16
ARAZİ SANATI
Performans Sanatının Tarihi-II
Dersi için Hazırlayan;
Yunus Emre GÜMÜŞ
2015 İZMİR
GİRİŞ
İnsanoğlu, önce anlamaya/tanımaya daha sonra ona karşı mücadele etmeye ve en sonunda da ona hükmetmeye çalıştığı doğayla kadim bir ilişki içindedir. İnsanoğlu doğadan korunmak için yine doğanın ona sunduklarından faydalanmış, söz konusu ilişki boyunca doğa insana karşı tek taraflı bir fedakarlık içerisinde bulunarak bir bakıma aralarında mutual sayılamayacak parazit bir ilişki olagelmiştir. Kendini sürekli olarak yenileme ve değiştirme özelliğine sahil olan doğa, insan faktörünün günümüzdeki kadar belirgin olmadığı dönemlerde doğal olmayan müdahaleleri sübvanse edebilmiştir. Ancak sanayi devriminden sonra gelişen teknolojiyle beraber kentlere göç artmış ve kentlerdeki barınma sorunu kontrolsüz bir yapılaşmaya neden olmuştur. Bununla beraber hızla artan otomobil ve fabrika sayısı, bunlara bağlı olarak yapılan yollar ve enerji ihtiyacını karşılamak için inşaa edilen barajlar, yeşil alanların ve ormanların yok edilmesine yol açarak doğa üzerindeki tahribatı geri dönülemeyecek noktalara ulaştırmıştır. Doğaya yapılan bu kontrolsüz müdahaleler onun kendini yenileme ve değiştirme gücünü elinden alarak tehlikeli boyutlara ulaşmış, insan hayatını tehdit edecek noktaya gelmiştir.
Bir grup sanatçı doğaya karşı kontrolsüzce girişilen bu talanın tehlikeli boyutlara vardığını insanlara anlatmak ve doğaya olan ilgiyi tekrar canlandırmak için yalnızca doğada bulunan malzemelerle bir takım sanatsal faaliyetlere girişmişlerdir. Söz konusu sanatsal faaliyetler arazi sanatının temellerinin atılmasını sağlamıştır... Bu sanatçılar betonlar ve bombaların yerine doğanın onlara sunduklarıyla doğaya teşekkür etmeye amaçlamışlardır.
Arazi Sanatının ortaya çıkışını 1960'lı yıllarda dünyada meydana gelen siyasal değişim ve gelişimlerden bağımsız düşünmek olanaksızdır. 60'larda temelleri atılan arazi sanatının yükseldiği dünya; dünya savaşları dolayısıyla ortaya çıkan ekonomik bunalımların ardından gelen işsizlik sorununun yaşandığı, ırk ayrımcılığının yaygınlaştığı, her köşesinde katliamların, ülke başkanlarına karşı suikastların gerçekleştirildiği ve askeri darbelerin yaşandığı bir dünyadır. Aynı dünya farklı köşelerinde devrimlerin yaşandığı, baskılara karşı ayaklanmaların boy gösterdiği, sömürge halindeki ülkelerin tek tek bağımsızlığını ilan ettiği, kapitalizme alternatif olarak sosyalizmin yükselişe geçtiği, insanlar arasında eşitlik ve özgürlük taleplerinin kararlılıkla dile getirildiği bir dünyadır. Bu değişimler sonucu geleneksel anlayışlar sorgulanmaya başlanmış seçkincilik ve kapitalizme tepkiler daha gür seslendirilir olmuştur.
Kuşkusuz toplumsal alandaki bu değişimler ve gelişmeler sanatı ve sanatçıları da etkilemiştir. Geleneksel tüm sanat anlayışları tekrar gözden geçirilerek, sanatın her alanında yeni yönelişler gözlemlenmiş, cesur denemeler yapılmıştır. Kapitalizmin insana rağmen gelişen ve doğayı talan eden politikalarının toplumu geri dönüşü olmayan bir kaosa doğru sürüklendiğini gören sanatçılar, tepkilerini göstermek amacıyla kolları sıvamışlardır. Sanatı alınıp satılan bir nesne olmaktan, metalaşmaktan kurtararak işe başlamışlardır. Sanatı zengin ve küçük bir azınlığın tekelinde çıkarıp, geniş halk kitlelerine ulaştırmak için çaba harcamışlardır. Galerilere, müzayedelere ve sanatın ticari bir gelir unsuru olarak gören tüm kurumlara karşı savaş açmışlardır. Sanatı sokağa ve doğaya taşıyarak deyim yerindeyse zincirlerinden kurtarıp özgürlüğüne kavuşturmuşlardır.
ARAZİ SANATI
Söz konusu girişimlerden biri olarak karşımıza çıkan Arazi Sanatı geleneksel sanat algısını yerle bir eden onlarca yönelişten birisidir. Sanatı belirli grupların beğenisine hapsetmeye karşı olan bu akım, haftanın belirli günleri ve günün belirli saatlerinde belirli insanların beğenisine sunulan sanata karşı çıkmıştır. Bununla da yetinmemiş sanatın belirli malzemelerle belirli kurallara göre yapılması gerekliliğini de eleştirmiştir. Yeryüzünü devasa bir açık hava müzesi olarak gören bu sanat anlayışı doğanın insanlara sunduğu her şeyi sanata malzeme olarak görmüştür. Arazi sanatı uygulayıcıları için her türlü malzeme boya ya da fırça olarak kullanılabilir, bir bütün olarak doğadaki her nesne onlar için sanatın malzemesi ve aynı zamanda kendisidir.
Modernliğin anlamı ve modernizmin doğası üzerine tartışmaların yoğunlaştığı, sanatın ne olduğu ya da ne olması gerektiği sorusunun yeniden gündeme geldiği 1960'lı yılların çalkantılı atmosferinin ardından müzelerin ve galerilerin dışına çıkıp mekân olarak adeta tüm dünyayı kullanan, Land Art sanatçılarının çöllerde, taş ocaklarında, uçsuz bucaksız arazide, terk edilmiş madenlerde, dağlık zirvelerde gerçekleştirdikleri çalışmalar, bir yandan sanatın tanım ve uygulanışında artık tüm sınırların aşılarak sanatta yeni anlamlar yüklendiği, diğer yandan da mekân anlayışının giderek sonsuza açıldığını göstermektedir (Kedik, 1999)
Her ne kadar arazi sanatının temellerini çevre düzenleme, budama sanatı, bahçecilik ve hatta antik yapılarda ilkel insanın bıraktığı izlerle ilişkilendirilen görüşler olsa da mimarlık, resim, fotoğraf ve hatta sinemadan beslenen disiplinler arası bir çağdaş sanat girişimi olduğu fikri ağır basmaktadır. Kedik'in de adı geçen çalışmasından edğindiği gibi Land Art köken olarak 1950'lerin sonu ve 1960'ların başlarında Happening'e ve Pop Art'a dayandığı, sanatçılarının büyük bir çoğunluğunun Amerikan Minimalizminden geldiği ya da benzer bir evrimi geçirdikleri gözlenmektedir. Buradan hareketle diğer avangarde akımlarda olduğu gibi Land Art'ı da ortaya çıkaran kaygılar sanatın metalaşmasının önüne geçmektir, bu bağlamda belirtmek gerekir ki bu akımı benimseyen sanatçılar maddi tüm kaygılarından arınmıştır. Müzayedelerin, sponsorlarının onlara verdikleri desteği reddeden sanatçılar sanatı galerilerin soğuk atmosferinden doğanın canlı ve alabildiğine gerçek dünyasına taşıyordu.
Her ne kadar müzelerde ve sergi salonlarında da bazı Arazi Sanatı çalışmaları yer alsa da, bu sanatı ilerleten çalışmalar asıl açık alanlarda, doğada yapıldı. Dönemin gençlik hareketlerinden, ekolojik ve feminist eleştirilerinden etkilenen ve minimalizmden beslenen bu sanat biçimi bir tür karşı kültürel proje olarak değerlendirilebilir. (Kastner, 2010)
Galeriyi terk etmek, otoriteye karşı çıkmak anlamına geliyordu. Artık sanat sınırlanmıyor, tüm boyutları, zamanı ve mekanı da üstleniyordu. Heizer müzelerin ve koleksiyonların tıka basa dolduğunu, açık alanların onları beklediğini söyler. Galerileri terk etmek anti otoriter bir eğilimi gösterir, gelenekten kopuş ve egemen modernist ideolojinin reddi anlamına gelir. Bununla birlikte bu sanatçıların pek çoğu, bazı patronların desteğiyle galerilerin ve müzelerin sergilediği işler de yapmışlardır. Ayrıca bazı çalışmalar çok fazla bütçeye ihtiyaç duyduğundan sponsorluğu gerekli kılmıştır. Bu durum land art'ın söylemiyle çelişkili bir durum yaratmaktadır. Arazi sanatı uygulayıcıları materyallerini doğadan seçmesiyle de ekoloji ve sanatı baskıya ve tahribe karşı sunulan yapıtta bir araya getiriyor.
Land Art, çağdaş sanatın "Non-Art" ya da "Anti-Form" hareketleri içinde yer almaktadır. Sanatın uygulama alanını genişletmek isteyen, sanat pazarına karşı çıkan, galeri ve müzelerin dışında etkinlik gösteren bu eğilim, bölgesel bir ekoloji bilinci ve arkaik kültürlerin yeniden keşfi ile de ilgilidir (Lynton, 2004)
Bu sanatın yapıtları genellikle taşınamaz olduğu için satılabilir olma özelliğini de kaybediyor böylelikle de kapitalizm – sanat ilişkisine kendi içinde karşı çıkıyor. Bunun en tutarlı örneklerinin sahibi alanları, binaları sarmalayarak tekrar açıldıklarında onların yeniden keşfini sağlayan Christo Vladimirov Javacheff yapıtlarını icra ederken kendisine sponspor olmak isteyen tüm şirketleri geri çeviriyordu. Arazi Sanatı'nın öncülerinden Robert Smithson müzeleri hapishanelere ve bakım evlerine benzetmiş koğuşların yerini galerilerin aldığının üstünde durmuştur. Eleştirmenler ise bu koğuşları gezip sanat eserlerinin iyileşip iyileşemeyeceğine karar veren mecralardır. Ona göre sit niteliğini kaybetmiş yani doğa ve insan eliyle harap edilmiş, endüstrinin hakimiyetine maruz kalmış yerler sanatçının eliyle yeniden değer ve canlılık kazanıyordu.Ayrıntılı bilgi için bknz (Aydın, 2015)
Land art sanatçıları sergi alanı olarak tüm dünya coğrafyasını kullanıyordu. Issız bir çöl, terk edilmiş bir maden ocağı, bir çöp dağı ya da uçsuz bucaksız sahiller sanatçı için uygulama alanı olabiliyordu. Ulaşımın zor olduğu bu tür bölgelerde sergilenen eserler fotoğraflanıyor ya da video kaydı alınarak paylaşıma sunuluyordu. Bunun yanında bazı işler de şehrin tam göbeğinde sergileniyor, şehre ait sembol yapılar sanata malzeme ediliyordu. Dolaylı ve doğrudan bu iki uygulama biçiminde de vurgulanmak istenen aynı şeydir; doğa insana rağmen vardır.
Land art sanatçılarının insanlara hatırlatmaya çalıştığı mevzulardan biri de "değişimdir". Bu değişim söz konusu sanatın kaynağını oluşturan, doğanın diyalektiğinden gelen bir değişimdir. Aynı zannettiğimiz her yer aslında her gün hatta her an farklıdır. Pencereden baktığımızda gördüğümüz manzara, bulut miktarına, güneşin geliş açısına ya da hava durumuna göre sürekli değişim geçiren bir yerdir. Aynı derede iki kere yıkanılamayacağı gibi, dünya üzerindeki herhangi bir manzaraya iki kere bakmamız söz konusu değildir. Land art eserleri bu görüşün somut kanıtlarıdır. Aynı yerde aynı şekilde duran eser doğanın bir parçası olduğu için o anki koşullara göre sürekli değişim geçirmek durumundadır. Ayrıca çevre ile bütünleşik olan bu eserler, o doğa parçasından yalnızca bir tane olduğu için tekrarlanamazlar. (Altunkaya, 2015)
Mehmet Yılmaz'ın çevirilerinden oluşan Sanatın Felsefesi Felsefenin Sanatı kitabında Robert Smithson, kültürel kapatılmışlığı sanatçıdan kendi kapatılmışlığını istemekten ziyade bir küratörün kendi s nırlarını bir sanat sergisine dayatmasıyla ortaya çıkması olarak tanımlamıştır. Smithson söz konusu kitaptaki yazısında bir yandan doğal çevreye dikkat çekerek, diğer yandan sanata yeni alanlar önermektedir. Galeri ve küratörlerin dayatmalarına nasıl karşı çıkılması gerektiğine dair önerileri sıralar. Ona gçre kapatılmışlığın içinde kalan sanatçı B.F.Skinner'ın fareleri gibi yaratıcılığından yani özgürlüğünden uzaktır. Ayrıntılı bilgi için bknz (Yılmaz, 2004)
Aslında resim ve heykel sanatçısı olan Robert Smithson akımın en önemli sanatçılarından biridir ve aynı zamanda öncü sanatçısıdır. Land art sanatının en bilinen eserlerinden biri olan ve Utah'daki tuz gölü kıyılarında endüstriyel atık alanı olarak kullanılan bir alanda inşa edilmiş olan Spiral Jetty, Robert Smithson'a aittir ve sanatçının da en bilinen eserlerinden biridir. Spiral Jetty, sarmal şeklinde iç içe geçmiş kayalardan oluşmakta ve sonunda bir çıkmaza açılmaktadır. Eser ancak kamyonlarla ve de buz dozerlerle ortaya çıkarılabilmiş oldukça büyük ölçekli bir çalışmadır. Eserin diğer bir özelliği ise mevsimlere ve hava şartlarına göre başkalaşım geçirmesidir. Kışın beyaz buz kütlesinin üzerinde kalan kayaların oluşturduğu gri beyaz şekil, yazın ise kayalarda oluşan yosunların suya verdiği renge göre biçimlenir. (Altunkaya, 2015)
Siyah bazalt taşlar ve toprakla oluşturulan çalışma Utah'da büyük tuz gölünde yapılmıştı.
Arazi sanatını ilk kez hayata geçirenler arasında; Walter De Maria, Nancy Holt, Sol Lewitt, Richard Serra, Robert Smithson ve James Turrell gibi isimler sayılır. Bu isimlerin ortak noktaları, Amerikalı olmalarının yanında, endüstriyel olana karşı verdikleri tepkidir. Yukarıda değindiğimiz Robert Smithson'un 1970'de endüstriyel bir atık alanını arazi sanatının en önemli örneklerinden biri olan Spiral Jetty'e dönüştürmesi bu tavrın önemli uygulamalarından biridir.
Christo ve Jeanne Claude aynı yılın aynı günü doğmuş daha sonra aynı hedef için atan kalplerini birleştirerek hem birbirlerine hem de işlerine büyük bir aşkla bağlanarak uzun yıllar boyunca, önemli eserler meydan getirmişlerdir. Eserleri gelip geçici olup yine land artın temel özelliğini taşıyarak yapıldığı mekana ait kalmıştır. Çift projelerinde genellikle kumaş kullanmayı tercih etmiştir. Ancak her eser için farklı tipte kumaş kullanmış olsalar bile bu kumaşların temel özelliği hiçbir yapay katkı maddesi içermeyen doğal ve yeniden işlenebilen kumaşlar olmalarıdır. Kumaş kullanmasının amacı ise kumaşın dinamik bir malzeme olması dolayısıyla, ufak temaslarda ya da sert rüzgarda farklı görünümlere bürünebilmesidir.
Çiftin kuşkusuz en önemli eseri 1983 yılında Miami de yapılan " surrounded islands" dır. Miami de bulunan 11 adanın etrafı 603,850 m2 örtü ile kaplanarak eser tamamlanmıştır. 400 den fazla işçinin uzun çabalarla oluşturduğu eser yalnızca iki hafta sergilenmiş ve büyük ilgi görmüştür. Eser tamamlandıktan sonra ise eserin fotoğrafları ve videoları oldukça büyük ilgi ile karşılaşmıştır. Yapımın üzerinden uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen eser özgünlüğünü ve popülaritesini halen daha korumaktadır.
Çiftin diğer bir önemli eseri olan kapılar sergisini Christo şu şekilde anlatıyor. "Parkta kapıları dolaşan izleyiciler kendilerini altın rengi bir tünelde yürüyormuş gibi hissedecek. Çevredeki binalardan bakıldığında ise rüzgarla hareket eden kumaşlar, karla kaplı parkın içinde akan altın rengi bir nehre benzeyecek. Kapıların rüzgarla dalgalanan kumaş bölümleri parkın organik yapısını, kumaş perdeyi taşıyan dikdörtgen vinil direkler ise şehrin geometrik silüetini temsil ediyor. Bu sergi Central Park'ın güzelliğiyle yarışmayacak, onun değerine katkıda bulunacak". 38 km'lik yaya yoluna 7500 kapı konularak oluşturulan eser için 700 kişi 4 gün boyunca çalıştı.
Çift kumaşlarla sayısız mucizeler yaratmıştır. Bazen bir viyadüğü paketlemiş, bazen de koşullarını zorlayarak siyasi yapılara girmiş, örneğin büyük tartışmalar sonunda Almanya parlamento binasını paketleyebilmiş (tartışmalar esnasında bir gurup siyasi, binanın içinde rakip partilerin siyaset adamlarını da paketlemeyi önermiş, ve bu tavırları kamuoyunda yankı bulmuştur), bazen ağaçlara apayrı görünüm vermiştir. Bu aykırı çiftin görevlerinin en güç yanı resmi engelleri aşma kısmıdır. Zira yöneticilerden onay çıkmadığı için hayata geçiremedikleri projelerin sayısı da az değildir.
Walter de Maria' nın 1977 yılında yaptığı şimşek tarlası 400 metal çubuğun boş bir tarlaya yerleştirilmesi sonucu şimşekleri çekmesi amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu amacında başarılı olan sanatçı izleyicilere sunduğu görsel şölenle büyük kitlelere ulaşmıştır.
Ekin çemberleri birçok sanat eserinin aksine, insanlarda güzellik duygusu uyandırmıyor aksine tüm bilinmeyenler gibi, çevre sakinlerine büyük bir korku ve endişe veriyor. (Özellikle son zamanlarda bu şekiller ile ilgili yapılan araştırmaların yayınlanması korkuları daha da artırmıştır. Öyle ki bazı ekin çemberlerinin Maya takvimine göre insan tarihinin sonu olarak bilinen 12 Aralık 2012 tarihini işaret ettiği savunuluyor). İnsanlara doğayı hatırlatma çabası içindeki eserler de değiller. Bilakis saçtığı dehşet ile insanları doğadan daha da uzaklaştırıyorlar. Tüm bunların yanı sıra bu çemberlerin insan sağlığına zararlı manyetik etkilerinin olduğu biliniyor. Hiçbirinde en küçük bir hata dahi mevcut değil. İnsanı ürperten titizlikte oluşmuş ve mükemmel ölçülere sahipler. Biz de uyandırdığı duygu ne olursa olsun, kim tarafından nasıl yapılmış olursa olsun bu çemberlerin birer sanat eseri olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz. Hatta belki de dünyanın en büyük alanına yayılmış en mükemmel sanat eserleri ekin çemberleridir. (Altunkaya, 2015)
Çevresel sanat olarak da adlandırılan Arazi Sanatı içinde faklı yaklaşımlar ve uygulamalar göze çarpmaktadır.
Devasa büyüklükteki kimi çalışmalarda, bir heykel formu yaratmak için taş, toprak, kaya gibi tamamen doğal malzemeler kullanılmış, açık alanın kendisi değiştirildi ve oraya müdahale edilmiştir. Bazı projelerde asfalt, zamk ve Cadillack arabası gibi doğal olmayan malzemeler, üretilmiş maddeler, yapılar ya da makinalar ve teknolojiler kullanıldı. Daha çok Amerika'da üretilen işlerin büyüklüğüne ve anıtsallığına karşı çıkan bazı sanatçılar doğayla ilişki kuran bir kişi olarak kendi bedeninde yoğunlaşan işler üretti. Bir tür uygulamalı araştırmalar olarak heykelden performansa kadar geniş bir yelpazede yer alan kimi çalışmalar, doğal çevreyle kurulan insani ilişkilerin sadece algıya ve zevke dayanmadığını; sömürüye, israf etmeye, bozmaya da dayandığını göstermeye çalıştı. Son olarak bazı sanatçılar ise doğayı ve açık alanları fiziksel bir olgu olarak ele almayıp bir metafor ya da gösteren olarak kullandı. (Pekşen, 2015)
Land Art, kendi içerisinde farklı üretim ve sergileme modelleri ve de ideolojik/sanatsal düşüncelerle ayrılır. Kimi sanatçılar, galerilere ve müzelere tepki olarak eserlerini bu mekânların dışında üretmeyi tercih eder, kimi sanatçılar da sadece sanatın ticarileşmesine tepki olarak, ticareti hiçbir şekilde mümkün olamayan eserler üretmenin yollarını aramış, kimi sanatçılar sanat mekanlarının ve kullanılan malzemelerin sanatını sınırladığı düşüncesiyle sanatı uçsuz bucaksız arazilerde ve sınırsız malzemeyle üreterek sanatı özgürleştirme kaygısıyla gütmüştürler, kimi sanatçılar ise sadece ekolojik kaygılar güderek işlerini üretmişlerdir. Bunun yanında kimi işler doğada sergilenirken, kimisi doğadan galerilere geri getirilmiştir. Birçok Land Art projeleri doğanın tahribatına bırakılarak yok olması beklenirken, kimisi sonsuz sayılabilecek bir zaman uzunluğunda varlığını koruyabilecek türdedir. Kimi projeler sadece doğanın verdiği malzemelerle yapılırken kimisi de endüstriyel malzemelerle yapılır.
Resimde Richarda Long'un bir tarlada sadece saman çöpleriyle oluşturduğu bir düzenleme görülmektedir.
Resimde Richarda Long'un bir tarlada sadece saman çöpleriyle oluşturduğu bir düzenleme görülmektedir.
Bu sanatın diğer öncüleri ve bu sanatla ilgili eserler veren Joseph Beuys, Andy Goldsworthy, Walter de Maria, Dennis Oppenheim, Michael Heizer, Mel Chin ve Carl Andre gibi sanatçılar yapıtlarında şekil, alan, materyal ve felsefe ayrımına gitmiş olsalar da hepsinin ortak amacı sanatı kapitalizmden, kapalılaştırılmaktan ve değer yargılarından uzakta protest olarak yapıtsallaştırmaktır.
Türkiye'de Land Art
Dünyada oldukça ses getirmiş, belki de konuyla ilgili binlerce eser üretilmiş bu akım maalesef ülkemizde hak ettiği ilgiyi göremiyor. Türkiye de yapılmış olan yegane land art çalışması Dünyaca ünlü heykeltıraş Andrew Rogers'ın dünyanın 13 farklı ülkesinde gerçekleştirmiş olduğu "hayatın ritimleri" adlı eserin Türkiye ayağı olan ve 10 farklı heykel grubundan oluşan zaman ve mekan adlı heykel park çalışmasıdır. Nevşehir'in Göreme beldesi Karadağ mevkisinde açılan sergi balon turizminin yaygın olduğu bu bölgemizde yüksekten bakılınca fark edilecek şekilde devasa boyutlardaki heykellerden oluşmaktadır. (Altunkaya, 2015)
1974 yılı Türkiyesi için bu sanat anlayışı oldukça şaşırtıcı ve yadırgatıcıydı. Sanatta ve edebiyatta toplumcu gerçekçiliğin hakim olduğu, görsel sanat deyince akla tuval üzerine yağlı boya işlerin geldiği bir dönemde böyle bir girişimde bulunmak cesaret isteyen bir girişimdi. Ülkemizdeki ilk Land Art etkinliğinin 1974 yılında Yücel Dönmez'in Kaçkar Dağlarının Altıparmak kesimindeki Kuartat vadisinde gerçekleştirdiği "Doğa Düzenlemesi" adını verdiği etkinlik olduğu söylenebilir.
1974 yılı Türkiyesi için bu sanat anlayışı oldukça şaşırtıcı ve yadırgatıcıydı. Sanatta ve edebiyatta toplumcu gerçekçiliğin hakim olduğu, görsel sanat deyince akla tuval üzerine yağlı boya işlerin geldiği bir dönemde böyle bir girişimde bulunmak cesaret isteyen bir girişimdi.
Yücel Dönmez'ın Doğa Düzenlemeleri Milliyet Sanat dergisinde Zeynep Oral'ın röportajı ile yer alınca sanat çevresinden olumlu ve olumsuz eleştiriler gelmeye başlıyor: birileri para getirmediği için böyle bir sanatın gereksiz olduğu yolunda fikir yürütürken, bir kesim de sanatta düzenleme diye bir konu yoktur diyerek karşı çıkıyor.
1975 yılında ise Yücel Dönmez dünyada kar üzerine ilk resim yapan sanatçı olarak kendisini gösteriyor. Bülent Garan sponsorluğunda Bursa Uludağ'da ilk kar resmini gerçekleştirir. Daha sonraları 1996 yılında ise dünyanın en büyük Kar resmi'ni yine Uludağ'ın zirveye yakın bir bölümünde gerçekleştiren Yücel Dönmez'i Bülent Garan'ın oğlu Mehmet Garan, sahibi olduğu Fuji Film-İstanbul ile sponsor eder ve dünyanın en büyük resmi 10 bin metre karenin üzerinde Uludağ'da işlenirken, o zaman hayatta olan Bülent Garan'da ön ayak olduğu bu sanat olayını, Uludağ-Mandıra bölgesindeki tesislerinden izleyerek, Yücel Dönmez ile kurduğu telefon irtibatı ile, dünyanın en büyük Kar Resmi'nin küratörlüğünü üstlenir… Ayrıntılı bilgi için Bknz (Anonim, 2015) Daha sonra sanatçı Türkiye'nin pek çok bölgesinde ve Amerika'da çeşitli Land Art uygulamaları gerçekleştirir.
2011 yılında ilki gerçekleştirilen 1. Çavuş Sonsuz Şükran Köyü Arazi Sanatı etkinlikleri ülkemizde bu alanda yapılan en kapsamlı Land Art etkinliğidir. Etkinliği düzenleyenler Türkiye'de Arazi Sanatı ile ilgili yapılmakta olan bu etkinliğin amacını: bu topraklardan geçmiş eski çağlara ait: Hitit, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti kültürleriyle harmanlanmış Çavuş kasabasının, değerli toprağıyla günümüz sanatının birleşmesinin 2000li yıllardaki yansıması olarak tanımlamaktadır.
Söz konusu çalışmalara ev sahipliği yapan köyün yakın sınırlarından geçmiş İpek Yolu üzerinde inşa edilmiş hanlar, hamamlar ve köprülerin olması; o dönem için Akdeniz'e giden önemli geçiş yolu olduğunu gösteriyor. Tarihi, coğrafyayı ve doğayı aynı potada eriterek yapılan bu Land Art etkinliği Uluslararası anlamdaki ilk Arazi Sanatı etkinliği olarak anılmaktadır.
Türkiye'de son dönemlerde var olan sanat eserlerine salt marketing amacıyla yaklaşan sanat kurumlarının yanı sıra; satış kaygısını bir tarafa bırakılarak sanatçıların doğa için üretilen projeleri seçilmiştir. İç Anadolu'nun bakirliğinden ve Anadolu medeniyetlerinden etkilenerek o bölgeyi canlandıracak ve dünyanın ekolojik meseleleriyle iç içe zamanla doğa şartlarında yok olabilecek farklı yaklaşımla Sonsuz Şükran Köyü'ne çağdaş sanat projesi gerçekleştirilmiştir. (Wellmann, 2015)
Unusual Care Sanat Grubu'nun Anltalya-Saklıkent'te gerçekleştirdiği Land art etkinlikleri son dönemde rağbet gören çalışmalar olarak öne çıkıyor. Sıradışı sanat etkinlikleriyle dikkat çeken "Unusual Care Art Group", 2013 yılında Antalya-Saklıkent kayak merkezinde, Kar Resmi (Snow Paintings), Eriyen Gülümsemeler (Melting Smile) Her Yer Benim Atölyem (Everywhere is My Studio) adlı bir dizi land art etkinliği gerçekleştirdi. Türkiyeli sanatçılarının uygulamaları dışında dünyaca ünlü Land Art sanatçılarının ülkemizde gerçekleştirdiği uygulamalara da rastlanmaktadır. Avustralyalı sanatçı Andrew Rogers'ın 2013 yılında İstanbullu katılımcılarla birlikte gerçekleştirdiği "Dönenceli Yollar-Gerçeğin arayışı" land art projesi buna örnek olarak gösterilebilir.
SONUÇ
Sanat doğadan kopuk, steril ve sonlu alanlarda yaratılamaz der 'Land art'. Sanatın doğaya sunulan bir armağan olduğunu savunan bu akım eserin kalıcılığını veya insanların kabul etmesini ikinci plana atar. Arazi sanatında asıl olan eseri doğaya kabul ettirmektir, onun beğenisine sunmaktır. Doğayı sonsuz bir sergi alanı olarak ele alan bu akım doğanın aldığı armağanı kendi istediği şekle sokmasını, değiştirmesini, dönüştürmesini ya da kendine katmasını öngörür. Yani sonuçta eser gider sanat kalır. Sanat da doğanın ta kendisidir. Arazi Sanatında sergi doğadadır ve sanatçı nerde ne çalışmışsa insanlar oraları gezecektir ve her mevsim ve hatta günün her anında farklı şeyler göreceklerdir, çünkü doğa durağan değildir, değişkendir.
1960'ların sonunda, kendilerinden önceki sanat hareketlerinden etkilenerek ortaya çıkan Land Art sanatçıları, modernist zihniyetin hegemonyası altında olan sanatı, steril ve sınırlı galerilerden kurtarıp özgürlüğüne kavuşturma düşüncesiyle, galerilerden ve modernist ilişkilerden uzaklaşarak eserlerini doğada, uçsuz bucaksız çöllerde, dağlarda, tarlalarda, deniz kıyılarında yapmaya başlamışlardır. Sanatın disiplinleri arasındaki sınırları kaldırıp, sanatın kapsamını ve malzeme çeşitliliğini de olabildiğince genişletme yoluna gitmişlerdir.
Kaynakça
Altunkaya, N. (2015, 03 17). Land Art Sanatı Üzerine. Nesrin Altunkaya Blog: http://nesrinaltunkaya.blogspot.com.tr/2012/01/land-art-sanati-uzerine.html adresinden alınmıştır
Anonim. (2015, 03 17). Türkiye'de Land Art'ın 40 yılı. Turkish Art Market: http://turkishartmarket.com/2014/04/14/turkiyede-land-artin-40-yili/ adresinden alınmıştır
Aydın, B. (2015, 03 16). Otoriteye Karşı Sanat Land Art. Tramvay Durağı: http://www.tramvayduragi.com/land-art/ adresinden alınmıştır
Aydın, S. (2008). Sanatta, Modernist İdeolojinin Reddi ve Ekolojist Bir Yaklaşım Olan Land Art Bağlamında İki Sanatçının Karşılaştırılması Richard Long ve Michael Heizer. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Dergisi, s. 51-63.
Kastner, J. (2010). Arazi ve Çevre Sanatı. (B. Wallis, Dü.) Londra: Phaidon.
Kedik, A. S. (1999). Sanat ve İzleyicisi İlişkisinin Değişen Görünümü ve Zaman Kavramı Bağlamında Land Art. Türkiye'de Sanat(38), 36-41.
Lynton, N. (2004). Modern Sanatın Öyküsü. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Pekşen, A. (2015, 03 17). NEVADA ÇÖLÜ'NDE TAŞTAN BİR KENT HEYKELİ. İzinsiz Gösteri: http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi29/ali.peksen_29.html adresinden alınmıştır
Wellmann, Z. (2015, 03 17). Land Art. Sonsuz Şükran: http://www.sonsuzsukran.org/land-art-etkinlikleri2.html adresinden alınmıştır
Yılmaz, M. (2004). Sanatın Felsefesi Felsefenin Sanatı. Ankara: Ütopya Yayınevi/Sanat Dizisi.
LAND ART
Sonsuz Şükran Köyü başlı başına sanat kültür etkinliklerinin yapıldığı ve tamamen yeni kurulan bir alandır. Statü olarak mahalle birim olarak köy Konya Hüyük'e bağlı Çavuş kasabasında oluşturulmaktadır.
Bu alanda hem köyün, hem yörenin tarihsel ve sosyal birikimlerini dikkate alan yapılanma gerçekleştirilmektedir. Hem ulusal, hem de uluslararası çapta yetkin sanatçıların etkinlik, atölye ve yaşam mekanları oluşturulmaktadır. Köyün ve bölgenin kültürel ve ekonomik hayatına ciddi katkıları olacak bir projedir. Bu şekliyle Türkiye'de alanında da bir ilktir.