S E B İ L YAYINLAR! UMUMÎ NU. KAPAK TERT İ B İ KAPAK BASKISI D İZG İ - BASKI C İL D
: : : :
YÜZK1RK DÖRT FÂT İ H U Ğ URLU ÜÇ-ER O FSE T SEB İ L MAT. VE TİC.
- KENT MÜCELL İTHANES İ
İ STANBU L — 1980
T A N S I M A ö N S ü Z
............................
. ............................
. 7 9
.......
B İ R İ N C İ BÖLÜM H A Y A T I
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13
İ K İ N C İ BÖLÜM
G Ö K A LP T EN KALAN ........i 33 _ ___________ _ I — Fel Felsefî sefî Temel Temeller ler . ____________________ __________________ ________________ _______ 33 II — So Sosy syol oloj ojik ik Mefhumlar Mefhum lar .... ........ ........ ........ ......... ............. .............. .............. .............. ........ .. 35 Ferd ve Cemiyet . . . .................................. 36 Mill lleet ..... ...... ..... ...... ....... ....... ...... ...... ....... .. 39 Hars ve Medeniyet .............................. 44 Halk ve Güzideler . ........................... 48 ............
_ _ _
..........
..............
....
......
.......
III — Batıc ılık — Os Osma manl nlı lı k ............................. 50 N a s ı l bir Bat ı lı la ş ma? ........................... 56 IV — İslâmiyet .............................. 59 Şeriat ........... ................................ ....... 61 Dinle Devletin Ayr ı lmas ı ...................o,.......»,..... ...................o,.......»,....... .. 63 Hilâfet ............................ .68 Aile Hukukunun İslah ı ....................... 68 İslâmiyet ve Modern Medeniyet .................. !70 ........
.........
......
........
.............................
_ _
__ _
.......................
.....
........
.............
....
.
........ ..
İ slâmiyet ve Türk Milliyetçili ği Mîllî bir Din mi? .. V — T ür ür kç k ç ül ül ük ük
.
.....................
71
.
..................
.................................
............. ......
.
74
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 75 75
.Türkç .Tü rkçülü ülükk Ha Hare reke keti ti
.. .. .. .. . .
...... .........
.
.....
.................... 79
.
Türk «Millî Ruh»u ............................................. 80 Di l
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 83
Edebiyat ve Sanat .............................................. 88 Vatanperverlik ve Turanc ı l ı k
Milliyetçilik
...............
Ekâlliyetler
......................
...................
___
..............................
................
.
Hükümet Ş ekli
.......
...
.....
............
.
..
.........
_ _
___
.....
___
___
.... 89 .... 91
........ 95
....................
.
97
.................. ............... ...
Sosyalizm ve Tesanütçülük
İ ktisat
.
_ _
............
.
........
.....
.
.............. ......
.
......................
V I — - T ür ür kl kl e ş mek, İ slâmla ş mak ve Muâs ı r l a ş mak
.
...........
..........
.
.105
.... .. .. 107 107 .110
....... ...
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DEĞER HÜKMÜ I — Sİ —
İ lim Adam ı ve Ş âir olarak Gökalp ....... Gö ka lp’ lp’iin
Milliyet Mill iyetçili çiliğ i
Bibliyografya
.
....
.
.....
.
..............
113
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 120
...............
.,
........
.
129 1 29
..................................... .
TANITMA ' W. Bee Beedes des,, eseri şöyle takdim ediyor: Türkiye Cumhuriyetinin Esas Te şkilâtını biçimlendiren, Türk devlet adamlar ına ilham veren zihniyeti tanımak isteyenler bu kitabı okumalıdırlar. Ziya Gökalp, Türkiye Cumhuriyetinin manevî .. kum£MÎmmdan....birL.k i i de bu kuruluşta payı en büyük olan ıdır. H ey eydd ?konusunu çok iyi kavram ıştır (kolay bir iş de değildir bu). Modem Türkiye’nin hayatını yakından tanımaktadır. İstanbul Üniversitesinde okumuştur. Türkçesi mükemmeldir. Dilin durmadan değiştiği bu günlerde küçümsenmiyecek bir vas ıf. Bfeyd’e göre Gökalp orjinal bir mütefekkir de ğildir. Avrup Av rupaa tarihi ve kültürü ile derin bi birr a şinalığı yoktur. Boyuna fikir de ğiştirir. İleri sürdüğü olayları sık sık fikirlerini destekliyecek şekilde düzenler. Ama bu kusurlar ı Ziya Gökalp’in memleketine yapt ığı hizmeti küçültmez. Unutmayalım ki, Gökalp, Türk Türkiyenin iyenin h ızla değiştiği bir çağda yaşıyordu. Düşünce ve devlet adamlar ından istenilen katı inançlar değil, esnek esneklikti likti.. Gökalp Gökalp’in ’in Avrupadan geniş ölçüde fikirler iktibas etti ği, yaratıcı olmadığı do ğrudur. Ona tutarlı bir mütefekkir de denemez. Ama Bat ıdan, alman düşüncelerin, âdetlerin ve usûllerin yurdunun müesseselerine en iyi şekilde nasıl tatbik edilece ğini kesti^mbi!ficek,.ka£İar,..aBİayışiı.cMuğuLda.MzJEâkıa» Şurasını da kaydedelim: Atatürk devrimlerinin en dikkate şayan taraf ı « h a m m a d d e l e r i » geniş ölçüde dışardan gel-
iliği halde, « b i n a »mu Tür ürk k Mil Mille leti tinin nin ze zevk vkin ine; e; ge gele le-neklerine, yaşay ş tarz na uygun ola olarak rak içer içerde de yap lm ş ©İmas d r* Bu - « i n ş a » ve veti tire resi sind ndee Gök Gökalp alp’’in rol rolü ü hi hiçç Aee küçük değildir. Üstelik ele ald ğ konular, yaln z ma A halli, yâln z Türkiyeyi alakadar eden konular değildir. Fert ve devlet, ferdî teşebbüs yerine devlet teşebbüsü, bir çok milletlerden meydana gelen devlet, tek milletin devleti gibi dünya çap nda mese meseleler lelerdir dir bunlar. Ger kalp’in bu konulara ait düşünceleri dikkate lây kt r. Ülkesinin bir çok müesseselerinde, Alt Ok’ta ifadesini bulan prensiplerde bu düşüncelerin izlerine rastlamaktay z. Türk Milletinin bugünkü zihniyetinde ayn düşüncenin akislerini görüyoruz. Nitekim Gökalp’in görüşlerine uygun olarak, Türkiyede dinle devlet birbirinden ayr lm şt r. Cumhuriyetin kurucular devrimlerini gerçekleştirmek için irtica kuvvetlerini ortadan kald rmak ihtiyac n duydular. Bu kuvvetlerin en küçlüsü dindi onlara göre. Fert, fert olarak ibâdetlerinde hürdür am amaa devlet müesseseferi tamamen din d ş d r (lâiktir). Acaba camian n İçtimaî ve kültürel hayat nda İslâm Dini kadar derin ve köklü tesirleri olan bir müessesenin ortadan kalkmas ne gibi neticeler doğurmuştur? Bence bu sual, gerek T ü t kiye, gerekse başka ülkeler için son derece mühimdir. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Wyndham Deedes
ÖNSÖZ Modem Türkiye hakk nda bir çok kitap yaz lm şt r» Orta Boğu*nun başka hiçbir İslâm ülkesi için bu kadar çok kitap yaz lmam şt r diyebiliriz. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Atatürk , ülkesinin siyasî, iktisad , İçtimaî ve fikrî Atatürk, bünyesinde zecri ink lâplar yapm şt r; bu ink lâplar n te™ sir ve neticeler neticelerii derinden derine incelenmiştir. Bununla beraber Bat , Kemalist devrimlerin fikrî temelleri hakk nda pek az şey bilm bilmektedi ektedir» r» Türkiy Türkiyee Cumhuriyetinin kuruluşuna tekaddüm eden devrede « G e n ç T ü r k» lerin oynad ğ rol bilh bilhass assaa mahrem ve ideo ideolojik lojik yönl yönleri eri bak m ndan henüz pek ayd nl ğa kavuşmuş değildir. Oysa modem millî hareket Türk tarihinin bu kas rgal on yr İmda (1908-1918) doğmuştur. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp* bir çcLIurı için Türk milliye ^îliğinin m a e" vî babas , yak n Türk tarihinin önde gelen fikir adamla-, r ndan biridir, ama hayat ve eserleri bugüne kadar hiç hiç-bir şümullü ve tarafs z araşt rmaya konu teşkil etmemiş* tir... Türkiyede Ziya Gökalp hakk nda nice kitaplar kaleme al nm şt r, ne var ki, bunlar n hemen hemen hepsi ta* rafgiranedir, tenkitçi görüşten mahrumdur. Türkçede Gökalp’in eserlerinden parçalarla dostlar n n hat ralar ndan seçmeler buluyoruz. Şapolyo, Gökalp’in nazariyelerini sistemli bir şekilde izah etmediği gibi, kendine ait herhangi bir tenkitçi görüş de s erdetmez. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp’in damadı Ali Nüzhet, hayat ının birçok teferruatını açıklar ama ama eserle eserlerinden rinden pek az bah bahsed seder» er» Hilmi Ziya Ülken, Gökalp’in dü şünceleri hakkında bir kaç değerli görüş ileri sürer, fakat ne yaz ık ki, bu konuyu uzuz* uzadıya incelemez. ölümünden sonra Türkçe gazete ve dergilerde yay ın» lanan makalelere gelince, bunlarda Gökalp’in öteden beri bilinen belli başlı düşünceleri ile basma kalıp methiyelerden başka bir şeye rastlan rastlanmaz. maz. Bu konudaki tek tek ilmi eser, Türk sosyologu Ziyaeddin Fa Fahrini hrinin n kale kaleme me aldığı fransızea kitaptır. Fmdıkoğlu, bilhassa Gökalp’in Fransız sosyologlarına olan borcunu belirtir. (Daha çok Türk ailesi ve Türk ailesinin tekâmülü ile ilgili meselelerde), Av rapa Avra pallı müsteşrikler, Gökalp’in yaz ılarından parçalar çevirmişlerdir. (M. (M. Hartmann, Hartmann, E, Hartman Hartmann, n, A. Fi Ficciler) Hayatı ve eserleri .hakkında kısıa makaleler de yaz ılmıştır, (E. Rossi, J. Deny) Ama bu bilginler Gökalp’in nazariyelerinin anca ancak k bir kısmını incelemişlerdir, hem de umûmî ve muhtasar olarak. , Gerek M» Hartmann’m makaleleri, gerekse Muhiddin’in modem Türkiyedeki kültür akımları hakkmdaki Almanca eseri yaz ıldığı zaman Gökalp henüz edebî faaliyetinin ortas ında bulunuyordu. Eossi’ yle Deny de Gökalp’in çeşitli dergilerd Eossi’ dergilerdee yayım la l a a ve kitap halin halinde de topla toplanmay nmayan an 2Ö 2ÖÖ5den fazla fazl a makale ve şiirini görmemişlerdir. Bu,kitapta Gökalp’in. hayat ı ve eserlerini - bell bellii ölçüler içinde- sistemli olarak ve tenkitçi bir gözle incelemeye çalıştık. Konumuz modern Türk milliyetçili ğinin nazariyecisi olarak Gökalp’tir. Gökalp’iıı eski Türkler ve eski Türk medeniyeti hak' kında'' tarihî araştırmalarına sadece devrinin meselelerine teme! teşkil ettikle ettikleri ri ölçüde tem temas as ettik; hem ele ald ığı-
mız konuların sınırlan, hem.de bu ara ştırmaların İlmî mahiyetleri hakkında şüphelerimiz sebep oldu buna» Nazarî sosyoloji ile ilgili çe şitli makaleleri de dikkate almadık, bu sahada da Ziya Gökalp’in pek' orjinal taraf ı yoktur. ■Gökalp, Batı -bilhassa Fransız- sosyologlarının nazariye* terini benimsemiş ve yorumlamıştır.
Bıı itibarla sosy sosyolojik olojik nazariyelerini aydınlatmağa yarayan bazı temel kavramlar ı izah etmekle yetindik, ö y l e yapm yapmasak asak siya siyasî, sî, din dinî, î, kültü kültürel, rel, fikirler fikirlerii tam tam olara olarak k anlaşılmazdı. Buna mukabil, Gökalp’in dinî düşüncelerine büyük yer verdik. Türk yazarlar ı bıı konuya “belki de., siyasî sebeplerden dolayı- laf olsan üye temas ederler. Umumiyetle şu noktaya -d -daa dikkati çektik: M od odem em Türk devriminin dinî yönler yönlerii bugüne kadar ciddi olarak incelenmemiştir.! Gökalp’in İslâm Bini karşısımda davranışı, bıı dinin Türk hayat ındaki yeri ile ilgili dü şünceleri, gerek modern Türkiyedeki dinî gelişmeyi, gerek Islâm dünyasındaki umûmî lâyikleşme cereyanını anlamak 'bakımından çok önem önemimi imi r Gökalp’in yaz ılan daha çok makale ve şiir halindedir. Kitaplarının ço ğu da daha önce dergilerde yay ımlanmış yazıların toplanmasıyla vücuda gelmiştir. Bütün bu yazıları, düşüncelerini meydana çıkaracak şekilde ayıklamak ve mümkün mertebe tutarl ı bir düşünce sistemi halinde takdim etmek lâz ım gelir. Böyle bir çalışma Gökalp’ Gökalp’in in düşüncelerinin, hayat ının çeşitli devrelerinde nas ıl sık sık değiştiğini ve bıı düşüncelerin iç tezatlar ını ortaya koymaktadır. Kitabımızın belli başlı amaçlarından biri de, Gökalp*in mütefekkir olarak geli şme istikametini göstermektir. Bunu yaparken şimdiye kadar kâfi derecede ayd ınlatılmayan tarihî bir meseleye de ışık tutmuş oluyoruz: Atatürk tü rk har arek ekeeti hang ngii öl ölçü çüde de « 1 t t i h a t v e T e r a k k i » komitesinin devam ıdır ve Jön Türklerin
fikriyle bugünkü bugünkü Türk Cumhuriy Cumhuriyetini etinin n resmî ideolojisi (kemalizm) arasında ne gibi bir münasebet münasebet vardır. Gerek sosyologlar, gerek siyasî ilimler üzerinde çalışan talebeler _Gök Gökalp’ alp’iin. eserlerinde es erlerinde bi birr P o şu toplumu toplumun n da mnâarft milliyetçi düşüncenin dikkate şayan 'bir. Qmeğim.f..balamk~ lardır. Son zamanlarda ispat edildi: Milliyetçilik üzerindeki araştırmalar mukayeseli bir metod takip etmelidir, ancak dünyadaki çeşitli milliyetçilerin mukayesesi ciddi bir değerlendirme yapmamızı mümkün kılacaktır. Modem çağdaş hayatın bu çok önemli olayına, öyle ümid ediyoruz ki; bu monografi mütevazi bir katk ıda bulunacaktır. Kitabımız önce İbranice olarak yazılmış ve Kudüs’teki İbrani Üniversitesi taraf ından filoloji doktorası tezi olarak kabul edilmi ştir» Türkiye dışında hazırlandığı için Gökalp hakkmdaki Türkçe yazılmış bütün eserleri görmek mümkün olmadı. Gökalp’in dağınık yazılarından yayımlanmış bütün kitapları, belli başlı makalelerinin hemen hepsi (Küçük Mecmuada ve diğer önemsiz dergilerdeki baz ı yazılar müstesna) gözden geçirildi. Gökalp’in birçok kitapları ve . Darü Darülfü lfünun nundaki daki de ders rs notlarından bir ço ğu henüz basılmamıştır. Bu eserlerin ne şri ve hayatta olan bazı dostlarının biografik çalışmaları, Gökalp’in hayatı ve eserleri üzerine daha çok ışık serpecektir. U. H. Londra, Ekim 1947
B İ R İ N C İ B Ö L Ü M
HAYATI Yazılarında kullandığı adla daha çok Zi Ziya ya Gökalp diye tanınan Mehm Mehmet et Ziya Ziya,, 1875 1875 ve veya ya 18 1876’d 76’daa Diy Diyârb ârbeekir’de doğdu. Hayatının ilk y ılları Osmanlı devletindeki büyük değişmeler dönemine rastlar. Doğumundan kısa bir zaman sonra (Mayıs 187 18766) Sultan Ab Abdü düll Aziz, Mithat Paşa’nm . yönettiği liberal İslahatçılar taraf ından hal edilmişti. O’nun yerine geçen V. M ıırad delilik alametleri gösterdi ğinden^ üç ay saltanattan sonra, II. Abdüîl ıamid lehine tahttan feragat etmeğe zorlanmıştı. Yeni Hükümdar, me şrutî bir hükümet kuraca ğını vaad etmişti. Mithat Paşa sadarete getirilmiş ve 1878 Aralığında Kanmrı Esasî ilan edilmişti. Yeni Ye ni rej rejim im uzun sürmedi. 1877 Şubat’mda Mithad sedaretten uzaklaştırıldı, Anayasa fiil fiilen en kaldırıldı ve Meclis kapandı. Bunu takip eden « d e v r - i i s t i b d a t »da Padişah, geniş bir hafiye teşkilatı ve sıkı bir sansür vasıtasıyla ülkedeki her türlü siyasî ve entelektüel hürriyete son verdi. III. Sultan Selim devrinde ba şlayan ve Tanzimatta (1839) daha da ciddi olarak devam ettirilen çağdaşlaşma ve Batılılaşma hareketi 30 küsur y ıl askıya alındı. Asrın ortalarından itibaren Avrupa ve bilhas-
sa Fransız kültürünün etkisiyle uyanan ve vatan, hürriyet ve meşrutî hükümet ideâllerini dile getiren Türk ayd ınlarının intibah gayretleri de ayn ı akıbete uğradı. Abdülhamid’in tahta çıkışını takip eden on yıllarda küçük bir in~ telijansiya zümresi ortaya çıkmıştı. Daha çok subaylardan, devlet memurlarından oluşan bir toplumdu bu. Padişah, haklı olarak, bu zümreyi saltanat ı için büyük bir tehlike saydı ve her türlü bask ıya başvurdu. Siyasetini desteklemek için ulemaya yasland ı ve halkın sevgisini kazanmak amacıyla İslâmî cihad nümayişlerine sarıldı. Islahat hareketinin öncüleri Avrupaya Avrup aya kaçmak zorunda kaldılar. Oradan Abdülhamid idaresi aleyhinde güçlü bir propagandaya giriştiler. Kaçak olarak Osmanlı ülkesine sokulan yazıları derin bir ümitsizlik ümitsizlik içinde ülkelerinin çöküşüne şahid olan Türk aydınları taraf ından kapışılıyordu. Rusya ve Yunanistanla yapılan savaşlar yüzünden Osmanlı Devleti Balkanlarda büyük toprak kayb ına uğradı. îngilizler, K ıbrıs ve Mısır’ ı işgâl ett ettil ilej ejr. r. Gayri Türk cemaatler bil bil-hassa Hrist Hristiyan iyanlar lar bağımsızlık taleplerini gittikçe daha kesin bir ifadeyle belirtme ğe başladılar. Malî durumun, bozuklu ğu yüzünden Devleti Aliye Bat ı devletlerinin himayesine girmişti. Bu devletler, kapitülasyonlar, ve buna benzer tavizler yoluyla Türkiye’nin İktisadî hayatını geniş ölçüde kontrolleri altına almışlardı. Bedbin ve marazı bir hassasiyet belirten Servet-i Fünun edebiyatı istisna edilirse Türk halk ının kültür hayatı tam bir duraklama içindeydi. Elbette ki, münevver tabaka AbdiiUhamld’e ve O’ ııun tahammül edilmez idaresine son vermek çarelerini araştıracaktı. j Gün Güney ey Doğu Anad A nadolu olu’nun ’nun idare ve irfan ir fan merkezi 15 15ün ün Diyarbekir (Gökalp’in doğum yeri) asırlarc rlarcaa Arab Arablar lar ve îranlıiar taraf ından yönetilmişti. XVI. asırda Osmanlı hâ~, kimiyetine gireli beri Türk medeniyetinin îran ve Arap ‘
toprakları sınırında bir ileri karakoldu, Diyarbekir. Gökaip’ in zamanında Diyarbekir ahâlisinin ço ğu Türk değildi, Bunlar Osmanlı boyunduruğundan kurtulmağa çalışıyorlardı boyuna. Kürt aşiretleri merkezi hükümete ba şkalar ; rıyordu. Ermeniler ise, yabancı yardımıyla, güçlü bir yer altı örgütü kurmuş ve tam bağımsızlık elde etmek peşindeydiler. İşte Türk milliyetçili ğ i,birbiriyle çatışan bu mil, lî gelenekler ve emeller aras ında doğdu. Sık sık tekrarlanmıştır; «Sınır ahâlisi umumiyetle çok mücadeleci bir mil" liyetçilikle meşbu olurlar. Türk millî hareketini zafere ulaştıran Mustafa Kemal de Osmanl ı devletinin başka bir ^sınır ^bölg bölgesin esinden den (Makadonya) ge gelmi lmişti Gökalp’in cedleri de Çelm Çelmikliyd ikliydiler. iler. Çel Çelmi mik, k, Diyar Diyar-bekir’in kuzey batısında bir kasab kasabad adır. Gökalp’in gerek kendisi, gerekse hal tercümesini yazanlar Türklüğünü ispat için derler, ki, «Gerçi Çelmik Kürt köyleriyle çevrilidir ama ama Çermik ahâlisi ahâlisi daima Tiirkti Tiirktiir.» ir.» B u n u n l a beraber siyasî muhalifleri Gökalp’in Kürt men şeli olduğunu iddia ederler. Gökaip, bu iddiay ı reddetmiştir ama delilleri pek ikna edici değildir. Bu konuda hiçbir ailevî rivayet serdetmez. Sadece İstanbul’a ilk gelişinde (1896) «Türk oldu ğumu hissettim,» der. Sonra şunu ekler, «cedlerim Türk olmayan bir bölgeden gelmiş olsa bile, kendimi Türk sayarım. Çünkü bir adamın milliyet milliyetini ini tâyin eden ırkı menşe değil, terbiye ve duygulardır.» Millî menşei ile ilgili şüpheleridir ki dah dahaa sonra milliye milliyetin tin gerçek mahiyeti hakkında araştırmalar yapmasına sebep olmuştur. Muhakkak olan şudur: Gökalp’in Türklük iddiası baba soyuna dayanmaktadır. Anne taraf ından Kürt kanı taşıması pekâla 'müm 'mümkünd kündür. ür. Deny’ Den y’ee gör göree annes annesii tanınmış bir Kürt ailesine: Pirinççizâde’lere mensuptur. Hangi soydan gelmiş olursa olsun Gökalp’in bir Türk çevresinde yetiştiğine şüphe yoktur. Gökaip Kürtçe konu-
şurdu. Hatta Kürtçe üzerine baz araşt rmalar da yapm şt r. Ama ana dili Türkçeydi. Gökalp’in ailesi hükümet hizmetinde oldukça mühim vazifeler görmüştür. Bir müftünün oğlu olan dedesi Mustafa S tk , II. Mahmut devrinde Van V an’’ da Nusa Nusaybi ybin'de n'de me memur muriye iyetle tlerr ifa etmişti. Gökalp’in babas Tevfik Efendi, Diyarbekir eyaletinin hazine-i evrak ve matbaalar müdürü olmuştur bir süre. Daha sonra vilâyetin resmî ceridesini ç kard ve Diyarbekir salnâmesini yay mlad . Ölümünden' önce vilâ vilâyet yet nüfus müdürlüğü yapt . Arkas nda üç çocuk ve bir hayli borç b rakarak genç yaş nda öldü. ' Gökalp, babas n n hat ras n hürmet ve muhabbetle yadeder. Libera Liberall ve ilerici fikirle fikirlerle rle dinî dinî inançlar n uzlaşt rabilen ateşli bir vatanperver. K sa süren I. Meşrutiyet’de (1878-77) Tevfik Efendi düşüncelerini aç kça ifade eden makaleler yay mlam şt . Oğluna Hürriyet ve vatan mefküresini aş layan o’dur. O günlerde bu mefkûrelerin havarisi şair Nam k Kemal’dir. Tevfik Efendfnin en büyük emeli Ziy Ziya’ a’nm nm Îsîâ Îsîâmiyet miyetee sad k kalarak Bat l bir terbiye almas yd . Ziya, babas n n zamirini if şa eden bir hikâye anlat rm ş: Ziya ilk okul öğrencisidir. Eve babas n n baz dostlar geli gelir. r. Tev Tevfik fik Efendiye: «Oğlunu Avrupaya gönder de tahsilini orada tamamlas n» derler. Tevfik cevap verir: «Korkar m ki Avntpada gâvur olur.» Misafirlerden biri sorar: «Ya hurda kal rsa?» Tevfik cevab basar, «O zaman da eşek olur,» ilk okuldan sonra Ziya, Diyarbekir Askerî Rü ştiye’sine girer. O neslin bir çok kabiliyetli gençleri gibi o da, tahsiline İstanbul’da devam etmek istiyordu. Ne yaz k ki Rü ştiye’nin son s n flarmdayken babas n kaybetti. Tahsiline Diyar Diyarbekir bekir îd îdad adî’sinde î’sinde devam etmek zorunda kald. Çocukluğundan beri edebiyata derin bir ilgi gösterd gösterdi. i. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Hat ralar nda anlatt ğ na göre yed yedii seki sekizz yaşlar ndayken A ş k Garip, Şah İsmail gibi halk hikâyeleri okumuş. Daha sonra dikkatini tiyatro eserlerine, romanlara, şiire çevir-” miş. Eline geçen her kitab okumuş. Hocalar na bak l rsa pek iyi bir talebe değilmiş Ziya. Çünkü Çünkü verile verilen n dersleri ezbe ez berr lemezr lemezrcc iş. Tek ilgilendiği ders edebiya edebiyatt ve matema matema-tikmiş. Bununla beraber tarih hocas Ziya’nm geniş bilgisi ve bağ ms z düşüncesiyle temayüz ettiğini söyler. İdadi’de Ziya Frans zca öğrenmeğe başlar, Bat medeniyetinin anahtar . Ayn zamanda amcas Hasip Efendinin yard m yla Şark ilimleri ilimlerinde nde de ilerliyo ilerliyordu. rdu. Ha Hasip sip Efendi ulemâdan bir zatt . Kardeşi Te Tevfik vfik’in ’in vefat ndan sonra Diyarbekir’e yerleşmişti. Ha Hasi sipp Ziy Ziya’ a’ya ya Arapçayla Farsça öğretti. Ona Gazâli, îbn Sina, Farabi, İbni Eüşd gibi büyük İslâm filezoflarmin ve İbni Arabi, Celâleddin Rûmi gibi mutasavvuflarm eserlerini tan tt . Gazâli Gazâ li nin ünlü otobiografis otob iografisii Al-Munk z min ad-dalal 'Ziya’y çok etkiler. Bu eserde Gazâli hakikati arama yolunda ne gibi aşamalardan geçtiğini anlat r. Ziya’nm bu kitab okurken neden büyük heyecan duydu ğu kolayca anlaş labilir. Çünkü kendi kafas nda da birbiriyle çat şan düşünceler vard . O günlerde, Frans z devriminin düşünceleri Türk gençliğini alevlendir alevlendiriyordu. iyordu. Ziy Ziya’ a’n n n mektep müdürü ilerici ve yurt sever bir insand . Talebeleri üzerinde büyük bir etkisi vard . Padişah ah,, devrim devrimci ci düşüncelerinden dolay bir avuç ayd n Diyar Diyarbeki bekir’e r’e sür sürmü müştü. Ziya, Ziy a, o toplulu toplulukla kla temas kurdu. Çağdaşlaşma cereyan n öncüleri olan Nam k Kemal, Ziya Paşa, Ahmed Midhat gibi yazarlar n eserlerini okumağa başlad , Ziya. Hatta bir kaç arkadaş yla birleşerek Avrupada ç kan Türkçe dev 19000 başlar nda Abdullah T i m c i neşriyat da smarlad . 190 Cevdet Diyarbekir’e gelince Ziya’nm yer alt faaliyetiyle ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
F: 2
temas daha da s klaşt . Bu genç doktor (Cevdet) tan nm ş bir ate ateist ist idi. Haeckel, Buchner, . Spenser ve Le Bon düşünceleriyle meşbu idi. İstanbul T bbiyesinde okurken gizli bir teşkilat n kurulmas nda faal bir rol oynam şt . Bu teşkilat 1908"9 devrimini yapacak olan meşhur İttihat ve Terakki Cemiyetinin çekirdeğidir. Amcas , bu tehlikeli hürriyetçiyle ilişki kurmas n ■şiddetle yasak etmişse de Ziya genç doktorla dostluğuna devam etmiştir. Belki de Cevdet daha o zamandan Ziya’y gizli cemiyete sokmuştur. Muhakkak olan şu ki Ziya’nm dikkatini sosyal ve siyasî konulara, bilhassa Frans z sosyolojisine çeken O’dur» ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Ziy a, bu fik Ziya, fikirle irlerde rden n ilham alara alarak k 18 18944-995 y llar nda hamasî ve ihtilâlci bir çok manzumeler yazm şt r. Mehmet Ziya imzas n taş yan bu manzumeler Gökalp taraf ndan yay nlanmam şt r. Aruz vezniyle yaz lan bu şiirler, halk istibdata karş ayaklanmağa ve vatan kurtarmağa çağ r yordu. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Hayat n n bu döneminde genç adam büyük bir buhran geçirdi. Y llarca tesirinden kurtulamayacağ bir buhran. İdâdide okurken genç idealizmi, bilhassa Tarih-î Tabiî hocas n n ileri sürdüğü rasyonalist.deliller karş s nda param parça olmuştu. Bu Rum doktor, çağdaş ve klasik felsefenin de yabanc s değildi. İnançlar yla akl aras nda bir uçurum aç ld Ziya’nm. «Hakikat- Kübra»y araşt r rken İslâm felsefesine ve ve tasavvufa başvurdu. Fakat boşuna... Sorular na cevap bulamad . Ailesi ve dostlar dini bütün birer müslümand lar. Ziya’nm bu şüphelerinden dehşete düştüler ve onu dinsizlikle suçlad lar. Yaln z aralar ndan biri, münevver ve geniş düşünceli b i r ' za zatt olan Hac İzzet Efendi Ziya’nm sorular yla ilgilendi ve saatlerce din ve felsefe meseleleri üzerinde konuştular. Air dullak Cevdet’in ihtilâlci düşünceleri Ziya’y coşturmuştu. Hürriyet, her türlü fedakârl ğa lây k bir mefkûreydi şüp* ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
hesiz.. Ama Diyarbe hesiz Diyarbekir kir gibi geri kalm ş ve mürteci bir şehirde ideâli için mücadele edemezdi ki Ziy Ziya» a» Abdu Abdullah llah Cevdet’in etkisi onun iç gerginliğini bir kat daha art rd ■ama duygular n aç ğa vurmas na ve faaliyete geçmesine uygun bir zemin haz rlayamad . Evinde de rahat değildi. Mektebi bitirince İstanbul’a gitmeğe karar verdi. Tahsiline orada devam edecekti. İstanbul, siyaset ve kültür merkeziydi. Ailesi buna şiddetle karş ç kt » » Has Hasip ip Efendi, Zi Ziyy a’ a’nm nm k z yla evlenip Diyarbekire yerleşmesini ist istiyord iyordu.. u.. Ziy Ziya, a, evlenmek için çok çok genç olduğunu, tahsilini tamamlamak istediğini ileri sürdüyse de kimse kulak asmad . Bütün bu içinden ç k lmaz s k nt lar onu düş k r kl ğ na uğratt . Tek çareyi intihar etmekte buldu. İntihar da etti ama kurşun hayatî uzuvlar na pek bir zara zararr vermedi. - Dos Dostu tu Abdullah Abdu llah Cevdet’le bir Rus doktorunun yapt ğ ameliyatla kurtuldu. Ama kurşunu ç karamad lar ve ölü ölüncey nceyee kadar onu kafas nda taş d Ziya. Bu olay n ak akis isle leri rini ni « K z l E l m a » manzumesinde buluruz. Şiirin kahraman Turgut, kendin kendinii tabancayla vurmağa kalkar ama son dakikada sevgilisi önlerr bu •int le intiha iharr ve ona mefküresini gerçekleştirme yolunu gösterir. Gökaip için intihar meselesi hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. Bu konu üzerinde bir tez haz rlayan hocas Durkheim’ yak ndan izlemiş ve daha sonraki yaz lar nda intihar n es esas as sebebini sebebinin n mefk mefkûres ûresizlik izlik olduğunu ispat etmeğe çal şm şt r. Kald ki ilimle mefkûreler çat şmaz bir birbirle birleriy riyle. le. ' . Ziya Gökalp’in gelişmesi bir başka İslâm müceddidinkine çok benzer: M s r’l Muhammed Abduh. Abduh, Ziya’dan bir nesil önce yaşam şt r. O da eski gelene geleneklere klere bağl mektepler mekteplerden den memnun değildir. O da, kendisine İslâm tasavvufunu tan tan amcas Şeyh Derviş’in etkisi ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
alt nda kalm şt r geniş ölçüde. O da, gençli ğinde derin bir iç buhran geçirmiştir. Kendini riyazete ada adam m ş ve dünyevî olan her şeye şüpheyle bakm şt r. T pk Ziya gibi bir siyasî lider taraf ndan Necat’a kavuşturulmuş: Şeh Cemaleddin A l Efga Efgani. ni. Hürriy Hürriyet et ve Terakki uğruna savaşan bu lider ilerde göreceğimi imizz gibi g ibi Göka G ökalp5 lp5! de -dolayl -dolay l da olsa- etkileyecektir. Bu olaydan bir süre sonra Erzincan Askerî İdadiye’ sinde okuyan kardeşi Nihat tatili geç geçirm irmek ek üzere Diy Diyar* ar* bekir’e gelir. Ziya’y üzgün görür, İstanbul hasretiyle üzgün. On Onaa yard yardim im vaad eder. Mektebe döner dönerken ken onu da götürür ve oradan İstanbul’a gitmesini sağlar. Ziya, payitahta meteliksiz ulaş r (1312: 18 1896). 96). Ona bilâücret yiyec yiyecek, ek, yatacak ve tah tahsil sil sağlayan tek müessese Baytarl k Mektebidir. İster istemez oray orayaa kaydolu kaydolur. r. Tabiî ilimler ve teşrih derslerine devam eder. Ne var ki, dersten ziyade politikaya verir kendini. Farmasonluk merasimine rasi mine benzer bir merasimden merasimden sonr sonraa gizli cemi cemiyete yete (İt” tihatt ve Terakki)ye üye olarak kabul edilir. tiha edilir. Ailesinden gelen paran n çoğunu aidat olarak öder cemiyete. Bu arada hristiyan hocas yla karş laş r. Doktor da bu devrimden yanad r. Yaln z rejimin t pat p Bat demokrasisini sis ini taklit etmeyip, Türk millî ruhuna ve memleketin sosyal bünyesine uygun olmas n ister. Önce Türk Milletinin psikolojisi ve sosyolojisi tetkik edilmeli ve Türk devrimi bu temeller üzerine oturtulmal yd . Bu görüş Ziya’y çok etkiledi. Gelecek y llarda Türkçülük diye isimlendireceği Türk millî hareketi için İlm lmîî bir temel geliştirmeye karar verdi. Gökalp Gök alp?? Tü Türkç rkçülü ülük k inan inancc n 15 yaş ndayken okuduğu iki esere bağlar: Ahmet Vefik Paşa’nm « L e h ç e *i O s i p a n î »siyle Süleyman Pa şa’nm « T a r i h - i  l e m »i. İstanbul’a gelir gelmez ilk edindiği kitap ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Leon Cahun’un «Asya Tarihine Methal»dir. Ona göre eser Pan Türkizm’i te şvik etmek için yazılmıştır adeta, îlk temas ettiği şahıs da Hüseyin Zade A Ali li’’ dir. Rus Türklerinden olan bu zatın millî ve sosyal fikirleri Ziya’yı geniş ölçüde etkiler.
Ziya’nm devrimci faaliyetleri uzun süre Afodülhamid’ in polisinden gizlenemezdi. Nitekim îttihad Terakki cemiyetinin üyeleri takip edilmektedir, özellikle Harbiye talebelerinin 1897’de Padişaha karş tertipledikleri bir gösteriden so sonra nra,, Diya Diyarbekir rbekir’de ’de Zi Ziya ya’mn ’mn ark arkad adaaşlar n n evleri aran r ve hayli yasak ne şriyat ve diğer yasak evraklar ele geçer. Bunlar n aras nda Ziya’nm siyasî görüşlerini aç kça ifade ettiği bir mektup da vard r. Polis İstanbul’daki sorumlular haberdar eder. Ve Ziya, Baytar mektebinden kovulur. K sa bir süre süre sonra tutuklan r. Bir sene hapse mahkûm edilir. Mevkufiyetinin ilk on ay n siyasî mahkûmlar n bulunduğu Taşk şla’da geçirir, geri kala kalan n iki ay n ise İstanbul’un iki ayr hapishâne hapishânesinde. sinde. Müteaddid ricalar na rağmen Kuran’dan başka okuyacak kitap ve verrmezler ona. O da, bu sayede Kuran’ incelemek için hayli bol vakit bulur. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Hapishânede devrimci bir baytarla kar ş laş r ve can kulağ yla dinler sözler sözlerini. ini. Hat ralar nda «Üçüncü gerçek hocam» hoc am» diye bahseder onda ondan. n. Babas ndan ve hristiyan doktordan doktor dan sonra « P î r i » O ’dur. Nasihatîar m «ulvî bir vasiyetnâme» olarak kabul eder ve onlara sad k kalmağa and içer. Yaşl adam, istbidat idaresinin sona erece ğini ve 1876 Meşrutiyetinin yeniden kurulacağ n haber vermiştir ona. Ne var ki bu dönem uzun sürmiyecekti. D ş bask , iç entrik entrikala alarr ve özellikle hürriyet ve terakkiye haz rl ks z halk yüzünden Meşrutiyet rejim rejimii çok geçmeden so sona na erecektir. Devaml bir demokratik nizam sağlayacak hakiki devrim ancak entellektüel bir haz rl ktan sonra ger* ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
çekleşebilirdi. Demek ki millî intelijansiy intelijansiyaya aya düşen görev k sa sürecek olan Meşrutiyet döneminden faydalanarak kitleleri eğitmek ve.onlar demokr demokrasiye asiye haz rlamak, olmal yd . 1922lerde Ziya, eski öğretmenin ■isteklerini yerine getirdiğini göğsünü gere gere yazacakt r hat ralar na.. Lib na Libera erall Jön Türk idar idaresinin esinin (19 (1908 08-1 -18) 8) aşağ yukar onuncu y l nda memleketin f rt nal bir geçiş döneminden sonra Mustafa Kemal' taraf ndan bi bilfii lfiill kurulacak olan Millî ve M ode odem m Devletin temellerini .at .atm m şt r. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Ziya Gökalp, Hapisten ç k nca Diyarbekir’e sürülür ve orada yaşamağa zorlan r. Bu İstanbul’daki çal şmalar n sonu demektir yani bütün yüksek tah tahsilin silinin. in. Gökalp, hiçbir zaman diploma sahibi olam yacakt r ama bu daha sonra İstanbul Üniversitesine profesör olarak atanmas na mâni değildir. Diyarbekir’e döndüğü zaman amcas Hasip Efendinin öldüğünü öğrenir. Daha önceki arzu arzusun sunu u ye yeririne getirir, amcas bu hususu vasiyetnâmesinde de yazm şt r zaten. Yeğeni Çevriye ile evlenir. Dört çocuklar olur. Oğlu Sedat küçükken ölür. Ve Seniha, Hürriye Hürriyet, t, Türkân isimli üç k z. Seniha, Gök Gökalp alp’’ in hayat - hikâyesi yazar öğretmen A li Nüzhet’le evlenir. Ziya, dokuz y l sâkin ve münzevi bir hayat sürer Diya Diyarbek rbekir’ ir’de de.. K sa süren iki devlet memuriyeti d ş nda hiçbir işle uğraşmaz. Kay npederinden kala kalan n ma mal, l, Zi Ziya ya’y ’yaa özel çal şma imkân sağlar. Bat , özellikle Frans z felsefesi, psikolojisi ve sosyolojisini sistematik bir şekilde incelemeğe başlar. Bu uzun dönemde hiçbir eser yay mlamaz. Çünkü Afodülhamid’in s k sansürü, ilerici fikirlerini ifade etmesine mânidir. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Ziya, ameli hayattan elini eteğini çekecek kadar kitaplara dalm ş değildir. Çok Çok geçmed geçmeden en kurulu düzen düzenee muar z bir grubun baş na geçer. Diy Diyarbe arbekir’ kir’deki deki baz siyasî olaylarda oynad ğ rol sayesinde bölgede büyük bir ün kazan za n r. İbrahim Paşa’nm emrindeki, çoğu kürt millî aşireı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
tinden derlenmiş, Hamidiye alay bölgenin baş na belâ kesilir. Köylüyü soyar, yağma eder ve keyfi vergiler toplar.' Sonunda Diyarbekir halk idareyi ellerine almaya karar verir. Ve 1908-7 de Ziya’nm başkanl ğ nda bu güruha karş silâhl çat şmaya geçer. Postahâneyi işgâl eder, derhal müdahale müdah ale etmes etmesii için telgraflar yağd r r Bab Aliye. Padişah, meseleyi incelemek ve suçlular cezaland rmak üzere Diyarbekir’e iki özel memur göndermeğe söz verir. Bu haberin sadece halk oyalamak için başvurulan bir tedbir olduğu meydana ç kar. Değişen bir şey yoktur. K sa bir süre sonra İbrahim Paşa kanun d ş hareketlerini yeniden sürdürür. «Şaki İbrahim’in Hikâyesi» adl manzumesinde Ziya, -kürt eşkiyalarma karş hükümetin aciz kald ğ m hayk r r. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
«Siz hepiniz yan yolda kalsanız Vazi Va zifey feyee da’vet için yal n z Gideceğim hükümete ben kendim» Her ferdimiz bu fikirde olmal Gönüllere fedâîlik dolmal Bağ rmai : Ya adalet, ya ölüm.» ı
ı
ı
ı
ı
ı
Sonunda Padişah, Hamidiye alay n ve liderlerini başka bir yere nakleder. ı
ı
Ab dülham Abdül hamid’ id’in in bask idaresi art k son günle günlerini rini yaşamaktad r. 19 1908 Temm Temmuzun’ uzun’da da Jön Türkle Türklerin rin isyan Padr açmaağa şaha Meşrutiyeti tekrar ilân etmeğe ve Meclisi açm zorlar. Ziya bu haber karş s nda çok heyecanlan r ve nutuklar yla yeni nizam destek destekler. ler. Diya Diyarbek rbekir’in ir’in ücra bir kasabas ndaki memurlar, ile ileri ri gele gelen n din adam adamlar lar , aşiret reisleri gibi gerici unsurlar henüz etkinliklerini muhafaza etmekte ve Jön Türk hükümeti taraftarlar na bir çok güçlük ç karmaktad rlar. An Anca cak k Nisan 190 9099 da Padişah ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
taht n terk ettikten sonrad r ki Ziya ve arkadaşlar ser* bestçe çal şabilirler. Ziya, verdiği konferanslar sayesinde ittihat Terakkinin mahallî şubesinde parmakla göste gösteririlen bir liderdir art k. Ayn zamanda Diyarbekir’deki Peyman ve Dicle gazetelerinin ç kmas nda büyük katk s olur ve bu gazetelere makale ve şii iirl rler er yazar. 19 1909 09 da İstanbul’a uğrayan Ziya, Diyarbekir’e ilk okul müfettişi olarak döner. 1909 sonbahar nda Gökalp Gökalp’in ’in hayat nda yeni bir merhale başlar. Diyar Diyarbeki bekirr temsilcisi olarak Selânik Selânikteki teki Ittihad ve Terakki kongresine davet edilir. Merkez-i umûmî üyesi seçilir. Bu görevi mütareke (1918) sonunda f rka feshedilinceye kadar devam edecektir. Cemiyet, Jön Türk idaresi boyunca perde arkas ndan devletin bütün işlerini bilfiil idare eder. Üyeler nâz r gib gibii hareket ediy ediyorla orlard rd ^ gerçi nâz r de ğildiler ama çoğu hakiki nâz rlardan daha nüfuzluydu. Bilhas Bilhassa sa ikinci dönem döneminde inde (19 (1913 13 den itibaren) Jön Türk rejimi bir parti diktatoryasma dönüşür. Bir çok bak mdan Abdülhamid’in idaresinden daha 'mutlak bir idaredir bu. > Sel Selani anik’e k’e yerl yerleeşen Ziya, art k millî bir simad r. Yeni idareciler, özellikle istikbalin Sad Sadrazam razam Talat Bey onu yak n arkadaş telâkki eder. Ziya, Selânik’de liberal Türklerle ve Avrupal çevrelerle temas kurar. O günlerde, Selanik’in entellektüel ve ekonomik hayat nda hâkim bir rol oynayanlar gayri müslim cemaat yani nüfusun çoğunluğunu teşkil eden Yahudiler, Hristiyanlar ve Dönmelerdir. Ittihad ve Terakki’de faal bir rol oynayan bu topluluklar Bat kültürüyle ve daha da çok Frans z Kültürüyle yetişmişlerdi. Ziya’nm siyasî tutumu dadi ğ er Jön Türk" lerinki gibi bu kozmopolit çevrenin etkisindeydi. Bu dönemde Ziya, Osmanl c l k’a, rk ve din ayr m gözetmeli sizin bütün vatandaşlar n eşitliğine inan yordu. Islâmiyete ise o kadar önem vermiyordu. Öte yandan, Balkan Har* binin k sa bir süre öncesine kadar Selanik! dünya politr ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
kas n n en nazik bölgesi haline getiren millî temayüller ve mücadeleler de Ziy Ziya’ a’nm nm düşüncele üncelerim rim damgalar. Türk milliyetçiliğinin ilk işaretleri o y llar n yaz lar nda görülebilir. Bu bat muhitinde Ziya, Avrupa felsefesi ve sosyolo jisine jisi ne merak sar sarar. ar. Dost çevre çevrelerind lerinde, e, Fouillee, Tarde, ve Le Bon gibi Frans z mütefekkirleri üzerine konferanslar verir. Bu dönemde, yak nlar ndan biri Ali Haydar, Ziya5 nm daha o günlerde Frans z sosyologu Durkheim’i (1858 “ 1917) okuduğunu söyler söyler.. Durkheim Durkheim,, daha sonra başl ca üstad olacakt r. Ziya’nm. Oysa Ülken’e göre Gökaip, arkadaş Hüseyin Zâde’nin tesiriyle ancak 1912’lerde Durkheim’i tan yacakt r. Hakikat şu ki: Gökalp’ Gökalp’in in Selanik dönemindeki yaz lar nda Durkheim’ Durkheim’in in fikirle fikirlerine rine rast rastlanlanmaz. 1911-12 y llar nda Ziya, Selanikte îttihad Terakki Sultanisi tan isine ne felsefe ve sosyol sosyoloji oji hoc hocas as tâyin edilir. Galiba Türk müfredat program na sosyoloji dersi bu devirde girer. Şüphesiz bu yenilik Ziya’nm tesiriyle olmuştur. Üstelik Parti Gençlik kolunun da baş na geçer. Konferanslar kalabal k bir dinleyiciyi dinleyi ciyi toplar çevresine ve etk etkisi, isi, daha daha da çok, genç nesil üzerinde gün geçtikçe artar. Hatta Parti liderleri bile Ziya’y hareketin başl ca entellektüel kuvveti olarak kabul ederler. Bununla beraber Ziya siyasette fiîli olarak hiçbir zaman kalm yacakt r. Partinin kurduğu hükümet hükümetlere lere girmez, nazarî araşt rmalar tercih eder. Ona göre siyaset ve akademik çal şma birbirlerivle ba ğdaşmaz. Selanikte faal bir siyasî gazetecidir. 1911’de itibaren çeşitli dergilerde Te Tevfi vfik k Seda Sedat, t, Demir Demirta taş, Gökaip imzas yla makaleler ve şiirler neşreder. Sonra Gökaip onun değişmez yaz “ ad olur. Selanik entellektüel ortam ndan cesaret bulan Gökaip ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ıı
ı
ı
ı
ı
17-18 yaşlar ndayken Türk Milleti’nin sosyolojisi ve psikolojisi alan nda yapt ğ araşt rmalar neşreder. ı
ı
ı
ı
ı
ı
■O devirde Sela Selanikt niktee tanınmış yazar Ömer Seyfettin’in iştira tirakiyle kiyle A li Canib Canib’in ’in yayımladığı en seçkin ' dergi «Genç «Ge nç Ka!emler»dir. Ka!em ler»dir. Genç Kalem Kalemler, ler, hal halk k kitleleri ta tara ra-f ından anlaşılmayan yabancı kelimeleri Osmanlı dilinden çıkarmak için savaşmaktadır. Kültür kalkınması için bir Türk mill millîî dilinin yaratılması şarttır. Daha 1909 larda halk diliyle şiirler yazan Gökalp bu girişimi destekler. Ne var ki, ona göre yalnız dilde’ reform kâfi değildir. Hayatın tüm sahalarında sosyal reformlara ve millî dirilişe de ihtiyaç vardır. Yavaş yavaş Göka Gökalp’in lp’in Osmanlıcılık mefkûresi yerini Türk Milliyetçiliğine bırakır. «Yeni Hayat» ve «Yeni K ıymetler» başlıklı makalelerinde bu iki mefkûre yan yanadır henüz. Fakat Ziya’nm dediği gibi, daha 1911 lerde yayımlanan ve bütün düşüncelerinin özeti olan Turan manzumesi Türkçülüğün katıksız bir ifadesidir.
1912’de Balkan Harbi patlar. İttihat ve Terakki Cemiyetinin karargâh İstanbul’ stanbul’aa nakledilir. GSkalp’ GSkalp’de de İ S ' ta bul’a yerleşir. Burada yazar ve hoca olarak faaliyetleri daha verimli bir devreye girer. Bu dönemden itibaren düşüncelerinde büyük etki yapan D rkheim sosyolojisine dayanarak dayana rak Ziya, sosyal ve kültürel konular üzerinde si sisstemli araşt rmalar yapar. Hayat n n bu en önemli devresi Osmanl împaratorluğu’nun son y llar na rast rastlar. lar. Balkan Muharebesinin neticesi olarak Türkler Rumelideki bütün topraklar n kaybeder ve Osmanl c l k hayalleri de siyasî sahneden silinir. Halifeye sad k sünnî müslüman çevreler hâlâ imparatorluktan kalan topraklar korumak ümidindedirler. Ne yaz k ki Ar Arna navu vutlu tluk k (1 (191 912) 2) ve Hicaz (1 (191 916) 6) gibi müslüman eyâletlerdeki isyanlar bu ümidi suya düşürür. Gerçek şu ki milliye milliyetçi tçi ve pan pan-Tura -Turanc nc mefküreler Türk inteli j ansiy ansiyas n dah dahaa çok çekmektedir. Bu me meff küreı
ıı
ıı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
leri ilk ortaya atanlardan biri de Gökaip’tir. Ve art k bütün çabas n bu mefkûrelerin nazarî izah na harcayacakt r. İstanbul'da, Türk milliyetçiliğinin merkezi olan Türk ocağ na üyedir. 'Ve çok geçmeden de arkadaş A Ak kçtıraoğlu Yusu Yu suf’f’un un ç kard ğ « T ü r k Y u r d u »nun yaz iş len müdürlüğüne getirilir. Bu dergide bir''seri makale neşre* der. Bu makeleler daha sonra «Türkle şmek, İslâmlaşmak, Muas rlaşmak» ismiyle ayr bir kitap halinde bas lacakt r. Yaz lar n çoğu İstanbul’da «Halka Do ğru», «İslâm Mecmuas », », «i «içt çtim imaiy aiyat at Mec Mecmua muass » » ve ' bilhassa «Y «Yen enii Mecmua»da yay mlan r. 1917 lerde ç kan bu önemli haftal k dergi o kadar az maddî imkânlara sahiptir ki, Gökalp’in isteği hilaf na, dergi Jön Türk hükümetinden tahsisat almak zorunda kal r. Bununla beraber Türkiyede ç kan en iyi dergi say lmaktad r. Tan nm ş yazarlar, zaman n tarihçi ve şairleri dergiye katk da bulunurlar. Derginin siyaseti Gökalp’in çizdiği siyasettir. Bütün makalel makalelerde erde onun tesiri görülür. Yeni Mecmua 1918’de kapan r. Bu tarihe kadar 66 say ç km şt r. Hepsinde de yaz lar vard r Gökalp’in. Bunlara ilâveten, Gökaip iki şiir kitab ya yayy mlar: «K z l Elma» (1914-15) ve «Yeni Hayat» (1918) ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
İttihat ve Terakki Fırkasının 'merkezi, umûmî üyesi olarak Gökaip, sosyal, hukuk ve kültür meseleleriyle u ğraşmıştır. Türk lonca tarihini, derviş tarikatlarının gelişmesini, ve azınlıklar -bilhassa Türkiyedeki Ermeniler- meselesini incelemiştir. Fırka liderleri liderlerinin nin isteğine uyarak millî terbiye üzerine bir rapor hazırlar. Kütüphânelerin, İstanb stanbul ul Üniversitesi Üniversitesinin nin ve medreselerin İslahında faal bir rol oynar. 1917 Sonbaharında Fırkanın Kongresine medreselerin kapanması ve Şeyhülislâm müessesesinin lâğvını teklif eden uzun bir muht ıra sunar. Vakıflar müessesesinde ve aile hukukunda köklü İslahat yapılmasını ister. Tekliflerinin Teklifle rinin büyük bir bölümü Fırkaca benimsenir ve
Birinci Dünya Savaş nda Hükümet taraf ndan yürürlüğe konur. ı
ı
Üniversite hocas olarak genç nesil üzerindeki nüfuzu da artar. Medreselerin birinde sosyoloji hocal ğ yapt ktan sonra İstan stanbul bul Ünivers Üniversitesine itesine pro profesö fesörr olarak at ataan r. (1915) Derslerinin bir k sm bas lm şt r, geri kalan k sm ise not halindedir. İktisat profesörü Yusuf Kemal’le beraber İktisat Derne ğini kurarlar. Burada da Gökalp s k s k iktisat ve sosyal meseleler üzerine dersler verir. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Birin ci Ciha Birinci Cihan n Harbi başlang c ndan itibaren Türk entellektüel hayat nda önde gelen simalardan biridir Ziya. Turanc Hüseyinzâde Ali, şair Yahya Kemal, k sa hikâye yazar Ömer Seyfettin, siyasi gazeteci Ağao ğlu Ahmet, tarihçi Halim Sabit, Türk ocağ reisi Hamdullah Suphi v.s. yak n arkadaşlarmdand r. ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
O zamanki şakirtlerinden ve genç meslekdaşlarmdan çoğu Cumhuriyet döneminde önemli mevkiler işgâl etmişlerdir. Bunlar n aras nda tan nm ş Türkolog Köprüliizâde Fuat. romanc Halide Edip, Falih R fk (Ulus), Neemeddin Sadak (Akşam) am),, Ahme A hmett Emin Yalman (Vata (Vatan) n) gibi meşhur gazeteciler de vard r. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Osmanl İmparatorluğu Birinci Cih Cihan an Harbinde ye ye-nik düşünce Gökalp’in İstanbul’daki çal şmalar son bulur. Mütarekeden sonra (1918) Jön Türk ileri gelenleri memleketi terk eder. Gökalp ise, dostlar n n ikazlar na rağmen payihatta kal p üniversitedeki derslerine devam eder. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Müttefik kuvvetler İstanbul’u işgâl ediAce Ziya yeni Türk Hükümeti taraf ndan (1919) tutuklan r ve Bekirağa Bölüğü hapishânesinde yatar. Diğer İttihat ve Terakki ileri gelenleriy gele nleriyle le berab beraber er Türk Askerî mahkemesi mahkemesine ne ç kar l r. Ermeni katliam na yo yoll açan tahriklere kat lmakla suçlaı
ı
ı
ı
ı
ı ı
nijfo jHakk Sü SüEk Ek’yi!~^reX ’yi!~^reXroEa5p/ roEa5p/ Eatliam tamamen redde~| der. Ermenilerin ölümüne arkadan hançerledikleri Türk-} lerle yapt klar savaş n sebep olduğunu söyler. Bununla | beraber Ermenilerin ülke d ş na ç kmalar n tasvip etmiş-| j tir. Askerî mahkeme Ziya’yla arkadaşlar n memleketten 1süre rerr, f 1919 yaz nda bir İngiliz gemisi onlar Maltaya götürür. ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Burada Gökaip tek hocal bir çeşit üniversite kuracakt r. Aralar nda eski hükümet naz rlar n n ve mebuslar n bulunduğu kader arkadaşlar na felsefe, sosyo sosyoloji loji ve edebiyat üzerine konferanslar verir. Evet... sürgün ac d r, üstelik para s k nt s ... Ama yine de Ziya büyük bir sükûnete kavuşmuştur. Arkadaşlar n n maneviyat n da yükseltmeğe yard mc olur. İyimserliğinin ifadesi ailesine yazd ğ mektuplarda göze çarpa çarpar, r, özellik özellikle le k z Semiha’ya. Gerek mektuplar nda ^gere gerek k Malta konferans konferanslar lar nda Türkçülük ve millî diriliş ‘mefkûr me fkûrele elerini rini sürdürür sürdürür.. Dört y ll k y prat c savaştan Osmanl İmparatorluğu’nun yenik ç kmas , ülkenin düşman taraf ndan işgâli, Sevr muahedesinin ağ r şartlar , mem memlekett lekettee hüküm süren ana anarrşi Gökalp’in ümidini sarsmayacakt r. Türkiyenin tekrar kalk nacağ ndan emin emindir. dir. Mustaf Mustafaa Kem Kemal’ al’in in Anadoluda başlatt ğ istiklâl savaşma ait ilk haberler iman n daha da pekiştirir. 1921 de Gâzi’nin Yunanl lara karş zaferinden sonra Gökaip ve arkadaşlar hürriyetlerine kavuşup Türkiyeye dönerler. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökaip, oldukça soğuk karş lan r. Ankara’daki yeni idareciler, savaş kaybedip memleketi harabey harabeyee çeviren dostane ane hisler besleme beslemezler zler ve İttihat ve Terakkiye karş dost Ziya’ Ziy a’ya ya hen henüz üz müttefiklerin işgâlinde bulunan İstanbul Üniversitesinde profesörlük görevi iade edilmez. Ankara’da da bir iş bulamaz. Ziya. Ailesiyle beraber Diyarbekir’e dönmekten başka çaresi yoktur. Bir süre Diyarbekir muı
ı
ı
ı
âilim mektebinde ve lisede psikoloji, edebiyat dersleri verir» Ayn zamanda S hhat Bakanl ğ İ çin Kürt aşiretlerin durumuna ait geniş bir rapor haz rlar. Daha da mühimi Ziya’nm dergi faaliyetlerinin yenilenmesidir. Ankara’daki dostlar yard m yl ylaa Haziran 1922 1922 den iti itibar baren en Mustafa, Kemal’i ve onun siyasetini destekleyen haftal k bir dergi, ç kar r: Küçük Mecm Mecmua. ua. Maddî imkâns zl klar yüzünden derginin bask s pek ilkeldir. ilkeldir. Bununla Bununla beraber aşağ yu yu-kar yaz lar n büyük bir k sm Ziya’n n kaleminden ç kan bu, mütevazi dergi, Türk düşünce dünyas nda .çok şerefli bir yer kazanacakt r. Makalelerin ço ğ u İstanbul gazetelerine al n r. Failli Rıfkı şöyle yazar o günlerde: «Bu dergi vas tas yla Gökalp, İstanbul’un düşünce temayüllerini idare etmektedir» Diyarbak rdan. Derginin kapanma tarihine kadar (Mart 1923) Gökalp yüzden fazla şiir ve makale yayy mlar Küçük Mecmuada. Bundan sonra yaz lar İstanya bul’da «Yen «Yenii Mecmua Mecmua», », «Cumhuriyet», «Yeni Türkiye», .«HâklmiyeH Milliye» gibi dergi ve gazetelerde ç kar. 1922 sonunda Te Telif lif ve Tercü Tercüme me He Heye yeti’ ti’ne ne reis ataatan r, ve Ankara’ya yerleşir. Bu -ye yeni ni imkânlar sayesinde Avrup Av rupaa diller dillerinden inden klâsik eserler tercü tercüme me etmey etmeyii düşünür. Eski Türklerin dinleri üzerinde bir kitap yay mlar: Türk Töresi. Bu, Tür Türkiye kiyede de korku korkunç nç ' bir iç-savaş dönemidir. İstiklâl Harbinin kazan lmas üze üzerin rinee (19 (1922 22)) eski İttihat ve Terakki liderleri yeniden f rkay kurmaya çal ş r. Gökalp’i de davet ederler ama o reddeder. Gâzi’ye sâd k kalmay tercih etmiştir. 1923 seçim devresi Mustafa Kemal’in Anadolu ve Rumeli Müdafaa! Hukuk cemiyeti ad yla kumlan partisi için propaganda kampanyas na bilfiil iştirak eder. Daha sonra bu f rk rka, a,’’ Halk F rkas ismini alaca alacakt kt r. « D o ğ r u Y o l » adl risalesinde Gâzi’nin Dokuz Umde diye' vaaz ettiği parti program n tahlil ve izah eder. Ağustos 1923 de meclisin ilk oturumunda D iy iyar arbe beki kir! r! ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
temsil etmiştir. Mektep müfredat nda cezri değişiklikler öneren ve yeni kitaplar yazmak için uzmanlar' celb -eden Meclis Eğitim Kom Komitesi’ itesi’ne ne üye seçi seçilir. lir. Bunun üzerine Gökalp bir çok telif kitap ç karmay üzerine al r. Bunlardan da n «Türk Medeniyeti TariM»nin ilk cildi ölümü ölümünden nden sonra 1925 de ne şredilir. Ayn dönemde bir çok eski Türk masallar (Alt n Iş k) ve «Türkçülüğün Esaslar » » da yay y ay mlan la n r» Bu B u ki kita tap^ p^ Gö Gökal kalpp düşüncesinin bir özeti mahiyetin" dedir. . ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Anka ra’da Mustafa K e m a ll Ankara’da llee karş laş r ama münasebetleri hiçbir zaman dostane olmam şt r. Bir süreden beri Gökalp’in s hhati bozulmaktad r. Ankara’da tedavisi mümkün olmayan -Ziya İstanbul’a gelir. Ama Frans z hastahânesindeki doktorlar da onu s hhate kavuşturamaz. Ölümünden bir kaç gün önce Mustafa Kemal’den bir telgraf al r. Bütün masraflar ödenerek.tedavi için Avrupaya gitmesi teklif edilmektedir. Gökalp telgrafa cevab nda Gaziden ölümünden sonra ailesine yard m edilmesini ve «Türk Medeniyeti» hakkmdaki kitab n n' yay mlanmas n ister. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Ekim 1924 de 48-49 yaşlar nda öldü. Sultan Mahmut mezarl ğ na defnedildi. Cenazesi, dostlar ve talebelerinin iştirakiyle millî bir hadise olmuştur. Meclis, yoksul kar s na ve çocuklar na maaş bağlamağa karar verir. ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
Gökalp’in dostları onu tipik bir ilim adamı olarak tarif ederler. Ciddi, çok konuşmaz, lâklakiyattan, şakadan hoşlanmaz. Pek canl ı değildir, kendi düşünceleriyle sarhoştur- adeta. Çevresiyle me şgul olmaz. Ama hele karşısına candan ilgilendiği bir konu geçsin, birden s ıyrılıverir hayallerinden, fikirlerini açık seçik ve kuvvetle savunmağa başlar. Mizaç itibariyle mütevazi ve utangaçtır. Çolpa hareketleri ve muaşeret bilgisizliğiyle küçük bir kasabadan geldiğini ortaya koyar. Bütün çabalarına rağmen Do-
ğu Anadolu şivesinden kurtulamam şt r. İstanbullu arkadaşlar yan nda küçüklük duygusuna kap l r, o belâgatli, canl , neşeli arkadaşlar ... Ziy Ziya’ a’nm nm entellek entellektüel tüel yetenekleri ve mefkûreciliği karş s nda büyük sayg duyan bu arkadaşlar onun bilgice tav rlar n alaya almaktan da geri kalmam şlard r. ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
İ K İ N C İ B Ö L Ü M
GÖKALP’DEN KALAN ■ I — FELSEFİ TEMELLER
Ziya Gökaip, gençliğinin ilk y llar nda, felsefeye fazla ilgi göstermez. Başl ca meşgalesi sosyal ve siyasî meselelerdir. Felsefeyle ancak doktrinlerine nazarî bir temel bulmak için uğraş r. Gökaip, bu ilgisizliği her zamanki gibi, içinde bulunduğu toplu toplumun mun durumuy durumuyla la izah eder. Türkler için felsefeyle uğraşacak zaman gelmemiştir henüz. Sonsuz savaşlara girişmiş, güç İktisadî şartlar içinde yaşayan bir milletin böyle bir lükse ay racak zaman yoktur. Türk ayd nlar n n başl ca görevi, hayatî bir ehemmiyet arz eden iç ve d ş problemlere çözüm yolu bulma bulmakkt r. ' 1908 ihtilâli, siyasî bir ihtilâldir. Şimdi, millî hayat n bütünü bütününü nü kucaklayacak bir İçtimaî ihtilâle ihtiyaç vard , yeni değerlere dayan dayanan an bir ihti ihtilâl. lâl. Gökaip bu dedeğerleri ararken önce irade felsefesinin cazibesine kap ld . 1911 de ak l hocalar Eeno vier, Boutroux, Fouiilee’ Fouiilee’di dir. r. Bugün felsefe gerçek konusunu bulmu ş ve sosyal hayat m z yöneten siyasî, hukukî, ahlâkî de ğerlerle uğraşmaya başlam şt r. Benimsediği bir başka görev de insanl ğ yükı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ıı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
F: 3
seltecek değerleri yaratmaktı. Bugünün felsefe felsefesi si umûmî ahlâktır. Metodu artık ke şif ve tahlil değil, değerlendirme ve yaratmaktır. (Genç Kalemler, 1911) İyi ama, insan değerler yaratabilir mi? O dâ, bütün madde alemine hâkim olan determinizm kanunlarına tâbi değil mi? Gökalp, bu suâlin cevab ını Fot ıillee’nin «Kuvvet Fikir Fikirleri» leri» nde de'' bulur. İnsan zihni, 'kend kendii ' ke kend ndile ilerin rinii gerçekleştiren ve dış aleme nüfuz ederek birer vak’a haline gelen fikirler imâl edebilir. Ama bu fikirlerin mevhume değil ?me ?meffküre olmaları için maddî ve fizik âlemin temayüllerine uygun olma olmalar ları lâzımdır. Kuvvet-Fikirler madde alemini, kuvvet-hisler sosyal hayatı yönetir.
Ne var ki, Fouillee, Gökalp Gökalp’i’i uzun zama zaman n tatmin ■etmez. Durkheim’i bulur. Çünkü, Fo ııiîîe cemiyetin temeli olarak ferd ferdee önem, verir. Oysa Gökalp’e Gökalp’ e göre, tarihin tarihin temel faktörü cemiyettir. Hürriyet deyince de aklına gelen,, ferdin devlete veya dine karşı- ' ba bağımsızlığı değil, millî Bağımsızlık ve demokratik idaredir. Fouiliee, madde ile ruhu birbirind birbirinden en ayırmaz. Gökalp ise pozitivisttir. Ona göree felsefe, müsbet ilmin temel gör temelleri leri ile çatışmamalıdır... Maddî âlemin kanunları mane manevî vî âleme tatbik edil edileme emez,, z,, ama bu' manevî hadiselerin İlmî izahı yapılamaz demek değildir. Boutroux’ya göre, varlık dört şekil arzeder: madde, hayat, ruh* ve cemiy ce miyet. et. Herbir Her birini inin n kend kendine ine has kanunları vardır.. Herbiri ayrı bir ilmin konus konusudur. udur. Determinizmden minizm den . hürriy hürriyete ete giden bir yo yoll bu. Gökalp, ahlâk ve dini daha -aşağı merhalelerin determinizminden kurtarmak için Boutroııxîn xînu u n
II — SOSYOLOJİK MEFHUMLAR: MEFKÜRE Gökaip, .tem .temel el meselesine Bur Burkhe kheim. im. sos sosyolo yolojisi jisinde nde cevap bulur: İçtimâi; hayatı yöneten değerler veya mefkureler nelerdir? Bu mefkürelerin mahiyetleri nedir? Nasıl tesir ederler? Burkheim’e göre ahlâkî, dinî ve estetik değerler İçtimaî olaylardır; cemiyetin tekâmül kanunlarına bağlıdırlar. Gökalp’in mefkûre anlayışında iki merhale tesbit ede™ biliriz. İlk me merh rhal alee «Türk Yurdu»ndaki Yurdu»ndaki - ma maka kalel leler erin inde de göze çarpar: mefkûrejcemiyetin kendi hakkmdaki şuurdur. Buhran çağlarında uyanan bir şuur. Cemiyet kendi mahiyetini, menşeini ve vazifesini idrak eder. Tek tanrılı dinler doğar. Milliyetçilik de böyle bir buhran anında doğmuştur. Gökaip pozitivist olarak, mefkûreyi, metafizik bir dünyaya iten nazariyeleri de benimseyemezdi, ferdin kakafasında doğan ve ferdin topluma kabul ettirdiğini ileri süren nazariyeleri de. Gerçi bu nazariyeler mefkûreyi dünyevîleştirirler ama ona sübjektif ve yapmacık bir mahiyet vererek reâliteden uzaklaştırırlar. Müsbet ilimlerin kabul edebileceği tek nazariye, mefkûreierin objektif bir varlık olduğunu isbat edendir. Bu nazariyeyi Durkheim sosyolo jisind jisi ndee bulu buluyoruz. yoruz. Mef Mefkûre kûre bu hudutlu mâ mânâda nâda,cem ,cemiye iyetin tin bütün faaliyetlerini yöneten gizli, bir kuvvettir. Fakat mefkûre, belli bir İçtimaî temele dayanmak zorundadır, yani fert cemiyetin dışında değerler icad edemez. Bunlar, daha önce cemiyetin ruhunda gizli birer istek olarak yaşamış olmalıdırlar. Yapılacak tek şey onları keşfetmektir. Zamanla me mefkûr fkûree kelimesi dah dahaa geniş bir mânâ kazanır. Mefkûre, cemiyetin kendi hakkmdaki şuuru olarak sınırlanmaz. İçtimaî ruhun-peri masallarından, dinî inançlardan, ahlâkî, hukukî hatta İktisadî anlayışına kadar-bütün tecellileri mefkûre olabilir. Bunun için, maa’şeri tasavvur haline gelmeleri, yani maa’şeri vicdanda akisler bulmaları
lâzımdır. Ne var ki, gerçek bir mefkure büyük heyecanlar uyandırmaiıdır. .Mefküre şöyle tarif edilebilir: hissî kesafet kazanan maa seri fikirler. Örf, cemiyetin bünyesiyle beraber değişir. Kanunlar, tebellür etmiş örflerdir. Onlar da cemiyet ile beraber değişirler. Örf, yalnız maa’şeri şuurdan ibaret değildir, cemiyetin kabul ettiği değerlerdir erlerdir.. Yâni mef küreye yakın bir mânâ taşır. Örf, cemiyetin tasvib ettiği âdetlerdir. Örf, giderek bid’atları da kucaklar. - >FERD VE CEMİ YET
Mefkûreler, daha doğrusu mefkûre (cemiyetin kendini tanıması) mâ’ şerî bir vecid halinde doğar. Ferd bu vecdin ateşi içinde eriyerek iştimaî şahsiyete kalbolur, menfaatlerini unutur ve bütün gücünü cemiyetin menfaatine hasreder. Böyle anlarda doğuştan hodbin olan fert, cemiyet uğruna hayatını da feda etmeğe hazırdır. Cemiyetin kutsiyetini anlar ve bu kutsiyetin kendisine insanüstü bir kuvvet verdiğini hisseder. Fert, kesif bir İçtimaî şuur içinde yaşayarak, « B e ş e r » seviyesinden « i n s a n » seviyesine yükselir. Şu halde en yüksek ahlâkî gayesi ferdiyetini şahsiyete yükseltebilmesidir. Ferdiyet, insanın karışık maddî yapısından, yani hayvanî ve şehvânî varlığından ibarettir. Ferd bu maddî âmiller zincirinden koparak, kucağında yaşadığı cemiyetin üyele üyeleriyle riyle müşterek mefkurelere uygun düşünmeyi ve hareket etme etmeyi yi öğrenince şahsiyet olur. İnsanın maddî güçlere doğrudan doğruya tâbi olmayan kısmına eskiden ruh denirdi. Şahsiyet kelimesinin sembolik bir ifadesinden başka bir şey değildir bu tâbir. uurun runda da mevcut ve ferdin şuuruna Şahsiyet cemiyetin şuu akseden düşünce ve hislerin, kısacası, ideâllerin bütünü olarak tanımlanabilir.
İlâhiyatç lar, ruhla beden aras nda hiçbir ortak cevher olmad ğ n ile ileri ri sürerler. Nitekim, şahsiyetin kaynağ n ferdiye ferd iyette tte aray arayan an hedonistle hedonistlerle rle (ha (hazc zc lar) faydac lar n temahkûmdur. dur. Bou Bouiroîix, iroîix, ruhla şebbüsleri de başar s zl ğa mahkûm bedenin iki ayr aleme, başka bir tabirle, varl ğ n iki farkl merhalesine ait olduklar n ispat etmiştir. Ferdiyetin merkezi, ferdin şuurun uurunda da ve his hissî sî tecrü tecrübele belerind rindedi edir: r: neşe, keder, korku, hiddet gibi. Şahsiyet ise, insan vicdan ndaki İçtimaî unsurlarda belirir. Bütün insanlarda mevcut olan ferdî şuur, psikolojinin konusudur. Şahsiyetin incelenmesi ise sosyolojinin vazifesidir. Psikoloji ahlâk, din, estetik gibi mefkûre ve hislerle uğraşmaz. Zira bunlar n hepsi İçtimaî hadiselerdir ve ancak İçtimaî metodîarla izah edilebilir. Ziya Gökaip de, B rkheim’e uyarak iptidai bir cemiyette şahsiyetin az geliştiğini ileri sürer. İş bölümünün ortaya ç kmas yla cemi cemiyet yet dah dahaa fazla farkl laş r ve fert siyasî, dinî, meslekî çeşitli İçtimaî zümre zümrelerl lerlee temas kurar ve çeşitli şuurlar kazan r. Ferdî şahsiyetin temeli budur. Ferdin fikirlerini, zevklerini bu şuur yoğurur. Bu yei i tip insan Avrupada rönesansla yaş tt r. Orta-çağda yaMüslüma man n m ill illet etle lerr de he henü nüzz şayan Türkler de ve diğer Müslü ortaya ç kmam şt r. Tam gelişmiş şahsiyet, yaln z arzular n n tahakkümünden değil, köhne geleneklerin ve resmî fikirlerin zincirinden de kurtulan insan demektir. «Halk hükümdarlar n yolunda yolundan n gider» iddias n hiçbir hür şahsiyet kabul etmez. Gökaip, bu direnişi göklere ç kar r, çünkü tam bir liberaldir. Ama en gelişmiş şahsiyetin bile ma’şerî şuuru aksettiren İçtim çtimaî aî faktörlerin bir mahsulü olduğunu da belirtir. Gökaip, hür şahsiyet hakkmdaki liberal görüşü, Sultan’m mutlak hâkimiyetine ve İslâmiyet’in nasç zihniyetine karş açt ğ savaşa hizmet ettiği ölçüde kabul eder gibidir. Mizaç itibariyle kollektivisti?Durkheim’in cemiyetin ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ıı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
fert üzerindeki üzerindeki hâkimiyeti prensibini bütün kalbiyl kalbiylee kabul ediyordu. Cemiyetten anlad ğ , gerici ve hâkim s n f n mefkure ve hisleri değil, halk n mefkûre ve İlişle leri riyd ydi. i. O na göre ferdiyetçilik, mefkureden mahrumiyeti ifade eder. Şüpheciliğe götürür insan . Ahlakî karars zl kt r, hayal k r kl ğ d r, ümitsizliktir. Herhangi bir cemiyette ferdiyetçiliğin hâkimiyeti }o cemiyetin çöküşüne bir işarettir. Böyle bir merhaledeki cemiyetin ay r c vasf -bu asr n başlang c nda Türk cemiyetinde old oldu uğu'gibi- ak l ve sinir hastal klar ^bilhassa intih intiharlar arlar n art ş d r. Gökalp’in de kollektivizm inanc İslâmiyet'in müminler aras ndaki kardeşlik, eşitlik geleneğine dayan r. Gökalp, Durkh Durkheim eim’’ in na nazar zari" i" yelerini benimsemeden y llarca evvel bir bayram dolaysiyle bu konuyla ilgili bir şiir yazm şt . Gökalp, fikirle fikirlerini rini irade hürriyetini inkâr eden Cebriye Mezhebine dayamak ister. Bir bak ma hakl d r da. Çünkü insan ekseriya kendi iradesine göre hareket ettiğine inan r, oysa kucağ nda yaşad ğ cemiyetin mefkûrelerine itaat eder eder... ... Gökalp bö böyl ylee düşünürken M. Şemseddin gibi baz Müslüman İslahatç lar, Cebriye Mezhebinin hakiki Müslüman ruhuyla çat şt ğ n isbata çal ş yorlard . Gökalp, ferdin cemiyetle kaynaşmas n ve kendini cemiyete feda etmesini ister. Bu istekde İslâmî bir temayülün, ya" ni tasavvufun tesirini görmek kabildir. Mutasavv f (sûfi) insan bencillikten kurtulmağa, İlahî iradeye teslim olmağa ve Allah' n içinde erimeğe (fenâfillah) çağ r r. Gökalp’in İçtimaî heyecan yaratan mefküreye vecid demesi bir tesadüf değildir. Vecid, İslâm tasavvufunda kendinden geçme mânâs nda kullan lan bir tabirdir. Gökalp, şiirlerinin birinde şöyle der: «Gövdelerde kesret, var Gönüllerde vahdet, var Fertler yok cemiyet var Lâilâheilîaîlah.» ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
Ama bu Allah, Ku Kur’ r’an an n Allah' değildir art k; sufr nin manevî varl k dediği Allah da değildir. Gökalp’in.Al" lah’ cemiyettir.. O’na kutsiyet atfeder. O’ndan fertlere ge ge-verir ir ve taleplerini taleplerin i İlâhî çen çe n ruha « t e v f i k » ismini ver emirlere benzetir. İnsan şahsiyetinin kutsall ğ ^ ma’şerî şuura sahip olduğundan dolay d r. Cemiyetin ruhu, İlâhî ruhun yerini al yor. Gökalp Gökalp’in ’in cemi cemiyeti yeti tan tanrr laşt rmas , Durkheim’den gelen bir görüştür. Frans z sosyologuna göre, insanda -f traten- cemiyet karş s nda bir tâbilik, başka bir deyişle, mâdunluk hissi vard r, boyun eğer cemiyete. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı ı
Bu duygu dinde müşahhas ve remzî kisveye bürünür. İlim ise bu hissi aç k ve ayd nl k bir dille tasvir eder. ı
ı
ı
-fertle, e, «en yüksek» kudret ara ara-İnsan olgunlaşt kça -fertl s ndaki münasebetleri izah eder- müsbet ilim, daha doğrusu sosyolojji, dinin yerine geçer. Bu «en yüksek» kudret’in ad dinde Tanr d r, sosyoloji’de cemiyet... ı
ı
ı
ı
ı
MİLLET Gökaip, millet konusunda Durkheim’in nazariyesini düpedüz değiştirir, (hem de ke keyf yfii olarak) olarak).. Durkheim’in cemiyeti yerine milleti koyar. Oysa, Frans z içtimaiyatç s için millet, modern insan n aid olduğu çeşitli İçtimaî zümrelerden sadece biridir. Gökaip, cemiyette bulduğu bütün u M vas flar millete aktar r;' Tanr inanc yerine millet inanc n koyar. Milliyetçilik bir din olmuştur art k. Millî topulu ğ un tanr laşt r lmas daha başka sonuçla sonuçlarr da doğurur. 'Gökaip, cemiyet ne isterse o olur demekle kalmaz, cemiyetin her istediği ahlâken de iyidir der. Bütün mefkurelerin kaynağ olan cemiyet, en üstün manevî otoritedir. Bundan başka, yüksek ahlâkî bir davran ş nümûnesr ni sunar; çünkü, bencil ferdin aksine, cemiyet mefkûreleı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
rini gerçekleştirmek için hiçbir' fedakârl ktan çekinmez. Böyle bir anlay ş n tehlikeleri ortadad r. Mademki bel belli li bir cemiyetin menfaatinden daha yüksek bir de ğer yok, o halde bir cemiyet diğer cemiyetlerle münasebetlerinde hiçbir ahlâkî kayda tâbiî değildir. îdeâl cemiyet millî cemiyettir diyen Ziya Gökalp, aş r milliyetçiliği kabul eder: Her türlü milletleraras mükelle mükellefiyetleri fiyetleri reddeden aş r bir milliyetçilik. Gökalp, fert için ve millet için birbirinden farkl manevî ölçüler ileri sür sürdü düğünü fark ndad r, Gökalp’in Gökalp ’in gerek mi mille llete te^ ^ gerekse ferde yükle yükledi diği tek görev ahde vefad r. «Cemiyet «Cemiy et en yükse yüksek k otorited otor itedir»' ir»' naza nazariye riyesini sini ortay ortayaa atan Durkheim de bu tehlikele tehlikeleri ri fark ndayd . Madem, ki ferdin bencilliğini tehdid eden içtimâî bir gruptur, öyleyse gruplar n bencilliğini kontrol eden ve onlar içine alan daha -geniş bir grup olmal d r. Bugüne kadar ülke veyaa devletten dah vey dahaa büyü büyük k İçtimaî bir teşekkül yoktur. Zira, insanl k gerçek bir cemiyet teşkil etmek için lüzumlu olan müşterek şuura ve müşterek mefkûreye henüz sahip değildir ildir.. Ama beynelm beynelmilel ilel cemiyeti milletten da daha ha yüksek manevî bir değer addeder ve daha büyük içtimai topluluklara doğru bir gelişme tasavvur eder. Bugün, mil” liyetçilikle kozmopolitliği uzlaşt rman n tek yolu vard r: Ahlâk n s n rlad ğ manevî bir vatanperverlik. Milliyetçiliği müdafaa edenler, Dtırkheim’in bira birazz müphem ve çocukça nikbin yaz lar nda (bilhassa Birinci Cihan Harbi s ralar nda) kendi davâlarma deliller aram ş ve bulmuşlard r. «Millet Tanr d r» fikri Durkheim’in yaz lar nda var lan aç k bir neticedir. Ama millet kavram .ancak insanl k fikri gerçekleştiği ölçüde nihai bir mefkûre olabilir. İleride de görüleceği gibi, her tür türlü lü ente enternasyo rnasyonali nalizm zm fi fik kir ir--* lerine şüpheyle bakan Gökalp, bu şart kabul etmez. Mil~ letin en mükemmel cemiyet olduğu inanc Gökalp’in ilk yaz lar nda bile bulunur. 1911 de yay nlanan «Yeni Hayat ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ve Yeni K ymetler» adl makalesinde, «bu «bugün gün insanl k kendi ifadesini milliyet mefhumunda bulmaktad r», der» ı
ı
ı
ı
Burkheim’i tan y nca onun nazariyeîerini benimser; çünkü bu nazariyeler: ı
ı
1) Mill Millet, et, insa insanl nl ğ n bugüne kadar idrak ettiği en yüksek tekâmül merhalesidir inanc na İlmî bir destek sağlar. ı
ı
ı
2) Türk Mi Mille lleti’ ti’nin nin nas l bir tekâmül merhalesin merhalesinee ulaşt ğ n , hangi kültürel k ymetlerin ve İçtimaî müesseselerin eskimiş olduğunu binaenaleyh ilga edilmesi gerek” tiğini, hangilerin bugünkü durumla hemahenk oldu ğunu ve netice olarak idame ettirilip geliştirilmesi lâz m geldiğini anlamas na yard m eder. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökaip, Durkheim mektebinden cemiye cemiyetin tin tarih bo bo-yunca dört esas merhaleden geçtiği teorisini al r: ı
1) 2) 3) 4)
Aşiret (ilkel veya göçebe toplum), Kavim Ka vim (akrabal ğa dayanan toplum), Ümmet Ümm et (müşterek bir dine sahip olan toplum), Millet (fertlerin birbir birbirine ine kültürle bağland ğ toplum). ı
ı
ı
Eski Türk tarihine merakl olan Gökaip, ilkel cemiyetin mahiyetini ve kavmî s hriyete dayal ilk devlet şekline nas l geçildiğini uzun uzun anlat r. Bu gibi toplumlarda nihai faktö faktörr rkt r. Nitekim, ilk İslâm cemiyetinde Araplar Arap lar n hâkimiyeti de bunu gösterir. Bundan sonra cemiyet teokratik merhaleye girer. Bu merhalede otokratik bir hükümdar vard r, dinî kanunlara göre yönetir ülkeyi. Zamanla, asillerin imtiyazlar ortadan kalkar ve yabanc as ll fertler hükümet ve orduda en' yüksek mevkilere geçebilirler. Gökaip, bu geçişe örnek olarak ilk Bağdat halifeliğinde tam eşitlik elde eden ve en önemli mevkilere ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
yükselen «gayr Arap» İslâmlar (meva (mevali) li) gösterir. Ay Ayn n imkânlar Hristiyanlara da verilm verilmiişti. Onlar da daha çocukken devşirme usûlüne göre İslâmiyet! kabule zorlanm ş, sonra askerî ve mülki hizmetlere getirilmişlerdir. Bu tip cemiyetin temeli din birliğidi idirr (ümmet). Din, art k, belirli bir halk topluluğunun imân olmaktan ç kar umûmî, beynelmilel olmağa, yönelir. Bu arada kabileler yerleşik hale geldiklerinden, cemiyet iktisaden köye bağl d r. Kabileler hürriyet ve bağ ms zl klar n yitirirler, oturduklar toprak sahiplerinin hâkimiyeti alt na girerler. Feodal düzen Do ğu’da Abbasîler, Selçuklular, Osmanl lar devrindeki toplum yap s n n da husûsiyetlerindendir. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
İçtimaî tekâmülün zirvesi millettir. Bu merhalede, merhalede, ferdî şahsiyet hem teokratik ve feod feodal al idareye, hem de dinin katı geleneklerine karşı isyan eder. Millî şuurun kuvvetlenmesiyle cemiyet, dıŞ bağımsızlığı için de savaşır. Böylece bir çok milletlerden mürekkep imparatorluklar ın inhilâline yol açar. Ne var ki, bu millî demokratik ve bağımsız devlet henüz cemiyetin ideal bir şekli değildir.
Son gelişme merhalesinde bütün vatanda şlar n faydalanmas gereken eşitliği önleyen ekonomik s n f farkl laşmalar ortadan kalkmal ve cemiyet, meslekî gruplar veya loncalar temeli üzerine kurulmal d r. Bu, sosyal demokrasinin hakiki şeklidir. Bu görüşlerinde Gökalp, şüphesiz 1914-1 -19918 harbinde Avr Avrupan upanm m bir birçok çok memleketlemem leketlerindee ?bilhassa jRusyada meyd rind meydana ana gele gelen n büy büyük ük değişikliklerin tesiri alt nda kalm şt r. Daha önce önceleri leri başka türlü bir ideâl cemiyet tahayyül etmişti, Ziya. 1915 de şöyle yazar: «Demokratik devleti daha yüksek bir cemiyet takip edecektir; bu cemiyette en üstün hâkim kuvvet hükümet olmayacak, millî kültür olacakt r (harsî millet). Böyle bir cemiyet cem iyet manevî liderlerini gerçek tems temsilcis ilcisii say sayaca acakt kt r. Yaln z böyle bir cemiyette ahlâkî de ğerler tam mânâs yla ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
hâkim olabili olabilirler rler,, çünkü adalet cihaz teşriî ve icraî organlardan bağ ms zd r. Bütün Bütün medeni milletlerin bu yöne doğru ilerlemelerine rağmen henüz hiçbirisi bu son merhaleye varamam şt r. Gökalp’e göre, böyle bir cemiyet İçtimaî tekâmülün gayesidir, gayesidir, çünkü milletin hakiki ruhunu, harsiliğini en ayd nl k şekilde ortaya ç kar r. Gökaip ,xrk veya sadece din esaslar na dayanan millet târiflerini reddeder. Hiçbir milletin ( rk bak m ndan) mütecanis olmad ğ n ispat etmek için birçok ilim adamlar ndan deliller getirir. Irk, tabiat ilimlerine ait tabirdir; millet, İçtimaî ilimlere. Irkî menşe ile millî seciye aras nda..,, hiçbir münasebet yoktur. Millî seciye, Le Bo fu fun n iddia ettiği gibi rkî bir topluluktan veraset yoluyla intikal etmez; terbiyenin, İçtimaî mefkûrelerin eseridir. Gökalp’in her türlü rk nazariyesini reddedişi, yaln z nazarî araşt rmalar n n değil siyasî düşüncelerinin de neticesidir. ticesid ir. Gökaip e göre, Türkler rkça herhangi bir Avrupa milletinden daha kar ş kt rlar: yar Moğoldular, yar be be-yaz rktan. Ama aşağ da da gösterileceği gibi, bütün Türkler hiç değilse potansiyel olarak tek millet te şkil ederler. Milletin rkla hiçbir münasebeti olmad ğ kanaatini kanaatini,, Gö" kaip’in kendi menşei hakkmdaki şüpheleri bir kat daha kuvvetlendirmiştir. Siyasî birlik de milletin temelini teşkil etmez (misal: İsviçre) sviçre).. E. E. Kenan’ Kenan’aa göre, mill milletin etin ana ana vas flar ndan biri olan «birarada yaşamak arzusu» Gökalp’in millet tarifinde yoktur. Gökalp’ e göre, bir milleti kaynaşt ran mefkureler, müşterek bir istikbal kurmak gibi siyasî bir iradeye değil ,ortak bir kültür miras na dayan r. Bütün müslümanlarm bir tek millet olduğu iddias da yanl şt r. Gökaip, asl nda dinî cemaat mânâs na gelen millet tabirini bugünkü anlamda kullan r. Milletleraras Müslüman camiaya ise ümmet der. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp’in millet târifi şöyle: Millet, ayn dili konu** şan, ayn terbiyeyi gören ve ayn dinî, ahlâkî, bediî mefkürelere bağlanan insanlar n meydana getirdiği cemiyettir, K s c : harslar ve dinleri bir olanlar. ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
Cumhuriyet Halk Pa Partis rtisini inin n 1931 deki program nda buna benzer bir tarif buluyoruz: Millet, birbirine dil, kültür ve ideâl birliğiyle bağlanm ş vatandaşlar n meydana getirdiği siyasî ve İçtimaî bir varl kt r. Din unsurunun bu târifte yer almay ş oldukça manidard r* ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
HARS VE MEDENİ YET Milletin temeli harst r. Gökalp, milletleraras k ymet" lere medeniyet ad n verir. Hisleri, hükümleri, mefkûreîeri harsa dahil eder. Akl , ilmi, bilgiyi, metodlar ve teknolojiy lo jiyii medeniyetin cüzleri sa saya yar. r. Ha Hars rs n hissî ve enfüsî (sübjektif) bir mahiyeti vard r. Medeniyete ait k ymetler ise fikrî, afakî (objektif) amelî ve çok defa maddî bir mahiyet arzeder. Harsî k ymetler, cemiyetin şuur alt nda gelişir. Medenî k ymetler, şuurlu olarak doğar ve inkişaf eder. Gökalp, bir birçok çok tariflerind tariflerindee olduğu gibi, burada da hissî ve tarafgir. Kültüre, orijinallik, “sadelik, tabiîlik, güzellik gibi iyi vas flar atfeder; medeniyete ise, tam tersine. Bu gayri İlmî davran ş Gökalp’in iç mücadelesini aksettirir: gönlü ile kafas , sevdikleriyle akl n kabul etmeye zorlad ğ şeyler aras ndaki mücadeledir bu. Davran ş n n bir başka sebebini de bu nazariyenin aç klamaya çal şt ğ tarihî şartlarda buluyoruz. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp’e göre, Türkler kültürce zengin, medeniyetçe fakirdirler. .Kültürün ehemmiyetini belirtmesi, vatandaşlar n medeniyetin tuzaklar na karş uyarmas bundand r,, «Kültür, ifadesini sağlam millî mefkurelerde bulduğu zaman medeniyette medeniyetten n daha daha kuvv kuvvetlidi etlidir» r» der Gökalp. Tarih” ı
ı
ı
ı
ı
ı
ten örnekler vererek'bu iddias n ispat etmeğe çal ş r: olgun bir kültüre sahip olan milletler, daha yüksek medeniyet seviyesine ulaşm ş olan düşmanlar n yenerler. Gökaip, harsla medeniyetin muhtevalar n anlat rken, «belli birmilletin dili, güzel sanatlar , hukuku, ahlâk ve dini k smen o milletin harsî mir miras as na, k smen de milletleraras medeniyete aittir» der. Meselâ kalabal ğ n diliyle yaz lan halk edebiyat belirli bir cemiyetin hars na dahildir; oysa belli bir medeniyeti aksettiren havas edebiyat farkl milletlerin yüksek s n flar nda müşterektir. Misal olarak Gökaip, halk mutasavv f Yunus Emre’ Emre’nin nin Türkçe şiirleriyle Celâleddin-i Rumi’nin Farsça şiirlerini karş laşt r r. Harsla Hars la meden medeniyeti, iyeti, mil millî lî ile mille milletlera tlerarr as n , hissî ile akliyi z d mefhumlar olarak gösterir. Bu antitezler, Gökalp’i tarihî hadiselerin yanl ş ve tarafl tefsirler tefsirlerine ine sürük sürükler. ler. Medeniyet Mede niyetin in de his hisse se daya dayanan nan k ymetleri vard r. Bunu, Gökalp’in de s k s k başvurduğu Rumî, eşsiz bir belâgatle anlat r. Ziya, Gökaip, «Rönesansm bütün sana sanatkârl tkârlar ar klâsik Yunan ve Roma’dan yaln z kal p ve teknik alm şt r, r,;; , eser eserler lerinin inin öz i millî ananelere dayan r» diyor. Ancak, Bat medeniyetini onun gibi yar m yamalak anlayan bir yazar, böyle bir iddiada bulunabilirdi. Gökalp’e göre, bir medeniyetin içinde çeşitli harslar bulunabilir. Mesela, Bat medeniyeti, îngilizler, Frans zlar ve Almanlar’da müşterektir; hatta Yahudiler ve Japonlar bile bu medeniyeti benimsemişlerdir. Medeniyet, milletler aras nda bir temessül âmilidir. Kültür ise milletleri farkl laşt r r. Medeniyet, millî harsa mal edilmedikçe, millet taraf ndan benimsenmiş say lmaz. Yaln z ayd n s n f n kabul ettiği bir medeniyet, milletin hars harsîî hayat nda yabanc ve zararl bir unsur olarak kal r. Ferd belli bir medeniyete ancak milletin arac l ğ ile dâhil olur. Hakiki medeniyet,.mütekâmil millî harslara dayan larak yarat labilir. Bu iddian n ne ta tari rih h in inee de de sosyolojik bir teme temeli li ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
vardır. Siyasî bir amaç gütmektedir Gökalp. Vatandaşlarının önce köklü bir Türk harsına sahip olmalarını ve ancak daha sonra Batı medeniyetini benimsem benimsemelerini elerini istemektedir. Dikkate değer bir nokta da Gökalp’in zaman zaman milletlerarası medeniyetin, millî harslardan önde geldiğini kabul etm etmesidir. esidir. «Mi «Millî llî harsla harslar, r, milletlerarası medeniyetten doğar. Medeniyet değerleri, çeşitli harslardaki müşterek unsurlardan başka'bir şey değildir. «Bu tarif, Gökalp’i temel nazariyelerinden birine götürür; her millet, kendine mahsus ve bağımsız harsını intisap ettiği medeniyet çerçevesi içinde olduğu gibi muhafaza ede eder, r, Mill Milliyet iyetçili çilik k inancı yüzünden Gökalp, medeniyetin millî kültüre olan, kat’i ve yıkıcı tesirini görmezli görmezlikten kten gelir. Gökalp’ Gökal p’ee göre re,,,, yeni ye ni bir med eden eniy iyeti eti be beni nim mse seye yen n bi birr mi mille lletin tin « a n a h a r s ı » bazı değişikliklere -uğrar. Gökalp, medeniyetin "bilhassa modem medeniyetin- millî harsın temellerini kemirdiğini ve özel vasıflarını yok ettiğini bilmezlikten gelir. Am Ama a zaman zaman farkındadır işin. Bu tehlikeyi, önlemek veya durdurmak başlıca emelidir. Böyle bir davranış ancak siyasî sebeplerle izah edilebilir. Bu da Gökalp’in İlmî objektiflik iddiası ile kolay kolay bağdaşmaz, Oysa Bıırkheim başka türlü düşünür. Modern medeniyetin biteviyeleştirme temayülü üzerinde duran sosyolog, bu temayülün harslar arasındaki farkı or or-tadan kaldıracağını söyler. Gökalp’in hocasından ayrıldığı temel noktalardan biri de budur. Durkheim de Le Bön gibi her iki kavrama medeniyet adını verir. «Medeni «Medeniyet, yet, ona göre göre,, en yüksek İnsanî değerler yahut fikirler, duygular, inançlar ve hareket kurallarrı bütünüdür la bütünüdür.» .» Görülüyor ki, bu tarif Gökalp’in ha hars rs mefhumunu da içine almaktadır. Gökalp için harsı yaratan cemiyet, Durkheim için medeniyetin kaynağı ve koruyucusudur. SiirMıeiın için medeniyetin belirtilerinden biri ©lan dil. Gökalp için harsın en bariz ifadesidir.
Gökaip hars ve medeniyet nazariyesini dolaylı olarak Alman so sosy syolo olojis jisin inde den n ik iktib tibas as et etm miş olsa gerek: belki de meşhur «Gemelnslıaft im imcci Gesells Gesellschaft» chaft» ilk defa 1887’ 1887’de de yayımlanan Ferdina Ferdinand nd Tönnies’ Tönnies’de den. n. Gökalp’ Gökalp’in in eserler eserlerini ini incelediği Gastosı Riclıard gibi -bir zaman Durkheim mektebine dahil- Fransız sosyologlarını da etkilemişti Tamir es» Durkheim, Tönnies’in kitabı münasebetiyle kaleme aldığı bir tanıtma yazısında -bazı ihtirazî kayıtlarla- bu iki İçtimaî mefhum arasındaki esas farkları kabul eder. Toımies’e göre kültür, organik toplumun,yani cemaatin ifadesidir. Cemaat, üyeler üyelerinin inin «tabi «tabiîî irade »sine dayanır, üyelerin hissî özelliklerini aksettirir. Oysa «serbest ve“ ya keyfî irade» zihnin eseridir, zihne tâbi kalır; sun’î toplumu ve onun onun ifadesi olan medeniyeti yaratır. Tönnies’in bu iki sosyolojik mefhum hakkmdaki tarifi, Gökalp’e kültürle medeniyet ayrımını ilham etmiş olamaz mı? Gökaip, ortak harsa dayanan toplumu hangi kelimelerle tasvir ediyorsa, Tönnies de cemaati aynı kelimelerle tasvir eder: cemaat organik olarak halktan türemiştir; ortak heyecanlara, inançlara, geleneklere ve üyelerinin birlik ve kardeşlik duygularına dayanır. Tönnies, bu çeşit toplu toplumlara mlara ör ör-nek olarak - Gökalp’in de büyük bir önem verdiği- loncalarrı gösterir. Tarım ve zenaatdan ticaret ve sanaiye geçişi la sağlayan İktisad ktisadîî tekâ tekâmül mül son sonun unda da,',' sad sadece ece ortak çıkarlara dayanan bir «şehir toplıım»u doğar, (Gessellschaft) Töımies, modern şehir hayatına karşıdır. Gökaip de «şehirliler»! yerer; ne var ki, Gökalp’in eleştirdiği daha çok halktan, halkın harsından uzaklaşan yüksek tabakalardı. Tönnies için de, hayal gücünü, vicdanî ve dinî inançları temsil eden halk, kültürün taşıyıcısıdır; güzideler ve zenginler medeniyeti yaratır. Medeniyetin ana unsurları akıl ve entelekt entelektüalizmdir. üalizmdir. Tönnies de -Gökai -Gökaip; p; gibi- medeniyetin ye tin.. hodbinlik, ferdi ferdiyetçil yetçilik, ik, hırs gibi çirkin taraflarını
yerer. Gesselschaft’d Gesselschaft’da a «tabiî toplum»îar bütün husû husûsiyetsiyetlerini kaybederler; ortada ferdle devletten başka bir şey kalmaz. Devlet Gessellschaft’m siyasî organıdır. Sunidir;, kıyıcıdır. Devletle ahlâk arasında hiç bir münasebet yoktur. Gökalp de devleti tenkit ederken bu fikirlerin tesiri alttında kalmıştır belki. Bununla beraber hemen ilâve edeal lim, iki sosyologun millet anlayışı taban tabana zıddır birbirine. Gökalp’e göre millet, tabiî toplumdur, kültür taşıyıcısıdır, ahlâkî kıymetlerin kaynağıdır. Tönnies için, mil-, let başkadır, halk başka. Millet, Gessellschaft’ın tecellilerinden biridir, devlet ve medeniyeti kuran o. Unutulmasın ki Alman sosyologu, Avrupadaki İçtimaî şartları incelemiştir. Bunlar Türkiyedekinden farklıdır. Modern milliyetçilik, kapitalizm ve sanayi ihtilâli ile el ele vererek gelişmiştir; millî kültürleri mahvetmiş ve Batı medeniyetini kurmuştur. Tönnies, halk kültüründen devlet medeniyetine geçiş her milletin tarihinde kaçınılmaz bir yozlaşma ma-dır, der. der. Daha sonra Sp^ngl Sp^ngler er aynı fikri Untergang des Aben Ab endi dian ande dess adlı eserinde geliştirecektir. Gökalp, bütün romantizmine rağmen, bu bedbinliğe katılmaz. İna nan nır ki harsla medeniyet birbiriyle uzlaşabilir; modern milletlerin yaşayışını tayin eden onlardır. HALK VE GÜZİDELER Tönies’den Sousseaıı’ya ve Herder’ Herder’den den Gustave Le Bon’a kadar bütün romantizme bağlı olanlar gibi Gökalp de hars ve mefkûrelerin kaynağım halkta bulur. Bununla beraber, ona göre halk, milleti meydana getiren hammaddedir sadece sadece.. ~Eski Osmanlı İmparatorluğunda halk, müstebit bir hükümdarın teb’ teb’asm asmdan dan (re (reâya), âya), yani câhil kalaballıklardan (avam) ibaretti. Gökalp kalabalık için kuilanr ■ ba lan bu küçültücü tabirlere karşıdır. Ama halkı sadece proletarya olarak tanımlayan marksist görüşü de reddeder.
Sınıf ve eğitim farkı gözetmeksizin, kanun önünde ferdlerin eşitliğini kabul eden herkes halktır ona göre. Bu tarife göre havasla âyan (feodal beyler) mill milletin etin dışında, orta sınıfla aydınlar ise -hiçbir imtiyaz talep etmedikleri müddetçe- içindedir. •' . Aydınların halksan uzaklaşması *mill milletin etin saad saadeti eti için en zararlı amillerden biridir. Demek ki, kendini halktan ayıran her intelijansiya, intelijansiya, millî millî kültürden .'ko .'kop par ve opun yerine yabancı bir medeniyeti benimser. Halkla aydınlar arasında .uçurum açılır; birbirleri birbirlerini ni anlayamaz, sevmez l olurlar. Millî birliği tehdit eden bu tehlikeyi önlemek için «aydınların halka gitmesi» ve millî harsm esaslarını ondan öğrenmesi lâzımdır. Aydınların görevi, halkın şuur-altı heyecanlarını, mefkürelerini ışığa çıkarmaktır. Türkiye gibi geri kalmış bir ülkede aydınların bir vazifesi de, kitleye çağdaş uygarlığı ta tan nıtmaktır. Aydınlar, bu çifte vazifeyi yerine getirmek suretiyledir ki, milletin güzideleri sıfa fattına hak kazanırlar. Güzideler manevî bir hükümet, teşkil ederler. Onlara nispetle siyasî liderler icra organından başka bir şey değildirler. Gökalp’in lider anlayışı bu telâkkiden doğar: Lider, toplum şuurunu billurlaştıran adamdır. Nitekim büyük sanatkârlar (Gökalp bunlara dâhi der) halkın biricik temsilcil temsilcilerieridirler; dirle r; onun hislerini ve hususiyetlerini dile getirirler. Gökalp’e göre, halkın yarattığı bütün sanat eserleri orjinald na ldir ir.... (bu itibarla tabiîdir, güze güzeldir) ldir) Ama Am a teknik teknik bakımdan iptidaidir, kusurludur. Demek ki büyük sanatkâr, milletin harsıyla bediî tekâmülün daha yüksek bir merhalesine erişen diğer mille milletler tlerin in san sanat at geleneğini meczeder. Gökalp’in bu nazariyeyi isbat etmek için ileri sürdüğü misaller, bu gibi genellemelerin ne kadar tehlikeli olduğun unu u .gösterir. Nasreddin Hocanın f ıkraları, Yunus Emre’nin ilâ" F: 4
hileri, Türk mimarisi, Türk yazısı, çömlekçilik geniş ölçüde diğer milletlerin sanatlarından müteessir olmuşlardır. Öyle ki, bunlara orjinal demek güçtür» Halk ın sanat eser" leri yalnız şekilce iptidaidir gibi bir inanç da, dâhinin ye” üşmesinde millî geleneklere verilen ehemmiyet, romantik milliyetçilik mektebinin husûsiyetlerindendir. II! — BATICILIK. — ■ OSMANLICILIK Gökalp’in yazı hayatına başla lay yışı, Türk tarihinde büyük siyasî ve fikrî' buhran devrine rastlar: ikinci me şrutiyet günleri günleri,, Türk intelijansiyas ı üç zıd ideoloji arasınd nda a bocalamaktadır: 1) Osmanlıcılık: Batıya benzemek isteyen, bütün vatandaşlara din ve ırk farkı gözetmeksizin eşit haklar tanıyarak «çok milletli» Osmanlı imparatorluğunu kurtarmay ma yı ümit eden Tanzimat devri liberalizmi. 2) ■Isîâmcılık veya Panislâmizm: Bu cereyanı temsil eden sünnîler, İslâm’ın siyasî, harsî ve İçtimaî hayat üzerindeki hâkimiye hâkimiyetini tini sürdürmesini ve imparatorl imparatorluk uk içindeki Müslüman kavimlerle (bilhassa Türkler ve Araplar) imparatorluk dışındaki Müslüman kavimler arasında çözül" mez bir halka olmasını isterler. 3) Turancılık veya Pantiirkizm: İlk romantik devrinde Türk kavislileriyle sıkı münasebetler kurmak ve onları ayn ay nı bayrak altında toplamak için savaşan Türk milliyetçiliği. Bazı tereddü Baz tereddütlerden tlerden son sonra ra Gökaip, ilk iki mef mefkûr kûreyi eyi reddederek Turancılık har hareke eketin tini'i' destekler. Siyasî şartların değişmesiyle, 'Gökaip, bu hareketin aşırı amaçlarını, reddeder. Türkçülük adım -verdiği mefkûresini geliştirir. Hakikatte bu mefkûre, yukarda zikredilen temayüllerin bir
çeşit sentezidir. Yalnız burada milliyetçilik unsuruna bir ' yük bir yer verilmiştir. İttihat ve Terakki Fırkasının birçok üyeleri gibi Ger -'kalp de başlangıçta Osmanlıcıdır. 1911 de yayımlanan bir makalesinde, lüzumuna şiddetle ihtiyaç duyulan İçtimaî ink in kılâ lâb bın ve beraberinde getireceği yeni kıymetlerin -sadece Osmanlı ruhundan doğabileceğine işaret eder. Ama daha o günlerde bile istikbaldeki millî harstan kâh Osmanlı, kâh Türk harsı diye bahseder. Birinci Dünya Savaşı patlamadan bir kaç yıl önce davranışını daha da vuzuha kavuş ™ ™ turur. 1913'deki yazıla larrında hâlâ çok milletli Osmanlı Dev- y leti’nden yanadır. Bununla beraber Tanzimat.devrinin çeşitli cins ve mezheplerden-müteşekkil bir Osmanlı Milleti, yaratarak Batının sempa sempatisini tisini ka kaza zanm nmak ak''ve İmparatorlu- , ğun birliğini korumak teşebbüsünü isabetsiz bulur. Gökalp* Osmanlıcılığın müdafaa ettiği «bir devletin bütün tab’alarî aynı milletin İyeleridir» görüşüne katılmaz. Filvaki, Gökalp?e göre, bu görüş ideâldir ama böyle karışık ahâlisi olan Osmanlı İmparatorluğu için varit olamaz olamaz.. Nihayet, mademki hars Gökalp’in tarif ettiği gibi, mütecan mütecanis is ve . mil millî lî bir cemiyet cemiyetee ihtiyaç göste gösterir, rir, o . halde Osmanlı harsını geliştirmeğe teşebbü ebbüss etmek kendi kendin kendinii nakzetmektir. Kısa bir süre sonra Gökalp Osmanlıcılığın siyasî bir me meffkü küre re olarak dahi büyük bir değer ifade etmediğini. düşünmeğe başlar. Jöntürk ihtilâlini takip eden ilk.aylarda, cemaatlar Irasında hâkim olan kardeşlik ruhu hararetini kaybeder. Millî bağımsızlık arzusu o kadar kuvvetlenir ki, yeni idarecilerin eşit muamele vaadleri gerek Hristiyan tab’anın, gerekse Türk olmayan İslâm tab?anm . Osmanlı Devleti’ne karşı sadakat ve bağlılıklarını temin edemez olur. Bunun en bariz misali, Türklerin Avrupa k ıta-, sında hemen. hemen bütün eyaletlerini kaybetmelerine se~ beb olan Arnavutluk isyanı ve Balkan harpleridir. (19121913). Gökalp yazar: «Bir devlet bir millete dayanmad ık-
ça var olamaz, çünkü çeşitli milletl milletlere ere ait ait olan insa insanlar nlar ayn ay nı vatanı ' sevemezler. Bugünkü milliy milliyetçil etçilik ik öylesine güçlenmiştir ki, ki, çok mill milletl etlii imparatorluklar imparatorluklar .çökmey .çökmeyee mahkûmdurlar; bu itibarla Osmanlı Devletinin zevalini önlemek imkânsızdır.». Gökaip bu görüşlerini sadece tarihten ald al dığı der derslere slere istina istinad d ettirmez. Daha 19 1913 13le lerde rde Tanzimat ricalinin de, JöntürkMrin de çeşitli cema cemaatlere atlere mil millî lî haklar tanımalarında samimi olmadıklarını, Osmanlıcılık ■mefküresini devleti türkleştirmek için bir maske olarak kullandıklarını şaşırtıcı bir samimi samimiyetl yetlee iti itiraf raf eder eder.. . , Resmî yazrdili Türkçe idi, ama devlet ricali bu dile Osmanlıca diyordu ve hissettirmemeğe çalışarak Türkleri her sahada hayatî önem taşıyan hâkim vazifelere yerleştiriyordu. Elbette ki, Türk olmayanların bu hadiseler karşısındaki aksülamelleri millî hareketlerine hız vermek olacaktı. Bu Osmanlıcılık, - çeşitli cemaatleri kaynaştırmak şöyle dursun onların Genç Türk hükümetine karşı husumetini bile artırmıştır. Am Ama a Os Osman manllıcılıktan mutazarrır olanlar dah daha a ziyade Türklerdi, çünk çünkü ü bu mefkû mefkûre re onları muhakkak bir çöküşten kurtaracak olan mefkureden yani milliyetçilikten uzaklaştırmıştır. Türkler, modern anlamda bir millî şuura sahip olmadıkları içi için n son birkaç yıldaki İçtimaî ve İktisadî gelişmeler yüzünden nüfuzlarının zayıfladığını farkedemediler. Bilhassa Hristiyanların ve Yafa,udil udileri erin n tic ticaret aret,, san sanay ayii ve diğer mesleklerdeki İktisadî kilit noktalarını yavaş yavaş elde etmelerinin zararlı sonuçlarım da yeteri kadar takdir edemiyorlardı.. Nüfusun ekseriyetini teşkil eden müslümanlar köylü, memur veya askerdiler. Fakir Türk cemaatine Osmanlı İmparatorluğu’" nun bıraktığı miras,-kırık bir kılıç ve iptidai bir sapandı. Oysa, bu sırada devlet işlerine iştirak etmeyen gayri müslüm cemaat sırasında Avrupa terbiyesi görmüş zengin bir burjuva sınıf ı meydana çıkıyordu. Müslümanlar, idarecilerin haiz olması lâ lâzzım gelen eğitim, teşebbüs zihniyeti ve
teşkilât kabiliyeti gibi vasıflarla donatılmış böyle bir sınıftan mahrumdular. Gökalp’e göre, bu gayri tabiî durum Osmanlı imparatorluğumun başlıca çöküş sebeplerinden biridir. Şüphesiz Gökalp’in incelemelerinde büyük bir hakikat payı var. Ne var ki, gayri müslim teb’ayla mukayese edildiğinde Türklerin iktisaden geri kalmalarının-iki esas sebebini nazarı itibare almaz: 1) Osmanlı gelenekleri ticareti ve sanayii hâkim sınıf ın vakarına yakıştırmaz. 2) Hristi Hristiyan yan ve Yahu Yahudi di vatandaşlar Batı Avrupayla sıkı temas halindedir, > TA N Z İMAT'IN BA Ş AR ARISIZ ISIZLI LIĞI Gökaip, Tanzimata ait tenkitlerini devrin devrin siyasî ve İktisadî hatalarına,hasretmez. Ona göre, gerek Tanzimatçılar gerekse Jöntürkler memlek memleketi etin n harsî meselelerini halledememişlerdir. Tanzimat aydınlarının hususiyeti he~ zarfen (diletant) olmaktı, hiçbir konuda ihtisasları yoktu. Gökaip, bu hadiseyi Türkiyenin sosyal ve ekonomik geriliği ile izah eder, tatminkâr olmayan bir izah. Bu çeşit bir diletantizm birçok milletlerin aydınlanma devirlerinde görülür. Türk aydın sınıf ı da benzer devirlerin Avrupalı yazarları gibi, yeni fethedilen düşünce ve ifade hürriyetinden faydalanarak her konuyu aklin ışığında incelemeğe çallışıyorlardı. Bundan başka, kalabalığın hocaları oldukça larrı için birçok konulara el atmak, Batı fikirlerini tercüme la etmek ve onları halka yaymak zorundaydılar. Gökaip şöyle diyor: «Tanzimatçıla larrın imparatorluğu dış düşmanlardan kurtarmak için askerî teşkilatta, adlî sistemde, İktisadî bünyede ve öğretim usûllerinde İslahat yapmaları gerekiyo gerekiyordu. rdu. Am Ama a bu intelij ansıya Avrupadan kabul edilmesi gerekenleri gerekenlerin n neler olduğunu ve nelerin millî geleneklerden alınması lâzım geldiğini aydınlık ola-
rak göremiyordu. En ciddî eksikliklerinden biri, Batı medeniyetini tam mânâsıyla anlıyamamış olmasıydı. Birçok" 1 lan bu medeniyete ait bilgileri İstanbul’un Beyoğlu semtindeki lövantenlerden elde etmi şlerdi. Böylece, temellerine inmeksizin, onun bilhassa dış, çok defa en değersiz, taraflarını taklit etmişlerdir. İktisadî alanda giyim, yiyecek, inşaat, mefruşat ve diğer tüketim maddeleri gibi birçok yeni modalar getirdiler ama Bat ı’nın üretim metodla* rını benimseyemediler. Neticede, modern sanayiin tohumu bile atılamadı. Gele Geleneks neksel el zenaatl zenaatlar ar çöktü. . İslahat yaptıkları sahalarda yeteri kadar cezrî davranmadılar ve giriştikleri İslahatı tamamlayamadılar. Diğer tarafta taraftan n Bat Batrr lılaştıkları alanlarda çok ileri gittiler. Türk cemaatine tamamen yabancı, bu itibarla onun taraf ından kabul edilmesine imkân olmayan yenilikler teklif ettiler. Tanzimat devrinde Batı programlan birçok okullara sokuldu, ama medreselere ve diğer gelenekse geleneksell müesseselere el sürülmedi. Adalett cih Adale iha azına da el atıldı ama esasta o da büyük bir değişikliğe uğramadı. Netice olarak hem resmî hayatta,hem hars alanında vahim bir ikilik (dualizm) doğdu. medeniyete yete ait müesseseler (Ortaçağ Doİki değişik medeni ğumsu ile modern Avrupa) yan .yana yaşadılar. Tek istisna: Harbiye ile Tıbbiye mektepleri; ikisi de Avrupa metodla, rını benimsemiş ve üstün bir başarıya ulaşmıştı. Bütün diğer mektepler, geleneksel görüşle modem anlayış arasındaki uyuşmazlığın kurbanı oldular. Talebeler ' ne iyi bir Doğu terbi terbiyesi yesi alabildi *ne geniş bir Batı kültü-' rü. Avrupanın düşünce ve değerlerini hiçbir ayrım yapmadan benimseyen, Türk, halkının içinde bulunduğu şart" lan dikkate almayan Tanzimat, 'Türk kültürünün ana meselesini sele sini çözüml çözümliyemedi: iyemedi: kitle ile inteiijansiya veya «e 1 i t » arasındaki zıddiyet. Yüz yıllardan beri mevcud olan derin bir uçurum, halkı saraydan, ulemadan ve memurdan ay ırıyordu. Merkezde toplanan şehirliler ekseriya yabancı
asıllıydılar ve halkı, bilhassa taşra rallıla larrı açıktan açığa kir eümsüyorlardı. Daha sonra mil millî lî hareketin aman amanssız bir düşmanı kesildiler. Türk ismini kaba, cahil, köylü gibi küçültücü mânâlarda kullanıyorlardı. Gö Gökaip* kaip* iddi iddias asını is is-pat etmek için bu çevreler taraf ınd ndan an - uy uydu duru ruld ldu uğun una a inandığı ba bazzı atasözleri sıralar: Türk ata bindimi, kendini bey sanır; Türke beylik vermişler, ilk işi babasını öldürmek olmuş; Türkün aklı başına iş işten geçtikten sonra gelir.' Güzideler (elite), medeniyeti, Bizans ve Arap-Fars unsurlarından yarattılar, bu medeniyette halkın payı yoktur. Osmanlı klasikler klasiklerii addedilen saray şairleri, şiirlerini kalabalıklara yabancı bir dille yazdılar, çok sayıda Arapça ve Farsça kelimeler kullandılar. Kültürün bütün sahalarında (edebiyat, musiki, ahlâk kıymetleri, hatta dinî inançlar) bu iki sınıf (idarecilerle halk) birbirlerinden tamamen ayrrıldı. Tanzimat ve Osmanlıcılık, bu duruma hiçbir deay getirmedi. di. Güzidel Güzideler er ile halk halk,, idareciler-medenr ğişiklik getirme yeti ile kalabalıkların harsı arasındaki uçurum kapanmadı. Avrupa fikirlerinin Türkiye’ye' sızmasıyla sarayın ve ulemanın nüfuzunu tedricen zayıflatan yeni bir intelij an an-siya doğdu. «Miiceddidler» bile siyasî ve kültürel mill milliiyetçiliğin mefkûrelerini desteklemediler. Millî kültür kendi hususiyetlerini kaybetmeden yeni değerleri benimseyecek kadar gelişmeliydi. Bu olmadıkça halka yeni bir medeniyeti, deniy eti, yeni Avr Avrupa upa medeniyetini kabul ettirmek im im-kânsızdır. Müceddidler bunu anlayamadıkları içindir ki, fikirleri halkın iltifatına mazhar olamadı. Halk, mazide hâkim sınıfların doğulu medeniyetini benimsem benimsememi emişti ti,, şimdi de Avrupa medeniyetini benimsemiyordu. ServeH Fünun edebiyatı ay ayd dın sınıf ın halk halkta tan, n, - ha halk lkın zevklerinden ne kadar uzaklaştığını gösterir. Halk, ServeH Fünun edebiyatını klasik divan edebiyatı kadar sunî ve günlük ‘hayattan uzak bulduğu için sevmez. Halk, bu edebiyatın
yalnız dilin dilini, i, yalnız şeklini yadırgamıyordu. O devrin Türk aydınları da kozmopoli kozmopolitt davranışı, ve mübalâğalı ferdiyetçiliği ile tam bir yabancıydı onun için. Gökalp’in Tanzimat devrine ve onun tesirine ait Mr kümleri tek cephelidir. Her yeni hareketi hareketin n öncüsü gibi Gökalp de, bir evvelki devrin eksikliklerini abartır. Farkında değilmiş gibi görünür ama kendisi de Tanzimatm ve Abdülhamid’in ilk devirlerinin fikirlerini geliştirir sadece. Siyasî hürriyet ile vatanperverliği Namık Kemal, tekâmül ile terakkiyi Tevfik Fikret ortaya atmışlardır. Ab" dülhak Hamit, İslâmiyet'in ahlâkî bir din haline gelmesini istiyordu, Fikret’le beraber kadınların hürriyetine taraftardılar. Gökalp, zaman zaman, Tanzimatm Türkleri de' mokrasi mo krasi ve modern modern medeniyet medeniyetee yaklaştıran değerli yenilikler getirdiğini itiraf eder. Ama umû umûmîye mîyetle tle bu de devr vrin in,, bü bütü tün n ak aksa sakl klıklarına rağmen milleti milletin n mo modern, dern, tekâmülünde lüzumlu bir merhale olduğunu takdir edemez. NASIL BÎE BATILILA ŞMA?! Ziya Gökalp, Tanzimatm ana fikirlerine katılır: Türkler Batıdan ders almalı. İlk yazıla larrında İslâmiyet’e has üstünlük duygusunun izleri silinmemiştir henüz: dindaşla la-rını, Batının madde alanındaki büyük başarıla larrını kabul etmekten ve Batıdan ders almak gerektiğine inanmaktan alıkoyan bir duygu. 1911’de «Gene Kalemler» dergisinde yayımladığı bi birr makalede, mak alede, Avr Avrupa upa medeniyetini tereddü tereddütsüz tsüz kabul ed eden en Türkiye’deki azınlığa çatar. «Bunlar tıpkı ha hazzır elbise alan insanlara benziyorlar. Biz îslâmlar ise. hayatımızın hususiyetlerine uymayan basma kalıp medeniyet mod modellerini ellerini taklit edemeyiz. Bizim ölçülerimize göre biçilmiş elbise
lere, bünyemize uyan hayat prensiplerine ihtiyacımız var, Kçndi ruhumuzdan yeni bir medeniyet yaratmalıyız. Bu millî Osmanlı medeniy medeniyetini etini Avr Avrupa upa kıskanacaktır,» der. Gökaip, millî coşkunluğu Nietzsche’nin Batı 'medeniyeti* ne karşı tiradiarıyla destekler. «Bu medeniye medeniyett çürük te" mellere dayanıyor ve elbet zeval bulacaktır. Yeni medeniyet Türk ırkı taraf ından kurulacak, alkolün ve sefih bir hayatın bozduğu bir ırk değil bu, parlak savaşla larrın kuvvetlendirdiği ve gençleştirdiği bir ırk.» Ama Tr Trab ablu lusg sgar arp p ve Ba Balk lkan an bo bozg zgun unla larrı karşısında Avrupa Avru pa me mede deni niye yetin tinin in kü küçü çüm mse sene nece cek k bir me mede deni niye yett olmadığını, büyük bir üzüntüyle teslim eder. Tanzimatçıla larrın «Türkler düşmanlarından ders almadıkça onları durduramayacaklardır. » iddiasını haklı bulu bulur. r. Nihayet, Avrupa medeniyetinin Türkiye’ye yayılması tarihî bir zarurettir, sonucuna varır. Bu medeniyet, Büyük Petro devrinde Rusya’ya ve Balkanlara yayılmıştır. Artık Osmanlı Türklerinin de bu medeniyeti kabul etmeleri ve Do ğu medeniyetine veda etmeleri zamanı gelmiştir. Gökaip, bu gelişme me-den müteesir değildir. Zaten Doğu medeniyetini Türkün bünyesine, yabancı telakki eder; bunun için bir başka medeniyeti kabul etmenin zararlı olmayacağını düşünür. Doğu medeniyeti, hâkim sınıfların küçük bir kısmı taraf ından benimsenmişti sadece. Kaldı ki, bu medeniyet, Türklerin dini olan îslâmiyetle pek uyuşamıyordu. îslâm mede^ niyeti demek yanlıştı bu medeniyete. Bu yanlış şuradan geliyordu: Türkler bu medeniyeti Müslüman kavimlerden (îranlılar ve Araplardan) almışlardı. Hakikatte Bizans medeniyetinin bir devamıydı bu; nitekim Batı medeniyeti de bir Hristiyan medeniyeti değildi, Roma medeniyetinden doğmuştu. Doğu medeniyeti, felsefe, tıp, ilim, güzel sanatlar alanında Greko-Romen Bizans temeline dayanır. Müslümanlar, Greko-Ortodokslar, Ermeniler ve Yahudiler taraf ra f ından benimsenen şark musikisi, Islâm öncesi ortak bir
kaynağın mevcudiyetine güzel bir örnektir. Ortaçağlarda, .Batı ve Doğu medeniyetleri birbirine muvazi olarak gelişmişlerdi. Ama Ama Rön Rönesan esanss ve Reform ile birlikte Avrup Avrupa a yeni bir yola girmiş ve yerinde sayan Doğu’ya karşı bü bü-yük bir üstünlük kazanmıştır. Durkheim’ Durkheim’a a gör göre, e, çağdaş medeniyetin ilerlemesinde başlıca âmil olan iş bölümü, yeni bir zihniyet yarattı Avrupa'da. Ananenin zinc zincirlerin irlerinii kıran, bir terakki've yaratıcı faaliyet devresi açan bir zihniyet. Doğu milletleri ise Batı medeniyetinin fikirlerini kabul edinceye kadar Ortaçağ geleneklerine bağlı kaldılar. Gökalp, Tanzimatçıla larrın aksine, Batı medeniyetinin bütün olarak kabul edilmesini ister. Bununla beraber aşırı bir Batılılaşmadan' yana da değildir. Türkleri şöyle ikaz eder: «Batıldan medeniye medeniyeti ti alın, hars değil. Gökalp’in hars ile medeniyet arasındaki ayrımı Batı’dan alınması gerekenle, alınmaması lâ lâzzım geleni tâyin eden bir mihenk taşıdır. Mahiyeti icabı milletlerarası olan medeniyet, ilmi metodları, tabiî ilimleri ve tekniği kapsar sadece. Bütün bunlar Avrupa’dan alınmalıdır. Bütün manevî değerler, hars alanına girer, başka kavimlerden iktibas edilemezler, dinî ve millî hâzineden alınmalıdırlar. Gökalp, hayatının son yıllarında bu konuya ait görüşlerini şakirdi Şapoîyo ile sohbetlerinde belirtir. Şapolyo’nun tarih öğrenimi için Avrupa’ya gi gitm tmes esin inee muarızdır. Ona göre göre,, manevî manevî ili ilimler mler (sosyoloji de dahil: tamamen batı kaynaklarından aldığı sosyoloji) sosyo loji) Avr Avrupa upa’da ’da öğrenilemez. Batı üniversitesindeki hocalar Türk talebelerini kandıran, onları kendi millî kültürlerine yabancı görüşlerin tefsircisi haline getiren misyonerlerdir.. Genç Türkler, Batılı hocalardan sadec yonerlerdir sadecee tabiî ilimleri ve teknik konuları öğrenmeli. Modern ilmin metodları ise Batının kitaplarından öğrenilebilirdi. Kendisi de öyle yapmamış mıydı? Ne diyelim.. Ancak Gökalp gibi Avrupa’yı görmemiş, Avrupa Avr upa kü kült ltür ürü ü ha hakk kkm mda daki ki bi bilgi lgisi si sınırlı bir kimse edebi-
yatla tabiat ilimleri, Batının manevî harsı ile maddî femedeniyett de der) r) arasındaki 'kuvtihleri (Gökalp bunlara medeniye vetli bağlardan habersiz olabilirdi.' Arada bir Batı mede-
niyetinden alınacak felsefî, bediî ve ahlâkî derslerin Türkler üzerinde ha hay yırlı tesirleri olacağını kabul eder. Ama, böyle bir tesirin tek görevi vardır: Türklerin mazide, bilhassa İranlIlardan iktibas ettikleri yabancı gelenekleri yo yok k etmek. Şaşırtıcı bir saffetle şuna inanır Gökalp: Batı kül" -türünün tesirini sınırlamak, bu kültürü millî harsın tekelinde olması gereken bölgelere sokmamak kabildir. Gökalp’in ölümünden sonra Türkiye’deki, kültür inkişaf ı. batılılaşma vetiresinin onun anladığı, mânâda medeniyet sahasına inhisar etmediğini, milletin bütün hayatını kucakladığını ispat' etmiştir. IV — İSLAM İ YE YET T Gokalp’e göre İslâmiyet, diğer herhangi bir din gibi, değişmeğe mahkûm ve kucağında yaşadığı İçtimaî şartlara bağlı bir olaydı. O günler için devrimcî bir görüştü bu. Bu devirde îslâmiyeti diğer dinlerdeki benzer hadiselerle mukayese ederek açıklamak büyük bir cesaretti. Fakat o çağdaki İslâmiyet aleyhtarı bazı davranışlara kıyasla Gokalp, Türkiyede Islâmiyete dair İlmî araştırmaların kurucusu, hatta yeni dinî bir İslahat hareketinin başla lattıcısı addedilebilir. Gökalp de, zamanının ekseri müslümanları gibi, sünnî,bir terbiye almıştı. İlk hissî ve fikrî davranışla larrı dine dayanıyordu. Ama çok geçmeden bir taraftan tasavvufun, diğer taraftan akılcılığın tesiriyle sünnî îsîâmiyetin akide ve vecibelerinden uzaklaşır; bazı ibâdetleri kendine göre aklileştirir, diğerlerine ise dış şekillerini muhafaza ederek yeni mânâlar vermeğe çalışır. Diyarbekir’de, Dicle Dergisinde Şeker Bayramı dolayısiyle yayımladığı
üç şiir ilk eserleri arasındadır. Burada günlük ibadeti, zekâttı ve iftarları över. Bu manzumeler kâ manzumelerinde inde s'ü s'ün nnî müslü manlarm hislerini ifade etmektedir halâ. Ama dinî vecibeleri ilk defa olarak aklî ve İçtimaî bir izaha tâbi tutar. Zenginin malında fakirin hakkı vardır. Ferd, halkın kol~ lektif emeği sayesinde servet toplayabilir. Gökalp’in dinî şiirleri, bu akılcı yorumun yanında mistik bir koku da taşırlar. Tasavvuftan gelen bir koku... O tasavvuf ki, Türklerin İslâmiyet anlayışında büyük bir rol oynamıştır. Gökaip, tasavvufî halk şiirini diriltmeğe çalışır. Fischer’e göre Gökaip, çocukların eskiden olduğu gibi mekteplerde İlâhi okumalarından yanadır. Kendisi de birçok İlâhiler yazmıştır. Dinî şiirlerinde, nazarî yazıla larrınd nda a geliştirdiği bazı fikirlere de rastlamak mümkündür: Allah mefkûrenin bir remzidir, gibi. Gökaip, en Gökaip, en yüce mefkû mefkûresini resini «Haya «Hayatt Yolunda» Yolun da» başlıklı bir şiirinde anlatır. Gökalp’e göre dinler hayatın sembolik bir ifadesinden ibarettir. Bu itibarla o da Durkheim.'e uyarak Islâm ibâdetinin aklî bir izahını yap yapmak mak ~° ~°te te Din dışı ile dinî mefhumları, ferdiyetle şahsiyet arası icte icteL L tezad za dı sembolleştirir. Oruç, abdest, içki yasağı, nacda beyazlar giyinilmesi gibi emirler, mümini eismanî arzulardan, ferdiyetinden yani hayvanî yaradılışından kurtarmak içindir, (bunlara yasaklayıcı emirler diyebiliriz). Bu ne hiylerin yanında namaz, hac gibi emirler de var. Cemaat halinde icra edilen bu merasimlerin gayesi ferdin kişiliğini güçlendirmektir. Bu semboller (dinî) yavaş yavaş b o şalmaktadır. Gökalp’e göre; zaten insanlık henüz en yü yükksek mertebesine varmadığı için yaşamaktadır bu semboller. ' Gökalp’in kafasındaki en büyük tezad tasav tasavvufî vufî temayülleri ile akılcılığı arasındaki tezattır. Gökaip, Com" te’un üç hal kanununa baş vurarak bu tezadı halletmeğe
çalışır. Comte, insanlığın gelişmesinde üç merhale kabul Qder: Teolojik merhale (fetişizm, çok tanrıcılık, tek tanrıcılık), metafizik merhale (insan hadiselerin cevherini akıl yoluyla bulmağa çalışır) .pozitif yani İlmî merhale. Göfc.alp?e göre birinci merhalede insanl ık dinin tesiri altın' dad da dır; Peygamberlere ve Evliyalara inanır. İkinci merhalede, ulema (fakihler) yol gösterir insanlığa. Nakliyat, ak’ liyatla çatışır. Üçüncü merhalede, müspet ilimler dinî an’* anelerin katı bir nass değil, tarihî inkişaf ın canlı ifadesi olduğunu göstererek akliyat ile nakliyat arasına köprü kurar. Dinle felsefe aynı hedefe yönelmiştir; ruhun Tanrı il ilee kaynaşması. İstanbul’dayken dinî görüşlerinin merkezi VECÎDDİ. Hayatının son yıllarında bilhassa Malta sürgününden sonra öze özellikl lliklee TE TEV V E KK KKÜ Ü L ’e ehemm ehemmiyet iyet ve verir rir.. îslâmiyetin îslâmiyetin ahlâkî bir âmil olarak büyük bir değeri vardır. Gençliğin dinî bir terbiye alması çok lüzumlu lüzumludur. dur. 1922 1922ler lerde de şöyle yazar: Hayatlarının her devresinde kuvvet kuvvetli li bir seciye gösteren kavimler dinî bir terbiye gören kavimlerdir. ŞEEİ AT İslâmiye slâmiyet, t, Gökal Gökalp’e p’e göre göre,, bütün hukuk hukukîî ve İçtimaî kanunların dışında, tamamen ahlâkî bir dindir; bu görüşünü destekle desteklemek mek için yeni bir . şeriat nazariyesi kurwŞeriatın iki kaynağa vardır:
1) Nass, yani Kur ur’an ’an yol yoluyl uyla a tebliğ edilen İlâhî vahiy ile sünnet. Nass mutlaktır, hiçbir şekilde değiştirilemez. 2) ' Ör Örf: f: Toplumun -yani Islâm cem cemaatininaatinin- ma’ şerî vicdanını ifade eder. İslâmî örfler de bütün âdetler gibi İçtimaî bünyeyle beraber değişikliğe uğrar. Hadislerin tenMcli konusunda müsteşriklerin neler söylediğini bilmeyen
yahut zikretmeyen Gökaip, îslâmi îslâmiyetin yetin ilk on on sen senesin esinde de hile bu gibi değişikliklerin vukubulduğuna dikkati çeker: en bariz örnek peçedir. Başlangıçta yüzünü peçeyle örtmek bir kadının yükse yüksek k tabakadan olduğunu gösterirdi. Emevîlerden sonra Arap olmayan kavimlerin nüfuzu artt ı: müslümanlar birbirlerini müsavi saydılar. Artık hizmetçi" ler bile peçe takabiliyorlardı. Za Zama manl nla a peçe her m'üs 'üslü lü** man kadın için. din! bir vecibe haline geldi. Ama yine de İçtimaî ve İktisadî sebepler yüzünden köylü kadınlar peçe takmadılar. ~ Gökalp’ e gö Gökalp’e göre, re, îslâmi îslâmiyetin yetin başlangıcından itibaren fakihler (Islâm hukukçuları) Kur’an ahkâmını ve sünneti izah etmek ve onları zamanın icaplarına göre tadil etmek için ör örf5 f5den den.. faydalanm faydalanmışlardır. îmânı Malik, Hz. Mııîıaıır nıed (s.a.v.)in ve sahabelerinin davranış tarzlarına Medine, ahâlisinin ■âdetlerini de ekleye ekleyerek rek sünnetin ' hudutlarını genişletti. Eb Hanif ifee « i s t i h s â n »ı* müesseseleşEbu u Han tirdi: yani örfü şeriatın dört temeline (Kur’an, sünnet, ic~ mâ, kıyas) ilâve etti. ilk Islâm ulemâsı daha o zamanlar da bile muayyen şartlarda örfün nasln yerine geçebileceği esasını koymuşlardı. Hadis şöyle der: «Müminin iyi olarak kabul etti ği herrşey Tanrı için de iyidir.» he Harını Reşit zamanında yaşayan bir fakihin «örf ile nas arasında bir tezad mevcut olduğu takdirde ,nas örften fikrini ini nakleden •Gö Gö-İstihraç edilmiş ise örf kabul edilir» fikr kaip, bu kaideyi kabul etmekle kalmaz, onun şumui saha* sını da genişletir: Dünya işlerine taalluk eden naslarm bütün vecibeleri aslında örften neş’et etmiştir; yalnız naslara dayanan dayanan vecibele vecibelerr bile ., tat tatbik bik edili edilirken rken örf örfle le he hem ma~ henk hale getiril getirilmelidir. melidir. Böylec Böylecee Islâ Islâm m hukukunda cezri İslahata girişirken, daha önceki noktaî nazarından feragat etmiş oluyor; yani nassıı ııı ı sabit ve ezelî _bir kanuni İlâhi.,,
olmadığını kabul etmiş bulunuyordu. Allahla kul arasındaki münasebetler hariç, her dinî vecibe müeyyidesini İçtimaî vicdandan almaktaydı. Gökalp, bu görüşünü Kur’ana dayar; nasla örf çatışıyorsa nassı örfe uydurun, buyulmuyor mu Allah (!.) Şeriatın te tekâmü kâmülün lünde de esas
la dinî cemaatin müesseşelerini kurarken genç Islâm devletini de.kurmak ve onları birbirine bağlamak gerekiyordu. Eğer Hz. Muhammedi (s.a.v.)in İslâmiyet! kabul etmeleri için davet ettiği yabancı krallar bu yeni dini benimsemiş olsalardı, siyasî ve dinî teşkilâtları ay ayrrı ay ayrrı gelişir ir,, bu da daha ha da da iyi olurdu -Gökalp’ -Gökalp’ee göre. göre. îslâmiy îslâmiyetin. etin. ilk yıl _la _ larrında ulemanın hiçbir resmi sıfa fattı yoktu, devlet işlerinde faa faall bir rol ' oynamıyorlardı, ama idareciler de ulemanın işine müdahale etmiyorlardı. Ne var ki, çok geçmeden ulema ule ma devl devlet et idaresine idaresine dahil dahil edildi. Böyl Böylece ece , ruhanî bağımsızlıklarını kaybederken kaybederken,, devlet üzerin üzerinde de gittikçe ar ar-tan bir nüfuz kazandılar. Bu vaziyet Osmanlı imparatorluğu devrinde XX. asrın başla larrına kadar devam etti. Dünyevî işlerle dinî işlerin ayrılması zamanı gelmişti artık. Siyasî hayat teokrasinin ve klerikalizmin bütün artıklarından temizlenmeli ve devlet dahilî bir istiklâle kavuşturulmallıydı. Milletin teşriî kuvveti şeriat ile sımrlanmalı, ma «kendi kanunlarını kendi yapma yapmayan, yan, "bu "bunla nlarrı Allah tara™' fnidan gönderilmiş mutlak kanunlar sayan bir devlet kuvvetli ve bağımsız olamaz.» Açıktan açığa îslâmiyetin nr huna aykırı bir prensip bu: «Allahın kelâmına, Resulünun kelâmına, ul-ul-emr’in kelâmına itaat ediniz.» Ye Gök ökai aip p yoru yorumla mlar: r: iman ve ib ibad adet et bah ahsi sind ndee kar arar ar Kur'a Kur 'amn mn ve sünn sünnetindir. etindir. Tereddüte düşülürse müftüye başvurulur. Kanun yapma hakkı ul-ul-emr’ ul-ul-emr’in in ?yani devletindir. Demek ki, devletin bünyesinde cezri değişikliklere ihtiyaç vardır. Bu İslahatın ilki şu olmalıdır: istikbâlin dünyevî devletinde şeyhülislâma yer yoktur, o şeyhülislâm ki dinî dinî alanda, en yüks yüksek ek makam, ulemanın başı ve en büyük müftü idi. Ayrıca vekiller heyetinin rnühim bir, uzvuydu da, devlet kanunlarının şeriat kanunlarına uyup uymadığını tâyin ederdi. Şeyhülislâmın kaza hakkı devlete verilmeliydi. îfta hakkı iman ve ibadete ait merasimle ,sm ,s mırlanmalıydı. Şeyhülislâm da diğer bütün müftüler gibi
ulemadan olmalıydı ve siyasî makamlara karşı bağımsız bulunmalıydı» Gökalp, bu mühim meselede telkinle yetinmez,tatbikata da geçmek ister. 1917’de Ittihad ve Terakki F ırkacına tarihî, İçtima çtimaîî ve hukukî araştırmalara dayanan mufassal bir muhtıra, sunar; ve ananevi şekliyle şeyhülislâml ı k makamının ilgâsını talep eder. Fırkanın ileri gelenleri ;;Ziya’mn görüşlerini benim benimserler. serler. Hükümet 1916-17’ 1916-17’de de şeriat mahkem mahkemelerinin elerinin idare idaresini sini Ad Adliy liyee Nezar Nezaretine etine,, medreselerin yönetimini Maarif Nezaretine devreder. Jön Türk hükümetinin bu İslahatından ekserisi 1918 mütarekesinden , sonra ilga edilmiştir. Ne var ki, bir kaç yıl sonra Atatürk ^Şeyhülislâmlık makamını kaldırmış ve şeyhülislâmın görevini Diyanet İşleri' Reisliğine aktarmıştır. Gökalp, aynı muhtırada, memleketin İktisadî ve hukukî hayatında çok mühim bir rol oynayan bir başka dinî -müesses -mü essesen enin, in, Evkaf Neza Nezaret retini inin n de kaldırılmasını teklif , eder. Va Vak kıflar flarm m Türk Mi Mille lletin tinee büyü büyük k za zara rarrı olmuştur. Her vakıf kendine mahsus teşkilatı, memurları ve bütçeliyle «devlet içinde devlet» gibi idi. Vak ıflar şehirlerde merkezî bir belediye teşkilatının kurulmasını önlüyordu, zira birçok mektepler, hastahaneler, hastahaneler, kuyular, çeşmeler, hristiyan veya müslüman dinî teşkilâtların mülkiyetindey^di. Bilhassa İstanbul’da şehremaneti, (belediye) Evkaf Nezareti ile patrikhâne arasında sık sık sürtüşmeler oluyordu. Bu hal mahallî idarelerle devletin İktisadî bir plan kurmazsım önlüyordu önlüyordu.. Va Vak kıf sistem sistemii Türk milletinin seciy seciyesi esi üzerinde de muzır bir tesir icra ediyordu. Kurucunun ahfadına çalışmadan gelir sağlayan hususi vakıflar tevekkül, kadere rıza gibi Türk halkının teşebbüs kabiliyetini felce u ğratan v e onlar onları tembelliğe alıştıran dervişane duygular tel Vk V kin edi diyo yord rdu u, Gök Gökalp’e alp’e göre re,, ge gerç rçek ek İslâmiyet kaderciliğe F: 5
ka rşıd ır; ister ki herkes İçtimaî hadiseleri ve onlar ın se kar se-beplerini araştırsın, terakki ve teâli için mücadele' etsin. Gökalp’in dervişli ğ e muarız oluşu bundand ır. O dervişlik; ki, Türk harsının inkişaf ında çok mühim bir rol oynamış” tır. Tek çıkar yol evkaf-ı mazbutenin idaresini, mahallî makamlara yani köylerde,ihtiyar meclislerine, şehirlerde belediyelere devretmektir. Evkaf ı mülhake mütevellilerin kontrolü altında kalabilirdi, mahallî otoritelerin teftiş hakkına . sahip ol olmala malarrı kâfiydi. Gökaip’in bu arzusu ölümünden bir kaç ay önce tahakkuk etti. 1924 Mart’mda Evkaf Nezareti lağvedildi veonun yerine Başvekâlete bağlı Genel Vakıflar İdaresi kuruldu. rul du. 19 1930 30J Jda birçok birçok vakıflar mahallî idareler idareleree devredildi ama vakıf sistem sistemii tamamiyl tamamiylee kaldırılmadı. Maarif sahasında da dinî ve dünyevî ikiliği ortadan kaldırmak gerekti. Başlıca medreseler İstanbul Darülfünundun îlâ~ hiyat Fakültes Fakültesii içinde toplanmalıydı. Atatürk, Gökalp’in bu tavsiyesine tavsiyesine uyarak uyarak . medreseleri medreseleri ilga etti etti ama 1933’ 1933’ter İlâhiyat Fakültesi de kapatıldı. - HİLÂFET Gökalp’in dinî ve siyasî hayatı birbirinden ayırma nazariyesinden en çok mütessir olan Osmanlı padişah ahllık müessesesi olmuştur. Zir Zira a bu müessese sultanla halifenin vazifelerini birleştirmekteydi. Şayet Gökaip gerçekten ürtarh olsaydı daha başlangıçtan itibaren bu müessesenin ilgasını isterdi. Jön Jön Türklerin hâkimiy hâkimiyet et devrinde bunu açıkça yapmağa cesaret edemedi ama Hilâfet’in ismini değiştirmeden de gücünü azaltmağa çalıştı. Birinci Cihan Harbi sıralarında yazd ı ğ ı bir şiirde halifeyi kanun yaparı en yüksek merci olarak tarif eder: «Halife, örf ve icma’ya.
dayan ır ve halifenin istişare meclisi parlamentodur.» der* Ata A tatü türk rk’ün ’ün m il illî lî ha hare rekâ kâttına karşı çık tığ ı için halifenin nüfuzu zayıflay ınca, Gökalp biraz daha cesaretlenir. Gökalp* «Türkçülüğün Esasları»nda her türlü teokratik kaidenin ilgas ın ı ister: yeryüzünde Allah’ ın gölgesi sa sayy ılan padr şahların ve halifelerin kanun yapma selahiyeti gibi. Saltanatla Hilâfet Hilâfetii birb birbirinde irinden n ayıran Atatürk devrimi, Gökalp’in tasvibine mazhar olur. Büyük Millet Meclisi, Ekim 1922’ 1922’de de saltan saltanat atı ilga eder. .Vahdeddin, sadece halifedir artık. Kaçışından sonra yerine Meclis taraf ından Abdü Ab dülme lmeeid eid Efe Efend ndii seç eçil ilir ir..
Gökalp, dinî müesseseler! az çok Hristiyan Batı kilisesininkileri hatırlatan yeni esaslar üzerine yeniden inşa etmek f ırsatını bulur. İslâmî bir « k i l i s e » düşünür, bu kilisenin temel unsuru « c e m a a t » olacaktır. Cemaat, İmamm riyaseti altında ibâdet eden mahallî bir müminler topluluğudur. En küçük ibâdet yeri mahalle mescididir, mescid camie bağlıdır, cami camii kebir’e. Camii Kebirin başında bir müftü vardır. Ülkenin bütün müftüleri payitahttaki müftüye ■ bağlıdırlar; payitaht müftüsü eskiden olduğu gibi şeyhülislâm adını taşıyacaktır. Şeyhülislâmla diğer Müslüman memleketlerin baş müftüleri milletlerarası İslâm camiasının (ümmet) reisi olan Halifeye bağlıdırlar. Halifenin durumu bazı ba bak kımlardan P a p a 5mn Katolik kilisesindeki durumuna benzer. Halife, bütün İslâm ülkelerinin ülkelerinin müftülerini müftülerini ruhanî . meclislerde toplar. Bu meclisl meclislerde erde dinî terbiye, ilâhiyat tetkiklerinin geliştirilmesii gibi konular müzakere edilir. Gökalp için yeni rilmes bir fikir değildir bu, aynı düşünceyi on yıl kadar evvel «Türk Yıırdıı»nda da iler ilerii sürm sürmü üştü. Ama o zamanlar Müslüman ümmeti için bazı esaslar kabul ediyordu. Daha sonraki ya yazzıla larrında bu prensiplerden sö sözz etmeyecekt etmeyecektir: ir: Arr a p h ar A arfle fleri rini nin n kullanılması* müşterek bir İlmî termino-
lojinin ihdası, ortak bir takvim (başlangıç olarak hicreti kabul eden güneş yılı). Gökaip ümitvardır: Ümmet böyle bir teşkilata mazhar olduğu ta takdi kdirde rde,, di dinî nî •. ha haya yatt başta tan n başa canlanacak ve İslâmiyet Peygamber zamanındaki ih- , tişâmma kavuşacaktır. Gökalp’in tasavvuru gerçekleşme medi. di. Hi Hilâ lâfe feti ti sa sade dece ce ruhanî bir makam haline getirmek, îslâmiyetin temel itikatlarıyla tel telif if edile edilemez mez ve Türk Millet Milletii taraf ından benimsenemezdi Daha sonra Atatürk’le arkadaşla larrı, Hilafetin yeni Türk Devletinin lâikleşmesine muarız olan güçleri bir araya getirecek bir makam olarak kalmasından çekindiler. Gökal Gökalp’ p’in in ölümünden - birkaç ay önc öncee Mar Martt ■ 192455de, Hilafet 1924 Hilafet Büyük Millet Millet Meclisi Meclisi kararıyla feshedildi. İ928’de İslâmiyet Devletin resmî dini olmak vasf ını bile kaybetti. 1937’de Anayasanın 2. maddesine Devletin mâ- , hiyetini lâik olarak tarif eden madde ilâve edildi. Artık dinle devlet birbirinden tamamen ayrılmıştı. AlLE Al LE HUK HUKUK UKUNU UNUN N İSLAHI Gökalp’e göre, Türk kadının mevkiiyle ilgili İslahat, Türk Milleti’nin kalkınması için en âcil bir ihtiyaçtır. Birinci Cihan Harbinin sebep olduğu ahlâkî buhran ve aile bağla larrının gevşemesi, bu mesel meseleye eye karşı ilgisini artırır. Kad Ka dının mazideki durumunu tetkik eder ve eski Türk cemiyetindeki yüksek İçtimaî mevkiini büyük bir heyecanla anlatır. İslâmiyet cinsî ahlâk bakımından kadınla erkeği eşit tutar. Fakat kadının hukukî durumu .böyle bir eşit it-liğin mevcut olmadığı bir devrin içtimai °a tlarına göre düzenlenmiştir. İslâm hukuku, kocaya kolay boşanma hak' kı ta tan nır, ama ahlâk bakımından böyle bir imtiyazı şiddetle mahkûm eder. Birden fazla kadınla evlenmek hakkı ancak kocanın hanımlarına « e ş i t » muamele etmesin inee bağlıdır, tatbikatta böyle bir şart gerçek bir Müslümanm bir-
den fazla kadınla evlenmesini önleı Islâmi Islâmiyetin yetin ilk dev devirirlerinde kadının yüksek bir İçtim çtimaî aî mevki mevkiii vardı; İran ve Bizans tesirleri bu mevkii sarstı» Yuzu peçeyle örtmek örtmek,, kad ka dınları hareme kapatmak gibi mükellefiyetler İslâm cemiyetinin kabul ettiği yabancı geleneklerdi; daha sonra şehirlerde dinî mecburiyet hâline geldi. Gökalp, kadınlara reva görülen bu farklılaşmaya şiddetle aleyhtardır.'Nasıl oluyor da kanun, gönüllerimizde en mukaddes duyguları uyandıran annelerimize, kızkardeşlerimize, karıla larrımıza za,, kızlarımıza bizden daha aşağı mahluklar nazarıyla baka" biliyor? Şüphesiz Kur’an müfessirleri aldanmışlar. Kadın* devletin temeli olan ailenin merkezidir. Kadının iştirak etmediği İçtimaî bir hayat sakattır. Gökalp, şiirlerinde İstik” lâl Savaşında evde ve tarlada erkeğin işini gör gören en,, ya yarai rairr . larra.bakan ve cepheye hayatı bahasına silâh taşıyan Türk la kadınını yüceltir. Malta’da sürgünken kızma: «Kadının erkekle tahsil yapacağı, İçtima çtimaîî haya hayatta' tta' yüksek mevkii mevkiiler ler işgâl edeceği yeni bir hayat başlayacak» diye yazar. De” mek ki, erkeğe evlenmekte, boşanmakta ve verasette üstünlük tanıyan şer’î kanunun ilgâsı hayatî bir meseledir» Türk kadınına siyasî haklar da verilmelidir, onlar da er' kekler gibi okullara ve üniversitelere girebilmelidi girebilmelidirler. rler. Kadının kendi,hayatını kazanmasını önleyen haksız hüküm ortadan kaldırılmalıdır. Gerek Birinci Dünya Savaşı, gerekse daha sonraki İçtimaî değişiklikler yüzünden, bir* çok Türk kadını devlet işlerinde çalıştırılır, daha önceleri sadece erkeğin inhisarında olan mesleklere girer. Bütün bunlar Gökalp’in görüşlerini teyid eder. Gökalp, konaklarda yaşayan pederşâhî aileden yuvalarda yaşayan monogamik aileye geçişi de iyi karşılar. Bununla beraber, Jön Türkler Türkl er devrinde aile hukuku üzerinde cezri değişiklikler yap ya pılmasını açıktan açığa isteyemez. Bir meslekd meslekda aşımn anlattığına göre, Gökalp, teksir makinasmda basılıp gizli” ee dağıtılan bir risalede kadınların tesettürünü ve hareme
kapatılmalarım yerer. Tesettür,iptidai insiyaklara ve çok eski İçtimaî müesseselere kadar uzan uzanan an bir âdettir. Bu alışkanlığın hâlâ devam etmesi Türk kadınlarına en büyük hakarettir, 1917’de hazırlanmasında kendisinin de büyük, rol oynadığı Ai Aile le Hukukuyla emellerinin bir kısmı gerçekleşmiş olur. Artık izdivaç sadece dinî bir iş sayılmamaktadır. Gerçi birden fazla kadın almak tamamen yasaklanmamıştı, ama kadınlar evlenme mukavelelerine tek evlenme şar arttını koyabiliyorlardı. Gökalp’in fikirlerini Atatürk gerçekleştirdi. 1926’da Türkiye, İsviçre Medenî Kanununu kabul etti. Birkaç yıl sonra da Türk kadını seçmek ve seçilmek hakkını elde etti. Muhtelit okullar faaliyete geçti» Gökalp’in aile hukuku ile ilgili bir başka temennisi de gerçekleşti: 1934’de soy adı kanunu kabul edildi. Eski Türk tarihine karşı gittikçe büyüyen alaka yüzünden -bu* geniş ölçüde Gökalp’in eseridir- birçokları soyadı olarak eski Türk isimlerini seçtiler. İ s l â m i y e t .v e ç a ğ d a ş m e d e n iy iy e t
Gökaip, dinle devletin ayrılmasını istemekle kalmaz, dinle medeniyet de ayrılmalıdır birbirinden, «İslâmî medeniyet» tabirini doğru bulmaz» Zira Batı-Asya'daki Müslüman ülkelerde gelişen medeniyet Bizans ve Iran medeniyetlerini niyetl erinin n bir de devam vamıdır» Gökalp’e göre inançların ve âyinlerin bütünü olan din, şu veya bu medeniyete bağlı değildir. Demek ki İslâmiyet bir zamanlar Doğu medeniyetiyle birleştiği gibi çağdaş Avrupa medeniyetiyle de birieşebili ebilirr pe pekâ kâlâ» lâ» Gene Genell olarak olarak ilimilim- île din arasında çatışma yoktur. Hele diğer dinlere kıyasla akla büyük bir öncelik tanıyan îs îslâmi lâmiyet yet’de ’de asl asla. a. Bu gibi gibi çatışmalar ancak İlmî hakikatları din-dışı yenili yenilikler kler olarak telakki eden dar görüşlü hocaların kafasında mevcut. Bu mütaasıp din
hocaları Türk intelij ansiyasını İslâmiyet’den uzaklaştırmış ve yığınların cehaletiyle savaşmağa yanaşmamışlardı» İslâmiyet ve çağdaş medeniye medeniyett hakkmdaki bu görüş Gökalp’in ilk düşüncelerine kıyasla bir ilerleme belirtir, önce Türklerin milletler arası bir İslâm medeniyetin^ ka’ atıldığını ileri sürer» Daha sonra ise şu sonuca varır :fÇ :fÇa ağJ İdaş dünyada medeniyet, din bilgisi üzerine kurulmamak’ tad ta dır artık. Hristiyan olmayan kavimlerin Batı medeniyetine katılması da bunu gösteriyor. Çağdaş Avrupa medeniyetinin temelleri müspet ilimlerdir. Demek ki Türk mi! jjjleti de bu med j meden eniye iyete te katılabilirJ İlk defa olarak 1914 başlarında yayımlana mlanan n bir makalesinde hâlâ İslâm beynel miieleiliğini kendine has medeniyetle ifade ettiğini söylemektedir. Dört yıl sonr sonra a yeniden basılan aynı makalede Islâm enternasyonali yerine İslâm ümmetçiliği tabirini kullanmaktadır yani İslâmî sadece dinî bir cemaat saymaktadır artık. Bu yeni telakkiyi benimsemekle Islâmiyetin bir kültür etkeni olarak önemini azaltır. Gerçi o zamanlar itirafa yanaşmaz ama Gökalp bu tarihten sonra İslâmiyet! Türklerin hayatında bağımsız bir manevî güç olarak kabul etmez. Dinî değerler Türk millî harsı içinde eridikleri ölçüde önemlidirler.^ İSLÂM İ YE YET T VE TÜR TÜRK K MİLLİ YET YETÇ ÇİLİĞİ
Gökalp’e göre çağdaş İslâmiyet Türk Milliyetçiliği ve millî mil lî ha harsla rsla pekâ pekâlâ lâ kaynaşabilir. Sün Sünniler, niler, Islâmiyetle milli mil liye yett me mefkûrelerinin fkûrelerinin taban taba tabana na zıt olduğunu ileri sürerler. Gökalp hiç de öyle düşünmez. Her zamanki gibi görüşlerini Kur’anla destekler: «Sizi kavimler, kabileler olarak yarattık ki birbirimizi tanıya yassınız.» Eski bir müfes;sire dayanarak ayeti şöyle açıklar Gökalp: «Birbirinizi tanıma man nız demek, birbirinizin dilini anlamanız demektir.» Şu halde ayet aynı dili konuşan kavimlerityani milletleri . .
kastetmektedir. Daha da ileri giderek Kur’andan ve hadislerden iktibaslar yapar: «Her millete bir rahber yolladık.» Bunlardan çıkardığı netice şudur: İslâmiyet, çağdaş millîyetçilikten yanadır* Milliyetçiliğin amacı, tek mütecanis^ milletlerden oluşan devletler kurulmasıdır. Gençlik yıllarında Gökaip, Türk vatanperverliğin inii güçlendirmek için îsl îslâmiy âmiyeti etin n önemini Savunuyordu. O yıllar, Osmanlı İmparatorluğunun yurt içinde ve yurt dışında Hıristiyan düşmanlarla savaştığı yıllar: Trablusgarp ” Italyan harbi, 1912-13’de Balkanlarda Hristiyan düşmanlarla savaş, Anadoluda Ermeni ayaklanması ve başlayanı Birinci Cihan harbi gibi. Kâfirlere kar şı Cihad Türk yığınlarrını tahrik eden ve birleştiren bir savaş çığlığıydı. Göla kaip, bu ruha uygun hamasî şiirler yazar yazar:: «Bi «Birr As Aske kerini rini Duası,» «Çocuklara îlâhi» manzumesinde Bulgarlara karşı duyulan kuvvet kuvvetli li nefreti dile gelir. Balkan Harbi Harbi sıralarında Gökaip şöyle yazâr acı acı: « A v r u p a ş u u r u » Hristiyan milletlerin ittifakına verilen bir isimdir sadece. Avrup Av rupada ada işbirliği Avrupa memleketleriyle sınırlıdır. Gökaip, buna karşı Müslüman milletlerinin ruh akrabalığının üzerinde durur. Filhakika Trablusgarp ve Balkan savaşla la-rının sebep olduğu millî felaket karşısında Türklere manevî destek, ırk ve dil bakımından akrabaları olan Macaristan ve Moğollardan değil Hindistan, Cava ve Çin gibi uzak Müslüman ülkelerinden gelmiş, Gökalp’e göre Türk milliyetçiliği ile İslâmiyet kaynaşmıştır çünkü Türkler ne Arnav Arn avutl utlara ara be benz nzer er ne Mısırlılara. Hepsi de Müslümandır. Hepsinin de siyasî payitahtı dar-ül Hilâfe’dir. Gökalp’e göre Türk milleti, Türkçe konuşan Müslümanların bütünüdür. Türkiye İslâm’ın son kalesidir. Türklerin millî uyanışla larrıyla İslâm Dini yeniden canlanacaktır. Gökalp’in Türk vatanperverliğinin temelini dine bağlayan yazıla larrı. Birinci Cihan Harbinin başla larrına kadar de-
vam eder. Arnavutluk isyanı, Osmanlı Devleti’nin açtığı Cihad’ın başarısızlığı, Hindistan ve diğer İslâm toplumlarının Türk düşmanlarıyla işbirliği ve Arapların Padişah aha a karrşı ayaklanmaları yüzünden, Gökalp’ ka Gökalp’in in yazıla larrında İslâmiyet, eski önemini kaybeder. Bu savaş yıllarında Gökalp’in Türkler bir Avrupa milletidir, Batı medeniyetini benimsemek zorundadır inancı giderek kuvvetlenir. Yine de, bütün bu olaylar Gökalp’de İslâmiyet sevgisini tamamen sarsmaz. Hele Türklerin Hristiyan düşmanlarıyla giriştikleri korkunç savaş sıralarında bu bu his daha da kuvkuvvetlenir: 1919-1922 arası Ba Battı Ingilizi Ingilizierin erin destekledikleri Rumlar, Doğuda Erme Ermeniler, niler, Güney Doğuda Fransızlarla savaş. Alegorik manzume « K o l s u z H a n ı m » , geçmişte Türklerin İslâmları kâfirlere karşı nasıl müdafaa ettiklerini tasvir ede eder. r. 1922’de 1922’ de yayımlanan tarihî bir tiyatro eseridir. Aynı yılın yazında tarihî bir tiyatro eseri daha yayımlar ve Selçuk Sultanı Alpaslan'ın müsamahası ile Hristiyanlarm vahşetini karşılaştırır. Sevr barış an an-laşması (1920) ve bazı müslüman ülkelerin Batı mandası altına sokulması da ispat eder ki Avrupa haçlıla larrının. fa~ natik zihniyeti sürmektedir. Bununla beraber, Gökalp Pan-Islâmizmi Pan-Islâmizmi ’ siyasî bir akide olarak hiçbir zaman kabul etmemi ştir. Gökalp’e göre bütün m'üslümanları bir bayrak altında toplamak mesr hî bir özlemden başka bir şey değildir. Günümüzde her Müslüman milletin görevi .yabanc ı boyunduruğundan kurtulmak ve sosyal bakımdan iler ilerlemek lemek için mücadele etmektir. Afo A fod dülK lKa amid de devr vrin inde de ve Jön- Tü Türk rk id ida are resi sin nin başla-. rında yabancı etkisiyl etkisiylee (bilhas (bilhassa sa Al Alma man n etk etkisi) isi) oldukça güçlenen İttihad-ı İslâm hareketi Türkiye'ye hiçbir fayda sağlamamıştır. Ancak millî kalkınmayı ve modern demokratik bir devlet kurmayı köstekleyen nazarî bir ideoloji yaratmıştır, o kadar. Gökalp, panislâmik düşünceyi müslü~
man milletler arasında yukarda bahsi geçen gayeleri sağlamak için bir işbirliği olarak kabul eder anca ancak. k. Ortak Ortak bir din, Osmanlı imparatorluğundaki Araplarla Türkleri kaynaştıracak ve Türkiyedeki Müslümanla Müslümanlarla rla Rusyadak Rusyadakii dindaşla larrını bir birbiri birine ne ~bağlayacak siyasi bir etken olarak önemlidir. Her iki halde de, din bağını Türk milliyetçiliğini güçlendirmek için kullanmağa çalışır, zira milliyetçilik îslâmiyetten çok daha önemlidir -Gökaip için. MİLLÎ BM DÎN MI? Gökaip, zaman zaman, îslâmiyete bir millî Türk niteliği kazandırmak ister. Turancılık döneminde,'yani Birinci Cihan Harbinin patladığı sıralarda şöyle hayıflanır: «İslâmiyet "en az ndan İslâmî müesıseselerin büyük bir kısı
mı- yabancı milletlerin harsına dayanıyor» « K ı z ı l Arapl plar arın, Iranlılarm, AvrupalIların dinleE l m a »d-a, Ara rini benimsemişiz» diye yakınır. Atalarının dinini yitirince nice ilkel kavimler kişiliklerinden, kalplerinden ve tarihlerinden oldular diye üzülen Her der gibi.
Hakiki îslâmiyetin gerçek inanç ve ananeleri nelerdir, hangileri mahallî âdetlerdir, hangileri Arap, îran veya diğer milletlerden benimsenmiş-yeniliklerdir? Bunları ara ar aştırmalıdır Türk âlimleri! Gökaip, açıkça söylemese de, "Türk milliyetçilik ruhuyla, uyuşamayan yenilikler yabancı katkılar sayılmalı ve îslâmiyetten çıka karrılmalıdır diye düşünür. îslâmiyetin esasa taallûk etmeyen kısımları, içi* ne karışmış Arap gelenekleri, İslâm Dini’nin geniş bir.t&g f iyesi için nazarî bir temel sa&lıvabilir. Mâm ın yabancı unsurlardan temizlenmesi konusunda ileri sürdüğü bu müphem talepler bir bir yana, Gökaip Gökaip amelî planda ciddiye alınacak herhangi bir teklifte bulunmaz. Yalnız o da Herder gibi ibâdetin halk diliyle yapılmasından yanadır, {Arapça değil Türkçe). Talebini destek-
lemek için imâm Ebu Fanife’rıin sözlerini nakleder. Hanefi Mezhebi’nin kurucusu olan İmam her dilden dua okunabileceğini ileri sürmüştü. Mekteplerde Kur’an’mm Türkçe tercümesi okutulmalı. Böylece halk yığınlarının bilgisi genişler ve dine sevgileri artar. Gökalp’in yazı heyetine dahil bulunduğu «İslâm Mecmuası» bu istikamette makaleler neşrediyordu. Derginin her sayısında Türkçe ayetler çıkıyordu. Sünnî Sünnîler lerin in ' hoş görmeyeceği bir davranıştı bu. Gökalp’in ölümünden som ra şakirtleri üstatlarının 'emellerini gerçekleştirmeğe kalktılar. İstanbul Üniversitesi llâhiyat Fakültesinde bir heyet kuruldu. Heyetin vazifesi Islâmiyetin ilme uygun olarak nasıl İslah edilebileceğini araştırmaktı. Heyetin başkam Kopriilüzâde Fuat’tı. Hazırladığı raporu 1928 yazında Maarif Vekâletine sundu sundu.. Rap Raporda ordaki ki en mühim teklif Gökalp’in etkisini taşıyordu. Camilerde okunacak dualar, verilecek veril ecek vaazlar, tilâvet edilecek âyetler Türkçe olmal ı; ayrrıca musiki aletlerinden de faydalanılın alıydı. Hükümet, ay bu mutedil İslahatı bile kabule yanaşma mad dı ve heyet dağıtıldı. 1933’de İstanbul Üniversitesi yeni baştan kurulur” ken llâhiyat Fakültesi kaldırıldı. Onun yerine bir İslâmî Araştırmalar Enstitü Enstitüsü sü tes tesis is edild edildi. i. Modern Türki Türkiye’ ye’d de ezanın Arapça okunması da, mekteplerde ister Arapça ister Türkçe Kur’an öğretilmesi de, daha doğrusu her türlü dinî tedrisat yasak edilmişti. Atatürk ve mesaî arkadaşlarrı îslâmiyetle Türk Milliyetçili ğinin uzlaşamayacağma la inanmışlardır. Bununla beraber son yıllarda bu anti-islamik siyasetin oldukça gevşed ediiği müşahede edilmektedir. V — TÜRKÇÜ TÜR KÇÜLÜ LÜK K TÜRKÇÜLÜK HAREKETİ ^Gökalp’e göre milliyetçi hareketler -hiç değilse doğu kavimlerinde- üç merhaleden geçer: önce harsî uyanış, son-
ra siyasî bir hareket, nihayet İktisadî bir programla çıka karr ortaya. Bu görüşe uygun olarak, modem Türk Milliyetçi:' liginin köklerini zihni ve harsî bir harekette bulmağa çalışır ve buna Türkçülük adını verir. Türkçülüğün yükselişini anlatırken bir takım müspet, bir takım da menfi sebepler ileri sürer. Menfi sebepler arasında üzerinde en çok durduğu İslânrTürk cemiyetindeki manevî kıymetlerin çöküşüdür. İslâm ülkelerinin, bilhassa Osmanlı İmparatorluğumun siyasî've harsî inhitatı, buna mukabil Batının ilerlemesi münevver Türklerin kafasınd nda a yeni bir ideoloji ihtiyacı uyandırmıştır. Avrupa’dan Doğu5 ya yayılan milliyetçilik fikri onlara takip edecekleri yolu gösterdi. Bununla beraber yeni ülküler, önceleri yalnız zarar getirdi Türklere. Osmanlı İmparatorluğundaki Türk olmayan müslümanlar (Arnavutlar, Araplar gibi) milliyetçi" lik çığlığını heyecanla karşıla lad dılar ve Türk idaresinin boyunduruğundan kurtulmağa çalıştılar. Gökaip, açıktan açığa olmasa da zımnî olarak, milliyetçilik cereyanının ne" den Türklerden önce öteki camialar arasında başla lad dığını belirtir. Avrupanın milliyetçilik fikrinin başlıca taşıyıcısı orta-smıf olmuştur. Türklerde orta-smıf yoktu. Oysa ımislüman olmayan toplumlarda böyle bir sınıf mevcut. Ayrıca Türklerin bir çoğu ve hasseten hükümet memurla memurlarrı milliyetçilik cereyanının Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasından haklı olarak endişe ediyorlardı. XIX. asrın ikinci yarısında Batı düşüncesiyle temas eden Türk münevverlerinde harsî uyanış vukubuldu. Bu intibahı yaratan ;A ;Avrupal vrupalı Türkiyatçılarm araştırmalarıdır. Türkiyater lar, Türklere İslâmdan asırlarca önce yaşamış bulunan harsî bir geleneğe sahip büyük ve eski bir soydan geldiklerini göste gösterdiler. rdiler. Türk intelij ansiy ansiyas asını en çok etkiliyeıışu üç kitap olmuştur Gökalp’e göre: Hunlarm, Türklerin, Moğolların umûmî tarihi, tarihi, (J (J. de Guigne, Paris, 1758-8); 1758-8); Türkçe’nin Sarf ve Nahvi (Arthur Lumley David’s, Londra,
1836); As 1836); Asya ya Tarihine Medhal (Leon Ca Cahun hun,, Paris 1896 1896.) .) (Türkçe tercümesi Necip As ım). Bu Avrupalı bilginlerin eserlerini « İlmî Tiirkçüiük»ün kurucuları taraf ından yazılan kitaplar takip etti. Eserleri XII X . asrın ikinci yarısında yayımlanan Ahmet Vefik ve X Süleyman Paşalar, Ziya Gökalp’in ruhunda ilk defa olarak milliyet duygusunu uyandırdılar. İstanbul Darülfünunda tarih okutan Ahmet Vefik Paşa, vatandaşla larrına, OsmanlIların büyük Türk milletinin çeşitli kabilelerinden sadece biri olduğunu, ana dillerinin Türkiye sınırları dışında, geniş'bir alanda konuşulan bir dilin lehçelerinden bir tanesi olduğunu anlatmağa çalışan il ilk k Türklerdendir. Muassırı Süleyman Paşa, « T a r i h ■ i  l e m » adlı eserinde Türklerin îslânröncesi mazisinden uzun uzadıya söz eder. Orta öğrenim için hazırlanan bu kitapta Türk tarihçisi ilk defa olarak Avrupalı Türkiyatçılarm ve Sinolog’ların araştırmalarından faydalanır. Süleyman Paşa’mn « S a r f ■ ı T ü r k i »sinde de de yeni bir yaklaşımla karşılaşırız. Kendisinden önce aynı konuya eğilen Cevdet Paşa eserine hâlâ Kavaad’i Osmaniye başlığını koyuyordu. Recaizâde Ekreme yazdığı bir mektupta, Süleyman Paşa, OsmanlIn n bir devlet ismi olduğunu, Türk dili ve edebiyatına ise Türk dili ve edebiyatı denilmesi gerektiğini açıkça belirtir. Türk aydınlarının, eski Türklerin ve Osmanlı İmparatorluğu dışında yaşayan eski kavimlerin tarihine karşı duydukları ilmi meraka muvazi olarak millî sanatlara, zenaatlara, ve Orta Asyadaki konuşulan dillere karşı du du-yulan sevgi de artıyordu. Gökalp, bu alanda Avrupa etkisini tebarüz ettirir. Bakışla larrını Ba Battıya çeviren Türk, AvrupalIlar n Türk el sanatlarına ne kadar hayran olduğun unu u görüp görü p Lamartine, Pierre Loti gibi yazarların Türklerin âdet ve an’anelerine ne kadar kıymet verdiklerini okuyunca gönlü millî bir gururla doldu. Max Muîler gibi Bat ı lisaniyatçılarmın Türk gramerindeki mantığa uygunluk, ı
ı
sözlerin sıralanışındak ndakii ahenkle il ilgil gilii değerlendirmeleri ayd ay dınlar üzerinde benzer bir tepki yarattı. Türkçenin güzelliklerini daha iyi anlamağa başla lad dılar. Arapça ve Farsça unsurlar bol bol kabul edilmiş ve zamanla Türkçe bo~ zulmuş, cazibesin cazibesinii kaybet kaybetmi mişti. Ziya Paşa, «Şiir ve înşâ» adllı denemesinde, Cevdet Paşa, « K ı s s a s - i E nad n- b i y a »smda gerçek güzel Türkçenin Divanlardak Divanlardakii yapma' dil,olmayıp halkın kullandığı Türkçe olduğunu, Türk şii ii-rine uygun veznin de Arap ve Fars edebiyatlarından aktarrılan aruz değil halk şiirinde kullanılan hece vezni olduta ğunu gösterdiler. Kısaca İlmî ve estetik Türkçülüğün kaynağı Ba Battı et et-kisi; oysa Türkçülük Rusyadan gelmiş üç beş ay ayd dının himmetiyle doğdu. Gökaip, bu akımın kurucuları arasında Gasprinski (1841-1914) yi zikreder, Kırımda Tercüman adlı bir gazete yayımlamış olan Gasprinski’ Gasprinski’yi. yi. Ga Gazeten zetenin, in, şia iarrı: dilde, fikirde, işte birlik. Amacı ise Türkler arasında harsî ve siyasî bir vahdet kurmak» Ama Ziya Gö Göka kalp’i lp’in n de ar aral alar arında bulunduğu genç-’ intelij ansiyayı, daha doğrud rudan an etkileyen Hüseyinzâd Hüseyinzâdee Ali Ali;; olmuştur. Hüseyinzâde, Kazakistan'da büyük saygı gören: bir İslâm aliminin torunuydu. Yakın arkadaşla larrı arasında. Gökalp’in gençliğinde büyük bir zevkle okuduğu Azerî Türkçesiyle yazılmış, kome komedilerin dilerin müellif müellifii olan olan AhundzâdeAhundzâdeFeth Ali (Mirza Fetfa Ali Ahundov) da vardı., St. Bet Beter erssburg Üniversitesinde okurken Hüseyinzâde Ali, o dönemin.:.. Rus öğrencilerini, coşturan iki ylkünün sosyalizm ve Pan Islâmizmin Islâmi zmin etkisi altında kalmıştır. X I X . as asri rin n ba başla larrında.:. İstanbul’a gelen ve Tıbbiye’ bbiye’ye ye gire giren n Hüseyin Hüseyinzâde zâde Al Ali, i, gen gençç tıbbiyeliler arasınd nda a sosya sosyall reform ve Pan-Türkizm Pan-Türkizm ( T u ranizm)) ülküsünü ya ranizm yayma ymaya ya başla lam mıştır. Gökaip anlatır: «Birgün konferans salonunda oturan Hüseyinzâde Ar şimet. gibi bağırm ış: «Buldum, buldum,,» Arkadaşları: «Neyi bul-
dunuz?» diye sormuşlar. O da: «Hastalığımızın adım», demiş, «Yangeldizm.» Ona göre Türklerin çöküş sebebi asırlarca Avrupa milletlerinin terakkisine «Bir derviş kaderci”' liği»yle seyirci kalmış olmalarıdır. Hüseyinzâde’nin Turan Şar ark kısı, Gökalp’in aynı isimdeki şiirinden daha önce kaleme alınmış olu olup, p, Türk kültürünü yaymay yaymaya, a, Türkıyeyie: aradaki bağla larrın kuvvetlenmesine çalıştı. Daha İstanbul’dayken Osmanlı İttihat ve Terakki C e- Rusyadakî dakî m i y e t i n i n faal üyesidir. Bu ihtilalci cemiyet Rusya gizli cemiyetler modeline uygun olarak Tıbbiye’de kurulmuştur. Müessisleri arasınd nda a Abdul Abdullah lah Cevdet de va vard rdı» Mektebi bitirdikten bitirdikten son sonra ra bir müddet Diy Diyarb arbeki ekirr de hizmet gören Abd Abdull ullah ah Cevdet, genç Gökalp üzerine der derin in bir etki yaptı. Cemiyetin adı daha sonra Rumeli’de kurulan bir başka ihtilâlci teşekkül (Hürriyet) taraf ından benimsendi. 1908-9 devrimini yapacak olan İttihat komitesi. Gökalp Türkçülüğün bir başka kaynağını Ittihad-* İslâm (Pan-Islâmizm) hareketinde bulur. Bu hareketin öncüsü olan Cemaîeddin Efgani, İslâm milletlerini Hristiyan Avrupanm Avrupa nm id idar ares esin inde den n ku kurt rtul ulma mağa davet ede eder. r. Bütün İslâm ülkelerinde şakirdleri vardır: Mısır’da Muhammed Abduh; Ru Russ Tü Türk rkler lerii ara rassında Eiy Eiyazud azud din İbn Fahreddk„. Son yıllarını geçirdiği İstanbul’da genç milliyetçiler üzerinde derin bir etki yaptı. Şeyhin ölüm yılı olan 1897’de, Türk Yunan harbi sr rassında şakirdi Mehmed Emin: «Ben bir Türküm/Binim ra cinsim uludur» diye başlayan meşhur şiirini yayımladı. O da Hüseyinzâde gibi milliyetçiliğini yığınlar için, bilhassa Anadolu’nun yoksul köylüler için beslediği sevgiyl e kaynaştırıyordu. Türkçülüğün neşir vasıta tassı Ahmed Cevdet’in çıkardığı İkdam’dı. Ne var ki yazarların giriştiği, aşırı tasfiyecilik, aydınların çoğunu gazeteden uzaklaştırdı. Aynı davâ yüzünden bir başka orga organ n «Türk Demeği»-
de geniş bir okuyucu kitlesi kazanam kazanamad adı. Bilhassa 1908 ihtilâlinden sonra Osmanlıcılık Türkiye’de hâkim cereyan .olmuştu tu.. Bununla beraber müteakip yıllarda Türkçü Türkçülük lük yeni .hamleler yapacaktı. Sel Selanik’ anik’d de' Türkçülük akımının en uyanık zekâları: -Gökaip, Ömer Seyfeddin, Ahmet Hikmet ve diğerleri, Genç Kalemler dergisini kurdular. İstanbul’da Türk Yurdu çıkm kma ağa başla lad dı. Türk Ocağı Cemiyeti kuruldu. Halide Edip, siyasî romanını'(Yeni Turan) yayımladı. Köprülüzâde Fuat, Türkiyat araştırmalarıyla Türkçülüğe İlmî bir temel kazandırdı. Böyle Böylece ce hareket Türk "aydınlarının ekseriyetini saflarında toplaymcaya kad kadar ar gelişmekte devam etti. Hareketin düşüncelerini dile getiren çeşitli dergiler arasında Temmuz 191 1917’ 7’de de çıkmaya başlayan Yeni Mecmua başta gelir. Dergiyi yöneten Ziy Ziya a -'Gök -'G ökaip aip di di.. Ona göre Atat At atürk ürk inkılâbı Türkçülük harekelinin emellerini gerçekleştirmiştir. TÜRK MlLLl RUHU Ziya Gökaip, Türkçülük hareketinin nazarî temellerini «Yeni Hayat» ve «Yeni Kıymetler» başlıklı denemeleri le riyl ylee (Genç (Genç Kale Kalemler mler 1911 1911)) ken kendisin disinin in kurd kurdu uğunu söyler. O tarihde Gökaip, Türk dilini milliyetçi hedeflere uygun olarak canlandırm rma ağa çalışır. Genç Kalemler’in emeli de bu hareketi kültür ve İçtimaî hayatın diğer alandaki atılım!arı için bir atlamataşı yapmaktı. Dikkate lâyıktır ki dilin canlandırılması, aynı dönemde Gökalp’in kendini bir türlü kurtaramadığı bir fikri sabittir. Servet~i Fünun ve Fecri Ati gibi hareketler sırf edebî mahiyettedir. Ziya ■Gökalp’in «Yeni Hayat» adını verdiği cereyan ise 1908-9 siyasî ihtilâlini tamamlayacak olan İçtimaî bir inkılâba özemin hazırlamak amacındaydı. Bunun için yeni değerler yaratmak lâzımdı. Ziy Ziya a Gökaip, Gökaip, bu hedefi tarif ede-
mez önceleri. önceleri. «Yeni «Yeni Hayat, ancak ancak müphem olarak tarif edilebilir; belli bir hedefi de programı da yoktur» diye itiraf eder eder.. Söyledikleri yuvarlak bir takım lakırdılardan ibarettir: Îlmî metodlarla ve anavatanın hayrı için çalışmak gibi. Yıllar geçtikçe düşünceleri berraklaşır, bu cereyana 'Türkçülük adını veri verir. r. Anlar ki tahayyül ettikle ettikleri ri «Ye «Yeni ni Hayat» «Millî Hayat»dır. Kendisini dinleyelim: «Bu cereyan ne felsefî ne de nazarîdir. Pozitif ilme, bilhassa modern sosyolojiye dayanır. Yeni kıymetler yaratmak im im-kânsızdır. Türkçülüğün gayesi Türk millî harsım aramak, milletin ruhunda gizli olarak yaşayan kıymetleri ışığa çıkarmaktır.» Nesiller boyu Türkler mil millî lî ananelerinde ananelerinden n uzaklaş” mış ve başka kavimlerin harsını benimsemişlerdir. Türkler, Çinden Bizansa kadar birçok geniş ülkeler, fethetmiş-" ler ama Arz~ı Mev’ud’ları olarak Kızıl Elma’yı bulamamışlardır. Millî ülküyü ve millî harsı ifade eden bir semboldür Kızıl Elma. Türkün askerî başbuğla larrı, mütefekkirleri öteki milletlerin siyasî ve fikrî gelişmesine yardım etmişlerdir. ■ Şimdi Türk milletinin vazifesi «Kendini tanımak» ve kendi şahsiyetini geliştirmek.. Gökalp bunu hoşlandığı bir tabirle belirtir: « Ü l k ü » . İnanır ki her kavmin başkalarından farklı bir ruhu vardır. Ezelî olan bu ruh, yine •de yabancı unsurları mas edebilir. Bununla beraber millî ruh? ken kendin dinee has harsı gerçekleştirmek için bu yabancı unsurlardan kurtulmak zoru zorunda ndad dır. îşte Türk aydınlarının görevi, dağınık ve karmaşık halk gelenekleri içinden 'bu 'b u « Ü 1 k ü »yü ortaya ortaya çıkarmak, yabancı harsların etkileriyle kaybolan halkın ruhunu yenide yeniden n keşfetmektir.
F: 6
Halk e ğ itiminin amac da bu olmal . Milletin şuur alt nda ya şayan iddialar canland rmak diye tarif edilebilir bu “amaç. Ancak böyle bir yoldan yeni bir millî gelenek ya^ ratmak kabil olacakt r. Türkler « K a i d e c i » birm ille illett haline ' gelmi şler, kendi tabii geliş meleri yoluyla;, kendi harslar n kuramam şlard r; yabanc de ğerleri ha-z r olarak alm ş, onlar temessül edememişlerdir. Demek ki Türk kaynaklar na dönmek zorunday z. Bu amaca iki _ yoldan gidilebilir: ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
1) Eski Türkle Türklerin rin (îslâm (îslâmiyetten iyetten rihini araşt rmak, ı
önceki) har harss ve ta tass^
kültürü ü yü yük” k” 2) .Halkın hars ım incelemek. Halkın kültür sek tabakaların medeniyetinden farkl ı olarak kendi men- şe ve seciyesine sadık kalmıştır. Türklerin eski tarihine e ğilmek, Gökalp’in başlıca merakı. Denemelerinden pek ço ğ u eski Türklerin tarihini iş ler: harsî inkişaflar , dinleri, hukuklar ve âdetleri. Bu ara şt rmalar n bir k srn hakikati bulmak için yap l r ama . yazar n ba şka bir amac da vard r. Bu amaç zaman zaman aç kça belli eder kendini: yeni Türk hars n n dayanacağ de ğ erlerin süreklili ğini mejd.a.na. ç karmak. Bu romantik yaklaşım Gökalpl şaşırtıcı mübalağalara sürükle sürükler. r. Bir yerde şöyle yazar: «Öteki milletler, çağdaş medeniyeti benimsemek için mazilerinden kopmak zorun zorundad dadırlar. Türkler ise eski mazilerine dönmek suretiyle- bu h ed ef efe. e. varabilirler.» ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
.Çağdaşla .Ça larrının gözünde eski Türkleri yüceltmek iste- ■ yen Gökaip, siyasî ve harsî büyüklüklerini anlatmak için eserlerinde sayfalarca yer ayırır. îslâmm doğuşundan asırlarca evvel kurulmuş çeşitli Türk hanlıklarını ballan-dıra ballandıra anlatır. Atilla, Cengiz Han, Timur ve Babiir gibi Türk cengâverlerinin alanların ı sergiler. Bu isim--
lere oldukça tereddütden sonra Osmanl Sultanlar n da ilâve eder. Türk oldukları iddia edilen îskitler, Sümerler, Httitler gibi kavimlerin önemi üzerinde durur» Ona göre bu kavim kavimler ler esk eskii devirlerde harsm harsm baş temsilcileridir. Ara A rada da bir, daha ins insaf afll d r. Bu kavimlerin Türklü ğü, hat* ta Türklerle akrabal ğ ispat edilmemiş tir der. -Bununla beraber, bir çok yerlerde kadim Türkler aras nda onlar da sayar* Bu görü ş ler Atatürk döneminde resmiyet kazam m şt r: Meselâ Modern Türkiyenin iki büyük bankas Sil" mer Bank ve Eti Bank ismini taş r, ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Y inee Tü Yin Türk rk kavminin ş erefli mazisini yüceltmek için Müslüman dünyas n n Zamahşerî, Ibni Sina, Celâleddin Kûmî gibi önde gelen kiş ilerine Türk Panteonunda y yee r vermek Gökalp’in âdetidir. Bu zatlar belki soy itibariyle T'ürktüler, (hepsi için böyle oldu ğ u da ispat edilmiş de derr ğildir ya, neyse) ama Türk kültürünün d ş nda yetişmi şlerdi, eserlerini Arap Arapça ça vey veyaa Farsç Farsçaa yazm şlard . Türk olmak iddias nda de ğ ildiler pek. Gökalp, burada temel görü ş üyle tezada dü ş mü müyor yor mu? Han Hani, i, insanlar n milli* yetini tâyin eden soylar de ğ il terbiyeleri, dilleri ve harslarrıydı? Millî değ erler çemb la çemberini, erini, tarihî' gerç gerçeeğ e fazla ehemmiyet vermeden, geni ş letmek temayülü modem zamanlar n yeni yeni geli şmeye başlayan aşağ yukar b ütün milliyetçilik hareketinde kar ş m za ç kmaktad r. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
e Gök ökal alp’e p’e göre, eski Türklerin say ısız meziyetleri vard ı: misafirperver idiler, alçak gönüllü idiler, fedakârdılar, yi ğ ittiler, dürüsttüler v.s. Bilhassa kendilerine boyun eğen kavimlere karşı davranışlar ı çok insancaydı. Kendi milletlerine büyük bir sevgi beslediklerinden ba şka milletlere de zuimetrnezlerdi. Tanrıla larrı bir barış tanrısıydı. Yöneticilerinin tek amacı: bir barış düzeni kurmaktı. Eski ça ğla larrın büyük Türk cihangirleri her tür türlü lü emperyalist temayülden sıyr ılm ış tılar. Biricik emelleri Türk kabilele-
rini birle ştirmekti. Dinlerinde taassub da yoktu, nefse ezâ da. İbâdetin bediî cephesine ba ğ lıyd ılar. Gökaip sosyolo jisin jis inin in te tem m el m ef efh h um umla larrı olan ülkü ve kişilik eski Türklerin .meçhulü değildi. Nitekim yasalarında ifadesini bulmu ştur bu mefhumlar. «Taraf tutmayan bir tarih, günün birinde, demokrasi ve feminizm’in Türkler arasında do ğ du ğunu kabul etmek zorunda kalacaktır.» Eski Türk cemiyetinde kad ınlara büyük hürmet gösterilirdi: İçtimaî hayata i ştirak ederler, hatta savaşa bile kat ılırlardı. Eşitlik prensibi eski Türkler için mukaddesti. Halk tems temsilcilerinin ilcilerinin hüküm hükümet et yön yönetim etiminde inde derin etkil etkileri eri vardı. Türk kabile ve köyleri, Araplar ın tersine, demokratik esaslara dayanan bir idareyle yönetilirlerdi.' Bu ideal tablonun oturdu ğ u zemin değersiz ve cılız Ananev nevii Türk faziletlerine mütebirkaç delilden ibaret. Ana allik görü şleri Herder’in iddialar ına çok müşabihtir. O da germamzm, «sadakat-sadelik, istikamet ve cesarettir,» de de-miyor mu? Gökaip, soyunun asaletine iman etmekle kalmaz, sahneye bir başka mit (üst (üsture) ure) de çıkar ır. Bir çok milliyetçi ideolog’da şahidi oldu ğ umuz bu mit, kavminin büyük bir misyonu oldu ğ u mitidir. Tarihten Türk soyunun ahlâkî üstünlü ğünü öğrenen Gökaip, Türk milletinin tarihî misyonu «en üstün faziletleri gerçekleştirmek, ve umûmîyetle imkânsız görünen fedakârlıkların ve kahramanlık menkıbelerinin beşer kudreti dışında olmadığını ispat etmektir,» der. Gökalp’in dikkate almadığı bir hakikat var:. ilkel kabilelerden bileler den ibaret olan eski Türkler ileri bir medeniyetin kusurlarından da meziyetlerinden de yoksun yoksundular. dular. X X . yüzyılda göçebe bir kavimin harsî kıymetlerine dönmek teşebbüsü tam mânâsıyla abe abesti. sti. Gökal Gökalp’in p’in ölümünde ölümünden n bilginlerini nlerinin n devam ettirdiği İslâm - öncesi sonra Türk bilgi Türkler hakkmd hakkmdaki aki ilmî araştırmalar, ne kadar değerli
olurlarsa olsun olsunlar, lar, modern Türkiyeni Türkiyenin n har harssı inkişaf ına büyük bir etkileri olmamıştır» Gökalp’in daha gerçekçi bir teşebbüsünü belirtelim: günümüzün Türk halkı arasında el’an yaşamakta bulunan millî değerlerin tanıtılması. Bu hedefe varmak için Türk folklorunu, etnografyasını, arkolojisini sergileyecek müzeler,. Türk kültür tarihiyle ilgili kalbur üstü bütün eserleri ihtiva eden kütüphâneler; modern Türkiyede sosyoloj sosyolojii ara ar aştırmaları için gerekli her bilgiyi sağlayacak merkezî bir istatistik enstütüsü kurulmalıdır, üstada göre. O kadar da değil... Bir Türkoloji derneği, bir konservatuar, millî bir tiyatro da tesis edilmelidir. Bütün bunlar Türk harsını canlandırma işinde büyük bir rol oynayacaklardır» Herder’ e ve Her de Herder’e derr mektebine uyara uyarak k Türk millî millî mi mi-rassının kıvılcımlarını halk harsının çeşitli dallarında göra rür Gökalp: edebiyatta, sanatlard sanatlarda a (mü (müzik, zik, mimarî, el-sanatları, raks), dinî geleneklerde ve ahlâkî ölçülerde görür. Bu hars halk arasında yaşamaktadır; havasa gelince, onlar Arap Arap-Far -Farss rdah daha a son sonra ra da Avrupa Avrupa kültürünü benimsemişlerdir. Şimdi Türklerin yapması gereken bu mirasa dönmek, dönme k, onu yüceltmek, bu miras miras üzerine üzerine bütün sınıfları kucaklayacak olan yeni bir Türk kültürü inşa etmektir. Türkiyenin manevî hayatına müteallik en can alıcı mesele ancak anc ak bu yoldan halledilebilir. halledilebilir. Ay Ayd dın sınıfla halk yığınlan arasındaki kopuşun giderilmesi, DİL Romantizmin bütün havarileri gibi kültürle ilgili meş,5 eleler arasında Gök Gökal alp’ p’in in en çok dikkatini çeken lisan meselesi olmuştur. Hars ve medeniyete dair nazariyelerini izah ederken başlıca dayanağı lisandır. Lisan, milliyetin. mehenk taşıdır. Lisan sahasındaki bağımsızlık si siya yasî sî 'b 'ba a~. ..
ğımsızlığm vazgeçilmez şart ıdır. Selânik’teki «Genç Kalemler» dergisinde makalelerini yay ımlad ığ ı zamandan ber berii _ halk lk ın anlayabilece ğ i sade bir dille yazma ğa çalışGökaip, _ha mıştır hep. İki dil yan yana ya şayamaz: yöneticilerle klasik edebiyat ın vasıtası olan Osmanlıca; kelime hâzinesi ve grameri bak ım ından üç dilin (Arapça, Farsça, Türkçe) halitasıdır. Türkçe ise halk tabakaların ın ve halk edebiyat ının Ayd dınlar, halk ın konuştu ğu bu dili zevksiz ve kaba dili. Ay bir jargon sayar, hor görürler. Art ık, edebiyat alanı da dahil, tek dil kullan ılmalıd ır: İstanbul lehçesini, -bilhassa han ha n ımlar arasında konuşulan Türkçeyi esas alan bir dil.
«Yeni dil», halkla ayd ın arasındaki setleri yıkacak, edebiyat ın kapısını bütün millete açacak ve millî uyan ışın kendini ifade etmesine yard ım c ı olacaktır. Bunun için lisanı yabanc ı kelimelerden arıtmak lâzım. Bununla beraber Gökaip, Fuat Raif ve 'ikdam gazetesinin çevresindeki yazarlar gibi aşırı bir tesviyeci d eğildir. Arapça ve Farsçadan gelen her kelimenin atılmas ını ve yerlerine Türkçe köklerden gelmiş kelim kelimelerin elerin ikame edilmesini is iste teme mez» z» Halka yabanc ı olmayan, herkesin kulland ığı bütün kelimem ler millete mal olmu ştur. Meselâ kalem, ders, kitap, mektep gibi arapça sözler konuşma dilinin malı olmu ş ve bu yabanc ı ka karrşılıklar Tü Türkçe rkçe kelime kelimeler ler is isee başka bir nüaa^ kazanm ışlard ır. Meselâ ak, kara daha çok soyut mefhumlar için kullan ılmaktad ır; bey beyaz, az, siy a h ise maddi eşyaları belirtmektedir. Türkçeleşen yabancı kelimelerin bir başKa hususiyeti de gerek telaffuz, gerek mânâ ba bak kımından de ğişmi ş bulunmalar ıd ır: Farsça nerdübân Türkçede merdiven olmu ştur; Arapçadaki bakara: makara, Pâre Farsçada parça, Türkçede nakit anlammadırl.. «Bu kelimeler anadilimizin vaz geçilmez bir parçası: yabancı dillerden alınm ış diye söküp atman ıh mânâsı yok. JBu kelimeleri eski Türkçe veya kökü Türkçe olan yeni ke~
İlmelerle değiştirmek, dilden ya şayan unsurları atmak, ve dili halk için Arapça ve Farsça’dan daha yabancı, daha anlamsız kelimelerle doldurmak olur.» «Türkçeyi yabancı unsurlardan temizlemek için baş,'ka prensiplere başvurmal ıy ız. Önce ilmî tabirlerle (isti. lah) öteki kelimeleri (lügât) birbirinden ay ırmak lâzım. » Çün Çünkü kü bu di dille llerr İstılahlar, arapça ve farsçadan alınmalı » ■zamanımıza kadar Türkçe için bir istilah kaynağı olmuş" ■tur.» Gök Gökalp, alp, daha daha sonra terkiplerin yerine tek kelimelekelimelerin kullanılmasını tavsiye eder: meselâ, ilmri hayat yerine hayatiyat; ilm-i menfaiikâzâ yerine gariziyat. Ama imkân varsa, Türkçe köklerden de istilahlar yaratmak tercihe şâyandır. Son denemelerinde ise,.modern, mefhumlar için Avru Avrupa pa ke kelim limele elerin rinii ka kabu bull etm etmel eliy iyiz, iz, der er:: ti tiya yatr tro, o, 'roman, tel telefon, efon, şimendifer, vapur gibi. Dili zengileştirmek için halk dilindeki kelimeler edeM dilde de kullanılmalıdır. Gök Gökalp, alp, Türkiye dışındaki Türk lehçelerinden kelime almağa taraftar değildir, iste* nilen kelime kendi kaynaklarımız da mevcud değilse yeni kelimeler kelimeler uy durulabilir; tabii daima Türk dilinin kaidelerine uygun olarak. Dil, kendi kendine geli şen canlı bir uzviyettir. Bu itibarla hükümet müesseseler! ona sık sık müdahale etmemelidir. Yoksa dil, sunileşir ve güzellikleri .'kaybolur. Gökalp, dilin İslahı hakkmdaki talep]erinL-üç^üstuE:,» ■da hülasa eder: 1) Mef Mefhuml humlar ar konusund konusunda a dilin çağdaşlaşması -ve A v Tupaileşmesi. 2) İlmî istilahlar konusunda Îslâmîleşmesi. 3) Büt Bütün ün diğer kelimeler, gramer gramer,, sentak sentakss ve imla konusunda Türkleşmesi. Gökalp’in Gökalp’ in kend kendisi isi de umûmî umûmîyetî yetîee yazıla larrını açık ve sade bir üslûpla kaleme alır. Bir taraftan Türkçe ark arkaik aik
kelimeleri kullanmamağa çalışır, diğer taraftan da fars ve ' arap gramer ve sentaksının kurallarından kurtulmağa gayret eder. Ayn ı zamanda arapça ve f arşça kelimeleri serbestçe kullandığı gibi bu dillerden gelme kökler yardımıyla bir çok yeni kelimeler uydurur. Gokalpin ölümünden sonra Türkçenin gelişmesi onun çizdiği yolu izlememiştir. Gerçi gramer ve sentakstan ya" bancı unsurlar geniş Ölçüde çıkarılmıştır ama kelime hâzinesi bakımından İslâmî dillerden istilah alınması tavsiyesine itibar edilmemiş, Türk Türkçe çe Avrup Avrupa a terimleriyle dolu dolup p taşmıştır. Cumhuriyet dönemind dönemindee Türkçenin malı olan arapça ve f arşça kelimeler atılmış, yerlerine Türkçe keli" meler ikame edilmiştir: Mektep, okul olmuştur; vekâlet, bakanlık; muallim, öğretmen... yalnız âlimler taraf ından bilinen Türkçe kelimeleri diriltmek temayül temayülü ü ağır basmaktadır. Bu yolda o kadar ileri gidilmiştir kj bugünüıı Türk gençleri 30 y ıl önce yazılm ış bir kitabı anlamak için Jügât kullanmak zorundadırlar. * . 9
Atatürk, Atatür k, 192 1928’d 8’dee La Latin tin ha harfl rfler erin inii ka kabu bull et etme mek k su sure re-tiyle Gökalp’in dil İslahı için ileri sürdüğü teklifleri aşmıştır. Gökaip* (hiç değilse İstanbul’daki döneminde) aç ktan açığa eski yazının muhafazasına taraftar olmuştur. Eski harfler, Türklerle öteki İslâm milletleri arasında en sağlam bağlardan biriydi ona göre. ı
EDEBİ YAT VE SA SANA NAT T Osmanlı edebiyatı, (Divan, Tanzimat, Servet"! Fünun) bu edebiyatın dilini anlamayan Türk halkına yabancıydı. Ne şekil.ne de muhteva bak m ndan Türk değildi bu edebiyat. Önce İran edebiyatının, XIX. asrın ortalarından bu yana Fransız edebiyatının bir taklidinden ibaretti. Osmanlı şiirinde•umûmîyetle kullanılan vezin aruzdu. Ziya ve Cevdet Paşalar bile bu veznin Türkçeye u y ı
ı
gun olmad ğ na işaret etmişlerdi, çünkü Türkçede uzun heceler yoktu. Aru Aruz, z, halk şiirinde tutunamad . Halk şair” ı
ı
ı
leri esk eskii Türk hece veznini kullanma ğa devam ettiler. Gökalp ve Türkçü arkada şları yabancı vezinleri tamamen kaldırmağa çalıştılar; Onlara göre, hece veznini kullanan alafranga şairler yeni şekiller icad etmekten kaç ınmalıydılar. Meselâ her mısrada 6~6 ölçü Fransızcadan alınmıştı ve halkın ruhunu ok şamıyordu. Gökalp Gökalp,, ilk şiirlerinde, meşhur Turan da dahil, aruz kullan ıyordu ama daha sonraki şiirlerini hece vezniyle yazm ıştır...
“K ısaca edeFîyat, bat tekniğini benimsemeli^ faka fakatt iltürkü lerinden, den,'' halk gelenekleri geleneklerind nden en hamını halktan, halk türkülerin ı
almalıdır. Sunîlikten vaz geçip tabiili ğe yönelmelidir. VE E B E YN E LM İLELC İL İK VATANP VAT ANPER ERVER VERL LİK V
Gökalp’in siyasî görüşlerini tek kelimeyle hülasa ede" biliriz: milliyetçi ülkü. 1912’den 19 1922 22J Jye kad kadar ar ya yazd zd ğ ı
ı
şiirlerde ateşli bir vatanperverlik dile gelir. Bat ı Avrupa" nın liberal anlayışına göre «bir milletin siyaseti belli hudutlar içinde kalmal ı, millet sevgisi bu hudutlar ı aşmak için vesile olmamal ıdır. Din de, ahlâk da, milletler aras ı hukuk da böyle emreder.» Ziya Gökalp bu dü şünceyi paylaşmaz. İslâmiyet, Türk milliyetçiliğini tehdid etmek şöyle dursun .vatan .vatanperver perverli li ği takviye eder. Islâmiyetin CH ıad mefhumu ortada. Hz. Muhammed, (s.a.v.) müminlerin kardeşliği üzerinde durur, bütün insanlar ın .kardeşliği üzerinde değil. Ahlâk da milletten üstün de ğildir. Madem ki bütün ahlâkî de ğerlerin kayna ğı da, örneği de millet, _ah~ lâkjiemek vatan sevgisi ve millete hizmet demek.
Milliyetçiliği en üstün ülkü kabul eden Ziya Gökalp’in sisteminde ferdin mutlak de ğeri diye bir şey yoktur. Oysa Batı medeniyeti için bir mütearifedir bu. Gökalp için
■kişi, toplumu, yani milleti temsil ve ifade ettiği ölçüde say-
g ya ve itibara lây kt r» ı
ı
/
ı
Millet .fertlerden üstün olduğu gibi, insanlıktan da üstündür. Ülküler söz konusu olunca insanl k en sonda ge~ lir? vat vatand andan, an, lonc loncadan, adan, aileden son sonra ra.. 19 1918 18’de ’de yay mlanan makalede ümmetten hiç söz edilmez. Milletler aras şiarlar karş s ndaki tavr da şüpheci ve soğuk. Bütün milletler tam bir ba ğ m s zl ğa kavuşm ad kça milletler aras bir toplum teessüs edemez. 1918’de muhasemat sona erince bir Milletler Cemiyeti kurulmas dü şünülmü ş ve T ü r kiyede baz çevreler bu teşebbüsü ümitle kar ş lam şt , eder. r. Bö Böyle yle bir cem cemiyetin iyetin ismi bile Gökaip, onlarla alay ede aldat c d r; çünkü milletler hakik hakikii bir cem cemiyet iyet kuracak kuracak seviyeye ulaşma mam m şlard r, ortak bir şuura sahip de ğ ildirler. Olsa olsa bir Milletler Camias kurabilirler; ayn medeniyete mensup milletler aras nda dayan ks z bir federasyon. Dayanıksız$zira herhangi bir ülküye dayanmamakta.dır, ne icra gücü vard r, ne yapt r m gücü. Milletler aras teşkilat, teşri icra, kaza kuvvetlerine sahip olmad kça üye devletlerin ordusundan, donanmas ndan daha üstün bir askerî güç bulundurmad kça şu veya bu devlet bu milletler aras ve kozmopolit sloganlara itibar etmemeli, kendi milli kuvvetine dayanmal d r. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
la-Gokalp’i daha da kuşkuland ıran Batı’n ın şatafatlı la k ırd ıla larrı. Türkler, Orta-ça ğdan bu yana acı tecrübelerle öğ renmi ş lerdir ki: AvrupalIlar, milletlerarası bir federasyondan m ı söz ediyorlar, bunun mânâs ı Hristiyan milletlerin birleş mesidir sadece. Bu nevi herhangi bir milletler •arası statünün tek amac ı vard ı: Hristiyan ülkelerine haklar ve imtiyazlar sağlamak. Ne var ki durum değişebilir, Hristiyan olmayan milletlerin Avrupa medeniyeti camiasına almışı Avrupa medeniyetinin intikal devresine girdi:ğini göstermektedir. Dinî beynelmilelcilikten, müspet ilim-
lere dayanan ve itikatlar ne olursa olsun bütün 'üyele 'üyelere re açık bulunan dünyevî bir beynelmilelciliğe geçiş. ı
Avrup Av rupaa devl devletle etlerin rinin in Tü Türk rkiye iye’yl ’ylee savaş 1911 Trablus işgâlinden, 1919-1921 aras müttefiklerin İstanbul’a, Yunanl lar n İzmir ve Or Orta ta Anad Anadolu’ya olu’ya ç k şlar na kadar Türklerde Bat ya karş büyük bir nefret yaratt , Gökalp"-' in yaz lar nda, daha da çok manzumelerinde, bu nefretin ifadesini buluyoruz. Alt n çizelim, Gökalp başlang çtaki Avrupa upan n n sald rganl İslâmî görüşlerinden uzaklaşt kça Avr ğ ndan, art k Hristiyanî taassubu değil, Bat devletlerinin siyasî emperyalizmini mes’ul tutmaktad r. İmparatorluk devri sona ermiştir; bu düzene boyun eğen milletler er veEm-ya geç? millî hürriyetleri uğrunda ayaklanacaklard r. Em peryalizm siyasetini uzun zamandanberi terk etmiş bulunan Türkler, Ssîâm ülkelerinin mania idaresine girmelerine muar zd r. Manda idaresi demek, sömürgecilik demektir* İmparatorluklar dünyadan kalkmad kça sulh kurulamayacakt r^ Her H er _ millet, kendi bağ ms z devletini kuracakmutlak tlakaa kabul edilmelidir. t r, J)u^ bir hakt r ^ye mu ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
T U R A N C IL I K
-
. •
Çeşitli milletlerde milletlerden n meydana gelen imparatorluklar çözülürken, ahâlisi ayn millete mensup ülkeler birleşmeğe çal ş yorlard . (İtaly talya, a, Alman Almanya) ya) Bu temayül zama zamanla nla Türklerin birleşmesini intaç edecekti, Gökalp’a göre, Balkanlardan Çin s n rlar na kadar uzanan, ' Gökalpla arkadaşlar n n Turan diy diye' e' adlan adlandd rd klar geniş topraklarda yaşayan bütün Türklerin. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Turanc l k, 1908-9 ink lâb ndan sonra İstanbul’da, Rus.yadan gelen genç Türklerin teşvikiyle filizlendi. Gökal Gökalp, p, b u cereyan n ilk belirtiler belirtilerini ini Büseyinzâde Ali’nin Turan şiirinde buldu. Bu zat, daha öncede söylediğimiz gibi, Pan ı ı
ı
ı
ı
Slavizm’in etkisi altındaydı. Ne var ki, Gökalp’in 1911’de Selanikde çıkan «Rumeli» gazetesinde Demirdaş, ve «Genç Kalemler» dergisinde Tevfik Sedat imzasıyla neşredilen
ayn başl kl şiir Türk ayd nlar üzerinde büyük bir teesir ı
ı
ı
ı
ı
yapt . Manzumenin son iki m sra Turanc l ğ n şiar oldu: ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
Vatan,, ne Türkîyedir bizlere, ne Türkistan Vatan Vatan Va tan,, bü büyü yük k ve mü müeb ebbe bed d bir ülkedir - Turan*
Müteakip y llard llardaa Gökaip Gökaip,, Halide Edip ve ülkü ülküda daşlan, bütün Türklerin tek ba ş bu ğ kumandas nda birleş erek Atil At ila, a, Ce Ceng ngiz iz ve T im imur ur’’ la larr n devrini ihya edecekleri hayaline kap ld lar. Gökaip için Osmanlılar, Aze Azerbe rbeyca ycan n K r m Türkleri, Türkmenler, Kırgızlar,. özbekîer, Kıpçaklar vs. tek millettiler. Evet, soy bak m ndan aralar nda büyük farklar var. Ama G oka okalp’in lp’in ^kanatma göre mille milleti ti tâyin eden rk de ğildir. Mühim olan bütün Türklerin ortak bir harsa sahip oluşu. Yakutlar bir yana hepsi de müslüman. Âdetleri, müesseseleri birbirine benzer. Dilleri de esas bak m ndan ayn ay nı. Türkçe çe şitli lehçelere bölünmü ş. Do ğru... fakat Türklerin ço ğ u birbirini anlayabilir. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Bununla beraber, XX. asr n ba şla larr ndan itibaren Rusya Türkleri harsî bak mdan ayr lma temayülleri.gösterm işlerdir. Rusyadaki baz Türk çevreleri mahalli edebiyatlarr n geliştirmeye, ve lehçelerini edebiyat dili haline gela tirmeğ e çal şm şlard r. Rus Türkleriyle Tü rkleriyle Osmanl lar arasmdaki bağla larr za zayy flatmak siyaseti güden Rus makamlar da onlar te ş vik etmişlerdir. Merkeziyetçi temayül K r mla Kazakistanda daha kuvvetli, çünkü-oralarda Osmanl ca, edebiyat dili olmaktayd . K r mda «Tercüman», Ba~ küde « Ş elâle», hatta Buhara ve Fergana’da ç kan baz ga ga-zetelerin dili Osmanl caya çok yak nd I. Dünya Sava ş ndan önce İstanbul’dan Rusyadaki Türk merkezlerine yolı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ianan kitap- ve gazeteler aradaki kültür bağlarım bir kat daha güçlendirmekteydi. Ayrıca Rusyadan bir çok Türk
genci tahsil için İstanbul’a geliyor, memleketlerine dönünce oraya Osmanl hars n taş yorlard . ı
ı
ı
ı
ı
Rusyamn Osmanl imparatorluğuna karş savaşt ğ I. Dünya Harbi patlay nca Turanc lar, «Kuzey Türklerinin» Çarl k boyunduruğundan kurtulacağ n , v e ' Osman Osmanll İmparatorluğuyla birleşeceğini umdular. Gökalp, K z l Bestem şiirini savaş n başlar nda kaleme ald : ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Düşma man nın ülkesi viran olacak*
Türkiye büyüyüp ■Turan olacak olacak»»
;
Osmanl ordular n n mağlubiyetiyle suya düşen bu ümitler, Rusya’n n harbden çekilmesi ve b ol şevik ihtilâli üzerine yeniden canland . Bolşevikler, emperyalist siyaseti b rakm şlar ve esir milletlere hürriyet vaad etmişlerdi. Gökalp, Nisan 1918’de yay mlad ğ bir makalede Rusya’daki Türklere, «Tam ba ğ m s zl ğa kavuşma man n n zaman , diye sesleniyordu; fen f rsat bir daha ele geçmez.» Onlara, ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
tedricen merkezî bir devlet kurmalar n , ve Osmanl Türkçesini resmî dil olarak kabul etmelerini tavsiye ediyordu. Bu gayenin tahakkuku için bir lider tâyin etmeliydiler, li li-der bütün ordular n ba ş bu ğ u olmal , payitaht n Kafkasyada, Türkistanda veya Kazakistanda kurmal yd . İnayeti ilâhiyenin timsali olan bu lider ya Rusya Türkleri aras ndan ç kac kacak, ak, yahut Türkiye Türkiyede de do ğm uş olacakt . Turan kurtarmak vazifeyi mukaddesesini o gerçekle ştirecekti. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Ne yaz k ki Cenab- Hak Rusya Türklerine böyle bir ba şbu ğ ihsan etmedi. îttihad ve Terakkinin liderlerin liderlerinden den biri olan Enver Paşa Türkistanda Sovyet hükümetine karş bir isyan çıkarmağa te şebbüs ettiyse de A ğustos 1922’de muharebede öldürüldü. Bolş evik ordusu Rus Türkleri aras ndaki her türlü bölücülük cereyan m silip süpürdü. Tır ı
ı
ı
ı
ı
ran 'ülküsü, 1914 öncesinde olduğu gibi uzak bir rüya haline geldi. Bununla beraber Gökaip, daha da önce, bütün Türk" leri siyasî birliği hakkmdaki aş n taleplerinden vaz geçmiş bulunuyordu. 1918 başlar nda, bütün Türkleri yaln z kültür bak m ndan birleştirmek birinci vazifedir, diye yaz yordu, Bu birliği tahakkuk ettirmek için başl ca vas tada İstanbul lehçesini, millî dil olarak 'kabul ettirmekti. Zira bütün Türk lehçeleri içinde en gelişmişi, en zengini; en ahenklisi İstanbul Türkçesiydi. Nitekim Pan-Slavc lardan baz lar da Rusça’n n -Slav milletleri aras nda tek dil olaayrr Türk devletcağ na inan yorlard . Savaş sonras ayr ay leri rkurulsa da bu harsî birlik, zamanla, siyasî bir birliğin, temeli olabilirdi. İtaly talya’da a’da ve Al Alma many nya’ a’da da da öyl öylee ol olm maa--m ş m yd ? Prusya, Alman' ittihad nda nas l bir rol oynam şsa, Osmanl Türkiy Türkiyesi esi de Türkle Türklerin rin ittihad nda ' ayn , rolü oynayacakt . Gökaip, son yaz lar nda 'Turanc l k program n daim da -s n rlar. Bugünki şartlar içinde kültür birliği dahi yaln z Oğuz Türkleri aras nda gerçekleşebilir. Azerbeycan’da, İran’da, Harzem’de yaşayan bu Türklerin ortak bir edebiyat miraslar vard r: Şair Fuzûli, Becle Korkut Hasatlar ,. Şal îsmail, Aş k Garib, Aş k Ker Kerem? em? Kör Köroo ğ lu hikâyeleri.. Turanc l k, gerçekleşmesi muhal bir düşünceydi. Sadece coşturucu bir ülkü, uzak bir istikbal rüyas . Atatürk Atat ürk de bu görüşteydi. Mütefiki Sovyet Rusya’y , tedirgin etmesi muhtemel olan her hareketten kaçm yor-du. Türk milleti, ülkesini yeni s n rlar içinde geliştirmeli, gücünü bu yolda harcamal yd . Dikkate lây kt r ki, amaçlarr ndan biri de Türkiye hududlar d ş ndaki Türklerle la münasebet kurmak olan Türk Ocağ 192 1927’de 7’de prog program ram n değiştirdi. Kuruluş ( (gaye gayesi: si: Türk Ocağ n n çal şma sahas .. Türkiye Cumhuriyeti hudutlar n aşamaz. ıı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Bu resmî reddiyeye rağmen Turanc l k tamamen durrnad . İkinci Dünya Savaş esnas nda, bilhassa Almanlar n Rusyay işgâlinden sonra gizli bir ihtilâlci teşkilat faaliyette geçti. Teşkilât n gayesi bütün Türkleri siyasî bir birlik; içinde toplamakt . Ne var ki, 1944' y l sonunda bu rkç ; hareket Ankara hükümeti taraf ndan bast r l p ele başlarr askerî mahkemeye verildi. ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı ı ı
e k a l l iy e t l e r
1908 ink lâb , bütün Osmanl tebasma, din, rk ayrrm gözetmeksizin müsavat vaad ediyordu. Ama bu vaad~; ler asla yerine gelmedi. Farkl menfaatler menfaatler,, farkl siyasî'; ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
görü ş ler uzlaşt r lamayacak kadar derindi. Türklerle diğer camialar aras ndaki ananevi düşmanl k hâlâ devam ediyordu. (özellikle Hristiyan camia.) Müsiümanlar, müslüman olmayanlar bir yandan küçümsüyor, bir yandan da kazand klar ba şar la larr çekemiyordu. Gökalp de önceleri gâvurlara tepede tepeden n bakar. Bi Birr makalesinde şunlar diyor: « İmparatorlu ğ un siyasî hayatına iştirak etmeyen, askerlikten muaf tutulan gayri miislimler, bütün dikkatlerini iktr sadî menfaatlerine çevirebilmişlerdir; Türklerin ba bah hşettiği geniş muhtariyet sayesinde sosyal hayatlar n da geliş Avr vru u p a ■ medeniyetini benimsetirmişlerdir. Son yıllarda A m ek ek.. kopuşunda müslüman kom şular na k yasla daha yatk n, daha becerikli olduklar görülmü ş tür.» Ama Gökalp, kendini de dindaşlar n da yüreklendirm yüreklendirmekten ekten geri durmaz: «Müsiümanlar, İktisadî tekâmülde diğer camialara, tefevv tefe vvük ük edecekler, ed ecekler, çünkü ' muas rla şma mayy daha mükemmel, daha geniş ölçüde tatbik ediyorlar.» Yuka Yu kard rdaa da sö söyl yled edik ik:: L ib iber eral al çev çevre re,, ce cema maat atle lerr aras bir devlet kurulmal ; bu devletin bütün vatanda şla larr kendilerini Osmanl sayacakt r., diye tutturuyordu. Gökalp böyle bir düşünceye kat lmaz. Takip edilecek en emin yol,.. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
çok milletli bir devlet kurmak. Bu devlette çe şitli camia" lar, ayrı ay ayrrı milletle say ılacakt ır. Müslüman Türkler, millî şuur merhalesine ula şınca Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki diğ er camiaların .taleplerine-sayg ı göstereceklerdir. Buna mukabil, azınl ıklar da güçlü ve kayna şm ış bir Türk milletiyle karşı .karşıya olduklar ın ı anlamalı, yabancı devletlerden yard ım dilenmeye kal kalkmamal kmamalı, Türk■ lerle anlaşma mallıdır. Gökalp’in bu ümidi k ısa sü süre rer. r. Çok geçmeden «ço «çok k milletli» bir devletin kurulam ıyacağ ma inanır. Ancak tek millete dayanan bir devlet ayakta durabilir. Gökalp’in dü~ şüncesindeki bu de ğ iş meyi,Araplar karşısındaki çeşitli tutumlarında ' takip •etm etmek ek mümk mümkün. ün. B irin irinci ci Düny D ünyaa Savaşı patlamadan az önce iki mille milletli tli bir devle devlett kurulmas ını teklif eder: Halife’nin idaresinde Türk-Arap devleti. Ş erif Hüseyi’nin ayaklanmas ı, Türk Türklerin lerin Filistin cephesindeki m a ğ lubiyeti üzerine Araplara daha tavizkâr davran ır. 1918J de iki ba ğıms ız devlet arasında bir federasyon veya konfederasyon kurulmas ından sö sözz eder: Türk An Anadolu adolu’yla ’yla «Arabis tan». Bö Böyle yle bir itti ittihad had hem co ğ rafî hem de dinî sebeplere dayan ır, her iki milletin korunmas ında hayatî bir ehemiyet arzeder. Bilhassa Araplar ın işine yarayacaktır bu birlik. Mülkî ve askerî te şkilatta kilattan n mahrum bulun bulundukladuklarından Türk karde şleri taraf ından terk edilir edilmez Avrupa devletlerinin istilasına u ğrayacaklard ır. 191 1918’de 8’de OsmanlIların m a ğ lup olmas ı Gökalp’i Araplar ın kaderi üzerinde kafa yormak ihtiyac ından kurtarır. Türk Devletinin 'hudutları içinde kalan minnac ık bir Arap az ınl ığı bir yana bütün Arap eyaletleri elden ç ıkar. ı
Öteki ekâlliyetlere gelince, Gökaip onlar ı m’üslüman olanlar, müslüman olmayanlar diye ikiye ay ırır. Dayand ığı prensip şu: Türk Milleti demek yaln ız Türkçe konu şan müslümanlar müslümanl ar deme demekti ktir. r. Yani Türkiyede yaşayan Rumlar,
Ermeniler, Yahudiler sadece tâbiiyet bakımından Türktürler, milliyet bakımından değil ^Azınlıklara belli bir har şî
muhtariyet verilmesinden yana olmakla beraber Osmanl millet mill et sisteminin devam na muar zd r. Osmanl , müslir man olmayan ekâlliyetlere adlî, İçtimaî ve terbiyevî sahalarda geniş bir muhtariyet vermişti. Hem Hristiyan^hem de Müslüman vak flar n n kald r lmas n ister. Gokalp’in kalabal k Kürt az nl ğ konusundaki tutumu aç k değildir. Türklerle Kürtlerin bar ş ve, ahenk içinde yaşamalar n temenni eder eder.. Ama Kürtlere harsî bir muhtariyet verelim de demez. Büyük bir ihtimalle Türklerin Kürtleri temess’ül etmesinden yanad r. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
HÜKÜMET ŞEKLİ Gökalp’in Türkiyede kurulmasını istediği rejim, mil-
lî demokrasidir. On Onaa göre, Biri Birinci nci Cihan Cihan Harbinin hâkim parolas demokras demokrasii ve milliyet, birbirine s ms k .b .baağl iki ülkü. Her ikisi de eşitlik prensibi üzerine kurulmuş.. Demokrasinin temeli: m illî toplum için eşitlik; millet için ı
ı
ı
ı
ı
milletlerarası eşit itli lik. k. Yöne Yöneticilerin ticilerin milleti temsi temsill ve millete hizmet ettikleri gerçek bir demokrasi, Osmanl ı İmparatorluğ u gibi mütecanis olmayan bir toplumda de ğil âancak mütecanis bir millet için kurulabilir. Gökalp’in demokrasi ra si11 anl anlay ayışı liberal anlayıştan oldukça' farklı. Gerçi taraftar oldu ğ u rejime halkç ılık ad ını verir. Halkç ılık demokrasinin Türkçesidir Ona göre. Ama iktidar ı halk y ığ ın larr ın ın eline teslim etmek istemez la istemez.. Hâkim Hâkimiyet iyet milletin, daha doğrusu millî güzidelerin olmal ıd ır. Halkın menfaati için ülkeyi onlar idare edeceklerdi edeceklerdir. r. Demokrasi ava avam m ın idaresi demek de ğildir, elitin idaresi idaresidir. dir. Halk onlardır, çünkü biz halkız diyorlar. Dem Demokratik okratik toplumd toplumdaa herkes F : 7
hangi s n ftan veya meslekten olursa olsun ayn siyasî statüye sahiptir,' şu şartla ki milletin bütün fertleri için hukukî eşitlik prensibini kabul etsin. Demokratik rejimi kurmamn tek yolu, yüksek s n flar n yönetimine son vermek de ğil, demokrasinin gerçek mânâs na uyarak bütün halk aristokratlaşt rmakt r. Osmanl İmparatorluğunun son yüz y llar nda ortaya ç kan, feodalizm Gökalp’e göre, Sultan n mutlak idaresinden Jön Türklerin meşrutî rejimine' geçişte mühim bir merhaledir. O dönemin derebeyleri bir önceki devrin zeamet sahiplerine benzemezler. Otoritelerini devlete kabul ettirmişlerdir ve evlatlar na da intikal eder bu otorite. Böylece, Osmanl tarihinde ilk defa olarak devlet işlerinde büyük nüfuzu olan bir aristokrasi teessüs eder.' Osmanl Devletinin yap s nda esasl bir değişikliktir bu; ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
eskiden en yüksek makamlar işgâl edenler bile padişah n kapukuliar yd . ı
ı
ı
ı
Gök alp’in Gökalp’ in demokrasi hakkmdaki düş üncelerini etkileyen, Türkiye’deki bir tak m İçtimaî değ işiklikler olmuş-' tur. Bat da demokratik düzen üçüncü s n fla feodal yöneticiler aras nda uzun mücadelenin meyvesidir. Oysa Türkiye’de Müslüman bir burjuvazi te şekkül etmemi ştir henüz. Y ğ nlar siyasî şuurdan mahrumdurlar. Abdülh Abdülhamid’amid’in teokratik idaresi bir zahit ve entellektüeller zümresi taraf ra f ndan devrildi. Bunlar n ço ğ u memur sm fmdand . Milletin büyük İktisadî topluluklar ndan hiçbirini temsil etmiyorlard . Ayr ca demokratik bir seçimle o mevkie gelmemişlerdi. Peki, bu güzideler, halk nam na konuşmak hakk n nereden al yorlard ? Şahsî kanatlar ndan.. Halk n ihtiyaçlar n anlad klar na, onun çıkarları için çal şacaklar na inan yorlard , o ka kada dar. r. . , ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Bu, Göka Bu, Gökalp’in lp’in demokratik devlette lidere niçin bu kadar önemli bir yer verdi ğ ini izah eder. Çünkü lider, güzidelerin başıdır, ona göre. Daha 19 1918’de 18’de Rusy Rusyada adaki ki
Türkleri kurtaracak büyük bir askerî lider tahayyül ediyordu. Din adamlar , başbuğun tanr taraf ndan gönderildiğine inanacak, inteiejansiya ise. bir dâhi, bir millî kahraman olarak selamlayacakt onu. ,Mill Milleti etin n var varll ğ ciddi tehlikelerle tehdit edilirken lidere mutlak bir iktidar tan mak şartt . Ancak zafer kazan l p halk kendi 'kendini idare etmeği öğrendikten sonrad r ki, lider,,, selâhiyetleri" ni halka devredebilirdi. Bu sat rlar, Mustafa KemaFin İstiklâl Savaş haz rl klar yapmak üzere Samsun'a ç kmasmdan bir y l önce yaz lm şt r. (May s 19 1918 18). ). Ark Arkada ada şlar ndan birine göre Gökaip, -Malta’da sürgündeyken, Kemal Pa şa’nm ilk hareket haberini büyük bir heyecanla karş lam ş ve her vatanseverin buna kat lmas n istemiştir. Türkiye'ye dönünce, Gazi’yi halk n babas , milletin kurtar c s ve millî mefkûrenin canl timsali diye göklere ç kar r. Gökaip, şöyle yazar o günlerde, «Gazi’nin bu parlak zaferleri olmasayd Türkçülük gerçekleşmiyecekti. Anadol An adolu u ve Ru Rumeli meli Müdafaa-! Hukuk Cemiyeti (Mustafa KemaFin Partisi) Türkçülüğün siyasî program n uyguluyordu aşağ yukar . Şu halde, Her Türkçünün vazifesi bu Afcç fcçor orao aoğİu gibi partiyi desteklemekti.» (Mehmet Emin, A Türkçülük hareketinin ileri gelenleri Nisan 1921’den itibaren Ankara’ya geçip Mustafa Kemal'e iltihak etmişı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
lerdi). 19 1923 23’de ’de Bü Büyük yük Millet Mecl Meclisi isi üye üyeleri leri seçilecekti. O gece Gökaip, Do ğru Y Yoo l is isim imli li ri risa sale leyi yi ka kale lem m e al r. Bu risalede, Partinin program n izah eder ve Gazi’nin takip ettiği siyasetin Türkçülük program na uydu ğ unu gösterir. Güzidelerle dâhiler hakk nda nazariyeierine dayanarak, Gazi gibi millî bir liderin m a ’şeri şuuru yaratabilece ğini, bir tek kelimey kelimeyle le vey veyaa bir konuş mayla nice reformlar ba şarabileceğini ileri sürmesi sürmesi tekâmül nazari nazariyeyesiyie yüzde yüz çat şm yor mu? Nitekim, daha bir kaç y l önce Mustafa‘ Necip şerefine kaleme ald ğ bir şiirde: «Bilirsin ki köklü bir inkılâp bir anda olmaz» Bu köklü ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
İnkılâbın bütün limitleri zamana bağl ,» demişti. Gökalp5** in görüşünü değiştiren sebep o yılların siyasî olaylarıdır. Mustafa Kemal ortaya, çıkıncaya kadar Gökalp, İstanbul hapishanesindeyken inandığı görüşlere sadık kalmıştır: Halk, demokrasi terbiyesinden geçmeden, Türkiye'de istikrarlı bir meşrutî hük hükümet ümet kurulmaz». kurulmaz».Ama Ama had hadiseler iseler bu vetirenin tamamlanmasına müsaade etmedi. Millet öğrenme ve düşünme zamanı bulmadan, şeref ve haklarını müdafaa etmek zorunda kalmıştı. Bağımsızlık savaşında millet mil letee önd önderl erlik ik eden .Gaz Gazi,i, şimdi de «Halkı eğitmeli, va va-zifelerini düzenlemeli ve tedricen onları demokrasiye al şt rmal » idi. Garip değil mi?. Mısır’ ın İslahatçısı Muhammed A Abb d u h ’ da, önceleri parlementer demokrasiyi müdafaa ederken, seneler sonra lüzumlu İslahatın ancak kuvvetli bir liderin otoriter idaresi altında.tahakkuk edebileceği kanaatma var r. Gökalp, istemiyerek şöyle der: «inşallah yeni rejim, halk bu rejime haz rlanmadan kurulmaz»» Acaba Gökalp, Gazi taraf ından kurulan idarenin bir baskı rejimine istihale edeceğini, daha o zamandan sezmiş miydi? Ömrü vefa edip te bunu görseydi, ne yapardı? Bilemeyiz. Bazı yazılarında Gökalp, yasama ve yürütme kuvvetinin bir elde toplanmasına karşı çıkar; seçimle gelmiş parlemento idaresinden yanadır. Meselenin derinine derini ne pek inmez. Ona göre, hükümet şeklinin önemi yoktur, yeter ki Türkçülüğün program ıyla hükümetin siyaseti uyuşsun. Nazariyelerini mevcud siyasî şartlara göre ayarlıyan Gökalp, Hilâfetin ilgasından birkaç ay ön- cesine kadar saltan saltanat at meseles meselesini ini ağzına almaz. Enver Ali li Nüzhet, Gökalp’in 1908’den evvel, Behnan Ş apoiyo ve A yani ihtilâlcili ihtilâlcilik k döneminde yazılmış manzumelerinden mısralar naklederler. A b d ü l h a m i d istibdadına karşı ayaklanmayı teşvik etmektedir bu şiirlerinde. Jön Türklerin ihtilâlinden ve ^meşrutiyetin yenilenmesinden sonra Gökalp, Sulı
ı
ı
ı
ı
ı
tana karşı hücumlarından vazgeçer.. Hristiyan kuvvetleriyle yap ılan savaş yıllar ında yazd ığ ı hâmasi ve dini manzumelerinde Osmanlı devletinin bânisi?, İslâm dünya» sının ruhanî reisi Halifeli ğ in sağlığına duacıd ır. Daha sonra siyasî görü şleri, modern lâyik devletten yanad ır artık,, Lüzumlu reformlara en büyük engelin saray oldu ğ u neticesine varır. Bununla beraber Jön J ön Türklerin Türklerin ma ğ lubiyetine kadar (1918) Gökalp, Cumhuriyet lehine tek kelime söylemez. Am Amaa dostla dostlarrından birinin anlattığına göre, Birinci Cihan Harbinde bile Halifenin bir çe şit CumhurV ba şka kan nı olmasını istiyordu. Bu dönemdeki yaz ılar ında, Parlamentoya, halk ın haklarına rağmen, halifeliğ i kuvvetlendirme ğ e çalışan bir irtica hareketine kar şıd ır. Malta dönüşünde halifenin itibar ın ın zeval - bulduğunu, savaş muzafferi Gazi’nin Anadolu’da en sevilen sima oldu ğ unu görür. Haftalık Küçük Mecmuan ın ikinci nüshasında (Haziran 1922) halk ın egemenliğ ini tebcil eden mecazî bir manzume yay ınlar. Gazi’nin nihai zaferinden ve Mudanya Mütarekesinden sonra (Ekim 1922) Halife’nin İstanbul Hükümeti, sulh konferansına katılmak ister. Bu talep Türkiye’de enine boyuna tartışılır. O günlerde Gökalp* y ıllarca Türkiye’nin dü şma man nı müttefik ordular ıyla i ş birli ğ i yapan Halife’nin günahlar ını halka duyurur. Bir Kasım 1922’de Büyük Millet Meclisi Saltanatı ilga etmeyi kararla ştırd ı. Gökalp, bu hareketi önemli bir ad ım olarak karşılad ı, Türkiye ileri ve hür bir devlet olacaktı bundan sonra. Gökalp, bu rejim de ğ işikliğ ini destekliyordu, destekliyordu ama ölümünden sonra Türkiye’de devlete tanınan geniş selahiyet uygulamas ın ı tasvip eder miydi acaba? Bizce şüpheli. Milletin ihtiyaçlar ı ferdin ihtiyaçlar ından önce gelm gelmeliydi eliydi ona göre. Ama devlete aşırı selahiyetler de verilmemeliydi. Bilhassa İçtimaî ve kültürel alanda. Hiç olmazsa Jön Türklerin ma ğ lubiyetine kadar Gökalp’in kanaati buydu. Evet... hakiki
idareciler milletin bey beyni ni olan güzidelerdir. Hükümet ise, bunlar n verdiği kararlar tatbik etmekle mükelleftir. Siyasetle kültür birbirinden ayr lmal . Devlet ilme, sanata ve üniversitey üniversiteyee burnunu sokmamal yd . Bu sahada devletin yegâne vazifesi maddi yard mlar yla kültürel faaliyetleri desteklemek olmal yd . Devlet, basm hürriyetine dokunmamak, ideal devletin başta gelen uzuvlar olan meslek teşekküllerine müdahele etmemeliydi. G ö terbiye ye etme etmek, k, kendi kendini kalp’in temel gayesi halk terbi idareye ve terakkiye haz rlamak, Türk halk nda kökleşen lâkayitlik ve kadercilik yerine teşebbüs zihniyetini ve içtima! şuuru ikame etmekti. Gökalp’in totaliter devlete karş düşmanl ğ mazideki ac hat ralardan ve Bat n n ald ğ demokratik ülkülerden ileri geliyordu geliyordu.. Ne var ki ki,, Mustafa Kemal ve arkadaşlar Gökalp’in tekliflerini gayri kabiki tatbik buldular. O’nu O’nun n mefküresine sad k kalı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
dılar am amaa bu m efkû efkûreyi reyi gerçekle ş tirmek için başka metodlar uygulad ılar. Do ğ ru veya yanlış, inan ıyorlard ı ki hürriyeti kısmak pahasına da olsa, devleti güçlendirmek zorundaydılar. Türk halkı, hürriyeti takdir edemezdi henüz. Ortalama bir Türk vatandaşı mantıkl ı, İslahatç ı, hürriyetçi olmalıyd ı. Geri bir şark cemiyetinden kuvvetli ve terakkiperver bir Avrupa milleti yaratmak istiyorlard ı bir an önce. Bu te şebbüslerinde ferdin insiyatifine ve kabiliyetine itimat etmediler. Hayat ın bütün safhalarında kültürel faaliyetler dahil, devleti denetici ve yöhetici bir kuvvet yaptılar. Bu siyasetin bâriz örne ğ i Gökalp’in en çok önem verdiğ i Türk dili dilinde nde yap ılan devrimdir. Gökaip, dil Millet .Meclisinden ç ıkacak kanunlarla değil, hür bilginler ve yazarlar ın himmetiyle düzenlenebilir diye dursun, gerek Atatürk döneminde gerek ondan sonra dil, kararnâmelerle ve hükümetin öncülü ğ üyle değiştirildi. tiril di. Bununla ber berabe aberr şüphe yok ki Atatürk’ün otori-
selâ, belli bir zaman i ş letilmeyen fabrika ve ekilip biçilmeyen bir toprak mahlul olur ve devlet mülkiyetine girer.. Özel rer Ö zel mülkiyet, devletin mü mülkiyet lkiyet sahipl sahiplerine erine tevdi ettiğ i bir nevi emanettir. Mal istenildiğ i gibi kullan ılmazsa, mülkiyet düşer.. Dahası da var var... ... devlet, ihtiyaç has ıl oldu ğ u takdir takdirde, de, sahiplerine tazminat ödem ödemek ek suretiyle herhangi bir araziye veya te şebbüse el koyabilir. Böylece istihsal vas ıtaları daha ehliyetli iş çilere devredilebilir veya millile ş tirilebilir, hem de Rusyada oldu ğ u gibi bir sava ş tehlkesi de söz konusu olmaz. Be Belli lli ki Gökalp, mülk sahiplerinin hükümetin taleplerini kolayca kabul edeceklerine veya güçlük çıkarmadan zorlanabileceklerine inanmaktad ır. Tesanütçülü ğ ün ikinci prensibi de şu: Toplumun çabassıyla elde edilen servet artışı topluma aid olacaktır, ba fertlere değil. Böylece devlet hâzinesinde toplanacak olan büyük gelirler iki ana hedef u ğruna harcanacaktır: a — Genel sigortalar, İçtimaî taâvün tasar ıları, serbest terbiye gibi lüzumlu sosyal reformlarda. b — Devlet mallar ın ı ve sanayii geli ştirmede. Bu teş ebbüslerden elde edilecek gelirler de sosyal reformlara, bütün memleketi elektriğ e kavuşturma, park” lar, kütüphâneler, müzeler, tiyatrolar açmak gibi bay ınd ırl ık işlerinde kullan ılacaktır. Biriken sermaye belli bir haddi aşınca Gökalp, devletin vergileri kald ıraca ğına veya hiç değilse geniş ölçüde indirece ğ ine inanmaktad ır; şaşırtıcı bir nikbinlik. Nazariyesinin nasıl gelişti ğ ini anlatmak için şunu da kaydedelim: Gökalp, sermayenin yaln ız ilk gâye u ğrunda/ yani reformlar için harcanmas ın ı teklif etmektedir. İkinci teklifinde kar şım ıza çıkan devlet işletmeleri program ı 1923 de yay ımlanan kitab ında yer alır. Yazar, büyük bir ihtimalle Sovyet modelinden ilham alm ıştır. Gökalp, yine her zamanki gibi ispata çalışır: tesanüt-
rine kurulmaz, milletin bütün tabakalar n n eşitliğine da~ yan ya n r. Gökaip, Osmanl Devletinde, Osmanl bürokrasisiyle bu bürokrasinin yönetti ğ i Türk halk aras nda devaml bir s n f kavgas olduğunu ileri sürer. Millî bir bürokrasiyle halk aras nda da böyle bir çat şma olabilece ğ ini düşün ün-mez Gökaip. Sov Sovyetlere yetlere düşmand r ama sosyalizm sosyalizmii de büsbütün kötülemez. Kendi ülkesindeki sosyal şartlar sos” yalizm için elveriş li değildir. Avrupada sosyalist hareke-* tin belkemi ğ i sanayi ve proletaryad r. Türkiyede ise, böyle bir s n f yoktur henüz.. Feodalizm ve teokrasi art klar na gelince, yeni demokratik rejim bütün bu art klar k sa zamanda temizleyecektir diye ümit eder. Ne var ki,, Türkiyenin milletleraras mev mevkii kii bu millet tabl tablalar alar n n d ş dü şmana karş müttehid bir cephe kurmas n gerektirmektedir. Ancak sanayile şmenin neticesi olarak Türk halk n n sosyal yap s de ğiş tikten sonrad r ki sosyalizm için yaşama şans dü şünülebilir. Fakat o zaman bile millî menfaatleri göz önünde tutmak gerekecektir. Millî birliğin ve hakiki demokrasinin kurulmas için hukukî ve siyasî imtiyazlara son vermek yetmez; toplumdaki büyük İktisadî farklar da ortadan kald rmak gerek. Sosyalistler bu farklar yok etmek için istihsal vas talar n n özel mülkiyet elinden ç kmas n ve iktidar n emekçi s n f na devredilmesini tavsiye ederler. Gökaip böyle düşünmez. Kapitalizmle sosyalizm aras nda orta bir yol bulma ğa çal ş r. Bu da ferdin hürriyetleri ve İktisadî haklar yla eşitlik ve İçtimaî adaleti kaynaşt ran bir plan vas ta tass yla gerçekle ştirilecektir. Çe şitli s n flar aras ndaki ahenk ve iş birliğ i başka türlü sa ğlanmaz. Program na tesanütçülük veya İçtimaî halkç l k ad n verir. Hem ferdî mülkiyeti, hem de amme mülkiyetini kabul eden bir îdeolojL Yaln z ferdî mülkiyete (bilhassa istihsal vas talar n n mülkiyeti) toplum hayr na kullan ld ğ ölçüde cevaz verilebilir. Me~ ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ter idaresine zemin haz rlayan da Gökalp’in cemiyet, güzideler ve lider hakkmdaki görü ş leri olmuştur. ı
SOSYALİZM
tesamütçülük
ve
Ziya Gökalp, sosyal problemlerin önemini - bilhassa XIX. as rdaki - milliyetçilik şampiyonlar ndan daha iyi anlam ş ve onlara milliyetçi amaç ve anlay şla uyuşacak çözüm yollar bulma ğa çal şm şt r. Ona göre, kitlelerin -bilhassa köy halk n n- kültürel ve ekonomik seviyesi yükselmedikçe Türk Milleti ilerleyemez. Rus örneğ ini tak takip ip ederek mün münevverler evverlerii «Halka gitmeğ e», Bat medeniyetini Anadolu köylerine götürme*” ğe, oralarda mektepler ve (daha eski yaz lar nda) camiler kurmağa ça ğ r r. Türk köyü tefecilerin, vergi mültezimlerinin, açgözlü tacirlerin elinden kurtar lmal d r. Â ş âr kald r lmal , bir Ziraat Bankas ve kooperatifler kurulmal . Buna ilâveten, hükümet iş çileri, bilhassa kad n ve çocuklar koruyacak kanunlar ç karmal d r. Yazar, y ğ nlar n zenginlere karş ş ikâyetlerini görm görmezlikten ezlikten gelmez. «Esnaf Destan » ad adll manzumesinde «milletin özü» olan çal şkan, dürüst, vatan vatanperv perver, er, tera terakkiy kkiyee susuz iş çileri ve zanatkârlar över. Hocalar Hocalardan dan ve müne münevverlerden vverlerden yak yakaa silkmektedir silkmek tedir bu insanl insanlar; ar; çünkü ihmale uğram şlard r. A ğ niya ve havast havastan an da şikâyetçidirler, çünkü buhran devirlerinde millî vazifelerine yan çizmi şlerdir. Bununla beraber Gökalp, s n f kavgas na sosyalizmin bütün biçimlerine kar ş d r. Marksizme muh muhalefeti alefeti şu inançtan gelir: Bu ideoloji millî birli ğ i bozar, çünkü bir sın f ^yani pro prolet letar arya yayy halk n kendisi olarak görür. Demek ki sosyalizm, diğ er s n flar tan maz, onlar yok etme ğe girişir. G ök ökalp alp99e gö göre re sosya sosyalizmin lizmin netice neticesi: si: iç sav savaaş. Ye Rusyada oldu ğ u gibi bir bask düzenidir. Halk n ç ka karr na uygun gerçek demokrasi bir s n f n imtiyazl durumu üze™ ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
gülüğün köklerini Türk gelene ğ inde bulmak kabildir. Meselâ, Osmanlı. ara arazi zi kanunnâmesi kanunnâmesinde nde . yan yana iki mefme fhumla karşıla şırız: tasarruf, rakabe. Tasarruf, özel mülkiyet kiy et deme demektir; ktir; rakabe is ise, e, amme mü mülkiyeti. lkiyeti. Hakikatt Hakikattee ise Gökaip, bu fikirleri Almanya’daki sosyal reform siyasetinden ve sosyal demokrasi hareketinden geniş ölçüde etkilenmiş bir dostuna dostuna borçludur, borçlud ur, gibi görü görünüy nüyor. or. Gö Göka kaip5 ip5" in 'mesaî arkada şı da olan bu zat Tekin Alp’dir. (asıl ismi M. Cohen). Tekin Alp, «Yeni Mecm ıı a»da ikti iktisatla satla ilgili bir seri makale neşretmiştir. Bunların bir ço ğ u da tesanütçülük üzerined üzerinedir. ir. Tekin Alp, Türk Millî hareketini hareketinin n Birinci Dünya Sava şı sıras ında mem memlekette lekette geliş meye ba şlayan kapitalist sisteme bağlanmamas ını, sosyalist ve komünist komüni st reformlar yoluy yoluyla la değilse bile sosyal yoldan halka hizmet etmesini ister. Tesanütçülüğ ün amacı sın ıf kavgas ına son vermek, herkese eşit' terbiye ve iş imkânlar ı sa ğlamaktır. Bu hedefe varmak için, Gökalp’e göre, ça ğda ş, milletlerin bö bö-lündü ğü s ın ıflar ı ortadan kaldırmal ı, onların yerine meslekî teşekkülleri ikame etmeli etmelidir. dir. Bu te şekküller halk arasında taâvünü sa ğlayacaktır. S ın ıflar istihlak zümreleridir. Çeşitli s ın ıflar ın istihlak seviyeleri aras ındaki büyük farklar sosyal adalete ayk ırıd ır. Meslekî teşekküller ayn ay n ı işi gören insanları biraraya getirir. Bunlar iş bölümüyle ihtisaslaşman ın eseri. Durkheim’e göre, iş bölümüyle ihtisaslaşma, sosyal ilerlemenin emâreleri. Demek ki sosyal uzviyette sağlam ve diri unsurdurlar. Gökaip f i kirlerine yine Türk gelene ğ inde mesnetler bulur: Selçuk dönemindeki Ahî Te şkilat ı ile Osmanlı dönemindeki esnaf loncaları. Bu te şekküller sadece esnafa açıkt ır, bugün ise herkes bir loncada yer alır. Mazideki te şekküller mahalliydi. Millî plânlama dönemindeki loncalar ise bütün yurdu kucaklamal ıd ır. Bütün bu te şekküllerin merkezî heyetleri
mümessiller seçecek. Bu mümessiller bütün loncalar n. mümessiller Merkezî Heyeti olacakt r. Dahas da var... her şehirdeki çeşitli loncalar n temsilcilerinden kurulan İş Bürolar mahallî mah allî ekonomik fa faal aliy iyet etle leri ri'' düzenl düzenleyecektir. eyecektir. Loncalar n geniş bir çal şma alan olacakt r: iş şartlar n İslah etmek, Türkiye’ye yabanc mütahass slar çağ rmak, Avrupaya öğrenci yollamak, kooparatifler, büyük mağazalar, s hhat ve terbiye gibi İçtimaî tâvünü gerçekleştirecek müesseseler kurmak. Gökalp, meslek ahlâk n n korunmas na büyük önem verir. 1917’de «Meslekî Ahlâk Beyannâmesi» , başl kl bir risale kaleme alm ş. Bu risalede mürabahay ve alelumurn ahlâkî çöküşü k nar. Her lonca, üyeleri için bir nizâmnâme haz rlayacak, bir haysiyet divan kuracakt r. Nizâmnâmeye riayet etmeyen her âzâ bu divana sevkedilecektir. Gökalp., bu gibi teşkilat n önemi hakkmdaki son düşünc üncele elerin rinii se sergi rgile lerke rken n (19 (1922 22-19 -1923 23)) Faşist İtalya’da kor* paratif bir devlet kuruluyordu. Gökalp, ferdin aleyhinde ve toplumdan yana olmakla beraber totaliter bir devlet kurmak istemez. Loncalar bağ ms z kalmal , devlet loncalar n faaliyeatine müdahale etmemelidir. Loncalar n ehemmiyeti ve görevleri hakkmdaki bu düşünc üncele elerr Durkh Durkhei eim5 m5den al nm şt r. Frans z sosyologunun nazariyeleri işçi hareketlerinin iyiden iyiye gelişmiş bulunduğu bir ülkedeki tecrübelere dayan yordu. Halbuki bu gibi teşekküller Türkiyede yokt yoktu u henü henüz. z. Ve halk buna benzer müesseseleri kolay kolay kuramazd . Demek ki Gökalp, bu alanda da, bir çok alanlarda oldu ğu gibi, ülkesinde uygulanamayacak nazariyeler al yordu Bat dan. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
SAT T İKT İSA
Tanzimattan bu yana Türkiye’nin İktisadî durumu h zla kötüleşir. Türk hayat ba batt l laşt kça babadan kalı
ı
ı ı
ı
ma sanatlar bir bir yok ■olur. İktisa ktisadî dî faaliy faaliyetin etin köprü başla larrına, daha önceleri de ticaret ve sanâyi’de büyük bir rol oynayan yabancılarla gayri müslümler kurulur. Ger kalp söz aras nda, j İktisâdi^çoTm şiIrT^v^TurEy e’de bir o rJ ta sınıf olmayışının kültür hayatı üzerinde de kötü bir tesir yaptığını işaret eder. Türk aydınlarının çoğu az maaşlı birer memurdur, der, araştırmaya ve yaratıcı mesâiye ayıracak zamanları yokturj ı
Gökaip, modem bir ekonominin geli şmesi için evvel be evvel vakıflar, öşür, faizin men’i gibi Islâm ananesinin mirasını temizlemek lâzım geldiğine inanır. Önceleri kapitalist düzene taraftarken sonraları Tanz Tanzimattan imattan ber berii Türkiye'de itibar gören Manchester Liberalizmin nazariyelerine cephe alır. Devletin İktisadî hayata her türlü müdahalesine karşı olan bu nazariyeler Türkiye şartlar na uygun değildir. Türkiye İngiltere’ye benzem benzemez. ez. Türkiye geri kalmış bir ziraat ülkesidir. Dişe dokunur dokunur , ihra ihracat catı yoktur. Osmanlı İmparatorluğu serbes serbestt ticaret prensibini kabul etmek suretiyle kendini büyük sanayi ülkelerinin esaretine mahkûm etmiştir. Türkiye İktisadî hayatını modernleştirmek ve bilhassa sanayiini geli ştirmek istiyorsa ana-hatlarım Amerikalı John Eae'd Eae'dee ve Alman Friedric Lisfde bulduğumuz mill millîî ekon ekonom omii- sistemini benimse benimsememelidir. Bu yönd yöndee atılacak ilk adım yabancı rekabetlere karrşı mahallî sanayii desteklemektir. « İktisadî Vatanperka verlik» manzumesinde ve öteki yaz ılarında halkı Avrupadan ithal edilen « ç ü r ü k » eşya yerine yerli malı kullanmağa davet eder.. ı
Gökaip, bu konuyla ilgili daha sonraki yazılarında Jön Türklere, davranışlarında cezrî değişiklikler 'tavsiye eder. Jön Türkler, iktidarlar n n ilk yıllarında, serbest ticaret prensiplerine sadık kalmışlar, sanayiden çok ziraate önem 'vermişlerdi. Umûm-î içtimaiye ve İktisadîye Mec“ ı
ı
muası, o günlerde, liberal
iktisadiyatç larm neşir organıydı. Gökalp, bu derginin etkisini etkisini azaltm azaltmak ak için İktisat Derneğinin kuruluşuna ve İktisadiyat Mecmuas n n çık* masına bilfiil katıldı. İktisadiyat Mecmuası h devletin İ ktisadî hayata m'üdahelesini telkin ediyordu. ı
ı
ı
Birinci Dünya Savaşının Türk iktisadiyatı üzerindeki etkileri Ittihad- Terakki liderlerini Gökalp’in görü ş lerini kabul etmeğe zorlad . Sava ş n ilk y llar nda kapitülasyon-, lar ilga edildi. Hükümet, millî sanayi! korumak için gümrük tarifelerini diledi ğ i gibi de ğ iş tirebilirdi art k. Millî ikı
ı
ı
ı
ı
ı
tisadi düzenlemek için ileri at lan daha sonraki ad mlar İtibar"! Millî Bankas n n tesisi, devlet taraf ndan Ankara’ya bir demir yolu hatt kurulmas için haz rl klar, bilhassa has sa m illî istikr istikraz az tahvillerin tahvillerinin in ç ka karr l ş olmuştur. Ne var ki, Gökalp, daha da ileri gider... Bir millî iktisat bakanl ğ kurulmal d r. Bu Bakanl k, İktisadî hayat yönetecek .gümrükleri, demir yollar , limanlar ve Millî Bank ay teftiş ve mürakabe edecektir; sosyal mevzuat ha hazz rlamak da onun görevi. Özel te şebbüs, ciddi bir İktisadî gelişme program n gerçekle ş tiremeyecek kadar çelimsiz çelimsiz-dir. Yeti ş m iş teknisyenler de yok.. Bu itibarla Hükümet, eyaletler, eyaletle r, bele belediye diyeler ler insiyatifl insiyatiflerini erini kullanmal v e s naî te ş ebbüsleri yabanc mütahass slar slardan dan faydalana faydalanarak rak başlatmal d r. Atatü Ordusunun unun Ana Anadolu dolu Savaş boyunca Atatürk rk Ordus kurdu ğ u atölyeler, güzel bir örnek. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp’in dü ş üncelerirKemalist Tür Türkiye’ kiye’de de uygulanan devlet kapitalizmine ş k tutacakt r. 1929’daki dünya sonra Atatürk hükümeti bütün h İktisadî buhran ndan sonra z yla devlet te şebbüslerine yönelecektir. Bu politikan n en bariz ifadesi, sanayiin, haberle şmenin ve memleketteki diğ e r İktisadî kaynaklar n geli ştirilmesi için haz rlanan Be ş Y ll k Pland r. Devletçilik prensibi, ilk defa olarak, 193Ö’da ismet Pa şa’nm Sivas demir yolu hatt n n aç l ş vesileı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
siyle söylediği bir nutukla resmen, kabul edilmi ştir. Sonra, Hükümet Partisinin (CHP) program na al nm ş, daha sonra da yeni Türk Devleti’nin temel prensiplerinden biri olarak Cumhuriyet Anayasas na ithâl edilmiştir. ı
ı
ı
ı
VI — TÜRKLE ŞMEK, İSLAMLA ŞMAK, MUÂSSIRLA ŞMA MAK K
1904 19 0455de yay ımladığı «Üç Tarz ı Siyaset» adlı meşhur Ak k ç or oraa o ğ lu, Osmanlılığın, Pan-islâmizmin, makalesinde A Turancılığın iyi ve kötü taraflarını tartışır. Gökaip,, bu üç
tarz da kabul etmez. Ama hepsinin ana fikirlerini kendi Türkçülük anlay ş nda birleştirmeğe çal ş r. 1913-1914’de ı
ı
ı ı
ı
■Türk Yurdum Yurdum’’ da, Türkleşmek, İslâmlaşmak,
Muassırl rla aş-
mak başl ğ alt nda neşredilen makalelerini bir kita kitapta pta toplar. (1918) Bu şiarlar dostu Hüseyinzâde Al Ali'd i'den en alm şt r. Hüseyinzâde, daha 1907 y l ndan . it itib ibare aren n Batu’da Füyuzat adl dergisinde Türkleri, Türkleş mek’e, Islâmla şmak’a, Avrupal laşmakla çağ r r. Bu şiar n mânâs «Türk hayat ndan ilham almak, Allaha îslâmiyete uygun olarak ibadet etmek, ve muas r Avrupa medeniyetini b eı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
nimsemekti.»
Gökaip, bu esas kitab na temel yapar. Ve bu ana düşünceyi hem nazarî ,hem de amelî planda geliştirir. Şiar : «Türk miîletindeniz, Islâm ümmetindeniz, Avr Avrupa upa medeniyetindeniz.» A Akç kçur urao ao ğ l , muas rlaşmak için Osmanl İslahatç lar n n liberalizmini kabul eder. - Ziya Gökaip ise buna karş d r i çünki siyasî geli şme böyle bir cereyan n tamamen gayr kabiH tatbik olduğunu ortaya koymuştur... Gerek bu sebebten, gerekse siyasî vahdetin harsî tecanüsh iç değilse ten önce gelmesi gerektiğine inand ğ için — hiç şimdilik ve amelî program olarak— Gökaip, Pan-îslâmizmi, ParrTürkizmi veya Turanizmi reddeder. ı
ı
ı
ıı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Pan-îslâmizmden ald ğ şu: İslâmiyet, Türk hars n n temellerinden biridir. Pan-Türkizme gelince, Gökalp, milliyetçilik mefkûresini modern Türk devletiyle s n rlar. Ülke d ş ndaki müsiümanlar ve Türklerle kültür münasebetlerini ayakta tutmal y z, der sadece. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
Akçora Akç orao oğlu: Bu üç tarz ı siyasetin —belli bir ölçüde
de olsa— birbiriyle çat şt ğ na kanidir. ı
ı
ı
Gökalp ise ideolojisindeki temel unsurlar n birbiriyle uyuşabileceğini iddia etmekle kalmaz, birbirlerini tamamlad klar n da da ile ileri ri süre sürer. r. Bunu ispat etmek içi için n de mi mill llîî hars ümmetten ve *milletleraras medeniyetten ay r r.. Modem Türkiyenin manevî yap s n kuran amiller aras nda bu unsurlardan unsurlardan her biri birinin nin kendine ma mahsu hsuss bi birr ye yeri ri vard r. Türkler, Bat medeniyetinden yaln z maddiyat yani Avrupanm maddî başar lar yla ilmî metodlar m iktibas etmelidirler. îslâmiyetten ise dinî inançlar ' almal , siyasî, hukukî ve İçtimaî ananeleri bi birr yana b rakmal d rlar. Hars n bütün diğer unsurlar , bilhassa hissî ve ahlâkî bütün değerler (dinî değerler müstesna) Türk miras ndan devşirilmelidir. Bu nazariyeyi nas l tatbik ettiğini yukarda anlatt ğ m z dil meselesindeki tutumu aç kça gösterir. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Bu kat ve sun’î tefrik tutmad , tutmad çünkü tutarl değildi ve modern Türk hayat n n gerçeklerin gerçeklerinee uymuyordu. Gökalpln Türk' hars ve Bat medeniyet medeniyetii sem tezinde üçüncü unsur olarak îslâmiyete yer yoktur. İslâmiyet bir medeniyet olarak ele alm yorsa yerini çağdaş Avrupaa değerlerine terk etmek zorundayd . Islâmiyetteki Avrup harsî unsurlardan çoğu, Arap ve İran' n millî kültürlerinden gelir. Gökalp tutarl olsa bunlar n Türkler taraf ndan kabul edilmemesini ile ileri ri sürer sürerdi. di. Gökalp, Isiâmm kökleri kökl erini ni mil millî lî Türk ana ananesin nesinde de bulmağa ça çaba bala larr ama. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Türklere has bir Islâmiyetin nasıl gelişebileceğini anlatmaz. «Dinî Türkçülük», milletinin harsı intibahı için çizdiği programda en zay ıf nokta. Bütün yapt ığı Türk dilinin ibadetlerde kullanılmasını teklif etmekten ibaret» Dikkate lâyık değil mi... Gökalp îslâmiyeti hiç bir zaman yalnız ahlakî bir din ol&rak .ele almaz. Bergstrasser haklı olarak şöyle der: ' «Gökalp’in sisteminde dinin kendine has bir yeri yok" tur.» ’ Islâm ümmetçiliğinin tarifi baştan itibaren müphem, tatmin edici olmaktan uzaktır. Osmanlı imparatorluğunun bünyesi icab ı Gökalp düşüncesinde, yer alan bir mefhum. imparatorluk çözülünce İslâmiyet de yavaş yavaş
önemini kaybetti ve Gökalp’in teslisinde ikinci derecede bir unsur haline geldi. Gökalp’in ölümünden sonra, geli ş en Türkiye Cumhuriyetinde, din unsuru bütün bütün silinerek Bat c l k Gökalp’in millî harsa tahsis etti ği görevlerin büyük bir k sm n yüklendi zamanla. Kemalizmin yaln z iki temeli vard r: Türkçülük, Bat c l k. Gerçi alt çizilen hep Türkçülüktür ama m od odem em Türk Kültürünün bir çok al alanl anlar ar nda Bat c l k ağ r basar. ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM
HÜKÜM İ L İM ADAMI VE Ş AlE
OLAKAK, GÖKALP
Makalelerinin birinde ş öyle der Gökaip: Her ilmi araştırma nesnel olmal , başka hiçbir amaç gözetilmemeli. .Bununla beraber kendisi çok defa uymaz bu prensibe. Ya* z lannda, konuya, ister uysun ister uymas n, öznel bv yaklaşım görülür. Hars, medeniyet, kozmopolitizm gibi bir çok temel istilahlarm tarifinde duygular n işe kar şt r r. O kadar da de ğil... temel sorunlar da bile görü ş lerini siyasî şartlara uydurmak için s k s k de ğ iştirir. Turanc l k karş s ndaki davran ş , Osmanl İmparatorlu ğundaki Saltanatlaa ilgili ko ko- Araplar Arap ların siyasî durumlar , bilhassa Saltanatl nulardaki tutumu çok dikkate lây kt r. Ele aldığı konular günlük meselelerle öylesine iç içeydi ki Gökaip, istemese de bir bilginin görevini politik ac n n ve gazetecininkinden ay ran s n r aşacakt çok kere. Hakikatte her iki alanla da ayn ölçüde ilgilenmek'teydi: hem sosyolojik ara şt rmalar yap yor* hem de nazariyeierinî hayata tatbik etmek istiyordu. larr n n sosyal ve siyasî aksiGerçi Durkheim de yaz la yonu etkilemesini isterdi ama önce bir ilim adam yd o, ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
F: 8
esas amac İlmî hakikatleri ortaya koymakt . Gökalp, daha az titiz, ve daha az tarafs zd r; olaylar değerlendirmeğe kalkar. Oysa Frans z sosyologu gerçekleri tespit etmeğq ve izah etmeğe çal ş r sadece sadece.. Gökalp, düşüncelerini birer nass gibi sunmaktan hoşla lan n r, kamu hayat n n yöneticileri bu nasslara uymal d rlar. Ülken’in dediği gibi «Avrupal elbisesi giymiş bir müft müftünün ünün köhne zihniye zihniyeti» ti» ni hat rlat r Gökalp. İ lmi hal’indeki kesin hükümler îslâmiyete değil Durkheim sosyol sosyolojisi ojisine ne daya dayanan nan bir müftü. Gökalp’e göre sosyolojik meseleleri çözümlemede en emin yol tüme var md r, gelgelelim kendisi bu yöntemi her zaman kullanmaz. Bat sosyologlar görüşlerini çok defa tarihî, İçtimaî ve veya ya ihsaî (ista (istatistik tistikî) î) olayl olaylara ara dayarlar. (Gökalp’in zaman nda Türkiye’de bu gibi haz rlay c ar araaşt rmalar yap lmam şt pek. Onun iç için in yazar m z, arada bir kelime oyunlar na dönüşen istidlâlle istidlâllerle rle yetini yetinirr çok kere. ke re. Sosyo Sosyoloj lojii problemlerini çözümleme çözümlemek k için 'm 'mefh efhum um-lar , daha da çok iki z t mefhumu tan mlamağa kalk ş r: fertt ve cemiyet ha fer hars rs ve meden medeniyet, iyet, s n f ve lonca gibi. Münas Mü nasip ip bir for formü müll bulunca amelî bir meseleye çözüm getirdiğini zanneder. Önce nazariyeyi kurar, sonra da onu ispat için işine yarayacak delil deliller ler ve destekler araşt r r, gibidir. Netice olarak nazariyelerine uymayan nice olaylar görmezlikten gelir, nice olaylar da araşt rmalar n desteklesinler diye çarp t r. Dostlar ve meslekdaşlar bile onun nazarî ve mücerred düşünceye karş gösterdiği aş r zaaf eleştirirler. Ama ha hakk kk n da yemiyelim.. İlmî istilahlar tarif etmekte o kadar direnişi sayesinde çağdaşla larr daha sarih düşünebilme al şkanl ğ kazanm şlard r. Ne var ki, ölümünden sonra Türkçe gelişmiş ve çoğu Arapça kelimelerden yapp lan bu.istilahlarm ekserisi yerlerini Avrupa dillerinya den aktar lm ş veya Türkçe Türkçe köklerden uydu uydurulmu rulmuş yeni istilahlara terk etmişlerdir. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp’ in skola Gökalp’in skolastik stik temayü temayülleri, lleri, fiki fikirler rlerini ini destek destek-lemek için Kur’an ve hadislerden yapt ğ iktibaslarda da belirmektedir; belirme ktedir; hem de naz nazarî arî olarak böy böyle le bir yöntemin aleyhinde olduğu halde, yap lan iş çok defa ayn d r: dinî metindeki kelimenin mânâs zorlan r ve ispat etmek istenilen doktrine uydurulur. Acaba Ziya Gökaip İslâmî esaslara inand ğ için mi böyle hareket etmektedir (Ziyaeddi Fahrfnin iddias ) yoksa sadece taktik sebep sebeplerl lerlee mi? Nazariye ile tatbikat aras ndak ndakii bi birr başka tezat da şu: Gökaip, Tanzimat yazarlar n n diiet diiettantizm’ tantizm’ine ine çat çatar. ar. Hiçbir sahada sağlam bir bilgiye sahip olmad klar halde her türlü meseleyle uğraşm şlard r. Oysa Gö Göka kalps lps dil ilet etttantizm’i tenkit edecek adam değildir. Kendi de doğru dürüst haz rl ğ olmadan bir çok alanlarda kalem oynatm şt r: siyaset, siya set, hukuk, hukuk, sos sosyo yoloj loji,i, iktis iktisat, at, din ve fel felsefe sefe.. Yaz lar ndan da anlaş l yor.. Kendi kendini yetiştirmiş; Avrupa’ya da ad m atmam ş. Bütün çabalar na rağmen Bat hakkmdaki hakkm daki bildi bildikleri kleri bölük pürçük. Frans zcadan başka hiçbir Avrupa dili bilmez. Alman felsefesi ve sosyolojisine ait 'malumat ikinci elden. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ıı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Yetersiz olm Yetersiz olmaağa yetersiz ama yine de Avrupa tarz nda ilmî araşt rmalar n yolunu açmak için harcad ğ gayretler şüphe yok ki Türk intelij ans ansiyas iyas için faydal olmuştur. Türk tarihini, Türk medeniyetini ve İçtimaî hayat n incelemek için modern sosyolojinin metodia metodiarr m kullanan ilk Türk O. Şakirdleri aras nda bir çok meşhur Türk sosyologu var: İsmail Hakk Baltac oğlu, Mehmet Servet, Mel met İzzet, Zi Ziyae yaeddi ddin n Fahri vs vs.. Başka bir şakirdi, Fuat Köprülü. Köprü lü. Türk ^Edebiyat Tarihin Tarihinee sosy sosyolo olojik jik metodu uygulam şt r. Halide Edip de, Tekin Alp de, Go Go-kalp’i üstad bilirler. Her iki yazar da' Modem Türkiyeyi Batt ya tan tmak için Gökalp’in düşüncelerinden faydalanBa m şlard r. Kemalist devletçiliğe gönülde gönülden n inan inanm m ş Ahmet ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Hamdi Başar gibi kimseler Gökalp’i — hiç değilse ilk ya-
z lar nda— liberal ve kapitalist bir rejimi müdafaa etmiş olduğu içi için n ten tenkit, kit, ederler ederler.. Ama düşüncelerini prensip olarak benimserler. Onun için verdikleri hüküm şu: «İçtimai hayat m z Avrupa metodlar yla inceleyen nadir Türk bilgin ve mütefekkirlerinden biri.» Tam Bat l laşman n, Feyami Safa vesair müdafileri bir yandan Gökalp’in İslâm ananesi ve müesseseleriyle savaş rken içine düştüğü tereddütleri k nar#bir yandan da görü ş lerini geniş ölçüde Gökalp’in ya yazz lar na -istinad ettirirler. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp’in İslâmiyete ve İslâm tarihine getird getirdiiğ i yeni izahlar bilhassa şeryanı dikkattir. Ne yazık ki Türkiyedeki ma-siyasî geliş meler yüzünden Türk aydınları onun çalışma larrın ı devam ettirememişlerdir. Evet... f ık ıh m İslahı hakla kındaki dü şünceleri,lây ık bir devlet olan bugünkü Türkiye için olsa olsa nazarî bir de ğ er taşır. Bununla beraber Islâm dünyasının öteki bölg bölgeler elerii için amelî bakımdan da ehemmiyetli olabilirler. Ama örfü, şeriat kanununun esas unsuru telakki eden temel nazariyesi hiçbir Arap modernisti taraf ından benimsenmemiştir. Gökalp, Türk tarihine dair bir çok kitap ve makaleler kaleme alm ıştır; bununla beraber Batı anlam ında tarihçi olmaktan uzaktır. Çünkü tarih, sosyolojinin yard ım cısıd ır ona göre; sos sosyolo yolojik jik nazariyelerini isp ispat at etmek için bir nevi olaylar deposu. Siyasî _tarihle zerre kadar ilgilenmez. Tarih, medeniyet tarihi olmal ıd ır. Evet... ça ğ da şlar ına modern tarih yazma usûllerini anlatma ğa çalışır. .Kaynakların eleştirilmesinden, tasnifden sözeder, ama kendisi bu ölçülere sadık kalmam ıştır her zaman. Meselâ Türk ve Islâ Islâm m kültürüyle Avru Avrupanm panm gelişmesi arasında benzerlikler icad ederek hem kendini ?hem başkalarını aldat ır. Röne Rönesans sans,, reform, romantizm gibi Batı tarihine müteallik tabirleri Do ğ u kültürüne aktarma te şebbüsleri
kelimeler* er* hem de tarihî vakalar tehlikeli olmuş; hem bu kelimel hakk nda yanl ş bir fikir uyand rm şt r, ı
ı
ı
ı
ı
Gökaip, « i l m i , t a r i h » değil « m i l l î t a r i h » alan nda dikkate lây kt r. Millî ta tari rihe he filim den çok sanat gözüyle bakar. O da Alman tarihçisi Treit* chke gibi istikbali yaratmak için maziyi öğrenmek iste™ inektedir. Tarih araşt rmalar n n başl ca amac pedegoı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ji k t ir jik ir:: M ill illet etin in pa parla rlak k ma mazis zisini ini ta tasv svir ir ed eder erek ek T ür ürk k va vatan tan-perverli ğ ini tarsin tarsin etmek. Eski Tü Türklerin rklerin tarihi üzerine yazdığ ı bir çok makaleler makaleler,, bu maksa maksatla tla kaleme alınm ıştır. K ısaca, bu sahada orijinal eserler vermek için lüzumlu filolojik ve tarihî bilgilerden mahrumdur, ikinci, üçüncü elden kaynaklara ba şvurmu ş, bazan da daha şüpheli menbalara e ğilmiştir. Bu konudaki yaz ıla larr ı Türkoloji bilgisine çok az ş ey eklemiştir. Vard ığ ı sonuçlardan bir çoğ u ça ğda ş ilmin vard ığ ı sonuçlara ters düşmektedir. Bununla beraber, Gökalp’in bu alanda da ba şlıca değ eri, Türk ayd ınlar ın ın dikkatini eski -Tü Türk rk tarihi tarihine, ne, bilbi lhassa Islâm öncesi Türk tarihine ■çekmiş olmasından ibarettir. Ölümünden sonra Türk üniversitelerinde Türkolo j jii ha hattırı sa sayyılır gelişmeler kaydetmişse bu bu,, Göka Gökalp’in lp’in çığ ı r açan eserleri sayesinde olmu ştur. Bilhassa Osmanlı tarihinin Üç Merhalesi hakkmdaki tezleri umûmî kabule mazhar olmu ştur. Türkler evvela Orta Asyada bir kavimdiler, sonra Osmanl ı İmparatorluğ unda ümmet oldular, nihayet yeni Türkiyenin sınırları içinde modern bir millet. Türk hars ı birbiri ardından, üç yabanc ı kültürle kaynaştı: Çi Çin, n, Arap-Acem, ve Avrup Avrupaa kültürleri ve kendini üç ' dine göre ayarlad ı: Şamanizm, İslâmiyet, modern ilim. Gökaip, folklor alan ında da daha sonraki çalışmaların temelini atm ıştır. Halk kültürünün metfunu oldu ğ um
dan folklorün her biçimine büyük önem verdi: Türk halk içinde hala yaşayan ve bir çoğu Islâm öncesi çağlardan kalan peri masallar na * türkü türkülere, lere, ata ata ~ sözl sözlerin erine, e, -dinî inançlara. inan çlara. Gökalp, fo folk lklo lorr alan ndaki araşt rmalar na « h a l k i y a t » ismini verdi. XVIII. yüzy l Almanya's nda Klopstock, Hristiyan ve Greko-Romen mitolojisinin yerine yeri ne Cermen ve Kuz Kuzey ey üsturelerini ikam ikamee etm etmiiştir. Gökalp de t pk onun gibi bütün Türk masal ve efsanelerini yay mlad ve halk kültürünün. çeşitli yönlerine eğildi. Genç öğrencilerini düzenli olarak bu çeşit malzemeler toplamağa teşvik etti. Onun açt ğ ç ğ rdan halk edebiyat enine boyuna incel incelendi: endi: Fua Fuatt Köprül Köprülü, ü, Saa Saaddett ddettin in v.s.. Türk .ocaklar n n yerini alan halk evleri başNüzhet v.s l ca görevlerinden biri olarak mahalli halkiyat incelemeğe koyuldular. ilim adam Gökalp’le şair Gökalp çok defa çelişirler. Meşhur Turan manzumesinde bu tezad n bariz bir örneğini bulmaktay z. Gökalp, Cengiz ve Atilla’n n tarihi kaynaklardaki tasvirlerini kabule şayan bulmaz. Tarihçi Tarihçiler, ler, bilerek Türkün bu millî kahramanlar na iftira etmiş. Onlar n hat ra rass n da Oğuz Han n hat ra rass n da taziz eder şair. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
O da,, bütün roman da romantikl tikler er gib gibii duygulara, insiyaklara, şuur alt na, şuur d ş na büyük önem verir, «insanisi zihnî faaliyetlerinin temelinde heyecanlar vard r.» iddias n is is-pat etmek için çağdaş psikologlardan parçalar ak aktar tar r. «Hissetmeden düşünme, kafan n k lavuzu gönlün olmal .» Gökalp’in muar zlan onun gizli bir tak m mistik temayüllere s ğ nd ğ n söylerler. Durkheim de tenkitlere uğram ra m şt » » Meselâ Şadan (Dr. izzettin Şadan) Durkheim’e dayanarak Divan Edebiyat mistisizm mistisizmini ini hortlatan üniversite hocalar ndan söz ederken muhatab aç ktan aç ğa Gökalp’ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
tir, Durkheim nazariyelerini um umûm ûmîyetle îyetle kendi inan inançl çlaarma, uyduran Gökaip, üstad ından daha ileri giderek milletin kendisi sayd ığ ı topluma bir ki şilik yahut manevî bir varlık isnad isnad eder: metafizik bir cevh cevher er deme demek k olan bir varlık. Mabadüttarih bir güç olarak adland ırd ığ ı millî ruh, Türk milletinin geli şmesinde büyük bir rol oynar, inanc ı çok defa nazariyesi için İlmî .yani aklî deliller bulmak çabassıyla çatışır. Meselâ, kadim Türk tarihi/ Türk folkloru ba veya etnografisi üzerindeki araştırmaların ın sonuçların ı demokrasi, monogami vs. gibi modern Batı mefkurelerine k ıl ı f hazırlamak için kullan ır. Bu mefkûreler ülkesindeki son sosyal ve siyasî geliş meleri melerin n meyvesi olduğ u halde köklerini kökle rini mazide,' mazide,'millî millî ananeler ananelerde de ve hususiyetlerde bulm a ğ a çalışır. Bakarsınız, millî ruha uygu uygun n de ğ il diye bir nazariyeyi reddetmiş... ama sonra bu reddedişin daha gerçekçi sebeplerini açıklad ığ ına da şahid olursunuz: çağda ş Türkiyenin sosyal ve İktisadî şartlarına uymuyor. Gökalp’in kafas ındaki roma romantizmle ntizmle realizm, idealist görü ş le amelî görü ş arasında bu temel tezat K ı z ı l Elma şiirinde açıkça görülür. Manzumede, güne ai aitt amelî meselelerin münaka şas ıyla rüya ve hayalleri kucak kuca ğa sergiler; garip mecazlar yal ın tasvirlerle iç içedir. Son y ı llarda bir çok Türk yazarı Gökalp’in mefkûreciliğ ini şiddetle tenkit etmiş, Kemalist devrimin yakla şım ın ı çf)k daha realist olarak vas ıfland ırm ıştır. Gökalp’e sorarsanız, hem filozof, hem de şairdir. Bununla beraber filozoftan anlad ığı umûmî mânâda mütefekkir. Sistematik felsefeyle başı ho ş d e ğ ildir pek; metafizikten ise nefret eder. İkinci iddiasına gelince... s ırf estetik bak ımdan ele alınırsa büyük bir şair oldu ğ u söylenemez. Gerçi dü şüncelerini açık seçik olarak nazmen ifade etmekte ustadır ama şiirlerinde ne şekil zerafeti vard ıç ne dil güzelliğ i. Meşhur şiiri Turan bile ça ğda şlar ınca bu
yüzden eleştiriye uğra ram m şt r. Kald ki, şiirlerinin ço ğ un un-da şairane bir ilham bulamazs n z. Gökalp’in başl ca amac düşüncelerini dile getirmektir. Kendi de eksikliklerinin fark ndad r. «Yeni Hayat» başl kl antolojisinin önsözünde kesin olarak itiraf eder: ça ğ m z bir şuur ça ğ , ilham, perileri peri leri elbette su susa saca cak. k. Vezin ve kafiy kafiyee müteşairlerin baş vurduğu bir vas ta, Şair art k ilham n de ğil, şuurunu konuşturmak zorunda. Ne var ki, halk terbiye etmek için baz düşüncel ünceleri eri nazm nazmaa dökmek yine de faydada», hâli değildir. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp’in ay ır ıc ı va vass ıflar ından biri: tâlim ve terbiye •cehti cehti.. Bunun için her saikte saikten n yararlan ır, tezada dü şmekten çekinmez. Dostu Akçorao ğ îu, haklı... Gökalp XIX. yüz* y ıl ba şla larrındaki Alman romantik filozoflar ı n ı .andırmaktadır. Bir Firf ıteenın amacı da y ığ ınları terbiye etmek, millî intibahın hem nazarî *hem de amelî sah sahada ada gerçekle ş-' Allm eşine çalışmak de ğ il miydi? Ama Gökalp, başka bir A man mü mütefek tefekkirin kirinee daha da çok ben benzeme zemekted ktedir: ir: EL Vom Treitckhe’ye. Bu zat da Gökalp gibi üniversite hocasıydı, gazeteci, mebus mebus... ... Gen Gençlik çlik üzerinde de de büy büyük ük bir nüfuzu: nüfuzu: vardı. Orijinal bir mütefekkir miydi? Hay ır.. Kütüphânesinde, kendine has bir dü şünce sistemi haz ırlayan bir münzevi olmaktan uzakt ı, Treitschke. Bir ça ğın temsilcisiydi,, önemi de buradan gelir. Zaman ının, hayat ın ı yaşıyordu, ve çevresinin zihniyetini dile getiriyordu. Durkheim, Tre~ itehke’yi böyle de ğ erlendiriyor. Ayn ı ş eyleri Gökalp içim de söyleyemez miyiz!. . YE E T Ç İ L İĞ İ GÖKALP’İN M İ L L İ Y Siyasî ilimlere göre m illiyetçili ğ in iki esaslı şeklî vardır. Batı Avrupada bilhassa İngiltere ve Fransada millî birliğ ini kurmu ş devle devlet, t, milletin ortaya çıkmasından'
önce me mevcuttur; vcuttur; hatt hattaa geniş ölçüde mille milleti ti yaratan O. XVIII. yüz y lda modern milliyetçilik bu ülkelerde gelişirken ça ğda ş A y d n l klar felsefesine dayan yor, onun millet anlay ş n , ferdiyetçi ve üniversaiist görü ş lerini benimsiyordu. O çağ n bir çok Bat yazarlar insanin tabii haklar , hükümet otoritesinin tahdidi ve bütün insanlar aras ndaki yak nl ğ n üzerinde duruyorlard . Ingiltere ve Fransada siyasî düşün ünce ce,, . milliyetçil milliyetçiliiğ in siyasî ve e füsî yönünü belirtiy belirtiyor; or; milletle devleti bir tutuyor; milletin ölçüsü olarak kişinin duygular n gösteriyordu. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ıı
ı
ı
Oysa Almanya'da, Orta ve Doğ u Avrupanm di ğ er ülkelerinde milliyetçilik başka bir şekle bürünmüştür» XIX» Battıda görü“ as rda güçlü bir Alman birliğinin gelişmesi, Ba nüsünden nesillerce sonraya, birleşik bir Alman devletinin do ğuşundan dah dahaa önceye rastl rastlar. ar. Bö Böyle yle bir devletin k ır Alman an milliyet” rulmas , Milliyetçiliğ in başl ca amac d r. Alm eiliği, geniş ölçüde, romantizmin çocu ğudur. Romantizm, hislere çok önem verir, çe şitli milletle milletlerin rin tabiî hus husûsî ûsî-yetlerini tebarüz ettirir. Millet, ona göre, her şeyden ön.” ce kültürel ve rkî bir mefhumdur. Milletin ruhu (volk" geist) gibi objektif alametlerini halk n dilinde ve diğ er kültür olaylar nda bulmağa çal ş r. Alman ‘ milliyetçili ğ i, topyekûn ele al n rsa, ak l d ş , maaşerî, ve inhisarcr d r. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
Gökaip, nazariyelerinin bir ço ğunu Frans z felsefesin” den, Frans z sosyolojisinden al r. Bununla beraber, milli” yetçiliğ i daha çok Orta Avrupanm ve bilhassa Almanya’n n milliyetçiliğ ine benzer. Ne var ki, ki, Alm Alman an düşüncesinin Gökaip üzerinde doğrudan do ğruya etkisi oldu ğ u söylenemez. Gerçi, Birinci Dünya Sava ş boyunca bir çok Al” man hocalar İstanbul Üniversitesinde ders vermi ştir ama Abdülha Abd ülhamid mid saltanat n n son y llar nda ve Birinci Dünya Savaş nda Alman-Türk yak nla şma mass siyasî ve askerî işı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
birliğine inhisar etmiştir daha çok. O dönemde bile Türk intelij ansiy ansiyas as n n il ilh ham am..kaynağ Frans z kültürüydü he hep. p. Alma Al manc nc dan pek az eser çevirmişti Türkçeye. Gökaip, Almanca Alma nca bilmiy bilmiyordu. ordu. Es Eserle erlerin rinde de yank bulan Hereler ve Fichte, Hege! ve Nietzche, Tönnies ve Treitschke gibi yazarlar n fikirlerini frans zca neşriyattan takip etmişti. Al" manyada okuyan B rkheim ve arkadaşla larr Alman sosyolojisi ve felsefesi hakk nda mak makale ale ve kitaplar yay mlam şlard . Gökaip Durkheim’in neşrettiği «L’ANNee Sociologiq e» dergisini okuyordu. Bu mühim sosyal ili ilimler mler mecmuas nda Alman bilginlerinin birçok makaleleri ve Alman sosyoloji' eserlerinin hülasalar ç k yordu. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ıı
ı
ı
ı
ı
ı
ıı
ı
ı
ı
ı
Gökalp’in Türkçülüğüyle Alman milliyetçiliği aras ndaki benzerliğin başl ca sebebi şu: İçtimaî ve siyasî şartlar her iki memlekette de Bat Avrupamnkilerden farkl d r. Prusya gibi otokrasiyle yönetilen Osmanl İmparatorluğu da orduya ve bürokrasiye daya dayan n r. Her iki ülkede de zabitlerle memurlar çok sayg göre gören n vatandaşlard r. Gökaip, ferdin topluma başeğmesini ister; Durkheim’dan iktibas edilmiş bir amaç ama Prusya idealine t pa patt p uygun: bu ideale göre vatandaş devlete mutlak olarak inkr yad etme etmeli, li, ha hatta tta kiişliğinden bile vazgeçmelidir. Gökaip, Türk millî karakte karakterinin rinin en yüce ifadesini ifades ini orduda bulur. Gelib Gel ibol olu’ u’da da müt müttef tefik ik taarruzunu püskürten (1 (191 915) 5) Türk ordusunda. Türk san sanat at ve ilminin isti istikbalde kbalde ayn ruhla meşbu’ olacağ n ümideder. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
İçtimaî ve siyasî bakımdan geri kalmış ülkelerin çoğunda olduğu gibi Gökalp’in Türkçülüğü de ilk ve en esaslı ifadesini hars alanında bulur. «Türkçülük, başlangıçta âlimlerin ve şairlerin hayalinde yaşayan bir emeldi. Kamuoyu taraf ından desteklenmiyordu. Kaldı ki böyle bir kamuoyu yoktu da. Âlimler ve şairler bunu yaratmaya çalıştılar.» Gökalp’in millî folklor ve sagalarla, eski âdet-
ler ve geleneklerle uğraşmas , Germen mill milliyet iyetçil çiliiği romantik ekolünü ve bu ekolün etkilediği ideolojiyi (İtalya’da Mazz azzini, ini, Rusya’ Rusya’da da Slavo Slavofiller filler)) hat rlatm yor mu? «Türkçülüğün Esaslar » » ad adll kitab nda Türkçülüğün lisan , bediî, ahlâkî, hukukî, dinî,. İktisadî ve felsefî yönleri.ni birbir anlat r. Demek ki Türkçülük Germen nasyonalizmine benzemektedir. Yaln z siyasî bir program olmak istemez. Bütün bir hayat felsefesi olmak iddias ndad r. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
XIX. yüzy l n başla larr nda, Bat Avrup Avrupaa mil milletler letlerii meydana getiren zengin orta s n f, Almanya’da olduğu gibi Türkiye’de de gelişmemişti henüz. Gökalp ve arkadaşlar na Bat anlam nda burjuvazini burjuvazinin n temsilci temsilcileri leri den deneme emez. z. Hepsi de, çeşitli alan alanlarda larda Avrupa düşüncesiyle az veya çok etkilenen bir avuç ayd n, gaz gazeteci, eteci, yazar ve devlet memuruydular. Saraya ve ulemâya muar z olanlar —Türkiye’de bat modeli bir aristokrasi ve kilise mevcut değildir— ■ kendilerini istikbalin lide liderleri rleri telakki ediyorlard . Gayelerini Gayele rini tahakkuk ettirme ettirmek k içi için n Osm Osmanl anl Devletinin en güçlü unsuru ile birleştiler: ordu. Milliyetçilik, bu profesyonel bürokratik ve askeri s n flara dah dahaa doğrusu onlarr n içindeki faal ve ihtilâlci az nl klara, siyasi güç kanla d rd ve yabanc düşmanlar na karş başar lar Türk y ğ nlar n n desteğini de sağla ladd onlara. ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp’in arkas nd ndaa cidd ciddiye iye al nacak bir orta s n f yoktur (hiç değilse 1919’lara kadar). Bununla beraber yaz lar yükselen bir burjuvazi burjuvazinin nin emellerini dile getirir. Yer yer de, Sa Said id Ahmed Han ve şakirdleri gibi eski Hind İslahatç la larr n n düşüncelerini and r r. Na Nasslara sslara körü kö kö-rüne bağlanman n mahzurlar n sayar döker; şeriat fiîlen kald r lmal d r; düşünce ve inanç hürriyetinin coşkun bir müdafiidir, Gökalp; hayat n her alan nda eski değerler yeni baştan ele al nmal ; sultanlar n otokratik rejimine, uleman n geri gerici ci etkisin etkisinee sav savaaş açar; kad nlar, milletin ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
bünyesinde yer almal , İçtimaî ve İktisadî hayata kar şmal d r. Bütün bu düşünceler Osmanl İmparatorluğunda zaten mevcut olan veya mevcut olmas na çal ş lan ana değişikliklere ş k tutar. Gökalp, Türk halk n n uyuşukluğupt-"Ş-idde4le-£İes.tirir. Yüksek tabakan n ticaret ve sanayiye yüksekten bak ş bir felakettir. Yazar, bütün bu düşünceler ünceleriyle iyle Avrup Avrupada ada kapita kapitalist list dönemin başlar ndaki Protestan vâizlerini hat rlatm yor mu? Ne demek istediğini, Türkiyede kuvvetli bir orta s n f yaratmak isterken İktisadî hayatta önemi olan yaln z sanayiciler, zenaatkârlar, tüccarlar ve meslek sahipleridir gibi ifadelerden aç kça anl yoruz. Tabiat n yarat c güçler güçlerinden inden faydalanan köylüler köylü ler de, üretimle hiçbir ilgisi olmay olmayan an hük hüküme ümett memurlar da yarat c bir role sah sahip ip değildirler. Gökalp’e göre yaln z orta s n fa dayanan (Gökalp, memurlar bu s n f n d ş nda tutar) bi birr düzen düzen,, ve iş-görür bir hükümet kurmağa muktedirdir. Gökalp’in ilk liberal dönemine tercüman olan bu görüşler, 1789 Frans z ihtilâlini yapanlar n düşüncelerine şaş lacak kadar yak nd r. Meselâ bir Sieyes’i hat rlayal m... Bu zat, «Üçüncü S mf Nedir» adl risalesinde, «Millet demek orta s n f ve bilhassa ay ayd d nlarla müreffeh burjuvalar demektir, ülkede tek yönetici s n f onlar olmal d r,» diye yazar. ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp, sahici bir liberal olarak devrimden yana de de-ğ ildir; tekâmüle inanır. Lüzumlu değişiklikleri gerçekleştirecek başlıca güç: yığınının terbiyesidir. Aşağı s ınıflar ın kaderi üzerinde fazla kafa yormamıştır. Türk köylüsünün,
Türk işçisinin ac lar na karş s cak bir alâka göstermez, bir gibii fazl fazlaa ha hassa ssass değilMehmet Akif, bir Mehmet Emin gib dir bu konuda. Tipik bir burjjuva İslahatç s d r. Terakki taraftar d r ama belli bir merhaleye kadar. Feodal ve aristokratik s n flar ortadan kald r lmal , ülkeyi millî bir bur juvazi yöne yönetmelid tmelidir. ir. Emekçi s n f n n yükselmesi diye bir ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı ı ı
ı
ı ı
ı
ı
kayg s yoktur. Uzak bir gelecekte bir i şçi hareketi gelişebilir, bunun için bir sanayi proletaryas n n ortaya ç kma* lâzz m ama o zaman bile sosyalizmden önce milliyetçilik s lâ ülküsü a ğ r basmal d r. «Tesanütçülük» her türlü s n f çat şma mass n önleyecektir. Nitekim baz Hind İslahatç la larr için de İslâmiyet sosyalizmle kapitalizm aras nda bir orta yoldur. ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Ba t Avrupada milliyetçi Bat milliyetçilik, lik, yeni İktisadî, İçtimaî ve siyasî şartların ifadesiydi. Oysa bir çok Doğu ülkelerinde oldu ğ u gibi Türkiyede de milliyetçilik, bu gibi değişiklikler vuku olmadan ortaya çıktı. Gökalp’in başlangıçtaki liı
beral düşüncelerden uzaklaşmas n n başl ca sebeplerinden biri de bu. Belli bir dönemden sonra millî devletin müstakbel hükümetini halk n hizmetkâr olarak değil, mürebbisi ve lideri olarak düşünmeğe başlar. Hükümetin görevi, zaruri değişiklikleri gerçekleştirmektir. Bu anlay ş yaln z geri kalm ş toplumlarm milliye milliyetçilerinde tçilerinde görmüy görmüyoruz. oruz. Daha önce «A. Comte ile Saint Simm Simmon on mekteb mektebinin inin an anaadan doğma mistisizmi, demokratik idealleri ilmin rehperliğine dayanan bir otokrasi uğruna nihai olarak fed fedaa etmişti.» Bir elitin yükleneceği liderlik, Bat demokrasisinin uygulanamayacağ Türkiyede pekâla geçerli olabilirdi, Gökalp’e Gökalp’ e göre. Tatbikatta ise kendi partisinin (Ittih (Ittihad ad ve Trakki) yar diktatörce yönetimini kabul etti, hiç değilse ses ç karmad bu diktatörlüğe. Nazarî olarak da istikbalin otoriteri liderine (Mustafa Kemal) müsait bir zemin haz rlad . ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
AMülham id isti AMülhamid istibda bdadd na ve uleman n nüfuzuna karş açt ğ savaşta, köhne ananelere karş direnen bir liberalin hür ve bağ ms z kişilik şiar n bayraklaşt rd . Bununla beraber, daha sonra, ald ğ Îslâmî terbiye ve ülkesinde ilerici bir burjuva s n f n n olmay ş yüzünden toplumun ferd üzerinde mutlak hakimiyetini kabul eden Durkheim’ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
ı
ı
ı
ı ı
ı
in nazariyelerini benim benimsedi. sedi. Gökalp, ferd ferdin in millet içinde ister. r. Bu talep totaliterci fels felsefeni efenin n ana ana dava davalalaerimesini iste rından biridir. Ama Gökalp’i XX. yüzy ılda Avrupamn bir çok ülkelerinde gelişen totaliter devletin müdafii saymak haksızlık olur. Liberal bir demokrasi düzeninin y ıkılmasını istemez; işçi sınıf ının teşkilatını tasviye etmek suretiyle sınıfsız bir toplum kurmaktan yana da değildir. Bu ancak ak kapi kapitalist talist bir ülkede geç geçerli erli olabilir, olabilir, gibi talepler anc Türkiyede değil. Zira Türkiyede ne orta sm ıf mevcuttur ne proleterya. Gökalp, parlementer rejimi destekler, hatta bir çok alanlarda, bilhassa kültür alanında ve mesleki teşekküllerin faaliyetinde devlet müdahalesine kar şıdır. Türk milliyetçiliği, Türk milletinin yaşama kavgası verdiği çetin bir mücadele döneminde gelişmiştir. Gökalp’in eserlerinde insaniyet, milletler aras ı işbirliği gibi ideallere rastlanmayışı bununla kabili izah. Milliyetçilik üzerinde^ kısıtlı da olsa, zam zaman an zaman zaman etkisi görül görülen en fertle f ertlerin rin büyük değerine ve insanlığın tek vücut olduğuna iman, Gökalp’in nazariyelerinde yer almaz. Bir çok Orta ve Do ğu Avrupa ülkelerinde veya Asya ülkelerinde olduğu gibi Göka Gökalp’in lp’in milliyetçiliği de hem Battı etkisinden doğmuş,hem de Batıya karşı cephe almışBa tır. «Sosyal ve politik bir gerçeğe dayanmayan bu milliyetçilik kendine güvenemez; aşağılık duygusunu çok defa aşırı bir belagatla aşırı bir itimatla telafi etmeğe çalışır.» (M. Kohn). Gökalp’in yazılan modem Türk milliyetçiliğinin belli başlı iç problemlerinden birine ışık tutar. Bu problem şudur: Batı ka karrşısında nüfuz ve itibarı hergün Mraz-daha sarsılan Osmanlı ihtişamının mirasçısı olarak kendine hürmet etmenin, kendine inanmanın volunu bulmak. Gökalp’in ese eserleri rleri,, Atatürk rejim rejimiyle iyle Jön Türklerin Türklerin.. ideolojisi arasında zaruri bir halkadır. 191 1919-24 9-24 ara arassındaki.
yazılarında 1908-9 devriminin prensiplerinden (meşruti hükümdarlık, Osmanlıcılık, îslâmda refo reform, rm, kapitalizm, liberal dem demokra okrasi, si, tekâmü tekâmülcülük) lcülük) yavaş yavaş uzaklaşmış; altı oka dayanan Kemalizmin yolunu açmıştır. Atatürk’ün aşırı görüşlerini bütünü bütünüyle yle paylaşmasa da modern Türk devletinin nazarî temellerini atan O dur diyebiliriz.
B İ B L Î O G R A F Y A GÖKALP’lN YAZILARI yazz la larr n n temelini, Gazeteler ve dergiGökalp’in ya lerde yay mlanan makaleler v e manzumeler teşkil eder. Bu yaz lar n çoğu daha sonra baz değişiklikler yap larak kitap halinde yay mlan r. Şimdiye kadar Gökaip n yaz lar n n tam bir bibliyogr bibliyografisi afisi yap lmam şt r. Ama aşağ yukar tam bir liste Enver Behnan Şapolya ve Iş Mecmua" s nda Cavit Orhan taraf ndan yay mlanm şt r. Ne var ki, bu bibliyografiler de bir çok bak mdan yeterli değil. Gazetelerde neşredilen yaz lar n n tümünü kapsam kapsamaz, az, bi birr de makale ve manzumelerinin yay m tarihlerini belirtmez. Aşağ da Gökalp’in başl ca yaz lar n n k sa bir listesi: ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
I — K İTAPLAR KIZIL ELMA İstanbul, 1330 (1914-15); 1941 K z l Elma bir şiir mecmuas . Bu şiirlerin baz lar daha önce Genç Kalemler, Rumeli, Halk Doğru dergilerinde yay mlanm şt r. F: 9 ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
TÜRKLEŞMEK, İSLÂMLAŞ MAK, MUASIRLA Ş MAK İstanbul, 1918» Bu makalelerin ço ğu daha önce Türk Yurdu ve İslâm ' Mecmuasında yayımlandı. (1913-14) YE Y E N İ HAYAT İstanbul, 1918; 1941.
Kitaptaki
şiirlerin çoğu Islâm Mecmuas ı ve Yeni Mecmua’da yayımlanmıştı. 1918’deki baskısında şiirlerin çoğu Hükümet taraf ından san sansüre süre tâbi tutulmuştur. AL A L T IN I Ş IK İstanbul, 1339 (1923); 1942 Küçük Mecmua (1922) dan alman manzumeler, menk beler ve tarihî tiyatro eserleri. TÜRKÇÜLÜ Ğ ÜN ESASLARI Ankara, 1339 (1923); İstanbul, 1940 ' Türkçülük hareketinin program n aç klar. Bölümlerin ço ğ u ufak tefek de ğ iş ikliklerle Ye Yeni ni Mecmua ve Küçük Mecmua’dan al nm şt r. TÜRK TÖRES İ İstanbul 1339 (1923) Eski Türklerin dinlerini inceleyen bir eser. DO Ğ RU YOL Hakimi Hakimiyet yet-i -i Milliye ve Umdeleri Umdelerin n Tasnif, Tahlil ve Tefsiri Ankara, 1339 (1923) Mustafa Kemal’in Partisinin seçim program . ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
TÜRK MEDEN İ Y YE E T! T A R lH Î (B (Biri irinc ncii k s m: İslâmiyet" ten evvel Türk Medeniyeti) İstanbul, 1341 (1925) ı
ı
D iğ er bölümler yay mlanmam şt r. ı
ı
ı
II — M A K A L E L E R
Gökstlp’in 15 y l içinde bir çok dergi ve gazetelerde ı
yayımlanan mak yay makale ale ve manzumelerinin sayısı üçyüzün üzerindedir. Eserlerinin yayımlandığı dergiler: Selân ik 1911 Rumeli G e n ç K a le m le r Selân ik 1911 stan anbu bull 1912-14 İst Türk Yurdu İstanbul 1913-14 Halka Do ğ ru Türk Sözü İstanbul 1914 stanb anbul ul 1914-15 İst İslâm Mecmuas Millî Tetebbüler Mecmuas İstanbul 1915 İstanbul 1916-18 İktisadiyat Mecmuas stan anbu bull 1916-17 İst Muallim Mecmuas anbu bull 1917 İstan İçtimaiyat Mecmuas stanbul bul 19 19117-18, 19 1923 İstan Yen Y enii Me Mecm cmua ua stan anbul bul 1918-19 İst Şair Mecmuas A nkaa ra 19 Ank 1922 22 İlim, Fen, Felsefe Tetebbuat Mecmuas Diyarbekir 1922-23 Küçük Mecmua ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Bazzı makaleleri ise aşağ daki gazetelerde yayımlanmıştır: Ba Diyarbekir Peyman, Dicle, Şuray- Ümmet İstanbul Turan, Akşam, Tanin, Cumhuriyet Yeni Gün,Yen Gün,Yenii Türki Türkiye, ye, HakimiyeH Milli Milliye ye Ank Ankara ara ı
ı
IIII — ^ÜNİ VERSİTEDEKİ KONFERANSLARI II İLM-l İ Ç T İ M A İstanbul, 1915 bkz. Rossi, sh. 575; Cahit Orhan sh. 31 İLM-l İÇ T İMA-Î DÎNÎ İstanbul, 1915 bkz. Cahit Orhan sh. 31 Bu konferanslardan ço ğ u makale olarak çe şitli mevkutelerde yay ımlanm ıştır.
ILM-Î İÇTÎMA-Î HUKUK! Ş apo apolyoya lyoya göre yayımlanmam ış, (sh. 247, 267). Cahit Orhan ise (sh. 31 31)) 133 13300 da yay ımlandığını
söyler. AMELÎ İÇTİMAİ YAT Bu konferanslar n yaln z bir tanesi, Halk ve Güzideler; yay mlanm şt r. (Çmaralt Mecmuas ) ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
YAYIMLANMAMI YAYIMLA NMAMIŞ YAZILARI Kad n Huku Hukuku ku
Bkz. Cahit Orhan, sh sh.. 35
ı
Diyarbekir Destan
Ibid, Ibi d, sh. 37
ı
Büyük Türk Medeniyeti Tarihi
Bkz. Şapolyo, sh. 248
Türkolojiye Müstenit Sosyoloji
Ibid
Sosyoloji ve Psikolojiye Müsten üstenit it Felse Felsefe fe
îbid îb id
ri-Bunlardan başka Gökalp’in imzas z kitapç klar ve ri söyleniyo niyor. r. Bu eserlerde sosya sosyall saleleri de yay mland ğ söyle ve politik değişiklikler öneren görüşlerini ifade etmiştir, Gökalp. (Bkz: Ahmet Emin, sh. 234, Ene. of Social Sciences IV. sh. 688) ı
ı
ı
ı
ı
ı
Gökalp’in yaz lar n n tümü bir araya toplanmam şt r henüz. Önemli makalelerinin çoğu - özellikle dergi ve gazetelerde ç ka kanla nlar) r) is isee elde edilemiyor. Arap harfleriy harfleriyle le ı
ı
ı
ı
ı
ı
yayy ımlanan eserlerini Türk gen ya gençleri çleri
okuyam ıyor. Daha
sonra Latin harfleriyle bas lan yaz lar ise çoğunlukla k salt lm ş ve yanl şlarla dolu. Gök Gökalp’in alp’in ölümünden son sonra ra ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
bütün eserlerini yay ımlamak amac ıyla ko komite miteler ler kurul kurul"" mu ş ama bu tasar ılar hiç hiçbir bir zaman gerçekleşememiştir» Eserlerinin tam bir ilmî bask ısı arzuya şâyandır.
GÖKALP HAKKINDA K İTAPL TAPLARAR- VE MAKA MAKALELER LELER A kçor Akç orao ao ğ lu Yusuf Necati Akder
Üç Tarz-ı Siyaset, İstanbul, 1327 Ziya Gökalp, Âlim ve Ideâlist Ş ahsiyeti A n kara Üniversitesi Dil ve Tarih - Co ğ rafya Fakülte kü ltesi si De Dergi rgisi, si, III (194 (1943) 3) sh. 2, pp. 159159-18 18
G. Bergstrasser
İslâm ve Abendla Abendland, nd, Von ağyptischen und tiirkisch tiirkis chen en Modernismu Modernismus, s, Auslandstudien, 4. Bandj Der vord vordere ere Orient Orie nt Königsberg, 1929
J. Deny
Ziya Goek Alp. Alp. Reuve de Monde musuîm musuîman, an, tome 61 (1925,3 trimestre) pp. 1-41
Ahme Ah mett Emin
Turkey in the World War, New Haven, 1930
A. Z iy iyae ae dd ddin in Fa Fahr hrii
Ziya Gökalp, Sa vie et sa Sosiologie, (Essai sur L’influence de la socîologie Française en Turpuie) Paris, ete 1935
A. Fıscher
Aus de derr reli-giöse reli-giösen n
Refor Re formb mbew eweg egun ung g in der
Martin Hartmann
Türkei. Leipzig, L eipzig, 19 1922 Aus de derr new neweren eren osmanisehen Dichtung. Mitteilungen des Seminars für Orient Berlin, 2. Abt, Westasiat. Studien, X IX , 1916, pp. 124 124-7 -79; 9; X X , 19H 19 H pp pp.. 86-149; 1918, pp. 1-82
Rîchard Hartmann
Ziya Gök Gökalp’s alp’s Grundlagen des türki türkisehen sehen Nationakis Natio nakismus. mus. Orien Orient. t. Lit. Zeit. 28. Jahrg. Nr. 9-10 (sept-oci 1925) pp. 578-610