HALI VE KİLİMLERİMİZDE ŞAMANİZMİN PSİKOAKTİF İMGELERİ
Bugüne kadar şamanizmi konu alan sayısız makale ve kitap yazılagelmiştir. Bunların büyük bir çoğunluğunda şamanlar, klasik olarak şifacı veya ruhsal yolculuk yapabilen, ruhlarla insanlar arasında aracılık yapan gizemli kişiler olarak tanımlanmıştır. Türk kültüründe oldukça önemli bir yere sahip olan şamanların (kam, böge, bakşı, ojun, udagan) iç dünyalarının veya zihinsel yapılarının sıradan insanlardan farklı olduğu genel kabul edilen bir görüştür. Şamanların ruhsal yolculuk yapabildikleri sürekli olarak tekrarlanan bir olgu olsa da aslında bilim insanlarının ve araştırmacıların
çoğu
şamanların
bu
yolculukları
nasıl
yapabildikleri
üzerinde
görüş
belirtememişlerdir. Şamanlarla ve ritüelleriyle ilgili ortaya atılan görüşler bu nedenle çok yüzeysel ve teorik kalmıştır. Halbuki, şamanizmi ve şamanları, onların iç dünyalarını doğru olarak ifade edebilmek için nöroloji, astronomi, botanik, biyoloji, hatta ve hatta kuantum fiziği ve kuantum biyoloji gibi bilim dallarından destek alınmalıdır. Sadece dini ve sosyolik ögelerle şamanizm tam olarak anlaşılamaz. Disiplinlerarası düşünerek bütüncül bir bakış açısı altında şamanizm masaya yatırılmalıdır. Ancak o zaman şamanın kendi ve toplumu için taşıdığı değer geniş bir perspektiften bakılarak algılanabilir olur. Makalede halı ve kilim desenlerimizin şamanik kökenindeki olgu ilk kez farklı disiplinlerden elde edilen verilerle açıklanacaktır. Tarihsel gelişim boyunca belirli yerlerde bir şekilde ortaya çıkmış olan birtakım simgeler, motifler, imgeler vb. kültürümüzün temel ögeleri olarak, işlendikleri yerlerde o kültür içinde bulunan insan topluluklarına doğa, evren ve belki de en önemlisi insanın kendisiyle ilgili derin şeyler anlatır. Söz konusu Türk kültürü olduğunda aslında farkında olmadan davranışlarımıza kadar işleyen arketiplerin, yok olmadan ve belki de bilerek belirli ortamlara işlenerek korunagelen motifler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kırgızistan topraklarında bulunan Saymalıtaş kaya resmi alanı Türk kültürü ve onun sürekliliği adına oldukça değerlidir. Saymalıtaş kaya resmi alanı 3600 metre yüksekliğinde bir dağın zirvesinde bulunur. Bu bölgeye ulaşım yılın 11 ayında kar örtüsü olmasından dolayı yalnızca belirli bir ayda yapılabilmektedir. Bu kaya resmi alanı her an rahatlıkla ulaşılabilecek bir yer olmadığından sıradan bir yer değildir. Yılın belirli dönemlerinde büyük ihtimalle bazı ritüelleri gerçekleştirmek adına şamanlar (kamlar) Saymalıtaş'ın zirvesine çıkmaktaydı. Türk kültüründe dağların özel ruhları, iyeleri vardı ve bu yüzden dağlar kutsal sayılırdı. Dağlar aynı zamanda ruhların toplandığı yerdi ve gökyüzüne, Gök tanrıya en yakın noktalardı [1]. Bu yüzden dağ zirveleri şamanlar için oldukça kutsal sayılmaktaydı.
Petroglifler hakkında kesin ve tartışmasız olan şey, insanların ilk bilgilerini kayalar üzerine aktardığıdır. Bu aktarımın temelinde ise “inanç” vardır. İnsan geçmiş çağlarda, ilkönce inançlarını aktarmak için resim yapmıştır. Araştırmacıların incelemeler sonucu karşılaştıkları dört unsur: “ölüm”, “güneş”, “atalar kültü” ve “mezar” gelenekleri, bu düşünceyi destekler mahiyettedir. Dolayısıyla, çizimlerin her biri bir sisteme bağlı olduğu görülmektedir. Hiçbir çizim tesadüfen ya da bilinçsiz çizilmemiştir. Her çizgi hayatı anlatmak, aktarmak, devam ettirmek adına yapılmıştır. Schaafsma’ya göre (1985), dünya üzerindeki genel petroglifler ise, şamanların transa geçme hali, fizyol durumlarını, kutsal mekânları, avcıları, astronomi bilimini, ticari alışverişleri, toplumsal ayinleri, tarihi ve mitolojik hikâyeleri gibi fonksiyon ve anlamlar içermektedir. İzler sürüldükçe, bugüne kadar yazılan, bilinen ve söylenenlerden çok başka şeyler görülmüştür [2]. Toplumun içinde ‘seçilmişler’ kategorisinde yer alan şamanlar burada (Saymalıtaş) yelpaze benzeri geniş şapkaları ile gösterilmişlerdir. Benzer örnekler Moğolistan’da da bulunur. Saymalı taş’taki şapkasız figürlerde dikkat çeken nokta ellerin gösterilme şekilleridir. Vücut proporsiyonuna uymayacak şekilde büyük yapılmışlardır ve avuçlar açık olarak göğe kaldırılmışlardır. Bu ifadeyi bugünkü inanışlardan yola çıkarak yorumlarsak; bir yakarış şekli olmalıdır. İhtimalle ‘gökten’ şamanlar aracılığı ile bir talepte bulunuyorlardı ve bu esnada bir ritüele ayak uyduruyorlardı. Yani bu hareket bir ritüelin parçası olmalıdır [3]. Bugün Anadolu'da ve Asya'da hemen hemen her evde ayaklarımızın altında uzanan ve hiç dikkat etmediğimiz, belki çocukken meraklı bir şekilde izlediğimiz halılarımıza işlenmiş motiflerde şamanların da giysilerinde ve davullarında kullandıkları bazı hayvan motiflerini görebilmek mümkündür. Örneğin birçok halıda kuş, kurt, yılan, keçi, geyik gibi hayvanların sembolleri bulunur. Anlaşıldığı üzere, halılarımız ve kilimlerimiz şamanizmden izler taşır. Elbette halı ve kilimlerimizde yalnızca hayvan motifleri yoktur. “Eli belinde” motifi ile kadının önemi, anaçlık ve doğurganlık anlatılırken, “Koçboynuzu” ile erkeklik, cesaret ve güç sembolize edilir. “İnsan” motifi ile gelinlerin bebek beklentisi çıkar ortaya. “Saçbağı”, genç kızların evlilik beklentisini, “Sandıklı” evlilik öncesi bir kadına verilen çeyiz sandığını temsil eder. Çeyizler gelecekte kadının evinde kullanılacağı için bu motif evlenme ve çocuk sahibi olma beklentisini yansıtırken, “Yıldız” figürü mutluluğun, doğurganlığın ve adaletin temsilcisi olur. “Su Yolu” ile suyun hayatımızdaki önemi anlatılır halı ve kilimlerde, “İbrik” saflık ve temizlenmeyi temsil eder. Kemgözlere karşı “Çengel” dokunur kilimlere, kötü göze karşı nazarlık içinse “El Parmak-Tarak” dokunur. Hayatın korunmasına dair diğer simgeler ise “Göz”, “Haç” ve “Muska”dır. “Aşk ve Birleşim” Uzakdoğu’ya ait eski bir semboldür ve gece ile gündüz gibi birbirini tamamlamayı, kadın ve erkek birlikteliğini
ve eş olmayı temsil eder. “Hayat Ağacı” ise ölümden sonra doğuşu simgeler [4]. Halı ve kilimlerimize işlenen motiflerin şamanizm ile yakından ilişkili olduğu açıktır. Şimdi asıl can alıcı noktaya gelelim. Şamanizm olgusunun kültürel bir yansıması olan kaya resimleri, tamgalar, halı ve kilim desenlerinden bazıları acaba şamanların gerçekleştirdikleri ritüeller esnasında deneyimledikleri birtakım halüsinasyonlar sonucu ortaya çıkan desenler midir? Şamanların Saymalıtaş ve Tamgalısay kaya resmi alanları, Şölgentaş mağarası gibi kutsal yerlere birtakım ritüeller gerçekleştirmek adına gittiklerini biliyoruz. Şamanlar, oksijen miktarı oldukça az olan bu gibi yüksek yerlere çıkıp bu bölgede bazı ritüller gerçekleştirip, bu ritüller esnasında zihinlerinde algılamış, görmüş oldukları imgeleri mi taşlara işliyordu? Şamanlar, klasik deyimle öte alemlere ruhsal yolculuk yapıp, yalnızca bu yolculukla ilgili imgeleri mi kayalara resmediyordu? Konuya bu denli sınırlı mı bakmalıyız? Şüphesiz bu varsayım da kısmen doğrudur. Burada asıl sorulması gereken soru, şamanların bu ruhsal veya göksel yolculukları hangi zihin durumunda yapıyor olduğudur. Yoksa şamanlar birtakım halusinatif bitkiler yardımıyla ve onların etkisiyle trans ya da vecd durumuna geçiyor ve bu halde gördükleri imgeleri, desenleri mi kaya üstlerine ve mağara duvarlarına resmediyordu? Klasik deyimle şamanlar alt dünya ve üst dünyayı birbirine bağlayan gök direğini veya hayat ağacını tırmanarak yolculuk ediyor. Özellikle kutup yıldızına ruhsal yollardan ulaşma çabası, göğün merkezine veya yaratılışın gerçek noktasına ulaşıp oradan bilgi alabilmek adına yapılıyor. Elbette şamanlar fiziksel olarak göklerde yolculuk yapıyor değiller. Bu tamamen içsel bir yolculuktur ve ritüelistiktir. Terence Mckenna bunu şöyle açıklar: “Ben sahip olduğumuz en iyi bilinç haritasının şamanist harita olduğuna inanıyorum. Bu görüş açısına göre, dünyanın bir 'merkezi' vardır ve bu merkeze gittiğiniz zaman – ki bu sizin içinizdedir – yukarı aşağı yol almanızı sağlayan dikey bir eksen vardır. Göksel dünyalar vardır, cehennem gibi dünyalar vardır, cennet gibi dünyalar vardır. Bunlar şamanist yolculuklarımızda bize açılan dünyalardır.” [5]. Şamanların alt dünya, orta dünya ve üst dünya arasında gök direğini kullanarak yaptığı bu ruhsal yolculuk Jung'un kişilik kuramını çağrıştırır. Jung bu kuramda iç dünyadan, benlikten ve dış dünyadan söz eder. İnsan da kendi içsel yolculuğunda bir iç gök direği (bilinç), hayat ağacı kullanarak yolculuk yapar aslında. Jung için, düşüncemize karşı gelen kozmik potansiyeller, akla, insan aklının yazılımının anlaşılmaz ve tükenmez arketiplerine ipucu sağlayan semboller şeklinde görülür [6]. İşte halı ve kilimlerimize zarifçe işlenmiş olan sayısız renkli desen bin yıllardır içimize kadar sinmiş olan ortak bilinçdışımızın ürünleridir ve kökeni bu arketipleri gerektiğinde toplumun yararına ortaya çıkaran şamanlardır.
Dünyanın birçok farklı yerinde şamanların bazı bitki türlerini ve mantarları yiyerek trans durumuna geçtiklerini biliyoruz. Şamanlar bu halusinatif bitkilerle ve ritim sağlayan yardımcı araçlarla (davul ve çıngırak gibi) trans haline geçiyorlar. Bu şekilde, klasik deyimle ruhlar alemi denen yere yolculuk yapabiliyorlar. Özellikle Asya ve Amerika şamanizmi söz konusu olduğunda “amanita muscaria” denilen sihirli mantarlar ve “ayahuasca” denilen entojenik sıvılar ön plana çıkıyor. Ayrıca diğer bazı tür bitkiler hem iyileştirme hem de halüsinasyon için kullanılıyor. Şamanların ruhsal yolculuklarında birtakım yardımcı hayvanlara ihtiyaç duydukları bilinir. Bu gibi hayvanların sahip oldukları ruhlar şaman için rehberdir. Kaya resimlerinde ve halılarda görülen hayvan motiflerinin kaynaklarından biri de bu olabilir. Şaman uygulamalarında ritim en önemli öge olarak karşımıza çıkar. Öyle ki, şamanlar trans esnasında evrenin ritmi ile birlik olduklarını düşünürler. Şamanların hassas fiziksel ve ruhsal yapıları (zaten öyle oldukları için şaman seçilirler), aldıkları halusinatif bitkilerle birleşince trans sırasında birtakım desenler, şekiller ve renkler görmelerine (epilepsi hastalarında da görülür) neden olur. İşin ilginç yanı şamanın bu translar sırasında beyin aktivitesinde birtakım değişimler olur. Bu esnada beyin dalgası frekanslarının değiştiği de görülür. Şamanların kendi beyin dalgalarını kontrol edebildiği, hatta hasta kişilerin beyin dalgarını kontrol ederek onları iyileştirebildiği de söylenir. Bu, günümüzde de uygulanmaya çalışılan bilimsel bir yöntemdir. Şamanların halüsinatif madde alarak trans haline geçtiği an algıladıkları renkli görüntüler canlı yaşam formlarının farklı frekanstaki yaydığı dalgaların (belki de biyofotonların) bir girişim deseni olabilir. Şaman aslında ruhlar alemine gitmez; elektromanyetik dalgaların kendi zihninde yarattığı desenler dünyasını algılar. Bunun yanında şamanın görsel korteksinde renkli ve canlı bazı holografik imgeler oluşabilir. Bu da aslında kısmen ruhlar dünyasıdır; madde dünyası değildir. Şaman, zihninde oluşan bu motifleri görür, algılar ve hatta hiç unutmayarak hafızasında tutabilir. Bu şekilde ritüel esnasında ve sonrasında bu desenleri hemen yakınında bulunan kayalara veya mağara duvarlarına işleyebilir. Şaman, bu gibi motiflere birer yüceltici anlam verip onu kendi toplumunun kültürünün sürekli bir ögesi haline getirebilir. Fizikçi ve teorik nörobiyolog Hartmut Neven, ayahuasca kaynaklı görüntülerin nedenini şu şekilde açıklıyor: “Uzun zamandır dimethyltryptamin gibi psikoaktiflerin kimyasal olarak sinir ileticilere benzer olup olmadığını düşünüyorum. Bu madde bir kez sinapslara ulaştığında, sinapsların sinir hücreleri arasındaki sinyal iletimini etkileyecektir. Böylece, nöral aktivitelerin yapısı değişim göstermiş olacaktır. Bilinç deneyimi nöral aktivite yapılarının oluşumu ile ilgili olduğundan, madde kullanıcısının (bize göre şamanın) deneyimi de bundan etkilenmiş olacaktır. Bu modelin
matematiksel yorumu düşünüldüğünde, psikedelik kullanıcılarının da sıklıkla rapor ettiği üzere spiral ve tünel benzeri görüntüler ortaya çıkmış olacaktır. Bu yapıların birincil görsel kortekste yer alan nöronların organizasyonundaki simetriden ötürü görüldüğü söylenebilir. Bu durumda, kullanıcının (şamanın) gerçekte gördüğü şeyin beyin anatomisindeki yansıma olduğunu vurgulamalıyız. Ayahuasca deneyimlerinden bildiğimiz kadarıyla kullanıcıların deneyimlerinin zirvesindeyken gördükleri semboller spiral ve tünellerden daha karmaşık olabilir.” [7]. Şamanlar ve zihinlerinde oluşan halüsinasyonlar için ritmin ne kadar gerekli olduğu açıktır. Şamanların beyin dalgalarını belki de belli ritimler aracılığıyla kontrol edebildikleri düşünülebilir. Sonuç olarak elektromanyetik dalgaların da belirli bir titreşimi, frekansı mevcuttur. Herhangi bir kaynağın yaydığı dalganın frekansının değişmesi diğer bir dalga ile olası bir girişim deseninin formunu da değiştirecektir. Tam da bu noktada Ernest Chladni adlı fizikçi ve müzisyenden bahsetmek gerekecektir. Chladni, akustiğin babası olarak da bilinir, çünkü titreşim plakaları denilen fenomenin mucididir. Chladni, bir metal plaka üzerinde gerçekleştirdiği ses deneylerinde frekansdesen ilişkisini göstermiştir. Chladni, bir metal plaka üzerine koyduğu bir miktar kumun, titreşim verildiğinde birtakım biçimlere girdiğini gözlemiştir. Titreşim frekansı artırıldığında desenlerin de buna göre değiştiğini farketmiştir. Çok ilginçtir, belirli frekanslarda ortaya çıkan bu desenler halüsinasyon gören kişilerin rapor ettiği desenlere fazlasıyla benzemektedir. Bu da halüsinojen sırasında beynin birtakım frekanslarda görüntü ürettiği anlamına geliyor ki, şamanların görmüş oldukları imgeler de bu tezi destekler nitelikte. Öyle ki, şamanlar bu motifleri trans esnasında veya sonrasında kayalara ve taşlara çizecekler ve daha sonradan kültürel devamlılığın da bir sonucu olarak bu imgeler halı ve kilimlerimize işlenecektir. Trans durumları esnasında görülen harmonik dokular da halı ve kilimlerimizin vazgeçilmez motiflerindendir. Neredeyse her halı ve kilimimizde kendini ard arda tekrar eden motiflerin görülmesi bu açıdan önemlidir. Bunun yanında, Shipibo desenleri denilen ve halüsinasyon esnasında görülen geometrik şekiller yine halı ve kilimlerimizde motif olarak bulunur. Benzer motifler Peru ve Amerika kızılderili kilimlerinde de yer alır. Belki de şamanların ruhsal yolculuklarında kullandıkları şaman labirentlerinin kökeninde Shipibo desenleri yer alabilir. Fosfen denilen geometrik şekiller (özellikle titrek fosfenler) psikedelik ilaçlar alındığında gözlenen motiflerdendir ve bu motifler de halı ve kilimlerimizde bolca bulunurlar. Hilbert eğrileri yine bu motiflerin açıklanmasında yardımcı olabilecek ve üzerinde çalışılabilecek konulardan biridir. H. Ümit Sayın'ın şu sözleri bilim dünyasının bu konuya bakış açısını çok iyi özetliyor: “ Psikoaktif bitkiler Homo Sapiens'in ortaya çıkışından beri birçok kültürde, insan grubunda ritüeller ve seremoniler esnasında kullanılmış ve birçok imgenin, dinsel sembolün, ezoterik geometrik
şekillerin, arketiplerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu doğal kimyasalların en önemli özelliği trans esnasında kişi bilinçaltında ve kolektif bilinçdışında optik formların ve şekillerin ortaya çıkmasını sağlamaktır. Neolitik Dönem'de gerçekleştirilen şamanik ritüeller bu sembollerin ortaya çıkış sebebidir. Dilin oluşmasından uzun zaman önce görsel algı ve bilgi, dış dünyayı algılamak adına insan zihni için yegane kaynaktı” [8]. Anlaşılan halı ve kilimlerimizde her an gördüğümüz birtakım motifler yalnızca şamanların yardımcı hayvanlarını betimleyen figürler değildir. Şamanların bazı psikoaktif bitkiler ve mantarlar yiyerek girdikleri o zihin durumunda oluşan renkli desenler kaya resimlerine, dikilitaşlara, mezar taşlarına, daha sonrada halı ve kilimlere işlenmiştir. Ve belki de yazının ortaya çıkmasına yol açan tamgaları oluşturmuştur. Öyle görünüyor ki, kültürümüzü ve mitolojimizi oluşturan ve bizi biz yapan motiflerin arka planında Türk şamanlarının iç dünyası, derin zihni ve muhteşem evren algısı bulunuyor. Sonuç olarak; 1. Halı ve kilimlerimizdeki semboller; tamgalardan, hayvan ve bitki sembollerinden ve çeşitli geometrik şekillerden oluşmuştur. 2. Bu imgeleri şamanlar (kamlar) ritüelleri esnasında ve sonrasında kaya üstlerine ve mağara duvarlarına işlemişlerdir. 3. Şamanların bu ritüelleri, yardımcı psikoaktif bitkiler ve mantarlar aracılığıyla gerçekleşmiştir. 4. Şamanların trans halindeyken zihinlerinde gördükleri halusinatif imgeler, motifler, semboller bir şekilde korunagelmiş ve zamanı geldiğinde halı ve kilimlerimizdeki yerlerini almışlardır. Bu motifler gelişigüzel ortaya çıkmış semboller değillerdir. 5. Şamanların trans halinde deneyimledikleri ve halı ve kilimlerimizde vücut bulmuş bu imgeler, Chladni desenleri, Shipibo desenleri ve Hilbet eğrileri ile açıklanabilir. 6. Halı ve kilimlerimizde yer alan bu motiflerin bilimsel arka planı kısmen yeni bilim dalları olan nörokuantolojiye ve kuantum biyolojiye dayandırılabilir. Bu bilim dallarında yeni veriler elde edildikçe şamanlarımızın dünyasını anlama yolundaki gayretlerimiz daha iyi sonuç verecektir. O halde, halı ve kilimlerimizde bulunan bu semboller Türklerin kolektif bilinçdışının bir ürünüdürler ve temelinde Türk mitolojisi ve kozmolojisini de barındırırlar. Halı ve kilimlerimizde kültürel süreklilikle kökleşen bu imgeler bize kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve içimizdeki potansiyeli anlatır; halı ve kilimlerimiz bizim mikroevrenimizdir.
Özgür Barış Etli Astronom
Kaynaklar: [1] Özgür Barış Etli, “Dünyanın ve Ön-Türklerin İlk Tapınağı: Göbeklitepe”, 2014. [2] Neslihan Kıyar, “Orta Asya'dan Anadolu'ya Değişen Coğrafyalarda Petroglifler”, Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:26, 2008. [3] Anıl Yılmaz ve Ali Daşman, “Saymalı Taş'ın Bronz Dönemi Petroglifleri”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:5, 2010. [4] İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birlikleri Aylık Dergisi, İstanbul, 2004. [5] Terence McKenna, “Sacred Plants and Mystic Realities”, The Archaic Revival, San Fransisco, 1991. [6] Ayşe Öztekin, “İbn-i Arabi'nin Ayan-ı Sabitesi ile Jung'un Arketipleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 52(1). [7] Harmurt Neven, “What Is Ontological and What Is Psychological In Ayahuasca Visions”, Maps Bulletin, Vol:21. [8] H. Ümit Sayın, “Does The Nervous System Have An Intrinsic Archaic Language? Entophic Images and Phosphones”, NeuroQuantology, V12, 2014.