[MSGSÜ Felsefe Günleri- 2, Felsefe Açısından Sanat ve Dil Sempozyumu, 21-22 Nisan 2008 da sunulan bildiri.]
Heidegger’le Dil Yolunda Erdal Yıldız1
Özet: Bu makale Heidegger’in ‘The Way to Language’ adlı çalışmasını temele almakt almaktadı adır. r. Makale Makalede de yol, yol, yol açmak, açmak, dil, dil, şiir, şiir, konuşm konuşmak, ak, göster göstermek mek,, birl birlik ikte te konu konuşm şmak ak ve Enow Enowni ning ng kavr kavram amla ları rı aras arasın ında daki ki bağı bağınt ntıl ılar ar açık açık kılınmaya çalışılacaktır. Buradan hareketle dil içinde açılan her yeni yolun düşünmenin ve yaşamın da yolu olduğu gösterilmeye çalışılacaktır. Anahtar Anahtar Sözcükler: Sözcükler: yol, yol açmak, açmak, dil, dil, şiir, şiir, konuşm konuşmak, ak, göste gösterme rmek, k, birlikte konuşmak ve olagelme.
On the Way to Language with Heidegger Erdal Yıldız Abstract: This paper is based on Heidegger’s work entitled in English as “The Way to Language”. Within the paper, it is aimed to reveal the relations in between the concepts of; way, to make way for, language, poetry, to talk, to demonstrate, to talk together with, and Enowning. Accordingly, it will be endeavored to point out that each way newly opened in the langauge is also the way to both thinking and living. Keywords: way, to make way for, language, poetry, to talk, to demonstrate, to talk together with, and Enowning. Hafıza’nın bir anlamıyla da düşüncenin toplanması olduğundan hareketle, Ernst Jünger’in Heidegger’le geçirdiği zamanlara ait olarak hafızasında yer etmiş, yer tutmuş bir anısıyla başlamak istiyoruz konuşmamıza. Jünger’in Heidegger’e ilişkin anısına kulak verecek olursak “Nedenini bilmese de [Heidegger’e ilişkin anılarından] bir tanesi [Jünger’in] hafızasına yerleşmiş, onu hal hala güldü üldürrüyor üyordu du:: sır sırtın tında çan çantası tası,, Heide eideg gger ger’le ’le berab eraber er Todtnauberg’e doğru sakin sakin tırmanırlarken filozofu boynundan bir arı sokmuştu. Sinirlenen Heidegger patikanın üzerinde söylenirken, Jünger sırf bir bir şey şey söyl söylem emiş iş olma olmak k için için ‘Rom ‘Romat atiz izma maya ya iyi iyi geli gelirr derl derler er…’ …’ demi demişt şti. i. Heidegger ise ona dik dik bakarak ‘Gerçekten de bütün söyleyeceğiniz bu mu?’ demişti.”2 Orma Or mand nda a olma olmadı dığı ğımı mızz için için,, orma ormand nda a olsa olsak k da arın arının ın bizi bizi deği değill de Heidegger’i sokacağına duyduğumuz temelsiz bir inançla gülümseyebiliriz. Ernst Jünger’in yerinde olmak istemezdik doğrusu. Hem nasıl bir söylem ikna edebilird edebilirdii ki Heidegger’i Heidegger’i böylesi böylesi bir durumda; durumda; O Heidegger Heidegger ki, batı Yard.Doç.Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü. 2 Martin Heideg Heidegger ger Anılar Anılar ve Günlük Günlükler ler, Çev. Frederic Frederic De Towarnicki Towarnicki,, Martin Çev.:: Zeyn Zeynep ep Durukal, YKY, 1.Baskı, İstanbul 2002, s.67. 1
1
düşünme tarihi göz önünde bulundurulduğunda physis/doğa üzerine yazan, söyleyen ve düşünen önemli düşünürlerden birisiyse! Bir doğa’nın içinde, bir doğa parçasının içinde, doğa’sına uygun davranan doğal bir varolanın yaptığı doğal bir davranış ve Heidegger’in bu duruma verdiği doğal bir tepki karşısında, biz de gülmeden, ya da çaktırmadan gülerek, yine de bu yol adamına, geçici klavuzumuza bir şeyler diyecek olsaydık; belki hem arıyı savunmak hem de Heidegger’i sakinleştirmek için şöyle derdik herhalde: hemen kızmayın efendim, bu arı sizin bildiğiniz arılardan, eşek arılarından birisi değil. Bu sizin çok sevdiğiniz alman dilinde şiirleyen Rilke’nin arılarından biri. Yaptığı iş de doğasına, özüne uygun. Anımsayalım, ne diyordu Rilke Duino Ağıtlarının daha hemen girişinde bu arılar için: “Evet, bizim ödevimiz bu gidici, dayanıksız yeryüzünü öyle derin, öyle acıyla, tutkuyla kavramak ki onun özü ‘görünmez olarak’ bizde yeniden dirilsin. Bizler görünmez’in arılarıyız. Çılgın gibi topluyoruz görünür’ün balını. Görünmez’in büyük altın kovanında biriktirip saklamak için.”3 Heidegger bu yanıtla ikna olur muydu bilinmez. Ancak sakinleşip gülümseyeceği söylenebilirdi herhalde. Biz burada daha çok Heidegger’in dil, şiir ve düşünme üzerine söylediklerinin çok küçük bir bölümüne yoğunlaşmak istiyoruz. Heidegger’in ikinci dönem düşünme ve söylemesine olanaklı girişlerden biri olarak onun dil üzerine olan temel çalışmasındaki bir metin üzerinden ve onunla kısa bir geziye çıkmak istiyoruz. Düşünme ve şiirleme edimlerini hem birbirlerine çok yakın hem de çok uzak olduklarını unutmadan bu ikisinin arasında yapacağımız kısa geziyi ilkin nasıl anladığımızı da belirtmek gerekiyor. Dilimizde şiirleyen, şiir yazan bir şairin Gezi adlı şirinde dediği gibi: ”Anlamak/Bir gezidir/Bir başkasının/Ülkesine”4 Anlamaya ve kısmende anlatmaya dayalı olarak düşünmenin ülkesine yapacağımız bu kısa gezide, acemi adımlarla/atımlarla, ayağımızda patikoslarla, bir çocuk edasıyla adımlamaya çalışacağımız bu yolcukta, küçük yolda, patikada/patikide kendimize Heidegger’i ve onun bir metnini kılavuz olarak alacağız. Bu metnin içinde bulunduğu kitabın başlığının söylediğiyle işe başlayalım: Unterwegs zur Sprache: Dile giden yolda, dile giderken. Sadece bu mu? Yoksa başlığın işaret ettiği, belki de sezdirdiği daha fazlası mı? Belki de dillerin yolunda, dillerin arasında, onun deyimiyle dile giden yolların arasında ve içinde ve birlikte (Unter/İnter). Belki de düşünme yolunda ve onun aracılığıyla dile giden bir yolda. Yoldan çıkmadan, daha başlamadan yolumuzu kaybetmeden, yolu soralım, yolla başlayalım. Soralım: Peki bu nasıl bir yoldur? Bir başı ve bir de sonu var mı? Yoksa bu yol öyle bir yol ki düşünme dedelerimizde birinin devamlı inip çıktığı ve inip çıkmaktan gına getirip inilen ve çıkılan yol bir ve aynıdır5 dediği yol mu? Yoksa bu yol hakikate götüren, bizi hakikate götüren yol mu? Yolu ve yolu gösterenin ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmeyenlerin ”nereye gidiyorsun bilmiyoruz, yolu nasıl biliriz? sorusuna verilen yol ve hakikat ve R. Maria Rilke , Duino Ağıtları, Çev.: Can Alkor, İş Bankası Yayınları, 1.Baskı, İstanbul 2006, s.1. 4 Fazıl Hüsnü Dağlarca, Haydi, Kitap Yayınları, 1.Baskı, İstanbul 1968, s.24. 5 Herakleitos DK 22 B60. Hermann Diels-Walther Kranz, Die Fragmente der Vorsokratiker, Cilt:1, Weidmannsche Verlagsbuchhandlung, 8. Baskı, Berlin 1956, s.164 3
2
hayat benim”6 yanıtındaki yol mu? Yoksa şu çoğulu üretilemeyen bir terim olarak, bir singulare tantum7 olarak da adlandırılan evren yolu mu, Tao mu? Yoksa bir Holzwege mi, bir orman yolu, oduncuların kullandığı bir odun yolu mu? Heidegger’e bakacak olursak: “Holz, ormanın eski bir adıdır. Ormandaki yollar çoğunlukla tıkanıp kalan, birdenbire ortaya çıkan sarp engebelerde son bulurlar. Onlara ‘Holzwege’ denir. Her biri ayrı olarak yitmiştir, ama aynı ormanda. Güneş sık sık parıldar, bir yol diğeriyle aynı gibi. Ama güneş yalnızca öyle parlar. Keresteciler ve orman bekçileri yolları tanır. Onlar, bir ‘Holzwege’de olmanın ne demek olduğunu bilirler.”8 Ne keresteci ne de Orman bekçisi, ne Dinci ne de Taocu olmadığımızdan biz şimdilik bu yollarda da dolaşmaya, gezinmeye cesaret edemiyoruz. Yolun gittiği yeri unutanı hatırla9 diyen düşünme dedemizin sözünü hatırlayarak başımıza bir şey gelmesin diye, bir kılavuzun(Almancasını Yaz) yanında, elimizde bir de yol işaretleri (Wegmarken) olsun isterdik. Bizim elimizde şimdilik böyle yol işaretleri de yok. Öyleyse Heidegger’le birlikte yürüyeceğimiz yol nasıl bir yoldur ki? Her sorunun bir arama olduğunu ve sormanın, soru konusu yapmanın düşünmenin dindarlığı olduğunu unutmadan yanıtı daha şimdiden ertelemek, sona bırakmak istiyoruz. Yeniden dönelim ve Der Weg zur Sprache (Dil yolunda/Dile giden yolda) adlı metniyle başlayalım. Heidegger bu metinde daha başlarken biz sağduyu sahibi, uslu akıllı ve mantıklı insanların dile ve konuşmaya ilişkin olarak bilindik, herkesçe genel olarak kabul gören anlayışlarını tekrarlamak, böyle bir başlangıç yapmak yerine, sağduyu sahibi, uslu akıllı ve mantıklı insanları dumura uğratacak bir açılış yapar. Dilden hareketle dile yönelmek yerine, matematiksel/mantıksal düşünme/söyleme yapısına sahip olanlarca eleştirilmek pahasına, şaşırtıcı bir belirlemeyle, dilin ne olduğuna, neliğine yönelik, örtük olarak içerilen soruya, yani dilin ne olduğu sorusuna, geleneksel felsefi yaklaşımdan farklı bir bağlamda yanıt vererek başlar. Daha doğrusu yanıtlatarak başlar. Yanıt kendisinden değildir. Kendisi söylemez. Kendi yerine Novalis’i söyletir. Dilin diyalog, karşılıklı konuşma ve söyleme ile ilgili yanına vurgu yapmaktansa, daha baştan tam tersine bir şairden hareketle dilin bir monolog olduğunu şaire söyletir Bakın nasıl: ”İlkin, Novalis'in bir sözünü dinleyelim. Bu söz Monolog başlıklı bir metninde bulunmaktadır. Başlık dilin gizemine işaret eder: dil yalnızca ve tek başına kendi kendisiyle konuşur. Metnin bir tümcesi bize şöyle seslenir : "Dilin kendine özgü bu özelliği, daha yerinde bir söyleyişle, kimsenin bilmediği özelliklerinden biridir".10 Heidegger Die Sprache adlı metninde yaptığı gibi burada da dil üzerine bilimsel betimlemelerde bulunmadığını, böylesi bir yaklaşımın bilimsel Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit , ‘Yeni Ahit, Yuhanna, 14; 6-7.’ Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1997. 7 Özdeşlik ve ayrım 8 Martin Heidegger, Holzwege, Vittorio Klosstermann Verlag, 2.Baskı, Frankfurt am Main, s.3. Heidegger’den çevirerek aktaran Ömer Naci Soykan, Felsefe ve Dil, Kabalcı Yayınevi, 1.Baskı, İstanbul 1995, s.81. 9 Herakleitos DK 22 B71. Hermann Diels-Walther Kranz, Die Fragmente der Vorsokratiker, Cilt:1, s.167. 10 Martin Heidegger, ‘Der Weg zur Sprache’, Unterwegs zur Sprache, Günther Neske Verlag, 10. Baskı, Stuttgart 1993, s.241. 6
3
açıdan doğrulanamaz bir yapıya sahip olduğunu daha baştan söyleyerek kendisine yönelik olarak gelebilecek eleştirilerden sıyrılarak başka bir bağlama geçiş yapar. Bu bağlam dil üzerine, ya da dil hakkında konuşmak ve belirlemelerde bulunmak değil; bizzat dile giden yolu, yolun kendisi aracılığıyla deneyimlemeye çalışmak, dile giden yolların ve dolayısıyla da dilin içinde kalmak, durmak, eyleşmek olarak belirler. Hiç kuşkusuz böylesi bir yaklaşım dile ilişkin bir yakınlığı da beraberinde getirecektir. Ancak bu durum başka bir sorunu da beraberinde getirecektir. Dile giden yol sanki de biz dilden uzaktaymışız da ve yolumuzu kaybetmişiz de , bulmamız gereken bir yolmuş gibi görünme tehlikesini de beraberinde taşır gözükmektedir. Oysa insan ve dil arasındaki ilişkiye baktığımızda daha çok önceden beri insanın konuşabilme yeteneğine sahip, dolayısıyla da dile de sahip varolanlar olduğumuz yolundaki kadim düşünme geleneğiyle karşılaşırız. Bu geleneğe göre insanın ayırdedici özelliğidir dil. Heidegger kadim düşünme geleneğinin bu yaklaşımı öne sürerek ve bu yaklaşımı kendi çalışması için yeterli görmeyerek, yeni sorularla dile ilişkin yeni yollar açmayı dener. Şöyle ki: “Her şeyden önce dilin içinde ve yanındayız. [Öyleyse] dile giden bir yol da gereksizdir. Dahası dile giden yol, çoktan dil tarafından başka bir tarzda götürüldüğümüz yerdeysek, olanaksızdır. Ancak biz orada mıyız? Özünü deneyimleyerek, dilin kendini dinleyerek, dil olarak dili düşünmeyi dinleyebilecek kadar dilin içinde miyiz? Biz, dilin olmadığı durumlarda bile zaten dilin yakınında durup kalmıyor muyuz? Ya da dil olarak dile giden yol, düşünmenin izleyebileceği en uzak yol değil midir? Sadece en uzak yol değil, tersine - dili araştırdığımızda - dil hakkındaki salt küçümseyici bakış olmaksızın düşünmemiz, dilin kendi kendisinden gelen engellerle çevrelenmiş bir yol değil midir?”11 Öyleyse ne yapmalı, dile nasıl yaklaşmalıyız? Yanıt oldukça ilginçtir. Alışılmadık bir tarzla ve yolla - tabii ki Heidegger için oldukça anlaşılır bir tarzla - dile yaklaşmalıyız. Bu yaklaşım, bu yeni yol Heidegger için dili dil aracılığıyla dile getirmektir. Peki dili dil aracılığıyla dile getirmek ne demektir? Heidegger’e göre bu ilkin konuşma ve dil arasındaki karşılıklı ilişkilerin ortaya konulması aracılığıyla gerçekleştirilebilecek bir durumdur. Böylesi bir yaklaşımla, dili dil olarak dile getirmek, aynı olanda, yani dilde, aynı olmayanın oynadığı rolü göstermesi bakımından oldukça ilginçtir. Bu da ilkin konuşma denen şeyin ne olduğunun açık kılınmasıyla ve konuşmanın insanla olan ilişkisinin, tabii ki, dille olan ilişkisini de unutmadan olanaklı bir duruma gelecektir. Düşünme tarihindeki dile ilişkin yaklaşımlar Heidegger için önemli olmakla birlikte kendi düşünme yoluna yeterince zemin hazırlamadığı için eksik ya da bir başka deyişle dolayımlıdır. Heidegger’e göre dili herhangi bir temel yapıya, kavrama dayalı olarak açıklamaya çalışmak yerine dile dil yoluyla, dil yolunda bütünüyle durarak yaklaşmak ve dile bundan başka hiçbir şey değil de, sade ve sadece dil olarak kulak verildiğinde, dilin çağrısına yanıt verildiğinde, dilin kendini göstermesi, ortaya çıkması, bir başka deyişle yeniden doluluğuna erişmesi olanaklı olacaktır. Buradaki bağlam göz önünde bulundurulduğunda dili dil olarak dile getirmenin temel öğelerinden biri konuşmaktır (sprechen) Dil ilkin bize kendini konuşma 11
Martin Heidegger, ‘Der Weg zur Sprache’, Unterwegs zur Sprache, s.241-242.
4
olarak gösterir: “Konuşanlar konuşmaya aittirler, ancak, bir nedenin bir sonuca ait olması gerektiğinde olduğu gibi değil. Aksine konuşanlar konuşmanın içinde burdalaşırlar/mevcudiyet kazanırlar/özlerini sürdürürler. Konuşanlar, onları o sırada ilgilendiren şeyden dolayı içinde birlikte eyleştikleri konuştukları kişilerle bir arada vardırlar. Bu birlikte olan insanları ve şeyleri, yani, şeyleri ve insanları belirleyen ve gerektiren her şeyi içerir.”12 Sadece bu mu? Hayır. Bunun yanında bir başka öğeden de söz edilmelidir. Bu öğeden söz edebilmek için konuşma ve konuşanlara bir ara verip şeyleri ve insanları birarada tutan bir yapıdan, dilin özünün aranan bulunmaya çalışılan özüne değinmeliyiz. Bu öz Heidegger için bir anlamıyla çizimdir (Aufriss): ”Dilin özünün aranan/araştırılan özü Aufriss (Çizim) diye adlandırılır. Bu ad bize dilin özünün asıl varlığını açıkça görmemizi sağlar. Çizik (riss) sözcüğü [sert bir şey üzerine] çizmek, çizik atmak, çentik atmak, kazımak (ritzen) sözcüğüyle aynıdır. Biz çoğunlukla çatlağı ’Riß’ hala sadece değerinden düşürülmüş bir biçimde, örneğin duvardaki çatlak olarak biliyoruz. Bir tarlanın etrafını çerçevelemek ve tarlayı işlemek (aufund umreißen) anlamları hala günümüz almanca ağızlarında vardır: saban izleriyle tarlanın etrafını çizmek (Furchen ziehen). Biz tohum vermeye ve yetiştirmeye açmak için tarlayı sabanla sürdüğümüz zaman da bir aufriss yaparız. Çizim (Aufriss) dilin yapılarını oluşturan ve açık, kapatılmamış özgürlüğü içinde varlığını sürdüren ayırtedici niteliklerinin tamamıdır. Çizim (Aufriss) dilin özünün taslağı, konuşanların ve onların konuşmalarının içinde birbirine eklemlendiği bir gösterme yapısıdır: konuşulan ve bu konuşmada verilen her şeyde konuşulmadan kalan her şeydir.”13 Heidegger bu Aufriss sözcüğünü bilebildiğimiz kadarıyla ilkin sanat yapıtının kökeni adlı çalışmasında kullanır. İlgili bağlama göz atılacak olursa sanat yapıtı temelinde doğruluk dünya ve toprağın, yeryüzünün, doğanın birbirleri arasındaki çatışmada, yani gizleme/saklama ve aydınlanma arasındaki çatışma da, bu çatışmanın tam da kendisi olarak özünü sürdürür. Doğruluğun özü olarak çatışmanın kendisi sade ve sadece bu çatışmayla dünyayı ve toprağı, yeryüzünü, doğayı birbirinden ayırmaz; aynı zamanda ve aynı anlama gelmek üzere bu iki temel yapı çatışmayla, birbirine de çatılır, bir araya getirilir, birleştirilir. Çatmada, çatışmada dünya ve toprak, yeryüzü, doğa kendilerini nasıl gösterirler? Yineleyelim: “Ancak bir dünya kendini açtıkça, yeryüzü yükselmeye başlar. O kendini, her şeyi taşıyan, kendi yasasına saklanmış ve sürekli kendini kendine vermiş olarak gösterir. Dünya, kendi kararlılığını ve ölçüsünü ister ve varolanın, kendi yollarının açığına uzanmasına izin verir. Yeryüzü, taşıyarak-ileri çıkarak kendini kapalı tutmaya ve her şeyi kendi yasasına emanet etmeye çalışır. Çatışma, bir uçurumun açılıvermesi gibi bir çatlak değildir; tersine çatışma, çatışanların birbirlerine ait olmalarının içtenliğidir. Bu yarık/çatlak/çizik (Riss), karşıt olanları, tek temelden gelen birliklerinin kaynağına birlikte taşır. O, temel taslaktır (Grundriss). O, varolanın Aydınlatmasının açılmasının temel özelliğini çizen ana-taslak/çizimdir (Auf-riss). Bu çatlak, 12 13
Martin Heidegger, ‘Der Weg zur Sprache’, Unterwegs zur Sprache, s.250-251. Martin Heidegger, ‘Der Weg zur Sprache’, Unterwegs zur Sprache, s.251-252.
5
karşıt olanların birbirlerinden ayrılmalarına izin vermez, o, ölçü ve sınırın karşıt olanlarını tek bir çevre çizgisine/çizimine (Umriss) getirir.”14 Dünya ve toprak, yeryüzü, doğa; çatmada, çatışmada, yarık/çatlak çerçevesinde birbirlerine gidip gelirlerken, burada doğruluk ta kendini bir çatışma olarak varolana öylesine yönlendirir, doğrultur ki, tam bu bağlamda kendini yarık/çatlak içine getirir, yarıkta/çatlakta gösterir ve saklar. Bu yarık/çatlak/çizim (Riss) sanat yapıtında karşımıza Temel taslak/çizim (Grundriss), açılmış bir şey olarak Ana taslak/çizim (Aufriss), Sınır koyma/taslak/çevre çizgisi/çizimi (Umriss), İçinden geçerek/ikiye ayırıp yırtarak sınır koyma/yarma/çizme (Durchriss) biçimlerinde çıkar. Heidegger için bu bağlamda bir sanat yapıtının yaratılmasında yarık/çatlak/çizim (Riss) olarak çatışma toprağa, yeryüzüne, doğaya geriye yerleştirilmeli ve ayrıca toprağın, yeryüzünün, doğanın kendisi, kendini kapatan olarak öne yerleştirilmeli, getirilmelidir. Toprağın, yeryüzünün, doğanın bu biçimde kullanıma açılması, kullanılması, geleneksel anlamda düşünülen doğanın salt bir nesne olarak görülüp, yiyilip bitirilmesi, tüketilmesi değildir. Tam tersine bu durum onu, kendini kendine, kendi özüne, kendi özünün gürleşmesine, özgürleşmesine bırakır denilebilir. Öyleyse yeniden konuşmaya dönüp yeniden soralım. Konuşmak ne demektir? Dil için sadece konuşmak yeterli midir? Eğer Die Sprache adlı metninde kalacak olsaydık büyük ölçüde yeterli olacaktı. Dil adlı metinde konuşma, saf, arı, katışıksız konuşma şiir olarak adlandırılmış ve metin bu belirlemeye dayalı olarak geliştirilmişti. Burada ise daha farklı bir yaklaşımla önce konuşma tanımlanır, sonrada konuşma ve söyleme arasındaki farklılıklar ortaya konulur. Sırasıyla izleyecek olursak: ” Söylemek (sagen) ve konuşmak (sprechen) aynı değildir. Birisi konuşabilir, sonu olmaksızın konuşabilir ve bütününde hiçbir şey söylemeyebilir. Başka birisi sessiz kalır, konuşmaz ve yine de konuşmaksızın/konuşmamayla çok şey söyleyebilir. Öyleyse söylemek ne demektir? Bunun ne demek olduğunu deneyimleyebilmek için dilimizin kendisinde bu sözcüğün bize düşünmemizi söylediği şeye yakın durmalıyız. ‘Sagan’ (Söylemek): göstermek, görünmek, gösterilebilir ve işitilebilir olmak anlamına gelir.”15 Söyleme üzerine söyleyeceklerimizi kısa bir süreliğine durdurup yeniden konuşmaya dönelim. Konuşmayı biraz daha ayıralım, ayrımlarını gözeterek bölümleyelim. Tekrar konuşmaya dönelim ve Heidegger’in ayrımlarını izleyelim. Bir başkasıyla konuşmak (Zueinandersprechen) ne demektir? Bir başkasıyla konuşmak bir başkasına bir şey söylemek, ona bir şeyi göstermek ve bu gösterilen şey hakkında karşılıklı bir güvene sahip olmak demektir. Bir başkasıyla birlikte konuşmak (Miteinandersprechen) ne demektir? Bir başkasıyla birlikte konuşmak birisiyle aynı zamanda ve bir arada bir şeyden sözetmek, bir başkasına tartışmada (besprochen) öne sürülen şeyi (angesprochen) onun bizzat kendisinin ortaya çıkardığı, görünüşe getirdiği şeyi ona söylemek, işaret ederek söylemektir (besagen). Konuşulmamış olan (Das Ungesprochene) nedir? Konuşulmamış olan sadece seslendirilmişlikten yoksunluk olarak anlaşılmamalıdır. Martin Heidegger, Der Ursprung des Kunstwerkes. Mit einer einführung von Hans-Georg Gadamer, Philipp Reclam Verlag, Stuttgart 2001, s. 63. 15 Martin Heidegger, ‘Der Weg zur Sprache’, Unterwegs zur Sprache, s.252. 14
6
Konuşulmamış olan henüz ya da hala söylenmemiş (ungesagte), gösterilmemiş (gezeigte), görünüşe ulaşmamış olandır. Bütünüyle konuşulmayan şeyse söylenmemiş olanda (ungesagte) geride duran, gizlenmişlikte eyleşen gösterilmeyen (unzeigbar) gizemdir, sırdır.16 Tekrar söylemeye dönelim. Söyleme olarak konuşma , ya da konuşma olarak söyleme; bütün söylenen ve söylenmiş olan şeyleri , bütün varolan ve varolmayanları, kendini gösteren ve gizleyenleri, güvence altına alınan ya da reddedilen bütün yapıları kendisinde toplayan dilin özsel çevrenine aittir. Bu yanıyla söyleme (Sage) Heidegger için Almancadaki olumsuz, değerinden düşürülmüş bir söylence , söylenti anlamlarından bağımsız olarak ele alınmalı, ona asıl, kökensel anlamı verilmelidir. Bu kökensel anlam daha şimdiden söylemek gerekirse göstermedir. Yineleyelim. Sage zeige’dir, söyleme gösterme, işaret etmedir. Buradan bir başka belirlemeye geçer Heidegger. Artık onun için dilin özünü sürdüren yanı gösterme olarak söylemedir. Gösterme olarak söylemeyi belirledikten sonra yeniden konuşmaya, ancak gösterme olarak söyleme biçiminde belirlenen konuşmaya yeniden dönecek olursak, konuşma artık insanların karşılıklı olarak birinin konuştuğu diğerininde onu dinlediği bir ilişki olmaktan öteye taşınır. “Konuşma kendinden bir dinlemedir. Konuşma, konuştuğumuz dili dinlemedir. Böylece konuşma aynı zamanda, bir dinlemeden önce de değildir. Dili bu dinleme, aynı zamanda çok daha göze çarpmaz bir tarzda ortaya çıkan her tür dinlemeden önce gelir. Biz sadece dili konuşmuyoruz, aynı zamanda dilden de konuşuruz. Bunu sadece önceden dili dinlediğimiz için böyle yapabiliriz. Burada dinlediğimiz şey nedir? Burada dilin konuşmasını dinleriz. Fakat - dilin kendisi konuşur mu? Dil konuşma araçlarıyla donatılmadığında, bunu nasıl gerçekleştirebilir? Yine de dil konuşur. Dil her şeyden önce ve aslında konuşmanın özüne uyar: [yani] söylemeye. Dil konuşur, söyleyerek yani göstererek konuşur. Söylediği şey, önceden konuşulan ve şimdiye kadar henüz konuşulmamış olan şeyden doğar… Dili dinleme olarak konuşma, Söylemeyi söylemeye izin veriyorsa, bu izin verme sadece bizim kendi özümüz Söyleme'ye kabul edildiği ölçüde gerçekleşebilir. Biz Söylemeyi sadece onun içinde dinlediğimiz için dinleriz. Sadece Söyleme dili ve böylece de konuşmayı dinlemeyi dinleyenlere bahşeder. Söylemede böylesi bahşetme korunur. O bizim konuşma yeteneğine ulaşmamızı sağlar. Dilin özünü sürdüren yanı, bahşeden Söylemeye dayanır.”17 Buraya kadar söylenenlerden hareketle yeniden başa dönecek olursak Heidegger için dile giden yol ve onun gösterilmeye çalışılması yine dilden hareketle ve onun aracılığıyla ortaya konuldu ve dile, dil olarak söylemeye ve göstermeye varıldı. Aslında öyle görünüyor ki şimdiye kadar dil üzerine yapılan düşünme ve söylemelerle dile giden yolun küçük izleri ortaya konulmaya çalışıldı. Açıktır ki dilin özü kendini söyleme olarak konuşmada tıpkı bir yol gibi gerçekleştirmektedir. Baştaki soruyu bir kez daha soralım. “Bir yol nedir? Yol [bir şeye/biryere] ulaştırabilir. Eğer dinlersek, Söyleme, bizi dilin konuşmasına ulaştırabilir. 16 17
Martin Heidegger, ‘Der Weg zur Sprache’, Unterwegs zur Sprache, s.253. Martin Heidegger, ‘Der Weg zur Sprache’, Unterwegs zur Sprache, s. 254–255.
7
Konuşmaya giden yol dilin kendinde özünü sürdürür. Konuşma anlamında dile giden yol, Söyleme olarak dildir. Dolayısıyla dilin asıllığı, kendine haslığı, kendisini, Söyleme'nin onu dinleyenlere ona ulaşma olanağı verme yolunda ilkin gizler. Biz Söyleme'ye ait olduğumuzda ancak Söylemenin dinleyenleri olabiliriz. Konuşmaya giden yol, dinleyebilmemiz ve bundan ötürü Söyleme’ye ait olmamızla başlar. Bu ait olma dile giden yolun asıl varlığını içerir.”18 Buradan itibaren artık dile giden yolu takip etmeyi bırakıyoruz. Böyle devam edersek hem biz hem de sanırım bizi izleyenler iyice yoldan çıkacaklar. Kendimizi yoldan çıkarmamak, yolsuz kalmamak için metnimizin başında sorduğumuz ve yanıtını ertelediğimiz soruyu yeniden sorarak ilerleyelim. Bir kez daha yol nedir? İşte size ve bize Heidegger’den bir yanıt: ”Yol olagelendir (Der Weg ist ereignend.) Bir yol açmak, örneğin karla kaplanmış bir tarla boyunca yol açmak anlamı bugün hala güneybatı almanyasındaki ağızlarda wëgen olarak bulunmaktadır. Geçişli kullanılan bu fiil, bir yol oluşturmak , biçimlendirmek, oluşturulan yolu hazır tutmak anlamına gelir. Bir şeyi sadece önceden varolan yolda aşağı yukarı getirip götürerek yol açmak (Be-wëgen/Be-wëgung) artık böyle düşünülmüyor, tersine yol herşeyden önce bir sonuca ulaşma ve böylece de yol olma olarak düşünülüyor.“19 Yeterli gelmediyse onun bir başka metnine başvuralım. Tekniğe yönelik soruda bakın neler söylüyor yol için“ yol , düşünmenin yoludur. Bütün düşünme yolları, az çok duyumsanabildiği kadarıyla, tuhaf bir biçimde dilden geçer“20 Bu da bizim için/sizin için yeterli değilse, yolumuzu/yolunuzu yeterince aydınlatmıyorsa; hala daha yolu soruyorsak, arıyorsak, geriye dönelim. Bu kez de kestirmeden gidelim. Çoktandır yolunu arayıp bulmuş olanın, bir düşünme göçebesinin kılavuzluğuna uyalım, onun söylemesiyle, söyleyerek göstermesiyle kapatalım: “ ‚Budur – işte şimdi benim yolum – sizinki nerede?‘ diye yanıt verdim, bana ‚yolu‘ soranlara. Çünkü o yol – yoktur zaten!“21
Martin Heidegger, ‘Der Weg zur Sprache’, Unterwegs zur Sprache, s. 257. Martin Heidegger, ‘Der Weg zur Sprache’, Unterwegs zur Sprache, s.261. 20 Martin Heidegger, Die Technik und Die Kehre Vorträge, Günther Neske Verlag, 8. Baskı, Stuttgart 1991, s.5. Türkçesi için bakınız: Martin Heidegger, Teknik ve Dönüş, Çev.: Necati Aça, Bilim ve Sanat Yayınları, 1. Baskı, Ankara 1998, s.9. 21 Friedrich Nietzsche, Also sprach Zarathustra, KSA 4, Yayına Haz.: Giorgio Colli, Mazzino Montinari, Walter de Gruyter Verlag, 3. Baskı, München 1999, s. 245. Türkçesi için bakınız: Friedrich Nietzsche, Böyle Söyledi Zerdüşt , Çev.: Mustafa Tüzel, İthaki Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006, s.220. 18 19
8
KAYNAKÇA Fazıl Hüsnü Dağlarca, Haydi, Kitap Yayınları, 1.Baskı, İstanbul 1968. Frederic De Towarnicki, Martin Heidegger Anılar ve Günlükler, Çev.: Zeynep Durukal, YKY, 1.Baskı, İstanbul 2002. Friedrich Nietzsche, Also sprach Zarathustra, KSA 4, Yayına Haz.: Giorgio Colli, Mazzino Montinari, Walter de Gruyter Verlag, 3. Baskı, München 1999. Friedrich Nietzsche, Böyle Söyledi Zerdüşt, Çev.: Mustafa Tüzel, İthaki Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006. Hermann Diels-Walther Kranz, Die Fragmente der Weidmannsche Verlagsbuchhandlung, 8. Baskı, Berlin 1956.
Vorsokratiker,
Cilt:1,
Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit , Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1997. Martin Heidegger, Die Technik und Die Kehre Vorträge, Günther Neske Verlag, 8. Baskı, Stuttgart 1991. Martin Heidegger, ‘Der Weg zur Sprache’, Unterwegs zur Sprache, Günther Neske Verlag, 10. Baskı, Stuttgart 1993. Martin Heidegger, Der Ursprung des Kunstwerkes. Mit einer einführung von Hans-Georg Gadamer, Philipp Reclam Verlag, Stuttgart 2001. Martin Heidegger, Holzwege, Vittorio Klosstermann Verlag, 2.Baskı, Frankfurt am Main, 1952. Martin Heidegger, Teknik ve Dönüş, Çev.: Necati Aça, Bilim ve Sanat Yayınları, 1. Baskı, Ankara 1998.
9
Ömer Naci Soykan, Felsefe ve Dil , Kabalcı Yayınevi, 1.Baskı, İstanbul 1995. R. Maria Rilke , Duino Ağıtları, Çev.: Can Alkor, İş Bankası Yayınları, 1.Baskı, İstanbul 2006.
10