ÖRGÜTLENME ÜZERİNE 1976 Demokratik Sol Düşünce Forumu
Cilt1 BİLİM DİZİSİ : 3 Birinci Baskı : Ağustos - 1976 Hertürlü basım ve yayın hakkı CHP Gençlik Kollarınındır. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. İSTEME ADRESİ : Farabi Sok. No: 7 Kavaklıdere - ANKARA
Kapak Düzeni : Kadri Atabas - Levent Tosun Basıldığı Yer : Kalite Matbaası - ANKARA - 1976
ÖNSÖZ Demokratik Sol Düşünce Forumları, Cumhuriyet Halk Partisinde 1970 yılından beri yapılagelen ve gelenekleşen fikir üretme, tartışma değerlendirme alanları olmuştur. Değişen dünya ve ülke koşullan içerisinde ön plana çıkan konuların tartışılması, onlara somutluk kazandırılması bu forumların temel amacı olmuştur. Bu temel amaçtan gidilerek 1976 yılının halkımız için, Cumhuriyet Halk Partisi için yeni bir örgütlenme döneminin başlangıcı olduğunu gördük. Ekonomik örgütlenmede, toplumsal örgütlenmede ve parti örgütlenmesinde uygulama safhasına girecek konulan toparlamak, değerlendirmek, yeni boyut ve yönler çizmek üzere bu forumun konularını seçtik. Düzenlemiş bulunduğumuz III. Demokratik Sol Düşünce Forumundaki bildiri, yorum, eleştiri ve önerileri konularına ve kapsamlarına göre dört kitap halinde yayınlıyoruz. III. Demokratik Sol Düşünce Forumuna bildirici, yorumcu, eleştirici, önerici ve dinleyici olarak katılan forumun,ve kitapların hazırlanmasında katkıları olan arkadaşlarımıza teşekkür ederken, yayınlanan bu dört kitabı tüm Halkçı - Devrimcilere armağan ediyoruz.
CHP Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulu
İÇİNDEKİLER * CHP GENÇLİK KOLLARI GENEL BAŞKANI ZEKİ ALÇIN'IN, 3. D.S.D.F’nu AÇIŞ KONUŞMASI * CHP GENEL BAŞKANI BÜLENT ECEVİTİN 3. D.SD.P.'da YAPTIĞI KONUŞMA * CHP TARİHİ VE ÖRGÜTLENMESİ ÜZERİNE TEZLER... CHP Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulu
7-8
CHP GENÇLİK KOLLARI GENEL BAŞKANI ZEKİ ALÇIN'IN 3. D.S.D.F.'nu AÇIŞ KONUŞMASI
9-10
TÜRKİYE HALKI'nın insanca-hakça yaşama kavgasında kanlarını canlarını ortaya koyan halkçı-devrimci arkadaşlarım, CHP'nin değerli yöneticileri, sayın sendikacı, gazeteci, bilim adamları ve değerli milletvekilleri, 3. Demokratik Sol Düşünce Forumu'na hoş geldiniz. Sürekli devrimciliği kendine ilke edinmiş bir partinin çatısı altında toplanmış bulunuyoruz. 1. Genel Başkanının kişiliğin de 20. yüzyılın ilk ulusal kurtuluş savaşını simgelemiş, 2. Genel Başkanının kişiliğinde çoğulcu demokrasinin ve billurlaşan sınıfsal yapının sancılarını yaşamış, 3. Genel Başkanı'nın kişiliğinde partinin altı oku'na toplumcul çerçeve içinde yeni yorum, yeni kan getirmiş Demokratik Halk Devrimini gerçekleştirmeye hazırlanan bir partinin çatısı altında toplanmış bulunuyoruz. CHP örgütü, 50. seneyi geçen geçmişinde, her ilerici atılımın hem fideliğini hem de yapılan yeniliğin halka götürülmesinin öncülüğünü benimsetme görevini, partinin doğrultusundan taviz vermeden; ama devamlı yeni aşamalar yaparak gerçekleştirmeyi başarmış bir partidir.
11
Değerli Ülküdaşlarım, Sayın Konuklar; Türkiye'de sol düşünce ve pratik, kendini var edecek hukukî ve maddi temelleri 1960 dan bu yana bulmuştur. Senelerce suskun tutulmuş Türkiye aydını bu yeni olanaklar ortaya çıkınca senelerin suskunluğunu ve eylemsizliğinin acısını çıkarmak istercesine konuşmaya ve yazmaya başladı. TİP kuruldu. TİP, sol düşünce ve örgütlenmenin bu toparlanma döneminde kuşkusuz çok önemli ve tarihsel bir görev yüklendi. Ama sol düşünce'nin, daha çok düzenin eleştirisine yönelmiş olması ve gün geçtikçe, bir sol toplum modelinin ancak o ülkenin somut koşullarından yola çıkarak kurulabileceği, hazır model olmadığı anlaşıldıkça sol'da kavram ve hizip tartışması arttı. Bölünmeler başladı. Bu kargaşalı dönemde, yalnız CHP, işçi-köylü sınıfları ile aydınlar arasındaki tarihsel üst yapı çelişkilerini aşabilmiştir. Sol öğreti ve pratiği bizzat halkın içinde, halkla birlikte oluşturmuş, bu zor ve sarp, sabır isteyen yolda şu ana kadar hep doğru seçenekler yaparak iktidara alternatif olmuştur. Biz, bu yola Halkçı Devrimcilik dedik, bu yola baş koyduk. Türkiye aydınlarının ve sol'cularının düşünce ve davranış «tipolojisine» aykırı gelecek hatta onlara ters gelecek sözler söyledik, ama zaman bizi haklı çıkardı... Bugün Türkiye ve CHP yeni aşama ve değişim noktasına doğru yaklaşmaktadır. Günümüz Türkiye'sinde gittikçe billurlaşan sınıfsal çelişkiler ve yapı yeni özlemlerin ve bilinçlenişin kaynağı olmaktadır. Türkiye emekçi halkı yeni bir düzenin sancılarını çekmektedir parti ise halkın yeni düzen özlemlerinin yönlendirici ve örgütleyici gücü olarak; billurlaşan yapıya uyumlu bir biçimde yapısını ve sınıfsal niteliğini ilerletmek zorundadır.
12
Bu nedenle, bizce CHP nin bundan sonraki 5-10 senelik süreci içinde yer alan iki önemli sorunu; 1. Siyasal tercihleri en azından 10 sene önce yapılan, işçi-köylü sınıfının iktidarı kavgasının çeşitli strateji ve önerilerinin-ana hatları Türkiye'nin somut koşullarına göre kurulan model doğrultusunda- detaylandırılması, geliştirilmesi, sonuçlarının pratikde denenmesi 2. bu program ve önerileri uygulayacak kadroların kurulmasıdır. Bu, partinin sol sosyal güçler içinde en geniş biçimde örgütlenmesi, aynı zamanda bu sınıfların en geniş ve örgütlü biçimde parti içinde etkin olması sorunudur. Aynı zamanda ekonomik, sosyal ve siyasal konularda daha somutlandırılmış, detaylandırılmış programların hazırlanması demektir. Ancak ondan sonra değişen siyasal tercihler doğrultusunda yapı yeniden gözden geçirilecek ve yeni siyasal tercih sorunları baş sorun olacaktır. O nedenle bu seneki 3. Demokratik Sol Düşünce Forumunun konuları Halk Sektörü, özyönetim, sanayileşmenin sorunları ve örgütlenme olarak seçilmiştir. Örgütlenme konusunda tek tebliğ tartışılacaktır, «CHP tarihi ve örgütlenmesi üzerine tezler» başlığını taşıyan bu tebliği CHP Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulu hazırladı. Tebliğimizde de vurgulayacağımız gibi, Türkiye'deki siyasal partiler kanunu ve CHP'nin örgütlenme modelini bir sol partinin geniş kitleleri örgütlemesi için yeterli bulmuyoruz. Onun için işçi-köylü ve dar gelirlilerin parti içinde etkinliğinin daha da artması ve partinin kitlelere daha da açılması için öneriler ve çözümler geliştirmeye çalıştık.
Değerli inanç ve kavga arkadaşlarım. Daha öncede belirttiğimiz gibi, bugün CHP, artık siyasal tercihlerinin tartışıldığı değil, bu tercihlerin nasıl geliştirilip detaylandırılacağı, kitlelerin bu tercih yönünden nasıl örgütleneceğinin tartışılacağı aşamaya gelmiştir.
13
Bu olayı doğru dürüst değerlendirmeden, salt devrimci sözler ve sloganlar söyleyerek devrimcilik yapma devri Türkiye'de ve CHP'de kapanmaktadır. Yoksa hep geriye dönüşlerle, alınmış siyasal tercih ve kararları tekrar tekrar ortaya getirip tartışmakla, Türk Sol'u iktidar alternatifi olamaz. İnanıyoruz ki Türkiye'deki ve CHP deki bu gelişimi bugüne kadar anlayamayanlar kendilerini çoktan aşan olayların somut ve nesnel analizlerini yapmak zorunda kalacaklar ve olayları ergeç anlayacaklardır. Sizlere kısaca Demokratik Sol Düşünce Forumlarından bahsetmek isterim. D.S.D.F.'ları oluşturduğumuz düşünce ve eylem sisteminin kendi içinde tutarlılığının artırılması, gençlere, aydınlara ve geniş halk yığınlarına daha iyi iletilebilmesi amacına yöneliktir. Bu konuda sizler, Gençlik Kollarına ve partiye katkılarınızla ve eleştirilerinizle yardımcı olacaksınız. Demokratik Sol'un toplumcu içeriği günümüz koşullarında somutluk kazandıkça CHP gençlik örgütlenmesi de güç kazanacaktır.
Değerli Arkadaşlarım, 3. D.S.D.F.'nun çalışmaları 6 ay önce başladı. Parti yöneticilerinden, toplumcu düşünceye inançlı bilim adamlarından, sendika ve kooperatif önderlerinden tebliğci ve eleştirici olarak katkılarını rica ettik. Üç gün süre ile bu forumda tartışılacak tebliğler, altı ayı aşkın bir sürede yapılan çalışma ve etüdlerin sonucudur. Bu fırsattan yararlanarak sizlere Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulunun çalışmalarından bahsetmek istiyorum. Gençlik Kolları kısa süre içinde gittikçe artan tecrübe ve bilgi birikimi içinde 2. ve 3. Demokratik Sol Düşünce Forumlarını bir yıl ara ile düzenlemiş bulunuyor. Türkiye'de CHP ve tüm siyasal partilerin tarihinde bir yardımcı kol olarak CHP Gençlik Kolları sürekli ve piyasada satılan bir yayın organını yaşatmayı ve bunun kadrolarını kendi içinden çıkarmayı başardı.
14
Partinin genç kadrolarını daha bilinçli ve becerikli yapıya kavuşturmak için yaz kampları kurdu, eğitim çalışmaları geliştirdi. Demokratik Sol öğretinin geniş kitlelerde daha bilinçli yayılabilmesi için kitap ve kitapçıklar yayınladı, yayınlayacakta.
Gençlik Kolları 1975 seçimlerinde, ilk defa olarak, CHP varlığına el uzatmaya kalkan faşist saldırılara karşı sınırlı gücünü zorlayarak CHP toplantı, gösteri ve yürüyüşlerini saldırılardan korumayı başardı. CHP Gençlik Kolları, kendi tebliğinde de özünü sunmaya çalışacağı sol partinin örgütlenme ve sol sosyal güçlerin öncüsü olma, geniş saha örgütlenmesinin uygulamasını yapmaya çalıştı, demokratik kitle örgütleri ile-halk evleri, TMGT gibi -sendika ve kooperatiflerle eylem ve düşünce yandaşlığını veya beraberliğini geliştirdi. Yurt çapında bir öğrenci derneğinin kurulması için uğraş verdi. Üniversite ve fakültelerde yandaş örgütlerinin seçim kazanmalarına yardımcı oldu. Geniş saha örgütlenmesi ve toplumsal sol muhalefet stratejisinin -gene tebliğimizde anlatmaya çalıştık- ilk uygulamaları olacak Gecekondu Kurultayı, Topraksızlar Kurultayı, Üreticiler Kurultayı'nın hazırlıklarına şimdiden başladı. Değerli Arkadaşlarım, Şimdi adına yanlışlıkla «öğrenci olayları» denen olaylara kısaca değinmek istiyorum, kuşkusuz Türkiye'de ancak bir düzen değişikliği ile çözüm getirilecek yoğun öğrenci sorunları vardır. Ama özellikle son aylarda yoğunlaşan ve adına «öğrenci olayları» denilen olayların hiç biri öğrenci olayları olarak nitelendirilemez. Bunlar, yaklaşan Halk iktidarını önlemek amacı ile bizzat iktidarın desteği ile bir takım profesyonel zorbaların kitleleri sindirmek için yaptığı saldırılardır. Tüm bu tertiplerin kaynağı bu günkü iktidardır.
15
Sorun bu nedenle iktidar sorunudur. Bu iktidar sorunu'nun nedeni ise işçi-köylü sınıfları ile sermaye arasındaki sınıfsal kavgadır. Temelli çözüm ancak siyasal-sosyal-ekonomik iktidarın emekçiler tarafından kurulması ile çözülecektir. Bu yol, sabır isteyen, inanç isteyen, nefes isteyen bir kavga ile aşılacaktır, HalkçıDevrimcilere düşen görevde budur. CHP'nin ve emekçilerin bu kavgayı başarıya ulaştıracağına inancımız tamdır.
Değerli arkadaşlarım, Forum üç gün sürecek, bu süre içerisinde altı tebliğ tartışılacaktır. Her gün foruma ayrı divan başkanı katılacak, üç ayrı başkan her gün sıra ile forumu yöneteceklerdir. Tebliğcilere, eleştirmenlere, tartışmacılara ve dinlemeleri ile foruma katkı getirecek sizlere teşekkür eder, 3. D.S.D.F.'na başarılar diler, Saygılar sunarım.
16
CHP GENEL BAŞKANI BÜLENT ECEVİT'İN 9 OCAK 1976 GÜNÜ ANKARA'DA ÜÇÜNCÜ DEMOKRATİK SOL DÜŞÜNCE FORUMUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
17-18
Cumhuriyet Halk Partisi Gençlik Kollarını, gelenekleştirdiği Demokratik Sol Düşünce Forumlarında gösterdiği başarılar için ve bu Forumlarla Türkiye'nin düşün yaşamına ve Türkiye'de Demokratik Sol hareketin bilinçli bir hareket olarak gelişmesine yaptığı katkı için kutlamak isterim. Son günlerde gitgide yoğunlaşan ve demokratik rejim için bir ölçüde kaygı konusu durumuna gelen olayların içinden geçiyoruz. Hergün gençler öldürülüyor, hergün gençler arasında çatışmalar çıkartılıyor ve Türkiye'de birçok yüksek öğrenim kurumları, başta bulunan Hükümet artık can güvenliği ve öğretim özgürlüğü sağlıyamadığı için, Öğretime ara verme zorunluğunu duyuyor. Bu arada gençlerimiz suçlanıyor, gençlerimiz özellikle iktidar çevreleri tarafından ağır biçimde eleştiriliyor ve bu olayların sorumlusu gibi gösteriliyor.
19
Geçen gün Türkiye'nin bir üniversitesinde konuk öğretim görevlisi olarak çalışan bir yabancı profesörle konuşuyordum. Bana bir gözlemini anlattı, dedi ki, «Benim bulunduğum
üniversitenin öğrencileri eylemlere ençok karışan öğrenciler olmakla eleştiriliyor, suçlanıyorlar, fakat ben sınıfımda bu kadar sakin, bu kadar ağırbaşlı, ve tartışmaları bile bu kadar efendice, serinkanlılıkla yapan öğrencileri, hiç bir ülkede görmedim. Bana anlatır mısınız nasıl oluyor? Sınıfta bu kadar ağırbaşlı, bu kadar ölçülü, bu kadar sorumlu olan öğrenciler, sınıfın dışında neden o kadar hareketli, neden o kadar şiddet eylemlerine katılmaya yatkın bir hale geliyorlar?» dedi.
Kendisine gereken cevapları aklımın erdiği kadar verdim : Nasıl bundan birbuçuk - iki yıl önce, CHP hükümette iken, aynı öğrencilerin sınıftaki, üniversitedeki dersleri sırasında gösterdikleri ağır başlılıklarını ve sorumluluk duygularını sınıf dışındaki davranışlarında ve siyasal mücadelelerinde ve eylemlerinde de sürdürdüklerini anlattım. Çünkü o zaman kışkırtılmıyorlardı, aralarına kışkırtıcı ajanlar sokulmuyordu; hükümetin tutumu nedeniyle devletin güvenlik kuvvetleri, bazı saldırganları koruma durumunda bırakılmıyordu; devletin güvenlik kuvvetleri, gençlerin düşünceleri arasında ayrım gözetmeksizin, saldırıya uğramak tehlikesiyle karşı karşıya kalanları koruyordu. Devlet adaletli davranıyordu. Ayrıca gençler geleceğe umutla ve güvenle bakabiliyorlardı ve bu umut ve güven onları, Türkiye'nin bozuk düzenine karşı da daha sabırlı, daha tahammüllü yapabiliyordu. Aslında benim görüşüme göre Türk halkı, gerektiğinde en iyi savaşabilen bir halk olmakla birlikte, savaşçı bir halk değildir, barışçı bir halktır. Ve gene Türk halkı, Akdenizde yaşamakla birlikte, duygularına kolayca kapılıveren aşırı heyecanlı bir halk değildir. Dikkati çekecek kadar ağır başlı ve sorumluluk duygusu taşıyan, gereğinde duygularına, sinirlerine hakim olabilen bir halktır.
20
O halde Türkiye'de şiddet eylemleri niçin birden bire bu kadar yoğunlaşmıştır?.. Geçen gün bir kurul toplantımızda bir arkadaşım, bir gerçeği hatırlattı. 27 Mayıs 1960 öncesinin aylar süren o hareketli günleri içinde bir tek kişi ölmüştü. 12 Mart 1971 olayları öncesi 3 yıllık dönemde şiddet eylemlerinde öldürülenlerin sayısı parmakla sayılabiliyordu ve 3 yılda kaç kişinin öldüğü herkesin belleğindeydi. Fakat sanıyorum ki bir çoğu gençlerden oluşan şu topluluğa sorsam, «Cephe Hükümetinin kuruluş hazırlıkları başladığından beri son bir yıl içinde Türkiye'de şiddet eylemleri nedeniyle kaç genç öldürüldü?», diye sorsam, öyle sanıyorum ki bir çoğunuz cevap veremezsiniz. Çünkü artık sayısını aklımızda tutamıyoruz, ve çünkü artık bunlar öylesine günlük, öylesine olağan olaylar durumuna gelmiştir ki, çoğu kez gazetelerde, bu konuyla en yakından ilgilenen gazetelerde bile, haber değerini yitiren günlük olaylar gibi görünmektedir. Çoğu kez manşetlerden tek sütunlu haberlere inmektedir. SİYASAL MÜCADELENİN NİTELİK DEĞİŞTİRMESİ : 1960 öncesine göre gençlik hareketlerinin şiddeti ve ölçüsü neden böylesine değişmiştir? Gençlik hareketlerinin sorumluluğunu sırf gençliğe yüklemek bunları sosyal ve siyasal gelişmelerden soyutlayarak düşünmek yanlış olur. Gençlik elbette hareketlidir, kendine göre bir dinamizmi vardır, toplumun gelişmesine yön vermek istemektedir. Fakat gençlik hareketlerinin şiddete dönüşmesinin asıl sorumlusu gençlik değildir. Bunun nedenlerini onun dışında aramak gerekir. Aslında 27 Mayıs 1960 öncesine göre Türkiye'de gençlik kesiminde görülen eylemlerin yalnız şiddeti ve niceliği değişmemiştir, aynı zamanda niteliği de değişmiştir. Tümüyle Türkiye'deki siyasal mücadelenin, 27 Mayıs 1960 öncesi döneme oranla niteliği büyük ölçüde değişmiştir.
21
Eylemlerin şiddet ölçüsünün gitgide artması da aslında siyasal mücadeledeki bu nitelik değişmesinin doğal bir sonucu sayılabilir. 27 Mayıs 1960 öncesi dönemi mücadelesi bir bakıma soyut bir özgürlükler mücadelesiydi, soyut bir demokrasi mücadelesiydi. Bir yanda sırf özgürlük aşkıyla demokrasiyi korumaya çalışanlar ve gerektiğinde bunun için mücadele edenler vardı, öbür yanda da henüz Türkiye'de demokrasi yeni olduğu için veya kendi doğaları, yaradılışları eleştiriye yatkın, açık olmadığı için, özgürlükle beraber gelen eleştirilere psikolojik açıdan tahammüllü olmayanlar vardı. Bu tahammülsüzlükle bu özgürlük aşkı arasındaki mücadeleydi 27 Mayıs 1960 öncesi mücadelesi. Derinlerinde, hiç kuşkusuz, toplumun bilinç altında oluşmaya başlayan sosyal ve ekonomik sorunlarla ilgili huzursuzluklar da vardı, fakat henüz bu yüzeye çıkmamıştı, bilinç düzeyine çıkmamıştı. Oysa şimdi, içinde bulunduğumuz aşamada, Türkiye'de özgürlükçü demokrasi mücadelesi artık bir soyut mücadele değildir, bir soyut rejim mücadelesi değildir, sırf özgürlüğe bağlılığı fazla olanlarla, özgürlüğe tahammülü az olanlar arasında bir mücadele, bir psikolojik uyumsuzluk sonucu doğmuş mücadele değildir bugünün rejim mücadelesi... Bugünün özgürlükçü demokrasi mücadelesi, bu rejimi korumak ve yıkmak istiyenler arasında yapılan mücadele, eskisine oranla büyük ölçüde sosyal ve ekonomik içerik kazanmıştır. Türkiye'de artık özgürlükçü demokrasiyi savunan, bunun için gereğinde direnen ve mücadele eden kimseler, yalnız soyut bir düşünce özgürlüğünün mücadelesini vermiş olmuyorlar, aynı zamanda halkın, işçinin, köylünün, çalışanların ekonomik ve sosyal haklarının, özgürlüklerinin mücadelesini de vermiş oluyorlar. Onun içindir ki Türkiye'de mücadelenin niteliği değişmiştir; niteliği değişirken, ölçüsü de, şiddeti de değişmiştir.
22
Toplumsal değişimin, toplumdaki bilinçlenişin ve örgütlenişin hızlanması ve bunun gelir bölüşümünde, ekonomik güç yapısında, toplumsal ve siyasal iktidar yapısında yapmaya başladığı ve daha da yapacağı değişiklik, köklü değişiklik, bazı çevreleri, çıkarları kurulu düzenin devamına bağlı bazı çevreleri ürkütmektedir ve can havliyle mücadeleye, direnişe yöneltmektedir. Artık onların direnişi, 1960 öncesi dönemi yöneticilerinin özgürlükçülere, demokrasiyi savunanlara karşı direnişi gibi, sırf tahammülsüzlükten gelen veya bugünkülere göre ufak tefek sayılabilecek yolsuzlukları örtme çabasından gelen bir direnç değildir. Bugün demokrasiyi korumaya çalışanlara karşı durum alanların, mücadele edenlerin direnci, doğrudan doğruya bir çıkar direncidir, bir sosyal iktidar olma savaşıdır. Türkiye'de artık iktidar savaşı partiler arasında bir savaş, bir mücadele olmaktan çıkmıştır. Türkiye'de sosyal iktidarın, toplumsal iktidarın mücadelesi verilmektedir. Türkiye'de hangi partiler değil, kimler iktidar olacaktır, toplumun hangi kesimleri iktidara daha çok ağırlığını koyacaktır, bunun mücadelesi verilmektedir ve mücadele böyle bir nitelik kazandığı içindir ki, günümüzdeki kadar amansız ve şiddetli olmaktadır. Ancak demokrasiyi ve demokrasiyle birlikte halkın ekonomik ve sosyal haklarını ve özgürlüklerini savunanların sağduyulu ve akıllıca davranışlarıdır ki, mücadelenin şiddetini bugünkü düzeyinde tutabilmektedir. Yoksa, demokrasiyi ve halkın haklarını savunanlar da karşı güçlerin sorumsuzluğunu bir ölçüde gösterecek olsalardı, 12 Mart 1971 öncesi dönemde bazılarının davrandığı gibi davransalardı, Türkiye'de şiddet olayları bugünkünün de çok üstüne çıkardı. Halktaki bilinçlenişi, örgütlenişi ve siyasal iktidara, yönetime ağırlığını koyma eğilimini yasal yollardan önleme olanağı artık Türkiye'de kalmamıştır. Çünkü Türkiye'de artık yasaları değiştirmek sadece Parlamentoda oluşacak çoğunlukların elinde değildir. Türkiye'nin halk oyuyla benimsenmiş, yürürlüğe konmuş bir Anayasası vardır, Meclislerden çıkan yasalar, Anayasaya uygunlukları bakımından Parlamento dışı bir Anayasa organının denetimine bağlıdır.
23
Özgürlükler, düşünce, yayın özgürlüğü, sosyal ve ekonomik haklar ve özgürlükler Anayasaya aykırı olarak, Anayasanın ölçülerini zorlayarak sınırlanacak olursa, bu sınırlamalar Anayasa Mahkemesince kaldırabilmektedir. Bunun da ötesinde toplum demokrasiyi, artık onsuz yapamıyacak kadar benimsemiştir. Öyle ki, 12 Mart sonrası ara rejimde nice aydınların sustuğu dönemde, halk susmamıştır, köylü susmamıştır, işçi susmamıştır, düşüncelerini gene serbestçe söylemeye devam etmiştir. Böyle bir demokratik bilinçlenme ve kararlılık düzeyine erişmiş bir toplumda, artık, yasal yollardan halkın özgürlüğünü, örgütlenmesini ve iktidara gelmesini, iktidara doğru ilerlemesini durdurmak veya bir ölçünün ötesinde sınırlamak olanağı yoktur. Yasal yollardan bu olanağı bulamıyacağını anlıyanlar, şimdi şiddet yoluna, sindirme yoluna, ezdirme yoluna, bölüp dağıtma yoluna sapmışlardır, Türkiye'deki mücadele o nedenle bugünkü şiddet ölçülerine varmıştır. «TEHLİKE»Yİ KAYNAĞINDA KURUTMA : Halktaki bilinçlenişe, örgütlenişe ve iktidar olma özlemine ve kararlılığına karşı, bu direnci sürdüren bir kısım egemen güçler, kendileri açısından gördükleri tehlikeyi kaynağında kurutmaya çalışmaktadırlar. «Egemen güçler» derken, bir ayrım yapıyorum, her sözümün başında «bir kısım egemen güçler» diyorum. Çünkü, şükranla belirtmek gerekir ki, Türkiye'deki geleneksel egemen güç denebilecek güçlerden bir kısmı özgürlükçü demokrasiye bağlıdır, bir ölçüde ilericidir; bir kısmı da dünyanın ve Türk toplumunun nereye gittiğini ve bu gidişin durdurulamıyacağını anlıyabilecek kadar akıllıdır, bilgilidir veya görgülüdür. Egemen güçler arasında o nedenle bir ayırım yapıyorum.
24
Bunlardan bir bölümü tutucu değildir, bir bölümü de tutucu eğilimde olsalar bile, tutuculuklarıyla denge kurabilecek kadar akılları ve dünya görgüleri vardır. «Bir kısım egemen güçler» diyerek sınırlama gereğini o nedenle duyuyorum. Bu bir kısım egemen güçler, karşılarında gördükleri tehlikeyi kaynağında kurutmak istemektedirler. Bir bakıma bu akıllıca bir davranıştır. Yüzeydeki belirtilerle mücadele edecek yerde, uzun vadeli bir mücadeleye kalkışmaktadırlar. Tehlikenin başlıca kaynaklarından biri olarak da okuyan gençliği görmektedirler, yüksek öğrenim gençliğini görmektedirler. Çünkü geleceğin yöneticileri ve toplum önderleri, büyük çoğunluğuyla, yüksek öğrenim gençliği arasından çıkacaktır; ve onları, daha fidanken, eğilip bükülme ve eğitilme çağındayken, kendi isteklerine ve ihtiyaçlarına göre, kendi çıkarlarına göre eğitmek istemektedirler. Kendi deyimleriyle, kendi çıkarlarına göre «adam etmek» istemektedirler gençliği, yola getirmek istemektedirler. Onları, kurulu düzende çıkarı bulunanların koruyucusu olarak, bozuk düzenin bekçileri olarak yetiştirmek istemektedirler. «Milli veya milliyetçi eğitim» dedikleri, «millî ahlâka uygun eğitim» dedikleri, aslında baştan aşağı böyle bir çıkar hesabına dayanmaktadır. Çıkarcıların çıkarını koruyacak, bozuk düzene bekçilik edecek kuşaklar yetiştirmeyi öngören bir eğitim politikasına «millî eğitim politikası», «Milliyetçi eğitim politikası» adını vermektedirler. Gençleri bir temel tehlike olarak, kaynak tehlike olarak görüp üstüne yönelince, elbette gençleri eğitenleri de tehlikeli olarak görmeleri doğaldır. O nedenle gençleri aşarak yüksek öğrenim kurumlarındaki öğretim görevlilerine, ve çocukları aşarak öğretmenlere yönelmektedirler. Onları da türlü baskılarla görevden atarak, kışın ortasında uzak bir ilçeye veya köye sürerek, eşlerinden ayrı düşürerek, hapse attırarak, türlü baskılar altına alarak veya tutturabildiklerine birtakım çıkarlar sağlıyarak yola getirmeye, kendi açıların¬dan «adam etmeye» çalışmaktadırlar, kendileri için iyi çıkar bekçileri yetiştirecek birer eğitici olmaya zorlamaktadırlar.
25
NAMLULAR İŞÇİYE DE ÇEVRİLDİ : Fakat işin işten geçtiğini fark etmişlerdir. Evet, bir bakıma, demin söylediğim gibi uzgörü ve akıllılık göstererek, "tehlike"nin kaynağına yönelmişlerdir, gençliğe ve eğitimcilere yönelmişlerdir; ama «tehlike» bir bakıma yüzeye çıkmıştır; yalnız kaynağına inilerek önlenebilecek boyutları aşmıştır. Kendi açılarından bu tehlikenin en belirgin görüntüsü de işçilerdir. Gençliği yola getirmek öğretmeni yola getirmek, artık onlar için geleceğin sorunu olmuştur. Günün sorunu işçilerdir. Bugün karşı karşıya kaldıkları, kendilerini karşı karşıya gördükleri ivedi ve büyük tehlike siyasal bakımından hızla bilinçlenen ve hızla örgütlenen, güçlü biçimde örgütlenen işçilerin bu çevreler açısından ortaya çıkardıkları tehlikedir. Bundan büyük ölçüde ürkmektedirler. Onun da ardında şimdiden bir saklı tehlike olarak, potansiyel tehlike olarak, köylüyü görmektedirler. Köylünün de işçi gibi bir tehlike haline gelmesini önlemek üzere, bir yandan toprak reformunu yozlaştırır, savsaklar ve engellerken öbür yandan kooperatifçilik hareketini baltalamaktadırlar; kooperatifçilik hareketini yozlaştırıp güçsüzleştirmeye çalışmaktadırlar. Bu konuşmamda daha çok sınaileşme sürecine demokratik rejim içinde giren bir toplumun bence en önemli sorunu olan işçi sorununa değineceğim. Bu, işçilerin, hakları için, adaletli bir gelir bölüşümü için, mücadelesi ve örgütlenmesi sorunudur, ve bu buna karşı bir kısım egemen güçlerin takındığı tavırla, izlediği, yürüttüğü mücadele ile ilgili sorundur. Öyle sanıyorum ki, Türkiye'nin şimdi en önemli sorunu budur.
26
Yakın gelecekte bu sorun daha da belirginleşecek, daha çok dikkatleri çeker durumuna gelebilecektir. Nitekim sözünü ettiğim egemen güçler, son zamanlarda gözlerini ve namlularını, yalnız gençlere değil, işçilere de çevirmeye başlamışlardır. Gözleri, yumruklarını, namlularını ilkin İzmir'de Tariş işçilerine, arkasından Seydişehir sanayi işçilerine yöneltmişlerdir. Sanıyorum ki yer yer işçiler arasına da kışkırtıcı ajanlar sokmaya başlamışlardır. Böylelikle demokrasiyi koruma ve haklarını sağlama mücadelesini dürüstçe, demokratik yöntemler içinde ve barışçı biçimde vermek isteyen işçileri iki ateş arasında bırakmaktadırlar. Bir yandan doğrudan doğruya bir kısım egemen güçlerin ateşi, bir yandan da işçilerin arasına soktukları bazı kışkırtıcı ajanların ateşi. Bu şekilde işçi hareketini de yozlaştırmaya uğraşmaktadırlar.
ÇALIŞANLARIN ÖRGÜTLENMESİNİ ÖNLEME VE ETKİSİZLEŞTİRME : İşçilere karşı bu mücadeleyi son haftalarda açık bir biçimde başlatmış olanların gözünde Türkiye'deki en ürkütücü gelişme, çalışanların örgütlenmesi ve örgütleri yoluyla yönetime, iktidara ağırlıklarını koyma yoluna girmesidir. Bu çevreler şimdi bunu önlemenin mücadelesini vermektedirler. Bunun için başvurdukları, denedikleri yöntemler şunlardır : Çalışanların örgütlenme hakkını sınırlamağa uğraşmaktadırlar. Bütün demokratik ülkeler kamu görevlilerine de sanayi işçileri kadar geniş sendika ve toplu sözleşme hakları verme yoluna giderken, Türkiye'de, tam tersine, kamu görevlilerinin zaten fazla bir yetkisi, hakkı olmayan sendikaları, bu amaçla yasaklanmıştır. Kamu görevlileri artık yalnız dernek kurabilmektedirler. Bu kuruluşlara da hiçbir hak tanınmamaktadır. Çünkü Türkiye'de, birazdan değineceğim gibi, derneklere, siyasetle ilgilenmek yasaklanmaktadır.
27
Bir yandan kamu görevlilerinin sendikal hakları, yani, hak korumak ve sağlamak için örgütlenme hakları ortadan kaldırılırken, bir yandan da kamu kesiminde çalışan işçilerin mümkün olduğu kadar büyük bir kesimi kamu görevlisi durumuna getirilmek istenmektedir. Anayasa ile tanındığı için hükümetlerce, iktidarlarca kısılamayan işçi haklarından da işçilerin bir bölümü bu yoldan yoksun bırakılmak istenmektedir, kamu görevlisine dönüştürülerek yoksun bırakılmak istenmektedir. Öte yandan, biraz önce belirttiğim gibi, derneklerin siyasetle ilgilenmeleri yasaklanmıştır. Oysa, derneklerin büyük çoğunluğu belli sosyal amaçlarla kurulur, belli sosyal sorunları çözmek için kurulur. Özellikle çoğulcu demokratik toplumda ise hiçbir sosyal sorunu ülkenin siyasal sorunlarından ayırma olanağı yoktur. Bir anlamda siyaset yapılmadıkça, siyasal tavır takınılmadıkça, hiçbir sosyal sorunu, özellikle demokratik bir toplumda, çözme olanağı yoktur. Öyle ise, derneklere "siyaset yapamazsınız" demek, onlara "siz dernek olamazsınız" demektir; "siz hiçbir sosyal amaca hizmet edemezsiniz" demektir. Çalışanların, halkın, örgütlenmesini, güçlenmesini önlemek isteyenler, böylece bir yandan da, dernek haklarını kısmak, dernekleri yozlaştırmak yoluyla bu amaçlarına erişebilmek istemektedirler. Bunun ötesinde yıllardır sendikaların siyasetle ilgilenmelerini önlemeye çalışmaktadırlar. Hiç değilse, sendikaların büyükçe bir kesiminde bu bakımdan başarı da sağlıya-bilmişlerdir. Ancak son zamanlarda işçideki siyasal bilinçlenme nedeniyle, bazı sendikalara rağmen, artık işçilerin siyasetle etkin biçimde ilgilenmesi önlenemez hale gelmektedir. Sendikaların siyasetle ilgilenmelerini önlemeye çalışırken, bazı siyaset adamlarının kullandıkları gerekçeler de çok ilginçtir.
28
Hani nasıl çocuklar evde konuklar için, itibarlı konuklar için alınmış pasta ve çukulataları yemesin diye, bazı analar, babalar «aman o acıdır, sakın ona dokunmayın» derlerse, siyaset adamları da işçilere, «sakın siyasetle uğraşmayın, siyaset çifkeftir, siyaset çamurdur» demektedirler. Ve o «çamur» un içine batma hakkını sadece kendilerine bir imtiyaz olarak saklamak istemektedirler. Oysa, siyaset toplumdan soyutlanmış bir oyun olduğu oranda çirkindir, o oranda çamurdur, o oranda çirkeftir. Bütün bunların toplumdaki, halktaki hızlı bilinçlenme karşısında ve halkın kararlılığı karşısında yetersiz ve geçersiz kalmakta olduğunu görenler, şimdi bir başka yönteme daha başvurmaya başlamışlardır. O yöntem de, işçilerin ve genel olarak halkın örgütlerini bölmektir. Bir yerde bir sendika güçleniyor mu hemen onun karşısına bir başka sendika dikmek; bir takım çıkarlar sağlayarak, her sendikanın içinde her zaman olmuş ve olacak rekabetlerden yararlanarak onun karşısına başka bir sendika çıkarmak... Öğretmenler dernek mi kuruyor, hemen onun karşısına bir başka dernek; memurlar dernek mi koruyor, hemen onun karşısına başka bir dernek çıkartmak... Öylece halkın örgütlenmesini etkisizleştirmek, halkın güçlenmesini önlemek istemektedirler. Toplumsal gelişmeyi bu yoldan da durduramayacaklarını anlayan çevreler şimdi daha başka bir yöntem de denemeye başlamışlardır. Sınıf kavgasına karşı olduklarını söyleyen bu çevreler şimdi işçi sınıfının içinde kavga çıkarmağa uğraşmaktadırlar. İşçi sınıfı başka bir sınıfla, bir kısım egemen çıkar çevrelerinin temsil ettiği sınıfla, etkin biçim de mücadele edebilme gücünü bulamasın diye, işçi sınıfını kendi içinde bölerek, işçileri birbirleriyle mücadeleye yöneltmektedirler. Bu, sömürücülerin ezeli kuralıdır : «Böl ve yönet», daha doğrusu «böl ve sömür» kuralı. Şimdi bunu işçiler arasında uygulamaya çalışmaktadırlar. Tabiî, bunu yaparken, başlangıçta işçilerden yana gibi görünmeye çalışırlar.
29
Nitekim, Almanya'daki Nazi hareketi de işçiden yana bir hareket gibi doğmuştur bir anlamda... Adı üstünde, «Nasyonal Sosyalizm», sosyalist bir hareket olma iddiası ile doğmuştu. İşin sosyalist tarafı da, milliyetçi tarafı da aslında bir aldatmaca idi. İşçiyi avuçlarının içine almak, onlara dayanarak bir faşist yönetim kurmak, ve büyük sermayeye, büyük çıkar çevrelerine hizmet etmek. Buydu oyunları... Bugün de aynı oyun oynanmaktadır. Bu arada tabiî, işçilere bir takım göstermelik yararlar da sağlanmak isteniyor. Ama nasıl sağlanmak isteniyor? Bazı sosyal güvenlik hakları genişletilerek... Bunun bedelini kim ödüyor? Bizdeki sosyal güvenlik sistemine göre yine işçiler ödüyor. Çünkü bizde sosyal güvenlik bazı İskandinav ülkelerinde olduğu gibi devlet bütçesinden sağlanmıyor. Bizde sosyal güvenlik büyük ölçüde sosyal güvenlikten yararlananların kesesinden sağlanıyor. Yararlananın kesesinden yararlanana bağışta bulunarak işçileri avutmaya çalışıyorlar. Fakat elbette, işçilerimizin büyük çoğunluğu bu oyuna da kanmayacak kadar akıllıdır ve bilinçlidir. Aslında hem o sosyal güvenlik haklarını sağlamak ve genişletmek gerekir ve mümkündür, hem de bunu işçilerin haklarını esirgemeden, işçilerin örgütlerini yozlaştırmadan ve bölmeden yapmak gerekir. Fakat dikkat ederseniz, bazı bölük pörçük sosyal güvenlik hakları dışında, daha doğrusu zaten tanınmış hakları orasından burasından geliştirme, genişletme dışında, işçilere hak verme eğilimi yoktur. Tam tersine, sağlanmış işçi haklarını kısma eğilimi vardır. Sözünü ettiğim bir kısım egemen güçlerde ve onların temsilcisi, savunucusu olan bugünkü hükümette, işçiye işçi cebinden yapılan bu türlü bağışlar dışında, işçi haklarını kısma ve etkisizleştirme niyetleri gittikçe ortaya çıkmaktadır.
30
BAZI «SAĞCI» GENÇLER DE OYUNU FARKEDİYOR : Kandırma oyunlarının farkına yalnız işçiler varmıyor; bir kısım egemen güçlere bir süre için alet edilen gençler de, yer yer ve bir ölçüde de olsa oyunun farkına varmaya başlıyorlar. Bundan birkaç hafta önce bir ilginç olay olmuştu. Nedense basına gereği gibi yansımadı o olay. Geçen yıl Kasım ayında bir gün o sağcı militan güçlerin ve partinin sözcüsü durumundaki gazetenin yayınevi önünde, bir grup «ülkücü» denen genç toplandı. O gazetenin nüshalarını yaktılar ve bir de protesto bildirisi verdiler o gazeteye. «Bu bildirimizi aynen ve manşetten yayınlamazsanız idarehanenizi de yakacağız» dediler. Kandırıldıklarını aldatıldıklarını artık farkettiklerini belirttiler. Sahte bir milliyetçilik ve sosyal adalet edebiyatıyla kandırılarak, çokuluslu şirketlerin, büyük petrol şirketlerinin çıkarlarını korumak üzere kullanıldıklarını söylüyor, «bu oyunu gördük, artık bu oyuna gelmeyeceğiz» diyorlardı. Gazete de bu bildiriyi manşetten yorumsuz yayınlamak zorunda kalıyordu. Demek ki, yanlız işçiler arasında değil, sağcı dediğimiz gençler arasında da bir ölçüde bilinçlenme başlamıştır. Bu protestoyu yapan gençler, bir bakıma hem çok dürüst, hem de çok akıllı davrandılar : Açıkta yaptılar eylemlerini. Böylelikle canlarını kurtarmış oldular. Aksi halde, «başbuğ»larının «davadan dönen olursa vurun» emrine kurban giderlerdi. Fakat şimdi öyle bir şey olursa katillerin kim olacağı bilindiği için kolay kolay vurulamıyacaklardır umarım. Açıklıkları, cesaretleri ve dürüstlükleri ile, topluma bir hizmette bulunurken kendi canlarını da eline düştükleri canilerden, eşkiyadan kurtarmışlardır.
TOPLUM VE SİYASET : Demin söylemiştim ki, siyaset ancak politikacılar ve partiler arasında, sırf onlar arasında oynanan bir oyun olursa, çirkinleşir, çamurlaşır. Ancak toplumdan soyutlanırsa işe yaramaz duruma gelir. Bir çoğulcu demokratik toplumda siyaseti sadece partiler ve politikacılar yapamaz.
31
Adı üstünde bu «çoğulcu» toplumdur, plüralist toplumdur. Çoğulcu toplumda halk değişik yollardan, değişik yöntemlerle ve değişik örgütler aracılığıyla, siyasete katılır, siyaset yapar, siya¬sete ağırlığını koyar. Siyaset ancak o zaman soyut bir oyun olmaktan çıkar, somutlaşır, ve o zaman toplum yararına işleyen bir faaliyet durumuna gelebilir. Fakat Türkiye'de halk örgütleri bölündükçe, engellendikçe veya güçsüzleştirildikçe politikacılar veya partiler dışında hemen hemen kimsenin siyasete etkin biçimde ağırlığını koyamaması gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bir kısım egemen güçlerin istediği de zaten budur. Şimdi ikibuçuk aydır, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalıştırılmıyor. Başkanlık divanını seçemediği için, komisyonlarını seçemediği için çalıştırılmıyor. Oysa Türkiye ve dünya bir takım ivedi sorunların gün yitirmeden ele alınmasını, çözülmeye başlamasını gerektiren bir ortamda. Böyle bir ortamda sırf Başbakanın ve Cephe partilerinin bir takım hesapları yürüyebilsin diye, bunun için zamana gerek duyuyorlar diye, Parlamento iki buçuk aydır çalışmaktan alıkonuluyor. Bütçe Komisyonu ancak dün akşam çalışmaya başladı. Fakat yanılmıyorsam dün akşama kadar daha bütçenin gerekçesi üyelere verilmemişti. Etkin ve aktif siyaset büyük ölçüde politikacıların ve partilerin tekelinde tutulduğu için, onlar arasında oynanan soyut bir oyun olarak tutulabildiği için, toplum tepkisinin ağırlığı Parlamentoda duyulmuyor. Oysa böyle bir ortamda, Dünyanın ve Türkiye'nin böyle bir aşamasında, Parlamentonun sırf bir takım partilerarası veya hükümet içi oyunlar dolayısiyle iki buçuk ay çalışmaktan alıkonulması demokrasinin normal işlediği bir ülkede olsa, ortalığı birbirine katardı. Bırakın iki buçuk ayı, iki buçuk gün bile bu oyunları sürdürme olanağını bulamazdı siyaset adamları ve partiler. Bu oyun nasıl iki buçuk ay sürdürülebildi? Çünkü tepki gelmiyor. Toplumda tepki var. Fakat bu tepki dolmuştadır, bu tepki Parlamentonun yüzlerce kilometre uzağındaki bir köyün kahvesindedir veya bir kaç kilometre ötedeki bir gecekondu kahvesindedir.
32
Parlamentonun duvarları ise kalındır. Orada tur atmaktan dışarı çıkıp halkın arasına girmeğe vakit bulamamaktadırlar parlamenterler, ve parlamentonun kalın duvarları ardında kulakları da sağırlaşan bir takım politikacılar rahat rahat oyunlarını oynıyabilmektedirler; kol bükme sporlarını, politika cambazlıklarını yapabilmektedirler, politikayı çamurlaştırabilmektedirler. Oysa halkın örgütlenmesi demek, halkın örgüt olarak her gün parlamentonun duvarları içinde varlığını, gücünü, sesini duyurabilmesi demektir. Halkın serbestçe örgütlenebilmesi ve örgütlerini serbestçe güçlendirebilmesi siyasete, yönetime ve iktidara ağırlığını yeterince koymasını sağlıyabilecektir. O zaman bu oyunların hiçbiri oynanamıyacaktır. O zaman politika çamurdan çıkıp temizlenecektir ve halk yararına, toplum yararına işleyecektir.
İŞÇİ HAREKETİNİN BİRLEŞMESİ VE PARTİSİYLE BÜTÜNLEŞMESİ İşçi hareketinin de, demokratik sol hareketin veya onunla aynı doğrultudaki bazı sosyal demokrat hareketlerin de güçlü olduğu ülkeler, demokratik sol bir siyasal partiyle işçiler arasında bütünleşme ölçüsüne varan bir işbirliğinin kurulabilmiş olduğu ülkelerdir. Bu işbirliğinin kurulamadığı ülkelerde, güçlü sendikalar olabilir, demokratik sol partiler, sosyal demokrat partiler, sosyalist partiler de olabilir; ama hiçbiri güçlü değildir; o ülkelerden hiç birinde sol partiler kolay kolay iktidar olamamaktadır, iktidar olsa da etkili olamamaktadır, kendi doğrultusunda, çizgisinde kalamamakta-dır veya iktidarı yeterince elinde tutamamaktadır; öte yandan işçiler iktidara ağırlığını koyamamaktadır, sanayiciler huzursuzluktan, tedirginlikten kurtulamamaktadır, ekonomide ve siyasette ve toplum yaşamında istikrar sağlanamamaktadır.
33
Bunlar nerede sağlanabiliyor?... İşçinin yönetime ağırlığını koyması, iktidara ağırlığını koyması, demokratik sol veya sosyal demokrat partilerin uzun ömürlü ve etkin iktidarlar oluşturabilmesi ve toplumda bir yandan en ileri ölçüde işçi hakları, çalışanların hakları, ve sosyal adalet, sosyal güvenlik sağlanırken, bir yanda da ekonominin aksamadan işlemesi, hangi ülkelerde gerçekleşebiliyor? Ancak, demokratik işçi hareketiyle demokratik sol siyasal hareketin tam bir bütünleşme halinde olduğu ülkelerde gerçekleşebiliyor. Onun için de bizim, demokratik sol bir parti olarak o gibi ülkelerin sosyal demokrat partileriyle yakın ilişki kurmamız, Türkiye'de işçileri bölmeğe ve güçsüzleştirmeye çalı¬şan, bu oyunu işçilerin aralarına da girerek sürdürmeğe uğraşan bir sağcı militan siyasal örgütü çok tedirgin etmiştir. Bu konudaki hücumları bir rastlantı değildir, iyi hesaplanmış bir çıkıştır. Biz daha önce bazı komünist ülkelerin partileriyle de ilişki kurduk. O zaman bu ölçüde haykırmadılar, bizi MİT'e, Genelkurmay Başkanına, Savcılığa, Milli Güvenlik Kuruluna şikâyet edecek ölçüde tepki göstermediler. Komünist partilerle ilişki kurduğumuz zaman bu ölçüde tepki göstermediler. Birçoklarının bilmediği bir gerçek vardır. Türkiye'de komşu ülkelerin komünist partileriyle, bizim görüşümüze göre ülke yararına olarak ilk ilişkiyi kuran parti Cumhuriyet Halk Partisi değildir. Ya hangisidir? Adalet Partisidir. Bizden daha önce başlamıştır ilişkileri... Basının ilgisini çekmemiştir, fakat tarihleriyle biliyoruz, hangi komünist partisinin davetlisi olarak Adalet Partisi ne zaman hangi komşu ülkeye gitmiştir, onlardan ne zaman Türkiye'ye Adalet Partisinin çağrılısı olarak heyet gelmiştir, bunları ben tarihleriyle biliyorum. Ama buna karşı da, bazı komşu ülkelerin komünist partileriyle bizim ilişki kurmamıza karşı da fazla bir tepki gösterilmemiştir. Ne zaman bu tepki en şiddetli biçimde gösterilmiştir? Komünistlikle uzaktan yakından ilgisi olmayan, tam tersine, komünizmin en demokratik fakat en etkin önleyicisi olduğu bilinen sosyal demokrat hareketlerle ilişki ve işbirliği kurmamızla birlikte, işçi hareketini etkisiz kılmak isteyenlerin tedirginliği ve tepkileri artmıştır.
34
Hele aynı doğrultuda partilerden oluşan Sosyalist Enternasyonale Cumhuriyet Halk Partisinin katılma olasılığı belirince kıyameti koparmaya başlamışlardır. Bu konuda en sert tepkilerini bu aşamada göstermekte kendi açılarından haklıdırlar. Çünkü o ülkeler, sosyal demokrat partilerle demokratik işçi hareketinin ileri ölçüde bütünleştiği ülkelerdir ve elbette bizim de bu konuda o ülkelerden alacağımız bir ders vardır. O dersi almanın ve o dersin gereğini yapmanın zamanı artık gelmiştir. Bu konuda yitireceğimiz zaman yoktur. Konuşmamı özellikle bu konuyu vurgulayarak tamamlayacağım. Değil mi ki, Türkiye'nin demokratik sol partisi Cumhuriyet Halk Partisidir, bu parti Türkiye'deki demokratik işçi hareketiyle bütünleşecektir. Bütünleşmeye mecburdur.
DEMOKRATİK SOLUN ÇOĞUNLUK OLUŞU : Sınaileşme sürecindeki bir ülkede veya sınaileşmiş bir ülkede işçi hareketiyle başarılı biçimde bütünleşmiş bir demokratik sol veya sosyal demokrat hareket var ise, o ülkede iktidar belirlenmiş demektir. O ülkede artık, sürekli olarak iktidar olabilecek olanlar sadece demokratik solcular veya sosyal demokratlardır. Her zaman sayısal çoğunluk olarak değil.. Sayısal çoğunluk olmadıkları zaman da, siyasal çoğunlukturlar. Demokrasi bütün kurallarıyla işler, karşılarında tutucu partiler çoğunlukta olabilirler, fakat «gelin kurun hükümeti» denir, genellikle kuramazlar. Çünkü demokratik sol hareketle bütünleşmiş bir demokratik işçi hareketi karşısında, sınaileşen bir toplumun yükünü, sorumluluğunu tutucu partiler olarak taşıyamazlar. Arasıra iktidara gelirler, ama çok kalamazlar, çoğu 'kez' kendiliklerinden giderler.
35
Fakat, demokratik işçi hareketiyle demokratik sol hareketin bütünleştiği ülkelerde uzun süreli ve etkili iktidarı ancak demokratik sol veya sosyal demokrat partiler kurabilir. Onun için, kendi çıkarlarına uygun düşen düzeni sürdürmek isteyen bazı tutucu güçler iş işten geçmeden önce, bir yandan Türkiye'de demokratik işçi hareketini bölmek, güçsüzleştirmek, işçi hareketinin kendi doğrultusunda bir siyasal parti ile bütünleşmesini önlemek bir yandan da böyle bir bütünleşmenin adayı olabilecek partileri yıldırmak, güçsüzleştirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Cumhuriyet Halk Partisine karşı bunu denediler. Ama bizi yıldıramadılar; onlar üstümüze yürüdükçe güçlendik, dövüldükçe çelik-leştik. Fakat şimdi işçileri bölmeğe, işçileri siyasetten uzaklaştırmağa, işçileri kendi aralarında bir sınıf-içi kavgaya yönelterek, demokratik ve anayasal sınıflararası mücadeleden alıkoymaya, siyasetten uzak tutmaya çalışmaktadırlar. Bir demokratik ülkede bir demokratik sol parti, demokratik işçi hareketiyle bütünleştiği vakit, iktidar neden belirlenmiş olur? O demokratik sol parti neden uzun süre iktidar olma, etkin bir iktidar olma şansına kavuşmuş olur. Çünkü, bir sanayi toplumunda veya hızlı sınaileşme sürecine giren bir toplumda, işçiye rağmen, hattâ işçi yönetime ortak edilmeden, devlet yönetiminin sorumluluğunu paylaşmadan ülke kolay kolay yönetilemez. Yönetime katılmak, aynı zamanda sorumluluğa katılmak demektir, işçinin sorumluluğa katılması, gönüllü olarak, kendi rızasıyla, devlet yönetiminin sorumluluğuna katılması sağlanmadan, bir sanayi ülkesinin veya sınaileşme sürecindeki ülkenin sorunları çözülemez. Başka türlü yönetilmeye kalkışıldığı vakit, huzursuzluklar içinde, bunalımlar içinde, ekonomik duraklamalar ve dengesizlikler içinde bocalamaktan kurtulamaz. Böyle bir ülkede gerçek sanayiciler bile huzura, güvenliğe kavuşamazlar, geleceğe güvenle bakarak yatırım yapamazlar.
36
SENDİKALARDA SİYASETE KATILMA TARTIŞMASI : Sendikalar siyasete katılmalı mı, karışmalı mı, yoksa katılmamalı, karışmamalı mı? Dünyanın hiçbir yerinde rastlanmadığını sandığım o acayip tartışma, çağdışı tartışma, halâ sürdürülüyor. Çağdışı da değil, akıl ve bilim dışı tartışma. Çünkü işçi hem örgütlenecek hem de siyaset yapmadan, siyasete karışmadan sosyal haklarını sağlıyabilecek, güvenceye bağlıyabilecek, işçinin gönlünce, işçinin mutlu olabileceği, işsizin ezilmekten kurtulabileceği bir toplum düzeni kurulabilecek, buna olanak yoktu*-. Sendikalar elbette siyasete katılacaktır, karışacaktır. Ama Türkiye'de halâ bunun mücadelesi, tartışması yapılıyor. Kusura bakmasın bazı sendikacı arkadaşlarım, bunun için halâ seminerler düzenleniyor. İşçiler kendi aralarında bu tartışmayı yapmıyorlar tabiî. İşçi ne yapacağını biliyor... O kendi örgütleri o yola gitmediği zaman bile, kendi olanaklarını zorlayarak, en azından seçim gününü gözeterek, yapacağını biliyor... İşçi olarak siyasetle ilgileniyor. Sendikalar siyasal amaçlı çalışma yapmadığı vakit, işçi, kendi partisini arıyor buluyor, o partinin içinde güçlenmeye çalışıyor. İşçiler arasında çok şükür bir gereksiz tartışma yok. Ama bazı sendikalarda maalesef bu acayip tartışma halâ sürdürülmek isteniyor. Bu tartışma sür¬dükçe ve işçiler sendikaları yoluyla siyasete katılma olanağından yoksun tutuldukça; işçilere karşı oynanan oyunlar sürüp sendikalar, örgütlenmiş işçi hareketi bölündükçe işçiler siyasete yeterince etkin biçimde ağırlıklarını koyama¬mış olacaklardır; ve, demin söylediğimi bu kez tersine çeviriyorum, sayısal çoğunluk olduklarında bile, siyasal çoğunlukları olamıyacaklardır. Sendika hareketi iki yoldan tatmine çalışılıyor. Birincisi, biraz önce belirttiğim gibi, işçilerin kesesinden işçilere sosyal güvenlik bağışında bulunarak; ikincisi göstermelik olarak bir kaç sendikacı ara sıra şu veya bu partiden milletvekili yapılarak...
37
Elbette örgütlenmiş işçi hareketinin siyasete ağırlığını koyması kavramı içinde, yalnız bazı sendikacıların değil, sendika yöneticisi olmayan bazı işçilerin de milletvekili olmaları yer alır, büyük ölçüde yer almalıdır; ama işçinin siyasete katılması, sadece bazı sendikacıların veya işçilerin milletvekili olmalarından ibaret değildir. Eğer bundan ibaret sayılırsa, birkaç ayı geçmez o sendikacı veya işçi milletvekillerinin de çoğu herhangi bir milletvekilinden farksız bir politikacıya dönüşür. O da işçiden kopar ve yabancılaşır. Elbette hepsi için söylemiyorum bunu, ama genel olarak, işçiler, örgütleri ile siyasete katılmayıp, ara sıra birer sendika temsilcisini Parlamentoya göndermekle, yönetime ağırlıklarını koymuş olamazlar. Nasıl ki, 1960'larda bizim hazırladığımız 440 sayılı yasanın tüzüklerle, yönetmeliklerle yozlaştırılması sonucu, kamu iktisadi teşebbüslerinde, sendika üst kuruluşlarının, işçiye danışmadan, işçinin çoğu kez tanımadığı bir temsilciyi yönetim kuruluna üye olarak göndermesi, işçinin kamu kesiminde yönetime katılmasını sağlamaya yetmediyse, işçinin siyasete ve devlet yönetimine ağırlığını koyması da ara sıra bir-iki sendika liderinin Parlamentoya girebilmesiyle sağlanamaz. Elbette o da olacaktır. Bugünkünden çok fazla olacaktır. Ama, bazı partilerin zaman zaman gönüllerinden kopup kontenjan vermesiyle veya bir sendikacının çıkıp kendi kişisel gücüne ya da örgütünün yerel gücüne dayanarak milletvekili olmasıyla değil, ancak demokratik işçi hareketinin kendi partisini bulup, onunla bütünleşmesiyle, işçiler, gerçek anlamda ve etkin biçimde siyasete ağırlıklarını koyabileceklerdir.
38
Kuzey ülkelerinde, örgütlenmiş işçiler yalnız kendi partilerini bulup onunla, o partiyle bütünleşmiş değiller. Demokratik işçi hareketi, o ülkelerde, hükümetle de, devletle de bütünleşmiş. Bir sanayi toplumu içinde devlet öyle ayakta durabiliyor; hattâ özel kesim sanayii öyle ayakta durabiliyor. Dünyayı az çok bilen bazı iş adamları, biz Kuzey ülkelerinden, İskandinav ülkelerinden söz ettikçe, «iyi ama» derler «orada özel sektör şu kadar geniş...» Onu ben de biliyorum. Benim de ona itirazım yok. Ama orada gerçeğin iki yanı var. Orada aynı zamanda demokratik işçi hareketi partisini bulmuş, partisiyle bütünleşmiş ve partisini iktidara getirip onunla birlikte iktidara oturmuş. O nedenle de, orada, sanayici dahil herkes için huzur var, herkes için güvenlik var, herkes için sosyal adalet var. O ülkelerde, siyasal karar mekanizması, yalnız siyaset adamları tarafından işletilmiyor, bir çok durumlarda işçilerle siyaset adamlarının karma kuruluşları gibi işletiliyor. İşçileri bölmek, güçsüzleştirmek ve siyasetten uzak tutmak için, hattâ mümkün olduğu kadar kendilerini sömürenlerin bekçisi, onların çıkarlarının bekçisi olarak kullana¬bilmek için, daha çirkin oyunlar de döndürülüyor Türkiye'de. Bazı egemen güçler, sorumlusu bulundukları işsizliği de, işçiler aleyhinde ve işsizlerin kendi aleyhinde kullanmak üzere tertipler yapıyorlar. Türkiye'de bugün bir «lümpen proletarya», yani boşlukta, açıkta duran, geleneksel çevresinden kopmuş, yeni çevresini ve sınıfını bulamamış bir kitle var. Bunların güçsüzlüğü, işsizliği, çaresizliği istismar ediliyor ve bunlarla, iş bulma mutluluğuna erişmiş işçiler, birbirine kırdırılmak isteniyor. Türkiye'de bugün oynanmakta olan en çirkin, en bayağı, en insanlık dışı oyun budur. Ama ben isterseniz daha ağır sözler söyliyeyim, sözle önlenemez bu. Bu ancak, Türkiye'de işçi örgütlerinin, işsizlik sorununu da kendi sorunları bilmesiyle önlenir; işsizleri de sömürücülerin elinden kurtarmasıyla önlenir.
39
Bu da, ancak, işçilerin iktidar olmasıyla sağlanabilir. İşçiler iktidar olacak ki, kendi sorumluluklarını taşıdıkları gibi, kendileri dışında, toplumdaki tüm çaresizlerin ve ezilenlerin de sorumluluğunun kendilerine düştüğünü görsünler; onların sorunlarını da çözme yetkisinin kendi ellerinde olduğunu görsünler; «lümpen proleterya» denilen, kopmuş, ezilmiş, çaresiz, işsiz insanların sorunlarını da, kendi sorunları bilebilsinler; işçilerle işsizler arasında bir acıklı sınıf-içi savaşı kendi elleriyle enleyebilsinler. Yoksa ben istediğim kadar bağırayım, demin kullandığımdan daha ağır sözler, daha haklı sözler söyleyim, benim gücüm, partimin gücü tek başına bu sorunu çözmeye yetmez.
ÇAĞRI : Konuşmamın sonlarına gelirken, düşüncemi ve çağrımı, 3. Demokratik Sol Düşünce Forumu vesilesiyle, açık-seçik ortaya koyuyorum. Biz Türkiye'nin başlıca demokratik sol partisi olarak, bu konuşmamda belirttiğim «böl ve sömür» oyunlarını bozmak zorundayız ve bozmaya kararlıyız, bu oyunları bozacağız. Bunun için de, Türkiye'deki demokratik işçi hareketinin ilkin kendi içinde birleşmeye çağırıyorum, sonra da Cumhuriyet Halk Partisiyle bütünleşmeye çağırıyorum. Böyle bir bütünleşmeye dayanmadıkça ne bir demokratik sol parti uzun süre güçlü kalabilir, ne de bir demokratik işçi hareketi güçlü olabilir. İkisi de bölünmeye mahkûm olur. ezilmeye mahkûm olur. Bu bütünleşmeyi gerçekleştirmek zorundayız. Bunu gerçekleştiremezsek, biz uzun süre gerçek bir demokratik sol parti olarak kalamayız. Bir süre daha kalırız. Çünkü, örgütlerinin dışında işçilerle bugün düşüncede ve duyguda birleşmiş durumdayız. Ama daha gerçek, daha somut bir bütünleşmeye dönüşmeden, bu ilelebet böyle süremez.
40
Hele bu «böl ve sömür» oyunları sürdükçe, işsizliğin arttırılıp işçiye karşı istismar edilmesi oyunları sürdükçe, bizim yalnız düşüncede ve duyguda işçilerle birlik olmamızla sorun, ne işçiler için çözülebilir ne de demokratik solcu Cumhuriyet Halk Partisi için çözülebilir. Onun için, yasaların, de¬mokratik kuralların elverdiği veya gerektirdiği ölçüde biz bu bütünleşmeyi sağlamaya mecburuz. Demokratik sendika hareket bizim uzattığımız ele elini uzatır, elele veririz, bunu bir anda sağlarız. Elini yeterince uzatmaz, kimi uzatır, kimi uzatmaz, böyle bir durumla karşı karşıya kalırsak, biz, karınca gibi temelden çalışmaya başlarız. Tavanda elele verebileceğimiz o bütünleşmenin sağlanamayacağını görürsek, işçiyle tabandaki bütünleşmemiz üstüne yeni bir yapı kurarız. Yapabilir miyiz, yapamaz mıyız, bunu söylemiyorum. Yapmaya mecburuz, diyorum. Değil mi ki bütün o «böl ve sömür» oyunlarına, sendikaların siyasetten uzak durmaları yolundaki bütün öğütlere rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi, demokratik solda yerini aldıktan sonra, tabandaki işçiyle böylesine bütünleşebilmiş ve son kısmi seçimlerde % 44 oyla Türkiye'nin en güçlü partisi durumunu sürdürebilmiştir, demek ki biz istersek, akıllı davranırsak bunu yapabilecek güçteyiz, O halde yapmağa mecburuz ve yapacağız... Çağrımı açık yapıyorum. Yitirilecek zamanımız yoktur. Zaman yitirirsek, öldürülen işçilere yazık olur, öldürülen gençlere yazık olur, içinden kundaklanan demokrasiye yazık olur. İşçi hareketi, sendika hareketi, ilkin kendi içinde birleşmelidir, sonra da kendi partisiyle bütünleşmelidir. Bu parti, bizim gözümüzde Cumhuriyet Halk Partisidir. İşçi örgütleri onu beğenmezler, başka bir seçme yapabilecek durumdalarsa o seçmeyi yaparlar, ve demokratik işçi hareketiyle bütünleşmiş bir siyasal demokratik hareketi oluşturmanın gereğini yerine getirirler, getirmelidirler. Bu, onların işçilere karşı ödevidir, sorumluluğudur.
41
Bu olmazsa, ben yine söylevler vereceğim, beni üç yüz bin kişi dinliyecek İstanbul'da, kış ortasında Diyarbakır'da elli bin kişi dinliyecek; Seydişehir'de, İstanbul'da, işçi yine direnecek; sosyal sigortalarda işçi haklarından yok-sunlaştırılmak için memurlaştırılan işçi yine karda, kışda açıkta bekliyecek. Halk belki yine seçimden seçime gidip bütün oylarını Cumhuriyet Halk Partisine verecek. Fakat bunların hiçbiri gençlerimizi de, işçilerimizi de, demokrasi¬mizi de ölümden kurtarmağa yetmeyecektir. Kurtuluşun tek yolu vardır : İşçilerin bir demokratik sendika hareketinde birleşmesi ve işçi hareketinin bir demokratik sol siyasal hareketle bütünleşmesi... Bunun zamanı gelmiştir ve yitirilecek daha fazla zamanı¬mız yoktur. Ama kolay mı bu?... Elbette kolay değil, siyasette olduğu gibi, hepsi ayrı ayrı kürsülerde ders okutan üniversite hocaları arasında bile çoğukez olduğu gibi, elbet¬te sendikalar arasında da, sendika yöneticileri arasında da rekabetler vardır, çekişmeler vardır ve olacaktır. Hattâ yerine ve zamanına göre çıkar kavgaları vardır ve olacaktır. Onun için, kendimi aldatmıyorum, hayâl kurmuyorum. Aralarında bu bütünleşme birdenbire ve kolsy olmaz. Ama bunun adımlarını, toplumun kendilerini zorladığı ölçüde, toplumdaki gelişmelerin zorladığı ölçüde atmalıdırlar. Bize zaman zaman sendikalardan, sendika liderlerinden öğütler gelir : «Niçin memleket menfaatleri uğrunda partiler olarak birleşmiyorsunuz, bir araya gelmiyorsunuz, işbirliği yapmıyorsunuz?», derler... Ben aynı soruyu şimdi kendilerine soruyorum: «Niçin demokratik işçi haklarının tek ve kaçınılmaz güvencesi olan demokrasiyi yaşatmak uğrunda elele vermiyorsunuz? Aranızda çıkar kavgaları olabilir. Birbirinizi beğenmiyebilirsiniz; hatta ekonomik ideolojileriniz arasında küçük büyük bazı farklar olabilir.
42
Ama eğer toplu sözleşme ve grev hakkının, eğer özgür sendikacılığın, özgürlükçü demokrasiden başka bir rejimde yaşamayacağını biliyorsanız, bunda bileşiyorsanız, en azından bunda elele vermelisiniz.» Ben siyaset alanında, bu noktada, herhangi bir partiyle, baş rakibimiz olan Adalet Partisiyle bile elele vermeye hazır olduğumuzu söyledim. Ne şartla? Demokraside birleşmek, demokrasinin ne olduğunda birleşmek, demokrasinin kurallarında birleşmek şartıyla... Ve «hükümet kurmak için işbirliği yapmasak bile, demokrasiyi kurtarmak için işbirliği yapalım» dedim. Fakat Adalet Partisiyle bu temel kurallarda anlaşamadığımız görüldü. Şimdi Türk işçi hareketine açık çağrıda bulunuyorum : — Aralarında ne kadar çekişme bulunursa bulunsun, bazı konularda ne kadar görüş ve davranış ayrılığı olursa olsun, özgürlükçü demokrasiye inanan, özgürlükçü demok¬rasinin demokratik işçi hareketi için kesin, vazgeçilmez koşul olduğunu bilen tüm işçi sendikaları, sendika üst kuruluşları, iş yerlerinde vurulan işçilerin başı için, işçi - memur ayrımı keşmekeşinde, kış ortasında aç ve açık bırakılan işçilerin hakkı için, işsizlerin, ezilenlerin kurtuluşu için, ve demokrasiyi yaşatmak için, işçileri ve gençleri daha çok kurşunlatmamak için, elele vermek zorundasınız! Bizim uzattığımız kadar açık ve güçlü bir el uzatılmazsa, biz gerçek bir demokratik sol parti olmanın gereğini yapacağız. Karıncalar gibi, veya bir yapıyı temelden kuran işçiler gibi, bu bütünleşmeyi örgütsel, kurumsal olarak kendimiz kuracağız. Bunun, elbette, parti olarak, örgüt olarak yollarını bulacağız. Bundan önce de yasal yollarını gerçekleştirmeye çalışacağız. Bir kere referandum hakkını, yani işçinin sendika seçme, toplu sözleşme yetkisi verilecek sendikayı belirleme hakkını, özgürlüğünü gerçekleştirmek için mücadele vereceğiz. Öylelikle işçinin kendisi, sendikal hareketi birleşmeye, daha temizlenmeye, daha demokratikleşmeye doğru yöneltecektir.
43
İŞÇİ - MEMUR AYRIMI : Bunun dışında işçi - memur ayrımına son vermenin yollarını arayacağız. Nasıl son verilir bu soruna? Bu sorun nasıl çözülür? Bu sorun, şimdiye kadar işçi nedir, memur nedir tanımı yapılmakla çözülmeğe çalışıldı. Bu sorun böyle çözülemez. Nitekim, geçen gün bir değerli sendikacı milletvekili arkadaşım bana çok haklı bir şey söyledi : «Ben, bazı sendika yöneticilerine dedim ki,» dedi, «işçi-memur ayırımının geçerli bir tanımını halâ yapamadılar diye hükümetlere ne kızıyorsunuz? Siz kendiniz bunun tanımını yapıp da hükümetlere verebildiniz mi?... Hayır, veremedik dediler, yapamadık dediler». Yapamazlar da... Çünkü çağımızda artık, kim işçidir, kim memurdur, kim kol işçisidir, kim kafa işçisidir, bu ayrımlar eskisi gibi yapılamıyor. Çağımızın teknolojisi başka, çağımızın toplumu başka... Bir yerde beden işçisi gibi görünen kimse, bir anlamda kamu görevlisinin, memurun yapması gereken işi yapıyor. Bir bakıyorsunuz bazı kamu görevlileri beden işçilerinden daha ağır iş yapıyor. Teknik anlamda, hukuk anlamında işçi sayılması gereken bir kimse, otomasyona geçilmiş bir endüstride, sadece günde birkaç defa parmağını kaldırarak bir atölyeyi işletebili¬yor. Böyle bir ortamda işçi - memur ayrımı yapılamaz artık... Onun için de bu ayrımın tanımlaması yapılamıyor. Hak¬lar ve özgürlükler bakımından işçi - memur ayrımı kaldırılacaktır. Herkes aynı haklara kavuşacaktır. Başka çözümü yoktur bunun. Başka çözümü bulunabilecek olsaydı, demokrasi konusunda bizden çok daha tecrübeli olan devletler, bunun çözümünü kolayca bulurlardı. Oysa o ülkelerde de çözülememiştir bu sorun. Çözülemez de... Çünkü sınaileşme sürecine giren bir demokratik toplumda artık işçi - memur ayrımının teknik ve sosyal temelleri sarsılmakta, yıkılmaktadır.
44
Bu sorun ancak, işçi - memur ayrımı diye bir ayrım yapılamıyacağının kabul edilmesiyle ve tüm memurların, daha doğru bir deyimle tüm kamu görevlilerinin, bütün işçi haklarına kavuşmasıyla ortadan kalkmış olur. Örnek almağa çalıştığımız bütün demokratik ülkelerde bu sorun böyle ortadan kaldınlabilmiştir. Çözülmemiştir, ortadan kaldırılmıştır. Şimdi Türkiye'de bazı kurnaz çevreler, bu yaklaşımın tam tersini uygulayarak sorunu ortadan kaldırmağa özeniyorlar: İşçilerle kamu görevlilerini işçi haklarında birleştirmek yerine, işçilerle kamu görevlilerini, kamu görevlilerinin hak yoksunluğunda birleştirmeğe kalkışıyorlar. Bu amaçla bir yandan gözleri tutarsa, demokratik işçi haklarını kısmağa, bir yandan da, fırsatını buldukça kamu kesimindeki işçileri kamu görevlisi statüsüne geçirmeğe uğraşıyorlar. Fakat, tabii ki, bu kurnazlığı yürütemiyeceklerdir, bu¬nu başaramıyacaklardır. Başarmağa uğraştıkça huzursuzluğu arttıracak, sorunu büsbütün ağırlaştıracaklardır. Çünkü bu yaklaşım, çağın gerçeklerine ve toplumumuzun gelişme doğrultusuna ters düşmektedir. Bu yolu deneyenler, kendilerini akıllı sanıyorlar. Oysa toplum gerçeklerine ve toplumun gelişme doğrultusuna ters düşen yaklaşıma akıllılık denmez, ancak kurnaklık denir, kurnazlığın da ömrü kısa olur. Bu kurnazlık geçerli olmayacaktır, sonunda işçilerle kamu görevlileri, işçi haklarında birleşeceklerdir. Aralarında haklar bakımından ayrılık kalmayacaktır. Hemen hemen bütün Batı ülkelerinde, demokrasinin kökleştiği bütün ülkelerde bu sorunun altından ancak böyle kalkılabilmiştir. Başka türlü kasılabildiğini bilen varsa, çıkıp ortaya koymalıdır, örneğini göstermelidir.
45
DEMOKRATİK SOL BİR PARTİDE İŞÇİ - KÖYLÜ ELELE : Her ülkenin sosyalist hareketi veya sosyal demokrat hareketi, demokratik sol hareketi ancak kendi ülkesinin somut gerçeklerine dayandığı, o gerçeklerden esinlendiği ve o toplumun somut sorunlarına geçerli çözümler önere-bildiği, getirebildiği oranda başarılı ve uzun ömürlü olur. Onun için biz, elbette bizden önce ve bizim dışımızda yapılmış başarılı demokratik sol veya sosyal demokrat uygulamalardan, esinlenmeye çalışacağız, ama herşeyden önce kendi toplum koşullarımızı gözönünde tutacağız. Türkiye nüfusunun % 60'ından fazlası halâ köylüdür. O halde, bazı teoriler ne derse desin, Cumhuriyet Halk Partisi, bir demokratik sol parti olarak, işçiyle bütünleşen bir parti olacaktır ama sadece işçiyle bütünleşen bir parti de olmayacaktır. Demin, daha ben bunları söylemeden önce, bu salonda beni dinliyen bazı genç arkadaşlarım, «işçi - köylü elele» diye bir slogan haykırdılar. Bu slogan, «İŞÇİ. KÖYLÜ ELELE» sloganı, Türkiye'nin, bugünkü Türk toplumunun, somut koşullarından ve gerçeklerinden doğmuş bir slogandır. Bizim sloganımızdır. Köylü ve işçi, demokratik solcu Cumhuriyet Halk Partisinin, başlıca dayanakları olacaktır. Burada, «işçi» derken, tabiî tüm çalışanları, yaşamlarını emeğiyle kazananları belirtiyorum. Eskiden, kökenlerinde Marksist oldukları için veya belki Marksizm! de çok dar biçimde yorumladıkları için, başka ülkelerdeki bazı sosyal demokrat partilerin bir asır önceden düştükleri yanılgıya biz düşmeyeceğiz. Yani kendimizi yalnız işçilerin partisi saymıyacağız, işçisiyle, köylüsüyle, tüm çalışanların partisi olacağız. Başlangıçtaki o yanlış yorumları ve tutumları nedeniyle, bugün bizim bazı bakımlardan imrendiğimiz ve bir ölçüde veya geniş ölçüde başarılı olduğunu gördüğümüz sosyal demokrat hareketlerin bir zaafı, köylünün örgütlenmesini, tarihsel süreçde sağ partilere kaptırmış olmalarıdır.
46
Bu konuda büyük bir fırsat kaçırmışlardır geride bıraktığımız dönemde... Sosyalist hareketi veya sosyal demokrat hareketi yalnız işçi hareketi gibi görmüşlerdir. Köylüyü büyük ölçüde ihmâl etmişlerdir ve o ülkenin bazı sağcı partileri de köylüyü, köylü yararına örgütleme akıllılığını göstermiştir. Toprak reformuna sahip çıkarak, kooperatifçiliğe sahip çıkarak, genişçe bir köylü kesimiyle bütünleşebilmişlerdir. Biz, tecrübelerinden yararlanmağa çalıştığımız hareketlerin yaptıklarından olduğu kadar, eksik bıraktıklarından da gereken dersi alacağız. Kendi ülkemizin somut koşullarını da gözönünde tutacağız. Ve yalnız sendikalara değil, kooperatiflere de, özellikle köylülerin kooperatiflerine de dayanacağız. Bizdeki sağcılar, Kuzey ülkelerindeki sağcı partiler kadar, onların bundan bir asır önce olabildiği kadar akıllı olamıyorlar. Bir bakıma da olmak ellerinde değil. Çünkü büyük toprak ağalarıyla bütünleşmiş haldeler. Onların çıkarlarını savunmak zorundalar. O yüzden köylüye sahip çıkamıyorlar. O yüzden toprak reformunu da kooperatifçilik hareketini de baltalama gereğini duyuyorlar. Bu bizim önümüzde bir tarihi fırsattır ve kıvançla söyleyebilecek durumdayım ki, bugün bu tarihi fırsatı yalnız Cumhuriyet Halk Partisi, bir demokratik sol parti olarak, değerlendirmekle kalmıyor. Türkiye'deki köylü kooperatifçiliği hareketi de bu fırsatı değerlendiriyor ve kooperatifçilik hareketiyle Cumhuriyet Halk Partisindeki demokratik sol hareket bir fiili bütünleşme içine girip, biribirinden güç almağa başlamış bulunuyor.
47
ÜÇ AYAKLI ÖRGÜTLENME : Türkiye'de veya herhangi bir ülkede tek başına bir demokratik sol örgütlenme olamaz. Biz bugün Türkiye'nin en güçlü partisiyiz. Bir hamlede oylarımız % 27'den % 33'e çıktı, iki ay geçmeden % 33'den % 38'e çıktı. İki yıl geçmeden % 44'e çıktı. Ama, açık söylüyorum, bir demokratik sol parti olabilmenin, öyle bir parti olarak kalabilmenin, güçlü kalabilmenin, eğer sosyolojik gereğini yerine getirmez isek, bizim bu gücümüz, bizi iktidar yapmağa yetmez. Sayısal çoğunluk olduğumuz gün bile, bize siyasal çoğunluk olma olanağını vermeğe yetmez. O halde biz kendi kendimizi tamamlayacağız, eksikliğimizi gidereceğiz ve toplumdaki yerimizi alacağız. Bu nasıl olacaktır?... Türkiye'nin somut koşulları içinde demokratik sol örgütlenme, üç ayaklı bir örgütlenme olacaktır benim görüşüme göre. Bir ayağı, örgütlenmiş işçi hareketi, öbür ayağı kooperatifçilik hareketi, üçüncü ayağı da bunların siyasal partisi. Ancak böyle bir üçgen üzerine oturan, sendika hareketine, kooperatifçilik hareketine ve bir demokratik sol partiye dayanan bir işbirliği ve bütünleşmedir ki, işçiye ve köylüye güç katabilir, demokratik sol partiye sürekli güç ve gerçeklik kazandırabilir, topluma huzur ve adalet getirebilir ve demokrasiyi bütün bu çekmekte olduğu sıkıntılardan, tehlikelerden kurtarabilir.
48
Böyle bir üç ayaklı sağlam demokratik sol hareketle halk iktidarının gerçekleşmesinden haklı olarak kaygı duyabilecek bazı çevreler vardır, ama gerçek sanayicilerin kaygı duymalarına, tedirgin olmalarına neden yoktur. Böyle bir üçlü taban üzerinde, güçlü bir demokratik sol hareket Türkiye'de oluşup iktidara ulaştı mı, herhalde gerçek sanayiciler de bugün bulamadıkları huzuru ve güvenliği o zaman bulacaklardır. Öyle bir iktidarda elbette kolay ve haksız çıkar kapıları kapanacaktır, ama gerçek sanayiciler, kendilerinin de imrendikleri sosyal demokrat Kuzey ülkelerindeki huzura ve güvenliğe ancak o şekilde erişebileceklerdir. Gökten inmedi o ülkelere sosyal demekrasi; ve sosyal demokrasiyle birlikte gelen mutluluk, refah, huzur, güvenlik gökten inmedi. Tabandan işçilerle birlikte oluşturulan bir demokratik sol hareketle o huzurlu toplum yükseldi. Biz yalnız işçilerle değil, köylülerle de elele vereceğiz, köylü - işçi ve tüm çalışanlar elele bu demokratik sol hareketi başarıya ulaştıracağız. Bu, partilerarası mücadele boyutlarını çoktan aşıp, bir sosyal iktidar mücadelesi, toplumsal iktidar mücadelesi boyutlarına erişen ve o oranda da şiddet hareketlerine hedef olan mücadeleyi, barış içinde halkın zaferiyle sonuçlandıracağız.
49-50
CHP TARİHİ VE ÖRGÜTLENMESİ ÜZERİNE TEZLER Model kopya etme rahatlığı yerine, Anadolu Toplumunun somut 'koşullarının somut analizinden yola çıkan; bu sarp, zor, ama sağlıklı, nefes isteyen yolda, kanını, canını, her şeyini ortaya koyan; tüm, inançlı halkçı - devrimci militanlara...
CHP Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulu
51-52
Genel Plân A — Neden böyle bir tebliğ vermeye gerek duyduk? B — Dünyadaki siyasal gelişmelere toplu bakış. C — Özel olarak Türkiye'deki siyasal gelişmeler, (Sol hareket açısından) D — CHP : Tarihçe d — 1 — Kuruluş dönemi d — 2 - 1920 Hareketinin toplumsal temeli d — 3 — Devletçilik dönemi d — 4 — 1950'ler ve sonrası d — 5 — 27 Mayıs 1960 d — 6 — Ortanın Solu d — 7 — 1970'ler ve CHP E — CHP ÖRGÜTLENMESİ ÜZERİNE e — 1 — Örgütlenmenin elemanları nelerdir? e — 2 — Kiminle birlikte? e — 3 — Örgütlenme yapısı ne olmalı? e — 4 — CHP'de bu günkü yapı nedir? e — 5 — CHP'ye oy veren kitlelerin sınıfsal yapısı nedir? e - 6 - CHP içinde ve dışında CHP nin savunduğu ilkeler için uğraş verenlerin sınıfsal yapısı nedir? e — 7 — Çıkmazlar ve umut kapıları
53
F — D. Sol'un gençlik içinde örgütlenmesi ve gençliği örgütlemesi üzerine öneriler. f — 1 — CHP gençlik kollarının yeniden örgütlenmesine ilişkin öneriler : 1 — İlçe örgütlenmesi 2 — Çalışan gençlik birimleri 3 — Öğrenci gençlik birimleri f —2 — Demokratik kitle örgütlenmesine ilişkin öneriler G — SONUÇ H — TARTIŞMALAR
54
A (1) — NEDEN BÖYLE BİR TEBLİĞ VERMEYE GEREK DUYDUK? 1960 ihtilâlinin yarattığı göreli (geniş) özgürlük ortamı, ekonomik plâtformda sanayi sermayesinin gelişmesi için birtakım bürokratik engelleri ortadan kaldırmakla kalmıyor, toplumsal planda da işçi ve emekçi kesimlerde sosyal bilinçlenmeye, hareketliliğe ve örgütlenmeye olanaklar tanıyordu. Bu ekonomik ve toplumsal gelişme, elbette siyasal kurumlar içinde, birer siyasal kurum olan siyasal partiler içinde de etkinliğini duyuruyordu. İşte adı geçen etkileşimin sonuçları en açık biçimde 1960'larm ortalarına gelindiğinde CHP'de yaşanmaya başlandı. (Bu konuda yazar Ahmet Naki Yücekök şunları söylüyor: «Siyasal partilere önemlerini kazandıran (…) amaç ve çıkarların geniş halk kıtlelerince istenilen ve beklenilen şeyler olmasıdır. Fakat, amaçlara ulaşıldıkça ve gelişen toplum içerisinde yeni amaçlar ve çıkar farklılaşmaları oluştukça, kendini yeni toplumsal koşullara göre ayarlayamayan siyasal partiler de önemlerini yitirecekler ve artık tatmin edemedikleri eski seçmenlerini giderek kaybedeceklerdir...
55
Bütün CHP'liler ellerini şakaklarına dayayıp bu iki şıktan birini seçmelidirler: 1— Yeni gelişen burjuvazinin hatalarını ve beceriksizliklerini her başları sıkıştıkça onarma ve düzeltme yoluna gidip ve sonra iktidarı, sosyal tabanları güçlü olduğunda tekrar tekrar onlara devretmek mi? 2— Yoksa Türkiye'de canlanan ve gelişen yeni toplumsal güçlerin sorunlarına eğilebilecek nitelikte kadrolar ve programlarla ulusal sanayi toplumunu kurabilecek bir iktidar alternatifi olmak mı?», (Yücekök, Ahmet Naki «Değişen Türkiye ve CHP'nin alternatifleri», Milliyet, 24.9.1972) CHP'nin geleneksel yapısına uyum içinde olan, CHP içindeki kurulu düzenden memnun olan zümreler, bu değişimden rahatsız oldular, ürktüİer. «ortanın solu»nun ilk ortaya çıkışı bu zamana rast gelir. Bu çıkış, genç CHP'li kadrolarda ciddiyetle benimsendi ve savunuldu. Tartışmalar arttıkça kutuplaşma, kutuplaşma arttıkça «geleneksel CHP'liler ile genç CHP'liler arasında çatışma arttı, 18. Kurultay'dan itibaren yoğunlaşan çatışma, 1970'lerin başlarında artık sonuçlanmakta idi: «Halkla bütünleşen», «yeni» ve «genç» CHP kazanmıştı. «Yeni CHP» 1973 seçimlerinde, ülkenin tüm toplumsal kesitlerinde büyük etki yapan bir zafer kazandı. MSP ile 7 aylık bir yarım iktidar deneyinden geçti. Olumlu ve olumsuz yanları ile birlikte bu deneyinden önemli dersler edindi. Şimdi 1976 yılında ülkemiz karmaşa içinde! geri kalmış ve dışa çok yönlü bağımlı kapitalist bir ülke olan Türkiye, 1975'in son günlerinde önemli ekonomik-sosyal ve siyasal bunalımların içinden geçiyor. Devlet hazinesi, siyasal iktidarı elinde bulunduran bir avuç sermayedar tarafından bomboş hale getirildi.
56
Ülkede işsizlik, pahalılık ve karaborsa yapılırken, dışa bağımlı tekelci sermaye, ekonomik ve siyasal iktidarını pekiştirmeye, bütünleştirmeye çalışıyor. Kendi yarattığı (daha doğrusu kapitalist sistemin özünden gelen ve kaçınılmaz olan) bunalımlardan kurtulmak için çeşitli yollar deniyor. En son çıkış yolu olarak, emekçilerin ekonomik siyasa! ve sosyal haklarının kısıtlandığı, örgütlenme olanaklarının ortadan kaldırıldığı, ilerici aydınların ve gençliğin sesinin kısıldığı tekel kârlarının rahatlıkla artırılablldiği ÇAĞDAŞ FAŞİST bir düzeni yerleştirme çabasına girdi. Siyasal cinayetler ve sabotajlar, «özgürlükleri koruma kanunu» girişimleri bunu çeşitli biçimlerde yansıtmakta. İşte bu ortamda alacakaranlığın sürekli kılınmaya çalışıldığı ülkemizde, ak aydınlığın habercisi, aydınlık yarınların yolcusu CHP'ye büyük görev ve sorumluluk düşüyor: kısıtlı siyasal demokrasiye sahip çıkmak! ona ekonomik -sosyal öz kazandırmak; demokrasiye gerçeklik, esneklilik getirmek, faşizmi ve tekelci kapitalizmi alt etmek; en geniş özgürlük ve demokrasi ortamı içinde, emekçi halkın eşitlik-özgürlük ve bağımsızlık yolundaki, toplumsal ilerleme yolundaki özlemleri doğrultusunda AKGÜNLERE ulaşmak; «YENİ DÜZEN» i kurmak! Bu ağır yükün altından CHP, kalkabilir. Kalkması gerekir ve kalkacaktır da. Yalnız, kendi içinde ve toplum içinde bir takım koşulları hazırlaması, «düzeni değiştirebilecek bir parti» kimliğine sözde ve eylemde, teoride ve pratikte ulaşması gerekmektedir. Böyle bir değişime CHP'yi götürecek yo! ÖRGÜTLENME'DEN geçer. CHP'nin yurt çapında ve kendi içinde örgütlenmesi gerekmektedir. CHP sınıfsal yapısına sağlamlık kazandırmak; öğretisine ve dolayısıyla örgütlenme anlayışına ve yapısına çeki düzen vermek durumundadır. Kuşkusuz Türkiye'de bir sol partinin örgütlenme konusunda en büyük engeli Anayasanın özüyle çatışan sendikalar, dernekler, siyasal parti kanunlarıdır.
57
A (2) — ANAYASA, SENDİKALAR VE DERNEKLER KANUNU ÇELİŞKİSİ : Anayasanın 5. ve 20. maddeleri, Devlet'in, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamayacak surette sınırlayan siyasî iktisadî ve sosyal bütün engelleri kaldırır; Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Düşünce ve kanaatlerini söz, yazı resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayabilir veya yayabilir.» der. Oysa; siyasi partiler kanununun I. maddesi «siyasi partiler toplum ve Devlet düzenini ve kamu faaliyetlerini, mahali idareler yolu ile ve belirli görüşleri yönünde yönetmek, denetlemek ve etkilemek için sürekli çalışma amacını güden ve propagandaları açık olan kuruluşlardır.» 2. maddesi ise «Dernekler» belli bir siyasî partiyi desteklemek veya desteklememek yahut siyasi partiler arasında, işbirliği sağlamak veyahut TBMM üyeliği veya mahalli idareler veya muhtarlık yahut ihtiyar heyeti seçimlerinde belli adayları desteklemek veya desteklememek yahut bunlar arasında işbirliği sağlamak amacıyla kurulamaz, demektedir. Sendikalar Kanununun 16. maddeside sendikaların partilerden maddi yardım alamayacaklarını sendikaların da, siyasi partilere maddi yardımda bulunamayacaklarını siyasi parti örgütü içinde yer alamayacaklarını kural olarak koymuştur. Tüm bu kanunlar anayasanın özü ile çelişmektedir. Toplumsal gelişim ve toplumsal yapı ile çelişmektedir. Siyasî partiler, sendikalar ve dernekler kanunu da birbiri ile çelişmektedir.
58
Çünkü siyaset «ortak görüşleri ve davranışları paylaşan kişilerin ve toplulukların, iktidarı ele geçirmek, ya da değiştirmek, iktidarın alacağı kararları etkilemek amacıyla yaptıkları eylemlerdir.» (Alpaslan Işıklı «Sendikacılık ve siyaset. Sy. 3) Ayrıca 1630 sayılı dernekler kanunu ile Türkiye'de «dikensiz gül bahçesi» yaratılmaya çalışılmıştır. Oysa nasıl siyasal ve sosyal yapıyı toplumdaki üretim ilişkileri türünün bir yansıması sayarsak, bu siyasal ve sosyal yapının bir parçası olan dernekleri de üretim biçimi ancak bir modernleşme düzeyine varmış toplumların ürünü olarak bulabiliriz. Yoğun bir dernekleşme ancak siyasal katılmanın arttığı sanayileşmiş toplumlarda toplumsal hareketliliğin artışı sonucu görülür. Dernekleşmeyi, derneklerin siyasetle uğraşmasını, yasaklamak, özünde kitlelerin örgütlenmesinden, siyasal güç olmasından korkan, siyaseti ve ondan öteye toplumsal uğraşıyı somut temellerinden koparıp, pasif, kitlelerin seyrettiği «futbol maçı» havasına sokmaktır. Bu ancak, burjuvazinin, sermaye sınıflarının; hem soyutlamaya yönelik metafizik dünya görüşünün, hem de kitlelerin sınıfsal bilinçlenmesini durduran, onların örgütlenmesini önlemeye yönelik bir düşüncenin ürünüdür. Özünde sınıfsal bir tavırdır. Buna karşılık emekçi sınıflar kendi sınıfsal tavırlarını ortaya koymak ve o'nun gerektirdiği örgütlenmeyi tercih etmek zorundadırlar. Böylece siyasal tavır hem sınıfsal tercihi, hem de o sınıfsal tercihin örgütlenme mantığını taşımalıdır. Yani bu iki olay biribirinden ayrılamaz. Bu; burjuva sınıfları içinde, emekçi sınıflar içinde doğrudur. Bu genel «davranış» açısından bakarsak, Türkiye'deki partiler kanunu, dernekler, sendikalar ve kooperatifler kanunu, tüm siyasal partileri belirli, bir «cam kavanoz» içinde tutmaya yönelik kanunlardır.
59
Bir sol parti bu kanunların dışına taşmazsa, bu kanunları aşmanın yolunu bulamazsa, kendi siyasal tercihleri ve dünya görüşü doğrultusunda örgütlenmesini yapamaz. O zaman ne kadar «sol» bir siyasal tavıra ve dünya görüşüne sahip olursa olsun, örgütlenmesini değiştiremedikçe sulandırılmış sol parti olmanın ilerisine geçemez, toplumsal sistemi değiştirecek radikal tedbirleri alamaz, çünkü alt yapısı sağlam zemine oturmamış demektir. Sistem içinde belirli ve sosyo-ekonomik sistemi çok değiştirmeyecek düzeltmelerle yetinir. Tüm bu nedenlerle, CHP, bu kanunların kendini hapsetmek istediği alanın dışına taşmak, o kanunların yeniden yorumunun yapılmasını sağlamak zorundadır. Bugün Türkiye burjuva sınıflarının yarattığı kanunları fiilen aşmıştır. Toplum bu üst yapı kurumlarını geçmiştir. Örneğin; 1973 seçimlerinde DİSK, CHP'yi destekleyeceğini açıkça ilân etmişti. Bugün Türk—İş Başkanı Halil Tunç bile «tercih edilecek» partilerden söz edebilmektedir. Sendikaların çoğu kesin siyasal tercihlerin ve davranışların içindedirler. Aynı şey işveren sendikaları içinde geçerlidir. Ama bu kurumların hiçbiri kapatılmıyor ya da kapatılamaz, Türkiye'de 274 sayılı Sendikalar Kanununun değişimi bile 15-16 Haziran olaylarını yaratmışken, bir sendikanın ya da konfederasyonun kapatılması bugünkü koşullarda söz konusu değildir. Çünkü toplumda yeni toplumsal güç mihrakları oluşmuştur. Ekonomik ve sosyal güce de sahip bu mihrakların kapatılmaya kalkılması, beklenmedik patla¬malar yaratacaktır. Bu da burjuvazinin istemediği, isteyeme-yeceği bir olgudur. Çünkü, o, daima «istikrar» ister-yöntemi ne olursa olsun - oysa toplumun diyalektiği, burjuvazinin bu metafizik, durağan düşüncesine uymaz. O nedenledirki, bugün Türkiye toplumundaki bilinçlenme, sınıfsal yapıdaki billurlaşma ve onun gerektirdiği davranış biçimleri üst yapı kurumlarını, yasal yapıyı aşmıştır. Bu kanunların toplumun hem bugünkü gereksinmelerine, hem de toplumsal yapının dialektik gelişimine engel olmayacak biçimde değiştirilmesi gerekir. 60
CHP toplumdaki bu değişimin ve köklü yönelişin şu ana kadar yönlendiricisi oldu. Gelişimi doğru değerlendirdi ve davranışı o'na göre oldu. Bu, kendini-açık sistem-olarak tutabilen bir partinin başarısıdır. Ama bugün CHP daha sonra da açıklayacağımız gibi örgütlenmesini'de yenilemek zorundadır. Çünkü her sistem ancak çevreden gelecek etkilere tepki gösterebildiği sürece yaşamını sürdürür. Bu etkileri en geniş biçimde GİRDİ OLARAK almak kendi iç ilişkileri içinde, değerlendirmek ve bir ÇIKTI olarak -analiz, sentez ve davranışlarlaçevresindeki daha geniş sisteme, -topluma- sunmak partinin davranışının özüdür. O nedenle parti GİRDİ ve ETKİLENME kanallarını -kendi siyasal tercihi olan sınıflar içinde- en geniş biçimde açık tutmak zorundadır. Bu da partinin tabanını işçi-köylü-dar gelirli sınıflara açması, bu sınıfların partinin siyasal, ekonomik, sosyal konulardaki dünya görüşünü ve davranışını en etkin biçimde etkilemesi ve partinin onları kendi örgütlenme ve davranış mantığı içinde örgütlemesi demektir. Bu örgütlenme modelinin oluşumunda iki yol vardır : 1 — Tüm sendika, dernek, kooperatiflerin siyasetle uğraşması ve siyasal partilerle organik bağ kurmasını engelleyen kanunlar değişmelidir. Bunun için tüm sol sosyal güçler toplumsal ağırlıklarını kullanmalıdırlar. Hangi «sol» davranış ve çizgide olursa olsun, tüm sol sosyal güçler, buna mecburdurlar. Her sistem kendi iç yapısında en mükemmele ulaşmaya çalışır. Hukuk sistemide kendi içinde en mükemmele ulaşmaya çalışır. Bu ise, bugünkü sınıfsal yapı ile çelişir. Çünkü hukuk bu sınıfsal yapının çelişkilerini de taşır. Bu mükemmelliğe varma istemi ve çelişkili yapı: hukuk'un en zayıf noktasıdır. Sol örgütlenmeye engel olan kısır döngüyü kırmanın bir yolu burjuvazinin kalesindeki bu çatlaktan yararlanmaktır. Böylece tüm sol sosyal güçlere düşen önemli görev alt yapıdaki değişime cevap vermeyen hukuk sal yapının bu noktadan zorlanması ve kanunların değiştirilmesidir. En köktenci çözüm tarzı budur. 61
II — İkinci yol; örgütlenmenin bu denli «acil» önem taşıdığı bir dönemde, bugünkü kanun ve tüzüklerin zorlanmasıdır. Yani kalenin dışına taşmak ve bunun için, açık ola* bilecek yolları kısıtlıda olsa aramaktır. Biz, sorunun acil çözümü ve ayakları yerde bir model için, bugün neler yapabiliriz, o'nu araştırdık ve geliştirmeye çalıştık. Bu tebliğde sunacağımız öneriler, ikinci yöntem için de ele ılındı. Biz, CHP Gençlik Kolları olarak, partimizin içinde bulunduğu yapısal sorunların bilincindeyiz bu sorunların çözümü doğrultusunda uzun ve orta dönemde yararlı olabilecek çeşitli önerilerimiz var. Çeşitli nedenlerle çeşitli yerlerde açıklamaya çalıştığımız bu görüşleri, bir tebliğ haline getirmeyi ve Demokratik sol düşünce Forumu'na sunmayı, değerli forum üyeleri ile tartışmayı ve olumlu noktalara varmayı uygun bulduk, parti yöneticilerinin, tebliğci ve tartışmacıların, dinleyicilerin ve kamuoyunun anlayışla karşılıyacağını ümit ediyoruz.
62
B (1) — DÜNYADAKİ SİYASAL GELİŞMELERE TOPLU BAKIŞ : Dünya kapitalizmi, 20. yüzyılın 2. yarısında bilimsel-teknolojik devrim ile önemli sıçramalar yapmış, bu arada emek güçlerinin önüne engin iktidar olanaklarını açmıştır. Gelişmiş ülkelerde, sosyalist (toplumcu) ve komünist (ortaklaşmacı). partiler tüm toplum katlarındaki etkinlikleri, varlıkları ihmal edilemeyecek bir güç olmaları bakımından önemli aşamalara gelmişlerdir. Geri kalmış, III. dünya ülkelerinde; radikal, (köktenci) yapısal değişikliklere, düzen değişikliğine duyulan gereği tanımlayıp formüle eden sol partiler, iktidar yolunda önemli adımlar atmışlar; bu arada yenilgilerden önemli dersler edinmeleri gereği ortaya çıkmıştır. Dünya kapitalist sistemi (kendi yapısından gelen) bunalımlarla karşı karşıyadır. Bu konuda Sn. BÜLENT ECEVlT'in bir baş yazısında aynen şöyle deniliyor: «Batı bir bunalım geçiriyor.
Üstünlüklerini tartışılmaz sananların, başka toplumları yönetemeseler bile yönlendirmeye, dünya zenginliklerinden aslan payını almaya alışanların birden bire çetin engellerle karşılaşınca düştükleri bunalımdır bu. Değişen dünya'nm yeni meydan okuyuşları karşısında yetersiz kalıştan, eskiyen kurumları yenileyemeyişten doğan bir bunalım... Gözünü doyurmaya başlayan başka toplumlar veya geçerliliğini kısıtlayan değişik düzenler karşısında etkinliğini yitirmeye başlamaktan doğan bir bunalım... başka düzenlerin değer ölçüleri karşısında kendi değer ölçülerinin sarsılışından doğan bir bunalım...»; (Özgür İnsan dergisi, sayı 23, sahife 1 Haziran 1975,)
63
Eskiden yaklaşık olarak 10 yılda bir ortaya çıkan krizler, şimdi 2-3 yılda bir görünür olmuşlardır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde güçlü işçi sınıfları hareketleri, güçlü demokratikleşme geleneği ve bu demokratikleşmenin gerekçesi sol partilerin varlığı; bunalımların uygun yollarla geri kalmış ülkelere ihraç edilmesinin nedenlerinden biridir. Yöresel - bölgesel savaşlar körüklenmekte, siyasal cinayetler planlanmakta sonuçta bir çok geri kalmış ülkede aslında (kesinlikle) kalıcı olmayan -faşist diktatörlükler kurulmaktadır. Geri kalmış ülkelerde, özellikle sol hareketlerin etkin taban kazandığı, siyasal iktidara talip olduğu ülkelerde faşist diktatörlüklerin tezgâhlanması olgusu, aslında, birçok geri kalmış ülkede emperyalizmin gerilemesi olayı ile paralellik taşır. Laos, Kamboçya, Vietnam, Kore, Mozambik ve Angola, Portekiz ve daha birçoklarında emperyalizmin gerilemesi, ulusal kurtuluş hareketlerinin askeri zafere ulaşması güzel bir örnektir. Bunun yanısıra Venezüela'da, Şili'de, Türkiye ve Cezayir'de, Tanzanya'da ve diğer birçok ülkede sol hareketler ya bir iktidar adayı olmakta ya da iktidarda bulunmaktadırlar. 1970'lere gelindiğinde, Avrupa solunda bir kaynaşma vardır: kapitalist düzeni değiştirmeyi bir amaç olarak benimseyen, mevcut düzen içinde sınırlı reformlarla birtakım ilerlemeleri savunan sosyal demokrat partiler ve SBKP'nin otoritesi altında, Moskova'dan hazır program uygulamayı gelenek haline getiren ve Stalin'in Dogmatizminin etkisi altında bulunan komünist partiler sarsıntı geçirmektedirler artık. «Her batı ulusunda değişik ölçülerle ve görüntülerle
ortaya çıkan toplumsal bunalımın temel nedeni, öyle sanıyorumki, ileri teknoloji toplumu olmanın doğasında bulunan sürekli değişimle, bu toplumların ekonomik ve siyasal yapılarındaki tutuculuktan ortaya çıkan çelişki gerilimidir. 64
Batı toplumları, ileri teknoloji düzeyine, kapitalizmin kendine özgü dinamizmi içinde gelmişlerdir. Oysa kapitalizm egemen güçlerin çıkarlarını öncelikle gözettiğinden, ekonomide ve siyasette tutucudur. Öyleki batı toplumlarının «sosyalist» hükümetleri bile bu tutuculuk çemberini bir ölçünün ötesinde kıramamaktadırlar. Temel ilkelerinden ödünler vererek kapitalizmle uzlaşmak zorunda kalmaktadırlar. (Bülent Ecevit'in Özgür insan dergisi Sayı 23 sahife 2 Haziran 1975).
Artık Avrupa ve Sovyet Rusya'nın dışında, özellikle geri kalmış ülkelerde gelişen sol hareketler (Çin, Küba, L Amerika,) Dünya solunu etkilemeye, yerleşmiş değer yargılarını kökünden titretmeye başlamışlardır. Sosyal Demokrat partiler içinde güçlü ve etkin sol muhalefet grupları gelişmektedir. İngiliz işçi partisinde sendikal kanadın temsilcileri; Alman SDP'nde juso'ların sendikalarla ortaklaşa yürüttükleri devrimci muhalefet hareketi; Fransa'da Mitterant'ın gelişen sosyalist partisi; İskandinav ülkelerindeki SDP'lerde daha radikal değişiklik eğilimleri, tabandan gelen istemlerin, yakın, gelecekteki köklü kadro değişikliklerinin habercisidir. Aynı biçimde, Fransız Komünist Partisi içinde «Cekos-lavların Sovyet ordularınca işgali» olayı nedeniyle patlak veren tartışmalar, Henri Lefevbre ve R. Graudy'nin geniş emekçi kitlesinde önemli soru işaretleri bırakan görüşleri; İtalyan Komünist Partisinin çok merkezlilik'in varlığını ve Avrupa komünist partilerinin bağımsız siyaset izlemeleri gereğini ileri sürmesi, hıristiyan demokratlarla «tarihsel uzlaşma» girişimine başvurmaları; Yugoslavya'da ve Romanya'da «çok merkezlilik tezi» doğrultusunda iç ve dış siyasetin izlenmesi; klasik sovyetik kalkınma ve yönetim modellerinin Marksist aydınlarca derinden derine eleştiriye tabi tu¬tulması; Marx'ın ilk yapıtlarının yeniden elden geçirilmesi ve gizli kalmış yönlerinin günışığına çıkartılma çabaları; «Stalin» fetişinin yıkılması; Çekoslavakya'da vahşice bastırılan insan yüzlü sosyalizm girişimi, Macaristan'da Ekonomik reform politikasının izlenmesi yepyeni yönetim yöntemlerini uygulaması; Polonya'da Adam Shaft ve L. Kelokavski'nin «sosyalizm ve dogmatizm, sosyalizm ve özgürlük üzerine» yazılan büyük etki yapan yapıtlarının ortaya çıkması; işte bütün bunlar uluslar arası komünist hareketin kendi içinde ayrışmaya ve sağlıklı bir doğrultuda özeleştiri-ortamının oluşmasına, tabuların yıkılmasına yol açmaktadır. 65
Dünya solu 1975'lerin ekonomik, politik ve toplumsal gerçeklerini yeniden ele almakta; koşullarını yeniden yorumlayarak yeni ve sağlıklı çözüm önerilerini getirme çabasına girmektedir. Tekelci kapitalizmin baskı ve tahakkümünü; Stalinci devlet sosyalizmi uygulamalarını yadsıyan; özgürlük ve demokrasi ile sosyalizmin birbirinden koparılamıyacak ve birbirine tercih edilemiyecek bir bütün olduklarının bilincinde olan ÇAĞDAŞ SOL HAREKETLER; ÖZYÖNETİMSEL SOSYALİZM doğrultusunda birleşmektedirler, şu ya da bu yolda, zaman içinde de birleşeceklerdir!
Dünya Sağı : Sol kesimde bütün bu gelişmeler olurken dünya sağında da ilginç gelişmeler olmaktadır. Bilindiği üzere, günümüzde «Sağ» denince akla gelen; mevcut sermaye düzenini, onun ideolojik, kültürel, politik, askeri ve ekonomik kurumlarını, en liberalden en katı diktatörlüğe kadar uzanan yöntemler bütünü içinde, savunan ve koruyan; bu mevcut işleyişin ileriye doğru değiştirilmesine muhalefet eden kişi gurup ve düşünceler gelir. «Sağ düşünce ve davranış, kapitalizmin dünyasal gelişmesine paralel bir gelişme gösterir. Örneğin, ekonomide “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklinde özetlenebilecek liberal dönem, düşünsel planda «liberalizm» de ifadesini bulmuştur.
66
Yüzyıllar bulan süreci içinde, kapitalizm, rekabetçiliği bir kenarda bırakıp kendi içinde kartelciliği asli unsur olarak hakim kılınca, düşünsel yapıda da aksaklıklar baş gösterdi. Klasik liberalizm Burjuvazinin öne sürdüğü ve burjuva toplumsal yapısı içinde kullandığı «özgürlükçülük» sisteminin ekonomik temelindeki değişimlere uyum yapmamaya, tam tersine, kapitalizme karşı olan sol düşüncenin gelişmesine yardımcı olmaya başladı. Bu noktadan itibaren Liberalizmin burjuvazi içinde ciddi darbeler yediğini, faşizan düşünce ve akımların geliştiğini görüyoruz. Bugün, artık iyice bilinmektedirki, «Sağ düşünce, kapitalizmin yaşama koşullarına gelişme doğrultusuna paralel biçimde yol almakta, bir zaman önce söylediklerini şimdi yadsıyabilmektedir. Bu konudaki örnek; 1929 bunalımı ertesindeki faşist rejimlerin ve 1975'lerdeki faşist rejimlerin, yine burjuvazi tarafından geliştirilen hümanizma özgürlükçülük düşüncelerine karşı aldığı vahşice mağara adamına özgü tavırdır. Bir diğer örnek kapitalizmin gelişme döneminde «burjuvazi tarafından» benimsenen ve önerilen insan hakları Evrensel Bildirisi'nin, bugün, yine burjuvazi tarafından bilyalı bombalar, güdümlü askeri darbeler ve hemparalarıyla bölgesel savaşlar yaratma yoluyla çiğneyip geçilmesidir.
...«Batıda yuvalanan büyük sermaye ve çok uluslu ortaklıklar, az gelişmiş veya gelişme sürecindeki ülkeler halkının özgürlük ve sosyal adalet isteğini, kendi çıkarlarına, aşırı kazanç hırslarına engel gibi görmektedirler. O ülkeler halkının emeğinden ve kaynaklarından yaratılan değeri gelişmiş ülkeler ekonomilerine aktarma eyiliminde oldukları için, o değerin büyük ölçüde yaratıldığı ülkelerde kalmasına yol açan, bu yönde kamuoyu baskıları yaratan demokrasiden tedirgin olmaktadırlar. Öylelikle, batı, kendi ülkelerinde demokrasiyi yaşatan ve demokrasiyle övünen ama ekonomik bakımdan güçsüz ülkelerde demokrasiyi engelleyen bir tutumu izlemek zorunda kalmaktadır... 67
Az gelişmiş veya gelişme sürecindeki bir ülke halkının özgürlük ve sosyal adalet içinde kalkınabilmek istemesinden doğal bir şey yoktur. Bu isteği ve özlemi besleyen bir halk da, gene doğal olarak, sola yatkındır. Fakat batı, özellikle Amerika, hemen her yerde, bu sola yatkınlığı bir tehlike gibi görme eyilimi içinde olmuştur. Bunu tehlike gibi görünce de tehlikenin üstüne yürümektedir. Veya bunu silâhlı müdahale ölçüsüne vardırmaktadır. Sonuç olarak da, batılılar, güvenini ve dostluğunu kazanmak istedikleri ülkeleri büsbütün kendilerine yabancılaştırmakta, kendilerinden uzaklaştırmaktadırlar. Adeta zorla başka kamplara doğru itmektedirler. («ECEVİT (B.) Özgür İnsan Dergisi sayı 23 sahife 5 Haziran 1975) Burjuvazi tarafından zamanında kayıtsız şartsız benimsenen humanizm-özgürlükçülük ve «demokrasi» sözcükleri günümüzde sermaye sınıfının ağzından ifade edildiğinde anlamını yitirmektedir artık. Çünkü bilinmektedir ki kapitalizm siyasal rejimini asgari yaşam koşullarına en kısa zamanda ayarlayabilen, en özgürlükçü tavır ile en oligarşlk tavır arasında yön değiştirebilen yetenekli, bir sistemdir de. Önemli bunalımların yaşandığı bugünlerde, dünyasal ölçekte sağ partilerdeki değişimler, yukarıda anılanlara paralel olabilir pekâlâ. Örneğin, bir zamanlar «devletçilik komünistlerin oyunudur ve verimsizliği, üretim hacminde düşmeyi yaratır» diyen sağ partiler, kapitalizmin ekonomik zorunluluklarından ötürü, programlarına devletçilik sözcüklerini eklemek durumunda kalmaktadırlar. Ya da, liberalizmi savunan ve kuruluş döneminde genç burjuvazinin sübap örgütü olan liberal partiler, günümüzde, tekellerden ve oligarşiden kaçanların, tekelci kapitalizmin giderek yok ettiği sınıf ve tabakaların son direnme noktaları olabilmektedirler.
68
Aynı şekilde hırıstiyan demokrat partiler, sosyal demokrat partilerle uzun dönemde birleşme programları hazırlıyabilmekte, birçok yerde S.D., sosyalist ve komünistleri belli bir süre de olsa destekliyebilmektedir veyahut tam tersine, Şili'de olduğu gibi radikal bir iktidar öncesinde demokratik, özgürlükçü, parlamenter rejimin hararetli savunucusu ve koruyucusu olan hıristiyan demokrat parti, iktidar sonrasında, yabancı ülkelerin kendi memleketinde tezgâhladıkları faşist askeri darbe oyunlarına ses çıkarmamakta, onu onaylayabilmektedir. Bütün bu kısaca sıralayabildiğimiz, ayrıca, bir çok örnekle de bezenebilecek olan bu gelişim özünde, BURJUVA İDEOLOJİSİNİN, burjuva İNANÇ ve DEĞER SİSTEMLERİ’nin sarsılması demektir. Sistem ilk önce en zayıf olduğu, maskesinin en rahat indirilebileceği İDEOLOJİK PLATFORMDA çökmeye başlamıştır.
«Yüzyıldır bu toplumların yalnız teknolojilerinde değil, yaşama düzeylerinde, yaşamlarında, sanatlarında baş döndürücü değişiklikler olmuştur; bu toplumlarda eğitim ve ulaşım alabildiğine yaygınlaşmıştır. Fakat bunlara karşın ekonomik düzenlerinde de siyasal kurumlarında da belirgin bir değişiklik yer almamıştır. Öyle ki bu toplumların kiliseleri bile ekonomik düzenlerinden ve siyasal kurumlarından daha hızlı değişmektedir, böylesine büyük bir çelişki, o kadar hızlı değişen toplumlarda ekonomik düzenin ve siyasal kurumların böylesine kaskatı ve geride kalışı, gerilimden ve bunalımdan başka sonuç doğuramazdı... Fakat batı toplumlarının ekonomik ve siyasal tutuculuğu, o gençlik patlamalarını ve şiddet eylemlerini bile kendi yumuşak yöntemleriyle uyuşturmanın yolunu bulabilmektedir. Bu uyuşturma sürecindeki tepkiler ya saptırılmakta veya toplumun bilinç altına itilmektedir; Toplumun bilinç altında ise, ne vakit ve nasıl yeniden patlıyacağı belli olmayan birikimlere dönüşmektedir.
69
Kapitalist liberal batı toplumlarının yumuşak uyuşturma araçlarının başında kazanç ve tüketim özgürlüğü gelir. Kazanç ve tüketim özgürlüğü ortamında kendi kişisel yaşamında dilediği değişikliği yapabilmenin veya öyle bir değişiklik umudu besleyebilmenin çekiciliğine kendini kaptıran birey, hele yaşını başını alıp duruldukça toplumun ekonomik ve sosyal düzenini değiştirme hevesini unutmaktadır. Bir anlamda, kapitalist liberal toplum düzeninin birey'e verdiği rüşvete karşılık, birey de o düzene ödün vermektedir. O arada bireylerin kini ve isyancılığı, giyim-kuşam alanına, seks alanına, uyuşturucu maddeler kullanımına veya adi cürümlere saptırıp, düzenle temelde uzlaşmaktadır.. Egemen güçler adeta birey'e demektedirler ki, — Ne yaparsan yap, kendine veya başkalarına ne zarar verirsen ver, yeterki ekonomik ve sosyal düzene dokunma!.. Böyle bir pazarlık bunalımdan ve değer ölçüleri sarsıntısından başka sonuç veremezdi» (ECEVİT (B) Özgür İnsan dergisi sayı 23 sahife 3 Haziran 1975)
Burjuva çıkarlarının savunucusu siyasal partiler de bu sapma dağınıklık ve tutarsızlığına kaypaklığın dışında elbette kalamıyacaklardır, kalamamaktadırlar. Dağılan bozulan ve çürüyen inanç ve decier sistemlerinin, ideolojilerin arasında «HÜMANİZM», «DEMOKRASİ», «ÖZGÜRLÜK» düşünceleri sapasağlam ayaktadır. Bu olgu adı geçen sloganların, (o sloganları bir zamanlar bağımsızca denilebilecek kadar benimseyen burjuvaziye rağmen) burjuvazinin dışındaki emekçi halk kesimlerinin ve onların toplumsal siyasal örgütlerinin savunmasmdadır. Artık, demokrasi ve özgürlük «insan hakları» gibi, hümanizm gibi sözcükler toplumcu partilerin elinde anlam taşımakta, TOPLUMCU özle donanmakta ve dünya emekçilerine yeni ufukIar açmaktadır. Burjuva ideolojisinin çöküşünü etkileyen nedenlerden biri de budur!
70
Dünya tarihi gözlemlerimiz bize anlatmaktadır ki ancak yani bilimsel ve teknolojik güçler yeni toplumsal gelişmeler doğrultusunda ilerleyen sınıf ve tabakalar; bir takım sözcüklere anlamlı öz kazandırabilir. 20. yüzyılın sonlarına doğru da, «demokrasi ve «özgürlük» özlemlerine «hümanist» ülkelere gerçeklik ve süreklilik kazandıracak olan halktır, emekçilerdir. Burjuva ideolojisi buna bağlı olarak burjuva siyasal kurumları, partileri; bunun için kendi varlık nedenlerine katı taıvır alabilmekte, tutarsızlığın, kitlelere hiç bir şey söyliyememenin batağına sürüklenmektedirler. «Sol», yeni bir ufuk, yeni bir umut olarak bu ortamda yeşermekte filizlenmektedir. 71
C. (1) — ÖZEL OLARAK TÜRKİYE'DEKİ SİYASAL GELİŞMELER (SOL HAREKET AÇISINDAN) : Genel bir çerçeve içinde, kısaca tarihi özetledikten sonra sol hareketlere gelebiliriz artık : Türkiye'de sol hareketlerin kökeni 1908'lere kadar dayanır. Yalnız, dikkat edilmesi gereken ve uzun dönemde belirleyici olan nokta şudur: 1908'lerde ve hatta yakın zamanlara kadar, solculuğun maddi temeli, toplumsal tabanı ağırlıklı olarak oluşmamıştır. «… Türk toplumunda 2. Meşrutiyet'in ve Cumhuriyet'in ilânı ile denenen, maddi temelin
elverdiği imkânların ilerisine yapılmak istenen devrimci sıçrayışlar, batı'nın temelinde kapitalist endüstriyalizmi bulunan hayat tarzına özenişten kaynak almışlardır. Etkili bir şekilde herhangi bir sosyal tabana basamayan bütün ilk akımlar ise, esas itibariyle bu yönelimi desteklemekten öteye gidememişlerdir.» (Tuncay, M. Türkiye'de Sosyalist Akımlar, Sahife 15.)
«1908-1925 arasında ortaya çıkan Türk solculuğu... ancak Türk proletaryasının doğal ideolojisi olabilirdi. Fakat Türk proletaryası denebilecek tabakalar, o yıllarda, gerçekleştirilmesi mümkün sosyalist bir programın toplumsal tabanı olabilecek genişlikte değildi.» (Tuncay. M., A.G.Y. Sahife 192.) Yüzyıllar boyu, bürokratik şartlandırmacı nitelik taşıyan «insan yetiştirme düzenimiz», «herşeyi biz biliriz. Halk cahildir, yönetilmek durumundadır. Halk'a ışık götürecek, onun yararına olan yenilikleri, onun adına gerçekleştirecek olan biz (asker-sivil aydın bürokrat)'ız.» mantığı ile insan yetiştirmişti.
72
Doğaldır'ki, böyle bir belirleyici ortamın sol-cusu'da daha değişik bir tavır içine giremiyecekti, sonuçta genel olarak «aydın» platformunda, özel olarak «sol» platformda, «halkın dışında kalan kişiliği oluşmamış, ezberci ve ithalatçı aydın» tipinin etkinliğini koruduğunu görüyoruz. Bu konuda, düşünür ve romancı Kemal Tahir'in ifadelerini belirtmeden geçemeyiz, diyorki Sn. Kemal Tahir; «biz batılaşma hareketini-tabii, batılaşma hareketinin bir kolu da sosyalist
hareketti-yani laiklik, maiklik denilen maskaralıkların yanı sıra, sosyalizmi biz, tıpkı batılaşmacılarımızm batılılaşmayı aldığı gibi aldık... Her gelen dergi, bize yeni fikirler getirecekti ve bizim, batıdan hiçbir farkımız olmadığı için aynen kullanacaktık onları biz! vakta ki, batı'da, bizim için hazır fikir olmadığı anlaşılınca, kıyamet koptu... Çünkü biz bir şeye de alışmamıştık yani batı'daki fikri alalım da yerleştirelim, buna da alışmamıştık biz gözü kapalı batıdaki fikri burda tekrar ediyorduk... Binaenaleyh, vakta ki batı'da hazır kalıp olmadığı anlaşıldı o zaman tabi çil yavrusu gibi dağıldı adamlar. Kimi askerlerin kayışına yapıştı kimi bilmem nereden, dışardan el peyda etmeye uğraştı... Türk sosyalist hareketi, serap'a pratikle doludur. Hiç teorisiz pratiktir bu. Bizim, (1920'den...bugün 1970) dir, tam 50 yıllık sosyalist tarihimiz vardır. Bu sosyalist tarihte, Türkiye gerçeklerine yönelmiş iki tane makale bulmanın ihtimali yoktur; batıdan duyduğumuz bir iki basma kalıp ayeti tekrar etmekten başka buna karşılık, mahya asmaya kadar beyanname dağıtmaya kadar, donanmayı isyana teşvik etmeye kadar, sonsuz eylem vardır. Bugün içinde eylem fazladır. Eylem, teorisizlikten dolayı safil bir eylemdir. Çoluğun çocuğun ölümüne sebep olan bir eylemdir. (Tahir Kemal sol bölünmeler üzerine Ç. Yetkinle konuşma 12 Şubat 1970; Türkiye defteri sayı 2 sahife 17-18 Aralık 1973 İSTANBUL,.) 73
Yüzyılın başlarında teorinin genel soyutlama düzeyi ile ülkenin somut koşulları arasında zincirleme bağları yeterince kuramayan sol hareket, kendi varlık nedeni için gerekli koşulları, 1965'lere değin yaratamamıştır. «... Türkiye'de solcu düşünüş bütün dönemlerinde başka ülkelerden esinlenmiştir. Modernleşme çabası içinde, uzunca bir süredir, batıya dönük olan Türk toplumunda buna şaşmamak gerekir... Türk aydını, aşağı yukarı yüz yıldan beri batıda iyi diye gördüğü şeyleri halkına benimsetmeye savaşmaktadır.» (Tuncay, M. A.G.Y. Sahife 196) Sol hareketin içinde, biçimlenmiş bulunan «bürokrat» aydın tipinin en belirgin özelliği, olayların metafizik yorumunu yapması, somut koşulların somut çözümlenmesini yapamaması ve şematik, kalıpçı düşünce tarzından kendini kurtaramamasıdır. Bu sıraladıklarımızın yamsıra şu unsuru da gözden kaçırmamak gerekir: «Türkiye'de gerçek
anlamıyla «siyasal demokrasi 1960'lar sonrasında ağırlık olarak gelişmeye başlamıştır bunun nedeni Türkiye halkının ve bir ölçüde burjuvazinin, 1946'dan başlıyan süreç içinde, siyasal ve ekonomik hayata yeteri kadar ağırlığını koyamamış, örgütlenememiş olmasıdır. Burjuvazinin ve işçi, köylü ve dar gelirli kitlelerin gelişmesinin egemen bürokrat kesimlerce «kendi doğrultularında» sürdürülmek istenmesi ile yıllar boyu bırakın 20. yüzyılın en gerekli bilgilerini, rönesans döneminden bu yana Avrupa'daki düşün hareketlerine damgasını vurmuş güçlü düşünürlerin yapıtları bile Türk halkından esirgenmiştir.» (Demokratik sol hareket, gençlik sorunları başlıklı inceleme, demokratik sol dergisi sayı sahife 6 Nisan 1975)
Düşünceye zincir vuran anlayışın varlığı, özgür düşünce ve tartışma ortamının, temel örgütlenme haklarının büyük ölçüde kısıtlı olması; sol hareketin kendi gerçek yerini bulabilmesinin, doğru-geçerli tavrını tesbit edebilmesinin önüne yüksek duvarlar gibi dikilmiştir.
74
«1960'lara gelinceye kadar Türkiye'de sosyalist hareket cılızdı ve dar bir çevrede tıkanıp kalmıştı, 1950-1960 yılları arasında kapitalizmin gelişmesine hız verilirken gerek uluslar arası durumun etkisi ve gerekse yukarıdaki ekonomik oluşumun doğal gereği, ülke yoğun bir antikomünizmi yaşadı. Sosyalist kadrolar dağıtıldı, ezildi, sindirildi.» (Laçiner Ö., 12 Mart üzerine, Birikim Dergisi, Sayı 8, Sahife 28 Ekim 1975.) Böylelikle Türk düşün ortamı, çağdaş bilimsel bilgi ve onu hazırlayan çağımız öncesi çağların bilimsel bilgisi açısından son derece kısır kalmıştır. Bu bilgi kısırlığı «tek düze düşünme yöntemi ve «onun somutlaştığı» tekdüze eğitim sistemi ile birleşince günümüzdeki kısır ve tek düze düşünen genç aydın karşınıza çıkmaktadır. (Demokratik sol hareketi, gençlik ve gençlik sorunları a.g.y.) 1960'lara gelindiğinde, «sol» hareket ve örgütlenmenin genel durumu budur. 1961 Anayasasının getirdiği nisbi özgürlük ve demokrasi ortamında Türkiye'deki sol hareket, tarihinde ilk kez emekçi tabanı ile organik ilişikler kurabilme olanağına kavuşmuş ve filizlenip yeşermeye başlamıştır. İşçi kesiminin örgütlenmesinde ve «sol» olduğunu açıkça söyleyen partilerin oluşturulmasında 1961 Anayasasının yarattığı ortamın payı oldukça büyüktür. Bununla birlikte 1970'lere değin, kendini «sosyalist» olarak ilân eden solda; toplumsal tabanını bulma, güçlü bir toplumsal muhalefet olarak yükselme olayına rastlanamamışsa, bunun kökenlerini yine geçmişimizde aramak yerinde olur; «somut koşulların somut tahliline yönelilenememesi, yakın zamana kadar, demokrasi uğruna mücadele veren ve bu mücadelede halkla sağlam, tutarlı ilişki kurabilen kadrolar yetiştiren güçlü bir sol partinin oluşamaması da, belki tek neden değil ama önemli bir neden olmuştur. Bu ortamda, düşünsel kısırlık çeken ve halka dönük eylem koyamayan çeşitli aydın kesimleri içinde, aralarında düşünsel aykırılık olduğu ileri sürülen klikler, marjinal gurupçuklar, daha güzel bir deyişle tekkeler oluşmuştur.
75
Tartışma ortamını yoketmeye ve dogmatizmi canlandırmaya bire bir olan bu tekkeler, tamamen halkın dışında sürdürdükleri bu gevezelikleri ile ileriye dönük bilimsel çalışmalara sekte vurdukları gibi, emekçi halkın çelişkileri doğru çözümlemesine de uzunca bir süre engel olmuşlardır. Bunun en güzel örneğini yıllar boyu sürdürülen, kökenini ekonomik temele oturtmamış «İlerici-gerici» tartışmasında görebiliriz. («Demokratik sol hareket, gençlik ve gençlik sorunları a.g.y.») Bu konuda Sn. Kemal Tahir'in ilginç gözlemlerinin yeniden anmakta yarar vardır. Diyorki Kemal Tahir; «eskiden beri Türkiye'de guruplaşmalar, hiçbir zaman
fikirler üzerinde yani Türkiye'yi iyice belirleyen, Türkiye'de eylemi taşıyacak olan ana fikirler üzerinde olmamıştır binaenaleyh, gruplaşmalar, bu sebepten de küçük üniteler halinde cereyan etmiştir... Bu teorik bir plâtform üzerinde bulunmamakta, teoriyi gittikçe ilerletememek teoriyi pratiğe uygulayamamak meselesinden dolayı böyle oluyordu, o nedenle böyle oluyordu ve sürekli parçalanmalar oluyordu... Artık bir daha birbirinin yanma gelmemesi gerekecek kadar birbirlerini suçlayan grupların tekrar, bir iki sene sonra biraraya geldikleri görülüyordu çünkü aslında suçlamaların mesnedi de yoktu (Tahir K., sol bölünmeler üstüne «Çetin Yetkinle» konuşma a.g.y. sahife 15-16)
1961 Anayasası'nın getirdiği nispi özgürlük ortamı içinde, sol'da ilk kurulan parti TİP idi. Yıllar boyu sindirilen ve susturulan sosyalist aydınlarca kurulan TİP, mevcut diğer partilerin «Sol» görüşler konusunda hiçbir tutarlılığı olmamasından ve emekçi halk'ın iktidarına yönelik teorik ve pratik yapıda bulunmamasından dolayı tüm solcu kadroları, özellikle «aydınlar»ı bünyesinde topladı. Bu toplanma, belli bir kuramsal yapı ile varolan sağlıklı bir sol örgütlenme değildi.
76
Sosyalist olduğunu ileri süren «herkesin» çatısı altında toplandığı, adeta «parti adlı geniş cephe» denebilecek bir kuruluştu. Ayrıca, yılların verdiği ezilmişlik duygusu ile «aydın» lar eyleme (ne tür olursa olsun) ve konuşmaya susamışlardı. Parti, yönetimiyle geçerli, tutarlı program belirleme ve parti-içi disiplin sağlama, tartışma birikimini somut amaçlara yönlendirme becerisini göster-meyince; yeni çıkan her kitaptan etkilenen, «sosyalist» formasyona ulaşamamış her kişi, her grup kendi görüşünü mutlak doğrular kabul ettirmeye ve yer kapmaya çalıştı. Zamanla, parti içinde üreyen bir çok fraksiyon, o dönemin (bu dönem 1971'lere kadar sürecektir.) Tek «Sosyalist» partisini dağıtmaya, kitle tabanı ile ilişkisini kesmeye yetmişti. Bir yandan olaylar gelişir, toplumsal hareketlilik her planda artarken, TİP içinde, içe-dönük uğraş veren grupların kavgası sürüyordu. Karşılıklı suçlamaların çatışmaların oluşturduğu tozlu dumanlı ortamda belli başlı beş ana grup oluştu :
a — Aybar'cılar ve sendikacılar: b — Aren-Boran'cılar, c — MDD'ciler, d — PDA'cılar, e — Cuntacı'lar. Aybar'cılar parti yönetimini Aren-Borancılara teslim etmeye mecbur kaldılar. Yeni yöneticilerin elinde zaten ufalmakta olan parti, biraz daha ufaldı. Emekçilere olan bağlar biraz daha zayıfladı. Sonunda parti bir avuç entellektüel'in kendi düşlerinde düzen yıkıp düzen yücelttiği bir «kültür klübü» haline geldi. MDD'ciler, partiden giderek tasfiye edildiler. Tasfiye edilmeleri süreci ile gençlik ve küçük burjuva radikal aydınlar arasında etkinlik kazanmaları süreci birarada olageldi. Genel olarak; Türkiye'de işçi sınıfının henüz varolmadığı, halkın bilinçsiz olduğu, «milli» nitelikte (olduğu ileri sürülen) burjuvazi ile emekçilerin (daha doğrusu emekçiler adına hareket koyan entelektüellerin) bir ittifak çerçevesi etrafında birleştirilmeleri ve Amerikan emperyalizmi'ne karşı savaşları şeklinde kısaca özetlenebilir, bu akımın düşünce yapısı! 77
MDD'ciler işçi ve köylü yığınlarından uzaklaştıkça gençliğe ve asker-sivil aydın bürotratlara, cuntacılara yanaştılar. Öğrenci gençlik hareketinin tarihten gelen «bürokratik ilerici» özelliklerini istismar ederek, o'nu partileştirmeye çalışarak, «küçük burjuva öznel radikalizmi» ya da «küçük burjuva aydının toplu intihar eylemi» diyebileceğimiz Dev-Genç hareketini oluşturdular. Asker-sivil bürokratlara (hiçbir zaman gerçekten sahip olmadıkları) «ileri-devrimci» nitelikler bahşederek kendi kendilerinin gözünü boyadılar. Bu konuda düşünür ve romancı Kemal Tahir'in değindiği noktalar dikkate alınmaya değer: «1972'de şehir eşkiyalığı bahanesiyle Türk aydınlarını Türk üniforması giymiş bazı askerler
vasıtasıyla teröre düşürmek aslında Türkiye içi bir meselenin soygun ve despotizmin rahatça yürütülmesi düşüncesiyle baş vurulmuş bir iş değil, doğrudan doğruya dış emperyalistlerin yakın bir gelecekte Türkiye etrafında zorluklara uğramasını önlemek için, Türkiye aydınlarını sersemletmek amacıyla girişilmiş bir baskın hareketidir.
1965'den 1971'e kadar hazırlanan eylem ortamı yani emperyalist kaynaklar ve bu kaynakların yerli adamları tarafından hazırlanmış sağ ve sol çetelerle sağ ve sol yazarların vuruşturulması komplosu sonucu gerçek Türk aydınlarını yakın bir gelecekte yerli ve yabancı emperyalist ajanlara karşı yeni bir davranışa geçmelerini önleme planı uygulanmıştır. Bu açıdan bakılırsa sol eylemci yazar geçinenlerin göründükleri gibi bir ikinci küçük rütbeli asker cuntasının çığırtkanları olmayıp doğrudan doğruya Amerika parasıyla yazan Amerikan ajanı ya da bu ajanların kandırdıkları aletler olduğu anlaşılır. 78
Çünkü 1971'de ortada bir tek cuntadan başka cunta yoktur. 1965'de başlayıp 1972'de örfi idarelerle sürdürülmüş yeni soygun dönemi de aynı metodlarla hazırlanıp, yürütülmüştür. Buradaki fark sadece kürtlerin yerine bu kez kandırılmış bazı Türk delikanlılarının birkaç üniversite çocuğunun kullanılmış olması sonunda bu çocukların gaddarca öldürülmesi. Meselelere bu açıdan bakılırsa birtakım millet düşmanı yazarların bu ayrımı kolaylaştırmak için ileri sürdükleri «albaylar cuntası», «ordudaki sosyalist genç subaylar» lafları baştan aşağı yalan olup, 12 Mart'dan sonra kurulan örfi idare düzeni getirmek için uygulanan soygun planının bir parçasından başka birşey değildir. Kapalı rejimin kime yaradığı araştırılsa bu gerçek bütün açıklığı ile ortaya çıkar. (N. Çelik, «Kemal Tahir ve tarih notları hakkında», Türkiye Defteri Dergisi, sayı: 18, Sahife 491-495, Nisan 1975.)
12 Mart'a gelindiğinde Türkiye kapitalizmi güçlü bir bunalımın içindeydi. Enflasyon, pahalılık ve işsizlik büyük boyutlara erişmişti. Emekçi halk içinde sosyal bilinçlenme her geçen gün artıyor, kaynağını sosyal-ekonomik bozukluklardan alan direnişler, hak alma eylemleri sürüyordu. Eğitim laçka olmuş, sistem ilk defa ciddi tehlike içine girmişti. Bu ortamda sağı ve “sol” (?)u, silâhlandırarak, kışkırtıcı ajanlar kullanarak, onların birbiriyle vuruşmasından doğan siyasal huzursuzluk ortamını bahane etmek isteyen görüş, büyük sermaye güçleri içinde yaygındı. Bu nedenle MDD hareketi, Devgenç hareketi, PDA ve Cuntacılık hareketleri, dışa bağımlı egemen tekelci sermaye tarafından uygun yöntemlerle yönlendirildi, alttan alttan desteklendi. Kapalı rejiminin gerçekleri hazırlandı.
79
(Bu dönem İçin söylenilenlerin kanıtı, 1971 sonrası sol örgütlerin içinde olan ajan provokatörlerdir.) Tekelci sermaye, faşizm özlemi içindeydi. Çünkü bir CHP gerçeği biçimlenmekteydi karşısında, 1960 ortalarına değin «sivil-asker aydın bürokratların» ve büyük sermayenin partisi olan CHP, tarihimizde ilk defa geçerli ve tutarlı bir «Sol» deney içine girmiş ve bu yolda güçlenmeye başlamıştı. Yapılacak ilk seçimde CHP, AP'yi devirebilir, serma yenin tatlı kârlarının köküne kibrit suyu ekebilirdi. 1965'lerden bu yana sürekli kendini yenileyen bir «SOL»a açılma sürecinde olan CHP ne idi, nereden geldi ve nereye gitmekte! Bu soruların cevabını «CHP» : kısa tarihçe» bölümünde vermeye çalışacağız.
80
D (1) — CHP : TARİHÇE : d-1-KURULUŞ DÖNEMİ 20. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmadan, emperyalist-kapitalist güçlerin silahlı işgali yoğun baskı ve sömürüsü altında yaşayan Anadolu'da bir Ulusal Kurtuluş savaşı verilmiş ve zafer kazanılmıştı. Yabancı istilâcı güçler Anadolu'ndan atılmış; «bağımsız» Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Yeni Cumhuriyet'in yönetici kadrosu, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı yürüten kadrolar, «Cumhuriyet Halk Fırkası» siyasal örgütü çatısı altında toplanmışlardı. CHP nasıl kurulmuştu, kimler kurmuştu bu siyasal örgütü? Bu konulara aşağıda kısaca yanıt vermeye çalışalım:
C.H.P.'nin kurulması düşüncesi İlk olarak Mustafa Kemal'de olmuştu. Mustafa Kemal bu konuyla ilgili düşüncelerini ilk olarak 16 Ocak 1923 tarihinde İzmit'te yaptığı konuşmada halka açıklıyordu: «Milletin içtimai ihtiyaçlarını ve geçmişteki zararlarını telafi edebilecek en makûl programı tesbit etmeye mecburuz. Program, bütün milletçe tatbik olunmalıdır. Bu ancak, siyasi bir teşekkül ile mümkündür. İş bu hakikatin icbarı iledir ki bütün sınıfları birbirinin lâzımı gayri müfariki olan, çünkü menfaatları da birbirinden tehalüf eylemeyen halkımızın müşterek ve umumî olan menfaatlarını ve saadetlerini temin etmek için «Halk Fırkası» namı altında bir Fırka teşkili düşünülmektedir.» 81
Gazi Mustafa Kemal, bu konuda 6 Aralık 1922 tarihinde, Ankara'da yayınlanan Hakimiyeti Milliye, Yenigün ve Öğüt Gazetelerine demeç vermiş İzmit konuşmasını, bir süre sonra 16 Ocak 1923'de yapmıştır. 6 Aralık 1922 tarihli demeçte Gazi şunları açıklamaktadır: «Tanrıya şükürler olsun'ki millet 3,5 yıl kahramanca savaştan sonra kendisini ebedi olarak
esaret zincirine bağlamak istiyenleri yenmiş ve bağımsızlığa kavuşmuştur. Bütün Medenî Milletler arasında hür ve bağımsız olarak milletimizin mevki alacağı barış günleri de Tanrının izniyle gecikmiyecektir. Bu mutlu günlere büyük fedakârlıklar ve zahmetler karşılığında erişeceğimizi asla hatırdan çıkarmamak ve gelecekte millet hayatını tehdit edecek tehlikelere düşmemek için ona göre şimdiden hazırlanmak ve çalışmak, yurdunu seven bütün millet fertlerinin borcudur. Gerçekde yurdumuza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere yalnız askerlikçe galip gelmek kâfi değildir. Memleketimizin hakkında istila emelleri besliyecek olanların her türlü emellerini kıracak şekilde siyasette, idarede, iktisatta kuvvetli olmak lâzımdır. Hiç şüphe yoktur ki, Ziraat ve ticaretimizin geri olması; memleketimizin çok büyük kısmının harap ve halkımızın fakir bulunması, nakil vasıtalarının çok az oluşu, Milli Eğitimin herkese ve her yere yetişemeyişi; sosyal hayatımızın en büyük düşmanı olan cehalet... gibi sebepler milletimizi fakir ve zayıf düşürmekten geri kalmamış ve kalmayacaktır. Bundan dolayı, kurtuluş ve bağımsızlığımız için yaptığımız savaşı tamamlamak ve tanrının milletimize verdiği istidat ve kaabiliyeti sonuna kadar geliştirmek ve memleketimize bahşettiği bütün servet kaynaklarından büyük çapta faydalanmak ve zayıflığımızın sebeplerini ortadan kaldırmak için, bundan böyle hiç bir fırsatı ve vakti kaybetmemeye mecburuz.
82
Ancak bu çalışma, yıllarca takip ve tatbik edilecek bir programa dayanmazsa yazık olur gider. Uzağı gören bir görüş olduğu kadar milletimizin en acele ihtiyaçlarını karşılayacak bir programa dayanmayan reformlar şahsi ve keyfi olmaktan kurtulamaz. Bu gibi teşebbüsler, sahipleri olan şahısların değişmeleri ile hatta kendisinin bir birine zıt görüşleri ve tatbikatı ile söner gider. Öbür yandan, her hangi bir programın uzun bir çalışma devrine yol göstermesi için memlekette bütün vatan sevenlerin onun hazırlanmasına yardımcı olmaları lâzımdır. Gerçekten büyük vatan sever kitlenin reform isteklerini taşımayan bir programın başarılı ve verimli olması ümit olunamaz. Bu milli maksat ve görüşleri gözönünde bulundurarak milletin her sınıf halkından, hatta islam dünyasının en uzak köşelerinden bana ebedi olarak iftihar duyacağım şekilde gösterilen teveccüh ve itimada layık olabilmek için en mütevazi bir millet ferdi sıfatile hayatımın sonuna kadar vatanın hayrına vakf eylemek emeliyle barıştan sonra (HALKÇILIK) esası üzerine dayanan ve Halk Fırkası adıyla bir siyasi Fırka kurmak niyetindeyim. Başka memleketlerde kurulmuş olan bu gibi partilerin programlarını gözden geçirmiş isem de, bunları memleket ve milletimizin gerçek ihtiyaçlarını tamamiyle karşılamaya yeter bulmadığım, bu sebeple şimdiden böyle bir programın esaslarını tesbit etmek üzere bütün aydınların ve alimlerin yardımlarını ve bu işe ortak olmalarını istemeyi vazife sayıyorum.
83
Köylülerimizi ve halkımızı üzen ve fakir düşüren adaletsiz vergilerin bu suretle düzeltileceğine, ziraat ve sanayimizi geliştirecek iktisadi tedbirlere, orman ve madenler gibi tabii kaynaklarımızdan umumi menfaat için daha kolaylıkla faydalanmayı sağlıyacak ne gibi düzeltmeler yapılması lâzım geleceğine, arazi ve binalara sahip ve malik olmak hususunda herkes için daha emniyetli ne gibi kanunî değişiklikler yapılması lâzım geleceğine; vakıf işlerinin ne suretle düzeltileceğine ve yoluna konulacağına, memleketin nasıl imar edileceğine, askerlik süresinin değiştirilmesine velhasıl milletimizi geri bırakan sebeplerin giderilmesine ait olarak yetkililerin ve uzmanların gönderecekleri mütalaalar önemle ele alınacaktır. Bu hususta mütalaalarda bulunacak kimselere şimdiden teşekkür ederim. Milli Kurtuluş Savaşı sırasında olduğu gibi milli saadetimizi sağlıyacak bu çalışma devresinde de milletin yardımını ve bütün aydınların ve vatanseverlerin bu işe ortak olacaklarını ümit ederim. T.B.M.M. Başkanı Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Mustafa Kemal'in bu sözlerinde, 1. Meclis içinde ve dışında, Gazi'ye ve o'nun yakın çevresine karşı düzenlenen bazı tertiplerin, bazı olayların etken olduğu red edilemez. Atatürk'ün yakın çevresi ondan aldıkları güçle zaman zaman parti kurulmasından bahsetmiştir. Kılıç Ali bu konuda şöyle söylüyor. «Müdafaa-i hukuk grubu yeni seçimlerde alacağı vaziyeti tayin için
içtimalar yaparak, hattı hareketini tesbit ederken, diğer taraftan Gazi, bizzat memleketin takib etmesi lâzım gelen yolu işaret eden bir beyanname hazırladı. Bu beyanname ile grubun ele alacağı en mühim meseleleri grubun umdeleri halinde neşredilmekte idi.
Gazi imzası ile neşrettiği bu beyannamesinde, sulh ile beraber başlıyacak olan mesa'i devresinde millet ve memleketin refah ve saadete kavuşması hedefini tayin etmekte ve bu hedefe varmak için de memleketi aynı gaye etrafında toplayıp birleştirecek, Milli Hakimiyet nizamına göre tesis edebilecek bir siyasi teşkilâta lüzum olduğunu ileri sürerek (Halk Fırkası) namıyle siyasi bir Fırka teşkil edeceğini, Müdafaa-i Hukuk grubu'nun Halk Fırkası'na intikal edeceğini açıklamakta idi.
84
Yeni kurulacak Fırkanın teşekkülüne intizaren, yeni intihaba, Gazi'nin ilân ettiği 9 umde ile girildi. Gazi bu umdeleri memleketin acil ihtiyaçlarını düşünerek ihtisas adamlarının mütalalarmı, bilhassa, o sıralarda İzmir'de bütün memleket mümessillerinin iştirakiyle toplanan iktisat kongresi müzakereleri sonunda varılan neticeleri dikkate alarak tesbit etmiş bulunuyorlardı.» Adı geçen «Dokuz umde» kamuoyuna şöyle açıklanıyordu :
«BEYANNAME Memleketi parçalanmak ve milleti yok olmak felâketinden kurtarmak için milletten aldığı tam yetkiyle toplanan (T.B.M.M.) milli egemenliğe dayanan bir halk devleti ve hükümeti kurdu. Üzerine aldığı milli vazifenin mühim kısmını üç senelik devamlı çalışması ile ifa eden Meclis 1.4.1923 tarihinde seçim yenilenmesine oy birliği ile karar verdi. Önümüzdeki devrede tanrının izniyle barışa ve sükûna kavuşacağımızdan iktisadi kalkınmayı sağlamak ve bütün teşkilâtımızı tamamlamak ve bu suretle memleket ve milleti refaha kavuşturmak gaye olacaktır. Yeni çalışma devresinde Meclis'in çoğunluğunu bu amaç etrafında toplamak ve memleketi milli egemenliğe dayanan bir siyasi teşkilâta kavuşturmak için Halk Fırkası kurulacaktır. Mecliste bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk grubu, Halk Partisine intikal edecektir. Adı geçen Fırka'nın Halk egemenliğine; maddi ve manevi alanlarda ilerlememizin ve gelişmemizin bağlı olduğu esaslara göre hazırlanacak uzak görüşlü ve muntazam programları bütün üyelerin tartışmalarına ve tasviplerine sunulacaktır. Bu programın hazırlanmasına kadar grubumuz aşağıdaki umdelerle yeni seçime katılmaya karar vermiştir.
85
Bu umdeler, memleketin en acele ihtiyaçları; pekçok aydının ve uzmanın görüşleri ve bilhassa İzmir'de bütün memleket delegelerinin katılmaları ile toplanan iktisat kongresi çalışmaları da gözönüne alınarak tesbit edilmiştir.
Umde 1 Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir. Halkın kendisini idare etmesi esastır. Milletin gerçek ve tek mümessili T.B.M.M.'dir. Türkiye B.M.M. dışında hiç bir fert, hiçbir kuvvet ve hiçbir makam millet mukedderatına hakim olamaz. Bundan dolayı, bütün kanunların tanziminde; bütün devlet teşkilâtında, bütün idarede umumi kültürde ve iktisadi hayatta milli egemenliğe göre hareket edilecektir. Bakanlar Kurulu'nun vazife ve mes'uliyeti kanunu; illerin mahalli işleri için hükmi şahsiyetlerini ve muhtariyetlerini taşıyan iller idaresi kanunu; illerin bölge bakımından iktisadi ve sosyal münasebetlerini düzenleyecek Genel müfettişlik kanunu, köy kanunu süratle çıkarılacak ve tatbik olunacaktır.
Umde 2 Saltanatın kaldırılmasına ve milli egemenliğin asla bölünmez ve vazgeçilmez surette Türk milletinin gerçek ve tek mümessili olan T.B.M.M.'nin manevi şahsiyetinde top lanmış bulunduğuna dair 1.11.1922 tarihinde T.B.M.M.'ne oy birliği i!e alınan karar hiçbir suretle değiştirilemez, prensiptir. Dayanağı T.B.M.M.'de olan hilâfet makamı islam dünyasının bir yüksek makamıdır.
Umde 3 Memlekette emniyet ve asayişin tam olarak kurulması, en önemli vazifedir. Bu gaye, milletin arzu ve ihtiyacına uygun olarak sağlanacaktır. 86
Umde 4 Mahkemelerimizce adaletin süratle yerine getirilmesi sağlanacaktır. Bundan başka bütün kanunlarımız, milli ihtiyaçlarımıza ve hukuk telâkkilerine göre yeni baştan ele alınacak ve tamamlanacaktır.
Umde 5 1— Aşar usulünde halk'ın şikâyetleri ve uğradıkları haksızlıklar esaslı surette düzeltilecektir. 2— Tütün ekim ve ticareti için milli menfaatlere uygun tedbirler alınacaktır. 3— Mali müesseseler «bankalar» çiftçilere, sanayicilere, tüccarlara ve bütün çalışanlara kolaylıkla kredi sağlıyacak surette düzeltilecek ve çoğaltılacaktır. 4— Ziraat Bankası'nın sermayesi artırılacak, çiftçilere daha kolaylıkla ve daha çok yardım yapılması sağlanacaktır. 5— Memleketimiz çiftçiliğini ilerletmek için ziraat makineleri ithal olunacak ve çiftçilerimizin ziraat aletlerinden kolaylıkla faydalanmaları sağlanacaktır. 6— Hammadde'si memleketimizde bulunan malların imali için gerekli tedbirler alınacak ve bu işi yapanlar korunacak ve verilecek mükâfaatlarla teşvik edilecektir. 7— Çok acele olarak muhtaç bulunduğumuz Demir Yolları için hemen teşebbüse geçilecek ve derhal bu işe başlanacaktır. 8— İl Öğretim'in birleştirilmesi; bütün okullarımızın milli ihtiyaçlarımıza ve modern esaslara göre düzenlenmesi, öğretmen ve profesörlerin refaha kavuşturulması sağlanacaktır. Başka yollarla da halk'ın aydınlatılmasına, eğitimine çalışılacaktır. 9— Umumi sağlık ve sosyal yardıma ait müesseseler düzeltilecek, çoğaltılacak ve işçilerimizi koruyucu kanunlar çıkarılacaktır.
87
10 — Ormanlarımızdan modern teknik usullere göre faydalanmayı; madenlermizin en faydalı şekilde işletilmesini; hayvanlarımızın islâh ve çoğaltılmasını sağlıyacak tedbirler alınacaktır.
Umde 6 Askerlik süresi azaltılacaktır. Bundan başka okuyup yazabilenlerin ve orduda okuyup yazma öğrenenlerin hizmet süreleri bir derece daha azaltılacaktır. Ordu mensuplarının refahlarını sağlamak esastır.
Umde 7 Yedek Subaylar'ın hayat ve geleceklerini kendilerine ve memlekete en faydalı bir şekilde sağlamak esaslı bir hedefimizdir. Memleket savunması ve bağımsız millet olarak yaşamak uğrunda malûl kalmış olan Ordu mensuplarının ve millet fertleriyle bütün emeklilerin, yetimlerin ve dulların sefalet çekmelerine meydan vermeyecek tedbirler alınacaktır.
Umde 8 Halk'a ait işlerin süratle görülmesi ancak çalışkan, ehliyetli, dürüst memurların kanun, usûl ve nizam dairesinde iş görmelerine bağlı olduğundan bütün memurlar buna göre ikmal edilecek ve bütün devlet daireleri devamlı olarak kontrol ve denetime tabi tutulacaktır. Öbür yandan memurların teminatına, tayinine, terfiine emekliye şevkine ve işten çıkarılmalarına ait esaslar tesbit edilecektir. Devlet işlerinde, memleket aydınlarından ve her meslekteki uzmanlardan faydalanmak karara bağlanmıştır.
Umde 9 Harab olan memleketimizin süratle yeniden imarı için devletçe alınacak tedbirlerden başka yapı ve tamirler için yer yer şirketler kurulmasını teşvik edecek ve özel teşebbüsü korumayı sağlıyacak kanunlar çıkaracaktır. 8 Nisan 1923 Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Başkanı Gazi Mustafa Kemal» 88
İzleyeceği yol, 9 umde ile belirlenen Halk Fırkası, 9 Eylül 1923 günü kuruldu, kurucular arasında Erzincan Mebusu Sabit; İstanbul Mebusu Dr. Refik, İzmir Mebusu Celâl, Erzurum
Mebusu Münir Hüsrev, Tekirdağ Mebusu Cemil, Konya Mebusu Kâzım Hüsnü, İzmit Mebusu Saffet ve Diyarbakır Mebusu Zülfi beylerin bulunduğu Halk Fırkası'nın genel başkanı Gazi
Mustafa Kemal, Genel Sekreteri ise Recep Bey'di.
Halk Fırkası'nın tüzüğünde, temel görüşler şöyle açıklanmakta idi: «Halk Fırkası, cemiyetler
kanunu'na göre kurulmuş siyasi bir cemiyettir. Gayesi, Milli Hakimiyetin tahakkukuna rehberlik etmek, Türkiye'yi tam mânâsı ile asri bir devlet haline getirmektir. Halk Fırkası bir ihtilal komitesi değildir. Bir inkilâp Fırkası'dır. Fırkadan olanların gerçekten halk'çı olmaları şarttır. Fırka, hiçbir fert hiçbir cemaat için imtiyaz tanımadığı gibi, kanunları teşri ve icra etmekteki mutlak bir hürriyet ve istiklâlini tahdit ve teğvir edici hurafevi kanaat temayülatın meşruluğunu da tanımaz. Kanun nazarında her fert müsavidir. Türk kültürünü kabul etmiş Türkiye'li her fert Fırkaya girebilir...» Parti tüzüğünün 1. maddesinde, şöyle hedefler gözetilmişti: «A — milli hakimiyetin halk
tarafından ve halk için icrasına rehberlik etmek; B — Türkiye'yi asri bir devlet haline yükseltmek.; C — Türkiye'de bütün kuvvetlerin üstünde, kanunun vesayetini (Sahipli) hakim kılmaya çalışmak...»
Aynı şekilde, 2 madde de; «Halk Partisi nazarında halk mefhumunun herhangi bir sınıfa münhasır olmadığı, hiçbir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve umumiyetle kanun nazarında müsavat (EŞİTLİK) kabul eden bütün fertlerin halktan bulunduğu, halkçıların hiçbir aile, hiçbir sınıf, hiçbir cemaat, hiçbir fert intiyazı kabul etmeyen ve kanunları kaynaktan mutlak hürriyet ve istiklali tanıyan fertler olduğu...» ifade edilmektedir.
89
Saltanât'ın ve halifeliğin kaldırılmasından sonra, 10 Kasım 1924 yılında Halk Fırkası'nın adı «Cumhuriyet Halk Fırkası» olarak değiştirildi. Aslında bu olay, toplumdaki yönetim biçimi değişikliğinin Halk Fırkasına yansıması idi. Cumhuriyet Halk Fırkası ilk (ikinci) büyük kongresini 15-20 Ekim 1927'de yaptı. («CHP'nin birinci kongresi olarak, genellikle, 4 Eylül 1919'da toplanan Sivas kongresi kabul edilir.» Gazi Mus¬tafa Kemal Atatürk'ün ünlü «Nutuk»u, bu kongrede okunmuştur.) 10 Mayıs 1931 tarihinde toplanan 2. büyük kongre (3. kongre) CHP'nin ilk programının ve altıok ilkeleri bütününün belirlenmesi işlemini yapmıştır : Cumhuriyet'çilik ilkesinin programda ele almışı şöyledir: «parti, milletin hakimiyeti ilkesini en iyi ve en sağlam temsil ve tatbik eden devlet şeklinin Cumhuriyet olduğuna kanidir. Parti bu sarsılmaz kanaatla Cumhuriyet'i her tehlikeye karşı bütün vasıtaları ile muhafaza ve müdafaa eder.»
d — 2 : 1920 HAREKETİNİN TOPLUMSAL TABANI : 1920 hareketinin toplumsal tabanını oluşturan güçleri, o dönemin sınıf ve tabakalaşmasını kavrar isek, daha iyi değerlendirebiliriz. İstanbul ve bir liman şehri olan İzmir çerçevesinde sıkışmış dış ticaret yapan azınlıkların yerine göz diken sınırlı sayıda bir ticaret burjuvazisi ve yine ağırlıklı olarak yabancı sermaye kuruluşları olan beşin üzerinde işçi çalıştıran 284 işyerinden oluşan bir sanayi ile, Cumhuriyetin ilk yıllarında, ne gelişmiş bir ticaretten,ne de sanayiden söz etmek mümkündür.
90
Teknolojinin tamamıyla ortaçağ koşullarında bulunduğu, nakliye ve iletişim ağından çok büyük ölçüde yoksun; pazarlar ve kentle bağlantıları azami düzeyde kopuk olan ve toplum nüfusun % 90'ından fazlasını istihdam eden -yarı feodal eşraf- tefecinin kontrolünde bulunan bir tarımsal yapıda zaten ticari ve sanayi gelişme aranmamalıdır.
Asker-Sivil-Bürokrat-Eşraf-Tüccar İttifakı 1 — Dünya Savaşından sonra doğan Müdafaa-î Hukuk ve Kuvayı Milliye hareketleri Cumhuriyetin ve CHP'nin dayandığı temei unsurları oluştururlar. Gazi Mustafa Kemal'in CHP'nin 1. Kongresi olarak Sivas Kongresi'ni ileri sürmesi, bu gerçeğin ifadesidir. Müdafaa-î Hukuk Hareketi, önceleri yöresel -çeteci-örgütlenmelere dayanmakta iken, Sivas ve Erzurum kongreleri'nde alınan kararlar doğrultusunda düzenli savaş örgütlenmesine dönmüş ve anti-emperyalist savaş bu yolla başarıya ulaşmıştı. Ulusal Kurtuluş uğraşının öncülüğünü yapan orta sınıf kökenli asker - sivil bürokrat kadro, savaştan yılmış olan halkı kurtuluşa doğru yöneltebilmek, harekete geçirebilmek ve savaşı finanse edebilmek için Anadolu eşrafı ile ittifaka girmiştir. Bu ittifak, daha sonra ticaret burjuvazisinin de katılmasıyla ulusal kurtuluş uğraşı sonrasında, Demokrat Parti patlamasına kadar sürecek ve iktidarın sınıfsal karekterini belirleyecektir. Çalışmanın başlarında ifade edildiği üzere, CHP, kuruluşunda milli hareketin sonucu olarak doğmanın bütün özelliklerini taşımaktadır. Atatürk'ün de belirttiği gibi «Milli mücadelede topyekûn mücadele esastır» ve «sınıfsız, imtiyazsız kitle», CHP çatısı altında derlenecektir. Hareket «temelden çatıya değil, çatıdan temele doğru gelişmiş» ve sonunda da, CHP'nin kurucuları, Ulusal kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi çatıdan gelmişlerdir. 91
O günün koşulları içinde, köylü ağa baskısı altında olup örgütsüzlüğü nedeni ile sosyal yaşamın sürdürülmesini yönlendirme gücüne sahip değildir. Güçlü sanayi olmadığı için, güçlü işçi sınıfından da bahsedilemez 1920'lerde. Tarımsal alanda ve ticaret yaşamında denetim ve yönlendirme gücüne sahip olan ağa-eşraf takımı 1920'ler Türkiye'sinin egemen zümresi görünümündedir. 9 Eylül 1923'de CHP kurulmuştur artık. Eşrafın yeni iktidardan temel beklentisi asırlar boyu sürdürdüğü özel mülkiyetin teminat altına alınması, kendinden yana tercih yapılmasıdır. Asker-sivil bürokrasi ise İzmir İktisat Kongresinde pazara yönelik üretimi (Kapitalist üretim ilişkilerini) teşvik eden kararların alınmasında önayak olmuş, gerekli altyapı yatırımlarının devletçe yapılmasını üstlenmiş ve daha sonra Batı'dan getirilen Medeni Kanun'la toprakta özel mülkiyeti, toprak değişimini serbest bırakmış, «aşar»ı kaldırmış ve böylece eşrafı rahatlatmıştır. Bu konuda ilginç gelişmeleri İsmet Paşa şöyle anlatır. «Aşar'ı kaldırdığımız
zaman samimi olarak tereddüt ve itirafı biz, köylülerden gördük. İhtiyarlar, bu kadar büyük bir vergiden vaz geçilirse bu devletin nasıl idare olunacağından endişe etmişlerdir. Yer yer, bir iki sene, aşar zamanı tekrar vergi alınmak ihtimalini göz önünde tutmuşlardır.» (30.8.1930)
«Aşar» gibi büyük yekûn tutan bir gelirden mahrum kalmasına rağmen sırtını ağa-eşrefmütegallibe zümresine dayanan devlet yaşayacaktır. Cumhuriyet'in kuruluşundan 1946’lara kadar devam eden ittifak içinde kültür çelişkisi sürüp giderken, temel problem ülkenin sanayileşmesi idi. İnönü'nün deyişiyle; «Bu memleketin
kaynaklarının ne kadar kuvvetli, ne kadar bol olduğunu bizden daha iyi bütün dünya bilir. Düşünülebilir mi ki, erişilmez hedeflere varmak için vasıtasızlığı, maddi müşkülleri yenen bir memleket ve bir millet altın hazineler üzerinde oturan ve sadece bu hazinelerin kapısını açmayı bilmemek yüzünden fakir ve ıstırabı kabili tedavi olmasın? 92
Asıl olan nokta, kaynaklara malik olup olmamaktadır. Eğer memlekette kuvvet kaynağı, gelişme kaynağı yoksa, bunu yaratmak kimsenin elinde değildir. Fakat bizim nüfusumuzu, hayatımızı, en yüksek medeniyet seviyesine çıkarmak için, her türlü kaynaklar ve vasıtalar vardır... Hedefe varmak için, evvelâ hedef belirli, berrak bir surette lâzımdır. Yanar döner bir ışık, bulutlar içinde belirsiz hedefler arkasında koşanların, ilk müşkülât karşısında ayakları sürçer. Büyük hedefin yolu, sabır ve sebatı tüketecek zannolunan büyük müşküllerle doludur. Varacağımız nokta, milletler arasında en yüksek terakki ve medeniyet seviyesidir. Gerçi fakir ve harabız. Ama altın hazineleri üstünde oturuyoruz. Yarın veya öbür gün, behemahal bunları açabiliriz, ve behemahal bunları açmak mecburiyetindeyiz. Açmak için vasıta insan gücü dışında değildir. Bu vasıta gökten inecek değildir. Bu vasıta, belirli bir hedefe doğru yılmayarak, durmadan çalışmaktadır... (30.8.1930) Asker-sivil bürokrasi ile ağa-eşraf-mütegallibe ittifakı bu sorunu çözümlemek uğraşı içinde birbirleri ile sürekli çatışırlar. Yarı feodal bir yapının geleneksel islami ideolojisi ile, ithalâtçıkişiliksiz aydını simgeleyen Batı kültürü, Batıcı inanç ve değer sistemi çatışma halindedirler. Batıcı sivil-asker bürokrasinin temel düşünce yapısı çalışmanın başlarında da gördüğümüz üzere lâiklik; sınıf çatışmasını reddederek katı bir sosyal dayanışma anlayışı temeline oturtulan halkçılık ve düşünsel kökenini Auguste Comte ve Emile Durkheim'de bulan «Pozitivizm»di. Temel hedef Batı kurum ve kültürlerinin bu topluma adapte edilmesi yolu ile liberal kapitalist ekonomiyi geliştirmekti. Eşraf-ağa mütegallibe zümresi, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında -tartışma noktasından öğrendiğimiz gibi- 1.TBMM' de, sivil-asker bürokrasinin güçlenmesine ve yönetimi (kültürü ile birlikte) ağırlığını koymasına engel olmaya çalışmış idi.
93
CHP'nin kuruluşu nedeni ile başarıya ulaşamıyan ve treni kaçıran bu zümre daha sonra Serbest Fırka denemesinden yararlanacak, fakat burada da tepeden gelme tavırla sindirilecektir. Sivil-asker bürokrasisi 1930'lardaki Serbest Fırka denemesini, doğudaki feodal ayaklanmayı bahane ederek bastıracaktır. Bu olay aynı zamanda eşrafın yönetimdeki öncülük iddiasının sonu olmuş, muhalefetin yasaklanması ve tüm girişimci sınıfların gelişmesinin güçlü bürokrasinin kontrolüne iyiden iyiye girmesi sonucunu doğurmuştur. Bürokrasi temel tercihini daima kapitalizmden yana yapmakla birlikte, girişimci sınıfları ürkek, cılız ve bağımlı hale getirmiştir. Diğer bir anlatımla, güçlü bir burjuva sınıfının olmadığı Türkiye'de kapitalizmi geliştirme görevini bürokrasi üstlenmiş ve sosyal sınıfın üzerinde bir koordinatör rolü oynamıştır. Bundan sonraki dönemde güçlenecek olan ticaret sermayesi ve sanayi sermayesi bürokrasiye yabancılaşmış, taşrada ise şehirden kopuk toprak ağalığına bağlı köylü, ilerideki iktisadi gelişmelerin kendi üzerindeki sonuçlarını ağadan değil, kendisinden çok uzakta ve ilişkileri kopuk olan bürokrasiden bilecektir. Genel olarak liberal kapitalizm denemesi dönemi olarak adlandırılan 1930'dan önceki dönem, devletin doğrudan doğruya ekonomik girişimi yerine onun destek ve koruyuculuğunda yerli özel girişim yolu ile sanayileşme niteliğini taşır. 1923 İzmir İktisat Kongresi, bu yolda tüccar ve sanayici zümreden çok şey beklemektedir. Bu, açıkça «devlet eli ile burjuva yaratma» çabasıdır. Kurtuluş Savaşı öncesi dönemi ile bu dönem arasındaki fark; Tanzimat Devrinin belirleyici unsurunun dışa bağımlı ithalâtçı burjuvazi (kompratör burjuvazi)nin olması, Kemalist karekterin ise Anadolu'da «milli» burjuva yaratmak isteminde billurlaşmasıdır.
94
Bu dönemde tarımda, devlet bankaları aracılığı ile düşük faizli kredi dağıtımı, tarımsal araç ve gereçlerin gümrüksüz ithali, yüksek fiat politikası ve destekleme alımları gibi tedbirlere başvurmuştur. Köylünün pazara yönelik üretim yapma olanaklarının düşük olduğu bir ortamda destekleme alımları iktidarın temel dayanağı olan toprak ağalarını korumak amacını gütmektedir. Bunlara rağmen gelişme yavaş yavaş olmuş, tek başına; asayiş ve düzenin sağlanması sonucu ekilebilir arazinin sınırlarının genişlemesinden doğan tarımsal üretim artışı olmuştur. 1930 öncesi dönem aynı zamanda devletin ekonomiye ilk müdahalesinin örneklerini içerir. Temel uygulama tekel politikasıdır. Tütün, şeker, petrol gibi temel tüketim mallarında devlet sağladığı aşırı kârlarla ana gelir sağlanmıştır. Devlet, diğer yandan ithalat ve sanayi kredileriyle özel sektöre fon aktarmıştır. Bu dönemde CHP'nin tek parti iktidarı, dolaylı vergilere dayanan tekelcilik politikası ile, ekonomik yükü düşük gelir gruplarnın sırtına bindirmiştir. Böylelikle, (CHP'de ifadesini bulan) sivil-asker bürokrasi ile halkın arası daha da açıılmıştır. Bu dönemin en geçerli toplanma merkezlerinin “memur kulüpleri”, “şehir kulüpleri” olduğunu belirtmek yararlı olacaktır. Bu dönemde iç pazarın (milli pazar) geliştirilmesi amacı ile demiryolları millileştirilmiş, bazı alt yapı tesislerinin temeli atılmıştır. Sanayi'e yatırım yapması düşünülen özel sektör gümrükten muaf tutulmuş; ucuz ulaştırma, bedelsiz arsa ve destekleme alımları ile teşvik edilmiş olmasına karşın sanayinin milli gelire katkısı % 8,4 ün altında kalmıştır. Ayrıca % 70 ini tüketim mallarının oluşturduğu ithalât, dışa açılma durumunda bulunan ticaret burjuvazisine önemli miktarda sermaye birikimi sağlamıştır.
95
d — 3 — DEVLETÇİLİK DÖNEMİ: 1930-1938 Bu ekonomi tek çıkar yol görünürken 1929 Genel Dünya Buhranı'nın yaşanması, izlenen ekonomik politikada birtakım değişiklikler getirmiştir. 1929 Dünya Buhranı tarımsal ürün fiyatlarını düşürmüş, toprak sahipliği devlet desteğine daha çok bağımlı hale gelmiş ve bürokrasinin siyasal gücü artmıştır. Ticaret sermayesinin bir türlü beklenilen şekilde sanayi yatırımlara yönelememesi, ithalât olanaklarının daralması sonucu devlet iktisadi yaşama daha çok müdahale etmeye başlamıştır. İthalat ve ihracatta devlet denetimi özellikle tüketim malı ithalatının devletçe yürütülmesi bu alanda gelişen büyük ticaret sermayesiyle devletin arasını açmıştır. İktisadi devlet teşekkülleri böylelikle oluşturulmuş, plânladığı hedeflere büyük ölçüde ulaşmış ve bu kuruluşlar yirmi yıllık dönemde sanayi yatırımların % 60 ‘dan fazlasını gerçekleştirerek büyük üretim birimleri kurmuş, sanayinin temelini oluşturmuştur. Bütün bu girişimleri yapan siyasal iktidar uzun zamanda özel sektörün kârını ve mallarını satabilmesini garantiye almış; gümrük muafiyetlerini geçici olarak kaldırmış; fiyat ve maliyetleri kesin olarak denetim altına almış ve hatta fabrika kurma hakkını Bakanlar Kurulu'nun iznine bağlı kılmıştır. Yine bu uygulamalar devlet ve sanayi müteşebbüslerini karşı karşıya getirmiştir. Devletçilik döneminde (1) parti ile devlet iyice özdeşleşmiş durumda olup sınıf çatışması eğilimini yansıtan düşünce ve davranışların karşısına milli bütünlük ideolojisi ile çıkan bir halkçılık anlayışı egemendir. (2) Bu ortamda, devletin «sahibi» olduğunu ileri süren asker sivil bürokrasi ticaret ve sanayi sermayesi ile birlikte; dolaylı vergilerin, fazla çalışmanın, devletin sermaye birikimi aracı olarak kullandığı tekelciliğin ezdiği ve asgari ücret, ekonomi-sosyal örgütlenme gibi haklardan yoksun olan halk kitlelerini karşısına almıştır. Daha sonrada göreceğimiz gibi bürokrasinin kesin egemenliğinin yıkılmasına toplumu götürecek bir neden de budur.
96
___________
(1) Devletçilik üzerinde CHP'nin gelişmiş genel görünüşü CHP'nin belgeleri (programı) ile anlatırsak : «Madde 5 — Devletçiliğimiz, milli tarihimizin zaruretlerine memleketi iktisaden süratle kalkındırmak ihtiyacına ve milletimizin yaşamak şartlarının sosyal adalet ve sosyal emniyet içinde yükseltilmesi lüzumuna dayanan içtimai ve iktisadi bir prensiptir. a) Partimiz, aşağıda sayılmış olan işlerin münhasıran devlet elinde bulunmasını zaruri sayar. 1— Ana harp sanayii 2— Ağır sanayii 3— Büyük enerji santralleri 4— Büyük sulama, göl ve bataklıkların kurutma gibi bayındırlık işleri 5— Stratejik madenlerle miktar ve çeşidi itibariyle inhisar mahiyetinde maddeler ve madenleri ve maden kömürü işletmesi 6 — Kamu hizmetleri ile ilgili ulaştırma işleri ve PTT 7 — Petrol işletmesi (şahsi teşebbüsle ortaklık caizdir.) b) Yukardaki (a) bendinde sayılmış işlerin dışında kalanlar hususi teşebbüse bırakılmıştır. Partimiz, bu çeşit işlerin özel teşebbüs tarafından kurulmasını, devlet tarafından bu teşebbüslerin teşvik edilmesini, korunmasını ve bunlara gerekli yardımlarda bulunmasını milli hamlesinin esaslı şartı olarak kabul eder. c) Partimiz, âmme menfaatlerinin gerektirdiği kayıtlar dışında, hususi teşebbüsün tam bir emniyet ve serbestlik içinde çalışmasını sağhyarak tedbirleri almakta Devleti vazifeli telâkki eder. Devlet, kendi sahasına giren kollardan elde ettiği istihsal ve müstahsili korunmak maksadı ile müdahale alış ve satışları için kurduğu veya kuracağı müesseselerin yapacakları alış ve satışlar müstesna ticaretle meşgul olmaz ve bu maksatla tesisler vücuda gelmez. d) (a) bendinde sayılan işlerin dışında kalamkla beraber özel teşebbüsün başarıya imkân bulamadığı veya yeter derecede başaramadığı veya hiç girişmediği teşebbüslerin millî ekonomimiz ve sosyal şartlarımız bakımından elzem olanlarını özel teşebbüs bu sahalarda çalışmaya muktedir oluncaya kadar kurup işletmekte devlet vazifelidir. Sosyal maksatlı devlet yatırımlarında rasyonel çalışma esas olmakla beraber gaye kâr değildir. «CHP Parti Programı, X. Kurultay, 1953, Sf. 6-7» (2) Madde4 — Devlet idaresinde halka hizmet esastır. Partimiz, vatandaşlara; öğrenmek ve yetişmek halinden ve geleceğinden emin olmak, sosyal adalet ve emniyet içinde çalışmak ve refahlı bir hayat seviyesine ulaşmak hususlarını hak olarak tanır ve bunların gerçekleşmesi imkânlarını sağlamayı vazife bilir. Bütün vatandaşları kanun önünde eşit tutar. Hiçbir ferde, hiçbir aileye, hiçbir sınıfa, hiçbir cemaate üstünlük tanımaz. Şahıs, sınıf ve zümre tehakkümleriyle savaşmayı vazife bilir. Çiftçi, işçi, esnaf, sanayici, tüccar, serbest meslek erbabı ve memur gibi çeşitli meslekî ve sosyal zümreleri demokratik topluluğumuzun milletçe ilerlemeyi hedef tutan karşılıklı menfaat ahengi içinde, birbirlerini tamamlıyan unsurlar olarak tanır. Her zümrenin kendi alanında ilerlemesine çalışır. (CHP Parti Programı, X. Kurultay, 1953. Sf. 5 - 6).
97
1940'lara gelindiğinde; «MİLLİ ŞEF», TEK PARTİ» ya da bir tür «polis» rejimi uygulamasını yapan ve yoksul halkın gözünde yabancı olan batı kültürünün, Batılı yaşantının (3) simgesi olan CHP'nin «sandık» yolu ile devrilmesi yolları zorlanmaktadır artık.
(3) Batılılaşmayı, iktidarın ele alış biçimi konusunda yazar Atillâ ilhan, Hangi Batı adlı yapıtında şunları dile getiriyor : «... Bütün yaşıtlarım gibi iki yanlı koşullandırılmış olduğundan durumu bir türlü gereğince değerlendiremiyor, bir türlü işin içinden çıkamıyordum.İki yanlı koşullandırma dedim, doğrudur : Atatürkçü olarak, okul boyunca, bir Atatürk sonrası Atatürkçülüğünün kalıbına sokmuşlardı beni, çağdaşlaşma sorununu, çağdaş yöntemlerle ulusal uygarlık bileşimi yapmak diye değil, batılı kapitalist ülkelere benzemek diye anlatmışlardı. Bu yüzden geçmişimize burun kıvırıyor, kendimizden olanı küçümsüyor, batıcılığı herkes gibi bende, batılılara öykünmek diye alıyordum.
98
Yazar Ş. Süreyya Aydemir, 1939'larda ülkeyi şöyle görüyordu : «… Herşey, şehirler ve şehirliler açısından ele alınıyordu. Halbuki başta buğday ve hayvan
mahsulleri olmak üzere, bütün ziraî ürünlerde öyle bir fiyat yetersizliği vardı ki, köylüyü kasıp kavuruyordu. Ama hayat pahalılığı ile mücadele deyince, idarenin başında olanlar, herşeyden önce gene buğdayı, eti ve zirai ürünleri şehirlere daha ucuz maletmekten başka bir yol aramıyorlardı?» (4) Savaşın, kamunun ekonomik girişimlerinin düşük bir düzeyde bulunduğu anda başlaması, savaş ekonomisinin yürütülmesinde bir takım unsurların bir arada varolması sonu¬cunu doğurmuştur. Bir yandan savaşın getirdiği yeni koşullar uygulanan ekonomik politikada devleti sert tedbirlere başvurmaya zorlarken diğer yandan verilen tavizlerle belli bir gelişmişliğe kavuşan özel teşebbüse yeni olanaklar tanımak zorunluluğunda bulunuyordu. Bir taraftan ekonominin savaş koşullarına uyum yapabilmesi devlet kontrolü gerekli idi.
__________ 4) Aydemir, S. S., İkinci Adam, 2. Cilt, Sf. 205. Bu dönemde asker-sivil bürokrasi —CHP Hükümeti—, toprak ağaları ve ticaret erbabı ile arasının açılmasına, hükümet üyelerinin birçok sert nutkuna rağmen son tahlilde özel teşebbüse ve feodal artışlara birçok taviz verilmiştir. Bunu en somut biçimde 11.5.1945 tarihli 4753 sayılı Çiftçiyi topraklandırma Kanunu»nun uygulanmasında ve 27.3.1950 da «Çiftçiyi Topraklandırma hakkındaki 4753 sayılı kanunun bazı maddelerinin değiştirilmesine bu kanuna bazı maddeler ve geçici maddeler eklenmesine dair «olan 5618 sayılı kanunun çıkarılmasında görebiliriz. Diğer bir somut örnek 12.11.1942 tarih ve 4305 Sayılı «Varlık Vergisi Kanunu»nun zenginlere, varlıklı sınıf ve tabakalara uygulanamamasıdır.
99
Ayrıca özel teşebbüsün özellikle iç ve dış ticarette ekonomiye egemen olmasından ötürü, karaborsacılık ve stokçuluğun alabildiğine artması karşısında devletin sert tedbirlere başvurması gerekiyordu. Bütün bunlar ileri ve sert devlet müdahaleleri ile sağlanabilirdi. Bu koşullarda devletin ekonomiye müdahaleye geniş çapta başvurduğu görülmekte idi. 1939 da Dr. Refik Saydam'ın, 1942'de Şükrü Saraçoğlu'nun Hükümet Başkanı olduğu tek parti iktidarı yıllarında «savaş ekonomisi»ni uygulayabilmek amacı ile oluşturulan «Milli
Korunma Kanunu ve benzeri tedbirler, köylünün sırtına binen CHP'yi sandıklarda devirecek olan ağır darbelerdi. İstanbul eski Defterdar Faik Ökte, o günlerdeki durumu şöyle anlatıyor :» — Devlet artan masrafları emisyon yolu ile karşılama zorunda kalmıştır. (Halkın paraya olan güveni de sarsılmıştır.) — Fiyatların alabora oluşu, istifçiliği doğurmuştur. Muhtekinlik almış, yürümüştür. Bilhassa ithalât işleri ise gayri müslüm azınlık tüccarların elinde olduğu için, asıl muhtekinler bunların arasında sivrilmiş ve her tarafda bir takım şüpheli milyonerler türemiştir. — Tedavüldeki para artıp gittikçe, enflasyonun tesiri genişlemiş piyasada para çoğalmış, jve bu paranın geri çekilmesi zarureti hasıl olmuştur. Bunun karşısında ya cebri bir istikraza gidilmek veya olağanüstü bir vergi koymak lâzımdı. — Türkiye'de gelir vergisi yoktu ve mevcut kazanç vergisi adaleti sağlanıyordu. Vergiler az kazananların üzerine yükleniyor ve çok kazananlar, devlet mükellefiyetine kazançlar nisbetinde iştirak etmiyorlardı.» (5)
________
(5) Ökte, F., Varlık Vergisi Faciası, istanbul.
100
Toparlarsak, bu dönemin genel durumu şu idi: 1— 106 bin kişilik büyük bir orduyu besleme zorunluluğu, ekonomiyi büyük ölçüde etkilemiştir. 2— İktidardaki kadro, askerî harcamalarla başedebilmek için geleneksel sağlam para siyasetini bırakmış ve enflasyon yolunu denemiştir. 3— Bu enflasyonist ortamda, yoksul halk tabakaları daha fazla yoksullaşmaya itilirken; aynı ortam birçok «Savaş gereğini» doğurmuştur. 1942 yılında fiyatların serbest bırakılması ticaret burjuvazisinin bürokrasi karşısında önemli bir zaferidir. 4— Bütün bunlara rağmen, ihracattan % 10 vergi alınması, dış ticaretin düzenlenmesinde ve fiyat kontrolünde devletin söz sahibi kılınması, ağırlığın tüccar ve eşrafa rağmen bürokrasiye kayması anlamına gelmektedir. 5— CHP iktidarı tüm çabaların, Düyun'u Umumiyeden kalan borçları ödeme gerekçesi ile meşrulaştırmaya çalışmışsa da, ekonominin ağırlığı yoksulların sırtına yüklenmiştir. CHP'yi o dönemin yaşlılarının «vergi tahsildarı ve jandarma dayağı» olarak tanıması da buradan kaynaklanır. 6— Dolaylı vergiler ve devlet denetimi tedbirleri ile yoksul halkı; Varlık Vergisi Kanunu ile ticaret burjuvazisini, zengin toprak ağalarını, Çiftçiyi topraklandırma kanunu ile çiftçi-ağa-Şeyh gurubunu, feodal artıkları; «Batıcı» kültür yapısı ve temele inmeyen üst yapı değişikliği çabaları ile «doğucu-islâmcı» ideolojinin etkisi altındaki herkesi karşısına alan CHP iktidarı prestijini iyiden iyiye yitirmiş ve parti içinde, hükümetler içinde huzursuzluk gelişmiştir.
101
7— Bu ortamda, değişmekte olan ve asker-sivil bürokrasisinin vesayetinden kurtulmak, kendi ekonomik iktidarını siyasal iktidarın ele geçirilmesi ile pekiştirmek isteyen burjuvazi (ticaret ve sanayi sermayesi), asker-sivil bürokrasisinin bir kesimini; eşraf ve toprak ağalarını, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Batılılaşma hareketine, «Batıcı» düşünce ve davranışta bulunanlara yabancı kalmış olan -hatta yüzyılların birikimi olan devlet halk çelişkisinin bağında gelişmiş olan yoksul halkı yanına almıştır. Gelişen burjuvazinin, kendi öncülüğünde toprak ağalarını ve yoksul halkı bir ittifak çatısı altında toplamasının siyasal ifadesi «Demokrat Parti» hareketidir,
d — 4 — 1950'LER VE SONRASI: Ekonomik durum birçok toplumsal huzursuzluğa yol açtıkça CHP içindeki muhalefet, iktidardaki guruba gittikçe daha sert darbeler indiriyordu. Fuat Köprülü muhalefetin bayraktarı haline gelmişti. Muhalefet Sıkı Yönetimin kaldırılmasını, muhalif basına özgürlük tanınmasını çeşitli vesilelerle ileri sürüyordu. En sonunda 7 Haziran 1945 de TBMM'nin çok partili hayata geçiş üzerine bir önerge verildi. «Dörtlü Takrir» olarak bilinen önergenin altına, Celal Bayar, (CHP'nin, kurucularındandır.) Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes imzalarını atmışlardı. Bu önergenin önemli üç maddelik teklifi şöyle idi :
«1 — Milli Hakimiyetin en tabii sonucu ve aynı zamanda dayanağı olan Meclis Murakabesini, Anayasanın yalnız şekline değil ruhuna da tamamiyle uygun olarak tecellisini sağlayacak tedbirleri almak.
102
2— Yurttaşların -siyasi hak ve hürriyetlerini daha İlk Teşkilâtı-Esasiye Kanunumuzun gerektirdiği genişlikte kullanabilmeleri imkânını sağlamak. 3— Bütün parti çalışmalarının yukarıdaki esaslara tamamiyle uygun bir şekilde yeniden tanzimi. Bu önerge 12 Haziran 1945 tarihli CHP toplantısında okundu ve reddedildi. Bunun üzerine Celal Bayar Milletvekilliğinden istifa etti. Adnan Menderes ve Fuat Köprülü daha sonra da Refik Koraltan «partinin iç durumunu bozmak için partide kaldıkları» gerekçesi ile ihraç edildiler. CHP'-den. 2 Aralık 1945 de CHP'den istifa eden Celal Bayar, 4 Aralık'ta yeni parti teşebbüsünü kamu oyuna açıklıyordu. Kurulan Parti (Demokrat Parti) tüzüğünde şu temel görüşlere yer veriyordu :
«Serbest Seçim, Dini politikaya alet etmemek, Özel teşebbüse önem vermek, Sendikaların kuruluşunu teşvik etmek» 1946 yılında CHP iktidarı, Belediyeler Kanunu, Seçim Kanunu, Vilayetler İdaresi Kanunu ve Cemiyetler Kanunu'nu çok partili siyasal yaşama uyum yapmak üzere gözden geçirdi, birtakım değişiklikler yapıldı. 1946 seçimlerinde % 50'yi aşkın bir kısmı kadın olan 8,5 milyon seçmen % 75 katılma oranı ile oyunu kullandı. CHP, 400; DP 40, MP 3, Bağımsızlar 3 sandalya kazandılar. İnönü tekrar Cumhurbaşkanı seçildi. CHP'nin VII. Kurultayı 17.11.1947 ve 4.12.1947 tarihleri arasında Ankara'da toplandı. Bu kurultayda parti örgütünün çok partili yaşama uyum göstermeleri konusunda İnönü'nün çabaları oldu. İnönü'nün «Millî Şef», «Değişmez Genel Başkan» sıfatları kendi arzusu üzerine değişti.
103
Parti Genel Başkanlığına İnönü getirildi. Parti Genel Başkan Vekilliği oluşturuldu. Başbakan Şemsettin Günaltay zamanında, 1949 yılı başlarında kuruldu yeni seçim kanunu kabul edildi, 15 Mayıs 1950 de seçim sonuçlan ilân edildiğinde görüldü ki, DP 408, CHP 69, MP 1 milletvekili çıkarmıştı. CHP kendi çıkardığı seçim kanununun kurbanı olmuş; oyların % 41 ini aldığı halde Mecliste % 14 temsil hakkı kazanabilmişti. DP ise oyların % 54,9 unu almış ve Mecliste % 85 temsil hakkı elde etmişti. Seçim sonuçları, CHP tabanında bir şok etkisi yaptı. 27 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti'ni, Anadolu toplumunun gelişmesine yönlendirmiş, tek parti-Tek Şef yaşamından, çok partili siyasal yaşama geçişin psikolojik hazırlığını henüz yapamamış partili kitle büyük bir moral çöküntüsü içinde idi. 29 Haziran ve 3 Temmuz 1950 tarihleri arasında 8. Parti Kurultayı toplandı. İnönü Kurultay boyunca örgütü muhalefet çalışmalarına hazırlamak için moral verdi. «Kapanış konuşmasında: Partimiz bir fikir ve program partisi olarak gelişmekte devam edecektir...» Memleket içinde teşkilâtımız, Büyük Meclis içindeki gurubumuz asil memleketimizin yürekten güvenine layıktır.» dedi. Parti Genel Sekreterliğine Kasım Gülek seçildi. Bundan bir yıl sonra, 26-29 Kasım 1951 tarihinde CHP IX. Kurultayı toplandı. Parti henüz kendini toparlayamamıştı. Bunu Hıfzı Oğuz Bekata'nın sözlerinden anlayabiliriz. : «ileri bir
İslahat fikri, Ocak Başkanından benimsenmedikçe istikbal karanlıktır.
104
Parti
Genel
Baş¬kanımıza
kadar
hepimizce
İnönü, yeni bir takım sloganlar atarak örgüte hedef göstermek istemişti: «Üniversite Muhtariyeti, Rejim Emniyeti, Adalet ve Hakim Teminatı, Basın Hürriyeti, Anti Demokratik kanunların kaldırılması ve Anayasa teminatı.» Bütün bu çabalara rağmen şu gerçek, parti yönetimince kavranıyordu: «CHP, kendini değiştirmeli, toplumsal gelişmenin olumlu unsurlarından birini oluşturmalı, düşünce ve davranışlarını yeniden gözden geçirmelidir.» CHP yönetimi, iktidardan düşürülmelerinin toplumsal, ekonomik nedenlerini araştırmamakla hata ediyordu. Çünkü halkın CHP'yi iktidardan düşürmesinin tek ve en önemli nedeni CHP'nin kendisi idi. CHP'nin içinde bulunduğu durumu, ilim adamı A. Naki Yücekök şöyle dile getiriyor: «Türk
toplumunun gelişmesi burjuvaziyi kendi ayakları üzerinde durabilecek bir güce eriştirince modern Türkiye'nin yeni sınıfları artık kendi çıkarlarını engelleyen tek partinin dar ve statik programından kendilerini koparmayı amaçladılar. Artık toplumda tek örgütlenmiş güç ordu ve devlet bürokrasisi değildi. Gelişen ulaşım ve haberleşme insanlara yeni ufuklar açmış, büyüyen ticaret, sanayi ve hizmet sektörleri işbölümü ve ihtisaslaşmayı yoğunlaştırarak toplum içinde farklı çıkar kümelerini yaratmıştır. Farklılaşan ve değişen bir ortamda insanlar daha yoğun ve değişik taleplerde bulunuyorlar, toplum zenginliklerinden daha büyük paylar istemeyi öğreniyorlardı.
105
Böyle dinamik bir ortama asker-bürokratlar kolay çözüm yolları getirmekten yoksundular. İdeoloji olarak onlar kurmasını ve kurduklarını korumasını biliyorlardı, CHP saflarından koparak kalkınan burjuvazinin temsilciliğini yapan Demokrat Partiye, iktidar kaptırdılar. Bu kopma sonucu, asker bürokratlarla CHP başbaşa kaldılar ve CHP asker-sivil bürokrat çizginin temsilciliğini yüklenmiş oldu. (6) Demokrat Parti Hükümeti, 18 Ocak 1952 tarihinde NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) ya katılma kararı meclislerden geçirdi. Bu durum üzerine CHP'nin tavrı şu oldu : «Türkiye'nin
Atlantik Paktına girmesi, dünyada sulh ihtimalini artıracak, kıymetli bir unsur olabilir. Memleketimizin emniyeti, milletlerarası büyük bir teşekkülün kader birliğine katılmış olmak bakımından, siyaseten artmış denilebilir. (7) «Memlekete ve dünyaya söylemek istiyorum ki, ancak eşit haklarla bize teveccüh edecek vazifeyi, en iyi şekilde ifa etmeyi kabul ediyoruz. (8) İnönü, NATO anlaşmasının taahhütlerinin ve askerî niteliğinin yeterince işlemediği kanısında idi. ______
(6) Bu konuda bir örnek; İnönü'nün 1.10.1942 tarihli nutkundan alınan şu bölümdür: (Bulanık zamanı, bir daha ele geçmez bir fırsat sayan eski batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse, teneffüs ettiğimiz havayı ticaret malı yapmaya yeltenen, gö¬zü doymaz vurguncu, tüccar ve bütün bu sıkıntıları politika ihtisası için büyük fırsat sayan ve hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı, büyük bir milletin bütün hayatına küstah bir surette kundak sokmaya çalışmışlardır...» (6) Yücekök, A. Naki, CHP'de çözülen Büyü; Bürokratik Devrimcilik, Özgür însan Dergisi, Sayı : 11 Sf. 7. (7) İnönü'nün 23 Eylül 1951, Hürriyet, Vatan gazetelerine verilen demeci. (8) inönü'nün 27 Eylül 1951'de gazetelere verilen demeci.
106
CHP'nin 22 Haziran 1953'te toplanan X. Kurultayı, yapısal olarak hiçbirşeyi değiştirmedi. Çalışmanın içinde dipnot olarak verilen devletçilik ve halkçılık ilkeleri toplumsal yapı ile toplumun üretici güçlerinin gelişmesi ile uyumlu oterak ele alınmıyordu. Yine “sınıfların varlığı”nı reddeden, daha sert darbeler indiriyordu. Parti içinde kutuplaşma yoğun-toplumsal sınıfları «birbirlerini tamamlayan unsurlar» olarak ele alan, devlet eliyle kapitalist işletmeci yetiştirmeye hedefleyen bir parti programı kabul edildi. Bu anlayış, devrimciliği, geri kalmış hayat düzenini tasfiyesi ve yerine ileri medeniyet kurumlarnın konması olarak soyut bir dille ele alan görüşle bütünleniyordu. CHP, yine pozitivist-idealist kafa yapısının, sivil-asker aydın bürokratların, devletin «gerçek sahiplerinin partisi idi. Bu yapı 1960'larda radikal olarak sarsılacak ve «Ortanın Solu» doğacaktı. 1950-60 dönemi CHP'nin bürokratik devrimci çizgideki muhalefetine tanık oldu. İlk ve en çok kullanılan muhalefet teması DP'ye yakıştırılan «gericilik» suçlamasıydı. Gerçi DP tek parti devrine olan düşmanlığı kamçılamak için halkın dinsel duygularını okşamıştı. Ama DP'nin oy tabanı Türkiye'nin en gelişmiş, en farklılaşmış, okuma-yazma oranın en yüksek olduğu bölgelerdeydi. Buna karşı CHP ise, Türkiye'nin en geri kalmış bölgelerinde oy alabilmekteydi. Bu nedenle bu «gericilik» suçlamasına asker-bürokratlardan başka kimse inanmadı ve 1954'te CHP daha büyük bir yenilgiye uğradı (9) 1954 seçimlerinde 10 milyon seçmenin 4.1 milyonu DP'ye oy verecek DP'nin 488 ve 3.5 milyonu CHP'ye CHP'nin 31 milletvekili çıkarmasını sağladılar. Oy ve milletvekili dağılımları arasındaki fark, seçim sisteminin doğurduğu bir sonuçtu. _________
(9) Yücekök, A. Naki, CHP'de Çözülen Büyü, Sf. 7.
107
Seçim sonrasında DP iktidarının icraatını İnönü şöyle dile getiriyor : «Muhalefet aleyhine yeni bir şiddet kampanyası açıldığını görüyoruz. Bakanlar geziler ve radyo yayınları yaparak, emniyet mensuplarının toplantıları menederek savcılar pahalılıktan bahseden siyaset adamlarını mahkemeye vermeye sevkedilerek yeni şiddet hareketine geçildi. Muhalefet iktisadî suikastla kominist metodları kullanmakla, pahalılık yaratan bozguncular olarak itham ediliyordu. Vatandaş şaşkın nazarla ahuzle bakıyor, iktisadî ve mali sıkıntıların, hayatını kemiren darlık ve pahalılığın asılsız ve uydurma olduğunu radyodan ve mesut ağızlardan kendi ağzı açık kalarak dinliyordu. İktisadî sıkıntı son haddinde ve bundan muhalefetin sorumlu olduğu iddiası kimsenin kulağına girmez halde idi. (10)
1950-60 yılları arasında, dışa bağımlı kapitalist ilişkilerde hızlı bir gelişme olmuştur. Üretim ve ulusal gelirde sürekli yükseliş ve giderek kapitalist ilişkilerin hızlı gelişimi 1950 yılından itibaren ve özellikle 1950-54 döneminde tarım kesiminde oluşan üretim artışı, dış borçlanma kaynaklarının gelişmesi gibi nedenlerle ekonomik hareketlilik arttı. Dışa bağımlı, tüketim toplumuna dönük sanayileşme çabası buradan kaynaklanır. (11) 1941 yılında 13.9 milyon hektar olan tarım topraklarının genişliği 9 milyon hektara yakın bir artışla, 1956 yılında 22.5 milyon hektara ulaşmıştır. 1950-60 döneminde ise, tarımdan elde edilen gelirin millî gelire katkısı % 54.8 oranında artıyordu. Aynı dönemdeki tarımsal mallar üretimi artışı daha da yüksekti. 1950'de 7.8 milyon ton olan tahil, üretimi, on yılda iki katına çıkarak, 1960'larda 15.2 milyon tona ulaşmıştı. ___________
(10) İnönü, CHP XII. Kurultay Açış Nutku, 1956, Sf. 5. (11) «1923 - 1950 döneminde belli bir sanayileşme politikasının, ülkenin uzun dönemleri hedefleri gözönünde tutularak, izlenmemiş olması sonucu genellikle tüketim malları üretimine dönük, rekabet gücü düşük bir sanayi yapısı oluşmuş ve Türkiye'nin bugün karşılaştığı ve geri kalmışlığın doğal sonucu olan bir çok sorunun ortaya çıkmasına yol açmıştır.» Tayanç, T., Kapitalist Sanayileşme Sürecinde 1923-1950 kesiti, Özgür İnsan Dergisi, Sayı. 4. Sf. 22.
108
Tarımsal yapıda oluşan bu gelişmeler, sanayi ve hizmet sektörlerinde önemli gelişmelere neden olmuş ve bu alt yapısal gelişmelerin toplumsal yapıda doğurduğu sonuçlar kendini göstermeye başlamıştı. 1950'lerin sonlarında gerek kentsel gerekse kırsal platformda gelişen olaylar, bu patlamaların habercisiydi. Ahmet N. Yücekök'ün deyişi ile; «CHP'yi kurtaran yanlışlığı DP, 1955 lerden sonra yaptı.
Gelişigüzel bir kalkınma temposu başlangıçta halkı fazlası ile hoşnut etmişti. Enflasyonun ters etkileri geliştikçe belirgin bir hoşnutsuzluk topluma yayılmaya başladı. Bundan en fazla tedirgin olanlar da sabit gelirli asker-bürokratlardı. Artan muhalefeti frenlemek için DP iktidarı Anayasa dışına çıkınca CHP'nin bürokratik ilericiliği, çok iyi bildiği bir alanda savaş verme olanağına kavuştu. Gelişen burjuvazi karşında ikinci sınıf yurttaş durumuna düşmüş olmayı bir türlü içlerine sindiremiyen asker-bürokratları da iktidarı 27 Mayıs 1960 sabahı devirdiler.»
d — 5 — 27 MAYIS 1960 27 Mayıs 1960'da, Türk Silâhlı Kuvvetleri iktidara el koydu. DP yöneticileri ve Cumhurbaşkanı tutuklandı. Daha sonra mahkemede Adnan Menderes Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan hakkında «idam» cezası verildi ve bu cezalar infaz edildi. İhtilal kadrosu (MBK—Millî Birlik Komitesi) 13 Aralık 1960'da 157 sayılı kurucu Meclis Kanununu çıkarttı. Siyasî hareketler yeniden gelişmeye başladı. 11 Şubat 1961'de AP, 13 Şubat 1961 de YTP kuruldu. Yeni Anayasa 1961 Anayasası 9 Temmuz 1961'de halk oyuna sunuldu ve kabul edildi.
109
1961 Anayasası ile, toplumun her sınıfı özellikle yoksul halk için geniş demokratik hak ve özgürlükler tanındı. Anayasa, toplumdaki üretici güçlerin gelişme düzeyi ile uyumlu hale getirildi. Daha sonra da belirteceğimiz gibi ekonomik ve sosyal hareketliliği artırdı .toplumsal uyanışı geliştirdi. «1960 sonrası, sosyal çelişkileri daha da artan bir Türkiye gördü. Sanayileşme, kentleşme ve
hizmetler daha da yoğunlaştı. 1950-60 döneminden çok daha fazla ve çok daha güçlü yeni iktidar merkezleri oluştu. Bir zamanların gelişmemiş toplumunun tek örgütlenmiş grupları olduklarından, okuma yazma bilip, batıya dönük oluşlarından ilerici sayılan asker ve sivil bürokrasi de, iktidarın paylaşıldığı, hareketli ve atomize bir toplumda siyasal iktidarı oluşturan tek güç olma yeteneğini yitirdi. (12) Belirtilmesi gereken diğer bir nokta, toplumsal-ekonomik gelişmelerin ve doğaldır ki toplumsal çelişkilerin içinde, dışa bağımlı ticaret-sanayi sermayesi ile yoksul halk arasındaki ihtilafın bozulmasıdır. Artık sermaye «sınıfı», 1960'lar Türkiye'sinde örgütlü ve iktidara tek başına aday bir güç olarak siyaset sahnesindedir. Bu toplumsal-ekonomik gelişme, dönemin CHP'ni de etkilemekte ve parti içinde, kaynaşma başlamaktadır. CHP içinde, «din» temeli üzerine oturtulan klasik «ilerici-gerici» kavramlar sarsılmaya başlamıştır. 1950'lerde CHP'yi kendinden yana bir kuruluş olarak görmeye ve yanlış «ilerici-gerici» sloganları ile şartlandırılmak istenen yoksul halk, 1961 sonrası seçimlerinde de CHP'ye tam yetki vermemiştir. CHP, hâlâ, sivil asker-aydın bürokrasi ile bir kısım eşraf-ağadan oy alabilmektedir. __________
(12) Yücekök, A. Naki, A. G. Y., Ö. t. Sayı : 11, Sf. 7.
110
«Yoksul» kesim ihtilal sonrası ortamında bile, AP'ye oy verirken, bu durumu gözler önüne sermektedir : «CHP, yapısal değişiklilik için gerekli olan ve oluşmaya başlayan nicel birikimi
nitel sıçrama durumuna henüz dönüştürememiş, «halka güven veren», «halkın benimseyeceği bir siyasal kuruluşu»un öz ve biçimine hâlâ kavuşamamış bir partidir.»
d - 6 - «ORTANIN SOLU» CHP'deki ciddi yapısal kıpırdanmalar 1964 yılında başlar. 1964 yılında yapılan CHP. 17. Olağan Kurultay Bildirisi, daha önce açıklıkla ortaya konulamayan şu görüşleri açıklar: CHP'nin yolu; «yoksulluğu değil, refahı yaygınlaştırarak sosyal adaleti ve güvenliği adım adım
sağlayan, iktisadî ve sosyal düşüncede dogmatik kalıpları yıkan, sosyal adalet ilkeleriyle yurdun iktisadî gerçeklerini bağdaştırarak topluma ilerleme gücünü katan yoldur. ... Ulusça hızlı kalkınma yollarının belki en çetini, fakat en insancası ve güveniliridir. Bu yolun engelleri, güçlükleri, ancak gerçekler halka anlatılarak ve halkın yardımıyla yenilebilir.»
«CHP, halk yararına yaptığı reformları ve aldığı tedbirleri halka açıkça anlatarak benimsetecektir. Dar gelirli kitllerin oylarını toplamaya çalışan, fakat bu kitleleri refaha ulaştırıcı her ileri adımı kösteklemek isteyenlerin karşısında, halkın gerçek dostu olarak, görüşlerini cesaretle savunacaktır.» Bu dil, CHP programı ve bildirilerinde o zamana dek rastlanmayan dostça, halkça bir dildir. «Dogmatik», «halka anlatmak», «halkın yardımı» gibi ifadeler CHP sözcülerince ilk defa bu denli samimiyetle söylenmektedir. 111
«CHP'nin sosyal adalet anlayışı, toplumun bütün üyelerine fırsat eşitliğini ve insanca yaşama hakkını tanıyan, demokratik haklarını yeterince kullanabilme ve kalkınma nimetlerinden hakkınca yararlanabilme imkânını sağlayan ve herkesi, bu imkânlara erişmiş olmanın verdiği gurur, mutluluk ve istekle kalkınma çabalarına katılmaya yönelten bir halkçı ve yüceltici tutumun ifadesidir.» «Demokratik Devletçilik» sözcüğü CHP'nin terminolojisine, 1961'lerde böylece girer. Bu dönemde CHP'nin yanlış ortaya konan «ilerici-gerici» kavramlarından ilk olarak kurtulmaya başladığını görüyoruz. «CHP'nin, düşünce ve inanç özgürlüğü ilkesine dayanan laiklik anlayışını din aleyhtarlığı olarak göstermek isteyenlerin iddialarının asılsızlığı bu partinin başlıca sorumluluğu altında geçen iktidarlar süresi içinde, Anayasaya uygun olarak, din ve vicdan özgürlüğüne gösterilen saygı ile ortaya çıkmıştır.» Artık CHP'de «bürokratik ilerici» tabular yıkılmakta, ilericiliği şeriat düşmanlığı, takke düşmanlığı olarak anlayan CHP'nin yerini, halkın dinsel duygularına saygılı olan, ileri ve geri kavramlarını daha sonraki yıllarda sınıfsal bazına oturtacak ve halkla arasındaki buzları eritecek olan başka bir CHP almaktadır. 1965 yılında, CHP yayın Bürosu'nca yayınlanan «Devletçilik-Halkçılık» başlıklı kitapçıkta : «Biz inanıyoruz ki, hızla gelişmeye muhtaç bir ülkede, devletin iktisadî ve sosyal alanlarda
geniş faaliyet göstermesi zaruridir. Bunu anlamamak ve kadro hatalı ise, bütün iktisadî faaliyetlerin ve bütün üretim araçlarının toptan devletleştirildiği bir ülkede hürriyetin ve demokrasinin barınabileceğini sanmak ta o kadar hatalıdır... Biz inanıyoruz ki, iktisadî kalkınma, çalışanların sömürülmesi ve büyük halk kitlelerinin sefalete sürüklenmesi pahasına erişilecek bir hedef değildir.» denmektedir.
112
Burada görülmekte ki, «çalışanların sömürülmesinden, sürüklenmesinden» bahsetmektedir artık CHP.
«halk
kitlelerinin
sefalete
«CHP, Petro Kimya Sanayiinin, demir ve çelik sanayiinin, kâğıt sanayiinin, kimyevî gübre
sanayiinin ve beş yıllık kalkınma planındaki deyimle, «Stratejik Sanayi» veya «Kilit Sanayi» durumunda olan bütün sanayi kollarının devlet elile geliştirilmesini, yurt kalkınmasının şartı sayar.» diyen parti sözcüleri, parti programının 5/C maddesi ile bağlıdırlar. CHP'nin
devletçiliği, «bu hayati alanlar dışında kalsa bile özel teşebbüsün başarmaya imkân bulamadığı veya yeter derecede başaramadığı veya sosyal zaruretlerle ve özel teşebbüs bu alanlarda çalışmaya muktedir oluncaya kadar, devlet tarafından kurulabilmesine» de olanak vermektedir. Bu düşünce tarzı, aynı kitapçık ta yer alan «CHP, de devletçiliğin devlet elile birkaç ferdi zengin etme tarzında uygulanmasını kesin olarak reddeder. Bizim devletçiliğimiz «herkes için, insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlamak amacını güden sosyal bir karakter taşır» fikri ile çelişki içindedir. Parti programının 4. maddesinde «çiftçi, işçi, esnaf, sanayici, tüccar, serbest meslek erbabı ve memurların bir sosyal dayanışma içinde görüldüğünü ve «her zümrenin kendi alanında ilerlemesine» çalışıldığını belirten CHP, soyut da olsa emekçi sınıflar temeline dayalı doğru bir «halk» tanımlamasına girerek, kendi çelişkilerinden kurtulma çabasındadır artık. «CHP'ye göre HERŞEY HALK İÇİN'dir.» Ve aynı sayfalarda «gelir dağılımında eşitlik'ten, çalışanlardan yana» bir siyasetten, «dar gelirli aile çocuklarının eğitim imkânlarından bahseden CHP'ye yeni bir maya atıldığı belli belirsiz farkedilmektedir. Bu, «Ortanın Solu» mayasıdır. Baştacı, her zamanki gibi «Tek Şef, Başbuğ» İnönü'dür.
113
«İnönü'nün bu davranışı, hiç kuşkusuz, kaynağın, tek parti döneminin gerek ve alışkanlıklarından alıyordu. O zaman toplumun her eğilimi her çıkar kümesi CHP'ni içinde yer alıyor ve lider, bunlara arasında denge kuran devletin çıkarları, «hikmet-i hükümet» gerektirdikçe sağı, gerektirdikçe solu seçen bir hakem durumunda bulunuyordu. Oysa çok partili düzene geçişle birlikte bu durumun değişmesi gerekirdi. Çünkü artık her eğilim kendi partisi çevresinde toplanmaya, her çıkar kümesi kendi işine en çok gelen partiyi desteklemeye başlamıştı. İşte bu ortamda CHP'nin de hangi eğilimin, hangi çıkar kümelerinin, hangi toplumsal güçlerin partisi olduğuna karar vermesi ve liderin bu denge endişelerini bir yana bırakarak, bunlara sahip çıkması, bunların savunuculuğunu yüklenmesi zorunluğu doğuyordu. (13) «Ortanın Solu» hareketinin başlatılmasıyla birlikte CHP düşüncesi «her eğilimi, her çıkar kümesini içinde barındıran, barmdırabilen» bir parti düşüncesi olmaktan çıkıyor ve «sol güçlere dayanan» bir düşünce temelinde yol alıyordu. «... Kendi yerini «Ortanın Solu»nda seçtikten sonra, CHP nde bulunan sağ eğilimlilerin bir
bölüğü bu partiden ayrıldıkları gibi, bu hareketi benimseyen örgüt ve yönetici kadro da, zamanla, hareketin gerektirdiği ve her gerçek siyasal partide görülen tutarlılığı kazanmaya başlamıştır. Ayrılanların başında İstanbul'da Üniversiteli gençlere «Demokratik Sosyalizm» üzerine bol keseden nutuk atan Turhan Feyzioğlu vardır. _____________
(13) Yücekök-Ülman, CHP'deki Değişikliğin Gerçek Anlamı, Özgür insan Dergisi, Sayı : l, 1972, Sf. 8.
114
1967 de yapılan CHP 18. Kurultayında ortaya atılan «Ortanın Solu» görüşlerini kendi sınıf çıkarlarına ters gören ve bu yeni anlayışa leke atmayı beceremeyen inkarcı azınlık, 15-16 Mart 1967 tarihinde yapılan parti meclisi toplantısında kuru gürültü ve demegoji yaparak, yeni hareket içinde yer alan ilerici kişileri bertaraf etmeyi planlamışlardı (14) Genel Başkan İnönü'nün bu inkarcı azınlığa cevabı kısa ve kesindi. «Genel Sekreter Bülent Ecevit ve MYK'nın 18. Kurultayıdan sonra çalışmalarının ve beyanlarının Kurultay kararlarına uygun ve Kurultay kararlarının sınırları içinde bu kararlan anlatan ve değerlendiren bir yolda olduğunu, Parti Meclisi'nde açıkça söylediğim gibi, CHP teşkilâtı önünde de tekrar ve te'yid ederim.» Genel Sekreter Ecevit'in tavrı ise «... Aslında ortanın solu ister coğrafyada bir yerden ibaret
sayılan, ister bir kelimeden, bir tabirden ibaret sayılsın, kim ne derse desin, yaptığımız toplantılarda bulunan herkesin gözle görebileceği bir gerçektir ki, ortanın solu hareketi ile CHP!de yeni bir çığır açılmıştır. Parti, halkla bir kaynaşma içindedir. Her yerde, kendi teşkilâtımızın bile tanımadığı binlerce kasketli yurttaşımızı görmekteyiz. Osmanlı İmparatorluğundan bu yana sürüp gelen aydın-halk ikiliği CHP'nin içinde ortadan kalkmıştır. Bu hareketin içinde bazı arkadaşlarımızın da bulunmasını dilerdim. Onlara, önümüzdeki seçimleri sizin yardımınızla kazanacağız, demek isterdim Malesef bugün bunları kendilerine söyleyebilecek durumda değilim. Ama şunu söyleyeceğim : Sizlere rağmen önümüzdeki seçimlerde çok iyi sonuçlar alacağız» olmuştur. (15) ______________
(14) Bu kişilerin elebaşları, Fehmi Alpaslan, Turhan Feyzioğlu, Coşkun Kırca, Süreyya Koç, Ferit Melen, Orhan Öztrak, Emin Paksüt, Turan Şahin. (15) Ecevit, 15 - 16 Mart Parti Meclisinde eleştirilere cevap, Sf. 71.
115
12 Mayıs 1967 de Güven Partisi'ni kurarak gerçek sınıfsal yerlerine oturan ve inkarcı azınlığın tamamı partiden ayrılmamıştı. Bir kısım, çeşitli nedenlerden ötürü CHP'de kalmış ve «ortanın solu» hareketini sabote etme görevini üstlenmişlerdi. Sabotajcıların çalışmaları sürmekte idi. Onlar ortanın solu hareketini anlamsız sözcüklere döndürmek, halkla bütünleşmeye çalışan CHP'yi baltalamak, CHP'de «bürokratik ilerici» ya da «siyasal sağcıların» yönetimde kalmasını sağlamak istiyorlardı. Fakat, Ortanın Solu hareketi ve onun sözcüleri her geçen gün tabanla bütünleşiyor ve örgütten gelen akımın daha güçlü savunucuları oluyorlardı. Genel Sekreter Bülent Ecevit o aydınlığa gebe bunalımlı günlerde şunları açıklıyordu : «Önce,
halkla ve CHP örgütüyle yakın temaslardan edindiğim bir konuyu belirtmek isterim; Ortanın Solu tutumu, CHP'de artık, sökülemeyecek kadar kökleşmiştir. Hatta, partili çevreleri de aşan bir halka hareketi olmuştur. Yakın zamana kadar CHP'den uzak duran bazı halk toplulukları, iktidar değişiklikleriyle çözülemeyen sosyal ve ekonomik sorunlarnın, ancak ortanın solunda bir düzen değişikliğiyle çözülebileceğine inanmağa başlamışlardır. Demokrasiyi yaşatmanın da; toplumu, gitgide yoğunlaşan bunalımlardan ve yakınlaşan tehlikelerden kurtarmanın da başka yol olmadığını anlıyanlar günden güne çoğalmaktadır. Bugün CHP'de, kimse kimseye karşı, istese de tertip yapamaz. Ortanın Solu hareketi, kişilere değil, düşünceye, inanca ve halka dayanan bir demokratik harekettir. Böyle bir hareketin içinde, kimsenin gücü, başka bir kimseyi batırmaya da çıkarmaya da yetmez. Bugün, CHP'de belli sorumluluk yerlerine gelebilmenin veya o yerlerde kalabilmenin, çok çalışmaktan, halkla kaynaşmaktan ve ortanın solu tutumuna içtenlikle bağlılıktan başka yolu yoktur. Bu koşullara uyanları kimse zayıflatamaz. Bu koşullara uymayanlan ise, sun'î tertip veya desteklerle koruyamaz ve güçlendiremez.» (16) __________
(16) Ecevit, B. 12 Ağustos 1968 Basın toplantısı.
116
O günlerde ekonomik yapıdaki bunalıma ve çıkmazlara paralel olarak toplumsal olaylar hareketlilik kazanmaktadır. Üniversitelerde, fabrikalarda ve kırlarda halkın uyanışının hızlanmasına, emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerine sahip çıkmasına karşın, sorumsuz Demirel iktidarı, «bir kısım halkı hak talep eden başka bir halk kesimine karşı silâhlandırmak, karşı-devrimci ayaklanma teşebbüsleri hazırlamak» eylemini uygulamaktadır. 22 Temmuz günü, ilerici gençlerin bağımsızlık konulu mitingini bahane eden yobazlar ve bir kısım kandırılmış, din duyguları kışkırtılmış yurttaş Konya'da bir ayaklanma teşebbüsü yaparlar. Polis, dönemin sorumsuz iktidarınca-bugün olduğu gibi-partizanca kullanılmaktadır. Bugünkü dışa bağımlı, yabancı güçlerin ortağı hükümete uyarıcı olması bakımından o günlerde yazılan şu satırlar ilginçtir. «Türk polisi, politika dışında tutulursa, bütün vatandaşları fark gözetmeksizin koruma
eğilindedir. Onun bu eğilimi desteklenmekle, Türkiye'de her bakımdan yeterli bir polis gücü sağlanabilir ve ulusumuz polisiyle övünecek, polisine güvenecek duruma gelebilir.»
Buhranlı zamanlarda vatandaşın huzurunu bir an önce sağlamak her ödevin başında gelir. Bu ödev, tarafsız ve yasalara uygun devlet kuvvetleriyle yerine getirilir. Böyle davranan, böyle davranması gereken devlet kuvvetlerine saygı gösterilmesi de bir vatandaşlık ödevidir. Türk halkı bu ödevin sorumluluğunu bilen bir halktır. Polisi, yasalara uygun ve tarafsız kullanmamaktan şüphe altına giren devlet adamları, şüphe başladığı anda görevden ayrılmalıdırlar. Polis, mutlaka partiler dışında bir görev bilinciyle ve tam bir tarafsızlıkla davranma imkânını bulabilmelidir. Polisi halk gözünde itibara kavuşturabilmenin ve toplumda gerçek bir güvenlik unsuru durumuna getirebilmenin temel şartı budur. Bir iktidarın, polisi kendi özel siyasal amaçları uğrunda kullanmaya kalkışması, onu itibardan düşüreceği gibi, etkisiz de kılar. (17)
(17) CHP, Parti Meclisi Bildirisi, 29 Temuz 1968.
117
CHP, bir yandan kendi içindeki yenileşme hareketini sürdürür ve geliştirirken, diğer yandan da dönemin sorumsuz Demirel hükümetine karşı etkin bir uğraş vermektedir. Ekonomik ve siyasal yaşamda giderek artan anarşinin nedeni, «dünyadaki ve Türkiye'deki yeni gelişmeleri
kav¬rama ve değerlendirme yeteneğinden yoksun, üstelik bu gelişmelere aykırı bir yön izleyen, kendi desteklediği gerici güçlerin ardında sürüklenen ve halka değil, halkı sömürenlere hizmet eden, hukuk devleti ilkelerine saygısız bir kadronun tesir sahibi bulunuşudur.» CHP, «halktan alacağı yetki ve güçle iktidara geldiğinde, belirli kimselerin halkımızı veya yabancıların ülkemizi sömüremiyecekleri, herkesin huzur, güvenlik ve sağlık içinde okuyabileceği, çalışabileceği ve kazanabileceği, kısacası, bütün insanların insanca yaşayabileceği bir adil düzen kurulacaktır.» CHP, 1968'lerde kalkınma üzerine yeni görüşlerini geliştirmekte ve tutarlı bir bütüne ulaşmaya çalışmaktadır. CHP şunları savunmaktadır : «Başkasının toprakları üzerinde yaşayanlar, genellikle, kendilerini, toprağın sahibi hangi partiye oy vermelerini isterse o partiye oy vermeye mecbur hissetmektedirler. Toprak sahibinin isteğine boyun eğmezlerse, topraksızlıkları bir yana, yaşama imkânlarının da ellerinden gideceğini bilmektedirler. Daha açık bir deyişle, ekonomik bakımdan hür olmayan kişi, siyasal bakımdan hür olamaz. Anayasadaki siyasal hürriyette, ekonomik hürlük gerçekleşmedikçe, yoksullar için kâğıt üzerinde kalır, yalnızca varlıklılar için işler. Yoksuldan değil, varlıklıdan yana olan AP iktidarı bol kazancı çiftçileri daha çok vergilemeyi hiç düşünmemektedir. Tarımsal gelir vergisinde ancak ufak tefek bazı düzeltmelerle yetinmek kararındadır. Bugün yılda milyonlar kazanan küçük büyük çiftçi bir fabrika işçisi kadar bile vergi ödemediği halde, AP iktidarı onlardan elde edilebilecek vergi gelirini arttırmak için hiçbir ciddi tedbirlere başvurmayı kabul etmemektedir. Böyle olunca da, bugünkü cılız, kendi kendine bile yetmeyen tarım sektörümüzden sanayi sektörüne kaynak aktarmak, tarım sektörünü bu yoldan sanayileşmenin itici gücü haline getirmek için, ortada, ikinci yol kalıyor, yani, yoksul köylüyü daha da yoksullaştırmak yolu. AP ,de zaten, iktidara geldiğinden beri, açıkça bu yolu tutmuş bulunmaktadır.» (18) ______________
(18) Bozuk Düzeni Değiştireceğiz, CHP. Yayını, 1968, Sf. 14, 22.
118
CHP'nin AP tarafından memleketin içine sokulduğu durumdan kurtuluş önerilerinin bir kısmını yöne 1968 yılında yayınlanan, CHP'li gözüyle temel sorunlarımız» broşüründen öğrenebilmekteyiz. «Türkiye gibi geri kalmış ülkelerde hızlı sanayileşme, büyük ölçüde, devlet eliyle mümkündür.
Oysa yoksuldan değil, fakat varlıklıdan yana olan bugünkü düzende, AP iktidarı, işsiz vatandaşa devlet elile yeni çalışma alanları atölyeler, fabrikalar açacağına, bun¬ların herşeyden önce ve herkesten çok kendi kârını düşünen özel teşebbüs tarafından açılmasını beklemektedir. Bugünkü düzende Türkiye'nin yalnızca özel teşebbüs elile sanayileşmesini ve böylece işsizliğin ortadan kalkmasını beklemek bir hayaldir. Çünkü, bir kere, herşeyden önce ve herkesten çok kendi kârını düşünen özel teşebbüs açacağı atölyeyi, kuracağı fabrikayı işsizliğin yaygın olduğu yerlerde değil, kendisine en çok kâr getirecek gelişmiş bölgelerde açmak, kurmak isteyecektir. Zaten bu yüzdendir ki, bugün Türkiye'nin Doğusuyla Batısı arasındaki uçurum, her bakımdan olduğu gibi, iş imkânları bakımından da alabildiğine büyümektedir. CHP'nin kurmak istediği Ortanın Solundaki düzende işsizliğin giderilmesi için devlete büyük görevler düşmektedir. Böyle bir düzende, devlet ülkedeki sanayileşmenin kısır kâr endişelerine göre değil, fakat toplumun genel çıkarlarına göre düzenlenmesini sağlamak amacıle ekonomik hayata yön verecektir. Ayrıca, özel teşebbüsün yapamadığı, yapamayacağı yatırımları kendi eliyle yapacaktır.
119
Burası önemle belirtilmelidir : Ortanın Solu politikasının ekonomik görüşü bugünkü bozuk düzenin devletçiliğinden çok farklı olacaktır. Bugün devletçilik, halkın yararına değil, arkası olanların, varlıklıların lehine işlemektedir. Oysa Ortanın Solu politikasının ekonomik düsturu, belli kişilerin değil, bütünüyle halkın yararına bir devletçiliktir.» «Demokrasiyi, çağımızda gittikçe belirgin duruma gelen eğilimlere de uygun olarak halkın yönetime her alanda mümkün olan en geniş ölçüde katılması yönünden geliştirmeyi, yaygınlaştırmayı ve kökleştirmeyi bir yüce ülkü olarak benimseyen «CHP nin içindeki çelişki, 1970 lere gelindiğinde daha belirginleşir, keskinleşir (19).
_____________
(19) Bu çekişmelerin başında yansımaları oldukça büyük olmuştur. Ecevit hareketinin çıkış nedenlerini, Milliyet Gazetesi yazarı Ali Gevgili, «CHP tarihle hesaplaşıyor» başlıklı yazısında şöyle anlatıyor : «CHP, geleneksel olarak, idealist dünya görüşlerine yatkın Türk küçük burjuvazi radikalizminin mahrekliğini eden partidir. CHP'de ilk olarak Sayın Ecevit, işçisi, köylüsü, dar gelirlisiyle yeni Türk toplumunun kabaran isteklerini karşılamada bu radikalliğinin ve ölçüde yetersiz kaldığını görebilmiş ve gösterebilmiştir.» CHP içinde gerici kanadın temsilcilerinden Seyfi Orkunt ise «CHP içinde sınıf partisi temeli aramak, kuruluş felsefesine aykırıdır, reddi münasdır.» demektedir. (Orkunt, s, CHP'de Tehlike Çanları, Milliyet. 8.2.1972). CHP'nin karşı karşıya bulunduğu tercihleri îsmail Cem şöyle dile getirmektedir: «1965 sonrasında CHP artık, «devlette» özel bir «ağırlığı» olan, «özel ve tarihsel ittifaklardan» güç alan, «sürekli ve tarihsel bir görevi» aynı şekilde koruyabilen bir parti değildir... 1965 sonrasında, CHP, kesin bir yol ayrımına gelmiştir: Ya eski tezlerinde eski kişiliğinde ve eski yerinde ısrar ederek, değişmiş müttefiklerle bozulmuş ittifakların peşinde, kaybolmuş bir dünyanın peşinde koşacaktır, ya değişen bir Türkiye ortamında yeni biryön arayacaktır.» (Cem, CHP, dün ve bugün, Milliyet, 30.6.1972.)
120
Parti içi siyasal kavgalar yoğunlaşırken, emek güçlerinin safını tutanlar ile sermaye güçlerinin safını tutanlar göze göz, dişe diş bir uğraşa girerler. Meşhur XX. Kurultay, bu dönemin en güzel belgelerini bize vermektedir. Bilim adamı A. N. Yücekök bu konuda şöyle yazmaktadır. «Türkiye'de demokrasiye
inanmayan, sandıktan hâlâ inatla gericilerin çıktığını savunan, halkın hiçbir zaman kendi iktidarını iş başına getiremiyeceğine inanan bürokratik devrimciler kolay görünen ve fakat aslında etkisiz ve kısa dönemli olan bir yolu seçtiler. Düzenden hoşnut olmadıklarını sandıkları asker-sivil bürokratları idareye el koymaya zorladılar. Etkili ve devrimci iktidarların halka rağmen oluşacağına inandılar. Arkalarında parlementoyu etkileyici bir çoğunluk olmadığından parlemento dışı eylemlere giriştiler. Türk toplumunun tercihlerindeki farklılaşmayı görebi: len, halkçı bir eğilimle Türkiye'nin yeni sorunlarına sahip çıkabilen CHP'nin yeni tutumuyla davaya ihanet ettiği kanısına vardılar. Bununla da kalmayan bürokratik devrimciler CHP'nin halkçı, demokratik inançlarına seçimle iktidara gelme çabalarına «halk dalkavukluğu» dediler. Hattâ, ortanın solunu, CHP'nin halkçı tutumunu yabancı buldukları, içlerine sindiremedikleri için 12 Marttan önceki XX. Kurultayda kendilerini «devlet devrimcisi» ilân eden CHP'nin sağ kanadını, Satır ve arkadaşlarını desteklediler.» (20) ___________
(20) Yücekök, A. Naki, CHP'de çözülen Büyü, Ö. İ. Der. Sayt : 11. 1973 Sf. 8.
121
XX. Kurultay'da 'şer' güçleri değil, «hayır» güçleri galip geldi. Bu olay, Türkiye'deki toplumsalekonomik değişimin, temel yapıdaki çatlamanın, karanlık günlerden doğacak olan aydınlık yarınlar gerçeğinin, CHP'de yeniden belgelenmesiydi. Bu olay, toplumsal gelişme içinde o gelişime can veren «çelişkinin olumlu unsurlarının, tarih süreci içinde, olumsuz unsurlara, çağdışı düşünce ve davranışlara kurumlara karşı her zaman galip geleceğinin yeniden ve yeniden kanıtlanmasıydı. CHP'nin XX. Kurultayı, ülkenin ekonomik-siyasal durumunun geçerli çözümlenmesni yapıyor ve her geçen gün ekonomide ve toplumsal yaşamda artan «anarşi» ortamı karşısında kesin tavır alıyor, çözüm yolları öneriyordu : «... Türkiye, yakın tarihinin en önemli dönüm noktalarından birini yaşamaktadır. Türkiye'nin
ekonomik ve toplumsal yapısındaki hızlı değişmeler, (...), bir yandan, Türk toplum yapısındaki çelişkilerin değişmesine geleneksel «halk-aydın» çelişkisinin, yerini, işçi-işveren, üretici-aracı ve tefeci, topraksız yada az topraklı köylü-büyük toprak sahibi, ulusal girişimci-yabancı sermaye işbirlikçisi gibi, kaynağını ekonomik farklılaşmalardan alan, yeni çelişkilere bırakmasına, yol açmaktadırlar. AP iktidarı, izlediği kapitalist kalkınma yöntemi ile, hem karşı karşıya bulunduğumuz bu sorunları çözemekte, hem de, aracıdan ve tefeciden, büyük toprak sahibinden, yabancı sermaye işbirlikçilerinden yana olan tutumuyla, toplumda artık ekonomik farklılaşmalara göre belirmeye başlayan yeni çelişkileri, daha ağırlaştırmaktadır. AP iktidarının, (...) bugünkü bozuk düzeni değiştirmek için gösterdiği direnç, bazı kimseler, (...) Türkiye'de, adil ve hızlı kalkınmayı, sosyal adalet ve güvenliği sağlayacak bir düzen değişikliğinin demokratik rejim içinde yapılmıyacağını, çünkü halkın devrimci olmadığını ya da olamayacağını, kendi yararına bir düzen değişikliğini desteklemeyeceğini ileri sürmeye yönelmektedir. (21) ________
(21) CHP, XX. Kurultay Bildirisi, 6 Temmuz 1970.
122
Aynı belge, CHP’nin demokratik rejime olan inancını da belirtiyor ve diyordu ki «Türk halkının devrimci olmadığını düşünenler, halkı yeterince tanımayanlardır. Kendi devrimci davranışları, halkı fazla ilgilendirmeyen üst yapı devrimcilerinin yöntemleriyle şartlandığı için halkın bir altyapı devrimine ne kadar hazır ve istekli olduğunu göremeyenlerdir. Türkiye'de yapılması gereken asıl devrim, gerçek devrim, altyapı devrimidir. Yani, üretim ilişkilerini yeniden düzenleyen ve ekonomik gücü aracının, tefecinin, büyük toprak sahibinin, yabancı sermaye işbirlikçisinin elinden alıp, köylünün, işçinin sanatkârın eline veren devrimdir. Ülkemizde şimdiye kadar -bir ölçüde çalışma düzeni-dışında bu anlamda bir devrim yapılmadığı için, halkın böyle bir devrime karşı olduğu iddiası yanlıştır, temelsizdir. Türk halkı, köylüsüyle, işçisiyle, esnaf ve sanatkârıyla boyle bir devrimin özlemi içindedir.» XX. Kurultay bildirgesi, 1970'lerde aydın kesimi ve gençliğin bir bölümünü etkisi altına alan düşünce ve davranışı eleştiriyor, «Türk Ulusunun devrimci olmadığını ileri sürenlerin yaptıkları «ilerici-gerici,» «sağcı-solcu» ayırımları ve halk çoğunluğunu «gerici, sağcı» olarak suçlamaları da gerçeklere aykırıdır. Hele halka yönelttikleri «gericilik», «sağcılık», ithamını onun dinsel duygularına bağlamaları, büyük haksızlıktır. 123
İlericilik-gericilik, sağcılık-solculuk çekişmesi, aslında dinsel değil, ekonomik bir çekişmedir. Bugünkü bozuk düzenin adil ve hızlı bir kalkınmaya, sosyal adalet ve güvenliğe yönelmiş altyapı devrimleriyle değiştirilmesini isteyen herkes, dinsel inançları ne olursa olsun, ilerici yani solcu, bozuk düzeni sürdürmek isteyenler ise, üstyapı değişiklikleri karşısındaki tutumları ne olursa olsun gerici, yani sağcıdırlar. Zaten, toplumdaki irtica güçlerini isteyenler de, halk çoğunluğu değil, bu bozuk düzenin devamından yarar uman çıkarcılar, ekonomik sağcılardır.» diyerek devam ediyordu.
«Öğretmenin, memurun, bugün, maddeten ve manen ne kadar ezildiği ortadadır. Bu kadar ezilen aydın kişilerin, demokratik bir rejim içinde, süresiz susmaları, dayanılmaz ölçülere varan yoksulluğa ve baskılara süresiz boyun eğmeleri beklenemez. Aç memurla devlet işleri yürütülemez Kendi çocuğunu gereği gibi okutma olanağından yoksun öğretmenin, gençliği ve toplumu aydınlatma görevini dürüstçe ve Anayasa doğrultusunda yaptığı vakit sürülme tehdidi altında bulunan öğretmenin huzur içinde çalışması beklenemez.
CHP olarak biz, sosyal bakımdan, ekonomik bakımdan ezilenlerin, sömürülenlerin yanındayız, yanında olacağız. Nasıl topraksızlıktan, tefeci baskısından, aracı soygunundan bunalan köylünün yanında yer alıyorsak, yoksulluktan, haksızlıktan, baskıdan bunalan öğretmenin, kamu hizmeti görevlisinin de yanında yer almalıyız. Nasıl işçilerin sömürü düzeninde ezilmekten kurtuluşuna yardımcı olduysak, bunu sağladıysak, köylünün, öğretmenin, memurun ve daha onlar gibi ezilenlerin, sömürülenlerin de kurtuluşuna yardımcı olmalıyız. Sosyal bakımdan, ekonomik bakımdan, Anayasamız bakımından ve hepsinin üstünde insanlık bakımından, protestoda haklı olanların cezalandırılmalarına karşı çıkmalıyız. Düzen bozukluğu yüzünden, iktidarın ihmali veya suçu yüzünden mağdur olanların cezalandırıldıkları bir toplumda cezalar, hukuka uygun olsa bile, haksızlık olur. Hakla hukukun çatıştığı bir toplumda huzursuzluk olur.»
124
«Bugün Türk Gençliği her zamankinden daha çok bölünmüş durumdadır. Eğitim sistemimizdeki ikiliğin derinleşmesi de, şüphesiz bunda büyük rol oynamıştır...
Devrimci gençlik, kendi içinde de bölünmüştür... Bu bölünme acıdır, ama bir bakıma da kaçınılmazdır. Çünkü gençlik arayış ve heyecan çağıdır. Hele devrimci gençlik uyanık düşünen gençlik demek olduğuna göre, devrimci gençlerin kendi aralarında tartışmalara girmeleri, zaman zaman ayrı ayrı yollara sapmaları doğaldır. Fakat devrimci gençler arasındaki bu doğal bölünmelerin ötesinde, doğal olmayan bölünmeler ve demokratik tartışma ölçüsünü çok aşan çatışmalar da olmaktadır. Bunlardan gençlerin kendileri sorumlu değillerdir. Bunlardan, gençlik dışında bazı açık veya gizli çevreler, bazı ihtiraslı kişiler, hatta gençlik arasına sokulan bazı tahrikçi ajanlar sorumludur.» «... Gençlik bir arayış ve bunalım çağıdır. Hattâ bir isyan çağıdır. Kişiliği güçlü olan gençler kendi yollarnı kendileri arayarak, kişiliği o kadar güçlü olmayanlar da, telkin altında kalarak, ama gene içtenlikle, bize en aşırı gelen düşünceleri, kutupları benimseyebilirler. Bence onların hepsi saygıdeğerdir ve bir ölçüde olsun hoşgörüyle, tahamülle karşılanmalıdır. Parti tarihinde bu bildirge büyük önem taşır. Çünkü bu bildirge CHP’de bürokratik devrimci tavırdan, halkçı-devrimci tavıra kesin yönelmiştir. CHP, kendi içindeki safraların temizlenme süreci içinde ileircilere, aydın kesime, gençliğe çok önemli bir çağrı yapar ve der ki : «Halka inanan, halkı sayan, halkın önünde alçak gönüllü olmasını bilen, bizimle gelir. Bunu bilemeyenlerin bunu yapamayanların yolları, günün birinde belki bunu yapabilir hale gelinceye kadar, bizden ayrılır. Bunlardan iyi niyetli olduklarına inandıklarımıza, bütün müsamahamız ve sevgimizle, yine gönlümüz, yine kapılarımız açık olacaktır. Bizim doğru olduğuna inandığımız düşüncelere, bizim doğru olduğuna inandığımız yola günün birinde kendiliklerinden gelinceye kadar.» (22) ________
(22) Ecevit'in Uyarısı, 27 Aralık 1969.
125
d — 7 — 1970'LER VE CHP: 1970 yılı Türk toplumunun ekonomk ve siyasal plânda «anarşi»den en fazla zarar gördüğü yıldır. Bu ortamda, «satmalına güçleri» sürekli olarak düşen, 1961 Anayasasının getirdiği özgürlük ve demokrasi ortamında daha fazla bilinlenen, demokratik haklarına daha fazla sahip çıkan işçiler vardır. Bu ortamda, toprak ağaları ile aralarındaki sınıf farkının, ezilme ve sömürülmelerinin gerçek nedeninin giderek artan oranda bilincine varan köylü yığınları, ağaların yıllar boyu işgal ettikleri topraklara sahip çıkmakta, haksızlıklara karşı uğraş vermektedir. Bu ortamda, toplumumuzun en fazla hor görülen ve eziyet çeken kesimlerinden biri olan memur ve öğretmen kesimi de sorumsuz iktidara karşı daha azimli bir uğraşı sürdürmektedir. Bu ortamda üniversiteler kaynamakta, bozuk eğitim düzenimizin «emekçi halkın uzun ve orta vadeli ekonomik-politik çıkarları doğrultusunda» değiştirilmesini isteyen gençler sokak köşelerinde boğazlanmakta ya da yurtlarda pencereden aşağı atılarak öldürülmektedir. Bir kısım aldatılmış, para ile kandırılmış, kendi sınıfına yabancılaşmış gençlik kesimi, ilerici, devrimci gençlik üzerine silâhla sopayla saldırtılmaktadır. Dönemin sorumsuz başbakanı Demirel, halkı silahlanmaya teşvik etmekte, sağ basın «Cihad» çağrıları yapmaktadır.
126
«Somut koşulların somut çözümlemesini yapan, demokrasi uğrunda uğraş veren ve bu uğraşta halkla sağlam, tutarlı ilişkiler kurabilecek kadrolar yetiştiren güçlü bir sol parti'nin yokluğu, ilerici gençlik hareketinin «halkın dışında kalan, kişiliği oluşmamış, ezberci ve ithalâtçı» aydın kesimin kuyruğuna takılmasına, sol siyasî partileri «burjuva parlementerizmi»nin unsurları olarak nitelemesine ve giderek 1970-71 yıllarında açıkça ortaya çıkan Jön-türkvari gençlik hareketlerinin güçlenmesine önemli bir neden olmuştur. (23) ___________
(23) Bu gelişmelerle ilgili olarak o günlerde, CHP Gençlik Kolları MYK şunları dile getirmekte idi: «Birkaç yıldır ülkemizde süregelen bunalım ve kargaşalık vardır. Sosyal kümeler ve kuruluşlar çatışma halindedirler. Bir yılı aşan bu ortamın, koşullan yenebilmenin çabaları vardır. Bu çaba, ülkemizin sosyal gelişmesi ve sosyal yapısıyla çatıştığından sonuç vermemiştir. Böyle bir çabanın olumlu bir sonuç verebilmesi için geçmişi doğru değerlendirmek gerekir.. Türkiye'nin sosyal gelişmesine birkaç yıl öncesinin olaylarına, büyüme yönünden doğru teşhis konulmamıştır. Doğru teşhis konulmadığı içindir ki olayların önlenmesinde etkili ve geçerli tedbirler alınmamıştır. 1970 öncesinde Türkiye'nin tüm sorunları bir kenara itilerek daha çok sokakta kaba kuvvet oluşturma, çeşitli düşünce klikleri arasında birbirleriyle çatıştırma plânları hazırlanmıştı. Yetkililer, görevlerinin dışında, toplumu anarşiye sürükleyen bu plânlan hazırlarken sokakta çatışanlann hırçınlıkları büyümüş, ideolojik saplantıdan kan davasına varan bir noktaya ulaşmıştır. Ayrıca sağda ve solda yasadışı eylemde bulunanlar kendi aralarında bölünerek çatışma noktalarına varmışlardı. Tüm dikkatler daha çok genç bedenler üzerine çevrilmişti. Olayların gerçek kahramanları ortada yoktu, ölenler, hapise girenler, tutsak kalanlar hep bu genç bedenler arasından çıkmıştır. Yetkililer olaylan bir kenara bırakarak bu olayların çıkmasına sebep olmuşlardır. Yetkililer olayları politik amaçları için kullanmayı düşündüler. Çözüm arayacakları yerde geleceğe nasıl yatırım yapacaklarını yolunu seçmişlerdir. Hiçkimse Türkiye'nin bu noktaya ulaşmasında sorumlu olan iktidarın ne yaptığını araştırmamıştır. Bu dönem içinde özerk kurumların ne yapması gerektiğini kavrayamamış, yanlış ve eksik tutumları üstünde ne kendileri ne de başkaları durmuştur. Yayın organları görevlerini yapma yerine genellikle bunalımın ve kargaşa ortamının körükleyicisi olmuşlardır. Halktan kopuk aydınlar kendi dar kalıplarının dışına çıkamayarak ülkenin yapısını ve gelişim doğrultusunu değerlendirememişlerdir. Gerçekler doğru ve bilimsel olarak demagojiden arınmış şekilde kitleye sunulmamıştı. Her önüne çıkan olayları kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirmiş, kendi çıkarları doğrultusunda çözüm önermişti. Olaylar hep yüzeysel değerlendirilmiş, yargılar hep görünümlere göre verilmiştir. Olayların gerçek nedeni anlaşılamamıştır.» CHP Gençlik Kollan VII. Kurultay, Çalışma Raporu, Sf. 2 - 3. 28 Haziran 1972 Ankara.
127
Bilgi kısırlığı, «tekdüze düşünce yöntemi» ve «tekdüze eğitim sistemi» içinden gelen genç insanlar, «KÜÇÜK BURJUVAZİNİN İNTİHARI» hareketine, heyecan duygularının, sabırsızlıklarını dizginleyememelerinln sonucu olarak katıldılar. Bütün bu olaylar gelişir ve sağ partiler, CHP yi aşırı sola prim vermekle suçlarken, marjinal gruplar da, B. Ecevit ve ekibini «Amerikan Ajanı», burjuva parlementerizminin savunucusu olarak görüyor, «Cici Demokrasi ya da Filipin Demokrasisi» diye niteledikleri siyasal demokrasi ortamı¬nın, faşizme geçit verecek bir ortama dönüşmesinde yarar görüyorlardı. Bir grup genç aydın bir yandan kendi başına «halk savaşı» ilân eder ve halkın somut çelişkilerinin farkında olmayan bir çok genç «kır ve şehir çeteciliği» eylemlerini sürdürürken diğer yandan emekçileri kendi sancakları altına çağırıyorlardı.
128
Halk, kendi ekonomik sorunları ile başbaşa, olaylara yabancı kalmıştı. İşte bu ortamda CHP Gnl. Sekreteri B. Ecevit ünlü uyarısını yapıyor ve uzun açıklamasında şunları belirtiyordu :
Ama saygıdeğer olmayanlar da vardı. Onlar parayla tutulmuş veya işledikleri bazı suçlar istismar edilerek iradeleri kırılmış, bazı tahrikçi ajanlardır. Gençler arasına böyle ajanlar da sokulduğunu en iyi bilenler, gençlerin kendileridir. Birçok sabotaj girişimlerinin, silahlı eylemlerin ardında bu tahrikçi ajanların bulunduğu artık ortaya çıkmıştır.» «Bizim kınadığımız bizim affedemediğimiz, arayış çağındaki, heyecan çağındaki, isyan çağındaki gençleri, hiç utanmadan, sıkılmadan, kendi siyasal amaçlarına alet etmek isteyenlerdir, o gençlerin ardına gizlenerek o gençleri kullanarak siyaset yapmaya kalkışanlardır.. Bizim kınadığımız, bizim affedemediğimiz kimseler, kendi cesaret edemedikleri suçları çocuklara işletenlerden farksız bir takım karanlık niyetli yaşını başını almış, diktacılık hevesleri kursaklarında kalmış kimselerdir.» CHP Genel Sekreteri Ecevit bu yazısında cuntacılık heveslilerine, silâhlı ayaklanma özlemi çekenlere ve halka yabancılaşmış tüm ilerici kesime sesleniyor, özde gerçeklerle yeniden yüzyüze gelmeye, gerçekliği kavramaya çağrı yapıyordu. Ama o dönemin kargaşalı ortamında, ilerici olduğunu savunanların önemli bir kısmı Ecevit'e kulak vermedi. Bu ilgisizliğin çeşitli nedenleri arasında, CHP'nin kendi içindeki çekişme ve çatışmalarını da saymak gereklidir. 1970'lerde CHP bir «küçük burjuva-bürokrat partisi» yapısını korumakla beraber, uzun tarihinde ilk kez ciddi temellerde özeleştirisini yapmakla meşguldü.
129
Güven Partisi kopmasından sonra, partiden ayrılmayan «bürokrasi egemenliği» ve “sermaye çıkarlarının savunucusu” temelinde yükselen bir grup hatâ direniyordu. XX. Kurultayda
CHP'nin geçmişinin, eğrisinin ve doğrusunun değerlendirilmeleri yapılırken; halk ile CHP arasındaki buzları eritmenin ve CHP'yi yeniden adına yaraşır bir parti haline getirme çabaları sürdürülürken; özünde sermaye çıkarlarını savunan bir grubun tasfiyesini beraberinde getiriyordu. (49) Burda önemle belirtilmesi gereken nokta, halk içinde örgütlenme ve kendi içinde örgütlenme konularında bir kaç genel sözcüğün dışında hiç bir şey söylenmemiş olmasıdır. Sorun, o dönemde belli bir ilerici düşünceyi savunanların, sermaye sınıfı sözcülüğünü yapanlara karşı, parti yönetimini ele geçirmesi ve iktidarını pekiştirmesidir. Örgütlenme, yeniden-örgütlenme gibi konular ilk olarak Gençlik Kolları düzeyinde 1970'lerde, daha sonra da ana kademeler düzeyinde 1974'lerde ele alınmaya başlanacaktır. 1970 yılında ekonomik ve sosyal paltformdaki anarşik gelişme sürdü. İktidar (Demirel Hükümetif bilinçli olarak, (açık yada gizli), siyasal anarşinin ortamını hazırladı. Bu konuda dönemin genel sekreteri olan ve sorumluluğunu üslenemeyeceği gelişmeler karşısında bu görevinden istifa eden Bülent Ecevit şunları belirtiyordu :«— Sayın İnönü,
partide ihtilaf konusu olarak gösterdiği politikanın yani birinci Erim hükümetiyle ilgili politikasını doğrudan doğruya kendi politikasını olduğunu açıkça söylüyor. Partililerin rolü, ancak sayın Genel Başkan'ın CHP adı ha memlekette yürütmek istediği bu politikaya taraftar olmaktan ve ya olmamaktan ibarettir.
Gerçekten, birinci Erim Hükümeti kurulacağı zaman Genel Başkan olarak sayın İnönü, «doğrudan doğruya» kendisi, «CHP adına» hükümete katılmaya karar vermiştir. Bu karar partinin TBMM grubunda kesin hukuk kurallarına rağmen müzakeresiz anlatılmıştır. 130
İkinci hükümet konusunda ise, Sayın Genel Başkan, hükümete partili üyelerin katılmaları kararını gene «doğrudan doğruya» kendisi vermekle kalmamış, "daha grup toplanmadan bu kararını kamuoyuna ilan etmiştir. CHP'nin TBMM Grubu ise bu kez ancak Bakanların adları radyoda resmen açıklandıktan sonra, hükümete bakan verip vermemeyi müzakere ve kabul etmek durumunda bırakılmıştır. Böyle işlemlerin normal hukuk kurallarıyla hiçbir ilişiği olmadığı açıktır, fakat CHP içinde, bu işlemlerin kanunuliği hukukuliği tartışılmamıştır... O yüzden partide bir süredir bir çelişki ortaya çıkmaktadır ve bu çelişki, CHP'nin git gide lider partisi durumundan örgüt partisi durumuna dönüşmesi yoluyla, çözülmeye başlamış bulunmaktadır.» (İpekçi, Abdi, Ecevit ile röportaj) Milliyet Ocak 1972) 12 Mart sonrası vaziyet alış parti örgütünü tabandan gelen partililerle Ecevit ekibiyle, Genel Başkan İnönü ve İnönü'nün etrafına çöreklenen Satır ekibi arasında sürekli çatışmaların ayıracı oldu, Satır ve ekibi, Genel Başkan İnönü'yü bir yandan yanlış bilgilerle donatırken, diğer yandan da parti ve hükümet içinden her türlü suçlama ve karalamayı yapıyorlardı. Parti, en azından görünümünde, bütün olma niteliğini kaybetmişti. Yerel örgütlerin kongreleri sürekli çatışmalara sahne oluyor, Satır ve arkadaşları parti içi seçimleri kazanabilmek için büyük sermaye ve toprak sahiplerinin de desteğiyle ellerindeki tüm olanaklarını seferber ediyorlardı. Yerel kongreler her geçen gün Ecevit ekibini destekleyenlerin zaferiyle sonuçlanıyordu. Bunun üzerine kendisine kasten yanlış bilgi verilen İnönü'nün ve Satır ekibinin telaşı artıyordu. Olağanüstü kongre toplamak ve üstelik kanuna aykırı olarak, bu kongreyi eski delegelerle (delegelik hakkını yitiren partililerle) yapmak yoluna gidildi.
131
Tüm oyunlara ve karalamalara rağmen, 5 Mayıs 1972 günü yapılan CHP 5. olağanüstü kurultayı, örgütün sesini yansıtanların, Ecevit ekibinin zaferiyle sona erdi. Delegeler, o dönemde yönetimdeki parti meclis üyelerine güven oyu verdiler. Daha sonra İnönü, parti genel başkanlığından istifa etti. İnönü'nün istifası üzerine toplanan «Genel Başkan Kurultayı» Zonguldak Milletvekili Bülent Ecevit'e CHP Genel Başkanlığına seçti. Böylelikle, 12 Mart sonrası döneminde, faşizan tırmanma eğilimine, baskı ve terör uygulamalarına karşı cesaretle karşı çıkan, ülkenin tüm platformlarda demokratikleştirilmesini talep eden ekip, emekçi halktan ve parti tabanından gördüğü tasvibi belgeliyordu. Bütün bu gelişmeler sırasında bile, CHP'nin örgütlenme eğilimine, baskı ve terör uygulamalarına cesaret-üst yapıda meydana gelen değişikliklerin aynı oranda partinin alt yapısını oluşturan tüzüğe, örgütlenme biçim ve anlayışına yeteri kadar yansıdığını göremiyoruz. Bu konuda yapılan uygulamaları CHP'nin bugünkü yapısında değineceğimiz için ayrıca incelemiyoruz. 1973 seçimleri, 7 aylık yarım iktidar dönemleri ve M.C. dönemine ilişkin görüşlerimizi sonraki bölümde ele alacağız. Aslında CHP'nin tarihçesi, CHP'nin evrimleri konuları son derece geniş bir konudur. Bu konuda ayrı ve geniş bir çalışma yapılmalıdır. Detaya inmek, teblin çapını aştığı için daha derine inmek istemiyoruz. Anlayışla karşılanacağını umuyoruz.
132
E (1) — CHP ÖRGÜTLENMESİ ÜZERİNE e — 1 — ÖRGÜTLENMENİN ELEMANLARI NELERDİR? Her örgütte şu temel elemanlar mutlaka vardır. (Özel olarak «sol örgüt» lerde, «sol partiler»de vardır.) : A) AMAÇ B) YAPI C) DAVRANIM D) PROGRAM E) EYLEM Bu elemanların genel olarak «sol parti», özel olarak CHP için, teker teker açarak şu temeller belirtilebilir : Her örgüt belli (açık yada kapalı) amaçların gerçekleştirilmesi için kurulur. Kızılay derneğini, falanca ilin öğrencilerini koruma dayanışma derneğinin veyahut Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneğinin (açık veya kapalı) amaçları vardır. Sol partiler de belli amaçları gerçekleştirilmesi için kurulurlar. Sol partilerin amaçları, belli ülkülerin gerçeklik kazanması için belirlenen unsurlardır. Yani, amaç, başlı başına (kendi başına) bağımsız bir olgu değildir. O amacı belirleyen, onu belli tercihler etrafında sınırlandıran, yönlendiren belli ülküler vardır. İşte bu ülküleri veren şey, o sol partilerin felsefeleridir. Daha açık bir deyişle FELSEFESİZ SOL ÖRGÜT olmaz. Felsefe, o sol örgütün amaçlarını, inançlarını ve öz doğrularını verir, onları belirler.
133
Felsefe, o örgütün evren, doğa, toplumlar ve toplumsal gelişme konularında en genel çözümlemelerini içerir. Bilimsel-teknolojik gelişmeler ışığında doğanın ve toplumların gelişme yasalarını bulup çıkarmaya, doğasal ve toplumsal evrimin gizli kalmış yönlerini açığa çıkartıp insanlığın hizmetine koymaya çalışır. «Sağlam bilgiler edinmeyi amaç edinir; gerçeği bulup
ortaya koymaya çalışır. Gerçeğin ne olduğunu araştırır. Felsefe, bilimlerin kendi özel inceleme dallarında elde edilen sonuçları, bir araya getirmek, bütünlemek, toplu bir bilgi ortaya koymak, evren hakkında bize toplu ve kapsayıcı br görüş vermek» ister. Bu nedenle, felsefe, «daha çok, edinilmiş bilgi üzerinde, sorular sormaya düşünmeye» yönelir.
Felsefe, bu derece kapsamlı bir zihinsel çalışma olunca, bölümleride geniş bir alana yayılır; metafizik, bilgi teorisi, ahlâk felsefesi, sanat felsefesi, doğa felsefesi, tarih felsefesi, toplum felsefesi, din felsefesi, dil, felsefesi gibi.. “Felsefe'nin özü ve ölümsüz yanı, tarih boyunca kurulup, zamanla ve şartlar değiştikçe yıkılan sistemlerin kendisinde değil, bu sistemleri yaratarn yöneliş ve çabadadır.” (24) 1975’lerin CHP’sinde felsefi temellerin ortaya konmaya başladığını şu sözcüklerden bulabiliriz : “bir düzen ki herkes kendi yaşamında mutlu, çocuğunun geleceğinden daha da umutlu olabilsin. Bir düzen ki herkes güvenle bakabilsin yaşlılığına…” “Emeğin yarattığı değer emeği verenlerde biriksin. Çalışanlar el ele yüceltebilsin ülkeyi. İnsan insanı, yabancılar yurdu sömürmesin.” “Ne yoksulluk ne baskı… ne ezilen ne ezen… insanca, hakça bir düzen olacaktır bu… kimse kimseden insanca yaşama hakkını esirgemiyecektir bu düzende; insan insanı, yabancılar vatanı sömürmeyecektir.” ___________
(24) Hilav Selahattin’in 100 soruda felsefe el kitabı, sf. 15, Gerçek Yayınevi, İSTANBUL
134
Herkes özgür olacaktır bu düzende. Özgürlük, eğitimdeki gelirdeki dengesizliklerin sınırlanmasından kurtutacaktır. Toplum, varsa kişisel çıkarları önde gözetecektir bu düzende, fakat toplum yararı gerekçesiyle de olsa kimsenin kişiliğinin serbestçe gelişmesini engellemiyecektir. (25) «Sınıfsız, imtiyazsız» bir toplum kurulması isteği, yüce bir ülküdür. Solun en büyük, en temel gücüdür. Her sol parti bu ülkünün gerçekleşmesi yolunda bir takım amaçlar saptar kendini. Bu amaç, orta vadede kapitalist düzeni ortadan kaldırmak ve yeni, daha eşitlikçi, toplumcu, bir düzeni kurmaktır. Toplumsal yaşamıher alanda ve her düzeyde yeniden örgütlemektir. Kısa vadede ise, amaç, sosyal ve ekonomik iktidarın ele geçirilmesi, tutucu gerici güçlerin bertaraf edilmesidir. AMAÇ; mevcut siyasal iktidara el değiştirmek; siyasal ve ekonomik iktidarı ele geçirmek olunca, kısa ve orta vadede hedeflerin belirlenmesi gerekmektedir. Kime karşı, hangi toplumsal kesitlere karşı mücadele edilecektir. Bu nokta son derece önemlidir. Amaç, bizce «siyasal ve ekonomik iktidarı ele geçirmek, dışa bağlı tekelci sermayenin hegomonyasını yıkmak ekonomide karşı tekelci tavrı alarak, tekelci sermayenin beslediği kaynakları kurutmak, burjuvazinin ekonömik-sosyal-siyasal ve askeri üstünlüğüne son vermek, kaynakların rasgele kullanılmasını önlemek, temel Sânayi yatırımlarını gerçekleştirmek; çağdaş ve toplumcu eğîtim-kültür siyaseti ile gelecek kuşakları sağlıklı ve tutarlı temelde yetiştirmek, demokrasiye gerçeklik süreklilik kazandırmak; böylece insan kişiliğini özgürce gelşmesine sağlanacağı her türlü baskı ve sorunlardan arınmış; BİLİNÇLİ, EYLEMLİ, ÖZGÜR VE ETKİN İNSANLARDAN oluşacak olan, emekçilerin her alanda ve her düzeyde ülke yönetimine doğrudan katılacağı DEMOKRATİK, TOPLUMCU BİR DÜZENİN gerçekleşmesinin olanaklarını yaratmak olan CHP'nin hedefi şudur : «ülkemizde toplumu en
yüksek kâr amacıyle yönlendiren üretim araçlarının mülkiyet ve denetimine, büyük maddi varlıklara sahip olan, ülkemizin ekonomik-sosyal-siyasal ve askerî açıdan emperyalizme bağımlılığının yaratıcısı olan kendi yoz kültürü ve ideolojisi ile genç kuşakları kişiliksiz, amaçsız yığınlar haline getirmeye onları kapitalist sistemin dişlileri arasına sokmaya çalışan dışa bağımlı tekelci sermaye ve onun müttefikleri olan büyük toprak sahipleri, toprak ağaları, aracı-tefeciler, büyük ticaret burjuvazisi ve daha genel, ifade ile onların KAPİTALİST SÖMÜRÜCÜ VE SOYGUN DÜZENİ!» ______________
(25) Akgünlere, CHP 1973 seçim bildirgesi Shf. 4 sayı 229 1973 ANKARA.
135
Bu hedef, özünde hedef olarak emperyalizmi ve faşizmi de içermektedir. Somut slogan haline indirgenirse, CHP'nin sürdürdüğü uğraşı, EMPERYALİST - KAPİTALİST DÜZENE VE FAŞİZME aynı anda karşı olmak durumundadır. CHP açısından amaç ve hedef belli olunca «kiminle, hangi toplumsal kesitlerle beraber?» sorusuna yanıt verilmesi gerekmektedir. Program; Belli bir dönemde amaca ters düşmeyecek biçimde, sorunların tesbiti, yapılacak eylemin ya da eylemler dizisinin planlanması, ortaya konacak sloganların ve yapılacak propaganda ve de işleri tesbiti; yani dışa karşı tanıtmanın temel unsurlarını içerir. Bir siyasal partili tavrı; genel olarak dünya, özel olarak Türkiye ve çeşitli toplumsal gelişmeler karşısında sorunları ortaya koyma biçimini, ortaya koyduğu çözümlemeler ve çözüm önemleriyle belirlenir. Bu da zaman ve mekân içinde değişken, fakat belli dönemler aralığında durağan olan parti programlarında ifadesini bulur.
136
Bu nedenlerden dolayı, parti programları uygun vadeli genel ve örnek öneriler getirmekle birlikte kesin ve cesur tavırları içerir. Seçim programları; o partinin belli bir dönem içinde kabul edilmiş olan parti programının o (belli) seçim dönemi için (mevcut güç dengeli, nesnel koşulların hem parti tabanında hem de karşıt güçlerin tabanında biçimlenme durumu da gözönüne alınarak) yapabileceği veyahut yapılması yolunda toplumsal yapıyı zorlayabileceği önlemleri içerir. Bu anlamda parti programından daha somut, daha çok koşulları ön plâna alan (parti programı genel ülkü, amaç ve hedeflerin, temel çözümlemeleri ele alır) bir elemandır. Parti programları, partinin felsefi düzeyde ülkü ve amaçlarına, çizdiği hedeflere, temel çözümlemelerine ışık tutar. Seçim programı ise, bu temellerden yola çıkan partinin belli bir seçim döneminde yapabileceği ve yapılması yolunda toplumsal yapıyı, tabanı zorlayabileceği somut işleri sergiler. Bir benzetme yapılırsa, parti programı partinin ortalama üyesinin kullanacağı el fenerine ışık tutarken, seçim programı uygulanacak reçeteye ışık tutmaktadır. Partili, adı geçen anlamda ,parti programını oluşturmak, düşünce ve çözümleme, dünyaya bakış yöntemini, bu yöntemle elde ettiği çözümlemeleri açık ve somut olarak açıklamalı, genel stratejisini çizmelidir. EYLEM; Bir örgütün amaçları ve programları doğrultusunda ortaya koyduğu pratik uygulamadır. Yukarıdaki temeller doğrultusunda ülkü, amaç, hedef ve örgüt yapısına açıklık getiren CHP örgütü, elbette ülkenin her yöresinde emekçi sınıfların davasına öncülük, yol göstermecilik ve yürütücülük edecek; onlar parti düşüncesi doğrultusunda eyleme kanalize edebilecektir. Herşeyi mücadele yaratacaktır. Belli amaçlar için, belli doğrultularda da eylem koymayan örgüt giderek yok olur. Bu gerçeğin son derece iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.
137
e — 2 — KİMİNLE BİRLİKTE? CHP, yukarıda belirttiğimiz ülkelşre ulaşmak amaçlarını gerçekleştirmek, hedef olarak belirlediği toplumsal kesitlerle mücadele edebilmek için sağlam ve tutarlı bir sınıf tabanına oturmak durumundadır. Bizce, bu taban (potansiyel güç olarak) öncelikle işçiler ve köylülerdir. Daha açık deyimle, işçi-köylü ittifakıdır. Örgütsel tabanını, çıkarları orta ve uzun vadede birbirleri ile çelişmeyen potansiyel güç olarak nispi sağlamlık ve tutarlılığı sahip olan «İŞÇİ - KÖYLÜ İTTİFAKI ve ONLARIN YANDAŞI AYDINLAR» temeline oturtan CHP (ki böyle bir tercih, ülke koşullarının her yönden zorlaması sonucu gerekli ve zorunlu olmaktadır CHP için), mevcut düzenin aksaklık ve bozukluklarından zarar gören toplumsal kesitleri hem seçimsel ve hem de (partinin içinde olmasalar bile) potansiyel güç olarak yanına almak veyahut en azından nötralize etmek zorundadır. Şöyle ki; CHP, örgütsel yapı içinde «İŞÇİ - KÖYLÜ İTTİFAKI'nın ve onların yandaşı AYDIN KESİMİN PARTİSİ» olmakla birlikte; mevcut düzenden zarar gören ve ileriye dönük değişiklikten, devrimden yarar bekleyebilecek olan toplumsal kesitleri, İŞÇİ - KÖYLÜ ittifakının uzun ve orta düzenli tercihleri doğrultusunda yönlendirebilir; düzene karşı eyleme yöneltebilir. Bu yöneltme işi, belli taktiklerin ve belli seçim programlarının yardımıyla gerçekleştirilebilecek bir gelişmedir.
Kimdir bu sosyal tabakalar? «İşçi-köylü ittifakının ve onlara yandaş aydın kesimin partisi» olan CHP'nin seçimsel ve potansiyel güç olarak, kendi davasına kanalize edebileceği toplumsal kesitler küçük üreticiküçük esnaf; dar gelirli bürokrat ve teknokratlar; öğretmen kesimi, tekel boyutlarına erişmemiş ve bu nedenle tekelci sermaye ile çelişkileri olan (tekelci gelişmenin ezdiği, yok etmeye çalıştığı) orta ve küçük burjuvazinin diğer katmanları ve her zaman ilerici harekete yönlendirilebilecek olan gençlik kesimidir. 138
Adı geçen İŞÇİ-KÖYLÜ İTTİFAKI'mn gerektirdiği parti örgütü yapısı ile davada kazanılması gereken toplumsal kesitler için gerekli örgütlenme yapısı bir sonraki bölümde işleneceği için detaya inilmemiştir.
e — 3 — ÖRGÜTLENME YAPISI NE OLMALI? Yukarıda CHP'nin ülküsü, amacı, hedefi, dayanacağı ve desteğini alacağı sosyal sınıf ve tabakalar konusunda açıklamalarda bulunduktan sonra; «adı geçen konularda, uyumlu bir örgütlenme nasıl olmalıdır?» sorusuna yanıt getireceğiz. Mevcut düzene karşı toplumsal muhalefeti yaratan koşullar, insanın karşısına en geniş ölçekte çıkarlar. Bu ise o koşullardan zarar gören ve ortak amaçlar doğrultusunda birleşebilecek, toplumsal sınıf ve tabakalarını gösterir; onların örgütlülüğü sorununu belli sosyal sınıf ve tabakalara karşı, siyasal-ekonomik iktidarı ele geçirmek için sürdürdüğü mücadelede temel unsur o sosyal sınıf ve tabakaların SİYASAL ÖRGÜTÜ’dür. Yani, partisidir. Sayın İsmail Cem'in 1950'lerde, «Partiler ve sınıflar» başlıklı yazısında da belirttiği gibi, «Her parti, her zaman bir sınıf partisidir... Kitle partisi görünümü, hemen her zaman varlıklı zümrelerden yana olan sınıfsal özü kitlelerden gizlemek için kullanılmıştır...» Emekçi sınıf ve tabakaların, uzun ve orta dönemli ekonomik-politik istemleri doğrultusunda, sorunları çözecek, onların iktidarını kuracak olan unsur, SOL SİYASAL PARTİ'dir Sol siyasal parti, toplumcu hareket açısından; ezilen, sömürülen sınıf ve tabakaların egemen sınıf ve tabakalara karşı yürüttüğü uğraşın ÖNCÜ, YOL GÖSTERİCİ, YÜRÜTÜCÜ GÜCÜ'dür.
139
Bu anlamda SOL SİYASAL PARTİ, tabanını oluşturan kitlelerin yalnızca «durumunu yansıtan» bir kuruluş değil; daha ötede, ileriye ve toplumsal dönüşüme dönük taleplerini ortaya koyan; dayandığı sınıf ve tabakaların temel tercihlerini formüle eden bir ÖNCÜ GÜÇ tür. Onlara (dayandığı toplum kesitlerine) öncülük, yol göstericilik edebilmek için, kitle bağını koparmadan ileri öneriler getirmesi; hareketin yürütücülüğünü sürdürebilmesi için «beyin» işlevlerini yerine getirmesi, bu koşullara uygun örgütlenmesi gerekmektedir. Dayandığı sosyal sınıf ve tabakalara öncülük, yol göstericilik ve hareketi yürütücülük işlevlerini gerçekleştirecek biçimde İŞLEVSEL bir örgütlenme içine giremeyen siyasal partiler, eninde sonunda, şu ya da bu biçimde dağılırlar CHP bu olgunun dışında değerlendirilemez, dışında değildir. Çünkü. Parti, yalnızca o siyasal partinin tabelâsını taşıyan bir «SİYASAL ÖRGÜT» değildir. Parti, yürüttüğü toplumsal muhalefet koşulları içinde; yaygın, geniş, her toplumsal kesite seslenen, değişik işlevleri üstlenen ve «beyin» işlevini gören temel siyasal örgüte doğrudan ya da dolaylı olarak bağlı olan, (yüzlerce, binlerce örgütün oluşturduğu) bir örgütler ağıdır. Ancak böyle bir parti tanımlaması ile dar «parti» kavramından, CHP'liler olarak, kurtulabilir; ileriye dönük çaba lar içine girebiliriz. Bu örgütler ağını incelemek gerekirse; Parti Örgütü: Bu, konumuz gereği, CHP'dir. Öncü, yürütücü ve yol göstericilik görevini üstlenebilmesi, «İŞÇİ-KÖYLÜ ittifakı ve ona yandaş aydın kesimine, desteğini aldığı diğer toplumsal kesitlere «Beyin» lik işlevini sürdürebilmesi için çeşitli ön koşulların gerçekleştirilmesi gerekmektedir, CHP'de.
140
e — 4 — CHP'DE BUGÜNKÜ YAPI NEDİR? CHP'nin en belirgin özellikleri, Ulusal Kurtuluş Savaşını yürüten sivil-asker bürokrasi, tüccareşraf üçlüsünce kurulmuş olması; 27 yıl tek başına bir topluma hükmedip yönlendirmesi; uzun bir muhalefet deneyine sahip olması ve 1965'lerden bu yana giderek hızlanan bir evrim geçirmesidir. Bu anlamda, 1960'lar sonrasında, CHP, statik, oturmuş bir parti olmamıştır. Hâlâ da yerine oturduğu söylenemez! CHP'nin bugünkü yapısını, soruna ışık tutması açısından, birkaç yönden ele alabiliriz. Madde madde incelersek :
e — 5 — CHP'YE OY VEREN KİTLELERİN SINIFSAL YAPISI NEDİR? CHP'ye oy veren kitlelerin sınıfsal yapısı, 1965 seçim¬lerine değin fazla değişmemiş; sivilasker bürokrasi, aydınlar her zaman partiye oy veren belli bir vatandaş kitlesi partinin seçimsel tabanı olmuşlardır. Buna karşın CHP, yoksul halk kesimlerinde (kentlerde gecekondu bölgelerinden ve kırlardan, köylerden) fazla oy almamıştır. Bununla birlikte, 1969 seçimleri, belli belirsiz bir değişimin habercisidir. CHP'nin «seçimsel ve «potansiyel» tabanı hızla yer değiştirmekte, sola ve ileriye dönük» kitleler, CHP'ye kaymaktadırlar 1973'lerde.
140
Bu kayma, kırlarda aynı hızla olmamıştır. Kırlarda (köy ve kasabalar,) daha doğrusu kapitalist gelişmenin henüz ağırlık kazanmadığı, toplumsal yaşamı yeterince etkileyemediği yerlerde CHP'ye kayma, kentlerdeki hız ve ivmeyle aynı oranda olmamaktadır. (26) Bununla birlikte kırların CHP'ye kayışı, 1975 seçimleri ile daha rahat gözlenebilmektedir. ________
(26) Bu konuda, CHP 22. Kurultayı Parti Meclisi raporu şu açıklamaları yapmaktadır. «CHP'nin 1973 seçimlerinde aldığı oyun geçerli oylara oranı yüzde 33,3'tür. 1969 seçimlerinde ise, bu oran yüzde 27,4 kadardı. 1973 seçimleri, bir yandan CHP’ni güçlendirip demokratik güçlerin, yani halkın tek başına iktidara gelmesini sağlıyacak gelişmeyi başlatırken; öte yandan, sağ iktidarın kaynağı olan tarihsel güçbirliğinin sona ermekte olduğunu da gözler önüne sermiştir, Bilindiği gibi, bu önceleri büyük toprak sahipleri, sonra ticaret ve sanayi burjuvazisinin egemen öncülüğünde, büyük sermayenin çeşitli kesimleriyle köylü, esnaf ve sanatkârlar arasındaki güçblrliğiydi. Bu güçbirliğinin toplumdaki değişme ve yeni tabakalaşma ile birlikte parçalanması sonucunda, bu değişme ve tabakalaşmaya ayak umdurmakta, doktrin kadro ve lider olarak büyük güçlük çeken AP, halkın çok gerisinde kalarak, 1973 genel seçimlerinde, 256 sandalyeden 149'a düşmüştür. CHP'nin seçim başarısı belli bir bölgedeki oylanmaya artışıyla sağlanmış bir başarı değildir; yurdumuzun hemen her bölgesine düzgün yayılan bir oy artışıyla ulaşılmış topyekûn bir başarıdır. 9 ilimiz dışında kalan 58 ilimizde, CHP oylarında artış görülmüştür. Oy patlaması niteliğinde artış gösteren diğer illerimizi (Çorum, Diyarbakır, Tunceli, Kahramanmaraş ve İstanbul dışındaki iller.) Gözden geçirdiğimiz zaman Trakya'dan Kuzey Doğu Anadolu bölgemize kadar uzanan birçok ilin ve sanayileşmiş kesimlerin olduğu kadar kırsal niteliği ağır basan yörelerin de isimlerine rastlanmaktadır. Bu illerin arasında Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale, İzmir, Muğla, İçel, Eskişehir, Zonguldak, Ankara, Kırşehir, Adana, Antakya, Çorum, Amasya, Tokat, Erzincan, Bingöl, Artvin, Kars bulunmaktadır. Daha açık bir deyişle, CHP 1973 seçimlerinde bir ölçüde kırsal bölgelerde, yani köylerde, daha büyük bir ölçüde de sanayileşmiş bölgelerde önemli oy artışı sağlamıştır. Şurasını önemle belirtelim ki, 1973 genel seçimlerinde yalnız CHP'nin başarısında değil, genellikle seçimlere ilgi oranında da düzgün bir coğrafi dağılım görülmüştür. Geleneksel olarak seçime katılma oranlarının yüksek olduğu Doğu Anadolu Bölgesi illerinde yurttaşların seçime ilgisi yine canlı olmuş ve katılma katılma Türkiye ortalamasının üzerine çıkmıştır. Bunun yanısıra Batı ve Orta Anadolu bölgeleri ile Trakya'da da seçimlere katılma oranında 1969'a göre yükselme vardır. Bu bölgelerde bulunan Ankara, Adana, İzmir, Konya, İçel-Manisa gibi büyük illerimizde seçime katılma oranlarında dikkate değer, artışlar görülmüştür. İstanbul ilimizde, oran Türkiye ortalamasının altında kalmakla birlikte, 1969'a göre çok büyük ilgi artışı kaydedilmiştir. «CHP 22. Kurultay Parti Meclisi Raporu, Sf. 20-22, 14.12.1974, Ankara. Bunlara ek olarak şu noktalar özellikle dikkate alınmaya değer.» Oy toplanması olayını, kentsel ve ve kırsal kesimler için ayrı ayrı incelemekte yarar vardır. 1950'lerden bu yana, CHP'nin tabanda kentli yurttaşlarının çoğunlukta olduğu bilinmektedir. Örneğin 1968 mahalli seçimleri ve 1969 seçimlerinin analizi, CHP'nin aldığı oyların ortalama % 27.4 olan değerinin, nüfusu 3.000 inin altında olan yerlerde % 25.6, nüfusu 3.000 i geçen yörelerde % 29 düzeyinde olduğunu göstermiştir. 1973 seçimleri içinde benzeri bir analiz yapılmıştır. Analiz 1970 nüfus sayımı değerleri esas alındığında nüfusu 3.000 ünün üzerinde olan yörelerde CHP'nin toplam oylarının % 35,28 ini, 3.000 inin altında olan yörelerden toplam oyların % 31,92 sini aldığını göstermektedir. 1970'den bu yana kentleşme ve nüfus hareketleri çoğaldığı için 1970 nüfus sayımı sonuçlarına dayanan bir hesap pek sağlıklı bir sonuç vermeyecektir. Ama kabaca 1969'a oranla CHP'nin kırsal yörelerde itibarı önemli biçimde artış olmakla birlikte, partimizin 1973 seçimlerinde de kentsel taban hâlen ağır basan bir parti olduğu görüşüne varılabilir.
141-142
12 Ekim 1975 Cumhuriyet Senatosu üçte bir yenileme seçimlerinde CHP, 27 ilde oylarını 565.000 artırmıştır. Bu 27 ilde oy oranı yönünde gelişme, CHP için % +8.2 dir. Sayın Erhan Karaesmen'in ifadesi ile, «9 yıllık dönem içinde sağ oylardaki % —10.2 Irk düşüş sol oylardaki % + 10.2 lik artışa karşılık vermektedir. (27) ____________
(27) «CHP Elazığ dışında seçim yapılan bütün illerde oy oranını arttırmıştır. En büyük artış % 19 farkla Amasya'da görülmüştür. CHP için 27 ilin ortalama artışının üzerinde değişme görülen iller Konya, Tunceli, Tekirdağ, Sakarya, Samsun, Niğde, Gümüşhane, Diyarbakır, Uşak, istanbul, Kayseri, Eskişehir, Denizli, Ankara, Afyon olmuştur. CHP'nin ilerlemesinde dikkati çeken üç noktaya odak tutmamda yarar vardır. a) Zonguldak, Elazığ ve Giresun özel örneklerinin dışında CHP'nin gelişmesi çeşitli bölgelere düzgün yayılmış durumdadır. İstanbul ve Ankara hariç tutulduğunda geri kalan 25 ilde oy oranı 1973'deki % 30.1'den % 38.8'e yükselmiştir. Artış farkı % 8.7'dir. b) CHP büyük kentlerdeki güçlü varlığını sürdürmektedir, istanbul'un önümüzdeki milletvekili seçimlerinde 46, Ankara'nın 34 milletvekili çıkarabileceği düşünüldüğünde olayın önemi ortaya çıkmaktadır. c) Kırsal niteliği kentsel niteliği kadar ağır basan bazı yörelerde (Adana, Afyon, Giresun, Muğla gibi) CHP'nin ilerlemesi yavaş olmuştur. Ama benzer karakterdeki Amasya ve Tunceli'de durum tersinedir, ilk sergiler genellikle köy oylarında beklenen artışın sağlanamadığı yolundadır. (Karaesmen Erhan, 12 Ekim 1975 seçimlerinin sonuçlarına toplu bakış, Özgür insan Dergisi Sayı 25 Sf. -18 Kasım 1975 Ank.)
143
Özetlemek gerekirse 1969'dan bu yana CHP'ye oy veren kitlenin sınıfsal yapısında büyük bir değişim gözlenmekte; kapitalizmin geliştiği büyük kentlerin gecekondularında yaşayan insanları, işçi sınıfı, dar gelirli küçük memur, giderek artan oranda CHP'ye oy vermektedir. Ağa-topraksız köylü çelişkisinin yoğun olduğu Doğu ve G. Doğu Anadolu'da hızla CHP'ye yönelme vardır. Köylü kesimi, CHP'ye yönelmekle beraber, bu yönelmenin hızı, yoksul kent halkında görüldüğü gibi büyük oranda değildir.
e — 6 — CHP İÇİNDE VE DIŞINDA CHP'NİN SAVUNDUĞU İLKELER İÇİN UĞRAŞ VERENLERİN SINIFSAL YAPISI NEDİR. 14 Ekim 9 Aralık 1973 seçimleri CHP için nasıl bir sınav olacaktı? Yıllar boyu sandık başlarına müşahit yollayamayacak durumlara düşen CHP acaba bu seçimlerde ne yapacaktı. Bu soruların cevabını en iyi b'çimde CHP'ye onun liderine ve savunduğu görüşlere sahip çıkan Anadolu insanı verdi. 14 Ekim seçimlerinde, 12 Mart sonrası baskı ve terör rejiminden çıkılmanın getirdiği patlama ile birlikte özellikle öğretmenlerin Türkiye'nin en küçük yönetim biriminden en büyüğüne kadar her yerde CHP'ye büyük katkısı olmuştur. Sandık başlarında görev alan binlerce öğretmen seçimlerde yolsuzluk yapılmaması, seçimlerin güvenlik içinde geçmesi için ellerinden gelen çabayı göstermişlerdir. CHP'nin başarısında önemli paya sahip olmuşlardır. Aynı şekilde 1973 seçimlerinde yıllar boyu baskı ve terörle sürdürülmeye çalışılan, kişiliklerini yitirmek tehlikesi ile karşı karşıya bırakılan gençlik kesimi, başta öğrenci gençlik kesimi olmak üzere militanca CHP için çalışmışlardır. Kent, köy, dağ, taş demeden CHP'nin propagandasını yapan üniversite, yüksek okul, lise hatta ilkokul öğrencileri birçok yerde de canları ve kanları pahasına saldırganlara göğüs germişlerdir. Köylerde; uyanan, kentteki gelişmelerinde etkilenmesiyle bilinç düzeyleri yükselen yeni bir düzen kurulması için büyük umutları olan köylü gençlik kesimi de büyük uğraş vermiştir. Bütün bunlara ek olarak kentlerde işçi sınıfının birçok üyesinin CHP için çalışması önemi kesinlikle yadsınmayacak bir olaydır. Afiş asmakta; kahvelerde evlerde, fabrikalarda propaganda çalışması yapmaya, saldırganları sindirmeye kadar birçok eylemde işçiler (hiçbir karşılık beklemeden) faal görev almışlardır. Bütün bunlar belirtilirken (oy veren ve potansiyel güç olan) tabanın hızla gelişmesinin yanında, CHP'nin yerel yönetici kadrosunun aynı gelişme hızını gösterdiği söylenemez. Bazı yerlerde CHP için çalışmak isteyen işçi ve öğrencilere ayak uydurulamamış ve bazı yerel yöneticiler, aynı aktif çaba ve çalışma arzusunu gösterememişlerdir.
144 - 145
Bu anlamda CHP, «İşçi öncelikle sanayi işçisi» ve köylü tabanından güç alarak toplumda kökleşmiş, toplumsal gelişime yön verilebilecek, kontrol edilebilecek mantığı ile ortaya çıkmış bir sol parti toplumcu parti değildir. Uzun bir dönem, haiktan kopukluğun, halka yabancı tavırların ve düşünce yapısının siyasi örgütü olan CHP kapitalist toplumsal ekonomik gelişmenin baskısı ve yansıması ile giderek halka (işçi-köylü küçük memur ve esnafa) yönelmeye başlamıştır. Bugün de bu yönelmelerin olumlu unsurlarını özünde taşımaktadır. Yalnız belirtilmesi gereken nokta (oy veren güç ve potansiyel güç olarak) tabanın giderek artan oranda emekçi-işçi kesimlerinden oluşmasına karşın, yönetim kademelerinin aynı hızla sınıfsal niteliğini değiştirmediğidir. 1976 yılında, hâlâ birçok CHP yerel yönetim biriminde (il ve ilçe yönetimlerinde) sınıfsal niteliği emekçi ve işçi olmayan kişiler yönetimdedir a—) Doğu ve Güneydoğu Anadoluda ekonomik yapıda feodal artıkların, kültürel yaşamda feodal kültürünün siyasette ise feodallere dayalı davranış tipolojisinin henüz tasviye edilmediği yörelerde parti yöneticileri ya feodal beylerin içinden gelmekte ya da bu güçlerin dışında gelmekle birlikte (Avukat, küçük ticaret erbabı, esnaf, doktor, gibi) yine son tercihte o yörenin egemen güçlerine dayanan yada en azından onların siyasal ekonomik çıkarlarını karşı çıkmayan kişilerden oluşmaktadır. Bu yapının kuşkusuz istisna sayılabilecek örnekleride vardır. b—) Kapitalizmden etkilenmekle birlikte sınıfsal yapısını yeterince ayrıştırmadığı geleneksel kültürün etkisi altında olan yörelerimizde İç Anadolu, Batı Anadolu'nun iç kısımlarında ise Kuzey Anadolu'da buna benzer yörelerde) parti yönetim kademeleri yine eşraf tüccar, küçük esnaf, ve benzeri sosyal tabakaların yada onlarla bütünleşmiş veya bütünleşmeye elverişli (doktor, işçi, avukat, iktisatçı vb.) kişilerin elindedir. İçlerinde azda olsa işçi ya da köylü kökenli yöneticiye rastlanmaktadır. 146
c—) Kapitalist gelişmenin yoğun olduğu illerde parti yönetiminde etkin olan sanayi ve ticaret burjuvazisiyle organik bağları bulunabilen ya da eşraftan olan kimselerle, yine kapitalist gelişmenin partiye kazandırdığı aktif emekçi tabanı sözcüleri arasında yoğun iktidar çatışmaları olmaktadır. d—) Milletvekillerimiz düzeyinde parti yönetimini ele alırsak şunlar söylenebilir. Milletvekillerimizin içinde işçi ve emekçi kökenli olanlar çok azınlıktadır. Genellikle parti yönetim kadrolarının yansıması bu yapıda gözlemlenebilinir. Gerçi önemli olan yöneticilerin veya Millet Vekillerinin sınıfsal kompozisyonu değil onların kimin için uğraş verdikleridir denebilinir. Bu ifade cümle olarak bir kısım doğruları içermekte ise de tam anlamıyla tutarlı yanıt olmaktan uzaktır. Çünkü önemli tercih anlarında kendi öznel düşüncelerinin ötesinde, emekçilerin yanında olmayan davranışlara itebilir. Sunuda belirtmek isteriz ki Türkiye'de siyasal partiler, dernekler ve sendikalar kanunu var olduğu sürece (Bugünkü haliylede) bu durum biraz da kaçınılmazdır. Ya kanun¬lar değiştirilmelidir ya da bizim önerdiğimiz gibi kanunların açık" noktasından faydalanıp parti kadrolarını işçiye, köylüye açacak yöntemler bulunmalıdır.
ÇIKMAZLAR VE UMUT KAPILARI 1950'lilerden 1965'lere kadar CHP'sinin örgütlenmesi klasik seçimsel parti örgütlenmesi idi. Parti binaları seçimden seçime veya önemli topalntılarm arifesinde açılırdı. Bunun dışında parti hiç çalışmadan genellikle Meclis Gruplarında ve Genel Başkan İnönünûn çevresinde yönetilirdi.
147
1965'lerden sonra sosyal gelişmenin yarattığı fikirsel dinamizm nedeniyle partiye büyük ölçüde dinamizm geldi. İl ve ilçe örgüt binaları yine seçimden seçime açılmakla bir¬likte, partideki fikir çatışmaları yeni CHP'nin savunucularıyla eski CHP'nin savunucuları arasındaki parti içi iktidar uğraşının odak noktalan oluşmaya başladı. Bu olgu özellikle 1971'lerden sonra güçlendi. 1972 Mayıs ayında yapılan 5. Olağan Üstü Kurultay Ecevit ekibinin zaferiyle sonuçlandı daha sonra yapılan tüzük kurultayında karar verici organın TBMM grupları değilde parti Meclisi olması kabul edildi böylece partinin yapısında belirli merkezi sol disipline geçiş sağlandı. - Genede partinin şu andaki yapısı hâlâ klâsik seçirnsel parti yapısından fazla farklı değildir. Şunu açıkça vurgulayalım ki; eğer CHP, TİP gibi % 2 oy oranından büyümeyi göze alsaydı çok daha sağlıklı bir sisteme kavuşur ve bu günkü hastalıklarının hiç birine sahip olmazdı. Ama CHP % 26'lık bir oy oranından % 44'e 10 sene gibi kısa bir süre içinde gelmiştir, ve siyasal iktidara adaydır. Üstelik CHP «düzen değişikliği» önermektedir. Eğer CHP yalnızca siyasal iktidarın değişimine razı olsaydı, kuşkusuz sermaye CHP'den -ne denli slogan atarsa atsın- korkmazdı. Ama CHP halk'ın siyasal-sosyal-ekonomik iktidarını savunmaktadır. Bu ise sermayenin hiç işine gelmeyen bir tercihtir. — CHP'nin şu anda 674 ilçe ve 67 kent'de hukukî olarak örgütü vardır. Ama ilçelerin bir kısmında üye defterleri ya yoktur, yada keyfidir. Bazı yerlerde Partinin kapısı haftadan, haftaya yada aydan aya açılmaktadır. Sendik ve koopertiflerle, demokratik kitle örgütleri ile ilişki çok zayıftır, hatta yoktur. O nedenle bu örgütlere ancak «tabela» örgütü denilebilinir. — Yöneticiler, yerlerini kaybetme korkusu ve bu süratli değişimi durdurabilmek için dinamik güçlere partinin kapısını örtmeye çalışmaktadırlar.
148
Her yerde, ne olduğu tam belli olmayan «aşırı sol» tanımını bilinçii yada bilinçsiz karşı oldukları için kullanmaktadırlar. Partinin iktidara namzet olmasıda, olayı salt siyasal iktidar olmak olarak gören partililerce cazip olmaktadır. Koltuk kavgası yanlış ve halk'tan soyutlanmış alanlarda yürütülmektedir. — Eğitim ve yayın en düşük seviyededir. Aylık «Özgür İnsan» ve Gençlik kollarının parasızlık nedeni ile ara verdiği «Demokratik Sol» dışında yayın organı yoktur. Sürekli ve yaygın eğitimin (sempatizanlar için), dar kadro (militan) eğitiminin eksikliği heran karşımıza çıkmaktadır. Her yerde kavram kargaşası, kişisel çıkar ve hizip çatışmalarına kalkan yapılmakta, sonuçta tozdan dumandan hiçbir şey gözükmemektedir. Partililer, eğitim eksikliği nedeni ile birçok yerde dışımızdaki sol'un kuramsal saldırılarına cevap verememektedir sonuçta moral bozukluğu doğmaktadır. — Partide aidat sistemi çalışmamaktadır. Oysa sol partilerin para açısından dayanabilecekleri üç güç vardır. 1 — Üyelerinden gelen aidatlar, bunu «bir milyonere karşı, bir milyon kişi» sloganı ile ifade edebiliriz. 2 — Sendika, kooperatifler gibi örgütlerden gelen yardımlar (ki, Türkiye'de kanunlar yoluyla bu olanaklar önemli ölçüde kısıtlanmıştır) 3 — Kendi öz gelir kaynakları (milletvekili ve senatör adaylarından alınan paralar, sattığı eşyalar ve hazineden gelen paralar). Bu üç kaynaktan partimizde işlerliği olan sadece üçüncüsüdür. Bu da kaynaklan çok kısıtlamaktadır. İnanıyoruz ki parti rahatlıkla aidat sistemini işletebilir. Ama bunun için parti sorumlularının bu işin ciddiyetine ve gerekliliğine inanmaları şarttır. — Herşeye karşın CHP, 50 senelik pratik birikimine, kendi içinde parti geleneklerine sahip bir örgüttür. Belirli bir iç ilişkiler sistemi kurabilmiştir. Bu, bir parti yapısı için çok önemlidir. CHP, bu nedenle, çoğu zaman eyleme geçirilmesi yavaş, ama eyleme geçince de Türkiye'yi sarsacak güce sahiptir. Eksiklerine rağmen, tüm sol partilerden daha geniş kadrolara sahiptir.
149
- Süratle değişmekte, siyasal tercihlerinin gerektirdiği sınıfsal tabana oturmanın getirdiği sancıları çekmektedir. Bu sancılar, geçilmesi gereken yeni ve sağlıklı yapının sancılarıdır. Değişim potansiyelinin güçlü olduğunu 1965'-den bu yana göstermektedir. — 50 senedir toplumla kurduğu diyalogları kopmamıştır ve partinin er veya geç doğru tanımlamalar yapabilmesi bu diyalogun güçlülüğü ile sağlanmıştır. — Toplumdan gelen etkilere açık kalmayı becermiştir, bu bizce toplumun her kesimine uzanabilmesi nedeniyle olmuştur. — Dünya solunda en sağlıklı yolu seçmiştir ve kabul ettirmiştir. Yani anadolu toplumunun somut koşullarından yola çıkmış, «Model» aktarma yerine «Yöntem» kullanmayı seçmiştir. Bu, şüphesiz bilimsel cesaret gerektiren, kendine ve topluma güvenen bir partinin sağlıklı ama sarp yoludur. Deneme yanılmalar daha çok olacaktır, hatalar olacaktır, sloganlar yerine gerçekler olacaktır, ama doğru yöntemdir. Dünya solu, kendi ülkesinin somut koşullarından yola çıkanın sağlıklı sol yönetimler kurabileceğini göstermiştir. — 30 Kent belediyesi ve 600 civarında küçük belediye ile fiilen iktidarın yarısıdır. Ama bu gücünün yeni yeni farkına varmaktadır. — Sendika ve kooperatiflerle en azından üst kademelerde sağlıklı ve köklü ilişkileri vardır. — Sol toplumsal potansiyele sahiptir. Tebliğimizin bu bölümünde, Örgütlenmenin -özellikle sol parti örgütlenmesinin- temel tanımlarını ortaya koyduktan sonra, bu «geniş» parti tanımının model önerisinin CHP Gençlik örgütlenmesine uygulanmasını tartışacağız. Kuşkusuz bu «model» ana kademelere daha geniş ve detaylandırılmış bir modelle uygula¬nabilir. Biz bunu ana kademelere öneri olarak, sunuyoruz, uygulama onların görevidir:
150
Bizce, bu tebliğin en başından beri anlattığımız CHP'nin yapısal ve kuramsal eksikliklerinin çözümü; genç kadroların, parti içinde, gene bu tebliğde anlatmaya çalıştığımız örgütlenme ve bilinçli uğraşıyı sürdürebilmelerindedir. Bir parti, toplumun en dinamik kesimi olan gençlikle diyalogunu sürdürerek, onların getireceği yeni düşüncelere kapılarını açık tutarak, ya da tutmaya zorlanrak toplumla birlikte değişir. Bu günün genç kadroları, çok yakın bir gelecekte bu partinin ve belkide Türkiye'nin yazgısını ellerinde tutacak kişilerdir. Parti ancak onları alarak, kendi içinde kendi dünya görüşünün ANA HATLARINI vererek, onları ortak bir davranışa sokarak gelecekteki değişim gücünü yaşayabilirliğini sağlayacaktır. Bu ise partinin toplumun her kesimindeki gençlere uzanabilmesi, onlara kendi doğrultusunda siyasal bilinç vermesi ve onlara kendi parti yapısı içinde yer vermesi dernektir. Bu nedenle, partinin gençlik kesimindeki örgütlenmesi ve politikası dar alanlarda değil, geniş sahalarda çalışmayı seçen bir politika olmalıdır. Türkiye'de özellikle gençlik kesiminde faşistlerin ısrarla kavgayı üniversite boyutları içinde tutan stratejilerine aynı yöntemle cevap vermek, onların oyununa gelmektir. Çünkü bu alanda polis desteği onlardadır, savunma durumunda olan devrimcilerdir. Oysa faşistler aynı zamanda, ilgiyi üniversite üzerinde tutarak, dış alanlarda süratle örgütlenmekte, çeşitli sosyal dernekler kurmaktadırlar. Yani gerçekte bir sol partinin gençlik politikası uygulaması gereken sahada faşistler at oynatmaktadırlar. Üstelik soldaki dağınıklık yerine merkeziyetçilik daha güçlüdür. Soldaki bu dağınıklık bir ölçüye kadar normaldir. Çünkü soldan kuram her zaman önemli olmuştur. Ama Türkiye'de bu kargaşa normalin çok üstündedir. 151
Bizce özellikle gençlik kesiminde görülen normalin üstündeki bu kargaşanın en önemli nedenlerinden biri CHP'nin gençlik politikasını belirli bir alanda yoğunlaştırması ve ajanların provakasyonlarmı önlemek için özellikle taşrada partinin gençlerin yaptıklarına kuşku ile bakmasıdır. CHP'nin bu konuda takınacağı değişik tavır ve yorum gençlik kesiminde CHP öncülüğünü bugünkünden daha etkili biçime getirecektir. Örneğin faşist davranışların tırmanış haline geçmesi karşısında, dışımızdaki demokratik kuruluşlarla, CHP'sinin öncülüğünde faşizmin önlenmesi için, birlikte eylem konulabilir. Örneğimizi açarsak, Ankara'da bazı semtlerde bir yığın sol dernek vardır. Bu koşulların kabulü ile yapılacak işbirliği özellikle yalnız bırakılan bu dernekleri etkilememizi sağlayacaktır. MHP'nin mahalle mahalle yayılma stratejisini de önleyecektir. CHP kendi YAPISAL BOZUKLUKLARINI tamir ettikçe, örgütlenme modelini klasik kitle partisi modelinden «SOL» parti örgütlenmesine kaydırdıkça, bu gençlere daha az şüphe ile bakılacaktır. Çünkü sağlıklı bir sol örgütlenme modelinde, ajanların ve fırsatçıların partiyi etkileme gücü devamlı kontrol altında olacaktır.
152
F — DEMOKRATİK SOLUN GENÇLİK İÇİNDE ÖRGÜTLENMESİ VE GENÇLİĞİ ÖRGÜTLENMESİ ÜZERİNE ÖNERİLER CHP hem gençlik içinde örgütlenmek hemde demokrasiye ve toplumculuğa inanan gençleri örgütlemek zorundadır. Parti kendine üye, örgütleyici ve yönetici yetiştirmek için gençleri kazanmak ve hazırlamak eğitmek zorundadır. Aynı zamanda CHP devrimci düşüncenin başarı veya başarısızlığında önemli yer tutan bir toplumsal eylem katmanı olarak gençliği örgütlemek gençliği yönlendirmek zorundadır. Bunlardan birinci kısmı parti içinde örgütlenme, ikinci kısmı ise demokratik gençlik örgütlenmeleri içinde çalışarak gerçekleşir. Parti önderi yetiştirme ve gençliği örgütleme çalışmalarının bir arada ve sadece CHP gençlik kolları çatısı altında yapılması düşünülebilir. Ancak bu önerilere gençlerin toplumsal ve siyasal durumu elvermemektedir. Gençlerin bir kısmı sola yatkın bile olsalar aldıkları yanlış etkiler sonucunda siyasetin kötü veya istenmeyen bir şey olduğu inancındadırlar. Üstelik demokratik gençlik örgütleri ve onların talepleri ile parti disiplini arasında zaman zaman uzlaştırılması çok zor çelişkiler doğabilmektedir. Üstelik parti çalışması doğası gereği daha disiplinli çalışma, inanç ve sabır gerektirmektedir. Gençler arasındaki özellikle en çok örgütlenme gereksiniminde olan en yeni katmanların bu tür disiplin uygulamaları ile başlangıçta uzlaşmaz çelişkileri vardır. Ayrıca henüz partinin demokratik sol inanç ve fedakarlık bazına tam oturmamış yapısı idealist düşünceli bazı gençlerin parti düşüncesinden, eyleminden ve tümüyle parti örgütünden kopması sonucunu doğurabilir.
153
Bu ve benzeri gerekçelere dayanarak CHP'nin gençlik kollarında yeniden örgütlenme ve dışa açılma plânı iki aşamalı olarak düşünülmüştür. a) CHP Gençlik Kollarının hem siyasal yapı hem de çalışan gençlik ve öğrenci gençlik ile yeni ilişkiler içine girmesini sağlayacak yeniden örgütlenme önerileri paketi. b) Demokratik Sol düşünce ve eğilimdeki tüm gençleri kapsayabilecek demokratik gençlik örgütlenmesinin gerçekleştirilmesine ilişkin öneriler paketi.
f — 1 — CHP GENÇLİK KOLLARININ YENİDEN ÖRGÜTLENMESİNE İLİŞKİN ÖNERİLER Teşhisler : — Günümüzde gençlik kolları CHP iç yapısı ve parti içi seçme seçilme cihazının doğal bir parçası durumundadır. Ve bunun gereklerini yerine getirmektedir. İlçe ve İl yönetimlerinde ve Genel Merkezde ana kademelerin yaptığı eylemlerin YARDIMCI KOLU durumundadır. Yardımcı Kol kelimesinin anlamına uygun örgütlenme, üye yapısı, seçme seçilme yapısı ve örgüt yapısına sahip olabilmektedir. — Gençlik Kolları CHP'nin ana kademe örgütlenmelerine paralel olarak Türkiye'deki yönetimsel örgütlenmeyi izleyen bürokratik bir yapıda kurulmuştur. — Halbuki günümüzde tüm toplumsal güç ve örgütlenme mihrakları gibi gençlik toplulukları da eskiyen yönetimsel yapının dışına taşmıştır. Artık gençlik öğrenci ise ya¬şamını mahallesinde veya ilçesinde değil lisesinde, yüksek okulunda veya üniversitesinde sürdürmektedir. Genç eğer çalışıyorsa yaşamını fabrikasında, atölyesinde, bürosunda veya dükkânında sürdürmektedir. Bu teşhislerin ışığı altında şu öneriler getirilebilir.
154
1) İlçe Örgütlenmesi: Yukarıda açıklandığı gibi çalışan ya da okuyan gençler parti örgütlenmesi dışına taşmışlardır. Ancak a) günümüzdeki parti örgüt yapısını korumak b) Ana kademelere gençlerin yardımcı ve faydalı işlevlerinin sürmesini sağlamak, c) Aşağıda önerdiğimiz şema içinde yer almayan gençlerin daha etkin ve eylemli biçimde parti içne alınabilmesini sağlamak amaoıyle; günümüz örgütlenme yapısı içinde gençlik örgütünün tümünü oluşturan ilçe kademeleri bizim önerimiz içinde varlıklarını aynen sürdüreceklerdir. Ancak bunlar yetki, temsil ve sorumluluklarını 2. ve 3. maddelerde önereceğimiz İle bağlı olarak oluşturulacak komiteler ile paylaşacaklardır. Günümüzde CHP ilçe gençlik kollarının çalışmaları sadece parti örgütüne paralel olarak yönetimsel bölünmeye paralel (koşut) örgütlenme hakkına sahiptir. Bu konuda yönetimin temel ve öz birimi olan mahalle örgütlenmesine inme hakkı ne yasada ne tüzükte tanınmamıştır. Tüzük ve yasa bu konuda bir yöntem ve açıklık getirmediği gibi önleyici bir önlemde getirmemektedir. Tüzüğün bu boşluğundan yararlanarak şimdiden parti mahalle temsilcisine gençlik yardımcısı ve onun 2 veya 4 yardımcısından oluşan bir mahalle gurubu oluşturulur. Bu kurullar belirli aralıklarla kendi içlerinde toplu olarak biraraya gelirler, ilçe yönetimine ve ana kademe, mahalle temsilcilerine yardımcı görever yaparlar.
2)
Çalışan Gençlik Birimleri:
(Fabrikalarda, Atölyelerde, Bürolarda ve çalışanların yoğun olduğu küçük ticaret ve sanayi birimlerinde partinin gençlik örgütlenmesi) CHP Tüzüğü madde 81 e dayanarak gerekli yönetmeliklerin oluşturulması ve yeni dar boğazlar çıktığında tüzük değişiklikleri yapılması sonucu CHP il gençlik kolları yukarıda adı geçen birimlerde çalışan CHP'li gençlerin sorunların incelenmesi ve örgütlenme sorunlarının ortaya konması amaçlı araştırma, inceleme ve yönetim kurulları oluşturur.
155
Bu oluşum sırasında her üretim biriminde kayıtlı olan CHP'li üyeler il yönetimi denetiminde biraraya gelerek kendi aralarından bir kurul başkanı ile (o ünitede kayıtlı CHP'li üye sayısına göre) 2-10 arasında kurul üyesi seçer. Bu seçilen kurul üyeleri il gençlik kolu kongresine delege olarak katılacağı gibi CHP il gençlik kolu delegeliğinin tüm haklarını kullanır. Bu başkan ve komite kendi biriminde bir CHP ilçe gençlik kolunun tüm yetkileri ile donanımlı hale getirilir. Böylece üretim yerinde siyasal katılma ve özyönetim ilkelerine bir yaklaşım sağlanmış olacaktır. İl Gençlik Kolu Başkanı ve İl Yönetim Kurulu gerek gördükçe il hudutları dahilindeki tüm «çalışanlar komiteleri» biraraya gelerek kendi sorunlarını görüşür kendi aralarında iş bölümü ve dayanışmaya gider ve il yönetim kurulu içinden kendileri ile ilgili bir ÇALIŞAN GENÇLİK İŞLERİNE BAKAN sekreter üye seçilmesini il yönetim kurulundan isteyebilir ve il yönetim kuruluna bu konuda ad önerisi getirebilirler. Oluşturulan çalışanlar komiteleri Gençlik Kolları Genel Merkezinin İl Gençlik Kolundan talebi üzerine, Türkiye çapında biraraya gelip çalışanların sorunlarını bu sorunlara parti çalışanlarının getirdiği önerileri (parti yetkili kurullarına götürülmek üzere) görüşür ve önerilere bağlarlar. Türkiye'deki işçi örgütlenmeleri ve demokratik solcu işçilerin bu örgütlenmelere karşı tutumlarını inceler kararlar alırlar. Sendikalar, kooperatifler ve ilgili derneklere karşı tutum saptarlar. Yandaş derneklerin kurulması desteklenmesi veya destklenmemesi konularını kararlaştırırlar. Bu çalışma ve tartışmaların il ölçeğinde olanları İl Gençlik Kolu Başkanının denetiminde toplanan ÇALIŞAN GENÇLER KOMİTELERİ topluluğunda tartışılır. 156
3) Öğrenci Gençlik Birimleri : (Liseler, Yüksek Okullar, Üniversiteler de partinin gençlik örgütlenmesi) CHP Tüzüğü madde 81’e dayanarak gerekli yönetmeliklerin oluşturulması ve yeni dar boğazlar çıktığında tüzük değişiklikleri yapılması sonucu CHP İl Gençlik Kolları yukarıda adı geçen brimlerde öğrenim gören CHP'li gençlerin sorunlarının incelenmesi ve örgütlenme sorunlarnın ortaya konması amaçlı araştırma, inceleme ve yönetim kurulları oluşturur. Bu oluşum sırasında her öğrenim biriminde kayıtlı olan CHP'li üyeler İl Yönetimi denetiminde biraraya gelerek kendi aralarından bir kurul başkanı ile (o ünitede kayıtlı CHP'li üye sayısına göre) 2-10 arasında kurul üyesi seçer. Bu seçilen kurul üyeleri İl Gençlik Kolu Kongresine delege olarak katılacağı gibi CHP İl Gençlik Kolu delegeliğinin tüm haklarını da kullanabilirler. Bu başkan ve komite kendi okulunda bir CHP İlçe Gençlik Kolunun tüm yetkileri ile donanımlı hale getirilir. Böylece öğrenim biriminde siyasal katılma ve özyönetim ilkelerine bir yaklaşım sağlanmış olacaktır. İl Gençlik Kolu Başkanı ve İl Yönetim Kurulu gerek gördükçe il hudutları dahilindeki tüm Öğrenci Komiteleri biraraya gelerek kendi sorularını görüşür, kendi aralarında iş bölümü ve dayanışmaya gider ve İl yönetim kurulu içinden kendileri ile ilgili bir ÖĞRENCİ İŞLERİNE BAKAN SEKRETER ÜYE seçilmesini İl Yönetim Kurulundan isteyebilir ve il Yönetim Kuruluna bu konuda ad önerisi getirebilir. Oluşturulan Öğrenci Komiteleri Gençlik Kolları Genel Merkezinin İl Gençlik Kolundan talebi üzerine Türkiye çapında bir araya gelerek öğrenci sorunlarını, bu sorunlara partili öğrenci komitelerinin getirdiği önerileri (partinin yetkili kuru luna götürülmek üzere) görüşür ve önerilere bağlarlar. Türkiye’deki öğrenci örgütlenmelerine karşı, tutumlarını inceler, kararlar alırlar. Yandaş örgütlerin kurulması, desteklenmesi veya desteklenmemesine ilişkin öneriler getiriler. Bu çalışma ve tartışmaların il ölçeğinde olanları İl Gençlik Kolu Başkanının denetiminde toplanan ÖĞRENCİ KOMİTELERİ topluluğunda tartışılır.
157
Yukarıda saydığımız 3 ana kol her İl yönetimi içinde kendi temsilcilerini ve sekreterlerini oluşturarak yönetim şemasını tamamlayacaktır. Gençlik Kolları Genel Merkezi' de bu şemaya göre çalışma yapacaktır. Yukarıda özetlediğimiz «Gençlik Kollarının yeniden örgütlenmesi» çalışmaları ile aşağıda planını sunacağımız Demokratik Gençlik Örgütlenmelerinin başarısı belirli koşullara bağlıdır. Bu koşulları tartışmamızın en sonunda sunacağız.
f -2 -DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLENMESİNE İLİŞKİN ÖNERİLER Tartışmamızın teşhisler bölümünde sunduğumuz gerekçeler ışığında şu konular açığa çıkmıştır. Bir partinin gençlik kolları demokratik gençlik eylemlerini KENDİ İÇİNDE TOPARLAYIP YÖNLENDİREMEZ. (Tüm gençlik eylemlerinin) : A bölümünde önerdiğimiz örgütlenme yapısı CHP'ye yetişmiş, disiplinli kadro hazırlama ve gençlik içinde belirli çekirdek guruplar yetiştirme amacındadır. B bölümünde tartışacağımız Demokratik Kitle örgütlenmesi ise gençliğin bir toplumsal güç olarak değerlendirilmesi ve sol kavgada yönlendirilmesi amacına dönüktür. Gençlik potansiyelini değerlendirecek, gençlerin insancıl ve demokratik sol bir dünya görüşü içinde eğitilmelerini sağlayacak ve gençlerin kitle olarak taleplerini yansıtacak ciddi, tutarlı, bütünsel gençlik örgütlenmesine gerek vardır. Bu örgütlenme ancak demokratik ad, tüzük ve ilk giriş olarak her yurtsever gence açık özel olarak anlaşılan dar siyaset biçimlerinden uzak bir örgütlenme olmalıdır. Bu herkese açık görünüme rağmen örgüt yöneticiliği ve eğitimi konularında demokratik sol düşünce öne alınır. A şıkkında açıkladığımız parti örgütlenmesi bu demokratik kitle örgütünün doğru çizgisinin sigortalığı görevini yapar.
158
— Yönetimdeki disiplini sağlamak için örgütsel yapıda bütünlük sağlayacak tüzük maddeleri ile kuruculara, eski yöneticilere sürekli delegelik, temsil ve eleştiri gibi haklar tanınabilir. — Kitle örgütü yönetiminde olan kişiler demokratik ve toplumcu sürekli bir eğitimden okul ve seminer çalışmasından geçirilerek yeni görevlere getirilebilirler. — Böyle bir örgütlenme yapısının oluşturulması konusunda üç yöntem uygulanabilir. 1) Yepyeni bir gençlik örgütlenmesi kurulması, 2) Varolan bir gençlik üst yapı örgütlenmesinin bu amaç için uyarlı hale getirilmesi (TMGT gibi) veya gençlik içinde dağınık bir biçimde örgütlenme çabası içinde olan alt kuruluşların federasyon biçiminde örgütlenmesi (HDGÖ gibi) 3) A ve B şıklarının aynı anda kullanılması yani, alt kademedeki örgütlenme embriyonlarının toplanarak varolan bir üst kademe örgütlenmesinin alt organı haline getirilmesi (HDGÖ'lülerin federasyon haline gelerek TMGT'de çalışması gibi) — Demokratik ve toplumcu düşünce etrafında örgütlenecek gençlerin kullanacakları adlar ve sloganlar büyük önem taşımaktadır. Bu konuda örgütlenme birimine uygun öneriler demokratik gençlik örgütlerinin olabildiğince en genel ve kimseyi itmeyen adlar kullanması yönündedir. Kültür Dernekleri, Gençlik Örgütü, Demokratik Gençlik örgütü veya en fazla Demokratik Halk Devrimcileri Federasyonu gibi adlar Türkiye çapındaki gençlik örgütlenmesinin yaygınlığını sağlamada etkin olabilir. — Demokratik Kitle örgütlenmesinin oluşması için gençlik kollarına başlangıçta çok büyük görevler düşmektedir. Gençlik kolları bu görevleri TMGT ve HDGÖ gibi kuruluşlarda yeterince yapmıştır ama bu çalışmaların daha da hızlandırılması gerekir.
159
1976 güz dönemi başlamadan CHP gençlik kolları parti üst kurullarının onay ve katkılarını alarak öğrenci ve emekçi gençlik örgütlenmesinin nasıl olacağı konularında seminer ve kurultaylar düzenlemelidir. Bu çalışmalarda katkısı bulunacak gençlerin bulunabilmesi için gençlik, gecekondu, emekçi kurultayları tamamlanmalı aşağıda anlatacağımız yayın, eğitim, parti okulu yaz kampı çalışmaları başlatılmış olmalıdır. Ancak bu yöntemlerle günümüze dek çok uzun ve acılı deneylerle yetişmiş sayıca az ancak deney ve nitelik olarak yoğun çekirdek gurup bir demokratik gençlik örgütlenmesini yapabilecek sayı çokluğuna ulaştırılabilir. Kuşkusuz bu geniş saha stratejisi, CHP'de gençliğin yeniden örgütlenmesi sorununu gündeme getirmiştir. Bu yeni örgütlenme stratejisi, geniş çapta ilişkiler, örgütler ağı ve geniş kadrolar gerektirmektedir. Bu salt «parti içi iktidar» düşünce ve tavrını benimseyen değil, toplumun her alanında partinin düşünce ve tavrını yayacak, çok değişik konularda parti ile ilişkiler sağlayacak geniş genç kadroların işidir. Yeni bir tavır, yeni bir davranış biçimidir. Partinin ana kademeleri de bu konuda kendilerini ayarlamalı, kurulacak bu geniş ilişkiler ve örgütler ağının oluşturulmasında kendilerine düşen görevleri yapmalıdırlar, ilişki kurulacak kişiler ve örgütlere kuşku ile bakmamalıdırlar. Böylesine geniş bir örgütlenme modelinde kuşkusuz tam kontrol olanaksızdır. Özellikle başlangıçta, bu çapta geniş kadroların olmaması ve dışımızdaki solun özellikle gençlik kesimindeki uğraşılarının yoğun olması ilk başlarda sapma ve satmaların yüzdesini çoğaltacaktır. Bu durum ilk başlarda hayal kırıklıkları ve umutsuzluk yaratacaktır. Bunun örneklerini yaşıyoruz. Ama bizce sorun, MODEL'in doğruluğu ve bu yolda uzun süreli çalışmaktır. İlk denemelerde uğranılacak hayal kırıklıkları doğaldır.
160
Gençlik Kolları toplantı, eğitim ve yayın çalışmalarına ilişkin öneri paketini bölümler halinde ana kademelerine sunmuştur. Bu konudaki önlemleri şöylece özetleyebiliriz. 1 — Eğitim, yayın, yurt sorunu ve benzeri sorunlar, a) — -
Parti okulu: Kısa dönem seminerleri, (parti üyelerine ve sempatizanlara verilecek) Orta dönem (örgüt ve yan örgüt yöneticilerine) Uzun dönem (örgüt ve yan profesyonel elemanları öncü liderleri ve kuramcıları için)
b) — — — — —
Yayın Çalışmaları: Kitap yayınları Aylık dergi yayınları Haftalık dergiler Günlük gazeteler Broşür afiş propaganda malzemeleri
c) Kuram oluşturma ve karar alma çalışmaları: Danışma araştırma kurullarının yaygınlaştırılması ve sürekli işler hale getirilmesi (Genel Merkez, İl, ilçe ve mahalle düzeyinde) Tüzük değişiklikleri, yönetmelikler, program kurultayları işçi, köylü, üretici, gençlik, esnaf gecekondu kurullarının forumlarının, kurultaylarının düzenlenmesi ve böyle çalışmaların sürekli ve örgütlenmiş kurumlar haline getirilmesi Partinin kooperatiflerin üst örgütleri sendikalar ve sendika üst örgütleri ile direk ilişkisini sağlayacak yasa, tüzük, yönetmelik değişiklikleri paketinin bir an önce hazırlanıp CHP organlarına daha sonra kamu oyuna açılması, 161
— Tüzüğün üyeler bölümüne toplu üyelik, sendikal üyelik gibi maddelerin konulması, — Dernekler yasasındaki, dernek ve sendikaların partiler ile ilişkileri konusundaki maddenin değiştirilmesi. d) Yurtlar Sorunu: Okul şehir ve devlet yurtlarında CHP'lilerin etkinliğinin artırılabilmesi için buralarda çalışan bürokratların, il daimi encümenlerinin (ki önemli bir kısmı CHP tarafından denetlenmektedir) Üniversitelerindeki öğretim üyesi ve yönetici görevini yapan demokratik sola inançlı olduğunu söyleyen yöneticilerin aktif bir çalışma içine sokulması, bu amaçla parti MYK'sı ve gençlik kolları tarafından sürekli uyarılması gereklidir. Elde edilecek yurtların yöneticiliklerine eski öğrenci liderlerinin, öğrenci psikolojisinden anlayan toplumcu düşünceli kişilerin getirilmesinin sağlanması zorunluluktur. Gençlik kollarını geliştirilmesinde yasal tüzüksel ve yönetmelik geliştirmeleri olarak yapılabilecek pekçok iş, alınabilecek pekçok önlem vardır. İlke olarak : Gençlik kolları il ve ilçe ana kademe yönetimlerinin sorumluluk ve disiplini altında tam anlamı ile kalmaya devam etmek ilke ve koşulu korunmak şartıyla, daha bağımsız ve özellikle Milletvekilliği hesaplarnın dışında olabilecek mekanizmalarla donatılmış olmalıdır. Bu amaçla — Yardımcı kolların genel mahalli seçimlere belirli süre kala kurulması ve hâttâ kongre yapılması önlenmelidir. — Gençlik kollarının kuruluşunda parti bilgi ve yönetim akışı şeması olarak gençlik kolları genel merkezinin yetkilerinin artırılması, sağlanmalıdır.
162
— Ana kademelerin denetleme hakları korunmak koşulu ile ihtilaf anlarında ihtilaf bir üst kurul tarafından çözülünceye kadar yan kolların kendi üst örgütlerinin iradesi altında çalışır durumda tutulması gerekir? Böylece ihtilaf hallerinde yıllar boyu bazı parti organlarının boş kalmaktan kurtarılması olanağı olacaktır. — Gençlik kolları örgüt kolunun da gençlik gibi çok hızlı değişen bir toplumsal katman içinde geçerli çalışma yapabilmesi için; bazı işlemler, vardır. Bu amaçla ya gençlik kolları il ve ilçe kongrelerinin her yıl yapılması veya iki yılda bir yapmak koşulu kalacak ise, bu kez de kurulların seçilmiş üyelerin yarıdan bir fazlasını koruma koşulu kaldırılmalıdır. Böylece askerlik, okul taşıma ve okul bitirme ve benzeri koşullarla yapısı çok hızlı değişen kurulların çalışamaz hâle gelmesi önlenebilir. Kalan arkadaşlar kendi aralarında ve yeni gelen üyeler arasında gerekli tercihleri yaparak gençlik koluna yeni kişilerin yönetici olarak katılmasını sağlayabilirler. Bir yıllık bekleme süresi içinde Gençlik Koluna üye olanlar gençlik kolu çalışmalarına bir yıllık süreyi beklemeden katılabilmeli o seçimlerde oy kullanabilmeli seçilebilmelidirler. Bunun tek istisnası gençlik kolu başkanı ve ana kademedeki yönetim kurulunda gençlik kolu temsilcisi olacaktır. Bu konuda seçilme hakkı için bir sene kısıtlamasına devam edilmelidir. Parti yönetiminin temel sorunlarından biri gençlik kollarının gelişmesin de geniş ölçüde etkilediği için incelenmektedir. Bu konu parti genel merkezinde embriyon- ölçeğinde başlatılan ve ilk olumlu ürünlerini vermeğe başlayan profesyonelleşme hamlesinin merkezin yönetim organında geliştirilmesi ve ilk olarak il kademelerinden başlayarak Örgüte yayılma aşamasıdır. Genel merkezdeki araştırma bürosunun değerli ve yetenekli uzmanlarına yeni ekler yapılması işlev ve araştırma alanlarının genişletilmesi ile aynı anda herbirinîn belirli uzmanlaşma alanlarına çevrilmesi işlemi yanyana yürütülmelidir.
163
Partinin genel merkez çalışmaları ile örgüt arasında bağ kurmak, örgütlenme ve eğitimin geliştirilmesinin teknik konularına dönük yetkilerle donatılmış, profesyonel olarak görev yapan parti kademelerinden yetişmiş örgütlenme sekreterlerinin oluşturulmasında ve hızla (ilk aşamada deney ölçeğinde) çalışmaya başlatılmasında büyük yarar vardır. Bu nedenle: A — İl yönetimine seçilen kişiler arasından seçilen B — Veya il yönetimi dışında o ilin partilileri arasından seçilecek veya tamamen dışardan bir profesyonel sekreter görevlendirilebilir. veya : A — İl kongresinde B — İl Yönetim Kurulu tarafından C — Genel Merkez tarafından D — Kurultay tarafından E — Bunların bir veya ikisinin ortak kararlaştırması veya birinin öneri veya ataması ve bir başkasının onayı ile seçilebilir. Bu profesyonel örgüt sekreterlerine, il başkanının ve il yönetim kurulunun emri ve genel merkez denetimi altında ve kurultayların oluşturduğu politikaların uygulanmasını kollamak, sürekli olarak takip etmek amacı ile, ancak yaşamını insanca sürdürebilecek bir ücret verilir. Bunun karşılığında sadece parti örgütlenmesi ve parti görevleri sürdürülmesi için görev yapar, başka yerden para ve hediye alamaz.
164
Bu görevlinin göreve getirilmesi ve azli tüzükle düzenlenir, ücreti genel merkez tarafından bilgi ve parti koşullarına göre saptanır, bu ücret parti genel merkezi tarafından veya o ildeki partili sendika veya kooperatifler tarafından ödenir bunlara tam anlamıyla siyasal yetkiler verilir ancak bu kişiler görevlerinden iki yıl ayrı kalmadıkça herhangi bir başka temsil mevkine getirilemez. Milletvekili, senatör, veya belediye meclis üyesi olamazlar. Ama bu öneri ve düşünceler gençlik örgütlenmesi sisteminin dışsal çerçevesini önermektedir. Gençler olarak bunların hiçbiri olmasa bile yeni ileri örgütlenme önerileri getirmek ve bunlardan partimizin benimsediklerini uygulamaya çalışmak olduğunu biliyoruz. CHP gençleri olarak gençlik örgütlenmesi konusunda kendimizi yenilemeye, eksikliklerimizi apaçık ortaya koyup insafsızca eleştirmeye hazırlanırken büyüklerimizden de istediğimiz bazı talepleri gençlik örgütlenmesine başlayabilmek ve başarabilmek için iletmek istiyoruz. CHP yöneticilerimiz bizimle sürdürdükleri iyi ilişkilerini gençlik kollarının emrine değil gençlik örgütlenmesine fiili kaynak aktararak sürdürmek zorundadırlar. Gençlik yurtları kurmak, öğrenci işçi kentlerinde öğrenci lokalleri açmak halkçı öğrenim yurtlan açmak parti okulunu, gençlik kamplarını oluşturmak, hem çok para hem çok ilgi isteyen işlerdir. CHP gençlik kolları olarak kendilerine defalarca gidildiği, rica, eleştiri ve tehditler yapıldığı halde, gençleri bürokrasi ve yönetmelik maddeleri ile oyalayarak site ve benzeri yurtların CHP iktidarında bile faşistlerden boşaltılmasını sağlatamayan gençlikle ilgili bakanları yıllar önce değil bir yıl önce yaşadık. Aynı mantığın sürmemesinin sağlanması bizim gençlik olarak silkinip iç çatışmaları aşıp yeni bir atılıma girmemiz kadar önemlidir bizce. Hatta daha önemlidir. Günümüzde üniversite ve yüksek okullarda bizzat devlet tarafından yaratılan anarşi, yaratanlara çok pahalıya maledilecek elbette bitecektir.
165
Bizden böyle bir dönemde gençlik örgütlenmesi beklemek boştur. Ama bu akıl dışı dönem bittiği andan başlayarak çok kısa sürecek boşluk ve rahat örgütlenme anma şimdiden iyice hazırlanmazsak o anı değerlendiremez isek ne gençlik kollarının ne de 10 yıl sonraki CHP ana kademesinin gelişme değil yaşama ummaya en ufak bir hakkı kalmayacaktır.
G — SONUÇ : Arkadaşlar, Raporumuzun oldukça önemli kısımları CHP'nin yapısının irdelenmesine ayrılmıştı. Bu güne kadar CHP'nin görünen eksiklikleri, hataları, «sol ve «sağ» hiziplerin hep kişilere yada gruplara bağlanmıştı. Böyle bir bakış açısı bizce sadece görünen nesnelere, olaylara bakıp karar veren po-zitivist Dünya görüşünün ifadesidir. Oysa çağımızda bilimsel düşünce, olayların ve nesnelerin dış görünüşüne bakarak değil, onların iç yapılarına, onları yaratan ilişki sistemlerine ve alt-yapılarma bakarak karar verir. Kişilere yada gruplara bağlanan hastalıklar, eksiklikler ve hizipler, temelde PARTİNİN SİSTEMİNDEKİ YAPISAL EKSİKLİKLERİN YADA BOZUKLUKLARIN SONUCUDUR. Bizler, tüm Gençlik Kolları olarak, CHP'nin yapısal eksikliklerinin sonucu büyük sıkıntılar çektik. Ama gün geçtikçe, içinde olduğumuz yapının sistemini kavradıkça sorunun YAPISAL olduğunu görüyoruz. Gençlik Kolları, gittikçe olayın özüne yani YAPI'ya yönelmektedir. Devir aldığımız miras budur! O'nu yeni aşamalara götürmek bizlerin görevidir. Tabii ki böyle bir görevi üstlenme Gençlik Kollarını esas görevlerinden uzaklaştırabilmektedir.
166
Gençlik Kolları, kadrolaşma, örgütlenme, yeni muhalefet ve iktidar stratejisinin oluşturulması, yayın politikası ve gençlik örgütlenmesi ile hep beraber uğraşmak durumunda kalmaktadır. Esas görevi olan gençlik örgütlenmesi, uğraştığı alanlardan yalnızca biri olmaktadır. Bu, gençlik kolları görevinin çarpıklaşmasını getiren bir hastalıktır. Ama sorumlusu Gençlik Kolları değildir! VE YAPI, BELİRLİ VE SAĞLIKLI BİR SOL PARTİ YAPISINA OTURMADIKÇA DA, ,BU ÇARPIKLIK KOLAY KOLAY DÜZELEMEZ.
167
H — TARTIŞMALAR : YORUMCU : ALİ TOPUZ Sayın başkan, sayın konuklar, sayın dinleyiciler değerli genç ülküdaşlarım : Gençlik Kolları Yönetim Kurulumuzun Demokratik Sol örgütlenme modeli ile ilgili tebliğini yorumlamak üzere huzurunuzdayım. III. Demokratik Sol Düşünce Forumunun bugünkü başkanı sayın Zeki Alçın'ın tebliğ okunmaya başlamadan önce söylediği gibi, bu tebliğin hazırlanışı sırasında gençlik kollarındaki arkadaşlarıma bazı konularda yardımcı olmaya çalıştım. O bakımdan tebliğle ilgili yorumlarım, düşüncelerim tebliği bazı noktalarda tamamlamaya çalışan ve bazı konularda da eleştiriyi amaçlayan, ama sanıyorum ki fazla katkıda bulunma imkânını vermeyecek ölçüler içinde olacaktır. Bunun bir başka nedeni daha var, CHP içinde ilk kez ağırlıklı olarak örgütlenme sorunu önem kazanıyor. Ve tartışmaya sunuluyor. Bu bakımdan, hepimizin yorumları, düşünceleri, eleştirileri ve çözüm önerileri belli bir hamlık taşıyacaktır. Ancak demokratik tartışma ortamı içinde geliştirilerek ümit ediyorum ki kısa bir süre sonra çok daha yararlı somut öneriler hâline dönüşecektir. Tebliğe ilişkin yoruma geçmeden önce genel olarak örgütlenmenin önemini ve Türkiye'deki örgütlenmenin dar boğazları ve sorunlarıyla ilgili bazı düşüncelerimi sunmak istiyorum.
168
Çağımızda örgütlenme çok büyük önem kazanmıştır. Aslında, modern toplum örgütlenmiş toplum demektir. Yine örgütlenmemiş bir toplumda, yada eksik örgütlenmiş bir toplumda çeşitli dengesizlikler çelişkiler çatışmalar vardır. Toplumu huzursuz eder. Gene, toplumun bazı kesimleri örgütlenebilmiş, bazı kesimleri de örgütlenememiş ise dengesizlik adaletsizlik daha büyük boyutlara ulaşır ve toplum süratle kargaşaya gelir. Toplumun, çeşitli sınıfları, tabakaları, zümreleri kendi içlerinde diğer topluluklardan ayrı olarak, onlara bağımlı olmayarak örgütlenmiş olsalar bile, toplum düzenini sağlamak yine mümkün değildir. Toplumun içinde çıkarları ve sorunları birbirine yakın kesimler, kendi içlerinde iyi örgütlenerek demokratik örgütlere kavuşarak birbirleriyle organik ilişkiler kursalar bile, gine de toplum düzenini sağlamak yeterli olmaz. Bu örgütlenmenin ve organik bağlarla meydana gelen toplum kesimlerinin bütünlüğü eğer kendi doğrultularında siyasal eylemi sürdüren bir siyasal partiyle bütünleşemiyecek olurlarsa, bütünleşerek devleti etkilemeyi, siyasal iktidar olmayı başaramazlarsa gine de toplum düzenini kurmak mümkün olmaz. 1976 Türkiye'sinde gözlediğimiz toplumsal bunalımlar özgürlükçü demokrasiyi tehdit eden zorluklara ulaşmış ise; yukarıda genel olarak değinmeye çalıştığım biçimde, birbirini tamamlayan demokratik örgütlenmeyi henüz başaramamış olmamızdan da kaynaklanmaktadır. Sanıyorum her gün sokaklarda bir gencimiz öldürülüyorsa, işçilere, köylülere küçük esnafa ve sanatkârlara, memurlara, öğretmenlere, aydınlara, sendikalara, kooperatiflere, meslek örgütlerine çeşitli ağır baskılar, haksızlıklar, adaletsizlikler reva görülüyorsa; toplumun büyük çoğunluğunu meydana getiren bu kesimlerin iyi örgütlenemedikleri, aralarında organik bağ kuramadıkları, kendi doğrultularındaki siyasal kuruluşta tam bütünleşerek siyasal iktidarı oluşturamadıklarındandır. Çünkü, bugün Türkiye'de azınlıkta olan fakat yıllar boyu halkı sömürerek semiren ve örgütlenen dışa bağlı çıkar çeteleri birbiriyle bütünleşerek devlete de, siyasal iktidara da hakim olmuşlardır. Artık sona ermekte olan bu hakimiyetlerine, bugüne dek halkın iktidarını geciktirerek ve engelleyerek kavuşmuşlardır. Şimdi ise son kozlarını oynayarak, özgürlükçü demokrasiyi boğarak, faşizmi yerleştirmeye çalışıyorlar.
169
Değerli arkadaşlarım özgürlükçü demokrasinin temel öğeleri düşünce, anlatım ve örgütlenme özgürlüğüdür. 1961 Anayasası, 12 Mart 1971 sonrası bazı geriye dönük değişikliklere rağmen, özgürlükçü demokrasinin bu temel ilkelerini korumaktadır. Oysa tebliğde de değinildiği gibi siyasi partiler kanunu, dernekler kanunu, sendikalar ve kooperatiflerle ilgili kanunlar meslek odalarıyla ilgili kanunlar düzen değişikliğiyle ilgili kanunlar ve Türk Ceza Kanunu özgürlükçü demokrasinin temel ülkelerine, anayasaya aykırı olarak önemli kısıntılar getirmişlerdir. Gine tebliğde söylendiği gibi Türkiye'de politika ve politikacı yasal tedbirlerle aşağılanmış, dar bir kalıba sukulmuştur. Dernek, sendikaların, meslek odalarının ve bunların üst kuruluşlarının politikayla uğraşmaları yasaklanmıştır. Hatta siyasi partilerin gruplarından oluşan il genel meclisi ve belediye meclislerinin siyaset yapmaları yasaklanmıştır. İşte bu nedenledir ki siyasî partiler.dernek, sendika, kooperatif ve bunların üst kuruluşlarıyla ilişki kuramamaktadırlar, organik bağ kuramamaktadırlar. Anayasanın öngördüğü çerçeve içerisinde kurulmuş derneklerin, kooperatiflerin, sendikaların, meslek odalarının uğraşlarını politikadan soyutlanmaya olanak yoktur. Yasalarla hangi engellemeler getirilirse getirilsin, toplumsal gerçeğe ters düşen düzenlemeler geçerli olamaz. Nitekim ülkemizde bu kısıtlayıcı düzenlemeler pekiştirilememektedir. Ama ne olmaktadır, devlet ve siyasî iktidarı ele geçiren güçler, kendilerinden yana olan örgütlerin önündeki yasal engelleri görmemezlikten gelerek, Onlara politika yaptırma olanağını en geniş ölçülerde vermektedirler. Ama kendisine karşı olan örgütler üzerinde geçerliliğini çoktan yitirmiş yasaları amansızca uygulamaktadırlar.
170
Ülkemizde ticaret ve sanayi odaları ve bunların üst kuruluşları ile ülkü ocakları ve benzeri sağcı dernekler rahatlıkla politika yapabilmektedir. Kooperatifler, sendikalar, devrimci meslek odaları ve devrimci dernekler baskı altında tutulmaktadır. Değerli arkadaşlarım, çağımızın ve toplumumuzun çok gerisinde kalan yasalarla düzenlenen siyasi partilerin iç örgütlenmesinde de, tebliğde kısaca değinildiği gibi, idari bölünmeye bağlı tek tip örgütlenme modeli getirilmiştr. Gençlik Kolları M.Y.K.'nın hazırladığı tebliğe katkıda bulunmak ve tarışmalara pencere açabilmek için, önemli gördüğüm bu konuya biraz değinmek istiyorum. Bırakın siyasal partilerin dayandıkları sosyal tabakalara organik bağlarla ve öğütlü olarak açılmasını; karşılıklı etkileşim ve iletişim sürecine girmesini, siyasî partilerin kendi siyasal doğrultularının gereği olarak dar kalıplar içinde de olsa dahi birbirinden farklı modeller içinde oluşmaları geniş ölçüde kısıtlanmıştır. Böyle bir olanak yoktur. İster sağ eğilimli olsun, ister sol eğilimli olsun her siyasî parti aşağı yukarı aynı model içinde örgütlenme mecburiyetinde bırakılmıştır. Bu durum kanımca tesadüfi değildir. Bilerek yapılmış bir şeydir, sömürüye dayanan sağcı siyasal iktidarı sürdürmeyi amaçlayan bir anlayıştır. Kısa olarak değinilen siyasî partilerin iç örgütlenmelerini idarî bölünmeye bağlı yapmaları gerçekte toplumsal gerçeklerimize uymamaktadır. Nitekim nüfusu bugünden 4 milyona ulaşan, 2000 yılında nüfusu 10 milyona ulaşacak olan bir büyük il, nüfusu 100 bin civarında donmuş olan bir küçük ille aynı biçimde siyasî parti bakımından örgütlenebilmektedir. Örgütlenmenin biçimi aynıdır bu örgütte görev yapacak, parti adına görev yapacak yöneticilerin sayısı açısından da bu böyledir.
171
Elbetteki önümüzdeki günlerde Türkiye'nin sanayisi hızlandıkça büyük kentler metropolleşecek. Türkiye'nin yerleşme düzeninde önemli değişiklikler olacak. Türkiye'nin yerleşme bölgelerinde oturan insanlar çok farklı sosyal statüler içinde yer alacak, bu bellidir, ama hepsine aynı politik bir örgütlenmeyle biz ulaşmaya çalışacağız, halbuki bunun olanağı yoktur. Buraya kadar olan bölümde özetlemeye çalıştığım düşüncelerimle, genel olarak örgütlenmenin ve Türkiye'deki örgütlenmenin dar boğazlarıyle ilgili olarak; özel olarak ta siyasal partilerin örgütlenme açısından içinde bulundukları kısıtlamalara ve zorluklara kısaca değindim. Fakat burada saydığımız nedenler dikkate alınırsa, Demokratik Sol bir siyasal partinin, CHP'nin, iç örgütlenmesi ve yan örgütlenmesiyle ilgili bir somut öneriler geliştirip ortaya koyabilmesinin ne kadar zor olduğu, ne kadar bağlayıcı kısıtlayıcı olduğu açıkça anlaşıllıyor. Tebliğde değinildi ,bu günkü olanaklar içinde nasıl bir örgüt modeli ortaya çıkabilir, noktasından hareket edilerek bir takım sonuçlara erişilmek istendi. Ve yasal düzenlemelerin uzun bir dönemi kapsıyacağı düşünülerek o konudaki uğraşların kısa dönemde sonuç vermeyeceğinden hareket edildi. Ama üzerine basa basa söylemek istiyorum : Anayasaya aykırı yasaların, anayasaya uygun örgütlenmeyi kolaylaştıracak biçimde düzenlemesine imkân verecek yasaların, bir an önce ortaya çıkarılabilmesi için, sanıyorum büyük bir gayret sarfetmek gerekecek. Bu, CHP'nin sanıyorum ki siyasal eylem olarak sürdüreceği en büyük eylemlerden birisidir. Çünkü bu sağlanmadığı taktirde demokratik soldaki CHP'nin Türk toplumu için vaadettiği düzen değişikliğini gerçekleştirmek olanaksızdır. Bir takım duygusal bağlarla, kopuk ilişkilerle, toplumu CHP'nin istediği biçimde bir noktaya götürebilmek ve dayandığı kesimin sürekli desteğine kavuşabilmesi mümkün değildir. O bakımdan hiç ihmal etmeden bu eylemi, bu yasaları değiştirme, düzenleme eylemini öncelik kazanarak sürdürmesi lâzımdır.
172
Bu yıl, 3. Demokratik Sol düşünce forumuna örgütlenmeyle ilgili bir tartışmayı getirdikleri için geç te kalınmış olmasına rağmen, Gençlik Kolları M.Y.K.'nın çok önemli bir iş yapmış olduğunu belirtmek istiyorum. Ve kendilerini bundan dolayı kutlamak istiyorum. Tebliğe bağlı kalarak ortaya getirilen görüşleri ve önerilende kısaca şöyle yorumlamak istiyorum Gençlik Kolları M.Y.K. nın tebliğinde demokratik soldaki bir partinin örgütlenmesi amaç, yapı davranım, program ve eylem temel elemanlarına dayandırılmak isteniyor, bu konuda getirdikleri görüşler benim de düşüncelerimdir. Demokratik Solun, gençlik içinde örgütlenmesi ve gençliği örgütlemesiyle ilgili somut önerileri de olumlu ve yararlı karşılıyorum. Parti içinde, özellikle gençlik kollarının daha yaygın bir tabana ulaşabilmesini sağlayabilmek amacıyla getirdikleri öneriler üzerinde bir kaç söz söylemek istiyorum. Tebliğde gençlik kollarnın ilçe kademesini aynen muhafaza ediyor genç arkadaşlarım. Yani ilçe gençlik kolu yönetim kurulları ve onların genel kurulları aynen muhafaza ediliyor. Genç seviyesinde gine gençlik kollarına bağlı ve itibari ilçe başkanlıkları vardı. Siyasî parti kanunu bu değişikliklere uğramadan önce... Böyle itibari terimler, teklif ediliyor ve iki ana grupta toplanıyor bunlar, çalışan gençler birimi, öğrenci gençleri birimi... Aslında bu günkü tüzük içinde ya da bugünkü tüzükte yapılacak değişikliklerle gerçekleştirilebilecek bir öneridir. Yalnız ufak bir endişem vardır. Siyasî partiler yasası değişmediği taktirde partilerin il ilçe ve mahalle parti görevlilerinin dışında yeni bir organ kuramayacakları hükmünü ters yorumlayarak bu birimlerin kuruluşuna engel olmak istenebilir. Aslında genç arkadaşlarımın çalışan gençler birimi ve öğrenci gençler birimi olarak düşündükleri yeni küçük örgütlenme biçimi; üniversite içinde veya yüksek okullar içinde, yada fabrikada, atölyede bir örgüt kurmayı amaçlamıyor.
173
Tartışmalarda bir yanlış noktaya saplanmamak için bunu açıklıkla getirmek istiyorum. Bu kuruluş, il gençlik kolları yönetim kurulunun tüzüğün ilgili maddesine dayanarak kurduğu özel komisyon gibi, il merkezinde il gençlik kolunun kendi lokalinde resmen üslenen orda çalışan bir kuruluş olarak düşünülüyor, ama amacı belli, üniversitelerde yüksek okullarda ya da fabrikalardaki kayıtlı partili gençleri ve onların sorunlarını ilgilendiriyor. Şimdi, kuruluşuyla ilgili bir takım engeller belki aşılabilir. Değişiklik yapmadan da aşılabilir, fakat sanıyorum onların yönetim etkileri sağlama bakımından, yani kongrelere ayrıca katılıp, bağlı oldukları ilçe üyeliği sıfatından veya başka bir sıfatla bir başka yerden delege veya temsilci olarak kongreye katılmasında arkadaşlarıma bir takım zorlukların, yasadan çıkan bir takım zorlukların gelebileceğini tahmin ediyorum. Tabii burada öğrenci gençliğinin lisede ve lise altı öğrenim kurumlarındakinin örgütlenmesi isteniyor. Sanmıyorum, yine yürürlükteki yasalar açısından lise ve daha aşağıdaki öğrenim kurumlarının öğrencilerinin siyasî partiyle ilişkili olmaları yasa bakımından sakıncalıdır. Tabii bu çalışma birimlerinin illerin niteliklerine göre kurulacağı anlaşılıyor. Böyle bir düzenleme geçerli hale getirilirse, o zaman bu çalışan gençler biriminin, yerine göre işçi, yerine göre esnaf, yada yerine göre-toprakla uğraşan gençler varsa-köylü çalışma birimleri gibi bir takı malt sınıflara ayrılması da sanıyorum bu tebliğde önerilen öneri içinde amaçlanıyor. Gençlik alanında demokratik kitle örgütlenmesine ilişkin öneriler bu gün içinde bulunduğumuz koşullar içinde yapılabilecek en iyi örgütlenme biçimidir. Ancak böyle bir örgütlenmenin yararlılığı, tutarlılığı ve etkinliği için iki temel sorun var. Bunlardan bir tanesi parasal olanak yetersizliği, diğeri bu kurulması düşünülen yada kurulmuş derneklerden yararlanılarak sürdürülmesi gereken bu harekette temel doğrultuyu koymak isteği... 174
Toplumumuzda, özellikle demokratik solda, bir eğitim, bilgi birikimi henüz istenilen ölçülere ulaşmadığı için, özellikle genç toplum, CHP'nin dışındaki sol ve sağ öğretinin oldukça etkili bir şekilde etki alanındadır. Bu etkinlik, kişilere olduğu kadar örgütlere de yansıyor. Bu bakımdan, hele disiplini sağlayıcı önemli bir takım ilkeler getirilmeyecek olunursa bu derneklerin bu federasyonların amaçladığımız biçimde demokratik sol doğrultularını korumakta oldukça güçlük çekilir. Tabi parasal olanak yetersizliği belki çok daha önemlidir. Bugünkü koşullar içerisinde bunu güvenceye bağlıyabilmek sanıyorum ki aşılması gereken en öndeki sorundur. Örgütlenmeyi kolaylaştırmak, etkinliğini artırmak için parti okulu, yayın çalışmaları, kuram oluşturulması ve karar alma çalışmaları başlıkları altında tebliğde belirtilen öneriler; aslında gerçekleştirilme olanakları sınırlı olmakla beraber tabidir ki örgütlenmeyi sürükleyen, kolaylaştıran, etkili hale getiren bir yan tedbirdir. Gerçek örgütlenme sağlanmadıkça bunun amaçlanan faydasını bütünüyle elde etmek mümkün değildir, ama örgütlenme olsada olmasada, yeterli olsada olmasada eğitim yararlı şeydir, eğitimin bir sistematik içinde verilmesi faydalı bir şeydir. CHP'den bu başlıklar altında belirtilenleri beklemek elbette ki gençliğin hakkıdır. Fakat bu konuda gine başka konularda da değindiğim gibi bir takım parasal olanak yetersizlikleri önde gelen engeldir. Gine tebliğde yurt sorunuyla ilgili bazı görüşlere yer verilmiş o konuda düşüncelerimi söylemek istiyorum. Yurtların bugün içinde bulunduğu durumu biliyoruz. Bir yurda sahip olmanın gençlere kazandıracağı olanakları da biliyoruz. Ama meseleyi kökünden çözecek bir şey değildir. Eğer bu ülkede devleti yönetenler bu ülkede kargaşa yaratmak için tertip yapacak noktaya gelmişler ise, o yurtların sahibi demokratik sol eğilimli gençlerde olsa, bu faşizme büyük özlem gösteren iktidarlar onları da tahrip ederek onları da işlemez hale getirebilir.
175
Ben bu konuda genç arkadaşlarımın umutlarını kırmak istemiyorum, ama her ilde bir veya iki tane yurdu elde etmekle sorunları çözemeyeceklerine inancımı belirtmek istiyorum. Ve bu meseleyi rejimin kendi meselesi içinde önemli bir konu olarak görüyorum. Demin burada kısaca tebliğde söz konusu edildi, gençlik kollarında çalışmak üzere kayıt olan gençlerin bir yıl beklemeksizin yönetime gelebilme seçip seçilme isteği var. Bu konu, CHP'de öteden beri kendi iç ilişkilerinin partiye getirdiği bir takım bunalımlardan kurtarabilmek için üyeleri bir yıl beklemesi zorunluluğu getirilmesiyle ortaya çıktı. Gençler tebliğde belirttikleri gibi bir yıl bekleyerek yönetime katılma, seçme seçilme hakkını elde etmek durumuyla karşı karşıya bırakılınca, CHP'ye hele demokratik soldaki bir partiye yöneldiği anda kendisini bir süre o yönetimin dışında hissetme gibi psikolojik bir yanılgı yaratır. Aslında tüzükte yapılan bu değişikliklerle, bir yıl bekleme meselesi siyasî faaliyet göstermeme gibi bir anlam taşımamaktadır. Bir yıl süre, kişinin bir yıl boyunca yeni girdiği bir toplum içinde, kendisini gösterebilme, tanıtabilme, takdir ettirebilme imkânını ona vermek içindir. Ondan sonra, kimi, nereye, ne için seçmek lâzım geldiğini, kime hangi görevi vermek lâzım geldiğini, bir yıllık deneme süresi içinde ortaya koyduğu potansiyelle ölçebilmek içindir. Ama gençlik kollarında bunun bir takım tıkanıklıklar yarattığını da bir taraftan görüyoruz. Tebliğdeki biri gençlik kolu başkanı yada temsilcisi istisna etmek kaidesiyle-çünkü onlar ana kademe yönetim kurullarında oy kullanarak görev yapıyorlar- onların dışındaki kademelere, yani ilçe gençlik kolu yönetim kurulu üyeliği, il gençlik kolu yönetim kurulu üyeliğine getirilebilmeleri için sadece gençlerin bu amaçla bir yıllık bekleme süreleri bir tüzük tadilatı ile ortadan kaldırılabilinir, bu da bir takım bölgelerdeki sıkıntıları giderebilir. 176
Tabi bu yapılırken, kadın kollarıyla ilgili bir sıkıntıyı giderebilmek bakımından onlar içinde böyle bir tedbiri getirmek zorunluluğu vardır. Çünkü gerçekçi olursak, Türkiye ölçüsünde kadın kollarının il ve ilçelerde bütününün tamamlanmadığı için, özellikle yeni kurulmuş olduğu yerlerde bu kısıtlamanın kaldırılmasında yarar vardır. Tebliğde profesyonelleşmeden bahsediliyor. Demokratik soldaki bir siyasî partinin özellikle genel merkezinde çok ileri bir gelecekte belki politikaya katkısı olabilecek, bir takım araştırma geliştirme çalışmalarını getirecek ve bir takım gelişmeleri takip edecek profesyonel kadrolara büyük ihtiyaç vardır. CHP'de bu eğilim büyük ağırlık kazanmış ve genel merkezden başlayarak belli bir noktaya kadar bu profesyonel kadro kullanmak oluşumu sağlanmıştır. Fakat profesyonelleşmeyle ilgili düşüncelerimizi oluştururken, geliştirirken, parti yöneticilerinin profesyonelleştirilmesiyle ilgili bir takım öneriler üzerinde de tartışmayı sürdürmemiz gerekir. Politika yapmak, bir siyasî partinin belli bir kademedeki, hele il kademesindeki bir yöneticisinin, değişen ve çok sesli hale gelen toplum içinde bütün kesimlerle ilişkileri sürdürebilmek; karşılıklı etkileşim, iletişim süreci işletebilmek, ildeki yöneticilerin vakit buldukları zaman, işlerinden fırsat buldukları zaman görev yaparak sürdürebilecekleri bir iş olmaktan çıkmıştır. Onun için genel merkezlerde de illerle de parti yönetim kadrolarının, siyasal kadroların profesyonelleştirilmesi meselesinin bugünden tartışılması gerekmektedir. Bunun hemen yapılacağı kanısında değilim. Ama bir sol partide, demokratik soldaki bir partide, bir gün bunu yapmak zorunda kalacağız, bu ihtiyacı hissedeceğiz, onun için bu forum dolayısıyla açılan örgütlenme tartışmaları içinde profesyonelleşme konusu çok iyi incelenmelidir.
177
Genç arkadaşlarımın bir geçiş dönemi için veya içinde bulunduğumuz koşullarda bir takım şeyleri yapabilmek için, partinin merkez organıyla ilgili, merkez karar organıyla ilgili getirdikleri Öneri parti içinde çok tartışılmış Önerilerden birisidir. Merkez icra komitesi, temsilciler meclisi gibi bir takım düzenlemeler... Bunları çok olgunlaşmış öneriler olarak görmüyorum. O bakımdan tebliğde sunulan bu önerinin tartışılarak geliştirilmesine yarar vardır. Belki yapılması en kolay iş Genel Merkezdeki düzenlemedir. Bir tüzük değişikliği ile, siyasî partiler kanununun belirttiği çerçeve içinde, onun olanakları içinde, bir başka biçim bulunabilir. Fakat birbirinden çok farklı biçimler olacağını sanmakla beraber konuyu yeteri kadar olgun bulmuyorum. Ve oyunlaştırılması gerektiğini belirtmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım genç arkadaşlarımız D.S. Partinin nasıl örgütlenmesi lâzım geldiği konusunda bazı düşünlere ve önlemlere yer vermişler. Fakat örgüt içindeki bir takım ilişkilerden doğan sıkıntılar, çelişkiler çatışmalar yeni örgütlenme biçimi arayışının teorik etkisinden, teorik alandan gelen etkilerden daha önemlidir. Gençlerin önemli bir şikâyeti, daha doğrusu partideki herkesin birleştiği şikâyet; gençlik kollarıyla, yahut yardımcı kollarla, daha ge-nelleştirirsek, ana kademeler arasındaki sürtüşme... Seçme seçilme arzusundan doğan sürtüşme, seçildiği yerde kalma durumundan gelen sürtüşmeler parti içinde yeniden örgütlenmeyi zorunlu kılan bir takım etkiler olarak ta pek çok partilimizin kafasında yer etmiştir. Şimdi bırakalım demokratik soldaki bir partinin örgütlenmesiyle ilgili ideal şeyleri, bugünkü örgütlenme biçimimizi, modelimizi kabul ederek meselelere baktığımız zaman bile, bu modelin bir takım meseleleri çözmesi gerekirken çözemediğini de üzülerek görmekteyiz. Aslında bu hüküm burda geçerliliğini yitirmiş olmakla beraber, ta başından beri söylediğim nedenle tüzükte belirtilen hükümler tam olarak uygulanacak olsa; hem örgüt içindeki sorunların çözümü sağlanmış olur, hem de bir ölçüde dayanmak istediğimiz toplumlara, sınıflara, kesimlere, zümrelere katılmak bakımından da önemli bir takım olanaklar elde edebiliriz.
178
Ben öyle örgütler biliyorum ki ilçe örgütü yada il örgütü üyelerinin % 80 ini işçiler teşkil ediyor. Gelebilmiş yönetime, gelmiş ilçe başkanı da olmuş, yönetim kurulunun büyük çoğunluğuda işçilerden meydana gelmiş. O ilçenin kayıtlı üyelerinin büyük çoğunluğu işçi olduğu için o yansımış, hani bazı yerlerde yansır ama bazı yerlerde yansımaz... Ama sorunlar oradada devam ediyor. Aslında teorik olarak, yada yasal olarak; yönetmelikler tüzük ve siyasî partiler kanunu demokratik soldaki CHP'ye, bu doğrultuyu benimsemiş olan herkesin girmesini güvenceye bağlamıştır. Nedir o güvence? İlçe yönetim kurullarına başvuracak, belli bir süre içinde başvurmaya karar verecek ilçe kurulu... Onu uzun süre erteleyemezsin. Ancak yönetim kurulları duvara kim partiye müracaat etti ise o'nu asacak, herkes görecek, itiraz eden varsa edecek, ama belli bir süre sonra, sanıyorum bir hafta veya 15 gün sonra o ilçe yönetim kurulu ismi alıp almadığını belirliyecek ve kararını da açıklayacaktır. Eğer bir ilçede bir yönetici üye kaydetme bakımından bir engelleme ile karşılaşıyorsa, yani reddedilmişse, il yönetim kuruluna müracaat etmek hakkı var. Gerçi bunlar biraz zor işleyen mekanizmalardır, biraz geç işleyen mekanizmalardır. Ama bunlar bir tanede, beş tanede, on tanede işletildiği zaman, o ilçenin yöneticileri bu baskı karşısında başka bir şey yapamaz, geciktiremez. İlde kabul etmezse genel merkeze kadar yolu açık. Bir kere kayıt olmak için önemli bir takım kolaylıklar getirilmiş, zaten kuracağımız en ideal örgütlenme biçiminde de bundan daha farklı bir üye kayıt modeli getirmek, sanıyorum ki mümkün değildir. Bazı istisnalar belki bir kenara bırakılırsa, kitle halinde bir takım örgütlerin siyasi partilere kayıt olmaları durumu gelecektir. Seçimler, parti içi seçimler, yazılış biçimiyle uygulandığı takdirde demokrasinin bütün kurallarnı işletecek biçimde kaleme alınmış.
179
Yönetim kurullarının görevi yapıp yapmaması, üyelerin kendilerine verilen görevi yapıp yapmaması veya doğrultuyla ters düşüp düşmemesi hallerinde; parti disiplinini sağlayacak, idari kararlarla, ya da disiplin kararlarıyla disiplini sağlayacak, tutarlılığı sağlayacak, gelişmeyi ve geliştirmeyi sağlayacak her türlü tedbir var. Ama bütün bunlara rağmen bütün bunların hiç birisi işlemiyor. Neden işlemiyor? Çünkü tüzüğün çok önemli bir takım hükümleri birkaç il veya ilçe istisna edilirse uygulanmıyor. Burada Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelen genç arkadaşlarım var, son tüzük değişikliği yapılıncaya dek biliyorum, ondan sonrasını bilmiyorum ama üye kayıt defteri olmayan ilçeler çoğunluktadır. Bırakın defter oluşunu ama, üyenin fişleri yoktur ortada. Üyelerin büyük bir çoğunluğu ilçedeki kayıt işlemlerini denetlemekle yükümlü olmakla birlikte, denetlemezler bilmezler ne kadar kayıt olduğunu. Ondan sonra adına demokratik seçim dediğimiz bir şekilde bir takım insanları delege seçer, o delegelerde bir takım insanları yönetim kuruluna getirir. Böylelikle parti içerisinde hiyararşi kurulur, ilçeler kurulur, iller, genel başkan seçilir, kurultay yapılır, fakat bir gün üst denetim kurulları alt yönetim kurullarının tüzüğe uymayan hareketlerini tesbit eder, onu görevinden al¬maya kalkarsa kıyamet kopar. Demokrasi elden gidiyor diye... Tepeden inme yönetim olur mu? Tabandan gelen demokratik yoldan gelen yöneticiler görevden alınır mı? Türkiye'de siyasî partiler içinde belirlenen kurallar ne olursa olsun, siyasal çıkarı ya da siyasal düşüncesi veya başka bir takım amaçları için kim ne zaman neyi kendisi için doğru buluyorsa partinin yönetim kararlarının da öyle olmasını ister. Bu sadece örgütlerimizde değildir, gruplarımızda da böyledir. Örgüt yöneticileri böyle olunca elbetteki gruplara gelen bizim gibi milletvekilleri de böyledir. Türk parlamentosundaki milletvekili ve senatörlerin başlıca kaygısı kendi durumlarını korumaktır genellikle...
180
Seçildikleri ili korumaktadır. Doğal haklarıdır. Onu koruyabilmenin normal yolları vardır. Anlaşılabilir yolları vardır. O'da kendini gösterecek benimseterek ortaya koymakdır. Ama ne zamanki bir milletvekilinin bir senatörün seçilme olanakları zayıflar, -zayıflaması belki kendi kusurunda da değildi- çünkü geriden onun yerine gelmek isteyen başka talipler vardır. Onlar bu anti demokratik uygulamalar içerisinde birbirlerini seçebilecek örgütlenmeyi sağlarlar buradakileri onlar tehdit ederler, aslında bunların hiç birisi olmasa, herşey dosdoğru dürüstçe yapılsa geriden gelenin öndekini gelip rahatlıkla aşması sağlansa, sanıyorum ki pek çok mesele önlenir. Ama hep kötüye kullanıldığı için, parti içindeki bunalımlar seçme ve seçilmeden dolayı çıkar. CHP içinde bir takım kavgalar olmuştur, sol sağ kavgaları olmuştur. Elbetteki bunların saygı değer bir içeriği vardır. Ama bu kavgalar içinde düşüncesi böyle olduğu için kendi statüsü icabı öbür tarafta yer alması gereken bir takım adamlarda yanlış yerlerde saf tutmuşlardır. Sırf kendi siyasal geleceğiyle ilgili olarak. Onun için belki de CHP'nin bugünkü demokratik sol doğrultusuna yatkın, uygun, bir takım elemanları saf dışı etmişizdir. Belkide bugünkü demokratik sol aşamaya ulaşma çabasına inanmadığı halde katkıda bulunan bir takım insanları da, örgütün içinde yer yer etkili bir takım yerlerde korumak zoruna düşmüşüzdür. Aslında örgütlenmeyi ne kadar geçerli ve tutarlı koyarsak koyalım, bu saymaya çalıştığım davranış biçimini ortadan kaldıracak bir takım girişimlerde de bulunmak zorundayız. Hep beraber otursak, üç gün sonra Anayasayı değiştirsek, siyasî partiler kanununu değiştirsek, parti tüzüklerini değiştirsek ve en iyi siyasî örgütlenme, D.S. daki parti örgütlenmesi bulsak, yazsak, uygulamaya koysak; demin söylediğim nedenlerle sanıyorumki o iyi model de kendi içinde işlemez, kendi içinde çelişkiler toplayan bir model gibi görünmeye başlar, onun için sanıyorum, kabaca bir düşünceyle söylüyorum, seçme ve seçilme parti içinde çok yeni bir yöntemle saptanmalıdır.
181
Değerli arkadaşlarım, siyasi partilerle ilgili, özellikle CHP ile ilgili bir takım önerileri, eleştirileri, dile getirirken; bizimle yandaş olan, siyasal mücadelerimizi bütünleşerek sürdürmek istediğimiz köylü ve işçi kesiminin örgütlenmesiyle ilgili rahatsız edici bir takım görüntülere de satır başıyla dokunmak istiyorum. Türkiye'de bulunan işçilik ve işçi sendikacılığı, üzerinde çok şey söylenmesi gereken konulardır. Öyle sanıyorum ki bu örgütlerin kendi içlerinde; amaçta birleşen, -çok farklı tabakalardan, sınıflardan gelmemesine rağmen, bir parti gibi, CHP gibi bir kitle partisi olmamasına rağmen-kendi içlerinde, siyasî partilerde olan çelişkilerden çok daha büyük çelişkiler ortaya çıkabilmektedir. Öyle sanıyorum ki D.S. siyasal eyleme inanan Demokratik Sol işçi hareketine inanan her genç, her işçi partisi yeni bir örgütlenme ile demokratik kurallara bağlı yaygın bir örgüt hâline getirmek isterken, belki ondan daha önce sendikalarnı demokratik sendika hâline dönüştürme kavgası vermelidirler. Bazı sendika yöneticisi arkadaşlarım, burada bulunanlardan bulunmayanlardan özür dileyerek konuşmak istiyorum, beni bağışlasınlar; ama sanıyorum ki sendika yöneticilerinin önemli bir kısmınında kabullenmek zorunda oldukları bir gerçektir ki sendikalar içinde demokrasi yoktur, «bazı sendikaların liderleri seçimle geldikleri yerden ölümle giderler» diye bir takım sloganlar dolaşır işçiler arasında; sendikalar kendi içlerinde demokrasiyi kurmalıdırlar. İşçinin yöneticilerini seçerken demokratik kurallara uyulmasını sağlamalıdırlar.
182
Büyük kongreleri yapılırken kendisine oy vermeyecek başkanlarını veya delegelerini iskat edebilen, sendikadan çıkartabilen bir sendikacılık anlayışı demokratik sendikacılıkla bağdaşmaz. Kooperatifler bundan farklı mı? Belki daha kötü, Türkiye'de koooperatifçiyim diyenler kooperatifçi olduklarını iddia edenler her yerde rahat rahat söyliyemiyorlar. Kooperatifçilik üzerinde kooperatifçiliğin ülkesi yada Türkiye'de kooperatifçiliğin modeli üzerinde çok tartışılabilinir. Çok tartışılması lâzımdır. Çok tartışılması ve kooperatif denetimlerinde demokratik yönetim olması için bir takım öneriler getirilmelidir. Değerli arkadaşlarım. Bu forumda yapılan tartışmalar, bundan sonra yapılacak tartışmalar, demokratik soldaki bir partinin özellikle işçilere ve köylülere dayanarak, küçük esnafa sanatkâra dayanarak, dar gelirli memurla aydınlarla bütünleşerek, daha etkili bir siyasal eylem sürdürmesi için sanıyorum en yararlı modeli ortaya koyacaktır. Gençlik Kolları MYK buraya getirdiği konuyu tartışma noktasına getirdiği için kanımca fevkalâde yararlı bir iş yapmıştır, tebliği eksiktir, yorum eksiktir, fakat tebliği ile, tebliğ üzerinde yapılacak tartışmalarla son derece iyi niyetlidir; bu iyi niyetli davranıştan dolayı tekrar Merkez Gençlik Kollarını kutluyorum ve bu konuya katkıda bulunacak bütün partili, arkadaşlarıma ve bilim adamlarına teşekkürü bir borç biliyorum, hepinizi saygıyla selâmlıyorum.
183
ÖRGÜTLENME TEBLİĞİNİN TARTIŞMALARI Yaşar ÇATAK Kıymetli arkadaşlarım, özellikle bir kurultay gündemi içerisinde tartışabilecek bir konu, forumumuzda ortaya kondu. Bunda aslında büyük yarar var. Şu bakımdan, kurultayda o kurultaya delege olarak gelenler o konuda kurulumuzun söz söyleyebilir bir başkası söyle söyleyemezdi. Burada o aşılmış oluyor. Şimdi Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kuurulumuzun, sunmuş olduğu bildiride özellikle gençlik kollarının yeniden örgütlenmesine ilişkin öneriler konusunda saptadığım bazı noktalara değinmek istiyorum. Aslında bu noktalara sayın yorumcu Ali Topuz değindiler. Ben hem eleştiri hem de bu konuda bir öneri getirmek istiyorum. O da şu, Şimdi ilçe örgütlerimiz -Sayın Topuz da söylediler, -aynen varlıklarını sürdüreceklerdir. Bunun yanı sıra çalışan gençlik birimleri, öğrenci gençlik birimleri örgütlenmesi ayrıca yapılacaktır. Şimdi çalışan gençlik birimlerinin örgütlenmesinde fabrikalarda, atölyelerde, bürolarda iki ile on arasında kurul üyesi seçilecek, ve bu kurup üyeleri il gençlik kolu kongrelerine delege olarak katılacaktır. Ayrıca bu kuruplar ilçe gençlik kolunun tüm yetkileri ile donatılmış olacaktır. Şimdi bu aslında görünüş itibariyle hepimizin özlediği katılmamız gereken bir nokta fakat işleyiş bakımından mevcut işleyim bakımından bir atölye de 10 tane CHP'li genç adam seçilecek, ve bu arkadaşlarımız bir ilçe gençlik kolunun fonksiyonu içerisinde olacak. Öbür taraftan 4.000 üyeli bir ilçe aynı şekilde il Gençlik Kolu Kongresine 15 delegesi ile katılacak. Burada demokratik olmayan bir işleyiş var gibi geliyor. Aslında tabi düşünce bu değil, benim anladığım kadarı ile bu şekil örgütlenme var. Başka ülkelerde buna benzer örgütlenmeler var. Yalnız oralarda idarî taksimat Türkiye'dekinden farklı, ilçe örgütlerinin yerini orda bulunan kentlerde yahut uydu kentlerde çalışan işçi topluluğundan oluşan kimseler teşkil ettiriyor. Fabrikalarda iş yeri esasına göre ve partinin kent kongresi düzeyindeki kent kuruluna katılma olanağına sahip bulunabiliyorlar. Bu bakımdan bu öneriyi geliştirebileceğimizi zannediyorum.
184
Bu şekli ile kabul edecek olursak, bizim ilçe örgütlerini ortadan kaldırmamız gerekecektir. Çünkü bizim ilçe örgütlerimizde görev yapan arkadaşlarımız ya işçidir yahut başka bir yerde çalışıyordur. Çalışandır. Çalışan gençtir yahut öğrenci gençtir. Bunları da bir kısmını okullar itibariyle, bir kısmını çalıştıkları yerler itibariyle örgütledikten sonra, ilçelerde çalışacak özellikle merkez ilçeler açısından söylüyorum, çalışacak arkadaşlar bulmak zor olacaktır. İlçeler işlemek hale gelecektir. Benim burada öneri olarak sunmak istediğim şu, yeni bir şema geliştirelim ve bu çalışanları, öğrencileri, köy ve mahalleleri-bildiride ön görülen şekli ilebunları komite şeklinde yahut birimler şeklinde örgütlüyelim bunların ilçelere bağlı olmasını sağlıyalım ve ilçelerin kontrolünde her ilçe kendi bölgesindeki çalışan öğrenci gençliği ve bunun dışındaki köylerdeki gençleri ayrı birimler halinde örgütlesin. Bunun dışında Demokratik Kitle örgütlenmesine ilişkin öneriler açısından söylemek istediğim şu, başarılı bir şekilde işletemediğimiz yahut koyamadığımız bir sorun ben zaman zaman düşündüğümde şöyle saptıyorum. Türkiye'de CHP'sinin dışındaki sağda yahut solda büyük gençlik kitle örgütü görünümündeki kuruluşlar aslında bağlı bulundukları yahut özdeş durumda oldukları siyasî partilerden daha da büyük örgütlerdir. Bir faşist kuruluşa bağlı, bulunduğu örgütten daha büyük bir örgüt, bir çok ilçelerde o siyasi partinin tabelası yok, o siyasi partinin binası yok, ama o kuruluş orda siyasi partiye bir avuçta olsa oy sağlıyabilecek bir işleyişin içinde. Bunu bizim önerilerin model içerisinde bir özenti olarak değil bir ihtiyaç olduğu için yapmak durumundayız. Ve çalışan gençlik birimleri öğrenci gençlik birimlerini siyasi partimizin yönetici kadrolarını hazırlamayı amaçlayan şekliyle; kitlelerden soyutlanmadan, kitlelerle gerçekleştirilme konusunda da gerçekçi bir yaklaşımla meseleye bakmak durumundayız.
185
Şimdi burada önerilen yeni bir gençlik örgütünün kurulması: Var olan bir TMGT'ın var olan bir üst yapı örgütlenmesinin, bu amaç için uyarlı hale getirilmesi. Gençlik içinde dağınık bir şekilde örgütlenme çabası içinde olan alt kuruluşların federasyon biçiminde örgütlenmesi HDGÖ gibi- ve üçüncü şıkkın a ve b şıklarının aynı anda kurulması, yani alt kademedeki örgütlenme embiryonlarının toparlanarak var olan üst kademe örgütlenmesinin alt organları haline getirilmesi HDGÖ'leri federasyon haline getirerek TMGT çatısında toplanması. Benim önerim Halkçı Devrimci gençlik örgütlerinin bir federasyon şeklinde toplanması ve TMGT'nin bir müessese nüvesi olarak kalması; yanlız bir şartla, TMGT yarın CHP'li olmayan başka adamların eline geçebilir, onun için bu halkçı devrimci gençlik örgütünün CHP'li yöneticilerine parti olarak, yahut yandaşlar olarak, destek olup onun işler-teşkilâtından emir alan değil; ama CHP Gençlik Kollarına özdeş olarak geliştirmek daha yararlı bir çaba olur zannediyorum. Bunun dışında üye kaydıyla ilgili bir önerim var, ana kademe yönetimi Gençlik Kolları ayrı olarak üye kaydı yapmaz yahut Gençlik Kolları ana kademeden ayrı olarak üye kaydı yapmaz. Sadece gençlik kolları üyesi yapma yetkisinin bir sene beklemeyi ortadan kaldırmak kaydıyla ve Gençlik Kollan Genel Merkezi de kendisine başvurulduğu ve ihtiyaç olduğu zaman bu bir senelik geçirme süresini kesecek şekilde kayıt yapmalıdır. Şimdi, sayın Topuz modelden gelmiyen hastalıklar var bunun nedenini bulalım ne olduğunu tartışalım dedi, önada bir cümleyle değinmek istiyorum. Aslında sorun derin değil, sorun şudur: Parti ana kademesinde görev yapan arkadaşların eğer politikada bir ikbal, varsa bu ikbal açısından gençleri kendilerine rakip görmesi sorunudur. Teşekkür ederim. 186
Günal ÖLÇER Kardeşler, dostlar, dün gece tüm il ve ilçe başkanları beraberdik. Gördük Türkiye'nin her şehrin her ilçesinde hemen hemen genç adamların soruları aynı. Bu sorunların kö¬keninde bizim üstümüzde olması gereken, tüzük gereği bizi seçmesi, bize emir vermesi, bizi kanalize etmesi gereken ana kademlerin bizlerin gerisinde olduğu gerçeğidir. Dün gece ortaya çıktı bir sürü sorunlar. Bir sürü il ve ilçe başkanı «bildiri için izin vermiyorlar, ana kadememiz seminer yapmamıza izin vermiyorlar, dışa dönük çalışmalarımıza izin vermiyorlar» dedi. Dostlar bize de izin vermiyorlar. Ama biz bunu örgüt içinde yapıyoruz. Sayın genel başkanımızın bir kaç sene önce bir lafı vardı, aynen şöyle diyordu:
«Bütün yasaların üstünde Anayasa vardır. Onunda üstünde doğa yasası vardır.» Biz İzmir'de doğa yasasını işletiyoruz kardeşlerim. Bilinç farklılığı o denli ayrıcalıklar yaratmıştır ki gençlik kollarıyla ana kademeler arasında, buna sadece bilinç farklılığı demeye bir yerde dilim varmıyor kardeşlerim. Bu bir yerde çıkar farklılığındanda ileri geliyor. Bir il başkanı görüyorsunuz karşınızda, bir seçim konuşmasında aynen şöyle diyor. «Demir perdesi ülkeler devletçilikle kalkınmıştırlar. Amerika kooperatifçilikle kalkınmıştır.» Peki kardeşlerim biz demiyormuyuz CHP'si olarak kooperatiflerin oluşturacağı halk sektörütle, üçüncü sektörlerle, halkımıza ekonomik bağımsızlığını kazandıracağız diye? Biz Amerika'daki kooperatifciliklemi kalkındıracağız ülkemizi? Kim diyebilir ön gördüğümüz halk sektörü Amerika'daki kooperatifçilik diye ve bunu diyen adam nasıl gelirde CHP sinin halkçı devrimci güçlerini yönlendirmeye kalkışır?
187
Karar verme yeteneğinde olmayan yöneticilerle karşı karşıya Türkiye'nin 67 ilindeki arkadaşlarım. Sayın Genel Başkanımızın konuşmasını dinledik. İşçiyi örgütleyeceğiz diyor. İşçiyi, ne olursa olsun işçiyi, sadece, CHP li işçiyi değil! Ama gene bizim bildiğimiz gibi İzmir'de bir Tariş var, o Tariş te Orhan Davut köpeklerini besliyor. O köpekler halkçı devrimci kardeşlerime saldırıyorlar. Polis geliyor, onları karakola götürüyor. Gençlik kolu Başkanı olarak hemen tedbir alınmasını söylüyoruz. Yapılan şu: «gerekli yerlere telefon edelim CHP’li işçileri kurtaralım.» Bu değildir devrimcilik, eğer bizim yöneticilerimiz bir sürü şeyi biliniyorlarsa ve bu sorumsuz davranışlarından dolayı aslında yeri CHP olan; bizlerden fazla, bizlerden farklı hiç bir şey düşünmeyen bir sürü arkadaşlar, salt parti içinde parti doğrultusunu bilmeyen yöneticilerden dolayı partinin dışında belli yerlerde örgütlenmek ihtiyacını duyup ve oralarda örgütlenmişlerse, sadece ayıplamamız gereken onlara imkân vermeyenlerdir. D. Sol'u bütün açıklığı ile ortaya koyalım, onlarla beraber bir yumruk olarak tüm gericilere sağ faşistlere, sosyal faşistlere, devrim yobazlarına karşı uğraş verelim kardeşlerim. Kardeşler; CHP sinin altı tane oku vardır. Altı tane okundan en uzun olanı devrimcilik okudur. Peki devrimcili¬ği nasıl kanıtlayacağız? Bize birisi sordumu CHP'si devrim¬cidir diyoruz. «Devrimcilikten ne anlıyorsunuz?» diyecek. 1947 yılında basılmış CHP'sinin tüzük ve programı adlı ki¬tapta devrimcilik aynen şöyle tanımlanıyor. «Devrimcilik geri kalmış Türkiye'yi muasır medeniyet seviyesine ulaş¬tırmaktır» deniliyor. Burda bir noktalı virgül koyalım. Bizi, gençlik kollarını, partinin en dinamik gücü olan bizleri, bir sürü adam eleştirirken en fazla söyledikleri şeyi bir an için tekrar edelim «biz 46 lardan beri mücadele veriyoruz siz daha dünkü çocuksunuz.»
188
Ama 1976 yılında benim devrimcilikten anladığım mana, geri kalmış Türkiye'yi muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak değil kardeşlerim. Benim devrimcilikten anladığım, üretim ilişkilerini üretim güçlerini, değiştirmektir, üretim araçlarının mülkiyetinden daha önemli sorun, onların kimler tarafından yönlendirildiği sorusuna halkçı açıdan cevap vermektir. Birde hepimizin başında sallanan bir disiplin mekanizması var bizim. Çoğu kez her yerde genç arkadaşlarım disiplinsiz olmakla suçlanıyor. Kardeşlerim. Biz ortanın solu dediğimiz zaman mücadele verirken bir sürü adam tarafından suçlanıyorduk. Eğer CHP si teokratik parti değilse, tepedeki bir kaç kişi ne derse desin kesin onlar yapılacak değilse, biz halk partisinin sınırını halkın çizdiğini kabul ediyorsak, bunu söylerken de CHP sinin halktan yana her gün ileriye gideceğini söylüyorsak; az öncede söylemeye çalıştığımız gibi parti içinde bilinç düzeylerinin yeterli düzeye varmamasından veya çıkar ilişkileri onları belli bir yerde olmaya zorlamasından dolayı bir sürü adama karşı disiplinsiz olacağız kardeşlerim. CHP’sinin Ticaret ve Sanayii Odalarındaki oda yönetimini ele geçirme konusunda yaptığı bir giriş var. Aslında ele geçirilmesi için çaba harcamanın bile boşa olduğu kanısındayım ben. Bunların yerine Türkiye'de kamu oyu oluşturan Teknik elemanların içinde bütünleştiği ve şu anda söylediklerine göre devrimci olduklarını iddia eden, aslında hiç birinin devrimci niteliği olmayan, çoğunlukla devrimciliği masa başında kendi kendine tatmin eden adamların ellerinde bulunan buraları bizim elimize geçirmemiz gerekiyor. Ama bir yerde, bu odaları ele geçirmek gençlik kollarının görevi değildir, ana kademelerin görevidir, peki ana kadememiz sessiz kalınca ne yapacağız? Onlar yapmıyorsa, gençlik kolu olarak biz yapacağız. İzmir'de Ege Bölgesindeki tüm ilçe ve illerin gençlik kolu ve kadın kollarına bu odaların ele geçirilmesinin gerekli olduğunu yazan bir bildiri kaleme aldık ve yörelerindeki tüm teknik elemanların tarafımıza bildirilmesini istedik.
189
Aşağı yukarı üçyüz adet bu bildirgeden gönderecektik. Bunun içinde 75-80 lira civarında bir pul parasına ihtiyacımız vardı. Halkçı devrimci lafını zorla kazıdığımız için bütün yerlerde o lafı kullanmak zorunda kalan insanlar pul parası vermeyerek bizi engellemek istediler. Peki ne yaptık? gene gönderdik, biz bunun meyvalarını toplamaya başlayacağız. Bugün İzmir'de, yarınki sene, öbürki sene tüm Türkiye'de başaracağız; parti içindeki tutucu güçler hiçbir zaman bizlerin halkçı devrimci mücadelemize engel olamıyacaktır. Bunun için her yerde daha sıkı örgütleneceğiz arkadaşlarım. Dostlar, acaba partimizin içindeki bu hastalıkların tek nedeni, benim adamlarımın teorisinin noksanlığı mı? Benim adamlarım belli çıkar çevresiyle ilişkili mi acaba? kanımca düzeltilmesi gereken bir nokta daha var parti içinde, partimizde hiyerarşi düzeni bozuk gibi geliyor bana, bilmiyorum ne denli haklıyım. İzmir'de yaptığımız bir gözlem var. Bu gözleme göre Ana kademe yöneticilerinin günde partiye ayırdıkları vakit iki kişi saatle otuz kişi saat arasında değişiyor. Gençlik kollarındaki genç arkadaşlarımın partiye ayırdıkları zaman ise her gün için otuz kişi saatten elli kişi saat arasında değişiyor. Ama biz bir bildiri kaleme almak zorunda kaldığımız zaman, herhangi bir yerde gidip halka bütünleşmek için toplantı yapacak olduğumuz zaman, onlar bizim konuşmalarımızı önlemek için bizim başımızda Demokles'in kılıcı gibi sallanıyorlar. Bu sadece İzmir Gençlik Kollarında değil, daha üst düzeydedir.
190
Bu ilişkinin yanlışlığını görmek mümkün, şöyleki; özellikle büyük kentlerde görüyoruz. Parti İçi klikler var, aslında fikir ayrılığının doğurduğu klikler değilde; özde opportunist davranışların, çıkar kavgalarının, koltuk sahibi olmanın doğurduğu klikler var. Bir klikten başlayıp, başka klikten gelen milletvekili o il başkanının o milletvekilinin kentte olduğunu, eğer kentteyse nerede olduğunu bilmez. O il başkanı, o milletvekiline emir veremez. Ama bunun böyle olması lâzım. Bir ilde CHP en üst yöneticisinin o ilin il başkanı olması gerekir. Arkadaşlar özür dilerim. Kısa kesmek zorundayım. O il başkanı olması gerekir, fakat o il başkanı daha önce milletvekillerinle ön seçime girmiş, ön seçimi kaybetmiş, o belediye başkanıyla ön seçime girmiş ön seçimi kaybetmiş bir adam olduğu için, tabi onlar üstünde bir etkinlik sağlayamamasıda doğaldır. Bunun için il başkanlarının milletvekillerine üstünlük sağlayacak, onlara gerektiği zaman gerektiği yerlere gidebilecek şekilde emir verme yetkilerinin olması ve bunun, herhangi bir şekilde sağlanması gerektiğine inanıyorum. Sorunlarımızın en önemlilerinden bir tanesi de gençliğin örgütlenmesi... Gençliğin örgütlenmesi için tüzüğümüzde her ne kadar böyle bir madde yok ise de, biz bir sürü yerde, mahallelerde, özellikle gecekondu ve işçi kesiminin ağırlık kazandığı mahallelerde, yedi kişiden onbir kişi arasında değişen yönetim kurulları, gençlik komiteleri kurduk hatta bunlardan bazıları haftanın belirli günlerinde eğitim çalışmaları da yapmaya başladı. Ama bunda da arkadaşlarım, yapmaya kalkarsanız sonunda göreceksiniz hem engellenmeyle karşılacaksınız, örneğin: Ankara'ya sizin yaptığınız bu örgütlenme çabaları için, «bizim kurduğumuz örgütlerde hep falanlar filânlar örgütleniyor» gibi laflar gelirse hiç şaşırmıyacaksımz arkadaşlarım. Bunlardan daha önemli bir şey daha, CHP gençliğinin en önemli sorunlarından bir taneside: hepimizin inandığı belli bir kavga var, ama biz bu kavgayı verirken öncelikle dikkat etmemiz gereken sorulardan bir tanesi, bu kavganın içinde, inandığı için değilde belli çıkarları için olan, gece yatağına yattığı zaman koltuk rüyası gören adamların çengeline girmemektir arkadaşlar.
191
Biz gençlik olarak, biz CHP gençliği olarak, biz omuz omuza tek yumruk haline geldiğimiz zaman: inanınki ne hayalci sol, ne de faşistler ne de parti içindeki çıkarcılara yer kalmayacaktır. Yaptığımız işçi örgütlenmesi ile konuşmamı kesmek istiyorum, kanımca biraz fazla vakit aldım, şimdiden özür dilerim. Bundan altı ay önce göreve geldim, ilk yaptığım işlerden bir tanesi İzmir'de DİSK'in 3. bölgesiyle temas kurmak oldu. Çok acı bir gerçekle orada karşılaştım arkadaşlar, dedi «DİSK'te CHP'li 200 tane delege vardır. CHP'den DİSK'e gelen ilk il CHP yöneticisi sensin» dediler. Bu durumu üzülerek gördük Kardeşlerim hiçbir zaman yılmayacağız, her gün daha güçlü olacağız, her doğan güneşle beraber amacımıza daha yakın olacağız. Kardeşlerim, bu lafı hergün yatarken ve her sabah uyanınca hepimizin tekrar etmesinde yarar vardır: «CHP tutumunun oluşmasında gençlik bir yan güç değildir, partinin özgücüdür» kardeşlerim, Hepinize saygılar sunarım.
Ertuğrul GÜNAY Demokratik Sol düşünce formunun son gününde; yürekten katıldığımız, içtenlikle katıldığımız özlemler ve öneriler getiren tebliğlerinden dolayı gençlik kolları merkez yönetim kurulu arkadaşlarımı içtenlikle kutluyorum. Ve zaman zaman, hatta tebliğlerinin temelinde görülen bir unsur olarak; ana kademeden daha ileri, daha gerçekçi, daha heyecanlı öneriler getirdikleri içinde bir ana kademe başkanı olarak kendilerine teşekkür ediyorum. Arkadaşlarım burada hemen bir solukta belgelemeyi, bir konuyu vurgulamayı istiyorum.
192
Demokratik Sol düşünce forumlarının yanılmıyorsam 12 marttan hemen önceki günlerde birincisi yapılmış, Türkiye'nin ve CHP 'nin bunalımlı dönemi aşıldıktan sonra ikincisi ve bu yıl üçüncüsü yapılmış olup; parti içinde insanca -hakça bir düzene ulaşma yolunda, düşünce oluşturma amacını taşıyan bir forum niteliğindedir. Bu bakımdan özelliği olan, ilginçliği olan bir forum niteliğindedir. Geçici bir seminer özelliği olan bir toplantı değil bu... Az önce Sayın gençlik kolları başkanının söylediği üzere, foruma Türkiye'nin bütün ana kademe il başkanları, bütün yardımcı kollar başkanları ve bütün parlamenterler çağrılmışlardır; ama üç günden beri burada üzüntüyle izliyorum, sayıları 700'e varan örgüt başkanlarından, sayıları 250' ye varan parlamenterlerimizden maalesef resmi niteliği bir ölçüde sandığım bu foruma gösterilen ilgi son derece az... Bunun bazı nedenleri var. Örgüt başkanlarımız açısından, parlamenterlerimiz açısından eleştirilebilir, gelmedikleri için eleştirilebilir, ilgi göstermedikleri için eleştirilebilir, genel merkezimiz açısından gelmeye zorlanmadıkları için eleştirilebilir, bunun gerekli olduğuna inanıyorum ben. Demokratik Sol bir partide, Demokratik Sol düşünce altında genel merkezce düzenlenen bir toplantıya katılmanın, o partinin yöneticileri, o partinin parlementeri açısından bir zorunluk olduğuna inanıyorum. Bu zorunluluğun yerine getirilmemesi, sanıyorum genel merkezimize yöneltilecek bir eleştiridir, onu özellikle sayın yorumcu Ali Topuz abimize duyurmak isterim. Arkadaşlarımız tebliğlerinde geleneksel bir partiden sol bir parti oluşturmaya çalıştıklarını, çalıştığımızı söylediler, son derece doğrudur. Çünkü kurtuluş savaşına müdafal hukuk cemiyetlerine bağlı kalan bir olaydan gelmek, bir tarihsel süreçten gelmek bize bazı güçlükler, bize bazı nitelikler kazandırmıştır. Sayın Genel Başkanımın sanıyorum 20. kurultayında söylemiş olduğu önder partisi niteliğimiz, halen zaman zaman, bazı kesimlerimizde ağırlıklı biçimde kendisini duyurmaktadır.
193
Önder partisi niteliğimiz zaman zaman halen ayakta gözükmektedir. 40 yılı aşkın süre önder partisi niteliğini altında yönetildiğimiz için bizde bir şartlanmada yaratmıştır, bizde bir koşullanmada yaratmıştır; formülcü niteliğe, -önderin ağzından çıkan sözleri aynen tekrar etmek, katkıda bulunmamak, eleştiride bulunmamak eklemede bulunmamak bununla yetinmek niteliğine de bizi alıştırmıştır. Demokratik Sol toplumcu bir parti olarak: Türkiye'de mevcut düzeni ıslah etmek değil, mevcut sömürü düzenini kökünden değiştirmek isteyen bir parti olarak, bunu yıkmak zorundayız biz. Öncelikle bunu yıkmak içinde, değerli genç arkadaşlarımın getirdiği örgütlenme modelleri üzerinde düşünmek, konuşmak, tartışmak, bununla birlikte hemen eğitim durumunu göz önünde tutmak zorundayız. Eğitim sözcüğünden fazlaca bahsedilmedi tebliğde, sanıyorum ki genç arkadaşlarım örgütlenmenin içeriği olarak, örgütlenmenin temel bir unsuru olarak eğitimi almış olsalar gerekir, onun için ayrıca özellikle vurgulanmamıştır. Ama özellikle vurgulanmasında ben yarar görüyorum. Örgütlenme bir ölçüde partiye yeni üyeler, yeni unsurlar kazandırmak son derece geniş boyutlara ulaşmış bulunan siyasal yaşamımızda yeni demokratik mevkiler kazanması için yararlıdır, gereklidir, zorunludur. Eğitim ise Halkımızın kafasındaki bir takım şartlandırmaları, bazı engelleri, dönüşüm yapmamızı engelleyen engelleri yıkmamız için temel bir zorunluluktur. Örgütlenme ve eğitim açısından somut örnekler getirdiler arkadaşlarım, yürekten katılıyorum. Şunu da bir örgüt başkanı olarak üzüntüyle belirtmekten geçemeyeceğim, bunlar öneri olarak kalmaktadır uzun süreden beri... Son bir yıl içinde il başkanları olarak biraraya gelebildiğimiz 15 Şubatı aşan günlerdi, 15 Şubat olaylarından sonra yayın zorunluğu, eğitim zorunluğu, kitleye yaygın eğitim zorunluğu sanıyorum o tarihten bu yana bir önlem olarak ve gerçekleşmesini umutla beklediğimiz bir karar olarak kaldı.
194
Bizim ana örgüt dediğimiz örgütler de bile, kuruluşlarda bile, zaman zaman partinin genel çizgisine partinin var olması gereken disiplinine karşı tavırlar ne yazıkki görülmektedir. Bizim solumuzdaki bazı güçler belki Türkiye'de halkla diyalog kurmanın formülünü bulamamışlardır, ama bizden daha çok gençliğe söz söyleyebilen, bizden daha çok gençliğin duygularını ayaklandırabilen formüller bulmuşlardır. Bu da bir gerçek. Bizim solumuzdaki örgütlerin, en beğenmediğimiz örgütün bile, bizim bugünkü yapımızın ortaya koyabildiği yayın ürünlerinden çok daha fazla somut yayın ürünleri vardır ki; bu, bence hemen halledilmesi gereken bir sorundur, öncelikle ele alınmalıdır. Başka bir somut öneriyi daha önceki aylarda ben yetkililerimize getirmiştim. O'da örneğin Ankara'da yada İstanbul'da İzmir'de rahatlıkla yapabileceğimiz bu eğitim çalışmalarının Anadoluya kaydırılmasıydı. Arkadaşlar şunu açıklıkla söylememiz gerekir, parlamenterimize yüreklikle açıklıkla soruyorum; parlamenterimizde, il başkanı olarak bizlerde, il yönetim kurulu üyelerimizde, ilçe yönetim kurulu üyelerimizde ve tabandaki delegelerimizde demokratik sol öğretiminin kurallarını tam olarak bilmiyorlar. Burada bilimsel olarak anlattığımız sorunların halka, halk diliyle nasıl anlatılacağını açıklıkla seçiklikle bilemiyorlar. Bu bir gerçek, içinde yaşıyoruz bunun, kimsenin bunu değiştirme konusunda ikna edici bir şey söyleyeceğini sanmıyorum. Onun için örneğin ben «bugünkü öğretinizi gençlik kesimine, işçi kesimine, köylü kesimine, partinin yönetim kesimine daha açıklıkla anlatacak, daha çok şey öğretecek çalışmaları bize getirin» dedim.
195
Ekonomik güçlükler içinde bulunan illerin; -Ankara gibi, İstanbul gibi değil- küçük illerin Anadolu'daki illerin bu çalışmaları yapabilmeleri için istanbul'dan bir bilim adamıyla, merkez yönetim kurulu üyesiyle ya da bir başka kurumla uygulamayı başlatabiliriz. Bu düşünceleri anlatabilecek bir değerli kişi ile ilişki kurup onu kendi ilimize getirebilmemiz özelikle son derece güç bir sorundur. Ama bunu genel merkez gençlik kolu, ya da ana kademe planlıyabilir, örneğin: Somut olarak Samsun iline, Ordu iline, Trabzon iline, Giresun iline, Rize iline bir eğitim haftası Eğitim çalışması seminerleri, konferansları dizisi getirebilir. Bütün iller yararlanabilir. Bütün halk yararlanabilir. Ve bir ölçüde burada kalmaktan, büyük merkezlerde kalmaktan kurtulur ve hep söz ettiğimiz halkla bütünleşme yolunda somut gerçekçi bir adım atmış oluruz. Bunları özellikle eleştiri açısından değil, bizim içinde yaşadığımız sorunlar olması açısından konuyla ilgisi olması açısından söylemek istedim, arkadaşlarımın tebliğinde yürekten katıldığımız konular var. Onlara uzun uzun girmek istemiyorum, yanlız sayın Topuz'unda özellikle değindiği profesyonelleşme sorunu bence çok önemlidir. Gerçekten bu çok önemli, çok ivedi bir sorundur. Artık eskisi gibi seçimden seçime gidilip seçimden seçime selâm verilip, seçimden seçime halkla diyalog kurulan bir Türkiye değildir. Bunu yanlız bir sol parti olarak biz değil, sağdaki partilerde yapıyor. Onlar bile toplantılar yapmayı, afişler asmayı, seçim çalışmasını yapmayı öğrendiler. Bunu biz her gün her saat her dakika sürdürmek zorundayız. Bu bir profesyonel kadro sorunudur. Bunu ivedilikle gerçekleştirmemiz gerekir. Anadolu'daki bütün örgütler, ekonomik sıkıntılarla karşı karşıyadırlar. Tebliğin İkinci sayfasında, cümleyi yanlış hatırlamıyorsam. Aynen okumak isterim «aidatını ödemeyen üyeler vardır» diye bir cümle var. 196
Bu cümleyi çok iyimser buldum, aslında şöyledir. «Aidatını ödeyen bazı üyeler var,» aslı böyledir. Şimdiye kadar uygulanmamış bir hüküm, bunu işletmenin hükümlerini bulmak zorundayız, bu ekonomik kaynaklar örgütlenmenin, yayının, propagandanın temelini teşkil ediyor. Bunun çözümünün bulunması, yardımcı olunması zorunludur, gereklidir acildir bence. Değerli arkadaşlarım zor bir görevle karşı karşıyayız. Bizden önceki dönemde, CHP sinin yöneticileri olarak; CHP sinin içinde, dışında, Türkiye'nin ileri gitmesiyle ilgili düşünen aydınlar olarak sanıyorduk ki üstümüzdeki görev devleti kurtarmaktı, bu yanlış. Sayın Kepeneğin çok güzel belirttiği gibi, o süreç bizi belli yerlere getirdi, nerelere getirdiğini yaşadık, bizde gördük. Bugün yeni bir işleve, yeni bir ödevle karşı karşıyayız. Halkla birlikte, halkla bütünleşerek, halkla kurtulmaktır o işlev, bu son derece zor bir işlevdir. Bu son derece zor görevin başarılması yolunda bütün arkadaşlarıma başarı dileklerimi, teşekkürlerimizi, saygılarımı sunarım.
H. Fehmi GÜNEŞ Sayın başkan sayın arkadaşlar bugün yöneticilik artık geniş boyutlar kazanmıştır. Parti yöneticiliği geniş boyutlar kazanmıştır. CHP’si yönetim kademeleri itibariyle, yönetim şeması itibariyle eski bir partidir. Halbuki CHP’si en yeni en genç partidir. Şimdi, en yeni, en genç özü, fikirleri gerçekleştirmek için, eski olan, eskimiş olan; arkadaşlarımın çok yerinde söyledikleri gibi, geleneksel olan bir örgüt ile başarı sağlayabilirmiyiz? Bence bu açıdan soruna bakmak gereği vardır. Arkadaşlar soruna parti örgütü açısından daha az gençlik kolları örgütü açısından daha yoğun biçimde değinmişler. Tabii kendileri o kol içinde bulunduklarından bunu doğal karşılamak lâzım, şimdi bugün artık yöneticilik mesleği yeni tekniklerle geliştirilmiştir. Kamu yönetimi teknikleri geliştirilmiştir, iş yönetimi teknikleri geliştirilmiştir, artık yönetim sadece hukuk kuralları içinde tartışamamaktadır.
197
Aslında Cumhuriyet Halk Partisi yönetim bakımından çok güzel bir mevzuat külliyeti hazırlamıştır. Bunu zaman zaman değiştirmiştir, ama buna rağmen gerçek yönetim birimlerinden, gerçek yönetim şemasında paralel değişiklik yapamamıştır. Bugünkü CHP'nin içerdiği sorunları, gerçekleştirmeyi üstlendiği sorunları bu şema içindeki örgütüyle başarıya götürmesi bence zordur. Bu bakımdan kendimizi yenilerken örgütün şemasını da, yöneticilik tekniğini de yenilememiz gerekir. Hatta bence meseleye söyle bakmak gerekir: Biz üstlendiğimiz sorunları bu yapı içinde bazı bölmeler yaparak, bazı yeni duvarlar örerek, bazı odalarda, şekillerde şekil-değişikliği yaparak değiştirebilirmiyiz; yoksa bu yapı artık eskimiştir, bunu yıkar yeni bir yapı mı kurarız? Bunu örgüt şeması bakımından söylüyorum. Bir kere ben aslında tutarlı, gerçek bir örgüt şeması göremedim. Çok araştırmama rağmen, bazen genel merkezde şemalar görürüm, ama bir üniteyi kapsar onun üstündekileri onun altındakileri kapsamaz. Kimin kimle ilişkisi vardır? Kim kime emir verir kim, kimden emir alır? Bu tam bilinmez, benden evvel konuşan arkadaşım çekilen sıkıntıları çok güzel dile getirdiler. Şimdi aziz arkadaşlarım; bütün kuruluşlarda, örgütün yenilenmesini, örgütün gelişmesini, örgütün göreve göre geride kalmamasını sağlayan birimler kurulmuştur. Bunlara organizasyon metot kurumu denir. Örgüt kurumu denir. vs. denir. Birimler vardır, bunların görevi örgütün görevi tam olarak yerine getirilebilecek yenilenmesini temin eden bir takım araştırmalar yapmaktır. Mesela CHP'sinde bir haberleşme sorunu vardır. Haberleşme sorunu modern örgütte çok önemli bir sorundur. Normal resmî haberleşme kanalları işlemezse, örgütün tabanıyla tavanı arasında iletilmesi gereken haberler bu resmi kanallarla gidip gelmezse, gayri resmi kanallar işlemeye başlar, bunun önüne geçemezsiniz; dedi kodu işler, fısıltı işler, bir takım gayri resmi kanallar işler ve zannederim örgütün yapısından gelmeyen bazı hastalıklar diye burda ortaya konan bir takım arızalarda oradan doğarlar.
198
Şimdi yu-kardaki olup biteni tabandaki partili tam öğrenebilmen, anlayabilmeli; bu haberleşme ile mümkün olur. Bu haberleşmeyi sağlamadığınız zaman bir kere tabandaki partilimiz bilgi noksanlığı içinde bulunur ve ayrıca tavan ile olan ilişkisi azalır. Bir takım araştırmalar yapılıyor ve araştırma timi araştırma birimi genel merkezde çalışıyor. Şimdi aziz arkadaşlarım, genel merkezdeki araştırma birimi belki çok faydalı konularda araştırmalar yapıyor, dokümanlar hazırlıyor ama şimdi örgütten gelen arkadaşlarıma taşradaki örgüte yansıyor? Aslında yapılan araştırmalar az evvel arkadaşımızın söylediği gibi; halka anlatılacak biçimde, halkla dialog kurulacak biçimde, basit bildiriler halinde örgüte süratle yayılmalı, haberleşme kanallarıyle, örgüt bunu tabandaki partilimize kadar ulaştırabilmen. Bu araştırma ve haberleşme süreci tam işlemezse örgütte büyük noksanlık demektir, modern örgütte büyük noksanlık demektir. Bunun dışında CHP örgütünde görülen büyük bir noksanlıkta bütünlük olmaması. Şimdi bir ile gidersiniz, o ilde il-başkanın kendi aklı kafasına göre bir yöntem vardır. İşte bir takım malzemeler vardır, bir takım kollar vardır, bir çalışma düzeni vardır. Bir başkasına gittiğiniz zaman bu değişiktir. Aslında CHP bir ölçüde, ama bir ölçüde yöresel gereklere de yer veren bir ölçüde, bir tek düzene gitmek zorundadır. Bu malzeme bakımından böyledir. Yöntem bakımından böyledir. Organizasyon bakımından böyledir. Yeni birimler kurulması bugünkü CHP si örgütünde mutlaka şarttır, arkadaşlar yeni birimlerin gençlik örgütü içindeki kısmını gayet güzel önermişler, katılıyorum kendilerine, bunların paralelinin ana kademede kurulması gereği vardır. Arkadaşlar çok önemli bir konuda -bence noksan olan- CHP'si içinde halkla ilişkiler konusu ve birimidir.
199
CHP'sinin ilçe il kademeleriyle bulunan arkadaşlarımızın, halkla hangisinin ne biçim ilişkiler içinde olacağı, hangi konuda ne kadar malûmat verebileceği; CHP'sinin, hangi konuda tutumunun ne olduğu konusunda bilgi sahibi değildir diyebilirim. Dışardan gelen bir arkadaş, bir partilimiz, CHP il örgütüne müracaat ettiğinde halkla ilişki kuracak; onun sorununu diyelim ki genel merkeze, onun sorunu diyelim ki parlamenterlere, onun sorununu diyelim ki resmî bir müesseseye iletecek kimdir? Bu belli değil; bunların hepsini il başkanından beklemek, yahutta il sekreterinden beklemek doğru değildir, bir insandan çok şey beklediğimizde hepsinin yarım kalması sorunu vardır. Halkla ilişkiler konusunun, arkadaşlarımızın söylediği gibi bazı bilgileri genel merkeze aktarması bakımından önemi vardır. 7 aylık iktidar döneminde bu bakımdan sıkıntılar çektik, doğrudur. Bu, aslında halkla ilişkiler konusunda zayıf olmamızın, haberleşme konusunda zayıf olmamızın sonucudur. CHP sinde az evvel dediğim gibi mutlaka örgüt yenileme timinin kurulması, metot timinin kurulması gereklidir. Böyle çalışmalara mutlaka ihtiyaç vardır. Bu birime mutlaka ihtiyaç vardır. Bu birim çok basittir. İl ile ilçe arasındaki yazışma nasıl bir form içinde olacak? Öyle bir konu yazarsınız ilçeye, öyle bir cevap alırsınız ki; bu, bunun cevabımıdır, anlamazsınız. Aslında bunlar belli formlar içinde, basit yazışma düzenleri içinde yapılabilir. Genel merkezden gelen bir takım emirlerin, genelgelerin, duyuruların hangi dosyalara koyulacağı bilinmez. Orada eğer ücretli bir kâtip tutmuşsanız, o kâtibin kendi kafasına göre bir dosyalama sistemi vardır. O, istediğini bir bir verinden bulur. Ama onun dışında bir kişi, onu aramaya kalkarsa üç gün arar bulamaz. Şimdi aslında dosyalama konusunda yazışma konusunda organizasyon, metod birimlerince yapılacak araştırmalardan sonra bir sistem geliştirrlir-se, geliştirilebilir ve başka yoluda yoktur bunun... 200
Bu.örgütün çalışmasını pratiğini artırır, onu ekonomik hale getirir, onu etkin hale getirir. Arkadaşlarım ben meseleye modern yönetim teknikleri açısından bakmaya çalıştım. Ve sanıyorum ki CHP örgütünün yenilenmesi gereği vardır, yenilenmesi içinde mutlaka modern yönetim tekniklerinden yararlanmak gereği vardır. Bu, bu işi kendine uzmanlık mevzu edinmiş kişilerin yapacağı ve bunlarla beraber örgütten gelecek taşra örgütünden gelecek arkadaşlarımızın yapacağı bir iştir. Böyle kurulabilecek bir araştırmayla tutarlı, geçerli hal çareleri bulunabilir. Yoksa CHP'nin programında ne kadar mükemmel düşünceler geliştirirseniz geliştirin, CHP'nin sayın genel başkanı iki gün önce yaptığı gibi ne kadar mükemmel söylevler verirse versin, bunu yürütecek, gerçekleştirecek olan örgütü aynı mükemmellikle donatmazsanız, aynı mükemmellikle organize etmezseniz başarıya ulaşmak şansı maalesef zayıftır. Teşekkür ederim efendim.
Şemsettin ŞEN Türk halkı için tek kurtuluş yolu olan demokratik sol düşüncemizin enine boyuna tartışıldığı Demokratik Sol Düşünce formunun, bana göre en can alıcı noktasına şu anda gelmiş bulunuyoruz. Değerli arkadaşlarım, üç gündür tartıştığımız Demokratik sol düşüncenin, demokratik sol, düşüncemizin ezilen halkımızla bütünleşmesinin tek yolu örgütlenmeden geçer, güçlü CHP'sinden geçer. Değerli arkadaşlarım CHP'sinin örgütlenmesi nasıl olmalıdır, aslında örgütlenmeyle beraber tartışacağımız örgütlenmenin getirdiği iki büyük sorun vardır. Tebliğde değinilmediği için özellikle üzerinde durmak isterim.
Değerli arkadaşlarım CHP'nin ve bugünün bana göre en önemli sorunlarından bir tanesi parti içi demokrasinin, özeleştiri kurallarının alabildiğine açılmasıdır. Önemli sorunlar getirdiler benden evvel konuşan arkadaşlarım. Aslında bu sorunları çözebilmemizin, ana kademelerin tüzük ve yönetmeliklerle önümüze çıkardığı engelleri aşabilmemizin, tek yolu öz eleştiriye o ana kademe yöneticilerini çekmektir.
201
Hem biz, hem CHP'li gençler Türk gençliği içinde uzun süredir; en doğruyu, Türkiye'nin yapısal analizini en iyi tahlil eden ve doğru yolu gösteren insanlar olarak, devrimci bir partinin gençlik kolları olarak, partili üyelerimizin büyük desteğini alarak güçlenebiliriz. Şimdi CHP'sinin tutumuna göre, o zaman parti örgütünün, örgüt toplantıları yuvarlak laflarla geçiştirilmektedir. Örgüt toplantıları konusunda tüzüğün sanıyorum 81. maddesi «her yıl, yılda bir defa il genel meclis üyeleri, belediye meclis üyeleri, parti görevlileri toplanır» der. Parti içi meseleler görüşülür der. Aslında bu, yılda bir defadır. Bir çok ilde gerçekleştirilmediğini arkadaşlarımın sözlerinden anladım. İstanbul'da İstanbul örgütü olarak bizi, il yöneticileri olarak her ay aylık örgüt toplantılarını açarız. Her ay örgüt bizi eleştirir, biz örgüte önerilerimizi götürürüz. Şimdi CHP' sinin gerçekten örgütlenmesi için; CHP'si tüzüğüne öz eleştiri getiren, en fazla üç ayda bir mahalle parti görevlileriyle, delegelerle ilçe ana kademeleri toplanır hükmü getirilmelidir. CHP'si tüzüğünün bir senelik hükmü değiştirilmelidir. Çünkü yöneticilerin işine gelmektedir. Kaçmaktadırlar özeleştiriden. Ama üç ayda bir olduğu zaman öz eleştiri gelecektir. Öz eleştirinin olduğu yerde, dinamizim vardır. Kitleler kendi partilerini sahip çıkacaklardır. Bir başka sorun, hemen bunun arkasından parti içi deneti¬miyle gelen parti içi eğitim meselesidir. D.S. Partilerin bana göre yükü üye kayıt sayısıyla ölçülür. Bir demokratik sol partinin neyi, nasıl savunduğunu bilen üye sayıları çoksa o D.S. parti o ölçüde güçlüdür demektir. Yine özellikle Anadolu'dan gelen arkadaşlarımdan dinledim. Anadolu'da birçok illerimizde ilçelerimizde CHP'sinin propagandasını cenabı hak partisi diye yapan ilçe yöneticilerinin olduğunu duyuyorum.
202
Şimdi örgütlenmeye inanıyorum, eğitimden geçtiğine göre CHP'si Merkez Yönetim Kurulu'na bağlı bir eğitim bürosu kurulmalıdır. Merkez Yönetim Kurulu bir üyenin başkanlığında eğitim komisyonu kurulmalı, merkezde ve her ildede mutlaka eğitim komisyonları kurulmalıdır. Belki «yeterli sayımız yoktur yozlaştırılır» diyebilirsiniz, ama üç kişi olsa, beş kişi de olsa Anadolu'nun her ilinde bu işi bilen yurtsever demokratik solcu insanların olduğuna inanıyorum. Onun içinde bu önerimde ısrar ediyorum. Değerli arkadaşlarım. CHP'sinin Genel Başkanı koydu kimin örgütleneceğini, kimi örgütleyeceğimizi «işçileri örgütleyeceğiz, köylüleri örgütleyeceğiz» köylü kesimini nasıl örgütleneceği konusunda tebliğ sahiplerinin somut önerilerini göremedim. Köylü kesimini nasıl örgütleyeceğiz? Köylü gençleri nasıl örgütleyeceğiz? Köy derneklerini nasıl örgütleyeceğiz? Ama işçi kesiminde, toplumumuzun en dinamik kesimi olan ve dünya devrimci pratiğinde en büyük rolü olan işçi sınıfının örgütlenmesinde önce yönetim kapılarımızı işçilere açmalıyız. İşçilere kürsülerden, «sizinle birleşiyoruz bize gelin» demek yetmez. İşçileri CHP'si içinde yönetici yapmalıyız. CHP'sinin ve Türk Toplumunun en dinamik kesimi olan işçiler CHP'sinin yönetici kesimlerinde tevzi edilmek zorundadırlar, aksi halde bir müddet sonra bu gücü kaybederiz. Çünkü işçiler artık yönetilen değil, yöneten insanlar olmuşturlar. Hele öz yönetim kapısını Türkiye'de aralayan CHP'si gibi bir parti de, işçiler bizi yönetmelidir. Yönetim kadrolarında görev almalıdırlar. Şimdi görüyoruz bir sürü ilimizde var, işçi komisyonları kuruluyor. Biliyorsunuz esnaf komisyonu kurulur, şu komisyonu kurulur, bu komisyonu kurulur. Ama bu komisyonlar hep adam onore etmek için kurulur. Gerçekten işçi komisyonlarının Genel Merkezde işçi bürosu varmı? Yokmu? bilmiyorum. Varlığından habersizim, demek yok! İşçi komisyonları adam onure edilmekten çıkarılmalıdır. İşçi komisyonları için, o ilçedeki ne kadar işçi varsa en az iki yılda bir toplanıp iş komisyonunu kendileri seçmelidirler.
203
Ve bu işçi bürosu yöneticilerine parti içinde delegenin, yöneticinin sahip olduğu hem ses hakkı, hemde oy hakkı tanınmalıdır. İşçi kesiminin yoğun olduğu illerde işçi sorunlarıyla uğraşacak profesyonel işçi büroları kurulmalıdır. İşçi sınıfının içinden, işçi sınıfından kopmamak şartıyla; profesyonel işçiler, işçi sekretaryası, işçi kesiminin yoğun olduğu illerde çalışmalıdır. Değerli arkadaşlarım. CHP'sinin demokratik kitle örgütleriyle ilişkilerinin nasıl olduğunu konusunda tebliğde eksiklikler gördüm. Sendika ağaları, tabandan kopuk, tabanın ekonomik siyasa! isteklerini yerine getirmeyen insanlardır. Bizim sıralarımıza gelmezler. Onları getirecek yol-gelecekleri olursa sayıları azdır- tabandaki işçilerle diyolog kurmaktır. İşçi sınıfıyla aramızda aracı kabul etmeyiz. Şimdi değerli arkadaşlarım. CHP'sinin bu dönemde örgütlenme konusunda dikkat edeceği önemli sorunlardan bir tanesi de; mesela seçim zamanında siyasi parti nasıl örgütlenir? Şimdiki CHP'sinin seçim çalışması yeterli midir? Seçim programını bile okumıyan hatipler gördük vatan millet, Sakarya nutukları atan insanlar görüyoruz seçim zamanı. CHP'si tüzüğüne «en az bir ay evvel illerde kurulan eğitim komisyonları aracılığı ile bütün mahalle parti görevlileri delegeler ve konuşmacılar, eğitimden geçirilmelidir.» Maddesi konulmalıdır. Seçim çalışmasını bilmeyen insanlar, seçim bildirgesi bile okuma zahmetine katlanmayan insanlar söz hakkından mahrum bırakılmalıdır. Değerli arkadaşlarım. Demokratik kitle örgütleriyle ilgili en güzel ilişkiler için. SDDF'nin Genel Kurulunda öç ana kaide bulunmuştu. 1. SDDF olarak biz düşüncede CHP'sine öncülük etmeliyiz demiştik. 2. Yönetimde bağımsız olmalıydık. 3. Eylemde paralellik. Ama düşüncede CHP'sine öncülük yapmak bugün için mümkün değildir.
204
Çünkü CHP'si içindeki devrimci insanlar Türk halkı için düşüne-Bilecek şeyleri düşünecek hale gelmişlerdir. Biz öneriyi söylediğimiz zaman CHP'si içinde tutucular hakimdi, parti içi devrimci kadrolar, henüz yerleşmeyen, önemli ölçüde yerleşmeyen kadrolar, yönetime gelmişlerdi. Şimdi sözlerimi bağlarken kurultaydan, DSDF'nun yöneten değerli başkanlık divanından bir öneri yaparak hurdan ayrılacağım. DSDF'unda çok değerli arkadaşım, kavga arkadaşım Zeki Alçı’nın belirttiği gibi «CHP'si içinde kendi tutarsızlıklarına ideolojik kılıf arıyan D.S. düşünce şampiyonluğu yapan sahte şampiyonlardan» hiç kimseyi görmedik, Ama imzasız bildiri yayınladılar. Forumu kamuoyunda ve CHP'si kamu oyu içerisinde küçük düşürdüler. Bu bildiri yayınlayanlara karşı, CHP'sinin üç gündür tartışılan Demokratik Sol düşünce formunun görüşlerini belli eden bir bildirgenin DSDF adına kamu oyuna açıklanmasını istiyorum. CHP'nin içinde bulunduğu sıkıntıların giderileceğine inanıyorum. Şimdi gençler olarak bir öz eleştirimizi yapıp buradan ayrılmak istiyorum. Ana kademeler için eleştirilerinde önemli derecede haklıdırlar. Özellikle Anadolu'dan gelen arkadaşlarımın eleştirilerine yürekten katılıyorum. Ama bir şeyi unutmayalım arkadaşlar. Gençlik Kollarının CHP'sinde dinamizmi, saygınlığı, kendi tabanlarını güçlü şekilde oluşturdukları zaman artar. CHP'si gençlik kolları önce kendi örgütlenmelerini tamamlamalıdır. Ana kademeler bizi üç kişi, beş kişi görürlerse her türlü oyunu denerler. Ama bizim kendi ilçe ve il örgütlerimizde, kendi tabanımızla bütünleşmiş gördükleri zaman bu baskı bir ölçüde azalır üstelik bir başka şey «ana kademe denetimdeyiz biz» dediler değerli arkadaşlarım. İki tane temsilcimiz var il yönetim kurullarında; gençlik kolu temsilcisi ve gençlik kolu başkanlarımız. Kurulda hem oy sahibidirler hem teklif sahibidirler. Şimdi bu dönemde gençlik kollarının rehber olması için söylüyorum.
205
Ana kademelere doğru öneri getirin, kabul etmezlerse hodri meydan, kabul etmezlerse partinin üyelerine anlatalım. Bizim için mücadele yöntemlerimizden en geçerlisinin bu olacağı inancındayım. DSDF'nun Türk halkına ve devrimci CHP'sinin demokratik sol düşüncesine katkıda bulunması inancıyla hepinize saygılar sunarım değerli arkadaşlarım.
Reşit ÜLKER Sayın Başkan, Sayın Dinleyiciler, Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulu'nun hazırladığı raporu gerçekten kıvanç duyarak okudum, her ne kadar bu getirilen raporda bütün meseleler ayrıntılarına kadar indirilmemiş ise de; gene de dokunduğu konular itibariyle en gerçekçi ve partide D.S.'u anlatmada, iktidar haline gelmede en büyük araç olarak örgüt meselelerinin özüne vardıkları inancına sahip oldum. “Evvela dinamik bir örgüt modeliyle CHP'si yeni yapısını, sol parti yapısını kazanmalıdır” deniyor ve bunun içerisinde de öneriler getiriliyor. Değerli dinleyiciler, gerçekten CHP'si bugünkü örgütü itibariyle, biçimi itbariyle çok yönlü örgüt değildir. Bu, belki başka ülkelerin, ileri ülkelerin az gelişmiş ülkelerin değil gelişmiş ülkelerin örgütlenmesine yakın bir dinamizmi taşır. Bizim Gençlik Kollarımızda, Gençlik Kollarımızın iki üyesi ana kademede söz ve oy hakkına sahiptir, biz gençlikle bütünleşmiş durumdayız. Yani şunu demek istiyorum. Bizim örgüt biçimimiz zaten kendi içinde bir devrimide gerçekleştirdiğine göre, baştan aşağı kötü olamaz, baştan aşağı değiştirilerek olamaz. Şimdi eksiklikleri vardır. Bu eksiklikleri tamamlamak lâzımdır. Birazda bu eksiklikler olağanüstü durumlardan çıkıyor. Bir tarafta bakıyorsunuz liderliğe çıkan birisi üçyüz bin genci örgütlediğini söylüyor. Ve gerçekten de bunlar üçyüz bin mi? Otuz bin mi? Üç bin mi bilemiyorum. Bir kısmının elinde silâh, elde edilmesi yasak olan, güç olan suç olan, silâh cephane, her türlü araç var. Bunun yanında niçin bizim gençlik meselelerimiz zordur o'nu arz etmek istiyorum.
206
Bunun yanında; saygı duyuyoruz, «bizden daha sol olduklarını» iddia edenler vardır. Ama bizim kadar iktidara yakın olmadıkları için, yani bizim kadar sorumluluk içinde bulunmadıkları için daha küçük örgütlerde daha kolaylıkla hareket edebilmektedirler. Yani bir tarafda suç işleyen kimseler var. Bir tarafta da inançlarına saygı duyduğumuz, fikir özgürlüğü açısından saygı duyduğumuz, sol olduklarından dolayıda saygı beslediğimiz; fakat küçük örgütler oldukları için çok rahat konuşma, çok sorumsuz konuşma imkânlarına sahip olan örgütler vardır. İşte bütün bu koşullar gençlik meselesini, gençlik sorununu zorlaştırmaktadır. Ona göre bir organizasyon, bir örgütlenme yapılmasını gerektirmektedir. Değerli arkadaşlarım bizim D.S. görüşlerimizin Türkiye'de uygulanabilmesi için iktidar olmamız lâzımdır. İktidar ise, doğrudan doğruya Şemsettin arkadaşımın söylediği gibi, doğrudan doğruya örgütle ilgilidir. En güzel fikirler dahi bir örgüt içinde sokulmamışsa, güçlendirilmemişse örgütte kaybolup gitmeye ve yıkılmaya mahkûmdur. Ben sayın Genel Başkanımızın iki gün önce söylediği söylevi, örgütlenme alanında büyük bir devrim olarak görmekteyim, köylüye yöneleceğiz, işçiye yöneleceğiz. Şimdi değerli arkadaşlarım; gerçi izah ettim ana hatlarıyla gençlik konusunda fikirlere söylediklerine katılıyorum yanlız son yapılan değişikliklerle dernekler kanunu bu ileri sürülen görüşlerin uygulanmasına ne derece uygundur. Bunu ayrıca konuşmamız gerektiği inancındayım. Siyasi partiler kanununun sayın Ali Topuz'un ifade ettikleri bir maddesi üzerinde de durmamız gerekir. Bir takım uygulamalarda Türkiye'de olmuştur. Ama bu sizin ileriye sürdüğünüz fikirleri hiç birisini geriye doğru itmeye neden değildir. Yasalarda değişir ve değişecektir. O zaman kadarda olanaklar içinde çareler düşünmek lâzımdır. Ön fikrinize katılıyorum. Örgüte gelince değerli arkadaşlarım.
207
Örgüt için söyledikleri arkadaşlarımın, -tabi kısa bir süre içinde geçtiler- ama söyledikleri önemli şeyler var. Bunlardan bir tanesi deniyor ki Tüzükte toplu üyelik ve sendika üyelikleri konsun ve açıklanmıyor. Değerli arkadaşlarım. Belki düşünürüz diye söylüyorum. Bundan sekiz on yıl evvel partimizin yetkililerine, şöyle bir öneride bulunmuştum, bir kısmında uyguladılar. Ham, kaba fikir olarak söylüyorum. Tam olgunlaşmamış olarak söylüyorum. Çünkü o günden bu güne kadar koşullar çok değişti «her ilçe yönetim kurulunda Mutlaka bir sendikalı üye bulunmalıdır. Yani çalışanların bir temsilcisi olmalıdır» demiştim. Nasıl olmalıdır? İlçe kongresinde ancak çalışan niteliğini taşıyanlar arasından seçilebilmelidir. Yani çalışan niteliği taşımayan bir kimsenin buraya aday olması mümkün olmaz. Böylece her yönetim kurulunda her ilçe yönetiminde yukarı doğru bir sendikacı, bir çalışan görev almalıdır ve dayandığımız işçi sınıf olarak, işçi kesiminin görüşlerini oraya getirmelidir. Bunun yanında bir fikir olarak söylüyorum, bir kooperatifci üzerinde düşünülebilir. Buna bazı örnekler var; yabancı ülkelerde kooperatifler, bizim kullanacağımız araçlardan en önemlilerin başında gelmektedir. Değerli arkadaşlarım, seçim konularının inceliklerini bilmemekten, itirazları zamanında yapmamaktan dolayı bize ait pek çok hakları kaybetmekteyiz. İtirazların biçimleri vs. gayet karışıktır. Bundan dolayı gerek seçim, gerek propaganda bakımından dolayı; kütüklerin yapılması, itirazlar vs. yi bilecek gene bir kurstan geçmiş yani partinin bir yetkili organından bilgi almış bir üyeyi yönetim kurullarına sokmak düşünülebilir, bir görüş olarak. Bir değimle her işyerinin bulunduğu kesimde hiç olmazsa yeni bir model buluncaya kadar veya benim önerdiğim veya başkalarının önereceği modeller geliştirilinceye kadar tüzüğümüzün olanak sağladığı bir husus var, komite kurmak. İşçi komiteleri, temsilciler, her iş yerinden işçi temsilcileri sağlanmalıdır.
208
İlişki kurulmalıdır. Ve onların belli bir zamanda bir senede mi? İki senede mi? Toplanmasıylada kendi aralarından seçtikleri kimselerden bu komiteler kurulmalıdır. Bu komitenin hiç olmazsa başkan sekreterinede bir takım parti yetkileri-de verilmelidir. Böylece biz ancak işçi ve köylü kesimiyle, esnafla diğer haklarını koruduğumuz, ezilen sömürülen dar gelirlilerle, bu ilişkiyi kurmazsak ne olur? Genel başkanımızın dediği olur. Genel başkanımız şunu açıkladılar: Ben yanlış anlamadıysam, «yüzde 44'e çıktık daha yukarıda çıkabiliriz. Fakat
köylüyle, işçiyle bütünleşmedikçe ne kadar yüksek bir orana ne kadar büyük bir güce çıkarsak çıkalım, bu geçicidir.» dediler, bu fikre yürekten katılıyorum. Bunun mutlaka
yapılması lâzımdır. Örgütlenmede bunun aracıdır, şimdi değerli arkadaş'lar bir şeyi söyleyip ineceğim. Burada değerli arkadaşlarım gölge kabineden bahsetmişler. Kendilerini yürekten kutlarım, gerçekten bir parti iktidara geldiği zaman hangi bakanlığa hangi arkadaş gelecekse belki bilmeyebilir, ama Türkiye'nin koşulları bakımından hiç olmazsa şöyle gözümüzü yumup düşündüğümüz zaman, sekiz on arkadaş, liderin gözüne gelmelidir. Başbakan partinin lideri oluyor. Lider seçer kabinesini de, ama sekiz on arkadaş, -bütün o bakanlıktaki personeli, görevleri, işlerini bilen, sekiz on arkadaş- Genel Başkanın emrinde olmalıdır. Bunu gölge kabinenin Türkiye uygulaması içinde söylüyorum. Verdiğim bir iki üç kişiyi göstermede büyük sakıncalar olabilir bende katılıyorum. Birde bilgi; iktidara gelen partinin bilgi almasına çok haklı olarak, ileri görüşlü olarak değinmişler. Bunun için hiç bir şey yapmaya ihtiyaç yoktur. Doğrudan doğruya bu bilgi için merkez yönetim şimdiden arkadaşlarımızın önerisine uyup teknik veriler dosyaları tutmaya başlarlarsa, bu meselede çözülür ve parti iktidara geldiği zaman o gün ne yapacağım hesaplarıyla kitaplarıyla ortaya çıkmaz. Sözlerimi çok önemli bir şeyle bitiriyorum genç arkadaşlarımın, partinin gerçek sahiplerinin, söylediği şeyi de biliyorum:
209
Mutlaka parti okulu kurulmalıdır, parti koleji kurulmalıdır, bu çok önemlidir bütün eğitimin ancak bu parti okulunda yapılması zorunludur. Bu kısa zamanda kuruluş belki dar olabilir, ama zamanla her şeyi geliştirdiğimiz gibi; solu geliştirdiğimiz gibi, ortanın solunu geliştirdiğimiz gibi, sosyal demokrasiyi, demokratik sol'u gelliştirdiğimiz gibi o okullarıda geliştiririz. Her hatip bu eğitim ihtiyacından bahsetti, devrimci CHP'si arkadaşlarımızın önerdiklerinin hepsini yapacak güçte, ve dünya görüşündedir. Saygılar sunarım.
TARTIŞMACILARA CEVAP İsmail BÜYÜKAKAN Bizden sonra söz alan Sayın Ali Topuz yorum tebliğinde ve diğer eleştirmenlerde çeşitli konuşmalarında katkılarda bulundular, kendilerine özellikle teşekkür etmek isteriz. Bir takım eleştirileri anında cevaplandırmak için söylüyorum, özellikle dendi ki «gençlik kolları örgütlenmesine fazlaca, parti örgütlenmesi kısmına daha az değinilmiş.» Biz, Gençlik Kolları MYK olarak, mümkün olduğu kadar yetki görev ve sorumluluklarımızın içinde kalmaya çalışarak bu tebliği hazırlamaya çalıştık. Bunun için belli kısıtlamalar veya özünde belli sınırlamalar kaçınılmaz olarak oluştu, ama burda söylemek durumunda olduğumuz veya daha detaylandırmak durumunda olduğumuz bir çok şeyi biz parti kurultaylarında gençlik kolları kurultaylarında, program kurultaylarında ve tüzük kurultaylarında ayrı, ayrı ve çok daha derinlemesine, çok daha partinin tabanıyle ilişkisi kurularak sunabiliriz. Zamanı gelince bunları belli bir program halinde sunmaya çalışacağız. Şimdi bir takım eleştirilere cevaplandırmaya geçmeden önce, bunu kısaca belirttikten sonra, içinde bulunduğumuz toplumsal koşullar hakkında kısaca bir kaç şey söylemek istiyorum.
210
Ülkemiz belli ölçüde dış mikrakların etkisi altında geri kalmış, geri bıraktırılmış bir ülke. Bu her düzeyde kendini gösterir. Ekonomik düzeyde olduğu kadar, sosyal düzeyde, sosyal düzeyde olduğu kadar politik düzeyde bunun yansımalarını görebiliyoruz ve bu geri kalmışlık koşulları içinde kurtuluş savaşı sonrasında CHP'si sol bir parti olarak, bir emekçi partisi, bir çalışanlar partisi olarak kurulmamış, bizim özellikle dikkat etmek durumunda olduğumuz ve eleştirilerimizi, önerilerimizi üzerine kurmak zorunda olduğumuz gerçek budur. Bunu son derece iyi değerlendirmek, içinden geldiğimiz tarihsel koşulları, tarihsel birikimi ve kültürü bilerek; önerilerimizi ve daha ileriye dönük program önerlerimizi, tüzük önerilerimizi plânlamak durumundayız. CHP'si 1960'lara değin, hattâ 1965'lere değin gerçek anlamda ismini özüyle bütünleştirecek bir parti durumuna gelmemiş; bu konuda, geçmiş kurultaylarda Sayın Bülent Ecevit'in ve diğer partililerin konuşmaları belge olarakta kabul edebiliriz. Her biri partideki toplumsal çatışmanın, toplumsal gelişmenin yanısıması olarak değerlendirilmeli. Günümüzde CHP'si son derece büyük değişim geçirmekte; bu büyük değişim içinde, beş sene önce biz gençlik kollarında üye veya sempatizan görev almaya başlamıştık Beş sene önce, bizim burda söylediklerimizin savunduklarımızın çok önemli bir kısmı belki ana kademelerde bile söylenemiyordu. O kargaşalı ve çatışmalı ortamda gençlik kolları kesiminde ise biz söyliyemiyorduk. Ve önemli suçlamalarla karşı karşıya kalıyorduk. Öyle bir değişim geçirmiş ki CHP'si, bir takım sözcükleri söylediğimizde, örneğin, emperyalizmden bahsettiğimizde veya faşizme karşı mücadeleden bahsettiğimizde dinleyicilerin en azından tüyleri diken, diken olmuyor. Parti belli ölçüde bünyesinde benimsemiş durumda bu sözleri, yeterlimi bu? Hayır! Her parti bünyesindeki koşulları gerçekleştirmek ve bu ön koşulun gerçekleştirilmesini temel alarak bir takım girişimlerde bulunmak zorunda, nedir bu ön koşullar?
211
Ön koşul şudur; bir sol parti kime karşı, yani hangi sosyal sınıf ve tabaka'lara karşı mücadele verdiğini açık ve seçik ortaya koymalıdır. Demelidir ki ben bu sosyal sınıf ve tabakaların sosyal ekonomik siyasal ve askerî iktidarına karşı mücadele ediyorum; aynı şekilde bir parti sol parti- ben şu sosyal sınıf ve tabakaların yanında, onların sosyal, ekonomik iktidarı için mücadele ediyorum demelidir. Bu ikisini koyduğum zaman kendi içinde büyük bir tutarlılık kazanacaktır. Sacayağının üçüncü noktası, nasıl mücadele edeceğidir. Bu üç noktaya CHP bir gecede değil, gökten zembille inerek te değil, ama geçirdiğimiz 5-6, hatta 10 senelik süreç içerisinde açıklık getirmiştir, getirmektedir. Hâttâ, Genel Başkanımızın Demokratik Sol Forumunun açılışında yaptığı konuşma bunun çok çok güzel ve ders alıcı bir örneği. Bir takım öneriler getirdiysek, hâlâ getirmek üzereysek ve eksik olan önerilerimizi, yeter siz olan önerlerimizi, kapsamlı önerilerle yenilemek ve geliştirmek durumunda isek; bu, örgüt olarak, parti yapısı olarak henüz belli bir kalıbın içine oturmadığımızı, belli bir stabilite kazanmadığımızı gösterir. Sürekli gelişme halindeyiz. 5 sene öncesinin, 3 sene öncesinin, 1 sene öncesinin CHP'si ile, bugünün CHP'si arasında büyük farklar var. Belki yarının CHP'si ile bugünün CHP'si arasında olumlu yönde büyük farklar olacak. CHP olarak en başta çalışma düzenimizi, çalışma programlarımızı yerli yerine oturtmak durumundayız. Bu alanda da örgütlenme yapımıza çeki düzen vermek, bugünkü koşullarımızı ve bugünkü imkânlarımızı iyice değerlendirerek ayağı yerde önerilerle ileriye doğru atılımlar yapmak zorundayız. Aksi taktirde şu gerçeği sosyal olaylar bize her zaman hatırlatacaktır: Kimse «solcuyum demekle» ilerici değildir Kimse sosyalistim demekle daha fazla ilerici olmayacaktır. Kimse başka bir sözcüğü söylemekle en aşırı, en ilerici olmayacaktır.
212
İlericiliği belirleyen şey, toplumun somut koşullarında, belli emekçi sınıf ve tabakaların özlemlerine umutlarına; yani kısaca, bunların bam tellerine basmaktır. Bunu en iyi yapan adam ilericidir. Bu anlamda CHP en ilerici partidir, tavır olarak. Ama örgüt yapısı olarak henüz bu tavrı ile olan uyumunu sağlamış değil, ama sağlamakta, bu bizim için karamsar bir tutum olarak nitelenmemen, tam tersine; içinde bulunduğumuz çeşitli çıkmazlar bir takım sorunlarımız bizim çıkmaz kapılarımız değil, tam tersine bir takım sorunlarımız bizim aynı zamanda umut kapılarımız; yeter ki onları umut kapıları haline getirecek sihirli olmayan anahtarları ciddi bir şekilde kullanmasını bilelim. Bunları uyguladığımız zaman CHP'sin-de görülecektir ki bir takım değişiklikler; ileriye dönük yapısal değişim, fazla zorluk çekmeden ve büyük sarsıntı yaratmadan yapılabilecektir. Burada hemen bir noktayı belirteyim. Konuşmacılardan yorum tebliğci sayın Ali Topuz modelden gelen hastalıklar ve modelden gelmemekle beraber var olan hastalıklardan bahsetti. O konuda ben kısaca şunu söylemek istiyorum. Şu anda içinde bulunduğumuz örgüt yapısı her şeyi ile birlikte bir modeldir. Bu anlamda şu anda içinde taşıdığı çeşitli hastalıklar, örneğin çok basit bir örnek, partinin gençlik kollarının ya da ana kademesinin gençlik kesiminde daha aktif çalışma, daha sağlıklı çalışma sağlamak üzere kurduğu bir takım gençlik derneklerindeki bizimle beraber düşünen bizimle beraber davranan genç arkadaşlarımın bir süre sonra kendilerini partinin dışında, kendileri için kendi başlarına bir güç zannetmeleri hastalığı aslında partinin bugünkü örgütlenme modelinden bu günkü yapısından gelen hastalıktır. Bu hasta olan modelin hasta olmayan modellerle sağlıklı bir biçime değiştirilmesi gerekmektedir. Sayın Ali Topuz davranışsal yanlışlıklardan bahsettiler. Model dışı hastalık olarak davranışları, belli davranışları, belli davranış kalıplarını, belli düşünce kalıplarını mutlaka o siyasî örgütün, o siyasî partinin örgütlenme modeli çizer.
213
Basit bir örnek vereyim. Eğer bir parti her şeyin dört senede bir seçimde halledilebileceğine, seçimde iktidara gelmenin her şeyi çözebileceğine inanıyorsa, bu bir hastalıktır. Onun seçtiği örgütlenme modelinin getirdiği hastalıktır. Parti kendi içinde buna anında çözüm bulmalıdır. Birinci olarak biz böyle bir yanlışlığa düşmemek için özellikle toplumsal muhalefet örgütü toplumsal iktidar örgütü sözcüklerinden bahsediyoruz. Özellikle son senelerde çeşitli geri kalmış ülkelerdeki solcu iktidarların başına gelen olaylar; bize, bazı şeyleri yeniden aklımızdan silinmeyecek şekilde hatırlattı. Siyasi iktidarı ele geçirmek tek başına iktidar olma için yeterli bir şart değildir; tam tersine yaşama, yürütme, yargı ve sicil asker bürokrasisi üzerinde etkin kontrole sahip olunmadığı takdirde, sizin aldığınız siyasal iktidar sizin başınıza bela haline gelebiliyor. Bunun için bir sol parti, özel olarak demokratik sol parti, özel olarak CHP'si; toplumsal muhalefetin, toplumsal iktidarın örgütü biçiminde örgütlenmek durumundadır dedik bu tebliğimizde. Zaten bu konulara açıklık getirmek istedik, toplumsal muhalefet örgütü binlerce örgüt ağı ile donanmış örgütler şebekesidir, binlerce, yüzlerce hiç ilgisi olmayan örgütlerin bir araya toplandığı, dışarıdan görülünce alâkasız, ama merkezde bir beyin örgütüyle sürekli ilişkiler içinde olunan örgütler ağıdır. D.S. Parti, demokratik sol örgütlenme, daha doğrusu toplumsal muhalefet örgütlenmesi budur. Örnek; Avusturya sosyalist partisinin ve İngiliz işçi partisinin, kendi ülkelerinde yaptığı uygulamalar, Avusturya'da 80 bin üyeli balık avlayan sosyalist işçiler federasyonu var. Çok garip bir isim gibi geliyor size, ama adamlar 80 bin tane işçiyi partiyle doğrudan ilişkisi olmayan balıklar avlayan bir işçiler federasyonu ile partiye bağlıyorlar. Sosyalist gençlik örgütleri var. Eğlence örgütleri var. İşçilerin eğlence örgütleri dışarıdan bakılınca. Partiyle, siyasetle uzak yakın ilişkisi kurulamayacak örgütlerdir. 214
Ama özünde Avusturya Sosyalist Partisinin bir toplumu on parmakla yönetmekle kullandığı örgütlerdir. Bunlar elini kaldırınca bir başka örgüt kalkıyor. O başkası el kaldırınca, bir başka örgüt kalkıyor. Toplumun her kesimine hakim. Bu örgütlenmeyi bu kadar detaylanmış biçimde olmasa bile; en azından sendikalar düzeyinde, kooperatifler düzeyinde, gençlik örgütleri, meslek odaları, hatta sanayi odaları nezdinde bizim yapmamız lâzım Bizim kendi tabanımızı örgütlemek için, son tahlilde karşıt olduğumuz güçlerin içinde bile neler dönüp, neler plânladığını iyice bilmemiz, istihbaratımızı geliştirmemiz için yani kısaca toplumun her sosyal kesitinde mutlaka bir örgütümüzün bulunması için; bu örgütlerin parti ile ilişkili olması lâzım. Ama burada bir engel çıkıyor, sayın Ali Topuz'un belirttiği gibi, eğer yasal yapı üst yapı kurumları iktidara geldiğimizde uygun biçimde değişikliğe tabi tutulmazsa isteklerimizin fazla gerçekleşme olanağı da yok. Sayın Yaşar Çatak derneklerin örgütlenmesiyle ilgili bir kaç görüş ilettiler, o konuda kısaca şu söylenebilinir. Ülkenin her yerinde aynı gençlik örgütlenmesi stratejisini izlemeyebiliriz; belli koşullar bizi belli modellere, değişik uygulamaya sürükleyebilir, açıklarsak, bir takım yerlerde üniversite gençliği ağırlıklı güç değildir. Veya yük-~ sek öğretim gençliği ağırlıklı bir güç değildir. O yerlerde siz öğrenci dernekleri yoluyla etkinlik kazanamazsınız; yapacağınız işi orda halkevleri yoluyla, veya TMGT'nin orda kurulacak örgütleriyle veya başka kültür kulüpleriyle, halkçı devrimci gençlik örgütleri yoluyla örgütlenmeye girişmek ve onların en önemlisi parti disiplini altında tutabilmek. Burda, parti örgütlenme modelinden gelen bir hastalık var. Bir yerde dernek kuruyorsunuz, yardım ediyorsunuz. Mali ve gerekli hukuksal yardımda bulunuyorsunuz. 215
Bir süre sonra siz solda bir parti olduğunuz için, iktidara aday bir partinin dışında, kendini bir güç zannetmeye başlayan bir davranış kalıbı oluşuyor, bu davranış kalıbı bir süre sonra partinin kendisine tehdit haline gelmeye başlıyor, orda eğer başında sıkı tutulursa, bu disiplin basit bir totaliterlik içinde değil de; tam tersine karşılıklı güven anlayış içinde tutulursa, bu hastalıklar belli ölçüde tamamen olmasa bile önlenebiliniyor. Bu, uygulamalardan bir tanesi. Üniversite kesimlerinde sayın Genel Başkanımız Zeki Alçın bir yazısında belirtmişti, üniversite kesimlerine her öğretim birimlerinde Demokratik solcu, halkçı devrimci ve CHP'li arkadaşların; CHP'ye üye olsunlar veya olmasınlar, öğrenci dernekleri bünyesinde veya kendilerinin kuracakları özellikle parti yanlısı veya parti düşüncesine kesin kes yanlılığı bilinen kişilerin yönetici olacakları dernekler biçiminde örgütlenmesi savunulmuştu o yazıda... Bunu bur-da aynen tekrar savunuyoruz. Bir takım örgütlenme birimlerinde biz her birimi temel alarak, her birimde, öncelikle halkçı-devrimci demokratik solcu unsurları temel alarak örgütlenmelere girişmez isek; bir yıl sonra üniversitelerde başka öğrenci derneklerinin buyruğuna istesekte istemesek te takılmak zorunda kalacağız. Birde, bunun üstüne öğrenci kesimde etkin olan parti düşmanı, «particilik burjuva anlayışıdır zaten bütün partiler burjuva partileridir, o halde partide faaliyet göstermek avanaklıktır, bizde derneğimizi kurup derneğimizde mücadele edelim» diyen anlayışın kuyruğunda gitmemize neden olabilir. Gençliğe özellikle parti anlayışının en üst anlayış olduğunu kanıtlamak gereklidir, onları eğitmek zorundayız. Bu anlamda Yaşar Catak'ın önerisine katılıyorum. Bu komiteler konusunda bazı eleştiriler yapıldı. Bu komiteler hangi görev ve sorumluluklara sahiptir. Biraz yanlış anlaşıldı kanımca... Yada biz tebliği sunarken yanlış anlaşılmalara yol açan bir takım sözler kullandık.
216
Bizim önerdiğimiz gençlik kolları kesiminde; çalışan gençlik için ve öğrenci gençlik için önerdiğimiz birimler eğer iyi değerlendirilir ise en azından öğrenci gençlik, en azından gençlik kolları içinde partinin ciddi örgütlenmelerinin çekirdeği olabilir, başlangıcı olabilir ve demin söylediğimiz toplumsal muhalefet, toplumsal iktidarın temeli de bu önerdiğimiz, ufak birimlerdir. Çalışma birimlerindeki, endüstri ve iş yerlerindeki, öğrenim birimlerindeki, parti birimleridir. Toplumsal muhalefet, toplumsal iktidar örgütünün temel çekirdeğidir, bunu sağlam bir şekilde yerleştirirsek, her hangi bir olay olduğunda adam aramak için saatlerce telefon etmemize gerek kalmıyacaktır. Belli kişilere anında gönderilen sinyaller; Ankara'nın örneğin bir sürü semtinde, o semtlerde faaliyet gösteren parti gençlik kollarının çekirdek örgütlerinin anında bir araya gelmesine, birbirlerinden haberli olmasına, birbirini bulmasına yardımcı olacaktır. Ve partide haberleşme kanalları, enformasyon kanalları daha sağlıklı, daha hiyerarşik bir şekilde işlemeye başlıyacaktır. Hiyerarşik bir biçimde işlemeye başlaması gerekir, çünkü bilgiler sağlıksız kanallardan alındığı takdirde bir takım sağlıksız işlemlere yol açıyor. Sayın Ertuğrul Günay, «eğitim kısmı yeteri kadar vurgulanmamıştır, vurgulanmalıdır eğitim çalışmaları örneğin karadeniz sahillerinde bir paket program halinde düzenlenmelidir» dediler, kendilerine tamamen katılıyoruz, yanlız, eğitim sorunu tek başına gençlik kollarının tebliğinde yer al-mıyacağı gibi, tek başına da gençlik kollarnın da çözeceği bir sorun değil. Gençlik Kolları istediği kadar bir takım eğitim çalışmaları düzenlesin; parti olarak, örgütlenme yapısı olarak bir eğitim çalışmaları yapısı kararlaştırılmaz ise ve her yerde bu yapı inatla sabırla sürdürülmez ise, eninde sonunda başarısızlığa götürebilir onu, onun için eğitim konusunda başlı başına öneri getirilmesinde biz yarar görmedik onun için tebliğdede fazla ağır verme gereğini duymadık.
217
Bir çok örgütten gelen arkadaşlarımız mali olanaksızlıktan bahsediyorlar, bir de demin değindiğim demokratik kitle örgütlerinde yapılacak işler konusunda mali olanaksızlıktan söz ediyorlar. Aslında bizim bahsettiğimiz mali olanaksızlık sorunu özünde bir mali olanak sorunudur. Şöyleki, CHP'sinin binlerce, yüz binlerce üyesi vardır. Bir sol parti ödeneklerinin sürekli toparlanması, ödentilerinin düzenli toplanması ölçüsünde belli bir sistemi yerine oturtabilir. Biz önce her ilçe biriminde ödentilerin düzenli toplanmasını sağlarsak ve bunu belli bir disipline oturtursak.hiç bir ilçe örgütünün ve hiç bir gençlik kolu biriminin mali olanaksızlıktan şikayet etmesine gerek kalmıyacaktır. Çok güzel bir örnek göstereyim. Beş sene önce Çankaya ilçesine bize olanak tanınırsa biz, üye, üye dolaşıp CHP Çankaya ilçesinin aidatlarını toplayabileceğimizi söylemiştik? Zamanın yöneticileri «olmaz öyle şey, bu partinin fakir bir parti olduğu kanısını mı vereceksiniz.» Dediler, «peki» siz haklısınız bugün Çankaya ilçesinin yeni yöneticileri aidat toplama işlemine girişmiştirler, günde minimum 300 lira maksimum 700 lira arasında aidat almaktadır, toplanmaktadır. Yani belli bir çalışma gösterdiğiniz takdirde belli bir disiplini, belli bir inadı gösterdiğiniz takdirde, üye kendisine değer verildiğinin farkına varmakta, bir parti üyesi olarak, bilinçli olarak gidip aidat vermektadir. O zaman bizim mali sorunumuzda ortadan kalkmaktadır, ayrıca mali sorunların halli konusunda biraz tüccar kafalı olmamız gerekiyor, geceler düzenlerken, bir takım yayın faaliyetlerinde bulunurken, biraz ticaret zihniyetiyle çalışarak kendimize mali olanak yaratmanın yollannı düşünmemiz gerekiyor. Bunları sağladığımız taktirde mali olanaktan şikâyet etmek durumumuz olmayacaktır. 218
Sayın Fehmi Güneş değerli eleştirilerde bulundular burda bize hatırlattıkları konuyu işlemekte yarar görüyoruz. Haberleşme sorunu, parti içi bilgi akımı, iletişim sorunu oldukça önemli bir sorun. Tebliğde de belki yeteri kadar yer veremedik, her hangi bir olay olduğunda partinin yöneticisi-leri kendi tabanlarına etkili haberleşme kanallarıyla en kısa zaman içinde haber veremez iseler; o partinin yöneticileri bir çok kişiyi bünyeleri altına toparlayamazlar. Faşistler her hangi bir yeri basarlar, diyelim ki bir CHP birimini, o birimini savunmak için, saldırganları oradan atmak için, adam ihtiyacı olacaktır ve bilgi akışınız, sisteminiz yoksa siz istediğiniz kadar telefon edin zamanında adam toplıyamıyacaksınız ve bunu beceremiyeceksiniz. Diğer önemli bir konu halkla ilişkiler birimi; bizim en büyük eksikliğini çektiğimiz şeylerden biri de; sorunu olan, kısa zamanda sorunun halledilmesini isteyen vatandaşlara anında tedbir getiremeyişimiz çözüm bulamayışımizdır. Bu aslında, bizim onları yapamayışımızdan değildir. Biraz önce söylediğim yere geleceğim, kendi içimizde yetki sorumluluk zincirini ve haberleşme iletişim ağını kuvvetli kuramayışımızdandır. Eğer bir adam Milletvekili olmak istiyorsa, veya bir takım yerlerde etkinliğini artırmak istyorsa, bütün o sorunları olan vatandaşlarla ilgilenmektedir. «Ben senin işini yaparım veya ben seni şu arkadaşa göndereyim o senin işini yapsın» gibilerden bu bir sisteme bağlandığı takdirde hem böyle fırsatçılık ortadan kalkacaktır, hem de parti örgütü vatandaşlar nezdinde daha bir saygınlık daha bir ciddiyet kazanacaktır. Parti, hangi bakanlıkta kimlerin olduğunu belli dosyalarda tutarsa, parti hangi dernekte, esnaf derneğinde kendisinden yana yöneticinin olduğunu belli bir sistematik içinde bilirse, hangi adamla iş çevireceğini, bir il başkanının telefonuyla hangi kişinin parti doğrultusunda karar alacağını iyiden iyiye bilirse, iletişim haberleşme gelişmiş olursa, partinin halkla ilişkileri konusunda fazla bir sorunla karşılaşılmayacaktır.
219
Şemsettin Şen arkadaşım, «CHP'nin en önemli sorunu parti içi demokrasinin gelişmesidir» dedi. Doğru yanlız, bu parti içi demokrasi gelişmesiyle olacak bir olgu değil, tam tersine eğitim isteyen bir olgu; siz parti tabanında eğitimi gerçekleştirmez iseniz, eğitilmiş, kendi başına bilinçli bir şekilde tavır alabilen partili üyelerin sayısını artırmaz iseniz, parti içi demokrasi fiiliyatta hiç bir zaman gerçekleşemez. Bu yönde bizim tedbir almamız gerekir. Örgüt kurullarının işlerlik kazanmasından bahsettiler. Tekrar Çankaya ilçesinin bugünkü çalışma düzenini örnek verebliriz, örnek bir çalışma olabilir, örgüt kurulları oldukça sık aralıklarla toplanmakta, oldukça çok sayıda üye bu kurulların toplantılarını ilgiyle izlemektedir. Köylü kesiminin nasıl örgütleneceği yeteri kadar açık değil dediler, orada haklılar, orada şunu kısaca belirtmek istiyoruz CHP'si 1969 dan bu yana kentlerden bir patlama şeklinde oy almıştır. Kentlerde örgütlü olduğu için büyük ölçüde bir patlama olmuştur. Kentlerin örgütlü yapısı bize toplu halde oy gelmesine neden olmuştur. Ama biz aynı başarıyı, aynı ivme ve aynı hız ile kırsal kesimde gösterdiğimizi söyliyemeyiz, köylü kesiminde CHP'ye kayma, bir akış vardır. Bu oy verme, en ilkel olarak kentlerdeki kadar ivmeli ve hızlı değildir. Örgütlenmede bunun yansıması mutlaka olacaktır, bu alanda, oldukça büyük sorunlarımız var hep beraber buna ciddi çözümler getirmemiz gerekecek. Diğer bir konu; ben önemli olduğunu zannediyorum, sayın Şemsettin Şen arkadaşımız «işçi komiteleri ciddi davranmalı, işlerlik getirmeli» dediler, aslında ben işçi komitelerinin geçmişteki anlamda yeniden kurulmasında yarar görmüyorum. Çünkü işçilerin ve köylülerin partisi olduğunu söyleyen bir partide ayrıca işçi komiteleri olamaz. İşçiler o parti içinde ciddi bir şekilde yer almışlar veya örgütlü biçimde çalışıyorlarsa, o partinin işçilerden veya köylülerden yöneticileri olur, onlar çok daha örgütlü bir biçimde işçi komisyonlarını yapacağı işleri yapacaklardır.
220
Parti okulunun ve yaz okulunun kurulmasında şunları kısaca belirtebiliriz. Parti okulu, yeni üyeler çerçevesinde, belli bir düzendeki yöneticiler çerçevesinde ve en üst yöneticiler çerçevesinde o yoğunlukları dikkate alarak, belli bir programla başlatılmalı ve sürdürülmelidir. Bu konuda bize katkıda bulunan eleştiricilere teşekkür ediyoruz. Ayrıca biz bu sene yaz ayında, yaz okulu çalışmamızda oldukça büyük tecrübeler edindik, yaz okullarının bir pratik uygulama alanı olarak gençlik kolları kesiminde başlatılıp sürdürülmesinde, başlatılan çalışmaların bundan sonra da devam ettirilmesinde biz yarar görüyoruz. Kısaca toparlarsak, CHP'si geleneksel bir partiden -geleneksel siyaset anlayışının egemen olduğu, emekçilere seslenen, emekçilerin özlemleri doğrultusunda ve emekçilerin istemi doğrultusunda davranmayan bir siyaset anlayışının egemen olduğu bir parti yapısından-; sol bir parti yapısına, devrimci bir parti yapısına sürekli geçiş içindedir. Bu geçiş yeteri ölçüde tamamlanmamıştır. Tamamlanması için ciddi, tutarlı ve sabırlı önerilerin getirilmesi ve bunların tüm Parti kamu oyunda, parti içi demokrasinin gerekli toplumsal koşulları hazırlanarak yapılması, tartışılması ve değiştirilmesi gerekir. Bunları sağladığımız ölçüde; toplumsal muhalefet niteliğine, toplumsal iktidar niteliğine kavuştuğumuz ölçüde, iktidar olan CHP'si; hükümetle olmakla beraber iktidarda olamamaktan şikâyet etmiyecektir. Bunu sağladığı zaman CHP'si kendisine baş kaldıran, kendisinin kurmaya çalıştığı insancıl ve özgürlükçü düzeni yıkmaya çalışan bir avuç faşiste, bir avuç kendini bilmeze karşı savunmasız durumda olmayacaktır. Bunu yaptığı zaman CHP'si yabancı istihbarat örgütlerinin, yabancı sermaye gruplarının, Türkiye'deki çıkarlarını savunmak için düzenledikleri çeşitli dolaplar karşısında çaresiz kalmıyacaktır. Son derece güçlü son derece kararlı ve arkasına kırk milyon Anadolu insanını almış bir şekilde cevap verecektir. Halk iktidarını kurma yolunda emin adımlarla ilerliyecektir, teşekkür ederim arkadaşlar. 221