Mehmetcan TER içindeydim. Soluk soluğa koşuyor karanlık ve izbe berhaneye, o acımasız ve gaddar adamdan daha önce varmaya çalışıyordum. Sevgilim, hayatta değer verdiğim tek kadının ge leceği, oraya daha önce erişmeme bağlıydı. Adalelerim kasılmış, bütün vücudum gerilmişti. Her an sağ baldırıma kramp girmesin den korkuyordum. Heyecanın damarlarımda yarattığı adrenalin son raddeye varmıştı. Çamur içindeki yolun tepeye varan rampasını tırmandığım da birden karanlıklar içindeki berhaneyi gördüm. Üst odada ışık vardı. Korkunun acısı yüreğime oturdu. Geç kalmıştım. Gaddar düşmanım benden önce varmış olmalıydı. Şimdi yokuş aşağı daha hızlı iniyordum. Korku yüreğimi dağlıyordu. Her şey şu birkaç dakika içinde belli olacaktı. Koşu tempomu daha da arttırdım. Sprinter atlet gibi mesafeleri kat edi yordum, ama ne yaparsam yapayım, geç kalmış olmanın ezikli ğini ruhumdan silkip atamıyordum. Bu sanki finişi olmayan bir koşuydu. Bu duyguyu daha önce yaptığım atletizm yarışmaların-
7
Mehmetcan
da da yaşardım; son metrelerde finiş çizgisi bir türlü gelmek bil mezdi. Ne var ki bu sefer ki yarış bir müsabaka değil, hayatımla yaptığım bir savaştı âdeta. Derya'nın hayatta kalması benim ba şarma bağlıydı. Son metreleri yutarcasına aldım. \ Şuurum tam yerinde sayılmazdı; tek arzum düşmanımdan evvel varmaktı. Yağcın yağmurdan yumuşayıp çamur deryası ha line gelmiş yolu bitirdiğimde bacaklarımda kalan son dermanla tahta kapıyı bir tekmede ardına kadar açarak, berhanenin karan lık boşluğuna daldım. İki katlı bu evi çok iyi biliyordum. Üst kat ta Derya'nın çırılçıplak bağlı olarak masanın üzerine yatırıldığı odayı da. Bu onu kaçıncı kurtarışımdı... Ama er veya geç bir seferinde ben kaybedecektim. Hiçbir yartş her seferinde kazanılmazdı. Tek bildiğim şey, yarışı kaybe dersem sevgilimi de sonsuza kadar bir daha bulamayacağım idi. Bu ihtimalin yürek çarpıntısıyla önümde uzanan tahta ve köhne basamakları tırmanmaya başladım. Berhanenin içindeki inanıl maz sessizliği şimdi ikişer üçer atlayarak çıktığım basamakların gök gürültüsünü andıran gıcırtıları bozuyordu. \ Her an güçsüzlükten tükenip yere yuvarlanabilirdim. Tekmiİ\ kaslarım artık beynimden aldıkları emre isyan ediyorlardı. Ne \kadar zamandan beri bu cehennemi koşuyu sürdürdüğümü hatırlamıyordum. ! Derya'nın bulunduğu odanın kapısı aralıktı ve o aralıktan karanlık koridora solgun bir ışık sızıyordu. i Sonunda varmıştım işkence odasına. Hiç tereddüt etmeden yüklendim kapıya.
\ Kapı ardına kadar açıldı. i Bu sahneyi daha önce de çok görmüştüm. Manzaranın vah şeti yüreğimi kor gibi yaktı her zamanki dehşetiyle... Sevgilim o inc§ uzun tahta masanın üzerinde çırılçıplak ve bağlı olarak yatı-
8
Mehmetcan
yordu. Tepede sallanan çıplak ampulün duru beyaz teni üzerinde kırılan ışıkları o tapılacak güzellikteki bedeninde açıklıklı koyulu gölgeler yaratıyordu. Ama manzaranın en korkunç yanı hemen masanın başında ayakta duran o iblis herifin elindeki sivri hançerdi. Bu sefer geç kalmıştım. O hain adam yarışı kazanmış ve benden evvel odaya girmeyi başarmıştı. Çaresizlikten gözlerim karardı. Kalbimin du racağını hissettim. Artık onu durdurmam imkânsızdı... Adam çoktan elindeki hançeri havaya kaldırmış ve menfur emeline ulaşmak üzere olduğunu ince mor dudaklarına yayılan sinsi gülüşüyle âdeta benle alay eder gibi yüzüme bakarak sırıtı yordu. Son bir gayretle hamle yaptım. Ama nafile idi... Sivri hançeri yıldırım hızıyla sevgilimin kalbine sapladı. Oluk gibi bir kan sütunu odanın tavanına kadar sıçradı. Gözlerim dehşetle irileşti. Her şey bitmiş, yetişememiş ve bu defa Deryayı kurtaramamıştım. Şimdi tavandan yağmur gibi sevgilimin kanı damlıyordu cansız bedenine. Kımıldayamıyordum. Katil ise isterik kahkahalar atmaya başlamış, zaferini kutluyordu. İlk şaşkınlığım geçince çığlıklar atmaya başladım. Avaz avaz bağırıyordum. Sevgilimi bu kez kurtaramamıştım...
Omzuma dayanan bir el şiddetle beni sarsıyordu... Gözlerimi açtığımda bir an kendime gelemedim. Soluk soluğa idim, sucuk gibi terlemiştim ve bisiklet yakalı fanilam terden vücuduma yapışmıştı. Başım dönüyordu. Şaşkın nazarlarla beni dürten sevgilime baktım. Derya, harika güzellikteki iri mavi gözlerini üzerime çevir miş, "Hayatım, yine kâbus görüyorsun, uykunda avaz avaz bağınyordun," dedi.
9
Mehmetcan
Bir an olaya uyum sağlamakta zorlandım. Sevgilimi yanı başımda sağ ve sağlıklı görmek inanılmaz bir sevinç yaratmıştı bende, ama ne yazık ki bu sevincimi dahi ifade edecek halde değildim. Bir süre bir Deryaya bir de boş gözler le yatak odamın tavanına baktım. Derya yanı başımda, yatağın içinde geceliği ile bana sarılmıştı ve odanın tavanından damla yan kan filan yoktu. Yine sık sık gördüğüm o kâbusu yaşamış tım. Ama karabasanım her seferinde beni biraz daha sarsıyor, fiziksel ve ruhsal yaralar açıyordu içimde. Uyanmama rağmen hâlâ dengemi sağlayamamıştım. Kalbim deli gibi çarpıyor, soluk alrnakta zorlanıyordum.
j Saçlarımı okşayıp beni teskin etmeye çalışan Derya, "Yine aynı kâbusu mu gördün?" diye sordu. Ona cevap veremedim; ağzim kurumuş, dilim damağıma yapışmıştı. Sualini anlamıştım, başımı onaylarcasma sallamaya gayret ettim. ! "Biraz su ister misin?" ı Güçlükle, "Lütfen," diye fısıldadım. Ama sanki dilim kuru birıodun parçası gibi ağzımın içinde dönmüyordu. Sevgilim he men yataktan kalkmış, yalın ayak bana su getirmek için yatak odamızdan dışarıya fırlamıştı. Onun uzaklaşışmı arkasından seyrettim. Saçmaydı ama bir an olsun yanımdan ayrılışı bile yine yürjeğime korku salmıştı. Kâbuslarımda gördüğüm o sinsi düş manımın yine ortaya çıkıp Derya'ya saldıracağını düşündüm. Korkarım artık gerçeklerle rüyaları ayırt edemeyecek hale geli yordum. Ürpermem anlamsızdı, karabasan çoktan bitmişti, ama Derya'nın odaya dönüşünü korkuyla bekledim.
Vücudunun cezbedici bütün hatlarını ortaya çıkaran kısa cık şeffaf geceliğiyle odaya döndüğünde rahatlamıştım sanki. Elihdeki bardağı kuruyan dudaklarıma uzatıp suyu içmeme yardım ederken ona minnetle ve sevinçle bakıyordum. Bana suyu içirdikten sonra hemen şifoniyerin çekmecesinden kuru
10
Mehmetcan
bir fanila çıkarıp sırtımdaki lök gibi ıslak fanilamı değiştirmeye kalkışmıştı. Hiç sesimi çıkarmadan, bir çocuk gibi yaptıklarını izliyordum. Beni yatırıp yeniden yatağa yanıma uzandığında, "Bu böyle devam edemez" diye homurdandı. "Seni bir doktora götürme liyiz. Bu kâbuslar çok sıklaştı." Derya'nın haklı olduğunu biliyordum. Altı aydan beri sık sık gördüğüm bu kâbuslar beni rahat sız ediyor, geceleri uykularımı kaçırıyor ve en mühimi ruhsal dengemi zorluyordu. Hemen hemen her seferinde aynı şeyleri görüyordum. Biricik sevgilime saldıran kötü bir adamı. Şeytan ruhlu, melanet kumkuması, kötülük timsali, bize kin ve garez kusan tanımadığım bir adamı. Evet, karabasanlarımın kötü kişisini hiç tanımıyordum; tamamen hayallerimin mahsulüydü. Derya'yı neresi olduğunu bilmediğim, uzak, tenha ve karanlıklar içindeki bir evde kıstır mış, soyup tahta bir masaya bağlamış ve onu öldürmeye hazır lanırken görüyordum hep. Ama her seferinde son anda yetişip onu kurtarmayı başarırken, ilk defa bu gece kâbusumda onun öldüğüne şahit olmuştum. Belki de bu yüzden de bu son kâbus beni ziyadesiyle sarsmıştı. Doğru, bir doktora gözükmeliydim artık. Şayet bu bir has talık nöbetiyse çok artmıştı. Durum ruhsal sağlığımı tehdit edi yordu. Nöbet sonrası ve onu takip eden gün, içine kapanık, sar sılmış, dengesini kaybetmiş, somurtuk ve aksi bir adam haline dönüşüyordum. Özellikle son bir ay içinde karabasanlarım çok artmıştı; bazen haftada iki kere başıma geliyordu. Otuz iki yaşında, genç ve sıhhatli sayılırdım. Ne var ki doktora gitmek istemiyordum. Zaten otuz iki yıl lık hayatım boyunca sadece iki kere doktorlarla münasebetim olmuştu, ilki henüz küçük bir çocukken geçirdiğim kızamık hastalığı sırasında, ikincisi ise Fenerbahçe kulübünde atletizm yaptığım sıralarda zaman zaman sağ baldırıma aşırı zorlamadan
11
Mehmetcan
kramp girmesi nedeniyle fizikoterapistle yaptığım tedavi sıra sındaydı. Bu iki vakanın dışında doktorlarla temasım olmamış sayılırdı. ! Her şey altı ay evvel yine bu yatakta başlamıştı. ; O gece yalnızdım. Telaşla uyanmış, kötü bir rüya gördü ğümü sanmıştım. Herkes böyle rüyalar görebilirdi, hiç önemserrlemiştim. Nitekim az sonra sırtımı dönüp uyumaya devam etrrjiştim. Aynı rüyayı birkaç gece sonra tekrar görünce de pek mühimsememiştim. Lâkin aynı şeyleri üçüncü dördüncü kere görjmeye başlayınca bir anormallik olduğunu sezinlemiştim ar tık. Ruh sağlığı hakkında fazla bir şey bilmezdim, ama şuuraltı bir olayın beni rahatsız etmeye başladığını da yavaş yavaş rüyamıri bir kâbusa dönüştüğünü hissedince kavramıştım. Artık her seferinde kan ter içinde uyanıyor, bütün benliğimde aşın bir yorgunluk hissediyor ve ertesi günü berbat geçiriyordum. !Dört ay öncesine kadar gördüğüm rüyalardan Derya'ya hiç i bahsetmemiştim. Ne anlatabilirdim ki? Rüyalarımda seni hep metruk bir evde, çırılçıplak, bir masaya bağlanmış, kötü bir adamın saldırısına hazırlanırken gördüğümü mü söyleyecek tim? Çok tuhaftı ve sevgilim tarafından yanlış da anlaşılabilirdi. Rüyalarımda Derya'yı çırılçıplak görmem, ister istemez cinsellik bağlamında anlamsız bazı çağrışımları akla getirebilirdi. Oysa onunla gayet dengeli ve sağlıklı bir cinsel hayatımız vardı. Ama bir gece bir arkadaş partisinin sonunda yine benim evimde birlikte uyurken yeniden o kâbusu görmüş ve çığlıklar atarak uyanmıştım. O zaman sevgilime beni rahatsız eden rüyalarım dan bahsetmek zorunda kalmıştım. Önce pek önemsememişti DeıJya, tıpkı benim gibi. Lâkin kâbuslarım sıklaşınca o da endi şeye kapılmıştı.
Hâlâ terliyordum. Bu kez garip bir utanç kaplamıştı beni. Buna bir tür korku da denilebilirdi belki. Manasız olduğunu
12
Mehmetcan
biliyordum ama bu son kâbusta sevgilimin hayatını kurtaramamış, gözlerimin önünde o iblisin Derya'yı öldürmesine engel olamamıştım. Diğerlerinden farklıydı bu geceki. Ne ifade edi yordu acaba? Ağzımı açıp, hâlâ usul usul okşayarak beni sakin leştirmeye çalışan sevgilime bir şey söylemiyordum ama, aklıma yeni bir düşünce saplanmıştı. Acaba bu geceki kâbusumun elim sonucu, onun hayatını kurtaramarnam, gördüğüm karabasanla rın da bittiğini mi ifade ediyordu? Belki saçma bir düşünceydi ama onun hayatta kalmasını sağlayamamışsam, bir daha ne gö recektim? Mükerreren aynı sahneyi mi? Sağlıklı düşünemedi ğimin farkındaydım ama bu düşünce bile, içimde yarattığı tüm burukluğa rağmen sanki bana bir ümit ışığı gibi gelmişti. Belki de bir daha bu berbat karabasanı görmeyecek, ondan tamamıy la kurtulacaktım. Ayşe beni yatırmış, üstümü örtmüş, dirseğinin üstüne yas lanarak bir eliyle de hâlâ terden ıslak saçlarımı okşuyordu. Yu muşacık sesiyle fısıldamıştı. "Yarın sabah ilk işim bir psikiyatrdan randevu almak ola cak" dedi. "Bu böyle devam edemez. Artık itirazlarını dinleme yeceğim." Sesimi çıkarmadım. Yavaş yavaş toparlanıyordum. Soluklarım belli bir intizama girmiş, titremelerim düzelmişti ama az az da olsa terlemeye de vam ediyordum. Yorgun bakışlarımı sevgilimin mavi gözlerine çevirdim. Hayatımda gördüğüm en güzel kızdı, onu çılgınlar gibi seviyordum. Rüyamda bile olsa öldüğünü görmek, hele böyle elim bir cinayete kurban gitmesi, benliğimde tarifsiz bir acı yaratmıştı. İsteğine karşı gelmek istemiyordum, ama bir ruh doktoruna ne anlatacaktım? Sevgilimin saldırıya uğradığını mı? Sık sık gece uykularımda aynı sahneyi gördüğümü mü?" Doğrusu tababetin bu dalı hakkında fazla bir şey bilmiyor dum ama duyduğum kadarıyla doktor bilincimle, şuuraltımda yer eden olaylar arasında bir bağıntı kurup kâbuslarımı gün ışı-
13
Mehmetcan ğıria çıkarmaya çalışacaktı. Belki Ayşe sadece bir araçtı, belki de yıllar önce sebebini bilmediğim veya hatırlamadığım bambaş ka i bir hadisenin etkisi altındaydım. Hafızamı zorlayıp ruhumu tehdit eden belki de çocukluğumdan kalma bambaşka bir ola yın mevcudiyetini anımsamaya çalıştım. Lâkin aklıma hiç böyle biti vaka gelmiyordu. Çocukluk ve gençlik yıllarım son derece huzurlu ve sakin geçmişti, beni etkisine alabilecek herhangi bir olay kesinlikle aklıma gelmiyordu.
"Biraz daha bekleyelim," dedim Ayşe'ye. "Daha neyi bekleyeceğiz ki? Nasıl sarsıldığını görmüyor müsün?" i "Belki de bitmiştir. Bu sonuncusu olmuştur. Kim bilir, bir daha bu kâbusu görmem." "Kendi kendini kandırmaya çalışma Murat," dedi sevgilim. "Ne bitmesi? Bilâkis son zamanlarda kâbusların daha da sıklaş tı. Çocuk gibi hareket ediyor, doktora gitmekten korkuyorsun. Ne kadar anlamsız. Biliyor musun, psikiyatrların muayeneha neleri senin gibi hastalarla dolup taşıyor. Bunun utanılacak veya çekıinecek bir yanı yok. Kesinlikle sıhhatli bir durum değil bu." "Acele etme," diye fısıldadım. "İnan bana bu sonuncu gör düğüm kâbus olabilir." ! Garipseyerek yüzüme baktı. "Sonuncu olduğuna nasıl hükmediyorsun?" diye sordu. ; Yutkunmak zorunda kaldım. i Son kâbusumda onu kurtaramadığımı söyleyemezdim. ! "Bilmem," diye fısıldadım. "İçimden bir his bunun sonun cu olduğunu söylüyor." Gülümsedi, yine onu atlatmaya çalıştığımı sandı. Olumsuzca başını iki yana sallayıp, "Hayır, bu defa beni atlatamazsın artık," diye söylendi. "Yarın tanıdığım bir doktor da^ randevu alacağım," dedi. ; itiraz edemedim. Kolumdaki saate bir göz attım; gecenin üçüydü. Genellikle kâbuslarım hep böyle kan uykuya daldığım
14
Mehmetcan
ilerlemiş saatlerde geliyordu. Bakışlarımı sevgilime çevirdim. Uyku mahmuruydu, ama o kadar güzel görünüyordu ki, elim de olmadan hayranlıkla onu süzdüm. Sanki aklımdan geçenleri sezmiş gibi, "Hadi, şimdi uyumaya çalış, çok yorgun görünü yorsun," diye fısıldadı. Sonra o da yanıma kıvrılıp yorganın altı na kaydı. Yorganın altında elini tuttum. Sıcacık ve yumuşacıktı teni. Kâbuslarıma lanet ettim içimden; bunun kesinlikle beyni min bana oynadığı bir oyun olduğundan emindim, ama bir an için dahi olsa onu kaybetmek korkusu bütün dehşetiyle içime sinivermişti. Neden sonra bana şaşırmış nazarlarla baktığını fark edince parmaklarımın arasında kalan elini heyecandan faz la sıktığımı anlayıp hemen gevşettim. Karabasanın etkisinden tamamen sıyrılamadığımı hissediyordum. "Hadi artık, elektriği kapatacağım," dedi. "Uyuyabilecek misin?" "Tamam. Söndür ışığı," diyebildim. Derya uzanıp kendi tarafındaki gece lambasının butonuna bastı. Yatak odası bir anda zifiri karanlığa büründü. Gerçi ka palı perdelerin arkasından sokağın az da olsa yetersiz ışığı odaya sızıyordu ama gözlerim o kifayetsiz aydınlığa alışıncaya kadar ruhumu kasvet kaplamıştı. O an bir şeyin daha farkına vardım; karanlıktan hoşlanmı yordum. Gariptir ama bunu sanki ilk defa hissediyordum. Daha önce karanlığın ürkütücü tesirini ruhumda hiç hissetmemiştim. Yoksa bunun da bir hikmeti var mıydı? Gece ve karanlık olsa olsa normal olmayan insanlarda böyle bir etki doğurabilirdi. Be nim yaşımdaki bir erişkin için karanlıktan ürkmenin ne manası olabilirdi? Hiç kımıldamadan yatağın içinde öylece büzülmüş yatıyordum. Gece, karanlık ve yalnızlıkta insanoğlu nedense ruhunun bütün çarpıklığıyla kendini baş başa kalmış gibi hissediyordu. Belki de ürküntünün asıl sebebi buydu. O an aklıma başka bir şey takıldı.
15
Mehmetcan
, Acaba uyursam, aynı kâbusu bir daha görür müydüm? Ha(yır, diye mırıldandım içimden. Bugüne kadar aynı kâbusu hiç üst üste iki kere görmemiştim. Herhalde bundan sonra da görmezdim. Bunun bir garantisi yoktu şüphesiz, fakat bundan öncekileri anımsayarak en azından dört beş gün sonrasına kadaıi rahat ve sakin bir hayat sürecektim. Nöbet araları dört beş güıjı kadar uzuyordu. Gözlerim odanın karanlığına biraz daha alışmıştı şimdi. Ya tak! odamın içindeki eşyalar silik birer görüntü olarak şekilleni yordu yavaş yavaş. Tam karşımdaki gardırobu, yan taraftaki iki berjeri seçebiliyordum. Derya ışığı söndürdükten sonra ne kadar süreyle düşüncelerimle boğuştuğumu hesaplayamamıştım. Belki on dakika, belki de daha fazla zaman geçmişti. Bir ara yanımda yatan sevgilimin muntazam aralıklarla alıp verdiği nefesini du yarak bakışlarımı ona kaydırdım. Benim sakinleştiğimi görünce uykuya yenik düşmüştü yeniden. Ne de olsa, gecenin ilerlemiş bir saatiydi. Uzun sarı saçları kuştüyü yastığın üzerine dağılmış haldeydi; odanın karanlığında saçlarının parlaklığını hissediyor ama| çok hoşuma giden rengini ayırt edemiyordum. Sarılıp saç larımdan öpmek istedim ama sonra hemen isteğimi dizginledim, onui yeniden uyandırmamak, uykusunu bozmamalıydım. Uyuyabilecek miydim acaba? Bu gece eskilere kıyasen en kötü kâbusu görmüştüm ve hâlâ] tam olarak etkisinden kurtulamıyordum. Gözlerimi yum dun), uyumaya gayret etmeliydim.
jHer kâbus sonrası olduğum gibi bedenime müthiş bir yor gunluk çöküyordu. Sanki hayalimde yarattığım o berhaneye sevgilimi kurtarmak için gerçekten koşmuşçasına bütün ada lelerim sızlıyordu. Utanmasam gençliğimde atletizm yaparken sağ baldırıma musallat olan krampın yeniden tutacağını düşü necektim.
16
Mehmetcan Neden sonra yorgunluğum etkisini gösterdi. Zihnim kar makarışık, düşüncelerimi şekillendiren endişeler arasında bir den sızıp kalmıştım...
Alnıma konan etli iki dudağın sıcak öpüşüyle gözlerimi aç tım. Yatağın kenarına oturan Derya beni öperek uyandırmıştı. Yüzüme bakan mavi gözlerinde şefkat ve ihtimam sezinliyor dum. Gözlerinin içi gülümsüyordu. "Rahat uyuyabildin mi?" diye fısıldamıştı. "Uyudum, uyudum... Merak etme iyiyim," dedim. "Hadi, öyleyse kalk. Tıraşını ol, duşunu al ve giyin. Geç kalıyoruz. Sen banyodayken ben de kahvaltımızı hazırlarım." Derya mutfağa doğru yürürken ben de üzerimden yorganı atıp kalkmaya davrandım, ama o lanet bitkinlik yine yakama yapışmıştı. Daha ayağa kalkar kalmaz, dizlerimin titrediğini hissettim. Aşırı halsiz ve" yorgundum. Hemen aklıma, dün gece yatakta Derya'nın doktora gitmem için yaptığı ısrarı hatırladım. Bir doktora gitmeye hiç niyetim yoktu; şayet sevgilim bu bitkin halimi görürse büsbütün ısrara kalkışacaktı. Belki ılık bir duş iyi gelir diye önce banyoya geçtim. Her sabah önce muntazaman tıraş olduğum için, elim yüzüme süre ceğim köpüğe gitti. Dikkat ettim, parmaklarım titriyordu. Jileti güçlükle kullandım. Ne oluyordu bana, anlayamıyordum bir türlü. Yoksa gerçekten bir hastalığa mı kapılmıştım? Mahiyetini pek kestiremediğim bir ruh hastalığı; belki de olası bir çılgınlı ğın ilk etabı... îçimi bir titreme aldı. Akd hastalığının irsi olduğunu işitmiştim, duşun altına gi rerken ailemde böyle birilerinin olup olmadığını düşündüm bir an, ama bildiğim kadarıyla ne ana tarafımda ne de babamın so yunda hiç akıl hastası yoktu.
17
Mehmetcan
I Neyse, ılık su iyi gelmişti biraz. Suyun altında normal sü reden biraz fazla kaldım. Bu arada Derya banyonun kapısına gelmiş, acele etmemi hatırlatmıştı bir kere daha. Mutfağa gitti ğimde sırtımda hâlâ bornozum vardı. Derya sitemkâr bir şekil de yüzüme baktı.
"Hayatım, biliyorsun," dedi. "Bu sabah onda Ak-Yapı fir masının sahibi ile randevum var, gecikiyorum, lütfen biraz acele et." Derya aynı zamanda sahibi olduğum inşaat şirketinin mi marıydı da. Bir sene evvel aldığım büyük bir sitenin inşaatı işinde tanışmıştım onunla. Ortağım Behzat'ın tanıdığıydı. Ama kısa bir süre sonra iş ilişkimiz, aşka dönüşmüştü. Son altı aydan beri de birlikte yaşıyorduk, daha doğrusu en az haftanın üç dört günü beraber oluyorduk. "Sen önden çık," dedim yorgun bir edayla. "Randevuna gecikmeni istemem." | Sessizce yüzüme baktı. Nefis gözlerinde hüzünlü bir merak şekillenmişti. ! "iyi değilsin, değil mi?" diye mırıldandı. ! Üzülmesini istemiyordum, inkâra kalkıştım. I "iyiyim, merak etme," dedim. "Ama senin yolun uzak. Oğledön sonra bizim ofiste buluşuruz." ! O çoktan hazırdı zaten. Çay fincanını masanın üzerine bı rakırken, "Unutma," diye söylendi. "Bugün doktordan randevu işini ayarlayacağım, tamam mı?" !Başımı salladım. Şimdi tartışacak hâlim yoktu. i Çantasını kapıp yanıma yaklaştı, yanağıma bir öpücük kon dururken, her zaman ki telaşlı haliyle mırıldandı. I "Öğleden sonra görüşürüz, sevgilim. Arabanı dikkatli sür, sürajt yapma sakın," diye de tembihte bulundu." i"Merak etme," dedim. Derya dairemden çıkınca içimi bir boşluk kapladı. Artık korkmam için sebep kalmamıştı, her doğan gün ile beraber ru-
18
Mehmetcan
humu kaplayan o kasvet ve korkudan arınıyordum. Asıl düşma nım gecenin karanlığıydı; nasıl olsa gündüz vakti kâbus görmü yor, kendimi de sevgilimi de emniyette hissediyordum. Bornozla mutfaktaki masanın önündeki sandalyelerden bi rine çöktüm âdeta. Bu berbat durumum acaba daha ne kadar sürecekti. İtiraf etmeliyim ki, ben de durumumdan endişelen meye başlamıştım çoktan. Gerçekten hasta mıydım? Gördük lerim birer kâbus, nöbet, ya da tıbbi tabirle birer halüsinasyon muydu? Normal olmadığım bir vakıaydı. Sağlıklı bir insan ay lardır aynı şeyi beyninde şekillendiremezdi. Kâbusu gece üç sularında görmüştüm; saat şimdi sabahın dokuzuydu ve ben daha sonra deliksiz uyumama rağmen yor gunluğumu üstümden atamamıştım. Endişelenmekte haklıy dım; gördüğüm kâbuslar daha sonra bende hatırı sayılır fiziksel bir çöküş yaratıyordu. Artık tecrübeyle öğrenmiştim, bu yor gunluk devresi yarın sabaha kadar sürecekti.
Evimden çıktığımda saat on bire geliyordu. O gün Ataşehir civarındaki yeni inşaat sahamıza gitmek zorundaydım ama o gücü kendimde bulamadım. Kapalı garajdan BMW'mi çıka rıp ağır ağır Mecidiyeköy'deki büroma doğru sürdüm arabamı. Derya'mn uyarısına uymuş mümkün olduğunca hız yapmaktan kaçınmıştım. Büroya girdiğimde daha koridordan odama ilerlerken orta ğım Behzat'la karşılaştım. Şaşırarak bana baktı. "Yahu sen bu sabah Alaşehir'e gitmeyecek miydin?" diye sordu. Sinirli bir şekilde homurdandım. "Evet ama gitmedim." "Neden? Ne oldu?" "Pek iyi değilim," dedim.
19
Mehmetcan
I Bunca zamandır sıhhatimden hiç şikâyetim olmadığını ga-' yetjiyi bilen Behzat yadırgayarak beni süzdü. "Nen var?" | "Yok bir şey." i ifademde ki tenakuzu hemen sezinleyen ortağım şaşkın şaşkın beni süzmeye devam etti. "Anlatsana yahu, ne oldu?" "Varma üstüme. Biraz keyifsizim işte." i Behzat'ı bilirdim; bir şeye kafası takıldı mı öğreninceye kadarl üstelerdi. "Soğuk algınlığı filan mı? Havalar şu sıra çok sakat. Hiç ihmale gelmiyor." "Öyle," dedim. ; "Keşke evde istirahat etseydin. Baksana yüzüm bembeyaz. Sen; gerçekten hastasın yahu. Seni hiç böyle görmemiştim." j Ortağımın söyledikleri beni büsbütün tedirgin etmişti. De mek halim bu kadar belli oluyordu. Uykuda görülen bir rüyanın ins4nın dış görünüşünde bu denli rahatsızlık belirtileri yarataca ğın^ ihtimal vermemiştim. Odama doğru yürürken ona karşılık vermemiştim. Ama gerçek bir dost olan ortağım da peşimden oda|ma geldi. ; "Nerede üşüttün böyle, yahu?" diye sorgulamaya devam ediyordu beni. | Teknik Üniversite'den beri mektep arkadaşım ve şimdi de ortağım olan Behzat'a kâbuslarımdan hiç bahsetmemiştim. Gerçeği ondan saklamanın hiçbir anlamı yoktu; hem gerçekten bir ruh hastalığına yakalanmak üzereysem veya yakalandıysam, buriu bilmek onun da hakkıydı. Yine de kısa bir tereddüt geçir dim. Durumu nasıl açıklayacağımı kestiremedim. Bendeki durgunluğu o da sezinlemişti. [ Soğuk algınlığının dışında bir şey olduğunu fark etmiş gibi yüzüme bakıyordu. "Yahu Murat," dedi. "Sen de bir gariplik var." "Ne garipliği?" diye sordum.
20
Mehmetcan
"Ne bileyim, hiç de üşütmüş, birinebenzemiyorsun. Bu so ğuk algınlığı ya da grip filan gibi bir şey değil. Ne oldu yahu? Yoksa başka bir derdin mi var?" Daha fazla durumumu saklamanın anlamı yoktu. "Otur şöyle karşıma," dedim. Tatsız bir açıklama yapacağımı anlamış gibi huzursuz bir şekilde masamın önündeki deri koltuğa çöktü. Başıma gelenleri ilk defa Derya'nın dışında birine anlatacaktım, bunun hiç de hoş olmadığının farkındaydım, ama Behzat güvendiğim biriydi ve en azından hastalığım hakkında (şayet bir hasta isem) bazı şeyleri bilmesi onun da hakkıydı. "Doğru. Grip filan değilim," diye söze girdim. Yüzündeki ifade daha da değişti. Hayretle bana bakmaya başladı. "Nen var öyleyse?" içimi çektim, derin bir nefes aldım sonra altı aydır çektiğim sıkıntıyı biraz üstü kapalı olarak ortağıma anlatmaya başladım. Kâbuslarımı bütün netliği ile anlatmam şart değildi tabii; ne de olsa Behzat bir ruh doktoru değildi. Ayrıca Derya ile olan ilişkimi ve evlilik planlarımızı bildiği için rüyalarıma biraz san sür getirmeyi daha uygun bulmuştum. Neden böyle yaptığımı bilmiyordum, belki de biraz utanmıştım. Kâbuslarımı oldukça gerçeğine yakın bir şekilde naklettim ama Derya'nın çırılçıplak bir masanın üzerinde yattığını söylemedim. Kâbuslarımın ero tik boyutu belki onda başka çağrışımlar yaratabilirdi. Beni dinleyince, "Allah Allah," diye homurdandı. "Bu ne biçim rüya yahu?" dedi. "Ben de bilmiyorum." "Ee, niye kafanı takıyorsun? Alt tarafı rüya işte. Hepimiz böyle abuk subuk şeyler görürüz. Gerçek değil ya, niye bu ka dar etkilendin anlamıyorum. Takma kafanı." "Ama aynı rüyayı çok sık görür oldum." "Ne olacak yani? ilk seferinde etkilenmişsen beynine nak-
21
Mehmetcan
şohjınmuştur bir defa, ondan sonra da sık sık tekrarlanmış. Ba zen bana da olur, aynı rüyayı görürüm. Meseleyi bu kadar bü yütecek ne var?" Bezgin bir şekilde homurdandım. ; "Derya bir psikiyatriste görünmemi istiyor." | "Daha da neler? Saçmalama... Bir iki rüya gördün diye doktora koşmanın anlamı mı var yahu? Onlar para tuzağı. Dok torun eline düşersen, sağlam gitsen hasta çıkarsın." j "Zaten ben de gitmek istemiyorum," dedim. I "Boş ver. Ama şunu da kabul etki ikimiz de çok yorulduk, hele şu son proje seni fazlasıyla üzdü. Çok emek verdin. Senin yerinde olsam, hemen işi gücü bırakır bir hafta on gün esaslı bir tatile çıkarım. Boş ver her şeyi. iyice bir dinlen. Derya'yı da al, deniz kenarında beş yıldızlı bir otele git. Kafanı dinle, bak ne rüya kalır ne kâbus." j "imkânsız," diye mırıldandım. "Şu an hiçbir yere adım atamaıjn. işlerin durumu malum. Şantiye de olmam lâzım." i "Yahu ben ne güne duruyorum? Bir hafta on günden ne çık^r? Şantiyeye de bakarım." : "Olmaz," dedim. i "Saçmalıyorsun ama... Sıhhatin her şeyden daha önemli. Sen: bu rüya işini kafana fazla takmışsın. Eminim ki aşırı yor gunluktandır. Çok stresli günler geçirdik, git dinlen. Bak göre ceksin, turp gibi sağlam dönersin." I Bir an düşündüm. Hani, Behzat haklı da olabilirdi. Ger çekten de çok yorucu bir sezon geçirmiştik ve ziyadesiyle yorul muştum. Ama gördüğüm kâbuslarla yorgunluğum arasında bir bağjkuramıyordum. Olabilir miydi acaba? | Kararsız kaldığımı görünce üsteledi. | "Dediğimi yap. Al Derya'yı git. Sana iyi gelecektir." •isteksizce homurdandım. "Yahu kış mevsimindeyiz, şimdi Akdeniz sahillerine gitme nin ne anlamı var? Ne yapacağım oralarda?"
22
Mehmetcan
"Öyleyse al sevgilini Fransa'ya veya italya'ya git. Bir Paris yolculuğu kötü mü olur?" "Bilmem," dedim. "Tatil fikri hiç aklıma gelmemişti." "Gelmez tabii. Çalışmaktan başka ne halt ediyoruz ki? iki miz de yıllardır şöyle doğru düzgün bir tatil yapamadık. Sen, doktora filan kulak asma, asıl sorunun biraz dinlenmek." Behzat sanki sıkıntıma gerekli teşhisi koymuş gibi oturdu ğu koltuktan kalktı, rahatlamış bir şekilde kapıya yürüdü. Kapı yı açıp odasına doğru giderken de söyleniyordu. "Tavsiyemi dinle. Bu meselenin tek çözümü biraz istirahat. Çok yorgunsun." Acaba öyle miydi? Kâbuslarımın asıl nedeni yorgunluğum muydu? Nedense içimde bir kuşku vardı...
Derya'nın büroya dönüşü iki buçuğu bulmuştu. Onu kar şımda görür görmez neşem yerine gelmiş, sabahtan beri süre gelen durgunluğumdan sıyrılmıştım âdeta. Flayatımda ne kadar önemli bir yeri olduğunu sanki bir kere daha anlamıştım. Neşe min, hayata bağlılığımın kaynağıydı. Gelip masamın karşısında ki koltuğa oturunca gözlerim ışıldamıştı. "Ne haber, işi bağladın mı?" diye sordum. Mağrur ve kendinden emin haliyle gülümsedi. "Tabii. Kaçar mı benden? Firma bütün şartlarımı kabul etti." Onun adına sevinmiştim. Bu işten yüklü bir ücret alacağını biliyordum. Sevincine ortak oldum. "Senin adına çok sevindim," dedim. Ama o meseleyi kapatarak yüzüme bakmıştı merakla. "Sen nasılsın? Sabahtan beri telefonla arama fırsatım olma dı, iyi misin?" "iyiyim, iyiyim," dedim.
23
Mehmetcan
j "Şimdi o tanıdığım doktora telefon edip randevu alacağım." "Dur, acele etme. Önce beni bir dinle." , Sevgilimin hemen kaşları çatılmıştı. | "Ne var? Yoksa yine beni atlatmaya mı kalkışacaksın? Bu sefejr lâmı cimi yok. Doktora gideceğiz." "Hayatım önce konuşmama bir izin versene." j O harika mavi gözlerinde hemen hiddet emareleri belirmişti. ! "Yine atlatmaya çalışacaksın, değil mi?" içimden, Allahım ne güzel bir kadın, diye geçiriyordum. Galiba hayattaki en büyük şansım onu bulmak olmuştu. Daha bir sene evvel Behzat onu yetenekli bir mimar diye bizim bü roya getirdiği gün beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Bir ka dında mevcut olması istenen her türlü vasıf ve yeteneğe sahipti. Hani, güzellik enfüsidir, her insanın beğenisine göre farklılık arz eder derler ya, fakat kuşkusuz bunun birde objektif, herkesçe kabulü gereken yanları vardır. Kimse onun güzelliğine bigâne kalajmazdı. Vücut hatları tek kelime ile şaheserdi. Uzun boyu, ince| bir bedeni ve insanın devamlı bakmak isteyeceği bir yüzü varqı. Daha ilk görüşte yüreğimi hoplatmış, mesleki yeteneği ne olursa olsun, yanımızda çalışması isteğine kapılmıştım. Sanırım ilk görüşte âşık olmak bu anlama geliyordu. Derya bizimle ça lışmak için bir sürü şart ileri sürmüştü. Onu Behzat getirmesine rağmen, ortağımın şartlarını öğrenince itiraza kalkıştığını gör müş, kızın da teklifimizi kabul etmeyeceği kuşku ve korkusuna kapılmıştım. Onu reddetmem mümkün olamazdı. Sonunda an laşmıştık. Daimi biz de çalışmayacaktı ama projelerimizin genel mimarı da o olacaktı. Bir an onunla ilgili hayallerimden sıyrılıp cevap verdim. '"Acele etme," dedim. "Bu sabah Behzat'la konuştum. Ona da gprdüğüm kâbusları anlattım. Merak etme, bütün teferrua tıyla; değil. Bazı noktaları sansürledim." ?Ne gereği vardı Behzat'a anlatmanın?" "Ama mâkul bir gerekçe ileri sürdü. Benim de aklım yattı."
24
Mehmetcan
"Neymiş o ? " "Aşın yorgunluk." "Hiç alakası yok." "Öyle deme Derya. Ben gerçekten çok yorgunum. Biliyor musun, en az dört seneden beri hiç tatil yapmadım." "Eee?" "Behzat seni alıp bir tatile çıkmamı önerdi. Hiç de fena bir fikir değil gibi geldi bana." Sevgilim nefis mavi gözlerini devire devire birkaç saniye bana baktı, sonra bu fikre pek sıcak bakmazmış gibi mırddandı. "Tatil mi? Bu kışta kıyamette? Zamanı mı ayol şimdi?" "Yaz olmuş, kış olmuş fark eder mi? Deniz şart değil ya, biz de bir kayak merkezine gideriz. Romanya'ya veya Alp'lere." "Murat sorunun yorgunluktan kaynaklanıyorsa, buna bir itirazım olamaz. Tabii ki dilediğin kadar dinlenebilirsin. Ama fikrimi sorarsan senin önce bir doktora görünmen lâzım." Hemen bastırdım. "Doktoru boş ver, önce Behzat'ın tavsiyesini bir deneyelim bakalım." Derya isteksizce kaşlarını oynattı. "Sen bilirsin ama o tak dirde tatile yalnız çıkacaksın demektir." "Ne demek bu?" "Manası çok basit. Çünkü bu sıralar işimi bırakıp seninle gelemem. Bunu bu sabah bana söyleseydin, bir ayarlama yapa bilirdim, ama bildiğin gibi yeni bir anlaşmaya imza attım. Belirli bir sürede çizimleri gerçekleştirmek zorundayım. Hiç vaktim olmayacak." Afallayarak yüzüne baktım. "Ciddi mi söylüyorsun? Oysa bu seninle ilk gezimiz ola caktı." "Bunu ne kadar isteyeceğimi herhalde tahmin edebilirsin ama dediğim gibi bir anlaşma yaptım, şu sıralar buradan uzak laşmam olanaksız."
25
Mehmetcan
"Bir haftalığına olsun, ayrılamaz mısın İstanbul'dan? Sade ce yedi günlüğüne." Olumsuzca başını sallamıştı yine. | Altı aydır Derya'nın huyunu suyunu anlamıştım artık, bir kere ağzından hayır lâfı çıkmışsa kimse onu döndüremezdi etti ği laftan. Israr etmedim, ama içimde hafif bir kırıklık olmuştu, îşirje gösterdiği hassasiyet ve bağlılığı anlıyordum, fakat ortada bir sıhhat problemi vardı ve o kişi Derya olsa, ben her türlü acil işinjıi bırakıp onun peşinden giderdim. Yine de bozulduğumu ona belli etmek istemedim. Konuyu değiştirdim, zaten sevgilim de ısrarcı olmamıştı...
26
Mehmetcan 15?
<3 AAT beşe doğru Derya bizim ofisten çıkıp kendi mimar lık bürosuna dönmüştü. Behzat ise daha o gelmeden önce Ataşehir' deki inşaat alanımıza gittiğinden Derya'nın tatile çıkama yacağını söyleyememiştim. Behzat'ın önerisi şimdilik yatmıştı. Ustümdeki o yorgunluğun bu gece rahat bir uyku çekme den geçmeyeceğini biliyordum. Derya'ya da biraz gücenmiştim. Erkenden bürodan çıktım, bu gece sevgilim de zaten annesinin yanında kalacaktı. Yani geceyi evimde tek başıma geçirecektim. Kâbuslarım son zamanlarda âdeta bir nöbete dönüşmüştü; ge celeri uykuda gördüğüm bir rüya olmaktan çıkmış, ruhsal ve fiziki etkilerini uyandıktan sonra da yirmi dört saat sürdüren bir dert haline gelmişti. Yapılacak en iyi şey dinlenmem, evime dönüp istirahat etmemdi, daha doğrusu deliksiz ve rüyasız sekiz saat uyumamdı. Tam evime yaklaştığım sırada telefonum çalmaya başladı. Arayan babamdı. Telefonu açtım. "Merhaba baba," de dim. Dört seneden beri Erenköy'deki evinde dinleniyordu ar-
27
Mehmetcan tık. Uzun zaman önce beyin kanaması nedeniyle felç geçirmiş ve çalışma hayatından tamamen çekilmişti. Başında bulunduğum inşalat şirketini altmışlı yılların ortasında Behzat'ın babasıyla birljkte kurmuşlar sonra onu dev bir kuruluş haline getirmişlerdii. Ne yazık ki şimdi ikisi de işlerinin başında değillerdi ar tık. Behzat'ın babası kanserden vefat etmişti, benim peder de sağ tarafındaki felç nedeniyle aktif hayattan uzaktı. Yaşı yetmişi bulmuştu.
"Nasılsın oğlum?" diye sordu. I "Teşekkür ederim baba, koşuşturup duruyoruz işte," de dim. Ona gördüğüm kâbuslardan bahsetmenin hiçbir anlamı yoktu. Zaten hasta olan adamı şahsi problemlerimle üzmenin gerejği de yoktu. "Senden bir ricam olacak," dedi. "Estağfurullah baba, o ne biçim söz. Emret." ;"lş çıkışı bana uğrayabilir misin?" iBir an düşündüm; babam şehrin öbür yakasında Erenköy'de oturtuyordu. Bu yorgun ve bitkin halimde karşı tarafa geçmek gözemde büyüdü, tek isteğim bir an önce evime gidip dinlen mekti. Fakat yaşlı adamcağızın isteğini de geri çeviremezdim. "Bir sorun mu var?" diye sordum. "Hayır, hayır sorun filan yok. Hem özledim, hem de sen den bir isteğim olacak." Vicdanıma yenik düştüm. Onu hakikaten son zamanlarda birajz ihmal etmiştim, işlerimin yoğunluğundan sık sık uğrayamıy^r, gönlünü ve hayır duasını alamıyordum. Şimdi özledim derken, bahaneler yaratıp ziyaretimi ertelemek hiç de yakışık almayacaktı. Ayrıca bir de isteği olduğunu ifade etmişti. ."Tamam," diye mırıldandım. "Yarım saat sonra yanında yım!" BMW'mi köprü istikâmetine kırdım. Karşı yakaya geçen yoğjın trafiğe daldığımda bir yandan da düşünüyordum. Babam gerdekten mükemmel bir insandı. Hayatta başarılı olmuş, mes-
28
Mehmetcan
leğinde sivrilmiş, akıllı yatırımlar yapmış ama en önemlisi beni yetiştirebilmek için elinden geleni ardına koymamış biriydi. An nemin vefat ettiği sırada henüz ortaokul sıralarında bir öğren ciydim. Bir daha evlenmeye kalkışmamış, bütün enerjisini işine ve benim yetişmeme hasretmişti. Büyüdükçe yaptığı fedakârlığı daha iyi takdir etmiştim.
Kırk dakika sonra Erenköy'deki dairesinin kapısına dayan mıştım. Bir zamanlar kendi inşa ettiği bir apartman dairesinde oturuyordu. Bağdat Caddesinin denize bakan tarafında, man zaralı, güzel bir evdi. Yanında ona bakan hizmetkârları vardı. Bana kapıyı da son yıllarda can yoldaşı gibi babama bakan, emektarımız Cemal Efendi açmıştı. Hâlâ bana "küçük bey" derdi. Yine her zamanki güler yüzüyle, "Hoş geldiniz, küçük bey," dedi. İçeriye babamın yanına gitmeden önce, ona sordum. "Bir sorun mu var, Cemal Efendi?" dedim. Şaşırmış gibi yüzüme baktı. "Ne sorunu?" "Bilmem, peder beni apar topar çağırdı da." "Özlemiştir, herhalde. Ne de olsa artık yaşlanıyoruz. Bir ayağımız çukurda sayılır, ufak tefek kaprislerimizi anlayışla kar şılarsınız umarım. Beyefendi sizi çok özlüyor, yeterince göremi yorum, diyor." Bizim emektar Çerkez haklıydı. Bazen on gün oluyor, pe deri ziyarete gelemiyordum. İşlerin yoğunluğuna şimdi bir de başımda kavak yelleri estiren Derya dahil olmuştu. Haliyle boş vakitlerimin çoğunu sevgilime ayırıyor, pederi biraz ihmal ediyordum. Bir suçlu gibi hafifçe utanarak salona doğru yürü düm. Babam ilerleyen yaşma ve geçirdiği felç haline rağmen her zaman şık ve bakımlı olurdu. Cam kenarındaki büyük koltukta,
29
Mehmetcan
sıramda lacivert üzerine beyaz puanlı robdöşambrı, boynun da | ipek fuları, ayağında yumuşak glaseden yapılmış pırıl pırıl boyalı ayakkabılarıyla gayet şıktı. Yürürken kullandığı metal bastonu da hemen yanı başında duruyordu. Tabii yaşı itibariyle zarhanımızın ihtiyarlarından ziyade daha çok altmışlı yıllardan kallma örnek bir beyefendi görünümündeydi. Yine de onun şıkjık ve zarifliğini hiç elden bırakmamasını hep takdirle karşı lardım. Eminim, onun yaşına geldiğimde onun kadar zarif biri olamayacaktım. ; Gülerek yaklaştım. i O da beni görünce yüzünde mutlu bir ifade oluşmuştu. Her zaman ki olgunluğu içinde ihmalkârlığıma dair tek kelime etnjıedi. Sadece, seni özledim demekle yetinmişti. Önce bir süre havadan sudan konuştuk, hasret giderdik. Ona şirketin duru mu!, yürüyen inşaatlar hakkında bilgiler verdim. Filhakika ken di kurduğu ve bugüne getirdiği devasa şirket üzerindeki bütün hisselerini bana devretmiş, işle her türlü ilişkisini kesmişti, ama ne de olsa şirket onun eseriydi. Hizmetçinin pişirdiği kahvemi yudumlarken bir ara pede rin i anlamlı bir şekilde beni süzdüğünü gördüm ve meraka ka pıldım. "Hayrola baba?" dedim. "Bir şey mi var, benden gizlediğin?" I "Benim yok, ama senin var galiba," dedi. Bir an irkildim. j Nedense ilk aklıma gelen şey, kâbuslarım olmuştu. Fakat buıjıu babamın bilmesi imkânsızdı. Ortağım Behzat bile daha bu^ün öğrenmişti derdimi. Gerçi Behzat'la çok iyi birer dost tuk, o da zaman zaman babama uğrar, elini öper halini hatırını sorardı, ama bana danışmadan gelip gördüğüm karabasanlar da^ yaşlı ve hastalıklı babama olayı anlatması asla düşünülecek bir jihtimal değildi. "Ne demek istiyorsun?" dedim.
30
Mehmetcan
Babam gülümsemeye devam ederek yanı başında duran günlük gazetelerden birinin magazin ilavesini sağlam eliyle aça rak bana doğru uzattı. "Bunu gördün mü?" dedi. Dün geceyi berbat bir halde geçirdiğimden bugün hiçbir gazeteye bakacak ne vaktim ne de halim olmamıştı. "Nedir o ? " diye sordum. "Sen açıkla bakalım," dedi. Hemen ilaveyi alıp işaret ettiği resme baktım. Birkaç gece evvel Derya ile gittiğimiz bir gece kulübünden çıkarken çekil miş bir fotoğrafımızdı. Paparazilerin yaptığı bir azizlik. Gülümsemek zorunda kaldım. Fotoğrafı gerçekten de gör memiştim. Babam ciddi bir şekilde sordu: "Gelin adayım mı?" Bir an ne cevap vereceğimi kestiremedim. Gerçekten de Derya ile evlenmeyi düşünüyorduk ama henüz kesin verilmiş bir kararımız yoktu ve henüz birbirimizi tanıma safhasındaydık. Babam tüm monden görünümüne rağmen, ne de olsa yaşı gereği biraz daha muhafazakâr bir insandı. Ona Derya ile birlikte ya şadığımızı, bir tür evlilik deneyimi yaptığımızı söylersem, bunu anlayışla karşılayacağından kuşkuluydum. Oysa çevremizdeki pek çok çift gibi biz de bir tecrübe dönemi geçiriyorduk. "Olabilir," diye fısıldadım. "Çok şükür... Demek nihayet evlenmeye karar verdin ha. Oğlum, şu âhır ömrümde artık bende torun sevgisi tatmak is tiyorum." "Dur baba, o kadar acele etme. Sadece olabilir dedim." "Ne demek bu? Evlenmeye karar verdiniz mi vermediniz mi?" "Düşünüyoruz," demek zorunda kaldım. Babam büyük bir içtenlikle devam etti. "Allah için hoş bir hanım. Boyu posu, endamı yerinde. Res min altında yazılanlara göre de mimarmış, öyle mi?"
31
Mehmetcan
i Başımla onayladım. ! "Evet. Bizim şirketin mimarı. îşe aldığımı sana daha önce dejsöylemiştim." ; "Öyle mi? Hatırlamıyorum. Çalıştığın bir sürü mimarın ol mazlı." i "Doğru ama Derya çok yeteneklidir." "Şu halde mesele nedir? Neden kararınızı bir an önce ver miyorsunuz?" "Baba," dedim gülümseyerek. "Bu iş akdi değil, ömür boyu birbirimizi bağlayacak bir karar. Henüz düşünme ve tanıma safhasındayız. Evlenmek o kadar kolay değil. Acele etme." j Babam ilk defa biraz sitem eder gibi mırıldandı. ; "Yine de böyle bir haberi senden değil de, gazetelerin de dikodu sütunlarından öğrenmem beni biraz rahatsız etti. O ha mımdan nişanlın diye bahsediyorlar." | Gönlünü almak için mırıldandım. | "Tabii ki karar verirsem, önce benden duyacaksın. Sen o gazetecilere bakma, yanımda kimi görseler hemen aramızda bir şeyi varmış gibi manşet atarlar. Dedim ya, henüz ciddi bir şey yolj:. Nişanlanmış filan da değiliz. Telefonda benden bir isteğin olduğunu söylemiştin, yoksa bu konuda bilgi mi almak istemiş tin?" ; Peder birden hatırlamış gibi, "Ha," dedi. "isteğim o değil di. + "Söyle bakayım, nedir?" Bir an mahzun nazarlarla yüzüme baktı. Sonra titrek sesiyle konuştu. i "Hani bir zamanlar yanımda çalışan Şinasi bey vardı, hatır lıyor musun? Gerçi o zamanlar sen daha lisedeydin, ama yine de hatırlaman lâzım. Bizim büroda getir götür işlerine bakardı, efendiden, bize sadık bir elemandı." j Anımsamaya çalıştım ama çıkaramamıştım. Zaten dün gecekji nöbetten sonra zihnim o kadar dağınıktı ki.
32
Mehmetcan
"Hatırlayamadım," dedim. "Ne var k i ? " "Yıllar sonra bu sabah beni ziyarete geldi." "Eee? Maddi bir sorunu filan mı varmış? Bir istekte mi bulundu? Öyleyse bana adresini, ismini filan ver, icabına ba karız." "Tam öyle değil," dedi babam. Bu kez merakla yüzüne baktım. "Ne istiyormuş peki?" Babam çekiniyormuş gibi kısa bir an durakladı, sonra ba kışlarını yüzüme çevirdi. "Seneler önce yanımda çalışırken ona verilmiş bir sözüm vardı. Ama araya giren hadiseler, işlerimizin birden büyümesi, onun rahatsızlığı filan derken verdiğim sözü yerine getireme miştim." Dayanamayıp sordum. "Ne sözü vermiştin baba?" dedim. "Adamcağızın şehir dışında iki katlı ufak bir evi vardı. O tarihlerde bile dökülüyordu. Şimdi artık iyice oturulamaz hale gelmiş. Yıllar önce orayı tamir ettireceğime dair söz vermiştim. Bugün gelip bana o sözümü hatırlattı." Şaşırarak babamı süzdüm. "Yani şimdi o evi onarmamı mı istiyorsun?" "Evet, senden bunu rica edeceğim." Çok tatsız bir işti bu. Bunca meşgalem içinde bir de bu nunla uğraşmam tam külfetti bana, ama babamın hatırını kıramazdım tabii. Meseleyi kendine sorun yaptığını hissetmiştim; ayrıca babam verdiği sözleri daima yerine getirmekle tanınmış muteber bir insandı. Alt tarafı şirketten birkaç eleman ve usta gönderip baktırırdım. "Tamam," dedim. "Nerede bu ev?" " Sarıkaya' daymış." "Sarıkaya mı? Nereye düşüyor bu semt, hiç duymadım." "Kurtköy civarındaymış."
33
Mehmetcan
"Mesele değil öyleyse. Sen adamın adresini bana bir ver, baktırır, oraya bir ekip gönderirim." "Sağ ol evladım. Çok makbule geçer." |
"Estağfurullah baba," dedim.
Fazla kalamamıştım pederin yanında, yorgunluktan gözle rim kapanıyordu. Evime dönerken arabayı bile zor kullanıyor dum. Tek isteğim bir an önce kendimi yatağa atmaktı. Arabamı binanın altındaki kapalı garaja bırakıp asansörle daireme çıkar ken aklıma takıldı birden; dün geceki son karabasandan sonra ço|c yorgun düşmüştüm. Gerçi her kâbus sonrasında üç aşağı beŞ yukarı buna benzer mecalsizlikler hissediyordum ama bu sefer güçsüzlüğüm çok şiddetli olmuştu. Sabahtan beri uyurge zerler gibi sarsak sarsak dolaşıyordum etrafta. Kolum kanadım kırılmıştı sanki. Nedendi acaba? Yoksa nöbetlerim bundan son ra daha mı şiddetli geçecekti? Homurdandım kendi kendime. Bunu düşünmek bile abesti; belki de bir daha o lanet kâbusu hiç; görmeyecektim. '• Daireme girdim. Gece uykusuna dalmak için henüz vak tin çok erken olduğunu biliyordum, fakat ayakta duracak halim yoktu. Doğru yatak odama geçtim. Nasıl soyunup kendimi yata ğa attığımı bile doğru dürüst hatırlamıyordum. Az sonra derin bir iuykuya dalmıştım...
; du.}.
Yol çamur içindeydi.
Her zamanki gibi yine yağmur yağıyor
Değişmeyen aynı ürperti yüreğimi dağlamaya başlamıştı. Acele etmeliydim. Bütün gücümle koşuyordum. Balçık haline gelrkiş çamur her adım atışımda botlarımın tabanına yapışıyor hareketlerimi güçleştiriyordu. Ama umurumda değildi.
34
Mehmetcan
Bu zamana karşı yaptığım en büyük yarıştı ve sonunda sevgi limin hayatı mevzu bahisti. Onu kurtarmak için yarışıyordum... O tepe... O tepeyi aşınca iki katlı, karanlık, ürkütücü evi görecektim. Artık bu yolu çok iyi biliyordum. Neyle karşılaşacağımı da. Derya üst kattaki odada, masanın üzerinde çaresiz ve korku içinde yetişmemi bekliyordu. Yapacağım tek şey biraz daha hız lanmaktı. ..
Yorgunluktan bitkin haldeydim. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Ama ben iyi bir koşucu ve kurtarıcıydım. Aynı za feri bir kere daha kazanacaktım, kazanmak zorundaydım. Tepeye vardım. O izbe evi görüyordum artık. Üst kattaki odada yine ışık vardı. Bundan sonra meyilden aşağıya doğru koşacaktım. Fakat bir den olduğum yere mıhlandım. Sanki her şey birbirine girmişti. Titremeye başladım. Bu yarışı hatırlamıştım birden. Bu benim kaybettiğim müsa bakaydı. Eve girişimi, gıcırdayan eski basamakları atlayarak üst kata çıkışımı, rüzgâr hızıyla odaya dalışımı ve o karanlık yüzlü iblisin sevgilimi öldürüşünü anımsadım. Derya ölmüştü. Tavana kadar sıçrayan sevgilimin kanının yağmur gibi yüzü me akışını görüyordum. Öyleyse niye koşuyordum şimdi? O artık yaşamıyordu ki... Sanki bir zaman tünelindeydim ve evvel ile sonrayı karıştırı yordum. Bu yarışın sonunda Derya'yı kurtaracak mıydım? Şayet kurtaracaksam o ölüm sahnesi neydi?Derya ölmüş ise neden tek rar bu yarışa girmiştim? Tepenin üstünde, yağmur altında "Bu bir kâbus," diye fısıl dadım. Hayatımın kâbusu... Garipti ama yaşadığımın hayatın gerçeklerine uymadığını hissediyordum. Bunlardan biri hayaldi. Şayet aynı yarışa bir daha
35
Mehmetcan
iştfrak ettiysem, Derya hayatta olmalıydı, aksi halde neden koşa caktım ki? \ Karanlığın içinden kopup gelen rüzgâr kulaklarımda uğulduyordu ve ben hâlâ çamurlu tepenin üstünde hareketsiz, o met ruk eve bakıp duruyordum. Ne yapacağıma karar vermemiştim henüz.
I Derya hayatta ise beklemem zaman kaybıydı. Ve iblis'e, o kahrolası katil prim vermiş oluyordum. Yarışı onun kazanmasına izin veremezdim. Hızla tepeden aşağıya doğru koşmaya başladım. • Her seferinde aynı yolu izliyordum. Metruk evin aralık tah ta kapısına giden en kestirme yolu. Bu kez ben kazanacaktım. Katil hâlâ ortalarda yoktu. Sadece eve yaklaşırken bir defa beni geçtiğini ve o zamanda Derya'yı tam kalbinden bıçakladığını ha tırladım. i Ama ışığı yanan o üst kattaki odada sevgilimin hâlâ hayatta olup olmadığını görmeden rahat edemeyecektim. Yıldırım gibi indim yolun sonuna. ; Kapıya doğru atıldım. I İblisi de ancak o an fark edebilmiştim. O da benim gibi kan ter içinde koşuyordu. Birimiz kurtarmak, diğerimiz ise öldürmek için1, uğraşıyorduk. Ama ben ondan daha avantajlıydım ve aralık dürün kapıya daha yakındım. Hedefe önce ben ulaşacaktım. O da hızlıydı; hem de çok hızlı. i Gittikçe arkamdan yaklaşan ayak seslerini ve hırıltılı soluk larını duyuyordum... ı Çamurlu yol bitmişti artık. Şimdi o ıssız berhaneye giden çi meklerle kaplı ıslak alandaydık. Bu mesafe kısaydı ama yağan yağktur nedeniyle zümrüt yeşili çimler çok ıslaktı ve her an ayağı mın kayıp yuvarlanma tehlikem vardı. Düşmemeli ve yere sağlam basmalıydım. Yuvarlanırsam önde olmanın ve sevgilime yetişme avaHtajımı külliyen kaybederdim. Şimdi daha temkinli basıyor dum, otların üzerine.
36
Mehmetcan
İlk etabı ben kazandım ve metruk evin kapısından önce ben girdim. Bu sevgilimi öldürmek isteyen katilin yarışı kaybetmesi anlamına geliyordu. Nasıl olsa karanlık evin içindeki Merdiveni de ben daha önce çıkacak ve Derya'nın bağlı olduğu odaya ondan evvel dalacaktım. Odaya birinci giren yarışı kazanıyordu.. , Garipti ama insanın zihninde gelişen bir yarışın kural ve ne ticeleri acaba hep aynı şekilde mi tecelli edecekti? Öyle olduğuna inanıyordum. Derya'ya ulaşmak için yaptığım kim bilir kaçma koşuydu bu. Biri hariç, hepsini kazanmıştım. Kaybettiğim tek ko şuda da katil Derya'yı öldürmüştü. Ama önemli değildi; tekrar koştuğumuza göre sevgilim yukarıdaki odada yarışı kazanmamı ve benini birinci olarak içeriye dalmamı bekliyor olmalıydı. O sağ ve salimdi... Öyle olmalıydı... İyice yaklaşmıştı peşimdeki hunhar ve eli kanlı katil. İzbe ev den içeriye dalarken göz ucuyla arkama baktım. Sadece karanlık ta elinde tuttuğu çelik metal sivri hançerinin göz alıcı parlaklığını görebiliyordum. Katilin yüzü flu ve gölgeliydi. Simasını seçmem mümkün olmuyordu. Zaten hiçbir yarışmada onun yüzünü net olarak gö rememiştim. Yine de ikimiz de yarışma kurallarına harfiyen ri ayet ediyorduk. Katil istese elindeki bıçağı kullanabilir ve beni sırtımdan hançerleyebilirdi, ama onun zoru benimle değil asıl sevgilimleydi. Bütün hedefi Derya idi... Şimdi çamurlu botlarımın altındaki basamaklar acayip şekil de gıcırdıyordu. Finiş noktasına çok az kalmıştı, az sonra odaya dalacak ve yarışmanın ipini göğüsleyecektim. Bir kere daha mü sabakayı kazandığımdan kuşkum kalmamıştı artık. Titrek sarı ışığın aydınlattığı odaya önce ben girdim. Sevgili mi öldürmek amacıyla yanıp tutuşan katili arkada kalmıştı. Her yarışta olduğu gibi adalelerim gerilmiş, sağ baldırımda oluşacağı nı sandığım kramp ihtimali çoğalmıştı; ama kramp da girse, artık önemli değildi zira yarış bitmişti.
37
Mehmetcan I
Odanın tam ortasında duran ahşap masaya baktım. Bir an yüreğim eskisinden de hızlı çarpmaya başladı. Damarlarmdaki kan çekiliyordu sanki. i Gördüğüme inanamıyordum. Masanın üstü boştu. I Derya yoktu... ; Donakaldım...
Derya yoksa, bu yarışmayı o iblisle neden yapmıştım sanki? Bunca eziyete kimi kurtarmak için katlanmıştım? i Öfkem başıma sıçradı. j Katil bunun hesabını vermeliydi. Hiddetle geriye döndüm. | Aynı anda da sevgilimin hunhar katili odadan içeriye giri yordu. Artık benden kaçamaz, elimden kurtulamazdı. Kayıplara kayşan sevgilimin hesabını vermeliydi. I ikimiz de soluk soluğa idik. i Sessiz ve buz gibi soğuk olan kirli ve kokuşmuş odayı hırıltı halinde ağızlarımızdan yükselen hırıltılar kaplıyordu. i O öfkeyle sevgilimin katilinin yüzüne baktım. Adamın yüzü yoktu. Suratının olması gereken yerde derin bir boşluk vardı. Tüylerim ürperdi. Ama öyle hiddetli ve nefret duy guları içindeydim ki, bu garip durum bile korkuma engel oldu. i "Söyle," diye hırladım. "Sevgilim nerede? Ne yaptın ona na mussuz?" \ Yüzündeki boşluk bir an yırtılır gibi gerildi. Ağzının olması gereken yerde bir çukur peydah oldu. Çirkin, hatta iğrenç sarar mış] dişlerini görür gibi oldum. Belki de ben öyle sanıyordum. Muhtemelen gördüğümü sandığım o yırtık ağız yeri ve sararmış dişler hayal gücümün bir oyunuydu. Ama o yırtık ağız yerinden çıkan sesler gerçekti. Katilin ürkütücü ve metalik sesi kulakla rımda uğuldamıştı... \ "Yarışı kaybettin, Murat Akyol... Unuttun mu, geçen sefer seni geçtim, ipi senden önce göğüsledim ve biricik sevgilini gözle rinin önünde hançerledim."
38
Mehmetcan
Daha sonra odanın sessizliğinde muzaffer bir eda ile zafer çığlığı attı. Çaresizlikten titriyordum. Bir önceki yarıp hatırlamaya çalıştım. Haklıydı, o koşuyu katil kazanmış ve ben geç kalmıştım. Gözlerimin önüne elinde tuttuğu hançeri Derya'nın kalbine sapladığı an geldi. Kan sütunu tavana kadar sıçramış, sonra sevgilimin kanı yağmur gibi aşağıya akmıştı. Nazarlarım çıplak ampulün asılı olduğu tavana çevrildi. Ta vanda hiç kan lekesi yoktu. Boş masanın üzerinde de. Bütün kan lekeleri silinip gitmişti sanki. "Yalan söylüyorsun!" diye gürledim. "O yaşıyor." "Yaşıyorsa, nerede peki? Onu burada bulman gerekmez miy di?" Haklıydı, aksi halde Derya'yı kurtarmak için yaptığım bu ko şunun ne anlamı kalıyordu ki?Beynim uğuldamaya, şakaklarım atmaya başlamıştı. Neredeyse yere düşüp bayılacaktım. Derya, güzeller güzeli sevgilim yoktu artık. Bu iblis onu benden öldüre rek çalmıştı. Beynimi kaplayan zil sesleri daha da yoğunlaştı, beni bulunduğum ortamın dışına taşıdı...
Ziller çalıyordu gerçekten, ama o çalan ziller beynimin içinden değil, baş ucumdaki komodinin üzerine bıraktığım cep telefonundan geliyordu. Gözlerimi açtım. Her kâbustan sıyrı lışımda olduğu gibi bir süre şaşkın şaşkın bulunduğum ortamı tanımaya gayret ettim. Yatağımın içindeydim. Fakat bu kez gerçek ortama uyumum daha rahat olmuştu nedense. Terlemiştim yine ama pek fazla değildi. Çalan telefo numu açmak için durduğu yerden aldım. Bir an boş ver açma, diye geçirdim aklımdan. Arayan her kimse arar arar vazgeçerdi sonunda. Şu an kimseyle konuşacak
39
Mehmetcan
halde değildim; ne de olsa kâbus şeklinde tecelli eden bir nöbet daha geçirmiştim. Arayan numaraya gözüm ilişti, rahatladım
binden. i Derya idi. i Karabasanımda gaiplere karışsa da gerçek hayatta dipdiri karşımda, hattın öbür uçundaydı işte. Elimde olmadan sevin miştim; çocuksu bir duyguydu ama gerçekti. Tuşa bastım ve "Merhaba," diye mırıldandım. Ama aynı anda yaptığım hatayı da anlamıştım. Sevgilim kurt gibi zeki ve uyanık bir kızdı. Şimdi mutlaka sesimdeki yorgun ve bitkin ifadeden konuşma tarzım dan yeni bir nöbet geçirdiğimi anlardı. . "Ne haber? Nasılsın? Arayıp bir halini sorayım dedim," diye fısıldadı. Geçirdiğim son nöbeti ondan saklayacaktım. Öğrenirse yine takaza etmeye başlayacak, doktora görünme isteğini yine leyecekti. ; "Uyuyordum," dedim. Derya şaşırarak mırıldandı. ! "Bu saatte mi? Daha çok erken değil mi sevgilim?" j Elimde bahanem hazırdı. Durumumu sezinlese bile dün geceki nöbete atfedecekti. "Biliyorsun," dedim. "Dün gece çok sarsıldım. Bu duru mun en iyi ilacı dinlenmek. Eve gelir gelmez yatağa girdim." Durakladı. Sanki bahanem ona tatmin edici gelmiş gibiydi. "Tuh! Keşke aramasaydım, seni uyandırdım." j "Hiç önemli değil. Yine uyurum. Dert etme. Sesini duy mak bana en iyi ilaç," dedim. : Yine bir sessizlik oldu. i Bu gece beni yalnız bırakmakla hatasını idrak etmiş gibiydi. Yumuşacık bir sesle sordu. "Bana kırgın mısın?" ; "Kırgın mı? Niye kırgın olacağım ki?" "Anlamazlığa gelme. Bu gece senin yanında olmam gere kirdi."
40
Mehmetcan
"Olsun. Bu haftanın çoğu günü birlikteydik. Annenin de mızmızlık etmesini istemem." "Yine de bana bozuksun, değil mi?" "Böylesi daha iyi. Hiç olmazsa bu gece erkenden yatağa gir dim. Dinleniyorum." "Doğru söylüyorsun, değil mi? İnanayım mı?" "İnan, sevgilim," dedim. "Tamam., öyleyse. Yarın büroda görüşürüz. Öptüm." "Ben de." Kapatacağını sandım. Ama hat hâlâ açıktı. "Murat!" dedi. "Efendim?" "Seni çok seviyorum." "Bende." Bu kez telefonu kapatmıştı. Derin bir soluk aldım. Yeni bir nöbet geçirdiğimi anlamamıştı Derya. Aslına bakılırsa durumu iyi idare etmiştim. Oysa her yanım titriyordu. Adalelerim kas katıydı... Telefonu komodinin üstüne bırakıp yatağa uzandım yine. Gözlerimi tavana dikip düşünmeye başladım. Neler oluyordu bana? Bu ne biçim bir illetti? Eskiden üç dört günde bir gör düğüm kâbus ilk defa yoğunlaşmış, hatta aradan yirmi dört saat geçmeden tekrarlamıştı. Yoksa her gün bu karabasanı görecek miydim? Bu şartlar devam ederse, hayat tam bir cehennem azabına dönecekti benim için. Hatta uyumak için yatağa girmeye bile korkacaktım. Yeniden uyuyabileceğimi sanmıştım ama mümkünü yoktu. Gözlerimi kapamaya bile korkuyordum. İnsanların gördüğü rüyalarda bile cinsel nedenler bulan ve rüyaları bir takım seksüel nevrozlara bağlayan Freud aklıma geldi. Yoksa benim de bir çeşit seksüel problemim mi vardı? Buna pek inanmak istemiyordum; zira ne Derya'dan evvel ve ne
41
Mehmetcan
de sonra hiçbir kadınla şuuraltı bile olsa bir sıkıntım olmamıştı. Aıiıa neden kâbuslarımda hep Derya'yı çırılçıplak ve tahta bir masaya bağlanmış, çaresiz ve tarafımdan kurtulmayı beklerken görüyordum acaba? Derya'nın çıplaklığında şuur altıma itilmiş , bir yan, kendime bile açıklayamadığım kör bir nokta mı vardı? Boğulur gibi oldum bir an. Boğazım susuzluktan kavrulu yordu, ama yerimden kalkıp bir bardak su içecek halim yoktu. Kımıldamadan yattım öylece...
42
Mehmetcan H_^ÖK masmaviydi o sabah, insanın içine huzur ve sa kinlik veren derin ve koyu bir mavilik. Ufkun nihayetine kadar, tek bir bulut görünmüyordu. Kaç gündür kasvetli yağmur bu lutlarıyla dolu olan sema, sanki sihirli bir değnek değmişçesine her türlü grilikten kurtulmuş, bir yaz gününün ferahlığına ka vuşmuştu. Güneş pırıl pırıl işiyordu ama hava yine de oldukça soğuktu. Kurtköy'deki inşaat sahamızın şantiyesinde Derya masanın üzerine yaydığı planlara bakarak mırıldandı. "Sana bir şey söy leyeyim mi?" dedi. "Söyle bakalım?" diye karşılık verdim. Fikrini açıklamadan önce bir süre kuşkuyla yüzüme baktı. "Sinirlenmek yok ama," diye söylendi. "Niye sinirleneyim ki?" "Müteahhitler öyledir. Mimarlar kabul edilmiş plan ve projeler üzerinde tadilata kalkışırlarsa bozulurlar. Bunun ne anlama geldiğini bilirim. Bir yığın bürokratik külfet, zaman ve mesai kaybı, imarla yeni sorunlar, masraf kapıları ve gecikme. Hiç işinize gelmez." 43
Mehmetcan
"Çıkar şu ağzındaki baklayı. Ne düşünüyorsun?" Yine bir süre sustu. Bakışlarını inşaat planlarından ayırma dan homurdandı. "Kanımca kurulacak böyle büyük bir sitenin sosyal aktivite alanını yeterince ihtiyacı karşılayacak şekilde düzenleyemedik. Bunda benim de hatam olduğunu kabul ediyorum; bu öneriyi işin başında getirmeliydim." "Yani?" "Bence buraya ulusal ve uluslararası markalara sahip site içi bir alış veriş merkezi, ayrıca bir kapalı yüzme havuzu, fitness salonu ve güzellik merkezi ilave etmeliyiz. Bunları ilave etmez sek!, emsallerinden geri kalacaktır. Artık bu tür merkezler ola ğan! oldu." Hayretle yüzüne baktım. "Ama bunların hemen hemen hepsi projede var." Olumsuzca başını iki yana salladı. ! "Yeterince büyük değil, Daha genişletmeliyiz." "Şaka mı yapıyorsun Derya? Elimizde yeterince kullanım alam yok. Bunu nasıl sağlayacağız?" '"İmarla bir görüşsek," dedi. "Belki bir şeyler çıkarırız." '"Hayır," dedim. |"Neden?" |"Bu olmayacak duaya amin demek gibi bir şey. Zaten yasal hakkımızı sonuna kadar kullandık. Fazlasına izin vermezler. Ba şımın ağrımasını istemem." Yüzüme manidar bir şekilde baktı. "Sen yine de bir dü şün,* dedi. "Ben belki bir şeyler yapabilirim." ÎOlmaz." Kararım kesindi. tNiye bu kadar kesin konuşuyorsun? Once teklifimi bir düşüh." ;Bize getireceği munzam maliyeti hiç hesapladın mı? Zaten bu işe girdiğime bin pişman oldum. Bu parayla çok daha kârlı bir ifşaata girebilirdim."
44
Mehmetcan
Birkaç dakika hiç sesini çıkarmadan durdu öylece. "Senin yerinde olsam bu fikri bir de Behzat'a açardım," dedi sonra.
" 0 n u n da vereceği cevabı sana söyleyebilirim; olmaz diye cektir." Derya pes etmiş gibi omuz silkti. "Siz bilirsiniz," diye mırıl dandı. Israrcı ve inatçı huyunu öğrenmiştim artık, bu kadar ça buk pes edeceğini sanmıyordum. Hele projeyi daha da mükem. melleştirip daha cazip hale getirecek bir fikre inandığı zaman. 'Bir adım geri çekilip onu seyre başladım. Karşı cinsin,herhalde en mutena örneğiydi sevgilim. Tanrı'nın bana bir armağanı. Kaç erkek acaba benim kadar şanslı olabilirdi. Onunla tanış mam bile ilahî bir lütuf gibi geliyordu.bana. Bir kadında hoşla narak aradığım bütün vasıflara haizdi Derya. Yüzünün güzelli ği, vücudunun tenasübü, dişiliği, sevişirkenki performansı tek kelime ile kusursuzdu. Tabii bunların yanında kültürü, zekâsı, yaratıcılığı ve girdiği her toplumda ağır basan kişiliği ile de beni etkilemişti. Ona sırılsıklam âşıktım. Giydiği her şeyi kendisine yakıştırmasını bilen bir kadındı. Onunla tanışıncaya kadar ilgi duyacağım kadınları, daha ziyade frapan, süslü, makyajlı,, gösterişli olarak beğeneceğimi sanırdım hep. Dikkatle onu inceledim. Bugün yüzünde bir damla mak yaj yoktu. Gününü inşaat sahasında geçireceği için de, oldukça babayani giyinmişti. Ayağında kalın botlar, bir blucin ve siyah balıkçı yaka bir kazak vardı. Açık havaya çıkarken kullandığı kaz tüyü anorağını da çıkarmış şantiye binasındaki koltuklar dan birinin üzerine, bırakmıştı. Ama dikkat ettim; bu erkeksi haliyle bile bedeninden neşrolan cinsi cazibesi sanki etrafa yayılıyordu, incecik beli, AngoloSakson ırkına has ve o bedene kıyasen iri göğüsleri, uzun boyu ile daima insanın cinsel arzularına hitap eden bir görüntüsü vardı. Neyse ki o an aklımdan geçenleri anlayamayacak şekilde 1 kendini masanın üzerinde yatan projeye kaptırmış, tüm ilgisini
45
Mehmetcan
ozalit kağıtlara vermişti. Emindim, o an ruhumda yarattığı fırtı nayı hissetse, bir an durmayacak, ortaya attığı proje değişikliği fikrini bana kabul ettirmek için her türlü çareye baş vuracaktı. Nitekim bunu yaptırır, başarıya da ulaşırdı. Buna benzer pek çdk ihtilafta, zaaflarımdan istifade edip, önce direndiğim, karşı koyduğum pek çok fikrini sonradan bana kabul ettirmeyi ba şarmıştı. Bu kez de aynı tuzağa düşmemek için hemen konuyu değiştirdim. ! "Hadi gidip bir yerde öğle yemeği yiyelim," dedim. I Biraz yadırgayarak yüzüme baktı. Genellikle şantiyede çalı şırken öğle yemeklerimiz aksardı. Şimdi de açık arazideydik ve baŞ başa kalıp güzel bir yerde yemek için oldukça uzak yerde sayılırdık. j "Nerede?" diye sordu. . "Bilmem," dedim. "Mesela Pendik veya Maltepe sahilinde ki balık lokantalarından birine gidebiliriz." Biraz düşündü. "Hani hiç de fena olmaz. Ben de acıktım ama yeniden bu raya dönmek zor değil mi?" i "Boş ver. Biz de dönmeyiz." I "Ama burada yapacağım işler var daha." "Yarına bırak." i Muzip bir eda ile yüzüme bakıp gülümsedi. ! "Sen bilirsin. Ne de olsa patron sensin," diye takıldı. !
Masamız denize nazır cam bölmenin hemen önündeydi. Lüfer ısmarlamıştık. i Izgara balıklarımızı yerken bir de ufak şişe şarap açtırmış tık. Derya'nın içki ile başı pek hoş değildi oldum olası, daima az içerdi. En fazla bir kadeh. Ama o gün ortaya getirilen yeşil sala tayı atıştırırken o tek kadehi çoktan bitirmişti. Ona takıldım. "Bugün bakıyorum hızlısın," dedim.
46
Mehmetcan
"Bilmem. Şarap çok tatlı geldi. Canım içmek istedi. Zaman zaman sana da olur mu?" "Ne olur mu?" "Şiddetli bir istek. Hayata bağlanmak arzusu, yaşamı dolu dizgin, tüm imkânlarıyla yaşamak heyecanı. Etrafına bir bak sana; hava bugün pırıl pırıl, kaç gündür ufku kaplayan o kara bulutların hepsi gitmiş. Güneş insana bu kış gününde yaşamak şevki veriyor. Mutluyum. Sevdiğim mükemmel bir adam var karşımda. Anlayışlı, sevecen ve o da beni deliler gibi seviyor. Güzel bir ortamda başbaşayız. Böyle bir ortamda bir kadeh faz la şarap içmemek mümkün mü?" Ben de gülümsedim. "Mutlusun, değil mi?" diye sordum. "Hem de çok," dedi. "iyi ki gelmişiz buraya. Ya sen, sen de mutlu musun?" Kısa bir an durakladım, sonra "Evet," diye fısıldadım. Aslında o kısa duraklamamın sebebi bir an aklıma takılan kâbuslarım olmuştu. Gördüğüm karabasanları hatırlamak için hiç de uygun bir ortamda değildik, o an sıhhatim ve sağlığımın geleceği ile ilgili bir şey düşünmek istemiyordum. Karşımda oturan sevgilim, önümüzdeki deniz manzarası, yediğimiz nefis taze balık ve ışıldayan güneş beni karamsar şeyler düşünmekten alıkoyuyordu. Bunda şarabın da etkisi vardı tabii. Karabasan fikrini hemen aklımdan silip atmak istedim. Cam cehennemeydi; hayatım boyunca o korkunç kâbusu gö recek değildim ya. Hemen silkinip bakışlarımı Derya'nın derin mavi gözlerine çevirdim. "Bir plan yaptın mı?" diye sordum. Hınzırca gülümsedi. "Az önce yapmayı teklif ettiğim değişiklik konusunda mı?" dedi. Eminim neyi kast ettiğimi çok iyi anlamıştı. Dudaklarında beliren alaycı kıvrımlardan anlıyordum bunu. Üsteledim.
47
Mehmetcan
i "Hayır. Evlenme tarihimizi kararlaştırdın mı nihayet? Sa bırsızlıkla bunu beklediğimi pekâlâ biliyorsun." Ciddileşti birden. | "Bu acele niye hayatım?" diye mırıldandı. "Sürdürdüğü müz hayattan bir şikâyetin mi var? Evli bir çift gibi yaşamıyor muyuz?" j "Pek öyle sayılmaz." i "Neden? Ne farkımız var ki?" "Ben birlikteliğimizi herkese ilan etmek, meşru bir zemine oturtmak istiyorum." 1 "Ömürsün vallahi! Bu devirde senin gibi erkeği bulmak çokj zor. Şu sıralar erkekler evlilikten fellek fellek kaçmaya çalı şırken sen dolu dizgin üstüne gidiyorsun." j "Ne yapayım, senin gibi bir kadın her zaman karşıma çık mıyor ki." | Derya kadehinden bir yudum daha şarap aldı, keyifle içer ken ıçapkınca da fısıldadı. i "Bu akşam sendeyim," dedi. jSevinmem lâzımdı ama bir an durakladım. Acaba bu gece de ajynı kâbusu görecek miydim? Bir an sıkıntı bastı, yanakları mın i kızardığını duyumsadım. Derya'nın o halimi yeniden gör mesini istemiyordum. "Ne o? Sevinmedin mi yoksa?" i"Sevinmez olur muyum hiç?" p a r i p garip yüzüme bakıyordu. "Sanki neşen kaçmış gibi geldi bana da." "Saçmalama," demekle yetindim. Ama içimi bir ürküntü almıştı...
O gece bir tiyatroya davetliydik. Dönüşte arabanın içinde oyunjun kritiğini yapıyorduk. Eğlenceli bir salon komedisiydi; Çapkın bir erkeğin karısı, metresi ve iş yerindeki sevgilisi ara^
48
Mehmetcan
sınclaki üçlü gidip gelmeleri anlatan bir güldürü. Temsil boyun ca gülüp durmuştuk. Neşe dönüşte ikimize de sirayet ettiğinden hâlâ şakalaşıyorduk. Fakat eve yaklaştıkça içimi tedirginlik kap lamaya başladı. Elimde olsa hiç uyumak istemiyordum. Artık bundan böyle her uykuya dalışta o kâbusun esiri olacağımı dü şünmeye başlamıştım; zira o eski kâbus periyodum değişmiş, üst üste o karabasanı görür olmuştum. Dairemden içeriye girer girmez Derya ayağındaki uzun to puklu ayakkabılarını çıkarıp çoraplanyla salona yürüdü. Belki de bu nefis yaratığm bana en ters gelen yanı dağınıklığıydı; ina nılmaz ölçüde savurgandı. Ben ne kadar derli toplu, itinalı, her şeyin yerli yerinde durmasına titizlik gösterirsem; o da aksine her şeyini bir yerlere bırakmaya meraklıydı sanki. Ayakkabıları nı kapının önünde bırakmış, paltosunu salondaki koltuklardan birinin üzerine atmıştı. Yorulmuş gibi kanepeye çökerken kulağındaki küpeleri de çıkarmış önündeki orta sehpasının üze rine bırakıyordu. Eminim bir daha o küpeleri takma ihtiyacını duyuncaya kadar onları bıraktığı yerden kaldırmazdı. Ofisi de öyle darmadağınıktı. Dosyalarını, projelerini, hatta tuttuğu not ları bile nasıl o hengame içinde bulduğuna şaşardım. Şimdilik hiç sesimi çıkarmıyordum ama evlendiğimizde bunun aramızda ciddi bir sorun yaratacağından emindim. Saat gece yarısını bulmuştu. Uykumun gelmesini engellemek ister gibi sordum. "Birer kahve içelim mi?" dedim. "İstemem," dedi. "Ona ayıracağımız zamanı daha başka şekilde değerlendirmek.istemez misin?" İmali bir şekilde gülümsüyordu. "Hadi öyleyse, yatak odasına gidelim," dedim. "Şımarmak istiyorum sana. Hadi beni kucağına al da gö tür." Bu işi zevkle yapabilirdim. Yanına yaklaşıp onu kollarımın arasına alıp oturduğu kanepeden kaldırdım. Boynuma sarılmış,
49
Mehmetcan
başını göğsüme dayamıştı. Kullandığı parfüm kokusu burnuma sirjiyordu. Ağır ağır yatağa taşıdım. i Bu akşam keyfi yerindeydi. Seyrettiği komedi belli ki onu daha da neşelendirmişti. ! "Bu gece sen beni soy bakalım," dedi. Hiç itiraz etmedim...
i Fazla uzun olmayan ama doyurucu aşk dakikaları yaşamış tık; Derya mest olmuş şekilde uykuya dalmıştı. Benim sorunum ise iasıl şimdi başlıyordu. : Uykuya dalmaktan korkuyordum. j Aksi gibi bir iş gününün gerginliği, tiyatroda geçirdiğimiz saader ve sonra da fazla uzun olmasa da sevişmenin yorgunlu ğu benim de uykumu getirmişti. Göz kapaklarım ağırlaşıyordu.!Uyumamak için direnmem çok saçmaydı, önünde sonunda herkes gibi uykusuzluğa yorgun düşüp sızacaktım tabii. Üstelik bu anlamsız direncim belki de daha kötü sonuç verecekti; bil miyordum ama yorgunluğumun kâbusu davet etmesi de müm kündü. Fakat her ne olursa olsun, Derya'nın yanında yine öyle çaresiz, ürkmüş ve nöbet geçiren bir hasta gibi hallere düşmek istemiyordum. Allah'tan Derya'nın ışık yanan bir odada uyuyamamak gibi bir sıkıntısı yoktu. Bunu bildiğimden baş ucumdaki komodinin üzerinde duran ufak gece lambasını yaktım. Göz ucuyla sev gilinde dönüp baktım, hiç farkına bile varmamıştı. Aslında ne yapacağımı bilmiyordum ama sanki gecenin tam üçünde o ka rabasan ruhuma musallat oluyormuş gibi bir his vardı içimde. O korkunç rüyayı her zaman aynı saatte görmüyordum, fakat genellikle sabaha karşı uykunun nispeten hafiflediği saatlere rastlıyordu yakama yapışması. Usulca yorganı açıp yataktan kalktım. Uykumu dağıtmak için yüzümü gözümü yıkamak istedim. Gürültü çıkarmamaya
50
Mehmetcan
gayret ederek banyoya gittim. Soğuk suyu açarak elimi yüzümü, ensemi ıslattım. Biraz dirilmiş gibiydim. Ama yatağa dönersem uykunun yine bastıracağına emindim. Çalışma odama doğru yürüdüm. Gecenin bu saatinde otomatik beyinli merkezi ısıtma sistemi on derece kadar düştüğünden evin içi biraz serinlemiş gibi gelmişti bana, hafifçe üşüdüğümü hissettim. Niyetim çalış ma odama geçip biraz kitap okumaktı. Belki o şekilde saat üçe kadar dayanabilirdim. Önce yeniden yatak odasına dönüp robdöşambrımı sırtıma geçirdim, sonra boşuna yanan gece lamba sını söndürdüm. Hiç ummuyordum ama etraf kararınca birden sevgilimin sesi duyuldu. "Murat?" Çaresiz fısıldadım. "Efendim?" "Ne oldu, niye kalktın?" "Hiç," dedim. "Bir şey yok. Sen uyumana bak." Fakat sanki bana inanmamış gibi hemen uzanmış kendi ta rafındaki lambayı yakmıştı. Telaş içinde yüzüme bakıyordu. "Yoksa yine kâbus mu gördün?" Ona korkumdan bahsedemeyeceğim için hemen mırıldan dım. "Yok canım. Uyuyamadım bir türlü, uykum kaçtı. Gidip biraz kitap karıştıracağım çalışma odamda." Hâlâ şaşkın şaşkın beni süzüyordu. "Elin yüzün ıslak. Ter mi o?" "Hayır," dedim. "Elimi yüzümü yıkadım. Kurulamadım da, onun ıslaklığı." "Büsbütün uykunu kaçırmaz mı?" "Sen takma kafanı, uyumana bak." Ama nedense Derya rahatlamamıştı. "Ben de geleyim mi yanına?" diye sordu. "Yok canım, ne münasebet. Neden uykusuz kalacaksın ki. Zaten birazdan uykum gelince ben de yanma gelirim."
51
Mehmetcan
. I Pek rahatlamamıştı ama uykusu baskın çıktığından homur dandı. j "Fazla geç kalma," dedi. i Baş ucundaki lambayı söndürünce yatak odasından dışa rıya çıktım. Koridorun başındaki çalışma odama geçerken si mitlerim bir hayli gerilmişti. Bu halde normal bir yaşamı sürdü remeyeceğim aşikârdı. Her gece kâbus göreceğim korkusuyla yajşayamazdım. Beni asıl endişelendiren şey, doktora gitmek de ğil ama doktorun ben de bulacağı muhtemel bir hastalıktı. Bu endişenin okumuş, kültürlü, medeni bir insana yakışmadığının fat/kındaydım ama içimden yükselen endişeyi de frenleyemiyordı}m bir türlü. Şayet doktor ben de bir hastalık teşhis ederse, ne yapardım o zaman? Bu düpedüz; ruhsal bir hastalığın tezahürü olacaktı. Ne de olsa tıbbi konularda hiçbir bilgim yoktu, endi ş e l i biraz çocukça sayılabilirdi lâkin bana bir ruh hastası denil mesini istemiyordum. Özellikle tam evlilik arifesinde olduğum şu sıralarda. Acaba Derya bu durumu nasıl karşılardı? Hem ruh hastalığı ne demekti; halk arasında akli muvazenesi kaybetmiş, meczup veya deli diye baktığımız insanlara da daha nâzik bir ifade ile ıruh hastası demiyor muyduk? Yanlış, ters ve hatalı da ols^ bu basit muhakemem beni korkutmaya yetiyordu. i Çalışma odama omuzlarım düşük, çökük, ayaklarımı sü rüye sürüye girdim. Öyle karar vermiştim ama kitap okuyacak halim filan) yoktu. Dikkatimi veremeyeceğime, bir şeyler oku maya kalkışsam da faydası olmayacağını anlamıştım. Tavana ka dar] yükselen kitap raflarındaki ciltli eserlere boş boş: bakmaya başladım. Sonra sırf laf olsun diye raflarda duran birini çekip masamın başına oturdum. i Gecenin bu saatinde evin içinde inanılmaz bir sessizlik var dı. iSinek uçsa sanki kanadının sesini duyacaktım. Bir ara bu sessizlik bile sinirimi bozdu, işin aslına bakılırsa her şeye sinirlenmek için bahane arıyordum. Kitabı1 kütüphanedeki yerine koydum, okumam mümkün olmuyordu; Başka şeyler bulmâlıy-
52
Mehmetcan dım vakti geçirmek için. Yazı masamın çekmecelerini açıp dü zenleyeceğim rast gele şeyler aradım; ama yoktu. Her zamanki titizliğim bir kere daha kendisini göstermişti, her şey yerli ye rinde ve muntazamdı. Bu arada fazla gürültü de çıkarmamaya çalışıyordum, Derya'yı uyandırmamalıydım.
Eski bir plak koleksiyonum vardı, içinde babamın devrin den kalma taş plaklar bile mevcuttu. Kırk beşlikler, long play'ler daha niceleri. Usul usul onları gözden geçirdim. Babamdan kal ma eski plakları incelerken birden aklıma, pederin isteği gel di. Utandım bir an, adamcağızın ricasını yerinle unutmuştum. Neyse yarın nasıl olsa Kurtköy'deki inşaata yine gidecektim, bir fırsatını bulup o Sarıkaya denen mevkideki eve de uğrayarak ne yapılması gerektiğine bakmaya karar verdim. Saat ikiye doğru uyku iyice bastırmıştı. Belki uyumamakta direnmem aptallıktı. Ilanihaye böyle davranamazdım ya her gece. Mutlaka bunun bir çaresini bul malıydım. Ama bu gece olan olmuştu artık, zaten bu saate ka dar uyanık kalmıştım, bir saat daha idare edebilirdim. Yeniden banyoya girip fazla ses çıkmasın diye soğuk su musluğunu kısık açarak tekrar elimi yüzümü yıkadım. Soğuk su insanı ferahlatıyordu. Bir yandan da Derya'nın yattığı odayı kontrol ediyordum. Hatta bir ara aralık duran kapının önüne kadar gidip içeriden gelen nefes seslerini dinledim. Hiç olmazsa sevgilim mışıl mışıl uyuyordu. Yatağın insana bu kadar çekici geldiğini hiç hissetmemiştim. O son bir saat azap içinde geçti. Gözlerimin kapanmasını engellemek için elimden geleni yaptım. Meğer uykuyla mücadele etmek ne kadar zormuş. Aklı ma gelen her şeyi denemiştim. Saat üçe beş kala yorgunluktan bitik bir halde çalışma oda mın ışığını söndürüp yatak odasına geçtim. Nihayet tehlikeli saati atlattığımı düşünüyordum. Yatağa girişimi Derya duymadı bile.
53
Mehmetcan
j Herhalde uykusunun en derin zamanındaydı. Yorganı bi raz üzerime doğru çekerken sadece yattığı yerde bilinçsizce kı mıldadı ama sesi çıkmadı. Yatağın içi onun vücut ısıstyla sıcacık gelmişti bana. Her şeye rağmen hâlâ korkuyordum. Benim ki sadece tahmini bir varsayımdı; kuşkusuz o kâbusu görmem belirli bir saat dilimi ile kısıtlanamazdı. Uykuya dalar dalmaz da görmem mümkündü. j Yatağın içinde dönüp durdum. Sonra sanki Derya'nın var lığından medet umarcasına sevgilime sarıldım. Ne tuhaftır, Der ya sanki saatlerdir yanında uyuyormuşum gibi bana sokulmuş ve!alışkanlıkla bacaklarından birini bedenime sarmıştı. Genel likle uykuya dalarken hep yapardı bunu. Başka şartlar altında ols|a heyecan ve arzuyla bende tutup onu kendime çekerdim, arrta bu defa heykel kadar hareketsiz kalmıştım. ! Gözlerim birden kapanıverdi. Derin bir uykuya dalmıştım...
54
Mehmetcan ÖZLERİMİ açtığımda odaya kış güneşi dolmuştu ve Derya hâlâ yanı başımda uyuyordu. Ama sırtını bana dönmüş ve üstü hafifçe açılmıştı. Gözümden uyku akıyordu henüz, uy kumu alamamıştım fakat sabah olmuş ve Tann'ya şükür kâbus görmemiştim. Uyku sersemi çocuk gibi sevindiğimi hissettim. Sabah olduğuna göre artık kâbus da görmezdim, o anlamsız inancıma göre kâbus görmeme neden olan şeylerden biri de ge cenin karanlığıydı. Tehlikeyi atlatmış olmanın verdiği rahatlıkla yeniden kendimi uykunun derin çekiciliğine bıraktım. Yeniden gözlerim kapandı ve uyumaya devam ettim. Omzuma değen elle sıçramıştım. Bunun kabus olmadığının bilincindeydim. Derya beni nor mal uykumdan uyandırıyordu. Mavi gözlerinin içine bakarak gülümsedim. "Yine geç kalıyoruz, hadi fırla yataktan," dedi. Hiç itiraz etmeden kalktım yataktan. Uykumu tam ala mamıştım ama huzurluydum; ne de olsa serde gençlik vardı,
55
Mehmetcan
uyuduğum saat yetersiz olsa da fiziksel olarak pek yorgunluk hissetmiyordum. En önemlisi de, hiç de akıllı olmayan bir muha}ceme ile uyguladığım planla kâbusumu yendiğim düşün cesiydi. Yaptığımın tutarsız bir iş olduğunu bilmeme rağmen memnundum. Çabucak tıraş olup, duşumu aldım, giyinerek Derya'nın ha zırladığı kahvaltı sofrasına oturdum. Neşe ile kahvaltı ettik. Bir ara çaktırmadan bu gece de benim yanımda kalıp kalmayacağı nı sordum. Şaşırmış gibi mırıldandı. "Buradayım tabii," dedi. "Niye sordun." "Hiç, sadece bilmek istedim." "Yoksa bıktın mı benden?" I Sırıtarak, "Çılgın," dedim. ' Gülüştük. Derya neden sonra hatırlamış gibi fısıldadı, i "Dün gece uykun kaçtı senin. Kaçta yattığını fark etmedim, uyuya kalmışım." "Ya, öyle oldu." Üçe kadar oturduğumu söylememiştim. "Eee, ne zaman döndün yatağa?" ; "Herhalde bir filandı," diye geveledim. I Sevgilim fazla da üzerinde durmamıştı konunun. Belki de dikkat etmemişti, oysa biraz düşünse, tiyatrodan dönüşümüzü, yatakta birbirimizin oluşunu hesapîasa, çok daha uzun bir süre uyanık kaldığımı anlardı. i Bugün farklı yerlere gidecektik. Ben inşaat alanına geçmek için; Anadolu yakasına doğru gidecektim, o ise üstlendiği yeni işinin ilk plan çalışmaları için Şişli'deki bürosuna gidecekti. Karşılıklı birer veda öpücüğü vererek evden çıktık. BMW'ye atlayıp köprü yolunu tuttum. Karşıya geçiş nispeten daha tenha idi. Rumeli yakasına akın eden trafik ise her sabah olduğu gibi daha yoğundu. Yol boyun ca s^k sık esnedim. Uykuda geçirdiğim saatler yetersiz olduğun dan! direksiyon başında uyku bastırmıştı. Dikkatim dağılmasın
56
Mehmetcan
diye, torpido gözünde Derya'nın bıraktığı çiklet kutusundan bir tane alıp ağzıma attım. Meyve aromalı çikleti çiğnemeye başladım.
Ortağım Behzat, şantiyeye benden önce gelmişti. Müthiş Nestcafe meraklısıydı, gün boyu en az on kupa kahve içerdi. Oldum olası hiçbir kahve çeşidine fazla merakım olmamasına rağmen bana da tiryakilik aşılıyordu. Nitekim şantiye binasın dan içeri girer girmez elime bir kvıpa kahve tutuşturdu. Aynı yaşlarda ve kafa dengiydik. O benden sadece iki yaş daha büyüktü. Ama birbirimizi yıllardır tanırdık. Zira ortak olduğumuz inşaat şirketinin asıl kurucuları babam ve onun babasıydı, yani biz, iki arkadaş, babalarımızın kurduğu şirketi yürütüyorduk. Hiç şüphe yok ki, kısa sürede şirketi biraz baba yani olan yönetim tarzından alıp, daha ilerilere götürmüş, daha mbdern, daha rasyonel bir yönetim tarzına ulaştırmıştık. Behçet her dem neşeli bir insandı, onun asık suratla dolaş tığını hemen hemen hiç hatırlamazdım. Haliyle şirket işlerinden zaman zaman bunaldığımız anlarda dahi, o iyimser ve neşeli ha lini kaybetmez, şakalar yapar, beni güldürürdü. Hiç kuşkusuz o denli de zeki bir çocuktu. Espri yeteneği müthişti. Kahvelerimizi içerken, önce o gün yapacağımız işlerin kısa bir özetini çıkarıp kendi aramızda tartıştık. Giriştiğimiz inşaat oldukça büyük olduğundan haliyle bazı maddi sıkıntılarda do ğuruyordu. Finans kaynaklarımızı bir gözden geçirdik. Hemen her gün yeni bir sorun çıkıyordu. Özetle ben o gün şantiyede kalacak, işlerin gidişatına nezaret edecektim, Behzat da banka lara uğrayacak ve imarda takılan bazı işlerle meşgul olacaktı. Tam şantiyeden ayrılmaya hazırlanırken hatırlamış gibi sor du. "Ne oldu, Derya ile konuştun mu?" Boş bulunup, "Neyi?" diye mırıldandım.
57
Mehmetcan
! "Şu gezi işini yahu. Hani bir haftalık bir seyahate çıkacak tınız." "Haa," dedim. "Gidemiyoruz." I "Neden?"
"Derya geçenlerde yeni bir iş aldı ya, onun projelerini yetiş tirmek için hiç vakti yokmuş. O nedenle de bizim seyahat fikri yattı." j "Yok yahu! Eee, ne yapacaksınız şimdi?" i "Bilmem." Behzat'ın suratı asıldı. "Oyun bozanhk yapmış ama," dedi. "Bir haftadan ne çıkar yahu. Çalışkan kızdır, o arayı rahatlıkla telâfi edebilirdi." j Aslında ben de öyle düşünmüş, hatta bu fikre sevgilimin ilgjsiz kalışına biraz bozulmuştum ama Behzat'a belli etmemek için söylendim. i "îş eğlenceden her zaman önemlidir," dedim. Ortağım tereddütle yüzüme bakmıştı. i "Fakat bu eğlence değil, sıhhat sorunu," diye homurdan dı.; "Çok yorgun olduğunu ben de görüyorum. Uzun zaman dır- dinlenme fırsatın olmadı. Bak, ben bu yaz kendime fırsat yarattım, sen işleri bırakamadın. Derya'yı bir göreyim kulağını çekeceğim. Bugün gelecek mi buraya?" i "Hayır. Bürosunda olacak. Yeni işi için çizimlere başlaya cak^" i "Ona bir telefon açarım," dedi. j "Boş ver, hiç bulandırma durumu." i Yine dikkatle beni süzdü. | "Yoksa bu konuda tartıştınız mı?" diye sordu. "Hayır, ama ondan biraz daha anlayış beklemiştim," dedim, i O zaman sesini çıkarmadı, meseleyi de fazla uzatmadan şantiyedeki bürodan çıktı... *** I
58
Mehmetcan
ikindiye kadar şantiyede bir yığın işle boğuştum, alt kade medeki mühendisler, ustabaşılar, işçilerle didiştim. Çalıştırdığı nız elemanlar ne kadar mükemmel olursa olsun, işin başından ayrılmaya hiç gelmiyordu, ikindi vakti biraz rahatlamıştım; aksi gibi pırıl pırıl güneşli olan hava öğleye doğru yine bulutlanmış şimdi de şakır şakır yağmur yağmaya başlamıştı. Şantiyede ki odama girdiğimde birden babamın angaryası aklıma geldi. Adamcağızın isteğiyle bir türlü ilgilenememiştim. Üzüldüm bir den, zaten işlerimin yoğunluğu nedeniyle yeterince ziyaretine gidip gönlünü alamadığım gibi ufak bir isteğini de ihmal etmiş tim. Üstelik seneler evvel evini onarmaya söz verdiği işçisi bizim inşaat mahalline yakın bir yerde oturuyordu. Dışarıdaki yağışlı havaya bir göz attım şantiyenin pencere sinden, doğrusu incelemeye gitmek için hiç de uygun bir ortam yoktu. Ama epey ihmal etmiştim pederin isteğini, bugün yarın telefon edip ne yaptığımı sorarsa, mahcup olacaktım. Çaresiz kalkıp verilen adrese gitmeye karar verdim. Cüzdanımı çıkarıp bana yazdırdığı eski memurunun adı nı Ve oturduğu semti hatırlamaya çalıştım. Adamın adını Şinasi diye kaydetmiştim. Eskiden büroda getir götür işlerine bakar mış ama adamın simasını hiç anımsamıyordum. Sarıkaya denen semti de pek bilmiyordum, babamın söylediğine göre bu yörede bir yerlerdeymiş. inşaatımı bu havalide yaptığım halde ne ya zık ki çevreyi pek bilmiyordum. Kalıpçı ustam Selim bu civarda oturan biriydi, hemen onu çağırtıp Sarıkaya denen yerin nereye isabet ettiğini sordum. Usta biraz şaşırmıştı, söylediğim yeri toparlayamadığmı yüzündeki ifadeden anladım. "Yahu usta," dedim. "Buralı olduğun halde Sarıkaya'nın neresi olduğunu bilmiyor musun?" diye âdeta çıkıştım. "Beyim, doğma büyüme buralıyım ama bu civarda Sarıkaya diye bir yer yoktur." "Amma yaptın! Olmaz olur mu hiç? Orada eski bir evi ta mir ettireceğim."
59
Mehmetcan | "Allah Allah! Hiç duymadım." j "Tamam," dedim. "Herhalde işçiler arasında bilen vardır. Bit soruştur." "Emredersiniz beyim," diyen kalıpçı ustası tam odadan çıkmaya hazırlanırken birden durup bana döndü. "Beyim sakın aradığınız yer Şinasi Sarikaya'nın harabe evi olmasın?" | Birden keyiflendim. "Hah tamam, işte orası," dedim. i "Patron orası Sarıkaya denen bir yer değildir, sadece sahibirjin adı oydu." i "Her neyse. Adamı orada bulurum, değil mi?" Kalıpçı ustası artan bir hayretle yüzüme bakmaya devam ediyordu. | "Aman beyim," dedi. "O öleli yıllar oldu." ! Şaşırma sırası bana gelmişti. "Öleli mi?" dedim. "Nasıl olur yahu? O adam yaşıyor, ha yatta daha." i "Hayır, öldü." ı Selim'in sesi bir tuhaf çıkmıştı. Biraz dik ve tedirgin. ! "Yanılıyorsun. Daha birkaç gün evvel seneler önce yanında çalıştığı babamı ziyarete gelmiş. Ölmüş olur mu hiç?" ! Suratı kireç gibi bembeyaz kesilmişti. i Nedenini anlamamıştım ama benim kalıpçı ustam ne hik metse bu konudan hiç hoşlanmamışa benziyordu. Hatta tam önünde durduğu kapıdan bir an önce sıvışmak ister gibi bir ha lini sezinlemiştim. "Selim usta beni oraya götürmeni istiyorum," dedim. | Gariptir ama beti benzi atan adamım ilk defa alışık olmadığımjbir katiyetle itiraz etti. j"Olmaz, efendim... Ben götüremem." "Neden?" "Çünkü..." Teklemiş cümlesini bağlayamamıştı bir türlü. Ustanın hâlâ anlayamadığım bir sıkıntıya kapıldığını hissedi-
60
Mehmetcan
yordum. Güçlükle kekeledi. "Çünkü burada yapmak zorunda olduğum bazı işler var. Onları bırakamam." "Önemli değil," dedim. "Dönünee tamamlarsın." "Beni mazur görün beyim... Dedim ya gelemem. Ama is terseniz sizi Halit götürsün. O evin yerini o da bilir." Pek bir şey anlamamıştım, ama benim için fark etmezdi nasıl olsa. Önemli olan yeri bilen birini bulmamdı. Ha Selim olmuş, ha Halit, ne fark ederdi ki. "Tamam," dedim. "Halit'i bul, arabamın yanına gelsin. Orada beklesin beni." Kalıpçı ustası ok gibi yerinden fırlamış, koşar adım uzak laşmıştı.
Paltomu giyip, çekmecelerin gözünü kilitledikten sonra şantiye binasından çıktım. Belki de inşaata tekrar dönmeyebilirdim. Orada ne kadar vakit geçireceğim de belli değildi. En iyisi E-5'e çıkıp doğru karşıya geçmekti. Yağmur altında ıslanmamak için koşar adım BMW'im yanı na gitmiştim. Yine buralı olan Halit arabamın yanında dikilmiş beni bekliyordu. "Hadi atla arabaya Halit, gidiyoruz," dedim. Genç bir işçi olan Halit saf saf sordu. "Nereye gidiyoruz beyim?" "Selim söylemedi mi sana?" "Arabasının yanına git, patronu bekle dedi sadece." İçimden Allah Allah, bu işin içinde bir iş var ama bakalım, anlayacağız diye homurdandım. Bu arada Halit'de daha fazla ıslanmamak için arabaya girmişti. Motoru çalıştırdım, inşaat alanından çıkarken yanımdaki işçiye mırıldandım. "Şinasi Sarıkaya'nın eski evine gidiyoruz," dedim. "Sen orayı biliyormuşsun."
61
Mehmetcan
i Halit'ten hiç ses çıkmamıştı. Ama arabanın içinde öyle bir sessizlik olmuştu ki gayri ih tiyari başımı çevirip delikanlıya baktım. Tıpkı o da Selim gibi bepıbeyaz kesilmişti. Gayri tabiiliği görüp anlamamam olanak sızdı. "Ne oluyor yahu size?" diye çıkıştım. "Niye o kadar şaşırı yorsunuz?" Oğlan önce konuşamadı, sonra güçlükle, sanki kelimeler ağamdan kerpetenle çekiliyormuş gibi hırladı. "Orada ne işimiz var, beyim?" diyebildi. "Gidip bir bakacağım. Neden soruyorsun?" "Şey... Orası boştur... Ve yıllardır kimse yaşamaz." "Yaşamaz mı?" "Hayır, beyim." | "Peki, Şinasi Sankaya nerede oturuyor şimdi?" Halit yeniden kekeledi. "Selim size söylemedi mi?" "Neyi?" "Şinasi'nin yıllar önce öldüğünü." Bu kez kafam atmaya başlamıştı. Yanımdaki işçiye çıkıştım. "Yahu siz benlen dalga mı geçiyorsunuz be? Adam yaşlan mış olabilir ama hâlâ hayatta, biliyorum." "Bu imkânsız, beyim." "Ne demek imkânsız?" "Gayet iyi hatırlıyorum, Murat bey. O öldüğünde ben ilko kul üçüncü sınıfta öğrenciydim daha. Bunu bizim orada herkes bilir." i Kızgınlıktan frene asıldım, araba zınk diye durdu. "Ne yani?" diye söylendim. "Şimdi siz ikiniz de o Şinasi derien adamın öldüğünü mü iddia ediyorsunuz?" "Kesinlikle, efendim." ! Bir an aklım karışır gibi olmuştu. Adam yıllar önce ölmüşse birkaç gün evvel babamı ziyarete gelen kişi kimdi öyleyse? Yok-
62
Mehmetcan
sa adamın yaşayan oğlu filan mı uğramıştı babama? Kendi ken dime kızdım. Pederin isteğini galiba fazla üstün körü dinlemiş, hatta Sarıkaya'yı ailenin soy adı olarak değilde semt ismi olarak algılamıştım. O sırada o kadar dalgındım ki; belki babama ri cada bulunup verdiği eski sözü hatırlatan kişi, adamın oğlu da olabilirdi. Halit'e dönüp sordum. "Bu Şinasi denen adamın oğlu var mıydı?" îşçim yeniden kekelemişti. "Vardı, beyim," dedi. "Vardı da ne demek? Şimdi yok mu yani? Oda mı öldü demek istiyorsun?" "O kadarını bilmiyorum beyim. Anlayın işte, bu mesele bi raz karışıktır." "Anlamadım, nesi karışık?" "O geceden sonra Şinasi Efendinin oğlu da sırra kadem bastı." "Yahu Halit, şunu adam gibi anlatsana. Nedir bu mesele?" işçim yutkunmaya devam ediyordu. Güçlükle ve kül gibi grileşmiş bir çehreyle mırıldandı. "Beyim kusurumu bağışlayın ama siz o evi neden görmek istiyorsunuz, sorabilir miyim? Yoksa o araziyi almak mı niyeti niz?" "Yoo... Neden sordun?" "Selim usta size söylemeliydi... Anlaşılan korktu. O yüz den beni sizinle yolladı." "Ne anlatmaya çalışıyorsun yahu sen? Selim bana neyi söy lememiş olabilir k i ? " "Beyim o ev tekinsizdir. Evin uğursuzluğunu orada yaşa yan cümle âlem bilir. Kaç kişi görmüştür." Kendimi tutamayarak patladım. "Çıldırtma beni yahu. Söylesene neyi görmüşlerdir?" "Evin içinde dolaşan hayaleti. Hortlağı yani..."
63
Mehmetcan I
Bu kez kendimi tutamayarak bir kahkaha attım. "Hortlağı mı? Yani o evin içinde hayalet mi dolaşıyor?" "Öyle gülmeyin, beyim. Siz inanmıyor olabilirsiniz ama bizim oralarda Şinasi Efendinin hayaletini gören çok insan vardır." Gülmeyi kestim.
Ne diyebilirdim ki? Sonuçta bunlar eğitimsiz, cahil insan lardı; abuk subuk tevatürlere böyle hortlak hikâyelerine inan maya çok müsait kişilerdi. Benim sustuğumu görünce o devam etti ürkerek. ; "Siz o evin hikâyesini hiç duymadınız mı?" i "Hayır," dedim. "Neymiş hikâyesi?" \ Halit durakladı yine bir an. Hemen cevap vermedi, sonra neden o evle ilgilendiğimi merak edercesine göz bebeklerinin içinde kuşku ve endişe ile mırıldandı. "Orada bir cinayet işlendi ve öldürülen kişinin bedeni de hortlayarak geri döndü." Cehaletin insanoğluna verdiği zararı başka hiçbir güç iras! etmemiştir. Yirmi birinci yüzyılda hâlâ hortlak, hayalet hikâyelerine inanmayı havsalam almadığı için meseleyi daha fazla uzatmanın anlamı yoktu, Sadece burukluk hissettim içim de; hizmetlerinden ve çalışmalarından memnun olduğum iki işçiırjin cehalet düzeyleri böylece ortaya çıkmıştı. Sorgu suali kestim arabayı sürmeye devam ettim. t â k i n söz konusu mahalle yaklaştıkça Halit'in tedirginliği nin arttığını görüyordum. "Yaklaştık mı?" diye sordum bir süre sonra. (şrenç işçim kısık ve ürkek bir sesle, "Evet, beyim," dedi. "Şu Çatallı yolu geçtikten sonraki ilk tepenin arkasındadır o ev." | "Yanılmış olmayasın, buralarda başka ev filan yok." "Yoktur zaten. O ev ufak vadinin arasında tek basınadır. Kimse o uğursuz evin civarında toprak filan almaya kalkışmamıştırj Sorabilir miyim, siz neden o evle ilgileniyorsunuz?"
64
Mehmetcan
Böyle kara cahil bir adama babamın verdiği sözden bahset menin anlamı yoktu tabii, sorusunu geçiştirmeye çalıştım. "Sen işin orasını boş ver," dedim.
Çatallı yol kavşağına gelmiştik. Halit birden kendini zorla yarak mırıldandı. "Beyim," dedi yine o korkak ses tonuyla. "Söyle." "Beni bağışlayın ama ben burada arabadan insem olur mu? Ya da sizi burada arabanın içinde beklesem. Zaten şimdi ki rampa çok çamurlu ve diktir. Arabanıza yazık olur. İlle de o evi görmek istiyorsanız tepeye yayan çıkın." Bir daha sırıttım. "Yoksa o eve benle gelmeye korkuyor musun?" Hiç tereddüt etmeden, "Evet," dedi. işçimi zorlayacak değildim ya, "Peki," diyerek arabayı dur durdum. "Sen burada beni bekle. Madem evin o kadar yakınına geldik, bana son bir tarif ver, ben bulurum." Halit'in yüzü sapsarıydı. Eliyle sağımızda yükselen çamurlu yolu gösterdi. "Şu tepe yi aşar aşmaz evi göreceksiniz," dedi. Yolun başlangıcı cidden çamur deryası gibiydi. Yepyeni B M W i o batağın içine sokmanın anlamı yoktu. Motoru kapat tım, Halit'e beni burada beklemesini söyleyerek arabamdan in dim. Önümde çamur deryası içinde dik bir yol uzanıyordu...
Seke seke, mümkün olduğunca çamura batmadan tırman maya başladım. Ama ne olduysa işte o an oldu. Birden beynimin zonklamaya başladığını hissettim, içimi garip bir ürküntü kap ladı. Önce ne olduğunu kavrayamadım, ama sonra belirgin bir şaşkınlıkla çevremdeki bayırın ayak değmemiş yerlerinde fışkı ran yeşil yabani çimlerine, az ilerde yan yana duran yapraklan
65
Mehmetcan
sararıp dökülmüş at kestanesi ağaçlarına ve özelliklede çamurlu yola takılıp kaldı gözlerim.
Sanki burayı tanıyordum, daha evvel gelmişim gibi bir hisse kapıldım. Ama nasıl olurdu, mesleki bir alışkanlıkla daha önce gördüğüm arazileri hiç unutmazdım. Sonra içimi kaplamaya başlayan o ürküntünün sebebi neydi? Botlarım çamura saplanmış bir şekilde yolun tam ortasında durdum. Aklıma gelen ihtimal yüreğimi dondurmuştu... Lâkin böyle bir şey olamazdı; düşündüğüm şey Halit'le Selim'in inançları kadar saçmaydı. Az önce onlara gülmüş, bu devirde gösterdikleri cehaletle içimden alay etmiştim. Ama şim di yolun tam ortasında durmuş, ilerleyemiyordum. Yanılmama imkân yoktu. Ben kaç kere bu çamurlu yolda rakibim ve düşmanım olan o iblis yaratıkla bu parkurda yarış mıştım. Burası gördüğüm kâbusların mekanı, o harap iki katlı eve giden yoldu. Tepeyi tırmanırsam o berhaneyi göreceğimi biliyordum. Tek fark o yarışı geceleyin kâbusum da yapmış ol mamdı. Vücudumu şiddetli bir titreme almıştı. Korkudan sarsılıyor dum. Yine de beynim bu gerçeğe isyan ediyordu. İmkânsızdı. Yanılıyor olmalıydım. Belki de bana anlatılanların farkına var madan tesirinde kalmış, anlamsız bir şekilde lânetli olduğu iddia çdilen ev ile gördüğüm karabasanlar arasında bir rabıta kurmak zayıflığını göstermiştim. Başka izahı olamazdı. Kâbuslarımla gerçeği karıştırmamın açıklaması olamazdı. Emindim, tepeyi tırmanıp aşağıya bakarsam o zamana ka dar hiç görmediğim eski bir bina ile karşılaşacaktım. Aklım ve mantığım bunu söylüyordu. Fakat hâlâ yola devam edemiyor dum. Taş gibi kalmıştım yolun ortasında. Şiddetli yağmur devam ediyordu. Sırılsıklam ıslanmıştım. İçimde şiddetlenen korkuya rağmen bir an arabanın içinde otu ran Halit aklıma geldi. Şimdi BMW'nin rahat ve emniyetli koltu-
66
Mehmetcan ğunda neden yola devam etmediğimi düşünüyor olmalıydı. Yo luma devam etmekten beni alıkoyan sebebi bilmesi imkânsızdı ama korktuğumu düşünebilirdi.
Islanmış saçlarımdan, alnımdan şıpır şıpır yağmur damla cıkları aşağıya yüzüme akıyordu. Sonsuza kadar böyle yerime mıhlanmış kalamazdım. Benim ki bir yanılgı olmalıydı; mutlaka o gördüğüm karabasanların etkisindeydim ve bundan kurtul mamın tek yolu, hızla tepeye tırmanmam ve karşıma çıkacak o lanet evin kâbusumda gördüğüm yer. olmadığını anlamamdı. Bu benzetmeden ancak gerçeği gördüğüm zaman kurtulabilirdim. Birden içinde bulunduğum çamur deryasında hızla ileriye atıldım. Şimdi deli gibi koşuyor, tepeye varmaya çalışıyordum. O esnada çevreden geçen biri olsa hakikaten tozuttuğumu sa nabilirdi. Ama hiçbir şey umurumda değildi; bacaklarımdaki olanca güçle koşmaya başlamıştım. Yine de kâbusumda yaşa dığım o yarışmanın etkisinden kurtulamıyordum. Bu koşuyu kim bilir kaç kere yapmıştım uykumda. O zamanda yorgunluk hissederdim fakat gündüz gözü ve uyanıkken yaptığım bu koşu, rüyalarımdakinden çok daha zordu. Daha tepeye yaklaşamadan soluk soluğa kalmıştım. Her adım atışımda botlarıma yapışan çamurlar beni zorluyordu. Her an yuvarlanabilirdim de.
Sonunda tepeye vardım. Korkudan aşağıya bakamıyordum. Göreceğim manzara bende yeni bir nöbet yaratabilirdi. Dehşetle aşağıya baktım ve sonra gözlerimi yumdum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bir an inanmak istemedim. Karşıma çıkan harabe tıpatıp kâbuslarımda gördüğüm evdi. Ahşap viranenin ayırt edebildi ğim tek farkı üst kattaki odanın ışığının yanmamasıydı. Elimde değildi artık; her an elinde hançeriyle yüzü olmayan düşmanımın da çevremde benle yarıştığını ve eve benden önce
67
Mehmetcan
girmeye çalıştığını düşünmeye başladım. Tepenin üstünde deh şete kapılarak onu aradım. Yoktu öyle biri. Veya ben onu göremiyordum çevremde... İyice sapıtmaya başlamıştım. Şimdi gözlerim fıldır fıldır, yuvalarından fırlayacak gibi onu arıyordum. Her an, hiç umma dığım bir yerden ortaya çıkma riski vardı. Şaşkınlıktan muhake me gücümü iyice yitirmiştim. Acaba aşağıya inip o eve girersem, Derya'yı o üst kattaki odada, çırılçıplak bir halde uzun ensiz masanın üzerinde bağlı olarak bulacak mıydım? 1 Bunu düşünmem bile saçmaydı. i Şu an Derya'nın Şişli'deki modern bürosunda üstlendi ği iyeni projenin çizimleriyle meşgul olduğunu kabul etmem lâzjimdı. Bu lânetli evde bulunmasının imkânı yoktu. Ama süngerleşmiş beynime bunu kabul ettirmem de mümkün gözükmü yordu. İnanılmaz bir endişe ruhumu yakıp geçiyordu sanki. O harap evin içine girip üst kata çıkarsam, Derya'yı orada ölümü beklerken bulacağımı sanıyordum. Her şey kâbusumdaki gibiydi. Dayanamadım sonunda. Tepeden aşağı o balçık çamur der yasının içinde düşe savrula yıldırım hızıyla koşmaya başladım. Kesinlikle davranışlarımda şuursuzdum artık. Âdeta çıldırmış gibiydim; rüyalarıma musallat olan görüntülerin hiç ummadı ğın! bir anda gerçek olarak karşıma çıkması her türlü kontro lümü yitirmeme yetmişti. Meyilli yolu nasıl indiğimi hatırlamı yordum. Sonunda vâdi arasındaki uğursuz evin kapısındaydım artık... Hayret, uğursuz evin kapısı bile düşlerimdeki haliyle ara lıktı. İçeri girmeden önce kısa bir an durakladım. Rüyalarımda hep kapıyı bir tekme ile ardına kadar açardım. Ama bu kez öyle yapmadım. İçimi bir ürperti kapladı, çünkü bu bir rüya değildi. Düşlerime musallat olan yüzsüz adam kesinlikle benim düşma-
68
Mehmetcan
nimdı ve amacı sevgilimi öldürmekti. Bu defa bana bir tuzak da kurmuş olabilirdi. Aklım yeterince çalışmıyordu şu an. Ama bunun bir şevki tabii, beni içine çeken bir güç oldu ğunu sezinliyordum. Garip bir şey buraya gelmemi, içeriye gir memi istiyordu. Derin bir soluk aldım. Nefesimi çekerken sanki bütün ciğerlerim yandı. Parmaklarımın ucuyla aralık duran ka pıyı hafifçe ittim. Tahta kapı gıcırdayarak aralandı. İçerisi oldukça loştu. Ürkerek bir göz attım antreye. Bom boştu; içeride en ufak bir eşya dahi yoktu. Evin içinde dönüp duran soğuk bir hava cereyanı yüzüme çarptı. Ev gerçekten bir viraneydi. Camlar kırık, panjurlar sökük olduğundan içinde so ğuk rüzgârlar sirkülasyonlar yaratıyordu. Birkaç saniye bekledim. Derin bir sessizlik hâkimdi evin içinde. Bu sessizliği iyi biliyordum. Araladığım kapı içerde esen rüzgârın etkisiyle yine yüzüme doğru geldi. Bu defa elimi uzatıp kapanmasına engel oldum. Daha sonra da ürkerek içeriye bir adım attım.
Rüya âleminden hatırladığım şeylerin aynen karşıma çık ması çok şaşırtıcıydı. Tüylerim diken diken olmuş etrafı inceli yordum. Birden farkına vardım; gördüğüm kâbuslar sırasında evin antresi hiç bende açık bir ânı bırakmamıştı, burası daima karanlık olurdu. Tek hatırladığım sağ taraftaki üst kata çıkan merdivendi. Her seferinde Derya'ya bir an önce kavuşmak için çılgın gibi o merdivene atılırdım. Sanki bir yüz metre koşusu nun finalinde ipi göğüsleyeceğim son on metresi gibi. Evin girişi bütün harap görünüşüne rağmen aydınlıktı. Yıl lardır metruk kaldığı her halinden belliydi. Kapılar çürümüş, yerdeki tahta kaplamalar bazı yerlerde çökmüştü. Uğursuz sa-
69
Mehmetcan
yılsa da bazı meçhul kişiler tarafından talan edildiği aşikardı. Girişte fazla oyalanmadım. İçimdeki korku beni üst kata çekiyordu. Ne var ki bu defa basamakları gayet ağır ağır çıktım. Herhalde çatıdaki kiremitler delinmiş olduğundan evin bazı yerlerine kevgir gibi tavandan yağmur damlaları süzülüyordu. Basamaklardan bir kaçı da yağ murdan nasibini almıştı. O basamaklara özellikle basmamaya dikkat ettim; her an göçebilir ve bir kazaya uğrayabilirdim. Son basamağı da çıkınca durdum. Rüyalarımda Derya'yı bulduğum o oda hemen sağımdaki ilk kapıydı. Bütün odaların kapısı gibi o da açıktı. Nefesimi tuttum. Buraya kadar inanılmaz bir şaşkınlık ve merakla gel miştim. İçimde izahta zorluk çektiğim dayanılmaz bir eziklik vardı. Sanki asıl çarpıcı şeyi o açık duran kapının eşiğine gelince görecekmişim gibi bir hisse kapılmıştım. Gerçekle karşılaşmaya korkuyordum. Ama diğer yandan beynimin hâlâ doğru düzgün çalışan bir yanı bana gerçeğin ne olduğunu soruyordu. Bir pa nik içinde olduğumu kabul ediyordum; hayatımda hiç görme diğim bu havalinin ve buradaki metruk evin rüyalarıma aynen girmesi mantıkla açıklanamazdı. Bu meselenin henüz çözeme diğim mâkul bir yanı olmalıydı. Bunca senedir aldığım müspet ilimler böyle bir vakıayı kabulüme maniydi. Ben ise ilmin izah ödemeyeceği bir şeye inanamazdım. Derin bir nefes daha aldım. Sonra ürkerek başımı oda kapısından içeriye doğru uzat tım. Tüylerim bir kere daha diken diken oldu. İçerde ne Der ya vardı, ne de yüzü görünmez katil adayı. Ama o dar ve kalın ayaklı tahta masa bütün vahşiliği ile duruyordu. Masayı görünce bir an bayılacağımı sandım. O masa kâbuslarımın en can alıcı unsurlarından biriydi. Her seferinde onu görüyordum. Çok garipti, evde bırakılmış hiçbir şey kal mamasına rağmen o masaya kimse dokunmamıştı. Çok anlamlı değil miydi bu durum?
70
Mehmetcan
Gerçi sevgilimin bağlandığı ve üzerinde yatırıldığı masa, son derece kaba saba, sanki eline ilk defa marangoz âletleri al mış biri tarafından yapılmış intibaını veriyordu, ama ne acı ki rüyalarımda gördüğüme tıpa tıp benziyordu.
Sırtımı sıvaları dökülmüş duvara yaslayıp bir süre soluklan dım. Gözlerimi ortadaki kocaman masadan çekip alamıyordum. Sonra birden hatırlamış gibi bakışlarımı tavanda olması gereken çıplak ampulü görmek istercesine kaldırıp baktım. Hayrettir, fakat ampulde yerli yerindeydi. Yeniden delicesine bir meraka kapıldım. Kâbuslarımda, çok uzaktan, daha o çamurlu tepenin başına geldiğimde bu odada o lambanın yandığını görürdüm. Fakat işçilerimin iddiasına göre bu evde senelerdir oturan kimse olmadığına göre elektrikler de Çoktan kesilmiş olmalıydı. Başımı çevirip hemen yanı basımdaki elektrik düğmesine baktım. Acaba düğmeye uzanıp çevirirsem lamba yanacak mıydı? Kendimi tutamadım kolumu uzatıp titreyen parmaklarımla £ski tip komandatörü çevirdim. Lamba yanmadı. Elektrik kesik ^İmalıydı. Aslında çok da doğaldı bu; senelerdir bu evde kimse yaşamadığına göre haliyle cereyanlar da kesik olacaktı... Tu haftır, her şey rüyalarımdaki şekillere çok uygun düştüğü için, ıkedense tavandaki o çıplak ampulün de yanacağını düşünmüş tüm... I Derya'yı bu odada bulmamam o kadar tabii bir netice idi kL elimde olmadan ve ilk defa gülümsemeyi becerdim. Kendimi biraz toparlamaya başlamıştım. Olayın esrarını henüz çözmüş cfcğildim ve bir yorum da getiremiyordum. Rüyalarımda görcjüğüm ve yaşamımı zindan etmeye başlayan sanrılarla burası tipatıp uyuşuyordu. Kendi kendime mırıldandım, olmaz, ger çek olamaz bu yaşadığım, ya sanrı ya da sanrıya çok yakın bir şkydi... Odadan çıktım... Kafam karmakarışıktı.
71
Mehmetcan
Gıcırtılı basamakları inerken hâlâ olaya mantıklı bir çözüm bulmaya çalışıyordum. Sokak kapısı bulduğum gibi aralıktı. Evji terk edip açık havaya çıkınca yağmur altında ıslanmama aldırmadan bir süre öylece durdum. Düşüncelerimi bir hizaya sokmaya çalışıyordum ama nafile idi, aklıma makûl hiçbir çö z ü m gelmiyordu. Arabama ulaşmak için çamurlu yola daldım. Tepeye vardığımda BMWmi görmek gerçek hayata dönüşün bir işareti gibi geldi bana. Acaba arabada dönüşümü bekleyen Halit üzerimdeki garipliği, yüzümdeki anormal ifadeyi anlaya cak mıydı? Halit hiç umurumda değildi, çamurlara bata çıka aşağıya indim. Hızla kâbuslarımı çağrıştıran bu viraneden uzaklaşmak istiyordum...
I
72
Mehmetcan ; sflALlT'in gecekondusu bu civara yakın olduğundan o|nu yol kavşağında bırakmış, şantiyeye uğramaktan vazgeçerek eyime dönüyordum. Halit'ten duygularımı saklamaya gayret ettilysem de, hiç sesini çıkarmadan yüzüme garip garip bakmasın dan arabanın içinde korkuyla beni beklediğini anlamıştım. Ama acaba o ne hissetmişti? Yüzüm asık, sırılsıklam ıslaktım. Asıl önemlisi ise kireç gibi beyaza dönüşmüş yüzüm olmalıydı, işçim z^ten suratıma bakınca, o metruk ve tekinsiz evde bir şeylerin olduğunu anlamış olmalıydı. Belki benim de hortlak gördüğü mü sanıyordu, ama nezâket göstermiş, ağzını açıp tek kelime etpeyerek konuyu bir daha açmamıştı. i BMW'min içinde yalnızdım, lâkin dikkatimi yola bile veremjyordum. Bostancı civarında az daha bir arabaya çarpacaktım, muhtemel bir kazadan kıl payı kurtulmuştum. Tabii hâlâ yaşadığırn olayın etkisindeydim. Göztepe kavşağına gelince birden ka rat verdim, bu meseleyi aydınlatmak için sanırım önce babamla görüşmeliydim. Galiba sorunun düğümü bana vereceği cevapla
Mehmetcan
çözülecekti. Yanımda çalışan işçiler Şinasi Efendinin yıllar önce öldüğünü yemin billah iddia ediyorlardı; şu halde birkaç gün evvel babamı ziyarete gelen kimdi? Önce bu hususu aydınlığa kavuşturmalıydım. Babam bunamış olabilir miydi? Son zaman larda onu yeterince görmediğimden zihni melekelerinde husule gelmiş bir zayıflamayı da atlamış olabilirdim. Bazen yaşlı insan ların bunamanın ön etabı olarak, geçmişte şu veya bu nedenle yaşadıkları bir olayı veya yerine getiremedikleri bir hadiseyi be yinlerinde fazla büyüterek hal ile aralarında bağ kurmaya pek müsait olduklarını bir dergide okumuştum. Kim bilir belki ba bam da, bir şekilde yıllar önce yanında çalıştırdığı bir elemanına evini tamir sözü verdiği halde bunu unutmuş, yahut şu veya bu nedenle ihmal etmiş, şimdi de bunun üzüntüsü beynini rahatsız ediyor olabilirdi. Selim de Halit de Şinasi Efendi'nin öldüğünü iddia ettiklerine göre, adamın babamı ziyarete gelmesi madde ten mümkün değildi. Belki de bu ziyaret babamın bunamaya yüz tutmuş beyninin ona oynadığı bir oyundu. Yani aslında kimse gelmediği halde, babam eski işçisiyle görüştüğünü sanıyordu. Babamı görüp bu noktayı aydınlatacaktım. Şimdi daha sakin dü şünmeye başladıkça yavaş yavaş ufak ipuçları da topluyordum. Mesela babam bunca zaman yanında çalışan Şinasi'nin soy adını hatırlayamamış, Sarıkaya'yı oturduğu semtin adı olarak söyle mişti bana. Oysa bu semt değil, adamın adıydı. ' Göztepe'de E-5'ten sapmış, sahil kesimine doğru yönelmiş tin^ Şimdi arabayı daha temkinli kullanıyordum. Tam o sırada cepj telefonum çalmaya başladı. Arayan numaraya bir baktım, Derya idi. Sarsılmamın sesime aksetmesine engel olmaya çalışa rak (mırıldandım. "Merhaba sevgilim," dedim. | "Merhaba tatlım. Nerelerdesin? Şantiyeden ayrıldın mı?" ; Hiç bozuntuya vermedim. ; "Az evvel çıktım." "Eve dönüyor musun?"
74
Mehmetcan "Hayır, Derya. Korkarım biraz gecikeceğim." "Neden?"
"Babama uğramak zorundayım." "Hayır ola, bir şey mi oldu?" "Yok, yok," diye fısıldadım. "Bir şey yok. Sadece beni gör mek istemiş. Malum yaşlı artık ve ben de eskisi kadar uğrayamıyorum kendisine. Özlemiş olmalı." "Tabii, anlıyorum. Fazla gecikir misin?" "Sanmıyorum. Sen neredesin?" "Hâlâ büromdayım. Az sonra çıkacaktım da seni bir araya yım dedim. Bu akşam dışarıda mı yiyeceğiz, yoksa evde yemek hazırlığı yapayım mı?" Öylesine bitkin haldeydim ki, dışarıda yemek gözümde bü yüdü bir an. "Evde kalmayı tercih ederim," dedim. "Tamam, sevgilim. Ben bir şeyler ayarlarım." Derya telefonu kapatmıştı. Onun sesini duymak sanki mo ralimi biraz düzeltmişti. Arabama biraz daha gaz verdim...
Babamın salonuna girerken botlarımı çıkarmak zorunda kaldım. Pantolonum bile dizlerime kadar kurumuş çamurlarla kaplanmıştı. Saçım başım hâlâ ıslak olmalıydı. Koltuğunda oturan babam, beni bu vaziyette görünce şaş kınlıkla süzdü. "Bu halin nedir oğlum?" diye sordu. "Batağa mı gömüldün?" Gülümsemekle yetindim. "Şu senin emektar işçin Şinasi'nin söz konusu evini incele meye gittim, baba." "Allah senden razı olsun, evladım. Orayı onaracaksın, değil mı? Yaşlı babamı üzecek halim yoktu ya. "Tabii, baba," diye mırıldandım.
75
Mehmetcan Memnuniyetten gözleri ışıldarnıştı. "Ev çok mu harap?" "Dökülüyor."
"Eee, ne yapsın gariban Şinasi. Orayı tamir ettirmesi bu devirde çok zor." . Hiç bozuntuya vermeden söylendim. "Haklısın." Bir yandan da babamı bu kez çok farklı nazarlarla süzüyorduıh. Sanki feri kaçmış gözlerinde bunamanın ilk emarelerini arar gibiydim. Bir ara dikkatle kendisini süzdüğümü görünce meraklanmış gibi mırıldandı. "Bir şey mi oldu Murat?" dedi. Yine gayet sakin fısıldadım. "Ne gibi baba?" "Bilmem. Bir tuhaf bakıyorsun da yüzüme. Yoksa benden sakladığın bir şey mi var? " "Ne olabilir ki, baba?" Peder rahatlamış gibi sordu. "Evde Şinasi'yi buldun mu?" Bu nâzik bir sualdi. Yaşlı babama ne diyeceğimi bir an kestiremedim. "Hayır," dedim sonra. "Onu bulamadım." Kaşları çatıldı. ''Kahveye filan mı gitmişti? Malum o yaştaki insanlar öyle yerlerde vakit öldürürler." Artık birkaç sual sormamın zamanı gelmişti babama. ''Baba," dedim. "Bu Şinasi Efendinin soyadını hatırlıyor musun?" "Tabii oğlum, yıllardır yanımda çalışmıştı. Hatırlamaz olur muyum hiç?" "Neydi soyadı?" Peder hiç duraksamadan cevap verdi. "Sarıkaya."
76
Mehmetcan
Asıl duraklayan ben olmuştum. "Ama sen, Sarıkaya adını bana evin bulunduğu semt olarak vermiştin," dedim. "Doğrudur," dedi babam gülümseyerek. "Oraya Sarıkaya derler. Yıllar önce Şinasi'nin babası o evi yaptırırken o arazide incin top oynarmış. Yani senin anlayacağın çevrede hiç kimse yaşamazmış. Henüz iskâna açılmış bir yer değilmiş. Sonra za manla çevrede gecekondular türemiş. Bir defa ben de gitmiş tim evine. Bir tepenin ardında vadiye sıkışmış iki kadı bir ahşap evdi. Ama kesinlikle bugünün gecekondu anlayışıyla yapılmış bir yer değildi. O günün şartlarına göre ince, zarif bir mimarisi vardı. O yöreye ilk onlar yerleştikleri için sonradan o semte soy adlarmdan galat olarak Sarıkaya denmiş." "Yaa," demek zorunda kaldım. Sonra yine gözlerinin içine bakarak sordum. "Baba şu son günlerde seni ziyarete ve ver diğin sözü hatırlatmaya bizzat kendisi mi geldi Şinasi Efendi nin?" Şaşırmış gibi yüzüme baktı. "Başka kim gelebilirdi ki?" "Ne bileyim," diyerek ilgisizmiş gibi omuz silktim. "Belki oğlu filan gelmiş olabilirdi." "Oğlu mu? Şaka mı yapıyorsun Murat? Kırk yıllık adamımı hatırlamayacağımı mı sandın yoksa? Hem niye böyle bir sual sordun?" Babama emektar işçisinin yıllar önce öldüğünü nasıl söyle yebilirdim. "Eminsin, değil mi? Gelen oydu?" Bu sefer kaşları çatıldı babamın. "Ne söylemeye çalışıyorsun sen?" diye çıkıştı. "Bunca yıllık adamımı tanımayacak değilim ya." "Yok baba, onu demek istemedim. Yalnız..." Kelimeler boğazıma takıldı. Söyleyecek bir şey bulama dım.
77
Mehmetcan
"Yalnız ne?" Hemen aklıma gelen ilk yalanımı uydurdum. "Görüştüğüm kişiler, hasta olduğunu pek sokağa filan çı kamadığını söylediler de," diye geveledim ağzımın içinde. "Hasta mı? Oysa geldiğinde gayet sağlıklı görünüyordu bana," dedi. "îşte ben de onun için sormuştum. Sakın gelen kişi onun oğlu olmasın." Peder bu sefer iyice bozuldu. ! "Oğlum, bunadığımı mı sandın benim? Çok şükür zihnim yerinde, emekli adamımı tanıyacak kadar da aklım başımda." Babam böyle demişti ama ben bundan kuşkuluydum. Aksi halde durumu açıklayacak hiçbir çare kalmıyordu. Seneler evvel ölmüş bir adamın babamı ziyarete gelmesi söz konusu olamazdı tabii. Peder arkasından hemen cümlesini tamamladı. "Hem hatırladığım kadarıyla hayırsız bir oğlu vardı ve ara ları iyi değildi. Babasının semtine bile uğramazdı." Bu kez tüylerim bir kere daha diken diken oldu. Halit'ten de aynı şeyi işitmiştim. Meseleyi kapatmak istedim. ! "Her ne ise," dedim. "Sen endişelenme, ben icabına baka cağım." Peder gevşedi. "Sağ ol oğlum. Beni bir dertten kurtarırsın," diye karşılık verdi. Yanında biraz daha oyalandıktan sonra elini öpüp salon dan çıktım. Babamın emektar Çerkez hizmetkârı Cemal Efendi beni selametlemek için kapıya kadar götürmüştü. O an birden aklıma gelen soruyu sesimi kısarak ona sordum. "Cemal Efendi bir şey öğrenmek istiyorum senden," de dim; "Tabii, küçük bey. Buyurun, öğrenmek istediğiniz nedir?" "Ama bu sadece ikimiz arasında kalacak. Babama bir şey çıtlatmayacaksın." "Siz nasıl isterseniz, küçük bey."
78
Mehmetcan
Biraz endişeli bir şekilde sordum. "Geçen hafta babama eski bir işçisi ziyarete geldi mi? Adı Şinasi..." Cemal Efendi duraklayarak suratıma baktı. "Geçen hafta mı dediniz?" "Evet. Ya da beş on gün evvel?" Cemal başını olumsuzca iki yana salladı. "Hayır efendim, öyle biri gelmedi. Zaten biliyorsunuz, ba banızın ziyaretçisi artık çok azaldı. Bir Mahmut bey geliyor ara sıra, onu hatırlarsınız herhalde. Ara sıra satranç oynuyorlar." Büsbütün irkildim. Böyle diyeceği âdeta içime doğmuştu. Artık ne düşüneceği mi kestiremiyordum. "Eminsin, değil mi?" diye mırıldandım. "Tabii, küçük bey," dedi. "Öyle biri gelmiş olsa, hatırlamaz mıyım hiç?" "Sana son bir sual," dedim. "Babamın zihninde hiç gerile me hissediyor musun?" Utanarak yüzüme baktı. "Affedersiniz, yani bunama filan gibi mi demek istiyorsu nuz?" "Evet, aynen öyle." "Yo, böyle bir şey söyleyemem. Gerçi zaman zaman bazı eşyalarmın yerini unutuyor, ya da bazı kişilerin adını hatırla makta zorlanıyor ama hafızası maşallah yerli yerinde. Mahmut beyle bile mükemmelen satranç oynuyor." Cemal Efendiye başka bir şey demeden pederin evinden ayrıldım...
Kendi evime dönerken asıl benim zihnim iyice karışmıştı. Artık ne düşüneceğimi bilemiyordum. O zaman acı bir gerçek daha kafama dank etti. Benim kâbuslarımla babamın eski bir
79
Mehmetcan
işçisinin evi arasında nasıl bir bağ olabilirdi? Bunu şimdiye ka dar düşünmemiştim. Ben o adamı hayattayken bile anımsamı yordum. Ayrıca babamın beni o eve yönlendirmesinin mantıkla açıklanabilecek hiçbir yanı yoktu. Acaba babamda mı bir ha yal görmüştü? Eski işçisinin seneler evvel öldüğünü duymamış olması doğal olabilirdi, hizmet akdi bitince patronla işçi ara sındaki görüşmelerin kesilmesi de doğaldı. Hatta seneler sonra babamın o eski işçisine verdiği sözü hatırlamasını da anlayışla karşılayabilirdim, zira peder yanında çalışanlara daima şefkat ve özveriyle yaklaşmış bir patrondu. Ama ölmüş bir işçinin babamı ziyarete gelip verdiği eski sözü hatırlatması kabul edilemez bir şeydi. Hiç kuşkusuz beni en ürküten şeyde, münhasıran bana ait olması gereken kabuslarımda o evin yer almasıydı. Bunu hiç bir şekilde mantığa sığdıramazdım. 1
Yoksa asıl çıldırmak üzere olan ben miydim? Derya haklıydı galiba. Derhal bir doktora görünmem gere kecekti sanırım.
Eve geldiğimde berbat bir haldeydim. Anahtarımla kapıyı açıp içeriye girdiğimde sevgilimin beni bu halde görmesini istemiyordum. Gerçi hepimiz açık alanlarda çalıştığımız için zaman zaman çamurlara bulanmış olarak dönmenaiz olağan sayılabilirdi, ama ben rezil bir haldeydim. Kılık kıyafetimin mutlaka bir temizleyiciye verilmesi gerekecekti, in şallah Derya henüz gelmemiştir, diye geçirdim içimden. Ama kapanan kapı sesi duyulunca Derya'nın mutfaktan akseden se sini ijşittim. "Murat! Geldin mi sevgilim?" Güçlükle, "Geldim hayatım," diye mırıldandım. Mutfağın sert zeminde yürürken uzun topuklu terliklerinin çıkardığı sesleri duyuyordum. Az sonra mutfak kapısında be lirdi.! Her zamanki gibi hârika görünüyordu. Zaten Derya'nın
80
Mehmetcan
bir özelliği de, bütün gerçek anlamda güzel olan ve kendisine güvenen kadınlarda ki gibi süslenmeye ve makyaja fazla itibar etmemesiydi. Zira o en doğal haliyle bile kusursuz olduğunun bilincindeydi. Sırtına bir eşofman üstü geçirmiş, altına da üstündekine hiç uyum sağlamayan bol bir etek giymişti. Bu kı yafeti başka bir kadının üzerinde görsem dudak büker, aman ne rüküş derdim. Fakat bunu Derya için söylemem imkânsızdı. Yüzünde en ufak bir makyaj izi olmamasına rağmen, çehresi benim için gördüğüm en şahane ve çekici surattı. Etkilendiğimi görünce hemen gülümsedi. "Ne o, pek baygın baygın bakıyorsun yüzüme," dedi. "Nasıl bakmayayım? Her seferinde yüreğimi hoplatıyorsun. Sonra birden çamur içindeki halimi görünce kaşları çatıldı. "Bu halin ne kuzum? Çamur banyosu mu yaptın?" Durumu kısa özetlemem lâzımdı. "Hani babamın bir angaryası vardı ya, onarılacak bir ev. îşte onu mahallinde görmeye gittim. Yol berbattı, arabayı o ça mura sokamadım." "Ama sen batmışsın. Hadi yemekten evvel, hemen bir duşa gir," dedi. Neyse ki fazla bir şey sormamıştı. Ben de herhangi bir açık lama yapmaktan kurtuldum. Zaten ne diyebilirdim ki? Gittiğim o ev kâbuslarıma giren berhane diyemezdim ya. Doğru banyoya yürüdüm...
Sıcak su sinirlerime iyi gelmişti. Sofraya oturduğumuzda bi raz daha kendime gelmiş gibiydim. Allahtan bu akşam Derya pek konuşkandı. Konudan konuya atlıyor, gülünç şeyler anlatıyor ve konuşmanın bütün ağırlığını çekiyordu. Genellikle pek içki iç meyi sevmemesine rağmen hazırladığı iri bonfilenin yanında bir ufak şişe de kırmızı şarap açmıştı. Bir kadeh şarabın bile sinir-
81
Mehmetcan
lerime böylesine iyi geleceğini düşünememiştim. Etin yanındaki patates püresini ağzına atarken çatalı birden ağzının hizasında durdu ve anlamlı bir şekilde yüzüme bakmaya başladı. "Neyin var senin kuzum?" diye sordu. irkildim hemen. Sanırım durgunluğumu, lâfa az karıştığımı fark etmişti. Hiçbir şeyim yokmuş gibi mırıldandım. "Neyim olacak ki?" dedim. • "Geldiğinden beri somurtuksun. Bir şeye mi sinirlendin?" "Yo..." "Öyleyse bu surat niye? Anlattıklarıma bile gülmüyor sun?" j "Yanılıyorsun hayatım, sana öyle gelmiş. Benim bir şeyim yok. Olsa olsa biraz yorgunum hepsi o." Güzel mavi gözlerini yüzüme çevirip dikkatle gözlerimin içine baktı, ince ince beni süzüyordu. Sonra ahenkli sesiyle ke limelerin üzerine basa basa sordu. "Dün gece o kâbusu bir daha görmedin, değil mi?" ! Mide boşluğuma yumruk yemiş gibi sarsıldım birden. O konunun henüz açılmasını istemiyordum. Telaşla söylendim. "Hayır sevgilim, görmedim," dedim. Şayet bugün rüyalarıma giren o eve gittiğimi duysa, herhal de küçükdilini yutardı. Fakat nedense söylediklerime pek inanmamış gibi görünü yordu. "Çok yorgun görünüyorsun," dedi. "istersen bu gece daha fazla içme. Erken yatarız, bir güzel dinlenirsin. Doydunsa hadi salona geçte, sana bir kahve pişireyim." fiyi olur," diye masadan kalktım. Teklifi anlayışla karşıla mıştım. Ama yemek masasının toplanması için ona yardıma kal kışınca hemen yanıma gelip yanağıma bir öpücük kondurdu. "Benim kibar sevgilim," diye mırıldandı. "Sen doğru salo na git. Ben her şeyi hallederim, bu gece yardımda bulunmana gerek yok."
82
Mehmetcan
"Ama..." diye itiraza yeltendim, o ise hafifçe sırtımdan itti beni. "itiraz istemem. Bu gece ben sana hizmet edeceğim." Salona gidip koltuklardan birine çöktüm. Fiziksel bir yor gunluk hissediyordum, ama asıl dağınık olan bedenim değil beynimdi. Yaşadıklarımı bir türlü mantık kalıbına uyduramıyordum. Bugün olan hadise beni perişan etmişti. Gördüğüm kâbusları şu veya bu şekilde kendime açıklayabilirdim; ama babama olan hadiseyi nasıl izah edecektim? Şuurunun yerin de olduğunu hizmetkârı Cemal Efendi kesinlikle söylüyordu. Bunama devresine girmiş bir ihtiyar satranç oynayamazdı. Bu durumda babam da mı bir rüya görmüştü? Seneler evvel ölmüş işçisini gerçek hayattaymış gibi ziyaretine geldiğini nasıl açıkla yabilirdi? Ve tabii beni en ürküten nokta da tam karabasanları mın sıklaştığı bir sırada karşıma babam tarafından o evin tamiri isteğinin çıkmasıydı. Rüyalarımda gördüğüm evin gerçekte de var olması beni çıldırtma raddesine getirmişti. Elinde kahve fincanlanyla Derya içeri girince hayallerim den silkinmeye çalıştım. En azından yeni proje çalışmalarıyla ilgili bir şeyler sormak gereğini duydum. "Nasıl çizimlere başladın mı?" dedim. "Tam olarak değil. Düşündüğüm ve aklımın takıldığı bazı noktalar var. Seninde fikrini almak isterim." "Tabii, sevinirim." Derya tamamen mesleki nitelikte bazı açıklamalara baş lamıştı. Onu dinlemeye gayret ettim ama elimde olmadan dü şüncelerim başka yerlere kaymıştı, içimde hep bir korku vardı, acaba bugün başıma gelenlerden sonra yatağa yattığımda yine o lanet kabus yakama yapışacak mıydı? Az sonra sevgilimin anlattıklarından hiçbir şeyi duyamadığımı fark ettim. Aklım ta mamen başka yerlerdeydi. Bir ara yaptığı bir el işaretiyle sanki başka bir âlemden dönüyormuş gibi toparlandım. "Gel yanıma," diyordu Derya. "Kucağıma uzan."
83
Mehmetcan
Hemen yerimden fırladım, sevgilimin oturduğu büyük ka nepeye uzanıp başımı dizlerine dayadım. Şefkatle saçlarımı ok şamaya başlamıştı Derya.
Bir an kendimi çok çaresiz hissettim. Yoksa ben gerçekten bir ruh hastası mıydım? Neler oluyordu bana? Başıma gelen lerin bir açıklaması olmalıydı ve bunların ciddi izahını galiba ancak bir ruh hekimi yapabilirdi. Bu korku ile sevgilimin göğsümde duran elini avuçlarımın içine aldım, iyi ki hayatımda Derya vardı; kafası işleyen, ileri görüşlü, aydın ve bu tür safsatalara pabuç bırakmayan cesur bir kız; Zaten sıkıntılarımı duyar duymaz bir psikiyatra görünmemi de ilk söyleyen o olmuştu. Bu kez tavsiyesini yerine getirecek tin^ zira bu gidişat hiç de hoş değil gibi geliyordu bana. Avucumun içine aldığım elini minnet duygumu sessizce ifade etmek için sıktım. O da eğilip dudaklarını alnıma değdirdi. i "Seni çok seviyorum," diye fısıldadım. "Ben de seni hayatım," dedi. "Ne zaman evleneceksin benimle?" Her kızın aksine bu suali ne zaman sorsam tepki verirdi. Çiftlerin birbirlerini yeterince tanımadan yaptıkları evliliklere hep karşıydı. Ona göre evlilik, anlayış, saygı ve sevgi üzerine kurulmalıydı. Gençlik yıllarındaki geçici heyecanlar tükenince evliliğin çekilmez bir cendere olduğuna inananlardandı. Suali me, ne acelen var, zaten evli bir çift gibi yaşamıyor muyuz diye karşı}ık vereceğini sanmıştım. Ama bu defa öyle söylemedi. Bir süre sessiz kalarak saçlarımı okşadıktan sonra sakin bir şekilde mırıldandı. 'jDün gece niye anneme gittim, biliyor musun?" dedi. Bu sorusunun altında evliliğimizle ilgili bir sorunun yattı ğını sezinlemiştim fakat anlamamış gibi davranarak omuz silktim.
84
Mehmetcan "Herhalde özlemiştin, değil mi?" dedim. "Yalnız o değil," diye mırıldandı. "Ne peki?"
"Anneme konuyu açtım." "Öyle mi? Ne dedi annen?" Aslmda kızının hayatındaki erkekle asıl evlenmesini isteyen annesiydi ve bunda da haklıydı kadıncağız. Onunla tanışmış, hatta iki kere dışarıda yemek yemiştik. Muhterem, tadı bir ka dıncağızdı. Ona hemen kanım ısınmıştı. Emekli bir öğretmendi. Derya'nın da babası vakitsiz ölünce kızını tek başına yetiştir mişti. Başka çocuğu da olmadığından hayatının temel direği kızı olmuştu. Kadının verdiği cevabı çok iyi tahmin ediyordum. Ayrıca bu tür birlikte yaşamamızdan da memnun değildi, şayet birbirimizi seviyorsak bir an önce evlenmemizden yanaydı. "O adamdan hemen ayrıl dedi." "Ne?" Duyduğuma inanmamış gibi sevgilimin yüzündeki ifadeyi görmek için gözlerini aramıştım. Herhalde benle şaka yapıyor du. "Ciddi olamazsın," dedim. "Annen öyle bir şey söylemez." "Söyledi ama." Başımı hemen dizlerinden kaldırıp bu kez endişeyle yüzü ne baktım. "Neden ama?" "Senin çok dik başlı, inatçı, hep bildiğini okuyan biri oldu ğunu, beni üzdüğünü, isteklerimi hiç dikkate almadığını ifade etti." "inanmıyorum. Yalan söylüyorsun. Annen öyle şeyler de mez." "Niye yalan mı? Hâlâ bir doktora gitmiyorsun mesela..." Şaka yaptığını anlamıştım ama yine de bir an paniğe kapılır gibi olmuştum. "Hain!" diye homurdandım. "Az kalsın beni inandırıyor dun."
85
Mehmetcan
Beni omuzlarımdan bastırarak, "Yat dizime yine," diye söylendi. Bu defa yüreğim rahatlayarak tekrar başımı dizlerine koydum. "Sahi," diye fısıldadım. "Annen nasıl karşıladı evlenme is teğimizi?" "Ne desin? Memnun oldu, hatta çocuklar gibi sevindi. Ka rar vermekte geciktiniz bile dedi. Benim acele etmediğimi anla yınca, çıkıştı üstelik." "iyi etmiş." Yattığım yerden gözlerinin içine bakıyordum. Yüzünde ha fif bir gölgenin hasıl olduğunu görünce sordum. "Eee, başka bir sorun mu var?" dedim. "Bilmem." "Ne demek bilmem? Söylemediğin başka bir şey mi var?" "Sadece merak ediyorum." "Neyi?" diye sordum. "Beni babanla ne zaman tanıştıracağını." Babamın konusunun açılması ister istemez beni heyecan landırmıştı. Birkaç saniye karşılık vermeden suskun kaldım. Ne diyöceğimi kestiremedim. Cevabımın uzadığını görünce mırıl dandı. " Yoksa beni babanla tanıştırmayacak mısın? " "Olur mu canım, öyle şey... Tanışacaksınız tabii..." S"Ne zaman peki?" "Yakında," dedim... "En yakın tarihte.
86
Mehmetcan
Beni omuzlarımdan bastırarak, "Yat dizime yine," diye söylendi. Bu defa yüreğim rahatlayarak tekrar başımı dizlerine koydum. "Sahi," diye fısıldadım. "Annen nasıl karşıladı evlenme is teğimizi?" "Ne desin? Memnun oldu, hatta çocuklar gibi sevindi. Ka rar vermekte geciktiniz bile dedi. Benim acele etmediğimi anla yınca, çıkıştı üstelik." "iyi etmiş." Yattığım yerden gözlerinin içine bakıyordum. Yüzünde ha fif bir gölgenin hasıl olduğunu görünce sordum. "Eee, başka bir sorun mu var?" dedim. "Bilmem." "Ne demek bilmem? Söylemediğin başka bir şey mi var?" "Sadece merak ediyorum." "Neyi?" diye sordum. "Beni babanla ne zaman tanıştıracağını." Babamın konusunun açılması ister istemez beni heyecan landırmıştı. Birkaç saniye karşılık vermeden suskun kaldım. Ne diyöceğimi kestiremedim. Cevabımın uzadığını görünce mırıl dandı. " Yoksa beni babanla tanıştırmayacak mısın? " "Olur mu canım, öyle şey... Tanışacaksınız tabii..." l"Ne zaman peki?" "Yakında," dedim... "En yakın tarihte..."
86
Mehmetcan VjlNE o tepenin üzerinden berhaneye bakıyorum. Fakat bu sefer hiç acelem yok, koşmuyorum, soluk soluğa da değilim. Yağmur da yağmıyor. İnip çıkarken her zaman çamur içinde gör düğüm yol bu kez zümrüt yeşili yeni fışkırmış çimenlerle kaplı baştan başa. Her taraf taze otlardan yayılan hayat ve canlılık ve ren kokularla dolu. Huzurluyum. Etraf bomboş. Taze bahar havasını derin derin içime çeki yorum. Bir çocuk kadar neşeliyim. Bu kez hiç acele etmeden ağır adımlarla yeşil çimlerin arasına dalıp bayırdan aşağıya inmeye başlıyorum. Bahar bütün ihtişam ve canlılığı ile kendisini hisset tiriyor. Otların arasında taze sürgünler gibi fışkırmış kızıl gelin cikler, beyaz papatyalar var. Mutluluğumu ve coşkumu doyasıya yaşıyorum. Islıkla sevdi ğim bir melodiyi çalıyorum. Nasıl olsa acelem yok, zamanım bol, yere eğilip açan yabani çiçekleri kopartıyorum. Onlardan sevgili me bir buket yapıp vereceğim. 89
Mehmetcan
Sevgilimin henüz gelmediğini biliyorum. Ama gelmesi yakındır. Birkaç dakikaya kadar o da bir yerler den ortaya çıkacaktır.
Onu özlediğimi duyumsuyorum... Hatta bir an evvel ortaya çıkması için yüksek sesle, "Derya," diye adını yüksek sesle esen rüzgâra karşı bağırıyorum. Acaba beni duyuyor mudur diye aşağıdaki evin pencerelerine gözlerimi dikip bakıyorum. Geleceğimi biliyor, belki de bana bi raz daha güzel görünmek için süsleniyor da olabilir şu anda. Oysa buna hiç ihtiyacı yok; ben onu her haliyle güzel buluyor ve deliler gibi seviyorum... Şimdi bayırdan aşağıya iniyorum. Elimde topladığım çiçek lerden iki küme var. Birinde kıztl gelincikler, diğerinde ise beyaz papatyalar. Parmaklarımda ıslak otlar arasından çiçekleri kopa rırken bulaşan nemi bile hissediyorum. Islığım hiç kesilmiyor. , Eve yaklaşıyorum iyice... Ama hiç şaşırmıyorum, o yıkık dökük berhane, şimdi karşım da tam bir kâşane gibi duruyor. Görkemli ve son derece bakımlı bir ev. Sanki Allah'ın bu ıssız yerinde sırf orası için inşa edilmiş muhteşem bir konak... Gururlanıyorum. Burası sevgilimle buluşacağım aşk yuvamız, paha doğrusu, ben öyle sanıyorum. Bundan Önce de burada Derya ile sevişip sevişmediğimizi hatırlamıyorum, ama onunla buluşmak için özellikle burayı seç tiğimize eminim. Q da burada olacak. Belki de çoktan benden önce gelmiştir bile diye düşünüyorum. Oymalı, vernikli, ağır ahşap kapının önünde duruyorum. Tam.kapı kanadının ortasında eski tip kalın, ağır bir kapı tokma ğı mevcut. Elim tokmağa uzanıyor. Ama çalmama gerek kalmı yor. Kapı yüzü olmayan bir uşak tarafından açılıyor.
90
Mehmetcan Hayrettir, uşağın yüzünün olmaması beni ürkütmüyor da. Sadece bir kumaş perde gerilmiş tına bakıyorum büyük bir rahatlıkla. Uşağın sesi gayet net duyuyorum ama beyaz kumaş gerilmiş yerde ne buruşma, ne de bir hareket var.
hiç şaşırtmıyor, gibi olan sura çıkıyor, bu sesi ağzının olduğu
"Hoş geldiniz Murat Bey," diyor adam. "Hanımefendi sizi odasında bekliyor." Acaba sevgilim, niye beni aşağıya inip karşılamadı, diye dü şünüyorum. Ama anılarım silik; bundan önceki buluşmalarımız da beni nerede ve nasıl karşıladığını bir türlü toparlayamıyorum. Pek de önemsemiyorum... Şimdi tertemiz bir antredeyim. Yerler cilalı parke. Mis gibi bir koku yayılır etrafa. Kokuyu çıkaramıyorum, pahalı bir parfüm de olabilir, ucuz hava temizle yicisi sıradan spreylerden biride. Sanki buraya ilk defa giriyormuşum gibi etrafa bakmıyorum. Her şey bana yabancı. Bir çelişki içinde olduğumun farkındayım, ama durumu kav rayamıyorum. Holün orta yerinde ufak antika bir masa mevcut. Üzerinde taptaze iri sarı çiçekler var. Çiçeklerin ne olduğunu an lamıyorum, ama benim çayırda topladığım çiçeklerden çok daha güzel. Utanıyorum birden. Elimdeki çiçeklerin birden Deryaya lâyık olmadığını hissederek bana kapıyı açan uşağa uzatıyorum, bunları çöpe atın diye. Adam elimdeki çiçekleri hemen alıyor. Tam o sırada yanımda uzun etekli elbisesiyle bir kadın hizmetkâr beliriyor. Şaşkın bir şekilde ona bakıyorum. Onun da yüzü yok. Tıpkı uşak gibi suratına bez parçası gerilmiş. "Beyefendi, lütfen beni takip edin," diyor. İtiraz etmiyorum. Kadın hizmetkârın peşine takılıp sağ taraftaki bakımlı ve tam orta yerine yol halısı serilmiş basamakları çıkmaya başlıyo-
91
Mehmetcan
ruz. Yüzü olmayan kadın hizmetkâr iki basamak önümden mer divenleri çıkarak bana yol gösteriyor. Artık kalbim hızlı hızlı atmaktadır. Heyecanım doruğa çıkı yor. Az sonra sevgilime kavuşacağım. Nefes nefeseyim. Suratı olmayan hizmetkâr kadın içeri girmem için odayı işaret ediyor. Fakat tam odaya adımımı atacağım sırada hafifçe kolumdan tutup, "Dikkat edin beyefendi, içerde size bir tuzak kurulmuş olabilir," diye fısıldıyor kulağıma. Donup kalıyorum. Şaşkın şaşkın olmayan yüzüne bakıyo rum. Ne demek istiyor acaba bu hizmetçi? Ama kadının yüzü yok ki, çehresinden en ufak bir izlenim elde edemiyorum. Sonra hizmetçi kadın birden gözden kayboluyor. Onu göre miyorum artık. Sanki buharlaşıp uçmuş gibi yok oluyor kadın... Nefesimi tutuyorum. Hizmetçiyle ilgilendiğim yok. Hafif aralık duran kapıya bakıyor, içerden sesler duymak istiyorum... Odadan akseden en ufak bir seda yok... Merakım galip geliyor sonunda. Parmaklarımın ucuyla ara lık duran kapıyı itiyorum. Gözlerim kamaşıyor önce. İçerde yo ğun bir aydınlık var, ama bu ne güneş ne de elektrik ışığı. Hiç bilmediğim şiddetli bir parlaklık. Sanki flaş patlamasının doğur duğu kör edici cinsten, insanın göz kapaklarını kapatmaya zorla yan türden bir şey. Bakamıyorum etrafa. Sonra, Derya'nın sesini duyar gibi oluyorum. "Geldin mi, Murat?" diye soruyor. Başımı sesin geldiği yöne çeviriyorum ve yavaş yavaş göz kapaklarımı aralıyorum. Çevremdeki yoğun aydınlık azalırken nutkum tutuluyor, gördüklerime inanamıyorum. Biricik sevgilim çırılçıplak halde ve bir adamın kolları arasında ayakta duruyor. Dehşete kapılmış vaziyette sevgilimi kucaklayan adamı tanımaya çalışıyorum. Ama bu evde olan herkes gibi adamında yüzü yok. Sadece bir beyaz bez parçası gerili yüzüne... Ama tüylerimi asıl diken diken
92
Mehmetcan
eden şey Derya'nın çehresinde yakaladığım mutluluk havası... Rahat, kaygısız ve huzur içinde... Adamın boynuna doladığı elinden birini kaldırarak uzun ve bakımlı parmaklarıyla bana, "Gel, gel," diye işaret ediyor. Yerim den kımtldayamıyorum. Olamaz, diye inliyorum sadece. Derya bana ihanet edemez, diye geveliyorum içimden. Ama hayal kı rıklığımı ifade eden kelimeler bir türlü dudaklarımdan dökülmü yor. Yalnızca sersemlemiş bir şekilde onlara bakıyorum. "Gel, sen de bize katıl," diye fısıldıyor Derya. Bu çağrıya hiçbir anlam veremiyorum. Nasıl olur, hayatımın tek değer verdiğim kadını, nasıl beni böyle ahlâksız ve şerefsiz bir sevişmeye davet eder diye köpürüyorum. Fakat hâlâ hareketsizim. Bir an odadan hızla çıkıp gitmeyi düşünüyorum, lâkin sanki bacaklarıma pranga vurulmuş gibi kımtldayamıyorum. Beni en fazla rahatsız eden şey de sevgilimin yüzündeki mutluluk ifadesi. İri mavi gözleri duyduğu zevkten kayıyor âdeta. Sanki orgazma varmak üzere. Başı hafifçe arkaya kayıyor, uzun saçları arkaya kayıyor. Odanın tam orta yerinde, ayakta ve bir ağaç gibi duruyorlar. Yüzü görünmeyen adam şimdi bir yandan ritmik hareketlerle se vişmeyi sürdürürken bir yandan da Derya'nın geri kayan boynu nu durmadan öpüyor. Hiddetim doruklara ulaşıyor. Ama bu kez kime kızdığımı bilemiyorum. İçimden nefret taşıyor. Birden olanca hızımla bağmyorum. Ama bu kez sesim yalnız odada değil, bütün evin içinde yankılar yaratıyor. "Yeter! Kesin artık bu rezaleti," diyorum. Derya gözlerini açıyor. Şaşkın şaşkın bana bakıyor. Yüzü olmayan adam da ilk defa sevgilimi bırakıp bana dö nüyor. Görmüyorum fakat sadece hissediyorum; alaycı bir şekilde gülümsüyor bana...
93
Mehmetcan ruz. Yüzü olmayan kadın hizmetkâr iki basamak önümden mer divenleri çıkarak bana yol gösteriyor. Artık kalbim hızlı hızlı atmaktadır. Heyecanım doruğa çıkı yor. Az sonra sevgilime kavuşacağım. Nefes nefeseyim. Suratı olmayan hizmetkâr kadın içeri girmem için odayı işaret ediyor. Fakat tam odaya adımımı atacağım sırada hafifçe kolumdan tutup, "Dikkat edin beyefendi, içerde size bir tuzak kurulmuş olabilir," diye fısıldıyor kulağıma.
Donup kalıyorum. Şaşkın şaşkın olmayan yüzüne bakıyo rum. Ne demek istiyor acaba bu hizmetçi? Ama kadının yüzü yok ki, çehresinden en ufak bir izlenim elde edemiyorum. Sonra hizmetçi kadın birden gözden kayboluyor. Onu göre miyorum artık. Sanki buharlaşıp uçmuş gibi yok oluyor kadın... Nefesimi tutuyorum. Hizmetçiyle ilgilendiğim yok. Hafif aralık duran kapıya bakıyor, içerden sesler duymak istiyorum... Odadan akseden en ufak bir seda yok... Merakım galip geliyor sonunda. Parmaklarımın ucuyla ara lık duran kapıyı itiyorum. Gözlerim kamaşıyor önce. İçerde yo ğun bir aydınlık var, ama bu ne güneş ne de elektrik ışığı. Hiç bilmediğim şiddetli bir parlaklık. Sanki flaş patlamasının doğur duğu kör edici cinsten, insanın göz kapaklarını kapatmaya zorla yan türden bir şey. bakamıyorum etrafa. Sonra, Deryanın sesini duyar gibi oluyorum. "Geldin mi, Murat?" diye soruyor. Başımı sesin geldiği yöne çeviriyorum ve yavaş yavaş göz kapaklarımı aralıyorum. Çevremdeki yoğun aydınlık azalırken nutkum tutuluyor, gördüklerime inanamıyorum. Biricik sevgilim çırılçıplak halde ve bir adamın kolları arasında ayakta duruyor. Dehşete kapılmış vaziyette sevgilimi kucaklayan adamı tanımaya çalışıyorum. Ama bu evde olan herkes gibi adamında yüzü yok. Sadece bir beyaz bez parçası gerili yüzüne... Ama tüylerimi asıl diken diken
92
Mehmetcan
eden şey Derya'nın çehresinde yakaladığım mutluluk havası... N Rahat, kaygısız ve huzur içinde... Adamın boynuna doladığı elinden birini kaldırarak uzun ve bakımlı parmaklarıyla bana, "Gel, gel," diye işaret ediyor. Yerim den kımıldayamıyorum. Olamaz, diye inliyorum sadece. Derya bana ihanet edemez, diye geveliyorum içimden. Ama hayal kı rıklığımı ifade eden kelimeler bir türlü dudaklarımdan dökülmü yor. Yalnızca sersemlemiş bir şekilde onlara bakıyorum. "Gel, sen de bize katıl," diye fısıldıyor Derya. Bu çağrıya hiçbir anlam veremiyorum. Nasıl olur, hayatımın tek değer verdiğim kadını, nasıl beni böyle ahlâksız ve şerefsiz bir sevişmeye davet eder diye köpürüyorum. Fakat hâlâ hareketsizim. Bir an odadan hızla çıkıp gitmeyi düşünüyorum, lâkin sanki bacaklarıma pranga vurulmuş gibi kımtldayamıyorum. Beni en fazla rahatsız eden şey de sevgilimin yüzündeki mutluluk ifadesi, iri mavi gözleri duyduğu zevkten kayıyor âdeta. Sanki orgazma varmak üzere. Başı hafifçe arkaya kayıyor, uzun saçları arkaya kayıyor. Odanın tam orta yerinde, ayakta ve bir ağaç gibi duruyorlar. Yüzü görünmeyen adam şimdi bir yandan ritmik hareketlerle se vişmeyi sürdürürken bir yandan da Derya'nın geri kayan boynu nu durmadan öpüyor. Hiddetim doruklara ulaşıyor. Ama bu kez kime kızdığımı bilemiyorum, içimden nefret taşıyor. Birden olanca hızımla bağırıyorum. Ama bu kez sesim yalnız odada değil, bütün evin içinde yankılar yaratıyor. "Yeter! Kesin artık bu rezaleti," diyorum. Derya gözlerini açıyor. Şaşkın şaşkın bana bakıyor. Yüzü olmayan adam da ilk defa sevgilimi bırakıp bana dö nüyor. Görmüyorum fakat sadece hissediyorum; alaycı bir şekilde gülümsüyor bana...
93
Mehmetcan
"işte," diyor. "Sevgilin benim oldu artık. Senden intikamımı alıyorum. Ve bundan böyle her gün her gece burada sevgiline sa hip olacağım." Ağzımdan bir avaz daha kopuyor. "Hayır. Buna asla izin vermeyeceğim," diye kükrüyorum. O ise rahat ve gevrek kahkahalar atıyor. "Hiçbir şey yapamayacaksın Murat Akyol. Hiçbir şey... Ar tık ikiniz de benim esirimsiniz. Elin mâhkum. Bu sahneyi hep seyredeceksin. Sonsuza kadar..." "Delisin sen." "Asıl deli olan sensin. Önünde sonunda çıldıracaksın." Sanki ayağımdaki ağır prangalardan kurtulmuş gibi çılgınca bir hamle yapıyorum ama bütün sahne o an birden değişiveriyor. O iblis herifin elinde birden metali ışıldayan bir hançer beliriyor ve ucunu az evvel öptüğü sevgilimin gırtlağına dayıyor. Mecburen duruyorum. Adamın hiç şakaya gelir yanı olmadığım ve bana duyduğu derin kinden dolayı hançeri Derya'nın boğazına tereddüt etme den saplayacağını anlıyorum. Yapacağım bir şey kalmıyor. Çare siz sesimi kesip bekliyorum. Yüzü olmayan düşmanım zevk içinde. Sırıtmaya devam edi yor. "Korktun, değil mi? Ödün koptu... Oysa daha bu bir şey de ğil. Bekle, sabırlı ol. Daha nelere şahit olacaksın. îliklerin dona cak. Sana çektireceğim azaptan kurtulmak için ayaklarıma kapa nıp seni bağışlamam için yalvaracaksın ama elimden kurtulman mümkün değil. Ben çok acımasızımdır. " Susmuş onu dinliyordum. "Şimdi yapacaklarımı seyreyle," dedi. Kımıldamadan ona bakıyordum. Derya'da ayakta durmuş sanki ipnotize olmuş biri gibi dalgın ama görmeyen nazarlarla beni süzüyordu. Az önceki, neşeli, mutlu, orgazma ulaşmak üzere olan canlılığı tamamen kaybolmuştu.
94
Mehmetcan
Yüzü olmayan adam sevgilime dönerek kükredi. "Git, şu masanın üzerine yat." Sanki ilk defa odayı görüyordum. Dehşete kapılmış gibi oda yı inceledim. Odada sadece kaba sapa tahta bir masadan başka eşya olmadığını hayretle gördüm. Derya ise emri almış ve hiç dü şünmeden yerine getirmek hevesiyle o masaya doğru yaklaşmıştı. Çıplaklığından hiç utanmıyordu. Pervasız ve sorumsuz bir şekilde kalçalarını masaya dayayıp bacaklarını yukarıya çekti, sonra da boylu boyunca uzanıverdi. Hiç itiraz etmemişti... Ben hâlâ kımıldayamıyordum. Masaya yaklaşan suratsız iblis elindeki hançeri sevgilimin dolgun memeleri üzerinde hafif temaslarla dolaştırıyordu. Bana gücünü ispatlamak, içime korku salmak niyetindeydi. "İstersem sevgilini her an öldürebilirim," dedi. O an beynimde garip algılamalar başlamıştı. Sanki bu olayı daha farklı zamanlarda ve daha farklı boyutlarda yaşamışım gibi geliyordu bana. Aklım birden karışmaya başladı. Başımı kaldırıp tavana baktım. Tavandan aşağıya süzülecek kan damlalarını göre ceğimi sandım. Evet, buna benzer bir olaya daha şahit olmuştum. Bu melun katil sevgilimi bıçaklayıp öldürmüştü, hatırlıyordum şimdi. O zaman onla yarışmış ama bir seferinde koşuyu ben kay betmiştim. Mevsim kıştı, şimdi gelincikler ve papatyalarla dolu çim alan o zaman tam bir çamur deniziydi. O çamurlu alanda var gücümle koşmuştum. Derya'yı ikinci kere öldürmesine izin vermezdim. Ulumaya başladım. Tam bir kurt gibi... Devamlı
sarsılıyordum...
Gözlerim açım/erdi. Kâbus sona ermişti. Yine sırılsıklam terliydim. Başımı çevirip yanı başımda uyuyan Derya'ya baktım. Derin bir uykudaydı; demek bu kez rüyamda çığlıklar atmamıştım.
95
Mehmetcan Elimi alnıma götürüp biriken terlerimi silelim. Paniğe ka pılmama gerek yoktu, artık bu nöbetlere alışmıştım. Korkunç rüyadan uyanmıştım ya, sorun kalmamıştı. Az sonra nefes alıp verişlerim düzene girer, sakinleşirdim. Sevgilim yine kurtulmuş tu, hemen yanı başımda, sıcak yatağımızda uyuyordu.
Kımıldamadan yatmaya devam ettim. Kalkmak, elimi yü zümü yıkamak, fanilamı değiştirmek istemiyordum. Derya uya nırsa, halimi görür görmez yine kâbus gördüğümü anlayacak, tantanaya başlayacak, hâlâ neden doktora gitmediğime dair bir sürü sitemde bulunacaktı. En iyisi terimin soğumasını bekle mekti. Bir süre karabasanın etkisinden kurtuluncaya kadar uyuyamayacağımı biliyordum, artık tecrübeyle öğrenmiştim bunu. Tek çare beklemekti. Gözlerimi tavana dikip düşünmeye baş ladım. Yavaş yavaş kâbuslarım değişmeye başlamıştı. Bu kez farklı şeyler görmüştüm, mesela mevsim değişmiş, o metruk ev canlanıp hareketlenmiş, içinde hizmetkârlar ortaya çıkmış, yu karıdaki odaya çıkıncaya kadar alıştığım ritüel bozulmuştu. Ga liba kâbusun en etkisinde kaldığım kısım ise Derya'nın o iblisle sevişmesiydi. Sevgilim o acayip yaratıkla arzu ve hevesle, isteye rek sevişiyordu. Bir an bütün dünyam yıkılır gibi sarsılmıştım. Elimde olmayarak başımı çevirip yanı başımda mışıl mışıl uyu yan Derya'ya baktım. Tabii bütün bunlar bir rüya idi ve gerçekle uzaktan yakın dan ilgisi yoktu. Ama içimi rahatsız eden bir hisse kapıldım. Böyle bir şey söz konusu olabilir miydi? Derya bir şekilde bana ihanet eder miydi? Çok manasızdı kuşkum. Biz onla evlilik arifesinde olan bir çifttik. Daha birkaç saat evvel bu konuya oldukça müspet ve anlayışlı bir şekilde yaklaşmıştık. Beni böylesine seven bir kadın neden ihanete tevessül etsindi ki? Yine de aklıma geldi o an. Freud bütün rüyaların insanın bilinçaltına yerleştirdiği dizginlenmiş seksüel arzularının bir tür
96
Mehmetcan
dışa vurumu şeklinde açıklıyordu veya buna benzer bir açık lama getiriyordu. Tam hatırlayamıyordum şimdi, ama gayri ihtiyarî bir kuşkuya düştüm. Yoksa benim de böyle bir soru num mu vardı? Neden rüyalarımda o odada Derya'yı hep çıp lak görüyordum? Hele bu son karabasanda sevgilim neden o iblisin kollarında orgazma ulaşmak üzereydi? Benle alay eder gibi sevişmeye iştirak etmem için işaretle çağırmasının anlamı ne olabilirdi? Bütün bunların hayal olduğunu biliyordum ama ya Freud haklıysa, ya benim de böyle bir sorunum varsa, diye düşünmek ten kendimi alamamıştım. Oysa kusursuz, hatta mükemmel sayılacak bir cinsel hayatımız vardı. Sevişirken hiçbir sınır ta nımazdık, birbirimizin istek ve arzularını iyi anlar her türlü kı sıtlamanın ötesine geçerdik. En azından benim sorunum yoktu, veya ben öyle sanıyordum. Acaba mı, diye kekeledim. Yoksa benim idrak edemediğim bir mesele mi vardı? Ha liyle ben bir uzman değildim, kâbuslarımın anlamını açıklaya cak bir yorum getiremezdim, bu olsa olsa bir psikologun veya bir psikiyatrisin çözebileceği meseleydi. O an kafama dank etti. Bir doktora gitmemekle büyük hata ediyordum. Ayrıca bu yıpratıcı hayata daha fazla devam edemeyecektim. Sonra başka bir sorun beynimi kemirmeye başladı. Medeni ve kültürlü bir insan olarak acaba neden doktora gitmekten kaçınıyordum? Gerçekle yüzleşmekten korkmamın bir sebebi olmalıydı. Bu düşünce beni büsbütün rahatsız etmeye başlamıştı. Deryanın uyanabileceğine aldırmadan bir sağa bir sola dönme ye başladım. Hiç kuşku yok ki sorun benim beynimdeydi. Bu kadar hayal görmemi başka nasıl açıklayabilirdim ki? Her şey benim beynimde başlıyor yine orada bitiyordu, kısacası hastaydım ve bunu kabullenmekten korkuyordum. Sarıkaya'da gördüğüm
97
Mehmetcan
evin kâbuslarımdaki eve benzemesi de beynimin bana oynadığı bir oyun olmalıydı. Ama bu korkuyu yenmeli ve mutlaka bir doktora gözükmeliydim. Aksi halde bu iş daha da kötüye gi decekti. Fakat sonra birden babamı hatırladım ve aklım yine karışır gibi oldu. Tamam, ben hastaydım ve karabasanlar görü yordum, ama babamın beni o eve yönlendirmesini nasıl açıkla yacaktım? Babamın yanında çalışan Cemal Efendi'den gerçe ği öğrenmiştim, babamı Şinasi diye biri ziyarete gelmemişti, o halde bizim pederde mi hayal görüyordu? Benim kâbuslarımı şekillendiren, benim rüyalarımı tamamlayan hayaller. Bunun mantıksal bir açıklaması olabilir miydi hiç?
Arabanın içinde yan gözle Derya'ya baktım. Bu gece tek kelime ile hârika görünüyordu. Hafif bir mak yaj yapmıştı, aşırıya kaçmayan ama güzelliğini bütünüyle ortaya çıkaran şekilde. Sırtında ipekli gibi hafif kaygan siyah bir elbise vardı. Belki elbisenin rengi onu biraz daha yaşlı ve olgun gös teriyordu ama çekiciliğini arttırdığı da bir vakıaydı. Füme rengi çoraplar ve yine siyah uzun topuklu ayakkabılar giymişti. Babamı ziyarete gidiyorduk. Daha doğru bir ifade ile evlen meye karar verdiğim kızı pederle tanıştırmaya. İkimiz de heye canlıydık. Aile çevrem oldukça dardı, şu an yaşayan ve aramda kan bağı olan tek insan yaşlı babamdı. Filhakika Ankara'da ya şayan bir teyzem ve onun hemen hemen benimle yaşıt iki oğlu vardı, fakat ayrı şehirlerde oturduğumuz için pek sık görüşmez dik. Hele annemin vefatından sonra teyzemin ziyaretleri iyice azalmıştı, ama kuzenlerim kafa dengiydi, İstanbul'a her gelişle rinde onlarla buluşurdum. Bu sabah da Derya'nın sımsıcak bedeninin vücuduma sarılmasıyla uyanmıştım. Genellikle o benden evvel uyanır, kah valtıyı hazırlardı. Dün gece de kâbus gördüğümden yeniden uykuya dalmam gecikmiş, sabah erken gözlerimi açamamıştım.
98
Mehmetcan
Ama sevgilimin sıcak nefesini yüzümde hissedince gözlerim aralanmış suratına bakmıştım. O nefis gözlerindeki arzu dolu bakışlardan da sevişmek istediğini hemen anlamıştım. Buna hiç itirazım olmazdı; ben de pek çok erkek gibi sevdiğim kadınla sabahları aşk yapmaya bayılırdım, isteğini geri çevirmeden der hal karşılık verdim. Yatakta enfes dakikalar geçirdik, sanırım o gece gördüğüm karabasanın etkisiyle Derya'ya hoyratça sahip oldum. Bendeki aşın hırs ve azgınlığın sebebini sanırım, arzuma atfetti. Oysa şuuraltımda o suratsız iblisle sevişmesini bir türlü kabul edemememin kızgınlığı ve hoyradığı vardı. Derya ise mu tadın dışındaki performansımdan fazlasıyla memnun olmuştu. Bitkin bir şekilde yatağa serildiğimizde ikimizde iliklerimize ka dar boşalmış ve rahata kavuşmuştuk. Derya yeniden uyumaya hazırlanırken, "Son zamanlarda seni hiç bu kadar arzulu görmemiştim," diye samimi bir itiraf ta bulunmuştu mutlu bir şekilde gülümseyerek. Ona gerçeği, içimde yaşadığım kıskançlık krizini açıklayamamıştım tabii. Yorgunluktan ben de bitkin haldeydim, yeniden uykuya dal mıştık... O gün ikimiz de işi asmıştık. Zaten uyandığımızda saat sabahın on buçuğunu geçiyordu. Kahvaltı ederken sevgilim babamla ne zaman tanışacağını bana bir daha sormuştu. Nedenini tam kestiremeden, bu gece gidelim, demiştim. Kelimeler ağzımdan dökülüvermişti bir kere, artık geri döne mezdim. Çayımı yudumlarken hâlâ düşünüyordum; o güne ka dar Derya evlilik için biraz daha sabırlı olmamız gerektiğini hep söyler dururken, sevdiğim kadım gelin adayın bu baba, diye gö türmem yakışık almazdı. Ama şimdi Derya da aynı arzuyu izhar ettiğine göre zamanı gelmiş sayılırdı. Bu yüzden emri vâki yapıp, hadi bu gece gidelim demiş olabilirdim. Ama gerçek neden bu muydu? Yoksa yine babamla karşılaşmak mı istiyordum? Ona soracağım bazı sualler mi vardı?
99
Mehmetcan
Gördüğüm kâbusların boyutunu ve korkunçluğunu Derya' dan sakladığıma göre, onun yanında meseleyi babama açamaz, hatta sevgilimin dikkatini çekecek sualler de soramazdım. Gerçi suallerimin rüyalarımda beni rahatsız eden görüntülerle ilişkisi ni Derya anlayamaz, hatta buna ihtimal bile veremezdi, ama çok zeki bir kadın olduğunu da hesaba katmalıydım, çok dikkatli olmam gerekirdi. O gün öğleyin babama telefon etmiş, akşam yemeğine Der ya ile geleceğimi bildirmiştim. Babam çok sevinmişti bu habere. O günü sevgilimle dolaşarak geçirmiştik. İkimizde işten kaytarınca Derya bunu fırsat bilip üstüne bazı giyecekler almak için Nişantaşı, Maçka havalisinde mağazaları dolaşmış, tabii beni de peşinde sürüklemişti. Giyim konusunda bu denli müşkülpesent olduğunu bilmiyordum. Bir sürü dükkâna girip çıkmış, kılı kırk yararak seçimini yapmıştı. Sonunda bir çift ayakkabı, kot pan tolon, bir iki kazak, kaz tüyü anorak almıştı. Seçtiği her şeyde de fikrime müracaat etmişti. Neredeyse bir yıla yakın arkadaş lığımız sırasında ilk defa birlikte alışverişe çıkıyorduk. Genelde ben hiç de onun gibi zor seçici bir insan değildim; bir şey ho şuma gitti mi, acaba daha iyisini bulabilir miyim diye, vitrinlere bakmam, hemen girer beğendiğim şeyi alırdım. Ama onunla alışverişe çıkmak hoşuma gitmişti. Galiba en önemlisi son dere ce uyumlu ve dikkat çekici bir çift oluşumuzdu. Daha hangi ma ğazaya girersek girelim, hemen gözlerin üzerimize çevrildiğini, tezgâhtarların âdeta bize hizmet etmek için koşuştuklarını fark etmiştim. Galiba ben biraz kasıntı bir tiptim, ama Derya son derece uyumlu ve sıcak kanlıydı. Bize hizmet edenlerle hemen yakın ilişkiye giriyor ve fakat işi laubaliliğe dökmeden, aradaki mesafeyi muhafaza ederek, hem sevgi ve ilgi, hem de yakın alâka görüyordu. Güzelliği ile herkesi teshir etmesi de cabasıydı. Alışverişimiz bitince, elimizdeki paketlerle karnımızı do yurmak için bir pizzacıya girdik. Her zaman hayret ettiğim ko nulardan biri de buydu. Derya hiç yediklerine dikkat etmez,
100
Mehmetcan
aşın kilo almaya yol açan karbonhidratlı yiyeceklerden uzak durmazdı. O ince ve zarif bedeni nasıl muhafaza ettiğine şaşı yordum. Zerrece kilo almıyordu. Karnımızı doyurarak çıktığımızda hava kapalı ama yağış sızdı. Elimizdeki poşetleri onun Honda'sına yerleştirirken, "Ne dersin?" dedi. "Boğaza bir uzanalım mı? Nasıl olsa bugün mek tebi kırmış çocuklar gibi serazadız." Hiç itiraz etmedim. Benim de canıma minnetti. Etiler'den, Bebek'e indik. Rumeli Hisarı civarında Derya arabayı deniz ke narında bir yerde durdurdu. Arabadan inmeden önümüzdeki manzarayı seyre başladık, ikimiz de konuşmuyorduk. Sessizliği ilk defa o bozdu. "Heyecanlıyım," dedi. Sebebini tahmin ediyordum elbette, ama bozuntuya ver meden sordum. "Neden?" Garipsemiş gibi yüzüme baktı. Önce sesini çıkarmadı, son ra nazarlarını Boğaz'ın akıntılı sularına çevirerek mırıldandı. "Bana babandan hiç bahsetmezsin. Nasıl bir insandır, me rak ediyorum." Gülümsedim. "Yaşlı bir adam işte, ne olacak. Ama dünya tatlısıdır. Onu herkes sever. Yaşamı boyunca kimseyi kırmamış, kimsenin ahi ni almamıştır. Dürüst, sevecen ve son derece kibardır. Ondan hoşlanacağına eminim." "Umarım öyle olur." "Bundan hiç kuşkum yok. Babam ayrıca güzellik meftunu olan bir erkektir. Sana bayılacaktır. Senin gibi güzel bir kadını seçtiğim için de bana teşekkür edecektir." Derya da gülümseyerek fısıldadı. "Abartma, Murat." "Bana inanmıyor musun?" dedim. Yüzüme minnetle baktı.
101
Mehmetcan
"Bir kadının gönlünü alacak, onu yüceltecek lâflar etmesi çok iyi becerirsin." "Ne yani?" diye mırıldandım. "Mübalağa ettiğimi mi sanı yorsun? Sen benim için dünyanın en güzel kadınısın." Uzanıp elimi tuttu, sonra da gözleri ışıldayarak dudaklarına götürdü...
102
Mehmetcan ABAM hayatından çok memnundu. Mutluluğu yü zünden akıyordu. Hastalığı nedeniyle doktorlar alkol almasını yasakladıkları halde, o gece bütün yasakları delmiş, gelin ada yının şerefine sofrada onunla kadeh tokuşturmuştu. Gözlerini Derya'dan ayıramıyordu. îşin hoş yanı, sevgilim de pederle ça buk kaynaşmış, derin sohbetlere dalmışlardı. Her ikisini de tabii iyi tanıyordum, davranışlarında içten ve samimi idiler; zorlama nezâket kuralları uygulamıyorlar, birbirlerinden hoşlandıklarını bütün açık yüreklilikleriyle ortaya koyuyorlardı. Babam her daim ölçülü ve etikete riayet eden bir adamdı, aldığı köklü istanbul terbiyesi nedeniyle, asla ölçüsüz davran maz, hele yeni tanıdığı insanlara karşı daima mesafeli durur, hatta bazı yabancılar onu bu yüzden kibirli ve biraz soğuk sa nırlardı. Oysa bu gece bizim peder, gelininden ne denli hoş landığını bütün alışkanlıklarını bir yana bırakarak her vesile ile izhar ediyor, daha ilk geceden son derece mültefit ve sevgiyle yaklaşıyordu.
103
Mehmetcan
Derya'nın da babamdan çok hoşlandığını hissetmiştim. Çe kingenliği çabuk kaybolmuş, babamın samimi davranış yakın laşması karşısında o da aynı içtenlikle pedere saygı ve ilgi gös termeye başlamıştı. Asıl mutlu olan bendim; sanki onların ça bucak kaynaşmaları üzerine bir köşeye çekilmiş, sessiz ve sakin konuşmalarını dinliyordum. Ne de olsa aynı iş sahasına mensup olduklarından konuşacak konu bulmakta da pek zorlanmamış lardı. Önce inşaat mevzularıyla açılan konuşmaları kısa bir süre sonra daha özel alanlara kaymış, ikisi de birbirilerini daha iyi tanımak üzere derinleşmişti. Peder, gelini şerefine mükellef bir sofra kurdurmuştu. Ne de olsa zengin bir adamdı; gelin adayının kalitesini önceden tahmin etmiş gibi eski Fransız porselen yemek takımlarını çı kartmış, Çek yapımı mavi kristal su ve şarap kadehlerini dizdir miş, masanın üstünü gümüş şamdanlar ve çiçeklerle süsletmişti. Her şey dört dörtlüktü. Ben bile ortama öylesine dalmıştım ki, bütün sıkıntılarımı ve beynimi kurcalayan sorunlarımı unutmuş gibiydim. Bir ara babam Derya'ya dönerek, "Keşke Neslihan hanım efendi de bu gece teşrif etselerdi, böylece kendisiyle teşerrüf etmekten mübâhi olurduk," dedi. Neslihan, Derya'nın annesiydi. Sevgilim kıvanç içinde, hafifçe yüzü kızararak fısıldadı, "inşallah, efendim. O da sizinle tanışmaktan gurur duya caktır," dedi. Her şey yolunda gidiyordu. Hem umduğumdan da iyi. Ha yatta sevdiğim bu iki insanın anlaşıp kaynaşması haliyle beni de memnun etmişti. Diğer zamanlarda babamda müşahede ettiğim ve yaşına verdiğim o durgunluk hali tamamen zail olmuş, çocuk gibi şenlenmişti. Hatta bir ara üçüncü kadeh şarabı içmeye kal kışınca müdahale etmek zorunda kaldım. "Baba," diye mırıldandım. "Alkol yasağını biliyorsun, bu biraz fazla olmayacak mı?"
104
Mehmetcan
Alınmış gibi yüzüme baktı. "Yapma evlâdım. Kaç zamandır ağzıma içki sürmüyorum. Bu mutlu gecemde de içmezsem ne zaman içeceğim?" Bu samimi karşı koyuşa sesimi çıkaramadım. Bizim Burhan beyin mutluluğu sanki sesinde gizliydi. Hak lıydı da; alt tarafı zehir değildi ya içtiği. Bu müstesna mutlulu ğuna itiraz ederek gölge düşürmek istemedim. Ama babamın alkol yasağı bir an beni yine içimi kemiren düşüncelere sevk etti. Acaba o da, benim gibi zaman zaman hayaller mi görüyor du? Doktorları geçirdiği felcin beyin damarlarının büzülme sinden kaynaklandığını özetlemişlerdi kısaca. Şinasi meselesini hatırladım yine... En azından bu gece o konuyu düşünmek istemiyordum, ama elimde değildi. Beynimdeki tereddütler kesinlikle yok olun caya kadar da sanırım beynimden silip atamayacaktım. Lâkin asıl sorunun kimde olduğuna karar veremiyordum henüz. Ben de bir anormallik olduğu kesindi, ama ya peder de? Eski işçisinin seneler evvel öldüğü kesindi. Babamın hizmetkârı Celâl Efendi de babamla görüşmeye kimsenin gel mediğini ifade etmişti. Adamcağızın yanılmasına imkân yoktu, zira babamın her türlü işleriyle o uğraşıyordu, eve gelen her hangi bir ziyaretçisini hatırlamaması mümkün değildi. Hal böyle olunca babamın beni o metruk eve yönlendirmesini nasıl açıklayacaktım? Bütün neşem kaçmak üzereydi. En iyisi, en azından bu gece bu konuyu beynimden silip atmaktı. Ben de öyle yapmaya gayret ettim...
Dönüş yolunda Derya sevinç ve mutluluktan uçuyordu. "Eee, söyle bakalım," dedim. "Babamı nasıl buldun?"
105
Mehmetcan
"Dört dörtlük bir insan. Tam bir İstanbul beyefendisi. Ba yıldım babana. Çekinmeme hiç gerek yokmuş. İtiraf edeyim ki, biraz ürküyordum." "Neden?" "Bana felçli, yaşlı bir adam demiştin." "Doğru. Yine de öyle." "Ama o tür insanlar, genellikle hayata küskün, aksi, ters mi zaçlı olurlar. Fakat baban yaşama şevkiyle dolu, hayata dört elle sarılmış, canlı bir kişilik. Ağzından bal damlıyor. Konuşmasını dinleten, konudan konuya atlayan, hitabeti yerinde ve müthiş zeki." Derya'nın babamla ilgili son vasıflandırması beni bir an huylandırmıştı. "Zeki mi?" diye mırıldandım. Şaşırmış gibi bana baktı. "Evet, kanımca çok zeki bir adam." "Nereden hükmettin buna?" diye sordum. Biraz düşündü, omuzlarını silkti. "Bilmem, bendeki intibaı öyle oldu. Hani leb demeden leb lebi anlayan cinsten." "Emin misin?" Bu kez daha şaşırmış gibi beni süzdü. "Ne demek istiyorsun sen? Babanın zeki olup olmadığını bana mı soruyorsun?" "Hı hıh. Sence onda bunamış bir hal var mı?" Bu kez kızmış gibi homurdandı. "Dalga mı geçiyorsun, Murat? Ne bunaması? Adamcağız yaşına göre bizlerden bile zeki vallahi. Bu saçma suali de nere den çıkardın şimdi?" Aklımdan geçenleri belli etmemeye çalıştım. "Şu hastalığı," diye fısıldadım. "Felç nedeniyle beyin da marları devamlı daralıyormuş. Doktorların ifadesine göre bu da bunamaya yol açarmış."
106
Mehmetcan
"Yaa?" diye hayıflandı sevgilim. "Öyle mi diyorlar?" "Evet." "Kaç senedir bu halde?" "Altı yedi seneyi geçti." "Vah, vah çok üzüldüm," diye mırıldandı Derya. "Kaç ya şında?" "Altmış sekiz." "Beyin kanaması filan mı geçirdi?" "Evet. Yüksek tansiyondan." Derya sustu bir süre. Konuyu kapatacağını sanmıştım. Ama birden yeniden aynı mevzua döndü. "Garip," diye fısıldadı kendi kendine konuşur gibi. "Garip olan nedir?" "Babanda bunama arazından şüphelenmen. Bende zihni tı kır tıkır işleyen biri imajı yarattı. Ortama uyumu da mükemmel di. Meselâ annemin adını sordu bana, sonra da hiç unutmadı. Kelimeleri seçip kullanmakta da kusursuzdu." Kendimi savunmak gereği duydum. "Ama doktorlar bunama ihtimalinin yüksek olduğunu söy lüyorlar." "Halt etmişler," diye homurdandı sevgilim. "Doktorlara da her zaman güvenmek caiz değil. Bazen onlar da olası ihtimalleri biraz abartıyorlar. Mesela sen babanda hiç böyle bir araza şahit oldun mu?" Şinasi vakası beynime takıldı. Ama susmak zorunda kaldım. "Hayır," dedim. "Yazık. Çok tatlı bir adam. Kanım çok ısındı. Doğrusu bunarsa çok üzülürüm." Konuyu değiştirmek istedim. "O da seni çok sevdi." "Emin misin?" "Tabii sevgilim. Bunca yıllık babamı tanımaz mıyım? Sana nasıl muhabbetle baktığını, nasıl ilgilendiğini fark etmedin mi?"
107
Mehmetcan
"Evet, bunu ben de hissettim," diye fısıldayan Derya hafif çe oturduğu koltuğa büzülür gibi oldu ve durgunlaştı. "Ne o? Durgunlaştın birden."
Hafifçe içini çekti. "Dikkat ettin mi bilmem, kaderin bize oyunu bu galiba," dedi. "Neymiş o?" "Sen anasız büyümüşsün ben de babasız. Hayatım boyunca bir babanın yokluğunu hep hissetmişimdir." Sesimi çıkarmadım. Derya sordu tekrar. "Annenin vefatının üzerinden çok zaman geçti mi?" "Evet, çok oldu." "Ne kadar?" Derya bilmek istiyordu ve sorusu gayet mâsumâneydi.... Birden içimde bir ürperme hissettim. Zihnimi zorladım, annemin ölüm senesini hatırlamaya çalıştım. Fakat gariptir, bir türlü anımsayamıyordum. Sanki kafamın içi bomboştu. Kaşla rım çatıldı. Bunu toparlayamamam olanaksızdı... Derya iri gözlerini bana çevirmişti. Cevap veremememi farklı yorumlamıştı galiba. "Affedersin," diye fısıldadı. "Galiba istemeden seni eski ve acı hatıralarına sürükledim. Anneni çok sevdiğini söylemiştin bana." Oysa o an ben bambaşka bir noktadaydım. Aklım annemin ölüm tarihini hatırlayamama kilitlenmişti. Sorun sadece yıl, ay, gün değildi. Olayı bütünüyle hatırlayamıyordum. Galiba daha da acısı vardı... Ben annemi hatırlayamıyordum... Bir an BMW'nin direksiyonu ellerimin arasından kayar gibi oldu. Neredeyse dehşete kapılıyordum. Ellerimi direksiyondan kaldırmış yüzümü örtmüştüm. Neyse ki Derya'nın çığlığı ile to parlandım, zar zor önüme bakıp frenlere asıldım. Sevgilim çığ lık atmasa muhtemelen önümdeki araca çarpacaktım.
108
Mehmetcan
Araba mıhlanıp kalınca Derya şaşkın şaşkın söylendi. "Ne yaptın Murat? Az daha çarpışıyorduk. Ne oldu? Ne den direksiyonu bıraktın?" Sesim çıkmadı. Ama Derya sinirlenmişti, tabii biraz korkmuştu da. "İstersen ben kullanayım," dedi. "Tamam, gerek yok. Ben sürebilirim," diye homurdandım, sonra silkinerek yeniden direksiyona sarıldım. Sevgilim dikkat kesilmişti. Bir yola bakıyor, arada bir de başını çevirip beni inceliyordu. Önce başka lâf etmedi ama dik katimi yeniden yola verdiğimi hissedince, hâlâ yaşadığımız olay dan kendini sorumlu görerek fısıldadı. "Affedersin," dedi yeniden. "Galiba seni üzecek bir lâf et tim." "Önemli değil." Önemli olan hadiselerin beni üzmesi değil, i bir an annem hakkında hiçbir şey hatırlayamamam olmuştu tabii. Yavaş yavaş beynimdeki sis perdesi aralanıyordu. "Orta okuldaydım," diyebildim güçlükle. "Onu çok sever dim." Endişeyle yüzüme baktı Derya. Hâlâ tam toparlanıp topar lanmadığımdan endişesi vardı sanırım. Aklınca yeniden konuyu değiştirmeye kalktı. "Hayret, vakit gece yarısına geliyor ama köprü yoğun hâlâ." Onu duymamış gibi devam ettim. "Kanserden öldü." Ne diyeceğini bilemedi. Belli ki az önceki olayın etkisindeydi. Derya'yı tanırdım, şimdi konuya devam etmeyecek ama müsait ve rahat olduğumuz zamanda konuyu tekrar açacaktı. Aslına bakılırsa asıl korkan bendim. Bana kötü bir şeyler olu yordu, beynimden bir zorum olmalıydı. Kısa bir süre için de olsa, annem hakkında hiçbir şey haurlamamak kesinlikle hayra
109
Mehmetcan
alâmet olamazdı. Eve döndüğümüzde ellerim titriyordu hâlâ. Durumumu belli etmemek için ellerimi cebime sokmak zorun da kalmıştım.
Güzel geçen bir günün gecesinin sonu yine bana azap ol muştu. Artık başka çarem kalmamış, bir doktora gitmem farz olmuştu. Tıbbi tedavi almak zorundaydım; bu böyle devam edemezdi. Daireme girdiğimizde pek konuşmadık. Derya ses sizce soyunup geceliğini giymiş sonra makyajını temizlemek için banyoya gitmişti. Bitkin bir şekilde yatağın kenarına iliştim. Soyunacak halim bile yoktu. Makyajını temizleyip banyodan çıkan Derya bana kısa bir an baktı, halimdeki tuhaflığı hissetmemesi olanaksızdı ama o anlayışla mırıldandı. "Hadi hayatım, sen de soyunda bir an evvel uyuyalım. Bu gün kaytardık, ama yarın tekrar iş başı yapacağız. Sabah zinde kalkmalıyız. Benim iyice uykum geldi." Sevgilim yalan söylüyordu düpedüz. Uykusu olmadığına emindim, hele hayatında önemli yeri olacak, müstakbel kayın pederi ile tanıştığı bir gece de daha bir yığın yorum yapmadan, bana sualler sormadan yatağa girip uyuyacağına asla ihtimal vermezdim. İkimiz de gençtik ve normal zamanlarımızda gayet arzuluyduk. Bu gece de birbirimizin olmadan uykuya dalma mız söz konusu olamazdı. Ama Derya, bitkinliğimi sezinlemiş ve beni daha fazla yormamak için uyku bahanesine sarılmıştı. Anlayışlı davranıyordu. Bu durum beni büsbütün rahatsız etmişti. Yatağın iliştiğim ucundan kalkarak âdeta ayaklarımı sü rükleyip ben de tuvalete kadar gittim. Kapıyı kapatıp aynadaki aksime baktım. Gerçi yüzüm biraz solgundu ama ilk bakışta halimde belirgin bir değişiklik görünmüyordu. Bu gece araba
110
Mehmetcan
kullanacağım diye fazla şarap da içmemiştim babamın evinde. En kabadayısı iki kadeh içmiştim, içkiyle başı pek hoş olmayan Derya bile benden fazla içmişti. Elektrik ışığında ellerimi inceledim. Titremeleri durmuş tu ama ben hiç de rahat değildim. Betim benzim kül gibiydi. Sanki midesi bulanan ve her an istifra edecek biri gibi yüzüm yeşilimsi-gri bir hal almıştı. Oysa midem de bulanmıyordu. Önce ceketimi çıkardım, sonra kravatımı çözdüm. Kollarımı sı vayıp belki açılırım diye, soğuk suyla ellerimi yüzümü yıkadım. Hiçbir yararı olmadı. Acaba uyuyabilecek miydim? Her zamanki gibi uyumaktan da ürküyordum. Bu gece yeni bir kâbus görmeye çok müsait bir ruh halim vardı ve artık bey^ nimin, vücudumun yeni bir kâbus fırtınasını kaldıramayacağını düşünüyordum. Havluyla yüzümü kurularken bir gerçeği daha kavrar gibi oldum. Galiba gördüğüm karabasanlar sadece rü yama münhasır değildi. Bu gece otomobilde annemi bile hatır layamadığımı hesaba katarsak o halimi bile geçirdiğim bir nö bet şeklinde yorumlayabilirdim. Kısa bile sürse o vakanın izahı yoktu. Ayrıca dün gündüz vakti işçim Halit'le gittiğim o metruk evde gündüz gözü yaşanmış bir hadiseydi. Kâbuslarımdan ta nıdığım o evi de gerçekle karıştırmam belki de beynimin bana oynadığı bir oyundu. Daha buna benzer bir sürü soru sorabilir dim kendime. Bir robot gibi mihaniki adımlarla banyodan çıkıp yatak odasına dönmüştüm. Banyoda ne kadar oyalandığımı bilmi yordum ama Derya çoktan yatağa girmiş, girmeden önce de te pedeki ışığı söndürüp karanlıkta kalmamam için sadece benim tarafımdaki gece lambasını yanık bırakmıştı. Ona bir göz attım. Sevgilim uyuyormuş gibi gözlerini yummuştu. Bu kadar çabuk uykuya dalmadığına emindim ama benim de dinlenmem için uyuyor taklidi yapmayı yeğlemişti. Genelde tertipli bir adamımdır, yatağa girerken sırtımdaki
111
Mehmetcan
giysileri rast gele bir yere çıkarıp atmam. Ama o gece ceketimi bile askıya asmadan soyunup yatağa giriverdim. Gerçekten yor gun hissediyordum kendimi ve tek istediğim hiç rüya görmeden sabaha kadar deliksiz bir uyku çekmekti. Ama bunu başaracağımdan çok şüpheliydim. Artık insan hayatında rahat, sağlıklı ve deliksiz bir gece uykusunun ne an lama geldiğini ve ne kadar önemli olduğunu ancak yeni yeni anlıyordum. Yorganı kaldırıp Derya'nın yanına iliştim. Sevgilim yatağın sarsılmasında geldiğimi anlamış gibi, gözlerini aralama dan, "Allah rahatlık versin," demişti. ; Hepsi o kadar... Sadece üç kelime... Fakat gariptir, yatağımın rahatlığı beni gevşetmiş, umma dığım halde beni uykunun derin ve davetkâr karanlık dehlizine doğru çekmeye başlamıştı. Bu kadar çabuk uykuya dalacağımı hiç sanmazdım. Daha da garibi o gece sabaha kadar mışıl mışıl uyumam olmuştu...
Şantiye binasına girdiğimde Behzat masanın başında neskafe içiyordu. Oda da yalnızdı. Beni görünce gülümseyerek yerinden kalktı. "Günaydın ortak," diye mırıldandı. Dün onu işlerimizin yoğunluğuna rağmen tek başına bırakmıştım. Ama hiç de bozulmuş bir hali yoktu, hatta bir haber bile vermediğim için serzenişte bulunmamıştı. "Günaydın," dedim. "Kahve ister misin?" "Ver bakalım bir tane." Behzat kupaya kahve ve krema koyarken nihayet sordu. "Dün Derya ile birlikteydiniz, değil mi?" Başımı tasdik edercesine salladım. "Tahmin ettim zaten. Sen gelmeyince belki nedenini öğ renirim diye bürosundan aradım, hiç uğramadığını söylediler. Anlaşılan dün ikinizde kaytardınız işten. Ben de cebinizden
112
Mehmetcan
arayıp sizleri rahatsız etmek istemedim. Hayır ola, sizler pek işi böyle kaytarmazdınız, önemli bir şey mi oldu?" "Öyle sayılır," diye homurdandım. Merakla yüzüme baktı. Ama mahremiyetimize girmemek için bekledi, benim bir açıklama yapmamı ister gibi. Behzat'ın belki de en sevdiğim yanlarından biri de buydu; insanların özel hayatına burnunu sokmaktan kesinlikle kaçınırdı. Ben açıklama yapmazsam fazla sual sormayacağından emindim. "Dün gece Derya'yı babamla tanıştırdım," dedim. Zevkle sırıttı. "Burhan amca gelinine bayılmıştır artık. Değil mi?" "Evet," diye mırıldandım. "Çabucak kaynaştılar." "Hiç de şaşmam. Geç bile kalmıştın zaten." Fakat bendeki durgunluğu görünce kahve fincanını elime doğru uzatırken homurdandı. "Eee, suratın niye asık? Başka bir şey mi oldu?" diye sordu. Ona hemen cevap veremedim. Birkaç saniye durakladım. Behzat'tan hiç ayrım gayrım yoktu, ortağım olarak ona hayatım daki bütün mahremiyetleri anlatabilirdim. Nitekim Derya'ya âşık olduğumu da ilk ona anlatmıştım. Sonunda başım önüme eğik fısıldadım. "Behzat, benim bir sorunum var." "Ne sorunu?" "Şu gördüğüm rüyalar. Kâbusa dönüştüler. Korkuyorum artık." Sanki daha önemli bir şey söyleyeceğimi düşünmüş gibi kü çümseyen bir ifade şekillendi yüzünde. "Tabii oğlum," dedi. "Bu kadar dinlenmeden çalışırsan olacağı budur. Yorgunluktan geberiyorsun. Sana kaç defa söy ledim, şöyle bir hafta on gün bir dinlen, bak ne rüya görürsün, ne kâbus. Hani Derya'yı alıp bir Akdeniz turu yapacaktınız, ne oldu?" "Durum o kadar basit değil," diye söylendim.
113
Mehmetcan
Behzat ciddileşerek yüzüme baktı. "Ne demek istiyorsun?" "Sanırım bu mesele tatile çıkmakla hal olacak gibi görün müyor bana." "Ne yani? Sapasağlam adamsın yahu. Neyin olabilir k i ? " "Mesele de bu ya. Bana neler olduğunu ben de kestiremi yorum." "Bırak Allah'ını seversen, Murat! Saçma sapan birkaç düş gördüm diye kendini ruh hastası mı sanıyorsun şimdi?" "Ama olabilirim de." Elindeki kahve bardağını dudaklarına götürürken beni süzdü. "Bilmediğim başka şeyler de mi var?" diye sordu. "Galiba öyle." Bir an durakladı. "Anlatmak ister misin?" Aslında güvendiğim birine içimi dökmek istiyordum, buna şiddetle ihtiyacım vardı ve bu konuda Behzat'tan iyisini bula mazdım. "Sana anlatmıştım," dedim. "Şu rüyalarıma giren metruk evi.
"Eee, ne olmuş yani?" "O ev birden karşıma çıktı. Yani gerçek hayatta. Kabusla rımın dışında." Biraz şaşırarak yüzüme baktı. Ne diyeceğini pek bilemeden homurdandı. "Nasıl?" Ona olanları anlattım. Behzat birkaç saniye suskun kaldı. Sanırım aklında mâkul bir açıklama tarzı arıyordu. Sonunda gülerek mırıldandı. "Hâlâ anlamıyor musun? dedi. "Neyi?" "Aslında o metruk evi rüyalanndaki ev sandın. Şuuraltının sana bir oyunu. Zira beynin hep o evle meşgul. Rüyaların bey nine iyice işlemiş. Birden karşına eski ve harap bir bina çıkınca
114
Mehmetcan
onu rüyalarına giren ev sandın. Hepsi o kadar ve bu denli ba sit." "Hayır," diye inledim. "Bu kadar basit değil. Çünkü o evin üst kattaki odasında o ahşap masayı dahi buldum." Buna birden karşılık veremedi. Aklının karıştığını anla mıştım. Bu kez kekelemeye başladı. "Tesadüf de olabilir," diye söylendi. "Ne tesadüfü Behzat!" diye gürledim. "Dur yahu! Hemen paniğe kapılma... Anlattıkların zaten saçma sapan şeyler. O eve giderken her seferinde yarıştığın kötü adam, bir seferinde seni karşılayan yüzü olmayan hizmetkârlar, bütün bunları mantıkla açıklayabilir misin? Belli ki rüyalarının etkisindesin. O masaya gelince belki işe yaramadığı için terke dilmiş bir eşya olabilir. Kimsenin işine yaramadığı içinde orada terkedilmiştir." Acı bir şekilde gülümsedim. "Başka bir eşya değil de, rüyalarımda gördüğüm tek o masa mı?" dedim. Bu kez susmak zorunda kaldı. "Hepsi o kadar da değil." Bir kere daha endişeyle yüzüme baktı. "Başka ne var?" Seneler evvel ölmüş Şinasi Sarıkaya'nın babama vaki ziya retini anlattım. Cemal Efendi'nin söylediklerini de. Büsbütün afallamıştı. "Yani baban o eski yanında çalışan adamın öldüğünü bil miyor m u ? " "Duruma bakılırsa, bilmiyor," diye söylendim. Behzat inanamaz gibi homurdandı. "Yahu sakın Burhan amca da bunamaya başlamış olmasın. Olur mu olur yani. Kaç senedir o halde. Bu son söylediğin ina nılır gibi değil." Birkaç saniye düşündüm ben de. Sonra ortağıma sordum.
115
Mehmetcan
"Üniversitedeki talebelik yıllarımızda sık sık bizimkilerin yazıhanelerine de şantiyelerine de giderdik. Sen Şinasi Sarıkaya diye birini hatırlıyor musun o yıllardan?" Behzat düşünmeye başladı. Daha sonra olumsuzca başını salladı. "Çıkaramadım," dedi. "Ne iş yaparmış şirkette?" "Ben de bilmiyorum." "Burhan amcaya sormadın mı?" "Fırsatım olmadı. Bir de öyle şaşırmıştım ki, itiraf edeyim akıl edemedim." "Tuh be! Keşke sorsaydın. O devirde çalışan ustalardan birimiymiş, yoksa muhasebede görev yapanlardan mı? Ben kambur bir adamı anımsıyorum ama onun da adı Şinasi değil Şakir'di sanırım. Muhasebe işlerine bakardı galiba." İşin kötüsü, ben o kamburu da anımsamıyordum. "Bana sorsana bir daha," dedi Behzat. "Neyi sorayım?" "Bu Şinasi denen adamı tabii, kimi olacak. Ne iş görürmüş, şirketten ne zaman ayrılmış falan filan." Sinirlenerek homurdandım. "Ne yararı olacak Behzat? Sana adam çoktan ölmüş diyo rum. O yörede oturan bizim işçiler bile yıllar önce öldüğünü biliyorlar. Kalıpçı Selim de, Halit de aynı şeyi söylediler." "O da doğru ya," diye beni tasdik etmek zorunda kaldı Behzat. Ama sonra hemen itiraza kalkıştı. "Sen onlara boş ver. ikisi de cahil, geri kafalı şeyler. Baksana, bu devirde hâlâ hort laktı, yok cindi, hayaletti diye abuk subuk şeylere inanıyorlar. Ev metruk ise çevre halkı böyle hikâyeler uydurmaya bayılırlar. En iyisi biz gidip mahallinde bir araştırma yapalım." Yadırgayarak ortağıma baktım. "Ne araştırması?" "Yahu diyelim ki, o araziyi satın almaya kalkıştık. Sahibinin kim olduğunu öğrenmeyecek miyiz? Sen bu cahil heriflere boş
116
Mehmetcan ver. Bak görürsün, bizim gibi iki kalontor müteahhit ortaya bir çıksın, senin Şinasi'nin izini hemen buluruz. En azından ada mın gerçekten ölüp ölmediğini öğreniriz. Bizi gerçek alıcı sanıp hemen peşimizden koşarlar."
Behzat doğru söylüyor olabilirdi. Düşündüm bir an. Ama öyle de olsa, Şinasi denen adam ger çekten yaşasa bile babama yaptığı ziyaretten Cemal Efendi'nin haberi nasıl olmazdı? Behzat üzüntümü anlamış gibi, "Hadi " dedi. "Atlayıp arabaya gidip şu işi enine boyuna bir inceleye lim." Çaresiz yerimden kalktım...
117
Mehmetcan EHZAT'ın High Lander'ı homurdanarak çamurlu tepeyi tırmanmaya başladı. Yol gerçekten tam balçıkla kaplıy dı, ama güçlü jeep fazla zorlanmadan yol alıyordu. Metruk eve yaklaştıkça ikimizi de bir sessizlik almıştı. Araç tepeye varınca Behzat merakla aşağıdaki viraneye baktı. Çevrede zaten başka hiçbir yapı yoktu ama ortağım gayri iradi sordu. "Bu mu ? " "Evet," diye mırıldandım. Bir an bayırdan aşağıya inmeden frene basıp yukarıdan vi rane evi inceledi. Sonra tamamen bana mesleki gibi gelen bir' merakla fısıldadı. "Bu yöre için biraz garip bir yapı değil mi? Bir gecekondu göreceğimi sanmıştım, ama burası eski ahşap İstanbul evlerine benziyor. Ne zaman inşa edilmiş acaba?" dedi. "Hiç bilgim yok." "Neyse, araştırıp öğreniriz. Nasıl olsa yapıldığı tarihi bilen biri çıkar." 118
Mehmetcan
"Umarım," diye fısıldadım. Behzat arabayı vitese takmadan önce bana dönüp baktı. Herhalde yüzümdeki gergin ve sinirli ifadeyi sezinlemiş olma lıydı. Ona bakmıyordum fakat içimden bir his onun da gerildi ğini söylüyordu. Ağır ağır bayırdan aşağıya süzülmeye başladık. Gayet yavaş gitmemize rağmen koca jeep bir ara savrulur gibi oldu. Neyse ki bir problem yaşamadık ve evin önüne kadar geldik. Yine etrafta tek bir Allah'ın kulu görünmüyordu. Önce ben indim araçtan. iki tepenin arasından kopup gelen sert bir rüzgâr yüzümü yaladı. Havanın serin olduğunu pek tabiidir ki biliyordum ama sanki bu uğursuz eve gelince ortam bile değişmeye başlıyor, ik lim içimdeki korkuya uygun olarak serdeşiyordu. Jeep'in içinde de hissettiğimiz sert poyraz şimdi fırtına gibi esiyordu. Behzat'ın yanıma gelmesini bekledim. Ortağımın biraz er ken seyrekleşmiş saçları rüzgârında etkisiyle uçuşup duruyor du. Yanıma yaklaştı. Belli etmemeye çalışıyordu ama Behzat'ın da nedense hafifçe ürktüğünü hissetmiştim. Az önce çevre sâkinlerinin hortlak ve hayaletlerle ilgili dedikodularına alaylı şekilde yaklaşan ortağım da şimdi metruk evi görünce etkilen mişe benziyordu. "içeriye girmek istiyor musun?" diye sordum yüzüne bak madan. Ortağım ve çocukluk arkadaşımı tanımaz mıydım, "Buraya kadar gelmişken, görmek isterim tabii," diyen sesindeki çatlak ve ürkek sesi yakalamıştım. Belli etmemeye çalışıyordu ama bendeki korku sanırım ona da sirayet etmişti. Sokak kapısına yaklaştım evin. Esen sert rüzgârla her zaman aralık duran tahta kapı ileri geri aralanıp duruyordu. Hafifçe ittim kapıyı. Öne geçerek içeriye girdim. Behzat bir adım arkamdan geliyordu. Tam yanıma gelip
119
Mehmetcan
durdu. İçeride diğer gelişimde fark etmediğim bir koku vardı. Sanki ahşabın zamanın etkisinde kalarak çürümesinin verdiği pis ve sevimsiz bir koku. Kırık camlardan dolan rüzgâr anafor lar yaratıyordu içerde. Behzat'a bir nazar attım. Yüzü bembeyazdı. Yani uğursuz luğuna inanamadığı boş bir evi gezerken olması gereken rahat lıktan bir hayli uzaktı. Demek ki onu da tedirgin eden bir şey vardı. Kendi korku mu anlayabilirdim; zira rüyalarımda bir kâbus gibi şekillenen evin gerçeğiyle karşılaşmak beni haliyle ürkütebilirdi ama onun da heyecanlandığına bakılırsa, bu lanetlenmiş evin insanı çar pan, etkileyen bir büyüsü olmalıydı. İkimizden de ses çıkmıyordu. Tam o sırada karşımızdaki loş bölmelerden üst üste sert sesler gelmeye başladı. Behzat hemen, "Bu da ne?" diye sordu kısık sesle. Sesi bile korkmuş gibiydi. Kendimden emin bir şekilde mırıldandım. "Arka odaların çarpan panjurlarından birinin çıkardığı ses," dedim. "Evin bü tün camları kırık. Rüzgârın etkisiyle panjurlar sallanıp duruyor. Korktun mu yoksa?" "Saçmalama. Gündüz vakti, boş bir evde neden korkaca ğım k i ? " İçimden gülümsedim ama bunu Behzat'a belli etmedim. Normal şartlarda Behzat gibi erişkin biri rahatlıkla bu sesin kaynağını tahmin edebilirdi, ama gerginliği nedeniyle toparlayarnamış, ürkmüştü birden. "Gidip bir bakalım mı?" Olur, anlamında başımı salladım. Anlaşılan önce ilk giriş katını inceleyecektik. O an ilk defa garip bir beklentiye kapıl dım. Sanki her an karşımıza düşlerimde gördüğüm yüzü beyaz bez parçasıyla örtülmüş hizmetkârlardan biri çıkacakmış gibi geldi bana. Düzgün muhakeme yapamadığımın farkındaydım,
120
Mehmetcan
ama öyle birinin Behzat'a da görünmesini doğrusu bir an çok is temiştim. Rüyalarımda yaşadığım vahşetin başkaları tarafından da hissedilmesini istemek gibi ters bir beklentiye sürüklenmiş tim. Tabii böyle bir şey olmayacaktı. En azından onların sadece kâbuslarımın mahsulü olduğunu idrak edecek kadar aklım ba şındaydı çok şükür. Viranenin arka tarafında iki oda vardı. Bomboş, ahşap zemini kararmış, tahtaları yer yer çökmüş, sevimsiz ve ürkütücü bir manzara, insan bir zamanlar burada normal bir hayatın sürdürüldüğüne âdeta inanası gelmeyecek kadar zamandan kopuktu. Odalardan birinin tam ortasında kocaman bir tarla faresinin leşi duruyordu. Onu görür görmez safram kabarmıştı. Yeniden girişteki hole döndük. Behzat, "Ne sevimsiz bir yer," diye fısıldadı. Sonra galiba elinde olmadan bana soruverdi. "Düşlerinde de buraları böyle mi görüyorsun?" Bir an düşündüm, sonra başımı sallayarak onayladım. "Gel," dedim. "Asıl seni üst kattaki o berbat odaya götüreyim." Bir an Behzat'ın itiraz ederek, boş ver artık, çıkalım bura dan diyeceğini sandım. Ama o beni sessizce takip etti. Merdive ne yürürken onu uyarmak zorunda kaldım. "Basamaklara dikkat et, bazıları çürümüş." One geçtim ve tırmanmaya başladık. Üst kata çıkarken si nirlerim iyice gerilmeye başlamıştı. Aslına bakılırsa Behzat'ın varlığından cesaret alıyordum. Korkak bir insan olmadığım ke sindi, lâkin bu hayatta alışık olduğumuz türde bir korku kayna ğı değildi; insanlar genellikle anlamadıkları, bilmedikleri bir şey karşısında korku duyarlardı veya mahiyetini tayin edemedikleri bir tehlike karşısında kendilerini buldukları zaman ürkerlerdi. Belki boş bir evin korkulacak hiçbir yanı olamazdı, ama bu ev kâbuslarınızda ısrarla size görünüyorsa o zaman içinizdeki
121
Mehmetcan
korkuyu yenemiyordunuz. Dikkat edilmezse her an ağırlığımız altında kopup dağılacak basamakları atlarken sordum. "Korkuyor musun?" "Hayır," dedi Behzat. Ama sesi boğuk ve titrek çıkmıştı. Onun da ürktüğünü sak lamaya çalıştığını hemen anlamıştım. Üstelemedim. Üst kata çıkınca kapısı aralık duran odayı işaret ettim. "İşte bu oda," dedim. "Düşlerim hep bu odada noktalanı yor." Kapının önünde duruyorduk. Meraka kapılan Behzat ya vaşça aralık duran kapıyı itti ve başını uzatıp içeriye bir göz attı. Sanki içeriye girmekte tereddüt ediyormuş gibi bir an durakla dı. Sonra odaya bir adım attı. Tahta masa tam odanın ortasında, her zaman ki yerinde öy lece duruyordu. İtiraf edeyim ki, bir an onu yerinde bulamayacakmışım gibi bir endişeye kapılmıştım; zira bu lânetli evle ilgili hiçbir şaşırtıcı olay artık benim için sürpriz teşkil etmiyordu. Behzat uzaktan kaba saba ham tahtadan yapılmış masaya sanki bir eşya gibi değil de, tuhaf bir yaratık gibi bakıyordu. Nihayet donuk bir sesle sordu. "Derya'yı hep bu masaya bağlanmış olarak mı görüyorsun düşlerinde?" diye sordu. "Evet," diye mırıldandım. "Ve de başında ona kötülük yapmaya çalışan eli bıçaklı bir adam hayal ediyorsun?" "Aynen öyle." "Tuhaf... Çok tuhaf..." Sinirlenerek homurdandım. "Nesi tuhaf?" Behzat'ın dudakları iki yanına sarktı. "Ne bileyim, oldukça yadırgadım. Sağlıklı bir insanın ha yatında daha önce hiç görmediği bir evin böyle ürkütücü bir kâbusa zemin olması çok ilginç."
122
Mehmetcan
"Haklısın, ama olaylar aynen böyle gelişiyor." Behzat'ın yüzüne baktım bir an. Ortağım sanki hiç umma dığı bir şey yakalamış gibi nazarlarını kararmış tahta zeminin üzerine dikmiş, yerde duran bir şeyi görmeye çalışıyormuş gi biydi. Titrek bir sesle sordu. "Derya'yı bu masaya bağlanmış olarak mı görüyordun?" diye sordu tekrar. "Evet, dedim ya?" "Sonra onu iplerinden sen mi çözüyordun?" Bunun cevabı zihnimde pek berrak değildi. Düşündüm birkaç saniye. "Onu hatırlamıyorum," diyebildim, "iyi düşün." Bu garip sualler karşısında Behzat'a baktım. "Neden soruyorsun ki?" Behzat bana cevap verecek yerde ağır adımlarla masaya yak laşıp yere eğildi ve masanın kalın ayaklarından birinin yanında duran bir şeyi eline aldı. Ne olduğunu görememiştim. Ortağım şimdi şaşkınlıkla elinde tuttuğu şeye bakıyordu. "Nedir o?" diye sordum. Behzat şaşkın bakışlarını bana çevirdi. Bir avucunun için deki nesneye bir de endişe ile gözlerime bakıyordu. Bu kez hızla yanma yaklaşıp tuttuğu şeye baktım. Kesik, kalın bir ip parçasıydı bu. Bir an betim benzim sarardı. Herhangi bir yorum yapama dım. Gözlerimi arkadaşımın avucu içinde tuttuğu ipten alamı yordum. Sanırım ikimizin de aklından o an aynı şeyler geçiyordu. Behzat bakışlarını yeniden elindeki ipe çevirmişti. Dikkatle kesik parçayı inceliyordu. "Ama bu imkânsız," diye fısıldadı kendi kendine. "Nedir imkânsız olan?" "Şu ip... Al, bir de kendin bak. incele..."
123
Mehmetcan
Uzattığı ipi elime alıp baktım. Kalınca sıradan bir ip görün tüsündeydi. Ama aklından geçenleri anlamıştım tabii. Dizleri min bağı gevşedi. Sesim çıkmadı. "Fark ettin mi? " diye sordu. "Bu ip yeni kesilmiş. Rengine bak, sararıp solmamış. Eskiden kalma olsa, çürümüş, yıpranmış olması gerekir. Allah, Allah! Buna bir anlam veremiyorum. Ke silmeden hasıl olan lifler bile üzerinde duruyor daha." Kekeleyerek mırıldandım. "Ne düşünüyorsun?" "Ne bileyim, Murat," diye söylendi. "Ama kalıbımı basarım bu ip keskin bir bıçakla kesilmiş. Hem de yakın bir tarihte." "Yani kâbuslarımda olduğu gibi, değil mi? Söylemek iste diğin bu mu?" Ortağım cevap vermedi. Dalmış düşünüyordu. Sonra birden ürpererek, "Hadi, gi delim buradan," diye mırıldandı ve aceleyle odadan çıktı. Ben de hızla peşinden seğirttim. Çürümüş basamaklara aldırmadan hızla merdivenleri indik...
Jeep'e girdiğimizde Behzat benden fazla sarsılmış gibiydi. Hiç konuşmuyordu. Aracı çalıştırırken gayet dalgın bir haldey di. Çamurlu yola arabayı sokarken endişeli bir şekilde söylen meye başladı. "Bu durum hiç hoşuma gitmedi, dostum." "Açık konuş Behzat," dedim. Ortağım bir yandan kesif çamurlu yolla boğuşurken bir yandan da bana lâf yetiştirmeye çalışıyordu. "Bilirsin, ben pozitif düşünceli bir insanımdır. Ne hayalet, hortlak masallarına inanırım, ne de lanetlenmiş ev hikâyelerine. Ama anlattıkların ve şu bulduğumuz ip parçası çok midemi bu landırdı. Sana açık söyleyeyim, aklım karıştı birden." "Yani?"
124
Mehmetcan
Behzat bir an durakladı yine. Gözünü yoldan ayırıp kısa bir süre gözlerimin içine baktı endişeyle. "Bana her şeyi tam bir dürüstlükle anlattığına emin misin?" diye sordu. "Ne demek istiyorsun?" "Bak Murat, benim aklım böyle şeylere pek basmaz. Bunca yıllık arkadaşımsın, durumu hep senin rüyalarının yorgunluk tan kaynaklandığını düşünüyordum. Ama bulduğumuz o kesik ip parçası, somut bir delil niteliğinde. Dediğim gibi, keskin bir bıçakla kesildiği de gün gibi aşikâr." "Eee?" Behzat'ın yüzü birden kızarmıştı. Aramızdaki eski ve köklü arkadaşlığa rağmen birden utanmış gibi homurdandı. "Sen hiç buraya Derya'yı getirdin mi?" diye sordu. Şaşırmıştım. "Yoo," dedim. "Niye getireyim k i ? " "Açık konuş benimle. Ortada babanın bir isteği söz konu su, sevgilinde bir mimar. Belki onu evin halini göstermek, ne yapılacağını kararlaştırmak için buraya getirmiş olabilirsin." Ortağımın iddiasmdan pek bir şey anlamamıştım. "Getirmedim, ama getirmiş olsam bile ne çıkar k i ? " Behzat yutkundu, aklından geçenleri ifadede zorlanır gi biydi. "Ne de olsa ikiniz de gençsiniz. Bu metruk evde hiç seviş meye filan kalkmış olmayasınız?" Gözlerim irileşti. "Şaka mı yapıyorsun? O boktan evde böyle bir şeye kalkı şacağımızı nasıl düşünürsün Behzat? Çıldırdın mı sen? " "Senin hayal gücünün zengin olduğunu bilirim. Belki de öyle bir şeye kalkıştınız, sonra da yaptığın seni etkilemiş olabi lir. Yani düşlerine girecek kadar." "Saçmalama." "Öyleyse o yeni kesilmiş ip parçasının o evde ne işi var?
125
Mehmetcan
Oda bomboştu, masadan başka tek görünen şey o ipti. Bunu nasıl açıklayacaksın?" Tepem atmıştı birden, ortağıma gürledim. "Çıldırdın mı sen, Behzat? Nasıl düşünürsün böyle bir şeyi? îşim gücüm yok da, sevgilimle o pislik yuvası berhane de aşk fantezileri mi yaşayacağımı sanıyorsun?" Behzat önüne baktı, mahcup olmuş gibi yutkundu. "Kusura bakma," diye fısıldadı. "Saçmaladım galiba. Bana öyle esrarengiz olaylar anlattın ki, elimde olmadan ben de hayal kurdum sanırım. Hem kabul edelim ki, o harap evin gerçekten insana tesir eden bir yanı var. İçeri girer girmez ürperdim. Bo şuna dememişler içinde hayaleder dolaşıyor diye. İnsana ürperti veren, korku sindiren garip bir tarafı mevcut. O ipi görünce de iyice saçmaladım." Sustuk ikimiz de. Arkadaşım merakla sordu. "O ipi orada bırakmadın, değil mi?" Evden çıkarken ipi montumun cebine tıkmıştım. Elime ce bime sokup ipi çıkardım. "Yanıma aldım," dedim. "Bir daha bak. Ne kadar yeni, değil mi?" Şaşkın şaşkın ipi inceledim. Behzat haklıydı. Eskiden kal mış, zamanın yıpratıcı etkisine uğramamıştı. Bunu nasıl açıkla yabilirdik? Düşünmeye başladım. "Belki de yakın zamanda biri eve girmiştir," diye tahminde bulundum. "Belki de. Ama herkes bu evin boş ve lânetli olduğunu bili yormuş, bana öyle söylemiştin. O zaman kim elinde iple bu eve girer ki? Ne almayı düşünmüş olabilir?" "Kim bilir?" dedim. "Belki de hâlâ çalınacak bir şey kal mıştır diye hayal edenler olabilir." "Hiç sanmam," dedi Behzat. Kafam atmıştı yine.
126
Mehmetcan
"Bana mâkul bir şey söyle, Behzat!" diye bağırdım. O da sesini yükseltti. "Ne bileyim birader, aklıma bir şey gelmiyor ki?" dedi. "Belki de biz yanılıyoruz. Bizimki saçma bir varsayımdan ibaret; ipin yeni kesilmiş olduğu hükmünü çıkardık. Nereden bileceğiz, bu işin uzmanı değiliz ya..." Baktım, Behzat bizim şantiyenin yolunu tutmuştu. Cesare timi toplayıp sordum. "Hani çevrede araştırma yapacak, evin geçmişini bilenlere sorular soracaktık. Vaz mı geçtin yoksa?" "Boş ver," diye homurdandı. "Bu hadiseyi unut. Burhan amcaya da münasip bir dille evi onardım de. Adamcağız nasıl olsa, gidip bir göreyim diyecek hali yok ya. Bu olay hiç hoşuma gitmedi benim. Sen de beyninden silip atmaya bak." ilk defa gülümsedim. "Ne o? Yoksa korktun mu?" dedim. Behzat sararmış çehresiyle bana dönüp en içten sesiyle ko nuştu. "Gerçeği bilmek ister misin? "dedi. "Korktum. Vallahi de korktum. O ev gerçekten tekinsiz bir yere benziyor. Bir daha adımımı atmam." Açıklaması zordu fakat garip bir memnuniyet hissine ka pılmıştım. Demek olaylar karşısında paniğe kapdan tek insan ben de ğildim...
127
Mehmetcan LLtfhK bir ip parçası âdeta hayatımdaki dengeleri altüst etmişti. Akşam eve dönmeye çalışırken arabanın içinde zihnim yine bu mesele ile meşguldü. O zamana kadar meseleyi hafi fe alan, anlattıklarımı bedenî ve fikrî yorgunluğuma bağlayan Behzat bile ürkmüş ve en kötüsü bana hasta biriymişim gibi bakmaya başlamıştı. Ne garipti, ilk nazarda aklına gelen ihtimal kafamın tasının atmasına yol açmıştı. Böyle bir olasılığı düşünmesi bile yanlış ve de ayrıca çirkindi. Ben öyle çılgın cinsel fantezileri olan biri de ğildim; bunu Behzat'ın da bilmesi gerekirdi. Ayrıca öyle fante zileri yaşamak istesem bile, bula bula o evi seçmem nasıl müm kün olurdu, başka yer mi kalmamıştı? Ortağıma bozulmuştum. Fakat itiraf edeyim ki, arabanın içinde köprü trafiğinin insanı delirten dur kalkları arasında şimdi ben de o ipi düşünmeye başlamıştım. Behzat'ın haklı olduğu cihetler vardı. Bunu inkâr edemez dim.
128
Mehmetcan O ip kesinlikle yeni idi. Oraya düşürülmüş veya kasten bırakılmıştı. Evet, kâbuslarımda Derya'yı o masanın üzerinde bağlanmış olarak görüyordum, ama neden Halit'le geldiğim seferde o ipi fark etmemiştim? Gözümden mi kaçmıştı acaba? Belki de o masanın ruhumda yarattığı nefret nedeniyle yerlere hiç dikkat etmemiştim.
Trafik yoğunluğunu bütün şiddetiyle devam ettiriyordu. Adım adım ilerliyordum. Galiba ruhumdaki asıl fırtına, düşlerime giren kâbuslarla gerçek yaşamda uyanıkken karşılaştığım ve izahında zorluk çek tiğim olayların esrarengiz bir biçimde örtüşmesiydi. Hem bir şeye daha dikkat etmiştim; korku içime sindikçe gerçek hayatta karşıma gün be gün yeni vaka anlam veremediğim tarzda ortaya çıkıyordu. Belki bir ruh doktoru düşlerime bir izah getirebilir, bana yardımcı olabilirdi, ama babamın ölmüş bir emektarının kendisini ziyaret ettiğini söylemesini, onarımını istediği evin karşıma rüyalarımda gördüğüm ev olarak çıkmasını ve bugün bulduğumuz ipi nasıl açıklayacaktım? Çaresizlik karşısında ak lım karışıyor ve gittikçe işin içinden çıkamaz hale geliyordum. Ayrıca rüyalarımda benle didişen, sevgilimi öldürmeye kal kışan o suratsız adam kim olabilirdi? Düşlerin semboller üzerine kurulu olduğunu biliyordum, o yüzsüz iblis kötülüğümü isteyen bir düşmanım olmalıydı. Ama kim? Çok düşünmüş ama öyle birini bulamamıştım. Hayatta bana düşman veya hasım olacak, kötülüğümü isteyecek hiç kimseyi hatırlamıyordum. Daha hâlâ Anadolu yakasındaydım ve köprü girişine vara mamıştım. Kolumdaki saate bir göz attım, yedi buçuk olmuştu. Derya çoktan eve gelmişti herhalde. Ona gecikeceğimi söyle mek için telefona sarıldım. Zilin üçüncü çalışında sevgilim te lefonu açmıştı. "Merhaba, hayatım," dedim. "Evde misin?" "Çoktan geldim. Sen neredesin?" "Trafik çok yoğun. Köprü girişine yaklaşıyorum."
129
Mehmetcan
"Tamam," dedi. "Bu gece ne yapacağız? Dışarı da yiyelim mi?" "Hiç gerek yok sevgilim. Ben erken dönünce bir şeyler ha zırladım bile."
Buna sevinmiştim. Ruhsal gerginliğim beni fiziksel olarak da bir hayli yoruyordu, berbat geçirdiğim bir günün sonunda bir de dışarıda yemek zor geliyordu bana. "En geç yarım saat sonra evdeyim," diyerek telefonu ka pattım...
Yaklaşık kırk dakika sonra da kapının zilini çalıyordum. Derya güler yüzle karşılamıştı beni. Yanağıma bir öpücük kon dururken, "Yorgun musun?" diye sordu. "Eh, şöyle böyle," dedim. Fazla üstelemedi. Yorgunluğumu herhalde günlük iş tem poma, trafiğin bezdiriciliğine bağlamış olmalıydı. Yemeğe otur madan evvel, ne de olsa aynı iş kolunda çalışmamız nedeniyle şantiyedeki faaliyetlerle ilgili bir yığın sual sordu, merak ettiği, aklına takılan mevzuları didikledi. Bozuntuya mahal vermemek için ben de sabırla hepsini dilim döndüğünce cevaplamaya ça lıştım. Sonunda, "Neyse," diye mırıldandı. "Zaten yarın ben de sabahtan şantiyeye uğrayacağım, beraber bakarız," dedi. "Yarın bürona uğramayacak mısın?" "Uğrayacağım ama sabah sizin şantiyede olmak zorunda yım." Sesimi çıkarmadım. Yemek esnasında da baktım, Derya neşeliydi. Bazen onun neşesi bana da sirayet ederdi. Nitekim bu akşam da şakaları, zekice yapılmış esprileriyle üzerimdeki sıkıntıyı hafifletmişti. Televizyon seyretmeyi pek sevmezdi, boş vakitlerinde ya kitap okur, ya da klasik müzik dinlemeyi tercih ederdi. Ama en büyük zevki benimle çeşitli konularda konuşmaktı. Bu gece de çenesi
130
Mehmetcan
düşmüştü, geniş kanepenin üzerinde oturmuş, devamlı konu dan konuya atlayarak konuşuyordu. Bir ara ayaklarını toplayıp kanepenin üzerine uzandı, başını dizime dayadı. Ona âşıktım ve aramızda sevgiye dayanan güçlü birlikteli ğimiz vardı. O an sanki biri dürtmüş gibi birden aklıma geldi. Saçlarını okşarken kelimeler ağzımdan döküldü. "Derya," dedim. "Efendim, sevgilim?" dedi. "Ben fantezileri zayıf ya da fazla gelişmemiş bir adam mı yım?" diye sordum. Başını hafifçe çevirip yüzüme baktı. "Nasıl yani? Bu soruyu pek anlayamadım?" Bir iki saniye durakladım. Zihnimi kemiren sualin gerekli olup olmadığını düşündüm, ama sonra kendimi tutamadım. "Meselâ," diye geveledim. "Evet?" "Meselâ cinsel ilişkilerimiz yeknesak mı? Daha değişik, he yecan verici, farklılık gösteren sevişmeleri hayal ettiğin oluyor mu hiç?" Şuh bir kahkaha attı. "Nereden aklına geldi, şimdi böyle bir sual?" diye gülerek yüzüme baktı. "Bilmem," dedim. "Arada sırada değişik ve fantezi sayıla cak denemeler çiftleri birbirine daha yaklaştırırmış diye işitmiştim." "Galiba yalan da değil. Bir hakikat payı var sanırım. Şu ge çen Pazar yaşadıklarımızı hâlâ unutamıyorum; değişik bir dene meydi ve itiraf edeyim ki çok hoşuma gitmişti," dedi. "Geçen pazar mı?" "Tabii ya... Çok heyecanlanmıştın. Mükemmeldi doğrusu. Senin zevkinin doruğa çıkması beni de müthiş mutlu etmişti. O tür fantezileri kast ediyorsan benim bir diyeceğim yok." Geçen pazar yaptığımız sevişmeyi anımsamaya çalıştım.
131
Mehmetcan
Ama kafamın içi bomboştu sanki. Acaba ne yapmıştık? Derya'yı bu denli mutlu eden ne denemiştik? "Demek beğenmiştin," diye kekeledim. "Senin hoşuna gitmedi mi yoksa? Fikir senden gelmişti." Yutkundum. Sevgilimle bir hafta evvel yaptığım değişik bir sevişmeyi nasıl unutabilirdim? imkânsız gibi bir şeydi bu. İçimi bir ürküntü kapladı. Söyleyecek bir şey bulamıyordum. Onun nasıl fantezi bir yanı olduğunu da sevgilime soramazdım. Derya hınzırca gülümsüyordu. "Yoksa aynısını bir daha mı denemek istiyorsun? " diye sordu. Kalbimin hızlı çarpıntısını hissetmesinden korktum. Güç lükle, "Olabilir," diye fısıldadım. "Ama bu sefer kollarımı ip yerine eşarpla bağla, biliyorsun saatlerce o iplerin kızarıklığı bileklerimden geçmemişti." Az kaldı kusacaktım. Şiddetli bir mide bulantısı başlamış, midem kramp girmiş gibi kasılarak acı bir safra gırtlağıma kadar yükselmişti. Sanki bütün akşam yemeğinde yediklerim ağzımın içine kadar gelmiş ti. Yüzüm de sapsarı olmuştu herhalde ki, Derya birden başını kaldırıp, "Ne oldu?" diye sordu. Acaba başıma gelenleri Derya'dan saklamakla yanlış bir iş mi yapıyordum? Onu kaybetmek korkusu yüreğimi dağlıyordu. Şayet ben bir ruh hastası isem, bu beraberliği devam ettirmemiz en azından sevgilimin geleceği için çok zararlıydı. Ona bunu yapamazdım. Bu affedilemez bir kötülük olurdu. Ciddileşerek sualini tekrarladı. "Nen var Murat? Yüzün birden sapsarı oldu." "Midem," diyebildim. "Midem bulandı. Herhalde yedikle rimden olmalı." "Ama rahatsız edici bir şey yemedik k i ? " Kucağımdan kalkmış, kanepenin üzerinde doğrulmuştu. iri mavi gözleriyle hâlâ beni inceliyordu.
132
Mehmetcan
"Dolapta soda var, içmek ister misin? Getireyim mi?" "Ben alırım," diye ayağa kalktım. Dizlerim bedenimi zor taşıyordu. Sarsak adımlarla mutfağa ilerlerken, inşallah peşimden gelmez diye içimden dua ediyor dum. Gerçi midemdeki sert bir yumruk yemiş gibi duyduğum kramp acısı devam ediyordu, ama asıl sorun beynimde esen fır tınaydı. Böyle bir sual sormak nereden aklıma gelmişti acaba? Kendimi yeterince tanıdığımı, böyle cinsel fantezilerden pek hoşlanmadığımı sanırdım hep, oysa hiç hatırlamadığım şey lere de kalkıştığım böylece sabit olmuştu şimdi. Acaba bu tür ilişkilere daha önce de başkalarıyla girişmiş miydim? Nitekim Behzat da yerde o ipi görür görmez aklına ilk gelen şey Der ya ile böyle bir fanteziye girişip girişmediğimi sormak olmuştu. Behzat'a sinirlenmiştim sabahleyin, ama şimdi, velev ki ö met ruk evin haricinde de olsa Derya ile bu tür bir ilişki gerçekleş tirdiğimi öğrenmiş bulunuyordum. Mutfağın penceresini açıp derin derin soğuk havayı ciğerle rime çektim. Dışarıda esaslı bir ayaz vardı. Soğuk hava yüzümü yalarken sanki biraz rahatlamış gibi hissettim kendimi. Mutfak ta ne kadar oyalandığımı bilmiyordum. İçerden sevgilimin sesi yankılandı. "Murat!" "Geliyorum," diye seslendim. Bir an ağlayacak gibi oldum. Kendimi zor tutuyordum. Artık kuşkum kalmamıştı; bir hafta önceki sevişmemizi hatır layamadığıma göre ben de bunama arazları başlamış sayılırdı, korkarım babama dönmüştüm. Belki de babamdan da beter bir hâle. Buzdolabının kapağını açarken hâlâ geçen pazarı ha tırlamaya gayret ediyordum. O hafta sonunu nasıl geçirmiştik acaba? Israrla kendimi zorluyordum, fakat nafile, anılarım bir türlü canlanmıyordu. Birden paniğe kapılır gibi oldum. Acaba hayatımda baş ka hatırlamadığım olaylar da var mıydı? Buram buram soğuk
133
Mehmetcan
terler döküyordum. Peki, en son Derya ile ne zaman sevişmiş tim? Dün gece mi? Hayır, diye mırıldandım içimden. Dün gece babama gitmiştik; sonra dönüşte arabada annemle ilgili anıla rımı naklederken birden onu hatırlayamadığımı fark edince si nirlerim gerilmiş ve durumu kavrayan Derya üstüme varmaya rak dinlenmem için bana yaklaşmaktan çekinmişti. O hadiseyi unutmuştum aslında, onu da hesaba katmak lâzımdı, annemin yüz hatlarını da, onu kaybettiğimiz zamanı da çıkaramamıştım bir süre. Ama dün gece Derya ile sevişmediğimizi anımsıyordum. Ya bir gün öncesi? Evvelki gün veya ondan bir gün ön cesi, sevişmiş miydik? Zihnimi zorladım yine. Sonra büyük bir keşifte bulunmuş gibi sevindim; tabii ya en son dün sabah bir birimizin olmuştuk. Babamı ziyarete gittiğimiz günün sabahı. Hatta yataktan geç kalktığımız için işi de sermiştik. Topu topu aradan bir gün geçtiği halde bana haftalar gibi uzak gelmişti. Oysa şimdi gayet net anımsıyordum. Gözlerimizi aynı anda aç mıştık ve birbirimize sarılmış haldeydik. Sonrası malum, istek ve heyecanla birbirimizin olmuştuk. "Murat!" Derya tekrar seslenmişti. . Hemen buzdolabının kapağını açıp maden suyu şişesini çıkardım. Sodayı bardağa boşaltırken sevgilim birden mutfak kapısında beliriverdi. Çoraplarıyla, terliksiz geldiğinden ayak seslerini duyamamıştım. "Nerede kaldın, kuzum?" diye kinayeli bir şekilde sordu. Duygularımı saklamaya çalıştım. "Bulantımı bastırmak için camı açıp biraz soğuk havayı te neffüs ettim," dedim. "İşe yaradı mı bari? Sodayı iç, hazme iyi gelir." "Tamam." Bardağı ağzıma götürdüm ama ellerim titriyordu. "Titriyorsun sen," dedi.
134
Mehmetcan
"Bulantıdandır." "O kadar şiddetli mi?" Nasd oldu bilmiyorum ama âni bir kararla elimdeki barda ğı tezgâhın üzerine bırakıp sevgilimi omuzlarından kavradım. Bundan sonra olacakları artık düşünmek istemiyordum. Onu birden kavramamı yadırgamıştı. Biraz şaşırarak bana baktı. "Derya," diye inledim âdeta. "Efendim, sevgilim." "Seninle konuşmamız lâzım." Yüzüme manidar bir şekilde baktı. "Hangi konuda?" "Geleceğimiz hakkında." Kaşları çatılmıştı. "Ne demek bu? Ne söylemek istiyorsun?" "Derya, artık bilmen lâzım." "Allah Allah! Neyi bilmem lâzım Murat? Bilmece gibi konuşmasana." "Ben hastayım, Derya," dedim. "Ne hastası? Yine şu gördüğün kâbusları mı kastediyor sun?" "Evet, onları... Ama mesele sandığın kadar basit değil. Çok daha vahim. Anlamadığım bir sürü şey oluyor etrafımda." Sevgilimin nefis mavi gözlerinde belirgin bir gölgelenme oldu. Kısık fakat yumuşacık bir sesle fısıldadı. "Nen var, Murat? Neden anlatmıyorsun bana?" "Ben galiba aklımı oynatıyorum. Ya da bunuyorum veya ismini bilmediğim bir ruh hastalığına yakalanıyorum." Ters ters yüzüme baktı. "Ne demek şimdi bu? Bu yaşta sa pasağlamken nasıl bunarsın ayol?" Galiba işin en zor yanını atlatmış, sonunda gerçeklerle yüz leşmek şansını yakalamıştım. Gerçi bunları Derya'ya anlatmak hâlâ bana çok zor gelecekti, ama ok yaydan çıkmıştı bir kere artık geri dönemezdim.
135
Mehmetcan
"Meselâ," dedim. "Şu geçen pazar yaptığımız sevişme. Onu hiç hatırlamıyorum. Sen değişik ve fantezilerle dolu olduğunu söylemiştin ama benim beynimde en ufak bir kalıntısı yok." Bir an beni süzdü. "Yok mu? Yani o sahneleri hiç hatırlamıyor musun?" "Üzgünüm ama hiç hatırlamıyorum." "Bunun için mi bunadığına hükmediyorsun?" "Başka nedenler de var. Lütfen bana anlatır mısın, geçen pazar ne oldu?" Derya koluma girdi, beni salona doğru sürükledi. Koridoru geçerken hiç de telaşlı olmayan bir ses tonuyla mırıldandı. "Tamam," dedi. "Sana her şeyi bütün teferruatıyla anlatı rım. Bakalım, hatırlayacak mısın." "Lütfen," diye kekeledim. "Her teferruatı bilmek istiyo rum." "Teferruatı ha? Sence çok mu önemli b u ? " "Evet, önemli." "Pekâlâ. Önce oturalım bir yere." Sevgilim hiç de telaşlı görünmüyordu. Hatta şaşkın şaşkın baktığım yüzünde ne bir gerilme ne de hayret ifadesi vardı. Oysa anlattıklarımın onu paniğe kapılmasına yol açacağını san mıştım. Salona geldik, az evvel oturduğumuz kanepeye yerleştik ama bu sefer dizime yatmadı. Gözlerimin içine bakarak konuş maya başladı. "Geçen pazar yağmur yağıyordu, hava açık olsaydı senle bentlere yürüyüşe gidecektik, ama hava kapalı olunca vazgeç miştik. Öğleye kadar evin içinde oyalandık. Sen pul koleksiyo- • nunla meşguldün ben de salonda müzik dinliyordum." "Sonra? Sonra ne oldu?" Derya gülümsedi. "Ben bir banyo yapmaya karar vermiştim." "Evet?" "Hatırladın mı?"
136
Mehmetcan
Başımı olumsuzca iki yana salladım. "Hayır." "Soyunmak üzere yatak odasına geçtim. Sen de tam o sıra da çalışma odandan çıkıp yanıma gelmiştin." Kekeleyerek, "Devam et," dedim. Sevgilim bir an durakladı. "Tabii, yarı çıplak bir haldeydim. Anlarsın ya, çıplaklığım dan etkilenmiştin. Her zaman yaptığın gibi bana sarılıp öpmeye başladın. Bilirsin, ben de ateşli bir kadınımdır ve her zaman se vişmeye hazırımdır. Sana karşılık verdim, sonra yatağa yuvar landık." "Yani hepsi bu kadar mı?" Derya çapkınca gülümsedi. "Hayır, değil. O an kulağıma hiç alışık olmadığım bir şey fısıldadın." "Ne dedim?" "Sevişmelerimizin çok monotonlaştığını, biraz değişiklik, daha renkli ve heyecan verici yenilikler isteyip istemediğimi sordun." "Sen ne cevap verdin?" Derya hafifçe gülümsedi. "Yapma, Murat, hangi kadın böyle bir teklife hayır der ki?" "Sonra seni iple yatağa mı bağladım?" "Evet." "Bu olay yatak odamızda cereyan etti, değil mi?" "Tabii." "Yani bir başka zaman ve bir başka yerde aynı olayı tekrar yaşamadık, değil mi?" "Saçmalama kuzum. Başka nerede yaşayabiliriz bunu." Beni yeni bir titreme almıştı. Gözlerimi Derya'dan kaçıra rak sordum. "Benim elimde bir bıçak var mıydı?" "Bıçak mı?" "Evet, bıçak veya hançer türünden kesici bir âlet."
137
Mehmetcan
"Ne münasebet? Sevişirken elinde bıçağın ne işi olabilir." Her şeye rağmen derin bir nefes almıştım. Olayı hâlâ ve kesinlikle hatırlamıyordum, ama en azından elimde bir bıçak olmaması beni rahatlatmıştı sanki. "Daha detay ister misin?" diye sordu. içimi yeni bir korku kaplamıştı ama elimde olmadan evet anlamında başımı sallamıştım. "Beni çırılçıplak soydun," dedi. "Sonra bileklerimden ya tağın iki ucuna bağladın. Kabul ediyorum, doğrusu benim için de değişik ve müthiş haz verici bir deneyimdi. Biraz sapık bir yanı olsa da heyecanlıydı. Hatta seviştikten sonra ara sıra bu tür fanteziler denemeye karar vermiştik." Bütün kanım çekilir gibi olmuştu. Benim dünyamda böyle çarpık fantezilere hiç yer yoktu. Hayatım boyunca da denememiştim. Bu çılgınlığa nasıl tevessül ettiğimi anlamıyordum. Acaba hangi neden beni böyle bir iste ğe itmiş olabilirdi? Birden sordum. "Seni karyolaya bağladığım ipler..." "Eee, ne olmuş o iplere?" "Onları ben mi bulup yatak odasına getirdim?" Derya çok anlamsız bir sual sormuşum gibi omuzlarını silkti.
"Burası senin evin değil mi, sevgilim? Tabii ki o ipleri sen getirdin?" "Nereden getirdim?" "Ne bileyim? Bunu düşünmek hiç aklıma gelmemişti. Belki mutfaktan ya da balkonlardan birinden." Ona söylemedim ama benim evimde ip yoktu. Hele bir in sanı yatağa bağlayacak kalınlıkta bir ip. Buna kesinlikle emin dim. Derya gözlerimin içine bakarak, "Sahiden o günü hiç ha tırlamıyor musun?" diye sordu. "Ne yazık ki, hatırlamıyorum."
138
Mehmetcan
"Yazık. Zira ikimiz de çok zevklenmiştik." "Dur bir dakika," dedim. Bir şeyler hatırladığımı sanarak ümitle yüzüme baktı. "Sonra o ipleri nasıl çözdüm. Elimle mi?" Derya gülümsedi. "Bak, hatırlamaya başladın galiba," dedi. "Neyi?" "Sol bileğim deki ipi bir türlü çözmeyi başaramadığını." Birden irkilmiştim. "Sonra nasıl çözdük?" diye homurdandım. "Mutfağa koşup kocaman bir ekmek bıçağı getirdin. Onu da hatırlamıyor musun?" Demek bir nokta da bıçak devreye giriyordu. Ve ben o dü ğümü keserek açmıştım. Yüreğime yeniden bir ateş düşmüştü. Bendeki şaşkınlığı gören Derya mırıldandı. "Ne var ki bunda?" dedi. "O düğümü çok sıkı atmıştın." Derya diye inler gibi mırıldandım. "O ipi görsen hatırlar mısın, yani senin bileklerini bağladı ğım ip olduğunu anlar mısın?" Sevgilim birkaç saniye düşündü. "Herhalde," diye mırıldandı sonra. Ağır ağır kanepeden kalktım kapının önündeki portmanto ya gidip anorağımın cebimde duran ip parçasını alarak yanma döndüm. Derya şaşkın bir halde ne yaptığımı anlamaya çalışı yordu. Avucumdaki ipi ona gösterdim. "iyi bak," dedim. "Seni bağladığım ip bu muydu?" Bir süre ipi inceleyen Derya gülmeye başladı. "Bu ip parçasını neye sakladın?" dedi. "Buydu tabii. He men tanıdım." O an bayılmamak için kendimi zor tutmuştum...
139
Mehmetcan Ğ>MÎN misin?" diye mırıldandım. "Geçen pazar bura da sevişirken seni bağladığım ipin bu olduğundan hiç kuşkun yok mu?" Bu defa sevgilim sualimdeki ısrar karşısında ciddileşerek bir ipe bir de gözlerimin içine baktı. Sualimi yadırgadığı çok belli oluyordu. İşin ciddiyetini anlamasa da ipi parmaklarının arasına alıp bir süre inceledi. Sonra, "Evet, bu o ip," diye mırıl dandı. "Eminim, zaten ucundaki düğümden anlamıştım." Betim benzim daha da sarardı. Bu kez Derya merakla sormuştu. "Bu düğümü neden sakladın?" Sorunun cevaplandırması en pis yanı da buydu zaten. Yut kundum. "Ben onu saklamadım," dedim. "Öyleyse montunun cebinde ne işi var?" "Onu bugün sana bahsettiğim metruk evde bulduk." Derya hiçbir şey anlamamış gibi gözlerini kıstı.
140
Mehmetcan
"Şu babanın tamirini istediği evde mi?" Başımı üzüntüyle salladım. Derya'nın nasıl bir yorum yapa cağını bekliyordum. Birkaç saniye afallayan sevgilim samimi bir kahkaha attı. "Git, Allah'ını seversen, Murat! Benimle dalga mı geçiyor sun?" dedi. "Doğru söylüyorum Derya. Bunu orada bulduk." "Bulduk da ne demek? Kim vardı yanında?" "Behzat. Zaten ipi de önce o gördü." Derya dehşete kapılmış gibi ipe bakıyordu şimdi. "Olmaz öyle şey... İmkânı yok. Nasıl olabilir?" "Benim de aklımın almadığı bu ya." Sevgilim çaresizlik içinde bir izah yolu arıyordu. "Sen orada düşürmüş olmayasın?" dedi. "Ben mi?" "Tabii ya." "Saçmalama Derya! Bu ipi Sarıkaya'ya götürmüş olamam ya?"
Hâlâ iri iri açılmış gözleriyle yüzüme bakıyordu. "Bilemiyorum," diye fısıldadı. "O gün, yani seviştiğimiz pazar günü bıçakla ipi kestikten sonra o parçayı ne yaptığını hatırlıyor musun?" "Yapma Derya, ben seviştiğimizi bile hatırlamıyorum." "Tamam işte; acaba o rahatlıkla kestiğin ipi sonra atmak için montunun cebine tıkmış olamaz mısın? Sonra da cebinde de unutmuş olabilirsin. Bugün de oraya gittiğinizde düşürmüşsündür." "Bu söylediklerinin olabileceğine aklın kesiyor mu Derya?" Sevgilim sustu. Belli ki kendi söylediğine kendi de inanmı yordu. Neden sonra, "Evet biraz mantıksız," diye homurdan mak zorunda kaldı. Yüzüme baktı şaşkın şaşkın. "Peki sen bunu nasıl açıklıyorsun?" diye sordu. "Açıklayamıyorum sevgilim," dedim.
141
Mehmetcan
Derya birden ellerime yapıştı. "Hayatım," diye inledi. "Düşlerinde hep beni o metruk evde, boş bir odada, masaya bağlı olarak görüyordun, değil mi?" "Evet." "Bir masanın üzerinde ve çırılçıplağım." "Doğru." "Ve bir de bana tecavüze yeltenen bir adam görüyorsun?" "Evet." "işte, sanırım meselenin püf noktası burada toplanıyor." "Nasıl yani?" "Sen şuuraltında hep böyle bir tecavüzü kuruyorsun. Bana öyle geliyor ki geçen pazar uygulamaya kalkıştığın fantezinin al tında da o var. içinden gelen bir his o sahneyi tekrar yaşatmak istedi. Beni o yüzden karyolaya bağladın." Birkaç saniye düşündüm. "Bir an için bu söylediğini varsayalım. Bu neyi değiştirir ki? Bilakis benim hasta biri olduğumu kanıtlamaz mı? Sana zorla tecavüze niye kalkışayım ki?" "Ama karabasanlarında gördüğün o adamı unutuyorsun. Senin gizli bir düşmanın var, belki de bütün sıkıntın o adamı tanıyamamak. Asd mücadelen benimle değil, o adamla." Buna benzer bir faraziyeyi ben de yürütmüştüm. Lâkin o vasıfta biri asla aklıma gelmiyordu. Başımı salladım. "Aynı şeyi ben de düşündüm Derya," diye mırıldandım. "Ama benim beynimde yer edecek öyle bir düşmanım yok ki." "Emin misin? iyi düşün," dedi. "Çok düşündüm. Öyle birini çıkaramıyorum. Kim benim düşmanım olabilir ki? Hayatta kimseye bir kötülüğüm dokun madı." Sevgilim acır gibi beni süzmüştü. "Bu böyle devam edemez," diye homurdandı. "Yarın ilk işim Dr. Feridun bey'e telefon edip randevu almak olacak."
142
Mehmetcan
" Kim o ? Bir psikiyatr mı ? " "Evet. Zehra'nın kocası." Durakladım bir an. "Zehra mı?" "Evet, canım. Hani geçenlerde seni Atatürk Kültür Merke zindeki konserin fuayesinde tanıştırdığım arkadaşım. Bana ne kadar çıtı pıtı, sevimli bir kadmcağız demiştin. O işte..." Yüzüm bir kere daha asıldı. Ne öyle birini ne de gittiğimiz o konseri hatırlıyordum...
Uzun, tatsız ve sıkıcı bir gece geçeceğe benziyordu. İlk şo kun etkisini atlatan sevgilim her zaman ki müdahaleci haliyle daha şimdiden duruma el koymuştu bile. Benim tüm itirazları ma, meseleyi bir daha enine boyuna düşüneyim dememe aldır madan, hemen telefona sarılmış ve arkadaşı Zehra'yı aramıştı. Tutarsız itirazlarım havada kalmıştı, Derya'nın beni dinleme ye hiç niyeti yoktu. Neyse ki beni nefes aldıran bir netice ile karşılaşmıştı ve bu hiç hesapta yoktu. Dr. Feridun mesleki bir kongreye katılmak üzere yurtdışına çıkmıştı ve bir hafta sonra dönecekti. Nedendir bilinmez, rahat bir nefes aldım; hatta içimden sevindim bile. Açıkçası doktorla yüz yüze gelmekten korkuyor dum. Belki tıbbi bir müdahale, uygulanacak terapi sıhhatim için gerekliydi, üstelik bunun bilincindeydim de ama yine de kor kuyordum. Tedavim sonuç vermezse, Derya'yı kaybedecektim. Bunun başka sonucu olmazdı, kaçınılmaz âkibetti. "Önemli değil," diye mırıldandı Derya telefonu kapattık tan sonra. "Bir hafta daha bekleriz. Atla deve bir zaman sayıl maz bir hafta." "Öyle tabii," diye fısıldadım. Göz ucuyla sevgilimi süzdüm. Nedense durulmuş, köşesi ne? büzülmüş, düşüncelere dalmıştı. Üzüldüğünü anlamıştım;
143
Mehmetcan ne de olsa sonucu olumsuz tecelli edebilecek bir derde düşmüş olabilirdim. Fakat Derya birden beni şaşırtan bir lâf etti.
"Murat," diye fısıldadı. "Bu durum çok garibime gitti." "Nasıl yani?" dedim. "Bu söylediklerin pek inanılır cinsten değil. Mantıksız, saç ma ve de inandırıcı değil." Hazin bir şekilde gülümsedim. "Doğrudur, insanlar sevdiklerine böyle bir sonu yakıştır mazlar." Sevgilim hemen itiraz etti. "Onu demek istemedim." "Ne demek istiyorsun peki?" diye söylendim. "Acaba biri seninle oyun mu oynuyor?" Yadırgayarak yüzüne baktım. "Oyun mu?" "Oyun kelimesi biraz hafif tabii. Yani demek istiyorum ki..." "Ne demek istiyorsun?" Mavi gözleri hiddetle parıldadı. "Biri acaba sana feci bir tuzak mı kurdu?" "Sen neler diyorsun Derya? Kim bir tuzak hazırlayarak be nim düşlerime girebilir?" "işte, bunu bilmiyorum henüz. Ama tatsız bazı şeyler se zinler gibiyim?" içimden zor da olsa gülmek geldi, fakat gülümsemedim bu defa. "Ne sezinliyorsun?" diye mırıldandım. "Ben mantıksız hiçbir şeyi kabul edemem. Örneğin şu ipin düşlerine giren evde bulunması gibi. Bu olacak şey değil. Ispatlansa bile hiçbir iddia bana bunu kabul ettiremez." "Ama bu bir gerçek. O ip düğümünü sen de görüp kabul et tin. Seni yatak odamızdaki karyolaya bağladığım ip değil mi o?" Derya ısrarla başını salladı.
144
Mehmetcan
"Yanılmış olabilirim. Kimse bundan kesin emin olamaz. Alt tarafı bir ip parçası. Eminim ki beni öyle merak uyandıran bir şekilde sorgulamasan, belki de o ip değildi derdim." Galiba beni rahatlatmaya çalışıyordu. "Unutma," dedim. "O benim beynimin yarattığı bir şey de ğil. Onu Behzat buldu." "Lanet olsun, işin tersliği de bu ya..." Yüzünün hatları iyi ce gerilmişti. "Behzat'tan şüphe edemem, o senin eski arkadaşın ve iş ortağın. Tutamadım kendimi. "Yoksa ondanda mı kuşkulandın?" "Her şeyi ihtimal dahilinde görmek gerekir," dedi. Hayretle yüzüne bakmıştım. "Neler diyorsun, sevgilim? Nasıl olur? Bunca yıllık orta ğımdan nasıl şüphe edersin?" "Henüz kimseyi suçladığım yok Murat, sadece olası suçlu ları beynimden geçiriyorum." "Yapma, Derya," diye inledim. "Sen bulanık suda balık av lıyorsun. Lütfen asıl gerçekleri yakalamaya çalış. Ortada beni çıldırtmaya çalışan biri filan yok. Ben bir hastalığa tutuldum. İflah olur muyum, bilmiyorum ama durumum gittikçe kötü leşiyor. Gördüğüm kâbuslar artıyor, artık gerçeklerle rüyaları karıştırır hâle geldim. Zihnimde sık sık unutkanlıklar oluyor. Düşünsene daha dün akşam eve dönerken, bir an annemi hatırlayamadım. Keza, ne geçen pazar ki sevişmemizi, ne de konser de tanıştırdığını söylediğin kız arkadaşını da anımsamıyorum. Bütün bunlar bir başkası tarafından yapılabilir mi? Sorun ben de anlaşana..." Sevgilim, susmak zorunda kaldı. Ama bu mantıklı açıklamalarım karşısında dahi rahatlamamıştı. Nedense hasta biri olduğumu kabullenmek istemiyordu bir türlü... ***
145
Mehmetcan Bu normal bir rüya mı, yoksa sık sık gördüğüm kâbuslardan biri miydi, çıkaramıyordum bir türlü. Hatta belki de uyanıktım . Elimden gelse kendime bir çimdik atıp hayal görüp görmediğimi kontrol etmek istiyordum...
i Yabancı olduğum bir yerdeydim, ilk defa gördüğüm bir or tam. .. Tenha, sakin bir çevre... i Bir evin içindeyim. Huzurluyum. Geniş bir salon, hatta fazla geniş. Bol ışıklı, iyi ve pahalı eşyalarla döşenmiş bir ev... Etrafa bakmıyorum. Bu bir kâbus değil, içimde ne korku, ne de yarış heyecanı var. Bilâkis rahat ve güvende hissediyorum kendimi. Salon boş. Ama uzaklardan insan sesleri duyuyorum. Bazı konuşmalar akse diyor derinden. Meraka kapılıyorum. Acaba neredeyim, diye. ıDuyduğum sesler yaklaşıyor. Gözlerim salonun giriş kapısı na çevriliyor. Sanırım içeriye birileri girecek. Bekliyorum. Nihayet kapı açılıyor. Annemle babam giriyor içeri, ikisi de genç ve sağlıklılar. Ba bam sert adımlarla yürüyor. Hayret, rüyam da dahi onun felçli olmadığını anlıyorum. Sevinçle yerimden fırlıyorum. Ama se vincim yarım kalıyor. Annemin yüzü asık, suratı kederli. Yoksa ağlıyor mu? Suratındaki ifadeyi anlamak için gözlerimi kısarak haktyorum. içim cız ediyor. Onu üzgün görmeye hiç alışık değilim. Aynı anda bir şeyi daha fark ediyorum; sevgili annem ve babam salona girmeleri ne rağmen beni görmüyorlar, inanamıyorum bir türlü, yerimden kalkıp, "Anne," diye sesleniyorum. Niyetim niye ağladığını sor mak Ama beni duymuyor, başını çevirip bakmıyor bile. İkisi de salondaki varlığımdan haberdar değiller. Merakım artıyor. Yak laşıp ona sarılmak istiyorum. Yapamıyorum bir türlü, sanki an-
146
Mehmetcan
nemle aramda aşamadığım bir duvar var. Heykel gibi kalıyorum yanı başında... "Bunun tek sorumlusu sensin," diyor babam. Bana mı söylüyor, diye pedere bakıyorum. Hayır, bana değil, anneme hitap ediyor babam... Bakışlarımı anneme çeviriyorum bu defa. Ne cevap verece ğini merak ediyorum. Onların tartıştıklarına çok ender tesadüf ettiğimi anımsıyorum. Babamın annemle konuşurken sesini bile yükseltmediğini çok iyi bilirim, oysa babam bu kez âdeta bağırı yor. Annemin ise karşılık verdiği yok. Sadece gözyaşı döküyor. Onlara varlığımı hissettirmek, mevcudiyetimi belirtmek için olanca gücümle bağtrıyorum bu defa. Belki de bir çığlık atıyorum, ama hiç duymuyorlar. O zaman ürkmeye başlıyorum, beni neden işitmediklerini anlayamıyorum. Oysa orada, hemen yanı başlarındaytm. Annemin sırtında açık yeşil renkli, ipek bir elbise var. Şaşırı yorum, annem yeşil rengi hiç sevmez oysa. Bu elbiseyi de sırtında ilk defa görüyorum. Babam ise kravatsız. Beyaz gömleğinin yaka sı açık, sırtında da ceketi yok. Bunu da yadırgıyorum. "Bunun cezasını çekeceksin Ayşe..." Donup kalıyorum. Annem ne suç işlemiş olabilir ki, babam onu cezalandırmakla tehdit etsin. Üstelik annem bu lâflara hiç karşı koymuyor, sanki suçunu kabul etmiş gibi. Sadece bir suçlu gibi gözyaşı döküyor. İnanamıyorum... Annem suçlu olamaz. O melâike gibi bir kadındır. Suç işle mesi imkânsız. Öfkem kabarıyor. Annemin gösteremediği tepkiyi ben gös termek istiyorum. Buna şiddetle itiraz etmeli, annemi savunma lıyım. Ama neyi savunacağım, babamın iddiasını bilmiyorum ki? Gerçi önemli de değil bu iddia. Suçlama ne olursa olsun, o daima masumdur.
147
Mehmetcan
Lekesiz, saf ve tertemiz bir kadın. Anaların en iyisi... Ama neden babamın suçlaması karşısında ağzını açıp tek kelime etmiyorPYoksa babamın haksız iddialarını kabul mu ede cek? Hayır, bunu yapmamalı, susmamak, kendini savunmalı... Yeniden aralarına girmek istiyorum. Aman Tanrım, acaba neden beni fark etmiyorlar? Neden oradaki varlığımı hissetmiyorlar, yoksa beni görmüyorlar mı? Tam o sırada salonun kapısı yeniden açılıyor. Hiç tanımadı ğım bir adam beliriyor eşikte. Bir yabancı, yüzünü seçemiyorum. Onun burada ne işi var acaba? Neden bizim aile meclisimize bu kadar sorumsuzca iştirak ediyor? Burada bir tartışma hüküm sü rüyor, aile içi bir ihtilaf... Onun bunu işitmemesi gerekiyor. Annemle babam beni hissetmiyorlar, ama belki ben o yaban cıyı buradan uzaklaştırır, aile mahremiyetinin sırlarını öğrenme sine engel olabilirim. Salonun kapısına doğru koşuyorum... Lâkin
tam kapının
önüne geldiğimde yerime çakılıp kalıyo
rum. Gözlerim irileşiyor, dehşete kapılıyorum. Şimdiye kadar hiç böyle bir şey görmediğimi anlıyorum. Adamın yüzü yok... Tam çehresinin olduğu yerde mat bir beyazlık var. Sanki derisi beyaz bir kumaş. Dilim tutuluyor. Öylece kalıyorum. Yüzsüz yabancı şaşkınlığımı anlamış gibi. İki adımda yanıma yaklaşıp beni omzumdan itiyor. Paldır küldür yere yuvarlanıyo rum. Bana hiç aldırmadan bizimkilere doğru yaklaşıyor. Yerden kalkamadan arkasından bakıyorum adamın. Onun hiç umursadığı yok. Yuvarlandığım yerde dizlerim titremeye başlıyor. Ayağa kalkacak mecalim yok. Ama çok tatsız bir şeyler olacağını sezinliyorum artık. O yüz süz adam kötü biri ve buraya da içindeki melaneti taşımak için geliyor. Aileme bir kötülük yapacak.
148
Mehmetcan Neyse ki babam burada. korur.
O gerektiğinde hepimizi rahatlıkla
Ya ben? Ben bir şey yapamayacak mıyım?Ailemin yardımı na koşmayacak mıyım? Yerden kalkmaya çalışıyorum. Dizim kanıyor. Yere düştü ğümde çizilmiş olmalı. Dizime bakıyorum. Bir şaşkınlık da o za man yaşıyorum. Ayağımda kısa pantolon var. Rüyamda bütün zaman kavramı birbirine karışmış durumda. Ben daha henüz kısa pantolon giyen bir çocuğum, ama nasıl olur, kendimi erişkin, koca bir adam gibi görüyorum. Bir zaman tünelinin içinde olduğumu ne yazık ki geç idrak ediyorum. Düştüğüm
yerden
sıçrıyorum.
içimden bağırmak geliyor. Salondaki yabancının varlığını bizimkilere duyurmak istiyorum ama beceremiyorum. Ağzımdan çıkan feryatları yalnızca kendim duyuyorum... Adam onlara yaklaşıyor. . Ve cebinden sivri bir hançer çıkarıyor. Belli ki niyeti kötü. Aileme zarar verecek. Son bir çığlık daha atıyorum...
Gözlerimi açtığımda her zamanki gibi yatakta buldum ken dimi. Derya yanımda uyuyordu. Fakat hiç terlememiştim bu se fer. Sanırım rüyamda bağırmamıştım ama, kâbusumda attığım o son çığlık sadece rüyamda kalmıştı. Derin bir nefes almıştım. Gördüğüm karabasanlar sonrası kendimi çok yorgun his sederdim, fakat bu sefer öyle olmamıştı. En ufak bir yorgunluk duymuyordum. Galiba bu alelade bir rüya idi. Karanlık oda nın içinde yanımda uyuyan Derya'nın muntazam alıp verdiği solukları dinlerken, hiç kımıldamadan düşünmeye çalıştım. Bu son gördüğüm rüya gerçekten bir karabasan değil miydi? Şayet değilse, o yüzü olmayan adamın rüyamda işi neydi?
149
Mehmetcan KÎMÎZ de dikkatle babamın derisi kırışmış yüzüne, feri kaçmış gözlerinin içine bakıyorduk. Cemal Efendi'nin hazırla yıp elimize sunduğu sabah kahvelerinden bir yudum bile alma mıştık daha. Babam beklenmedik ve habersiz yaptığımız sabah ziyareti karşında zaten şaşırmıştı, ama onu asıl geren hususun sorduğum sualler olduğunu hemen anlamıştım. Ne de olsa, Derya onu daha ikinci kere görüyordu, mimiklerini, yüzündeki ani değişiklikleri benim kadar net ve iyi anlayamazdı. Dün gece gördüğüm o garip rüyayı sabahleyin sevgilime anlatırken, ilk işim bugün babama uğrayıp bazı sorular sormak olacak, demiştim. Belki bir doktor yardımı olmadan rüya ve kâbuslarımın derinliklerine inip orada yatan gizleri çözemez dim ama en azmdan bu konuda gayret göstermem gerekecekti. Derya, biraz çekinerek, "Ben de seninle gelebilir miyim?" diye sorunca, hiç tereddüt etmeden, "Tabii," demiştim. O saat sabah on sularında babamın evinde, aydınlık salonunda karşı karşıya oturuyorduk. Önce bizi karşısında görünce sevinmişti. Fakat
153
Mehmetcan
daha kendisine ilk sorumu yöneltince suratının ifadesi değişi vermişti birden. Şimdi ise gerildiğini gayet iyi hissediyordum. "Evet, baba," dedim. "Sanırım o zamanlar henüz ilkokula yeni başlamıştım, değil mi?" dedim, mümkün olduğunca sesi me anlayışlı bir hava vermeye gayret ederek. "Bilmem," dedi işkilli bir ses tonuyla. "Aradan o kadar uzun zaman geçti ki hatırlamakta zorluk çekiyorum bazı şeyleri. Ne de olsa artık yaşlı ve hastalıklı bir adamım; galiba geçirdiğim bu felcinde etkisi oldu. Bazen dün yediğim yemeği bile unutu yorum." "Sen yine de hatırlamaya çalış, baba," dedim. Sesimdeki dik ifadeye alışık değildi tabii. Gayri ihtiyari ir kilerek yüzüme şaşkın bir bakış daha fırlattı. Fakat doğrudan cevap vermek yerine, işi şakaya boğuyormuş gibi mırıldanmayı tercih etti. "ilâhi oğlum, nereden aklına geldi şimdi o yazlık ev? Rü yanda mı gördün?" Garip ama gerçekti. Hakikaten de rüyamda görmüştüm. "Evet," dedim. Babam bir an durakladı. "Ne gördün rüyanda?" dedi sonra titrek sesiyle. "Büyük, aydınlık bir salon. Gösterişli mobilyalar, kalın ka dife perdeler. Emin değilim ama galiba bir de geniş bahçe vardı. Oradan uğuldayan sesler geliyordu bulunduğum salona." Babam yine düşünür gibi yaptı. "Suadiye'deki yazlık köşk olsa gerek. Öyle ya, oraya yazlığa gittiğimizde sen sanırım ilkokula yeni başlamıştın daha. Orası olmalı. Ama orayı senin hatırlaman lazım." Doğruydu bu. Cidden hatırlıyordum. Büyük ahşap bir konaktı. Ağaçlarla dolu geniş bir bahçesi vardı. Birden bahçenin tam ortasındaki fıskiyeli, içinde kırmızı süs balıklarının bulunduğu havuz canlandı gözümün önünde. Bazen Cemal Efendi elimden tutar havuzun başına götürerek
154
Mehmetcan
ufalanmış ekmek parçaları atardım balıklara. Ama balıklar on ları yemezdi. "Evet," dedim. "Hayal meyal hatırlıyorum." "Eee? Bilmek istediğin nedir oğlum?" "Ne oldu sonra o köşk?" "Yandı," dedi babam. "Yandı mı? Ne zaman?" "Yıllar önce. Aradan seneler geçti oğlum." "Ben kaç yaşındaydım?" "Bilmem. Herhalde yedi sekiz yaşlarında olmalıydın." "Evet," diye mırıldandım. "Bu yangını hatırlıyorum." Babam hayretle beni süzdü. "Hatırlıyor musun? Yani yangın âm mı aklına geliyor?" Hafızamı zorladım. Gözlerimin önünde bir yangın sahnesi canlanmıyordu. "Bilmem... Galiba..." diye fısddadım. "Ama bu imkânsız." "Neden?" "Zira biz o köşke yazlığa giderdik. Yangın çıktığında Maçka' daki daireye dönmüştük. Yani sen orada değildin. Tabii, gün lerce o yangın hadisesi konuşuldu aramızda. Zahir konuşmalar aklında yer etmiş olmalı." "Mümkündür," diye mırıldandım. "O yangın neden çıktı baba?" Babam konudan sıkılmış gibi homurdandı. "Allah'ını seversen Murat, niye o hadiseyi sorup duruyor sun? Tatsız bir olaydı, şimdi Derya kızımızın yanmda geçmişi, üstelik nahoş bir hadiseyi üstelemenin ne anlamı var? Konuşa cak başka konu mu bulamadın?" Göz ucuyla sevgilime baktım. O da benim gibi dikkatle ba bamı süzüyordu. "Olsun, sen anlat lütfen. Bilmek istiyorum." Pederin suratı asıldı. Ama sorumu cevapladı.
155
Mehmetcan
"Elektrik kontağından," dedi. "Ahşap evlerdeki en büyük tehlikelerden biridir."
"Yaralanan filan olmuş muydu? Ya da can kaybı?" Nedendir bilmem, ama babamın yüzü birden sararmıştı. "Hayır," dedi sertçe. "Can kaybı filan olmadı. Sadece bizim Cemal henüz Maçka'ya dönmemişti. Yangın sırasında köşkte sadece o vardı. Yangın gece yarısı çıkmıştı. Hatırladığım kada rıyla biraz dumandan rahatsız olmuştu, hepsi o kadar." Susup biraz düşündüm. Beynimdeki asıl sorun bu yangın hadisesi değildi tabii. O olay sadece köşkle ilgili gördüğüm rüyaya bir girizgâhtı sadece. "O köşkü ne zaman satın almıştın baba?" dedim. Soğuk bir şekilde gülümsedi. "Ben değil, büyük baban almıştı. Sanırım otuzlu yılların sonunda veya kırklı yılların başında, tam çıkaramıyorum şimdi, zira ben de ufaktım." "Bilmiyordum," diye fısıldadım. "Nereden bileceksin? Dediğim gibi yangın sırasında sen de çok küçüktün." "Sonra ne oldu o arsa?" Babam içini çekti, "Yangınla beraber ev tam bir enkaza dönüştü. Yeniden yaptırmak yerine araziyi satmaya karar vermiştim. Zaten o hadi seden sonra ahşap binalarda oturmamayı yeğledim." "Kime sattın peki?" Ben sordukça babamın yüzü gittikçe geriliyordu. "Neden soruyorsun şimdi bunları?" diye âdeta serzenişte bulundu sert bir sesle. "Merak ettim sadece," dedim. "Kayserili bir tüccara." "Yazık olmuş," diye fikrimi söyledim. "Keşke biz de kal saydı." "Neden?"
156
Mehmetcan
Hiç bozuntuya vermeden gülümsedim. "Birincisi," dedim, "Şimdi çok değerli bir mülk olurdu elimizde. İkincisi de, rah metli annem orayı çok severdi."
Yüzü daha da sararmıştı babamın. Sanki benden bir şey gizliyormuş gibi çekingen bir şekilde kekeledi. "Annenin orayı sevdiğini de nereden çıkardın şimdi?" "Çok sonraları bir defa bana o köşkten uzun uzun bahset mişti." "Ya, öyle mi?" Tabii, annemle o konuda hiçbir görüşme yapmamıştık. Ama babamın neden sinirlendiğini anlamıyordum henüz. "Hayret," diye mırıldandı peder. Yüzüne baktım. Kullandığı o kelimeyi açıklamasını bekler gibi. "Annenin o köşkü sevdiğini bilmezdim." "Sahi mi?" Galiba sorumda alaycı bir ifade vardı veya babam öyle san mış olmalı ki, birden benimle konuşmayı keserek gelin adayına döndü. "Güzel kızım, bu oğlanın nesi var bu sabah? Sol tarafından mı kalkmış nedir? Eski bir köşkü tutturmuş duruyor, sanki baş ka konuşacağımız şey kalmamış gibi." Derya'nın gülümseyip baba-oğul arasındaki bu konuşma ya müdahaleden uzak duracağını sanmıştım. Ama hiç de öyle olmadı. Derya gayet sakin fakat kararlı bir şekilde ve dikkatle baba ma bakarak karşılık verdi. "Murat, dün gece rüyasında yanan köşkü ve annesini gör müş, efendim," dedi. "Rüyasında mı?" "Evet, efendim." Peder sanki birden rahatlamış gibi derin bir soluk almıştı. Yeniden bana döndü.
157
Mehmetcan "Hayırdır, inşallah oğlum. Rüyaları daima hayra yormak gerekir. Nasıl gördün rahmetliyi?" "Münakaşa ediyordunuz," deyiverdim birden. Babam şaşırmış gibi gözlerimin içine baktı. "Annenle münakaşa mı dedin? Çok tuhaf... Rüya bile olsa yadırgadım doğrusu." "Neden?" "Belki şaşacaksın ama biz evliliğimiz boyunca annenle bir gün bile olsa tartışmamıştık, aramızda mükemmel bir uyum vardı." Gözleri daldı, hüzün bulutlan dolaştı yüzünde. "Allah herkese bizimki gibi mutlu bir beraberlik nasip etsin. Özellikle de sizin gibi yeni evlenecek çiftlere," diye fısıldadı. Bir an içimde belli belirsiz bir isyan duygusu yaşadım. Bu yaptığım düpedüz haksızlıktı; geldiğimden beri babama belli etmemeye çalışsam da âdeta saldırıya hazır, düşlerimde gördük lerimin etkisiyle bir hasım gibi konuşuyordum. Benim gördü ğüm sadece bir rüya idi ve gerçek yaşamla, ikisinin geçmişiyle bir ilgisi olmaması gerekirdi. Babam bu konuda yalan söylemi yordu. Hepsi doğruydu. Hatırladığım kadarıyla onların bir gün tartıştıklarına, münakaşa ettiklerine şahit olmamıştım. Annem ne denli hassas ve aşırı duygulu bir kadınsa, babam da o ölçüde nâzik, müşfik ve anlayışlı bir erkekti. Bu yaşadığım bir parano ya tezahürü olabilirdi. Rüyamdaki münakaşaları tamamen bir hayaldi. Oysa ben yıllar öncesine dayanan bir rüyadan neticeler çıkarmaya çalışıyor, âdeta babamdan hesap sorar gibi davranış lara yelteniyordum.
Utandım birden. Susup önüme eğdim başımı. Bu yaptığım çok ayıptı. Daha düne kadar babamın bunamaya başladığını düşünürken, şimdi ona geçmişin hesabını sormaya kalkışıyordum. Bir evlât olarak davranışım affedilmez bir hataydı. Ama ne yazık ki bu hissim kısa sürdü. Yeniden Şinasi Sarıkaya'yı anımsadım birden.
158
Mehmetcan
Konuyu değiştirerek birden, "Baba," dedim. "Şu benden tamirini istediğin ev var ya." Bakışlarını bana çevirip merakla beni süzdü. "Evet?" "Sana üzücü bir haberim olacak," dedim. "Üzücü mü?" "Ya, öyle... Şinasi Sarıkaya vefat etmiş." Babam birden irkildi. "Vefat mı etmiş? Ama bir şeyi yoktu adamcağızın," dedi. "Nasıl olmuş?" "Bilmiyorum, o hususu araştırmadım. Ama bana öldüğünü söylediler." "Kim söyledi?" "O yörede onu tanıyanlar." "Allah, Allah," diye fısıldadı babam. Dikkatle gözlerinin içine bakıyordum. Gerçekten şaşırmış ve üzülmüş gibiydi. Sanki böyle bir haberi hiç beklemiyormuş gibi sarsılmıştı. "Daha beş on gün evvel buradaydı. Bana verdiğim eski sözü hatırlatmaya gelmişti. Gayet de sağlıklı görünüyordu. Ben den bile dinçti. Kalp mi acaba?" "Olabilir," dedim. Derya ile yeniden bakışmıştık. Ama babam aldığı haberin üzüntüsünden bizim aramızdaki bakışmamızı görmemişti bile. Kendi kendine fısıldadı. "Üzüldüm. Çok yazık... Şimdi mahşerde iki eli yakamda olacak," dedi. "Neden?" Yüzüme bakmadan homurdandı. "Verdiğim sözü yerine getiremedim de ondan. Başka ne den olacak. Ben öbür dünyaya kimseye borçlu olarak gitmek istemem." Herhalde babam da, benim gibi bazı şeyleri kafasına takı yordu. Eski işçisini de muhtemelen rüyasında görmüş, bizzat
159
Mehmetcan
gelip verdiği sözü hatırlattığını sanmıştı. Bunun başka izahı ola mazdı çünkü. Ama ona hayal gördüğünü söyleyemezdim. "Şimdi ne yapmamı istersin?" diye sordum. Fakat öylesine sarsılmıştı, sorumu duymadı sanki. Feri kaç mış gözleri yerdeki halının üzerindeki bir noktaya sabitlenmiş öylece kalmıştı. Neden sonra, "Bilmiyorum," dedi. "Herhalde o harap evi artık onarmamı istemezsin, değil mi?" "Demek Şinasi ölmüş ha?" "Üzgünüm ama evet," dedim. "Kaç yaşında vardı?" "Benim kadar, aynı yaştaydık." Sanki unutmuşum gibi tekrar sordum. "Onu en son ne zaman görmüştün?" Babam başka bir dünyada imiş gibi buğulu bir sesle mırıl dandı. "Yanılmıyorsam, otuz üç sene evvel," dedi...
160
Mehmetcan Çy ABAMIN evinden ayrılıp bizim şantiyeye doğru gi derken Derya'nın suratını asmış, yanımdaki koltukta, suskun oturduğunu neden sonra fark edebildim. Fazlasıyla düşünce lere dalmıştım. Gözlerimi yeniden yola çevirerek sordum. "Ne o, pek sessizsin," dedim. Önce hiç cevap vermedi. Bunu biraz da babama saygısız davrandığıma hükmettiğine sanmıştım. Bir açıklama yapmak gereğini duydum. "Adamcağıza kaba davrandım, değil mi?" dedim. Onaylayacağını, evet diyeceğini sanıyordum. Ama verdiği cevap beni şaşırttı. "Baban kesinlikle bunak değil. Bilmek istediğin buysa bunu rahatlıkla ifade edebilirim." "Buna nasıl hükmettin?" "Yalan söylediğini sezinledim de ondan." "Nasıl?"
161
Mehmetcan "Evini onarmayı söz verdiği işçisini otuz üç yıldan beri gör mediğini söyledi. Buna inandın mı? Şuuru ve akli melekeleri zayıflayan bir insan bir çırpıda o tarihi söyleyebilir miydi? Hem otuz veya kırk sene demiyor da, tam bir süre söylüyor, otuz üç yıl diye."
"Olamaz mı?" "Olamaz tabii. Basit bir hesap yap. Bu adam ne zaman ba banın yanından ayrılmış?" "Ne bileyim?" dedim. "Düşün biraz. Otuz üç sene evveline git. O tarihlerde ikisi de genç olmalılar. Yani ikisi de hayatlarının en faal devrelerinde imişler." "Eee, ne olmuş yani?" "Şayet o adam otuz üç sene önce babanın hizmetinden ayrılmışsa, bunun emektarlığı nerede kalır? Halbuki sen ondan uzun yıllar babamın yanında çalışmış biri diye bahsediyordun. Ayrıca hiç düşündün mü?" "Neyi?" "Şimdi sen kırk yaşındasın. Hesaba göre o köşkün yanması da garip bir rastlantı ama aynı yıla tesadüf ediyor, yani senin yedi sekiz yaşlarında olduğun tarihe." "Dur bir dakika," dedim. "O köşkün yanması ile Şinasi Sarıkaya arasında nasıl bir bağlantı kuruyorsun?" "Henüz bir bağlantı kurduğum filan yok. Ama bana biraz tuhaf geldi." Gülümsemeye çalıştım. "Anlaşılan olaylar seni de polis hafiyesi gibi düşünmeye sevk etmiş. Anlatılanların etkisinde kalmış olmalısın." "Pek de öyle değil. Babandan hoşlandığımı bir kere daha söyleyebilirim; ayrıca seni çok sevdiği de ortada. Ama fikrimi sorarsan, baban kesinlikle bunamadığı gibi her nedense o yan gın işini kurcalamandan hiç de memnun kalmadı." "Neden?" diye sordum.
162
Mehmetcan "Fark etmedin mi? O konunun açılmasından çok rahatsız olmuş gibiydi." "Mümkündür," dedim. "Geçmişte de kalsa, tatsız ve elim bir olay."
"Acaba mı?" Hayretle yüzüne baktım yeniden. "Ne demek istiyorsun?" "Kanımca baban o konunun tartışılmasını hiç istemiyordu ve konuyu kapatmak içinde elinden geleni yaptı. Acaba o yan gın olayında bugüne kadar bilmediğin bir sır olabilir mi? Hiç düşündün mü bunu?" "Yapma sevgilim," diye mırıldandım. "Burada söz konusu olan benim ve benim hastalığım. Ne babam, ne de geçmişte ka lan aile yaşantımız değil. O yangın olayının benim kâbuslarımla uzaktan yakından bir ilgisi yok. Şayet eski bir evle ilişki kurmak istiyorsan bu ancak Şinasi'nin o metruk evi olabilir." "Öyle mi sanıyorsun?" diye homurdandı Derya. "Başka ne olabilir ki?" "Sen ya kendini aldatıyorsun, ya da benimle samimi konuş muyorsun." "Hoppala! Bunu da nereden çıkardın şimdi?" "Boşuna nefesini tüketme. Bu sabah gördüğün rüyanın ne olduğunu sanıyorsun? O yeni bir kâbus dizisinin başlangıcı. O köşkle ilgili rüyalar, bak göreceksin devam edecek." Derya'nın bu ısrarlı konuşması beni düşünceye sevk etmiş ti. "Neden?" diye sordum. "Bilmiyorum. Ama..." Sanki sevgilim konuşmaktan çekiniyordu. "Hadi, devam et. Çekinme." "Galiba senin çocukken yaşadığın bir olay var. Belki bilin cinin derinliklerinde yıllarca kalmış, satha çıkamamış bir prob lem. Şimdi bir şekilde ruhunun gizli köşelerinde kalmış bu dert, sana sıkıntı veriyor, kâbuslar görmene neden oluyor."
163
Mehmetcan Aslında buna benzer bir hipotezi ne yazık ki ben de düşün müştüm. Ve şimdi aklımdan geçen düşünceyi Derya büyük bir açık yüreklilikle yüzüme karşı söylüyordu. Yine de bozuntuya vermeden işi şakaya boğdum.
"Vay be!" dedim. " Senin ruh hekimliğinde varmış da ben bilmiyormuşum meğer." Ama baktım, o güzel yüzünde en ufak bir tebessüm yoktu. Yeniden ciddileştim, fakat bu kez yüzüm iyice asıldı. Artık şunu kabul etmeliydim; ben hastaydım. Sebepleri ne olursa ol sun, asıl acı gerçek buydu. Sevgilimin ileri sürdüğü gerekçe de hani yabana atılır cinsten değildi, muhtemelen şuuraltımda yıllar dır satha çıkamayan bir sıkıntının acılarını çekiyordum şimdi. "Şu senin arkadaşının hekim kocası ne zaman gelecekti?" diye sordum. "Haftaya bugün. Zaten Zehra'dan randevu aldım bile," diye homurdandı. Başka bir lâf etmeden BMW'yi şantiyeye doğru sürdüm...
İnşaat alanında ikimiz de işimize daldık. İnşaat işinde her zaman beklenmeyen pürüzler çıkar, müteahhideri üzen gecik meler, umulmayan aksamalar olurdu. İşlerle boğuşmaya baş layınca kendi durumumu unutmuştum. O sabah Behzat ban kalarda olacağından inşaata öğleden sonra gelecekti. Şantiyeye girince Derya incelemek istediği yerleri görmek için yanımdan ayrılmıştı. Yaklaşık bir saat birbirimizi göremedik. Öğleye doğru sev gilim yanıma geldi. O gün kendi arabasmı almamıştı. "Benim BMW'yle dön," dedim. "Sen ne yapacaksın?" "Akşam Behzat beni eve bırakır." BMW'nin anahtarını alırken yüzüme kaçak bir nazar fır lattı.
164
Mehmetcan
"İyi misin?" dedi. "Merak etme, iyiyim." "Bu gece için bir programın var mı?" Biraz yadırgayarak yüzüne baktım. Hiçbir programım yok tu. Hafta içi sıradan bir gündü. Omuzlarımı silkerek, "Hayır," diye mırıldandım. "Annene mi gitmek istiyorsun?" Nedense yüzü hafifçe kızarmıştı veya bana öyle geldi, emin olamadım. • "Yok," dedi. "Yani evdeyiz?" "Tabii," dedim. Derya başka bir şey söylemedi, anahtarı alıp bana veda ede rek şantiye binasından çıktı. Pencereden onun gidişini seyret tim. Arabaya bininceye kadar arkasını dönüp bakmamıştı. Tam arabanın burnunu çıkış yönüne çevirirken dönüp şantiyeye bir göz attı. Pencerede durduğumu görünce bana buruk bir şekilde el salladı, ben de mukabele ettim. Nedense buruk ve durgun görünüyordu. Bir süre o uzakla şırken arkasından ondaki bu halin nedenini düşündüm. Acaba hastalığıma mı üzülüyordu? Şu birkaç gündür, babamla tanış tırmaya götürdüğüm gün hariç, belirgin bir durgunluk vardı üzerinde. Hak da verdim, kızın endişelenmesi çok doğaldı. Ev lilik arifesinde hastalığımla kızın basma iş açmıştım. Tam düşüncelerimle boğuşurken içeriye usta başı Mahir girdi. "Patron," dedi. "Bugün ayın on yedisi ama italyan sera mikleri hâlâ teslim edilmedi, şunlara bir telefon etseniz. Çocuk lar boş oturuyor." Birden beynimde bir şimşek çaktı. "On yedisi mi? "dedim. Mahir şaşkınlığımı anlamamıştı tabii, ama ben Derya'daki durgunluğun sebebini birden kavramıştım. Kasımın on yedisi onunla ilk tanıştığımız gündü. Bundan böyle, her sene o günü kutlamaya karar vermiştik ama ben daha ilk sene yerinle unut-
165
Mehmetcan muştum. Hani utanmasam bana hatırlattığı için Mahir'e sarılıp yanaklarından öpecektim.
"Tamam, tamam," diye söylendim. "Ben ararım firmayı, sen şimdi işinin başına dön." Usta başı davranışıma pek bir anlam veremeden çıktı dı şarıya. Hemen bir plan yapmaya başladım. Bugünü unuttuğu mu Derya'ya hissettirmeden esaslı bir sürpriz hazırlamalıydım. İçimdeki çöküşe direnen, beni ayakta tutan tek güç ona duy duğum sevgiydi. Hemen telefona sarıldım, evime yakın tanıdı ğım ilk çiçekçiyi arayarak, Derya'nın ofisinin adresini verdim ve görkemli bir buket tanzim edilerek gönderilmesini istedim. Beni tanıyan dükkân sahibi hiç merak etmememi, nefis bir şey hazırlayacağını vaat etti. Son dakikada da olsa, durumu kurtardığım için mutluy dum. Gece de onun sevdiği restoranlardan birine giderek güzel bir yemek yerdik. Sabahki unutkanlığımı yutturmanın yolunu bulmuş sayılırdım. Çiçeği alır almaz nasıl olsa bana telefon eder, ben de onu şaşırtmak için sürpriz yaptığımı söylerdim. Tam keyfim yerine gelmeye başlamıştı ki, kapı açılıp sük lüm püklüm haliyle bizim kalıpçı ustası Selim girdi içeri, yanın da da Halit vardı. Onları karşımda görünce irkildim. Suspus olmuş önlerine bakıyorlardı. "Ne var?" diye söylendim. Baktım, konuşmakta zorlanıyor lardı. "Söylesenize yahu, ne var?" Daha yaşlı olan Selim utanarak mırıldandı. "Beyim," dedi. "Bizim oradaki o uğursuz binayı tamir ede cek misiniz?" Oturduğum koltukta arkama yaslanıp söylendim. "Niye soruyorsunuz?" "Şey..." diye kekeledi Selim. "Biz düşündük de..." "Ne düşündünüz?" Birbirlerine baktılar, konuya nasıl gireceklerini bilemezmiş gibi tereddüt ettiler. Nihayet Halit ürkek bir sesle konuştu.
166
Mehmetcan
"Patron," dedi. "Bilirsin, biz seni sever ve sayarız. Ekme ğini yeriz, sana bir kötülük gelmesini istemeyiz. Bu nedenle dü şündük de..." Yine susmuşlardı. "Konuşsanıza yahu... Ne söylemeye çalışıyorsunuz?" diye bağırdım. Nihayet Selim ağzındaki baklayı çıkardı. "Beyim bu tamir işinden vazgeçin siz. Orayla niye ilgilenir siniz bilmem, ama orası tekinsizdir. Orayı satın almaya kalkışı yorsanız vazgeçin. Size yararı olmaz." Bir an durup sararmış yüzlerine baktım. Selim başını önüne eğerek devam etti. "Senelerdir o evde kimse yaşamaz. Elektrikleri yıllardır ke siktir. Ama zaman zaman üst kattaki bir odanın ışığı yanar. Ben gözlerimle şahit oldum. Tekinsiz olmasa hiç kesik elektrik yanar mı? Orada kötü bir ruh yaşıyor ve çevre halkı bunu böylece biliyor." Başka şardar altında olsa bu iddiaya sadece güler geçerdim. Ama o odanın ışığının yandığını ben de kâbuslarımda hep gör müştüm. Yine de sabırlı davrandım. "O evin ışıkları kesik," dedim. "Ben kontrol ettim." "Bunu biliyoruz," dedi Selim. "Ama..." "Aması ne?" Halit lâfa karıştı. "Dün akşam Selim'le inşaattan ayrılmış gecekondularımıza dönerken kestirmeden gitmeyi yeğlemiştik." "Eee?" "ikimiz de o ışığın yandığını gördük. Birimiz görse hayal gördüğümüzü düşünürdük ama ikimizde aynı şeyi gördük. Çok korktuk beyim." "Sizler çıkarılan hikâyelerden etkilenmişsiniz," diye ho murdandım. "Olmaz öyle şey." Bunu söylemiştim, fakat ne var ki söylediklerine inanıyordum.
167
Mehmetcan "Yemin ederim beyim," dedi Halit. "Biz hayal görmedik." O an birden aklıma geldi.
Halit'in sararmış yüzüne gözlerimi dikerek mırıldandım. "Sen bana o evde bir cinayet işlendiğini söylemiştin, değil mi?" "Evet, efendim." "Kim öldürülmüştü orada?" "Size daha önce de söylemiştim. Şinasi Sarıkaya. Öldürülen oydu." "Peki, katili kimdi?" Halit derin derin soludu. "Katili bulunamadı, beyim." "Hiç şüpheli birkaç kişi de bulunamadı mı?" "Hiç kimse, beyim. O esrarengiz cinayetin esrarı hep bir sis perdesi içinde kaldı. Zaten o yüzdendir ki, adamın hortladığı ve kendi katilini aramak için döndüğü söylenir durur." İçimden yine gülmek geldi ama gülemedim. "Bana bir oğlu olduğunu söylemiştin, o nerede yaşar şim di?" "Onu da kimse bilmez. Cinayet gecesi çocukta kayboldu ve bir daha izine hiç rastlanmadı." "Tuhaf bir hikâye," diye homurdandım. "Gerçekten de öyledir." "Peki bu adamın karısı nerede?" "Esma hanım mı?" "Adı her neyse?" "Biz onu hiç tanımayız beyim?" "Neden? O da aynı gece çocuğu gibi duman olup uçtu mu?" "Yoo, hayır beyim. O daha çocuğunu doğururken ölmüş. Bilenlerden öyle duymuştuk." Birkaç saniye düşündüm. "Sizin yörede bu Şinasi Sarıkaya'yı hatırlayanlar var mı?"
168
Mehmetcan
"Birkaç sene evveline kadar vardı ama şimdi kimse kalma dı. Eh, düşünürseniz siz de hak verirsiniz, otuz kırk sene evvel bizim oralar bom boştu. Hatta o tekinsiz ev yapıldığı zaman lar, tabii biz bilmiyoruz ama, uzak civarındaki gecekondular da yaşayanlar hep şaşıp kalmış, oraya neden o evin yapıldığına. Karda kıyamette kurda kuzuya kurban olacağını düşünmüşler. O vakadan sonra da kimse o civara pek yaklaşmak istememiş. Zaten geceleri oraya yolu düşenler hep daha uzak olan alt yolu seçerler. Kimse o civarda dolaşmak istemez." "Peki o çocuk bir daha hiç geri dönmemiş mi?" "Bildiğimiz kadarıyla hayır, efendim." Garip bir hikâyeydi ve buna inanmak istemiyordum bir türlü. "Tamam, siz gidebilirsiniz," dedim işçilerime. Yine kararsız bir şekilde yerlerinde kıpırdandılar. Çekine rek sordular. "Tamirat işinde kararlı mısınız, beyim?" "Bilmiyorum, düşüneceğim," dedim. İkisi aynı anda sanki sırtlarından ağır bir yük kalkmış gibi rahatlayarak şantiye binasından çdctılar...
Onlar çıkınca üstüme bir ağırlık çöktü. Ayaklarımı masa nın üstüne dayayıp düşünmeye başladım. Halit de, Selim de sevdiğim, dürüst, çalışkan, namuslu çocuklardı. Cahil olabilir, hurafelere inanabilirlerdi ama kesinlikle yalan söylemeyecekle rine emindim. O metruk evle ilgili söyledikleri yalan olamazdı. O zaman da ister istemez Derya'ya hak vermeye başlıyordum; Şinasi Sarıkaya denen adam otuz üç sene evvel ölmüşse, baba mın yanında bunca zaman geçirip, pederin nasıl emektar işçisi olabilirdi? Bu işte bir terslik vardı. Ya burada ölen kişi Şinasi denen adam değildi, ya da babam yalan söylüyordu.
169
Mehmetcan Ölenin Şinasi Sarıkaya olmaması çok zayıf bir ihtimaldi. O zaman babamın yalan söylediğini düşünmek zorundaydım. Bu da bana çok tuhaf geliyordu; o yaştaki bir adam neden yalan söyleyecekti ki? Bunun hiçbir anlamı yoktu. Üstelik babam ya lan konuşmazdı.
Düşündükçe tutarsızlıklar birbiri ardına aklıma geliyor du. Beş on gün evvel babamı ziyarete gelen adam acaba, Şinasi Sarıkaya'nın oğlu olabilir mi, diye geçirdim aklımdan. Ama bu da imkânsızdı. Bir an oğlunun Şinasi'ye çok benzeyeceğini, yaşlı babamın da bunu fark etmeyeceğini var saydım. Fakat olacak şey değildi bu; bir defa ne olursa olsun adamın oğlu, taş çatlasa hesaba göre benim yaşlarımda olmalıydı; yani babamın dikkati ni çekecek kadar genç. Kendini bizim pedere Şinasi diye yutturamazdı. Saniyen olayın olduğu sırada o çocukta yedi sekiz yaş larında olduğuna göre, babamın evin tamiri için verdiği sözden nasıl haberi olabilirdi? Üçüncü ve mantıklı bir neden de o ev yaklaşık otuz sene önce tamiri gerektirecek kadar viran olamaz dı. Özellikle bu son ihtimal iyice midemi bulandırdı. Babam yalan mı söylüyordu, yoksa hayal mi görmüştü? Tabii, Cemal Efendi'nin bana yaptığı açıklamayı da unut muyordum, babamın evine kesinlikle Şinasi diye birinin gelme diğini söylemişti. Lâkin şimdi olayları düşündükçe büsbütün ürperiyor ve mantıklı bir sonuca bağlayamıyordum.Yaşadıklarımı yeniden bir sıraya koymaya çalıştım. Her şey gördüğüm kâbuslarla başlamıştı. Rüyalarıma giren virane bir ev, sevdiğim kadına tecavüze ve onu öldürmeye kalkışan yüzsüz bir adam ve onunla yaptığım mücadele. Devamlı bir yarış halindeydik. Yüzü bir bez gerilmiş gibi görünmeyen adam rakibimdi ve iki mizde o harabenin üst katında masanın üzerinde bağlanmış va ziyette yatan Derya'ya bir an evvel varmak için yarışıyorduk. Gördüğüm bu kâbuslardaki yarışın çoğunu ben kazanıyordum, sadece bir seferinde yüzsüz düşmanım beni geçmiş ve Derya'yı bıçaklamıştı. Ne anlama geliyordu acaba bu karabasanlar? Belki
170
Mehmetcan
bir ruh doktoru bu rüyalarımı tedavi edecek, sebeplerini açık layacak bir çözüm getirebilirdi. Ama babam devreye girip eski bir işçisine verdiği sözün yerine getirilmesini isteyince her şey beynimde allak bullak olmuştu. Zira rüyalarımdaki ev birden gerçeğe dönüşmüş ve aynıyla karşıma çıkıvermişti. İşte, her şey bu noktada stop ediyordu. Artık hayallerimle realite birbirine karışmıştı. Bunu bir türlü kabul edemiyordum. Ancak kâbuslarımda gördüğüm bir evi gerçek yaşamımda bulmam, hangi mantık ölçüsüyle açıkla nabilirdi? Elimde olmadan buz kestim birden. Vücudumu bir titreme almıştı. Yoksa babamda mı benimkine benzer bir kâbus görmüştü? Ne de olsa, o yaşlı ve hastalıklı bir insandı, gerçek ile rüyayı belki de ayırt edememişti? Bu bile tam ve tatmin edici bir izah değildi benim için. Sonra Derya'nın dün gece gördüğüm ilgisiz rüyama getir diği yoruma takıldı aklım. Eski yanan köşkümüze ve annemle babamın yaptıkları münakaşaya... Derya açıkça itiraf etmese de daha önce gördüğüm kâbuslarla son rüyam arasında bağıntı olduğunu anlatmaya çalışmıştı bana. Belki de eski karabasan larımla son rüyam arasındaki tek ilişki, her ikisinde de yakamı bırakmayan o yüzsüz adamın varlığı idi. Kim olabilirdi acaba o yüzsüz adam? Neden onun suratını göremiyordum? Belki de yüzünü kap layan o bez parçasını çekip alabilsem bütün sorunlarım ken diliğinden çözülüverecekti. Nihayet kafama dank etti, galiba meselenin asıl püf noktası buydu. Her rüyama giren o meçhul kişi... Elimde olmadan bir küfür savurdum...
Behzat şantiyeye geldiğinde saat üçü bulmuştu. Hemen kendisine bir nescafe hazırladı. Bana da teklif etti ama canım içmek istemiyordu.
171
Mehmetcan
Bir süre bankalardaki işleri anlattı bana. İtiraf edeyim ki pek can kulağıyla dinlememiştim. Sonra ona ne zaman döne ceğini sordum. BMW'mi Derya'ya verdiğimi, dönüşte beni de eve bırakmasını istedim. Tamam, yarım saat sonra çıkarız yola, dedi. Beni şantiyede bırakıp inşaat sahasına gitti. Artık yeniden kâbuslar konusuna dönmek istemiyordum. Eve gidip bir duş almak, giysilerimi değiştirip sevgilimle geçire ceğim geceyi düşünmek istiyordum. O an birden aklıma geldi. Bu saate kadar gönderdiğim çiçeklerin çoktan sevgilimin eline geçmesi gerekirdi ama Derya bana bir teşekkür telefonu açma mıştı. Huylandım birden. Yoksa bir aksilik mi olmuştu? Hemen Derya'yı aradım, telefonu meşguldü. Birkaç dakika sonra bir daha denedim, bu seferde ulaşılamıyordu. Telefonu kapalıydı. Meraklanarak bu kez çiçekçi dükkânını arayıp sabah verdi ğim siparişin adrese gönderilip gönderilmediğini sordum, Aldı ğım cevap olumluydu. Çiçek adrese ulaşmıştı. Yadırgadım durumu. Derya'nın bir teşekkür telefonu etmesi gerekmez miydi?
172
Mehmetcan EHZAT beni apartmanımın kapısı önüne bıraktığında alelacele ona veda edip asansöre koştum. Derya'nın niye bana bir telefon etmediğini düşünüyordum hâlâ. Yoksa tanışma gü nümüzü unuttuğumu mu sanıyordu? Gerçi son ana kadar ak lıma gelmemişti, ama ona unutmadığımı gönderdiğim çiçekle göstermiştim. Anahtarımla kapıyı açıp içeri girdim. Gündüzlerin en kısa olduğu dönemdeydik, baktım evin içi karanlıktı. Derya gelme mişti henüz. Saate baktım, on yediyi gösteriyordu. Işıkları yak tım, onu beklemeye başladım. Henüz erken sayılırdı. Hazır o yokken, duşumu almak için soyunup banyoya git meyi düşünüyordum ki, kapının çaldığını işittim. Işıkların yan dığını görünce evde olduğumu anlamış ve anahtarını kullanma mış olmalıydı. Koşup kapıyı açtım. Yorgun bir yüzle suratıma baktı. "Benden önce gelmişsin," diye mırıldandı sadece.
Mehmetcan Oysa boynuma atılıp, bana çiçekler için teşekkür edece ğini sanmıştım. En azından bir iki teşekkür kelime beklemek sanırım hakkımdı. Ama o hemen ayağından bodarını çıkarmış, anorağını asmak için portmantoya yönelmişti.
Hiç bozuntuya vermeden konuştum. "Çok yorgun görünüyorsun, sevgilim," dedim. Başını salladı tasdik edercesine. "Yorgunluktan bittim. Bütün gün çizim yaptım ofiste." Şaşırmıştım. Çiçekler hakkında tek kelime etmemesi hay retime mucip olmuştu. Hani çiçekçi dükkânına telefon edip siparişimin yerine ulaştığını öğrenmesem, eline geçmediğini düşünecektim. Sabırla bekledim. Nasıl olsa, aklına gelince bir şeyler söylerdi herhalde. "Aç mısın?" diye sordu bana. . "Evet," dedim. "Müsaade et, kıyafetimi değiştireyim hemen mutfağa girer bir şeyler hazırlarım." "Böyle bir gecede mi?" Birden bakışlarını yüzüme çevirip ışıldayan gözleriyle beni süzdü. "Yoksa bu gecenin hususiyetini unutacağımı mı sandın?" diye kinayede bulundum. "Demek hatırlıyorsun?" "Nasıl unuturum? Hemen üstünü değiş seni güzel bir res torana götüreceğim." Gelip boynuma sarıldı. "Ama bu sabah sana sorduğumda geceyi evde geçireceğimizi söylemiştin," dedi. "Sana sürpriz yapmaya kararlıydım." "Çok hainsin! Ben de yerinle unuttuğunu sanmıştım." Çok garipti. Hâlâ çiçekler hakkında tek kelime çıkmamıştı ağzından. Ama imkânı yoktu, tanıdığım Derya şimdiye kadar çoktan jestim için teşekkür ederdi bana. Oysa yerinle unutmuş gibi davranıyordu.
174
Mehmetcan
Birden aklıma kötü şeyler geldi. Bunu asla yakıştırmak is temezdim ama sevgilim bana yalan mı söylüyordu yoksa? Gön derdiğim çiçekleri nasıl unuturdu? Üstelik o çiçekler benimde bugünü unutmadığımın en iyi delili değil miydi? Şayet şantiye den ayrıldıktan sonra çizimler için bürosuna gitmişse o çiçekleri mutlaka görmüş olmalıydı. "Nereye gideceğiz?" diye sordu. "Sen nereye istersen" dedim. Bir daha beni süzdü. "Yorgun değilsin, değil mi?" "Hayır. Ya sen?" "Ben de değilim," diye fısıldadı. Oysa az önce kapıdan içeri girdiğinde bugün çok yorgun olduğundan bahsediyordu. Keyfim kaçmıştı. Bu işin içinde bir bit yeniği vardı. Çiçek lerden hâlâ bahis açmaması, bugün öğleden sonra Derya'nın bürosunda olmadığının en açık karinesiydi. Nedendir bilinmez ama o konuya birden değinmemeye karar verdim. Banyoya du şumu almaya giderken, "Hadi öyleyse, hazırlan da yemeğe çıka lım," dedim.
Gittiğimiz restoran Derya'nın en sevdiği yerlerden biriydi. Ama yol boyunca arabanın içinde çok az konuşmuştuk. Sanki özel bir günü kutlamaya gitmiyorduk. Derya bu akşam cidden çok yorgun görünüyordu. Arabanın içinde daha önce sordu ğum suali tekrarladım. "Nasıl geçti günün?" "Hep çizimle," diye karşüık verdi. Sadece iki kelimeyle. Yüzü asık değildi ama tanıdığım sevgilim hoşlandığı bir yere gitmenin sevincini çok daha farklı şekillerde gösterir, neşe ve coşkusunu belli ederdi. Oysa bu gece zoraki katlanıyormuş gibi bir hal vardı üzerinde. Restorana girdik.
175
Mehmetcan
Az ışıklı, loş, masa üzerindeki mumların aydınlatuğı son derece romantik bir mahaldi. Bir trio canlı yemek müziği ça lıyordu. Yemeklerimizi sipariş edip şarabımızdan ilk yudumu aldığımızda sevgilim biraz kendine gelir gibi oldu nihayet. Göz lerinde hafif mutluluk belirtileri ışıldadı.
"Biliyor musun, bu sabah konuşmamızda tanışma sene-i devriyemizi unuttuğunu sanmıştım," dedi. O zaman kuşkularım daha da arttı. Bütün gün bürosuna uğramadığından emin oldum. Gönderdiğim çiçekler böyle dü şünmesine mani olmalıydı. Çiçeklerden hiç haberi yoktu. Bu kez taktiğimi değiştirdim. "Seni cebinden aradım ama ulaşamadım," dedim. Birden hayıflanarak başını salladı. "Sorma, başka arayanlar da olmuş, ama işe öyle kaptırmış tım ki kendimi, telefonumu açmayı unutmuşum." Yalan söylediği kesindi. Hatta inanıp inanmadığımı anla mak istercesine o nefis mavi gözlerini bir an için yüzüme çevirip gözlerimdeki tepkiyi aradı. Bozuntuya vermedim yine. Rahatlamamıştı sanırım. İlgisiz bir eda ile mırıldandı. "Kaçta aradın?" "Önemli değil. Şu an karşımdasın ya, mühim olanı bu. Beni seviyorsun, değil mi?" "Hem de çılgınlar gibi." Tuhaftır ama gözlerinde yanıp sönen ışıkların o an pek inandırıcı olmadığı düşüncesine kapılır gibi oldum. Hazindir, lâkin böyle bir hisse ilk defa düşüyordum. Derya'nın bana yalan söyleyeceğini hiç sanmazdım. Halbuki bugünü nasıl geçirdiğini benden gizlemeye çalışıyordu. Hem de böyle özel bir günde... İkimiz de de kendimizi zorlayan bir hal vardı. Gergindik ve bir türlü rahatlayamıyorduk. Benim beynim onun yalanı ile meşguldü, acaba onun gerginliği neye dayanıyordu? Bugün ne olmuş, Derya bütün gününü bürosuna gitmeyerek nerede geçir-
176
Mehmetcan
misti acaba? Fakat yemeğimizi yerken sevgilim biram — mış gibi bir gaf yapıp açık verdi. "Cep telefonumun kapalı olduğunu görünce, neden büro dan aramadın?" diye sordu.
Bir tür panik, yalanının ortaya çıkacağının korkusuydu bu. Gayet sakin cevapladım. "Bürodan da aradım." O loş mekanda bile yüzünün kızardığını hissettim, irkile rek yüzüme bakmıştı. "Büronun telefonu da hep meşgul veriyordu," dedim. Sanki birden rahatlamıştı. "Ah bizim kızlar," diye homurdandı. "Telefonu çok meş gul ediyorlar." Yanında çalışan iki kız elemanı vardı. Anladığım kadarıyla yalanının günahını şimdi kızlara yüklemişti. Belki meseleyi bu kadar büyütmemem gerekirdi; ne de olsa onun da hayatının mahrem bir yanı olabilirdi ve bana hesap vermek zorunda değildi; ayrıca birbirimize verdiğimiz sözler dışında henüz aramızda hukuki bir sorumluluk da yoktu. Bü tün anlayışlı düşünceme rağmen kendimi ihanete uğramış gibi hissediyordum; çünkü huyunu suyunu, mizacını tanıdığımı san dığım Derya'nın küçük de olsa yalan söyleyeceğini, benden bir şeyler gizleyeceğini hiç sanmamıştım. Yüzümün asılmasına bir türlü engel olamıyordum. Tabii az sonra Derya bendeki gerginliği anlamakta gecikmedi. "Niye suratın öyle bir karış asık?" dedi. Suni bir şekilde gülümsedim. "Asık mı? Yok canım, sana öyle gelmiş." Dikkatle gözlerimin içine bakıyordu. "Boşuna saklamaya çalışma. Sana bir şey olmuş. Çok ger ginsin." Az daha beynimi kurcalayan yalanını yüzüne vuracaktım, ama son anda kendimi frenledim. "Benim bir şeyim yok, haya tım. Asıl bu gece sen çok yorgun görünüyorsun."
177
Mehmetcan Şarabından bir yudum aldı. Anlamlı bir şekilde beni süzdü. Çok merak ettim, acaba o an aklından ne geçiriyordu. Lâkin o da benim gibi samimi davranmadı.
"Doğru," dedi. "Bugün çok yoruldum." "Biliyorum," diye fısıldadım. "Çizim, değil mi?" Mavi gözlerindeki elektriklenme daha artmıştı. Galiba ken disine inanmadığımı da o an anlamıştı. O sırada trio yemek müziğini bırakmış, romantik dans par çaları çalıyordu ve restoranın ortasındaki dans alanında dansa kalkmış birkaç çift vardı. Derya birden mırıldandı. "Dans edelim mi?" "Nasıl istersen." Cilalı parke üzerinde birbirimize sarılıp müziğin ritmine uy duk. Derya'nın çok iyi dans ettiğini bilirdim. Trio eski bir film müziği çalıyordu. Derya parçanın sözlerini de bildiğinden ancak benim duyabileceğim bir sesle söylemeye başlamıştı. Ne olursa olsun, bu kızı deli gibi seviyordum, bedenini biraz daha kendi me çekip vücuduma yapıştırdım. Zevkle bana sokulmuştu. Şimdi restorandakilerin gıpta ile seyrettikleri bir çift oluş turmuştuk, herkesin bize baktığından emindim. Dudaklarımı sarı saçlarının araşma sokup fısıldadım. "Seni seviyorum." "Ben de seni," diye mırıldandı şarkı sözlerini keserek. Trio şimdi daha hareketli bir parça çalmaya başlamıştı. Başka zaman olsa bu tür müzikle de dans etmekten hoşlanan Derya, "Oturalım mı artık?" diye sordu. "Sen bilirsin," dedim. Masamıza döndüğümüzde sanki sevgilim daha durgunlaşmıştı. Her zaman eğlenmeyi seven Derya'da bu gece belirgin bir sıkıntı vardı ve elinden geldiğince bunu gizlemeye çalışıyor du benden. Acaba gerginliğinin bugün öğleden sonra ortadan kaybolmasıyla bir ilgisi olabilir mi, diye düşündüm. Yanılmı-
178
Mehmetcan
yordum galiba; müzikli nefis bir ortam, seçtiğimiz en beğendiği yemekler, içtiğimiz hârika Fransız şarabına rağmen, Derya bir türlü havaya girememiş, rahatiamamış ve tanışmamızın bu ilk sene-i devriyesinde havaya ayak uydurabilmek için kendini zor layıp duruyordu. Şarabımdan bir yudum daha alırken içtenlikle fısıldadım. "İstersen, eve dönebiliriz," dedim. Birden hayretle yüzüme baktı. "Neden?" "Çünkü hiç neşelenemiyorsun. Seni sıkan bir şey var ve ne dense bunu açıklamak istemiyorsun. Her halinden belli." Yüzüne düşen uzun sarı saçlarını hafifçe geriye itti. Daha ziyade bana uygun bir cevap vermek için düşündüğünü anla mıştım. "Günahımı alıyorsun," dedi. "Çok mutluyum şu an. Ama biraz yorgunum, hepsi o kadar. Neşelenmediğimi de nereden çıkarıyorsun?" "Dans etmek istememenden. Oysa böyle harekedi danslara bayılırsın." Yüzü asıldı biraz. "Dedim ya, çizimler beni çok yordu." İskemleye yaslandım gözlerimi gözlerinin içine çevirerek uzun uzun ona baktım. Gerilmişti. Hafiften sinirlendiğini görüyordum. "Niye bakıyorsun öyle yüzüme?" diye sordu. İtidalimi bozmadan ama kelimelerin üzerine basa basa buz gibi bir sesle mırıldandım. "Çünkü bana yalan söylüyorsun." Durakladı önce. Sonra sert bir şekilde savunmaya geçti. "Dikkatli konuş. Beni yalancılıkla nasıl itham edersin?" "Bak" dedim. "Asla seni kırmak veya incitmek gibi bir ni yetim yok ama neden bana yalan söylediğini bilmek hakkım." Kaşları çatık homurdandı.
179
Mehmetcan
"Hangi konuda?" "Bugün bütün öğleden sonrası büronda değildin, çizim yaptığın da palavra. Niye bana böyle bir yalan söylemek gereği ni duydun?" Derya utanmış gibi başını önüne eğdi. Birkaç saniye hiç ko nuşmadan öylece kaldı, sonra başını kaldırmadan kısık bir sesle fısıldadı. "Dönüşte büroma mı uğradın?" "Hayır. Bu gecemiz için çalıştığın yere çiçek göndermiştim ama senin haberin bile yok. Çünkü büronda değildin." "Evet, doğru," diye kekeledi sevgilim. "Neden Derya? Benden sakladığın nedir? Nerede olduğu nu bana açıklamaktan neden çekindin? Senin de haklı sebep lerin olabilir ama biz senle birbirimize asla yalan söylememeyi kararlaştırmamış mıydık?" Nihayet gözlerimin içine baktı. Ondan bir açıklama bekliyordum. "Eve dönebilir miyiz?" dedi sadece.
Tanışmamızın ilk sene-i devriyesi tatsız bir geceye dönüş müştü. Hesabı ödeyip restorandan çıktık. Dönerken ikimizde ağzımızı açıp tek kelime etmemiştik. Hâlâ bana bir açıklama yapmasını bekliyordum. Bu durumu mutlaka izah edecekti. Arabayı sürerken gayet gergindim, hatta aklıma olmayacak ih timaller de geliyordu. Onun da beni sevdiğini biliyordum ama ben artık ruh hastası bir adamdım; her ne kadar hastalığım hak kında henüz bir teşhis konulmamış olsa da normal ve sağlıklı bir insan olmadığım ortadaydı. Yoksa durumum sevgilimin içi ne bir gelecek korkusunun sinmesine mi yol açmıştı? Öyle ya hiç kimse korkunç kâbuslar gören biriyle hayatını birleştirmek istemezdi. En azından sıhhatime kavuşuncaya kadar beklemeyi yeğlerdi.
180
Mehmetcan
Yine de sabredip eve dönünceye kadar tek kelime etme dim. Önce onun açıklamasını dinleyecektim. BMW'yi apartmanın kapalı garajına bırakıp asansörle daire min olduğu kata çıkarken yüzüme bakmaktan bile kaçınıyordu. Dedim ya onu iyi tanırdım; bu aşırı durgun ve sessiz kalışının ardından bir fırtına kopabilirdi. Birlikte yaşamaya başladığımız tarihten beri onunla sadece bir defa esaslı bir münakaşa etmiş tik; o da yandmıyorsam birlikteliğimizin ilk ayı içinde patlak vermişti. Uysal, sakin, sıcak ve anlayışlı görüntüsünün altında kafası atınca veya bir haksızlığa uğradığına inanmca son derece âsi, şirret ve kırıcı olabiliyordu. Hatta öyle ki evde yaptığımız o tartışmada ağzından küfürler saçarak, üstüme yürümüş, hızını alamayarak bana saldırmıştı. Benim gibi uysal, halim selim bir erkek için karşılaştığım manzara dondurucuydu; onun erkeksi öfkesi karşısmda dehşete kapılmıştım. Hayatıma giren hiçbir kadınla böyle bir tartışma yapmamıştım. Belki o an bu ilişkiyi noktalamam gerekirdi ama mümkünü yoktu. Çünkü o iğrenç küfürlerinin ardmdan dişi bir panter misali üzerime atlamış ve benle boğuşmaya başlamıştı. Sezar'ın hakkını Sezar'a teslim et mek zorundaydım; müthiş yadırgadığım o saldırganlığının için de tarif edilemez bir cinsellik de vardı. İtiraf etmeliyim ki, bu tür gösterilere alışık olmadığımdan bana değişik ve tahminler hilâfına farklı bir zevk vermişti. Yerde halıların üzerinde boğu şurken kavgamız az sonra ateşli bir sevişmeye dönüşmüştü. Hem de ne sevişme. Hayatımda böyle bir zevki hiç tatmamıştım. Eve girince doğru yatak odasına gitti. Tabii ben de peşin den geldim. Hâlâ bir açıklama yapmasını bekliyordum. Hiç oralı olmadan soyunmaya başladı. Önce cinselliği de meseleyi örtbas etmeye çalışacağını san dım. Ama öyle olmadı; sırtına eşofmanlarını geçirip banyoya makyajmı temizlemeye gitti. Konuşmaya niyetli görünmüyordu pek. Ama nasd olsa konuşacaktı, iş bu noktaya geldikten sonra susması söz konusu olamazdı.
181
Mehmetcan
Peşinden ben de banyoya daldım. "Eee? Anlatacağın bir şey yok mu?" dedim. Sertçe homurdandı. "Yok." O aynanın karşısında birtakım kremlerle yüzündeki mak yajı temizlemeye çalışırken, ben de bir omzumu kapının perva zına dayamış, kollarımı göğsümde çaprazlamış, sinirli ama biraz da alaycı ve damarına basar şekilde konuşuyordum.
"Yani bana yalan söylediğini kabul ediyorsun, değil mi?" Hafifçe sırıttım. "Zaten bunun başka izahı da var mı? Düpedüz yalancısın." Neden böyle davrandığımı bilmiyordum. Sebebi ne olursa olsun bana yalan söylediği açıkça meydandaydı artık. Birbiri mize yalan söylememek hususunda anlaşmıştık ve belki de beni hiç ilgilendirmeyen özel bir durum da olabilirdi. Bu kadar üs tüne varmam, sıkıştırmam, hatta tahkir edici şekilde konuşmam yanlış olabilirdi. Belki biraz daha sabırlı olsam, sonunda kendi si açıklayacaktı sebebi. Ama üst üste o kadar sıkıcı ve ruhumu bunaltıcı olaylar yaşıyordum ki, sanki bütün onlarm müsebbibi Derya idi ve acımasızca kıza saldırıyordum. Aynadaki görüntüsüne baktım. Öfkeden dudaklarını ısırıyordu. Biraz sonra patlayacağını, sert ve kırıcı bir şeyler söyleyeceğini anlamıştım. Tabii en doğru hareket üstüne varmamaktı, lâkin yapamadım. "Sana artık inanmıyorum," diye fısıldadım. Sabrının son kertelerindeydi. Yüzü kıpkırmızı kesildi. Umursamazca omuz silktim. "Açık söyle, yoksa hayatına başka bir erkek mi girdi?" de dim. Galiba bardağı taşıran son cümlem bu olmuştu. Makyajını temizlemek için kullandığı krem kutusunu hızla dönerek bana doğru savurdu. Küçük, yayvan plastik kutu mermi hızıyla başı ma doğru geldi. Son anda saldırıyı fark edip başımı hafifçe yana kaydırmasam muhtemelen tam alnımın ortasına yapışacaktı.
182
Mehmetcan Iskaladığını görünce hiddetini bastıramayarak bir koşu üzerime yürüdü. Uç aşağı beş yukarı bundan sonra olacakları tahmin edebiliyordum kuşkusuz. Onu kollarından tutup yaka lamaya çalıştım ama beceremedim. Öfkeden çılgın gibi üstüme sıçradı. Tabii kuvveti benimle mücadeleye yetmiyordu; lâkin kızdığı zaman ne kadar acımasızca boğuştuğunu biliyordum. Nitekim ellerini kavrayınca dişi bir panter gibi hamle yapıp diş lerini omzuma geçirdi. Gaddarca ısırdı. Gözleri dönmüş, uğra dığı hakaretin acısını çıkarmaya çalışıyordu. Cidden canım yanmıştı. Hayatımda hiçbir kadına el kaldırmadığımdan, ona vura mıyor sadece kendimi savunmaya çalışıyordum. Omzumu diş lerinden zor kurtardım. Ama o ısırıkla yetinmemiş bu kez par maklarını saçlarıma uzatmıştı. Banyonun kapısı önünde bayağı boğuşuyorduk. "Seni namussuz, piç kurusu! Şu ettiğin iğrenç lâfa bak! Utanmaz, rezil... Seni böyle konuştuğuna pişman edeceğim. Elimden kurtulamazsın..." Bunlar daha edepli lâflarıydı. Hızını alamazsa ağzından daha çirkin kelimelerin çıkacağı nı da biliyordum. Ben de sinirliydim; ne var ki onun bu şirret liğinden gizli bir zevk de alıyordum. Benimle başa çıkamaması onu büsbütün azdırıyordu, iki kolunu arkaya alıp ince bilekle rini sağ avucumun içine hapsettim. Çılgına döndü. Şimdi iyice hareketsiz kalmıştı. Sırıtarak serbest kolumla bacaklarından kavrayıp ayaklarını yerden kestim. Devamlı çırpınıp duruyor du. Bıraksam küt diye fayansların üzerine düşüverecekti. Artık beni ısırma şansı da kalmamıştı. Kucağımdaki yükü yatak odasına doğru götürdüm. Niyeti min ne olduğunu anlayınca büsbütün debelenmeye başladı. "Hayır... Asla... Asla onu yapamayacaksın!" diye bağır maya başladı. Heyhat! Birbirimizi yiyor, bağırıp çağırıyor, boğuşuyorduk.
183
Mehmetcan
O an gerçekten sinirliydik de ama ikimizin de davranışlarında kuşkusuz abartı vardı. Bu sadece incinen gururlarımızın dışa vurumuydu, gerçekte ise değişen bir şey yoktu. Yatağa yatırıp üstüne abandım. Hâlâ altımda çırpınıyordu, fakat hiç şansı yoktu. Elimden kurtulması imkânsızdı. Tanışmamızın yıl dönümünü bundan iyi nasıl kutlayabilirdik ki. "Boşuna çırpınma," diye homurdandım, "istediğimi elde edeceğim." "Zorla mı?" dedi. "Evet, gerekirse zorla." "Hadi bakalım... Becer de göreyim." ikimiz de nefes nefese idik. Olanca ağırlığımı narin vücu duna bastırmıştım. Altımda ktmıldayamıyordu. Şimdi her iki kolunu yatağa yapıştırmış, bileklerinden sıkıca kavramıştım, iri memeleri, göğsümün altında eziliyordu. Ağzımı, aralık dudak larına doğru uzattım. Öpmemi engellemek için başını sağa sola çevirmeye başladı. Hiç oralı olmadım, boynuna yumuldum. Oradan öpmeme hiç dayanamazdı. Az sonra teslim olacak, mu kavemeti kırılacaktı. Ama tam o sırada beklemediğim bir şey söyledi. "Tamam... Dur artık... Konuşacağım... Evet, kabul ediyo rum, sana yalan söyledim. Kes artık şu maskaralığı!" "Olmaz." "Ne demek olmaz?" "Yalan söylediğin için önce cezanı çekeceksin. Sonra belki itiraflarını dinleyebilirim." "Asıl yalan söyleyen, beni kandırmaya çalışan sensin." Bir an irkildim. Ne kadar zeki bir kadın olduğunu bilirdim; demek foyası ortaya çılanca o kısa süre içinde bir hikâye uydurmaya ve galiba en iyi çare olarak da beni ithama karar vermişti. Dudaklarımı boynundan kaldırmadan homurdandım.
184
Mehmetcan
"Ben mi yalancıyım?" "Tabii ya." "Sana ne yalan söylemişim?" "Gerçekten öğrenmek istiyor musun?" Ses tonu o kadar güven vericiydi ki, gayri ihtiyari başımı gömdüğüm boynundan kaldırıp öfke fışkıran mavi gözlerine baktım. "Yumurtla bakalım," dedim. "Öğreneceğine pişman olabilirsin ama." "Hadi uzatma da söyle bakalım. Ne uyduracaksın şimdi?" Ama o nefis gözlerinde sadece öfke yoktu. İlk defa korku ve endişe sezinler gibi oldum. Birden merakım kabardı. Ko nuşmayı kesip onu dinlemeyi tercih ettim. Aynı anda nedendir bilinmez yüreğimin derinliklerinde anlamsız ve mahiyetini ken dime de açıklayamadığım garip bir ürperti başlamıştı. "Doğru," dedi. "Bugün büroma gitmedim. Haklısın." "Ya nereye gittin?" "Tapu dairesine." Afallamıştım. Şaşkınlıkla onu süzdüm. "Hangi tapu dairesine?" "Tahmin edemiyor musun?" İçimdeki ürperti şiddetlenerek yoğunlaşıyordu. Güçlükle fısıldadım. "Hayır." "Kâbuslarına giren o evin mülkiyetini araştırdım." Bilinçsizce sevgilimin sıkı sıkıya kavradığım bileklerini bı rakmıştım. Hiç yerinden kımıldamadı. Ama göz bebeklerinde ciddi bir üzüntü vardı. "Ne öğrendin?" diye sordum kekeleyerek. "Bana yalan söylediğini." "Anlayamadım? Ne demek bu?" "O ev otuz üç sene evvel senin adına tapuya tescil edilmiş." Boğazım kurudu.
185
Mehmetcan
Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Hançeremden boğuk bir ses yükseldi. " Yalan bu... İmkânsız..." "Öyle mi?" Derya ümitsizce yüzüme bakıyordu. "Yalan tabii," diye kükredim tekrar. "Böyle diyeceğini tahmin ediyordum. Ama artık bu oyunu sürdüremezsin, zira oradan ayrılırken kayıtın bir fotokopisini çektirdim. İspat edebilirim." Hiçbir şey diyemedim. Bitkin bir şekilde Derya'nın yanına yuvarlandım...
186
Mehmetcan LlMDEKl tapu fotokopisine bakakaldım. Bunun doğ ruluğuna inanmak istemiyordum ama sevgilim resmi evrakı önü me dayamıştı. İliştiğim yatağın kenarından ayağa kalkamadım, bütün kanım çekilmiş gibiydi. Gözlerimi evraktan alamıyordum. Senet otuz üç sene evvel tanzim edilmişti, yani ben daha yedi sekiz yaşlarında bir çocukken. Aslında bir hibe muamelesiydi. Babam kendi uhdesindeki gayri menkulü oğluna devretmişti... Benim için tam bir şoktu... Neden sonra titreyerek nazarlarımı tam karşımda dikilen Derya'ya çevirdim. Söyleyecek tek kelime bulamıyordum. Ağ zım açık öylece kaldım. "Bunu biliyor muydun?" diye sordu Derya. Sadece, "Hayır," diyebildim. Başka ne söyleyebilirdim ki? İşin tuhaf yanı, sevgilim fazla şaşırmış görünmüyordu. Başı nı sallayarak ifademi kabullenmiş gibi mırıldandı. "Tahmin etmiştim zaten," dedi. "Neyi tahmin etmiştin?" diye kekeledim. 187
Mehmetcan
"Babanın yalan söylediğini." Ne diyeceğimi bilemiyordum artık. Omuzlarım çöktü. Elimdeki fotokopi parmaklarımın arasından kayıp gitti. Bedenimdeki titreme daha da arttı. Kafam duracak gibi zonklamaya başladı. Durumu değerlendirmeye çalıştıysam da başarılı ola madım, hiçbir şeyi yerli yerine koyamıyordum. Neden sonra karşımda duran sevgilimin şefkat ve anlayışla yaklaşıp boynuma sarıldığını hissettim. O kadar çaresiz bir haldeydim ki, göğsüne yaslanıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Ben galiba çıldırmak üzereydim. Dengelerim altüst olmuştu ve çevremde oluşan olayları id rak edemiyordum. Kâbuslarımda gördüğüm evin bana ait çık ması iliklerimi dondurmuştu. Derya sabırla saçlarımı okşayıp ağlayarak açılmama yardımcı oluyordu âdeta. Bir süre sonra hıçkırıklarım hafifleyince, "Tamam artık, ağlama. Şimdi normal muhakeme yürütme zamanı " diye fısıldadı kulağıma. Oysa mu hakeme yürütecek halde filan değildim. Beni bırakıp mutfağa gitti. Getirdiği sudan içmemi istedi. Bu gibi hallerde suyun ne işe yaradığını hiç anlamazdım. Tabii kuruyan ağzımın ıslanmasından başka bir işe yaramadı. Bu kez yanıma oturmuş ellerimi avuçlarının içine almıştı. "Biraz daha iyi misin?" diye sordu. Değildim ama kendimi küçük düşmüş gibi hissettiğimden utanarak başımı salladım, "iyiyim," dedim. "Şimdi biraz konuşabilir miyiz?" Tekrar başımı salladım. Onun olaylar karşısında nasıl bir yorum getireceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama beni ür perten bir soru sordu. "Babanla aranızda eski bir ihtilaf, herhangi bir çekişme var mı?" Neden böyle bir soru sorduğunu anlamamıştım ama o an benden daha iyi fikir yürüttüğü, daha objektif ve gerçekçi dü-
188
Mehmetcan
şündüğü kesindi. Fakat bütün olayların tek sorumlusu gibi ba
bamdan şüphelenmesini yadırgamıştım. Babamdan başka ha yatta pek akrabam yoktu ve o yaşlı, felçli bir hastaydı. "Ne olabilir ki?" dedim. "Bilmiyorum. Bunun cevabı sende." "Yok... Olamaz da zaten." "Neden?" "Neden mi? O benim babam. Aklından ne geçiyor bilmi yorum ama hayattaki tek evlâdı ile ne zoru olabilir?" "Sorun da burada zaten. Senden gizlediği bir sırrı var. Bu fikrimde ısrarcıyım." Hayretle ıslak gözlerimle Derya'ya baktım. "Ne sırrı?" diye kekeledim. "Bunu henüz bilmiyorum. Ama bana öyle geliyor ki ara nızda hiç açılmayan, belki de yıllardır konuşulmayan ve senin ruhuna işlemiş bir vaka yaşanmış. Ta senin çocukluk yıllarından kalma." Derya yine bir ruh hekimi gibi konuşmaya başlamıştı ama ona itiraz edemedim. Kafamı toparlamaya çalışıyordum. Ba bamla aramızda ne geçmiş olabilirdi ki? Aklıma hiçbir vaka gelmiyordu. Bilakis, babamla ilişkimiz bütün hayatım boyunca, anlayış, karşılıklı sevgi ve müsamaha ile geçmişti. "Neden böyle düşünüyorsun?" diye sordum sevgilime. Bana karşılık vermeden önce birkaç saniye düşündü, sonra yere eğilip düşen tapu fotokopisini alarak bana uzattı. "Böyle düşünmemin ilk sebeplerinden biri işte bu," dedi. "Baban, sahibi olduğun bu araziden neden sana hiç bahsetme di? " Verecek bir cevap bulamadım. Yüzüne şaşkın şaşkın bak makla yetindim. Sonra resmi evrakı inkâr edercesine aptalca homurdandım. "Ama o lanet ev Şinasi Sarıkaya'ya aitmiş, bunu bilen bir sürü insan var o yörede."
189
Mehmetcan Derya yüzünde mağrur bir ifade ile beni süzdü.
"Bu doğru," dedi. Tapu kayıtlarında gayrı menkulü ince
ledim. Ev önce Şinasi Sarıkaya'nın babasına aitken ölümüyle oğluna intikal etmiş, sonra da Şinasi o yeri babana satmış. Ba banda üç ay sonra sana hibe etmiş. Buna ne dersin?" "Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok." "Ama olmalı." "Nasıl olur Derya? O mülkün bana ait olduğunu ilk defa şimdi senden öğreniyorum." "Mesele de burada ya... Neden baban bunu sana hiç söy lemedi acaba?" "Belki unutmuştur, belki önemsememiştir. Olamaz mı? Bizim mülkiyetimizde bu tür çok yer var. Unutma biz inşaat işi yapıyoruz. Babamın daha sağlığında böyle kapattığı çok yer vardır. Bu da onlardan biri olabilir. Otuz küsur sene evvel ora ları oldukça değersiz bir yerdi, belki de adamın aklından çıkıp gitmiştir, önemsememiştir. Üstelik adamcağızın beyin damarla rı tıkanık. Her şeyi unutuyor." "Hiç sanmıyorum." Bu itham edici ifadesi karşısında yeniden irkildim. "Ne demek istiyorsun?" "Bence baban o olayı hiç unutmamış." "Ne demek istiyorsun?" Derya sustu. Yanımdan kalkıp odanın içinde endişeli adım larla dolaşmaya başladı. Konuşmakta, aklından geçenleri ifadede zorlandığını his settim. "Açık konuş, aklından geçenleri anlat bana," dedim. Bana bir soru ile karşılık verdi. "Gördüğün kâbuslardan babana bahsettin mi?" Kısa bir an düşündüm. "Hayır," dedim sonra. "Bahsetmedim." "Neden?"
190
Mehmetcan
"Ne gereği var ki? Adamcağız zaten hasta ve düşkün. Bir
de benim illetimle üzülmesinin ne anlamı var?"
Deiya sesini çıkarmadı. Ama hiç rahatlamadığı gibi tatmin olmuşa da benzemiyordu. "Tam senin kâbuslarının başladığı sırada o metruk evin ta mirini istemesi biraz manidar gelmiyor mu sana?" "Ne demek istediğini anlamıyorum." "Ben de bunu tüm çıplaklığıyla açıklama imkânından mah rumum, çünkü çözmediğim bir sürü sual var beynimde. Ama şiddetle bu işin içinde bir iş olduğunu sezinliyorum. Bu kadar tesadüf bir araya gelemez." Gayri ihtiyari mırıldandım. "Ne tesadüfü?" "Babanın onarım işini istemesiyle senin kâbuslarınin çakış ması. Kâbuslarında gördüğün evin birden gerçek olarak karşına çıkması. Bunu nasıl açıklayacaksın?" Başım önüme düştü. "Bilmiyorum," diye kekeledim. "Ama ben tahmin edebiliyorum." "Neyi?" Deıya'nın ses tonu hızlandı, soluk soluğa söylendi. "Biraz anlamaya çalış Murat. Sen o evi biliyordun, daha önce de görmüştün." "Görmüş müydüm? Ne zaman?" "Bana kalırsa çocukluğunda. Kanımca bütün sorun o yu larda başlıyor. İddiaya varım, sen o tarihlerde, seni çok etkile yen bir olaya şahit olmuş olmalısın." Deıya'yı dinledim ama isyan ettim. "Saçma. Seninki kuruntuya dayanan bir varsayım. Görmüşsem bunca yıl neden hatırlamayayım? " "Kanımca meselede burada ya. Beynin şahit olduğun şeyi unutmak istiyor. Devamlı onu şuuraltına itiyor. Satha çıkması na izin vermiyor. Zaten bir hatırlasan bütün sorunların çözüle cek."
191
Mehmetcan Daha fazla dinlemek istemiyordum. Bitkin bir şekilde yata ğa uzandım. Derya artık bana yardımcı olmaktan ziyade bütün beynimin içinin karışmasına neden oluyordu.
"Sus, lütfen," diye inledim. "Hiçbir şey duymak istemiyo rum artık." Derya hemen sustu. Galiba fazla ileri gittiğini o da sezinlemişti. Anlayış ve şefkatle yanıma uzandı, yeniden usul usul saç larımı okşamaya başladı. "Tamam," diye fısıldadı. "Şimdilik kapatalım bu konuyu. Hadi, biraz dinlen. Yoruldun ve sarsıldın. Uyumaya çalış. En dişelenme, ben hep yanında olacağım. Seni çok seviyorum ve daima da seveceğim. Bu senin için yeterli mi?" Yorgun nazarlarla ona baktım. Onu gerçekten çok seviyordum. Onun varlığı bu kritik dö nemimde hayata bağlanmam için tek direnç ve teselli kaynağırndı. İri mavi gözlerinde sevgi ışıkları görüyordum ama konuşacak halim yoktu. Elini tutup dudaklarıma götürdüm...
Rüyamın günü.
derinliklerindeyim yine.
İşıl ışıl parıldayan
Başımı kaldırıp göğe bakıyorum,
vilik var gökyüzünde.
Sümbüller,
bir yaz
dupduru bir ma
Tek bir bulut bile göremiyorum.
çiçek kokuları yayılıyor etrafa. leri kaplamış etrafı.
temiz,
zerrinler,
Mis gibi
sarmaşık gül
Geniş bir bahçenin içindeyim.
Hiç de yabancısı değilim buranın. Huzur ve güven içindeyim. Gevşeyen kısa pantolonumu ufak ellerimle çekiştiriyorum. Belimde oyuncak bir kılıç var. Çocukluğumun bütün serazatlığınt yaşıyorum coşkuyla. Bah çenin içinde koşup duruyorum. Bir ara bahçede dolaşan Cemal Efendi'yi görüyorum. Uzaktan bana bakıp elini sallıyor. Ama hiç oralı olmuyorum. Hafif hafif sıçrayarak, sanki at üzerindeki bir süvari gibi belimdeki kılıcı tutarak koşuyorum. Yaşımın verdiği
192
Mehmetcan oyun oyun
sevinciyle muhayyel düşmanlarımı kovalıyorum. Ben bir kahramanıyım ve kötü adamları cezalandıracağım. Ama çiçek tarhlarının içinde birden duraklıyorum. Karşıma bir yabana çıkıyor. Bizim bahçemizde, tanımadığım biri. Hayretle yüzüne bakı yorum. Aradığım muhayyel düşman o olmalı. Zira adamın yüzü yok... Suratının olduğu yer bomboş. Silik... Korkmam, hatta bağırmam lâzım. Ama sadece soruyorum, o minik, kısık sesimle. "Siz de kimsiniz? Ne arıyorsunuz bizim bahçemizde?" Adamın yüzü olmadığı için göremiyordum ama güldüğünü çıkardığı sesten anlıyordum. "Ben seni ham yapıp yemeğe gel dim. " Yüzsüz yabancı herhalde benle şaka yapıyor, aklınca beni korkutmaya çalışıyordu. Hemen kılıcıma sarıldım. Dik ve mağrur bir sesle homur dandım. "Ben kimseden korkmam! Seni öldürürüm," dedim. "Hımmm! Benden korkacaksın, hem de çok korkacaksın." İleriye uzattığım tahta kılıcımla onu şişlemek üzere bir ham le yaptım fakat bahçemizdeki yüzsüz yabancı tıpkı geldiği gibi bir den kayıplara karıştı. Onu göremiyordum artık. Sağıma soluma dönüp arandım, yoktu... Sonra bir boşluk oldu. Bir tür kopukluk. Sanki rüya âleminde başka bir yere taşındım. Şimdi evin içindeydim. Bu Suadiye'deki yanan köşkümüzdü. Üçüncü kattaydım. Ya tak odalarımızın olduğu katta. Burası benim odamdı. İnsan rüya sında geçiş yaptığı bölümlerin nedenlerini kavrayıp tefrik edemi yordu. Bir sesler duyuyordum. Konuşmalar, fısıldamalar, kesik ve garip kahkahalar ve bir de içten gelen derin inlemeler... Kulak kabarttım.
193
Mehmetcan Bu seslerden yor. ..
birini tanıyorum,
bana hiç de yabancı
gelmi
Annemin sesi! Acaba niye gülüyor ve niye öyle garip şekilde inliyor? Mera ka kapılıyorum. Ağır adımlarla yatak odamın aralık duran kapı sından dışarıya süzülüyorum. En üst katın geniş sofasındayım. Karşılıklı büyük dört yatak odası var o katta. Hole çıkınca duyduğum sesler daha da yoğunlaşıyor. Alışık olmadığım o garip sesler annemle babamın yatak odasından ge liyor. .. Sebepsiz bir korku kaplıyor içimi. Tahta kılıcımdan medet umarcasına belimden çıkarıp o kapıya doğru yürüyorum, işitti ğim o seslerin sebebini öğrenmek arzusundayım. Onların kapısı da aralık. Ayaklarımın ucuna basa basa yaklaşıyorum. Köşkte derin bir sessizlik var; zaman sanki durmuş. Tek işit tiğim şey odadan akseden garip inlemeler. Aralık duran kapının önünde durup başımı uzatarak içeriye bakıyorum. Yatakta iki kişi boğuşuyor. Önce hiçbir şey anlamıyorum. Sonra bilmediğim bir utanç hissi bütün benliğimi kaplıyor. Çünkü her ikisi de çırılçıplak... Hemen başımı geri çekiyorum; çünkü ilk defa annemi çırılçıplak görüyorum. Gözlerimi yumuyorum. Şahit olduğum şeyin utanç verici bir şey olduğunu sezinliyorum, fakat anlayamıyorum. An nem acaba neden hem kesik iniltiler çıkarıyor, arkasından da yaptığından da zevk alır gibi kahkahalar atıyor, çözemiyorum. Yaptığımın ayıp olduğunu bilmeme rağmen gözlerimi açıp bir daha aralıktan içeriye bakıyorum ve o zaman dehşete kapılı yorum. Zira annemi kollarının arasına alıp okşayan kişi babam değil... Ağzım bir karış açılıyor. Bu adam, az önce bahçede gördüğüm o yüzsüz yabana...
19>4
Mehmetcan Anneme bir kötülük yapıyor.
Dayanamıyorum annemi kur
tarmak için paldır küldür içeriye dalıyorum ve çığlık
1
"Anne ." diye bir
atıyorum...
Sanırım o çığlıkla uyandım. Ama ses boğazıma düğümlen miş gibiydi ve sadece rüyamda kendim işitmiştim. Gözlerimi açınca Derya'yı uyandırıp uyandırmadığımı anlamak için başı mı çevirip yanımda yatan sevgilime baktım. Uzun sarı saçları yastığa dağılmış, derin bir uykuda. Derin bir oh çektim. Rü yadaki çığlığımı duymamıştı. En azından uyanmamasına sevin miştim. Bir süre kımıldamadan yattım. Gözlerini açıp yeniden sorgu suale başlamasını istemiyordum. Bu gece ter içinde de uyanmamıştım; biraz ters ve tedirgin edici de olsa, sanırım bu bir kâbus değildi. Usulca ve Derya'yı uyandırmadan yataktan kalkmaya ça lıştım. Terliklerimi bile ayağıma geçirmeden yatak odasından çıktım. Işığı yakmamıştım ve sevgilim rahat rahat uyumaya de vam ediyordu. Gürültü çıkarmak istemiyordum, çalışma odama geçince kapıyı kapatıp sadece çalışma masamın üzerindeki lam bayı yaktım. Koltuğuma çöküp düşünmeye başladım yine. Galiba Derya bu seferde haklı çıkıyordu. Yeni yeni görme ye başladığım rüyalar aslında gördüğüm kâbusların devamı ve muhtemelen onların tamamlayıcısı niteliğindeydi. Bu halde de ister istemez, ailemle ilgili bir sorunum olduğu fikrine saplanıp kaldım. Çocukluğumda yaşadığım ve şuuraltıma yerleşmiş bir vaka olmalıydı. Ama ne? Bu gece gördüğüm son rüya düpedüz annemin ihaneti idi. Bunu başka şekilde yorumlayamazdım. Ama bu düşünce bile tüylerimi diken diken etmeye yetti. Yandıyordum, mutlaka yanılıyordum; annem hayatta tanı dığım en namus-u mücessem kadındı. Asla babama ihanet et-
195
Mehmetcan
miş olamazdı. Hatırladığım kadarıyla ölünceye kadar da mutlu bir hayat sürdürmüşlerdi. Peki, yüzünü göremediğim o adam kim olabilirdi acaba? Muhtemelen karabasanlarımın tek nedeni o göremediğim çehreydi. O suratı bir görebilsem, şuuraltıma yerleştirdiğim anı lar birden satha çıkacak ve yaşantımın derinliklerindeki bütün sırları çözmüş olacaktım. Kimdi o adam? Tabii düşlerime giren olayları aynen kabul etmem olanak sızdı. Yoruma ihtiyacım vardı. Bir an hırsımdan parmaklarımı acıtırcasına sıktım. Gördüğüm düşler sinirlerimi de, günlük ha yatımı da ziyadesiyle etkiler olmuştu. Sonra bir şeyi daha fark ettim; geçmişimde cinsellikle ilgili bir şeyler olmuştu. Zira ço cukluğuma ait o yanan köşkte gördüğüm rüyalarda da, metruk evde de hep bir tecavüz sahnesi canlanıyordu. Çocukluğumda annem, halde ise Derya vardı. Birini köşkün yatak odasında, diğerini de o lânetli evin ışık yanan üst katında hep tecavüze uğ rarlarken görüyordum. Nedendi acaba? Annem o tecavüzden hiç de etkilenmişe benzemiyordu, az evvel gördüğüm rüyada ki iniltili zevk çığlıklarını yeniden duyar gibi oldum. O sesler kulaklarımdan gitmiyordu. Bir keresinde Derya'yı masaya bağ lanmadan suratı olmayan adamla sevişirken görmüştüm. Hatta sevgilim zevk sarhoşluğu içinde, "Hadi gel, sen de bize katıl," demişti. Artık alenen belliydi, beynimde ki soruların cevabını ken di başıma veremezdim, bana tıbbi bir yardım gerekliydi. Hem de gayet acele. Zira her geçen gün kâbuslarım artıyordu. Böyle devam edemezdi. Aklım iyiden iyiye karışıyordu. Uyanık oldu ğum zamanlar, gördüğüm düşlerin etkisiyle, kararsız, iradesiz, güçsüz ve pasif bir hale giriyordum. Sinirlerim son derece yıpranmıştı. Devamlı gördüklerimin etkisi altında kalıyordum. Muhakeme gücüm zayıflıyor, karşıma çıkan herkesten şüpheleniyordum.
196
Mehmetcan
Derya'dan, rahmetli annemden ve hasta babamdan şüphe
lenmek, onları potansiyel birer suçlu gibi görmek acı çektiriyor du bana. Onlar hayatımda en değer verdiğim kişilerdi. Düşüncelerime öylesine dalmıştım ki, "Murat," diyen sev gilimin sesini işitince az daha yerimden sıçrayacaktım. Baktım, çalışma kapımın önünde duruyordu Derya. Çıplak ayak geldiği için sesini duyamamıştım. Endişeyle bana bakarak sordu. "Yine kâbus mu gördün?" "Hayır," dedim. "Uykum kaçtı." "Doğru söyle." Artık gerçekleri de sevgilime açıklamaktan utanır hale gel miştim. En iyi çözümün gerçekleri anlatmak olduğunu biliyor dum ama yapamamıştım. Kekeledim. "Uyanıverdim birden," dedim. "Şu tapu hadisesi galiba beni çok sarstı. Zihnimden çıkmıyor bir türlü." Sevgilim yanıma yaklaştı. Her zamanki gibi anlayışla bana sa rıldı, sonra kucağıma oturdu. Yüzünde sevecen bir ifade vardı. "Haklısın, sarsılmanı, uyuyamamanı anlıyorum. Ama bu böyle gitmez. Biraz daha sabırlı ol. Önümüzdeki hafta başı doktora gidince rahatlayacaksın. Buna eminim. Lâkin uyuman lâzım. Hadi gel, yatağa dön. Bu odada sabaha kadar oturamaz sın." O an uyumam olanaksızdı. Yatağa dönmek istemiyordum. "Sen yat," dedim. "Ben de birazdan gelirim yanma." "Olmaz." Kucağımdan kalkıp elimi tuttu. Zorla beni oturduğum koltuktan kaldırarak odadan çıkarmaya çalıştı. Onu incitmek istemiyordum; bana anlayışlı davranan, meseleyi çözmek için gayret sarf eden çevremdeki tek insan oydu. Mecburen onu takip ettim. Yatak odamıza döndük. Yalağa yattığımızda bana sıkı sıkı sarıldı. Ama cinsellikten uzak, gerçek bir dostun sağlayacağı güven ve himaye hissi için deydi. Varlığıyla bana destek oluyordu. Onun da uykusu kaç-
197
Mehmetcan
mıştı. Komodinin üstündeki lambayı söndürmemişti. Bakışları nı da gözlerimden ayırmıyordu. Kısık bir sesle fısıldadı.
"Yine bir kâbus gördün, değil mi? Saklama benden." Gerçekten de saklamamın bir anlamı yoktu. Sıkıntılarımı tek gerçek dost olarak gördüğüm insana da söylemezsem, kime açıklayacaktım ki? Sıkılarak başımı salladım. "Evet, gördüm," diye itirafta bulundum. "Sarıkaya'daki evi mi? Muhtemelen tapu şokundan sonra beynin herhalde o eve odaklanmış olmalı," dedi. "Hayır... Yanan köşkü ve annemi gördüm rüyamda." "Yani bu seferki kâbus değil, sadece bir rüya mıydı?" Çekinerek fısıldadım. "Yarı kâbustu." Mavi gözleri buğulandı. "Anlatmak ister misin?" Tereddüdümü hissedince yumu şacık sesiyle kulağıma fısıldadı. "Çekinme tatlım, ne gördüysen anlat." Sesi o kadar sıcak ve yardım hissiyle doluydu ki, daha fazla direnmedim ve rüyamdan aklımda kalan her şeyi ona naklettim. Beni büyük bir dikkat ve titizlikle dinledi. Sanki saçma sapan, bana çok anlamsız görünen bir vakayı değil de, gerçek yaşan tımdan bir olayı dinliyormuş gibi heyecanlıydı. Boş yere onu da uykusuz bırakıyordum. Minnetle sarılıp biraz daha kendime çektim. Fakat sevgilim son rüyam hakkında hiçbir yorumda bu lunmadı, sadece mavi gözlerinde artan bir endişe ile dinlemekle yetindi...
198
Mehmetcan ^5 w
ı cEREYE gidiyoruz?" diye sordum Derya'ya. Bu sefer onun arabasmdaydık ve direksiyon başında o var dı. Gözünü yoldan ayırmadan mırıldandı, "Şikâyetçi misin? Be raberiz işte. Gittiğimiz yer önemli mi?" Hafta içi bir gündü ve haliyle ikimiz de işimizin başında olmalıydık. Derya arabayı köprü istikâmetine sürdüğüne göre niyeti karşı yakaya geçmekti. Önce Kurtköy civarındaki şantiye mize gittiğimizi düşündüm. "Sen bugün inşaata uğrayacak miydin?" diye sordum. "Hayır," dedi. "O halde nereye gidiyoruz?" "Sabırlı ol biraz." Dün gece uykumuz bölündüğü ve saatlerce uykusuz kaldı ğımız için ikimiz de kendimizi biraz yorgun hissediyorduk. Gü zel gözleri uykusuzluktan hafif kanlanmıştı Derya'nın ve hava güneşli olmamasına rağmen, kanlanmış gözlerini rahatlatmak ister gibi koyu güneş gözlüklerini takmıştı. Pek konuşmaya da
199
Mehmetcan hevesli görünmüyordu bu sabah. Ben de onun isteğine uyup fazla sual sormadım. Arkama yaslanıp sessiz kalmayı yeğledim. Nasıl olsa direksiyon ondaydı ve onu yanı başımda hissettiğim sürece sorun yoktu. Geçenlerde yaptığımız gibi işi kaytarıp sakin ve kendimize ayıracağımız bir gün geçirmeye de çoktan hazırdım. Gerçekten de kendimi çok yorgun hissediyordum. Ama yine de Derya'da ki bu âni değişikliğin ve bana bir gerekçe göstermeden inşaat alanına gitmek istemesindeki sebep beni düşündürmeye başlamıştı. Göz ucuyla profilden görüntü süne baktım. Yüzünde belli belirsiz bir gerginlik vardı. Nitekim Bostancı'ya geldiğimiz sırada birden aklından geçenleri açığa vurdu. "Baban hasta olabilir ama bunamadığına kesin eminim," deyiverdi. Yine konunun açılması beni irkiltmişti. "Seni bu kadar emin konuşmaya sevk eden âmil nedir?" diye sordum. "Adamı Şinasi Sarıkaya'yı otuz üç yıldır görmediğini söyle mişti, hatırlıyor musun?" "Evet." "Sana garip gelmedi mi? Ne otuz iki sene, ne de otuz dört sene demedi. Tam ve kesin bir tarih söyledi. Otuz üç sene... Zayıflayan, hasta bir beyin bu kadar net zaman verir mi?" Sesimi çıkarmadım. Sessiz kaldığımı görünce devam etti. "Bana söylediğine göre Şinasi Sarıkaya'nın ölümünü bilen insanlarda aradan öyle bir zamanın geçtiğini sana ifade etmiş ler." Nihayet dayanamadım. "Yani? Nasıl bir sonuca varıyorsun bundan?" "Acele etme," diye fısıldadı. "Bir başka deyişle baban tam otuz üç sene önce o metruk evin mülkiyetini adamdan alarak sana devretmiş."
200
Mehmetcan "Oyle görünüyor," dedim.
Derya birden dikleşti. "Sevgilim, şu halde bir düşünsene, baban nasıl olur da, bunca zaman önce satın alıp sana devrettiği bir evin onarımını sanki hâlâ o ev Şinasi'nin mülkiyetindeymiş gibi senden isteye bilir?" Bir an düşündüm. "İyi ya," dedim. "Bu olay da babamın bazı şeyleri unuttu ğunu göstermiyor mu? Sence bu bir bunama arazı değil mi?" "Hayır." "Hayır mı? Öyleyse bu saçma isteği nasıl açıklayacaksın?" Derya gergin bir şekilde homurdanmaya devam etti. "Bilmiyorum. Benimde kafamın takıldığı noktalardan biri bu zaten. Şinasi'yi otuz üç seneden beri görmediğini hatırlayan biri, yıllar sonra evine gelip verdiği eski bir sözden bahsetmesi çok garip. Burada benim mantığımın kabul edemediği bir şey var." Hafifçe gülümsedim. "Nasıl bir şey?" "Bir cevaplayabilsem, sorun kalmayacak zaten." Doğrudan, yüzüne karşı bir şey demedim ama nedense Derya, babama kafayı takmıştı; sanki bütün olayların arkasında ondan bir iz arıyordu. Herhalde kadınsı bir mantığın sonucuy du bu; pek çok kadın gibi doğru olduğuna inandığı bir düşün ceden kendisini kolay kolay sıyırıp alamıyordu. Oysa bana göre ne denli karışık görünse de mesele çok basitti ve sonuçta benim beynimin yarattığı birtakım halüsinasyonlar söz konusuydu. Ortada hasta bir beyin söz konusuyken de, geçmiş insanların yılların ötesinde kalmış eylemlerinden manalar çıkarmanın hiç anlamı yoktu. Yeni bir yorum yapmadığımı görünce tekrar söylendi. "Bana inanmıyorsun, değil mi?" "Sorun inanıp inanmamak meselesi değil, hayatım," diye geveledim.
201
Mehmetcan Lâfı ağzıma tıkadı.
"Sen nasıl düşünürsen düşün. Ama gördüğün kâbuslarda
babanın bir rolü var." Bence saçmalıyordu. Babamın son derece düzgün geçmişiy le nasıl bir bağ kurduğu, kâbuslarımla babam arasındaki illiyet rabıtasını anlamakta zorlanıyordum. Susmak sanırım en akıllıca çareydi. Onu fikrinden caydırmaya çalışmak anlamsızdı. Galiba önümüzdeki hafta başında bu işin uzmanı olan doktora görününceye kadar bu tür yorumlarına katlanacaktım. Başımı çevirip etrafa bakınmaya başladım. Güneşsiz, etrafı koyu gri bulutların kapladığı, insanın içine kasvet veren bir hava vardı dışarıda. Her an yağmur yağabilirdi. Konuyu değiştirmek ister gibi homurdandım. "Sanırım yağmur yağacak." Ama sevgilim hiç oralı olmadı. Konuyu değiştirmek istedi ğimi anlamazlığa gelerek devam etti fütursuzca. "Şu köşkün yanması," dedi. "O da midemi bulandıran baş ka bir husus." içimden hoppala dedim. Acaba şimdi o hadise ile nasıl bir bağlantı kuracaktı? "Ne olmuş ki?" demek zorunda kaldım. "Hesaba göre o vakanın üzerinden de otuz üç yıl geçmiş." "Yani?" Derya gülümsedi. "O köşkü hatırlamaman çok garip." "Dedim ya, küçük bir çocuktum." "Ama yedi sekiz yaşlarındaymışsın. O yaştaki çocuğun evi hatırlaması gerekir. Bir daha düşün, o tarihlere ait hiçbir şey canlanmıyor mu hafızanda? Mesela yazları gittiğiniz köşkün ya kınında hiç komşu çocukları filan yok muydu? Beraber oynadı ğın kimseler?" ister istemez yeniden o yılları anımsamaya çalıştım. Haki katen hiçbir şey hatırlamamam garipti. Köşkle ilgili bütün ha-
202
Mehmetcan
yaller rüyalarımda şekilleniyordu. Birden duraksadım, bu cid den garipti. Daha dün geceki rüyamda çiçek tarhlarını, bahçe deki ağaçları, içinde kırmızı balıkların oynaştığı fıskiyeli havuzu görmüştüm. Bunlar o köşkün bahçesinde gerçekten var mıydı, yoksa ben mi onları düşlerimde yaratıyordum. Şayet onlar ger çekten var ise hatırlamam gerekmez miydi? Bir an Cemal Efen di ile balıklara ufalanmış ekmek parçaları attığım sahne yeniden gözlerimin önüne geldi. Mutlaka o bahçede oynadığım komşu çocukları da olmalıydı. Güçlükle mırıldandım. "Hiç arkadaşım yoktu," dedim. "inanmıyorum. Mutlaka vardır." "Varsa bile ben hatırlamıyorum." "Buna eminim. Çünkü sen hayatının o dönemini özellikle hatırlamaktan kaçmıyorsun. Şuuraltın seni buna zorluyor." "Neden ama?" Derya gözlerini yoldan ayırıp kısa bir süre bana baktı. "Bana kalırsa," dedi. "Sen o köşkte bir şey yaşadın. Hiç beklemediğin, seni fazlasıyla sarsan ve neticeleri otuz küsur sene beyninde gizli kalan, açığa vuramadığın bir olay." Farkında olmadan sinirlenmeye başlamıştım. Geriliyordum yine. Küstah bir şekilde gülümsedim. "Yine bir ruh doktoru gibi konuşmaya başladın! Bir tür psikanaliz mi bu yaptığın? Yıllar önceki geçmişime mi ulaşmak istiyorsun?" "Bunu ben değil, gerçek doktor yapacak. Sen çocukluğun da ruhsal bir örselenme geçirmişsin. Artık bundan hiç kuşkum yok. Belki uzun süreli bir psikoterapiye ihtiyaç duyulacak, ama hiç endişelenme ben her zaman yanında olacağım, çünkü seni seviyorum." Bu destek lâfı güzeldi kuşkusuz, ama bir an için yüreğimin cız etmesine engel olamadı. Demek sevgilim de beni ciddi bir ruh hastası olarak görüyordu. Haklı da olabilirdi, ben bile ken dimi tahlil edemiyordum.
203
Mehmetcan Susup önüme bakmaya başladım.
Derya'nın arabası hızla akıp gidiyordu ana yolda...
Bir ara inşaat alanına sapacağımız kavşağı geçtiğimizi fark edince toparlanıp müdahale ettim. "Derya, sapağı geçtin," dedim. "Biliyorum," dedi. Bu kez merakla dönüp sordum. "Nereye gidiyoruz?" "O eve." Nereyi kastettiğini anlamıştım tabii ama bilmezmiş gibi sordum. "Hangi eve?" "Hani herkesin Şinasi Sarıkaya'nın olduğunu sandığı ama gerçekte senin mülkiyetinde olan şu lânetli viraneye." Sertçe homurdandım. "Ne işimiz var orada?" "Ben de görmek istiyorum," dedi. "Neden ama?" Başını çevirip dikkatle bana baktı. "Sence bir sakıncası mı var?" "Evet... Oraya gitmek istemiyorum." "Korkuyor musun? Yoksa gerçekten tekinsiz olduğunu mu düşünüyorsun?" "Neden korkayım? Orası sadece boş bir virane," diye söy lendim. "Ama rüyalarında hep seni rahatsız ediyor. O evi görünce kâbuslarından çığlıklar atarak uyanıyorsun." "Onlar rüyalarımda oluyor," diye kendimi savunmaya ça lıştım. "Hem bu hafif araba ile gidemeyiz, yol batak çamur, sap lanır kalırız." "O zaman arabadan iner, yürürüz." Baktım, Derya kararlıydı. Daha fazla ısrar etmekten vaz geçtim. Belli ki o daha bu sabahtan o lanet eve gitmeyi kafasına koymuştu. Suratımı asıp koltuğa büzüldüm.
204
Mehmetcan
Sustuğumu görünce, "Hadi hayatım, yolu bana tarif et,"
dedi...
Tepenin eteğine gelince arabayı durdurdu. Yükselen o ça mur deryasını altındaki araba ile tırmanamayacağını aklı kes mişti. Hiç de korkak bir hali yoktu, "istersen sen arabada kal, ben gidip içeriye bir göz atmak istiyorum," diye mırıldandı. Tabiidir ki onu yalnız bırakamazdım, asık suratımla araba dan çıktım. Yola koyulduk. Ne hikmetse esen sert rüzgâra ve yolu kullanan kimse olmamasına rağmen, çamur deryası hiç kurumamıştı. Yer yer göçükler göze çarpıyordu. Hatta Behzat'ın ağır jeepinin kalın lastik izlerini bile görmek mümkündü. Ça murlara batmadan tepeye varmamızın imkânı yoktu. Fakat Derya kararlı ve ısrarlı adımlarla keçi gibi önden yürüyordu. Tam tepeye vardığımızda karşısına çıkan ürkütücü viraneyi görünce bir an durdu. Daha şimdiden ikimiz de soluk soluğa kalmıştık. O tepeyi aşmanın ne kadar zor olduğunu bundan ön ceki tecrübelerimle de öğrenmiştim. "Burası, değil mi?" diye sordu. Tasdik için başımı salladım. Hatta bir an ümitlendim de, nedense sevgilim en tepe noktada durmuş daha fazla ileriye git mekten caymış gibi aşağıdaki görüntüyü seyrediyordu. "Demek burası?" "Çok tuhaf" dedi. "Nedir tuhaf olan?" "Babanın otuz üç sene önce bu evi satın alıp sana devret mesi. ..'' "Tuhaflık neresinde bunun?" "Hadi Murat, açık ol. Gerçekleri konuş. Baban o zaman da gayrı menkul işleri yapan bir insandı, yani emlâktan anlardı. Hiç işe yaramayacak bir yere oğlu için neden yatırım yapsın ki? Parası olmayan bir insan olsa anlarım, ama söylediğine göre ba-
205
Mehmetcan
ban o tarihte de varlıklı biriymiş; burayı almasının hiç anlaşılır bir yanı yok."
Anlamsız bir şekilde pederi savunmaya kalkıştım. "Kim bilir, belki ilerde para edeceğini düşünmüştür," de dim. "Hiç sanmam. Bu işin içinde başka bir neden olmalı." Canım Derya ile hiç tartışmak istemiyordu. "İşte, gördün; dönelim mi artık," diye mırıldandım. "Hayır. Evin içini de incelemek istiyorum." Konuşmama fırsat vermeden bayırdan aşağıya inmeye baş ladı birden. Çaresizlik içinde onu takip etmeye başladım. Ça murlu araziden çıkıp evin önündeki otlu sahaya geldiğimizde bodarımızın altına feci çamur bulaşmıştı. Âdeta yürümemize engel oluyordu. Derya yerden bulduğu ince bir ağaç dalıyla bot larının altma yapışan çamurları bana tutunarak temizleye kalkış tı. Derya ayakkabısının tabanına yapışan çamurları temizlemeye çalışırken kısa bir an durmuştuk. Başımı kaldırıp tam karşımda yükselen harap eve biraz da ürkerek nazarlarım takıldı, içimde garip bir ürperti hissettim. Kâbuslarım hariç gerçek hayatta bu eve üçüncü gelişimdi. îlkinde işçim Halit, ikincisinde ortağım Behzat'la gelmiştim. Fakat bu kez farklı bir durum söz konu suydu. Zira bu defa viranenin bana ait olduğunu biliyordum artık. Berbat bir duyguydu bu. Sinirlerim isyan eder gibi ürpermişti birden. Acaba kaç insan kendi mülkiyetindeki bir eve gir meye hazırlanırken yaşadığım duygulara kapılırdı? Sokak kapısı her zamanki gibi yine aralık duruyordu. Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim bir an. Dizlerim kilitlenmişti sanki. Lânetli eve bir daha girmek istemiyordum, bu kesindi. Fakat evin beni çeken, âdeta çağıran bir yanı olduğu da muhakkaktı. Botlarındaki çamurları temizleyen Derya söylendi. "Hadi, girelim içeri." Son bir gayrede mırıldandım.
206
Mehmetcan "Dur!" eledim. "Ne bulmayı umuyorsun içeride?"
Yadırgayarak beni süzdü. "Hiçbir şey. Sadece merak ediyorum." "Merak edüecek nesi var ki? Boş ve harabeye dönmüş bir ev sadece." "Bu kadarını ben de biliyorum." "O halde ne göreceksin? Ya da ne görmeyi umuyorsun?" "Bilmiyorum." Ne olduğunu kestiremediğim bir korkuyla sevgilimin ko luna yapıştım. "Vazgeç bu sevdadan Derya," diye mırıldandım. "Rahatsız oluyorum." Sevgilim bu kez neden rahatsız olduğumu sormadı ama eli mi tutarak beni çekiştirdi. "Korkacak bir şey yok, Murat. Unutma, burası senin evin." Direnmek istiyordum. Kağıt üzerinde veya resmi sicillerde burası benim mülkiyetimde olabilirdi ama çok iyi biliyordum ki gerçekte benimle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktu, bana tamamen yabancı bir yerdi. Derya ise elimi çekiştirmeye devam ediyordu... Birkaç adım attım. Buraya daha önceki gelişlerimde hiç bu hisse kapılmamış tım. Ürktüğümü, huylandığımı, hatta yadırgadığım bir uzak laşma hissine kapıldığımı hatırlıyordum ama bu defa kesinlikle eve girmek istemiyordum. Belki bunun bir nedeni de Derya olabilirdi. Zira o korkunç kâbuslarımda hep onu suratsız ya ratığın tecavüzünden ve öldürmeye kalkışmasından korumaya çalışmıştım. Muhtemelen düşlerimin etkisi şimdi kendisini gös teriyordu. Sanki o kâbusları gerçek hayatın içinde de yaşayacakmışım gibi bir hisse kapdmıştım. Mantığım bunun hiç de öyle olmayacağını söylüyordu ama ben aklımdan ziyade beynimi ke miren olayların tesirindeydim.
207
Mehmetcan Tökezlendim ama el ele aralık duran kapının önüne geldik.
Derya hâlâ beni çekiştirmeye devam ediyordu. Sevgilim aralık duran kapıyı ardına kadar itti. Esen rüzgâra rağmen önce kesif bir leş kokusuyla karşılaştık. Bu kokunun arka tarafta duran iri fare leşinden geldiğini biliyordum artık. Antreye girdik. Bakışlarımı Derya'ya çevirdim. O ise hayrete düşmüş gibi mesleki bir merakla etrafa bakmıyordu. "Vay canına!" diye mı rıldandı. "Hiç de dışarıdan göründüğü gibi değil." Kekeleyerek sordum. "Ne demek istiyorsun? Göründüğü gibi olmayan nedir?" "Buranın bir gecekondu olacağını sanmıştım. Tavandaki ahşap işçiliği görüyor musun? Tam bir usta işi. Şu oymalara bak." Kafamı kaldırıp tavana baktım. Bakımsızlıktan çürümüş ahşap doğramalar, kapı süsleri, yerlerinden fırlamış tahtalar, boyaları dökülmüş duvarlar bana hiçbir şey ifade etmiyordu. Sadece titriyordum. "Acaba kim inşa etmiş bu evi?" diye mırıldandı Derya. Soğukkanlılığına şaşıyordum; bu kadar rahat ve vurdum duymaz olamazdı. Hele mesleki damarları kabarmış gibi vira nenin mimari özelliklerini incelemeye kalkışması damarlarımı dondurmuştu. Ama ben niye sarsılmıştım bu gelişimde? Kafam birden bu noktaya takıldı. Üstelik bu ilk gelişimde değildi. Oysa beni tedirgin eden şiddetli bir duygu vardı içimde. Elimi bırakan'Derya ilk katın hole açılan bölümlerini ince lemek ister gibi ileriye yürüdü. Yan tarafta bir mutfak, tam kar şısında ufak bir hela vardı. Her ikisinin de kapıları ardına kadar açıktı. Sevgilim önce mutfağa yönelip gözden kayboldu. Ben hâlâ holde, beni bıraktığı yerde öylece kımıldamadan duruyor dum. Kalbim inanılmaz derecede hızlı çarpıyordu. Derya'nın mutfaktan akseden sesiyle irkildim. "Burayı hiç inceledin mi?"
208
Mehmetcan
Cevap vermedim ama o zaman farkına vardım. Sadece Behzat la geldiğimde tam karşımızda duran odadan gelen pis kokuyu araştırmak için o odaya girmiş ve yerde yatan fare leşi ni görmüştük. Onun dışında alt katı hiç gezmemiştim. Neden se kâbuslarımda olduğu gibi her iki gelişimde de, içeriye girer girmez hep yandaki merdiveni kullanarak üst kattaki o malum odaya çıkmayı denemiştim. Derya'yı hâlâ görmüyordum. "Celsene buraya," demişti. Çamurlu botlarımı süreye süreye ilerledim ve mutfağın önü ne geldim. Çekinerek içeriye bir göz attım, içerisi bom boş sa yılırdı. Tam bir harabe. Bahçeye açılan kapı yoktu, herhalde bi rileri söküp almış olmalıydı. Mutfak penceresi ise kırıktı ve sivri bir cam parçası rüzgârın etkisiyle her an yuvarlanıp düşecek gibi sarsılıyordu. Yerin siyah beyaz mermer karoları renk değiştir miş, bütünüyle griye dönüşmüştü. Tezgah denen şey kalmamıştı. Sadece yerde eski bir mutfak çekmecesi duruyordu. Derya'nın burada ilgisini çeken şeyin ne olduğunu merak ettim. Tam bir sefalet tablosuydu. Sesim çıkmadan sevgilime bakıyordum. Güçlükle, "Ne var?" dedim. "Hayal edebiliyor musun?" diye sordu. "Neyi?" "Mutfağın dizaynını. Tabii seneler evvelki haliyle. Eminim bu ev yetenekli bir mimar tarafından çizilmiş. Mutfağın konu mu hârika. Arka cephe poyraza verilmiş..." Derya kendince bir şeyler anlatıp duruyordu ama artık onu dinlemiyor daha doğrusu anlattıklarını duymuyordum. Çok saçmaydı bu yaptığı, o derecede de anlamsız. Evimin mimari özellikleri beni zerrece ırgalamıyordu. Düşünürken bile "evim" diye aklımdan geçirmem tüylerimin yeniden diken diken olma sına yetti. Burası benim evim olamazdı. Kesinlikle olamazdı...
209
Mehmetcan
Bu virane, hukuki nitelik olarak yıllar önce bir şekilde üstü
me geçirilmiş olabilirdi, ama onunla münasebetim sadece kâğıt üzerindeydi ve hepsi o kadardı. Buraya benim evim diyemez dim. Bu arada Derya sanki yapacağı en önemli şey evin mimari detaylarını incelemekmiş gibi mutfaktan çıkmış, fare leşli odayı atlayarak kapısı açık duran helaya doğru yürümüştü. Mutfağın eşiğinden geçerken yüzüme bile bakmamış, sanki evin tüm es rarı pislik kokan helada toplanmış gibi doğruca oraya gitmişti. Onun bu rahatlığına sinirleniyordum artık. Heladan yükselen pis koku tahammül edilecek gibi değildi. Kırık pencerelerden ve bazı olmayan kapılardan içeriye dolan ve anafor yapan rüzgâr bile kokuyu tam silip atamamıştı. Sevgilim aynı rahadık ve umursamazlık ile helanın kapısı önünde durup yine bana "Gel, gel," diye seslendi. Ama bu sefer yerimden kımıldamadım. Merakla helanın kırık mermerlerini inceliyordu. Hayrettir, fakat Derya o pis kokudan hiç rahatsız olmamıştı. "Bak," dedi. "Halis Elazığ mermeri. En nadide olanından. Nasd da bunu buradan söküp götürmemişler, şaştım doğru su." Ben de şaşıyordum, ama Elazığ mermerinin hâlâ orada olu şuna değil, Derya'nın bu anlamsız tetkiklerine. Sonunda daya namayıp bağırdım. " Yeter artık... Çıkalım buradan." Sanırım sesimin tonu fazla yüksek çıkmıştı. Derya eve gir diğimizden beri ilk defa dikkatle gözlerimin içine baktı. Sesini çıkarmamış, fakat mavi gözlerindeki ifade hüzün ve acı ile dol muştu sanki. Belki de bana öyle gelmişti. Ağır ağır hela kapısı nın önünden ayrılıp kımıldamadan durduğum mutfağın eşiğine geldi. Koluma girip gülümsedi, sanki ona bağıran ve buradan çıkıp gitmek isteyen ben değilmişim gibi fısıldadı. "Daha değil," dedi. "Ben bu evden çıkmak istiyorum," diye direttim.
210
Mehmetcan "Hayır," bana o odayı da göstereceksin. Hani üst kattaki,
kâbuslarına ^giren o meşhur odayı. Asıl orayı görmek istiyo rum."
Belki başka zaman ve başka şartlar altında olsa, Derya'yı kolundan tuttuğum gibi sürükleyip bu lanet evden dışarı çıka rırdım, hem de bütün itirazlarına ve karşı koymasına rağmen. Ama yerimden kımıldayamayacak kadar güçsüzdüm. Dizlerim titriyor, daha da kötüsü her an yere düşecek kadar takatsiz his sediyordum kendimi. Koluma giren sevgilim beni üst kata çıkan merdivenlere doğru sürükledi. Fakat artık evin mimari özelliklerini incele mekten vazgeçmiş, sanki her an yere yuvarlanacağımı anlamış gibi tüm dikkatini bana teksif etmişti. Zaten halimi anlamaması imkânsızdı. Soluklarım sıklaşmış evin içinde anaforlar yaratan rüzgâra rağmen terlemeye başlamıştım. Bakışlarını yüzümden hiç ayırmıyordu, ama isteğime kulak asmamış, hâlâ o odayı görmek hususunda direnmişti. Ne var ki, şimdi koluma iyice yapışmış basamakları tırmanırken bana yar dımcı olmaya başlamıştı. Ona çürük basamakları hatırlatmak, uyarıda bulunmak istemiştim, lâkin ağzımı açıp konuşamıyor bir türlü gereken ikazı yapacak kelimeleri bulamıyordum. Bir ara başım dönmeye başladı. Hatta yuvarlanma tehlike si atlattık, neyse ki Derya beni sıkı sıkıya kavradığından basa maklara kapaklanmadık. Merdiveni çıktığımızda benim sara ran, rengi uçan çehremden odanın hangisi olduğunu sevgilim hemen anlamıştı. Kolumu bırakmadan zaten aralık duran kapı kanadını çamurlu botunun ucuyla itti. Tahta kapı gıcırtıyla ardına kadar açıldı. Gözlerimi yummuştum. Daha evvel kaç defa gördüğüm o odaya bakamıyorum şimdi. Sebepsiz korku tüm benliğimi kavramıştı... Gözlerimi açamıyordum ama alt katın aksine sanki sıcak bir hava dalgası yüzüme çarparcasına yaladı. Odanın boşluğu
211
Mehmetcan
ve ortada duran basit çıplak masa, sanırım Derya'yı da ürküt müş olmalıydı ki, kolumu tutan ellerinin titrediğini fark ettim. Kirpiklerimi araladım. Oda hep aynı odaydı; bildiğim, tanı dığım, gerek düşlerimde gerekse gerçek yaşamımda gördüğüm, o uğursuz boş oda... Hiçbir değişiklik yoktu. Yalnızca kaynağı nı bilmediğim, artan ve an be an hızlanan bir sıcaklık bedenime çarpıyordu. Korkuyla yükselen sıcaklığın kaynağını aramaya çalıştım. Böyle bir odada ısı kaynağı aramak zırvalıktı. Ama hissediyor dum; ayaklarımın ucundan başlayan sıcak dalgası hızla yükse liyordu. Dizlerim mangal koruna değmiş gibi yanıyordu. Daha sonra belime kadar yükseldi. Gözlerim irileşmiş, dehşetle o kay nağı aramaya devam ediyordum. Biraz geç de olsa o sıcaklığın kendi vücudumdan kaynaklandığını anladım. "Allah'ım, ne oluyor bana?" diye inledim. Ama bu inilti içimden mi çıkmıştı, ya da dudaklarımdan mı dökülmüştü kestiremiyor, çılgın gibi durmasını bekliyordum. Galiba bu bir nöbetti. Ben bir nöbet geçiriyordum. Üstelik bu kez uykuda değil, o uğursuz evin, kâbuslarımda gördüğüm lânetli odasındaydım...
Büyük,
cilalı, bir masa vardı odanın tam orta yerinde...
Annem, beyaz çiçek desenli organze elbisesiyle o masanın üzerinde oturmuş, şen, şakrak, neşeli bir şekilde ayaklarını sal lıyordu. Ve tam karşısında yüzü olmayan, o yabancı yere diz çökmüş annemin ayağından...
meşum ve nefret ettiğim ayakkabılarını çıkarıyordu
Bir yaz günü olmalıydı. Kısa kollu beyaz gömleğim, ayağımda lastik ayakkabılarım ve çok sevdiğim blucinim vardı bacaklarımda. O blucinimi çok iyi hatırlıyordum. Babam almıştı ve giydiğim ilk blucindi...
212
Mehmetcan
Kapı aralığındaydım yine ve onlar beni görmüyorlardı. Yüzü olmayan adam diz çökmüş, masanın üzerinde oturan annemin çıplak ayaklarını öpüyordu. Anlamadığım tek şey, annemin ayak larının öpülüşünden, bacakları üzerinde adamın ellerinin dolaşıp okşamasından neden bu kadar hoşlanıp zevk aldığıydı. Neden böyle neşeli kahkahalar atıyordu acaba? Hırsımdan ağlayacaktım neredeyse... Böyle bir şey olmamalıydı... Kötü, hatta iğrenç bir şey. Bu adam babam değildi. Ve an nem babamın haricindeki bir yabancıya ayaklarını öptürüp ba caklarını okşatamazdı. Ayıptı... Ayıp olması gerekirdi... Ama buna nasıl izin veriyordu annem? Yanılıyor muyum, diye kapı aralığından bir daha içeriye bak tım. Yoksa o suratsız adam babam mıydı? Hayır değildi, kesinlik le değildi... Suratı olmasa bile babamı tanımaz mıydım hiç? Bir defa babam, ondan daha uzun boyluydu. Daha da iriydi. Sesi de kalındı. Babam bir kahkaha attığı zaman neşesi beni de sarardı. Oysa bu adamın sesini daha öncede duymuştum. Köşkün bahçesinde, balıklı havuzun kenarında benle konuşmuştu. Sura tını göremesem bile onu tanıyordum... O zamana kadar tanımadığım, içimde hiç hissetmediğim bir duygu seline kapılmıştım. Nerede olduğumu bilmiyordum, yalnızca kapı aralığından beni utandıran o manzarayı seyrediyordum içimdeki utançla. Birinin anneme yardım etmesi gerekirdi. Ama kim? Babam neredeydi acaba? Annemi bu durumdan kurtaracak tek kişi, ba bam olmalıydı. Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım...
Gözlerim birden açılmıştı. Yanı basımdaki Derya, "Ne oldu Murat, niye bağırıyor sun?" diye soruyordu. Paniğe kapılmıştı sevgilim. Kolumdan
213
Mehmetcan
tutmuş beni silkelediğini hissediyordum. Yeniden yaşadığım zamana dönmek zor olmuştu. Artık ayakta duramıyordum ve Derya beni tutamıyordu. Odanın kirli zeminine çöküverdim. Müthiş bir bitkinlik kaplamıştı bedenimi. Sevgilim çaresizlik içinde alnımdan süzülen terleri parmaklarıyla silmeye, beni ra hatlatmaya çalışıyordu. Zaman kavramı beynimde karışmıştı. Nefes almakta bile zorlanıyordum. Güçlükle, "Nerede onlar?" diye fısıldadım. Derya şaşkınlıkla, "Kimler?" diye sordu. "Annemle o yüzü olmayan adam," diyebildim. Sevgilim yeni bir kâbus gördüğümü anlamıştı ama ona da ters gelen husus sanırım benim uykuda olmamam, uyanıkken bir şeyler görmemdi. Yere, yanıma oturmuş beni teskin etmeye çalışıyordu. Ama söylediklerinin çoğunu anlamıyordum...
214
Mehmetcan >ERYA'nm arabasına döndüğümüzde canlı cenazeden farksızdım. O çamurlu yolu nasıl aştığımızı hatırlamıyordum. Bacaklarım külçe gibi ağırlaşmıştı. Uyanıkken geçirdiğim bu nöbet beni tahminimden çok daha fazla sarsmıştı. Arabanın içine külçe gibi çökmüştüm. Bir ara sonumun geldiğini, şayet bu tempo devam ederse yalnız ruhen değil, fizik olarak da da yanamayacağımı, harcanıp gideceğimi hissediyordum. Sadece kendimi değil, çevremdekileri de rahatsız etmeye başlamıştım. Bunu en iyi, o metruk evden hızla uzaklaşırken Derya'nın yüzü ne baktığımda anladım. Sevgilim sessiz sessiz ağlıyor, gözlerin den yanaklarına göz yaşları süzülüyordu. Önce nedenini hiç sormadım. Durumum tahminimden çok daha ağır bir tablo çiziyordu herhalde ve Derya bütün yaşadık larıma şahit olduğu için de vakamın ümitsizliğini en iyi takdir eden kişi oluyordu. "Seni eve götüreyim mi? Yatıp istirahat etmek ister misin?" diye sordu ağlamaklı sesiyle.
215
Mehmetcan Saklayamadığı bir titreme vardı o seste. Hiç cevap vermedim. "Şantiye buraya yakın, istersen önce oraya uğrayalım biraz dinlen, sonra eve döneriz ha, ne dersin?" Benden yine ses çıkmamıştı. Sevgilimin hıçkırıkları artmıştı. Arabayı sürmekte bile zorlanıyordu. Allah'tan şantiyenin kavşağına kadar uzanan yol bomboştu. "Bütün hata bende," diye mırıldandı. "Seni buraya getir memeliydim. Burada bir nöbet geçirebileceğin hiç aklıma gel memişti. Oysa düşünmem gerekirdi." Nihayet güçlükle, "Üzülme, önemli değil," diye fısıldaya bildim. "Önemli olmaz mı hiç? O eve seni götürmekle gördüğün kâbusları tetiklemiş oldum." "Bunu kesin bilemezdin. Daha önceki gidişlerimde de ola bilirdi." Derya söylediğimin doğruluğuna inanmış gibi başını çevi rip beni süzdü. "Nasılsın şimdi? Biraz daha açıldın mı?" diye sordu. "Endişelenme, iyiyim. Geçti gitti, işte." Kendini tutamayan Derya meraklı gözlerle söylendi. "Murat, ne oldu orada? Ne gördün? Bir şey mi hatırla dın?" Hiçbir yorum yapmadan, gördüğüm kâbusu hatırladığım kadarıyla sevgilime naklettim. Gerçekten de biraz daha rahatla mış, kelimeler ağzımdan tane tane dökülmeye başlamıştı şimdi. Yorumu ben değil, Derya yapıyordu şimdi. Kesin emindim ama ne var ki yaptığı yorumu bu defa bana açıklamaktan imtina edi yordu; yeniden üzmemek veya ikinci muhtemel bir nöbeti tetiklememek için. Yine de direksiyon başında son derece tedirgin olduğunu hissediyordum. Bu şartlar altında inşaata gidemezdim; bitkinliğim o kadar
.216
Mehmetcan
belliydi ki, yanımda çalışanların beni bu halde görmelerini iste miyordum. "Eve dönelim," dedim. "Nasıl istersen, sevgilim." Nöbetlerin tek iyi yanı, atlattıktan sonra etkilerinin çabuk geçmesiydi. Kısa bir müddet sonra fizik gücümü hiçbir şey ol mamış gibi kazanıyordum. Uzun bir süre Derya yol boyunca ağzını açmadı. Ama ağ laması da durmuştu artık. İkimizde düşüncelere dalmış sessiz liğimizi bozmuyorduk. Artık eve yaklaştığımız bir sırada Derya kendini tutamayarak konuştu nihayet. "Farkında mısın?" dedi. "ilk zamanlarda kâbuslarında hep o suratı olmayan adamla beni görüyordun, hoş olmayan şekil lerde, çıplak, adamın tecavüzüne uğrayacakmışım gibi." "Doğru," diye tasdik ettim. "Ama nedense son zamanlarda benim yerimi annen aldı." Bunun farkındaydım. Nedense Derya karabasanlarımdan çıkmıştı. "Farkındayım," dedim. Sevgilim nihayet kendine göre düşlerimin bir yorumunu yapmaya başlamıştı sanırım ama cesaret edip henüz açıklayamıyordu. Özellikle geçirdiğim son nöbetin tüm etkilerinden henüz tamamıyla kurtulamadığım bir anda. Sonunda baklayı ağzından çıkardı. "Sanırım senin kâbuslannı tetikleyen cinsel bir olay var." "Cinsel bir olay mı?" "Evet. Geçmişinde yaşanmış, seni çok etkilemiş, şuuraltına itilmiş, vahim ve çirkin bir hadise... Bence bu çok önemli. O hadiseyi bir hatırlasan, bütün bu dertlerden kurtulacaksın." Aklından ne geçtiğini üç aşağı beş yukarı anlamıştım ama o tahmini kendisinin açıklamasını bekliyordum. Önce bir yut kundu, sonra ürkek bir eda ile devam etti. "Seninle karı koca gibi yaşamaya başladıktan sonra..."
217
Mehmetcan "Devam et," dedim.
"O karabasanları yaşamaya başladın. Kâbuslar seni sardı."' "Eee?"
Ağzındaki baklayı çıkarmakta zorlanıyordu. "Yani demek istiyorum ki... cinsel ilişkilerimiz sende., yıpratıcı bir rol oynadı." Asıl söylemek istediği kuşkusuz bu değildi. Ona yardımca olmak istedim. "Yani cinsellik şuuraltımdaki hadiseyi tetikledi. Bunu de mek istiyorsun?" "Evet." "Hiç sanmam, saçma bir düşünce bu. Unutma ki sender önce de bir cinsel hayatım vardı, papaz değildim ya. Sana dü rüstlükle itirafta bulundum, haliyle hayatıma giren kadınlaı oldu." "Tabii, biliyorum ama..." "Çekinme," dedim. "Bana aklından geçenleri söyle." Bir an durdu. Sonra zembereği bozulmuş saat gibi birden boşaldı. "Acaba benim bir yanım, sana anneni mi hatırlatıyor?" "Anlamadım? Ne demek bu?" "Bilmiyorum. Ama aklıma böyle bir ihtimal geldi." "Bunu da nereden çıkardın şimdi?" "Murat, olayları toparlamaya çalış lütfen. Önceleri o met ruk evdeki kâbuslarına hep ben düşüyordum. Sonra benim ye rimi birden annen aldı. İkimiz de suratı görünmeyen bir ada mın cinsel saldırısına mâruz kalıyorduk. Ve bugün ilk defa sen o yerde, üstelik benim yanımda anneni de hayal ettin. Hayalle gerçekler birbirine girdi. Belki de ikimizi birbirine karıştırdın ve o yüzdendir ki ilk defa uyanıkken bir nöbet geçirdin. Şimdi söyler misin lütfen, ben annene benzer miyim?" "Hayır," dedim. "Hiç ilgisi yok. Ayrıca birbirinize hiç ben zemezsiniz."
218
Mehmetcan
Tahmininde yandmış olmayı kabul etmek istemezmiş gibi
bir hali vardı. Birden aklına gelmiş gibi sordu. "Sahi," dedi. "Annen nasıl biriydi? Evinde onun resmini hiç görmedim." "Eve gidince sana göstereyim." Biraz durgunlaşır gibi olmuştu. "Demek bana benzemezdi ha?" Başımı salladım olumsuzca. "Hayır. Annem de beyaz tenliydi ama kara gözlü, kestane rengi saçlıydı. Boyu da senden oldukça kısaydı. Hafif balık etindeydi, hatta şimdiki ölçülere göre tombul bile sayılabilirdi."
Eve dönmüştük. Önce çamur içindeki botlarımızı çıkarıp, salona doğru geçtik. Kuşkusuz biraz toparlanmıştım ama hâlâ o nöbetin izlerini hissediyordum vücudumda ve biraz uyumadan yorgunluğum tamamen geçmeyecekti. Yatağa gitmedim ama bitkin bir şekilde kanepenin üzerine uzandım. Derya mutfağa koşup birer sade Türk kahvesi pişirerek geri dönmüştü. "îç," dedi. "Kahve yorgun sinirlere iyi gelir." İtiraz etmedim. Nöbeti ben geçirmiştim ama asıl huzursuzluk ondaydı. Sanırım bugünkü atlattığım nöbetten de bir hayli etkilenmişe benziyordu. Beni o eve götürdüğü için de pişmandı, açıklamasa bile, bu yüzden nöbet geçirdiğime inanıyordu. Kahvelerimizi yarıladığımız bir sırada merakı baskın çıktığı için birden sordu. "Niye etrafta annenin hiç resmi yok?" Birden ben de durakladım. Gariptir ama sebebini bilmedi ğim gibi sanırım bunu hiç düşünmemiştim de. "Etrafta yok ama albümümde vardır," dedim. Yadırgayarak yüzüme baktı.
219
Mehmetcan
"Ayol, bizim toplumda âdettir; ölen aile büyüklerinin bir
yere mutlaka büyütülmüş bir resmi asılır, bunu bilmiyor mu sun?" Omuzlarımı silktim. "Doğrudur ama annemin ki yok işte. Zaten ne babam ne de annem pek fazla resim çektirmezlerdi." Böyle demiştim ama söylediğimin doğruluğu şüphe gö türürdü. Aslına bakılırsa böyle bir geleneği ilk defa hatırlıyor gibiydim. Gerçekten de annemin resimleri hemen hemen yok denecek kadar azdı benim albümümde de. Niye yoktu acaba? Derya'ya açıklamadım ama babamın evinde beraber çekilmiş fotoğrafları olup olmadığını hatırlamaya çalıştım. Aklıma hiç gelmiyordu. Yoksa birlikte çekilmiş fotoğrafları yok muydu? "Sözünü ettiğin albüm nerede?" dedi Derya. İçimde yine garip bir tedirginlik kıpırtıları başlamıştı. İs teksizce mırıldandım. "Çalışma odamdaki masanın en alt çekmecesinde sanırım. Koyu kahverengi kapaklı bir albüm olacak. Yıllardır orada du rur." Derya yıldırım gibi oturduğu koltuktan fırladı. Çalışma odama giderken içimdeki o rahatsız edici duygunun şiddetlen diğini hissediyordum. Yoksa yeni bir nöbetin ilk habercilerimiydi bunlar? Sevgilim az sonra yazı masamın çekmecesinden aldığı al bümle salona dönmüş, uzandığım kanepenin kenarına ilişmişti. Albümü bana uzatırken, "Hadi bakalım, göster bana annenin resmini," dedi. Resim biriktirme gibi bir merakım yoktu zaten, albümün içinde de ilgisiz resimler vardı. Bazı eski okul arkadaşlarımın, yedek subaylığımı yaptığım sırada tayin olduğum birlikte çekil miş birkaç fotoğraf, kendi adıma yaptığım ilk inşaatın önünde çekilmiş bir iki resim gözüme çarptı. Nihayet eski bir fotoğrafı-
220
Mehmetcan
nı buldum- annetnin. Hemen hatıri|adım, Maçka'da*'ki evde çe kilmişti bu resim. Deryaya uzattım; "İşte, bu," dedim. Sevgilim uzun uzun fotoğrafa baktı. "Başka yok mu?" dedi sonra. "Sanırım bir tane daha olacak. Dur arayım." Sayfaları çevirmeye devam ettim. Bir resim daha buldum. Aynı yerde, aynı zamanda çekilmişti o fotoğrafta. Yan yana otu ruyorduk annemle. Sırtında balıkçı yaka bir kazak vardı, bana sarılmıştı. Hâlâ kısa pantolonlu olduğum eski tarihli bir resim di. Derya şaşırmış gibi bana baktı. "Hepsi bu kadar mı?" "Evet," dedim. Dudaklarını büzüp şaşkınlığını belirtti. "Yani annenle ilgili elindeki tüm resimler bu kadarcık mı?" "Üzgünüm ama bu kadar. Dedim ya bizim ailede fazla fo toğraf çektirme merakı yoktur. Şaşırdın mı?" "Evet. Biraz şaşırdım doğrusu." "Neden?" "Şey... ne bileyim, tuhafıma gitti. En azından o kadar sev diğin annenin daha büyük, gösterişli fotoğrafları olacağını dü şünmüştüm. Mesela babanla çekilmiş hiç resmi yok mu? Veya üçünüzün birlikte olduğu bir resim?" Biraz düşündüm. Yoktu gerçekten. Bu bana da biraz garip gelmişti. Babamın evinde olmadığını da biliyordum. Tuhaftı; annemi çılgınlar gibi seven babam niye onun bir fotoğrafını bü yütüp duvara filan asmamıştı. Şimdiye kadar da bu konuyu hiç düşünmemiştim. "Her neyse," diye mırıldandım. "En azından sana benze mediğini gördün şimdi." "Haklısın," dedi. "Bana hiç benzcmiyormuş." "Bu durumda da ileri sürdüğün faraziye böylece çürüyor."
221
Mehmetcan
Beni onaylarmış.ğibi başmı salladı. Ama yine de rahatlâma-
dığını 'hissediyordum. Gözlerinde hâlâ mahiyetini kestiremediğim garip parıltılar sezinliyordum. Annemin iki fotoğrafı hâlâ elindeydi. "Yine de güzel bir kadınmış," dedi. "Evet, öyle sayılır." "Ölüm sebebi kanser demiştin, değil mi?" "Hıhıh..." "Ne kanseri?" "Mide." "Sen kaç yaşmdaydın vefat ettiğinde?" Bir düşündüm. "Orta okul son sınıftaydım. Demek ki, on beş yaşında filan olmalıyım." "O tarihlerde yine Maçka'da mı oturuyordunuz?" "Evet." "Hastanede mi vefat etti?" Kısa bir an hatırlamaya çalıştım. "Hastanede bir süre yattığını biliyorum ama sonra yapıla cak bir şey yok diye, eve göndermişlerdi sanırım." "Ne demek sanırım, hatırlamıyor musun?" "Ben ölüm haberini mektepte aldım. Müdür Muavini beni odasına çağırmıştı. Ben o sıralarda Galatasaray Lisesinde yatılı okuyordum." "Baban mı gelmişti seni okuldan almaya?" "Hayır. Cemal Efendi gelmişti. Onunla beraber eve dön düm." "Baban herhalde çok perişandı." "Haliyle," dedim. "Annemi çok severdi." "Ya annen? Annen de babanı çok sever miydi?" "Severdi tabii. Ne demeye çalışıyorsun?" "Hiç," dedi Derya. "Merak ettim sadece." Sevgilim konuyu kapatarak bir köşeye çekilmişti.
222
Mehmetcan
Ben kanepenin üzerinde uzanmış yatarken o da karşımdaki
koltuğa oturmuş, eline bir kitap almıştı. Sözde elindeki roma nı okumaya çalışıyordu; ama kitaba dikkatini veremediğinden emindim. Arada sırada gözlerini kitaptan ayırıp benim ne du rumda olduğumu anlamak istercesine yüzüme bakıyor, hatta her şeyin yolunda olduğunu göstermek için tebessüm bile edi yordu. Ben de bakışlarımı ona çevirmiştim, bir ara dikkat et tim, dakikalardır okuduğu halde tek bir sayfa bile çevirmemişti kitaptan. Belli ki aklı fikri hâlâ benim yaşadıklarımla meşguldü. Bu biraz da Derya'nın kişiliğinden kaynaklanıyordu; onu rahat sız eden bir konu bütün çıplaklığıyla aydınlanmadığı sürece ra hat edemezdi. Sonunda dayanamadım. "Derya," dedim. Bakışlarını hemen bana çevirdi. "Efendim, sevgilim?" "Senin sorunun nedir?" "Sorunum mu? Benim sorunum filan yok." "Numara yapmayı bırak, lütfen. Aklını meşgul eden mesele neyse, söyle de tartışalım. Bu böyle yürümez." Sesimin biraz sert çıktığını biliyordum. "Ne demek istiyorsun?" dedi. Onun ses tonu da biraz sivri gelmişti bana. "Bak, şu sıralar sıhhatimin pek iyi olmadığını kabul ediyo rum. Ruhsal bir bunalım geçirdiğim muhakkak. Durumum her geçen gün biraz daha kötüye gidiyor. Galiba bu durum da seni rahatsız ediyor. Öyleyse bana bunu açıkça söyle, anlayışla kar şılarım. Belki de iyileşinceye kadar ayrılmamız, senin annenin yanına dönmen en iyi çözüm olabilir." Kaşları çatıldı, ters ters yüzüme baktı. "Yine aynı terane mi?" diye homurdandı. "Sanırım bu ko nuyu daha önce konuşmuş ve bir karara bağlamıştık." "Evet ama benim geçirdiklerim senin ruhsal dengeni de etkiliyor."
223
Mehmetcan "Hayır, etkilemiyor. Sadece üzülüyorum."
"Tamam," dedim. "Ben de senin daha fazla üzülmeni iste miyorum. Bir süre ayrılalım." "Sorun ayrılmamız değil. Bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Önemli olan seni kâbuslara iten sebebi bulup ortaya çıkarmak ve bana sorarsan bu aile içinde yaşanmış bir olay." Yine beynim karıncalanmaya başlamıştı. "Yok böyle bir olay, bu senin yorumun!" diye bağırdım. Kızacağını, onun da sesini yükselteceğini sanmıştım. Oysa gayet sakin bir ses tonuyla cevap verdi bana. "V«r. Ama ya sen açıklamak istemiyorsun, ya da gerçekten hatırlamıyorsun." Zoraki gülümsemeye çalıştım. "Yaşadıklarımı benden iyi mi bileceksin?" "Böyle bir iddiam yok. Ama kendine bile açıklamaktan yıldığın bir şeyler olabilir." "Meselâ?" Derya yutkundu. Çizmeyi aşmamak için gayret sarf etti. Kullanacağı kelimeleri ölçüp biçip ağzından çıkarmak isterce sine fısıldadı. "Mesela annenle ilgili gördüğün o rüyalar. Söyler misin, kâbuslarına giren o suratsız adamla ilgili bir fikrin var mı?" "Saçmalama Derya! Onlar sadece bir düş... Hakikatle bir ilgisi yok. O kişi benim beynimin yarattığı biri. Gerçekte hiç var olmamış bir hayal." Derya bir süre düşündü. Sonra pek masumane bir şekilde sordu. "Acaba mı?" "Ne demek acaba mı?" "Annenin hayatına gerçekten biri girmiş olamaz mı? Şa yet sen küçüklüğünde böyle bir sahneye şahit olmadıysan, kâbuslarına böyle bir sahnenin girmesini nasıl açıklayacaksın?" Gülümsemeye çalıştım ama sesim sinirli çıkmıştı.
224
Mehmetcan "Yine dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Sıkıldım artık." "Görüyor musun, bak! îş o noktaya gelince bir türlü kabul etmek istemiyorsun." !'Saçma da ondan." "Bence hiç de değil. Sen beyninin derinliklerindeki ger çekle yüzleşmekten korkuyorsun. Çünkü hakikat şuuraltında yatıyor." "Zırvalıyorsun, Derya. Lütfen kes artık." Sevgilimin konuyu kapatacağını sanmak gafletinde bulun dum. Ama Derya devam etti. "Hayır. Geleceğimizin selâmeti bakımından bu sorunu hal letmemiz lâzım. Bir kere daha düşünmeni istiyorum." "Neyi düşüneceğim Derya? Olmayan bir şeyi mi?" "Öyleyse cevap ver bana. Niye bunca zaman kâbuslar gör medin de sonra birbiri ardına karabasanların kucağına düş tün?!" "Ne bileyim ben?" !"Ama ben bir tahmin yürütebiliyorum." "Neymiş o? " |"Bana olan sevgin." Hiçbir şey anlamadan sevgilimin yüzüne bakakaldım. "Anlayamadım?" diye homurdandım. "Korkuyorsun. Beni de kaybetmekten korkuyorsun. Şuu raltında seni asıl rahatsız eden şey bu olmalı. Çocukken annene olan düşkünlüğünü pek çok kere itiraf etmiştin. Sonra henüz bilmediğim bir nedenle onu kaybettin. O sevgi senden çalındı ve bü senin ruhunda derin bir yara açtı. Faili de yüzünü göre mediğin, o yüzsüz adam. Onu bir hatırlasan zaten mesele çözü lecek. Fakat sorun da burada; sen onu hatırlamak istemiyorsun. Onun kimliğini şuuraltının derinliklerine gömmek istiyorsun." Bir an titredim. Dehşete kapılmış gibi sevgilimi süzdüm. O hiç oralı olma dan idevam etti.
225
Mehmetcan
"Beni tanıyıncaya kadar hayatında sorun çıkmadı. Ama
aramızdaki cinsel ilişkinin başlaması, bana olan sevginin derin bir boyut kazanması, ruhunun derinliklerine gömülmüş bazı anıların tetiklenmesine neden oldu. Böylece çocukluk yıllarında yaşadığın bir travma benim vasıtamla yavaş yavaş satha çıkmağa başladı. Hatırla, ilk kâbuslarında hep beni görüyordun, saldı rıya uğrayan bendim ve sen beni kurtarmak için hep o lânetli evde yüzü olmayan adamla mücadeleye giriyordun, tek amacın beni kurtarmaktı. Lâkin asıl kurtarmak istediğin ben değil, yıl lar önce şuuraltına yerleşmiş olan annendi. Kanımca ona bir te cavüz oldu ve sen onu gördüğün halde engelleyemedin." Sesim çıkmadı... Derya'nın anlattıklarını bir türlü kabul etmek istemiyor dum. Bunların hepsi bir yakıştırma olmalıydı; hayal kurmaya meraklı sevgilimin fantezileri. Böyle bir şey imkânsızdı. "Bana gerçeği söyle," dedi. "Annen tecavüze uğradı, değil mi?" Tek kelime söyleyemedim. Galiba sevgilim sessizliğimi bir tür ikrar kabul etti. Yüzünü mağrur ve rahatlamış bir ifade kapladı. Sanırım o an muammanın önemli bir bölümünü çözmüş hissediyordu kendince...
226
Mehmetcan fLEKEDEolduğ umu bilmiyordum. Ortam bana çok yaban cıydı. Karanlık, boğucu, zifiri bir karanlık vardı etrafta. Işığa, ay dınlığa kavuşmak için çırpmıyordum. Dar, sıkıcı bir dehlizdeydim sanki; tek isteğim rahat nefes alacağım bir yere kavuşmaktı... Nefes nefese koşuyordum. Sonra o sesleri duydum ve irkildim. Babamın avazlarıydı bunlar. Anneme bağırıyordu... "Esma, bana bu ihaneti nasıl yaparsın? Hiç utanma, arlanma yok mu sende?" Annemin hıçkırıklarını duyuyordum sadece. "Sen bir fahişesin!" Fahişe ne demekti acaba? Bu kelimeyi hiç duymamıştım o güne kadar. Kötü bir anlamı olmalıydı. Ama babam anneme hiç kötü sözler söylemezdi ki. Çok sevdiği karısına o güne kadar ağ zından tek çirkin bir kelime çıktığını duymamıştım. Kelimenin anlamını bilmemem de normaldi; zira ailem benim yanımda tar tışmazlardı bile, kaldı ki böyle kötü anlamlı bir lâf etsinler.
229
Mehmetcan
Yine de fahişe sözcüğünün kötü bir anlama geldiğini tahmin edebiliyordum. Aşırı sinirlenmiş olan babam, annemi üzmek için o kelimeyi kullanmış olmalıydı... İliklerime kadar titredim. Annem de hıçkırıklar içinde bir şeyler söylüyordu ama onun kesik iniltiler halinde çıkan kelimelerini duyamıyordum. Baba mın gür kalın sesi bir daha yankılandı. "Bir daha oraya gitmeyeceksin, anlıyor musun beni? Yoksa seni öldürürüm." Kulaklarıma inanamamıştım. Babam canı kadar sevdiği karısını öldürmekle tehdit ediyor du. Gürültülerin aksettiği yere doğru usul adımlarla yaklaştım. Tuhaf, kapalı, tek girişi olan karanlık bir yerdi burası. İçeriye bakıyor fakat onları göremiyordum. Neredeydiler acaba? Hem neden her taraf bu kadar karanlıktı? Korkmaya başlamıştım yine. Küçük yüreğim pır pır atıyordu. Oradan uzaklaşmak istiyor dum ama ne mümkün, bacaklarıma sanki tonlarca kaya kütlesi bağlanmış gibi ayaklarımı kımıldatamıyordum. Neden sonra hıçkıran annemin sesini duyabildim. "Yalvarırım Burhan, bana bu kötülüğü yapma. İzin ver, bit sin bu iş." "Hayır, asla." "Artık tahammül edemiyorum." Babam htrlamıştı. "Pis, aşağılık fahişe. Yıkıl karşımdan. Senin yüzünü bile gör mek istemiyorum artık." Küçük dünyam sanki bir anda yıkılmıştı. Neler olduğunu anlamıyordum ama o güne kadar ilk defa annemle babamın kavgalarına şahit olduğum için yıkılmıştım âdeta... Sonra birden rüyam aydınlandı.
230
Mehmetcan Kendimi aniden güneşli bir alanda buldum. Annemle el ele vermiş uçsuz bucaksız yeşillikler içinde koşuyorduk. Cennet de nilen yer böyle bir mekân olmalıydı. Bir yaz günüydü herhalde. Tepemizde sıcak bir güneş, insanı ferahlatan nefis bir meltem esi yordu. Mutluydum. Hem de çok mutlu. Yeşil otlar üzerinde durmadan koşuyorduk. Sonra uzaklarda, ta uzaklarda nokta gibi görünen bir ev çıktı karşımıza. Oraya doğ ru gittiğimizi anladım. Hâlâ koşuyorduk., Annem benden de sevinçliydi. Ama eve yaklaşınca içimdeki o coşku seli birden kayboldu, iki katlı, ahşap bir evdi bu. O güne kadar hiç görmediğim bir yer. Annem bana sarıldı. "Beğendin mi burayı?" diye sordu. "Hayır," diyemedim düşümde. Sadece başımı salladım. "Öyleyse bu kırlarda oyna, ama sakın uzağa gitme. Seslenir sem seni göreyim." Sesim çıkmamıştı... Sonra annem o iki katlı ahşap eve girdi ve gözden uzaklaştı, içeriye girerken de bana muhabbetle el sallamıştı. Evin önünde öylece kalmıştım. Yemyeşil çimenler, taze bahar çiçekleri artık bana bir şey ifade etmiyordu. Annemi istiyordum yanımda. Ama o yoktu... Bekledim. Uzun süre bekledim... Tembihine uyarak uzaklaşmıyordum evin önünden . Sadece bir ara evin üst kat pencerelerinden birinde kısa bir an görünmüş, tül perdelerin arkasına gizlenerek elini sallamıştı. Ürkek, çekingen ve korku dolu bir sesle, hadi anne, gelsene artık demek istemiştim. Ama sesimin çıkıp çıkmadığını bilemi yordum. .. Neden sonra annem yanıma dönmüştü. Yorgun görünüyor du. Beni yine elimden tutup yürütmeye başlamıştı... Geri dönüyorduk...
231
Mehmetcan Gözlerimi açtım.
Düşlerim bazen beni eskisi gibi zorlamıyordu. Terli ve yor
gun değildim, sadece üzerimde bir ağırlık vardı. Yatağın içinde gerindim. Derya yanımda yoktu. Elim onun yattığı yere doğru kaydı, çarşaf hâlâ vücudunun ısısını koruyordu; demek ki az önce kalkmış olmalıydı. Hemen yataktan fırlamadım. Tembel bir eda ile kollarımı başımın altında birleştirip dün geceyi düşünmeye başladım. Ge ceyi gayet sakin ve münakaşasız geçirmiştik. Daha doğrusu aynı evin içinde küskün insan gibi konuşmadan, o meseleye dönme den vakit öldürmüştük. Sessizce yemek yemiş, biraz televizyon seyretmiş, sonrada yatmıştık. Sanki ikimizde başka bir dünyada yaşıyor gibiydik dün gece. İsteksizce yataktan kalkıp pijamalarımla koridora çıkıp bir göz attım. Derya mutfakta beni beklemeden kahvaltıya başlamıştı. Onu göremiyor ama masadan gelen çatal bıçak seslerini duyu yordum. Herhalde ayak seslerimi duymuştu ki, oturduğu yer den seslendi. "Uyandın mı?" Ses tonunda hâlâ dün geceden kalma kırıklığın havasını sezinlemiştim. Banyoya geçmeden ağır ağır mutfağa yaklaştım. "Günaydın sevgilim;" dedim yumuşacık bir sesle. Ne dü şünürse düşünsün, aslında sadece benim için endişeleniyordu; ona bozulmaya, surat asmaya hakkım yoktu. Hiç oralı olmadı. Öyle ki sırtı kapıya dönüktü ve başını çevirip bana bakmamıştı bile. Yalnızca zoraki bir şekilde bana karşılık verdi. "Günaydın, Murat." Önce arkasından yaklaşıp onu kollarımın arasına alarak, öpücüklere gak etmek, dün geceki sinirli davranışlarımdan ötü rü özür dilemek istedim. Fakat nedendir bilinmez, son anda ye-
232
Mehmetcan
rimden kımıldayamadım. O düşünceleri aklından geçiren ben değilmişim gibi öylece yerimde durdum. "Niye beni uyandırmadın?" "Mışıl mışıl uyuyordun," dedi. "Olsun." "Belki yine düş âlemindesindir diye çekindim." Belli ki kızgınlığı geçmemişti. En azından gönlünü almamı bekliyordu. Haklıydı da, ama hiç oralı olmadan masanm öbür ucuna geçtim. Çatık kaşlarımla onu süzdüm. "Doğru," dedim. "Yine tuhaf rüyalar görüyordum." İskemleyi çekip karşısına oturdum. Ne gördün rüyanda diye, sormasını bekledim. Derya hiç oralı olmamıştı. Bana rüyamda ne gördüğümü de sormadı. "Merak etmiyor musun?" dedim. "Kusura bakma. İşe çok geç kaldım. İki gündür büroya uğramıyorum. Bakalım boşa geçirdiğim bu iki günü nasıl telâfi edeceğim. Çizimlerde geciktim." Telaşla yerinden kalktı. Yüzüme bile bakmayarak paltosu nu sırtına geçirmek üzere kapıya doğru koşar adım ilerlerken, "Akşama görüşürüz," diye mırıldandı üstünkörü bir eda ile. Ben de arkasından seslendim. "Bürona gönderdiğim çiçeklere su vermeyi unutma," de dim. Aklımca kinayeli bir jest yapıyordum. Sadece kapanan so kak kapısının gürültüsünü işittim. Derya gitmişti... Bir süre mutfaktaki iskemlenin üzerinde öylece kaldım. Benim ki aptalca bir davranıştı ve sevgilim bana bozulmakta yerden göğe kadar haklıydı. Yerinde bir başkası olsa, belki bana bu kadar da anlayış göstermez, ruhsal bir hastalığın her türlü tezahürlerini gösteren bir sevgiliyi rahatlıkla terk edip giderdi. Sanırım beş on dakika oturduğum iskemlenin üzerinden kalkmadan öylece hareketsiz bir şekilde düşüncelere daldım.
233
Mehmetcan
Bir bakıma önümüzdeki hafta başını iple çekiyordum, artık doktora gitmem farz olmuştu. Düşler ve nöbetler inanılmaz de recede artmıştı ve beni son derece rahatsız ediyordu. Ayaklarımı sürüye sürüye banyoya girdim. Sıcak duş biraz toparlanmama yardım etti. Duşun altında dahi yaşadığım olayları sıhhatsiz halimle neticeye bağlamaya ça lışıyordum. Tam duştan çıkarken aklıma bir düşünce saplandı. Galiba her şeyden önce geçmişimi bir taramam gerekecekti. Acaba geçmişimde doğru diye bildiğim şeyler ne ölçüde gerçeklerle örtüşüyordu? Ben ne biliyordum? Ya da hayatımın gerçekleri diye bildi ğim olaylar aslında bir takım yalanlar üzerine kurulmuş olabilir miydi? Bu düşünce önce beni korkuttu, ama Derya'nın dediği gibi çocukluğumdan bu yana ruhumun derinliklerinde yer etmiş bir takım gizler varsa, öncelikle onların neler olduğunu saptamam gerekecekti. Fakat bunu nasıl yapacaktım? Kendi geçmişimin aydın lanmasında bana kim yardımcı olabilirdi? ilk aklıma gelen kişi teyzem oldu. Anne tarafından hayatta olan insan Ankara'da ya şayan teyzem ve iki oğluydu. Şayet hayatımda şuuraltıma itil miş birtakım esrarengiz olaylar varsa bunun müsebbibinin artık annem olduğuna inanmaya başlamıştım. Ne derece sağlıklı bir düşünceydi bilemiyordum ama son zamanlarda annemin düşle rime bu kadar sık girmesi ister istemez beni böyle düşünmeye sevk ediyordu. Bundan acı duyuyordum ama yeni yeni aklıma bazı sorular takılıyor ve beni tereddütlere düşürüyordu. Mesela bunlardan biri de annemin fotoğraflarının azlığıydı. Derya iyi bir konuya değinmişti, neden ne babamın evinde ve ne de bende annemin bu kadar az fotoğrafı vardı? Bu biraz garip değil miydi? Anne mi bu kadar seven babam, neden onun resimlerini evde saklamamıştı?
234
Mehmetcan
Sonra şu köşkün yanması olayı; acaba neden o köşkle ilgi
li bütün anılarım hafızamdan silinmişti? Bu normal miydi? ilk okul çağındaki bir çocuğun o tarihe ait bazı anıları hatırlaması gerekmez miydi? Bornozumu çıkarıp hızla giyinmeye başladım. O an karar vermiştim, şimdi derhal ilk uçağa atlayıp Ankara'ya gidecektim. Teyzemle görüşmem lâzımdı. Annem hakkında muhtemelen en sağlıklı bilgileri ondan alabilirdim. Ne de olsa onun kardeşiydi ve hayatında bir giz varsa, bunu bilebilirdi. Fakat daha o anda, aklıma bazı şeyler takılmaya başladı. Galiba teyzemle görüşme lerimin çok seyrek olmasının bazı sebepleri olmalıydı; şöyle bir düşündüm. Onu yıllardır görmüyordum, galiba en son on sene evvel ziyaretine gitmiştim. Annemin ölümünden sonra babamın evine hiç gelmemişti. Annemin sağlığında da babamla araları nın pek iyi olmadığını anımsamıştım. Baldızını pek sevmezdi. Teyzemin kocası da Ankara da ileri seviyede bir bürokrattı; her devrin adamı olacak türden biriydi, iktidarlar değiştiği halde hep o çalıştığı Genel Müdürlüğün başında kalmayı becermiş bir insandı. Zaten on sene evvel Ankara'ya son gidişim ve tey zemi ziyaretim de onun cenazesine iştirak sırasında olmuştu, iki kuzenimle aram pek fena saydmazdı ama yine de birbirlerimizi çok nadir görürdük. Onlar tarafından pek sevilmediğimi anlayınca Ankara'ya gitmek fikri bana pek cazip görünmemeye başladı. Şayet kendi geçmişimi kurcalamak zorunda kalacaksam bu işi burada hal letmeliydim. Kravatımı bağlarken bu düşüncemde haklı oldu ğuma inandım. Beynimi kurcalayan olaylardan biri de Suadiye'deki köşkü müzün yanmasıydı, hâlâ o köşkü neden hatırlamadığımı çözemiyordum. Acaba köşkün şuuraltıma itilmiş bir anısı mı vardı? Belki de ben yandıyordum; artık bir septik gibi her şeyden şüp helenmeye başlamıştım. Nihayet kararımı verdim.
235
Mehmetcan
İmkânlarımın el verdiği ölçüde kendi geçmişimi araştıra
caktım. Ve haliyle bu işi burada yapacaktım.
Telefonun başına geçip ortağım Behzat'ı aradım. Hemen açmıştı. "Günaydın," dedim. "Neredesin?" "Arabadayım. Şantiyeye gidiyorum. Ya sen?" "Evdeyim. Bugün inşaata gelemeyeceğim, sana haber vere yim," dedim. Behzat bir an durakladı. "Dün de gelmedin. İyi misin?" Behzat'ın da sıhhatimden endişe ettiğini biliyordum artık, ama o doğrudan doğruya soru sormaktan çekiniyordu. "İyiyim, iyi," dedim. Sanırım cevabımın üstünkörü bir geçiştirme olduğunu an lamıştı ama Behzat durumu kurcalamayacak kadar hoşgörü sa hibi bir insandı. "Tamam," dedi. "Zaten bugün yapacağımız önemli bir şey yok. Sen dinlenmene bak." Telefonu kapatmadan önce hafifçe irkildim. Acaba ortağım neden, sen dinlenmene bak, demişti; o kadar hasta ve yorgun mu görünüyordum? Ceketimi sırtıma geçirirken ayna da son bir kere daha kendimi inceledim. Hiç de anormal ve sağlıksız bir görüntüm yoktu. Bilakis gri takım elbiselerimin içinde gayet havalı ve sağlıklı hissettim kendimi. Aynadaki görüntüm hoşu ma gittiğinden gülümsedim bile. Kahvaltı etmemiştim, hiç açlık hissi duymuyordum. BMW'nin anahtarını alıp evden çıktım...
İlk iş olarak, Taksim'deki kütüphaneye gitmiştim. Alt kata inip otuz üç sene önceki gazetelerin çıkarılmasını istedim. Me mur yüzüme bakarak, hangi gazete diye, sordu. Bir an düşün düm; bana günlük sansasyonel hadiseleri biraz abartarak yazan gazetelerden biri gerekliydi. Aklıma gelen gazete adını adama
236
Mehmetcan söyledim. Fazla beklememiştim, beş dakika sonra memur iki
kalın cildi elime tutuşturmuştu. "O yıla ait iki cilt daha var," dedi. "Bunlar üzerindeki araş tırmanızı bitirdikten sonra onları da isterseniz teslim edebilirım. Teşekkür edip aydınlık masalardan birine oturdum. Kü tüphane oldukça tenhaydı. Rahat rahat gazete sayfalarmı çe virmeye başlamıştım. Suadiye'de ki yangın haberini arıyordum. Birkaç yangın haberine rastlamıştım ama onlar şehir içindeki bizim olayla hiç ilgisi olmayan yangınlardı. Yangın hadisesinin tam tarihini bdmediğim için sayfaları dikkade çevirip gazeteleri tarıyordum. Sonra birden babamın söylediklerini hatırladım. Peder yaz sezonu bitmiş, Maçka'ya nakletmiştik, demişti. Bu hesaba göre olay en azından eylül ayından sonra cereyan et miş olması gerekirdi. Nitekim ilk iki ciltte bizim yangın olayı ile ilgili bir habere rastlayamamıştım.' Gideri memura teslim edip diğer iki cildi almak için beklerken, bir an ümitsizliğe kapılır gibi oldum. Yoksa gazeteler hadiseyi önemsemeyip haber konu su etmemişler miydi? Ama buna ihtimal veremezdim, zira onca yıl evvel nüfuzu çok daha az olan İstanbul'da gazete sütunlarına akseden bu kadar bol polisiye haber vuku bulmuyordu. Tahminimde yanılmadığımı da az sonra gördüm. Babam doğru söylemişti. Gazete birinci sayfadan haberi vermişti. Beş ekim tarihli gazetenin ilk sayfasının alt köşesinde hem yangın haberi hem de harabeye dönmüş köşke itfaiyecüerin yangın söndürmeye çalışırken uğraşılarını gösteren bir fo toğraf konmuştu. Nefesimi tutarak haberi iki üç kere okudum... Özünde haber babamın bana naklettiği gibiydi. Yangının elektrik kontağından çıktığını yazıyor, ünlü müteahhit Burhan Akyol ve aüe efradı kışlık ikâmetgâhlarına geçtikleri için daha fazla can kaybı olmadığını belirtiyorlardı. Daha fazla can kaybı lafına takılmıştım.
237
Mehmetcan
Yanılmıyorsam, babam o hadisede kimsenin ölmediğini
söylemişti bana. Ama eminde değildim. Yazıyı bir kere daha dikkatle okudum. Gazete yangm sırasında evde bulunan iki müstahdemden birinin yangından zamanında kaçarak kurtulduğunu ama diğe rinin yanarak can verdiği yazıyordu. Kurtulanın kim olduğunu hemen anlamıştım; bu bizim emektar adamımız Cemal Efendiy di, peki ya ölen diğeri kimdi? Gazetede onun da adı yazılıydı. Bedri Karaman... Tuhaf, bu isim bana hiçbir şey ifade etmemişti. Evde ça lışan böyle birini hiç anımsamıyordum. Ama üzerinde de fazla durmadım, zaten ben doğru dürüst köşkü bile hatırlamıyor dum, kaldı ki orada çalışan müstahdemleri nasıl hatırlayabi lirdim? Belki köşkün kışları bekleyen bekçisi veya bahçıvanı olabilirdi. Ama babam neden o ölüm olayından bana hiç bahsetme mişti? Unutmuş muydu acaba? Yoksa yangında ölen köşkün bek çisi veya bahçıvanı, görevi her ne ise, onun için o kadar önemsiz biri miydi? Buna ihtimal veremezdim, babam çalıştırdığı personeline her zaman sevgisi ve saygısı olan biriydi, bana da bunu öğret mişti. Kendi evinde, bigünah bir şekilde ölüp hayatını kaybeden bir adamını hatırlamaması bana tuhaf gelmişti. Nedenini bilmiyordum ama mideme sebepsiz bir kramp girer gibi olmuştu. Midem kasdıyordu şimdi...
Kütüphaneden çıktığımda aklım karışmıştı. Belki de ben olayı abartıyordum, ne de olsa bu otuz üç sene önce yaşanmış bir olaydı. Babam beyin damarlarının tıkanması sonucu felç geçirmiş bir adamdı, Derya her ne kadar aksini iddia etse de,
238
Mehmetcan
babamda hafif hafif bunama tezahürleri başlamıştı. Belki de gayet masumane bir şekilde o yangında ölen adamını unutmuş olabilirdi. Bunu bir mesele gibi büyütmemin hiçbir anlamı yok tu. Daha da önemlisi o olayın benim kâbuslarımla ne ilgisi ola bilirdi? Artık öyle bir haldeydim ki, her şeyden kuşkulanıyor, her meseleyi büyütüyordum gözümde. Geçmişimde şayet şuural tına itilmiş bazı olaylar varsa, herhalde bunun yangında ölen Bedri Karamanla hiçbir ilgisi olamazdı. Mantığım bunun böyle olduğunu söylüyordu. Fakat aklım öğrendiğim bu habere takılmıştı bir kere. Babamın gerçekten o ölüm vakasını unutup unutmamış olduğunu öğrenmek istiyordum. İşe gitmeyeceğime göre yapı lacak en akıllı iş bu işi kaynağından, hem de olayı en iyi bilen insanın ağzmdan araştırmaktı. Arabama atladığım gibi doğru babamın evine gittim. Beni hiç beklemediğine emindim.
Kapıyı Cemal Efendi açtı. Karşısmda beni görünce sevinç le, "Hoş geldiniz, küçük bey," dedi. Hemen sordum. "Babam salonda mı?" "Öğle uykusunda, efendim," dedi. Zamanın nasd geçtiğini unutmuştum. Babam evvel ahır, gençliğinde bile daima öğle yemeğinden sonra biraz uzanır, ya rım saat kadar şekerlenirdi. Saatin nasıl geçtiğini unutmuştum. Kütüphanede epey oyalanmıştım. Ama sonra birden aklıma geldi. Bizim Cemal Efendi'nin de yangında ölen o kişiyi tanıması gerekirdi. Cemal Efendi'nin omzundan kavradım. "Cemal Efendi sana bir şey soracağım," dedim. Büyük bir içtenlikle, "Tabii, küçük bey sorun. Ne öğren mek istemiştiniz?" dedi.
239
Mehmetcan
Tecrübeli hizmetkârın yüz ifadesinden babamın sıhhatiyle
ilgili bir soru yönelteceğimi sandığını hemen anlamıştım. "Bedri Karaman hakkında biraz bilgi istiyorum," dedim. Şaşkın bir şekilde yüzüme baktı. "Kim dediniz?" "Bedri Karaman." Sanırım adı toparlayamamıştı. "Kim o küçük bey?" diye mırıldandı. "Köşk yangınında ölen hizmetkârımız." Yaşlı adamın yüzü bir anda kireç gibi bembeyaz kesilmişti. Şaşkınlığını kesinlikle gizleyememiş, aval aval yüzüme bakmaya başlamıştı. Böyle bir sual beklemediği aşikârdı. " O . . . o..." diye kekeledi. "Evet?" Bana cevap vermek yerine mukabil bir soru sordu. "Nereden hatırladınız onu şimdi?" Cemal Efendi'deki şaşkınlık hiç hoşuma gitmemişti. Sesi min tonunu sertleştirerek homurdandım. "Sen soruma cevap ver," dedim. "Şey... şey... O köşkün gece bekçisiydi." "Gece bekçisi mi?" "Evet... Yani kışın aile Maçka'ya naklettiğinde köşkü bek lerdi." Ben de öyle tahmin etmiştim zaten. Fakat Cemal Efendinin telaşı bende garip bir huzursuzluk yaratmıştı. "Neden o yangından kurtulamadı?" diye sorgulamaya de vam ettim. Cemal Efendi ilk şaşkınlığını atlatmış gibiydi. Suratı asıl mış, hatta rahatsız olmuş gibi beni inceliyordu. "Uykusu biraz ağırdı. Sanırım dumanlardan etkilenmiş ve yatağından kalkmakta gecikmişti biraz. Alevlerde ilk onun kal dığı bölümü sarmıştı." "Sen onu kurtarmak için yardım edemedim mi?"
240
Mehmetcan "Elimden geleni yapmaya çalıştım ama mümkün olmadı. Alevleri aşıp odasına gidemedim bir türlü." Sonra merakını yenemeyerek bana sordu. "Siz onu hatırlıyor musunuz?" Nedense yaşlı adama doğruyu söylemedim. "Evet, hatırlıyorum," dedim. Cemal Efendi'nin şaşkınlığının daha da artmasına bir an lam veremiyordum. Hatırlamama neden bu kadar hayret etmiş ti acaba? "Ama siz o tarihlerde çok küçüktünüz," diye fısıldadı ür kek bir sesle. "O kadar da değil. îlk okulda öğrenciydim." "Ama..." "Ne aması? Bahçedeki balıklı havuza senle beraber ekmek kırıntıları attığımızı da hatırlıyorum rahatlıkla." Bunu hatırlamıyordum tabii, ama düşümde görmüştüm, içinde kırmızı süs balıklarının oynaştığı fıskiyeli havuzu. "Yoksa sen hatırlamıyor musun?" dedim. Cemal Efendi'nin bundan niye bu kadar rahatsız olduğu nun kavrayamıyordum. Yüz hatları sanki birden gerilmiş, endi şeli nazarlarla beni süzmeye başlamıştı. Yutkunarak fısıldadı. "Buraya, babanıza bunu sormak için mi geldiniz?" Hiç duraklamadan, "Evet," dedim. Rengi sanki biraz daha sararır gibi gelmişti bana. Neredey se ağlamaklı bir ses tonu ile mırıldandı. "Ama neden? Neden otuz küsur sene evvel olmuş bir hadi seyi deşmeye çalışıyorsunuz?" Yakmmasmdaki deşmek kelimesi garibime gitmişti. Bu an cak mazinin derinliklerine gömülmüş, ortaya çıkması istenme yen bir şey için kullanılabilirdi. Hiç istifimi bozmadım; emekli hizmetkârın hafif hafif bir paniğe kapıldığını hissediyordum âdeta. "Artık bazı şeylerin ortaya çıkması gerekmiyor mu?" diye söylendim.
241
Mehmetcan
Aslında afaki bir lâftı ettiğim. Yeniden Cemal Efendinin
tepkisini ölçmekti niyetim. Eli ayağı tutuşmuş gibiydi yaşlı adamcağızın. Acaba bu ölüm hadisesinin altında ne yatıyordu, neden böyle paniğe kapılmış gibiydi? Bir an yerinde sallandığını gördüm. Başı dönmüş de düşmemek için tutunma ihtiyacı du yar gibi elini hemen yandaki duvara yaslayıp destek aldı. Ama çabuk toparlanarak konuştu. "Küçük bey lütfen, size istirham ederim bu konuyu baba nıza açmayın," dedi. Büsbütün huylanmıştım. Hemen bastırdım. "Neden?" "Biliyorsunuz," diye kekeledi. "Babanızın sıhhati hiç iyi değil. Olaylar karşısında çok çabuk teessüre kapılıyor. Şayet şimdi bunca yıl önceki elim bir kazayı hatırlarsa büsbütün sarsı lacaktır. Yeni bir damar tıkanmasından korkarım." "Hiç sanmam," diye söyledim. "Otuz üç yıl önceki gece bekçisinin ölümü babamı neden sarssın ki, onu hatırlamadığına bile eminim." "Olsun," dedi Cemal Efendi. "Beyefendiyi üzmemekte yarar var. En iyisi konuyu ona hiç açmamak. Siz şimdi salona geçin lütfen, ben Emine'ye söyleyeyim size hemen köpüklü bir kahve yapsın." "Bir dakika Cemal Efendi. Sana bir şey daha sormak isti yorum," dedim. Daha soracağım sual ağzımdan çıkmadan titremeye başla mıştı. "Geçenlerde bu eve babamın eski işçilerinden birinin gelip gelmediğini sormuştum sana, hatırlıyor musun?" Düşündüğüm gibi beti benzi yeniden atmıştı. "Evet efendim, hatırlıyorum," dedi. "Adamın adının Şinasi Sarıkaya olması lâzım. Öyle birinin gelmediğinden kesin emin misin?" "Kesinlikle küçük bey. Öyle biri gelmedi."
242
Mehmetcan " Ama babam geldiğini iddia ediyor."
Yaşlı hizmetkâr bir solukta mırıldandı.
"Size dedim ya, babanız da ufak ufak bunama emareleri başladı artık. Geçmişte olanları karıştırıyor, bazı şeyleri yeni ol muş gibi sanıyor." "Demek öyle?" "Hiç şüpheniz olmasın. Siz kendisini daha nadir görü yorsunuz, halbuki ben her an onun yanındayım. Değişiklikleri daha rahat fark ediyorum. Mutlaka hafızasının zayıfladığı bir anda size o lâfı etmiştir." Konuşmayı keserek salona yürüdüm. Ama nedense Cemal Efendi'nin de benden bir şeyler gizlediği zehabına kapdmıştım. Otuz üç sene önceki köşk yangınında ölen adamı kurcalamam babamın yaşlı emektarını fena halde sarsmıştı. Yoksa bu da benim hastalığımın bir tezahürü müydü, ya nılıyor muydum?
Babamın öğleden sonraki uykuları yarım saati geçmezdi, nitekim ben pişirüen kahveyi daha tam bitirmeden peder teker lekli iskemlesinin üzerinde salona giriyordu. Her zamanki gibi babamı salona yine Cemal Efendi getirmiş ama sanki babamı rahat ettirmek için çeşitli şeylere oyalanarak yanımızdan ayrdmamıştı. Oysa bu yaşlı ve anlayışlı adam pederin bir misafiri olduğu ahvalde hemen salondan çıkardı. Babamın yüz hatlarını inceledim sessizce. Acaba bana mı öyle gelmişti; beni yanında görünce her zaman duyduğu mem nuniyeti sanki bugün yüzünde göremiyordum. Suratı asık değil di ama gizleyemediği bir şaşkınlık vardı kibar çehresinde. Belki uyku sonrasının mahmurluğudur diye, düşündüm önce. Fakat Cemal Efendi'nin de bir türlü salondan çıkmaması, sanki bana kopacak bir fırtmaya hazırlık gibi gelmişti. Hiçbir anlam veremiyordum.
243
Mehmetcan
Otuz sene evvel sigorta kontağı ile yanan evde ölen birinin
bunca zaman sonra onları bu denli rahatsız etmesinin nasıl bir mantığı olabilirdi? Pederi incelemeye devam ettim. Konuşmakta, konu bul makta dahi zorlanıyordu. Ayrıca bu ana kadar Derya ile de ilgili tek bir sual sormamıştı henüz, ilginçti... Hemen konuyu açmadım. "Söyle bakalım baba," dedim. "Gelin adayını nasd bul dun?" Ondan çok hoşlandığını biliyordum. Normalde gözlerinin içinin parıldaması, gelininden hemen sitayişle bahsetmesi, ilgi lenmesi gerekirdi. "Güzel evladım, gelinim çok güzel. Tek kelime ile kusur suz. Mükemmel bir seçim yapmışsın. Birlikte uzun ve mutlu bir hayat dilerim," diye mırıldanıp konuyu kapatmak istedi âdeta. "Demek beğendin?" "Tabii, oğlum. Ama önemli olan senin beğenmen." "Keşke annem de hayatta olsaydı da, gelinini beğenseydi." "Ya, evet," diye mırıldandı babam. Fakat sesi hiç de bu özlemi ifade eden bir tonda çıkma mıştı. Bakışlarımı bir daha babamın gözlerine diktim. Nedense peder telaşlı bir şekilde nazarlarını kaçırmıştı benden. O an ak lıma gelen soruyu babama yönelttim. "Sahi," dedim. "Derya annemi merak ediyor, bende hiç resmi yok. Çok tuhafıma gitti, neden acaba hiç resmini sakla mamışım?" Ufak bir yalan söylemiştim. Aslına bakdırsa pek yalan da sayılmazdı. Eski albümünde topu topu iki fotoğrafı vardı ka dıncağızın. Dikkat ettim, babamla Cemal Efendi ürkerek bakışmışlardı. Ama gözümden kaçmamıştı. "Herhalde sende vardır, değil mi?" diye sordum. Babam yutkunmuştu.
244
Mehmetcan "Olması lazım. Bilirsin, rahmetli nedense fotoğraf çektir
meye pek meraklı değildi/' diye geveledi. "Cemal'e söyleyeyim de bir araştırsın, mudaka bir yerlere kaldırmışızdır." Sinsice üsteledim. "Benim de dikkatimi çekti. Etrafta hiç resmini görmüyo rum." Babam suçlu gibi başını önüne eğmiş, bir yorum da bulun mamıştı. Bu kez Cemal Efendi'ye dönüp mırıldandım. "Sen hemen aramaya başla, nişanlıma buradan annemin bir resmini götürmek istiyorum, Cemal Efendi." Yaşlı hizmetkâr deminden beri şahit olduğum şaşkınlık içinde yine bir bana bir babama baktı ümitsizce. Ağzından her hangi bir itiraz mırıltısı çıkmamıştı ama yüzünün ifadesinden bunun mümkün olmadığını anlamıştım. O zaman daha rahat kanaat getirdim, hatta hiç şüphem kalmamıştı; bu evde de anne min hiç resmi yoktu. Ama neden? Durumu herhalde annemin fotoğraf çektirmeyi pek sevmemesi iddiası ile açıklayamazdım. Kaldı ki, ben bu iddiayı bilmiyordum, bunu babam söylemişti. Sinirlerim elimde olmadan gerilmeye başlamıştı. Cemal Efendi saygıda kusur etmeyen sesiyle sordu. "Validenizin fotoğrafını hemen şimdi mi istiyorsunuz, kü çük bey?" Kabaca, "Evet," dedim. Adamcağız salonu terk etmeye hazırlanırken kekelemişti tekrar. "Elimden geleni yapıp ararım, küçük bey. Ama eski resim leri nereye kaldırdığını hiç bilmiyorum, acaba bulmak için bana biraz süre verir misiniz?" Yaşlı adama öyle bir bakmıştım ki, itirazını hemen keserek yerinden fırlamıştı. Ona neden haksızca ve kaba davrandığımı bilmiyordum, ama köşkte yanarak ölen gece bekçisinden baba ma bahsetmememi istediği andan itibaren sinirime dokunmaya başlamıştı.
245
Mehmetcan Babamla salonda yalnız kalınca dikkat ettim. Pederin ger
ginliği artık gözle görülen, saklanamayacak derecede artan bir hale gelmişti. Yüzünü derin bir hüzün kaplamıştı. Cemal Efen dinin uyarmasına rağmen ona Bedri Karaman denen gece bek çisinin ölümünü de soracaktım. "Baba," diye fısıldadım. Titreyerek, sanki derin bir uykudan ani uyanıyormuş gibi bakışlarını bana çevirdi. Daha hiçbir şey sormadan onun da yüzü sapsarı kesilmişti. "Şu Suadiye'deki yanan köşkümüz var ya," dedim. "Evet?" "Yangın gecesi orada gece bekçimiz ölmüş, doğru mu?" "Nereden öğrendin bunu?" Eski gazete arşivlerinden demedim tabii. Ama beni asıl şaşırtan babamın yönelttiği soru olmuştu. Bu haberi nereden öğrendiğimi neden soruyordu acaba? "Nereden öğrendiğim önemli mi?" dedim. Alt dudağı sarktı. Feri kaçmış gözlerinde ani bir gölgelen me oldu. "Bu çok eski bir hadise. Hatırlaman imkânsız." "Hatırladım ama..," "Doğru mu söylüyorsun?" "Bunda şaşılacak ne var? Hatırlayamaz mıyım? O tarihler de yedi sekiz yaşında bir çocuktum alt tarafı." Babam kısa bir an duraklamıştı. Bana cevap vermek için vakit kazanmaya çalışıyordu galiba. En azından böyle bir hisse kapılmıştım. Ayrıca Cemal Efendi'nin iddia ettiği gibi yüzünde olayı hatırlamanın üzüntüsünden ziyade, bana cevap vermek teki müşkülatının izlerini okuyordum. Fakat kendini çabuk to parladı. "Evet," dedi. "O gece Bedri maalesef yanarak can vermişti." "Yangın neden çıkmıştı, hatırlıyor musun?" Babam bir saniye bile tereddüt etmeden söylendi.
246
Mehmetcan "Elektrik kontağından."
"Adamın kimi kimsesi yok muydu?" "Bunları neden soruyorsun oğlum?" "Hiç. Garibanın ailesine tazminat ödemiş miydin?" Babam yine kuşkuyla yüzüme bakmıştı. "Ailesi yoktu," dedi. Ufak bir yalan daha söyledim. "Sivaslıydı, değil mi?" "Hayır, muhacirdi o. Trakya göçmeni. Üsküplü..." Babamm artık bunamadığına, daha doğrusu bunama araz ları göstermediğine kesinlikle emin olmuştum. Otuz üç sene önceki gece bekçisinin nereli olduğunu bir çırpıda hatırladığına göre geçmişe ait hatıraları benden büe güçlüydü...
247
Mehmetcan saat altı buçuk sularında Derya eve dönmüştü. Suratı yine asıktı. Onu hiçbir şey olmamış, aramızda tatsız ko nuşmalar geçmemiş gibi güler yüzle karşıladım. "Yorgun musun, sevgilim?" dedim. "Niye sordun?" "Bu akşam dışarıda yiyelim mi? " "Neden?" "Dünkü ve bu sabahki kaba davranışlarımı sana affettir mek için. Şöyle güzel manzaralı bir yere gidelim, iyi bir şarap açtıralım, keyfimize bakalım. Romantik bir ortamda senden özür dileyim." Derya gülümsedi. "Buna hiç gerek yok." "Niye?" "Çünkü sana kırgın değilim. Özür dileyecek bir durum yok ortada." "Hadi, gerçeği saklama. Sana kaba ve anlayışsız davrandım. Bunu kabul ediyorum. Sinirlerim öylesine gergin ki, hayatımda
248
Mehmetcan
en sevdiğim kadını bile incitecek kelimeler çıkabiliyor ağzım dan. Senden özür dilemeliyim." Sevgilim muhabbetle baktı yüzüme. "işte, özür diledin ya. Mesele kapandı." Yanma yaklaşıp onu kollarımın arasına aldım. Uzun uzun dudaklarından öptüm. Yüzündeki o somurtuk ifade kayboluvermişti. Aynı içtenlikle öpüşüme karşdık verdi. "Dışarı çıkmamıza hiç gerek yok. Gerçekten yorgunum bu gece. Evde bir şeyler atıştırırız. Gün boyu çizimle uğraştım." Sonra yüzüne kinayeli bir eda verip homurdandı. "Ama beni telefonla hiç aramadın." "Haklısın. Çok meşguldüm." "inşaatta mı?" "Hayır, inşaata gitmedim." "Ne yaptın öyleyse?" Birkaç saniye sevgilime durumu nasıl açıklayacağımı dü şündüm. "Bu sabah önce bir kütüphaneye gittim," dedim. Derya merakla yüzüme baktı. "Kütüphaneye mi? Ne yaptın orada?" "Otuz üç sene öncesinin gazete arşivlerini karıştırdım." Otuz üç sene lâfı Derya'yı ilgilendirmişti tabii. "Ne aradın gazetelerde?" diye sordu. "Yanan köşkle ilgili haberleri inceledim." Hafifçe kaşları çatılmıştı. "Neden?" Omuzlarımı silktim. "Bilmiyorum," diye homurdandım. "O yangınla ilgili hafı zamda bir anının yer etmemesi hep garibime gidiyordu." "Eee? ilginç bir şey buldun mu?" "Buldum sayılır." "Ne?" "Köşkün gece bekçisi o yangında ölmüş."
249
Mehmetcan Derya bir arı durakladı.
"Senin için önemli mi bu? O bekçiyi hatırladın mı?"
"Hayır, hatırlamadım. Yalnız babama sorduğumda önce bana yangında kimsenin ölmediğini söylemişti. Bu haberi alınca doğru babamın evine gittim." Derya merakla beni dinlemeye devam ediyordu. "Eee?" "Garip şeyler oldu." "Ne gibi?" "Babamın emektar hizmetkârma ölen gece bekçisinin ga zeteden öğrendiğim adını söyleyince az kaldı şaşkınlıktan dilini yutuyordu ve bundan kesinlikle babama bahsetmememi rica etti benden." "Sebep?" "Babamın böyle üzücü olayları hatırlamasından etkilenece ğini ve hastalığının artacağını hatırlattı bana." "Sen de söylemedin mi?" "Söyledim. Ama beni asıl şaşırtan şey Cemal Efendi'nin te dirginliği oldu." Derya her zamanki dağınıklığı ile önce ayaklarından ayak kabılarını çıkarıp orta yere bıraktı, sonra kalın anorağını masa nın kenarındaki iskemlelerden birine asarak, çoraplarıyla salo na daldı yorgun bedenini koltuğa bıraktı. Anlattıklarım, sanırım beyninde yeni ihtimal ufukları açmış olmalıydı. Bir süre sessiz kaldı. Sabırla bekledim. Mutlaka düşündüklerini açıklayacaktı. "Yani, babanla uşağı senden bir şey mi saklamaya çalışıyor lardı?" dedi. "Ben de aynı şeyi düşünmüştüm," diye mırıldandım. "Saçma." "Neden?" "Gazetelere intikal etmiş bir haberin artık saklanacak nesi kalmış olabilir ki?" Sevgilimin iddiası bir açıdan doğruydu.
250
Mehmetcan
"Ama unutma ki, bu otuz üç sene önce gazetelerin yazdığı
bir şey. O zaman ben daha ufak bir çocuktum. Benden gizlen miş olabilir." Derya dudak büktü. "Biraz anlamsız geliyor bana. Ölen sadece köşkün gece bekçisi; bunu senden saklamanın ne anlamı olabilir ki?" "Bilmiyorum. Lâkin gece bekçisinin adını söylediğim za man Cemal Efendi'nin yüzünü görecektin. Adamcağız durduğu yerde sendeledi, bir an düşecek bayılacak sandım." Derya mavi gözlerini üzerime çevirip ısrarla beni süzdü. "Eee? Bu durumda sen ne düşünüyorsun?" "Henüz bir yorumda bulunamıyorum. Ama sana hak ver diğim bir husus daha var." Sevgilim haklı olduğu bir hususun tarafımdan kabul edilişi ne sevinmiş gibi tebessüm etti. Bakışları canlandı. "Nedir o ? " "Babamın bunamadığına kesin emin oldum." "Çok şükür, nihayet anladın demek." "Evet. Babam o yangında hayatını kaybeden bekçinin Rumeli'den göç eden biri olduğunu hatırladığı gibi Usküp kö kenli olduğunu bile unutmamış. Düşünsene otuz sene evvel köşküne gece bekçisi olarak gelen birinin hangi şehirli olduğu nu sen hatırlayabilir misin?" "İlginç," diye fısıldadı Derya. "Ama bu babanın bunamadığının kesin delili olamaz sanırım." Her zaman babamın akli melekelerinden bir bozukluk ol madığını savunan sevgilimin bu itirazı beni şaşırtmıştı. Hemen sordum. "Neden? "işittiğime göre yaşlanıp da yavaş yavaş hafıza kaybına mâruz kalan kişiler, özellikle eski tarihlerde ki olayları başların dan geçen yeni vakalara kıyasen daha rahat ve net hatırlarlarmış. Baban da otuz sene önceki o hizmetkârının nereli olduğu-
251
Mehmetcan
nu unutmamış olabilir. Ama bana sorarsan baban da zaten hiç
bunama tezahürleri yok. Bir defa işittiği annemin adını bile bir iki saat sonra hemen anımsamıştı, unuttun mu?" Derya düşünceli bir şekilde beni süzmeye devam ediyor du. "Asıl can alıcı noktayı bana hâlâ söylemedin," dedi. irkilerek onu süzdüm. "Hangi noktayı?" "Bir kütüphaneye gidip o yangın olayını araştırma gereğini neden duyduğunu." Önüme bakıp sustum. Bu oldukça ciddi ve cevaplaması beni üzen bir husustu. Ne denli acı olursa olsun, sevdiğim ka dından bazı gerçekleri saklamanın anlamı kalmamıştı artık. "Derya!" diye inledim. " Çocukluğumla ilgili çok az şeyi hatırlıyorum. Galiba meselenin tüm inceliği burada yatıyor. Niye hayatımın o bölümü bu kadar gölgeli? Neden o yıllarımı anımsamıyorum? Annemle ilgili hatıralarım bile ancak rüyala rımda şekilleniyor. Bunun esaslı bir nedeni olmalı." Sevgilim başını salladı. "Bence de öyle. Umarım hafta başında gideceğimiz doktor bu konuda bize sıhhatli bir açıklama yapacaktır." ilgimi çekti. Derya daha fazla konuşmaktan çekinmişti sanki...
Dışarıya yemeğe çıkmamıştık ama bize en yakın cadde üze rindeki pizzacıdan telefonla verdiğimiz sipariş on beş dakika sonra salondaki masanın üzerinde kutusu içinde sıcak sıcak du ruyordu, ilk defa o an, babamın evinde içtiğim kahveden başka kursağıma gün boyu hiçbir şeyin gitmediğini hatırladım. Aç bir kurt gibi pizzalara saldırmıştım. Derya da aynı şevk ile yemeğe başlamıştı. Eve döndüğünde üstünden çıkardığı giysileri hâlâ dağınık olarak etrafa saçdmış duruyordu. Pizzalann yanında içeceğimiz
252
Mehmetcan
kolaları bile terliğini giymeden çorapları ile mutfağa gidip getir mişti. Onun bu çapaçul ve dağınık halinden hoşlanmıyordum ama ne yaparsa yapsın öyle çekici bir hali vardı ki, sesimi çıkaramıyordum. Onun mutfağa geliş gidişini seyrederken, yüzüm deki ifadeyi anlamış gibi homurdandı. "Tamam, tamam... Dağınıklıklarımı toplarım birazdan," dedi. Kendimi tutamayarak gülümsedim. Pizzasını yerken hiç konuşmuyordu, fakat aklının bugün babama yaptığım ziyarete takddığını biliyordum. Konuya yine ben döndüm. "Sana yadırgayacağın bir şey daha söyleyeceğim," dedim. "Söyle bakalım." "Artık gördüğüm kâbuslardan yılmıyorum. Beni korkut muyorlar." Bir yandan ağzına attığı lokmaları çiğnerken yadırgayarak yüzüme baktı. "Ne demek bu?" Gayet sakin bir şekilde karşılık verdim. "Biliyorsun," dedim. "Kâbusları ilk görmeye başladığım sıralarda, kan ter içinde uyanıyor, etkisinde kalarak sarsmıyor dum. Müthiş bir bitkinlik hissediyordum." "Eee? Şimdi sarsılmıyor musun yani?" "Eskisi gibi değil." Tuhaf tuhaf beni süzmeye devam etti. "Alıştığını mı söylemek istiyorsun?" "Tam olarak öyle değil... Ama... demek istiyorum ki..." "Ne?" Bir an durdum. Meramımı ona nasıl açıklayacağımı düşün düm. "Derya," dedim. "Evet?" "Artık eminim ki benim çocukluk yıllarıma ait hafızamda bir boşluk var. Bunu hangi kelimelerle ifade edeceğimi bile-
253
Mehmetcan
rniyorum ama bir tür hafıza kaybı gibi. Yaşadıklarımı bir tür
lü toparlayamıyorum. Nedenini de bilmiyorum tabii. Belki bir travma geçirdim." Yüzüme bakmaya devam etti. "Gördüğüm düşler beynimde birtakım çağrışımlar yapıyor şimdi," diye devam ettim. "Nasıl?" "Düşlerimde gördüğüm olaylar geçmişimde yaşadıklarımın bir tekrarı gibi geliyor bana, sanki bir izdüşümü. Mesela bugün Cemal Efendi'ye köşkün bahçesindeki havuzda yaşayan balıkla ra el ele tutuşup ekmek kırıntıları attığımızı söylediğimde, onları hatırlıyor musunuz, diye büyük bir şaşkınlık gösterdi. Gerçekte hatırlamıyorum, ama rüyalarımda gördüm. Bu da gösteriyor ki rüyalarım bana ışık tutuyor ve geçmişime götürüyor." Derya olumsuzca başını salladı. "Buna güvenemezsin, sevgilim," dedi. "Neden?" "Zira rüyalarımız her zaman gerçeğin ifadesi değildir, daha ziyade bilinçaltımızın zenginliğini ifade eder. Gördüklerinin çoğu müphem hayal ürünüdür." "Belki de," diye fısıldadım. "Ama ben bazı gerçekleri de düşlerimde gördüğüme inanıyorum." Yine kuşkuyla yüzüme baktı. "Yanlış bir akıl yürütme bu. Hatta seni tehlikeli varsayım lara götürür." "Nasd?" Derya fikrini açıklarken bir an sıkılmış gibi beni süzdü. "Şey..." dedi. "Yanlış anlama ama bu varsayımdan hareket edersen o zaman annenin babana ihanet ettiği, o yüzü görünme yen adamla aldattığı sonucuna varmaz mısın?" Bir an nefesim kesilir gibi oldu. İçimi rahatsız edici bir karamsarlık kapladı. "Haklısın," diye mırıldandım. "Belki de ben yanılıyorum."
254
Mehmetcan
Derya'nın yanıldığımı kabul edeceğini sanmıştım. Oysa o dikkatle beni incelemeye devam ediyordu. Meftun olduğum mavi gözlerinde hüzünlü bir ifade oluşmuştu birden. "Böyle bir olasılığa ihtimal veriyor musun?" diye sordu. Tüylerim diken diken oldu. Rüyamda annemle yeşil otlar içinde, o nefis yaz günü, met ruk ve lânetli eve gittiğimiz anı anımsadım. Uzun bir süre beni kapının önünde bekletmiş, tek başına o eve girmişti. Bir ara rüyamda pencerenin arkasından vücudunu perdelere sararak bana seslenişini yeniden hatırladım. Bu sadece bir rüyaydı ama acaba annem, o tüllerin arkasında çıplak mıydı? Aklıma takılan bu suali kendime bile cevaplamaktan kaçındım. Yutkunmakla yetindim...
Çimenlerin üzerinde oynuyorum. Beyaz papatyaları topluyo rum. Bazen aralarda boy atan kırmızı gelinciklere itibar etmiyo rum. Ama yalnızlık beni sıkıyor. Zaten bu evin önündeki açık alanda oynamakta beni sıkıyor. Bir an önce annemin evden çıkıp köşke dönmemizi istiyorum. Burası sıkıcı, hem de çok sıkıcı... Biraz da beni ürkütüyor. Kimsecikler yok etrafta. în cin top oynuyor. Burada esen rüzgâr bile fazla uğulduyor. Çimenlerin üzerinde yere çömelmiş, çiçek toplamaktan vazgeçerek o eve bakıyorum. Annem niye getiriyor acaba beni buraya? Ben burayı sevmi yorum ki... Bir daha getirmeye kalkarsa, gelmek istemeyeceğimi söyleyeceğim. Bana kızar mı acaba? Hiç sanmam, çünkü annem beni çok sever. Beni istemediğim bir yere götürmek istemez. Gözlerimi eve dikip pencerelere bakı yorum yeniden. Bu kez merak edip beni kontrol de etmiyor. Oysa geçen ge lişimizde pencereden bakıp nasıl oynadığımı, evin önünden fazla
255
Mehmetcan
uzaklaşıp uzaklaşmadığımı görmek için bakmıştı. Sıkılıyorum. Topladığım papatyaları ayağımla vurarak dağıtıyorum. Hep si bir yana dağılıyor. Hızımı alamayarak onları ayağımla ezmeye başlıyorum. Neredeyse ağlayacağım. Artık buradan gitmek istiyorum... İçimi çekiyorum... Fakat tam o esnada gözüm yukarıdaki tepede beliren birine takılıyor. Ta uzaklarda. Bir adam koşa koşa evin olduğu düzlüğe doğru yaklaşıyor. Merakla adamı seçmeye çalışıyorum. Koşan adam yaklaşıyor. Neredeyse sevinçten bir çığlık atacağım. Bu gelen babam... Ben de ona doğru koşmaya başlıyorum. Ama babam bana bakmıyor bile... "Baba... Baba..." diye sesleniyorum. Oradaki varlığım hiç umurunda değil. İyice yaklaşıyor. Yüzü hiddetten kıpkırmızı. Göğsü körük gibi inip kalkıyor ve yüzüme bile bakmadan o evden içeriye da lıyor. Babamın arkasından öylece şaşırıp kalıyorum. Babam evin içine girip kaybolunca beni bir korku alıyor. Onu şimdiye kadar hiç böyle hiddetli görmediğimi fark edi yorum. Acaba annem beni hiç içeri almadığı bu eve geldiği için mi bu kadar öfkeli? Merakımı yenemiyorum. Hatta annemin sen içeri girmeye ceksin tembihine aldırmadan ben de arkalarından o eve girmeye karar veriyorum. Ne olabilir ki, alt tarafı onlar benim annemle babam. Herhalde bana kızmazlar diye düşünüyorum. Ama bir yandan da çekmiyorum. Babamın o öfkeli hali beni endişelen diriyor. Usul usul eve yaklaşıyorum . Kapı her zaman aralık. Sanki beni içeri çeker gibi davetkâr. Cesaretimi toplayıp süzülüyorum içeriye.
256
Mehmetcan Üst kattan feryatlar...
bağırmalar çağırmalar aksediyor kulağıma.
Hatta
Annemin çığlıklarını duyuyorum. Korkum daha da artıyor. Yukarıda tatsız bir şeylerin oldu ğuna eminim artık. Merakım galebe çalıyor. Ürkek adımlarla ba samakları tırmanmaya başlıyorum. Ne olduğunu öğrenmeliyim. Görmezsem, anamın babamın yukarıda neler olduğunu bana söy lemeyeceklerine kesinlikle eminim. Babamın o öfkeli hali beni korkutuyor. Az evvel çimenlerin üzerinde koşarken beni farkına bile varmadığını hatırlayınca öf kesinin anneme yönelik olduğunu çocuk aklımla bile idrak ede biliyorum. Anneme bir kötülük edebilir. Acaba mı, diyorum. Annemi o kadar sever ki, ona nasıl bir zararı dokunur? Öy leyse annemin bu çığlıkları niye?Babam bile olsa, anneme kimse nin dokunmasını kabul edemem. Küçük adımlarımı hızlandırıyorum. Önümde uzanan basa maklar sanki hiç bitmeyecek gibi geliyor bana. Nihayet üst katın holüne varıyorum. Yanımdaki odanın kapısı ardına kadar açık. Ama kapıya az bir mesafe kala yerime mıhlanıp kalıyorum. Ne göreceğimi bilmemekle beraber yüreğim korkudan yerin den fırlayacak gibi atıyor. Tam o sırada odanın içinde bir gürültü kopuyor. Sanki ağır bir cisim yere yuvarlanır gibi. Daha fazla dayanamıyorum artık. Açık kapının eşiğine gelip içeriye bakıyorum... Gördüklerime inanamıyorum. Annem karşıdaki duvarın tam önünde ellerini yüzüne kapatmış devamlı çığlıklar atıyor ama beni en şaşırtan ve utandıran yanı annemin çırılçıplak oluşu. Babam ise, yüzü olmayan o adamla yerde halının üzerinde boğuşuyor. İkisi de nefret dolu ve sanki iki kanlı düşman gibiler. Ama en kötüsü, babamın elindeki sivri hançer. Babam o adamı öldürmek istiyor... Acı bir çığlık çocuk gırtlağımdan yükseliyor...
257
Mehmetcan ÇIĞLIĞIM üzerine ikimiz de aynı anda yatakta doğrulmuştuk. Derya uyku sersemliği içinde acele ile baş ucundaki lambayı yakmış bana ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Rü yamdan yaşadığım âna geçmekte zorlanmıştım. Hâlâ titriyor dum. Yeni bir kâbus gördüğümü anlayan sevgilim mırıldandı. "Yine korkunç bir şey mi gördün?" diye mırıldandı. Başımı sallamakla yetindim. Bir süre konuşamadım. Neden sonra irileşen gözlerimle hançeremden hırlar gibi bir ses çıktı. "Babam onu öldürdü... Cinayet işledi..." Derya aval aval yüzüme bakıyordu. "Kimi?" diye sordu. "O suratsız adamı." Hâlâ soluk soluğa idim. Her yanım titriyordu. Sevgilim saç larımı okşamaya başlamıştı. "Geçti, artık. Bak, uyandın. Unut ma o bir rüyaydı. Gerçekle bir ilgisi yok. Telaşlanma. Sakin ol..." "Hayır, eminim, babam o adamı hançerledi..."
258
Mehmetcan Derya tabii benden önce toparlanmış, beni teskine devam
ediyordu. Yumuşacık bir sesle konuştu. if
Rüyanı bana anlatmak ister misin?"
Düşümde gördüğüm her şeyi ona naklettim. Sabırla beni dinledi. Sonra bana pek inanmaz gibi söylendi. "Ama rüyanın sonu yok." "Ne demek sonu yok? "Babanla o suratı olmayan adamın boğuştuğunu görmüş sün. Babanın da elinde bir hançer varmış. Buraya kadar tamam. Ama babanın onu hançerlediğini görmemişsin. Ortada bir cina yet olduğuna nereden hükmediyorsun?" Basit bir muhakeme yürüttüm. "Babam hâlâ yaşadığına göre, ölen diğeri olmalı," dedim. Derya her zamanki sağlıklı düşüncesiyle itiraz etti. "Fakat ortada bir ceset yok ki. Sen düşünde bir cinayete tanık olmamışsın. Gördüğün tek şey bir boğuşma, hepsi o ka dar." Bunu kabul edemezdim. Olumsuzca başımı iki yana salla dım. "İki erkek ve birinin elinde bir silahla bir kadın için dövü şüyorlarsa, bunun sonu kesinlikle cinayetle biter." "Bu senin iddian. Baban cinayet işleyecek birine hiç benze miyor. Düşlerin seni hatalı bir yöne çekiyor sevgilim. Gördük lerine pek itibar etme." Kafamı iki yana sallamaya devam ediyordum. "Hayır," diye diretip ısrar ettim. "O gün Orada bir cinayet işlenmiş olmalı." "Kızma ama saçmalıyorsun Murat." "Neden?" "Öyle olsa, baban bugün hapishanelerde çürüyen bir mah kum olurdu. Oysa o son otuz senesini tüm inşaat âleminin tanı dığı ve itibar bir müteahhit olarak geçirdi." "Sen ne dersen de, bu fikrim değişmeyecek," dedim.
259
Mehmetcan
Derya üzerimizden yorganı itti, yatağın içinde bağdaş ku
rup oturdu. Sesi biraz boğuk çıktı bu defa. "Demek şimdi de
kafayı buna taktın. Babanın bir katil olduğunu düşünüyorsun ha?" "Evet," diye mırıldandım. "Gerekçen de babanın o yüzsüz adamla boğuşması. Yanı lıyor muyum?" "Hayır, doğru anlamışsın." Sevgilim birden sesinin tonunu yükseltti. "Murat, aklını başına toparla. Bu gördüğün sadece bir kâbus. Alt tarafı bir rüya. Kime söylesen güler sadece. Nasıl olur da, toplumda son derece sayılan ve sevilen bir insanı, üste lik kendi babanı, rüyamda boğuşurken gördüm diye cinayetle itham edebilirsin?" "Mesele o kadar basit değil, Derya. Asıl sen düşün. Neden çocukluğumun belirli bir devresini hatırlayamıyorum? Üstelik her insan yedi sekiz yaşlarıyla ilgili pek çok şeyi hatırlayabilir. Oysa o tarihler benim hafızamdan âdeta silinmiş, tamamen yok olmuş. Bu mantıklı geliyor mu sana? Kendini hesaba kat; sen çocukluğunun o kesimini hatırlamıyor musun?" Derya bir an durakladı, hemen cevap vermedi. Bense homurdanmaya devam ettim. "Hatırlıyor olman lâzım, zira normal olanı bu. Hâlâ anlamıyor musun, ben o dev redeki anılarımın silinmesine yol açan şiddetli bir travma geçir miş olmalıyım. Ve sanırım o travmanın ne olduğunu da bu gece anladım. Ben babamın işlediği cinayete şahit oldum. O yaştaki bir çocuk için son derece yıkıcı bir şey bu. Tam bir aile faciası. Müthiş trajik bir durum. Anne, baba tarafından âşığı ile sevi şirken yakalanıyor. Anne çırılçıplak ve devamlı çığlıklar atıyor. Korkunç bir rezalet. Koca elindeki hançere sarılıyor ve karısı nın âşığına saldırıyor. Ve yedi sekiz yaşındaki bir çocuk tüm bu facianın görgü tanığı oluyor. Bundan daha berbat bir travma düşünebiliyor musun?"
260
Mehmetcan Derya sessizce gözlerimin içine baktı. "O zaman bana şunu söyle," dedi. "Neyi?" "Şayet gördüğün bu son kâbus seni küçüklük yıllarına gö türüp beynini etkileyen hadisenin aydınlanmasına neden olduy sa, şimdi cinayet ânını da hatırlaman gerekir. Bana cevap ver, babanın o yüzsüz adamı bıçakladığı esnayı da hatırladın mı? O sahne de gözünün önüne geldi mi?" Beni ter basmıştı yeniden. Homurdandım. "O anı görmediğimi büiyorsun. Görsem söylerdim." "Bak yine aynı noktaya kilitleniyorsun. Şayet söz konusu geçirdiğin travma düşündeki gerçek olsa şu an her şeyi hatırla mış olman gerekirdi. Oysa sen hâlâ aynı varsayımla oyalanıyor sun. Ayrıca bir an söylediğin gerçek bile olsa, öldürülen adamın cesedi ne oldu? Buharlaşıp o evden uçtu mu? Bir ceset nasd yok edilebilir? Tabii, çok önemli bir konu daha var; o da annenin durumu. Şayet annen babanı aldattıysa-ve o rezil sahne yaşandıysa, niye aralarındaki evlilik devam etti? Babanın derhal bo şanması gerekmez miydi? Üstelik sen bu evliliğin daha yıllarca ve mutlu bir şekilde sürdüğünü biliyorsun. Tâ ki annen doğal sebeplerle ölünceye kadar." O kararlılığım içinde dahi, Derya'nın söylediklerinin ol dukça mâkul olduğunu kabul etmek zorundaydım. Yalımım bi raz iner gibi oldu. Fırsattan istifade eden sevgilim koşarak bana bir bardak su getirdi. Kana kana içtim suyu. Bütün boğazım kurumuştu. "Şimdi bana hak veriyorsun, değil mi?" dedi. Söyledikleri akla uygundu. Babam mizacındaki adamın ya şanan o faciadan sonra annemi affetmesi söz konusu olamazdı. Değil babam, hiçbir erkek affetmezdi. Hafızamı zorladım yeni den. Gerçekten de annem kanserden vefat edinceye kadar veya başka bir deyişle onların beraberliklerini hatırladığım devreler de hiçbir tatsızlığa, hatta en ufak bir münakaşalarına dahi tanık
261
Mehmetcan
olmamıştım. Derya haklı olabilirdi, ama benim de inandığım önemli bir husus vardı. Gördüğüm düşler, parça parça da olsa çocukluğumun hafızamdan silinmiş bölümlerini aydınlatıcı bir rol oynamaya başlamışlardı ve gördüğüm her düşten sonra ufak tefek de olsa geçmişimle ilgili bir şeyler anımsıyordum. Şimdi gördüğüm bu son düşü nasıl yorumlayacaktım? "Peki bu son kâbus neydi?" diye sordum sevgilime. Bilgiççe başını salladı. "Her gördüğün rüya mutlaka geçmişinin bir kesiti sana ha tırlatacak değil ya," dedi. "Mesela beni de o metruk evde teca vüze uğrarken görmüşsün, hatta bir seferinde o suratı olmayan adamın beni hançerlediğini de söylemiştin. Demek ki rüyalar her zaman gerçeği yansıtmıyor, zaten o zaman onlara rüya de mezdik. Ben o eve sadece bir kere seninle gittim ve görüyorsun bıçaklanmış filan da değilim." Derya tatlı tatlı gülümsemişti... Ona sarılıp kendime doğru çektim. Yaşantıma büyük kat kısı vardı; o olmasa acaba ne yapar, bu illetimle nasd mücade le ederdim. En büyük destek ve morali bana o veriyordu. O an sadece ona minnetimi ifade etmek istiyordum, fakat Derya yaklaşışımı farklı algıladı ve birden ateşli bir şekilde ve istekle dudaklarıma uzandı...
Ertesi sabah gözlerimi açtığımda Derya nın benden önce uyandığını ama gözlerini tavana dikmiş, düşünceli bir şekilde yattığını gördüm. Sevgilim hem erkencidir, hem de uyandı mı yatağın içinde oyalanmayı sevmez, hemen kalkardı. Gözlerim yarı aralık onu süzmeye başladım. Uyandığımı anlamıştı, fakat tavana diktiği nazarlarını yüzüme çevirmeden kuşkulu bir sesle mırıldandı. "Gerçekten babanın cinayet işleyeceğine ihtimal veriyor musun?" dedi.
262
Mehmetcan Daha günaydın bile demeden o konuya dönmesi garibime
gitmişti. Üstelik dün gece düşlerimin yorumuna inanmayan ve
aklıma gelen ihtimali çürütmek için devamlı dil döken insan da oydu. Bana böyle bir sual yöneltmesi belli ki onun beyninde de bir kuşkunun doğduğunu gösteriyordu. Yastıktan başımı kaldırdım. O da sualinin cevabını almak ister gibi gözlerini bana çevirdi. Çoğu kadın, bunlara eni konu güzel saydacak kadınlar da dahü, ilk uyandıkları anda pek gü zel gözükmezlerdi gözüme. Ama Derya farklıydı. O hayatımda gördüğüm en güzel kadındı. Tanrı'nın bana bir armağanı. Soru sunu duymamış gibi mırıldandım. "Ne kadar güzelsin, hayatım," dedim. "Seni deliler gibi se viyorum." "Teşekkür ederim. Ama sorumun cevabı bu değil," dedi. Bu kez ciddileşerek mırıldandım. "Bilmiyorum, ama olabilir. Aklıma gelen ilk ihtimal buy du." "Yani babanın cinayet işlemiş olabileceğini düşünüyor sun?" Cevap vermekte zorlandım. Her ne sebeple olursa olsun, insanın babasını adam öldür mekle suçlaması vebali büyük bir ithamdı. Üstelik tanıdığım babam, dünya tatlısı, anlayışlı ve merhametli bir adamdı, onu cinayet zanlısı olarak düşünmek, benim için oldukça zor geli yordu. Velâkin dün geceki düşümün kaçınılmaz sonucu buydu, itirafta bulunmakta zorlandığımı hisseden Derya devam etti, hafif alaycı bir tonla. "Biliyor musun, dün gece sen uykuya daldıktan sonra ben çok düşündüm." "Neyi? Babamın katil olup olmadığını mı?" Bu kez Derya sualime hemen cevap vermemişti. "Ne garip değil mi?" dedi. "Garip olan ne?"
263
Mehmetcan
"Şu yangında yanarak ölen gece bekçisinin durumu. O da
tam otuz üç sene önce ölmüş, yani senin yedi sekiz yaşlarında olduğun tarihte. Başka bir ifade ile hatıralarının silindiği sıra larda." Gerçekten şaşırmıştım. Tuhaf tuhaf sevgilime baktım. "Yani yanan gece bekçisinin annemin düşlerimdeki yüzsüz sevgilisi olduğunu mu ima etmeye çalışıyorsun?" "Henüz hiçbir şey ima ettiğim yok. Fakat tarihlerin uyuş ması garibime gitti. Bedri Karaman denen o adamın çehresini hâlâ hatırlamıyorsun, değil mi?" Başımı salladım. "Hayır, hatırlamıyorum." "Bir daha düşünsen." "Yapma Derya, aklına gelen şey imkânsız. Bir an için anne min babama ihanet etiğini düşünsek bile, bula bula köşkün gece bekçisini mi seçecek? Adamı hiç hatırlamıyorum ama herhalde babamın yanında çalışan sıradan işçilerden biriydi. Tövbe, töv be, herhalde annem babamı aldatsa bile öyle vasıfsız biriyle o işi yapmazdı." Fikrimi onaylayacağını sanmıştım ama sevgilim kuşkulu bir şekilde mırıldandı. "O işler hiç belli olmaz." "Ne demek belli olmaz?" Derya amiyane bir şekilde sırıttı. "Kadın anlaşılmaz bir yaratıktır. Bazen çiçeğe de konar boka da." "Ammayaptın! Hem..." "Hem ne?" "Sevgilim," diye fısıldadım. "Öyle bile olsa, yani peder ada mı öldürdüyse bu işi o metruk evde yapmış olması gerekir. Zira benim düşlerim o evle ilgili. Ama gece bekçisi köşkte yanarak ölmüş. Aralarında nasıl bir ilişki kuruyorsun?" Derya uzun uzun gerinerek esnedi.
264
Mehmetcan
"Boş ver," dedi. "Benimki sadece mantıksız bir faraziye.
Tabii ki bir ilgisi yok. Ama senin düşlerindeki çocukluk dev renle, köşkün yanması ve o gece bekçisinin ölümü aklıma böyle bir şeyi çağrıştırdı. Bir de senin dün babanın evine gittiğinde, Cemal Efendi'nin ve babanın tutumları, gösterdikleri tepki, ak lıma böyle bir şeyin gelmesine neden oldu. Komik bir şey dü şündüğümün farkındayım. Unut, gitsin. Galiba ben de saçma lamaya başladım." Oysa beni bir düşünce almıştı. Düşlerimle, köşkteki yangın oldukça ilgisiz görünüyordu. Aralarında bir illiyet kurmak mantıksızdı, daha doğrusu bana da öyle görünmüştü. "Düşlerime giren o yüzü olmayan adam, köşkün bekçisi Bedri Karaman olabilir mi dersin?" diye fısıldadım. Derya ya rım ağız fısıldadı. "Hiç sanmam. Takma kafanı şimdi de buna. Biz kendi ken dimize sorun yaratıyoruz." Üstünden yorganı atıp kalkmaya çalıştı. Ayak bileğinden kavradım. "Dur. Kalkma daha. Konuşmamız bitmedi." "İyi ama geç kalıyorum, duşa girmeliyim. Saat sekizi geçiyor. Ona izin vermedim. Bacaklarından tutup kendime çevir dim. Gözlerimdeki heyecanı görünce homurdandı. Hemen iti raza kalkıştı. "Şimdi olmaz, hevesini akşama sakla." "Dur. Sözümü kesme," dedim. "Ne var?" "Bu gece babamlara gidelim mi yine?" Mavi gözleri irileşti. "Neden? Daha iki gece evvel oradaydık." "Ne fark eder ki? Yabancı yer değil ya, babama istediğim zaman gidemez miyiz?"
265
Mehmetcan
"Gideriz, gideriz herhalde de, senin niyetin başka. Bu me
seleyi kurcalamak istiyorsun, değil mi?" "Evet."
"O zaman babana gördüğün kâbuslardan bahsetmek zo runda kalacaksın." Omuz silktim. "Ne fark eder ki?" "Hiç doğru olmaz, Murat. O yaşlı ve hasta bir adam. Bir de kendi problemlerinle onu üzmeye hakkın yok. Unutma, bütün bu vesveselerinin kaynağı sadece rüyaların." Yatağın içindeki tartışmayı uzatmadım. Ama ikimiz de o gece babama gideceğimizi biliyorduk ar tık...
266
Mehmetcan X^OCÜK yıllarımda bab amin işlediği bir cinayete tanık olmam, herhalde hafızamı geçici olarak kaybetmeme yol açacak kadar ciddi bir travma olması gerekirdi. Bunu anlayabilirdim ve yıllar sonra olayın şuuraltındaki etkisi hafifleyince yavaş yavaş düşlerim vasıtasıyla olayı anımsamaya başlıyor ve yıllarca bilinç altındaki olay satha çıkıyordu. Derya da ben de gizli gizli aynı şeyi düşünüyorduk. Tabii henüz cevabını bilmediğimiz bir sürü sual şimdi beynimizde şekilleniyordu. Ölen kişi kimdi acaba? Bekçi Bedri Koraman mı? Bu bence zayıf bir olasılıktı; anne min köşkte çalışan bir müstahdeme âşık olabileceğine ihtimal vermiyordum. O halde öldürülen kişi kimdi? Ne yazık ki rüyalarımda buna bir cevap bulamıyordum. Babamın boğuştuğu adamın yüzü bütün kâbuslarımda hep yok tu; bembeyaz, dokunulmamış bir kağıt kadar temiz ve şekilsiz. Aslında galiba biraz daha sabır göstermeliydim. Çocukluğu mun hatırlayamadığım kayıp devresi yavaş yavaş şekilleniyor ve
267
Mehmetcan geri geliyordu. Sadece biraz daha dayanmalı ve yılmamalıydım. Önce içimi bir sevinç kapladı, düşündüklerim doğru ise ben
hasta filan değildim, bilakis çocukluğumda geçirdiğim travma nın yıllar sonra etkisinden kurtulmak üzereydim. Hiç kuşkusuz o olaya küçük yaşta tanık olmam ruhumda derin bir iz yarat mış ve belleğim bunu kabul etmeyerek şuuraltına itmiş ve bir tür korunma mekanizmasını harekete geçirerek olayı beynimin çıkaramayacağım derinliklerine gömmüştü. Şimdi yavaş yavaş her şey şekilleniyordu. Belki tıbbi bir yardıma destek görmeden bütün her şeyi hatırlayacaktım. Sonra aklıma bir husus daha ta kıldı. Acaba gerçekten bir cinayet işlenmiş miydi? Son düşümde gördüğüm olay babamla o yüzü olmayan adamın boğuştukları idi. Bu son rüyada ben elinde hançer olan babamın adamı öldürdüğü sonucuna varıyordum. Benim ki yalnızca bir tahmindi; olması gereken, kaçınılmaz bir sonuç. O kavganın sonu başka ne şekilde bitebilirdi ki? Ama yanılıyor olamaz mıydım? O travmayı yaşamak için bir cinayete şahit olmam şart mıy dı? Hiç de değildi. Son rüyamı bir daha hatırlamaya çalıştım. Annemim attığı çığlıkları, odanın bir köşesine çekilmiş çırılçıp lak halde duvarın dibine büzülüp kalmış halini canlandırdım gözümde. Rüyadaki gördüğüm manzara ile beynimde şekillenen görüntüler birbirine karışmaya başladı. Yerdeki halının üzerin de de iki erkek öldüresiye boğuşuyordu. Bu manzara bile ufak bir çocuğun ruhunda derin izler bırakmaya yetmez miydi? Yeterliydi, bence... Keşke bu konuyu Derya'ya da açsaydım. Belki de ortada bir cinayet de yoktu. Bu sadece benim faraziyemdi. Geçirdiğim travma için yarattığım bir sebep. Derya az önce evden çıkmış arabasına atlayıp bürosuna gitmişti. Aklıma gelen bu ihtimali hemen telefon edip kendisine açmak hevesine kapıldım. Ama son anda vazgeçtim. Kızcağızı zaten yeterince üzüyordum, şim-
268
Mehmetcan
di henüz kanıtlanmamış yeni bir olasılıkla onu rahatsız etmenin
manası yoktu.
Bunları düşünürken bir yandan da giyiniyordum. Sırtıma kalın balıkçı kazağımı giydim, montumu aldım, arabanın anah tarını bıraktığım yerden almaya uzanırken birden montumun cebindeki kabarıklık dikkatimi çekti. Elimi montun cebine sokup ne olduğunu anlamaya çalış tım. Bu Behzat'ın o lânetli evde bulduğu ipti... Tüylerim diken diken oldu birden. Bu ipin cebimde ne işi vardı? O ipi evden al dığımı hatırlıyordum, hatta Derya'ya gösterdiğimi de, ama son ra ne yapmıştım acaba? Fırlatıp çöpe atmış mıydım? Saklamış olduğuma ihtimal vermiyordum. Daha da ilginci montumun cebine yeniden tıktığımı hiç sanmıyordum. O ip bana yeniden Şinasi Sarıkaya'yı hatırlattı. Bir an bütün düşündüklerimin tutarsız olduğuna kanaat getirdim. Meselenin asıl çözümü mutlaka o adamda ve onun lânetli evinde olmalıydı. Çünkü kâbuslarım ilk defa o evle baş lamıştı ve babamın bir cinayet işlediğini sandığım mekân da orasıydı. Kapının önünde öylece dikilip kaldım. Yerimden kımıldayamıyordum. Beynim karıncalanıyordu âdeta. Birtakım hayaller, şekiller hafızama hücum etmeye baş lamıştı. Cebimde bulduğum ip muhtemelen yeni bir nöbeti tetiklemiş olabilirdi. Galiba yeni bir nöbet geçirmek üzereydim. Durduğum yerde titremeye başlamıştım. Cebimden çıkardığım ip hâlâ parmaklarımın arasındaydı. Derin soluklar aldım. Bir yere oturmak ihtiyacı duyuyordum. Sallanarak en yakın iskem leye doğru yürüdüm ve güç belâ oturdum. Sanırım buna tam bir nöbet denemezdi, şuurum yerindeydi, kendimden geçmiş sayılmazdım ve yetersiz de olsa hâlâ düşünebiliyordum. Evet, Şinasi Sarıkaya'yı tamamen unutmuştum. Zaten her şey onunla başlamamış mıydı? Şinasi Sarıkaya kimdi? Babamın bir işçisi mi sadece? Hiç sanmıyordum; öyle olsa otuz üç sene
269
Mehmetcan
önce babam işçisinden o evi neden satın almış olabilirdi ki? Hem neden o evi kendi adına değil de, sekiz yaşındaki oğlunun üzerine yapmıştı? O evde bir şeyler olduğu kesindi ama ne? Yoksa yüzünü bir türlü göremediğim adam Şinasi Sarıkaya mıydı? Babam o adamla mı boğuşmuştu veya başka bir deyişle annemin sevgilisi o adam mıydı? Kafam hâlâ çalışıyordu. Bir mantıksızlığı yakalar gibi ol dum. Eğer babam o boğuşma anında Şinasi Sarıkaya'yı öldürdüyse o evi nasıl satın alabilirdi kendisinden? Bunun tabii sonu cu olarak o evdeki suratsız adam Şinasi olamazdı. Kimdi peki? O ev neden rüyalarıma girmişti hep? Ip hâlâ parmaklarımın arasındaydı. iğrenerek bakıyordum o düğüme... içimdeki nefret ve sı kıntının sembolüydü sanki. işte o an, hiç beklenmedik bir şey oldu. Ağır ağır oturdu ğum sandalyeden kalktım. Başım dönüyor ve bedenim titreme ye devam ediyordu. Ama bilinçsiz bir şekilde çalışma odama doğru yürümeye devam ediyordum, içimden yükselen bir sevk-i tabii beni kontrolüm dışında belirli bir hedefe doğru sürüklüyordu. Kesinlikle hareketlerimde bilinçli değildim, kendimi denetleyemiyordum, ama nereye gittiğimi biliyordum. Çalışma odasından içeriye girdim. Tavana kadar yükselen kitap rafları nın önüne geldim. Nazarlarımı en üst raflardan birine çevirmiş bakıyordum. Boyum o rafa erişemezdi. Bir robot ahengi içinde usul usul odadaki iskemlelerden birine çekip üstüne çıktım. Bir elimde hâlâ o düğümü tutuyordum. Sonra serbest olan elimle rafta duran kitapları aşağıya doğru savurdum. Yerleri boşalan kitapların arkasında tozlu bir mukavva kutu ortaya çıkmıştı. Bir süre bakışlarımı o kutudan alamadım. içimden ağlamak geliyordu. Kutuyu yerinden çekip almak için gereken enerjiyi bir tür lü gösterecek gücü bulamıyordum kendimde. Nihayet uzanıp
270
Mehmetcan
titreyen parmaklarımla kutuyu yıllardır durduğu yerden aldım, içinden ne çıkacağını biliyordum artık. Bu benim gizli hazinemdi. iskemleden indim. Heyecandan sarsdan vücudum parmak larımın daha da titremesine sebep oluyordu. O kutuyu seneler evvel bu daireyi satın aldığımda oraya ben kaldırmıştım ve o günden beri de yerinden çıkarmıyordum. Kutu benim için mahremdi, elimi büe sürmezdim ona... Beynim karmakarışıktı ve başımda şiddetli bir zonklama hissediyordum, işin en hazin yanı sakladığım o kutunun için dekileri hatırlamamamdı. Ama bildiğim gerçek ise o kutunun içindekilerin travmama neden olan bazı kanıtların var olduğu idi. Zihnimin garip bir oyunuydu bu bana, onları hem biliyor ve uzun zamandan beri saklıyor ama gerçeklerle yüz yüze gelmek istemiyordum. iskemleden inmiştim ama kutuyu bir yere koyup kapağını açacak halde değildim. Güçlükle bir iki adım attım, ayaklarım kütüphane rafından aşağıya yuvarladığım kalın ciltli kitaplara takıldı. Az daha yuvarlanacaktım. Güçlükle çalışma masama yürüdüm. Kutuyu üstüne bırakarak masanın arkasındaki döner koltuğuma çöktüm. Kalbim duracak gibiydi, artık nefes almakta zorlanıyor dum. Bir süre o lanet kutuya baktım. Sanırım hafızamdaki soru nu çözmek üzereydim; geçmişin karanlık izleri ağır ağır ortaya çıkıyor, yıllardır bilinç altında sakladığım sorun aydınlanıyordu. Sonra beklenmedik bir hızla kapağı kaldırdım. Bir yığın, belki bir albümü dolduracak kadar fotoğraf or taya çıkmıştı ve hepsi anneme ait resimlerdi. Ama en ilginci fo toğrafların altında sakladığım kalın ip yumağını bulmak oldu. Gözlerim kin ve nefretle o iplere yoğunlaştı. Artık bir nöbet ânında olup olmadığımı kestiremiyordum. Eski yaşanmış olay lar zinciri film kareleri gibi gözlerimde canlanmaya başladı. Bu sefer tablo farklıydı...
271
Mehmetcan Annem yine çıplaktı ama bir yatakta değil, masanın üzerinde yatıyordu. Elleri ayakları sıkıca
masaya
geniş bir tahta
bağlanmıştı.
Ve kadıncağız acı çığlıklar atıyordu... Ben ise hep kabusla rımda gördüğüm gibi çaresiz bir şekilde ona bakıyordum. Yüzü olmayan adam ise tam annemin baş ucunda kahkaha lar atarak onu seyrediyordu. O kahkahalarda vahşi ve nefret dolu bir ihtirasın izleri vardı sanki. Çıkan sesler kulaklarımı tırmalı yordu. Ama gördüğüm tabloda tehir. Daha önceki rüyamda tuğunu ve beni görmezliğe Oysa babam şimdi benden üstüne atılmıştı. Boğuşma mışlardı.
bir eksiklik vardı. Ya da bir takdim babamın nefes nefese çayırlarda koş gelerek eve daldığını hatırlıyordum. sonra odaya dalmış ve o yabancının kısa sürmüştü. Yerlere yuvarlanma-
Sonra babam ayağa kalktı... Ve ben dehşetle o ânı bir daha yaşadım... sinde
Adamın ense kökü kesif kanla kaplanmıştı ve adamın bir hançerin kabzası duruyordu...
ense
Masanın üzerine kapanıp hıçkırmaya başladım. Sonunda geçmişim aydınlanmıştı. Ama ne aydınlanış? Ya şadığım travmaya neden olan hadiseyi artık öğrenmiş bulunu yordum. Kâbuslarımda eksik kalan husus aydınlanmış, babamın işlediği cinayeti görmüştüm. Çok garip bir duyguydu bu; yıllar dır kişiliğine toz kondurmadığım babam katil çıkmıştı sonunda. İnanmak zordu, ama gerçeği yakalamıştım. Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi kestiremedim bir an. Bü tün geçmişinden herkesin saygı ile bahsettiği Burhan Akyol, bir katildi... ***
272
Mehmetcan
Sesim gayet boğuk çıkmıştı. Kendi sesimi bile tanımakta
zorlanıyordum. Elimde tuttuğum cep telefonu neredeyse par maklarımın arasından kayıp sırlarımı saklayan mukavva kutu nun içine düşecekti. "Gördüm... Nihayet gördüm, Derya," diye inledim. Söylediklerimden pek bir şey anlamayan sevgilim sordu. "Ne gördün, Murat?" "Katili. O suratı olmayan adamı öldüren kişiyi..." Hattın öbür ucunda kısa bir sessizlik oldu. Bezgin bir eda ile mırıldandı Derya. "Yine kâbus mu gördün?" "Evet," diye kekeledim. "Neredesin şimdi?" "Evdeyim." Şaşırmış gibi homurdandı. "Sen de benim arkamdan hazırlanıp şantiyeye gitmedin mi?" "Hayır. Gidemedim." "Yoksa yeniden yatıp uyudun mu?" Sisli kafama, durumu muhakemede güçlük çekmeme rağ men sinirlenmeye başlamıştım. Ne anlamsız soruları birbiri ardına sıralıyordu Derya. Oysa en can alıcı noktayı hâla bana sormamıştı. Yoksa katili merak etmiyor muydu? ı Son sorusuna cevap vermeyince, sanırım bozulduğumu an lamıştı. "Rüyanda babanı gördün?" dedi nihayet. "Evet!" diye bağırdım. "Adamı tam ense kökünden bıçak ladı." Söylediği şey daha da sinirimi bozdu. "Sen iyi misin?" Allah'ım, bu nasıl bir lâftı? Nasıl iyi olabilirdim, ona baba mı cinayet işlerken gördüğümü söylüyordum, o bana abuk subuk, yersiz sualler yöneltiyordu. Hiddetten tek kelime etmeden telefonu kapattım.
273
Mehmetcan Koltuğun üzerinde külçe gibi kalmıştım.
Şimdi geçmişin ağırlığı altında yavaş yavaş ezilmeye başla
mıştım. Doktora gitmeye bile gerek kalmamış, mesele beynimde çözülmüştü. Ama yerimden kalkamıyordum bir türlü. Ne yapa caktım şimdi? Gerçeği babamla yüzleşmem gerekmez miydi? içimi yeni bir ürperti kapladı. Babam bir suçlu, bir katildi. Karışma tecavüze kalkan bir adamı öldürmüştü. O an girdiğim şok neticesi, ben olayları unu tunca o konuya bir daha dönmemiş ve meseleyi henüz bilmedi ğim bir şekilde kapatmaya, daha doğrusu umumdan gizlemeye çalışmış ve bunu da başarmıştı, iyi de, şimdi ne yapacaktım? Bunca yıl sonra bir cinayet işlediğini hatırladığımı ona söy leyecek miydim? Hiç kuşkusuz babamı severdim ve o artık yet miş yaşını geçmiş bir ihtiyardı. Gençliğinde işlediği bir suçun cezasını, bunca yıl sonra çekecek miydi? Bütün değer yargıla rım bir anda allak bullak olmuştu. Ortada ne kadar haklı sebep olursa olsun, işlenmiş bir cinayetin saklı kalmasına vicdanım müsaade etmiyordu. Ama diğer yanda suçlu mevkiinde öz be öz babam vardı ve bir evlât olarak onun cezalandırılmasını is temiyordum. Çok zor bir durumda kalmıştım. Yerimden kalktım güç belâ. Biraz toparlanmam, düşünce lerimi daha sağlıklı karar verebileceğim bir vasata çekmem ge rekirdi. Bir yanda içimdeki adalet hissi, diğer yanda da evlatlık görevi içimde çarpışıyordu. Babamı ihbar edemezdim herhalde. Sonunda adaletin kazanması güzel bir duyguydu ama ba basını ihbar etmiş bir insan olarak toplumda nasıl karşılanırdım acaba? Vicdanım bundan rahatsız olmaz mıydı? Banyoya kadar yürüdüm. Yüzüme biraz sü serptim. Yet medi, başımı gürül gürül akan suyun altına soktum. Ne kadar zamandan beri çalışma odamdaki masanın başında öylece kal dığımı hatırlamıyordum ama koridorda bir ayak sesi duyunca
274
Mehmetcan irkildim. Başımı çevirip banyo kapısına doğru baktım. Derya
gelmişti.
Olaya gösterdiği umursamazlığa kızdığımı anlamış, berbat halimde bana yardımcı olmaya ve sanırım özür dilemeye gelmiş ti. Koşup bana sarılacağını düşündüm fakat o banyo kapısının eşiğinde durmuş kuşkulu nazarlarla beni süzüyordu. "Demek nihayet cinayet anını da gördün?" dedi. Sanki ses tonunda bana inanmaz gibi bir eda vardı. "Evet," diye gürledim. "Cinayet ânını gördüm nihayet." Hiç istifini bozmadan sordu. "Ne yapacaksın şimdi?" İşte, en ince mesele de buradaydı. Nasıl bir hareket takip edeceğimi bilemiyordum. Elime geçen bir havluyla ıslak saçlarımdan üstüme süzülen su damlacıklarını silmeye çalışırken söylendim. "Bilmiyorum." "Babanı bir cinayet zanlısı olarak polise ihbar mı edecek sin?" Sanki sesinde alaycı bir ifade vardı. Sesimi çıkarmadan sertçe yüzüne baktım. Beni yönlendir meye mi çalışıyordu yoksa? Sustum. Ama o devam etti. "Çok ilginç," diye fısıldadı. "Polise kâbuslarımda babamın bir cinayet işlediğini gördüm dersin, onlarda hemen babanı tutuklarlar, değil mi?" Alay ediyordu. Rahat benle alay ediyordu. Sertçe bir kere daha baktım yüzüne. "Bana inanmıyor musun?" dedim elimdeki ıslak havluyu yere fırlatırken. "İnanıyorum, gördüğün kâbusa inanıyorum da, şayet baba nı polise ihbar etmeyi düşünüyorsan onlara ne diyeceğini merak ediyorum. Babam gördüğüm rüyalarda bir cinayet işledi mi di yeceksin?"
275
Mehmetcan Yeniden homurdandım.
"Henüz babamı polise ihbar edeceğimi söylemedim."
"Bak, bu iyi. Aksi halde polis tarafından alay konusu olur sun. Çünkü hiçbir polis rüyalarda görülmüş bir olay üzerine adam tutuklamaz." Acı bir şekilde gülümsedim. "Ama bu kez elimde somut delil var." Sevgilim ilk defa irkilir gibi olmuştu. "Ne delili?" diye mırıldandı. "Çalışma odama git. Masanın üzerinde bir kutu görecek sin. İçine bir bak." Derya beni banyoda bırakıp hızlı adımlarla çalışma odama yöneldi. Ben de arkasından yürüdüm. Masanın üzerindeki ku tuya bakıyordu tedirgin bir şekilde. "Annenin fotoğrafları... Demek onları saklamışsın." "Doğru." "Peki, niye sakladın bu resimleri?" "Hâlâ anlamıyor musun, Derya? Geçirdiğim travmanın so nucu. Bilinçaltım o olaydan sonra belli ki her ikisini de suçladı. Babam bir katildi, annem ise bu olaylara sebebiyet veren kötü bir kadın. Onlar belki birbirlerini affetmiş olabilirlerdi, ama be nim zedelenen ruhum bu örselenmeyi hep bilinçaltımda tuttu. Kabullenememiş olmalıyım. Travmanın neticesi, belki bir çıkış yolu olarak ben de bir hafıza kaybı yaratmış olmalı. Beynim san ki bütün tanık olduğum olaylara bir sünger çekti." Derya hadiseyi hâlâ kabullenmek istemiyordu. "Ama bunlar sadece çocukluk yıllarından kalma fotoğraf lar. Bahsettiğin olayı kanıtlayacak ne yanı olabilir ki?" Bu kadar anlayışsız olacağına ihtimal vermezdim. Yeniden kükredim. "Resimlerin altındaki ipleri görmüyor musun?" Sevgilim kutudaki ipleri çıkarıp eline alarak baktı bir süre. "Nedir bunlar?"
276
Mehmetcan "Cinayet anında annemi o masaya bağlayan ipler işte."
Inanmazmış gibi beni süzüyordu Derya. "Nereden buldun bunları?"
"Saklamışım. Kutunun içinde saklamışım. Henüz toparlayamıyorum ama sanırım babamın annemi çözdüğü andan beri onlar bende." Derya elindeki iplere irkilerek bakmıştı bu defa. "Emin misin?" dedi. O zaman montumun cebinde bulduğum düğümü çıkarıp sevgilime uzattım. "Kendin incele. Bunların aynı ip olduğunu göreceksin." Sevgilim birden sararmıştı. O düğümü lanetli eve ortağım Behzat'la gittiğim sırada onun bulduğunu biliyordu; Deryaya göstermiştim. Düğümü elimden aldı, kutunun içindeki diğer iplerle karşılaştırdı. Cildi, renkten renge giriyordu. Solukları hızlanmış, göğsü belirgin bir şekilde inip kalkmaya başlamıştı. "Gördün, değil mi? Aynı ip. Bundan daha iyi kanıt mı olur?" Ne diyeceğini bilemedi önce. Ama sarsddığını görüyor dum. Kaşları çatılmış, ifademin gerçekliğini kabullenmeye ça lışıyordu. O an aklından ne geçirdiğini büemiyordum. Sonra birden bana döndü. "Eğer gerçekleri hatırlıyorsan, şimdi söyle bakalım. Öldü rülen o yüzsüz adam kimdi?" Yine durakladım bir an. "Bilmiyorum;" dedim. Hemen celallendi. "Nasıl bilmezsin? Madem ki her şeyi hatırlıyorsun, o za man o kişiyi de bümen gerekir. Olay beyninde aydınlandığına göre o yüzü olmayan adamı da tanıman gerekmez mi?" "Hâlâ beynimde her şey sandığın kadar net değil. Adamın yüzünü çıkaramıyorum. Ama hatırladığım tek şey babamın ada mın ense kökünden çıkardığı hançer."
277
Mehmetcan "Yoksa o hançeri de sakladın mı?"
"Yapma, sevgilim. Bu kadar acımasız olma. Ben o tarihlerde
ufacık bir çocuktum. Babam hiç cinayet âletini bana teslim eder miydi? Muhtemelen bir şekilde onu ortadan kaldırmıştır." Derya sanki rahadamamıştı. "Peki bu ipleri nasıl ele geçirdin? Nasıl oluyor da, cinayet aletini yok eden baban, ipleri almana izin veriyor? Bunu açıkla yabilir misin?" Düşünmeye çalıştım. Ama aklıma verecek uygun bir cevap gelmiyordu. Başımı olumsuzca iki yana salladım. "Hatırlamıyorum." Derya neden sonra koluma girdi beni bir yere oturttu. Ber bat bir haldeydim. "Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu. Derin bir iç çektim. "Sanırım artık babamla yüzleşmenin sırası geldi," diye fı sıldadım. Sevgilim çaresiz bir şekilde önüne bakıyordu...
278
Mehmetcan URUM beynimde aydmlanmış saydırdı, gerçi hafızamın derinliklerinde hâlâ cevap bekleyen birkaç karanlık nokta daha vardı, ama o günü, cinayet anını, biraz gölgeli dahi olsa anım sıyordum. Gerçek ne denli acı olursa olsun kabul etmeliydim. Biraz daha toparlanmış sayılırdım; titremelerim ve basımdaki zonklama geçmişti. Derya çekine çekine sordu. "Babanla konuşmaya gidecek misin?" "Evet, gitmeliyim. Meseleyi boşlukta bırakamam." "Kesin kararlı mısın?" "Hiç kuşkun olmasın." Yüzüme endişeyle baktı sevgilim. "Benim de gelmemi istiyor musun?" Kısa bir an durakladım. Yaşanmış eski aile faciasını doğrusubabamla yalnız iken tartışmak istiyordum. Konuşmamızın nereye varacağı belli olmazdı. Hafızamın yavaş yavaş yerine gel mesi zaten ben de yeterince bir çöküntü yaratmıştı; aileye yeni girecek bir insanın yanında o konuşmaları yapmak istemiyor-
279
Mehmetcan
dum. Diğer yandan da artık işin bu safhasında Derya'yı devre dışı bırakmak ayıp olacaktı. Hüzünle yüzüne baktım.
"Sanırım, yalnız gitsem daha iyi Derya," diye mırıldandım. "Umarım beni anlayışla karşılarsın." "Tabii. Fakat oraya kadar tek başına araba kullanmandan çekiniyorum. Artık çok sık kâbus görüyorsun, hatta bunlara kâbus bile denemez, sanırım yaşadığın olayları hatırlamaya baş ladın. Bu ise beni ürkütüyor, çünkü çok sarsılıyorsun." Haklıydı. Ama onu yanımda istemiyordum. "Korkma, idare edebilim," dedim. "Emin misin?" Başımı salladım. İçinin rahat etmediğini biliyordum ama o da anlayışlı davranmış bu konunun baba-oğul arasında tartışıl masının daha doğru olacağını kabul etmişti. "İstersen arabayı ben kullanayım, ama babanın evine gir meyeyim. Seni arabanın içinde beklerim." "Olmaz," dedim. "Bu görüşme iki üç dakika sürebilece ği gibi saatlerce de uzayabilir. Arabanın içinde kalmanı iste mem. Derya daha fazla uzatmadı. Evden çıkarken bana sarılıp yanağıma bir öpücük kondur du. "Sakin ol ve itidalini bozma. Gerçek ne kadar yıkıcı olsa da sonuçta o senin babandır. Anlıyor musun?" Anladığımı göstermek için yine başımı salladım. Lâkin iti dalimi muhafaza edebilmek cidden çok zordu. Gerekçesi ne olursa olsun sonuçta geçmişimle yüzleşecek ve uğradığım trav manın sorumlusunu öğrenecektim. O hadise geçmişimin belirli bir safhasının üstüne sünger çekmeme neden olmuş, beni bir ruh hastası haline getirmişti. Evden çıkıp BMW'min direksiyonuna oturduğumda Derya' ya hak verdim. Babamla yüzleşme vakti yaklaştıkça elim ayağım yeniden titremeye başlamıştı; ama bu seferki bir nöbet titremesi
280
Mehmetcan
değil, baba-oğul arasındaki muhtemel bir hesaplaşmanın heye canından kaynaklanıyordu.
Arabamı babamın binasının bahçesine bırakıp asansöre yü rüdüm. Ağzım kupkuruydu. Yol boyunca düşünmeme rağmen konuyu yaşlı ve hasta babama ne şekilde açacağıma hâlâ bir karar verememiştim. Ce mal Efendi'nin uyarısını bir kere daha hatırladım, babanız artık heyecana gelemiyor küçük bey, demişti. Haklıydı da. Belki de konuyu açmam, babam için tehlikeli bir üzüntü vesilesi olabilir, hatta yeni bir beyin kanamasına yol açabilirdi. Ama başka da çarem yoktu; bu konu mutlaka açılmalı ve bir neticeye bağlan malıydı. Zili çalarken nihayet ortalama bir yol bulmuştum. O yılla rı artık hatırladığımı babama ihsas edecektim; bakalım tepkisi ne olacaktı. Kapıyı her zamanki gibi Cemal Efendi açmıştı ama daha karşısında beni görünce yüzü asıldı, fakat her zamanki ne zaketinden ayrılmaksızın, "Hoş geldiniz, küçük bey," diye mı rıldandı. Ona soğuk bir şekilde gülümseyerek doğruca salona yürüdüm. Babam tekerlekli koltuğunda oturuyordu. Beni görünce hiçbir sevinç tezahüründe bulunmadan, "Gel bakalım, Murat," dedi. "Ben de seni bekliyordum." Neden ve nasıl beklediğini sormadım. Bu ani ve habersiz bir ziyaretti. Ne yazık ki bahama bu kadar sık uğrayamıyordum ve beni beklemesi için bir neden yoktu. Gözlerinin içine bakarak bir iskemle aldım ve tam tekerlekli koltuğunun önü ne çekerek karşısına oturdum. Bazı şeyleri kelimelerle ifadeye bile gerek yoktu. Karşılıklı bakışmalarımız, babamın ürkek ve çekingen hali, derisi kırışmış yüzündeki gerginlik ve anlamlı bir şekilde birbirimizi süzmemiz, fırtınadan önceki derin sessizliğin belirtileriydi hep. Babam yine de tedbirli davrandı. "Bana bu kadar sık uğra mazdın oğlum. Bu üst üste ziyarederini neye borçluyum."
281
Mehmetcan
Ben de ihtiyatlı olmak zorundaydım. Ne de olsa, geçmişte
çok vahim bir suç da işlese, o benim babamdı ve ciddi bir rahat sızlığı vardı. Ona bir şey olmasını istemiyordum. "Haklısın," diye fısıldadım. "Son zamanlarda işlerimin yo ğunluğundan seni epey ihmal ettim baba. Daha fazla ilgilenmem gerektiğini biliyorum." Anlamlı bir şekilde beni bir daha süzdü. Sanırım konuya be nim girmemi istiyordu. Feri kaçmış gözleri yüzüme odaklandı. "Doğru. Artık ömrümün son demlerine geldiğimi hissedi yorum. Yeterince yaşadım, özellikle şu son üç senedir bu teker lekli sandalyeye mâhkum olmak beni perişan etti. Artık hayat tan kâm almıyorum. Ölüm benim için paklıktır." Galiba benden, o ne biçim söz baba, Allah uzun ömürler versin, daha çok yaşa filan gibi lâflar bekliyordu. Bunu gerçek ten de söylemek isterdim. Ama vicdanımın bir köşesi işlediği suçun ezikliği içindeydi ve ben meseleyi açacak düzgün keli meleri bulup söyleyemiyordum. Nihayet bitkin bir şekilde mı rıldandım. "Baba," dedim. "Çocukluğuma ait hatıralarımın bir kısmı yıllardır hafızamda kayıptı, o yıllara ait andarım âdeta beynim den silinmişti. Ve ben bu eksikliğimi şimdiye kadar hiç kimseyle paylaşmamıştım. Hep bir sır olarak sakladım." İkimiz de karşılıklı iç çektik. Tabii babam beynimdeki bu kusurdan haberdardı. Hiç se sini çıkarmadan beni dinlemeye devam ediyordu. "Bugün buraya gelişim işte bununla ilgili," dedim. Babamın zaten solgun cildi, büsbütün beyazlaştt. Artık her şeyi bildiğimi ifade eder gibi fısıldadım. "Çocukluğumda bir travma yaşadım. Çirkin bir olayın tam içinde kaldım. Gördüklerimi çocuk ruhum kaldıramadı ve tep kisi onları külliyen şuuraltıma atmak şeklinde tezahür etti." Babam üzgün bir şekilde başını sallamakla yetinmişti. Bu ses siz kabulden durumu inkâr cihetine gitmeyeceğini anlamıştım.
282
Mehmetcan
"Ama şimdi her şeyi bütün çıplaklığıyla hatırlıyorum. Çok
üzgünüm baba."
"Nasıl?" diye inledi yaşlı adam. "Ne oldu da birden gerçeği öğrendin? " Acı bir şekilde gülümsedim. "Son zamanlarda devamlı kâbuslar görüyordum. Önceleri ara sıra ama daha sonraları hemen hemen her gece. Bilinçaltına gömdüğüm olaylar nihayet satha çıktı. Sonunda acı gerçek bü tün vahametiyle beni perişan etti." Babamın gözleri yaşardı. "Ben bunun acısını yıllardır çekiyorum oğlum. Ama ne ya zık ki insan kaderi değiştiremiyor. Alın yazımız böyleymiş." "Şimdi bana, otuz üç sene önce olanları bütün çıplaklığıyla anlatmanı istiyorum. Hem de hiçbir noktayı atlamadan. O cina yeti neden işledin baba? Meseleyi o raddeye getirmeden çözüm lemenin başka bir yolu yok muydu?" Babam bir süre dikkatle beni süzdü. Konuşmakta zorlanıyordu. Dudakları mosmor kesilmişti. Onu biraz kararsız gördüm. Oğlu da olsam galiba bana açıl makta zorlanıyordu. Belki de o vasıfta bir insanın hayatında yaptığı en büyük hatanın utancıydı bu. O an babamın aklından geçenleri öğrenmek için çok şey feda edebilirdim. "O adam annemin aşığı mıydı?" diye sordum. Babam uzun süre düşündü. Sonra geçmişin ağırlığı altında ezilircesine başını salladı. "Evet, âşığıydı," dedi. "Ama ben annemle aranızda her zaman sevgi ve saygıya da yanan örnek bir ilişki olduğun sanırdım." Peder başını olumsuzca iki yana salladı. "Yanılmışsın. Daha doğrusu biz birbirimize karşı olan duy gularımızı herkesten olduğu gibi senden de saklamaya çalışmış tık ve sanırım bunu da başarmıştık." "Nasıl yani?"
283
Mehmetcan
Yaşlı adamın gözleri iyice dalmış, omuzları çökmüş, teker
lekli sandalyenin üzerinde sanki daha da ufalmıştı. Her zaman
ki temiz pak giyimine, kendine gösterdiği itinaya rağmen onun iyice çöktüğünü, olduğundan da yaşlı gözüktüğünü hissettim bir an. Her zaman taktığı fuları gevşemiş, boynunun sarkan gı dısı ve damarları belirginleşmişti. "Bir zamanlar anneni deli gibi severdim. Bizimki bir aşk iz divacıydı. Ama fazla uzun ömürlü olmadı. Birbirimizden çabuk koptuk. Kaç defa boşanmayı da düşündüm. Ama sen doğmuş tun ve seninle birlikte devamlı yaptığımız münakaşalar, anne nin yarattığı ihtilaflar biraz durulur gibi olmuştu. Hatta senin doğumunla beraber evliliğimizi kurtardığımı düşünmeye bile başlamıştım. Annen sana çok düşkündü. Lâkin bir süre sonra yanıldığımı maalesef çok hazin bir şekilde anladım." Peder yutkundu. Anılarında geçmiş yıllara dönüşün onu fena halde rahat sız ettiğini görüyordum. Ama konu açdmıştı bir kere, artık geri dönemezdik. Olayların iyice aydınlanmasını istiyordum. Her ne olursa olsun mazinin vebalini babama yıkamayacağımı anla mıştım; bir hata yapmıştı ama yıllar önceki bir hatanın yaşlı ve hastalıklı bir adamdan temizlemesini beklemek yanlıştı. Her şey mazide kalmalıydı. Dayanamadım ve samimi bir şekilde mırıl dandım. "Sen iyi misin?" Dalgın gözlerle başını salladı. "İyiyim, iyiyim merak etme. Geçmişle yüzleşmeye hazırım. Nasıl olsa önünde sonunda olacaktı bu. Madem ki geçirdiğin travma artık sonuçlarını yitiriyor ve geçmişi hatırlamaya başlı yorsun, o zaman bu konuda bilmen gerekeni de öğrenmelisin. Yalnız senden tek bir isteğim var." "Söyle baba," dedim. Gözleri nemlenmişti. "Vereceğin karar her ne olursa olsun, saygı duyacağım.
284
Mehmetcan
Ama bu konunun bir daha açdmasım istemiyorum. Şayet bu günden sonra bir daha benimle yüz yüze gelmekten kaçınırsan buna da anlayış gösterebilirim ama bu konuda aramızdaki son konuşma olsun." Ne diyeceğimi bilemedim. Babam hayatının son kozunu oynuyordu. Kuşkuyla ona ba karken tam arkamdan Cemal Efendi'nin sesini duydum. "Beyefendi, ilacınızı getiriyim mi? Çok gerginsiniz." "Gerek yok, Cemal," dedi babam, "iyiyim ben." Cemal Efendinin arkamda durduğunu görmemiştim. Her ne kadar ailenin emektarı da olsa, aileden biri sayılmazdı. Ani bir öfkeyle geri dönüp, "Cemal Efendi bizi bir süre yalnız bıra kabilir misin?" diye terslendim. Yaşlı adam ilk defa bana umursamadan babama baktı. Fa kat beni asıl şaşırtan şey babamın müdahalesi oldu. "Hayır. O da burada kalsın. Ondan ayrım gayrım yok. O yaşanan her şeyi bilir zaten. Bu konuşmaya onun da şahit olma sını istiyorum." Sesimi çıkarmadım.. Ama içimde garip bir burukluk his settim. Anladığım kadarıyla ailenin asli unsuru olan benim bil mediğim bazı sırlara, demek babamın hizmetkârı vakıftı, hem de yıllardır. Bu da bir anlamda Cemal Efendi'nin babamın iş lediği cinayete yataklık etmesiydi. Ben bir hukukçu değildim, böyle olaylara pek aklım ermezdi, ama bildiğim kadarıyla bir cinayeti ve onun faüini bilen kişinin de polise ihbar etmemesi sorumluluğunu gerektirirdi. Fakat Cemal Efendi'nin bunu asla yapmayacağını biliyordum, zira ben kendimi bildim bileli yaşlı hizmetkâr babamın hizmetindeydi. Hatta işin aslına bakılırsa aileye girişi benden de eskiydi, başka bir ifadeyle artık o Akyol ailesinin bir rüknüydü. Çaresiz bu gerçeği kabul etmek zorun daydım. "İşlediğin cinayetten onun da haberi var mıydı?" diye sor dum babama. Ama o sırada bakışlarım hâlâ yaşlı hizmetkâra
285
Mehmetcan
çevrikti. Cemal Efendi utanmış gibi nazarlarını benden kaçırdı. Belki de çok saygı duyduğu babamla böyle konuşmamı tasvip etmiyordu. Ne de olsa sualimde ağır bir suçlama yatıyordu. "Evet, o her şeyi bilir," dedi peder. Bu arada minnet dolu gözleri nemlenmiş olarak emektarına çevrilmişti. Kısa bir an bakıştılar. Cemal Efendi'den hiç ses çık mamıştı. "Lütfen devam et baba," diyebildim boğuk bir sesle. Babam ise gayet soğukkanlı bir eda ile bana dönüp mırıl dandı. "Asıl sen söyle bakalım," dedi. "Bu kâbusları ne zaman görmeye başladın? " Ona tüm yaşadıklarımı birer birer ve tarih sırasına uya rak anlatmaya çalıştım. Doğrusunu söylemek gerekirse müthiş zorlanıyordum. Kafam hâlâ karmakarışıktı. Hatırlayamadığım anılarımın geriye dönüşü düşler vasıtasıyla olduğu için olduk ça tutarsızlıklar vardı haliyle. Babam büyük bir şaşkınlıkla beni dinliyordu. Son noktayı koyunca soru sorma sırasının bana geldiğini anlamıştım artık. "Şimdi söyle bakalım," dedim. "Düşlerimde bir türlü yüzü nü göremediğim o adam kimdi?" Babam derin bir nefes aldı. Bana açıklama yaparken her halinden zorlandığını sezin liyordum. Bir hayli düşündü, sanki açıklayacağı şeyleri zihin süzgecinden geçirir gibi bir süre sessizliğini korudu. Sonunda, "Tahmin edemiyor musun?" diye fısıldadı. "Şinasi Sarıkaya mıydı?" Babam kısık bir sesle, "Evet," diye mırıldandı. "Onun bir işçin olduğunu söylemiştin bana. Yalan mıy dı?" "Hayır. Duvarcı ustamdı. Çok da becerikli ve işinin ehli biriydi."
286
Mehmetcan Yadırgayarak babamı süzdüm.
Ama o öylesine dalmıştı ki, bakışlarımın farkına bile var
madı. Gözlerini sabit bir noktaya dikmiş geçmişine dönmüştü. Artık soru sormama bile gerek yoktu. Geçmişin bütün karanlık noktalarını birer birer aydınlatmaya hazırlanıyordu. "Çok çalışkandı. Yıllar önce göçmen olarak gelmişti mem lekete. Sarışın, uzun boylu, yakışıklı bir adamdı. Yavaş yavaş yanımda sivrilmiş, inşaatlarımda sağ kolum olmaya başlamıştı. Ona çok güveniyordum. Sık sık evime de gelmeye başlamıştı. Tabii bu geliş gidişleri tamamen işlerimizle ilgiliydi. Annenle de o sıralarda karşılaşmışlardı. Ayşe'nin yanımda çalışan bir usta başına ilgi duyabileceği aklımın köşesinden bile geçmemiş ti. Ama bir gün köşkün bahçesinde onları yan yana otururken görünce aklıma ilk kuşku tohumları düştü. Çok iyi hatırlıyo rum; bunu düşündüğüm için kendimden utanmıştım. Filhakika o zamana kadar fikir ayrılıkları, değer yargılarımızdaki farklar nedeniyle annenle sık sık tartışırdık ama aramıza o güne kadar başka biri girmemişti. Önceleri aralarında bir ilişki olabileceği ne hiç ihtimal vermemiştim. Yan yana oturmalarının üzerinde de fazla durmadım, alt tarafı bir yaz günü bahçedeki hasır kol tuklar üzerinde yapılmış bir sohbetti bu. Fakat daha sonraları Şinasi sık sık bizim köşke uğramaya başlamıştı. Adeta gelmek için vesileler yaratıyordu. Dikkatimi çeken bir başka nokta da, annen işimle hiç ilgilenmediği halde, Şinasi'nin her uğrayışında, hemen yanımıza geliyor, işveli cilveli tavırlar takınıyordu. Ben ise bu ihtimali aklımdan savmaya çalışıyor, toplumda saygınlı ğı olan karımın yanımda çalışan bir usta basma ilgi duyacağına inanmak istemiyordum. Bu arada da elimde olmadan Şinasi'ye karşı birtakım kötü davranışlarda bulunmaya başlamıştım. Ge reksiz yere sertleşiyor, kalbini kıracak lâflar ediyordum. Nihayet bir gün şantiyede yanıma geldi. Benden ayrılmak, artık kendi basma inşaat yapmak istediğini söyledi. Buna âdeta sevinmiş tim, ondan kurtulmak, başımdan savmak için bir fırsat çıkmıştı.
287
Mehmetcan
Hayırlı olsun dedim. Fakat benden bir isteği vardı. Yapmayı
tasarladığı inşaat için sermayeye ihtiyaç duyuyordu ve bunu te min için Kurtköy civarındaki evini bana satmak istediğini söy ledi. Ona da babasından kalmıştı o ev. O tarihlerde Kurtköy bomboş ve ıssız bir yerdi, önce öyle bir yerdeki evi satın almaya yanaşmadım, hiç işime yaramazdı. Fakat bir zamanlar çok işime yarayan Şinasi'den yavaş yavaş soğumaya başlamıştım. Ani bir kararla evi satın almaya karar verdim. Ne de olsa inşaat işleriyle meşguldüm ve ilerde o yörenin değer de kazanacağını görmüş tüm." "Ve araziyi benim adıma satın aldın, değil mi?" Babam bir an durakladı. Konuşmaya başladıktan sonra ilk defa bakışlarını yüzüme çevirdi, fakat bunu nereden ve nasü öğrendiğimi sormadı. Sadece, "Evet," dedi. "Sonra?" diye mırıldandım. "Şinasi'nin evi mülkiyetimize geçmişti ama Şinasi çok he vesli göründüğü inşaat işine başlamak için yanımızdan ayrılma dı." "Neden?" Gözleri iyice kısılan babam boğuk bir iniltiyle tıslar gibi homurdandı. "Annen yüzünden. Annen bizden ayrılmasını istemiyordu. Şinasi'ye âşık olmuştu çünkü..." Şinasi denen adamı tanımıyor ve de hatırlamıyordum. Ama babamın bu itirafı beni iliklerime kadar dondurmuştu. Haya limde yaşattığım annemin öyle sıradan bir adama âşık olması mantığıma ters düşüyordu. O an birden Derya'nın sözleri ak lıma geldi. Kadın denen yaratığın hiç belli olmadığını, bazen en olmayacak çılgınlıkları yapabileceğini söylemişti bana. Gayri ihtiyari gözlerimin önünde annemin hayali canlandı. Ve o za man ilk çocukluk yıllarım hariç onu yeterince tanımadığımı anlar gibi oldum, ilk okul yıllarım zaten hafızamdan silinmişti,
288
Mehmetcan
beni yatılı olarak verdikleri Galatasaray mektebindeki devrede de evden uzak yaşıyordum. Kanserden öldüğünde de orta oku lun son sınıfındaydım. O dönem hafızamda berraktı ve annemle ilişkilerimin hiç de normal olmadığını şimdi daha iyi kavrar gi biydim. O hadise patlak verinceye kadarki eski ana-oğul içtenli ğimiz sonradan yok olup gitmişti. Aklıma gelen soruyu babama tevcih ettim. "Annem âşığının ölümünden sonra mı üzüntüden kansere yakalandı?" ''Bunu bilemem. Ama o hadiseden sonra aramız hiç düzel medi. Üzüntünün kansere sebep olup olmayacağı hakkında bir fikrim yok, ama mümkündür. Zira annen kısa bir süre sonra o illetin pençesine düştü." "Aşığını öldürdüğün içinde seni hiç affetmedi, öyle mi?" Babam başını salladı. "Evet, aynen öyle." Anlatılanları bir türlü kabul etmek istemiyordum. "Seni hiç anlamıyorum, baba," diye homurdandım. "Ne den boşanma cihetine gitmedin de elini kana buladın? Herhal de şu dünyada ihanet yüzünden boşanan çift ilk siz olmayacak tınız. Neden bunun daha medeni bir çaresi varken, öfkene esir oldun?" Yaşlı adam bir an durakladı. "Bu suali sormakta haklısın. Daha sonraları o cinayeti işle diğim için zaman zaman bende pişmanlığa kapılmışımdır. Belki o esnada sinirlerime hakim olabilsem bu elem verici sonuçlar doğmazdı. Ama oldu bir kere." Şimdi aklıma daha başka sualler üşüşüyordu. "Peki bu cinayeti nasıl gizledin? Şinasi'nin cesedini nasıl yok ettin? " Babam tekrar Cemal Efendi ile bakıştı. "Sadık dostum Cemal'den yardım istedim. Zaten o da an nenle Şinasi arasındaki ilişkiden şüpheleniyormuş. Hadiseyi
289
Mehmetcan
öğrenince hiç şaşmadı. Cinayet gecesi arabamla cesedi yazlık
köşke taşıdık kimse görmeden." "Köşke mi?" diye sordum hayretle. "Ne geçiyordu aklı nızdan? Cesedi oraya taşımakla ne elde edeceğinizi düşündü nüz?" Babam bir kere daha içini çekti. "Köşkteki yangın elektrik kontağından çıkmadı. Orayı Cemal'le biz kundakladık." "Ne?" "Evet. Evimi kendim yaktım. Şinasi'nin cesedini de köşkün gece bekçisi olan Bedri Karaman diye bildirdik polise ve itfai yecilere. " "Dur bir dakika," dedim. "Köşkte Bedri diye bir gece bek çisi var mıydı gerçekte?" "Vardı tabii. Onu hatırlamıyor musun?" Başımı olumsuzca iki yana salladım. "Hayır hatırlamıyorum." "Benim yanımda çalışan kimsesiz bir ameleydi. Karslı. iyi bir insandı. Aynı gece eline yüklü bir para sıkıştırıp bir daha dönmemek üzere memleketine yolladım. Şinasi'nin cesedi de yangında kesinlikle teşhis edilemeyecek şekilde yanmıştı. Polis ifademize itibar ederek ölenin gece bekçisi Bedri Karaman ol duğunu sandı. Kimse bu konuda yalan beyanda bulunacağımızı düşünmedi bile." Tüylerim diken diken olmuştu. Bu düpedüz planlanıp programlanmış kasten adam öldürmeydi. Hem yalnız babam değil Cemal Efendi de suça iştirak etmişlerdi. Bunun cezası or taya çıksaydı o zamanki yasalara göre düpedüz idamdı. Ne diyeceğimi bilemiyordum artık. Gerçekleri öğrenmek beni perişan etmişti. Omuzlarım düş tü, boğazım kurudu. O sırada Cemal Efendinin önüme uzattığı bir bardak suyu kana kana içtim. Fakat beynimdeki sualler tam açıklık kazanmamıştı. Yeniden babama döndüm.
290
Mehmetcan "Sana bir sualim daha var," dedim. "Sor, oğlum," dedi. "Neden? Neden benden o lanet evin tamirini istedin? Bun dan maksadın neydi? Otuz küsur sene evvel öldürdüğün bir adamın evini tamir sözü verdiğini bahane ederek seni ziyarete geldiği yalanını uydurdun bana? " Bu sorum babamı oldukça rahatsız etmeye başlamıştı sanı rım. Tekerlekli sandalyesinde huzursuzca kıpırdandı bir süre. Konuşmaya başladığında sesi her zamankinden daha titrek çık mıştı. "Aslında ok yaydan çıktı bir kere. Bunu sana söylememem lâzım çünkü Derya'ya söz verdim ama..." Sözünü ağzına tıkadım. "Derya'ya mı? Onun ne alâkası bu işle?" "Onu sakın küçümseme. Son derece basiretli ve olgun bir kız. Allah inşallah bana nasip etmediği mutluluğu senin onunla bulmanı sağlar." "Dur baba, dur. Anlamak istiyorum. Bu anlattıklarını Der ya biliyor mu?" "Hayır. O meselenin iç yüzünü hiç bilmiyor." "O halde?" "Ben, Derya ile onu buraya tanıştırmak için getirdiğin ge ceden evvel tanıştım." Şaşkınlıkla sordum. "Nasıl?" Peder fütursuzca cevap verdi. "Beni ziyarete geldi." "Ne sebeple?" "Gördüğün kabuslarla ilgili olarak." "Kâbuslarımla mı? Senden ne öğrenmeyi umuyordu ki?" "Karşılığı çok basit değil mi? Geçirdiğin travmayı baban sıfatıyla benden iyi kim bilebilirdi ki? Derya zeki bir kız ve gör düğün düşlerin çocukluğunda atlattığın bir travmadan kaynak landığını çok iyi anlamış."
291
Mehmetcan "Ona ne söyledin?"
Babam yine birkaç saniye düşündü. " Hiçbir şey. Ama ben Derya'ya gördüğün kâbusların mahi yetini sorunca, anlattıklarından yavaş yavaş çocukluk andarının avdet ettiğini anladım. Burada asıl yardım edilmesi icap eden kişi sendin. Onun üzerine sana telefon ederek buraya çağırdım. Şinasi Sarıkaya'dan bahsettim. Dikkatle seni inceliyordum ama o isim sana hiçbir şey ifade etmemişti. O zaman anılarının tama mıyla berraklaşmadığmı anladım. Fakat asd yanılgıya Cemal'e gece bekçisi Bedri Karaman'dan bahsettiğin zaman düştük. Çünkü onun ismini hatırlaman âdeta imkânsızdı. O zaman bazı endişelere kapıldım." "Ne gibi?" "Cinayet gecesini ve Şinasi'yi öldürdüğümü anımsadığını düşündüm." Babam süngüsü düşmüş gibi başını önüne eğdi. Güç duyulur bir sesle fısıldadı. "Yanılmamışım da..." Artık söyleyecek bir şey bulamıyordum...
292
Mehmetcan t^ARAP kadehlerimizi tokuşturduk. Derya'nın gözleri mutluluktan parıldryordu. Sıhhatimin düzelmesi, yirmi günden beri tek bir kâbus görmemem, normal yaşanüma yeniden dön mem onu da huzura kavuşturmuş, rahatlatmıştı. Seçkin insanla rın devam ettiği rahat bir mekânda akşam yemeği yiyorduk. Her şey kusursuzdu. Loş ve ılık bir ortam, insanı rahatsız etmeyen hafif bir müzik, lezzetli yemekler, Fransız şarabı ve birbirimize olan tutkulu sevgimiz. Gençtik, ikimiz de iyi para kazanıyorduk ve sıhhatliydik. Kısaca mutlu olmamız için gereken bütün şart lar oluşmuştu. Babamı o günden sonra bir daha görmemiştim, aradan uzunca bir zaman geçmişti ama ona kırgın veya küskün değil dim. Hatta bunu kendisine hissettirmek için her gün telefonla arıyordum. Fakat itiraf etmeliyim ki, yüreğimin tâ derinliklerin de bir yerde ifadede zorlandığım bir hüzün vardı. Her zaman gurur duyup, iftihar ettiğim ailemin geçmişinde artık kara bir leke vardı. Ortaya çıkan dramatik tabloyu, bütün utanç veren
293
Mehmetcan
yanlarına rağmen, hayatımı birleştireceğim sevgilimden saklayamazdım ve yaşanılan tüm gerçeği Derya'ya anlatmıştım. Za ten Derya ile uzun uzun babamın bir cinayet işlediği ihtimalini tartışmıştık; bu nedenle ortaya çıkan hakikat sevgilimi üzmekle beraber pek şaşırtmadı. En azından bunu bana hissettirmemeye gayret etti. Netice olarak, başkalarının eyleminden -velev ki çok yakınımız bile olsa- biz sorumlu tutulamazdık. Yine de konu nun beni yaraladığını rahatlıkla anlayacak kadar zeki bir kızdı Derya. Nitekim sadece birkaç gün meselenin üzerinde durmuş ve olayın etkisinden kurtulmama yardımcı olmak üzere bir daha asla o konuya dönmemişti. Gösterdiği anlayışa müteşekkirdim doğrusu. Sıra tatlılarımıza geldiğinde Derya ilk defa dolaylı bir şekil de konuya temas etti. "Babanı ne zaman ziyarete gideceğiz?" diye sordu. ilk defa biraz irkilir gibi oldum. Şunu kabul etmeliydim ki, her gün babamı telefonla aramama rağmen, bir türlü evine gidemiyordum. Yüz yüze gelip karşılaşmaktan beni alıkoyan bir sıkıntı, kaçınma, tedirginlik vardı. Yaşanan bunca şeyi öğren dikten sonra onunla sıcak temasa geçip, sanki hiçbir şey olma mış gibi davranmak bana zor geliyordu. "Bir ara uğrarız," diye geçiştirmek istedim. Her şeyden önce kendimi ikinci bir karşılaşmaya hazır his setmek istiyordum. "Dün annem telefonda sordu," diye mırıldandı Derya. "Neyi?" "Burhan beyle ne zaman tanışacağını." "Kolay," dedim. "Babamı arar, geleceğimizi bildiririm." Ama içimde garip bir ürperme hissetmiştim. "Önce ikimiz bir gitsek," dedi sevgilim. "Neden?" Derya o tatlı mavi gözleriyle dikkatle yüzüme baktı. "Sen babanla karşılaşmaya hazır mısın?"
294
Mehmetcan "Tabii, neden olmayım ki?"
Şarap kadehindeki son damlayı içen Derya merakla beni
süzdü. "Emin misin?" "Neden böyle bir sual soruyorsun?" Kaçamak bir eda ile de olsa aklından geçeni söyledi sevgi lim. "Yapma Murat. O günden sonra bir daha babana gitmedi ğini biliyorum. Geçmişini hatırlamak, hiç beklemediğin bir so nuçla karşılaşmak senin hassas ruhunda bir yıkım yarattı. Bunu gizlemeye hiç kalkışma. Yeniden karşılaştığınızda birbirinize nasıl davranacağınızı henüz kestiremiyorum. O günden sonra babana mesafeli davrandığını görüyorum." Birkaç saniye düşündüm. Bu iddia doğruydu. İçimde kelimelere vuramadığım bir eziklik vardı. Her ne olursa olsun, cinayeti haklı kılacak bir se bebi kabullenemiyordum bir türlü. Fakat bunu kendime bile açıklamakta müşkülat çekiyordum. İçtenlikle mırıldandım sevgilime. "Hayır hayatım, düşündüğün gibi değü. Ne olursa olsun, o benim babam. Ona kırgın filan değilim. Olsa olsa hadiseyi kabullenmekte hâlâ biraz zorlanıyorum. Çok trajik bir olay." Her zaman ki gibi Derya fazla ısrar etmedi. Konuyu birden değiştirdi. "Beni çok seviyor musun?" dedi. "Keşke bunu en mükemmel şekilde ifadede edecek kelime ler dağarcığımda olsa," diye mukabelede bulundum. Gülümsedi. "Yine de bir dene. En mükemmeli olmasa bile yüreğimi titretecek romantik sözler bulup çıkaracağına eminim." Uzanıp masanın üzerindeki ince uzun parmaklı elini kavra yarak hayranlığımı en veciz şekilde ifade edecek şekilde gözleri nin içine baktım. Bir kere daha içtenlikle gülümsedi.
295
Mehmetcan
"Kelimelere ne hacet? Bakışların her şeyi ifade ediyor za
ten \ n diye fısddadı...
Eve döndüğümüzde saat tam gece yarısıydı. Kapının kilidi ni açıp içeriye girmesi için Derya'ya yol verdiğimde gözlerinde yine o çapkın ve istek dolu bakışları yakaladım. Zevk aldığı, ru hunsun hoşlandığı, havaya girdiği her akşamda olduğu gibi yine ateşli bir şekilde sevişmeye hazırdı. Işıkları yakıp doğru yatak odasına yürüdük. ' Derya soyunurken keyifle yatağın kenarına ilişip seyre baş ladım- Cinsellik bazı kadınların hilkatinde, naturasında bulu nurdu; Derya da o kategoridendi. Bazı akşamlar yorgun argın gelip, seksi hiç düşünmediğim anlarda bile, onu soyunurken seyrfctmeye bayılırdım. Bambaşka bir ahengi vardı; çoğu zaman düşünmüşümdür de, acaba ben mi fazla arzu duyuyorum, o ne denle mi bana çok cazip geliyor, diye. Ama vardığım hüküm bu niteliğinin Allah vergisi olduğunda noktalanmıştı. Bana göz kırparken fısıldadı. "Hadi, sen de soyun. Dişleri mi firçalayıp hemen döneceğim." Önu soyunurken seyretmekten çok hoşlandığımı bilirdi tabii. Beni sevişmeye hazırlamak ister gibi ağır ağır soyunmaya başlamıştı. Önce uzun topuklu ayakkabılarını ayağmdan çıkarıp fırlattı. Bluzunun düğmelerini çözüp sırtından çıkardı. Başka zaman olsa alışkanlığı ile bir yere asacağına fırlatıp atardı. Ama çıplaklığını rahat seyretmem için dönüp gardırobun kapısını açtı ve itina ile bluzu askıya geçirdi. Sonra yeniden bana dönüp etekliğini çıkardı. Genellikle jartiyer kullanmazdı ama bu akşam uzunj ve biçimli bacaklarını saran siyah dantel çorabının jarti yerle^ külotuna bağlandığını gördüm. Iç çamaşırları da siyahtı ve karşımdaki manzara karşısında hemen tahrik olmuştum. Duyduğum heyecanı hissederek banyoya doğru ilerledi. Arkasından bakakaldım.
296
Mehmetcan
Adım atışları sırasında kalçalarının ahengi değme profesyo
nellere taş çıkartacak kadar mahiraneydi. "Merak etme, fazla oyalanmam," diye gülümsemişti. Sevdiği erkeğin yüreğini hoplatan her kadın gibi mağrur ve kendinden emin adımlarla odadan çıktı. Oturduğum yatağın ke narından ayağa fırladım, aceleyle önce ceketimi sonra kravatımı çıkardım. Gömleğimin düğmelerini çözerken gözüm koltuğun üzerine bıraktığım ceketimin iç cebinden sarkan zarfa takıldı. Bugün çalıştığım bankalardan birinden aldığım bir mektuptu bu. Yarın ortağım Behzat'a verecektim. Unutmamak için zarfı ceketimin cebinden alıp çalışma odama götürdüm. Odanın ışığını yakıp zarfı çalışma masamın üzerine bırak maktı niyetim. Yarın çantama koyup şantiyeye götürecektim. Zarfı yerine bırakıp tam odadan çıkmaya hazırlanırken, ne dendir bilinmez gözüme yıllardır sakladığım o mukavva kutu çarptı. İçinde annemin eski resimlerinin ve iplerin bulunduğu şu meşhur kutu... Bir an yerimde durakladım. Vücudum kaskatı kesilmişti. Ne olduğunu anlamıyordum. Tıpkı geçirdiğim eski nöbetler gibi az sonra titremeye başla mıştım. Artık o nöbetleri yeniden yaşamam için ortada hiçbir neden yoktu. Çocukluk yıllarımla ilgili hafıza kaybım bitmemiş miydi? Şu halde ne oluyordu bana? Titrememin bütün vücuduma yayddığını görüyordum. Her zaman olduğu gibi başım zonklamaya, kulaklarımda uğultular işitmeye başlamıştım yeniden. Bir yere tutunmak gereği duy dum. O kutuyu yeniden görmek bütün dengelerimi bozmuştu. Ama neden? Babamm itirafından sonra bir akşam çalışma odamda Der ya ile yeniden o kutuyu açmış, içindeki resimleri birer birer in celemiş, hatta sevgilime tarihler vererek fotoğrafların çekildiği, olacaklardan habersiz geçirdiğim o mesut günlerin anılarını bile anlatmıştım. O sırada hiç bu titremelere kapılmış, beni korku-
297
Mehmetcan
tan bu tür bir duruma düşmemiştim. Oysa beynimdeki bir şey beni zorluyordu şimdi...
Tutuna tutuna kutuya yaklaştım. Ürkerek kapağını kaldırdım. Resimler aynı şekilde onları son bıraktığımız şekilde yerli yerinde duruyorlardı. Beni korku tan şey resimler olamazdı... Parmaklarım kutuya daldı. Kesik iplerden birini alıp kutudan çıkardım. Gözlerim dehşetle ipe takdmıştı...
O sırada evin içinde derin bir sessizlik hüküm sürüyordu. Hatta öyle ki banyoda dişlerini fırçalayan sevgilimin musluk tan akıttığı suyun sesini bile duyuyordum. Duyduğum ikinci ses kalbimin güm güm atışlarıydı. Neredeyse nefesim kesilecekti. Bu tür nöbetleri daha evvel de yaşadığım için alışık sayılır dım; ne var ki bu kez yüreğimin tâ derinliklerinde muazzam bir acı çekiyordum. Hafızam bir kere daha bulanıklaşmış ve yolun da gitmeyen bir durumun sinyallerini bana vermeye başlamıştı. Musluktan akan sesin kesildiğini duydum. Sonra da o derin sessizlik içinde banyo kapısının açıldığını... Derya banyodan çıkmış olmalıydı. Ama ben yerimden kımıldayamıyordum. Bulunduğum yere çakılmıştım âdeta. Az sonra yatak odasından Derya'nın sesi aksetti. "Murat? Neredesin?" Sevgilim beni arıyordu. Soyunma şovunun son bölümünü oynayacaktı ama onu her zaman takdir ve hayranlıkla seyreden seyircisini yerinde bulamamıştı. Bunları duyuyor, fakat gözleri mi elimde tuttuğum ipten alamıyordum. Derya birden çalışma odamın kapısında belirdi. Önce, "Niye hâlâ soyunmadın?" diye sitemkâr bir sesle sordu. Sonra
298
Mehmetcan
halimdeki anormalliği sezinleyerek endişeyle yüzüme bakmaya başladı. "Ne yapıyorsun burada? Neden o kutuyu açtın?" diye mırıldandı. Ona cevap veremiyordum. Kafam karmakarışıktı... "Bu ipler," diyebildim sadece. "Babam bunlan açıklamadı." "Ne?" Şaşkın şaşkın yüzüme bakmaya devam ediyordu sevgilim. "Evet," diyebüdim güçlükle. "Babam her şeyi açıklamadı." "Ne diyorsun sen? Neyi açıklamadı?" "Lütfen giyin," diye inledim. "Giyineyim mi? Niçin?" "Suadiye'ye, babama gidiyoruz." Derya'nın gözleri irileşmişti. "Oynattın mı sen Murat? Saatten haberin var mı? Gece ya rısı adamcağızın evinde ne işimiz olabilir? Sabah ola, hayır ola. Aklına bir şey takıîdıysa yarın gideriz." "Hayır," diye mırıldandım. "Şimdi gitmeliyiz. Bu mesele daha fazla bekleyemez." Derya kuşkulu bir şekilde bana bakıyordu. Kararlı halim den biraz da ürkmüş gibiydi. "Yeni bir şeyler mi hatırladın yoksa?" "Sanırım öyle. Sen giyinmeye başla. Benim araba kullana cak halim yok." Biraz daha direnmek istedi sevgilim. "Aklına takılan her neyse, bunu telefon ederek halledemez misin şimdi?" "istersen sen kal. Ben bir taksiye atlayarak da gidebilirim. Hem belki böylesi daha da hayırlı olur." Elimdeki ipi tekrar mukavva kutuya koyarak titreyen elle rimle kutuyu masanın üzerinden aldığımı görünce hemen ho murdandı. "Peki. istediğin gibi olsun. Geliyorum. Bir dakika bekle beni."
299
Mehmetcan
Derya giyinmek için hızla çalışma odasından çıktı. Her ya
nım titremeye devam ediyordu. Kutuyu düşürmekten korkarak sarsak adımlarla arkasından yürüdüm. Gömleğimin üstüne ka lın anorağımı geçirerek daire kapısının önünde sevgüimi bekle meye başladım. Sanki bambaşka bir âlemdeydim. Kanımca yeni bir nöbet geçirmediğim belliydi. Uğradığım şaşkınlık sadece artık gerçekleri kavramamdan üeri geliyordu. Geçmişin bütün hüzün veren gölgeli yanları artık aydınlığa kavuşmuştu. Derya umduğumdan da çabuk hazırlanarak yanıma gelmiş ti. Artık beni bu ziyaretten vazgeçirmek için konuşmuyor, ağ zından tek kelime çıkmıyordu. Ama endişeli hali çok açıktı.
Onun arabasına bindik ve evimin altındaki kapalı garajdan çıktık. Derya'nın yanında mukavva kutu kucağımda gayet sessiz oturuyordum. Aşırı sessizliğim ve içime kapanık halim sevgili mi de ziyadesiyle germiş olmalıydı. Arada sırada başını çevirip bana kısa bir an bakıyor, sonra nazarlarını tekrar yola çeviriyor du. Bir süre yol aldıktan sonra nihayet dayanamayıp konuştu. "Ne olduğunu hâlâ bana anlatmayacak mısın?" diye kina yede bulundu. Beynim hatırladığım olaylarla öylesine sarsılmıştı, ilk defa acı bir tebessümle ona karşılık verdim. "Haklıydın," dedim. "Dediğin gibi rüyalar belki şuuraltı mızın uyarıcı tezahürleri olabilir, ama kesinkes gerçeklerin birer aynası değillermiş. Oysa ben kâbuslarımın hep gerçeği aksettir diğini düşünmüştüm." Derya'nın suratı asıldı. Alay eder gibi homurdandı. "Teşekkür ederim. Bu cümlen fevkaladeydi. Her şeyi bana açıklıyor." Hiç oralı olmadım. Ona bir açıklama yapacak halde değildim.
300
Mehmetcan
"Sen lütfen arabayı sürmeye devam et," dedim. Once ses
etmedi ama sonra merakına yenik düştü ve birden patladı. "Bana bir açıklama yapmak zorundasın. Yakın bir tarihte senin resmen karın olacağım, hani birbirimizden bir şey saklamayacaktık, neden konuşmuyorsun? Ne olup bittiğini benimde anlamak hakkım değil mi?" "Hakkın hayatım," dedim. "Bu gece asıl gerçeği kavradım. Ama bunu babamın ağzından duymak istiyorum." Derya öfkeyle homurdandı. "Duyacağını duydun ya! Adamcağız sana bütün olup bite ni itiraf etti. Daha ne istiyorsun?" "Hayır, Derya. Babam yalan söyledi." "Yalan mı? Ne yalanı?" "Şinasi Sarıkaya'yı babam öldürmedi." Sevgilim bir kere daha hayretle dönüp bana bakmıştı. "Kim öldürdü peki?" diye sordu titrek bir sesle. Bunu açıklamak benim için çok zordu. Ama başka çarem de kalmamıştı. "Ben," dedim. "Şinasi Sarıkaya'nın katili bendim."
Derya arabanın fren pedalına köküne kadar bastırmıştı. Neyse ki ne önümüzde ne de arkamızda yakın araba yoktu. Yoksa bir trafik kazası kaçınılmaz olurdu. Sevgilim uğradığı şoku henüz üzerinden atamamıştı. Bilinçsiz nazarlarla gözleri irileşmiş, tam bir şaşkınlık içinde beni süzüyordu. "Sen mi?" diye kekeledi. "Evet, hayatım," dedim. "Az evvel evde gözümdeki son sis perdesi de kalktı. O günü bütün gerçekliği ile olduğu gibi ha tırladım. Yüzünü kâbuslarımda göremediğim adamm ensesine hançeri saplayan bendim. Ne yazık ki acı gerçek bu." Derya donup kalmıştı. Arabayı yeniden çalıştıramayıp öylece donuk nazarlarla yü-
301
Mehmetcan
züme bakıyordu. Hareketsizlikten çabucak sıkılmıştım. Sanki sevdiğim kadını itirafımla donduran ben değilmişim gibi mırıl dandım. "Arabayı kullanamayacak gibiysen, direksiyona ben geçe yim," dedim. Hâlâ aval aval yüzüme bakmaya devam ediyordu. O an ak lından neler geçirdiğini bilmiyordum, ama genelde soğukkan lı bir insan olan Derya birden gülümsemeye başladı. Uğradığı şoktan sonra gülümsemesini hiç beklemiyordum. Hatta gülüm semesi az sonra kahkahaya dönüşmüştü. "Bu söylediğine inanmıyorum. Benle dalga geçiyorsun," dedi. "Hayır, çok ciddiyim. O adamı ben öldürdüm." Sevgilim birden gülmeyi bıraktı. "Fakat bu imkânsız. Yedi sekiz yaşındaki bir çocuk, erişkin, iri yarı bir adamı nasıl öldürebilir, bunu aklın kesiyor mu? " Sadece farların aydınlattığı yola bakıyordum, Derya bir kere daha söylendi sertçe. "Bak, neyin peşinde olduğunu bilmiyorum. Ama bu söyle diğin çok komik ve hiç inandırıcı değil. Şayet bu bir tür şaka ise, inan çok kızacağım. Nefis bir geceyi berbat ettin." Ona cevap vermedim. O gün gözlerimin önünde bir daha canlanıyordu, hem de bütün berraklığıyla.
O lânetli eve girmiş merdivenleri tırmanıyordum. Sadece meraktan. Bir an önce annemi görmek istiyordum. Ona sıkıldığımı ve dönmek istediğimi söyleyecektim. Seslerin geldiği odanın önüne gelince bir an durakladım. Annem
bir erkekle konuşuyordu.
Buna tam bir konuşma da denmezdi. Arada sırada kelimeler ağızlarından çıkıyorsa da daha ziyade inlemeler, zevk fısıldamala
rı
Mehmetcan rı söz konusuydu. Baştmt içeriye uzattım. O ana kadar bir kadınla erkeğin nasıl seviştikleri hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Ama her ikisinin de çıplaklıkları ruhumda birden derin bir yara açmış tı. Annemin yaptıklarının ahlâka aykırı bir şey olduğunu çocuk beynim bile idrak etmişti.
Hatırladıklarım, yıllar sonra gördüğüm kâbuslarımla örtüşüyordu. Oda bomboştu. Sadece kalın bir tahta masa vardı. Ve annem yüzü koyun masanın üzerine yatmıştı. Elleri ayakları masaya bağ lıydı. Dehşet içinde dona kalmıştım. O zaman annemin inlemelerinin zevk mırıltıları olmadığını, adama yalvardığını anlamıştım. "Yapma, yalvarırım yapma Şina si," diyordu. Suratsız adam ise kendinden emin bir şekilde homurdanıyordu. "Uzatma, Ayşe... Bekle. Sana değişik zevkler tattıracağım. Çok hoşuna gidecek." "Hayır, istemiyorum. Olmaz. Nereden aklına geldi bu. Ço cuğum dışarıda, beni merak edip içeriye girebilir ya da seslenir. Çöz beni." "Olmaz."
Bütün bu konuşmalar otuz üç sene öncesi işittiğim kadar net kulaklarımda uğulduyordu. Aynen ve kelimesi kelimesine. O an duyduğum nefreti işitir gibi bir daha titreyerek yaşa dım. Sanırım o kısa titrememi Derya arabayı sürerken bile fark edip bana bakmıştı. Tekrar, "îyi misin?" diye sordu. Ağzımdan tek kelime çıkmadı. Hiç de iyi değildim. ***
303
Mehmetcan
Ne annem, ne de Şinasi denen namussuz kapının önünde dikildiğimi görmemişlerdi. O herif anneme kötülük yapıyordu, idrak ettiğim tek gerçek buydu. Çağırmamak için kendimi güç tutuyordum. Adam yere dizlerinin üzerine çömelmiş annemin masaya bağlı bacaklarını öpüp yalıyordu. O kötü adam da çırılçıplaktı... Utancım, çaresizliğim ve nefretim birbirine düğümlenmişti. Kapının eşiğinde öylece kalakalmıştım. Tam o sırada göz lerim yan tarafta yerdeki tahta zemin üzerinde parıldayan ince hançere takıldı. Herhalde o iblis işini bitirip, zevkini aldıktan sonra annemi bağladığı ipleri çözmek için kullanacaktı. Belki de o silahı korkutmak, annemi istemediği bir duruma sokmak için tehdit vasıtası olarak kullanmıştı. Bunları uzun uzun düşünecek halde değildim . Bir şeyler yapmak, annemi bu durumdan kurtarmak zorun daydım. Çocuk kafamla hemen karar verdim. Olacaklara seyirci kala mazdım. Mutlaka bir şeyler yapmak zorundaydım. Yerde duran hançer benim için bir umuttu. Hızla ileriye atıldım. Şinasi çıkardığım ayak seslerini duymuştu. Ama kendini kaptırdığı zevk selinden ayılıp başını çevirinceye kadar yerdeki hançeri kapmıştım. Dizlerinin üzerinde geriye dönmüş beni gö rünce sırıtmaya başlamıştı. Artık yüzü meydandaydı... Yüzsüz adam nihayet gerçek çehresiyle ortaya çıkmıştı. Bu suratı hatırlıyordum... Uğradığım panik, yaşımın verdiği korku, utanç şuursuz sal dırıma engel olamamıştı. Kabzasından iki elimle sıkı sıkıya tut tuğum hançeri yaşımın müsaade ettiği güçle adama sapladım. Bu tamamen bilinçsiz bir saldırıydı. Neresinden vurduğumu bile bil miyordum. Adamın boğuk çığlığını duydum sadece. Muhtemelen sadece beni görmüş ama elimdeki hançeri fark
304
Mehmetcan etmemiş olabilirdi. du.
Adamın boynu
başlamıştı.
Belki de benden böyle bir saldın beklemiyor ile ensesi arasından oluk gibi kan akmaya
Dizleri üzerinde kıvrıldı sonra kütük gibi tahtaların
üzerinde kıvrıldı kaldı.
Ölümü o kadar kolay olmamıştı ama vü
cudu ihtilaçlar içinde kıvranıyor, de
kolları ve bacakları tikler halin
atıyordu. Annem
ise çığlıklar atıyordu.
Bir ara Derya'nın sesini işitir gibi oldum. "Murat, cevap ver, iyi misin?" diyordu. Geçmişle hal arasında gidip geliyordum âdeta. Ne söyleye bilirdim ki sevgilime? Kırk yıllık hayatım bu gece bir balon gibi sönmüş, her şey mahvolmuştu. Çocukluk yıllarımdaki travmaya sebep olan hadise bu gece bütün çıplaklığıyla geri dönmüş ve yaşantımı karartmıştı. Ben bir katildim. Çocukluğumda işlediğim bir cinayetin sorumluluğundan kurtulmak için cezai ehliyetimin olmaması filan hepsi hikâye idi. Mücadelem asıl şimdi kendimle başlıyordu. Bu cinayetin manevi ağırlığını hiçbir şekilde ruhumdan söküp atamazdım. Bu arada Derya arabayı yolun sağma çekmiş fakat motoru yeniden stop ettirmişti. Bana dönüp mırıldandı. "Hani rüyanda babanın o adamı öldürdüğünü görmüş tün?" dedi. "Doğru," diye fısıldadım. "Öyle görmüştüm. Ama rüyalara fazla itibar edilmeyeceğini, bunların şuuraltının bir aldatmacası olduğunu söyleyen de sen değil misin?" "Belki şimdi de yeni bir nöbet geçirdin? Hangisinin doğru olduğunu ne büiyorsun?" "Kendimizi aldatmayalım, Derya. Bu seferki bir kabus veya rüya değddi. Ben sadece otuz yıl evvel yaşadıklarımı hatırladım. Hepsi o kadar."
305
I
Mehmetcan
"Dur bakalım," diye söylendi Derya. "O zaman baban ci
nayeti işlediğini neden itiraf etti? Neden böyle bir suçu kabul lendi?" Artık sebebi tahmin ediyordum. Boğuk bir şekilde gülümsedim. "Tahmin edemiyor musun?" dedim. "Babam mükemmel bir insandır. Olası bir skandali ört bas etmek, yaşanan rezaleti gizlemek ve tabii en önemlisi de uğradığım travmanın izlerini silmek için suçu o üstlendi. Daha doğrusu, öyle olmuş. Zira bugüne kadar, o cinayeti işlediğim anı hiç hatırlayamamıştım. Sekiz yaşındaki bir çocuk için çok korkunç bir olaydı." Derya'nın hıçkırık sesi kulağıma çarptı. Sanırım ağlamaya başlamıştı. Başımı çevirip onun mavi gözlerini arabanın karanlığı içinde görmeye çalıştım. Bu olay ben de ikinci bir travma yaşatacak kadar vahimdi. Zira yalnız bir katü olduğumu hatırlamakla kalmamış, çok sevdiğim Derya ile de hayatımı birleştiremeyeceğimi anlamıştım artık. Çocuklu ğunda cinayet işlemiş biri ile evlenmesini istemek şansına sahip değildim. "Lütfen, arabayı sürmeye başla artık," dedim...
306
Mehmetcan c^ARMAĞIMI kapının zilinden çekmiyordum. Derya hü zünlü fakat sessiz bir şekÜde yanımda duruyordu. Olaylar hak kında konuşmayı kesmiş, ağzından tek kelime çıkmaz olmuştu. Nitekim babamın evine gelinceye kadar da tek kelime konuşmamıştı benimle. Onu anlamaya gayret ediyordum. Kendi açı sından o da haklıydı; büyük bir mutluluk içinde tanışıp seviştiği ve hayatını birleştirmek istediği adam son anda bir katil çıkmış tı. Şimdi bunun şokunu yaşaması gayet doğaldı. Belki de için için kendi talihsizliğine lanet ediyordu. Ondan ayrılmak benim için ikinci bir travma yaratabüirdi. Galiba gitmekten hep ka çındığım ruh doktorlarının kapısını asıl bundan aşındıracaktım. Onsuz bir hayatı düşünmek bile istemiyordum. Nihayet içerden Cemal Efendi'nin homurdanan sesini işit tim. Kendi kendine söylenip duruyordu. "Tamam tamam, geldim. Açıyorum şimdi... Allah Allah, bu saatte kim bizim kapımıza dayanabilir, yahu?" Önce çekilen sürgünün sonra da yuvasında dönen anahta-
307
Mehmetcan
nn kilitte çıkardığı sesi duydum. Aralanan kapıdan uyku mah
muru gözleriyle bir an gelenleri tanımak için yüzümüze baktı yaşlı hizmetkâr. Tedirgin ve hayret dolu bir sesle, "Hayrola kü çük bey? Şaşırttınız beni. Bu saatte ne işiniz var burada? Yoksa bir kaza filan mı geçirdiniz?" Adam haklıydı tabii. Saat bir buçuk, iki filan olmalıydı. "Babam uyuyor, değil mi?" diye sordum. Aslında Cemal Efendi'ye de minnettar olmalıydım. Mutlaka asıl gerçeği o da biliyordu. Gönlünü almak için endişeyle beni süzen adamcağı zın sırtını okşadım. Ama bu kez gözlerimin içine bakınca artık gerçeği hatırladığımı, her şeyi tüm çıplaklığıyla kavradığımı o da anladı. Soruma bile cevap verememişti. Doğru babamın yatak odasına doğru yürüdüm. Cemal Efendi de peşimden gelmişti. Babam baş ucundaki ufak gece lambası hep açık olarak uyurdu. Senelerdir bu böyleydi. Yatak ta büzülmüş uyuyan babama sanki onu son defa görecekmişim gibi hüzün ve tahassürle baktım. Odaya girişimizi duymamıştı henüz. Derya nezaket göstermiş, bizimle beraber yatak odasına girmemişti. Herhalde koridorda ayakta bekliyordu öylece. Yatağın kenarına yaklaşıp oturdum. Babam gözlerini açmıştı. Fakat gecenin o saatinde beni kar şısında görünce hiç de şaşkınlık belirtisi göstermeden yatağın içinde doğrulmaya çalıştı. Önce uzanıp gözlüklerini taktı. Sonra komodinin üzerinde duran ufak kaseden takma dişlerini alarak ağzına geçirdi. Derin bir soluk aldı. Konuşmadan yüzüme bakı yordu. Ben de hiç sesimi çıkarmadan sessizce onu süzüyordum. Bir süre öylece ağlamaklı nazarlarla bakıştık, ilk hamle benden geldi; sanki minnetimi ifade etmek ister gibi onu kucakladım. Galiba gözümden bir iki damla yaş akıyordu. O ise tam bir baba şefkatiyle sırtımı okşadı. "Demek nihayet gerçeği kavra dın, değil mi? Yoksa gecenin bu saatinde buraya gelmezdin..." "Evet," diye fısddadım. Hâlâ birbirimizin kollarındaydık.
308
Mehmetcan
"Kaldırın beni. Tekerlekli sandalyeme oturtun," dedi ba
bam. Bu konuda daha tecrübeli olan ve yıllardır babama hizmet eden Cemal Efendi hemen müdahale ederek aramıza girdi ve alış kın harekederle babamı kucakladığı gibi sandalyesine oturttu. Ayağına terliklerini geçirtip, sırtına robdöşambrını giydi rirken ben gözlerimde beliren yaşlan silmekle meşguldüm. Ba bama bir sürpriz olmamasını istediğimden kısık bir sesle mırıl dandım. "Baba, Derya da burada. İçeride bekliyor," dedim. "Onu da getirmekle iyi etmişsin. Artık o zeki ve güzel kızı mın da her şeyi öğrenmesinin zamanı gelmişti." Adeta inanamayarak babama baktım. Ne demek istiyordu acaba? Bu şartlar altında ilişkimizin devam edeceğini mi umu yordu? Bu imkânsızdı. Alnında katil damgası taşıyan biri ola rak, o kabul etse bile, ben buna rıza gösteremezdim. Yine de o konu sonra düşüneceğimiz bir sorundu. Önce şu meseleyi enine boyuna ve hâlâ hatırlayamadığım bazı noktaların aydınlanması için konuşmalıydık. Hep beraber salona geçtik...
Hayrettir, Derya sanki tüm geleceğini olumsuz şekilde ka rartan önemli bir vaka ile karşdaşmamış gibi babama sevgi ile yaklaşmış, yanaklarından öpmüş, hatta koridorda bizi görünce Cemal Efendi'nin elinden alarak tekerlekli sandalyeyi arkadan iterek babamı salona kadar o götürmüştü. Biraz şaşırdığımı iti raf etmek zorundaydım. Hayatımın gidişatına tesir edecek son derece önemli bir gerçeği ancak bu akşam kavramama rağmen, hayatımda değer verdiğim bu iki insan, sanki hiçbir şey olmamış gibi sakin ve huzurlu davranabiliyorlardı. Bir ara içimden onla ra bozuldum da. Acı gerçeği onlara bir kere daha hatırlatmak istercesine homurdandım, hem de yüksek sesle. "Ben bir cinayet işledim," dedim.
309
Mehmetcan
Fakat üçü de sanki söylediğimi duymamış gibi ilgisiz
kalmışlardı. Babam şöyle bir yüzüme bakmış, sonra sadık hizmetkârına dönerek, "Hadi bakalım Cemal, bize güzel demli bir çay hazırla, sanırım gece uzayacağa benziyor," dedi. Şaşkın lığım daha da artmıştı, babam söylediğimi duymamış gibi çay içmekten bahsediyordu şimdi. Şikâyet dolu bir sesle, "Baba..." diye söylendim. Elini kaldırıp sözümü, başlayacağım konuşmayı ağzıma tı kadı âdeta. "Biliyorum oğlum. Bu benim için yeni bir şey değil. Otuz üç seneden beri bu sırra ben ve Cemal vakıfız. Ayrıca telâşlanmana da gerek yok. Endişelendiğim tek husus yeni öğrendiğin bu ger çeği nasd kabulleneceğindi. Sen benim oğlumsun, haliyle seni yeterince tanırım. Aptalca bir davranışta bulunup çok sevdiğim gelin adayıma kırıcı bir teklifte bulunmandan çekiniyordum. Ama görüyorum ki, o senden çok daha basiretli ve anlayış dolu bir davranış sergiliyor." Hayretle bir babama bir de Derya'ya baktım. Yüzlerinde birbirini anlayan insanlara has bir tebessüm vardı. Sinirlenmek ten kendimi alamamıştım. Küstah bir şekilde homurdandım. "Buraya evliliğimizi konuşmaya gelmedim. Bu kadar so ğukkanlı ve meseleye ilgisiz kalmanıza şaşıyorum. Anlamıyor musunuz, yıllar önce ben bir cinayet işlemişim." Babam ingiliz diplomatlara has soğuk bir nazar fırlattı yü züme. "Geçmişle uğraşmanın insanlara hiçbir yararı olmaz, Mu rat," dedi. "insanoğlu daima geleceğini düşünmek zorundadır. Ve sizinde önünüzde mutluluk dolu uzun yıllar var. Maziyi ne den eşelemek gereğini duyuyorsun ki? Bütün o hadiseler geç mişin karanlığında örtülüp gitti. Yıllar önce ben her şeyi kapat masını bildim." Bu garip girizgâhı çok yadırgamıştım. . "Neler söylüyorsun baba?" diye gürledim. "Olayın mazide
310
Mehmetcan kalması benim bir katil olmamı değiştirir mi hiç?"
"Hayır, değiştirmez. Ama bunun içinde bu kadar hayıflan
mana gerek yok." Tam ağzımı açmaya hazırlanıyordum ki bu defa Derya, "Baban çok haklı Murat," dedi. "Yedi sekiz yaşında bilinçsiz ce yaptığm bir eylemin vebalini şimdi ben mi çekeceğim? Olan olmuş bir kere ve aradan bunca yıl geçmiş. Her şeyden haber siz, okumuş kendini yetiştirmiş, mükemmel bir insan olmuşsun. Baba mesleğini sürdüren, toplumda itibarı olan, herkes tarafın dan sevilen bir insansın. Şayet çocukluğunda bir suç işlediysen, bunun borcunu, seni cezalandıracak olan topluma başarılı bir iş adamı olmak suretiyle zaten ödemiş bulunuyorsun. Daha ne istiyorsun ki?" "Aferin kızım," dedi babam. "Benim söyleyeceklerimi mü kemmel özetledin." Sevgilimin gözlerinin içine bakakaldım. "Ne yani?" diye mırıldandım. "Hâlâ benimle evlenmeyi düşünüyor musun?" "Ha şunu bileydin? Çocukluğunda elinden bir kaza çıktı diye, seni bırakacağımı mı sandın yoksa?" Yerinden kalkmış yanıma gelerek ellerimi kavramıştı. Ruhumda derin bir sızlama hissettim. Gerçekten karşımda ki iki insan da beni çok seviyorlardı...
Cemal Efendi'nin hazırladığı demli çayları içerken bir ara babamın durulduğunu hafifçe gözlerinin daldığını gördüm. "Ne var, baba? Ne düşünüyorsun?" diye sordum. Babam kısa bir tereddüt geçirdi. "Aklım anlattıklarının içinde bir noktaya takıldı." "Nedir o ? " "Şu sakladığın ipler." Başımı salladım.
311
Mehmetcan "Evet," diye mırıldandım. "Şimdi her şeyi daha iyi hatırlı yorum. Şinasi'yi bıçakladığım zaman annem çığlık çığlığa ağlı yordu ve ben ne yapacağımı bilemeden öylece onun karşısında duruyordum. Neden sonra, "oğlum şu ipleri kes ve beni kur tar," diye inledi. Sanırım yaşadığım travmanın ilk tezahürleri bende başlamıştı. Bir robot gibi hareketsizdim. O an yerimden kımıldayamıyordum." "Bunu büiyorum," dedi babam. "Sonra annenin söyledik lerine uyarak bıçağı o hain adamın ensesinden çekip çıkarmış ve anneni masaya bağlandığı ipleri keserek kurtarmışsın. Bunu yaparken de çok zorlanmışsın." Doğruydu. O anı hatırladıkça çay fincanını tutan elimde hafif bir tit reme başlamıştı. Ama babamın merak ettiği hususu ona açıkla dım. "O anın heyecanıyla kestiğim ipleri bilinçsizce pantolonu mun ceplerine tıkıyordum. İplerin bende kalması böyle oldu. Ama hatırlayamadığım hâlâ bazı noktalar var. Mesela o iple ri ne zaman cebimden çıkarıp özel bir kutuya yerleştirdiğimi ve annemin resimlerini toplayıp aynı yerde yıllarca sakladığımı anımsayamıyorum." Babamın gözlerinde hâlâ garip bir ışıltı vardı. "Bunu anlayabilirim ama sormak istediğim o değildi." "Ya neydi?" diye sordum. Babam gözlerini benden kaçırdı. "Tabii senin haberin yok. Fakat cinayet gecesi cesedi almak üzere Cemal'le o eve gittiğimizde her tarafı temizlemiş ve cinaye te ait herhangi bir iz kalmaması için âzami dikkati göstermiştik. Ben aradan geçen seneler içinde birkaç defa daha gittim o eve." "Eee?" Babam biraz kuşkuyla devam etti. "Bize anlattıklarının arasında özellikle bir şeyi duymak beni çok şaşırttı."
312
Mehmetcan "Sor baba. Neydi o ? "
"Ortağın Behzat'la o eve gittiğinizde anneni masaya bağla yan şu iplerlerden bir düğüm bulduğunu söylemiştin. Yanılmıyorum, değil mi?" "Evet," diye mırıldandım. "Çok garip. Hatta bana olanaksız gibi geliyor." "Ne demek istiyorsun?" "Çünkü cinayet gecesi biz o odayı baştan aşağı temizledik. Öyle bir düğümün gözümüzden kaçması âdeta imkânsızdı. Sonra o ipin hiç kullanılmamış gibi tertemiz olduğunu söyle miştin. Bu sana biraz mantıksız görünmüyor mu? Hadi bizim gözümüzden kaçtığını bir an için varsayalım, ama otuz sene o odada kalan bir ip parçası hâlâ o tarihteki temizliğini muhafaza edebilir miydi?" Belki bütün yaşadıklarımızdan sonra neticeye tesir etmeye cek ufak bir detaydı babamm sorduğu şey, ama bir an düşünün ce ister istemez ona hak verdim. O düğümün yıllarca gözden kaçarak o odada kalması imkânsızdı. "Bilmiyorum," diye kekeledim. Fakat aklım karışmıştı. İşte o an, Derya her zamanki bilgiçliği ile imdadımıza ye tişti. "Ama benim bir tahminim var," dedi. İkimizde dönüp sevgilimin ne söyleyeceğini bekledik. Der ya elindeki çay fincanını önündeki sehpanın üzerine bırakıp bir süre beni süzdü. Tahminini hemen açıklamaya geçmemişti. Sa bırsız bir şekilde ne diyeceğini bekledim fakat konuşması uzun sürdü. Nihayet kısık ve sakin bir sesle, "Sanırım o gün, söz ko nusu düğümü oraya sen bıraktın," dedi. Hayretten ağzım açık kalmıştı. "Ben mi?" diye kekeledim. "Evet, sen." Bir an düşündüm. Bu çok saçma bir iddiaydı ve hiçbir man-
313
Mehmetcan tığı yoktu. Gayrı ihtiyari soğuk bir şekilde gülümsedim.
"Nasıl olur, Derya? Ben böyle bir şeyi neden yapayım ki?"
Sevgilimin mavi gözleri yüzüme dikilmişti şimdi. "Biliyor musun?" dedi. "O gün Behzat'la bana yaşadık larını anlattığın zaman donakalmış, aklım bir hayli karışmıştı. Önce bunun hiçbir izahı olamayacağını düşünmüştüm. O ev otuz sene başı boş kalmış, içine giren çıkan belli olmamıştı. Za ten sonradan öğrendiğim üzere ev Şinasi Sarıkaya tarafından satdınca tamamen boşaltılmıştı. Öyle ki çevrede oturanlar da boş eve dadanarak kapı pencereyi bile söküp götürmüşlerdi, işe yarayan bir şey kalmamış, kalanlarda zamanın tahribatına uğramışlardı." "Eee?" diye söylendim. "Oysa bana gösterdiğin ip düğümü tertemizdi. O an birden düşüncelerim şekillendi. O düğüm mutlaka oraya sonradan gö türülmüş olmalıydı. Benimki sadece bir tahmindi kuşkusuz, tâ ki bana evde sakladığın o mukavva kutuyu ve annenin resimleriyle ipleri gösterinceye kadar. O zaman mesele beynimde çö züldü. Aslında o ipler senin geçmişinle arandaki bağdı. Geçirdi ğin travmadan sana kalmış bir yadigar. Bunu sen de biliyordun, ama şuuraltın bir türlü satha çıkarmıyordu." Sinirli bir şekilde gülümsedim. "Bir ruh doktoru gibi konuşmaya başladın yine Derya," dedim. "Belki. Haklı olabilirsin. Ama şimdi gerçekleri artık ha tırlıyorsun, iyi düşünmeye çalış. Kâbuslarının en yoğunlaştığı devreydi o sıralar ve sen dengeni epeyce kaybetmiştin. Buna karşın şuuraltınla tam bir mücadele halindeydin. Kâbuslarının başladığı günden beri kendini zorluyordun. Hatırlamaya çalış, önceleri o evde gördüğün hayal hep bendim, değil mi?" Birden ter basmaya başlamıştı beni. Alnımdan gözlerime doğru damlacıkların süzüldüğünü hissediyordum. Babamla Ce mal Efendi'nin yüzünde hemen endişeli bir hal belirmişti. Fakat
314
Mehmetcan her ikisi de ağızlarını açmıyorlardı! Derya devam etti.
"Tabii ilk gördüğün kâbuslarda beni annenin yerine koy duğunu anlamamış daha doğrusu olayları bilmediğim için tah min yürütememiştim. Ama rüyaların yavaş yavaş şekillenmeye başlayınca ben de işin mahiyetini anladım. Aslında olayı sen kendine ispatlamaya çalışıyordun. O düğüm geçmişindeki gizi tetiklemek için beyninin yarattığı bir buluştu, ama bunu kendi ne bile açıklamaktan âcizdin." Başım önüme düştü. Açıklama bana oldukça mantıklı görünmüştü. Ama hâlâ anlayamadığım bir nokta vardı. "Fakat," diye itiraz ettim. "Nasıl olur? Behzat'la o eve gitti ğimde kabus görmüyordum ki? Geçirdiğim bir nöbet sırasında bunu yapsam haklı olabilirsin." Derya titreyen ellerimi kavradı. "Kendini zorlama," dedi ikna edici bir tonla. "Çok kötü günler geçirdin. Gerçeklerle düşlerin zaman zaman birbirine karıştı. Belki bir başka zaman hatırlarsın. Zaten artık önemli de değd. Bunların hepsi teferruat. Önemli olan gerçek yaşama dönmüş olman." Bir kere daha onu kendime çekip alnına bir öpücük kon durdum. "Senin gibi eşi bulunmaz bir kadına sahip olduğum için çok şanslıyım," diye mırddandım. Lâfa karışan babam, "Cidden öylesin," dedi. "Bu arada me rak ettiğini sandığım bir hususu daha ilave edeyim. Vaka anında ben orada hiç olmadım. Annen seni alarak evin kapısını örterek doğruca köşke dönmüştü. Konuşmasına ve bütün suçlarını ağ layarak itiraf etmesine de senin âdeta dünyaya küsmüş gibi, hiç konuşmadan, kasdıp kalman ve hiçbir soruya cevap vermemen neden olmuştu. Annen tam bir paniğe kapdmıştı. Olanlara ken disi sebebiyet verdiği için de ne yapacağını bilemiyordu. Akşam eve geldiğinde her şeyi itiraf etti. Önce ben de paniğe kapıldım.
315
Mehmetcan
Tek endişem senin durumundu. Ağzından tek kelime çıkmıyor du. Bir şok geçiriyordun. Bu açıkça belliydi. O an ani bir karar
vermek zorundaydım." Babama bir göz attım. Sanki o gecenin üzüntüsünü yeniden yaşıyor gibiydi. Anılar adamcağızı bayağı sarsmıştı. "Cemal Efendi'yi alıp cinayetin işlendiği eve gittin, değil mi?" dedim. Başını sallayıp onayladı. "Önce cesedi ortadan kaldırma lıydım, ilk etapta yapacağım başka bir şey yoktu, aklıma başka bir çözüm gelmiyordu. O şoktan ne zaman kurtulacağını bile miyordum. Olayı olduğu gibi kabul edip, seni apar topar bir doktora götürmek de, bana uygun bir formül gibi gelmemişti. Geçirdiğin travmanın sende geçici bir hafıza kaybına neden ol duğunu da o an anlamamıştım, zira hiç konuşmuyordun. Bun dan sonrasını biliyorsun. Gece yarısı o eve gidip arabamın içine cesedi tıkarak köşke getirdik Cemal'le. Cemal bu aile sırrını bilen tek insan oldu ve sonuna kadar beni destekledi. Şayet se neler sonra olayı hatırlamasaydın bu sır bizimle birlikte mezara kadar gidecekti." "Peki geçirdiğim o şok ne kadar sürdü?" dedim. "Yaklaşık kırk sekiz saat. Tam seni ne olursa olsun bir dok tora götürmeye karar vermiştim ki birden konuşmaya başladın, işte o zaman gerçeği anladım. Yaşadıklarını hiç hatırlamıyor dun. Bir hafıza kaybı olmuştu." "Beni hiçbir doktora götürmediniz mi?" "Götürmez olur muyum hiç?" "Eee, hafızamın kaybı olarak doktora nasıl bir bahane ileri sürdünüz?" Babam hafifçe gülümsedi. "Cesedi köşkte daha fazla tuta mayacağımız için köşkü kundaklamıştık. Yangın haberinden çok üzüldüğünü söyledim doktora." "inandı mı?" Babam saf saf yüzüme baktı.
316
Mehmetcan
"O yaştaki bir çocuğun cinayet işleyeceğine nasıl ihtimal
verebilirdi ki, tabii ifademe inandı. Ayrıca beni çok rahatlatıcı bir beyanda bulundu ve hafıza kaybının muvakkat olduğunu kısa zamanda sağlığına kavuşacağını söyledi. Dediği de çıktı, normal hayata döndün ama o olayları hiç hatırlamadın."
Birer fincan çay daha içmiştik. Bu eve ne korku ve endi şelerle gelmiştim; hayatımın bundan sonrasının tamamen deği şeceğini düşünmüştüm. Oysa çevremdekiler bayram kutluyormuşçasına neşeliydiler. Kimse çocukluğumda bir cinayet işle diğimin sıkıntısını yaşamıyordu. Acaba bu hadiseyi büyüten ve içinden çıkılmaz bir mesele gibi hisseden tek ben miydim? Babama baktım, onu son senelerde hiç bu kadar mutlu görmediğimi fark ettim. Rahatlamış, devamlı gelin adayıyla gü lüşüp duruyordu. Derya'ya bir göz attım, o da öyleydi. Sanki üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Nazarlarımı ağır ağır Cemal Efendi'ye çevirdim. Hayrettir fakat oda yaşma hiç uymayan bir canldık içindeydi. Yıllardır bu ağır yükün altında ezilen ruhları sanki bu gece bayram yapıyordu. Birden ben de anlayamadığım bir gevşeme oldu. Belki de onlar haklıydılar. Beynimin bir köşesinde hâlâ suçluluk komp leksinin burukluğu vardı, ama diğer yandan da inkâr edilmez bir rahatlık hissediyordum. Derya'ya dönüp, "Saatten haberin var mı?" dedim. "Nere deyse sabah olacak. Hadi kalk gidelim artık. Bu iki ihtiyar adam da uyusun." İlk itiraz babamdan geldi. "Ne güzel konuşuyorduk be oğlum. Şimdi gitmeye kalkış manın ne âlemi var?" "Yarın benim için çok farklı bir gün olacak baba," diye mırddandım. İkazım üzerine Derya da hemen toparlanmıştı.
317
Mehmetcan
"Evet, sizi de uykusuz bıraktık," dedi. Babam tekerlekli sandalyesiyle bizi uğurlamak için kapıya kadar geldi. Tam vedalaşmaya başladığımız sırada aklıma gelen son bir soruyu babama sordum. "Baba," dedim. "Şu Şinasi Sarıkaya'nm bir oğlu olduğunu söylemiştin. O ne oldu?" Babam içini çekti. "Ben de onu uzun süre arattım. Ama izine rastlayamadım maalesef. Bulsam, uygun bir gerekçe ile eline yine de bir miktar para sıkıştıracaktım, ama olmadı, bütün araştırmalarım boşuna gitti. Bulamadım," dedi. Artık beynimde karanlık bir nokta kalmamıştı. Hüzünlü bir hayat çizgisiydi ama gerçekleri kabul etmek zorundaydım. Veda edip evden çıktık... Derya'nın arabasına bindiğimizde kendimi gerçek âleme yeniden dönmüş gibi hissediyordum. Derya arabayı hareket et tirir' ettirmez, benim evimdeki yaptığı şov geldi aklıma. Hemen kulağına eğilip fısıldadım. "O siyah jartiyer hâlâ bacağında mı?" diye sordum. Çapkınca gülümsedi. "Ben de bu suali hiç sormayacağını düşünmeye başlamış tım," dedi. Sonra gecenin son saatlerini keyfimizce geçirmek için gaza bastı...
318