-- A -aback -- (be taken aback) şaşalamak, şaşırakalmak abandon -- terk etmek, bırakmak abate -- 1. azalmak, dinmek; 2. azaltmak, dindirmek abbreviate -- kısaltmak abdicate -- feragat etmek, tahtı bırakmak abduct -- bir kimseyi zorla kaçırmak (veya, uzaylılar tarafından) aberration -- sapma, anormallik, sapkınlık, yanlışa düşme abhor -- nefret duymak ve iğrenmek; fikrinden bile dehşete düşmek abide (by) -- uymak, riayet etmek abject -- sefil, düşkün ablaze -- tutuşmuş, alevler içinde abolish -- yürürlükten kaldırmak abominable -- iğrenç, nefret uyandırıcı aboriginal (=native) -- bir yerin yerlisi (özellikle Avustralya yerlileri için) abridge -- kısaltmak, özetini çıkarmak (isim: abridgement) abrogate -- sona erdirmek, feshetmek (bir yasa veya anlaşmayı, gibi) abruptly -- ani, beklenmedik, sert veya kaba bir tarzda absent -- şu anda burada yok absence -- şu anda burada olmayış/bulunmayış absolute -- mutlak, kesin; tamamen abstain (from) -- kaçınmak, uzak durmak, yapmamak abstract -- 1. soyut; 2. özet abstract (from) -- özümleyerek çıkarmak, ayırarak çıkarmak absurd -- saçma ve gülünç abundant -- bol miktarda (abundance 1. bol olma; 2. bolluk, refah) abuse -- 1. kötüye kullanmak; 2. fiziki şiddet uygulamak; 3. cinsel tacizde bulunmak accelerate -- hızlandırmak access -- giriş, girme, ulaşma acclimatize -- iklimine alıştırmak accommodate -- 1. içine uydurmak veya yerleştirmek; 2. içine alabilmek, mesken olmak accomplice -- suç ortağı accomplish -- başarmak, başarıyla tamamlamak accord -- uyum, anlaşma, uzlaşma accost -- yoluna çıkmak, rahatsız etmek, sözel tacizde bulunmak
anchor -- 1. gemi demiri; 2. demirlemek (= demir atmak) anew -- yeniden, tekrar, en baştan anguish -- tedirginlik, acı çekme ve keder animosity -- düşmanlık, kin ve nefret duyguları annex -- ilhak etmek, kendi bölgesine veya topraklarına katmak annihilate -- imha etmek, hepsini tümüyle yeryüzünden silmek anniversary -- yıldönümü annotate -- yazılı bir metne açıklayıcı notlar eklemek annoy -- kızdırmak, canını sıkmak, rahatsız etmek (annoyance = rahatsız edilmişlik ve canı sıkılmışlık duygusu) annual -- yıllık annul -- feshetmek, yürürlükten kaldırmak antagonism -- düşmanlık (antagonize = kendine düşman etmek, düşman olmasına yol açmak) anticipate -- öngörü ile beklemek (ve ona göre davranmak) antiquated -- modası geçmiş anxiety -- tedirginlik, endişe (sıfat: anxious) apathetic -- ilgisiz, kayıtsız apologetic -- özür dileyen bir tavırla apparel (clothing) -- giysiler, kılık kıyafet, giyim kuşam görünümü apparent -- 1. apaçık görülen; 2. zahiren (görünüşte) apparently -- "Öyle anlaşılıyor ki" -"göründüğü kadarıyla". appetite -- iştah, istek (appetizer = aperatif, meze) applaud -- alkışlamak (isim: applause = alkış) appraise -- değer biçmek (isim: appraisal) appreciate -- 1. takdir etmek (teşekkür); 2. anlamak, anlayışla karşılamak appreciable -- farkedilebilir derecede apprehend -- 1. yakalamak, tutuklamak; 2. anlamak, kavramak apprehension -- 1. (fear) korku, endişe; 2. anlama, kavrama; 3. yakalama, tutuklama apprentice -- çırak approach -- yaklaşım, tarz approval -- 1. onay (=beğenme); 2. onayını verme (=tasdik) approximately -- yaklaşık olarak,
account for -- 1. hesabını vermek; 2. nedenini anlatmak veya açıklayabilmek accountant -- muhasebeci accumulate -- birikmek, biriktirmek accurate -- doğru, yanlışsız (isim: accuracy) accusation -- suçlama (the accused = sanık) accustomed (be accustomed to) -alışkın, alışmış acknowledge -- varlığını onaylamak, kabul veya itiraf etmek (olumsuz nüans değil) acquaint (be acquainted with) -- daha önceden tanışmış olmak, aşina olmak acquit (be acquited) -- beraat etmek acumen -- zeka keskinliği, çabuk kavrama adamant -- ısrarlı ve inatçı, direngen, kararlı, geri adım atmaz (olumsuz nüanslar) adapt -- uyarlamak veya uyarlanmak addict -- bağımlı, tiryakisi (sıfat: addicted, be addicted to; isim: addiction) address -- hitap etmek adequate -- yeterli (isim: adequacy) adjacent -- bitişik, kapı komşusu niteliğinde adjourn -- geçici olarak ara vermek veya ileri bir tarihe ertelemek adjustable -- ayarlanabilir, ayarlı administer -- 1. yönetmek; 2. (tıp) ilaç vb. vermek, uygulamak admirable -- takdire değer, hayranlık uyandırıcı admonish -- uyarmak, ihtar etmek, azarlamak adopt -- 1. benimsemek, kabul etmek; 2. evlat edinmek advent -- geliş, gelme adversary -- düşman, hasım advertise -- genele duyurmak veya reklamını yapmak advocate -- savunmasını yapmak, lehine öneride bulunmak affect -- etkilemek affection -- sevgi, bağlılık affectionate -- sevecen, şefkatli affidavit -- yazılı ve yeminli ifade affinity -- yakınlık, benzerlik affirm -- onaylamak affluent (rich, wealthy) -- varlıklı, zengin, refahlı aggravate -- kötüleştirmek, azdırmak agreeable -- hoş, latif, dost akin -- yakın benzer alabaster -- bir cins mermer alacrity -- çeviklik, canlılık
ortalama değerlerle apt -- 1. uygun, yerinde; 2. eğilimli, eğiliminde; 3. zeki (aptitude tests = yetenek testleri) arable -- tarıma elverişli arbitrary -- keyfi olarak, racon keserek (arbitration = aralarını bulma, racon) arbitrate -- hakem sıfatıyla karar vermek (=racon kesmek) arboreal -- ağaçlara ilişkin archipelago -- takımada ardent -- içtenlikli ve coşkulu, hevesli ve gayretli arduous -- zahmetli, çok gayret isteyen argument -- 1. tartışma; 2. sav, savunulan tez armament -- silahlar, silahlanma armistice -- silah bırakışma, mütareke armour -- zırh (armoured = zırhlı) arrogance -- kibir, kendini beğenmişlik, küstahça gurur (sıfat: arrogant) arsenal -- silah fabrikası, cephanelik arson -- kundakçılık articulate -- anlaşılır şekilde dile getirmek artillery = topçuluk, topçu kuvvetleri (askeriye) artisan -- zenaatkar, esnaf ascend -- yukarıya çıkmak (tersi: descend... isim: ascent X descent; sıfat ascending X descending) ascertain -- araştırıp soruşturarak bulgulamak, bu yoldan kesinlemek assassinate -- süikast yapmak (assassin = süikastçı... isim: assassination) assault -- 1. saldırı; 2. saldırıda bulunmak assemble -- 1. toplamak; 2. monte etmek, kurmak (assembly = meclis) assert -- (kanıta gerek duymaksızın) kuvvetle ileri sürmek, iddia etmek assess -- değerlendirmek (=değerini ölçmek biçmek) assets -- değerli varlıklar, bilançodaki pozitifler (tersi: liabilities) assign -- tayin veya tahsis etmek, veya ödev/görev olarak vermek assimilate -- özümlemek ("asimile" etmek) assume -- 1. varsaymak; 2. üzerine almak (hak ve sorumluluğunu) assure -- karşısındakine bir konuda teminat etmek (="emin olunuz ki" demek) astonishment -- hayret, şaşkınlık (fiil: astonish... sıfat: astonished) astound -- hayret ve şaşkınlığa düşürmek (sıfat: astounding,
alarming -- endişe verici alert -- uyanık, teyakkuz halinde alibi -- suç işlendiği sırada başka bir yerde olma kanıtı align -- hizalamak alimony -- nafaka allegation -- suçlayıcı iddia (fiil: to allege) allegiance -- bağlılık, biat alleviate -- hafifletmek, dindirmek alliance -- ittifak ally -- müttefik allocate -- tahsis etmek, herbirine bölüştürmek alter (change) değiştirmek, değişmek altruism -- sencillik, yardımseverlik (tersi: egotism = bencillik) amaze = hayrette bırakmak (isim: amazement = hayret, şaşkınlık) ambassador -- büyükelçi ambiguous -- anlamca belirsizlik taşıyan, müphem, birden fazla anlama gelebilen (isim: ambiguity) ambush -- 1. pusu; 2. pusuya düşürmek ameliorate -- iyileştirmek amend -- değiştirme (düzeltme ve ekleme nüansları ile) (isim: amendment) ammunition -- cephane amnesty -- genel af ample (abundant, profuse) -- bol bol, bolca yetecek düzeyde amputate (bir organı) kesmek (isim: amputation) anachronism -- ait olmadığı bir çağa ilişkilendirme veya o durumda olma, çağdışılık analogous = benzer ancestor -- ata, ced (sıfat: ancestral; isim: ancestry = soy, ailede kendinden öncekiler)
astounded) astray -- yoldan çıkmış, sapmış (to go astray) astute -- keskin zekalı asylum -- sığınılacak yer (lunatic asylum = tımarhane; to seek political asylum = siyasi sığınma istemek) atavism -- atalara çekme (sıfat: atavistic) atonement -- kefaret atrocious -- canavarca gaddar ve vahşice (atrocity, atrocities = kan dökme, kıyım, büyük mezalim) attain -- (amacına) ulaşmak, erişmek attainment -- amaca ulaşma/erişme, başarı, elde etme attentive -- dikkatli, dikkatini veren attitude -- tutum, tavır attribute -- 1. atfetmek, nedenini ona bağlamak; 2. özellik, nitelik, sıfat auction -- açık arttırma ile satış, müzayede audacious -- cüretli, çılgınca cesurane audit -- denetleme, murakabe, hesapları teftiş augment -- destek vererek arttırmak veya çoğaltmak auspice -- under the auspices of = ----'ın himayeleri altında (davetiye vb) auspicious -- uğurlu, uygun, hayırlı, talihi güler durumda austere -- 1. sert, hoşgörüsüz; 2. süssüz, sade (austerity measures = kemer sıkma önlemleri) authentic -- otantik (isim: authenticity) autonomous -- otonom auxiliary -- yardımcı, destek, ikinci dereceden available -- elde mevcut, piyasada var, istenirse alınabilir avalanche -- çığ avarice -- para hırsı, açgözlülük, tamah avenge -- öc almak avert -- kaçınmak ve atlatmak aviary -- kuşhane aviation -- havacılık avidity -- açgözlülük awe -- saygı ve hayranlıkla karışık korku, huşu ve korku awkward -- 1. beceriksiz, hantal; 2. sıkıntılı (durum vb)
-- B -bachelor -- bekar (erkek) (single = erkek veya kadın) backfire -- geri tepmek background -- 1. arka zemin, arka plan; 2. geçmişi, deneyimi (kişi, kurum, olay) backpay -- ödemesi gecikmiş ücret(ler) backyard -- arka avlu, arka bahçe backbencher -- siyasi partide ön planda olmayan milletvekili backward -- 1. geriye doğru, gerisin geri; 2. geri kalmış, ilkel bad-tempered -- huysuz, aksi, tersliği üstünde baffle -- şaşırtmak, aklını karıştırmak bait -- yem (yakalamak için aldatıcı/cezbedici tuzak yem) banal -- çok sıradan ve sıkıcı, hiçbir incelik taşımayan banish -- sürmek, kovmak, o yerden veya bölgeden yasaklamak (isim: banishment) barbed wire -- dikenli tel bard -- saz ozanı bargain -- 1. pazarlık etmek; 2. kelepir şey, pek ucuz şey. (It was a bargain.) barge -- mavna barracks -- kışla veya kışla tipi yapı barter -- 1. trampa, değiştokuş; 2. trampa etmek battalion -- tabur bayonet -- süngü beacon -- işaret amaçlı ışık kaynağı beast -- hayvan, canavar, kaba ve iğrenç adam beggar -- dilenci belittle -- küçümsemek, hakir görmek bellicose -- kavgacı, kavgasever belligerent -- kavgacı, saldırgan bellows -- körük beneficial -- yararlı, faydalı, iyi gelen bequeath -- miras olarak bırakmak bereavement -- büyük kayıp (bir ölüm dolayısıyla), matem beseech -- yalvarmak, istirham etmek besiege -- kuşatmak (bir kenti, kaleyi, vb) best man -- sağdıç bestial -- hayvani, hayvanca, aşağılık bestow -- ihsan etmek, vermek (dilenciye vermeyi kapsamaz) betray -- ihanet etmek, ele vermek (isim: betrayal) beverage -- meşrubat bewilder -- çok şaşırtmak, aklını karıştırmak (sıfat, bewildering, bewildered) bewitch -- 1. büyülemek; 2. hayran
blush -- mahçubiyetle kızarmak board of directors -- yönetim kurulu boarding-house -- pansiyon boarding-school -- yatılı okul bohemian -- kalender meşrep, kaygısız ve biraz da derbeder hayat felsefesi olan boisterous -- gürültülü patırtılı ve taşkınca neş'eli bold -- cesur (= courageous) bolt -- 1 sürgü (kapı); 2. sürgülemek bolt -- hızla fırlamak, hızla fırlayıp gitmek veya kaçmak bombard -- bombardıman yapmak bombastic -- yüksekten savurarak (konuşma ve yazı tavrı) bona fide -- hakiki, sahte değil bonanza -- zengin maden damarı vb gibi yüksek kazanç kaynağı bond -- 1. bağ, yapışma; 2. senet, tahvil bondage -- kölelik, serflik bonfire -- şenlik ateşi booby trap -- bubi tuzağı book-keeping -- muhasebe book-maker -- at yarışlarında bahis düzenleyicisi boost -- hızla arttırmak booty -- ganimet booze -- 1. kafayı çekmek; 2. içki border -- 1. sınır; 2. devlet sınırı; 3. kenar, bordür bore -- 1. delmek, delik açmak; 2. sıkıcı olmak, can sıkmak boring -- sıkıcı (isim: boredom = can sıkıntısı born and bred -- doğma büyüme bosom -- sine, kucak (bosom friend = can dost) bottommost -- en alttaki, en aşağıdaki boulder -- büyük kaya parçası bounce -- sıçramak, zıplamak, birden üstüne atlamak bouncer -- bar fedaisi boundary -- sınır bountiful -- cömert, bol, verici box-office -- tiyatro vb gişesi boxing day -- Noel yortusunun ikinci günü ("Noel kutularının" verildiği gün) brag -- yüksekten atmak, böbürlenerek konuşmak (sıfat: braggart brake(s) -- 1. arabanın fireni; 2. firen yapmak breadth -- en, genişlik breakthrough -- 1.yarıp geçmek; 2. büyük buluş (büyük uğraş sonucu) breakwater -- dalgakıran breed -- yetiştirmek, beslemek, çoğaltmak (well-bred = iyi yetiştirilmiş,
bırakarak cezbetmek bid -- fiat teklif etmek, pey sürmek bidding -- bir müzayedede teklif verme / arttırma işlemleri biennial -- iki yılda bir olan bigot -- dar / geri kafalı kimse bigamy -- iki eşle evlilik, kuma getirme (kadın veya erkek) (isim: bigamist) binocular -- dürbün bizarre -- garip, acaip blackmail -- 1. şantaj; 2. şantaj yapmak blame -- 1. kabahat, sorumlu olma; 2. suçlamak, kabahati ondan bilmek bland -- yumuşak huylu, blaspheme -- kutsal şeylere yönelik alay veya küfür (sıfat: blasphemous) blast -- şiddetli patlama blast furnace -- yüksek fırın blatant -- apaçık; görülmemesi / anlaşılmaması olanaksız; küstahça bleak -- çıplak (bitki zor yetişir), soğuk, kasvetli, umutsuz, rüzgarlara açık bleach -- ağartmak, beyazlatmak, rengini yok etmek bleed -- kanamak / kanatmak (bleeding = kanama veya kanatma) blemish -- kusur, leke blend -- 1. karışım, harman (=karışım); 2. (with) içine karışıp gözden kaybolmak; uyum sağlamak bless -- kutsamak. (blessings = tanrının / kaderin verdiği şanslılık ve mutluluklar) blight -- bitki hastalığı, bitkilerin mahfı blindfold -- 1. gözleri bağlanarak kapatılmış; 2. gözlerini bağlamak blink --1. aralıklarla yanıp sönmek (ışık için); 2. gözlerini kırpmak bliss -- saadet; huzur ve mutluluk blizzard -- tipi blockade -- 1. abluka; 2. ablukaya almak blood curdling -- tüyler ürpertici blood pressure -- kan basıncı, tansiyon bloodshed -- kan dökme, kan dökülmesi bloom -- çiçek açmak blossom -- 1. çiçek açmak; 2. bahar dalı blow -- darbe (=vuruş) (yönetim darbesi = coup, coup d'etat) bludgeon -- cop blueprint -- temel proje veya esaslar bluff -- 1. blöf; 2. blöf yapmak blunder -- pot kırmak, çam devirmek blunt -- 1. kör ağızlı (bıçak, vb.); 2. sözünü esirgemez blurring -- bulanıklaşma, bulanıklık (iyi görememe, hatların birbirine karışması) blurt (out) düşünmeden uluorta
terbiyeli; tersi: ill-bred) breeze = hafif rüzgar, esinti brevity -- kısalık (süre olarak; "brief" ten geliyor) bribe -- rüşvet (bribery = rüşvet alma verme; briber = rüşvetçi) bridal -- gelin olmaya ilişkin (bridegroom = damat -- bir günlüktür, bir akrabalık terimi değildir) brigade -- tugay brigand -- haydut, eşkiya brilliant - parlak (isim: brilliance) brimful -- ağzına kadar dolu (brim: bir cismin ağzı, kenar) briskly -- canlı ve enerjik tarzda brittle -- kolay kırılır broad-minded -- geniş görüşlü, hoşgörülü brood -- kara kara, arpacı kumrusu gibi düşünmek brook -- dere, çay broom -- süpürge brothel -- genelev bruise -- yara bere, morartı, çürük brutality -- vahşet, acımasızlık (sıfat: brutal) budget -- bütçe buccaneer -- 1. korsan; 2. korsanlık etmek bucolic -- kır yaşamına ilişkin budding -- tomurcuk verme budget -- bütçe buffer -- tampon (araya konulan koruyucu) bulb -- lale soğanı, elektrik ampulü, veya benzeri şekilde olan herhangi bir şey bulky -- hacimli, kocaman bullet -- mermi bullion -- altın veya gümüş külçesi bully -- zorba, kabadayı bulwark -- siper, istihkam, karşı duracak tahkimat bundle, demet, deste, çıkın, bohça, tostoparlak sarılmış şey bump -- 1. çarpmak, toslamak; 2. toslama; şişlik; tümsek buoy -- şamandıra (buoyancy = su yüzeyinde kalabilirlik, yüzezebilirlik) burglar -- gizlice giren hırsız burial -- gömme, defnetme (to bury fiilinden) burlesque -- komik şekilde taklit etme veya abartarak alaya alma burly -- iriyarı ve kuvvetli, babayani bury -- 1. gömmek (=defnetmek; üstünü kapatmak) buttres -- payanda vurmak, desteklemek
söyleyivermek / ağzından çıkıvermek
-- C -calamity -- büyük felaket, afet (sıfat: calamitous -- Pekos Bill'in sevgilisi Jane Calamity / Afet Felaket Jane'den anımsayınız!) calculate -- hesaplamak (sıfat: calculating = kendi çıkarları için ince hesaplar yapan veya tedbirli, ihtiyatlı) calendar -- 1. takvim; 2. gerçekleştirilecek olayların listesi calibrate -- ince ayar yapmak, çapını belirlemek, derecelendirmek caliph -- halife calling -- meslek, iş, doğuştan yeteneğinden dolayı kaderinin kişiyi çağırdığı hayat yolu calligraphy -- güzel yazma sanatı, hattatlık callous -- katı ve kötü, yüreği katılaşmış, acımasız cancel -- iptal etmek (isim: cancellation) candid -- açık, gizlisi yok, içtenlikli candidate -- aday (isim: candidacy = adaylık) cannibal -- yamyam (isim: cannibalism) cannon -- askeri top (cannonade = çoklu top atışı) canvass -- siyasi veya ticari amaçla dolaşarak birebir görüşme yapmak capitulate -- teslim olmak / etmek (isim: capitulation... Böylece "kapitülasyonlar" ın da temel anlamını öğrenmiş oldunuz) captivate -- cezbetmek ve büyülemek (cazibesiyle büyülemek) captive -- esir alınmış kişi, tutsak (captor = esir alan; to capture fiilinden) carefree -- kaygısız, keyfince caress -- okşamak, müşfik davranmak carnivorous -- etobur (tersi: herbivorous = otobur... omnivorous = herşeyi yiyen; örnek: insan)
by-election (veya, bye-election) -- ara seçim by-law (veya, bye-law) -- yerel yönetim tarafından konulan kural ve yasaklar bygone -- geçmişte kalmış, mazi olmuş by-product -- yan ürün bystander -- kenarda durup olayı seyreden ve karışmayan kimse
compile -- derlemek (isim: compilation) compromise -- 1. uzlaşmak, yarı yolda buluşmak; 2. zor duruma düşürmek compromised -- zor durumda veya zor durumda bırakılarak kendisinden istenilen elde edilmiş concession -- ödün, taviz conceptualize -- kavramsallaştırmak (concept = kavram, "konsept") conceive -- 1. kafasında oluşturmak, kavramlaştırmak; 2. gebe kalmak (conception: 1. kavramlaştırma; 2. gebe kalma) conciliate -- gönlünü almak, yatıştırmak (isim: concliation; sıfat: concliatory) condescent -- tenezzülde bulunmak, lütfen seviyesine inmek confidential -- gizli, sır (fiil: to confide in smb) confirm -- teyid etmek, doğrulamak confiscate -- el koymak, elinden almak conflict -- anlaşmazlık, çatışma (armed conflict = silahlı çatışma) confront -- karşı durmak, geçit vermemek congenial -- dostça, canayakın congenital -- doğuştan congratulate -- tebrik etmek congragate -- toplanmak conjecture -- tahmin, zan conscientious 1. vicdanlı; 2. sorumluluğunu bilen ve çalışkan consequence -- sonuçta ortaya çıkan durum, sonuç consecutive -- ardışık consent -- rıza göstermek, onayını vermek considerably -- oldukça, epeyce, önemlice miktarda consistent -- uyumlu, istikrarlı, çelişki oluşturmayan
cast iron -- dökme demir caste -- kast (kast sistemi olan toplumlarda) castrate -- hadım etmek casual -- teklifsiz, öylesine, resmi olmayan casualty, casualties -- zayiat [ölüler (the dead); yaralılar (the wounded) ve kayıplar (the missing)] catastrophe -- büyük felaket (sıfat: catastrophic) causality -- neden-sonuç ilişkisi ("cause" = neden, sözcüğünden) cautious -- temkinliı, tedbirli (isim: caution) cavity -- oyuk, boşluk, mağaracık cease -- sona ermek veya erdirmek (isim: cessation) celebrate -- kutlamak (celebrations) (fakat, celebrated = ünlü, tanınmış) celerity -- hız, sürat celestial -- semavi, göksel cellular -- hücresel cement -- çimento cemetery -- mezarlık censor -- 1. sansürlemek; 2. sansür memuru (censorship = sansür) censure -- kınamak census -- nüfus sayımı chagrin -- üzüntü, umudun yitilmesi challenge -- 1. meydan okumak; 2. aşılması gereken bir güçlük charity -- 1. hayır işi; 2. hayır kurumu (charitable = hayırsever) charm -- büyülemek, gönlünü çalmak chase -- kovalamak, peşinden gitmek chasm -- büyük yarık, uçurum chaste -- iffetli (chastity = iffet) civil -- 1. yurttaşlığa ilişkin (örnek: civil rights); 2. uygar, kibar civil engineering -- inşaat mühendisliği civil servant -- kamu görevlisi (civil service = devlet memurluğu) civil war -- iç savaş civilian -- sivil, askeri olmayan clandestine -- gizli clarify -- açıklığa kavuşturmak clue -- ipucu (Fakat, "Biliyor musun?" şeklindeki bir soruya karşılık olunca, "I don't have a clue." = "En küçük bir fikrim bile yok.") coach -- 1. antrenör; 2. antrenörlük yapmak; 3. atlı araba, wagon, otobüs coincidence -- rastlantı collaborate -- işbirliği yapmak, birlikte çalışmak collar -- yaka; tasma collide - çarpışmak, birbirine çarpmak (isim: collision)
consolidate -- sağlamlaştırmak construct -- inşa etmek consult -- danışmak; kafakafaya verip birbirine danışmak constitute -- "oluşturmak" sözcüğü ile çeviriniz. constitution -- 1. bünye; 2. anayasa contaminate -- kirletmek; mikrop bulaştırmak contented -- halinden memnun, mutlu context -- bağlam contiguous -- bitişik contradict -- aksini söylemek ve savunmak; yanlış olduğunu söyleyerek meydan okumak contribute -- katkıda bulunmak convene -- toplantı düzenlemek / toplanmak convention -- 1. âdet, gelenek; 2. toplantı, meclis (conventional = geleneksel, alışılmış) convert -- dönüştürmek conversion -- 1. dönüşme / dönüştürme; 2. din değiştirme convince -- inandırmak, ikna etmek coronation -- taç giyme correspond -- 1. karşılığı konumda olmak, eşdeğeri olmak; 2. mektuplaşmak, haberleşmek corroborate -- doğrulamak counsel -- danışmanlık hizmeti vermek courteous -- nazik, kibar, saygılı covenant -- mukavele, ahit coward -- korkak cradle -- beşik craze -- çılgınlık derecesinde moda credentials -- itimatname, güven mektubu credible -- inanılır (tersi: incredible = inanılmaz, olanak dışı) creditable -- şerefli creditor -- alacaklı (tersi debtor = borçlu) crescent -- hilal critique -- eleştiri yazısı crooked -- eğri, çarpık, virajlı, hilekar crop(s) -- ürün(ler), mahsül cross-examination -- karşı sorgu crossroads -- dörtyol ağzı crux -- asıl önemli nokta (crucial = yaşamsal önemi olan) cue -- ipucu, işaret, sinyal culminate (in) -- ile sonuçlanmak cultivate -- yetiştirmek cumulative -- birikimli (to accumulate = birikmek / biriktirmek) cupidity -- (maddi şeyler için) açgözlülük curriculum -- müfredat programı
colossal -- devasa commemorate -- hatırasını anmak, anma töreni yapmak commend -- övmek commerce -- ticaret compensation -- tazminat, telafi compete -- 1. yarışmak; 2. rekabet etmek (isim: competition, competitor) competitive -- rekabetçi, ucuz competent -- "kompetan"
-- D -dairy... dairy farm -- süthane, süt çiftliği, mandıra damage -- hasar, zarar, ziyan damp -- rutubetli, ıslakça daring -- cesaret, cüret, meydan okuma (fiil: to dare) darkness -- 1. karanlık; 2. (renk) koyuluk dawn -- şafak daydream -- 1. hülyalara dalmak; 2. hülya deadline -- son vade tarihi, izin verilen son tarih veya saat death duty -- veraset ve intikal vergisi debase -- alçaltmak, adileştirmek, ayarını bozmak (isim: debasement) debate -- tartışma (genellikle bilimsel nitelikte) debit -- muhasebe defterinde pasif, borç, verecek, zimmet (debit card = banka kartı, ATM kartı) debris -- döküntü, çerçöp, yıkıntı artığı debt -- borç (debtor -- borçlu) decade -- on yıl decapitate -- kafasını kesmek deceased -- merhum, ölü (fiil: decease = vefat etmek) deceive -- hile yapmak, aldatmak (deceit = hile, aldatı; deceitful = hilebaz, hilekar) decency -- terbiyelilik, edeplilik, efendilik (decent = doğru dürüst, terbiyeliliğe yakışır şekilde; tersi indecent = yakışıksız, müstehçen) deception -- aldatı, hile (deceptive -aldatıcı, yanıltıcı) decimate -- büyük bir kısmını öldürmek decipher -- şifreyi çözmek / okumak decisive -- kesin, kat'i
curse -- küfretmek, bela okumak, lanet okumak cursory -- şöylesine, yüzeysel, âdet yerini bulsun diye curtail -- kısaltmak, kısmak, sınırlamak custom -- âdet, gelenek, görenek (customary = âdet olmuş) (Dikkat: customer = müşteri... customs = gümrük) cutlery -- çatal bıçak takımı
desolate -- ıssız, terkedilmiş, viran, perişan desperate -- 1. çaresiz durumda; 2.ümitsiz, gözü dönmüş despondent -- ümitsiz ve hüzün içinde destination -- gidilmesi amaçlanan yer, yolculuğun hedefi destitute -- çok yoksul, düşkün ve çaresiz durumda (destitution = büyük yoksulluk, çaresizlik) detention -- alıkoyma, tutuklama deteriorate -- kötüye gitmek, kötüleşmek (tersi: improve) (deterioration X improvement) determine -- niteliğini belirlemek, karar vermek (determined -- azimli, kararlı; determination = 1. niteliğini saptama; 2. kararlılık) detriment -- zarar (to the detriment of --- = ---'e zarar vererek, aleyhine olarak) detect -- izini bulmak ve ortaya çıkarmak detest -- nefret etmek, tiksinmek devastate -- mahfetmek, yerle bir etmek, harap etmek devise -- tasarlamak, icat etmek device: alet, düzenek, aygıt devote -- adamak, herşeyini ona vermek diagnose -- tanı koymak, teşhis etmek diffuse -- yaygın, dağınık dilemma -- ikilem, aşağı sakal yukarı bıyık durumu diligent -- gayretli ve çalışkan (isim: diligence) diluted -- sulandırılmış, sıvı katılmış dimension -- boyut diminish -- giderek azalmak veya azaltmak (diminutive = minicik, ufacık) discourteous -- kaba, nezaketsiz
decline -- 1. azalmak, gerilemek; 2. reddetmek decorous -- terbiyeye uygun, saygılı decrease -- azalmak veya azaltmak (tersi: increase) dedicate -- adamak; ithaf etmek (dedicate oneself = kendini bütünüyle o amaca vermek) deduce -- verilere dayanarak sonuç çıkarmak (deduction, deductive = tümdengelimci; tersi: induction, inductive = tümevarımcı) defeat -- 1. bozgun; 2. bozguna uğratmak defer -- sonraya bırakmak deficient -- yetersiz, defolu, bozuk definite -- kesin deflate -- havasını boşaltmak (tersi: inflate = şişirmek) defy -- meydan okumak, boyun eğmemek (isim: defiance; sıfat: defiant) dejected -- kederli, süngüsü düşmüş delegate -- delege deliberate -- 1. ayrıntılarıyla üzerinde durmak / titizlikle düşünmek (isim: deliberation); 2. bile bile, kasten (zarf: deliberately; tersi: unknowingly) delicate -- narin, hassas, dikkatle korunması gereken delicious -- pek leziz delight -- haz, mutluluk duyma delinquency -- yoldan çıkmışlık, yasalara ters düşen hareketler (juvenile delinquency = çocuk suçluluğu) (sıfat: delinquent) delirious -- aklı başından uçmuş, hezeyan içinde, sayıklıyor deliver -- 1. teslim etmek: 2. tevzi etmek, dağıtmak; 3. kurtarmak; 3. doğum yapmak (isim: delivery) delusion -- hayal görme, kendi yarattığı hayallere inanma, aldanma (fiil: delude = hayallere sürüklemek, aldatmak) deluge -- tufan, şiddetli yağmur ve sel demand -- talep (tersi: supply -- arz) demolish -- yıkmak (örneğin istimlak edilen binaları) denial - 1. inkar etmek, reddetmek; 2. vermemek (fiil: to deny) denounce -- herkesin içinde suçlamak ve kınamak depict -- tasvir etmek, göstermek, işaret etmek deplete -- tüketmek, boşaltmak (isim: depletion) deplore -- acımak, üzülmek, esef veya teessüf duymak (deplorable: 1. acınacak, esef duyulacak; 2. nahoş, teessüfe vbe kınamaya layık
discreet -- saygılı, dikkatli ve nazik discrepancy -- uyumsuzluk, uymazlık, birbiriini tutmazlık, çelişki discretion -- 1. basiret, sağduyu: 2. tedbir, ihtiyat disgraced -- gözden düşmüş; itibarsız; yüz karası dishonest -- sahtekar disintegrate -- parçalamak, parçalanmak, çürüyüp unufak olmak dismiss -- huzurundan çıkarmak, git demek, kovmak, işten çıkarmak dispense (with) -- vazgeçebilmek, onsuz yapabilmek (kişiler için kullanılmaz) display -- 1. sergi, sergileme, gösterim; 2. sergilemek, gösterime sunmak, gösteriyor olmak disposition -- eğilim, mizaç disprove -- çürütmek (=tersini kanıtlamak) dispute -- anlaşmazlık (sürüp giden) disregard -- aldırmamak, kulak ardı etmek disrespect -- saygı göstermemek/duymamak dissect -- incelemek amacıyla kesip biçmek dissent -- aynı fikirde olmamak, fikir ayrılığından dolayı bir gruptan kopmak dissolve -- bir sıvı içinde eriyerek veya eriterek çözmek/çözülmek distinguish -- farkını görebilmek, ayırt edebilmek distinguished -- seçkin, ünlü distrust -- 1. güvensizlik, itimatsızlık; 2. güvenmemek divert -- başka yöne çevirmek; saptırmak (diversion = aklını başka şeylere yönlendirmek için meşgul olunacak birşey veya eğlence) diverse -- çeşitli (diversity = çeşitlilik) docile -- uysal donate -- bağışta bulunmak (donor, donation) dormant -- "uykuda" (harekete geçeceği günü bekliyor) dormitory -- yatakhane draft -- taslak drastic -- acil, kapsamlı ve sert (örnek: "drastic measures" = çok sert önlemler drift -- sürüklenmek drill -- 1. matkapla delmek; 2. talim veya egzersiz yapmak drought -- kuraklık dubious -- 1. şüphe duyan/eden; 2. şüphe veren/doğuran (= doubtful) (indubitably = undoubtedly = hiç şüphesiz)
deploy -- yaymak, konuşlandırmak deport -- ülke dışına sürmek/çıkarmak, sınırdışı etmek depraved -- bozuk ahlaklı, ahkali değerlerini yitirmiş deprive (of) -- elinden almak, yoksun bırakmak deserve -- hak etmekm (deservedly = hak etmiş olarak) design -- yapı ve düzen planını oluşturmak, planını çizmek designate -- işaret etmek, adlandırmak
-- E -eager -- istekli, heves ve şevk dolu (isim: eagerness) earmark -- belli bir amaç için planlama yaparak bir kenara ayırmak (büyükbaş hayvanların kulağına vb yapılan işaret kavramından) earshot (within earshot) -- işitilecek mesafede ear-splitting -- kulakları sağır edecek derecede şiddetli earnest -- ciddi, içtenlikli (isim: earnesty, earnestness; zarf: earnestly) earthenware -- toprak çanak çömlek earthquake -- deprem ebb -- suların çekilmesi (gelgit olayının cezir safhası); mecazi olarak şaşaası sönmek, kaderi kötüye gitmek, azalmak, vb. eccentric -- egzantrik (isim: eccentricity) ecclesiastical -- kiliseye ilişkin eclipse -- 1. güneş veya ay tutulması; 2. gölgede bırakmak ecstasy -- coşku, coşkunluk, vecd edge (away) -- yavaş yavaş ve "kenar kenar" uzaklaşmak edible -- yenebilir, besin olmağa elverişli (= eatable) edict -- irade, ferman edify -- ahlaki bakımdan eğitmek öğretmek (isim: edification; sıfat: edifying -- ahkaken öğretici, ders verici) edit -- 1. yayına hazırlamak; 2. gazete yönetmek (isim: editor; editorial = başyazı) edition -- 1. yayına hazırlama; 2. sayı, nüsha ("evening edition", gibi); 3. bası ("first edition, second edition" gibi)
duplicate -- kopyasını yapmak, aynısını yapmak duplicity = ikiyüzlülük durable -- dayanıklı dwarf = cüce (fiil: to dwarf = yanında cüce bırakmak, çok çok üstün olmak) dwindle -- giderek azalmak dynasty -- hanedan, hükümdarlık sülalesi, hüküm sürme
enumerate -- numaralandırmak, birer birer saymak enunciate -- açıklıkla dile getirmek envelop -- tamamen içinde kalacak şekilde sarmak (çevresini kuşatmak değil); kapsamak, içine almak envisage -- geleceğe ilişkin olarak zihninde canlandırmak, tasavvur etmek envoy -- elçi; özellikle de, belli bir iş için kısa süreyle gönderilen elçi envy -- kıskanma (gıpta etme) (cinsel, vb kıskanma için: jealousy) epidemic -- salgın epilogue -- bir eserin sonuna konulan "sonsöz" bölümü epitaph -- mezar kitabesi epitome -- tam ve en iyi örneği, özünün özü epoch -- çağ, devir (tarihsel) equalize -- eşit duruma getirmek (equality = eşitlik, eşit olma durumu, yasa önünde eşitlik) equate -- eşit kılmak veya aynı şey olarak görmek (equation = eşitlik, denklem) equip -- donatmak (isim: equipment = teçhizat, donanım) equitable -- adilane, insaflı (isim: equity) equivalent = eşdeğer, eşdeğerli (isim: equivalence) equivocal -- her iki karşıt anlama da gelebilen, ikiyüzlü era -- dönem, çağ (tarihsel) eradicate -- kökünden yok etmek erase -- silmek, yoketmek erect -- 1. dikmek, inşa etmek; 2. dikilmiş, dikine duran, ayaklarının
educative -- terbiye edici eel -- yılan balığı eerie -- ürpertici, cinli perili gibi effervescent -- kabarcıklarla köpüren (gazoz vb gibi) efficient -- etkin ve yeterli, verimli, randımanlı, usta (isim: efficiency) effigy -- bir kimsenin heykel şeklinde timsali, temsili insan modeli, heykel, manken vb effrontery -- yüzsüzlük, küstahlık ejaculate -- ansızın fışkırmak veya fışkırtmak (isim. ejaculation) eject -- dışarı atacak şekilde fırlatmak (isim: ejection) elaborate -- özenle, titizlikle ve inceden inceye ayrıntılarıyla yapılan veya yapılmış (fiil: elaborate = üzerinde ayrıntılarıyla durmak ve titizlikle oluşturmak; zarf: elaborately) electorate -- seçmen kitlesi, seçmenler electrocute -- 1. (elektik tarafından) çarpmak; 2. elektrikli sandalyede idam etmek elegance -- zariflik (isim: elegant: zarif; görgülüye yakışır) elevation -- 1. kaldırma, yükseltme; 2. yükselti, tepecik (fiil: to elevate) eligible -- seçkin, adaylık için tercih edilir nitelikte eliminate -- "elimine" etmek, elemek, dışlamak, bertaraf etmek elocution -- güzel konuşmak sanatı (eloquent = güzel ve etkili konuşan, iyi hatip; isim: eloquence) elongate -- gererek uzatmak elope -- birlikte gizlice kaçmak (âşıklar) elucidate = aydınlığa (= açıklığa) kavuşturmak elusive -- kolay ele geçirelemeyen, parmakların arasından kayıp kaçan, zor anlaşılır (örnek. "an elusive reply" = kaçamaklı cevap) emaciate -- bir deri bir kemik kalmak emancipate -- azad etmek, köleliğine son vermek (isim örneği:women's emancipation = kadın özgürlüğü) embark (on) -- 1. başlamak; 2. gemiye binmek embarrass -- utanmak, mahçup düşürmek (isim: embarrassment) embellish -- süslemelerle (oyma, kakma, boyama) güzelleştirmek embittered -- dünyaya küsmüş, öfke ve hatta nefret duygusu dolu emblem -- amblem embroidery -- nakış emerge - ortaya çıkmak, oluşmak, "zuhur" etmek (isim: emergence)
üstünde ergo -- (latince) bu nedenle, o sebeple, dolayısıyla erode -- aşınmak/çürümek, aşındırmak/çürütmek (isim: erosion) err -- yanlışa düşmek, hataya düşmek (isim: error; sıfat: erroneous) erudite -- çok bilgili ve verimli, âlim erupt -- patlak vermek (örmek, yanardağ, sivilce, vb) (isim: eruption) escapade -- kaçamak, gençlik çılgınlığı; kaçış, firar esoteric -- gizli, gizemli, batınî espionage -- casusluk essence -- öz, asıl, temel varlık (sıfat:essential -- vazgeçilmez, esas, temel gerekli) establish -- kurmak, tesis etmek estate -- malikâne, emlak, taşınmaz mal, sahip olunan varlıklar ("vâriyet") (estate agent = emlakçı) esteem = saygı göstermek (selfesteem = özsaygı, kendine verilen değer) estimate -- tahmin etmek (verilere dayanarak kestirmek) (isim: estimation: tahmin, takdir, hesaplama) estrange -- soğutmak, yabancılaşmasına neden olmak estuary -- bir nehrin denize döküldüğü yer, haliç eternal -- sonsuz, ebedî... eternity = sonsuzluk, ebediyet ethical -- 1. ahlakbilime ilişkin; 2. ahlakî, ahlaklı etiquette -- görgü kuralları (= âdabı muaşeret) eugenics -- ırk ıslahına ilişkin eulogize -- methiye düzmek, methü senada bulunmak (birazda yağcılıkla) (isim: eulogy = metih, kaside) eunuch -- 1. hadım; 2. haremağası euphony = ses ahengi, kulağa hoş gelme evacuate -- tahliye etmek (isim: evacuation) evade -- kaçınmak, yapmamak, görünmemek (isim: evasion) evaporate -- buharlaşmak, buharlaştırmak (isim: evaporation) eve -- arife Eve -- Havva (Havva anamız) eventful -- olaylarla dolu, hadiseli, maceralı eventually -- sonunda, bitiminde evergreen -- kışın yapraklarını dökmeyen everlasting -- bitmeyen, sonsuza kadar sürecek/yaşayacak
emergency -- acil durum emetic -- herhangi bir kusturucu madde emigrate -- yurt dışına göç etmek (emigrant, emigration... tersi: immigrate, immigrant, immigration) eminence -- önemli mevkide, ileri gelen ve tanınır kişi olmak (sıfat: eminent) emit -- çıkarıp yaymak, oluşturarak dışa doğru çevreye yaymak (ışın, sinyal, vb) (isim: emission) emphatic -- vurgulu (isim: emphasis; fiil: emphasize) empathize -- kendini başkasının yerine koyarak durumunu anlamak (isim: empathy; sıfat: emphatetic) employ -- 1. işe almak; 2. kullanmak (employer = işveren) employment -- istihdam; (unemployment = işsizlik) enable -- muktedir kılmak enact -- yasa çıkarmak enchant -- cezbetmek, büyülemek (enchantress = cazibesiyle büyüleyerek kendine bağlayan kadın) encounter -- karşılaşmak, rastgelmek encourage -- teşvik etmek, cesaretlendirmek encouraging -- teşvik edici, cesaret verici, umut verici encumber -- yük olmak endeavour -- 1. çaba, gayret; 2. çaba göstermek, gayret etmek endorse -- onaylamak, onayını vermek endure -- dayanmak, tahammül etmek (endurance = dayanma, sineye çekme) enforce -- zorla yaptırtmak, uyulmasını zorunlu kılmak engage -- angaje olmak veya etmek engagement -- 1. "angajman"; 2. nişanlanma, nişanlılık engrave -- hakk etmek, oyarak yapmak enhance -- arttırmak, zenginleştirmek (değerini, gücünü, görüntüsünü) enigma -- muamma, anlaşılmaz şey enlarge -- büyütmek, genişlemek enlighten -- aydınlatmak (the Enlightenment = Aydınlanma Çağı) enlist -- askere almak, kendi kadrosuna/davasına katmak enmity -- düşmanlık, diş bileme enormous -- kocaman, çok büyük enslave -- köle yapmak, köleleştirmek ensure (make sure) -- olmasını sağlamak entail -- ardından getirmek (= neden olmak) entangle -- karmakarışık dolaşık hale getirmek entente -- andlaşma, itilaf
evidence -- kanıtlar evil -- şer, kötü, kötülük, şeytani kötülük evocation -- hatırlatma, çağrıştırma, akla getirme evolve -- evrilmek, evrimleşmek (isim: evolution) exaggerate -- abartmak (isim: exaggeration) exalt -- yükseltmek/yüceltmek, göklere çıkarmak exasperate -- sabrını taşırmak (exasperation = sabrı taşmışlık) excavate -- kazı yapmak (excavation = kazı) excerpt -- bir kitap vb'den alıntı yapılan küçük bölüm excessive -- aşırı; (fiil: exceed) exchequer -- devlet hazinesi (the Chancellor of the Excheqyer = Maliye Bakanı) exclude -- dışında bırakmak, ekarte etmek (isim: exclusion. tersi include, inclusion) exclusive -- 1. özel; 2. seçkin ve/ya üyelikle girilen ("etrafını câmî, ağyârını mânî") (örnek: exclusive interview = yalnız bizin gazete veya dergiye verilmiş olan bir görüşme) excrutiating -- inanılmaz derecede acı veren execute -- 1. yapmak, yerine getirmek, ifa etmek; 2. idam etmek execution -- 1. ifa, icra; 2. idam executioner -- cellat executive -- 1. yürütmeye ilişkin, icrai; 2. yönetici exempt -- muaf; katkıda bulunma veya yerine getirme sorumluluğu olmayan exile -- 1. sürgüne göndermek; 2. sürgün (kişi) 3. sürgün yeri exhaustion -- aşırı yorgunluk, tükenmişlik (sıfat: exhausted, exhausting) exhaustive -- son derece ayrıntılı, değinmedik/araştırmadık yer bırakmayan exhibit -- sergilemek, göstermek (isim: exhibition -- sergileme, sergi) exhilarate -- keyif ve neş'e vermek, ruhunu açmak exotic -- pek rastlanmayan, garip, ilginç, "Uzak Doğu'dan" expand -- genişlemek veya genişletmek (isim: expansion) expedition -- yolculuk; sefer, küçük ölçekli askeri sefer expel -- kovmak (örneğin okuldan, veya düşmanı) (isim: expulsion)
enterprise -- girişim, teşebbüs (iktisat) (entrepreneur = müteşebbis, girişimci) entertain -- 1. eğlendirmek; 2. konuk ağırlamak enthrone -- tahta oturtmak, taç giydirmek (tersi: dethrone) enthusiasm -- şevk, istek, heves, fevkalade sıcak bakma entice -- cezbetmek, tatlılıkla ayartmak entitle -- hakve yetki vermek (entitled to do sth = bir şeyi yapmaya yetkili entreat -- yalvarmak, ısrarla rica etmek entrench -- siper kazarak yerleşmek
SÖZCÜK LİSTESİ ANASAYFA
expire -- süresi dolmak, müddeti dolmak explicit -- açık, izaha gerek göstermeyen (tersi: implicit: ima edilen veya ima yoluyla) exploration -- dolaşma ve keşif, inceleme gezisi (fiil: to explore) explorer -- kaşif, seyyah express -- ifade etmek exquisite -- enfes, pek latif, fevkalade ince ve zarif extemporaneous -- irticalen, hazırlıksız extensive -- geniş ölçekte, kapsamlı exterminate -- tamamen imha etmek, kökünü kazımak extinct -- soyu tükenmiş, yaşayan örneği kalmamış extinguish -- söndürmek (ateşi, alevleri veya mecazi) extract -- seçerek/özümleyerek ayırıp çıkarmak extravagant -- müsrif, şatafatlı (isim: extravagance) extremely -- fevkalade çok, aşırı derecede evaluate -- değer biçmek exultance -- çok büyük sevinç ve iftihar
F--K
L--R S--Z
. DESTEK SET ANASAYFAYA DÖNÜŞ .