İBRAHİM PEÇEVÎ EFENDİ’NİN HAYATI VE PEÇEVÎ TARİHİ’NDE YER ALAN BAZI SOSYO-KÜLTÜREL KAVRAMLAR
Hazırlayan Emine ÖZCAN
Ankara – 2007
ÖNSÖZ Osma Os manl nlıı ta tari rihh ya yaza zarl rlar arın ının ın ya yaşa şam m öy öykü küle leri ri ve es eser erle leri ri üz üzer erin inde de yapılacak kapsamlı incelemelerin, ilgili dönemin ve dönem
insanının,
dünyay dün yayıı alg algıla ılama ma biç biçimi imine ne -zihni -zihniye yetine tine-- ilişkin ilişkin öne öneml mlii ipu ipuçla çları rı verece vereceği ği düşünülmektedir. Bu yaklaşımla edinilecek açılımlar, tarihçinin, geçmişi daha doğru okumasına yardım edebilecek; anakronizmden, çeşitli yanılgılardan ve peşin hükümlü yaklaşımlardan ırak tutabilecektir. Bu bağlamda, İbrahim Peçevî Efendi’nin önemli eseri Târîh-i Peçevî ’den hareketle ortaya koymaya çalıştığımız incelememizin ilk ayağı iki alt bölümden oluşmaktadır: Bunlar, XVI. ve XVII. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde yaşamış ve çeşitli devlet görevlerinde bulunmuş -aynı zamanda bir tarihçi de olanola n- İbrahi İbrahim m Peçevî Peçevî Efendi’y Efendi’yii anl anlatm atmaya aya çalışan çalışan bir yaşam yaşam öyküsü öyküsü
ile
Peçevî’nin tarihçiliğinin irdelendiği bölümlerdir. Birbiriyle son derece ilintili olan yazarın kimliği ve tarihçiliğine ilişkin sözk sö zkon onus usuu bö bölü lüm mler lerle, le, Peç Peçev evî’î’ye ye dâ dâir ir bell elli
bir bir ka kana naat at oluş luşturm turmak ak
amaçlanmıştır. Ayrıca bu bölümlerin çalışmamızın ikinci ayağını oluşturan, Peçevî’nin tarih yazıcılığına konu olmuş, sosyo-kültürel kavramları anlamada da önemli katkısı olacağı düşünülmektedir. Çalılışm Ça şmam amız ızın ın
ikin ikinci ci
kısm kısmın ında da
ele ele
alac alacağ ağım ımız ız
sos osyo yo-k -kül ültü türe rell
kavramların, Osmanlı tarihçiliğinde neredeyse yok denecek kadar az tetkik ve tahlil edildiği anlaşılmaktadır. Oysa, Osmanlı tarihinin bu vechesi, resmin bütününü algılamada önemli bakış açıları kazandırabilecek nitelikte veriler içermektedir. Osma Os manl nlıı ta tari rihi hine ne ışık ışık tu tuta tann kıym kıymet etlili es eser erle lerd rden en biri biri olan olan Târih Târih-i -i Peçevî Peçevî’de ’deki ki inc incele eleme me ala alanla nlarım rımızı ızı olu oluştu şturan ran sözkon sözkonusu usu iki ana ku kulva lvarla rla
ii
amaçlanan -hiçbir zaman tamamen ulaşamayacağımız- tarihsel gerçekliğe biraz daha yakınlaşmış olabilmektir. Emine ÖZCAN
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ………………………………………………………………………………i İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………...iii KISALTMALAR CETVELİ…………………………………………………….….vi GİRİŞ…………………………………………………………..…………………….1
iii
BİRİNCİ BÖLÜM İBRAHİM PEÇEVî EFENDİ’NİN YAŞAM ÖYKÜSÜ VE TARİHÇİLİĞİ 1. YAŞAM ÖYKÜSÜ……………………………………………………..5 1.1. Tarih-i Peçevî’deki Takdime Göre Peçevî’nin Yaşam Öyküsü Ayrıntıları……………………...5 1.2. Peçevî’nin Kronolojik Yaşam Öyküsü……………………36
2. TARİHÇİLİĞİ…………………………………………………………..41 2.1. Peçevî’nin Tarih Tutkusu ve Tarihçiliği……………………41 2.2. Batılı Tarihleri Dikkate Alarak ve Ansiklopedist Kaygılarla Kaygılarla Yapılan Tarihçilik Örneği Örneği ……...43 2.3. Peçevî’nin Tarihyazarlığının Metodolojik ve İçeriksel Yanı……………………………….44 2.4. Peçevî’nin Objektif Tarihçiliği ve Eleştiriselliği……………45 2.5. Vesika İlmi ya da Diplomatika Açısından Peçevî………...47
İKİNCİ BÖLÜM PEÇEVî TARİHİ’NDE YER ALANBAZI SOSYO-KÜLTÜREL KAVRAMLAR 1. TÜRK……………………………………………………………………49 1.1. Peçevî’nin Yabancı Tarihlerden Yaptığı Tercümelerde Zikredilen “Türk” Kavramı……………………………………..49 1.2. Peçevî’nin Kendi Satırlarında Zikrettiği “Türk” Kavramı…54
2. TÜRKÇE ………………………………………………………………58 3. OSMANLI……………………………………………………………….59 3.1. Osmanlı Kavramının Müstakil Olarak Kullanıldığı Bağlamlar………………………59 3.2. Osmanlı Kavramının Tamlama Şeklinde Kullanıldığı Bağlamlar…………………..61
4. GÖÇ VE SÜRGÜN…………………………………………………….66 4.1. Doğrudan Göç Kavramına Atıfta Bulunulan Satırlar……..66
iv
4.2. Celâli İsyanlarının Sebep Olduğu Hareketlenmeler……...67 4.3. Göç ve Sürgün Kavramlarının Muadilliğinin Gözlendiği Satırlar………………………………69 4.4. Doğrudan Sürgün Kavramına Atıfta Bulunulan Satırlar….70 4.4.1. Bireysel Sürgünler…………………………………70 4.4.2. Bir Toplu Sürgün Örneği………………………….72 4.4.3. Sürgün Kavramına Atıfta Bulunan Çarpıcı Bir Olay……………………………………72
5. ZULÜM………………………………………………………………….74 5.1. Zulmün Tezâhürüne İki Örnek……………………………...74 5.2. Peçevi’nin Örneklediği Mezâlim…………………………….75 5.2.1.
“Bir Zâlim Mürekkeb Sürmekle …..”…………….76
5.2.2.. Halep’te 5.2.2 Halep’te Vakıflar Vakıflar Kanalıyla Kanalıyla Halka Yapılan Mezâlim…………………………..76 5.2.3. Derviş Paşa’nın Mezâlimi………………………...77 5.2.4. “Pâdişâh-ı Mazlûm”……………………………….79
6. BARIŞ…………………………………………………………………..80 6.1. Barış, Ama Ne Uğruna?...................................................81 6.2. Barış İsteyen Taraf Olmak………………………………….82 6.3. Şartlı Barış ya da Haddini Bilmezlik……………………….85
7. TİCARET-ALIŞVERİŞ…………………………………………………87 7.1. Genel Değerlendirmeler……………………………………..87 7.2. Bireysel Alışverişler………………………………………….89 7.3. Ordu Odaklı Ticaret ve Alışverişler………………………...92 7.4. Yabancı Tüccarlar……………………………………………94
8. EĞLENCE-EĞLENME…………………………………………...……96 8.1. Kara Ali Bey Portresi………………………………………...96 8.2. Sultan Süleyman’ın Düzenlediği Eğlenceler………………97 8.3. Elit Bir Eğlence Türü: Avlanma……………………………..99 8.4. Eğlence-İktidar İlişkisi Üzerine Bir Karşılaştırma………..100 8.5. Eğlence Meclisleri…………………………………………..102 8.6. Eğlencenin Meşrûiyeti……………………………………...103
v
8.7. Bir Eğlence Aracı Olarak Kahve ve Tütün……………….104
9. SANAT…………………………………………………………………106 9.1. Dönemin Sanat ve Estetik Anlayışına Atıfta Bulunan Satırlar………………………………………106 9.1.1. Osmanlı’nın Düzenlediği Heykel Sergisi ve Müzecilik……………………………………………..107 9.1.2. Dinî Mekanlar Oluşturmadaki Tavır…………….109 9.1.3. Eski Eserlere Gösterilen Saygıya Bir Örnek…..110
10. GİYİM-KUŞAM………………………………………………………111 10.1. Başlık Giyimi ……………………………………………..110 10.2.
Kaftan ya da Hil’at Giyimi……………………………….113 10.2.1. Yabancılara Hil’at Giydirme …………………...114 10.2.2. Osmanlılar Arasında Hil’at Giydirilenler………116
10.3.
Giyim-Kuşama Dâir Diğer Bağlamlar………………….116
SONUÇ…………………………………………………………………………...120 KAYNAKÇA……………………………………………………………………...122 ÖZET……………………………………………………………………………...124 ABSTRACT………………………………………………………………………125
KISALTMALAR CETVELİ a.g.e. : Adı Geçen Eser a.g.m. : Adı Geçen Makale
vi
a.g.t. : Adı Geçen Tebliğ c. : Cilt Çev. : Çeviren Der. : Derleyen Ed. : Editör Haz. : Hazırlayan No. : Numero Nu. : Numara, Number s. : Sayı S. : Sayfa p. : Page Vol. : Volume
GİRİŞ
Mevcut kaynaklarda, Peçevî’nin yaşam öyküsüyle ilgili bilgiler, ünlü eseri Târîh-i Peçevî ’nin izin verdiği oranda ortaya koyulabilmiştir 1. İbrahim Efendi Efendi’ni ’ninn bu es eseri eri kal kaleme eme alm almaa am amacı acı,, ken kendis disine ine dâ dâir ir bilgil bilgiler er verme vermeyi yi içerm içe rmedi ediği ği için, için, hay hayatı atının nın kilom kilometr etree taş taşlar larına ına,, “anlat “anlattığ tığıı tarihi tarihin” n” bağ bağlam lamıı gerektirdiği vakit -ve ancak- gerektiği ölçüde değinmiştir. Çalılışm Ça şmam amız ızın ın ilk ilk kısm kısmın ında da,, Peçe Peçevî vî’n ’nin in ya yaşa şam m öy öykküs üsün ünün ün ve tarihç tarihçiliğ iliğini ininn izleri izlerini, ni, ese eserin rinin in sat satırla ırları rı arasın arasında da sürmey sürmeyee ça çalış lışaca acağız ğız.. Bu bağlamda -muhtemelen, bugüne kadar yapılan çalışmalardan farklı olaraktarihç tarihçinin inin TârîhTârîh-ii Peçevî Peçevî isimli isimli ese eserin rinde de yaşam yaşam öyküsü öyküsünün nün her han hangi gi bir aşamasına ve tarihçiliğine ait olan kopuk kopuk ve tek başına çok fazla mânâ taşımadığı dahî düşünülebilecek tüm ayrıntıları ayıklayıp ortaya çıkarmaya çalışacağız. Bundan kastımız, temel bilgilerin küçük ayrıntılarla kurabileceği muhtemel muht emel komb kombinasy inasyonlar onlar ve sente sentezlem zlemelerle elerle,, Peçevî’nin Peçevî’nin şahsiyetin şahsiyetinee ve tarihçiliğine dâir bütünlüklü bir bakış açısı kazandırılabilmektir. Öncelikle, Târih-i Peçevî’de yazarın belirlediği konu akışı paralelinde -kronolojik kaygı gütmedengütmeden- yaşam öyküsüne öyküsüne doğrudan doğrudan ya da dolaylı dolaylı olarak atıfta bulunan satırlar tespit edilip değerlendirilmeye çalışılacaktır. Eser, bu metodla bütünüyle ele alındıktan sonra, doğrusal çizgide gelişen bir yaşam öyküsü aktarabilmek amacıyla kronolojik bir toparlama yapılacaktır. Peçevî’nin yaşam öyküsüyle ilgili kısıtlı bilgiye ulaşılabilecek yayınlardan bazıları: Şerafettin Turan, “Peçevi” maddesi, MEB MEB İslam Ansiklopedisi, Ansiklopedisi, c. 9, s. 543-545; Ahmet Refik, Peçevi, Peçevi, Kanaat Kütüphanesi, 1933 s. 5-17; Bekir Sıtkı Baykal, Peçevi Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1982, c. I, s. XIII-XIX; Murat Uraz, Peçevi Tarihi, Son Telgraf Matbaası, İstanbul İstanb ul 1968, s. III-V.; Fahri Ç. Derin ,Vahit Çabuk “Peçuylu “Peçuylu İbrahim Efendi’nin Efendi’nin Hayatı ve Eseri Hakkında Birkaç Söz” Târîh-i Târîh-i Peçevî (içinde) Enderun Kitabevi, İstanbul 1980, s. I-VIII; Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Çeviren: Coşkun Üçok , TC Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2000, s. 211-212; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yay., c. 4, s. 1122. 1
2
Ardı Ardınd ndan an,, bu bö bölü lüml mlee do doğru ğruda dann ilişk ilişkililii oldu olduğu ğu su sugö götü türm rmez ez olan olan ta tari rihç hçili iliği ğini ninn izle izleri rine ne yö yöne nele lece ceği ğiz. z. Târi Târihh-ii Peçe Peçevî vî’n ’nin in sa satı tırla rları rı aras arasın ında da sürdürdüğümüz keşif gezisi bize bu bağlamda da sadece çok küçük izler sunabilecektir. Umulan, bu izlerin bir araya getirilmesinden İbrahim Efendi’nin tarihçiliğine dâir çıkabilecek anlamlı sonuçlardır. Çalışmamızın ikinci kısmında kaynağımız çerçevesinde yapacağımız irdeleme, kavramlar üzerine olacaktır. İbrahim Peçevî Efendi, tarihinde, çeşitli başlıklar altında tasnif edilebilecek birçok kavrama değinmektedir. Muhtemel tasniflerden olan sosyo-kültürel kavramlar, bu çalışmadaki tetkik sahamızı meydana getirmektedir. Kavr Kavram amla ları rınn yü yüzy zyılılla larr için içinde de ço çoğu ğu ke kezz bü büyü yükk ölç ölçüd üdee de deği ğişi şim me uğray rayarak
aldığı
yeni
biçimleri
yok
sayarak rak
bugünden
geçmişe işe
projek projeksiy siyonl onlard ardaa bul bulunm unmanı anınn an anakr akroni onikk tes tespit pitler ler ve tah tahlill lillerin erin dav davetç etçisi isi olduğu old uğu,, nerede neredeys ysee tartış tartışılm ılmaya ayacak cak bir gerçek gerçektir. tir. Bu bağ bağlam lamda da Ona Onatlı tlı ve Onyedinci yüzyıllarda ya da bundan beşyüz yıl öncesinde, birtakım sosyokültürel kavramlara yüklenen anlamlar günümüz algılamasına göre nasıldı, sorusu çalışmamızın ikinci bölümünün özünü oluşturacaktır. Amacımız, incelemek üzere seçtiğimiz kavramları müstakil olarak ele alarak hem tarihçinin sözkonusu kavramları algılama biçimini hem de dönem zihniyetinin bu kavramlara yüklediği mânâları anlamaya çalışmaktır. Bu araştırmada esas olarak takip ettiğimiz kaynak, eserin Matbaa-ı Âmire Âmire bas baskıs kısıı ola olacak caktır. tır. Kânun Kânunîî Sultan Sultan Süleym Süleyman’ an’ın ın tah tahta ta çıkışı çıkışında ndann IV. Murat’ın vefatına değin gelişen olayları içeren bu baskı, İstanbul’da ilki 1864 (1281) ve ikincisi 1866 (1283) yılında olmak üzere iki cilt halinde basılmıştır. Söz konusu baskının arka planına ilişkin eserin kendi içinde her hangi bir bilgi bulunmadığı gibi bu bağlamda girişilen araştırmalar da herhangi bir sonu so nuçç ve verm rmem emiş iştir tir.. Peçe Peçevî vî Tari Tarihi hi’n ’nii ko konu nu ed eden en kısı kısıtltlıı sa sayı yıda daki ki me mevc vcut ut kayn ka ynağ ağın ın hiç hiç biri biri bu ba bask skın ının ın ha hang ngii ya yazm zmaa nü nüsh shaa ya da nü nüsh shal alar arda dann
3
faydalanarak baskıya hazırlandığını belirtmemektedir. Bu soruların cevapları yerine, incelenen kaynakların tümünde bu baskının, 1640 yılına kadar gelen yazma nüshaların yalnızca birine dayandığı ifade edilmektedir. Söz konusu tek nüshanın hangisi olduğu ya da bu kanıya nasıl varıldığı zikredilmemekle birl birlik ikte te,, bu te tesp spiti itinn F. v. Krae Kraelilitz tz’e ’e ait ait old olduğ uğuu2 ve ond ondan an son sonra ra ya yapıla pılann çalışmalarda bu tespitin aynen tekrar edildiği anlaşılmaktadır 3. Diğe Diğerr ta tara raft ftan an,, ısra ısrarla rla te tekr krar ar ed edile ilenn yu yuka karı rıda daki ki tesp tespite ite rağm rağmen en,, kaynaklar kaynakların ın gerek Peçevî’nin Peçevî’nin kend kendisi isi ve gerekse tarihine tarihine dâir verdiği verdiği tüm bilgiler, sözkonusu Matbaa-ı Âmire baskısına referansla aktarılmaktadır (3 noluu dip nol dipnot notta ta bel belirti irtilen len kaynak kaynaklar laraa ilavet ilaveten en Ahmet Ahmet Ref Refik, ik, Peçevi Peçevi,, Kanaat Kanaat Kütüphanesi, 1933). Dahası, B. Sıtkı Baykal sadeleştirmesi bütünüyle bu bask ba skıd ıdak akii ak akış ışaa gö göre re ça çalılışı şılm lmış ıştı tır. r. Buna Buna ka karş rşın ın tari tarihç hçi,i, ça çalış lışma ması sını nınn önsözünde, Matbaa-ı Âmire baskısına ilişkin olarak yukarıda vurguladığımız mükerrer tespiti de kaydetmiş; ancak, kendisinin çalışmasına kaynak edindiği yazma ya da baskı eser(ler?) hakkında açık bir bilgi vermemiştir 4. Matbaa-ı Âmire baskısına paralel olarak kullanacağımız ikinci kaynak, eserin ese rin Bayezi Bayezid, d, Veliyü Veliyüddi ddinn Efendi Efendi Kütüp Kütüphan hanesi esi,, 23 2353 53 num numara aralılı yazma yazma nüshası olacaktır. Esasen, Peçevî Tarihi’nin mevcut elyazmalarına değinen kaynaklar (3 nolu dipnotta verilmiştir.) nüshalara ilişkin katalogvarî bilgiler vermek vermekte te olu olupp karşıl karşılaşt aştırm ırmalı alı bir çal çalışm ışmayı ayı am amaçl açlam amamı amıştı ştır. r. Yazma Yazmalar ların ın içerik içe rikler lerini ini irdele irdeleme mekk sureti suretiyle yle ya yapıla pılann bir karşıl karşılaşt aştırm ırmalı alı çal çalışm ışmaa hen henüz üz mevc me vcut ut olma olmadı dığı ğı için için Veli Veliyü yüdd ddin in Efen Efendi di Kütü Kütüph phan anes esi,i, 23 2353 53 nu numa mara ralılı elyazmasının tarafımızdan -kaynaklarda sıkça zikredilmesi ve temiz bir nüsha olm olmas asıı dışın ışındda- ne tü türr se sebe bepl pler erle le terc tercih ih ed ediildi ldiğin ğine dâir âir bir bir aç açık ıklılıkk
F. v. Kraelitz, Der Islam, c.VIII, s. 259 (F. Babinger a.g.e. s.214’den referansla). Bekir Sıtkı Baykal, Peçevi Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1982, c. I, s. XVIII; Fahri Ç. Derin ,Vahit Çabuk “Peçuylu “Peçuylu İbrahim Efendi’nin Efendi’nin Hayatı ve Eseri Hakkında Birkaç Birkaç Söz” Söz” TârîhTârîh-ii Peçevî Peçevî (içind (içinde) e) Enderu Enderunn Kitabe Kitabevi, vi, İstanbul İstanbul 1980, s. VII; VII; Franz Franz Babing Babinger, er, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Çeviren: Coşkun Üçok , TC Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2000, s. 214; Şerafettin Turan, “Peçevi” maddesi, MEB İslam Ansiklopedisi, c. 9, s. 543-545. Bekir Sıtkı Baykal, a.g.e., c. I, s. XIII-XIX. 2 3
4
4
getirilememiştir. Bir başka ifadeyle, ne yazık ki mevcut yazmaların hiçbirisinin bir diğerine tercih edilme şartı hâlihazırda oluşmamıştır. Söz konusu konusu 2353 numaralı numaralı elyazması elyazması nüsha “cd” olarak olarak edinilmiş; edinilmiş; bununl bun unlaa Mat Matbaa baa-ı -ı Âmire Âmire bas baskıs kısıı karşıl karşılaşt aştırı ırılmı lmıştı ştır. r. Yapıla Yapılann karşıl karşılaşt aştırm ırmaa neticesinde, bu yazma nüshanın Matbaa-ı Âmire baskısına göre daha geniş bir dönemi ele aldığını (Sultan I. İbrahim’in saltanatının sonuna -1648 yılınakadar); buna karşın, diğerine göre farklı bir konu sıralamasına ve paralel başlık baş lıklard lardaa eksikli eksiklikle klere re sah sahip ip old olduğu uğu tes tespit pit edi edilmi lmişti ştir. r. Başka Başka bir ifad ifadeyl eyle, e, sözkonusu yazma nüshanın, baskı esere göre neredeyse özet niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Bu nedenle temel kaynak olarak Matbaa-ı Âmire baskısı tercih edilmiştir. Matbaa Mat baa-ı -ı Âmire Âmire bas baskıs kısıı ve Veliyü Veliyüddi ddinn Efendi Efendi Kütüph Kütüphane anesi, si, 235 23533 num nu maral aralıı
nüssha nü
dış dışında ında,,
gere ge rekk
duyu yuld lduğ uğuunda Bek ekir ir Sıtkı ıtkı Bay Baykal
sadeleştirmesi ve Murat Uraz çevirisine de baş vurulacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM İBRAHİM PEÇEVÎ EFENDİ’NİN YAŞAM ÖYKÜSÜ VE TARİHÇİLİĞİ
1. YAŞAM ÖYKÜSÜ 1.1.
TARİH-İ PEÇEVÎ’DEKİ TAKDİME GÖRE PEÇEVÎ’NİN YAŞAM ÖYKÜSÜ AYRINTILARI
1.1.1. Kânûnî Sultan Süleyman Devri İb İbra rahi him m Peçe Peçevî vî Efen Efendi di,, es eser erii Târî Târîh-i h-i Peçe Peçevî vî ’de ’de ele ele alma almakk üz üzer eree belirlediği “tarihleri” anlatırken dolaylı ve ender olmakla birlikte, kendi yaşam öyküsü öyküsüyle yle ilgili ilgili bilgil bilgiler er de verme vermekte ktedir. dir. Sözkon Sözkonusu usu şa şahsî hsî bilgil bilgileri erinn ilkiyl ilkiyle, e, Kânûnî Sultan Süleyman’ın hükümranlığını anlattığı bölümün5, “Adâlet ve Nasfet Nasfetler lerii Zikrin Zikrinden den Bir Şemmed Şemmedir” ir”6
adın ad ınıı ve verd rdiğ iğii alt alt ba başl şlığ ığıı altı altınd ndaa
karşılaşılmaktadır. Dönemin fazîletlerini sıralayan Peçevi, bin tarihine kadar (1591/92) -bir kişi hariç- rüşvetle ilgili herhangi bir olay duymadığını ifade ettikt ett ikten en son sonra, ra, day dayısı ısı Ferhat Ferhat Paşa’d Paşa’dan an da örnek örnek verir. verir. Yazar Yazar bu örneği örneği aktarırken evvelâ, Ferhat Paşa’nın kimliği ile kendisiyle olan akrabalık bağı ve yakınlığını şu cümleyle izah eder: “Budin’de şehîd olan Ferhad Paşa merhûm dayımız olmağla bi-teklif dâhilinden idüm” (c. I, s. 9). Aynı Aynı ba başl şlığ ığın ın de deva vamı mınd ndaa Peçe Peçevî vî,, Kânû Kânûnî nî Sult Sultan an Süle Süleym yman an ve öncesindek öncesindekii pâdişâhları pâdişâhlarınn Balkanlar’ Balkanlar’da da bulun bulunan an “küffârla” “küffârla” akrabalık akrabalık ve iyi Târîh-i Peçevî , Matbaa-ı Âmire baskısından (1281-1283/1865-1867) tıpkı basım: Enderun Kitabevi, İstanbul 1980, c. I, s. 87. Bundan sonra sadece sayfa numaraları verilecektir. (= Adâlet Adâlet ve İns İnsafl afları arı Zikrin Zikrinden den Bir Dam Damlacı lacıktı ktır) r) Bu baş başlık lık,, Murat Murat Uraz Uraz çev çeviri irisin sinde de “Adaletlerinden Pek Azının Anılışı”; B. Sıtkı Baykal sadeleştirmesinde ise “Adalet ve Haklı Davranışlarından Birkaç Örnek“ şeklinde geçmektedir. 5
6
6
ilişki ilişkiler ler kurara kurarakk fet fetihle ihlerin rinii kol kolayl aylaşt aştırd ırdıkl ıkları arını; nı; anc ancak ak dah dahaa so sonra nra gel gelen en sultanların bu tür ilişkileri gözetmediklerini ve bunun sonucunda reayanın düşmandan büyük zarar gördüğünü anlatmaktadır. Bu bahsi, kendi yaşam deneyimiy dene yimiyle le de de destek destekleyen leyen İbrahim İbrahim Efendi, Efendi,
“yetişip “yetişip gördüğ gördüğüü
Üngürüs” Üngürüs”
seferle sef erlerin rinde de düş düşma manın nın “gâret “gâret ve has hasâre ârett7 itme itmedü dükk bir bir ka kal‘e l‘e ve ka kasa saba ba”” bırakmadığını ifade etmektedir. Peçevî’nin bu satırları kaleme aldığı sıralarda yaşının hayli ilerlemiş olduğu, sözkonusu bahsin sonundaki şu cümleden anlaşılmaktadır: “Söz sözi çekdi kesret kelâm haddin aşdı; pîrlerde hod bu hâl mukteza-ı sinn visâldir”8 (c. I, s. 15). Tarihçi, kralın Mohaç’ta uğradığı bozgunu anlattığı bölümde yer yer âilevi bilgiler vermeye devam eder: Bosna Alaybeyi olan dedesi, Mohaç Savaşı’na (1526), aralarında Peçevî’nin ismini zikretmediği babası da olmak üzere “tuvan”9 sekiz “yiğit” oğlu ile katılmıştır. Peçevî’nin yaşadığı dönemde Saraybosn Saraybosnaa yakınlarınd yakınlarındaki aki Bîhe Nahiyesi’n Nahiyesi’nde, de, Alaybeyoğ Alaybeyoğulları ulları olarak olarak her birinin oturduğu mahal halk tarafından bilinmektedir (c. I, s. 87). İbrahim Peçevî Efendi’nin büyük dedesi Kara Davut Ağa, Fatih Sultan Mehmet Meh met’in ’in silaht silahtarı arıdır dır.. II. Meh Mehme mett 14 1472’ 72’de de Bosna’ Bosna’yı yı fet fethh ett ettikt ikten en son sonra ra buraya buraya Minn Minnet et Bey oğlu Mehm Mehmet et Bey’i Bey’i sancakbey sancakbeyii olarak olarak atar. atar. Peçevî’ye Peçevî’ye göre, büyük dedesi Kara Davut Ağa, muhtemelen bu sancakbeyine olan akrabalığı ya da başka bir “takrîb” 10 sebebiyle ellibin akçe zeametle Bosna Alayb Alaybeyi eyi ola olarak rak “harem “harem-i -i mu muhte hterem remde den” n” çıkmış çıkmıştır. tır. Hat Hatta, ta, Sultan Sultan Bayezî Bayezîdd dönemindeki savaşların birinde öncü asker olan Yahya Paşazâde Küçük Bâli Bey’in zeametini alıp “berât etmiştir” (c. I, s. 87). Elinde mevcut olan bu belgeyi Peçevî, eserinin ilerleyen sayfalarında (c. I, s. 103) aynen verecektir.
7 8 9
(= Yağma ve yıkım) (= Yaşlılarda bu durum, ilerlemiş yaşlarının gereği kendiliğinden oluşmaktadır.) (= Güçlü kuvvetli) (= Yakınlık)
10
7
İbrahi İbrahim m Efendi Efendi’ni ’ninn ayn aynıı böl bölümd ümde, e, “babam “babamdan dan def defala alarca rca din dinled ledim” im”,, diyerek aktardığına göre, ailesi Bosna’da Kara Malkoç Bey zamanında bir çok başarı elde etmiştir; İslâm gâzileri o kadar zenginleşmiştir ki yalnız, Peçevî’nin babası bir hizmetkârıyla altmışbin akçelik ganîmet almıştır. “Mîr-i mezbûr”11, ba başk şken ente te at atlılı-zı zırh rhlılı tu tuts tsak akla larr ve ba başl şlar ar gö gönd nder ermi miş; ş; ay ayrı rıca ca alaybeyinin bu gâzânın kazanılmasında önemi büyüktür diye -büyük dedesi Kara Davut Ağa’dan sonra alaybeyliği devam ettiren- dedesi Cafer Bey’e yükse yükseltm ltmee ve Peçevî Peçevî’nin ’nin bab babası asına na da bir baş başlan langıç gıç tım tımarı arı istek istekleri lerini ni arz etmiştir. Alaybeyi olan dedesine beşyüz akçe yükseltme verilmiş; ancak, baba ba bası sını nınn ba başl şlan angı gıçç tıma tımarı rı bir bir gâ gâzâ zâ so sonr nras asın ınaa “te’ “te’alî alîk” k” (ert (ertele elenm nme? e?)) “buyrulmuştur”. Babası bu “te’alîk” ile “Irakeyn Seferi”ne gitmiştir. Seferde Kara Karaka kann De Derb rben endi di’n ’nde de gö göre revv ya yapa pann ba baba bası sına na o dö döne nemd mde, e, “Bos “Bosna na Alaybeyi’nin oğlu açıktan sefere gelmiştir”, diye “ibtidâdan tımara emr-i şerîf ihsan” olunmuştur. Dedesi bu duruma, âdeta oğluna Bosna sancakbeyliği verilmiş kadar sevinmiştir (c. I, s. 88). Peçevi, “Agâz Dâsitân-ı Muhârebe”12 isimli bölümün altında, Mohaç Savaşı’ın yapıldığı bölgeyi ve Sultan Süleyman Han’ın burada üzerine çıkıp Tanrı’ya yalvardığı tepeyi kendi gözlemleriyle anlatmaktadır. Bin tarihi (159192) önc öncesi esini ni ke kendi ndisin sinin in gen gençli çlikk dön dönem emii ola olarak rak ad added deden en tarihç tarihçi,i, bu çağ çağıı betimleyen birtakım sözlerle birlikte, zorlukla birkaç kez tırmanmış olduğu tepeye ilişkin şunları aktarmaktadır: “Bu hakîr, kalîl-ül bidâa bin tarîhinden mukaddem, tâzelik havası ve âtmaca âvın bahânesiyle ol etrâfı keşt ü güzâr iderek ‘alimallah-ü teâla ancak teberrüken iki üç def‘a püşte-i mezbûre üzerine bir gâzî pâdişâhın cây-ı münâcâtıdır deyu çıkmak vâki‘ vâki‘ olmuştur. Ya‘nî, hayli mürtefi‘ mürtefi‘ idi ve çıkmakda çıkmakda su‘ubet var idi”13 (c. I, s. 89). (= Kara Malkoç Bey) (= Savaşın Destanına Başlangıç) (= Bu kıymet kıymetsiz siz,, sermay sermayesi esi az, bin tarihin tarihinden den önc öncee gen gençli çlikk hav havası ası ve atm atmaca aca avı bahanesiyle bahanes iyle o çevreyi gezip görerek görerek -Allah biliyor biliyor ki sadece uğur getirir diye- iki üç defa sözk sözkonu onusu su tepe tepe üzeri üzerine ne çıkt çıktım ım.. Bir Bir gâz gâzîî pâd pâdiş işâhı âhınn yalv yalvar arış ış yeri yeridi dir, r, diye diye çıkm çıkmam am gerçekleşmiştir. Yani oldukça yüksekti ve çıkmada güçlük vardı.) 11 12 13
8
Aynı bölümün devamında tarihçi babasından nakille, dedesi “Koca Alaybeyi”nin sözkonusu büyük savaşın yapıldığı sahadaki anılarını zikreder: Alay Alaybe beyi yi de dede de,, ka katı tıld ldığ ığıı ço çoğu ğu se sefe ferd rdee kırm kırmız ızıı çu çuha hada dann ya yapı pılm lmaa ça çadı dır r kullanmıştır. Kırmızı çadır kullanmak, diğer askerlere nispetle ayrıcalıklı bir bey olmanın göstergesidir. Savaş sonrası meydanı gezip dolaşan Pâdişâh, yanında İbrahim Paşa olduğu halde otağına dönerken, Alaybeyi çadırının yakını yakınında ndann geç geçer. er. Alaybe Alaybeyi, yi, çad çadırı ırınn ön önünd ündee sel selam amaa durmu durmuşk şken, en, Sultan Sultan Süleyman, İbrahim Paşa’ya: “Alaybeyini çağır ve şimdiden sonra tedbir nedir sor” der. İbrahim Paşa: “gel Koca Alaybeyi!” deyip çağırır. Alaybeyi gelince Pâdişâh, alçak gönüllülük gösterip duraklar ve Paşa, Alaybeyi’ne Pâdişâh’ın bu ba başa şarı rılılı bü büyü yükk ga gazâ zâsı sını nınn ardı ardınd ndan an tedb tedbir irin in ne oldu olduğu ğunu nu öğ öğre renm nmek ek istedi istediğin ğinii iletir. iletir. O da “oğuzâ “oğuzâne” ne”,, “hünkâ “hünkârım rım,, dom domuzu uzunn ya yatağ tağınd ındaa ço çocuğ cuğuu olmasın?” diye cevap verir. Peçevî Peçevî,, bu hat hatıra ırayı yı oku okuyuc yucuya uya akt aktarm armayı ayı şö şöyle yle sürdü sürdürür: rür: “Bir “Bir nîm hande ile mübârek cemâli şen ve şâdân olur ve bir avuç altın ihsânıyla fakir Koca Alaybeyini mümtâz-ı akrân eyler”14 (c. I, s. 96). İlerl İle rley eyen en sa sayf yfal alar arda da Sult Sultan an Süle Süleym yman an dö döne nemi mind ndee Lü Lütf tfii Paşa Paşa ile Barbaros Hayrettin Paşa’nın Korfu Adası’na yaptıkları gâzânın ayrıntılarını anla an lata tann İb İbra rahim him Efen Efendi di,, İslâ İslâm m gâ gâzi zile leri rini ninn bu türd türden en ya yara rala lanm nmal alar arıı ve felaketlerine kendisinin de tanık olduğunu belirterek, 1598 yılında yapılan Varat Kalesi Kalesi kuşatmas kuşatmasında ında gördüklerini gördüklerini zikreder. zikreder. Tarihçinin Tarihçinin anlatımınd anlatımından, an, Satırcı Mehmet Paşa’nın serdarlığı ve Kırım Hanı’nın kalabalık askeriyle yürütülen bu kuşatmada kendisinin, yardımcılığında bulunduğu akrabası -o döne dö nem m “Rum “Rumel elii Eyale Eyaletiti’n ’nee mu muta tasa sarrı rrıf” f” olan olan “Fat “Fatih ih-i -i Este Esterg rgon on,, Me Merh rhûm ûm Mehmet Paşa”- ile birlikte sözkonusu kalenin sağ yanındaki büyük kuleyi dövme görevini üstlenmiş olduğunu anlamaktayız (c. I, s. 199).
(= Yarım bir gülümsemeyle mübarek yüzü şen ve mutlu oldu ve bir avuç altın bağışıyla fakir Koca Alaybeyini emsalleri arasında üstün eyledi.)
14
9
“Cihat Kapısı İstoni Belgrad Kalesi’nin Fethi” başlıklı bölüm altında Peçevi’nin, Pâdişâh IV. Murat’ın saltanat döneminin 1632 ile 1635 yılları arasın arasında da ken kendi di dey deyişi işiyle yle “mukte “muktezâzâ-ıı vak vakt” t” ile15 İston İstonii Belgrad’ın Belgrad’ın vâliliğini vâliliğini yaptığını öğreniyoruz (c. I, s. 261). İbrahi İbrahim m Peçevî Peçevî Efendi Efendi,, kâf kâfirle irlerle rle yap yapıla ılann barış barış ant antlaş laşma malar larınd ından an bahisle, “kendi hâlim gibi bi-intizâm u perîşân ve ebter mecmua” 16 biçiminde betimlediği dağınık tarihleri, Kanunî Sultan Süleyman’ın Gâzâ ve Fetihleri adı altında toparlayıp kaleme aldığını belirtmektedir. Tarihç Tarihçi,i, sözkon sözkonusu usu ese eseri ri IV. Murat Murat dö dönem nemind indee Budin Budin val valisi isi ola olarak rak atanan ikinci vezir Musa Paşa’ya sunduğu tarih olarak hicrî 1051 (1640-41) yılını vermektedir 17. Bir sonraki ana başlık altında tartışılacağı üzere, İbrahim Efendi, kitabını beylerbeyine sunduğunda altmışaltı- altmışyedi yaşları gibi geç bir dönemindedir (c. I, s. 428).
1.1.2. Sultan II. Selim Devri Sultan Selim dönemindeki tanınmış beyler arasında ele alınan Ferhat Paşa, Peçevî’nin daha önce de sözünü ettiği dayısıdır: “Budin’de şehit olan Ferhat Paşa merhûmdur”, biçiminde biçiminde anlatmaya anlatmaya başladıktan sonra, “bu abd-i ‘âcizin dayısı idi; o sebeple ekser ahvâline şu‘urumuz vardır”18, demektedir (c. I, s. 453-454).
1.1.3. Sultan III. Murat Devri (= Zamanın gereği olarak) (= Kendi hâlim gibi düzensiz, dağınık ve eksik derleme) Sözkonusu tarih, sayfa 428’de tarih, binbir yılı olarak verilmektedir. Muhtemelen Matbaa-ı Âmire’de “elli” kelimesi eksik basılmıştır. (= Bu âciz kulun dayısı idi; bu nedenle pek çok durumunu bilirdim.)
15 16 17
18
10
Üvey Üveyss Paşa Paşa’n ’nın ın iyi iyi hu huyl ylar arın ınaa de değin ğindi diği ği bö bölü lümd mdee Peçe Peçevî vî,, erke erkenn çocukluğundan ve kaybettiği kardeşlerinden de söz etmektedir. Kendisini hâli haz hazırd ırdaa “hakîr “hakîr-i -i pîr-i pîr-i tak taksîr sîr””19 ola olarak rak bet betiml imleye eyenn İbrahi İbrahim m Efendi Efendi,, Budin Budin Beyl Beyler erbe beyl yliğ iği’n i’nin in Üvey Üveyss Paşa Paşa’y ’yaa ve veri rild ldiğ iğii dö döne nemi mi ço çokk kü küçü çükk ya yaşl şlar arda da olması olm asına na rağme rağmenn “hayâl “hayâl hıv hıvâb” âb”20 hatırladığı hatırladığını nı zikreder. zikreder. Üveys Üveys Paşa’nın Paşa’nın Budin’de görev yaptığı dönem 1578-1580 yılları arasında olduğuna göre (III. Murat’ın Saltanatı - 1574-1595) Peçevî o yıllarda dört ile altı yaşları arasında olmalıdır. Sözkonusu dönemde, iki yetişmiş öz kardeşinin aynı anda öldüklerini; bunlardan birinin zeameti, diğerinin ise onaltıbin akçelik tımarının “mahlûl”21 olduğu old uğunu nu bel belirtm irtmekt ektedi edir. r. Bunun Bunun üze üzerin rinee bab babası asının nın Üveys Üveys Paşa’y Paşa’yaa gid gidip ip zea eam met ve tım tımar için için ya yalv lvar ardı dığğını ını ve üç üçbbin beş eşyyüz gu guru ruşş “câ “câize” ize”22 götürd göt ürdüğü üğünü nü;; ka karşı rşılık lık ola olarak rak Üveys Üveys Paşa’n Paşa’nın ın da “ihsân “ihsân”da ”da bu bulun lunduğ duğunu unu anlatan Peçevî, babasının ağzından dinlediği üzere, aynı günün gecesinde kapıcı kap ıcılar lar böl bölük ükbaş başısı ısının nın Üveys Üveys Paşa’ Paşa’ya ya verile verilenn kesele keseleri ri old olduğu uğu gib gibii geri geri getird get irdiği iğini ni bildir bildirmek mekted tedir. ir. “Câize “Câize”le ”lerr alı alınma nmadığ dığına ına göre, göre, tım tımar ar ve ze zeame amett başkasına verilmiştir, diye sabaha kadar babasının gözüne uyku girmemiştir; gün doğmadan beylerbeyinin huzuruna varır; yalvarır yakarır. Üveys Paşa, onun bu hâline şaşırmıştır; çünkü zaten sözünde durmaktadır; o kadar ki iki yiğit oğlunu kaybetmiş bir adamın üstüne bir de parasını almanın insafsızlık olacağını düşünerek verdiği parayı geri göndermiştir (c. II, s. 8-9). Peçevî, ilerleyen sayfalarda Derviş Paşa’dan söz ettiği bahiste, dolaylı olarak anne tarafıyla ilgili bilgiler de verir: Sözü edilen Derviş Paşa’nın aslı, Bosna’nın tanınmış “Sokolovîn” (Sokullu) -diğer adıyla Şahinoğlu- soyuna dayanmaktadır. Tarihçi bu bilgiyi verdikten sonra şöyle devam eder: “Bu
19 20 21 22
(= Kıymetsiz kusurlu ihtiyar) (= Hayâl meyâl?) (= Boşa çıkıp, devlete geçtiğini) (= Hediye, bahşiş)
11
hakîr-i pîr-i taksîrin vâlidesinin li eb ve um karındaşı idi”23. Bu cümleden, Derviş Derviş Paşa’ Paşa’nın nın,, İbrahi İbrahim m Efendi Efendi’ni ’ninn ann annesi esinin nin an ana-b a-baba aba bir kardeş kardeşii yan yanii Peçevî’nin öz dayısı olduğu açık bir biçimde anlaşılmaktadır 24. Derviş Paşa’dan yola çıkarak annesinin de mensubu olduğu bu aile ile ilgili bilgiler vermeye devam eden Peçevî, “bu yüksek soyda”, iki kişinin vezir-i azamlık; beş kişinin vezirlik yaptığını, on kişinin de beylerbeyiliği görevinde bulunduğunu belirtir. Bunların dışında kalan ümera ve diğer ayânın sayısını ise bilmemektedir. Bu bilgiler sonrasında Peçevî, Derviş Paşa’nın, Ferhat Paşa’nın küçük kardeşi olduğunu da ekler (c. II, s. 41-42). Peçevî’nin Peçevî’nin Budin’den Budin’den ulak ile “İstanbul”a “İstanbul”a “feryatçı” olarak olarak gönd gönderild erildiği iği bilg bilgis isin ine, e,
“Ca “Cafe ferr
Paş Paşa’n a’nın
Tam amaamlay layıcı ıcı
Hâllller Hâ erid idir ir””
baş aşlılığı ğı
altın ltında da
rastlam rastlamakt aktayı ayız. z. Esase Esasen, n, bun bunuu zikret zikretmes mesini ininn seb sebebi ebi,, İst İstanb anbul ul yol yolcul culuğu uğu esnasında Cafer Paşa’yla Belgrat’ta karşılaşmış karşılaşmış olmasıdır. Eğre Seferi’nden (1596) bir yıl önce Cafer Paşa Belgrat’a gönderilmiştir. Peçevî’nin feryatçı olar olarak ak İsta İstanb nbul ul’a ’a gitm gitmes esii -muh -muhte tem melen elen ilk ilk gidi gidişi şidi dir r 25- aynı döneme rast rastlam lamak akta tadı dır. r. Do Dola layı yısı sıyl ylaa İb İbra rahi him m Efen Efendi di bu se sene nele lerd rdee yirm yirmii bir bir ya yaşş civarında olmalıdır (c. II, s. 120). Bosna Bosna val valiliğ iliğine ine ata atanan nan Derviş Derviş Hasan Hasan Paşa’n Paşa’nın ın düş düşman man üze üzerin rinee yaptığı seferleri anlatan İbrahim Efendi, bu sıralarda memleketi Peçoy’dan Bosna’ya gittiğini ve orada daha önce Peçoy’daki çiftliklerinde ağırladıkları26 (= Bu kıymetsiz, eksik ihtiyarın annesinin ana-baba bir kardeşi idi.) Sözkonusu cümle -bir önceki cümleyle birlikte- eserin Bekir Sıtkı Baykal sadeleştirmesinde tam olarak (kullanılan (kullanılan noktalama noktalama işaretleriyle) işaretleriyle) şöyle geçmektedir: geçmektedir: “Derviş “Derviş Paşa’da Bosna kökenli ve tanınmış Sokoloviç, yani soylu Şahinoğlu ailesindendir. Kusurları çok olan bu fakirin annesinin, aynı ana ve babadan doğma kardeşi (teyzesinin oğlu) idi.”. Bekir Sıtkı Baykal, a.g.e., c. II, s. 37. Fahri Ç. Derin ve Vahit Vahit Çabuk tarafından tarafından kaleme alınan alınan “Peçuylu İbrahim İbrahim Efendi’nin Efendi’nin Hayatı ve Eseri Hakkında Birkaç Söz” isimli makalede, Peçevî’nin İstanbul’a ilk gidişinin I. Ahme Ahmed’ d’ın ın tahta tahta çıkı çıkışı şının nın ardı ardınd ndan an serda serdarl rlığ ığıı deva devam m etti ettiri rile lenn Lala Lala Me Mehm hmet et Paşa’ Paşa’nın nın telhis telhisleri lerini ni göt götürm ürmek ek ama amacıy cıyla la old olduğu uğu ve tarih tarih olarak olarak 1603 yılının yılının yazına yazına tekabül tekabül ettiği ettiği belirtilmek belirtilmektedir. tedir. Bu durumda, durumda, yukarıda yukarıda verdiğimiz verdiğimiz tarih ile sözkonusu kaynak arasında arasında yedi yıl gibi bir fark oluşmaktadır. Târîh-i Peçevî , Enderun Kitabevi, İstanbul 1980 s. III. Peçevî, Hasan Paşa’yla Paşa’yla nasıl tanışmış olduğunu olduğunu şöyle anlatmaktadır: “…. ve kendinin atı yanaşmış, yanaşmış, ağaları, ağaları, kapucıbaşılar kapucıbaşılarıı bu hakîri bilirlerd bilirlerdi.i. Bir defa Segedin Segedin Beyi iken, iken, Sigetvar Sigetvar muhafazasın muhafa zasınaa gider iken Peçoy’da Peçoy’da vaki‘ çiftliğimize çiftliğimize konmu konmuşş ve mikdarımız mikdarımız kadarınca it‘âm 23 24
25
26
12
Hasan Hasan Paşa’yla Paşa’yla sarayında sarayında görüştüğün görüştüğünüü belirtmekt belirtmektedir. edir. Sefere Sefere hazı hazırlanan rlanan askerlerin teşrifâtını ve kendisine ısmarlanan bir selâm ve isteği Paşa’ya aktarmasını da içeren bu olaylar -verilen tarihlerden hareketle- onun yaşam öyküsünde on sekiz-on dokuz yaşlarına rastlamaktadır (c. II, s. 126). Bec (Viyan (Viyana) a) kralın kralının ın haracı haracında ndann ve Bec Bec elç elçisi isinde ndenn ba bahse hseden den bir bölümde Peçevî, “binbir tarihi”ne kadar Bec kralının düzenli olarak gönderdiği yıllık haraç ve armağanlardan bazılarına Budin Beylerbeyi Ferhat Paşa’nın “dîv “dîvân ânın ında da”” ke kend ndis isin inin in de ta tanı nıkk oldu olduğu ğunu nu be belilirt rtm mek ekte tedi dir. r. Bu ba bahs hsin in deva de vamı mınd ndaa İb İbra rahi him m Efen Efendi di’n ’nin in bir bir kızk kızkar arde deşi şi oldu olduğu ğunu nu -bel -belki ki ya yaln lnız ızca ca diğerle diğ erlerin rinden den birisi birisidirdir- ve en enişt iştesi esinin nin de Budin Budin Muk Mukabe abelec lecisi isi Ali Efendi Efendi olduğunu öğreniyoruz: “Bin tarihinden iki yıl mukaddem, Budun’un mukâbelecisi bu hakîrin hemşîresi hemş îresinin nin zevci zevci ‘Alî Efendi Efendi elçi elçi îsâline îsâline me’m me’mûr ûr olup olup nakl nakl eder ki….” ki….”27 Görüldüğü üzere, İbrahim Efendi’nin eniştesiyle ilgili bilgilerin kaynağında, onun elçiye eşlik etmiş olması yatmaktadır (c. II, s. 134). İlerleyen İlerleyen sayfalarda, sayfalarda, III. Murat’ın Murat’ın saltanatı saltanatı dönem döneminde inde gerçekleşe gerçekleşenn fetih ve gâzâları anlatan Peçevî, Besprim ve Pulat (ya da Polat) kalelerinin fethini ele aldığı bahiste, Serdar Sinan Paşa önderliğinde sözkonusu kaleler ele geç geçiril irildik dikten ten son sonra ra “kâfir “kâfirin in tab tabûrûr-ıı ma makhû khûr” r”28unu ununn Tata Tata Sahras Sahrası’n ı’nda da olduğu old uğunu nu ve “üzerin “üzerinee varılm varılmak” ak” için için görüş görüşüld üldüğü üğünü nü akt aktarı arır. r. Bu nok noktad tadaa tarihçi, kendisinin savaş sahasındaki lojistik deneyiminden de söz etmektedir: “Hat “Hatta ta bu ha hakî kîr, r, iler ilerid idee kö köpr prüü binâ binâsı sına na me’mu e’murr olan olanla larr ile ile bile bile idi” idi”29. olunup ağırlanmış idi. Bilâ-tereddüt önümüze düşüp kendiye buluşturdular.” (c. II, s. 126). Bu noktada Bekir Sıtkı Baykal sadeleştirmesi, Segedin Beyliği ve Sigetvar muhafazasına gitme işini Peçevî’nin kariyerine atfederek, tarihçinin yaşam öyküsünde önemli bir yanlışlığa neden olmaktadır: “… ve kendisinin atı yanaşmış. Ağaları ve kapıcıbaşıları beni tanırlardı. Bir zamanl zam anlar ar Segedi Segedinn bey beyii ike ikenn Sigetv Sigetver er muh muhafaz afazası asına na gid gidiyor iyordum dum.. O sırada sırada Peçoy’ Peçoy’dak dakii çiftliğimize konuk olmuş ve elimizden geldiğince de onu ağırlamıştık. Adları geçen görevliler hiç çekinmeden önümüze düşüp beni paşaya götürdüler.” a.g.e. c. II, s. 115. (= Bin tarihinden iki yıl önce, Budin Mukabelecisi, bu kıymetsizin kız kardeşinin eşi Ali Efendi, elçi ulaştırmaya memur olup nakl eder ki…) (= Kâfirin kahredilmiş taburu) (= Hatta bu kıymetsiz, ileride köprü yapımı görevi verilenlerle birlikte idi.)
27
28 29
13
Sözkonusu kalelerin fethi 1593-94 yıllarında olduğuna göre, İbrahim Efendi bu görevi îfa ettiği sıralarda 19-20 yaşlarında olmalıdır (c. II, s 136). Sinan Paşa’nın kusurlarını ele aldığı bahiste Peçevî, Peçevî, serdarın Budin’in yağma yağ masın sınaa izin izin vermek vermekle, le, sın sınır ır böl bölges gesind indee yaşaya yaşayann reaya reaya üze üzerin rinde de köt kötüü etki etkile lerr ya yara ratt ttığ ığın ınıı be belir lirtm tmek ekte tedi dir. r. Tari Tarihç hçi,i, bu du duru rumd mdan an ke kend ndis isin inin in de etkilendiğini ve güvenlik yokluğu nedeniyle o dönemde Peçoy’daki evlerinde geceleri silahlarıyla uyuduğunu aktarmaktadır (c. II, s. 158). İbrahim Efendi’nin Tuna Defterdarlığı görevinde bulunduğunu, Eflak Beylerinden Mihal Zâl (ihtiyar?)’in isyanını Kadı Alican Efendi’den referansla anlatt anl attığı ığı bah bahist isten en öğ öğren renme mekte kteyiz yiz.. Kendis Kendisii bu görevd görevdeyk eyken en Dob Dobruc ruca’d a’da, a, Paza Pazarc rcık ık ad adın ında da “köy “köyde denn dö dönm nmee bir bir mu muht htas asar arca ca ka kasa saba bacı cık” k”ta ta ko konu nukk edilmiştir (c. II, s. 159).
1.1.4. Sultan III. Mehmet Devri Pâdişâ Pâdişâhh III III.. Meh Mehme med’i d’inn sal saltan tanatı atı dön dönemi emini ni (1595(1595-160 1603) 3) anl anlatt attığı ığı bölümd böl ümdee Peçevî Peçevî’yi ’yi yoğ yoğun un ola olarak rak düş düşma mana na karşı karşı sa savaş vaşıla ılann ce cephe pheler lerde de bulmaktayız: Saldırılar üzerine sadrazam Ferhat Paşa, serdar tâyin edilerek İslâ İslâm m as aske keri riyl ylee
birl birlik ikte te Efla Eflakk ülke ülkesi si üz üzer erin inee yü yürü rümü müşt ştür ür.. Bu se sefe fer r
çerçevesinde, İbrahim Efendi’nin yanında çalıştığı Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmet Paşa da sınır boylarını korumaya memur edilmiştir. Böylece Peçevî, Mehmet Paşa’yla birlikte İstoni Belgrat’tan kalkıp Budin’e gidecektir (c. II, s. 165). Sadrazam Ferhat Paşa’nın azledilip öldürülmesi ve yerine getirilen Sina Sinann Paşa Paşa’n ’nın ın Eflak Eflak’ta ’ta bo bozg zgun unaa uğ uğra radı dığı ğı dö döne nemd mdee Peçe Peçevî vî,, Este Esterg rgon on Kalesi’nde düşman tarafından kuşatılmış (1595) ve -genç yaşına rağmendüşmanla “vireyi”30 görüşme görevini üstlenmiştir. Tarihçi, “virenin verilme” 30
(= Bir kalenin ya da mevkinin teslimi/Kâmûs-i Türkî)
14
görüşm görüşmele elerin rinii anl anlatt attığı ığı bah bahsin sin ortala ortalarına rına doğ doğru ru -yine -yine dol dolayl aylıı bir şe şekild kildeekend ke ndis isin inin in La Lala la Me Mehm hmet et Paşa Paşa’y ’yla la olan olan ba bağl ğlan antı tısı sını nı aç açık ıkla lam ma ge gere reği ği duymuştur: “Sonra hatırıma geldi ki Paşa Merhûmun hem kitâbeti hizmetinde hem akrabasından iken ve kendüsi vireyi lisânına getürmekden ihtirâz ve ictinâb iderken çıkub vire söyleşen ben olam! Ne ‘acib ‘ acib hatâ itmişim…”31 Tarihçi, bizzat yaşadığı bu olayları sayfalar boyunca oldukça ayrıntılı bir şekilde okuyucuya aktarmaktadır aktarmaktadır (c. II, s. 183 vd.). Eflak Eflak boz bozgun gunuu ve Esterg Estergon’ on’un un düş düşma mann eline eline geç geçme mesin sinin in ardınd ardından an Pâdişâ Pâdişâhh III III.. Me Mehme hmet’in t’in biz bizzat zat çıktığ çıktığıı Avustu Avusturya rya Seferi Seferi’nd ’ndee Peçevî Peçevî,, Eğre Eğre Kalesi’nin kuşatılmasında “efendisi” Lala Mehmet Paşa’nın yanında görev almıştır (1596). O, içinde bulunulan atmosferi şu cümlelerle ifade etmektedir: “…Ol günde metrisler tertîbine ve tedbîrine mübâşeret olunub merhûm efendimiz Anadolu Eyâletine mutasarrıf olan Vezir Mehmed Paşa’ya sekiz ‘aded ‘ad ed tob tob-ı -ı ka kal‘el‘e-ii kû kûbb ta‘ ta‘yîn yîn olu olundu ndu””32 (c. II, s. 193). “…Merhûm Paşa efendimiz ile bizim çadırlarımız kal‘enin koltuğunda kal‘eye karîb bir çukur yerde konmuş idi” (c. II, s. 194). Eğre Eğre Kales Kalesi’n i’nin in fe feth thin inii mü müte teak akip ip,, Vezi Vezirr Me Mehm hmet et Paşa Paşa’nı ’nınn Eğre Eğre muhafızlığ muha fızlığına ına tâyin edilmesiyle edilmesiyle birlikte, birlikte, İbrahim İbrahim Peçevî Efendi, bölgenin bölgenin ilk tahrîrini yapmıştır: “…ve merhûm efendimiz Mehmed Paşa’yı dahi Anadolu Eyâletiyle Eğre muhafazasına ta‘yîn ittiler. ‘Umûma Eğrelünün eğer kul kurvâşının eğer gönüllüsünün icmâlin ibtidâ bu hakîr yazdım ve yevmiyelerin ve bölüklerin (= Sonra hatırıma geldi ki Paşa Merhûmun hem kâtiplik hizmetinde hem de akrabasından iken ve kendisi vireyi diline almaktan sakınıp çekinirken, çıkıp vire söyleşen ben olayım! Ne şaşılacak bir hata etmişim….) (= O gün metrisler düzenlenmesi ve hazırlanmasına girişilmesiyle, merhum efendimiz Anadolu Eyaleti’ni idare eden Vezîr Mehmet Paşa’ya sekiz adet kale-döven top ayrıldı.)
31
32
15
ta ta‘y ‘yîn în itti ittim. m. Sonr Sonraa on onun un mû mûce cebi binc ncee ah ahkâ kâmı mı ve be bera ratt-ıı şe şerî rîfe fesi si dîvâ dîvânn-ıı hümâyundan virildi”33 (c. II, s. 195). İbrahim Peçevî Efendi’yi 1597 yılında Tata Kalesi’nin kuşatılmasında, Komran’da buluyoruz. Tata Kalesi kuşatmasından kaçan düşman orduları Komran Kalesi’ne sığınmak üzere bu merkeze doğru kaçmaktadır. Peçevî, Mehmet Paşa’nın birlikleriyle, düşmanın peşine düşüp savaşmıştır: “…Merhûm efendimiz Mehmed Paşa ile karavolda ve Komrân yolin muhâfaza itmekde iken çün âgâh olduk. Tâ‘kib idüb kimin tu‘me-i şimşîr ve kimin dahî beste-i zincir itdik. Mikdârı dahî kal‘e karîbinde olan gölün ceryânı Komrân semtine olmağla ve ziyâde sâzlık ve bataklık olmağla ol batağı yatak idindiler ve halâs oldular”34 (c. II, s. 207-208). Peçevî’nin Peçevî’nin yirmili yirmili yaşlarında yaşlarında sürdüğü sürdüğü hayat hayat,, maiy maiyetind etindee bulun bulunduğu duğu Lala Mehmet Paşa’nın kariyeri paralelinde gelişmiştir. Bu bağlamda İbrahim Efendi, 1598 yılında Varat Seferi esnasında vefat eden Rumeli beylerbeyinin yerine tâyin olunan Mehmet Paşa’yla birlikte yeniden ve daha aktif olarak savaş meydanlarındadır (c. II, s. 214). Başarısız Varat seferi ardından kuşatıldığı haberi gelen Budin’e doğru yol alan İslâm askeri arasında İbrahim Peçevî Efendi de bulunmaktadır. “Göle Sahrası”nda konulması sırasında cereyan eden olayları anlatan Peçevî İskender Paşa’nın kayınpederi olduğunu okuyucuya aktararak ailevî bir bilgi daha vermektedir:
(= …ve merhûm merhûm efe efendi ndimiz miz Me Mehme hmett Paşa’y Paşa’yaa Anadolu Anadolu Eyâlet Eyâleti’y i’yle le Eğre mu muhafı hafızlı zlığın ğınıı verdiler. Kul olsun gönüllü olsun bütün Eğreli’nin listesini ilk defa bu kıymetsiz ben yazdım ve yevmiyelerini ve bölüklerini belirledim. Sonra onun gereğince hükümleri ve şerefli beratları divan-ı hümâyûndan verildi.) (= …merhûm …merhûm efendimi efendimizz Meh Mehmet met Paşa ile karakol karakolda da ve Komran Komran yolunu yolunu koruma korumakta kta olduğumuz için tetikteydik. Takip edip kimini kılıç-azığı kimini de zincir-bağlı yaptık. Bir miktarı da kale yakınında, akıntısı Komran yönüne doğru ve fazlaca sazlık ve bataklık olan gölü yatak edindiler ve kurtuldular.)
33
34
16
“Göle “Göle Sahras Sahrası’n ı’naa kon konduğ duğum umuz uz gün İskend İskender er Paşa Paşa merhûm merhûm evv evvel el zamanda merhûm Tiryâki Hasan Paşa’nın kethüdâsı idi; yirmi kadar salt ve sebük seb ükbâr bâr lev levend end ile birer birer esb esb-i -i rahvân rahvânaa süv süvâr âr olu olubb feryâd feryâdçıl çılığa ığa gel geldil diler. er. Küffar, Budun muhasarasına gelürken Pesprim ve Pulat’a ve Tata kal‘elerine zafer buldukların feryâdlarına munzam idüb imdâda be-gâyet ikdâm itdüler ve irtesi mîr-i mîr-i merhûmu merhûmu hez hezâr-ı âr-ı mevâ‘îd-i mevâ‘îd-i ‘arkube ‘arkube ile dönd döndürdül ürdüler. er. Bu bu hakîr-i pîr-i taksîrin kâyın babası ve hemşehrîsi olmağla doğru çadırımıza gelmiş idi…”35 (c. II, s. 220). Budin yolunda, asker arasında açlık nedeniyle isyan baş gösterince Budin’e gitmekten vazgeçilip Segedin’e gitmeye karar verilmiştir. Segedin’de, dahaa önc dah öncee çıkan çıkan bir isyand isyandaa yarala yaralanan nan Serdar Serdar Satırc Satırcıı Meh Mehmet met Paşa’y Paşa’yıı ziyarete giden Lala Mehmet Paşa’nın yanında “hizmet görmek” üzere Peçevî de haz hazır ır bul bulunm unmakt aktadı adır. r. Bu esn esnad ada, a, Osm Osmanl anlıı askeri askerinin nin bu top toprak raklar lardak dakii seferle sef erlerin rinde de yardım yardımcı cı ola olann Tatar Tatar Han Hanı’n ı’nın ın gel geldiğ diğii hab haberi eri ula ulaşır şır.. Serdar Serdar rahats rahatsız ız old olduğu uğu için, için, Han Han’ın ’ın karşıl karşılanı anıpp ob obaya aya get getiri irilme lmesi si gö görev revii Meh Mehme mett Paşa Paşa’y ’yaa ve veri rilir lir.. Ha Hann ile oldu oldukç kçaa sa sami mimi mi olan olan Satı Satırc rcıı Paşa Paşa’n ’nın ın se serd rdar ar çadırındaki sohbetlerine İbrahim Peçevî Efendi kulak misafiri olmuştur. (c. II, s. 222). Peçevî, 1600 yılında -yaklaşık yirmi altı yaşındayken- Satırcı Mehmet Paşa Paşa’n ’nın ın
idam idamıı
ardı ardınd ndan an
sadr sa draz azam amlılığa ğa
getitiri ge rile lenn
İbra İbrahi him m
Paşa Paşa’n ’nın ın
gerçek gerçekleş leştird tirdiği iği Kanije Kanije Kalesi Kalesi’ni ’ninn fet fethin hinde de görev görev alm almışt ıştır. ır. Tarihç Tarihçi,i, burada burada yapılan savaşın geniş bir özeti yanında Sadrazam İbrahim Paşa’nın reayanın malına ma lına karşı karşı gös göster terdiğ diğii titizli titizliği ği anl anlatm atmakt aktaa ve bu çerçev çerçevede ede sad sadraz razam amla la yaşadığı küçük bir olayı da okuyucuya aktarmaktadır:
[= Göle Ovası’na konduğumuz gün, önceleri merhûm Tiryâki Hasan Paşa’nın kethüdası olan merhûm İskender Paşa, yirmi kadar özgür(?) ve yükü hafif levend ile birer (sarsmadan (sarsmadan yürüyen) ata binerek feryatçılığa geldiler. Kâfirlerin, Budin kuşatmasına gelirken Pesprim ve Pulat ve Tata kalelerinde zafere eriştiklerini feryatlarına katıp son derece gayretli davrandılar. Ertesi gün, merhûm merhûm beyi pek çok yalan vaat ile geri döndürdüler. döndürdüler. Bu kıymetsiz kıymetsiz kusurlu ihtiyarın kayın babası ve hemşehrisi olması nedeniyle doğrudan çadırımıza gelmişti.] 35
17
“…heldene didikleri mahsûl ki bazı diyâra mahsûsdur, vakt-ı hasâdı irmemiş idi. Tarlasına kimse tavârın salıvirmedi ve yolca giderken dahî içine girmedi. Bu hakîr acele ile alay yanında geçerdim. Öyle bir tarla kenarına uğradım. Çavuşlar tarlaya girme deyu âvazlar itdiler ve getürün, didiler. Gördüm, mataracasın karşuma gönderdi ve ben ânı ekin idügin bilmezdim, deyu ta‘lîm iyledi. Meğer, bu bahâneyi idenleri ‘afv itmiş imiş. Bize dahî sebeb-i ‘afv ola deyu kendüsi murâd idinmiş çün yakîn geldim; Merhûm Paşa Efendimiz ile vardıkça görürdi ve bilürdi; â zavallı sen misin, didi. Kulunum sultanım, didim. Ya sen ânın ekin idügin bilmez misin, didi. Bendeniz bu yerlüyim ânın ekin idügin bilürüm, ammâ benim gitdügüm yerde esnâze var idi; ya esnâze nedür didi. Sultânım benden yek bilürsiz, yaya yoli didim. Gerçek dirsin, buyurdi ve hande ider gibi oldi. Hele ekine girmekden sakın didi.” 36(c. II, s. 231). Peçevî Peçevî,, bir so sonra nraki ki sen senee (1601) (1601),, İst İstoni oni Belgra Belgrat’ın t’ın düş düşma mana na karşı karşı savunm sav unması asında nda haz hazır ır bul bulunm unmakt aktadı adır; r; ayrınt ayrıntılı ılı bir şekild şekildee anl anlatt attığı ığı büy büyük ük uğraşlara karşın kale, düşmanın eline geçmiştir. İbrahim Efendi, “efendisi” Mehmet Paşa’ya
yöneltilen haksız suçlamalara da değindiği bu bahiste,
-şahsî -şahsî hik hikâye âyesin sinee dâh dâhilil olm olmak ak üze üzerere- Lal Lalaa Meh Mehme mett Paşa’y Paşa’yaa yakışt yakıştırıl ırılan an suçl su çlam amal alar arıı redd reddet etme me ba bağl ğlam amın ında da,, pa paşa şa ile olan olan iliş ilişki kisi sini ninn sıkı sıkılığ lığın ını, ı, vurgulamak vurgulamaktadır: tadır: “…Allah-ü “…Allah-ü Teâlâ’ya Teâlâ’ya
ma‘lûmdur ma‘lû mdur böyle böyle diyenler diyenler bühtân-ı bühtân-ı
‘azîm itmişlerdir. Merhûmun çâk-ı yanında hâzır idim ve ekser muhatâbı fakîr idim…”37 (c. II, s. 238). [= ….bazı bölgelere özel olan heldene ismindeki ürünün hasat vakti gelmemişti. (Bu ürünün ürünün bul bulund unduğu) uğu) tarlala tarlalara ra kim kimse se dav davarın arınıı sal salmay mayıp, ıp, yol boy boyunc uncaa gid giderk erken en dahi içine içine girmed girmedi.i. Bu kıymet kıymetsiz siz,, acele acele bir şekilde şekilde ala alayy yan yanınd ından an geç geçiyo iyordu rdum; m; öyl öylesi esine, ne, bir tarla tarla kenarına uğradım. Çavuşlar, “tarlaya girme!” diye bağıdılar ve “getirin!” dediler. Mataracısını yanıma yan ıma gön gönder derdiği diğini ni gördüm gördüm ve (gelen (gelen şah şahıs) ıs) “ben “ben onun eki ekinn old olduğu uğunu nu bilmi bilmiyord yordum” um” dememi öğretti. Meğer, bu bahaneyi öne sürenleri daha önce affetmiş. Bize de af sebebi olsun diye kendisi (böyle) istemiş. Merhûm Paşa Efendimizle (yanına) vardıkça görüp ve bildiği için tanıdık geldim. “A zavallı, sen misin?” dedi. “Kulunum, sultanım” dedim. “Peki sen onun ekin olduğunu bilmez misin?” dedi. “Bendeniz yerliyim, onun ekin olduğunu bilirim; ama, benim gittiğim yerde esnâze vardı” (dedim). “Esnâze de nedir?” dedi. “Sultanım, benden iyi bilirsiniz, bilirsiniz, ‘yaya yolu’ “ dedim dedim.. “Doğru söylersin” söylersin” buyurdu ve gülümser gülümser gibi oldu. “ (sen yine de) ekine girmekten sakın!” dedi.] (= Yüce Allah bilir ki böyle söyleyenler büyük iftira etmişlerdir. Merhûmun yanıbaşında bulunurdum ve çoğunlukla konuştuğu fakir bendim.) 36
37
18
Bu seferin sonunda Budin’e dönen İbrahim Efendi, burada kendisine verilen bir takım görevlerle Budin’den ayrılıp son derece zor koşullarda nasıl Peçoy’a ulaştığından söz etmektedir: “…ve “…ve yin yinee efe efendi ndimiz miz Meh Mehme medd Paşa Paşa me merhû rhûmu munn âyâ âyâlet letine ine Budun Budun âyâleti zam olunub Budun muhâfazasına irsâl olundi. Ol kış bu ‘abd-i ‘âciz Pozega harâcın alub Budun’dan Budun’dan hidmet deyu deyu çıkdım ve serdâra bağzı ahbâr ahbâr ile mükâtîb götürdüm. Lâkin kar adamın göğsüne çıkardı. Min-ba‘de karadan gidilmek kâbiliyet olmadı. Sonra Tuna’nın buzi üzerinden gidilmek mümkin mülâhazasıyla gidüb ve lâkin her gün yirmişer otuzar kere bâr-gîrlerimiz altında buz kırılurdi ve atlarımız suya düşerlerdi ve birer mikdâr buzi kıra kıra yüzerler ve giderlerdi. Sonra başından kıçından çekub dışarı çıkarırdık. Bu felâket ve musîbet ile on beşinci günde Peçoy’a geldik. Felekden neler çekdik neler gördük.”38 (c. II, s. 239) Önce Ön ceki ki yıl yıl dü düşm şman an elin elinee ge geçe çenn İsto İstoni ni Belg Belgra rat’t’ın ın ge geri ri alın alınma ması sı amac am acıy ıyla la,, Sadr Sadraz azam am Yem emiş işçi çi Ha Hasa sann Paş aşa, a, 16 16002 yılın ılındda bir se sefe fer r düze dü zenl nlem emiş iştitir. r. Bu se sefe fere re Ru Rume melili Bey Beylerb lerbey eyii La Lala la Me Mehm hmet et Paşa Paşa’n ’nın ın beraberinde olan İbrahim Efendi de katılmaktadır. Peçevî, İstoni Belgrat’ta bulu bu luna nann ka kale leni ninn gü günl nler erce ce dö dövü vülm lmes esii ve ka kale leni ninn ele ele ge geçi çiri rilm lmes esin inde de “efendisinin” yanında hazır bulunmuştur (c. II, s. 243). Düşma Düşmanın nın Budin’ Budin’ii kuşatı kuşatıpp Peşte’ Peşte’yi yi ele geç geçirm irmesi esi üze üzerin rinee bu yön yönee hare ha reke kett ed eden en ordu orduda da da ha hazı zırr bu bulu luna nann İbra İbrahim him Peçe Peçevî vî Efen Efendi di,, bu burad radaa yaşanan mücadeleyi ve iç karışıklıkları uzun uzun anlatmaktadır. Tarihçi, Budin’in savunulması görevinin ısrarla Lala Mehmet Paşa’ya verilmesinden sonra yaşadıklarını şöyle ifade eder: (= O kış bu âciz kul, Pozega haracını alıp, Budin’den hizmet amacıyla çıktım ve serdâra bazı haberler ile belgeler götürdüm. Ancak kar, adamın göğsüne çıkıyordu. Bunun üzerine karadan gidilmesi mümkün olmadı. Sonra, Tuna’nın buzu üzerinden gitmek mümkün olur düşüncesiyle gittim; ancak her gün yirmişer otuzar kere beygirlerimizin altındaki buz kırılırdı ve atlarımız atlarımız suya düşerler düşerlerdi; di; birer miktar miktar buzu kıra kıra kıra yüzerl yüzerler er ve giderlerdi giderlerdi.. Sonra Sonra başından kıçından çekip dışarı çıkarırdık. Bu felâket ve musîbet ile on beşinci günde Peçoy’a geldik. Felekten neler çektik, neler gördük!...) 38
19
“…ne itdilerse itdiler (Mehmet Paşa’yı) râzı itdiler. Bu abd-i fakîr bir mikdâr nâhoş ve kesemiz dahî boş bulunmağla me’zûn olub Peçoy’a gitdik. Kış içinde Yemişci kethüdasıyla ve merhûm Tiryâki Hasan Paşa ile üç yüz ‘araba zahîre getürdük.”39 (c. II, s. 249) İb İbra rahi him m Peçe Peçevî vî Efen Efendi di’n ’nin in bir bir so sonr nrak akii yıl yıl (160 (1603) 3),, Os Osma manl nlı’ı’nı nınn düzenlediği sefere yardım amacıyla Belgrat’a kadar gelen Tatar Hanı Gâzi Gira Giray’ y’ıı as aske keriy riyle le kışl kışlad adığ ığıı Peço Peçoy’ y’da da ağ ağır ırla ladı dığı ğını nı ve birl birlik ikte te bo bolc lcaa va vaki kitt geçirdiklerini görüyoruz: “… ve Peçoy’u kendüye meştâ ve asker-i Tatar’a Sigetvâr ve Koban ve Moh Mohâc âc ve Şumun Şumuntur turna na ve gay gayr-ı r-ı mu muhas hassıl sıl Drâvâ Drâvâ Neh Nehri’n ri’nin in mâ mâver verâsı âsı sekenâ ve meştâ olmak üzere evâmir-i şerîfe yazdırub geldiler. Kimi ba‘zı kara ka rada da kimi kimi ka kasa sabâ bâtd tdaa
ve ka kal‘a l‘ada da ye yerl rleş eşdi dile ler. r. Ve hâ hânn-ıı ‘âlî ‘âlîşâ şânn ol kış kış
Peço Peçoy’ y’da da ‘ayş ‘ayş itdi itdi.. Ekse Ekserr ey eyyâ yâm m da dâ dâhi hill me mecl clis is-i -i şe şerî rîflfler erii olur olurdu dukk ve ahyânesîr ve şîkâra ve teferrüc bağ-ı bahara bile giderdik ve kitâbet ile ve ba‘zı hüsniyyât ile sarf-ı evkât iderdik. Bu hakîri ta‘lîk hat meşkine sevk idüb kat‘-ı kalem tarîkin ve kitâbetin ba‘zı kavâ‘idin ta‘lîm itmiş idi. Ancak, tuhmı isti‘dâdı kil-i şûreye ekmişdi…”40 (c. II, s. 251) Tatar Tatar Han Hanı’n ı’nın ın Belgra Belgrat’a t’a gel gelip ip Peçoy Peçoy’da ’da kışlam kışlaması ası üze üzerin rinee kal kaleme eme aldığı bu bahsin sonunda Peçevî, efendisi Lala Mehmet Paşa’yı ve Gâzi Giray Han’ı o yıl Peçoy’daki evinde nasıl ağırladığını anlatmaktadır:
(= ….Bu fakir kul, bir miktar mutsuz ve kesemiz de boş olduğu için izinli bir şekilde Peçoy’a gittik. Kış içinde Yemişçi’nin kethüdası ve merhûm Tiryâki Hasan Paşa’yla üç yüz araba yiyecek getirdik.) [= …ve Peçoy’u kendisine kışlak ve Tatar askerine Sigetvar, Koban , Mohaç, Şumunturna ve “gayr-ı muhassıl (=sözü edilmeyen?) Drava Nehri’nin ötesi konak ve kışlak olmak üzere yüce buyruklar yazdırıp geldiler. Onlardan bazıları karada bazıları kasabalarda ve kalelerde yerleştiler. Yüce şanlı Han o kış Peçoy’da yaşadı. Çoğunlukla ben kıymetsiz de dahil olmak üzere meclislerinde bulunurduk; kimi zamanlar avlanmaya ve bağlarda gezintiye birlikte giderdik. Yazı yazma ve bir takım güzel konularla vakit geçirirdik. Bu kıymetsizi talik yazı yazmay yazmayaa yön yönelt eltip ip kal kalem em açm açmaa yön yöntem temini ini ve baz bazıı kurall kuralları arı öğretm öğretmişt işti;i; anc ancak, ak, kâbiliy kâbiliyet et tohumunu çorak toprağa ekmişti.] 39
40
20
“Sonra “Sonra ki me merhû rhûm m efendimi efendimizz Meh Mehme medd Paşa Paşa Üng Üngürü ürüs’e s’e
müstak müs takilil
serdâr nasb olundi; merhûm İskender Kethüdâ ve sipâh ü zü‘emâ ile varub varub merhû me rhûma ma hem hem-ta -tarîk rîk olu olubb Peçoy Peçoy’a ’a get getürd ürdük. ük. Peşte Peşte ve Cân Cânkur kurtar taran an kâf kâfir ir zabtında idi ve Budun sahrâlarında ferdâ kuş uçmazdı ve bilcümle merhûm çünn Peço çü Peçoy’ y’aa ge geld ldii fa faki kirh rhân ânem emiz izde de mi misâ sâfifirr oldu oldu.. Hâ Hânn ha hazr zret etler lerii Hırv Hırvât ât memle me mleket ketine ine akı akına na git gitmiş miş idi. idi. Ve ol murâd murâd üze üzere re iş görem göremedi edi,, gan ganîme îmett alamad ala madı. ı. Akında Akındann gel gelinc incee merhûm merhûm on beş gün tev tevekk ekkuf uf itd itdi.i. Ba‘de Ba‘de hân gelice gel icek, k, merhûm merhûmun un se sebeb bebiyl iylee fak fakîrh îrhâne ânemiz mizee birkaç birkaç def def‘a ‘a gel geldi di git gitdi. di. AlâAlâkadri’t-tâkat ziyâfetler itdik. Bu kadarca âşinâlık sebebiyle her-bâr eger cânibi saltanatdan, eger kendü tarafından bir ihsân olunsa bu fakîr getürürdüm. Ve in‘âm ve ihsâna mazhar olurdum. Hak Te‘alâ Hazreti ikisin dahî garîk rahmet ide...”41 (c. II, s. 252). İbrahim Efendi’nin bu yakın ilişkiler sonrasında; daha önce Sadrazam yemişçi Hasan Paşa tarafından kendisinin yerine “İslâm askeri serdarlığına” getirilen Lala Mehmet Paşa ile Tatar Hanı arasındaki iletişimi sağlamaya devam etmiştir. Drava nehri ötesinde kendilerine tahsis edilen bölgede hana ulaşan Peçevî, ona Mehmet Paşa’nın mektuplarını vermiş; “nice lütfuna ve muhabbetine mazhar olmuştur.” (c. II, s. 267)
1.1.5. Sultan I. Ahmet Devri İbrahim Peçevî Efendi’nin Pâdişâh I. Ahmet döneminde “efendisi”nin isteği isteği üze üzerin rinee saraya saraya,, İst İstanb anbul’ ul’aa git gittiğ tiğii tes tespit pit edi edilme lmekte ktedir dir:: Yeni Yeni su sultâ ltânın nın yaptığı bürokratik düzenlemelerde, Lala Mehmet Paşa’nın sadrâzâmın yerine [= Sonra, merhûm efendimiz Mehmet Paşa Üngürüs’e bağımsız serdâr tâyin edilince, merhûm İskender Kethüdâ ve sipahi ve zâimlerle varıp merhûma hem yol arkadaşı olup, (onu) Peçoy’a getirdik. Peşte ve Cankurtaran Cankurtaran düşmanın elindeydi ve Budin Ovaları’nda Ovaları’nda tek kuş uçmazdı ve merhûm Peçoy’a tam olarak ulaştığında ulaştığında fakirhânemizde misâfir oldu. oldu. Han hazretleri Hırvat memleketine akına gitmişti; ve bu amaçla iş göremedi, ganîmet alamadı. Akından gelince(ye kadar) merhûm (Mehmet Paşa) on beş gün durdu. Sonra han gelince merhûm nedeniyle fakîrhânemize birkaç defa geldi gitti. Gücümüz yettiğince ziyafetler verdik. Bu ölçüde tanışıklık nedeniyle, her defasında gerek saltanat tarafından gerekse kendisi (Han) tarafından bir bağış olunursa ben fakîr getirirdim ve nîmet ve bağışa erişirdim. Hak Taalâ Hazretleri ikisine de çokça rahmet rah met eylesin…] 41
21
yürüttüğü serdarlık görevine “kemâ-yenbâgî”42 devam etmesi istenmektedir. Buna karşın, “ol hînde”43 paşa, bu durumun uygun düşmeyeceğini ifade ettiği bir telhis hazırlayıp yazdığı mektuplarla birlikte İbrâhim Efendi’ye verir ve İstanbul’a gönderir. Nihâyetinde, Peçevî İstanbul’a vardığında, önceden bu konu ko nunu nunn sa sadr drâz âzâm âmın ın se sefe ferle rlere re bizz bizzat at işti iştirâ râkk etme etmesi si yö yönü nünd ndee ka karar raraa bağlan bağ lanmış mış old olduğu uğunu nu öğ öğren renir: ir: “Geldü “Geldüğüm ğümüzd üzdee serdâr serdârlık lık müh mühimm immâtı âtına na ve sefer levâzımâtına sarf-ı makdûr itmek üzere idi.” 44 (c. II, s. 292). “Kâsım Paşa’nın Encâm-ı Kârı”45 adını verdiği hemen sonraki başlık altında zikri geçen Sadrâzam Deviş Paşa’dan hareketle Peçevî, paşanın kard ka rdeş eşin inee ve veril rilen en ta tahr hrîr îr işler işlerin inin in ke kend ndis isii tara tarafı fınd ndan an ya yapı pıld ldığ ığın ınıı ifad ifadee etmektedir: “Mezkûr Dervîş Paşa sene 1015 (1606) târihinde vezîr-i a‘zam olmuş idi ve karındâşına Eğriboz sancâğın virüb ve livâ’-ı mezbûrenin ve İnebahtı ve Karlıili sancâklarının tahrîrin murâd idinüb karındâşın muharrir-i vilâyet ta‘yîn itmiş idi. Lakin kendüsi kitâbetden bi-haber bir tâze civân olmağla hatta ümerâ içinde civânbeg nâmıyla mezkûr idi. Etmekcizâde Defterdâr Ahmed Paşa ilkâsıyla bu hakîri zikr olunan üç sancâğa kâtip ta‘yîn itdiler. Mîrlivâ baştardasıyla, bu hakîr dahî karadan Eğriboz’a vardık.”46 (c. II, s. 294). Peçevî, bir sonraki bahiste iki sene öncesinde (1604) gerçekleşen önemli bir görev değişikliğini ortaya koyar: Sadrâzam Ali Paşa’nın, serdârlık görevini yürüttüğü Belgrat’ta vefatı üzerine, “vezâret-i kebîr”47lik görevi Lala Mehmet Paşa’ya verilmiştir. Yeni serdâr-sadrâzam, ilk iş olarak düşmanın (=Uygun olduğu üzere) (= O zamanda) [= Geldiğimizde (sadrâzam) serdârlık malzemesi ve sefer araç-gereçleri (sağlamakla) uğraşmakta idi.] (= Kâsım Paşa’nın Sonu) [= Sözü edilen Derviş Paşa 1606 tarihli senede vezîr-i a‘zam olmuştu ve kardeşine Eğriboz Sancağı’nı verip; sözkonusu sancağın ve İnebahtı ile Kalıili sancaklarının tahrîrini talep edip kardeş kardeşini ini vilâyet vilâyet yazıcı yazıcısı sı (olarak (olarak)) tây tâyin in etm etmişt işti.i. Ancak Ancak ken kendis disii yazım yazım (işind (işinden) en) hab habersi ersizz olgunlaşmamış bir genç olduğu için -hatta beyler arasında “civanbey” adıyla sözü edilirdi(Vezir) Ekmekçizâde Defterdâr Ahmet Paşa’nın Paşa’nın öne sürmesiyle bu kıymetsizi bahsi geçen üç sancağa yazıcı tâyin ettiler. Sancakbeyi, savaş gemisiyle; bu kıymetsiz de karadan (?) Eğriboz’a vardık.] (= Sadrâzamlık) 42 43 44
45 46
47
22
elin elinde deki ki Este Esterg rgon on Kale Kalesi si’n ’nii ku kuşa şatm tmak ak üz üzer eree yo yola la çıka çıkark rken en,, kâ kâtitibi bi ve yardımcısı olan İbrahim Efendi de yanında bulunmaktadır. Bu mevzuya dâhil olmak olm ak üze üzere re tarihç tarihçi,i, kuşatm kuşatmanı anınn ya yapıl pıldığ dığıı sah sahada ada karşı karşı tarafl taraflaa yap yapıla ılann görüşm görüşmele elerr ve değ değerl erlend endirm irmele elerr son sonucu ucunda nda İbrahi İbrahim m Paşa’n Paşa’nın ın serdar serdarlığ lığıı zamanında uygun bulunan Eğre Kalesi’ne karşı Estergon Kalesi’nin Osmanlı Devl De vlet eti’n i’nee te tesl slim im ed edililme mesi si şe şekl klin inde deki ki bir ba barış rışta tann sö sözz etme etmekt kted edir. ir. Bu çerçevede, “efendisi” Mehmet Paşa “taraf-ı hilâfa zâhib”48 olsa da nihayetinde belgeler hazırlanır ve İbrahim Efendi’yle “âsitâne-i sa‘âdete” gönderilir (c. II, s. 296-297). Başkentte önce sadrazam kaymakamı ve ardından şeyhülislâm ile görüşen İbrahim Efendi, Şeyhülislam Sunullah Efendi’nin plana büyük tepki göster gös terip ip reddet reddetme mesi si üze üzerin rine, e, bel belgel geleri eri pâ pâdiş dişâha âha sun sunma madan dan geri geri dön dönere erekk Sirem Ovası’nda yetiştiği sadrâzama olanları aktarmıştır (c. II, s. 297-298). 1605 yılında Estergon Kalesi’ni fethetmek üzere yola çıkılmıştır. Sefer yolunda menzilden menzile ilerleyenler arasında Peçevî de yer almaktadır: “İrtesi ol menzilden kalkub Canbeg’e dogru ‘azîmet olundi. Bu abd-i fakîr vezir-i a‘zam kethüdâsı ‘Abdi Kethüdâ ile bir mesafe-i kalîle âlây-ı zafer peymândan ilerüce giderdik.”49 (c. II, s. 302). Esterg Estergon’ on’aa gel gelini inipp kal kaleni eninn kuşatı kuşatılma lmasıy sıyla la ge gelişe lişenn ola olayla yları rı Peçevî Peçevî,, oldukça ayrıntılı bir şekilde okura aktarmaktadır. Kendisinin bizzat kuşatmada hazır bulunması yanında, kalenin fethinin gerçekleşmesi üzerine “vire”nin görüş görüşülm ülmesi esi vaz vazife ifesin sinii üs üstle tlenme nmesi, si, yaşam yaşam öyküsü öyküsü açı açısın sından dan son derece derece önemli gözükmektedir. Bu aşamada tarihçinin yaşadıkları şunlardır: “Nısfü’l-leylden mukaddemce mukaddemce idi. Budun’un yeniçeriağası yeniçeriağası Osmân Ağa Ağa kolundan el amân deyu feryâd ve figân iylemişler ve vîre ahvâlin söyleşmeğe âdem âde m istem istemişl işler. er. Çün bu haber-i haber-i me meser serret ret-i -i ese eser, r, vez vezir-i ir-i a‘zam a‘zam
semi‘n sem i‘nee
(= Aksi yönde fikre sahip) [= Ertesi (gün) o konaktan kalkıp Canbey’e yola çıkıldı. Bu fakir kul, vezir-i a‘zam kethüdâsı Abdi Kethüdâ ile zafer yeminli alayın küçük bir mesafe önünden giderdik.]
48 49
23
değer, hamd-i hâlık (ﻦ ()ﭽﯿﭗﻮﻦ )ﭽﯿﭗcelle şânuh idüb âdem gönderürüz dir. Bu ‘abd-i fakîr Abdi Kethüdâ ile ol gîce orduda bulundum. Abdi Kethüdâya dahî gelüb tebşîr itdiler. Ma‘iyyet ile huzûrlarına vardık. Mübârek başların kaldurub bu fakîre hitâb eylediler: Hic ‘uhdene lâzım değil iken kal‘e vîrilmekde ve küffâr ile vîreyi söyleşmekde gâyet tehâlükvâr idi. Bu kere dahî var vîreyi söyleşen fakîr dahî. Allahü Te‘âlâ vîre ki ol zamân gele. Sultânımın ma‘lûmudur, ol zamâ za mând ndan an be berü rü Ha Hazr zret et-i -i Ha Hak’ k’da dann ricâ ricâ ve ilti iltimâ mâsı sım m od odur ur ki vîri vîrilm lmek ekde de söyleşdügüm üzere alınmakda dahî söyleşen bendeniz olâm, didim. İşte imdî ol zamandır buyurdular. Gâhî fakîre bunun latîfe gûne iltifât buyururlar idi. Yine ana hamle itdim. Meger bu hakîrin gelmesine tevakkuf buyururmuşlar ve gayrı adam göndermemişler.”50(c. II, s. 305-306). Göre Gö revi vi ba başa şarıy rıyla la ge gerç rçek ekle leşt ştir iren en İbra İbrahi him m Efen Efendi di’n ’nin in dileğ dileğii ka kabu bull olmuştur: olmu ştur: On yıl önce îfâ ettiği Estergon Estergon Kalesi’nin Kalesi’nin vireyle vireyle düşmana düşmana teslim edilmesinin rövanşı, tarafından alınmıştır: “…ve anlar kal‘eyi aldıkda bize söyledikleri bir kac mertebe ziyâde söyledim ve nîce cefâlar eyledim. Cenâb-ı Rabbü’l-‘âlemîn, ol mahalde du‘âmız kabûl itmiş imiş”51 (c. II, s. 306). Peçevî Peçevî,, ka kalen lenin in fet fethin hinin in ardınd ardından an ayn aynıı yıl (1605) (1605) bu öne önemli mli ola olayı yı müjde mü jdelem lemek ek için için berabe beraberin rindek dekii hey heyetl etlee İst İstanb anbul’ ul’aa doğ doğru ru yol yolaa çıkmış çıkmıştır tır.. Saraya ulaştığında yaşadıklarını şöyle ifade etmektedir: “Âsitâne-i sa‘âdete vardık, sa‘âdetlü pâdişâh şehzâdeler odasın teşrîf buyurdular. Dârü’l- sa‘âdete kapusundan girüb ol mahalde mülâkî olduk ve te telh lhîs îsim imiz iz virü virübb lisân lisânaa lâzı lâzım m ge gele lenn ah ahvâ vâlili ‘arz ‘arz ey eyle ledü dük. k. Anda Anda bu bulu luna nann [= Gece yarısında yarısından n önce idi. idi. Budun’un Budun’un Yeniçeriağas Yeniçeriağasıı Osmân Ağa Ağa kolundan kolundan “el aman!” aman!” diye feryâd ve figân eylemişler ve vîre durumunu söyleşmeye adam istemişler. Bu haber sevinç yaratınca yaratınca,, kıymet değer vezir-i vezir-i a‘zam, Yaradan’a Yaradan’a hamd (ﻦ ()ﭽﯿﭗﻮﻦ )ﭽﯿﭗcelle celle şânuh edip, “adam göndeririz” der. Bu fakir kul, Abdi Kethüdâ ile o gece orduda bulundum. Abdi Kethüd Kethüdâ’y â’yaa da gel gelip ip müj müjdel deledi ediler ler.. Görevl Görevlile ileri ri ile huz huzurl urların arınaa vardık vardık.. Müb Mübarek arek başların başlarınıı kaldırıp bu fakirle konuştular: “Sorumluluğun hiç gerektirmez iken, kalenin teslim edilmesinde ve düşmanlar ile teslim teslim şartlarını görüşmede gâyet cesaretli cesaretli (davrandın). Bu kez var teslim şartlarını görüşen fakîr de (sen ol)” (dedi). “Allahü Te‘âlâ vere ki o zaman gele. Sultânım bilir, o zamandan beri Hazret-i Hak’tan ricâ ve isteğim odur ki verilmekte söyleştiğim üzere, alınmakta da söyleşen bendeniz olayım” dedim. Zaman zaman bu fakîre bunun (gibi) şaka tarzında iltifât buyururlardı. Yine öyledir sandım. Meğer, (görevi) bu kıymetsizin gelmesine bağlamışlar ve başka adam göndermemişler.] (= … ve onlar kaleyi aldıklarında bize söylediklerinin birkaç kat fazlasını söyledim ve nice cefâlar ettim. Cenab-ı Rabbü’l- âlemin, o yerde duamızı kabul etmiş imiş.) 50
51
24
hidm hidmet etkâ kârla rlarım rımız ız ile ile ma ma‘â ‘â on ye yedi di âd âdem em idük idük.. Bire Birerr hil‘â hil‘âtt-ıı fâhi fâhire re i‘tâ i‘tâ buyurdular ve bu hakîr piyâde mukâbelecisi idim, süvâri mukâbelecisi oldum. Hızır Ağa Pojega sancâğın ricâ itdi; ihsân buyurdular ve merhûm efendimiz bu fakîre dimiş ve sipâriş itmiş idi (ﻢ ( ﺏﻮﻟﻳﻜﻢ = belkîm?) bir mahalin düşüre, bizzât sa‘âdetlü pâdişâha diyesin, murâdât-ı dünyeviyyeden bundan gayrı Cenâb-ı Bârî’den bir hâcetim yoğ idi. On yıl bu serhâdları bunun içün bekledim. Bundan sonra ya sağ kaldım ya öldüm ya mansıb aldım ya ma‘zûl oldum cümlesi katımda birebirdir. ‘Aynıyla sa‘âdetlü pâdişâha böyle didim. Yok öyle dimesün, biz andan dahî çok hidmet umârız buyurdular.”52 (c. II, s. 307). Estergon Kalesi’nin fethinde gösterdiği yararlılıklar nedeniyle pâdişâh tarafından terfi ile ödüllendirildiğini belirten İbrahim Peçevî Efendi, kalenin fethinii özetlediği fethin özetlediği bölümü bölümünn sonunda, sonunda, bu kadar uzun yazması yazmasının nın neden nedenini, ini, olaylara bizzat şahit olmasıyla açıklamaktadır: “İşte Estergon’un icmâl-i fethi böyle vâki‘ olmuşdur. Kendü sergüzeştimiz olmağla bir mikdâr iksâr olundi.”53 (c. II, s. 307). Fetiht Fetihten en so sonra nra o dön dönem emlerd lerdee öne önemli mli bir merke merkezz durum durumund undaa ola olann Belgrat’a giden Peçevî’nin, askere aylıklarını dağıtma görevini üstlendiğini görü gö rüyo yoru ruz. z. Tari Tarihç hçi,i, “Bu “Bu Fakî Fakîri rinn Belgr Belgrad ad’d ’daa Me Mevâ vâci cibb-ii Tevz Tevzî‘î‘54 İttiğimiz Zikr Zikrin inde dedir dir”” ba başl şlığ ığın ınıı ve verd rdiği iği bu bö bölü lümd mde, e, olay olayın ın ba başa şarıy rıyla la ifâ ifâ ed edilm ilmee hikâye hik âyesin sinden den önc öncee -bağla -bağlam m çerçe çerçeves vesind indee- şah şahsî sî vaz vazife ifeler lerini ininn bir listes listesii mâhiyetindeki bilgileri de okuyucuya aktarmaktadır: “Bu ‘abd-i fakîr, süvâri ve
[= Âsitâne-i sa‘âdete vardık. Saadetli pâdişâh şehzâdeler odasına teşrîf buyurdular. Dârü’lsa‘âdete kapısından girip o mekanda buluştuk ve telhîsimizi verip aktarmamız gereken durumu arz eyledik. Orada bulunan hizmetkârlarımız ile birlikte on yedi kişi idik. Birer şerefli hilât lütfettiler lütfettiler ve bu kıymetsiz, kıymetsiz, piyâde mukâb mukâbelecis elecisii idim idim,, süvâri mukâbelecisi mukâbelecisi oldum. Hızır Ağa, Pojega sancağını ricâ etti; ihsân buyurdular ve merhûm efendimiz bu fakîre demiş ve sipâriş sipâriş etmiş idi ki; (ﺏﻮﻟﻳﻜﻢ = belkîm?) belkîm?) uygun bir bir ortam olursa, olursa, bizzât bizzât saâdetli saâdetli pâdişâha pâdişâha (şöyle) söyleyesin: “dünyevî isteklerden, bundan başka Cenâb-ı Bârî’den bir dileğim yoktu. On yıl bu serhâtları bunun için bekledim. Bundan sonra ya sağ kaldım ya öldüm ya devlet hizmeti aldım ya görevden alındım tümü benim için birdir”. Olduğu gibi saadetli pâdişâha böyle dedim. “Yok öyle demesin, biz ondan daha çok hizmet umarız” buyurdular.] (= İşte Estergon’un fethi, özetle böyle gelişmiştir. Kendi başımızdan geçtiği için bir miktar uzatıldı.) (= Aylık dağıtma) 52
53
54
25
piyâ piyâde de mu mukâ kâbe beles lesine ine biry biryer erde denn mu muta tasa sarrı rrıff idim idim ve dîvâ dîvând ndaa mu musâ sâla lahh-ıı mukayyid 55 idim.”56(c. II, s. 314). İbrahim Efendi -taşımış olduğu bütün kaygılara rağmen- aylık dağıtma görevini, o güne kadar bu işi yapanlara göre öylesine az bir mâlî açık oluş oluştu tura raca cakk şe şeki kild ldee so sonl nlan andı dırm rmış ıştı tırr ki sa sadr drâz âzam am on onuu ye yedi di ad adet et hilâ hilâtt giydirmekle onurlandırılmak istemiştir: “…ve bi-hamdullah şöyle tevzî’ itdim ki evvel ve âhir dâmeneme bir âdem yapışmadı ve sende hakkım kaldı dimedi ve mansıbın aldığım cevş-i merh me rhûm ûm yine yine mu mukâ kâbe bele leye ye ibkâ ibkâ ve mu muka karre rrerr itme itmeğe ğe ço çokk ihtim ihtimâm âm itdi itdi57. Zimmetimde bir akçe çıkarmadı. Belki devlet-i ‘aliyyede şimdiye değin altı bölüğe bir yerden mevâcib virilmek vaki‘ olmamış idi. Nevâdirden olmağla bu yâve bu mahalde ketb ü tahrîr olundi. Tevzî‘ itdiğimiz yüzelli yük akçeden ziyâde mevâcib alan sipâh üçbinden artık idi. Garâib bundadır ki Nakkâş Pâşâ Bursa’da yirmidört yük akçeden tevzî’ itdirmiş oniki yük akçesi mükerrer çıkdı. Dâvud Paşa Kütahya’da kırksekiz yük akçe tevzî’ etmiş; onbeş yük akçe mükerrer çıkdı. Bu hakîrin ancak mükerreri yedibin akçe idi. Bu ahvâli merhûm vezir-i a’zama Etmekcizâde ‘arz itdikde, İbrahîm Efendi’ye yedi hil‘at giydirin didi. Ancak, biri ile iktifâ itdiler.”58 (c. II, s. 315). Bu kelime sözlüklerde tam olarak “barış kaleme alan” anlamına gelmesine rağmen; eserin Baykal sadeleştirmesinde “…divanda devlet işlerine bakıyordum.” biçiminde yer almaktadır. A.g.e. c.II, s. 295. [= Bu fakir kul, hem piyâde hem de süvâri mukâbeleciliğini yürütüyordum ve dîvândan barış (antlaşmalarını) kaleme alan kişi idim.] id im.] Cümlenin bu kısmı B. S. Baykal sadeleştirilmesinde şöyle yer almaktadır: “… ve Allah’a hamd ile öyle dağıttım ki evvel ve ahir yakama tek bir adam yapışmadı ve sende hakkım kaldı demedi. Yine eski görevlerimde kaldım, zimmetimde bir akçe çıkmadı.” C. II, s. 296. “dâmene” kelimesi, “yaka” değil; “dağ eteği” “etek” anlamlarına gelmektedir. Ayrıca, bir sonraki dipnotta görüleceği üzere cümlenin önemli bir bölümü eksiktir. [= … ve Allah’a hamdolsun, hamdolsun, şöyle dağıttım ki öncesinde öncesinde ve sonrasında sonrasında eteğime bir adam yapışmadı ve “sende hakkım kaldı” demedi ve görev(lerini yürüttüğüm) “cevş-i merhûm = rahmetli koruyucu?” (bana) yine danışmaya devam (etti) ve kararlı davranmaya çok özen gösterdi. Zimmetimde bir akçe çıkarmadı. Belki devlet-i aliyyede şimdiye değin altı bölüğe bir yerden aylık verilmesi gerçekleşmemişti. gerçekleşmemişti. Nâdiren olduğu (görüldüğü) için bu anlamsız sözler bu böl bölümd ümdee yazıldı yazıldı.. Dağ Dağıtt ıttığım ığımız ız yüzell yüzellii yük akçede akçedenn faz fazla la ayl aylık ık ala alann sip sipâhi âhi üçb üçbind inden en fazlaydı. İşin garibi şudur ki Nakkâş Pâşâ, Bursa’da yirmidört yük akçeden dağıttırmış oniki yük akçesi fazladan verilmiş çık(mış)tı. Dâvud Paşa Kütahya’da kırksekiz yük akçe dağıtmış; onbeş yük akçe fazladan verilmiş çık(mış)tı. Bu kıymetsizin fazladan verilmiş çıkanı (ise) ancak yedibin akçe idi. Bu durumu merhûm vezir-i a’zama Ekmekçizâde arz edince, “İbrahîm Efendi’ye yedi hil‘at giydirin” dedi. Ancak, biri ile yetindiler.] 55
56
57
58
26
Üngürüs Serdarlığı görevini yürütmekte olan Lala Mehmet Paşa, 1605 yılında pâdişâh I. Ahmet tarafından mevcut serdarlığı bıraktırılıp Acem illerine serdar tâyin edilmiştir. Üzüntü içinde görevi kabul etmek zorunda kalmış olan Paşa, kendisiyle birlikte sefere gidecekler seçilirken İbrahim Efendi’ye de fikrini soracaktır: “Ol gün bu fakîre teveccüh idüb, sen de bizimle ‘Acem’e gider misin buyurdular. Yâ sultânım, çâpa kürek irmeyince59 ayrılır mıyım, didim.”60 (c. II, s. 317). Peçevî’ye göre, serdar tâyin edilen Mehmet Paşa, yola çıkmadan önce gönül kırgınlığı ve üzüntüden hastalanıp yatağa düşmüş ve tedavisini yürüten Portekizli doktorun yanlış uygulamaları sonucunda 1606 yılında vefat etmiştir (c. II, s. 321). Mehm Me hmet et
Paşa Paşa’n ’nın ın
ölüm ölümün ünün ün
ardı ardınd ndan an
eşya eş yala ları rını nınn
müs üsâd âder eree
edilmesini anlattığı bahiste Peçevî, “efendisinin” arkasından duyduğu acıyı ifad ifadee et ettik tikte tenn so sonr nra, a, on onun unla la ge geçi çird rdiği iği yılla yılları rı ve iliş ilişki kile leri rini ninn gü güze zelli lliği ğini ni okuyucuya şöyle aktarmaktadır: “Merhûma karâbetimizden kat‘ı-nazar, onbeş sene mikdârı bir gün hidmetinden dûr olmadım. Tenhâda râzdâşı musâhibi idim. Halk içinde ekser muhât mu hâtabı abı idim. idim. Müd Müddet det-i -i ‘öm ‘ömrüm rümde de bir âci kel kelâmı âmınn işitme işitmedim dim.. Belki Belki her zamân zam ân lüt lütf-i f-i şerme şermende ndesi si idim. idim. Hem Hemân ân Cen Cenâbâb-ıı Rab Rabbi’ bi’l-‘a l-‘alem lemîn în rahme rahmetin tin ziyâde idüb dâhil-i huld-berin iyleye. Şimden sonra hidmetimiz du‘adan gayrı değildir.”61 (c. II, s. 323).
Sözlüklerde ve TDK Deyimler Sözlüğü’nde karşılığı bulunamadı; ancak B. S. Baykal’a göre -ki metnin içine doğrudan dâhil etmiştir- “mezara girmeyince” anlamına gelmektedir. (= O gün bu fakire yönelip “sen de bizimle Acem’e gider misin?” buyurdular. “Ya sultânım, çapa kürek ermeyince ayrılır mıyım” dedim. (= Merhûmla akrabalığımız bir yana, on beş sene süresincebir gün hizmetinden uzak olmadım. olmad ım. Tenhada Tenhada sırdaşı ve sohbet ettiği idim. Halk içinde çoğunlukla çoğunlukla benimle benimle muhatap olurdu. olu rdu. Ömrüm Ömrüm boy boyunc uncaa bir köt kötüü sözünü sözünü duy duymad madım; ım; bel belki ki her zam zaman an lütufl lütuflarıy arıyla la beni utandırırdı. utandırırdı. Tez zamanda zamanda âleml âlemlerin erin yaratıcısı yaratıcısı Allah, rahmetini rahmetini çoğaltıp çoğaltıp cennete soksun. Şimdiden sonraki hizmetimiz duadan başka bir şey değildir.) 59
60
61
27
Yukarıdaki satırlarda Peçevî’nin verdiği onbeş yıllık hizmet süresi ile muht mu htem emel el do doğu ğum m ta tari rihi hi olan olan 15 1574 74 ve Me Mehm hmet et Paşa Paşa’n ’nın ın ve vefa fatt tari tarihi hi aralarındak aralarındakii mate matematik matik işlemler işlemler sonu sonucund cundaa onun onye onyedi di yaşından yaşından otuz otuziki iki yaşına kadar, kesintisiz bir şekilde Lala Mehmet Paşa’nın yanında çalıştığı ortaya çıkmaktadır. Peçevî, “efendisi” rahmetli olduğunda otuziki yaşında genç bir devlet görevlisidir. Lala La la Me Mehm hmet et Paşa Paşa’n ’nın ın,, ve vefa fatı tınd nden en ön önce ce ke kend ndii ye yeri rine ne (Üng (Üngür ürüs üs serdar serdarlığı lığı)) ata atadığ dığıı Murat Murat Paşa Paşa (Kuyuc (Kuyucu), u), bir süre süre so sonra nra sad sadrâz râzam am tây tâyin in edilmi edi lmişti ştir. r. Bu ko konuy nuyla la ilgili ilgili ola olann ba başlı şlıkk alt altınd ında, a, Peçev Peçevî’n î’nin in “efend “efendisi isinde nden” n” sonrak son rakii durumu durumunu nu öğren öğrenebi ebilme lmekte kteyiz yiz:: İbrah İbrahim im Efend Efendi,i, Murat Murat Paşa’y Paşa’yaa bu görev verildiğinde, daha önce tahrir için gitmiş olduğu Eğriboz Sancağı’ndan Belgra Belgrat’a t’a hen henüz üz dön dönmü müştü ştür. r. Murat Murat Paşa’y Paşa’yıı “sefer “seferlerd lerdee hen henüz üz vez vezâre ârett ile mîrimîrân iken”62 sık sık “menzîl-i şeriflerine”63 gidip geldiği için sadrâzamlık öncesinden öncesinden de tanım tanımaktad aktadır. ır. Sadrâzam Sadrâzam,, Peçevî’nin Peçevî’nin bu gelişinde, gelişinde, fazlaca fazlaca iltifat edip, mukabelecilik görevine devam etmesini ve tezkireciliklerini de yapm ya pmas asın ınıı iste ister; r; ha hatt ttaa de deft fter erda darr kö köşk şkün ünüü de ku kulla llanı nımı mına na su suna nar; r; an anca cakk Peçevî Peçevî’ni ’ninn mem memlek lekett etteki eki ev evii yan yandığ dığıı için için oraya oraya git gitme mesi si gerekm gerekmekt ektedi edir; r; müsaade isteyerek Peçoy’a gider (c. II, s. 330).
1.1.6. Sultan I. Mustafa ve Sultan II. Osman Devirleri Peçevî’nin yukarıdaki olaydan itibaren, Sultan Osman’ın “şehâdetine” kadar geçen onaltı yıl içinde gelişen olayları kaleme aldığı satırlar arasında, şahsının dâhil olduğu herhangi bir olaya ya da âilev levi bir bilg ilgiye iye rastlanmamıştır.
62 63
(= seferlerde, henüz vezirlik yapan bir beylerbeyi iken) (= yüce konaklarına)
28
1622 yılında bizzat tanık olduğu olayı aktardığı bahiste Peçevî’nin damadından söz ettiğini görüyoruz; dolayısıyla onun -en az- bir kızı olduğu ortaya çıkmaktadır: Sultan Osman’ın Lehistan Seferi dönüşü hac yolculuğu için otağları kadırgaya yüklenirken Peçevî, dâmâdı Ramazan Çavuş ile saray görevlilerinin yanında bulunuyordu (c. II, s. 381). Ayrıca anlattıklarından, soka so kakt ktak akii ka karg rgaş aşay ayıı ya yakı kınl nlar arıı ve da dama madı dıyl ylaa birl birlik ikte te Şehz Şehzad adee Câ Câm mii yakınlarında bulunan konağından izlediği kanısı oluşmaktadır: “…ve “…ve Sultan Sultan Mus Mustaf tafa’ı a’ı vâl vâlide idesiy siyle le ve dây dâyes esiyle iyle64 saray-ı saray-ı ‘âmi ‘âmirede rede isti‘mâl hastalar arabasına bindürüb yeniçeri odalarına getürdiler ve Orta Câmi’e koydılar. Bu vazı’-ı garîb ile Sultân Mustafâ’yı getürürken Şehzâde Câmi’ kurbunda olan vâsi’ dervâzeye ya‘ni sokağa pencerelerimiz nâzır idi.” 65 (c. II, s. 383). Nitekim
bu
kanı,
sonraki
satırlarda
geçen
şu
cümlelerle
doğrulanmaktadır: “… ve Kara ‘Ali Ağa konağımız önünden geçüb, hânesine gitd gitdi” i” (c. (c. II II,, s. 38 384) 4).. “…yi “…yine ne ma ma’h ’hûd ûd66 kona konağımı ğımızz penc penceresi eresinden nden nâzı nâzır r idik…”(c. II, s. 385). Peçevî Peçevî,, Sultan Sultan Osm Osman’ an’dan dan son sonra ra Sultan Sultan Mus Mustaf tafa’n a’nın ın tek tekrar rar tah tahta ta çıkarı çıkarıldı ldığı ğı dön dönem emde de me memle mleket kette te mey meydan danaa gel gelen en karışı karışıklı klıkla kları rı anl anlatt attığı ığı bölümün sonlarına doğru, sayfalardır vermediği otobiyografik bilgilerden birini daha da ha ve verir rir ve ba başk şken entt ttee sö sözü zünü nü etmi etmişş oldu olduğu ğu ka karm rmaş aşal alar arın ın ya yaşa şand ndığ ığıı dönemde, kendisinin Diyarbakır’da defterdâr olduğunu beyân eder (c. II, s. 390). Bu kelimenin (dâyesiyle) ve diğer birkaç kelimenin Yeni Türkçe karşılığı B.S. Baykal sadeleştirmesinde yer almamaktadır. Ayrıca cümlelerde anlam bozukluğu sözkonusudur. Eserde iki cümlenin tamamı şu şekilde “sadeleştirilmiştir”: “Sonra Sultan Mustafa’yı annesiyle beraber alıp sarayda kullanılan hasta arabasına bindirilerek yeniçeri odalarına götürdüler ve Orta Orta Câm Câmi’y i’yee koydul koydular. ar. Böyle Böyle garip garip bir biç biçim imde de Sultan Sultan Mus Mustafa tafa’yı ’yı göt götürü ürürle rlerken rken biz de Şehzâde Câmii yakınındaki sokağa bakan pencereden görüntüyü seyrettik.” (c. II, s. 358). (= …ve Sultan Sultan Mus Mustafa tafa’yı ’yı ann annesi esi ve dad dadısıy ısıyla la dev devlet letin in sarayı sarayında nda kul kullan lanıla ılann has hasta ta arabasına bindirip, yeniçeri odalarına getirdiler ve Orta Cami’ye koydular; bu garip durumda Sultan Mustafa’yı getiriyorlardı ve pencerelerimiz, Şehzâde Câmi yakınında olan geniş kale kapısına yani sokağa bakıyordu.) (= Sözü edilen) 64
65
66
29
Tarih Tarihçi çi,, bu şa şahs hsîî bilg bilgiy iyi,i, iki iki ba başl şlık ık so sonr nraa “beh “behiş işt-â t-âbâ bâd” d”67 olarak betimlediği Bağdat’ın, İranlılar eline geçmesi bahsinde de tekrarlamaktadır: “Bu ‘abd-i bi-mikdâr, ol hînde Diyâr-ı Bekir hazînesinde defterdâr idim”68(c. II, s. 392). Demek oluyor ki İbrahim Efendi, 1622 ve 1624 senelerine tekâbül eden bu olaylar esnasında yaklaşık elli yaşlarında bir defterdârdır. Peçevî’nin, Peçevî’nin, İranlılar’ın İranlılar’ın saldırıları saldırılarını nı anlat anlatmaya maya Musu Musul’un l’un alınm alınmasıyla asıyla devam ett ettiği iği bir sonraki başlıkta, başlıkta, kendisinin kendisinin mesl meslekî ekî kariyerine kariyerine dâir bir bilgi dahaa bul dah bulmak maktay tayız: ız: Diyarb Diyarbakı akırr Beyler Beylerbey beyii Hâf Hâfız ız Paşa, Paşa, Def Defter terdâr dâr İbrahi İbrahim m Peçevî Efendi’yi -muhtemelen aynı senelerde- “Karaman pâyesiyle Rakka Beylerbeyiliği” verip, “ikiyüz sekbân ile Mârdîn muhâfazasına” göndermiştir (c. II, s. 394).
1.1.7. Sultan IV. Murat Devri Peçevî Peçevî,, Padişâ Padişâhh IV. Murat’ Murat’ın ın tah tahta ta çıktığ çıktığıı 162 16233 sen senesi esinde ndenn son sonra ra gelişen olayları anlatırken, hayranlıkla bahsettiği Sadrâzam Çerkez Mehmet Paşa’n Paşa’nın, ın, Def Defter terdâr dâr Bâki Bâki Paşa Paşa ve diğ diğerle erleriy riyle le birlikt birliktee kışlam kışlamak ak am amacı acıyla yla Toka Tokat’a t’a ge gelm lmes esin inin in ardın ardında dan, n, ke kend ndis isin inin in de “Mar “Mardi dinn mu muha hafa faza zası sınd ndan an”” gelerek; “darphâne hidmetine me’mur olub” buraya yerleştiğini belirtmektedir. İbrahi İbrahim m Efendi Efendi,, 162 16255 yılınd yılındaa burada buradaki ki “Hazîn “Hazîne-i e-i ‘Âmire ‘Âmire’de ’de,, züyûfzüyûf-ıı akçe-i akçe-i Osmaniyye’den zamân-ı kalîlede üçyüz yük akçe mikdârı sahîhü’l-‘ayâr akçe kat‘ itdirüb”69 paraları hazır hale getirir; ancak bu aşamada Mehmet Paşa vefat eder. Yerine Diyarbakır Beylerbeyi Hâfız Paşa sadrazamlığa sadrazamlığa getirilir (c. II, s. 402-403).
(= Cennet imârlı) (= Bu kıymetsiz kul, o zamanda Diyarbakır Hazinesi’nde defterdar idim.) (= Hazine-i Âmire’de Osmanlı Osmanlı kalp akçesinden kısa zamanda zamanda üçyüz yük akçe mi miktarında ktarında tam ayarda akçe kestirip…)
67 68 69
30
Mehmet Paşa’nın ölümünden birkaç ay sonra Defterdâr Bâki Paşa da vefat vef at etm etmişt iştir. ir. Ölm Ölmede edenn birkaç birkaç gün evv evvel el dev devret retmek mek isted istediği iği de defte fterdâ rdârlık rlık görevi, İbrahim Peçevî Efendi tarafından kabul görmeyecektir: “Yeniç “Yeniçeri eri Ağası Ağası dah dahîî kâ’ kâ’imim-mak makâml âmlık ık tarîki tarîkiyle yle ol ma mansı nsıb-ı b-ı ce celîle lîlede de istihdâm itmek istedi. Sonra Diyar-ı Bekr’e vardığımızda sadrâzam Hâfız Paşâ Paşâ da dahî hî tek teklîf lîf u ibrâm ibrâm eyl eyled edi;i; ve velâk lâkin in pîrlik pîrlik za’ za’fıy fıyla la eşg eşgali aline ne iştigâ iştigâlde lde kusûrımız mülâhazasıyla imtina‘ itdim ve yalnız Tokat defterdârlığına kanaat itdim”70 (c. II, s. 403). Bu dönemde Peçevî ellili yaşlarının başında olduğu halde kendisini ihtiyarlık kategorisine sokup görevi üzerine almaktan uzak durmaktadır. Peçevî’nin Pâdişâh IV. Murat devrinde tanık olduğu olaylar arasında -yukarıda sözü edilenlerden başka- İranlılar’ı bozguna uğratan Gürcüler’in gönderdiği heyetle Sadrâzam Hâfız Paşa’nın yaptığı önemli bir görüşme de bulunm bul unmakt aktadı adır. r. Bu gö görüş rüşme mede de Gürcül Gürcüler’ er’in in Paşa’y Paşa’yıı İran İran top toprak raklar larını ını fet fethe he davet etmelerinde Peçevî, olumlu yönde müdâhil olup, ısrar sergilemiş ancak Bağdat’ın fethine kilitlenen sadrâzamı bu yönde harekete iknada başarılı olamamıştır (c. II, s. 404-405). “Bu hakîr Tokât’dan irsâliyye göndermiş idim vârân adamımız nakl ider ki…” (c. II, s. 407): Bu ifadeyi hemen sonraki başlık altında tespit ediyoruz. Sözkonusu cümle ve devamından, Bağdat’ın Hâfız Paşa tarafından dokuz dok uz ay boy boyunc uncaa ku kuşat şatılm ılması ası ve baş başarı arısız sızlık lıkla la son sonuçl uçlan anmas masıı sırası sırasında nda (1625 (1625-16 -1626) 26) İbrahi İbrahim m Efendi Efendi’ni ’ninn Tokat’t Tokat’taa bul bulund unduğu uğu ortay ortayaa çıkmak çıkmaktad tadır. ır. Dolayı Dolayısıy sıyla, la, İbrahi İbrahim m Efendi Efendi Diyarb Diyarbakı akır’d r’daa baş başlad ladığı ığı def defter terdâr dârlık lık görevi görevini ni -önceden karar verdiği üzere- Tokat’ta sürdürmektedir sürdürmektedir (c. II, s. 407). Peçe Peçevî vî,, iler ilerle leye yenn sa sayf yfal alar arda da IV. IV. Mu Mura ratt dö döne nemi mind ndee ge gerç rçek ekle leşe şenn seferleri ve önemli olayları nakletmeye devam etmektedir. “Hâfız Paşa’nın [= Yeniçeriağası da kaymakamlık yoluyla o yüksek devlet görevinde hizmet ettirmek istedi. Sonra Sonra Diyarbakır Diyarbakır’a ’a vardığımı vardığımızda zda Sadrâzam Sadrâzam Hâfız Hâfız Paşa Paşa da tek teklif lif ve ısrar ısrar etti; etti; anc ancak, ak, ihtiya ihtiyarlı rlıkta ktann (kaynak (kaynaklan lanan) an) zayıflı zayıflıkla kla işleri işleri yap yapma mada da kusurum kusurumuz uz (olur) (olur) düş düşünc üncesi esiyle yle istemedim ve yalnız Tokat Defterdârlığıyla yetindim.] 70
31
Katli ve Recep Paşa’nın Vezîr-i A‘zam Olduğu” adını verdiği bahsin sonlarına doğru, doğ ru, sad sadrâz râzaml amlığı ığınn Recep Recep Paşa’y Paşa’yaa verild verildiği iğini ni bel belirt irtmes mesini ininn ardınd ardından an kendisine “sadaka buyrulan” yeni ve çok önemli görevi ifade edecektir: “…üç günden sonra bu ‘abd-i fakîre Tuna Defterdârlığı’ndan ma‘zûl 71 idim, Anatolî Deft De fter erdâ dârl rlığ ığıı ya ya‘n ‘nii Dîvâ Dîvânn-ıı Hü Hümâ mâyyûn ûn’d ’dan an Orta Orta De Deft fter erdâ dârl rlığ ığıı sa sada daka ka buyuruldı.” (c. II, s. 421). DîvânDîvân-ıı Hüm Hümâyu âyunn Def Defter terdâr dârlığ lığıı görevi görevine ne ge getiri tirilen len Peçevî Peçevî’yi ’yi tat tatsız sız olaylar da beklemektedir: Ortalık karışıktır; devlet görevlileri arasında ardı ardı ardına na idam idamla larr ge gerç rçek ekle leşm şmek ekte te ve mü müsâ sâde dere re işlem işlemle lerin rinii -sad -sadrâ râza zamı mınn isteğiyle- Peçevî’nin yürütmesi istenmektedir. Bu bağlamda o, bir gün sonra siyâ siyâse sete tenn ka katltl ed edililec ecek ek olan olan Ha Hasa sann Ha Halif life’ e’ni ninn ev evine ine gidi gidipp eş eşya yası sına na el koyacaktır: “… ve bu ‘abd ‘abd-i -i fa fakî kîri ri ol mah ahal alde de Ha Hasa sann Ha Halilife fe’n ’nin in ev evin inde de ve bağçes bağ çesind indee ola olann met metrûk rûkâtı âtı zab zabtt îçû îçûnn gön gönder derdil diler er ve her buc bucâğı âğınn oc ocâğı âğınn tecessüs tecessüs itdiriverdi itdiriverdiler. ler. Çûn me’mûr oldu olduğumu ğumuzz hidm hidmetini etini edâ idüb vezîr-i vezîr-i a‘za a‘zama ma i‘lâ i‘lâm m itme itmeğe ğe ge geldi ldim; m; de derd rdme mend nd Mû Mûsâ sâ Çe Çeleb lebi’n i’nin in me meyt ytii sa sarâ râyy kurb ku rbun unda da ât me meyd ydân ânın ında da yâ yâtû tûrd rdi.i. Me Meğe ğerr he hemâ mânn fî’lfî’l-ii hâ hâll ge gelm lmiş işle lerr ve derdmende hancer üşürüb şehîd itmişler.”72 (c. II, s. 423). “Yazılmakdan yazılmamasın lütfi çokdur ve ol her ne kadar mübâlağa olsa dahî andan artıkdır.”73 (c. II, s. 423) diyerek tanık olduklarına karşı duyduğ duy duğuu hoş hoşnut nutsuz suzluğ luğuu bel belirte irtenn tarihç tarihçi,i, bah bahsin sin dev devamı amında nda,, ida idam m edi edilen len devlet görevlilerinden birisiyle yaşadığı ve “min âsâr-ı inkisâr el-kalb”74 olarak betimlediği bir olayı aktarmadan geçemez: İbrahim Efendi henüz defterdâr (= Görevden alınmış) [= …ve bu fakir kulu o yerde Hasan Halife’nin evinde ve bahçesinde bıraktığı şeyleri kayda almam (için) (için) gönderdiler gönderdiler ve evinin her köşesini araştırttıl araştırttılar. ar. Görevli Görevli olduğumuz hizmeti hizmeti yerine yerine get getiri iripp sadrâza sadrâzama ma bildir bildirmey meyee gel geldiği diğimde mde,, zavallı zavallı Mu Musa sa Çelebi’ Çelebi’nin nin cesedi cesedi saray saray yakınındaki At Meydanı’nda yatıyordu. Meğer, ânında gelmişler ve zavallıyı hançerle vurup şehit etmişler.] [= Yazılmasından ise yazılmamasının iyiliği çoktur ve o (olaylar) her ne kadar abartılsa da ondan (daha) fazladır.] (= Kalp kırmanın izlerinden) 71 72
73
74
32
tâ tâyi yinn ed edililme mede denn ön önce ce bir bir gü gün, n, me merh rhum um De Deft fter erdâ dârr Mu Must staf afaa Paşa Paşa’n ’nın ın makâmına girer. Paşa, elini öpmek isteyen Peçevî’ye -istemeyerek yapmış süsü süsü verere vererekk- el uz uzatm atmam amış; ış; ardınd ardından an dağ dağıtı ıtılan lan “gülbe “gülbeşe şeker ker””75 de denn de Peçevî’nin yanındaki beye sunduğu halde kendisini atlayıvermiştir. Bu olay ta tari rihç hçiy iyi,i, öz özel el bir ba başl şlık ık altı altınd ndaa ele ele alac alacak ak ölçü ölçüde de etki etkile lemi mişt ştir ir.. Sara Sarayy helvahânesinde pişen gülbeşeker, kabullerde sunulan şerbet gibi doğrudan statüye işaret ediyor olmalıdır 76 (c. II, s. 424). Ancak, akabindeki birkaç gün içinde Mustafa Paşa’nın durumu altüst olac olacaak
ve
azled ledile ilen
def efte terd rdar arın ın eşya yala ları rını nı müs üsââdere ere
işin işinii
Peç Peçev evî î
gerç ge rçek ekle leşt ştire irece cekt ktir. ir. Mü Müsâ sâde dere re et ettiğ tiğii ma malz lzem emel eler er aras arasın ında da gü gülbe lbeşe şeke ker r kavanozları da vardır: “...ve “...ve iki kâv kâvono onoss gül gülbe beşek şekeri eri bu biz bizee mi minn ‘indi’ ‘indi’lla llahh ink inkisâ isârım rımıza ıza mükâfatdır deyu alıkodum. Hâliya on seneden mütecâvizdir ki bu vakı‘a vâki’ olmuşdur; henüz bakiyesin teberrük içün hıfz itmişim…”77(c. II, s. 425). Yukarı Yukarıdak dakii sat satırla ırlarda rdan, n, yap yapıla ılann müs müsâde âderel relerd erdee görevl görevlini ininn bir kısım kısım malzemeye kendisi adına el koyabildiğini anlamanın ötesinde; bu olayların Defterdâr Defterdâr Musta Mustafa fa Paşa’nın Paşa’nın idam edildiği edildiği 1631 sene senesinde sinde yaşandığın yaşandığından dan yola çıkılarak, Peçevî’nin bu satırları, yetmiş yaşına doğru kaleme aldığı düşünülebilir. İbrahîm Peçevî Efendi’nin yaşam öyküsüne dâhil olan olaylardan bir başkası hemen iki başlık sonra gelmektedir. Bu bahiste Peçevî, pâdişâhın “zorbaların” hakkından nasıl geldiğini anlatmaktadır. Ortalığın son derece elektr ele ktrikl iklii old olduğu uğu;; ard arda arda ida idaml mları arınn ya yapıld pıldığı ığı gün günler lerde, de, baş başdef defter terdâr dâr ile birlikte yürürlerken, yolda gruplar hâlinde duran görevlilerin kendilerinden (= Bir tür gül reçeli) Suraiya Faroqhi, “Soframız Nur Hanemiz Mamur”, Soframız Nur Hanemiz Mamur (içinde), Suraiya Faroqhi-Christoph K. Neumann (Editörler), Kitap Yayınları, İstanbul 2006, s. 21.; Ayten Altıntaş, “Osmanlı Geleneğinde Gülhâne ve Gülhâne Günü”, Uluslararası Dördüncü Türk Kültürü Kongresi Bildirileri (içinde), AKM Yayınları, Ankara 1997. (= …ve iki kavanoz gülbeşekeri, gülbeşekeri, bu bize Allah tarafından kırgınlığımız kırgınlığımıza a mükâfattır, mükâfattır, diye alıkoydum. alıkoydum. Halen Halen on seneyi aşkındır ki bu olay gerçekleşmiş gerçekleşmiştir; tir; henüz kalanını kalanını uğur için saklıyorum.) 75 76
77
33
“şimdiden sonra hidmetlerimizi virin”, şeklinde dile getirdikleri bir “ricâları” olur. Olumlu karşılanan bu istekle ilgili görüşülürken, oradan geçen -sipâhi olduğu belirtilen- şık bir genç, grubun dikkatini çeker ve gencin kaygısız hali oradakilerin sinirlerini bozar. “Nîçûn bizim ile bile değilsin?” diyerek üzerine saldırıp taşlamaya başlarlar. Bu arada Peçevî ile başdefterdâr da -gelen diğer grupların yanlış anlamaları sonucu- birkaç taşa maruz kalırlar. Tarihçi olayın devamını şöyle anlatmaktadır: “…Ammâ hakîkat budur ki ûrmak kasd itmediler. Biz dahî bir mikdâr sür‘atcik itdik; Bâş Defterdâr havfa havfa düşüb İbrâhîm İbrâhîm Paşa Sarâyı Sarâyı ardından Ât Meyd Me ydân ânı’ı’na na gide gidenn yo yold ldan an gidü gidübb Toph Tophân âne’ e’de de mu muht htef efîî olur olur.. Bu fakî fakîr, r, mezâristân önünden geçüb, merhûm rûznâmeci İbrâhîm Efendi’ye vardım. Vâki’ hâli didüğümde gâyet ızdırâba düşdi.”78 (c. II, s. 428-429). Peçevî, Pâdişâh IV. Murat’ın Revan Seferi’ni (1635) anlattığı bölümün ilerleyen sayfalarında, sefere eşlik etmiş olan Budin Beylerbeyi Vezir Musa Paşa ve saray kapıcıbaşısı Osman Ağa’dan nakille pâdişâha dâir bazı bilgiler verir. Bu Musa Paşa, eserin I. cildinde (s. 428) sözünü ettiği IV. Murat döneminde Budin valisi olarak atanan ikinci vezir Musa Paşa’dır (c. II, s. 431432). Bir sonraki bahis, “Mûsa Paşa Hazretlerinin Ba‘zı Ahlâk-ı Hasenesi Hasenesi79 Zikrindedir” başlığını taşımaktadır. taşımaktadır. Bu başlık altında Peçevî kendi durumu ve geçmişiyle ilgili önemli bilgiler vermektedir. Yaşı hâlen “yetmişe yetmişdir” 80. Henüz ondört yaşındayken dayısı Ferhat Paşa’ya “rabt”
81
etmiştir. Çalışma
hayatının geneline dâir olarak kurduğu bir sonraki cümle ise şöyledir: “Andan
(= …ama gerçek şudur ki vurmak istemediler. Biz de bir miktar hızımızı artırdık; Baş Defterdâr korkuya düşüp İbrahim Paşa Sarayı ardından At meydanı’na giden yoldan gidip Tophane Tophane’de ’de saklan saklandı. dı. Bu fakir, fakir, mez mezari arista stann önü önünden nden geç geçip ip merhum merhum ruznâme ruznâmeci ci İbrahi İbrahim m Efendi’ye vardım. Gerçekleşen durumu anlattığımda oldukça üzüldü.) (= Güzel huyları) (= Tam olarak yetmiştir.) [= Bağl(an)ma] 78
79 80 81
34
sonra, cenâb-ı celle ne‘amâ’ i‘tâ itdüğü ‘ümrümüzün ekserî ekâbir hidmetinde gitmişdir.”82 (c. II, s. 433). Peçevî, Pâdişâh’ın çıktığı Bağdat Seferi’ni anlattığı bölümde, Bosna Deft De fter erdâ dârl rlığ ığın ınıı yü yürü rütt ttüğ üğüü 16 1636 36’l’lıı yılla yıllard rdaa me mezk zkûr ûr sa sava vaşa şa mü mühi himm mmat at katkısında bulunduğunu ifade etmektedir. “Lütf ve kahr ile memzûc”83 bir buyrukla, pâdişâh, Bağdat Seferi’ne yetiştirilmek üzere, “yuvalak”84 ki “her dânesi dâne si yiğirmibe yiğirmibeşş vakıyye” vakıyye”85, imâl edilm edilmesini esini emretmekt emretmektedir. edir. İstan İstanbul’d bul’dan an gele ge lenn ka kalıp lıpla larr dö dökü küm m şa şart rtla ları rına na uy uygu gunn de deği ğild ldir ir;; do dola layı yısı sıyl ylaa ba başk şken ente te gidilecekt gidilecektir; ir; anca ancakk usta ustalar lar korkuya korkuya düşü düşüpp gitm gitmek ek istemezler. istemezler. Daha sonra Peçevî’nin “kârhânemiz üstâdlarından”86 diye adlandırdığı bir kişi bu “kâra mutazammın”87 olur. Neticede gülleler istenilen şartlarda dökülür ve gemiyle İstanbul’a gönderilir (c. II, s. 446). Bahsin devamında tarihçi: “Bir müddet sonra Budun’a varmış idik. Sa‘adetlü vezîr Mûsâ Paşa hazretleriyle esnâ-i kelâmda bu ahvâl-i mezkûr olıcak, küffâr Budun’i mahsûr itdikde Budun’a ûrılan yuvalaklardan birkaç dâne ihzâr itdirdiler.”88 ifadelerini kullanmaktadır (c. II, s. 446). Bu satırlardan, Peçevî’nin yazmış olduğu tarihi, 1641 yılında Musa Paşa’ya sunmasından beş-altı sene öncesinde dahî, kendisiyle tanışıp görüşüyor olduğu ortaya çıkmaktadır. İbrahi İbrahim m Peçevî Peçevî Efendi Efendi ese eserin rin bun bundan dan son sonrak rakii kısıml kısımları arında nda büy büyük ük orand orandaa dön dönem em ola olayla yların rından dan uz uzakl aklaşı aşıp, p, değ değişi işikk me menkı nkıbel beler er ve baz bazıı tarihî tarihî bilgiler vermektedir. Bu bölümlerin ve de eserin sonunda, tarihçinin böyle (= Ondan sonra nîmet veren Yüce Allah’ın verdiği ömrümüzün çoğu devlet büyükleri hizmetinde gitmiştir.) (= İyilik ve şiddet karışımı) (= Yuvarlak, gülle) (= 1,2 kg) (= İş yerimiz ustalarından) (= İşi üstlenen) [= Bir süre sonra Budin’e varmıştık. Saadetli Vezir Musa Paşa Hazretleri’yle konuşma esnasında bu durum sözkonusu edilince, düşmanın Budin’i kuşattığında Budin’e vurulan (atılan) güllelerden birkaç tanesini hazır ettirdiler (oraya getirdiler)…] 82
83 84 85 86 87 88
35
davranmasının nedenlerini açıklayan; aynı zamanda okuyucuya bir vasiyet niteliğindeki ifadeleri gelmektedir: “Bir müd müdde dett idi ki bu me mecmû cmû‘am ‘amıza ıza çen çendâ dânn mü münâs nâsebe ebetiti olm olmay ayan an mâlâya‘nî ile tazyî‘-i evkât itdik ve nice yıllardan berü metrûk olan ahvâl zikrin iltizâm itmekle tarîk-i efsâneye gitdik. Nîce idelim, tabî‘atımız bu mâkule yâraya ve bâ‘is nush u pend olacak ahvâl-i selefe mâyil olmağla irtikâb ve ihtiyâr itmiş olduk. Maksûd-ı aslı hod kendümüz gibi bir pîrin efsâne-gûy mütâla‘asına dûş olursa veyâhûd bu ahvâllere evvelden vâkıf olmayanlar nazarında mergûb düşerse, Hak Te‘âlâ rahmet iylesün dimekle rûhumuz ile kalb hazînemizi ol vecihle dilşâd buyuralar. Pes yine ser-rişte-i kelâma rücû‘ idelim.”89 (c. II, s. 486). Bu iç dökmeler ile Peçevî’nin eserinde aralıklı olarak kendi yaşamına atıfta bulunduğu satırlar sona ermektedir.
1.2. PEÇEVî’NİN KRONOLOJİK YAŞAM ÖYKÜSÜ Çalışmamızın bu aşamasında, yukarıda tümüyle, Peçevî’nin tarihinde kendisinin belirlediği sıraya uyularak incelenen şahsî bilgiler, bir kez daha gözd gö zden en ge geçi çiri rilip lip,, bü bütü tünl nlük ükse sell bir bir ya yaşa şam m öy öykü küsü sü oluş oluştu turm rmak ak am amac acıy ıyla la kronolojik bir düzenlemeye gidilecektir. İbrahim Peçevî Efendi, “diyârımız” diyerek tanımladığı90 “Üngürüs”91 topraklarının güneyindeki güneyindeki Peçoy kasabasında kasabasında dünyaya dünyaya gelmiştir 92. [= Bir süredir bu derlememizde her ne kadar ilişkisi olmayan anlamsız sözler ile vakit kaybettik ve nice yıllardan beri terkedilmiş olan olayların sözünü etmeyi gerekli bularak efsâne (anlatma) yoluna gittik. Ne yapalım, karakterimiz (itibarıyla), bu gibi (sorunlara), geçmiştekilerin nasihat ve derse sebep olacak durumlarına eğilmeyi ümit edip seçmiş olduk. Asıl Asıl kastı astım mız (şud (şudur ur ki) ki) kend kendiimiz gibi gibi bir bir yaşl aşlı (ins (insaanın) nın) an anla latttığ tığı efs efsan anec ecii değerlendirme değerlendirmeler(in ler(in)e )e denk gelinirse; gelinirse; ya da bu durumları durumları önceden bilmeyenler bilmeyenler gözünde değer bulursa, bulursa, “Hak Taalâ rahmet eylesin” eylesin” demekle demekle ruhumuz ile kalp hazinemizi hazinemizi o yönde mutlu kılarlar. O halde yine sözün başına dönelim.] C. I, s. 2. (= Macaristan) Hakkındaki tek kaynak olan tarihinde doğum yılı ile ilgili olarak doğrudan bir bilgi yoktur. Anca Ancakk bazı bazı ifad ifadel eler erind inden en yola yola çıkı çıkıla larak rak onun onun 1574 1574 yılı yılında nda düny dünyay ayaa gelm gelmiş iş oldu olduğu ğu düşünülmüş ve zaman içinde bu tahmin genel bir kanıya dönüşmüştür. Örneğin Ahmet Refik’e Refik’e göre, Peçevî “yaşımız “yaşımız yetmişe yetmişe yetmiş yetmiştir” tir” açıklamasını açıklamasını sipahi isyanı isyanı sırasında sırasında yapmıştır. Dolayısıyla bu olaylar 1631’de gerçekleştiği için kendisi 1574 yılında dünyaya gelmiştir. A.g.e., s. 6. Oysa Peçevî’nin eserinde bu tespit yönünde bir paralellik bulmak mümkün değildir. Bu ifadelerden en doğru tarih verir durumda olanı, Peçevî’nin ondört 89
90 91 92
36
Büyük Büyük de dedes desii Kara Kara Davut Davut Ağa, Ağa, Fatih Fatih Sultan Sultan Meh Mehmet met za zaman manınd ındaa Bosna Bosna Alaybeyi Alaybeyi olarak saraydan çıkmıştır. çıkmıştır. Alaybeyli Alaybeyliği ği büyü büyükk dede dedesinde sindenn sonra son ra sürdür sürdüren en ded dedesi esi Caf Cafer er Bey, Bey, aralar aralarınd ındaa Peçevî Peçevî’ni ’ninn -eseri -eserind ndee adı adını nı zikretmediği- babasının da olduğu sekiz oğluyla birlikte Mohaç Savaşı’na katılm kat ılmışt ıştır. ır. Alaybe Alaybeyoğ yoğull ulları arı ola olarak rak tan tanınm ınmış ış ola olann Peçevî Peçevî’ni ’ninn ailesi ailesi diğ diğer er akra ak raba bala ları rıyl ylaa birlik birlikte te -muh -muhte teme mele lenn 15 1543 43’te ’te Peço Peçoyy feth fethed edililen enee ka kada darrSaraybosna’nın Bihe nahiyesinde yaşamışlardır. Peçevî’nin babası Kanûnî Sultan Süleyman döneminde yapılan Irak seferlerine katılmış ve burada gösterdiği yararlılıklar neticesinde kendisine başlangıç tımarı tevcih edilmiştir. Anne Anne ta tara rafı fı,, Bosn Bosna’ a’nı nınn ta tanı nınm nmış ış aile ailele leri rind nden en olan olan Soku Sokullu llula lar’a r’a mensuptur. Peçevî’nin yaşadığı dönemin önemli devlet adamlarından olan Derviş Paşa ve Ferhat Paşa, annesinin öz kardeşleridir. Uzun yıllar beraber çalıştığı Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi Serdar Lala Mehmet Paşa da bu aileye mensuptur. İbrahim Efendi’nin tam olarak kaç kardeşe sahip olduğunu bilmiyoruz; ancak tarihinden iki erkek kardeşinin genç yaşta öldüğünü ve bir kız kardeşe sahip olduğunu öğrenmekteyiz. Peçevî, Peçevî, baba babasını sını kaç yaşında yaşında kaybettiğin kaybettiğinii doğrudan doğrudan belirtmem belirtmemekle ekle birl birlik ikte te,, on ondö dört rt ya yaşı şınd ndaa da dayı yısı sı Ferh Ferhat at Paşa Paşa’n ’nın ın ya yanı nına na gitt gittiğ iğin inii ifad ifadee etmektedir. Ferhat Paşa, kısa bir süre sonra Budin’de öldürülünce (1588) hâmisiz kalan İbrahim, üç yıl kadar sonra anne tarafından akrabası olan Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmet Paşa’nın hizmetine girecektir; 1606 yılında vefat eden Mehmet Paşa’nın fiilen onbeş sene kâtipliği ve yardımcılığında bulunmuştur. yaşında dayısı Ferhat Paşa’nın yanına yerleşmesi ve çok geçmeden -galiba aynı sene içinde- paşanın Budin’de öldürülmesidir. Ferhat Paşa’nın vefat yılı 1588’dir; bu tarihten on dört yıl düşülünce 1574 senesine varılmaktadır.
37
İb İbra rahi him m Efen Efendi di,, Me Mehm hmet et Paşa Paşa ile birli birlikt ktee ça çalılışı şırk rken en ilk ilk ke kezz yirm yirmii yaşlarında feryatçı olarak İstanbul’a ayak basmıştır. Bu yıllarda “efendisiyle” birl birlik ikte te Besp Besprim rim ve Pula Pulatt ka kale lele lerin rinin in feth fethin inde de de bu bulu luna nann Peçe Peçevî vî,, III. III. Mehm Me hmet et’i’inn ta taht htaa çıkı çıkışı şını nınn ardı ardınd ndan an yo yoğu ğunn olar olarak ak sa sava vaşş ce ceph phel eler erin inde de bulunacaktır. 1595 yılında yılında Estergon Kalesi’nin Kalesi’nin düşman düşman tarafından tarafından kuşatılmasında kuşatılmasında teslim tes lim şa şartla rtların rınıı görüş görüşen en İbrahi İbrahim m Efend Efendii hen henüz üz yirmib yirmibir ir yaşınd yaşındadı adır. r. Eğre Eğre Kalesi’nin kuşatılmasında Lala Mehmet Paşa’nın yanında kalenin dövülmesi görev görevini ini îfâ etm etmiş; iş; kal kaleni eninn fet fethin hinii mü mütea teakip kip (1596) (1596) böl bölgen genin in ilk tah tahrir ririni ini yapmıştır. Peçevî’nin hangi dönemde evlendiği belli değildir. Esasen eşine dâir olduğu old uğu düş düşünü ünüleb lebilec ilecek ek tek bilgi, bilgi, ka kayın yınped pederi erinin nin Tiryak Tiryakii Hasan Hasan Paşa’n Paşa’nın ın Kethüdâsı İskender Paşa olduğudur. Tata Tata Kalesi Kalesi’ni ’ninn kuşatı kuşatılma lmasın sında da “efend “efendisi isiyle yle”” birlik birlikte, te, kuşatm kuşatmada adann kaçan düşmanla savaşan Peçevî (1597), 1600 yılında Sadrâzam İbrahim Paşa’nın yürüttüğü Kanije Kalesi Fethi’nde hazır bulunur. 1601
senesind inde
İstoni
Belgrat
Kales lesi’ni ’nin
savunulması
ve
kaybedilmesi; 1602’de ise tekrar geri alınmasına iştirak eden İbrahim Efendi, Budin’i Budin’inn dü düşma şmann tarafı tarafında ndann kuşatı kuşatılıp lıp Peşte’ Peşte’nin nin ele ge geçir çirilm ilmes esii üz üzerin erinee harekete geçen orduda yer alır. Peçevî, Osmanlı Devleti’nin düzenlediği Avusturya Seferi’ne yardım amacı am acıyla yla 1603 yılında yılında Belgra Belgrat’a t’a gelen Tatar Tatar Han Hanıı Gazi Gazi Giray’ Giray’ıı askeriy askeriyle le birlikte kışladığı Peçoy’da ağırlamış; birlikte bolca vakit geçirmişlerdir. Ayrıca sadrâzamın yürüttüğü serdarlık görevini devralan Lala Mehmet Paşa ile Han arasındaki iletişimi sağlama işi de Peçevî üzerindedir.
38
I. Ahmet’in tahta çıkmasının ardından İbrahim Efendi, Lala Mehmet Paşa’nın serdarlık göreviyle ilgili olarak İstanbul’a gitmiş; elindeki telhis ve mektubu vermesine vermesine gerek kalmadan geri dönmüştür. dönmüştür. Peçevî, 1604 yılında Sadrazam olan Lala Mehmet Paşa ile birlikte Esterg Estergon’ on’un un fet fethin hinee git gitmiş miştir. tir. Kuşatm Kuşatmaa es esnas nasınd ındaa sözkon sözkonusu usu ola olann EğreEğreEstergon kalelerinin değişimi konusunu sarayla görüşme vazifesi İbrahim Efendi’ye verilir ve başkente gönderilir. Ancak, sunduğu teklif İstanbul’da reddedilmiş; bunun üzerine derhal geri dönmüştür. 1605 16 05’t’tee Este Esterg rgon on’u ’unn fe feth thii için için tekr tekrar ar yo yola la çıkı çıkılm lmış ıştı tır. r. Kale Kaleni ninn kuşatı kuşatılma lmasın sında da Sadraz Sadrazam am Lal Lalaa Meh Mehmet met Paşa’y Paşa’yla la birlik birlikte te haz hazır ır bul buluna unann Peçevî, Peçevî,
düşmana düşm ana üstün ge gelinme linmesinin sinin ardından ardından,, “efendisi” “efendisi” Mehmet Mehmet Paşa
ta tara rafı fınd ndan an -kal -kalen enin in te tesl slim imin inde de oldu olduğu ğu gibi gibi,, alın alınma ması sınd ndaa da da-- “vire “vireni nin” n” görüşülmesi işine memur edilmiştir. Peçevî aynı yıl, Estergon Kalesi’nin fethini müjdelemek için bir heyetle İsta İstanb nbul ul’a ’a gitm gitmiş iştitir; r; Sara Sarayd ydaa Pâdi Pâdişâ şâhh I. Ahm Ahmet’l et’lee gö görü rüşü şür. r. Verdi erdiği ği hizm hizmet etle lerd rden en do dola layı yı Pâdi Pâdişşâh on onuu piyâ piyâde de muk ukâb âbel elec ecis isii iken iken sü süvâ vâri ri mukâbeleciliğine yükseltmiş ve hilat giydirilerek ödüllendirmiştir. Este Esterg rgon on’u ’unn fe feth thin inde denn so sonr nraa Belg Belgra rat’t’aa gide gidenn İbra İbrahi him m Efen Efendi di,, sadrâz sad râzam amın ın tal talima imatıy tıyla la burada buradaki ki as asker kerler lerin in ay aylık lıkları larını nı dağ dağıtm ıtmaa görevi görevini ni üstlenir. Peçevî’nin bir başka görevi de dîvanda barış antlaşmalarını kaleme almaktır. 1606 yılında Lala Mehmet Paşa‘nın vefat etmesi üzerine, yerine tâyin edilen Sadrâzam Murat Paşa (Kuyucu), Peçevî’nin daha önceden tanışıp bildiğ bildiğii bir dev devlet let ada adamıd mıdır. ır. Murat Murat Paşa Paşa ond ondan an mu mukab kabele elecil cilik ik görevl görevleri erine ne devam etmesini hatta tezkirecil tezkireciliklerin iklerinii de yapm yapmasını asını istemekted istemektedir. ir. Ancak, Ancak, İbrahi İbrahim m Efend Efendii Peçoy’ Peçoy’dak dakii evi evinin nin yan yandığ dığını ını maz mazere erett gös göster terip ip müs müsaad aadee
39
isteyerek memleketine gider. Tarihinde herhangi bir bilgi bulunmayan 16061622 yılları arasında muhtemelen memleketinde memleketinde kalmış olmalıdır. İbrahi İbrahim m Efendi Efendi,, 162 16222 yılınd yılındaa Gen Gençç Osm Osman’ an’ın ın öld öldürü ürülme lmesi si ola olayın yınaa tanıklık eder; kendisini fazlasıyla etkilediği anlaşılan bu olayı tarihinde ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Sultan Mustafa’nın tekrar tahta çıkarıldığı 1622-24 yıllarında Peçevî, Diya Diyarb rbak akır ır Beyl Beyler erbe beyl yliğ iği’n i’nde deki ki de deft fter erdâ dârlı rlıkk gö göre revi vini ni yü yürü rütm tmek ekte tedi dir. r. Bu dönemde Beylerbeyi Hâfız Paşa ona Karaman pâyesi ve Rakka beylerbeyliği veri ve rirr ve ikiy ikiyüz üz sek ekba bann ile ile Ma Mard rdin in muh uhaf afaz azas asın ınaa gö gönd nder erir ir.. IV. IV. Mu Mura ratt döneminde sadrâzamlığa getirilen Hâfız Paşa’nın çeşitli görüşmelerinde hazır ve müdahildir. İb İbra rahi him m Efen Efendi di,, 16 1625 25 yılın yılında da Ma Mard rdin in mu muha hafa faza zası sınd ndan an ay ayrı rılar larak ak,, Sadr Sadrâz âzam am Çe Çerk rkez ez Me Mehm hmet et Paşa Paşa’n ’nın ın diğe diğerr de devl vlet et ad adam amlar larıy ıyla la birl birlik ikte te kışlamak amacıyla gittiği Tokat’ta darphane idaresine getirilir. Darphanedeki görev görevini ini tam tamam amlad ladıkt ıktan an kısa kısa bir sü süre re son sonra, ra, vef vefat at ede edenn Def Defter terdâr dâr Bakî Bakî Paşa’nın yerine baş defterdâr tâyin edilir ancak o bu görevi yaşının ilerlemiş olduğunu ileri sürerek kabul etmez; yalnızca Tokat Defterdârlığı’yla yetinir. IV. Murat döneminin döneminin ilerleyen ilerleyen sene senelerind lerinde, e, Tuna Defterdârlığında Defterdârlığındann ayrılmış durumda olan Peçevî’ye Anadolu Defterdârlığı verilecektir. İbrahim Efendi, peş peşe idamların yapıldığı bu bu tatsız -ve galiba Peçevî Peçevî için çok uzun olmayan- dönemde ölen devlet adamlarının mallarının müsâdere edilmesini de yürütmüştür. Peçevî Peçevî,, 16 163232-163 16366 yılları yılları arasın arasında da İst İstoni oni Belgra Belgratt vâl vâliliğ iliğii görev görevind indee bulu bu lunm nmuş uş;; 16 1636 36’d ’dan an itib itibar aren en
Bosn Bosnaa De Deft fter erdâ dârlı rlığı ğı’n ’naa ge getir tirililmi mişt ştir. ir. Bu
dönemde Budin Beylerbeyi Vezîr Musa Paşa ile tanışan İbrahim Efendi, kaleme aldığı tarihi 1641 yılında tarafına sunacaktır.
40
Musa Paşa Peçevî’den, tarihinde bazı düzenlemeler yapmasını ister. Bunun üzerine kitabının muhtevasını değiştirerek daha da geniş bir temele oturtmaya karar veren Peçevî, bu yıllarda devlet görevinden de ayrılarak Budin’de ve/veya Peçoy’da kendisini tamamen tarih yazma işine vermiştir. Son derece yoğun ve meşakkatli bir ömür süren Peçevî’nin hangi yıl vefat vef at ett ettiği iği tam ola olarak rak bilinm bilinmem emekt ektedi edir. r. Ancak, Ancak, ka kayna ynakla klarda rda bu anl anlam amda da genel kabul gören tarih 1650 senesidir 93.
2. TARİHÇİLİĞİ Tarih Tarih ve ta tarih rihçi çilik lik ka kavr vram amlar ların ının ın Peçe Peçevî vî tari tarihin hinde de ne şe şeki kild ldee ye yer r bulduğu, gerek dönemin Osmanlı tarih yazıcılığı ve gerekse -buna bağlı olarak geliştiği kuşku götürmeyen- İbrahim Efendi’nin tarihçiliği açısından büyük önem taşıyor olmalıdır. Peçevî’nin eserinde bu anlamda doğrudan bir ifade eğilimi olmadığı açıktır. Bu nedenle satır aralarında sözkonusu kavramlar bağlamında, yol gösterici nitelikteki birbirinden bağımsız bilgiler değerlendirilip İbrahim Peçevî Efendi’nin tarihçiliğine bütününe bakmaya çalışılacaktır.
2.1.
Peçevî’nin Tarih Tutkusu ve Tarihçiliği Peçevî Peçevî,, ese eserin rinin in hem hemen en baş başınd ındaa bu “mecm “mecmua” ua”yı yı kal kaleme eme am amacı acını nı
anla an latm tmay ayaa ça çalılışı şırk rken en,, ta tari rihe he olan olan me mera rakı kına na da aç açık ıklılıkk ge getir tirme mekt kted edir: ir: “Diy “Diyâr ârım ımız ız”” 93 94
kelim ke limes esiy iyle le
betitiml be mled ediğ iğii
3 Nolu dipnotta geçen kaynaklar. (= Yakın zamanda)
Üngü Ün gürü rüs’ s’ün ün
feth fethii
“kar “karîb îbü’ ü’ll-ah ahdd94”
41
gerçekleştiği için, çoğu zamanlar “Sultân Süleymân Hân Gâzî”nin bu fetihleri konuş kon uşulm ulmakt aktaa ve anl anlatı atılma lmakta ktadır dır.. Peçevî Peçevî’ni ’nin, n, bun bunlar larıı din dinley leyere erekk edi edindi ndiği ği anlaşı anl aşılan lan tarih tarih merakı merakı onu hem yazılm yazılmış ış “tevâr “tevârih”d ih”den en hem de birtak birtakım ım “vesika”da “vesika”dann edindiğ edindiğii bilg bilgileri ileri “yâddaşt “yâddaşt95” olması amacıyla “sebt ü tahrîr 96” etmeye yöneltmiştir (c. I, s. 1). Bir tarih “mecmuası” kaleme almaya niyetlenen İbrahim Efendi’nin ele alacağı konular, başlangıçta Kânûnî dönemindeki olaylarla sınırlıdır. Nitekim hazırladığı bu bölümü 1640/41 yılında dönemin vezirlerinden Musa Paşa’ya suna su nar. r. Paşa Paşa’n ’nın ın,, ba barı rışl şlaa ilgi ilgilili ko konu nula ları rınn ya yazd zdığ ığıı tari tariht htee yer alm almad adığ ığıı eleşti ele ştiris risind inden en son sonra, ra, ese eseri ri tek tekrar rar ele alı alırr ve yab yabanc ancıı tarihl tarihlerd erden en ya yaptı ptığı ğı tercümelerle barış konularını da kitabına dâhil eder. Bu aşamada tarihçi, Kânûnî devrinden sonra gelişen olayları da esere eklemeye karar vermiş olmalıdır ki tarihî akışı IV. Murat’ın ölümüne değin getirir. İbrahi İbrahim m Efendi Efendi,, Moh Mohaç aç Savaşı Savaşı’nın ’nın azâ azâme metin tinden den söz ett ettiği iği bah bahsin sin sonlarına doğru kendi tarihçiliğine de değinir ve dönemin geleneksel anlatım tarzını takınırak şunları ifade eder: “Bu hakîr kalîl-ül bidâa müddet-i ömrümü tarih tetebbu’na97 sarf etmiş bir abd abd-i -i kâsırım kâsırım.. Ulûm-u Ulûm-u âliyy âliyyede edenn beh behrem remiz iz olm olmam amağl ağlaa se selîk lîkamı amızz tarih tarih semtine zâhib olmuştur” (c.I, s. 96). Ömrünü tarih araştırmalarına adamış eksik, kusurlu bir kul olduğunu belirten Peçevî, kendisinin yüksek ilimlerden98 nâsipsiz olduğu için güzel söz söyleme ve yazma kâbiliyetinin onu tarih alanına yönelttiğini vurgulamaktadır. Bu bilgilerden, o dönemin zihniyetinde tarihçiliğin pek kıymetli bir meslek olma olmadı dığı ğını nı,, ha hatt ttaa ikin ikinci ci sını sınıff bir bir uğ uğra raşş oldu olduğu ğunu nu ke kest stir ireb ebililiri iriz. z. Anca Ancak, k, (= Hatırda tutulan şey, hâtıra) (= Yazma, yazıya geçirme) (= Peşini bırakmayıp iyice araştırma, öğrenme) Dönemin anlayışına göre yüksek ilimler: Kur’an, hadis, kelâm ve fıkıh; yardımcı ilimler veya âlet ilimleri ise: Mantık, belâgat, lugat, nahiv, hendese, hesap, hey’et, felsefe, tarih ve coğrafyadır. İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1988. s 20 vd.
95 96 97 98
42
yukarıdaki alıntının başından da anlayacağımız gibi, Peçevî için tarihçilik, âdeta bir “adanma” durumudur. Diğer yandan, alıntının yukarıya alınmayan devamında o, çok sayıda İslâ İslâm m ta tari rihi hi kita kitabı bını nı ince incele ledi diği ğini ni ve bu bunl nlar arda dann yo yola la çıka çıkara rakk Os Osma manl nlıı sulta su ltanl nlar arın ının ın ba başa şarı rıla ları rını nı diğe diğerle rleri rine ne gö göre re oldu oldukç kçaa pa parla rlakk bu buldu lduğu ğunu nu belirtmektedir. Osmanlı pâdişâhlarına diğer Müslüman yöneticiler karşısında meşrûiyet meşrûiyet kazandırm kazandırmaa çabası çabası sezinlene sezinlenenn bu satırlara satırlara rağmen rağmen Peçevî’nin Peçevî’nin tarihçiliği araştırmacı ve karşılaştırmalı bir tarihçiliktir, diyebiliriz.
2.2.
Batılı Tarihleri Dikkate Alarak ve Ansiklopedist Kaygılarla Yapılan Tarihçilik Örneği Peçevî Peçevî’ni ’ninn karşıl karşılaşt aştırm ırmalı alı tarihç tarihçiliğ iliğinin inin boy boyutl utları arı yab yabanc ancıı tarihl tarihleri eri
incelemey incelemeyee kada kadarr uzanm uzanmaktad aktadır ır 99. Bunun Bunun eserd eserdek ekii ilk izleri izlerini ni,,
Kânû Kânûnî nî
devrin dev rindek dekii fet fetihl ihleri eri öze özetle tlediğ diğii böl bölüm ümdek dekii “Böğür “Böğürdel delen en Kalesi Kalesi’ni ’ninn Fethi” Fethi” bahsinde görüyoruz: Kalenin geçmişiyle ilgili bilgiler veren tarihçi, sözkonusu yerin yerin Sirem Sirem ve İzv İzvorn ornik’ ik’te te yaşaya yaşayann “kâfirl “kâfirler” er”in in dilind dilindeki eki adı adının nın “Şabac “Şabac”” olduğunu bildirdikten sonra, bu ismin anlamını -Şaban isimli bir kişi tarafından kurulmasından kaynaklı olduğunu belirtir- (onların) tarihlerinde gördüğünü ifade etmektedir (c. I, s. 68). Peçevî’nin yabancı tarihlerle ve dilbilimle olan ilgisini eser boyunca bir çok ansiklopedik ve tarihî bilgi ile tercümeler takip etmektedir. Belli savaşlar, kend ke ndii an anla latı tımı mınd ndan an so sonr nra, a, ya yaba banc ncıı (Mac (Macar ar)) tari tarihl hler erde denn terc tercüm ümey eyle le de verilmiş; yerli tarihlerde yer bulmayan barış antlaşmaları da bu tarihlerden aktarılmıştır. Peçevî, eserinde bu çevirileri kendisinin yaptığını belirtmektedir. Ancak -dönemin üslup kaygısından olacak- sözkonusu çevirilerde yer yer Yabancı Yabancı tarihlerden tarihlerden kastedileni kastedileninn Peçevî’nin Peçevî’nin memleketi olan Üngürüs’te Üngürüs’te konuşulan konuşulan ve yazılan Macarca tarihler olmalıdır.
99
43
kullanıldığı görülen “Saadetli Pâdişâh” ve yabancılardan bahisle “küffâr, kâfir” ünvanları, muhtemelen -fazladan- çevirmenin kendisine aittir (c. I, s. 139; 433). Ansikl Ansiklope opedik dik bilgil bilgilerd erden en ola olann kara kara barut barut ve ba basma sma ka kağıd ğıdın ın ortaya ortaya çıkışı çıkışını nı kon konuu ett ettiği iği baş başlık lıkta ta tarihç tarihçi,i, ya yaban bancı cı tarihl tarihlere ere gö göste sterdi rdiği ği alâ alâkan kanın ın sebebini, Pâdişâh’ın gazâlarının yabancı tarihlerde nasıl yazılmış olduğunu merak etmesi şeklinde ortaya koymaktadır. “Memleketimizde ise Macâr deyâkları ya‘nî okur-yazarları bi-nihâye olmağla merhûmun ba‘zı gazavâtın okutduk ne nîcesîn Türkî’ye terceme itdik.” diyen İbrahim Efendi, “keferenin” tarih yazıcılığına da bazı eleştirilerde bulunur: “Kefere-i fecere min ba‘de tevârihlerinde mübâlaga ve gayr-ı vaki‘ yazmamak bahsi derler. Eğerçi bu hakîr ba‘zı mübâlagalarına dahî vâkıf oldum. Ya kasda mukârin ya bilmediklerine haml itdim. 100” (c. I, s. 106). Bu eleştiriler, Peçevî’nin yalın ve objektif bir tarih anlayışından yana olduğuna işaret etmektedir.
2.3.
Peçevî’nin Tarihyazarlığının Metodolojik ve İçeriksel Yanı Peçevî, başlangıçta alıntılanmaya çalışılan girişin hemen arkasından,
yazdığı tarihin biçimsel yanından söz etme gereği duymuştur ki bu izahatlar, biçim kaygısının dönemin tarih yazıcılığında ciddi bir önem arz ettiğine işaret etmektedir: “Öyl “Öylee olsa olsa Me Merh rhûm ûm Ce Celâ lâlz lzâd âdee Nişâ Nişânî nî Mu Must staf afaa Beg Beg ve ka karı rınd ndaş aşıı Celâlzâde Sâlih Efendi ve Tevkî‘î Ramazanzâde ve Merhûm Şâ‘ir Mâhir ‘Âlî [= Gü Güna nahk hkâr âr kâfi kâfirl rler er,, ta tari rihl hler erin inde de artı artıkk abar abartı tılılı ve gerç gerçek ekle leşm şmem emiş iş olay olayla ları rı yazmayacakl yazmayacaklarında arındann bahsetm bahsetmektedir ektedirler. ler. Ancak bu kıymetsiz, kıymetsiz, bazı abartmalarını abartmalarını da tespit ettim; ya kasıtlı olarak (yaptıklarına) ya da bilmediklerine verdim.] 100
44
Efen Efendî dî ve Ha Hasa sann Begz Begzâd âdee Efen Efendî dî ve Ha Hadî dîdî dî ve Kâtib Kâtib Me Mehm hmed ed Efen Efendî dî târihlerinden Türkîce ıstılahât ve ‘ibâratdan tehî ve seci‘ ve kâfiyeden hâlî meger kasda mukârenetsiz mukârenetsiz emr-i ittifâkî vâki‘ ola. ol a. Ve bi’l-cümle rûz-merre edâ ile bir mecmû‘a-ı nafi‘e tahrîrine ‘azîmet ve niyet olundi101…”102 (c. I, s. 2). Peçevî Peçevî yukarı yukarıda da sırala sıraladığ dığıı baz bazıı tarih tarih yazıcı yazıcılar larını ınınn kul kullan landığ dığıı üs üslup lup dışında, daha kolay okunup anlaşılabilecek bir tarz geliştireceğinin bilgisini vererek; bu anlamda kendi tarih yazıcılığını geniş kitlelere hitap edebilecek, herkesin faydalanabileceği bir temele oturtmaktadır. Tarihçi, eserinin hemen başında tarzlarını takip etmeyeceğini ortaya koyduğu tarih yazarlarından bir kısmını “Peşte Kalesi’nin Kuşatılması, Kara Hersek’in Katli ve Küffar Askerinin Bozguna Uğraması” başlığı altında, içerik eleştirisine de tabi tutmaktadır: “Bu gaz gazâ-ı â-ı ‘az ‘azam, am, gaz gazavâ avât-ı t-ı İslâmi İslâmiyye yyeden den ike ikenn ehl ehl-i -i târihi târihinn ekseri ekseri yazmamış yazmamışlar. lar. Celâlzâde, Celâlzâde, Tabakâtü’ Tabakâtü’l-Mem l-Memâlik âlik târihinde târihinde Estergon Estergon ve İston İstonii Belgrad seferine Peşte muhâsarası ba‘is olmuşdur deyu ancak bu kadarca îma ve işâret itmiş; Ramazânzâde ve ‘Âli Efendi ve gayrıları asla kaleme getürmemişler; ancak Kâtib Mehmed Efendi icmâlen yazmış.” (c. I, s. 237). O, bir yandan tarihçileri yukardaki başlık altında ele alınan savaşları gereğince kaleme almamakla eleştirirken, diğer yandan doğru bilgi edinme adına, adı na, “kâfir “kâfir tarihl tarihlerin erinde” de” nas nasılıl ele alı alındı ndığın ğınıı inc incele elemi miş; ş; net netice icede de on onları larınn yaz azddıkla ıkları rı
ile ile
-bu -bu
kuş uşat atm mad adaa
kalede lede bu bullun unan an de deddes esin inin in
hikâ hikâye yessi
çerçevesinde- babası ve amcasından edindiği bilgilerden hareketle, yabancı [……tarihlerinde(ki) Türkçe terimler ve ifadelerden; kafiyelerden uzak, kasıtsız bir çalışma olduğu üzerinde fikir birliği (olmalı). Ve bütünüyle gündelik (bir) üslup ile faydalı bir derleme yazımına niyet edildi.] Bu paragraf Bekir Sıtkı Baykal sadeleştirmesinde oldukça farklı bir anlama anlama bürünmüştür: “… tarihlerinde anlatılanlara tamamıyla uygun düşmek şartıyla ve de günün Türkçesiyle; yabancı terim ve deyimlerle seci’ ve kafiyelerden arınmış, özel bir gaye gütmediğine herkesi inandıran ve günlük sade bir dille yararlı bir dergi (mecmua) yazmak niyetiyle bu işe girişildi.” C. I, s. 1. Tarafımızdan Matbaa-î Âmîre ve Veliyüddin Efendi Küt. 2353 nolu nüshası karşılaştırılarak yapılan çeviri işleminde, sözkonusu paragrafta Baykal’ın “zenginleştirdiği” türden verilere rastlanmamıştır. 101
102
45
tarihlerin içerdiği bilgileri “ekser ihtimâl hakîkat-i hâl böyle böyle olmakdır” olmakdır” diyerek onaylamaktan geri durmamıştır (c. I, s. 237).
2.4. Peçevî’nin Objektif Objektif Tarihçiliği ve Eleştiriselliği Eleştiriselliği İbrahim Efendi’nin objektiflik kaygısı âdeta, modern zamanlara ait “Her kuşak tarihi yeniden gözden geçirmelidir.”103 önermesine referansla, “Mohaç Sahrâsı Gazâsını” yeniden kaleme almasına neden olmuştur: Sözkonusu savaşı altı yedi yerli kaynaktan okuyan Peçevî, hepsinin birbirinden farklı olduğunu görmüş ve bu anlamda doğrusunu ortaya koymaya karar vermiştir (c. I, s. 82). Cema Ce mall Kafa Kafada dar’ r’ın ın te tesp spititiy iyle le,, “kar “karma maşı şıkk ve çe çelilişk şkili ili da davr vran anış ışla lar r sergileyebilen insanlığın, tarihî olaylara getirdiği açıklamaların araştırılması gerekmektedir”104.
Bu
bağlamda
Peçevî’yi
yukarıda
eleştirdiği
mesle me slekta ktaşla şların rından dan ayı ayıran ran ya yanı nı am amans ansız ız bir doğ doğru ru bilgi bilgi arayış arayışıı olm olmalı alıdır dır.. Nitekim tarihçi, hem o güne kadar yazılmış tarihlerde bulunan aksaklık ve eksiklikleri hem de tarihine konu olan olay ve kişilikleri son derece yalın bir biçim ve tutarlı gerekçelerle eleştirmektedir. Peçevî, “Komran Kalesi’nin Muhasarası ve Asker-i İslâmın ‘Avdeti” başlığ baş lığıı alt altınd ındaa kuşatı kuşatılan lan Komran Komran Kalesi Kalesi’ni ’ninn düş düşma mann tarafı tarafında ndann Osm Osman anlılı askerine teslim edilmeyip direnildiği; sonunda sert kış şartlarının da etkisiyle Budin’e geri dönüldüğünü anlatmaktadır. Verilen bilgilerin ardından, kalenin vireyle Hasan Paşa’ya bırakılacakken, kendi oğluna bırakılmasını isteyen serdar serdar tarafı tarafında ndann en engel gellen lendiğ diğii söylen söylentis tisini ininn çıktığ çıktığını ını bel belirte irtenn Peçevî Peçevî,, bu söylentinin önemli tarihçilerden Hasan Beyzâde ve Ali Efendi’nin tarihlerinde de ge geçti çtiğin ğinii vurgul vurgulama amakta ktadır dır.. Askeri Askerinn baş başarı arısız sızlığ lığını ını giz gizlem lemek ek am amacı acıyla yla E. H. Carr-J. Fontana, Tarih Yazımında Nesnellik ve Yalınlık, Çeviren: Özer Ozankaya, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1992, s. 31. Cemal Kafadar, Between Two Worlds, University of California Press, London, 1996, s. 12.
103
104
46
kası ka sıtltlıı olar olarak ak bu sö söyl ylen entiy tiyii çıka çıkarm rmış ış olab olabililec eceğ eğin inii de ha hatı tırla rlata tann tari tarihç hçi,i, meslektaşlarının bu yanılgıya düşme nedenlerini irdelemektedir: “Bu mâkule kelâm serhâd hâlin bilmemekden nâşîdir. Serdâr kabul etmediği etme diği takdirce takdirce sâ’ir ‘asker-i ‘asker-i İslâm husûsan husûsan kul tâ’ifesi tâ’ifesi bu vaz‘ına vaz‘ına rızâ virirler miydi? Böyle i‘timâd buyurulsun buyurulsun ki Hasan Hasan Pâşâ’ya değil değil belki ‘avratına yâ bir câriyesine virsünler tek virsünler de andan serdâra yâ ‘askere ne şe’n gelürdi? gelürdi? Belki ‘asker-i İslâmın kemâl-i şevket ve galeb galebesi esi zâhir olurdi. olurdi.105” (c. II, s. 155). Görüldüğü gibi tarihçilerin yanılgılarını irdelemede ve doğruları ortaya koyma koymada da gerçek gerçekçi çi tem temell ellerd erden en hareke harekett ede edenn Peçevî Peçevî,, tarihi tarihinn ya yanlı nlı ya da ideolojik anlamda kullanılmasına da itiraz ediyor gibidir.
2.5. Vesika İlmi ya da Diplomatika Açısından Peçevî Peçevî Peçevî, yazdığı tarihin III. Mehmet dönemine kadar gelişen olaylarını, o güne kadar yazılmış olan eserler, resmî belgeler, mektuplar, konuşup görüştüğü kişilerin verdiği bilgiler, ailevî hatıralar ve biriktirdiği diğer belgelere referansla kaleme almıştır. Böylece, resmî belgeleri kullanma bağlamında Alman Alman tarihçi Leopold Leopold von Ranke’ye Ranke’ye (1795-1886 (1795-1886)) isnad edilen diplomatika diplomatika ilmii kuruc ilm kuruculu uluğu ğu106 ikiy ikiyüz üz yıld yıldan an fa fazl zlaa ge geriy riyee gide gidere rekk Peçe Peçevî vî’y ’yee çıkı çıkıyo yor r gözükmektedir. İbrahim Efendi, III. Mehmet döneminden itibaren ise pek çok olaya doğr do ğrud udan an ke kend ndis isii ta tanı nıkl klık ık et etmi mişt ştir ir;; bir bir de devl vlet et gö göre revl vlis isii olar olarak ak çe çeşşitli itli kademelerde hizmet verdiği için olaylara müdahil olan kişiliklerin çoğunu [Bu çeşit sözler, sözler, sınır(ların)d sınır(ların)durumun urumunuu bilmem bilmemekten ekten kaynaklanmakt kaynaklanmaktadır. adır. Serdâr kabul etmesee bile diğer İslâm askeri, özellikle etmes özellikle kul taifesi bu hareketine hareketine rızâ verirler miydi? miydi? Şuna inanılsın ki, Hasan Paşa’ya değil, belki karısına veya bir câriyesine versinler; tek versinler de… Bundan serdâra ya da askere ne tavır gelirdi? Belki İslam askerinin büyüklüğü ve üstünlüğü ortaya çıkardı.] Cemal Cem al Kafadar Kafadar,, “Dünya “Dünya Tarihi Tarihinde nde Yeni Yeni Gel Gelişm işmeler eler ve Osm Osmanl anlıı Tarihç Tarihçili iliği” ği”,, Osm Osmanl anlıı Medeniyeti, Klasik Yayınevi 2005, s. 38. 105
106
47
bizz bizzat at ta tanı nıma makt ktad adır ır ya da bilg bilgilileri erine ne ulaş ulaşma ması sı ön önce ceki ki dö döne neml mler eree gö göre re kolaylaşmıştır. Dolayısıyla, eserin bu bölümlerinde tarihçi, kendi dünyasını daha rahatça ortaya koyabilmiş; akıcı ve kısmen sübjektif bir anlatım biçimi sergileyebilmiştir. İbrahim Efendi’nin, tarihçilik açısından yukarıda ele alınan özellikleri yanınd yan ında, a, dön dönem emin in tarih tarih gel gelene eneğin ğinee uya uyarak rak ese eserin rinde, de, az görüle görülen, n, garip garip sayıla sayılabil bilec ecek ek ola olayla yları, rı, mim mimarî arî es eserle erleri ri ve me menkı nkıbel beleri eri;; şiirle şiirleri, ri, gül güldür dürücü ücü olduğunu düşündüğü öyküleri de okuyucuya aktardığı görülmektedir. Tüm bu bilgil bilgilerd erden en yo yola la çıkara çıkarak, k, Peçevî Peçevî’ni ’ninn -yer -yer yer sub subjek jektif tif ve geleneksel ögelerle örülü olsa da- bir bütün olarak bakıldığında, son derece eleştirel eleştirel bir bakı bakışş açısına açısına sahip, sahip, sorgulayan sorgulayan ve objektiflik objektiflik kaygısı taşıyan bir tarihçi olduğu; tarihyazarlığının da sahip olduğu bu özellikler çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği teslim edilebilir.
İKİNCİ BÖLÜM PEÇEVÎ TARİHİ’NDE YER ALAN BAZI SOSYO-KÜLTÜREL KAVRAMLAR
1. TÜRK
Osmanlı’ lı’daki
Türk
kimliği
konusunda
Peçevî
Tarihi ihi
neler
söylemektedir? “Türk” kavramı hangi bağlamlarda zikredilmekte ve nasıl bir algılama yaratmaktadır? Başlığımıza atıfla sorduğumuz bu soruları ilerleyen satırlarda cevaplamaya çalışacağız. Evvela “Türk” kavramının eserde iki ana çerçevede kullanıldığını ifade etmemiz gerekir. Bunlardan ilki İbrahim Efendi’nin yabancı tarihlerden yaptığı çevirilerde yer aldığı şekliyledir. İkincisi ise Peçevî’nin kendi tarih anlatımı çerç çe rçev eves esin inde de zikr zikred edilm ilmiş iş olan olanla lard rdır ır.. Ön Önce celik likle le,, ka kavr vram amım ımız ızın ın ya yaba banc ncıı tarihlerde nasıl geçtiğine bakalım:
1.1. 1.1.
Peçevî Peçevî’ni ’nin n Yaban Yabancı cı Tarihl Tarihlerd erden en Yaptığ Yaptığıı Terc Tercüme ümeler lerde de Zikredilen “Türk” Kavramı “Moh “Mohac ac Ga Gazâ zâsî sî Kefe Kefere re Târih Târihin inde denn Terc Tercem emed edir ir”” ba başl şlığ ığıı altı altınd ndaa
karşımıza çıkan “Türk Pâdişâhı” kavramının kullanıldığı ilk cümle şöyledir: “Sene 1526 târihinde krâl yiğirmi dört yaşına girmiş idi ki Türk Pâdişâhı Sultân Süleymân mübâlağa ‘asker ile Macâr memleketine yürüdî.” (c. I, s. 108).
49
Aynı Aynı baş başlık lık alt altınd ındaa sö sözko zkonus nusuu kav kavram ram üç kez dah dahaa ge geçme çmekte ktedir dir.. Bunlardan Bunlardan ilki Estergon’d Estergon’daki aki bir Macar sarayının sarayının penc pencereler erelerinde inde bulu bulunan nan resimlerdeki simgelerin tasvirinde kullanılmıştır: “Dördüncü pencerede bir erkek yâvuz arslan tasvîrin yazdırmışdır ki yer üz üzerin erinde de yat yatar ar ırgala ırgalanur nurdi di107 ve iki iki ön ay ayâk âkla ları rı tırn tırnak akla ları rı ile ile üz üzer erin inee dülbend108 sarılmış bir kurûne109 tutardı. Bundan dahî îmâ ve işâreti, Türk Pâdişâhı Macâr Krâlı’nın vilâyetini ayakları altına alsa ve kurûneye zafer bulsa gerek.” (c. I, s. 117). “Türk Pâdişâhı”nın Macar diyârını ele geçireceğinin belirtisi sayılan bu simge sim gesel sel anl anlatı atımın mın hem hemen en ardınd ardından an gel gelen en bah bahist istee Kızıle Kızılelma lma’nı ’nınn neresi neresi olduğu açıklanmaktadır -ki sarf edilen cümlelerde ikinci ve üçüncü kez geçen “Türk Pâdişâhı”nın öncesinde “türkü” kavramı da zikredilmektedir: “…Kızıl Kâpona‘da oğlancıklar ve pâpâslar bir eski türkî ırlarlar. Kızıl Kâpona didiği Kızıl Elmâ’dır. Sınur tâşî gibi bir ‘alâmet içün vaz’ olunmuşdur. Irladık Irladıklar larıı türkîn türkînin in ( ﻤﺄ ﻟ ﻰ =?) ve netîces netîcesii Türk Türk Pâdişâ Pâdişâhı hı cümle cümle kuvvet kuvvet ve ‘azîmetle bu mahale değin gelse gerekdir. Ve bunda Allah Te’âlâ emriyle fevt olsa110 ge gere rekd kdir. ir. Ve Alla Allah’ h’aa i‘tim i‘timâd âd olun olunsu sunn ki Türk Türk Pâdiş Pâdişâh âhıı ol ka kada dar r yukarûya gide ki tâ ki Kolona’ya vara. Nemçe memleketinde ( ﺟﺎﻖ =?) şenlik kalmaz. kalm az. Zîrâ Kolona Kolona şehrî uzâk yerde yerde vâki‘ olmu olmuşdur. şdur. Şöyle Şöyle ki yer yüzînin aşağı tarafına düşmüşdür. Rod Suyî yanındadır ki ol su andan deryâya dahil olur.”(c. I, s. 117). “Türk Pâdişâhı”nın saldığı korkunun Macar halkı arasında efsaneleşip bir türkü ile sözlü kültür tarihine dâhil olduğunu anlatan bu satırlardan sonra sözkon sözkonusu usu kav kavram ramın ın bir baş başka ka çev çeviri iri baş başlığ lığıı alt altınd ındaa da daha ha kul kullan lanıld ıldığı ığını nı görüyoruz: Viyana Kralı Ferdinand’ın Budin Kralı Yanoş yerine tahta çıkması 107 108 109 110
[= Yerinde oynamak, kımıldamak, sallanmak] (= Sarıklık ince bez) [= Boynuz(lar)] (= Ölme)
50
üzerine Kral Yanoş “Türk Pâdişâhı” Sultan Süleyman’dan yardım istemek üzere İstanbul’a elçi göndermeye karar vermiştir. Bu bağlamda kullanılmış olan kavramın Peçevî’nin kendi cümlesinde yer alış şekli şöyledir: “Türk Pâdişâhı Sa‘âdetlü Sultân Süleymân’a ilçî göndere ve mu‘âvenet taleb iyliye.” (c. I, s. 130). Yabancı tarihlerden yapılan çevirilerde kullanılan “Türk” kavramının diğe diğerr birk birkaç aç örne örneği ği II II.. Seli Selim m za zam man anın ında da Ma Maca carl rlar ar’l’laa ya yapı pıla lann ba barı rışş antlaşmasını anlatan bahiste geçmektedir. Bunlardan ilk ikisi “Türk askeri” ile “Erdel Küffârı”nın beraberce yürüttükleri “gâret ve hasârat111”ı anlatır: “Hazre “Hazretiti ‘Îsa ‘Îsa ‘aley ‘aleyhis hissel selâm âmın ın vilâde vilâdetiti târihi târihinde ndenn 156 15677 sen senes esind indee Sigetvâr fethinden bir yıl sonra idi. Türk ‘askeri ve Erdel Küffârı ittifâk ile Eğre ve Kâşe ve Togây nevâhisin 112 muttası muttasıll113 gâret ve hasâratdan hâlî 114 değiller idi.” “Türk askeri” kavramından sonra, bir sonraki cümlede -aynı bağlamdailginç bir kavram/tâbir olan olan “Türk’ün dikmesi” yer almaktadır. Sözkonusu tâbir, Peçevî’nin yaptığı tercümede, “Erdel Hâkimi” Yanoş’u tanımlamada kullanılmıştır. Bu bahis altında geçen sonuncu kavram ise yukarıda da örnekleri veri ve rile lenn “Türk “Türk Pâdi Pâdişâ şâhı hı”d ”dır ır::
“Ehl “Ehl-i -i İsla İslam” m” ile ile “Erd “Erdel el ‘as ‘aske keri ri”n ”nin in Ma Maca car r
ülkesi ülk esinde ndeki ki baş başarı arılar larıı karşıs karşısınd ındaa “Çâsâr “Çâsâr 115” ve “sâ’ “sâ’ir ir üm ümer erâ” â”nı nınn ca canl nlar arıı sıkılmıştır. “Ol esnâda çâsârın Türk Pâdişâhı Sultân Selîm Hân âsitânesinde âsitânesinde olann ilçîsi ola ilçîsi tarafı tarafında ndann me mektû ktûbi bi ge geldi ldiği…” ği…” şeklind şeklindee dev devam am ede edenn cüm cümled ledee kavramın tekrar kullanıldığını görmekteyiz. (c. I, s. 433).
111 112 113 114 115
(= Yağma ve talan) (= Taraflarının, nâhiyelerinin) (= Aralıksız, hiç durmadan) (= Tenha, boş) (= İmparator)
51
Son Son olar olarak ak,, Pâdi Pâdişâ şâh’ h’ın ın Budi Budin’ n’ee as aske kerr ye yerl rleş eştitirm rmes esin inin in ya yaba banc ncıı tarihlerden aktarıldığı bölümde de “Türk” kavramının birkaç kez kullanıldığını görüyoruz. Bunların bağlamları ve kullanılış biçimleri ise şöyledir: Avusturya (Nem (Nemçe çe)) Kral Kralıı Ferd Ferdin inan andd Budi Budin’ n’ii ku kuşa şatm tmış ıştı tır. r. Sult Sultan an Süle Süleym yman an as aske ker r gönder gön derere erekk Mac Macarl arlar’ı ar’ınn yardım yardımına ına koşar. koşar. Kaleyi Kaleyi döv dövmek mek ve “Müsüm “Müsümân ân ‘askerine cevâb vermek”le meşgul olan Nemçeliler, “Sonra “Sonra ki Sa‘âde Sa‘âdetlü tlü Pâdiş Pâdişâhı âhınn gel gelme mesi si ya yakla klaşdî şdî,, Nem Nemçe çe tâb tâbûrl ûrları arınn Peşt Peştee ya yaka kası sına na ge geçü çürm rmeğ eğee ba başl şlad adılılar ar.. Çü Çünn Türk Türk ‘ask ‘asker erii vâ vâkı kıff old oldi116, üzerlerine hücûm itdiler ve çok gemileri gark itdiler ve mübalaga askerlerin kırdılar ve çoğin dahî esîr itdiler. Ve cümle tâbûr bozuldi ve Türk yağmaladı gâyet çok ganîmet aldılar.” (c. I, s.242-243). “Müslüman asker”, “Türk askeri” ve tek başına “Türk” kavramlarının bir arad aradaa ku kullllan anılıldı dığı ğı bu ba bağl ğlam am,, he herr üç ka kavr vram amın ın birb birbirl irler erin inee mu muad adill illiğ iğin inii sergilemek açısından önemli gözükmektedir. Aynı çevirinin ilerleyen satırlarında “Türk askeri” kavramı değişik bir bağlamda kullanılmıştır: Pâdişâh, kafasındaki planın bir parçası olarak, ölen Budin Kralı Yanoş’un genç oğlunu Budin Ovası’ndaki otağına davet etmiştir. Maiye Mai yetiy tiyle le dav davete ete icâ icâbet bet ede edenn “kralz “kralzâd âde”y e”yii askerl askerler er ka karşı rşılar. lar. Peçevî Peçevî’ni ’nin, n, karşıl karşılama amada da görevl görevlend endiri irilen len askerl askerleri erinn gös göster terişl işlii kıyafe kıyafetler tlerini ini bet betiml imleye eyenn cümlesi şöyle gelir: “Türk ‘askeri sâfî altûna gümüşe gark olmuş bir şöhret ile geldiler ki görenlerin gözleri kâmaşurdi.” (c. I, s. 244). ”Türk askeri” kavramının çevirinin sonuna doğru zikredildiği bir başka bağlam, dul kalan Budin Kraliçesi ve oğlunun akıbeti üzerine erkân-ı devlet aras arasın ında da ya yapı pıla lann sp spek ekül ülas asyo yonla nların rın ardı ardınd ndan an Pâdi Pâdişâ şâhı hınn nihâ nihâîî ka kara rarı rına na ilişkindir:
116
(= Haberi oldu, anladı)
52
“Bundan çâvuşbâşıyı sa‘âdetlü pâdişâh krâliçeye gönderdi ve Budun’a oğlun yiğit olunca, olunca, ben Türk ‘askeri korum. Zîra ( ﺒﻐﺎﻨﻪ ) Budun’u Budun’u korımağa korımağa kâdir değildir. Düşmânı çokdur. Kâhî biz iki üç âylık yolda bulunuruz gelüb irişmek kâbil olmâz. Ona yiğit olunca Erdel memleketi yeter ve tûz ma‘denleri ve altûn gümüş ma ‘denleri kifâyet ider” (c. I, s. 245). Osmanlı vassalarına dâir kayda değer iktisâdî malümatı da içeren bu alın alıntı tını nınn ardı ardınd ndan an,, ay aynı nı çe çevi viri ride de so sonn ke kezz tesp tespitit ed edile ilenn “Tür “Türk” k” ka kava vamı mını nı incele inc eleye yelim lim.. Pâdiş Pâdişâhı âhınn yukarı yukarıdak dakii kararı kararı önc öncesi esinde nde Budin Budin’in ’in yen yeniçe içerile riler r tarafı tarafında ndann nas nasılıl ele geç geçiri irildi ldiğin ğinii an anlat latan an sat satırl ırlard ardaa mü müsta stakil kil ola olarak rak geç geçen en kavram, Pâdişâhın seyir bahanesiyle gizlice yeniçerilere kaleye girme izni vermesinden sonra gelişenler arasında zikredilmektedir: “…ve cümle zukâklar 117 ve çarşûlar yeniçerî ile toldî. Andan sonra hemân dellâllar nidâ itmeğe bâşladî: ‘Herkes yarâgın118 bıraksın ve Türk’e versin ve kendi kapusunda ve evinde emîn ve sâlim otursun. Kimse ‘inâd iderse bâşî gider. Andan sonra Budunlî bildi neye uğramışlar ve beşer onar yeniçerî evlerine girdi ve kendilerine konâk tutdi. Çün Pâdişâhın ma‘lumî oldi ki Budu Budun’ n’aa ye yeni niçe çerî rî to tolm lmuş uşdu dur, r, krâl krâlzâ zâde deyi yi dâ dâye yesi siyl ylee ve ‘ara ‘araba bası sıyl ylaa gönderdiler.” (c. I, s. 244). Tell Tellal alla ların rın du duyu yuru rula ları rına na ko konu nu olan olan “Tür “Türk” k” ka kavr vram amı, ı, mu muht htem emel elen en,, yabancıların “ehl-i İslâm”ı algılama biçimlerine atıfta bulunmaktadır. Bu son örnekle, tarafımızdan Peçevî’nin yabancı tarihlerden yaptığı çevirilerde geçen “Türk“ kavramının nasıl ve hangi bağlamlarda kullanılmış olduğunun olduğ unun incelenmes incelenmesii nihâyet nihâyet bulm bulmakta aktadır. dır. Anlaşılaca Anlaşılacağı ğı üzere, üzere, yaba yabancı ncı tarihçiler, Peçevî’nin ulaşabildiği –muhtemelen– Macar tarihlerinde olayları aktarırken aktarırken Osmanlı Osmanlı yerine “Türk” “Türk” ve “Müslüman” “Müslüman” kelimeleri kelimeleri ve bunlardan bunlardan
117 118
(= Sokaklar) (= Silahını)
53
oluşturdukları çeşitli tamlamaları kullanmışlar; Peçevî de kitabına dâhil ettiği bu bölümleri Türkçe’ye çevirirken bu durumu gözetmiştir.
1.2. Peçevî’nin Kendi Satırlarında Zikrettiği Zikrettiği “Türk” Kavramı Peçevî’nin kendi tarih yazıcılığına konu ettiği “Türk” kavramının hangi bağl ba ğlam amla lard rdaa ve na nası sıll ge geçt çtiği iğine ne ba baka kaca cağı ğımı mızz bu alt alt ba başl şlık ıkta ta ön önce celik likle le Peçevî’nin “garip”, “acayip” olarak değerlendirip eserine zaman zaman dahil ettiği olaylardan ikisinde geçen “Türk” kavramını irdeleyelim: Bunlar Bunlardan dan ilki, ilki, “öte yaka yaka Etrâki Etrâkinde ndenn bir merd-i merd-i fak fakîr îr 119 ”120 olarak tanımladığı şahsın küçük “ferzend121”i ile ilgilidir. ilgilidir . Adam çocuğunu “İstanbul’a” getirir. Çocuğun yüzünün yarısı ve bir gözü; ayrıca burnunun yarısı “gâyet de siyâh ve berrâk” olup, geri kalan tarafları “destar-veş122” beyazdır. İnsanlar bu çocuğu görmeye geldikçe, “ol recül-i fakîr bu sebeb ile emvâl-i kesîr tahsîl idüb gânimen vatanına mürâca‘at123” eder (c. I, s. 480). Tari Tarihç hçin inin in
“Min “Min
el-G el-Gar arâ’ â’ib ibü’ ü’l-S l-Sititem em124”
olarak
adlandırdığı
-ve -ve
aktörlerind aktörlerinden en birinin Türk olduğuolduğu- ikinci ikinci olağand olağandışı ışı olay, ordunun ordunun kışlağa kışlağa çekilmesini anlatan ifadelerden hemen sonra gelmektedir: “şitâ içün bölük halkına ta‘yîn olunan” Kastamonu Sancağı’nın köyünde bulunan bir zâlim, “bir fakîr Türk’den” gücünün üzerinde şeyler talep etmektedir; en sonunda kızını da “esîr deyü” alır ve devlet erkânının kışladıkları Tokat’a götürerek sokakta açık artırma artırma ile satar (c. II, s. 401-402). 401-402). Peçevî’ye göre o dönemde “henüz Sultan Mustafa ‘asrının şe’ameti125 kemâ yenbagî 126 def‘ olunmamış” (= Öte yaka Türkleri’nden fakir bir adam) Burada Burada yazarın bulunduğu bulunduğu Rumeli Rumeli yakasına yakasına göre “öte yaka” olarak tanımlanan, Anadolu olmalıdır. (= Yavru, çocuk) (= Tülbent gibi) [= O fakir adam, bu sebeple servet edinip zengin olarak vatanına döner] (= Garip eziyetlerden) (= Uğursuzluğu) (= Gerektiği gibi) 119 120
121 122 123 124 125 126
54
olduğu için, onca yüksek rütbeli askerin bulunduğu şehirde bu çirkin olaya kimse müdahale etmemişti. Türk Türkle ler’ r’in in ko konu nu ed edilildi diği ği yu yuka kard rdak akii iki iki “aca “acayi yip” p” olay olayda dann so sonr nra, a, Peçevî’nin eserinde zikredilen diğer “Türk” ve “Türk” kelimesiyle oluşturulan kavramları tetkikle devam edelim: Peçe Peçevî vî,, bizz bizzat at ya yaşa şadı dığı ğı Este Esterg rgon on Kale Kalesi si’n ’nin in dü düşm şman an tara tarafı fınd ndan an kuşatı kuşatılma lması sı ve vire vire ile verilm verilmesi esi ola olayın yınıı anl anlatt attığı ığı böl bölüm ümde de “Türk “Türk Kavm Kavmi” i” kavramını kullanmaktadır. Vire görüşmelerinden sonraki günlerde Peçevî, Lala Mehmet Paşa ile birlikte Macarlar’ın kale içinde onurlarına verdikleri yemek davetine katılırlar. Davette “Lonbarhar oğlu” denilen bir “Hersekzâde” de hazır bulunmaktadır. Bu kibar ve yakışıklı beyoğlu, “mahzan 127, Türk kavmini görmek ârzûsuyla içerüye girmiş”tir c. II, s. 185. Dönemin en parlak gücünü temsil eden Türkler’in diğer topluluklarda uyandırdığı merakı yansıtan Peçevî’nin bu anısı, eserde gayet dramatik bir biçimde akıp gitmektedir. Bu ba bahs hsin in so sonu nund ndaa ta tari rihç hçii “ve “ve mi minn be beda dayi yi‘l‘l-- mü münâ nâza zarâ râtt128” alt başlığıyla, gayet tedbirli ve akıllı bulduğunu belirttiği bir yabancıyla Estergon viresi görüşmelerinde görüşmelerinde yaşadığı diyalogu aktarmaktadır. aktarmaktadır. Yabancı, kendilerinin kendilerinin bu görüşmeler öncesinde “Müslüman kavmini”, geçmişte atalarının açmaya “cür’et” edemedikleri bir kutuya benzettiklerini; merak edenlere, yılan, çıyan, akre ak repp do dolu lu olan olan ku kutu tunu nunn aç açılılm mas asıı ha halilind ndee için içinde deki kile leri rinn me meml mlek eket etee yayıla yayılaca cağın ğınıı ve hal halkı kı sokup sokup öd ödüre üreceğ ceğii söylen söylendiğ diğini ini;; ku kulak laktan tan ku kulağ lağaa bu anlatıların “yanlış i‘tikâd”a varmalarına yol açtığını söyler. Ardından devamla, “…imdî bu kûtî açılmasun ve ‘âlem benim zamanımda harâb olmasun deyû, her bir çâsârımız ve krâllarımız üzerine birer kilîd dahî ûrmışlar. Şimdi 127 128
(= Yalnız, ancak, sadece) (= İlginç görüşmelerden)
55
iktizâ itdi açduk. Meğer kûtî bom boş imiş içinde diyâr-ı nesne yoğ imiş. Hayıf bu ‘itikâd ile şimdiye şimdiye değin geçen ömrümüze!...” ifadelerini kullanır. Bu sözler üzerine Peçevî şöyle bir cevap verir: “Ya şimdi eslâfınız129 ol i‘tikâdda mısiz ki anlar buni bilmemişler, ve hatâ itmişler? İ‘tikâdımız odur, didi. İmdî İmdî ma’zûr olsun eslâfınız eslâfınız hatâ itmemiş, itmemiş, hatâ sizdedir işte! Zîra, henüz kûtînın üzerinde olan zarfın âçdûnuz, illâ kûtînin kapâğını açmadunuz. İşte bundan sonra açılursa açılur ve ol sokûci mahlûkun zararını görün nice müşâhede olunur.” XVI. XVI. yüzyıl yüzyılda da Avrupa Avrupalılı bir gay gayrım rımüsl üslimi iminn Türkle Türkler’e r’e ilişki ilişkinn taş taşıdı ıdığı ğı psiko psi koloj lojik ik arkapl arkaplan an ve sözlü sözlü kü kültü ltürü rü gây gâyet et etk etkile ileyic yicii bir dille dille akt aktara arann bu diyalogun sonunda Peçevî -gönül rahatlığıyla- şu yorumunu eklemiştir: “Bundan sonra ki Eğre meftuh130 olundi, ve tabûr-ı makhûra131 bozuldi, şübh şü bhem em yo yokd kdur ur ki bu mü münâ nâka kaşa şa ve mu mu‘â ‘âra raza za132 mel‘ mel‘unun unun hâtırından hâtırından geçmişdir ve söz Türk’ün imiş, demişdir.”(c. II, s. 188). Yabancının “Müslüman kavmi” diye nitelediği topluluğun, her iki tarafta “Tür “Türkl kler er”” şe şekl klin inde de de algı algılam lamaa bu buld lduğ uğuu yu yuka karı rıda daki ki alın alıntı tıda dann ko kola layc ycaa anlaşılmaktadır. Nitekim, daha önce ele alındığı üzere, Peçevî eserinde, “Osmanlı halkı” yerine “ehl-i İslâm” kavramını kullanmaktadır. Dolayısıyla, dönem dön em ins insanı anının nın “öteki” “öteki” ima imajıjı ka karşı rşısın sında da Türk Türk ve Müs Müslüm lüman an kav kavram ramları ları birbirleri yerine kullanılmaktadır, diyebiliriz. Peçevî Peçevî,, Kanije Kanije Kales Kalesi’n i’nin in Fethi’ Fethi’ni ni an anlatt lattığı ığı böl bölüm ümde, de, yab yabanc ancıla ıların rın düşüncelerine tercüman olmaya çalışırken -onların zihninden ve dilinden“Türkl “Türkler” er” kav kavram ramını ını kul kullan lanır: ır: Kanije Kanije Kales Kalesii için için yap yapıla ılann tab tabur ur sav savaşı aşında nda 129 130 131 132
(= Geçmişleriniz, atalarınız) (= Feth olunmuş) (= Kahredilmiş tabur) (= Sözlü mücadele)
56
düşmanın top, tüfek bütün gücüyle bastırması üzerine Osmanlı ordusu geri çekilip etrafta pusuya yatar ve bekler. Yoğun bir sis olduğu için düşman hakkıyla göremiyordur. Böylece sekiz gün geçer, sonunda düşman yaşanılan duru du rumu mu zihn zihnin inde de “Tür “Türk, k, mu mukâ kâbe bele le ey eyle leme medi diği ği ve âlay âlayla ları rınn da dahî hî zâ zâhi hir r itme itmedü düği ği;; ga gare rezl zler erii bize bize âl133 ve fırs fırsat at ile ile bir bir hâ hâll itme itmekd kdir ir.” .” biçi biçimi mind ndee kurgulayıp, “dokuzuncu gün nısfu’l-leyl134 kalkub giderler.” Peçevî’nin “Cenâbı Rabbi’l-‘âlemin’nin Ümmet-i Muhammed’e bir ihsânı” olarak değerlendirdiği bu durum, kalenin fethini kolaylaştırmıştır (c. II, s. 234). “Türk’e “Türk’e baş eğme eğmek” k” ifade ifadesi, si, Erdel beylerind beylerinden en Boçkayi’n Boçkayi’nin, in, Nemçe Nemçe baskısı altında yaşayan Macar topraklarında ortaya çıkmasının konu edildiği satırlarda zikredilmektedir. Peçevî bu bölümde evvelâ Nemçeliler’in Macar “kavmine kadîmden ihanet üzere” olduklarını, nedenleriyle, izah eder. Erdel Beyi Boçkayi, bu baskı baskı ve aşağılanmadan aşağılanmadan o dönemde sefer amacıyla amacıyla Macar topraklarında olan İslâm Askeri’nden yardım isteyerek kurtulmanın mümkün olduğu old uğunu nu ileri ileri sürme sürmekte ktedir dir..
Boçkay Boçkayi’n i’nin in bu tek teklif lifii üze üzerin rinee “Erdel “Erdel ahâlisi ahâlisi
Hırıstiyân dinindedir. Bunlar Türk’e bâş eğmez, mümkün değildir” biçiminde itirazlar gelir. Bu itirazlara Boçkayi “Yâ, Sultân Süleymân zamânında nîçûn bâş eğdiler ve zamân-ı devletinde emîn ve sâlim oldular?” cevabını verir. Avustu Avusturya rya İmp İmpara arator toru’n u’nun un zul zulüm üm ve aşa aşağıl ğılama amasın sınaa karşıl karşılık, ık, “Türk’ “Türk’ee baş eğme eğ me”y ”yii te terc rcih ih ed eden en Ma Maca carr Beyi Beyi,, ne netitice cede de Os Osma manl nlıı tara tarafı fınd ndan an Erde Erdell topraklarına hâkim kılınmıştır (c. II, s. 299). Yukarıda irdelenen örnekler, gerek kendi içinde ve gerekse “Osmanlı” kavram kav ramıı baş başlığı lığı alt altınd ındaa verile verilenn örnekl örneklerl erlee karşıl karşılaşt aştırı ırıldı ldığı ğı tak taktird tirde, e, “Türk” “Türk” kavr ka vram amın ının ın içer içerid iden en de deği ğil,l, da daha ha ziya ziyade de dışa dışarı rıda dann ge getitiril rilen en bir bir kiml kimlik ik tanımlaması ve algılama olduğu ortaya çıkacaktır. Nitekim, tarihe mevzu olan ve ya da tarihi zikreden taraf Müslüman bir Osmanlı olsa dahi, sahnede ya da zikredilen mevzudaki Osmanlı’nın muhatabı -gayrımüslim ya da Müslim- bir yabancı ise Osmanlı’dan Türk, diye bahsedilmektedir. bahsedilmektedir. 133 134
(= Hile, tuzak) (= Gece yarısı)
57
Bunların yanı sıra, Peçevî’nin, yurtiçinden aktardığı iki “acayip” olayın özne öz nesi si du duru rumu mund ndak akii “Tür “Türkl kler er”le ”le ha hang ngii öz özel ellilikl kler erde deki ki bir bir grub grubaa –y –yaa da gruplara– atıfta bulunduğu, bağlamlarında mevcut bilgilerden gerektiği gibi anlaşılamamaktadır. Aktarılan iki olayın ortak niteliklerinin, aktörlerinin sosyoekon ek onom omik ik ve ad adlîlî aç açılılar arda dann ma mağd ğdur ur oldu oldukl klar arıı sö söyl ylen eneb ebililse se de “Tür “Türk” k” kelilime ke mesi sini ninn bu ye yere rell ku kullllan anım ımıy ıyla la ilgili ilgili ge geni nişş bir araş araştı tırm rmaa ya yapı pılm lmas asıı gerekmektedir.
2. TÜRKÇE
Peçevî’nin eserinde Türkçe’ye ilişkin doğrudan atıf yok denecek kadar azdı az dır. r. Tara Tarafı fımı mızd zdan an,, ya yaba banc ncıı ta tarih rihle lerin rin çe çevi viril riler erin inii su sund nduğ uğuu sa satı tırl rlar arda da “Türkçe’ye tercüme” ifadesini kullanmış olduğu umulmuş olsa da yapılan tetkik tet kiklerd lerdee bu tür su sunuş nuşlar larda da yal yalnız nızca ca “tecüm “tecümee ett ettiği iğini” ni” ifad ifadeyl eylee yet yetind indiği iği gözlenmiştir 135. Ancak, eserin günümüz Türkçe’si’ne çevirilerinde136 bu satırlar “Tür “Türkç kçe’y e’yee te terc rcüm üme” e” şe şekl klin inde de de değe ğerle rlend ndiri irilm lmiş iştir tir –k –kii bu ifa ifade de orij orijin inal al nüshalarda yoktur. Peçe Peçevî vî’n ’nin in bu ta tarz rzda da bir bir dışa dışavvurum urumuu terc tercih ih etme etmesi sini ninn ne nede deni ni,, muhtemelen, ana dili olan Türkçe’yi -eserde geçen iki ayrı yerde Türkçe yerine yerine Türkî Türkî kav kavram ramıı ku kullan llanılm ılmışt ıştırır- son derece derece ka kanık nıksam samış ış olm olması asında ndann dolayıdır. Başka bir deyişle, bir yabancı dil tercüme edilecekse, elbette ki bu Türk diline olacaktır; olacaktır; dolayısıyla zikretmeye zikretmeye dahî gerek gerek yoktur. Eser Eserde de “Tür “Türkç kçe” e” ka kavr vram amın ınıı ka karş rşılılay ayan an “Tür “Türkî kî”” ke kelilime mesi si ha hang ngii bağlamlarda geçmektedir? İki ayrı yerde geçtiğini daha önce de belirttiğimiz
135 136
Örneğin, c. I, s. 59; c.II, s. 451; c. II, s. 279, c. I, s. 429. B. Sıtkı Baykal ve Murat Uraz çevirileri.
58
bu kelime/kav kelime/kavramın ramın zikrediliş bağl bağlamlar amlarıı aynıd aynıdır: ır: Kânûnî Kânûnî Devri Devri bilginlerini bilginlerini tanıtımı. Bu bilginlerden ilk olarak adı geçen Mevlânâ Mehmed olup, Peçevî, bu bilgin bilginin in ilgile ilgilendi ndiği ği ala alanla nları rı sırala sıralarke rkenn “Türkî “Türkî ve Farsî Farsî eş‘ eş‘arı arı137” old olduğu uğunu nu belirtmiştir (c. I, s. 49). Diğer bilgin ise Mevlânâ Ya‘kûb’tur. O da “Farsî ve Türkî nazma138 kudreti vâr idi” cümlesiyle tanıtılmaktadır (c. I, s. 50).
3. OSMANLI
Osmanl Osm anlıı kav kavram ramını ınınn Peçevî Peçevî Tarihi Tarihi’nd ’ndee -dolay -dolayısı ısıyla yla XVI. XVI. ve XVII. XVII. yüzyıl yüzyıllar lardada- alg algıla ılanış nış ve ifa ifade de edi ediliş liş biç biçiml imleri eri üz üzerin erine, e, sözko sözkonus nusuu ese eserin rin incelenmesi neticesinde kaydadeğer bulgulara erişildiği düşünülmektedir. düşünülmektedir. Bu çerçevede öncelikle, “Osmanlı” tanımlamasının Peçevî Tarihi’nde müstakil olarak -tamlama yoluyla başka bir isimle bir arada bulunmaksızınhangi bağlamlarda yer aldığına bakalım:
3.1.
Osmanlı Kavramının Müstakil Olarak Kullanıldığı Bağlamlar Kânû Kânûnî nî Sulta Sultann Süley Süleyma mann dö döne nemi mind nde, e, Kahi Kahire re Vali Valisi si ye yerin rinee Mı Mısı sır r
muhaf mu hafaz azası asına na gönderil gönderilen en İkinci İkinci Vezir Vezir Mus Mustaf tafaa Paşa, Paşa,
merhu me rhum m vâl vâlinin inin
“cinsinden139” olan Çerkezler tarafından istenmemektedir. Eski vâlinin yakın çevresind çevresinden en oluşan oluşan toplu topluluk, luk, aralarında aralarındann birisini birisini “sultân “sultân itmek sevdâsına sevdâsına düşüb” divanında bulunduğu sırada Mustafa Paşa’yı öldürmeyi planlarlar. Uygulama fırsatı bulamadan içlerinden birinin açıkladığı planları, bununla 137 138 139
(= Şiirleri) (= Şiire) (= Boy, soy, kavim)
59
kalmayıp, “‘Osmâniyân’dan140 esvâk-ı Mısır’da bulunanları bir yere cemi‘yyet itdirmeden141” kılıçtan geçirmeyi de içermektedir (c. I, s. 77). Doğrudan, belli bir topluluğa, bir kavme ya da millete atıfta bulunan yukarıdaki son cümle, Osmanlılar’ın diğer unsurlarca tanımlanmasına örnek oluştu olu şturma rmakta ktadır dır.. Bu ve ge gelec lecek ek diğ diğer er örnekl örneklerl erle, e, İlb İlber er Ortayl Ortaylı’n ı’nın, ın, Klasik Klasik Çağ’da vârid olan “Osmanlı” kavramının yalnızca yönetici zümreye has bir tanımlama olduğu tespiti tartışmaya açılabilir 142. Yukarı Yukarıda da ku kullan llanıla ılann “Osma “Osmaniy niyân” ân” ke kelim limes esini ininn tek tekili ili ola olann “Osma “Osmanî” nî” kavramıyla aynı anlamı taşıyan -ve günümüzde sıkça kullanılan- “Osmanlı” kavramına da eserde müstakil olarak rastladığımız bölümler sözkonusudur: Peçevî’nin, “Şebîhûn Gerden-i ‘Osman Paşa143” adını verdiği başlık altındaa geçe altınd geçenn baskın baskın hikâyesind hikâyesindee “Osmanlı” “Osmanlı” kavramını kavramınınn iki üç cüml cümlee arayla arayla iki kez geçtiğini görüyoruz. görüyoruz. Osman Paşa’nın Paşa’nın yaptığı gece baskınında baskınında İranlılar şaş aşkkınlı ınlığa ğa dü düşşmüş üşle lerd rdir ir::
“…h “…hem emân ân ‘Os ‘Osmân ânlılı basd sdıı
deyyu de
ol
gîc gîce
karânuluğunda birî birîne kılîc ûrur…” Peçevî, iki üç cümlelik anlatımdan sonra, buna benzer bir başka cümle daha kurmuştur: “Kızılbâşlar hod ‘Osmânlı bâsdı deyu gîce ile kaçân kaçânın olub sabâha değîn firâr iderler”144 (c. I, s. 276). Burada gördüğümüz müstakil Osmanlı kavramı, “Anatoli Yakasında Celâlîler Zuhûrı ve Kara Yazıcı ve Karındaşı Deli Hasan Ahvâli” bahsinde de ardışık cümlelerde iki kez karşımıza çıkmaktadır. Peçevî’nin, Karayazıcı’nın 140
Buradaki “Osmâniyân” kavramı, Osman’ın soyuna mensup olan kişi anlamına gelen “Osmânî” kelimesinin çoğuludur (Kâmûs-ı Türkî). [= Osmanlılar’dan Mısır Çarşısında bulunanları, bir yere toplanma(larına izin vermeden)] İlber Ortaylı, “Osmanlı’ Kimliği”, Cogito, Sayı: 19, YKY, İstanbul, 2006, s. 77-78. (= Kahraman Osman Paşa’nın Gece Baskını) Matbaa-ı Amire baskısında, ikinci ikinci “Osmanlı” kelimesinin sonu ”ى ”ى” harfi yerine “و” harfiyle yazılm yazılmışt ıştır. ır. Veliyü Veliyüddin ddin 2353 nol noluu yazma yazma nüs nüshayl haylaa karşıl karşılaşt aştırdı ırdıkta ktann son sonra ra bun bunun, un, bas baskı kı hatasından kaynaklandığına karar verilmiştir. 141 142 143 144
60
kethüdalığından sonra Lala Mehmet Paşa’nın hizmetine giren Şahverdi’den nakille anlattığına göre Karayazıcı’nın ölümü şöyle olmuştur: “Hîn-i fevtinde lâşe-i murdârın kırk elli pâre itdiler ve her pâresin bir mahalde defn itdiler. Sebebi ‘Osmânlı bulub lâşesine bir siyâset itmeyeler. Hatta bir ‘Osmânlı hod bu mertebe siyâset itmez ve öyle müte’affin cîfeye kimse elini değdirmez dirdik.145” (c. II, s. 253-254). Bir başka örnek, Revan Kalesi’nin İranlılar’ca alınmasının mevzu bahis yapıldığı satırlarda topyekün bir kimlik tanımlaması biçiminde görülür: Kalenin fe feth thin inde denn so sonr nraa Şah Şah ta tara rafı fınd ndan an ye yeni ni bir bir gö göre revv “ihs “ihsân ân ed edililen en”” Re Reva vann Beylerbeyi Şerif Paşa, “asker halkına, isteyeni benim kullarım olsun, isteyeni ‘Osmanlıya gitsün” demiştir (c. II, s. 261). Osmanl Osm anlıı kav kavram ramını ınınn ese eserde rde müs müstak takilil ola olarak rak ku kullan llanıld ıldığı ığı bağ bağlam lamlar lar bunlardır. Görüldüğü üzere hem tekil hem de çoğul anlamda kullanılan bu “cinsiyyet “cinsiyyet”” kavramı, kavramı, Peçevî’nin Peçevî’nin anlat anlatımlar ımlarındak ındakii kullanım kullanım sıklığı sıklığı açısından açısından bakıldığında başat bir kavram olarak tezahür etmemektedir. Bununla birlikte, kullanıldığı bağlam ve kullanılış biçimi, son derece önemli ve kapsayıcı bir tanımlama olduğuna işaret etmektedir.
3.2.
Osmanlı Kavramının Tamlama Şeklinde Kullanıldığı Bağlamlar Peçevî Peçevî Tarihi Tarihi’nd ’nde, e, Osm Osmanl anlıı kav kavram ramını ınınn bir baş başka ka isiml isimlee tam tamlam lamaa
yapıla yap ılarak rak kul kullan lanıld ıldığı ığı örnekl örnekler er ba bağım ğımsız sız ku kullan llanım ımına ına göre göre da daha ha faz fazlad ladır. ır. Esasen bu durum, Osmanlı kavramının ne kadar geniş ve değişik kullanım alanına sahip olduğunun göstergesidir. Bu örneklere bakmaya çalışalım:
[= Öldüğü zaman pis leşini kırk elli parça ettiler ve her parçasını bir yerde defnettiler. (Bunun) (Bunun) seb sebebi ebi,, (bir) (bir) Osm Osmanl anlıı bul bulup up leş leşini ini asm asması asınn (idi). (idi). Hat Hatta ta (biz), (biz), “Bir “Bir Osm Osmanlı anlı bu düzeyde “siyâset etmez” ve öyle kokuşmuş ko kuşmuş (bir) leşe kimse elini değdirmez, derdik.] 145
61
“İhdâs-ı Mücevveze-i Surh”146 başlıklı konuda147, Osmanlı kavramıyla yapılan üç ayrı tamlamayla karşılaşmaktayız: Bunlardan ilki olan “Devlet-i ‘Aliyye-i ‘Aliyye-i ‘Osmâniyye ‘Osmâniyye”, ”, başa giyilen bir tür kavuk olan mücevve mücevvezenin zenin kızıl kızıl renkli olanının Osmanlı devlet görevlileri arasında kullanılmaya başladığını ifad ifadee
eder ed erke kenn
zikr zikred edililm mişti iştir. r.
“Târ “Târih ih-i -i
Âl-i Âl-i
‘Osm ‘Osmân âniy iyye ye”, ”,
Peçe Peçevî vî’n ’nin in
mücevvezenin ortaya çıkışını “aynıyla” alıntıladığı Hoca Sadettin Efendi’nin eserini betimlerken kullandığı tamlamadır. Üçüncüsü olan “Şâhân-ı ‘Osmânî” ise aynı alıntının sonlarında, “tepesi devrik ve ucu püsküllü, kırmızı yünden yapılmış bir takke”148 olan üsküfün, yeniçerilerin yanı sıra zaman zaman Osmanlı sultanları tarafından da giyildiğini ifade ederken kullanmıştır (c. I, s. 4, 5). Kânûnî Devri vezirlerinden olan Sokullu Mehmet Paşa’nın tanıtıldığı bölümde, yukarıdaki “Târih-i Âl-i ‘Osmâniyye”den farklı olarak “Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân ‘Osmân”” tam tamlam laması ası karşım karşımıza ıza çıkma çıkmakta ktadır dır.. Peçevî Peçevî bu ism ismi,i, Sokull Sokullu’n u’nun un hazinedârı hazinedârı “Tavâşî” “Tavâşî”149 Hasan Hasan Paşa’d Paşa’dan an nak nakill illee verdiğ verdiğii bilgil bilgiler er arasın arasında da zikretmektedir: “Her gice mu‘tâdî üzere zamân-ı teheccüdde kalkub tacdîd-i vuzu’ idüb, edâ’-ı teheccüdden sonra merkûm Hasan Ağa’ya Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân okudur imiş.”150 (c. I, s. 20). Tarihçi, Mohaç Savaşı’nı anlattığı bahiste, sözkonusu savaşın İslâm gazâ ga zâla ları rını nınn en bü büyü yükl kler erin inde denn oldu olduğu ğunu nu ve bö böyl yles esin inee bü büyü yükk za zafe ferl rler erin in -okuduğu tevârihlere göre- ancak “selâtîn-i ‘Osmâniyye” ye has özellikler sonucu ortaya çıkabileceği kanaatindedir (c. I, s. 96). Peçevî eserinde, “Selâtîn-i ‘Osmâniyye” kavramının bir başka söyleyiş biçi biçimi mi oldu olduğu ğu an anla laşı şıla lann “sel “selât âtîn în-i -i âl-i âl-i ‘Osm ‘Osmân ân”” tam tamlama laması sına na da ye yer r (= Kırmızı Mücevvezenin Ortaya Çıkışı) Bu başlık Veliyüddin 2353 nolu yazma nüshada n üshada bulunmamaktadır. Üsküf kelimesi Kâmus’ta bulunamamış; Bekir Sıtkı Baykal sadeleştirmesindeki 8 numaralı dipnottan referansla tanımlanmıştır. C. I , s. 3. (= Hadım ağa, harem ağası) [= Alışıldığı üzere, her gece, (gece namazı vaktinde) kalkıp abdest tazeler; gece namazını kıldıktan sonra, adı geçen Hasan Ağa’ya Tevârîh-i Âl-i Osmân okuturmuş.]
146 147 148
149 150
62
verm ve rmek ekte tedi dir. r.
Kavr Kavram amın ın
geçt ge çtiği iği
bağl ba ğlam am,,
Osma Os mano noğu ğulla lları rı
sulta su ltanl nlar arın ının ın
bayraklarının sayısının dörtten yediye çıkarılması emrinin verilmesidir (c. I, s. 129). Tata Tatarr Ha Hanı nı Sahi Sahipg pgir iray ay’ı’ınn Os Osma manlı nlı Ordu Ordusu su’n ’naa ka katı tılm lmas asıı üz üzer erin inee düzenlenen törenle ilgili betimlerde betimlerde bulunan bulunan Peçevî, bizi, devlet geleneğine atıfta atı fta bu bulun lunan an bir kav kavram ramla la tan tanışt ıştırm ırmakt aktadı adır: r: Tarihç Tarihçi,i, övg övgüyl üylee söz ett ettiği iği törend törendee görevl görevliler ilerin in düz düzgün günce ce yerler yerlerini ini alm alması asında nda,, “kâ‘id “kâ‘ide-i e-i mu mukar karrere rere-i -i ‘Osmânîyân üzere tertib-i sipâh151” kılındığını ifade etmektedir (c. I, s. 210). Kili ve Akkirman topraklarındaki sınır tespitine ilişkin bir sonraki bahiste geçe ge çenn “‘Âd “‘Âdat at-ı -ı ka kadî dîme me-i -i ‘Osm ‘Osmân ânîy îyân ân”” taml tamlam amas asıı da ka kavr vram amsa sall olar olarak ak Osmanlı Osmanlı gelen geleneğine eğine gönd gönderme erme yapm yapmaktad aktadır. ır.
Peçevî Peçevî bu kavramı, kavramı,
vergi
ödem öd emey eyee da daya yalılı an anla laşm şmaa ya yapı pıla lann Boğd Boğdan an vo voyv yvod odas asın ının ın es eski ki Os Osma manl nlıı geleneği uyarınca “kızıl börk ve altûn üskûf ve hil‘a-ı husrevân ile ilbâs olunduğunu152” anlatırken kullanmaktadır (c. I, s. 212). Peçevî’nin, Osmanlı’ya sığınan İran Şâhı’nın kardeşi Elkas Mirza’nın çıkarıldığı şehir gezintisinde yaşanılanları anlattığı bahiste kullandığı “her geçüb giden üzengi ağâsı meselâ ‘arabacı ve tobci ağâların âyîn-i ‘Osmânî üzere neferâtiyle zeyb ü zîynet ile gördükde, Pâdişâh bu midir deyû ayağa kalkub ta‘zîm ü tekrîm iderek inhinâ ile selâmlayub153….” cümlesinde yer alan “âyî “âyîn” n” ke kelim limes esi,i, bü büyü yükk ölçü ölçüde de bu bugü günn ku kulla lland ndığ ığım ımız ız “tör “tören en”” ka kavr vram amın ınıı karşılamaktadır (c. I, s. 265). Yukarıdakinin neredeyse eş anlamlısı olan bir başka kavram, “âyîn-i kavânîn-i kavânîn-i ‘Osmânî” ‘Osmânî” tamla tamlaması ması,, “kişvergüş “kişvergüşââ154” Sultan Sultan Süley Süleyma man’ı n’ınn Halep Halep kışlağına çekilmesinin zikredildiği başlık altında geçmektedir: Ramazan ayı (= Osmanlı kuralları temelinde askerin düzenlendiği) [= kızıl börk ve altın üsküf ve sultanlara yaraşır (bir) kaftan giydirildiğini…] [= Her geçip giden üzengi ağasını, mesela arabacı ve topçu ağalarını Osmanlı törenleri uyarınca askerleriyle (birlikte) süslenmiş (bir halde) gördükçe “Pâdişâh bu mudur?” diye ayağa kalkıp hürmet ve saygı (ile) eğilip selamlıyor…] (= memleket fetheden)
151 152 153
154
63
henü he nüzz ge geççiril irilm miş ve ba bayr yram am ge gelm lmiş iştitir. r. Peç Peçev evîî ba bayr yram am ha hazı zırl rlık ıkla ları rını nı betimlemeye, “… âyîn-i kavânîn-i ‘Osmânî üzere ‘âli otaklar ve sâye-bânlar kurîlub…155” ifadesiyle ifadesiyle başlama başlamaktadı ktadırr (c. I, s. 278). Bu kavram kavram okurda, okurda, bir önceki kavrama bir kelime daha eklenerek daha ayrıntılı bir ifade biçimi tercih edildiği izlenimini uyandırmaktadır. Peçevî eserinde, “kavâid-i “kavâid-i ‘Osmânîyân” tamlamasına da da yer vermiştir. “Osman “Osmanlılı törele töreleri” ri” anl anlamı amınd ndaa ku kulla llanıl nıldığ dığıı düş düşünü ünülen len bu kav kavram ram,, Sultan Sultan Süleyman’ın Zigetvar Seferi’nin anlatıldığı bölümde, pâdişâhla birlikte sefere giden devlet erkânının isimlerini sayılmasından sonra zikredilmektedir: “… ve sâ’i’irr a‘yâ sâ a‘yânn ve erkâ erkânn-ıı mu mu‘t‘tad ad ve ka kavâ vâ‘id ‘id-i -i ‘Osm ‘Osmân ânîy îyân ân üz üzer eree me mevk vkib ib-i -i hümâyûnda revâne olunub menzilden menzile… 156” (c. I, s. 413). Tarihçinin, Tarihçinin, yukarıda yukarıda geçe geçenn kavramlara kavramlara anlam bakı bakımınd mından an karşıtlık karşıtlık oluşturabilecek oldukça farklı bir kavram daha kullandığını tespit ediyoruz. Eserini kaleme alırken sözkonusu ettiği hemen her yerde, üzüntüsünü de belli ettiği şehzâde katli olayıyla ilgili olarak Peçevî, III. Murat’ın çocukları bahsinde, “kânûn-ı vajgûn-ı ‘Osmânî 157” kavramını zikretmektedir: Pâdişâhın dünyaya getirdiği kız ve erkek çocuklarının “had ve kıyâsdan mütecâviz” olduğunu belirten tarihçi, Sultanın vefatında ondokuz şehzâdesinin “kânûn-ı vajg va jgûn ûn-ı -ı ‘Osm ‘Osmân ânîî
mûce mû cebi binc ncee
züm zü mre-i re-i şü şühe hedâ dâya ya mülha ülhak” k” oldu olduğu ğunu nu
vurgulamaktadır (c. II, s. 5). Yukarıda yazı konusu edilen kavramlar dışında Peçevî’nin Kânûnî’nin İran Seferi’ni Seferi’ni ele aldığı bölümde, bölümde, Osmanlı Osmanlı Devleti’nin Devleti’nin anlaşılmasınd anlaşılmasındaa son derece önemli olan “Gâziyân-ı ‘Osmânîyân” kavramı da yer bulmaktadır. İb İbra rahi him m Efen Efendi di bu ka kavr vram amı, ı, Tebr Tebriz iz’e ’e do doğr ğruu ha hare reke kett ed eden en Pâdi Pâdişâ şâhh ve ordularının şehir yakınında kondukları bölgeyi tasvir ederken kullanmaktadır:
(= Osmanlı tören kuralları uyarınca, yüksek otağlar ve gölgelikler kurulup…) (= ve diğer ileri gelenler, bilinen esaslar ve Osmanlı töreleri uyarınca pâdişâhın kâfilesinde yola koyulup menzilden menzile…) (= Uğursuz/tersine dönmüş Osmanlı kânunu)
155 156
157
64
“ … etrâf-ı Şenb-i Gâzân, muhayyem-i gâziyân-ı ‘Osmânîyân oldi.158” (c. I, s. 272). Peçevî Tarihi’nde İbrahîm Efendi tarafından zikredilen “Osmanlı” ve Osma Os manlı nlı ka kavr vram amıy ıyla la birl birlik ikte te oluş oluştu turu rulm lmuş uş
diğe diğerr taml tamlam amal alar arın ın tek tek tek tek
irdelenme irdelenmesi si sonucunda sonucunda ortaya ortaya çıkan çıkan resim yukarıda yukarıda yansıtılan yansıtılanaa yakındır. yakındır. Anlaşı Anlaşılac lacağı ağı üze üzere re “Osman “Osmanlı” lı” kav kavram ramı, ı, -gerek -gerek mü müsta stakil kil gereks gereksee birleş birleşik ik kelilime ke mele lerl rlee- he hem m de devl vlet etin in he hem m de va vata tand ndaş aşın ın kiml kimliğ iğin inii tanı tanıml mlam amad adaa kullanılmıştır. Bu bağlamda enteresan olan, yukarıda ele alınan kavramlar dışınd dış ındaa bug bugün ün biz bizim im Osm Osmanl anlı’y ı’yaa ilişkin ilişkin kon konula ularda rda sıkça sıkça kul kullan landığ dığımı ımız; z; Osmanl Osm anlıı Devlet Devletii top toprak raklar ları, ı, Osm Osmanl anlıı ege egeme menli nliği, ği, Osm Osmanl anlıı hal halkı, kı, Osm Osmanl anlıı pâdişâ pâd işâhı, hı, Osm Osmanl anlıı Ordusu Ordusu,, Osm Osmanl anlıı Don Donanm anması ası,, Osm Osmanl anlıı Başken Başkentiti gib gibii kavramların eserde, içinde Osmanlı kelimesi geçmeyen tamlamalar biçiminde kullanılmış olmasıdır. Bugünkü algılamalarımıza göre sözkonusu kavramların doğrud doğ rudan an karşıl karşılıkl ıkları arı olm olmasa asa da -bunla -bunları rı kitapt kitaptaki aki ku kullan llanım ımlar larıyl ıylaa şöyle şöyle sıralayabiliriz: Osma Os manl nlıı De Devl vlet etii to topr prak aklar ları/ ı/ Os Osma manl nlıı topr toprak akla ları/ rı/Os Osma manl nlıı ülk ülkes esi:i: memâlik-i mahrusa, memâlik-i ‘Osmânîyân, muzâfât-ı mehmiyye. Osmanlı egemenliği: Hükm-i Memâlik-i Osmânîyân. Osmanlı halkı/ Osmanlı: Ehl-i İslâm. Osmanlı Osmanlı Pâdişâhı: Pâdişâhı: Rikâb-ı Rikâb-ı hüm hümâyûn âyûn-ı -ı pâdişâhiy pâdişâhiyye, ye, atabe atabe-i -i aliyye-i aliyye-i pâdişâhiye. Osmanlı Ordusu: asker-i İslâm. Osmanlı Donanması: Donanma-ı Hümâyûn. Osmanlı Başkenti: Der-devlet-i medâr.
4. GÖÇ VE SÜRGÜN 158
[= Şenb-i Gazan çevresi çevresi Osmanlı gâzilerinin çadırları (ile bezendi).]
65
Ordunun bir konaktan diğerine “göçmesi” ve şahısların bu dünyadan diğerin diğ erinee “göçm “göçmele eleri” ri” dış dışınd ında, a, bildiğ bildiğimi imizz anl anlamı amıyla yla göç kav kavram ramı, ı, İbrahi İbrahim m Peçevî Efendi’nin tarihinde gâyet az sayıda zikredilmektedir. Ancak, sürgün kavramıyla ifade edilmiş bir “göç etme durumu” da sözkonusudur. Osma Os manl nlıı De Devl vlet etii fe feth thet ettitiği ği ye yeni ni bö bölge lgele lere rede de gü güve venli nliği ği sa sağl ğlam amak ak amacıyla amac ıyla yürüttüğü yürüttüğü yeniden-isk yeniden-iskân ân politikası politikasını nı toplu sürgünler sürgünler vasıtasıy vasıtasıyla la gerçekleştirebiliyordu159. Dolayısıyla, göç ve sürgün kavramları -bugünden bakıldığında- zaman zaman iç içe geçmiş gözükmektedir. Bunun yanında, eserde -bildiğimiz anlamıyla- sürgün kavramına atıfta bulunan referanslar da mevcut olup, bunların sayısı öncekilere göre çok daha fazladır.
4.1. 4.1.
Doğr Doğrud udan an Göç Göç Kavra Kavramı mına na Atıft Atıftaa Bulu Buluna nan n Satır Satırla lar r Ele alacağımız olay, Kânûnî Sultan Süleyman döneminde, Pâdişâh’ın
Mohaç Seferi’nden sonra yaşanmıştır. “Islavîn memleketinde” bulunan “Eflak re‘âyâsı, re‘âyâsı, bânla bânları rı160 olacak olacak kâltabanın kâltabanın161 siteminden162” bun bunala alarak rak “üzeri “üzerine ne gulüvv163” idüb idüb””164 kat katled lederl erler. er. Arkası Arkasında ndann da bu top toprak raklar larda da kal kalma manın nın mümkün olmayacağında karar kılarak, “hâne göç tarîkiyle” hayvanlarını alıp kaçarlar. Sözkonusu topluluk, Osmanlı sınırından girince, kendilerine iskâna elverişli bir yer verilmesini talep eder. “Semendre vâlisi” durumu Pâdişâh’a arz eder; cevaben, Sirem bölgesinin tâyin olunduğu bildirilir. bildirilir. Pâdişâh, daha Halil İnalcık, “Osmanlı Fetih Yöntemleri”, Söğütten İstanbul’a, Derleyenler: Oktay Özel, Mehmet Öz, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005, s. 465. (= O dönemde Slav ya da Macar beyleri ve prenslerine verilen ad) (= Namussuz) (= Haksızlık, eziyet) (= Üşüşme, hücum) (= Kötü söz söyleyen)
159
160 161 162 163 164
66
sonra tekrar sefere çıktığında buraya uğrar ve “mezkûrların knezleri nâmına altmış nefer zımmî gelüb istikbâl ider 165”ler. Bu insanlara, Pâdişâh’a klavuzluk yapıp yap ıp ya yapam pamıya ıyacak caklar larıı sorulu sorulur; r; olu oluml mluu cev cevap ap alı alının nınca ca tuğ tuğlar ların ın önü önünde ndenn yürüme şerefine erişmiş olurlar (c. I, s. 16). Sını Sınırd rdaa bu bulu luna nann ga gayr yr-ı -ı müs üslilim m bir bir topl toplul uluğ uğun un,, oluş oluşan an -ya -ya da oluş oluştu turd rduk ukla ları rı-- gö göçç ko koşu şulla lların rını, ı, Os Osma manl nlıı De Devl vlet eti’i’ne ne zımm zımmîî teba teba olma olmakk yönü yö nünd ndee ku kulla llanm nmay ayıı te terc rcih ih et ettitiği ğini ni gö göst ster eren en yu yuka karı rıda daki ki örne örnekk dışı dışınd ndaa doğrud doğ rudan an göç ka kavra vramı mına na atı atıfta fta bul buluna unan, n, tes tespit pit ett ettiği iğimiz miz bir baş başka ka örnek örnek yoktur.
4.2. Celâli İsyanlarının İsyanlarının Sebep Olduğu Hareketlenmeler Hareketlenmeler Aşağıda anlatılacak olan hâdise bağlamında zikredilen nüfus hareketi, -Peçevî doğrudan göç kavramını kullanmamış olsa da- anlam itibarıyla bu kavram kav ramaa atı atıfta fta bul bulunm unmakt aktadı adır. r. Sözkon Sözkonusu usu hâd hâdise ise,, “Anato “Anatolılı Yakas Yakasınd ındaa Celâlîler Zuhûrı” başlığı altında ele alınan Karayazıcı ve kardeşi Deli Hasan’a yönelik bilgiler dâhilindedir. Onaltın Ona ltıncı cı Yüzyıl Yüzyıl son sonları larında nda gel gelişe işenn ola olayın yın kısa kısa hik hikâye âyesi si şöyled şöyledir: ir: Sivas’ta Sivas’ta bulun bulunan an sancaklard sancaklardan an birinde birinde sancakbe sancakbeyi yi kaymakam kaymakamlığı lığı görevini görevini sürdür sürdüren en Karaya Karayazıc zıcı, ı, “âsitâ “âsitâne” ne”nin nin kararı kararı üz üzerin erinee o dön dönem em se sefer ferde de ola olann mevcut sancakbeyi yerine bir yenisinin -ve dolayısıyla temsilcisinin- tâyin edilme edi lmesin sinee itiraz itiraz ede eder. r. Bununl Bununlaa da kal kalma mayar yarak ak gel gelen en tem temsil silciy ciyii öld öldürü ürür. r. Ardından etrafında topladığı “ol semtlerin eşkıyâsın ve levendin” ile birlikte “isyân ‘alemi kaldırır”. Karşısında kimse duramıyor; merkezden gönderilen komutanlar ardı ardınca yeniliyordur. Bu süreçte Serdâr Sinan Paşa da kaleye sığınıp mahsur (= Sözü Sözü edi edilen lenler lerin in yön yöneti eticil cileri eri adı adına na gay gayr-ı r-ı Müs Müslim lim reâyâd reâyâdan an altm altmış ış asker asker gel gelip ip karşılarlar.) 165
67
edilince, edilince, Çorum sancakbey sancakbeyliği liği verilmesi verilmesi karşılığınd karşılığındaa Karayazıcı Karayazıcı’yla ’yla barış yapılı yap ılır. r.
Ancak, Ancak, olaylar olaylar bu barışl barışlaa du durulm rulmaz; az; çünkü çünkü Karaya Karayazıc zıcıı “celâl “celâlîği îğinn
komamıştır 166.”. .”. Ha Halk lkta tann us usûl ûlsü süzz ve verg rgililer er iste isteye yere rek, k, “tah “tahsî sîle le ce celâ lâlîlîle ler r gönder gön dermek mekted tedir.” ir.”.. Net Netice icede de olu oluştu şturula rulann kuv kuvvet vetlili bir orduyl orduylaa Karay Karayazı azıcı cı bozguna uğratılır; Canik Dağları’na kaçar ve orada ölür. Karaya Karayazıc zıcı’n ı’nın ın ölü ölümü mü de isyanl isyanları arı durdur durduram amıya ıyacak caktır. tır. İsyanc İsyancıla ılar, r, Karayazıcı’nın kardeşi Deli Hasan’ı başlarına getirirler. Devlet bu kez onunla mücadeleye girişir. Üzerine gönderilen Serdâr Hasan Paşa bozguna uğrar ve Tokat Tokat Kales Kalesi’n i’nee sığ sığını ınır. r. Serdâr Serdârın ın burada burada saklan saklandığ dığıı duy duyulu ulunca nca ce celâlî lâlîler ler tarafından “başına tüfenk ûrup” şehit edilir. Tâyin edilen yeni serdâr da “bu mertebe kesrette olan eşkıyâdan intikâm” alamıyacaktır. Olayla Ola yların rın bu şekild şekildee gel gelişm işmesi esi son sonucu ucunda nda,, “öte “öte yakanı yakanınn sa sagâr gâr ü kibârı167 âsi âsitân tâne-i e-i sa‘ sa‘âde âdete te dök dökülü ülür”. r”. Ge Gelen lenler lerin in am amacı acı dîv dîvând ândaa şikâye şikâyette tte bulunmaktır. Sayıları o kadar fazladır ki Dîvan-ı Hümâyûn dolup taşmış; buna mukâbil şikâyetlerine cevap verilememiştir (c. II, s. 254). Peçe Peçevî vî,, ta tari rihi hind nde, e, Kara Karaya yazı zıcı cı ve ka kard rdeş eşin inin in isya isyanl nlar arıı etki etkisi siyl ylee Anadolu’dan İstanbul’a yapılan göçün şikâyet bildirme amacının ötesinde kalıcı kal ıcı bir hâl alı alıpp alm almadı adığın ğınıı bel belirtm irtmeme emekte ktedir dir..
Kaldı Kaldı ki bu müstaki müstakill bir
araştırma konusudur. Ancak, âsâyişsizlik ve zulmün kol gezdiği bir kaos ortamında halkın bulunduğu yurdu terkedip kendisini güvende hissedeceği bölgelere göçmeyi tercih edeceği bir vakıadır.
4.3. Göç ve Sürgün Kavramlarının Muadilliğinin Gözlendiği Satırlar
166 167
(= Celâliğini bırakmamıştır.) (= Anadolu’nun küçüğü ve büyüğü)
68
Sıradaki ve ardından gelen konuda, başlangıçta sözü edilen göç ve sürgün kavramlarının iç içe geçmişliği gözlenebilecektir. İlk bah bahis, is, yin yinee Moh Mohaç aç Savaşı Savaşı’nı ’nınn ardınd ardından an,, bu kez sav savaşm aşmada adan, n, “miftâhları168”nın ”nın te tesl slim im edilm dilmes esii ile ile ele ge geççiril irilen en düş üşm man baş aşke kent ntii durumundaki Budin ve Peşte halkına ilişkindir: O dönemde vârid olan sıkı disiplin uyarınca, fetihten sonra şehirde hiçbir kimsenin canına ve malına doku do kunu nulm lmam amış ıştı tı.. Bunu Bununl nlaa birl birlik ikte te,, “ ﺘﯿﻤﺍ ﻦ ﺍﺴ ﺘﯿﻤ ed eden en ke kefe fere re re‘â re‘âyâ yâda dan” n” ve Yahudiler’den istekli olan binlerce hâne, gemilere bindirilip İslâm İslâm topraklarına “sûrgû “sûrgûn” n” olm olmuşt uştur. ur. Gö Gönde nderil rilen en hân hânele elerde rdenn pek çoğ çoğuu Yediku Yedikule le Semti Semti’nd ’ndee iskâ iskânn ed edililmi miş; ş; ay ayrı rıca ca,, “Yah “Yahûd ûdîî tâ tâ’i’ife fessin kim kimî Selâ Selâni nik’ k’ee ve kimî kimînn sâ sâ’i’ir r memleketlere” gönderilmiştir. (c. I, s. 99). Aynı Aynı bağ bağlam lamda da de değer ğerlen lendir dirileb ilebilec ilecek ek bir ikinci ikinci bah bahis, is, yin yinee Kânunî Kânunî dönemine ilişkin olup, Sultan Süleyman’ın adâlet ve insafının ele alındığı başlık altında geçmektedir. Pâdişâh’ın hürriyet ihsân etmedeki cömertliğini anlatan satırlarında Peçevî, şunları aktarmaktadır: “Mıs “Mısır ır fe feth thin inde de altı altıyü yüzz hâ hâne ne mi mikd kdâr ârıı sû sûrg rgûn ûn gö götü türd rdüğ üğüü bir bir bö bölü lükk garîbü’l-bilâdı169 azâd idüb, isteyen vatanına gitsün ve dileyen kalub pây-ı tahtımızda istirâhat itsün deyü insırâfa170 izin buyurdular.” (c. I, s. 5) Peçevî’nin ilk bahiste ifade ettiği “istekli sürgün” ve ikinci bahse konu olan olan “zor “zorun unlu lu sü sürg rgün ün”” olay olayı, ı, ta tara rafı fımı mızc zcaa gö göçç ka kavr vram amıı çe çerç rçev eves esin inde de değe de ğerle rlend ndiri irilm lmiş iştir tir.. Sözk Sözkon onus usuu iki iki olay olay,, ay aynı nı za zama mand ndaa Os Osma manlı nlı feti fetihh siyâsetinin iskân ayağına ve dönemin demografik hareketlerine ilişkin olarak da ele alınabilecektir.
4.4. Doğrudan Sürgün Kavramına Atıfta Bulunan Satırlar
168 169 170
(= Anahtarları) (= Yabancıyı) (= Çekilip gitme, geri dönme)
69
Bildiğimiz anlamıyla sürgün kavramına atıfta bulunan bahisler, çeşitli bağl ba ğlam amla lard rdaa ele ele alın alınmı mışt ştır ır.. Ön Önce celik likle le ka kavr vram amın ın ön önem emlili şa şahs hsiy iyet etle leri rinn tanıtı tan ıtılma lması sı bağ bağlam lamınd ındaa değ değini inilen len bireys bireysel el sürgün sürgün vec veches hesini ini irdele irdelemey meyee çalışacağız.
4.4.1. Bireysel Sürgünler İlk örne örneği ğimi mizl zle, e,
Kânû Kânûnî nî De Devr vrii âlim âlimle leri rind nden en Me Mevl vlân ânââ Mu Muhi hidd ddin in
Arapzâde’nin tanıtıldığı satırlarda karşılaşmaktayız. Peçevî, Ebussuud Efendi ta tara rafı fınd ndan an ce ceza zala land ndır ırıla ılann bu şa şahs hsı, ı, “ahv “ahvâl âlii ne nevâ vâdi dird rden en olm olmağ ağın ın tahr tahrîr îrii münasib müna sib görüldi görüldi171” sözler sözleriyl iylee ok okuyu uyucuy cuyaa tan tanıtm ıtmaya aya baş başlar lar.. Şeyhül Şeyhülisl islâm âm Ebussu Ebussuud ud Efendi Efendi’ni ’ninn ya yaptı ptığı ğı bir ata atama maya ya sin sinirle irlenen nen Müd Müderri erriss Arapzâ Arapzâde, de, şikâyet şikâyet ve kızgınlığını kızgınlığını Sadrâzam’a Sadrâzam’a yazdığı yazdığı bir mek mektupla tupla ortaya ortaya koymuş ve mektuba, durumla ilgili olarak kaleme aldığı fetvayı da eklemiştir. Tüm bunlar Pâdişâhca da inceledikten sonra Arapzâde Dîvân’a getirilip “ta‘zîr 172”173 olunur ve ‘azl ile Bursa’ya sürülür. “Garâ’ib bunda ki ki174” diye devam eden Peçevî, Arapzâde’nin, Rumeli Kazaskeri’nin damadı olduğu halde bunları yaşayabildiğini; divandan önce kayı ka yınp nped eder erin inin in ya yanı nına na Anad Anadol oluu Kaza Kazask sker erin inii de alar alarak ak Şeyh Şeyhül ülis islâ lâm’ m’aa gittik git tikler lerini ini ve Arapzâ Arapzâde’ de’nin nin aff affını ını diledi diledikle klerin rinii bel belirt irtir. ir. Ancak Ancak bu ins insanl anları arınn söyledikleri Şeyhülislâm’a “Aslâ te’sîr” etmemiştir; bilâkis, “Kürdî el-‘asl olub tab‘î haşîn olmağla”, “hışm ü gazabı”nı daha da artırmıştır (c. I, s. 55). Üst Üst
düze dü zeyy ulem ulemâd âdan an üs üste telilikk
“şey “şeyhz hzâd âde” e”ni ninn
-Peç -Peçev evî’î’ni ninn
tanı tanıml mlam amas asıy ıyla la--
bir bir
bütü bü tünn ilti iltim mas ça çaba bala ları rına na rağm rağmen en sü sürg rgün ün ed edililme mekt kten en
kurtulmadığının örneklendiği yukarıdaki bahisten sonra, I. Ahmet Devri’nde (= Az rastlanır halleri olduğu için yazmaya değer bulundu.) (= Azarlanma, terbiye verme, haddini bildirme) “Ta‘zîr olundi”ifadesi B.S. Baykal sadeleştirmesinde “bir güzel kötek yedi” biçiminde Türkçe’leştirilmiştir ki sözlüklerde “ta‘zîr” kelimesinin böyle bir anlamına rastlanamamıştır. (= İşin garibi şu ki)
171 172 173
174
70
yaşanan bir başka devlet adamının kısaca tanıtıldığı satırlarda geçen sürgün kavramına bakalım: Döne Dö nemi minn sa sadr drâz âzam amla ları rınd ndan an olan olan Da Dama matt Me Mehm hmet et Paşa Paşa Sulta Sultann I. Ahmet’in kızlarından biriyle evli olup, iki kez sadrâzamlığa getirilmiştir. Ancak dahaa so dah sonra nra Revan Revan Kalesi Kalesi’ni ’ninn kuşatı kuşatılma lmasın sında da ba başar şarısı ısızz olm olması ası ned neden eniyle iyle “Halep Eyâleti’ne sürülmekle” kahrından burada vefat etmiştir (c. II, s. 300). Diğer bir şahsiyet ulemâdandır: Donanımlı bir ilim adamı olan Büyük Şeyh’in Süleymâniye Câmii’nde verdiği vaazlarda halk, büyük kalabalıklar oluştu olu şturma rmakta ktadır dır.. Ge Gelen len din dinley leyici iciler, ler, zor me mesel selele elerin rinii “tezke “tezkere re175” hâ hâlilind ndee Şeyh’in kürsüsüne bırakır; Sayıca bir hayli çok olan bu meseleleri Büyük Şeyh, Şeyh, öyl öylee açı açıkk ve net ola olarak rak cev cevapl aplard ardıı ki din dinley leyenl enler er hay hayret rette te ka kalırd lırdı. ı. Kahv Kahveh ehân ânel eler erde de ot otur uran an “şeh “şehir ir oğ oğla lanı nı””
bile bile,,
tezk tezker erel eler erin in
okun ok unma maya ya
başlamasını “yoklarlar”; ona göre câmi’ye gelirlerdi. Şeyh, verdiği vaazlarda “gâyet çerî ve erbâb-ı devlete dokunub ta‘an ü teşni‘den ber i176” olmadığı için, bir-ik bir-ikii def defaa “vatan “vatan-ı -ı as aslîs lîsine ine nef nefyy olu olunm nmuş uş177” an anca cak, k, da daha ha so sonr nraa dâ dâve vett edilerek getirilmiş ve sınırsız hürmet gösterilmiştir (c. II, s. 359). Zikre ikreddilen ilen
ent nter eres esan an
bahhis, ba is,
kişin işinin in
mem emle lekketin etinee
de
sürg sü rgüün
edilebildiğini ortaya koymaktadır. Bu durumun Osmanlı’da özel bir anlamı olup olmadığını incelemek teamülleri tespit açısından çekici görünmektedir. İlâveten, bu örnekle; sürgün edilmiş olmakla –belki sadece memleketine sürülme koşullarıyla alâkalıdır- geri davet edilip saygı görmek arasında ince bir çizgi olduğu da anlaşılmaktadır. Peçe Peçevî vî’n ’nin in
şahı şa hısl slar arıı
ta tanı nıtı tımı mı
bağl ba ğlam amın ında da
bire bireys ysel el
sürg sü rgün ünle leri rinn
irdele irdelend ndiği iği yukarı yukarıdak dakii sat satırla ırlarda rdann son sonra ra mes mesele eleye ye bir de top toplu lu sürgün sürgünler ler açısından bakalım. 175 176 177
(= Pusula, kısa not) (= Gâyet canlı ve devlet ileri gelenlerine dokunup, yermekden beri) (= Memleketine sürgün olunmuş)
71
4.4.2. Bir Toplu Sürgün Örneği 1528 yılında Halep’te yaşanan bir hâdise, toplu olarak sürgün edilmeyi örne örnekl klem emek ekte tedi dir. r. Kısa Kısaca ca an anlat latır ırsa sak; k; Ha Hale lepp Kadı Kadısı sı ve Mu Muht htes esib ibii ha halk lka, a, “nihâyeti “nihâyeti yoğ” olan haksızlı haksızlıkk ve eziyet yapmaktayd yapmaktaydı. ı. Merkeze Merkeze bu konuda konuda defalarca şikâyette bulunulmuş; ancak, “hâmîleri tama‘-ı hâm sebebiyle def itmişler idi.178”. Sonunda, bir bir cuma günü günü “câmi‘-i kebîr”de üzerlerine saldırılır ve dokuz adamıyla birlikte öldürülürler. Bunun üzerine “Haleb’in a‘yânından ve sükkânından nice kimesneler Rodos’a sûrgûn ve nice nice kimesnelerin hâli dîger-gûn179” olur (c. I, s. 127-128). Osma Os manl nlıı De Devl vlet eti’i’nd ndee -adâ -adâle lett ge geci cikm kmiş iş da dahî hî olsa olsa-- ce ceza zanı nınn ha halk lk tarafından verilmesinin bedelinin, topluca sürgüne yollanmak olabileceğine işaret eden bu bahis, toplu sürgün cezasının Osmanlı Ceza Hukûku’nda uygulanmasına da atıfta bulunmaktadır.
4.4.3. Sürgün Kavramına Atıfta Bulunan Çarpıcı Bir Olay Sürgün kavramına atıfta bulunan bir başka olay, Pâdişâh III. Mehmet Dönem Dön emi’n i’nde de ya yaşan şanmış mıştır. tır. Eflak Eflak Sefer Seferi’n i’nee haz hazırl ırlanm anmakt aktaa ola olann Sadrâ Sadrâzam zam Ferhat Paşa, ulûfelerine itiraz eden sipâhilerin isyanlarına muhatap olur. İsyanc İsyancıla ılarr Ferha Ferhatt Paşa’n Paşa’nın ın baş başıı ge gelme lmedik dikçe çe ulu ulufel feleri erini ni alm almaya ayacak cakları larını nı vurgul vurgulam amakt aktadı adırla rlar. r. Pâdişâ Pâdişâh’ı h’ınn tal talima imatıy tıyla la isyan isyan bas bastırı tırılır lır;; anc ancak ak Ferhat Ferhat Paşa’nın beyânıyla isyanın çıkmasının sebep ve isyacıları tahrik eden iki kişinin Eski Sadrâzam Koca Sinan Paşa ile Beylerbeyi Çağalzâde Sinan Paşa oldukları ortaya çıkar. Bu durum karşısında Pâdişâh, Sinan Paşa’nın
(= koruyucuları, terbiye edilmemiş açgözlülükleri nedeniyle savuşturmuşlardı.) (= Halep’in ileri gelen ve sâkinlerinden nice kimseler Rodos’a sürgün ve nicesinin durumu bozulur.) 178 179
72
gözlerine mil çekilmesini ve Çağalzade’nin “nefy ‘ani’l-beled180” olunmasını fermân eder. Ancak, Ancak, ma maiye iyetin tindek dekile iler, r, Os Osma manlı nlı Devlet Devleti’n i’nde de dah dahaa önc öncee mey meydan danaa gelmediği halde, böylesine kötü bir uygulamayı ortaya koymanın kendisine “lâyık “lâyık”” ola olama madığ dığını ını;; çün çünkü kü be belki lki de bun bundan dan böy böyle le “pâdiş “pâdişâhl âhlara ara i‘tiyâd i‘tiyâd181” geleceğini ve “nice bi-günâhın gözine bu musîbet çöpi düşmeğe” sebep olacağını belirterek, Pâdişâh’ı bu fiilden “men‘” ederler. Nihâyetinde, Sinan Paşa Paşa Mal Malkar kara’y a’yaa ve Çağ Çağalz alzâde âde Şarkîk Şarkîkara arahis hisar’ ar’aa olm olmak ak üze üzere re “sûrgû “sûrgûn” n” edilirler (c. II, s. 167). Pâdişâ Pâdişâhh III III.. Meh Mehme met’in t’in -belki -belki Frenkl Frenkler’d er’den en öyküne öykünerek rek ve hış hışıml ımlaaOsmanlı’da daha önce hiç vuku bulmadığı anlaşılan mil çekilme cezasını ferm fermaan
buy uyur urm mas asın ının ın,,
yak akın ının ınddak akii
devlet vlet
görrev gö evlilile leri ri
tara tarafı fınd ndan an
engellenebilmiş olması, hem teamüller hem de pratik açısından bir hayli çarpıcı gözükmektedir. Bunun yanında, muadil bir ceza olarak sözkonusu kişilerin sürgüne gönderilmesi, bu cezalandırma biçiminin ağırlığına da işaret etmektedir. Bütün bu olanlarla çelişik görünen bir başka gerçek ise ilerleyen yıllar yıllarda da
-ve aynı Pâdişâ Pâdişâhh dön dönemi eminde nde-- sözkon sözkonusu usu iki dev devlet let görevl görevlisi isinin nin
sadrâzamlığa kadar yükselebildiğidir.
5. ZULÜM
180 181
(= Şehirden sürgün) (= Alışkanlık, huy, âdet; âdet edinme)
73
Haksız Haksızlık lık,, ada adalet letsiz sizlik lik;; ezi eziyet yet,, işkenc işkencee an anlam lamlar larına ına gel gelen en “zulüm “zulüm”” kavr ka vram amıı ile bu ka kavr vram am/k /kel elim imed eden en üret üretilm ilmiş iş olan olan “zâl “zâlim im”” ve “maz “mazlu lum” m” sıfatla sıf atların rının ın Peçevî Peçevî Tarihi Tarihi’nd ’ndee taş taşıdı ıdıkla kları rı anl anlam amıı tet tetkik kikee çal çalışa ışacağ cağım ımız ız bu başlıkta, eser içinde bu kavramların yer yer zikredildiği bağlamlardan bir seçme yapılmıştır. Sözkonusu kavramların dönem zihniyetinde aldığı biçime ilişki ilişkinn kayda kaydadeğ değer er mi misal salleri leri içe içerdi rdiği ği dü düşün şünüle ülenn bu örnekl örnekler, er, Peçevî Peçevî’ni ’ninn tarihindeki akış sırasıyla değerlendirilmeye çalışılacaktır.
5.1. Zulmün Tezâhürüne İki Örnek Kânûnî Kânûnî Sultan Sultan Süleym Süleyman an dö dönem nemind indeki eki Mıs Mısır’a ır’a ilişkin ilişkin bir bah bahist iste, e, “zulüm” kavramına yüklenen anlamın önce olağanüstü ya da uhrevî; daha sonr so nraa
ise ise prat pratik ik bo boyu yutu tunu nu gö görü rüyo yoru ruz: z: Mı Mısı sırr ey eyâl âlet eti,i, Ha Hain in Ahme Ahmett Paşa Paşa
döne dö nemi mind ndee ya yaşa şana nann ta tats tsız ız olay olaylar larda dann so sonr nraa Gü Güze zelc lcee Kâsı Kâsım m Paşa Paşa’y ’yaa verilmiştir. Ancak Pâdişâh, Sadrâzam İbrahim Paşa’nın Mısır’a gidip burayı düzene koymasının doğruluğundan hareketle bir karar alır. Bunun üzerine sadrâzam, beraberinde kalabalık heyet ve askerler olduğu halde on kadırga ile İstanbul’dan Mısır’a doğru yola çıkarlar. Sakız Adası üzerinden Rodos’a varırlar. Buradan İskenderiye’ye doğru tekrar yola çıkarlar; ancak istenmeyen bir rüzgarın etkisiyle Rodos’a dönmek zorunda kalırlar. Birkaç gün sonra yeniden yola koyulsalar da aynı akibet ile karşılaşırlar. Bu kez Mısır’a deniz yolu yerine kara yoluyla gitmeyi kararlaştırırlar (c. I, s. 83). “Muğla kasabası”ndan, “Lâdkiye şehri”ne, oradan da Halep’e gidilir. Burada “nice zaleme ve ehl-i fısk182”ın hakkından gelinip “bi-had fukarânın hakları istirdâd183” olunur. Böylece, “deryâdan yol münsedd184 olub karadan gidilmesinin hüsni ve sebebi” ortaya çıkar (c. I, s. 83-84).
182 183 184
[= Nice zâlim(ler) ve günah ehli] (= Geri alma) (= Kapalı, tıkalı)
74
Zulmün kabuldışılığını, deniz yolunu kapayarak Halep’teki mezâlimi ortadan kaldırmayı mümkün kılan yüce iradeye atıfla dile getiren Peçevî, bahsin devamında sadrâzam ve heyetinin Mısır’a vardıktan sonra yine bu bağlamda gerçekleştirdikleri âdilâne düzenlemeleri aktarır: “Neşr-i ‘adl ü insâf ile vilâyet-i Mısır’ı dârü’l-emn185” durumuna getiren Sadrâzam ve beraberindekiler, çevre memleketlerden Mısır’a “gürûh gürûh, fevcc fev fev fevcc186” gel gelen en “re‘âyâ “re‘âyâ fuk fukarâ arâsı” sı”nın nın dah dahaa önc öncee ken kendil dileri erinde ndenn alı alınan nan vergil vergilere ere dâi dâirr “mezâl “mezâlim” im”den den şikaye şikayetle tlerin rinii din dinler lerler. ler. Ardınd Ardından an Sadrâz Sadrâzam, am, yönetim devrine göre eski kânunları içeren defterleri getirtir ve sonradan eklenen kuralları ayıklayarak yeni ve âdil bir kânun düzenler. “Cümle re‘âyâ ve berâyâ ol kânûna sem‘an ve tâ‘aten 187 rızâ virüb” Pâdişâh’a gönderilmek üzere telhis düzenlenir. Onayın gelmesinin ardından yeni kânun yürürlüğe girer. Böylece sözkonusu mezâlim ortadan ortadan kaldırılmış olur. Peçevî, Halep’te karşılaşılanlardan sonra, olayın bu kısmını da aktararak, Sadrâzamın Mısır seyahatinin zulüm kavramına ilişkin pratik yanına vurguda bulunmaktadır (c. I, s. 84).
5.2. Peçevi’nin Örneklediği Mezâlim İbrahim Peçevî Efendi’nin “bir zâlim” diye niteleyerek, kendi kanaatini bildir bildirdiğ diğii sat satırla ırların rın yerald yeraldığı ığı bah bahis, is, tarihç tarihçini ininn zu zulüm lüm ka kavra vramın mınaa yükled yüklediği iği anlamın çarpıcı bir vechesini yansıtma yanında sözkonusu kavramın dönem zihniyetindeki geniş yelpazesine de ışık tutmaktadır.
5.2.1. 5.2.1. “Bir Zâlim Mürekkeb Mürekkeb Sürmekle Sürmekle …..” Yemen ve Aden vilâyetlerinin Kânûnî Devri’nde fethedilmesini anlatan bahsin girişinde Peçevî, bu meseleyi araştırken başlangıçta yaşadığı kafa karışı karışıklı klığın ğınıı itiraf itiraf ede eder: r: Tarihç Tarihçi,i, adı geç geçen en vilây vilâyetle etlerin rin fet fetihl ihleri erini ni ve fet fetih ih 185 186 187
(= Adâlet ve merhamet yayarak Mısır Vilâyeti’ni emin bir yer…) (= Kısım kısım, topluluk topluluk) (= Dinleyerek ve uyarak)
75
yolculuğunu çeşitli tarihlerden özet olarak okumuşsa da “hakîkat hâle zafer bulmamış”tır 188. Bir süre sonra edindiği, Pâdişâh’ın 1540 “senesine değin” gerçekleşen fetihlerinin yazılmış olduğu “bir tarih”ten ayrıntılı olarak bu bilgilere ulaşır. Ancak, Ancak, bu tarihi tarihinn “mü’ell “mü’ellifi ifi kim idiği idiği ma ma‘lûm ‘lûm”” ola olama mamış mıştır tır.. Zira Zira “bir “bir zâl zâlim im mürekkeb sürmekle” eserin yazar isminin bulunduğu bölgeyi okunmaz hâle getirmiştir. Böyle de olsa, Peçevî’ye göre sözkonusu yazar “bir ehl-i ‘ilm, husûsan ‘ilm-i ‘ilm-i nüc nücûm ûmda da mâ mâhir hir 189” bir bir ad adam amdı dır. r. “Zira “Zira,, te’l te’lifi ifind nden en bö böyl ylee isti istidl dlâl âl190” olunmaktadır (c. I, s. 219). Yukarıda görüldüğü üzere Peçevî, kendisini yıllar sonra ayrıntılarını merak ettiği seferlerin gerçek bilgisine ulaştıran yazarın kimliğini okunamaz hâle
getirm irme
fiili iilinni,
tereddütsüz,
zulüm lüm
kavramı
çerçe rçevesinde
değerlendirmektedir.
5.2.2.
Halep’te Vakıflar Kanalıyla Halka Yapılan Mezâlim İlerle İle rleyen yen sayfal sayfalard ardaa zul zulüm üm kav kavram ramına ına dâi dâirr tes tespit pit edi edilen len bir ba başka şka
bağlam, sözkonusu kavram çerçevesinde daha önce de zikredilen Halep şehrinde şehrinde geçm geçmekted ektedir. ir. Esasen Esasen bahs bahsin in başlığında başlığındann da anlaşılaca anlaşılacağı ğı üzere -“Mahruse-i -“Mahruse-i Halebü’ş-ş Halebü’ş-şeh-b eh-bâd’da âd’da Bazı Mezâ Mezâlim lim Ref‘ Olındığıdur Olındığıdur””- Peçevî Peçevî burada bütünüyle zulüm kavramını ele almıştır. Vakıfla Vakıflarr kan kanalı alıyla yla gerçek gerçekleş leştiri tirilen len mez mezâli âlimin min örnekl örneklend endiği iği bah bahist istee tarihçi, şunları aktarmaktadır: Halep’te “selâtin-i mâziyyeden olan ba‘zı evkâf, 188 189 190
(= Gerçeğe ulaşamamış) (= Bir ilim adamı, özellikle astrolojide usta) (= Çünkü, yazdığı eser bunu ispatlamaktadır.)
76
Çerâ Çe râki kise se-i -i eb ebâl âlis isee ve ba ba‘z ‘zıı za zale leme me ü mü müte tega gallllibe ibe191”nin ”nin el uz uzat atma mala ları rı neticesinde, birçok tuhaflık îcad edilerek değiştirilmiştir. Sözkonusu kişiler, vakıfların gelirini devlet için “a‘şâr-ı şer‘iyye” adı altında toplayıp kendilerine aktarıyor; belki yüzde onunu bile vakfa bırakmıyorlardı. Bu şahıslar ayrıca, yeni inşa edilen binalardan “mîrîde vâki‘dir deyü192” gayrımeşru vergi de alıyor alı yorlar lardı. dı. Bunlar Bunlaraa ben benzer zer “nice “nice me mezâl zâlim im ihd ihdâs âs olu olunma nmağla ğla”” böl bölge ge hal halkı kı Pâdişâh makâmına bir dilekçeyle başvurur. Sultan Süleyman bu sorunun halledilmesi işini Rumeli Kazaskeri’ne verir ve neticede “cümle na-meşrû‘ olanlar men‘ ü ref‘ olunub” haksızlıklar ortadan kaldırılır (c. I, s. 306). Yapılan adâletsizlikler bağlamında, taşra-merkez işbirliği ve iletişimine de atıfta bulunan bulunan yukarıdaki örnekten örnekten sonra, Peçevî’nin, “efendisi” Sadrâzam Sadrâzam Lala Mehmet Paşa’nın vefatı ardından yerine getirilen Derviş Paşa’nın yaptığı zulümleri ele aldığı satırlara geçelim.
5.2.3. 5.2.3. Derviş Derviş Paşa’nın Paşa’nın Mezâlimi Mezâlimi Tarihç Tarihçii ese eserin rinde de Derviş Derviş Paşa’n Paşa’nın ın me mezâl zâlimi imini ni iki farklı farklı boy boyutt uttaa ele almıştır. Lala Mehmet Paşa’nın bıraktığı mal varlığına yaklaşım biçimi ve diğer adâletsizlikleri. Peçevî Peçevî’ni ’ninn bir baş başka ka dev devlet let görevl görevlisi isinde ndenn akt aktard ardığı ığı bilgiy bilgiyee göre, göre, Pâdişâh I. Ahmet, Sadrâzam Lala Mehmet Paşa’nın ölümü ardından, “Hele, nakdi sefer mesârifi içün alınsun, sa’ir muhallefâtına ta‘arruz olunmasun193” buyruğunu vermiştir. Tarihçiye göre “Dervîş Pâşâ didikleri zâlim, vezîr olduğu gibi” merhumun nakdî varlığı dışında kalan eşyalarına da -ki bunların değeri ikiyüz ikiyüz yü yükk akçede akçedenn faz fazlad ladır ır ve Pâdiş Pâdişâh’ âh’ça ça Meh Mehme mett Paşa’n Paşa’nın ın ye yetim timler lerine ine bırakılmıştır- el koymuştur (c. II, s. 322-326). 191 192 193
[= Geçmiş sultanlardan olan bazı vakıfları, şeytan Çerkesler ile bazı zâlim(ler) ve zorbalar] (= Devlet arazisinde yapılmış diye) (= Nakidi, sefer masrafları için alınsın; diğer bıraktıklarına ilişilmesin)
77
Peçevî Peçevî,, Derviş Derviş Paşa’n Paşa’nın ın diğ diğer er me mezâl zâlimi imini ni şu örnekl örneklerl erlee an anlat latır: ır: Bir ikindi dîvanına iyiliğiyle tanınan ve sürekli oruç tuttuğu söylenen “öte yakadan beğl be ğler erbe beği ğililikd kden en ma ma‘z ‘zûl ûl bir bir pîr-i pîr-i nû nûrâ rânî nî”” ge gelir lir.. Yaşl Yaşlıı be beyl yler erbe beyi yi dîva dîvanı nı selâmlayıp çıktıktan sonra Sadrâzam tarafından geri çağrılır ve komutan olan oğlundan şikayetler geldiği söylenir. İhtiyâr: “Sultânım, hakkından gelmek benim hükmümde değil deyü cevab virince” Derviş Paşa: “Anın hakkından gelin ge lince ce se senü nünn ha hakk kkın ında dann ge gelü lürü rüm” m” diy diyer erek ek ke kend ndii ka kapı pısı sı ön önün ünde de ya yaşl şlıı beylerbeyinin başını kestirir. Peçevî olayın bu aşamasından sonrasına bizzat tanıklık ettiğini, şu cümleleriyle aktarmaktadır: “‘Abdî Kethüdâ merhûm ile ol mahale gelmiş idik. Tâbu Tâbutt ile ile ha hama mallllar ar gö götü türü rürd rdii ve bâ bâşı şı vü vücû cûdu dund ndaa ay ayru ru yu yuva varl rlan anur urdı dı;; gözümüzle gördük.” Tarihçi, o sırada Derviş Paşa’nın yaşlı beylerbeyinin geriye bıraktıkları için adamlar gönderdiğini ve onun bu hareketine “dünyâ halkı”nın “mütehayyir 194” olduğunu belirterek, Pâdişâh’a arz edilmeden, şeriat kuralları uygulanmadan suçsuz günahsız “bir mazlûm” un katledilmiş olduğu bilgisini de okuyucuya aktarır (c. II, s. 325). Yeni Yeni
Sadr Sadrâz âzam am,,
yuka yu karı rıda dakki
mezâ me zâlilim mi
yan anın ında da,,
ikâm ikâmet etgâ gâhı hını nı
geni ge nişl şlet etme mekk am amac acıy ıyla la,, et etra rafı fınd ndak akii yirm yirmii ka kada darr hâ hâne neye ye mî mîma marba rbaşı şını nınn “tahminle” takdir ettiği pahanın “nısfın195 virmeyüb” el koymuş ve sahiplerini “cebren ve kahran” evlerinden çıkartmıştır (c. II, s. 326). 5.2.4.
“Pâdişâh-ı Mazlûm” Peçevî Peçevî’ni ’nin, n, tarihi tarihinde nde “mazlu “mazlum” m” ola olarak rak nite niteled lediği iği diğ diğer er bir şah şahsiy siyet, et,
Sultan II. Osman’dır. Tarihçi, Pâdişâh’a yapılan mezalimin büyük bir kısmına şahit olmuş ve gördüklerinden son derece etkilenmiştir.
194 195
(= Şaşmış, hayrette kalmış) (= Yarısını)
78
Tarihçi, Sultan I. Mustafa’nın “üç ay yedi gün” tahtta kalışının ardından 1618 Şubatı’nda pâdişâhlığa getirilen getirilen II. Osman’ın uğradığı mezalimi mezalimi kısaca şöyle anlatmaktadır: Sultan Osman ile kulları arasındaki gerginlik daha Pâdişâh’ın çıktığı Hotin Seferi’nde kendini göstermeye başlamıştı. Konak yerlerinden birinde, mevc me vcut ut bu bulu lunm nmay ayan an ça çaşn şnig igile ileri rinn uluf ulufel eler erin inin in ke kesi silm lmes esi;i; bir bir diğe diğerin rinde de,, yeniçerinin bahşişi verilirken pâdişâhın önünden birer ikişer geçirilerek bir tür “yoklama” yapılması bu gerginliği yaratan sebeplerden olmuştu. Bütün bunlar bir yana, tam otuzdört gün boyunca düşmanla savaşıldı; topraklarında yağma ve talandan geri durulmadı. Ancak bir türlü başarıya ulaşılamadı ve kış mevsimi ve soğuklar nedeniyle geri dönmeye karar verildi (c. II, s. 376-78). İstanbul’a dönen Pâdişâh, uğranılan başarısızlıktan dolayı üzgün olup bu durumu “askerin adem-i ihtimâmına” dayandırmakta idi. Neticede hacca gitmeye ve kutsal yerleri ziyaret etmeye niyetlenip hazırlıklara başladı. Ancak bu arada, hac seyahatinin arkasında dârüssaade ağasının teşvikiyle Kahire şehrinin şehrinin başkent başkent yapılması yapılması hazırlıklar hazırlıklarının ının olduğ olduğuu dedikodula dedikoduları rı yayılmaya yayılmaya başladı. Seferde yaşanan bazı tatsızlıklar sonucunda pâdişâhın, yeniçeri ve sipahiye kırgın olduğu haberleri de çıkınca “fitne ü fesâd” ortalığı sardı. Yeniçeri ve sipahiler, isyan edip sadrâzam ve dârüssaade ağasının başını istiyo istiyorla rlardı rdı.. Pâdişâ Pâdişâhh bu buna na râzı râzı olm olmayı ayınca nca sarayı sarayı bas basıp ıp Sultan Sultan Mus Mustaf tafa’y a’yıı aldılar ve ona biat ettiler. “Pâdişâh-ı mazlûm”un olayları yatıştırmak üzere gönderdiği sadrâzam ve dârüssaade ağası, âsiler tarafından kılıçla “pâre pâre” edildiler (c. II, s. 380-384). İsyanc İsyancıı top toplul luluk, uk, yen yeniçe içeri ri ağa ağasın sınıı da kat katlet lettik tikten ten son sonra ra “pâdiş “pâdişâhâh-ıı mazlûm”un bulunduğunu öğrendikleri Ağakapısı’na yürürler. Peçevî’nin kendi konağı kon ağının nın pen pence ceres resind inden en gördüğ gördüğüü üze üzere, re, sırada sıradann bir ada adamı mı bey beygiri girinde ndenn indirip, yerine “pâdişâh-ı mazlûm”u bindirmişlerdir. Üzerinde eski beyaz bir gömlek; başında eskice kadife bir kavuk; onun üzerine sarılmış kirlice bir dülbent vardır (c. II, s. 385).
79
Yukarıda kısaca değinilen bahsin Peçevî Tarihi’ndeki uzun ve etkileyici anla an latı tımı mınd nda, a, ta tari rihç hçin inin in ba bağl ğlam amıı ne nere rede deys ysee bü bütü tünü nüyl ylee zu zulü lüm m ka kavr vram amıı çerçev çerçevesi esinde nde ele ald aldığı ığını nı düş düşüne ünebil biliriz iriz.. Peçevî Peçevî’ye ’ye göre göre Sultan Sultan Osm Osman’ an’ın ın başı ba şına na ge gele lenn olay olay o ka kada darr “müv “müveh ehhi hiş’ ş’titir r
196
” ki sıra sıra dış dışı olm lmas asay ayddı
anlatmaktansa “bu konuda susmayı” tercih edebilirdi (c. II, s. 380).
6. BARIŞ
İbrahim Peçevî Efendi, “Gazavât ü Fütühât-ı Sultân Süleymân Hân Merhûm” başlığı altında kaleme aldığı tarihi, Budin’de İkinci Vezir Musa Paşa Paşa’y ’yaa
sund su nduğ uğun unda da,, ya yazd zdık ıkla ları rını nınn “sul “sulhh u sa salâ lâhh um umur uruu197”nda ”ndann sö sözz
etmediği eleştirisiyle karşılaşmıştı. Peçevî’nin Paşa’dan özür diler mahiyetteki cevabı şöyleydi: “Bu bendeniz selefden birkac fâdılın haddim değil iken hûşe-çîni 198 olmuşu olm uşum. m. Lâk Lâkin in birind birindee sul sulha ha müt müte‘a e‘allik llik ne bir kel kelâm âm oku okumu muşum şum ve ne görmüşüm. Ezberden yazmak mümkün olmamağla olmamağla ol bâbı sedd 199 itmişim.” Peçe Peçevî vî’n ’nin in ta tarih rihin inii ka kale leme me alırk alırken en fayd faydal alan andı dığı ğı es eski ki âlim âlimle leri rini ninn eserlerind eserlerindee bir türlü bilgisine rastlayamayı rastlayamayıp, p, konu olarak ele alma almadığı; dığı; buna karşın Musa Paşa’nın “Beher-hâl olmak gerek idi; takyid itmek gereksüz. 200” diye üzerinde ısrarla durduğu durduğu “barış” kavramı o dönem Osmanlı zihniyetinde ne anlama geliyordu? (c. I, s. 429).
196 197 198 199 200
(= Dehşet verici, ürpertici, vahşice) (= Barışla ilgili konular) (= Başak toplayanı/bilgi edineni ?) (= Kapıyı kapamak) [= Mutlaka olması gerekirdi; (buna) bağlı kalmak gereksiz.]
80
Musa Mu sa Paşa Paşa’n ’nın ın uy uyar arıs ısıı üz üzer erin inee İslâ İslâm m tari tarihç hçile ileri rind ndee bu bula lama madı dığı ğı düşmanla düşm anla yapılan yapılan “musâlaha “musâlaha201”ları, ”ları, yab yabanc ancıı tarihl tarihlerd erdee araştı araştırıp rıp bul bulan an ve bunları Türkçe’ye çevirip eserine dâhil eden Peçevî, antlaşmaları ve barış kavr ka vram amın ının ın ke kend ndis isin inii ta tari rihi hind ndee de değiş ğişik ik ba bağl ğlam amla larda rda ele ele alın alınmı mışt ştır. ır. Bu bağlamda bağla mda,, Osm Osmanlı’n anlı’nın ın barış anlayışını anlayışını anlam anlamamız amızaa yardımcı yardımcı olab olabilece ilecekk nitelikteki bazı satırları ele alalım:
6.1. Barış, Ama Ne Uğruna? İbrahim Efendi’nin, “Kıbrıs’ın Fethi” başlığı altında ele aldığı bilgilere göre “Venedik keferesiyle” barış yapılmış olmasına rağmen, Osmanlı halkı Mısır’a gidiş gelişlerde “Kıbrıs Cezîresi eşkıyâsı mazarratlarından202 muztarib idi”; idi”; bu durum durumda da “gayre “gayrett ü nâm nâmusus-ıı pâd pâdişâ işâhh muk muktez tezâsı âsınca nca203” Venedik’e Venedik’e savaş savaş açılması açılması gerekiyord gerekiyordu. u.
1570 yılında yılında yaşanan yaşanan bu olay Şeyhülis Şeyhülislam lam
Ebussuud Ebussuud Efendi’ye Efendi’ye danış danışılır. ılır. Peçevî, Peçevî, Şeyhülisl Şeyhülislâm’a âm’a yöne yöneltilen ltilen soruyu soruyu ve onun bu konuda verdiği fetvayı aynen aktarmaktadır. Soruda özetle, daha önce İslâm toprağı iken zaman içinde düşman eline geçen ve yapılan barış antlaşmasıyla düşmana bırakılan bu toprakların Müslüm Müs lümanl anlığa ığa yap yapıla ılann tec tecâvü âvüzle zlerr ne neden deniyl iyle, e, yen yenide idenn İslâm İslâm top toprak raklar larına ına katılm kat ılması asında nda ya yapıl pılmış mış ola olann barışı barışınn bir eng engel el olu oluştu şturup rup olu oluştu şturma rmayac yacağı ağı merak edilmektedir. Şeyhülislâm Efendi’nin bu konuda verdiği fetva ile çizmiş olduğu çerçeve, ülkelerarası barış kavramına bir tanımlama getirmektedir: “All “Allah ahüü ‘alem ‘alem,, as aslâ lâ mâ mâni ni‘‘ olma olmakk ihti ihtimâ mâlili yo yokd kdur ur.” .” cü cüml mles esiy iyle le fetv fetvâs âsın ınaa başlayan Ebussuud Efendi’ye göre “kefere ile sulh iylemek ol zamân meşrû‘ olurr ki kâf olu kâffefe-ii müs müslim limîne îne204 me menfa nfa‘at ‘at ola ola.. Olm Olmaya ayacak cak,, as aslâ lâ sul sulhh me meşru şru‘‘ değildir.”
201 202 203 204
(= Karşılıklı imzalanan barış) (= zarar-ziyan) (= pâdişâhın karşı müdafaası ve namusu gereği) (= bütün Müslümanlara)
81
Barı Barışı şı tü tüm m Mü Müsl slüm üman anlar laraa fa fayd ydas asıı do doku kund nduğ uğuu sü süre rece ce şe şer‘ r‘îî bu bula lann Şeyhülislâm; aksi taktirde bozulmasını “vâcib ü lâzım” görmektedir (c. I, s. 487). Yukarıda verilen bilgilerden, Osmanlı Devleti’nin diğer ülkelerle yaptığı barışın, -en azından prensip olarak- yalnızca antlaşmanın sözkonusu olduğu topraklarda değil tüm İslâm dünyasında fayda arzetmesi gerektiğini; aksi taktirde yapılan antlaşmanın derhal feshedilebileceği önermesine ulaşabiliriz.
6.2. Barış İsteyen Taraf Olmak Peçevî’nin eserinde, barış isteyen taraf olmanın nasıl algılandığına ilişkin birkaç bahis mevcuttur. bununla ilgili birkaç örneğe yer vermektedir. Bunl Bunlar arın ın aras arasın ında da İran İran Şahı Şahı ile ile ya yapı pıla lann me mekt ktup upla laşm şmal alar arın ın aç açık ıkla layı yıcı cı olabileceği düşünülmektedir: İki İki ta tara raff aras arasın ında da ya yazı zıla lann ilk ilk me mekt ktup up,, Pâdi Pâdişâ şâh’ h’ın ın (Kân (Kânûn ûnîî Sult Sultan an Süleyman) Nahçevan Seferi’ne hazırlandığını öğrenen Şah’tan gelmektedir. Osmanlı kalelerine saldırmış bulunan Şah, gönderdiği mektubunda, barış görüşm görüşmele eleri ri için için gel gelece ecekk hey heyete ete izin izin verilm verilmes esini ini istem istemekt ektedi edir. r. Pâdişâ Pâdişâhın hın “‘Atebe-i ‘âlem-penâhımız ehibbâ ve a‘dâya meftûh ve dostluğa düşmanlığa mekşûfdur 205” “mazmûnunda”206 bir cevap cevap gön gönderm dermesi esi üzerine üzerine Şah, derhal derhal barış görüşmeleri için elçilerini yola çıkarır. Ancak Pâdişâh, Şahın görüşme talepl tal epleri erinin nin İslâm İslâm askeri askerinin nin ilerlem ilerlemes esini ini ge gecik ciktirm tirmee ned nedeni eniyle yle ya yapıl pıldığ dığıı öngörüsüyle, barış görüşmelerinden vazgeçip sefere çıkmak gibi bir politik manevraya girişmektedir (c. I, s. 301).
[= Alemin sığınağı olan eşiğimiz, dosta ve düşmana (olduğu gibi); dostluğa ve düşmanlığa (da) açıktır.] (= mealinde, anlamında) 205
206
82
Nahçevan Nahçevan Seferi’ne Seferi’ne çıkan Pâdişah Pâdişah Kars’a Kars’a varınca Şah’a Şah’a bir mektup gönderir. Mektupta Şah, yaptığı saldırıları durdurmaya ve İslâm askerine itaatkâr olmaya çağırılmaktadır (c. I, s. 312). Sadrâzam’a hitaben, Şah’ın maiyetindekiler tarafından yazılan üçüncü mektup, mekt up, Revan ve Nahçevan’ın Nahçevan’ın tahribi tahribi dönüşünde dönüşünde getirilir. getirilir. Mektupta Mektupta karşı tehdit tehditler ler sıralanmakla sıralanmakla beraber, beraber, “Hemân ‘el-sulh ‘el-sulh hayrun’ mazmûnı mazmûnı ile ‘ame ‘amell cânibeyne nafi‘dir 207” gibi bir açıklık da getirilmiştir (c. I, s. 315). Sadrâzam’ın Şah’a cevaben yazdığı dördüncü mektupta, karşı tarafın yazmış oldukları “namussuzluk” ve “utanmazlık” olarak değerlendirilip; karşı tarafın barışla ilgili olarak ileri sürdüğü görüşler şöyle ele alınmıştır: “Pâd “Pâdiş işâh âhla larr mi miyâ yânı nınd ndaa iki iki tarî tarîkd kden en birin birinee sü sülûk lûk olun olunma makk ka ka‘i‘ide de-i -i müste mü stemir mirrere-ii şâ şâhân hâne-i e-i ‘âlî-ş ‘âlî-şân ân ola ge gelmi lmişdi şdir. r. Sulh, Sulh, istirâ istirâhat hat-ı -ı re‘âyâ re‘âyâ ve refâhet-i berâyâ içün “el-sulh hayrun” muktezâsınca ‘amel olunmak şerâ’it-i âyîne-i havâkîn-i mürüvvet-karîn olduğunda iştibâh yokdur 208. Mekt Me ktub ubun un so sonn kısm kısmın ında da Sadr Sadrâz âzam am,, ba barı rışt ştan an sö sözz ed eden en Şâh’ Şâh’ın ın,, Osmanlı reayasına zulme devam ettiğini; bu nedenle savaşın kaçınılmaz olduğunu belirtir (c. I, s. 316-317). Bu mektubu karşı taraftan gelen bir cevap izleyecektir. Peçevî, samimî bulmadığı anlaşılan cevabî mektuptan çok kısaca söz etmektedir: “Bu nâme dahî bir Kızılbâş ile irsâl olunub vusûlünden sonra tekrar vezîrvez îr-ii a‘z a‘zâm âmaa bir nâm nâmee gön gönder dermiş mişler; ler; ve ba‘ ba‘zı zı ta‘ ta‘riz rizler ler 209 idüb diyânete diyânete müteallik kelimât-ı müzahrefe210 yazmışlar ve sulh u salâh ahvâlini tezekkür etmişler; tekrar cevâbı imlâ olunub irsâl olundi.” (c. I, s. 318).
[= Hemen ‘barış hayırdır’ sözü (gereği) ile davranma iki tarafa faydalı (olacaktır).] [= Pâdişâhlar arasında iki yoldan birini takip etme devam ede gelen yüce bir kuraldır. Barış, reayanın rahatlığı ve askerin refahı için -barış hayırdır, gereğince- yiğitlikte ün salmış salmış hakanların (bu) geleneksel usullerinin insanlığa yaraşır olacağında şüphe yoktur.] (= üstü örtük sitemler) (= yapmacık sözler)
207 208
209 210
83
“Cev “Cevâb âbuu im imlâ lâ olun olunub ub irsâl irsâl on onun unan an”” altı altınc ncıı me mekt ktup upta ta Sadr Sadrâz âzam am;; kendisine gelen mektupta, taraflarından daha önce “sulh-âmîz211” mektuplar geldiğini; geldiğini; sonraları sonraları ise “ona “ona muhâ muhâlif lif a‘mâlin a‘mâlin212” ortaya çıktığının belirtildiğini ifade ettikten sonra “Pûşîde “Pûşîde ü mahfî olmaya ki213” diye devam ederek, karşı tarafa barışla ilgili genel tutumlarını bildiren ifadeler kullanmaktadır. Sadrâzam Sadrâzam bu ifadelerind ifadelerinde, e, pâdişa pâdişah h vezirlerinin vezirlerinin karşı karşı tarafa “sulh u salâh sal âh bâb bâbınd ındaa
aslââ mekt asl mektup” up” gön gönder derme medik dikler lerini ini;;
çünkü çün kü tarafl tarafları arında ndann
“musâ “musâlah laha” a” tal talep ep etm etmeni eninn “zarûr “zarûret” et” gerekt gerektirec ireceği eğini; ni; oysa oysa -Tanrı -Tanrı’ya ’ya şükür şükür olsun ki- böyle bir durumları olmadığını belirttikten sonra şu çarpıcı cümleyi kurmaktadır: “Bizim ne zarûretimiz olmuşdur ki sizinle sulh u salâh murâd idinüb mektublar gönderile. Ol husûs hilâf-ı vâki‘dir 214.” Bu cümleyi, “daha önce tarafınıza defalarca bildirildiği gibi, bu demek değildir ki pâdişâhımız barış ba rış isteye isteyenl nler eree
karş ka rşıı olsu olsun; n; as aslın lında da tam tam da bu ne nede denl nlee ba barı rışa şa izin izin
verilmiştir” mealinde kinâyeli bir parantez cümle izler. Ancak, temkin elden bırakılmayarak bir sonraki cümlede genel tutum tekrar hatırlatılır: “Bu değildir ki hâ hâliliye yenn ol câ câni nibb ile ile bu ta tara rafd fdan an mu mussâlah âlahaa murâd urâd olun olunub ub me mekâ kâtitibb gönderile.215” (c. I, s. 319). Bu mektubu diğer birkaç mektup daha izleyecektir; ancak dönemin ülkelerarası barış anlayışını yansıtan satırlar için yukarıda örneklenenler kâfi görünmektedir ki bu anlayışı şu şekilde tanımlayabiliriz: Barış ve dostluk talepleri -İslâm topraklarında fayda arz ettiği ve talep eden tarafın bunlara aykırı davranmadığı sürece- pâdişâh katında dâima karşılık bulacaktır; buna karşın, barış istemek çaresizlik belirtisi olarak değerlendirildiği için güçlü olan tarafın barış talep etmesi sözkonusu olmayacaktır.
(= Barış içeren) (= Ona aykırı işlerin) (= Gizli ve saklı olmaya ki) (= Bizim ne çaresizliğimiz olmuştur ki sizinle barış istenip mektuplar gönderelim. Bu konu gerçeğe aykırıdır.) (= Bu demek değildir ki şu anda o yolla bu taraftan karşılıklı barış istendiği için mektuplar gönderiliyor olsun.) 211 212 213 214
215
84
6.3. Şartlı Barış ya da Haddini Bilmezlik Peçevî eserinde, işin daha çok teorik kısmına atıfta bulunan yukarıdaki ifad ifadel eler er öt ötes esin inde de,, prat pratik ik an anla lamd mdaa Os Osma manl nlıı De Devl vlet eti’n i’nin in ülke ülkele lerl rlee ba barı rışş imzalama ya da barış içinde olma koşullarına ilişkin de ipuçları vermektedir. Tarihç Tarihçinin inin,, Kânûn Kânûnîî Sultan Sultan Süley Süleyma man’ı n’ınn çıktığ çıktığıı Mac Macari arista stann Seferi Seferi’ni ’ni “kef “kefer eree tâ târi rihi hind nden en”” te terc rcüm ümee et etme mesi siyl ylee ulaş ulaştı tığı ğı bilg bilgile ilere re gö göre re,, so soyl ylul ular ar tarafı tarafında ndann Kral Kral Yanoş Yanoş yerine yerine Mac Macar ar krallığ krallığına ına get getiril irilen en Avust Avustury uryaa Kralı Kralı Ferdin Ferdinand and,, Budin’ Budin’ee yerleş yerleşir. ir. Bunun Bunun üz üzerin erinee Pâdişâ Pâdişâh’t h’tan an yardım yardım isteye isteyenn Yanoş elçisini hediyelerle birlikte Pâdişâh’a yollar. İstanbul’dan, bir sonraki sene yardım edileceği sözü alan elçi bir süre sonra memnun bir şekilde geri döner. Bunları öğrenen Ferdinand da bir elçi hazırlatır ve İstanbul’a gönderir. Elçinin getirdiği mektupta Ferdinand, aralarındaki barışın devamını istediğini; ancak anc ak bun bunun un Pâdiş Pâdişahı ahınn ald aldığı ığı Belgra Belgradd ve diğ diğer er ka kalel lelerin erin ge geri ri verilm verilmesi esi koşuluyla olabileceğini belirtmektedir. Bunları duyan pâdişâh “gâyet gazaba” gelir ve şunları söyler: “Spolayi Yanoş Budin’e kral olsun ve Ferdinand Budin’den çıksun. Şöyle ki ‘inâd eyleye, Allah’ın ‘inâyetiyle gelecek yıl kendim varırım ve anı Budin’d Budin’den en çıkarı çıkarırım rım.. Budin Budin’de ’de bul bulmaz maz ise isem, m, Beç’de Beç’de bul buluru urum. m. Bizi Bizi and andaa öldürmeğe kâdir olursa bu didiği kal‘eleri andan sonra âlursa âlur. Eğer hod ben anı öldürürsem dahî sa’ir mâlik olduğu kal‘elerin bile âlurum” Bu konuşmanın hemen ardından Pâdişâh, Yanoş’a haber göndererek ordusuyla Mohaç’a gelmesini ister ve kendisi de sefere koyulur. Sözkonusu mahalde iki taraf birleşir ve Budin’e giderek burayı yeniden ele geçirirler. Pâdişâh Budin’i yeniden Yanoş’a teslim eder (c. I, s. 141).
85
Yukarıda kısmen özetlenen alıntıdan, Osmanlı Devleti’nden koşullu barış talebinde bulunmanın, dönem konjonktüründe “süper güç” konumunda olan Osmanlı için bir tür “haddini bilmezlik” olarak algılandığını ve derhal cezalandırıldığını görüyoruz. Nemçe Kralı Ferdinand, yukarıda anlatılan olaydan yaklaşık onbeş yıl sonra -yine barış talebiyle- Kânûnî Sultan Süleyman’a değerli hediyelerle birl birlik ikte te bir bir elç elçii da daha ha gö gönd nder ermi mişt ştir. ir. Bu Avus Avustu tury ryaa elçi elçisi sini ninn tam tam se seki kizz yıl yıl boyunca İstanbul’da kalıp barış için çaba gösterdiğini Peçevî bize yabancı tarihler vasıtasıyla aktarmaktadır. Sekiz yıl sonra Pâdişâh, barışa razı olmuştur; ancak tabii ki bazı koşullarla: “Mâdem ki Ferdinand krâl sulha ri‘âyet216 ide, cânib-i pâdişâhiyyeden hilâf-ı sulh bir vaz‘217 olmaya ve her sene sa‘adetlü pâdişâhın âsitânesine otuz bin meskûk218 altun nakd gönderile…” (c. I, s. 431). Kral Ferdinand’la imzalanan sözkonusu barış antlaşmasına benzer haraç ödeme şartlarında, Osmanlı’yla diğer ülkeler arasında imzalanmış olan “musâlaha”ların, Peçevî Tarihi’ndeki örnekleri çoğaltılabilir. Yukarı Yukarıda da örnekl örneklenm enmeye eye çal çalışı ışılan lan “sulh “sulh u sal salâh âh um umûru ûru”nd ”ndan, an, gen genel el olarak ola rak,, barış barış isteme isteme ve barış barış hâl hâlind indee olm olmaa gib gibii durum durumları ların, n, karşıl karşılığı ığında nda,, verilmesi gereken ödünlere ihtiyaç duyduğunu anlamaktayız. Bu şartlarda, İslâm tarihçilerinin bu olaylardan -yokmuşçasına- söz etmemeleri, sözkonusu “sulh u salâh”ı kendilerinden uzak tutup, karşı tarafın tarihine dâhil etme eğili eğ ilimi mind nden en orta ortaya ya çıkt çıktığ ığıı dü düşü şünü nüle lebi bilir lir mi mi?? Kald Kaldıı ki ba barı rışş ka kavr vram amıı o dönemde, bugün anladığımız biçimiyle, iki tarafın -az çok- kendi tercihleriyle 216 217 218
(= Uymak, tabi olmak) (= Barışa aykırı bir hareket, tavır) (= Para haline getirilmiş)
86
yarattıkları bir hâl değil; ancak ve ancak güçlünün zayıfa lütfettiği bir “ihsân” biçiminde algılanıyor gibidir.
7. TİCARET-ALIŞVERİŞ
Peçevî Peçevî Tarihi Tarihi,, ticare ticarett ve alı alışv şveriş eriş kav kavram ramlar larıı ya da bun bunlara lara atı atıfta fta bulunan diğer kavramlar açısından da tetkik edilmiştir. Yapılan incelemeler sonucu, eserde sıkça karşılaşılmayan bu kavramları belli bir tasnife tâbi tu tutm tmaa yo yolu luna na gidi gidilm lmiş iştir tir.. Bu ta tasn snififte te,, ev evve vela la,, Klas Klasik ik Dö Döne nem m Os Osma manl nlıı Devleti’ndeki ticaret ve alışverişe ilişkin genel kanaat oluşturmaya yardımcı olabilecek olabilecek ipuçları ipuçları değe değerlend rlendirilec irilecektir. ektir. İkinci İkinci olarak, olarak, bireysel bireysel alışverişle alışverişler; r; daha da ha so sonr nraa Os Osma manl nlıı Ordu Ordusu su od odak aklılı alış alışve veri rişl şler er ve so sonn olar olarak ak ya yaba banc ncıı tüccarlar ya da yabancıların yürüttükleri ticaret ele alınacaktır.
7.1 7.1.
Gen enel el De Değe ğerrlen lendir dirme mele ler r Tica Ticare rett ve alış alışve veri rişe şe iliş ilişki kinn ge gene nell ka kana naat at oluş oluştu turm rmay ayaa ya yard rdım ımcı cı
olabilecek ilk mevzu, Kânûnî Sultan Süleyman’ın adalet ve insafını anlatan başlık altında ele alınmıştır. Bu bahiste, Pâdişâhın, babası Yavuz Sultan Selim Selim Han Han’ın ’ın ardınd ardından an dış ticare ticarete te get getirdi irdiği ği yen yenii düz düzenl enlem emele elerde rdenn söz edilmektedir: Sultan Selim Han219 döneminde, “Kızılbâş’a mesrûf olunmağla ba‘zı tüccâr ol diyâra amed ü şüdden memnû me mnû‘‘ olu olunm nmağl ağlaa mâ mâ-mü -mülkl lkleri eri girift girift olu olunub nub kim kimii bâb bâb-ı -ı hüm hümâyû âyûnda nda derdermahzen olmuş idi ve kimi dahî harca sürülmüş idi. 220” Veliyüddin Efendi nüshasında bu isimle; Matbaa-ı Amire baskısında “Merhum Pâdişâh” biçiminde geçmektedir. [= Kızılbaş’a harcama yapmaları nedeniyle bazı tüccarın o diyâra (İran) gidip gelmeleri yasaklanmış olduğu için mallarının tümüne el koyulup kimi saray mahzenine koyulmuş; kimisi de kullanıma sürülmüştü.] 219
220
87
Buna karşın Sultan Süleyman, “Bu cümlenin istirdâdı fermân olunub defterdârân-ı emvâl-i hassa bi’t-temâm eshâbına eshâbına red itmekle itmekle221” büyük sevap kazanmıştır (c. I, s. 6). İkinci ve son mevzu Vezir Hain Ahmet Paşa’yla ilgilidir. Peçevî’nin deyişiyle “hâin-i mezbûr”, sadrazamlıktan “hâib ü hâsır 222”kalınca “yâ sabır yâ sefer deyüb” Mısır valiliğini valiliğini ister. Paşa’nın Paşa’nın bu isteği isteği Divan üyeleri tarafından tarafından da desteklenir; çünkü ondan hoşlanmayan üyeler, başkentten uzaklaşmasına sıcak bakmaktadırlar. Sonunda Pâdişâh da bu yönde kararını vererek onu Mısır’a gönderir. Mısır’da Çerkez eşkıyasına “ruhsat u i‘tibâr ve pâdişâh kullarına ihânet u istihkâr” dan geri durmayarak, daha önce görülmemiş şekilde davranan Paşa, bazı kânunları ve “dâd ü dihiş 223” işlerini “tebdîl ü tağyîr 224” etmek ister. Bu “hab “haber er-i -i va vahş hşet et225” ba başk şken entt ttee “mün “mün‘a ‘aki kiss226” olunc lunca, a, Mı Mısı sır’ r’ın ın ünlü nlü beylerinden Kara Musa’ya “Mısır eyâleti müjdesiyle hâ’in-i mezbûrun” ele geçirilmes geçirilmesii için “emr-i şerîf” hazırlanır. hazırlanır. Ancak, Ancak, Ahmet Ahmet Paşa, iskelelerdek iskelelerdekii adamları vasıtasıyla Mısır’a gelen-giden kişileri takip ettirmektedir; bu yolla Kara Musa Bey’i de yakalar ve “isyân sancâğın dîküb sikke ve hutbeyi dahî kendü nâmına itdirür.” (c. I, s. 80). Nihâyetinde devletin emanetine hıyanet eden bu şahsın hakkından gelinecek gelinecektir. tir. Bununla Bununla beraber, konu konumuz muzla la olan münasebeti münasebeti dolayısıyla dolayısıyla şu noktalar dikkati çekmektedir: Peçevî’nin verdiği bilgilere göre, Osmanlı ve ticâre ticârett kân kânun un kurall kuralları arında nda yapılan yapılan değ değişi işiklik klikler, ler,
mevcut mev cut hassas hassas düz düzen enii
tehlik teh likeye eye sokaca sokacağın ğından dan,, me merke rkezd zdee “ürküt “ürkütücü ücü”” ola olarak rak değ değerl erlen endiri dirilmi lmişti ştir. r. (=Bunların tümünün geri alınması fermân olunup hassa malları defterdarlarının eksiksiz sahiplerine geri vererek…) (= Ümitsiz ve çaresiz) (= Alışveriş) (= Değiştirmek) (= Korkunç haber) (= Akseden)
221
222 223 224 225 226
88
Nitekim, daha önce benzeri görülmemiş derecede olağanüstü bulunan bu garipli gariplikle kler, r, sergil sergileye eyenn kişinin kişinin dev devlet letee isyan isyan haz hazırlı ırlığın ğından dan baş başka ka bir şey değild değ ildir. ir. Peçevî Peçevî tarafı tarafında ndann sergil sergilene enenn bu resimd resimden en hareke hareketle tle,, ticâre ticârett ve alışve alı şveriş riş kurall kuralları arının nın,, Osm Osmanl anlıı Devlet Devleti’n i’nin in büt bütün ün eyâ eyâlet letler lerind inde, e, merkez merkezî î kanunlara son derece bağlı, kararlı ve değişmez olduğu varsayımı belirmiş olsa olsa da dahi hi bu ko konu nunu nunn ba başl şlıı ba başı şına na bir bir ça çalılışm şmaa sa saha hası sı oluş oluştu turd rduğ uğuu unutulmamalıdır .
7.2 7.2.
Bir Bireys ysel el Alış Alışve veri rişşler ler Peçevî Tarihi’nde bireysel alışveriş bağlamında değerlendirilebilecek
üç ba bahi hiss te tesp spitit ed edilm ilmiş iştitir. r. Bunl Bunlar arda dann ilk ikis ikisii Peçe Peçevî vî’n ’nin in ke kend ndii alış alışve veriş riş deneyimlerine dâirdir. Kitaplara Kitaplara meraklı meraklı olduğu anlaşılan anlaşılan İbrahim Peçevî Peçevî Efendi, Efendi, şairliğini şairliğini “ne lâyık-ı Tahsîn ve ne külliyetle kâbil-i nefrîn227” bulduğu III. Murat dönemi devlet dev let ada adamla mlarınd rından an Şemsi Şemsi Paşa’n Paşa’nın ın şiir kitabı kitabını, nı, Şeyhü Şeyhülis lislâm lâm Ebusuu Ebusuudd Efendi’nin imzası hatırına satın almıştır. Tarihçi bu alışverişini şöyle anlatır: “… beşyüz beyit mikdârı vardır ‘aynıyla kendi hattıyla olan nüshasın ki bu ha hakî kîri rinn ye yedin dinde de ma mazb zbût ûtdu dur; r; İsta İstanb nbul ul’d ’daa bir bir de dellâ llâll elin elinde de gö görd rdüm üm ve Ebu’ssuud Efendi merhûmun imzâ-yı şerîfleri şerefine tâlib olub kırk akçeye âldım. Kıymetinden dahî rütbesi ma‘lûmdur.” (c.II, s. 10). Peçevî’nin aktardığı bu deneyimden, alışveriş kavramına ilişkin olarak, o dö döne nemd mdee te tellllal alla larr va vası sıta tası sıyl ylaa yü yürü rütü tüle lenn bir bir kita kitapp piya piyasa sası sını nınn me mevc vcut ut olduğunu; el yazması eserlerin kıymetinin, yazarı kadar üzerinde imzası olan kişiye bağlı olarak da değişebildiğini öğreniyoruz. Tarihçinin kendi başından geçen diğer bir alışveriş öyküsü ise Tây Kâbilesi Kâbilesi Arapları’nı Arapları’nınn İran ordusunda ordusundann baskın baskın yoluyla yoluyla aldıkları aldıkları hayvanlar hayvanlaraa 227
(= Ne beğeniye lâyık ve ne bütünüyle lânetlenebilir)
89
müşt mü şter erii olma olması sına na dâ dâir irdir dir.. Peçe Peçevî vî mu muht htem emele elenn Ma Mard rdin’ in’de de gö göre revl vliy iyke ken, n, cesurluklarıyla tanınan bu kabile üyeleri Bağdat yakınlarına konuşlanmış olan İran ordusuna baskında bulunur ve “ikiyüz kadar ( ﻄﺎﻮﻮﺲ ) üştür-ü mâde228 ve birkaç eyüce ât ve birkaç ester 229 hatta birkaç merkeb dahî kapârlar…” (c. II, s. 397). Aldıkları bu hayvanları Mardin yakınlarındaki obalarına kadar getirip ganimetlerini “ucuz ucuz” satan Tay Kabilesi Arapları’na Peçevî de müşteri olur. “Gâyet müntehab230 olan üştürden bir katârı üçyüz guruşa iştirâ231 itmiş idim. Sonra Diyâr-ı bekirde altıyüz altuna fürûht232 itdim” (c. II, s. 397). Peçevî’nin yukarıda aktarılan alışveriş öyküsü, -en azından devletin kontrolünde olmayan topraklarda yapılan- baskın ve talandan elde edilen malla ma lların rın ye yeni ni sa sahi hipl pler erin ince ce sa satı tılılıpp pa para raya ya çe çevr vrile ilebi bild ldiğ iğin inii örne örnekl klem emen enin in yanınd yan ında, a, bu tür ganimetl ganimetleri erinn iç paz pazara ara göre gâyet ucuza ucuza edi edinil nilebi ebildi ldiğin ğinii ortaya koymaktadır. Peçevî’nin belirttiği üçyüz guruşa alınıp altıyüz altına satma durumu -nominal değer ötesinde guruş-altın ilişkisi açısından233- fâhiş bir kâr realizasyonu biçiminde algılanmaktadır. Bire Bireys ysel el alış alışve veriş riş ba bağl ğlam amın ında da de değe ğerl rlen endir dirilileb ebililec ecek ek so sonn ba bahi his, s, Revan’ın İranlılar’ca kuşatılmasının konu edildiği bölümde tespit edilmiştir. (= Dişi deve) (= Katır) (= Seçkin) (= Satın alma) (= Satış) Tarafımızda Tarafımızdann yapılan yapılan incelemede incelemede “guruş” birimine Peçevî’nin Peçevî’nin çağdaşı çağdaşı sayılabilece sayılabilecekk Osmanlı tarih yazarlarından Selânikî’nin eserinde de kayda değer oranda rastlanmıştır. Mustafa Selânikî, Tarihî Selânikî, TTK Yayınları, Ankara 1999, c.I, s. 11; c. II, s. 732, 738. Selânikî’nin verdiği bilgiye göre, yeniçeriler kendilerine dağıtılan akçeyi “fâsid” ve sefere gittik gittikler lerii yerler yerlerde de geç geçmiy miyeceğ eceğii için için reddetm reddetmekt ektedi edirler rler.. Oysa Oysa guruş guruş ve altun, altun, her yerde yerde kullanılmak kullanılmaktadır. tadır. 1006/1597 1006/1597 se senesinde nesinde guruş guruş 100, altın 150 150 (akçe?) değerindedir. değerindedir. c. II, s. 738. Şevket Pamuk’a göre guruş 1700’lü yıların başında basılmaya başlar ve 120 akçeye eşittir. eşittir. Pamuk, Şevket, A Monet Monetary ary History History of the Ottom Ottoman an Empire, Cambridge University University Press, 2000, s. 159-161. Pamuk’un “yeni guruş” olarak adlandırdığı bu paranın, Osmanlı Devleti Devleti topraklarında topraklarında daha önceki yüzyıllardaki yüzyıllardaki serüveni serüveni hakkında hakkında kapsamlı kapsamlı çalışmalar çalışmalar yapılması gerektiği kanaatindeyiz. 228 229 230 231 232 233
90
İlginç bir alışveriş örneği sergileyen bu mevzu, İranlılar’ın Revan Kalesi’ni dövmek için kullandıkları taş güllelerin Osmanlı askerleri arasında satıldığına dâirdir. Bu alışverişte kullanılan para birimi de guruş olarak zikredilmektedir: Dokuz ay on gün boyunca devam eden kuşatma süresince İranlılar, yeni toplar döktürmüştür. Bunların “her biri doksan vakıyye234 tâş atardı; hatta kal‘aya düşen tâşları Müslümânlar değirmene muhtâc olmağla el değirmeni itmek içûn mâbeyinlerinde üçer guruşa satılmak vâki‘ olmuş idi.” (c. II, s. 260). Yeni Yeni to topr prak akla larr fe feth thet etme meye ye do dola layı yısı sıyl ylaa sa sava vaşa şa da daya yalılı bir bir ya yaşa şam m biçiminin bünyesinde tezahür eden alışveriş biçiminin küçük ama enteresan bir örneğini sunan yukarıdaki bahisten sonra, bu bağlamın daha geniş bir göstergesi ele alınacaktır.
7.3.
Ordu Odaklı Ticaret ve Alışverişler Peçevî eserinde, bu alışverişlerin bir kısmının, sefere çıkan Osmanlı
Ordu Ordusu su’n ’nun un ge geçt çtiğ iğii gü güze zerg rgâh âh üz üzer erind indek ekii ha halk lkın ın,, ordu orduya ya sa satt ttığ ığıı çe çeşi şitltlii malzemeler temelinde gerçekleştiğini anlatmaktadır. İlk örnek, Kânunî Devri’ne ilişkindir. Mohaç Savaşı’ı için yola çıkan Pâdişâh, “Sahrâ-ı Sirem’de ‘asker-i mur-ı şumâr 235 ile” giderken, sağında ve solunda çift sürüp ekin eken reâyâ, “tâvuk ve poğaçâsın ‘askere füruht236
234 235 236
108 kg.lık ağırlık. Vakıyye= 400 dirhemlik ağırlık; 1 dirhem= 3 gr. 1 Vakıyye = 1,2 kg (= Karınca sayısınca asker) (= Satma)
91
içün içün”” yo yola la ge getitirm rmiş iştiti.. Sult Sultan an,, sö sözk zkon onus usuu reây reâyây âyıı ve “bu “bu ticâ ticâre retiti iden iden avretlerini avretlerini237 dahî, âvuç âvuç altûn ihsânıyla gınâya238” eriştirmiştir (c. I, s. 16). Peçevî tarafından “kadınlar tarafından yapılan ticaret” biçiminde ifade edilen bu durum, basit bir alışverişten daha fazlasını; organize bir faaliyeti îma eder gibidir. İkinci örnek ise, İbrahim Paşa’nın Kanije Seferi’nde asker üzerinde sağladığı disiplin dolayısıyla reâyânın yaşadığı huzur ortamı bağlamında ele alınmıştır. Sağlanan güven atmosferinin de etkisiyle, “re‘âyâ ‘askerin yolı üzerine ‘arabalar ile büyük büyük Macâr somunları ve çuvâl çuvâl ârpaların, yemlerin getürürler ve füruht iderler idi. Herkes akçesin virir âlurdı.” (c. II, s. 231). Peçevî’nin burada tasvîr ettiği resimde de Osmanlı Ordusu odaklı gelişkin bir ticâret sözkonusu edilmektedir. İki örnekten de anlaşılacağı üzere sefere çıkan ordu, halk tarafından mallarını satabileceği ya da satabilecek mallar üretip arz edebileceği önemli bir müşteri pozisyonundadır. Dolayısıyla en azından sefer güzergâhında yaşayan reaya için savaş ve ticaret/alışveriş kavramları bir bütünsel algılama yaratmış olmalıdır. Osmanlı Ordusu odaklı ticaret ve alışverişlerin ikinci ayağı, ordunun kendi ihtiyacı için doğrudan yaptığı alımlarla ilgilidir. Peçevî eserinde bu anlamda birkaç örnek zikreder. Sinan Paşa’ya dâir kaleme alınan bahiste, Pâdişâh III. Mehmet, Sadrâzam Sinan Paşa tarafından Avusturya Seferi’ne bizz bizzat at ka katı tılm lmay ayaa ikna ikna ed edild ildik ikte tenn so sonr nraa ya yapı pıla lann ha hazı zırlı rlıkl klar ar bü büny nyes esin inde de,, “Hazîne-i ‘âmire’den yüzellibin altûn ifrâz olunub Cerrâh Mehmed Paşa ile zahire iştirâsına Belgrad’a gönderildi”ği belirtilmektedir (s. 189-190).
237 238
(= Kadınlarını) (= Zenginliğe, servete)
92
Diğer bir örneğe, IV. Murat devri sadrâzamlarından Hüsrev Paşa’nın 1629 baharında Bağdat’ı kuşatmak üzere yola çıkışında karşılaştığı sıkıntılar çerçev çerçevesi esinde nde değ değini inilmi lmişti ştir. r. Diyarb Diyarbakı akır’ın r’ın ardınd ardından an Mus Musul’ ul’aa gel gelen en ordu ordu burada, nehirlerin taşkınıyla karşılaşır. Suların çekilmesini bekledikleri süre içinde, kaledöven topları çeken hayvanlar yemsiz kalarak telef olurlar. Bunun üzerine, merkezden “müceddeden iştirâ239 içün dörtyüzbin gurûş” talep edilir. Pâdişâh, talebi yerinde bulur ve satınalma ile görevlendirdiği bir kişi eşliğinde para gönderilir (c. II, s. 411). Ordu için yapılan alımlara referans olabilecek son bahis, Pâdişâh I. Ahm hmet et
ile
Şey eyhü hülilisslam lam
Sun unul ulla lahh
Efend fendii
arası rasınd ndaa
geç eçen en
diya diyalo logg
münas mü nasebe ebetiy tiyle le ka kayde ydedil dilmiş miştir. tir. Peçevî Peçevî’ni ’nin, n, Tarihç Tarihçii Hasan Hasan Beyzâd Beyzâde’d e’den en aktardığı satırlara göre, Şeyhülislam Sunullah Efendi, geç kalındığını öne sürerek Acem Seferi’ni bir sonraki yıla ertelemek ertelemek isteyen Pâdişâh’a, “Yâ bâri bâri îc hazîneden sefer zahîresi iştirâsı içün bir mikdâr hazîne virilmez mi?” diye sora so rar. r. Pâdi Pâdişâ şâhh ha hazi zine nede de pa para ra olma olmadı dığı ğını nı bu ne nede denl nlee ve vere reme meye yece ceği ğini ni belirtince Şeyhülislâm, “Bâri Mısır hazînesinden ‘inâyet buyrulsa olmaz mı?” teklifini getirir. Pâdişâh bu teklife sıcak bakmamıştır: “Mısır hazînesi bizim ceyb240 harçlığımızdır; andan nîce virilür?” cevabını verir. Sunullah Efendi bu açıklamayla ikna olmaz ve: “Merhû “Merhûm m ced ceddün dünüz üz Sulta Sultann Süleym Süleymân ân Hân Gâzî, Gâzî, Sigetv Sigetvâr âr sef seferi erine ne ‘azîmet buyurduklarında saray-ı ‘âmirede ne kadar altûn ve gümüş evânî 241 varr ise va ise da darb rbhâ hâne neye ye vird virdile ilerr ve ak akçe çe ke kesd sdird irdililer er ve ol se sefe ferd rdee an anıı sa sarf rf eylediler.” hatırlatmasını yapar. Bir mikdar daha devam eden tartışmayı Pâdişâh, “Sen benim sözüm anlamıyorsun; ancak, zamân zamâna uymaz ve ol zamân bu zamâna kıyâs olunmaz; ol vaktin muktezâsı ol imiş, öyle itmişler. Ol vakti bu zamâna nîçûn 239 240 241
(= Yeniden satınalma) (= Cep) (= Kap-kacak)
93
misâl îrâd idersin?” cevabıyla noktalamakla noktalamakla kalmaz; kalmaz; şeyhülislâmı görevinden görevinden azleder (c. II, s. 327-328). Yukarıdaki misaller, ordunun düzenleyeceği ya da devam etmekte olan seferler için yapılan alımların büyük meblağlar tuttuğunu; satınalımların merke me rkezd zden en sağ sağlan lanan an parala paralarla rla yin yinee me merke rkezde zdenn görevl görevlend endiri irilen len bir kişi kişi tarafından, yerinde yapıldığını; bu nedenle -tedavül imkânının daha geniş olduğuna kanaat getirdiğimiz- akçe yerine guruş ya da altın kullanıldığını ortaya koymaktadır.
7.4.
Yabancı Tüccarlar Peçevî Peçevî,, tarihi tarihinde nde dol dolayl aylıı da ols olsaa ya yaban bancı cı tüc tüccar carlar larla la ilgili ilgili bilgil bilgiler er
vermektedir. Örneğin tarihçinin, Venedik ve Venedikliler’e ilişkin verdiği genel bilgil bilgiler er yan yanınd ında, a, onl onları arınn Osm Osmanl anlıı Devleti Devleti’yle ’yle ola olann ticarî ticarî faa faaliy liyetl etleri erini ni de değerlendirdiğini görmekteyiz. görmekteyiz. Peçevî’ye göre Venedik halkı halkı “kesret-i mâlla mâlla ve vefret-i ricâlle meşhûr 242”dur. Ayrıca, bu krallığın “bî-nihâye gemilere ve donanmaya mâlik erbâbı, hîle ü mekr 243 ile mezkürdur.” 244 (c. I, s. 194). Yukarı Yukarıdak dakii gen genel el kan kanaat aatler lerden den son sonra ra tarihç tarihçi,i, ticare ticarete te dâ dâir ir bilgil bilgilerl erlee devam eder: “… çuka ve katîfe ve enva‘ı emti‘a-ı lâtife kânı ve menba ‘ıdır. 245
”. Peçevî’ye göre Venedik’in Osmanlı Devleti ile kurduğu ticarî ilişkiler,
ülkele ülk elerin rinin in kon konjon jonktü ktürel rel koşull koşulları arının nın zorlam zorlaması asıyla yla ge gerçe rçekle kleşm şmekt ektee olu olupp ikiyüzlüdür:
(= Malının çokluğu ve adamlarının bolluğu) (= Hile ve aldatma) B. S. Baykal “sadeleştirmesinde” bu cümleler fazladan eklenen kelimelerle aynen şu şekilde verilmiştir: “Ahalisi, malca zenginliği ve yetiştirdiği üstün yetenekli adamların çokluğu ile ün kazanmıştır. Sayısız gemi ve donanmaya sahip marifetli insanları hiylecilikleri ve şeytan şeytanlık lıklar larıı ile anıl anılırl ırlar”. ar”. c. I, s. 143 143.. İlk cüm cümled ledee geç geçen en “yetiş “yetiştir tirdiği diği üst üstün ün yet yetenek enekli” li” kelimeleri Peçevî’nin orijinal ifadeleri değildir. (= …çuha, kadife ve çeşitli güzel malların kaynağıdır.) 242 243 244
245
94
“… ve ekseri ekseri memleketleri memâlik-i pâdişâhîye mülâsık mülâsık olduğundan olduğundan gayrı, gay rı, zâd zâd-ı -ı zev zevâde âdeler lerind indee ve ke kesbsb-ii kârları kârlarınd ndaa cân cânibib-ii İslâm’ İslâm’aa mu muhtâ htâcc olmağla bi’l-zarûrî dostluk sûretinde bir düşman-ı kavîdir.246” (c. I, s. 194). Yabancı tüccarlara ilişkin bir başka mevzu, Sultan II. Osman Dönemi vezirlerinden İskender Paşa’nın düşman taburunu bozguna uğrattığı gazânın anlatıldığı satırlarda zikredilmektedir. Peçevî’nin verdiği bilgilere göre, Gaşpâr adında adı nda “Efren “Efrencî’ cî’ll- asl asl247 bir kâf kâfir, ir, küf küffâr fâr Frenk Frenk’de ’denn kâd kâdırg ırgala alarda rda bel belâya âya mübtelâ olan ehl-i İslâm’dan ba‘zı üserâyı248 iştirâ ider ve anla ticâret iderdi.” (c. I, s. 372). Müslüman esirleri satın alıp bunun ticaretini yapan, Gaşpar, aynı zamanda bir “maslahatgüzâr “ maslahatgüzâr 249” olarak, İskender Paşa’nın “savabdîde250”si ile bir-i bir-iki ki de defa fa Avus Avustu tury ryaa İm İmpa para rato toru ru’n ’naa elçi elçi olar olarak ak gö gönd nder erilm ilmiş iş;; bu bunu nunn karşılığında da kendisine Takşa Adası iltizam yoluyla verilmişti. Daha sonra uğrunda bir hayli para da harcayarak Boğdan voyvodalığını da alan Gaşpar, zama za mann için içinde de Boğd Boğdan an ya yakı kınl nlar arın ında da ay ayak akla lanı nır. r. İşte İşte İske İskend nder er Paşa Paşa’nı ’nınn sözkonusu parlak gazâsı bu ayaklanmanın bastırılmasıyla gerçekleşmiştir (c. I, s. 372). Yukarı Yukarıda da zikred zikredile ilenn yab yaban ancı cı tüc tüccar car profil profili,i, baş başlan langıç gıçta ta yürütt yürüttüğü üğü ticaretin niteliğine karşın yüklendiği devletlerarası görev açısından şaşırtıcı bir intiba bırakmaktadır. Dahası, onun elçilik görevine karşılık kendisine ihsân edilen edi len mü mültez lteziml imlik ik ve ardınd ardından an gel gelen en voy voyvod vodalı alıkk pây pâyele eleri, ri, bu durumu durumunn devletin diğer menfaatleri yanında çok da kayda değer bir nitelik olarak görülmediğini yansıtıyor gibidir.
(= …ve toprakla toprakların rının ın çoğu pâdi pâdişâh şâh ülkelerin ülkelerinee bitişi bitişikk olm olması ası bir yan yana, a, çoğ çoğuu yiyece yiyecekk maddesinde ve ticarî faaliyetlerde Müslümanlar’a muhtaç oldukları için zorunlu olarak dostluk sergileyen güçlü bir düşmandır.” (= Frenk asıllı) (= Esirleri) (= Elçi vekili) (= Doğru ve hak görme)
246
247 248 249 250
95
8. EĞLENCE-EĞLENME
Peçevî Peçevî,, tarihi tarihinde nde eğl eğlenc encee kav kavram ramına ına atı atıfla fla -kelim -kelimeni eninn ken kendis disini ini az kullanmakla beraber- pek çok değişik kelime kullanmıştır. Bunlardan bazıları, “safâ”, “zevk”, “keyf”, “lehv”, “la‘be”, “‘ayş u ‘îşret” ‘ îşret” ve “‘ayş u nûş” kelimeleridir. Bu kavrama rastladığımız ilk bahis, tarihçinin Kânûnî Sultan Süleyman dönemindeki beyler arasında tanıttığı Kara Ali Bey anlatımıdır.
8.1. Kara Ali Bey Portresi Çizgi dışı bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılan Ali Bey, aynı zamanda keyif ve eğlenceye de düşkündür. Peçevî, onun bu yönünü şöyle anlatır: “Gâ “Gâye yett ehl-i hl-i ze zevvk, yay ayla lakklard lardaa ve ba‘z a‘zı hav avââsı mu‘ted ‘tedilil mah ahaalde lde nüdemâsıyle251 zevk ve sohbetde olub sefer-i hümâyuna252 gitmez, kendü havâsına tabi‘ devletlü imiş.” (c. I, s. 40). Peçevî’nin Peçevî’nin bu anlat anlatımınd ımından, an, devlet devlet adam adamlarını larının, n, dostlarıyla dostlarıyla birlikte, birlikte, havası güzel yaylalara seyahatler düzenleyip orada sohbet ve muhabbet etmelerinin dönemin eğlence anlayışının bir göstergesi olduğu anlaşılabilir.
8.2. Sultan Süleyman’ın Düzenlediği Eğlenceler
251 252
(= Sohbet arkadaşlarıyla) (= Padişah seferi)
96
Kazanılan Mohaç Zaferi’nin ve arkasından, Budin Kalesi ve Peşte’nin düşma düş mann tarafı tarafında ndann am aman an dilene dilenerek rek tes teslim lim ed edilm ilmesi esi ne neden deniyl iylee eğl eğlenc encele eler r düzenlenmiştir: “…on “…on gü günn ta tamâ mâm m ma maha hall-ii me mezb zbûr ûred edee şâ şâhâ hâne ne me mecl clis isle lerr ve ‘âlî ‘âlî ziyâfetler olunub erbâb-ı la‘be u lehv ve nüdemâ ve sâzendegân-ı gammzidâya in‘âmlar ve ihsânlar olundi. Ba‘de krâl-ı dalâlet mâ’lik şikârgâhı olan mahal ki nîce hâmun ve tilâli ve vâdi ve cibâli kârgîr dîvâr ile mazbût ve mahdûd mahd ûd idi. ‘Azîmet buyrilüb hadd-i va‘dden va‘dden efzûn ve hoş sîd olunu olunubb envâ envâ‘ı‘ı safâlar kesb olundi.”253 (c. I, s. 99). Peçevî’nin yukarıdaki betimlemeler, belli yerlerin ele geçirilmesinin o bölgelerde çeşitli faaliyetlerle kutlandığını; bu faaliyetlerin, geniş bir alanda halk ha lkaa ziyâ ziyâfe fetle tlerr ve verm rme, e, on onla ları rı eğ eğlen lendi dire rece cekk oy oyun uncu cula larr -muh -muhte teme mele lenn hokka hok kabaz bazlar lar ve soytar soytarıla ılarr- hik hikâye âye anl anlatı atıcıl cıları arı ve çal çalgıc gıcıla ıları rı bo bolca lca bah bahşiş şiş karşılığında buraya getirme şeklinde olduğunu çağrıştırmaktadır. Metin Met in And’a And’a göre göre Sultan Sultan Süleym Süleyman an ilk zaf zafer er kut kutlam lamala aların rınıı Moh Mohaç aç Savaşı sonrasında düzenlemişti254. Yine aynı padişâh döneminde İstanbul’a gelen Hans Dernschwam isimli Avusturya elçilik görevlisi, Kânûnî’nin İran Şahı’na karşı kazandığı zaferin kutlamalarına tanıklık ederek hatıratına dahil etmiştir 255. And’ın aktarımıyla, 1553 yılının 27 Ekim’inden 29 Ekim’ine kadar devam eden kutlamalara ilşkin Dernschwam’ın gözlemleri şöyledir: “[Dernschwam], ilk günde meydanların kutlamaya gelen atlılarla dolu olduğu old uğunu nu görmü görmüştü ştü.. Sarayl Saraylar, ar, paz pazary aryerl erleri eri ve tüm dük dükkân kânlar lar süslen süslenmiş miş,, [= …tam on gün sözkonusu yerde şâhâne toplantılar ve büyük ziyâfetler olundu (ve) oyun ve eğl eğlenc encee erbâbı erbâbı ile hikâye hikâye anl anlatıc atıcıla ılara ra ve ked keder er tem temizl izleye eyenn çal çalgıcı gıcılar laraa bah bahşiş şişler ler ve hediyeler verildi. Sonra sapkın kralın sahip olduğu av alanı olan yer ki bir çok bozkırı ve tepesi ile vâdi ve dağı taş duvarla çevrilmiş çevrilmiş ve sınırlanmıştı. sınırlanmıştı. Hareket Hareket edilip amaçlanandan amaçlanandan fazla ve iyi avlanıldı ve çeşitli (şekillerde) eğlenildi.] Metin And, “Gündelik Yaşam”, Osmanlı Uygarlığı 1, Yayına Haz.: H. İnalcık, G. Renda, T.C. Kültür Bak. s.441. 253
254
Hans Dernschwam, Tagebuch einer Reise nach der Konstantinopel und Kleinasien (15531555) nach der Urschrift in Fugger – Archiv, Yay. Haz. G.F. Babinger , Münih-Leipzig, 1943.
255
97
bütün esnaf gösteride yerini almıştı. Gece olunca, tüm minareler, tıpkı dinî bayram bay ramlar lardak dakii gib gibii kan kandil diller lerle le don donatı atılmı lmıştı ştı.. Sokakl Sokaklard ardaa ve dük dükkân kânlar larda da o kadar
çok
lamba
yanıyordu
ki
insanlar
gündüzün
olduğu
gibi
dolaşabiliyorlardı. Lambaların tabanında, yağın altında, kırmızı, yeşil, sarı ya da beyaz ışımalarını sağlayan renkli sular bulunuyordu. Aslanlar, Kaplanlar, leop leopar arla larr ve pa padi dişa şahı hınn sah ahip ip oldu olduğu ğu diğe diğerr en ende derr gö görü rüle lenn ha hayv yvan anla lar r sokaklardan geçirilmişti. Her çeşit eğlence vardı. Ancak, hangi dans yapılırsa yapılsın, ya da hangi müzik ve şarkı çalınıp söylenirse söylensin, bunların hepsini erkekler yapıyordu ve hiçbir kadın katılmamıştı.”256 Yuka Yukarı rıda da -Peç -Peçev evîî ve De Dern rnsc schw hwam am tara tarafı fınd ndan an ak akta tarıl rılan an-- Kânû Kânûnî nî devrine ait kutlama betimlemeleri, kazanılan zaferler sonrasında düzenlenen şenl şe nlik ikler lerin in he heme menn he herk rkes esee hita hitapp ed eden en bir bir tür tür orta ortala lama ma eğ eğle lenc ncee biçi biçimi mi olabileceğini düşündürmektedir. Peçevî, Budin Beylerbeyi Arslan Paşa’ya dâir kaleme aldığı “Hikâyet-i Udhuke”257 başlıklı bölümde fetih sebebi olmaksızın da -pâdişâhın (Kânûnî Sultan Süleyman) emriyle- eğlenceler düzenlendiğini anlatmaktadır: “Bir gün emr-i Pâdişâh-ı Pâdişâh-ı zafer zafer makrûn ile donanmâ donanmâ emr olunur. olunur. Mu‘tâd üzere üzere çârsû pâzâr ziynet ziynet olunu olunub b herkes izhâr-ı izhâr-ı kudret idüb ‘ayş u ‘îşret mecâlisi mecâlisi tertîb tertîb olunur”258 (c. I, s. 254). Pâdişâhın Pâdişâhın hang hangii durumlarda durumlarda “donanma” “donanma” adı verilen bu türden büyük büyük şenlikleri şenlikleri emrettiğin emrettiğinii bilm bilmiyoruz iyoruz;; ancak, ancak, yapılan yapılan şenliklerd şenliklerdee çarşı-paza çarşı-pazarın rın süslenmesi ve herkesin gücüne göre içkili eğlence (=‘ayş u ‘îşret) toplantıları düzenlemesinin gelenek haline gelmiş olduğu metinden anlaşılmaktadır.
8.3. Elit Bir Eğlence Türü: Avlanma Metin And, a.g.m. a.g.m. s. 441 441.. (= Güldürücü bir hikâye) [= Bir gün, zafere ulaşmış pâdişâhın emriyle (büyük ve gösterişli bir) şenlik emrolunur. Alışıl Alışıldığı dığı üzere üzere çarşı-p çarşı-paza azarr süslen süslenip, ip, herkes herkes kud kudret ret gös göster terip ip içki içki ve eğl eğlenc encee mec meclis lisler lerii düzenlenir.] 256 257 258
98
Peçevî’nin halk eğlenceleri düzenleyen pâdişâh ve maiyetinin dâhil oldukları daha elit bir eğlence biçiminden bahsettiğini görmekteyiz ki bu da avlanmadır. Bu bağlamda Peçevî, Kânûnî Sultan Süleyman’ın İran Seferi’nden sonra çekildiği Halep Kışlağı’nda oğlu Beyezid’le buluşup âdeta büyük bir av şenliği düzenlediğini ifade etmektedir: “Sa‘ad “Sa‘adetl etlüü pâd pâdişâ işâh-ı h-ı ‘âlem‘âlem-pen penâhı âhınn hât hâtır-ı ır-ı ‘ât ‘âtırla ırları rı dâ’ dâ’imâ imânn sayd sayd ü şikâra mâ’il olmağla şehzâde-i nîgû hasâ’il ‘atabe-i ‘ulyâya vâsıl oldukdan sonra etrâf-ı Haleb’de vaki‘ olan sayd-gâhlar korunmuş belki nice saharî u bevâdiyyenin şikârı ol semte gelmiş sürülmüş idi. Sayyâdlık fennine kâdir bir nice üstâdân-ı mâhir gelüb enva‘-ı şikârdan bi-hadd ve bi-hesâb şikârlar sayd olunmağla ve hûş-ı tuyûra ıztırâb ve bir nicesin dâma düşürdüklerin pâdişâh ‘âlî-cenâb ile şehzâde-i kâmyâb seyr ü temâşâ itmekle tahsîl-i sürûr-ı bihesâb hes âb iyledi iylediler. ler. Bu nev nevi‘d i‘den en da dahî hî istîfâ istîfâ-yı -yı haz hazzz olu olundu ndukta ktann son sonra ra Haleb Haleb şehrine müraca‘at-ı hümâyûn buyurılub…”259 (c. I, s. 281). Peçevî’nin aktarımlarından, çağın elitlerine hitap eden eğlencelerden olan avlanma ile pâdişâhın zorlu bir seferin ardından eğlenip, rahatlayarak bir tür yorgunluk attığı anlaşılmaktadır. Böylece avlanmanın bir tür askerî tatbikat faaliyeti olmasının yanı sıra rahatlatıcı, deşarj edici yanı o dönemde de belirleyici bir etmen olarak ortaya çıkmaktadır.
8.4. Eğlence-İktidar İlişkisi Üzerine Bir Karşılaştırma [= Alemin sığınağı saadetli pâdişâhın gönülleri daima avlanmaya istekli olduğu için güzel özellikli şehzâde yüce basamağa (pâdişâhın kışlağı) ulaştıktan sonra Halep’in çevresinde var olan av alanları korunmuş; belki nice sahraların ve çöllerin avı o yöne gelmiş, sürülmüştü. Avcılık sanatına kadir bir çok becerikli usta gelip, av çeşitlerinden sınırsız ve hesapsız avlar avlanmış ve yabanî kuşlara ıztırab (edip) bir çoğunu tuzağa düşürdüklerini yüksek ahlâklı pâdişâh ile muradına erişmiş şehzâde seyrederek sonsuz neşe elde etmişlerdi. Bu şekilde de tamamen eğlendikten sonra pâdişâh Haleb şehrine dönüp…]
259
99
“Babası gibi mülâyim tabi‘at ve bir mevzûn yigit idi. Amma yarâmaz lalaları sebebiyle mülkünün zabtında süst idi. Dâ’ima ‘ayş u ‘îşrete ve lehv u la’be la’beee ve şikâ şikâre re ﻤ ﺴﺘ ﻐو ﻞ
idi. idi. Ol ec ecild ilden en Ma Macâ cârr ka kavm vmii ba baba bası sınd ndan an râzı râzı
olmadıkları gibi kendüden dahî râzı değiller idi.” i di.”260 (c. I, S. 108). Mohaç Savaşı’nın Yabancı Tarihlerden Çevirisi, başlıklı konunun ilk satırlarında geçen bu tanımlamalar, Macar Kralı Loyoş’a aittir. Bu alıntıdan içki içki içm içmee oy oyun un ve avl avlan anmay mayla la birlik birlikte te eğl eğlenc enceni enin; n; Mac Macar ar ha halkı lkı için için baz bazıı durumlarda pek de hoşlanılan faaliyetler olmayabildiğini görüyoruz. Mağlup bir kral olan Loyoş, halkının gözünde sözkonusu sefahat kalemlerini hak etmemiş gibidir. Kânûnî’nin oğlu Şehzâde Selim’in lalası Kara Mustafa Paşa’nın, ilerde sadrâzam olabilmek için Şehzâde Bayezid ile Selim arasında yürüttüğü ayak oyunlarının
anlatıldı ldığı
bahist iste
de
ikt iktida idar-eğ -eğlence
bağlamında
değerlendirilebilecek bazı veriler bulunmaktadır: Peçevî’nin aktardığına göre, Şehzâde Selim ve sarayında bulunan devlet görevlileri “ekser evkâtda ayş ü nûşa mâil”261 insanlardı. Selim’in Lalası durumu fark edince, pâdişâhın Selim’i değil Bayezid’i veliaht göstereceğinden telaş duyarak iki kardeşin çarpışıp Baye Bayezi zid’ d’in in saf afdı dışı şı ya yapı pılm lmas asın ınıı
sağl sa ğlam amay ayaa
çalılışı ça şır. r. Dü Düze zenl nled ediğ iğii
plan plan
çerçevesinde Bayezid’e yazdığı tuzak-mektupta Sultân Selîm’in “rûz u şeb ‘ayş u ‘işret ile âlude ve dünya ve mâ fî hâdan ferag-ı hâtır ile pister-i gafletde gunûde262” 263 olduğunu belirterek; iktidâra lâyık olmayan bir şehzâde portresi çizmektedir (c. I, s. 389).
(Babas (Babasıı gibi yumuşak yumuşak huylu ve yakışıklı yakışıklı bir gen gençti çti.. Ama Ama yarama yaramazz lalala lalaları rı seb sebebi ebiyle yle ülkesini ülkesini idare etmede etmede gevşekti gevşekti.. Daima Daima içip eeğlenm ğlenmeye, eye, oyunlara oyunlara ve ve ava ﻤﺴﺘﻐوﻞ idi. Bu nedenle Macar milleti babasından râzı olmadıkları gibi ondan da râzı değillerdi.) (= Çoğu vakitler içip eğlenmeye eğilimli) (= Gece gündüz içip eğlenmeye bulaşmış ve dünya ile içindekileri zihninden uzaklaştırıp vurdumduymazlık yatağında uyukuda…) Yukarıdaki dipnotta geçen “içindekiler” kelimesi, B. S. Baykal’ın sadeleştirmesinde “âhiret” olarak geçmektedir ki doğru değildir. C. I, s. 274. 260
261 262
263
100
Anca Ancakk lala lala,, ke kend ndii ikbâ ikbâlili için için Selim Selim’in ’in bu öz özel ellilikl kler erin inii ye yem m olar olarak ak kullanmaktadır. Bir başka deyişle, iktidar sözkonusu ise bu “kötü” özellikler pek de önemli değildir. Selim’in rızasıyla yazdığı mektup sonucunda Şehzâde Bayezid, lalanın beklediği tepkiyi göstermiştir. Planın daha sonraki aşamaları neticesinde Bayezid, kardeşiyle savaşa tutuşur ve yenilir. Böylece Lala Kara Mustafa Paşa’nın paradoksal planları kardeşini safdışı bırakıp Selim’i tahta çıkaracaktır. Bir önc önceki eki pa parag ragraf rafta ta yab yabanc ancıı tarihl tarihlerd erdee ge geçen çen değ değerl erlend endirm irmele eler, r, çağdaşı Osmanlı’yla birtakım benzerlikler göstermektedir. İçki ve eğlenceye düşkün iki şahsiyet (Layoş ve Selim); iki ayrı zihniyet tarafından -ikincisinde farklı niyetlerle de olsa- paralel gerekçelerle iktidarsızlığa mahküm edilmiş gibidir.
8.5. Eğlence Meclisleri Yukarıda ifade edildiği üzere, paradoksal planlar neticesinde tahta çıkan II. Selim’in Peçevî tarafından çizilen portresi okuyucuya, sanata ve eğlenceye düşkün bir pâdişâh ve onun düzenlediği safâları yansıtmaktadır: “…dâ “…dâim imaa erbâ erbâbb-ıı dild dilden en olan olan nü nüde dem mây âyaa mâ mâilil ve rûz rûz u şe şebb on onla larr ile ile muvâneset ve sohbete ka’il”264 olan Sultan II. Selim Han’ın kendisi de gönül dost do stla ları rınd ndan an bir bir do dost st idi. idi. Diğe Diğerr şe şehz hzâd âdele elerd rden en fark farklılı ve üs üstü tünn olar olarak ak kapısında yirmiden fazla samimi şâir bulunurdu. Kimi zamanlar kendisi de şiir söylemeyi denerdi. Güzel ezgiler ve şiirler söyleyen ses ve söz sanatçıları, ud ve tanbur çalan üstadlar üstadlar deva devamlı mlı onun meclisine meclisine gider gelirlerdi. gelirlerdi. “Bizle-gûyî “Bizle-gûyî ve şîrînkârlığla iştihâr bulan Nakkaş Haydar emsâli” 265 bu sanatçılar, eşsiz şakalarla (= …dâima gönül erbâbı olan sohbet arkadaşlarına eğilimli, gece ve gündüz onlarla yaşama ve sohbete istekli) (= Komik konuşmaları ve hoşluklarıyla meşhur olan Nakkaş Haydar benzeri )
264
265
101
âdet âd etaa “mev “mevtâ tâyı yı gü güld ldür ürür ür;; istim istimâ‘ â‘ iden iden girâ girânn câ cânn sü süke kelâ lâyı yı266 gü güle le gü güle le öldürü öld ürürdü rdü”. ”. Bütünü Bütünüyle yle bu tür faa faaliy liyetl etler er için için düz düzenl enlene enenn içki içki ve eğl eğlenc encee meclislerinin ve “levâzım-ı zevk u sohbet”267in “Cem ü Cemşîd’e268 dahî” sağlanmış olduğu bilinmez (c. I, s. 438-439). Peçevî, II. Selim’in oğlu olup onun ardından tahta çıkan III. Murat Han’ Ha n’ıı be betitiml mled ediğ iğii bö bölü lümd mdee sa sana natç tçıı bir bir ruha ruha sa sahi hipp olan olan pâ pâdi dişâ şâhı hınn ço çoğu ğu günlerde himâye ettiği ülkelerde ve “belki ‘Arap ve ‘Acem’de olan hoş elhân u na‘me güdaz güdaz ve sâzendegân-ı mümtâz ve şîrîn güftarân u kıssa perdâz perdâz ve erbâ erbâbb-ı la‘ la‘be ü ta tara rabb ve as ashâ hâbb-ıı leh ehvv ü şag agb” b”269ın, ın, nö nöbe betltleş eşee yü yüce ce meclislerine girdiklerini; burada mahâretlerini sergiledikten sonra “âvuç âvuç altûn ihsânıyla memnûn olup gittiklerini” anlatmaktadır (c. II, s. 3). Yukarı Yukarıda da Peçevî Peçevî’ni ’ninn örnekl örnekledi ediği ği tarzda tarzdaki ki eğl eğlenc encee me mecli clisle slerin rinii Halil Halil İnalcı İna lcıkk “işret “işret me mecli clisle sleri” ri” biç biçim imind indee adl adland andırm ırmakt aktaa ve bun bunun un eski eski İranda İrandann geçen bir saray adeti olduğunu vurgulamaktadır. Tarihçiye göre bu geleneğin Türklerdeki kökleri Avrasya Türk-Moğol devletlerine kadar gitmektedir ve işret meclisleri, şölenler, toylar hükümdarla hizm hizmet etind indek ekile ilerr aras arasın ında daki ki pa patr trim imon onya yall ilişk ilişkile ileri ri pe peki kişt ştire irenn so sosy syal al bir bir kurumdur 270.
8.6. Eğlencenin Meşrûiyeti Peçevî Peçevî,, yukarı yukarıda da verile verilenn bah bahsin sin dev devam amınd ında, a, her gün günüü bu şekild şekildee “güzar iden”271 Pâdişâhın, Pâdişâhın, “ba‘de “ba‘de edâ’-ı edâ’-ı salve’lsalve’l- ‘asr ‘asr ﺍﻟﻌﺻﺭ ﺓﺼﻟﻮ)) kalkub kalkub (= Dinleyen cansıkıcı ağırbaşlıları) (= Zevk ve sohbet gereçleri) Cem, efsanevî İran kralı Cemşid’in Cemşid’in diğer adıdır. [= Arap ve Acem’den güzel türküler yakan (ses sanatçıları), üstün çalgıcılar, güzel söz söyleyenler ve hikâye anlatıcıları, oyun ve şenlik erbâbı, eğlence ve dövüş adamları…] Halil İnalcık, “‘Osmanlı Medeniyeti’ ve Saray Patronajı”, Osmanlı Uygarlığı 1, Yayına Haz.: H. İnalcık, G. Renda, T.C. Kültür Bak. s.23. (= Geçiren) 266 267 268 269
270
271
102
dârü’s-sa‘âdelerine gidüb”272 gününün böyle geçtiği için Yaratan’a “hezâr-ı hamd ü sipâs”273 ettiğini belirtmektedir (c. II, s. 4). Pâdi Pâdişâ şâhh II III. I. Mu Mura rat’l t’laa ilgil ilgilii olan olan yu yuka karıd rıdak akii sa satı tırla rlar, r, dö döne nemi minn dinî dinî zihniy zih niyetin etinde de eğl eğlenc enceni enin, n, Tanrı’y Tanrı’yaa şü şükre kretm tmeye eye kon konuu ola olabil bilece ecekk derece derecede de meşrû bir faaliyet olarak addedildiğini ortaya koymaktadır. Sazlı-sözlü-oyunlu eğlenc eğl encele elerle rle geç geçen en gün günler ler,, iba ibadet detle le de bir büt bütünl ünlük ük olu oluştu şturab rabilm ilmekt ektedi edir. r. Bugünden bakıldığında algılaması hayli güç olan bu yaklaşım, Osmanlı’nın -en -en az azın ında dann ikti iktida darr elit elitin inin in-- gü günd ndel elik ik ha haya yatı tıyl ylaa uh uhre revî vî ha haya yatı tını nı na nası sıll buluşturduğunu gösteren önemli bir örnektir.
8.7. Bir Eğlence Aracı Olarak Kahve ve Tütün Peçevî, sazlı sözlü eğlenceler dışında, iki ayrı keyif ve eğlence aracı olann ka ola kahve hve ve tüt tütünü ününn Osm Osmanl anlıı top toprak rakları larında nda ortaya ortaya çıkışı çıkışını nı kon konuu ett ettiği iği ardı ardışı şıkk ba başl şlık ıkla larr altı altınd nda, a, “eğl “eğlen ence ce”” ke kelilime messinin inin ke kend ndis isin inii bire birerr ke kere re kullan kul lanma makta ktadır dır.. Bunla Bunlarda rdan, n, kah kahve ve ile ilgili ilgili ola olarak rak kul kullan lanıla ılanın nın bağ bağlam lamına ına bakarsak şunları görürüz: 1554 sonlarında Hakim adında Halepli bir “herîf” ile Şems adında Şamlı Şamlı bir “zarîf” başkente gelip “Tahtakale’de bir kebîr dükkân dükkân açub kahve-furûşluğa”274 başladıktan sonradır ki “keyfe mübtelâ ba‘zı yârân-ı safâ”275 burada toplanmaya başlamışlardı276. Özellikle okur-yazar kesimden oluşan bu grupları zamanla işsiz kalmış devlet görevlileri ve diğerleri izlemişti. Peçevî Peçevî,, eğl eğlenc encee ke kelim limesi esini ni de ku kulla llanar narak ak anl anlatı atısın sınaa şu cüm cümley leyle le dev devam am etmektedir: (= İkindi namazını kıldıktan sonra kalkıp haremine gidip…) (= Binlerce şükür) (= Kahve satıcılığına) (= Keyiflerine düşkün bazı zevk ve eğlence dostları) Cemal Kafadar’a Kafadar’a göre “muazzam “muazzam bir buluş” olan bu ilk kahvehaneyi kahvehaneyi açma hareketi hareketi -eğer gerçekten gerçekten doğruysadoğruysa- üniversitele üniversitelerin rin pazarlama pazarlama tarihi derslerinde derslerinde okutulmalıd okutulmalıdır. ır. Cemal Kafadar, “Tarih Yazıcılığında Kamu Alanı Kavramı Tartışmaları”, Osmanlı Medeniyeti, Klasik Yayınevi, İstanbul 2005, s. 78. 272 273 274 275 276
103
“…böyle bir eğlenecek ve gönül dinlenecek yer olmaz deyu dolub oturacak ve duracak bir yer bulunmaz oldi ve bi’l-cümle o kadar şöhret buldi ki ashâb-ı menâsıbdan277 gayrı kibâr 278 bi-ihtiyâr 279 gelür oldilar” (c. I, s. 364). Bura Burada daki ki,, ins insan anla ların rın irad iradel eler erin inee sö sözz dinle dinlete teme meyi yipp iste isterr iste isteme mezz kahvehânelere gider oldukları bilgisi, sözkonusu keyif verici maddenin ve beraberinde yaratılan sosyal ortamın bir tür alışkanlık yarattığına işaret ediyor gözükmektedir. Tarihçi, kötü kokulu (= bed-dûy) olarak nitelendirdiği tütün bahsinde ise öncelikle, ülkesinin topraklarına “İngiliz keferesi” tarafından getirilmesi ile “ehl “ehl-i -i ke keyf yfde denn ba ba‘z ‘zıı yâ yârâ rânı nın, n, ke keyf yfee mü müsâ sâ‘a ‘ade desi si va vard rdır ır de deyu yu
mübt mü btel elâ” â”
oldukl old ukları arını nı ve zam zamanl anlaa “ehl-i “ehl-i keyf keyf olm olmaya ayanla nlar(ın r(ın)) da dahî hî isti‘m isti‘mâl” âl”280 etmeye başladıklarını belirtmektedir. Tütünün insanın çevresine ve sağlığa olan zararlarını da sıralayan Peçevî, eğlence kelimesinin kendisini de kullandığı cümlesini kurar: “… ve bunun emsâli nice mazarât-ı fâhişe var iken safâsı ve nef‘i nedir didikce, bir eğlencedir; bundan gayrı safâsı zevke da’irdir, dimekden gayrı bir cevab îrâdına kâdir olmamışlardır.” ol mamışlardır.”281 (c. I, s. 366). Eğlence kavramının eş anlamlısı olan kelimelerin neredeyse tümünün bir arada kullanıldığı yukarıdaki cümlede, “eğlence” kelimesinin kendisi daha geniş bir anlamda kullanılmış gibidir.
(= Devlet görevlileri) (= Büyük rütbeliler, yüksek görevliler) (= İstemeden de olsa) (= Kullanmak) (= …ve buna benzer birçok aşırı zarara var iken safâsı ve faydası nedir dedikçe, bir eğlencedir; bundan başka safâsı zevke dairdir, demekten başka bir cevap verememişlerdir.)
277 278 279 280 281
104
Tarihçi, bahsin devamında tütünün sebep olduğu yangınlardan ve bu anlamda anlam da ölen nice insandan insandan söz ettiği satırları, satırları, bu mad maddenin denin faydalarına faydalarına da değine değ inerek rek sürdür sürdürür: ür: Bunlar Bunlar,, uyku uyku gid gideri erici ci öze özelliğ lliğii ned nedeni eniyle yle gem gemile ilerde rde gözetl göz etleme eme ya yapan pan forsal forsalar ar tarafı tarafında ndann kul kullan lanıla ılabil bilece eceği ği ile rutube rutubetiti gid gideric ericii özelliğinin kuruluk yaratabileceğidir. Mamafih Peçevî, bu kadarcık yarar için onca zararına katlanmanın ne akla ne de geleneğe uyduğunu belirtmeden edemez (c. I, s. 366). Peçevî, her ne kadar yukarıdaki cümleleriyle başkalarının ağzından fikir beyan etmiş ve bunları onaylamamış gözükse de o dönemde başkentte yaşayan insanların önemli bir kısmının kahve ve tütünü vazgeçilmez bir eğlence kalemi olarak gördüğü ortadadır.
Peçevî Peçevî Tarihi’nde Tarihi’nde “eğlence” “eğlence” kavramını kavramını konu eden bazı bahislerd bahislerden en yuka yu karıd rıdaa ince incele lene nenl nler erin in pe pekk ço çoğu ğu ba başk şken entt ttee ya yaşa şaya yann yö yöne netic ticii elit elit ve diğerlerine ait örneklerdir. Dolayısıyla, “reaya”nın eğlence anlayışına ilişkin -fetih sonrası düzenlenen şenliklere davetli olmaktan başka- her hangi bir referans içermemektedir. Ancak yine de dönem insanının eğlence zihniyetini anlamamıza yardımcı olabileceği düşünülmektedir.
9. SANAT
Bu baş başlık lık alt altınd ında; a; ust ustalı alık, k, hün hüner, er, mârife mârifett anl anlam amları larına na gel gelen en san sanat at kavramının Peçevî Tarihi’nde nasıl ele alındığını tetkik etmeye çalışacağız. İrdeleyeceğimiz bahislerden hareketle, Klasik Dönem Osmanlı’sına hâkim zihniyetin, sanat kavramının içini nasıl doldurduğunu; bu anlamda nelerin sana sa nata ta ko konu nu olab olabild ildiğ iğin inii an anla lama maya ya ga gayr yret et ed edec eceğ eğiz iz.. Tarih Tarihçi çini ninn sa sana natt
105
kavram kav ramını ını sö sözko zkonus nusuu ett ettiği iği sat satırl ırlar, ar, onu onun, n, es eserin erinde de tak takip ip ett ettiği iği kronol kronoloji ojikk sıraya göre tahlil edilecektir.
9.1. 9.1.
Dönemi Dönemin n Sanat Sanat ve Este Estetik tik Anlayı Anlayışın şınaa Atıfta Atıfta Buluna Bulunan n Satır Satırlar lar Kânûnî Kânûnî Devri’ Devri’nin nin anl anlatı atıldı ldığı ğı böl bölümü ümünn ba başla şların rında da yer ala alann “Kırmı “Kırmızı zı
Mücevv Müc evvez eze’n e’nin in Ortaya Ortaya Çıkışı Çıkışı”” baş başlık lıklılı bah bahist istee Peçevî Peçevî,, Hoca Hoca Saadet Saadettin’ tin’in in eserinden referansla referansla giyim-kuşama giyim-kuşama ilişkin tarihsel bilgiler bilgiler verir. Bu bağlamda, Osmano Osm anoğul ğullar ları’n ı’nın ın Bursa Bursa’da ’daki ki mez mezarl arları arının nın üz üzerin erinde de görüle görülenn tâc üze üzerin rinee yûsûfî tarzda bağlanmış sarıkları büyük bir hayranlıkla anan tarihçi, bunların “hüsn-ü nümâyişde bi-mânend282” olduklarını hatırlatır. Sarıkların katları öyle bir “tavr” ile döndürülmüştür ki nerede bittiğini “hurdebînler 283” bile seçemez. Ayrıca bunlar “Gâyet masnu‘ u hoşnümâ ve müşâhadesi sürûr-efzâddır 284.” (c. I, s. 5). Peçevî, artık kullanımda olmadığı anlaşılan sözkonusu sarıkları son tahlilde tahlilde birer sanat eseri eseri olarak değerlendirm değerlendirmekted ektedir. ir. Bu kanıya kanıya varmasına varmasına nede ne denn olan olan krite kriterle rleri ri ise ise ön önce cesi sind ndee ya yapt ptığ ığıı be betitiml mlem emele elerl rlee ok okuy uyuc ucuy uyaa vermek vermekted tedir: ir: Sarıkl Sarıkları arınn sarılm sarılmaa biç biçimi imi çok büy büyük ük bir ust ustalı alıkk isteme istemekte ktedir dir;; ilâvet ilâveten, en, se seyre yreden denler lerin in zih zihinl inleri erinde nde bir gü güzel zellik lik alg algıla ılama ması sı yaratm yaratmakt aktaa ve gönüllerine neşe vermektedir. Yukarıdaki bahisten hareketle dönemin sanat anlayışına atıfta bulunan bu kriterleri aklımızda tutup, sanat kavramına değinen diğer konularla bakış açımızı genişletmeye çalışalım.
9.1.1. Osmanlı’nın Düzenlediği Heykel Sergisi ve Müzecilik 282 283 284
(= Güzel görünmede benzersiz) (= Mikroskoplar) (= Gayet sanatkârâne ve güzel görünümlü; bakılması mutluluk artırandır.)
106
Budin ve Peşte kalelerinin fethedilmesini anlatan başlık altında Peçevî, dönemin insanını şaşkınlığa ve hayrete düşürecek derecede garip ve acayip bulunan bazı eşyaların da sanat kavramı çerçevesinde değerlendirilebildiğini ortaya koymaktadır. Budin Kalesi’nin ele geçirilmesinden sonra burada bulunan “acâyib” eşyalar da diğerleriyle birlikte gemilere taşınmıştı. Bunların arasında kale kapısının dışında bulunan tunçtan “garîb ü ‘acâyib ve masnu‘ üç timsâl 285” de bulunuyordu. Peçevî bu heykellerin heykellerin kimlikleriyle ilgili ilgili edindiği bilgileri de iletir: “Gâlibâ”, bunlardan büyük olanı, bir zamanlar tüm “kefereye” hükmeden bir krala; aynı biçimde fakat daha küçük olan diğer ikisi ise ondan sonra tahta geçen geç en iki oğ oğlun lunaa ait aittir. tir. Sözkon Sözkonusu usu hey heyke kelle llerr “garîb “garîbü’l ü’l-he -hey’e y’e ve ‘ac ‘acîbü îbü’l’lhalka286” olm olmala aları rı dol dolayı ayısıy sıyla la “halka “halka tem temâşâ âşâ”” için için İst İstanb anbul’a ul’a gö götür türülü ülür. r. At Meydanı’nda birer kürsüye koyularak sergilenir. Bütün halk “temâşâsından hayrân” olur. Peçevî bu olayı aktarırken, sözkonusu heykeller üzerine kaleme aldığı Farsça Farsça beyt beytin in287, ölümüne sebep olduğu dönemin ünlü şâiri Figânî’yi de anmadan geçmez288. (= Hayret verici ve sanat eseri üç heykel) (= Garip görünüşlü, tuhaf icad) Söz konusu beyit B.S. Baykal’ın eserinde (c. I, s. 77) ve M. Fuad Köprülü’nün Köprü lü’nün MEB İslâm Ansiklopedisi’nde kaleme aldığı “Figânî” maddesinde (c. 4, s. 630-640) iki farklı biçimde geçmektedir. Bunlar sırasıyla: Dü İbrahim amed be-deyr-i cihan, Yeki bük-şiken şeved yeki bük-nişan: (Dünya kilisesine iki İbrahim geldi, Biri put kıran oldu , öbürü put diken) Dü İbrâhîm âmad badâr-i cihân – Yakî but şikan şud yakî but nişân (Köprülü, Türkçesini vermemiştir.) Her iki farklı beytin sözlükten kelime ke lime kelime incelenerek bir biriyle karşılaştırılması ve sözlükteki doğru kelimelerden yola çıkılarak beytin muhtemelen aşağıdaki gibi olduğuna kanaat getirilmiştir: Dü İbrâhîm âmed bedeyr-i cihân – Yeki büdşiken şüd yeki bütnişân. Türkçesi, B.S.Baykal’ın ifade ettiği gibidir. 288 Köprülü’nün Aşık Çelebi’den aktardığı bilgilere göre, dönemin ünlü şâirinin kabiliyeti kendis ken disine ine düş düşman manlar lar kazand kazandırm ırmıştı ıştır. r. Dolayıs Dolayısıyl ıyla, a, 153 15322 sen senesi esinde nde “Sadraz “Sadrazâm âm İbrahim İbrahim Paşa’nın Budin’den getirip At Meydanı’nda kendi sarayının karşısına diktirdiği meşhur heykel münâsebeti ile (bu heykelin resmi şehnâmeci Lukmân’ın Hünernâme’sindeki bir minyatürde görülür görülür)) söyled söylediği iği Farsça Farsça bir bey beyitit ves vesile ile ittiha ittihazz edil edilerek erek,, İstanb İstanbul ul Subaşıs Subaşısıı tarafı tarafında ndan, n, Tahtakale’de yakalanmış; dövüldükten sonra eşeğe bindirilip gezdirilmiş ve sonra iskele başında asılmıştır.” M. Fuad Köprülü, MEB İslâm Ansiklopedisi, c. 4, 4 , s. 630. 285 286 287
107
Heykeller dışında getirilen iki büyük şamdan da -ki bunlar da birer sana sa natt es eser erid idir ir-- “el-â “el-ân” n”,, Ayas Ayasof ofya ya Ca Cami miii mi mihr hrab abın ının ın sa sağı ğına na ve so solun lunaa konulmuş ve “üzerlerine târihleri yazılmıştır.” (c. I, s. 99-100). Peçevî Peçevî’ni ’ninn akt aktard ardığı ığı bu sat satırla ırlarda rdann yo yola la çıkara çıkarak, k, Osm Osmanl anlıı Klasik Klasik Dönem sanat anlayışı açısından çok ilginç sonuçlara varılabilir: İstanbul’a getitirrilip ge ilip
halk ha lkın ın
“tem “temâş âşââ”sın ”sınaa
sun unuulan lan
rast rastla lam mad adık ıkla ları rı için için “aca “acayi yib” b” bu bulu lunm nmas asıı
tunç tunç
hey eyke kelller, ler,
daha
önce
yanı ya nınd ndaa bire birerr
sana sa natt
eser es erii
addedi add edilmi lmişti ştir. r. Bir baş başka ka ifa ifadey deyle, le, bir önc önceki eki bah bahist istee sırala sıralanan nan kriter kriterler lere, e, eser es erin in,, kişi kişiyi yi ha hayr yret ette te bıra bırakkac acak ak de dere rece cede de gö görü rülm lmem emiş iş olma olması sını nı da ekleye ekl eyebil biliriz iriz.. Kaldı Kaldı ki sözkon sözkonusu usu kriterl kriterlere ere atf atfen, en, hey heykel keller lerin in yap yapımı ımında ndaki ki ustalık insanlar üzerinde hayranlık uyandırmaktadır. İslâm sanatında heykel ve/veya ikonografik eser yer bulamayacağı halde dışarıdan İstanbul’a getirilen bu eserlerin devlet eliyle, âdeta mini bir açık hava müzesi oluşturarak halkın seyrine açılması, bugünden bakıldığında şaşırtıcı görünmektedir. Diğer yandan, Peçevî’nin şamdanlara ilişkin olarak verdiği bilgiler de bu bağlamda değerlendirilebilir: Osmanlı, bu sanat eserleri -günümüzde arkeoloji müzelerinde yapıldığı gibi- tarih tespitinde bulunup en kıym kıymet etlili me mekâ kânl nlar arın ında dann biri birind ndee se serg rgile ileme meye ye de değe ğerr bu bulm lmuş uştu tur. r. Tüm Tüm bu değerle değ erlendi ndirme rmeler lerin, in, Osm Osmanl anlıı san sanat at ve est esteti etikk anl anlayı ayışın şının ın renkli renkliliğ liğine ine ve çeşitliliğine olduğu kadar önyargı taşımadığına da işaret ettiği açıktır.
9.1.2. Dinî Mekanlar Oluşturmadaki Tavır Yukarı Yukarıda da sözü sözü ed edile ilenn değ değerl erlend endirm irmele elerin rin,, Osm Osmanl anlıı tarafı tarafında ndann din dinî î mekâ me kânl nlar ar oluş oluştu turu rulm lmas asıı sö sözk zkon onus usuu oldu olduğu ğund ndaa fark farklılı bir bir an anla layı yışl şlaa ye yer r değiştirdiğini anlıyoruz. Peçevî’nin yine Budin Kalesi’yle ilgili olarak aktardığı bir başka mevzuda bunun pratiğine ilişkin izler sergilenmektedir:
108
Fethinden sonra idaresi Kral Yanoş’a bırakılan Budin, kralın ölümüyle diğer krallıkların hedefi haline gelmişti. Beç Kralı Ferdinand’ın Budin’e büyük bir ordu gönderdiği haberiyle harekete geçen Osmanlı Ordusu bu tehlikeyi bertaraf eder. Pâdişâh, Yanoş’un küçük oğluna Erdel beyliğini verip annesi ve ma maiye iyetiy tiyle le birlik birlikte te buraya buraya gön gönder derdik dikten ten so sonra nra Budin Budin’i’i doğ doğrud rudan an Türk Türk idaresine geçirmek üzere hazırlıklara girişir. Budin Budin Kalesi Kalesi’ni ’ninn bu burçl rçları arına na Pâdişâ Pâdişâh’ı h’ınn zaf zafer er işa işaret retii ola olann ba bayra yrakla klar r dikilip, büyük kilisesi putlarla verilmiş olan kötü düzeninden, tasvirlerden, süsleme ve heykellerden “tathîr 289” edilir. Bunların yerine güzel görünüşlü birer kürsü ile minber ve şık bir mihrap yerleştirilir. Böylelikle burası bir câmîye câm îye dön dönüşt üştürü ürülmü lmüştü ştür. r. Takip Takip ede edenn ilk cum cumaa nam namazı azı da Pâdişâ Pâdişâhh ve maiyetiyle birlikte burada kılınmıştır (c. I, s. s. 228).
9.1.3. Eski Eserlere Gösterilen Saygıya Bir Örnek Yuka Yukarı rıda daki ki örne örnekl kler er dışı dışınd nda, a, Peçe Peçevî vî’n ’nin, in, Kars Kars Kale Kalesi si’ni ’ninn inşâ inşâsı sı esnası esn asında nda bul buluna unann eski eski ese eserle rle ilgili ilgili ola olarak rak zikret zikrettik tikler leri,i, Osm Osman anlı’n lı’nın ın bu anlamd anl amdaa tak takınd ındığı ığı sa saygı ygılılı tut tutumu umu öze özetliy tliyor or gib gibidi idir. r. “Min “Min ‘ac ‘acâyi âyibü’ bü’ll âsâ âsârü’ rü’ll kadîme290” alt baş başlığ lığıyl ıylaa verile verilenn bu mev mevzuy zuyuu tarihç tarihçi,i, sözlü sözlü bir kaynak kaynaktan tan referansla aktarmaktadır: Kale Kaleni ninn ya yapı pımı mınd ndaa üz üzer erin inee Arap Arapça ça sö sözl zler er ya yazı zılm lmış ış bir bir “sen “sengg-ii mermer 291” bulunmuştur. Üzerine 548 tarihi (1153-54 ) düşülmüş olan bu “merme “mermerr taş taşı”n ı”nda da verile verilenn diğ diğer er bilgil bilgiler, er, kal kaleni enin, n, Me Melik lik İzzedd İzzeddin in isiml isimlii bir “pâdişâh-ı güzîn292”in Firûz adında bir vezîri tarafından tamir edildiğini; ona “bend “bende-i e-i Kerîmü Kerîmüddî ddînn293” diye iye tanınan ism ismetli bir hanımın yardım rdımdda 289 290 291 292 293
(= Temizleme) (= İlginç eski eserlerden) (= Mermer taşı) (= Seçkin pâdişâh) (= Kerimüddin’in kölesi)
109
bulunduğunu da belirtmekteydi. Bu tespitler yapıldıktan sonra, sözkonusu “seng-i girân yine kal‘enin bir mahaline vaz‘ olunub ol âsâr-ı kadîme ri‘âyet”294 olunmuştur.(c. II, s. 57). Peçevî Peçevî tarihi tarihinde nde san sanat at kav kavram ramına ına atı atıfta fta bul buluna unann diğ diğer er bağ bağlam lamlar lar,, pâdişâ pâd işâhla hların rın saray sarayları larında nda düz düzenl enledi edikle kleri ri baz bazıı top toplan lantıl tılard ardaa ses ve söz sanatında temayüz etmiş kişilerin hazır bulunmaları ve bizzat pâdişahların sanatk san atkârl ârlıkl ıkları arına na dâi dâirdir rdir.. Bunlar Bunlarıı ele ala alann kim kimii bah bahisl isler er eğl eğlenc encee kav kavram ramıı dâhilinde incelenmiştir.
10. GİYİM-KUŞAM
Peçe Peçevî vî Tarih Tarihi,i, diğe diğerr bir bir ço çokk ka kavr vram amda da oldu olduğu ğu gibi gibi giyi giyim m ka kavr vram amıı çerçev çerçevesi esinde nde,, ka kayda ydadeğ değer er bilgil bilgiler er verme vermekte ktedir dir..
Dönemi Dön eminn giy giyimim-kuş kuşam am
biçimlerinin maddî tezâhürleri yanında simgesel özelliklerine de ışık tutan bu bahisle bah islerin rin,, Osm Osmanl anlıı sosyososyo-kül kültür türel el tarihi tarihini ni anl anlama amada da ya yardı rdımcı mcı ola olacağ cağıı düşünülmektedir.
10.1. Başlık Giyimi Gelen Ge lenek ekse sell Os Osma manl nlıı kıya kıyafe fetitini ninn –v –vee de ön önce celili olan olan İslâ İslâmî mî giyi giyim m tarzının– en önemli unsuru diyebileceğimiz tülbent ya da sarık türlerinin ne denl de nlii simg simges esel el de değe ğerr ta taşı şıdı dığı ğı bilin bilinme mekt kted edir. ir. Bu ba bağl ğlam amda da,, Peçe Peçevî vî’n ’nin in “anlattığı tarih”in satır aralarında şu referanslarla karşılaşıyoruz: Tarihçi, Kânûnî Sultan Süleyman Dönemi’ni ele aldığı bölümün “İhdâsı Mücevveze-i Surh”295 başlığı altında296 -büyük bir bölümünü Hoca Saadettin Efendi’nin “Tâcü’t-tevârih” isimli eserinden aktarmak kaydıyla- Osmanlı’da kullanılan başlıklara ilişkin bilgiler vermektedir. 294 295 296
(= Ağır taş, yine kalenin bir yerine konulup o eski esere saygı gösterildi.) (= Kırmızı Mücevvezenin Ortaya Çıkışı) Bu başlık Veliyüddin 2353 nolu yazma nüshada n üshada bulunmamaktadır.
110
Pâdişâh’ın tâyin ettiği kırmızı mücevveze giyilmesi, saltanatının son dönemleri döne mlerinde nde “sarıkçı “sarıkçı dükkânları dükkânları”nın ”nın “peydâ” “peydâ” olma olmasına sına imkâ imkânn tanım tanımıştır. ıştır. Başa Başa giy giyile ilenn bir tür kav kavuk uk ola olann mü mücev cevvez vezeyi eyi,, “Anâ “Anâ deg degin, in, herkes herkes ken kendü dü bildiği gibi sarar sarmalar” olsa da şüphesiz, mücevvezesiyle “askeriye, ehl-i sûk297dan mü mümtâ mtâz” z” add added edilm ilmişt iştir. ir. Sultan Sultan Süley Süleyman man Dön Dönemi emi’nd ’ndee “mu‘tâd “mu‘tâd olduğu üzre” mücevveze, yalnızca dîvânda giyilmeye özel bir başlık değildir. Kızıl renkli mücevveze Osmanlı devlet görevlilerinin her dâim giydikleri bir başlık türüdür (c. I, s. 4). Peçevî Peçevî bu bilgil bilgilerd erden en so sonra nra Hoca Hoca Saadet Saadettin tin Efendi Efendi’ni ’ninn Tarihi’ Tarihi’nde ndenn nakille nak ille Osm Osmanl anlıla ıların rın baş başlan langıç gıçtan tan beri beri giy giydik dikleri leri baş başlık lıklar laraa ilişkin ilişkin bilgil bilgiler er vermektedir: Önceleri sarı, siyah ve kırmızı renkte giyilen külahlar zaman içinde beyaza çevrilmiştir. Yıldırım Bayezid Dönemi’nde asker bölüklerinin fazlal faz lalığı ığı,, tan tanınm ınmala aların rınıı kol kolayl aylaşt aştırm ırmak ak am amacı acıyla yla elb elbise iseler lerini ininn farklı farklı farklı farklı yapılmasını gerektirmiştir. gerektirmiştir. Böylece, pâdişâh pâdişâh sipâhileri ve ve saray görevlilerine, özel beyaz külah; devletin ve saltanatın ileri gelenleri ile bunların adamlarına da kızıl börk “ta‘yîn” olunmuştur (c. I, s. 4,5). Fatih Sultan Mehmet -Peygamber’in sünnetinin yerleşmesi amacıylabeyaz sarık giymeyi yaygınlaştırmıştır. Giyilmekte olan “ak börk”ler, çeşitli şekill şekillerd erdee süslen süslenere erekk yen yeniçe içeriy riyee öze özell hâl hâlee get getiril irilmiş miş;; ayrıca ayrıca ileri ileri gel gelen en Pâdişâh kullarının kızıl börkleri de süslenip gösterişli bir görünüm almıştır. Bunun yanında üsküf, yeniçeri bölükbaşlarına özgüdür (c. I, s. 5). Bolayı Bolayırr Fatihi Fatihi Süley Süleyman man Paşa’n Paşa’nın ın Mev Mevlân lânââ Celâle Celâleddî ddînn Rûm Rûmî’d î’den en esinlenerek “ihtira‘”298 ettiğ ettiğii üsküf, üsküf, Sultan Sultan Murat Dönemi’nde Dönemi’nde süslemel süslemelerle erle güzelleştirilip pâdişâhlar ve yüksek rütbeli devlet görevlileri tarafından yaygın bir biçimde giyilmeye başlanır. Buna karşın o dönem kullanılmayıp, Bursa’da
297 298
(= Çarşı halkı, esnaf) (= Buluşu, keşfi)
111
Osmano Osm anoğul ğullar ları’n ı’nın ın mez mezarl arları arı üze üzerin rinde de bul buluna unann tâc üze üzerin rinee yûsûfî yûsûfî tarzda tarzda bağlanmış sarıklar âdeta birer sanat harikasıdır (c. I, s. 5). Peçevî’nin baş giysilerine ilişkin aktardığı bu bilgiler, taşıdığı maddi izler izler yan yanınd ında, a, sem sembol bolik ik anl anlam amda da Osm Osmanl anlıı Devlet Devleti’n i’nin in gen genişle işleme me ve güç kazanmasının seyriyle de paralellikler taşımaktadır. İslâmî bir giyim geleneği ve sembol olan tülbent sarmanın, Osmanlı memleketinin her bir yanında geçerli olmadığı, Peçevî’nin sınır boylarındaki halka ilişkin verdiği şu bilgiden anlaşılmaktadır: III. Murat Dönemi’nde çıkılan Macaristan Seferi’nde -Tatarlar’la birlikte olun olundu duğu ğu ha hald ldee- Le Lehh ülk ülkes esin inin in sını sınırın rında da bu bulu luna nann Sonl Sonluk uk yö yöre resi sind nden en geçilmektedir. Burası “serhad olmağla değme kimse dülbend” giymemektedir. Peçevî, bu noktada bir genellemeye de giderek şunu belirtir: “Elâ “Elân, n, se serh rhad ad hâ hâlili öy öyled ledir ir.. Bunl Bunlar arın ın Mü Müsl slüm ümân ân idüg idügin inee ve ka kal‘e l‘e Müslümân kal‘esi oldıgına çok zamân i‘timâd itmezler.” (c. II, s. 149–150).
10.2.
Kaftan ya da Hil’at Giyimi Baş giysilerinin ardından, eserde rastlanılan diğer bir giysi türü olan
“hil‘at” ya da “kaftan”ın bahis konusu yapıldığı bağlamlara bakalım. Görece sık zikredilen “hil‘at-ı fâhire ilbâs299” ve “kaftan giydirme” bahislerinin ortak özelliği, giydirildiği şahısa karşı şükran ya da saygıyı yansıtmasıdır. Halil İnalcık’ın tespitiyle “Osmanlı ‘regalia’sında rütbe ve câize bağışlanmasında en önemli öğelerden biri” olan hilat Sultan tarafından “eyalete çıkan beylere, elçilere, nedim ve şâirlere bağışlanırdı”300. Anlaşılacağı üzere, pâdişâh ya da (= Onur kaftanı giydirme) Halil İnalcık, “‘Osmanlı Medeniyeti’ ve Saray Patronajı”, Osmanlı Uygarlığı 1, Yayına Haz.: H. İnalcık, G. Renda, T.C. Kültür Bak. s.27. 299 300
112
devlet ileri gelenleri tarafından giydirilen onur kaftanlarının sahipleri yerli ya da ya yaba banc ncıı olab olabili iliyo yord rdu. u. Yaba Yabanc ncılılar araa giyd giydiri irile lenn hil’ hil’at atla ları rınn zikr zikred edilildi diği ği bağlamlardan bazıları aşağıda tetkike çalışılacaktır.
10.2.1. Yabancılara Hil’at Giydirme Göç kavramı altında verildiği üzere, “Islavîn memleketinde” bulunan “Eflak re‘âyâsı”, Kânûnî Sultan Süleyman döneminde, başlarında bulunan kötü kö tü yö yöne netitici ciye ye isya isyann ed edip ip
Osma Os manl nlı’ı’ya ya sığı sığınm nmış ıştı tı.. Sire Sirem m bö bölg lges esine ine
yerleştirilen bu topluluk, Padişah’ın Zigetvar seferinde, aralarından seçtikleri bir grup knezle knezle İslâm ordular ordularına ına rehberl rehberlik ik etmişti. etmişti. Sözkonu Sözkonusu su
rehbe rehberr-
knezlere şükran belirtisi olarak, onur kaftanları giydirilmiştir (c. I, s. 16). Kânû Kânûnî nî Dö Döne nemi mi’n ’nde de ya yaşşan anan an bir bir ba başk şkaa ka kaft ftan an giyd giydir irme me olay olayı, ı, Peçevî Peçevî’ni ’ninn Viyana Viyana Seferi Seferi’ne ’ne ilişkin ilişkin yab yabanc ancıı tariht tarihten en ya yaptı ptığı ğı çev çevirid iridee yer almakt alm aktadı adır: r: Avustu Avusturya rya Kralı Kralı Ferdin Ferdinand and’ın ’ın ülk ülkesi esini ni ele geç geçirm irmesi esi üze üzerin rine, e, Pâdişâ Pâdişâh’t h’tan an yardım yardım isteye isteyenn Yanoş, Yanoş, elç elçisi isini ni hed hediye iyeler lerle le birlik birlikte te Pâdişâ Pâdişâh’a h’a yollamıştır. Elçi, İstanbul’da vezir-i âzâm İbrahim Paşayla buluşup “bu ahvâli üç gü günn mü müşâ şâve vere re ey eyle ler.” r.”;; ay ayrı rıca ca Sadr Sadraz azam am’d ’dan an ke kend ndis isin inii Padi Padişa şah’ h’la la görüştürmesini rica eder. İbrahim Paşa, durumu Pâdişâh’a arz eder ve şu cevabı alır: “Cümle vezirlerim ve ağâlarım ve sa’ir ehl-i dîvân katında gelsün bu ahvâli söylesün.”. Bunun üzerine elçi Dîvân’a gelir ve durumu anlatır. Pâdi Pâdişâ şâh, h, ko konu nuşu şula lanl nlar arıı “pen “pence cere rede denn dinl dinlem emek ekte tedi dir” r”.. Ne Netitice cede de Sulta Sultann Süleyman Han, “gelecek yıl yardım vermeyi” vaad ederek “mezbûr ilçîye kaftanlar giydirüb ve ‘azîm ri‘âyet ü hürmet ile” ülkesine gönderir (c. I, s. 140). Osma Os manl nlıı te teşr şrîf îfat at ge gele lene neği ğinin nin bir bir un unsu suru ru oldu olduğu ğu an anlaş laşılılan an ka kaft ftan an giydirme törenlerinin daha ayrıntılı bir örneği, Boğdan’daki Kili ve Akkirman Kalele Kaleleriy riyle le ilgili ilgili bah bahist istee verilm verilmekt ektedi edir. r. Kânûnî Kânûnî Sultan Sultan Süleym Süleyman, an, çıkmı çıkmışş
113
olduğu Boğdan Seferi’nde, adı geçen kalelere bağlı topraklar üzerindeki sınır meselesini de halletmişti. Takiben, tespit edilen sınırın “iki cânibinde iki hisâr” yap apılılm mas ası; ı;
Pâd Pâdişâh işâh
emirle irleri rine ne
uyu yulm lmas asıı
ve
ata atanan
yeni ye ni
Boğd ğdan an
Voyvodası’nın “kendi nefsiyle301”, “her iki yılda memleket harâcıyla Âsitâne-i Sa‘âdete” gelmesinin belirtildiği “şurût u ‘uhûd302” kayda geçirilir. Voyvoda’nın eline “berât-ı şerîfe” şerîfe” verilir ve “‘âdet-i kadîme-i ‘Osmâniyân üzere303 kızıl börk ve altûn üsküf ve hil‘a-ı husrevân304 ile ilbâs” edilir (c. I, s. 212). Peçevî’nin aktardığı bahisler, giydirilen kaftanların kişilerin mevkilerine göre değişebildiğini de ortaya koymaktadır. 1555 yılında, yanında Şah’ın Pâdişâh’a yazdığı mektup olduğu halde Osmanlı Sarayı’na gelen İran elçisi ve beraberindekiler ya da 1578 yılında Osmanlı’ya bağlılığını belirtmek üzere seferd sef erdek ekii serdar serdarın ın ota otağın ğınaa gel gelen en Gürcis Gürcistan tan bey beyler lerind inden en Aleksa Aleksandr ndraa ve heyetinin kaftan giydirme törenleri bu nüansı yansıtmaktadır. Her iki örnekte de bu teşrifâtın “‘alâ-kadr-merâtibihim305” yapıldığı belirtilmektedir (c. I, s. 336; c. II, s. 43). Doğrudan şükran ya da hürmet belirtisi olarak giydirilen onur kaftanları dışında, bu edimin, siyâsî taktik olarak da kullanılabildiğini Mısır’da yaşanan bir olaydan yola çıkarak tespit edebiliyoruz: Mısı Mı sırr mu muha hafa faza zası sına na gö gönd nder erile ilenn İkin İkinci ci Vezi Vezirr Mu Must staf afaa Paşa Paşa,, tüm tüm gayretine rağmen buradaki isyancı gruplarla baş edememektedir. Sözkonusu grupların yarattığı baskı ve zulüm, emniyet ve asayişi büsbütün tehdit eder hâle gelmiştir. Mevcut askerleriyle bu denli fazla düşmanla “mücâdele ü mukâ mu kâte tele le”n ”nin in zo zorr olac olacağ ağın ının ın fa fark rkın ında da olan olan Paşa Paşa,, iler ilerii ge gele lenl nler erii ile ile yardımcılarını birbirinden ayırmak için Arap beylerinin gönlünü alıp, çeşitli
301 302 303 304 305
(= Bizzat, şahsen) (= Şartlar ve anlaşmalar) (= Eski Osmanlı kuralları) (= Şâhâne kaftan) (= Rütbeleri, dereceleri nispetinde)
114
şartlar ve anlaşmaları içeren “nâmeler yazar” ve de “her birine fâhir hil‘atlar giydürüb ve envâ‘-ı iltifât ü nüvâzişler idüb306” haraçlarını birer miktar hafifletir. Mustafa Paşa’nın bu politik tavrı sonucunda Arap beylerine “itmînân307” gelmiş gel miş;; bun bundan dan böy böyle le Osm Osmanl anlı’y ı’yaa bağ bağlılı ka kalıp lıp isyan isyan etm etmeye eyecek cekleri lerine ne dâi dâir r yeminler etmişlerdir. Ardından, her bey, kendine mensup topluluğa sahip çıkara çıkarak, k, büy büyük ük isyanc isyancıı top toplul lulukl uklar ar olu oluşm şması asının nın önü önüne ne geç geçilir ilir.. Arta Arta kal kalan an âsilerin üzerine gidilip bir çok defa yapılan savaşlardan sonra “zümera-ı eşkıyâ308” bozguna uğratılmıştır (c. I, s. 78).
10.2.2. Osmanlılar Arasında Hil’at Giydirilenler Peçevî eserinde, hil’at giydirme törenlerinin yabancı konuklar onuruna yapıldığı gibi bazı Osmanlı devlet görevlileri ve hatta dönemin kimi Celâlî elebaşıları için dahî sözkonusu olabildiğini kaydetmiştir. Gazi Barbaros Hayrettin Paşa, gösterdiği üstün başarıların ardından dona do nanm nmas asıy ıyla la birl birlik ikte te İsta İstanb nbul ul’a ’a ge gelip lip Pâdi Pâdişâ şâh’ h’aa ita itaat atin inii bild bildirm irmiş iş;; tüm tüm memleket işlerinin seferdeki Sadrâzam ve Serasker İbrahim Paşa tarafından yürütü yürütülm lmekt ektee old olduğu uğu fermânı fermânını nı alın alınca ca Paşa’n Paşa’nın ın yan yanına ına,, Halep Halep’e ’e git gitmiş mişti. ti. Burada Burada Sadrâzam’ Sadrâzam’la la “mülâkî “mülâkî 309” ola olann Hayred Hayreddin din Paşa Paşa onu onurun runaa def defala alarca rca ziyâfet verilir. Kendisine büyük hürmet gösterilir ve “şâhâne fâhir hil‘atlar” giydirilir; ayrıca, Cezâir memleketi, beylerbeyiliği ünvanı ile tarafına ihsân edilir (c. I, s. 175, 176). Hayret Hayrettin tin Paşa Paşa örneği örneğinde ndenn son sonra, ra, yin yinee bir Sadrâ Sadrâzam zam;; Çağ Çağalz alzâde âde Sinan inan Paş Paşa ta tara rafı fınd ndan an -dev -devle letitin, n, anc ncaak vaz azififee altın ltınaa alm almak akla la baş edebileceğinde karar kıldığı- bir isyancıya kaftan giydirilmesine bakalım: 306 307 308 309
(= Her birine gösterişli kaftanlar giydirip, çeşitli okşayıcı sözler edip…) (= Güven, eminlik) (= Eşkıya gruplar) (= Buluşmak, yüz yüze gelmek)
115
Karayazıcı’nın kardeşi olan Celâlî Deli Hasan’a Bosna Beylerbeyiliği verile verilerek rek yan yanınd ındaki aki yirmiyirmi-otu otuzz bin binde denn faz fazla la eşkıya eşkıya ile Üng Üngürü ürüss sef seferi erine ne gönderilm gönd erilmiş; iş; böylece böylece itaat altın altınaa alınacağı alınacağı düşünülmüşt düşünülmüştür. ür. Ancak o, daha sefer sef er yol yolund undaa sergil sergiled ediği iği zul zulüm ümlerl lerle, e, bu tav tavrın rın yan yanlış lışlığ lığını ını isp ispat at etm etmeye eye başlamıştır. Deli Hasan, Serdâr’ın konmuş olduğu bölgeye kadar gelip, Pâdişâh’ın ordusuna katılır. Ancak, askerlerinin kıyafetleri son derece gariptir. “dünyâ duralı beri” bu biçim giyimleri olan askerler görülmüş değildir. Peçevî, bu noktada Celâlîlerin giyim-kuşamlarıyla ilgili enteresan bilgiler aktarır: “Kim “Kimin inin in üz üzen engi gisi sine ne birer birer de deve ve ﺍﺮ ﺪﻠ ﻪﺴ ﻰ as asılm ılmış ış;; kimi kimisi si çır çır çıplâ çıplâkk arkasında ikişer dizi hemâ’i hemâ’ill310 var, ziller dizilmiş; kimi üryân ve kabâbâşı311; kimisin avrat saçları gibi saçı derâz312 iki tarafından göğsüne inmiş; kimisin bâşınd bâş ındaa ﺯ ﻨ ﻄ ; kim kimisi isinn aya ayağı ğı bal baldur durıı çıp çıplâk lâk ve elleri ellerinde nde birer birer kargı kargı mı mızra zrakk ucunda iki karış bez pâresinden setr bezi nâmında bayrak.” Görenl Görenlerd erdee hay hayret ret ve şa şaşkı şkınlık nlık yarata yaratann Celâlîl Celâlîlerd erden en ikiyüz ikiyüz ka kadar darıı Serdâr Serdâr’ın ’ın ota otağın ğınaa girer; girer; Çağ Çağalz alzâde âde “otuz “otuz kırk kırk mik mikdâr dârıı rü’esâ rü’esâ-ı -ı eşkıyâ eşkıyâya ya hil‘a hil‘atltlar” ar” giyd giydir irir ir;; bir bir o ka kada darr da ıska ıskarl rlat at çu çuha ha313 verir. Çağalzâde Çağalzâde’nin ’nin bu ihsânlarıyla tatmin olmayan Celâlîler hemen orada bir defter çıkararak üçdörtyü dörtyüzz ada adam m için için böl bölük ük tal talebi ebinde nde bul bulunu unurla rlar. r. Serdâr Serdâr “Hele “Hele anl anları arı ide ideriz riz görelim…” diyerek geçiştirmeye çalışırsa da sonunda “cebren ve kahran” da olsa istediklerini Çağalzâde’ye yaptırtırlar (c. II, s. 270,271). Hil’a Hil’att giyd giydirm irmee ba bahs hsin ini,i, yu yuka karıd rıdaa sıra sırala lana nann örne örnekl kler erin in ardı ardınd ndan an,, İbrahim İbrahim Pe Peçevî çevî Efendi’nin Efendi’nin kend kendii deneyimi deneyimiyle yle tamam tamamlayalı layalım: m: Tarihçi, Tarihçi, “Bu
310 311 312 313
(= Bir omuzdan gövdeye çapraz takılan bağ; tılsım, silah vs. için kullanılır.) (= Başı kabak) (= Uzun) (= Venedik çuhası)
116
Fakîrin Belgrad’da Mevâcib-i Tevzî‘314 İttiğimiz Zikrindedir” başlığı altında, Esterg Estergon on Kalesi Kalesi’nin ’nin fet fethin hinden den son sonra ra Belgra Belgrat’ta t’ta bul buluna unann askerl askerlere ere ayl aylık ık dağıtma işini üstlendiğini; bu görevi gayet başarılı bir biçimde tamamladığını anlatır ve nihayetinde nihayetinde şu sitemi de de ekler: “bu ahvâli merhûm vezir-i a’zama Etmekcizâde ‘arz itdikde, İbrahîm Efendi’ye yedi hil‘at giydirin didi. Ancak, biri ile iktifâ itdiler.”315 (c. II, s. 315).
10.3. Giyim-Kuşama Dâir Diğer Bağlamlar Eserde görece sık değinilen “dülbend giyme” ve “kaftan giydirme” bahisle bah isleri ri yan yanınd ında, a, giy giyim im kav kavram ramına ına atı atıfta fta bul buluna unann baş başka ka bağ bağlam lamlar lar da bulunm bul unmakt aktadı adır. r. Bunlar Bunlar arasın arasından dan seçilen seçilen iki örneği örneğinn tet tetkik kik ed edilm ilmesi esinin nin,, kavr ka vram amın ın dö döne nem m zihn zihniy iyet etin inde deki ki ye yeri rini ni an anla lama maya ya ça çalılışm şmam amız ızaa ka katk tkıd ıdaa bulunabileceği düşünülmektedir. Devlet erkânına mensup kişlerin giyim-kuşamlarına atıfta bulunan bu satırlardan ilki Sultan III. Murat Dönemi devlet adamlarından Vezir Hasan Paşa’nın ilginç giyim alışkanlığına dâirdir. Peçevî bu mevzuyu anlatırken dönemin giysilerine ilişkin önemli ayrıntılar da vermektedir: Hasan Paşa’nın o güne değin devlet görevlileri arasında görülmemiş ve duyulmamış gariplikte bir tavrı vardır: Beğendiği bir genci hazinedarlığına getirip, “kendi giydiği libâs ile” giydirir; kendi atına benzer bir ata bindirirdi. “Başlarında bir selîmî destâr 316” giydikleri halde alayda yan yana yürürlerdi. Kapıcı Kapıcıbaş başılar ılarını ınınn ikisi ikisi de ken kendis disini ininn giy giydiğ diğii ne ise -gerek -gerek atl atlas as317 ya da
(= Aylık dağıtma) (= Bu durumu merhûm vezir-i a’zama Ekmekçizâde arz edince, ‘İbrahîm Efendi’ye yedi hil‘at giydirin’ dedi. Ancak, biri ile yetindiler.) (= Selîmî sarık) (= İnce ipekten sık dokunmuş düz renkte sert ve parlak bir kumaş)
314 315
316 317
117
kemhâ318 gerekse serâser 319 ya da dîbâ320 kumaşlarından elbiseler olsunaynısından giyerler; gittiği yere beraber giderler; dîvânda karşısında hazır bulunurlardı321 (c. II, s. 29-30). Peçevî, bu bilgilerin ardından, “Eğre metrisinde defe‘âtle manzûr 322um olmuşdur” sözleriyle başlayıp, Hasan Paşa’nın giyim kuşamıyla ilgili kendi tanıklığını aktarmaktadır: Paşa, “kırmızı atlas ‘entarî” giyip, üzerinde “dört mi yohsa gâlibâ beş mi” altın işlemesi ve anka kuşu “tasvîr olunmuş” bir “kolân kûşâk323” kuşanırmış. Peçevî’ye göre Hasan Paşa’nın giyimindeki bu çizgi bir “vaz‘-ı has324” imiş (c. II, s. 30). Ele alacağımız ikinci ve son bahis, Derviş Paşa’nın “tafsîl-i ahvâli”nin konu ko nu ed edilildi diği ği ba başl şlık ık altı altınd ndaa ve veri rilm lmek ekte tedi dir: r: “Meh “Mehme medd Pâşâ Pâşâ
Tavî Tavîl’l’in in
‘ammzâdesi ‘ammzâdesi325 ve Budun’da şehîd olan Ferhâd Paşa merhûmun birâder-i gühteri326” ayrıca Peçevî’nin Peçevî’nin de dayısı dayısı olan Derviş Derviş Paşa, cesur, cesur, yakışıklı yakışıklı ve eli açık bir adamdır. adamdır. O asırda “ekâbir” kulları “kılabdân327-ı çaprâz328 ile sâ’ir” halkdan” ayrılmaktadır 329. Paşa’nın, “ya ‘aynıyla çapraz ya bahâsın ve ﺴﻨﺠﺍﻒ içûn başka kumâş virmek ‘âdet-i mukarreres mukarreresii330”dir. Ayrıca Derviş Paşa’nın, her yıl mensubu olduğu Sokolovîn sülâlesindeki kadınlara “Şâm-ı Şerîf’in ve (= Çözgüsü ve atkısı ipek, üst sıra atkısında ayrıca altın alaşımlı gümüş veya doğrudan doğruya gümüşlü klaptanla dokunmuş ipekli kumaş) (= Çözgüsü ipek, atkısından altın alaşımlı gümüş tel veya doğrudan doğruya gümüş tel kullanılarak dokunan kumaş) (= İpekten kumas veya altin sırmalı tellerle karışık dokunmus kumaş) Osmanlı Osmanlı Kumaşlarıyl Kumaşlarıylaa ilgili ilgili daha geniş bilgi için bakını bakınız: z: Nurhan Atasay, Atasay, “Osmanlı “Osmanlı İpekli Kumaşl Kumaşları” arı” Osm Osmanl anlıı Uygarl Uygarlığı ığı 2, Yayına Yayına Haz. Haz. Halil Halil İnal İnalcık cık,, Günsel Günsel Ren Renda, da, T.C. T.C. Kültür Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 761-786. (= Görülen, bakılan) (= Yünden veya iplikten yapılmış, üzeri işli ince kuşak) (= Özge tavır) (= Amca oğlu) (= Küçük erkek kardeşi) (= Altın ya da gümüş tellerin iplik üzerine sarılmasıyla dokunan kumaş) “Kılabdân-ı çapraz” tâbiri konusunda yapılan araştırmada belli bir bilgiye ulaşılamamıştır. Eserin B.S. Baykal sadeleştirmesinde bu tabire getirilen açıklama, metnin orijinalinde olmadığı halde ilgili cümleye doğrudan eklenmiştir: “ O zamanlar büyüklerin kulları, kılabdanı çapraz denen ve aykırı iliklenen bir tür sırma işlemeli giysi ayrıcalığı ile ayırt edilirdi.” a.g.e, c. II, s. 37. (= Ya aynıyla aynıyla çapraz çapraz ya da ederini ve ﺴﻨﺠﺍﻒ için başka başka kumâş vermek vermek değişme değişmezz âdeti idi.) 318
319
320 321
322 323 324 325 326 327 328 329
330
118
Diyâr-ı Bekr’in nev-peydâ u cedîd boğça boğça akmişe ve tefârîk 331”ini ; erkeklere ise Arap tayları ve atları gönderme gönderme ve mektuplarla mektuplarla hâl-hatır sorma gibi güzel alışkanlıkları da vardır (c. II, s. 42).
331
(Bohça bohça, Şam’ın ve Diyarbakır’ın yeni üretilmiş kumaşları ve küçük hediyeler)
SONUÇ Osmanlı Devleti’nde XVI. ve XVII. yüzyılları idrak etmiş bir devlet adamı ve tarihçi olan İbrahim Peçevî Efendi’nin Efendi’nin yaşam öyküsü öyküsü ve onun ünlü eseri Târîh-i Peçevî ’de geçen bazı sosyo-kültürel kavramları irdeleyerek dönem zihniyetine ışık tutmayı amaçlayan bu çalışmada, öncelikle, yazarın yaşam yaşam öyküsü öyküsü ve verilm rilmişt iştir. ir. Böylec Böylece, e, bir yan yandan dan ünl ünlüü tarihç tarihçini ininn hay hayatı atı ve şahsiyeti hakkında bilgi verilirken bir yandan da hemen ardından verilecek olan tarihçiliği ve/veya tarihyazarlığındaki muhtemel subjektif unsurları fark edebilme imkânı yaratılmaya çalışılmıştır. Bu bölümlerden sonra, çalışmamızın esasını oluşturan Târîh-i Peçevî üzerinden, dönemin birtakım sosyo-kültürel kavramlarına yüklenen anlamları irdelemeye girişilmiştir. Maksadımız, insan idrakini oluşturan kavramlardan bazıla baz ıların rının ın o dön dönem em ins insanı anının nın zih zihnin ninde de nas nasılıl varold varolduğ uğu; u; nel nelere ere bin binaen aen yaşadı yaşadığı ğı ve yaşatı yaşatıldı ldığı ğı sorus sorusuna una elimiz elimizden den gel geldiğ diğinc incee cev cevap ap bul bulabi abilme lmekk olmuştur. Tesp Tespitit ed edililen en bu sını sınırla rlarr için içinde de va varıl rılab abililec ecek ek an anla laml mlıı so sonu nuçl çlar arın ın,, çalışmaya konu olmuş kavramlar dâhilinde bugünden tarihe bakışta tarihçiye herr an mu he musa sallllat at olab olabililen en an anak akro roni nikk ya yakl klaş aşım ımla ları rı ha hafififlflet etme me ihti ihtima malili,, ta tara rafı fımı mızd zdaa bü büyü yükk bir bir kıym kıymet etee hâ hâiz izdi dir. r. Zira Zira,, tarih tarihîî feno fenome menle nleri rinn ke kend ndii şartlarının ikliminde taşıdığı özgünlüğe ve biricikliğe en yıkıcı ve bozucu etkiyi bu türden şaşı bakışlar kazandırmaktadır. Yukarıda ifade edilmeye çalışan kavramlar vasıtasıyla zihniyet tetkiki merâmının güç ve karmaşık süreçlerle olan göbek bağı; dahası bu yönde göst gö ster erililen en
büt ütün ün
sam amim imii
çab abal alar araa
rağm rağmen en
tatm tatmin inkkâr
bir bir
sonu so nucca
ulaşılamayacağı âşikârdır. Çünkü kanaatimizce, tarihçinin özgür bir bilince sahi sa hipp olma olması sıyl ylaa ya yaka kala lana nabi bile lece cekk olan olan ob obje jekt ktifif de değe ğerle rlend ndir irme me ye yetitisi si ile ile
120
sübjek süb jektif tif değ değerl erler er üze üzerin rinde de bin binaa ed edile ilenn özg özgün ün kim kimlik likleri lerinn yarata yaratabil bilece eceği ği değerlendirmeler arasında ters bir ilişki ya da en hafifinden çok hassas dengel den geler er sözkon sözkonusu usudur dur.. Kavram Kavramlar laraa yü yükle klenen nen anl anlam amlar lar da bu süreçl süreçleri erinn ürünü olduğu için -yukarıda ifade edilen- bu çalışmayla ulaşılmak istenen maksadın hasıl olması son derece güç hatta imkânsızdır. Ancak tarih ilminin doğası itibarıyla bu güçlüğe ve imkânsızlığa olan bağışıklığı; dahası, bunun bizzat karakteri olduğu gerçeği girişilen işin doğruluğuna delildir. Kısacası, geçmişin anlamlı bulanıklığından kaynaklanan durum saklı kalmak kaydıyla, tarihi anlamaya gayret eden tüm çalışmalar gibi bu çalışma da büy büyük ük resme resme küçük küçük am amaa yen yenii ve an anlam lamlılı tam tamlay layanl anlar ar kazan kazandırm dırmaya aya inanmıştır. Tetkik edilen konular arasında kışkırtıcı bulunan noktaların yeni çalışmalara; dolayısıyla yeni tamlayanlara vesile olması umulmaktadır.
121