Türk-Arap Milliyetçiliği ve BAAS Rejimleri
Ömer Ertuğrul Meral 4032631007
Özet
Ortadoğu’nun iki önemli toplumu olan ve yüzyıllardır beraber yaşayan Araplar ve Türklerin, Osmanlı zamanı ve sonrasındaki milliyetçilik hareketleri oldukça ilgi çekicidir. Temelinde Arap milliyetçiliğine de yer veren Baas partisinin ideolojik altyapısı ile birlikte önce milliyetçiliğin ortaya çıkışına ve Ortadoğu’daki bu iki toplumun hayatına etkisine göz atılacaktır. Çalışma, okuyucusuna genel bir çerçeve çizmeyi hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: Arap, Türk, Milliyetçilik, Baas, Suriye
1. Milliyetçi İdeolojinin Ortaya Çıkışı Şüphesiz 19. yy’da Ortadoğu’yu şekillendiren en önemli etken milliyetçilik akımlarıdır. Türk ve Arap toplumlarında milliyetçilik akımını incelerken, “milliyetçilik” kavramının da taşıdığı anlama ve ortaya çıkış süreçlerine de bir göz atmak gerekir. Milliyetçilik bir ideoloji olarak “Sanayi Devrimi”nden sonra Batı Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Sanayi Devrimini gerçekleştiren ülkelerde, XV. yüzyıldan beri yaşanmakta olan toplumsal değişme süreci (modernleşme) hızlanmış, oluşan yeni kolektif ihtiyaçlar neticesinde sosyal ve siyasi alanda ön plana çıkan başlıca ideoloji milliyetçilik olmuştur. Milliyetçilik, milli hisse dayalı duygu, davranış tarzı ve tutumlar anlamında oldukça eskilere götürülebilse de; bir ideoloji veya siyasi hareket olarak modern dönemlere ait bir olgudur. Bu haliyle milliyetçiliğin, son iki asır zarfında dünyanın ulus esaslı olarak düzen kazanmasında, bir siyasi örgütlenme biçimi olarak ulus-devlet modelinin ortaya çıkıp evrenselleşmesinde ve yaşanan uluslaşma süreçlerinde başrolü oynadığı söylenebilir.
Ulusçuluk olarak da bilinen akım, Avrupa’da feodalitenin çöküşü ile birlikte güçlenen merkezi devletlerin örgütlenişi içerisinde etkin bir durumda olan burjuvazinin dünya görüşünün bir parçası olarak ortaya çıkmış ve zaman içerisinde giderek bu konunu ötesinde bir anlam ve yaygınlık kazanmıştır(Sönmezoğlu,484). Milliyetçi ideolojinin düşünsel anlamda ilk izlerini, aydınlanmanın halka yakın bir yorumu olarak ifade edilebilecek “Neo-Klasik” akımda görmek mümkündür. Fransız ihtilalinin hazırlayıcısı olduğu söylenebilecek olan Neo-Klasizm de, aydınlanma düşüncesinin iyi tabiat ve iyi insan yaklaşımlarıyla yine bu düşüncenin bir ürünü olan doğal haklar öğretisinin halkın anlayabileceği bir şekilde yeniden yorumlanmaya çalışıldığı görülmektedir. XVIII. yüzyıl ortalarında Fransa’da ortaya çıkan bu düşünce akımında; “yurt” kavramının ön plana çıkarılışı, yurtta yaşayan topluluğun üyeleri arasında “politik eşitlik” düşüncesi, egemenliğin kaynağı olarak “halk” ın işaret edilmesi, ülkesel bütünlüğe verilen önem ve bu bütünlüğü sağlayacak güçlü ve etkin bir devlet fikri ana temalar olarak göze çarpmaktadır. Neo-Klasik eserlerde karşılaşılan figürlerin başında ise; Eski Yunan’da yurtlarına bağlılıkları ve yurtlarını kutsallaştırmaları ile tanınan Ispartalılar gelmekte, gerçek mutluluk politik eşitlikle özdeşleştirilmekte, yurdu kuşatarak politik eşitliği gerçekleştirecek güçlü bir devlet fikri sıklıkla işlenmektedir. Neo-klasiklere göre, devletin temel görevi, insanların gönlünde yurdu ve eşitliği yüceleştirip, bu kavramlara ve kendisine güçlü bir aidiyet bağı geliştirebilmektir.(Şahin,2007:2-4) Avrupa’da XV. ve XIX. yüzyıllar arasında, geleneksel toplum yapısının nihayetlenmesiyle sonuçlanan bir süreç yaşanmıştır. “Modernleşme” olarak ifade edilen bu süreçte -bilhassa sanayi devriminin etkisiyle- önemli toplumsal değişimler gerçekleşmiş; sosyal hayatta bilgi ve ticaretin önem kazanmasıyla toplumsal yapıda; tarıma dayalılıktan kentliliğe, kapalı ekonomiden geniş alan (ülkesel) ekonomisine, homojenlikten uzak sınıf esaslı “topluluk” görünümünden, güçlü milli bütünlüğe doğru bir değişim gerçekleşmiştir. Toplumsal yapı ve ilişkilerdeki bu denli dönüşümlerin tabii bir neticesi olarak yeni sosyo-politik ihtiyaç ve reçeteler gündeme gelmektedir. Modernleşen Avrupa’da kendini hissettiren başlıca kolektif ihtiyaç olarak toplumda geleneksel anlamda süregelen bütünlüğün bozulup parçalanmasıyla su yüzüne çıkan “bütünleşme ihtiyacı” gösterilebilir. Yerel ve geleneksel ortamlarından kopan insanların farklı mekânlarda bambaşka bir yaşam tarzıyla hayat mücadelesine girişmesi, kentleşmenin etkisiyle geleneksel grup aidiyetlerinin ve mevcut bütünleştirici değerlerin yavaş yavaş silinmesi toplumsal anlamda bir bütünleşme krizine yol açmış, yeni bütünleştirici kimlik ve duygular önemli bir ihtiyaç olarak kendini göstermiştir. Bu arada yaşanan hızlı değişim karşısında, mevcut siyasi ve idari yapılanma da yetersiz kalmaya başlamış, yeni oluşan toplumsal yapı, iyi organize olmuş, otoritesi tartışılmayan merkezi bir hükümeti de gerektirmiştir. Modernleşmeyle birlikte geleneksel dönemde normal karşılanan toplumsal eşitsizliklerin de ortadan kaldırılması gereken bir mesele haline geldiği görülmektedir. Bu değişmenin temelinde; refahta, okuryazarlıkta, sanayileşmede ve kitle iletişim araçlarındaki gelişmelerin yattığı söylenebilir. Ekonomik ve kültürel donanımları sürekli artan ve o güne kadar siyaset dışında kalmış olan toplumsal kesimler siyasal sisteme girme ve nitelikli kamu
hizmeti talep etme düzeyine gelmişlerdir. Yeni katılım talepleri karşısında mevcut siyasi kurumların yetersiz kalışı ve sorun haline gelen toplumsal eşitsizliklere, eşanlı yaşanan; dini esasların toplumsal hayatta önem kaybetmesi sürecinin de eklenmesiyle siyasal sistemde önemli bir meşruiyet boşluğu oluşmuş, nihayetinde modernleşen toplumlar bir “demokratlaşma ve yeni meşruiyet kaynağı bulma ihtiyacı” ile de baş başa kalmıştır. Toplumsal yapı ve zihniyetteki değişme doğal olarak siyasi alanda da etkisini göstermiş, modern toplumun ihtiyaçları doğrultusunda yeni siyasi kurumlar ve ideolojik yaklaşımlar gelişmeye başlamıştır. Modernleşme ile ortaya çıkan kurumsal ihtiyaçlara genel itibariyle milliyetçi prensipler doğrultusunda çözüm üretildiği söylenebilir. Toplumsal ve siyasi yapılanma ulus esaslı olarak oluşurken bütünleşmenin sağlanması noktasında milliyetçiliğin, siyasal örgüt ve usullerin kurumsallaşmasında da milliyetçilik ve demokrasinin devreye girmesiyle nihai sistem olarak ulus-devlet modeli ortaya çıkmıştır. Modernitenin devlet biçimi olarak kurumsallaşan ulus devlet, modernitenin ihtiyaçları olan aidiyet, entegrasyon, müştereklik ve biz olmaya milliyetçiliğe dayalı güçlü bir motivasyonla cevap verebilirken, demokratlaşma ve yeni meşruiyet kaynağı bulma ihtiyacını da karar alma ve icra süreçlerinde halka yer vererek gidermeyi başarmıştır. Bir siyasi yapılanma biçimi olarak ulus-devlet modelinin; milli egemenlik ve milli kimlik gibi “temel unsurları” ile; ülkesel bütünlük, siyasi bütünlük ve idari bütünlük gibi “yapısal özelliklerine” bakıldığında, tamamının milliyetçi ideolojinin siyasi yapılanmaya yansımaları olduğu fark edilecektir. 2. Arap Milliyetçiliği Arap dünyasında milliyetçiliğin tanımını yapmak son derece zordur. Bunun temel nedeni, aile ve mezhep bağlılığı gibi birincil toplumsal bağların çok güçlü olmasıdır. Arap milliyetçiliği, Arap insanına yeni bir benlik kazandırmak çabası olarak düşünülebilir. Araplar etnik bağları, dili, gelenekleri ve dini içeren ortak geçmişlerinden güç almak istemekte, dünyada olanlardan her Arap’ın benzer biçimde etkilenmesini bekleyen ortak bir geleceğe bakmaktadırlar(Çakmak:1349). Osmanlı Devleti’nin XVIII. ve XIX. yüzyıllarda özellikle askerî alanda iyice zayıflamasıyla, Avrupalı büyük devletlerin Ortadoğu’da çıkarları olan bölgelerdeki ihtiraslarında canlanma olmuştur. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru büyük devletler peş peşe elde ettikleri imtiyazlar sayesinde hem doğrudan doğruya Osmanlı Devleti’ne nüfuz etmek, hem de imkân dâhilinde Ortadoğu’ya yerleşmek yolunda hızla mesafe almaya başlamışlardır. (Soy,2004:174) Osmanlı Devleti’nde özellikle Ortadoğu Bölgesinde yaşayan unsurlar için en temel yapılanma birimi, dinsel yapılanmadır. Etnik ve dil kimlikleri bulunmakla beraber Müslümanlar arasında dini kimlik baskın durumdadır. XVIII. yüzyılda Batı’da yaygınlaşan milliyetçilik fikri, Osmanlı Devleti’nde ilk önce Balkanlarda Hıristiyan tebaa arasında kendini göstermiş, daha sonra Lübnan, Suriye ve Mısır’daki yabancı misyoner eğitim kurumları vasıtasıyla Ortadoğu’da yayılmıştır. (Soy,2004:174) ‟Arap Uyanışı”, olarak tabir edilen olay ilk olarak Beyrut Gizli Cemiyeti’nin kampanyasıyla kendini göstermiştir. Bu örgüt Suriye Protestan Koleji’nde eğitim görmüş beş
genç adam tarafından 1875 yılında, (Abdülhamit’in padişahlığına gelişinden iki yıl önce) kurulmuştur. Türk yönetiminin yaptığı kötülükleri anlatan afişlerle siyasi düşüncelerini yayma gayretinde olan bu hareket, Arap halkını isyan etmeye ve Türk egemenliğinden kurtulmaya davet ediyordu. İlk başta huzursuzluk Suriye’den kaynaklansa da Arap dünyasını diğer bölgelerine de yayılmıştı. Yabancı gözlemciler tarafından verilen birçok rapor, Arap yarımadasında, Bağdat’ta, Şam’da, Kahire’de benzeri afişlerin görüldüğünü doğrularken, bu bölgeler arasında Türk hükümetine karşı olan çabaların düzenlenmesi için herhangi bilinçli bir işbirliği bulunmamaktaydı. O dönemde padişah olan Abdülhamit de bu hoşnutsuzluğun farkındaydı. Bunu önlemek için Pan-İslamizm eğilimini kullandı. Pan-İslamizm bir doktrin olarak Müslüman memleketleri yabancı egemenlikten kurtulmuş görme arzusunu simgeliyordu. Bunun için siyasal İslam’ın öncülerinden Cemaleddin Afgani’nin fikirleri Osmanlı Devletinde kabul görmüş ve II. Abdülhamit‟in İslam Birliğini sağlama düşüncesi ile örtüşerek Pan-İslamizm adıyla uygulamaya konulmuştur. Abdülhamit’in Pan-İslam politikası, İslam’ın halifesi olarak imtiyazlarını daha fazla gösterme yoluyla, Osmanlı İmparatorluğu’nun başı olarak otoritesini güçlendirmek için, sultan-halife açısından başarılı bir teşebbüstü. Bu anlamda, iyi haberlerden söz etmek ve halifenin dindarlığını övmek için biraz sonra Arap topraklarının en ücra köşelerine yollanmış olan misyonerlerin eğitimi için bir kolej kuruldu. Abdülhamit İslam’ın öç önemli kutsal yeri olan ve her üçü de Arap himayesinde bulunan Mekke, Medine ve Kudüs’teki camilerin onarım ve dekorasyonuna büyük meblağlar harcadı. Sarayda Arapları kendi kişisel hizmetine alıyordu ve onları Pan-İslamcı politikaları örgütlemek ve yönetmek için kullanıyordu. Hicaz demiryolunun yapılmasından asıl sorumlu olan bir Suriyeli Arap olan İzzet Paşa al-Abad’dı. Görünüşte yegâne amacı hac yolculuğunu kolaylaştırmak olan, dünyadaki Müslümanların parasal yardımlarıyla yapılan Şam ve Medine arasındaki demiryolu hattı, Osmanlı halifesinin Müslüman dünyasının destek ve saygısını kazanmasında başarılı olmuştur. 3. Türk Milliyetçiliği’nin Doğuşu ve Yükselişi Türkler için milliyetçiliğin Orhun Yazıtlarından hatta daha öncesinden var olan bir gerçeklik olduğu ileri sürülebilir. Öte yandan Türklük kavramı Osmanlı Türkleri’nde unutulmaya yüz tutmuş durumdaydı. Türklüğü, barbarlık, köylülük, cahillik gibi aşağılayıcı bir kavram olarak gören Osmanlılarda 19. yy’a kadar ciddi bir Türkçülük hareketi görülmemiştir. Türk milliyetçiliği özellikle Osmanlının son dönemlerinde gündeme gelmiştir. Bu kavram Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan öteki etnik gruplara oranla çok geç de olsa, “Genç Türkler” tarafından ortaya atılmıştır.(Kongar:69). Bunda etken olarak verilebileceklerin en başında, XIX. yüzyıl sonlarına doğru çıkan savaşlar, göçler ve azınlık isyanları vardır. Balkan milliyetçilikleri etnik açıdan homojen, milli bir vatan yaratmak için, Müslümanları yok etmeyi amaçladılar. Bu nedenle 19. yy boyunca Yunan, Sırp ve Bulgar devletlerinin kurulmasının ardından Türk, Rum, Sırp, Makedon, Boşnak, Bulgar(Pomak), Roman, Arnavut ve Ulah birçok Osmanlı Müslümanı, bağımsızlını yeni kazanmış devletlerin
katline maruz kaldı ya da Avrupa ve Anadolu’da daralan Osmanlı topraklarına sürüldü(Çağaptay:8). Osmanlının kaybettiği topraklardan gelen göçmenlerin, Hıristiyanların buralarda Türklere yaptığı zulümü yerli halka anlatarak onların bilinçlerinin değişmesine katkıda bulunması normal bir sonuçtur. Daha sonra Arnavutlar gibi Müslüman toplulukların da isyan etmesi Türk milliyetçiliği düşüncesini tetiklemiştir. İmparatorluğun yönetici eliti çok uluslu, çok dinli bir imparatorluğa dair inançlarını yitirdiler. Çoğunluğu balkan’lardan olan bu entelektüeller, subaylar ve bürokratlar Osmanlı memleketini Türklere ait bir yer yapmaya odaklandılar. Türklüğü, sadece Anadolu’daki ve Trakya’daki Türk ve Müslümanları kapsayacak şekilde tanımladılar Nihayet bu duruşu yaygınlaştırmak için milliyetçi bir tarih yazımı ortaya çıktı. Bu da şüphesiz ki, Türklerin ve diğer Osmanlı Müslümanlarının değişmez anavatanı olarak görülmeye başlayan Anadolu üzerinde yoğunlaşmıştı. Aynı zamanda Türkleri Anadolu’nun kadim ve medeni halkı olarak yüceltiyordu. Böylece Türk milliyetçiliği siyasi bir güç olarak yükselirken Türklük, Anadolu’daki Osmanlı Müslümanları için birleştirici bir üst kimlik olarak ortaya çıkıyordu (Çağaptay:12). Ulusal benlik için siyasi irade peşinde koşan, bir yandan Fransız Devrimi öte yandan da Osmanlı Devleti’nin geleneksel gücü tarafından etkilenen Osmanlıcılık aslında milliyetçiliğin ilk kez siyasal anlamda dile getiriliş biçimi olmuştur. Diğer bir ifadeyle onun Osmanlıcılığı Türk olmaktan gurur duyan bir Osmanlıcılıktır. XIX. yüzyıl Fransa ve Almanya’sını örnek alan imparatorluk dönemi milliyetçiliği, hem Osmanlılık kimliğini hem de Türklüğü kültürel politikalar olarak teşvik etmişti. Çünkü Osmanlılık hareketi birliğin ve bütünlüğün sağlanabilmesi ve yurttaşlık haklarının gelişmesi için önemseniyordu. Türklük ise çağdaş bir ulusun kimliğinin haberciliğini yapıyordu. Türk ulusuna aidiyet bilinci, Osmanlı Devleti’nde içinde bulunulan karmaşa nedeniyle ortaya çıkışı engellenmek istenen bir bilinç olarak görülebilir. Ancak bu bilinç imparatorluğun devamından şüphe duyulduğu dönemde kendini iyice göstermeye başlamış ve Türk milliyetçiliği devletin dağılması kaçınılmaz olduktan sonra kurtarıcı bir ideoloji olarak görülmüş ve bu ideolojiye tutunulmuştur. Türk milliyetçiliğinin oluşmasında etkin rol oynayan diğer bir unsur da Selanik’te çıkan Genç Kalemler dergisidir. Genç Kalemler dergisinin Yeni Lisan hareketinin savunuculuğunu ve yayıcılığını üstlenmesi sorumlu müdürlüğüne Ali Canib’in getirilişi ile başlamış ve özellikle Ömer Seyfettin’in ordudan ayrılarak Selanik‟e gelmesi ve bu dergi yazı heyetine katılmasıyla olmuştur. Bu sırada Ziya Gökalp‟in de Selanik’te bulunması gerek bu derginin gerek de savunduğu Yeni Lisan yayılmasına yardımcı olmuştur. Bunun yanında Türk Ocakları ile Türk Yurdu dergisi diğer bir etkeni oluşturmktadır. Bir kısım aydınlarla askeri tıbbiye temsilcileri 20 Haziran 1911’de yaptıkları toplantıda milli bir cemiyetin kurulmasına ve adının Türk Ocağı olmasına karar verdiler. Daha sonra Türk Yurdu Mecmuası, Türk Ocağı ile birleşmiş ve Genç Kalemler de bu camiaya katılmıştır. Siyasi bir kuruluş olmayan Türk Ocakları, Türk milliyetçiliğini yaymak için çeşitli yollara başvurmuştur. Her Cuma çatısı altında topladığı genç ve aydınlara özellikle milliyetçilik yönü ağır basan konferanslar vermiş, haftanın belli günlerinde de bazı düşünürlerle sohbetler düzenlemiş, İttihat Terakki’nin muhalefetine rağmen kadın ve erkek
amatör sanatkârların piyeslerde rol oynamasını sağlamış kooperatif, milli iktisat ve yerli malı kullanılması gibi sloganları halka mal etmeye çalışmıştır. Türk Yurdu dergisi Ocağın yayın organı halini almış ve çeşitli eserler yayınlanmıştır. Ocak ayrıca dış Türklerin de temas yeri olmuştur. Osmanlı döneminde Türkçülük, imparatorluğun çok uluslu bileşimi içerisinde Türk öğesini öne çıkaran bir akım olarak doğmuştu. Bu bağlamda Türkleri imparatorluğun diğer unsurlarında olduğu gibi, kendine özgü bir kültürün tarihsel mirasına sahip ayrı bir etnik grup saymakla yetinmiyor, ayrıca Türk kültürünün yükseltilmesini ve Türklerin tarihsel köklerine ilişkin bilincin geliştirilmesini de amaçlıyordu. XIX. yüzyılın sonlarına doğru modernitenin Osmanlı’da yaygınlık kazanmaya başlaması ile birlikte, Osmanlı düşünürleri arasında Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve Türklerin İslamiyeti kabul edişinin öncesine dayanan bir tarih bilinci ve buna bağlı bir kimlik arayışının en son Türkler tarafından benimsenmesi, bunların ana unsur olmasından dolayı, imparatorluğun içinde bulunduğu durumu daha çok bir ülke, devlet sorunu olarak görmelerindendir. Bu anlayış Cumhuriyet Türkiye’sinin yapılaşmasında da temel etken olmuştur.(Şahna,2008:79-83) 4. Baas Rejimleri Baas ya da Arap Sosyalist Diriliş Partisi; Michel eflak tarafından 1953’te kendi hareketi Arap diriliş partisinin Ekrem el-Havrani’nin Arap sosyalist partisi ile birleşmesi sonucunda kurulmuştur. Yakındoğu’nun tüm Arap devletlerini tek bir Arap ulusu halinde birleştirmek amacı güden Baas; Ürdün, Irak, Libya ve Aden’de hızla örgütlendi. Ancak, Suriye dışındaki yerlerde gizli çalışmak zorunda kalmıştır(Büyük Larousse II,1990:230). Arap Yeniden Diriliş Partisi Batı Avrupa’da egemenliğin Tanrı’dan halka/millete verilmesine, skolâstik düşüncenin modernizme evrilmesine yol açan gelişmelerin temellerini atan Rönesans kavramının izlerini taşımaktaydı. Bu anlamda “Ba’th” kelimesi, Avrupa’nın yaşadığı tarzda bir uyanışın Arap dünyasındaki temsilciliğine göndermede bulunuyordu. Parti’nin iki önemli kurucusu Mişel Eflak ve Selahaddin Bitar’a göre Arap ulusu tarihte süreklilik göstermişti; yapılması gereken “yeniden dirilişi” sağlamaktı. Parti’ye “Ba’th” adının verilmesi bu açıdan anlamlıydı(Özkoç,2007:22). Parti’nin kuruluşu ve sonrasında Suriye’deki etkinliği diğer ülkelere nazaran daha fazla olduğu için bu ülkedeki Baas rejimine eğilmek gerekmektedir. Eflak, Parti’nin üç amacını “birlik, hürriyet ve sosyalizm” olarak ilan etmiş ve temel sloganı “sonsuz misyonu olan Arap ulusu” olarak belirlemiştir. 1940’larda hemen hemen bütün Arap ülkelerinin yabancı denetimi veya yabancı etkisi altında olmaları nedeniyle Baas Partisi’nin zamanlaması oldukça yerindeydi. Eflâk’a göre, Baas Partisi Arap milliyetçiliği ruhundan kaynaklanan ve Arap dünyasının uğradığı yozlaşmanın üstesinden gelmeye çalışan bir ideoloji temelinde devrimci bir hareketti. Dolayısıyla Baas Partisi’nin ideolojisi, bağımsızlık sonrası dönemde Suriye’de ve genel olarak Arap dünyasında hâkim olan Arap milliyetçiliği ve birleşik bir Arap devletinin kurulmasını; emperyalist müdahaleden, içerideki feodal kalıntılardan ve sömürge ülkelerle işbirliği yapan elitlerden kurtuluş anlamında hürriyetin sağlanmasını; yine sömürge döneminden kalan mirasla ilgili olarak ekonomik
atılımların Arap sosyalizmi ile gerçekleştirilmesini temel almaktaydı. Arap milliyetçiliği, hürriyet ve Arap sosyalizmi Baas Partisi’nin üçlü ideali olarak belirlenmiş ve bu üç önemli unsur 1947’deki Parti Tüzüğü’ne de yansımıştır. Dolayısıyla Baasçı düşüncenin asıl ilkesi, Arap milliyetçiliği ile sosyalizmi ve sosyal reformları Marksist olmayan bir tarzda birleştirecek bir laik formül arayışıydı. Her ne kadar Eflak, sosyalizmi milliyetçilikten ayırmanın mümkün olmadığını dile getirse de değerler merdiveninde Arap birliğinin sosyalizmden daha ileri olduğunu belirtmekteydi(Özkoç,2007:34). Birlik, özgürlük ve sosyalizm ilkelerini şiarına yerleştiren Baas partisi, kısa sürede Suriyeli öğrenciler arasında ve ordu içerisinde büyük bir taraftar kitlesi oluşturdu. Partinin laik söylemi, özellikle azınlıklar arasında büyük destek bulmasını sağladı. Siyasetteki Sünni ayan despotizmine savaş açan Baas’a, taşradaki Sünni köylüler de büyük destek verdi. Kısa zaman içerisinde sol partiler arasında üstünlüğünü kanıtlayan Baas, 1953 yılında Ekrem Hûrânî’nin Arap Sosyalist Partisi ile birleşti ve partinin adı Arap Baas Sosyalist Partisi olarak değiştirildi(Koraş,2009:52). 1954 yılının Eylül ve Ekim ayları Baas Partisi’nin Suriye siyasetindeki aktif rol almaya başlaması bakımından önemlidir. İlk turu 24–25 Eylül 1954’te, ikinci turu 4–5 Ekim’de yapılan seçimlerden Baas Partisi onaltı milletvekilliği kazanarak çıktı. Seçim sonuçları, geleneksel siyasi grupların gücünün zayıfladığını, Baas Partisi’nin Suriye siyasetindeki öneminin arttığını gösterdi. 1954-58 yılları arasında Baas Partisi en parlak dönemini yaşamıştır. Parti önderlerinden Salah Bitar Dışişleri Bakanlığına atanmıştır. Partinin diğer önemli lideri Hûrânî de meclis başkanı seçilmiştir. Partinin Suriye’deki başarısı diğer Arap devletlerinde de yankı uyandırdı. Lübnan’da Kemal Canbolat’ın İlerici Sosyalist Partisi’nden ayrılan bir grup, Baas Partisinin Lübnan şubesini açtı. Ürdün’de 1957 seçimlerinde iki Baasçı meclise girmeyi başardı ve bunlardan biri hükümette görev aldı. Irak’ta da 1951’den beri devam eden gizli Baasçı faaliyetler, 1954’ten sonra ivme kazandı ve Baas Partisine katılımlar arttı. Parti’nin Irak şubesi Genel Sekreteri Fuat El Rikabî 1958’deki Irak Devriminden sonra yeni cumhuriyetin ilk hükümetine girmeyi başarmıştır. Baas Partisi’nin seçimlerden sonra gittikçe güçlenmesi, sağcı partileri Baas’a karşı birleştirirken Baas da Komünist Parti’yle yakınlaşma yoluna gitti. Ancak Sovyetler Birliği’nin bölgeye olan ilgisinin artmaya başlamasıyla giderek güçlenen komünistlerle Baas Partisi’nin ilişkisi de çıkmaza girdi. 1956 yılında Baas Partisi, hükümette önemli bakanlıklar elde etmeyi başardı. Tüm bu gelişmelere rağmen, hassas dengeler üzerinde ve kaygan bir zeminde bulunan Suriye siyaseti 1958 yılına dek istikrarı yakalayamadı. Baas Partisi, büyük toprak sahiplerini ve şehirli burjuvaziyi temsil eden kesimin gücünün demokratik yollarla kırılacağına dair inancını kaybettikçe ve komünistler güçlendikçe, ideolojisinin de temelini oluşturan birlik fikrini pratiğe dökebilmek için faaliyetlerde bulundu. Dönemin yükselen ismi Nasır, bölgede yaşanan gelişmelere de bağlı olarak, bu konudaki en güçlü aday haline geldi. Baas Partisi, 1957 yerel seçimlerini yine geleneksel elitlerin kazanacağından korkup Mısır’la birleşme yolundaki adımlarını sıkılaştırarak, 1958’de Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasında önemli rol oynamıştır.
5. Sonuç Avrupa’dan gelen milliyetçi akımların, Osmanlı’da ses getirmesinden sonra başlayan Arap ve Türk milliyetçilik akımları, bu bölgenin etnik şekillenmesinde en önemli unsuru oluşturmuştur. Türkiye’de Misak-ı Milli sınırlarının çizilmesi veya Arap Birlikleri’nin kurulma çabaları gibi örnekler bu akımların bölgede ne denli önemli bir yer ettiğini göstermektedir. Baas partisi’nin bölgedeki; özellikle de Irak ve Suriye’deki etkinliği, bu ülkelerin siyasi tarihlerinde en önemli dönem olarak görünecektir. Bu ülkelerin kendi aralarında zaten aynı olan etnik yapılarını, siyasi birliğe çevirmeye çalışmalarının en önemli örneği, Baas Partisinin eylemleri ve politikalarıdır. Bu çalışmayı yaparken, benim aklımdan geçen sonuç şu olmuştur: sosyalist yapısı bir kenara bırakılarak, Türkiye ve diğer Türk cumhuriyetleri arasında bir birlik kurulabilir mi? Böyle bir parti oluşumu bahsettiğim ülkelerde yapılandırılabilir mi? Bunu aslında bize tarih ve gelecek gösterecektir.
6. Kaynakça Altuğ, Seda (2008). “Suriye Arap Milliyetçiliğinde vatan ve Suriyelilik (1919-1939)”. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi. No:39, s.71-95 Çağaptay, Soner (2009). “Türk Kimdir: Türkiye’de İslam, Laiklik ve Milliyetçilik”. İstanbul bilgi üniversitesi yayınları: İstanbul Çakmak, Mehmet Ali “İki Dünya Savaşı Arasında Ortadoğu”. http://www.gefad.gazi.edu.tr/window/dosyapdf/2009/5/73.pdf, Erişim:17/05/2011 Gökalp, Emre (2007). “Milliyetçilik: Kuramsal Bir Değerlendirme”. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt:7, Sayı:1, s. 279-298 Kongar, Emre (2006). “21. Yüzyılda Türkiye: 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı”. Remzi Kitabevi:İstanbul. Milliyetçi Hareket Partisi Tarihçesi: “Türk Milliyetçiliğinin Partileşme Süreci”. http://www.mhp.org.tr/mhp_tarihce.php Erişim: 20/05/2011 Sander, Oral (2009). “Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e”. İmge:Ankara Seddon, David (2004). “A Political And Economic Dictionary of Middle East”. Europa Publications: London Soy, H. Bayram (2004). “Arap Milliyetçiği: Ortaya Çıkışından 1918’e Kadar”. Bilig, Sayı:30, s. 173-202 Sönmezoğlu, Faruk (Der.)(2005). “Uluslararası İlişkiler Sözlüğü”. Der Yayınları: İstanbul. Şahin, Köksal (2007). “ Bir İdeoloji Olarak Milliyetçilik”. Akademik Bakış Dergisi. Sayı: 12, s. 1-9 Uca, Alaattin. “Türk Toplumunda Milliyet ve Milliyetçilik Fikrinin Tarihi Gelişimi” http://e-dergi.atauni.edu.tr/index.php/taed/article/viewFile/2009/2008, Erişim:10/05/2011 Tezler Koraş, Fatih (2009). “Suriye’de Toplumsal Yapının Dönüşümü ve Arap Milliyetçiliğinin Gelişmesi”. Marmara Üniversitesi, Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi Akca, Ümit (2003). “Küreselleşme Sürecinde Türk Milliyetçiliği: Dünü, Bugünü, Yarını”. İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi Şahna, Ülkü (2008). “Türkiye’de Milliyetçiliğin Ortaya Çıkışı ve Tek Parti Döneminde Milliyetçilik Anlayışları”. Beykent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi