16. FASIL
Kur'an Okuma Okuma Adabı Ve Şahit Olunan Okumada Bulunan Okuyucuların Okuyucuların Sıfatları Hakkındadır Bu fasılda, Kur'an-ı Kerim'i okuma adabını, Ģahit olunarak Kur5an okuyanların vasıflarını anlatacağız. Müridin, Kur'an-ı Kerim'i haftada iki kez hatmetmesi müste -haptır. Bu iki hatimden birini gündüz, diğerini ise gece ikmal eder. Gündüz hatmini pazartesi günü sabah namazının iki rekatında veya bunlardan sonra, gece hatmini ise Cuma günü akĢam namazının ilk iki rekatında veya sonrasında tamamlar. Böylelikle hatmine günün ve gecenin baĢlangıcında baĢlama imkanına imkanına sahip olur. Eğer hatmi gece hatmi ise, melekler sabaha kadar ona salat ederler. Gündüz hatmi ise akĢama çıkıncaya kadar salat ederler. Bu iki vakit de gece ile gündüzün tamamını ihtiva eder. Bir hadiste Ģöyle buyrulmaktadır: Kur'an'ı üç defadan az okuyan kimse fa -kih olmaz". 1[1] Allah Resulü (sav) Abdullah b. Ömer'e (ra) Kur'an'ı her yedi günde bir tamamen okumasını emretmiĢtir. 2[2] Sahabeden (ra) bir topluluk da Kur'an- ı Kerim'i her Cuma hatmederdi. Yahya b. el-Haris ed-Dinari'den el- Kasım b. Abdurrahman senediyle Ģu bilgi nakledilmiĢtir: Osman b. Affan (ra) Cuma gecesini Bakara'dan Maide suresine kadar okumakla açardı. Cumartesi gecesi En'am'&an Hud'a, Pazar gecesi Yusuftan Meryem'e, Pazartesi gecesi Ta/ıa'dan ġuara'ya kadar, Salı gecesi Ankebuftan Sâd'a kadar, ÇarĢamba gece si Fussilet'e kadar okur PerĢembe gecesi de kalanını okuyarak hatmi tamamlardı. Zeyd b. Sabit (ra) ve babam da böyle böyle yaparlar ve Kur'an'ı Kur'an'ı her yedi yedi günde bir hatmederlerdi. hatmederlerdi. Ġbni Mesud'dan (ra) rivayet edildiğine göre o, Kur'an'ı yedi bölüme taksim etmiĢti ve her gece yedide birini okurdu. Ancak onun bu taksimi, bizim alıĢtığımız mushaf tertibine uygun değildi. O, bunu zikretmemiĢti, ona göre KuYan'dan ibret almak, tertib ile iliĢkisi il iĢkisi olmayan bir husustu. Bir cemaattan da Kur'an'm her gün ve gece hatmettikle ri rivayet edilmiĢtir ki onun üç kısımdan daha aĢağıda hatmi hoĢ görülmemiĢtir. Bu hususta orta yol, daha önce de belirt tiğimiz gibi üç günde bir hatme dilmesidir. Kur'an-ı Kerim'in hiziblere ayrılması ve Sahabe'nin (ra) onu nasıl hiziblere böldüklerine gelince; eğer kul, Kur'an'ı hiziblere böler ve hergün ve gece bir hizib okursa güzel olur. Sünnet olan da bu dur. Kalbe uygunluğu, tertibin doğruluğu ve anlamaya daha yakın olduğu için Kur'an'ı bu Ģekilde taksim ederek okumak çok daha hayırlıdır. Kul, eğe r isterse her rekatta Kur'an-ı Kerim'in onda birinin üçte birini veya bunun yarısını okur. Böylece her rekatta veya her iki rekatta Kur'ân'm otuz cüzünden birini okumuĢ olur. Gece ve gündüz virdlerinden her birinde bir veya iki hizib ya da bunun al tında bir mikdar okumak da güzeldir. Kur'an-ı Kerim yedi hizibden teĢekkül eder. Ġlk hizib üç sure, ikinci hizib beĢ sure, üçüncü hizib yedi sure, dördüncü hizib dokuz sure, beĢinci onbir sure, altıncı onüç sure, yedinci ise Kâf suresinden sonrasıdır. Kur'ân'm hizibleri bunlardır ve Sahabe (ra) onu bu Ģekilde hiziblere bölerek okurlardı. Allah Allah Resulü'nden Resulü'nden de (sav) bu anlamda anlamda hadisler rivayet rivayet edilmiĢtir. 3[3] O, Kur'an'ı sanki ayet sayısına itibar ederek hiziblere ayırmıĢ gibidir. Ayet sayısı altı bin iki yüz otuzaltı (6236)'dır. Ben de hizibleri, ayet sayısı bakımından ele aldığımda yaklaĢık olarak böyle olduğunu gördüm. Kur'an beĢliklere, onluklara ve cüzlere bölünme den önce bilinen taksim Ģekli buydu. Bunlar dıĢındaki taksim Ģe killeri bidattir; Denir ki: Hacc ac, aralarında Asım el -Cuhderi, Matar el- Varrak ve ġihab b. ġerife'nin de bulunduğu Basra ve Kufe'nin tanınmıĢ kariilerini toplamıĢ ve onlara yukarıda saydığımız taksimlere bağlı kalmalarını emretmiĢtir. 1[1]
Tirmizî, Kur'ân/ll; Ebu Davûd, Ramazan/8, 9; Ġbni Mâce, Ġkamet/178; Dârimî, Salat/73; Ġbni Hanbel, ü/164, 165, 189, 193, 195. Benzer hadisler için b. Muvatta', Kur'ân/4; Ebu Davûd, Ramazan/8, 9. 3[3] . Kur'ân'ı hiziblere göre okumayla ilgili hadisler: Ebu Davûd, Ramazan/9; Ġbni Mâce, Ġkamet/178 Ġbni Hanbel, IV/9, 353-355, 381, 383. 2[2]
16. FASIL
Kur'an Okuma Okuma Adabı Ve Şahit Olunan Okumada Bulunan Okuyucuların Okuyucuların Sıfatları Hakkındadır Bu fasılda, Kur'an-ı Kerim'i okuma adabını, Ģahit olunarak Kur5an okuyanların vasıflarını anlatacağız. Müridin, Kur'an-ı Kerim'i haftada iki kez hatmetmesi müste -haptır. Bu iki hatimden birini gündüz, diğerini ise gece ikmal eder. Gündüz hatmini pazartesi günü sabah namazının iki rekatında veya bunlardan sonra, gece hatmini ise Cuma günü akĢam namazının ilk iki rekatında veya sonrasında tamamlar. Böylelikle hatmine günün ve gecenin baĢlangıcında baĢlama imkanına imkanına sahip olur. Eğer hatmi gece hatmi ise, melekler sabaha kadar ona salat ederler. Gündüz hatmi ise akĢama çıkıncaya kadar salat ederler. Bu iki vakit de gece ile gündüzün tamamını ihtiva eder. Bir hadiste Ģöyle buyrulmaktadır: Kur'an'ı üç defadan az okuyan kimse fa -kih olmaz". 1[1] Allah Resulü (sav) Abdullah b. Ömer'e (ra) Kur'an'ı her yedi günde bir tamamen okumasını emretmiĢtir. 2[2] Sahabeden (ra) bir topluluk da Kur'an- ı Kerim'i her Cuma hatmederdi. Yahya b. el-Haris ed-Dinari'den el- Kasım b. Abdurrahman senediyle Ģu bilgi nakledilmiĢtir: Osman b. Affan (ra) Cuma gecesini Bakara'dan Maide suresine kadar okumakla açardı. Cumartesi gecesi En'am'&an Hud'a, Pazar gecesi Yusuftan Meryem'e, Pazartesi gecesi Ta/ıa'dan ġuara'ya kadar, Salı gecesi Ankebuftan Sâd'a kadar, ÇarĢamba gece si Fussilet'e kadar okur PerĢembe gecesi de kalanını okuyarak hatmi tamamlardı. Zeyd b. Sabit (ra) ve babam da böyle böyle yaparlar ve Kur'an'ı Kur'an'ı her yedi yedi günde bir hatmederlerdi. hatmederlerdi. Ġbni Mesud'dan (ra) rivayet edildiğine göre o, Kur'an'ı yedi bölüme taksim etmiĢti ve her gece yedide birini okurdu. Ancak onun bu taksimi, bizim alıĢtığımız mushaf tertibine uygun değildi. O, bunu zikretmemiĢti, ona göre KuYan'dan ibret almak, tertib ile iliĢkisi il iĢkisi olmayan bir husustu. Bir cemaattan da Kur'an'm her gün ve gece hatmettikle ri rivayet edilmiĢtir ki onun üç kısımdan daha aĢağıda hatmi hoĢ görülmemiĢtir. Bu hususta orta yol, daha önce de belirt tiğimiz gibi üç günde bir hatme dilmesidir. Kur'an-ı Kerim'in hiziblere ayrılması ve Sahabe'nin (ra) onu nasıl hiziblere böldüklerine gelince; eğer kul, Kur'an'ı hiziblere böler ve hergün ve gece bir hizib okursa güzel olur. Sünnet olan da bu dur. Kalbe uygunluğu, tertibin doğruluğu ve anlamaya daha yakın olduğu için Kur'an'ı bu Ģekilde taksim ederek okumak çok daha hayırlıdır. Kul, eğe r isterse her rekatta Kur'an-ı Kerim'in onda birinin üçte birini veya bunun yarısını okur. Böylece her rekatta veya her iki rekatta Kur'ân'm otuz cüzünden birini okumuĢ olur. Gece ve gündüz virdlerinden her birinde bir veya iki hizib ya da bunun al tında bir mikdar okumak da güzeldir. Kur'an-ı Kerim yedi hizibden teĢekkül eder. Ġlk hizib üç sure, ikinci hizib beĢ sure, üçüncü hizib yedi sure, dördüncü hizib dokuz sure, beĢinci onbir sure, altıncı onüç sure, yedinci ise Kâf suresinden sonrasıdır. Kur'ân'm hizibleri bunlardır ve Sahabe (ra) onu bu Ģekilde hiziblere bölerek okurlardı. Allah Allah Resulü'nden Resulü'nden de (sav) bu anlamda anlamda hadisler rivayet rivayet edilmiĢtir. 3[3] O, Kur'an'ı sanki ayet sayısına itibar ederek hiziblere ayırmıĢ gibidir. Ayet sayısı altı bin iki yüz otuzaltı (6236)'dır. Ben de hizibleri, ayet sayısı bakımından ele aldığımda yaklaĢık olarak böyle olduğunu gördüm. Kur'an beĢliklere, onluklara ve cüzlere bölünme den önce bilinen taksim Ģekli buydu. Bunlar dıĢındaki taksim Ģe killeri bidattir; Denir ki: Hacc ac, aralarında Asım el -Cuhderi, Matar el- Varrak ve ġihab b. ġerife'nin de bulunduğu Basra ve Kufe'nin tanınmıĢ kariilerini toplamıĢ ve onlara yukarıda saydığımız taksimlere bağlı kalmalarını emretmiĢtir. 1[1]
Tirmizî, Kur'ân/ll; Ebu Davûd, Ramazan/8, 9; Ġbni Mâce, Ġkamet/178; Dârimî, Salat/73; Ġbni Hanbel, ü/164, 165, 189, 193, 195. Benzer hadisler için b. Muvatta', Kur'ân/4; Ebu Davûd, Ramazan/8, 9. 3[3] . Kur'ân'ı hiziblere göre okumayla ilgili hadisler: Ebu Davûd, Ramazan/9; Ġbni Mâce, Ġkamet/178 Ġbni Hanbel, IV/9, 353-355, 381, 383. 2[2]
Hasan el- Basri ve Muhammed b. ġirin (ra) bu beĢlik, onluk ve otuz cüzlük taksimleri münker görüyorlardı. ġa'bi ve Ġbrahim en - Neha'î'den Neha'î'den de, Kuran'ı kırmızı mürekkeble noktalanmasını ve bunun için ücret alınmasını mekruh gördüklerine dair bir görüĢ rivayet edilmiĢtir. Onlar Ģöyle diyorlardı: Kur'an'ı bu tür noktalama ve süslemeden uzak tutun. el-Evza'î, Yahya b. Ebi Kesimden naklen Ģunu söylemiĢtir: Kur'an ilk zamanlar, mushaf içinde yalın bir haldeydi. Onunla ilgili yaptıkları ilk yenilik be ve te harflerini noktalamaları oldu ve 'Bunda bir mahzur yoktur, bu onun nurudur' dediler. Sonra baĢka bir yenilik olarak ayet sonlarına büyük noktalar koydular ve yine 'Bunda bir mahzur yoktur, bununla ayetlerin baĢları bilinir1, dediler. Daha sonra baĢka bir yenilik daha yaparak sure baĢlarını ve sonlarını süsleyerek belirgin kıldılar ve yine 'Bunda bir mahzur yoktur, çünkü bunlar sure baĢları için bir alamettir5, dediler. ġunu bilin ki, Kur'an'm anlaĢılmasında onun müĢahedesiyle keĢfedilmesi ve melekut alemindeki yüce makamının bilinmesi, Ģu kötü hasletlerden birine dahi sahip olana nasip olmaz: En basitin den bile olsa bidat sahibi olmak, bir günah üzerinde ısrar etmek, kalbinde kibir bulunmak, kalbinde yeretmiĢ bir hevaya meyilli olmak, dünya aĢığı olmak, imanda tahkik sahibi olmamak veya kat'î imanı zayıf olmak. B u kötü hasletlerle beraber, kendi birikimine bağlı kalan, kendi tercih ve eğilimine tabi olan, zahiri ilmine dayanan bir müfessirin görüĢüne itimad eden, Kur'an'm aklen bilinen hükümlerine bakmayan ve ilahi hitabın sırlarıyla ilgili olarak Arapça iliminin değiĢik mezheplerinin hükümlerini göre hükmetmeyen kimseler de kendi akıllarıyla sınırlı kalmaya, bildikleri ilim lerle yetinmeye, akıllarında bildikleri ilimlerin bilgileriyle kayıtlı kalmaya ve akıllarının tahriklerine uymaya mahkumdurlar. Muvahhidler nezdinde, bunlar da akıllarını ve ilimlerini ortak koĢanlardır. Bu da gizli Ģirke -i hafi) gn^en bir husus olup ka ranlık gecede karıncanın yürüyüĢünden bile daha gizli (=Ģirk -i bir Ģirktir. Muhammed b. Ali b. Senane Ģöyle dedi: Böyle olması, kiĢinin akıl ve ilminin kamil akıldan (=Akl-ı Kâmil) kaynaklanın ayıĢı dır. Çünkü kamil akıl, Allah Teala'yı akledebilen, O'nun hüküm ve kelamını anlayabilen akıldır. Ancak böyle bir akla sahip olan kiĢi Allah'ın kelamını tam olarak anlayabilir. Allah Resulü de (sav) ak lın lın kemale ermesiyle ilgili Ģöyle buyurmaktadır: "Akıllı, o kimsedir -ledebilir" 4[4] BaĢka bir hadiste ise Ģöyle ki Allah Teala'nın emir ve nehyini ak -ledebilir" buyrulmaktadır: "Ümmetimin münafıklarının çoğunluğu çoğunluğu Kur'an okuyucuları okuyucuları (=Kurrâ')'drr" 5[5] Buradaki nif ak, ak, Ģirk nifakı veya Allah Teala'nın kudretinin inka -rıyla doğan bir nifak olmayıp Kur'an'ı okurken Allah'tan baĢkasının iradesine dayanmak ve O'ndan gayrisini düĢünmek Ģeklinde bir nifaktır. Dolayısıyla insanı, tevhid dairesinden dıĢarı çıkarmaz. Ama böy le bir Ģerri barındıran kimsenin yüksek makamlara çıkması da mümkün değildir. Kul, kendisini iĢiten Allah Teala'nın huzuruna girdiğinde, kendisine ġahit olanın sıfatlarının anlamlarını açık bir kalple gözleyerek O'nun kelamının sırlarına kulak verir, O' nun kudretini düĢünüp kendi akıl ve ilmim" terkederek güç ve kudretinden beraat edip kelam sahibi Allah Teala'yı yüceltir, O'nun lütfedeceği anlayıĢa muhtaç bir halde, dürüst bir hal, selim bir kalp, duru bir iman, ilim kuvveti ve sağlam bir kulak ile Kel am-ı Ġlahi'yi dinlerse hitab -ı ilahinin gaybi ilmine Ģahit olabilir. Kıraatin en güzeli, tecvid kurallarına (=Tertîl) uygun olanıdır. Çünkü tertil ile okumada, hem emrin ifası, hem de mendubun yerine getirilmesi mevzubahistir. Ayetler üzerinde düĢünme ve ibret almaya çalıĢma da bu tür kıraatta mevcuttur. Ali'den (kv) rivayet edilen Ģu söz çok güzeldir: KavrayıĢ ve fıkıh olmayan ibadette de, tefekkür içermeyen kıraatta da hayır yoktur". Ġbni Abbas'dan dan (ra) Ģu söz rivayet edilmiĢtir: "Bakara ve Al -i îmran surelerini tertil üzere 4[4] 5[5]
Benzer bir hadis için b. Dârimî, Mukaddime/17. . tbnî Hanbel, 11/175 IV/151, 155.
ve tefek kür ederek okumak, benim için Kur'an'm tamamını anlamım düĢün meksizin okumaktan daha sevimlidir". Yine ondan Ģu söz rivayet edilmiĢtir: Kâri'a ve Zilzal surelerini düĢünerek okumak, benim için Kur'an'm tamamım baĢtan s avma okumaktan daha sevimlidir. Mücahid'e, aynı süre kıyamda duran, ama biri sadece Bakara'yı diğeri ise bütün Kur'an'ı okuyan iki adamın durumu sorulduğunda Ģöyle demiĢtir: O ikisi, ecir bakımından müsavidirler. Çünkü ikisi nin de kıyamı birdir. Tertil üzere okumak ve okuduğunu düĢünmek, her Ģeyden çok namaz esnasında yapıldığı zaman daha faziletlidir. Denir ki, namaz esnasında tefekkür, namaz dıĢındakilere göre daha faziletlidir. Çünkü her ikisi de dini bir ameldir. Gerçek tefek kür de Ģudur: Emir ve vaad sahibi olan Allah Teala'yı ululayıp yücelterek O'nun cennet ve cehennemle ilgili vaat ve tehditlerini, emir ve yasaklarını anlamaya, bunlar üzerinde kafa yormaya ve ib ret almaya çalıĢmak. Allah Resulü'ne (sav) hangi namazın daha faziletli olduğu so rulduğunda "Ġtaat ve duanın uzun olduğu 6[6] buyurmuĢtur. BaĢka bir hadiste ise Ģöyle buyrulmaktadır: "Kim Allah Teala için bir secde ederse, Allah da onu bir derece yükseltir". Hizmetçi si, Ebu Fatıma'dan (sav) cennette refakatini istemiĢ ve "Secdeyi arttırarak" demiĢti. Ebu Zerr -i Gıfari'den de (ra) Ģu hadis rivayet edilmiĢtir: "Bu, gündüz secdelerini çoğaltmak, gece kıyamını uzat makla olur". 7[7] Denir ki: Kul, ölümden sonra kabrinden diriltileceği zaman, na -mazmdaki sükunet ve iç huzur hali üzere diriltilir; o anki rahatı, dünyadaki namazlanndaki rahatı ve zevk alma Ölçüsüne göre olur. Bu anlamda Ebu Hüreyre'den (r.a) Ģöyle bir hadis rivayet edilmiĢtir ki o hadisin tevilinden de bu anlam çıkmaktadır: Allah Resulü (sav) Bilal'e buyurdu ki: "Bizi namazla rahatlat". 8[8] Burada murad edilen, namaz ile ruhun nimetlendirilerek rahatlatılmasıdır ve onunla istirahat edilmesidir. Bizi bir Ģeyle rahatlat, denildiği zaman, onunla içimizi Ģenlendir ve onu ifa ederek üzerimizdeki so rumluluğu kaldır ve yükümüzü hafiflet, anlamları murad edilir. Dikkat edilirse Allah Resulü (sav) "Bizi ondan kurtar" anlamını ima ettirecek bir ifade kullanmamıĢtır. Çünkü namaz, Allah Resu -lü'nün (sav) gözünün nuru ve aydınlığıdır. Bir alim de Ģöyle demiĢtir: Bir sureyi okumaya baĢlıyorum, ama onda Ģahit olduğum bazı Ģeyler üzerindeki düĢüncem beni öyle alıkoyuyor ki bir de bakıyorum sabah olmuĢ, bense ona doyamamıĢım. Süleyman b. Ebi Süleyman ed- Darani Ģunu anlatır: Ġbni Sev- ban, bir kardeĢine akĢam yemeği için söz verir. Ancak sabaha dek ona gidemez. Ertesi gün kardeĢi onunla karĢılaĢtığında Ģöyle der: Yemeği bende yemeyi vaadetmiĢtin, ama sözünde durmadın. Ġbni Sevban Ģu cevabı verir: Eğer seninle sözleĢmem olmamıĢ olsaydı, sana gelmemi engelleyen Ģeyi söylemezdim. Yatsı namazını kıldığımda, sana gelmeden önce vitri de kılmaya karar verdim, çünkü o arada ölüm gelmeyeceğinden emin olamazdım. Her halükarda vitrin dua kısmında iken Önüme, içinde türlü çiçeklerin bulunduğu yeĢil bir bahçe çıkarıldı, sabaha kadar gözlerimle ona bakakaldım. Allah Teala buyurdu ki: "ĠĢte Allah, onların kalplerine iman yazmıĢ ve kendilerini katından bir ruh ile desteklemiĢtir" (Mücadele/22) Bu ayetin tefsirinde denildi ki: Kur'an onları, Kuran ilmiyle takviye etmiĢtir. Kur'an, imanın ruhudur ve onları n takviye edilmesi de Kur'an ile amel etmelerinden dolayıdır. "Ey Yahya kitabı kuvvetle al" (Meryem/12) ayetinin tefsirinde, kararlılığın ve çabanla al, denilmiĢtir. Aynı Ģekilde "Size verdiğimizi kuvvetle alın" (Ba kara/63) ayetinin tefsirinde de yani o nunla amel edin, denilmiĢtir. Bir alime Ģöyle denilmiĢti: Kur'an okurken baĢka bir Ģey düĢündüğün olur mu? Hemen Ģu cevabı verdi: Benim için Kur'an'dan daha çekici ne olabilir ki onu düĢüneyim? Muhakkak ki bu, çok kuvvetli ve inancında sağlam bir müminin sıfatıdır. Denilir ki Kur'an-ı Kerim'de meydanlar, bağlar, has odalar, ge linler, saf ipekler, bahçeler ve 6[6]
Müslim, Müsafirun/164, 165; Tirmizî, Salat/168; Nesa'î, Zekat/49; Ġbni Mâce, Ġkamet/200; tbni Hanbel, III/302, 391, 412 IV/302 Cennetteki refakatla ilgili hadisler için b. Müslim, Salat/225; Ebu Dav ûd, Tatawu'/22; Nesa'î, Tatbik/79; Ġbni Hanbel, 1/389, 400, 437, 445, 454. 8[8] Ebu Davûd, Edeb/78; Ġbni Hanbel, V/364, 37 7[7]
haneler vardır: Mim'ler Kur'an'in meydanları, Ra'lar Kur'an'm bağları, Ha'lar Kur'an'm has odaları, teĢbih emriyle baĢlayan sureler (=Müsebbihât) K ur'an'm gelinleri, HaMim'ler Kur'an'ın has ipeği, tafsilat verilen sureler (=mufassılât) Kur'an'm bahçeleri, bunlar dıĢındakiler ise Kur'an'm haneleridir. Mürid, o meydanlarda dolaĢıp, bağları derince, has odalara girip ge linlere Ģahit olunca, saf ipeği giyip bahçelerde gezinti yapınca, onun hanelerindeki odalarda sükunet bulunca gördüğü, gezdiği, giydiği ve derdiği Ģeyler onun baĢka Ģeylere meyletmesini engeller. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edildi ki: "O, Besmele'yi okudu ve yirmi defa tekrarladı. O'nun her okumasında ayrı bir anlam, her kelimesinde bir ilim olurdu". Kur'an okuyucusunun kalbi, okuduğu her kelimenin manasının müĢahidi olmalı ve Allah Teala'nın ona açacağı yakın anlamlarına, ondan anlaĢılabilecek baĢka anlamlara, baĢka kelimeleri anlamada nasıl delil olabileceğine karĢı dikkatli olmalıdır. Bir alim de Ģöyle derdi: Anlayamadığım ve kalbimi veremediğim bir ayeti okumayı kendim için sevab saymam. Selef- i Salih'den biri de bir sure okuduğunda eğer ona kalbini veremezse bir kez daha okurdu. Bir teĢbih veya tekbir ayeti geçtiğinde hemen teĢbih ve tekbirde bulunur, dua ve istiğfar geçtiğinde hemen dua ve istiğfarda bulunurdu. Korkutucu bir Ģey veya umulan bir Ģey geçtiğinde ise Allah'a sığınır veya niyazda bulunurdu. Allah Teala'nın "Onu hakkım vererek okurlar". (Bakara/121) ayetinin anlamı da budur. Allah Resulü de (sav) Kur'an okurken böyle davranırdı. Rivayet edilen bir hadiste de bu husus teyid edilmektedir: "Kur'an'ı indirildiği gibi kısık sesle okumak isteyen kim se, onu Ibni Ümmi Abd'm kıraati üzere okusun". 9[9] Yani tilavetin anlamını bilerek okusun. O, Kur'an'ı Ģahit olan bir kalp, sağlam bir kulak ve çelik gibi keskin bir gözle okurdu. O, Kur'an'ı Kelam-ı Ġlahi'nin manalarına vakıf olarak, Kelam'm sahibi olan Allah Teala'nın tehditlerini görüp üzülerek, vaatlerini Ģevk duyarak, ibretlerini korkutarak, uyarılarım Ģiddetlendirerek, açıklamalarını yumuĢatarak ve müjdelerini kavuĢma dileyerek okurdu. Çünkü o, Kelam Sahibi'nin sıfatlarım çok iyi bilir, bu kelamdan zevk alırdı. Böyle bir kul, hadiste rivayet edildiği gibi, Kur'an okuyanların en güzel seslisidir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kur'an okuyan ların en güzel seslisi; Kur'an okurken Allah'tan korktuğunu gördüğünüz kimsedir" 10[10] Yine bu minvalde Ģöyle buyrulmuĢtur: "Kur'an okuduğunuzda ağlayın, eğer ağlamazsanız ağlamaklı olun" 11[11] Benzer bir hadis de Ģöyledir: "Kur'an hüzünle indirildi. Onu okuduğunuz zaman hüzünlenin 12[12] Yani Kur'an'm ihtiva ettiği tehdid, uyarı, misak ve ahitler insamn zayıflığından dolayı ağlamasını ve hüzünlenmesini gerektirir. Eğer vecde kapılarak içtenlik, samimi yet ve yakini bir iman neticesi ağlayamaz, hüzne kapılamazsanız, bari ağlamaklı ve onu tasdik ve ikrar etme babında hüzünlü olun. Kur'an-ı Kerim'i okurken hüzünlü ve ağlamaklı oluĢun ö zendi-rilmesinin sebebi, böyle yapılması halinde kulun ilgi ve kaygısının okuduğu lafız üzerinde toplayabilmesini sağlamasıdır. Kul, dikkatini okuduğu ayetler üzerinde topladığı zaman onu elbette daha çok tefekkür edebilecek, belki kalbi de diliyle birleĢerek onu layıkıyla okuyanlar zümresine katılabilecektir. Kur'an okurken hüzünlü ve ağlamaklı olmak, kulun dikkatinin toplanması ve kalbini diğer duygulardan hali olması için mühim bir vasıtadır. Çünkü samimi ve içten olarak hüzünlenip ağlamaklı olan kimse, fikrini toplamıĢ, kalbini Kur'an'a hazır etmiĢ ve kendisini ağlatan Ģeyden gayrisini düĢünmez olur. Bu anlamda Ġbni Abbas'm (ra) Ģöyle dediği rivayet edilmiĢtir: "Allah Teala'ya secde etmekle ilgili bir ayet okuduğunuzda secdeye kapanmak için acele etmeyip önce ağlayın. Eğer gözünüz ağlamazsa, kalbiniz ağlasın. Kalbin ağlaması da hüzün ve Allah korkusu dur". Burada 9[9]
Ġbni Mâce, Mukaddime/11; îbni Hanbel, 1/7, 26, 38, 445, 454 H/446 IV/279. Ġbni Mâce, Ġkamet/176; Dârimî, Fazâilü'l-Kur'ân/34 11[11] Ġbni Mâce, Ġkamet/176 Zühd/19. 12[12] Ġbni Mâce, Ġkamet/176 10[10]
murad edilen Ģudur: Eğer siz, Kur'an'ı anlayan alimlerin ağlayıĢıyla ağlayamaz sanız bari ağlayamamaktan dolayı kalpleriniz hüzünlensin ve sizde ilim ehlinin sıfatları bulunmadığı için Allah'tan korksun. Kur'an'daki garib kelimelerin tefsiri babında, "Öyle taĢlar var ki, çatlayıp bağrından sular akar". (Bakara/74) ayetiyle ilgili ola rak Ģu bilgi nakledilmiĢtir: Burada çok ağlayan gözlere iĢaret edilmektedir. Kimi de ancak yazıldığı zaman ondan su çıkar ki, bunlar az ağlayan gözlerdir. Kimileri de vardır ki, Allah korkusundan yere düĢerler ki bunlar da ağlama olmaksızın sadece hüzün duyarak kalpleriyle ağlayanlardır. Sabit el-Benani Ģöyle demiĢtir: "Bir gece rüyada kendimi Allah Resulü'ne (sav) Kur'an okuyormuĢ gibi gördüm. Okumayı bitirdiğimde Ģöyle buyurdu: Bu, sadece kıraat, peki gözyaĢı nerede?" Hasan da (ra) Ģöyle derdi: Bu öyle bir gündür ki, bugün Kur'an okuya rak sabahlayan bir kul eğer ona inanıyorsa, sevinci azalıp hüznü çoğalır, gülüĢü azalıp gözyaĢı çoğalır, rahatı ve gevĢekliği azalıp gayret ve çabası çoğalır!" Kur1 an okuyanlar, üç makam üzeredirler ki bunların en üstünü; Kelam'ın sahibi olan Allah Teala'nm sıfatlarına O'nun Kelamı'nda Ģahit olan, O'nun koyduğu ahlakı, hitabının manalarından öğrenen kimselerin bulunduğu makamdır. Bu makamdakiler, Mukarrebun zümresinden olan ariflerdir. Kimi de Kur'an okurken Rablerine Ģahit olarak lütfuyla O'na münacaat eder, nimet ve insanıyla O'na hitab ederler ki bu, haya ve tazim makamı olup bu makamda olanların hali Allah'ın Kelamı'nı dinlemek ve anlamaktır. Bu makamdakiler ise Ashab -ı Yemin (=Kitapları sağdan verilenler) arasında yer alan Ebrar (=iyiler)'dir. Kimisi de Rabbine münacaat ett iğini görerek O'na yakarır ki bu, niyaz ve yaranma makamıdır. Bu makamdakilerin hali ise, ta -leb ve bağlanma halidir. Burada da Ashab -ı Yemin'in havassından olan müridler ve mu'terifler (=hallerini itiraf edenler) yer alır. Kul, Kur'an okurken, Rabbinin bu Kelam ile kendisine hitab et tiğine Ģahit olmalıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerim, bizzat O'nun Kela -mı'dır. Dolayısıyla O'nun Kelamı okunurken baĢka bir kelama kulak da veremez, telaffuz da edemez. Ona verilen tek izin, dilini oy- natmasıdır. Onu okuyabilmesi için dilinin hareketine imkan veril mesi Rabbinin hükmü gereği, onun için konulmuĢ bir sınır ve ilahi kelamın sese dönme yeri olmasından dolayıdır. Tıpkı Musa (as) ile konuĢtuğu zaman ağacın dilin yerini alması gibi. Denir ki Allah Kelamı'nm her bir harfi, Levh-i Mahfuzdaki ye ri bakımından Kaf dağından bile daha büyüktür. Öyle ki melekler onun tek bir harfini okumak için biraraya gelseler bile, Ġsrafil (as) gelinceye kadar bunu baĢaramazlar. Çünkü Ġsrafil (as) Levh -i Mahfuz meleğidir, onu kaldırır ve Allah Teala'nm izin ve rahmetiyle ta Ģır. Allah Teala onu bu iĢle mükellef kıldığı için bu gücü ona bahsetmiĢtir. Ca'fer b. Muhammed es- Sadık (ra) Ģöyle demiĢtir: Allah Teala, kullarına Kelamı'nda tecelli eder ama O'nu göremezler. Yine onun la ilgili Ģu hadise nakledilir: Bir gün namaz kılarken bayılarak yere düĢmüĢtü. Ayıldığı zaman kendisine durumu sordular, o da Ģöy le dedi: Bir ayeti kalbimde sürekli tekrar ediyordum ki, birden onu Kelam sahibinin kendisinden duydum. Ama bedenim, O'nun kudretinin tesiri ka rĢısında ayakta duramadığı için yere yığıldım. ĠĢte havas böyledir; ayetleri kalpleri üzerinde yine kalpleriyle zikreder ve kendilerini gören ve rehberleri olan Hâlık'ın yardımıyla müĢa hedelerinde tahkik sahibi olurlar. Böylece ayetlerin manaları onları kuĢatır ve ilim denizlerinde boğulurlar. Kur'an okuyucusu yukarıda anlattığımız türde bir müĢahedeye güç yetiremezse, o zaman Kur'an okurken Allah Teala'nm Kelamı ile yine O'na münacaat ettiğine, bu münacaatıyla da O'na yaran maya çalıĢtığına Ģahit olur. Allah Teala ona, kendi diliyle hitab etmekte, kendi dilinin hareketi ve sesiyle onunla konuĢmakta, böylelikle onun hizmetine verdiği ilmi anlamasını, akletmesini temin etmek istemektedir. Kul, Allah'ın Kelamı'nı ancak O'nun hikmet ve rahmeti gereği kendi sine takdir edilen nisbet dahilinde anlayabilir. Cebbar olan Allah Te ala, eğer kulunun kulağının
duyabileceği bir sıfatta konuĢmuĢ olsaydı, ne ArĢ, ne Arz yerinde durabilir, kudretinin yüceliğinden dolayı bu ikisi arasındakiler de eriyip giderlerdi. O, iĢte bu sebeple bunu ilminin gaybi kısmına ayırarak beĢer aklıyla bunun araĢma bir perde koymuĢtur. Kudreti vasıtasıyla insanların kalplerine ancak aklen idrak edebileceklerini izhar etmiĢ, akıllarına da ancak akledilebilenleri tanıma gücünü vermiĢtir. Bu da O'nun insanoğluna olan lütuf, Ģefkat, ihsan ve merhametinin bir neticesidir. GeçmiĢlerin haberleri arasında Ģöyle bir hadise nakledilmiĢtir: Allah Teala'nm sıddıklar zümresinde yer alan evliyasından bir veli, fetret zamanında zorba bir hükümdarı tevh ide ve peygamberlerin Ģeriatlarına davet için gönderilmiĢti. O sıddık, hükümdarın sorularını, onun aklının alabileceği, anlayıĢının kuĢatabileceği, halk arasında da yaygm olarak bilinen misaller vererek cevaplandırıyordu. Sonunda hükümdar Ģöyle dedi: Se n ne diyorsun? Peygamberlerin getirdiklerinin insan sözü ve görüĢü olmayıp Allah Kelamı olduğunu mu iddia ediyorsun? Sıddık da: Evet, dedi. Bunun üzerine hükümdar Ģöyle dedi: Ġnsanlar Allah'ın Kelamı'nı nasıl taĢıyabilirler? Sıddık bu soruyu Ģöyle cevaplandırdı: Görüyoruz ki insanoğlu kuĢları ve hayvanları ileri geri çağır mak, Öne arkaya yürütmek için onlara konuĢtukları zaman bu canlıların kendi sözlerini anlamadıklarını farketmiĢlerdi. Ama zaman içinde onların da anlayabilecekleri türden borazanlar, düdükler ve belli azar ünlemleri buldular. ĠĢte insanlar da aynı Ģekilde Allah Teala'nm kemale ermiĢ olan Kelamı'nı anlamaktan ve yüklenmek ten acizdiler. Bu sebeble Allah'ın Kelamı da onlara, aralarında an laĢabildikleri sesler üzerinde gönderildi ve onlar bu sesler vasıtasıyla Allah Teala'mn indirdiği hikmeti dinleme imkanı buldular. Ġnsanların Allah Kelamı karĢısındaki bu durumları, borazan, düdük ve benzeri ünlemlerden anlayabilen hayvanların durumuna ben zer. Nitekim insanlar da, kendi anladıkları seslerle telaffuz edilen Hikmet- i Ġlahi'nin ihtiva ettiği en değerli ve en yüce Kelamı anlayabilirler. ġu halde ses, ilahi hikmet için bir beden ve mesken mesabesin dedir. Hikmet ise, bu sesler için bir can ve ruh konumundadır. Ġnsanların bedenleri, nasıl taĢıdıkları ruh ile değer kazanıyorsa, Ġlahı Kelam'm sesleri de aynı Ģekilde taĢıdıkları yüce hikmetlerden dolayı değerlenip yücelirler. Kelam-ı Ġlahi, mekan bakımından yüce, derece bakımından yüksek, güç bakımından ezici, hüküm bakımından hak ile batıl arasında kesin karar verici, adil bir hakim, razı olunan bir Ģahittir, insanlara bazı Ģeyleri emredip bazı Ģeylerden de sakındırır. Gölgenin güneĢ ıĢığı karĢısında duramayıĢı gibi, batıl da, hikmet -i ilahi'nin Kelamı karĢısında dayanamaz. Ġnsanlar, nasıl gözleriyle güneĢ ıĢıklarını delip geçemiyorlarsa, hikmet -i ilahi'nin derinliğine inme güçleri de yoktur. Ama onlar, güneĢ ıĢığın dan gözlerinin görmesini sağlayacak ve ihtiyaçalannı görmelerini temin edecek kadar istifade edebilirler. Kelam -ı Ġlahi de, ıĢığıyla ortalığı aydınlatan ama unsurları bilinemeyen güneĢ gibi, hatta insanların yol bulmalarını sağlayan ama sırrı kimse tarafından bilinmeyen parlak yıldızlar gibi zatı görünmeyen, ancak emirleri müĢahede edilen perde arkasındaki bir kral gibidir. Allah Teala'mn Kelamı, bundan çok daha yüce ve değerlidir. O, eĢsiz hazinelerin anahtarı, yüksek makamların kapısı, değerli derecelere yükseltici ve hayatın Ģarabıdır; öyle bir Ģaraptır ki, ondan içen ölümsüzlüğü tadar. O Kelam, susuzluğun da devasıdır. Öyle bir devadır ki, ondan bir kez içen bir daha susamaz. Onunla donan- mamıĢ biri onu giydiğinde saklısını ortaya çıkarır. Ona ehil olmayanlar onu giydikleri zaman, çok geçmeden onlardan sryırıhp çıkar. Bu sözleri, zorba hükümdara hitab eden hikmet sahibi sıddıktan naklettik. Hükümdar, bu sözler karĢısında daha fazla dayanamayarak Allah'ın da izniyle onun davetine icabet etmiĢtir. Allah Teala'mn bizler için bir ayet, ibret, rahmet ve nimet kıldığı Kelamı'nm vasfı iĢte budur. Bakınız, yüce hikmetler sahibi olan Allah Teala, insanoğlunun aklını nasıl da kendi ulvi Kelamı'nı anlayacak Ģekilde yaratmıĢ? KuĢlar ve hayvanlar, düdükler, borazanlar ve ünlemlerle anlarken, insanoğlu aklını kullanarak O'nun yüce Kelamı'nı anlayabilmektedir.
Ġnsanlar, hayvanlara ve kuĢlara bir Ģey anlatmak için bunları kullanırken Allah Teala da insanlara akıllar bahĢederek Kelamı'nm hüküm ve hakikatlerini anlamalarını temin etmiĢtir. "Muhakkak ki benim Rabbim dilediğine lütfedicidir. O, her Ģe yi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir". (Yusuf/100) Bu; Allah Teala'mn tükenmek bilmeyen kudretinin bir nevi olan lütfetme kudreti, eĢi bulunmaz hikmetlerinden çok sağlam bir hikmetidir. "Muhakkak ki O, her Ģeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olandır". (En'am/139) Kul, Kur'an-ı Kerim'in tamamından Fatiha'âan. sonuna kadar mükellef olduğuna ve onu anlamasının murad edildiğine de Ģahit olmalıdır. Kur'an'da verilen Örnekler onun için verildiği gibi, zikrinin nasıl olacağı ve sıfatları da tamamen açıklanmıĢtır. Çünkü Al lah Teala, bu Kelamı buyurduğu ve onun ile müminlere hitap ettiği zaman, hepsini de huzurunda toplamıĢ ve Resulü'nü de onların yanma koymuĢtu. Dolayısıyla Allah Teala bir anlamda Allah Resulü (sav) ile müminleri ona muhatap etme noktasında müsavi kılmıĢtır. O bunu teyid eder mahiyette Ģöyle buyurmuĢtur: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği Kitab ve hikmeti hatırlayın". (Bakara/231) Allah Teala bir baĢka ayet -i kerimede ise Ģöyle buyurmaktadır: "Andolsun size bir Kitab indirdik ki onda sizin için g erekli olan öğüt vardır". (Enbiya/10) Diğer bir ayette ise Ģöyle buyrulmaktadır: "Belki düĢünürler diye, kendilerine indirileni insanlara açıklaman için sana Kitab'ı indirdik". (Nahl/44) BaĢka bir yerde ise Ģöyle buyurmaktadır: "Allah, insanlara misallerini iĢte böyle verir". (Mu -hammed/3) Yani kendileriyle ilgili özellikleri böyle anlatır. Allah Teala "Andolsun biz sana açık ayetler indirdik". (Bakara/99) buyurduğu gibi Ģöyle de buyurmuĢtur: "Andolsun size apaçık ayetler indirdik". (Nur/34) Yine o buyurdu ki: "Sana vahyedilene uy ve sabret." (Yunus/109) "Size Rabbinizden indirilene uyun". (A'raf/2) Yine Allah Teala buyurdu ki: "Sen ve seninle birlikte tevbe edenler, emrolunduğun gibi dürüst olun!" (Hud/112) Allah Teala Ģu ayetinde ise delil ve beyanlar bakımından bütün insanları eĢit tutarken, hidayet ve rahmetini iman ve takva sahip lerine has kılmıĢtır: "Bu Kur'an, insanlar için kalp gözleridir. Kesin olarak inanan bir kavim için de hidayettir, rahmettir". (Casiye/20) Yani buradaki açıklama ve beyan bütün insanlık için geçerli iken, hidayet ve rahmet,yakin sahiplerine yani Allah Teala'dan korkarak O'na kat'i Ģekilde inananlara mahsus kılınmıĢtır. Bizler, Kur'an -ı Kerim'i okumakla emrolunduğumuz gibi onu anlamakla da emro -lunduk. Nebiler serdarı olan Peygamberimiz'in (sav) Ģöyle buyurduğu rivayet edilmiĢtir: "Kur'an'ı okuyun ve garib gelen kelimelerini an lamaya çalıĢın". Ġbni Abbas da (ra) Ģöyle demiĢtir: Öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerini öğrenmek isteyen Kur1 an'a baksın". Ali'den (kv) rivayet edilen bir hadiste ise Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmaktadır: "Beni hak ile Peygamber olarak gönderen üzeri ne yemin ederim ki ümmetim, dinin asılları ve cemaatları üzerinde yetmiĢ iki fırkaya bölünecek, hepsi de sapık ve saptırıcı olarak insanları ateĢe dave t edeceklerdir. Böyle bir durum olduğunda Allah Teala'mn Kitabı'na sıkıca sarılın. Onda, sizden öncekilerin de, sizden sonra gelecek olanların da haberleri ve sizinle ona karĢı çı kan zorbalar arasındaki hüküm vardır. Allah onları mahvetsin. Kur'an'sız ilim arayan kiĢiyi Allah saptırır. Kur'an, Allah Teala'mn sağlam ipi, apaçık nuru ve her derde deva olan Ģifasıdır. O, kendi sine sarılanlar için koruyucu, takipçileri için kurtuluĢtur. Eğrilmez dimdik durur, kaymaz dosdoğru kalır. Onun esrarengiz hazineleri asla bitmez. Çok baĢvurulması, onu eskitmez. Cinler de onu dinle diler. Okunması bitince uyarıcı olarak kavimlerine döndüler ve Ģöyle dediler: Ey kavmimiz, biz doğruya ileten acayip bir Kur'an dinledik; onunla konuĢan doğru, onunla amel eden ecirli, ona s arılan da sırat-ı müstakimin rehberi olur" 13[13] Bu anlamda bir baĢka hadis de Huzeyfe'den (ra) rivayet edilmiĢtir: Huzeyfe (ra) dedi ki: Allah Resulü (sav) kendisinden sonra ihtilaf ve bölünmeler olacağım söyleyince Ģunu sordum: Ey Allah Resulü, eğer o döneme yetiĢirsem bana ne emredersin? Buyurdu ki: "Allah'ın Kitabı'nı 13[13]
. Hadisin değiĢik Ģekilleri için b. EĠju Davûd, Sünnet/1; Tirmizî, Ġman/18; ĠbniMâce, Fi-ten/17; Dârimî, Fazâilu'l-Km'ân/1; îbni Hanbel, III/197, 224, 493 V/69.
öğren ve içindekilerle amel et. ÇıkıĢ odur". Soruyu tekrar ettiğimde cevabı yine aynı oldu: "Allah'ın Kitabı'nı öğren ve içindekilerle amel et. ÇıkıĢ odur". Soruyu tekrar sorduğumda Ģunu üç kere tekrarladı: "Allah'ın Kitabı'nı öğren ve içindekilerle amel et. KurtuluĢ ondadır"14[14] Ali'den (kv) Ģjyle bir söz rivayet edilmiĢtir: "Allah Resulü'nün (sav) diğer insanlardan gizleyip yalnız bana verdiği bir sır yoktur. Kula ancak, Allah tarafından Kitabı'nı anlama gücü nasip edilebilir".15[15]Yine ondan Ģu söz nakledilmiĢtir: Kim Allah'ın Kitabı'nı anlarsa, ilmin bütün inceliklerini açıklayabilir". Ġbni Abbas'tan (ra) ve diğerlerinden, Allah Teala'mn "Kime hikmet verilirse, ona büyük hayır verilmiĢtir". (Bakara/269) buyruğunun tefsiriyle ilgili Ģu söz rivayet edilmiĢtir: Hikmet, Allah Teala'mn Kitabı'nı anlamaktır. Allah Teala "Biz o meselenin hükmünü Süleyman'a anlattık. Bununla beraber her birine hüküm ve ilim verdik". (Enbiya/79) buyruğunda da, anlamayı derece bakımından hüküm ve ilmin üstüne koymuĢtur. Burada onun Süleyman'a (as) izafe edilmesi, tah sis yani hususilik arzetmekle beraber Allah Teala, anlamayı genel bir derece olarak vazetmiĢtir. Çünkü kul ilahi Kelamı anladığı ve Rabbine onunla muamele ettiği zaman ne söylediğini kesin olarak bilir. Yani söylediği ilahi kelamın Sahibi'nin hikayecisi değil, bizzat sahibi gibi olur; Ģu ayet -i kerimede olduğu gibi: "Eğer Rabbime isyan edersem, ağır bir günün azabından korkarım". (Yunus/15) Ya da Ģu ayette olduğu gibi: "Biz Sana tevekkül ettik ve yalmz Sana yöneldik". (Mümtehine/4) Veya "Bize çektirdiğiniz sıkıntılara karĢı sabredeceğiz". (Ġbrahim/12) Görüldüğü gibi ilk ayette ağır bir günün azabından korkan, ikinci ayette Allah'a tevekkül edip ona yönelen, üçüncü ayette ise Allah yolundaki sıkıntılara karĢı sabırlı olanlar, bu söz ve fiillerin bizzat sahipleri olup onları söyleyen veya yapan baĢka birilerinden haber verici değildirler. Bunu naklederek anlatan biri elbette, ondaki tadı tam olarak alamayacağı gibi bunu baĢkalarına da miras bırakamaz. Allah Teala'nın Kelamı'nı hissederek okuyan kimse, ondaki bu tadı alır ve onlardaki Allah dostluğunun (=velâyetullah) bir kısmını kazanmıĢ olur. Aynı durum, söyleyenleri zemmedilen, yapanlarına gazap edileceği bildirilen serleri ifade eden ayetlerin okunması halinde de geçerlidir. "Tevbe etmeyenler var ya, iĢte onlar zalimlerdir". (Hucu-rat/11) Bu zayıflığı kendinde barındırarak bu aybı taĢıyan kimse ne kadar da çirkin bir davranıĢ içindedir. Bunu okurken, o vasfa haiz olduğu için kendi kendini kötüleyip zemmetmek ne kadar ağır bir derstir. ĠĢte bu yüzden okuduğu Kur'an ayeti kendi aleyhine delil olmaktadır. Tabii ki böyle bir hal içinde olanın münacaatma da ku lak verilmez. Çünkü sahip olduğu yerilmiĢ özellik, ona perde olmaktadır. Ayrıca o, okuduğu ayetin anlamını da düĢünmediği için daha aĢağıda bir cehalete itilmektedir. Kalbinin Kur'an'ı anlamada gösterdiği katılık, ona set çekmekte, halindeki yalancılık ve sağırlık da, onu Kur'an'm beyanından uzaklaĢtırmaktadır. Oysa o, uyanık bir kalple yönelmiĢ, dürüstlük ve içtenlikle tevbe etmiĢ bir kul olsaydı, Kelam -ı Ġlahi'yi dinlediğinde kendini çağıran davetçiyi görür ve O'nun davetine icabet ederdi. Allah Teala, kendisine yönelen kul için gözü açık olmayı ve zikirden öğüt almasını bilmeyi Ģart koĢmuĢ ve Ģöyle buyurmuĢtur: "Rabbine gönül verecek her kulun gözüne göstermek ve öğüt vermek içindir". (Kaf/8) Yine O, Ģöyle buyurmaktadır: "Ancak samimi yetle yönelen ibret alır". (Mümin/13) "Ancak, Allah'ın ahdine bağlı kalan ve misaklarını bozmayan akıl sahipleri ibret alabilir". (Ra'd/19) Tevbe üzerinde ısrar ve kararlılıkla durabilmek de, ahde vefa baĢlığı altında değerlendirilir. Tevbe edilen hususa tekrar dönül mesi ise, doğruluğun azalması, misakın çiğnenmesi anlamındadır. Allah'a yönelme (=Ġnâbe) asıl olarak tevbe etmek ve Allah'a dön mek, anlamındadır. Ayette geçen "Akıl=lübb" kelimesi ise, temiz akılları ve duru kalpleri ifade etmektedir. ġu halde, Allah'tan korkan, kendi nefsine ve insanlara nasiha t eden, kalbi selim sahibi bir 14[14] 15[15]
Tirmizî, Sevabü'l-Kur'ân/14 Nesa'î, Kasame/14.
mümin Kur'an okurken; cennet vaatleri, Övgüler, güzellikler ve Allah'a yakın kılınanların makamları gibi hususlarla karĢılaĢtığı zaman, kendisini kesinlikle buralarda görmemeli, aksine bunları diğer müminlere layık görmeli, bu nimetlere selamet ve olgunlukları bakımından sıddıkların layık olduğunu düĢünmelidir. Haklarında kötü sıfatlar sarfedilen kimselere gazap ve tehdit yönelten, sıfatları kınanmıĢ olan gafillerin ve günahkarların makamlarıyla ilgili ayetleri okuduğu zam an ise, ken dini bunların muhatabı görmelidir. Bunun gayesi de, onlardan korkması ve ürkmesidir. Kul, bu müĢahede ile diğer insanlar için umut beslerken, kendisi için korkuya kapılır. Bu yaklaĢımı sayesinde de insanlara karĢı hoĢgörülü, kendi nefsine karĢı öfkeli olur. Ömer b. Hattab'dan (ra) Ģöyle bir söz rivayet edilmiĢtir: "Alla -hım, küfrüm ve zulmüm için Sen'den mağfiret dilerim". Bu söz üzerine rivayet sahibi Ģöyle dedi: Ey müminlerin emiri, zulmü anladık da senin küfürle ne iĢin olur? diye sorduğumda Ģu ayeti okudu: "Mu hakkak ki insan, çok zulmedici ve çok küfredicidir". (îbrahim/34) Kulun düĢüncesi bu iki yanlıĢlıkla Ģekillenirse, kendisini sürekli övgü ve değer makamında görürken, baĢkalarını da kınama ve gazap makamında görür. O zaman da kalbi, sadıkların istikametinden sapar, Allah korkusuyla yaĢayanların yolundan bilerek ayrılır. Hem kendisi helak olur, hem de baĢka insanları helak eder. Çünkü yakınlıkta uzaklığı gören kimseye, korku duygusuyla lütufta bulu nulmuĢ olur. Uzaklıkta yakını gören kimseye ise güvenliği içinde tuzak kurulmuĢ olur. Bir alim Ģöyle demiĢtir: Kur'an'ı okuyor, ama bir tad alamıyor dum. Ne zaman ki onu, sanki Peygamber (sav) ashabına okuyormuĢ, ben de onlar gibi dinliyormuĢcasına okumaya baĢladım, iĢte o zaman tad alır ol dum. Sonra bir makam daha yükseltildim ve onu, sanki Cebrail (as), Peygamber'e (sav) indirirken dinliyormuĢum gibi okumaya baĢladım. Sonra Allah Teala bana bir makam daha na~ sib etti. Artık onu, bizzat Kelam Sahibi'nden dinliyormuĢ gibi okuyorum. Bu mak amda, Kur'an'ın büyük nimetlerini tadıyor, taham mül edemediğim bir lezzet alıyorum. Osman (ra) ya da Huzeyfe (ra) Ģöyle demiĢtir: "Eğer kalpler temiz olsalardı, Kur'an okumaya doy am azlar di" 16[16]Sabit el-Benani ise Ģöyle demiĢtir: Kur'an'la yirmi sene boğuĢtum. Yirmi sene de ondan zevk aldım. Alimlerimizden biri de Ģöyle demiĢtir: "Her ayetin altı bin anlamı vardır. Onun anlamları olarak geri kalanlar ise daha fazladır". Ali (kv) Ģöyle demiĢtir: Eğer isteseydim, sırf Fatiha suresinin tefsi-riyle yetmiĢ deve yükü kitap yazardım". Ebu Süleyman ed- Darani'den Ģu söz nakledilmiĢtir: "Ben, bir ayeti okuduğum zaman dört gece - bir rivayette beĢ gece- onun üze rinde durur, onun hakkındaki kat'i bir düĢünceye varmadan baĢka bir ayete geçmezdim". Seleften bir alim hakkında Ģu husus haber verilmiĢtir: O, Hud suresine altı ay takılmıĢ, sürekli tekrar edip düĢünmesine rağmen bir türlü bitirememiĢti. Ariflerden birinden de Ģu söz nakledilmiĢtir: Her Cuma bir hat mim, her ay bir hatmim ve her yıl bir hatmim, ayrıca otuz yıldır devam ettiğim halde henüz bitiremediğim bir hatmim daha var". O, bununla anlama ve müĢahede hatmini kasdetmektedir. Yine bu kiĢi Ģöyle derdi: Kendimi ubudiyette köle için çalıĢanlar makamına koyarım. Çünkü ben, yevmiyeci, Cum'acı, aylıkçı ve yıllıkçı olarak amel ederim. Ġnsanların, Kelam-ı Ġlahi'nin künhüne vakıf olamayıĢı ve onunla murad edilen sırların bilinemeyiĢi, Allah Teala'nm zatının marifetinin künhüne eriĢilenle meĢinden kaynaklanmaktadır. Allah Te-ala, insanoğluna kendi Zatı'nm tanınması ve marifetiyle ilgili sınırlı bilgi vermiĢtir. Allah Teala'nm sıfatları, fiilleri ve hükümleri, O'nun Kela -mı'nda verilen bilgiler vasıtasıyla bilinir. Çünkü O'nun Kelamı'nın manaları, O'nun sıfat ve ahlakından kaynaklanmaktadır. Bu se-bebledir ki, Allah Teala'nm es-Sehl, el- Latlf, eĢ-ġedîd, el-'Asûf, el-Mercuv ve el-Muhavvif 16[16]
Benzer bir hadis için b. Tirmizî, Sevabü'l-Kur'ân/14; Dârimî, Fazâil..
gibi isimleri, O'nun merhamet, lütuf, inti kam ve Ģiddetle cezalandırma gibi sıfatlarından kaynaklanmakta dır. Allah Teala'nm bizzat kendisini bilip tanımak mümkün olmadığı için, O'nun Kelamı'nm künhü de ancak O'nun tarafından bilinebilir. Sıfatlarının künhünü de ancak O bilebilir. Ancak Allah Teala, Kelamı'nın manalarını yarattıklarına bildirmek suretiyle sıfatlarının manalarını da bildirmiĢ, kullara sıfat ve ahlakını, hükümlerinin gizli yönlerini, Hitabı'nm içerdiği sırları, harflerin anlaĢılma biçimini ve Kelam'm batmi manalarını öğretmiĢtir. Kullar arasında bu bilgi ve marifete en layık olanlar, O'ndan en çok korkanlardır. O'ndan en çok korkanlar ise O'na en yakın olanlardır. O'na en yakın olanlar ise, O'nun ilgi ve inayetine maz -har olanlardır. Bir hadiste Allah Resulü'nün (sav) Ģöyle buyurduğu rivayet edilmiĢtir: "Ġnsanların Kur'an'ı en güzel seslendireni, okurken Al lah korkusuyla dolu olduğunu gördüğünüz kimsedi r" 17[17] Kulun, Allah Teala'dan hakkıyla korkabilmesi için O'nu layıkıyla tanıması gerekir. O'nu layıkıyla tanımak ise, O'nunla muameleye girmekle olur. O'nunla muameleye girebilmek ise, O'na yakın olmakla müm kün olur. O'natyakm olmak ise, dikkatini O'na yöneltmek ve sürekli O'nu düĢünmekle mümkün olur. Kul, iĢte bu noktada hitab -ı ilahinin sırrına vakıf olur ve Kitab'm batınına muttali' olur. Kul, Kur'an-ı Kerim'deki secde ayetlerinden sonra vardığı secdelerinde ayetlerin hayır dolu manalarına mazhar olmak için dua etmeli, kötü hususlar ihtiva eden manalarından ise Allah Teala'ya sığmmalıdır. Gerçek Kur1 an alimleri iĢte böyle yaparlar. Allah Tea la, bundan HoĢlanır ve kullarını da bu yüzden kendine secde etmekle mükellef kılmıĢtır. Secdenin bu boyutuyla ilgili olarak Ģu ayeti misal gösterebiliriz: "Secdelere kapanır ve Rablerini hamd ile teĢbih ederler de kibirlenmezler". (Secde/15) Kul, bu ayetten sonra secdeye kapandığa zaman Ģöyle dua etmelidir: "Allahım, beni rızan için secde edenlerden kıl, hamdinle teĢbih edenlerden kıl, Senin emrine veya dostlarına karĢı kibirlenen-lerden olmaktan Sana sığınırım". Allah Teala'mn Ģu buyruğu da bu anlamdadır: "Ve ağlayarak yüz üstü kapanırlar. Bu da onların huĢu'unu arttırır". (Ġsra/109) Kul, bu ayetten sonra da Ģöyle dua etmelidir: "Allahım, beni uğrunda ağlayanlardan ve Sana karĢı kalbi yumuĢak huĢu ehlinden kıl". Kur1 an, iĢte bu Ģekilde kulun ilim ve amelini, zikir ve duasını, kaygı ve tasasını esas almalıdır. Kul, onunla niyaz eder, onunla se -vaplandırılır. Kulun makamı, zikri, halleri, hasılı her Ģeyi onda toplanmıĢ durumdadır. Arifler de Allah Teala'yı O'nun Kelamı olan Kur'an ile bilir, O'nun hitabıyla yakini olarak sıfatlarına Ģahit olurlar. Onların ilimleri de O'nun Kelamı'ndan doğar. Ġlimleri ve müĢahedeleri vasıtasıyla buldukları da O'nun sıfatlarının manaların-dandır. Söyledikleri sözler de onların Ruhani müĢahedelerinden kaynaklanır. Çünkü Allah Teala hakkında söylenen sözler, O'nun sıfatlarının manalarından öte gitmez. O'ndan bir razı, bir gazap edici, bir nimet verici, bir intikam alıcı, bir cebbar ve kibriya sahi bi, bir Ģefkatli ve ilgi gösterici kelam sâdır olur. Kul, Allah Teala'yı bilen, O'nun Kelamı'm anlayan, O'nu dinleyen ve müĢahede eden bir insan olduğu zaman, kendisinden baĢkaları için gaib olan bazı hakikatlaere Ģahit olurken, kendisinden baĢkalarının göremedikleri hususları rahatlıkla görebilir. Allah Teala buyur du ki: "Artık andolsun gördüklerinize, ve görmediklerinize ki". (Hak ka/38-39) Yine O, Ģöyle buyurmaktadır: "Ġbret alın ey basiret sahipleri". (HaĢr/2) Ayetteki "Basiret" kelimesi, "AnlayıĢ" manasındadır. Buna göre de ifade, 'AnlayıĢınızla Bana yaklaĢın' Ģeklinde olmaktadır. Ayette "Ta" harfi, "Ta-i Tefa'u Ģeklinde olup, anlamda kesinlik ve fi ilde nitelik ve mübalağa ifade etmek için kullanılmıĢ olabilir. Allah Teala kullarına eller ve gözler verdiğine göre, onlar da gördüklerini güçleriyle ifade etmeli ve Zatı'nı andıkları zaman halktan Allah'a kaçmak, bu suret üzere, imtihanlarını en 17[17]
. îbni Mâce, îkamet/176; Dârimî, Fazâilu'I-Ku^ân/34.
güzel Ģekilde vermelidirler. DüĢtükleri imtihan hali, onların hiçbir Ģeyleri ni eksiltmemelidir. Onlar, Allah Teala'nm Ģu ayet -i kerimesinde emrettiği üzere, kendi bildirdikleri kimseler gibi olmalıdırlar: "Öğüt alırsınız diye her Ģeyi çift yarattık". (Zariyat/49) Onlar bunu iĢittikleri zaman Allah Teala'ya kaçarlar. Yine O buyurdu ki: "Allah ile beraber baĢka bir ilah edinmeyin". (Zariyat/51) Onlar, bu buy rukla birlikte Allah'ı birleyen ve O'na ihlas ile tapanlardan olurlar. Onlar için O; eĢsiz, tek, ihlasa layık olan yegane Ġlah olur. Da ha sonra eĢyadan ibret alarak O'na yönelir, O'nun katında O'nu zikreder, boylekkle O'ndan yine O'na kaçanlar olurlar. O'nu tevhid ettiklerinde, O'ndan baĢkasına uLuhiyet tanımaz, O'ndan baĢkası na ibadet etmezler. Abdullah'ın mushafmda da böyle bir ibare görmüĢtüm: "Onlar, (O'ndan) 18[18] yine Allah'a kaçtılar. Muhakkak ben de sizin için O'ndan bir açık uyarıcıyım". (Zariyat/50) Abdullah b. Mesud'dan (ra) ve bazı ravilerden nakledilen bir haberde bu ifadenin kaldırıldığı bildirilmektedir. Müsned olarak riva yet edildi ki bunlar, Allah dostu ve ihlaslı ariflerden idiler. Kur*an'm sırrına vakıf olmuĢ ve bu haberin üzerinde durmuĢlardı. Çünkü on lar, Kur'an hakkında Ģöyle bir hakikata yakın ve ona Ģahit olmuĢ kimselerdi ki Kufan'ın bir zahiri, bir batını, bir sınırı, bir de görü-nemeyen zirvesi vardır Onun zahiri Arapça bilenlere, batım yakini iman sahiplerine, sınırı Zahir ehline, görünertıeyen zirvesi ise Ġsraf ehli olan Allah dostu, korku makamına ermiĢ ariflere mahsustur. Onlar, bu zirvenin dehĢetini görüp de korktuktan sonra Allah Tea- la'nın lütfü ile ona muttali olmuĢ ve bu sırrı emin bir yere tevdi et miĢ ve sağlam bir halde haberin üzerine eğilmiĢlerdir. Onlar Allah katında yakın kılınanlardır, çünkü O'nun Ģahitleridirler. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "ġahid, gaib olanın göremediğini görür. Kalbi hazır olan Ģahit olur, Ģahit olan bulur, bulan tevhid eder, tevhid eden ise yüceltir. Gaib olan görmez, görmeyen kaybe der, kaybeden unutur, unutan ise unutulur". Allah Teala da Ģöyle buyurmuĢtur: "ĠĢte bu Ģekilde ayetlerimiz sana geldi, sen ise onla rı unuttun. Bugün de aynı Ģekilde sen unutulursun". (Taha/126) Yani sen, Allah'ın ayetlerini terkettin, onları önemsemedin ve üzer lerinde düĢünmedin. Aynı Ģekilde sen de bugün terkedilirsin ve bir rahmetle yüzüne bakılmaz. Bir lütufla, seninle konuĢulmaz ve az da yaklaĢtınlmazsın! 19[19] 17. FASIL
Kur'an'da Mufassal Ve Muvassal İfadeler, Bunlarla Amel Edenlerin Övülmesi, Bunlardan Gafil Olanların Yerilmesi Ve Kur'an -1 Kerim'deki Garib Kelimelerin Tefsiriyle Alâkalıdır
Bu fasılda Kur'an-ı Kerim'deki mufassal ve muvassal kelimeleri, bunu bilenlerin övülüp gafil olanların yerilmesini, Kur'an'daki bir takım Garib ve MüĢkil kelimelerin tefsirini ve hülasa etmek suretiyle manaya delalet eden usul yani prensipleri anlatacağız. Kelam-ı Ġlahi'nin zahiri, iki Ģekil üzeredir: Ġlki, Mücmel -i Muhtasar, yani kısa tutulmuĢ mücmel (=özlü kelime) ikincisi ise, Mûsıl -i Mükerrer, yani birleĢtirici ve tekrarlı kelimelerdir. Kelam-ı Ġlahi'nin kısaltılması ve icmali, belagat ve icaz gereği olarak gerçekleĢmiĢtir. Allah Teala buyurdu ki: "Muhakkak ki bu (Kur'an)'da ibadet eden bir kavim için belağ (duyuru) vardır". (Enbiya/106) Tekrar edilmesi ve açıklanması ise, kullara anlatmak ve ısrarla hatırlatmak maksadıyla yapılmıĢtır. Yine Allah Teala Ģöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki Biz onlar için vahyi ardarda ulaĢtırdık. Umulur ki onlar, iyi düĢünürler". (Kasas/51) Allah Teala, mübhem (=kapalı) mücmel ve mufassal (=açıklan -mıĢ) tevhid hakkında Ģöyle buyurmaktadır: "Elif Lam Ra" (Hud/1) Bu ayetin tefsirinde mezkur harflerin Allah Teala'nın 18[18] 19[19]
Elimizdeki mushafta (O'ndan) ifadesi mevcut değildir. (Tah.). Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), Ġz Yayıncılık: 1/ 160-179.
üç ismine delalet ettiği söylenmiĢtir: Allah; el-Latîf; er-Rahîm. BaĢka bir görüĢte ise, bu harflerin Allah Teala'nın Rahman isminin harfleri olduğu söylenmiĢtir. Allah Teala daha sonra bu üç harfin sebebini açıklayarak Ģöyle buyurmuĢtur: "Bu, ayetleri muh kem kılınmıĢ.." (Hud/1) yani tevhid ile sağlam kılınmıĢ "Sonra açıklanmıĢ" (Hud/1) yani cennet vaadi ve cehennem tehdidiyle, "Hakîm" (Hud/1) yani hüküm ve hikmet sahibi, "Habîr" (Hud/1) yani her Ģeyin hükmünden haberdar olan ve helal haram hükümleri ni açıklama noktasında çok bilgili ve uzman olan Allah tarafından, "Allah'tan baĢkasına kul olmayın". (Hud/2) Tevhid, iĢte budur. Allah Teala, Kitabı'mn ayetlerini de iĢte bu Ģekilde muhkem ve sağlam kılmıĢtır. "Muhakkak ki ben size O'nun tarafından müjdelemek ve uyarmak için gönderilmiĢ bir peygamberim" (Hud/2) iĢte O'nun pey-gamberi'ne bildirdiği cennet vaadi ve cehennem tehdidi de budur. Ġcaz yani kısaltma için kullanılmıĢ kelimelere misal olarak da Allah Teala'nın Ģu buyruğunu zikredebiliriz: "Semud'a görülür/açık bir mucize olarak o diĢi deveyi verdik. Onunla zulmettiler". (Ġs-ra/59) Yani onu yalanlayarak kendi kendilerine zulmettiler. Burada 'Yalanlayarak kendilerine' kelimeleri icaz maksadıyla hazfedil-miĢtir. BaĢka bir misal de Allah Teala'nın Ģu buyruğudur: "Tavanları üzerine bomboĢ bir köy". (Bakara/259) Ayetteki "Hâviyetün" keli mesi, boĢ olan anlamındadır. "UrûĢ" kelimesi ise, çatı ve tavanlar, anlamındadır. Peki bir Ģehir, çatıları olduğu halde nasıl çatılardan hali olabilir. Bu da hazifle yapılan kısaltmaya misal olacak bir ayettir ki anlamı; ya meyva ve ürünler bulunmayan, ya da çatılarında oturan ahali bulunmayan Ģehir Ģeklindedir. Bu nevi kısaltmaya bir diğer misal de Allah Teala'nın Ģu ayeti dir: "Ama iyilik, Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimsedir". (Bakara/177) Burada da fiil hazfedilerek yerine isim konulmuĢtur. Dolayısıyla buradaki mana; 'Ġyilik, Allah'a ve ahiret günü iman edenin iyiliğidir1 Ģeklinde olacaktır. Burada hazfedi len kelime, fiil yerine geçen isim de olabilir. Buna göre de ayetin manası Ģu Ģekilde olur: 'Ġyi kimse, Allah'a ve ahiret gününe iman edendir1. Bu du rumda ayetteki 'Birr1 kelimesi, iyi kimsenin sıfatı olarak onun yeri ne geçirilmiĢ olmaktadır. Ġlk tür kısaltmaya misal olarak Allah Teala'nın Ģu buyruğunu da zikredebilir: "Kalplerine buzağı içirildi". (Bakara/93) Ayetin anlamı Ģu Ģekildedir: 'Onların kalplerine buzağı sevgisi düĢürüldü'. Görüldüğü gibi 'Sevgi' kelimesi hazfedilmiĢtir. Bu tür kısaltmaya bir diğer misal de Allah Teala'nm Ģu buyruğudur: "Tertemiz bir kimseyi bir can karĢılığı olmaksızın öldürdün mü?". (Kehf/74) Ayetin öncesinde ve içerisinde onu öldürdüğü zikredilmemektedir. Ancak takdiri anlam, 'Bir can karĢılığı olmaksızın öl dürdü' Ģeklinde olmaktadır. Buradaki 'Öldürdü* fiili hazfedilmiĢtir. Buna benzer bir misal de Allah Teala'nm Ģu buyruğudur: "Bir cana karĢılık olmaksızın veya yeryüzünde fesad (olmaksızın) bir cana kıyan kimse". (Maide/32) Ayetin takdiri anlamı Ģöyledir: 'Bir kimseyi öldürmediği veya yeryüzünde düzen bozuculuk yapmadığı halde bir kimseyi öldüren kimse'. Ayette ilk ifadeden hazfedilen 'Öldürmek' ikinci ifadede ise 'Fesat çıkarmaksızm' ibareleri hazfedilmiĢ ve ilk ifadedeki olumsuzluk eki 'Gayrin ölümle ilgili kısımda kullanılmasıyla yetinilmiĢtir. "Göklerdeki kimse ve yerde". (Enbiya/19) ayeti de böyledir. Burada da ikinci kelime olan 'Yerde' kelimesinin baĢından 'Kimse' kelimesi hazfedilmiĢtir. Allah Teala'nm Ģu ayeti de bu türe bir misal teĢkil etmektedir: "O halde sana dini kim yalanlatabilir?". (Tin/7) Bu ayet, Ģu ayet ile bitiĢiktir: "Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık". (Tin/4) Bu iki ayetin arasında ayırıcı olarak bir sıfat ve istisna cümlesi vardır. Bu durumda takdiri mana Ģu Ģekilde olmak tadır: Ey insan, bu beyan ve vahiyden sonra sana dini yalanlatan nedir? Hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah'a din olarak bağlanmayı yalanlatan Ģey nedir?' Gizli bedel (=Bedel-i Muzmar) bulunan ayetlerden biri de Ģu dur: "Ve o takdirde Biz sana hayatın katmerlisini ve ölümün kat merlisini tattmrdık". (Ġsra/75) Bu ayetin takdiri anlamı ise
Ģöyledir: 'Sana hayat ehlinin azabının katmerlisini, ölüm ehlinin azabının da katmerlisini tattırırdık'. Buna göre ayette 'Azab' kelimesi hazfedilmiĢ olmaktadır. Aynı Ģekilde 'Ö lüler ve diriler1 kelimelerinin yerine bedel olarak 'Ölüm ve hayat' kelimeleri kullanılmıĢtır. Dolayısıyla sıfat, ismin yerini almıĢ olmaktadır. Aynı Ģekilde sıfatın lafzı üzere bırakılarak 'Ehli' kelimesinin gizlenmesi de mümkündür. Buna göre de mana, 'Hayattakilerin azabının katmerlisi, ölüm ehlinin çekeceği azabın katmerlisi' Ģeklinde oluĢturulabilir. 'Ehl' kelimesinin gizlenmesine (=izmar) baĢka ayetlerde de örneğin 'ġehir halkı' yerine 'ġehir5, 'Kervan halkı' yerine 'Kervan' gibi kelimelerde rastlamaktayız. Bu minvalde Allah Teala Ģöyle buyurmaktadır: "Hem orada bulunduğumuz Ģehire, hem de içinde bulunduğumuz kervana sor". (Yusuf 82) Takdiri anlam, 'Hem orada bu lunduğumuz Ģehir halkına, hem de içinde bulunduğumuz kervan mensuplarına sor5 Ģeklinde dir. Bu anlamda diğer bir misali ise Ģu ayet -i kerimede görmekteyiz: "O (Kıyamet) göklere ve yere ağır geldi". (A'raf/187) Bu ayette de gizli bedel vardır. Buradaki 'ağır geldi' kelimesi, mana delaletiyle (=Delâletü'l- ma'nâ) 'Gizlendi' anlamına gelir. Çünkü bir Ģeyin bilgi si gizlendikçe ağırlığı artar. Aynı Ģekilde 'Göklerde' kelimesinin anlamı 'Göklerin üzerinde' Ģeklindedir. Gizli olan ise 'Halkı' kelimesidir. Bütün bu bilgiler ıĢığında ayetin takdiri anlamı Ģöyle olmaktadır: 'Kıyametin vakti gökler halkına da yer halkına da gizli tutulmuĢtur. O size ansızın gelecektir Buna misal olabilecek bir baĢka ayet de Ģudur: "Yusufu anıp du rursun". (Yusui/85) Bu ayette, bir gizli bir mahzuf kelime vardır. Mahzuf olan kelime "Hâlâ" kelimesi, muzmar olan ise fi ile olumsuzluk katan 'La' kelimesidir. Çünkü bu cümle bir yeminin (=ka- sem) cevabıdır. Buna göre ayetin takdiri anlamı Ģöyle olmaktadır: 'Dediler ki: Allah'a yemin ederiz ki sen hala Yusufu anıp duruyorsun'. Ayette 'La' kelimesi muzmar, 'Hâlâ' anlamındak i 'Tezâlü' kelimesi de bedel olmaktadır. Bu ayet de, Allah Kelamı'nm muhtasar, fasih ve beliğ olan ifadesidir. Arapların bir kısmının Arapça anlatımı da böyledir. Kur'an'da, her tür ifade Ģekli vardır. Bu kabilden ayetlere misal olarak Ģunları zikredebil iriz: "O'nu yalanlamakla rızkının Ģükrünü mü eda ediyorsunuz?". (Vakıa/82) "Allah'ın nimetini küfürle değiĢtirenleri görmedin mi?". (Ġbrahim/28) Ġlk ayetin takdiri anlamı Ģöyle olmaktdır: 'Size verilen rızıklara karĢı Ģükrünüzü Allah'ı yalanlayarak mı eda ediyorsunuz?'. Ġkinci ayetin takdiri ise Ģöyledir: 'Onlar, Allah Teala'nm nimetlerine karĢı duyacakları Ģükranı nan körlükle değiĢtiler1. Bu tür ifadelere örnek olarak Ģu ayetleri de gösterebiliriz: "Nice Ģehirleri helak etmiĢizdir". (Hacc/45) "Nice Ģehirler vardır ki onlara süre tanıdım". (Hacc/48) Bu ayetlerde de 'Halkları' kelimesi hazfedilmiĢtir. Aynı durum, "Kervana sor". (Yusuf/82) ayeti için de geçerli olup 'Mensupları' kelimesi mahzuftur. Ayette geçen *Ayr* kelimesi, meçhul deve, anlamındadır. Bu kelimenin, 'Kervan' an lamına gelmesi de nahiv alimlerinin Mecaz dedikleri sanatla ol maktadır. Kur"an'da Arap dilinin edebi sanatlarından bir çoğu kullanılmıĢtır. Bunlara misal olarak Ģu ayeti gösterebiliriz: "Muhakkak ki bu Kur'an, en doğru olana iletir". (Ġsra/9) Yani en doğru olan yola. Bunun bir benzen de Allah Teala'nın Ģu buyruğudur: "Kullarıma, en güzel olanı demelerini söyle". (Ġsra/53) Yani en güzel kelimeyi. Bunun bir diğer örneği de Allah Teala'nın Ģu buyruğudur: "En güzel olanla sav". (Mü'minun/96) Yani, en güzel olan söz veya fiille sav. Diğer bir örnek de Ģu ayet -i kerimedir: "Haklarında Biz'den en güzel verilmiĢ olan". (Enbiya/101) Yani, haklarında en güzel söz söylenmiĢ olan kimseler. Bu ayetin bir diğer tefsirinde ise 'Hüs -na-En güzel' kelimesinin- sıfat değil isim anlamında kullanıldığıdır. Bu durumda kelime, 'Cennet' anlamına gelmektedir. "Süleyman'ın krallığında". (Bakara/102) ayeti de hazfedilmiĢ kelime ihtiva eden ayetlerdendir. Bu ayette hazfedilen ise 'Devri' kelimesidir. Buna gör e ayetin takdiri anlamı Ģudur: 'Süleyman'ın krallığı devrinde'. Bir diğer ayet de Ģudur: "Resullerin vasıtasıyla bize vaadettiğini bize ver". (Al-i Ġmran/194) Bu ayetin takdiri ise 'Resullerin dilleri vasıtasıyla'
Ģeklindedir. Görüldüğü gibi 'Diller* kelimesi muzmardır. Kinayeli muzmar ifadelere misal olarak Ģu ayeti zikredebiliriz: "Onu bana Ģeytan unutturdu". (Kehf/63) Burada gizlenen kelimeler 'Balık ve onu anma' kelimeleridir. Musa'nın (as) adı ise, kısaltma maksadıyla zikredilmemiĢ tir. Buna göre takdiri mana Ģöyle olacaktır: 'Sana balığı hatırlatmayı Ģeytan bana unutturdu'. Kinayeye misal olarak da Ģu ayeti zikredebiliriz: "Biz onu Kattır gecesi indirdik". (Kadr/1) Burada 'O' zamiriyle kinaye olunan Ģey, Kur'an olup lafzen iĢaret edilmemiĢtir. Allah Teala'nın Ģu buyruğu da buna misaldir: "Ta ki Örtüyle giz lendi". (Sad/32) Burada gizlenen varlık 'GüneĢ', gizlenme vasıtası ise 'Gece'dir. Görüldüğü gibi 'GüneĢ' kelimesi mötinde geçmemiĢ ancak kinaye yoluyla ona iĢaret edilmiĢtir. BaĢka bir misal de Ģu ayet-i kerimedir: "Onunla ancak sabredenler kavuĢturulurlar". (Fussilet/35) Burada kinayeyle ifade edilen Ģey, sabreden kimselerin kavuĢturulacakları 'Güzel söz' veya fiildir. Allah Teala'nın bu anlamdaki baĢka bir buyruğu da Ģudur: "Ona ancak sabred enler kavuĢturulurlar". (Kasas/80) Sabredenlerin kavuĢturulacakları Ģey; dünya hayatında 'Zühd' kelimesi, ahi-rette ise 'özendirme ve rağbet sözüdür1. Bu da Allah Teala'nın "Vay halinize, Allah'ın sevabı daha hayırlıdır". (Kasas/80) buyruğuna dönmektedir. Yani bu söze kavuĢturulacaklardır. Bir kelimeye karĢılık konulan kısaltmaya (=Bedel -i Muhtasar) rmisal olarak ise, Allah Teala'nın Ģu buyruğunu gösterebiliriz: "Ona 'Allah'tan kork' denildiğinde günahla ululuğa kapıldı". (Bakara/206) Bu ayetin takdiri an lamı, 'Kibir ve ululuk taslaması, onu günaha Ģevketti' Ģeklinde olmaktadır. Buna bir baĢka misal de Allah Teala'nın Ģu buyruğudur: "O'nu uyku veya içi geçme almaz". (Bakara/255) Bunun takdiri anlamı ise Ģu Ģekildedir: 'Allah Teala, uyku veya iç geçirmeye müptela olmaz'. Çünkü uyku ve içi geçme hali, kur için geçerlidir vconu, dikkat ve uyanıklık halinden alıp götürür. Bu durum Zat -ı ilahi için asla geçerli olamaz. Nakli iklaba (=Menkul- i Münkalib) misal olarak Ģu ayet -i kerimeyi gösterebiliriz: "O, zararı faydasından daha yakın olan kimseye dua eder". (Hacc/13) Bu ayetteki 'Ġçin anlamına gelen Lam har fi' nakledilmiĢ olup buna göre ayötin takdiri anlamı Ģöyledir: *O, öy le birine dua etmektedir ki, onun kendisine faydadan çok zararı do kunur". Bu tür ifad elere bir baĢka misal de Ģu ayettir: "Güçlü kuvvetli bir bölüğe ağır geliyordu". (Kasas/76) Yani, anahtarlar öyle ağırdı^ki, taĢıyanlarına ağır geliyordu. iklaba misal olarak da Ģu ayetleri zikredebiliriz: "Tur -i Sinin". (Tin/2) "Ġl Yasin'e selam olsun". (Saffat/130) Burada ilk ayette, 'Tur-i Sinin' olarak geçen mekamn ismi iklab edilerek (Tur-i Sina' yani 'Sina dağı Ģeklinde anlaĢılır. Ġkinci ayetteki 'Ġl Yasin' ise iklaba uğ rayarak 'elYasin' Ģeklinde anlaĢılır. Burada zikredilen kiĢinin îdris (as) olduğu da söylenmiĢtir. Çünkü Ġbni Mesud'un (ra) rivayetinde de 'Ġdris'e selam olsun' Ģeklinde geçmektedir. Bazıları Kur'an'ı bu Ģekilde kısımlara bölmüĢler, sanki onun bir kısmına iman edip bir kısmını inkar eder gibi bir duruma düĢmüĢ lerdir. Bu çerçevede mi sal olacak ayetlerden biri de Ģudur: "Allah onlardan maymunlar, domuzlar ve Tağut'a tapanlar yarattı". (Ma -ide/60) Burada makul olan mana 'Allah'ın onlar arasında Tağut'a kulluk edenler varetti' Ģeklinde olacaktır ve Allah Teala'mn Ģu buyruğuna atıf olması mümkündür: "Allah'ın lanet ve gazap ettiği kimseler......ve Tağut'a kulluk edenlere de". (Maide/60)Ama'Tağut' kelimesini, esreli olarak okuyanlar 'Abede=kulluk etti' kelimesini isim olarak görmekte ve 'tağut' kelimesiyle isim tamlaması yapmaktadırlar. Böyle yapıldığında ise hepsi aynı manada beĢ türlü okuma ihtimali doğmaktadır: "Abedetü't-Tağût; 'Ibâdü't-Tağût; Ab-dü't-Tağût; 'Ubbâdü't -Tağût; Ubedü'tTağût". Ancak 'Abede' kelimesinin fethalı okunması halinde 'Kulluk etme' anlamında fiil olmak tadır ki sıhhatli olan da budur. Gizli kısaltmaya (=Muzmar -ı Muhtasar) misal olarak ise Ģu ayet -i kerimeyi zikredebiliriz: "Bilin ki, Ad kavmi hakikaten Rable- rini inkar ettiler". (Hud/60) Burada gizli olan kelime Ģu
ikisinden biridir: Ya Rablerinin 'nimetini' inkar ettiler, ya da Rablerini 'birlemeyi' inkar ettiler. Bu iki kelimeden her hangi biri kısaltma maksadıyla gizlenmiĢtir. 'Rableri' isminin fethalı olması ise, onu esreli kılacak kelimenin kaldırılmıĢ olmasından dolayıdır. Burada garib bir görüĢ daha vardır. O da Ģudur ki, 'Rablerini' ismi, manası üzerine yüklenmekte ve 'Rablerini örttüler1 Ģeklinde ve rilmektedir. Yani onlar, Rablerinin ayetlerini ve onların ihtiva ettiği hak çağrısını ÖrtmüĢlerdir. Buna göre onların inkarlarının (=küfr) anlamı, 'onlar Rabierini örttükleri için hak da onlara örtü lü kalmıĢtır", Ģeklinde verilmektedir. Tevhidde de bu tür bir haki kat mevcuttur. Çünkü her fiilde öncelik ondadır. Onlar ise, haktan sonra büyüklüğe kapılmıĢlardır. Bu durum, Allah Teala'nm Ģu buyruğunda da sözkonusudur: "Ve elbette onları, düĢmekte oldukları Ģüpheye yine düĢürürdük". (En'am/9) Buradaki 'Libs' kelimesi de 'Örtü' anlamındadır. ġu ayet de kısaltma gayesiyle gizlemeye misal olarak zikredilebilir: "Allah dıĢında dostlar edinenler var ya biz onlara tapmayız". (Sad/3) Burada da 'Derler ki' kelimesi gizlenmiĢtir. Aynı durum Ģu ayet-i kerime için de geçerlidir: "Gevelemeye devam ederdiniz. Her halde biz çok ziyandayız". (Vakı'a/65 -66) Bu ayette de 'dersiniz' ke limesi gizlenmiĢtir. Allah Teala'nm Ģu buyruğu da bu Ģekilde anlaĢılır: "ġu kavme ne oluyor da bir sözü dahi neredeyse anlayamıyorlar. Sana bir iyilik isabet ettiğinde o, Allah'tandır. Sana bir fenalık isabet ettiğinde ise o sendendir". (Nisa/78- 79) Burada anlam Ģu Ģekilde gerçeleĢ -mektedir: '-Kendi haklarında haber vermek ve kendilerinin zem-medilmesi istikametinde- derler ki: Sana isabet eden..' Kaderiye fırkası, iĢte bu ayetin tefsirinde, Arap dilinin inceliklerine da vakıf olmadıkları için helak olmuĢlardır. Onlar bunu, Allah Teala tarafından bir açıklama ve Ģeriatın baĢlangıcı zannetmiĢlerdir. Oysa Allah Teala, Ģeriatının baĢlangıcını ve açıklamasını ayetin ilk kısmında "De ki: Bunların hepsi de Allah'tandır" (Nisa/78) buyurarak muhkem kılmıĢtır. Ġbni Abbas (ra) Ģöyle demiĢtir: Kur'an'm anlaĢılmasıyla ilgili bir kuĢkuya kapıldığınızda Araplar'ın sözlerine baĢvurun. KiĢi bir ayeti okur ama onun nasıl anlaĢılması gerektiğini bilmediği için küfre düĢebilir. Bu ayeti, Ġbni Mesud'un (ra) mushafmda Ģöyle okudum: 'ġu kavme ne oluyor? Neredeyse bi r sözü bile anlamıyorlar. Diyor lar ki: Sana isabet eden bir iyilik...' Önceki ayet de size haber ver diğim ve kendim de gördüğüm gibi Ġbni Mesud'un (ra) mushafmda 'Allah'tan baĢka dostlar edinenler derler ki: Biz onlara tapmıyoruz...'Ģeklindedir. Gizli (=Muzmar) ifadelere misal olarak da Ģu ayet -i kerimeyi de zikredebiliriz: "Eğer dileseydik, sizden yeryüzünde melekler kılardık da onun halifesi olurlardı". (Zuhruf/60) Burada murad edilen, insanlardan bir topluluğun meleğe dönüĢtürülmesi değil, insanlar y erine meleklerin halife kılınmasıdır. Buna göre takdiri anlam Ģöyle olmaktadır: 'Dileseydik, yeryüzünde sizin yerinize melekleri va- rederdik de onlar yeryüzünün halifeleri olurlardı'. Bu Ģekildeki bedele misal olarak Ģu ayetleri de zikredebiliriz: "Hayır için önde gidenlerdir". (Mü'minun/61) Bu ayetteki 'Lam' harfi bedel için olup 'Ba=ile,-de, - da' anlamındadır. Eğer onu geçse- lerdi, hayrı kaçırabilirlerdi. Dolayısıyla takdiri anlamı Ģöyle olmaktadır: 'Onlar, hayır ile-hayırda- önde gidenlerdir5. Bazılarına göre bunun bir diğer misali de Ģu ayettir: "Rabbi dağ için tecelli ettiğinde". (A'raf/143) Buradaki 'Lam=için' harfi de 'Ba= -de, da' anlamındadır. Dolayısıyla ayetin takdiri anlamı 'Rabbi dağda tecelli ettiğinde' Ģeklinde olmaktadır. Dağ, Musa (as) için bir perde idi. Al lah Teala perdeyi kaldırdı ve üzerinde tecelli etti. Aynı durum Musa (as) ile konuĢtuğu ağaç için de geçerlidir. Ağaç Musa'ya (as) dönüktü ve Allah Teala ona ağaçtan konuĢmuĢtu. Buna verilen misallerden biri de Ģu ayettir: "Sizleri hurma kütüklerinde çarmıha gereceğim". (Taha/71) Yani hurma kütüleri üzerinde çarmıha gereceğim,. Aynı hal, "Beni zalimler topluluğunda kılma". (A'raf/150) ayeti için de geçerlidir. Burada da takdiri anlam; 'Beni zalimler topluluğuyla beraber kılma' Ģeklin dedir. Bu anlamda baĢka bir misal de Ģu ayet -i kerimedir: "Yoksa onda dinledikleri bir merdivenleri mi var?". (Tur/38) Yani, 'Üzerinde durup da dinledikleri bir merdivenleri mi var?' Aynı Ģekilde "Onda böbürlenirler". (Mü'minun/67) ayeti de buna misaldir. Yani 'Ondan -
Kur'an'dan- böbürlenirler1. Bu anlamda Allah Teala'nm Ģu buyruğu da mecaza misal olarak gösterilebilir: "Onda bir uzmana sor". (Furkan/59) Yani, 'Onu bir uzmana sor1. Arapça'da yer alan bazı cer harfleri ve edatlar, birbirlerinin yerini alab ilirler. "Gök, onunla yarılır". (Müzzemmil/18) ayeti buna misal olarak zikredilir. Yani, 'Gök, onda - Kıyamet gününde- yarılır*. Buna bir baĢka misal de Allah Teala'mn Ģu buyruğudur: "Zulmedenler dıĢında insanların sizin aleyhinizde delilleri olmaması için". (Bakara/150) Burada da 'Ġlla=istisna' edatı 'La=olumsuzlukJ edatıyla yer değiĢtirmiĢtir. Buna göre ayetin takdiri anlamı Ģöyle olmaktadır: 'Zulmedenlerin de ... delilleri olmasın'. Ayetteki 'Ġlla' edatının devamlılık (=isti'nâf) ifade etmesi de mümk ündür. Buna göre ifadenin takdiri 'Ama zulmedenlerden...' Ģeklinde olur ve haberi takip eden 'Onlardan korkmayın' cümlesiyle bitiĢik olur. Bu durumda ayetin nihai takdiri de Ģöyle olur: 'Ama zulmedenlere gelince onlardan korkmayın'. Bu ayete benzer olan bi r baĢka ayet de Ģudur: "Çünkü Benim yanımda, peygamber olanlar korkmazlar. Ancak zulmeden...". (Neml/10- 11) Burada da 'Ġlla' edatının isti'naf için olup 'Ama zulmeden, sonra da kötülüğün arkasından iyiliğe dönen olursa' Ģeklinde anlaĢılması mümkündür. Bu durumda ayetin bu kısmı, haberi son ra zikredilen bir mübteda olur. Allah Teala'mn Ģu buyruğu da bu minvalde görülür: "Mallarını, mallarınıza (katarak) yemeyin". (Nisa/2) Ayetteki 'Ġla=-e, a' Harf-i Cerri, 'Me'a=beraber, birlikte' anlamındadır. Buna göre d e mana Ģu Ģekilde olmaktadır: 'Onların mallarını kendi mallarınızla birlikte yemeyin'. Abdestle ilgili Ģu ayet -i kerimede de benzer bir durum vardır:: "Elleri dirseklere (kadar) yıkayın". (Maide/6) Burada da 'Ġla' harfi 'Me'a' anlamında olup manayı 'Dirsek lerle beraber1 Ģeklinde değiĢtirmektedir. Arapça'da harfler ve edatlar birbirlerini yerini alabilirler. Eğer muzmar olanlar açıklansa veya mahzuf olanlar metne katılsaydı, o zaman da kıraat zayıf olurdu. Açıklama ve vurgulama için ardarda gelen tekrara (=M avsul-i Mükerrer), misal olarak Allah Teala'mn Ģu buyruğunu verebiliriz: "Allah dıĢında ortaklara yakaranlar uymaz, onlar ancak zanna uyarlar". (Yunus/66) Burada 'Tâbi olma=Uyma' fiili iki kere tekrar edilmiĢtir. Fiilin tekrarının gayesi, açıklama ve vurgulamadır. Söz uzadığı için, mu -hatabm daha rahat anlayabilmesi için tekrar edilme durumu söz-konusudur. Ayetin takdiri anlamı Ģöyledir: 'Allah dıĢında ortaklara yakaranlar, ancak zanna uyarlar1. Yani, onların Allah dıĢında ortaklara uymaları, sadece kendil erinden kaynaklanan asılsız bir zandır. Vurgulama (=te'kîd) gayesiyle tekrara yer verilen misaller ara sında Ģu ayet -i kerime de anılabilir: "Onun kavminden müstekbir -ler topluluğu, mustazaflardan iman edenlere Ģöyle dediler". (A'raf/75) Bu ayetin kısaltılın asıyla oluĢan takdiri mana Ģöyledir: 'Kavminin müstekbirleri, iman eden müstazaflara dediler^ Ayette ise gerek 'Müstazaflar1 öne geçirildiği, gerekse onlardan bir kısmı tahsis edildiği için, açıklama (=beyan) maksadıyla 'Ġman edenleri' kısmı tekrar edilmiĢtir. Buna verilebilecek diğer bir misal de Allah Teala'mn Ģu buyruğudur: "Ancak Al -i Lut'u, Biz onların hepsini kurtarıcıyız, sadece karısı hariç". (Hicr/59) Burada, istisnanın üzerinden bir istisna daha yapılmaktadır. Dolayısıyla söz uzamaktadır. Ama Allah Teala, onun 'Al'inin bir kısmının kurtarılacağını ifade buyurduğu ve söz kısa olduğu için müstesnadan müstesnayı çıkarmak durumu hasıl olmuĢtur. Bu ayetten çıkarılacak bir hükmü de, eĢin 'Al' kapsamına girmesidir. Çünkü Allah Teala Lut'un (as) hanımını onun 'Al'in-den istisna etmiĢtir. Tekid maksadıyla yapılan tekrara misal olarak Ģu ayet -i kerimeyi de zikredebiliriz: "Derken .. birini yakalamak isteyince". (Ka- sas/19) Bu ayetin kısaltılmıĢ hali, 'Yakalamak istediğinde' Ģeklindedir. Bu ayetin, gizl i kısaltmanın bulunduğu bir ayet olduğu da söylenmiĢtir. Buna göre gizli olan, isimdir. Fiil ise hazfedilmiĢtir. Bu, yadırganan bir takdirdir. Buna göre ayetin anlamı Ģöyle olmaktadır: 'Ġsrailli her ikisinin de düĢmanı olan kiĢiden dolayı Musa'yı (as)
yak alamak istediğinde bunu yapmadı. Dedi ki: Ey Musa, beni öldürmek mi istiyorsun?' Bu durumda ayet, kısaltma ve icaz babında değerlendirilebilir. Tekid için tekrara yer verilen ayetlerden biri de Ģudur: "Onlar, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna baksınlar! Onlar, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündüler". (Fa-tır/44) Bu ayette anlaĢılan ve takdiri caiz olan mana Ģöyledir: 'On lar, kendilerinden önce ve kendilerinden daha güçlü olanların akıbetlerinin nasıl olduğuna baksınlar". Bu ayette ke limesi ile iki cümle bağlanmakta ve 'Daha kuvvetli' kelimesi ile de tekid yapılmaktadır. Ġbni Mesud'un (ra) mushafinda 'Kânû^idiler1 ve
müĢriklerin kardeĢleridir ve azgınlıklarında müĢriklere yardım ederler. Yardımda -asla kusur etmezler1. Allah Teala'nın bu anlamdaki bir baĢka ayeti de Ģudur: "Onun gücü ancak onu dost edinenler ve onu Allah'a ortak koĢanlar üze rindedir". (Nahl/100)
ismin tekil kılınması, tür ü belirtmek içindir. Allah Teala'nm Ģu buyruğu da buna misal olarak gösterilebilir: "Ey insan, sen cidden Rabbine doğru çabalar da çabalarsın". (ĠnĢi -kak/6) Bu ayette de çoğul anlamına gelen tekil kullanılmıĢtır. Buna göre ayetin takdiri Ģöyle olmaktadır: 'Ey insanlar, siz Rabbinize doğru çabalar da çabalarsınız'. Aynı durum Ģu ayet -i kerime için de geçerlidir: "Kitabı sağdan verilene gelince, kitabı sırtının ardından verilene de gelince". (înĢi -kak/7-10) Burada yön sıfatları ismin tekil olması yüzünden tekil ol muĢlardır. Yine bu tür ayetlere misal olarak Ģu ayeti de zikredebi liriz: "Ve onu insan yüklendi. O, gerçekten de çok zalim ve çok ca hildi". (Ahzab/72) Bunun anlamı da Ģu Ģekildedir: 'Onu insanlar yüklendiler'. Ayetlerin bu Ģekilde tefsiri bizce daha doğrudur. Bu nun delili olarak hemen peĢinden gelen Ģu ayeti zikredebiliriz: "Çünkü Allah, sonunda münafık erkek ve kadınlara, müĢrik erkek ve kadınlara azap edecektir". (Ahzab/73) Bu tür kullanımın bir diğer misali de Allah Teala'nın Ģu buyruğudur: "insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda onunla sevinir". (Rum/36) Allah Teala ismi tekil kıldığı zaman, sıfatı da tekil kılmıĢtır. Buna misal olarak da O'nun Ģu buyruğunu zikredebiliriz: "Kendi yaptıklarından dolayı onlara bir bela dokunsa". (Nisa/62) Burada ise görüldüğü gibi çoğulu izhar etmiĢtir. Tekilin kasdedildiği çoğula misal olarak da Allah Teala'nın Ģu ayetini zikredebiliriz: "Nuh'un kavmi gönderilen peygamberleri ya lanladı". (ġu'ara/105) Burada gönderilen peygamberler ile yalnız Nuh (as) kas de dilmektedir. Çünkü onun kavmine, Nuh'tan (as) baĢka peygamber gönderilmemiĢtir. Allah Teala'nın Ģu buyruğu da buna delalet etmektedir: "Hani kardeĢleri Nuh onlara Ģöyle demiĢti". (ġu'ara/106) Bazan da çoğulu tekil olarak zikretmiĢtir. Buna misal olarak da Allah Teala'nın Ģu buyruğunu verebiliriz: "Siz ona ne at sürdünüz, ne de deve. Ama Allah resullerini dilediğine galip getirir". (HaĢr/6) Burada da sadece Allah Resulü (sav) kasdedil-mektedir. Çünkü Hayber savaĢının olduğu devirde O'ndan baĢka resul yo ktur. Kinayeli çoğula misal olarak da Allah Teala'nın Ģu buyruğunu zikredebiliriz: "Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir iĢtir". (Mü min/57) Burada 'Ġnsanlar kelimesiyle kasdedilen Deccal'dır. Ġnsan lar, Deccaî'm sıfatlarını gözlerinde çok büyütüyorlardı. Ayet böyle bir ortamda nazil olmuĢtur. Yine Allah Teala'nın Ģu buyruğu da bu na misal teĢkil eder: "O kimseler ki, insanlar onlara: 'Ġnsanlar sizin için toplandı' dediklerinde". (Al-i Ġmran/173) Burada da ka sdedilen tek bir kiĢidir. Onlara bu sözü söyleyen kiĢi, Urve b. Mes'ud es -Sekafi'dir, Ancak Allah Teala, türünden dolayı çoğul sigasmı kullanmıĢtır. Araplar, tür belirtmek için tekili çoğul olarak ifade ederler. Bu hususla ilgili görüĢlerden birinde de böyle denilmiĢ ve Ģu ayet misal gösterilmiĢtir: "Sonra insanların topluca dönüp geldikleri yerden siz de geliniz". (Bakara/199) Bu görüĢe göre burada 'Ġnsanlar1 ile kasdedilen Adem (as)'dır. Çünkü Kabe'yi ilk tavaf eden odur. O tavaf ederken Cebrail (as) ge lmiĢ ve ona hacc menasikini göstermiĢtir. Seleften gelen bazı eserlerde okuduğuma göre, Adem'in (as) dönüp geldiği yer burasıdır. Bu da onun için bir delildir. Sözün güzelliğini ve anlamın sağlamlığını temin etmek maksadıyla yapılan kelime veya cümleyi öne alma (=Takdim) ve geriye bırakmaya (=Te'hir) gelince Allah Teala'nın Ģu buyruğunu buna misal olarak gösterebiliriz: "Her kim imanından sonra Allah'ı inkar ederse ve kalbi iman ile yatıĢmıĢ olduğu halde zorlanmadan, küfürden hoĢlanan bir kimse olursa ". (Nahl/106) Bu ayetin özeti ve tehi ri Ģöyledir: 'Ġmanından sonra kalbinden küfrü isteyerek Allah'a inkar eden kimseler için Allah'tan bir gazap vardır, ama kalbi imanla yatıĢmıĢ olduğu halde zorlananlar müstesnadır". Ayetteki 'La -kin=Fakat' edatı, manayı tekid ederek mananın Ģu Ģekilde takviye edilmesini sağlamıĢtır: 'Ama küfre gönlünü açan kimse'. Çünkü kalbi imanıyla mutmain olduğu halde inkara zorlanan müstesna kılınmıĢtır. Allah Teala 'Zorlananla ilgili kısmı ibarenin son kısmına koymamıĢtır. Zira böyle olması halinde hemen arkasından 'Onlar için Allah'tan bir gazap vardır5 ibaresi gelecekti. Bu son ibare, takdim edilmiĢ bir mübtedamn haberi olarak sonda gelmiĢtir. Sonda gelmesinin bir sebebi de hemen arkasından
"Çünkü onlar dün ya hayatını ahirete tercih etmiĢlerdir". (Nahl/107) ayetinin gelme sidir. Çünkü bu ayette, onların vasıflarına yer verilmektedir. Dolayısıyla sözün yapısına ve mananın akıĢına (=Te'lif ve Siyak) uygun düĢen de budur. Allah Teala'nın Ģu buyruğu da böyledir: "Peygamberin sözü Ģu olmuĢtur: Ya Rabbi, onlar... bir kavimdir". (Zuhruf/88) Bu ayet, giz li ma'tufa bir misal olduğu gibi, takdim ve tehir için de bir misaldir. Üstteki ibareye atfedilen, "Ve kıyametin saati O'nun katında -dır" . (Zuhruf/85) ibaresidir. Ayetin gizli olan ibare ise 'Peygamberin sözünü bildi' ifadesidir. Buna göre mana, Ģöyle olmaktadır: 'Kı yametin saatinin bilgisi de, peygamberinin sözünün bilgisi de O'nun katmdadır \ Bu görüĢ, ayetteki 'Lam' harfini esreli okuyanlar içindir. 'Lam' harfini fathalı okuyanlara göre ise ayetin anlamı değiĢmemekte ve Ģöyle olmaktadır: 'Kıyamet'in saati O'nun katandadır ve O, onun sözünü bilir1. 'Lam' harfini ötreli okuyanlara göre ise, haberin isti'nafı sözkonusudur ve cevabı da bir sonraki "Sen on lardan geç". (Zuhruf/89) ibaresindeki 'Fa'harfidir. Buna göre de an lam Ģu Ģekilde oluĢmaktadır: 'Onlar iman etmeyen bir kavimdir, sen de onlardan geç'. Bir önceki ayetin baĢındaki 'Vav' harfi birleĢtirme gayesiyle kullanılmıĢ da olabilir. Buna göre de Peygamberin sözü, Kıyamet saatine katılır ve Tnde=katmda' zarfi her ikisini bir leĢtirmekte kullanılır. Bunlar, Arapça'daki üç değiĢik okuma Ģekline göre oluĢan mecazi manalardır. Manaya dayandırmaya misal olarak Allah Teala'nın Ģu buyruğunu zikredebiliriz: "O, gece karanlığından sabahı yarıp çıkarandır. O, geceyi istirahat zamanı kıldı". (En'am/96) Allah Teala, bunun ardından "GüneĢi ve ayı da bir hesap ölçüsü kılmıĢtır". (En'am/96) buyurmuĢtur. Eğer bu kısım manaya dayandırılmıĢ olmasaydı, 'GüneĢ ve ay' kelimelerinin lafza tab i olarak Yarıp çıkaran ve kılan' kelimelerine bağlı olarak esreli okunmaları gerekirdi. Ama ayet 'GüneĢi ve ayı hesap ölçüsü kıldı' Ģeklinde okunmuĢtur. Bu kıraat 'Geceyi istirahat vakti kıldı' Ģeklinde okuyanların kıraa-tma uygundur. Buna göre ikinci 'Ce 'ale=kıldı' kelimesi, zahiren bi rinciye tâbi kılınarak okunmuĢtur. Bu çerçevede Allah Teala'nm Ģu buyruğunu da zikredebiliriz: "BaĢlarınızı meshedin ve ayaklarınızı da". (Maide/6) 'Ercüle-küm=ayaklarınızı' kelimesinin fethalı okunması halinde ayetin manas ı, 'Ayaklarınızı yıkayın' Ģeklinde olmaktadır. Bu kelimeyi esreli olarak okuyanlar ise bu görüĢlerinde i'rabm i'raba tabi olmasını gerektiren dil geleneğine dayanmaktadırlar. Bu kıraati savunanlar da, mezhebi açıdan ayakların meshine değil yıkanmasına taraftardırlar. Mezkur kelimedeki 'Lam' harfini fethalı okuyarak baĢtaki Tıkayın' emrinin mefulü yapanlar da, ayakların yüz ve ellere tabi olduklarını söylemektedirler. Ġbni Abbas (ra) ve Enes b. Malik'ten (ra) rivayet edilen görüĢ 'Kur'an -ı Kerim'de iki mesh ve iki yıkama vardır. Ama Allah Resulü (sav) ayakların yıkanması sünnetini koymuĢtur. Biz de ancak Allah Resulü'nün (sav) yaptığı gibi yaparız' Ģeklindedir. 20[20] Bu tür ayetlere misal olarak Allah Teala'nın Ģu buyruğunu da zikredebiliriz: "Eğer Rabbinde n bir söz geçmeseydi elbette onların azabı hemen bu dünyada olurdu. Ne var ki tayin edilmiĢ bir vade vardır". (Taha/129) Bu ayette de takdim ve tehir vardır. Bu takdim ve tehir olmasaydı ayetin takdiri anlamı Ģöyle olurdu: 'Eğer Rabbin den bir söz ve tayin edilmiĢ bir vade geçmiĢ olmasaydı elbette onların azabı hemen bu dünyada olurdu'. Bununla 'ecel=vade' kelimesi de ötreli olmaktadır. Eğer böyle olmasaydı o da 'Lizâmen= hemen' kelimesi gibi fethalı olurdu. Allah Teala, lafzın güzelliği için onu takdim etmiĢtir. Allah Teala'nın Ģu buyruğu da bu tür ifadeye misal olarak gösterilebilir: "Sanki ondan haberdarmıĢsın gibi sana soru yorlar". (A'raf/187) Bu ayetin takdiri de Ģöyledir: 'Sana öyle ısrarla soruyorlar ki sanki sen, o kıyametin bilgisi sende varmıĢ gi bi'. Bunun bir diğer misali de Allah Teala'nın Ģu buyruğudur: "Veya ondan daha hayırlısını ya da benzerini getiririz". (Bakara/106) Bu ayette de asıl metinde 'Hayırlısı' kelimesi 'Ondan' kelimesinden ön ce zikredilerek takdim edilmiĢ ve anlaĢılma zorluğu (=ĠĢkâl) doğmuĢtur. Tehire misal olarak da Allah Teala'nın Ģu buyruğunu zik redebiliriz: "Muhakkak ki sen, halden 20[20]
Bu anlamda bir hadis rivayeti için b. Ġbni Hanbel, Vl/358
hale geçersin". (ĠnĢikak/19) Fiili önceki bir ayetle bitiĢik olarak birleĢtiren kıraata göre 'haller' 'karar yurdundan' sonraya tehir edilmiĢtir. Bundan önce gelen ayet Ģöyledir: "Ey insan, sen cidden Rabbine doğru çabalar da çabalarsın". (ĠnĢikak/6) Buna göre ayetlerin takdiri Ģöyle olmaktadır: 'Ey insan, sen cidden Rabbine doğru çabalar da çabalarsın ve elbette halden hale geçersiniz'. Burada halden hale geçmekle, Berzah alemindeki durumu kasdedilmektedir. Görüldüğü gibi haller, ahiret yurduna girilmesinden sonraya tehir edilmiĢtir. Aynı görüĢ, tekili çoğul anlamda görenler tarafından da paylaĢılmaktadır. Onlar da ayetin takdiri anlamını Ģöyle vermektedirler: 'Ey insanlar, muhakkak ki siz halden hale geçersiniz'. Daha önce de gördüğümüz gibi, 'insan1 kelimesi tür ismi olup çoğul anlamı da verebilmektedir. Bu çoğul da manaya atfen yapılır. Ancak tür belirtmek için tekil kullanılmıĢtır. Buna göre de takdiri Ģöyle olur: 'Ey insanlar, elbette siz halden hale geçersiniz'. Bu haber cümlesinin tehir edilmesinin se bebi, onun mübtedası ile arasında bitiĢik bir kıssanın anlatılıyor olmasıdır. Anlamı ise takdim edilerek verilir. Bu tür tehire misal ola rak Allah Teala'mn Ģu ayetini de zikredebiliriz: "Eğer üzerinizde Allah'ın lütuf ve rahmeti olmasaydı Ģeytana uyardınız". (Nisa/83) Bu ayet, Allah Teala'mn "Ancak azınlığı dıĢında" (Nisa/83) buyruğuyla birlikte ele alınır ki bu ibare, "Bunların hüküm çıkarmağa gücü yetenleri elbette onu anlarlardı" (Nisa/83) ibaresiyle bitiĢiktir. Buna göre ayetin takdiri Ģöyle olmaktadır: 'Bunların hüküm çıkarmağa gücü yetenleri, pek azı dıĢında onu elbette anlarlar, Allah'ın üzerinizdeki lütuf ve rahmeti olmasaydı Ģeytana uyardınız'. Bu ayetle ilgili olarak Ģöyle bir görüĢ de belirtilmiĢtir: 'Pek azı' ibaresi, "Onlara korku ve güvene dair bir haber gel diğinde onu yayarlar" (Nisa/83) ibaresinden yapılmıĢ bir müstesnadır. Buna göre de takdiri anlam Ģöyle olur: 'Onlara korku ve güvene dair bir haber geldiğinde çok azı dıĢında onu yayarlar'. Bizce bu görüĢ biraz uzaktır. Bize daha sağlıklı görünen birinci görüĢtür. Ibni Abbas da (ra) bir rivayete göre bu anlamda bir kıraati benimseyerek Ģu ayeti buna uygun olarak okumuĢtur: "Allah, kötü sözün açıklanmasını sevmez, ancak zulme uğrayanlar baĢkadır". (Nisa/148) Bu ayet, bir önceki "Eğer Ģükreder ve inanırsanız, Allah size niye azap etsin?". (Nisa/147) buyruğuyla bitiĢtirilmiĢ ve 'Ancak zulme uğrayanlar baĢkadır ibaresi bunun sonuna konulmuĢ, böylece iki ayetin sıralaması Ģöyle olmuĢtur: 'Eğer Ģükreder ve inanırsanız Allah size niye azap etsin? Ancak zulme uğrayanlar baĢkadır. Çünkü Allah fena sözün açıkça söylenmesini sevmez'. Bu durumda 'Allah fena sözün açıklanmasını sevmez'ibaresi, sözün son kısmı ve iki cümlenin arasını ayırıcı kılınmıĢ olmaktadır. Bunun bir baĢka misali de Allah Teala'mn Ģu buyruğudur: "Ġnkar edenlerin bazıları bazılarının dostlarıdır. Eğer böyle yapmazsanız yeryüzünde fitne olur". (Enfal/73) Bu a yet, bir önceki "Bununla beraber dinde yardımınızı isterlerse yardım etmek de üzerinize borçtur". (Enfal/72) ibarenin sılası olarak görülmekte ve takdiri anlam Ģöyle verilmektedir:' Bununla beraber dinde yardımınızı isterlerse yardım etmek de üzerinize borçtur. Eğer böyle yapmazsanız yeryüzünde fitne olur1. Buna bir baĢka misal de Allah Teala'mn Ģu buyruğudur: "Onlar için mağfiret ve değerli bir rızık vardır". (Enfal/4) Bunu takip eden "Nitekim Rabbin seni evinden hak uğrunda savaĢ için çıkarmıĢtı". (Enfal/5) ayetiyle bu ayet arasında bir sıla yani bitiĢme olmayıp takdim ve ilk ayet ile sadece manada bitiĢme vardır: "De ki: Gani metler, Allah'a ve Resulü'ne aittir". (Enfal/1) Buna göre ibarenin takdiri Ģöyle olmaktadır: 'Ganimetler, Allh ve Resulü'ne aitti r. Çünkü Rabbin seni evinden hak yolunda savaĢ için çıkarmıĢtı'. Yani, savaĢa çıkmaktan sen razı, onlar ise isteksiz oldukları için elde edilen ganimetler de elbette senin hakkmdır. Bu iki ibare arasına giren parantezde ise, müminlere takva ve Ġslah emr edümekte, imanın ve salih olmanın vasıfları anlatılmaktadır. ĠĢte bu parantez cümleden dolayı ayetlerin bütün olarak anlaĢılabilmesi noktasında zorluk doğmuĢtur. Bu meyanda Allah Teala'mn Ģu buyruğunu da misal olarak zikredebiliriz: "Ta ki siz yalnız Allah'a inanmcaya kadar. Ancak Ġbrahim'in, babasına 'Elbette senin için mağfiret
dileyeceğim...' sözü bunun dıĢındadır". (Mümtehine/4) Ayetin bu kısmı ilk kısmı olan "Ġbrahim'de ve beraberindekilerde sizin için güzel bir örnek vardır" ifadesiyle bitiĢiktir. Buna göre de ayetin takdiri Ģöyle yapılabilir:' Ġbrahim'de ve beraberindekilerde sizin için güzel bir örnek vardır. Ancak Ġbrahim'in, babasına 'Elbette senin için mağfiret dileyeceğim...' sözü bunun dıĢındadır5. Bu istisnanın indiriliĢ sebebi ise, Mekke müĢriklerinin, Ġbrahim'in (as) bu sözüne dayanarak, Allah Resulü'ne (sav) 'Biz de müĢrik olarak ölen atalarımız için istiğfar da bulunalım' demeleridir. Onların bu sözleri üzerine 'ibrahim Peygamberin (as) örnekliğinde onun bu sözünün müstesna tutulmasını ihtiva eden bu ayet- i kerime nazil olmuĢtur. Daha sonra bir ayet daha nazil olarak, Ġbrahim'in (as) babası için yaptığı istiğfarın, sırf verdiği bir sözü tutması için yapıldığını bildirmiĢtir. O ayet Ģöyledir: "Ġbrahim'in, babasıyla ilgili istiğfarı da sırf ona vermiĢ olduğu bir sözden dolayı idi". (Tevbe/114) Allah Teala'mn Ģu buyruğu da bu hususa misal olarak gösteri lir: "Ve sizin için din olarak Ġslâm'dan razı oldum. Her kim dayanılmaz açlık halinde çaresiz kalırsa, günaha meyil maksadı olmaksızın..". (Maide/3) Ayetin bu kısmı ilk kısmı ile bitiĢiktir. Ayetin ilk kısmı Ģöyledir: "Size Ģunlar haram kılındı: Ölü, kan, domuz eti...". Buna göre de ayetin takdiri Ģöyle yapılabilir: ( Size Ģunlar haram kılındı: ölü, kan, domuz eti... Dayanılmaz açlık halinde çaresiz kalan kimse, günaha meyil maksadı olmaksızın..' Yukarıda anlatmaya çalıĢtığımız türden ifade Ģekillerinin Kur'an -ı Kerinı'de bir çok misalleri vardır. Bunlar, Kur'an ilimlerinden sadece bir nebzedir. Bu fasılda azı zikrederek çoğa karĢı kulun dikkatim çekmek, bir kaç misal ile bir çok hususa rehberlik etmek istedik. Kul, bu misal ve bilgilerden istifade ederek bunları diğer ayetlere de uygulayabilir. Aslında bütün bunlar, Arap Dili'nin ifade Ģekilleri ve sanatlarından, onların Arapça'yı kullanma yollarından ve onu daha güzel ifade etme istikametindeki çabalarına ıĢık tut maktan ibarettir. Arap dili bilginleri, sözün uzununu beyan, kısasını hıfzetmek için daha uygun görürler. Takdim ve tehiri, ifadeyi güzelleĢtirmek için kullanırlar. Kur'an da tamamen fasih ve beliğ bir metindir. Çünkü Araplara göre belagatın sıfatı, dağınık ve çok olan sözün kı sa ve özlü hale getirilmesi, kısa ve özlü olanın ise, açılıp tefsir edilmesidir. Açıklamaya ihtiyaç varken sözü kısa tutmak, Araplara gö re bir aciz lik iken, kısa ve Özlü ifade edilebilecek bir hususun dal landırılarak anlatılması ise söz bilmemezliktir. Allah Teala, onlara kendi dilleriyle hitab ettiği zaman, onlara akıllarına uygun bir Ģekilde anlatmıĢ ve yadırgayacakları bir üslup kullanmamıĢtır. Böylece sözünün, onlar nezdinde güzel bulunmasını, benzerini söylemeleri bakımından ise onlar aleyhinde bir delil olmasını mu-rad etmiĢtir. Çünkü Allah Teala, katından bir lütuf ve rahmet ola rak onlara bilebilecekleri ve güzel görecekleri bir Kelam ile hitab etmiĢtir. Halkın havas kesimi, ilmi makamları, kendilerine nasip edilen akim üstünlüğü ve sahip oldukları ilmi seviyelere göre Kur'an'm getirdiği bilgileri kavramada değiĢik seviyelere sahip olurlar. Çünkü Kur'an- ı Kerim, hem umum hem husus, hem muhke m hem mü-teĢabih ve hem zahir hem de batın bir hitaba sahiptir. Buna göre umumu, halkın avamı, hususu halkın havassı, zahiri zahir ehli, batını ise batın ehli için anlaĢılır olmaktadır. Allah Teala ilmiyle her Ģeyi kuĢatacak kadar geniĢ ve her Ģeyi bilend ir. Allah Teala, inanan kulları ihtilafa düĢtükleri zaman onlara hakkı kendi izniyle gösterecektir; kalpler kat'i imanın nuru ile safa bulduğu, akıllar tevfik ve tedbir ile teyid edildiği, halkla ilgili kaygılardan sıyrılıp, sadece Hâlık üzerinde itikaf edildiği ve nefs her türlü hevadan arındırıldığı zaman ruh serbestçe yol alır ve me -lekût-i a7a'da dolaĢır. Kalp de, yakini imanın delici nuru ile ArĢ'm melekûtunu Mevsuf Teala'mn sıfatlarının, Hallak Teala'mn hükümlerinin manaları üzerinden kaldırır. Ma'r uf uf Teala'mn isimleri nin batınını, Ra'uf ve Rahim Teala'mn ilminin garib yönlerim açığa çıkarır. Mürid, Ma'ruf Teala'mn sıfatlarına mükaĢefe yoluyla Ģa hit olur ve O'nun Ģahitliğim tam manasıyla yapar ve Allah Teala'mn "Onu hakkıyla okurlar. ĠĢte onlar ona inanırlar" (Bakara/121) buyurduğu kimselerden olur. Kur'an-ı Kerim'i hakkıyla okumak, ancak müminlere mahsus tur. Çünkü Allah Teala'nm
imandan bir hakikat bahĢettiği kimseye, bir o kadar da Kur'an'm manasından bahĢedilir. Onun madeni, mü Ģahededen doğan bir hakikattir. Kur'an'm müĢahede ile okunması iĢte bunu temin eder. KiĢinin imanının hakikilik ölçüsü yükseldikçe, Kur'an'ı müĢahede ile anlaması da o kadar artar. Nitekim Allah Teala Ģöyle buyurmuĢtur: "Onlara O'nun ayetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır". (Enfal/2) ĠĢte onlar hakiki müminlerdir. Kur'an okuyan kul; Kur'an meclisinde hazır bulunup daha sonra onunla diğerlerini uyaran, imanında artma ve aralarında Kur'an ile müjdeleĢme olan kullar gibi sıfatlandırılır: "Onun huzuruna var dıklarında dıklarında 'Susun, dinleyin!' dediler. (Okunması) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler". (Ahkaf/29); "Her inen sure on ların imanını arttırmıĢtır ve onlar birbirleriyle müj deleĢmektedir -ler". -ler". (Tevbe/124) Yine Kur'an okuyucusu, ilmiyle övülüp ümit ile sena edilen ve Allah korkusu taĢıyan kullarının sıfatlarıyla sıfatlandırılır; Allah Teala buyurdu ki: "Ahiretten sakınır ve Rabbinin rah metini ümit eder. De ki: Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?". (Zümer/9); "Rablerine korku ve umut ile dua ede rler". (Secde/16) ĠĢte bunlar, Allah ehli, ehli, O'nun yakınları, sevgilileri sevgilileri ve halis kullarıdır. Bunlar hakkında Allah Resulü'nden de (sav) Ģöyle bir hadis rivayet edilmiĢtir: "Kur'an ehli, Allah ehli ve yarattıkları arasında O'nun en has kullarıdır". 21[21] Ġbni Mesud da (ra) Ģöyle derdi: Sizden bi ri nefsi hakkında Kur'an'dan baĢkasını isteyemez; eğer Kur'an'ı se verse, Allah'ı da sever. Eğer Kur'an'ı sevmiyorsa Allah'ı da sevmi -yordur. Onun bu sözü, halk dilinde dolaĢan Ģu sözü teyid etmektedir: Bir konuĢmacıyı sevdiğinde, onun konuĢmasını da seversin. Ondan hoĢlanmadığında konuĢmasından da hoĢlanmazsın. Ebu Muhammed Sehl Ģöyle demiĢtir: Ġmanın alameti, Allah sev gisidir. Allah sevgisinin alameti Kur'an sevgisidir. Kur'an sevgisinin alameti ise, Peygamber (sav) sevgisidir. Peygamber sevgisinin alameti de, O'na tâbi olmaktır. O'na tâbi olmanın alameti ise, dün yada zühddür. Bir müridden de Ģu söz nakledilmiĢtir: Çok istekli ve kararlı bir Ģekilde Kur'an okurdum, Bir fetret dönemi geldi ve bana Kur'an okutmaz oldu. Bu Ģekilde, günlerce Kur'an okumadan durdum. Neden sonra Allah tarafından bir ses geldi: Eğen Beni seviyorsan, Kitabı'ma niçin cefa edersin? Ondaki azarlama lütfumu görmüyor musun? Bir arif de Ģöyle demiĢtir: Mürid, Kur'an-ı Kerim'de muradını bulamadıkça, eksiği ve fazlasını bilmedikçe, Mevlası Mevlası ile yetinip kullarından müstağni müstağni olmadıkça gerçek gerçek mürid olamaz. Kur'an ı Kerim'in ihtiva ettiği ilimlerin en azı hakkında söylenen 24800 ilim ihtiva ettiğidir. Çünkü her ayetin dört ilmi vardır; zahir, batın, sınır ve zirve. Bir baĢka rivayette ise, onun 77200 ilim ihtiva ettiği söylenmiĢtir. Buna göre Kur'an'daki her kelime bir ilme, her ilim de bir sıfata tekabül etmektedir. Onun her kelimesi bir sıfatı, her sıfat da bir takım t akım güzel fiiller gerektirir. Bu anlamda daha bir çok söz rivayet edilmiĢ olup naklettikleri mizle yetiniyoruz. Fettâh ve Alim olan Allah Teala, her türlü eksiklikten münezzehtir. 22[22] 18. FASIL
Gaflet Ehlinin Çirkin Sıfatları Hakkındadır
Bu fasılda, Kur'an okuyan kimsenin mekruh görülen sıfatlarını anlatmaya çalıĢacağız. Kur'an okuyan kimse, yukarıda anlattığımız güzel sıfatlara muhalefet ederek veya bunların zıddını yaparak dalgınlık, gaflet, körlük ve ĢaĢkınlık gibi haller içinde olabilir. Onu okurken, kendi nefsinin sesine kul ak verip heva ve arzularına teslim olarak, türlü zanlara kapılıp düĢmanı olan Ģeytanın vesvesesine teslim olabilir. ÇeĢitli kuruntulara dalarak okuduğu zikre biga ne kalabilir. ĠĢte bu gibi hallerde bulunan Kur'an okuyucuları için Allah Te -ala'nın Ģu buyruğu geçerli olur: 21[21] 22[22]
Ġbni Mâce, Mukaddime/16; Ġbni Hanbel, IH/127, 128, 242 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), Ġz Yayıncılık: 1/ 180 -202.
"Onlar arasında umuntulan dıĢında bir Ģeyleri olmayıp Kitab'ı bilmeyen ümmiler de vardır". (Bakara/78) Yani onlar, sadece okumakla kalır, "Ve onlar sadece zanne derler". (Bakara/78) Onların yakinin zıddı olan 'Zan* sahipleri ola rak nitelenmesi, Allah Teala'nm Ģu buyruğundaki buyruğundaki gibidir: "Biz sadece zannederiz, yakini olarak bilmeyiz". (Casiye/33) Onların durumları, Ģu ayet-i kerimede daha açık olarak ortaya konmaktadır: "Göklerde ve yerde nice ayetler var ki, onlara uğrarlar da onlardan yüz çevirirler". (Yusuf/105) Muhakkak ki Kur'an- ı Kerim, göklerde ve yerdeki ilahi ayetlerin en değerlisidir. Gökler ve yer, kendilerini yaratan ve onu indiren Allah Teala'ya çok kesin olarak delalet etmektedirler. Allah Teala kendi yüce kelamını dinlerken, hafife alan ve kendisinden baĢkalarına yakaran kimseleri de bu hallerini bildiğini söylemekle tehdit etmekte ve Ģöyle buyurmaktadır: "Seni dinlerken nasıl dinlediklerini ve fisıldaĢtıklarmı Biz pek iyi biliriz". (Ġsra/47) Kur'an okurken kalbi baĢka Ģeylerle meĢgul olan, ve dinlediği Ģeye kulak vermeyerek kendisine yarar da değil de zarar getirecek Ģey için tasalanan kimselerin durumu da böyledir. Bu kimselere, Kur'an bittikten sonra kalbine kimin girdiği ve ne anladığı sorulsa, içinde oldukları gaflet halinden dolayı cevap veremezler. Onlar sadece bedenleriyle orada oldukları için, okunan Kur'an onlar aley hinde delil olacaktır. Bu hususta Allah Teala Ģöyle buyurmaktadır: "Onlardan seni dinleyenler dinleyenler de vardır. Hatta yanından çıktıklarında kendilerine ilim verilmiĢ olanlara 'O demin ne söyledi?1 derler". (Muhanımed/16) Allah Teala, iĢte bu gibi kimseler hakkında Ģöyle buyurmaktadır: "Bunlar o kimselerdir ki Allah, kalplerini mühürlemiĢtir". (Mu-hammed/16) Yani Kur'an'ı anlama hususunda kalpleri mühürlenmiĢtir. Onların kalpleri Kur'an'ı iĢitemez de kavrayamaz da. Çünkü onlar "Heva ve heveslerine uymaktadırlar". (Muhammed/16) Burada heva ve heves ile kasdedilen, batıl fikirler ve asılsız zanlarıdır. Denir ki: Kul, Kur'an'ı okuyup da istikamet bulduğu zaman Allah Teaîa ona rahmetiyle r ahmetiyle bakar. Ama Kur'an okuyup da onu baĢka Ģeylerle karıĢtırdığı zaman Allah Teala ona Ģöyle nida eder: Ondan yüz çevirdiğin halde Benim kelamımla ne iĢin olabilir? eğer tevbe etmezsen, bırak Benim kelamımı! Bu hususla ilgili olarak Ġsrailiy-yat kaynaklı Ģöyle bir bilgi nakledilmiĢtir: Allah Teala Peygamberi Musa'ya (as) ve Davud'a (as) Ģöyle vahyetti: Ġsrailoğullarmın asile rine uğrayın da Beni anmamalarını söyleyin, Çünkü Ben, Beni ananı anmayı üzerime yazdım ve onları lanetle anıyorum. Allah Teala, bu tür Kitab okuyanları vasfederken Ģöyle de buyurmaktadır: "Kendilerinden sonra onlara bir topluluk halef oldu ve bunlar Kitab'm varisleri oldular; bu dünya malını alarak (Kita bı değiĢtirir sonra da) 'Biz muhakkak bağıĢlanacağız' bağıĢlanacağız' derlerdi". (A'raf/169) Bu, onların asılsız zan ve umutlarından baĢka bir Ģey değildir. Gerçek bir korku ve ürperme hisleri olmadığı için Yara-tan'larına bu dünyada isyan edip öbür dünyada da bağıĢlanma di lediler. O 'nun hükümlerine yüz çevirmelerinden Oysa bu, onların hikmet -i ilahiyi bilmemelerinden ve O'nun kaynaklanmaktaydı. Allah Teala bu kimseler hakkında Ģöyle buyurmaktadır: "Acaba Allah'a karĢı haktan baĢka bir Ģey söylemeyeceklerine dair o Kitab'm hükmü üzere onlardan söz alınmamıĢ mıydı?". (A'raf/169) Allah Teala bilahare onların bunu bildiklerini, ancak bilgilerinin yakini ve kesin değil, söz ve haberden ibaret olduğunu bildirmekte ve Ģöyle buyurmaktadır: "Ve onun içindekileri okuyup öğrenmediler miydi?". (A'raf/169) Ama onunla amel etmedikleri için ondan fayda lanamadılar. Bu, onlar için bir açık bir kınama ve ayıplamadır. Allah Teala, benzer bir hususla ilgili de Ģöyle buyurmaktadır: "Eğer siz inanıyorsanız, imanınız size ne kadar da kötü Ģeyler emrediyor". (Bakara/93) Yukarıdaki Araf ayetinin tefsiriyle ilgili garib bir görüĢ de Ģöyledir: "Onu okuyup öğrenmediler mi" Ayetin met nindeki 'Derasû' kelimesi, silmek yoketmek anlamına da gelebil mektedir. Arapça'da 'Dereset er- rıyhul âsâr=Rüzgar izleri sildi' de yimi, bu anlamda kullanılmaktadır. 'Hatt -ı dâris=silinmiĢ yol', 'Rab'i dâris=yıkık ev' de bu anlamdadır. Bize göre Ģu ayet bu tefsire daha münasip düĢmektedir: "Ken dilerine Kitab verilenlerden bir
fırka, Allah'ın Kitabı'nı sanki bilmiyorlarmıĢ gibi arkalarına attılar ve tutup Süleyman'ın krallığına dair Ģeytanların uydurduğu Ģeylerin ardına düĢtüler". (Bakara/101) Yani Ģeytanların nevalarına ve uydukları yola girdiler. Yine bu tefsir Allah Teala'nm Ģu buyruğuna da uygun düĢmektedir: "Onu sırtlarının arkasına attılar ve onu ucuz bir paha karĢılığında sattılar. Ne kadar da kötü bir alıĢveriĢ yapıyorlar!" (Al -i Ġmran/187) Her halükarda, onların Allah Kitabı ile amel etmemeleri, onu at maları, uzaklaĢtırmaları, itmeleri ve dünyalık karĢılığında satma ları olarak tavsif edilmiĢtir. Azap ve cehennem te hdidiyle ilgili her ayette, korkanlar için bir öğüt ve korkutma, gafiller için de tarif ve tanımlama vardır. Bunu bilen elbette bilir. Allah Teala buyurdu ki: "Bu (ateĢ) ile Allah kullarını korkutur: Ey kullarım Ben'den sakının". (Zümer/16) Yine O, cehenn em azabıyla ilgili olarak Ģöyle bu yurur: "O, inkar edenler için hazırlanmıĢtır (Al-i Ġmran/131) Selef alimlerinden biri Ģöyle demiĢtir: Kul, bir sureyi okumaya baĢladığı zaman, onu bitirinceye kadar melekler ona salat ederler. Kimi kul da vardı ki bir sureye baĢladığı zaman onu bitirinceye ka dar melekler ona lanet ederler. Denildi ki: Peki bu nasıl olur? Dedi ki: Kul, o surenin helalini helal, haramını haram saydıkça melek ler ona salat ederler. Aksi takdirde ona lanet ederler. Bir alim de Ģöyle demiĢtir: Öyle kullar vardır ki, Kur'an okurken farkında olmadan kendilerini lanetlerler; "Dikkat edin, Allah'ın laneti zalimler üzerinedir" (A'raf/44) ayetini okur, ama kendisi de zulüm içinde dir. "Allah'ın lanetim yalancılar üzerine kılarız" (Al i Ġmran/61) ayetini okur, ama kendisi de yalancılardandır. Süfyan-ı Sevri de (ra) Allah Teala'nm "Yeryüzünde haksız yere kibire kapılanları ayetlerimden çevireceğim" (A'raf/146) ayetinin tefsirini yaparken Ģöyle der: Yani onu anlamaktan çevireceğim. Al lah Resulü de (sa v) rivayet edilen bir hadiste Ģöyle buyurmaktadır: "Ümmetim dinar ve dirhem bakımından büyüyünce Ġslâm'ın hey beti onlardan sökülüp alınır. Ġyiliği emredip kötülükten sakmdır -mayı terkettiklerinde ise vahyin bereketinden mahrum kılınırlar. Fudayl b. Iyaz da (ra) der ki: Kui^an'ı anlamaktan mahrum bırakılırlar. Islâmi emirleri boĢa çıkaranların Kur'an okumalarının kınanması ve zemmedilmesiyle ilgili hadis ve sözler oldukça fazladır. Bunlara misal olarak Allah Resulü'nün (sav) Ģu hadisini zikredebiliriz:"Ümmetimin münafıklarının çoğunluğu Kur'an okuyanlardır" 23[23]Hasan elBasri de (ra) Ģöyle derdi: Sizler Kur'an okumak için mesafeler koydunuz; geceyi deve yapıyorsunuz ve ona binerek bu mesafeleri alıyorsunuz. Oysa sizden öncekiler onu Rablerinden gel miĢ emirnameler olarak görüp geceleri üzerinde düĢünür, gündüzleri de tatbik ederlerdi. Ondan önce de Ġbni Mesud (ra) Ģöyle demiĢ tir: Kur'an onlara sanki bilgileri olsun diye indirilmiĢ gibi onu okuyup incelemeyi amel sayarlar; böyleleri arasında öyle kimsel er var dır ki, Fatiha'&an baĢlayıp sonuna kadar tek bir harf bile eksiltmeden bütün Kur'an'ı hatmeder de onunla ameli tamamen eksiltir. Ibni Ömer (ra) ve Cündüb'den (ra) rivayet edilen bir hadiste ise Ģöyle denilmektedir: Biz, kendi zamanımızda öyle bir devir yaĢadık ki, bizden birine Kur'an'dan önce iman verilirdi. Sonra Muham-med'e (sav) bir sure indirildiğinde hemen onun helal ve haramını, emir ve yasağını, öğrenilmesi gereken inceliklerini -sizin Kur'an'ı öğrendiğiniz gibi - öğrenirdik. Sonra öyle bir z aman geldi ki bazı kimseler görüyorum, Kur'an ona imandan önce veriliyor. Fati ha'dan sonuna kadar bütün Kur'an'ı okuyup hatmediyor ama, ne emir ve yasağını, ne de bilinmesi gereken hususlarını öğreniyor ve iĢe yaramaz hurma taneleri gibi sağa sola saçıyor . Durum aynen onların ifade ettiği gibidir. Çünkü Kur'an'ı oku mak ile kasdedilen ve hedeflenen Ģey; onun emirlerine uymak, yasaklarından uzak durmaktır. Zira onun hadlerini korumak farz ve kul bundan hem mesuldür, hem de terketmesi halinde ceza görecektir. Oysa onun harflerini koruyup ezberlemek farz değildir. Kul gücü yettiği halde onu ezberlememesi halinde ceza görmeyecektir. Allah Teala buyurdu ki: "Çünkü Biz senin üzerine ağır bir söz indireceğiz". (Müzzemmil/5) Bu sözün yani Kur'an'm ağırlaĢmasını sağlayan, onunla yapılacak ameldir. 23[23]
îbni Hanbel, 11/175 IV/lfîl, 155
Aksi takdirde, onun sadece zikredilmesi hafif ve kolay kılınmıĢtır. Bu hususla ilgili bir hadiste Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmaktadır: "Üzerinde kalpleriniz ısı -nıncaya ve derileriniz yumuĢayıncaya kadar Kur'an okuyun. Eğer ihtilafa düĢerseniz, Kur'an okumuyor sunuz dur".24[24] BaĢka bir rivayette ise "Ġhtilafa düĢtüğünüzde onu okumayı bırakın" dediği bildi rilmektedir. Kendisine Kur'an'ı okuduğum değerli bir Ģeyh bana Ģunu nakletti: Kur'an'ı bir Ģeyhime okudum. Onu hatmettiğimde tekrar okumak için kendisine döndüm. Beni azarladı ve Ģöyle dedi: Kur'an okumayı benim için amel haline getirdin. Git de biraz Allah Tea -la'ya oku ve ne kadarını iĢittiğine ve ne anladığına bir bak! Allah Resulü'nün (sav) ashabı (ra) arasında da bir veya iki cüz, hatta sayılı bir kaç sure veya iki sure ezberlemiĢ olanlar vardı. Elbette bir hizib ezberlemiĢ olanlar da vardı. Bir hizib Kur'an'm yedide biridir. Sadece Bakara ve En'am'ı ezberlemiĢ olanlar da vardı. Allah Resulü (sav) Darü'l-Beka'ya irtihal ettiğinde yirmi bin saha - bi (ra) Kur'an'ı yüzüne hiç bakmaksızın okuyabiliyordu. Bunlar arasında onun tamamını ezbere bilmeyenler altı ya da bir rivayete göre iki kiĢiydi. Bazıları derler ki: Dört halifeden hiç biri onun hıfzını tamamlamamıĢtı. Ġbni Abbas (ra), Übeyy b. Ka'b'a (ra) hatmet miĢ, Abdurrahman b. Avf da (ra) Ġbni Abbas'a (ra) okuyarak dinlet- miĢti. Osman b. Affan da (ra) Zeyd b. Sabit'e (ra) okumuĢtu. Suffe ashabı da (ra) Ebu Hüreyre'ye (ra) okumuĢlardı. Bu sahabilerin hepsi de K ur'an'm emirlerine uyan, yasaklarından sakınan, onu bilen ve nkhına sahip olan insanlardı. Yusuf b. Esbat kendisine Kur'an'ı hatmettiği zaman neyle dua ettiğinin sorulduğunu ifade ettikten sonra Ģu cevabı verdiğim söylemektedir: Her hangi bir Ģeyle dua e der ve tilavetimden dolayı yüz kere istiğfarda bulunurum. Yine o Ģöyle derdi: Ben Kur'an'ı yudum layarak okurum. Onu okurken bir Ģeyini düĢünüp de Allah'ın gazabına uğramaktan korktuğumda teĢbih ve istiğfara dönerim. ġunu iyi bil ki, kul için Kur*an kıraatmdan gelebilecek fayda, bizzat onun Kur'an'ı tazim etme, anlama, müĢahede etme ve onunla teamüle girme derecesine bağlıdır. Çünkü Kur'an, Allah Tea-la'nm mahlukat alemindeki Ģiarlarının en büyüklerinden biridir ve Zatı'na delalet eden yeryüzü ayetlerinin en büyüğü ve üzerimizdeki mükemmel nimetlerinin en güzelidir. Kulun Allah Teala'ya olan tazimi, O'na karĢı takvası kadar olacaktır. Hitab -ı Ġlahi'yi anlaması ve onu yüceltmesi de, Kelam sahibi olan Allah Teala'ya olan marifeti, iclali ve O'nun korkusu mesabesinde olur. Kelam sahibi olan Allah Teala, kulun kalbinde ve idrakinde büyüdükçe Allah Teala da ona, Kelamı üzerinde düĢünme gücü ihsan edecektir. O, Allah Teala'nm hitabı üzerinde tefekkürünü uzattıkça, onu sık sık tekrarladıkça, bir hadise olduğunda hemen hatırla yabildikçe ve gerektiğinde zikre debildikçe Allah'tan korkmuĢ ve layıkıyla sakınmıĢ olur. Bu meyanda Allah Teala Ģöyle buyurmaktadır: "Onun ihtiva ettiklerini hatırlayın, umulur ki sakınırsınız". (A'raf/171) Yine O, Ģöyle buyurmaktadır:"Allah, ayetlerini iĢte böyle açıklıyor, umulur ki sakınırlar ve umulur ki öğüt alırlar". (Baka ra/187) Her söz, sahibine göre değerlenir. Eğer sözün sahibi, yüceltilir -se söz de yüceltilir ve insanın kalbindeki yerinin yüksekliğine göre önemli bir yerde yer alır. Aynı Ģekilde söz sahibinin basit biri olması halinde, söylediği söz de önemsenmeyecektir. Allah Teala buyur du ki: "O'nun benzeri bir Ģey yoktur". (ġura/Ġl) Yani azamet ve güç bakımından hiç bir Ģey O'na denk değildir. Dolasıyla hüküm ve be yan bakımından, O'nun sözü kadar kuvvetli bir söz de yoktur. Tevrat'ta Huneyn suresini okurken Ģu ibare ile karĢılaĢtım: "Ey kulum, Ben'den utanmıyor musun? Bir yere giderken yolda bir kar deĢinin mektubu sana geldiği zaman, hemen onu okumak için oturursun. O nu harfi harfine okur, üzerinde kafa yorar ve hiç bir kısmini atlamamaya özen gösterirsin. îĢte bu da sana indirdiğim Benim Kitabım. Bak bakalım onun kaç sözü sana ulaĢmıĢ ve onu kaç kere tekrar etmiĢ, enine boyuna düĢünmüĢsün? Sonra bir de 24[24]
Buharî, Fazâihı'l-Kui'âiı/37 Ġ'tisam/26; Müslim, 'Ġlm/3, 4; Dârimî, Fazâilu'l-Kui'ân/7; Ġbni Hanbel, IV/313.
ondan yüz çevi rmektesin. Yoksa Ben, herhangi bir arkadaĢından daha mı hafifim? Ey kulum, bir arkadaĢın yanma geldiği zaman, bütün çeh renle ona döner ve sözüne bütün kalbinle kulak verirsin. Eğer baĢka biri konuĢsa veya sizi meĢgul edecek bir Ģey yapsa, hemen onun kesmesini iĢaret edersin. Bak Ben sana yönelmiĢim ve sana konuĢmaktayım. Oysa sen, kalbinle Ben'den yüz çevirmiĢ bir haldesin. Yoksa Beni, samimi bir arkadaĢından daha mı aĢağıda görüyor sun?" -Ya da olduğu gibi-. Gece ibadetine kalkmak, Hitab- ı îlahi'yi anlamak isteyen Ehl-i Leyl'e hafif ve kolay gelirken, kalpleri onu anlamaktan tamamen uzaklaĢtırılmıĢ ve kalın bir perdeyle örtülmüĢ Ehl -i Nevm'e (=uy-kucular) çok ağır gelmektedir. Allah Teala buyurdu ki: "O, göklere ve yere ağır geldi". (A'raf/187) Yani, Kıyametin ne zaman kopacağının bilgisi gizlendiği için her ikisine de ağır geldi. Zira bilgisi gizli olan Ģey, ağırlık kazanır. Muhakkak Allah Teala daha iyi bilir. 25[25] 19. FASIL Kur'an-I Kerim'i Sesli Okumak, Bunun Dayandığı Niyetler İle Kur'an'ı Sesl i Ve Sessiz
Okumanın Hükümleri Hakkındadır
Bu fasılda, Kur'an'ı sesli okuma, bunun hangi niyetlerle yapılabileceğini, sesli ve sessiz okumanın hükümlerini anlatacağız. Allah Re -sulü'nden (sav) rivayet edildi ki: "Gizli okumanın, sesli okumaya olan üstünlüğü, gizli sadakanın açıktan verilen sadakaya olan üs tünlüğü gibidir". 26[26] O, baĢka bir hadiste ise Ģöyle buyurmaktadır: "Kur'an'ı sesli okuyan, sadakayı göstererek veren gibi, onu sessiz okuyan ise, sadakayı gizli veren gibidir" 27[27] MeĢhur bir haberde ise Ģöyle denilmektedir: "Amelin gizli olanı, açık olanından yetmiĢ kat daha üstündür". Genel olarak nakledilen haberlerden biri de Ģöyledir: "Rızkın hayırlısı yeterli olanı, zikrin hayırlısı ise gizli olanıdır". Bir hadiste ise Ģöyle buyrulmaktadır: "AkĢam ile yatsı arasında bazınız bazınıza sesli okumasın". 28[28] Said b. el-Müseyyeb (ra) bir gece, Mescid-i Nebevi'de Ömer b. Abdülaziz'in (ra) seslice Kur'an okuyarak namaz kıldığına Ģahit oldu. Ömer (ra) sesi güzel bir insandı. Said (ra) hizmetçisi Bürd'e Ģöyle dedi: ġu namaz kılana git ve sesini kısmasını söyle. Bunun üze rine hizmetçisi Ģöyle dedi: Mecid, bizim değil ki! Bu adamın da onda bir payı var. Said sesini yükselterek Ģöyle seslendi: Ey namaz kılan! Eğer kıldığın namaz ile Allah rızasını umuyorsan, sesini alçalt. Eğer insanlara göstermek için yapıyorsan bil ki, onların Allah katında sana hiç bir faydaları olmayacaktır! Ömer (ra) bunun üzerine sustu ve namazını kısa tutup selam verdikten sonra terliklerini alarak hemen mescitten uzakla Ģtı. Bu hadise olduğunda kendisi Medine emiri idi. Allah Resulü (sav) teheccüd namazı kılan ashabının sesli okudukları Kur'an'ı dinler, bunu tasvib ederek okudukları Kur'an'ı dikkatle dinlerdi. Hatta onlara gece Kuranı'nı sesli okumalarını emrederdi. Allah Resulü'nün Ģöyle buyurduğu rivayet edilmiĢtir: "Siz den biri teheccüd namazına kalktığı zaman namazında sesli okusun. Çünkü melekler ve dünyayı idare edenler, okumasını dinler ve onun beraber namaz kılarlar". Allah Resulü (sav), gece vakti üç sa-habisini üç ayrı halde gördü. Biri, sessizce okuyordu. Bu, Ebu Be kir (ra) idi. Bu husus kendisine sorulduğu zaman Ģöyle dedi: Benim münacaat ettiğim, beni iĢitir. Bir diğeri ise, Kur'an'ı seslice okuyor du ki bu da Ömer (ra) idi. Allah Resulü (sav) neden sesli okuduğu nu sorduğu zaman Ģöyle dedi: Böylece uyku isteğini dağıtır ve Ģeytanı uzak tutarım. Bir üçüncü sahabisi olan Bilal (ra) ise, bir sure yi sesli, bir diğerini sessiz okuyordu. Allah Resulü (sav) neden böyle yaptığım sorduğu zaman Ģöyle dedi: Güzeli güzelle karıĢtırıyo rum. Allah Resulü (sav) her üçünü de gördükten sonra Ģöyle buyurdu: Hepiniz de güzel ve doğru olanı 25[25]
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), Ġz Yayıncılık: 1/ 203-209. Nesa'î, Kıyamü'l-leyI/24 27[27] Tirmizî, Sevabü'l-KurJân/20; Nesa'î, Zekat/68; ĠbnĠ Hanbel, IV/151, 158. 28[28] Muvatta', Nida/29; Ġbni Hanbel, H/36, 67, 129, IV/344 26[26]
yapmaktasınız"29[29] Allah Teala daha iyi bilir, ancak bize göre kulun sesli okuma cihetinde bir niyeti veya kaygısını giderme gibi bir isteği yoksa, sessiz okuması daha faziletlidir. Çünkü bu muamele, ibadetin selame tine daha yakın, tilavetin afetlerden uzak kalmasını daha çok te min edicidir. Ama sesli okuma niyeti taĢıyan ve Rabbi ile muamelesinde buna alıĢmıĢ olan kul için, elbe tte sesli okumak daha fazi letlidir. Çünkü böyle yapmakla, gece namazında Kur'an'ı sesli oku ma sünnetini de eda etmiĢ olur. Zira onu sesli okuyan kimse, sadece kendisine fayda sağlamıĢ olur. Oysa sesli okuyan kimse, hem kendisine, hem de baĢkalarına fayda sağlamıĢ olur ki "Ġnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır". Ġnsanlara, Allah Teala'nın Kelamı ile faydalı olmak, tabii ki yapılacak faydaların en büyüğüdür. Çünkü kul, Kur'an'ı sesli okumak suretiyle, bir amel içinde ikinci amelini de ifa etm iĢ olmaktadır. Dolayısıyla böylesi daha fa ziletlidir. Kul, Kur1 an okumaya baĢlarken Ģöyle demelidir: "KovulmuĢ Ģeytanın Ģerrinden her Ģeyi iĢiten ve bilen Allah Te -ala'ya sığınırım. Rabbim, Ģeytanın fısıltılarından Sana sığınırım. Rabbim, onların kalbime girmelerinden de Sana sığınırım". Kul, bundan sonra Fatiha ve Nas surelerini okumalı ve her sureyi bitirdiğinde "Allah Teala doğru buyurdu, Allah Resulü de tebliğ etti. Al -lahım, bunlarla bize fayda sağla, onları bizim için mübarek eyle. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'adır. Hayy ve Kayyum olan Allah'tan mağfiret dilerim". Kalbini ve uzuvlarını Allah'ın yasak kıldıklarından koruyan kimse, Kur7an ile sonuna kadar amil olan kimsedir. Çünkü Kur'an, kulun bütün uzuvlarına ve bütün benliğine bölünmüĢ durumdadır. Kur'an-ı Kerim'i sesli okumak, yedi değiĢik niyetle olur: 1. Tertil; Kur'an'ı tertil üzere yani tecvid kaidelerine uygun ola rak okumak, müslümanlara emredilmiĢ bir vazifedir. 2. Kur'an okurken sesi güzelleĢtirmek; bu, mendub görülen bir husus olup A llah Resulü (sav) bu hususta Ģöyle buyurmuĢtur: "Kur'an'ı seslerinizle süsleyin" 30[30] Yine O, Ģöyle buyurmuĢtur: "Kur'an'da teganni etmeyen bizden değildir". 31[31] Buradaki teganni, Kur'an okurken sesi güzelleĢtirmeye dikkat edilmesidir. Hadisin tefsiriyle ilgili iki görüĢten biri bu olup Arapça alimlerine göre de sağlıklı olan görüĢ budur. Diğer görüĢ ise, onunla yetinmeyen ve yeterli görmeyen, anlamındadır. Bu anlamda, 'Yeteğânâ bih=Onun -la yetindi' ifadesi misal gösterilir. 3. Kur'an'ı kulaklarına da dinletmek ve sesli okumak suretiyle kalbini uyanık tutarak ayetleri üzerinde düĢünüp manalarını anlamaya çalıĢmak; bunlar da ancak sesli okuma ile tahakkuk edebilecek hususlardır. 4. Sesi yükseltmek yoluyla Ģeytanı ve bastıran uykuyu kovala mak; 5. Kur'an'ı sesli okuyarak uyuyan birini uyandırmak ve Allah'ı zikretmesini sağlamak gayesiyle sesli okumak. Böylelikle uyuyan bir kalbin ihya edilmesine vesile olunmuĢ olabilir. 6. BoĢ ve gafil biri, seslice Kur'an okuyan birini gördüğünde, gayrete gelip Allah'a hizmet yoluna özenebilir. Böylece sesli okuyan kimse, iyilik ve takva üzerinde böyle birine yardım etmiĢ olur. 7. Kur'an'ı sesli okumak suretiyle amelini çoğaltmak ve kıyamını devam ettirmek isteyen kiĢi de, böyle bir alıĢkanlığa sahipse bu nu yapabilir. Kul, eğer bu niyetlerden birine inanarak, bunları talep ederek, Allah Teala'ya yakınlaĢmak maksadını güderek, kendini bilerek, maksad ve niyetini sağlam tutarak ve kendisini rızası uğrunda amel etmeye sevkeden Rabbini düĢünerek Kur'an -ı Kerim'i sesli okursa, böyle bir durumda sesli okuması daha faziletlidir. Çünkü onun böyle yapmasında, bir değil birden fazla 29[29]
Hadisin benzer lafızları için b. Ebu Davûd, Tatawu725; Tirmizî, Mevakit/212. Buharı, Tevhid/52; Ebu Davûd, Vıtr/20; Nesa'î, Ġftitah/83; Ġbni Mâce, îkamet/176; Dâri -mî, Fazâüu'l-Kur'ân/34; Ġbni Hanbel, IV/2S3, 285, 296, 304 31[31] Buharı, Tevhid/44; E bu Davûd, Vitr/20; Dârimî, Salat/171 FazâUu'l-Kui^ân/34; Ġbni Han bel, 1/172, 175, 30[30]
amel sevabı vardır. Bir amelin fazileti, onun için sahip olunan niy etlerin çokluğuyla hesap edilir. Alimlerin yüksek bir makamda olmaları ve onların amellerinin diğerlerinin amelleri karĢısındaki üstünlüğü, amellerinde güttükleri niyetleri yakinen bilmelerinden ve inanmalarından do layıdır. Tek bir amelde on değiĢik niye t bulunabilir. Alimler, bu niyetlerin hepsini bildikleri için, onların Ģuuruyla amel eder ve on ecre de nail olurlar. Ġnsanların amel bakımından en yüklü olanları, niyet bakımından en çok, maksad ve edebi bakımından en güzel olanlarıdır. "Rabbinin nimetine gelince onu anlat". (Duha/11) ayet-i kerimesinin tefsiriyle ilgili bir tefsirde Ģöyle denilmektedir: 'Onu anlatmak' Kur'an okumakla olur. Bir hadiste de Ģöyle denilmektedir: "Kim Allah'ın Kitabı'ndan bir ayet dinlerse, o ayet Kıyamet'e dek kendisine nur olur". 32[32] BaĢka bir rivayette ise "Ona on hasene yazılır" denilmektedir. Kur'an okuyan kimse, ecir bakımından dinleyen kimsenin ortağı sayılır. Çünkü bu ecri ona kazandıran odur. Bir alim de bu hususla ilgili Ģöyle demiĢtir: Okuyan kimseye bir eci r, dinleyen kimseye iki ecir vardır. BaĢka bir alim ise "Dinleyene dokuz ecir vardır" demiĢtir ki bize göre her ikisi de sahihtir. Çünkü her iki dinle yici de dinleme güzelliğine ve niyetine göre ecrini alır. Kur'an okuyan kiĢi, baĢkalarına böyle ecir ve sevaplar kazandırırken kendisi de ecir kazanır. Çünkü Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: "Hayıra delalet eden onu yapan gibidir". 33[33] Özellikle Kur1 an okuyan kimse onu bilen, onda fıkıh sahibi olan bir kiĢi olduğunda her okumasında ve her durağında dinleyen için bir hüccet ve ilim temin etmiĢ olur. Rivayete göre Allah Resulü (sav) AiĢe'yi (ra) beklemekteydi. Ai -Ģe (ra) geç kaldı. Allah Resulü de (sav) ona "Neden geciktin?" diye sordu. AiĢe (ra) "Bir adamın Kur'an okumasını dinliyordum. Daha önce b öyle güzel sesli birini dinlememiĢtim" dedi. Allah Resulü de (sav) gitti ve uzun süre onu dinledi. Sonra odasına döndü ve "Bu, Ebu Huzeyfe'nin azatlısı Salim'dir. Ümmetimde Kur"an'ı böyle okuyan birini varettiği için Allah'a hamdolsun" buyurdu" 34[34] Yine bir gece Allah Resulü (sav) Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra) ile beraberken Abdullah b. Mesud'u (ra) Kur'an okurken duydu. Uzun süre orada kaldılar. Sonra Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurdu: "Kur'an'ı indirildiği gibi okumak isteyen kimse, onu Ġbni Ümmi Abd'in kıraati üzerine okusun" 35[35] BaĢka bir defasında Allah Resulü (sav) Ġbni Mesud'a (ra) Ģöyle dedi: Kur'an oku! O da ĢaĢırarak Ģöyle dedi: O sana indirilmiĢken ben nasıl sana okuyabilirim? Allah Resulü de (sav) Ģöyle buyurdu: Onu, baĢkalarından dinlemeyi se viyorum. O okurken Allah Resulü'nün (sav) gözleri yaĢarıyordu. Bu durum tam 'Her ümmetten bir Ģahit getirdiğimizde, seni de onlar için Ģahit olarak getirdiğimizde' (Nisa/41) ayetini okurken oldu". 36[36]
Allah Resulü (sav) Ebu Musa el- EĢ'ari'nin (ra) kıraatini de dinlemiĢ ve Ģöyle buyurmuĢtur: "Buna Davud'a (as) verilen Mezmur-lardan biri kadar sevap verildi". 37[37] Bu hadis, Ebu Musa'ya (ra) bil dirilince Ģöyle dedi: Ey Allah Resulü, eğer senin dinlediğini bilsey dim, onu daha da güzelleĢtirirdim. Ġbni Mesud da (ra) Alkame b. Kays'a huzurunda Kur'an okutur ve Ģöyle derdi: Anam babam sana feda olsun, onu tertil ile oku. Al kame de Kur'an'ı güzel sesle okuyanlardandı. Haberde de Ģöyle rivayet edilir: Ömer (ra) Ġbni Mesud'a (ra) Ģöyle derdi: Bize Rabbimi -zi zikrettir! Ġbni Mesud da (ra) onun huzurunda Kur'an okurdu. Bu meclisleri o kadar uzardı ki bazan namaz vaktinin ortalarına gelinir ve Ömer'e (ra) Ģöyle denirdi: Ey müminlerin emiri, namaz na maz! O da Ģu cevabı verirdi: Biz de namazda (=salat) değil miy iz? O bu sözüyle sanki Allah 32[32]
Ġbni Hanbel, 11/341 Tirmizî, îlim/14. 34[34] îbni Mâce, Ġkamet/176. 35[35] Buharî, Tefsir Sııret-i 92/2; Müslim, Müsafırun/282; Tirmizî, Kur*ân/5; Ġbni Hanbel, VI/ 449, 451 36[36] Buharî, Tefsir-i Suret 4/9 Fazâilu'l-Kur'ân/32, 35; Müslim, Müsafimn/247, 248; Ebu Da-vûd, îlim/13; Tirmizî, Tefsir-i Suret 4/11. 37[37] Buharî, Fazâilu'l-Kur'ân/31; Müslim, Müsafirun/235, 236; Tirmizî, Menakıb/55; Nesa'î, Ġftitah/83; Ġbni Mâce, Ġkamet/176; Dârimî, Salat/171 FazâiIu'l-Kur'ân/34; Ġbni Hanbel, 11/369, 450 IV/349, 351, 359 Vl/37, 167. 33[33]
Teala'mn Ģu buyruğunu tevil eder gibiydi: "Muhakkak ki Allah'ın zikri daha büyüktür". (Ankebut/45) Basra abidlerinden biri Ģöyle derdi: Bir Bağdatlı'nm yazdığı, 'Riyanın manaları ve nefis afetlerinin sırları' adlı kitabı okuduktan sonra her Ģey değiĢti. Eskiden gece yürürken teheccüd namazına kalkanların okudukları Kur'an'ı dinlerdim. Sesleri, oluklardan boĢalan suların sesine benzerdi. Bunda bir güzellik ve aĢinalık, namaz ve tilavete özendirme vardı. Ama Bağdatlıların yazdıkları bu eser yüzünden, teheccüd ehlinin sesi çıkmaz oldu. Zaman içinde bu adet giderek azalmaya baĢladı ve bugün tamamen terkedildi. Eğer kul, yukarıda saydığımız niyetlerden herhangi birine olsun sahip değilse, bunlara karĢı dalgın ve gafil ise bir tür afete düĢmüĢ demektir. Kalbinde ve düĢüncesinde hevasına dönük bir Ģeyler bulunabilir. Bu durum onun için bir illet olup böyle bir durumda sesli okumadan sakınması gerekir. Kalbindeki ağırlığa rağmen yine de sesli okursa, kalbine yerleĢmiĢ olan illetten dolayı ameli fa-sid olur. Bu haldeki kul, kemalden ziyade eksikliğe daha yakın, ih -lasa ise olabildiğince uzaktır. Böyle bir durumda, kul itilasını arttırmaya çalıĢmalıdır. Çünkü kalbindeki illeti söküp atmanın yolu budur. Ġhlas, kalbi için daha uygun, a meli için daha sağlıklı ve akıbeti için daha güzel bir davranıĢtır. Kul, namaz veya tilavet esnasında heva ve arzularının tadını alır ve bunu Ġhlasın tadlanndan biri zannedebilir. Halbuki bu, giz li Ģehvetin çok gizli bir tezahürü ve ihlastaki eksikliğin belirtisidir. Bunu ayırdetmek, sülük terbiyesi zayıf olan kimselere zor gelebilir. Çünkü bunu ancak ilim sahipleri farkedebilirler. Dünya hayatında Ġhlasın tadını ancak zahidler alabilir. Ġnsanlar da bu hususiyetlerinden dolayı onları medhederler. Yaratanları ile güzel muamelelerinden ve sadık hizmetlerinden lezzet alanlar ise Allah Teala'nm aĢıkları (=muhibbân) ve O'ndan korkanlardır. Bu tad ve zevk alma hali, Ģu iki husustan biriyle kay bolur: Ġlki övgü ve yerginin denk olmasıyla birlikte nefsin zail olmasıdır ki bu, Zühd makamının hallerinden biridir. Ġkincisi ise, ya -kini müĢahedeye nail olarak kalpten hali olmaktır ki bu da, Marifet makamıdır. Bu iki makamda sır ile aĢikârlık bir olur. AĢikârhk, takva ve adalet imamları açısından daha faziletli olabi lir. Bu meyanda hayır ehlinden bir kiĢi Ģöyle demiĢti: Bir seher vakti bana ait yola yakın bir odada Taha suresini okuyordum. Onu bitirdikten sonra içim geçmiĢ de uyuyakalmıĢım. Rüyamda sema dan inen bir adam gördüm. Elinde beyaz bir sayfa vardı. Huzurum da onu yaydı, baktığımda Taha suresinin yazılı olduğunu gördüm. Her kelimesinin altında on hasene vardı. Yalnız bir kelimenin yeri boĢtu, onun altında hiç bir Ģey yoktu. Bu beni tasalandırdı, kendi me Ģöyle dedim: Allah'a yemin ederim ki, ben bu kelimeyi de okudum, ama onun ne savabı var ne de kendisi! Bunun üzerine o kiĢi Ģöyle dedi: Doğru söylüyorsun, sen onu okudun biz de bunu senin için yazdık. Ancak orada bize seslenen birini duyduk: Onu silin ve boĢ bırakın. Biz de bunun üzerine onu ve sevabını sildik. Rüyamda ağladım ve 'Niçin böyle yaptınız?1 diye sordum. Dediler ki: Sen okurken yoldan bir adam geçti. Sen, ona duyurabilmek için sesini daha da yükselttin, biz de bunun üzerine onu sildik. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilmiĢtir ki: "O, bir adamın Kur'an'ı sesli olarak okuduğunu duydu. Bunun üzerine ona Ģöyle seslendi: Ey falanca! Sesini bana değil Allah'a du -yur!" Bilin ki Ģöhret tutkusu (Sum'at='Duysunlar diye' okumak), riya ile bitiĢiktir ve onunla aynı hükme sahiptir. Aynı riya gibi, ameli if -sad edip, amilin ecrini eksiltir. 'Sum'a' kelimesi, Semi'a=iĢitti, dinledi' kelimesinden türetilmiĢtir. Kul, amelini Allah'tan baĢkasına duyurmak, nefsi zaafı ve hevasınm baskısından dolayı insanlara dinleterek övülmek isterse, ameline Allah'tan baĢkasını Ģirk koĢmuĢ ve amelini boĢa çıkarmıĢ olur. Bu davranıĢı, tevhidin özünü kavramadığını gösterir. Oysa Allah'tan baĢka fayda edecek, zarar verecek, bağıĢta bulunacak ve engelleyecek birinin olmadığını kesin olarak bilseydi, tevhidi Allah'a has kılınır, Ģirkt en arınır, ameli de riya illetinden beri kalırdı. Riya kelimesi de aynı Ģekilde 'Ra'yü'l -ayn=göz görmesi' kelime sinden alınmıĢtır. Bu anlamda
'Sum'a' kelimesini de benzer hükme sokmak mümkün olur. Bir hadiste Ģöyle rivayet edilmektedir: "Allah Teala, sum'a yapanın ve riyakarın amelini kabul etmez". BaĢ ka bir hadiste ise Ģöyle rivayet edilir: "Kim sum'a yaparsa, Allah Teala da ona sum'a yapar. Kim de riya ederse, Allah da ona riya eder, onu aĢağılar ve hakir görür". 38[38] Ancak Allah Kelamı'nı öğüt alması, düĢünmesi veya dinleyerek istifade etmesi ve ibret alması için bir din kardeĢine duyurmak için sesini yükselten kiĢi, eğer bu niyetinde samimi ise 'Sum'a' kapsamına girmez. Çünkü onda hüsnü niyet, sahih bir maksad varolup dünyada medhedilme veya dünyevi bir menfaat elde etme gayesi nin karıĢtığı riya afeti mevcut değildir. Nitekim Ebu Musa el-EĢ'ari (ra) sesini yükselterek okurken böyle bir ruh hali içinde olduğu için "Eğer senin dinlediğini bilseydim, onu senin için daha da güzelleĢtirirdim" 39[39] dediği zaman Allah Resulü (sav) tarafından yadırganmamıĢtır. Çünkü o bunu söyler ken, hüsnü niyet sahibi idi ve güzel bir gayesi vardı. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edildi ki: "O ashabıyla beraber giderken, sızlanan ve ah vah eden birini gördü. Beraberindekiler, 'Ey Allah Resulü, onu riyakâr olarak görür müsün?' diye sordular. O da Ģu cevabı verdi: 'Hayır, aksine o çok sızlanan ve ah vah ede rek Rabbine yönelen biridir". 40[40] Bilin ki, iman selameti ve sadakat üzere yemek yiyip uyumak, her halükârda, yapmac ıklık ve halka Ģirin görünmek maksadıyla oruç tutup teheccüd namazına kalkmaktan hem hal, hem makam hem de sonuç bakımından çok daha faziletli ve üstündür. Bunu bilmek ve gereğini yapmak, aynı zamanda Allah'ı bilenlerin ilmî dayanağıdır. Hasan el -Basri'den (ra) Ģöyle demiĢtir: Tadı, üç Ģeyde arayın. Eğer buldunuzsa müjdeniz olsun ve yolunuzda devam edin. Eğer bulamadıysanız o zaman kapınız kapalı demektir: Kur'an tilaveti, Zikir ve Secde. BaĢkaları buna sadaka ve seher vaktini de ilave etmiĢlerdir. Kur'an-ı Kerim'i mushafdan okumak, ezbere okumaktan daha faziletlidir. Denilir ki, mushafla yapılan bir hatim, ezberden yapılan yedi hatime eĢittir. Çünkü mushafa bakmak, ibadettir. Saha- be'den (ra) ve Tabiun'dan (ra) bir çoğu mushafa bakarak okurlardı. Onlar m ushafa bakmaksızın sokağa çıkmayı hoĢ görmezlerdi. Ri vayete göre Osman (ra) fazla okuyup incelemekten dolayı bir mus -hafi dağıtmıĢtı. 41[41] 20. FASIL
İhya Edilmesi Müstehap Ve Lutfun Umulduğu Geceler Ve Mübarek Günlerde Evrada Devam Edilmesi Hakkındadır
Bu fasılda ihya edilmesi müstehap olan ve lütfün umulduğu gecelerin nasıl ihya edileceğini ve mübarek günlerde devam edilecek evradı anlatmaya çalıĢacağız. Sene boyunca ihya edilmesi müstehap olan onbeĢ gece vardır. Bunlardan beĢi Ramazan ayı içerisindedir. Ramazan ayının son on gecesinin vitri bu beĢ geceyi de ihtiva eder. Ramazan ayının onye-dinci gecesi de mühimdir, çünkü o gecenin sabahı Bedir gazvesinde iki ordunun karĢılaĢtığı *Yevmü'l -Furkân=Ayrım Günü'dür. Ġbni Zübeyr (ra) bu gecenin, K adir Gecesi olduğunu düĢünürdü. Diğer dokuz mübarek gece ise sırayla Ģöyledir: Muharrem ayının ilk gecesi; AĢure gecesi; Receb ayının ilk gecesi; Receb ayının ortanca gecesi; Receb ayının yirmi yedinci gecesi ki Allah Resulü (sav) bu gece yürütülmüĢ ve Mi'rac gecesi olarak adlandırılmıĢtır; Arefe gecesi; Kurban ve Ramazan bayramı geceleri; ġaban ayının ortanca gecesi; Sahabe -i Kiram (ra), bu mübarek gecede her rekat ta onbir defa Ġhlas okuyup toplam bin defa îhlas okuyarak yüz re kat 38[38]
Buhari, Rikak/36; Müslim, Zühd/47, 48; Tirmizî, Zühd/48; Ġbni Mâce, Zühd/21; Dârimî, Rikak/35; Ġbni Hanbel, V/45 111/40, 270 IV/313. 39[39] Bu hadis daha önce tahric edildi 40[40] Ġbni Hanbel, V/349. 41[41] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), Ġz Yayıncılık: 1/ 210-218.
namaz kılarlardı. Onlar bu namazı 'Salatü'l -Hayr=Hayır Namazı' olarak adlandırırlardı. Bu namazın bereketini bilir ve onu kılmak için biraraya gelerek cemaatle kılarlardı. ġaban ayının ortanca gecesiyle ilgili olarak Hasan el -Basri'den (ra) Ģu söz rivayet edilmiĢtir: Allah Resulü'nün (sav) ashabından otuz kadarı bana Ģunu naklettiler: Bu namazı o gece kılan kimseye Allah Teala yetmiĢ kez bakar ve her bakıĢında kulun yetmiĢ ihtiyacı giderilir ki bunların en hafifi mağfirettir. Denildi ki: Allah Teala'mn "Bütün hikmetli iĢler kararlaĢtırılır". (Duhan/4) buyurduğu gece, bu gecedir. O gece yılın bütün iĢleri kararlaĢtırılıp bir sonrakine kadar uygulanacak hükümler verilir. Muhakkak ki Allah Teala en iyi bilendir. Bize göre sahih olan görüĢ, bütün bunların Kadir Gecesi'ne mahsus olduğu cihetindedir. Nitekim Kadir gecesi bu isimle anılmıĢtır. Kur'an da buna Ģahitlik etmekte ve mezkur ayetin baĢında da bu husus tesbit edilmektedir: "Biz onu mübarek bir gecede in dirdik". (Duhan/3) Bunun hemen ardından, dördüncü ayette o ge cenin özel liği anlatılarak 'Her hikmetli iĢ onda kararlaĢtırılır" buy-rulmuĢtur. Kur'an-ı Kerim kesinlikle Kadir Gecesi nazil olmuĢtur. Dolayısıyla üstteki iki ayet de Kur'an'm nüzuluyla ilgili olması ci hetinden "Biz onu Kadir gecesi indirdik" (Kadir/l) ayetine uyg un düĢmektedir. Mübarek günlerde evrada devam edilmesi hususuna gelince, bu tür günlerin sayısı ondokuzdur. Bu ondokuz günde evrada devam edilmesi ve ibadete ağırlık verilmesi müstehaptır. Bu ondokuz gün Ģunlardır: AĢure günü; Arefe günü; Receb ayının yirm iyedinci günü; Ramazan ayının yirmiyedinci günü; ġaban ayının ortanca gü nü; Cuma günü; Bayram günü ve bilinen günler (=Eyyâm- ı Ma'lu-mât) ki bunlar Zilhicce'nin on günüdür. Sayılı günler (=Eyyâm-ı Ma'dudât) ki bunlar TeĢrik günleridir. Konuyla ilgili bir rivayette Ģöyle denilmektedir: "Arefe günü tu tulan oruç iki senenin kefaretidir; biri geçmiĢ senenin, diğeri gelecek senenin. AĢura günü orucu ise bir senenin kefaretidir". Enes b. Malik (ra) Allah Resulü'nün (sav) Ģöyle buyurduğunu rivayet etmiĢtir: "Cuma günü selim olunca diğer günler de selim olur. Ramazan ayı selim olunca, bütün sene selim olur". Alimlerimizden biri de Ģöyle demiĢtir: Kim Ģu beĢ günde gereken çabayı gösterirse, ahirette çaba göstermez. Bunlar, Allah Tea-la'dan lütuf ve ziyade sevap umulan günlerdir. Eğer bu günlerde de heva ve hevesinle uğraĢır, dünyalıkla meĢgul olursanız, Allah'ın lütuf ve fazlını ne zaman umabilirsiniz? Bu zatın kasdettiği beĢ gün; iki bayram günleri, Cuma günü, Arefe günü ve AĢure günü idi. Bu günler dıĢında faziletli olan günler, pazartesi ve perĢembe günleridir. Bu iki günde de ameller Allah Teala'ya yükseltilir. Aylar arasında faziletli olanlar ise, dört haram aydır: Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb. Allah Teala bu ayları haksızlık ve saldırıda bulunmayı yasaklayarak tahsis etmiĢ, onları dokunulmazlığı olan aylar olarak belirlemiĢtir. Zulüm ve haksızlık yapmanın haram kılındığı bu mübarek aylarda ibadet ve takva iĢleriyle uğraĢmak da çok makbul görülmüĢtür. Bu aylarda yapılan ameller diğer aylara nisbetle daha faziletli olmakla beraber Zilhicce ayında yapılan ibadetler, en faziletli olarak görülmüĢtür. Bunu sebebi ise, haccm bu ayda ifa edilmesi, 'Ey-yam-ı Ma'lumât=Bilinen günler1 ve 'Eyyam -ı Ma'dudât=S ayılı gün ler1 ile tahsis edilmiĢ olmasıdır. Daha sonra Zilkade gelir ki o da iki sıfata birden sahip olmakla ĢereflenmiĢtir: O, hem Haram aylardan biri, hem de hacc aylarından biridir. Muharrem ve Receb ise hacc ayları değildir. ġevval ise, haram aylardan olmamakla birlik te hacc aylarmdandır. Ay içerisindeki en faziletli günler ilk ve son on gündür. Zilhicce ayının ilk ve son on günü, ardından Muharrem ayının ilk on günü, mübarek günlerdir. Bu günlerde yapılan ameller pek faziletlidir ve diğer aylarınkine göre sevab bakımından daha fazlacadır. Allah Resulü'nün (sav) Ģöyle buyurduğu rivayet edilmiĢtir: "Kim haram ayda Ģu üç gün oruç tutarsa, Allah Teala onu cehen nemden yediyüzyıl uzaklaĢtırır: PerĢembe, Cuma ve Cumartesi".
BaĢka bir hadiste ise Ģöyle buyurduğu rivayet edilmiĢtir: "Haram ayın bir g ününde tutulan oruç, diğer ayların otuz gününe denktir". Bütün günler bakımından en faziletli vakitler ise, beĢ vakit namazın vakitleridir. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edildi ki: "Allah Resulü, Ramazan ayının son on günü gelince çarĢafını dürer ve elbisesinin alt kısmını bağlardı". BaĢka bir hadiste ise Ģöyle denil mektedir: Ramazan'm son on günü girince, kendisi gayrete girer, ev halkını da gayr etlendirir di". Yani ibadet ve amellerle yorulur, onla rı da yorulmaya teĢvik ederdi. BaĢka bir hadiste ise Allah Resulü'nün (sav) Ģöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Amel edilen günler arasında Allah Teala'ya Zilhicce'nin on gününden daha üstün ve daha sevimli geleni yoktur. O günlerden birinde tutulan oruç, bir yıllık oruca bedeldir. O günlerde bir gece i badete kalkmak, Kadir gecesi kıyam etmeye bedel dir". 42[42] Denildi ki, 'Allah yolunda cihaddan da'. BaĢka bir rivayette ise 'Malı ve canıyla Allah yolunda cihada çıkıp da her ikisinden de olan kimsenin dıĢındakilerin cihadından da üstündür1. Hadisin baĢka bir lafzında ise Ģöyle rivayet edilmektedir: 'Ancak atı boğazlanan ve kendi kanı dökülen kimseninki dıĢında..' Allah Teala, bir kulunu sevdiği zaman, kendisine en üstün se vap ve ecirleri verebilmek için faziletli kıldığı vakitlerde, en fazilet li amelleri ifa etmesini nasip eder. Bir kuluna gazap ettiğinde ise, haram aylardaki yasakları çiğnetmek, Allah'ın Ģiarlarını eksilttir mek ve günahlarını arttırmak için faziletli vakitlerde en kötü ve en çirkin amelleri iĢlemeye sevkeder. Denildi ki: "Tevfik-i Ġlahi'nin alâmeti üçtür: Sen kasdetmeksizin salih amellerin sana gelmesi; senin istemene rağmen kötülüklerin senden uzaklaĢtırılması; varlıkta ve yoklukta Allah Teala'ya muh- taciyet ve iltica kapısının açılması. Yardımsız bırakılmanın alamet leri de üçtür: Talep etmene rağmen iyi amellere ulaĢmanın zorlaĢması; Korkmanıza rağmen kötü iĢlerin kolay kılınması; her durumda Allah'a muhtariyet ve iltica kapısının kapalı olması. Allah Tea la'dan hüsn-i tevfik ve güzel tercih nasip etmesini niyaz eder, kaza ve kader in kötülüğünden de O'na sığınırız. 43[43] 21. FASIL
Cuma Günü İzlenecek Adab Ve Müridin Cuma Günü Ve Gecesiyle İlgili Bilinmesi Gerekenler Hakkındadır
Bu fasılda, Cuma gününü, makamını, adabını ve müridin o gün ve o gece yapması müstehap olan amellerini anlatacağız. Cuma namazı, bazı sıfatların varolmasıyla birlikte farz, bazı sıfatların bulunması durumunda da sakıt olan bir namazdır. Onun farz olması için, mukim olmak, gücü yetmek, Öğle vaktine girmek ve kırk hür adamın cemaat olması icab eder. Sakıt olması ise, sefe ri olmak, ikindi vaktine girmek, sayıda eksik olmak ve özür sahibi olmak durumları için geçerlidir. Bu namaz, emir sahiplerinin (=yöneticiler) öncülük etmesi gereken amellerden biri olup, onlar tarafından kıldırılır. Ancak ben, bi -datçı birinin arkasında kılınmıĢ olması halinde öğle namazının farzının tekrar edilmesini doğru bulurum. Büyük bir beldede iki cami bulunuyorsa, namaz kılınması en uygun olan, imamı üstün olan ca -miidir. Eğer fazilet bakımından müsavi iseler, o zaman daha eski ol an camii tercih edilir. Bu bakımdan da müsavi iseler, o zaman eğer ilim öğrenmek, öğretmek veya dinlemek gibi bir niyet yoksa -yakın olanda kılmak uygundur. Cuma namazını mümkün olduğunca daha büyük camiide kıl mak gerekir. Çünkü orada müslüman sayısı daha fazla olacaktır. Birini tercih ederek namazını onda kılanın namazı da geçerli olur. ibni Cüreyc der ki: Ata'ya Ģunu sormuĢtum: Bir Ģehirde iki veya da ha fazla camii 42[42] 43[43]
Ġbni Mâce, Sıyam/39 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), Ġz Yayıncılık: 1/ 219-222.
varsa, hangisinde kılmam daha doğru olur? Bana Ģu cevabı verdi: Müslümanların en fazla to plandığı camiide kıl. Çünkü o, Cuma namazıdır ve Allah Teala Ġslâm'ı onunla yüceltmiĢ, süslemis ve müslümanları da onunla Ģereflendirerek diğer ümmetlere üstün kılmıĢtır. Allah Teala buyurdu ki: "Ey iman edenler, Cuma günü (nama za) çağrıldığınız zaman Allah'ı zikretmeye koĢun ve alıĢveriĢi bırakın!" (Cuma/9) Cuma günü ezandan sonra, alıĢveriĢle uğraĢmak fu-kahadan bir cemaata göre haramdır. Çünkü ayetteki yasaklama umumi bir ifadeye sahiptir. Bazılarına göre bu vakitte yapılan alıĢveriĢ Tasid -geçersiz' sayıldığı için reddedilebilir. Bana göre ise bu yasak, ikinci ezandan yani imanım minbere oturması anından sonrası için geçerlidir. Çünkü Allah Resulü (sav), Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra) devirlerinde bilinen Cuma ezanı vakti bu idi. Okunan ilk ezan ise, müslüınan nüfusun artmasından dolayı Osman (ra) tarafından ihdas edilmiĢtir. Allah Teala buyurdu ki: "Namaz bittiğinde yeryüzüne yayılın ve Allah'ın lütfunu arayın". (Cuma/10) Bu ayet- i kerime, müminlere Cuma günü Allah Teala'yı zikretmelerini emretmekte, al ıĢveriĢten uzak durmayı Öğütlemekte, O'nun lütfunu aramalarını isteyerek bunun karĢılığında kendilerine hayır ve felah vaade dilmektedir. Bu ikisi, yani hayır ve felah, dünya ve ahiret hazinelerini cemeden iki isimdir. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edild i ki: "Allah Teala, Cuma namazını, size Ģu günümde ve Ģu makamımda farz kıldı". 44[44] BaĢka bir hadiste ise Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: "Kim Cu-nıa'yı üç defa özürsüz olarak terkederse Allah onun kalbini mü hürler".45[45] BaĢka bir lafızda ise "Ġslâm'ı sırtının ardına atmıĢ olur" ifadesi yer alır. Bir adanı Ġbni Abbas'a (ra) Ģöyle bir mesele sormuĢtu: Bir kiĢi Cuma ve cemaat namazı kılmadan ölürse hükmü ne olur? Ġbni Abbas: 'AteĢtedir dedi. Adam bu cevaptan sonra bir ay sürekli yanma geldi ve aynı soruyu sordu. O da her defasında 'AteĢtedir dedi. Cuma namazı için iki veya üç fersahlık 46[46] yola gidilebilir. TaĢra ehlinden, namaza yetiĢebilmek için erkenden yola çıkan, ancak geceye kalan ama geri döndüğünde ailesinin yakınmasına muhatap olacak kimsenin Cuma'ya gitmesi müstehaptır. Cuma namazı Ģu beĢ zümreye farz değildir: Çocuklar, köleler, kadınlar, yolcular ve hastalar. Bu zümrelerden her hangibir kimse, Cuma'ya Ģahit olur ve kılarsa, sevabım almıĢ ve farzını kılmıĢ olur. Konuyla ilgili rivayet edilmiĢ bir hadis Ģöyledir: "Cuma günü, Kitab ehlinden iki topluluğa verilmiĢti, ama onlar ihtilafa düĢtüler ve ondan çevrildiler. Allah Teala rahmetiyle onu bize bahĢetti. O, bu günü Ġslâm ümmetine saklamıĢtı, Cuma'yı müslümanlar için bayram kıldı. Onlar bu günle Kitab Ehlinin önüne geçirilmiĢler, Kitab ehli de müslümanların ardından getirilmiĢlerdir". Enes b. Malik'den (ra) rivayet edilen bir baĢka hadiste ise Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmaktadır: "Cebrail (as) bana geldi. Elinde beyaz bir ayna vardı. Bana Ģöyle dedi: ĠĢte bu Cuma'dır. Allah Teala sana ve senden sonrakilere bir bayram olması için size farz kıldı. Dedim ki: Bizim için onda neler var? Dedi ki: Sizin için onda en hayırlı saat var; kim o saatta bir hayır için dua ederse, o onun kısmeti olur ve Allah Teala da onu kendisine verir. Kısmeti verme kudreti olan Allah, onun daha büyüğünü saklamaya kadir değil mi dir? Veya o saatta daha önceden düĢeceği takdir edilen bir kötülükten Allah'a sığınırsa, Allah Teala kendisin i o kötülükten koruya caktır. Bizim katımızda o, günlerin efendisidir. Biz ahirette ona Zi yade Günü deriz. Kendisine 'Neden?' diye sorduğumda Ģöyle dedi: Rabbin Cennet'te bir vadiye sahiptir. O tamamen beyaz miskle ko- kulandırılmıĢtır. Cuma günü Ġlliyyun'dan Kürsi'ye iner...Orada kullarına tecelli eder, onlar da O'nun vechine nazar ederler..." Bu hadis Müsned -i Elf&e tam metniyle rivayet edilmiĢtir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "GüneĢin doğduğu en hayırlı gün Cuma'dır. Adem (as) o gün 44[44]
Ibnı Mâce, Ikamet/78 DeğiĢik lafızları için b. Müslim, Mesacid/254; Tirmizî, Cuma/7; Ebu Davûd, Salat/203, 204; Nesa'î, Cuma/2, 3; Ġbni Mâce, Ġkamet/93; Dârimî, Salat/205; Muvatta', Cuma/20; Ġbni Hanbel, 1/402, 422, 461, 499 IH/332, 424 V/8, 14, 30 46[46] Fersah; 5,762 km uzunluğunda mesafe 45[45]
yaratılmıĢ ve o gün cennete alınmıĢtır. Yine o gün oradan indirilmiĢtir. Kıyamet o gün kopar. O, Allah katında daha ziyade sevap kaynağıdır. Gökyüzündeki melekler de onu böyle isimlendirirler. O, cennette Allah Teala'ya nazar etme günüdür. 47[47] BaĢka bir hadiste ise Ģöyle buyrulmaktadır: "Ayakları üzerinde duran hiç bir canlı yoktur, ki, Cuma günü ürperti içinde Kıyametin kopmasını bekliyor olmasın. Ancak Ģeytan ve isyankar Ademoğulla -n bunun dıĢındadır". 48[48] Denir ki: KuĢlar ve baykuĢlar Cuma günü karĢılaĢtıklarında Ģöy le selamlaĢırlar: Selam, selam, salih bir gün. Bir rivayette ise Ģöyle denilmektedir: Allah Teala, her Cuma günü altıyüzbin kiĢiyi cehennem azabından azat eder. Enes'in (ra) rivayet ettiği bir hadiste Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmaktadır: "Cuma günü selamette olunca, diğer günler de selamette olur". Ka'b da Ģöyle bir haber nakletmektedir: Allah Teala, yarattığı her Ģeyden birini diğerlerine üstün kılmıĢtır. Beldeler arasında Mekke'yi diğerlerinden üstün kılmıĢtır. Aylardan Ramazan'ı diğerlerin den üstün kılmıĢtır. Günlerden de Cuma'yı diğerlerinden üstün kılmıĢtır. BaĢka bir rivayette ise Ģöyle denilmektedir: Cehennem her gün zeval vaktinden önce güneĢ tam tepeye çıktığında alevlendirilir. Cuma günü dıĢında o vakitte namaz kılmayın. Çünkü Cuma'nm tamamı namaza müsaittir ve cehennem de o gün alevlendirilmez. Kulun Cuma günü yapacağı en faziletli amel, Cuma namazını kılacağı camiiye erkenden gitmektir. Bunun için en güzeli ilk saat tir. Eğer ilk saat gidemezse ikinci saat gider. Eğer onda da gide-mezse, o zaman üçüncü saatte gider. Çünkü Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: "Cuma'ya ilk saatte giden bir diĢi deve kurban etmiĢ gibidir, ikinci saatte giden, bir inek kurban etmiĢ gibidir. Üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç kurban etmiĢ gibidir. Dördünc ü saatte giden, bir tavuk hediye etmiĢ gibidir. BeĢinci saatte giden bir yumurta hediye etmiĢ gibidir. Ġmam minbere çıktığında ise amel defterleri dürülür, kalemler kaldırılır ve melekler minberin Önünde toplanarak zikri dinlemeye baĢlarlar. Bu vakitten so nra gelen, sırf namazın hakkı için gelen gibidir. Onun için hiç bir ziyade sevap yoktur". 49[49] Hadiste de anlatılan ilk saat, sabah namazının hemen sonrasında baĢlar. Ġkinci saat, güneĢin yükselmeye baĢladığı vakittir. Üçüncü saat, Duha -i A'lâ da denile n güneĢin yayılmaya baĢladığı, ayakların güneĢin ısısıyla terlemeye baĢladığı kuĢluk vaktinin yükselme zamanıdır. Dördüncü saat, zevalden önceki vakittir. BeĢinci saat ise, zevale girdiği veya müstevi olduğu zamandır. Dördüncü ve beĢinci saatler, erkenliği müstehab olan vakitler değildir ve beĢin ci saatten sonra gelenler için her hangi bir fazilet sözkonusu değil dir. Çünkü imam, bu vaktin sonunda minbere çıkar ve bu vakitten sonra Cuma'nın farzını kılmaktan baĢka bir Ģey yapılmaz. Denilir ki, insanların Allah Teala'ya yakınlıkları, Allah Teala'yı ziyaret ettiklerinde O'nu ne kadar çok düĢündüklerine bağlıdır ki bu da, Cuma namazına geliĢlerindeki erkenliğe göre ölçülür. îbni Mesud (ra) bir defasında Cuma namazı için erkenden mescide gelmiĢ ve orada kendinden önce gelen üç kiĢinin olduğunu görmüĢtü. Buna sıkılan îbni Mesud (ra) kendi kendini Ģöyle teselli etmiĢti: -Kendini kasdederek- dördün dördüncüsü de her halde Allah Teala'ya pek uzak değildir! ĠĢte Allah Resulü'nün (sav) ashabının imandaki yakin de recesi böylesine yüksekti. Bir hadiste de Ģöyle buyrulduğu rivayet edilmiĢtir: "Melekler, Cuma günü zamanında gelmeyerek geciken kulu merak eder ve birbirlerine Ģöyle derler: Falan ne yaptı acaba? Ne den gecikti acaba? Allahım, eğer onu geciktiren fakirliği ise onu zengin kıl, eğer onu geciktiren hastalığı ise, ona Ģifa ver, eğer bir meĢguliyeti varsa, onu bitirt, eğer heva ve hevesi onu geciktirdiyse kalbini Senin itaatma Ģevket!" Cuma günü, kıssa anlatanların meclislerine oturmayın, çünkü bu mekruh görülmüĢtür. 47[47]
Müslim, Cuma/17, 18; Buharî, Cuma/4; Ebu Davûd, Vitr/26; Tirmizî, Cuma/l, 2; Ġbni Mâce, Ġkamet/79; Dârimî, Salat/19, 206; Muvatta', Cuma/16; Ġbni Hanbel, 11/273, 327, 418, 457, 486, 504, 519, 540 III/430 IV/8. 48[48] Muvatta', Cuma/16; Nesa'î, Cuma/45. 49[49] Buharı, Cuma/4, 31; Müslim, Cuma/10, 24; Ebu Davûd, Taharet/127; Tirmizi, Cuma/6; Nesa'î, Cum'a/13, 14 îmamet/59; Ġbni Mâce, Ġkamet/82; Dârimî, Salat/193; Muvatta', Cuma/l; îbni Hanbel, 11/239, 259, 280, 460,505
Namazdan önce bir zikir halkasına da katılmayın. Maktu' bir hadiste Allah Resulü'nün (sav) Ģöyle buyurduğu rivayet edilmiĢtir: "Üç Ģey vardır ki, eğer insanlar onlardaki hayrı bilselerdi onlar için deve koĢtururlardı: Ezan, cemaatta ilk saf ve Cu ma'ya erkenden gitmek" 50[50]Ġbni Hanbel (ra) bu hadisi zik rettikten sonra 'Bunların da en faziletlisi, Cuma'ya erken gitmek tir1 demiĢtir. Konuyla ilgili bir baĢka hadis de Ģudur: "Cuma günü olduğunda melekler, ellerinde gümüĢ sayfalar ve altından kalemlerle mescidin kapılarına oturur ve ilk gireni yazarlar. Hk giren, onların mertebeleri üzeredir". Allah Resulü'nün (sav) Cuma hakkındaki bir diğer hadisi de Ģöyledir: "Allah Resulü (sav) Cuma günü, namazdan önce zikir halkası kurmayı yasaklamıĢtı.51[51] Ancak Allah Tea- la'yı bilen, Allah Teala'nm sayılı günlerini zikreden, Allah'ın dinini fıkheden kimse, kuĢluk vakti camiide oturursa, onun meclisine katılmak mümkündür. Buna yapan kimse, camiye erken gitmekle ilim dinleme amellerini birleĢtirmiĢ olur. Cuma günü gusletmek, ancak zaruret bulunması halinde terke -dilir. Cuma günü gusletmek, bazılarına göre farzdır. O gün evde gusletmek, daha hayırlıdır. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edildi ki: "Cuma günü gusletmek her ihtilamlı kiĢiye vacibdir". 52[52] Nafi'in (ra) Ġbni Ömer'den (ra) rivayet ettiği meĢhur hadise göre Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: "Cuma'ya gelen kiĢi gusletsin".53[53] Rivayete göre Ömer (ra) hutbe okurken mescide gelen Os man'a (ra) Ģöyle demiĢti: Bu saatte mi geliyorsun? O da Ģu cevabı ver di: Ezanı duyduktan sonra sadece abdest almak için oyalandım ve hemen çıktım. Bunun üzerine Ömer (ra) Ģöyle dedi: Yalnız abdest mi aldın! Bildiğime göre Allah Resulü (sav) bugün gusletmeyi emrederdi". Bize göre de, bilmesine rağmen yapmaması Osman (ra) iç in bir ruhsat bulunduğunu göstermektedir. Bu da müsned bir hadise dayanmaktadır: "Kim Cuma günü abdest alırsa onunla ye tinir ve nimetlenir. Kim de guslederse, bilsin ki gusletmek daha faziletlidir".54[54] Bir sahabe (ra) topluluğundan da Ģu hadis nakledilmiĢtir: "Biz ler, yaz mevsiminde Cuma günü gusletmekle emrolunduk. KıĢ geldiğinde ise, dileyen gusleder, dileyen de etmezdi". Allah Resulü'nden (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: "Cuma'ya Ģahit olan kadın ve er kekler gusletsinler". Bu sebebledir ki Malik b. Enes (ra) Ģöyle derdi: "Kadınlar, Cu ma'ya girdiklerinde onun için guslederler. Eğer cünüblükten dolayı guslederse, buna niyet ederse Cuma guslünü de yerine getirmiĢ sayılır". Cünüblük için guslederken Cuma guslü için de niyet edil melidir. Bu daha faziletlidir. Sahabeden biri, oğlunun yanına gittiğinde onun guslettiğini gördü ve sordu: Cuma için mi guslettin? Oğlu 'Hayır, cünüblük için guslettim' deyince, Sahabi Ģöyle dedi: Guslü tekrar al. Çünkü ben Allah Resulü'nün (sav) Ģöyle buyurduğunu duydum: Cuma günü gusletmek, her müslümana farzdır" 55[55] Cuma günü fecrin doğuĢundan sonra gusledilse, Cuma guslü ifa edilmiĢ olur. Ama o gün yapılan guslün en faziletlisi, Cuma için ca -miiye gitmeden önce yapılandır. Gusülden sonra namazı bitinceye kadar kadar abdestini bozmaması daha güzeldir. Alimler arasında bunu mekruh görenler de vardır. Ancak Cuma için camiye erkenden giden kiĢi, abdestini bozduğu için namazdan önce abdest alırsa, yine gusül üzere sayılır. Cuma guslünde diĢleri misvaklamak, en uygun giysileri giymek ve Ģöhreti celbedecek elbiselerden uzak durmak müstehap görül müĢtür. Cuma günü giyilecek en iyi renk beyazdır. Yemen bürdesi giymek de güzel olur. Cuma günü siyah elbise giymek, sünnet ol madığı gibi 50[50]
Benzer hadisler için b. Buharî, Ezan/9, 32, 73; Müslim, Salat/129, 131; Tirmizî, Meva-kit/52; Nesa'î, Mevakit/22 Ezan/31; Muvatta', Cemaat/6, Nida/3; Ġbni Hanbel, 11/239, 278, 303, 374, 533. 51[51] Nesa'î, Mesacid/22; Ebu Davûd, Salat/214 Edeb/14; Tirmizî, Salat/123. 52[52] Buhari, Ezan/161 Cuma/2, 3, 12 ġehadat/18; Müslim, Cuma/4, 7; Ebu Davûd, Taharet/127; Nesa'î, Cuma/2, 6, 8, 11; Ġbn i Mâce, Ġkamet/80; Muvatta', Cuma/2, 4; Dârimî, Sa -lat/190; Ġbni Hanbel, III/6, 30, 60, 65, 69 53[53] Hadisin benzer lafızları için b. Buharı, Cuma/2, 3, 5, 6, 12, 26 Ezan/161 ġehadat/18; Müslim, Müsafirun/26, 27 Cuma/l, 2, 4, 6-8; Ebu Davûd, Taharet/127, 128; Tirmizî, Cuma/29; Nesa'î, Cuma/7, 8, 11; Ġbni Mâce, îkamet/78, 80, 83; Muvatta', Cuma/2, 4, 5; îbni Hanbel, 1/15, 46, 265, 268 H/3, 9, 35, 37, 48, 51, 53, 64, 75, 78, 101. 54[54] Hadisin değiĢik lafızları için b. Buharı, Vudu746; Müslim, Taharet/8, 12; Ebu Davûd, Taharet/32, 51, 128; Tirmizî, Taharet/45 Cuma/5 55[55] Benzer bir hadis için b. Buharı, Cuma/3.
siyah giyene bakmak da faziletli bir Ģey de değildir. Cuma günü tırnakları kısaltmak ve bıyıkları düzeltmek müste -hapdır. Allah Resulü'nden (sav) bunun faziletine ve emrettiğine dair bir hadis rivayet edilmiĢtir. Ġbni Mesud (ra) ve diğerlerinden. Allah Resulü'nün (sav) Ģu buyruğu nakledilmiĢtir: "Kim Cuma gü nü tırnaklarını keserse, Allah Teala ondan bir derdi giderir, yerine Ģifa verir". Cuma'ya giden kimse, kokusu duyulan ama rengi belirgin olma yan en güzel kokularını sürünmelidir. Erkek kokuları böyledir. Kadın kokuları ise, rengi belirgin ama kokusu bel irgin olmayan yağlardır. Bu hususla ilgili bir hadis rivayet edilmiĢti. Cuma günü sarık sarmak da müstehaptır. Bu hususta Vasile b. el -Eska'dan Ģaz bir hadis rivayet edilmiĢtir: "Allah Teala ve melekleri, Cuma günü sarık saranlara salat ederler". Sarık sıcaktan dolayı sıktığı zaman, namazdan önce ve sonra sarığı çözmekte bir beis yoktur. Ancak evden camiye giderken sarıklı olmak gerekir. Namaz kılarken de sarıklı olmak icab eder. Sarığın fazileti ancak bu hallerde tahakkuk eder. Eğer sarık çıkarılmıĢsa, imam minbere çıkarken tekrar takılmalıdır. Daha sonra sarıklı bir halde Cuma namazı kılınmalıdır. Ġstenirse, bundan sonra çıkarılabilir. Cuma günü camiye giden kul, Allah rızası için çıktığını bilerek, huĢu, tevazu, vakar, ağırlık, mahcubiyet ve sükunet halini muha faza etmelidir. O gün bol bol dua ve istiğfarda bulunmalıdır. Evinden çıkarken, Rabbini O'nun evinde ziyaret etmek, farzı eda ederek O'na yakın olabilmek ve mescidde Rabbiyle baĢbaĢa kalmak için yola çıktığını kalbinden geçirerek niyet etmeli, uzuvlarını her türlü Ģehvet, heva ve hevesten uzak tutmalı, Rabbine hizmet ederken kendisini hiç bir Ģeyin meĢgul etmesine izin vermemelidir. O gün rahatı bir kenara koyarak dünyevi menfaatların ardına düĢmemeli ve o günkü virdine devam etmelidir. O gün ün baĢını, Cuma namazını bitirinceye kadar namaz ile hizmete, ortasını ikindi namazına kadar ilim ve zikir meclislerine katılmaya, sonunu da güneĢin batınıma kadar teĢbih ve istiğfara tahsis etmelidir. Selef -i Salih, Cuma gününü iĢte bu Ģekilde üçe taksim ederlerdi. Eğer Cuma günü oruç tutulacaksa, perĢembe veya cumartesi günleriyle birlikte tutulması güzel görülmüĢtür. Yalnız Cuma günü oruç tutmak mekruh sayılmıĢtır. Cuma ehlinden olduğu halde onda oruç tutmayan kimse için müstehap olan, hanınııyla birleĢmesi -dir. Bunun fazileti hakkında birçok hadis mevcuttur. Selef den bazıları da böyle yaparlardı. Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: "Kim Cuma günü guslet tirir ve gusleder, sabah erkenden yola çıkar ve imama yakın olur da boĢ bir Ģeyle uğraĢmazsa, attığı her adım için bir senelik oruç ve ge ce kıyamı sevabı verilir".56[56] BaĢka bir hadis ise Ģöyledir: "Eğer ima ma yakın olur ve onu candan dinlerse, bu onun için iki Cuma arasına ve üç gün fazlasına kefaret olur".57[57] BaĢka bir lafızda ise 'Diğer Cuma'ya kadar ona mağfiret olunur' buyrulmaktadır. BaĢka bir lafızda ise, insanların boyunlarına basmaması Ģartı konulmuĢtur. 58[58] Yukarıdaki hadisin baĢlangıç kısmındaki "Gassele=guslettirdi" ifade, hanımına da guslettirmesi, anlamında kinayeli olarak cinsi münasebeti ifade ediyor olabileceği gibi, 'Gasele=yıkadı' Ģeklinde okunup 'kendi baĢını yıkayıp bedenini guslettikten sonra kimsenin boynuna basmazsa' Ģeklinde de anlaĢılabilir. Ġnsanların boyunları na basmak mekruh görülmüĢtür. Bu hususta çok ciddi ve ağı r tehditler mevcuttur. Bunu yapan kimse, kıyamet günü kendisi için ko nan bir köprünün baĢka insanlar tarafından yıkılmasına neden olur. Ġbni Cüreyc (ra) mürsel bir hadiste Allah Resulü'nden (sav) Ģu nu rivayet eder: "Bir Cuma günü Allah Resulü (sav) hutb e verirken bir adamın insanların boyunlarına basarak ilerlediğini ve ön saffa oturduğunu gördü. Allah Resulü (sav) namazını bitirdikten sonra, özellikle o adama hitap ederek Ģöyle buyurdu: Ey falanca, neden bugün bizimle cemaata katılmadın? Adam da ĢaĢkınlık içinde Ģöyle dedi: Ey Allah Resulü! Cemaate katıldım. O zaman Allah 56[56]
Ebıı Dayûd, Taharet/127; Nesa'î, Cuma/10, 12, 19; Ġbni Mâce, Ġlcamet/80; Dârimî, Sa-lat/195; Ġbni Hanbel, 11/209 IV/9, 10, 104 Birinci hadisin kaynaklarına ilaveten b. Ġbni Hanbel, 1/93 58[58] Ebu DavÛd, Taharet/127 Salat/229, 232; Ġbni Hanbel, 11/214 IH/81 V/198. Kalpler 11 57[57]
Resulü (sav) Ģöyle buyurdu: Toksa insanların boyunlarına basarken gördüğüm sen değil miydin?!' Müsned bir hadiste ise Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmaktadır: "Cuma'yı bizimle birlikte kılmanı engelleyen nedir?" O da Ģöyle dedi: Beni görmediniz mi? ġöyle buyur du: "Erken gelme bakımından geç kaldığını, mescide girerken de eziyet ettiğini gördüm". Cuma günü kıssacıların meclisine de oturulmaz. Bu mekruh görülmüĢtür. Aynı Ģekilde Cuma namazından önce zikir halkasına oturmak da mekruhtur. Amr b. ġu'ayb, babası -dedesiAbdullah b. 'Imran senediyle Ģunu rivayet etmiĢtir: "Allah Resulü (sav), Allah'ın günlerini hatırlatan, dinde fıkıh öğreten ve camide sabahın erken vaktinden itibaren konuĢm aya baĢlamıĢ olan Allah Teala'yı bilen kimseninki dıĢında Cuma namazından önce halka oluĢturulması yasaklamıĢtı".59[59] Böyle birinin meclisine oturan kimse, Cu-ma'ya erken gitmekle ilim dinleme amellerini birleĢtirmiĢ olur. Selef ulemasından nakledildi ki: Allah Teala'nın kulları için verdiği rızıktan bir lütfü vardır ki bunu ancak PerĢembe gecesi ve Cuma günü niyazda bulananlara verir. MeĢhur bir hadiste de Ģöyle buyrulmaktadır; "Cuma gününde öyle bir saat vardır ki, ona teva fuk eden ve Allah Teala'ya niyazda bulunan müslüman bir kul iste diği Ģeye Allah tarafından nail olur". 60[60] Bu hadisin baĢka bir lafzında da 'Namaz kılan bir kul ona tesadüf etmez ki.. 61[61] ibaresi yeralmaktadır. Ulema, hadislerde sözedilen bu saatin tayini üzerinde ihtilaf et miĢtir. Kimine göre güneĢin doğuĢ vakti, kimine göre insanların Cuma namazına kalkma vakti, kimine göre Cuma günü zeval vakti, bazılarına göre Cuma ezanının okunduğu vakit, bazılarına göre imamın minbere çıkıp duaları okumaya baĢladığı vakit, bazılarına göre ikindi vaktinin sonları, kimine göre de güneĢin batma vaktidir. Fatıma (ra) bu son vakte dikkat eder ve hizmetçisini bu vakitte güneĢi gözlemeye gönderirdi. Hizmetçisi güneĢin batmaya baĢladığını bildirdiği zaman, güneĢ tamamen batmcaya kadar dua ve istiğfara dalardı. O, beklenmesi gereken vaktin bu olduğunu ve bunu babasından (sav) öğrendiğini haber vermiĢtir. Bu vakitle ilgili rivayetlerin taĢıdığı görüĢlerin hülasası budur. Sözü kısa tutmak için bu rivayetlerin hepsine yer veremedik. Kul, bu vakit lerden ilham almalı ve bu vakitlerde dua etmeli, uygun olanlarında da namaz kılmalıdır. Bir alim de Ģu görüĢü belirtmiĢtir: Bu saat, Cuma günü içinde Ramazan ayındaki Kadir gecesi gibi müphem bırakılmıĢ bir saat olup ancak Allah Teala tarafından bilinir. BeĢ vakit namaz içerisinde yeralan (Salat- ı Vusta=Orta Namaz' gibidir1 de diyebiliriz. BaĢka bir alim ise, bu saatin Kadir gecesinin yıldan yıla değiĢmesi gibi, her seferinde Cuma gününün değiĢik vakitlerinde vaki olduğunu söylemiĢtir. Bütün bunlar göste riyor ki kul, Cuma gününün tamamında Allah Teala'ya yakarmalı, O'na rağbet etmeli ve O'na muhtaç olduğunu kalpten ifade etmelidir. Günün tamamında virdlerine devam edip onun bütün saatlerini zikir ile ihya eden kul, Allah'ın izniyle o saate tevafuk edecektir. Kul, eğer bir Cuma'da bütün saatleri zikir ve dua ile geçiremez -se, o zaman değiĢik Cuma günlerinde değiĢik saatlerde dua ve zikirle iĢtigal ederek bu saate tevafuk edebilir. Eğer böyle yaparsa, zaruri olarak o saate tevafuk edecektir. Özellikle Ģu iki vakitte, dua ve tazarruatmı arttırmalıdır: Ġlki, imamın minbere çıkmasından namazın ikame edileceği ana kadar geçen vakit; ikincisi ise, güne Ģin batma temayülüne girdiği vakittir. Bu iki vakit, Cuma günü nün en faziletli vakitleridir. Benim zannı gali bime göre de, hadislerde bahsi geçen vakit, bu iki vakitten biridir. Bir gün Ebu Hüreyre (ra) ile Ka'bu'l- Ahbar biraraya gelmiĢler di. Ka'bu'l-Ahbar, bahsi geçen 59[59]
Benzer anlamdaki hadisler için b. Nesa'î, Mesacid/22 'Iydeyn/31, 32; Ebu Davûd, Sa-lat/214 Edeb/14; Tirmizî, Salat/123; Ġbni Mâce,Ġkamet/96; Ġbni Hanbel, 11/179. 60[60] Hadisin muhtelif lafızları için b. Buharı, Cuma/37 Talak/24; Müslim, Müsafırun/166, 167 Cuma/13-15; Tirmizî, Cuma/2 Tefsir-i Suret-i 85/1; Nesa'i, Cuma/45; Ġbni Mâce, Ġkamet/99; Dârimî, Salat/204; Muvatta', Cuma/15; Ġbni Hanbel, 11/30, 255, 283, 312, 403, 457, 519 111/39, 65, 313, 348 V/451, 543 61[61] Ebu Davûd, Salat/201; Muvatta', Cunıa/16; Ġbni Hanbel, 11/486 V/451
saatin, Cuma gününün son vakti ol duğunu söylemiĢti. Ebu Hüreyre (ra) ona karĢı çıkarak Ģöyle dedi: Nasıl son saati olabilir? Ben Allah Resulü'nün (sav) Ģöyle buyurduğunu duydum: Namaz kılan kul ona tevafuk eder.. Çünkü o saat, bir namaz vaktidir. Bunun üzerine Ka'bu'l Ahbar Ģöyle dedi: Allah Resulü (sav) 'Namazı beklemek için oturan kiĢi, namazda sayılır" 62[62] buyurmadı mı? Ebu Hüreyre de 'Evet' dedi. O zaman Ka'bu'l -Ah bar, 'Bu da bir namazdır1 dedi. Bunun üzerine Ebu Hüreyre, onu tasdik edercesine sustu. Kul, Cuma günü ve gecesi Allah Resulü'ne (sav) bol bol salatü selam göndermelidir. O gün ve gece göndereceği salatü selamın en azı üçyüz defa olmalıdır. Allah Resulü (sav) kendinden rivayet edilen bir hadiste Ģöyle buyurmaktadır: "Cuma günü bana seksen defa sa -lat eden kimsenin seksen yıllık günahı mağfiret olunur. Denildi ki: 'Ey Allah Resulü, sana nasıl salat ederiz?' Dedi ki: 'ġöyle dersiniz: Allahım, kulun, peygamberin ve ümmi Resul'ün Muhammed'e salat et'. Allah Resulü'ne (sav) salat lafzı zikredildikten sonra nasıl olur sa olsun, O'na salat edilmiĢ olur. TeĢehhüdde rivayet edilen ve ken disine edilmesini istediği meĢhur salat ifadesi ise Ģöyledir: "Ailahım, Muhammed'e ve O'mın yakınlarına öyle bir salat et ki, Senin için rıza kaynağı ve onun için de bir eda olsun. Ona Vesi- le'yi ver ve onu vaadettiğin Makam-ı Mahmud'a gönder. Bizim tarafımızdan onu, layık olduğu Ģekilde ve bütün ümmetlerin peygam berlerinden daha üstün olanla mükafaatlandır. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, onun kardeĢleri olan bütün peygamberlere ve salihlere de salat buyur". 63[63] Kul bunu yedi kez söyler. Bu salatü selamı getirmekte çok büyük bir sevap vardır. Denir ki: Bu salatı, yedi Cuma günü, yediĢer kez söyleyen kimse için, Allah Resulü'nün (sav) Ģefaati farz olur. Kul, daha fazla bir Ģey yapmak isterse, rivayet edilen Ģu salatı da okur: "Ailahım, en faziletli salavatm, en Ģerefli aklaman, en nadir be -rekatm, Ģefkat , merhamet ve selamınla peygamberlerin önderi, müttakilerin imamı, Hatem -i Enbiya, alemlerin Rabbinin Resulü, hayrın öncüsü, birrin fatihi, rahmet peygamberi ve ümmetin efen disi Muhammed'e salat buyur. Aîlahrm, onu kendine yakın kılacağın Makam -ı Mahmud'a gönder. Onu öncekilerin ve sonrakilerin gıpta edecekleri kadar yakın bir makamına al. Ailahım, ona fazl ve fazilet, Ģeref ve Vesile, yüksek derece ve en ulvi mertebeyi nasip et.Ailahım, Muhammed'e niyaz ettiğini ver, onu ümidine ulaĢtır ve onu ilk Ģefaat eden ve ettirilen kıl. Ailahım, onun delilini yücelt, tartısını ağırlaĢtır, hüccetini aydınlat ve derecesini en yakın kılınanların da üstünde yükselt. Ailahım, bizi de onun zümresinde di rilt, bizi de onun Ģefaatma mazhar olanlardan kıl, bizi onun sünneti üzere yaĢat ve onun milleti üzere öldür, bizi onun havzma dahil et ve kasesiyle içir. Bizi, piĢman olan, yardımsız bırakılan, Ģikayet çi olan, hükmü değiĢtiren, fitneye sebep olan veya fitneye maruz bırakılanlardan eyleme. Amin! Ey alemlerin Rabbü". Kul, Cuma günü ve gecesi bol bol istiğfarda bulunmalıdır. Mağfiret isteğinin kullanıldığı her lafizla istiğfar etmiĢ sayılmasına rağmen Ģu lafzı söyleyerek istiğfarda bulunursa daha makbul olur: "Allahm, bana mağfiret et, tevbemi kabul buyur. Muhakkak ki Sen, tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhametli olansın!" Eğer; "Rabbim, mağfiret et, merhamet buyur ve bildiklerini hoĢgör. Muhakkak ki Sen, merhamet edenlerin en hayırlısısm!" diye dua ederse, bu da güzel görülür. Kul, Cuma günü bir hatim indirmelidir. Eğer bu ona ağır gelir se, o zaman hatmine Cuma gecesinden baĢlaması hayırlı olur. O gün Kur'an'ı hatmetmek isteyen kimse için, bunu sabah namazının iki rekatıyla akĢam namazının iki rekatında yapması çok faziletli olur. Çünkü böyle yapmakla bütün Cuma'yı kuĢatmıĢ olur. Kul hatmini, Cuma ezanı ile kameti arasında tamamlarsa,'bunda çok bü yük fazilet vardır. 62[62]
Ġbni Hanbe), V/451, 453; Buharı, Ezan/30; Ebu Davııd, Salat/201; Tirmizî, Cuma/2; Ne -sa'î, Mesacid/40; Muvatta', Cuma/16. Salat-ü Selam lafızları için b. Buharı, Tefsir -i Sııret-i 33/10 Enbiya/10 Da'avat/31, 32; Müslim, Salat/65, 66, 69; Tirmizî, Tefsir-i Suret-i 33/23 Vıtr/20; Ebu Davûd, Salat/179; Nesa'î, Sehv/49, 50 -54; Dârimî, Salat/85; Muvatta', Sefer/66, 67; Ġbni Hanbel, 1/163 IH/47 IV/118, 241 V/274, 374, 424. 63[63]
Kulun Cuma namazından önce on iki rekat, namazdan sonra da altı rekat namaz kılması müstehap görülmüĢtür. Cuma namazı için camiye girdiğinde dört rekat namaz kılmalı ve bu namaz esna sında, her rekatta elli defa olmak üzere toplam iki yüz defa Ġhlas suresini okumalıdır. Bununla ilgili Allah Resulü'nden de (sav) hadis rivayet edilmiĢtir. Bu ameli ifa eden kimse cennette oturacağı yeri görmeden veya orası kendine gösterilmeden önce vefat etmez. Camiye girildiği zaman da oturmadan önce iki rekat namaz kılınmalıdır. Eğer camiye girdiğinde imam hutbe okuyarsa, kısaltarak da olsa bu iki rekatı kılar . Çünkü bunu yapmakla Allah Resulü'nün (sav) emrine uymuĢ olmaktadır. 64[64] Garib bir hadiste Allah Resulü'nün (sav) bunu yapan kimseye sükut ettiği bildirilmiĢtir. Kufeliler ise, eğer imam ses çıkarmazsa kiĢinin bu iki rekatı kılabileceğini söylemiĢlerdir . Allah Resulü'nün (sav) buna sükut etmesi, kendi sözünün vucubiyetin- den dolayı ona mahsus bir husus da olabilir. Ġbni Cüreyc, Ata vasıtasıyla Ġbni Abbas (ra) ve Ebu Hüreyre'den (ra) Ģunu nakletmiĢ tir: Allah Resulü (sav) buyurduki: "Kim Cuma gecesi veya günü Kehf suresini okursa, kendisine okuduğu yerden Mekke'ye yönelen bir nur verilir, bir sonraki Cuma'ya ve üç gün fazlasına kadar günahları bağıĢlanır, sabaha erinceye kadar yetmiĢ bin melek ona salat eder, hastalık ve beladan afiyet bulur, zatüîcenb, a laca ve cüzzamdan uzak kılınıp deccalm fitnesinden korunur".65[65] Cuma günü Ģu dört sure ile dört rekat namaz kılmak da müste -haptır: En'am, Kehf, Taha ve Yasin. Eğer bunları güzelce okuyama -maktan endiĢe ederse, o takdirde Yasin, Secde, Lok?nan, Duhan ve Mülk surelerini okur. Cuma geceleri bu dört sureyi okumayı asla bırakmamalıdır. Bununla ilgili hadisler mevcut olup bunu yapmak büyük ecirleri mucibdir. Eğer Kur'an'm tamamını okuyamamaktan endiĢe ederse, o zaman güzelce okuyabildiklerini okur. Bu da kend isi için hatim sevabına sayılır. Denildi ki bildiği Ģekilde bir hatim sayılır. Abidler Cuma gecesi bin defa Ihlas okumayı müstehap görüyorlardı. Eğer bunları on veya yirmi rekatlık bir namazda okurlarsa, hatimden daha faziletli olur. Onlar Allah Resulü'ne de (sav) en az bin kez salat- ü selam ediyorlardı. Ayrıca dört kelime ile yani 'Süb -hanallah, Elhamdülillah, Allahü ekber ve la ilahe illallah' kelime leri ile biner defa teĢbih ve tehlil çekiyorlardı. Bunlar, yani biner defa Ihlas suresini okumak, Allah R esulü'ne (sav) salat-ü selam getirmek ve teĢbih ile tehlilde bulunmak, Cuma günü yapılabilecek en güzel üç virddir. Bunları ayrı ayrı yapmak veya birleĢtirmek na sip edilen kimse asla terketmemelidir. Çünkü bunlar, Cuma günü yapılabilecek amellerin en güzelleridir. Kul, eğer Cuma günü zevalden önce dört rekatta çekilen üçyüz tesbihatlık bir namaz olan TeĢbih namazını kılarsa, amelini çoğaltmıĢ ve ecrini güzelleĢtirmiĢ olur. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edildi ki O, "Her Cuma, bir defa TeĢbih namazı kıl" buyurmuĢtur. Ebu'l -Cevza, Ġbni Abbas'dan (ra) Ģunu nakletmiĢtir: Ġbni Abbas (ra), her gün zevalden sonra bu namazı kaçırmazdı. Onun fazilet ve önemini kendisine de haber vermiĢti. Eğer kul altı teĢbih suresini Cuma günü veya gecesi okursa gü zel olur. Allah Resulü'nün (sav) bizzat bu sureleri, sadece Cuma gü nü ve gecesi özellikle okuduğu rivayet edilmektedir. Konuyla ilgili rivayet edilmiĢ bir hadis Ģöyledir: "Allah Resulü (sav), Cuma gecesi akĢam namazında Kafinin ve Ġhlas surelerini, yatsı namazında C uma ve Münaflkun surelerini -bir rivayete göre bu iki sureyi sa dece Cuma yatsılarında - okurdu. Cuma günü sabah namazında Lokman ve Ġnsan surelerini okurdu". ġu var ki kulun bu mübarek gün ve gecede ilm -i yakin, marifet ve zikir meclislerinde dinleyici ve öğrenici olması namaz kılmasından daha faziletlidir. Namaz kılması ise, hikaye anlatan kassasla- rın meclislerine katılmasından daha hayırlıdır. Ebu Zer'den (ra) ri vayet edildi ki: "Bir ilim meclisinde hazır olmak bin rekat namazdan daha faziletlidir". 66[66] BaĢka bir hadiste ise Ģöyle buyrulmaktadır: "Sizden birinin ilimden bir bab öğrenmesi veya 64[64]
Müslim, Cuma/57, 59; Nesa'î, Cuma/16; Ġbni H anbel, III/216. Benzer manada baĢka hadisler için b. Buharı, Cuma/6, 19; Müslim, Cuma/26, 27; îirmi-zî, Cuma/5 66[66] Benzer bir hadis için b. Dârimî, Mukaddime/32 65[65]
öğretmesi, bin rekat namaz kılmasından daha hayırlıdır". 67[67]BaĢka bir lafızda ise Allah Resulü'ne (sav) Ģöyle denilmektedir: 'Ey Allah Resulü, Kur'an okumaktan da mı?' O da Ģöyle buyurmuĢtur: "Ġlimsiz Kur'an fayda eder mi?68[68] Bir ilim meclisi veya Allah'ın dinini fıkhetmeye matuf bir meclis bulunmadığı zaman, boĢ kıssalara kulak verilecek kıssacı meclislerine katılmaktansa namaz kılmak daha temiz ve andır. Kıssa-cılık, Selef -i Salih tarafından bidat olarak görülmekteydi. Onlar, kıssacılan camiden çıkarırlardı. Ġbni Ömer'den (ra) rivayet edilmiĢtir ki: Bir gün mescidde oturduğum yere vardım. Baktım ki bir kassas hikaye anlatıyor. Ona 'Meclisimden kalk' dedim. Bana 'Kalkmıyorum' -Bir baĢka rivayette 'Senden önce geldim'- dedi. Ben de zabıtaya haber yolladım. Geldi ve kıssacıyı yerinden kaldırdı. Eğer kıssa anlatmak, sünnete uygun bir hareket olsaydı, Ġbni Ömer'in (ra) onu kovdurması -özellikle de kendinden önce geldiği için- asla helal olmazdı. Çünkü Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: "Kimse bir kardeĢini yerinden kaldırıp da sonra oraya kendi oturmasın. Böyle yapmayıp açılın, yer verin". Denilir ki, adam kalktıktan sonra Ġbni Ömer (ra) tekrar gelinceye k adar o yere otur-madı. Bir baĢka rivayette ise 'Sonra oraya oturdu' ibaresi yeral -maktadır. Kıssacılarla ilgili olarak bize ulaĢan bir diğer rivayet de Ģudur: AiĢe'nin (ra) odasının avlusunda bir kıssacı durmuĢ kıssa anlatıyordu. AiĢe (ra), Ġbni Ömer'e (ra) haber gönderdi ve Ģöyle dedi: Bu adam, kıssalarıyla beni rahatsız ediyor, teĢbih çekmemi engelliyor, ibni Ömer (ra) geldi ve adamı asası ile dövdü, hatta sırtında asasını kırdı. Sonra da kovdu. Kul, namazını kesmese bile namaz kılan birinin önünden g eçmekten sakınmalıdır. Bu hususta Allah Resulü'nden (sav) Ģu hadis rivayet edilmiĢtir: "Kırk yıl yerinde durmak, namaz kılan birinin önünden geçmekten daha hayırlıdır"69[69]Bu hususla ilgili çok ağır tehditler variddir. "KiĢinin, rüzgarların süpürdüğü kum olması, namaz kılan birinin önünden geçmesinden daha hayırlıdır". Bu noktada, namaz kılan ile önünden geçenin veballeri müsavi görülmüĢtür. Zeyd b. Halid el- Cüheni'nin (ra) hadisinde Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmaktadır: "Eğer namaz kılanın önünden geçe n kimseyle namaz kılan kimse bundaki vebali bilselerdi, kırk yıl yerinde durması onun için daha hayırlı olurdu. Namaz kılan da bir sütuna veya duvara doğru yaklaĢsın. Böyle yaptığı zaman hiç kimse onun önünden geçmeye yeltenmez. Gücü yeterse geçeni itsin". 70[70] Abdurrahman b. Ebi Said el- Hudri'nin, babasından naklettiği hadis ise Ģöyledir: "Eğer reddederse onunla savaĢsın. Çünkü o, Ģeytandır". 71[71] Ebu Said el-Hudri (ra) namazda önünden geçeni neredeyse öl dürecek gibi itmiĢtir. Muhtemelen adam ona takılmıĢtı. Bunun üzerine Mervan'a giderek Ebu Said'e karĢı ondan yardım istedi. O da Mervan'a, Allah Resulü'nün (sav) kendisine böyle yapmasını emrettiğini söyledi. Namaza duran kimse, eğer önüne duracak bir sütun bulamaz sa, o zaman önüne bir kol yüksekliğinde bir Ģey koysun. Denildi ki, namaz kılanla, geçenler arasına bir ip çekilse de olur. Bir de Ģu söz rivayet edilmiĢtir: Dört Ģey ağırdır: KiĢinin ayakta idrar dökmesi; Birinci safı boĢ bırakarak ikinci safda namaz kılması; Namazda yüzünü sıvazlaması; Önünde n geçenlerin olabileceği bir yerde namaz kılması; Hasan el- Basri (ra) Ģöyle derdi: "Cuma günü caminin kapıları önünde oturanların boyunlarına basarak içeri girin. Onlar için yasak yoktur. Cuma günü namaza giden kul, mümkün olduğunca imama yakın olmalı, o nu dinleyip kulak vermeli ve yüzünü ona doğru çevirmelidir. Sünnetin icabı budur. Eğer çirkin bir Ģey duymak veya gör mekten, mesela siyah nakıĢları olan bir elbise, ipek, dibace, ağır silah kuĢanmıĢ birini görmekten endiĢe ederse, eğer bunları giderme gücü de yoksa imama uzak durması daha 67[67]
Ġbni Mâce, Mukaddime/16 Benzer bir hadis için b. Ebu Davûd, Ġlim/5 69[69] Bu anlamda hadisler için b. Ebu Davûd, Salat/108; Tirmizî, Mevakit/134; Ġbni Mâce, Ġka met/37; Dârimî, Salat/130 70[70] Bu hususla ilgili hadisler için b. Buharı, Salat/100 Hudud/39; Müslim, Salaf259; Nesa'î, Kıble/5; Ġbni Mâce, îkamet/39; îbni Hanbel, IV/2. 71[71] Buharî, Bed'ü'l-halk/11; Müslim, Salat/258, 259, 260; Ebu Davûd, Salat/107; Nesa'î, Kıb le/8 Kasame/48; Dârimî, Salat/125; Muvatta', Sefer/33; Ġbni Hanbel, 11/86 68[68]
sağlıklı olur. Uzakta bile olsa imam hutbe verirken, boĢ bir iĢle meĢgul olmamalı, konuĢma malı, konuĢan kimselerin halkasına katılmamalı, konuĢan birine de 'Sus' dememeli aksine susmasını ima etmeli, husyeleriyle oyna-mamalıdır. Ġmam hutbe verirken boĢ bir Ģeyle iĢtigal ederse, kıldığı Cuma batıl olur. Ġmamın hutbesi esnasında ilim hakkında da konuĢmamalıdır. Ġmama yakın olmayan ve açık seçik dinleyemeyen kimse, en azından bütün dikkatiyle dinlemeye çalıĢmalıdır. Uzak kalması durumunda böyle davranması müstehap görülmüĢtür. Osman (ra) ve Ali'den (kv) Ģu söz rivayet edilmiĢtir: "Ġmamı du yan ve bütün dikkatiyle dinleyene iki ecir vardır. Duymayıp bütün dikkatini onu dinlemeye verene bir ecir vardır. Duyan ama baĢka bir Ģeyle meĢgul olana iki günah vardır. Duymayıp boĢ bir Ģeyle meĢgul olana ise bir günah vardır" 72[72] Ebu Zer (ra) hadisi de bu minvaldedir: O, Allah Resulü (sav) hutbe okurken Übeyy'e (ra) soru sormuĢtu. Übeyy (ra) ona susmasını ima etti. Allah Resulü (sav ) hutbeden inince Übeyy (ra) ona döndü ve Ģöyle dedi: Git, senin Cuma'n geçersizdir. Ebu Zer de onu Allah Resulü'ne (sav) Ģikayet etti. Allah Resulü de, Übeyy'in doğru söylediğini bildirdi. 73[73] BaĢka hadislerde gelen hüküm de budur. Buna göre imam hutbe okurken, arkadaĢına 'sus' veya 'kes' diyen biri, boĢ bir iĢ yapmıĢ olur. Ġmam hutbede iken boĢ bir Ģey yapanın da Cuma'sı batıl olur. Müezzinler ezan için kalktıklarında böyle birinin imanım huzurundan ayrılması gerekir. Ebu Ġshak, el-Hars vasıtasıyla Ali'den (kv) Ģu sözü rivayet etmiĢtir: "ġu dört vakitte namaz kılmak mekruhtur: Fecr'den sonra; Ġkindiden sonra; Günün ortasında ve Ġmam hutbe okurken". BaĢka bir rivayette ise Ģu ifade yer almaktadır: Ġmamın minbere çıkıĢı namazı, hutbede konuĢmaya baĢlaması ise konuĢmayı keser. Müezzinler hutbeden önceki ezan için kalktıkları sırada halkın secdeye kapanması sünnet değildir. Eğer bu secde, o anda kıldığı bir namazın veya secde ayetinin secdesi ise onlar ezanı bitirinceye kadar namazını uzatmasında bir mahzur yoktur. Çünkü bu, çok faziletli bir vakittir. Bunun mubah olması dıĢında bu hususla ilgili her hangi bir rivayet görmedim. Alimlerin arasında bazıları, devlet baĢkanına ayrılan bölümde namaz kılmayı mekruh saymıĢlardır. Onlara göre bu mekan, devlet baĢkanına ve çevresine mahsus bir mekandır. Vera' ve takva eh line göre bu, mescidlerde çıkartılan bidatlardan biridir. Çünkü bunlar halkın geneli için serbest olan kısımlar değildir. Bu meyan -da bize ulaĢan bir rivayete göre Hasan el Basri ve el-Müzeni (ra) bu tür mekanlarda namaz kılmazlardı. Rivayet edildi ki: "Enes b. Malik'i (ra) devlet erkanına ayrılan yerde namaz kılarken gördüm. Imran b. Husayn da böyle yapanlar dandı". Kimi alimler bunu mekruh görmemektedir. Ġnsanlara serbest bırakılması halinde, devlet baĢkanına yakın olmak ve zikri da ha iyi duyabilmek bakımından sünnete daha yakın olacağı için ben de bunda bir fazilet görürüm. Eğer buralarda namaz kılmak halka da serbest kılınırsa, o zaman mekruhluk ortadan kalkar. Ama sultanın dostlarına mahsus kılındığı zaman, mekruhluk devam eder. Bazı alimler de minberin boĢluğunda namaz kılmayı mekruh saymıĢlardır. Tabii bu, minberin safları keser hale getirilmesinden Öncedir. Onlara göre safların, minberin boĢluğunu da geçecek Ģekil de ileri gitmesi bidatti. Sevri (ra) Ģöyle derdi: Ġlk saf, minberin önünün dıĢında kalan safdır. Ġmama yaklaĢması halinde fitneye veya bir afete kapılmaktan; mesela inkar etmesi gereken bir Ģey duymaktan, ipek, dibace giymek veya ağır silah kuĢanarak namaz kıl mak gibi emir ve nehyi gerektirecek bir Ģey yapmasından endiĢe eden kimsenin ön saflardan uzak durması kalbi için daha selim, kafası için daha toparlayıcıdır. Böylece, önde gelenlerle mülaki ol maktan ve onlara bakmaktan uzak durmuĢ olur. Bu da, hem kalp selameti, hem de kafa rahatlığı için daha iyi ve daha hayırlıdır. Alimler ve abidlerden bir cemaat, fîtne ve afetlerden selamette kalmak için, arka saflarda namaz kılmayı tercih ediyorlardı. BiĢr b. el -Hars'a 'Cuma namazında, erkenden geldiğini, ama 72[72] 73[73]
Benzer manada hadisler için b. Müslim, Cuma/27; Tirmizî, Cuma/4, 5; Ebu Davûd, Sa-lat/203; Ġbni Hanbel, 1/92 11/209 IV/8, 10 V/75. Ġbni Mâce, îkamet/86; Ġbni Hanbel, V/143
arka saf larda namaz kıldığını görüyoruz, neden?' diye sormuĢlardı. O da Ģu cevabı vermiĢtir: 'Bizler, bedensel yakınlığı değil kalplerin yakınlığını isteriz'. Bir keresinde Süfyan- ı Sevri (ra) ġuayb b. Harb'm minberin önünde Halife Ebu Cafer'in hutbesini dinlediğini gördü. Namazdan sonra yanma gittiğinde ona Ģöyle dedi: 'Senin bu adama bu kadar yakın olman kafamı meĢgul etti. Kabul etmeyeceğin ama kalkıp da düzeltmesini isteyemeyeceğin bir söz söylememesinden nasıl emin olabildin?' daha sonra Abbasiler'in çıkardıkları siyah giyinme bida-tmdan bahsetti. ġuayb da Ģöyle dedi: 'Ey Eba Abdullah, bize gelen hadislerde imama yakın olun ve iyice dinleyin, denmiyor mu?' O za man Sevri Ģöyle dedi: 'Vay haline! O dediğin, hidayet rehberi raĢid halifeler için geçerlidir. Halbuki bunlara ne kadar uzak olursan, Al lah Teala'ya o kadar yakın olursun!". Ebu'd- Derda'dan da (ra) son safta namaz kılmanın faziletine dair bir hadis rivayet edilmiĢtir. Said b. Amir Ģöyle derdi: Ebu'd -Derda ile namaz kıldığımda saflarda geri kalmaya gayret eder, nihayet e n son safda namazını kılardı. Bir gün beraber namaz kıldığımızda, kendisine 'Safların en hayırlısı, ilkidir5 denilmiyor mu? di ye sordum. Bana, 'Evet, ama bu ümmet, bütün ümmetler arasında merhamet gören ve kendisine bakılan bir ümmettir. Allah Teala, bu ümmetten namaz kılan bir kula baktığı zaman, insanların en arkasında yer alanına mağfiret eder. Benim de arkaya kalmam, Allah Teala'nın bana da mağfiret edeceğine dair duyduğum umuttandır dedi. Bazı raviler, bu hadisi merfu kılarak Ebu'd -Derda'nm (ra) bunu Allah Resulü'nden (sav) dinlediğini söylemiĢlerdir. Cuma günü sadaka vermek, özellikle çok faziletli ve müstehap bir ameldir. Ġmam hutbede iken dilenene ve imam konuĢurken konuĢana verilenler dıĢında o gün verilen her sadakanın karĢılığı misliyle arttırılır. Bunlar ise mekruh sayılır. Salih b. Ahmed Ģöyle demiĢtir: Bir Cuma günü, imam hutbede konuĢurken bir fakir sadaka istedi. Adam babamın yanındaydı, fakat babama vermek istediği Ģeyi dilenene nasıl vereceğini anlatamadı. Babam da o parayı ondan almadı. Ġbni Mesud (ra) Ģöyle demiĢtir: Bir kiĢi, camide dilendiği zaman, hiç bir Ģey verilmemeyi hakeder. Kur'an okunurken dilenene de bir Ģey vermeyin. Alimlerden bir cemaat da insanların boyunlarına basarak cami içinde dilenenlere sadaka vermeyi mekruh sa ymıĢlardı. Ancak ayakta durarak veya bir kenarda oturarak kimseye eziyet etmeden isteyene vermek mekruh görülmemiĢtir. Ka'bu'l-Ahbar'dan Ģöyle bir söz rivayet edilmiĢtir: Cuma'ya Ģa hit olan ve namazdan sonra ayrılan kimse, iki farklı Ģey tasadduk etsin. Sonra dönsün ve iki rekat namaz kılsın, bu iki rekatta da rü ku, huĢu ve secdesinin ihlaslı olmasına dikkat etsin. Sonra da Ģöy le dua etsin: "Allahım, Sen'den Senin Rahman ve Rahim olan Allah isminle, Hayy ve Kayyum, uyku ve dalgınlıktan uzak olan Allah'tan baĢka ilah yoktur isminle niyaz ediyorum" diye niyazda bulunsun. Böyle niyaz edip de karĢılanmayan isteği olmaz. Selef-i Salih alimlerinden birinden daha değiĢik bir uygulama rivayet edilmiĢtir: Kim Cuma günü bir yoksulu doyurur, ardından erken vakitte camiye gider ve hiç kimseye eziyet etmez de imam selam verdikten sonra "Allahım, Sen'den Bismillahirrahmanirra -himil hayyil kayyum isminle bana mağfiret etmeni, merhamet buyurmanı ve beni ateĢten uzak tutmanı niyaz ediyorum"diye dua eder, sonra doğru gördüğü Ģekilde dua ederse, kendisine icabet olunur. Cuma namazını kılarken imamın okumasını duyarsa sadece Fatiha suresini okuyup baĢka bir Ģey okumaz. Eğer imamın sesini duyamazsa, o takdirde Fatiha ile beraber baĢka bir sure de okuya bilir. Ġmamı duymasına rağmen onunla beraber Cuma suresini veya baĢka bir sureyi okuyan kimse, ümmete muhalefet etmiĢ ve Allah Resulü'ne (sav) isyan etmiĢ olur. Bu davranıĢı, hiç bir Ġslâm mezhebinde uygun görülmez. Cuma namazının selamı verildikten sonra kimseyle konuĢma dan dizleri kırıp oturarak yedi kere Fatiha, yedi kere Ġhlas ve yediĢer kere de Felah ve Nas surelerini okunabilir. Bunun faziletiyle ilgili Seleften rivayetler mevcuttur. Bunu yapan kimse, diğer Cu ma'ya kadar günahlardan korunur ve bu, onun için Ģeytana karĢı bir zırh olur.
Cuma namazından sonra Ģu duayı okumak da müstehap görülmüĢtür: "Allahümme ya Ganî ya Hamîd, ya Mübdi', ya Mu'îd, ya Rahîm, ya Vedûd, harama karĢı beni helalinle müstağni kıl, fazlınla Sen'den baĢkasından da müstağni kıl!" Denilir ki b u dua ile Allah Teala onu yarattıklarından müstağni kılar ve ummadığı yerlerden rızkını verir. Rivayete göre Ġbni Ömer (ra) dedi ki: "Allah Resulü (sav) Cuma namazından sonra iki rekat namaz kılardı"74[74] Ebu Hüreyre de (ra) rivayet etti ki: "Allah Resulü (sav) Cuma'dan sonra dört rekat kılardı".75[75] Ali (kv) ve Abdullah (ra) rivayet ettiler ki, "Allah Resulü (sav) Cuma'dan sonra altı rekat kılardı". Eğer kiĢi altı rekat kılar sa, gelen bütün rivayetlerin gereğini yapmıĢ olur. Ġçmek ve sebil etmek niyetiyle mescidde su satın almak, onun mescidde satılan bir mal olmasını önlemek için mekruh sayılmıĢtır. Çünkü mescidde alıĢveriĢ yapmak aslen mekruh bir davranıĢtır. Eğer mescid dıĢından almıĢ veya parasını dıĢarıda ödemiĢse o zaman içmek ve diğer insanlar a ikram etmekte (=sebil) bir beis yoktur. Sahabe'den (ra) bir cemaatın rivayetine göre caminin avlusunda namaz kılmak mekruhtur. Hatta bize ulaĢan rivayetlerde, avluda namaz kılanların tartaklandığı ve oradan kaldırıldıkları da bildirilmekte ve buna sebep olarak da avluda namaz kılmanın caiz olmadığı hükmü belirtilmektedir. Bize göre bu hüküm iki noktadan ele alınmalıdır: Büyük caminin dıĢ avlu duvarları yüksek olur ve içeriden taĢan saflar, sanki içerdeki saflarla bitiĢik gibi bir halde bulunurlar ise bu mekruh değildir. Çünkü burası, caminin içi hükmündedir. Ama avlular cami duvarlarının dıĢında ve tamamen ayrı durumda iseler, bunlarda namaz kılmak mekruhtur. Aynı Ģekilde saflara bitiĢik olmayan ve camiden ayrı olan kısımlarda da gerek araya yol g irmesinden gerekse uzaklığından dolayı namaz kılmak mekruh görülmüĢtür. Bu tür mekanlarda cemaat namazına iĢtirak etmek caiz değildir. Bunlarda namaz kılmaktan s akındır anlar, oralarda namazı mekruh sayanlardır. Kul, Cuma namazını kıldıktan Allah Teala'nm fazl ve lütfunu aramak için yeryüzüne yayılır. Ayette geçen 'Fazl=lütuf kelimesi, ilim taleb etmek ve ilim meclisinde dinleyici olmak anlamındadır. Denir ki, Cuma gününün ecrinin ziyadesi ilim sahibi ve öğrenci için budur. Allah Teala buyurdu ki: "O sana bilmediklerim öğretti. Allah'ın senin üzerindeki lütfü gerçekten pek büyüktü". (Nisa/113) Yine Allah Teala Ģöyle buyurmaktadır: "Andolsun Biz Davud'a ka tımızdan bir lütuf verdik". (Sebe'/lO) Bu lütuf ilimdir. Çünkü ben zer bir ayette bu açıklanmaktadır : "Andolsun Biz Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik ve onlar 'Bize lütufta bulunan Allah'a hamdolsun, dediler". (Neml/15) Enes b. Malik'den de (ra) "Namaz bittiğinde yeryüzünde yayılın ve Allah'ın lütfunu arayın" (Cuma/10) ayetinin tefsiriyle ilgili Ģu hadis rivayet edilmiĢtir: "Dikkat edin, bu; dünyalık aramak değil, aksine hasta ziyaret etmek, bir cenazede hazır bulunmak, bir din kardeĢine misafir olmaktır". Muhakkak ki ilim müzakere etmek, insanlara ilim öğretmek, Allah Teala'yı hatırlatmak ve O'na davet etmek, diğer günlerden ziyade Cuma günü daha faziletlidir. Çünkü o, ziyadeli bir gündür. O gün kalplerde bir yönelme ve belirleme olur. O gün Allah'ın zikrine koĢmak, onu dinlemek, kıssacıların değil de zikr -i ilahinin olduğu meclislere katılmak çok daha faziletBkJift Dinleyen kiĢi, ecir bakımından konuĢan kiĢinin ortağıdır. Denildi ki: Bu, rahmete daha yakınlaĢtırıcıdır. Alimler, özellikle de Cuma günü kıssacıların meclislerine oturmayı mekruh saymıĢlardır. Çünkü kıssacılar, sabahın erken saatlerinde, ilk ve ikinci saatte ca mide bulunup hikayaler anlatmaya baĢlıyorlardı. Oysa bu vakitler, Kitab'da da belirtildiği gibi o günün en faziletli vakitlerindendir. KiĢi, Cuma günü sabah erken vakitte veya namazdan sonra Allah'ı bilen, O'nu zikrettiren ve 74[74]
Müslim, Cuma/71, 72 Müsafinın/105; Buharî, Cuma/39 Teheccüd/25, 29; Tirmizî, Cuma/24; Nesa'î, Ġmamet/64 Cuma/43, 44; Ġbm" Mâce, Ġkamet/95; Dârimî, Salat/144, 146, 207; Muvatta', Sefer/69; Ġbni Hanbel, II/6, 11, 17, 35, 63, 75, 77 75[75] Nesa'î, Cuma/42; Müslim, Cuma/67, 69
O'nun yolunu gösteren, dünyada zühd ve takva sahibi olan ahiret alimlerinden birine rastlarsa onun meclisine oturup kendisinden ilim dinlemelidir. Eğer dini ilimlerde konuĢan bir müfti gelirse ve kulun da bu bilgilere ihtiyacı varsa, onun meclisine oturması daha hayırlı olur. Cuma günü camilerde kurulan ilim meclisleri, Cuma'nın zinet -lerinden ve onun lütfunu tamamlayıcılardandır. Hasan el -Basri (ra) Ģöyle derdi: Alimlerin meclisleri dıĢında dünya karanlıktır. Eğer kul, bu Ģekilde katılacak bir meclis bulamazsa, o zaman gü nün beĢinci virdi olan öğle ile ikindi arasındaki virdini ihya eder. Cuma günü ikindi namazını da camide kılmak müstehaptır. Ancak bir özür olması halinde camide kılmayabilir. Eğer güneĢin çöküĢüne kadar camide oturulursa, sevap bakımından ço k daha ha yırlıdır. Çünkü Cuma'nın beklenen saatinin bu vakitler olması muhtemeldir. Camide kalması, fitne, yapmacıklık ve gereksiz konuĢmalardan emin olması halinde daha iyi olur. Denir ki, ikindi namazını camide kılana bir hac sevabı yazılır. AkĢam namazını camide kılana ise, bir umre sevabı verilir. ġayet bir afete mübtela olmaktan endiĢe eder veya yapmacıklık ya da gereksiz konuĢmalara dalmaktan emin olamazsa Allah'ı zikretmek, ayetleri ve güzel nimetleri üzerinde düĢünmek üzere evine gitmesi daha hayırlı olur. Evinde veya semtinin mescidinde iken de güne Ģin batma vaktini, teĢbih, zikir, istiğfar ve dua ile geçirmeye itina gösterir. Böyle yapması, kendisi için daha hayırlıdır. Seleften bir alim Ģöyle demiĢtir: Cuma günü nasibi en bol olan kimse, güneĢin batıĢ vaktine itina gösteren ve onu bir gün önceden bekleyen kimsedir. O gün nasibi en az olan kimse ise, Cuma sabahı kalktığında 'Bugün günlerden nedir?' diye sorandır. Seleften bazıları, Cuma namazına erkenden katılabilmek için geceyi camide geçirirlerdi. Hatta bazıları, Cumartesi gecesini de camide geçirir, Cuma'mn ziyadesinden de istifade etmeye çalıĢırlardı. Selef-i Salih'in büyük çoğunluğu sabah namazını camide kılar ve erken gelmiĢ olmak, Cuma'mn ilk saatine tevafuk etmek ve Kur'an- ı Kerim'i hatmetmek için camide oturarak namaz vaktini beklerlerdi. Müslümanların çoğunluğu ise, sabah namazını semt mescidlerinde kılarlar, oradan camiye giderlerdi. Denildi ki, Ġslâm'da çıkarılan ilk bidat, camilere erken gitme adetinin terke dilmesidir. Asr -ı Saadet devrinde seher vakti baktığınızda sabah namazından sonra sokakların insanlarla dolu olduğunu ve kalabalıkların camiye doğru yürüdüğünü görürdünüz. Bu gün sadece bayramlarda gördüğünüz bu manzara, o devirde her Cuma günü yaĢanırdı. Zaman içinde bu güzel adet, körelmeye, azalmaya, bilinmemeye ve terkedümeye baĢlandı. Müslümanlar, Pazar günü kiliselerine kendilerinin camiye gi diĢlerinden daha erken giden hıristiyan zımmîleri görüp de utanmıyorlar mı? Veya cami avlusunda yiyecek satmak için erkenden camiye giden kimelere bakıp da hiç düĢünmüyorlar mı ki bu insanları oraya çeken Ģey, dünyalık kazançlardır. Ahiret kazancı peĢinde koĢmaları gereken müslümanlann onlardan daha erken gitmeleri gerekmez mi? Ġmanlı müslümanlann, yiyecek satıcılanyla yanĢ -malan ve Rablerinin nzasına yakın olmak için onlardan Öne geç meleri gerekmez mi? Mümin kul, Cuma günü diğer günlerden daha fazla virde ve amele sahip olmalıdır. Bu mübarek günü Rabbine tahsis etmeli, eğer Cumartesi gününü yapamıyorsa bugünü ahiretinin günü kılmalıdır. Cuma günü, ardarda gelen virdleri ve bilinenden fazla yapılan zikirleriyle çok hususi bir gündür. Kul, dünyevi ticaret ve ticari gayeler uğruna hazırlık yaptığı Cumartesi günü için yaptıklarını kesinlikle Cuma için yapmamalıdır. Cuma gününe dünyevi maksatlarla PerĢembe gününden hazırlanmak, mekruh görülmüĢtür. Bu meyanda, Cuma günü için yiye cek hazırlamak, çeĢitli lüks hazırlıklar yapmak, yiyecek ve içecek ler hazırlamak mekruhtur. Ehl-i Beyt (ra) senediyle, - üzerinde durulması gereken - Ģöyle bir hadis rivayet edilmiĢtir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Ümmetim üzerine Öyle bir zaman gelecektir ki, tıpkı yahudilerin Cumartesi gü nüne Cuma akĢamından hazırlanmaya baĢlamalan gibi, Cuma gü nü yapacakları dünyevi iĢleri için PerĢembe akĢamından hazırla nmaya baĢlayacaklardır. Müminler, o gün ancak ahiretleri için hazırlık yapar, güzel virdlere devam edip günlük
virdlerini arttınrlar". Ebu Muhanımed Sehl (ra) Ģöyle derdi: ġu günlerde dünyevi rahatlık alan kimse, uhrevi rahatlık alamaz; ... ve Cuma günü. Yine o Ģöyle derdi: Cuma günü ahiretten olup dünyadan değildir. Bir alim de Ģöyle demiĢtir: Eğer Cuma günü olmasaydı, Ģu dünyada kalmak istemezdim. Ümmetin havassı nezdinde bu gün, ilimlerin ve nurlann, hiz met ve zikirlerin günüdür. Çünkü Cuma günü Allah Teala katında ağırlığı bakımından faziletli bir gündür. Ġbni Abbas (ra) senediyle Mücahid'den (ra) Ģöyle bir garib hadis rivayet edilmiĢtir: Allah Re sulü (sav) buyurdu ki: "Cuma günü meĢguliyetlerinizi bırakın. Çünkü o, namaz ve teheccüd günüdür". Cafer-i Sadık'tan da (ra) Ģu söz rivayet edilmiĢtir: Cuma günü, Allah Teala'mn günüdür. O gün yolculuk yapılmaz. "Allah'ın fazlını arayın" (Cuma/10) buyruğunun tecellisinin, o mübarek günde bol bol namaz kılmak, belli sureleri okumak, Allah Resulü'ne (sav) sala tü selam göndermek ve zikrin her nevini yap mak olduğunu daha önce belirtmiĢtik. Cuma gecesini zikirle geçirmek müstehaptır. Çünkü o, haftanın geceleri arasında en faziletli olandır. Ġmkan bulan her mümin, bu geceyi ihya etmelidir. Allah Teala, sadık müri dine her mübarek zamanda bir imkan verir. O, bir kulunu sevdiği zaman ona, fazi letli vakitlerde amellerin en faziletlilerini eda etmeyi kolaylaĢtınr. Gazap ettiği kulunu ise, azabım daha acıklı kılmak için faziletli vakitlerde en kötü iĢleri yapmaya sevke der. Çünkü o, mübarek vakitlerin bereketinden mahrum kalarak ve o vakitlerin hürmetini ihlal ederek kendini Allah Teala'nın daha ağır bir gazabına maruz bırakır. Cuma gününe mahsus olan zikirleri ve o gece yüceltilmesi gere ken isimleri dört baĢlıkta anlatabiliriz: 1. Kırk isim vardır ki Ġdris (as) o gece bu isimlerle dua etmiĢtir. Hasan el -Basri (ra), Musa'nın da (as) bu isimlerle dua ettiğini zikretmiĢtir. Bunlar, Allah Resulü'nün (sav) dualarında da yeralmıĢ isimlerdir. 2. Zahid Ġbrahim b. Edhem (ra) bu isimlerle her Cuma günü sa bah akĢam onar kez dua ederdi. Bu, onun Cuma günü için yaptığı hususi amellerdendi. 3. Ali'den (kv) rivayet edildi ki Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: "Allah Teala her gün ve gece Zatını yüceltir". 4. Ebu'l-Mu'temer olarak da bilinen Süleyman et- Temimi'nin (ra) tesbihatıdır ki bununla ilgili Ģu haber nakledilmiĢtir: Bir Ģehid vefatından sonra rüyada görülmüĢ ve kendisine 'Orada gördüğün amellerin en faziletlisi hangisiydi?' diye sorulduğunda 'Ebu' l-Mu'temer'in tesbihatımn Allah katında yakın bir makamı olduğunu gördüm' demiĢti. Bu tesbihatı ve Allah Teala'nın kendi Zatı'nı nasıl yücelttiğini kitabımızın ilk kısmında nakletmiĢtik ve sabahın ilk vaktinde ve güneĢin batıĢından önceki vakitlerde okunması gereken seçme du alarla birlikte zikretmiĢtik. Bu sebeble bunları tekrarlamayı uygun görmüyoruz. Ama diğer iki baĢlıkta yeralan isimleri daha önce anlatmadığımız için burada nakletmeyi münasip görüyoruz: îdris Peygamberin (as) duasını bize Hasan b. Ya hya el-ġahid; Kasım b. Davud el -KaratisiAbdullah b. Muhammed el- KareĢî-Mu-hammed b. Sa'id el-Müezzin- Sellam et-Tavil senediyle Hasan el- Basri'den (ra) rivayet etmiĢtir. O dedi ki: "Allah Teala, Ġdris'i (as) kavmine peygamber olarak gönderdiği zaman ona bu isimleri öğretmiĢ ve ona Ģöyle vahyetmiĢti: 'Bu isimleri sessiz olarak içinden söyle ve onları halkına bildirme, yoksa Bana onlarla dua ederler". Ġdris (as) Allah Teala'ya bu isimlerle dua etmiĢ, O da kendisini pek yüce bir makama yükseltmiĢtir. Allah Teala daha sonra bu isimleri Musa'ya (as) öğretti. Ondan sonra da Muhammed'e (sav) öğretti. Allah Resulü de (sav) Ahzab gazvesinde bu isimlerle dua etti". Hasan (ra) dedi ki: "Haccac'm zulmünden saklanıyordum. Bu isimlerle dua ettim ve Allah Teala beni onu n
kötülüğünden uzak tuttu. Bulunduğum yerlere altı kez geldi, her defasında bu isimlerle dua ettim. Allah Teala da onun ve adamlarının beni görmelerini engelledi. Siz de Allah Teala'ya bu isimlerle dua edip bütün günahlarınız için mağfiret dileyin, dünya v e ahiretle ilgili ihtiyaçlarınızı niyaz edin, Allah'ın izniyle onlara nail olursunuz. Onlar, Allah Teala'nın isimleri ve sayıca tevbe günleri kadar olup kırk adettir: "Seni teĢbih ederiz ki Sen'den baĢka ilah yoktur. Ey her Ģeyin Rabbi, varisi, rızık vere ni, merhamet edeni, ey ilahların ilahı, cela li ile yüce. Bütün fiillerinde övülen ya Allah, ey her Ģeyin Rahman ve Rahimi, daimi mülkünde ve bekasında hiç bir canlı yokken va rolan Hayy, ilminden hiç bir Ģeyin gizli olmadığı ve zarar veremediği Kayyûm, her Ģeyin baĢlangıcında ve sonunda varolan Vâhid-i Baki, mülkü zeval ve fena bulmayacak olan Dâim, benzeri hiç bir Ģey olmayan Samed, dengi olmayan Bari', vasfı izin mekan olma yan, Sen ey Kebir ki, kalpler O'nun azametinin sıfatına bir türlü eremez. Ey diğerlerinden hali olarak benzersiz Ģekilde nefisleri yaratan Bari', her türlü afetten uzak olan Zâkî, lütfunun bakıĢlarıyla bütün yarattıklarına nimeti geniĢ olan Kâfi, razı olmadığı ve fiilinin karıĢmadığı her zulümden uzak olan Nakî, her Ģeyi rahmetin ilminle kuĢatan Sen'sin ey Hannân, ihsanı bütün varlıkları kuĢa tan ey Mennân, bütün varlıkların azametine teslim olduğu ey Dey -yân, ey yerlerde ve göklerdekileri yaratıp kendine döndüren Hâlık, sıkıntılı ve feryatkâr her kula acıyan Rahim, ey lisanların mülkünün azamet ve yüceliğini tavsif edemediği Tâmm, ey yarattıklarının hiçbirinde baĢkasından yardım istemeyip harikalar yaratan Mubdi' -i Bedâ'i, yarattıklarından hiçbirinin kendinden habersiz kalamadığı Allâm -ı Guyûb, ey yarattıklarından hiçbirinin denk olamadığı iyilik sahibi olan Halim, ey sessizce çağırması halinde bütün yokettiklerini tekrar diriltecek olan Mu'îd, ey bütün yarat tıklarını lütfuyla kuĢatarak fiilleri Övülen Hamid, ey hiçbir Ģeyin denk olamayacağı Ģekilde emrine galib gelen Aziz -i Menf, ey kendisinden intikam alınamayan yakalaması Ģiddetli olan Kahir, ey herĢeyden daha yüksek olan Karib -i Müte'âl, ey yüce gücüyle bü tün azgın inatçıları ezen Kahir, ey karanlıkları nuruyla yararak onlara yol gösteren herĢeyin Nui^u, ey herĢeyin üstünde yü ksek ve yüce olan 'Ali, ey her türlü kötülükten beri ve hiçbirĢeyin kendisine denk olmadığı Kuddüs, ey mahlukatı yaratan ve öldürdükten sonra tekrar diriltecek olan Mübdi', ey herĢeyden büyük, emri adil vaadi sadık olan Celil, ey zihinlerin mecd ve senasının künhüne eremedikleri Mahmûd, ey her Ģeyi adaletiyle kaplayan affedici Ke rim, ey izzet, kibriya, mecd ve iftihara değer övgüye sahip olan ve izzeti zelil edilemeyen Azim, ey dillerin nimet ve senasını nutkede -mediği Acîb, ey bütün sıkıntılarımda yardımıma koĢan, ey her du amda bana icabet eden, ey Rabbim! Allahım! Sen'den peygamberin Muhammed'e salat ve selam et meni, dünya ve ahiret cezalarından azatlığı, bana kötülük etmek isteyen zalimlerin gözlerini benden çevirmeni, bana karĢı gizledikleri kötülüğü kalplerinden savmanı niyaz ediyorum. Buna Sen'den baĢkasının gücü yetmez. Allahım, bu dua benden, kabul etmek Sen'den, bu çaba benden Tevekkül edilmek Sen'den, Allah'tan baĢ ka engelleyici ve güç yoktur. O, efendimiz Muhammed'e ve onun yakınlarına salat -ü selam etsin". ibrahim b. Edhem'in (ra) duası ise Ģöyledir: Ahmed b. el -Mavsı-li el-Vekil b. el-Müvekkei bize, Ca'fer b. Nasır el-Hawas el-Horasa-ni ve ibrahim b. Edhem'in hizmetçisi Ġbrahim b. BeĢĢar senediyle rivayet etti ki: Ġbrahim b. Edhem Cuma günü sabaha erdiğinde ve akĢama çıktığında ziyade gününü, yeni sabahı ve her Ģeyi görüp yazanı selamlayarak Ģu duayı ederdi: Bugünümüz bayramdır ve bize Ģöyle dua etmemiz yazılmıĢtır: "Hamid, Mecid, Refî', Vedûd, mahlukatma dilediğini yapan Allah'ın adıyla. A llah'a iman etmiĢ, karĢılaĢmasını tasdik etmiĢ, hüccetini itiraf etmiĢ, günahlarımdan istiğfar etmiĢ, Allah'ın Rab-lığma boyun eğmiĢ, O'nun dıĢındakilerin ilahlığını inkar etmiĢ, Allah'a muhtaç, Allah'a mütevekkil, Allah'a tevbe etmiĢ, Allah'a, meleklerine, resullerine, ArĢı'nm hamillerine, yaratılanlara ve onları yaratana kendisinden baĢka ilah olmayacak ve ortak kılmayacak Ģekilde ve Muhammed'in de O'nun kulu ve Peygamberi olduğuna, cennetin hak, cehennemin hak, havzm hak, Ģefaatin hak, münker ve nekirin hak, Seninle karĢılaĢmanın hak, vaadinin hak ve
kıyametin de kesinlikle gelecek olduğuna Ģehadet etmiĢ olarak sabahladım. ġehadet ederim ki Allah Teala kabirlerde olanları diriltecektir. Ben de Allah Teala'nm izniyle bütün bunla ra iman ederek yaĢar, bunlara iman etmiĢ olarak Ölür ve bu iman üzere hasredilirim. Allahım! Sen benim Rabbimsin, Sen'den baĢka hiç bir ilah yoktur. Beni de Sen yarattın ve ben, Senin kulunum. Gücüm yettikçe, Sana olan ahdim ve vaadim üzereyim. Allahım, bütün Ģer sahiplerinin Ģerrinden Sana sığınırım. Allahım, ben kendime zulmettim, günahlarımı bağıĢla. Muhakkak ki günahları Sen'den baĢkası bağıĢlamaz. Allahım, bana ahlakın en güzelini göster, muhakkak ki onun en güzelini Sen'den baĢkası gösteremez. Allahım, ahlakın kötüsünü de benden sav, muhakkak ki onun kötüsünü Sen'den baĢkası savamaz. Senin emirlerine ramım, baĢım üstüne. Ben, Senin için varım. Hayrın tamamı da Senin elindedir. Sana istiğfar eder, Sana tevbe ederim. ' Allahım, gönderdiğin peygamberlere iman ettim. Allahım! indirdiğin bütün kitablara iman ettim. Allahım, efendimiz Muhammed'e, onun yakınlarına salat ve se lam et. Bu salat sözü, konuĢmamın baĢı ve sonudur. Allahım, peygamber ve resullerinin hepbine salat ve selam et. Amin ya Rabbe'l -alemin. Allahım, bizi onun havzma getirt, onun kadehinden soğuk ve hoĢ bir içecek içirt de ondan sonra bir daha sus akmayalım. Bizi onun zümresinde hasret, yardımsız ve piĢman, ahdi bozan, fitneye düĢürülen, kuĢkuya kapılan, sapıtan ve gazap edilenler olmaktan koru. Allahım, beni dünyanın fitnelerinden muhafaza et ve sevdiğin ve razı olduğun amellerde muvaffak kıl. Halimi Ġslah et. Beni dünya hayatında ve ahirette kavl -i sabit ile sebatkâr kıl. Zulmetsem de beni saptırma. Seni teĢbih ederim, Seni teĢbih ederim. Ey 'Alî, ey Azim, ey Rahim, ey Aziz, ey Cebbar! Bütün semavatm teĢbih ettiği Allah her türlü noksandan münezzehtir. Dağların sesleriyle, denizlerin dalgalarıyla, balıkların lisanlanyla, gökyüzündeki yıldızların ıĢıklarıyla, ağaçların kökleriyle ve yapraklarıyla, yedi kat gök ve yedi kat yerin ve bunlarda varolan bütün canlıların teĢbih ettikleri Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Seni teĢbih ederiz, Seni teĢbih ederiz ey Hayy, ey Halim. Seni teĢbih ederiz ki Sen'den baĢka ilah yoktur ve tek -sindir ortağın yoktur; can verir, can alırsın. Halbuki Sen daima dirisin asla ölmezsin. Hayır tamamen elindedir ve Sen her Ģeye güç yetirensin". Kul, Cuma günü ve gecesi bu dört dua ile dua ettiği zaman, Al lah Teala onun amelini kemale erdirmiĢ ve üzerindeki fazlını tamamlamıĢ olur. Eğer buraya kadar zikrettiğimiz amel, zikir ve duaları iyi bir Ģekilde ifa eder, zikrettiğimiz kötü söz ve fiillerden uzak durursa Cuma ehlinden sayılır ve nasibi ziyadesiyle verilir. Onun yaptığı bu halis amel ve sadık zikirler, Allah Teala katında Ģükre değer bulunur. Cuma ile ilgili hükümler ve Cuma adabına dair anlatacaklarımız bunlardır. 76[76] 22. FASIL
Oruç, Orucun Tertibi Ve Oruçluların Sıfatları Hakkındadır
Bu fasılda orucu, tertibini, oruç tutanların sıfatlarını, oruçlunun yapması müstehap olan amelleri, oruç ehlinin oruçta takip edecek leri yolları ve havassın orucunu anlatacağız. Allah Teala buyurdu ki: "Sabır ve namaz ile yardım isteyin". (Bakara/45) Bu ayetle ilgi bir tefsirde 'Sabr* kelimesinin 'oruç* anla mına geldiği söylenmiĢtir. Allah Resulü de (sav) "Ramazan ayını, sabır ayı olarak isimlendirirdi". 77[77] Çünkü sabır; Allah'ın emri istika76[76] 77[77]
363.
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), Ġz Yayıncılık: 1/ 223-254. Ebu Davûd, Savm/55 Sünnet/16; Nesa'î, Sıyam/1, 82, 84; Muvatta', Sefer/94; Ġbni Mâce, Sıyam/43; îbni Hanbel, IV/165 V/28, 35,154,
metinde nefsin arzularına gem vurmak, onu durdurmak ve hapset mektir. Allah Resulü'nün (sav) Ģöyle buyurduğu rivayet edilmiĢtir: "Sabır, imanın yarısıdır. Oruç da sabrın yarısıdır" 78[78] Allah Teala buyur du ki: "Sabır ile yardım isteyin" (Bakara/45) Yani, nefisle cihadınızda sabır dileyin. Bir baĢka tefsirde ise, düĢmana karĢı dayanmada sabırla yardım isteyin, denilmiĢtir. Bir baĢka alim ise, dünyada za- hidlik için oruçla yardım isteyin, Ģeklinde bir tefsir yapmıĢtır. Çünkü oruçlu, zahid ve abid gibidir. Oruç, dünyada zühdün anahtarı, Mevla'ya kulluğun kapısıdır. Çünkü o, arzu ve isteğe rağmen nefsi yiyecek ve içecekten menetmektir, Zahid ve abid de, böyle bir yol seçmek suretiyle kendini ibadete ve amele adayarak dünya iĢleriyle asgari derecede meĢgul olur. Bu sebepledir ki Allah Resulü (sav) oruçlu ile zahidi aynı manada birleĢtirmiĢ ve Ģöyle buyurmuĢtur: "Allah Teala meleklerine genç bir abid ile övünür ve Ģöyle buyurur: Ey Benim uğrumda Ģeh vetini terkeden, gençliğini yolumda harcayan genç! Sen Benim katımda meleklerim gibisin". Allah Tela oruç tutan hakkında da benzer Ģekilde buyurmuĢtur: "Ey meleklerim, Benim uğrumda Ģehvetini lezzetini, yemeğini ve içeceğini terkeden Ģu kuluma bakın!". Oruçta nefs cihadına, nefsin arzularını kesmeye ve adetlerini terkettirmeye yönelik olarak büyük bir yardım mevzubahistir. Oruç, nefsin zayıflatılması, nevalarının eksiltilme sidir. Allah Resulü (sav) yüce Allah'ın Ģöyle buyurduğunu bildirdi: "Oruç dıĢında, Adem oğlunun bütün amelleri kendinedir. O, Benim içindir ve onu Ben ödüllendiririm" 79[79]Allah Teala, üstünlüğü ve hususiyeti sebebiyle orucu Zatı'na izafe etmiĢtir. Allah Teala Ģöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki mescidler Allah'ındır, sakın Allah ile beraber baĢka bir ilah edinmeyin". (Cin/18) BaĢka bir ayette de Ģöyle buyurmaktadır: "Ben, sadece ha ram kıldığı bu beldenin Rabbi olana ibadet etmekle emrolundum". (Neml/91) Mescidler, dünyevi mekanlar arasında Allah Teala'ya en sevimli gelen yerler olması, Mekke de yeryüzünün en değerli beldesi olması hasebiyle Allah Teala mescidleri ve Mekke'yi Zatı'na izafe etmiĢtir. Her Ģey O'nun olmasına rağmen, bizzat bunlara hususiyet atfetmiĢtir. Oruç da aynı Ģekilde Allah katında amellerin en faziletlisi ve kendisine en sevimli gelenidir. Çünkü oruçta da Samediyet ^Kul ların ihtiyaçları için Allah'a baĢvurmaları) ahlakından nebzeler vardır. Oruç, gizli yapılan ibadetlerdendir ve Allah'tan baĢka hiç kimse bilmediği için orucu kendi Zatı'na izafe etmiĢtir. Denildi ki: Adem oğlunun bütün amellerinden kısas talep edilerek iĢlediği haksızlıkların bedeli alınabilir. Ancak oruç bunun dıĢında olup ondan kısas alınamaz. Allah Teala kıyamet günü -oruç için- Ģöyle buyurur: O Benimdir, ondan hiç kimse kısas talep ede mez. Denildi ki: Her amelin belli bir karĢılığı vardır. Ancak oruç bunun dıĢındadır. Hiç kimse onun sevabını bilemez. Onun sevabı hesapsız olarak verilecek, bol bol arttırılacaktır. Allah Teala'nm Ģu buyruğunun tefsirlerinden birinde de bu görüĢ teyid edilir: 'TapmıĢ oldukları amellere mükafaat olarak kendileri için göz aydınlığından nelerin gizlenmekte olduğunu Ģimdi hiç kimse bilemez". (Secde/17) Üstte zikrettiğimiz tefsire göre, mu -rad edilen; yaptıkları oruç ibadetidir. Allah Teala'nm "Seyahat edenler" (Tevbe/112) buyruğunun tevilinde de 'Saihun, yani Sai- mun=oruç tutanlar1 denmiĢtir. Onlar, Allah yolundaki açlık ve su-suzluklarıyla, dünyacıların göz nurları olan yiyecek ve içecekleri O'nun uğ runda terkederek, sanki Allah yolunda seyahata çıkmıĢ gibi olurlar. Allah Teala da, yaptıkları bu amelden dolayı onlar için göz aydınlığı olacak bir mükafaat hazırlamıĢtır. Allah Teala buyur du ki: "Muhakkak ki sabredenlere, mükafaatları hesapsız olarak ve rilecektir". (Zümer/10) Bu ayetin tefsirinde de, sabredenlerle kasdedilen zümrenin oruç tutanlar olduğu söylenmiĢtir. Çünkü sa bır, aynı zamanda oruç ameli için kullanılan isimlerden de biridir. Oruçlu, nafile olarak tuttuğu orucu herkesten sakladığı iç in, Allah Teala da onun için hazırladığı mükafaatm ne olduğunu herkesten saklamıĢtır. Bir hadiste Allah Resulü (sav) Allah Teala'nm Ģöy le 78[78]
Tirmizî, Da'avat/86; İbni Mâce, Sıyam/44; Dârimî, Vudu'/2; İbni Hanbel, IV/260, 363, 365,370, 372
79[79]
Müslim, Sıyam/161, 163; Nesa'î, Sıyam/42; Dârimî, Savm/50; Muvatta', Siyam/58; Ġbni Hanbel, ü/273, 281
buyurduğunu haber vermektedir: "Kim Beni nefsinde zikreder se, Ben de onu nefsimde anarım". Oruç, Allah Teala'yı ne fsinde kimseye sezdirmeden zikretmektir. Kulun dört gün ardarda oruçsuz kalması müstehab görülmemiĢtir. Çünkü bu, kalbi katılaĢtırır, kulun halini değiĢtirir, türlü alıĢkanlıklar doğurur ve Ģehvetleri azdırır. Kulun, dört gün ardar da oruç tutmasının emredilmediği ve mendub görülmediği istisnalar, Kurban bayramı ve TeĢrik günleridir. Kulun, günaĢırı oruç tutması, iki gün oruç tutup iki gün tutmaması müstehap görülmüĢtür. Bu, ömrün yarısının oruçla geçirilmesi demektir. Eğer isterse, iki gün oruç tutup bi r gün orucunu açabilir. Bu da ömrün üçte ikisini oruçla geçirmektir. Ġsterse bir gün oruç tutup iki gün tutmayabilir. Bu durumda da ömrünün üçte birini oruçlu geçirmiĢ olur. Oruçluların, oruç tutma yolları iĢte bunlardır. Bunlar ve faziletleriyle ilgi li bir çok rivayet var olup sözü uzatmama gayesiyle bunlara yer vermedik. Kul, ayın baĢından üç, ortasından üç ve sonundan üç günü oruç tutarsa güzel etmiĢ olur. Haftanın Pazartesi, PerĢembe ve Cuma günlerini oruçlu geçirmesinde ise büyük hayırlar mevcuttur. Bun dan da aĢağısı, belli günlerde, ayın ilk ve son günlerinde oruç tut -masıdır. Orucun en faziletlisi, Haram Aylar'da tutulan oruçtur. Bunların da en faziletlisi, Muharrem ve Zilhicce aylarında olanlarıdır. Bunda sonra ġa'ban ayında tutulan oruç gelir. A llah Resulü (sav) ġaban ayında orucu çoğaltarak Ramazanla bitiĢtirirdi. O, her ayın üç gününde, Pazartesi ve PerĢembe günlerinde tutulan orucu asla bırakmazdı. 80[80] Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Ramazan ayından sonra tutu lan orucun en faziletlisi, Alla h'ın haram ayı Muharrem'dir" 81[81] ġaban ayının ilk yarısında oruç tutmak da müstehap görülmüĢtür. Ama Selef, ġaban ayının ikinci yarısında orucu bırakırlardı. BaĢka bir hadiste de Ģu rivayet edilmektedir: "ġaban ayının ikinci yarısında, Ramazan girinceye kadar oruç yoktur" 82[82] Kul, Ramazan ayının giriĢinden önce birkaç gün oruç tutmamalıdır. ġaban orucunu Ramazan orucuyla birleĢtirmek caizdir. Pazartesi veya PerĢembeye rastlamadıkça, Ramazan orucunu ġaban ayından iki veya üç günle karĢılamak caiz değildir. Eğer Pazartesi veya PerĢembe gününe tevafuk ederse oruç tutulabilir. Sahabe'den bazıları, Receb ayının tamamında oruç tutmayı, Ramazan'a müsavi kılma endiĢesiyle mekruh görürlerdi. Bu sebeble Receb ayının birkaç gününde orucu bırakırlardı. Ulemadan bir topluluk, ömrün tamamını oruçla geçirmeyi mekruh görmüĢtür. Bununla ilgili hadisler de mevcuttur. Ancak onlar bu görüĢlerinin açıklamasında bu kerahete sebep olarak, bazı kimselerin bayramlar ve TeĢrik günleri de dahil olmak üzere bütün se neyi oruçla geçirmelerini göstermiĢlerdir. Bunun mekruhluğuyla ilgili hadisler rivayet edilmiĢtir. Eğer kul, kalbinin Ġslahını, nefsinin arzusunun kırılmasını ve halinin istikamet bulmasını bütün ömrü boyunca oruç tutmakta görürse, böyle oruç tutabilir. Çünkü bu, onun için farz gibi olmaktadır. Zira takva ve salahını buna borçludur. Said'den, Katade b. Ebi Temi me elHüceymi vasıtasıyla Ebu Musa el -EĢ'ari'den (ra) rivayet edildi ki: Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: "Bütün ömrü boyunca oruç tutana, cehennem daraltılır ve (kapısına) doksan düğüm atılır" 83[83] Yani Cehennem onu alacak yer kalmayacak kadar daraltılır. Konuyla ilgili rivayet edilen hadisler, bütün ömür boyunca oruç tutmanın faziletine delalet etmektedir. Sahabe ve Tabiun'dan bir kısım Selef de bu orucu güzellik üzere tutmuĢlardır. Ancak bu oru cu tutan kiĢi, sünnetten yüz çeviriyor ve oruç tutmama ruhsatını doğru bulmuyorsa, o zaman bu Ģekilde oruç tutması mekruh olur. Çünkü böyle yapmakla, Allah Resulü'nün (sav) emirlerine inatla karĢı çıkan biri durumuna düĢer. Allah Resulü (sav) dini uygula mada geniĢliği emretmiĢtir. Allah Teala da, azimetleriyle olduğu kadar ruhsatlarıyla 80[80]
Şa'ban ayındaki orucuyla ilgili olarak b. Buharî, Savm/52; Müslim, Siyam/176; Ebu Davûd, Savm/59; Tirmizî, Savm/36; İbni Mâce, Sıyam/30; Muvatta', Sıyam/56; İbni Hanbel, VI/39, 84, 107, 128, 143, 153, 165, 188, 189, 233, 242, 249, 268.
Pazartesi ve PerĢembe orucuyla ilgili olarak b. Tirmizî, Savm/43; Ebu Davûd, Savm/53, 60, 68 Edeb/47; Nesa'î, Sıyam/70, 76, 83; Ġbni Mâce, Sıyam/42; Dârimî, Savm/41; Ġbni Hanbel, 11/91, 201 III/416 IV/78 V/200, 201, 205 VÎ/8, 89, 289, 310 81[81] Ebu Davûd, Savm/64 Sünnet/3; Ġbni Mâce, Sıyam/43; Dârimî, Savm/45 82[82] Tirmizî, Savm/38; Ġbni Mâce, Sıyam/5; Dârimî, Savm/34; Ġbni Hanbel, U/442 83[83] Ġbni Hanbel, IV/414.
amel edilmesini de sevdiğini bildirmiĢtir. BaĢka bir lafızda ise, 'Masiyetinin iĢlenmesini hoĢ görmediği gibi, ruhsatlarıyla amel edilmesinden de hoĢlandığı' 84[84] rivayet edilmiĢtir. Rivayet edilen bir çok hadis, ömrün yarısını oruçla geçirmenin faziletine delalet etmektedir. Bu da günaĢırı oruç tutmakla olur. Kul, bu Ģekilde oruç tutmakla iki hal arasında olur; Sabr hali ve ġükür hali. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edildi ki: "Bana, dünya hazinelerinin ve arzın definelerinin anahtarları sunuldu da onları reddettim ve 'Bir gün acıkır ve bir gün doyarım; doyduğumda Sana hamdeder, acıktığımda Sana yakarırım' dedim". BaĢka bir hadisinde ise Ģöyle buyurmaktadır: "Orucun en faziletlisi, kardeĢim Davud'un orucudur; o, bir gün tutar, bir gün bırakırdı". 85[85] Yine Allah Resulü'nün (sav) 'Ben daha faziletli bir oruç tutmak istiyorum' diyen Abdullah b. Amr'a (ra) 'Bir gün oruç tut, bir gün bırak' buyurması bunu göstermektedir. O, 'Daha da faziletli olanım yapmak istiyorum' deyince Allah Resulü (sav) ona Ģöyle buyurmuĢtu: "Bundan daha faziletlisi yoktur". 86[86] Haram aylarda tutulan oruçla ilgili olarak Ģöyle bir hadis nakledilmiĢt ir: "Haram bir ayda tutulan bir günlük oruç, diğer aylardan birinde tutulan otuz günlük oruçtan daha faziletlidir. Ramazan ayında tutulan bir günlük oruç ise, Haram aylardan birinde tu tulan otuz günlük oruçtan daha faziletlidir". Allah Resulü (sav) baĢka bir hadisinde de Ģöyle buyurmaktadır: "Haram ayda, Per Ģembe, Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutan kimseye Allah Tea -la yedi yüz yıllık ibadet sevabı yazar". BaĢka bir hadiste ise Allah Resulü'nün (sav) Ramazan ayı dıĢında hiç bir ayı tam olarak oruçlu geçirmediği rivayet edilmiĢtir.87[87] Allah Resulü (sav) diğer aylarda oruç tuttuğu zaman muhakkak ara verirdi. O'nun ġaban orucunu Ramazan orucuyla birleĢtirmesi bir kez olduğu, bu iki ayın orucunu defalarca ayırdığı rivayet edilmek tedir. Oruç türleri arasında zikrettiklerimiz, Selef -i Salih'ten bir ce maatın sürekli takip ettiği oruç Ģekilleridir. Bunların hepsinin faziletlerine dair hadisler mevcuttur. Aynı Ģekilde geceleri ve gündüz leri, kalple ve bedenle yapılan amellerle ilgili anlattıklarımızın tamamı da rivayet edilen hadislerde faziletli amellerden sayılmaktadır. Ġman ahlakı ve yakini iman sahiplerinin sıfatlarıyla ilgili söyle diklerimiz de hadislere dayanmaktadır. Bunların çoğuyla ilgili, va -adedilen sevaplar ve faziletler zikredilmiĢ olmak la beraber hepsine yer vermeyi uygun görmedik. Çünkü iĢimiz, amellerin faziletlerini zikretmekle uğraĢmak değildir. Bizim yolumuz, sadece ve sadece amel sahiplerinin kalplerini temizleyerek tehzib etmektir. Ġman hakikati, amelleri her türlü afetten arındırır ve amel sahipleri celal sahibi olan Allah Teala'ya daha da yakın olurlar. Yüce ve Azim olan Allah Teala'dan baĢka engelleyici ve güç verici yoktur. Yakini iman sahibi havassın tuttuğu oruç türlerine dair Ģunları söyleyebiliriz. Allah sizi muvaffak kılsın, bilin ki oruç tutan avama göre oruç; bedenin oruç tutmasıdır. Yakini iman sahibi olan havas- sa göre ise, kalbin oruç tutmasıdır. Onlara göre oruç, kalbin dünyevi kaygı ve fikirlerden uzaklaĢmasıdır. Bundan sonra, kulağın, gözün ve dilin Allah'ın koyduğu sınırları aĢmaktan uzak durması gelir ki bu da onların orucudur. Ardından el ve ayağın, saldırganlıktan ve kötü iĢler peĢinden koĢmaktan uzak durmaları gelir ki bu da onların orucudur. Orucu, iĢte bütün bu evsaf ile tutan kimse, gününün tamamın da vak tini idrak etmiĢ olur ve günün her saati onun için bir vakit olur. O, bütün gününü zikirle imar ve ihya etmiĢ olur. Böyle bir oruçlu hakkında Ģöyle denilmiĢtir: Oruçlunun uykusu, ibadet, nefesi teĢbihtir. Allah Teala, batıla kulak verip kötü sözler söylemeyi, haram ye mekle bir tutmuĢtur. Eğer dinlenen ve söylenen Ģeylerde, dinleyen ve söyleyen için haram söz konusu olmasaydı, Allah Teala bunları haram yemekle bir tutmazdı. Malum olduğu üzere, haram yemek, büyük 84[84]
Ġbni Hanbel, 11/108 Buharî, Savm/56; îbni Hanbel, 11/206 86[86] Buharî, Savm/56 Enbiya/37; Nesa'î, Sıyam/76; Ġbni Hanbel, 11/188. 87[87] Müslim, Müsafırun/139, 141 Sıyam/178; Buharî, Savm/52, 53; Nesa'î, Sıyam/35, 70 Kıya-mü'I-leyl/2, 17; îbni Mâce, Sıyam/30; Dârimî, Salat/165 Savm/36; Ġbni Hanbel, VI/54, 95, 109, 158, 171, 218, 228, 242, 24 85[85]
günahlardan yani Kebair'dendir. Allah Teala bu meyanda Ģöyle buyurur: "Yalana kulak verirler, haramı yerler". (Maide/42) BaĢka bir ayet -i kerimede ise Ģöyle buyurmaktadır: "Hiç olmazsa onların alimleri ve din bilginleri, onları günah söylemekten ve ha ram yemekten alıkoysalardı ya!" (Maide/63) Allah Teala'nın koyduğu sınırları muhafaza etmesine rağmen yemek veya cinsi münasebetle orucunu bozan kul, Allah'ın emirlerine tabi oluĢundaki fazilet bakımından oruçlu olarak kabul edilir ken, Allah'ın sınırlarını çiğneyen kimse, yemek ve cinsi münasebet noktasında oruca riayet etse bile, kendine göre oruçlu olmasına rağmen Allah katında oruçsuzdur. Çünkü kaybettiği husus, Allah katında muhafaza ettiği Ģeyden daha sevimlidir. Yemek yemeyen, ancak diğer uzuvlarıyla Allah Teala'nın emir lerine muhalefet eden kimse, abdest alırken butun uzuvlarını üçer kez meshedip namaz kılan kimse gibidir. Sayı bakımından üçer kez yapmakla bu fazilete muvafık kalmıĢ ama, asıl farz olan yıkama emrini yerine getirmemiĢtir. Bu durumda kıldığı namaz, cehaletinden ve yaptığı iĢle aldanmasından dolayı reddedilmiĢ olacaktır. Oruçlu iken yemek yiyen, ama bütün uzuvlarıyla Allah'ın yasaklarından sakınan kimse, abdest alırken organlarını birer kez yıkayıp üç sayısının faziletine muvafık olmayan kimse gibidir. O, farzı ye rine getir diği ve amelinde ihsan sahibi olduğu, asıl olanı sağlam kılıp amelini bilerek yaptığı için o abdestle kıldığı namaz da kabul görecektir. Yemek, cinsi münasebet ve Allah'ın yasak kıldığı Ģeylerden bütün varlığıyla uzak duran oruçlunun orucu ise, abdest al ırken bütün uzuvlarını üçer kez yıkayan kimsenin abdestine benzer. O, amelin faziletini de tamamlayarak onu en güzel Ģekilde yapmıĢ olur. Allah Resulü de (sav) bu anlamda Ģöyle buyurmuĢtur: "ĠĢte bu, benim, benden önceki peygamberlerin ve babam Ġbrahim'in (as) abdestidir"88[88]Allah Teala buyurdu ki: "Babanız Ġbrahim'in dini". (Hac/78) yani size düĢen O'nun dinine bağlı kalmaktır, bu dinde O'na tabi olup, ona uyun. Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurdu: "ġükrederek yiyen kiĢi, sabırlı oruç tutan gibidir" 89[89] BaĢka bir hadiste ise Ģöyle bir hadise nakledilmektedir: "Ġki kadın Allah Resulü (sav) devrinde oruç tutmuĢlardı. Ama açlık ve susuzluk günün sonuna doğru onları bitkin düĢür müĢ, neredeyse helak olacak bir hale girmiĢlerdi. Sonunda Allah Resulü'ne (sav) h aber göndererek, oruçlarını açmak için izin istedi ler. Allah Resulü, onlara bir kap gönderdi ve yediklerini ona kusma larım söyledi. Kadınlardan biri kustuğu zamaiij kap yarısına kadan koyu kan ve kaba etle doldu. Diğeri de aynı Ģekilde kustu ve kap ağzına kadar doldu. Ġnsanlar, bu duruma çok ĢaĢırdılar. Allah Resulü de (sav) Ģöyle buyurdu: Bu iki kadın, Allah'ın helal kıldığından oruç tutarak uzak durdular, ama Allah'ın haram kıldığıyla iftar ettiler. Onlardan biri diğerinin yanına oturur ve insanların gıybetini yapmaya baĢlarlardı. Bunlar da, gıybet ettikleri o insanların etleridir!". Ebu'd- Derda (ra) Ģöyle derdi: Zeki kimselerin uykuları da oruç -suz halleri de ne kadar güzeldir. Onlar, akılsızların tuttukları orucu ve uykusuzluklarını kusurlu bulurlar . Yakini iman ve takva sa hibinin yaptığı zerre miktarı amel, amelleriyle aldananların yaptıkları dağlar kadar ibadetten çok daha faziletli ve tercihe Ģayandır. Söylemesi mahzurlu olan sözleri, dinlemek de mahzurludur. Yapmanız haram olan fiillere bakmanız veya hatırınıza getirmeniz de mekruhdur. Allah Teala, kötü söz söyleyenle dinleyeni bir saymıĢ ve Ģöyle buyurmuĢtur: "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını duyduğunuz vakit artık baĢka bir söze dalmcaya kadar yanlarında oturmayın. Yo ksa siz de onlar gibi olursunuz". (Nisa/140) Oruç tutan tevbe eden gibidir. Çünkü sabır, tevbenin sıfatların dan biridir. Tevbe, kul önceki kötü alıĢkanlıklara karĢı sabırlı olduğu ve bunlara bir daha dönmemeye karar verdiği için geçmiĢ günahların kefareti olarak görülür. Kul, tevbe etmek suretiyle eski alıĢkanlıklarına dönmeme ve bütün varlığıyla bunlardan uzak kalma sözü vermiĢ olur. Bunlara tekrar temayül 88[88] 89[89]
Ġbni Mâce, Taharet/47; Ġbni Hanbel, 11/98. Buharı, Bt!ime/56; TĠrmizî, Kıyamet/43; Ġbni Mâce, Sıyam/55; Dârimî, Et'ime/4; Ġbni Hanbel, H/283, 289 IV/343
ettiğinde ise, sözünü bozan mütereddit bir tevbekar olur. Böyle birinin tevbesi 'Tevbe -i nasuh=samimi tevbe' olmaz. Böyle birinin orucu da salih ve sahih bir oruç değildir. Allah Re -sulü'nün (sav) Ģu hadisini görmüyor musunuz? "Oruç, yalan ve gıybetle yırtılmadıkça cehennem için kalkandır". 90[90] Allah Resulü (sav) baĢka bir hadisinde ise oruçluya Ģun u emretmektedir: "Sizden biri oruçlu olduğu gün çirkin söz söylemesin ve cahillik etmesin. Bir kiĢi ona kötü söz söylediğinde, ona 'Ben oruçluyum' desin". 91[91] BaĢka bir lafızda ise 'Oruçlu gününü, oruçsuz günüyle bir tutmasın' ifadesi yer almaktadır. Bunun manası Ģudur: Oruçlu kul, oruç esnasında onun hürmetini korumalı ve ihlal edici davranıĢlar içinde olmamalıdır. Allah Resulü'nün (sav) baĢka bir hadisinde ise Ģunu görmekte yiz: "Oruç, bir emanettir. Sizden biri emanetini muhafaza etsin". Emanetin korunm ası ise, uzuvların korunması ile olur. Çünkü Allah Resulü (sav) "Allah size emanetleri sahiplerine eda etmenizi emreder". (Nisa/58) ayetini tefsir ederken elini kulağının ve gözlerinin üstüne koymuĢ ve Ģöyle buyurmuĢtur: "Kulak bir emanettir, göz de bir emanettir". Allah Resulü (sav) bunu, 'Ben oruçluyum, de' ifadesinin mecazı olarak söylemiĢ ve oruçlunun yüklendiği emanete sahip çıkmasını istemiĢtir. Emanetin korunması da, onu gizlemekle olur. Eğer onu gereksiz yere ifĢa ederse, emanete ihanet et miĢ olur. Çünkü emanetin gerçek sahibi olan Allah Teala, onun açıklanmasından hoĢlanmaz. Sırrın en güzel korunma ve saklanması ise, onu unutmakla olur. Sırrın kaybolması ise, bakanların ço -ğalmasıdır. Oruçlunun dayanağı da, orucunu unutması ve her vakitte olanlarla meĢgul olarak vaktin dolmasını beklememesidir. 92[92] 23. FASIL
Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi Hakkındadır
Bu fasılda nefis muhasebesini ve vakitlere riayet edilmesini anlatacağız. Allah Teala buyurdu ki: "Biz Kıyamet günü için adalet terazileri koruz da hiçbir nefse zerrece zulmedilmez. Bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir teraziye koruz. Hesap görücü olarak Biz yeteriz". (Enbiya/47) Ayetteki
Buharî, Savm/2 Tevhid/35; Müslim, Sıyam/161, 163; Ebu Davûd, Savm/25; Tirmizî, Cuma/79 Savm/54 îman/8; Nesa'î, Sıyam/42, 43; Ġbni Mâce, Sıyam/1 Mten/12 Zühd/22; Dârimî, Savm/27, 50; Muvatta', Sıyara/57; Ġbni Hanbel, 1/195 91[91] Buharî, Savm/2; Müslim, Sıyam/159; Ebu Davûd, Savm/25; Ġbni Mâce, Sıyam/21; Muvatta', Sıyam/57; Ġbni Hanbel, 11/245, 257, 286, 462, 465, 504, 511 92[92] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), Ġz Yayıncılık: 1/ 255-263.
muhasebesi, Vera' yani Allah korkusuyla olur. Tart ma ise, yakini müĢahede etme ile hasıl olur. Büyük sunuĢ için hazırlanma ise, Melik -i Ekber olan Allah Teala'mn korkusuyla hasıl olur ki zühdün özü de budur. Allah Resulü (sav) Ebu Zerr'e (ra) vasiyette bulunarak Ģöyle demiĢtir: "Nerede olursan ol , Allah'tan kork. Kötülüğü iyilikle takip ettir ki onun izini silsin. Ġnsanlara güzel ahlak ile davran".93[93] Bu vasiyetin benzerini Allah Teala'nm yüce Kitabı'nda da görmekteyiz. O, kullarına buyurdu ki:"Andolsun Biz, sizden önce Ki-tab verilenlere ve size de 'Allah'tan korkunuz' diye vasiyet ettik" (Nisa/131) Allah Resulü'nün (sav) vasiyetinin ikinci kısmını ise Ģu ayette görmekteyiz: "Ve kötülüğü iyilikle savarlar". (Kasas/54) yani, hata ile yaptıkları bir kötülüğün ardından hemen iyilik yaparak ona ke faret olmasını umarlar. Vasiyetinin üçüncü kısmını ise Ģu ayette görmekteyiz: "Ġnsanlara güzel söz söyleyin". (Bakara/83) Allah Teala, salih kullarına yaptığı vasiyetinde üç vasfı haber vermektedir: "Muhakkak ki insan ziyandadır". (Asr/2) Yani, hüs randa, vakitlerinin sürekli geçmesinden ve yapacağı kazançlardan mahrum olmasından dolayı kayıptadır. Daha sonra bundan istis naya giderek Ģöyle buyurmuĢtur: "Ancak iman edenler, salih amel iĢleyenler, hakkı ve ve sabrı tavsiye edenler hariç". (Asr/3) Üçüncü vasıf ise Ģu ayet -i kerimede bildirilmektedir: "Birbirlerine merhameti tavsiye edenler". (Beled/17) Hevalara muhalefet ederek hakka tabi olmakta kul için salah ve kurtuluĢ vardır. Halbuki, hevaya teslim olmada, kul için fesad ve hüsran vardır. Sabr, amelin temelidir. Kulun kazancının mikdarı da ona göre ölçülür. Mahlukata gösterilecek merhamet, Hâlık'dan gelecek merhamet için bir kapı ve güzel ahlâk için bir anahtar gibidir. Hüsnü zan ve kalp selameti de onunla birlikte gelir. ĠĢte o noktada; hased vekin ort adan kalkarak yerini tevazu ve Hak yolunda zillet alır. Al lah Teala'nm, Resulü'ne (sav) arkadaĢlık etmek için seçtiği Asha - bı'nm (ra) vasıfları da aynen böyleydi ve Allah Teala onlara Sekine indirerek, kendilerini Ruh'u ile destekledi ve haklarında Ģöyle buyurdu: "Kendi aralarında çok merhametlidirler". (Feth/29). Allah Teala, merhametin özü ve hakikati hakkında da Ģöyle buyurmaktadır: "Onlara merhametle tevazu kanadım ger". (Ġsra/24) Allah Teala, Resulü'nün (sav) dostlarını anlatırken bir de Ģöyle buyurmuĢtur: "Müminlere karĢı mütevazıdırlar". (Maide/54) ĠĢte bu üç sıfat, kalp rikkatinin anahtarları, kalp kasvetinin mühürleri mesabesindedir. Kalbin rikkatmda (=yumuĢak ve ince oluĢunda); Allah Teala'ya ve ahir et yurduna yönelme, O'nun emirlerine karĢı te yakkuz halinde olma, cennet ve cehennemle vaad ve tehditleri üzerinde tefekkür etme vardır. Kalbin kasavetinde (^katılığında) ise; yüz çevirme ve daimi gaflet vardır. Nefis muhasebesi vera' ile, nefsin tartılması ayne'l -yakin'i müĢahede ile, büyük sunuĢa hazırlık ise, Melik -i Ekber korkusuyla olur. Zühdün hakikati ve ruhu budur. Ali'den (kv) Ģu söz rivayet edilmiĢtir: Ġnsanı, kaçırmayacağı bir Ģeyi yakalaması sevindirir ken, yakalayamayacağı bir Ģeyi kaçırması üzer. Sana dünyadan gelene sakın fazla sevinm e ve kaybettiğin dünyalık için de sakın üzülme. Sevincin, yaptığın güzel ameller, hüznün ise yapamadıkların için olsun. MeĢguliyetin ahiretin için, tasan ise ölümden sonrası için olsun! Yine Ali (kv) Ģöyle demektedir: Heva, körlüğün ortağıdır. ġaĢkınlık anında durmak, tevfik -i ilahidendir. Dünyevi tasayı kovan Ģeylerin en güzeli, yakini imandır. Yalanın akıbeti, muhakkak kötülen- mektir. Doğrulukta ise selamet vardır. Nice uzak olan vardır ki, ya kındakinden daha yakındır. Sevdiği olmayan kimse garibdir. Dost ise, kiĢinin gıyabında dost ve sadık olandır. Kötü zan, seni dosttan mahrum etmesin. Ġkramseverlik ve alçakgönüllülük ne kadar da güzel bir ahlaktır. Haya, her türlü güzelliğe götüren yoldur. Kulpların en sağlamı, takvadır. Sarıldığın sebeplerin en sağlamı da, Allah ile arandaki sebeptir. Dünyada sana en çok yarayan, ahiretteki yu vanı Ġslah edebileceğin Ģeydir. Rızık da iki türlüdür. Biri senin ara dığın rızık, diğeri ise seni arayan rızıktır. Sen ona gitmesen de o sana gelecektir. Eğer ellerinin 93[93]
Tirmizî, Birr/55; Dârimî, Rikalt/47; Ġbni Hanbel, III/5 V/153, 158, 177, 236
ar asından yokettiklerine sızlanıyorsan, bari sana henüz gelmemiĢ olanlar için sızlanma. Olana bakarak, henüz olmamıĢ olanı gör. Çünkü iĢler, birbirlerine benzer. Abdullah b. Abbas (ra) Ģöyle derdi: Her Ģeyin bir afeti vardır. Ġl min afeti unutmak, ibadetin afeti tembellik, aklın afeti Övünme, halin afeti hayırsızlık, ticaretin afeti yalan, cömertliğin afeti saçıp savurma, güzelliğin afeti kibir ve Ġslâm'ın afeti nevadır. Allah Resulü de (sav) Ģöyle buyurur: "Ümmetimin afeti dinar ve dirhemdir 94[94]Ve-bere es-Sülemi, Mücahid'in Ģu sözünü rivayet etmiĢtir: Ġbni Abbas (ra) bana beĢ Ģey tavsiye etti ve bunların iyi incelenmiĢ dirhemden ve saflaĢtınlmıĢ altından daha güzel olduğunu teyid ederek Ģöyle dedi: Seni ilgilendirmeyen bir konuda asla konuĢma. Çünkü bu, senin esenliğine daha yakındır. Kendini asla hatadan emin sanma. Seni ilgilendiren bir konuda, yeri gelinceye kadar asla konuĢma. Kendini ilgilendiren bir konuda konuĢan nice kimseler vardır ki, sö zü yerine koyamazlar da tepkiyle karĢılaĢırlar. Hilim sahib iyle ve kendini bilmezle münazara etme. Hilim sahibi seni altüst edebilir, kendini bilmez de canını yakabilir. Bir kardeĢin senden ayrıldığın da, sen ondan ayrıldığında seni nasıl anmasını istersen sen de onu öyle an. Ona istediğini bağıĢla ki, o da sana onu bağıĢlasın. Bir Ģey yapacağın zaman, iyilik yaptığında mükafaat, kötülük yaptığında ise ceza göreceğini iyi bilen bir adam gibi davran. Ġbni Abbas'm (ra), oğlu Abdullah'a vasiyeti ise Ģöyledir: Ey oğul, bu adamın seni bir çok yaĢlıdan üstün tuttuğunu ve sana çok değer verdiğini görüyorum. Benim için Ģu hasletleri iyi muhafaza et! Bu adamın bir sırrını dahi ifĢa etme. Bir emrine dahi baĢ kaldırma. Onun yanında kimsenin gıybetini yapma. O da senden bir ihanet görmesin. Senden bir yalana Ģahit olmasın! Ġbni Abbas'm (ra) bu vasiyeti, iki değiĢik rivayetle bize ulaĢmıĢ olup biri diğeriyle çakıĢmaktadır. Diğer rivayette Ģöyle bir lafız mevcuttur: ġa'bi'ye dedim ki: Bu tavsiyelerin her biri, bin tavsiyeden daha hayırlıdır. Diğer rivayette ise 'Her biri onbin t avsiyeden hayırlıdır1 denilmiĢtir. Yusuf b. Esbat da (ra) Ģöyle demiĢtir: Üç Ģey vardır ki, bunları taĢıyan kimsenin imanı kemale ermiĢ demektir: KiĢi bir Ģeye razı olduğunda, rızasının onu batıla götürmemesi; Bir Ģeye kızdığında,kızgınlığının onu haktan çıkarmaması ve gücü yettiğinde, sadece hakkı olanı alması. Bir ravi zincirinden müsned olarak Ģöyle bir söz rivayet edilmiĢ tir: Serî b. el-Muğalles Ģöyle dedi: Üç Ģey vardır ki yakini iman bunlarla belli olur: Helake sebep olacak mevkilerde hakkı ayakta tut mak; Bela geldiği zaman Allah Teala'nm emrine teslim olmak ve nimet gittiğinde Allah'ın kazasına rıza göstermek. Bunların Ģerrinden Allah'a sığınırız. Rivayete göre Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: Üç Ģey vardır ki, bunlar olan kiĢinin imanı kemal bulur: Allah'ın diniyle ilgili olarak hiç bir kmayıcınm kınamasından korkmamak; Amelinin hiç bir kısmında riyakarlık etmemek; Biri dünya diğeri ahiret için olan iki durumla karĢılaĢtığında ahireti dünyaya tercih etmek". Yi ne Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen meĢhur bir hadiste Ģöyle buyrulm akta dır: "Üç Ģey vardır ki kurtarıcıdırlar. Üç Ģey de vardır ki helak edicidirler. Kurtarıcılar Ģunlardır: Gizli ve açık hallerde Allah'tan korkmak; HoĢnutluk ve kızgınlık hallerinde adaletli konuĢmak; Zenginli kte ve yoksullukta kanaatkar olmak. Helak edici ler ise Ģunlardır: Ġtaat edilen bir cimrilik; Tabi olunan bir heva; KiĢinin kendisine hayran olması". Bir baĢka hadiste ise Ģöyle denilmektedir: "Kerem sahibi olmak takva, Ģereflilik tevazu, zenginlik ise ya kini imandır". BaĢka bir hadiste ise Allah Resulü'nün (sav) Ģöyle buyurduğu rivayet edil mektedir: "Ġman çıplaktır. Onun elbisesi takva, zineti haya, seme resi ise ilimdir". Ammar'm (ra) Allah Resulü'ne (sav) isnad ettiği hadisinde ise Ģöyle buyrulmaktadır : "Vaiz olarak ölüm, ilim olarak Allah korkusu, yakin olarak zenginlik, ibadet olarak da meĢguliyet yeter". Hatiplerin serdarı, hatipler hatibi, bilgeler bilgesi Allah Resulü'nün (sav) meĢhur veda hutbesinde söylediklerinden Ģunları aktarmayı uygun görüy oruz. Bilinir ki O'nun bu 94[94]
Benzer bir hadis için b. Tinnizî, Zühd/26; Ġbni Hanbel, IV/160.
hutbedeki sözleri, kısa ama özlü sözler olup, vaaz, ibret alma, tefekkür etme ve zühde teĢvik etme noktasında emsalsiz bir hitabet örneğidir. Söylediği her kelime, taĢıdığı anlam ile tam bir uyum içerisindedir. Ġban b. AyyaĢ (ra) Enes b. Malik'ten (ra) nakleder ki Allah Resulü (sav), devesinin üzerinden hitab ederek Ģöyle buyurdu: "Ey insanlar! ġu dünyada ölüm sanki bizden baĢkasına yazılmıĢ, hak sanki bizden baĢkasına farz kılınmıĢ?! Az önce teĢyi etmemizden sonra sefer eden Ģu ölüler, sanki bize geri döneceklermiĢ gibi kabirler hazırlıyor ve miraslarını yiyorken kendimizi ebediler mi sanıyo ruz. Onların gitmesinden sonra alınacak türlü türlü ibreti unutuyor, kapımızı çalacak her türlü tehlikeden eminmiĢiz gibi davranıyoruz. Kendi kusuruyla uğraĢmaktan baĢkalarının kusurlarına zamanı kalmayan, haramdan kazanmadığını Allah yolunda harcayan, teva zu ve alçakgönüllük sahiplerine merhamet eden, hikmet ve fıkıh eh li ile içice olanlara ne mutlu! Nefsini zelil kılan, ahlakı güzel olan, kalbi salah bulan ve Ģerrini insanlardan uzak tutanlara ne mutlu! Ġlmiyle amel eden, malının fazlasını infak eden, sözünün fazlasıyla tu tan, sünnetle geniĢleyip bidate yer vermeyenlere ne mutlu!". Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen baĢka bir hadis i se, yu karıda dağınık olarak yeralan tavsiye ve fikirleri toplu alarak, la fız ve mana bakımından kısa olarak ihtiva etmektedir. Allah Resulü (sav) bu özlü hadisinde Ģöyle buyurmaktadır: "KiĢinin islamının güzelliği, kendisini ilgilendirmeyen Ģeyi terketm esidir"95[95] Kulun, yapması emredilen bir farz, yapması hoĢ görülen bir fazilet ve ihtiyacı olan bir mubah dıĢında bir Ģeyle uğraĢmaması, kendisini ilgilendirmeyen Ģeyi terketmesidir. BaĢka bir hadiste ise, kiĢinin kendini ilgilendirmeyen Ģeyi terketmesi "Vera'ın yarısı" olarak bildirilmektedir. Allah Resulü (sav) baĢka bir hadisinde ise Ģöyle buyurmaktadır: "Senin Ģüphelediren Ģeyi bırakarak Ģüphelendirmeyene sarıl. Kötülük, kalplerin komĢusudur"96[96]Bu hadisin anlamı Ģudur: Hakkında kuĢkuya düĢtüğün söz veya fiili terket. Çünkü bu davranıĢında senin için bir ganimet veya bir selamet vardır. Bunlar sayesinde de kesin bir fazilete nail olur veya onunla selamete erersin. Kalbine bulanık gelen ve içinde huzursuzluk doğuran Ģeyden de uaak dur, çünkü ne kadar gizli ve belirsiz olsa da onda bir günah ve kötülük sö zkonusudur. Allah Resulü (sav), Rabbinin velilerini vasfediĢi gibi, bir hadisinde müminlerin vasıflarını anlatmıĢtır. "Bir gün ashabının (ra) arasında oturmaktaydı. Neden sonra'secdeye kapandı ve secdesini hay li uzun tuttu. Daha sonra secdeden baĢım kaldırdı ve ellerini uzatarak Ģöyle dua etti: 'Allahım, bize değer ver, bizi aĢağılama, bizi arttır eksiltme, bizi yücelt zelil kılma!' Bunun üzerine kendisine sorduk: Ey Allah Resulü, bu nedir? Buyurdu ki: 'Bana öyle ayetler indirildi ki, onları yerine getiren cennete girer1 Sonra da "ġu müminler felah buldu ki:..." (Mü'minun/1-9) diye baĢlayan aĢırı okudu". 97[97] BaĢka bir kısa hadis rivayetinde ise Ģöyle nakledilmektedir: "Bir adam Allah Reulü'ne (s av) Ģöyle sordu:'Ey Allah Resulü, cennetlik olduğumu - baĢka bir lafzında, hakiki mümin olduğumu- ne zaman bilebilirim?' Allah Resulü (sav), 'ġu vasıfları kendinde taĢıdığın zaman' dedi ve "ġu müminler felah buldu ki:..." (Mü'minun/1-9) diye baĢlayan aĢırı okudu. Allah Resulü'nün (sav), büyük hikmet sahibi sıfatıyla, imanında ve amelinde ihlaslı olan kulu, nasıl kısa ama özlü olarak tarif ettiğini Ģu hadis -i Ģerifte görmekteyiz: "Bana sadece Ģu ayet nazil olsaydı, o bile yeterdi, dedikten sonra Kehf suresinin son ayetinin Ģu kısmını okudu: "Her kim Rabbine kavuĢmayı arzu ederse salih amel iĢlesin ve Rabbinin ibadetinde O'na hiçbir ortak koĢmasın". (Kehf/110)". Bunlar, akıl sahiplerine nefis muhasebesi hususunda söylenebilecek en açık ve nihai sözlerdi. S alih amel, ibadette ihlas lı olmak, mahlukatı Ģirk koĢmamak ise, Halik Teala'nm tevhidine yakinen iman etmektir. Sözlerin en güzeline sahip olan Allah Teala, Zatı'ndan korkan dostlarını vasfederken Ģöyle 95[95]
Tirmizî, Zühd/11; tbni Mâce, Fiten/12; Muvatta', Hüsnü'l-huluk/3, Buharî, BuyuVS; Tirmizî, Kıyamet/60; Ġhni Hanbel, III/153. 97[97] Ġbni Hanbel, 1/34. 96[96]
buyurur: "Gerçekten Rablerinin korkusundan titreyenler, Rablerinin ayetlerine iman edenler. Rableri-ne ortak koĢmayanlar ve Rablerinin huzuruna döneceklerinden yü rekleri çarparak zekatlarını verenler var ya, iĢte onlar, hayırlarda yarıĢan ve hayır için Önde gidenlerdir", (Mü'minun/57-61) Allah Teala, kendisinden korkan dost ve velilerini bu ayetlerde yedi mükemmel makama yerleĢtirmiĢtir ki bunlar Muhasebe Ehli'nin makamları olarak bilinir. Murakabe Ehli'nin hallerinin manaları da bu makamların muhtevasmdandır. Allah Teala bu makamlara, korku ve titreme (=HaĢyet ve ĠĢfâk) ile baĢlamıĢ yürek çarpması (=Vecil) ve infak ile noktalamıĢtır. Bumakamların icabı da Yakini Ġman'dır. Allah Teala, takva ehlinin tartısını takva ile ağırlaĢtırmıĢ ve bunu, sıfatlarının sonuncusu olarak vazederek "Rablerinin huzuruna döneceklerinden.." buyur muĢtur. Yani onlar, Rablerinin huzuruna dönme noktasında yakini bir imana sahip oldukları için O'ndan korkmakta, titremekte, iman etmekte, ihlaslı davranmakta, canlarım ve mallarını O'nun yoluna sebil etmektedirler. Bu, aynen Allah T eala'nm Ģu buyruğundaki gibidir: "Allah'tan korkun ve bilin ki O'nunla karĢılaĢacaksınız ve müminleri müjde le!" (Bakara/223) Burada müminlerin Allah huzurunda korkudan emin olduklarına, güzel bir Ģekilde ağırlanıp O'na yakınlıkla müj -deleneceklerine iĢaret edilmektedir. Nefis muhasebesi Ģöyle yapılır: Kul, nefsinde bir himmet doğduğu ve hareket baĢladığı zaman Ģöyle bir durur. Hatır'mı (=kalbe gelen his ve fikir) yoklar ve tanımaya çalıĢır. Hatır, kalbin hareketi ni, Izdırab (=dalgalanma) ise bedenin hareketini ifade eder. Kulun kalbinde doğan his veya fikir, bir niyet, azmetme, karar verme, çaba sarfetme veya yapma cihetinde bir himmete sebeb olur. Eğer bunlar, Allah için (=Lillâh), Allah yolunda (=Fillâh) ve Allah ile bir likte (=Billâh) ise ona devam eder. Allah için olması; sadece Allah'a has ve halis olması manasmdadır. Allah ile birlikte olması; nefis ve hevaya yakınlaĢma suretiyle değil de Allah'ın yakınlığının müĢahedesiyle birlikte olması, manasmdadır. Allah yolunda olması ise, Allah uğrunda, O'nun rızasını kazanma cihetinde olması manasmdadır. Eğer himmetini mucib olan Ģey, böyle bir Ģey ise onu bir an önce tamamlamak için çaba sarfeder ve bunda acele eder. Eğer beĢeri tabiata uygun ve beĢeriyet vasfına uygun dünyevi bir çıkar, nefsani bir he va, eğlence ve gaflet içinse o hatırı hemen reddeder ve onu kafasından ve kalbinden çıkartıp atmak ister, içinden gelen bu kötü sese kulak vermeyip onu zihninde üretmeyerek kalbinde yer etmemesi için çabalar. Aksi halde kalbinde yereden bu kötü fikrin a tılması çok zor olur. Oraya yerleĢen bu fena fikir, zamanla orada bir tesir doğurur ve bu da zaman içinde fiil olarak ortaya çıkar. Kalbe doğan his ve fikrin Allah için olması, O'na halis kılınması anlamındadır. Allah ile olması, nefsin ve nevaların değil O'nunyakınlığının müĢahedesiyle olması anlamındadır. Allah yolunda ol ması ise, dünyevi bir kazanç için değil, Allah rızası için olması anlamındadır. Kul, kalbine doğan bu fikrin (=hatır) tahlilini yapamaz ve onun üzerinde Ģüpheye düĢerek hakikatini göremez, onun Allah Teala katında övülen, rızasına mazhar olacak, kul için öne geçirici-lik vasfı taĢıyan bir Ģey mi yoksa Allah Teala katında çirkin ve mekruh görülen, kulun onu terketmesinde Allah'a yakınlık ve sevapta fazlalık getiren bir Ģey mi olduğunu b ilemezse, o zaman bir kapalılık (—iĢkâl) ortaya çıkar. Bu kapalılığın sebebi, Ģu üç husus tan biridir: 1. Allah Teala'yı yeterince bilememekten kaynaklanan yakini iman eksikliği; 2. Batıl hükümlerin kapalı yönlerini bilememekten doğan ilim eksikliği; 3. BeĢer tabiatından doğan ve nefse yerleĢen heva ve heveslerin galib gelmesi. Bir alim Ģöyle demiĢtir; Alim, hayrı serden ayırabilen kimse değildir. Çünkü bunu her akıl sahibi yapar. Halbuki alim, iki serden hayırlı olanı bilen ve zaruret halinde onu yapabil endir. Kul, zarurete düĢtüğü zaman böyle yapar. Ġki hayırdan Ģer olanını bilendir. Yani dayandığı Ģeylerden dolayı bunlardan birinden sakınandır. ġüpheli hususlarda Allah Teala'nm hükmü; geri durma ve uzaklaĢmadır. Eğer bu husus, kalbi amellerden biri ise, kul bunun için azmetmez ve niyetlenmez. Eğer bedenle yapılan bir amel
ise, onun için koĢmaz ve çaba sarfetmez. Aksine, iĢin içyüzü ortaya çıkıncaya kadar durur ve diğerlerini de durdurur. Vera' (=titizlik, endiĢe) iĢte budur. Vera', kapalı hususlardan geri durmak ve bunları yapmaktan çekinmektir. ġüpheli konulara -hakikat ortaya çıkıncaya kadar-, niyet, söz veya fiille dalmaktan sakınmak, vera'ın gereğidir. Bunların açığa çıkması da, ilimdeki kapalılığın giderilmesi, manaların iyice tedkik edilmesiyle olur. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen bir hadiste de bu husus teyid edilerek Ģöyle buyrulmaktadır: "Ġnsanların en alimi, onlar ihtilafa düĢtüklerinde hakkı en iyi tanıyandır". Yine Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki Allah Teala, Ģüpheler doğduğu zaman basiretli ve tenkidciyi, Ģehvetlerin hücumunda da kamil aklı sever". Ġbni Mesud'dan (ra) Ģüphelerin çoğalmasıyla ilgili olarak Ģöyle bir söz nakledilmiĢtir: Bugün, öyle bir zamanda yaĢıyorsunuz ki,en hayırlınız en hızlmızdır. Öyle bir zaman da gelecek ki, en hayırlınız en yavaĢınız olacaktır. Nitekim sahabeden (ra) bir cemaat Irak ehli ile ġam ehli arasında savaĢ kopunca geri durmuĢ ve beklemeyi tercih etmiĢlerdir ki bunlar arasında Sa'd, Ġbni Ömer, Üsa-me, Muhammed b. Mesleme (ra) gibi sahabiler mevcuttu. ġüpheli noktalarda geri durmayarak onlara atılanlar, kendi görüĢüyle övünen ve nefsinin hevasına uyanlardır. Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen bir hadiste de, böyle davrananlar zemmedil-mektedir: "Ġtaat edilen bir cimrilik, tabi olunan bir heva ve her gö rüĢ sahibinin kendi görüĢüyle övünmesini gördüğünde, kendi nefsinin hususiyetine bağlı kal" 98[98]Dikkat edilirse hadiste zemmedi len, cimrilik değil 'Ġtaat edilen cimrilik'tir. Çünkü cimrilik, her nef sin sıfatıdır. KiĢi, nefsindeki bu cimriliğe itaat ettiği ve sevdiği malı baĢkalarından kıskanarak sadece kendine saklamaya çalıĢtığı zaman zemmedilir. Aynı Ģekilde heva da tek baĢına zemmedilin emiĢtir. Çünkü heva da nefsin özünde olan bir özelliktir. Zemmedilen, kiĢi nin bu hevaya gem vurmayıp ona tabi olmasıdır. KiĢinin kendi görüĢüyle övünmesinde zemmedilen boyut ise, kiĢinin bu görüĢü sırf kendi akıl ve zihninin ürün ve neticesi olarak görerek, ona ulaĢmasını sağlayan Allah Teala'nm hidayetini inkar etmesi ve kendi görüĢ üyle iftihar ederek, kendisinden daha bilgili olan kimselerin gö rüĢlerini hor görmesidir. Allah Teala buyurduki: "Nefislerinizi temize çıkarmayın". (Necm/32) O, kendi dostları arasındaki görüĢ sahiplerini vasfeder -ken de Ģöyle buyurur: "Keskin anlayıĢlıla r için elbette bunda ibretler vardır". (Hicr/75) Yine O, Ģöyle buyurmuĢtur: "Basiret üzere Al lah'a davet ediyoruz. Ben ve bana tabi olanlar". (Yusuf/108) Bir ha diste de Ģöyle buyrulmaktadır: "Müminlerin 'güzel' gördükleri Ģey, Allah katında da 'güzel'di r. Müminlerin, 'çirkin' gördükleri Ģey ise, Allah katında da 'çirkin'dir. Siz Allah Teala'nm arzmdaki Ģahitler siniz". Seleften rivayet edilen bir söz de Ģöyledir: ibadetin en faziletlisi, güzel görüĢtür. Misallerin çatıĢmasından dolayı, durum müĢkil bir hale gelip hangi misale uyucağmız açıkça belli olmadığı zaman, vera'ın gereği, durup hiçbir Ģey yapmamak ve durumun kesinlik kazanmasını beklemektir. Ġlim eksikliğinden dolayı hasıl olan Ģüpheye gelince, bu husus ta bilmeniz gereken; haram ve helal olarak iki aslı kesin olarak tanımanız ve benzerlerine buna göre yaklaĢmanız dır. Bu, gayet açık bir hükümdür. Mesela bazıları, güzel yüzlü bir gence bakmayı, erkek olduğu için helal görmüĢlerdir. Bu meseleyi -Ģüpheli olduğu için- iki asıldan birine dayandırmak istediğinizde, Allah Teala'nm Ģu ayetini görürsünüz: "Meyvasmı verdiğinde onun meyvasma bakın". (En'am/99) Bir diğer ayet -i kerimede de Ģöyle buyurmaktadır: "Mümin erkeklere, gözlerini sakınmalarını söyle". (Nur/30) Dolayısıyla, parlak gence bakmakta da cinsel haz sözkonusu olabileceği için, üstteki asla göre hüküm verilir. Bu durum, aynen mubah olan Ģiir ve kasideleri dinlemeye ben zer. Kur'an dinlemek helal, ama Ģarkı dinlemek haramdır. Kasideler ise daha çok Ģarkıyı andırmaktadır. Bu sebeble bunların dinlenmesini, ehli olanlar dıĢındakiler için mekruh görürüz. Aynı durum, Kur'an okurken 'Lahn=makam' ile okuma için de geçerlidir. Kuı^an'ı bu Ģekilde okuyan kimse, kısaltmaları 98[98]
Tirmizî, Tefsir-i Suret-i 5/18; Ebu Davûd, Melalıim/17; Ġbni Mâce, Fiten/21.
uzatıp, uzatmaları kısaltacak Ģekilde makama uymaya çalıĢırsa, onu Ģarkıya b enzet tiği için mekruh iĢlemiĢ olacaktır. Benzer bir durum pamuk ipek karıĢımından yapılan giysileri giyme konusunda da geçerlidir. Bize göre, bu tür kumaĢlar giymek ve bunlar giyinikken amel etmek mekruhtur. Çünkü bunlar, pamuktan çok ipeğe benzerler. Ne gözün, ne de kulağın gerçek hükmüne ulaĢamadığı kapalı hu suslara gelince kalpler, bunlar hakkındaki kötü zanları, ve zahiri üzere ameli kesinleĢtirmeyi sorgularlar. Allah Teala'nm aĢağıdaki buyruğu da bu manadadır. Ġlmi açıklanmayan Ģeylerden uzak durul ması gerekir. Kul, kendisine ilim verilmeyen bu tür muğlak konulardan uzak durmalıdır. Aksi halde uzuvları tarafından sorgulanacağı tehdidi gayet açıktır. Allah Teala buyurdu ki: "Bir de bilmediğin bir Ģeyin ardınca gitme". (Ġsra/36) Yani onun ardına düĢme, onu merak edip irdelemeye giriĢme. Bilmediğin bir Ģeyin izini sürerek, gözünü, kulağını ve kalbini ona Ģahit etme. Çünkü ilmin hakikati, görme, duyma ve müĢahededir. ĠĢte bu sebeple"Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların her biri ondan sorumludur" (Ġsra/36) buyrulmuĢtur. Allah Resulü de (sav) bu meyanda Ģöyle buyurmaktadır: "Zan -dan sakının. Çünkü zan, sözün en yalan olanıdır".99[99] Kim, Ģüpheli bir meselede sırf kendi hevasma uyarak kati bir karara varırsa; kim de, içyüzünü bilmediği bir fiil veya iĢe hemen atılır, onu arkadaĢlarına da açıklayarak haber varirse çok büyük bir kötülük etmiĢ olur. Bir hadiste Ģöyle buyrulmaktadır: "Kim gözünün gördüğü veya kulağının duyduğunu yayarsa, Allah Teala onu iman edenler arasında kötülüğü yaymaya çalıĢanlardan biri olarak yazar". Bu hadis, Allah Teala'nm kulları üzerindeki örtüsü nü ve kullarının ayıplarını örtenleri sevdiğini ortaya koymaktadır. Ebu Bekir de (ra) duasında bu gerçekleri teyid ederek Ģöyle derdi: "Allahım, bize hakkı hak olarak göster ki ona uyalım. Batılı da batıl olarak göster ki ondan sakınalım. Bunlardan hiçbirini benzeĢ -meli gönderme, yoksa hevaya uyarız". Ġsa'dan (as) Ģu söz rivayet edilmiĢtir: "ĠĢler üç türlüdür: Bir iĢ vardır ki doğruluğu sana açıkça belli olur, ona uy. Bir iĢ de vardır ki yanlıĢlığı sana açıkça belli olur, ondan sakın. Bir iĢ de vardır ki, hükmü sana kapalı gelir, onu da bilenine havale et". Ali (kv) Ģöyle dua ederdi: "Allahım, ilim hakkında ilimsiz konuĢmaktan Sana sığınırım". Allah Teala'nm batılı batıl olarak ortaya çıkarıp, dalaleti dalalet olarak beyan etmesi de, hakkı ortaya çıkarıp doğru ve sadık olanı beyan etmesi gibi O'nun nimetlerindendir. Çünkü o da, yakini bilginin kapılarından biridir. ĠĢte bu sebebledir ki Allah Teala kulu ve peygamberi Muhammed'e (sav) bir iyilik te bulunarak ayetlerini ona açıklamıĢ ve Ģöyle buyurmuĢtur: "Ayetleri iĢte bu Ģekilde açıklarız ki, suçluların yolunu açıkça görebilesin". (En'am/55) Ayetteki 'Sebü=yol' kelimesinin fethalı okunması, Allah Resu -lü'nün (sav) bunları tanıması, ötreli okunması ise, suçluların yollarının gösterilmesi ve açığa çıkarılması, anlamında bir ifade doğurur. Allah Teala, takva sahiplerine bunu vaadetmiĢ, hatta günahların kefaretinden ve mağfiretten bile öne alarak zikretmiĢtir. O, bunun büyük bir lütuf olduğunu ha ber vererek Ģöyle buyurmuĢtur: "Ey iman edenler, Allah'tan korkarsanız, O da size bir kıstas (furkan) kılar, günahlarınızı kefaret eder". (Enfal/29) Yani kalplerinize, Ģüpheli halleri ayırabileceğiniz bir ıĢık koyar. Aynı Ģekilde Allah'tan hakkıyla korkan müttakiler için bir de kapalı konulardan çıkıĢ varedilmiĢ ve onlar, hiç ummadıkları yerden nzıklandmlmakla müjdelenmiĢlerdir. 100[100] Bu da öğretilmeksizin bilme olarak anlaĢılan, ilahi ilham ve her Ģeyden haberdar ve her -Ģeyi bilgisine sahip olan Allah kat ından verilen tevfik -i ilahi olarak kendini gösterir. Allah Teala, ilim ehli kendi aralarında saldırganlık için ihtilafa düĢtüklerinde takva sahibi müminlere böyle bir çıkıĢ vaadetmiĢtir. Kitab Ehli'nin alimleri arasındaki saldırganlık ise, hased ve kibir afetlerin dendir. Allah'ın gaybi ayetlerini ve kaderi gönülden tasdik etmeyen 99[99]
Buharî, Vasaya/8 Nikah/45 Feraiz/2 edeb/57, 58; Müslim, Birr/28; Tinnizî, Birr/56; Mu-vatta', Husnü'l-huluk/15; tbni Hanbel, U/245, 287, 312, 342, 465, 517 100[100] Metinde geçmeyen bu ayet için b. Talak/2.
münafıklar ise, bu vaatten mahrum bırakılmıĢlardır. Allah Teala, bu hususta Ģöyle buyurmaktadır: "Halbuki kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirlerine karĢı olan kibir ve hasetten ötürü ihtilafa düĢenler, o Kitab verilenlerden baĢkası değildir. ĠĢte Allah, iman edenleri, kendi iradesiyle, üzerinde ihtilafa düĢtükleri hakka hidayet etti". (Bakara/213) Hakka hidayetin oluĢumu Ģöyledir: Takva sahibi kimseye hida yet verildiği zaman hak ortaya çıkardır ve kul, imtihan için baĢlatılan batılı ve onunla ilgili olarak kendine raci olan hükümleri bilir. Batıl, kimi zaman bir düĢmanın ismi, kimi zaman da nefsin bir sıfatıdır. Allah Teala'nm Ģu buyruğunu iĢitmediniz mi? "De ki: 'Hak geldi, artık batıl ne yeniden baĢlar, ne de geri döner". (Sebe'/49) Ya ni hak geldiği zaman, batılı açığa çıkarıp tekrar göstererek baĢlama ve tekrarlama emrinin hakikatini ortaya koyar. Denildi ki: Ayette 'Batıl' ile murad edilen Ġblis'dir, bunu iyi düĢünün. Allah Teala buyurur ki: "Allah'ın ayetlerine iman etmeyenleri, Allah da hidayete erdirmeyecektir". (Nahl/104) Allah Teala'nm hükümleri açıklaması f=beyân) bir nimettir. Çünkü bu da kudret-i ilahinin bir eseridir. Ni tekim O Ģöyle buyurmaktadır: "(Hakikat) ona beyan olunca 'Bilirim ki Allah, herĢeye kadirdir' dedi". (Bakara/259) Hal böyle olunca ku la düĢen, bu nimetten dolayı Allah Teala'ya Ģükretmesidir. Kulun sürekli Ģükrü, Allah Teala'nm beyân nimetini bahĢetme sine bir vesile olabilir. Kald ı ki Allah Teala, Ģükredilmesi halinde daha fazlasını vereceğini vaadetmektedir: "Belki Ģükredersiniz diye Allah size ayetlerini iĢte böyle beyan edip açıklar". (Maide/89) Ayetlerin açıklanmasına Ģükredenler için Ģükrün karĢılığının ziyadesiyle verileceğ inin en güzel delili de yine O'nun Ģu buyruğudur: "ġükreden bir kavim için ayetleri iĢte böyle açıklarız". (A'raf/58) ġüpheli iĢlerde kalbinin sesini duymayarak duraklayan ve Allah Teala'nm daha fazla ilim, yakini bir kuvvet veya heva perdesini kal dırmak suretiyle hakikati açmasını bekleyen kul, doğru olana yönlendirilmiĢ bir kuldur. Bu manada Allah Teala Ģöyle buyurmaktadır: "Kendisine hikmet ve hakkı batıldan ayırma gücü vermiĢtik". (Sad/20) Böyle bir kul, Allah Teala'nm vasfettiği Ģu zümreye dahil olacaktır: "Kime hikmet verilmiĢse, ona çok hayır verilmiĢ (demektir)". (Bakara/269) Kulun bu hali, talep etmediği ve baĢka bir alimi onu açıklama mevkiine koymadığı durumlar için geçerlidir. Böyle bir durumda dostları için hakikati öğrenmek ve kendisi ne yol göstermeleri noktasında alimleri rehber mevkiine koymak isteyen kul ise, zaruri olarak Allah'ı bilen, O'nun hükümlerinin içyüzüne vakıf olan, Allah Teala'nm gerdiği perdenin inceliğini ve keĢfinin gizemini arif olan bir alime sorması gerekir. Hakikati k endi kalbiyle mükâĢefe edip bulamayan bir kimse ise, o alîm kendisi ne anlayacağı dilden bu iĢin hakikatim açıklayacaktır. Allah Teala Ģöyle buyurmaktadır: "Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun". (Nahl/43) Kul, böyle davranmakla Allah Teala'nm Ģu buyruğunu da tasdik etmiĢ olacaktır: "Onu, haberdar olana sor". (Furkan/59) Allah Teala, ilk yürüten ve son açıklayandır. Ancak yürümek ve sormak kula, hidayete iletmek ve beyan etmek ise hidayeti elinde tu tan Hak Teala'ya aittir. O, Ģöyle buyurmaktadır: "De ki: Yeryüzünde yürüyün ve bakın". (Nahl/36) Yine O, Ģöyle buyurmuĢtur: "Eğer sen, sana indirdiğimizden kuĢkuluysan, Kitab okuyanlara sor". (Yunus/94) Konuyla ilgili olarak muhtelif ayetlerinde Ģöyle buyurmuĢtur: "Onu beyan etmek Bize düĢer". (Kıyamet/19) "Hidayeti göstermek de Bize düĢer". (Leyl/12) "Yolu doğrultmak da Allah'a düĢer". (Nahl/9) Allah Teala'nm geçmiĢ ümmetler içinde yaĢayan sünnetleri bunlardır ve bu sünnetler asla değiĢmeyecek, değiĢtirilemeyecektir. Allah Teala'nm Ģu buyruğunu da iĢitmediniz mi? "Ve Adem'e bütün isimleri öğretti". (Bakara/31) Öğretilmek için seçilen insan, o idi. Adem de (as) seçici olan Al lah Teala'mn tahsisi ile, ilimden nasibini aldı. Sonra Ģöyle buyur du: "Ey Adem, onlara isimleri haber ver. O, isimleri onlara haber ver diğinde". (Bakara/33) Bundan sonra Adem'i bırakarak kendi Za -tı'na döndü ve ilminin vasıtasını göstermesinin ardından Kendinin ilmin sahibi olduğunu teyid ederek Ģöyle buyurdu: "Size 'Muhakkak ki Ben bilirim' dememiĢ miydim". (Bakara/33) Dikkat edilirse, 'Adem bilir' buyurmuyor. Çünkü Adem (as) ilimden nasibine düĢeni Râzık'ı olan
Allah Teala'dan almıĢtır. Bunun sebebi de, Allah katındaki yüksek mevkiidir. Melekler de isimlerin ilminden paylarına düĢen nasibi, Allah Teala'dan Adem (as) vasıtasıyla almıĢlardır. ġu halde ilmi bahĢeden, çetin kuvvet sahibi Allah Teala'dır. Her Ģeyi yaratıcı olan O'dur: "Size rızık veren Allah'tan baĢka yaratıcı mı var?". (Fatır/3) Kullar, Allah Teala'mn ilim rızkından nasiplerini, vasıtalarına ve yollarına göre alırlar. ġu halde, hesaba çekici olan Allah Teala'mn müĢahedesiyle ilgili muhasebenin ilk makamı budur. Muhasebe hakkında tahkik sahibi olmak ise, murakabe edip gözetleyen Allah Teala'mn görülmesi sayesinde gerçekleĢen Murakabe makamının baĢlangıcıdır. Murakabe'nin bu makamı, yakini iman sahiplerinin (=Mûkinûn) hallerinden biridir. Yakin ilmi, îman ilminin bittiği yerde baĢlar. Kulun Yakin ilminden alacağı son nasip, aynı zamanda Ayne'l -Yakin makamının baĢlangıcıdır. O da Marifetin müĢahede edilmesidir. Bu vasfı haiz olan Marifet, MüĢahede makamının baĢlangıcım teĢkil eder. Bu da, yakın kılınanların (=Mukarrebûn) makamıdır. Bununla kasdettiğimiz ise, nefsin uzaklığını kuĢatıp onu istila eden Karîb'in sıfatının müĢahede edilmesidir. Böylece uzaklığı yakınlıkta kaybo lur ve aklı, O'nun zannı altında uyanıp hikmeti O'nun kudreti altında durulur. Bunu ay ıĢığının, güneĢ ıĢınları içinde kaybolmasına benzetebiliriz. Muhakkak ki Allah Teala, em rinde galib gelendir. Ġsim ve sıfatların manalarının bilinmesi, ilahi ahlak ve h ükümlerinin içyüzünün tanınması, Allah'a yakınlık (=Kurb) makamlarında, Zat'm nurunun aynasıyla gerçekleĢir. Mekan hükmünün nuru kaldırılır ve kul, sanki aynanın yapısının (=kevn) kaldırılıĢına Ģahit olarak Zat'ı, bütün nuru ile müĢahede eder. Ayna, yapısından kaybolur ve kul, Allah Teala'mn Kayyumiyeti'nin baskısıyla ayakta durur. Kul, o anda ölü gibi olur ve bütün dikkatiyle Zat'ı müĢahede eder. Ama bu müĢahedesi, aynanın nuruyla ve onun cismiyle gerçekleĢen müĢahede gibi olmaz. Bu da ancak vasfın yakından muayene edilmesi, muamelenin tamamında murakabenin güzelce yapılması ve Ģer taĢıyan hatırların derhal kovularak hayır taĢıyan hatırların hemen uygulanmasında kendini gösteren Rabbin huzu rundaki edebin güzelleĢtirilmesinden sonra hasıl olur. ĠĢte bu, MüĢahede ve Kurb halidir. Bu hal kulu, ilme'l- yakin ile kalp saflığına, kalp sağlığı ise onu ayne'l -yakin müĢahedesin deki çeĢitli makamlara yükseltir. Kul, Öyle bir hale ulaĢır ki, ondan sonra kalbinde haktan baĢka hiçbir hatır kalmaz. Dolayısıyla kalbinin sesine (=hâtır) karĢı çıktığında, Hakk'a karĢı çıkmıĢ olur. Bu vasıfların terkedilmesi ise, kalbin bulanmasına yol açar. Kalp bulanıklığı ise, kalbin kararmasına ve zulmetine neden olur. Bunlar da kasvet makamlarını teĢkil eder ki bu, Allah'tan uzak laĢmanın (=bu'd) ilk safhasıdır. Bize Ģöyle bir haber ulaĢtı: Küçük de olsa hiçbir fiil yoktur ki, onun için üç defter açılmasın: Ġlk defterde 'Neden?' Ġkinci defterde 'Nasıl?' üçüncü defterde ise *Kimin için?' soruları yazılıdır. 'Neden?' sorusunun manas ı Ģudur: Yaptığın bu fiili neden yaptın? ĠĢte bu, Rubûbiyet hükmü gereği Allah Teala'mn kulluk hükmündeki kulunu imtihan noktasıdır. Bunun manası daha geniĢ olarak Ģöyledir: Yaptığın bu fiili, Mevlan istediği için mi yaptın, yoksa onu sırf kendi arzundan dolayı mı yaptın? Kul, eğer bu defterden temiz çıkar, yani bütün yaptıklarını Allah Teala emrettiği için yapmıĢ olarak hesabını verirse, ikinci defter açılır ve 'Nasıl yaptın?' sorusu sorulur. Bu da, kuldan yaptığı fiille ilgili bilgisinin istendiği noktadır ve onun için ikinci imtihanı teĢkil eder. Burada kula, yaptığı fiili, bir ilme dayanarak mı yoksa cehaletle mi yaptığı sorulur. Çünkü Allah Teala, ancak kendi yolu üzere yapılan amelleri kabul eder. O'nun yolu da ilimdir. Eğer kul, bu imtihanı da geçerse, o zaman üçüncü defter açılır ve yaptığı iĢleri kimin için yaptığı sorulur. Bu da, sadece Rab Tea -la'ya has ve halis kılarak kulluk etmenin sınandığı noktadır. Kulun geçeceği üçüncü imtihan da budur. Bu imtihanı geçenler, Allah Te ala'nm haklarında "Ancak ihlaslı kulların". (Hicr/40) buyurduğu-kullarıdır. Bu da, ihlas Ģiarı olan "La ilahe illallah"m gereği ve icabıdır. Bundan sonra kul için, karĢılaĢma anının beklentisi içinde ürpermeden baĢka bir Ģey yoktur.
Kul, yaptığı ameli ilim üzere yapmıĢ olabilir. Ama kimin için yaptığı önemlidir. Eğer halisane Ģekilde Allah Teala'nm rızasını hedefleyerek yapmıĢ ise, o amelin ecrini vermek Allah'a düĢer. ġayet kendisi gibi kul olan baĢka birinin rızası için yapmıĢsa, o zaman ec rini ondan istemelidir. Dünyevi bir menfaat için yapmıĢ da olabilir. Onun karĢılığı da dünyada verilmiĢtir. Amel, hata ve dalgınlıkla karıĢık olarak yapılmıĢsa, o zaman da ecir verilmez. Çünkü amel için gerekli olan niyet ve azim mevcut değildir. Allah Teala dıĢında neyi olursa olsun, baĢka bir Ģeyin rızasını umarak yapılan her Ģey, Allah Teala'nm gazabını ve cezasını gerektirir. Çünkü bu, kulun gerçek mesuliyetini terketmesi ve Al lah'ın haklarını bilmemesidir. Allah'ın kulu olduğu halde, O'ndan baĢkasını nasıl dost edinebilir? O'nun verdiği rızkı yerken, nasıl baĢkası için amel edebilir? Din, yalnız Allah'ın olduğu halde, nasıl dini baĢka kaynaklarda arayabilir? Yoksa o, Allah Teala'nm 'Dik kat edin, din yalnız Bana halis kılınır" buyruğunu duymamıĢ mıdır? O'nun "Onlar, ancak hanifle r olarak dini Allah'a has kılarak O'na kullukla emrolundular" (Beyyine/5) ayetini duyamadığı için mi, O'nun emirlerini kabul etmez? Ya da O'nun "Allah dıĢında taptıklarınız size rızık veremezler. Rızkı Allah'tan umun ve O'na kul luk edin" (Ankebut/17) buyruğunu duymamıĢ mıdır? ĠĢte bunlar, Kur'an'm misalleridir ve alimler de bu misallerden delil çıkarırlar. ġu halde hitab -ı ilahi iyice tefekkür edildiği zaman, arifler de bu misaller vasıtasıyla zikirlerini anlarlar. Allah Teala'nm ayıplama ve kınaması ise, O'nun yüce hitabından uzak duran gafil lere yöneliktir. O'nun hitabındaki ağır doz, onlar için ahirette göre cekleri azaptan bile daha fazla can yakıcıdır. Çünkü Allah Teala, dinin yalnız Kendine halis kılınmasını istemiĢ ve bu noktada yarat tıklarından hiçbirinin Kendine ortak koĢulmamasını emretmiĢtir. O buyurur ki: "Dikkat edin, Din yalnız Allah'a halis kılınır". (Zümer/3) ġu halde Allah'ın yolu, halis ve tevhidle birleĢmiĢ bir yol olup, bulanık ve baĢkaları tarafından da ortaklaĢılan bir yol olma malıdır. Çünkü ihlas, Ģehvet ve hevamn bulaĢıklarından arındırma ve temizleme demek iken, onun zıddı olan Ģirk, Allah'a ibadete nefsi ve diğer insanları karıĢtırmaktır. Ġhlas, kan ve iĢkembedeki besinlerden süzülerek çıkan saf ve temiz bir süt gibidir. Allah Teala üzerimizdeki nimetini onunla ta mamlar. Bize düĢen de, aynı O'nun yaptığı gibi, heva ve hevesin ha kim olduğu nefsimizden halis ve pâk ameller çıkarabilmektir. Sü tün içinde bir kan veya iĢkembe artığı gördüğümüzde ondan nasıl tiksinir ve içmezsek, H ikmet sahibi ve her Ģeyden haberdar olan Allah Teala da bizim amellerimizde bir riya, Ģehvet ve heva bulaĢığı gördüğünde onları asla kabul etmeyecektir. O'nun, kudretiyle bizler için hayvanlar ve diğer canlılardan binek ve yiyecek edinme -mezi sağladıysa, biz de yalnız O'na Ģükretmeli ve amellerimizi O'na halis kılmalıyız. O'nun nimetlerini yedikten sonra kazandığımız kuvvetle, salih ameller iĢlemeliyiz. Kim, Allah Teala'nm onun için yarattığı nimetleri bilmezlik eder, emrettiği gibi dininde ihlasa yönelmezse, elbetteki gazab- ı ilahiye maruz ve azab- ı ilahiye müstehak olur. Çünkü böyle davran makla, O'nun nimetlerine nankörlük etmiĢ, emirlerine baĢkaldır -mıĢ olur. Yukarıda anlatmaya çalıĢtığımız hususlarda düĢünen insanlar, halktan mümkün olduğunca kaçarak, Hak'la karĢılaĢmanın endiĢesiyle sürekli gözyaĢı döken kullar olurlar. Onlar, huzur -u ilahiye çağrılan, orada durdurulan, Ģahit kılman ve oradan asla geri çev rilmeyen kimselerdir. 101[101]
24. FASIL
Mürid İçin Virdin Mahiyeti Ve Daha Fazlasını Bilen Arifin Durumu Hakkındadır
Bu fasılda virdin mahiyetini ve bilinen evraddan daha fazlasına ta -lib olan ariflerin hallerini 101[101]
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), Ġz Yayıncılık: 1/ 264-281.
anlatacağız. ġunu bilin ki vird; gece veya gündüzden belli bir vakit için kullanılan isimdir. Bu vakit, kulun üzerine tekrarlı olarak varid olur ve kul, bu vakti Allah Teala'ya yakınlaĢma yolunda harcar. Bu vakitte, huzuruna getirdiği mahbub, Ahiret'te ona geri dönecektir. Yakınlık (=Kurbet) iki husus için de kullanılan bir isimdir. Bu hususlardan ilki; kula emredilen bir farz, diğeri ise yapılması mendub görülen bir fazilettir. Kul bu fazileti gece veya gündüzün belli bir vaktinde devamlı olarak ifa ettiğinde, bu kendisi için bir vird olur. Bu, onun takdim ettiği bir vird olup bugün geçirse yarın yine gele cektir. Virdlerin (=evrâd) en kolay olanı, dört rekatlık namaz, tek rarlı okunan surelerden birkaçını okumak ya da iyilik ve takva üzerinde yardımlaĢmak maksadıyla çalıĢmaktır. Enes b. Malik (ra) Ģöyle derdi: Muhammed b. Sirin'in (ra) geceleyin ifa ettiği yedi virdi vardı. Bunlardan birini kaçırdığında, gündüz kaza ederdi. Belli bir vakitle sınırlandırılan ve görev addedilen her amel, 'vird' olarak isimlendirilir. el- Mu'temer b. Süleyman Ģöyle demiĢtir: Ölüm döĢeğinde iken babama telkin vermeye gittim. Bana eliyle telkini bırakmamı , kendisinin dördüncü virdi ihya et mekte olduğunu ima etti. Kur'an-ı Kerim'in hiziblerinden her bir hizib de, belli bir vakit için 'vird' olarak adlandırılmıĢtır. Amel sahipleri arasında kimileri de virdlerini Kur'an cüzlerinden belirlerdi. Kimi rekat sayısına göre taksim ederken, bunların üstünde yeraîan ilim sahipleri de vird lerini gece ve gündüz vakitlerinden tesbit ederlerdi. Bir vaktin; bir ayet, bir rekat, bir tefekkür veya bir kelime- i Ģe-hadet ile belirlenmesi bile o kimse için 'vird' addedilir. Arifler ise, virdler için belli vakitler koymayıp vakitleri taksim etmemiĢ, bunun yerine virdi tek vird halinde Allah Teala'ya hasretmiĢlerdir. Dünya ile ilgili ihtiyaçlarını zaruretlerle sınırlamıĢ ve vakitlerini Rableri ile kendi iĢleri noktasında eĢit olarak taksim etmiĢlerdir. Boyunlarını Allah'a kulluk köleliğine eğmiĢ olan bu kullar, bütün adımlarını hizmet yolunda atmaya itina göstermiĢlerdir. Onlar bulundukları her vakitte, virdlerinin sıfatına uygun olarak yapılması istenen Ģey üzerinde amil kimselerdir. Onların alameti; Allah Teala'nm güzellikle kendilerini seçmiĢ ve velileri edinmiĢ olmasıdır. Allah Teala, onları nefislerine mahkum etmez ve birbirlerine muh taç bırakmaz. Aksine onların ihtiyaçlarım üstlenip korunmalarını üstüne alır. Çünkü O, salihlerin dostudur. Onların müĢahedeleri; zikirleri, Habib'e yakın olmaları, sevgi ve muhabbetleridir. Onlar Mahbub'ları dıĢında hiçbir varlığın faziletine Ģahit olmaz, Marufları olan Allah Teala dıĢında hiçkimsenin yakınlığını istemezler. On lar O'na, yine O'nunla yaklaĢır, O'na yönelik olarak yine O'nunla O'nu teĢbih ederler. O'nun için O'na tevekkül eder, O'nun azabından dolayı da yine O'ndan korkarlar. O'na karĢı, yine O'nu severler. Onlar, tevhide iliĢkin ameller dıĢındaki amelleri eda etmeseler bile, tevhidi imanlarından zerre kadar eksilme olmaz. Müridlerin takip ettikleri virdlerin tamamını terketseler bile, kalplerinde bir fetret veya kasvet asla görülmez. Çünkü onlar, imanları amellerle artıp yine amellerle eksilenler gibi değildirler. Kalplerini ve hallerini virdlerle diri tutma ihtiyacı hissetmezler. Onlar, kendi kalple rinden neyin eksilip neyin arttığını iyi bilirler. Kalplerinin bir vesi leye, nefislerinin de bir talebe ihtiyacı yoktur ki bunların eksikliğinden dolayı yakinî imanlarında bir zaaf oluĢsun. Bütün bunlar, müridlerin hallerin dendir. Onların bütün değiĢimleri iki hususutadır: Hâlık ile darlanıp O'ndan kaçmaları ve halk ile geniĢleyip onlarla huzur bulmaları. Eğer onlar, Allah Teala'nm yakınlığında daim olurlarsa, O'nunla rahat bulmaları da devamlı olur. O'nun üzerindeki Ģehadetleri sağlam olursa, O'ndan baĢkasına asla bakmazlar. Arifler ise, kalpleri yalnız Allah ile dolmuĢ, diğer varlıklardan tamamen arınmıĢ kimselerdir. Bütün dağınık Ģeyler,toplayıcılarıyla birlikte onlar için birleĢtirilmiĢtir. Kaim olan Allah Teala, kendine Ģehadetlerinden dolayı onları da kaim kılmıĢtır. Onlar için herĢeyde bir fazlalık, herĢeyde bir tevhid, içlerinden gelen her seste Allah'a dönüĢ, baktıkları herĢeyde Allah'a delalet, her bakıĢ
ve hareketlerinde kendileri için Allah'a götüren bir yol vardır. Onların tevhidleri devamlı artmakta, yakini imanları da, hiçbir değiĢme, soğuma, duraklama ve sınırlama olmaksızın devamlı surette tazelenmektedir. Ġçlerinden biri, sebeplere bağlanmak istediğinde rabler Rabbi Allah Teala, bütün sebepleri onun için toplar. Çünkü bu toplanma ile murad edilen O'dur. Arif kul, bu dağınıklığı koklayarak kalbine gelenleri toplamak ister. Bu da, Mahbubu'na olan güveninin ve Mahbubu nezdindeki yerini sağlamlaĢtırmanın bir yol udur. Allah Teala, onun talebini bildiği için, kul kendisim attığı za man, Allah da ona olan dostluk ve velayetinin ifadesi olarak onu ta Ģır ve nefis ve hevasına muhtaç etmez. Bütün bunlar, ancak ehli olan kullar tarafından bilinebilecek makamlardır. Bu makamlar, ancak onlara yakıĢır. Bunlarda bulunmak, sadece onlara uygun dü Ģer. Bu makamlar kıyasa konu olamadığı gibi, yerleri hakkında da iddiada bulunulamaz. Bunlar beklenilemeyen makamlardır. Dolayısıyla bunlar için virdler terkedilebilir. Yine bunlar, umulmayan makamlardır. Dolayısıyla bunlar uğruna gösterilecek çabalar, daima eksik kalacaktır. Sözkonusu makamlar tarafından murad edilen kullar, onları yüklenmiĢ kullardır. Onlar, bu makamların ilimleriyle yüzleĢmiĢ-lerdir. Onlar, bu makamların yollarına sokulmuĢ kimselerdir. Bu makamlar için gereken azık, onlara sağlanmıĢtır. Bunlar, o kimse lere has ve mahsus kılınmıĢ makamlardır. Onlar, bu makamlarda daima önde gidenlerdir. Allah Teala'nm velileri, elbette O'nun kul larıdır. Onlar öyle kimselerdir ki, bütün kalpleriyle taptıkları Ġlah'a yönelmiĢlerdir. Daima, yöneldikleri Mabud'larını gözler ve düĢünürler. Bu sayede de, doğruyu yanlıĢtan ayırma kabiliyeti (=fasl -ı hitâb) sayesinde Allah'ın hükmüne Ģahitlik eden Kitabı'n hükümlerini layıkı veçhile anlayabilirler. Allah Teala Ģöyle buyurur: "O, ısrarla yöneldiğin ilahına bir bak". (Taha/97) Allah Teala bunu, kendi ibadetinden yüz çevirttiği gafiller hakkındaki Ģu buyruğundan sonra söylemiĢtir: "Dediler ki: Bir takım putlara tapıyoruz ve onlara ibadetten hiç ayrılmıyoruz". (ġu'ara/71) Ardından da Ģöyle buyurmuĢtur: "Haydi gidin ve ilahlarınız üzerinde sabırlı olun. Muhakkak ki bu, murad edilen bir Ģeydir". (Sad/6) Allah Teala, bütün bu ayetlerinin ardından Ģöyle bu yurmaktadır: "Rabbinin hükmü için sabırlı ol. Muhakkak ki sen, gözlerimizin önündesin". (Tur/48) Arif kullar, Allah Teala'nm bu ayetlerine vakıf oldukları için, emrolundukları Ġhlasın, Ġbadet olduğunu, hakiki ibadetin ise, ancak nevadan uzak durarak Allah Tea -la'ya yönelmekle yapılabileceğini iyi bilirler. Allah Teala'nm Ģu buyruğunu hiç duymadınız mı? "Tağut'a ibadet etmekten sakınan ve Allah'a (tevbe ederek) yönelenler için bü yük bir müjde vardır". (Zümer/17) Allah Teala'nm değiĢik makamlara yükselttiği bu arifler, namazın dinin direği olduğunu da yaki -nen bilir ve buna iman ederler. Ama onlara göre namaz, ancak tak va ehli olan müttakilerin iĢidir. Takva (=Allah korkusu) ise, sadece Allah Teala'ya yönelme (=inabe) ve sürekli tevbe etme ile tahakkuk eden bir sıfattır. Nitekim Allah Teala Ģöyle buyurmaktadır: "Allah'a yönelerek O'ndan korkarlar". (Rum/31) Hemen ardından Ģöyle buyurmuĢtur: "Namazı kılın ve Allah'a ortak koĢan müĢriklerden olmayın". (Rum/31) Ariflerin, Peygamberlerin sünnetine uygun olarak ifa ettikleri amel iĢte böyledir. Onların Allah'a yönelmeleri ise, zikrettikleri Rablerini müĢahede etmeleridir. Allah Teala, onların zıddı olan kimseleri vasfederken Ģöyle buyurmaktadır: "Gözlerinde Benim zikrime karĢı bir örtü vardır". (Kehf/101). Halbuki arifler için, O'nun zikri tamamen açılmıĢtır. Dolayısıyla onlar, Allah Teala'nm o ayetinde vasfettiği kimselerin tam zıddıdırlar. Onların zikirleri nin yani sürekli Allah'ı anmalarının hakiki özü, O'ndan gayrisini unutmalarıdır. Nitekim Allah Teala baĢka bir ayetinde Ģöyle buyurmaktadır: "Unuttuğunda Rabbini zikret". (Kehf/24) Ariflerin devamlı surette Allah'ı zikretmeleri, onları herĢeyden kaçarak Allah'a yönelmeye sevketmiĢtir. Allah Teala da bu meyanda Ģöyle buyurmaktadır: "Umulur ki zikredersiniz. Öyleyse Allah'a kaçın". (Zariyat/50) Onlar Allah Teala'ya kaçtığında, O da kendilerine yakınlığıyla kucak açmıĢ muhabbetine götüren yolu göstermiĢ, rahmetini
kendilerine yayarak hepsini kabzasına almıĢ kendilerinden baĢka kimseyi gör memelerini ve tanımamalarını sağlamıĢtır. Allah Teala buyurdu ki: "Madem ki siz, kavminizden ve onların, Allah dıĢında taptıklarından ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki Rabbiniz, rahmetinden size bir geniĢlik versin". (Kehf/16) Yine O, baĢka bir ayet-i kerimesinde Ģöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki ben, Rabbime gidiciyim, O beni hidayet verecektir". (Saffat/99) Bundan sonra virdleri ve bunların arttırılmasıyla umulan sevapları anlatacağız. Bilinen vakitlerde belli ibadetlerin yapılmasıyla sınırlandırılan evrada sürekli devam edilmesi halinde, müridin eksikliği daha çok ortaya çıkar. Mürid, bu evrada devam etmek su retiyle, azmin kuvvetini tanır, dünyevi adet ve fetretinin verdiği gevĢeklikten sıyrılmayı baĢarabilir. Virdlerde bir çok fazilet mev cuttur. Öyle ki, virdlere devam eden bir amil, hastalık veya yolculuk sebebiyle ara verdiği zaman, görevli melek sağlığında veya ikametinde yazdığı sevabı aynen yazmayı sürdürür. Arifin uykusu, cahilin namazından daha faziletli olabilir. Çün kü uyuyan kul, uykusunda iken selamette olan, uyandığı zaman zahid ve alim olarak amel eden bir kuldur. ġu oruç tutan ve gece kıyamına kalkan kimsenin ise, ibadetlerinde türlü afetlere mübte -la olmasından ve türlü düĢmanlarla iliĢki kurmasından emin olunamaz. Çünkü o, bahsettiğimiz cahil kiĢidir. Yaptığı amelle kendi ni kandırır ve bulduğunda kaybeder. Daha önce de Ģöyle bir hadis rivayet etmiĢtik: "Alimin uykusu ibadet, nefesi teĢbihtir". BaĢka bir hadiste ise Ģöyle buyrulmaktadır: "Bir alim, Ģeytanlar için bin abidden daha çetin bir rakiptir". Maktu' bir hadiste ise Ģöyle buyrulmaktadır: " -Gök ile yeri kas-dederek- Ģu, bunun üstüne düĢse bile, alim ilmini hiçbir Ģey için terketmez". Halbuki, dünya nimetleri bir abidin önünde açılsa, çoğunlukla Rabbinin ibadetini terkeder. Çünkü alim, uykusunda bile Allah'ın ayet ve ibretlerini mükaĢefe yoluyla öğrenebilir, Melekut -i A'la ve Esfel onun önünde açılabilir, türlü ilimlerle muhatap olup Peygamberlerin uyanıkken Ģahit oldukları Kudret -i Ġlahi'ye bir anlamıyla uykusunda Ģahit olabilir. Çünkü gözleri uyuĢa bile kalbi di ridir. Halbuki gafil birinin uyanık hali çoğu zaman uykulu hali gibi olabilir. Çünkü gözleri açık olmasına rağmen kalbi ölüdür. ġu halde, alimin uykusu, cahilin uyanıklığına denktir. Cahil ve gafil birinin uyanık hali, nasıl olur da alimin uykusuna yakın derecede olur? Bakın Ebu Musa'nın (ra) Allah Resu-lü'nden (sav) rivayet ettiği hadise: "Allah Resulü (sav) Uhud'a bak tı ve Ģöyle dedi: "ĠĢte Uhud dağı! Hiç bir varlık onun ağırlığını bile mez. Ümmetim arasında öyle kimseler vardır ki onların teĢbih ve tehlilleri, Allah katında bu dağdan bile daha ağırdır". Ġbni Mesud (ra) Ģöyle bir hadis nakletmiĢtir: Allah Resulü (sav) Ömer'e (ra) Ģöy -\ le buyurmuĢtu: "Kulun bir günde yaptığı amelin, göklerdeki ve yer -dekilerden daha ağır çekmesini asla yadırgamam" Sonra da bu ku lu vasfederek Ģöyle buyurmuĢtur: "O, Allah Teala'yı akleden, O'na yakinen iman eden ve O'nu bilen bir kuldur". AiĢe'ye (ra) Allah Resulü'nün Ramazan ayında kıldığı namaz sorulmuĢtu. ġöyle dedi: "O, Ramazan ayma mahsus bir ibadete sa hip değildi. O ayda, senenin diğer aylarında yaptığından daha faz la bir Ģey yapmazdı"102[102]. Enes b. Malik de (ra) Ģunu rivayet etmiĢtir: "Geceleyin Allah Resulü'nü (sav) uyur görmek istediğinizde uyur bulur, uyanık görmek istediğinizde de muhakkak uyanık bulurdu nuz". Allah Resulü (s av) geceleri uyur, sonra uyuduğu kadar kıyam eder, sonra tekrar uyur, sonra da Sabah namazı için kalkardı". AiĢe (ra) Ģunu nakleder: "Allah Resulü (sav) Ramazan ayı dıĢın da hiç bir ay tam olarak oruç tutmadı. Hiçbir gece de sabah namazı vaktine kadar kıy am etmedi". 103[103] Yine AiĢe (ra), Allah Resulü'nün (sav) belli zamanlarda oruç tuttuğunu, belli zamanlarda orucunu açtığını, geceleri de belli bir süre kıyam edip belli bir süre uyuduğunu haber vermektedir. BaĢka bir hadiste ise AiĢe (ra) Allah Resulü (sav) hakkında Ģöyle demektedir: "Allah Resulü, 'Orucunu hiç açmıyor5 dedirtecek kadar oruç tutar, 'Hiç iftar etmiyor dedirtecek kadar iftar eder, 'Oruç 102[102]
Buharı, Teheccüd/16 Teravih/l; Müslim, Müsafırun/125; Tirmizî, Mevakit/208; Muvatta', Salatü'l-leyl/ Buhaii, Savm/52, 53; Müslim, Sıyam/129 Müsafıran/139, 141; Tirmizî, Savm/56; Nesa'î, Sıyam/35, 70; Ġbni Mâce, Sıyam/30; Ġbni Hanbel, VI/54, 95, 218. 103[103]
tutmuyor1 dedirtecek kadar da oruca ara verirdi. Allah Resulü (sav) oruca niyetlenerek sabaha çıkar, sonra iftar eder, oruç tutmamaya niyetlenerek sabaha çıkar sonra oruç tutardı 104[104] BaĢka bir hadiste de Ģu husus rivayet edilmektedir: "Allah Resulü (sav) sabaha çıktığı zaman ev halkına 'Yiyecek bir Ģeyiniz var mı?' diye sorar, eğer birĢeyler sunar isele r onu yer, aksi halde 'Ben oruçluyum' derdi. Bir gün oruçlu olarak evden çıkmıĢtı. Sonra eve dönmüĢ biz de kendisine 'Ey Allah Resulü, bize Hayse* hediye edil di' dedik. ġöyle buyurdu: 'Halbuki ben, oruca niyet etmiĢtim, fakat onun yakın olanı hariç". 105[105] Allah Resulü'nün (sav) virdi, O'na varid olanların hükmü gereğiydi. Arifler de iĢte bu madenden feyiz alırlar. Yakin sahibi bu kimselerin müĢahedeleri de iĢte böyle olur. Onlar, Allah ile beraberlik lerinde belli bir vakte ve kesin sınırlamalara ihtiy aç duymazlar. Nitekim ariflerden birine 'Allah'ı nasıl tanıdın?' diye sorulduğunda Ģu cevabı vermiĢtir: 'Belli vakitlerde azmetmeyi feshedip, belli vakitler için konulan niyetleri kaldırarak'. Bu anlamda virdler, normal amel sahipleri için geçerli olan va kte bağlı ibadetlerdir. Abidler için aslo-lan da bu nevi vazifelerdir. Onlar, bu vazifeler sayesinde marifet yoluna girer, ve bunlar sayesinde Bir olan Allah'a Ģahit olma makamına kadar yükselirler. ĠĢte o noktada bütün virdler, tek bir vird olur ve onlar da Allah Teala'nm müĢahedesiyle ayakta dururlar. Selef-i Salih'ten bir alim Ģöyle demiĢtir: Ġman, gönderilen peygamberlerin sayısı üzere üçyüz onüç ahlaktan oluĢur. Çünkü her peygamber bir ahlaka sahiptir. Her mümin de bu ahlakın faziletlerinden biri üzere olur. Bu, onun Allah'a götüren yolu, Allah'a olan yö neliĢi ve nasibidir. Her yolda müminlerden bir tabaka vardır. Bunlardan bazıları, makam bakımından bazılarından üstte yeralırlar. BaĢka bir alim de Ģöyle demiĢtir: Allah Teala'ya giden yollar, müminlerin sayısmcadır. Bir arif ise Ģöyle derdi: Allah'a giden yollar, mahlukatın sayısı kadardır. Çünkü yaratılan her mahluka Ģa-hid olanın bir yolu olur. Yaratılanlar, aynı zamanda Yaratan'a götü ren yollar mesabesindedir. Bir baĢka hadiste Ģöyle buyrulmaktadır: "Ġman, üçyüzotuzüç yoldur. Kim, bu yıllardan biri üzerinde Ģehadeti ile Allah Teala'ya mülaki olursa, cennete girer". Bu meyanda Allah Teala Ģöyle buyurmaktadır: "Herkes kendi yolu üzere amel eder. Yol bakımından Hayse; hurma, kuru yoğurt ve yağın karıĢtmlmasıyla yapılan bir tür ezme.. kimin daha doğru olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir". (îsra/84) Allah Teala'nm bu buyruğu, sözkonusu müminlerin hepsinin de hidayet üzere olduğunu, ancak içlerinden bir kısmının diğerlerinden daha doğru bir yol üzere olduklarını gösterir. Bazılarının yolu, Allah Teala'ya diğerlerinin yollarından daha yakın ve daha faziletlidir. Allah Teala'ya daha yakın olan yolu aramak, mendub görülmüĢ ve bu hususta yarıĢıp rekabet etmek, teĢvik edilmiĢtir. Allah Teala buyurdu ki: "E y iman edenler, Allah'tan korkun ve O'na vesile arayın". (Maide/35) Buradaki 'Vesile' Allah Teala'nm yakınlığıdır. Yine Allah Teala, Ģöyle buyurmaktadır: "Onların taptıkları da, Rablerine yakın olabilmek için vesile ararlar". (Ġsra/57) Bu yollardan hangis i Allah'a daha yakındır? Allah Teala'ya en yakın olan insanlar, Allah katında en yüksek makama sahip olanlardır. O'nun katında en yüksek makama sahip olanlar ise, O'nu en iyi tanıyan ve O'nun nezdinde en faziletli olanlardır. "De ki: Herkes kendi yolu üz ere amel eder". (Ġsra/84) ayetinin tefsiriyle ilgili olarak Ģu tefsir rivayet edilmiĢtir: Yani herkes vahdaniyet Ģuuruna göre amel eder. Kısaca herkes, Allah Teala'yı birleme Ģekli ve O'nun marifetini nasip ettiği mikdarda amel ve kul luk eder. Ayetteki 'ġâkile' kelimesi, kiĢiyi Ģekillendiren yol, tarikat ve ahlâk manalarına gelmektedir. Ali'nin de (kv) bu meyanda Ģöyle bir sözü nakledilir: Her müminin, amelleri arasında bir önderi vardır. Müminin Önder kıldığı amel, sayesinde kurtuluĢu umut ettiği ve Allah katında kendisini yükselteceğini ümit ettiği ameldir. Ulemadan biri Ģöyle der: Kufe'nin abidleri dört türlüdür: Bir kısmı sadece geceye sahip çıkıp 104[104] 105[105]
Benzer bir rivayet için b. Ġbni Hanbel, 1/231, 241, 326. Ebu Davûd, Savm/71; Müslim, Siyam/169, 170; Nesa'î, SıyanV67; Ġbni Hanbel, VI/49, 207.
gündüze sahip çıkmazlar. Bir kısmı, sadece gündüze sahip çıkıp geceye sahip çıkmazlar. Bir kısmı sadece gizli olana sahip çıkar, âĢikârlığı sahiplenmezler. Bir kısmı da aĢikarlığa sahip çıkıp gizli olanı sahiplenmezler. Bazı abidler, gece ibadetini gündüz ibadetine tercih ederlerdi. Çünkü gece ibadetinde nefis mücahedesi ve uzuvları haramdan sakınma gayreti vardır. Gündüz ise, gafillerin hareketlerine ve cahil lerin ortaya çıkıĢma sahne olur. Gafillerin hareketlerinin ve cahil lerin mevcudiyetlerinin ortada olmadığı gece vaktinin sükunetinde sükun bulan kul, takva sahibi bir mücahid ve fazilet erbabından bir abid olur. Buna karĢılık Ģöyle denilmiĢtir: Ġbadet, sadece oruç tutup namaz kılmak değildir. Bilakis, ibadetin en faziletlisi; farzları eda edip haramlardan sakınmak ve bir dirhem dahi kazanırken Allah Teala'dan korkmaktır. Bunlar da gündüzün ibad etleridir. Yüce Allah buyurdu ki: "Geceleyin sizi öldüren, gündüz de ne iĢlediğinizi bilen O'dur". (En'am/60) Yani gündüz uzuvlarınızla sevap günah namına ne kazandığınızı bilir. Dikkat edilirse, Allah Teala kulun birĢeyler yapmasını gündüze bağlamıĢtır. Çünkü gece öldürdükten sonra gündüz onları diriltmektedir. Eğer kul, gündüz bir Ģey iĢlemezse, o zaman Allah Teala tarafından diriltilmiĢ de olmayacaktır. Bu ise, hitab -ı ilahiye muhalefettir. ġu halde en faziletlisi gündüz ibadetidir. Hasan el-Basri (r a) ise Ģöyle derdi: Amellerin en ağırı, devamlılık üzere gece kıyamıdır. Virdlere devam etmek, müminlerin ahlakından, abidlerin ise Allah'a götüren yollarındandır. Bu, imanı arttırıcı ve yakini imanın alameti olarak görülen güzel bir alıĢkanlıktır. AiĢe'y e (ra) Allah Resulü'nün (sav) ameli sorulduğunda Ģöyle demiĢtir: "O'nun ameli devamlı idi". 106[106] O, bir ameli yaptığı zaman, onu en güzel Ģekilde yapardı. Allah Resulü'nün (say) ikindi namazından sonra kıldığı iki re -katlık nafile namazının sebebi de buydu. Bir gün, yabancı bir heyetin kabulünden dolayı öğleden sonra kılması gereken iki rekatı, ikindi namazından sonra kılmıĢtı. O günden sonra her ikindi namazından sonra iki rekat namaz kılar oldu. AiĢe (ra) ve Ümmü Se leme (ra) bunu merak ederlerdi. Çünkü Allah Resulü (sav) müslü- manların sünnet haline getirmemeleri için bu iki rekatı daima evinde kılardı. MeĢhur bir hadiste de Allah Resulü (sav) Ģöyle büyümüĢtür: "Kendinizi ancak yapabileceğiniz amellerle mükellef kılın. Siz usanmadıkça Allah Teala u sanmaz". 107[107] BaĢka bir hadiste ise Ģöyle buyurmaktadır: "Amellerin Allah Teala'ya en sevimli geleni, az da olsa devamlı olanıdır". 108[108] BaĢka bir hadiste ise Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmaktadır: "Kim Allah Teala'yı bir ibadete alıĢtırır da sonra bezginliğinden dolayı onu terkederse, Allah da ona gazap eder". Bazı ravilerin müsned olarak rivayet ettikleri AiĢe'den (ra) rivayet edilmiĢ bir hadiste ise Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmaktadır: "Ġlim olarak artamadığım her gün, o günün sabahında bana bereket kılınmamıĢ demektir". Söz olarak rivayet edilen, kimi zaman Allah Resulü'nden (sav) olduğu söylenip kimi zaman da Hasan b. Ali'ye (ra) izafe edilen bir rivayet de Ģöyledir: "Ġki günü eĢit olan, aldanmıĢtır. Bugünü dününden daha kötü olan ise mahrumdu r. Sürekli artıĢ içinde olmayan eksilmededir". BaĢka bir rivayette ise Ģöyle denilmektedir: "Nefsinde sürekli eksiklik aramayan kimse, eksikliktedir. Eksilmede olan içinse ölüm daha hayırlıdır". Mümin ise daima Ģükreder. ġükredenler de sürekli artıĢtadır . 109[109] 25. FASIL
106[106]
Buharı, Savm/64 Rikak/18; Müslim, Müsaürun/217; Bbu Davûd, Tatawu'/27; î bni Han -bel, IV/109 VI/43, 55, 174, 189 Buharî, Savm/49, 52 Iibas/43 Rikak/18; Müslim, Müsafirun/215, 220, 221 Sıyam/58,177; Tirmizî, Kıbla/13; Ġbni Mâce, Zühd/28; Ġbni Hanbel, 11/231, 350, 496 VI/40, 61, 84, 122, 128, 176, 241, 244, 247, 249, 268 108[108] Buharî, Libas/43 109[109] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), Ġz Yayıncılık: 1/ 282-291. 107[107]
Nefsi Tanımak Ve Ariflerin Bulundukları Vecd Halleri Hakkındadır
Bu fasılda, insan nefsini tanımaya ve ariflerin vecdlerini anlatmaya çalıĢacağız. Ġyi bilin ki, insanın eksilme ve noksan içinde olması, içinde bulunduğu gaflet halinden dolayıdır. Gaflet ise, nefsin türlü afetlerinden doğar. Nefs, daimi hareket etme tabiatı üzere yaratılmıĢtır. Allah Teala tarafından da daima en büyük imtihanı olan sükunete çağrılmıĢtır. Çünkü nefis, ancak sükunete erip, kendi güç ve engelleme sinden beri kaldığı ve Mevlası'na muhtaç olduğunu bildiği za man istikamet bulabilir. Allah Teala buyurdu ki: "Sadece müslümanlar olarak ölün". (Bakara/132) Korkuyla yalnız Allah'a yönelme hakkında ise Ģöyle buyurmaktadır: "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır . Ve canımızı müslüman olarak al". (A'raf/126) Yine O, Ģöyle buyurmaktadır: "Ġn san çok aceleci idi". (Ġsra/11), "Muhakkak ki insan aceleden yaratıldı". (Enbiya/37) Allah Teala, insanın bu acelecilik sıfatını haber verdikten sonra, bundan vazgeçmesini telkin ederek Ģöyle buyur maktadır: "Size ayetlerimi göstereceğim. Benden acele istemeyin". (Enbiya/37); "Allah'ın emri gelecektir. Onun acele olmasını isteme yin". (NahVl) Halbuki imanın artması manasına gelen sükunet indiği zaman, nefs sükunet bulur ve kendisine nefes veren Allah'ın lütfuyla heva -dan uzaklaĢır. Nefs sükunet bulduğu zaman, Allah'a muhtariyet ve yakarıĢın alameti olan kalpteki gaflet perdesi kalkar. Ġnsan nefsi, tabiatı icabı hareketlidir. Hareketi durduğu zaman, minnet ve fazilete ulaĢır. Tabiatına uyarak hareketliliği seçerse, o zaman imtihan ve adalet gösterme lüzumu ile karĢılaĢır. Ġmtihanın baĢı, nefsin ihtilafa düĢmesi, ihtilafa düĢmenin baĢlangıcı ise muhalefet etmesidir. Bu muhalefetin ön cephesinde gay ret yeralırken kapısı kulaktır. Kulak, kelama ve nazariyecüiğe giden yolun baĢıdır. Söz ise, Ģehvete götüren yoldur. ġehvet, günahın anahtarıdır. Günah ise, cehennemde bir makamdır. Cebbar olan Allah Teala, kullarını cehennemden dünyada tevbe, ahirette ise affıyla çıkarır. Allah Teala'nm emrine muhalif kalmak, O'nun dostları ve ariflerine, cehennem azabından daha ağır gelir. Bu hususta ariflerden çeĢitli sözler rivayet edilmiĢ olup biri Ģöyle demiĢtir: Cehenneme girmekle sınanmam, bana Allah Teala'ya karĢı bir günah iĢlememden daha sevimli gelir. 'Niçin?' diye sorul duğunda Ģöyle demiĢtir: Çünkü Allah Teala'ya karĢı günah iĢlemekte, Rabbime isyan etmek ve O'nun gazabına maruz olmak söz -konusudur. Halbuki cehennem azabında, Allah Teala'nm kudret ve intikamının izhar edilmesi sözkonusudur . O'nun gazabı bana, azap edilmekten çok daha ağır gelir. Yakin sahibi bir amilden de bu meyanda bir söz rivayet edilmiĢtir. O Ģöyle derdi: Benden kabul edilecek iki rekat namaz dahi, cen nete alınmamdan daha sevimlidir. 'Nasıl olur?' diye sorulduğunda Ģöyle dedi: Çünkü o iki rekatta Rabbim Allah'ın rızası ve muhabbe ti mevcuttur. Cennete girmekte ise, benim rızam ve arzum vardır. Tabii ki Rabbimin rızası, benim için kendi hoĢnutluğumdan daha güzeldir. Vüheyb b. el-Verd el-Mekki, içmesi istenen bir sütü içmedi. Çün kü sütün kaynağını sorduğunda, aldığı cevaptan memnun kalmamıĢtı. Bunun üzerine annesi Ģöyle dedi: Ġç onu, içmen halinde Allah Teala'nm sana mağfiret etmesini umarım. O da Ģu cevabı verdi: Ben içtikten sonra Allah Teala'nm bana mağfiret etmiĢ olmasını iste mem. Bunun üzerine annesi 'Niçin?' diye sordu. O da Ģöyle dedi: Günahını iĢleyerek mağfiretini kazanmak istemem de onun için! Nefsin sıfatları esas itibarıyla iki noktada toplanır: TayĢ1 yani hataya meyil ve 'ġereh' yani açgözlülük. 'TayĢ' umu miyetle, ceha letten 'ġereh' ise hırstan kaynaklanır. Bunlar, nefsin yaratılıĢ fıtratım teĢkil ederler. 'TayĢ'm durumu, pürüzsüz ve doğrultulmuĢ bir satıh üzerinde ucu ucuna duran bir top veya ceviz tanesine benzetilebilir. Ona üflemek veya hafifçe itmek dahi harekete geçirmek için kafidir. Hafiflik ve yuvarlaklıktan dolayı derhal hareket eder ler. Nefs de aynen böyledir. Hırstan kaynaklanan 'ġereh'e misal olarak da bir kelebeği gösterebiliriz. Kelebek, ıĢığa duyduğu Ģiddetli hırstan ötürü yanan bir ateĢe cahilce atılır ve
ıĢık ararken helak olur. IĢığın az bir bölümüne ulaĢtığında onunla yetinmeyerek onun kaynağına, kısaca ıĢığın bizzat kendine ulaĢmak ister. Halbuki o, yanan bir lambadır. Eğer uzakta durup az bir ıĢıkla yetinmiĢ olsa kurtulacaktır. Cahilce hırsının ardına düĢen nefs de aynen böyle dir. Ġnsan nefsindeki bu hırs, ondaki acelecilikten kaynaklanmaktadır. 'ġereh', hırs ve tamah demektir. ĠĢte bu iki zaaf, yanı hırs ve ta mah, Adem'in (as) cennetten çıkarılmasının esas sebebleridir. Çün kü Adem (as) ebedi hayata tamah ederek, o meyvayı yemeye hırs göstermiĢti. Bu hareketi, elbetteki bir cahilliğin ve hırsın neticesiy -di. ĠĢlediği günah ise, dünyanın insanlarla dolmasının, itaat ise ahiretin takva sahipleriyle dolmasının sebebini teĢkil etmiĢtir. Bunun içindir ki Ģöyle denmiĢtir: Dünya sevgisi, her günahın baĢıdır. Zühd ise, her türlü taat ve amelin kaynağıdır. Bakın Allah Teala önce cennete koyduğu Adem'i (as) sadece bir günahından dolayı oradan çıkarmıĢtır. Sizler, bu kadar fazla günahla görmeyi dahi ba Ģaramayacağınız cennete nasıl olur da girmeyihayal edersiniz? Bir hadisinde Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmaktadır: "Ġman çıplaktır. Onun giysisi takva, ziyneti haya, meyvası ise ilimdir". BaĢka bir rivayette ise Ģöyle buyrulmaktadır: "Cennet temizdir ve onda ancak temiz olanlar ikamet edebilir. Kullar, onun için temiz olduklarında, ona girerler". Bunun, Allah Teala'nın Ģu ayetiyle nasıl birleĢtirildiğine bir baksanıza: "Melekler, temiz insanlar olarak canlarını aldıkları o kimselere 'Size sela m olsun' derler". (Nahl/32) BaĢka bir ayetinde ise Ģöyle buyurmaktadır: "Bekçileri onlara 'Size selam olsun, temizlenmiĢ, hoĢ olmuĢsunuz, haydi ebedi kalıcılar olarak ona girin!' derler" (Zümer/73) Cennet ehli temiz ve arınmıĢ olmalıdır. Çünkü Allah Teala baĢka bir ayetinde Ģöyle buyurmaktadır: "Ve Adn cennetlerinde temiz ve hoĢ meskenler". (Tev -be/72) Günahlar ise, pisliklerdir. Allah Teala, Ģöyle buyurur: "Temiz ve hoĢ Ģeyleri onlar için helal, pis Ģeyleri de haram kılan..". (Araf/157) O, bunu Ģu ayetinde hülasa etmiĢtir: "Pis kadınlar da, pis erkekler içindir". (Nur/26) "Temiz kadınlar, temiz erkekler için dir". (Nur/26) Bir alim de nefsin 'Ģereh' dediğimiz hırsını, üzerine bal sürülmüĢ bir ekmeğe gelen sineğe benzetir. Azgın nefis, balın tamamını emmek isteyip de ortasına konan, sonra da kanatları bala bulaĢtığı için orada ölen sinek gibidir. BaĢka bir sinek ise, balın kenarına gelir ve oradan kendine yetecek kadarını emip iĢini bitirdikten son ra uçup gider. Hikmet ehlinden biri de Adem oğlunu ipek böceğine benzetir. Ġpek böceği, cahilliğinden dolayı kozayı sürekli kendi üzerinde örer. Öyle bir an gelir ki çıkacak yeri kalmaz ve kendini öldürür ve baĢka bir kozaya dönüĢür. Veya bunu da yapamadan kozayı tamamladıktan sonra onu Öldürürler. Çünkü ondan doğacak yeni kurtçuk, güneĢi görebilmek için dıĢarı çıkmak isteyecek ve örülen kozayı kesmeye çalıĢacaktır. Bu sebeble onu öldürerek kozanın hasar gör memesini sağlarlar. ĠĢte ömrünü servet uğrunda harcayan cahil de böyledir. Aslında ailesi ve malı ona bi r ömrü heder ettirmiĢtir. Çünkü uğrunda hayatını tükettiği servetin sefasını sürmek varislerinin hakkı olacaktır. Bu varisler, kendilerine bırakılan serveti Allah yolunda harcarsa -lar sevabı kendilerine, hesabını vermek babalarına düĢecektir. Bir de Allah'a isyanda ve günahkarlıkta harcarsalar, o zaman da, va rislerine böyle bir servet bırakarak onları azdırdığı için günahları na ortak olacaktır. ĠĢte böyle biri, ahirette Ģu iki halden hangisine daha çok piĢman olacağını dahi bilemez: Ömrünü baĢkaları uğrunda tükettiğine mi yansın? Yoksa baĢka birilerinin hayır tartısında durduğunu gördüğü malına mı? Bir kardeĢim hikmet ehlinden birinin yaĢadığı Ģöyle bir hadise nakletmiĢti: Meclisimize birkaç yoksul geldi. Biz de, bir komĢumuzdan kızartılmıĢ bir deve satın aldık. Kendi yarenlerimizden bir cemaatla birlikte hikmet ehlinden olan o kimseyi de yemeğe davet ettik. O, ete elini uzatıp bir lokma aldı ve onu ağzına getirdikten sonra lokmayı çıkardı ve kendini geri çekerek Ģöyle dedi: Siz yeme ye devam edin. Ak lıma bir Ģey geldi ve yememe mani oldu. Biz de: Eğer bizimle birlikte yemezsen, biz de yemeyiz, dedik. O da: Siz bilirsiniz, ben
yemeyeceğim, dedi ve sofradan kalkıp gitti. Biz de o olmaksızın yemeyi doğru bulmadık. Neden sonra, eti kızartan kiĢiyi çağırıp bu devenin hikayesinin aslını öğrenmek istedik ve adamı çağırttık. Ona deveyle ilgili hoĢ olmayan bir Ģey olup olmadığını sorduk. Çok geçmeden, devenin aslında ölmüĢ bir deve olduğunu ama para kazanma hırsına kapıldığını ve onu kızartarak bize sattığını itiraf etti. Biz de eti parçalayarak köpeklere verdik. Hadiseyi anlatan kiĢi Ģöyle demiĢti: Daha sonra o zat ile karĢılaĢtım ve hangi sebeple yemekten ayrıldığını, aklına gelen Ģeyin ne olduğunu sordum. Bana Ģu cevabı verdi: Söyleyeyim. Benim nefsim, ta kip ettiğim riyazetten dolayı yirmi yıldır herhangi bir yemek için hırsa kapılmazdı. Siz bana o kızarmıĢ eti sunduğunuzda, nefsim onu yeme hırsına kapıldı. Böylesi bir hırsa daha önce hiç Ģahit olmamıĢtım. Bunun üzerine o yemekte bir illet olduğunu anladım ve nefsimin de hırsından ötürü onu yemedim. Allah size merhamet etsin, görüyor musunuz ki bir yemekte iki kiĢinin hırsı nasıl da tevafuk edip bir araya geliyor? Ġlcisinin de hırsları aynı, ama Allah Teala'mn yardımı ve yardımsızlığı noktasında birbirlerinden ayrı lıyorlar. Alim olan, titizliği ve nefs muhasebesi sayesinde haram olan dan korunurken, cahil olan -yani deveyi satan- kiĢi, murakabe eksikliği ve nefsinin hırsıyla baĢbaĢa bırakılıyor. Diğer müminler ise, edeplerindeki güzellikten dolayı gelen ilahi tevfîk ile haram yemekten korunuyorlar. Çünkü onlar, sırf arkadaĢları yemediği için çok arzu ettikleri yemeği terkedebilen insanlardı. Deveyi satan ki Ģi de, müĢterisinin dürüstlüğü ve hüsnü niyeti karĢısında gerçeği itiraf ederek günahını telafi edebilmiĢti. Ġnsan nefsinin tabiatlarını teĢkil eden dört mizaç, Allah Tea -la'nm onu yarattığı fıtratın eseri olan hevadan türemiĢ esaslardır. Bunların ilki Zaaftır ki, toprak fıtratının icabıdır. Ġkincisi olan Buhl (=cimrilik), çamur tabiatının icabıdır. Üçüncüsü ġehvet'tir ki, ateĢin icabıdır. Dördüncüsü olan Cehalet ise, kuru çamurun icabıdır. Bu dört tabiatı ifade eden sıfatlar, türlü karıĢımlarla insanın imtihan edilmesi için yaratılmıĢtır. Bu imtihan, nefsin gevĢeklik ve sapmasının baĢlangıcını ifade eder. Bu; her Ģeyi bilen ve çok yüce olan Allah Teala'mn takdiridir. Nefs, dört değiĢik sıfata mübteladır ki bunların ilki; Rubûbiyet sıfatlarının, kibir, azgınlık, övülmeyi sevme, ululanma isteği ve zenginlik gibi tezahürler karĢısında kendini göstermesidir. Ġkinci olarak nefs; kandırma, hile yapma, hased ve gıybet gibi Ģeytan ah lakından olan sıfatlara mübteladır. Üçüncü olarak; yemeyi, içmeyi ve cinsi münasebeti sevmek gibi hayvani tabiatlara mübteladır. Bunların yanısıra dördüncü olarak; korku, tevazu ve alçakgönüllü lük gibi kulluk sıfatlarına da duyabilir. Nefsin hareketli olarak yaratıldığı ve sükunetle emrolunduğu-nu daha önce belirtmiĢtik. Nefsin sahibi olan Allah Teala yardım etmedikçe nefs nasıl sakini eĢebilir? Allah Teala, onu harekete geçiren M uharrik olarak onu sakinleĢtirme dikçe sırf bir emirle onun sakinleĢmesi nasıl mümkün olabilir. Kul, ancak yukarıda saydığımız ilk üç sıfatın terkinde ihlaslı olduğu zaman muhlis bir kul olabilir. Kulluk sıfatlarına hakiki manada sahip olabildiği zaman, mübtelası olduğu sıfatlardan uzak ve temiz kalabilir. Bu sıfatların ilki olan Rububiyetle ilgili sıfatlardan halis ve beri olması gerekir. Tevhid ehli ulemaya göre; kulluğun vahdaniyete halis kılınması, amel sahiplerinin anıellerindeki ihlas -dan daha zordu r. Tevhid ehli olan alimler, iĢte bu sebeble Kurb (=Allah'a yakınlık) makamlarına yükseltilmiĢlerdir. Onlara göre nefs; Allah Teala'dan gayrısmdan hür olmadıkça, hakiki kul olamaz. BaĢka bir kulun kulu olan bir kimse, nasıl Rabb'in kulu olabilir? Çünkü k iĢi, kime yönlenirse ilahı o olur. Neticede onu ilah olarak tanımanın gerekleriyle birlikte onu rab edinir. Uluhiyet sıfatına inananlar nezdinde Ģirk olarak görülen bu daranıĢ, Rabbaniler nezdinde de Rubûbiyet sıfatını karıĢtırmaktır. Böyle biri, Al lah Resulü'nün (sav) duasında da haber verdiği gibi ters çevrilmiĢ ve helak edilmiĢ bir kimsedir. O, Ģöyle buyurmaktadır: "Dünyaya kul olan helak olmuĢtur. Dirheme kul olan helak olmuĢtur.
Karısına kul olan helak olmuĢtur. Kadına kul olan helak olmuĢtur". 110[110] Bunlar, Allah Teala'mn Ģu ayetinde haber verdiği 'sayılan' kullardandır: "Göklerde ve yerde Rahman'm huzuruna kul oarak gelmeyecek hiç kimse yoktur. Yemin olsun ki O, hepsini toptan ve teker teker saymıĢtır". (Meryem/94-95) Allah Teala, yoldan çıkarıcı, kötülüğü emredici, hevaya uygun, Mevla'ya aykırı olan nefislerin sahiplerini tek tek sayacaktır. Diğerleri hakkında ise Ģöyle buyurmaktadır: "Ve Rahman'm kulları yeryüzünde tevazu ile yürürler. Ve cahiller onlara hitap ettiklerin de 'Selam' derler. Onlar, Rableri için secde ve kıyam ile geceler ve Ģöyle derler: 'Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut. Çünkü onun azabı bir helaktir". (Furkan/63 -65) Bunlar da, Allah Teala'nın rahmetine nail olan, huzurlu ve razı olunmuĢ nefs sahipleridir. On lar, Rahman'm ilim ve hikmet sahibi kullarıdır. Allah Teala onlara Ledünni'den (=katmdan) ilim vermiĢ ve kendi Zatı için halk içinden seçmiĢtir. Mürid, değiĢtirici olmamalı ve uluhiyet sıfatlarını rububiyet sıfatlarıyla, müminlerin sıfatlarını Ģeytan ahlakıyla, ruhanilerin vasıflarını hayvani tabiatlarla değiĢtirmemelidir. Aksine Allah'a yaklaĢtıracak Ģekilde değiĢtirici olmalıdır. Buna giden yol da, nefsine hakim olması ve sahip çıkmasıdır. Böyle yaptığı zaman, nefs onun emrine girer ve onun üzerinde dilediği gib i hükmedebi lir. Nefsini hakim yaptığında ona hükmedemezsiniz. Öyleyse onun hareket alanını daraltın ve sakın geniĢletmeyin. Eğer onu sözsahi- bi ve hakim kılarsanız, o size hakim olur. Eğer hareket alanını dar tutmazsanız, geniĢler ve size müdahale etmeye baĢlar. Nefsini mağlup etmek istediğinizde onu sakın heva ve arzusuyla baĢbaĢa bırakmayın. Onu alıĢtığı Ģeylerden uzak tutun. Eğer bunu yapamazsanız, kendisi gibi sizi de nevalarına mahkum eder. Eğer onun üzerinde güç sahibi olmak isterseniz, onu zayıflatmanız gerekir. Onu zayıflatmanın yolu da, arzu ettiklerine ulaĢmasını sağlayan vasıtaları ortadan kaldırmak ve iĢtahının çektiği maddeleri ona vermemektir. Eğer bunu yapamazsanız, nefsiniz sürekli güçlene cek ve sonunda sizi de helak edecektir. Nefse hakim olmanın ilk adımı, onu her an hesaba çekmeniz ve her hesabında dikkatlice murakabe etmenizdir. Ondan gelen her sesi (=hatır) titizce incelemeniz gerekir. Eğer içten gelen bu ses, Al lah rızasına matuf ise, Ölümle yarıĢır ve onu bir an önce eda edebil mek için çabalarsınız. Eğer Allah rızasından baĢka bir Ģey içinse, bir an önce ve hiç vakit kaybetmeden o sesi yoketmeye çalıĢırsınız. Böylece kalbinizde yeretmesini engellemiĢ, meleğin sesinin sizi değiĢtirmesine fırsat vermeden siz onu değiĢtirmiĢ olursunuz . Konuyla ilgili olarak rivayet edilen bir hadisin tevilinde Ģöyle denmiĢtir: "Ġyilik ömrü arttırır". Bu, aslında halkın dilinde çok yaygın olan "Allah ömrüne bereket versin" duasının bir tür açıklamasıdır. Ġyilik sahibi kimsenin ömrü elbette bereketli kılınır. Çünkü ömrün bereketi; kısa ömür zarfında uyanık kalarak baĢkalarının kaçırdıkları hayır ve iyilikleri yakalamakla sağlanır. Halbuki, gaflet içinde olan kimseler, sizin uyanıklığınız sayesinde kazandıklarınızı uzun görünen ömürlerinde bile kazanam azlar. Yaptığınız iyi likler yüzünden, sizin için bir yılda yükselen sevap, onlar için belki yirmi yılda yükselebilecektir. Allah Teala'ya yakın kılınan havas için, rububiyet sıfatlarının tecelli ettiği Kurb makamlarında, yüksek derecelere çıkarılma ve bütün vakitlerinde yaptıkları zikirler ve kalbi ameller sayesinde ka çırdıklarını tedarik etme imtiyazı vardır. TeĢbih, tehlil veya hamd ile yapılan zerre mikdarı bir zikir, bir anlık tefekkür, basiretli bir bakıĢ, bir düĢünce, yakını müĢahede etmekten alman bir öğüt, Rab - bini bir vecd, Habib'e bir bakıĢ ve Karib'e az da olsa yakınlaĢma; sürekli nefslerini vecdeden ve devamlı mahlukatı müĢahede eden ga fillerin yaptıkları dağlar kadar amelden çok daha faziletlidir. Ariflerin sürdürdükleri müĢahedeleri, emanetlere olan riayetle ri, Allah'a yakınlık ve meclisinde hazır olma vakitlerine olan bağlılıklarının misali, Kadir gecesine tevafuk edip de onu ibadet ile ih ya eden amel sahibinin hali gibidir. Bilindiği gibi, o gece yapılan amel, bin ayın amelinden daha faziletlidir. Bir alim Ģöyle demiĢtir: Arif olanın her gecesi, Kadir gecesi gibidir. 110[110]
Benzer bir hadis için b. Buharî, Cihad/70 Rikak/10; îbni Mâce, Zühd/8.
Ali'den (kv) Ģu söz rivayet edilmiĢtir: "Allah Teala'ya karĢı günahın iĢlenmediği her gün, bizim için bayramdır". Hasan el-Basri de (ra) Allah Teala'mn "GeçmiĢ günlerini zde takdim ettiklerinize karĢılık yiyin, için, afiyet olsun". (Hakka/24) buyruğunu okuduğu zaman çevresindekilere Ģöyle demiĢtir: Ey kardeĢlerim, bu ayette bahsedilen yaĢadığınız Ģu günlerinizdir. Onları, çaba ve gayretle geçirin. Onları zayi etmeyin. Günlerinizdeki boĢlukları, hüsnü muamele ile doldurun. Bunlarda meĢguliyetsiz olarak kalmanız halin de, mahsul olarak size aynısı geri dönecektir. Vakitlerini boĢa geçirenler de, Allah Teala'nın Ģu buyruğunda haber verdiği Ģekilde konuĢacaklardır: "Orada yaptığımız kusurlardan dolayı yazık bize!". (En/am/31) Yani yaĢanılan geçmiĢ günlerde ki onların bütün mahsulleri, dönüĢleri ve sığınakları o günler ola caktır. Sürekli kötülü emreden Nefs -i Emmare de Ģöyle diyecektir: "Günahkar nefis Ģöyle diyecektir: Allah'ın yanında yaptığım kusurlardan dolayı yazık bana!". (Zümer/56) Yani dünyadaki günlerim ki, ömrümü onlarda harcadım. Bir tefsire göre bunlar 'Hâliyetün=boĢ, hali, geçmiĢ' günler olup sevaptan halidirler. Hükümleri ise sonsuz kılınmıĢ, Ģehvetleri kaybolup giderken geriye cezaları kalmıĢtır. Eğer hesap görücü olan Allah Teala için böyle bir nefs muhasebesini yapmazsanız, Gözetliyici olan Allah Teala'nm katında murakabe makamınız da, Habib Teala için muhasebe mekanınız da ola maz. Dikkat edin de Vera' ehlini n makamını kaçırmayın, tevbe edenlerin hallerinden uzak durmayın. Yapmanız gereken, sadece gece ve gündüz vakitlerinde iki virdi, nefs muhasebesine ayırman -ızdır. Bu iki virdden birini, sabah namazından sonra yaparak geçir diğiniz gecenin muhasebesini yapmalı ve gaflet ile kaçırdığını telafi etmeye çalıĢmalısın. Eğer bu süre içinde Allah Teala'nm bir nimetini görmüĢsen, bunun için O'na Ģükreder, eğer bir hata iĢlemiĢ-sen onun için de Allah Teala'dan mağfiret dilersin. Eğer halinde, Allah Teala'nm zikrettiği ve bunlardan dolayı övdüğü müminlerin vasıflarından bir vasıf görürseniz, bunun devamını umar ve Allah'ın rızasına tamah ederek kendinizi müjdelersiniz. ġayet kalbi nizde ve umumi halinizde münafıkların vasıflarından birine veya Allah Teala'nm kınayıp zemmettiği cahillerin ahlakından bir davranıĢa Ģahit olmuĢsanız bunun için de hüzünlenir, ürperir ve tevbe ederek bağıĢlanma dilersiniz. Gün içinde nefis muhasebesi için yapılacak ikinci virdi ise yatmadan önce ve vitr namazını kıldıktan sonra yaparsınız . Bu vakitte de, o gün içinde yaptıklarınızdan dolayı kendinizi hesaba çeker, gaflete düĢüp düĢmediğinizi, kötü iĢler yapıp yapmadığınızı ve ne gibi ameller eda ettiğinizi kendi kendinize sorarsın. Yaptığınız amelleri, nasıl ve kimin için yaptığınızı sorgular, sükut ve sessizlik le bıraktığınız iĢleri neden ve kimin için terkettiğinizi sorarsınız. Bu muhasebe ile, eksiklik ve fazlalığınız ortaya çıkar, hareket ve sükununuzdaki ihlas ya da boĢa giden Külfetinizi (=bilgisi ve adeti olmayan Ģeyi yapmak) görürsünüz. Eğer hareket ve sükununuz Allah Teala ve O'nun rızası uğrunda ise bu Ġhlas olarak kabul edilir. Bundan dolayı O'na döndüğünüzde hakettiğiniz sevabı vermek Allah Teala'ya düĢer. Ġyi amellere yönlendirilip kötülüklerden korunmanız hususunda size verilen nimet için devamlı surette Al lah'a Ģükretmeniz gerekir. Eğer hareket veya sükununuz, kendi he -vanız veya dünyevi bir menfaat içinse, bu da Külfet olarak görülür. Allah Resulü (sav) Ģöyle buyurmuĢtur: "Ben ve ümmetimdeki takva sahipleri, külfetten beri yiz". Eğer bu tür iĢler yapmıĢsanız, bunlar için de hesap günü Allah Teala'nm cezasını haketmiĢ olursunuz. Ancak ikram sahibi ve herĢeyi verici olan Rabbinin mağfiret ettikleri bunun dıĢındadır. ġayet böyle bir durumunuz varsa, devamlı istiğfar, güzel tevbe ve hoĢça özür dileme çabasına girin. Allah Teala'mn sizi nefsinize muhtaç etmesinden korkun. Çünkü bu, helak olmanız demektir. Geçen Ģeyleriniz için bu kadar endiĢelenmeniz ve yaptığınız iyi ameller için de böylesine umutlu olmanız, sizi uykunun fazl asından menedip üzerinizdeki gaflet havasını dağıtabilir. Böylelikle gecenizi kıyam ve ibadet ile ihya eder ve Allah Teala'mn "Onlar (geceleyin) yataklarından kalkarlar, korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler". (Secde/16) buyruğunda vas -fettiği kullarından olursunuz.
Selef-i Salih'ten bir alim, arkadaĢlarından birinin kendisini öylesine ağır Ģekilde muhasebe ettiğini, öyle ki bir ortağın diğer ortağına sorduğu hesabın dahi bunun yanında çok hafif kaldığını haber vermiĢtir. Bir alim de Ģöyle demiĢtir: Nefreti en çok gerektiren dav ranıĢ, kiĢinin kendi kusurlarını unutarak baĢkalarının kusurlarım söylemesidir. Böyle biri, diğer insanlara karĢı zanlarma dayanarak nefret dolu, kendini ise kesinlikle çok seven bir Ģahsiyet çizer. Nefis muhasebesini ve Rakî b olanın murakabesini terketmek, Allah Teala'dan uzun süre gafil kalmak demektir. Dünyada gaflet içinde olanlar, ahirette hüsran içinde olacaklardır. Kul tarafından gösterilecek uzun gaflet, aslında Mabud'a karĢı kalbi mühürleyen -lerden biridir. Gaflet, kalbin üzerindeki bir kaplamadır. Araplar Ģöyle derlerdi: Gafil oldu, yani üzerini kapattı (Gafelehu-Ğalefehu) Bu anlamda 'Cezebe=Cebeze' ve 'HaĢĢâf=HuffâĢ' kelimeleri de misal gösterilir. Bunlardan ilki, çekmek ikincisi ise, yarasa ve gece dolaĢan Ģey anlamındadır. Kalbin mühürlenmesinin bir Ģekli de, günahların ardarda gelmesidir. Buna kazancın ardından gelen pas lanma (=Rân) denir. Allah Teala bunun hakkında Ģöyle buyurmaktadır: "Hayır, fakat onların kazandıkları (günahlar) kalplerinin üze rine pas bağlamıĢtır". (Mutafnfin/14) Denildi ki, çirkin kazançlar ve yenilen haram lokmalar. Tefsirde ise bu ayetle ilgili olarak, günah üzerine günah iĢlemek suretiyle kalbi karartmak, denilmiĢtir. 'Reyn' kelimesinin asıl manası, meyletmek, galebe gelmek ve Örtmektir. Mesela uykusu gelen kiĢi için 'Rane aleyhi en -nü'âs' yani uykusu bastırdı, denir. Yine misal olarak sarhoĢ olan kimse için 'Ranet el- hamru ala 'aklih' yani, Ģarap aklını örttü, perdeledi denir. Ömer'in (ra) hacca gitmek için borçlanan sonra da borcu ağır basan için söylediği 'Kad riyne bini sözü, borcu ona ağır bastı ve galip geldi anlamındadır. Günahların ardarda gelmesi; murakabeye karĢı gafil kalınması, nefs muhasebesinin terkedilmesi, tevbenin ertelenmesi, istika met bulma çabasının savsaklanması, istiğfarın bırakılması ve piĢmanlık duyulmamasmdan kaynaklanır. Bunlar ise, dünya sevgisi nin Allah Teala'nm emirlerine tercih edilmesi, heva ve heveslerin kalbe hakim olmasının neticeleridir. Allah Teala'nm Ģu buyruğunu iĢitmediniz mi? "Çünkü onlar dünya hayatını sevip ahiret hayatına tercih etmiĢlerdir. Allah da kafirler güruhunu hidayete erdirmez. Onlar öyle kimselerdir ki Allah, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiĢtir. Gaflet için de olanlar da iĢte bunlardır". (Nahl/107-108) Allah Teala baĢka bir ayetinde ise buna delil olarak Ģöyle buyurmaktadır: "Ve nefsini he-vadan sakındırdı". (Nazi'at/40) Yani dünyayı tercih etmekten sakındırdı, anlamındadır. Çünkü Kelam -ı Ġlahi, açık olan manasında, azgınlık ve dünya hayatını tercih edenler hakkında be yanda bulunduktan sonra Ģunu koymaktadır: "Allah, onların kalplerini mühürledi de, nevalarına uydular". (Muhammed/16) Hevaya uymak, kalbin mühürlenmesinin tezahürlerinden biridir. Kalbin mühürlenmesi, günahın cezasından dolayıdır. Cezanın mirası ise, Hi tab-ı Ġlahi'yi anlamaya karĢı sağırlık halidir. Allah Teala'nm Ģu buyruğunu görmüyor musunuz? "Eğer dilersek, günahlarından dolayı onlara (azabımızı hemen) isabet ettiririz ve kalplerini mühürleriz de hiçbir Ģey iĢitemezler". (A'raf/100) Ali (kv) ise, gafleti Küfür makamlarından biri olarak görmüĢ ve Selman'm (ra) 'Küfrün bina edildiği temellere* dair sorusu üzerine Ģöyle demiĢtir: Küfür, dört makam üzerine bina edilmiĢtir: ġüphe; Cefa (=cemaatı terketme, ayrılma); Gaflet ve Körlük. Kalbin gafleti arttığı zaman, meleğin kula olan ilham ve telkini azalır. Çünkü o, kalbinin kulağıdır. Kulun gaflet hali uzadıkça kalp kulağı olan melek hiçbir Ģey duymaz olur. Hiçbir Ģey duyamamak, hiçbir Ģey söyleyememek demektir. Melek de iĢte bu sebeple böyle bir kula hiç bir Ģey söyleyemez olur. Bu, hata ve günahlarının cezasıdır. Meleğin kulu hayır ve Allah'a itaat üzerinde sabit kılması, Allah Teala'dan aldığı bir va hiy ve kul için bir yüceltme unsurudur. Allah Teala'nm bu manadaki buyruğu Ģudur: "Hani Rabbin me leklere vahyediyordu ki: Ben