13
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
İKTİSAT FAKÜLTESİ
SİYASET BİLİMİ VE ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER
MODERNİZMDEN POSTMODERNİZME KÜLTÜR VE KİMLİK ALGISI
CANBERK YILMAZ
İSTANBUL – 2014
İÇİNDEKİLER
I. GİRİŞ 3
II. MODERNİZM 4
III. POSTMODERNİZM 6
IV. POSTMODERNİZM VE ULUS DEVLET 10
V. SONUÇ 11
VI. KAYNAKÇA 13
MODERNİZMDEN POSTMODERNİZME KÜLTÜR VE KİMLİK ALGISI
Canberk YILMAZ
ÖZET
Modern düşüncenin temelinde doğanın nesnel kanunlar çerçevesinde işleyen bir mekanizma olduğu vardır ve bu düşünce sistemi, toplumsal olanı da nesnel/bilimsel yöntemle açıklamıştır. Aydınlanmayla birlikte din ve metafizik temelli düşünce yerini akılcı düşünceye bırakmıştır. Modernizm felsefesi ise "tek din, tek dil, tek ulus, tek bayrak istemleriyle" bütüncül bir yaklaşım sergileyip çeşitlilik ve farlılıkları ortadan kaldırma yolu tutmuştur. Bu doğrultuda ulus devletlerin oluşumu gerçekleşmiştir. Postmodernistler ise gerçekliğin çoğul karakterine dikkat çekerek yorumu vurgulamışlardır. Toplumu farklılıklar temelinde algılayarak, kültürel ve kimliksel farklılıkların özgün nitelikleriyle varlıklarını sürdürmelerini savunurlar. Postmodern düşünce, öteki'ni aynısı'na dönüştürmeyi reddeden düşünce şeklinde betimlenir. Zira ulus devlet olgusuna karşı görünen postmodernizm, bunu yerine herhangi bir toplumsal/siyasal sistem öne sürememişlerdir. Bugün gelinen noktada Postmodernizme getirilen en büyük eleştiri ise; sekülerleştirici ve küreselleştirici etkisiyle postmodernizmin "tüm kültürleri tarih dışı, liberal, serbest - piyasa kültürüne dönüştürmekte ve öteki kültürlerle gerçek bir diyaloğa girmenin önünü kapatmakta" olduğudur. Ayrıca postmodernizm Batı dışı medeniyet ve kültürlerin kendine has değer ve gerçeklerini yıkarak ötekini kendine dönüştürdüğü belirtilir. Kimilerine göre postmodernizme karşı gerçekleştirilecek bir direniş, gerçek çoğulculuğun oluşumuna katkı sağlayacaktır. Bu çalışmada modernizm ve postmodernizm düşünceleri üzerinden kültür ve kimlik algısı yerli / yabancı kaynaklar taranarak araştırılacaktır. Sonuç olarak varılmak istenen nokta ise günümüzde kültür ve kimlik tanımlamalarının nasıl yapıldığına dair bir değerlendirme sunabilmektir.
Anahtar kelimeler: Aydınlanma, Kültür, Kimlik Modernizm, Postmodernizm.
GİRİŞ
Modern düşünce sistem ve teoriler düzeyinde işlemektedir. Bu anlamda bütünlükçü ve tekilci bir karaktere sahiptir. Genelin bilgisinin yanında özelin bilgisini ihmal etmiştir. Bu bağlamda toplumsal farklılıkları bütünlükler için feda etmiştir. Ayrıca doğanın akıl ekseninde hâkimiyet altına alınması doğanın kendini kısıtlamasına bağlı olduğundan modern düşünce yabancılaşmaya neden olmuştur.
Postmodernistler, Modern düşünce ve toplum anlayışını gerçek dışı ve mitsel bularak eleştirirler. Onlar düşünce ve toplumda çoğulculuğu esas almışlar, bütünleştirici teorileri reddetmişler, yorumu önceleyerek mutlak gerçeklik anlayışına karşı çıkmışlardır. Toplumsal alanda postmodernistler kültürel ve kimliksel çoğulluğun birlikte var olmalarına vurgu yapmışlardır. Bu anlamda farklı toplumsal yapıların özgün niteliklerini ihmal eden postmoderniteye özgü sınıf, ulus gibi genel kültürel/kimliksel bütünlükleri kabul etmemişlerdir.
Toplumlar arasında ekonomik, politik, teknolojik, kültürel vs. karşılıklı bağlılıkların artması küresellik ekseninde postmodernist tartışmalara zemin hazırlamıştır.
Postmodernizm düşüncesi, uzun bir süredir pek çok kültür eleştirmeni, sosyolog, edebiyat teorisyeni ve felsefecinin gündeminde birinci sırayı almaktadır. Ama öncelikle şunu belirtmek gerekir: Postmodernizm ve onun ekseninde yapılan tartışmaların beşeri ve sosyal bilimlere önemli katkılarda bulunabileceği bir gerçektir.
İkinci Dünya savaşından sonra ortaya çıkan toplumsal sorunlar ve modernizmin çeşitli sebeplerden dolayı vaatlerini gerçekleştirememesi aydınların bir kısmını yeni arayışlara sürükledi. Sonuçta, modernitenin total felsefesine ve bilimsel bilgi tekeline karşı çoğulculuğu, yerelliği ve özgürleşmeyi ön plana çıkaran postmodern durum ortaya çıktı.
Bu çalışmanın amacı modernizm ve postmodernizm arasındaki ilişki/geçiş ve süreklilikleri araştırmaktır. Diğer bir ifadeyle postmodern ve modern olanın hangi yollarla birbirine bağlanıp, birbirinden ayrılabileceğini irdelemektir. Ayrıca bu kapsamda gerek modernizmin gerekse postmodernizmin kültür ve kimlik algısı üzerine yaklaşımları çalışma kapsamında yer alacaktır. Bu süreçte en önemli rolü oynamış olan ulus devlet ise özellikle bir başlık altında incelenmiştir.
Konunun genişliği ve birçok teorisyenin bu konu üzerine düşünceleri olması nedeniyle çalışma kapsamında genel düşünceler değerlendirilmiş, tek tek birçok teorisyen üzerinden anlatım gerçekleştirilmemiştir. Amaç modernizmden postmodernizme ilerleyen süreçte ortaya çıkan aşamaların göz önüne getirilmesidir.
MODERNİZM
Modern terimi ilk kez Rönesans döneminde Antik dünya ile modern dünya arasındaki farklılığı vurgulamak için kullanılmıştır. Terim aydınlanma döneminin ürünüdür ve ilk defa açık biçimde Rousseau'nun yazılarında karşımıza çıkmaktadır. Avrupa toplumlarının sekülerleşmesiyle, bilime verilen önemle, geleneksel otoritenin yerinin hukuk- irrasyonel otorite tarafından alınmasıyla iç içe görülür. Modernitenin aydınlanma içindeki gelişimi Fransız ihtilaliyle ilk büyük felaketini yaşamış ve "toplum mühendisliğine" dayanan projelere sebep olmuştur (Yayla, 2005: 132).
Batı düşünce sisteminde bir dönüm noktası olan Aydınlanma'nın sembol isimlerinden biri olan Immanuel Kant'ın 1784'te yayımladığı "Aydınlanma Nedir?" başlıklı ünlü yazısı insan zihninin olgunlaşmasına ve özgürleşmesine açılan bir davetiye teşkil etmektedir (Vergin, 2010: 300).
18. yüzyıl boyunca John Locke'un "İnsanı Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme" adlı eserinin Aydınlanmacı düşünürler üzerimde özel bir etkisi vardı. Locke'un "bilginin deneyimle elde edildiğini" savunan tabula rasa dogması önem teşkil ediyordu ( Spencer- Krauze, 2012: 10).
Rousseau ise "Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev" eserinde; kültürel ve sosyal gelişmenin ahlaki bir çöküntüye sürüklemesini savundu ve sanat ve bilim hayatının aylaklıla şekillendiğinden yakınmıştır ( Spencer- Krauze, 2012: 81).
Modernizm bir taraftan entelektüel akımlar ve sosyal değişime aktif katılımdır. Diğer taraftan kültürel ve artistik hareketlerle alakalı manifestolar, ilkeler, paradigmalar ile donatılmış ve romantizmin tükenişini ve hissizliğini gidermeye çalışmıştır (Yayla, 2005: 133). Modernizm pozitivizmi, evrenselliği ve akılcılığı barındırmaktadır. Modernite eleştiriye, din, felsefe, hukuk, ahlak, ekonomi ve siyaset ile başlamıştır.
Kaynağı Rönesans ve Reform gibi önceki toplumsal düşün hareketlerine bağlı olan, temelleri aynı olmakla birlikte Batı Avrupa toplumlarının kendi toplumsal yapıları ve tarihsel koşullarına göre ayrıcalık gösteren Aydınlanma hareketiyle birlikte özgürleşim, akıl, birey, insan hakları, toplum sözleşmesi, laiklik, demokrasi, eşitlik, bilimsel düşün gibi kavramlar ön plana çıkmıştır. Bunlara ilaveten dinin, felsefenin, bilimin ve sanatın sınırları da Aydınlanma hareketiyle ayrılmıştır (Aslan- Yılmaz, 2002: 95).
Modernizm düşüncesi, bir aydınlanma projesi olarak sürekli ve doğrusal bir ilerleme anlayışı üzerine oturmaktadır. Bu ilerlemenin, aydınlanma felsefesine göre belli bir amacı vardır; söz konusu amaç, ideal toplum düzeni olarak ifade edilmektedir. Buradan Aydınlanma projeksiyonu için geçerli bir diğer öncülün altım çizilebilmektedir. Bir ideal toplum düzenini varsaymak aynı zamanda bir mutlak gerçek kavramını düşünce sistemine sokmak demektir (Aslan- Yılmaz, 2002: 97). Bu kapsamda birçok düşünür toplum sözleşmesi vb toplum düzenine yönelik teoriler üretmiştir.
Endüstriyel- teknik yapı, tekbiçimleştirici bir sıradüzeni dayatır ve ekonomilerle devletler, ardından, bunun bir sonucu olarak, bireyler arasında çözülemez karşılıklı bağımlılıklar yaratır. İşte modern budur (Jeanniere, 1990: 95). Modernleşme her sistemin içerisinde sürekli bir değişimi öngörür. Modernleşmeye sonradan başlayan ülkeler gelişmiş ülkeleri taklit etmektedirler. Ancak gelişmiş ülkelerde aynı zamanda "değişimin değişimi" söz konusudur.
Modernitenin savunucuları olan Durkheim, Simmel ve Parsons gibi sosyologlara göre modernlik, farklılaşmanın, uzmanlaşmanın, bireyselleşmenin, karmaşıklığın, sözleşmeye dayalı ilişkilerin, bilimsel bilginin ve teknolojinin hâkim olduğu bir yaşam şeklidir. Modernliğin temel parametreleri genel olarak kapitalizm, endüstriyalizm, kentlilik, demokrasi, ussallık, bürokrasi, uzmanlaşma, farklılaşma, bilimsel bilgi, teknoloji ve Ulus - Devlet'dir (Aslan- Yılmaz, 2002: 98).
Geleneksel yapıdan modernliğe geçiş için gerekli olan etkenlerde, yeni deneylere açıklık, aile ve dini otorite gibi geleneksel otorite figürlerinden giderek artan bağımsızlık, ülke işleri ile siyasal lider, sendikalar gibi modern kurum ve konulara artan ilgi, fatalizm ve pasifliğin azalması, bilim ve tıbbın etkinliğine inanç, kişinin yüksek mevkiler elde etmeye duyduğu hırs olarak sıralanabilir.
Modernizm demokrasinin öbür yönetimler arasında yalnızca bir yönetim biçimi olmayı bırakıp Devlet'in tek rasyonel biçimi haline gelişidir. Artık modern Devlet ancak demokratik olabilirdi. Artık hükümdarın, geleneksel kurallara uygun olarak iktidara gelmesi yeterli değildi, devletin egemen halkla ilişkisinin demokratik rasyonalite içinde kurulması ve uygulanması gerekliydi.
Alışılageldik anlatılarında modernizm bize, hem kendimizin hem başkalarının geçmişteki kökeninin yanı sıra gelecekte varacağı hedefi de işaret eden ve -ötekiler de- dâhil kimseyi kapsamı dışında bırakmadığını düşünerek, evrensellik savlayan bir "kuyruklu söylenceye" dayanıyor. Kısaca "Tarih" diye bilinen ve örneğin Türkiye'de "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak" diye özetlenen Avrupa Aydınlanmacı söylemi ile kendini onun kutupsal karşıtı olarak konumlandıran söylemleri de bilgilendiren bir büyük-anlatı ile karşı karşıyayız ( İlter, 2006: 1).
Spinoza'ya kulak verirsek, eğer ben doğruyu biliyorsam ve sen cahilsen, senin düşüncelerini ve yolunu değiştirmek benim ahlaki görevimdir, böyle yapmaktan geri durmak zulüm ve bencillik olur. Dolayısıyla Avrupalı sömürgecilerin sömürgeciliklerini anlaşılır kılmak ve haklı çıkarmak için sömürgeleştirdikleri ötekileri aslında uygarlaştırdıklarını, kalkındırdıklarını, tarihin rayına oturttuklarını savunurken başvurdukları "beyaz adamın yükümlülüğü" açıklaması, aynı şekilde ABD'yi kuranların Kızılderili ötekileri yok sayarak ve yok ederek Batı'ya ilerleyişini, "kaderin kendi omuzlarına yüklediği bir görev" olarak açıklamaları da bir başka örnektir. Kendi kendilerine böyle bir görev atfetmeleri onların Tarihin/Aklın öznesi olarak, yani hükümran özne olarak kurgulandıklarının bir başka göstergesidir (İlter, 2006, 2). Sonuç olarak modernizmin kitabında farklı olana hoşgörülü olmak, ötekini kendi haline bırakmak, kendini ötekine, ötekiliğe açmak diye bir şey yok. Ötekini asimile etmek, evcilleştirmek, öteki olarak dışlamak, yok etmek var. Onun için modern olmak demek, sömürgeleştirmeye konumlanmış olmak demek de aynı zamanda ve bu bakımdan modernleşme tarihinin aynı zamanda bir emperyalizm ve sömürgecilik tarihi olmasında hiçbir şaşırtıcı anormallik yok. Ötekiyle olan ilişkinin böyle yazılışına bakarak modernizm metninin tekkültürel bir dokusu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Modernizm ötekiyle ilişkisini sömürgeleştirerek kurmuştur. "Öteki" asimile edilerek göz önünden çekilmiş ve kaybedilmiştir. Modernizmin başta Avrupa merkezli olarak Avrupalıyı özgül kıldığını, zamanla ise Batı ya da Kuzey merkezli, hatta Uluslararası Şirket merkezli baktığını, bildiğini, yargıladığını ve değerlendirdiğini söyleyebiliriz.
Jeanniere göre önemli olan, araştırmadan sonra "modern" sözcüğünün birkaç asırlık tarihe yapıştırılan bir etiket mi olduğuna, yoksa tüm kültürün, yani doğayla, başka insanlarla ve bu arada dinsel kavrayışımızla ilişkilerimizin başkalaşmasını mı gösterdiğine karar vermektir. Postmoderniteden söz edenler dikkatlerini kültürel ve endüstriyel devrimler üzerinde yoğunlaştırıyorlar. Bu iki devrimin şimdiden oldukça uzun tarihi, onlara bir önce "Modernite" ve sonrayı "Postmodernite" ayırt eden esaslı bir kopuş içeriyormuş gibi görünüyor. Kesinlikle tarihlendirilememesine rağmen kültürel kopuş, aşağı yukarı 1968'li yıllarda apaçık ortaya çıktı. Bu dönemde özellikle değerlerin bir dönüşüm geçirdiği gözlendi: Anarşi hiyerarşiye yeğleniyormuş gibiydi, yapılaşmış tasarımlar oyunu "dekonstrüksiyon", yaratının yerini aldı, bireysel özgürlük kolektif değerlere üstün tutuldu (Jeanniere, 1990: 103, 104).
Modernitenin tarihine basitçe yeni bir bölümün ilave edilmesi ve bu bölümün postmodern diye adlandırılması söz konusuysa, sorun o kadar önemli değildir. Denilebilir ki postmodernite, muzaffer bir pozitif bilimin kesinliklerinden genelleştirilmiş bir belirsizliğe geçişi karakterize etmektedir (Jeanniere, 1990: 104, 105). Postmoderniteden söz edenlerin tümü günümüz dünyasının ağır bir bunalımdan geçmekte olduğu saptamasını yapmaktadırlar. Bilimsel alan da dâhil olmak üzere yaşlı modernitenin tüm kesinlikleri geçerliliklerini kaybettiklerinde hala Moderniteden söz edilebilir mi?
POSTMODERNİZM
İlk defa Arnold Toynbee tarafından 1939'da yayınlanan bir eserinde kullanıldığı sanılan Postmodernizm terimi, bir yandan son derece karmaşık ve zor felsefi anlamlar ile dile getirilirken diğer yandan çağdaş kültürde yer alan nihilist ve sinik bir eğilimi oluşturan son derece basit ifadelerle tanımlanmaktadır ( Aslan- Yılmaz, 2002: 98). Postmodernizm her sorunun tek doğru cevabı olduğu fikrini yadsımakta, aksine her sorunun birden fazla ya da hiç doğru cevabı olamayacağını savunmaktadır. Postmodernitenin koşulu tek doğru görüşün olmadığı çoğunluk ve kültürel göreliliktir. Tüm grupların, kendi sesleriyle kendileri için konuşma haklarının olduğu fikri ve o sesin gerçek ve meşru olarak kabul edilmesi postmodernizmin çoğulculuk tutumu için gereklidir.
Post-modern; modernin ötesinde olan ve modernist inançlarda, kimliklerde ve kesinliklerde bir parçalanma olduğuna işaret eden bir kavramdır. Postmodernizm mutlak ve evrensel gerçek fikrini reddeden ve söylem, müzakere ve demokrasi üzerine vurgu yapan entelektüel harekettir. Mimari ve kültürel çalışmalarda doğmuş, daha sonra diğer alanlara genişlemiştir. Kıta Avrupa'sı özellikle de Fransa'da başlayan hareket, Anglo- Amerikan siyasal normlarına bir meydan okuyuştur. Moderniteden postmoderniteye sosyal ve modernizmden postmodernizme entelektüel ve kültürel bir kayışla ilintilidir. Modernizm modern toplumların endüstrileşme ve sınıf dayanışmasıyla yapılandırıldığını ve sosyal kimliklerin bireyin üretim sistemindeki yeri tarafından belirlendiğini düşünür. Post-modern toplumlar ise parçalı toplumlardır, bireyler üreticilikten tüketiciliğe geçer ve bireycilik sınıf, din ve etnisite bağlılıklarının yerini alır (Yayla, 2005: 164).
Kendilerini postmodern toplumsal teorisyen olarak sunan, daha önceki Fransız kültürel ve toplumsal teorisinden yararlanan ilk çalışmalar 1970'lerin sonunda Fransa'da ortaya çıktı. Baudrillard, Lyotard, Deleuze/Guattari, Roland Barthes, Ferdinand de Saussure, Henri Lefebvre ve Guy Debord postmodernizmin öncüleri olarak kabul edilir. Postmodernliğin gelişiminde aslan payı genellikle Fransızlara verilse de postmodernizme esin verenler Alman filozofları, özellikle de Nietzsche ve Heidegger'dir ( Aslan- Yılmaz, 2002: 102).
20. yüzyılda Frankfurt Okulunun temsilcileri Aydınlanma'nın çıkmazlarını dile getirmiştir. Theodor Adorno ve Max Horkheimer kaleme aldıkları yazılarında bunlara değinirler. Onlara göre, olumsuzlukların sorumlusu Aydınlanma'nın evrenselcilik anlayışıdır. Bütüncülük bireyin üzerine çıkartılmıştır. İnsanları dogmalar karşısında özgürleştirmek için yola çıkan Aydınlanmacılar, yine insanları baskı çemberinin içine hapsetmiştir.
Eleştirel teori çok geniş çapta uygulamaları olan (araştırmalarında istatiksel belgeleri yoğun olarak kullanan) felsefi ve sosyal bilimsel tekniklerin bir karışımıdır.
Horkheimer ve Adorno'nun Aydınlanmaya ilişkin eleştirilerinin ana teması: "Akıl'ın" ilk aşamada gelişmesine imkân verdiği beşeriyeti bizzat kendisinin yıkmasıdır. Aydınlanma düşüncesinin başvurduğu akıl aslında "Araçsal Akıl" olan ve aklın emrettiği asıl amaçlara hizmet etmeyen akıldır. Habermas'a göre "tamamlanmamış" olan " modernite projesi" nin kesintiye uğramaması için araçsal aklın yerine, insanın moral değerleri ve ahlaki normlar üzerine kurulu olan "iletişimsel akıl" yaygınlaştırılmalıdır ( Vergin, 2010: 306).
Modernistlerin oryantalist derlemelerinde Postyapısalcılık, Yapısökümü, Fransız Feminizmi, Lacancı Psikanaliz, Foucaultcu Söylem Çözümlemesi, Postmarksizm, Rorty'nin Söyleşiciliği, Postkolonyal Kuram ve Kültürel Çalışmalar gibi çeşitli ve farklı estetik, kuramsal ve hatta siyasal konumlar postmodernizm tanımında birleştirilmekteler ( İlter, 2006: 6).
Parçalanmayı savunan postmodernizme göre davranan insan, toplumsal, bilgisel veya estetik her tür bütünleşmeyi dışlar. Postmodernizm bilginin gerçeğe karşılık gelmediğini, bilginin sürekli üretildiğini iddia eder. Postmodern teoriden söz etmek mümkün olmayabilir. Mümkün olan çeşitli konularda oluşturdukları kısmi ve çoğu zaman birbirini tekzip eden vizyonlar arasında mevcut olanı yapıbozum yoluyla şiddetle eleştiren ve kınayan ortak tarafları tespit etmeye çalışmaktır (Vergin, 2010: 314). Postmodernistler Marksist ekonomik indirgemeciliğe karşı çıkmış, bunun yerine kültüre belirleyici bir konum atfetmişlerdir. Postmodernistler modernitenin kültürü kirlettiğinden, teknoloji ve medya tarafından her şeyin iç içe geçirilmiş olmasından yakınmaktadır.
Rosenau'ya göre, postmodernizm ister siyasi, ister dinsel, ister toplumsal nitelikli olsun bütün küresel, her şeyi kapsayıcı dünya görüşlerine meydan okur. Marksizmi, Hıristiyanlığı, Faşizmi, Stalinizmi, liberal demokrasiyi, laik hümanizmi, feminizmi, İslam'ı ve modern bilimi aynı seviyeye indirir ve bunların bütün soruları önceden tahmin edip belirlenmiş cevaplar veren söz merkezci, aşkın ve totalize edici üst anlatılar olduklarını söyleyerek hepsini elinin tersiyle iter. Hayatı bütünüyle açıklama ve yönlendirme iddiasındaki özgürlük, eşitlik, adalet, evrim, rasyonalizm gibi Aydınlanma veya Aydınlanma öncesi ideallerin hepsinin meta anlatı olduğu ve tümünün geçerliliğini kaybettiğini ileri sürer ( Aslan- Yılmaz, 2002: 99). Postmodernist kimlik politikaları, yerel ve özel tercihleri evrensel ve genel tercihlerin üzerinde tutmaktadır. Kimlik politikası etnisiteyi ve etnik birliği siyasal dayanışmanın esas unsuru olarak belirlemiştir.
Postmodern olgu, mimariden zoolojiye kadar her kültürel disiplinle ilgileniyor; biyoloji, ormancılık, coğrafya, tarih, hukuk, edebiyat ve tüm sanat dalları, tıp, siyaset, felsefe, cinsellik vb. ye dek uzanıyor. Ancak gene de şekilsiz bir varlık gibi durduğu söylenebilir. Ayrıca, postmodernizm, epistemolojik varsayımları reddediyor, metodolojik uzlaşımları çürütüyor, bilgi iddialarına direniyor, hakikatin her türlü versiyonunu bulanıklaştırıyor ve politika önerilerini bir kenara atıyor. Postmodernizm, toplumsal, kültürel, ekonomik ve ideolojik tarih içinde modernizmin ilkelerinin ve uğraş alanlarının artık işleyemediği, ama yerlerine tam anlamıyla yeni bir değerler sisteminin de konmadığı bir geçiş döneminin zirvesidir ( Aslan- Yılmaz, 2002: 100).
Postmodernistlerin bilgi anlayışı, farklı hatta karşıt bilgilerin yan yana var olması ve bilginin doğruluğu ile yaygınlığının yakın ilişkisine dayanmaktadır.
Aydınlanma, insan aklının mutlaklaştırılması, Avrupa kültürü ve medeniyetinin Avrupa dışı tüm toplum ve medeniyetlere empoze edilmesi anlayışı üzerine kurulmuşken; postmodernizm sınıfsal ve ırksal farklılıkların eşit temsilinin sağlanması düşüncesiyle çoğulculuk ve çeşitlilik anlayışına dayanmaktadır. Postmodern düşünce öteki'ni aynısı'na dönüştürmeyi reddeden düşünce şeklinde belirlenir. Postmodernizmin aynılaştırıcı olduğunu iddia eden eleştirmenler de olmuştur. Bunlar sekülerleştirici ve küreselleştirici etkisiyle postmodernizmin tüm kültürleri tarih dışı, liberal, serbest piyasa kültürüne dönüştürmekte ve öteki kültürlerin önünü kapamakta olduğunu savunurlar. Bu yazarlara göre postmodernizme karşı gerçekleştirilecek bir direniş gerçek çoğulculuğun oluşumuna katkı sağlayacaktır.
Postmodern birey planlanmamış, geçici, sıra dışı olana ilgi duyar. Anlık arzuların tatmini güdüsüyle hareket ettiğinden genel ve emredici kuralları (aile, din, ulusal bağlılık) önemsemez. Özgürlük, farklılık ve hoşgörü postmodern zihniyetin öncü ve temel değerleri olmuştur. Postmodernizm modernizmin kültürel ve kimliksel bir eleştirisidir.
Fransız filozof Gaston Bachelard'ın "teori her zaman konjonktüreldir; önermeleri ve genel yönü o anın temel tehlikesi tarafından belirlenir" sözünün bugün için, teorinin sefaletine yaslanan postmodern karakterin getirdiği 'tarihsizleştirme sendromu' ile ilişkilendirilebileceğini belirtilir. Doğa bilimlerinin geleneksel otoritesinin artık söz konusu olmadığını iddia eden, sosyal bilimlerin bir 'meşruiyet krizi' içersinde olduğuna inanan ve 'The end of...' başlıklı eserlerin merakla tüketildiği günümüz sosyal bilim literatüründe, tartışma odaklarına hegemonik bir biçimde yerleşen post-modern retorik, tüm yazınsal alana bulaşmış durumdadır ( Tüzen, 2008: 146).
Baudrillard'ın demokrasiyle ve onun temel taşı olan temsil olgusuyla da ciddi sorunları vardır. Ona göre katılımsızlığı savunmak en devrimci tutumdur. Demokratik temsilin amacı heterojen ve karmaşık olan toplumu tekdüzeleştirmekten ve farklılıkların üzerini kapatmaktan başka bir şey değildir (Vergin, 2010: 317). Uzun yıllar diğer ülkelere empoze edilmeye çalışılan, ekonomik ve siyasal modellerin sanıldığı gibi evrensel ilkelere değil, tamamen gelişmiş ülkeler lehine kurulmuş olduğu kabul edilmeye başlandı. Sözgelimi demokrasi ve insan hakları anlayışlarının taşıdıkları çifte standartların ortaya çıkması, insan merkezli batı düşüncesinin tüm versiyonlarının sorgulanmalarını kolaylaştırmaktadır.
Hükümran öznenin giderek uluslarüstü bir beden bulup bireyselleşmesiyle bu bağımsız ulus-devletlerin daha da güçsüz, daha da uyruk kılındıklarını gözlemekteyiz. Uluslararası ilişkilerin uluslarüstü ve uluslariçi ilişkilerle kesişip eklemlenmesinden dolayı da yine sömüren-sömürülen, hükümran özne-uyruk öteki ilişkisini dışsal bir ilişki olarak görmek mümkün değil. Uluslararası ilişkilerde uyruk konumda olması gereken bir Üçüncü Dünya şirketi "Fortune 500" listesinde yer alırken, Birinci Dünya'nın en gelişmiş ülkesi ABD'nin en varlıklı kentlerinde evsiz barksızlar çöplerden ve yardım kuruluşlarının sağlayabildikleriyle yaşamlarını sürdürmeye çabalıyorlar. Bunları bırakın, orada da asgari ücretle çalışanlar, yönetimin kendi belirlediği yoksulluk standardının altında yaşamak zorundalar. Üçüncü dünyanın içinde bir Birinci Dünya, Birinci Dünyanın içindeyse bir Üçüncü Dünyanın yer aldığı karmaşık, melez bir dokuyla karşı karşıyayız ( İlter, 2006: 10).
Postmodernizm çerçevesinde gelişen bir diğer olgu ise Çokkültürlülüktür. Çokkültürlülük, kültür kavramının etnik kimlik ile birleştirildiği bir kimlik siyaseti biçimini almaktadır. Kültür düşüncesini etnik bir grup ya da ırkın mülkü gibi özcüleştirmek riskini göze alır. Ayrıca kültürlerin bağlılıklarını ve karşılıklı bağımsızlıklarını aşırı vurgulayarak bunları ayrı varlıklar olarak somutlaştırmayı da göze alır (Baumann, 2012: 107). Çokkültürlülük bir anlamda tanınma siyasetidir.
Çokkültürlü düşüncenin temeli, kültürel farklılıkların tamamı çapında bir eşitlik vizyonu hedefler. Sorun, eşitliğin nasıl sağlanabileceğidir. İnsan hakları en kapsayıcı ve çeşitli hak türü olmakla beraber, hem ulus devletler çapında hem de hem de bunların arasında en az uygulanabilir olanıdır. Modern demokrasi uzun zamandır taahhüdünde olan sivil hakların uygulanması daha kolay olsa da; ulusal, etnik ve dinsel ayrımcılık tarihine dayalı eşitsizlikleri giderme konusunda kötü bir sicili bulunmaktadır. Topluluk hakları son yıllarda büyük bir taban bulmasına rağmen, bunlar da bazı sorunlara yol açmaktadır. Hangi türden topluluk hakları tanınmalıdır, bunlar nasıl demokratik bir biçimde idare edilebilirler ve eşit haklar elde edebilmek için gettolaşmak mı gerekir (Baumann, 2012: 135)?
Postmodernizm, modernliğin açmazlarına karşı bir savaşım ve modernleşmeyle bir hesaplaşmadır. Postmodernistlere göre postmodernizm, ileri batı toplumlarının şu an içinde bulunduğu aşamayı, bir bakıma modern sonrası toplumu adlandırır.
Postmodernizmin, modernizmden bir ayrılma olarak görenlerin yanı sıra, modernizmin bir eleştirisi olarak algılayanlar bulunmaktadır. Postmodernizmi modernizm bir devamı olarak niteleyenler ise moderniteden bir kopuş olduğunu ileri sürerler. Ne olursa olsun postmodernizm modernliğin açmazlarına karşı bir başkaldırı ve kökten bir eleştirisidir. Ancak özellikle son çeyrek yüzyılda yaşanan küresel dönüşüm bir postmodernizm tezahürüdür.
Jean-François Lyotard'ın belirttiği gibi, "postmodern kuşkusuz modernin bir parçasıdır. Postmodernizm modernizmin sonunda değil doğuşundadır ve bu durum süreklidir" . Postmodern eleştiriler ötekiliği ve farkı modernin kendi içinde bularak, bir yandan çağdaşlığın zamansal ve mekânsal sınırlılığını, kendi kendine yeterli olamayan parçalılığını ve onun evrensellik savlarının böyle sınırlı bir içselliğe özgüllüğünü açığa çıkarmaktalar. Diğer yandan da modernin, içinde yaşadığımız şimdinin, farktan arınmış bir bütünlük içine kapatılması çabalarına karşılık yeni, radikal-demokratik açılımlarına, yeniden doğuşlarına olanak vermekteler ( İlter, 2006: 7).
Robert Young'un deyişiyle, "bir kültürün kendi tarihsel göreliliğinin bilincine varmasıdır ki, bu da bize onu [postmodernizmi] eleştirenlerin neden Batılı tarih anlatılarının mutlaklığına olan güvenin yitmesinden bu kadar şikâyetçi olduklarını açıklar". İşte bu güven yitimi bir başka postmodern tanımını daha ortaya çıkarıyor: "Üst anlatılara inançsızlık" ( İlter, 2006: 8). Postmodernin ifade ettiği inançsızlık modernist düzene-koyma, kuşa-benzetme, Adam-etme misyonuna ve bu ihracın gerekliliğine, olabilirliğine ilişkin bir inançsızlıktır. Kimi modernistleri postmodernizme zaman zaman kendilerini kaybedecek denli saldırgan kılan da postmodernlerin bu doğru-inanç yoksunu kâfirlikleri, ötekilikleridir ( İlter, 2006: 9). Postmodernizmin modernin içindeki "farka" işaret etmekte olduğu fikri benimsenmektedir.
Postmodernizmin, bütüncül teoriler karşısında perspektif çokluğunu, evrensellik karşısında yerellik ve tikelliği, hakikat karşısında yorumu ve göreliliği, politika ve etik karşısında estetiği, ideoloji eleştirisi karşısında yapı bozumunu, gerçeklik karşısında imgeleri, temsil karşısında benzetimi, zaman karşısında mekânı, çelişki karşısında farklılıkları, sınıf karşısında kimlikleri, gereklilik karşısında olumsallığı ve kaosu öne çıkaran, bilgiye, akılcılığa, kurtuluş söylemlerine kuşkuyla bakanların paylaştığı, estetize edilmiş bir ruh hali olup; aslında kendisi de yeni moda bir adlandırma olan ve modernliği diskalifiye etme çabasıyla belli bir cazibe alanı yaratan postmodernizmin tesiriyle, 'Aydınlanma'nın ve sosyal teorinin, pek çok baskı türünün uygulandığı bir yanılsamalar çağı olarak görülmesi moda haline gelmiştir. Meta-anlatıların sonunu ilan ederken kendisi de bir meta-anlatıya dönüşmüş olan postmodern retorik bugün sosyal teoriyi derinden sarsmıştır ( Tüzen, 2008: 147).
POSTMODERNİZM VE ULUS DEVLET
Modern zamanlarda "devlet" kelimesi ile merkezileşmiş, toprak egemenliğini elinde tutan ya da talep eden, bu topraklardaki baskıcı güç tekelini elinde tutan ya da talep eden ve bireysel yurttaşlığa dayalı bir üyelik sistemiyle işleyen bir yönetişim biçimi kastedilir. Devletler vergi ödediğimiz, sadakat gösterdiğimiz, yasalarını kabul ettiğimiz, girmek için pasaport aldığımız nesnelerdir ( Baumann, 2006: 35). Ulus devlet ise soy birliğine dayanan, genellikle görünüşten ayırt edilebilen, kültürel özelliklerini paylaşan ve devlet temelinde kader birliği yapan örgütlenmelerdir. Burada saydığımız özellikler etnisiteyle benzeşmekle birlikte; etnisite: soy birliğine dayanan, genellikle görünüşten ayırt edilebilen, kültürel özelliklerini paylaşan, fakat " kader birliğini bir tür siyasi örgütlenme çerçevesinde" oluşturan devletlerden bağımsız yapılardır.
Modern toplumun temel nitelikleri kapitalizm, endüstrileşme, şehirleşme, metalaşma, mekanikleşme, akılcılık, bilimsel ve teknolojik ilerleme ile birlikte ulus devlet örgütlenmesi olmuştur. Postmodernistler ulus devleti eleştirmişler fakat politik anlamda toplum üzerine herhangi bir ilke sunamamışlardır.
Ulus devletler akıl ve bilim temelinde düzen, hiyerarşi, merkezilik ve kontrole dayanan örgütsel yapılarıyla modernitenin siyasal alanının temel aktörleridir. Bu bağlamda uluslar, ulus devletlerin eğitim sistemlerinin de katkılarıyla kültürel bütünlüğe sahip toplumlardır (Akça, 2005: 233).
Modern olanın aşılmışlığını vurgulamak için postmodern terimiyle ifade edilen dönemde ulus devletler de farklı olana müsamahasız olma ve ulusal bütünlük adına onu değişik araçlarla özgünlüğünden etme bağlamında eleştirilmiştir (Akça, 2005: 234). Postmodern toplumsal koşullar ulusal bütünlüğü imkânsızlaştırmaktadır. Farklılığın ve yerelliğin ortaya çıkışı ulus devletin durumunun nasıl ele alınacağına dair önemli bir sorundur.
16. yüzyılda doğmuş ulus devlet, 19. yüzyıla gelindiğinde yayılmış ve kurumsallaşmıştır. Ekonomik gerekçelerle merkezi konuma gelen devlet bölgesel ve etnik bağlantıların geride kalmasını sağlamıştır. Kültürel bütünlük oluşturmak için ulus ve ulusçuluk ortaya çıkarılmıştır.
Ulus devlet etnik, dilsel veya dinsel homojenlikten çok özgür iradeli yurttaşların uzlaşılarında temellendirilerek ulusal kimlikler oluşturmuştur (Akça, 2005: 235). Milliyetçilik ulusun tanımlanmasında ortak soy, dil, din ve kültür unsurlarına vurgu yapmıştır.
Ulus devletin kültürel yapısındaki temel sorun, ulusal kültür ile alt kültürlerin birbirlerinin özgünlüklerine zarar vermeden birlikte var olabilmeleri sorunudur. Postmodernizm ise ulus devletin toplumsal hâkimiyetini ve bütünleştiriciliğini reddederek parçalanmışlık ve kuralsızlığın yüceltildiği bir dönemdir (Akça, 2005: 242). Postmodernitede ulus üstü organlar ve küresel kültürler önem kazanmıştır.
Küresel ekonomi ulusal bütünlüğü zayıflatmakla birlikte ulusal girişimcilerin uluslar arası bir atılım yapmasını da sağlamaktadır.
Ulus devletlerin geleceği tartışmalarında sermayenin küreselleşmesi kadar ulus üstü siyasi yapılanmalar da önemli bir yere sahip olmuştur(Akça, 2005: 246). Avrupa Birliği gibi ulus üstü bir yapılanma herhangi bir kültür veya kimlik oluşumu sergileyememiştir.
Postmodernizm küreselleşmeye dayanarak soğuk savaş sonrası dönemde ulus devletlerin etkinliklerini kaybettiklerini varsayar.
Postmodern dönemde erkek egemen ve toplumsal ayrılıkçı söylemin yerine şimdiye kadar ihmal edilmiş kadın, siyah, işçi, azınlık grupları ve Avrupa dışındaki sömürge halkları gibi toplumsal kesimlerin varlıklarını ve deneyimlerini vurgulayan yeni çalışmalar klasik milliyetçi literatürden ayrılışın işaretleri olmuştur (Akça, 2005: 249). Çok kültürlülük ile ulusçuluk arasındaki gerilimin aşılmasında bireylerin farklı kültürlerden yararlanarak bir yaşam meydana getirebilmeleri vurgulanır.
Postmodern tavır içerisinde Nietzsche modern devleti nihilizmle ilişkilendirerek ele alır ve modern devletin Hıristiyanlığın gördüğü işlevi yerine getirdiğine, yani bireyin vekilliğini üstlenerek onun bütünselliğini ve kendini geliştirmesini engellediğine dikkat çekerek olumsuzlar (Akça, 2005: 250). Postmodern toplumun siyasal rejiminin yerel ve kültürel farklara olumlu yaklaşan demokratik bir yönetim olması beklenir. Postmodernistler insan özgürleşimini esas alan plüralist politikaları savunurlar. Marksistlerin aksine ekonomik değişimin özgürlüğü sağlayacağını reddederler.
Ulus devletlerin bu postmodernist yaklaşımlar karşısında meşru güç tekelini ellerinde bulundurmaları ve küresel sermayenin uluslar arası hareketlerinde ulus devletin etkisinin olması hâkimiyetlerini devam ettirmektedir. Politik anlamda postmodernizm toplumu ayakta tutacak ilke ve temeller sunmaktan uzak kalmıştır.
SONUÇ
Şimdilik bir ya da birçok alanda devrimci sürecin önceki bir safhasında takılıp kalınsa da, modern olunduğuna inanılabilir, hatta modern de olunabilir. Bunun sonucu olan tutum ve davranışlar çatışmalar doğurur. Ve bu çatışmalar, ana hatlarıyla belirlemeye çalıştığımız dört devrimin basit bir sunumunun ele alma olanağı vermediği değerleri ortaya çıkarır. Öyleyse başka bir soru ortaya çıkıyor: Modernitenin farklı süreçlerinde sorgulanan eski ve yeni değerler hangileridir? Ve değerlerin altüst oluşu sadece bireylerin değil, aynı zamanda grupların, azınlıkların, ulusların ve farklı dinsel inançlara bağlı gruplaşmaların kültürel kök salışına gönderme yapmaktadır (Jeanniere, 1990: 106).
Sıklıkla moderniteye ilişkin sorunlar, önceden modernitenin gerçekte ne olduğunu belirlenmeksizin, değer terimleri içinde ortaya atıldılar. Ve günümüz dünyasının toplumsal karmaşıklığı sorunu, tekil olarak, terimin uygulandığı alanlar ayırt edilmeksizin Moderniteden söz edildiğinde, çözülemez hale gelirler. Önemli olan, bugünün zaman ve mekânında özgürce yaşamaya çalışmaktır. Bir bunalım zamanı kuşkusuz; süratin azaldığı, kaygılı bir insanlığın sıkışıp kaldığı bir mekân. Ama öncelikle, onun eylemine hâkim olup içinde kalabilmek için bir analizini yapmak gerekiyor (Jeanniere, 1990: 106, 107).
Postmodernizm tartışmaları kültürel teori alanında, modernist sanat biçimleri ve pratiklerinden koptuğu iddia edilen bir dizi kültürel yapıntıyı tanımlayan mimari, edebiyat, resim vb. alanlarda yeni "Postmodern" kültür biçimlerinin işaretleri olarak başladı. Felsefe alanında, Kartezyen- Lockeçu-Kantçı gelenekler içinde kurulmuş bulunan bunalım içindeki felsefe geleneğinin yerini alacak yeni bir Postmodern felsefe ihtiyaç olduğu iddiaları ortaya çıkmaya başladı. Postmodernizm, meta-anlatılar karşısında kuşkuculuğu savunur ve metafizik, tarih felsefelerini ve herhangi bir totalleştirici düşünce biçimini reddeder. Postmodern toplumsal teoriler üretilemediği gibi modern ve postmodern arasındaki kırılma ya da kopuşta neyin söz konusu olduğu da yeterince teorileştirilemedi. Buna rağmen Postmodernizm entelektüel bir olgu olarak özellikle batı dünyasında etkisini gittikçe arttırmakta ve büyük tartışmalara neden olmaktadır.
Postmodernistler, aydınlanma düşüncesini nesnel dünyadan farklı olarak duygusal ve düşünsel nitelikleriyle bütünlükten ayrı olma yetisindeki insan varlığı ve onun toplumsal niteliğinin bilgisine ulaşabilmedeki ve insan özgürleşimini sağlamadaki yetersizlikleri bağlamında eleştirmiştir.
Kimlik tanımlaması kültürel farklılıklar temelinde belirginleşir. Kimlikler, geleneksel toplumlarda birey dışı, toplum merkezli olarak belirlenir ve hemen hiç değişmezken; modern toplumlarda düşünsel ve toplumsal yapıya koşut olarak yerelliği aşan toplumsal yapılara dayanmıştır. Postmodern durumda kimliğin aşırı parçalanmışlığı ve çeşitliliği kadar geçiciliği de dikkat çekicidir. Kimliğin bu niteliği bireyi bağlayan değerler oluşturmasına engeldir.
Postmodern kültür ve kimlik bütünlüğü olmayan, gelişigüzel bir araya getirilmiş parçalardan meydana gelmiş, bütün hiyerarşik düzenleri reddeden bir kültür ve kimlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Postmodernist toplum teorisi özgürlükçü yaklaşımına ek olarak toplumsal- kültürel alanlara ait hakların sağlanması ve korunmasında doyurucu seçenekler sunmaktan uzak görünmektedir. Ayrıca, postmodernizmle ilişkili olarak, aşırı toplumsal parçalanmaların insan özgürleşimine ne kadar katkı sağladığı ve onun kendini gerçekleştirmesinin ne kadar önünü açtığı sorunları önemini koruduğu söylenebilir. Üstelik postmodern toplumun bireye kendi içsel dinamikleriyle aşamayacağı sorunları karşısında sunabileceği bir çözüm önerisi ve aracı yoktur. Postmodernistlerin özgürlük ve yorum vurguları kültür, kimlik ve özgürlük alanında çözüm üretebilmekten uzak görünmektedir.
KAYNAKÇA
AKÇA Gürsoy,( 2005), "Postmodernite ve Ulus Devlet" Sosyal Bilimler Dergisi, ss.232-256.
ASLAN Seyfettin – YILMAZ Abdullah, (2002), "Modernizme Bir Başkaldırı Projesi Olarak Postmodernizm", C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, ss. 93-108.
BAUMANN Gerd, (2006), "Çokkültürlülük Bilmecesi: Ulusal, Etnik ve Dinsel Kimlikleri Yeniden Düşünmek", Ankara, Dost Yayınları.
İLTER Tuğrul, (2006), "Modernizm, Postmodernizm, Postkolonyalizm: Ben-Öteki İlişkileri ve Etnosantrizm", Küresel İletişim Dergisi, sayı 1, ss.1-14.
JEANNİERE ABEL, (1990), " Modernite Nedir? ", ( Çev. Nilgün TUTAL), Ankara, A.Ü İletişim Fakültesi Yayınları.
SPENCER Lloyd – KRAUZE Andrzej, (2012), "Aydınlanma" (Çev. Erhan Kibaroğlu), İstanbul, Ntv Yayınları.
TÜZEN Hasan, (2008), "Postmodernizm Mitosu", SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:17, ss.145-158.
VERGİN Nur, (2010), "Siyasetin Sosyolojisi: Kavramlar, Tanımlar ve Yaklaşımlar", İstanbul, Doğan Kitap.
YAYLA Atilla, (2011), "Siyasi Düşünce Sözlüğü", Ankara, Adres Yayınları.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslar arası ilişkiler IV. Sınıf İSTANBUL.
[email protected] Tel: 539 850 88 16
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler IV. Sınıf, İSTANBUL.
[email protected] Tel: 539 850 88 16