ülke durum una gelmişti.30 Bu önlemler, en önem li endüstrisi bundan zarar gören Felemenk’te, doğal olarak misillemeleri kışkırttı. Çeşitli yö releri kendi yönetimi alımda toplamış olan Burgondiya Dü 30 E. Lipson, a.g.c., s. 502. IV. Edvvard’ın himayeci politikası k o n u su n d a bkz. ER. Şalter, The Hanse, Cologne and ihe Crisis o f 1468, The Economie History Review (1931), s. 93 ve devamı.
242
kü İyi Philip, İngiliz kum aşının ülkeye girmesini yasaklaya rak buna cevap verdi. Ancak o, saf bir himayecilikle-yetine meyecek kadar yoğun bir ticaret trafiğine sahne olan bir ül kenin yöneticisiydi. Yeni yeni doğmakta olan Hollanda de niz ticaret filosunu geliştirmeye ve onu Töton Hansa’sı ile rekabete teşvik etmeye girişti ki, bir yüzyıl sonra bu alanda tam bir başarı sağlanacaktı.3’ O yalnızca Hollanda taşımacı lığını ve balıkçılık endüstrisini (bu endüstri ringa varilleri nin bulunm asından sonra önem kazanmıştı) teşvik etmekle kalmadı, ayrıca o zamandan sonra Bruges’ün üstünlüğüne son verecek ve bir sonraki yüzyılda dünyanın en büyük antreposu haline gelecek olan Anvers (Antwerp) Limanı’mn gelişmesine yardım etti. Fransa Yüz Yıl Savaşları’yla harap olm uştu, ve ancak IX. Louis tahta çıktığında ülkenin ekonom ik canlanışını sağla yacak önlem ler alınabildi. O nun nasıl bir enerji ve beceri ile politikalarını uyguladığı iyi bilinmekledir. O, Lyon pa nayırına, Cenova panayırı karşısında üstünlük sağladı, ipek böceğini ülkesinin havasına alıştırm aya ve D auphinè’de madenciliği kurmaya gayret etti ve hatta Ingilizler, “Fransız tacirlerinin de diğer ülkelerinkiler gibi o m allan sağlayacak güçte olduklarını fiilen görsünler,”32 diye Londra’daki Fran sız elçiliğinde bir tür sergi düzenlemeyi bile düşündü. Merkezi bir yönetimi olmayan Almanya’daki siyasal anar şi, onu Batılı komşularını taklit etm ekten alıkoyuyordu. Bu dönem de, Güney Almanya kasabalarında, özellikle N ürn berg ve Ausburg’da gelişen ve Bohemya ile Tirol m adenleri 31 E. Vollbchr, Die Hollaendcr und die deutsche Hanse, (Lübeck, 1930). 32 De M aulde, Un essai d'exposition internationale en 1470, bkz. Comptes rendus des séances de l'Académie des Inscriptions (1889). XI. Louis’n in iktisat politikası k o n u su n d a bkz. De la Roncière, Première guerre entre le protectionnisme et le Libreéchange, bkz. Revue des questions historiques, c. LV1I1 (1895). P. Boissonnade, Le socialisme d'État, ^industrie et les classes industrielles en France pen dant les deux premiers siècles de l'ère moderne (1453-1551), (Paris, 1927).
243
nin refahlarını borçlu oldukları kapitalist hareket devletin etkisine hiçbir şey borçlu değildi. Ü stünlük için mücadele eden prenslik ve cumhuriyetlere bölünm üş olan İtalya, ba ğımsız ekonom ik alanların etkisi altında kalmaya devam ediyordu ki bunlardan en azından ikisi, Venedik ve Cenova, Doğu Akdeniz’deki varlıkları sayesinde büyük ekonom ik güçlerdi. Gerçekten de İtalya’nın bankacılık ve lüks eşya endüstrilerindeki üstünlüğü öylesine belirgindi ki, bu üs tünlüğünü, içinde bulunduğu siyasal karışıklıklara rağmen, Hint adalarına giden yeni yolların bulunması, denizciliğin ve ticaretin ana yörüngesinin Akdeniz’den Atlantik’e kayışı na kadar başarıyla korudu.
244
G enel Kaynakça
E konom ik ve toplum sal tarihe ilişkin özel bir kaynak kolleksiyonu yoktur. Ama toplum sal tarihe ilişkin h er türlü belge; polypıcha, em lâk sicilleri, urbaren, weistüm cr adlı yazılı belgeler, sanayi yönetm elikleri, özel ve kam usal kayıtlar, yazışm alar vs. h er ülkede yayım lanm ış ve giderek daha çok sayıda yayım lanm aktadır. O nlar dan burada söz etm en in pek yaran olmayacaktır. O kuyucu, değişik ülke ve dö nem lere ilişkin belge ve öteki kaynaklan, aşağıda adı geçen kitaplarda bulacaktır. Toplum sal ve ek onom ik gelişmeyle doğrudan ilgili belgelere ek olarak, bu ko nuyla uğraşan tarihçi, seçtiği dönem in genel tarihine ilişkin kaynaklardan da ay n ca haberdar olm alıdır. Bu d u ru m , m alzem enin büy ü k ço ğunluğunu n özel siciller, kayıtlar, custum allann yanısıra, yıllık, günlük ve anılardan çıkarıldığı O rtaçağ için özellikle geçerlidir. Böylelikle tam bir toplum sal ve ekonom ik tarih bibliyografya sı, genel b ir ortaçağ bibliyografyası haline gelecektir. Kitabın y azan , b u nedenle, Ortaçağ boyunca ya da O rtaçağın bü yük bir bölü m ü boyunca, genel ya da belli bir ülkenin ekonom ik ve toplum sal gelişm esini ele alan m o dem yapıtların yanısıra, gelişm elerin belirli bir b ö lü m ü n ü n tarihini araştı ran eserleri de sıralam ayı gerekli görm üştür. Ö zel du ru m lara ilişkin bibliyografya lar h er bölüm e eklenm iştir.
GENEL ARAŞTIRMALAR K. Bücher, Die Entstehung der Volkswirtschaft (1893), T übingen, T nci baskı, 1910. W. C unnigham , An Essay on Western Civilisation in Its Economic Aspects, C am brid ge, 1 8 9 8 -1 9 0 0 ,2 c. M. Kowalewsky, Die ökonomische Entwickelung Europas bis zum Beginn der Kapita listischen W irtschaftsform (Alm anca çevirisi) Berlin, 1901-14, 7 c. A. Dopsch, Wirtschaftliche und soziale Grundlagen der Europaeischen Kulturentwic kelung aus der Zeit von Caesar bis a uf Karl den Grossen, V ienna, 2'nci baskı, 1923-4, 2 c. R. K ötzschke, Allgemeine Wirtschaftsgeschichte des M ittelalters, Jena, 1924. J. Kulischer, Allgemeine Wirtschaftsgeschichte des Mittelalters, und der Neuzeit, Münih-Berlin, 1 9 2 8 -9 ,2 c. J.W. T h om pson, An Economic and Social History o f the Middle Ages, New YorkLondra, 1 9 2 8 -3 1 ,2 c. M. Knight, Economic History o f Europe to the End oj the Middle Ages, Cambridge (M ass.), 1926.
245
ÇEŞİTLİ ÜLKELERE İLİŞKİN ÇALIŞMALAR Alm anya K.T. von Inam a-Stem agg, Deutsche Wirtschaftsgeschichte, Leipzig, 1879-1901,4 c, yeni baskı, c. I, 1909. K. Lam precht, Deutsches Wirtschaftsleben im Mittelalter, Untersuchungen über die Entwickelung der materiellen K ultur des platten Landes... zunaechst des Mosel lands, Leipzig, 1 8 8 6 ,4 c. Th. von d er Goltz, Geschichte der deutschen Landwirtschaft, S tuttgart, 1902-3, 2 c. Ingiltere W J. Ashley, An Introduction ta English Economic History and Theory, Londra, 188893, 2 c. W. C unningham , The Growth o f English Industry and Commerce, vol. I. M iddle Ages, Cam bridge, 5'inci baskı, 1910. E. Lipson, Economic History o f England, L ondon, cilt 1, 5’inci baskı, 1929. J.E.T. Rogers, History o f Agriculture and Prices in England, c. I-1II, Oxford, 1866-92. Belçika L. Dechesne, Histoire économique et sociale de la Belgique, Paris-Liége, gines jusqu'à la guerra mondiale, Paris, 1929. Fransa H. Pigeonneau, Histoire du commerce de la France, Paris, 1 8 8 5 -9 ,2 c. E. Lavasseur, Histoire du commerce de la France, c. I, Paris, 1911. Id., Histoire des classes ouvrières et de l’industrie en France avant 1789, Paris, 2'rici baskı, 1901. H. Seé, Esquisse d'une histoire économique et sociale de la France, des origines jusqu'à la guerra mondiale, Paris, 1929. Id. Les classes rurale et le régime domanial en France au Moyen Age, Paris, 1901. H., Französische Wirtschaftsgeschichte, je n a , 1930-36, 2 c. G. d'Avenel, Histoire économique de la propriété, du salaire et des prix (in France), Paris, 1 8 9 4 -8 ,4 c. M. Bloch, Les caractères originaux de l'histoire rurale française, Paris, 1931. L.E Saizman, English Industries o f the Middle Ages, Oxford, 2’nci baskı, 1923. İtalya G. Arias, II sistema délia constituzione economica e sociale italiana nell'età dei com muai, Turin-Rome, 1905. G. Yver, Le commerce et les marchands dans l'Italie méridionale au XIII et au X IV si ècle, Paris, 1903. A. D oren, Italienische Wirtschaftgeschichte, l.Je n a , 1934.
246
BELİRLİ KONULARA İLİŞKİN ARAŞTIRMALAR W H eyd, Histoire du com m ette du Levant au Moyen Age. ed. Furcy-R aynaud, Leip zig, 1885-6, 2 c., (yeni baskı, 1923). A. Schaube, Handelsgeschichte der romanischen Völher des Mittelmeeigebiels bis zum Ende der Kreuzzüge, M unich-Berlin, 1906. L. G oldschm idt, Universalgeschichte des Handelsrechts, c. I, S tuttgart, 1891. E H uvelin, Essaie historique sur le droit des marchés et des foires, Paris, 1897. E Boissonnade, Le travail dans l'Europe chrétienne au M oyen Age, Paris, 1921. A. Schulte, Geschichte des mittelalterlichen Handels und Verkehrs zwischen Westde utschland und Italien, Leipzig, 2 c. W. Som bart, D er Moderne Kapitalismus, Leipzig, 2’nci baskı, 1 9 1 6 -2 7 ,4 c.
SÜRELİ YAYINLAR Vierteljahrschrift fü r social und Wirtschaftsgeschichte, herzg. von L. A ubin, Leibzig (1893-1900, yıllarında Zeitschrift fü r Social-und W irtscha/tsgeschichte adıyla ya yım lanm ıştır.) Revue d'histoire économique et sociale, Paris, ilk yayım tarihi 1903. Economie History. A Supplement o f the Economie Journal, ed. by J.M . Keynes and D.H. Macgregor, L ondra, ilk yayın tarihi 1926. The Economic History Review, ed. by E. Lipson and R.H. Tawney, 1927-34, and by M.M. Postan from 1934, Londra, ilk yayın tarihi 1927. Journal o f Economic and Business History, ed. E.E G ay ve N.S.B. Gras, Harvard University, 1928-32. Annales d'histoire économique et sociale, ed. by M. Bloch an d L. Febvre, Paris, ilk yayım tarihi 1929.
247