T.C. MARMARA ÜNĐVERSĐTESĐ TÜRKĐYAT ARAŞTIRMALARI ENSTĐTÜSÜ TÜRK TARĐHĐ ANABĐLĐM DALI CUMHURĐYET TARĐHĐ BĐLĐM DALI
TÜRKĐYE’DE “KÜRTÇÜLÜK” (1950-1984)
DOKTORA TEZĐ
BARIŞ ERTEM
ĐSTANBUL 2012
T.C. MARMARA ÜNĐVERSĐTESĐ TÜRKĐYAT ARAŞTIRMALARI ENSTĐTÜSÜ TÜRK TARĐHĐ ANABĐLĐM DALI CUMHURĐYET TARĐHĐ BĐLĐM DALI
TÜRKĐYE’DE “KÜRTÇÜLÜK” (1950-1984)
DOKTORA TEZĐ
BARIŞ ERTEM
TEZ DANIŞMANI: YARD. DOÇ. DR. ALĐ SATAN
ĐSTANBUL 2012
ĐÇĐNDEKĐLER ÖNSÖZ .............................................................................................................. III ÖZET .............................................................................................................. VII ABSTRACT ..................................................................................................... VIII KISALTMALAR .................................................................................................. IX GĐRĐŞ ................................................................................................................. X BĐRĐNCĐ BÖLÜM: ĐKĐNCĐ DÜNYA SAVAŞI VE TÜRKĐYE’DE GELĐŞMELER (1942-1950) .................................. 1 1.1. ĐRAN’IN ĐŞGALĐ VE ĐŞGALĐN ĐRAN KÜRTLERĐNE ETKĐSĐ.................................................................. 1 1.1.1. Đran’da “Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin Kuruluşu ........................................................... 4 1.1.2. “Mahabad Kürt Cumhuriyeti”nin Türkiye’ye Etkisi ........................................................... 6 1.2. TÜRKĐYE’DE DEMOKRASĐYE GEÇĐŞ VE SĐYASÎ PARTĐLERĐN DOĞU-GÜNEYDOĞU ANADOLU’DA TEŞKĐLÂTLANMALARI ......................................................................................................................... 9 1.2.1. CHP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya Yönelik Politikaları ........................................ 10 1.2.2. DP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya Yönelik Politikaları .......................................... 16 ĐKĐNCĐ BÖLÜM: ÇOK PARTĐLĐ DÖNEM VE KÜRTÇÜLÜĞÜN SĐYASALLAŞMA ÇABALARI(1950-1958)..19 2.1. MECLĐS’TE KÜRTLERLE ĐLGĐLĐ TARTIŞMALAR ............................................................................ 19 2.1.1. Orgeneral Mustafa Muğlalı Olayı ve Davası .................................................................... 22 2.1.2. Umumî Müfettişliklerin Kaldırılması................................................................................ 31 2.2. BASINDA BÖLGE VE KÜRTLERLE ĐLGĐLĐ TARTIŞMALAR .............................................................. 36 2.2.1. Muğlalı Olayının Tekrar Gündeme Getirilmesi ................................................................ 44 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: IRAK VE TÜRKĐYE’DEKĐ DARBELERĐN KÜRTÇÜLÜĞE ETKĐSĐ(1958-1960) ................... 49 3.1. IRAK’TA ABDÜLKERĐM KASIM DARBESĐ VE YENĐ ANAYASADA KÜRTLER................................... 49 3.1.1. Mustafa Barzani’nin Irak’a Davet Edilmesi ..................................................................... 50 3.2. MUSTAFA BARZANĐ HAREKETĐ, KERKÜK’TE TÜRKMEN-KÜRT GERGĐNLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’YE YANSIMASI ....................................................................................................................................... 51 3.3. YASADIŞI “KÜRT ĐSTĐKLÂL PARTĐSĐ VE “49’LAR” OLAYI ............................................................ 60 3.4. 27 MAYIS 1960 ASKERÎ MÜDAHALESĐ ........................................................................................ 63 3.4.1. Sivas Kampı ve “55’ler” Olayı ........................................................................................ 64 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: KÜRTÇÜLÜĞÜN SOL ÖRGÜTLER ĐÇERĐSĐNDE GELĐŞĐMĐ(1961-1974) ............................. 73 4.1. 1961 GENEL SEÇĐMLERĐ VE PARTĐLERĐN DOĞU-GÜNEYDOĞU ANADOLU POLĐTĐKALARI.............. 73 4.1.1. “55’ler” in Bölgeye Geri Dönüşleri ................................................................................. 75 4.2. TÜRKĐYE ĐŞÇĐ PARTĐSĐ VE SĐYASÎ KÜRTÇÜLÜK............................................................................ 81 4.3. YASADIŞI “TÜRKĐYE KÜRT TALEBE CEMĐYETĐ” (23’LER OLAYI) VE TĐP ..................................... 84 4.4. ĐÇĐŞLERĐ BAKANI BEKATA ĐLE SAĞLIK BAKANI AZĐZOĞLU’NUN KÜRTÇÜLÜK TARTIŞMASI ......... 89 I
4.5. “KÜRT MESELESĐ” TERĐMĐNĐN TĐP ARACILIĞIYLA SĐYASÎ LĐTERATÜRE GĐRĐŞĐ ............................ 93 4.6. 1965 GENEL SEÇĐMLERĐ VE TĐP’ĐN MECLĐS’E GĐRĐŞĐNĐN KÜRTÇÜLÜK FAALĐYETLERĐNE ETKĐSĐ .. 94 4.7. MUSTAFA BARZANĐ ĐLE ĐLĐŞKĐLĐ YASADIŞI “TÜRKĐYE KÜRDĐSTAN DEMOKRAT PARTĐSĐ” ............ 97 4.8. TĐP’ĐN KÜRTÇE YAYIN YAPAN YENĐ AKIŞ DERGĐSĐ .................................................................... 99 4.9. KÜRTÇÜLÜĞÜN BÖLGEDE TABAN GENĐŞLETME ÇALIŞMALARI: DOĞU MĐTĐNGLERĐ VE TĐP ...... 102 4.10. CHP’NĐN DEĞĐŞEN BÖLGE POLĐTĐKASI VE GENEL SEKRETER ECEVĐT’ĐN DOĞU GEZĐSĐ (1967) . 108 4.11. TÜRKĐYE’DEKĐ KÜRTÇÜLÜK HAREKETĐNDE BĐR DÖNÜM NOKTASI OLARAK DEVRĐMCĐ DOĞU KÜLTÜR OCAKLARI ........................................................................................................................ 115 4.12. DDKO’LARIN TĐP ÜZERĐNDEKĐ ETKĐSĐ: DÖRDÜNCÜ BÜYÜK KONGREDE ALINAN KÜRT KARARI” VE KAPATMAYA GĐDEN SÜREÇ ........................................................................................ 128 4.13. 12 MART 1971 ASKERÎ MÜDAHALESĐ VE KÜRTÇÜLÜĞE KARŞI ALINAN ÖNLEMLER ................ 132 4.13.1 DDKO’ların Kapatılması.............................................................................................. 133 4.13.2. TĐP’in Kürtçülük ve Bölücülük Faaliyetlerinden Dolayı Kapatılması ........................... 134 BEŞĐNCĐ BÖLÜM: BÖLÜCÜ TERÖRE GEÇĐŞ SÜRECĐ (1974-1984) ..................................................................... 140 5.1. 1974 GENEL AFFI VE KÜRTÇÜLÜK FAALĐYETLERĐNE ETKĐSĐ ..................................................... 140 5.2. 1974 AFFI SONRASI KURULAN KÜRTÇÜ ÖRGÜTLER.................................................................. 146 5.2.1. “Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi” (TKSP) .............................................................. 147 5.2.2. “Rızgari” (Kurtuluş) ve “Ala-Rızgari” (Kurtuluş Bayrağı) ............................................ 148 5.2.3. Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları (KUK)......................................................................... 149 5.2.4. Devrimci Doğu Kültür Dernekleri (DDKD) ................................................................... 150 5.2.5. “Kawa”......................................................................................................................... 150 5.2.6. “Kürdistan Đslâm Partisi” ............................................................................................. 151 5.3. PKK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN KURULUŞ SÜRECĐ........................................................................... 151 5.3.1. Örgütün Suriye’de Geçirdiği Dönem (1979-1982).......................................................... 157 5.3.2. Örgütün Kuzey Irak’a Taşınması ................................................................................... 160 5.4. BÖLÜCÜ TERÖR EYLEMLERĐNĐN BAŞLAMASI: ŞEMDĐNLĐ VE ERUH SALDIRILARI ....................... 162 SONUÇ.......................................................................................................................................... 165 BĐBLĐYOGRAFYA ...................................................................................................................... 172 EKLER
II
ÖNSÖZ Kürt meselesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu meselesi ya da daha gerçekçi bir ifade ile Kürtçülük meselesi, özellikle son 30 yıldır Türkiye’nin gündeminde en üst sıraları işgal etmektedir. Bu son 30 yıllık süreçte meydana gelen bölücü terör olaylarının Türkiye’ye maliyeti, onbinlerce vatandaşının hayatını kaybetmesi ve yüz milyarlarca dolarlık harcamalar olmuştur. Bu büyük meselenin Cumhuriyet’in yaklaşık ilk 20 yılını kapsayan 1925-1938 süreci ve bölücü terör örgütü PKK’nın 1984 yılındaki Eruh saldırısıyla başlayan son 28 yıllık sürecini ayrıntılı olarak inceleyen pek çok akademik çalışma yapılmıştır. Ancak, meselenin bu iki dönemi arasında kalan ve DoğuGüneydoğu Anadolu Bölgelerindeki isyan hareketlerinin 1980’lerde bölücü teröre dönüştüğü yaklaşık 40 yıllık süreç için aynı şeyi söyleyebilmek mümkün değildir. 1925 ile 1938 yılları arasında ayrılıkçı, bölücü, Kürtçü, etnik bir karakter taşımayan, daha çok yeni Cumhuriyet rejiminin lâik politikalarına, idarede merkezileşme ve otorite kurma çabalarına ve genel olarak bölgesel geri kalmışlığın bir tür yansıması olarak bölgede meydana gelen olayların; 1980’li yıllarda nasıl ayrılıkçı, Kürtçü bir teröre dönüştüğü ya da dönüştürüldüğü konusu, ayrı bir çalışma olarak neredeyse hiç ele alınmamıştır. Konuyu dönemlere ayırmadan, devam eden tek bir süreçmiş gibi inceleyen ve farklı açılardan bakan çalışmalar ve görüşler mevcuttur. Bu görüşlerden birisi, Türkiye’nin ulus devletler çağında ulusal olarak yeniden örgütlenmek, toplumda türdeşlik sağlamak için bir etnik homojenleştirme yöntemini seçerek, bu amaçla Ermenilere tehcir, Rumlara mübadele ve son olarak Kürtlere tedip ve tenkil uyguladığı tezini öne süren görüştür.Buna göre, Kürtler, Cumhuriyet rejiminin uyguladığı bu etnik homojenleştirme politikasına direnmiş ve bunun sonucu olarak ortaya “Kürt sorunu” ve ayrılıkçı şiddet ortaya çıkmıştır. Sorunda yabancı kışkırtması olduğu iddiaları ise gerçekçi değildir. Kürt meselesi hakkında bir başka bakış açısına göre ise sorunun oluşumunda Kürtlerin aşağılanmışlık duygusu içerisinde bulunmaları, ayrımcılığa uğradıklarını hissetmeleri, Türkiye anayasalarındaki “etnik vatandaşlık” vurgusu, Kürtlere Türk olduklarının dayatılması ve Kürtlerin yok sayılması gibi nedenler yer almaktadır. Bu bakış açısında ayrıca, Irak’taki Molla Mustafa Barzani hareketinin Türkiye’ye etkisi,
III
bölgesel geri kalmışlık ve feodal yapının Kürtlerin yenileşmesini engellediği gibi etkenler de yer almaktadır. Yukarıdakibakış açılarına ilişkin çok sayıda çalışma yapılmıştır. Ancak ana tema bu görüşlerle paraleldir. Biz ise bu tezde mevcut görüşlerin dışında şu değerlendirmeyi öne sürüyoruz: 1925 ile 1938 yılları arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde meydana gelen 20’ye yakın olay, Kürtçü, bölücü, ayrılıkçı karakter taşımayıp; Cumhuriyet rejiminin merkezileşme politikasına karşı statüsünü kaybetmek istemeyen aşiret reisleri ya da ağaların bu politikaya direnmeleri, yeni rejimin laik uygulamalarına sıcak bakmayan yerel dini liderlerin tepkileri ya da bölgesel geri kalmışlığın birer sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Nitekim, buna benzer süreç 1840’larda Osmanlı Devleti’nde başlayan merkezileşme ve reform politikalarına karşı aşiret reislerinin direnmesiyle de yaşanmış ve bu dönemde bölgede bazı ayaklanmalar meydana gelmiştir. Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük güçlerin Ortadoğu’ya ve Ortadoğu’da yaşayan etnik unsurlara ilgileri artmış, özellikle Sovyet Birliği bölgenin etnik yapısı üzerine yoğun bir politika uygulamıştır. Sovyetler’in Đran’ı işgali sonrasında 1946 yılında “Mahabad Kürt Cumhuriyeti”ni kurdurması Kürtçülük için en önemli kırılma noktası olmuştur. Aynı yıllarda Sovyetler tarafından benzer politika Türkiye’deki Kürtler üzerine de uygulanmış ve 1950’li yıllara girilirken üniversite mezunu, küçük ama etkin bir sosyalist Kürtçü grup oluşmuştur. Türkiye’nin demokrasiye geçişiyle faaliyetlerini siyasallaştırma imkânı bulan bu grup hem doğrudan siyasete girmiş, hem de partilerin oy kaygılarını kullanarak önemli bazı Kürtçüleri milletvekili olarak Meclis’e gönderebilmişlerdir. 1958 yılında Irak’taki Kasım darbesiyle birlikte başlayan Molla Mustafa Barzani hareketi, Türkiye’deki Kürtçü faaliyetler için yeni bir dönüm noktasıdır. 1960’lı yıllarda güçlenen sol hareket içerisinde özellikle Türkiye Đşçi Partisi kanalıyla kendine önemli bir yer bulan Kürtçü hareket, demokrasinin sağlamış olduğu siyasî hak ve özgürlükleri de suiistimalederek bu yıllar boyunca siyasallaşmış ve tabanını sürekli genişleterek güçlenmiştir. Türkiye’deki Kürtçülük açısından kilometre taşları sayılabilecek olan Doğu Mitingleri ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları bu sürecin birer ürünüdür. Bunlardan Devrimci Doğu Kültür Ocakları, kültürel talepleriyle değil siyasî talepleriyle
IV
öne çıkmışlar ve siyasî bir hareket olarak var olmuşlar, özellikle Türkiye Đşçi Partisi’nin politikalarında önemli bir rol oynamışlardır. “Kültürel Kürtçülük” ise ancak 1990’lı yıllarda belirgin olarak ortaya çıkacaktır. 12 Mart 1971 tarihindeki askerî müdahalenin meydana getirdiği siyasî atmosfer ile Kürtçü hareket durma noktasına gelmiş ve birçok önemli Kürtçü tutuklanarak ya da mahkûm edilerek etkisizleştirilmiştir. Ancak 1974 yılında ilân edilen genel afla yeniden serbest kalan bu Kürtçüler, bu kez artık milliyetçi taleplerini karşılamayan Türk solundan ayrılarak kendi Kürt milliyetçisi, ayrılıkçı ve bölücü örgütlerini kurmuşlardır. 1970’li yılların anarşi ve şiddet ortamı içerisinde kısa sürede silahlanan bu bölücü örgütler, aynı yıllarda Vietnam ve Kamboçya gibi ülkelerdeki gerilla savaşı taktiklerini benimsemiş, bu yöntemlerle şiddet ve terör eylemleri gerçekleştirmişlerdir. Dünya’nın en kanlı terör örgütlerinden biri olan bölücü PKK Terör Örgütü de, bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Kürtçülük konusunda bu tez çalışmasına katkı için arşiv belgesi bulmak oldukça zor olmuştur. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde şahıs isimleri, olay tarihleri ve yer adları ile yapılan ayrıntılı taramalar sonucunda çalışmaya katkı sağlayabilecek ve bir doktora
tezi çalışmasında
kullanılabilecek
nitelikte ancak üç arşiv belgesi
bulunabilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde
ise
konuyla
ilgili
belge
olup
olmadığı
öğrenilememiştir. Çünkü başvuru dilekçemizi yazmamızın üzerinden aylar geçmiş olmasına karşın olumlu ya da olumsuz herhangi bir cevap elimize ulaşmamıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Đçişleri Bakanlığı Arşivleri için de durum farklı değildir. Bu arşivlerde dilekçe yoluyla ya da farklı bir başvuru şekliyle “normal araştırmacıların” çalışma yapmalarının mümkün olmadığı ve tasnifin de buna uygun düzenlenmediği yetkililer tarafından tarafımıza sözlü ve açık bir ifadeyle bildirilmiştir. Çalışmada incelenmiş olan çeşitli kuruluş, teşkilat ya da örgütlerin çıkarttıkları Yeni Akış, Deng gibi kısa süre sonra kapatılmış olan süreli yayınlara ulaşmak da mümkün olmamıştır. Çalışmamızda Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet Senatosu ve Millî Birlik Komitesi Genel Kurul Toplantı tutanakları oldukça verimli bilgiler sunmuştur. Dönemin gazeteleri ayrıntılı olarak taranmış, araştırmaya konu olan örgütlerin ulaşılabilen yayın organları incelenmiştir. Konuyla ilgili Türkçe-Đngilizce literatür ile V
çeşitli kurum ve kuruluşların yayımladığı raporlar incelenip değerlendirilmeye çalışılmıştır. Kişi ya da kurumların çalışma açısından önemli olarak değerlendirdiğimiz ifadeleri aynen alıntılanarak tırnak içerisinde verilmiş, geri kalan kısımları ise içeriği değiştirilmeden ve yorum katılmadan özetlenerek alıntı yapılan kaynak dipnotla gösterilmiştir. Bu alıntılar ve özetlerdeki görüş ve fikirler, tamamen alıntı yapılan kişi ya da kurumlara aittir. Çalışmanın başlığında ve içeriğindeki bölümlerde kullanılmış olan “Kürtçü” terimi ise Kürt etnisitesi üzerinden legal ya da illegal siyasi faaliyette bulunan örgüt, teşkilat, yapı, kuruluş ya da kişileri ifade etmektedir. Çalışmada, bu örgüt, teşkilat, yapı, kuruluş ya da kişilerin Kürtçülük faaliyetleri ve bu faaliyetlerin ayrıntıları önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışmada yardımlarını gördüğüm tüm aile fertlerime ve değerli hocam, tez danışmanım Yard. Doç. Dr. Ali Satan’a teşekkürü bir borç bilirim.
Barış ERTEM Đstanbul, 2012
VI
ÖZET Genellikle Kürt meselesi olarak adlandırılan sorun, özellikle son 30 yıldır Türkiye’nin gündemindeki en önemli konulardan birisidir. 1980’li yılların ortalarında başlayan saldırılarla birlikte artık bölücü terör ile birlikte anılan bu sorunun 1950’li yıllara kadar uzanan yaklaşık 60 yıllık bir arka planı bulunmaktadır. Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra galip güçlerin Ortadoğu’daki Kürtler üzerine uyguladığı etnik politikadan payını alan Türkiye’de, 1950’li yıllardan itibaren Kürtçülük faaliyetleri başlamıştır. Bu faaliyetler, Irak’ta 1958 yılında başlayan Molla Mustafa Barzani hareketiyle hızlanmış ve 1960’lı yıllarda sol örgütler içerisinde kendine yer bularak siyasileşerek büyümüştür. 1970’li yılların ortalarından itibaren artık Kürt milliyetçisi ve bölücü bir nitelik kazanan hareket, Vietnam ve Kamboçya’daki gerilla taktiklerini benimseyerek silahlanmış ve bölücü terör eylemlerine başlamıştır. Bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkan PKK Terör Örgütü, Türkiye’de 1980’li yıllardan beri kanlı terör eylemleri gerçekleştirmektedir. Anahtar kelimeler: Kürt sorunu, Türkiye Kürtleri, Kürtçülük, Türkiye’de bölücü terör, PKK
VII
ABSTRACT The issue, often referred to as the Kurdish problem is one of the most important issues on the Turkey’s agenda, especially in the last 30 years. This issue dates back to the early 1950’s and has a background in nearly 60 years. Victorious powers of the World War II, have implemented an ethnic politics on the Kurds in Middle East. At the same time, “Kurdism” activities started in Turkey in 1950’s. These activities have accelerated the movement of Mullah Mustafa Barzani in Iraq, which began in 1958 and politicized left-wing organizations and grew up in the 1960’s. The Kurdism movement in Turkey, has gained the Kurdish nationalist-separatist character in the mid-70’s. Has adopted the guerilla tactics from Vietnam and Cambodia. Armed and started to the separatist terrorist acts. The PKK Terrorist Organization that emerged as a result of this process. PKK realized terrorist attacks in Turkey since the 1980’s. Keywords:Kurdish question, Kurds in Turkey, Kurdism, Separatist terror in Turkey, PKK
VIII
KISALTMALAR ADYÖD
Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği
ASALA
ArmenianSecretArmyforLiberation of Armenia
AYM
Anayasa Mahkemesi
BCA
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
CHP
Cumhuriyet Halk Partisi
CKMP
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi
CSTD
Cumhuriyet Senatosu Tutanakları Dergisi
DDKD
Devrimci Doğu Kültür Dernekleri
DDKO
Devrimci Doğu Kültür Ocakları
DP
Demokrat Parti
FKF
Fikir Kulüpleri Federasyonu
I-KDP
Irak Kürdistan Demokrat Partisi
Đ-KDP
Đran Kürdistan Demokrat Partisi
KYB
Kürdistan Yurtseverler Birliği
MBK
Millî Birlik Komitesi
MBK-GKTT
Millî Birlik Komitesi Genel Kurul Toplantısı Tutanakları
MEH
Millî Emniyet Hizmetleri
MĐT
Millî Đstihbarat Teşkilâtı
MMTD
Millet Meclisi Tutanak Dergisi
MSP
Millî SelâmetPartisi
PKK
“Kürdistan Đşçi Partisi”
TBMMZC
Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi
TĐP
Türkiye Đşçi Partisi
TKDP
“Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi”
TKSP
“Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi”
TMTF
Türkiye Millî Talebe Federasyonu
YTP
Yeni Türkiye Partisi
IX
GĐRĐŞ Türkiye nüfusu içerisinde önemli bir kitleyi oluşturan Kürtlerin kökenleri ve geçmişleri konusunda, özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren pek çok araştırma yapılmıştır. Hatta denilebilir ki, bu yüzyılda hiçbir topluluk Kürtler kadar araştırma konusu olmamıştır. Batılıların Kürtlüğe gösterdikleri bu yoğun ilginin en başta gelen nedeni ise bu yüzyılda büyük jeopolitik öneme ve enerji kaynaklarına sahip Orta Doğu’da kendi çıkarlarına hizmet edebilecek yeni bir etnik unsur oluşturma çabalarıdır.1 Bununla birlikte; verilerin yetersizliği, çalışmaların taraflı olması, Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde tarih boyunca meydana gelen pek çok göç ve istila olayı gibi nedenlerle bu araştırmaların çoğu birbiriyle çelişen ve varsayımı aşmayan tezler olarak ortaya çıkmışlardır. Kürtlerle ilgili yapılan araştırmalar, Kürtlerin kökenleri ile ilgili genel olarak 4 tez çevresinde toplanmıştır. Bu tezlerden ilki, Kürtlerin kökeninin Guti ve Önasya kavimlerinden geldiği doğrultusundadır. Kürtleri, dünyanın en eski ve en saf halklarından birisi, büyük bir dünya uygarlığının kurucusu olarak gösterme kompleksiyle yazılmış, bir kısmı ticarî amaçlı bu tür kitaplardaki bu iddialar, bilimsel dayanaktan tamamen yoksundur. Kürtlerin kökeniyle ilgili ikinci tez ise “Kardutezi”dir. Bu tez, Kürtlerin kökeninin M.Ö. 5 ya da 4. yüzyılda, Dicle Nehri’nin sol tarafı ve Cudi Dağı arasındaki bölgede yaşamış, son derece çevik ve savaşçı, dağlı bir kavim oldukları iddia edilen Karduklardan geldiğini öne sürmektedir. M.Ö. 401 yılında Đran’dan dönen paralı Yunan askerlerinin komutanlarından Ksenofon’un yazdığı Anabasis (Onbinlerin Dönüşü) isim hatırata dayandırılan bu tez, Kürtler ile Karduklar arasında maddî ya da tarihî bir bağ bulunamaması nedeniyle geçersiz kalmıştır. Üçüncü tez ise “Med-Đskit tezi”dir. Bu tez, Rus bilim adamı Vladimir Minorsky’yeaittir. Medler, kuzeyden Asya’ya gelmiş ve M.Ö. 7 ve 6. yüzyıllarda, Đran merkez olmak üzere güçlü bir devlet kurmuş ve M.Ö. 550’li yıllarda Persler tarafından ortadan kaldırılmış bir kavimdir. Đskitler (Sakalar) ise M.Ö. 7. yüzyılda kuzeyden gelmiş ve bir ara Medleri yıkarak bölgede 29 yıl hüküm sürmüş güçlü bir Türk-Asya kavmidir. Kafkasya dahil 1
Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin Etnik Yapısı: Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler, Ankara: Fark, 2007 (Gen. 32.bsk), s.151
X
Çin’den Tuna’ya kadar hakimiyet kurmuşlar, bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu ele geçirmişlerdir. Minorsky’nin tezinin çıkış noktasını, Kürt denilen toplulukların Med ve Đskit çöküntüsünden sonra ortaya çıkmaları ve bugünkü Kürt coğrafyasının Med ve Đskitlerce paylaşılmış olması oluşturmaktadır. Ancak Minorsky, kendilerinden hiçbir kalıntı bulunmayan ve dilleri bilinmeyen Medlerle Kürtler arasında hiçbir sağlıklı maddî belgesel bir kalıntı kuramamış; Đskitleri ise iyi araştırmamıştır. Kendilerinden hiçbir karşılaştırılabilir veri kalmamış olan Medlerle bugünkü Kürtleri ilişkilendirmek, dolayısıyla Medleri Kürtlerin ataları olarak kabul etmek mümkün değildir. Kürtlerin kökeniyle ilgili dördüncü tez ise “Kürtlerin Türklüğü tezi”dir. Bu tez, temelde Đskitlerin Türk olduğu ve Kürtlerin, Đskitlerin Kafkasya’nın kuzeyinden gelip Doğu Anadolu Bölgesi ve Van’ın bir bölümünü işgallerinden sonra ortaya çıktıkları görüşüne dayanmaktadır. Bu tezi ilk olarak “Kürtlerin Türklüğü” adlı eserinde Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu ortaya atmıştır. Bizans arşivlerinde mevcut, 830 yılına ait, Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Kürt isimli bir boyun olduğu ve bu boyun Türk olduğunu gösteren belgelere, Orta Asya’da, Doğu Sibirya’da, Kafkas-Hazar bölgesinde halkı Türk olan Kürt isimli yerleşim birimlerinin bulunması, bu bölgelerde Kürt isimli ya da Kürt bilinen birçok tire, urug ve boyun Türk olmaları, 24 Oğuz boyundan birisi olan Peçeneklerdeki oymak, kişi ve köy adlarıyla Doğu Anadolu Bölgesi’nde mevcut yerleşim birimleri gibi bilgilere dayandırılan bu tez halen tartışılmaktadır.2 Kökenleri ile ilgili tartışmalar bir yana bırakılırsa, Kürtler ile 8. yüzyıldan itibaren bölgeye gelmeye başlayan Türkler arasındaki kaynaşma, özellikle 1071 tarihinden itibaren 900 yılı aşkın süredir devam etmektedir. Türkiye’de devletle Kürtler arasındaki ilk büyük gerginliklerin tarihsel arka planı ise XIX. yüzyılda hız kazanan Osmanlı modernleşme sürecine dayandırılabilir. Osmanlı modernleşme hareketiyle birlikte yeni bir merkezî yönetim sistemi oluşturmak
2
Bu tezlerle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Tayyar Önder, a.g.e.,s.185-202
XI
amacıyla başlatılan politikalar, devletin sınırları içerisindeki birçok unsur gibi Kürtlerde de memnuniyetsizliklere yol açmıştır.3 Osmanlı yöneticileri, devletin parçalanma tehlikesi nedeniyle merkezileşme politikası ve aynı zamanda bir Batılılaşma projesi benimseyerek bu konuda çeşitli düzenlemelere gitmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin politika yapıcıları, merkezileşme çalışmalarının bir parçası olarak, aralarında Kürtler de olmak üzere hâkim oldukları bölgelerde sorunlara neden olan bölgesel liderlere karşı daha etkili önlemler almaya ve hepsini merkezi yönetimin sıkı kontrolü ve mutlak otoritesi altında tutmaya karar vermişlerdir. Böylece, Đstanbul’un otoritesini devletin doğu sınırlarına kadar genişletmeyi amaçlamışlardır. Bu bağlamda, 1836 yılından itibaren, Kürt tebaanın yoğun olarak yaşadığı, Baban,Soran, Bedirhan gibi yerel Kürt aile ve liderlerinin kontrolü altında bulunan ve genellikle “beylik ya da emirlik” olarak anılan bölgeler bir Osmanlı eyaletine dönüştürülmeye başlanmıştır. 1850’li yılların başlarından itibaren, Kürtlerin yaşadığı bu alanlar Osmanlı Devleti’nin 18 eyaletinden birisi olmuştur. Osmanlı yöneticileri, bu uygulamaya giderken herhangi bir etnik amaç gütmemiş, ayrımcılığa gitmemiş, Kürtleri bir etnik topluluk olarak düşünmemiş, onları ne Kürt ne de Türk olarak görmemişler; yalnızca merkezî otoriteyi
güçlendirerek devletin parçalanmasını engellemeyi
amaçlamışlardır. Devletin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bu bölgeler üzerinde merkezî otorite kurmak istemesi ise nedensiz değildir. Bölgedeki Kürt aşiretleri devletle olan ilişkilerinde genellikle kendi hallerine bırakılmak istemiş ve devlete karşı güvensiz bir tavır sergilemişlerdir. Vermek zorunda oldukları vergiyi çok ağır bulmuşlar, bölgelerindeki Osmanlı yöneticilerinin rüşvet yedikleri ya da fiyatların çok yüksek olduğu gibi şikâyetlerle zaman zaman devlete karşı küçük çaplı isyan ya da direniş hareketlerine girişmişlerdir. Bunlarla birlikte, merkezî yönetimin güçlenerek bölgedeki otoritesini güçlendirmesi de hem Kürtlerle devlet arasındaki gerginliği tırmandırmış hem de Kürtlerin zaman içerisinde devlete yabancılaşmalarına yol açmıştır. XIX. yüzyılda devletin daha fazla yetkiyi elinde toplamasıyla birlikte, Osmanlı sınırlarında dört yüz yıldır özerke yakın bir yaşam sürdürmüş olan Kürt aşiretler 3
Hüseyin Yayman, Şark Meselesinden Demokratik Açılıma Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası, Ankara: Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), 2011, s.37
XII
huzursuz olmuştur. Özellikle dağlık bölgelerde yaşayan Kürt aşiretleri, zorunlu askerlik uygulamasını ve silahlarına el konulmasını istememişlerdir. Bu yüzyılda, aşiretlerinin üyeleri kadar Kürt aşiret reisleri ve beyleri de merkezin
otoriteyi
tekelleştirmesinden
sürdürmeyi istemişlerdir.
4
rahatsızlık
duymuşlar,
eski
statülerini
XIX. yüzyıl başında yalnızca yarı bağımsız konumda
bulunmayıp, hükümetin işlevlerini de üzerine almış, fiilen bağımsız derebeyleri haline gelmiş olan5 Kürt aşiret reisleri ve beylerinin, devletin merkezileşme politikasına karşı ilk refleksleri, bu statülerini korumak için direnmek olmuştur. Bu Kürt liderlerin arasında en çok öne çıkan isim Bedirhan Bey’dir. Cizre merkez olmak üzere Diyarbakır, Musul ve Đran sınırındaki Urumiye arasında kalan bölgeyi mütesellim ünvanıylafiilen yönetmekte olan Bedirhan Bey, yönettiği yerlerde kesin bir otoriteye sahiptir ve seçkin askerlerden oluşan kalabalık ama düzenli bir silahlı gücü bulunmaktadır. Hâkim olduğu bölgede vergi topladığından dolayı ekonomik açıdan da oldukça güçlenmiştir. Bedirhan Bey, 1830’lu yılların sonlarına kadar Osmanlı Devleti’ne sadık bir görüntü vermiştir. 1838 yılının Mayıs ayında, merkezileşme ve modernleşme politikalarına direnen ve ayaklanan pek çok Kürt liderden birisi olan Sait Bey’e karşı devletin başlattığı askerî harekâta destek vermiştir. 1839 yılında ise bu kez Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından gönderilen ordu ile Osmanlı Ordusu arasında Nizip’te gerçekleşen savaşa katılmış ve Osmanlı Ordusuyla birlikte büyük kayıplar vermiştir. Osmanlı Ordusunun Nizip’te yenilgiye uğraması ve bölgedeki otoritesinin zayıflaması, Bedirhan Bey ile devlet arasındaki ilişkilerin değiştiği bir başlangıç noktası olmuştur. Bu döneme kadar devlet ile iyi ilişkiler içerisinde olan Bedirhan Bey, bu ilişkileri sayesinde gücünü pekiştirmiş ve Osmanlı Ordusunun yenilgisinden sonra bölgede tek otorite haline gelme planları yapmaya başlamıştır. 1842 yılında kendi adına para bastırmıştır. Bu sürecin ilk sonucu, Bedirhan Bey kuvvetleri ile bölgede yaşayan Hristiyan Nasturiler arasında 1843 yılında başlayan silahlı çatışmalar olmuştur. Çatışmanın en 4 5
Metin Heper, Devlet ve Kürtler, Đstanbul: Doğan Kitap, 2008, s.74-77 Martin vanBruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, Đstanbul: Đletişim, 2010 (6.bsk.), s.269
XIII
önemli nedeni, daha önce Bedirhan Bey’e düzenli olarak vergi ödeyen Nasturilerin, bölgede faaliyet gösteren Hristiyan misyonerlerin kışkırtmasıyla vergi vermekten vazgeçmeleri olmuştur. Hristiyan devletlerin misyonerleri aracılığıyla bölgedeki Nasturilerle yakın ilişki kurmasından uzun süredir rahatsız olan Bedirhan Bey, bu son gelişme üzerine devlete danışma gereği duymadan, silahlı kuvvetlerini Nasturilerin üzerine göndermiştir. Bedirhan Bey kuvvetlerinin Nasturiler üzerine düzenledikleri saldırılar aralıklarla 1845 yılı sonlarına kadar sürmüş ve pek çok Nasturi hayatını kaybetmiştir. Çeşitli kaynaklar, bu süreçte hayatını kaybeden Nasturî sayısını 10 bin ile 20 bin arası olarak vermektedir. Hristiyan Nasturilerin öldürülmesi kısa sürede Avrupa’da duyulmuş, özellikle Đngilizler ve Fransa bu saldırısından dolayı Bedirhan Bey’in cezalandırılması için Osmanlı Devleti’ne baskı uygulamaya başlamışlardır. Devlet, Bedirhan Bey’e karşı önlem olarak hem askerî bir harekât tasarlamış hem de Bedirhan Bey’in gücünü kırmak için hâkim olduğu bölgeyi ikiye ayırarak Diyarbakır ve Musul Vilâyetleri arasında pay etmeyi planlamıştır. Devletin kendisine karşı planladığı bu önlemleri haber alan Bedirhan Bey, tüm girişimlere rağmen geri adım atmamış ve isyan hareketi başlatmıştır. Bunun üzerine devlet, Urfa’dan Harput’a, Bağdat’tan Erzurum’a kadar birçok yerden topladığı kuvvetlerle yaklaşık 50 bin kişilik bir ordu kurarak Müşir Osman Paşa ve Ferik Ömer Paşa komutasında Bedirhan Bey’in üzerine göndermiştir. Bedirhan Bey’in kuvvetleri, devletin gönderdiği bu güçlü ordu karşısında direnememişler, bazıları kaçmış, bazıları ölmüş, bazıları teslim olmuş ya da Bedirhan Bey’in yeğeni Đzzettin Şer (Yezdan Şer) gibi Osmanlı tarafına geçmişlerdir. Son olarak yanında kalan yaklaşık 500 adamıyla birlikte Oruh Kalesi’ne çekilen Bedirhan Bey, burada da fazla direnememiş ve 14 Ekim 1846 tarihinde kayıtsız şartsız teslim olmuştur. Bedirhan Bey, teslim olduktan sonra önce Đstanbul’a götürülmüştür. Daha sonra, ailesiyle birlikte Girit’e sürgüne gönderilmesine karar verilmiştir. 7 Haziran 1847 tarihinde 4 eşi, 21 erkek ile 21 kız olmak üzere 42 çocuğu, 10 torunu ve hizmetçilerinden oluşan 62 kişilik ailesiyle birlikte sürgün edildiği Girit’e varmıştır. Bedirhan Bey’e sürgünde 19000 kuruş maaş bağlanmıştır. Sürgünde bulunduğu süre içerisinde Girit halkıyla iyi ilişkiler kurması, kendini sevdirmesi ve yararlıklarının görülmesi nedeniyle 1858 yılında kendisine mirimiranlık (paşa) ve Girit’ten ayrılma XIV
izni verilmiştir. Đsyandan önce hüküm sürdüğü Cizre ve çevresine dönmesi yasaklandığından önce Đstanbul’a daha sonra da Şam’a yerleşmiştir. 1870 yılında burada ölmüş ve Salihiye yakınlarına defnedilmiştir.6 Bedirhan Bey’in isyanı Kürtçülük davası ya da herhangi bir etnik gerekçeyle değil, devletle giriştiği otorite mücadelesi ve kazanmış olduğu statüyü koruma isteği sonucu başlamıştır. Bilal Şimşir’in de üzerinde özellikle durduğu gibi7, Bedirhan Bey’in devletin merkezileşme ve reform politikalarına karşı statüsünü kaybetmemek ve gücünü korumak için başlattığı isyan hareketi ile yaklaşık 75 yıl sonra Cumhuriyet idaresinin uyguladığı merkezileşme ve reform politikalarına karşı patlak veren Şeyh Sait ayaklanması arasında dikkat çekici bir paralellik bulunmaktadır. Güçlü bir merkezî yönetim ve reform uygulamalarının başlatıldığı dönemlerde, Kürtler başta olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkıyla devlet arasında gerilim yaşanmıştır. Bedirhan Bey’in isyan hareketinde Kürtçülük davasının etkisinin olmamasına karşın, ailesinin sonraki kuşaklarından birkaç üyesi Kürtçülük davasını benimsemiştir. Bedirhan Bey’in 21 oğlundan birisi olan Mehmet Emin Ali Bey ve onun oğulları Kamuran ve Celadet Bedirhan bunların başında gelmektedir. Bedirhan ailesinin bu üyeleri, benimsemiş oldukları Kürtçülük davasını, toplumsal destek ve tabandan yoksun, küçük, elit ve entelektüel bir grup olarak yaklaşık 100 yıl boyunca, Türkiye içinde ve dışında çeşitli faaliyetlerle sürdürmüşlerdir.8 Bedirhan Bey’in sürgün edilmesinden sonra yerine yeğeni Đzzettin Şer (Yezdan Şer) geçmiştir. Yaklaşık 5 yıl sonra, 1854 yılında bu kez de Đzzettin Şer’in ayaklanması patlak vermiştir. Bölgedeki son derebeylikleri de ortadan kaldırarak merkezi yönetimi tam anlamıyla yerleştirmek isteyen Osmanlı yönetiminin, yetkilerini sınırlandırması nedeniyle ayaklanan Đzzettin Şer, isyanın ilk dönemlerinde Mardin, Midyat, Nusaybin, Bitlis ve Siirt çevresini kontrol altına almıştır. Daha sonra Osmanlı kuvvetlerinin harekatına direnememiş ve teslim olmuştur. Vidin’e sürülen Đzzettin Şer’le birlikte Bedirhan ailesinin bölgedeki hakimiyeti sona ermiştir.9
6
Bilal Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), Ankara: Bilgi, 2010 (4.bsk.), s.95-103; Ahmet Özer, Beş Büyük Tarihi Kavşakta Kürtler ve Türkler, Đstanbul: Hemen Kitap, 2010 (2.bsk.), s.188-207; Martin vanBruinessen, a.g.e.,s.268278 7 Bilal Şimşir, a.g.e.,s.97 8 Bedirhan Ailesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Mahmut Çetin, Kart Kurt Sesleri, Đstanbul: Emre, 2007; eserde Emin Ali Bedirhan ile ilgili bölüm için bkz. s.71-76, Kamuran Bedirhan ile ilgili bölüm için bkz. s.83-88, Celadet Bedirhan ile ilgili bölüm için bkz. s.88-93. 9 Altan Tan, Kürt Sorunu, Đstanbul: Timaş, 2010 (5.bsk.), s.93-94
XV
Đzzettin Şer’in ayaklanmasında, merkezi otoriteye tepkinin yanında Rusların faaliyetlerinin de etkisi vardır. Ruslar, 1800’lü yılların başlarından itibaren Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriyle ilgilenmeye başlamışlardır. 1805 yılında Kürt aşiretleriyle temas kuran Ruslar, 1828-29 ve 1853-1856 Osmanlı-Rus harplerinde bu ilişkilerini daha da geliştirmişlerdir. Đzzettin Şer isyanı patlak verdiğinde devam etmekte olan Kırım Harbi’nde de Ruslar, temas kurdukları Kürtlerden iki alay teşkil ettirmişlerdir.10 Öte yandan, Rusların bölgedeki Ermenilerle de yakın ilişkiler içerisine girmeleri ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde bir Ermeni devleti kurduracakları söylentileri, Kürtlerin bazılarını da Ruslara karşı Osmanlı Devleti’ne yaklaştırmıştır. Şemdinli’de yaşayan önemli bir Kürt din adamı ve büyük bir ailenin lideri olan Şeyh Ubeydullah Nehri de bu dönemde Osmanlı Devleti’yle yakınlaşan Kürt liderlerdendir. Ubeydullah, Diyarbakır, Hakkari, Urumiye ve Van’dan topladığı yaklaşık süvarilerle 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde (93 Harbi) Osmanlı Devleti’nin yanında yer almış ve Ruslara karşı savaşmıştır. Savaşın Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sonuçlanması, ülkenin diğer bölgeleri gibi Doğu Bölgelerinde de büyük sıkıntı ve karışıklıkların çıkmasına neden olmuştur. Aynı dönemde Đran’da yaşayan Kürtlerle Đran Devleti arasında da büyük bir gerginlik yaşanmaktadır. Đran’daki büyük Kürt aşiretlerinden olan Mungur Aşireti, devlete vergi vermeyi reddederek 1880 yılında ayaklanmış ve Şeyh Ubeydullah’tan destek istemiştir. Osmanlı Devleti’nin 93 Harbi’ndeki yenilgisinden dolayı bölgedeki otorite boşluğunu değerlendiren Ubeydullah, oğlu Seyid Abdülkadir ile birlikte yaklaşık 20 bin kişilik bir kuvvet toplayarak Đran sınırını geçmiştir. Piran Aşireti’nin de destek vermesiyle birlikte Đran’da ilerleyen Şeyh Ubeydullah, Eylül sonlarında Mahabad’ı ele geçirerek Tebriz’e dayanmıştır. Ubeydullah’ın hareketinin yayıldığını gören Đran Devleti, 1881 yılının Mart ayında geniş bir askeri harekat başlatmıştır. Đran birlikleri karşısında direnemeyen Ubeydullah geri çekilerek Osmanlı Devleti’nde sığınmıştır. Bölgede daha fazla karışıklığa neden olmaması için Sultan II. Abdülhamid tarafından Đstanbul’a çağırılan Şeyh Ubeydullah, 1881 yılının Temmuz ayında Đstanbul’a ulaşmış ve bir yıl kadar 10 Đsrafil Kurtcephe-Suat Akgül, “Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı Öncesinde Kürt Aşiretleri Üzerindeki Faaliyetleri”, OTAM Dergisi, no.6, 1995, s.249
XVI
burada kalmıştır. Daha sonra devletin izni olmadan Hakkari’ye geri dönen Şeyh Ubeydullah, burada gizlice adam topladığı ve silahlandığı duyumu üzerine askerî birlikler tarafından tekrar teslim alınmış, bu kez oğlu Seyid Abdülkadir ile birlikte Mekke’ye sürülmüş ve 1883 yılında burada ölmüştür. Şeyh Ubeydullah Nehri’nin isyan hareketi de, bu dönemde bölgede meydana gelen diğer benzer hareketler gibi etnik ya da ayrılıkçı talepleri olmayan bir harekettir. Bu isyan olayları, dinî bazı hassasiyetlerle birlikte vergi vermemek ve kendi bölgelerini kendi uygun gördükleri gibi yönetmek gibi nedenlerle meydana gelmiş hareketlerdir. Hatta bir değerlendirmeye göre bunlar isyan bile değil “sivil direnişler”dir.11 Ubeydullah’ın 1883 yılında Mekke’de vefat etmesinden sonra oğlu Seyid Abdülkadir’in Đstanbul’a dönmesine izin verilmiştir. Seyid Abdülkadir, 1896 yılına kadar Đstanbul’da kalmış, bu süre içerisinde siyasete atılarak Đttihad ve Terakki Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır. 1896 yılında Sultan II. Abdülhamid’e karşı komplo girişiminde yer aldığı gerekçesiyle Medine’ye sürgüne gönderilmiştir. Sultan II. Abdülhamid, dağılma tehlikesiyle yüz yüze bulunan devleti bir arada tutabilmek için merkezî yönetim politikasını devam ettirmenin yanında bir “Đslâm birliği” ya da “Đslâmcılık” politikası da uygulamıştır. II. Abdülhamid, bu politika ile nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan devleti Đslâmî değerlerle parçalanmaktan kurtarmanın yanında, ayrılma eğilimi göstermeye başlayan Müslüman Arnavut ve Arapları da devlete bağlı tutmayı amaçlamıştır. II. Abdülhamid’in Đslâm birliğine dayalı bu politikasının, Müslüman Kürtler üzerinde olumlu bir etkisi olmuştur. Bu dönemde devletle Kürtler arasındaki gerginlik azalmış ve ilişkiler güçlenmiştir. Devletle Kürtler arasındaki bu yakınlaşmanın en belirgin sonuçlarından birisi ise Doğu Anadolu’daki aşiretlerin katılımıyla Hamidiye Alayları adı altında kurulmuş olan hafif süvari birlikleridir. Eski bir diplomat olan ve Anadolu’da başlatılan ıslahat hareketlerinde önemli hizmetleri bulunan Yaver-i Ekrem Ahmet Şakir Paşa, Rusya’da görevli olduğu dönemde Rus Kazak Alaylarından etkilenmiş ve Sultan II. Abdülhamid’e benzerlerinin Osmanlı Devleti tarafından da kurulmasını tavsiye etmiştir. Padişahın onay vermesiyle alayların kurulması çalışmalarına başlanmıştır. 11
Metin Heper, a.g.e.,s.77
XVII
Alayların kuruluşunda askerî açıdan yararlar düşünüldüğü kadar, bölgedeki aşiretlerin devletin kanun ve nizamları dairesinde hayat sevilerinin yükseltilmesi de amaçlanmıştır. Yine bu birlikler sayesinde Rusya sınırı emniyet altına alınacak, Ermeni isyanları önlenip bölgede güvenlik sağlanacaktır. Alayların kurulması üzerine bazı Ermenilerin Rusya’ya göç etmeleri, alayların varlığından rahatsız olduklarının göstergesi olarak değerlendirilmektedir.12 Bölgede güvenlik ve nizam sağlayacak bir teşkilât olarak kurulan Hamidiye Alayları, aynı zamanda aşiretlerin kanunsuz davranışlarına karşı da kullanılmışlardır.13 Kısacası, Hamidiye Alayları kurulurken bölgede düzenin sağlanması, Ermenilerin kanunsuz hareketlerinin engellenmesi, Rus sınırının güvenliği ve Kürt aşiretlerinin devlete bağlanarak kontrol altına alınmaları amaçlanmıştır. Hamidiye Alaylarının Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde kurulmasıyla ilgilenme görevi ise IV. Müşiri Zeki Paşa’ya verilmiştir. Devlet, bu aşamada daha önce kanun ve nizamları ihlâlden dolayı kovuşturmaya uğrattığı aşiret mensupları için af çıkartmıştır. Yürütülen çalışmalar sonunda, 1891 yılında bir nizamname hazırlanarak aşiretlerden alay teşkili uygulaması yürürlüğe girmiştir. II. Abdülhamid’in bu uygulaması, aşiret reisleri tarafından büyük bir kabul görmüştür. Bölgedeki pek çok aşiret reisi, Đstanbul’a giderek II. Abdülhamid’i görme talebiyle IV. Ordu Karargâhı’na başvurmuştur. Bu ilgi üzerine Zeki Paşa, Mabeyn’e müracaat ederek aşiret reislerinin Đstanbul’a gelmelerine müsaade verilmesini istemiştir. Bunun üzerine, aşiret reisleri ile birlikte her alay için en fazla iki kişinin Đstanbul’a gelmelerine izin verilmiştir. Aynı günlerde, kurulan alayları eğitecek olan subaylar da Đstanbul da seçilerek Doğudaki görev bölgelerine gönderilmişlerdir.14
12 “93 Harbi”nin ardından 3 Mart 1878 tarihinde Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan bir ön antlaşma olan Ayestefanos Antlaşması’nın 16.maddesine göre Osmanlı Devleti “Kürtler ve Çerkezlere karşı Ermenilerin güvenliğini sağlamayı” kabul etmiştir. Böylece Kürt ve Ermeni ifadeleri ilk kez doğrudan bir uluslararası antlaşmada kullanılmıştır. Bu antlaşma, daha sonra özellikle Đngiltere’nin Rusların bölgede elde edeceği kazanımlardan kaygılanarak girişimlerde bulunması sonucu değiştirilmiştir. Daha sonra 13 Temmuz 1878 tarihinde 6 büyük Avrupa ülkesi ve Osmanlı Devleti tarafından imzalanan Berlin Antlaşması’nda da bu madde değiştirilmemiş ve “Babıâli, Çerkez ve Kürtlere karşı Ermenilerin huzur ve güvenliğini sağlamayı yükümlenir. Bu hususta alınacak önlemleri [büyük] devletlere bildirecektir ve bu devletler de alınan önlemlerin uygulanmasını denetleyeceklerdir” şeklindeki 61.maddede yer almıştır. Bilal Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), s.141-153. Bu antlaşmayla birlikte Osmanlı Devleti üzerinde yaşayan Kürtler ile Ermeniler arasındaki gerginlik tırmanmış, Kürtlerin yaşadıkları topraklarda bir Ermeni devleti kurulacağı yönündeki kaygıları artmıştır. 13 Ali Karaca, Anadolu Islahatı ve Ahmet Şakir Paşa (1838-1899), Đstanbul: Eren Yayıncılık, 1993, s.173-175 14 a.g.e.,s.175-176
XVIII
Çalışmalar sonunda, yedi ayrı livada toplam 56 alay oluşturulmuştur. Bir Türk aşireti olan Karapapak Aşireti dışında, tüm alaylar Kürt aşiretlerinden kurulmuştur.15 Sivas çevresinde yaşayan Karapapak Aşireti’nden kurulmuş olan alay ise hiçbir livaya bağlanmamış ve Sivas’taki süvari bölüğü ve Sivas kumandanının sorumluluğuna verilmiştir.16 Hamidiye Alaylarının kuruldukları aşiretler, bağlı oldukları livalar ve alay numaraları ise şöyledir: Tablo 1: Hamidiye Alaylarının Bağlı Oldukları Livalar, Merkezler ve Numaraları Birinci Liva (Karakilise)
17
Alay Numaraları
Zilan Aşireti
3
4
Karapapak Aşireti (Sivas’a bağlı)
6
Adamanlı Aşireti
9
10
Haydaranlı Aşireti
11
12
Celali Aşireti
37
38
Sazili Aşireti
57
5
Đkinci Liva (Hınıs) Camadanlı Aşireti
8
Çiranlı Aşireti
31
32
Zirikanlı Aşireti
34
35
Cibranlı Aşireti
36
33
Üçüncü Liva (Malazgird) Sipikanlı Aşireti
1
2
Karapapak Aşireti (Sivas’a bağlı)
7
Hüsnanlı Aşireti
26
27
28
29
Leyuli Aşireti
13
14
15
16
Haydaranlı Aşireti
21
22
23
24
30
Dördüncü Liva (Erciş)
25
Beşinci Liva (Başkale) Mukari Aşireti
17
Milan Aşireti
18
Şemsiki Aşireti
19
15
Martin vanBruinessen, a.g.e.,s.286 Ali Karaca, a.g.e.,s.182 17 a.g.e.,s.179-181’den derlenmiştir. 16
XIX
Şukufti Aşireti
20
Takuri Aşireti
39
56
Altıncı Liva (Mardin) Milli Aşireti
41
42
Karakeçi Aşireti
45
46
Tay Aşireti
47
Miran Aşireti
48
Artuşu Aşireti
50
43
44
49
Yedinci Liva (Urfa) Kays Aşireti
51
52
Berazi Aşireti
53
54
55
Hamidiye Alayları uygulaması, Kürtler arasında memnuniyetle karşılanmış ve devletle Kürtleri yakınlaştırmıştır. Öyle ki, bu dönemde Kürtler II. Abdülhamid’i kendileri için “sultanların en iyisi” olarak görmüşler ve kendi aralarında ona “Bave Kurdan“ (Kürtlerin babası) demişlerdir.18 Hamidiye Alayları kurulurken, aşiretler arasındaki dengenin sağlanması için zayıf aşiretler tercih edilmiştir. Bu aşiretlere verilen daha iyi silahlar ve askeri eğitimle, hasımlarının üstün gücü karşısında denge sağlanması amaçlanmıştır. Ancak bu politika zamanla bazı olumsuzluklara neden olmuştur. Alayların oluşturulduğu aşiretler, hasımları ya da komşuları karşısında normalde sahip olduklarından çok daha fazla güç kazanmışlardır. Bu durum, Hamidiye mensubu aşiretlerin diğer aşiretlerle pek çok anlaşmazlıklarını kendi çıkarlarına uygun olarak çözebilmelerini sağlamıştır. Bu durumun bir sonucu olarak, zamanla Hamidiye mensubu olan aşiretlerle olmayanlar arasındaki husumet büyümüş ve aralarındaki kan davaları artmıştır. Aynı dönemde, Miran Aşireti’nden Mustafa Paşa ve Milan Aşireti’nden Đbrahim Paşa gibi isimler büyük güç kazanmışlar ve yeni yöresel Kürt liderleri olarak ortaya çıkmışlardır.19 Hamidiye Alayları uygulaması, II. Abdülhamid’in iktidardan düştüğü 1908 yılına kadar devam etmiştir. 1908 yılında iktidara gelen Đttihad ve Terakki Fırkası yöneticileri, II. Abdülhamid’e yakınlıklarından dolayı Hamidiye Alayları uygulaması sona erdirmiş ve Kürt aşiret reislerinin düzenli orduda subay olmuş çocuklarının 18 19
Martin van Bruinessen, a.g.e.,s.286; Metin Heper, a.g.e., s.73 a.g.e.,s.287
XX
rütbelerini de indirmişlerdir. Bunların yerine düzenli orduya daha bağlı yeni milis güçleri kurarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki dağlık araziyi kontrol etmeye çalışmışlardır. Milan Aşireti’nden Đbrahim Paşa gibi, alayları dağıtılan aşiret liderlerinden bazıları ayaklanmışsa da, bu ayaklanmalar büyük çaplı olmamış ve kısa sürede bastırılmışlardır. 1896 yılından beri Medine’de sürgünde bulunan Seyid Abdülkadir, Đttihad ve Terakki Fırkası’nın iktidara gelmesinden sonra Đstanbul’a dönmüştür. Đstanbul’da siyasi faaliyetlerine devam eden Seyid Abdülkadir, 1908 yılında Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin kurulmasına öncülük etmiştir.20 Đstanbul’un Vezneciler Semti’nde kurulan Cemiyetin diğer önemli kurucuları ise Emin Ali Bedirhan, Ferik Şerif Paşa, Damat Müşir Ahmet Zülkif Paşa, Babanzade Zihni Paşa, Dr. Mehmet Şükrü (Sekban) ve Naim Baban yer almaktadır. Başkanlık görevine Seyid Abdülkadir, ikinci başkanlığa ise Müşir Ahmet Paşa getirilmiştir. Yönetim kuruluna üye olabilmek için Türkçe ve Kürtçe okuyup yazabilmek, Kürtçe bilinmiyorsa başka bir yabancı dile hâkim olmak şartı bulunan cemiyetin nizamnamesine göre kuruluş amacı şudur: •
Đslâm’ın ulu hükümlerine uygun ve milletin mutluluğu ile vatanın selametine kefalet eden anayasanın yararlı kurallarını bu gerçekleri bilmeyen birtakım Kürtlere anlatmak,
•
Osmanlılığın yüce vasıflarını daima korumakla beraber din ve devletin ilerleme ve yaşamasının biricik aracı olan meşrutiyet ve meşveret düzeni korunup sürdürüldükçe, Kürtlerin büyük halifelik makamı ve yüce sultanlığa olan güçlü bağlılıklarını sağlamlaştırmak,
•
Kürtlerin, Osmanlı vatandaşları olan Ermeni, Nasturî ve diğer Osmanlı kavimleri ile iyi geçinip uyuşmalarını bir kat daha güçlendirmek ve arttırmak,
•
Aşiretler arasındaki bazı anlaşmazlıkları ve nefreti gidermek, tümünün bir meşru merkez birliğinde ilerlemek için el ele vermelerinin araçlarını sağlamak. 21 Bilal Şimşir’in de işaret ettiği gibi, Đkinci Meşrutiyet’in ilanı üzerine Osmanlı
toprakları üzerinde, kısa sürede irili ufaklı pek çok parti, dernek ya da bugünkü adlarıyla 20
Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 1: Đkinci Meşrutiyet Dönemi, Đstanbul: Đletişim, 2011 (Genişletilmiş 4.bsk.), s.430 21 Cemiyetin nizamnamesi için bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 1: Đkinci Meşrutiyet Dönemi, s.435-439
XXI
sivil toplum kuruluşu ortaya çıkmıştır.22 Kürt Teavün Cemiyeti’nin kurulmasında, kısa sürede ortaya çıkmış bu siyasi derneklerden olan, Arapların El-Muntedaul Edebi ve Arnavutların Başkim adlı teşkilatlarının varlığı da etkili olmuştur.23 Đkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Kürt aydınları tarafından kurulan diğer dernekler gibi, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti de doğrudan ayrılıkçı olmayıp, genellikle “anayasal hakların, bu haklardan haberi olmayan Kürtlere tanıtılması” ya da “Đslam birliği içerisinde Osmanlı Devleti çatısı altında yaşama” fikirleri paralelindedir. Bunun yanında, Doğu bölgelerine kaliteli valilerin atanması, adliye işlerinin iyi yürütülmesi ve adaletin sağlıklı uygulanması, mahkemelerin durumunun iyileştirilmesi ve yol yapılması gibi istekler de dile getirilmiştir.24 Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin nizamnamesi de Kanunu Esasi’ye ve Osmanlılık fikrine uyacak şekilde hazırlanmıştır.25 28 maddeden oluşan nizamnamenin 12 ve 13. maddelerine göre cemiyet, resmi dil olan Türkçeyi okullarda ve Kürtler arasında öğretmek için çalışacaktır. Bunun için gereken yerlerde rüştiye ve idadiye okullarıyla yüksek okullar açtırmak için Maarif Nezareti’ne başvurularda bulunulacaktır. 15. maddeye göre cemiyet, Kürtlerle Ermeniler arasındaki ve Kürt aşiretlerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları gidermek için bölgeye uygun kişiler gönderecektir. Bu alanda yerel makamlardan, ulema ve şeyhlerden, aşiret reislerinden yararlanılmaya çalışılacaktır. 17. maddeye göre cemiyet, Kürtlerin yaşadıkları vilayet, sancak ve kazalarda şubeler açacaktır. Her şubenin danışma ve yönetim kurulları olacaktır. Bütün şubeler Đstanbul’daki merkezden yönetilecektir. 24. maddeye göre ise Kürtlerin yaşadığı Osmanlı vilayetlerinde ahaliden herhangi birisi zulüm görürse ya da Kürtler başka unsurlara zulüm yaparsa bunların giderilmesi için cemiyet, girişimlerde bulunacaktır.
22
Bilal Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), s.251 Robert Olson, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Sait Đsyanı, (çev. Nevzat Kıraç, Bülent Peker), Ankara: Öz-ge, 1992, s.37-38 24 Mehmet Şükrü Sekban, Kürt Meselesi, Ankara: Kon, 1979, s.28-29 25 Abdülhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara: 1996 (4.bsk.), s.300 23
XXII
Kürt aydınlar arasında o yıllarda genel olarak kabul gören “Kürtlerin Türklerle olan ilişkilerinden çok Ermeniler ve diğer Hristiyanlarla olan ilişkilerine önem verme”26 düşüncesine paralel olarak Kürt Teavün Cemiyeti, Ermenilerle olan ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. Nizamnamenin bazı maddelerine de yansıyan bu amaca yönelik olarak, cemiyet tarafından Đstanbul Kürt Kulübü’nde Ermeni ve Kürt liderlerin katıldıkları “Kürt-Ermeni Dostluk Geceleri” düzenlenmiştir.27 Nizamnamede Kürtlerin eğitim seviyelerin yükseltilmesiyle ilgili yer verilen amaçlar doğrultusunda ise cemiyete bağlı olarak “Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti” kurulmuş ve Đstanbul’da bir okul açılmıştır. Okulun müdürlüğüne ise Kürdizade Ahmet Ramiz getirilmiştir. Aynı doğrultura, cemiyetin adını taşıyan bir de haftalık gazete çıkartılmıştır. Başyazarlığını Süleymaniyeli Tevfik’in yaptığı gazetede Said-i Nursi, BabanzadeĐsmai Hakkı, Seyid Abdülkadir, Süleyman Nazif gibi isimlerin yazıları yayımlanmıştır.28 Cemiyetin kurulmasının üzerinden henüz bir yıl geçmeden, Seyid Abdülkadir ile Bedirhanlar arasında görüş ayrılıkları ve küçük çekişmeler meydana gelmiştir. Đslam birliği düşüncesiyle Osmanlı Devleti çatısı altında birlikte yaşama fikrine yakın duran Seyid Abdülkadir ile milliyetçi ve ayrılıkçı bir çizgide bulunan Bedirhanlar arasındaki bu sorunlar kısa süre içerisinde büyümüş ve derneğin dağılma noktasına gelmesine neden olmuştur. Faaliyet gösteremez duruma gelen cemiyet, 1909 yılının sonlarında kapatılmıştır. Đkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Kürt aydınların kurduğu diğer bir cemiyet ise Kürt Talebe-Hevi Cemiyeti’dir. Cemiyet, 9 Ağustos 1912 tarihinde Đstanbul’un Sirkeci Semti’nde kurulmuştur.29 Bilinen kurucuları ise Kadri Cemilpaşazade30, Ekrem 26
Martin vanBruinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, (çev. Nevzat Kıraç),Đstanbul: Đletişim, 1993, (2.bsk.), s.137138 27 Abdülhaluk Çay, a.g.e., s.301 28 Altan Tan, a.g.e., s.136 29 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 1: Đkinci Meşrutiyet Dönemi, Đstanbul: Đletişim, 2011 (Genişletilmiş 4.bsk.), s.432 30 Cemilpaşazade Ailesi’nin kökeni, Yemen Vilayeti Merkez Mutasarrıflarından Diyarbakırlı Ahmet Cemilpaşa’dan gelmektedir. Uzun bir devlet görevinden sonra 1902 yılında Diyarbakır’da ölen Ahmet Cemilpaşa’nın torunu olan Kadri Cemilpaşazade, 1891 yılında doğmuştur. 21 yaşına kadar ailenin Diyarbakır’daki konağında yaşayan Kadri Cemilpaşazade, 1901 yılında Diyarbakır’daki Askeri Rüştiye Mektebi’ne başlamış, daha sonra devam ettiği Diyarbakır Askeri Đdadisi’nden 1908 yılında mezun olmuştur. 1911 yılında Đstanbul’daki Ziraat Yüksekokulu’nda yükseköğrenime başlamıştır. 1912 yılında Kürt Talebe Hevi Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır. 1913 yılında Đsviçre’ye giderek pedagoji öğrenimine başlamış, Lozan’da Kürt Talebe Hevi Cemiyeti’nin bir şubesini açmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinde görev yaptıktan sonra gönderildiği Filistin’de Đngilizlere esir düşmüş ve Đskenderiye’de esir olarak tutulmuştur. Mondros Mütarekesi’nden sonra serbest kalan Kadri Cemilpaşazade, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Diyarbakır şubesini kurmuştur. Bu şube, Đngiliz Đstihbarat Subayı Edward Noel ile birlikte Sivas Kongresi’ni sabote etme girişimine karıştığı için kapatılmıştır. 1925 yılında
XXIII
Cemilpaşazade, Ömer Cemilpaşazade, FuadTemo, Cerrahzade Zeki, Dr. Şükrü Mehmed, Kemal Fevzi, Dr. FuadBero, Memhud Selim, Ziya Vehbi, Necmettin Hüseyin, Aziz Baban, Şefik Ervasi, Müküslü Hamza, Tayip Ali, Abdülkerim, Salih, Abdülkadir, Asaf Bedirhan, Mustafa Reşad, Dr. Mustafa Şevki, Abdurrahman Rahmi ve Mihri’dir. Cemiyetin Diyarbakır şubesinin kurulmasının ardından Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki teşkilatlanması hızlanmıştır. Bunun yanında, pedagoji öğrenimi görmek amacıyla Đsviçre’ye giden Cemil Paşazade tarafından teşkilatın Lozan’da da bir şubesi açılmıştır. • Cemiyetin amaçları ise kurucuları tarafından şu şekilde ifade edilmiştir: • Kürt öğrencileri birbirine tanıtarak aralarında ilişki, kardeşlik ve birlik sağlamak, • Kürt dilini ve edebiyatını düzenleyip kitaplaştırarak geliştirilmesine çalışmak, • Đstanbul’a gelecek Kürt öğrencilerin okullara girişinde yok göstericilik yapmak, • Ekonomik durumu iyi olmayanları uygun okullarda okutmak, • Bu amaçlarla vilayetlerde şubeler açmak, Türkçe ve Kürtçe dergi yayımlamak, dersler, tartışmalar, tiyatro oyunları düzenlemek, okullar açmak.31 Genel olarak Kürtlerin öğrenim düzeylerini yükseltmeyi ve yüksek öğrenim görmelerini sağlamayı amaçlamış olan cemiyetin ilk yayın organı ise “RojiKurd” (Kürt Günü) adlı dergidir. Bu derginin kısa süre sonra hükümet tarafından kapatılmasının ardından cemiyet, “Hetavi Kurd” (Kürt Güneşi) adlı dergiyi yayımlamaya başlamıştır. HetaviKurd, Cemiyetin diğer iki yayın organı olan Jin (Yaşam) ve Yekbun (Birlik) ile birlikte Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar düzenli olarak yayımlanmıştır. Savaş yıllarında ise cemiyet üyelerinin savaşa katılmaları ya da çeşitli imkânsızlıklar nedeniyle çıkış aralıkları uzamış ve sayıları azalmıştır. Jin Dergisi, 1918 yılında
Đngiltere’nin kurdurduğu Kürtçü Azadi Örgütü’nün Diyarbakır’daki şubesini açmıştır. Şeyh Said Đsyanı’ndan sonra 7 Cemilpaşazade ile birlikte tutuklanarak Đstiklal Mahkemesi’nde yargılanmıştır. Mahkemenin verdiği kararla serbest bırakıldıktan sonra Burdur’a zorunlu iskana gönderilmiştir. 1929 yılında Suriye’ye sığınmış, Đngiliz ve Fransız destekli Kürtçü Hoybun Örgütü’nün yönetim kurulunda görev almıştır. Araplar konusunda Fransızlarla anlaşmazlık yaşadığı için 1937 yılında yine Suriye’de Tüdmür Şehri’ne sürülmüştür. 1946 yılında “Suriye Kürt Demokrat Partisi Temsilcisi” sıfatıyla Đran’a geçerek Mahabad’da kurulan otonom Kürt yönetiminde kısa süre görev yapmış ve burada Molla Mustafa Barzani ile birlikte çalışmıştır. Mahabad’daki Kürt yönetiminin yok edilmesinden sonra Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’ne katılan Kadri Cemilpaşazade, Baas Partisi Suriye’de iktidara geldikten sonra varlıklarına el koyulduğu için Şam’ın Rukneddin Mahallesi’ne taşınmış, 27 Kasım 1973 tarihinde burada vefat etmiş ve toprağa verilmiştir. Uğur Işık, Diyarbakırlı Cemilpaşazade Ailesi’nden Kadri Cemilpaşazade’nin Hayatı, Faaliyetleri (1891-1973), Đstanbul: Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Atatürk Đlkeleri ve Đnkılap Tarihi Bilim Dalı. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2010, s.11-94; Cemilpaşazade Ailesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Cemalettin Canlı-Halil Đbrahim Uçak, Hattın Dört Yanında Cemilpaşazadeler, Ankara: Dipnot, 2012 31 Altan Tan, a.g.e., s.138-139
XXIV
Kürdistan Teali Cemiyeti tarafından yeniden yayımlanmaya başlanmış ve 1919 yılının sonlarına kadar yaklaşık 25 sayısı basılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Osmanlı Devleti’nin savaşa katılması ile birlikte faaliyetleri azalan ve hükümet tarafından da birkaç kez kapatılan cemiyet, savaştan sonra tekrar faaliyete geçmeyi denemişse de etkisiz kalmış ve 1922 yılında tamamen kapatılmıştır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, gerek Kürtlerin ezici çoğunluğunda ayrılıkçı bir fikir kabul görmediği için gerekse Đslâm birliği düşüncesi Kürtleri devletle ve diğer Müslüman Osmanlı unsurlarıyla birleştiren çok önemli bir bağ olduğu için, Kürtlerin büyük çoğunluğu Osmanlı kuvvetlerinde görev almışlar ve tüm cephelerde Türklerle birlikte savaşmışlardır. Kürtler, başta 3. Ordu olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Osmanlı kuvvetlerine önemli bir insan gücü sağlamışlar ve Sarıkamış’ta Türklerle birlikte büyük kayıplar vermişlerdir. Bölgede bulunan 9, 10, 11 ve 12. Fırkaların subaylarıyla askerlerinin ya tümü ya da büyük çoğunluğu Kürtlerden oluşmuştur.32 Mustafa Kemal Paşa da, Çanakkale’deki görevinin hemen ardından karargâhı Edirne’de bulunan XVI. Kolordu’nun komutanlığına atanmış, bu ordunun 1916 yılı başlarında Diyarbakır’a sevk edilmesiyle birlikte yaklaşık 2 yıl kadar önce XVI. Kolordu, sonra da II. Ordu Komutanı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da görev yapmıştır. Burada Kürt milislerden oluşan birliklerden de yararlanan Mustafa Kemal Paşa, Ağustos ayında Bitlis ve Muş’u işgalden kurtarmış ve 1917 yılının Mart ayında II. Ordu Komutanlığı’na atanmıştır.33 Mustafa Kemal Paşa’nın bölgede kazandığı bu başarılar, Kürtlerle yakınlık kurmasına yardımcı olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın Kürtlerle kurduğu bu yakın ilişkiler, Kürtlerin Milli Mücadele’ye destek vermelerinde önemli bir unsur olmuştur.34 Birinci Dünya Savaşı yıllarında durma noktasına gelen Kürt siyasi hareketleri, Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra yeniden canlanmaya başlamıştır. 1909 yılında faaliyetlerine sonra verilen Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin devamı olarak nitelendirilebilecek Kürdistan Teali Cemiyeti, yine Seyid Abdülkadir’in öncülüğünde, 32
a.g.e.,s.153 Bilal Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), s.267-270 34 Mehmet Saray, Ana Hatlarıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Sorunları ve Çözüm Yolları, Đstanbul: Tarihçi, 2011, s.38-39
33
XXV
17 Aralık 1918 günü Đstanbul’un Cağaloğlu Semti’nde kurulmuştur.35 Cemiyetin yönetim kurulu ve önemli üyeleri ise Babanzade Mustafa Zihni Paşa, Babanzade Abdülaziz, Seyid Abdullah, Şefik Bey, Emin Ali Bedirhan, Süleymaniyeli Fuad Paşa, Hamdi Paşa, Miralay Halid Bey, Hoca Ali Efendi ve Dr. Mehmet Şükrü Sekban’dır.36 Emin Ali Bedirhan’ın oğlu Kamuran Bedirhan ve Dr. Abdullah Cevdet gibi isimler de cemiyetin üyeleri arasındadır. Cemiyet kurulduktan kısa süre sonra Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Koçgiri, Arapkir, Hozat ve Muş’ta açılan “Kürt Kulüpleri” ile teşkilâtlanmıştır. Cemiyetin amacı, nizamnamesinin birinci maddesinde “Kürtlerin menfaatlerinin sağlanması ve yaşamlarının kolaylaştırılması” olarak ifade edilmiştir. Aynı maddeye göre bu amaçların gerçekleştirilmesi için Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde ve gerek duyulursa diğer vilayetlerde şubeler açılacaktır. Aynı amaç için faaliyet gösteren diğer cemiyetlerle de işbirliği yapılacaktır. 2. maddeye göre ise cemiyet amaçlarına uygun olarak her dilde günlük gazete, dergi ve kitaplar yayımlayacak, okul ve matbaalar açacak, gece dersleri ve konferanslar verecektir. 3. maddeye göre ise ahlak dışı davranışlarda bulunmamış ve bu nedenle suçlanmamış olan, Kürt ya da Kürt olmayan herkes cemiyete üye olabilecektir.37 Cemiyetin dikkat çeken faaliyetlerinden birisi, temas halinde bulunduğu Stockholm eski Büyükelçisi Şerif Paşa’yı38, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından toplanan Paris Barış Konferansı’na Kürtleri temsilen göndermesi olmuştur. Aynı konferansta Ermenileri temsilen bulunan BoghosNubar Paşa’nın 12 Şubat 1919 tarihinde Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları Van, Bitlis, Diyarbakır ve Erzurum’la birlikte Trabzon, Maraş, Kozan ve Adana’yı da içine alan bölgeyi bağımsız bir Ermeni devleti için talep etmesi, zaten 1878 Berlin Antlaşması’ndan beri olumsuz olan Kürt35 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 2, Mütareke Dönemi (1918-1922), Đstanbul: Đletişim, 2010 (Genişletilmiş 4.bsk.), s.198. Tunaya’nın verdiği tarihinin genel olarak doğru kabul edilmesinin yanında, Salahi Sonyel, cemiyetin 1919 yılının Mayıs ayında kurulduğu bilgisini vermektedir. Salahi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1995, s.29 36 Oğuz Aytepe, “Yeni Belgelerin Işığında Kürdistan Teali Cemiyeti”, Tarih ve Toplum, no.174, Haziran, 1998, s.330; Cemiyetin tespit edilen yaklaşık 200 üyesinin tam listesi için bkz. “a.g.m.”, s.334-335 37 Cemiyetin nizamnamesi için bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 2, Mütareke Dönemi (1918-1922), s.215-218 38 Şerif Paşa, eski Hariciye Nazırlarından Süleymaniyeli Said Paşa’nın oğludur. 1865 yılında doğan Şerif Paşa, 18981908 yılları arasında Stockholm Büyükelçisi olarak görev yapmıştır. Görevde bulunduğu dönemlerde Jön Türklerin Avrupa’daki faaliyetlerini inceleyerek II. Abdülhamid’e bildirdiği iddia edilen Şerif Paşa, 1909 yılında görevinden alınmıştır. Aynı yıl Paris’e giden Şerif Paşa, Paris Barış Konferansı’nda “Kürtleri temsilen” bulunmuştur. 1951 yılında ölmüştür.
XXVI
Ermeni ilişkilerini daha da germiştir. Bunun üzerine Şerif Paşa, 22 Mart 1919 tarihinde konferansa “Kürt halkının talepleri hakkında bir muhtıra” sunmuştur. Bu muhtırada Ermeni taleplerini aşırı ölçüde emperyalist olarak tanımlayan Şerif Paşa, Kürtlerin Kuzeyde Kafkas sınırında Ziven’den, Batı yönünde Erzurum, Erzincan, Kemah, Arapkir, Behismi, Divriği’ye, Güneyde Haran, Sincar tepeleri, Telafer, Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Sinna’ya, Doğuda ise Revandiz, Başkale, Vezirkale yani Đran sınırına kadar uzanan bölgede 13 yüzyıldan beri var olduklarını, burada kurulacak bir Ermeni devletinde, özgürlüklerine düşkün olan Kürt nüfus ile Ermeniler arasında sorun çıkacağını, bu bölgede Kürtlerin nüfusunun Ermenilerden çok daha fazla olduğunu, bölgedeki Kürt nüfusunun Wilson Prensipleri gereğince bir Kürt devleti kurmaya haklarının olduğunu ifade ederek bağımsızlık talep etmiş ve kurulacak Kürt devletinin sınırlarını çizmek üzere uluslararası bir komisyon görevlendirilmesini istemiştir.39 Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı petrol bölgesini ele geçirmek için harekete geçen ve 1917 yılının Mart ayında Bağdat’ı işgal ederek kuzeye doğru ilerleyen Đngiltere, bu coğrafyayı elinde tutabilmek için bölgede çoğunlukta olan Kürtlerle Ermenileri barıştırmaya çalışmıştır. Đngilizlerin bu girişimleri, Paris Barış Konferansı’nda Kürt ve Ermeni taraflarını temsil eden BoghosNubar ve Şerif Paşalar üzerinde başarılı olmuştur. BoghosNubar ve Şerif Paşalar, Đngiltere’nin girişimleri sonucu anlaşmış ve 20 Kasım 1919 tarihinde bir “Ermeni-Kürt ortak muhtırası” imzalamışlardır. Bu muhtırayla kendilerinin “yüksek ırka” mensup olduklarını ifade eden taraflar, çıkarlarının ortak olduğunu, kendilerine zulüm etmiş olan Đttihad ve Terakki Hükümetlerinin boyunduruğundan tamamen kurtularak, bağımsızlıktan başka bir amacı olmayan
“iki
milletin”
emellerini
konferansa
sunmakla
onur
duyduklarını
belirtmişlerdir. Taraflar ayrıca büyük devletlerden birisinin koruması altında bağımsız bir Ermenistan ve bir Kürt devletinin kurulmasını ve bütün büyük devletlerin kendilerine yardım etmelerini istemişlerdir. Toprakların paylaşılması konusunu ise “konferansın iyi niyet ve adalet duygularına” bırakmışlar ve verilecek kararın adil olacağına inandıklarını eklemişlerdir.40 Paris Barış Konferansı’ndaki BoghosNubar Paşa-Şerif Paşa anlaşması, Kürtlerin tepkisine neden olmuştur. Türkler ve Kürtlerin soy ve din olarak kardeş oldukları, 39 40
Bilal Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), s.304-306 Altan Tan, a.g.e., s.161; Bilal Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), s.302, 307
XXVII
Đslam’ın fedakar ve cesur taraftarı olarak yaşadıkları ve dini geleneklerine bağlılıklarını gaye bildikleri, bu nedenle Hristiyan unsurlarla anlaşıp Türklerle ayrılmanın doğru olmadığı yönündeki eleştiriler ağırlık kazanmıştır.41 Şerif Paşa’yı kınayanların arasında Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyid Abdülkadir, Said-i Nursî, Ahmed Arif ve Babanzade Naim Bey gibi etkili isimler de yer almıştır. Kürt kitlelerden gelen bu tepkilere daha fazla direnemeyen Şerif Paşa, 5 Mayıs 1920 tarihinde konferanstan ve Kürtlerin temsilciliği görevinden çekilmiştir. Bu dönemde Kürtlerin en önemli temsilcisi konumundaki Kürdistan Teali Cemiyeti’nde bile tam bir bağımsızlık ve etnik kimlik bilinci bulunmamaktadır. Cemiyetin başkanı Seyid Abdülkadir, ısrarla bu zor dönemde Türklerden ayrılmanın ve onları terk etmenin doğru olmadığını savunurken42, o dönemde Şerif Paşa’ya destek vermek amacıyla Kahire’de “Kürdistan Bağımsızlık Komitesi”ni kuran Süreyya Bedirhan ve cemiyet içerisindeki diğer ayrılıkçı Bedirhanlarla fikir ayrılığına düşmüştür. Bu durum, cemiyetin giderek etkisini kaybetmesi ve 1922 yılının ortalarında dağılmasıyla sonuçlanmıştır. Paris Barış Konferansı’nda Kürtlerle ilgili yapılan tartışmalar, 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’nın 3. Bölümünün 3. Kesiminin 62, 63 ve 64. maddelerine yansımıştır. 62. maddeye göre Fırat Nehri’nin doğusunda, gelecekte belirlenecek olan Ermenistan sınırının güneyinde ve Türkiye, Irak, Suriye sınırlarının kuzeyinde yaşayan Kürt çoğunluğunun bulunduğu bölgenin yerel bağımsızlığı için antlaşmanın yürürlüğe girmesinden itibaren 6 ay içerisinde Đngiliz, Fransız ve Đtalyan Hükümetleri tarafından görevlendirilecek 3 üyeli bir komisyon Đstanbul’da toplanacak ve bir tasarı hazırlayacaktır. Kurulacak olan komisyon üyeleri bölgede incelemeler yapacaklar ve gerek görürlerse sınırlarda düzenleme yapabileceklerdir. Ayrıca bölgede yaşayan Suryaniler gibi etnik ve dini azınlıkların da güvenliklerinin sağlanması için gerekenler yapılacaktır. 63. maddeye göre, Osmanlı Hükümeti bu komisyonun kararlarını üç ay içerisinde uygulamak zorundadır. 64. maddeye göre ise antlaşmanın yürürlüğe girmesinden bir yıl sonra bu bölgelerde yaşayan Kürtlerin çoğunluğu bağımsız olmak isterler, bu isteklerini Cemiyet-i Akvam’a bildirirler ve Cemiyet-i Akvam da Kürtlerin bu taleplerini uygun görürse, Osmanlı Devleti bu karara aynen uyacak ve bölgede üzerindeki tüm 41 42
Bilal Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), s.308-311 Naci Kutlay, Kürt Kimliğinin Oluşum Süreci, Ankara: Dipnot, 2012, s.165-166
XXVIII
haklarından vazgeçecektir. Osmanlı Devleti, bu hükme uyacağını şimdiden kabul etmektedir. Daha sonra Musul Vilâyeti üzerinde yaşayan Kürtler, bu bölgelerde kurulacak olan Kürt devletine katılmak isterlerse, müttefik devletler bu talebe herhangi bir itirazda bulunmayacaklardır.43 Kürtlerin
ezici
bir
çoğunluğu
Sevr
Antlaşması’ndaki
bu
hükümleri
kabullenmemiş ve Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Milli Mücadele’de de Türklerle birlikte düşman kuvvetlerine karşı savaşmışlardır. Hilafet ve saltanat makamının tecavüz ve ihanete uğradığını düşünen Kürtler, bu durumun düzeltilmesi ve bağımsızlığın kazanılması için son damla kanlarına kadar direnmeye yemin ettikleri gibi ateşli telgraflarla Milli Mücadele hareketine destek vermiş ve katılmışlardır. Özetle Kürtler, Müslümanlarla Müslüman olmayanların savaşında bir kez daha Müslüman Türk kardeşlerinin yanında yer almışlardır. Milli Mücadele sürecindeki bu genel durumun tek istisnası Koçgiri 1920 yılının Ekim ayında Erzincan Kemah’ta patlak veren Koçgiri Đsyanı’dır. Sivas ve çevresindeki 150 kadar köye yayılmış bir aşiret olan Koçgiri’den Alişir’in emrindeki 150 kişilik bir grupla başlattığı isyan hareketinin büyümesi üzerine Ankara Hükümeti, önce 10 Mart 1921 tarihinde isyan bölgesinde sıkıyönetim ilan etmiş, sonra da Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa’yı isyanı bastırmakla görevlendirmiştir. Nisan ayının ortalarında harekata başlayan Nurettin Paşa, Nisan ayının sonlarında isyanı bastırmıştır. Đsyancıların çoğu yakalanıp mahkemeye sevk edilirken, Alişir kaçmayı başarmıştır.44 Koçgiri Đsyanı, Sevr Antlaşması’nın hükümleri doğrultusunda Kürtlerin yaşadıkları bölgelere çeşitli haklar verilmesi, Türk askeri birliklerinin bölgeden çekilmesi gibi taleplerle ortaya çıkmış bir isyan hareketidir. Bağımsızlık ve ayrılma amaçlı bir hareket değildir.45 Kürtler ve Türkler arasındaki bütünlük, Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra Lozan’daki barış konferansında da devam etmiştir. Konferansta Türkiye’yi temsil edecek olan delegasyon hareket etmek üzereyken bazı Kürt milletvekilleri delegasyon üyelerine Türkler ve Kürtler arasındaki güçlü bağlardan söz etmiş ve görüşmeler 43 Cahit Kayra, Sevr Dosyası, Đstanbul: Tarihçi, 2011, s.139; Metin Heper, a.g.e.,s.180; Bilal Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), s.428-429; Mehmet Saray, a.g.e., s.46-48; Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri: Osmanlı Đmparatorluğu Andlaşmaları, Cilt 1, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1953, s.551-553 44 Koçgiri Đsyanı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Türk Đstiklal Harbi: Đstiklal Harbi’nde Ayaklanmalar, Cilt 6, Ankara: Genelkurmay Başkanlığı, 1974, s.259-282 45 Metin Heper, a.g.e.,s.189
XXIX
sırasında bu gerçeği unutmamalarını istemişlerdir. Konferans sırasında da pek çok Kürt din adamı, aşiret reisi ya da aydını Türklerle birlikte yaşamaktan memnun olduklarını beyan ederek konferanstaki heyeti desteklemişlerdir.46 Lozan’a giden heyette Kürt kökenli Diyarbakır Milletvekili Zülfü Tiğrel de yer almıştır. Bu durum Lozan Konferansı’na da yansımıştır. Konferansta “Kürdistan” kelimesinden hiç söz edilmemiştir. Kürtler ise konferansta azınlıklar konusu konuşulurken ve Musul sorunu tartışılırken iki kez, dolaylı olarak söz konusu olmuştur. Görüşmeler sırasında Avrupalı devletlerin, Kürtlerin azınlık oldukları konusundaki ısrarlarına karşılık Đsmet Paşa, Türkler ve Kürtlerin Türkiye’nin ana unsurları olduklarını, Kürtlerin bir azınlık olmadıklarını ve Ankara Hükümeti’nin hem Türklerin hem de Kürtlerin hükümeti olduğunu söylemiştir.47 Musul konusunda ise, Musul’un Türkiye’ye bırakılmayıp kendi kontrolü altındaki Irak’a bağlanmasını amaçlayan Đngiliz tarafının, bu talebini destekleyen iddialarından birisi de, Kürtlerin Türklerle birlikte yaşamak istemedikleri olmuştur. Buna karşılık olarak Türk tarafı, bu iddianın doğru olmadığını, TBMM’nde pek çok Kürt milletvekilinin yer aldığını, Kürtlerin Milli Mücadele’ye büyük destek ve katkı sağladıklarını ve bu nedenle Đngiliz uçaklarının Kürt köylerini bombaladıklarını ifade etmiştir. Đsmet Paşa, Musul’un Türkiye’ye bağlanmasını gerektiğini savunurken, bölgenin demografik yapısıyla ilgili verilere de başvurmuş ve Musul’daki 216 bin kişinin 104 bininin Kürt, 35 bininin ise Türk olduğunu söylemiştir. Ancak Lozan’da Đngilizleri diplomasi yoluyla Musul’dan çıkartmak mümkün olmamış ve bu konu daha sonra çözülmek üzere ertelenmiştir.48 Milli Mücadele’nin kazanılması ve Cumhuriyet’in ilân edilmesinden sonra başlayan merkezileşme politikası ve reform süreci, Kürtler üzerinde II. Mahmud dönemindeki reform ve merkezileşme sürecine benzer bir etki yapmış, bölgede yine tepkiler ve isyan hareketleri başlamıştır. Bu hareketler, 1840’lı yıllarla 1880’li yıllar arasında bölgede meydana gelen olayların bir tekrarı gibidir. Kürtler, bölgede merkezî otoritenin güçlendirilmesi, reformlar ve lâik politikalara karşı yine tepki göstermişlerdir.
46
a.g.e.,s.181-182 Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar, Belgeler, (çev. Seha L. Meray), Cilt 1, Kitap 1, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1973, s.348 48 Bilal Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), s.497-503
47
XXX
1925 ile 1938 yılları arasında, Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yoğun olarak yaşadıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde 20’ye yakın isyan, ayaklanma ve şiddet olayı yaşanmıştır. Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1972 yılında yayımlanan “Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar: 1924-1938” adlı kitapta “ayaklanma” olarak sınıflandırılan bu olaylar, tarih sırasına göre şunlardır: 1. Nasturi Ayaklanması (12-28 Eylül 1924) 2. Şeyh Said Ayaklanması (13 Şubat-31 Mayıs 1925) 3. Raçkotan ve Raman Tedip Harekâtı (9-12 Ağustos 1925) 4. Sason Ayaklanmaları (1925-1937) 5. I. Ağrı Ayaklanması (16 Mayıs-17 Haziran 1926) 6. Koçuşağı Ayaklanması (7 Ekim-30 Kasım 1926) 7. Mutki Ayaklanması (26 Mayıs-25 Ağustos 1927) 8. II. Ağrı Harekâtı (13-20 Eylül 1927) 9. Bicar Tenkil Harekâtı (7 Ekim-17 Kasım 1927) 10. Asi Resul Ayaklanması (22 Mayıs-3 Ağustos 1929) 11. Tendürük Harekâtı (14-27 Eylül 1929) 12. Savur Tenkil Harekâtı (26 Mayıs-9 Haziran 1930) 13. Zeylan Ayaklanması (20 Haziran-Eylül 1930) 14. Oramar Ayaklanması (16 Temmuz-10 Ekim 1930) 15. III. Ağrı Harekâtı (7-14 Eylül 1930) 16. Pülümür Harekâtı (8 Ekim-14 Kasım 1930) 17. Tunceli (Dersim) Olayları ve Tedip Harekâtı (1937-1938)49 Millî Mücadele sırasında Đslâm kardeşliği ve gayrimüslim düşmanla savaşıyor olmak gibi etkenlerle Kürt milliyetçiliğinin Kürtler arasında gerçek anlamda etkili olamadığı; Millî Mücadele’nin bitip Cumhuriyet’in ilân edilmesinden sonra ise, yeni rejimin egemen doktrininin Đslâm kardeşliği değil “Türk milliyetçiliği” olması ve Türkçenin “ulus ile ötekiler” arasında ayrıcı bir sınır olarak kabul etmesi, dolayısıyla Kürtçe konuşan halkı “öteki” olarak kabul etmesi gibi nedenlerle, Kürtlerin Millî Mücadele bittikten sonra Kürt milliyetçiliğine sarıldıkları ve ayaklandıklarını öne süren tezler mevcuttur.50 Benzer tezlere 49
göre Cumhuriyet’ten önce devlete
karşı
Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), Ankara: Genelkurmay Başkanlığı, 1972, s.1-
7
50
Hamit Bozarslan, “Türkiye’de Kürt Milliyetçiliği: Zımnî Sözleşmeden Ayaklanmaya (1919-1925)”, Đmparatorluktan Cumhuriyet’e Türkiye’de Etnik Çatışma, (der.) Erik Jan Zürcher, Đstanbul: Đletişim, 2006
XXXI
ayaklanmamış olan aşiretler, Cumhuriyet rejiminin kendilerine karşı olumsuz tavırları nedeniyle direnişe geçmişler ve böylece Kürt milliyetçiliği, aşiretler kanalıyla genişlemiştir.51 Bu tezlere karşın, Cumhuriyet’in ilk 15 yılı içerisinde, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde meydana gelmiş bu isyanların Kürt milliyetçiliğine dayalı, etnik özellikler taşıyan, ayrılıkçı, Kürtçü isyanlar olduğunu söylemek mümkün değildir.52 Daha önce de belirtildiği gibi, bu olaylar genellikle yeni Cumhuriyet rejiminin merkezî otorite kurma çabalarına tepki gösteren, devlete asker vermeyi ve vergi ödemeyi reddeden aşiret liderleri ya da yeni rejimin lâik politikalarına tepki gösteren yerel dini liderlerin başlattıkları silahlı şiddet olaylarıdır. Bölgenin ekonomik geri kalmışlığının, altyapı eksikliğinin, merkezden kopuk otonom yapısının ve az gelişmişliğinin de bu olaylara katkısı olmuştur. Đngilizlerin kurduğu Azadi ya da Fransızlarla birlikte kurduğu Hoybun gibi Kürtçü örgütlerin yoğun çabaları bile bölgede o yıllarda Kürtçü ve ayrılıkçı bir eğilimin oluşmasına yetmemiştir. Hatta 1920 yılı Đngiliz Yıllık Raporlarına bakılırsa, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrası gibi “bağımsız Kürdistan” emelinin gerçekleşmesine son derece uygun bir dönemde bile birkaç istisna dışında Kürtlerin çoğunun böyle bir talepte bulunmak konusunda isteksiz oldukları ve olgunlaşmış bir Kürt milliyetçiliği söz konusu olmadığından bu yönde herhangi bir hazırlıklarının da bulunmadığı anlaşılmaktadır.53 1925 yılında Bingöl’de başlayan Şeyh Said Ayaklanması, o dönemde meydana gelen diğer olaylara benzer şekilde Kürtçü bir ayaklanma ya da bir “Kürt ayaklanması” değildir. Hilafetin kaldırılmasına karşı bölgede gösterilen tepki, Đngilizlerin kurdurduğu ve desteklediği “Azadi” adlı Kürtçü örgüt54 tarafından kışkırtılarak bölgesel bir isyan hareketine dönüşmüştür.
(3.bsk.), s.89-121; Hasan Yıldız, Fransız Belgeleriyle Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan, Đstanbul, 1992 (3.bsk), s.192 Abbas Vali, Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri, (çev.) Fahriye Adsay, Ümit Aydoğmuş, Sema Kılıç, Ankara: Avesta, 2005, s.227-228 52 Hasan Celal Güzel, Kuzey Irak, Kürtçülük ve Ayrılıkçı Terör, Đstanbul: Timaş, 2007 (2.bsk.), s.28 53 Ali Satan, Đngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye: 1920, Đstanbul: Tarihçi, 2010, s.140-141 54 Azadi (Özgürlük) adlı örgüt, 1923 yılının ortalarında Đngiliz mandası altındaki Irak’ta, örgütün Türkiye’deki merkezi ise Erzurum’da kurulmuştur. Türkiye’deki eylemlerinin başında Türk Ordusundan firar etmiş bir subay olan CibranlıHalid bulunmaktadır. Örgüte sonradan katılan Şeyh Said de CibranlıHalid’in eniştesidir. Teşkilâttaki diğer bir önemli isim ise TBMM’de Bitlis milletvekili olarak görev yapmış olan Yusuf Ziya Bey’dir. Örgütün ilk kongresi 1924 yılında yapılmış, ayaklanma kararı da bu kongrede alınmış ve tarihi de 1925 yılının Mayıs ayı olarak belirlenmiştir. Yine Azadi üyesi firari bir subay olan Đhsan Nuri’nin Đngilizlere verdiği bilgiye göre, örgüt içerisinde Türk Ordusunda görev yapan subayların yönettiği en az 18 kol bulunmaktaydı. Ayrıntılı bilgi için bkz. Martin Van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, (çev.) Banu Yalkut, Đstanbul: Đletişim, 2010 (6.bsk.), s.411-419 51
XXXII
Đsyanın Kürtçü bir isyan değil, Hilâfetin kaldırılmasına tepki olarak başlayan dinî bir hareket olduğunu ve kesin deliller bulunmasa da Đngilizler tarafından kışkırtıldığını gösteren pek çok ipucu bulunmaktadır: • Đsyanın devam ettiği günlerde Büyük Millet Meclisi’ne konuyla ilgili bilgi veren Başvekil Ali Fethi (Okyar) Bey, ele geçirilen isyancıların üzerinde bulunan birçok belgede, olayın “padişahlık, Hilâfet, Şeriat, Abdülhamid’in oğullarından birinin saltanatını temin gibi irticakâr” nedenlere dayandırıldığını söylemiştir.55 • Şeyh Said, mahkemedeki savunmasında “Kürtçülük için değil Đslâm Şeriatını getirmek için ayaklanmaya katıldığını, hiçbir zaman Kürtçü amaçlar taşımadığını” söylemiştir.56 • Kürt aşiretleri ayaklanmaya katılmamışlardır. Hatta isyancılar zaman zaman Kürt aşiretleriyle de çatışmalara girmişlerdir. • Đsyanın başlamasından birkaç gün sonra, Đngiliz silah şirketleri tarafından Şeyh Sait’e silah katalogları gönderilmiştir.57 • Musul’da görev yapan bir Đngiliz Dışişleri görevlisi, Şeyh Sait Ayaklanması ile ilgili “Türklerin Halifeliği kaldırarak kendi bindikleri dalı kesmelerinin Đngiltere açısından mükemmel bir gelişme olduğu ve kendilerinin de bu yeni gelişmeden yararlandıkları” şeklindeki değerlendirmesini üstlerine göndermiştir.58 • Yine Đngiliz diplomatik belgelerinde “Kürt milliyetçiliğinin Đngiliz politikasının çocuğu olduğu” gibi ifadeler yer almaktadır. Đngilizlerin Ortadoğu’daki tüm bu çabalarına karşın, Kürtçü örgütlere katılan Arapların sayısı 200 kişiyi geçmemiştir.59 • Şeyh Sait Đsyanı, Türkiye’nin “Türklerle Kürtlerin bir arada sorunsuz olarak yaşadıkları” tezini zayıflatmış ve Musul meselesinin Đngilizlerin istediği gibi sonuçlanmasına yardımcı olmuştur. Đsyan sayesinde 55
TBMMZC, Devre 2, Cilt 14, 25.2.1341 (1925), s.307 Uğur Mumcu, Kürt-Đslam Ayaklanması (1919-1925), Đstanbul: Tekin, 1991, s.103; Behçet Cemal, Şeyh Sait Đsyanı, Đstanbul: Sel, 1955, s.66-121 57 Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005 (4.bsk.), s.137 58 Ömer Kürkçüoğlu, Türk-Đngiliz Đlişkileri (1919-1926), Ankara: Ankara Üniversitesi SBF, 1978, s.290 59 Hasan Köni, “Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’yi Bölme Çabaları”, Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Cilt 1, Ankara: Genelkurmay Başkanlığı, 1996, s.83 56
XXXIII
Đngilizler, Türklerin savunduklarının aksine “Kürtlerin Türklerle bir arada yaşamak istemedikleri” tezini Milletler Cemiyeti’ne kabul ettirmişlerdir.60 Böylece, 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara’da imzalanan antlaşma ile Musul meselesi Đngilizlerin istediği şekilde sonuçlandırılmış ve Musul Đngiliz hâkimiyetinde kalmıştır.61 Đsyan hareketi, 13 Şubat 1925 günü62 Piran Köyü’nde Şeyh Said’in yanındaki iki kişiyi askere almak isteyen jandarma birliklerine direnmesi ve silahlı çatışmanın çıkmasıyla başlamıştır. Đsyanı bastırmak için gönderilen askerî birliklerin yetersiz kalması sonucu, isyan hareketi Genç, Bingöl, Muş, Diyarbakır, Tunceli, Ekazığ, Ergani, Çermik, Çemişgezek, Siirt, Silvan, Palu ve Urfa’ya yayılmıştır. Ali Fethi Bey Hükümeti, yaklaşık 1 aydır genişleyerek devam eden isyan hareketini bastırmakta yetersiz kalınca istifa etmiş, yerine kurulan Đsmet Paşa (Đnönü) Hükümeti 4 Mart 1925 günü güvenoyu alarak göreve başlamıştır.63 Đsyanın bastırılması ve düzenin sağlanması için hükümete olağanüstü yetkiler veren Takrir-i Sükûn Kanunu’nu da Meclis’te aynı gün kabul edilmiş; Đstanbul ve Diyarbakır’da Đstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. Đsmet Paşa Hükümeti, Mart ayının sonlarında isyancılara karşı geniş çaplı askerî harekât başlatmış ve 15 Nisan 1925 günü isyan bastırılmıştır. Yakalanan Şeyh Said, Đstiklâl Mahkemesi tarafından yargılanarak idam edilmiştir. Şeyh Said Đsyanı’ndan yaklaşık bir yıl sonra başlayan Ağrı Olayları da, yabancı örgütlerin Kürtçülük kışkırtmasıyla desteklenmiş ve genişletilmiş olaylardır. Bu kez başrolde, Fransız mandası altındaki Suriye’de kurulan Hoybun Örgütü vardır. Hoybun Örgütü 1927 yılının Şubat ayında, Lübnan’da, tanınmış Kürtçülerden Kamuran Bedirhan, Celadet Ali Bedirhan, Ekrem Cemilpaşazade, Kadri Cemilpaşazade ve Van eski milletvekillerinden Vahan Papazyan’ın katıldığı bir toplantıyla kurulmuştur. Toplantıyı Đngiltere’nin Irak Olağanüstü Komiser Yardımcısı Edmons organize etmiştir. Toplantının ev sahibi ise Đngilizlerin Revanduz Kaymakamı Seyyid Taha’dır. Toplantıda şu kararlar alınmıştır: 60
Mim Kemal Öke, Belgelerle Türk-Đngiliz ilişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu: 1918-1926, Đstanbul: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1992, s.159-165; Uğur Mumcu, Kürt-Đslam Ayaklanması, s.97 61 Yaşar Ertürk, Büyük Oyunun Eski Perdesi: Doğu, Güneydoğu ve Musul Üçgeni (1918-1923), Đstanbul: IQ, 2007, s.279-280 62 Martin van Bruinessen, pek çok kaynakta 13 Şubat 1925 olarak verilen Piran’daki olayın tarihini 8 Şubat 1925 olarak vermektedir. Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, s.422 63 TBMMZC, Devre 2, Cilt 15, 4.3.1341 (1925), s.127-129
XXXIV
1. Đngilizler Kürtlere para ve gerekirse silah yardımı yapacaklardır. 2. Nasturiler, Kürt kıyafetleriyle Kürtlerin yanında isyana katılacaklardır. 3. Đsyan Şemdinli ve Yüksekova’dan başlayacak, Van ele geçirilecektir. Đngilizlerin para ve silah yardımı, Van ele geçirildikten sonra başlayacaktır.64 Đngilizlerin
destek
ve
organizasyonu
altında
Ermeni
ve
Kürtçülerin
birleştirilmesiyle oluşan örgütün ikinci toplantısı 1927 yılının Mart ayında yapılmıştır. Şeyh Sait Đsyanı’ndansonra Đran’a kaçan subaylardan Đhsan Nuri ile Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza’nın katıldığı bu toplantıda, örgütün adının Hoybun olmasına karar verilmiştir.65 Hoybun Örgütü’nün kuruluş kongresi ise 5 Ekim 1927 tarihinde Lübnan’daki Bihamdun adlı kasabada gerçekleştirilmiştir. “Bağımsız bir Kürdistan” kurulmasının amaç olarak benimsendiği kongrede, örgütün başına Vahan Papazyan’ın getirilmesine karar verilmiştir. Celadet Bedirhan genel sekreterliğe, Süreyya Bedirhan ve Kamuran Bedirhan da örgütün merkez yönetimine getirilmişlerdir.66 Hoybun Örgütü çatısı altında Kürtçülerle Ermenilerin bir arada çalışmaları dikkat çekici bir gelişmedir. Bu yeni ortaklığın, “Büyük Ermenistan” hayalini gerçekleştirmek isteyen ama yeterli imkânları bulunmayan Taşnak Örgütü mensubu Ermeniler’in, bu amacını gerçekleştirmek için “Bağımsız Kürdistan” hayali taşıyan Kürtçüleri kullanması sonucu ortaya çıktığı ileri sürülmektedir.67 Hoybun Cemiyeti, faaliyetlerine Ağrı’da 16 Mayıs 1926 günü, bölgede sürekli yaşanan hayvan hırsızlığı olaylarından birini provoke ederek başlamıştır.68 Ağrı’da hayvan kaçakçılığı yapan çetelerle güvenlik güçleri arasında yaşanan küçük çaplı çatışmalar, Kuzey Suriye’ye yerleştirilerek Türkiye’ye karşı eylem yapmak için eğitilen ve Fransızlardan destek alan Ermeni-Kürtçü çetelerin silahlı eylemleriyle büyüyerek kısa sürede isyana dönüşmüştür.69
64
Abdülhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1996 (4.bsk), s.332; Çay’ın alıntı yaptığı kaynak: Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki Đç ve Dış Olaylar, Ankara: Boğaziçi,1992, s.134-135 65 Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki Đç ve Dış Olaylar, Ankara: Boğaziçi,1992, s.135. Hoybun kelimesinin, Kürtçe “benlik” anlamına gelen “Hoybon” ve Ermenice “Ermeni toprağı” anlamına gelen “Haypun” kelimelerinin birleştirilmesiyle ortaya çıktığı söylenmektedir. 66 Abdulhaluk Çay, a.g.e.,s.333 67 Yaşar Kalafat, a.g.e.,s.137 68 Reşat Hallı, a.g.e., 1972, s.168 69 Azmi Süslü, “Rum-Ermeni-Hoybun Đşbirliği ve Anadolu’daki Toplu Mezarlar”, Kıbrıs’ın Dünü Bugünü Uluslararası Sempozyumu Bildirileri (28 Ekim-2 Kasım 1991), Ankara: KKTC Doğu Akdeniz Üniversitesi,1993, s.146-148
XXXV
Đsyan hareketinin daha fazla genişlemesini engellemek amacıyla 16 Mayıs-17 Haziran 1926 tarihinde gerçekleştirilen birinci askerî harekât, arazinin elverişsiz yapısı ve eylemcilerin Đran’a kaçmaları nedeniyle başarısız olmuştur. Đran, Türkiye’de düzeni bozan silahlı gruplara yardımda bulunmayacağını taahhüt ettiği bir anlaşmaya70 imza atmış olmasına rağmen bu eylemcilerin topraklarına girmesini engellememiştir. Artan isyan hareketini bastırmak için 13 Eylül 1927 tarihinde başlatılan ikinci askerî harekât ise bölgedeki olumsuz kış şartları nedeniyle kesin başarıya ulaşamamıştır. Bölgenin dağlık yapısı ve kış şartlarının harekâtları zorlaştıran etkilerinin üzerine Đran’ın da isyancılara sınırı açarak yardım etmesi Türkiye’nin tepkisine neden olmuş ve bu tepkilerin bir sonucu olarak 15 Haziran 1928 tarihinde iki ülke arasında 1926 yılındaki antlaşmaya ek yeni bir protokol imzalanmıştır. Bu protokol ile Đran, “isyancı Kürtlere her türlü yardımı durduracağını ve Türkiye ile ilişkilerini her alanda geliştirmeyi arzuladığını” beyan etmiştir.71 Đmzalanan bu protokolle isyancıların Đran’dan aldığı desteği keseceği garantisini alan Türkiye, Đhsan Nuri liderliğinde ayaklanma hareketini sürdürmekte olan isyancılara karşı üçüncü ve son bir harekât düzenlemiştir. Đran’ın sınırları içerisindeki isyancılara karşı askerî bir operasyon düzenleyerek 300 kadar isyancıyı temizlediği günlerde72, 7 Eylül 1930 tarihinde başlatılan harekât ile isyancılar temizlenerek ayaklanma hareketi 14 Eylül 1930 tarihinde bastırılmıştır. Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasına göre, harekât isyancıların kesin yenilgisi ile tamamlanmış ve birçok isyancı lider öldürülmüştür. Harekâtta yaklaşık 45 bin asker görev almıştır.73 Sağ kalan isyancılar eşya ve hayvanlarını geride bırakarak kaçmışlardır.74 Sağ kalan isyancılardan Đhsan Nuri ise yine Đran’a kaçmıştır. Đran Hükümeti tarafından tutuklanan Đhsan Nuri, kısa bir süre sonra serbest bırakılmış, dahası Đran Ordusunda görev almıştır.75 Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde 5 yıl içerisinde Şeyh Said ve Ağrı Đsyanları gibi iki büyük çaplı isyan hareketinin meydana gelmesi, devletin bölgeye olan dikkatini arttırmıştır. Devlet bölgedeki gelişmeleri, aşiret yapılarını, iktisadî ve sosyal olayları yakından izlemeye almış, yeni isyanların çıkmasının önünü almak için 70
22 Nisan 1926 tarihli Türkiye Đran Emniyet ve Muhadenet Mukavelenamesi için bkz. Đsmail Soysal, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, Cilt 1, Ankara: TTK, 1983, s.276 71 Mehmet Saray, Türk-Đran Đlişkileri, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2006, s.120 72 a.g.e.,s.122 73 Kemal Kirişçi, Gareth M. Winrow, Kürt Sorunu: Kökeni ve Gelişimi, (çev. Ahmet Fethi), Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2007 (5.bsk.), s.106 74 Reşat Hallı, a.g.e.,s.349-350 75 Abdulhaluk Çay, a.g.e.,s.343
XXXVI
bölgedeki aşiretlerin elindeki silahları toplamanın gerekli olduğunu düşünmüştür. Devlet, bölgeye yönelik çeşitli araştırma ve raporlar hazırlanmasını istemiştir. Bu çerçevede Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın, 1931 yılında hazırladığı raporun Dersim’le ilgili bölümleri şöyledir: 1. Dersim, asırlarca nüfuz edilememiş, hükümete önemli sorunlar çıkartmış, eşkıyalığı alışkanlık haline getirmiş mütecaviz ve soyguncu bir muhittir. 2. Yapılan tedip harekâtları bir sonuç vermemektedir. Doğal koşullar ve arazi yapısı, kesin bir sonuç almayı engellemektedir. 3. Dersim’in yollarla öteki kentlere bağlanması, ıslahı için önemli bir adım olacaktır. Kuzeyden güneye, doğudan batıya yolların yapılması, Dersim halkının şehirlerle temasını kolaylaştıracak ve fikren de gelişmesine hizmet edecektir. 4. Dersimliler yoksul olup, fakirlik ve geçim darlığı içerisinde hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. 5. Dersim’de ana yollar yapılmalı, silahlar toplanmalı, zorunlu iskân uygulanmalı, reis, bey ve ağalar bir daha dönmemek üzere Batıya gönderilmeli, geri kalanlardan en tehlikeli olanlar uzak ovalara sevk edilerek Türk köylerine dağıtılmalı, idarî yapı yeniden düzenlenip iyileştirilmeli, Kürt kökenli memurlar bölgeden çıkartılmalı, iyi yetişmiş idealist memurlar bölgeye tayin edilmeli, Türklük telkini yapılmalı ve Kürtçe yerine Türk dilinin yerleştirilmesi için gereken önlemler alınmalıdır.76 Đçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 18 Kasım 1931 tarihinde Başbakanlığa sunduğu raporunda da Dersim ve çevresi ön plandadır. Şükrü Kaya’nın üzerinde durduğuen önemli konu bölgede meydana gelebilecek yeni bir isyanın önüne geçmektir: 1. Dersim’de hükümet ve devlet otoritesi zayıftır. 2. Silah kuvvetini ve adamlarını arttıran Seyit Rıza hakkında kesin bir tedbir alınmazsa, gelecekte Dersim için bir şef olacağı açıktır.77 3. Dersim’in her şeyden önce 18-20 bin civarındaki silahtan arındırılması ve aşiret reislerinin bölgeden uzaklaştırılmaları gerekmektedir.
76
Hüseyin Yayman, a.g.e., s.105 Şükrü Kaya’nın, raporunda özellikle Seyid Rıza üzerinde durarak ileride bölgede bir lider konumuna ulaşacağı ve devlet açısından sorun yaratabileceği konusunda uyarıda bulunması dikkat çekicidir. Raporun hazırlanmasından yaklaşık 6 yıl sonra Dersim’de meydana gelecek olan isyan hareketinin liderliğini Seyid Rıza yapacaktır. 77
XXXVII
4. Dersim’in ıslahı acil ve zaruridir. Geciktirilmesinde devlet açısından zarar vardır. 5. 1932 yılının bahar mevsiminde askerî bir harekâta başlanması uygundur. 6. Askerî harekâtı ciddi bir idarî ıslahat takip etmelidir. 7. Silahlar toplanmalı, bölgedeki aşiret reisleri zorunlu olarak Batıya gönderilmelidir.78 Özellikle Dersim ve çevresine dikkat çeken bu raporları, yasal düzenlemeler izlemiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1932 yılında Đskân Kanunu tartışılmaya başlanmıştır. Kanun ancak 14 Haziran 1934 tarihinde kabul edilmiş ve 2510 sayıyla yürürlüğe girmiştir.79 Toplam 52 maddeden oluşan kanunla Türkiye üç bölgeye ayrılmıştır. Birinci bölge Türk kültürlü nüfusun yerleştirilmesi istenen bölge, ikinci bölge Türk kültürü kazanması istenilen nüfusun nakil ve iskânına ayrılan bölge olarak tanımlanmıştır. Kanunla bu bölgelere yerleştirilecek olanlar en az 10 yıl burada yaşamak zorundadırlar. 10 yıl sonra başka bir bölgeye yerleşip yerleşemeyeceklerine ise Bakanlar Kurulu karar verecektir. Üçüncü bölge ise iskâna kapatılacak bölgelerdir. Kanun ayrıca, aşiret reisliği, şeyhlik, ağalık gibi sıfatları da kaldırmıştır. Bu sıfatı taşıyan kişilere bu sıfatlara ait olarak verilen tüm taşınmazlar da hazineye devredilecektir. Aynı dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile ilgili hazırlanan diğer bir rapor ise Đsmet Đnönü’ye aittir. 21 Ağustos 1935 tarihli raporunda Đsmet Đnönü, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerine yaptığı seyahatten sonra bölgedeki illere yönelik değerlendirmeler yapmış ve alınması gereken önlemlerle ilgili tavsiyelerini sunmuştur. Seyahatinde Malatya, Diyarbakır, Elazığ, Siirt, Bitlis, Mardin, Van, Muş, Kars, Ağrı, Erzurum ve Erzincan’da incelemelerde bulunan Đnönü, raporunda şu noktaları vurgulamıştır: 1. Gezilen bütün illerde fakirlik, iskân sorunları ve sıtma, trahom gibi hastalıklar yaygındır. Altyapı ve hizmet yetersizdir. Özellikle iç bölgelere ulaşım zordur.
78
Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, Ankara: UMAG Vakfı, 2006 (32.bsk), s.41-51; Hüseyin Yayman, a.g.e.,s.110-116 Meclis’te kanunla ilgili tartışmalar için bkz. TBMMZC, Devre 4, Cilt 23, 14.6.1934, s.140-160; Kanun metni için bkz. Düstur, 3.Tertip, Cilt 15, s.1157-1171
79
XXXVIII
2. Đskân politikası devlet açısından önemlidir. Sınıra yakın yerlerin ve Elazığ, Erzurum, Erzincan gibi büyük illerin Türkleştirilmesi önem arz etmektedir. 3. Bölgede ihmal ve kötü yönetim hâkimdir. Ehil olmayan devlet memurları ve idarecilerin keyfî kararları sorunların çözülmesinde yeterli olmamaktadır. 4. Devletin gücünü göstermek için bölgedeki askerî birliklerin ihtiyaçları giderilmeli, donanımları yenilenmelidir. 5. Diyarbakır,
kuvvetli bir Türklük merkezi olarak devletin tedbirlerini
yürütebileceği olgunlukta bir yerdir ve gelişmesi sağlanmalıdır. Ayrıca Diyarbakır Halkevi’ne yardım yapılmalıdır. 6. Bölgede, halkın dışında ve üst perdeden bir yönetim anlayışı hâkimdir. Hükümet ve devlet halka inememektedir. 7. 260 bin nüfuslu Mardin’de neredeyse hiç Türk yoktur. Nüfusun çoğunluğu Kürt, geri kalan kısmı da Araptır. 8. Bitlis, büyük çoğunluğu Kürt nüfustan oluşan Hizan ve Mutki arasında kalan bir Türklük merkezi ve kalesidir. Bu nedenle Bitlis, devlet tarafından mutlaka korunmalı ve geliştirilmelidir. Bölgede Bitlis olmasaydı, devletin bir “Bitlis yaratması” gerekecekti. 9. Sağlam bünyeli bir Van Şehri, bölgede Cumhuriyetin önemli bir temeli olacaktır. Van Gölü kıyısında bulunan bölgelerin nüfusunun çoğu Türk’tür. Van’a 12 yılda 13 vali atanmıştır. Devletin en büyük sorunu, bölge yönetiminde istikrar ve devamlılığın sağlanamamış olmasıdır. 10. Erzincan’a sürekli ve yoğun bir Kürt göçü yaşanmaktadır. Kısa zaman içerisinde Erzincan’ın bir Kürtlük merkezi olmasıyla “Kürdistan”ın kurulması gibi korkunç bir sonuçtan kaygı duyulmalıdır. 11. Bölgede eğitime ilkokullardan başlanmalıdır. Kürtleşmiş köylerin halkına Türklük bilinci kazandırmak açısından bölgedeki ilköğretim ve öğretmenler çok önemlidir.80 Đnönü, raporunda ayrıca Dersim ve çevresini kapsayan yeni bir umumî müfettişlik kurulmasını da tavsiye etmiş ve rapordaki tüm öneriler Bakanlar Kurulu 80
Đsmet Đnönü, Şark Seyahati Raporu, Ankara: Başvekâlet, 1935; Hüseyin Yayman, a.g.e.,s.124-132; Saygı Öztürk, Đsmet Paşa’nın Kürt Raporu, Đstanbul: Doğan Kitap, 2007; Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, s.73-83
XXXIX
tarafından kabul edilmiştir. Dersim bölgesi ve çevresini kapsayan Dördüncü Umumî Müfettişlik ve Tunceli Vilâyeti, Đsmet Paşa’nın raporuna uygun olarak kurulmuşlardır.81 2883 sayılı Yeniden Dokuz Kaza ve Beş Vilâyet Teşkiline ve Bunlarla Otuz Đki Nahiyeye Ait Kadrolar Hakkında Kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 25 Aralık 1935 günü kabul edilmiştir. Bu kanunun altıncı maddesiyle, Erzincan’ın Pülümür Kazası ve Elaziz Vilâyetinin Nazımiye, Hozat, Mazgirt, Ovacık, Pertek, Çemişkezek Kazalarından teşekkül etmek üzere Tunceli Vilâyeti kurulmuştur.82 Genellikle “Tunceli Kanunu” olarak anılan, 2884 sayılı Tunceli Vilâyetinin Đdaresi Hakkında Kanun da bu düzenlemeye dayanılarak aynı gün Meclis’te kabul edilmiştir. Kanunun birinci maddesine göre, “korkomutan”83 rütbesinde bir zat vali ve kumandan olarak seçilerek Milli Savunma Bakanlığı’nın onayıyla Tunceli Valiliği ve Dördüncü Umumî Müfettişlik görevlerine atanacaktır. Bu kişiye idam cezalarını onaylama yetkisi de verilmiştir. Vali ve Müfettiş görevindeki kişinin ayrıca, vilâyet sınırlarında yaşayan halktan gerekli gördüğü kimseleri başka yerlere nakletme yetkisi de bulunmaktadır.84 Dördüncü Umumi Müfettişlik, Orta Anadolu’nun doğu kısımlarında ve özellikle Dersim çevresinde idare ve inzibat işlerinin tanzim ve Hükûmet görevlerinin daha iyi yerine getirilmesini temin için yeniden kurulacak Bingöl ve Tunceli ile Birinci Umumi Müfettişlik mıntıkasından ayrılacak Elâziz Vilâyetlerini ihtiva edecek şekilde 6 Ocak 1936 tarih ve 2/3823 sayılı kararname ile kurulmuştur.85 Tunceli Valiliği ve müfettişlik görevine ise 10 Ocak 1936 tarihli kararname ile Sekizinci Kolordu Komutanı Korgeneral Hüseyin Abdullah Alpdoğan atanmıştır.86 Bununla birlikte, Umumî Müfettişlik uygulaması 1928 tarihinde başlatılmış bir uygulamadır. Birinci Umumi Müfettişlik, Diyarbakır merkez olmak üzere Bitlis, Ağrı, Elazığ, Hakkari, Mardin, Siirt, Urfa ve Van illerini kapsayan bölgeden sorumlu olarak, 1 Ocak
81
Hüseyin Yayman, a.g.e, s.125 Kanunla ilgili Meclis’teki tartışmalar için bkz. TBMMZC, Devre 5, Cilt 7, 25.12.1935, s.172-175; Kanun metni için bkz. Resmi Gazete, 4 Kanunusani 1936, no.3197 83 Korgeneral düzeyindeki askerî yetkili. 84 Kanunla ilgili Meclis’teki tartışmalar için bkz. TBMMZC, Devre 5, Cilt 7, 25.12.1935, s.175-182; Kanun metni için bkz. Resmi Gazete, 2 Kanunusani 1936, no.3195 85 Resmi Gazete, 16 Kanunusani1936, no.3207 86 Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler (1927-1952), Đstanbul: Đletişim, 2003, s.232
82
XL
1928 tarihinde kurulmuştur. Birinci Umumi Müfettişlik görevine ise Diyarbakır Milletvekili Đbrahim Tali (Öngören) getirilmiştir.87 Đkinci Umumi Müfettişlik (Trakya Umumi Müfettişliği), “Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale mıntıkalarında Nafia ve Đskân Đşlerinin esaslı bir surette tanzim ve idaresi için 1164 numaralı kanunun hükmüne göre mezkûr mıntıkada Trakya Umumi Müfettişliği namıle ikinci bir Umumi Müfettişlik teşkili kabul edilmiştir”şeklindeki 19 Şubat 1934 tarih ve 2/150 sayılı kararname ile kurulmuştur.88 Müfettişlik görevine ise Đzmir Valisi Kazım Dirik atanmıştır.89 Üçüncü Umumi Müfettişlik, “25 Haziran 1927 tarih ve 1164 numaralı kanunun birinci maddesi mucibince ve Erzurum, Kars Gümüşhane, Çoruh, Erzincan, Trabzon, Ağrı Vilâyetlerini ihtiva etmek üzere üçüncü bir Umumi Müfettişlik kurulması tensib edilmiştir” şeklindeki 11 Eylül 1935 tarih ve 2/3199 sayılı kararname ile kurulmuştur.90 Resmi Gazete’de aynı gün yayımlanan 2/3200 sayılı kararnameyle, Üçüncü Umumi Müfettişliğin başına Erzurum Saylavı olarak görev yapmakta olan Tahsin Uzer91 getirilmiştir. 1927 ile 1936 yılları arasında kurulmuş olan bu dört Umumi Müfettişliğin yanında, resmî olarak kurulmuş, bütçesi hazırlanmış ama faaliyete geçememiş olan bir de Beşinci Umumi Müfettişlik (kuruluş kararnamesindeki adıyla Beşinci Genel Müfettişlik) vardır. Ancak faaliyete geçemediğinden dolayı genellikle dikkatlerden kaçmış ve bu konuda yapılmış çalışmaların çoğunda kendine yer bulamamıştır. Beşinci Genel Müfettişlik, “Đçel, Seyhan, Hatay, Gaziantep ve Maraş illerinde idarî, ekonomik, tarımsal ve sosyal işlerin esaslı bir birlik içinde ahenkli olarak tanzim ve idaresi için merkezi Adana olmak üzere bir Beşinci Genel Müfettişlik teşkili, Bakanlar Kurulunun 24/6/1947 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır” şeklindeki 5994 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kurulmuştur.92Müfettişlik görevine ise Hatay Valisi
87
Bilal Şimşir, a.g.e.,s.509. Dr. Đbrahim Tali Öngören, 1875 yılında Đstanbul’da doğmuştur. 1983 yılında Askeri Tıbbiye’den mezun olmuştur. Trablusgarp, Balkan ve Çanakkale Savaşlarında görev yapmıştır. Batum ve Varşova’daki diplomatik görevlerinden sonra 1926 yılında Diyarbakır Milletvekili olarak seçilmiştir. 1927 yılında Birinci Umum Müfettiş olarak görevlendirilmiştir. 1952 yılında Đstanbul’da ölmüştür. 88 Resmi Gazete, 27 Şubat 1934, no.2640 89 Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler (1927-1952), Đstanbul: Đletişim, 2003, s.129 90 Resmi Gazete, 11 Eylül 1935, no.3103 91 Hasan Tahsin Uzer, 1878 yılında Selanik’te doğmuştur. Mülkiye mezunudur. Malta’daki sürgün döneminden sonra Ardahan, Erzurum ve Konya Milletvekilliği yapmıştır. 1935 yılında Üçüncü Umum Müfettiş olarak görevlendirilmiş, bu görevdeyken 1939 yılında ölmüştür. 92 Resmi Gazete, 30 Haziran 1947, no.6645
XLI
Nizameddin Ataker atanmıştır.93 Umumî Müfettişliklerden üçünün görev ve yetki bölgesi doğrudan Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeler olduğundan, faaliyette oldukları dönemde bu kurumların Kürtlerin yaşamları üzerinde önemli etkileri olmuştur. Genel olarak ifade etmek gerekirse, 1930’lu yıllar boyunca Umumî Müfettişliklerin gündeminde en üst sıraları siyasî Kürtçülük, kaçakçılık ve güvenlik konuları işgal etmiştir.94 Đktisat Vekili Celal Bayar’ın Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri ile ilgili hazırladığı ve 10 Aralık 1936 günü Başbakanlığa sunduğu raporda da bölge hakkında ayrıntılı değerlendirme ve öneriler yer almaktadır. Bayar, 11 Eylül 1936 günü başlayan, Kars, Ağrı, Erzurum, Elazığ, Van, Muş, Siirt, Diyarbakır, Malatya illerini kapsayan ve 21 Ekim 1936 günü biten seyahatinden sonra kaleme aldığı raporunda şu noktalara dikkat çekmiştir: 1. Doğu illeri, Cumhuriyet dönemine kadar hâkimiyet altına alınamamıştır. Bu zamana kadar hâkimiyet altına alınıp düzenin sağlanamadığı bölgenin disiplin altına
alınmak
istenmesi
sorunlara
neden
olmuştur.
Devlet,
bölgeye
yerleşememiştir. 2. Bölgedeki isyancılar cezalandırılmalıdır. Ancak suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan, bölge halkı topyekün cezalandırılmamalıdır. 3. Kürt oldukları için bir kısım vatandaşlar okutturulmamakta ve devlet işlerine karışmaları engellenmektedir. Bu vatandaşları anavatana bağlamak için nasıl bir yol izleneceği de bilinmemektedir. Bunu sağlayacak idarî yapılanma sağlanmalı ve bu vatandaşlar anavatana bağlanmalıdır. 4. Cumhuriyet, Şarkta yeterince anlaşılamamıştır. Devlet memurları bu konuda atalet içerisindedir. 5. Bölgedeki
vatandaşların
toprak sahibi
yapılmaları,
üretim
imkânlarını
geliştirmek için kredi kolaylıkları sağlanması ve ürünleri satabilecekleri mekanizmaların kurulması onları anavatana bağlayacaktır. 6. Devletin bölgede dayanacağı en önemli kuvvet ordu ve jandarmadır. Bu iki kuvvet disiplinli ve modern zihniyette olmalıdır. 93
Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler, s.273 Hüseyin Koca, Yakın Tarihimizden Günümüze Hükümetlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Politikaları, Konya: Mikro, 1998, s.532
94
XLII
7. Bölgedeki hükümet binalarının durumu kötüdür. Yenilenmeleri gerekmektedir. 8. Şeyh Said ve Ağrı Đsyanlarından sonra Türklük ve Kürtlük ihtirasları bölgede karşılıklı olarak tırmanışa geçmiştir. 9. Bölgeye iyi yetişmiş idareciler gönderilmelidir. 10. Bölgenin ekonomik bakımdan en büyük sorunlarından birisi de ulaşım ve nakliyat
sorunudur.
Bölgenin,
ülkenin
diğer
bölgeleriyle
kaynaşması,
yakınlaşması ve ekonomisinin gelişmesi için ulaşım ve nakil imkânlarının geliştirilmesi gerekmektedir. 11. Kurulacak beşinci şeker fabrikası Doğu vilâyetlerinden birine kurulmalıdır ve Sivas-Erzurum Demiryolu tamamlanmalıdır.95 Dersim ve çevresinde bölgeyle ilgili yapılan bu yasal düzenlemeler, yoğunlaşan ıslah-inşaat faaliyetleri ile devlet otoritesinin bölgeye hâkim olmaya başladığını gören ve kendi otoritesini kaybetmek istemeyen bazı aşiret liderleri, ağa, şeyh ve seyidler, devletin bu girişimlerine karşı tepki göstermeye, eylemler geliştirmeye başlamışlardır.96 Bunların içerisinde en öne çıkan isim ise Zaza kökenli Seyid Rıza’dır. Dersim bölgesinde devlet güçleri ile bazı aşiretler arasındaki ilk çekişmeler 1937 yılının başlarında silahların toplanması konusunda yaşanmıştır. Dördüncü Umumî Müfettiş Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın aşiretlere elçiler aracılığıyla ilettiği silahlarını teslim etmeleri isteğine aşiretler tarafından olumsuz yanıt verilmiş, elçiler ile aşiret mensupları arasında tartışmalar meydana gelmiştir. Aşiret reisleri devletin bölgedeki faaliyetlerinden huzursuzdur ve devletin bu faaliyetleri durdurmasını istemektedir. Aşiretlerin talepleri; bölgeye karakolların yapılmaması, köprü-yol inşaatlarının durdurulması, silahların toplanmaması ve vergi toplama işleminin karşılıklı pazarlık usulüyle yapılması şeklindedir.97 Devlet güçleri ile aşiretler arasındaki bu gerginlik, 21 Mart 1937 tarihinde Tunceli-Erzincan yolu üzerinde, Pah Bucağı’nı Kahmut’a bağlayan Harcık Deresi üzerindeki bir köprünün yakılması ve Pah’daki jandarma karakolunun basılmasıyla bir isyan hareketine dönüşmüştür. Ardından, Seyid Rıza’nın emriyle Sin Bucağı’nda 95
Hüseyin Yayman, a.g.e.,s.140-148; Celal Bayar, Şark Raporu, (sadeleştiren Nejat Bayramoğlu), Đstanbul: Kaynak, 2009 (2.bsk.); Nurşen Mazıcı, Celal Bayar: Başbakanlık Dönemi (1937-1939), Đstanbul: Der, 1997, s.153230 96 Suat Akgül, Yakın Tarihimizde Dersim Đsyanı ve Gerçekler, Đstanbul: Boğaziçi, 1992, s.55 97 Akgül, a.g.e.,s.103
XLIII
bulunan jandarma karakoluna saldırı düzenlenmiştir. Đsyan hareketi, 26 Nisan gecesi bir süvari birliğine saldırı düzenlenmesi ve 1 Mayıs gecesi Mazgirt-Sabit Jandarma Karakolu’nun basılmasıyla büyümüştür.98Seyid Rıza liderliğinde başlayan isyana Haydaran, Abbasuşağı, Yusufanlı, Bahtiyar ve Demenanlı Aşiretleri katılmışlardır.99 Đsyan hareketinin büyümesi üzerine 3 Mayıs 1937 tarihinde yaklaşık 25 bin askerin görevlendirildiği bir harekât başlatılmıştır. Harekâta havadan da destek verilmiştir. Harekâtın büyüklüğü isyana katılan aşiretleri kaygılandırmış, isyanın önemli isimlerinden Demenanlı Cebrail, Seyid Rıza’yı teslim olmaya ikna etmeye çalışmıştır. Ancak Seyid Rıza, Munzur Suyu kenarındaki Halvori’de aşiretler arasında yapılan toplantıda teslim olmayı reddetmiş ve aşiretleri de isyana devam için ikna etmiştir. Bunun sonucu olarak hem isyan hareketi hem de askerî harekât tüm şiddetiyle devam etmiştir.100 Askerî harekât, 1937 yılının yaz aylarında isyancılar üzerinde etkili olmaya başlamış; önemli asilerden Demenanlı Cebrail, Roznaklı Kamer, YusufanlıAğdatlı Kamer ve Bahtiyar Aşireti’nden Şahin yakalanarak mahkemeye sevk edilmişlerdir. Gittikçe sıkışan Seyid Rıza, önce bölgedeki mağaralara sığınmış, sonra da 10 Eylül 1937 tarihinde iki adamıyla birlikte silahsız olarak teslim olmuştur. Đsyancıların yargılanmalarına Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi’nde Ekim ayında başlanmış ve hüküm 15 Kasım 1937 günü verilmiştir. Đdama mahkûm edilen 11 kişiden Seyid Rıza, Seyid Rıza’nın oğlu Resik Hüseyin, ŞeyhanAşireti Reisi Seyid Hüseyin, Yusufanlı Aşireti Reisi Kamer’in oğlu Fındık, Demenanlı Aşireti Reisi Cebrail’in oğlu Hasan, Ulukiye oğlu Hasan ve Mirza oğlu Ali’nin cezaları aynı gün infaz edilmiştir. Đdama mahkûm edilen diğer 4 kişinin cezaları ise yaşlarının ileri olması nedeniyle otuzar yıl hapis cezasına çevrilmiştir. Yaklaşık 6 ay süren isyan hareketinde 1 subay ve 28 er şehit olmuş, 3 subay ve 46 asker yaralanmış, 265 isyancı öldürülmüş, 20 isyancı yaralanmış, yaklaşık 900 isyancı ise yakalanmış ya da teslim olmuştur.101 Đsyanın bastırılması ve yargılamanın sonuçlanması bölgedeki gerilimi tümüyle bitirmemiş, devletin bölge halkına baskı uyguladığı şeklindeki provokasyonlar devam etmiştir.102 Bu provokasyonların sonucu olarak 1938 yılının Ocak ayında tekrar şiddet 98
Bilal Şimşir, Kürtçülük II: 1924-1999, Ankara: Bilgi, 2009 (2.bsk.), s.397; Reşat Hallı, a.g.e.,s.380-386 Abdülhalük Çay, a.g.e.,s.345 100 a.g.e.,s.346 101 Bilal Şimşir, a.g.e.,s.412-415 102 Akgül, a.g.e.,s.150 99
XLIV
olayları başlamış, karakollar basılmış ve bazı birliklere saldırılar düzenlenerek askerler şehit edilmiştir. Olayların daha fazla büyümemesi için tekrar askerî harekât başlatılmış, aralıklarla Eylül ayına kadar süren harekât 6 Eylül 1938 tarihinde tamamlanmış ve bölgede düzen sağlanmıştır.103Bazı kaynaklardaki iddialara göre Dersim olaylarında on binlerce kişi hayatını kaybetmiştir.104 Dördüncü Umumî Müfettişlik raporlarına dayandırılan ve daha kesin rakamlarla ortaya atılan bir başka iddiaya göre ise 13160 sivil hayatını kaybetmiş, 2158 haneden toplam 11818 kişi zorunlu iskâna tâbi tutulmuştur.105 Dersim’deki isyan hareketinin bastırılmasından sonra, bölgede yaklaşık 15 yıldır devam eden olaylar son bulmuş ve güven ortamı sağlanmıştır. Ancak, bu kez de Đkinci Dünya Savaşı sırasında Đran’da meydana gelen gelişmelerle birlikte yeni bir dönem ve yeni sorunlar başlamıştır.
103
Hallı, a.g.e.,s.409-410 Ahmet Özer, a.g.e., s.318 105 “Dersim 1938 Gerçeği”, Sabah, 19 Kasım 2009
104
XLV
BĐRĐNCĐ BÖLÜM: ĐKĐNCĐ DÜNYA SAVAŞI ve TÜRKĐYE’DE GELĐŞMELER (1942-1950) 1.1. Đran’ın Đşgali ve Đşgalin Đran Kürtlerine Etkisi Đran, Đkinci Dünya Savaşı devam ederken, Türkiye’nin tarafsız kalması nedeniyle Boğazlar üzerinden yardım alamayan Sovyetler Birliği’ne yardım ulaştırabilmek amacıyla, Đngiltere ve Sovyetler Birliği arasında yapılan bir anlaşmayla, 25 Ağustos 1941 tarihinde bu iki ülke tarafından işgal edilmiştir. 1 Böylece savaş boyunca Müttefikler tarafından Sovyetler Birliği’ne Đran üzerinden askerî yardım ulaştırılabilmiştir. SSCB ve Đngiltere tarafından işgal edilen Đran’ın ordusu dağılmış ve ülkede otorite boşluğu meydana gelmiştir. 2 Bu ortamdan yararlanarak Đran üzerinde kalıcı bir nüfuz oluşturmak isteyen Sovyetler Birliği, savaşta işgal ettiği diğer ülkelerde yaptığı gibi burada da iç unsurlarla temasa geçerek kendisine bağlı uydu yönetimler kurmaya çalışmıştır. SSCB’nin amacı; Đran Azerbaycanı’nda bağımsız bir komünist yönetim kurarak ve bu yönetimi Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde kurulacak Sovyet yanlısı özerk yönetimlerle birleştirmektir. Bu doğrultuda; işgalin hemen ardından Đran’daki Kürt aşiretleri, bölgedeki Kürt ileri gelenlerinden Muhammet Reşit’in liderliğinde, 15 Eylül 1941 tarihinde Tahran yönetimine karşı büyük bir isyan hareketi başlatmışlardır. Aynı günlerde, bölgede nüfuz sahibi olan bazı Đranlı Kürtler, Sovyet devlet adamları tarafından Bakü’ye davet edilmiş ve bağımsızlık talebini de içeren istekleri dile getirilmiştir. Bakü’ye davet edilen bu Kürtler arasında, ileride ilân edilecek “Mahabad Kürt Cumhuriyeti”nin başkanlığına getirilecek olan Kadı Muhammed de vardır.3 Sovyet işgali altındaki bölgede başlayan isyan kısa sürede Tebriz-Serdaşi, Rumiye 4 ve Đran Azerbaycanı bölgelerine doğru yayılmış, yüksek rütbeli bir Đran generali öldürülmüş, Đran Azerbaycanı Eyaleti’nin valisi esir alınmış, bölgenin merkezi Tebriz isyancılar tarafından ele geçirilmiştir. Şah Rıza Pehlevî, isyanın başlamasından 1
Mehmet Saray, a.g.e., s.128; Kürt Sorunu ve Devlet: Tedip ve Tenkil Politikaları: 1925-1947, (der.) Tuğba Yıldırım, Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2011, s.113 2 Müttefik işgali sırasında dağılan Đran Ordusunun asker sayısı, 1960’lı yıllarda ancak 200 bine ulaşabilmiştir. Gökhan Çetinsaya, “Türkiye-Đran Đlişkileri: 1945-1997”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, (ed. Đsmail Soysal), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999, s.508 3 David McDowall, Modern Kürt Tarihi, (çev. Neşenur Domaniç), Ankara: Doruk, 2004, s.321 4 Bazı kaynaklarda bölgenin adı “Urmiye” ya da “Urumiye” olarak da yer almaktadır.
1
iki gün sonra iktidardan düşmüş ve önce Maurius Adası’na, sonra da Güney Afrika’ya gitmek zorunda kalmıştır. Yerine genç ve deneyimsiz oğlu Muhammed Pehlevî geçmiştir. 5 Tahran’dan isyanı bastırmak için gönderilen Đran askerî birlikleri ise başarısız olmuştur. Ayaklanan Kürt aşiretlerine Rıza Şah döneminde gördükleri baskı nedeniyle Tahran’a tepkili olan muhalif Đranlıların da katılmasıyla isyan daha da genişlemiştir. Đsyan eden Kürt aşiretlerini destekleyen ve silâh yardımı yapan Moskova, aynı zamanda yine kendisinin destek ve girişimiyle 1941 yılında kurulmuş olan Komünist Tudeh Partisi’ni de 6 kullanarak Đran’daki siyasî etkisini güçlendirmeye başlamıştır. Moskova, aynı dönemde Irak’ta da benzer bir politika uygulamış, Irak’ta Đngiliz yanlısı hükümete karşı Kürt Aşiret Reisi Molla Mustafa Barzani7 ve diğer bazı Kürt aşiretlerini desteklemiştir. Böylece, aynı dönemde Đran’da geniş çaplı bir Kürt ayaklanması yaşanırken Irak’ta da Kürtler hareketlenmeye başlamıştır. Bu hareketlenme sonucunda, 1945 yılının Ağustos ayında Molla Mustafa Barzani, Irak Ordusu ve Irak Ordusu’nu destekleyen Đngiliz birlikleriyle çatışmaya girecektir. Đran’daki bu gelişmeler Batılı devletler tarafından da yakından takip edilmiştir. Almanya’da, 3 Nisan 1942 tarihli bir radyo yayınında “Yakın Şark’ta Ruslar’ın giriştikleri Bolşevikleştirme ve inhilâl ettirme işleri neticesinde Đran Azerbaycanı’ndaki Rumiye’de bir Kürt Cumhuriyeti kurulmuştur” 8 haberi yayınlanmıştır. Propaganda amaçlı ve henüz gerçeği yansıtmayan bu haberin ardından, aynı radyoda 5-6 Nisan 1942 tarihinde, bu kez Türkçe olarak şu haber yayınlanmıştır: “Selâhiyyettar bir makamdan alınan bir habere göre; Sovyetler bugün bütün Đran’ı işgal etmektedirler. Sovyetler, Đran’daki Kürtleri ayaklandırmışlardır. Maksatları
5
Kamuran Gürün, Dış Đlişkiler ve Türk Politikası, Ankara: Ankara Üniversitesi SBF, 1983, s.306. 26 Ekim 1919 tarihinde Tahran’da doğan Muhammed Rıza Pehlevi, 1941-1979 yılları arasında iktidarda kalmıştır. Đslam Devrimi sonucu 16 Ocak 1979 tarihinde Đran’ı terk etmiş ve 27 Temmuz 1980 tarihinde Kahire’de pankreas kanserinden ölmüştür. 6 Tudeh Partisi, Đran’da SSCB’nin girişimleriyle 1941 yılında kurulmuş ve 1942 yılında Tahran tarafından tanınmıştır. Rıza Pehlevi’ye karşı ayaklanan Đran Azerilerinden Süleyman Muhsin Đskenderi’nin ilk genel sekreterliğini yaptığı parti, Đslam Devrimi’nden sonra bölünmüş ve 1983 tarihinde Humeyni tarafından kapatılmıştır. Partinin tarihiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Yassamine Mather, “Iran’s Tudeh Party: A History of Compromises and Betrayals”, Critique: Journal of Socialist Theory, vol.39, no.4, December 2011, s.611-627 7 Molla Mustafa Barzani, 14 Mart 1903 tarihinde Irak’ın Barzan bölgesinde doğmuştur. 1943 yılında Bağdat yönetimine karşı isyana başlamış, başarısız olunca Đran’a geçerek “Mahabad Kürt Cumhuriyeti”nin “savunma bakanı” olmuştur. Bu yönetimin de 1946 sonlarında yok edilmesinden sonra Moskova’ya sığınmış ve 12 yıl burada kalmıştır. Irak’ta 1958 yılında gerçekleşen General Kasım darbesinden sonra Irak’a dönmüş ve Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin başına geçmiştir. Bağdat yönetimiyle arası yeniden açılan Mustafa Barzani, 1960 ile 1975 yılları arasında Irak’ta geniş bir Kürt isyanı yürütmüştür. 1975 yılında yenilerek isyanı bastırılan Mustafa Barzani, bu kez Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiş ve burada 1979 yılında ölmüştür. Mustafa Barzani’nin Irak’ta 1960-1975 yılları arasında yürüttüğü ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren isyan hareketi, çalışmanın sonraki kısımlarında incelenecektir. 8 Kürt Sorunu ve Devlet: Tedip ve Tenkil Politikaları: 1925-1947, (der.) Tuğba Yıldırım, Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2011, s.118
2
Sovyetler’e bağlı bir Đran Kürdistanı vücuda getirmektir. Daha şimdiden Şam’da, Bağdat’ta, Beyrut’ta komiteler kurulmuştur.”9
Nazi Almanyası; Đran’da kendisine bağlı bir Kürt yönetimi kurmak, böylece bu ülke üzerinde nüfuz sahibi olabilmek ve Türkiye’yi yaklaşık 1100 km’lik bir sınır boyunca baskı altına almak isteyen Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’yi kışkırtmak ve kendi tarafında savaşa çekmek istemektedir. Aynı günlerde, SSCB yönetimi altındaki Erivan’da “24 Nisan 1942 gününden itibaren radyoda Kürtçe yayın yapılacağı” haberi verilmiştir.10 Radyo, duyurduğu gibi 24 Nisan’dan sonra Kürtçe yayınlara başlamıştır. Böylece, Beyrut Radyosu’yla birlikte Erivan Radyosu da Kürtçe yayınlara başlamıştır. Bu gelişmelerin hemen ardından, 3 Mayıs 1942 günü Fransız Le Journale Gazetesi “Türkiye, Đngiliz-Rus siyasetinden endişe ediyor, Yakın Şark’ta Kürt meselesi yeniden zuhur etmektedir” başlığıyla verdiği haberde; Sovyetler ile Đngiltere’nin Đran Kürtlerine tatbik ettikleri siyasetten Türkiye’nin endişe etmekte olduğunu, çünkü Rusların Türkiye, Đran ve Irak üzerinde bir “Kürt Cumhuriyeti” kurmak niyetinde bulunduklarını, Đran’daki Kürt kabilelerinin müttefiklerin bayrağı altında askere alınmalarına karşılık olarak bunlara Đran Türkleri zararına olarak bazı ayrıcalıklar verilmesinin uygun bulunduğunu ve Türkiye’nin bu siyasetten dolayı Türkiye Kürtlerinin isyana sevk edilmeleri ihtimalinden endişe duyduğunu yazmıştır. Gazetedeki yazıya göre SSCB’nin bu Kürt politikası, Đkinci Dünya Savaşı’yla birlikte tırmanışa geçmesine karşın, yeni bir politika değildir. Habere göre, son zamanlara kadar, Kürtlerin kendilerine özel bir dil ve edebiyatları olmakla birlikte alfabeleri yoktur. Yirmi yıl önce Sovyet Ermenistan Hükümeti Kürtlere özel olarak Lâtin harfleriyle yazılmış bir alfabe hazırlayarak birtakım okul ve ders kitapları basmıştır. Bu Sovyet girişimi sayesinde yeni Kürt nesli, millî dilleri olan Kürtçeyi okuyup yazmasını öğrenmişlerdir. Ermenistan’ın merkezi Erivan’da açılmış bir lise ile bir de öğretmen yetiştirme amaçlı okuldan aydın bir Kürt tabakası yetişmiş ve Ortadoğu’da dağınık bir halde bulunan Kürtlerin birleşmelerini temin için bunların içinden mükemmel propagandacılar seçilmiştir.”11
9
a.g.e., s.118; “Kürdistan” ifadesi alıntı yapılan kaynakta kullanılmıştır. a.g.e., s.119 11 a.g.e., s.123 10
3
1.1.1. Đran’da “Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin Kuruluşu Đran’daki Kürt isyanının genişleyerek devam ettiği 1945 yılının Eylül ayında, nüfuz sahibi Kürtler bir kez daha Bakü’ye davet edilmişler ve burada Azerbaycan Başbakanı ve SSCB Komünist Partisi Politbüro üyesi olan Cafer Bagırov’la görüşmüşlerdir. Bu görüşmeden bir ay sonra “Kürdistan Demokrat Partisi” kurulmuştur.12 Aynı günlerde, Irak’taki isyan hareketi başarısızlıkla sonuçlanan Molla Mustafa Barzani de, geri çekilen peşmergeleriyle birlikte Đran sınırını geçmiş ve Mahabad’a yerleşmiştir. Molla Mustafa Barzani ile Kadı Muhammed13 arasında güçlü bir işbirliği gerçekleşmemiştir. Ancak, ayrışma da yaşanmamıştır. Mahabad’daki Kürt hareketinin Sovyet destekli bir bölünmeye doğru gittiğini ve Sovyetlerin askerî güçlerini Đran’dan çekmeye istekli olmadığını gören Tahran Hükümeti, 19 Kasım 1945’de, Đngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’ne başvurarak duruma müdahale etmelerini istemiştir.14 Moskova’nın buna yanıtı ise 12 Aralık 1945 tarihinde Đran-Azerbaycanı’nın merkezi Tebriz’de Komünist Tudeh Partisi’nin desteğiyle “Azerbaycan Cumhuriyeti” ya da “Azerbaycan Millî Hükümeti”nin ilân edilmesi olmuştur.15 Azerbaycan Millî Hükümeti’nin ilân edilmesinden yaklaşık bir buçuk ay sonra, 22 Ocak 1946’da ise Mahabad Bölgesinde “Mahabad Kürt Cumhuriyeti” ilân edilmiştir. “Başkanlığına” Kadı Muhammed, “Savunma Bakanlığına” ise yaklaşık 3 bin silâhlı adamı olan Molla Mustafa Barzani getirilmiştir.16 Bu gelişmelerle birlikte, SSCB’nin Đran’ı işgal ederken yapmış olduğu anlaşmaya uymayarak savaşın bitmesinin üzerinden 6 aydan fazla zaman geçmesine karşın Đran’dan çekilmemesi ve Đran’da kendi kontrolünde otonom yönetimler kurması Amerika Birleşik Devletleri’ni rahatsız etmeye başlamıştır. Konuyla ilgili ilk uyarı ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan gelmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Byrnes, 18 Şubat 1946 tarihinde yaptığı bir açıklamada “Amerika Birleşik Devletleri’nin Sovyet Rusya’ya karşı azimli bir politika gütmesi gerektiğini ve saldırıyı önlemek için harekete geçmeye 12
Archie Roosevelt, “The Kurdish Republic of Mahabad”, The Middle East Journal, Vol.1, no.3, s.254. Daha sonra Irak’ta ve yasadışı olarak Türkiye’de de birer “Kürdistan Demokrat Partisi” kurulacağından, bu partinin adı “Đran Kürdistan Demokrat Partisi” (Đ-KDP) olarak anılmaktadır. 13 Babası gibi Mahabad Kadısı olarak görev yapmakta olan Kadı Muhammed, bu bölgede nüfuz sahibi bir din adamıdır. 14 Đsmail Soysal, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye: Olaylar Kronolojisi (1945-1975), Đstanbul: Đsis, 1997, s.16 15 a.g.e., s.15; Bazı kaynaklarda “21 Azer Hareketi” olarak da yer alan sürecin ayrıntıları için bkz. Cemil Hasanlı, Soğuk Savaş’ın Đlk Çatışması Đran Azerbaycanı, (çev.) Ekber N. Necef, Đstanbul: Bağlam, 2005 16 Đsmail Soysal, a.g.e., s.19
4
hazır olduklarını” söylemiştir.17 2 Mart 1946 tarihinde SSCB-Đngiltere ve ABD arasında işgal kuvvetlerinin Đran’dan çekilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştır. Ancak Mart ayının sonuna gelinmesine karşın SSCB kuvvetlerini çekmeye başlamamıştır. Bunun üzerine 23 Mart 1946 günü ABD Başkanı Truman, Moskova’ya yeni atadığı büyükelçisi General Walter Bedell Smith aracılığıyla SSCB Lideri Stalin’e sert bir ültimatom vermiştir. 18 General Bedell, mesajı aynı gün ulaştığı Moskova’da Stalin’e iletmiştir. Moskova, ertesi gün kuvvetlerini Đran’dan çekmeye başladığını resmen duyurmuştur.19 Sovyetler, çekilme sırasında Đran Hükümeti’yle de pazarlık etmiş ve 4 Nisan 1946 tarihinde Đran Başbakanı Gavam-us-Saltana 20 ile çekilmenin daha hızlı olması karşılığında bir anlaşma imzalayarak, Đran’da çıkartılacak petrolün %51 işletim hakkını elde etmiştir. 21 Anlaşma imzalandıktan sonra çekilmeyi hızlandıran SSCB, 6 Mayıs 1946 tarihinde, Đran’da kurdurduğu “Azerbaycan Milli Hükümeti” ve “Mahabad Kürt Cumhuriyeti” yönetimlerini yalnız bırakarak Đran’ı tamamen terk etmiştir. Đran Hükümeti, işgal kuvvetlerinin ülkeden çekilmesinden hemen sonra Amerika Birleşik Devletleri ve Đngiltere’nin askerî desteğini alarak yalnız kalan Tebriz ve Mahabad otonom yönetimlerine askerî operasyon düzenlemiştir. Direnişe karşın fazla zorlanmadan Tebriz ve Mahabad’a giren Đran birlikleri, Aralık 1946’da hem “Azerbaycan Millî Hükümeti” hem de “Mahabad Kürt Cumhuriyeti”ni yok ederek ülkedeki isyan hareketini bastırmışlardır.22 Mahabad’daki otonom yönetimin lideri Kadı Muhammed yakalanarak 31 Mart 1947 tarihinde idam edilmiştir.23 Tebriz’deki otonom yönetimin lideri Seyyid Cafer Pişaveri ise Sovyetler Birliği’ne kaçmıştır. “Mahabad Kürt Cumhuriyeti”nin diğer önemli ismi olan Molla Mustafa Barzani ise ĐngiltereSSCB ve ABD arasında çekilmeyle ilgili anlaşmanın sağlandığı dönemde, güvendiği bir adamını Irak’a göndererek bu ülkede “Irak Kürt Demokratik Partisi”ni kurdurmuştur. Mahabad’daki otonom yönetimin yok edilmesinden sonra Irak’a geçmiş, burada uzun süre kalamamış ve son olarak 500 peşmergesiyle birlikte SSCB’ye yerleşmiştir. Molla 17
a.g.e., s.21 J. Philipp Rosenberg, “The Cheshire Ultimatum: Truman’s Message to Stalin in the 1946 Azerbaijan Crisis”, The Journal of Politics, vol.41, no.3, (Aug., 1979), s.936-937. 19 Đsmail Soysal, a.g.e., s.22 20 Yabancı kaynaklarda adı Ghavam os-Saltaneh ya da Ahmad Qavam olarak verilen Gavam us-Saltana, 1876 yılında Tahran’da doğmuştur. “1905-1906 Meşrutiyet Devrimi” sırasında bu adı almıştır. Anayasanın hazırlanmasına katkısı olmuştur. 1946 yılındaki son başbakanlığı 1948 yılında sona ermiş ve 1955 yılında Tahran’da ölmüştür. 21 Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), Ankara: Türkiye Đş Bankası, 1984 (2.bsk), s.425; Eduard M. Mark, “Allied Relations in Iran, 1941-1947: The Origins of a Cold War Crisis”, Wisconsin Magazine of History, vol.59, no.1, 1975, s.63. SSCB’nin çekilmesinden sonra ABD ve Đngiltere’nin desteğini kazanan Đran, anlaşmanın hükümlerine uymamıştır. 22 Đsmail Soysal, a.g.e., s.34 23 a.g.e., s.19 18
5
Mustafa Barzani, SSCB’de yaklaşık 12 yıl kalacak, burada yükseköğrenim görecek ve partisinin bulunduğu Irak’a ancak 1958 yılında, General Abdülkerim Kasım’ın darbesinden sonra dönebilecektir. Mustafa Barzani’nin Irak’a dönüşü, Türkiye’deki Kürtçülük hareketleri için bir dönüm noktası olacaktır. 1.1.2. “Mahabad Kürt Cumhuriyeti”nin Türkiye’ye Etkisi Türkiye, Đran’ın işgal edilmesinin ardından bu ülkeyle diplomatik ilişkilerini kestiğinden ve Đkinci Dünya Savaşı’nın hassas dengeleri nedeniyle Đran’a doğrudan yardımda ya da müdahalede bulunamamış, bu krizi büyük endişe ile izlemiş ve “manen” Đran’ın yanında olmuştur. 24 Ayrıca, Mahabad’daki Kürt oluşumunun dağıtılmasıyla başıboş kalan silâhlı Kürt grupların Türkiye’ye sızması, Irak’la yapılan işbirliği sonucu önlenmiştir. 25 1947 yılının Mart ayında Türkiye’nin Đran sınırına yalnızca 40 km mesafede Đran birlikleriyle çatışmakta olan Barzani ve Bahadori Aşiretlerinin 3 binden fazla silâhlı adamlarının olduğu 26 dikkate alınırsa, bu işbirliğinin önemi daha net anlaşılabilir. Silâhlı Kürt gruplarının Türkiye’ye sızması önlenmiş, ancak Đran, Suriye ve Irak’ta basılan ayrılıkçı, Kürtçü yayınların Türkiye’ye sokulması önlenememiştir. Mahabad’daki Kürt hareketinin Türkiye’ye en olumsuz etkilerinden biri, ülkeye gizli olarak sokulan bu yayınların özellikle Kürt kökenli üniversite öğrencisi gençlere ulaştırılması olmuştur. Çoğu Sovyetler Birliği tarafından basılan bu yayınlar, Đkinci Dünya Savaşı boyunca Ermenistan, Suriye ve Đran üzerinden gizli olarak Türkiye’ye sokulmuş ve özellikle Đstanbul’daki Dicle Talebe Yurdu’nda 27 üniversite öğrenimi gören Kürt kökenli öğrencilere ulaştırılmıştır. Hatta bazı iddialara göre, bu yurtta geceleri Kürt kökenli öğrencilere yönelik siyasî Kürtçülük toplantıları bile düzenlenmiş, Kürt kökenli öğrencilere ayrılıkçı fikirler aşılanmıştır. 28 Dicle Talebe Yurdu, bu dönemde Kürt milliyetçiliği için bir ev sahibi konumundadır.29 Bazıları, aileleri mecburî iskâna tâbi tutulmuş olduğu için zorunlu olarak Đstanbul’da bulunan bu Kürt kökenli öğrenciler, Türkiye’de 1950’li yıllarda şekillenmeye başlayıp daha sonra politik 24
Kamuran Gürün, a.g.e, s.347 Nevin Yazıcı, Petrol Çerçevesinde Musul Sorunu: 1926-1955, Đstanbul: Ötüken Neşriyat, 2010, s.336 26 Ayın Tarihi, no.160, s.133 27 Dicle Talebe Yurdu, 3.Ordu Müfettişliği’nin izni ile Đstanbul’da yükseköğrenim gören Doğu ve Güneydoğu Anadolulu öğrencilerin barınmaları için 1938 yılında açılmıştır. Yapımında Musa Anter’in kişisel girişimleri ve Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki belediyelerin önemli katkıları olmuştur. Kısa süre sonra Kürt siyasetinin önemli isimlerinden olacak Mustafa Remzi Bucak’ın yöneticiliğini yaptığı ve “Dicle Kaynağı” adlı 15 günlük bir yayın da çıkartan yurt, 1950’lerin ortalarına kadar açık kalmıştır. 28 Bilal Şimşir, a.g.e., s.503-504 29 Adrew Mango, “Turks and Kurds”, Middle Eastern Studies, vol.30, no.4, (Oct.,1994), s.978
25
6
yaşamda kendine yer bulacak olan Kürt siyasetinde ve Kürtçülük hareketlerinde legal ya da illegal olarak çok önemli roller oynayacaklardır. Üniversite öğrencisiyken kendisi de bir süre Dicle Talebe Yurdu’nda kalmış olan ve Kürt siyasetinin en önemli isimleri arasında yer alan Tarık Ziya Ekinci, Dicle Talebe Yurdu’ndaki atmosferi şöyle anlatmaktadır: “Aslında ben Đstanbul’a gelinceye kadar Kürt kimliği hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. (...) Üniversiteye gittikten sonra o bilinç oluştu. Dicle Talebe Yurdu’nun beni etkilemesinden söz etmeliyim. Dicle Talebe Yurdu’ndaki insanlar, kendi aralarında sürekli Kürtçe konuşuyorlardı. Kendi aralarında millî oyunlar oynuyorlardı. Bu beni çok cezbediyordu. Çok sempatik buluyordum. Memleketin örf ve âdetlerini unutmamışlardı. Kendi kültürlerini yaşatıyorlardı. Ama ben bunun henüz bir çeşit milliyetçilik olduğunun farkında değildim. Zaten onlar da birşey söylemiyorlardı. Sadece öyle yaşıyor ve yapıyorlardı.
Dicle Talebe Yurdu’ndaki bu Kürtçü atmosferden çok etkilenen Ekinci, yurttaki hafta sonu toplantılarına düzenli olarak katılmaya başlamıştır. Faik Bucak’ı yakından izlemekte, Bedirhanilerden Celadet Bedirhan’ın çıkarttığı ve yurda kaçak olarak sokulan “Hawar” adlı Kürtçe dergiyi Türkçeye çevirmiştir. Yusuf Azizoğlu, Nejat Cemiloğlu gibi yurtta kalan Kürt kökenli öğrencilerin bir kısmı mecburî iskânda bulunan ailelerin çocukları olduklarından, yurttaki genel görüşe uygun olarak dönemin hükümetine muhalif bir siyasî çizgiyi benimseyen Ekinci, yurtta diğer kalanlarla birlikte bu arkadaşlarının “davalarına sahip çıkmaya başlamıştır.” 30 Dicle Talebe Yurdu’nda kalan Kürt kökenli üniversite öğrencilerinin faaliyetleri, mağdur olan arkadaşlarının davalarını desteklemek ya da “millî oyunlar” oynayarak örf ve âdetlerini yaşatmakla sınırlı değildir. Đçlerinden bazılarının Kürtçülük eğilimi, o yıllarda Đran’da devam etmekte olan ayrılıkçı Kürt ayaklanmasını haklı görerek destekleyecek, hatta “gönüllülerden oluşan bir ordu kurarak Mahabad’daki otonom Kürt yönetimi için savaşmayı düşünebilecek kadar ileri bir seviyededir. Sonraki yıllarda, Molla Mustafa Barzani ile işbirliği yaparak Türkiye’de gizli bir Kürtçü örgüt kurmakla yargılanacak olan Hasan Akkuş, henüz üniversite öğrencisi olduğu yıllarda Mahabad’daki Kürt hareketi ile ilgili şunları yazmıştır:
30
Şehymus Diken, Amidalılar Sürgündeki Diyarbekirliler, Đstanbul: Đletişim, 2009 (2.bsk), s.44 46
7
“(...) Mahabad’da genç ve kahraman Kürt Cumhuriyeti kurulurken, Türkiye Kürdistanı adeta kış uykusunda idi. Daha 1947’de, Tahran Sarayında beslenmiş aygırlar Şarkî Kürdistanı çiğner, genç, kahraman Mahabad Cumhuriyetinde bin ümidimize daha kıyılırken, Ankara ve Đstanbul Üniversitelerinde okuyan Kürt gençleri, bu satırların yazarı ile birlikte 8-10 bin kişilik bir gönüllü ordusu ile Mahabadlı arkadaşlarımıza yardım imkânlarını hararetli bir tarzda münakaşa ediyorlardı. (...) Millî liderimiz, göz bebeğimiz Barzani’nin muzaffer yurda dönüşü, sadece Kürdistan’ın o tarafında değil, bu tarafında da bayram samimiyeti yarattı.”31
Đran’da, Mahabad’da kurulan otonom Kürt yönetiminin yok edilmesinden sonra 1979 yılına kadar önemli bir Kürtçü hareket gerçekleşmemiştir. Şah Rıza Pehlevi’nin elindeki askerî güç ve istihbarat teşkilâtı SAVAK, ülkede önemli bir Kürtçülük faaliyetinin gerçekleşmesine izin vermemiştir. 1945 yılında kurulan ve Mahabad’daki özerk yönetimin tarihe karışmasından sonra yer altına çekilen Đran Kürdistan Demokrat Partisi ve ülkedeki Kürtlerin bir kısmı, 1979 yılında Şah Rıza Pehlevi’nin yönetimden düşürülmesiyle sonuçlanan Đran Đslam Devrimine katılmışlardır. Ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanma düşüncesi ve devrimle işbaşına gelecek yeni yönetimin Kürtlere bir özerklik tanıyacağı umuduyla verilen bu destek, Humeyni’nin Kürtlere herhangi bir özerklik ya da özel statü tanımamasıyla kısa sürede hayal kırıklığına dönüşmüştür. Humeyni’nin bu tavrı üzerine Đranlı Kürt grupların bazıları askerî noktalara saldırmışlar, bazıları farklı silâhlı eylemlere girişmişler ve 1979 Mart ayının sonlarından itibaren yeni bir Kürt isyanı başlatmaya çalışmışlardır. Ancak, 1980 yılının Eylül ayında Irak’ın Đran’a saldırmasıyla Đran-Irak Savaşı başlamış, ülkede seferberlik durumuyla birlikle güvenlik önlemleri en üst seviyeye çıkmıştır. Kürt gruplarının silâhlı eylemleri de, üst düzey güvenlik önlemlerinin alındığı bu ortamda bir yıl içerisinde bastırılmıştır.
31
Naci Kutlay, 49’lar Dosyası, Đstanbul: Fırat, 1994, s.87-88. Alıntıdaki “Türkiye Kürdistanı” ifadesi alıntı yapılan kaynaktan alınmıştır. Yazarın “Şarkî Kürdistan” olarak ifade ettiği bölge ise Đran’ın Mahabad-Urumiye Bölgesidir. “Doğu Kürdistan”, Đran, Irak, Suriye ve Türkiye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerden oluşan 4 parçalı, hayalî “Büyük Kürdistan”ın doğusundaki bölgedir. Kürtçüler, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni ise “Kuzey Kürdistan” ya da “Türkiye Kürdistanı” olarak ifade etmektedirler.
8
1.2. Türkiye’de Demokrasiye Geçiş ve Siyasî Partilerin Doğu-Güneydoğu Anadolu’da Teşkilâtlanmaları Türkiye dışında bu gelişmeler yaşanırken, Đkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte güçlenen demokratik eğilimler Türkiye’yi de etkilemiş ve Demokrat Parti’nin kurulmasıyla birlikte çok partili sistemin ilk günleri başlamıştır. Celal Bayar, Demokrat Parti’nin kurulması aşamasında Đsmet Đnönü ile Çankaya’da birkaç kez bir araya gelerek yeni parti meselesini görüşmüştür. Bu görüşmelerden birinde, partilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da teşkilâtlanması konusu da açılmıştır. Đsmet Đnönü, yeni partinin bu bölgelerde teşkilatlanmasına karşı olduğunu söylemiş ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bölgedeki teşkilâtlarını lâğvetmesi karşılığında Demokrat Parti’nin de bölgede teşkilât kurmamasını istemiştir. Đnönü, bölge halkının “vuruşkan ve ateşli” kimseler olduklarından particiliğin bölgedeki millî birliği bozmasından endişe duyduğunu ifade etmiştir. 32 Metin Toker’e göre Celal Bayar, “CHP teşkilâtını lâğvetse bile bölgede hâkim olmaya devam edeceği ve etkisini sürdüreceği, buna karşılık yeni partinin bölgede teşkilâtı olmazsa tamamen etkisiz kalacağı” düşüncesiyle Đsmet Paşa’nın teklifini geri çevirmiştir. Bayar, Đnönü’ye “Doğunun zaten özel kanunlarla yönetildiğini, bu bölgeye çok partili yeni dönemde de başka sınıf vatandaş muamelesi yapılmasının doğru olmayacağını, bu durumun onları üzeceğini, buna karşılık partilerin Doğuda daha dikkatli davranabileceğini” söylemiştir. Daha Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte “bu Kürtler ile ne yapacağız diye düşünmeye başlayan”33 Đsmet Đnönü’nün Bayar’a yanıtı ise “peki” olmuştur.34 Yöneticilerinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da teşkilatlanma konusundaki ısrarlarına karşın, Demokrat Parti’nin programında “Doğu bölgelerinde her derece ve şubede okulları ve nihayet fakülte ve enstitüleri ile bir kültür merkezi yaratmak lüzumuna inanıyoruz” şeklindeki 42.maddesi dışında doğrudan bölgeyle ilgili bir madde bulunmamaktadır. Celal Bayar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürt kökenli vatandaşların eğitimi ve okutulmaları konusuna 1936 hazırladığı raporunda da özellikle
32
Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye, Đstanbul: Milliyet, 1970, s.141 Đsmet Đnönü, Damadı Metin Toker’e, daha Cumhuriyet kuruluşuyla birlikte “bu Kürtler ile ne yapacağız” diye düşünmeye başladığını söylemiş. Hasan Cemal, “Yüzeysel, Gülünç ve Hazin!”, Milliyet, 26 Ekim 2007 34 Metin Toker, a.g.e., s.142
33
9
vurgu yapmıştır. Bununla birlikte, parti tüzüğünde üyelik için aranan şartlar arasında “Türk kültürünü kabul etmek” şartına yer verilmiştir. 35 Adnan Menderes, 1946 Genel Seçimleri için 17 Temmuz günü gittiği Aydın’da, Đsmet Đnönü’nün Bayar’a ilettiği bu talebi halka açıklamış ve Doğu vilâyetlerinde ve hudut vilâyetlerinde teşkilât kurmamaları ve köylere asla uzanmamaları şeklinde telkinler aldıklarını söylemiştir.36 Bununla birlikte, Demokrat Parti’nin kurulması ve Đsmet Đnönü’nün hızla genel seçimlerin yapılması kararını almasıyla gerçekleşen 21 Temmuz 1946 Genel Seçimleri sırasında iki partinin de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da etkili teşkilâtları yoktur. Demokrat Parti, hızlı bir teşkilâtlanma süreci yaşamasına karşın henüz 7 ay önce kurulmuş olduğundan bölgede teşkilâtlanamamıştır. 37 Cumhuriyet Halk Partisi’nin bölgedeki teşkilâtları ise ya kapatılmış ya da ilgisizlik, bakımsızlık gibi nedenlerle etkisiz durumdadır. Ancak, bölgede görev yapan kamu görevlilerinin çoğunun CHP’ye yakın duruşu, CHP’ye bölgede avantaj sağlamıştır. 21 Temmuz 1946 tarihinde Türkiye’nin ilk tek dereceli seçimleri yapılmıştır. Toplam 465 milletvekilliğinden 397’sini CHP’nin, 61’ini ise DP’nin kazandığı seçimlerde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki illerin çıkarttığı vekil sayısı 74’dür.38 Bu 74 vekilliğin tümünü CHP kazanmıştır. 1.2.1. CHP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya Yönelik Politikaları 1946 Genel Seçimlerinin ardından, siyasî partilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine yönelik politik faaliyetleri de artmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi, bölgedeki teşkilâtlarını yenilemeye başlamış, bölgeye yönelik yeni raporlar hazırlatmış ve iktidar olmanın avantajını kullanarak bölge halkının sempatisini kazanacak yasal düzenlemeler yapmıştır. Tek dereceli seçimlerin uygulandığı çok partili sistemde CHP’nin mevcut yapısını değiştirerek yeniden yapılanması gerektiğini anlayan Đsmet Đnönü, seçimlerden sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki illeri de kapsayan bir yurt gezisine çıkmıştır. 35
Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Ankara: Phoenix, 2004, s.605 (programın 42.maddesi için), s.72 (tüzük maddesi için) 36 a.g.e., s.87-88 37 a.g.e., s.76-78. DP’nin teşkilâtı bulunmadığı için Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da seçime katılamadığı iller; Hakkari, Kars, Mardin, Muş, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Malatya, Siirt ve Van’dır. Metin Toker, a.g.e., s.169; Albayrak, a.g.e., s.89 38 Türkiye Đstatistik Kurumu Milletvekili Genel Seçimleri Đstatistikleri (1923-2007), Ankara: Türkiye Đstatistik Kurumu, yayın no.3168, 2008, s.7
10
Bu illerdeki CHP teşkilâtlarını denetleyen Đnönü, bölgedeki teşkilâtların yeniden kurulması ya da iyileştirilmeleri gerektiği yönündeki değerlendirmesini, CHP’nin 1947 yılında düzenlenen 7. Kurultayı’nda ifade etmiştir: “Yalnız Cumhuriyet devrinde, bazı Doğu bölgelerimizde herbiri bir sefer sayılabilecek on kadar hareket olmuştur. Eskiden gelen ve türlü anlaşmazlıklar yüzünden yeniden çıkan bu olayların her birinde; hesapsız insan, mal ve para kaybettik. On seneden beri sükûnete kavuşan bölgelerimiz, hudut ötelerinden gelebilecek tesirlere, temiz bir vatanseverlikle karşı gelmektedir. Şimdi bu hududa, parti teşkilâtlarının birbirine hiç inanmayan feryatlarını götürmekten sakınmalıyız. Geçmiş hadiselerin ve Đskân Kanunu’nun kırgınları içinde, herhangi bir dağ başında vukua gelecek hâdise, kolaylıkla bir partiler meselesi olabilir ve ortada inanılacak bir müessese de olmayınca meselede hakikatin ne olduğunu bulmak mümkün olmaz. Böyle bir ruh hâleti, hudut bölgelerimizin iç ve dış her türlü emniyetini tehlikeye düşürecek şartları hazırlar. Bu ihtimaller beni ciddi olarak kaygılandırdı. Yerinde tetkikler yapıp kendimce ehemmiyetli saydığım tehlikeleri önlemek çarelerini aramak istedim. En az on vilâyetin karşılıklı siyasi teşekkülleri ve şahsiyetleriyle temas ettim. Şimdi siyasî partilerin Doğu bölgelerinde çalışmalarına karşı çok daha sakin ve huzurlu durumdayım.” 39
Đsmet Đnönü’nün, CHP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki CHP etkinliğinin arttırılması ve partinin bölgedeki teşkilâtlarının geliştirilmesi düşüncesini açıkladığı 1947 yılında, devletin diğer kurumlarının bölgeye ve Kürtlere bakışında da benzer bir değişim dikkat çekmektedir. Maliye Müfettişi Burhan Ulutan’ın bölge hakkında hazırladığı ve aynı yıl içerisinde Maliye Bakanlığı’na sunduğu “Cenup Şark Anadolu Hakkında Bazı Notlar” başlıklı rapor, bu değişimin önemli bir örneğidir. Rapor, daha önce bölge ile ilgili hazırlanan diğer raporlara göre daha ılımlı bir çerçevede hazırlanmıştır. Raporda özetle şu noktalara dikkat çekmektedir: 1. Tüm bölgede, Kürtçe konuşan Kürt vatandaşlar yaşamaktadır. Nüfus gayet dağınık ve fakirdir. Daha çok çobanlıkla geçinmekte ve aşiret hayatı yaşamaktadır. Köyler, tepelerinde ufak bir delikten başka ışık ve hava alacak yeri olmayan ve dışarıdan bakıldığı vakit her tarafından siyah dumanlar sızan, köstebek yuvasını andıran, kısmen yer altına gömülmüş, ev denemeyecek barınakların teşkil ettiği, etrafı insan ve hayvan pisliği ile dolu toprak yığınlarıdır.40
39
Cumhuriyet Halk Partisi Yedinci Büyük Kurultayında Genel Başkan Đsmet Đnönü’nün Söylevi, Ankara, 1947, s.5-7 40 Cemil Ertem, “Kürt Açılımının Önünü Bir Maliye Müfettişi Açmıştı”, Yeni Aktüel, 2009, s.78
11
2. Devlet olarak, yarın acı bir ihtimalle karşılaşmak istemiyorsak, birkaç bin kişilik jandarma ve ordu mevcudiyeti ile buraya hâkim olunamayacağını, yerli halkla anlaşmak ve onları bağrımıza basmak ve aramıza karıştırmak mecburiyetinde bulunduğumuzu hatırlarımızdan çıkartmamalıyız. 3. Hakikatleri açıkça görmek ve ifade etmek yöneticilerin en önemli görevidir. Kendi vatanımızda, kendi kardeşlerimiz arasında adeta bir müstemleke devleti gibi yaşamamızın, silâh kuvvetiyle halka hâkim olmaya çalışmamızın sebepleri üzerinde ısrarla durmak, bunları bertaraf etmeye çalışarak vazifeye başlamak hedefimiz olmalıdır.
Şiddet siyasetine artık
son verilmesi kesin bir
zorunluluktur. 4. Bu nedenle, en kötü niyetli aşiret ağasına dahi iyi muamele etmekle beraber şımartmamak, diğer taraftan halkın kalbini ve menfaatini kazanarak ağanın hâkimiyetini etkisiz kılmaya çalışmak tek akılcı ve kesin yoldur. Adalet, iyi idare, köylüyü kalkındırmak ve kendimize bağlamak hedefimiz olmalıdır. Mahkemesiz, hâkimsiz, yolsuz, okulsuz, doktorsuz, hastanesiz, veterinersiz, ziraat teknisyensiz, bilgisiz, üstelik “hırsız memurlu” bir idare halkın kalbini kazanamaz. 5. Yalnızca kalabalık jandarma ve güvenlik görevlisi kadrolarından, genellikle kâtiplerin vekâlet ettiği kaymakamlık, mal müdürü ve tahsildarlardan oluşan bir devlet teşkilâtının ülkeye faydalı olacağını beklemek iyimserlik olur. Doğu Anadolu’da yeni bir anlayışla işe başlamak, yeni bir sistem ve düzen getirmek durumundayız.41 6. Devlet olarak her yıl bütçeye 10 Milyon Lira koyduğumuz takdirde, bu bölgeye çeşitli yatırımlarda bulunduğumuz takdirde, “yeni bir vatan” kazanırız.42 Burhan Ulutan’ın 1947’de hazırlayarak Maliye Bakanlığı’na sunduğu bu raporun o yıllarda incelenip incelenmediği, Cumhurbaşkanı Đsmet Đnönü’nün ya da diğer politika yapıcıların önüne gelip gelmediği bilinmemektedir. Çünkü rapor Devletin arşivlerinden değil, ölümünden kısa süre önce, raporu hazırlayan Burhan Ulutan’dan bir söyleşi sırasında temin edilmiştir. Aynı şekilde, daha önce Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Kürt kökenli vatandaşlarla ilgili olarak hazırlanan birçok rapora da ancak 41 42
Hüseyin Yayman, a.g.e., s.160-162. Cemil Ertem, “a.g.m.”,s.79
12
kişisel arşivlerden ulaşılabilmiş; bu raporlar bu şekilde yayımlanabilmiştir. Ancak, politika
yapıcıların
1990’lı
yıllarda
bu
raporlardan
bazılarını
inceledikleri
anlaşılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu konuyla ilgili şunları söylemiştir: “Devletin arşivinde bir Dersim Raporu var. Kazım Orbay’ın raporu. Çok önemli bir rapor. Bir Hilmi Uran Raporu var. Hilmi Uran, çok önemli bir rapor. Müthiş birşey. O günkü Doğu. O günkü Türkiye. Bir de bir Burhan Oltan43 var. Bu, maliye müfettişi bir adamdır, parlak bir adamdır. Bundan sonra Hazine Müdürlüğü yaptı 1950’de. Bu maliye müfettişiyken, 1947’de, Van’a, Hakkari’ye oralara gitmiş. Bir rapor yazmış. Burada Doğu’nun o günkü hâlini çırılçıplak görüyorsunuz. Şimdi, bu raporu okuduğun zaman tüylerin diken diken olur.
Demirel’e göre, o dönemde yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu değil, ülkenin her köşesinde aynı sıkıntılar yaşanmaktadır. Ama ülkenin diğer kesimlerinde gelir imkânları daha fazladır. Bölgedeki fakirlik, yoksulluk ve imkânsızlıklar, huzursuzluğun çok önemli bir faktörüdür. 44
1947 yılında, Doğu ve Güneydoğu ile ilgili yaşanan diğer bir önemli gelişme ise “Mecburî Đskân Kanunu” olarak anılan, 19 Haziran 1927 tarih ve 1097 sayılı “Bazı Eşhasın Şark Menatıkından Garp Vilâyetlerine Nakillerine Dair Kanun” ile ilgilidir.45 Başbakan Recep Peker, 21. Hükümet’in programını, 14 Ağustos 1946 günü Meclis’te okurken, “Đçişleri üzerindeki görüş ve düşüncelerimiz” başlığı altında şunları söylemiştir: “Vatandaşları bir taraftan diğer tarafa nakle ait kanunların hükümete verdiği yetkiyi kullanmayacağız. (Bravo sesleri) Haklarında bu kanun hükümleri tatbik edilen vatandaşlardan yurtlarına dönmeleri mümkün görüleceklerin peyderpey ihtiyari olarak memleketlerine gitmeleri konusu üzerinde incelemeler yapılacaktır.”46
Hükümet, programının yukarıda verilen bölümü gereği, binlerce kişinin aileleriyle birlikte Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki evlerinden, bir daha geri dönmemek üzere Batı’daki bölgelere zorunlu olarak nakledilmelerini düzenleyen 1097 sayılı kanun ve bu kanun temel alınarak çıkartılan benzer iskân kanunlarının hükümlerini kaldıran bir yasa teklifini, 18 Haziran 1947 tarihinde Meclis’e sunmuştur.
43
Burhan Ulutan’ın soyadı, alıntı yapılan kaynakta “Oltan” olarak yazılmıştır. Fikret Bilâ, Komutanlar Cephesi, 3.bsk., Ankara: Detay, 2007, s.280-281. 45 Kanunun metni için bkz. Düstur, 3.Tertip, Cilt 8, s.847-848; TBMMZC, Devre 2, Cilt 33, 18.6.1927, s.156-157 46 TBMMZC, Dönem 8, Cilt 1, 14.8.1946, s.33 44
13
Kanun tasarısı görüşülürken söz alan Erzincan Milletvekili Sabit Sağıroğlu’nun 47 sözleri, zorunlu olarak göç ettirilen Kürt vatandaşların yaşadıkları sıkıntıları ve bazılarının uğradıkları haksızlıkları özetlerken, bu sıkıntıların ve haksızlıkların tekrar yaşanmaması için belli bir hassasiyetin geliştiğini de göstermektedir: “Hakikaten Hükümet bir takım isyan mıntıkaları olan yerlerde güzel icraat yaptı ve oralarını hakikaten temizledi. Fakat bunları yaparken o civar halkından birçok kimseler de tehcir edilmişti. Bu bir haksızlıktı. Lâkin şimdi bu kanunla bu hatalar tashih ediliyor, herkes yerine geliyor. Bu hataların bundan sonra tekerrür etmeyeceği hakkında Hükümet teminat veriyor. Bu da şayanı şükrandır.”
Sağıroğlu’na göre, hükümet bu haksızlıkları giderirken, yeniden evlerine dönecek olan vatandaşların
yeni birtakım
haksızlıklarla
karşılaşmalarına
da
engellemelidir. Bu kişilerden çoğunun el konulan malları, yasal olmayan yollarla değerinin çok altında satın alınmış, sonra değerinin çok üstünde satılarak haksız kazanç elde edilmiştir. Böylece zorunlu göçe tâbi tutulan vatandaşlar büyük zarara uğramışlardır. Bu durum zaman aşımına uğradığından, mallarına el konulan vatandaşlar mağdur durumdadır. Bu vatandaşların, mağduriyetleri ve ekonomik kayıpları nedeniyle bazı yasadışı işlere girişmeleri tehlikesi vardır. Meclis ve hükümetin, bu konuda önlem alması, bu vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesi gerekmektedir. 48 Erzincan Milletvekili Sabit Sağıroğlu’nun konuşmasından sonra kanun teklifi Meclis’in oyuna sunulmuş ve teklife eklenen geçici maddeyle “bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce Bakanlar Kurulu kararıyla nakledilmiş olanların mürettep yerlerinde oturma mecburiyetiyle haklarındaki bütün kayıtlar kaldırılmıştır.”49 Böylece, “mecburi iskâna” tâbî tutulan herkes, evlerine geri dönme hakkını kazanmıştır. Kanunla, 4128 hanede yaşayan 22516 kişi evlerine geri dönmüştür.50 Birçoğu ağa, şeyh gibi unvanlar taşıyan, doğdukları bölgelerde itibar, nüfuz ve servet sahibi bu kişiler, evlerine davullu-zurnalı kutlamalarla geri dönmüşlerdir. Çoğu maddî açıdan mağdur, varlıklarının büyük bölümünü yitirmiş olmalarına rağmen
47
Sabit Sağıroğlu 1881 yılında Kemah’da doğmuştur. CHP ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucu üyesidir. II, VIII ve IX.dönem Erzincan, VI ve VII.dönem Elazığ Milletvekili olarak görev yapmıştır. Arapça ve Farsça bilen Sağıroğlu, 16 Ocak 1960 tarihinde ölmüştür. 48 TBMMZC, Dönem 8, Cilt 6, 18.6.1947, s.413 49 TBMMZC, Dönem 8, Cilt 6, 18.6.1947, s.413-416; Kanun metni için bkz. 18.6.1947 Tarih ve 5098 Sayılı Đskân Kanununun Bazı Maddelerinin Kaldırılmasına, Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Yeniden Bazı Madde ve Fıkralar Đlavesine Dair Kanun, Resmi Gazete, 24 Haziran 1947, no.6640 50 Đlhan Tekeli, “Osmanlı Đmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve Đskan Sorunu”, Toplum ve Bilim, no.50, 1990, s.64
14
bölgede yaşayan insanlar üzerinde halen nüfuz ve itibar sahibidirler. Başlarında bulundukları onbinlerce nüfuslu aşiretleri ve bölgedeki Kürt kökenli vatandaşları yönlendirebilmektedirler. Türkiye’nin 1946’dan itibaren içinde bulunduğu çok partili siyasî sistemde, bu özellikleri, onları partilerin gözünde “oy deposu” önemli kişiler haline getirmiştir. 20 yıldır mağdur durumda, evlerinden uzak yaşamak zorunda kalan bu kişiler, yeni siyasî düzende kısa sürede itibarlarını yeniden kazanacaklar ve eskisinden de güçlü bir konuma sahip olacaklardır. Partilerin bölge oyları için giriştikleri rekabet, bu süreci daha da hızlandıracaktır. 20 yıl uygulanan zorunlu göç-mecburî iskân politikasının başka sonuçları da olmuştur. Göçe tâbi tutulan bu kişiler, doğdukları yerlerden uzakta, içinde yetiştikleri kültürden farklı bir kültür ve etnik yapı içerisinde “öteki” olarak yaşamak zorunda kalmışlardır. Bu nedenle; bu kişilerin çoğu yaşamak zorunda kaldıkları yeni yerlerde kendi kültürlerini, yaşam alışkanlıklarını, dolayısıyla etnik kimliklerini savunma refleksi göstermişlerdir. Bu etnik reflekslerle yaşayan kişilerin doğal olarak aynı etnik reflekslerle yetişen çocuklarından bazıları, mecburî iskâna tâbî tutuldukları dönemde tıp, hukuk, mülkiye gibi bölümlerde yükseköğrenim görme imkânı bulmuşlar, aldıkları bu eğitimin sağladığı avantajlar ve öne çıkarttıkları etnik kimliklerinin etkisiyle, yeni ve bilinçli bir “Kürt siyaseti”nin, başka bir deyişle “siyasî Kürtçülük”ün önemli isimlerinden olmuşlardır. Toplum içerisinde aydın statüsüne ulaşan bu Kürt kökenli kişiler, yıllar içerisinde legal ya da illegal örgütler kurmuş, içlerinden siyasete girenler ve özellikle milletvekili seçilenler ise bu “Kürt siyasetini” Türkiye’nin siyasi yaşamına sokmayı ve canlı tutmayı başarmışlardır. Böylece, 1920’li ve 30’lu yıllarda, çoğu zaman Cumhuriyet rejiminin lâiklik politikasına bir tepki ya da yeni rejimin kurmaya çalıştığı merkezî otoriteye karşı etkilerini kaybetmek, devlete vergi ödemek, asker vermek istemeyen bölgesel güç sahiplerinin bir başkaldırmasından ibaret sayılabilecek 15 yıllık süreç, iç ve dış etkenlerle de birlikte değişip büyüyerek Türkiye’nin tamamını yarım yüzyılı aşkın süredir etkileyen, dahası uluslararası boyutta bir konuya, “Kürt sorununa” dönüşmüştür. Türkiye 1950 yılında yapılacak seçimlerin atmosferine bu gelişmeler ile girmiştir. 14 Mayıs 1950 tarihinde gerçekleştirilecek seçimlerde yaklaşık 1 buçuk
15
milyon kayıtlı seçmeniyle 81 milletvekili çıkartacak olan51 Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ve bölge oylarının önemi artmıştır. 1.2.2. DP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya Yönelik Politikaları Cumhuriyet Halk Partisi, yukarıda da belirtildiği gibi bölgedeki teşkilâtlarını yeniden düzenlemiş, parti binalarını yenilemiş, “mecburî iskândaki” ağa, şeyh ve aşiret reislerinin evlerine geri dönmelerini düzenleyen kanunu çıkartmış ve yeni raporlar hazırlatarak bölgeye karşı daha ılımlı bir politika geliştirmiştir. Demokrat Parti ise 1946 seçimlerinde teşkilâtları hazır olmadığı için seçimlere katılamadığı bölgede teşkilâtlarını kurmuş, çalışmalarını hızlandırmıştır. 1946 yılında teşkilâtları olmadığı için seçimlere katılamadığı bölge illerinde teşkilâtlar kurmuş ve bölge halkıyla temas ederek desteklerini kazanmaya çalışmıştır. Teşkilâtı olmadığı için 1946 Seçimlerine katılamadığı Kars, Mardin, Muş, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Malatya, Siirt ve Van’da teşkilâtlarını kurarak bu illerde seçime katılmıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerindeki seçim sonuçları, son zamanlarda yaptığı reformlarla bölgedeki üstünlüğünü koruyabileceğini düşünen Cumhuriyet Halk Partisi açısından beklediği gibi olmamıştır. DP, bölgeden 43 milletvekili çıkartırken CHP ise 37 milletvekilliği kazanmıştır. Bir bağımsız aday da Mardin’den Meclis’e gönderilmiştir. 1946 Seçimlerinde bölgeden hiç vekil çıkartamayan DP’nin 43 vekil çıkartması, son seçimlerde 74 vekil çıkartan CHP’nin ise 37 vekilliğe düşmesi, bölge oylarının Demokrat Parti’ye doğru kaymaya başladığının göstergesidir. Buna karşılık, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bölgede aldığı toplam oy Demokrat Parti’nin aldığı oydan 20 bin kadar fazladır. Ancak, seçimde uygulanan “liste usulü çoğunluk sistemi” nedeniyle bu fazlalık milletvekili sayısına yansımamıştır.52 1950 Genel Seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde partilerin aldıkları oyların ve çıkarttıkları milletvekili sayısının illere göre dağılımı ise şöyledir:
51
Kayıtlı seçmen ve milletvekili sayıları, Türkiye Đstatistik Kurumu Milletvekili Genel Seçimleri Đstatistikleri (1923-2007), s.8 ve s.29-95’de yer alan resmi verilerden derlenmiştir. 52 Bu uygulamada, adayların seçim bölgelerinden en az %50 net çoğunluk sağlayacak kadar oy almaları gerekiyordu. 16 Şubat 1950 tarih ve 5545 sayılı Milletvekilleri Seçim Kanunu için bkz. Resmi Gazete, 21 Şubat 1950, no.7438
16
Tablo 2: 1950 Genel Seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Oylarının Dağılımı
53
Kayıtlı
Toplam
Alınan
Alınan
Kazanılan
Kazanılan
Seçme
Milletvekili
Oy Sayısı
Oy Sayısı
Milletvekilli
Milletvekilliği
n
Sayısı
(CHP)
(DP)
ği Sayısı
Sayısı
AĞRI
Sayısı 57424
3
18664
34115
(CHP) -
(DP) 3
BĐNGÖL
35469
2
15700
8341
2
-
BĐTLĐS
30505
2
16025
7989
2
-
DĐYARBAKIR
114487
7
48000
53691
-
7
ELAZIĞ
86636
5
32972
37983
-
5
ERZĐNCAN
78947
5
38631
25311
5
-
ERZURUM
175124
10
49219
88711
-
10
HAKKARĐ
19302
1
12384
-
1
-
KARS
156502
10
76561
54112
10
-
MALATYA
194512
11
94677
64834
11
-
MARDĐN∗
104553
7
44882
45078
3
3
MUŞ
37892
2
16040
16880
-
2
SĐĐRT
55570
4
15363
22144
-
4
TUNCELĐ
41096
2
9209
13089
-
2
URFA
122703
7
51924
55959
1
6
VAN
51500
3
20653
16785
2
1
TOPLAM
136222
81
560904
544222
37
43
Đlin Adı
2
Doğu ve Güneydoğu Anadolu açısından, 1950 Seçimlerini tek partili dönemde yapılan seçimlerden ayıran önemli bir nokta, bölgeden seçilen vekillerin bölgede doğmuş kişiler ya da mecburi iskânla Batı’ya nakledilmiş bazı ailelerin mensupları olmalarıdır. Partiler, bölge halkının oylarını çekebilmek için geçmiş dönemlerden farklı olarak bölgeden gelen Kürt kökenli isimleri aday göstermişlerdir. 1950 Seçimlerinde bölgeden Meclis’e gönderilen 81 vekilden yalnızca 13’ü bölge dışındandır. Böylece Kürtler, 1950 Seçimlerinden sonra Meclis’te daha fazla temsil imkânı bulmuşlar, taleplerini, fikirlerini ve siyasî düşüncelerini zaman zaman etnisite üzerinden de 53
Tablo 2, Türkiye Đstatistik Kurumu Milletvekili Genel Seçimleri Đstatistikleri (1923-2007), s.29-95’de yer alan resmi verilerden derlenerek hazırlanmıştır. ∗ Mardin’den 1 bağımsız aday milletvekili seçilmiştir.
17
Meclis’e taşıyabilmişlerdir. Bu, Türkiye’deki siyasî Kürtçülük hareketinin önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Bu dönüm noktasının sonuçları, Meclis ve basındaki yedi-sekiz yıllık bir tartışma-olgunlaşma sürecinden sonra, 1958 ve 1959 yıllarında belirginleşmeye başlayacaktır. 1950 Genel Seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Meclis’e gönderilen milletvekillerinin seçildikleri iller, doğum yerleri, yaşları, meslekleri, öğrenim durumları ve partilerini gösteren tablo ekler kısmındadır.
18
ĐKĐNCĐ BÖLÜM: ÇOK PARTĐLĐ DÖNEM ve KÜRTÇÜLÜĞÜN SĐYASALLAŞMA ÇABALARI (1950-1958) 2.1. Meclis’te Kürtlerle Đlgili Tartışmalar Seçim sonuçlarıyla ilgili öne çıkan ilk tartışmalardan birisi Kars’ta yaşanmıştır. Kars’taki 10 milletvekilliğinin hepsini Cumhuriyet Halk Partisi kazanmıştır. CHP’nin bu ilde aldığı oy oranı ise %58.5’dir. Seçimlerden hemen sonra, 20 Mayıs 1950 tarihinde, Demokrat Parti’nin Kars Đl Teşkilâtı’nın Başkanı Đsmail Hakkı Alaca, Yüksek Seçim Kurulu’na bir dilekçe göndererek Kars’taki seçim sonuçlarına itiraz etmiştir. Đtiraz dilekçesinde yer alan nedenlerden birisi diğerlerinden farklıdır. Alaca, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kars’ta seçimlerden önce
“Đnönü’nün kendisi Kürt
olduğundan daha önce sürülmüş olan Kürtleri yerlerine geri getirdiği; Celal Bayar’ın ise Türk olduğu için seçimleri kazanırsa Kürtleri keseceği ve süreceği” şeklinde propaganda yaptığını iddia etmiştir.54 Yüksek Seçim Kurulu’nun konuyla ilgili rapor ve tutanakları 22 Haziran 1950 tarihinde Meclis’e göndermesiyle Meclis gündemine giren iddia, Tutanakları Đnceleme Komisyonu tarafından incelenmiş ve dilekçede yer alan iddiaların kesinliğinin olmadığı, yalnızca söylenti niteliğinde olduğuna ve seçilen adayların vekilliklerinin onaylanması gerektiğine karar vermiştir. Bunun üzerine Meclis, Cumhuriyet Halk Partili 10 milletvekilinin vekilliklerini onaylamıştır.55 Seçimler bittikten hemen sonra etnik-merkezli bir tartışmanın Meclis’e taşınması, bölgenin ve Kürtlerin siyasette daha fazla yer bulacağının habercisidir. Toplamı bir buçuk milyona yakın olan bölge oylarının 1950 Seçimlerinde kendisine doğru kaymakta olduğunu gören ve bu gidişi hızlandırmak isteyen Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki uygulamalarını eleştirme politikasını benimsemiştir. Bu eleştirilerin bazıları 1950’li yıllar için aşırı ve Kürt kökenli vatandaşlar için kışkırtıcı olabilecek niteliktedir. Demokrat Parti, 1958 yılının ortalarına kadar bu politikayı sık sık uygulayacak ve tartışmalar bir süre sonra basına da yansıyacaktır. Öte yandan, 1950 ve 1958 yılları arasındaki dönem, Kürtçülük
54 55
TBMMZC, Dönem 9, Cilt 3, 4.12.1950, S.Sayısı: 9, s.2 TBMMZC, Dönem 9, Cilt 3, 4.12.1950, s.49-50
19
faaliyetleri açısından hareketsiz bir hazırlık dönemidir. Meclis’teki bazı tartışmalar ve basında yer alan yazılar dışında bu dönem Kürtçülerin, milletvekilliğinin ve partilerin sağladığı imkanlar ve çok partili yeni düzendeki acemiliklerden yararlanarak çalışmalarını genişletip taban bulmaya başladıkları sessiz bir dönem olmuştur. Meclis’te bu dönemde bölge ve Kürtlerle ilgili yaşanacak tartışmaların ilk örneklerinden biri, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1951 yılı bütçesiyle ilgili görüşmelerde yaşanmıştır. Demokrat Parti Gümüşhane Milletvekili Kemal Yörükoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya “sömürge muamelesi” yaptığını söylemiştir. Dahası, Cumhuriyet Halk Partili bir bakanın, yine Cumhuriyet Halk Partisi Tunceli Milletvekili Necmettin Sahir Sılan’a, “Kürtler ölsünler” dediğini ileri sürmüştür: “(...) Muhterem arkadaşlarım, yıllarca sabık Halk Partisi iktidarının zulüm ve itisafına uğramış bulunan, vatandaşları bir müstemleke muamelesinden başka birşey tatbik edilmemiş ve reva görülmemiş bir bölgenin çocuğu olmasa idim, yalnız teşekkürle iktifa edip kürsüyü terk ederim. (...) Arzettiğim bu hazin manzara, Sayın Bakanın da buyurdukları gibi Van’a maksur ve munhasır değildir. Maalesef bütün Doğu illeri aynı ıstırap, aynı hazin manzaranın içindedir. (Doğru sesleri) (...) Arkadaşlar, kendi partilerinin kıymetli adamı olarak kabul ettikleri ve Đnönü’nün de yakın dostu bulunan Necmeddin Sahir Sılan, Zafer Gazetesinde neşrettiği istifanamesinde aynen şöyle diyor. Kısaca temas ediyorum. Bu zat, Doğu illerindeki kuraklık dolayısıyla bir bakana müracaat ediyor, o bakanın Necmeddin Sahir Sılan’a verdiği cevap şudur: Senin Kürtler mi, ölsünler!”
Yörükoğlu’na göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi, tek partili dönemde her alanda olduğu gibi eğitim-eğitim alanında da ihmal edilmiştir ve bu ihmal “bir zihniyetin” ürünüdür. Cumhuriyet Halk Partisi Hükümetleri, Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’ni önemsememiş, bölgedeki vatandaşların kültürünü, seviyesini yükseltmek için gereken
tedbirleri
almamıştır.
Tek partili
dönemde
gereken
bu
tedbirlerin
alınmamasının nedeni ise dönem hükümetlerinin “Kürtler ölsünler” zihniyetidir. Bu sözler, Halk Partisi iktidarının Doğu-Güneydoğu Anadolu ve Kürtler için nasıl bir zihniyet taşıdığının ifadesidir. 56
56 Kemal Yörükoğlu’nun Meclis’teki konuşması ve konuyla ilgili yorumu için bkz. TBMMZC, Dönem 9, Cilt 2, 20.11.1950, s.177-178
20
CHP eski Tunceli Milletvekili Sılan, istifa mektubunda ayrıca zorunlu iskânda bulunan Kürt kökenli vatandaşların bölgelerine dönebilmeleri için yardım talebinde bulunduğu CHP Başkanvekilinin, kendisini “sen bu Kürtlerin işleriyle uğraşma” şeklinde terslediğini ifade etmektedir.57 Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile ilgili başka bir tartışma ise bölgede görev yapmakta olan öğretmenlerin durumu ile ilgili yaşanmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak görev yapmakta olan öğretmenlerin görev yerlerini ve tayinlerini düzenleyen maddeler tartışılırken, Demokrat Parti Çorum Milletvekili Ahmet Başıbüyük’ün Batıda görev yapan öğretmen ve memurları “yollu yolsuz birçok fırsatlardan yararlanarak apartman yaptıran kişiler” olarak tanımlarken; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da görev yapan öğretmen ve memurları da “Şark bölgelerinde inim inim inleyen ve oralardan alınıp başka yerlere nakledilmek için feryat eden, mektup yazan bahtsız kişiler” olarak tanımlamıştır. Konuşma, bir milletvekilinin o dönemde bölgeye ve bölgede görev yapmakta olan kamu görevlilerinin içinde bulunduğu duruma bakışını göstermektedir: “Arkadaşlar, gerek muallimler, gerekse diğer memurlar memleketin en iyi yerlerinde bilhassa Đstanbul, Ankara, Đzmir, Mersin, Adana gibi güzel yerlerinde yerleşmiş burada emlak ve akaar sahibi olmuş ev bark edinmiş ve hatta yollu-yolsuz birçok fırsatlardan istifade ederek han, apartman yaptırmış, medeniyetin bütün nimetlerinden istifade etmiş, çoluk çocuğunu okutmuş ve böylece müreffeh bir vaziyete gelmiş olmalarına mukabil memleketin Şark bölgelerinde inim inim inleyen on binlerce memurun ıstırabına ve inlemelerine alâka gösterilmemiştir. Buna mukabil Beytüşşebab’da, Hakkari’de, bizim gibi birçok bahtsızlar senelerce çoluk çocuk ile perişan bir vaziyette hasta bir durumda olmamıza rağmen feryatlarımızı dahi dinletememiş idik.”
Ahmet Başıbüyük’ün bu soruna önerdiği çözüm ise Doğu ve Güneydoğu’da görev yapan memurların, bölgenin şartlarının ya da bölgede yaşayan vatandaşlara verilen kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi gibi uzun vadeli bir çalışma değildir. Daha yüzeysel ve dolayısıyla basittir:
57
Doğu Sorunu: Necmettin Sahir Sılan Raporları (1939-1953), (der.) Tuba Akekmekçi, Muazzez Pervan, Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2010, s.389. Necmettin Sahir Sılan’ın istifa nedeni olduğunu iddia ettiği olaylar 1947-1949 yılları arasında gerçekleşmiştir. Buna karşın, istifa mektubu 14 Mayıs 1950 tarihlidir. Sılan’ın istifa mektubunu vermek için seçimlerin başlayacağı güne kadar beklemesi, istifasının nedeninin CHP’nin Kürtlere karşı olumsuz tavrından çok seçimlerde yeniden aday gösterilmemesi olabileceği izlenimini vermektedir.
21
“Maarif Vekiline diyeceğiz ki; köy öğretmenleri mesleki bilgilerini unutmakta ve çile çekmektedirler. Bir müddet için şehirdeki öğretmenleri köylere, köydekileri de şehirlere alalım.”58
2.1.1. Orgeneral Mustafa Muğlalı Olayı ve Davası 1950 Seçimleriyle Meclis’e giren Kürt kökenli milletvekilleri, yargı süreci devam etmekte olan Orgeneral Mustafa Muğlalı Davası’nı da tekrar Meclis’e taşımışlardır. Aslında, Meclis gündemine ilk olarak 1948 yılında getirilmiş olan ve yargı süreci devam ettiği için o tarihten sonra tekrar tartışılmayan Mustafa Muğlalı Olayı, 1943 yılının Temmuzunda, Van’ın Özalp kazasında meydana gelmiştir. Orgeneral Muğlalı, bu olayda Van-Özalp’ten Kürt kökenli 32 vatandaşın yargısız olarak öldürülmeleri emrini vermekle suçlanmaktadır. Gerçekleştiği dönemden beri Kürt siyasetinin en önemli tartışma konularından birisi olan ve güncelliğini koruyan bu olay, Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci’nin 1956 yılındaki deyimiyle, “Şarklıların büyük derdi ve ıstırabıdır.”59 Yukarıda da belirtildiği gibi, 1943 yılında Sovyet-Đngiliz ortak işgali altında bulunan Đran’da, Türkiye sınırına yakın bir bölgede, Sovyet destekli bir Kürt otonom yönetimi kurma girişimleri devam etmektedir. Mahabad Bölgesinde genişlemekte olan bir Kürt ayaklanması vardır. Van-Özalp, bu gelişmelerin yaşandığı bölgenin sınırında bulunmaktadır. Dolayısıyla sıcak bir bölgedir ve bölgede sık sık sınır ihlâlleri, istihbarat-karşı istihbarat amaçlı faaliyetler ve kaçakçılık olayları meydana gelmektedir. Dolayısıyla, 1943 yılında bu bölge Türkiye’nin güvenliği açısından çok hassas bir noktadır. Emniyet kuvvetleri, bu bölgede herhangi bir olumsuz olayın yaşanmaması için büyük çaba göstermektedirler. Ancak, bunların yanında sınırdaki kaçakçılık hareketlerine kaçakçılıkla misilleme yapan bazı “çeteler” de bulunmaktadır. Đddiaya göre, bu çetelerden birisi, dönemin Đçişleri Bakanı Recep Peker’in de onayı alınarak kurulmuş ve silâhları jandarma tarafından verilmiştir. Bu çeteyi kurma fikri ise, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar ve Hudut Tabur
58 59
TBMMZC, Dönem 9, Cilt 4, 31.1.1951, s.476 TBMMZC, Devre 10, Cilt 13, 15.8.1956, s.393
22
Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter’e aittir.60 Hilmi Tuncel’e bu çetenin dağıtılması emri verilmiştir. Ancak, çıkarı olan Hilmi Tuncel, aldığı emri yerine getirmemiştir. Bu çete; 1943 yazında bir grup kaçakçının Đran sınırından Türkiye sınırına girerek otlamakta olan hayvanları Đran’a kaçırmasına misilleme olarak, Đran sınırından 6 km kadar içeri girmiş ve bazı bilgilere göre 400-500, bazı bilgilere göre ise 1500-2000 baş hayvanı kaçırarak Türkiye’ye getirmiştir. Bu hayvanlar, Đran’da yaşayan ve aşiretinin bir kısmı Đran’da, bir kısmı da Türkiye’de bulunan Kürt aşiret reisi Mehmedi Misto’ya aittir. Mehmedi Misto, Türk dostu olarak bilinmektedir ve aşireti de Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslara karşı Türklerin yanında savaşmıştır. Kalabalık bir Kürt aşireti olmasına karşın bu aşiret, o yıllarda Đran’da devam etmekte olan Kürt ayaklanmasına da katılmamıştır. Hayvanlarının bu çete tarafından kaçırıldığı bilgisine ulaşan Mehmedi Misto, Özalp Kaymakamı Tuncel’e, “daha önce Türkiye’den kaçırılan hayvanları kendisinin kaçırmadığını, Türkiye’ye kaçırılan hayvanlarının kendisine iade edilmesini istediğini, kendisinin Türkiye’nin dostu olduğunu ve hayvanlarının iade edilmesi ricası kabul edilmezse hayvanlarını kendisinin alabilecek gücünün olduğunu ama bu hareketinin Türk Hükümeti’nin itibarına zarar vereceğini” ifade eden bir mektup göndermiştir.61 Bu talebinin kaymakam tarafından ciddiye alınmaması, hayvanlarının geri verilmemesi, hatta kendisine “gelip karını da koynundan alacağız”62 şeklinde bir yanıt gönderilmesi üzerine Mehmedi Misto, bölgedeki diğer birkaç Kürt aşiretinin de desteğini alarak, 6 Temmuz 1943 günü sınır karakollarını aşarak Türkiye topraklarına girmiş ve Özalp kaza merkezine 1.5 km mesafede otlamakta olan 406 baş hayvanı Đran’a kaçırmıştır. Mehmedi Misto’nun sınırdaki karakolları aşarak Özalp’e 1.5 km mesafedeki hayvanları kaçırması, sınır güvenliğinden sorumlu görevlileri telâşlandırmıştır. Bu durumu üstlerine açıklayamayacaklarını bilen Kaymakam Hilmi Tuncel ve Binbaşı Şükrü Tüter, olayı saptırarak Van Valiliği’ne “Rus birliklerinin sınırı ihlâl ederek Özalp yakınlarına kadar geldiklerini” rapor etmiştir. Binbaşı Şükrü Tüter de, olayı komutanlarına aynı şekilde rapor etmiştir. Üstlerinin Hilmi Tuncel ve Şükrü Tüter’in bu raporlarına inandıkları, hatta olayın daha da saptırılarak rapor edildiği, emekli General Kenan Esengin’in yıllar sonra yazdığı kitabında bu olayı “Bir Rus topçu yüzbaşısıyla 4 60
Zafer, “Muhtelit Tahkikat Encümeni Raporu”, 4 Mayıs 1958 TBMMZC, Devre 10, Cilt 13, 15.8.1956, s.385-386; Zafer, “Muhtelit Tahkikat Encümeni Raporu”, 4 Mayıs 1958 62 Đfade, Meclis Tahkikat Komisyonu Raporunda yer almaktadır. Zafer, “Muhtelit Tahkikat Encümeni Raporu”, 4 Mayıs 1958
61
23
askerinin Türk sınırını geçmek isterken çatışmada vuruldukları” şeklinde yazmasından anlaşılabilmektedir.63 Kaymakam Hilmi Tuncel ve Binbaşı Şükrü Tüter, olayı bu şekilde rapor ettikten sonra hem Mehmedi Misto’nun sınırı geçerken Türkiye’deki akrabalarından yardım aldıklarını düşündükleri hem de olayı daha da saptırarak kendi suçlarını örtebilmek için Mehmedi Misto’nun Özalp’teki birkaç akrabasını gözaltına almaya karar vermişlerdir. Bu sırada olayı öğrenen ve durumdan yararlanmak isteyen Arzuhalci Rıfat adındaki bir şahıs, bazı arazi ihtilâfları ve kişisel sorunlar yaşadığı Mehmedi Misto’nun uzak-yakın 40 akrabasını ihbar etmiştir. Kaymakam Hilmi Tuncel, bu 40 kişilik listeyi Van Valisi Hamit Onat’a bildirerek tutuklanmaları için izin istemiştir. Valinin izin vermesi üzerine bu 40 kişiden 38’i gözaltına alınmış ve Özalp Sulh Mahkemesi’ne sevkedilmişlerdir.64 Aynı günlerde Genelkurmay Başkanlığı, Hilmi Tuncel ve Şükrü Tüter tarafından verilen raporları dikkate alarak Van’ın Özalp kazasında sınır güvenliğinin kalmadığı sonucuna varmış ve Erzurum’da bulunan 3.Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’yı durumu incelemesi için görevlendirmiştir. Đnceleme emrini alan Mustafa Muğlalı, 24 Temmuz 1943 günü Özalp’e gitmiştir. Muğlalı, olayla ilgili olarak 33 kişinin tutuklandığını bu kişilerin yakınlarının kendisinden yardım istemesi sonucu öğrenmiştir. O dönemde Van’da görev yapmakta olan ve Muğlalı’yı Özalp’te karşılayanların arasında yer alan Doktor Binbaşı Reşit Ersezer, sonraki gelişmeleri şöyle anlatmıştır: “(...)Đki gün sonra Mustafa Muğlalı geldi. Muğlalı otomobilden iner inmez etrafını köylü kadınlar alarak dilekçeler verdiler. Bunlar, toplatılanların kadınları ve kızlarıydılar. Muğlalı, ilk defa bu sırada toplatılma olayını öğrenmiş oluyordu. Askerî gazinoya girince bu olayın ne olduğunu sordu. Vali kendisine izahat verdi ve bunlar çapulculara yataklık yapan ve sürülerimizin kaçırılmasına yardım eden kimselerdir. Kendilerini toplattık, sorgularını yapacak ve suçlu olanlarını ağır cezaya vereceğiz dedi. Muğlalı, bunun üzerine sorgu ve mahkeme de ne oluyormuş, hepsini öldürtün, diğerlerine ders olur dedi. Kaymakam ve vali göz göze bakıştılar ve ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Bunlar, olayın bu suretle sonuçlanacağını daha evvel tahmin etmemişlerdi.”65
Bu sırada gözaltına alınan 38 kişi mahkemeye çıkartılmış, mahkemenin 5 kişi dışında diğerlerini suçsuz bulması üzerine 33 kişi serbest bırakılmıştır. Van Valisi 63
Kenan Esengin, Orgeneral Muğlalı Olayı ve 33 Kişinin Ölümü, Đstanbul: Yenilik, 1974, s.28 TBMMZC, Devre 10, Cilt 13, 15.8.1956, s.385 65 Reşit Ersezer, “Muğlalı Olayının Đki Tanığı Konuşuyor”, Milliyet, 7 Mart 1974
64
24
Hamit Onat da, Muğlalı’nın sözlerinden paniğe kapılarak Diyarbakır’da bulunan Umumi Müfettiş Avni Doğan’ı aramış ve Van’a gelmesini rica etmiştir. Avni Doğan, Muğlalı’ya müdahale etmek istemişse de Mustafa Muğlalı, “sen bu işe karışma, ben bu emri yüksek yerden aldım, icap ederse seni bile yok ederim” diyerek bu kişilerin tekrar gözaltına alınmalarını istemiştir. Muğlalı, ayrıca Tümen Komutanı Tümgeneral Rasim Saltuk’a, gözaltına alınacak tutukluların tabur tarafından emniyetten teslim alınarak sınıra götürülmelerini emretmiştir.66 Bunun üzerine, serbest bırakılmış olan 33 kişi tekrar gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınmış olanlardan yalnızca birisi, Mehmedi Misto’nun kızı Zühre serbest bırakılmış,
diğer
32
kişi
güvenlik
kuvvetlerinin
nezaretinde
Đran
sınırına
götürülmüşlerdir. O dönemde askerlik hizmetini Asteğmen olarak yapmakta olan Bilal Bali de bu 32 kişiyi sınıra götüren görevlilerin arasındadır. Bilal Bali, Muğlalı tarafından verilmiş olan emri doğruladıktan sonra 32 kişinin sınıra götürülmesini şöyle anlatmıştır: “Bölük komutanımız Üsteğmen Hasan Tuncay, daha bölük Van’da iken izin olarak ayrılmış bulunduğundan, bölüğün sevk-idaresi 1.Takım Komutanı olan arkadaşım Teğmen Necdet Bilgez’e verilmişti. Bölüğümüzün mevcudu 80 kadardı. Çavuş ve onbaşıların hepsi Hasankaleli idi. Bize verilen yazılı emirde, bu tutuklu olan şahıslar Yzb. Vahdet Yüzgeç tarafından kaymakamlıktan teslim alınacak ve Hasankaleli çavuş ve erlerden kurulu iki manga refakatinde Çilli mevkiine götürülüp gizli giriş ve çıkış yerlerinin tesbiti istenecek, şayet kaçmaya teşebbüs ederlerse üzerlerine ateş açılacaktır mealinde idi. Emir gereğince, 30 Temmuz 1943 sabahı bu şahıslar, Yzb. Vahdet Yüzgeç’in son anda hastalık bahanesiyle gelmemesi yüzünden, T.K. tarafından verilen emir üzerine ben ve Teğmen Necdet Bilgez tarafından kaymakamlıktan teslim alınarak emniyet tertibatı alınmış bulunan Çilli mevkiine götürüldüler.”67
Jandarma Karakol Komutanı Gedikli Çavuş Ali Saber’den, Teğmen Necdet Bilgez ve Asteğmen Seyit Bilal Bali tarafından 30 Temmuz sabahı saat 3.30’da teslim alınan ve birisi serbest bırakılan bu 32 kişinin sınıra götürülmesinin ardından, yine 30 Temmuz 1943 akşamı Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter tarafından Özalp Kaymakamlığı’na gönderilen yazıdaki bu 32 kişinin sınırda çıkan çatışmadan yararlanarak kaçmaya çalıştıkları ancak iki ateş arasında kalarak öldükleri bilgisi
66 67
Reşit Ersezer, “a.g.m.”; Emrin metni için bkz. Zafer, “Muhtelit Tahkikat Encümeni Raporu”, 5 Mayıs 1958 Seyit Bilal Bali, “Muğlalı Olayının Đki Tanığı Konuşuyor”, Milliyet, 8 Mart 1974
25
verilmiştir.68 Mustafa Muğlalı da olayı Genelkurmay Başkanlığı’na aynı şekilde rapor etmiştir.69 Bu raporlara göre olay, sınıra götürülen 32 kişinin burada kaçakçılık için kullanılan gizli yolları gösterirken sınırın diğer tarafından ateş açılması, Türk birliklerinin ateşe karşılık vermesi ve bu sırada askerlerin hayvanlarıyla Đran’a kaçmaya çalışan bu 32 kişinin iki ateş altında kalarak öldüğü şeklinde açıklanmışsa da; sınıra götürülen bu 32 kişiden yaralı olarak Đran sınırına geçmeyi başaran Đbrahim Özay, Đran’dan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderdiği dilekçede bu raporların gerçeği yansıtmadığını iddia etmiştir. 20.12.1943 tarihinde Meclis’e gönderilen bu dilekçede, sınıra
götürülen
kişilerin
“yolsuz
emir
üzerine
kurşuna
dizilmek
suretiyle
öldürüldükleri” ifade edilmiştir. 70 Ancak yaklaşık 5 yıl boyunca bu dilekçeyle ilgili herhangi bir işlem yapılmamış ve Dilekçe Komisyonunda bekletilmiştir. Hatta Đsmet Đnönü’nün, olaydan sonra Erzurum’a gittiği ve Orgeneral Mustafa Muğlalı’yla bir araya gelerek “Muğlalı Şarkın kralıdır. Ben onun burada bulunması sayesinde müsterih ve rahat uyuyorum” dediği iddia edilmektedir.71 Raporlarda adı geçen Seyit Bilal Bali’nin iddiası da bu kişilerin çatışmada değil kurşuna dizilerek öldürüldüğü yönündedir. Seyit Bilal Bali, olayı şöyle anlatmıştır: “11 ve 21 kişilik iki kafile halinde Đran hudut taşı üzerinde Bölük K.Vekili Teğmen Necdet Bilgez’in (gerek mahkeme ve gerekse tahkikat dosyalarında mevcut zabıtlarda da belirtilmiştir) konuş komutanı Teğmen Ekrem’in yanında hâkim bir tepeden kılıçla verdiği ateş emri üzerine, her iki manga tarafından çapraz ateş ile öldürüldüler.”72
32 kişiyi teslim alan taburda doktor olarak görev yapan Binbaşı Reşit Ersezer de bu 32 kişinin öldürülmek amacıyla teslim alınarak sınıra götürüldüğünü, emrin Muğlalı’dan geldiğinin de taburda bilindiğini iddia etmiştir: “Bu kez toplatılan 33 kişidir. Tabur komutanı, tümenden aldığı emir üzerine, 7.Bl. Kumandanı Yüzbaşı Vahdi’yi çağırıyor ve tutukluların hududa götürülerek öldürülmelerini emrediyor. Fakat Vahdi Yüzbaşı tecrübeli bir askerdir ve Askerî Ceza Kanunu’nda kanunen suç olan emirler yapılamaz diye bir madde vardır. Binbaşıdan yazılı emir istiyor. Binbaşı da tecrübelidir. Yazılı bir emir vermesine imkân yoktur. Fakat, bu emri yapabilecek iki kişi 68
Zafer, “Muhtelit Tahkikat Encümeni Raporu”, 5 Mayıs 1958 Zafer, “Muhtelit Tahkikat Encümeni Raporu”, 6 Mayıs 1958 70 TBMMZC, Dönem 8, Cilt 15, 19.1.1949, s.147 71 Zafer, “Muhtelit Tahkikat Encümeni Raporu”, 6 Mayıs 1958; Đsmet Đnönü’nün Mustafa Muğlalı’ya yönelik olarak kullandığı “Muğlalı Şarkın kralıdır” ifadesi, adı geçen komisyon raporunda yer almaktadır. 72 Bilal Bali, “Muğlalı Olayının Đki Tanığı Konuşuyor”, Milliyet, 8 Mart 1974 69
26
vardır. Asteğmen Bilal Bali ve Asteğmen Durmuş Özbek. Bunlar henüz kanuna, nizama vâkıf değillerdir. Emrin de Muğlalı’dan geldiğini biliyorlar. Đtirazsız emir yerine getiriliyor.”73
1943 yılında Meclis’e dilekçeyle bildirilen olay, yaklaşık 5 yıl sonra 3 Aralık 1948’de Demokrat Parti Eskişehir Milletvekili Đsmail Hakkı Çevik tarafından gündeme getirilmiştir. Demokrat Parti’nin 5 yıldır komisyonda bekletilen bu konuyu gündeme getirmesinde, yukarıda da belirtildiği gibi çok partili sistemde bölgedeki Kürt oylarının önem kazanmış olmasının etkisi büyüktür. Demokrat Parti, 1946 Seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan vekil çıkartamadığı için konu gündeme bölge dışından bir vekil tarafından getirilmiştir. 1950 Seçimlerinden sonra ise bölgeden 43 milletvekilliği kazanan DP’de konuyu Meclis’e Kürt kökenli milletvekilleri taşıyacaklardır. Çevik, Meclis’e konuyla ilgili şu soru önergesini sunmuştur: “1942 yılında, 33 Türk vatandaşının Polis Vazife ve Selâhiyet Kanunu’nun hâlen mülga 18.maddesi hükmüne dayanılarak gözaltına alındıkları, sonradan da hududa sevkolunan bu şahısları Özalp Kaymakamı ve Jandarma Komutanı tarafından, mahkeme kararı olmadan, kitle halinde kurşuna dizilmiş oldukları, Yüksek Meclise vâkî şikâyetlerden anlaşılmıştır. Böyle bir hâdisenin vuku bulup bulmadığının, vuku bulmuş ise fâilleri hakkında ne gibi bir muamelenin yapılmış olduğunun Sayın Başbakan tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ve teklif ederim.”74
Đsmail Hakkı Çevik’in sorusunu yanıtlayan Millî Savunma Bakanı Hüsnü Çakır, Özalp’in sınır bölgesinde 32 kişinin ölümü ile sonuçlanan böyle bir olayın gerçekleştiğini doğruladıktan sonra, olay askerî şahısları ilgilendirdiğinden olay hakkında askerî makamlar tarafından soruşturma başlatıldığını ve soruşturmanın sonuçlanmasının ardından gereken hukukî işlemlerin yapılacağını söylemiştir. 75 1950 Seçimleri yaklaştıkça, Demokrat Parti’nin Muğlalı Olayına olan ilgisi de artmıştır. 1949 yılının Ocak ayında, konuyu Meclis’e taşıyan dilekçeyle ilgili Dilekçe Komisyonu Raporu tamamlanmıştır. 76 Meclis’in 19 Ocak 1949 tarihli birleşiminde sunulan rapor üzerine söz alan Demokrat Parti Kayseri Milletvekili Fikri Apaydın, 1924 Anayasası’nın “Cana, mala, ırza, konuta hiçbir türlü dokunulamaz. Eziyet, zoralım ve angarya yasaktır” şeklindeki 71 ve 73. maddelerini hatırlatarak sözlerine başladıktan 73
Reşit Ersezer, “Muğlalı Olayının Đki Tanığı Konuşuyor”, Milliyet, 7 Mart 1974 TBMMZC, Dönem 8, Cilt 14, 3.12.1948, s.7-8. Olayı Meclis gündemine tekrar taşıyan soru önergesinde, olayın gerçekleştiği yıl bile doğru olarak verilememiştir. 75 TBMMZC, Dönem 8, Cilt 14, 3.12.1948, s.8 76 Raporun metni için bkz. TBMMZC, Dönem 8, Cilt 16, 19.1.1949, s.155 (S. Sayısı: 84) 74
27
sonra Dilekçe Komisyonu Raporundan komisyonun olayı yeterince ciddiye almadığının, gerekli araştırmaların yapılmadığının ve konunun gerekli makamlardan sorulmadığının anlaşıldığını iddia ederek Türkiye Büyük Millet Meclisi Đçtüzüğü’nün 177. maddesine dayanarak Meclis soruşturması başlatılmasını talep etmiştir. Apaydın’ın, olayı “Bir devrin tek parti sisteminin taşıdığı zihniyetin karakteristik bir misali olmak üzere arza şayan bir hâdise” olarak tanımlamış olması, Demokrat Parti’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu politikasının tek parti döneminden farklı olacağının ve tek parti döneminde yaşanmış benzer olayların “hesabının sorulacağının” bir vurgusu olarak önemlidir: “Bir devrin; tek parti sisteminin taşıdığı zihniyetin karakteristik bir misali olmak üzere arza şayan olarak bu hâdisenin üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Vatandaşın hayat hakkının bahis mevzuu olduğu bir meselede keyfiyete ıttıla edildiği halde nasıl sâkit ve samit kalmak suretiyle, yine de kalp ve vicdan huzuru içerisinde, sırası geldiğinde en heyecanlı ve millî hislerle dolu olarak vakit geçirildiğini nazarlarınızda canlandırmak, ilerisi için memleketin selâmeti ve milletin menfaati namına hareket hattımıza bir veçhe ve istikamet vermek bakımından da dikkate değer bir keyfiyettir.”
Apaydın, konuşmasında Anayasa ile hayat hakları emniyet altına alınmış olan vatandaşların can güvenliklerinin bulunmadığını gösterecek derecede ve ihmal sınırlarını aşan bu olaylar karşısında CHP Hükümetlerinin duyarsızlığına vurgu yapmıştır. En basit suçlarda bile 24 saat dolmadan harekete geçerek gereken tedbirleri almakla görevli olan yetkililerin, 32 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu olayda beş yıl boyunca hareketsiz kalmalarına bir anlam veremediğini ifade eden Apaydın, konuşmasını “yoksa öldürülen bu insanlar vatandaş değiller miydi” diye sorarak tamamlamıştır” 77 Fikri Apaydın’dan sonra söz alan Dilekçe Komisyonu Sözcüsü Asım Aksoy ise, olayı kısaca özetledikten sonra komisyonun olayın üzerinde hassasiyetle durduğunu, olayla ilgili Đçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’ndan yazılı olarak bilgi talep edildiğini söylemiştir. Adalet Bakanlığı, konunun kendilerine intikal etmediği ve olayın sivil yargının alanına girmediği yanıtını vermiştir. Đçişleri Bakanlığı da, yanıtında benzer bir şekilde konunun Milli Savunma Bakanlığı’nı ilgilendirdiğini yazmıştır. Bunun üzerine komisyon, Milli Savunma Bakanlığı’ndan yazılı olarak bilgi istemiştir. Milli Savunma Bakanlığı ise cevabında olayın 3.Ordu Komutanlığı tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na rapor edildiğini ve Genelkurmay’ın bu raporu inceleyerek 77
TBMMZC, Dönem 8, Cilt 16, 19.1.1949, s.148
28
olay hakkında takibata gerek görmediğini yazmıştır. Komisyon ise bunu yeterli bulmamış ve Genelkurmay’dan konunun soruşturulmasını ve suçlular hakkında gerekli işlemlerin yapılmasını istemiştir.78 Asım Aksoy’un verdiği bilgiye göre komisyonun bu talebi üzerine Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından olay hakkında soruşturma başlatılmıştır. Dilekçe Komisyonu, olayla ilgili Meclis soruşturması başlatılabilmesi için önce suçluların belirlenmesi gerektiğini öne sürerek Meclis soruşturması açılması talebine karşı çıkmıştır. Bu arada Adnan Menderes ve Hasan Polatkan, konunun gelecek birleşimde tekrar görüşülmesini talep etmişlerse de, yapılan oylamalar sonucunda bu talepleri reddedilmiştir. Ayrıca yine oylama sonucu olayla ilgili Meclis soruşturması açılması talebi de reddedilmiştir. Dilekçe Komisyonu raporu ise kabul edilmiştir. Olayla ilgili olarak Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın suçlu olduğu sonucuna varılmış ve hakkında yasal işlem yapılarak yargı süreci başlatılmıştır. 1 Eylül 1949 tarihinde tutuklanarak askerî cezaevine gönderilmiştir. Genelkurmay Askerî Mahkemesi tarafından yargılanan Muğlalı, mahkemenin 23 Kasım 1949 tarihinde verdiği vazifesizlik kararı sonucu tahliye edilmiştir. Karar aleyhine müracaat edilmesi üzerine inceleme başlatan Askerî Yargıtay, mahkemenin verdiği vazifesizlik kararını 9 Ocak 1950 tarihinde bozmuştur. Bunun üzerine Muğlalı tekrar tutuklanarak cezaevine gönderilmiş ve 2 Mart 1950 tarihinde idama mahkûm edilmiştir. Hakkındaki idam kararı daha sonra 20 yıl ağır hapis cezasına çevrilmiştir.79 Aynı zamanda Demokrat Parti Ankara Milletvekili olan avukatı Hamit Şevket Đnce’nin temyiz başvurusu sonucunda 27 Eylül 1950 tarihinde ileri derecede bunaklık nedeniyle Muğlalı’nın aklî dengesinin yerinde olmadığı saptanmış, tedavisinin tamamlanması için mahkemenin 6 ay etelenmesine ve Muğlalı’nın tahliyesine karar verilmiştir. 6 ay sonunda Muğlalı’nın durumunda düzelme olmamış ve mahkeme 6 ay daha ertelenmiştir. Ancak bu 6 aylık sürede de Muğlalı iyileşmeyecek ve mahkeme yine ertelenecektir. Muğlalı’nın 20 yıllık hapis cezası, mahkemenin ertelendiği dönemde Demokrat Parti’nin çıkardığı afla 6 yıl 8 aya inmişse de iyileşememesi nedeniyle yine infaz edilemeyecektir.
78 79
TBMMZC, Dönem 8, Cilt 16, 19.1.1949, s.149-150 Zafer, “Muhtelit Tahkikat Encümeni Raporu”, 6 Mayıs 1958
29
Yargı süreci bu şekilde sürerken, mahkemenin sürekli ertelenmesi ve Muğlalı hakkında verilmiş olan mahkûmiyet kararının uygulanamaması, 1950 Seçimlerinde Meclis’e giren Demokrat Parti Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci tarafından 2 Şubat 1951 günü Meclis gündemine getirilmiştir. Ekinci’nin merak ettiği ve Adalet Bakanlığı ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın bilgi vermesini istediği konu ise Mustafa Muğlalı’nın toplam kaç gün hapiste kaldığı ve Muğlalı dışında kaç mahkûmun sağlık raporu dolayısıyla tahliye edildiğidir. Adalet Bakanı Halil Özyörük ise cevabında Muğlalı’nın aklî dengesinin yerinde olmadığı yönünde düzenlenen rapor nedeniyle Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 253 ve 399. maddelerindeki “Akıl hastalığına tutulan mahkûmlar hakkında hürriyet bağlayıcı cezanın infazı iyileştikten sonraya bırakılır” hükmü gereğince tahliye edildiğini ve benzer nedenle tahliye edilen çok sayıda mahkûm olduğunu söylemiştir.80 Bunun üzerine tekrar söz alan Ekinci, Muğlalı ile ilgili düzenlenen raporun gerçeği yansıtmadığını ve kendisine bazı kimselerden gönderilen mektuplara göre Muğlalı’nın “zinde olduğunu” iddia etmiş ve çözüm önerisini sunmuştur: “Delidir raporu almak suretiyle muameleye tabi tutulmuş ve serbest bırakılmıştır. Bu husus, efkârı umumiyede bir ukdedir. Bütün herkes ve bilhassa zabitandan ve mütaaddit kimselerden aldığım mektuplar zinde olduğunu bildirmektedir.Yani eğer bu adam hakikaten deli ise tımarhaneye, aciz ise Darülaceze’ye ve eğer zinde ise (ki öyle iddia ediliyor) o takdirde hapishaneye gitmesi lazımdır.” (Sağdan bravo sesleri)”81
Muğlalı’nın gerçekten hasta olup olmadığı tartışmaları sürerken iddialara cevap veren kızı Özkan Aslaer, babasının yatağında hareket bile edemediğini, tek bir kelime söyleyemediğini ve olaydan siyasî çıkar elde edilmek istendiğini iddia etmiştir.82 Olayla ilgili tartışmalar, Mustafa Muğlalı’nın Gülhane Askeri Hastanesi’nde 11 Aralık 1951 günü vefat etmesiyle geçici olarak kapanmıştır. 83 Özellikle kritik seçim dönemlerinde Mustafa Muğlalı Olayını gündeme getiren Demokrat Parti, yaklaşık 5 yıl sonra, 6-7 Eylül Olayları ve etkisini gösteren ekonomik sıkıntılar nedeniyle yıpranmış olarak 1957 Seçimlerine yaklaştığı kritik bir dönemde konuyu tekrar Meclis’e taşıyacaktır.
80
TBMMZC, Dönem 9, Cilt 5, 2.2.1951, s.6-8 TBMMZC, Dönem 9, Cilt 5, 2.2.1951, s.8 82 Kenan Esengin, a.g.e., s.60 83 a.g.e., s.64 81
30
2.1.2. Umumî Müfettişliklerin Kaldırılması Aynı günlerde Demokrat Parti’nin gündeminde Kürtleri yakından ilgilendiren diğer bir konu ise Umumi Müfettişlikler konusudur. Demokrat Parti Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci’nin Mustafa Muğlalı Olayını Meclis gündemine getirmesinden bir yıl sonra, 1950 Seçimlerinde Diyarbakır’dan seçilen diğer bir milletvekili olan Mustafa Remzi Bucak, Umumî Müfettişliklerin kaldırılması konusunu Meclis’e taşımıştır. Umumî Müfettişlikler, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 25 Haziran 1927 tarihli birleşiminde “Elyevm mevcut altmış üç vilâyetimiz umumî bir nazarla tetkik edildiği takdirde bu vilâyetlerin iktisadî, içtimaî ve coğrafî noktai nazardan yekdiğeriyle alakadar bir takım menatıka münkasem olduğu ve bu mıntıkaları teşkil eden vilâyetler arasında umumî ve müşterek bir takım menfaatlerin mevcut olduğu tezahür eder. Đşte işbu müşterek menfaat ve ihtiyaçların mahallerinde şamil bir nazarla tetkik ve bunların temin ve tanzimi hususunda nazım olmak ve aynı zamanda vilâyatı da sıkı bir teftiş ve mürakabe altında tutarak ihtiyacat-ı idariyenin lüzum gösterdiği hususatı icra etmek üzere Müfettişi Umumilik teşkilâtının icrasına lüzum ve zaruret hâsıl olduğu”84 için kabul edilen 1164 Sayılı Umumî Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun’a 85 dayanılarak kurulmuştur. Umumi Müfettişliklerin görev ve yetkileri ise 27 Kasım 1927 tarih ve 5858 sayılı Umumi Müfettişlik Vazife ve Selâhiyetlerine Dair Talimatname ile belirlenmiştir. Daha sonra kurulmaları süreci başlamıştır. Umumi Müfettişlik uygulamasının başlatılmasında 25 Şubat 1925 tarihinde Ali Fethi (Okyar) Bey Hükümeti tarafından Elaziz, Genç, Muş, Ergani, Diyarbekir, Dersim, Mardin, Siverek, Urfa, Siirt, Bitlis, Van, Hakkari, Hınıs, Malatya ve Kiğı’da ilân edilen sıkıyönetimin 86 süresinin 23 Ekim 1927’de sona ermesinin büyük etkisi vardır. Sıkıyönetimin kaldırılmasıyla oluşacak otorite boşluğunun Umumî Müfettişlik uygulamasıyla doldurulması amaçlanmıştır. Zaten kurulan ilk Umumî Müfettişliğin görev bölgesi de sona eren bu sıkıyönetimin bölgesidir. Ancak daha sonra bu uygulama
84
TBMMZC, Devre 2, Cilt 33, 25.6.1927, s.682-683 Kanun metni için bkz. Düstur, 3.Tertip, Cilt 8, s.1005; TBMMZC, Devre 2, Cilt 33, 25.6.1927, s.685-687 86 TBMMZC, Devre 2, Cilt 14, 23.2.1341 (1925), s.288; Düstur, 3.Tertip, Cilt 6, s.109 85
31
başka bölgelerde de yaygınlaştırıldığından ilk kurulan müfettişliğe Birinci Umumî Müfettişlik adı verilmiştir.87 Umumî müfettişlerin sorumlu oldukları bölgelerdeki idarî, ekonomik ve sosyal işlerin düzenli bir biçimde yürütülmesi, tarımda verimin arttırılması, eğitim imkânlarının iyileştirilmesi gibi görevlerinin yanında siyasî görevleri de vardır. Başbakan ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Đsmet Đnönü tarafından 18 Haziran 1936 tarihinde yayımlanan bir beyannameye göre, “Umumî müfettişler, mıntıkaları dâhilinde bütün devlet işlerinin olduğu gibi, parti faaliyet ve teşkilâtının da yüksek murâkıp ve müfettişidirler.”88 Umumî Müfettişlikler bu şekilde başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu olmak üzere tüm ülkede idarî, sosyal, ekonomik ve siyasî alanlarda yaklaşık 20 yıl faaliyet göstermişlerdir. Ancak Beşinci Umumi Müfettişliğin kurulduğu 1947 yılında, bu kurumların gerekli olup olmadıkları artık tartışılır duruma gelmiştir. Yeni kurulan Beşinci Umumî Müfettişliğin bütçesinin de belirleneceği 1948 yılı bütçe çalışmaları, bu tartışmanın en çok yapıldığı dönem olmuştur. Tartışmalarda Umumî Müfettişliklerin artık gerekli olmadıkları ve kaldırılmaları durumunda bütçede büyük tasarruf sağlanacağı düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Demokrat Parti Sinop Milletvekili Suphi Batur, “Devlet bünyesi içerisinde kuruluşları itibariyle hiçbir faydalı işe yaramayan ve sadece bütçeye bir yük teşkil eden Umumî Müfettişliklerin kaldırılmalarında isabet olduğu mütaalâsındayız” 89 derken; CHP Gümüşhane Milletvekili Ahmet Kemal Varınca, Umumî Müfettişliklerin “Merkez ile iller arasında talî ve fuzulî bir uzuv olarak telâkki edildiğini, bunların Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bazı olağanüstü olaylar nedeniyle kurulmuş geçici kademeler olduklarını ve bu olağanüstü durum sona erdiğinden, Umumi Müfettişliklerin varlığının yıpratıcı olduğunu” ifade etmiştir.90 Sonuçta Đçişleri Bakanlığı Komisyonu, 1164 sayılı kanunun hedef ve maksadına uygun görmediğinden Beşinci Umumî Müfettişliğe ait kadro ödeneklerini 1948 yılı bütçesinden çıkartmıştır. Ayrıca diğer dört Umumî Müfettişliğin de faaliyetlerinin devamını zorunlu kılacak sebep ve şartların olmadığının anlaşılması ve mevcut haliyle 87
Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999, s.179 88 Cemil Koçak, Geçmişiniz Đtinayla Temizlenir, Đstanbul: Đletişim, 2009 (2.bsk.), s.111 89 TBMMZC, Devre 8, Cilt 8, 28.12.1947, s.402 90 TBMMZC, Devre 8, Cilt 8, 28.12.1947, s.508
32
lüzumsuzluklarına kanaat getirilmesi nedeniyle bu Umumî Müfettişliklerin de teşkilâtlarına ait ödenekleri kaldırılmış ve kadroları (L) cetveline alınmıştır.91 Bu kararla 1948 yılı bütçesinde 1 milyon 200 bin liralık tasarruf sağlanmıştır. 92 Böylece 1927 yılından beri özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da faaliyette olan Umumî Müfettişlik kurumuna, resmî olarak değilse de fiilen son verilmiştir. Faaliyette bulunmayan, kadroları ve bütçeleri olmayan ve yalnızca resmî olarak varlıkları devam eden bu kurumların resmî olarak da kaldırılmaları ise Meclis gündemine yine Demokrat Parti Diyarbakır Milletvekili Mustafa Remzi Bucak tarafından 1952 yılında getirilmiştir. Mustafa Remzi Bucak, Türkiye’de Đkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişmeye başlayan yeni Kürt siyasetinin önemli isimlerindendir. Savaş yıllarında Đstanbul’da üniversite öğrenimi gören Kürt kökenli öğrencilerin bir arada kaldığı Dicle Talebe Yurdu’nun müdürlüğünü yapmıştır. Bazı iddialara göre, Bucak burada ülkeye kaçak olarak sokulan Kürtçe yayınların talebe yurduna girmesini, Kürt kökenli öğrenciler tarafından okunmasını sağlamış ve bu öğrencilere bölücü fikirler aşılamıştır. Bucak, daha sonra siyasete atılan bu öğrencilerin desteğiyle milletvekili seçilmiştir.93 Bucak’ın önergesinde dikkat çeken nokta gerekçe bölümüdür. Meclis’e 24 Ocak 1952 tarihinde sunduğu ve Đçişleri Komisyonu’ndan geçtikten sonra 19 Haziran 1952 tarihli birleşimde Genel Kurul’da tartışılan önergesinde Bucak, Umumî Müfettişlikleri, Đngiltere’nin sömürgesi Hindistan’da kurduğu Hindistan Genel Valiliği’ne benzetmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölge ve bölge halkını sömürge gibi yönettiğini iddia etmiştir. Diyarbakır Milletvekili Bucak’ın gerekçesinde buna benzer birçok kışkırtıcı ifade yer almaktadır: (...) Lâkin, ne garip ve acı bir hakikattir ki, Umumi Müfettişliklerin ihdasından lâğvına kadar geçen zamana şöyle bir nazar atfettiğimizde, adı geçen idareye tabi tutulmak betbahtlığına düçar olmuş vilâyetlerimizde, tesis ve kuruluş gayesiyle kabili telif en ufak bir umran
eserine tesadüf edilmemekte; bilâkis, hemen
her
köşesinden Hindistan
Valiiumumiliği idare tarzı ve kokusu gelmektedir. Bu bakımdan, Umumi Müfettişlikler, idarî ve siyasî tarihimize, iğrenç ve korkunç kanlı sahifeler ilâve etmekten başka bir vazife görmemişlerdir. Bu sebeple, tesis ve teşekkül gayesinden tamamen ayrılarak, hatta aksine bir hedef takip ederek, asgari on altı vilâyetimizde, adı ancak iğrenti ve ürperme ile 91
TBMMZC, Devre 8, Cilt 8, Bütçe Komisyonu Raporu, s.5 TBMMZC, Devre 8, Cilt 8, 26.12.1947, s.345 93 Bilal Şimşir, a.g.e., s.503-504 92
33
hatırlanabilen bu Umumi Müfettişlik müessesesinin tarihî rollerini ikmal ettikleri artık bir vakıadır”
Diyarbakır Milletvekili Mustafa Remzi Bucak ayrıca, Umumi Müfettişliklerin geçmişinin kanlı ve korkunç olduğunu iddia ettikten sonra Umumi Müfettişlikler Kanunu’nun halen kanunlarımız arasında yer almasından büyük endişe duyduğunu söylemiştir. 94 Bilal Şimşir’e göre Mustafa Remzi Bucak’ın önergesi, “bir bölücünün kanun teklifi ve şaşırtıcı gerekçesi”dir. Gerekçe kısmında yer alan “iğrenç, korkunç, kanlı” gibi ifadeler, o yıllar için görülmemiş ifadelerdir. Türk’e küfretmeyi marifet sayan çirkin papazların kullandıkları dile benzemektedir. Hepten yalandır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarına bu şekilde geçirilmiş olması, düzeltilmesinin istenmemesi hatadır.95 Đçişleri Komisyonu ise aynı fikirde değildir. Komisyon, “hükümet temsilcisinin, demokratik anlayışla hareketi prensip edinen Hükümetin bu kanunun kalkmasında hiçbir mahsur görmediğini beyan etmesi üzerine, gerekçedeki mucip sebepleri yerinde görerek, kanuna vuzuh vermek ve tatbikatta da kolaylık sağlamak maksadiyle” metinde yapılan değişiklikle teklifi oy birliğiyle kabul edilmiştir.”96 Önerge ve gerekçenin okunmasından sonra Meclis’te söz isteyen olmamış, 3 maddelik kanun teklifinin tüm maddelerinin tek tek oylanmasına geçilmiş ve teklifin tüm maddeleri kabul edilmiştir. Kanun teklifinin tümü hakkında oylama ise Meclisin 21 Kasım 1952 tarihli birleşiminde yapılmış ve kabul edilmiştir. Böylece, 1948 yılından beri faaliyette olmayan, varlığı yalnızca resmî olarak devam eden Umumi Müfettişlikler, 21 Kasım 1952 tarihinde, 5990 sayılı 3 maddelik kanunla resmî olarak da lâğvedilmişlerdir.97 Umumî Müfettişliklerin yararlı hizmetlerde bulundukları, o günün şartlarına uyarlanarak yaşatılmalarının mümkün ve gerekli olduğu, tümüyle kaldırılmalarının yanlış olduğu ve kaldırılmalarının bölgelerinde, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ciddi bir otorite boşluğuna neden olduğu şeklinde görüşler vardır. Buna
94
TBMMZC, Dönem 9, Cilt 16, 19.6.1952, S.Sayısı: 224 Bilal Şimşir, a.g.e., s.504-508 96 TBMMZC, Dönem 9, Cilt 16, 19.6.1952, S.Sayısı: 224, Đçişleri Komisyonu Raporu, Karar no.25 97 Resmi Gazete, 29 Kasım 1952, no.8270
95
34
göre
bölgelerinde
Kürtçülere,
bölücülere,
eşkıyaya
göz
açtırmayan
Umumî
Müfettişliklerin kaldırılmalarıyla, meydan bölücüye, Kürtçüye, eşkıyaya kalmıştır.98 Faaliyette bulunmuş olan dört umumi müfettişliğin üçünün görev bölgeleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki illerdir. Bu nedenle umumi müfettişliklerin uygulamaları, bölgede
yaşayan
Kürt
kökenli
vatandaşları
doğrudan
etkilemiştir.
Umumi
Müfettişlikler, görev bölgelerinde güvenliği sağlamak dışında altyapı yatırımları, inşaat işleri, eğitim ve sağlık hizmetleri gibi pek çok alanda faaliyet göstermişlerdir. Örneğin Üçüncü Umumi Müfettişlik, Erzurum’da posta ve telgrafhane, halkevi, Đnhisarlar Başmüdürlüğü, otel, lokanta, gazino, apartman evler ve okuldan oluşan bir yaşam merkezi yapımına girişmiş, Erzurum’u imar planı hazırlatmak için ünlü şehir planlamacısı Prof. Lambert’i birkaç kez Erzurum’a getirmiş, master planlarını hazırlatmış ve kanalizasyon, yol, bahçe ve park gibi altyapı birimlerini projelendirmiş, hatta elektrik üretimi için bir hidrolik santral planı bile hazırlamıştır. 99 Öte yandan, Umumi
Müfettişlikler
sorumluluk
bölgelerinde
asayişi
sağlamakla
görevli
olduklarından ve bunun için güç kullanma yetkisine sahip bulunduklarından, bölge halkının bir kısmı tarafından “kendilerine baskı uygulayan merkezi hükümetin temsilcileri” olarak görülmüş ve tepkiyle karşılanmışlardır. Umumî Müfettişliklerin faaliyetlerinin sona erdirildiği 1948 yılı ile tamamen kaldırıldıkları 1952 yılları arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da herhangi bir ayaklanma ya da büyük asayişsizlik olayı yaşanmamıştır. Bu durum, 1952 yılından 1970’li yılların ortalarına kadar da geçerlidir. Umumî Müfettişliklerin faaliyette olduğu yıllar için ise aynı şeyi söyleyebilmek mümkün değildir. Bu yıllar içerisinde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 11 ayaklanma gerçekleşmiştir.
100
Yeni müfettişliklerin
kurulması ise ayaklanma hareketlerini engellememiş, 1937 yılına kadar her kurulan müfettişlikten sonra yeni bir ayaklanma gerçekleşmiştir. Bu 10 yıl, yeni ayaklanma hareketlerinin
başlaması
nedeniyle
yeni
müfettişliklerin
kurulması
ve
yeni
müfettişliklerin kurulmasından sonra yeni ayaklanma hareketlerinin başlaması şeklindeki bir döngüyle geçmiştir. Bu döngü içerisinde Doğu ve Güneydoğu
98
Bilal Şimşir, a.g.e., s.513 Erdal Aydoğan, “Üçüncü Umumi Müfettişliğin Kurulması ve III. Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in Bazı Önemli Faaliyetleri”, Ankara Üniversitesi Türk Đnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, no.33-34, Mayıs-Kasım 2004, s.7-8 100 Bu isyanlar ve ayrıntıları için bkz. Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), Ankara: Genelkurmay Başkanlığı, 1972 99
35
Anadolu’da onbinlerce vatandaş yaşamını yitirmiş,
maddî zarara uğramış ya da
yaşadıkları bölgeleri, evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. 2.2. Basında Bölge ve Kürtlerle Đlgili Tartışmalar Umumî Müfettişliklerin kaldırılmasıyla aynı günlerde basının bölgeye olan ilgisinin artmaya başladığı görülmektedir. 1940’lı yıllardan beri bölgeye fazla ilgi göstermeyen gazetelerde 1952 ve 1953 yıllarında bölge ve Kürtlerle ilgili bazı yazı ve tartışmalar yer almıştır. Falih Rıfkı Atay, başyazarı olduğu Dünya Gazetesi’nin 18 Ağustos 1952 tarihli sayısında Doğu illeri sorununa dikkat çekmiş ve bu sorunun “partiler üstü” olarak ele alınması gerektiğine, partiler tarafından oy kaygısıyla kullanılmasının olumsuz sonuçlara neden olabileceğine dikkat çekmiştir: “Vatanlarını seven ve politikayı vatana ve halka hizmet vasıtası olarak sayan Türkler için partiler üstü tutulmak lâzım gelen üç mesele vardır. Bunlardan biri Doğu vilâyetleri meselesidir. Bazı Demokrat partizanlar, Doğu vilâyetleri halkını eski iktidar partisi aleyhine istismar etmek için unutturulmak gereken hâdiselere dönerek kin ve intikam hislerini tutuşturduktan başka, bu bölgelerde ancak nifakçı ve fesatçıların faydalanacakları tertiplere ve hazırlıklara göz yummaktadırlar. Demokrat partizanların hatırlarına gelmeyen bir nokta vardır. Bu gidiş onları ister istemez daha kötü niyetli olanlarla yarışma haline sokar. Alttan alta tahrikler, yalnız eski iktidar partisi aleyhine olacağı sanılan siyasî cereyanları şuurlu ve ya şuursuz, bütün Türkiye aleyhine çevirebilir. Eski haksızlıkları müdafaa etmek ne kadar doğru değilse, eskiden istenerek ve bilinerek yalnız haksızlık yapılmış olduğu gibi bir hava yaratarak ve üçü de Türkiye’nin siyasî ve coğrafî bütünlüğüne karşı birer suikast olduğuna şüphe olmayan isyanları haklı göstererek vatan düşmanlarına fırsat vermek ondan bin defa beter bir hatadır.”
Atay, yazısında Demokrat Parti iktidarının Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi halkını kendine bağlamak için yürüteceği politikanın, geçmişi kullanarak devlete karşı yeni kin ve intikam hisleri aşılamak değil, iktisat, tarım, adalet ve eğitim alanlarında iyileştirmeler yapmak olması gerektiğini vurgulamıştır. 101 Bu yazının üzerinden bir hafta geçmeden, 13 Ağustos 1952 günü Sağlık Bakanı Dr. Ekrem Hayri Üstündağ, Van’da yaptığı bir konuşmayla gündeme gelmiştir. Üstündağ, birçok benzerinde olduğu gibi özel bir bölümü tek parti hükümetlerinin Doğu
101
Falih Rıfkı Atay, “Partiler Üstü Meseleler”, Dünya, 18 Ağustos 1952
36
ve Güneydoğu Anadolu ve Kürtlere yönelik politikasını eleştirmeye ayrılmış olan konuşmasında şunları söylemiştir: “(...) Şimdiye kadar Doğu anavatandan sayılmayan bir toprak parçası gibi idi. Bura halkı kendi hallerine terkedilmiş, devir boyunca bu bölgeler lâyıkı veçhile benimsenmemiş, kalkınmasına meydan verilmemiş, okutulmamış, yetiştirilmemiş, ne mantıkla ve ne devlet ve medenî hukukla izahı mümkün olmayan bir takım siyasî sebepler ve gelişi güzel, şahsî mütalâalar yüzünden buraları anavatandan âdeta tecrit edilerek iktisadî, içtimaî, siyasî ve teknik bakımlardan perişan bir seviyede bırakılmış, idarî, adlî sahalarda tamamıyla ayrı ve hususî kanunlar ve usuller tatbik edilmiştir. (…) Buraları ihmal edilmekle kalmamış, üstelik imha ve tahrip edilmiş, ezilmiş, manevî kuvvetleri zedelenmiş, çalışmak kabiliyetleri yıkılmış, canlarından bezdirilmişlerdir. Zulüm ve haksızlıklar buralarda emniyet ve huzuru da kökünden yok etmiş, bunun neticesi iktisadî çöküntü başlayarak toprak kıymetini kaybetmiştir.”
Sağlık Bakanı Üstündağ, bunların dışında bölgedeki hastanelerin sağlam insanların bile girmesine izin verilemeyecek derecede harap durumda olduğunu, Demokrat Parti yönetiminin bu durumu iyileştirmek için çalışmalar yaptığını, Siirt’te, Bitlis’te, Muş’ta ve Van’da birer milyondan fazla maliyetli, yüzer yataklı dört devlet hastanesi yaptırıldığını söylemiştir. 102 CHP’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi, 23 Ağustos 1952 tarihli sayısında Üstündağ’ın tek parti hükümetlerinin bölgeyle ilgili uygulamalarını eleştirdiği konuşmasına “Şeyh Said’in Hayranları” başlığıyla şu şekilde yanıt vermiştir: “Ekrem Hayri Üstündağ, Cumhuriyet Hükümetinin bir Sağlık Bakanı olarak bunları nasıl söyleyebildi? Demek ki bunu da görecekmişiz. Cumhuriyet’in bir Sağlık Bakanı, 1925’de Şeyh Said’in isyan bayrağı açtığı yere gidip; Bu güzel ve zengin vatan parçası asırlar boyunca haktan, adaletten, insan ve vatandaş haklarından mahrum kalmış, esir ve köle muamelesi görmüştür. Halk kendi hallerine bırakılmış, buraları ana vatandan tecrit edilmiş, hatta buralar için idarî ve adlî istisnaî kanunlar tatbik olunmuştur.Buralar yalnız ihmal değil, imha ve tahrip de olunmuş, zulüm ve haksızlık, emniyet ve huzuru kökünden yok etmiştir. Biz iktidara geldiğimiz zaman buralarda yol, su, mektep, sağlık müesseseleri, ışık bulamadık. Bulduğumuz şey; maddî, manevî huzursuzluğun, asayişsizliğin ve emniyetsizliğin ıstırabı idi diyebilecekmiş.”
Yazıda, Şeyh Said’in devlete isyan ettiği için cezalandırıldığı, Ağrı ve Dersim’deki olayların birer isyan olduğu, bunları “imha ve tahrip” olarak yorumlamanın 102
Zafer, 14 Ağustos 1952
37
o harekâtlarda ölen Türk çocuklarına hakaret ve haksızlık olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca, Dersim’e düzenlenen harekâtların bir bölümünde başbakanın Celal Bayar olduğu ve harekât kararlarıyla birlikte olaydan sonra verilen mecburî iskân kararlarında da Celal Bayar’ın imzasının olduğu hatırlatılmıştır. 103 CHP’li eski milletvekili ve Başbakan Yardımcısı Nihat Erim de gazetenin aynı sayısında Üstündağ’ın iddialarını uzun bir yazıyla yanıtlamış ve tek partili yıllarda bölgeye götürülen hizmetlerden bazılarını sıralamıştır: “Bakanlar Kurulu üyesi olan bir zatın son günlerde yurdumuzun Doğu bölgesinde dolaştığını okuyoruz, duyuyoruz. Bu zatın gezisi esnasında söylediği sözlerden bazılarını görünce, bir Türk olarak insanın tüylerinin ürpermemesi kâbil değildir. Sağlık Bakanı Bay Dr. Üstündağ’ın, Anadolu Ajansı ve Devlet Radyoları ile yayınlanan konuşmasında, eski iktidara ağır hücumlar ve çok haksız ve insafsız suçlamalar vardır.”
Erim, bu bölgede arka arkaya meydana gelen isyanlar nedeniyle tek partili dönemin hükümetlerinin her şeyden önce ülkenin bütünlüğünü korumak ve asayişi sağlamak zorunda kaldığını, bu isyanlar bastırılmasının üzerinden iki yıl geçmeden Đkinci Dünya Savaşı’nın başladığını ve bu nedenle 1925 ile 1945 yılları arasında kalan 20 yıl boyunca bölgeye gereken yatırımları bütünüyle yapmanın mümkün olmadığını ifade etmiştir. Erim, Đkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra, yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri için değil tüm ülke için daha sağlıklı ve hızlı çalışma imkânlarının doğduğunu, Kayseri ile Erzurum’u bağlayan demiryolunun yalnızca 180 milyonluk bir bütçeyle yapıldığını, Malatya-Tatvan demiryolunun yapımının 1950 yılından önce başladığını ve Malatya-Diyarbakır-Kurtalan demiryolunun planlarının da yine tek partili dönemde tamamlandığını hatırlatmıştır. Tüm bunların dışarıdan borç almadan yapıldığını ifade eden Erim, devletin ilk bütçesinin 140 Milyon Lira olduğu düşünülürse, Üstündağ’ın suçlamalarının ne kadar insafsız ve gözü kapalı yapıldığının daha iyi anlaşılacağını vurgulamıştır. Üstündağ’ın, CHP Hükümetlerinin bölgeye okul, hastane ve karayolu yapmadığı eleştirilerine de yanıt veren Erim, bölgede 1949 yılında aralarında GaziantepDiyarbakır, Siirt-Hakkari, Mardin-Şırnak, Muş-Erzurum ve Van-Ağrı karayollarının da bulunduğu 12 karayolunun yapımına başlandığını, bunların üç yıl içinde bitirilmesinin 103
“Şeyh Said’in Hayranları”, Ulus, 23 Ağustos 1952
38
planlandığını ama Demokrat Parti iktidarı döneminde bu yolların yarısının bile bitirilmediğini ifade etmiştir. Erim’e göre, Demokrat Parti’nin açtığını ya da açacağı vaadinde bulunduğu yol ve hastanelerin tümünün temelleri tek partili dönemde atılmış hatta çatıları örülmüştür. Demokrat Parti, bunların bile tümünü değil ancak bazılarını tamamlayarak hizmete açabilmiştir. 104 Ekrem Hayri Üstündağ’ın Van’daki konuşmasından üç gün sonra, 25 Ağustos 1952 tarihinde Dünya Gazetesi bu kez “Hortlamak Đsteyen Korkunç Bir Zihniyet” manşetiyle çıkmıştır. Gazeteye göre bir Urfa gazetesi, “Dersim muharebesinde yüzbinlerce kahramanımızı öldürten Halk Partisi değil midir?” diye sormaktadır: “Bir Urfa gazetesi, Dersim muharebesinde yüzbinlerce kahramanımızı öldürten Halk Partisi değil midir? diyor. Mehmetçiğin kafasını kesip telefon direğine asanlara kahraman diyenler hakkında vatana ihanet davası açılması bekleniyor.Urfa’da yayınlanmakta olan Demokrat Urfa ismindeki bir gazetede çıkan bir yazı Ankara basınına intikal etmiş ve efkârı umumiye üzerinde bir bomba tesiri yapmıştır. Bu yazıda CHP iktidarı kötülenirken aynen şöyle denilmektedir: Dersim muharebesinde yüzbinlerce kahramanımızı öldürten, karılarını, kızlarını süngüden geçirten, milyonlarca yavruları toplayarak ateşte yaktıran CHP değil midir?”
Haberde, parti rekabeti maskesi altında bölgede korkunç işler çevirmek isteyen bir zümrenin olduğunu ve yayımlanan bu yazının bölgedeki isyan hareketlerini tekrar başlatmak amacı taşıyan bu zümrelerin harekete geçmek için imkân bulmaya başladıkları iddia edilmiştir. Yazıda ayrıca Demokrat Parti’nin başındaki yöneticilerin gözlerine inmiş bir “gaflet perdesi” olduğu ve bu perdenin bir an önce sıyrılıp atılmazsa üç beş oy için ülkenin başına büyük felâketler gelebileceği uyarısına yer verilmiştir. 105
104
Nihat Erim, “Doğu Đllerine Dair”, Ulus, 23 Ağustos 1952; Nihat Erim’in, Đkinci Dünya Savaşı yıllarındaki imkânsızlıklardan yakınması ve bu imkânsızlıklara rağmen hükümetin bölgeye altyapı ve ulaşım yatırımları yapmaya devam ettiği yönündeki ifadeleri haksız değildir. Örneğin savaşın devam ettiği 1943-1945 yılları arasında bölgeye yapılan bayındırlık yatırımları 1.2 milyar TL’nin üzerindedir. Bu rakam, tüm ülkeye yapılan yatırımın yaklaşık %25’ini oluşturmaktadır. Savaştan sonraki 1946-1950 döneminde ise bölgeye yapılan bayındırlık yatırımları 50 milyar TL’nin üzerindedir ve tüm ülkeye yapılan yatırımların yaklaşık %29’unu oluşturmaktadır. 1927-1950 yılları arasında bölgeye yapılan kamu yatırımlarıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Metin Kopar, Cumhuriyet Halk Partisi Döneminde Doğu Anadolu’ya Yapılan Kamu Harcamaları ve Yatırımları (1927-1950), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2009; Demokrat Parti döneminde bölgeye yapılan yatırımlar ile ilgili ayrıntılı bir çalışma için ise bkz. Sait Aşgın, Cumhuriyet Döneminde Doğu Anadolu’ya Yapılan Kamu Harcamaları, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2000 105 “Hortlamak Đsteyen Korkunç Bir Zihniyet, Dünya, 25 Ağustos 1952
39
Bu tartışmaların üzerinden henüz iki ay geçmişken yine Urfa’da çıkan yerel bir gazete olan Urfa Gazetesi, 16 Ekim, 20 Ekim ve 3 Kasım 1952 tarihlerinde “Anzelha” adlı bir dizi şiire yer vermiştir. Urfa’da ortaokul öğretmeni ve Çalışma Bakanlığı’nda memur olarak görev yapmış olan Halim Yağcıoğlu adlı bir kişinin yazmış olduğu bu şiirlerde, genel olarak Urfa’nın ve diğer bölge illerinin geri kalmışlığından, dışa kapalılığından ve insanlarının çoğunun Türkçe bilmemesinden duyulan rahatsızlık anlatılmıştır. 106 Ankara’da çıkan Đstiklâl Gazetesi ise Urfa Gazetesi’ndeki bu şiirleri farklı bir açıdan değerlendirmiş ve 18 Kasım 1952 tarihinde “Urfa’da Kürtler ihtilâle davet ediliyor” başlığıyla yayımlanmıştır: “Urfa Gazetesi Kürt devletinin hasretiyle ihtilâl türküleri söylüyor. Ankara’nın gözünden uzakta cereyan eden bu komedyanın nihayet bulması için hadiseyi bütün tafsilâtiyle vatanperverliklerine tam bir itimadımız olan Đçişleri Vekili Etem Menderes ve Adalet Vekili Osman Şevki Çiçekdağ’ın dikkatine arzederiz.(...) Biz bu muhteşem komedinin facia ile biteceğinin farkında değiliz. Nizamın bekçisi Urfa Cumhuriyet Savcısı, bu dünyadan bihaberlik ne? Dört gündür posta kutusuna ardı ardına bir ceridecik gelmekte. Her nüshasında büyük bir ehemmiyetle, özlenilen yeni bir vatanın ihtilâl tohumları önümüze sürülmekte. Anzelha. Đşte özlenilen yeni vatanın adı. Zelihaların memleketi: Kürdistan!” 107
Basında 1952 yılında yoğunlaşan tartışmalar 1953 yılında da devam etmiştir. Demokrat Parti’nin yayın organı Zafer Gazetesi, Demokrat Parti Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci’nin 26 Aralık 1952 günü Meclis’e sunduğu “Devrisabıkta Şark vilâyetlerinde yaşayan insanları kapkara göstermek arzu ve gayesiyle takip edilen kötü ve sakim siyaset icabı olarak zamanın umumî müfettişi Abidin Özmen’in 1936 senesinde öldürttüğü vatandaşlar için Hükümetin ne düşündüğünü öğrenmek isterim”108 şeklindeki sözlü sorusunu “Kanunsuz bir şekilde öldürülen vatandaşlar” manşetiyle gündeme getirmiştir: “Adalet Bakanı Osman Şevki Çiçekdağ ile Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci, 1936 yılında, eski iktidar zamanında öldürülen vatandaşlar hakkında izahat vermişlerdir. Yoklamayı müteakip, Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci’nin 1936 senesinde öldürülen vatandaşlar dolayısıyla müsebbipleri hakkında yapılan tahkikatın ne safhada olduğuna ve hükümetin bu hususta ne düşündüğüne dair sözlü sorusunu Adalet Bakanı Osman Şevki 106
“Anzelha I”, Urfa, 16 Ekim 1952; “Anzelha II”, Urfa, 20 Ekim 1952; “Anzelha III”, Urfa, 3 Kasım 1952; TBMMZC, Dönem 9, Cilt 20, 4.2.1953, s.98-99. Anzelha, Şanlıurfa’nın güneydoğusunda yer alan bir gölün adıdır. 107 Mehmet Metin Öneralp, “Urfa’da Kürtler Đhtilale Davet Ediliyor”, Đstiklâl, 18 Kasım 1952; TBMMZC, Dönem 9, Cilt 22, 7.5.1953, s.105. Gazetenin ulaşılan sayısının büyük bölümü okunamaz durumda olduğundan, bazı bölümler TBMM tutanaklarından alınmıştır. 108 TBMMZC, Dönem 9, Cilt 18, 26.12.1952, s.432-436
40
Çiçekdağ cevaplandırmıştır. Adalet Bakanı’ndan sonra, soru sahibi Mustafa Ekinci, meselenin ehemmiyet ve dehşetini Bakan’ın da kabul ettiğine işaret ettikten sonra, şunları söylemiştir: Eğer mevzu tek bir vatandaşın ölümünden ibaret olsaydı, aradan uzun zaman geçtiğini hesaba katarak yüksek huzurunuza asla getirmezdim. Fakat, dava bir şahsın alelıtlak ölümü ve ya ölümüne sebebiyet verilmesi gibi basit bir iş değildir. Dava, zaman zaman müteaddit insanların hiç yere, keyfe müyeşa kurban edilmesi gibi, ailelerine muhitlerine ve nihayet bütün yurtta hâkim olan âmme vicdanına sirayet etmiş ve pek derin izler bırakmış faciaların muhasebe davasıdır.”
Haberde, Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci’nin Meclis’teki konuşmasına geniş yer verilmiştir. Ekinci konuşmasında, tek partili dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde büyük cinayetler işlendiğini, küçücük çocuklar ile 85 yaşındaki ihtiyarların fecî bir şekilde zorla sürüldüğünü, bu yıllar boyunca umumî müfettişlerin istediği kimseleri jandarmadan teslim alıp öldürttüğünü, bölge halkının uzun yıllar boyunca huzurdan ve emniyetten uzak olarak gözyaşı döktüğünü, buna rağmen bu olayların sorumluları hakkında hiçbir mahkûmiyet kararı olmadığını, bunlardan hesap sorulmadığını iddia etmiştir. Ekinci ayrıca bu öldürülen kişilerin annelerinin çocuklarının cenazelerini almak için umumî müfettişlere geldiklerini, ancak “cani yürekli” müfettişlerin buna izin vermediğini, öldürülenlerin aynı yerde hiçbir dinî gerekliliğe uyulmadan gömüldüklerini, Mardin’de 103 vatandaşın ayrı ayrı öldürüldüğünü, Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin bölge halkına yönelik uygulamalarının Engizisyon zulmünden bile daha ağır olduğunu da eklemiştir. Ekinci’nin konuşmasında verdiği tek isim ise Abidin Özmen’dir. 109 Sedat Simavi, 3 Ocak 1953 tarihli Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde “Kurşuna Dizilenler!” başlığıyla, Mustafa Ekinci’ye tepkisini dile getirmiştir. Simavi’nin yazısı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu konusunda bir kutuplaşmanın başladığını, kutuplar arasındaki görüş farkını ve dönemin önemli gazetelerinde köşe sahibi olan bazı yazarların “Kürt” algısını yansıtmaktadır:
109
“Eski Đktidar Zamanında Diyarbakır ve Havalisinde Kanunsuz Bir Şekilde Öldürülen Vatandaşlar”, Zafer, 27 Aralık 1952; Ayın Tarihi, no.229, Aralık 1952, s.110-113
41
“1936 senesinde Türkiye hudutlarının birinde bir eşkıya tedibi yapılmış. Bu tedip hareketinde methaldar olanlar kurşuna dizilmişler. Bu havadisten ben şunu anlıyorum ki, o zaman memleketimizin içinde casusluk yapanlar, ecnebi parasıyla Türk benliğini ortadan kaldırmak isteyenler bulunmuş ve bunlara karşı Türk Hükümeti de vazifesini yapmıştır. Şimdi gel gelelim Diyarbakır Mebusu Mustafa Ekinci adında biri düşünmüş taşınmış ve devletin başına bir iş çıkartayım demiş ve bu eski eşkiyalık hikâyesini ortaya atmış. O zamanın Başvekili ve halen Reisicumhurumuz olan Sayın Celal Bayar’ın hükümet erkânı bu sebeple şimdi Divanı Aliye verilecekmiş.(...) Ben zannediyorum ki, Adnan Menderes Hükümeti bu memleketin selâmeti için birkaç eşkiyanın öldürülmüş olmasını bir devlet meselesi yapacak kadar gafil değildir. Unutmamalı ki, Adnan Menderes’i tahrik eden kuvvetler arasında başka bir mesele daha vardır. O da Kürtlük meselesidir. Birkaç Kürdün gönlü olsun diye koskoca Türk milletinin suratına şamar atmağa hakkımız yoktur. (...) Unutmayalım ki, bugün dahi yine birkaç Kürt aynı eşkiyalığa ve ortalığı bulandırmağa kalkacak olursa Türk milletinin selâmeti için aynı kol, tekrar aynı yumruğu onların beynine indirmekle vazifelidir.”110
Yukarıda da ifade edildiği gibi Cumhuriyet Halk Partisi, çok partili sistemin oy kaygılarının da etkisiyle Batı bölgelerinde mecburî iskâna tâbi bulunan Doğu ve Güneydoğulu ağa ve şeyhlerin evlerine dönmelerine izin vermiştir. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin de aynı CHP gibi oy kaygısıyla bu kişilere yakın bir politika izlemesi, ağa ve şeyhlerin bölgede tekrar güç ve nüfuz sahibi olmalarını sağlamıştır. Falih Rıfkı Atay, Dünya Gazetesi’ndeki yazısında bu konuya vurgu yapmış, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yeniden kabile, aşiret ve derebeylik rejimine dönüldüğünü iddia etmiştir. Falih Rıfkı Atay, ayrıca tek parti döneminin bölgedeki uygulamalarını şiddetle eleştirmenin, Rusların bölge halkını Türkiye’ye karşı ayaklandırmasıyla sonuçlanabileceği uyarısında da bulunmuştur: “Doğunun bazı bölgelerinde yeniden kabile ve aşiret ve derebeylik rejimine dönülmüştür. Kanun hâkimiyeti, ağalar, şeyhler ve toprak derebeyleri hâkimiyeti yanında silik ve sönüktür. Büyük halk yığınları ıstırap çekmektedirler ve ne zaman uyanılacağı bilinmez bir uykuya, zorla yeniden yatırılmışlardır. Bu bölgeler silâhlıdırlar. Herhangi bir isyanı ordu hiç şüphesiz bastırabilir. Fakat yeniden nice vatandaşların kanları dökülür, ocakları söner. Maziyi kolay tenkit edenler, Doğu bölgelerinin bu kısımlarında istikbali hiç görmemektedirler. Ruslar, hususî talimgâhlarda, ancak kendi işaret ve emirleri ile ateşlenecek isyanların komando takımlarını yetiştirmektedirler. (...) Kanun otoritesi ve halk yığınlarını Đlk ve Ortaçağdan yeniçağa kanatlandırıp uçuracak sivil mektep, kız ve oğlan çocukları eğitimden geçiren müsbet ilim ocakları, gerekirse tank ve topların gölgesi altında, bahsettiğimiz bölgelerin her köşesinde kurulmak lâzımdır. (...) Bizim her gün 110
Sedat Simavi, “Kurşuna Dizilenler!”, Hürriyet, 3 Ocak 1953
42
almakta olduğumuz haberler hoş değildir. Devlet otoritesi denen şey gittikçe erimektedir. Her türlü vatandaşlık yoğuruluşu gayretleri durmuştur. 111
Demokrat Parti Diyarbakır Milletvekili Dr. Yusuf Azizoğlu, Falih Rıfkı Atay’ın yazısına Meclis’ten tepki göstermiş, Atay’ı “tahrikâmiz ve memleket birliğini bozan” yayın yapmakla suçlayarak Adalet Bakanı’na bu yayınlar hakkında bir tahkikat yapılıp yapılmadığını sormuştur.112 Gazetecilik yanında Cumhuriyet Halk Partisi Kars Milletvekilliği görevi de yapan Hüseyin Cahit Yalçın, Demokrat Parti’nin sık sık tek parti hükümetlerinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu ve Kürt politikasını eleştirmesine, 24 Eylül 1953 tarihli Ulus Gazetesi’ndeki başyazısında tepki göstermiş ve Falih Rıfkı Atay gibi, Kürtlerin iktidar tarafından bu şekilde kışkırtılmaya devam edilmeleri durumunda Ruslar tarafından ayaklandırılabileklerini iddia etmiştir: “Halk Partisi Doğu illerini yirmi yedi seneden beri ihmal etmiş. Kim söylüyor bu lâkırdıyı? Bir Moskof propagandacısı mı? Bir Kürt ajanı mı? Hayır. Bir Türk münevveri ve Devlet Bakanı. Neden bütün memleketin içinden Doğu illeri bilhassa ayrılmış da ihmal edilmiş? Böyle söylenerek Doğu illerindeki vatandaşları kışkırtıp sinirlendirmekte ne fayda umuluyor? Hep biliyoruz ki, Moskoflar öteden beri bir Kürtlük dâvası yaratmaya çalışmakta ve Türk vatanını biraz daha küçültmek ve zayıflatmak ve kendi hâkimiyetlerini biraz daha genişletmek sevdasındadırlar. Türkiye’de, Đran’da, Irak’ta bir geniş nisbette bir Kürtlük dâvası Moskofların elindeki tahrik ve tecavüz silâhlarından birini teşkil ediyor. Kürtler, dâhil bulundukları memleketlerden ayrılıp yalnız kalmalı ve birleşmelidirler ki, Moskoflara bir peyk teşkil edebilsinler. Türk vatandaşı olan Kürt unsurunu Türkiye’den ayırabilmek için en birinci şart, iki kardeş arasında bir ayrılık, uzaklık ve düşmanlık hissi yaratmak olduğu aşikârdır. Bu da, Türklerin kendilerine aşağı ve düşman muamelesi yaptıklarına onları kandırmakla olur.”
Hüseyin Cahit Yalçın, yazısında ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi döneminde Doğu illerine demiryolunun ulaştırıldığını, yataklı vagonun Erzurum’a kadar götürüldüğünü, Ankara ile Đstanbul arasında bile düzenli bir yol yokken Mersin’den Dersim’e
kadar
büyük
bir
yolun
yapımına
başlandığını,
Amerika
Birleşik
Devletleri’nden uzmanlar getirilerek başta Doğu illeri ve tüm ülke için bir yol şebekesi programı hazırlandığını, Doğu illerine hizmet götürülmesi için zorunlu hizmet kuralını Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının koyduğunu ve tek partili yıllarda bölgeye yol ve okulla birlikte kanun ve asayişin de götürüldüğünü iddia etmiştir. 111 112
Falih Rıfkı Atay, “Bazan Uyanmak Đstesek de Akşam Olmuş Olur!”, Dünya, 25 Nisan 1953 TBMMZC, Dönem 9, Cilt 25, 16.11.1953, s.261
43
Yalçın’a göre, Cumhuriyet Halk Partisi yönetimine atılan bu iftiraların kaynağında, tek partili dönemde güçlerini kaybeden şeyhler, ağalar ve derebeylerin iftiraları ve bunlardan destek almak için kör ve düşüncesizce propaganda yapan Demokrat Partili yöneticiler vardır. 113 Hüseyin Cahit Yalçın’ın bu yazısı üzerine, Demokrat Parti Ağrı Milletvekili ve Devlet Bakanı Celal Yardımcı, Hüseyin Cahit Yalçın’ı konuyu görüşmek için “hiç uğramadığı” Meclis’e çağırmıştır.114 2.2.1. Muğlalı Olayının Tekrar Gündeme Getirilmesi Bu tartışmalarla girilen seçim sürecinde Demokrat Parti, 2 Mayıs 1954 Genel Seçimlerinde %58.4 oranında oy alarak en büyük seçim başarısını kazanmıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da da oyunu arttıran Demokrat Parti, bu bölgedeki illerden toplam 68 milletvekili çıkartmıştır.115 Ancak, 1955 yılında ekonomik sorunların başlaması, 6-7 Eylül Olayları gibi nedenlerle zor bir yıl geçiren ve kamuoyu desteğinin azalmaya başladığını gören DP’li milletvekilleri, 1956 yılında, daha önce de bazı kritik dönemlerde yaptıkları gibi Mustafa Muğlalı Olayını tekrar Meclis’e getirerek gündeme taşımışlardır. Demokrat Partili vekillerin hedefinde bu kez Mustafa Muğlalı değil, olayın gerçekleştiği dönemin Cumhurbaşkanı ve 1956 yılının muhalefetteki lideri Đsmet Đnönü vardır. Demokrat Parti Van Milletvekili Kemal Yörükoğlu 116 , Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 15 Ağustos 1956 tarihli birleşiminde Mustafa Muğlalı Olayında dahli olanların suç derecelerini tespit etmek amacıyla Anayasa ve Adalet Komisyonlarının katılımıyla karma bir komisyon oluşturulmasını gündeme getirmiştir. DP’li yöneticilerin bu önerilerindeki amaçlarının olayda dahli olanları ortaya çıkartmaktan çok, olayla Đsmet Đnönü’yü ilişkilendirmek ve 6-7 Olaylarının kamuoyu üzerindeki olumsuz etkisini silmek olduğu,
Yörükoğlu’nun konuşmasında
Đnönü’ye
ayırdığı bölümlerden
anlaşılabilir: “(...) Sene 1945, 33 vatandaşın öldürülmesinden iki sene geçmiş, kemikleri henüz çürümemiş, kanlarının kızıllığı Özalp ve Van ufkundan henüz silinmediği bir sırada Đnönü ziyarete geliyor. Van’a geliyor. Mustafa Muğlalı’yı koluna takarak Van’a geliyor. 113
Hüseyin Cahit Yalçın, “Đhmal Edilen Doğu Đlleri”, Ulus, 24 Eylül 1953 TBMMZC, Dönem 9, Cilt 25, 18.11.1953, s.304 115 Türkiye Đstatistik Kurumu Milletvekili Genel Seçimleri Đstatistikleri (1923-2007), s.9 116 Kemal Yörükoğlu, Mustafa Muğlalı Olayının gerçekleştiği dönemde Van Cumhuriyet Savcısıdır. Ancak, bu görevdeyken olayın sorumluları ile ilgili bu kadar “hassas” davrandığını söylemek zordur.
114
44
Reisicumhur. Bu kürsüde yemin ediyor! Vatandaş hak ve hürriyetini arayacağına yemin eden Reisicumhur Đnönü; bir katili, bir fatih gibi koluna takarak Van’a geliyor! Bu hareketin büyük bir manâsı var. Bu, icabederse 33 vatandaşın daha öldürülmesinde mahzur yoktur manâsını tazammun eder. Bu fiili ve hareketi bir Reisicumhur yapıyor. Katili cezaevine göndereceği yerde, fatih gibi, millî bir kahraman gibi koluna takarak Van’ı geziyor. (...) Kanaatim arkadaşlar, bu hâdiseden zamanın Devlet Reisinin haberdar olduğudur.”117
Konuyla ilgili konuşan diğer Demokrat Partili milletvekilleri de aynı şekilde Đsmet Đnönü üzerinde durmuşlardır. Mustafa Muğlalı’nın yargılandığı davaları izlemiş olan ve Muğlalı’yla da konuşma imkânı bulan Demokrat Parti Çankırı Milletvekili Kenan Çığman şunları söylemiştir: “Mustafa Muğlalı dedi ki; Ben nihayet bir ordu kumandanıyım, hudutta vukua gelen bir kaçakçılık hâdisesinde neden dolayı adamları öldürteyim? Mustafa Muğlalı, bu hadisede seni göreyim diye emir veren, işi yaptıran zâta iki defa mektup yazdım, müdafaa için tevessül edin diye, cevap vermedi, dedi. Bunun kim olduğunu öğrenmek istedim. Anladığıma göre bana Đnönü olduğu manâsını verdi ve öyle anladım ki, doğrudan doğruya Reisicumhur olarak Đnönü bunların imhası için kendisi emir vermiştir.”118
Olayda dahli olanların araştırılması için karma komisyon kurulması önerisi aynı gün Meclis’te oya sunulmuş ve kabul edilmiştir. Böylece, “Van Vilâyetinin Özalp Kazasından 32 vatandaşın bilâmuhakeme öldürülmesi hadisesinde dahli olanlar hakkında
tahkikat
icrasına
dair”
2027
sayılı
kararla,
Anayasa
Bakanlıkları’ndan oluşan Karma Soruşturma Komisyonu kurulmuştur.
ve
Adalet
119
Demokrat Parti yöneticileri, bu girişimleriyle 1951 yılında 32 kişiyi öldürmekten mahkum edilen Mustafa Muğlalı ile Đsmet Đnönü arasında bir bağlantı kurarak muhalefeti güçlenmeye başlayan CHP’yi ve CHP’nin Genel Başkanı Đsmet Đnönü’yü yıpratmayı amaçlamışlardır. Demokrat Parti’nin bu girişimin özellikle Kürtleri ilgilendiren bir boyutu da vardır. 1943 yılında Van’da gerçekleşen ve Kürt kökenli 32 vatandaşın ölümüyle sonuçlanan olayla CHP’nin Genel Başkanı Đsmet Paşa arasında doğrudan bir bağlantı kurulması, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Doğu ve Güneydoğu’daki desteğini de azaltacaktır. CHP, 1950 ve 1954 yıllarında yapılan seçimleri kaybetmiş olmasına karşın 117
TBMMZC, Devre 10, Cilt 13, 15.8.1956, s.383-388 TBMMZC, Devre 10, Cilt 13, 15.8.1956, s.392 119 Resmi Gazete, 18 Ağustos 1956, no.9385
118
45
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan oy almaya ve milletvekili çıkartmaya devam etmiştir. Öyle ki, CHP’nin Türkiye genelinde yalnızca 31 milletvekili çıkartabildiği 1954 seçimlerinde, kazandığı bu 31 vekillikten 25’i Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki illerdendir.120 Karma Tahkikat Komisyonu kurulmuş ve çalışmaya başlamış olmasına karşın, raporunu verilen süre içerisinde tamamlayamadığından tekrar tekrar ek süre istemiştir. Komisyon raporu, aradan yaklaşık 1 buçuk yıl geçmiş olmasına karşın, 27 Ekim 1957 tarihinde yapılan Genel Seçimlere de yetiştirilememiştir. 1957 Genel Seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Türkiye genelindeki oy artışı, bölgeden aldığı oylara da yansımış ve CHP Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden 66 milletvekili çıkartmıştır. Demokrat Parti’nin bölgeden çıkarttığı milletvekili sayısı ise 41’e düşmüştür.121 Yaklaşık bir buçuk yıldır tamamlanamayan Karma Tahkikat Komisyonu raporu çalışmaları, 1957 Seçimlerinden hemen sonra hızlanmış ve 6 ay içerisinde tamamlanarak 1958 yılının Mayıs ayında Meclis’e sunulmuştur. Meclis’te komisyonun kurulması aşamasındaki konuşmalara bakılarak da anlaşılabileceği gibi, raporda Đsmet Đnönü’yü doğrudan olayla ilişkilendiren özel bir bölüme yer verilmiştir. “Belli Olan Suçlar ve Maznunlar” başlıklı bölümde Đsmet Đnönü ile ilgili şu değerlendirmelere yer verilmiştir: “Đsmet Đnönü’nün Özalp hâdisesi karşısındaki durumu birkaç yönden dikkati çekmektedir. Bir kere kendisi Muğlalı’nın çok önem verdiği Şark mıntıkasına gönderilmesine ilk amildir. Muğlalı 3. Ordu Müfettişi olarak fevkalade selâhiyetli bir Hükümet Komiseri rolünde hareket edebilmenin imkân ve cesaretini Đnönü’den almıştır. Suçlu sanılanların muhakemesiz öldürülebileceklerine ve bunun hiçbir takibe tabi tutulmayacağına, icabında böylesine hareketin hatta vatanî vazife sayılacağına dair Muğlalı’da mevcut zihniyet temelini (tek parti-tek şef) düsturunun imkânlarından almaktadır. Tek partinin lideri ve Türkiye’nin şefi ise Đsmet Đnönü’den başkası değildir. Acaba Đsmet Đnönü Mustafa Muğlalı’ya adam öldürme cesaretini vermiş midir? Başka bir deyimle Reisicumhur Đsmet Đnönü’yü Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 41. maddesinin 2. bendi gereğince şahsî fiilinden dolayı itham etmek mümkün müdür?”
120
Erzincan’dan 1, Kars’tan 10, Malatya’dan 12, Tunceli’den 2 milletvekili. Türkiye Đstatistik Kurumu Milletvekili Genel Seçimleri Đstatistikleri (1923-2007), s.9 121 Türkiye Đstatistik Kurumu Milletvekili Genel Seçimleri Đstatistikleri (1923-2007), s.10
46
Karma Tahkikat Komisyonu, Demokrat Parti’nin yaklaşık 10 yıldır yoğun bir karalama kampanyası yürüttükleri Mustafa Muğlalı ile Đsmet Đnönü arasında bir bağlantı kurarak “Kürt katili Đsmet Đnönü” imajını oluşturabilmek için çoğu birbirinden zorlama 10 madde sıralamıştır. Buna göre; 1- Đsmet Đnönü Muğlalı’ya “Şark’a git, hudut hâdiselerini hallet” şeklinde özel bir emir vererek Muğlalı’yı Kürt vatandaşları öldürtmesi konusunda cesaretlendirmiştir. Buna karşın, Muğlalı’ya Đnönü tarafından verilmiş böyle bir yazılı emir ya da belge bulunmamaktadır. 2- Özalp’teki olaydan sonra Erzurum’a giden Đnönü’nün burada Muğlalı’nın sırtını sıvazlayarak “Muğlalı Şark’ın kralıdır, ben onun burada bulunması sayesinde müsterih ve rahat uyuyorum” demesi, Đnönü’nün “Kürt katili” Mustafa Muğlalı’yı bu fiilinden dolayı kutlaması şeklinde yorumlanmıştır.122 3- Aynı şekilde, Đsmet Đnönü’nün olaydan sonra Van’a giderek burada Muğlalı’nın koluna girerek bölgeyi gezmesi, komisyon tarafından Đnönü’nün Muğlalı ile suç ortağı olduğu şeklinde yorumlanmıştır. 4- Muğlalı’nın tutukluluğu sırasında hasta olarak yattığı hastanede söylediği “ben askerim, başkumandanımın verdiği her emri yaparım. Bugün de verse yine yaparım” sözleri, Muğlalı’nın başkumandan olarak Đnönü’yü işaret ettiği, dolayısıyla Muğlalı’ya 32 Kürt kökenli vatandaşı öldürme emrini Đsmet Đnönü’nün verdiği şeklinde yorumlanmıştır. 5- Komisyona göre, Đnönü’nün Muğlalı’ya söylediği “ordu içinden seni seçtim. Şark’taki şekaveti önle. Senin gibi demir bir adam oraya giderse o havaliye salâh gelir. Ne yaparsan yap, ben varım arkanda” sözleri, Đnönü tarafından Muğlalı’ya verilmiş bir öldürme iznidir. 6- Muğlalı’nın kızları, “babamıza bu işi yaptıranlar ortaya çıksınlar” şeklinde etmişlerdir. Komisyona göre ortaya çıkması beklenen kişi Đnönü’dür. 7- Đsmet Đnönü’nün Cumhurbaşkanlığı boyunca Özalp hâdisesinin ısrarla gizli tutulmağa çalışılması, komisyon tarafından olaydan Đnönü’nün sorumlu olduğuna işaret olarak yorumlanmıştır. Buna karşın, olay yine Đnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde, 122
Đsmet Đnönü’nün Mustafa Muğlalı’ya yönelik bu yorumu, komisyon raporunda yer almaktadır.
47
1948 yılında Meclis gündemine gelmiştir ve o tarihte konuyla ilgili bir soruşturmanın devam etmekte olduğu açıklanmıştır. 123 Tüm iddiaları zorlama yorumlara ve söylentilere dayanan, bu söylentileri destekleyebilecek belgelere yer vermeyen komisyonun güçlü sayılabilecek tek iddiası, “bana bu işi yaptıranlara iki defa yazdım” diyen Muğlalı’nın yargılandığı dönemde Cumhurbaşkanı Đnönü’ye 19.2.1949 ve 26.9.1949 tarihlerinde iki kez mektup yazmış olmasıdır. Ancak, bu mektupların içerikleri de bilinmemektedir. Ancak, Soruşturma Komisyonu’nun iki yıllık çalışma sonucu tamamlayabildiği bu rapor, Genel Kurul gündemine getirilmemiş ve Meclis’te tartışılmamıştır. Çünkü raporun tamamlanmasından 2 ay sonra, 14 Temmuz 1958 tarihinde Irak’ta gerçekleşen darbenin Irak’taki Kürtler gibi Türkiye’deki Kürtleri de etkileyebileceğini gören Demokrat Parti yöneticileri, bu gergin ortamda Türkiye’deki Kürtleri tahrik edebilecek bu raporu gündeme getirmenin riskine girmemişlerdir. 1958 yılıyla birlikte, Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetleri açısından yeni bir dönem başlamıştır.
123
Zafer, “Muhtelit Tahkikat Encümeni Raporu”, 6 Mayıs 1958
48
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: IRAK ve TÜRKĐYE’DEKĐ DARBELERĐN KÜRTÇÜLÜĞE ETKĐSĐ (1958-1960) 3.1. Irak’ta Abdülkerim Kasım Darbesi ve Yeni Anayasada Kürtler Mısır’da iktidarda bulunan Sovyet yanlısı Abdülnasır’ın milliyetçi fikirlerinden etkilenen ve Irak’ın Batılı devletlerin, özellikle Đngilizlerin etkisi altında olmasından rahatsızlık duyan bir grup Iraklı subay, 1956 yılının ortalarında “Hür Subaylar” adı altında bir cunta oluşturmuşlardır. Kısa süre içerisinde sayıları 200’ü geçen bu cuntanın başında 15 kişilik yönetim komitesinin başı General Abdülkerim Kasım, iki numaralı adamı ise Albay Abdüsselam Arif’tir. Cuntanın amacı ise özetle Irak’ı Đngiliz etkisinden kurtarmak, Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmak ve Arap milliyetçisi bir iktidar oluşturmaktır. Hür Subaylar Cuntası, yaklaşık iki yıl sonunda Irak’ta bir darbe yaparak Haşimi Monarşisi’ni yıkabilecek güce ulaşmıştır. General Abdülkerim Kasım ve Albay Abdüsselam
Arif’in
komutasındaki
askerî
birlikler,
hükümetten
gelen
emir
doğrultusunda ülkenin doğusundan batısına nakil sevkedilirken, Bağdat’tan geçişleri sırasında, 14 Temmuz 1958 gecesi darbe hareketini başlatmış ve Kraliyet Sarayına baskın düzenlemişlerdir. Baskın sırasında Kral Faysal ve amcası Prens Abdülilah öldürülmüştür. Böylece Irak’ta monarşi sona ermiş ve General Abdülkerim Kasım iktidarı ele geçirmiştir. General Kasım’ın darbesin Moskova’yı son derece memnun etmiş, Batılı devletleri ise telâşlandırmıştır. General Abdülkerim Kasım, iktidarının ilk günlerinde Kürtlerin desteğini kazanabilmek amacıyla bazı çalışmalar yapmıştır. Bunların ilki, 27 Temmuz 1958 tarihinde yürürlüğe giren geçici anayasanın üçüncü maddesinin “Araplarla ve Kürtlerin işbirliği esastır. Araplar ve Kürtler eşittir, hakları Irak çerçevesinde tanınır” şeklinde düzenlenmesi olmuştur.124 Araplar ve Kürtlerin eşit olduğu ve haklarının Irak tarafından tanınacağının vurgulandığı bu anayasada, Irak’ta yaşayan Türklerle ilgili hiçbir ifadeye yer verilmemiştir.
124
Wadie Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi Kökenleri ve Gelişimi, (çev.) Đsmail Çeken, Alper Duman, Đstanbul: Đletişim, 2008, s.552; Hürriyet, 29 Temmuz 1958
49
3.1.1. Mustafa Barzani’nin Irak’a Davet Edilmesi Kürtlerle birlikte Sovyetler Birliği’nin de desteğini kazanarak iktidarını sağlama almak isteyen Kasım’ın bir sonraki hamlesi, Molla Mustafa Barzani’nin henüz 1946 yılında Đran-Mahabad’dayken güvendiği bir adamını Irak’a göndererek bu ülkede kurdurduğu ve 12 yıldır uzaktan izlediği Irak Kürdistan Demokrat Partisi (I-KDP) ile temaslarda bulunmak olmuştur. Bu görüşmeler sonucunda gerekli ilerlemeler sağlanmış ve Kasım, 12 yıldır Sovyetler Birliği’nde bulunan ve Irak’a dönemeyen Molla Mustafa Barzani’yi Irak’a çağırmıştır. General Kasım’ın davetine olumlu karşılık veren Molla Mustafa Barzani, Prag ve Budapeşte gibi Sovyet yönetimi altındaki büyük kentleri de dolaştıktan sonra, 4 Ekim 1958 tarihinde, Bağdat’a ulaşmıştır. Barzani’nin yanında, Rusya’da askerî eğitim almış 2000 peşmerge de bulunmaktadır.125 8 Ekim’de General Kasım’la bir araya gelen Molla Mustafa Barzani’nin, “Irak’ın Kürtlere tanıdığı hakların Đran ve Türkiye’ye örnek olmasını istemesi” gibi126 gelişmeler ile birlikte Molla Mustafa Barzani’nin Kürt hareketinin Irak’taki yeni düzende güç kazanması ve bu durumun Türkiye’deki Kürtleri de etkilemesi riski, Demokrat Parti Hükümeti’ni tedirgin etmeye başlamıştır. Mustafa Barzani’nin silahlı gruplarının, Irak’taki Kürtlerin ve Sovyetler Birliği’nin desteğini almak için Barzani’yi Irak’a getirten Kasım, ilk birkaç yıl Barzani’ye büyük destek ve tavizler vermiştir. General Eşref’in giriştiği karşı-darbe denemesini Barzani’nin sayesinde püskürten Kasım, bu destek ve taviz sürekli arttırmıştır. Molla Mustafa Barzani, bu dönemde kendisine verilen destekle sürekli güçlenmiş ve kısa süre sonra Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı petrol bölgesi Kerkük’ü bir Kürt şehri yapmak için harekete geçmiştir. Mustafa Barzani, Irak’a dönüşünden kısa bir süre sonra hem Irak’taki Türkmenler için hem de kazandığı güç nedeniyle iktidardaki Abdülkerim Kasım için büyük bir tehdit haline gelmiştir. Türkiye, Irak’taki yeni rejimi Amerika Birleşik Devletleri ve Đngiltere’nin ardından, 31 Temmuz 1958 tarihinde tanımıştır.
127
Ancak Türkiye, hem Mustafa
Barzani’nin Irak’a dönmesinin Türkiye Kürtleri üzerinde olumsuz bir etki ve kışkırtmaya neden olabileceğinden hem de Irak’ta gerçekleşen darbenin Sovyet yanlısı bir darbe olmasından dolayı kaygı duymaktadır. Aslında Türkiye, Barzani’nin Irak’a 125
Đhsan Şerif Kaymaz, “Emperyalizmin Kürt Kartı”, Gazi Akademik Bakış, Cilt 1, Sayı 1, Kış 2007, s.169-170 Saad Jawad, Iraq and the Kurdish Question (1958-1970), London: Ithaca, 1981, s.40 127 Milliyet, 1 Ağustos 1958
126
50
dönmesinden de önce, darbeden hemen üç gün sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne başvurmuş, darbeyi bastırmak için Irak’a müdahale etmeye kararlı olduğunu bildirmiş ve Amerika’dan kendisini maddî ve manevî olarak desteklemesini istemiştir. Ancak Türkiye’nin bu girişimi, Irak’taki durumdan son derece memnun olan Sovyetler Birliği’ni harekete geçirmiştir. Moskova, Türkiye’ye verdiği bir muhtıra ile bölgede silahlı bir çatışma başlatmanın getireceği ağır sorumluluklar konusunda Türkiye’yi uyarmış ve Güney Rusya ile Bulgaristan’da askerî manevralar başlatmıştır. Sovyetlerin bu girişimi, Türkiye’nin Irak’a müdahalesini engellemiştir.128 3.2. Mustafa Barzani Hareketi, Kerkük’te Türkmen-Kürt Gerginliği ve Türkiye’ye Yansıması Türkiye’nin
kaygıları,
Mustafa
Barzani’nin
ilgisinin
Kerkük
üzerinde
yoğunlaşmaya başlamasıyla birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Irak’taki Kürt hareketinin kendi topraklarındaki Kürtleri etkilemesi riskiyle zaten tedirgin olan Türkiye, Mustafa Barzani’nin onbinlerce Iraklı Türkmen’in yaşadığı Kerkük’e yönelmesiyle, artık Irak’taki Türkmenlerin güvenlikleri için de endişe etmek durumundadır. Dahası, Irak’taki Türkmenlerin zarar görmesi, Türkiye’de başta milliyetçi kesimler olmak üzere tüm kamuoyunda büyük tepkiye neden olacaktır. 8 Ekim günü General Kasım’la görüşen Molla Mustafa Barzani’nin Kerkük’ü ziyaret etmeye karar vermesi, politik ortamı iyice germiştir. Bu ziyaret sırasında Mustafa Barzani’nin silâhlı grupları ile Iraklı Türkmenler arasında çatışmalar yaşanmış ve çok sayıda Iraklı Türkmen hayatını kaybetmiştir. Bu olay, Mustafa Barzani’yi ve Kürtleri destekleyen General Kasım yönetimiyle Iraklı Türkmenlerin arasını açmış, Türkmenlerin yeni rejime muhalefet etmelerine neden olmuştur. General Kasım yönetiminin Kürtlere yakın duruşunun Kerkük’teki Türkmenler üzerindeki bu olumsuz etkisi, merkezi Kerkük’te bulunan Irak Ordusu 2. Tümeninin Komutanı Nazım Tabakçalı’nın da gündemindedir. Tabakçalı, bu konu ile ilgili General Kasım’a gönderdiği raporlarda sık sık; Kerkük halkının Kürt olmadığı halde Kürdistan bölgesine dahil edilmesinin büyük sorunlara neden olduğu, Irak Kürdistan Eğitim Müdürlüğü’nün merkezinin Kerkük’te kurulmaması ve Kerkük’te görev yapacak olan eğitim müdürünün mutlaka Arap olması gerektiği konularında Kasım’ı uyarmıştır. Tabakçalı ayrıca, Irak Ordusunda görev yapan bazı Kürt kökenli subayların Bağdat’tan da destek görerek Kerkük’te bazı Türkmenlerin evlerini aradıklarını, bu durumun bölgede 128
Fahir Armaoğlu, a.g.e., s.513
51
gerginliğe neden olduğunu ve 2.Tümende görev yapan Kürt kökenli subayların sayısının mutlaka azaltılması gerektiğini de Kasım’a iletmiştir. Tabakçalı tarafından Kürtlerle Türkmenler arasında Kerkük’te yaşanan gerginlikle ilgili Kasım’a verilen diğer bir bilgi ise Mustafa Barzani’nin,
çoğunluğu Türk olan Kerkük’ü Kürtleştirmek ve çevre
bölgelerdeki Kürtleri bu şehirde toplamak amacında olduğu ve bu girişimin önlenmemesi durumunda daha da vahim sonuçlarının olacağıdır. 129 Ancak, tüm bu uyarılara rağmen Bağdat yönetimi gerekli önlemleri almamış, Kerkük’te Türkmenlerle Kürtler arasındaki gerginlik sürekli tırmanmış ve Kerkük’te huzursuzluk artmıştır. Bu sürecin bir sonucu olarak 8 Mart 1959 tarihinde, Kuzey Irak’ta, Musul Garnizon Kumandanı Albay Abdülvahap Şevvaf liderliğinde, Türk-Irak Hudut Tümeni’ne de komuta etmekte olan Kerkük Tümen Komutanı General Nazım Tabakçalı’nın ve Iraklı Türkmenlerin de katıldığı bir ayaklanma başlamıştır. 130 Ayaklanma, Irak Hava Kuvvetleri’nin Musul’u yoğun şekilde bombalaması ve karadan hızlı bir operasyon gerçekleştirilmesi sonucu 2 gün içinde kanlı bir şekilde bastırılmış, Albay Şevvaf ve yanındakiler öldürülmüş, Musul, Kerkük, Basra, Bağdat ve Habbaniye’de hayat normale dönmüştür.131 Ayaklanmaya katılan 60 subay ve birçok sivil kurşuna dizilmiş, ayaklanmaya katılanların evleri basılmış ve öldürülenler “ibret olsun” diye sokaklarda teşhir edilmiştir. Ayaklanmaya katılan 3000 kadar Iraklı’nın Türkiye’ye iltica ettiği yönündeki haberler ise Dışişleri Bakanlığı tarafından yalanlanmış, bu haberlerin bazı Komünist yayın organları tarafından Türkiye ile Irak arasındaki ilişkileri bozmak amacıyla üretildiği ifade edilmiştir.132 Ayaklanmanın bastırılması sırasında ölenlerin arasında çok sayıda Türkmenin de olması, Türkiye’de kısa sürede yankı bulmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi Niğde Milletvekili Asım Eren, 8 Nisan 1959 tarihinde Hariciye Vekâleti’nin yanıtlaması için “Irak’ta mukim Türklerin durumuna dair” bir soru önergesi sunmuştur. Burada dikkat çekici nokta, Asım Eren’in önergesinde Irak’ta Türklere yapılanlara karşı “mukabele-i bilmisil” düşünülüp düşünülmediğini sormuş olmasıdır. Asım Eren’in, ilk bakışta Irak’taki olayların acısını Türkiye’deki Kürtlerden çıkartmak şeklinde yorumlanabilecek bu sözleri Kürtlerin tepkisini çekmiştir. 11 Nisan 1959 tarihinde, bir grup Kürt
129
Suphi Saatçi, Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri, Đstanbul: Ötüken, 2003, s.221-223 Milliyet, 9 Mart 1959 131 Hürriyet, 11 Mart 1959; Cumhuriyet, 12 Mart 1959 132 Milliyet, 12 Mart 1959
130
52
üniversite öğrencisi, Asım Eren’e ve Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanlığı’na çektikleri telgraflarla durumu protesto etmişlerdir.133 Tepkiler nedeniyle açıklama yapma gereği duyan Asım Eren, önergesinde yer verdiği “mukabele-i bilmisil” sözünün Cumhuriyet Halk Partisi’ni yıpratmak için kasıtlı olarak kötü anlamda kullanıldığını,134 Türk milletinin en haksız tecavüzlere karşı bile Birleşmiş Milletler’in kaideleri içinde mukabele edeceğini söylemiş ve sözlerinin çarpıtılması konusunda Moskova’yı işaret etmiştir: “Sözlü sorumda hükümetimizden sorduğum Irak’taki Türk kardeşlerimize yapılan baskılara karşı ne gibi tedbirler düşünüldüğü konusunda kullandığım gerekirse mukabeleibilmisil tâbirimin kasten bazı kaynaklarca vatandaşlarımızı tahrik gayesinde kullanıldığını esefle gördüm. Bu çirkin tahrikin asıl kaynağının Moskova olduğu muhakkaktır.” 135
Ertesi gün, bu kez Millî Türk Talebe Birliği’nin Irak’ı protestosu basında yer almıştır. MTTB Genel Yönetim Kurulu, Irak’ta Türklere son zamanlarda tatbik edilmekte olan sindirme hareketini protesto etmiş ve davayı “Birleşmiş Milletler’e götürmeye” karar vermiştir. Birlik, Kerküklü Türklerin durumunu inceleyecek bir komisyon oluşturmuştur. Bu komisyon, hazırladığı raporları Birleşmiş Milletler’e gönderecektir.136 15 Nisan 1959 tarihli Akşam Gazetesi, Kürt kökenli öğrencilerin Asım Eren ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni protestosuna diğer gazetelerden farklı bir üslupla ver vermiştir. Akşam’ın manşetine göre “102 üniversiteli Kürtlük iddiasında bulunmuştur” ve bu öğrencilerin telgraflarında “Đstanbul’da yüksek tahsilde bulunan Kürt öğrenciler” imzası yer almaktadır: “Şehrimiz postahanelerinden birine giden birkaç genç, üzerinde telgraf yazılı bankonun önünde durdular ve daktilo ile yazılmış iki kâğıdı memura uzattılar. Her iki telgraf da epeyce uzundu. Memur, her zaman yaptığı gibi kalemini eline aldı ve kelimeleri saymaya başladı. Telgraflardan biri 176, diğer ise 219 kelime idi. Memur, telgrafların imza yerindeki 6 kelimelik yazıyı görünce gayri ihtiyarî karşısında sabırsızlıkla bekleyen gençlere hayretle baktı. Yakalarında çeşitli üniversitelerin rozetleri bulunan gençler, esmer yüzlü ve siyah saçlı idiler. Memuru hayretler içerisinde bırakan imza ise şuydu: Yüksek Tahsilde Bulunan Kürt Gençleri.” 133
Milliyet, 12 Nisan 1959. Gazete, haberde protestocu öğrenci sayısını 77 olarak vermiştir. Tercüman, 13 Nisan 1959 135 Milliyet, 13 Nisan 1959 136 Milliyet, 14 Nisan 1959
134
53
Akşam Gazetesi’nin haberine göre, gençlerin gönderdikleri telgraflardan biri Cumhuriyet Halk Partisi Niğde Milletvekili Asım Eren’e, diğeri ise Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanlığı’na yazılmıştır. Kürt olduklarını ve Đstanbul Üniversitesi’nde okuduklarını söyleyen gençler, Asım Eren’in Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne vermiş olduğu sözlü soru önergesinde “mukabelei bilmisil” ifadesini kullanmasını protesto etmektedir. Bu 102 Kürt kökenli öğrenci, Asım Eren’e çektikleri telgrafta, Eren’in Türkiye Kürtlerine karşı insanî olmayan bir anlayış beslediğini iddia etmekte, dokunulmazlık zırhı altında memleketin bütünlüğünü bozabilecek davranışlarda bulunduğunu öne sürmektedirler. Gençlere göre, Türkiye Kürtlerinin hassasiyeti, namus ve dindarlığı Asım Eren’inki ile karşılaştırılamayacak derecede güçlüdür. Milletin menfaatlerini herşeyden üstün tutmaktadırlar ve Türkiye’nin istiklâl ve bütünlüğünde büyük hisseleri vardır. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’na çekilen telgrafta ise Eren’in Kürt vatandaşları tehdit eden ifadeleri karşısında partinin tepkisiz kalmasının hayretle karşılandığı ifade edilmekte ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Asım Eren’i, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki temsilinde büyük katkısı olan Kürtlere tercih ettiği iddia edilmektedir. Bu nedenler Cumhuriyet Halk Partisi’nden besledikleri umudun kırıldığını söyleyen Kürt asıllı gençler, bu “mel’un zihniyet” karşısında bütün varlıklarıyla mücadele edeceklerini ifade ederek, “Türkiye’de bugüne kadar devam eden ve çok korkunç safhalar geçiren Kürt
düşmanlığına
artık
son
verilmesi
gerektiğini”
hatırlatarak
telgraflarını
sonlandırmışlardır. Konuyla ilgili görüşü sorulan Adalet Bakanı Esat Budakoğlu ise henüz böyle bir telgrafla ilgili bilgilerinin olmadığını ve telgrafta gerçekten Türklük ve Kürtlük ayrımına gidilmişse gereğinin yapılacağını söylemiştir. Đçişler Bakanı Müsteşarı Revoi Türeli de böyle bir telgraftan haberleri olmadığını ve Asım Bey’in bu konuda kendilerine bilgi vermediğini ifade etmiş, eğer bu gençlerin millî birlikten kendilerini ayırmak gibi bir eğilimleri varsa mutlaka meselenin üzerine eğileceklerini söylemiştir. Asım Eren, telgraf kendisine ulaştıktan sonra yaptığı açıklamada, önergesini destekleyen telgraflar da aldığını, Kürt asıllı gençlerin göndermiş olduğu telgrafı 54
polemik konusu yapmayacağını, bu gençlerin hareketlerinden gizli bir örgütün üyeleri olduğunun anlaşıldığını ve bu hareketlerin Moskova’nın desteklediği Molla Mustafa Barzani tarafından kışkırtıldığını söylemiştir. 137 Akşam Gazetesi’nin bu yazısından sonra ortamın daha da gerilmesini engellemek için gazetenin Kürtçülük konusunda daha fazla yayın yapmasını ertesi gün yasaklayan 138 ve Asım Eren’in soru önergesine vereceği yanıtı askıya alarak Genel Kurul’a gelmesini engelleyen139 Demokrat Parti yöneticileri, 11 Mayıs 1959 tarihinde, Türkçe olmayan yer isimleri ile ilgili bir düzenlemeyi Meclis’e getirmiştir. Demokrat Partililer, 5442 sayılı Đl Đdaresi Kanunu’nun ikinci maddesinin (D) fıkrasını “Türkçe olmayan ve iltibasa meydan veren köy adları, alâkadar vilâyet daimî encümeninin mütalâası alındıktan sonra en kısa zamanda Dahiliye Vekâletince değiştirilir” şeklinde değiştirmiştir. 140 Böylece, 9 yıldır Demokrat Parti açısından herhangi bir iltibasa meydan vermemiş olan birçok Kürtçe yer adının değiştirilmesine karar verilmiştir. Demokrat Parti yöneticilerinin, ülkede yavaş yavaş artmaya başladığını gördükleri Kürtçülük hareketlerine bir tepki olarak aldıkları açıkça belli olan bu karar, Irak’taki Kürt hareketinin başlamasından beri yaklaşık bir yıldır devam eden gerginliği ve artan Kürtçülük faaliyetlerini sona erdirmeye yetmemiştir. Irak’taki Türkmenlerin durumu her geçen gün daha da kötüye gitmekte, üzerlerindeki baskı artmaktadır. Kerkük’te yayın yapan Türkmen gazeteleri kapatılmış ve bu gazetelerin yazarları ile birlikte Kerkük’te nüfuz sahibi birçok Türkmen sürgüne gönderilmişlerdir. 14 Temmuz 1959 tarihinde yapılan General Kasım Darbesinin birinci yıldönümü kutlamalarında Mustafa Barzani güçleriyle Türkmenler arasında Kerkük’te çıkan çatışmalar sonucu 100 kadar Türk’ün öldürüldüğü ve Türkmen aşiretlerine mensup 10 kişinin cesetlerinin sokaklarda sürüklendiği haberleri141 gerilimi iyice tırmandırmıştır. Üstelik Türkmenleri katledenlerden 28’i hakkında idam kararı verilmiş olmasına karşın bu katillerin infazları gerçekleştirilmemiştir.
137
“102 Üniversiteli Kürtlük Đddiasında Bulundu”, Akşam, 15 Nisan 1959 Đstanbul 3. Asliye Mahkemesi’nin Savcılık Basın Bürosu aracılığıyla gazeteye gönderdiği 1959/206 sayılı yazı için bkz. Akşam, 16 Nisan 1959 139 TBMMZC, Cilt 10, Dönem 11, 11.12.1959, s.333. Asım Eren’in Nisan’da sunduğu soru önergesi Aralık ayında Hariciye Vekâleti’ne gönderilmiş ama hiç yanıtlanmamıştır. 140 Resmi Gazete, 21 Mayıs 1959, no.10210; TBMMZC, Cilt 9, Devre 11, 11.5.1959, s.66 141 Milliyet, 20 Temmuz 1959
138
55
Molla Mustafa Barzani’nin Abdülkerim Kasım’a Iraklı Kürtlerin desteğini sağlaması ve bir Kürt isyanını engellemesi, ilk yıllarda Kasım ile Barzani arasındaki ilişkilerin iyi yürümesini sağlamıştır. Ancak, Barzani’nin aşırı güçleniyor olması ve sağladığı Sovyet desteği, bir süre sonra Kasım’ı kaygılandırmış, ikilinin ilişkileri bozulmaya başlamıştır. Molla Mustafa Barzani’nin 1960 yılının sonlarında Rusya’yı ziyaret etmesi ve Kremlin’den Kasım’a karşı gerçekleşebilecek bir darbe sonrasında Kürtlerin güvenliği için destek istemesi sonucu, Mustafa Barzani-Abdülkerim Kasım ilişkileri kopma noktasına gelmiştir. Kasım, Rusya’dan dönüşü sonrasında Barzani’nin görüşme taleplerini reddetmiş ve sonuç olarak, 1961 yılının sonlarında Irak’ta Kürt ayaklanması başlamıştır. Ayaklanma 1960’lı yıllar boyunca sürmüş, 1966 yılında Celal Talabani Irak Ordusu ile anlaşarak Barzani’ye karşı savaşmıştır.
142
Irak Kürdistan Demokrat
Partisi’nden ayrılan Talabani, daha sonra “Kürdistan Yurtseverler Birliği” (KYB)’ni kurmuştur. Bununla birlikte, Irak Kürdistan Demokrat Partisi, 7 yıldır süren çatışmalarda büyük güç kazanmış, hatta “Parastin” adlı kendine ait gizli bir istihbarat örgütü kurarak Irak içerisinde faaliyete bile geçirebilmiştir. 143 1968 yılında Mustafa Barzani’nin elinde 1 helikopter, 1 tank, 20 uçaksavar, 6 sahra topu, 60 bin tüfek ve emrinde silahlı 30 bin adam bulunmaktadır.144 Irak Devleti ile Barzani arasındaki çatışmalar devam ederken, 1968 yılının Haziran ve Temmuz aylarında gerçekleştirilen iki darbeyle iktidarı kesin olarak ele geçiren Baas yönetimi, 1970 yılının başından itibaren Barzani ile Kürt isyanını sonlandırmak için görüşmelere başlamıştır. Görüşmeleri, Baas yönetimi adına Saddam Hüseyin yürütmüştür. Baas yönetimi ile Barzani arasındaki görüşmelerde Sovyetler Birliği arabuluculuk yapmıştır. Moskova, arabuluculuk işi için o dönemde Pravda Gazetesi’nin editörü olan ve Barzani ve oğullarıyla yakın ilişkileri bulunan Yevgeni Primakov’u
görevlendirmiştir.
145
Soğuk
Savaş’ın
bitmesinden
sonra
Rusya
Federasyonu’nun Başbakanı olacak Primakov, Irak’ta uzun süre gazeteci görüntüsü altında Sovyetler adına diplomatik faaliyet yürütmüştür. Görüşmeler sonucunda, 11 Mart 1970 tarihinde Irak Devleti ile Molla Mustafa Barzani arasında anlaşma sağlanmıştır. 142
Yevgeni Primakov, Rusların Gözüyle Ortadoğu, (çev. Olga Tezcan), Đstanbul: Timaş, 2009, s.386 Đhsan Şerif Kaymaz, “a.g.m.”, s.170 144 Hulusi Turgut, Barzani Dosyası, Đstanbul, 1969, s.120 145 Primakov, a.g.e., s.388. Barzani ve Primakov, birlikte “Sovyetler Birliği’nin ve Rus halkının şerefine” kadeh kaldıracak kadar yakındırlar.
143
56
Irak Devleti ile Molla Mustafa Barzani arasında imzalanan anlaşma metninde; • Iraklı Kürtlerin kurucu unsur olarak tanınması, • Kürtlerin Kuzey Irak’ta yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde özerk yönetime sahip olmaları, • Kürtlerin Irak merkezî yönetiminde temsil edilmeleri ve Irak’ın başkan yardımcılarından birisinin Kürt olması, • Kuzey Irak’taki üç petrol bölgesinin denetiminin Kürtlere bırakılması, • Kerkük’te bir Kürt televizyon kanalının kurulması, • Kürt isyanı sırasında mahkûm olan Kürtler için af çıkartılması, • Kürtçenin Arapça ile birlikte resmî dil olması, • Irak’taki tüm okullarda, askerî okullarda ve polis okullarında öğretim dili olarak kabul edilmesi maddeleri yer almıştır.146 Anlaşma, 4 yıl sonra, 11 Mart 1974 tarihinde resmen yürürlüğe girecektir. Ayrıca, anlaşmayla birlikte Irak Başkan Yardımcılığı ve beş bakanlığa Kürtler getirilmiştir.147 Irak’taki Barzani ve Kürt hareketinin Moskova tarafından desteklendiğini bilen Baas yönetimi, Barzani ile anlaşma imzaladıktan hemen sonra Moskova’ya yönelmiş ve ilişkilerini geliştirmiştir. 1972 yılının Nisan ayında Irak ile Sovyetler Birliği arasında 15 yıllık bir dostluk anlaşması imzalanmıştır. Baas yönetimi, bu anlaşmanın hemen ardından Irak petrollerini millileştirerek Sovyetler Birliği’ne büyük petrol imtiyazları sağlamıştır. Bu dönemde Irak’tan istediklerini alan Sovyetler Birliği, Barzani’ye olan desteğini büyük oranda kesmiştir. Irak’ın ve Irak petrollerinin, hatta Ortadoğu’nun Moskova’nın kontrolüne girdiğini gören
148
Amerika Birleşik Devletleri’nin bu dönemde Molla Mustafa
146
Ismet Sheriff Vanly “Kurdistan in Iraq”, The Kurds and Kurdistan, Gerard Chaliand (ed.), London: Zed Books, 1980, s.155-156; Atay Akdevelioğlu, Ömer Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla Đlişkiler”, Türk Dış Politikası, Cilt 1, (ed. Baskın Oran), Đstanbul: Đletişim, 2002 (6.bsk.), s.787 147 Primakov, a.g.e., 389 148 ABD, bu dönemde Sovyetler Birliği’nin bölgedeki etkinliğini azaltmak için büyük diplomatik çaba içerisindeydi. Ayrıntılı bilgi için bkz. Henry Kissinger, Diplomasi, (çev. Đbrahim H. Kurt), Đstanbul: Đş Bankası, 2007 (6.bsk), s.715-735
57
Barzani’ye olan ilgisi artmıştır. Sonuç olarak, 1974 yılına doğru, zaten daha önce de var olan Barzani-ABD ilişkisi güçlenmeye başlamıştır. Aynı dönemde Barzani’nin Đsrail’le olan ilişkileri de güçlenmiş, Tel-Aviv’e geziler düzenleyen Barzani, Đsrail’den maddi destek almıştır. Barzani, aynı dönemde Đran’dan da silah yardımı görmüştür. 149 Barzani ile Irak Devleti arasında 1970 yılında imzalanın anlaşmanın yürürlüğe gireceği 11 Mart 1974 tarihinde,
Barzani’nin Sovyetler Birliği’nden aldığı desteği
kesen Baas yönetimi, anlaşmayı yürürlüğe sokmayı reddetmiştir. Bunun üzerine, Irak Devleti ile Kürtler arasında Mart ayından itibaren yeniden çatışmalar çıkmış ve Irak’ta yeni bir Kürt isyanı başlamıştır. Irak’la büyük anlaşmazlıklar yaşayan Đran’ın ve Amerika Birleşik Devletleri’nin desteğini alan Molla Mustafa Barzani, buna rağmen Irak Ordusu’na karşı üstünlük sağlayamamıştır. Baas yönetiminin son 5 yılda Irak’ın kara ordusunu güçlendirmiş olması ve Moskova’dan aldığı destek, Barzani’nin silahlı gruplarını Irak Ordusu’na karşı etkisiz kılmıştır. Molla Mustafa Barzani’nin Irak Ordusu’na karşı üstünlük sağlayamayacağını gören, Đran ile Irak arasında doğrudan bir savaşın başlamasından ve Ortadoğu’daki dengelerin tümüyle Sovyetler Birliği lehine değişmesinden çekinen Amerika Birleşik Devletleri, Irak’a karşı Barzani’ye verdiği desteği çekmiştir. Đran da ABD ile birlikte Barzani’ye verdiği desteği kesmiş ve Đran’la Irak, ABD’nin girişimiyle, 6 Mart 1975 tarihinde Cezayir’deki OPEC Zirvesinde anlaşma imzalamışlardır. Anlaşmayla Irak, Đran’ın Şattülarap Su Yolu ile ilgili taleplerini kabul etmiş; Đran ise Molla Mustafa Barzani’ye destek vermemeyi ve Kürt ayaklanmacılara topraklarını kullandırmamayı taahhüt etmiştir.150 Đran ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’a karşı yalnız bıraktığı Molla Mustafa Barzani, Irak Ordusu’na karşı direnememiş ve Irak’taki Barzani Đsyanı kısa sürede bastırılmıştır. Yüzbinlerce Iraklı Kürt mülteci olarak Đran’a sığınmak zorunda kalmış; Molla Mustafa Barzani ise uğradığı yenilgiden kısa süre sonra hastalanmış ve tedavi için gittiği Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1 Mart 1979 tarihinde kanserden ölmüştür. Molla Mustafa Barzani’den sonra Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin başına, oğlu Mesud Barzani geçmiştir. Öte yandan, Baas Partisi’nin Kürt ayaklanmasıyla 149 150
Primakov, a.g.e., 391 Đhsan Şerif Kaymaz, “a.g.m.”, s.171
58
mücadelesinde önemli rol oynayan Saddam Hüseyin de, aynı dönemde Cumhurbaşkanı ve Devrim Komuta Konseyi Başkanı olarak Irak’ta yönetimi ele geçirmiştir. Çalışmanın kalan kısımlarında da ayrıntılarıyla inceleneceği gibi, Irak’ta 1959 ile 1974 yılları arasında 15 yıl devam eden Molla Mustafa Barzani hareketi, Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetlerini derinden etkilemiştir. Bu etki, zaman zaman doğrudan Barzani’nin girişimleriyle gerçekleştiği gibi, Türkiye’deki Kürtçü grupların Barzani hareketinden etkilenip cesaret alarak faaliyete geçmeleriyle de meydana gelmiştir. Irak’taki Kürtçü isyan hareketinin bu etkileri, Türkiye’de henüz ilk yılında kendini göstermiştir. Kerkük’te Molla Mustafa Barzani’nin silahlı grupları tarafından Iraklı Türkmenlere yapılan katliamla aynı günlerde, adı daha sonra Kürt siyasetinde sıklıkla duyulacak olan Musa Anter’in, bir süredir Diyarbakır’da Abdurrahman Efem Dolak tarafından düzensiz aralıklarla çıkartılmakta olan “Đleri Yurd” adlı yerel gazetede 31 Ağustos 1959 günü “Kımıl” adlı Kürtçe bir şiir yayımlamasıyla, tırmanan gerginlik doruğa ulaşmıştır. Đleri Yurd Gazetesi, yalnızca Diyarbakır’da çıkan ve çok az sayıda basılan bir gazete olduğundan, bu Kürtçe şiirin farkına hemen varılamamış ve 6 Eylül 1959 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki, “Kendi Kendimizi Tenkid” isimli bölümde “Biz yazıp biz mi okuyacağız” başlıklı bir yazıyla tüm ülkeye duyurulmuştur: “Doğu illerimizden birinin merkezinde çıkan bir gazete, anlaşılmaz sebeplerle Kürdce bir şiir neşrediyor. Aynı nüshadaki bir başka yazısında da müphem birçok manalara gelebilecek cümleler var. Bu nüshayı ele geçirebilen bir Đstanbul gazetesi, bahis mevzuu Doğu iline telefon ediyor ve karşısına çıkan en büyük idare adamlarından birisine meseleyi soruyor. Aldığı cevaba göre bu zat gazeteyi görmemiştir. Đnsaf edelim! Bu Doğu ili Đstanbul değil ki 20-30 gazete çıksın da insan meşgul bir gününde hepsine birden bakamasın. Sonra haydi kendisi bakamadı, o il merkezinin zabıtası yok mu, adliyesi yok mu? Bunlar en büyük idare adamlarını günlük hâdiselerden haberdar etmezler mi?”151
Demokrat Parti Hükümeti, bu hassas ve gergin dönemde Diyarbakır’da Kürtçe gazete yayımlanmasına ilk tepki olarak Diyarbakır Valisi Niyazi Toker’i, 7 Ekim 1959 tarihinde görevden alarak merkeze çekmiştir.152
151 152
Cumhuriyet, 6 Eylül 1959 Milliyet, 8 Ekim 1959
59
3.3. Yasadışı “Kürt Đstiklâl Partisi ve “49’lar” Olayı Đktidara geldiği ilk günlerden beri Doğu-Güneydoğu Anadolu ve Kürtlerle ilgili yürüttüğü kışkırtıcı politikanın sonuçlarının bölgede Kürtçülük faaliyetleri olarak yavaş yavaş kendini göstermeye başladığını ve muhalif basının da kendisine bu konu üzerinden yüklendiğini gören Demokrat Parti yöneticileri, Diyarbakır valisini görevden almanın yeterli olmayacağını bildiklerinden, soruna çözüm bulabilmek ümidiyle Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti (MEH)’nden konuyla ilgili bir rapor istemişlerdir. MEH’nin 12 Aralık 1959 tarihinde hazırladığı 94818 numaralı raporda, 14 Temmuz 1958 tarihinden sonra Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetlerinde büyük bir artış olduğuna dikkat çekildikten sonra, çözüm olarak Kürtçülük faaliyetleri içerisinde oldukları bilinen 40-50 kadar kişinin gözaltına alınarak durum hakkında daha fazla bilgi edinilmesi önerilmiştir.153 MEH’nin raporundan bir hafta sonra, 18 Aralık 1959 tarihli gazetelerde “Millî menfaatler aleyhinde bulunan siyasî maksatlarla toplantılar tertip eden gizli bir teşkilât hakkında tahkikat yapıldığı” haberleri yer almıştır. 154 Ankara Birinci Sulh Ceza Mahkemesi’nin 16.12.1959 tarih ve 959/141 sayılı kararıyla yayın yasağı getirildiği için o günlerde basında hakkında bilgi verilemeyen bu örgüt, 1958 yılında kurulmuş olan yasadışı “Kürt Đstiklâl Partisi” dir.155 Sözü edilen tahkikatın sonucunda Kürt asıllı 40 kişi, 17 Aralık 1959 tarihinde, “yabancı devletlerin müzahareti ile Türkiye’yi bölmek ve devletin hâkimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek” suçlamasıyla Ankara
ve
Đstanbul’daki
evlerine
ve
işyerlerine
düzenlenen
operasyonlarla
tutuklanmışlardır. Molla Mustafa Barzani ile irtibatlı oldukları iddia edilen bu 40 kişiye, daha sonra farklı aralıklarla tutuklanan 10 kişinin daha eklenmesi ve aralarından birisinin ölümüyle sayılarının 49 olması nedeniyle bu olaya “49’lar Olayı” denilmiştir.156 Bu 49 kişiye, yargılama sürecinde 2 kişi daha eklenmişse de, olay bu isimle anılmıştır. Olayda tutuklanan ve yargılananların öğrenim durumları ve meslekleri, Türkiye’deki Kürtçülük hareketinin ve bu hareketi yürütenlerin niteliklerinin, Dicle Talebe Yurdu’ndan beri yaklaşık 15 yılda ne kadar olgunlaştığının, ne kadar farklı bir 153
Naci Kutlay, a.g.e., Đstanbul: Fırat, 1994, s.231 Cumhuriyet, 18 Aralık 1959; Ulus, 18 Aralık 1959 155 Abdülhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1996 (4.bsk), s.355 156 Abdülhaluk Çay, a.g.e., s.356; Bilal Şimşir, a.g.e., s.515; Naci Kutlay, a.g.e, s.5
154
60
sürece doğru gidildiğinin ve Kürtçülük faaliyetlerinin taban bulmaya başladığının bir göstergesidir. Yakalananların içinde Dicle Talebe Yurdu’nda kalmış çok sayıda kişinin bulunması, kısa bir süre açık kalmış olan bu yurdun Kürtçülük faaliyetlerindeki önemli yerini bir kez daha göstermektedir: 1. Şevket Turan (Subay, Binbaşı) 2. Naci Kutlay (Doktor) 3. Ali Karahan (Avukat) 4. Sıtkı Elbistan (Doktor) 157 5. Yavuz Çamlıbel (Yedeksubay) 6. Mehmet Ali Dinler (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1.sınıf öğrencisi) 7. Yusuf Kaçar (Đnşaat Tekniker Okulu öğrencisi) 8. Nurettin Yılmaz (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi) 9. Ziya Şerefhanoğlu (Avukat) 10. Medset Yas (Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi)158 11. Hasan Akkuş (Đktisat Fakültesi öğrencisi, Paris Hukuk Fakültesi’nden ayrılmış) 12. Örfi Akkoyunlu (Fabrikatör) 13. Durdu Akkoyunlu (Tüccar) 14. Selim Kılıçoğlu (Subay, Personel Üsteğmen) 15. Şahabettin Septioğlu (Ziraat Mühendisi, Levazım Asteğmen) 16. Sait Elçi (Muhasebeci) 17. Sait Kırmızıtoprak (Tıp Fakültesi öğrencisi) 18. Yaşar Kaya (Đstanbul Üniversitesi Đktisat Fakültesi öğrencisi) 19. Faik Savaş (Đstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi) 20. Haydar Aksu (Stajyer avukat) 21. Ziya Acar (Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi) 22. Fadıl Budak (Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi) 23. Halil Demirel (Asteğmen) 24. Esat Cemiloğlu (Yüksek ziraat mühendisi) 25. Ferit Bilen (Tüccar) 157 158
Bu kişinin adı, Naci Kutlay’ın anılarında Koço Elbistan olarak geçmektedir. Bu kişinin adı, Naci Kutlay’ın anılarında Medet Serhat olarak geçmektedir.
61
26. Mustafa Nuri Direkçigil (Đstanbul Đl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde müfettiş) 27. Fevzi Avşar (Đstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi) 28. Necati Siyahkan (Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi) 29. Hasan Ulus (Müteahhit) 30. Nazmi Balkaş (Đstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi)159 31. Hüseyin Oğuz Üçok (Đstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi) 32. Mehmet Nazım Çiğdem (Dekoratör) 33. Fevzi Kartal (Yedeksubay) 34. Mehmet Aydemir (Đstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi) 35. Abdurrahman Efem Dolak (Gazeteci, Đleri Yurt Gazetesi’nin sahibi) 36. Musa Anter (Lise mezunu, ecza deposu memuru, Đleri Yurt Gazetesi’nde yazar) 37. Canip Yıldırım (Avukat) 38. Emin Kotan (Muş Belediyesi’nde elektrikçi) 39. Ökkeş Karadağ (Çiftçi) 40. Muhsin Şavata (Hayvan tüccarı) 41. Turgut Akın (Etibank’ta maden etüt memuru ve Ankara Ü. Hukuk Fakültesi öğrencisi) 42. Sıtkı Elbistan (Ankara Ü. Hukuk Fak. öğrencisi, diğer tutuklu Sıtkı Elbistan’ın oğlu) 43. Şerafettin Elçi (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi) 44. Mustafa Ramanlı (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi) 45. Mehmet Özer (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi) 46. Feyzullah Demirtaş (Ziraat teknisyeni) 47. Cezmi Balkaş (Đstanbul Ü. Orman Fak. öğrencisi, tutuklu Nazmi Balkaş’ın kardeşi) 48. Halis Yokuş (Đstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi öğrencisi) 49. Đsmet Balkaş (Đ.Ü. Tıp Fak. öğrencisi, tutuklu Nazmi ve Cezmi Balkaş’ın kardeşi)160 50. Sait Bingöl (Đstanbul Üniversitesi Đktisat Fakültesi öğrencisi) 51. Mehmet Bilgin (Emekli binbaşı, tüccar) 159 160
Bu kişinin adı, Bilal Şimşir’in kitabında Nazmi Balkaç olarak geçmektedir. Bu kişinin adı, Bilal Şimşir’in kitabında Samet Balkaç olarak geçmektedir.
62
52. Fetullah Kakioğlu (Öğretmen)161 3.4. 27 Mayıs 1960 Askerî Müdahalesi Demokrat Parti iktidarı, “49’lar”ın yargılama süreci başlamadan, 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen askerî müdahaleyle devrilmiştir. Darbenin ardından serbest bırakılacaklarını umut eden 49’ların umutları kısa süre içerisinde boşa çıkmıştır. Çünkü ülke yönetimini eline almış olan Millî Birlik Komitesi (MBK), Demokrat Parti’nin son iki yıl içerisindeki Kürt politikasını kaldığı yerden devam ettirmiş, daha da ileri götürmüştür. Darbeyle devrilen Demokrat Parti ile onu deviren Millî Birlik Komitesi’nin aynı çizgide oldukları belki de tek konu Kürt kimliği algısı olmuştur. Öyle ki, Demokrat Parti yöneticileri iktidardayken “bizim için ve hakikatte de memleketin ne şarkında, ne garbında ne de şimal ve cenubunda Kürt diye bir vatandaş kitlesi, zümre ve ya unsuru mevcut değildir” 162 derken; Millî Birlik Komitesi döneminde hazırlanarak 18 Nisan 1961 tarihli Millî Birlik Komitesi Bakanlar Kurulu Toplantısında kabul edilen bir raporun birçok kısmında “kendilerini Kürt sananlar” 163 ifadesi yer almaktadır. Hatta MBK Başkanı Cemal Gürsel’in, Cumhurbaşkanı olduktan sonra gittiği Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada “bu memlekette Kürt yoktur, Kürdüm diyenin yüzüne tükürürüm” dediği iddia edilmektedir.164 27 Mayısçılar ayrıca, Demokrat Parti Hükümeti’nin 11 Mayıs 1959 yılında yaptığı düzenlemeyi genişleterek, Kürtçe yer adlarına Türkçe isimler verilmesine de devam etmişlerdir.165
161
Liste, şu eserlerdeki isimlerden derlenerek elde edilmiştir: Naci Kutlay, a.g.e., s.7-12; Bilal Şimşir, a.g.e, s.516; Abdülhaluk Çay, a.g.e, s.356 162 Demokrat Parti Aydın Milletvekili ve Đçişleri Bakanı Etem Menderes’in ifadesi. TBMMZC, Dönem 9, Cilt 25, 16.11.1953, s.262 163 Baskın Oran, “Kendini Kürt Sananlar Raporu”, Radikal, 27 Ocak 2008; Can Dündar, “Ecevit’in Arşivinden Çıkan Şok Belge: Kürt Sorununa Hicret Planı”, Milliyet, 22 Ocak 2008 164 Altan Tan, Kürt Sorunu, Đstanbul: Timaş, 2010 (5.bsk), s.340; Đbrahim Sirkeci, “Exploring the Kurdish Population in the Turkish Context”, Journal of Population Science (GENUS), vol.56, no.1-2, s.150. Yapılan basın taramasında, Cemal Gürsel’e ait olduğu iddia edilen bu sözlere rastlanmamıştır. Bu iddiaya genellikle hatıratlarda yer verilmiştir. 165 Kemal Kirişçi, Gareth M. Winrow, a.g.e., s.128; Demokrat Parti yönetiminin 1959 yılında başlattığı ve 27 Mayısçıların devam ettirdiği Kürtçe yer adlarının değiştirilmesi uygulaması 2000’li yıllara kadar tartışılmıştır. Bülent Tanör, 1997 yılında TÜSĐAD için hazırladığı “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” başlıklı raporun “Kürt Sorunu” başlıklı bölümünde bu konuya temas etmiştir. Tanör’e göre, yerleşim yerlerinin adları her ülkenin kültürel malvarlığı ve mirası demektir. O adlar, yöre halkı tarafından yüzyıllar öncesinde konmuş ve benimsenegelmiştir. Merkezî kararlarla bunların değiştirilmesi, millî kültür patrimuvanına (nesilden nesile geçen değerler bütünü) da saygısızlıktır. Tanör, duruma çözüm olarak ise ilgili kanundan “Türkçe olmayan ve” ifadesinin çıkartılarak halkın vermiş olduğu isimlere geri dönülmeye çalışılmasını önermiştir. Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, (haz. Bülent Tanör), Đstanbul: TÜSĐAD, 1997. (Çalışmanın sayfaları numaralandırılmamış). Aynı konuyu, 2006 yılında bu kez Zafer Üskül değerlendirmiş, bu konuda henüz olumlu bir gelişme olmadığını ifade ettikten sonra çözüm olarak
63
3.4.1. Sivas Kampı ve “55’ler” Olayı 27 Mayıs’taki müdahalenin üzerinden henüz iki hafta geçmeden, Doğu illerinde “Millî inkılâp hareketi aleyhtarı” 83 kişi tutuklanarak Sivas’a gönderilmişlerdir. 166 Sivas’ta kurulan askerî bir kampta tutulan Kürt asıllı ağa, şeyh, parti yöneticisi ve diğer kişilerin sayısı, askerî bir uçakla Diyarbakır’dan Sivas’a götürülen 9 yeni tutukluyla birlikte 22 Haziran 1960 tarihinde 100’ü aşmıştır. tutuklamayla birlikte 485’e ulaşacaktır.
167
Bu sayı, yapılacak son
168
Tutuklanan bu 485 kişi hakkında ne yapılacağı konusu ise Milli Birlik Komitesi’nin 11 Ekim 1960 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında görüşülmüştür. Toplantıda, Sivas’ta bulunanlardan ağa ve şeyh ünvanını taşıyanlarla birlikte toplam 4 binden fazla kişinin (401 ailenin) zorunlu olarak Batıya nakledilmeleri tartışılmış ve bunun için hazırlanan kanun tasarısı üzerinde durulmuştur. Cemal Gürsel, toplantıda bu kanun tasarısının en kısa zamanda tamamlanarak yasalaşmasını istemiş, bu kanun olmadan “Şark meselesinin” çözülemeyeceğini iddia etmiştir. Gürsel, Doğudaki Kürtlerin Türkiye’den ayrılmak için Ruslar tarafından kışkırtıldığını, Rusların bu amaçla Paris’te, Bonn’da ve hatta Amerika Birleşik Devletleri’nde teşkilatlar kurdurduğunu, başlangıçta bir ayrılık düşüncesi olmayan Kürtlerin bu kışkırtmalar sonucu ayrılıkçı hareketlere başladıklarını, bunların bir kısmının henüz eyleme başlamadan yakalandıklarını ve halen tutuklu bulunduklarını söylemiştir.169 Gürsel, sözlerinin devamında Demokrat Parti yönetiminin bu Kürtçüleri ve ayrılıkçı
hareketleri
“tahrik
ettiğini”
ve
DP’lilerin
bu
bölgede
Kürtlere
bağımsızlıklarının verilebileceğini kabul ettiklerini ve Kürtçü faaliyetlerde en çok bulunanların DP tarafından en önemli bakanlıklara getirildiklerini söylemiştir: “Sakıt DP Hükümeti bu kaynaşmayı tahrik ediyordu. Bunların elebaşlarını kendisine bağlamış ve mütemadiyen onlara evler vererek, onların Şarkta istedikleri gibi Rus emellerine göre çalışmalarına yardım etmişti. Hatta Şarktaki Kürtlere istiklallerinin
Bülent Tanör’ün önerisini tekrarlamıştır. Türk Demokrasisinde 130 Yıl (1876-2006): Prof. Dr. Bülent Tanör’ün Anısına “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” 10. Yıl Güncellemesi, (haz. Zafer Üskül), Đstanbul: TÜSĐAD, 2006, s.198-199 166 Milliyet, 12 Haziran 1960 167 Milliyet, 22 Haziran 1960 168 Michael M. Gunter, “The Kurdish Problem in Turkey”, The Middle East Journal, vol.42, no.3, Summer, 1998, s.391. Gunter, 485 kişinin tümünün Haziran ayında tutuklandığı bilgisini vermiştir. Buna karşılık, basında son tutuklamanın hangi tarihte yapıldığı bilgisine ulaşılamamıştır. 169 Cemal Gürsel’in sözünü ettiği kişiler “49’lar” dır.
64
verilebileceğini kabul etmiş gibiydiler. Bunlardan ön planda olanlar, bu memleketin maarif ve adliye gibi en hayati vazifelerini deruhte etmişlerdi. (...) Ben Kara Kuvvetleri Komutanıyken bunun bir tehlike olacağını kendilerine duyurmuştum. Fakat onlar bununla da iktifa etmemişler ve Şarkta bu beyler ve şeyhler vasıtasıyla rey almak emeli peşinde bulunmuşlardır. Oranın on, on beş sene sonra tamamıyla elimizden gitmesi ihtimaline bu kadar lakayt kalmışlardır.”170
Gürsel’in emrettiği gibi, Sivas’taki tutuklulardan bazılarının Batıya zorunlu nakillerini düzenleyecek kanun tasarısı, 17 Ekim 1960 tarihli Millî Birlik Komitesi Genel Kurul toplantısında gündeme getirilmiştir. Toplantıda söz alan üyeler, tutuklanan Kürt asıllı kişilerden ağa ve şeyh ünvanı taşıyanların üzerinde özellikle durmuş; Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkının bu kişilerden büyük zarar gördüğünü, şikâyetçi olduğunu ve o bölgelere tekrar dönmelerini istemediğini söylemişlerdir: “Ersü Vehbi-∗ (...) “Umumî olarak, vatandaşlarımızın, halk topluluklarının ağa, şeyh ve mütegallibeler hususunda sordukları soruları size arz etmek isterim. Bunlar hakkında çok büyük bir endişe mevcuttur. Bunların avdetinin kendileri için büyük tehlikeler yarattığı bize tevcih edilen sualleriyle belirtildi. Bu adamlar, birçok araziyi gayrikanunî olarak ellerine geçirmiş, orada yaşayan insanları esir gibi çalıştırmakta, elde edilen mahsulü de kendilerine alıp, geriye bıraktıkları kısımlarla da burada çalışan insanlar çoluk çocuğunu besleyememektedir. Küçük Sami- Biz de şeyh ve ağaların hükümferma olduğu mıntıkalara seyahat yaptık. Şikâyetler hep bu mütegallibelerden ileri geliyordu. Bunların bir daha geri gelmemesi temin edilmelidir.”171
Toplantıdaki tartışmalar sonucunda zorunlu göç-mecburî iskân uygulamasına karar verilmiştir. 2510 sayılı kanun tekrar masaya konmuş, bu kanun “memleketin yüksek menfaatlerine aykırı, ayırıcı faaliyetleri görülenlerin ve yakınlarının başka mahallere nakilleri suretiyle itiyat edindikleri fenalıkların önlenebileceği” gerekçesiyle, kanun metnine “her ne suretle olursa olsun” şeklinde bir kısım eklenmesi yoluyla genişletilmiştir.172 Böylece, Recep Peker Hükümeti tarafından 1947 yılında son verilen Doğudan Batıya zorunlu göç-mecburî iskân uygulaması, 13 yıl sonra Millî Birlik Komitesi tarafından tekrar başlatılmıştır.
170
27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları, Cilt 1 (2 Haziran 1960-6 Ocak 1961), (der.) Cemil Koçak, Đstanbul: Yapı Kredi, 2010, s.555-556 ∗ Millî Birlik Komitesi toplantı tutanaklarında, üyelerin soyadları adlarından önce yazılmıştır. 171 Millî Birlik Komitesi Genel Kurul Toplantısı Tutanakları (MBK-GKTT), Cilt 2, 17.10.1960, s.4 172 2510 sayılı Đskan Kanunu’na ek 105 sayılı Kanun’un metni için bkz. Resmi Gazete, 25 Ekim 1960, no.10638
65
2510 sayılı Kanun’daki değişikliğin yürürlüğe girmesiyle, Kürt asıllı 55 ağa ve şeyhin aileleriyle birlikte zorunlu göçe tâbi tutulmasına karar verilmiştir. Bu 55 kişinin 54’ü eski Demokrat Partili, biri ise Cumhuriyetçi Köylü Millet Partilidir. Mecburî iskâna tâbi tutulacakları yerler ise Kayseri, Niğde, Denizli, Muğla, Sakarya, Sinop, Çorum, Amasya, Kırklareli, Çanakkale, Mersin, Balıkesir, Bursa, Burdur, Đzmir, Bilecik, Zonguldak, Antalya, Isparta ve Eskişehir’dir. Bu 55 aileden 14’ünün topraklarına Hazine’ye ait oldukları gerekçesiyle doğrudan ya da bir miktar para ödenerek el koyulmuştur.173 2510 sayılı Kanun’la mecburî iskânlarına karar verilen 55 kişinin isimleri şunlardır: 1. Đbrahim Abikoğlu, Şanlıurfa 2. Hacı Topo Aktoprak, Diyarbakır/Dicle 3. Zeki Bayar, Ağrı 4. Faik Bucak, Şanlıurfa 5. Đsmail Hakkı Bucak, Şanlıurfa 6. Hacı Ali Bucak, Şanlıurfa 7. Mehmet Cemal Bucak, Şanlıurfa 8. Mithat Bucak, Şanlıurfa 9. Hasan Abik Bucak, Şanlıurfa 10. Ali Abik Bucak, Şanlıurfa 11. Bekir Bucak, Şanlıurfa 12. Reşit Çeçen, Ağrı/Eleşkirt 13. Mehmet Dal 14. Abdülkadir Ekinci, Diyarbakır/Dicle 15. Abubekir Ertaş, Van/Başkale 16. Mahmut Ertaş, Van/Başkale 17. Bahattin Erdem, Mardin 18. Abdurrezzak Ensarioğlu, Diyarbakır/Dicle 19. Sait Ensarioğlu, Diyarbakır/Dicle 20. Şeyh Ali Rıza Fırat, Erzurum/Hınıs 21. Şeyh Selahattin Fırat, Erzurum/Hınıs 173
Milliyet, 17 Aralık 1960; Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 2 (1941-1960), Đstanbul: Yapı Kredi, 2005 (5.bsk), s.382
66
22. Şeyh Gıyasettin Fırat, Erzurum/Fırat 23. Şeyh Ahmet Fırat, Erzurum/Fırat 24. Mehmet Fuat Fırat, Erzurum/Hınıs 25. Faruk Fuat Fırat, Erzurum/Hınıs 26. Mehmet Emin Fırat, Erzurum/Hınıs 27. Halil Fırat, Erzurum/Hınıs 28. Ömer Fırat, Erzurum/Hınıs 29. Gıyasettin Fırat, Erzurum/Hınıs 30. Hüseyin Đleri, Bitlis 31. Zeynel Abidin Đnan, Bitlis 32. Mustafa Işık, Van 33. Kinyas Kartal, Van 34. Abdulbaki Kartal, Van 35. Hamit Kartal, Van 36. Bala Kartal, Van 37. Şeyh Abdulbaki Karadeniz, Iğdır 38. Feyzullah Keskin, Diyarbakır 39. Mehmet Kayalar, Diyarbakır 40. Abdullah Öztürk, Ağrı/Tutak 41. Ferzende Öztürk, Ağrı/Tutak 42. Osman Öztürk, Ağrı/Tutak 43. Köroğlu Öztürk, Ağrı/Tutak 44. Şamil Peker, Ağrı/Diyadin 45. Sait Ramanlı, Batman 46. Kutbettin Septioğlu, Elazığ 47. Zeynel Turanlı, Adıyaman/Kahta 48. Cafer Yağızer, Van 49. Mecit Yalçın, Ağrı 50. Derviş Yakut 51. Kazım Yıldırım, Ağrı/Tutak 52. Süleyman Yıldırım, Ağrı 53. Gıyasettin Gül, Hınıs 54. Cemil Küfrevi, Bitlis
67
55. Zeki Cemil Küfrevi174
55 kişi dışındaki tutukluların Đçişleri Bakanı Muharrem Đhsan Kızıloğlu’nun Sivas, Ağrı, Van, Muş, Erzurum, Diyarbakır ve Bitlis valileri ile birlikte yaptığı konuşmanın ardından tahliye edilmesinden 175 1 ay kadar sonra, kalan 55 kişinin nakilleri, Sivas’tan hareket eden yolcu trenlerine birer “kara vagon” eklenmesiyle, 16 Aralık 1960 tarihinde başlamıştır. Đlk nakledilenler Vanlı Bala Kartal, Van-Erciş’in eski Demokrat Partili Belediye Başkanı Mahmut Ertaş, Şeyh Sait’in torunu Gıyasettin Fırat, Osman Öztürk, Diyarbakırlı Şeyh Abdürrezzak Ensarioğlu, Ağrılı Şeyh Süleyman Yıldırım ve Şeyh Ömer Fırat olmuştur. Bala Kartal ve Mahmut Ertaş Bursa’ya, Gıyasettin Fırat Bilecik’e, Şeyh Abdürrezzak Ensarioğlu ve Şeyh Süleyman Yıldırım Antalya’ya, Şeyh Ömer Fırat ise Burdur’a nakledilmişlerdir. Bu kişilerin aileleri ise bir süre bekletildikten sonra yanlarına gönderilmiştir.176 Toplam 55 kişi, 5 grup halinde ve aynı gün mecburi iskâna tâbi tutulacakları yerlere gönderilmişlerdir. Milliyet Gazetesi, Kürt asıllı ağa ve şeyhlerin nakillerine “Kara ruhlular kara vagonda” şeklindeki bir başlıkla geniş yer vermiştir. Başlıkla birlikte haberin içeriği de, dönemin gazetelerinden bazılarının bu konuya, yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkını incitmekle kalmayacak, bu bölgenin halkıyla askeri de karşı karşıya getirebilecek, “bölgenin şeyh ve ağalarını süren asker” görüntüsü vererek intikamcı duygulara neden olabilecek, üstelik zaman zaman alaycı bakışını yansıtmaktadır: “Sivas’ın soğuk akşamında ellerinde çıkınları, sırtlarında yatakları, doğu postasına ilâve edilen kara bir vagona doğru yürümekte olan şeyhlerden, ağalardan acaba hangisi bir mektep yaptırmış? Hepsi de zengin, mal mülk sahibi. Fakat yaşadıkları yerlerde bir çivi bile çakmamışlar. Ama Đstanbul’da apartmanları var. Ucu bucağı görünmeyen araziye sahipler. Hayvanlarının sayısını bilmiyorlar. Biz parayı verelim, bir vagon kiralayalım, yataklı olsun. Lokanta vagonu da kiralayalım. Yataklı vagonda seyahate alışığızdır. Sivas garında, doğu postasına eklenen kara vagonun önünde, ağalardan Bala Kartal işte böyle diyordu. Yataklı vagondan başka vagonda seyahate alışık değilmiş ağa! Ama bütün şarkı ve halkını köle olarak çalıştırmakta, onu ahırında yatıp kalkmakta mecbur etmekte bir mahzur görmemiş! Erler, kara vagona kara oğlan adını takmışlardı. Konforsuz
174 Nevzat Çiçek, 27 Mayıs’ın Öteki Yüzü: Sivas Kampı, Đstanbul: Lagin, 2010, s.233-234. Çiçek’in verdiği listedeki sıra numaraları 13’den 15’e atlamaktadır. Bu yüzden aslında 54 ismin olduğu liste 55 kişilik olarak verilmiştir. Bu listede eksik olan isim ise Zeki Cemil Küfrevi’dir. 175 Akşam, 22 Kasım 1960; Đçişleri Bakanı Kızıloğlu yaptığı konuşmada, Sivas’ta bulunanlar için artık “ağalık, şeyhlik ve parti başkanlığı döneminin bittiğini” özellikle vurgulamıştır. 176 Hürriyet, 17 Aralık 1960. Haberde Mahmut Ertaş’ın ismi Mahmut Ertüs olarak verilmiştir.
68
da sanılmasın. Đçinde kaloriferi var. Rahat oturacak yerler mevcut. Fakat ağalara, şeyhlere bu rahat kâfi gelmiyormuş! [Erler] gülerek onlara sesleniyorlardı: Beyaz vagonu mu∗ getirtelim?”
Milliyet Gazetesi’ndeki haberin devamında, Demokrat Parti’nin 1961 yılına kadar iktidarda kalması durumunda bu 55 ağa ve şeyhin 1925, 1930 ve 1937 yıllarındaki olayları tekrar başlatmayı ve yabancı ideolojilere bürünerek bölgeyi kana bulamayı planladıkları iddia edilmektedir. Haberde ayrıca, bölgede ayaklanmak isteyen bu ağa ve şeyhlere Demokrat Parti iktidarının silah dağıttığı, Yassıada’da bulunan Halis Öztürk ve 55’lerden olan Köroğlu Öztürk’ün suçüstü yakalandıkları, bu kişilerin soyadlarını “Şeyh Saitoğulları” olarak değiştirecekleri ve Demokrat Parti iktidarının da bu kişilere silah dağıtarak ülkeye ihanet ettiği ileri sürülmüştür. Bu kişilerin el konulan mallarının, topraklarının ve sürülerinin ise satılmayarak devletin elinde tutulması tavsiye edilmiştir. 177 Kürt asıllı 55 ağa ve şeyhin Sivas’tan Batı bölgelerine mecburî iskâna gönderilmelerinden 2 hafta kadar sonra, 3 Ocak 1961 günü, 1959 yılının Aralık ayında yasadışı “Kürt Đstiklâl Partisi” ni kurdukları ve Kürtçülük propagandası yaptıkları iddiasıyla tutuklanan “49lar”ın Ankara Garnizon Mahkemesi’ndeki yargılanmalarına başlanmıştır. Milliyet Gazetesi, “yurdumuzun Doğu bölgelerinde ırk ayrılığı gözeterek millî hisleri zayıflatmaya ve yok etmeye çalıştıkları iddiasıyla” yargılanan 49 kişiden 27’sinin tutuklu, 22’sinin ise tutuksuz olarak yargılandığını yazmıştır. Gazete, haberin başlığında “ırk ayrımından sanık 49 kişi” ifadesini kullanmıştır.178 Cumhuriyet Gazetesi ise doğrudan “Kürtçülük propagandası yapan 49 kişi” başlığıyla verdiği haberde, yargılanan 49 kişiden 39’unun tutuklu olarak yargılandıklarını yazmıştır.179 Sanıklardan birisi olan Naci Kutlay’ın anılarına göre, tutuklu olarak yargılananların sayısı Cumhuriyet Gazetesi’nin verdiği gibi 39’dur. Hakim, yargılananların kimlik tespitleri yapıldıktan sonra suçun devletin emniyeti ve bütünlüğüyle çok yakından ilgili bulunmasını dikkate alarak Askerî Mahkeme Usulü Kanunu’nun 161.maddesi gereği duruşmanın kapalı olarak yapılmasına karar vermiştir.
Atatürk ve Đnönü’nün Cumhurbaşkanlıkları sırasında trenle seyahatlerinde kendilerine tahsis edilen özel vagon. Ömer Sami Coşar, “Kara Ruhlular Kara Vagonda, Milliyet, 18 Aralık 1960 178 Milliyet, 4 Ocak 1961 179 Cumhuriyet, 4 Ocak 1961
∗
177
69
“49’ların” yargılandıkları suçlar özetle şunlardır: • Yasadışı Kürtçü örgüt kurmak, • Kürtçülük propagandası yapmak, • Türkiye’deki Kürtleri devlete karşı ayaklandırmak, • Müstakil bir Kürt devleti kurmak amacıyla Iraklı diplomatlarla görüşmek, • Diyarbakır’da Kürtçe yazılara yer veren Đleri Yurd Gazetesi’ni yayımlamak, bu gazetede yazı yazmak, bu gazeteye matbaa makinesi ve malzeme sağlamak ve bu gazeteye abone kazandırmak, • Yurtdışından ülkeye kaçak Kürtçe yayın sokmak, • Evinde Kürtçe yayın bulundurmak, bunları tercüme etmek ve yaymak, • Đran Mahabad’da 1946 yılında kurulan ve 1947 yılında dağıtılan otonom Kürt yönetimiyle ilgili yasadışı doküman bulundurmak, bu dokümanları yaymak, bu otonom yönetimin hayattaki yöneticileriyle temas etmek, bu otonom yönetimin idam edilen başkanı Kadı Muhammed’in posterlerini bulundurmak, • Molla Mustafa Barzani’nin posterlerini bulundurmak, • Kürt asıllı öğrencileri ve gençleri Kürtçülük davasına yönlendirmek, • Niğde Milletvekili Asım Eren’e çekilen “Kürt öğrenciler” imzalı telgrafı hazırlamak, yazmak, imzalamak ve göndermek.180 Daha sonra yargılanmalarına tutuksuz olarak devam edilen sanıklarla ilgili karar ise 24 Eylül 1965 tarihinde verilecektir. Kürt asıllı 55 ağa ve şeyhin zorun iskânda bulundukları ve 49 Kürt asıllı aydının yargılanmalarının devam ettiği günlerde, Millî Birlik Komitesi, Türkiye’nin yeni anayasasını hazırlamaktadır. Millî Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in de zaman zaman katıldığı çalışmalardaki tartışma konularından birisi, yeni anayasada “milliyetçilik” kelimesinin yer alıp almayacağı olmuştur. 180
Dosya ve delil numaraları ile birlikte sanıkların yargılandıkları suçlar ve savunmaları için bkz. Naci Kutlay, a.g.e., s.14-191
70
Tartışmalarda söz alan Millî Birlik Komitesi üyeleri, genellikle Dünya anayasalarında milliyetçilik diye bir ifade olmadığını, bunun dış politika açısından sakıncalı olacağını, milliyetçilik fikrinin modern anayasalar bakımından “biraz ilkel” ve biraz basit kaldığını, 6-7 Eylül Olayları benzeri olayların meydana gelmesine neden olabileceğini, anayasada yer almasına karar verilen diğer bir kavram olan “sosyal” kelimesiyle aynı yerde olursa “nasyonal sosyalist” gibi algılanabileceğini ve iç politika açısından da azınlıkların bu kelimeye tutunarak Irak’taki Kürt yapılanması gibi ülke içerisinde küçük küçük devletler kurmak isteyeceğini öne sürerek, anayasada milliyetçilik kelimesinin yer almaması gerektiğini savunmuşlardır.181 Ancak, bu sırada salona giren ve diğer MBK üyeleri tarafından tartışma kesilerek ayakta karşılanan Orgeneral Cemal Gürsel, bu konuda aynı fikirde değildir. Gürsel’in, milliyetçilik kelimesinin yeni anayasada mutlaka yer alması gerektiğini söylerken kullandığı ifadeler, yaklaşık bir yıldır ülke yönetimini elinde bulunduran Millî Birlik Komitesi’nin Türkiye’deki Kürtler konusuna bakışını da yansıtmaktadır: “Hakikaten, Avrupa milliyetçilik davasını 1 buçuk asır evvel halletmiştir. Fakat biz öyle miyiz? Anadolu’nun bir köyüne gidin, vatandaşa sorun, nesin deyin. Müslümanım der. Türküm demez. Daha bu şuur uyanmamıştır. Biz şunun bunun nazariyesi yüzünden Türklüğümüzü ve milliyetçiliğimizi kaybedecek bir yola gitmeyelim. Milliyetçiliği anayasaya koyalım. Bunu yürütelim. Memlekette Türklük şuuru uyandıktan sonra bunu çıkartalım. Sonra, başka unsurlar kendi maksatlarına göre buna dayanarak ayrılmayı düşünürler diyorlar. Zaten düşünüyorlar! Bugün Kürtçülükle yaptığımız mücadeleyi biliyorsunuz. Biz milliyetçiliği kaldırıyoruz desek bize mi dönecekler? Biz buna dayanacağız. Evvelâ milletimizi Türk milleti haline getirelim! Ben asla kelimenin anayasadan kalkmasına taraftar değilim. Türkiye Türk olmalıdır! Bugün biz bunu kaldırırsak, 50 sene sonra Türkiye’de Türküm diyecek insan kalmayacaktır.182 (...) Şunu söyleyeyim ki, Türkiye’de Kürt denen unsur 70-80 bini geçmez. Fakat biz milliyetçilik mefhumundan mahrum olduğumuz için Garptan alıp o mıntıkaya yerleştirdiğimiz cengâver unsurlar o pota içerisinde eriyip gitmişlerdir.”183
Orgeneral Cemal Gürsel’in bu çıkışı üzerine, milliyetçilik kelimesinin ve Türk milliyetçiliği tanımının yeni anayasada yer almasına karar verilmiştir. Anayasanın giriş metninde Türk milliyetçiliğinden ilham alındığı vurgulanırken, vatandaşlığı düzenleyen 54.maddede Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu ifade edilmiştir. 1961 Anayasası’nın “Kürt meselesi” açısından en çok tartışılan yönü bu 181
MBK-GKTT, Cilt 6, 17.5.1961, s.4 MBK-GKTT, Cilt 6, 17.5.1961, s.5 183 MBK-GKTT, Cilt 6, 17.5.1961, s.8
182
71
madde olmuştur. Anayasadaki bu ifadenin etnik bir vurgu olduğu ve Kürtleri yok sayarak onları Türk olarak kabul ettiği yönünde çeşitli yorum ve eleştiriler yapılmıştır. Bu ifadenin “Kürtleri yok sayan ve zorla Türkleştiren ırkçı” bir ifade olduğu eleştirilerine karşın Bülent Tanör, bu ifadeden Türkiye’de herkes Türktür” ya da “Türkiye’de Kürt yoktur” anlamının çıkartılamayacağını, bu yoldaki yorumlara ve eleştirilere katılabilmenin imkânsız olduğunu ifade etmiştir. Tanör’e göre bu, sadece vatandaşlık tanımıyla ilgili hukukî bir formülasyondur. Bundan, kültürel ya da etnik bir anlam çıkartmak doğru değildir. Hatta bu formülün “Türk olmayı” bir hukukî bağ ile, yani vatandaşlık ile ilişkilendirmesi ve yalnızca bu kadarıyla yetinmesi demokratik bir tavırdır.184
184 Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, (haz. Bülent Tanör), “Kürt Sorunu” başlığı altında “Vatandaşlık” bölümü.
72
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KÜRTÇÜLÜĞÜN SOL ÖRGÜTLER ĐÇERĐSĐNDE GELĐŞĐMĐ (1961-1974) 4.1. 1961 Genel Seçimleri ve Partilerin Doğu-Güneydoğu Anadolu’ya Yönelik Politikaları Millî Birlik Komitesi’nin ülkeyi yaklaşık bir buçuk yıl yönetmesi ve 1961 Anayasası’nı yürürlüğe sokmasının ardından yapılan 15 Ekim 1961 Genel Seçimlerine dört parti katılmıştır. Bunlar, Genelkurmay Eski Başkanı Ragıp Gümüşpala tarafından 1961 yılında kurulmuş olan ve Demokrat Parti’nin halefi olarak kabul edilen Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve Millî Birlik Komitesi’nde Maliye Bakanı olarak görev yapmış olan Ekrem Alican tarafından 1961 yılında kurulan Yeni Türkiye Partisi’dir. Bu seçimlerde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden çıkacak olan milletvekili sayısı ise 73’dür. 1957 Genel Seçimlerinde 610 olan toplam milletvekili sayısının 1961 Genel Seçimlerinde 450’ye indirilmiş olması nedeniyle son genel seçimde 107 milletvekili çıkartan Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinin vekil sayısı bu seçimde 73’e düşmüştür. Seçimler sonucunda, Adalet Partisi Demokrat Parti’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da aldığı oy sayısının çok gerisinde kalmış ve bölgeden 6 milletvekili çıkartabilmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin çıkarttığı vekil sayısı 31, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin ise 7’dir.185 Seçimlerde bölgeyle ilgili en çok dikkat çeken sonuç ise Yeni Türkiye Partisi’nin aldığı yüksek oy olmuştur. Yeni Türkiye Partisi, bölgeden 492868 oy alarak 29 milletvekili çıkartmıştır. 186 YTP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bu başarıyı elde etmesinde, daha sonra Sağlık Bakanlığı görevinde de bulunacak olan Dr. Yusuf Azizoğlu gibi bölgede sevilen Kürt aydınlarını ve bazı aşiret liderlerini aday göstermesinin etkisi büyüktür. Ayrıca, Yeni Türkiye Partisi’nin programında “ırk farkları tanımayan bir anayasa düzeninin” hedeflenmiş olması da 187 , Kürt kökenli vatandaşlar tarafından olumlu karşılanmıştır.
185
Türkiye Đstatistik Kurumu Milletvekili Genel Seçimleri Đstatistikleri (1923-2007), s.11 Türkiye Đstatistik Kurumu Milletvekili Genel Seçimleri Đstatistikleri (1923-2007), s.29-94 ve s.11’den derlenmiştir. 187 Milliyet, 5 Şubat 1961
186
73
Seçimler sonucunda Đsmet Đnönü tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk koalisyon hükümeti olan CHP-AP Koalisyon Hükümeti kurulmuş ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’den onay alarak göreve başlamıştır.188 27 Mayısçılar, Millî Birlik Komitesi’nin benimsemiş olduğu Kürt politikasının yeni hükümet tarafından da benimsenmesini istemişlerdir. Seçimlerden önce MBK Bakanlar Kurulu’nun 18 Nisan 1961 tarihli toplantıda kabul etmiş olduğu “Devletin Doğu ve Güneydoğu’da Uygulayacağı Kalkınma Programının Esasları” başlıklı Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı raporunun, yeni hükümetin Çalışma Bakanı olan Bülent Ecevit’e sunulması bunun bir göstergesidir. Zabıt kâtipleri ve stenocular alınmadığı için tutanaklarına ulaşılamayan bu toplantıda 189 kabul edilen ve ancak Bülent Ecevit’in kişisel arşivinden temin edilebilen 2400 sayılı raporun “muhaceret, iskân ve toprak işleri” başlığı altında: • Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki nüfus yapısının “Türk lehine çevrilmesi” için Karadeniz’den bölgeye nüfus yerleştirilmesi ve DoğuGüneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki insanların da bölge dışına çıkarılması, • Bölgede kalanların çoğunluğunun dağıtılması için bölgenin sistemli bir şekilde iskân sahalarına ayrılması, • Bölge halkından toprak istimlâk edilerek bir kısmının yine bölge halkına, bir kısmının da bu bölgeye yerleştirilecek kişilere dağıtılması, • Bölgeye kadastro mahkemelerinin sevk edilmesi, bölgenin hava fotoğraflarının çekilmesi, • Bölgede dinlenebilen radyolarda Türkçe sözlü şarkılar çalınması ve bölgesel radyoların
propaganda
uzmanları
tarafından
hazırlanacak
programları
yayınlaması gibi “acil işler” sıralanmıştır. Raporda, bölge halkı “kendilerini Kürt sananlar” şeklinde tanımlanmıştır.190
188
Millet Meclisi Tutanak Dergisi (MMTD), Dönem 1, Cilt 1, 20.11.1961, s.113-114. 27 Mayıs’taki müdahaleden sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Millet Meclisi Tutanak Dergisi adını almış ve 1983 yılına kadar bu isimle yayımlanmaya devam etmiştir. 189 27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları, Cilt 2 (6 Ocak 1961-16 Kasım 1961), (der.) Cemil Koçak, Đstanbul: Yapı Kredi, 2010, s.1063 190 Rıdvan Akar, Can Dündar, Ecevit ve Gizli Arşivi, Ankara: Đmge, 2008 (2.bsk), s.90-103. Rapordaki “kendilerini Kürt sananlar” ifadesine benzer bir ifadeye aynı günlerde yargılamaları devam eden “49’lar”ın iddianamesinde de rastlanmaktadır. Đddianamede, “Şarkî Anadolu’da yaşayan ve Türkçe ile Farsça’nın karışımından husule gelmiş ayrı
74
4.1.1. “55’ler” in Bölgeye Geri Dönüşleri Ancak, seçimle göreve gelmiş olan yeni hükümet ve Meclis, Kürtler konusunda 27 Mayısçılarla aynı fikirde değildir. CHP Erzurum Milletvekili Gıyasettin Karaca ve YTP Mardin Milletvekili Esat Kemal Aybar; yeni hükümet kurulduktan henüz bir ay sonra, 13 Aralık 1961 tarihinde, Kürt asıllı 55 kişinin mecburî iskâna tâbi tutulmaları için çıkartılmış olan 2510 sayılı Đskân Kanununa ek 105 sayılı Kanunun yürürlükten kaldırılması ve bu 55 kişinin evlerine geri dönmelerine izin verilmesi için Meclis’e birer kanun teklifi sunmuşlardır.191 Teklifler üzerine Đçişleri, Đmar ve Đskân, Maliye ve Bütçe Komisyonları birer rapor hazırlamışlardır. Mayıs ayında tamamlanan raporların Genel Kurul’a gönderilmesinin ardından 55 kişinin aileleriyle birlikte evlerine dönmelerini sağlayacak kanun değişikliği, 10 Eylül 1962 tarihinde Meclis’te tartışmaya açılmıştır. Değişiklik, Meclis’in büyük çoğunluğu tarafından desteklenmiştir. Değişiklik teklifini Meclis’e sunan YTP Mardin Milletvekili Esat Kemal Aybar’ın Kürt asıllı 55 kişinin aileleriyle birlikte mecburî iskâna tâbi tutulmalarına itiraz ettiği noktalar şunlardır: • 105 sayılı Đskân Kanunu, 1961 Anayasası’nın getirdiği ana hak ve hürriyetlerle ters düşmektedir. • 105 sayılı Kanun, hükümetin “mütekeffil ve mütaahhit olduğu” Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne aykırıdır. • 1961 Anayasası’nın 18.maddesiyle bütün vatandaşlara tanınmış olan yerleşme ve seyahat hürriyeti, 105 sayılı Kanunla ihlâl edilmiştir. Bu 55 kişi, hem belirli bir ilde yaşamaya mecbur edilmiş hem de belirli yerlere seyahat etmeleri yasaklanmıştır. • 1961 Anayasası’nın 35.maddesiyle büyün vatandaşlara tanınmış olan mülkiyet hakkı, 105 sayılı Kanunla ihlâl edilmiştir. Mecburî iskânda bulunan 55 kişinin mallarına el koyulmuş ve bu mallar resmî tasfiyeye tâbî tutulmuştur. Bu kişilerin gayrimenkullerine el koyulduğu gibi menkullerini de gittikleri yerlere götürmelerine izin verilmeyerek tekrar mağdur edilmişlerdir.
bir lehçe arzeden lisanla konuşan ve aslında Türk olmalarına rağmen kendilerini Kürt olarak tavsif ve tefrik eden zümre” ifadesi yer almaktadır. Naci Kutlay, a.g.e., s.12 191 MMTD, Cilt 1, Dönem 1, 13.12.1961, s.275
75
• Bu 55 kişinin işledikleri iddia edilen suçlar, bu suçlar işlendikten sonra suç olarak kabul edilmiştir. Belirli bir tarihten önce gerçekleşen bir olay, belirli bir tarihten sonra suç olarak kabul edilmiş ve ceza uygulanmıştır. Bu uygulama, 1961 Anayasası’nın 33.maddesindeki “cezaların kanuniliği ve şahsiliği” esasına aykırıdır. • Bu 55 kişinin işlemiş oldukları iddia edilen suçlardan dolayı, kardeşleri, eşleri, yakın akrabaları ve hatta herhangi derecedeki bir akrabalıklarının bulunduğu kişiler de sürgüne tâbi tutulmuşlardır. Bu durum, bir vatandaşın işlemiş olduğu bir suçtan dolayı başka bir vatandaşın cezalandırılması demektir ve 1961 Anayasası’nın “cezaların şahsiliği” esasına aykırıdır ve ceza hukukuna da kesinlikle uygun değildir. Ceza hukuku, böyle bir uygulamayı asla kabul etmemektedir. • 105 sayılı Kanun’da, bu kanunu ihlâl edecek fiillerin neler olduğu anlaşılır ve açık şekilde belirtilmemiştir. Bu 55 kişi, kapalı ve geniş tutulan ifadelere dayanılarak cezalandırılmış ve savunmaları alınmamıştır. Hatta haklarında yargı süreci bile yürütülmediğinden bu kişiler, haklarından verilen karardan haberdar olmamışlardır. • 105 sayılı Kanunun tayin ettiği ceza sürgün cezasıdır. Türk Ceza Kanunu’nda, en tehlikeli sürgün cezaları için bile bir süre belirlenmiştir. Bu süre, en fazla üç yıldır. Bu 55 kişiye verilen sürgün cezasının ise süresizdir. • 105 sayılı Kanun, kanun tekniğine uygun olarak hazırlanmamıştır. Hangi ihtiyaca yanıt verdiğini gösteren bir gerekçesi yoktur. Niçin kabul edildiği belirsizdir. • Kanun çıkartıldığı zaman bütün Türkiye’de uygulanabilecek nitelikte olmasına karşın, Đcra Vekilleri Heyeti’nin kararıyla yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki 19 ilde uygulanmıştır. 192 Esat Kemal Aybar’dan sonra söz alan CHP Erzurum Milletvekili Gıyasettin Karaca, 105 sayılı Kanunun yürürlükten kaldırılması teklifinin nedenlerini sıraladıktan 192
MMTD, Cilt 6, Dönem 1, 10.9.1962, s.387-389. Mardin Milletvekili Esat Kemal Aybar, “Bu kanun yalnız 19 Şark vilâyetinde tatbik edilmek cihetine gidilmiştir” ifadesiyle “bu kanun yalnızca Kürtlere uygulandı” demek yerine alternatif bir söylem geliştirmiştir. Partiler, 1960’lar boyunca Kürtlerle ilgili konularda bu alternatif söylemi kullanmaya özen göstermişlerdir.
76
sonra mecburî iskâna tâbi tutulan bu vatandaşların yaşadıkları zorluk ve mağduriyetlere dikkat çekmiş ve bu kişilerin hepsinin, sürgüne gönderildikleri günlerde gazetelerde çıkan haberlerde iddia edildiği gibi zengin olmadıklarını, hatta sürgünde aileleriyle birlikte bir ekmek parasına muhtaç ve hasta durumda olduklarını ifade etmiştir. Karaca, ayrıca bölücülük tehlikesini de vurgulamış ve Türkiye’yi bölmek isteyen gizli güçlerle komünizm arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir:193 “Basında 55’ler ve ağalar diye sınıflandırılan bu kişiler aslında mağdur kimseler arasındadır. Bu vatandaşlar kulaktan dolma, asılsız ve cılız malûmatlara istinaden çok ağır suçlarla itham edilmişlerdir. Mâruz bırakıldıkları bu muameleler sebebiyle karılarından, mâsum yavrularından, yuvalarından öteye sürülerek mecburî iskâna tâbi tutulan bu vatandaşlarımızın çoğu halen aç olup, günlük ekmek parasına muhtaç, bir kısmı ise bu zaruretlerin tahtında gıdasızlıktan verem hastahanelerinde inlemektedirler. Ne yazık ki, kader bu bahtsızların gurbet elde ölüm döşeğine, masum ve öksüz yavrularını da ölümle korkunç bir ızdıraba sevketmiştir. Đçimizde mevcut gizli kuvvetler bizi her bakımdan parçalamak ve bütünlüğümüzü bozmak isterler. Vatandaşlar arasında tefrik yapmak isterler. Türk milleti dimdik ayaktadır! Komünizm Türk dünyasının en büyük düşmanıdır. Türkiye bir bütündür, parçalanamaz!”194
YTP Urfa Milletvekili Celal Öncel de, Gıyasettin Karaca gibi, sürgünlerin yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da uygulanmış ve başka hiçbir bölgede uygulanmamış olduğuna dikkat çekmiş ve konunun yalnızca sürgün edilen 55 kişiyle ailelerini değil tüm Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni, dolayısıyla Kürtleri ilgilendirdiğini söylemiştir: “Müzakere mevzuu olan 105 sayılı Kanun, sadece 55 kişiyi ve onların efradı ailesini ilgilendiren bir mevzu değildir. Bu, topyekûn bir bölgeyi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni ilgilendiren ehemmiyetli bir mevzudur. Zira bu kanunla yapılan tasarruflar Anayasa ve insan haklarına taban tabana zıt hükümleri ihtiva eylemektedir. Bu kanunun tatbikatında hâkim olan fikir meydandadır. O zaman eski Millî Birlik üyelerinde birkaç zat, bu bölgede sathî ve mevziî bir seyahatten sonra malûm bazı gazeteciler Doğu için realiteye uygun olmayan, gerçeğe aykırı, mübalâğalı rakamlar ileri sürmüşler; hatta Şark meselesinin rejim davasından önce ele alınmasını yazmışlardır. 1926’da Şeyh Sait Đsyanı vesilesiyle yapılan umumî tenkil ve onu takibeden yıllarda seçim endişesiyle yapılan kısmî iskân kanunları iyi netice vermemiş, bilâkis bu bölgenin halkı üzerinde menfi tesirler 193
Bu yıllarda sıkça dile getirilen komünizm ile Kürtçülük faaliyetleri arasında bağlantı olduğu ve Rusya’nın Türkiye’deki solcu çevreler aracılığıyla Türkiye’deki Kürtleri kışkırtarak bölücü bir tehdit oluşturabileceği kaygısı yersiz değildir. Sovyetler Birliği, 1946 yılında Đran’da otonom bir Kürt yönetimi kurarak Đran’ı bölmüştür. Dahası, Irak’ta devam eden Molla Mustafa Barzani hareketi Sovyetler Birliği tarafından desteklenmektedir. Ayıca henüz yeni kurulan Türkiye Đşçi Partisi’nin de Kürtçü söylemleri artmaktadır. 194 MMTD, Cilt 6, Dönem 1, 10.9.1962, s.394-395.
77
icra etmiş ve çalışma güçlerini sıfıra indirmiştir. (...) Muhterem arkadaşlar, biz sadece 55’lerin mahallerine iadelerini istemiyoruz. Aynı zamanda iskân kelimesinin lügatimizden silinmesini ve her kötü vesile ile Demokles’in kılıcı gibi başımızda asılı durmamasını istiyoruz.”195
YTP Bingöl Milletvekili Sıddık Aydar ve YTP Erzurum Milletvekili Turhan Bilgin de kanunun kaldırılarak 55 kişinin aileleriyle birlikte evlerine dönmelerine izin verilmesini desteklemiş ve kendileriyle Sivas’taki kampta tanıştıklarını ve bu kişilerin gazetelerde yazıldığı gibi ya da Millî Birlik Komitesi üyelerinin söyledikleri gibi bölücü, ülke bütünlüğüne tehdit oluşturacak ya da vatan haini kişiler olmadıklarını söylemişlerdir. Sivas’taki kampta Kürt asıllı bu 55 vatandaşla birlikte tutulan CHP Erzurum Milletvekili Turhan Bilgin, bu kişilerle ilgili şunları söylemiştir:196 “(...) Bendeniz bu 55 ağa ile 27 Mayıs’tan sonra beş buçuk ay Sivas Kampı’nda bulundum. Bu arkadaşlar hakkında binbir türlü isnatlarda bulunuldu. Bu isnatların hemen hepsi, millî bütünlüğümüzü sarsacak mahiyette olup hatta Türkiye’yi harice satacak iddialarına kadar ileri gitti. Bunların içerisinde ağa vasfını, şeyh vasfını, bey vasfını taşımayan basit bir terzi çırağı, basit bir vatandaş, yani muhterem bir vatandaşımızdan tutun da kendi halinde, hiçbir politik mevzuu olmayan insanlar mevcuttu.”197
Milletvekillerinin konuşmalarının ardından kanunun maddeleri oylanmıştır. Kanunun tümü hakkındaki oylama ise 12 Eylül 1962 tarihinde yapılmış ve 105 sayılı Kanun, 292 oyla yürürlükten kaldırılmıştır. Oylamada ret oyu verilmemiş, 4 çekimser oy kullanılmıştır.198 105 sayılı Kanunu kaldırarak Kürt asıllı 55 kişinin aileleriyle birlikte evlerine dönmelerini düzenleyen ve Millet Meclisi’nde kabul edilen kanun tasarısı, 1961 Anayasası gereğince, bu kez “yüksek meclis” statüsünde bulunan Cumhuriyet Senatosu’na sunulmuştur. 27 Mayıs 1960 tarihindeki darbe hareketini gerçekleştiren MBK üyelerinin çoğu, “Tabii Senatör” ve “Cumhurbaşkanlığı Kontenjan Senatörü” olarak Cumhuriyet Senatosu’na ömür boyu üye olma hakkını kazanmışlardır. 55 kişiyi aileleriyle birlikte 195
MMTD, Cilt 6, Dönem 1, 10.9.1962, s.396 Sivas Kampına gönderilen ve “55’ler” dışında kalan yaklaşık 450 kişi, kısa süre sonra serbest bırakılmışlardır. Haklarında herhangi bir mahkumiyet kararı olmadığından siyasete girebilmiş ve milletvekili seçilebilmişlerdir. “55’ler” ise daha sonra, 1963 yılında ilan edilen genel aftan yararlanmışlardır. 197 MMTD, Cilt 6, Dönem 1, 10.9.1962, s.414 198 MMTD, Cilt 6, Dönem 1, 12.9.1962, s.446
196
78
sürgüne gönderen 105 sayılı Kanunu hazırlayan ve çıkartan 27 Mayısçılar da bu senatörler arasında olduğundan, bu 55 kişinin evlerine dönmelerini sağlayacak kanun tasarısı, 18 Ekim 1962 tarihinde görüşüldüğü Cumhuriyet Senatosu’nda muhalefetle karşılaşmıştır. Bu muhalif tepkilerin en belirgini Tabii Senatör Sami Küçük’ten gelmiştir. Küçük, 105 sayılı Kanunun çıkartılması teklifini Millî Birlik Komitesi Genel Kurulu’na sunmuş olan MBK üyelerinden birisidir. Ayrıca, kanunun kabul edildiği 17 Ekim 1960 günü bir konuşma yaparak, sürgüne gönderilecek olan kişilerin evlerine tekrar dönmelerinin yasaklanması gerektiğini söylemiştir.199 Sami Küçük, Senato kürsüsündeki sözlerine 105 sayılı Kanunun “gerçek demokrasinin halk kitlelerine inmesini temin etmek” için çıkartılmış bir kanun olduğunu iddia ederek başlamıştır: “Bugün burada, toplum düzenine denge sağlayan ve hakiki demokrasinin vücut bularak halk kütlelerine inmesini ve onların malı olmasını temin eden, her türlü istismar ve mütegallibe
zihniyetini
reddederek
onları
tarihin
karanlığına
gömmek
isteyen
tasarruflardan birisini daha kaldırmayı hedef tutan bu tasarıyı müzakereye başlamış bulunuyoruz. Hangi bölgede ve ne kisvede olursa olsun ağaların ne kadar sömürücü, ne kadar mütegallibe, devrimlerin ne kadar düşmanı, kendi çocuklarını yüksek okullarda okuttukları halde halkın cahil kalması için ne kadar gayret sarf ettikleri ve Cumhuriyet aleyhine faaliyetleri ve bölücülerin Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne kast eden çabaları, komisyon ve umumi toplantılarda misaller de verilmek suretiyle izah edilmişti. Đşte sayın arkadaşlar, realiteler bu kadar acıdır. Hal böyle iken, 105 sayılı Kanunla bulundukları bölgelerde ikâmetleri men edilenler arasında yukarıda vasıfları çizilen ağalar, şeyhler, bölücü ve muzır faaliyetlerde bulunanlar varsa, bunları bu faaliyetlerine daha serbestçe devam etmeleri için yerlerine iade edecek miyiz?”200
Söz alan diğer tabii senatör ve Cumhurbaşkanlığı kontenjan senatörleri de, benzer şekilde, 105 sayılı Kanunun Anayasa ve insan haklarına aykırı olmadığını, ülkeyi bölücü faaliyetlere karşı koruduğunu, bu kişilerin evlerine geri dönmelerine izin verilmesinin bölgede huzursuzluğa neden olacağını, bu kişilerin bölge halkını sömürmeye devam edeceklerini ve bu kanunun kaldırılması yerine tekrar gözden geçirilerek düzeltilmesi gereken maddeleri varsa düzeltilmesinin daha uygun olacağını savunmuşlardır. 199
Sami Küçük’ün 17 Ekim 1960 tarihinde, 55 kişinin mecburî iskâna tâbi tutulması ile ilgili yaptığı konuşmadan bir bölüm, çalışmanın ilgili kısmında verilmiştir. 200 Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi (CSTD), Dönem 1, Cilt 5, 18.10.1962, s.498-499
79
Cumhuriyet Senatosu’na seçimle gelmiş partili senatörler ise Millet Meclisi’nde olduğu gibi bu yasanın antidemokratik ve insan haklarına aykırı olduğunu, Anayasaya ters olduğunu, mülkiyet ve seyahat haklarını ihlâl ettiğini, yalnızca Doğu ve Güneydoğu’da uygulandığı için Kürtleri hedef aldığını ve sınırsız bir sürgün cezası getirdiğinden ceza hukukuna da aykırı olduğunu ifade ederek yürürlükten kaldırılmasını talep etmişlerdir. Kürt asıllı bu 55 vatandaş ve ailelerinin mecburî iskâna tâbi tutulmalarının bir ceza olup olmadığı konusundaki kısa süreli bir tartışma ise, 27 Mayısçılardan oluşan tabiî senatörler ve Cumhurbaşkanlığı kontenjan senatörleri ile Senato’ya seçimle gelmiş partili senatörlerin Kürt politikaları ve bölgeye bakışları arasındaki derin görüş ayrılığını göstermektedir. Partili senatörler, 55 vatandaşın mecburî iskâna aileleriyle birlikte tâbi tutulduklarını hatırlatarak bir kişinin işlediği suçtan dolayı ailesinin ya da bir başkasının cezalandırılamayacağını ifade etmişlerdir. Buna karşı söz alan Cumhurbaşkanlığı Kontenjan Senatörü Esat Çağa, bu uygulamanın bir ceza değil tedbir olduğunu savunmuş ve Đmar ve Đskân Bakanı Fahrettin Kerim Gökay’a “Acaba, bu kanunun derpiş ettiği tedbirlerin tatbikini, hükümet bir ceza olarak mı telâkki ediyor?” diye sormuştur. Fahrettin Gökay ise bu soruya “Bu kanunla bu vatandaşlar 1 yıl 8 ay gibi bir zamandan veri ceza görmüşlerdir. Demin izahına çalıştım. Vatandaşları yerlerinden eden icraî tasarruftur, kanundur. Millî Birlik Komitesi’nin çıkardığı kanunları kanundan saymayacak mıyız?” şeklinde cevap vermiştir.201 Tartışmaların sona ermesinin ardından kanun tasarısının oylamasına geçilmiştir. Oylamada, tabiî senatörler ve Cumhurbaşkanlığı kontenjan senatörleri neredeyse blok olarak ret oyu kullanmışlardır. 6 tabiî senatör ve 5 kontenjan senatörü ise oylamaya katılmamıştır. Oylamaya katılmayan birkaç partili senatör dışında tüm partili senatörlerin kabul oyu kullandığı oylama sonucunda 17 ret oyuna karşı 101 kabul oyuyla, 105 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.202 Böylece, 17 Ekim 1960 tarihinde Millî Birlik Komitesi’nin çıkarttığı kanunla aileleriyle birlikte sürgüne gönderilen 55 Kürt asıllı vatandaşın evlerine geri dönmelerine izin verilmiştir. Kanunla, sürgüne gönderilenlerin el konulan menkul malları ve 5000 dönüme kadar
olan
kamulaştırılmış
gayrimenkullerinin
kendilerine
iade
edilmeleri
kararlaştırılmıştır. Ancak, yine kanuna göre, bu kişilerin sürgünde iken satılmış olan 201 202
CSTD, Dönem 1, Cilt 5, 18.10.1962, s.519 CSTD, Dönem 1, Cilt 5, 18.10.1962, s.527-529
80
menkul ve gayrimenkulleri iade edilmeyecektir. 203 Bu durum, ailelerin evlerine dönmeleriyle birlikte büyük sorunlara neden olmuştur. Örneğin, Diyarbakır’dan Antalya’ya sürgüne gönderilen Abdurezzak Ensarioğlu, sürgüne gönderilmeden önce yaşadığı üç katlı evinin ve geniş arazisinin yokluğunda hasımları tarafından işgal edildiğini görmüştür. Bunun üzerine yargıya başvuran ama olumlu sonuç alamayan Ensarioğlu Aşireti’nin, ev ve arazisini silâha başvurarak geri alması ihtimali doğmuştur. Bölgede çok sayıda can kaybı yaşanmasına ve büyük kan davalarının doğmasına neden olabilecek durum, evin ve arazinin mahkeme kararıyla Ensarioğlu Aşireti’ne geri verilmesiyle tatlıya bağlanmıştır.204 Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu’nda Kürt asıllı 55 vatandaş ve ailelerinin evlerine dönmeleri için yoğun çaba harcayan siyasî partiler, Meclis dışında da, yüzbinlerce kişiye hükmeden bu büyük aileleri yanlarına çekebilmek için çalışmışlardır. Yeni Türkiye Partisi ve Adalet Partisi, sürgünden dönen aileleri davullu zurnalı törenlerle karşılamışlardır. Karşılama hazırlıkları, karar Millet Meclisi’nden geçtikten hemen sonra başlamıştır. Bu iki parti arasında bölgedeki aşiretleri yanlarına çekebilmek için büyük rekabet yaşanmıştır. Yeni Türkiye Partisi, bölgede kazandığı destek ve oyları korumayı; Adalet Partisi ise büyük aşiretlerin desteğini alarak bölge oylarını kazanmayı amaçlamaktadır. Rekabetin üzerlerinde en çok kızıştığı bölge ve isimler ise Diyarbakır’da Abdürrezzak Ensarioğlu ve Zeynel Abidin Đnan, Van’da Bala Kartal, Erzurum’da Hüseyin Fırat, Urfa’da Ali Fettahoğlu ve Mardin’de Demokrat Parti eski Milletvekili Bahattin Erdem olmuştur.205 “55’ler Olayı” olarak anılan bu olay, Türkiye’deki Kürt siyasetinin önemli dönüm noktalarından birisidir. Bölgelerinde nüfuz sahibi olan, saygı gören, kitleleri etkileyebilen ve çoğu 27 Mayıs’tan önce yasal zeminde siyaset yapan bu kişilerden bazıları, 1960’lı ve 70’li yıllar boyunca tepkisel olarak Kürtçülük hareketlerine yaklaşacak, bu hareketlere destek verecek ve legal ya da illegal olarak Kürtçülük hareketlerinin içinde önemli roller oynayacaklardır. 4.2. Türkiye Đşçi Partisi ve Siyasî Kürtçülük Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi’nin Kürtlere bu yakın politikalarına karşın, Kürt aydınlarının ve Kürtçülerin 1960’lar boyunca Türkiye’de en çok ilgi 203
Kanun metni için bkz. Resmi Gazete, 23 Ekim 1962, no.11239 Hürriyet, 10 Mayıs 2000 205 Cumhuriyet, 15 Eylül 1962
204
81
gösterdikleri parti Türkiye Đşçi Partisi olmuştur. TĐP, kurulduğu günlerden itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin az gelişmişliği ve ekonomik açıdan geri kalmışlığı gibi olgular206 dışında (Kürtlerin Türkiye sınırları içerisinde yaşayan ayrı bir millet olduklarını kabul ederek) milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkını savunmak ve sol ideoloji üzerinden “devletin ve ağaların ezdiği Kürtleri sahiplenmek” söylemiyle bölge oylarını devşirebilmeyi amaçlamıştır. TĐP, bu politikasıyla, kasıtlı ya da farkında olmadan, 60’lı yıllar boyunca Kürtçülük hareketlerinin gelişip yaygınlaşmasında, sol ideoloji yoluyla kitlelere ulaşmasında, taban kazanmasında ve Meclis’te temsil edilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. 1965 yılında Türkiye Đşçi Partisi’nden Diyarbakır Milletvekili olarak seçilen Dr. Tarık Ziya Ekinci, Kürt aydınlarının, kurulduğu günlerden itibaren TĐP’e ve sol ideolojiye gösterdikleri ilgiyi şöyle anlatmaktadır: “1961 Anayasası’yla oluşan görece demokratik ortamda Türkiye’de sol düşünceler tartışmaya açıldı. Başta cezaevindeki 49’lar olmak üzere, Kürt gençlerinin tümü basındaki sol ve sosyalist yayınları izlemeye başladılar. Bu süreçte Türkiye Đşçi Partisi (TĐP) kuruldu. TĐP, Kürt gençlerinin ilgi odağı haline geldi. Parti örgütü önce sola yatkın Kürt aydınları tarafından Diyarbakır’da kuruldu. Artık sosyalizm, 49’lar da dâhil olmak üzere Kürt aydınları arasında ilgiyle izlenen bir ideolojiydi. Kimi Kürt aydınlarının TĐP’e katılmaları ve partinin ön saflarında görev almalarıyla birlikte Kürt aydın hareketi 49’ların temsil ettiği romantik milliyetçilikten daha gerçekçi bir evreye giriyordu. Kürt aydınları TĐP’te aktif siyaset yaparken, öğrenci gençlik de bununla aynı paraleldeki Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)’nda çalışıyordu.”207
Ekinci, Türkiye Đşçi Partisi’nin önce Diyarbakır ve daha sonra diğer DoğuGüneydoğu Anadolu illerinde teşkilâtlanmasını ve bu teşkilâtlanmada Kürt aydınlarının rolünü ise şöyle anlatmaktadır: “Bizlerde de işte o tarihlerde CHP’den ayrılıp Diyarbakır’da TĐP teşkilâtını kurmaya giriştik. Đldeki sendika temsilcileriyle görüşmeler yaptık. Birçoğu heves ve istekle yaklaştılar. Belediye-Đş’ten, Şayak Fabrikası’ndan, Tekel’den sendikacı arkadaşlar vardı. (...) Diyarbakır’da il örgütünü kurduktan sonra Doğu ve Güneydoğu’da daha etkin çalışmaya girdik. Diyarbakır TĐP Teşkilâtını tam teşkilâtlı hale getirdik. Sonra Tunceli, Elazığ, Siirt, Bingöl, Muş ve Van’da Türkiye Đşçi Partisi teşkilâtlarını kurduk.”208
206
Cengiz Güneş, “Kurdish Politics in Turkey: Ideology, Identity and Transformations” Ethnopolitics, Vol.8, no.2, June 2009, s.256 207 Tarık Ziya Ekinci, Türkiye Đşçi Partisi ve Kürtler, Đstanbul: TÜSTAV, 2010, s.8 208 Şehymus Diken, a.g.e., s.56
82
Belediye seçimlerinin yapılacağı 1963 yılında, partilerin bölge oyları konusunda rekabeti de kızışmaya devam etmiştir. CHP’li Đçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata,1963 yılının Nisan ayında, bir kısmı Kürtçe olarak yayınlanan “Deng” adlı dergi hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında, derginin Yazı Đşleri Müdürü Yaşar Kaya ve “49’lar Davasında” da yargılanmakta olan Genel Yayın Müdürü Medet Serhat tutuklanmışlardır. Yaşar Kaya cezaevine gönderilmiş, Medet Serhat ise 2000 Lira kefaletle serbest bırakılmıştır. Tutuklanarak cezaevine gönderilen Yaşar Kaya aynı zamanda TĐP üyesi olduğundan, olaya en çok tepki gösteren parti de Türkiye Đşçi Partisi olmuştur. Partinin yayın organlarından Sosyal Adalet Dergisi, olaya şu şekilde yer vermiştir: “Türkçe ve Kürtçe çıkan Deng için tahkikat açıldı. Derginin yazı işleri müdürü Tevfik edildi. Genel yayın müdürü kefaletle salıverildi. 27 Mayıs’tan sonra gün ışığına çıkan sayısız meselelerimizden birisi Doğu Anadolu’nun feci durumu olmuştu. Kısaca Doğu meselesi olarak sözü edilen konu birçok meseleyi içine alıyordu. 27 Mayıs gününe kadar açıkça konuşulup tartışılması tabu olan bu konu, zamanla bu dokunulmazlığını kaybetmişti. Bu meselenin konuşulmasına bile karşı çıkanlar, tek parti devrinin kafasını hâlâ değiştirememiş olanlardı. Kendilerini Türkiye meselelerinin hangilerinin konuşulup hangilerinin ayağa düşürülmemesi gerektiğinin uzmanı bilen bu kişiler, Doğu meselesinin sözünü etmek isteyen her insana saldırır oldular. Bu arada Doğulu aydınların kendi dar imkânlarıyla çıkardıkları yayınlar, meselenin aydınlanmasında faydalı olmuştu. Fakat özellikle sömürücü ve gerici çevreler halk efkârında başlayan bu hoşgörü havasını zehirlenmekte gecikmemişlerdir. Çeşitli baskı ve tahriklerle Doğu meselesinden büyük tehlikeler çıkarmaya çalışmışlardır.”
Dergideki haberde hükümetin özellikle “Deng” gibi yarısı Kürtçe olarak çıkan yayınlara baskı yaptığı, bu yayınların Kürtçe yazılar içerdiği için kapatılmasının Anayasa ve diğer kanunlara uygun olup olmadığını araştırdığı, kapatılmalarının uygun olmayacağı sonucuna vardığı için Đstanbul Basın Savcılığı’nı devreye sokarak yazıları tercüme ettirdiği ve suç unsuru bulmaya çalıştığı iddia edilmiştir. Tercümelerin tamamlanmasının ardından, hazırlanan dosya Đçişleri ve Adalet Bakanlıklarına sunulmuştur. Bakan ve savcıların ortak incelemeleri sonucu, derginin arka kapağında geçen bir cümle suç olarak görülmüş ve derginin yazı işleri müdürü Yaşar Kaya basın suçundan tutuklanmıştır. Söz olarak kabul edilen cümlenin yazarı olan “doğulu” (haberde Kürt kelimesi yerine bu kelime tercih edilmiştir) Medet Serhat da ertesi gün tutuklanmış, daha sonra 2000 Lira kefaletle tahliye edilmiştir. Haberde, 83
Yaşar Kaya’nın basın suçundan sanık olduğu halde Sultanahmet Cezaevi’ne kelepçeli olarak götürülmesi de protesto edilmiştir. 209 “Deng” Dergisi, kapatıldığı dönemde Kürtçe yayın yapan tek yayın organı değildir. 1950’lerin sonlarında hızlanan Kürtçülük faaliyetlerine paralel olarak, özellikle 1961 yılından sonra Kürtçe yayınların sayısı hızla artmaya başlamıştır. Edip Karahan tarafından 15 günlük olarak çıkartılan ve daha sonra kapatılan “Dicle-Fırat” adlı gazete de bunlardan birisidir. 4.3. Yasadışı “Türkiye Kürt Talebe Cemiyeti” (23’ler Olayı) ve TĐP Basında bu tartışmalar sürerken Milli Savunma Bakanı Đlhami Sancar, birkaç gün içerisinde ülke bütünlüğünü hedef alan kökü dışarıda bazı faaliyetlerle ilgili açıklama yapacağını duyurmuştur. Bu faaliyetlerle ilgili açıklama ise Đlhami Sancar’dan değil Hıfzı Oğuz Bekata’dan gelmiştir. Bekata, 29 Haziran 1963 günü, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde bir Kürt devleti kurmak için yurtiçi ve yurtdışı, açık ve kapalı faaliyet gösteren 12 Komünist Kürdün tutuklandığını ve bu faaliyetlerle ilgili çok sayıda belgenin ele geçirildiğini açıklamıştır.210 Bekata, Türkiye sınırları içerisinde Kürt diye ayrı bir unsurun olmadığını, bunun söz konusu bile edilemeyeceğini, Kürt diye ırk ayrımı yapanların da Türkmenler ya da Özbekler gibi Türk olduklarını ifade ederek; ortaya çıkartılan bölücü Kürtçülük faaliyetleri ile ilgili şunları söylemiştir: “Ötedenberi Millî Emniyet tarafından gerek aşırı solculuk ve gerekse dışla irtibatları dolayısıyla kontrole tâbi tutulan ve dıştan gelen direktiflerle Türkiye’de Anayasamıza da aykırı, ayırıcı, ırkî faaliyetlere girişen, son zamanlarda bütün gemi azıya alarak işi neşriyat safhasına bile döken mahdut bir zümre bizce malûm maksatlarla çalışmakta idi. Yurdumuzun Şark bölgesindeki vatandaşlarımızı hedef tutan bir takım faaliyetler, siyasî olayların gelişmesiyle orantılı olarak inkişaf ettirilmek istenmiştir. Türkiye hudutları içerisinde Kürt diye ırk ayrımına gidenler de, Türkmen, Özbek ve diğer kolları ne ise Kürt denilen Kürtlerin de aynı durumda olduklarını bilmektedirler. Türk hudutları içerisinde ve hiçbir bölgede bu tarzda bir ayrılık emaresi ve düşüncesi mevzuubahis olamaz. Burada isimlerini açıklamak istemediğimiz devletler, iç karışıklıklar
209 210
Türkçe ve Kürtçe Yayın Yapan Deng Đçin Tahkikat Açıldı”, Sosyal Adalet, no.8, 7 Mayıs 1963, s.5 “12 Komünist Kürt Tevkif Edildi”, Akşam, 29 Haziran 1963
84
ve ayrılıklar çıkartmak ve bütünlüğümüzü parçalamak için çalışmakta ve fırsatlar kollamaktadırlar.”211
Kürtçülük ve bölücülük suçlarından tutuklanan kişilerle ilgili ise şu bilgiler verilmiştir: •
Ziya Şerefhanoğlu: Milliyetçi Kürtçü. Avukat. Dışla irtibatlı. Kürtçe ve Türkçe yayınlana hazır olarak ele geçirilen “Reya Rast” Dergisi’nin sahibi.
•
Sait Elçi: Milliyetçi Kürtçü. Đstanbul’da serbest muhasebeci. Dışla irtibatlı.
•
Musa Anter: Komünist Kürtçü. TĐP üyesi. Dışla irtibatlı.
•
Mehmet Serhat: Komünist Kürtçü. Hukuk Fakültesi öğrencisi. Kürtçe ve Türkçe [Deng] Dergisi mesul müdürü.
•
Yaşar Kaya: Komünist Kürtçü. Kürtçüler arasında “Fidel Castro” namıyla anılır. Deng Dergisi yazı işleri müdürü. TĐP üyesi.
•
Doğan Kılıç Şıhhesenanlı: Milliyetçi Kürtçü. “Roja-Newe” adlı Türkçe ve Kürtçe gazetenin sahibi. Avrupa ve Ortadoğu ile irtibatlı ve gizli bir Kürt teşkilatı kurma faaliyeti sanığı.
•
Edip Karahan: Komünist Kürtçü. Dicle Fırat Gazetesi sahibi. Dışla irtibatlı.
•
Enver Aytekin. Komünist Kürtçü. Sosyal Adalet Dergisi idare müdürü. TĐP üyesi.
•
Enver Ali Anagur: Kürtçü. Tunceli Kültür Derneği Başkanı. Dışla irtibatlı.
•
Đbrahim Mahıdır: Irak tabiyetinde Kürtçü. Đstanbul Tıp Fakültesi’nde beşinci sınıf öğrencisi. Dışla irtibatlı.
•
Gazi Dizey: Komünist Kürtçü. Ticari Đlimler Akademisi öğrencisi. Dışla irtibatlı.
211
Cumhuriyet, 29 Haziran 1963. Đçişleri Bakanı Bekata, Türkiye’de bölücü faaliyetlere destek veren devletlerin adını söylememiştir. Ancak, yakalanan kişilerin Komünist olduklarının ısrarla vurgulanması ve bu kişiler içerisinde 2 Iraklı öğrenciyle bir Iraklı Kürt gazetecinin de bulunması, bu devletlerin Sovyetler Birliği ve Irak olduğunu açıkça göstermektedir.
85
•
Abdülsettar Hemavendi: Milliyetçi Kürtçü. Irak asıllı Ürdün pasaportlu gazeteci. “Irak Gizli Hür Gençlik Teşkilatı” Yayın ve Propaganda Komitesi Başkanı.212
Ele geçirilen belgeler arasında ise şunlar yer almaktadır: •
“Lisanı Kürdi” adlı Kürtçe gramer,
•
“Reva-Rest” (ya da Reya-Rast) Dergisi’nin önce “Kürdistan” adıyla çıkartılması için yapılan hazırlıklar, Komünist faaliyetlerine dair yazışmalar, broşürler,
•
Türk, Đran ve Irak hudutlarını Kürtlerin hiçbir zaman tanımadıklarına dair yayınlanmak üzere hazırlanmış yazılar, planlar,
•
Kurulmuş olan gizli Kürtçülük cemiyetinin hücre faaliyetlerini gösteren broşürler,
•
Teksirle çoğaltılıp dağıtılan broşürler,
•
Washington’da yayınlanan Ortadoğu Haber Enstitüsü’nün yayınlarından bazılarının teksir edilmiş pasajları,
•
“Irak Đhtilali ve Kürtler” konulu yazılar,
•
Kürt liderlerinden Baytar Nuri Dersimi ile muhabere edildiğini gösteren mektuplar,
•
Molla Mustafa Barzani’nin “Nidavul Alem” adıyla yayınladığı bildiri,
•
Iraklı Kürt öğrencilerin toplantılarında aldıkları karar suretleri,
•
Avrupa’daki Kürt Öğrenci Cemiyeti’nin tüzüğü,
•
Berlin Komünist Kürtçü teşekküllerinden gönderilen yazılar,
•
Komünist
Kürtçü
Kemal
Fuat
başkanlığındaki
Avrupa
Kürt öğrenci
teşekküllerinden gönderilen talimatlar, notlar,
212
Akşam, 29 Haziran 1963
86
•
Kürt haklarının korunması hakkındaki beyannameler,
•
Gizli Kürt teşkilâtı kurulması hakkındaki yazılar,
•
Gizli teşkilâtların çalışma tarzlarını gösteren planlar,
•
Mutasavver Kürt devletinin sözde “harita ve bayrağı.”213 Açıklamada, ortaya çıkartılan Kürtçü teşkilâtın Irak’taki Molla Mustafa Barzani
hareketi ve bu hareketin Türkiye’deki uzantılarından olan “49’lar” ile bağlantılı olduğu belirtilmiş ve bu teşkilâtın geçmişi ile ilgili şu bilgiler verilmiştir: 1.
1959 yılından önce Irak’taki Komünist Kürtlerin desteği ile Avrupa’da faaliyete geçmiş olan Komünist Kürtçü teşekküllerin bir ucu memleketimize kadar uzanmış olan çalışmaları ve tesirleri altına girdikleri görülen bazı kimseler o tarihlerde tevkif edilerek mahkemeye sevkedilmişlerdi. Duruşmaları henüz tamamlanmamış olan bu 49 kişinin o tarihten bugüne kadar neşriyat ve diğer yollarla ayırıcı faaliyetlere devam ettikleri bilinmekte idi. Bu meyanda, Đstanbul’da bulunan ve durumları ötedenberi izlenmekte olan Avukat Ziya Şerefhanoğlu, Musa Anter, Doğan Kılıç Şıhhasenanlı, Sait Elçi, Medet Serhat, Edip Karahan, Enver Aytekin, Ali Anagur adlı şahısların evlerinde ve işyerlerinde 4 Haziran 1963 günü yapılan kanunî aramada, bu yoldaki faaliyetlerini belirtir dokümanlar ele geçmiş ve bu kimseler tevkif olunmuşlardır.
2.
Diğer taraftan, Türkiye’de faaliyette bulunan bu gruba ilâveten aslen Iraklı olan ve daha önce Avrupa’daki Kürt teşekkülleri ile temasa geçmiş ve yetiştirilerek güya üniversite tahsili için Türkiye’ye gönderilmiş olan Đstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi Đbrahim Mamhıdır ile Đktisadi ve Ticari Đlimler Akademisi öğrencisi Gazi Dizey’in Avrupa’daki Kürtçü teşekküller ile Türkiye’deki bu grup arasında mutavassıt vazifesi gördükleri Millî Emniyet tarafından tesbit edilmiş idi. Bu defa yapılan aramalarla bu keyfiyet kat’i şekilde ve dokümanter olarak meydana çıkmış bulunmaktadır. Bu iki talebe de tevkif olunmuşlardır.
213
Akşam, 29 Haziran 1963
87
3.
Bunlara ilâveten dış tesir ve tahriki açığa vuran yeni bir tevkif yapılmıştır. 15 Mayıs 1963 tarihinde güney hudutlarımızdan yurdumuza giren Abdülsettar Hemavandi ismindeki aslen Iraklı fakat üzerinde birisi tahrif edilmiş olan iki pasaport taşıyan bir şahsın da dışarıdan talimatlandırılarak Türkiye’deki bu grupla temasa geçtiği görülmüştür. Millî Emniyetçe hudutlardan itibaren kontrole tâbi tutulan bu şahıs, Türkiye’de Kürtçülük faaliyetlerinde bulunan Doğan Kılıç Şıhhasenanlı, Musa Anter ve diğerleriyle temas aramış, Doğan Kılıç ile buluşmuş, mevcut faaliyetleri birleştirerek Türkiye’de gizli bir Kürtçülük teşkilâtı kurmak üzere planlar hazırlamıştır. Ayrıca Doğan Kılıç, bu tarzda bir çalışma yaptıklarını, faaliyete geçmek üzere planlar hazırladıklarını itiraf etmiştir. Abdülsettar Hemavandi de halen mevkuftur ve sorgusu derinleştirilmektedir.214 Soruşturmalar sonucu tutuklananların sayısı daha sonra 23’e çıktığından, bu olay
“23’ler Olayı” olarak da anılmıştır. Tutuklananların kurdukları gizli Kürtçü örgütün adı ise “Türkiye Kürt Talebe Cemiyeti”dir. Đçişleri Bakanı Bekata’nın, Kürtçülük faaliyetlerinde bulunmak suçundan tutuklanan kişilerle ilgili basına bilgi verirken, bu kişilerden üçünün TĐP üyesi olduğunu özellikle açıklaması, TĐP ile arasında zaten var olan gerginliği daha da arttırmıştır. Türkiye Đşçi Partisi Merkez Yönetim Komitesi, bölücü Kürtçülük faaliyetlerine verdiği destek konusunda suçüstü yakalanmış olmanın da gerginliğiyle, Hıfzı Oğuz Bekata’nın “rejime leke olan bir bakan” olduğunu ifade ederek tepki göstermiş ve CHP Genel Başkanı ve Başbakan Đsmet Đnönü’ye bir protesto mektubu göndermiştir: “Đçişleri Bakanı’nın Kürtçülük isnadı ile tevkif edilen on iki sanıktan dokuzunun partili hüviyetini belirtmediği halde sanıklardan sadece üçünün Türkiye Đşçi Partisi üyesi olduklarını açıklaması ve bunların Komünist olduklarını ileri sürmesi, buna lüzum duymuş olması, mumaileyhin partimiz hakkında kötü duygu ve düşünceler beslediğinin ve partimizi halka şüpheli bir teşekkül olarak göstermek kast ve gayretiyle hareket ettiğinin açık ve yepyeni bir delilidir.”215
214 215
Milliyet, 29 Haziran 1963 “Rejime Leke Olan Bakan Hıfzı O. Bekata”, Sosyal Adalet, no.17, 9 Temmuz 1963
88
4.4. Đçişleri Bakanı Bekata ile Sağlık Bakanı Azizoğlu Arasındaki Kürtçülük Tartışması Hem Kürt aydınları hem de Türkiye Đşçi Partisi’ni karşısına alan Đçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata, kısa süre sonra hedefine bu kez Diyarbakırlı Sağlık Bakanı ve Kürt siyasetinde önemli yere sahip bir Kürt aydını olan Dr. Yusuf Azizoğlu’nu koymuştur. Bekata, 1 Ekim 1963 tarihinde yapılan CHP Grup Toplantısında, YTP Diyarbakır Milletvekili ve Sağlık Bakanı Dr. Yusuf Azizoğlu’nun bölücülük ve Kürtçülük faaliyetlerinde bulunan kişi ve gruplarla ilişkisi olduğunu iddia etmiştir.216 Bekata, daha sonra, Yusuf Azizoğlu’nun 1926 ile 1930 yılları arasında Ağrı’da meydana gelen ayaklanma hareketlerinde yargılanarak mahkûm edilmiş olan Demokrat Parti eski Ağrı Milletvekili Halis Öztürk’ü Ağrı Cezaevi’ne naklettirebilmek için Ağrı Valisi’ne baskı yaptığını da iddia etmiştir. Bekata’nın önce Kürt aydınlarla, sonra TĐP’le ve son olarak YTP’li Sağlık Bakanı’yla tartışmaya girmesinin hem koalisyon hükümetini tehlikeye düşüreceğini hem de CHP’ye Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelen oyları azaltacağını gören Đsmet Đnönü, 4 Ekim 1963 günü Bekata’nın istifasını kabul etmiştir. Đnönü, Bakanlar Kurulu toplantısından sonra gazetecilere yaptığı açıklamada Bekata’nın önceki gece istifasını verdiğini, kendisinin bu istifayı kabul ettiğini ve durumu Cumhurbaşkanına arz edeceğini söylemiştir. Đnönü, aynı gün konuyu Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’le görüşmüş ve Bekata’nın yerine Đçişleri Bakanlığı’na Vefik Pirinççioğlu’nun vekâlet edeceğini bildirmiştir. 217 Bekata, istifasını verirken “prensiplerinden vazgeçmeyerek mücadelesine devam edeceğini” söylemiştir. Hıfzı Oğuz Bekata’nın Dr. Yusuf Azizoğlu ile ilgili koalisyon hükümetinde krize neden olan iddiaları şunlardır: 1.
“Vatan haini ve eşkıya” eski Ağrı Mebusu, mahkûm Halis Öztürk’ü Ağrı Hapishanesi’ne naklettirmek için Ağrı Valisi’ne tazyik yapmıştır,
2.
Kürtçülük hadiselerinde tehlikeli alâkaları bulunduğuna dair
dosyaları
mevcuttur,
216 217
Milliyet, 2 Ekim 1963 Ulus, 5 Ekim 1963
89
3.
Bölgecilik gayesiyle ve hatta tehlikeli amaçlar güden şahıs ve derneklere Sosyal Yardım Fonu’ndan para yardımı yapmıştır.218 Yeni Türkiye Partisi Diyarbakır Milletvekili ve Sağlık Bakanı Yusuf Azizoğlu,
Hıfzı Oğuz Bekata’nın kendisine yönelik Kürtçülük iddialarına Millet Meclisi kürsüsünden şu şekilde yanıt vermiştir: “Eski Ağrı Mebusu mahkûm Halis Öztürk’ün Ağrı Hapishanesi’ne nakli için şefaat ettiğim doğrudur. Bunun için Ağrı Valisi’ni tazyik ettiğim yalandır. (...) Kürtçülük hadiselerinde tehlikeli alâkalarım olduğuna dair dosyaların bulunduğu hakkındaki iddia eski bir hikâyedir. Siyasî hayatımın ilk adımı ile başlayan bu yadigâr, Hıfzı Oğuz gibi kimselerin siyasî mücadelelerin aleyhine inkişaf ettiği anda ortaya attıkları ve müteaffin bir sakız halinde ağızlarında çiğnedikleri, fakat hakikî veçhesiyle bugüne kadar hiçbir kimsenin ortaya çıkartmak mertliğini gösteremediği, sadece bir tezvir ve şantaj vasıtası olarak kullanılan çirkin bir taktiktir.
Azizoğlu konuşmasında, Diyarbakır Milletvekili Adnan Aral ve Ağrı Milletvekilli Kerem Özcan’la yaptığı bir görüşme sırasında, Kayseri’de cezaevinde bulunan ve daha önce Kürtçülük suçundan da mahkûm edilmiş olan Halis Öztürk’ün Ağrı’daki cezaevine nakil edilmek istediği ancak diğer mahkûmların istekleri kabul edildiği halde Öztürk’ün isteğinin kabul edilmediği bilgisini aldığını söylemiştir. Kendisinden yardım istenmesi üzerine Azizoğlu, Adalet Bakanı’nı telefonla aramış ve bu durumun nedeni sormuştur. Ağrı Valiliği’nin nakle izin vermediğini öğrenen Azizoğlu, bu kez Ağrı Valisini aramış ve açıklama istemiştir. Halis Öztürk’ün Ağrı’da çok sayıda hasmı olduğundan buradaki cezaevinin güvenlik açısından uygun olmadığı için nakle izin verilmediği yanıtını alan Azizoğlu, bu uygulamanın doğru olmadığını söyleyerek validen bir kez daha inceleme yapmasını istemiştir. Azizoğlu’nun iddiasına göre, Ağrı Valisi bu görüşmeden sonra Adalet Bakanı’na özel bir yazı yazarak kendisine baskı yapıldığını bildirmiştir. Azizoğlu, Kürtçülük faaliyetleriyle ilgisi olduğu iddialarına da yanıt vermiştir. Doğup büyüdüğü ve yıllar boyu ihmal edilmiş olan bir bölgenin kalkınmasını savunmak gayretlerinin Kürtçülük ve bölücülük olarak gösterildiğini iddia eden Azizoğlu, bu iddiada bulunanların, bu milletin bütünlüğüne en büyük ihanette bulunduklarını ve bu ithamda bulunanların itham altında olandan daha suçlu olduklarını söylemiştir. 218
MMTD, Dönem 1, Cilt 22, 8.10.1963, s.208
90
Kürtçülük faaliyeti yürüten şahıs ve derneklere devlet fonlarından para yardımı yaptığı iddialarını da yanıtlayan Azizoğlu, bu fonlardan şahıslara doğrudan yardım yapmanın kanun açısından mümkün olmadığını söylemiştir. Derneklere yardım yaptığı iddialarına karşılık olarak da, bu derneklerin Doğu ve Güneydoğu’daki illerde bulunan “yüksek öğrenim ve kültür dernekleri” olduğunu iddia etmiş ve Elazığ, Bingöl, Urfa, Siirt, Kilis, Ergani, Hınıs, Erzurum, Kulp, Muş, Erzincan, Tunceli, Diyarbakır, Mardin, Siverek ve Van’da bulunan toplam 26 derneğe devlet fonlarından son iki yılda 400 bin Lira yardım yapıldığını söylemiştir. Azizoğlu, bu derneklerin bölücü faaliyetler yürüttükleri konusunda kendilerine bir bilgi ulaşmadığını söylemiş ve Đçişleri Bakanı Bekata’nın zihniyetinin, DoğuGüneydoğu Anadolu’daki tüm yüksek öğrenim ve kültür derneklerini bölücü dernekler olarak gören bir zihniyet olduğunu iddia ederek sözlerini tamamlamıştır. 219 Yusuf Azizoğlu’nun bu sözlerine Bekata’nın karşılığı, Meclis’in 18 Ekim 1963 tarihli birleşik toplantısında gelmiştir. Cumhuriyet Senatosu Ankara Üyesi sıfatıyla konuşan Bekata, Azizoğlu hakkındaki Kürtçülük ve ihanet iddialarını daha da yüksek sesle dile getirmiştir: “(...) Halis Öztürk, Türk vatanını ve Türk Devletini bölme yolundaki müfrit Kürtçülük faaliyetleri dolayısıyla daha 1927’de batıya nakledilirken, yakınları tarafından jandarmaya tecavüz edilerek kaçırılmıştır. Bundan sonra Halis Öztürk, asilerle doğrudan doğruya birleşmiş, soygunlara karışmış, erlerimizi yaralamış ve şehit etmiştir. 1934’de tevkif edilmişse de, bu sefer de cezaevinden kaçmıştır. Tekrar eşkiyalığa başlayan Halis Öztürk, resmen şaki ilân olunarak, gıyaben 32 yıl hapse mahkûm edilmiştir. Đzaleî Şekavet Kanunundan faydalanarak dehalet etmiş ise de, gizli faaliyetlerine devam etmiştir. 1950’de DP mebusu olmuştur. Bu sayede yolunda daha çok imkânlarla yürümüştür. Gizli Kürt cemiyeti ile ve Molla Mustafa Barzani ile de temasa geçtiği ve ona adamlarıyla para yardımı yaptığı kanaati de mevcuttur. Đşte Modern Kayseri Cezaevi’nden, önceleri kolaylıkla kaçtığı ve halen de rahatça kaçma imkânlarına fazlasıyla sahip bulunduğu son derece iptidaî Ağrı Cezaevi’ne nakline, Azizoğlu’nun valiyi tazyik ederek, ısrarla tavassut ettiği Halis Öztürk kısaca budur.”220
Yusuf Azizoğlu’nun, Kürtçülük ve bölücülükten yargılanmakta olan “49’lar”la ve Avrupa’daki Kürtçü örgütlerle bağlantılı olduğunu ve “49’lar”dan Ali Karahan’a devlet fonlarından 40000 Lira yardım yaptığını da iddia eden Bekata, ayrıca Yusuf 219 220
MMTD, Dönem 1, Cilt 22, 8.10.1963, s.209-211 MMTD, Dönem 1, Cilt 2, 18.10.1963 (Birleşik Toplantı Zabıtları), s.363-368
91
Azizoğlu’nun Doğu’da görev yapan Kürt asıllı öğretmenleri “satın alarak” Doğulu gençleri sokağa dökmeye çalıştığını da iddialarına eklemiştir. 221 Đçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata ve Sağlık Bakanı Dr. Yusuf Azizoğlu arasında yaşanan ve sonunda ikisinin de bakanlık görevlerinden istifa etmek zorunda kalmalarıyla sonuçlanan bu Kürtçülük ve bölücülük polemiği, yalnızca farklı partilerden iki milletvekilinin tartışmalarıyla sınırlı bir olay değildir. Türkiye’de 1940’lı yılların ortalarından itibaren, özellikle Sovyetler Birliği’nin girişimleriyle, üniversite öğrenimi gören Kürt öğrenciler arasında Kürtçülük fikrini savunan bir öğrenci grubu ortaya çıkmıştır. 1950’li yıllarda toplumda doktor, mühendis, yazar gibi sıfatlarla artık birer aydın konumu kazanan bu grup, Türkiye’nin çok partili demokratik sistemdeki acemiliğinden ve siyasî partilerin yanlışlarından da yararlanarak, kendi Kürtçü adaylarını milletvekili yapmayı ve Kürtçülük fikrini Meclis zeminine taşımayı başarmışlardır. 1950’li yıllar boyunca bu vekiller üzerinden Türkiye Büyük Millet Meclisi seviyesinde faaliyet imkânı bulan, siyasî partilerin teşkilâtlarından ve olanaklarından yararlanan Kürtçü hareket, bu imkânlar sayesinde fazla dikkat çekmeden tabanını ve faaliyet alanını genişletmeyi başarmıştır. 1950’li yılların sonlarına doğru Irak’ta meydana gelen General Kasım darbesinden sonra Molla Mustafa Barzani’nin bu ülkede başlattığı Kürtçü hareket, Türkiye’deki Kürtçüleri de harekete geçirmiş ve bu tarihten sonra Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetlerinde büyük bir artış olmuştur. Demokrat Parti Hükümeti’nin, bu faaliyetlerin Türkiye’ye zarar verebileceğini anlayarak önlem alma çabası geç kalınmış bir hamle olmuştur. 1959 yılında ortaya çıkartılan yasadışı “Kürt Đstiklâl Partisi”ni kuranların nitelikleri, Türkiye’deki Kürtçü hareketin 1950’ler boyunca ne kadar geliştiğinin bir göstergesi olmuştur. 27 Mayıs 1960 tarihindeki askerî müdahaleyle ülke yönetime el koyan Millî Birlik Komitesi’nin Kürtçülük hareketlerine karşı aldığı önlemler de son derece yetersiz kalmıştır. Çünkü MBK üyeleri, çok partili demokratik sistemde bölge oylarının kendilerini iktidara ya da Meclis’e taşıyabildiğini gören siyasî partilerin kasıtlı ya da farkında olmadan Kürtçülük hareketlerine katkıda bulunacaklarını ve siyasî partileri 221
MMTD, Dönem 1, Cilt 2, 18.10.1963 (Birleşik Toplantı Zabıtları), s.376-378
92
belli bir oranda yönlendirebildiklerini gören Kürtçü çevrelerin de bu durumu bir araç olarak kullanmakta olduklarını görebilecek vizyona sahip değildir. Bu nedenle, önlem olarak düşündükleri antidemokratik mecburî iskân uygulaması 1 yıl kadar sürebilmiş, tekrar iktidara gelen siyasî partiler sürgündeki bu kişileri bölgelerine geri getirmiş hatta davullu zurnalı törenlerle karşılamışlardır. 1963 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin iki bakanı arasında yaşanan polemik, hem sürekli güçlenen ve siyaseti etkileme yeteneği kazanan Kürtçülük hareketinin ulaştığı noktayı, hem de bu hareketin Meclis’ten bürokrasiye doğru yayılarak yavaş yavaş bir kamplaşmaya neden olmaya başladığını göstermesi açısından önemlidir. 4.5. “Kürt Meselesi” Teriminin TĐP Aracılığıyla Siyasî Literatüre Girişi Türkiye’deki Kürtler ve Kürtçülük tartışmaları, TĐP’in 1963 yılının Mayıs ayında Gaziantep’te düzenlemeye karar verdiği Genel Yönetim Kurulu toplantısıyla Meclis dışında da devam etmiştir. Bu toplantıda bir konuşma yapan Türkiye Đşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, konuşmasında, o yıllarda bir tabu olmasına karşın açıkça Türkiye’de bir “Kürt meselesi” olduğunu söylemiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Alevî Kürtler ve Kürtçe gibi konuların da yer aldığı konuşma, Türkiye Đşçi Partisi’nin yayın organlarından olan Sosyal Adalet Dergisi’nde koyu harflerle vurgulanarak yayımlanmıştır: “Kürt Meselesi: Bir büyük meselemiz var. Doğu ve Güneydoğu illerimizde daha çok Kürtçe ve Arapça konuşan ve Alevî mezhebinden milyonlarca vatandaşımız yaşıyor. Bunun doğurduğu çetin meselelerle karşı karşıyayız. Meselenin birçok yönü var. Bu yurttaşlarımız bu güne kadar genel olarak Devlete vergisini ödemiş, yurt savunmasında kanını akıtmış ve emeğini esirgememiştir. Her işte şevkle çalışmıştır. Ama buna karşılık hak ettikleri yurttaşlık nimetlerinden gerektiği
kadar
yararlandırılmamışlardır. Bir kere,
bu
yurttaşlarımıza eşit yurttaş muamelesi yapılmalıdır. Anayasada herkese tanınan hak ve hürriyetler, tastamam bu yurttaşlarımıza tanınmalıdır. Đkincisi, Doğu ve Güneydoğu illeri bir
mahrumiyet bölgesi olmaktan
kurtarılmalıdır. Şimdiye kadar ihmal edildiklerini de göz önünde bulundurarak okulun, fabrikanın, hastahanenin, kütüphanenin, tiyatronun, yolun en çoğu bu illerde açılmalıdır.
93
Memurun en iyisi, en insancılı ve yurtseveri bu illere gönderilmelidir. TĐP, bu mesele karşısında da Anayasanın eksiksiz, tastamam uygulanmasını ister.”222
Genel Seçimlerin yapılacağı 1965 yılında, 1961 yılından beri yargılanmakta olan “49’lar” hakkında ilk karar verilmiştir. Yargılanmalarına tutuksuz olarak devam edilen “49’lar”dan 16’sı birer yıl dörder ay hapis cezasına çarptırılmış, diğerleri ise beraat etmişlerdir. Beraat eden sanıklar hakkındaki beraat kararı, daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulacak ve yargılanmalarına Türk Ceza Kanunu’nun Kürtçülük suçunu da kapsayan 141.maddesinden tekrar başlanacaktır. Hapis cezasına çarptırılan sanıklar şunlardır: Ali Karahan, Hasan Akkuş, Şevket Turan, Canip Yıldırım, Musa Anter, Yavuz Çamlıbel, Medet Serhat, Örfi Akkoyunlu, Selim Kılıçoğlu, Şahabettin Septioğlu, Sait Elçi, Dr. Sait Kırmızıtoprak, Yaşar Kaya, Faik Savaş, Fadıl Budak, Abdurrahman Ethem Dolak223 Hapis cezasına çarptırılanlardan Ali Karahan 1965 Genel Seçimlerinde YTP Hakkari milletvekili adayı, Canip Yıldırım TĐP Mardin milletvekili adayı, Hasan Akkuş TĐP Urfa milletvekili adayı, Şevket Turan Siirt’ten bağımsız milletvekili adayı, Musa Anter ise Mardin’den bağımsız milletvekili adayıdır. Asker sanıklardan Levazım Binbaşı Şevket Turan ve Yüzbaşı Selim Kılıçoğlu’nun ise orduyla ilişkileri kesilmiştir. 1965 Seçimlerinde, sanıklardan Ali Karahan YTP Hakkari Milletvekili, Ziya Şerefhanoğlu da Bitlis’ten bağımsız senatör olarak seçildikleri için dokunulmazlık kazanmışlardır. Karara itiraz eden diğer sanıkların cezaları ise Askeri Yargıtay tarafından onaylanmıştır. Ali Karahan ve Ziya Şerefhanoğlu’nun dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezleke hazırlanmışsa da sonuç alınamamıştır. 4.6. 1965 Genel Seçimleri ve TĐP’in Meclis’e Girişinin Kürtçülük Faaliyetlerine Etkisi 10 Ekim 1965 tarihinde yapılan Genel Seçimlerde, toplam 1350231 vatandaşın oy kullandığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu illeri, Meclis’e 72 milletvekili göndermiştir. Seçimlerden tek başına iktidar olarak çıkan Süleyman Demirel’in Adalet 222 223
Sosyal Adalet, no.9, 14 Mayıs 1963, s.8-9. Milliyet, 25 Eylül 1965
94
Partisi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan da en fazla milletvekili çıkartan parti olmuş, bölgeden 26 milletvekilliği kazanmıştır. Bölgenin Cumhuriyet Halk Partisi’ne olan desteği bu seçimlerde de devam etmiş ve CHP bölgeden 24 milletvekili çıkartmıştır. 13 milletvekilliği kazanan Yeni Türkiye Partisi’nin bölgedeki milletvekili sayısı, 1961 seçimlerine göre yarı yarıya azalmıştır. Kurulduğu günden beri Kürtlerle ve özellikle Kürt aydınlarıyla yakın ilişkiler içerisinde olan Türkiye Đşçi Partisi ise bölgeden 4 milletvekilliği kazanmıştır. Tüm Türkiye’de 15 vekillik kazanan Türkiye Đşçi Partisi’nin Meclis’te grup kurabilmesinde224, bölgeden aldığı oyların belirleyici bir rolü olmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan 4 vekil çıkartmasına karşın TĐP’in Meclis’e giren tek Kürt kökenli milletvekili, Diyarbakır’dan seçilmiş olan Dr. Tarık Ziya Ekinci’dir. 1965 Genel Seçimlerinde Doğu ve Anadolu Bölgesi’ndeki milletvekilliklerinin il ve partilere göre dağılımı ise şöyledir:
225
Tablo 3: 1965 Genel Seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Milletvekili Dağılımı
AĞRI BĐNGÖL BĐTLĐS DĐYARBAKIR ELAZIĞ ERZĐNCAN ERZURUM HAKKARĐ KARS MALATYA MARDĐN MUŞ SĐĐRT TUNCELĐ URFA VAN TOPLAM
AP
CHP
YTP
TĐP
CKMP
MP
1 1 2 3 2 5 3 2 1 1 2 1 3 1 26
1 1 2 2 1 2 3 3 2 1 1 1 2 2 24
1 1 2 1 1 1 2 1 1 1 1 13
1 1 1 1 4
1 2 1 4
1 1
224
O dönemde 15 milletvekili, Meclis’te grup kurabilmek için yeterliydi. Gündüz Vassaf, “Đsmet Đnönü-Mihri Belli Kıskacında Sol”, Radikal, 25 Eylül 2011 225 Tablo 3, Türkiye Đstatistik Kurumu Milletvekili Genel Seçimleri Đstatistikleri (1923-2007), s.29-95’de yer alan resmi verilerden derlenerek hazırlanmıştır.
95
Türkiye Đşçi Partisi, Kürtler ve Kürt meselesi konularını Meclis’te parti programı çerçevesinde ve genel olarak iki eksende ele almıştır. TĐP’li vekiller tarafından Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin ekonomik ve sosyal açılardan çok geri kalmış durumda olduğu vurgulanmış ve bölgesel kalkınma programları çerçevesinde bölgenin kalkınmasının sağlanması için önlemler alınması istenmiştir. TĐP’in parlamentoda konuya yaklaşımının ikinci ekseni ise bölgedeki vatandaşların, özellikle Kürt köylülerin devlete yakın olan ağaların baskısı altında bulundukları olmuştur. TĐP’li vekiller, Meclis’te ağalık sisteminin tasfiyesi için köklü bir toprak reformu yapılmasının gerekliliğine vurgu yapmışlardır. Türkiye Đşçi Partili vekiller, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki asayişsizlik sorunundan da devletle yakın olan ağaları sorumlu tutmuş ve ilgili bakanları sık sık eleştirmişlerdir. Öte yandan Türkiye Đşçi Partisi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki duruma ve bölgede yaşayan Kürt vatandaşlara yönelik bu sosyalist çizgideki bakışının yanında, özellikle Meclis’te bulunduğu dönemde Kürtçülük faaliyetleri ile de yakın temas içerisinde olmuştur. TĐP’in yönetici ve üyeleri, bu dönemde ortaya çıkan birçok yasak Kürtçü yayının üretilmesi, basılması ve dağıtılması aşamalarında birinci sorumlu olarak yer almışlar, bazı TĐP’liler de yasadışı Kürtçü örgütlere yakın durmuşlardır. 1967 yılında düzenlenecek olan ve Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Kürtçü hareketlerin taban genişletmesine büyük katkıda bulunan Doğu Mitingleri, doğrudan TĐP’li yöneticilerin girişimleriyle gerçekleşmiş, TĐP’li yöneticiler bu mitingler için gerekli izinleri almış, tertip komitelerini kurmuş ve TĐP’li vekiller de bu mitinglere katılarak konuşmalar yapmışlardır. Bölgede bu kadar geniş çaplı mitinglerin düzenlenebilmesinde, Meclis’te temsil edilen bir parti olan TĐP’in girişimlerinin etkisi büyük olmuştur. 1970’li yıllarında ortalarından itibaren kurulacak olan Kürtçü, bölücü terör örgütlerinin kurucularının çoğunu bünyesinde barındırmış olan Devrimci Doğu Kültür Ocakları da, Türkiye Đşçi Partisi’nin Meclis’te bulunduğu dönemde kurulmuştur. Devrimci Doğu Kültür Ocakları, TĐP’in bölge ve Kürtlere yönelik politikalarında yönlendirici bir rol oynamış ve partinin ileride bölücülük faaliyetlerinden dolayı kapatılmasına neden olmuştur.
96
4.7. Mustafa Barzani ile Đlişkili Yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” Aynı günlerde, Türkiye’de faaliyet gösteren ve sayıları hızla artan illegal Kürtçü oluşumlara bir yenisi daha eklenmiştir. “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” adını taşıyan bu yasadışı örgüt, 1958’de Irak’ta gerçekleşen General Abdülkerim Kasım darbesinden sonraki 7 yıl içerisinde Türkiye’de ortaya çıkartılan üçüncü Kürtçü örgüttür. Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetlerinin, Irak’taki darbeyle başlayan Molla Mustafa Barzani hareketinden cesaret aldığı açıktır. Dahası, 1950’li ve 60’lı yıllarda siyasî partilerin yürüttükleri bazı politikalar da Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetlerini kolaylaştırmış, hatta cesaretlendirmiştir. 1965 yılında kurulduğu kabul edilen “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi”, Molla Mustafa Barzani’nin Irak’taki Irak Kürdistan Demokrat Partisi’yle bağlantılıdır. Bazı kaynaklara göre TKDP, Siverekli Avukat Faik Bucak tarafından Irak Kürdistan Demokrat Partisi modeli üzerine kurulmuştur.226 Diğer taraftan, bu oluşumun Sait Elçi, Şerafettin Elçi, Şakir Epözdemir, Derviş Akgül ve Ömer Turhan tarafından 11 Temmuz 1965 tarihinde Diyarbakır Gazi Köşkü’nün bahçesinde kurulduğu da iddia edilmektedir. Buna göre, oluşumun başına ilk olarak Sait Elçi geçmiş, kırk gün sonra ise yerine Faik Bucak getirilmiştir.227 Đlk olarak Silopi ve Cizre’de faaliyet gösteren ve Kuzey Irak’taki Barzani hareketinden yönetilen oluşumun “genel sekreteri” Dr. Sait Kırmızıtoprak’tır. Diğer bazı üyeleri ise Dr. Faik Savaş, Hikmet Buluttekin, “49’lar”dan Nazmi Balkaş ve Hasan Yıkılmış’tır.228 1960’lardaki Kürtçülük hareketlerine paralel olarak Marksist-Leninist çizgide bulunan yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi”nin tüzüğünün başında yer alan “amaçlar” bölümü şöyledir: 1.
Türk Anayasası’nın değiştirilmesi, Kürt ve Türk terimlerinin Anayasada birlikte yer alması ve Türk Devleti’nin bu iki unsurdan oluştuğunun kabul ve ilân olunması,
2.
Parlamentoya [Kürtlerin] kendi nüfusları oranında milletvekili verilmesi,
226
Michael M. Gunter, “The Kurdish Problem in Turkey”, The Middle East Journal, Summer, 1988, vol.42, no.3, s.392 227 Altan Tan, a.g.e., s.349-351 228 Abdülhaluk Çay, a.g.e., s.359-360
97
3.
“Kürdistan” olarak tanımlanan yerlere muhacir yerleştirilmemesi ve buradaki köy ve kentlerin isimlerinin değiştirilmesi,
4.
“Kürdistan” şehirlerine aslı Kürt olan idareciler yollanması,
5.
Türkiye’deki “Kürdistan” da resmî dilin Kürtçe olması, okullarda Kürtçe eğitim verilmesi, Kürtçe radyo ve televizyon kurulması ve Kürtçe kitap, mecmua ve gazete neşrinin sağlanması,
6.
Devletin, [Kürtlerin] “Kürdistan” olarak tanımladıkları yerlerin kalkınması için malî ve iktisadî tedbirler almasını ve bunun için “Kürdistan” olarak bildikleri yerlerin sınırları içerisinde ağır sanayi yatırımlarının oluşturulmasını ve bölgeden çıkan petrol gelirinin %74’ünün, “Kürdistan” olarak belirttikleri yerlere sarf edilmesinin gerçekleştirilmesi.229 Millî Đstihbarat Teşkilâtı (MĐT)’nın, “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi”nin
faaliyetlerini uzun süre yakından takip ettiği anlaşılmaktadır. Örneğin, Molla Mustafa Barzani tarafından bu oluşumu kurmak için Türkiye’ye gönderilmiş olan Raşit Hamo adlı Iraklı bir şahıs izlenerek Gaziantep’ten Türkiye’ye giriş yaptığı belirlenmiş; bu şahsın Nusaybin, Kızıltepe, Đdil, Silopi ve Mazıdağ’daki gizli temas ve faaliyetleri ortaya çıkartılmış ve bu şahıs 30 Ocak 1968 günü Diyarbakır’da düzenlenen bir operasyondan son anda kurtulabilmiştir.230 Oluşum, yöneticisi Faik Bucak’ın 1966 yılının Temmuz ayında Urfa-Siverek’te uğradığı silâhlı saldırı sonucu ölmesi ve düzenlenen operasyonlarda çeşitli kademelerdeki yönetici ve üyelerinin tutuklanmasına karşın, 1971 yılına kadar faaliyetlerine devam etmiştir. “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” (TKDP)’nin kurulmasından sonra; Kürt milliyetçisi Kürtçülerin TKDP’ye, Marksist-Leninist sol görüşlü Kürtçülerin TĐP’e, toprak ağası ve aşiret reisi Kürtlerin ise Adalet Partisi’ne destek verdiği bir tablo oluşmuştur. Aşiret reisi ve toprak ağası “feodal” Kürtlerin Adalet Partisi’ne olan desteği 1980’lere kadar devam edecektir. Solcu ve milliyetçi Kürtler ise 12 Mart 1971’deki Askeri Müdahaleden sonra TĐP’in kapatılması ve TKDP’nin dağılmasının ardından illegal Kürtçü oluşumlar içerisinde yer alacaklardır. Bu illegal oluşumlar, 1970’lerin 229 230
Đbrahim Etem Gürsel, Kürtçülük Gerçeği, Ankara, 1977, s.73-74; Bilal Şimşir, a.g.e., s.547 Milliyet, 6 Şubat 1968
98
şiddet ve anarşi ortamında kısa sürede silâhlanacak ve şiddetten güç devşirmeye çalışan, ayrılıkçı-bölücü unsurlar haline geleceklerdir. Bu ayrılıkçı-bölücü unsurlar zamanla kendi aralarında ve “Kürt davasına ihanet etmekle” suçladıkları AP’yi destekleyen toprak ağaları ve aşiret reisleri ile çatışacaklar, Doğu-Güneydoğu Anadolu’da hâkimiyet kurma mücadelesine girişeceklerdir. Bu mücadele ise bölgeyi kısa sürede terör ortamına sürükleyecektir. 4.8. TĐP’in Kürtçe Yayın Yapan Yeni Akış Dergisi Türkiye Đşçi Partisi, Kürt kökenli yalnızca bir vekili bulunması nedeniyle “Kürt meselesini” Meclis’te fazla dillendirememiştir. Dahası, TĐP’li vekiller Meclis konuşmalarında Kürt ve Kürt meselesi yerine “Doğu ve Doğu meselesi” ifadelerini kullanmaya özen göstermişlerdir. Meclis’teki bu duruma karşın, Türkiye Đşçi Partisi’nin Meclis dışında Kürtlerle yakınlığı artarak devam etmiştir. Bu durumun bir örneği, 1966 yılının Ağustos ayında yayımlanmaya başlanan Yeni Akış Dergisi’dir. Derginin sahibi ve sorumlusu olan TĐP Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Ali Aslan ve Kürt siyasetinin önemli isimlerinden TĐP Tunceli Đl Başkanı Avukat Kemal Burkay’ın çalışmalarıyla yayına başlayan Yeni Akış Dergisi’nde, Türkçe’nin yanında Kürtçe yazı, makale ve şiirlere de yer verilmiştir. O dönemde Türkiye Đşçi Partisi Diyarbakır Milletvekili olan Dr. Tarık Ziya Ekinci, Yeni Akış Dergisi’ni Türkiye’deki Kürtler açısından şöyle değerlendirmektedir: “Yeni Akış’ın dört sayısında çıkan yazıları iki grupta değerlendirmek mümkündür. Birinci gruptaki yazılarda, millet (ulus) sorunu sosyalist açıdan inceleniyor ve Türkiye’deki Kürtlerin konumu değerlendiriliyordu. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Kürtlerin varlığının inkâr edildiği, dil ve kültürlerinin yasaklandığı açıklanıyor, bu uygulamanın çağdaş dünyada yerinin olmadığı belirtiliyordu. Özellikle, sosyalist açıdan her ulusun kendi kaderini tayin etmesi ilkesi işleniyor ve sosyalist dünyadaki uygulamalar örnek gösteriliyordu. Artık Türkiye’de de Kürt sorununun tanınması, Kürtlerin evrensel nitelikteki insan haklarına kavuşmalarının zamanı geldiği anlatılıyordu. Đkinci gruptaki yazılar ise Türk basınında çıkan ırkçı, şoven-milliyetçi nitelikteki yazılara∗ ayrılmıştı. (...) Yeni Akış, Kürt sorununun çözümü için de Kürt halkına ve aydınlarına sesleniyordu. Kürt halkı ve aydınları elbette ki sosyalist parti ve kurumlarda yer alacaklardır [diyordu].231
Ekinci, o dönemde basında Kürtlerin hakları ile ilgili çıkan yazıları “sosyalist ve evrensel insan hakları ile ilgili yazılar”, Türklerle ilgili çıkan milliyetçi yazıları ise “ırkçı ve şoven” yazılar olarak nitelendirmektedir. 231 Tarık Ziya Ekinci, TĐP ve Kürtler, s.32-34
∗
99
Yeni Akış Dergisi’nin dördüncü sayısının yayımlandığı Kasım ayı içerisinde, 26 Kasım 1966 tarihinde, derginin sahibi ve sorumlusu Mehmet Ali Aslan ve derginin son sayısında mesul müdür olarak görünen Abbas Đzol, Kürtçülük propagandası yaptıkları gerekçesiyle tutuklanarak Ankara’ya gönderilmişlerdir. 232 Bundan yaklaşık iki hafta sonra, 9 Aralık 1966 günü, Türkiye Đşçi Partisi Tunceli Đl Başkanı Kemal Burkay, dergide yayımlanan bir makalesinde Kürtçülük propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklanarak Tunceli’den Ankara’ya gönderilmiştir.233 Ekinci, sonraki gelişmeleri şöyle anlatmaktadır: (...) Üçü de TĐP üyesi olan arkadaşlarımız altı ay süreyle mahkemeye çıkmadan tutuklu kaldılar. Yaptıkları bütün itirazlar reddedilmiş ve yasal olmayan bir biçimde cezaevinde kalmışlardı. Cezaevinde bulundukları süre içinde TĐP’li gençler ve Ankara’daki Kürt üniversite öğrencileri bu arkadaşlarımızla yakından ilgilenmiş, hemen her hafta ziyaretlerine gitmiş ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmışlardı. Tutuklanmaları parti üst yönetiminde de yankı yapmıştı. (...) Aradan altı ay gibi bir tutukluluk dönemi geçtikten sonra ilk duruşma yapıldı. Kalabalık bir dinleyici topluluğu vardı. TĐP üyeleri çoğunluktaydı. Đzleyiciler arasında parti üyesi olmayan Kürt aydınlar ve öğrenciler de az değildi. Đlk konuşmayı sanıklardan M.A. Aslan yaptı. Dergideki düşüncelerin tümüne sahip çıktı. Kürtlerin varlığına vurgu yaparak dil ve kültür haklarının tanınmasını savundu. (...) Kemal Burkay da aynı doğrultuda bir savunma yaptı. Arkadaşlarımızın üçü de tahliye edildi. Böylece, 49’lar davasından sonra Kürt sorununu konu alan ve önemli bir işlev gören Yeni Akış Dergisi Davası da tarihteki yerini aldı.”
Başlangıçta, TĐP’li yetkililerin tutuklularla görüşmelerine ilgili savcılık tarafından izin verilmemiştir. TĐP’liler, bu durumu milletvekili sıfatlarını kullanarak aşmışlardır.234 Bu olay dışında, milletvekili, partili ve senatör gibi sıfatlar 60’lı yıllar boyunca Kürtçülük faaliyetlerine büyük imkânlar sağlamıştır. Yeni Akış Dergisi; Đleri Yurt, Dicle-Fırat ve Deng Dergilerinden sonra, 19581966 yılları arasındaki 8 yıllık dönemde yayımlanan ve Kürtçe yazıyla Kürtçülük propagandası yaptığı için kapatılan dördüncü yayındır. Bunun yanında, yapılan operasyonlarda ve aramalarda basılmaya hazır birçok Kürtçü yayınla birlikte ülkeye kaçak olarak sokulmuş çok sayıda Kürtçü yayın da ele geçirilmiştir. Devlet, bu dönemde yurt içinde yayımlanan Kürtçü yayınlar kadar yurt dışından ülkeye sokulabilecek yayınlara karşı da tedbir almaya çalışmıştır. Örneğin, Iraklı eski bir 232
Yeni Đstanbul, 27 Kasım 1966; Milliyet, 27 Kasım 1966 Milliyet, 10 Aralık 1966 234 Tarık Ziya Ekinci, TĐP ve Kürtler, s.35-37
233
100
general olan Hasan Arfa’nın Londra’da Oxford Üniversitesi tarafından basılan “The Kurds” adlı Đngilizce kitabının Türkiye’ye sokulması 7 Şubat 1967 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmıştır. 235 Kürtçü yazı ve makalelere de yer veren ve Batı Berlin’de yayımlanan Komünist çizgideki “Kurtuluş” adlı derginin Türkiye’ye sokulması ise “mevcut düzeni kötüleyici ve yıkıcı bir ifadeyle Türk Milletinin itibarını küçük düşürücü haber yayımladığı” gerekçesiyle, Đçişleri Bakanlığı’nın talebiyle yasaklanmıştır.
236
Bu 8 yıl içerisinde, hem Kürtçü oluşumlar hem de Kürtçe
yayınlardaki bu hızlı artış, Irak’taki Barzani hareketiyle doğrudan ilişkilidir. Bununla birlikte, birçok Türk aydın ve akademisyen arasında 1990’lı yılların sonlarına kadar hâkim olan görüş, Kürtçenin ayrı bir dil olarak kabul edilemeyeceği yönündedir. Kürtçe ayrı bir dil oluşturabilecek zenginliğe ve yeterliliğe sahip değildir. Ancak, “bu dil dış bölücülerin tarihteki olumsuz hâdiseleri anlatıp parçalayıcı propaganda yapabilmeleri için yeterli olabilir. Onlar da bu yüzden bu çeşitli Kürt lehçelerinin yaşamasını ve Türkçeden büsbütün ayrı hale gelmesini istemektedirler.”237 1960’lı yıllarda yapılan bir değerlendirmeye göre ise Kuzey Irak’ta Kürtçe olarak basılan kitapların ise hiçbir bilimsel değeri yoktur. Okullardaki Kürtçe eğitim ise çocukların en gerekli ihtiyaçlarına bile cevap verememektedir.238 Irak’taki Barzani hareketi, Türk solu ve Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetlerinin bu derece iç içe olması, dönemin sağ eğilimli basınının da dikkatini çekmiştir. 26 Eylül 1966 tarihli Yeni Đstanbul Gazetesi, birinci sayfasına, Đsviçre Televizyonunda yayınlanan sözde “Kürdistan haritasını” koymuş ve son zamanlarda Avrupa’da Kürtçülük lehine yayınların hızla arttığına vurgu yapmıştır. Aynı haberde, Đsviçre Televizyonunda 28 Ağustos 1966 tarihinde, Kürtçülük ve “Kürdistan” a dair özel bir yayın yapıldığı ve bu yayında sözde “Kürdistan haritası”nın da gösterildiği ifade edilmiştir. Habere göre, bu sözde harita, Adana, Maraş, Malatya, Diyarbakır, Siirt, Bitlis, Van’ı kapsamakta ve Sivas’a kadar uzanmaktadır. Molla Mustafa Barzani, Đsviçre Televizyonunda yayınlanan bu programdaki konuşmasında, özetle şunları söylemiştir:
235
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), 030.18.01-203.9.13 BCA 30.18.01-241.74.17 237 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Türkiye’ye Yönelik Etnik Đddialara Dayalı Bölücü Faaliyetler, Đstanbul: Bayrak, 1991, s.46 238 Şükrü Mehmet Sekban, Kürt Sorunu, Đstanbul: Belgelerle Türk Tarihi Dergisi Yayınları, 1970, (yayın no.3), s.24-25
236
101
“Đstiklâl davamızı birgün muhakkak kazanacağız. Kürdistan haritasını ve Kürt istiklâlini bütün dünya milletlerine kabul ettireceğiz. Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz Türkiye olacaktır. Fakat bu mücadele için zaman daha çok erkendir.”239
Aynı gazetenin ertesi gün yayımlanan sayısında ise Irak’ta bağımsız bir devlet kurmak için çalışan Barzani’nin Moskova’dan destek aldığı, bu destek sayesinde elde ettiği geniş malî imkânlarla Avrupa’da ve Türkiye’de sürekli artan bir Kürtçülük propagandası yaptığına dikkat çekilmiş ve Kürtçülük ile Komünizmin aynı safta yer aldığı ifade edilmiştir.240 4.9. Kürtçülüğün Bölgede Taban Genişletme Çalışmaları: Doğu Mitingleri ve TĐP 1967 yılının yaz ayları, Türkiye Đşçi Partisi içerisindeki Kürtçülerin oluşturduğu “Doğulular Grubu”nun çalışmalarını hızlandırdığı bir dönem olmuştur. Türkiye Đşçi Partisi, bünyesindeki bu grubun etkisiyle, 1967 yılının yaz aylarında bir dizi miting organize etmiştir. TĐP tarafından düzenlenen bu mitinglere Molla Mustafa Barzani bağlantılı yasadışı Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi de destek vermiştir. Türkiye’deki Kürtçülük hareketlerinde önemli bir yeri olan ve “Doğu Mitingleri” olarak anılan bu mitinglerin ilki Ağustos ayında gerçekleştirilmiştir. Birinci Doğu Mitingi Tertip Komitesinin 7 Ağustos 1967 tarihinde yayımladığı bildiride, Silvan’da 13 Ağustos 1967 günü yapılacak olan mitinge Doğu ve Güneydoğu’dan seçilmiş olan tüm milletvekili ve senatörler davet edilmiştir. Bildiride şu ifadelere yer verilmiştir: “44 yıllık Cumhuriyet devrinde kanunların bize tanıdığı haklardan hiçbir şey gerçekleşmedi. Batı’da hergün yeni bir tesis açılırken, Doğu’nun bir fabrika bacası bile görülmedi. Doğulular, yirminci yüzyıla çile doldurmaya gelmiş insanlardır.”241
Bildiride haber verildiği gibi, Birinci Doğu Mitingi Silvan’da, 13 Ağustos 1967 günü düzenlenmiştir. Bölgedeki tüm vekiller çağırılmış olmasına karşın, 72 milletvekilinden yalnızca TĐP Diyarbakır Milletvekili Tarık Ziya Ekinci mitinge katılmıştır. Mitinge, Türkiye Đşçi Partisi’nin yanında, 1965 yılından beri faaliyette olan yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” de temsilciler göndermiş ve destek 239
“Barzani, Đkinci Hedefimiz Türkiye’dir Dedi”, Yeni Đstanbul, 26 Eylül 1966; Gazete, 14 Ağustos 1966 tarihinde de Alman Die Welt Gazetesi’nde yayımlanan benzer bir “haritayı” birinci sayfasına koymuş ve Dışişleri Bakanlığı’nı Kürtçülük propagandasına karşı pasif kalmakla suçlamıştır. 240 “Kürtçülük ve Komünizm Aynı Safta”, Yeni Đstanbul, 27 Eylül 1966 241 Milliyet, 8 Ağustos 1967
102
vermiştir.
242
Ancak, TĐP’li solcu Kürtçülerle TKDP’li ayrılıkçı, milliyetçi Kürtçüler
arasında tartışmalar yaşanmıştır. Tarık Ziya Ekinci, bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Silvan mitingi, Doğu ve Güneydoğu’da bir yıl boyunca devam eden Doğu Uyanış Mitinglerinin ilkiydi. Đlçe yöneticilerimizden Mehdi Zana, Niyazi Tatlıcı ve Đsmet Özcan’ın başvurusuyla izin alınmış ve toplantı düzenlenmişti. Yapılan miting, TĐP’lilerle birlikte TKDP yandaşları ile demokrat Kürt politikacıların katıldıkları yığınsal bir protesto hareketiydi. Mitingin yönlendiricileri arasında, daha sonra TĐP Genel Başkanı olan Av. Mehmet Ali Aslan da vardı. Milletvekili olarak ben Genel Sekreterimiz Nihat Sargın’la birlikte mitinge katılmıştım. Miting başlamadan önce T-KDP’liler Kürt olmayanların konuşmasına itiraz etmişler. Miting için başvuruda bulunanlar TĐP yöneticileriydi. TĐP’lilerden kendi genel sekreterlerinin konuşturulmamasını istemek son derece çirkin ve mantıksızdı. T-KDP’lilerin mitinge sahip çıkarak onu yönlendirmek istemeleri akıl almaz bir aymazlıktı.”243
Silvan’daki Doğu Mitinginde Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan insanların sıkıntılarına dikkat çekilmiş, bölgenin geri bırakıldığı ve bölge halkına “ikinci sınıf vatandaş” muamelesi yapıldığı, bölgeye eğitim ve ekonomide fırsat eşitliği tanınmadığı iddia edilmiş, ağalık düzeninin tasfiye edilmesi ve “devlet-ağa ittifakının” sona ermesi gerektiği vurgulanmıştır. Bununla birlikte, Türkiye Đşçi Partisi, Meclis’te olduğu gibi mitingde de Kürt kelimesinin kullanılmamasına özen göstermiş ve sonuç olarak mitingde Kürt kelimesi kullanılmamıştır. Buna karşın TKDP’li milliyetçi Kürtçüler, mitingde bölücülük propagandası yapmış, 10 yaşlarındaki bir çocuğa Kürtçe şiir okutmuşlardır. Birinci Doğu Mitinginin bildirisini hazırlayan TĐP Silvan Đlçe Başkanı Mehdi Zana, Mahmut Okutucu ve Mahmut Yeşil, bildiriyi gazetelerinde yayımlayan Cemal Özsönmez ve Nuri Baygın hakkında, 9 Eylül 1967 tarihinde “bölgecilik yaptıkları” gerekçesiyle dava açılmıştır.
244
Yargılanmalarına tutuksuz olarak devam edilen
sanıklardan Mehdi Zana bu suçtan mahkûm edilmiştir. Birinci Doğu Mitingine yaklaşık 10 bin kişinin katıldığı iddia edilmektedir.245
242
Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek: Yanlış Giden Neydi? Bundan Sonra Nereye?, Đstanbul: Doğan, 2006, s.133 243 Tarık Ziya Ekinci, TĐP ve Kürtler, s.69-70 244 Milliyet, 10 Eylül 1967 245
Mustafa Akyol, a.g.e., s.133
103
Đkinci Doğu Mitingi, 3 Eylül 1967 tarihinde Diyarbakır’da, Belediye Meydanında gerçekleştirilmiştir. Mitinge Van, Elazığ, Mardin, Siirt, Tunceli, Urfa, Erzurum, Muş ve Bingöl’den temsilciler katılmıştır. Bu mitingde de bir konuşma yapan Tarık Ziya Ekinci, miting aleyhine camilerde vaazlar verildiğini ileri sürdükten sonra şunları söylemiştir: “Bugün yurdumuzun doğu ve batı bölgeleri arasında her yönden derin bir uçurum vardır. Asırlardan beri ihmal edilmiş Doğu’nun kalkınması, maalesef bugün politikacılar arasında polemik konusu yapılmak istenmektedir.”246
Đkinci Beş Yıllık Planın Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne hiçbir katkı getirmeyeceğinin vurgulandığı mitingde konuşma yapan Edip Karahan ise, dinleyicilere “sevgili Kürt kardeşlerim” şeklinde seslenmiş ve Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde faaliyet gösteren radyolardan Kürtçe şarkılar çalmalarını istemiştir.247 Mitingde, Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır Đl Başkanı Behçet Nergiz de bir konuşma yapmış ve Beş Yıllık Planda Doğu Bölgesi’ne gereken önemin verilmediğini söylemiştir. Diyarbakır’da düzenlenen Đkinci Doğu Mitingine 25 bin kişinin katıldığı iddia edilmektedir.248 Üçüncü Doğu Mitingi, 24 Eylül 1967 günü Siverek’te düzenlenmiştir. Mitingden bir gün önce Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki 19 il ve ilçenin Kültür ve Yüksek Tahsil Öğrenci Dernekleri, Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) ve iki öğrenci kuruluşu ortak bir bildiri yayımlamışlardır. Bildiride “Bugün seni hayvanlarınla aynı odada kalmaya mahkûm ettiler. Başlamış olduğun kalkınma savaşını, hakkının savaşını sona erdireceksin!” ifadelerine yer verilmiştir. Bildiri, Ankara’da da dağıtılmıştır.249 Ayrıca, siyasi partilerin liderleri de Miting Tertip Komitesine telgraf çekerek desteklerini bildirmişlerdir. Mitinge Türkiye Đşçi Partisi Urfa Milletvekili Behice Boran ve Diyarbakır Milletvekili Tarık Ziya Ekinci katılmışlardır. Ankara Sosyalist Kültür Derneği’nden Ahmet Kutan ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu’ndan Davut Özcan Kürtçe şiirler 246
Milliyet, 4 Eylül 1967 Tercüman, 4 Eylül 1967 248 Mustafa Akyol, a.g.e., s.133 249 Akşam, 24 Eylül 1967
247
104
okumuşlar ve dinleyicilere Kürtçe seslenmişlerdir. Siverek Kaymakamı Mustafa Gedik, okunan şiirleri tercüme ettirmiş ve Savcılık da soruşturma başlatmıştır.250 5 bin kişinin katıldığı mitingde Behice Boran da bir konuşma yapmış ve “Doğu Mitinglerinin çeşitli yorumlara sebep olduğunu, aslında bu mitinglerin halkı uyarmak amacı taşıdığını” söylemiştir. Boran, konuşmasına şu şekilde devam etmiştir: “Birlik ve kardeşlik lafla değil, eşitsizlikleri, haksızlıkları ortadan kaldırmakla olur. Doğu bölgesi mahrumiyet bölgesi olarak bırakıldıkça, memleketin dengeli kalkınması beklenemez. Doğu ile Batı arasındaki eşitsizliğin kalkmasına çalışmak milli bütünlüğü zayıflatıcı değil, aksine kuvvetlendirici bir hareket tarzıdır.”
Behice Boran’dan sonra konuşma yapan Tarık Ziya Ekinci ise “Doğuda yapılan mitinglerin demokrasiyi yerleştirmek için girişilen demokratik bir hamle olduğunu” öne sürmüştür.251 Mitingde yapılan diğer konuşmalarda ise genel olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin geri kalmışlığı eleştirilmiş ve bölge halkının şerefine haysiyetini uygun muamele edilmesi için mücadele edeceği vurgulanmıştır. Ayrıca, mitingde bölge halkının “cehaletin, açlığın ve işsizliğin girdabında bugüne dek dayanabildiği ve buna rağmen mücadele azmini yitirmediği” ifade edilmiştir.252 Üçüncü Doğu Mitinginin Komite Başkanı Mustafa Döşenekli ile Hamza Kaynak ve Celal Karahan, 26 Eylül 1967 günü Siverek Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararıyla tutuklanarak cezaevine gönderilmişlerdir. Tutuklamalara gerekçe olarak, miting alanına giren iki çocuğun ellerinde taşıdığı “Mezopotamya’nın asıl sahibi Kürtlerdir. Selahattin Eyyübi’nin torunlarını kimse bu topraklardan kovamaz” yazılı dövizler üzerine Savcılığın başlattığı soruşturma gösterilmiştir.253 Bununla birlikte, tüm Kürt dernekleri, öğrenciler ve kanaat önderleri, Doğu Mitinglerini düzenleyenlerle aynı fikirde değildir. Mitingden iki gün sonra, 26 Eylül 1967 tarihinde, Erzurum, Kars, Van, Muş, Bingöl, Hakkari, Mardin, Siirt, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Sivas, Ağrı, Siverek, Hınıs ve Varto’daki Yüksek Tahsil Dernekleri bir bildiri yayımlamış ve Üçüncü Doğu Mitingi’nden önce Doğu ve Güneydoğu
250
Tercüman, 25 Eylül 1967 Milliyet, 25 Eylül 1967 252 Akşam, 25 Eylül 1967 253 Akşam, 27 Eylül 1967
251
105
Anadolu Bölgesi’nde bulunan 19 il ve ilçenin Yüksek Tahsil Öğrenci Derneklerinin yayımladığı bildiriyi eleştirmişlerdir. “Sömürülmek ve sömürmek edebiyatını yapanlara ve adımızı kullananlara karşı bir cevap vermeyi, ayrılmaz bir bütün olarak telakki ettiğimiz Türkiye’mizin gençliği olarak görev saymaktayız” şeklinde başlayan ve son zamanlarda yükselmeye başlayan Kürtçü, bölücü, ayrılıkçı fikir ve faaliyetlere karşı Doğu-Güneydoğu Anadolu halkını uyaran bildiri şöyle devam etmektedir: “Türkiye’mizin dertlerini her vesile ile istismar etmek isteyenler, bunun bir diğer örneğini, önceki gün bizlerin adına yayınladıkları bir bildiri ile vermişlerdir. Bizlerin haberi olmadığı halde, adımızı kullanarak bildiri yayınlayanların, hangi kisve altında olduklarını ve hangi niyetle bu davranışta bulunduklarını gayet iyi bilmekteyiz. Doğunun vefakâr, cefakâr çocukları olan bizler, sömürülmek ve sömürmek edebiyatını yapanlara ve adımızı kullananlara karşı bir cevap vermeyi, ayrılmaz bir bütün olarak telakki ettiğimiz Türkiye’mizin gençliği olarak vazife saymaktayız.
Herşeyi ele ele, gönül gönüle, bizi
parçalamak isteyenlere karşı başarabileceğimiz mutlaktır. Doğuda yaşasak da kalbimiz Edirne’de, Zonguldak’ta, Adana’da, Đzmir’de atmaktadır. Bizi parçalamak isteyenlere, derdimiz ortakmış gibi görünüp, kendi siyasi emellerine ve siyasi istikballerine alet etmek 254
isteyenlere fırsat verme.”
Miting öncesi bildiri yayımlayan Doğulu 19 Yüksek Tahsil Derneğinin temsilcileri ise kendilerine yöneltilen bu eleştiriye tepki göstermişlerdir: “Yıllar boyu üniversal sömürücülerle işbirliği halinde kendi ulusunu sömüren şartlandırılmış yarasa tipi insanlar, halkımızın uyanış ve kendi durumunun bilincine varışı karşısında tüm zavallılıklarıyla mutad davranışlarına başladılar.”255
Dernek temsilcileri ayrıca, kendilerini eleştiren bildirinin Adalet Partililer tarafından Kızılay’da dağıtıldığını öne sürmüşler ve bu bildirinin “menfur bir zihniyetin tecellisi” olduğunu söylemişlerdir. Üçüncü Doğu Mitingi sonrası Kürtler arasında çıkan bu tartışmalar, Adalet Partisi’ne yakın “feodal” Kürtlerle Türkiye Đşçi Partisi ve “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” taraftarı solcu ve milliyetçi Kürtçüler arasındaki büyük görüş ayrılığını da göstermektedir. Bunun yanında, mitinglerde TKDP’li milliyetçi Kürtçülerle TĐP’li solcu
254 255
Akşam, 27 Eylül 1967 Milliyet, 28 Eylül 1967
106
Kürtçüler arasında da tartışmalar ve görüş ayrılıkları yaşanmaktadır. Bu dönemde, Kürt siyaseti ve Kürtçülük faaliyetleri parçalı fakat çok aktif bir görüntü vermektedir. Türkiye Đşçi Partisi başta olmak üzere siyasi partilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde artan faaliyetleri ve buna paralel olarak bölgede artan hareketlenme, Üçüncü Doğu Mitinginden sonra basının da ilgisini çekmiştir. Mitingden bir gün sonra 26 Eylül 1967 tarihli Akşam Gazetesi’nin baş sayfasında “Doğu Sorunu” başlığı altında, konuyla ilgili şu analize yer verilmiştir: “Siyasi partilerimiz arasında özellikle son zamanlarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun problemlerinin üzerine eğilme konusunda adeta bir yarış başlamıştır. Partiler arası bu yarışa paralel olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkı da bölgede mitingler, gösteriler yapmaktadır. Đstenilen, Türkiye’nin kalkınma çabalarında Batı’ya göre daha geri ve fakir kalmış olan Doğu’ya daha fazla ilgi gösterilmesi ve yatırım yapılmasıdır. Ne var ki, binlerce şehidin kanı ile çizilmiş Misak-ı Millî hudutlarımızın içindeki Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi halkının süratli bir kalkınma için çırpınışlarını, bir takım art niyetlerle istismar etmek isteyenlerin varlığı da gözden kaçmamaktadır. Doğu’nun etnik ve dini bazı özelliklerini istismar etmek isteyenler, Türkiye’mizin bu en geri kalmış ve fakir bölgesini millî birlik ve beraberliğin ötesindeki alet etmek için bu bölge halkının haklı isteklerini paravan olarak kullanma peşindedirler. Böylelerine karşı milletçe uyanık olmak durumundayız.256
Dördüncü Doğu Mitingi, 8 Ekim 1967 tarihinde Batman’da düzenlenmiştir. Mitinge TĐP Diyarbakır Milletvekili Tarık Ziya Ekinci ve TĐP Urfa Milletvekili Behice Boran, TĐP Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Ali Aslan, TĐP Diyarbakır Đl Başkanı Tahsin Ekinci ve TĐP Derik Đlçe Başkanı Davut Özcan katılmışlardır. Tarık Ziya Ekinci ve Behice Boran, mitingde birer konuşma yapmışlardır.257 Mitingden bir hafta kadar sonra, mitingde Nazım Hikmet’in bir şiirini okuyan TĐP Kurtalan Belediye Başkan Adayı Cemil Akgün, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklanmıştır.258 Beşinci Doğu Mitingi, yalnız Türkiye Đşçi Partisi üyeleri tarafından ve TĐP Tunceli Đl Başkanı Kemal Burkay’ın önderliğinde organize edilmiş ve 15 Ekim 1967
256
Akşam, 26 Eylül 1967 Tarık Ziya Ekinci, TĐP ve Kürtler, s.71 258 Milliyet, 12 Ekim 1967
257
107
günü Tunceli’de düzenlenmiştir. Mitinge TĐP Diyarbakır Milletvekili Tarık Ziya Ekinci, TĐP Malatya Milletvekili Şaban Erik ve Adana Milletvekili Ali Karcı katılmışlardır.259 Doğu Mitingleri, 16 Ekim 1967 günü Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın başkanlığında toplanan ve yaklaşık 10 saat süren Milli Güvenlik Kurulu’nun gündeminde de yer almıştır. Kurulda Doğu Mitingleri konusunda üyelere bilgi veren iki yetkili, “Doğu Anadolu’daki tahriklerin bir siyasî parti tarafından tertiplendiği yolunda kanaat sahibi olmadıklarını, ancak partilerden bazı şahısların bu yolda faaliyet gösterdiklerini ve bu kişiler hakkında partilerin önlem alması gerektiğini” söylemişler ve Doğu Mitinglerinde kesinlikle bir tahrik olduğunu ifade etmişlerdir. Kurulda bu açıklamaları yapan iki yetkilinin asker kanadından mı yoksa sivil üyelerden mi olduğu hakkında ise bilgi verilmemiştir.260 Milli Güvenlik Kurulu’nda dile getirilen bu görüşlere karşın Doğu Mitingleri devam etmiştir. Altıncı Doğu Mitingi, 22 Ekim 1967 tarihinde Ağrı’da düzenlenmiştir. Mitingde TĐP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, TĐP Urfa Milletvekili Behice Boran, TĐP Diyarbakır Milletvekili Tarık Ziya Ekinci, TĐP Tunceli Đl Başkanı Kemal Burkay, TĐP Ağrı Đl Başkanı Naci Kutlay ve TĐP Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Ali Aslan birer konuşma yapmışlardır.261 Yedinci Doğu Mitingi ise Tarık Ziya Ekinci’nin kardeşi Avukat Yusuf Ekinci’nin girişimleriyle, 5 Kasım 1967 tarihinde Lice’de düzenlenmiştir. Türkiye Đşçi Partisi, Doğu Mitinglerinin yanında 1967 yılının Ekim ve Kasım aylarında Diyarbakır, Siirt, Van, Hakkari, Ağrı ve Kars illerini kapsayan 10 günlük bir de “Doğu Gezisi” düzenlemiştir. 4.10. CHP’nin Değişen Bölge Politikası ve Genel Sekreter Ecevit’in Doğu Gezisi (1967) 1967 yılının Temmuz-Kasım ayları arasında düzenlenen Doğu Mitingleri, hem siyasi partilerin bölgeye olan ilgilerini ve bölgedeki rekabetlerini artırmış hem de bölgenin siyasi olarak hareketlenmesine neden olmuştur. Mitinglerde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun kalkınması için çalışılması ve bölgeye yatırımların yapılması gibi talepler yanında, Kürtçü ve zaman zaman bölücü görüşler de öne çıkmıştır. Đzinsiz 259
Tarık Ziya Ekinci, TĐP ve Kürtler, s.71 Milliyet, 17 Ekim 1967 261 Tarık Ziya Ekinci, TĐP ve Kürtler, s.71
260
108
olarak Kürtçe şarkılar ve şiirler okunmasıyla birlikte bazı mitinglerde Kürt olmayan kişilerin konuşması engellenmeye çalışılmıştır. Doğu mitingleriyle birlikte, Cumhuriyet Halk Partisi’nin de bölgeye ilgisi artmıştır. Yaklaşan 1969 Genel Seçimleri öncesinde bölgedeki desteğini diğer partilere kaptırmak istemeyen Cumhuriyet Halk Partisi, Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in önderliğinde bölgeye dönük bazı siyasî faaliyetlere başlamıştır. Bu faaliyetler kapsamında CHP, gelecek Parti Meclisi toplantısını Diyarbakır’da yapmaya karar vermiştir. Ayrıca, Genel Sekreter Bülent Ecevit, bölgeye bir gezi düzenlemiş ve uğradığı illerde konuşmalar yapmıştır. Abdi Đpekçi’nin, Doğu Mitingleriyle birlikte partilerin Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne artan ilgileri, CHP’nin de yüzünü bu bölgeye çevirmesi ve bölgeye yönelik bu yoğun siyasi ilginin Kürtçü ve bölücü faaliyetleri arttırması tehlikesi ile ilgili bir analizi, bu dönemdeki genel durumu da özetlemektedir: “Anlaşıldığına göre CHP Doğu’ya önem vermek ve önümüzdeki aylarda bu bölgedeki faaliyetini yoğunlaştırmak kararındadır. Ayrıca CHP Meclisi’nin gelecek toplantısının Diyarbakır’da yapılmasının kararlaştırıldığı açıklanmıştır. Bazı muhalefet partilerinin
siyasî
faaliyetlerini
Doğu
bölgesinde
yoğunlaştırdıkları
gözden
kaçmamaktaydı. Varlığını sadece bu bölgede koruyabilen YTP’nin yanında, TĐP’in ve bir dereceye kadar CKMP’nin de Doğu’ya özel bir önem verdikleri görülmekteydi. Đktidar partisinin zayıf kaldığı bu bölgede, istismar edilebilecek özellikler bulunmaktadır. Doğu, Türkiye’nin en fakir ve en geri kalmış yeridir. Tarikatçılığın kuvvetli olduğu bu bölgede şeyhler kitleler üzerinde çok etkili olabilmektedir. Ve nihayet etnik durum, Kürtçülük akımının kolaylıkla gelişmesine yardım edecek niteliktedir. Kabul etmek gerekir ki bu tür rekabetin çok zararlı sonuçları olacaktır. Kürtçülük akımlarını teşvik ederek girişilecek siyasî faaliyetin oy sağlama hususunda ne derece yararlı olacağı bilinmez ama işin memleket yararı yönünden çok tehlikeli kışkırtmalar haline geldiği ortadadır. Bunun belirtileri görülmeye başlanmıştır.”262
Abdi Đpekçi, yaklaşık iki hafta sonraki bir başka yazısında yine ısrarla siyasi partilerin bölgenin sorunlarına ilgi göstermeye başlamalarının olumlu olduğu, ancak bölgede sürekli artan siyasi faaliyetlerin çeşitli istismarlarla Kürtçülük hareketlerini de artırarak daha büyük sorunlara neden olabileceği tehlikesi üzerinde durmuş, bu tehlikenin ilk işaretlerinin bölgede görülmeye başlandığını ifade etmiş ve partileri bu konuda uyarmıştır: 262
Abdi Đpekçi, “CHP ve Doğu, Milliyet, 24 Eylül 1967
109
“Son yıllarda Doğu bölgelerimizin sorunlarına gereken ilginin gösterilmediği konusunda yapılan tenkidlerin etkili olmaya başladığı görülmektedir. Milletvekilleri bölgeyi heyetler halinde bucak bucak dolaşmakta, üst üste mitingler düzenlenmektedir. Bunlar sevinilecek olaylardır. Ama işin düşündürücü tarafı da vardır. Doğu’da yoğunlaşan siyasi faaliyetin, tehlikeli kışkırtmalar halini aldığından endişe edilmektedir. Mesele Kürtçülük davası ile ilgilidir. Kürt aslından gelen vatandaşlarımızın yoğun olduğu bu bölgede siyasî faaliyetin zaman zaman milleti bölücü kışkırtmalar halini aldığını gösteren belirtiler vardır. Son mitinglerde Kürtçe yapılan konuşmalar, bu işin artık örtülü bir biçimde yürütülmesine lüzum duyulmadığını ortaya koymuştur. Bu gelişmeler karşısında kuşkuya kapılmamak zordur.” 263
Doğu ve Güneydoğu Anadolu konusunda temelde Abdi Đpekçi’nin bu görüşleri ile aynı çizgide olan CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, partisinin bölgede yoğunlaştırma kararı aldığı faaliyetler kapsamında 10 Ekim 1967 tarihinde başlayan bir Doğu seyahatine çıkmıştır. 264 Ecevit, 28 Ekim’e kadar sürecek olan seyahatinde Pasinler, Horasan, Sarıkamış, Selim, Kars, Arpaçay, Çıldır, Ardahan, Posof, Susuz, Kağızman, Tuzluca, Iğdır, Taşburun, Aralık, Doğu Beyazıt, Diyadin, Taşlıçay, Ağrı, Tutak, Patnos, Erciş, Muradiye, Van, Başkale ve Hakkari’yi ziyaret edecektir.265 Doğu seyahatinin önemli duraklarından olan Kars’a 15 Ekim günü ulaşan Ecevit, meydanda miting yapılmasına vali tarafından izin verilmediği konuşmasını bir sinema salonunda yapmak zorunda kalmıştır. Ecevit, Kars’ta yaptığı konuşmada, Kürt meselesi ya da etnik konulara değil, bölgenin ekonomik açıdan geri kalmışlığı ve bu geri kalmışlığa çözüm önerilerine vurgu yapmıştır: “Doğu kalkınması için ayrı bir plan hazırlanmalıdır ve ya genel plan içinde Doğu kalkınması ayrı bir bölüm olarak yer almalıdır.266 Bugünkü iktidar, Đkinci Beş Yıllık Planla, Doğu kalkınmasını açıkça ihmal etmiştir. Đktidara geldiğimiz zaman plan döneminin sona ermesini beklemeden, süratle yürürlükteki planı değiştireceğiz. Doğu kalkınması için gerekli değişiklikleri yapacağız. Biz karma ekonomi taraftarıyız. Fakat Doğu kalkınması için eskisinden çok daha fazla devletçi bir plan ve program uygulanması gerektiğine inanıyoruz.”
263
Abdi Đpekçi, “Doğu’ya Đlgi Đyi Ama...”, Milliyet, 17 Ekim 1967 Ulus, 9 Ekim 1967 Ulus, 10 Ekim 1967 266 Bülent Ecevit’in sözünü ettiği “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi için ayrı bir ekonomik plan yapılması” fikri 1960’lı yılların ortalarından beri politikacılar tarafından tartışılmaktadır. Tunceli Senatörü Ali Demir, 8 Aralık 1965 tarihinde, böyle bir planın hazırlandığı söylentilerinin doğru olup olmadığını, yazılı bir soru önergesiyle Başbakan Süleyman Demirel’e sormuştur. BCA, 30.01.00-53.320.11
264
265
110
Ecevit konuşmasında ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidara gelmesi durumunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki meraları genişleteceğini, tarım kredisi ve Et ve Balık Kurumu’nun avanslarını arttıracağını, ihtiyaç sahiplerine kolay kredi sağlayacağını ve daha dürüst bir kredi dağıtımı başlatacağını söylemiştir. 267 22 Ekim 1967 günü yine Kars’ta konuşan Ecevit, bu kez millî bütünlüğe işaret etmiş, bölge halkına “Ortanın solu milliyetçiliğini” anlatmış ve “Türk halkını bölüp parçalamak isteyenlerin dış düşmanlardan daha tehlikeli olduklarını” söylemiştir. Ecevit’in, konuşmasında Türk ve Kürt kelimeleri yerine “900 yıl önce Orta Asya’dan gelmiş insan” ve “Bu topraklarda en eskiden, binlerce yıldır yaşayan insan” ifadelerini kullanmış olması ile “Türkiyelilik” vurgusu dikkat çekicidir: “Bu toprağa bağlı, bu vatan benim diyen herkes Türk’tür. Bu topraklarda en eskiden, binlerce yıl önceden beri yaşayan insanlarla, bundan 900 yıl önce Orta Asya’dan gelmiş olan insan aynı derecede Türk’tür. Çünkü aynı derecede Türkiyelidir. Bizim milliyetçiliğimiz kafatasçı, ırkçı, ümmetçi değil, bu topraklara bağlı bütün insanların milliyetçiliğidir. 268 Bırakınız bu mezhep farklarını, tarikat farklarını. Bunların üstünde, hepimizi Türkiye’nin insanı olmak, onun da üstünde insan olmak birleştiriyor.(...) Partiler geliyor, işte biz bu zümreden yanayız, şu zümreden yanayız diye zümreciliği tahrik ediyor. Politikacı geliyor, ben falanca, o filanca zümrenin adayı, ona oy vermeyin bana verin diye sizleri, Türklüğün şuuru içinde birleşen sizleri aşiret aşiret, zümre zümre bölmeye çalışıyor. Bir takım kafataşçılar çıkıyor, kafaları sakat kafataşçılar, Türk Milletinin kafatasına bakıp, sen Türksün, sen değilsin diye hepsi Türküm diyen, hepsi bu vatan uğrunda kanlarını akıtmış insanları ayırt ermeye kalkışıyor. Demek ki bizi bölmek için düşmanlarımızın uğraşmasına hacet yok. Bizi bölmek isteyen düşmanlar kendi içimizde. Kendi oylarımızla seçiliyor.”269
Ecevit’in, büyük bölümünü Doğu Mitingleriyle aynı şehirler ve tarihlerde düzenlediği Doğu ve Güneydoğu Anadolu gezisinde vurgu yaptığı bölge halkı arasında ayrım ya da “kafatasçılık” yapılmasının bölücülük olduğu, bunu yapanların bizi bölmek isteyen düşmanlardan daha tehlikeli ve
içimizde bulunduğu uyarısı,
Doğu
Mitinglerindeki Kürtçü söylem ve eylemlerin etkisini azaltamamıştır. Mitinglerde zaman zaman Kürt kökenli olmayan kişilerin konuşması güç kullanılarak engellenmiş, 10 yaşındaki çocuklara Kürtçe şiirler okutulmuş ve açıkça bölücü propaganda 267
Cumhuriyet, 16 Ekim 1967 Ulus, 23 Ekim 1967 269 Cumhuriyet, 23 Ekim 1967. Ecevit’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu seyahatinin güzergâhının bir bölümü, Doğu Mitinglerine göre ayarlanmıştır. Ecevit’in 15 Ekim 1967 günü konuştuğu Kars’ta aynı gün Beşinci Doğu Mitingi düzenlenmiştir. Ecevit’in diğer bir durağı olan Ağrı’da konuşma yaptığı 22 Ekim 1967 günü ise Ağrı’da Altıncı Doğu Mitingi düzenlenmiştir.
268
111
yapılmıştır. Kürtçülük ve bölücülük düşüncesinin Doğu Mitingleriyle kazandığı yükselişle başlayan sürecin etkileri, 1970’li yılların ortalarından itibaren bölücü terör olarak kendini gösterecektir. Türkiye’de
bu
gelişmeler
yaşanırken,
Türkiye
dışındaki
Kürtçülük
faaliyetlerinde de artış vardır. Örneğin, Doğu Mitinglerinden hemen sonra, 1967 yılının Aralık ayında, Belgrad’da, Türkiye, Đran, Irak ve Suriye’den 227 Kürt kökenli üniversite öğrencisinin katılımıyla Avrupa Kürt Talebe Cemiyeti’nin
270
“12. Genel Kurul
Toplantısı” düzenlenmiştir. Gizli olarak düzenlenen ve 6 gün devam eden toplantılara Molla Mustafa Barzani de katılmış ve bir konuşma yapmıştır. Toplantılara Berlin, Hannover, Stuttgart ve Münih’te üniversite öğrenimi görmekte olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 37 Kürt öğrenci, “Türk delegasyonu” sıfatıyla katılmıştır. Son yıllarda yapılan en büyük ve en önemli Kürtçü toplantı olarak nitelenen kongrede “Türk delegasyonu” adına Kamuran Bedirhani bir konuşma yapmıştır. Türk pasaportuna sahip bulunan ve Paris’te yaşayan Kamuran Bedirhan, 271 “Türkiye’de Kürt diliyle öğretim yapan okulların açılmasının ve Kürt diliyle yayın yapan dergi ve gazetelerin yayınlanmasının hukuken kısıtlanamayacağını” söyledikten sonra şöyle devam etmiştir: “Türkiye’deki Kürt toplumunun haklarını çiğnemek ve kör milliyetçilik bataklığında çırpınmak gelecekte büyük facialara yol açabilir. Türkiye’nin bugünkü yöneticileri bu gerçeği görmemekte ve inat etmektedirler. Gelecekteki faciaları önlemek kolaydır. Yeter ki Kürt toplumuna da Türkler kadar haklar tanınsın.”
270
Avrupa Kürt Talebe Cemiyeti, Avrupa’da okuyan Barzani sempatizanı Iraklı Kürt öğrencilerin girişimleriyle Stockholm’de kurulan Kürtçü bir örgüttür. Đsveç dışında Almanya’nın çeşitli şehirlerinde de şubeleri vardır. Avrupa’nın farklı şehirlerinde düzensiz aralıklarla toplantılar yaparak kararlar yayımlayan örgütün, 1963 yılında “23’ler Olayı” ile ortaya çıkan “Türkiye Kürt Talebe Cemiyeti”nin kurulması girişimi dışında Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetlerine önemli bir etkisi olmamıştır. Bilgi için bkz. Đsmet Đmset, Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı: PKK (1973-1992), Ankara: Turkish Daily News, 1993 (5.bsk), s.397-400 271 Kamuran Bedirhan, 1847 yılında Şırnak ve çevresinde bir ayaklanma başlatan Bedirhaniler’in lideri Bedirhan Bey’in torunudur. 1895 yılında doğmuştur. 1922 yılında gittiği Almanya’da hukuk doktorası yapmıştır. Bir süre Lübnan’da kaldıktan sonra 1945 yılında Fransa’ya gitmiş ve Sorbonne Üniversitesi bünyesinde bir Kürdoloji kürsüsünün açılmasını sağlamıştır. Bu kürsü, zamanla büyüyerek 1960’lı yıllarda Paris Kürt Enstitüsü’ne dönüşmüştür. Bu enstitünün başkanlığını, emekliye ayrıldığı 1970 yılına kadar yürüten Kamuran Bedirhan, 1978 yılında Paris’te ölmüştür. Kamuran Bedirhan, Avrupa’daki Kürtçülük faaliyetlerinde önemli rol oynamış, bu faaliyetlere bilimsel katkı yapmış, Kürtçü öğrencilere Avrupa’da burs ve yüksek öğrenim görme imkânları sağlamıştır. Ayrıca, kardeşi Celadet Bedirhan’la birlikte hazırladıkları Kürtçe gramer kitabı, Türkiye’ye gizli olarak sokulmuş ve Kürtçü faaliyetlerde kullanılmıştır. Kamuran Bedirhan, Kürtçü Hoybun Cemiyeti’nin merkez komitesinde de bir süre görev yapmıştır. Bedirhaniler’le ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Mahmut Çetin, Kart Kurt Sesleri, Đstanbul: Emre, 2007. Kamuran Bedirhan ile ilgili bölüm için bkz. s.83-88
112
Kongrede, Kürtçülük faaliyetlerinin tanzimi için yeniden teşkilâtlanma konusu tartışılmıştır. Ayrıca, “Türk delegasyonu”, Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetlerine destek için 8 kişilik bir Türkiye Komitesi kurma kararı almıştır. Ankara, Đzmir ve Diyarbakır’da da “merkez heyetleri” kurulacak ve bu heyetler, Đstanbul’daki genel merkeze bağlı olarak çalışacaklardır. Faaliyetler gizli olarak yürütüleceğinden, iletişimde
şifre,
işaret
ve
semboller
kullanılacaktır.
Türkiye’deki Kürtçülük
faaliyetlerini destekleyecek olan “heyetin” sembolü ise “iki kılıç arasında bir hurma ağacı” olarak belirlenmiştir. Ayrıca, Sofya’da yaklaşık iki aydır faaliyet göstermekte olan “Kürt Gizli Radyosu” da, komitelerin propagandasını yapacaktır.272 Belgrad’da düzenlenen Kürtçü kongreden birkaç gün sonra, 25 Ocak 1968 günü, Diyarbakır’da MĐT ve Polis tarafından gerçekleştirilen bir operasyonla, Kürtçülük faaliyetlerinde bulundukları saptanan 9 kişi gözaltına alınmıştır. Uzun bir süreden beri Siyasî Polis tarafından izlenen sanıkların bir terzi dükkânında toplandıkları öğrenilmiştir. Terzi dükkânına bitişik bir otel odasına yerleşen siyasî polis, dükkâna bir alıcı yerleştirerek sanıkların faaliyetlerini tespit etmiştir. Sanıklar dükkâna yapılan bir baskın sonunda yakalanmışlardır. Gözaltına alınan sanıklardan üçü; Şerif Isı, Abdurrahman Uçaman ve Şemsi Arıtıcı adındaki şahıslardır. Đlgililer, öteki altı kişinin kimliklerini açıklamamışlardır.273 Ayrıca, Mardin’in Kızıltepe ve Nusaybin ilçelerinde de eşzamanlı olarak yapılan operasyonlarda Kürtçülük ve bölücülük iddiasıyla 6 kişi gözaltına alınmıştır.274 Kürtçülük faaliyetinde bulunmak suretiyle gizli cemiyet kurmak ve Anayasa düzenini değiştirmeye teşebbüs suçlarından Diyarbakır’da gözaltına alınan bu kişilerden altısı, ilk sorgularından sonra tutuklanmışlardır. Tutuklanan bu 6 kişinin isimleri Mahmut Sadık Gül, Abdurrahman Uçaman, Şemsi Arıtıcı, Şakir Özdemir, Şerif Isı ve Ömer Turhan’dır. Trakya’da aynı suçlardan sürgünde bulunan Sait Elçi hakkında da tutuklama kararı verilmiştir. Diğer 3 sanık ise serbest bırakılmıştır.275
272
Milliyet, 23 Ocak 1968 Milliyet, 26 Ocak 1968 274 Cumhuriyet, 26 Ocak 1968 275 Cumhuriyet, 28 Ocak 1968
273
113
Bu 3 sanığın serbest bırakılmasına Savcılık tarafından itiraz edilmiş ve durumları yeniden incelenen sanıklardan Nusaybinli Şükrü Alpergin ve Kızıltepeli Molla Nezir Aydın, 30 Ocak 1968 günü tutuklanmışlardır.276 Tutuklanan 6 kişinin, 1965 yılından beri faaliyette bulunan yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” ile bağlantılı oldukları, Irak’taki Molla Mustafa Barzani ve Suriye’deki Kürtçü oluşumlarla işbirliği yaptıkları, bunlardan para yardımı aldıkları ve aldıkları bu paraları mahkûm durumda bulunan Kürtçülere dağıttıkları anlaşılmıştır. 277 Bu gelişmelerden, 1968 yılına gelindiğinde Türkiye’nin içinde ve dışında hızla artan Kürtçülük ve bölücülük faaliyetlerine karşı, devletin güvenlik birimlerinin önlemlerinin ve istihbarat çalışmalarının da arttığı ve bu Kürtçülük faaliyetlerine en hızlı şekilde karşılık verilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. 1961 yılının Ocak ayından beri yargılanmakta olan “49”larla ilgili son karar, 3 Mayıs 1968 tarihinde verilmiştir. 19 Ocak 1967 günü 13 sanığın hapis cezasına çarptırıldığı davada, Genelkurmay Mahkemesi tarafından bu kez 23 sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir. Kürtçülük propagandası yapmaktan ve yurtiçinde gizli cemiyet kurma teşebbüsünde bulunmaktan suçlu bulunan ve Türk Ceza Kanunu’nun 141/4.maddesine göre haklarında 16’şar ay hapis ve 5 ay 10’ar gün gözetim altında tutulma cezası verilen 23 sanığın isimleri şunlardır: Naci Kutlay, Mehmet Ali Dinler, Yusuf Kaçar, Haydar Aksu, Ziya Acar, Halil Demirel, Necati Siyahkan, Fevzi Avşar, Nazmi Balkaş, Hüseyin Oğuz Üçok, Nazım Çiğdem, Fevzi Kartal, Muhsin Şavata, Fethullah Kakioğlu, Mehmet Bilgin, Esat Demiroğlu, Mustafa Nuri Direkçigil, Emin Kotan, Koço Elbistan , Turgut Akın, Cezmi Balkaş, Halil Yokuş ve Sait Bingöl.278 Başta Sovyetler Birliği olmak üzere Doğu Bloku ülkelerinin, Kürtçülük faaliyetlerine olan büyük destekleri 1968 yılında da devam etmiştir. Bulgaristan Devleti,
276
Cumhuriyet, 31 Ocak 1968 “Tutuklanan 6 Kişi Barzani’den Para Almış”, Milliyet, 1 Şubat 1968. Bu 6 kişiyle birlikte hakkında tutuklama kararı alınan Sait Elçi de, Molla Mustafa Barzani ile bağlantılı yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi”nin kurucuları arasındadır. Buradan, operasyonun özellikle yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” ve Molla Mustafa Barzani’nin Türkiye’deki uzantılarına karşı yapıldığı anlaşılmaktadır. 278 “Kürtçülük Sanığı 23 Kişi Mahkûm Oldu”, Milliyet, 4 Mayıs 1968. Mahkûm olan sanıklardan Koço Elbistan Almanya’ya kaçmış ve geri dönmemiştir.
277
114
13 kişilik Avrupa Kürt Talebe Cemiyeti heyetinin Ağustos ayında başkent Sofya’da düzenlenen Dünya Gençlik Festivali’ne katılmalarına ve festivalde sözlü-yazılı propaganda yapmalarına izin vermiştir. Avrupa Kürt Talebe Cemiyeti üyeleri, festival boyunca dağıttıkları bültenler ve konuşmalarıyla Kürtçülük propagandası yapmışlardır. Üyeler, ayrıca Irak Devlet Başkanı’na da bir telgraf çekerek Irak’taki yeni rejimin Kürt halkını baskı altında tuttuğunu ileri sürerek protesto etmişlerdir. Ayrıca, festivale 142 ayrı ülkeden gelen 20 bin genç komünistten “Türkiye, Đran ve Arap ülkelerinde yaşayan 14 milyon Kürdün hürriyetine kavuşması için yaptıkları mücadelenin desteklenmesini” istemişlerdir. Avrupa Kürt Talebe Cemiyeti’nin ismini açıklamak istemeyen sözcüsü şunları söylemiştir: “14 milyon Kürt milletini ekseriyeti Türkiye’de, Đran, Irak ve küçük bir kısmı da Suriye’de bulunuyor. Biz milletimizin yaşadığı toprakları değil, politik hakların verilmesini, Kürtçe eğitim, lisan, kültürün serbest olmasını, Kürtçe gazete, dergi, radyo ve televizyon yayınlarının yapılmasını istiyoruz.”279
4.11. Türkiye’deki Kürtçülük Hareketinde Bir Dönüm Noktası Olarak Devrimci Doğu Kültür Ocakları Yurt dışında bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye Đşçi Partisi içerisindeki bir grup Kürt milliyetçisi genç, Doğu Mitinglerinin de etkisiyle, TĐP’te hâkim görüş olan “Millî Demokratik Devrim” görüşüyle amaçlarına ulaşamayacakları düşüncesiyle ayrı bir örgütlenmeye gitme kararı almışlardır. Tarık Ziya Ekinci, 1968 yılında yeniden örgütlenmeleri gerektiğine karar veren Kürt öğrenci ve gençlerinin kendisiyle istişare etmeye geldiğini ve kendisinin bu gençlere TĐP hareketiyle dirsek teması içerisinde kalarak, aydınlanmacı ve antifeodal bir çizgide örgütlenmelerini önerdiğini söylemektedir.280 Ekinci’ye göre bu gençler, daha sonra kendi aralarında yaptıkları görüşmelerden sonra Ankara ve Đstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocakları adı verilen teşkilâtları kurmuşlardır. Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nı kuran Kürtçü kadroların, bu ocakların kurulması ve yapacakları çalışmaların belirlenmesi aşamasında görüştükleri tek kişi Tarık Ziya Ekinci değildir. Bu aşamada, birçok Kürt siyasetçi ve aydını ile görüşülmüş, ayrıntılı hazırlıklar ve çalışmalar
279 280
Milliyet, 7 Ağustos 1968 Tarık Ziya Ekinci, TĐP ve Kürtler, s.77
115
yapılmıştır. Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın kurulması ve yapacakları çalışmaların belirlenmesi amacıyla görüşülen Kürt siyasetçi ve aydınları, yine tanıdık isimlerdir: Yusuf Azizoğlu, Melik Fırat, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Musa Anter, Kasım Sever, Canip Yıldırım, Kemal Burkay, Feki Hüseyin Sağnıç, Gıyaseddin Emre, Emin Kotan, Mehmet Ali Aslan, Tahsin Ekinci, Tutaklı Öztürkler, Edip Karahan, Örfi Akkoyunlu, M. Ali Ermiş, M. Emin Bozaslan, Medet Serhat, Yaşar Kaya ve Necati Siyahkan281 Bu kişilerle yapılan görüşme ve toplantılardan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki illerde örgütlenme ve adam kazanma çalışmaları başlamıştır. Ayrıca Ankara
ve
Đstanbul’da
Kürt
öğrencilerin
kaldığı
yurtlarda
birçok
toplantı
düzenlenmiştir. Bu çalışma ve toplantılar sonucunda bağımsız bir Kürt gençlik örgütlenmesi olarak Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO)’nın kurulmasına karar verilmiştir. Böylece, Türkiye’deki ilk legal Kürtçü örgütler olan DDKO’ların kurulma süreci başlamıştır. DDKO’ların kurulduğu ilk şehirler Ankara ve Đstanbul’dur.282 1969 yılının Mayıs ayında Ankara Đktisadi ve Ticari Đlimler Akademisi Öğrenci Derneği’nde yapılan toplantıdan sonra, 21 Mayıs 1969 tarihinde, Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın ilki olan Ankara Devrimci Doğu Kültür Ocağı kurulmuştur. Yönetim kurulu başkanlığına ise Diyarbakırlı Yümnü Budak getirilmiştir. Ankara Devrimci Doğu Kültür Ocağı’nın kurucuları ve aktif üyelerinin isimleri, öğrenim gördükleri bölümler ve doğum yerleri ise şöyledir: Mümtaz Kotan,
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi, Muş doğumlu,
Đbrahim Güçlü,
Hukuk Fakültesi öğrencisi, Şereflikoçhisar doğumlu,
Fikret Şahin,
Hukuk Fakültesi öğrencisi, Muş doğumlu,
Ümit Fırat,
Ticari
Đlimler
Akademisi
öğrencisi,
Bingöl-Kığı
doğumlu, Zeki Kaya,
Sağlık Đdaresi Yüksekokulu öğrencisi, Ağrı-Doğubeyazıt doğumlu,
Faruk Aras,
Gazetecilik Yüksekokulu öğrencisi, Kars-Kağızman doğumlu,
Đhsan Yavuztürk,
Yüksek Teknik Öğretmen Okulu öğrencisi, Urfa-Suruç doğumlu,
281 282
Ahmet Özer, a.g.e., s.571 Gerard Chaliand, a.g.e., s.70
116
Đhsan Aksoy,
Ticari Đlimler Akademisi öğrencisi, Ağrı doğumlu,
Sabri Çepik,
Hukuk Fakültesi öğrencisi, Urfa-Siverek doğumlu,
Nizamettin Barış,
Gazetecilik
Yüksekokulu
öğrencisi,
Kars-Digor
doğumlu, Nusret Kılıçaslan,
Yüksek Ticaret Okulu öğrencisi, Mardin-Kızıltepeli,
Ferit Uzun,
Ziraat Fakültesi öğrencisi, Urfa-Siverekli,
Hasan Acar,
Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğrencisi, DiyarbakırErgani doğumlu,
Nezir Şemikanlı,
Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğrencisi, MardinMidyat doğumlu,
Ali Beyköylü,
Ticari Đlimler Akademisi öğrencisi, Erzurum-Tekman doğumlu.
Derneğin kurucu ve üyeleri arasında, bu isimler dışında Kemal Cengiz, Daham Keleş, Hikmet Buluttekin, Ahmet Kotan, Şerif Felekoğlu, Nazmi Onur, Abdullah Soysal, Salih Sıtkı, Mustafa Karacadağ, Halit Çetinyalap, Mustafa Karadağ, Mehmet Demir, Halil Dündar, Nuri Bingöl, Đsa Geçit, M. Sait Aktaş, Đrfan Özen ve Bedri Demir de yer almaktadır.283 Ankara Devrimci Doğu Kültür Ocağı’ndan bir hafta sonra, 27 Mayıs 1969 tarihinde Đstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocağı kurulmuştur. Đlk başkanı UrfaSiverekli Necmettin Büyükkaya’dır. Derneğin diğer kurucu ve aktif üyeleri ise şunlardır: Mehmet Tüysüz,
Hukuk Fakültesi öğrencisi, Urfa-Siverek doğumlu,
Sait Pektaş,
Hukuk Fakültesi öğrencisi, Diyarbakır-Lice doğumlu,
Cimşit Bilek,
Hukuk Fakültesi öğrencisi, Siirt-Eruh doğumlu,
Mahmut Kılıç,
Orman Fakültesi öğrencisi, Adıyaman doğumlu,
Şakir Elçi,
Hukuk Fakültesi öğrencisi, Bingöl doğumlu,
Mahmut Fırat,
Jeoloji
Mühendisliği
öğrencisi,
Adıyaman-Samsat
doğumlu, Ali Yılmaz Balkaş,
Hukuk Fakültesi öğrencisi, Diyarbakır-Lice doğumlu,
Niyazi Dönmez,
Edebiyat
Fakültesi
öğrencisi,
Elazığ-Karakoçan
doğumlu,
283
Ahmet Özer, a.g.e., s.573; Abdulhaluk Çay, a.g.e., s.361; Đbrahim Etem Gürsel, a.g.e., s.86-87
117
Eyüp Alacabey,
Đstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi, Mardin-Derik doğumlu,
Ömer Bakkal,
Orman Fakültesi öğrencisi, Bingöl doğumlu.
Bunların dışında, Zeki Okçuoğlu, Ali Buran, Leyla Ejder, Ali Haydar Emre, Mehmet Can, Sabri Ünlü, Đbrahim Önen, Fevzi Yardımcı, Aydın Yümlü, M. Ali Aslan, Aziz Yılmaz, Sait Bozgan, Đbrahim Yüksekkaya, Fazlı Can, Kadir Akgüneş, Salih Kaynak, Mustafa Doğan Özbay, Mehmet Balamir, Şakir Elçi, Agah Uyanık, Kadir Çağlı, Hüseyin Azkan ve Đlhami Yaban da Đstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocağı’nın çalışmalarına katılmışlardır. Ocağın eğitim faaliyetlerini ise Musa Anter ve Đsmail Beşikçi yürütmüşlerdir. 284 Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olan Abdullah Öcalan da Đstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocakları üyesidir. Diyarbakır Devrimci Doğu Kültür Ocağı, Đstanbul ve Ankara’dan yaklaşık 1 buçuk yıl sonra, 6 Ekim 1970 tarihinde kurulmuştur. Diyarbakır DDKO’nun kurulmasına TĐP’li Kürt aydınlar ve siyasetçiler öncülük etmiştir. Bunların arasında Dr. Naci Kutlay, Dr. Tarık Ziya Ekinci, Mehdi Bilici (Zana), Nazım Sönmez ve Avukat Yusuf Ekinci gibi isimler yer almıştır.285 Diyarbakır Devrimci Doğu Kültür Ocağı’nın kurucularından olan Dr. Tarık Ziya Ekinci, ocağın kurulmasının öncesini ve sonrasını şu şekilde anlatmaktadır: “(...) Yaptığımız görüşmeler sonunda TĐP’li olsun olmasın devrimci, ileri ve demokrat olan herkese açık, antifaşist, demokratik ve bir yığın örgütü kurulmasına karar verildi. Kurduğumuz örgütün programı ve amaç maddesi değişik olduğu halde, öğrenci gençlikle bağlarımızı korumak ve ilişkilerimizi sürdürmek için derneğimize Diyarbakır Devrimci Doğu Kültür Ocağı (DDKO) adını vermeyi uygun gördük.(...) Derneğimiz kısa zamanda il merkezindeki ve çevreden gelen Kürt gençlerinin bir uğrak yeri olmuştu. (...) Diyarbakır’daki olumlu hava çevremizdeki Kürt gençliğini de etkilemişti. Her taraftan DDKO kurulması için çağrı alıyorduk. Diyarbakır örgütünde görev alan arkadaşların yönlendirmesi ve yerel TĐP üyelerinin öncülüğünde 13 Ekim 1970’de Ergani, 9 Kasım 1970’de Silvan, 18 Kasım 1970’de Batman ve 28 Ocak 1970’de Kozluk DDKO’ları kuruldu.”286
284
Đbrahim Etem Gürsel, a.g.e., s.86; Abdulhaluk Çay, a.g.e., s.361-362; Ahmet Özer, a.g.e., s.574 Tarık Ziya Ekinci, TĐP ve Kürtler, s.78 286 a.g.e., s.78-79
285
118
Diyarbakır Devrimci Doğu Kültür Ocağı’nın kuruluş amacı, tüzüğünde şöyle ifade edilmiştir: Madde 1: Diyarbakır Devrimci Doğu Kültür Ocağı, Cemiyetler Kanunu’na göre kurulmuş bir örgüttür. Örgüt siyasetle uğraşmaz. Madde 2: Dernek, Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Anayasamızın başlangıç ilkeleri ile 3.maddesinin ışığında 12 ve 13.maddelerinden esinlenerek, insan hak ve hürriyetlerini savunmak, halkımızın bütünlüğünü devrimci çizgide geliştirip yaşatmak, demokratik özlem ve inançlara cevap verebilecek kültürel ve siyasal faaliyetlerde bulunmak, ırkçı şoven ve anti-demokratik akımlara karşı insani değerlere dayalı, toplumsal muhtevalı bir misak-ı milli anlayışını hâkim kılmak amacını güder.287 Tüzüğün birinci maddesinde “örgütün siyasetle uğraşmadığı” ifade edilirken, ikinci maddesindeki amaçları arasında “demokratik özlem ve ihtiyaçlara cevap verebilecek kültürel ve siyasal faaliyetlerde bulunmak” yer almıştır. Ocağın tüzüğünün ilk iki maddesi bile bu şekilde birbiriyle çelişirken, siyasetle uğraşmadığı da doğru değildir. Faaliyette olduğu yaklaşık 6 aylık dönemde birçok siyasi faaliyet gerçekleştirdiği gibi, ocağın kurucularının ve üyelerinin çoğu da TĐP içerisinde aktif siyaset yapan kişilerdir. Tarık Ziya Ekinci’nin de ifade ettiği gibi, Diyarbakır DDKO’dan sonra dört DDKO daha açılmıştır. Ergani Devrimci Doğu Kültür Ocağı, 13 Ekim 1970 tarihinde kurulmuştur. Kurucuları; Ömer Kan, Mehmet Emin Tektaş, Kemal Vural, Mustafa Gök ve Mehmet Sağlamoğlu’dur.288 Silvan Devrimci Doğu Kültür Ocağı, 9 Kasım 1970 tarihinde kurulmuştur. Kurucuları ve üyeleri; Bahri Evliyaoğlu, Mahmut Okutucu, Muhterem Biçimli, Vedat Erkaçmaz, Akif Işık, A. Kerim Ceyhan, Yusuf Kılıçer, Mahmut Yeşil, Cüneyt Ceylan, Zeki Bozaslan ve Fikri Müjdeci’dir. 289 Açılışta yapılan mitingde “Đsrail’in bile bir devlet kurduğu, Afrika’da bir takım halkların devlet olmak imkânı buldukları” belirtilerek, ayrı bir Kürt devleti kurma vurgusu yapılırken; duvarlara asılan afişler ve 287
Altan Tan, a.g.e., s.352-353 Ahmet Özer, a.g.e., s.575. Abdulhaluk Çay, Ergani DDKO’nun kuruluş tarihini 13 Kasım 1970 olarak vermiştir. Abdulhaluk Çay, a.g.e., s.362 289 Ahmet Özer, a.g.e., s.575. Abdulhaluk Çay, Silvan DDKO’nun kuruluş tarihini 9 Aralık 1970 olarak vermiştir. Abdulhaluk Çay, a.g.e., s.362
288
119
dağıtılan bildirilerde yer alan “Dökülen kanların hesabı sorulacaktır” sözleri, güvenlik güçlerinin dikkatini çekmiştir.290 Batman Devrimci Doğu Kültür Ocağı, 18 Kasım 1970 tarihinde kurulmuştur.291 Kurucuları; Mehmet Yıldız, Sabri Yıldız, Mehmet Durmaz, Sabahattin Saygılı ve Ubeydullah Aydın’dır.292 Kozluk Devrimci Doğu Kültür Ocağı ise 28 Ocak 1971 tarihinde kurulmuştur. Kurucuları ve üyeleri; M. Şirin Baltaş, Alaaddin Baltaş, Abdi Dizmen, Yusuf Güzel, Mehmet Đnal, Halil Kaneş, Đrfan Bozgil, M. Tahir Birlik, A. Halim Dinler, Mehmet Asker ve Nasır Bağdu’dur.293 Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın faaliyette oldukları dönemde en çok şikâyet ettikleri konu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki köylerde jandarma birlikleri tarafından yapılan arama operasyonları olmuştur. DDKO’lar, bazı araştırmacıların “komando zulmü”294 , kendilerinin ise “komando baskını” şeklinde ifade ettikleri bu aramalarda, jandarma birliklerinin Kürt köylülere kötü davrandıklarını, şiddet uyguladıklarını, küfür ettiklerini, aşağıladıklarını ve jandarmanın bunu köylüler Kürt olduğu için yaptıklarını iddia etmişlerdir. DDKO’lara göre bu “komando baskınlarının” iki temel nedeni vardır. Bunlardan birincisi köylülerin Kürt kökenli olması ve mevcut hükümetin bölgedeki Kürtlerin Kuzey Irak’taki Barzani hareketine yardım ettiklerini düşünmesidir. Diğeri ise bu aramalarda köylülerin silâhları toplanırken ağaların silâhlarına dokunulmayarak, Kürt köylülerin çoğu AP’li olan ağalara boyun eğmesinin sağlanmasıdır. Adalet Partisi bölgedeki ağalarla yakın ilişkiler içindedir, Jandarma Đçişleri Bakanlığı’na bağlıdır ve dönemin Đçişleri Bakanı da AP’lidir. Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki köylerdeki örgütlerini genişlettiği 1970 yılının ortalarına doğru, jandarma birliklerinin köylere düzenledikleri arama operasyonları da sıklaşmıştır. Bu durum basının da ilgisini 290
Milliyet, 16 Mayıs 1971 Tarık Ziya Ekinci, TĐP ve Kürtler, s.79. Ahmet Özer Batman DDKO’nun kuruluş tarihini 18 Kasım 1971 olarak vermişse de, bu tarih yanlıştır. DDKO’ların tümü 1971 yılının Nisan ve Mayıs aylarında kapatılmıştır. 292 Ahmet Özer, a.g.e., s.575 293 a.g.e., s.575. Tarık Ziya Ekinci ve Ahmet Özer, Kozluk DDKO’nun kuruluş tarihini 28 Ocak 1970 olarak vermişlerdir. Ancak Kozluk DDKO, Diyarbakır DDKO’dan sonra kurulmuş olduğundan bu tarihin 28 Ocak 1970 değil 1971 olması mantıklıdır. Abdulhaluk Çay ise Kozluk DDKO’nun kuruluş tarihini 28 Aralık 1970 olarak vermiştir. Abdulhaluk Çay, a.g.e., s.362 294 Ahmet Özer, Çözül(e)meyen Kürt Sorunu, Đstanbul: Hemen Kitap, 2012, s.33
291
120
çekmiştir. Đsmail Cem 295 , jandarma operasyonları ve bu operasyonların bölgedeki etkilerini incelemek için bölgeye giderek durumu yerinde gözlemlemiş, jandarmanın arama yaptığı köylerdeki Kürt köylülerle röportajlar yapmış ve “Acılı Doğu” başlıklı ayrıntılı bir yazı dizisi hazırlamıştır. Đsmail Cem’le konuşan Kürt köylülerin anlattıkları, jandarma birliklerinin aramalar sırasında köylülere kötü davrandıkları iddialarını doğrular niteliktedir: “Komando birlikleri köyü çevirmiş, evlerin damına çıkmıştı. Biz erkekleri yan yana dizdiler. Kadınlar küme olup yere oturdular. Askerler tüfeklerini üzerimize doğrultmuşlardı. Bizi sıraya koyarlarken, yavaş davranan arkadaşlarımız suratlarının ortasına yumruğu yiyordu. Kimse ağzını açmaya cesaret etmiyordu. Zaten biliyorduk niye geldiklerini. Haberi öteki köylerden almıştık. Komando subayı karşımıza geçti. Köyünüzde silâh gizlendiğini biliyoruz. Sakladığınız yerden getirin, bir şey yapmayacağız dedi. Köyde birkaç silâh gerçekten vardı. Bütün köylerde olduğu gibi. Silâhsız buralarda yaşanmaz, herkes bilir bunu. Köy ağası ise kasabadaki evindeydi. Kendi silâhlarını çoktan kaçırmıştı. Bizden kimse bir şey demiyordu. Nasıl desin? Silâh pahalıydı. Başka köyde düşmanı vardı. Kan davası güdeni vardı. Komando erlerinden biri, işaret üzerine, dipçiğini en baştaki arkadaşın karnına indirdi. Arkadaş iki büklüm olup yıkıldı. Tekrar silâh sordular, kimse cevap vermedi. Hepimizi sırayla dövmeye başladılar. Küfür de ediyorlardı. Anamıza babamıza sövüyorlardı. Sen Kürtsün, defol Barzani’nin yanına diyorlardı. Bu silâhları Barzani’ye kaçıracaksın. Bizim babamızı, amcamızı sen öldürdün diyorlardı.”
Köylülerin Đsmail Cem’e anlattıklarına göre, jandarmalar daha sonra köydeki erkekleri soymuşlar, gizledikleri silahları çıkartmalarını istemişler, silahlar teslim edilmeyince çıplak köylüleri kadınların önünde tüfeklerinin dipçikleri ve sopalarla dövmüşlerdir. Dahası köylülere küfür etmişler ve kadınları da soymakla tehdit etmişlerdir. Daha sonra da köylüleri o durumda bırakıp gitmişlerdir. Köylülere göre jandarmaların ettikleri küfürler dayaktan bile kötüdür. 296 Farklı bir köyde röportaj yapılan köylüler de benzer şeyler anlatmışlardır. Buradaki köylüler Đsmail Cem’e evlerinin duvarlarındaki kurşun deliklerini göstermişler, jandarmaların dayağından dolayı sakat kaldığı iddia ettikleri bir kadının başucuna götürmüşlerdir. Bu sırada çocukların elinden tutarak getirdikleri kör bir köylü, jandarmaların kendisini bile dövdüğünü söylemiştir. 295
Đsmail Cem, 1940 yılında Đstanbul’da doğmuştur. 1963 yılında Lozan Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. 1971-1974 yıllarında Türkiye Gazeteciler Sendikası Đstanbul Şb. Başkanlığı, 1974-1975 yıllarında da TRT Genel Müdürlüğü yapmıştır. Đstanbul ve Kayseri’den toplam dört kez milletvekilli seçilmiş, Kültür Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı görevlerinde bulunmuştur. 24 Ocak 2007 tarihinde ölmüştür. 296 Đsmail Cem, “Acılı Doğu”, Milliyet, 14 Haziran 1970
121
Köylülerin iddiasına göre, jandarma birlikleri güneş batmadan önce köye gelmişler, köyün kenarında kalan evlerin duvarlarını hedef alarak, üstelik çocuklar dışarıda oynarken ateş açmışlardır. Daha sonra köyü kuşatan jandarma birliklerinden bir kısmı köye girmiş, önlerine kim çıkarsa döverek kadın ve erkekleri iki grup olarak ayırmıştır. Jandarma ayrıca evlere girerek insanları dışarı çıkartmıştır. Jandarma, daha sonra topladıkları köylüleri dövmeye başlamış ve “kuyruklu Kürt defol Barzani’nin yanına” şeklinde küfür etmiş ve köylüleri Barzani’ye silah kaçırmakla suçlamışlardır. Jandarmalar daha sonra da diğer köylerde olduğu gibi erkekleri soyarak sopalarla dövmüşler ve gizledikleri silahları teslim etmelerini istemişlerdir. Silahları teslim etmezlerse
hepsini
öldüreceklerini
söylemişlerdir.Köylülerin
iddiasına
göre,
jandarmalar ellerindeki listede bulunan silahların tümünün teslim edilmemesi üzerine kadınları da soyarak dövmüşlerdir. Bu sırada yaşlı bir kadın dayak nedeniyle sakat kalmıştır. 297 Jandarma birliklerinden bu şekilde şiddet gördüğünü iddia eden bölge halkından, şikâyetlerini dilekçeyle resmi makamlara iletenler de olmuştur. Basında verilen bilgilere göre, bu dilekçelerde anlatılan olaylardan bazıları, köy ve şahıs isimleriyle birlikte şunlardır: Diyarbakır’ın Bismil Đlçesi’ne bağlı Çelikdiz Köyü’nden Şehmuz Esen ve oğlu, dayısı Raşit ve oğlu, amcası Mehmet ve oğlu karşılıklı çırılçıplak soydurularak karıları ve gelinlerine teşhir edilmiş ve falakaya yatırılmıştır. Kembelu Köyü’nden Ramaden, Ramazan, Nevzat Keya, Hacı Yusuf ve isimlerini açıklamaktan çekinen diğer vatandaşlar, falakaya yatırıldıktan sonra ayaklarına su dökülerek dövülmüştür. Diyarbakır’ın merkezine bağlı Düvel Köyü’nden Dursun Yanardağ, oğluna yapılan işkenceye dayanamayarak oğlunun kapanmış, bunun üzerine kendisi de dövülmüştür. Kafasına vurulan dipçiklerle komaya giren bu vatandaş, Diyarbakır Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılmış, dört gün sonra da ölmüştür. Çocukları korkudan şikâyet etmemişler ve köyü terk etmişlerdir. Mardin Đli’nin Derik Đlçesi’ne bağlı Revşat Köyü’ne tam dokuz sefer baskın yapılmış, her dokuz seferinde köylülere yat, kalk, sürün talimleri yaptırılmış, takla attırılmış, koca taşlar 297
Đsmail Cem, “Acılı Doğu”, Milliyet, 14 Haziran 1970. Kadınların soyulduğu ya da dövüldüğü yönündeki şikâyetler tüm köylerden değil, bazılarından gelmiştir. Ama tüm köylerde erkeklerin dövüldüğü yönünde ortak ve benzer şikâyetler vardır.
122
çektirilmiş, çırılçıplak soyundurulmuşlardır. “Siz Barzani uşaklarısınız, sizi buradan kovuncaya kadar zulmedeceğiz, kime giderseniz gidin, bizde sizi öldürme emri var” denilmiştir. Siirt’in Eruh Đlçesi’ne bağlı Sive Köyü’nde, meydanda köy halkına işkence yapılırken, kardeşine yapılan işkencelerin acısına dayanamayan genç bir kadın kardeşinin üzerine kapanmıştır. Bunun üzerine kadın da dövülmüştür. Kadın çocuğunu düşürmüş ve kendisi de ölmüştür. Bu köyden 10 hane halkı, dayanamayarak Türkiye sınırlarını terk etmiştir.298
Đddiaların gerçek olup olmadığı, basın tarafından o dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da görev yapan bazı resmi görevli ve idarecilere de sorulmuştur. Görevliler, genel olarak jandarma operasyonlarının bölgedeki güvenliği arttırdığını ve suç oranlarını düşürdüğünü söylemişler, köylüler silâhlarını gönüllü olarak vermedikleri için jandarma birliklerinin bazen zora başvurmuş olabileceğini ama işkence ve dayak olaylarının gerçek olduğunu sanmadıklarını söylemişlerdir. Mardin Valisi Celal Kayacan, toplu köy aramalarından sonra ildeki asayiş durumunun çok düzeldiğini, eskiden haftada dört, beş cinayet olurken artık ayda en fazla iki cinayetin olduğunu söylemiş ve jandarma birliklerinin arama operasyonlarını müspet bir iş olarak nitelendirmiştir. Đşkence yapıldığını ise sanmadığını eklemiştir. Diyarbakır Belediye Başkanı Nejat Cemiloğlu, arama operasyonlarının faydalı olduğunu, çünkü bu operasyonlarda silah toplandığını söylemiştir. Cemiloğlu, operasyonlarda silahların eşit şekilde toplanması gerektiğini, köylüden alınıp, ağalardan ya da nüfuz sahibi kişilerden alınmamasının hata olacağını ve aramalarda genellikle bu eşitliğe dikkat edildiğini eklemiştir. Diyarbakır Savcı Yardımcısı Vedat Pak, arama operasyonlarının asayişe çok yardımcı olduğunu ifade etmiştir. Pak, operasyonlar sırasında köylüye dayak atılmış olabileceğini ama işkence yapıldığına inanmadığını söylemiştir. Đsminin açıklanmasını istemeyen bir yetkili ise şikâyetçi köylülerin haklı olduğunu, tetkik edebildiği şikâyetlerde doğruluk tespit ettiğini söylemiştir.299 Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki köylere jandarma tarafından yapılan arama operasyonlarının sıklaştığı dönemde, bölgedeki Kürtlerden Irak’taki Barzani hareketine yardım ve adam gönderildiği yönündeki iddialar da artmıştır. Aramaların sıklaşmasını 298 299
Đsmail Cem, “Acılı Doğu”, Milliyet, 15 Haziran 1970. Đsmail Cem, “Acılı Doğu”, Milliyet, 15 Haziran 1970
123
bu yardım iddialarına bağlayan görüşler de vardır. Gerçekten de son on yılda (19601970) bölgedeki on bir ilçeden, Irak’taki Barzani hareketine üçer kez “gönüllü” gönderilmiş, yiyecek-giyecek ve silâh yardımı yapılmıştır. Ayrıca, 60’lı yılların sonlarından itibaren Sovyetler Birliği’yle arası açılan ve Irak Hükümeti’ne karşı mücadele eden Molla Mustafa Barzani’ye Đngiltere tarafından silâh yardımı yapıldığı ve bu yardımın Barzani’ye Türkiye üzerinden ulaştırıldığı iddiaları da vardır: “Son on yıl içinde, Güneydoğunun on bir ilçesinde üç defa cihad ilân edilmiş, ağalar Barzani’ye gönüllü göndermişlerdi.300 Bu ilçelerin adını ve olayı çeşitli güvenilir kaynaklardan doğrulatabildim. Ancak, iki tanesiyle ilgili olarak bizzat araştırma imkânını buldum. Türkiye’nin Güneydoğusundan Barzani hareketine gönderilen yardımın temelini yiyecek, giyecek ve silâh meydana getiriyordu. Ayrıca gönüllü de gönderilmişti. Yardımın temel kaynağı, Kürtçülük davasını benimsemiş büyük ağalardı. Bu ağalar köylülerden özel bir vergi topluyor, kendileri buna ek yapıyor ve malları sınırdan geçirmekle görevli kimselere teslim ediyordu.”301
Molla Mustafa Barzani’ye gönderilen yardımların toplandığı başlıca bölgeler ise Batman, Eruh ve Derik’tir. Yardımlar, bu bölgelerde biriktirilip Irak’a gönderilmiştir. Ayrıca o yıllarda Sovyetler Birliği’yle yakın ilişkiler kuran Baas yönetimiyle sorunlar yaşayan Barzani’ye Đngiliz Đstihbaratı tarafından silah gönderilmiş, bu silahların bir kısmı da Silopi, Çukurca ve Yüksekova üzerinden Irak’a ulaştırılmıştır. Ayrıca Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgelerinden son on yıl içerisinde (19601970) üç defa “gönüllü” toplanmış ve Barzani’ye gönderilmiştir. Barzani’ye “gönüllü” gönderen merkezler ise Cizre, Kızıltepe, Silopi, Viranşehir, Đdil, Şırnak, Şirvan, Şemdinli, Çukurca, Beytüşşebap ve Yüksekova’dır. Ayrıca, bu dönemde bölgede Molla Mustafa Barzani’nin Irak dışındaki bağlantılarını sağlayan Iraklı Kürtlerin faaliyetleri de artmıştır. Đçlerinde Amerika’da yüksek öğrenim görmüş olanların da bulunduğu bu Iraklılar, bölgede Irak plakalı arabalarıyla gezmekte ve bölgedeki önemli kişilerle görüşmeler yapmaktadırlar. Barzani’ye “gönüllü” gönderdiği bilinen kişiler ise “gitmek isteyenlerin olduğunu, kendilerinin de gitmek isteyenlere engel olmadıklarını” söylemişlerdir. Buna karşın, “gönüllüler” Irak’a davul zurnayla uğurlanmışlar ve Barzani’nin Baas 300
Molla Mustafa Barzani’ye gönderilen bu “gönüllüler” 1965 yılından beri faaliyette bulunan ve Barzani’nin Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin Türkiye uzantısı olan yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” tarafından Irak’a gönderilmişlerdir. Đsmet Đmset, a.g.e., s.385 301 Đsmail Cem, “Acılı Doğu”, Milliyet, 16 Haziran 1970
124
yönetimiyle 11 Mart 1970 tarihinde yaptığı özerklik anlaşması bölgedeki bazı ilçelerde şenliklerle kutlanmıştır. Bölgedeki Kürt köylüler, jandarma operasyonlarının Kürt olmaları nedeniyle düzenlendiğine inanmakta ve Irak’taki Barzani hareketinin bölgedeki Kürtleri etkilemesinin bu şekilde, şiddet ve küfürlü operasyonlarla önlenmeye çalışıldığını düşünmektedirler. Diyarbakır Belediye Başkanı Nejat Cemiloğlu’na göre ise, bölgedeki Kürt köylülerin genelinde Kürtçülük gibi eğilim yoktur. Bölgede son zamanlarda bu yönde artan davranışlar ise kendiliğinden oluşmamakta, idarecilerin bölgeye yönelik yanlış politikalarına bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır. 302 Đsmail Cem, emniyet güçlerinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki köylere yönelik düzenledikleri arama operasyonlarında şiddet kullanmaları ve bölge halkına Kürt oldukları için hakaret etmelerinin bölge halkı üzerindeki etkisini de analiz etmiştir. 15 yıl sonra Türkiye’de yaşanmaya başlanacak olan bölücü terör olayları düşünüldüğünde, Đsmail Cem’in 1970 yılında konu ile ilgili yaptığı analiz, geleceğe yönelik değerli bir uyarı niteliğindedir: “Köylünün komando harekâtıyla ilgili yorumu açık ve kesindi: Biz Kürt olduğumuzdan bize bunu ettiler. Silâh toplamak işin bahanesi diyordu. Kimisi de, Irak’takilere bakıp aynı şeyi biz de yaparız diye gözdağı veriyorlar şeklinde konuşuyordu.”
Đsmail Cem’in gözlemlerine dayanarak çıkarttığı sonuca göre, arama operasyonlarındaki kötü davranış, şiddet ve hakaret, Kürt köylüler üzerinde şu etkilere neden olmaktadır:
1. Halk yönetime düşman olmaktadır. Jandarma birlikleri, köylülerde, “beni vatandaştan saymayan bu devlet benim devletim değil” şeklinde bir izlenim yaratmaktadır. Ya da bu konuda var olan kuşkuları kuvvetlendirmiştir. Komandoların silah aramada yöntemleri ve savurdukları söylenen küfürler, bu izlenimin temel dayanağı olmuştur. 2. Köylü, kendi kurtuluşunu Kürtçü çözüm yollarında aramaya yöneltilmektedir. Dayağın ve özellikle “Kürt bu ülkeden defol” yolundaki küfürlerin sonucunda, köylüye, adeta zorla “Kürtsem Kürdüm” dedirtilmektedir. Köylü, Kürt olduğu için baskıya hedef olduğuna inanmaktadır. Ayrıcalığı bir kez daha ciğerinde hissetmekte, tabiatıyla, bunu 302
Đsmail Cem, “a.g.m.”
125
onur meselesi yapıp Kürtlüğe daha sıkı sarılmaktadır. Dolayısıyla, Kürtçü ve bölücü çözüm yollarına elverişli bir ortam oluşmaktadır. Đsmail Cem’in bölgedeki köyleri birlikte gezdiği Kürt kökenli tercümanı, bir köyden ayrılırken Đsmail Cem’e “arama operasyonlarından önce köylerde bir Türklük Kürtlük meselesi olmadığını, köylünün bu gerçeği şüphesiz bildiğini, zaman zaman konuştuğunu ama günlük yaşantısına etkili olmadığından fazla önemsemediğini, hele yabancılarla bu konuyu asla konuşmadığını; operasyonlardan sonra ise yeni tanıdığı bir yabancıyla bile konuşmaktan çekinmeyerek açıkça Türklük Kürtlük ayrımından söz ettiğini” söylemiştir. 3. Bölgede bazı şiddet hareketleri başlamıştır. Bir kitlenin etnik kökeninden dolayı hakarete ve baskıya uğraması, kaçınılmaz şekilde, şiddet unsurunun yer aldığı tepkiler yaratmaktadır. Siirt olayları 303 bu gerçeğin belirtisidir. Siirt’te maç bitince jandarma komando birlikleri her maçta olduğu gibi tribünlerin önünden sahayı çevirmiştir. Ancak bölge halkı, komando birliklerini silâh elde hazır olarak karşısında görünce, duyduğu ya da yaşadığı olayları hatırlamış, jandarmayı yuhalamış, birkaç kişi de taş atmıştır. Çıkan olaylarda iki kişi hayatını kaybetmiştir. Bu tür olayların daha da artmasından korkulabilir. Jandarma operasyonlarının Doğu köylerinde yol açtığı gelişme, tek kelimeyle özetlendiğinde, bölücü ve ayrılıkçı eğilimlerin yaratılması olmuştur. Eğer bu eğilimler daha da beslenir ve maceracılarla dış kuvvetlerin yararlanacağı bir ortam yaratılırsa, Güneydoğu Anadolu, Cumhuriyet tarihindeki talihsiz örneklerde olduğu gibi tekrar kana bulanabilir.304 Yedi gün süreyle yayımlanan, ayrıntılı yazı dizisinin sonuç ve çözüm önerisi kısmı da, özellikle yayımlandığı dönem açısından dikkate alınmaya değerdir: “(...) Ancak bizim söyleyeceğimiz, çok özlenen asayişi getirmek açısından faydalı olmasına rağmen, bu şekliyle komando harekâtının mutlaka, ama mutlaka durdurulması 303
“Siirt olayları” olarak anılan olay, 3 Mayıs 1970 günü Siirt’te Siirt Gençlikspor ile Adana Millî Mensucat takımları arasında oynanan maçtan sonra çıkmıştır. Maçtan sonra jandarma komando birliklerinin tribünlere doğru hareket ederek önlem almasına tepki gösteren halk, komando birliklerine taş atmıştır. Komando birliklerinin havaya ateş açması sonucu 16 ve 19 yaşlarındaki iki lise öğrencisi genç hayatını kaybetmiştir. Halk, bunun üzerine jandarma komando ve polis araçlarını yakmıştır. Jandarma ve polisin silah kullanmasına karşın olaylar yatışmamıştır. 5 gün süren olaylarda asker ve sivil 10 kişi yaralanmıştır. Olaylar ancak diğer bölgelerden takviye birliklerin gelmesiyle kontrol altına alınabilmiştir. Siirt’te yaşanan bu olaylar, bölge halkıyla jandarma birliklerinin karşı karşıya geldiği ilk büyük çaplı olaylardır. Güvenlik kuvvetleri ve devlet görevlileri ile bölge halkı arasında ciddi sorunlar olduğunu gösteren ilk işaretlerden olması açısından önemlidir. Ayrıntılar için bkz. Cumhuriyet, 4-8 Mayıs 1970 304 Đsmail Cem, “Acılı Doğu”, Milliyet, 16 Haziran 1970.
126
gerektiğidir. Kaş yapayım derken göz çıkartmak istemiyorsak, köylünün ileriye dönük sosyal mücadelesini ırkçı bir muhtevaya saptırmak istemiyorsak ve Türkiye’nin başına binlerce insanın öleceği yeni Siirt olayları açmak istemiyorsak, bu işkence harekâtına mutlaka son verilmelidir. Güneydoğu Anadolu, çiçeklerle ve güllerle yaklaşılması gereken talihsiz ve yoksul bir bölgedir. Dipçikle ve küfürlerle girilen bir düşman toprağı değil.”305
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki köylerde yapılan silah arama operasyonları, aynı günlerde Cumhuriyet Senatosu’nun gündemine de gelmiştir. Yine DDKO’ların TĐP üzerindeki etkisinin bir sonucu olarak, TĐP Kocaeli Senato Üyesi F. Hikmet Đşmen, Đçişleri Bakanlığı’na, Diyarbakır Silvan’da yapıldığı öne sürülen bir arama operasyonunun gerçekten yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa izin alınıp alınmadığı ve arama yapılan köylerdeki halka işkence yapıldığı iddialarının doğru olup olmadığı yönünde yazılı bir soru önergesi vermiştir.306 Jandarma birliklerinin bölgedeki arama operasyonlarını bir de Adalet Partisi Hükümeti açısından değerlendirebilmek için Đçişleri Bakanlığı’nın yanıtına aynen yer vermek faydalı olacaktır.
Đçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu’nun yazılı cevabı şu
şekildedir: 1. 8 Nisan 1970 Çarşamba günü, Diyarbakır Đli Silvan Đlçesinin Ferudun ve Kale Mahallelerinde jandarma birliklerince toplu silah araması yapılmıştır. 2. Jandarma birlikleri, bu aramayı, lüzumunda, Hakkari, Van, Bitlis, Muş, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Bolu illerinde toplu silah aranmasını öngören, Bakanlar Kurulu’nun 10 Aralık 1969 gün ve 6/12804 sayılı Kararnamesine atfen yapılmıştır. 3. Arama, kanunun tayin ettiği usule uyularak yapılmıştır. Herhangi bir vatandaşa işkence yapılmamıştır. 4. Bütün bir ilçenin kuşatılarak terör havası içinde toplu silah araması yapılması mutat değildir. Ancak Silvan Đlçesine çok sayıda kaçak silah getirildiği istihbar edilmiş, görevin gerektirdiği kuvvet, zaman lüzumlu tedbirler alınmış ve bu suretle müspet sonuca ulaşılmıştır.
305 306
Đsmail Cem, “Acılı Doğu”, Milliyet, 17 Haziran 1970 Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi (CTSD), Cilt 57, 30.4.1970, s.833
127
5. Yapılan arama ve tarama, tam manasıyla kanun ve nizamlar çerçevesinde, Anayasamızın ve insan hak ve hürriyetlerinin korunması için yapılmıştır. Kanunlarımızın tayin ettiği usule uyularak yapılan toplu silah aramalarının, ülkemizin bütünlüğü bakımından büyük bir tehlike olarak görülmesinde, kanaatimizce isabet yoktur. Bilakis yurttaşlarımızın güvenliğini teminat altına almak için yapılmaktadır. Bu aramada; 7 mavzer, 19 tabanca, 255 fişek, (4’ü gasp, 15’i öldürme, 23’ü 6136 sayılı Kanuna muhalefet, 12’si de muhtelif suçlardan sanık olmak üzere) 54 kanun kaçağı, 1 cezaevi firarisi, 139 paket kaçak çay, 30 kilo kaçak tütün ele geçirilmiştir. Görevini kanunun tayin ettiği hudutlar içerisinde başarıyla yapan jandarma personeli hakkında bir soruşturma yapılması düşünülmemiş, bilakis değerlendirme cihetine gidilmiştir.307 Dayak ve hakaret, üzücü bir gerçek olarak, 1970’li yıllardan itibaren Türkiye’nin “Kürt Sorunu” söyleminin değişmez bir parçası olmuştur. Bu yıllarda Milli Savunma Bakanlığı ve Başbakanlık görevlerinde bulunmuş olan deneyimli siyasetçi Ferit Melen308, bu konuyla ilgili şu önemli tespitte bulunmuştur: “Kürtlerle yıllarca iç içe yaşadım. En milliyetçisini de bilirim, konuştum. Bunlarda (en aşırıları hariç), özellikle de halkta bir ayrılmak ve kendi başına başka yöne gitmek gibi bir istekleri yoktur. Đstedikleri, adam yerine koyulmak, insan muamelesi görmek, dayak yememek, küçük düşürülmemek ve pastadan payını alabilmektir.”309
4.12. DDKO’ların TĐP Üzerindeki Etkisi: Dördüncü Büyük Kongrede Alınan Kürt Kararı” ve Kapatmaya Giden Süreç Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın faaliyetleri, jandarma operasyonlarını kınamak, broşür basmak ve dağıtmak, afiş asmak, miting düzenlemek, çeşitli makam ve kurumlara protesto telgrafları göndermek ya da Kürt meselesi ile ilgili seminerler düzenlemekle sınırlı kalmamıştır. Kuruldukları günden beri çok yakın ilişkiler içerisinde oldukları ve organik bağ ile bağlı bulundukları Türkiye Đşçi Partisi’nin Kürt politikasının belirlenmesinde de çok aktif bir rol oynamışlardır. 307
CSTD, Cilt 59, 4.6.1970, s.227-228 Ferit Melen, 1906 yılında Van’da doğmuştur. 1931 yılında Mülkiye’den mezun olmuştur. IX ve XI.dönem Van Milletvekili olarak seçilmiştir. Nihat Erim Hükümetlerinde Maliye Bakanlığı yaptıktan sonra 1972 tarihinde Başbakanlık görevine getirilmiştir. 1975 yılında tekrar Milli Savunma Bakanı olarak görev yapmıştır. 3 Eylül 1988 tarihinde Ankara’da ölmüştür. 309 Metin Heper, Devlet ve Kürtler, Đstanbul: Doğan Kitap, 2008, s.178
308
128
TĐP’in 1970 yılındaki Dördüncü Büyük Kongresi yaklaşırken, görevinden ayrılan eski Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın yerine ağırlığı artan Behice Boran, partinin Kürt sorunu ile bu kadar iç içe görünmesinden rahatsızdır. Boran’ın partiyi Kürtlerden uzaklaştıracağından endişelenen TĐP’li Kürtçüler (özellikle TĐP üyesi Kürtçülerden oluşan Doğulular Grubu), Dördüncü Büyük Kongre’ye doğru Boran ve ekibi üzerindeki baskılarını arttırmışlardır. TĐP bünyesindeki Kürt delege, üye ve Kürt seçmen sayısının çokluğunu baskı aracı olarak kullanan bu baskı grubunun başını Devrimci Doğu Kültür Ocakları çekmiştir. Tüzüğünde “siyasetle uğraşmadığı” yazan Diyarbakır Devrimci Doğu Kültür Ocağı’nın kurucuları arasında yer alan Tarık Ziya Ekinci, DDKO’ların TĐP’in Dördüncü Büyük Kongresi sürecinde nasıl bir baskı kurduklarını şu şekilde anlatmaktadır: “(...) DDKO üyesi genç delegeler, Kürt sorununa yeni ve gerçekçi bir açılım getirecek bir kongre kararı çıkartmak için aktif çaba içindeydiler. Başını Muş Delegesi Avukat Ruşen Aslan’ın çektiği DDKO’lu gençler, kendi aralarında hazırladıkları bir önergeyi Kongrenin onayına sunmak istiyorlardı. O günün somut siyasal koşullarında aşırı talepler içeren böyle bir önergenin benimsenmesi mümkün değildi. Kemal Burkay’la birlikte Kongre Başkanlığına sunulmasına karşı çıktık. Ancak, bu önergenin karar tasarılarını inceleme komisyonunda görüşülmesi düşünülebilirdi. Nitekim, gençlerin önergesi MYK’nın hazırladığı karar tasarısı ile birlikte değerlendirilmek üzere ilgili komisyona sunuldu. Kürt gençlerinin sunduğu önerge taslağı, Komisyonda belli bir çizgiden geriye adım atmaya olanak vermeyecek kadar etkiliydi. Bunun yok sayılarak MYK’nın tasarısıyla yetinmek mümkün değildi. Komisyonda orta yol sayılabilecek yeni bir metin hazırlanarak Genel Kurula getirildi. Yeni metin kabul edilebilir nitelikteydi. Genel Kurulda itiraza uğramadı ve tek bir muhalif oya karşı ezici bir çoğunlukla kabul edildi. Ancak, burada, tarihe tanıklık etmek açısından, Dördüncü Büyük Kongre’de TĐP’in Kürt sorunu kararının çıkmasında DDKO’lu gençlerin belirleyici olduklarını ifade etmenin bir değerbilirlik olduğuna inanıyorum.”310
DDKO’lu gençlerin belirleyici olduğu ve Türkiye Đşçi Partisi’nin Dördüncü Büyük Kongresi’nde kabul edilen bu karar metninin “Kürt sorunuyla” ilgili altıncı maddesinin giriş bölümünde, “Türkiye’de, Kürt halkı üzerinde, baştan beri kanlı zulüm hareketleri, baskı, terör ve asimilasyon politikası uygulandığı” iddia edilmektedir. Karar metninin Kürt sorunuyla ilgili bu altıncı maddesi şöyledir: 310
Tarık Ziya Ekinci, TĐP ve Kürtler, s.79-80
129
“6. Türkiye Đşçi Partisi 4. Büyük Kongresi: Türkiye’nin doğusunda Kürt halkının yaşamakta olduğunu, Kürt halkı üzerinde, baştan beri, hâkim sınıfların faşist iktidarlarının zaman zaman kanlı zulüm hareketleri niteliğine bürünen, baskı, terör ve asimilasyon politikasını uyguladıklarını, Kürt halkının yaşadığı bölgenin, Türkiye’nin öteki bölgelerine oranla geri kalmış olmasının temel nedenlerinden birinin, kapitalizmin eşitsiz gelişme kanununa ek olarak, bu bölgede Kürt halkının yaşadığı gerçeğini göz önüne alan hâkim sınıf iktidarlarının, güttükleri ekonomik ve sosyal politikanın bir sonucu olduğunu, Bu nedenle, (Doğu sorununu) bir bölgesel kalkınma sorunu olarak ele almanın, hâkim sınıf iktidarlarının şoven, milliyetçi görüşlerinin ve tutumunun bir uzantısından başka birşey olmadığını, Kürt halkının anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak ve diğer tüm demokratik özlem ve isteklerini gerçekleştirmek yolundaki mücadelesinin, bütün antidemokratik, faşist, baskıcı, şoven, milliyetçi akımların amansız düşmanı olan partimiz tarafından desteklenmesinin olağan ve zorunlu bir devrimci görev olduğunu, Kürt halkının gelişen demokratik istek ve özlemlerini ifade ve gerçekleştirme mücadelesi ile işçi sınıfının ve onun öncü örgütü partimizin öncülüğünde yürütülen sosyalist devrim mücadelesinin tek bir devrimci dalga halinde bütünleştirmek için Türk ve Kürt sosyalistlerin parti içinde omuz omuza çalışmaları gerektiğini, Kürt halkına karşı uygulanan ırkçı, milliyetçi, şoven, burjuva ideolojisinin, partililer, sosyalistler ve bütün işçi ve diğer emekçi yığınlar arasında yerle bir edilmesini sağlamanın, partinin ideolojik mücadelesinin ve gelişmesinin temel ve devamlı bir davası olduğunu, Partinin, Kürt sorununa işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından baktığını kabul ve ilân eder.”311 Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın, Türkiye’de aktif siyaset yapan ve Meclis’te de milletvekili bulunan bir siyasî partiye, o dönem için siyasî intihar anlamına gelen böyle bir kararı kabul ettirebilecek kadar etkili olduğunu gören emniyet ve istihbarat birimleri, durumun daha da ileri gitmesini engellemek için harekete geçmişlerdir. 311
Resmi Gazete, 6 Ocak 1972, no.14064 (Anayasa Mahkemesi Kararları, s.11)
130
DDKO’ların TĐP’in Büyük Kongresinde kabul edilmesi için yukarıda verilen kararı hazırladığı ve konunun parti içerisinde tartışıldığı dönemde, 16 Ekim 1970 günü, Diyarbakır ve Ankara’da eş zamanlı olarak yapılan operasyonlarda DDKO ve DevGenç üyesi 12 kişi tutuklanmıştır. Millî hisleri zayıflatıcı faaliyetlerde bulundukları ve ırkçılık amacıyla dernek kurdukları gerekçesiyle Ankara Sulh Hukuk Hâkimliği’nin verdiği kararla tutuklananlar arasında Tarık Ziya Ekinci, Yümnü Budak ve Dev-Genç Başkanı Atilla Sarp da yer almaktadır. Ekinci, tutuklandığı Diyarbakır’dan uçakla Ankara’ya götürülmüştür. 312 DDKO’lar kurulurken kendisinden görüş alınan yazar Mehmet Emin Bozaslan da Đstanbul’da gözaltına alınmıştır. Erzurum, Adana ve Erzurum’da da benzer operasyonlar yapılmıştır. Tarık Ziya Ekinci ve Yümnü Budak hakkındaki suçlama Kürtçülük propagandası yapmaktır. Ayrıca, Đstanbul DDKO’dan Zeki Tekeş ve Musa Anter de göz hapsine alınmışlardır.313 DDKO ve Dev-Genç üyelerine yönelik tutuklamalar, Ankara ve Diyarbakır’dan sonra Đstanbul’da devam etmiştir. Kürtçülük faaliyetlerinin çok duyulan isimlerinden Canip Yıldırım, Mümtaz Kotan, Nezir Şenlikanlı, Musa Anter, Mehmet Demir, Mehmet Çepik ve Zeki Tekeş’le birlikte, tutuklananların sayısı 21’e ulaşmıştır. Uzun süreden beri Devrimci Doğu Kültür Ocakları ve Dev-Genç’in ortak çalışmalarını takip eden emniyet ve istihbarat birimleri, bu iki örgütün yurt dışındaki Kürtçü oluşumlarla ilişkisini tespit etmiştir. Türkiye sınırları içerisinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak amacıyla örgütlenen DDKO, Dev-Genç’ten destek almış ve özellikle üniversite çevreleri ile Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgesinde gizli faaliyetler göstermeye başlamıştır. Faaliyetlerin sürekli derinleşip ciddileştiğini gören güvenlik birimleri, bu iki örgütün
bağımsız
bir
devlet
kurma
çabaları
hakkında
yargı
organlarını
bilgilendirmişlerdir. Bu sürecin sonucu olarak, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği, Türk Ceza Kanunu’nun 141.maddesi uyarınca sanıkların tutuklanarak Ankara’ya getirilmelerine karar vermiştir.314 Yine DDKO üyelerinden Zülküf Güler, Fikret Şahin, Zeki Kaya, Salih Özgökçe ve Mustafa Özer isim şahıslar bildiri dağıtırlarken yakalanmışlar; Servet Güneş ve M.
312
Akşam, 17 Ekim 1970 Cumhuriyet, 17 Ekim 1970 314 Akşam, 18 Ekim 1970
313
131
Ali Cambaz da Kürtçülüğe ait eserler basan bir matbaayı izinsiz çalıştırmak suçlarından tutuklanmışlardır. Tutuklanan diğer bir DDKO üyesinin adı ise Sabri Çekiç’tir.315 Bunlar dışında 17 kişi hakkında da gıyabî tutuklama kararı çıkartılmıştır. Bu süreç içerisinde, tutuklanan, gözaltına alınan ya da hakkında soruşturma başlatılan DDKO ve Dev-Genç üyelerinin sayısı 200’e ulaşacaktır. Behice Boran, tutuklananlar arasında Kürt asıllı bazı vatandaşların da bulunduğunu ifade ederek, Adalet Partisi iktidarının gizli faşist bir yönetimden açık bir faşizme yöneldiğini iddia etmiş ve tutuklamaları kınamıştır.316 “Kürtçülük davasını” Devrimci Doğu Kültür Ocakları’yla birlikte savunan DevGenç’in 317 tutuklanan genel başkanının yerine, Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Ertuğrul Kürkçü getirilmiştir. Dev-Genç’in yeni seçilen Genel Başkan Ertuğrul Kürkçü ve merkez yürütme kurulu üyeleri, 19 Ekim 1970 günü bir basın toplantısı yaparak, son günlerde Dev-Genç ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları’na karşı bir baskı kampanyasına girişildiğini öne sürmüştür. Kendilerine, gizli teşkilât kurmak, Kürtçülük gibi suçlamaların yöneltildiğini ifade eden Dev-Genç yöneticileri, bu iddiaları reddetmişlerdir: “Son günlerde yoğunlaşan baskıların anlamı, Dev-Genç’e ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları’na Kürtçü damgasını vurarak ve şoven duyguları kabartarak, halkın bir parçası haline gelen devrimcilerle halk arasında sunî bir çelişki yaratmak ve baskıları haklı göstermektir.”318
Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın faaliyetleri ve üyelerine
yönelik
operasyonlar, 12 Mart 1971’de yapılan askerî müdahaleye kadar devam etmiştir. 4.13. 12 Mart 1971 Askerî Müdahalesi ve Kürtçülüğe Karşı Alınan Önlemler 12 Mart 1971 Askeri Müdahalesi’nden sonra sol hareketler, Kürt siyaseti ve Kürtçülük faaliyetleri üzerindeki baskı artmıştır. Metin Toker, muhtıradan sonra Kürtçülük faaliyetleri üzerinde artan baskıyı ve yeni kurulan Erim Hükümeti’nin konuya bakışını şu şekilde değerlendirmiştir: 315
Akşam, 19 Ekim 1970 Cumhuriyet, 18 Ekim 1970 317 Nathalie Tocci, Alper Kaliber, “Civil Society and the Transformation of Turkey’s Kurdish Question”, Security Dialogue, vol.41, no.191, 2010, s.195 318 Cumhuriyet, 20 Ekim 1970
316
132
“(...) Kürt milliyetçileri. Anarşistlerin üzerinde nüfuz sahibi bunlardır. Onların bir hedefleri vardır. Eski Ermeni komitecilerinin hedefi: Türk vatanının bütünlüğünü bölmek. Türk halkından değil, Türkiye halklarından bahsetmeleri bundandır. Kürt halkı dedikleri
Doğu
insanlarını
kendi
davaları
uğrunda
malzeme
diye
kullanmak
istemektedirler. Ama bunun tersi de vardır. Bilinçli Kürt milliyetçisi gençler, özel bir takım ideolojilere kapılmış yaşıtlarını, onların ruhu duymadan kendi özel Kürtçülük davalarına hizmetkâr
diye
kullanmaktadırlar.
Başlattıklarını
durdurmazlarsa,
anarşistlerini
cüretlerini, pek, hem pek pahalı ödeyeceklerinden şüphe edilmesin. Erim Hükümeti, en sert tarzda, olmaz böyle vakalar demiştir ve kendisinden önceki iktidarla farkını başlatmıştır. Bu inançta bir devlet, eyleme geçti mi, onun eylemi etrafı toz eder. Devletle şaka olmayacağını bu topraklar üzerinde, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e olmaz böyle vakalar diyerek doğrulan idareler, isyancılara daima göstermişlerdir.”319
4.13.1 DDKO’ların Kapatılması Devrimci Doğu Kültür Ocakları, “Devletle şaka olmayacağı” gerçeğiyle kısa sürede yüzleşmişlerdir. 26 Nisan 1971 tarihinde Ankara Sıkıyönetim Komutanı olarak görevlendirilen Orgeneral Semih Sancar’ın ilk işi, ertesi gün bir bildiri yayımlayarak Ankara Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nı kapatmak olmuştur. Aynı bildiriyle, Ankara’da faaliyet gösteren Dev-Genç ve Ülkü Ocakları Birliği de kapatılmıştır: Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 3 no’lu bildirisiyle; 1. Bugüne kadarki faaliyetleri ile Ankara halkının huzurunu bozan Dev-Genç, Ülkü Ocakları ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları, süresiz olarak kapatılmıştır. 2. Her türlü toplantı, gösteri ve yürüyüşler yasaktır. Ancak, yapılmasında kanuni zorunluluk bulunan toplantılar için Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan izin alınacaktır.”320 Ankara’dan bir gün sonra, 27 Nisan 1971 tarihinde, bu kez Đstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün’ün 2 no’lu bildirisiyle “Kuruluş gayelerinin tamamen dışında faaliyet gösterdikleri ve üniversitelerin boykot ve işgallerinde birinci derecede amil unsurları görülen Dev-Genç, Devrimci Doğu Kültür Ocakları ile Ülkü Ocakları kapatılmıştır.”321 Ankara ve Đstanbul’un ardından, kısa süre içerisinde diğer DDKO’lar da kapatılmış, üyeleri tutuklamış ya da gözaltına alınmıştır. Devrimci Doğu Kültür 319
Metin Toker, “1971’in Türkiye’sinden Çizgiler”, Milliyet, 25 Nisan 1971 Cumhuriyet, 28 Nisan 1971 321 Milliyet, 29 Nisan 1970. Đstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 2 no’lu bildirisinde Devrimci Doğu Kültür Ocakları, “Doğu Devrim Kültür Ocakları” şeklinde yanlış yazılmıştır.
320
133
Ocakları, toplu olarak kapatılma tehlikesine karşı, şubeler halinde değil kuruldukları illerde bağımsız olarak örgütlendiklerinden 322 , her sıkıyönetim bölgesinde ayrı ayrı kapatılmışlardır. Silvan Devrimci Doğu Kültür Ocağı’nın aranmakta olan kurucusu Muhterem Biçimli’nin kardeşinin arazisinde jandarma birlikleri tarafından yapılan aramada, toprağa gömülmüş bir çuvalın içerisinde, yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi”nin tüzüğü ile teşkilatı ve pratiği hakkında hazırlanmış bir rapor ele geçirilmiştir. Ayrıca, aynı çuvalda, Molla Mustafa Barzani’ye yazılmış buluşma talepleri içeren bazı mektuplar da bulunmuştur. Böylece; Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Türkiye Đşçi Partisi ve yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” arasında bağlantı bulunduğu yönünde fiziksel deliller ortaya çıkmıştır.323 Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın, doğrudan Kürt kimliğiyle örgütlenebilen ilk legal kuruluş olması ve daha sonra kurulacak olan tüm Kürtçü legal-illegal örgütlerin, ister solcu ister Kürt milliyetçisi olsun Kürt kimliğiyle kurulacak olması324;DDKO’ların Türk solundan ayrı örgütlenmeyi hedefleyen, Kürt milliyetçisi ilk belirgin örgüt olmaları 325 ve Abdullah Öcalan ile birlikte bölücü terör örgütü PKK’nın kurucu kadrosunun da DDKO’lu olduğu 326 dikkate alınırsa, bu kuruluşların Türkiye’deki Kürtçülük hareketleri ve sonrasında başlayan bölücü terörde ne kadar önemli bir yeri olduğu açıkça anlaşılabilir. 4.13.2. TĐP’in Kürtçülük ve Bölücülük Faaliyetlerinden Dolayı Kapatılması 12 Mart döneminde, Dev-Genç ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın yanında Türkiye Đşçi Partisi hakkında da kapatma davası açılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin açtığı davanın dayanağı, partinin Dördüncü Büyük Kongresinde DDKO’ların baskısıyla kabul ettiği, Kürtlerle ilgili 6 no’lu kongre kararıdır. Anayasa Mahkemesi’nin, TĐP’in kabul ettiği 6 no’lu kongre kararı ile ilgili yorumu özetle şöyledir:
322
Rafet Ballı, Kürt Dosyası, Đstanbul: Cem Yayınevi, 1992 (3.bsk), s.74 Milliyet, 16 Mayıs 1971 324 Mustafa Akyol, a.g.e., s.133 325 Ahmet Özer, a.g.e., s.571 326 Taha Özhan, Hatem Ete, Kürt Meselesi: Problemler ve Çözüm Önerileri, Ankara: Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), 2008, s.7
323
134
Davaya temel tutulan en önemli belge, Dördüncü Büyük Kongre kararının altıncı maddesidir. Bu kararı yazanların ve kongrede benimseyenlerin ve kongrede kabul edildiği için tüm partinin kabul ettiği iddialar, tümüyle gerçek dışı ve kasıtlıdır. 1.
Egemen sınıfların faşist hükümetlerinin başlangıçtan beri bu yurttaşlar (Kürtler) üzerinde baskı, yıldırma ve asimilasyon politikası uyguladıkları iddiası, gerçeğe aykırı bir iddiadır. Bir ülkede bir takım haksız eylemlere rastlanması düşünülebilir. Bir kısım kişiler, devlet görevlisi bile olsalar suç işleyebilirler. Türkiye sınırları içerisinde, doğuda ya da batıda bir takım görevliler suç işlemiş ve cezalandırılmış olabilirler. Her yerde görülebilen bu tür olayların, yalnızca doğuda işlenmiş gibi ele alınması yanıltıcı ve kasıtlı bir davranıştır. Türkiye’de Đç Anadolu ve Batı Anadolu Bölgelerinde de geri kalmış bölgeler bulunmaktadır. Đster doğuda ister batıda olsun, geri kalmış bölgelerde yaşayanların sıkıntı çektikleri de bir gerçektir. Türkiye’nin geri kalmış her bölgesinde rastlanan bu durumun, yalnızca doğuya özgü ve doğuda yaşayan vatandaşların Kürt kökenli olmaları ve Kürtçe konuşmalarının bir sonucu olarak gösterilmesi; bu yurttaşların ülkenin bütünlüğünden soğutulması ve ayrılması amacına yönelmiş bir tutumdur.
2.
Bölge ve bölge insanına, zaman zaman kanlı zulüm olaylarına dönüşen bir baskı yapıldığı da doğru değildir. “Kanlı zulüm olayları” adı adında, doğuda meydana gelen, nedenleri, gelişimleri ve sonuçları belli ve artık tarihe mal olmuş olayların, yeniden ve gerçekten farklı olarak hatırlatılması, o bölgede yaşayanların bir kısmının ülke bütünlüğünden soğutulması ve ayrılması amacını taşımaktadır.
3.
Doğunun belli bölgelerinde yaşayan halkın sıkıntı yaşamasının nedeni, o bölgelerin ekonomik, kültürel ve toplumsal yönlerden gelişmemiş olmasıdır. Bu durum, anadilleri ne olursa olsun, o bölgede yaşayan vatandaşların tümü için geçerlidir. Türkiye Đşçi Partisi’nin kararında iddia edildiği gibi, o bölgelerdeki yurttaşların sıkıntılarının nedeni, Kürtçe konuşuyor olmaları değildir.
135
Devlet Đstatistik Enstitü'nün 1965 yılı nüfus sayımı istatistiklerine göre, Doğuda yaşayan vatandaşlarımızın %37’sinin anadili Kürtçedir. Anadili Kürtçe olan vatandaşların Türkiye’nin toplam nüfusuna oranı ise %7’dir. Türkiye çağında ya da bölge çapında bir çoğunluk durumu olmadığından, Kürtçe konuşan bu vatandaşlara karşı özel bir politika izlenmesi akla uygun değildir. Ayrıca, bu bölgede Kürtçe konuşanların sayısının çoğunlukta olduğu iddiası da asılsızdır. 4.
Kongre kararının 6.maddesinde, Kürtlerin, Anayasaya dayanan yurttaşlık kullanma yolunda mücadele ettikleri ve ayrıca özlemini çektikleri ve varmak istedikleri bütün diğer
demokratik amaçlara ulaşmak için çalıştıkları
bildirilmiştir. Bu ifadeyle, Kürtlerin, Anayasada öngörülen haklar dışında birtakım istek ve özlemleri bulunduğu ve bunlar için çaba gösterdikleri iddia edilmektedir. Partinin iddia ettiği bu istek ve özlemler, ülkenin bütünlüğünden kopmak ve ayrılmak demektir. Kararda partinin bu istek ve özlemleri destekleyeceğine yer verilmesi, Türkiye Đşçi Partisi’nin Anayasa dışı ve ayrılıkçı bu eylemleri desteklediği anlamına gelmektedir. 5.
Türkiye Đşçi Partisi’nin kongre kararının 6.maddesinde, Türkiye’de Kürt halkına karşı ırkçı, milliyetçi ve bağnaz bir bu burjuva ideolojisi uygulandığı ileri sürülmektedir. Partinin bu iddiası da gerçeklere aykırıdır. Anayasadaki milliyetçilik ideolojisinde, ırk düşüncesi ve kökence farklı olan toplulukların ayrı tutulması anlayışı yer almamaktadır. Bu bakımdan, Kürtlere karşı ırkçı bir ideolojinin uygulandığı iddiası da gerçeklere uygun değildir.327 Türkiye Đşçi Partisi’nin kapatılması davasında, TĐP’in yönetici ve üyelerinin
Devrimci Doğu Kültür Ocakları’ndaki çalışma ve konuşmaları ile DDKO’ların faaliyetleri de parti aleyhine kanıt olarak kullanılmıştır. Türkiye Đşçi Partisi’nin bu iddialara karşı mahkemeye sunduğu yazılı savunma ise özetle şöyledir: 1.
Türkiye Đşçi Partisi, Kürt sorununu bir ayrılma ya da bölünme çerçevesinde tartışmamıştır. Doğu bölgesi ve Kürt halkı sorunu, dirençle ve tutarlı olarak
327
Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, Sayı 9, 1972, s.111-115; Resmi Gazete, 6 Ocak 1972, no.14064. (Anayasa Mahkemesi Kararları), s.11-12
136
Anayasa çerçevesi içerisinde ortaya konmuş, ülkenin bütünlüğü konusu üzerinde özellikle durulmuş ve Anayasanın buyurucu kurallarının eksiksiz olarak uygulanması istenmiştir. Gerek Kürt sorununa, gerekse çözüm yollarına, teorik bir araç olarak bilimsel sosyalizm açısından yaklaşılmaya çalışılmıştır. 2. Dördüncü Büyük Kongrede delegelerin yaptıkları konuşmalar partiyi bağlayacak nitelikte sayılamaz. 3. Türkiye Đşçi Partisi’nin söylemlerinde yer alan “milletler” ya da “milliyetler” kavramı, ayrı bir “Kürt halkı” ya da “Kürt ulusu” anlamında kullanılmamıştır. Partiye göre, iktidarlar yanlış tutum ve davranışlarıyla Türkler ve Kürtlerin bütünleşmelerini baltalamaktadırlar. Egemen sınıfların ve iktidarların Anayasada tanımlanan millet anlayışına aykırı olarak ırkçı bir milliyetçiliğe sapması, ayrılıkçı unsurlara, özellikle Kürt şoven milliyetçiliğine kullanılacak malzeme hazırlamaktadır.
Dördüncü
Büyük
Kongrede
alınan
karar
bu
görüşe
dayanmaktadır. TĐP, “halk” sözcüğünü siyasi anlamda değil sosyolojik anlamda kullanmıştır. Parti, Kürt sorununda özerklikten yana değildir. 4. Türkiye Đşçi Partisi ayrılıkçı, bölücü bir parti değildir. Sadece yasalar emrettiği için değil aynı zamanda ırkçılık, bilime ve gerçeklere aykırı olduğu için de ayrılıkçı olamaz. 5. Mahkeme tarafından, Devrimci Doğu Kültür Ocakları ile Türkiye Đşçi Partisi arasında ilişki kurulmak istenmekte ve DDKO’ların faaliyetlerinden parti sorumlu tutulmaktadır. DDKO’larla TĐP arasında hiçbir ilgi ve bağlantı yoktur. Hatta DDKO ve DDKO’larda görevli bazı kişilerle parti arasında birçok uyuşmazlıklar vardır. Kürtçülük iddiasıyla birçok davada yargılanmakta olan Musa Anter, Yümnü Budak, Emin Bozaslan gibi kişiler parti üyesi değillerdir ve parti ile hiçbir ilişkileri yoktur. 6. Đsmet Đnönü’nün Lozan’da “Kürt halkı” tanımını kullanmış olması, bu tanımın bölücü bir özellik taşımadığını gösterir.
137
7. Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk de Milli Mücadele yıllarında birkaç kez “Kürt” kelimesini kullanmıştır. 8. Kürtlerden söz etmenin derhal bölücülük suçlamasına yol açtığı dikkate alınırsa, bugüne kadar uygulanan politikaların sorunu kalıcı bir çözüme ulaştırmaktan uzak olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle TĐP, bölücülük suçlamasını reddetmekle birlikte, bu suçlamadan çekinerek bu konudaki görüşlerini açıklamaktan kaçınmamıştır. Partinin Kürt sorunu ile ilgili bu görüşleri bilimsel araştırmalara dayanmaktadır. 9. Türkiye Đşçi Partisi, Kürtlerden bir azınlık yaratma amacını taşımamaktadır. Dördüncü Büyük Kongrenin karar tasarısını yazan komisyon üyeleri Hüseyin Ergün ve Necati Erer Yazıcıoğlu, Başsavcılık’a verdikleri ifadelerinde Kürtlerin azınlık haklarına sahip kılınmaları yönünde bir düşünceyi ileri sürmemişler ve Kürt sorununun çözümü konusunda “tabii asimilasyona” taraftar olduklarını, partinin ve kendilerinin değil ayrılma hakkına, Kürtlere azınlık statüsü verilmesine bile karşı olduklarını belirtmişlerdir. 10. Türkiye Đşçi Partisi, Kürtlerin farklı bir dil konuştuklarını ifade ederken, Kürt dilini ve ya kültürünü korumak ya da yaymak ve bu yollardan azınlık yaratmak gibi bir yol ve amaç benimsemiş değildir. Yalnızca, dil başkalığına karşı zorlama yöntemlerin uygulanarak ayrım gözetecek durumların gerçekleşmemesi gerektiğini ileri sürmüştür.328 Sonuç olarak, 20 Temmuz 1971 tarihinde; Anayasanın 57.maddesinde yer alan “Siyasi partilerin faaliyetleri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği temel hükmüne uygun olmak zorundadır” ve 646 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 89.maddesinde yer alan “Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli ve ya dini kültür farklılıklarına yahut dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler. Siyasi partiler, Türk dilinden ve kültüründen gayrı dil ve kültürleri korumak ve ya yaymak veyahut geliştirmek yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler” hükümlerine aykırı davrandığına karar verilen Türkiye Đşçi Partisi, yine Anayasanın 57.maddesinde yer alan “Bunlara uymayan partiler temelli kapatılır” hükmü ile 648 sayılı Siyasi Partiler 328
TĐP’in Kürtçülük iddiasıyla kapatma istemine karşı yazılı savunmasının tam metni ve Behice Boran’ın parti temsilcisi sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı açıklama için bkz. Resmi Gazete, 6 Ocak 1972, no.14064 (Anayasa Mahkemesi Kararları), s.5-8; Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 9, 1972, s.87-100
138
Kanunu’nun 111.maddesinde yer alan “Parti genel kongresince ve ya merkez karar organı ve ya merkez yönetim organınca bu kanunun dördüncü kısmında yer alan maddelerin hükümlerine aykırı karar alınması ya da genelge ve ya bildiriler yayınlanması durumunda Anayasa Mahkemesi’nce siyasi partinin kapatılmasına karar verileceğini” bildiren hükmü uyarınca kapatılmasına Anayasa Mahkemesi tarafından karar verilmiştir. 329 Böylece, 1971 yılı bitmeden, Türkiye’de Kürtçülük faaliyetlerinde bulunan ya da bu faaliyetlere destek veren Dev-Genç, Devrimci Doğu Kültür Ocakları ve Türkiye Đşçi Partisi kapatılmıştır. Bu kuruluşların yönetici ve üyelerinin çoğu, bölücülük ve Kürtçülük faaliyetlerinde bulunmak ya da propagandasını yapmak suçlarıyla Türk Ceza Kanunu’nun 141.maddesinden yargılanmışlar ve çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. 1971-1973 yılları arasındaki Nihat Erim, Naim Talu ve Ferit Melen Hükümetleri dönemlerinde, 12 Mart rejiminin vermiş olduğu bazı olağanüstü güvenlik yetkilerinin de kullanılmasının etkisiyle Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetleri durma noktasına gelmiştir. Ancak bu durum, 1974 yılı başlarından itibaren değişmeye başlamıştır.
329
Resmi Gazete, 6 Ocak 1972, no.14064 (Anayasa Mahkemesi Kararları), s.16
139
BEŞĐNCĐ BÖLÜM BÖLÜCÜ TERÖRE GEÇĐŞ SÜRECĐ (1974-1984) 5.1. 1974 Genel Affı ve Kürtçülük Faaliyetlerine Etkisi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı görevini Đsmet Đnönü’den devralan Bülent Ecevit, 14 Ekim 1973 tarihinde yapılan Genel Seçimlerde 3 buçuk milyondan fazla oy alarak, partisini seçimlerden birinci parti olarak çıkartmıştır. Ancak, kazandığı oy sayısı tek başına iktidar olmasına yetmediğinden koalisyon kurmak zorunda kalmış ve Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon hükümeti kurarak başbakanlık görevine başlamıştır. Başbakan Bülent Ecevit’in, 27 Mart 1974 tarihinde Meclis’e sunduğu Genel Af Yasa Teklifi, büyük tartışmalara neden olmuştur. Kanun teklifinin muhalefet tarafından büyük tepki görmesinin nedeni ise, Türk Ceza Kanunu’nun Kürtçülük, bölücülük ve Devlete karşı işlenmiş çeşitli suçları düzenleyen 141 ve 142.maddelerinden yargılanmakta ya da hüküm giymiş olanların da af kapsamına alınmasıdır.330 Demokratik Parti Konya Milletvekili ve Adalet Komisyonu Üyesi Kubilay Đmer’in, Kürtçülük ve bölücülük suçlarının kanun teklifinde af kapsamına alınmış olmasına karşı koyduğu muhalefet şerhi, kanun teklifine Meclis’te gösterilen tepkinin özeti niteliğindedir. Đmer, CHP-MSP Koalisyon Hükümeti’nin çıkartmak istediği af kanununun, Anayasada yer alan “insan ana hak ve hürriyetleri, ırk ve mezhep ayrımına dayanarak Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastiyle kullanılamaz” hükmüne aykırı olduğunu ifade ettikten sonra, af kanun tasarısı kapsamına girenler arasında Kürtçülerin de olduğunu eklemiş ve bu Kürtçülerin ifadelerinden çeşitli örnekler vermiştir: “Misaller: Kürt milliyetinden halka ağır karşı ağır baskı ve zulüm uygulandı... Biz Türkiye’de yaşayan Kürt milliyetinin kendi kaderini tayin hakkını her zaman savunduk ve savunmakta devam edeceğiz... Kürt halkına yapılan baskılar çekilecek gibi değildi... Tek çaresi, Türk ve Kürt halkının ortak kurtuluşunun silahlı mücadele yoluyla olan kurtuluşuna katılmakla ve bu mücadelenin içinde görev almakla şeref duyuyorum... Kürt milliyetinin üzerindeki ırkçı baskı, terör ve eritme politikasının kalkması, devlet kurma hakkının tanınması... Halkın demokratik iktidarı ile beraber Kürt milliyeti kendi geleceğini kendi hür iradesiyle tayin edecektir... Komünistler, Türkiye proleteryasının öncüleri olarak, Kürt 330
Bülent Ecevit’in af kanun teklifinin metni için bkz. MMTD, Dönem 4, Cilt 2, 27.3.1974, S. Sayısı 25, s.1-11
140
halkının kendi kaderini Kürt işçi ve köylülerinin menfaatleri yönünden tayini için çalışırlar... Proleteryanın devrimci ideolojisini kavramış bir Kürt olarak yine bilirim ki, Kürt halkının direncini kırmak mümkün olmayacak; Türkiye’nin Türk ve Kürt halkları hâkim sınıfların faşist diktatörlüğünü mutlaka yenecektir... Naklettiğim sözler, ülke ve milletiyle parçalanamaz bütün teşkil eden Devletimizin temeline nasıl dinamit yerleştirildiğinin açık örnekleridir. Doğu mitinglerini tertipleyen ve Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan TĐP’in bölücülüğü ortaya çıkmaktadır. Bunun yöneticileri hakkında Sıkıyönetim Mahkemesinin verdiği kararın ne denli haklı bir davaya parmak bastığı meydana çıkmaktadır.”331
Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel de konuşmasında, Kürtçülük suçunu kapsamına alan af teklifine karşı olduğunu ve bu affın bölücüleri de affetmek anlamına geleceğini söylemiştir: “(...) Çünkü bunların, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü bölmek ve devleti paramparça etmek gayelerini aramaya lüzum yok. Bunlara yardımcı olmayacağımıza dair yemin etmişiz. Diyoruz ki: Devletin bağımsızlığını, vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağıma; milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma ve halkın mutluluğu için çalışacağıma namusum üzerine söz veririm. Bu, bu kürsüden her milletvekilinin yapmış olduğu bir yemindir. Kanaatimce bu hususları içine alan, yani komünist ve anarşistlerin affını, devlet yıkıcılarının, memleket parçalayıcılarının, devleti ve milleti bölmek isteyenlerin affını içine alan bir affın gerçekleştirilmesini, milletvekilliği yeminine uygun bulmadığımızı, buna bütün gücümüzle karşı çıkacağımızı huzurunuzda ifade eder, hepinize saygılarımı sunarım.”332
Sonunda, muhalefetin yoğun çalışmalarıyla, Karma Komisyondan 141 ve 142.maddeleri af kapsamı dışında bırakan bir af kanunu teklifi çıkartılmıştır. Karma Komisyonun kanun teklifinde, Kürtçülük suçunu af kapsamı dışında bırakan 5.madde, şu şekilde düzenlenmiştir: “Madde 5. Aşağıda yazılı bentlerde gösterilen suçlar, kanun hükümleri dışında bırakılmıştır: A) Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142, 146, 149 ve Askerî Ceza Kanunu’nun 148.maddesinin (B) bendinde yazılı fiiller ile Türk Ceza Kanunu’nun 414.maddesinin 2.fıkrası ve 416.maddesinin 1.fıkrasında yazılı suçlar.”333
331
MMTD, Dönem 4, Cilt 2, 27.3.1974, S. Sayısı 25, s.58-59 MMTD, Dönem 4, Cilt 2, 27.3.1974, s.363-364 333 MMTD, Dönem 4, Cilt 3, 14.5.1974, S. Sayısı 25’e 2.ek, s.9 (Karma Komisyonun Kabul Ettiği Metin)
332
141
Yapılan oylama sonucunda, muhalefetteki partilerin tüm vekilleri ve koalisyon ortağı Millî Selâmet Partisi’nin 20 milletvekilinin kabul oyu vermesiyle, Karma Komisyonun Kürtçülük suçunu af kapsamı dışında bırakan 5.maddesi, 214 oya karşı 221 oyla kabul edilmiş ve teklif bu şekilde yasalaşmıştır.334 Af kanununun, kendi teklifinden farklı olarak, Kürtçülük suçunu kapsam dışında bırakacak şekilde, üstelik koalisyon ortağı MSP’nin 20 vekilinin de desteğiyle çıkması CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’i rahatsız etmiştir. Ecevit, CHP Parti Meclisi’ni olağanüstü toplantıya çağırmış, partinin önemli isimleri ise af kanununun bu şekilde kabul
edilmesi
nedeniyle
CHP’nin
koalisyon
hükümetinden
çekilebileceğini
söylemişlerdir.335 Genel Başkan Bülent Ecevit, CHP’nin koalisyon hükümetinden çekilmesine sıcak bakmamış, ancak af kanununun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaya karar vermiştir. Cumhuriyet Halk Partisi, af kanununun iptali için 1 Haziran 1974 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Dilekçeyi, Genel Başkan Ecevit ile birlikte CHP’li 126 vekil imzalamıştır. CHP’nin gerekçesi ise, devletin ulusal şahsiyetine karşı girişilen suçlardan çoğu af kapsamına alınmışken, Kürtçülük suçunu da kapsayan 141.madde ve 142.maddenin af dışında bırakılmasının Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğudur.336 Cumhuriyet Halk Partisi’nin başvurusunu kabul eden Anayasa Mahkemesi, 2 Temmuz 1974 tarihinde kararını vermiştir. Mahkeme, verdiği kararla 141 ve 142.maddeleri de af kapsamına dâhil etmiştir. 6 üyenin karşı çıktığı karar, oy çokluğuyla kabul edilmiştir.337 Anayasa Mahkemesi’nin kararının yayımlanmasından hemen sonra Ankara’da tahliyeler başlamıştır. Kararın yayımlandığı Resmi Gazete’nin normalden geç çıkması nedeniyle Ankara dışındaki şehirlerde tahliyeler ertesi gün başlayabilmiştir.338 Đlk gün 334
MMTD, Dönem 4, Cilt 3, 14.5.1974, s.609; Kanun metni için bkz. Resmi Gazete, 18 Mayıs 1974, no.14890 Milliyet, 15 Mayıs 1974 336 Milliyet, 2 Haziran 1974 337 Anayasa Mahkemesi’nin karar metni ve karara karşı çıkan üyelerin karşı oy yazıları için bkz. Resmi Gazete, 12 Temmuz 1974, no.14943, (Anayasa Mahkemesi Kararı), s.1-13. Kararda imzası olan Anayasa Mahkemesi üyeleri şunlardır: Muhittin Taylan (Başkan), Avni Givda (Başkanvekili), Şahap Arıç (Üye), Đhsan Ecemiş (Üye), Ahmet Akar (Üye), Halit Zarbun (Üye), Abdullah Üner (Üye), Kani Vrana (Üye), Ahmet Koçak (Üye), Muhittin Gürün (Üye), Lütfi Ömerbaş (Üye), Ahmet Salih Çebi (Üye), Şevket Müftigil (Üye), Nihat O. Akçayalıoğlu (Üye), Ahmet H. Boyacıoğlu (Üye). Bu isimlerden Muhittin Taylan, Avni Givda, Şahap Arıç, Đhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Kani Vrana, Halit Zarbun, Muhittin Gürün, Şevket Müftigil, Lütfi Ömerbaş ve Ahmet H. Boyacıoğlu, 2 yıl önce TĐP’in kapatılmasına karar veren üyelerdir. 338 Tercüman, 13 Temmuz 1974
335
142
tahliye edilenler arasında, Kürtçülük suçundan kapatılan Türkiye Đşçi Partisi’nin 15 yıl hapis cezası almış olan genel başkanı Behice Boran da vardır. Gece yarısı tahliye edilen Boran, kararı bir af olarak değil düzeltme olarak kabul ettiğini söylemiştir. Devrimci Doğu Kültür Ocakları bünyesinde çeşitli faaliyetlerde bulunan Đsmail Beşikçi de aynı gün tahliye edilmiştir.339 Kürtçülük suçundan mahkûm edilmiş 28 siyasî
hükümlü
Diyarbakır
Cezaevi’nden 14 Temmuz sabahı tahliye edilmişlerdir. Tahliye edilenler, 50 taksiden oluşan bir konvoyla Diyarbakır’ı gezerek gövde gösterisi yapmışlardır.340 Ayrıca, çoğu Kürtçülük faaliyetlerinden yargılanmakta olan 99’u tutuklu 570 kişinin de aftan yararlandırılacakları belirtilmiştir. 1974 Affı ile serbest kalan ya da yargılanmalarına son verilen önemli Kürtçüler arasında şu isimler yer almaktadır:
Musa Anter
Đleri Yurd Gazetesi yazarı, 49’lardan, TĐP üyesi, DDKO’larda eğitim faaliyetlerinden sorumlu
Mehmet Emin Bozaslan:
Silvan
Devrimci
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
kurucularından Fikret Şahin:
Ankara
Devrimci
kurucularından Nusret Kılıçaslan:
Ankara
Devrimci
kurucularından Eyüp Sabri Çepik:
Ankara
Devrimci
kurucularından Mümtaz Kotan:
Ankara
Devrimci
kurucularından Zeki Kaya:
Ankara
Devrimci
kurucularından Đhsan Yavuztürk:
Ankara
Devrimci
kurucularından
339
Milliyet, 13 Temmuz 1974 Tercüman, 14 Temmuz 1974; “Diyarbakır’da Tahliye Edilenler 50 Taksi Đle Şehirde Tur Attı”, Milliyet, 14 Temmuz 1974
340
143
Yümnü Budak:
Ankara Devrimci Doğu Kültür Ocağı Yönetim Kurulu Başkanı
Đbrahim Güçlü:
Ankara
Devrimci
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
kurucularından Nezir Şemikanlı:
Ankara
Devrimci
kurucularından Ali Beyköylü:
Ankara
Devrimci
kurucularından Đsa Geçit:
Ankara Devrimci Doğu Kültür Ocağı üyesi
Ferit Uzun:
Ankara
Devrimci
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
kurucularından Hasan Acar:
Ankara
Devrimci
kurucularından Canip Yıldırım:
49’lardan, TĐP üyesi, DDKO’lar ile bağlantılı
Đhsan Aksoy:
Ankara
Devrimci
Doğu
Kültür
Ocağı
kurucularından Sait Elçi:
49’lardan, yasadışı Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi yöneticilerinden
Ali Yılmaz Balkaş:
Đstanbul
Devrimci
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
kurucularından Mahmut Kılıç:
Đstanbul
Devrimci
kurucularından Niyazi Dönmez:
Đstanbul
Devrimci
kurucularından Mehmet Tüysüz:
Đstanbul
Devrimci
kurucularından Sait Pektaş:
Đstanbul
Devrimci
kurucularından Cimşit Bilek:
Đstanbul
Devrimci
kurucularından Mahmut Fırat:
Đstanbul
Devrimci
kurucularından Đbrahim Halil Önen:
Đstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocağı üyelerinden
Ahmet Zeki Okçuoğlu:
Đstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocağı üyelerinden 144
Agah Uyanık:
Đstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocağı üyelerinden
Nizamettin Barış:
Ankara
Devrimci
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
kurucularından Ömer Bakkal:
Đstanbul
Devrimci
kurucularından Eyüp Alacabey:
Đstanbul
Devrimci
kurucularından Mehmet Demir:
Ankara Devrimci Doğu Kültür Ocağı üyelerinden
Kemal Burkay:
TĐP Tunceli Đl Başkanı, Tunceli Doğu Mitinginin düzenleyicisi
Mehdi Zana:
TĐP
üyesi,
Silvan
düzenleyicilerinden,
Doğu
Diyarbakır
Mitinginin DDKO’larının
kurucularından Ruşen Arslan:
TĐP Muş Delegesi, DDKO üyesi, TĐP’in 4.Büyük Kongresi’nde Kürtlerle ilgili alınan kararın metnini kongre başkanlığına sunanlardan
Edip Karahan:
Kürtçülük propagandası yaptığı için kapatılan Dicle-Fırat Dergisi’nin sahibi, DDKO bağlantılı
Yusuf Ekinci:
Diyarbakır DDKO kurucularından, Lice Doğu Mitinginin düzenleyicilerinden
Tahsin Ekinci:
TĐP Diyarbakır Đl Başkanı, DDKO bağlantılı
Naci Kutlay:
49’lardan, TĐP Ağrı Đl Başkanı, Diyarbakır DDKO kurucularından
Tarık Ziya Ekinci:
TĐP
eski Diyarbakır
Milletvekili,
Diyarbakır
DDKO kurucularından Nazım Sönmez:
Diyarbakır DDKO kurucularından
Niyazi Tatlıcı:
TĐP Silvan Đlçe yöneticisi, Silvan Doğu Mitinginin düzenleyicilerinden
Vedat Erkaçmaz:
Silvan
Devrimci
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
kurucularından Yusuf Kılıçer:
Silvan
Devrimci
kurucularından Akif Işık:
Silvan
Devrimci
kurucularından 145
Bahri Evliyaoğlu:
Silvan
Devrimci
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
kurucularından Fikri Müjdeci:
Silvan
Devrimci
kurucularından Mustafa Döşenekli:
Üçüncü Doğu Mitinginin Komite Başkanı
Ömer Kan:
Ergani
Devrimci
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
Doğu
Kültür
Ocağı
kurucularından Mehmet Emin Tektaş:
Ergani
Devrimci
kurucularından Ubeydullah Aydın:
Batman
Devrimci
kurucularından Sabri Yıldız:
Batman
Devrimci
kurucularından Mehmet Yıldız:
Batman
Devrimci
kurucularından Mehmet Şirin Baltaş:
Kozluk
Devrimci
kurucularından Đrfan Bozgil:
Kozluk
Devrimci
kurucularından Abdülhamit Karakoç, Zülküf Bilgin, Faruk Araş, Zerruk Vakıfahmetoğlu, Tayyar Alaca, Şeyhmus Aslan, Süleyman Atay, Fesih Şeşeoğulları, Süleyman Çelik, Halil Ayçiçek, Abdurrahman Uçaman, Fikri Gürbüz Yıldızhan, Abdurrahman Dürre, Feridun Yazgan, Mehmet Zeki Bozarslan, Abdurrahman Demir, Mehmet Sözer, Mehmet Gemici, Ahmet Özdemir, Đbrahim Erbatur, Mehmet Sıdık Yıldız, Ahmet Melik, Mehmet Nuri Sarmaşık, Kasım Kahraman, Ferah Kurtcebe Ozaner, Abdulselam Basutcu, Ahmet Eren, Suat Yıldırım, Đbrahim Babaoğlu, Mehmet Emin Değer, Halil Bülbül, Abdülkadir Özışıklar, Nadir Yektaş.341 5.2. 1974 Affı Sonrası Kurulan Kürtçü Örgütler Kürtçülük faaliyetleri içerisinde önemli yere sahip ve örgütlenme yeteneği olan bu kişiler, afla serbest kalır kalmaz faaliyetlerine yeniden başlamışlardır. Cezaevinden çıkan bu kişiler, Türk solu içerisinde kendi Kürtçü amaçlarına ulaşamayacaklarını ve 341 Liste, Ahmet Özer, a.g.e, s.581-582’den alınmış, listede adı geçen kişilerin faaliyetleri ise çalışmanın ilgili bölümlerinden derlenmiştir.
146
Türk solunun artık iyice ilerleyen Kürt milliyetçiliği taleplerine yanıt veremediğini anlamışlardır. Sonuç olarak, eski faaliyetlerinden de daha ileri gitmişler, sınıf mücadelesi temelindeki sosyalizm yerine Kürt milliyetçiliğini öncelik olarak belirlemişler ve Türk solundan ayrı olarak kendi Kürt milliyetçisi örgütlerini kurmuşlardır. Bu Kürtçü örgütlerin çoğu bir süre sonra aşağıda incelenecek nedenlerle silahlanarak şiddet eylemlerine başlamış ve böylece sol çizgide bulunan siyasî Kürtçülükten, bölücü teröre geçiş süreci başlamıştır. “Kürdistan Đşçi Partisi” (PKK) da bu terör örgütleri arasındadır. 1974 yılındaki genel aftan sonra kurulan Kürtçü örgütler şunlardır: 5.2.1. “Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi” (TKSP) Aftan yararlanan Kemal Burkay ile bir grup TĐP ve DDKO üyesi tarafından kurulmuştur. 1978 tarihinde kurulan bu yasadışı örgütün kurulma süreci, 1975 yılında yine aftan yararlanan Kürtçüler tarafından yayımlanmaya başlanan ve yayımlandığı yayınevinin adını taşıyan “Riya Azadi” (Özgürlük Yolu) adlı dergiyle başlamıştır.342 “Özgürlük Yolu” yayınları ayrıca, Đran’da görev yapmış Rus bir diplomat ve bilim adamı Basile Nikitin’in, yine Rus bilim adamı N.J. Marr’a dayanarak Kürtlerin M.Ö. 2000’li yıllarda Van Gölü ile Đran’ın Mahabad Bölgesi’ndeki Urumiye Gölü arasında yaşadıkları kabul edilen Karduklar’dan geldiklerini öne sürdüğü “Kürtler” adlı kitabının 1.cildini de yayımlamıştır. Nikitin’in bu kitabının ilk baskısı, Đran’da Sovyet destekli Mahabad Kürt Otonom Yönetiminin kurulduğu 1940’lı yıllarda yapılmıştır. Nikitin’in Đran’da görev yaptığı bölge ise, otonom Kürt yönetiminin kurulduğu Urumiye Bölgesi’dir.343 Dergiyi çıkartan Kürtçüler, yasadışı faaliyetlerini yasal görüntü altında yürütebilmek için, 1977 yılının Nisan ayında Devrimci Halk Kültür Dernekleri’ni kurmuşlardır. Devrimci Halk Kültür Dernekleri adı altında illegal faaliyetlerini hızlandıran Kürtçüler, partileşme sürecini 1978 yılının Aralık ayında tamamlayarak yasadışı
342
Michael Gunter, “a.g.m.”, s.394; Gerard Chaliand, a.g.e., s.71 Nikitin ve kitabı ile ilgili bilgi için bkz. Muzaffer Özdağ, Millet Birliğimiz Vatan Bütünlüğümüz: Soydaş Toplumlardan Kürtler, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1992, s.31
343
147
“Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi” (TKSP)’ni kurmuşlardır. Örgütün genel sekreterliği görevini Kemal Burkay üstlenmiştir.344 “Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi”, Türkiye’deki Kürtçülük mücadelesini Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde gerçekleştirmeyi, bölgede ilk olarak SSCB modelinde “federe bir Kürdistan” kurmayı, eylem ve devrim hareketinin gerektirdiği zaman ise Merksist-Leninist ideoloji doğrultusunda Irak, Suriye, Đran ve Türkiye’de Kürtlerin
yaşadıkları
topraklarda
bağımsız
bir
“Kürdistan
devleti”
kurmayı
amaçlamıştır.345 12 Eylül 1980 tarihindeki askerî müdahaleye kadar faaliyetlerini sürdüren örgütün birçok üyesi darbeden sonra tutuklanmış ya da yurtdışına kaçmıştır. Partinin başındaki Kemal Burkay da yurtdışına kaçmış ve daha sonra Đsveç’e yerleşmiştir.346 5.2.2. “Rızgari” (Kurtuluş) ve “Ala-Rızgari” (Kurtuluş Bayrağı) Yasadışı “Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi” gibi Rızgari adlı yasadışı Kürtçü örgütün kuruluş süreci de bir dergiyle başlamıştır. Aralarında Avukat Mümtaz Kotan, Orhan Kotan, Hatice Yaşar, Đkram Delen gibi isimlerin olduğu ve aftan yararlanan bir grup eski DDKO üyesi, 1975 yılının başlarında Ankara’da “Komal” adlı bir yayınevi kurmuşlar
347
, bu yayınevinden “Rızgari”
348
ve “Denge Komal” adlı dergileri
yayımlamaya başlamışlardır. Komal’ın kuruluş sermayesi ise 1974 yılında af ilân edilmeden önce hapisten kaçırılması planlanan Kürtçüler için ayrılan paradan sağlanmıştır. Đlk yöneticisi ise Orhan Kotan’dır. Komal Yayınevi, bu iki derginin yanında Đsmail Beşikçi’nin dava ve savunmalarını kitaba çevirmiş ve yine Beşikçi’nin Kürtlerle ilgili bazı kitaplarını yayımlamıştır. Komal yayınevinin yayınları arasında ayrıca, Đran konusunda uzman bir Rus diplomat olan Minorsky’nin, Kürtlerin Fars soyundan geldiklerini ve atalarının Ermeni kavimleriyle ortak olduğunu, dolayısıyla Türklerden tamamen farklı bir medeniyet ve geçmişe sahip bulunduklarını iddia ettiği “Kürtler” adlı kitabı da yer almaktadır. Kitabın yaygın olan ikinci baskısının, Sovyetler Birliği’nin Đran’ı işgal edip burada Mahabad Otonom Kürt Yönetimini kurduğu 1940’lı yıllarda yapıldığı ve Minorsky’nin de Basile Nikitin gibi Đran’da Tahran ve Tebriz’deki Rus elçiliklerinde görev yapmış olan bir 344
Abdülhaluk Çay, a.g.e., s.363 Raşit Kısacık, Minareden Kandil’e PKK: Tarihi, Eylemleri, Stratejisi, Đstanbul: Ozan, 2012, s.18 346 Michael Gunter, “a.g.m.”, s.394 347 Raşit Kısacık, a.g.e., s.20 348 Gerard Chaliand, a.g.e., s.71
345
148
diplomat olduğu dikkate alınırsa, Rusların 1940’lardan başlayarak 1970’lere kadar bölge ülkelerinde yaşayan Kürtler üzerinde oynadıkları oyun açık bir şekilde özetlenmektedir.349 Komal tarafından yayımlanan Rızgari Dergisi’nin sahibi Hatice Yaşar, yazı işleri müdürü ise Mehmet Uzun’dur. Dergi, “Kürdistan”ın bir sömürge durumunda olduğunu savunmuş ve bağımsız, sosyalist bir “Kürdistan”ı talep etmiştir.350 Zamanla Rızgari Dergisi’ne ilgi duyan bir kitlenin oluşması, derginin örgüte dönüşmesiyle sonuçlanmıştır. Faaliyetlerini yasal görüntü altında sürdürmek isteyen Kürtçüler, “Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi” örneğinde olduğu gibi “Anti Sömürgeci Demokratik Kültür Derneği” adı altında yasal bir dernek kurmuşlardır. Dernek çevresinde legal görüntü altında illegal faaliyetlerini sürdüren örgütün amacı, Türkiye sınırları içerisinde bağımsız bir “Kürdistan”ın kurulmasıdır. 1978 yılına kadar faaliyet gösteren örgütün üyeleri arasında, Irak’taki I-KDPKYB arasındaki mücadelenin etkileri ve örgütlenme konusundaki görüş farkları dolayısıyla bölünme olmuş ve Rızgari’den ayrılan bir grup, Anti Sömürgeci Demokratik Kültür Derneği çevresinde “Ala-Rızgari” (Kurtuluş Bayrağı) adı altında ayrı bir örgüt kurmuştur. Yasadışı Rızgari Örgütü ve ondan ayrılanların 1978 yılının sonlarına doğru kurduğu yasadışı Ala-Rızgari Örgütü, 12 Eylül 1980 Askerî Müdahalesinden sonra üyelerinin çoğunun tutuklanması nedeniyle etkilerini kaybetmişlerdir. Rızgari Örgütü’nden 1978 yılının sonlarına doğru yaşanan kopmalar sonucu Ala-Rızgari ile birlikte bir de Tekoşin (Mücadele) adlı Kürtçü bir örgüt kurulmuş, bu örgüt de 1980 yılından sonra Türkiye’de faaliyet gösteremez duruma gelmiş ve üyeleri yurtdışına kaçmıştır. 5.2.3. Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları (KUK) Parçalanmış olan yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi”nden ayrılan Mustafa Fisli ve yandaşları tarafından 1978 yılında kurulmuştur.
349 350
Minorsky ve kitabı hakkında değerlendirme için bkz. Muzaffer Özdağ, a.g.e., s.32-33 Ahmet Özer, Kürtler ve Türkler, s.588
149
Örgütün amacı, Türkiye, Đran, Irak ve Suriye topraklarını bölerek Kürtlerin yaşadıkları toprakları içerisine alan bölgede Marksist-Leninist ideoloji doğrultusunda, “bağımsız bir Kürdistan” kurmaktır.351 5.2.4. Devrimci Doğu Kültür Dernekleri (DDKD) Devrimci Doğu Kültür Dernekleri, 12 Mart döneminde kapatılan Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın devamı olarak, 1975 yılında Ankara’da kurulmuştur. Kurucu ve üyeleri arasında Şakir Tural, Ömer Çetin, Necmettin Büyükkaya, Zerruk Vakıfahmetoğlu, Sait Aydoğmuş, Osman Aydın ve Şakir Elçi gibi Kürtçüler yer almaktadır. 1977 yılında Diyarbakır’da genel merkezi açılmıştır. Kuzey Irak’taki Kürtçü yapılarla bağlantılı olan örgütün amacı, 1965 yılında kurulmuş ve etkisini kaybetmiş olan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi çizgisinde, bağımsız bir Kürt devleti kurmaktadır. 352 Zamanla yaşanan kopmalar ve bölünmelerle etkisini kaybetmiş ve dağılmıştır. 5.2.5. “Kawa” “Rızgari” gibi “Kawa” Terör Örgütü’nün kurulma süreci de bir yayıneviyle başlamıştır. Devrimci Doğu Kültür Dernekleri’nden kopan ve liderliğini eski bir Đstanbul DDKO ve “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” üyesi olan Ahmet Zeki Okçuoğlu’nun yaptığı bir grup Kürtçünün 1976 yılının Şubat ayı başlarında kurduğu Kawa adlı yayınevi, kısa süre sonra yasadışı örgüte dönüşmüştür. “Kawa” Örgütü, adını bir Đran efsanesinden almaktadır. Efsanede Kawa adlı bir demirci Dahhak adlı zalim bir yöneticiyi yenmektedir. Gerçekte Pers olan Kawa’ya, bu efsanede Kürt kimliği verilmiştir. Kawa’nın Dahhak’ı yendiği gün ise Nevrûz olarak kutlanmaktadır. 353 Örgütün diğer kurucuları arasında Mahmut Fırat, Nurettin Elhüseyni, Yalçın Çakıcı ve Apoculardan Alişir Gözgöz yer almaktadır.354 Kawa, Devrimci Doğu Kültür Ocakları ve Türkiye Đşçi Partisi çizgisinde, sosyalist yapıda ve silahlı mücadele taraftarıdır. Örgüt, görüş ayrılıkları nedeniyle 1979 yılı ortalarında üyelerinden Ferit Uzun ve Nurettin Elhüseyni tarafından “Denge Kawa” adlı ayrı bir örgütün kurulmasıyla, “Denge Kawa” ve “Red Kawa” olarak ikiye bölünmüştür. Her iki örgüt de 1980
351
Raşit Kısacık, a.g.e., s.21 Ahmet Özer, a.g.e., s.595-596 353 Hayrettin Rayman, “Nuvrûz ve Türk Kültüründe Renkler”, Millî Folklor, Cilt 7, no.53, Bahar 2002, s.11 354 Raşit Kısacık, a.g.e., s.22-23
352
150
yılından sonra etkisini kaybetmiştir. Denge Kawa Örgütü’nin kurucularından Ferit Uzun da, daha sonra PKK tarafından öldürülmüştür.355 5.2.6. “Kürdistan Đslâm Partisi” “Kürdistan Đslâm Partisi, Kürtlerin yaşadığı Suriye, Đran, Irak ve Türkiye topraklarında Đslam’ı yaymak ve yaşatmak için her türlü eylemin meşru olduğu düşüncesiyle, Đslami esaslara dayalı, bağımsız bir “Kürt Đslam Devleti” kurmak amacıyla 11 Aralık 1979 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde kurulmuştur. Genel Başkanı Prof. Dr. Muhammed Salih Mustafa’dır. Türkiye’de Malatya merkez olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde faaliyet göstermiştir. Ayrıca Đstanbul ve Ankara’da da faaliyetlerde bulunmuştur. Örgüt, önemli kişilere yapılacak suikast eylemleriyle ülkeyi kargaşa ortamına sokup, meydana gelecek kaostan yararlanarak silahlı halk ayaklanmalarıyla bir “Kürt Đslam Devleti” kurmayı hedeflemiştir.356 5.3. PKK Terör Örgütü’nün Kuruluş Süreci Dünyanın en kanlı terör örgütlerinden biri olan PKK, Đstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocağı üyesi üniversite öğrencisi Abdullah Öcalan ve bir grup Kürtçü arkadaşı tarafından kurulmuştur. PKK Terör Örgütünün kurucusu Abdullah Öcalan, 1947 yılında Urfa’nın Halfeti Đlçesi’nde doğmuştur.357 Doğduğu köy olan Ömerli Köyü, Urfa’nın en fakir köylerinden biridir. Đlkokulu Urfa’da okuyan Öcalan, ortaokulu okumak için Nizip’e gitmiş ve ortaokulu burada bitirmiştir. Ortaokuldan sonra meslek öğrenimini tercih eden Öcalan, 1966 yılında Ankara’da Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nde yatılı olarak öğrenime başlamıştır. Meslek lisesi öğrenimini 1968 yılında tamamlayan Öcalan, kadastro memuru olarak Diyarbakır Tapulama Müdürlüğü’ne atanmıştır. Diyarbakır’da bir buçuk yıl kadar çalıştıktan sonra, 1970 yılının Kasım ayında buradan ayrılarak Đstanbul Bakırköy Tapulama Müdürlüğü’ne tayin olmuş ve 1971 yılında Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek öğrenime başlamıştır.358 Türkiye Đşçi Partisi’nin faaliyetleri, Doğu 355
Altan Tan, a.g.e., s.357 Raşit Kısacık, a.g.e., s.19 357 Uğur Mumcu, Öcalan’ın doğum yılını 1949 olarak vermiştir. Uğur Mumcu, a.g.e., s.5 358 a.g.e., s.5-6
356
151
Mitingleri ve DDKO’lardan etkilenerek Ankara’daki lise yıllarından itibaren Kürtçülük akımına yakınlaşmaya başlayan Öcalan, 1970 yılında Đstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocakları’na üye olmuştur. 1971 yılında ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne Maliye Bakanlığı bursu ile geçiş yapmıştır. Ankara Üniversitesi’nde öğrenci olduğu dönemde, NATO üssünde görevli 3 yabancı teknisyeni kaçıran Mahir Çayan ve beraberindeki eylemcilerin Tokat’ın Kızıldere (Ataköy) adlı bölgesinde çıkan çatışmada öldürülmelerini359 protesto etmek amacıyla “şafak bildirisi” adı verilen afişi asarken 7 Nisan 1972 günü gözaltına alınmış ve 27 Nisan 1972 günü tutuklanmıştır. Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından verilen cezayla Mamak 2 No’lu Askeri Cezaevi’nde 7 ay hapis yatan Öcalan, burada 12 Mart Muhtırasından sonra cezaevine giren önemli Kürtçülerle tanışma fırsatı bulmuştur. Hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş olmasına karşın, Öcalan’ın Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yönetim Kurulu tarafından fakülteyle ilişiği kesilmemiştir. Bu sayede askerliğini erteletebilmiş ve burs almaya da devam edebilmiştir.360 Cezaevinden çıktıktan sonra üniversiteye dönen ve kısa bir süre siyasi eylemlere karışmayan Öcalan’ın, bu dönemde öne sürmeye başladığı fikir “Kürdistanın Türkiye’nin sömürgesi olduğu” dur. Öcalan, bu fikrini ilk kez, 1973 yılının ortalarına doğru Ankara Çubuk Barajı’nda yapılan bir toplantıda bir grup arkadaşına açmıştır. Bu duruma karşı ürettiği “çözüm” ise gerilla yöntemleri ile bir ayaklanma başlatmaktır. Öcalan, o dönemde solcu şiddet grupları arasında çok popüler olan ve Vietnam, Kamboçya gibi ülkelerdeki silahlı çatışmalarda uygulanan yöntemlerden etkilenmiştir. Bunun bir sonucu olarak, PKK Terör Örgütü “gerilla taktikleri, köylü ayaklanması” ve Mao’nun “uzun süreli halk savaşı” olarak tanımladığı bir “kır terörü” ya da “kırsal terör” yöntemiyle eylemler gerçekleştirecektir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun haberleşmesi ve ulaşımı zor, saklanacak ve yığınak yapacak alan bulmanın ise kolay olduğu dağlık ve kırsal fiziksel özelliklerini kullanacak olan örgüt, kısa sürede silahlı ve bölücü bir terör örgütüne dönüşecektir. Örgüt, “halk savaşında” zorla “halkın desteğini” kazanmak için bölgede yaşayan insanlar üzerinde de terör uygulayacak, köy baskınları yapacak ve bölge halkına “sizi kimse kurtaramaz, bizden başkasını adres ve ya otorite
359
Kızıldere’deki çatışmadan sağ kurtulan tek kişi, kapatılan Dev-Genç’in son genel başkanı Ertuğrul Kürkçü’dür. Uğur Mumcu, a.g.e., s.12-13. Öcalan, Ankara Üniversitesi SBF Yönetim Kurulu’nun bu kararı sayesinde 1977 yılına kadar askerliğini erteletebilmiş ve terör örgütünü kurup büyütebilmek için zaman ve imkân kazanmıştır. Bursu da 1974 yılının Kasım ayına kadar kesintisiz olarak devam etmiştir.
360
152
olarak düşünmeyi aklınızdan bile geçirmeyin” mesajı vererek sindirmeye çalışacaktır.361 Türkiye ile bölgesel rekabet içerisinde olan ve sınıraşan sular gibi nedenlerle sorunlar yaşayan ya da Soğuk Savaş çerçevesinde farklı kutuplarda bulunan ülkelerin destekleriyle silah ve patlayıcı temin etmek, kamp bulmak ya da teröristlerini eğitmek gibi konularda hiç zorluk çekmeyecektir. Böylece, Türkiye’de 1960’lı yıllarda genellikle Marksist-Leninist sol çizgide bulunan siyasî Kürtçü hareket, 1970’li yıllardan itibaren PKK ile silahlı, ayrılıkçı, bölücü bir terörist harekete dönüşecektir. Diğer
üyelerle
girdiği
tartışmalar
nedeniyle
Devrimci
Doğu
Kültür
Ocakları’ndan ihraç edilen ve Ankara Üniversitesi bünyesinde solcu bir oluşum olan Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği’ne (ADYÖD) üye olan Öcalan, bu oluşumu kullanarak yandaş sayısını arttırmayı hedeflemiştir. Kürtçülük faaliyetlerine başladığı yıllarda tüm önemli Kürtçülerin cezaevinde oluşu ve Tunceli Kültür ve Yardımlaşma Derneği gibi yasal Kürtçü kuruluşlarla olan yakınlığı Öcalan’ın işini kolaylaştırmıştır.
362
Örgütün yönetici kadrolarında yer alan teröristlerden Şahin
Dönmez, Tunceli Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin yönetim kurulunda görevlidir ve dernekte Kürtçülük seminerleri düzenlemektedir. Öcalan’ın faydalandığı diğer bir dernek ise Ankara’da bulunan “Tuzluçayır Güzelleştirme Derneği”dir. Öcalan, Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği’nin kapatılmasından sonra faaliyetlerine herhangi bir derneğe üye olmadan devam etmiştir. Kendisine katılan elemanların yeterli sayıya ulaştığını düşünen Öcalan, 1975 yılında örgütleşme çalışmalarına başlamıştır. Bu doğrultuda 1975 yılının Ekim ayında ve 1976 yılının Ocak ayında Ankara Dikmen’de gerçekleştirilen toplantılarda örgütlenme ve görev dağılımı gibi konular tartışılmış ve bazı kararlar alınmıştır. 363 Bazı kaynaklarda “Dikmen toplantıları” olarak anılan bu toplantılar, PKK Terör Örgütünün kurulduğu toplantılar olarak da kabul edilir. Örgüt, bu toplantılardan sonra “Apocular” olarak anılmaya başlanmıştır. Apocular; 1. Kürtler Türklerden farklı bir halk olduğunu ve Türk Devleti’nce siyasal, ekonomik, kültürel yönlerden sömürüldüklerini, 361
Đhsan Bal, “PKK Terör Örgütü: Tarihsel Süreç ve 28 Mart Diyarbakır Olayları Analizi”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 2, no.8, 2007, s.77 362 Ali Nihat Özcan, PKK: Tarihi, Đdeolojisi ve Yöntemi, Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM), 1999, s.34 363 Đsmet Đmset, a.g.e., s.32
153
2. Sözde Kürdistan dedikleri bölgenin Kürt bölgesi olduğunu ve en büyük parçanın da sözde Kuzey Kürdistan dedikleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi olduğunu, 3. Amaçlarının bu parçaları birleştirerek bağımsız, birleşik bir sözde sosyalist Kürdistan kurmak olduğunu, 4. Hedeflerine ulaşmak için Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gidip yöre halkına propaganda yaparak düşüncelerine inandırıp sözde ulusal bir mücadele başlatmaları gerektiğini” iddia etmektedirler.364 Toplantıda, siyasal faaliyetlerin yoğunlaştırılması ve Muş, Ağrı, Kars, Malatya, Tunceli, Maraş, Antep, Elazığ, Diyarbakır ve Urfa’ya örgüt elemanlarının gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Abdullah Öcalan ise Ankara kalacaktır.365 Örgütün ilk faaliyet alanı olarak seçtiği illerden olan Diyarbakır, Urfa ve Antep dikkat çekicidir. Diyarbakır, geçmişte birçok isyanda merkez konumunda bulunması açısından, Urfa, Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni destekleyen “devlete yakın” aşiretlerle Kürt asıllı yoksul köylüler arasında sorunlar olması açısından, Antep ise şehirde sanayinin gelişmesiyle son yıllarda yoğun göç almış olması açısından önemlidir.366 Yaklaşık bir yıl süren faaliyetlerden sonra bölgeden dönen örgüt üyelerinin katılımıyla 1977 yılının başında Ankara Mimarlar ve Mühendisler Odası’nda yeni bir toplantı düzenlenmiştir. Toplantıda, Öcalan’ın bölgede örgütün faaliyet gösterdiği illere bir gezi düzenlemesine karar verilmiştir. Öcalan, 1977 yılının Nisan ayında Kars, Tunceli, Diyarbakır, Ağrı, Elazığ ve Gaziantep’i kapsayan bir gezi gerçekleştirmiştir. Örgütün faaliyet göstermek için çeşitli illere eleman göndermesi, bu illerde faaliyet gösteren diğer Kürtçü ve solcu şiddet gruplarıyla mücadeleye ve çatışmalara girmesine neden olmuştur. Diğer örgütlerle girilen bu mücadelenin ilk önemli sonucu, örgüt içerisinde önemli bir konuma sahip olan Haki Karer’in Gaziantep’te 18 Mayıs 1977 günü “Sterka Sor” (Kızıl Yıldız) adlı başka bir Kürtçü terör örgütü tarafından
364
Emin Demirel, Siyasi Yapılanmalar ve Terör Grupları, Đstanbul: Renk, 2011, (9.bsk), s.422 Emin Demirel, Geçmişten Günümüze PKK ve Ayaklanmalar, Đstanbul: IQ, 2005, s.119 366 Emin Demirel, Siyasi Yapılanmalar ve Terör Grupları, s.422-423
365
154
öldürülmesi olmuştur.367 PKK ile diğer Kürtçü ve solcu terör grupları arasındaki bu güç mücadelesi, bölgeyi kısa sürede terör ortamına sürükleyecektir. Molla Mustafa Barzani’nin Irak Devleti tarafından yenilgiye uğratılmasından sonra büyük bunalım yaşayan Kürtçü örgütler kısa sürede parçalanmış ya da etkisizleşmişlerdir.
Parçalanan bu
Kürtçü
örgütlerdeki deneyimli elemanların
katılımlarıyla güçlenen Apocular, 1978 yılının ilk aylarından itibaren bölgedeki aşiretlerle de çatışmaya başlamıştır. Apocuların bölgedeki aşiretlerle girdiği ilk önemli çatışma, Urfa Hilvan’da devlete yakın olarak bilinen ve muhafazakâr çizgideki Süleymanlar Aşireti’yle olmuştur. Bu aşiretle girdiği mücadelede bazı elemanlarını kaybeden örgüt, Süleymanlar Aşireti’nin bazı mensuplarını da öldürmüştür. Aşiretin reisi ve aynı zamanda Adalet Partisi’nden Hilvan Belediye Başkanı olan Veysi Bayık, 2 Aralık 1978 günü, 16 yaşındaki yeğeni Mustafa Hakkı Bayık ve 14 yaşındaki yakını Nihat Bayar’ın otomatik silahlarla taranarak öldürülmesi üzerine
368
başkanlık
görevinden ayrılmak ve Urfa’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Örgütle sorun yaşayan bir başka belediye başkanı olan Ceylanpınar Belediye Başkanı Kemal Öcalan’ın ise önce şoförü daha sonra da halası öldürülmüştür. Kendisine de silahlı saldırı düzenlenen Kemal Öcalan, belediye hoparlöründen “şimdiye kadar hatalı yolda olduğunu, bundan sonra daha iyi çalışacağını” açıklayarak örgütle işbirliği yapmak zorunda kalmıştır.369 Öcalan, 1977 yılının sonlarında Diyarbakır’da yapılan toplantıda örgütün diğer önemli elemanlarıyla partileşme konusunu görüşmüş ve bu toplantıda bir “kongre” düzenlenmesi kararı alınmıştır. Bu karardan sonra, örgütten kopmaların engellenmesi amacıyla, başka örgütlere katılanlar ya da örgütü terk edenler ajan ve hain ilân edilerek ölümle cezalandırılmışlardır.370 Diyarbakır’da yapılan toplantı doğrultusunda 26 Kasım 1978 gecesi Diyarbakır Lice’ye bağlı Ziyaret (Fis) Köyü’nde, düzenleyenlerin “birinci kongre” olarak adlandırdıkları bir toplantı düzenlenmiştir. Bu toplantıda örgütten partiye geçiş kabul
367
Karer’in Türk kökenli olması ve örgütün yönetimi konusunda Öcalan’a rakip konumda bulunması nedeniyle öldürülmesi emrinin Öcalan tarafından verildiği iddiaları da vardır. 368 Milliyet, 3 Aralık 1978 369 Milliyet, 9 Ağustos 1980 370 Ali Nihat Özcan, a.g.e., Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM), 1999, s.39
155
edilmiş ve bu yasadışı partinin adının PKK olması kararlaştırılmıştır.371 Aynı toplantıda, yeni kurulan partinin “genel sekreterliğine” Abdullah Öcalan getirilmiştir.372 Toplantıda ayrıca Şanlıurfa-Adıyaman-Diyarbakır-Elazığ; Đskenderun-HalfetiBirecik, Gaziantep ve Bingöl-Kars-Ağrı-Tunceli’yi kapsayan bölgelerden sorumlu “bölge hazırlık komiteleri” kurulmuş ve bir de eylem planı hazırlanmıştır. Eylem planına göre; bölgedeki önemli kişiler korkutularak işbirliği yapmaları sağlanacak, bölgeden seçilmiş belediye başkanları, milletvekilleri ve bölgedeki aşiret reisleriyle
mücadele
edilecek
ve
güvenlik
kuvvetlerine
karşı
eylemler
düzenlenecektir.373 Örgütün sık sık yaptığı toplantılar ve artan faaliyetleri, istihbarat birimlerinin dikkatini çekmiş ve Diyarbakır’da yapılan son toplantıdan yaklaşık 6 ay sonra, 1979 yılının Mayıs ayında, Emniyet ve istihbarat birimlerinin operasyonları sonucu birçok örgüt elemanı gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınan örgüt üyelerinden yönetici kadrolarda bulunanların itirafları ile örgüt büyük ölçüde ortaya çıkartılmıştır. Özellikle örgütün kurucu üyelerinden Şahin Dönmez’in yakalandıktan sonra yaptığı itiraflar, kurulma aşamasında olan PKK Terör Örgütü’nü oldukça sıkıntıya sokmuştur. O güne kadar terör örgütü hakkında çok az şey bilen güvenlik güçleri, terör örgütüyle ilgili birçok dokümanı ele geçirerek örgüt hakkında önemli bilgilere sahip olmuş, örgütün gizli birçok ilişkisini ve militanını deşifre etmiştir.374 Bunun üzerinde Temmuz ayında yeni bir toplantı düzenlenmiş ve toplantıda Abdullah Öcalan’ın yakalanma riskine karşı yurtdışına kaçmasına karar verilmiştir. Abdullah Öcalan, toplantıdan birkaç gün sonra Urfa üzerinden sınırı geçerek Suriye’ye, oradan da Lübnan’a kaçmıştır. Öcalan, buradan Türkiye’deki örgüt üyelerine “etkili bir eylemle PKK’nın kuruluş bildirilerinin dağıtılması talimatını” vermiştir. Adı artık PKK olan ama halen Apocular olarak bilinen örgüt, 26 Kasım 1978 günü Diyarbakır’da yapılan toplantıda kararlaştırılan plan ve “etkili bir eylemle PKK’nın kuruluş bildirilerinin dağıtılması talimatı” çerçevesindeki eylemini, eskiden beri Adalet Partisi’ne destek veren ve bölgenin en büyük aşiretlerinden birisi olan Bucak Aşireti’ne karşı gerçekleştirmiştir. 371
Emin Demirel, Siyasi Yapılanmalar ve Terör Grupları, s.423 Ali Nihat Özcan, a.g.e., s.42 373 Atilla Şehirli, Türkiye’de Bölücü Terör Hareketleri, Đstanbul: Burak, 2000, s.269-270 374 Emin Demirel, Siyasi Yapılanmalar ve Terör Grupları, s.426
372
156
Bucak Aşireti’nin reisi ve Adalet Partisi Urfa Milletvekili olan Mehmet Celal Bucak, 30 Temmuz 1979 akşamı, iftar için CHP’li Hilvan eski Belediye Başkanı ve kayınpederi Duru Avcı’nın Hilvan Đlçesi Kırbaşı Köyü’ndeki evine gitmiştir. Saat 21.30 sıralarında, ziyaretin gerçekleştiği eve PKK’lı teröristler tarafından otomatik silahlı ve el bombalı saldırı düzenlenmiştir. 2 saat süren saldırıda Mehmet Celal Bucak ve 6 kişi ağır yaralanmış, Duru Avcı’nın 8 yaşındaki torunu Đsmail Arıkan ile aileden bir kişi daha hayatını kaybetmiştir. Teröristler tarafından odaya atılan el bombasının patlamaması, ölü ve yaralı sayısının artmasını engellemiştir. Urfa Valisi Erol Tuncer, çatışmada öldürülen teröristlerden birinin Hilvan’ın Karacurun Köyü’nde ilkokul öğretmenliği yapan ve daha önce de Suruç’ta bir polis memurunun öldürülmesi olayında katil zanlısı olarak yakalanıp serbest bırakılan Salih Kangal isimli şahıs olduğunu açıklamıştır. 375 Terör örgütü PKK’nın kuruluş bildirisi, saldırının yapıldığı bölgeye bırakılmış ve böylece örgütün kuruluşu “etkili bir eylemle” duyurulmuştur. 5.3.1. Örgütün Suriye’de Geçirdiği Dönem (1979-1982) PKK’nın bu eyleminden sonra Bucak Aşireti ile PKK arasında büyük çatışmalar yaşanmış, yüzlerce kişi hayatını kaybetmiş ve Mehmet Celal Bucak 60 korumayla Meclis’e gidip gelmiştir. Aynı zamanda güvenlik güçlerinin de operasyonlarını arttırması ile birlikte örgütte büyük sıkıntı yaşanmış ve başta yönetici kadrolar olmak üzere teröristlerin yurtdışına kaçırılmasına karar verilmiştir. Bu dönemde, 200’den fazla PKK’lı terörist önce Suriye’ye, oradan da Abdullah Öcalan’ın da bulunduğu Lübnan’a kaçmışlardır. Teröristler Lübnan’da, Bekaa Vadisi’nde, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne ait kamplarda eğitilmişlerdir. Suriye, bu dönemde PKK’nın varlığı açısından kilit bir rol üstlenmiştir. PKK ile Suriye Devleti arasındaki ilişkiler son derece planlı ve somut hedeflere dayanan bir ilişkidir. Soğuk Savaş’ta Sosyalist Blok içerisinde yer alan Suriye, işgal altında bulundurduğu Lübnan topraklarını Sovyetler Birliği’ne yakın, Marksist-Leninist çizgideki terör örgütlerine açarak Soğuk Savaş’ın en etkili araçlarından olan uluslar arası teröre ev sahipliği yapmış, böylece Sosyalist Blok içerisinde kendisine verilen görevi yerine getirmiştir. Bu hizmetlerine karşılık olarak ise sosyalist ülkelerden silah ve para desteği almıştır. Devlet Başkanı Hafız Esad ve ekibi, bu sayede iktidarda kalabilmiştir.
375
Milliyet, 1 Ağustos 1980
157
Suriye, Sosyalist Blok içerisindeki konumunun yanında, topraklarını açtığı ve destek sağladığı PKK’yı, Türkiye’yle su kaynaklarının denetimi ve bölgesel rekabet alanlarında yaşadığı sorunlarda kullanmıştır. Türkiye’ye karşı eylemlerde bulunan terör örgütü PKK’yı destekleyerek, Türkiye’yi bu konularda taviz vermeye zorlamayı amaçlamıştır. PKK’lı teröristlerin sınırdan Türkiye’ye sızmalarından, kendi topraklarındaki kamplara ulaşımlarına kadar örgüte her türlü kolaylığı ve desteği sağlayan Suriye, teröristlere Başkent Şam, Haseki ve Halep’te çiftlik ve evler tahsis ederek barınma ve eğitim imkanları sunmuştur. Ayrıca, Suriye istihbaratı da, Suriyeli Kürtleri örgüte angaje etmek için yoğun çaba harcamışlardır. PKK Terör Örgütü, Suriye ve Lübnan’daki kamplarda diğer uluslararası terör örgütleriyle temas etme imkânı da bulmuştur. Bu örgütlerden biri de, Türkiye’ye karşı terör faaliyetleri içerisinde bulunan Ermeni ASALA (Armenian Secret Army for Liberation of Armenia) Örgütü’dür. Đki terör örgütü arasındaki bu yakınlaşmasının sonucu işbirliği olmuş ve PKK ile ASALA arasında 1980 yılının Ocak ve Nisan aylarında, eylem birliğinin ilân edildiği iki basın açıklaması yapılmıştır. Đki örgüt tarafından 7 Nisan 1980 günü Lübnan’ın Sayda Kenti’nde yapılan ortak basın açıklamasında, “iki örgütün bundan böyle birlikte çalışacakları ve bağımsız Kürdistan ile Ermenistan’ı kurmak için mücadele edecekleri” açıklanmıştır. Aynı açıklamada, Mardin’in Derik Đlçesi’nin Şikestun Köyü’nde 28 Mart 1980 günü bir yüzbaşı, bir astsubay ve bir erin şehit edilmesi ile sonuçlanan terör saldırısını da PKK üstlenmiştir.376 Sözde “Ermeni Soykırımı”nın yıldönümü olan 24 Nisan’ın da içinde olduğu 1-28 Nisan 1980 tarihi, PKK tarafından “kızıl hafta” ilân edilmiş ve bu günlerde örgüt tarafından Viranşehir, Suruç, Siverek, Şanlıurfa, Halfeti, Hilvan, Birecik, Gaziantep ve Ceylanpınar’da 30’dan fazla eylem gerçekleştirilmiştir. PKK’nın Lübnan’da ASALA’dan sağladığı çıkar ise teröristlerinin ASALA tarafından gelişmiş patlayıcılar konusunda eğitilmeleri olmuştur. Ayrıca, ASALA’dan bazı teröristler, PKK’nın Türkiye’de gerçekleştirdiği terör eylemlerine de katılmışlardır.377 Suriye ve Lübnan’da ateşli silâh ve patlayıcılar konusunda eğitilen PKK’lı teröristler, 1980 yılının ortalarına doğru Türkiye’ye sızmaya başlamışlardır. Aynı
376 377
Milliyet, 8 Mayıs 1980 Ercan Çitlioğlu, Yedekteki Taşeron: ASALA, PKK, Ankara: Ümit, 1998, s.103-110
158
dönemlerde ayrıca örgütün propagandasının yapılması amacıyla “PKK Bülteni” adlı broşürler hazırlanarak bölge halkına dağıtılmıştır. PKK’nın 1980 yılının ortalarından itibaren Türkiye’ye sızmaya, propaganda yapmaya başladığı ve eylem hazırlığı içinde bulunduğu dönemde gerçekleşen 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi ve sonrasında uygulanan sıkıyönetim, örgütün birçok teröristinin yakalanmasına, kalanların da yurtdışına kaçmak zorunda kalmasına neden olmuştur. Müdahalenin ardından yurtdışına kaçamayan 500’e yakın PKK’lı terörist yakalanarak Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmışlar ve çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Yakalanan teröristlerden elde edilen bilgiler, güvenlik güçlerine örgütün yapısı ve faaliyetleri hakkında yeni veriler sağlamıştır. Aynı dönemde, Diyarbakır Cezaevi’nde mahkumlara kötü muamele edildiği, cezaevi şartlarının yetersiz olduğu ve bu durumun devlete tepkiye neden olarak 12 Eylül 1980 sonrası örgüte katılımları arttırdığı yönünde iddialar mevcuttur.378 Askeri müdahalenin gerçekleşmesinden kısa süre önce eylemlerine son vermeleri ve Suriye’ye geçmeleri konusunda talimat alan 200’den fazla PKK’lı terörist, yakalanmadan Suriye’ye geçmişler ve askeri idare süresince Türkiye dışında kalmışlardır. Daha sonra Lübnan’a aktarılan PKK’lı teröristler, burada Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Demokratik Halk Cephesi tarafından eğitilmişlerdir. Örgütün ortaya çıkan bu yeni ortamda nasıl davranacağını kararlaştırmak amacıyla, 15-26 Temmuz 1981 tarihinde Lübnan’daki Helvi Kampı’nda, 60 kadar teröristin katıldığı bir toplantı düzenlenmiştir. “Birinci konferans” olarak da anılan bu toplantıda; örgüt elemanlarının askerî hazırlıklar yapması, siyasî ve askerî eğitim çalışmalarının başlatılması ve yeniden örgütlenme kararları alınmıştır. “Birinci konferansın” ardından örgüt içerisinde siyasî ve askerî eğitim çalışmaları yeniden şekillendirilmiş, bu yeni eğitim çalışmalarının teröristler tarafından benimsenmesi için çeşitli kitap ve broşürler hazırlanarak teröristlere dağıtılmıştır. Lübnan’da bulunduğu bu dönemde, örgütün Avrupa ülkeleri ile olan ilişkileri de gelişmiştir. Çeşitli örgüt elemanları örgüte destek sağlamak amacıyla Avrupa’ya
378
Diyarbakır Cezaevi ile ilgili iddialara bazı örnekler için bkz. Raşit Kısacık, Minareden Kandil’e PKK, s.237-245
159
gönderilmiş, yine aynı dönemde Almanya’da örgüt tarafından bir dergi yayımlanmaya başlanmıştır. 5.3.2. Örgütün Kuzey Irak’a Taşınması 1982 yılının ortalarında Lübnan’ın Đsrail tarafından işgal edilmesi nedeniyle, örgütün barınacak başka bir bölgeye taşınması gerekmiştir. Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın kişisel girişimleriyle PKK’nın Kuzey Irak’a yerleşmesi için I-KDP ile anlaşma sağlanmıştır. 379 PKK, teröristlerini Kuzey Irak’a taşımaya hazırlandığı bu günlerde “ikinci kongre” adını verdiği toplantıyı düzenlemiştir. 20-25 Ağustos 1982 tarihinde Suriye’de gerçekleştirilen bu toplantıda PKK’lı teröristlerin Lübnan’dan Kuzey Irak’a nakledilmelerine karar verilmiş ve bu taşınma işleminin nasıl yapılacağı tartışılmıştır. Toplantıda ayrıca; Avrupa’daki PKK faaliyetlerinin arttırılması ve teröristlerin eğitimlerinin bir yıl içerisinde tamamlanarak Türkiye’ye sızmaları ve terör faaliyetlerine başlamaları kararlaştırılmıştır. Lübnan’da bulunan PKK’lı teröristlerin Kuzey Irak’a taşınmaya hazırlandığı günlerde, Türkiye’deki cezaevlerindeki PKK’lı mahkûmlar da bir dizi eylemde bulunmuşlardır. 21 Mart 1982 tarihinde PKK’lı Mazlum Doğan kendini cezaevi hücresinde asmış, 18 Mayıs 1982 tarihinde PKK’lı Ferhat Kurtay, Eşref Aynır, Mamut Zengin ve Necmi Önen kendilerini yakmışlar, 14 Temmuz 1982 tarihinde ise PKK’lı Kemal Pir, Hayri Durmuş, Ali Çiçek ve M. Akif Yılmaz başladıkları ölüm orucu sonucu ölmüşlerdir. PKK, her kesimin dikkatini cezaevleri ve örgütün üzerine çeken bu eylemlerle propagandasını yaparak Türkiye içerisinde başlatmayı planladığı eylemler için taraftar toplamayı amaçlamıştır.380 Đlk PKK gruplarının Kuzey Irak’a nakilleri “ikinci kongre” ile aynı günlerde, Ağustos ayı içerisinde başlamıştır. Teröristlerin Lübnan’dan Kuzey Irak’a geçişleri, genellikle Tahran üzerinden gerçekleşmiştir. Hava yolu ile Tahran’a ulaştırılan teröristler, buradan kara yolu ile Kuzey Irak’a geçirilmişlerdir. Kuzey Irak’ta eğitim ve lojistik açısından büyük imkânlara kavuşan PKK’lı teröristler, kısa süre içerisinde IKDP ile mücadele edebilecek güce ulaşmışlardır. Bu nedenle, I-KDP ile PKK arasında bir işbirliği anlaşması yapılmış olmasına karşın büyük çatışmalar yaşanmıştır. Örgüt, I-
379
Ümit Özdağ, Türkiye, Kuzey Irak ve PKK: Bir Gayrinizami Savaşın Anatomisi, Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM), 1999, s.42 380 Emin Demirel, Siyasi Yapılanmalar ve Terör Grupları, s.427
160
KDP ile sorun yaşadığı dönemlerde Irak’taki diğer Kürt lider Celal Talabani’nin başında olduğu KYB ile yakınlaşmıştır. PKK’nın Lübnan’dan Kuzey Irak’a taşınma süreci 1982 yılının sonlarına doğru tamamlanmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi PKK, Lübnan ve Suriye’de bulunduğu süre içerisinde Suriye’den her türlü destek ve yardımı görmüştür. Öcalan, bu süreçte Suriye gizli servisinin kendisine sağladığı lüks evlerde kalmış ve lüks arabalarla gezmiştir.381 PKK’lı teröristler Kuzey Irak’a geçtikten ve eğitim faaliyetlerine başladıktan sonra Türkiye’deki faaliyetlerine yönelik hazırlıklarına hız vermişlerdir. Bu doğrultuda iki ya da üç kişilik gruplar zaman zaman Türkiye’ye sızarak hem Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde keşif yapmışlar, hem de Kuzey Irak’tan Türkiye’ye güvenli geçiş yolları saptamışlardır. Askerî birliklerin, kışlaların, karakolların yerlerini tespit etmişler ve buralara yönelik saldırılarda kullanılacak silah, cephane ve malzemenin saklanması için depolar hazırlamışlardır. Ayrıca bölgede yaşayan halkla da temasa geçmişler ve silah, cephane, gıda ve barınma konusunda yardım sağlamaya çalışmışlardır. Bir yıl içerisinde, Kuzey Irak’taki kamplarda eğitilen PKK’lı terörist sayısı 400’e ulaşmıştır. Irak Türkiye’ye sızan teröristlerden bir grubun, 11 Mayıs 1983 tarihinde Hakkari Uludere’de bir askeri araca saldırması sonucu 3 asker şehit olmuştur.382 Bunun üzerine Türkiye, Irak’la sınır güvenliği konusunda Şubat 1983 tarihinde yaptığı anlaşma uyarınca 27 Mayıs 1983 tarihinde Kuzey Irak’ta sınır ötesi bir operasyon gerçekleştirmiştir.383 Dışişleri Bakanlığı, operasyonla ilgili şu açıklamayı yapmıştır: “Son zamanlarda Türk Irak hudut bölgesinde bazı silahlı gruplar, sık sık hudut güvenliğimizi ihlal eden ve askeri birliklerimiz mensuplarına ateş açmaya ve onları şehit etmeye cüret eden hareketlerde bulunmuşlardır. Uzun zamandır sürekli olarak hududumuzu geçen bu silahlı gruplar, kendilerine Türk topraklarında melce bulmaya ve yuvalanmaya çalışmışlar, bölge halkımızı silahla tehdit ederek, vatandaşlarımızın mallarını ellerinden alıp götürmeye ve onları baskı altında tutmaya yeltenmişlerdir. Bu durum, bölge vatandaşlarımızın çok ciddi ve haklı yakınmalarına neden olmuştur. Söz konusu gruplar, hudut bölgesinde şerefli görevlerini yapan subaylarımıza ve erlerimize sürekli şekilde silahlı saldırılarda bulunmayı adet haline getirmişlerdir. Bunun en son örneği, iki hafta önce üç askerimizin şehit olmasına ve bir subayımızın ağır yaralanmasına sebep olan vahşi 381
Michael M. Gunter, The Kurds in Turkey: A Political Dilemma, Colorado: Westview Press, 1990, s.71 Milliyet, 11 Mayıs 1983 383 Reluctant Neighbor: Turkey’s Role in the Middle East, Henri J. Barkey (ed.), Washington, DC.: United States Institute of Peace, 1996, s.71 382
161
saldırılardır. Bu gelişmeler hakkında dost ve komşu Irak Hükümetiyle görüş alışverişinde bulunulmuştur. (...) Mütecavizlerin ele geçirilmesi için mahdut amaçlı bir harekât yapılmıştır. Bu harekât sırasında hiçbir mukavemete rastlanmamış ve planlandığı şekilde kimsenin burnu kanamadan amaç gerçekleştirilmiştir.”384
7000 komando tarafından Irak sınırının 5 km kadar içerisinde gerçekleştirilen operasyon
385
, Kuzey Irak’taki PKK’lı teröristlerden çok, bölgede kaçakçılık
faaliyetlerinde bulunan küçük silahlı gruplar üzerinde etkili olmuştur. Ancak, Türkiye’nin, toprakları üzerinde bölücü terör eylemleri arttıktan sonra, özellikle 1990’lı yıllarda Kuzey Irak’a yapacağı çok sayıdaki büyük çaplı sınır ötesi operasyonların ilki olması açısından önemlidir. Devletin bu dönemde artan Kürtçü faaliyetlere ve şiddet olaylarına karşı bir başka hamlesi ise aynı yıl yapılan ve doğrudan olmasa da dolaylı olarak içinde Kürtçenin de olduğu bazı dilleri yasaklayan yasal düzenlemedir. 19.10.1983 tarih ve 2932 sayılı Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun’la, Türk Devleti tarafından tanınmış devletlerin birinci resmî dilleri dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaklanmıştır. 386 Bu tarihten önce yasaklanan Kürtçe yayınlar ise doğrudan Kürtçe oldukları için değil, bu yayınların Türkçeye tercümeleri yapıldıktan sonra, kanun dışı içeriğe sahip oldukları anlaşılarak yasaklanmışlardır. Kuzey Irak, Đran ve Suriye üzerinden Türkiye’ye yönelik olarak düzenlenen sızma ve saldırı faaliyetleri, 1984 yılının ilk aylarında Hakkari ve Şırnak’tan başlayarak bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne yayılmıştır. 5.4. Bölücü Terör Eylemlerinin Başlaması: Şemdinli ve Eruh Saldırıları Örgütün Türkiye’deki bu faaliyetleri hızla devam ederken, yönetici kadrolar tarafından da 1984 yılının Mart ayında birkaç toplantı düzenlenmiştir. Bu toplantılarda, Türkiye’ye yönelik silahlı eylemlere başlanması ve ilk eylemin ses getirecek bir eylem olması kararlaştırılmıştır. Toplantılardan sonra, 1984 Mayıs ayında 200’den fazla PKK’lı terörist, daha önce belirlenen yollardan Türkiye’ye sızmıştır.
384
Milliyet, 28 Mayıs 1983 Michael M. Gunter, The Kurds in Turkey: A Political Dilemma, s.72 386 Resmi Gazete, 22 Ekim 1983, no.18199; Milli Güvenlik Konseyi’nde kanunla ilgili tartışmalar için Milli Güvenlik Konseyi Tutanak Dergisi, Cilt 2, 19.10.1983, bkz. s.76-81 385
162
PKK, yapacağı bu ses getirecek eylem için hedef olarak Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli Đlçelerini seçmiştir. 15 Ağustos 1984 gecesi bu iki ilçedeki iki karakol ve bir subay gazinosuna ve subay lojmanlarına eş zamanlı olarak saldıran teröristler, Süleyman Aydın adlı Erzincanlı bir eri şehit etmiş, 9 asker ve 3 sivili yaralamışlardır. Yaralanan siviller arasında Anavatan Partisi Eruh Đlçe Başkanı’nın ve Ziraat Bankası Şube Müdürü’nün oğulları da bulunmaktadır. Saldırıyı düzenleyen teröristlerden yedisi kadındır ve aralarında iki de doktor vardır. Teröristler, saldırıdan kısa süre önce Eruh’un bazı köylerindeki camilerin hoparlörlerini kullanarak halktan devlete karşı ayaklanmalarını istemişler ve bildiri dağıtmışlardır. Genelkurmay Başkanlığı’ndan saldırılarla ilgili yapılan açıklama şöyledir: “15 Ağustos 1984 gecesi, sol ayrılıkçı örgütlere mensup bir grup silahlı terörist Siirt Đli Eruh Đlçesi jandarma karakol binasına karşı bombalı ve silahlı saldırıda bulunmuş ve ilçe halkı üzerinde baskı ve sindirme eylemlerine başvurmuştur.Söz konusu saldırı sırasında meydana gelen müsademede bir jandarma eri şehit olmuş, 6 er ve 3 sivil yaralanmıştır. Aynı gün akşamı, Hakkari Đli Şemdinli Đlçesinde diğer bir ayrılıkçı terörist grup, jandarma subay açık hava gazinosunu, subay lojmanlarını ve ilçe jandarma karakolunu otomatik silahlarla taramışlar ve burada da bir subay, bir astsubay ve bir erimiz hafif şekilde yaralanmıştır. Her iki olay üzerine derhal incelemeye başlanmış ve her iki bölgeye sevkedilen takviye birlikler ile teröristlerin yakalanması için geniş bir operasyona başlanılmıştır.”387
Başlatılan operasyonda 150’ye yakın kaçakçı ve terörist yakalanmıştır. Ancak, saldırıdan sorumlu olan PKK’lı teröristler ele geçirilememiştir. Olayla ilgili tatilde olduğu Bodrum’dan açıklama yapan Başbakan Turgut Özal ise “saldırıları Irak’tan sızmış ayrılıkçı unsur kalıntılarının düzenlemiş olabileceğini” söyledikten sonra, “bu olayların çok önemli olmadığını” ifade etmiştir: “Bu olaylar çok önemli değildir. Bazı ayrılıkçı örgütlere mensup kalıntılar Irak’tan da sızabileceğini sandığım kişilerle bu saldırıyı düzenlemiş olabilir. Amaçları, varolduklarını düşündürmektir. Bir bu oyunlara karşı oldukça dikkatliyiz.”388
Ancak, 15 Ağustos 1984 günü yapılan terör saldırısı, dönemin yöneticilerinin sandığı gibi önemsiz bir olay değildir. Bu saldırı, PKK Terör Örgütü’nün kanlı yol haritasının ilk aşaması olan “stratejik savunma” aşamasının başlangıcıdır. Örgüt, 1989
387 388
Milliyet, 18 Ağustos 1984 Milliyet, 23 Ağustos 1984
163
yılında “stratejik denge” ve 1991 yılında da “stratejik saldırı” aşamalarına geçecektir.389 Bu kanlı süreçte Türkiye, yaklaşık 30 yılda (1984-2012) şehit olan güvenlik kuvvetleri ve korucular dâhil 12 bine yakın vatandaşını kaybedecektir. Aynı süreçte öldürülen PKK’li terörist sayısı ise 40 bini aşacaktır. Aynı dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaklaşık 3500 yerleşim yeri boşaltılmış, 2006 rakamlarına göre 1 milyon 200 bin kişi bölgedeki evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Katılan asker sayısı 5 bin ile 25 bin arasında değişen 25 sınır ötesi operasyon düzenlenmiştir. PKK terörüyle mücadelenin Türkiye’ye ekonomik maliyetinin ise 150 ile 400 milyar Dolar arasında olduğu iddia edilmektedir. Yaygın olarak kabul gören rakam ise 300 milyar Dolar’dır.390
389 390
Emin Demirel, Siyasi Yapılanmalar ve Terör Grupları, s.425 Hüseyin Yayman, a.g.e., s.56-62
164
SONUÇ Cumhuriyet’in ilânını izleyen 15 yıl içerisinde, Türkiye Kürtlerinin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, ayaklanma, kalkışma ya da isyan olarak ifade edilen yirmiye yakın olay gerçekleşmiştir. Yeni rejimin merkezî otoritesini güçlendirme çabalarına, reform hareketlerine, lâiklik politikasına ya da genel olarak bölgenin geri kalmışlığı ve az gelişmişliğine bir tepki olarak meydana gelen bu olaylarda Kürt etnik kimliği ya da ayrılma talebi öne çıkmamıştır. Bu hareketler, genellikle merkezî otoriteye karşı gücünü kaybetmek istemeyen aşiret liderleri, reform hareketlerine tepki gösteren çevreler ya da yeni rejimin lâiklik politikasına karşı çıkan bölgenin bazı dinî liderlerinin başını çektiği hareketlerdir. Bu olaylarda Đngiltere ve Fransa’nın desteklediği, Türkiye dışında kurulmuş bulunan, Kürtçü ve bölücü Azadî ya da Hoybun gibi örgütlerin etkileri çok sınırlı olmuştur. 1925 ile 1938 yıllarında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da meydana gelen isyan hareketlerinin, zaman zaman geniş çaplı askerî harekâtlarla bastırılmasının ardından, Đkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bölgede herhangi bir yeni olay yaşanmamıştır. Đkinci Dünya Savaşı sırasında Đran’ın Đngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından anlaşmalı olarak işgal edilmesi ve Sovyetler’in savaştan sonra Đran’daki varlık ve etkisini sürdürme hesapları, Türkiye’deki Kürtçülük hareketleri açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Sovyetler Birliği, savaştan sonra Đran’dan kuvvetlerini çekmek zorunda kalacağını bildiğinden, ülke üzerindeki etkisini devam ettirebilmek için Đran içerisindeki etnik unsurları kullanma politikası uygulamıştır. Tebriz ve çevresindeki Türkler ile Urumiye ve Mahabad çevresindeki Kürt unsurlar, Sovyetler’in bu politikasındaki hedefleri olmuştur. Sovyetler, 1942 yılından başlayarak Đran’daki bu etnik unsurlarla temasa geçmiş, onları Bakü’ye davet ederek toplantılar düzenlemiş ve Đran içerisinde bağımsız birer devlet kurmaları konusunda tahrik ve teşvik etmiştir. Sovyetler’in bu politikasının bir sonucu olarak 1945 yılının sonlarında Đran’da “Đran Kürdistan Demokrat Partisi” kurulmuş ve hemen ardından 1946 yılının Ocak ayında Đran üzerinde Mahabad Otonom Kürt Yönetimi ilân edilmiştir. Aynı dönemde Tebriz ve çevresinde de yine Sovyet kontrolünde “Azerbaycan Millî Hükümeti” ilân edilmiştir.
165
Sovyetler Birliği, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere savaşın diğer galiplerinin baskıları sonucu, Đran petrollerinden pay almasını sağlayan bir anlaşma imzalayarak, Mahabad’daki Kürt yönetimini ve Azerbaycan Millî Hükümeti yönetimini yalnız bırakarak bölgeden çekilmiştir. Amerikan ve Đngiliz destekli Đran Ordusu’na karşı yalnız kalan bu iki otonom yönetim, fazla direnememiş ve 1946 yılının Aralık ayında Đran Devleti tarafından yok edilmişlerdir. Đran’ın harekâtı sırasında pek çok sivil Kürt ve Türk hayatını kaybetmiş ya da mülteci durumuna düşmüştür. Mahabad Kürt Yönetimi’nin lideri Kadı Muhammed idam edilmiş, “Savunma Bakanı” Molla Mustafa Barzani ise Sovyetler Birliği’ne sığınmış ve “Mamedov” soyadıyla 12 yıl SSCB’de yaşamıştır. Bu olay, daha sonra sık sık tekrarlanacak olan, büyük güçlerin bölgesel çıkarları için Kürtleri kullanması ve yine çıkarları için yalnız bırakması politikasının anlamlı bir örneğidir. Đran’da
Mahabad
Kürt
Otonom
Yönetiminin
kurulması,
Türkiye’de
yükseköğrenim görmekte olan Kürt kökenli üniversite öğrencilerini etkilemiştir. Bu etkinin en yoğun olduğu yer ise yükseköğrenim için Đstanbul’a gelmiş olan Kürt kökenli gençlerin kaldığı Dicle Talebe Yurdu’dur. Đran’daki Kürt hareketinin meydana geldiği yıllarda, Dicle Talebe Yurdu’nun yönetimi, gençlere sistematik olarak Kürtçü fikirler aşılamış, genellikle Sovyetler Birliği tarafından basılan Kürtçe yayınları kaçak olarak yurda sokarak öğrencilere dağıtmış ve böylece 1940’lı yılların ortalarında Türkiye’de Kürt milliyetçisi bir grup üniversite öğrencisi oluşturulmuştur. Tıp, hukuk, siyasal bilgiler ve edebiyat gibi toplum üzerinde etkili alanlarda öğrenim gören bu Kürtçü gençler, sürekli olarak siyasî Kürtçülük konusunda bilinçlendirilmişler ve Kürtçü faaliyetlere hazırlanmışlardır. 1950’li yıllarda artık mühendis, doktor ya da siyaset bilimci olarak toplumda aydın statüsü kazanan bu Kürtçü gençler, Türkiye’de çok partili sistemin başlamasıyla aktif siyaset yapmışlar ve Demokrat Parti’ye destek vermişlerdir. Oyların değerli olduğu çok partili sistemde Kürtlerin oylarını kazanmak isteyen DP, kendisini destekleyen Kürtçülerin istedikleri isimleri milletvekilliğine aday göstermiş ve 1950 Genel Seçimleriyle bu isimler Meclis’e girmişlerdir. Aralarında Dicle Talebe Yurdu’nun müdürü Mustafa Remzi Bucak gibi Kürtçülerin de olduğu bu vekiller, 1950’li yıllar boyunca Meclis’in ve partilerin imkânlarından yararlanarak faaliyetlerini geliştirme fırsatı bulmuşlardır.
166
1950 ile 1958 yılları arası, Kürtçülük faaliyetleri açısından hareketli bir dönem değildir. Bu dönemde daha çok Meclis’te bölge ile ilgili konuşmalar ve tartışmalar meydana gelmiş ve gazetelerde yazılar yer almıştır. Bu dönem, Kürtçülük faaliyetleri açısından “milletvekilliğinin, partilerin, siyasetin ve çok partili sistemdeki acemiliklerin sağladığı avantajlardan yararlanarak eyleme geçmek için hazırlık yapma” dönemi olarak değerlendirilebilir. Kürtçülük faaliyetlerindeki ilk önemli hareketlenmeler bu hazırlık döneminin ardından, 1958 yılından sonra başlayacak ve 60’lı, 70’lı yıllarda sürekli artacaktır. 1958 yılında Irak’ta gerçekleşen darbeyle iktidara gelen General Abdülkerim Kasım’ın Sovyetler Birliği’nin ve Irak’taki Kürtlerin desteğini kazanmak amacıyla Sovyetler Birliği’nde bulunan Molla Mustafa Barzani’yi Irak’a davet etmesi ve Barzani’nin 12 yıl sonra Irak’a dönerek uzun yıllardır uzaktan yönetmek zorunda kaldığı Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin başına geçmesi, Türkiye’de yaklaşık 10 yıldır hazırlanmakta olan Kürtçülük hareketi için büyük bir fırsat ve tetikleyici unsur olmuştur. Uzun zamandır böyle bir fırsat bekleyen Kürtçüler, Irak’taki Molla Mustafa Barzani hareketiyle birlikte hemen faaliyete geçmiş ve 1959 yılında Barzani ile bağlantılı “Kürdistan Đstiklâl Partisi” adı altında yasadışı bir örgüt kurmuşlardır. “49’lar Olayı” olarak da anılan bu olayda örgütün kurucusu 52 kişi aynı yıl yakalanmış ve yaklaşık 8 yıl süren bir yargılama sürecinden sonra çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Yaklaşık 10 yıldır bölgeye ve Kürtlere yönelik olarak uyguladığı yanlış ve kontrolsüz politikaların ne kadar tehlikeli sonuçlara neden olabileceğini “49’lar Olayı” ile anlayan Demokrat Partililerin bu konuda almaya çalıştıkları bir dizi önlem ise hem çok geç hem de çok yetersiz kalmıştır. 10 yıllık bir süreç sonunda Türkiye’de, uluslararası bağlantıları da olan bir “Kürt sorunu”, daha doğru bir ifadeyle Kürtçülük sorunu ortaya çıkmıştır. 27 Mayıs 1960 tarihindeki askeri müdahaleyle Demokrat Parti’yi düşürerek ülke yönetimini ele geçiren Milli Birlik Komitesi, Kürtçü ve bölücü faaliyetlere karşı daha sert bir tavır almıştır. Ancak 27 Mayısçıların vizyonu, son 10 yılda gelişen Kürtçülük faaliyetlerinin niteliği ve çapını kavrayabilmekten çok uzaktır. Bölgelerinde etkili 55 Kürdün mallarına el koyarak ve onları Batı bölgelerine zorunlu göçe göndererek sorunu çözebileceğini düşünen 27 Mayısçılar, ilk genel seçimlerle iktidara gelen partilerin bu 167
55 kişiyi tekrar evlerine göndereceğini öngörememişlerdir. Bu 55 kişinin çoğu, bu yanlış politika sonucu gönderildikleri sürgünden sonra Kürtçülük fikrine daha yakın durmuşlar, bölgedeki etki ve imkânlarını bu yönde kullanmışlardır. 1960 Askeri Müdahalesi’nden sonra tekrar demokrasiye dönüşle beraber kurulan Yeni Türkiye Partisi ile Adalet Partisi’nin bölge halkının oyları için rekabet etmeleri ve Türkiye Đşçi Partisi’nin sol bakışla “milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı, azgelişmişlik, sömürü ve ekonomik açıdan geri kalmışlık” gibi ifadeler altında her türlü Kürtçü faaliyeti desteklemeleri siyasal Kürtçülüğün gelişmesine zemin hazırlamıştır. Demokrasinin sağladığı siyasî hak ve özgürlükleri suiistimal eden Kürtçü hareket, bu dönemde giderek büyümüştür. 1963 yılında, Avrupa Kürt Talebe Cemiyeti’nin Türkiye’deki şubesi olan “Türkiye Kürt Talebe Cemiyeti” adlı yasadışı örgüt kurulmuş ve aynı yıl güvenlik güçleri tarafından çökertilmiştir. 1965 yılında ise, bu kez Molla Mustafa Barzani’nin Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin Türkiye uzantısı olan yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” kurulmuştur. Doğrudan Barzani tarafından yönetilen ve desteklenen bu örgüt, Türkiye’de 1970’li yıllara kadar yoğun faaliyet göstermiş ve bu dönemdeki tüm Kürtçü hareketleri yönlendirmiş ya da bu hareketlere büyük destek sağlamıştır. Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin, Kürt Đstiklâl Partisi ve Türkiye Kürt Talebe Cemiyeti’nden sonra, 6 yıl içinde Türkiye’de kurulan üçüncü yasadışı ve uluslararası bağlantılı Kürtçü örgüt olması, ne kadar farklı ve tehlikeli bir sürece girildiğini göstermektedir. Aynı yıllarda Türkiye’de yayımlanan ya da yurtdışından kaçak olarak ülkeye sokulan Kürtçü yayınlarda da büyük bir artış yaşanmıştır. 1967 yılının yaz aylarında ise sahneye yine TĐP çıkmış, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bazı illerde “Doğu Mitingleri” adı verilen geniş katılımlı gösteriler düzenlemiştir. TĐP’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki il başkanları tarafından organize edilip çoğuna TĐP’li vekillerin katıldığı bu mitingler zamanla Kürtçü gösterilere dönüşmüştür. Yasadışı “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi” nin de destek verdiği mitinglerde Kürt kökenli olmayan katılımcıların konuşmaları milliyetçi Kürtçüler tarafından zorla engellenmiş, küçük yaştaki çocuklara Kürtçe şiirler okutulmuş ve bölücülük propagandası yapılmıştır. Bu mitinglerle birlikte bölgedeki Kürtçü faaliyetler hız ve taban kazanmıştır.
168
Doğu Mitingleriyle birlikte hızlanan Kürtçü faaliyetlerin bir sonucu olarak Türkiye’deki ilk yasal Kürtçü örgütlenmeler olan Devrimci Doğu Kültür Ocakları kurulmuştur. Ankara, Đstanbul, Diyarbakır, Ergani, Silvan, Kozluk ve Batman olmak üzere yedi bölgede ayrı ayrı kurulan Devrimci Doğu Kültür Ocakları, hem Türkiye Đşçi Partisi’nin Kürt siyaseti üzerinde kışkırtıcı bir etki yapmış hem de 1974 sonrası Türkiye’de kurulacak olan bölücü terör örgütlerinin üyelerinin altında toplandığı bir çatı işlevi görmüştür. Başta PKK Terör Örgütü olmak üzere 1974 sonrası kurulacak olan tüm bölücü Kürtçü terör örgütlerinin kurucuları arasında Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın üyeleri yer alacaktır. Devrimci Doğu Kültür Ocakları ayrıca Türkiye Đşçi Partisi’nin Dördüncü Kongresinde alınan kararın Kürtlerle ilgili olan bölümünün kabul edilmesini de sağlamıştır. “Türkiye’de devletin başından beri Kürtlere zulmettiği, baskı yaptığı, Kürtlere yönelik kanlı bir asimilasyon politikası yürüttüğü”nün iddia edildiği bu karar, 12 Mart 1971 tarihindeki askerî müdahaleden sonra Türkiye Đşçi Partisi’nin kapatılması kararına dayanak olarak gösterilmiştir. Askeri müdahaleden sonra TĐP ile birlikte Devrimci Doğu Kültür Ocakları ve paralelinde Kürtçülük çalışmaları yapan Dev-Genç de kapatılmış, Kürtçü üyelerinin bazıları hapis cezası almış, bazıları ise tutuklu ya da tutuksuz olarak yargılanmıştır. Bu süreçte, Devrimci Doğu Kültür Ocakları ile birlikte yasadışı Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin de birçok üyesi yakalanmış, çalışmaları, faaliyetleri ve bağlantıları deşifre edilmiştir. Kalan Kürtçüler ise genellikle yurtdışına kaçmışlardır. Tüm bu gelişmelerin sonucunda, 12 Mart döneminde Türkiye’deki Kürtçü faaliyetler durma noktasına gelmiştir. 1973 yılında yapılan Genel Seçimlerden sonra kurduğu CHP-MSP Koalisyon Hükümeti ile başbakanlık görevini üstlenen Bülent Ecevit, 1974 yılı başlarında Meclis’e sunduğu genel af teklifinin kapsamına Kürtçüleri de dâhil etmiştir. Muhalefetin tepkisi ve koalisyon ortağı MSP’nin 20 vekilinin hayır oyu sonucu Kürtçüleri kapsam dışında bırakarak çıkan genel af kanunu, Başbakan Bülent Ecevit’in Anayasa Mahkemesi’ne itirazı sonucu değişmiş ve Kürtçüler de af kapsamına alınmıştır. Af uygulamasından yararlanan Kürtçüler, 1974 yılından itibaren tekrar faaliyete başlamıştır. 1974 affından sonra yürütülen Kürtçü faaliyetler, 1974 öncesinden de ileridir. Türk solunun artık milliyetçi taleplerini karşılayamayacağını anlayan milliyetçi 169
Kürtçüler, Türk solundan ayrılmış ve Kürt etnisitesini ön plana koyan bölücü Kürtçü terör örgütleri kurmuşlardır. 1974 sonrası kurulan Kawa, Rızgari, Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi, Devrimci Doğu Kültür Dernekleri gibi bu Kürtçü ve bölücü terör örgütlerinin içinde Türkiye’ye şüphesiz en çok zarar vereni Kürdistan Đşçi Partisi (PKK) olmuştur. Dünyanın en kanlı terör örgütlerinden olan PKK, eski bir Devrimci Doğu Kültür Ocakları üyesi olan Abdullah Öcalan tarafından kurulmuştur. Örgütün kuruluş tarihi olarak, Diyarbakır’da örgüt üyeleri tarafından yapılan ve “birinci kongre” adını verdikleri bir toplantının günü olan 26 Kasım 1978 tarihi kabul edilmektedir. Vietnam ve Kamboçya’daki silahlı mücadelelerden etkilenen örgüt, Mao’nun “uzun süreli halk savaşı”, “gerilla taktikleri” ile “kır terörü” yöntemini benimsemiş ve bölgenin dağlık, kırsal özelliklerinden yararlanarak güvenlik güçlerine ve bölge halkına karşı silahlı eylemlere başlamıştır. Örgüt, terörist eylemlerine başlama sürecinde özellikle Suriye’den büyük destek görmüştür. Filistin Kurtuluş Örgütü teröristleri tarafından eğitilmiş, daha sonra da Kuzey Irak’a geçmiştir. Örgütün benimsediği bu silahlı terör yöntemi, Türkiye’de 1960’lı yıllarda Marksist-Leninist sol çizgide bulunan siyasî Kürtçülükten; bölücü, ayrılıkçı teröre geçiş anlamına gelmektedir. Örgüt, kısa süre içerisinde bölgede terör faaliyetlerine başlamış ve kendileriyle işbirliği yapmayan belediye başkanları, yöneticiler, kamu görevlileri ve aşiret liderlerine saldırmıştır. Örgütün saldırdığı kişiler arasında Adalet Partisi Urfa Milletvekili ve Bucak Aşireti’nin lideri Mehmet Celal Bucak da yer almış ve saldırıdan ağır yaralı olarak kurtulmuştur. Bu eylemden önce Abdullah Öcalan’ın kaçtığı Suriye, daha sonra Türkiye’den kaçan yüzlerce PKK’lı teröriste de ev sahipliği yapmıştır. PKK’lı teröristler Suriye ve Lübnan’da kendilerine tahsis edilen kamplarda Filistin Kurtuluş Örgütü üyeleri tarafından eğitilmişlerdir. Örgüt ayrıca burada, artık dağılmakta olan Ermeni terör örgütü ASALA ile de işbirliği yapmıştır. Örgüt, Lübnan’ın 1982 yılında Đsrail tarafından işgal edilmesinden sonra, yine Suriye Devleti’nin desteğiyle Kuzey Irak’a taşınmış ve burada elde ettiği imkânlarla büyümüştür. Sonunda Türkiye’de sürekli terörist eylemlere başlayabileceğine karar
170
veren örgüt, 15 Ağustos 1984 gecesi Eruh ve Şemdinli’deki askerî noktalara eş zamanlı olarak saldırmış ve bir eri şehit etmiştir. 1950’li yıllarda “Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kürtleri sömürge gibi yönetti” diyen, 1960’lı yıllarda Irak’taki Barzani hareketiyle ortak örgüt kurarak bölücü faaliyet gösteren, 1970’li yıllarda ise silahlı olarak ayrılıkçı terör örgütleri kuran Kürtçü harekete karşı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin ürettikleri siyasi akıl ve çözüm yeterli gözükmemektedir. Hükümetler, Kürtçülüğü ya eşkıya hareketi ya da güvenlik ihlâli olarak algılamışlar ve ısrarla günlük politika içerisinde geçici tedbirlerle engellemeye çalışmışlardır. Hükümetler, iç ve dış etkilerle doğan ve gelişen Kürtçü etnik hareketi görmekten uzak kalmışlardır. Demokrasi içerisinde birlikte yaşama ve ortak gelecek tasavvuru için Kürt kökenli vatandaşlarımızın sağduyusuna güvenden öte fazla birşey yapılmamıştır. Nitekim Kürtçülük akımı da küçük, dar bir kadro ile başlamış ancak geniş bir etki alanına ulaşmıştır. Bu, bir yandan etnik bir bilinç oluşmasına, diğer yandan bu bilince yaslanan ayrılıkçı, bölücü terör hareketine zemin hazırlamıştır. 15 Ağustos 1984 tarihindeki saldırıyla başlayan ve bu çalışmada incelenen 35 yıllık sürecin sonucu olarak ortaya çıkan PKK terörü, 1984-2012 yılları arasındaki yaklaşık 30 yıllık dönemde, şehit olan güvenlik görevlileriyle birlikte yaklaşık 12 bin vatandaşımızın hayatına mâl olmuştur. Öldürülen PKK’lı terörist sayısı ise 40 binden fazladır. Bölücü terörle mücadelenin Türkiye’ye ekonomik maliyeti ise çeşitli iddia ve hesaplara göre 150 ile 400 milyar Dolar arasındadır.
171
BĐBLĐYOGRAFYA Arşiv Belgeleri Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA) BCA 030.18.01-203.9.13 BCA 30.18.01-241.74.17 BCA, 30.01.00-53.320.11
Resmî Yayın ve Belgeler391 Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi Ayın Tarihi Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi (CSTD) Düstur Millet Meclisi Tutanak Dergisi (MMTD) Millî Birlik Komitesi Genel Kurul Toplantısı Tutanakları (MBK-GKTT) Milli Güvenlik Konseyi Tutanak Dergisi T.C. Resmî Gazete Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi (TBMMZC) 27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları, Cilt 2 (6 Ocak 1961-16 Kasım 1961), (der.) Cemil Koçak, Đstanbul: Yapı Kredi, 2010
Telif Eserler Kitaplar AKAR, Rıdvan, DÜNDAR, Can, Ecevit ve Gizli Arşivi, Ankara: Đmge, 2008 (2.bsk) 391
Resmi yayın ve belgelerin cilt, sayı, devre, yıl v.b. bilgileri ilgili yerlerde dipnotlarla gösterilmiştir.
172
AKGÜL, Suat, Yakın Tarihimizde Dersim Đsyanı ve Gerçekler, Đstanbul: Boğaziçi, 1992 AKYOL, Mustafa, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek: Yanlış Giden Neydi? Bundan Sonra Nereye?, Đstanbul: Doğan, 2006 ALBAYRAK, Mustafa, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Ankara: Phoenix, 2004 ARMAOĞLU, Fahir, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), Ankara: Türkiye Đş Bankası, 1984 (2.bsk.) AŞGIN, Sait, Cumhuriyet
Döneminde
Doğu Anadolu’ya
Yapılan Kamu
Harcamaları, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2000 BALLI, Rafet, Kürt Dosyası, Đstanbul: Cem Yayınevi, 1992 (3.bsk.) BARKEY, Henri J., GRAHAM E. Fuller, Turkey’s Kurdish Question, Lanham: Rowman, Littlefield Publishers, 1998 BAYAR, Celal, Şark Raporu, (sadeleştiren Nejat Bayramoğlu), Đstanbul: Kaynak, 2009 (2.bsk.) BĐLA, Fikret, Komutanlar Cephesi, Ankara: Detay, 2007 (3.bsk.) Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Ankara: Genelkurmay Başkanlığı, 1996 BĐLGĐSEVEN, Amiran Kurtkan, Türkiye’ye Yönelik Etnik Đddialara Dayalı Bölücü Faaliyetler, Đstanbul: Bayrak, 1991 BRUINESSEN, Martin van, Ağa, Şeyh, Devlet, (çev.) Banu Yalkut, Đstanbul: Đletişim, 2010 (6.sbk.) CEMAL, Behçet, Şeyh Sait Đsyanı, Đstanbul: Sel, 1955 CIMENT, James, The Kurds: State and Minority in Turkey, Iraq and Iran, New York, 1996 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 2 (1941-1960), Đstanbul: Yapı Kredi, 2005 (5.bsk)
173
Cumhuriyet Halk Partisi Yedinci Büyük Kurultayında Genel Başkan Đsmet Đnönü’nün Söylevi, Ankara, 1947 Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, (ed. Đsmail Soysal), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999 ÇAY, Abdülhaluk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1996 (4.bsk) ÇETĐN, Mahmut, Kart Kurt Sesleri, Đstanbul: Emre, 2007 ÇĐÇEK, Nevzat, 27 Mayıs’ın Öteki Yüzü: Sivas Kampı, Đstanbul: Lagin, 2010 ÇĐTLĐOĞLU, Ercan, Yedekteki Taşeron: ASALA, PKK, Ankara: Ümit, 1998 DEMĐREL, Emin, Geçmişten Günümüze PKK ve Ayaklanmalar, Đstanbul: IQ, 2005 DEMĐREL, Emin, Siyasi Yapılanmalar ve Terör Grupları, Đstanbul: Renk, 2011, (9.bsk.) DĐKEN, Şeyhmus, Amidalılar Süngündeki Diyarbekirliler, Đstanbul: Đletişim, 2009 (2.bsk) Doğu Sorunu: Necmettin Sahir Sılan Raporları (1939-1953), (der.) Tuba Akekmekçi, Muazzez Pervan, Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2010 EKĐNCĐ, Tarık Ziya, Türkiye Đşçi Partisi ve Kürtler, Đstanbul: TÜSTAV, 2010 ERĐM, Nihat, Devletlerarası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri: Osmanlı Đmparatorluğu Andlaşmaları, Cilt 1, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1953 ERTÜRK, Yaşar, Büyük Oyunun Eski Perdesi: Doğu, Güneydoğu ve Musul Üçgeni (1918-1923), Đstanbul: IQ, 2007 ESENGĐN, Kenan, Orgeneral Muğlalı Olayı ve 33 Kişinin Ölümü, Đstanbul: Yenilik, 1974 GOLOĞLU, Mahmut, Devrimler ve Tepkileri: 1924-1930, Đstanbul: Đş Bankası, 2007
174
GUNTER, Michael M., The Kurds and The Future of Turkey, Houndmills: MacMillan Press, 1997 GUNTER, Michael M., The Kurds in Turkey: A Political Dilemma, Colorado: Westview Press, 1990 GÜRSEL, Đbrahim Etem, Kürtçülük Gerçeği, Ankara, 1977 GÜRÜN, Kamuran, Dış Đlişkiler ve Türk Politikası, Ankara: Ankara Üniversitesi SBF, 1983 GÜZEL, Hasan Celal, Kuzey Irak, Kürtçülük ve Ayrılıkçı Terör, Đstanbul: Timaş, 2007 (2.bsk.), HALLI, Reşat, Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), Ankara: Genelkurmay Başkanlığı, 1972 HASANLI, Cemil, Soğuk Savaş’ın Đlk Çatışması Đran Azerbaycanı, (çev.) Ekber N. Necef, Đstanbul: Bağlam, 2005 HEPER, Metin, Devlet ve Kürtler, Đstanbul: Doğan Kitap, 2008 ĐMSET, Đsmet, Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı: PKK (1973-1992), Ankara: Turkish Daily News, 1993 (5.bsk) ĐNÖNÜ, Đsmet, Şark Seyahati Raporu, Ankara: Başvekâlet, 1935 JAWAD, Saad, Iraq and the Kurdish Question (1958-1970), London: Ithaca, 1981 JWAIDEH, Wadie, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi Kökenleri ve Gelişimi, (çev.) Đsmail Çeken, Alper Duman, Đstanbul: Đletişim, 2008 KALAFAT, Yaşar, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki Đç ve Dış Olaylar, Ankara: Boğaziçi, 1992 KARACA, Ali, Anadolu Islahatı ve Ahmet Şakir Paşa (1838-1899), Đstanbul: Eren Yayıncılık, 1993 KAYRA, Cahit, Sevr Dosyası, Đstanbul: Tarihçi, 2011
175
KISACIK, Raşit, Minareden Kandil’e PKK: Tarihi, Eylemleri, Stratejisi, Đstanbul: Ozan, 2012 KISSINGER, Henry, Diplomasi, (çev. Đbrahim H. Kurt), Đstanbul: Đş Bankası, 2007 (6.bsk) KĐRĐŞÇĐ, Kemal, WINROW, Gareth M., Kürt Sorunu: Kökeni ve Gelişimi, (çev. Ahmet Fethi), Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2007 (5.bsk.) KOCA, Hüseyin, Yakın Tarihimizden Günümüze Hükümetlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Politikaları, Konya: Mikro, 1998 KOÇAK, Cemil, Geçmişiniz Đtinayla Temizlenir, Đstanbul: Đletişim, 2009 (2.bsk.) KOÇAK, Cemil, Umumi Müfettişlikler (1927-1952), Đstanbul: Đletişim, 2003 KOPAR, Metin, Cumhuriyet Halk Partisi Döneminde Doğu Anadolu’ya Yapılan Kamu Harcamaları ve Yatırımları (1927-1950), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2009 KOYLAN, Hasip, Kürtler ve Şark Đsyanları I: Şeyh Said Đsyanı, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1946 KUTLAY, Naci, 49’lar Dosyası, Đstanbul: Fırat, 1994 KUTLAY, Naci, Kürt Kimliğinin Oluşum Süreci, Ankara: Dipnot, 2012 KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, Türk-Đngiliz Đlişkileri (1919-1926), Ankara: Ankara Üniversitesi SBF, 1978 Kürt Sorunu ve Devlet: Tedip ve Tenkil Politikaları: 1925-1947, (der.) Tuğba Yıldırım, Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2011 Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar, Belgeler, (çev. Seha L. Meray), Cilt 1, Kitap 1, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1973 MAZICI, Nurşen, Celal Bayar: Başbakanlık Dönemi (1937-1939), Đstanbul: Der, 1997
176
McDOWALL, David, Modern Kürt Tarihi, (çev. Neşenur Domaniç), Ankara: Doruk, 2004 MUMCU, Uğur, Kürt Dosyası, Ankara: UMAG Vakfı, 2006 (32.bsk) MUMCU, Uğur, Kürt-Đslam Ayaklanması (1919-1925), Đstanbul: Tekin, 1991 NATALIE, Denise, The Kurds and the State: Evolving National Identity in Iraq, Turkey and Iran, Syracuse: Syracuse University Press, 2005 OLSON, Robert, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Sait Đsyanı, (çev. Nevzat Kıraç, Bülent Peker), Ankara: Öz-ge, 1992 ÖCAL, Enver Emre, Kazım Karabekir’in Eserlerinde Doğu Sorunu, Đstanbul: Đlgi Kültür Sanat, 2010 ÖKE, Mim Kemal, Belgelerle Türk-Đngiliz ilişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu: 1918-1926, Đstanbul: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1992 ÖNDER, Ali Tayyar, Türkiye’nin Etnik Yapısı: Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler, Ankara: Fark, 2007 (Gen. 32.bsk) ÖZCAN, Ali Nihat, PKK: Tarihi, Đdeolojisi ve Yöntemi, Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM), 1999 ÖZDAĞ, Muzaffer, Millet Birliğimiz Vatan Bütünlüğümüz: Soydaş Toplumlardan Kürtler, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1992 ÖZDAĞ, Ümit, Türkiye, Kuzey Irak ve PKK: Bir Gayrinizami Savaşın Anatomisi, Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM), 1999 ÖZER, Ahmet, Çözül(e)meyen Kürt Sorunu, Đstanbul: Hemen Kitap, 2012 ÖZER, Ahmet, Beş Büyük Tarihi Kavşakta Kürtler ve Türkler, Đstanbul: Hemen Kitap, 2010 (2.bsk.) ÖZHAN, Taha, ETE, Hatem, Kürt Meselesi: Problemler ve Çözüm Önerileri, Ankara: Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), 2008 ÖZTÜRK, Saygı, Đsmet Paşa’nın Kürt Raporu, Đstanbul: Doğan Kitap, 2007 177
PRIMAKOV, Yevgeni, Rusların Gözüyle Ortadoğu, (çev. Olga Tezcan), Đstanbul: Timaş, 2009 Reluctant Neighbor: Turkey’s Role in the Middle East, Henri J. Barkey (ed.), Washington, DC.: United States Institute of Peace, 1996 SAATÇĐ, Suphi, Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri, Đstanbul: Ötüken, 2003 SARAY, Mehmet, Ana Hatlarıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Sorunları ve Çözüm Yolları, Đstanbul: Tarihçi, 2011 SARAY, Mehmet, Türk-Đran Đlişkileri, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2006 SATAN, Ali, Đngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye: 1920, Đstanbul: Tarihçi, 2010 SEKBAN, Şükrü Mehmet, Kürt Sorunu, Đstanbul: Belgelerle Türk Tarihi Dergisi Yayınları, (yayın no.3), 1970 SEKBAN, Mehmet Şükrü, Kürt Meselesi, Ankara: Kon, 1979 SONYEL, Salahi R., Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1995 SOYSAL, Đsmail, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye: Olaylar Kronolojisi (19451975), Đstanbul: Đsis, 1997 SOYSAL, Đsmail, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, Cilt 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1983 ŞEHĐRLĐ, Atilla, Türkiye’de Bölücü Terör Hareketleri, Đstanbul: Burak, 2000 ŞĐMŞĐR, Bilal, Kürtçülük (1787-1923), Ankara: Bilgi, 2010 (4.bsk.), ŞĐMŞĐR, Bilal, Kürtçülük II: 1924-1999, Ankara: Bilgi, 2009 (2.bsk.) TAN, Altan, Kürt Sorunu, Đstanbul: Timaş, 2010 (5.bsk) The Kurds and Kurdistan, Gerard Chailand (ed.), London: Zed Books, 1980 TOKER, Metin, Tek Partiden Çok Partiye, Đstanbul: Milliyet, 1970 178
TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 1: Đkinci Meşrutiyet Dönemi, Đstanbul: Đletişim, 2011 (Genişletilmiş 4.bsk.) TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 2: Mütareke Dönemi (1918-1922), Đstanbul: Đletişim, 2010 (Genişletilmiş 4.bsk.) TUNÇAY, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999 TURGUT, Hulusi, Barzani Dosyası, Đstanbul: 1969 Türk Demokrasisinde 130 Yıl (1876-2006): Prof. Dr. Bülent Tanör’ün Anısına “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” 10. Yıl Güncellemesi, (haz. Zafer Üskül), Đstanbul: TÜSĐAD, 2006 Türk Dış Politikası, Cilt 1, (ed. Baskın Oran), Đstanbul: Đletişim, 2002 (6.bsk.) Türk Đstiklal Harbi: Đstiklal Harbi’nde Ayaklanmalar, Cilt 6, Ankara: Genelkurmay Başkanlığı, 1974 Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, (haz. Bülent Tanör), Đstanbul: TÜSĐAD, 1997 Türkiye’de Etnik Çatışma, (der.) Erik Jan Zürcher, Đstanbul: Đletişim, 2005 (3.bsk.) Türkiye Đstatistik Kurumu Milletvekili Genel Seçimleri Đstatistikleri (1923-2007), Ankara: Türkiye Đstatistik Kurumu, yayın no.3168, 2008 VALĐ, Abbas, Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri, (çev.) Fahriye Adsay, Ümit Aydoğmuş, Sema Kılıç, Đstanbul: Avesta, 2005 YAYMAN, Hüseyin, Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası, Ankara: Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), 2011 YAZICI, Nevin, Petrol Çerçevesinde Musul Sorunu: 1926-1955, Đstanbul: Ötüken Neşriyat, 2010 YEĞEN, Mesut, Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, Đstanbul: Đletişim, 2009 (3.bsk.)
179
YEĞEN, Mesut, Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa: Cumhuriyet ve Kürtler, Đstanbul: Đletişim, 2009 (3.bsk.) YEŞĐL, Ahmet, Türkiye Cumhuriyeti’nde Đlk Teşkilatlı Muhalefet Hareketi: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Ankara: Cedit, 2002 YILDIZ, Hasan, Fransız Belgeleriyle Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan, Đstanbul, 1992 (3.bsk)
Makaleler ATAY, Falih Rıfkı, “Bazan Uyanmak Đstesek de Akşam Olmuş Olur!”, Dünya, 25 Nisan 1953 ATAY, Falih Rıfkı, “Partiler Üstü Meseleler”, Dünya, 18 Ağustos 1952 AYDOĞAN, Erdal, “Üçüncü Umumi Müfettişliğin Kurulması ve III. Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in Bazı Önemli Faaliyetleri”, Ankara Üniversitesi Türk Đnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, no.33-34, Mayıs-Kasım 2004 BAL, Đhsan, “PKK Terör Örgütü: Tarihsel Süreç ve 28 Mart Diyarbakır Olayları Analizi”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 2, no.8, 2007, s.75-89 BALĐ, Seyit Bilal, “Muğlalı Olayının Đki Tanığı Konuşuyor”, Milliyet, 8 Mart 1974 CEM, Đsmail, “Acılı Doğu”, Milliyet, 14-18 Haziran 1970 CEMAL, Hasan, “Yüzeysel, Gülünç ve Hazin!”, Milliyet, 26 Ekim 2007 COŞAR, Ömer Sami, “Kara Ruhlular Kara Vagonda, Milliyet, 18 Aralık 1960 DÜNDAR, Can, “Ecevit’in Arşivinden Çıkan Şok Belge: Kürt Sorununa Hicret Planı”, Milliyet, 22 Ocak 2008 ERĐM, Nihat, “Doğu Đllerine Dair”, Ulus, 23 Ağustos 1952 ERSEZER, Reşit, “Muğlalı Olayının Đki Tanığı Konuşuyor”, Milliyet, 7 Mart 1974
180
ERTEM, Cemil, “Kürt Açılımının Önünü Bir Maliye Müfettişi Açmıştı”, Yeni Aktüel, no.204, 2009, s.78-79 GUNTER, Michael M., “The Kurdish Problem in Turkey”, The Middle East Journal, vol.42, no.3, Summer, 1998, s.389-406 GÜNEŞ, Cengiz, “Kurdish Politics in Turkey: Ideology, Identity and Transformations” Ethnopolitics, Vol.8, no.2, June 2009, s.255-262 ĐPEKÇĐ, Abdi, “CHP ve Doğu, Milliyet, 24 Eylül 1967 ĐPEKÇĐ, Abdi, “Doğu’ya Đlgi Đyi Ama...”, Milliyet, 17 Ekim 1967 KAYMAZ, Đhsan Şerif, “Emperyalizmin Kürt Kartı”, Gazi Akademik Bakış, Cilt 1, Sayı 1, Kış 2007, s.155-193 MANGO, Andrew, “Turks and Kurds”, Middle Eastern Studies, vol.30, no.4, (Oct.,1994), s.975-997 ORAN, Baskın, “Kendini Kürt Sananlar Raporu”, Radikal, 27 Ocak 2008 ÖNERALP, Mehmet Metin, “Urfa’da Kürtler Đhtilale Davet Ediliyor”, Đstiklâl, 18 Kasım 1952 ÖZTÜRK, Saygı, “Đsmet Paşa’nın Kürt Raporu: 21 Ağustos 1935”, Hürriyet, 10 Eylül 1992 RAYMAN, Hayrettin, “Nuvrûz ve Türk Kültüründe Renkler”, Millî Folklor, Cilt 7, no.53, Bahar 2002, s.10-15 ROOSEVELT, Archie, “The Kurdish Republic of Mahabad”, The Middle East Journal, Vol.1, no.3, s.247-269 ROSENBERG, J. Philipp, “The Cheshire Ultimatum: Truman’s Message to Stalin in the 1946 Azerbaijan Crisis”, The Journal of Politics, vol.41, no.3, (Aug., 1979), s.933940 SĐMAVĐ, Sedat, “Kurşuna Dizilenler!”, Hürriyet, 3 Ocak 1953
181
SĐRKECĐ, Đbrahim, “Exploring the Kurdish Population in the Turkish Context”, Journal of Population Science (GENUS), vol.56, no.1-2, 2000, s.149-175 TEKELĐ, Đlhan, “Osmanlı Đmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve Đskân Sorunu”, Toplum ve Bilim, no.50, 1990, s.49-71 TOCCI, Nathalie, KALĐBER, Alper, “Civil Society and the Transformation of Turkey’s Kurdish Question”, Security Dialogue, vol.41, no.191, 2010, s.191-215 TOKER, Metin, “1971’in Türkiye’sinden Çizgiler”, Milliyet, 25 Nisan 1971 VANLY, Ismet Sheriff, “Kurdistan in Iraq”, The Kurds and Kurdistan, Gerard Chaliand (ed.), London: Zed Books, 1980, s.139-194 YALÇIN, Hüseyin Cahit, “Đhmal Edilen Doğu Đlleri”, Ulus, 24 Eylül 195
Süreli Yayınlar Gazeteler1 Akşam Dünya Cumhuriyet Hürriyet Milliyet Tercüman Ulus Urfa Yeni Đstanbul Zafer
1
Gazetelerin tarih bilgileri ilgili yerlerde dipnotlarla verilmiştir.
182
Dergiler Ankara Üniversitesi Türk Đnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi Ethnopolitics, Vol.8, no.2, June 2009 Gazi Akademik Bakış, Cilt 1, Sayı 1, Kış 2007 The Journal of Politics, vol.41, no.3, Aug., 1979 Journal of Population Science (GENUS), vol.56, no.1-2, 2000 The Middle East Journal, Vol.1, no.3, July, 1947 The Middle East Journal, vol.42, no.3, Summer 1998 Middle Eastern Studies, vol.30, no.4, Oct., 1994 Security Dialogue, vol.41, no.191, 2010 Sosyal Adalet, no.8, 7 Mayıs 1963 Sosyal Adalet, no.9, 14 Mayıs 1963 Sosyal Adalet, no.17, 9 Temmuz 1963 Toplum ve Bilim, no.50, 1990 Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 2, no.8, 2007 Yeni Aktüel, no.204, 2009
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212