. Öteki
SOSYOLOJİ Yayına Hazırlık
ERTAN ALTAN Kapak Tasarımı ALİ İMREN Redaksiyon
KEMAL KUTU Baskı ve Cilt
HİLMİ
USTA MATBAASI Birinci Basım
MART2004
YÖNETİM YERİ Menekşe Sok. 31/5 Kızılay/ ANKARA
Tel: 0312418 67 88 Fax: 0312418 66 57
ISBN 975-584-196·2
GABRIEL DE TARDE
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
Fransızca'dan Çeviren Özcan Doğan
TARDE SOSYOLOJİSİ
Bir kişi aynı anda nasıl hem sosyolog hem de metafizikç i olabilir? H iç kuşkusuz köklerinde hiç değilse Aydınlanma felsefesinin, ama eş ölçüde de Devrim sonrası karşı-Aydın lanmacı muhafazakar düşünceni n yattığı sosyoloj i ders ki taplarının ilk cümlelerinden biri . . . Ütopyacı sosyalizmin Saint-Si mon i le, pozitif felsefenin ise Auguste Comte ile yeşerdiği de bilin iyor. Fransa'da ölü münden yaklaşık yüz yıl sonra bütün eserlerinin basımına yeni den girişi len Gabriel Tarde yine de kanıksadığımız bu tür bir felsefe-sosyal bi lim etkileşiminde günümüz için son derecede önemli olduğunu düşündüğüm bir "tuhaflık", hiç değilse bir "anomali" sunuyor. Yeniden basımı yapılan erken dönem kitaplarından Monadologie et sociologie ("Mona doloj i ve Sosyoloj i"), Leibnizci metafiziğe hangi yollardan bağlanıyor? Liberation'da yayımlanan tanıtım yazısında Bruno Latour' un Tarde'ı rasyonal izmin karşısında bir ir rasyona li zme doğru itmesi hangi oranda kabul edi leb i l i r? Tarde gibi bir taşra hukukçusu günümüz sosyolojisi n i hareketlendiren hangi düşünceleri beslemiş olabilir? Okuduğunuz yazıda Tarde' ın günümüz sosyal bilimlerinin en yeni ve aktüel tartışma alanlarında, i letişim, medya-:
5
tizasyon, mikro-politika, mikro-ekonomide neden yeniden kabul görmeye başlad ığını tartışmaya çal ışacağım. Gabriel Tarde ( 1843-1904) yalnızca kriminoloj inin ,değil, sosyal-psikoloj inin, mikro-sosyoloj inin, gruplar sosyoloj isi nin, sosyometrinin de kurucusu olarak anılmalı . Beşeri bi l i mler alanının Kıta Avrupa' sı ve Anglosakson coğrafyala rındaki dağı lımı içinde kendine uzun süre (ve herhalde Durkheimcı lığın akademik başarısı yüzünden) yer bulama mıştı. U zun süre Durkheim' la yapmış olduğu polemiğin sı nırları dahil inde ciddiye alındı. Bir de etkili takipçisi Henri Bergson tarafından . Uzun süre Fransa taşrasının muhteli_f yerlerinde yürüttüğü yargıçlık görevi sırasında (biraz da suça i l işkin devlet arşivlerinin başında bulunması sayesinde) "Karşılaştırmalı Krimino loj i " başlıklı geniş bir araştırma yayımladı. Belki de gizli niyeti dönemin etkil i kriminologu Lombroso'nun psiko-biyo loj i k tiplemelere dayalı "suçluluk" anlayışıyla mücadele etmekti . Ama bunun için tartışıpasının kuramsal ufkunu bütün bir tarihsel-toplumsal düzleme yayması gerekecekti. Olgunluk dönemi eserleri işte bunu gerçekleştirmeye yönelik: Les Lois de l'imitation ("Taklidin Yasaları", 1890), La. Logique sociale (".Toplumsal Mantık", 1895) ve 'Opposition universelle ("Evrensel KarŞıtlık", 1897) adlı kitaplar. Durkheim' la teorik ve metodolojik polemikleri özellikle "Monadoloj i ve Sosyo loji" baş lıklı uzun metninde ortaya çıkıyor. Durkheim sosyoloj i sinin zaaflarını tespit ettiği bir kaç noktayı hatırlatalım: Durkheim'ın sosyoloj isi, çok yalı n b i r formülle söylemeye çalışırsak, "fait social", yan i "top lumsal olgu" adını verdiği bir tespit kriterine dayanır; buna göre eğer birey kendi üzerinde nedenini kendinde bulama dığı, dolayısıyla dışarıdan gelen herhangi bir yaptırım gücü, i stediğiniz kadar içselleştiri lmiş olduğunu düşünün, herhangi 6
bir dışsal etken hissediyorsa işte buna "toplum" adını vermek gerekir. Durkheim'ın toplumun
"sui generis" bir varlık olduğunu
söylemesi aslında bu varsayıma dayanıyor. Toplumsal olgu nun kendi başına anlaşılabilir ayrıksılığı temellendirilmek zorun-daydı, çünkü daha intihar üstüne ünlü araştırmasından itibaren Durkheim sosyolojiyi Wundt'un içebakışının, Fran sa'da ise biyo-fizyolojinin yönlendirdiği psikolojiden ayırt etmeliydi. Böylece toplumsal olan her şey salt sosyolojinin, bireysel olan her şey ise psikolojinin alanlarına gönderilebi lecekti -ve toplumsal olan şeyler, işbölümü, ahlak, din ... "Monadoloji"sinde Tarde Durkheim'ı her şeyden önce esas olarak metodoloji alanında gerçekleştirdiği bir ayrımı ontolojik bir alana taşımakla suçluyor. Bir tarafta toplum var, öte tarafta birey... Durkheim sonuçta bireyler kolektivitesinden, bireysel iliş kilerden tümüyle s.oyutlanabilir bir toplum fikrine varıyor. Oysa
toplumun
hangi
anlamda
bireylerden
oluştuğu
banalitesinin sorgulanması gerekir: Fransız sosyolojisine o sıralar en uygun düşen temaların neler olduğunu hatırlayalım -kalabalıkların bireysel hallerden farklı olarak nasıl davran· dıkları (Gustave Le Bon, ama bir o kadar da Le Play sosyo lojileri). Tabii devrimci çıkışların, ulusal irade temasının gi derek güçlendirilmesi uğruna gösterilen çabaların arttığı bir çağda bu temalar temellerini rahatça bulabiliyorlardı. Bireyin aynı zamanda bir kalabalık içinde oluşu sosyoloji nin kuruluş
fikirlerinden birisidir. Ancak her zaman bunun
zaten besbelli olduğu söylenebilir. Tarde'ın önemi, belli· bir oranda Spinoza'dan, önemli ölçüde de Leibniz felsefesin'den türettiği bir principium
individuationis'i, yani "bireyleştirme
ilkesini" sosyal psikolojinin temel metodolojik kriteri olarak seferber edebilmesine dayanır: Toplum-birey ilişkisi gibi bir 7
problem yerine bireyin içindeki toplumları, toplumlar için deki bireylikleri keşfe çıkmak...
Nasıl? Eğer kiiinatta değişmez olduğu ve her şeye gücü yettiği durağan dengeleri hedeflediği farz edilen yasalardan ve bu yasaların uygulandığı kabul edilen homojen bir tözden başka bir şey )'Oksa nasıl olur da bu yasaların bu töz üstün deki eylemi her an kiiinatı gençleştiren bu harika değişken likleri ve kii inatı dönüştüren şu devrimler serisini üreti)'Or? Nasıl en küçük bir nota süslemesi bile bu katı ritimler bo yunca kayarak dünyanın ezeli-ebedi kutsal şarkısını söyle yebil iyor ? Bunca monoton ve homojen bir rahimden sıkın tıdan başka ne doğabilir ki? Her şey özdeşlikten {bugün sos)'Olojide ayrıcalıklı mefhumlardan olduğu için aslında "kimlik" diye de okumanızı öneririm] geliyorsa ve ona doğru gitmişse, gidecekse bizi kapıp götüren bu çeşitlil ikler ırmağının kaynağı ne? Emin olun, ne kadar renksizmiş gibi kabul edilse bile şeylerin dibi o kadar da yoksul, o kadar da kısır değil. Tipler frenlerden, yasalar ise devrimci, içsel farklılıkların önüne boşuna dikilen raptiye/erden başka şey değil. Orada gizliden gizliye yarının yasaları ve tipleri hazırlanmakta ve bunlar ço k sayıda boyundurukla istendiği kadar ket vurul maya çabşılsın, kimyevi ve hayati disipline rağmen, akla rağmen, gökler mekaniğine rağmen, günün birinde bir ulu sun insanları gibi, bütün engelleri parçalayıp kendi kalmtıla rmı bile daha üst düzey bir çeşitliliğin aracı yapmayı başa racaklar. -
Anlaşıldığı kadarıyla Bergson'un ünlü "süre" meflmmu nun ilk belirişlerinden biri, tarihsel-toplumsal süreçleri hiç değilse Hegelci bir tarzda anlamayan birinin eserinde bulu nuyor. Bu, belirgin haliyle Tarde tarih düşüncesini ele alır ken ortaya çıkıyor: 8
Tarihte bireysel nedenler teorisinin karşıtlarına hak verdi ren şey çoğu kez çok sade ve küçük insanlarda beliren büyük fi kirle rden bahsetmek gerekirken hep b üy ü k insanlardan bahseden böyle bir teorinin çoktan yanlışlanmış olmasıdır. Ama küçük adamların "büyük" fikirlerini kolektif bir sü recin üretmesi, devralması ve sürekli olarak "yeni"yi sunan bir dünya zaman-mekanında işlemesi gerekir. Söz konusu olan şey, tarihteki bir ilerleme veya "tarih"in i lerleyişi değil dir; tarihin "açık" olduğu ve sonsuz sayıda monadoloj ik bi reyliklerin eyledikleri, yayıldıkları bir "plan", b ir "düzlem" oluşturduğudur. Böylece hiçbir zaman bir "biz"den başlan maz -"doğa"nın uluslar, kavimler yaratmadığını, yalnızca bireyler yarattığını söyleyen Spinoza'ydı . Ancak Spino za 'dan Leibniz'e, oradan Tarde' a aktarılan bir anlayış doğ ru ltusunda: Sonsuz sayıda bireyin oluşturduğu sonsuz sayıda birey - ve gene söylemek gerekir ki , bu durumda bir toplum da bireydir. İşte monadolojik bireylikler teorisinin Tar de' daki ifadesi : "Biz"in arka planuıda, eğer iyi ararsanız, çoğalarak çatı şan birleşen, yuvarlanıp giden belli bir sayıda "onlar" ve "bunlar"dan başka bir şey bulamazsınız. (. .. ) Gerçekte bu türden açıklamalar yanıltıcıdır ve bunları yapanlar, kolektif bir kudreti, milyonlarca insanın üstelik birtakım ilişkiler bo yunca bir benzerliğini postüla olarak ortaya attıkları zaman, en büyük zorluktan, yani bu gene yutulmanm nasıl olup bitti ğini bilmeye çalışma zorluğundan kaçabildiklerini sanırlar. Nasıl ki bir cümle oluşturduğu konuşmadan, bir konuşma ise bir konuşmalar topluluğundan, bir söylemden daha man tıklıysa, bireylik de sonsuz çeşitliliklerin bir süreci içinde kavranmal ıdır. Böyle bir yaklaşı mın taçlandığı yer ise Tarde' ın iki ciltlik dev Psychologie-economique'inde, "Ekonominin Psikolo9
jisi"nde bulunuyor. Georg Simmel'in Philosophie des Geldes' iyle ("Paranın Felsefesi") yaklaşık olarak aynı dö nemde kaleme alınan bu çalışma, Marx'tan sonra ekonomi politiğin yaşadığı ikinci bir devrim olarak düşünülebilir tabii ki etkisini ancak çok geç hissedebiliyoruz
("tarde" ke
limesi Fransızca'da zaten "geç" anlamına gelir)... İlk devrimi Marx gerçekleştirmişti tabii: Adam Smith ile Ricardo önce sinde bir "ekonomi-politiğin" varlığından bahsedilemeyeceği konusunda ısrarlıydı, çünkü merkantilizmden fizyokrasiye kadar bakışlar emeğe ve üretim sürecine, yani sermaye ile emek-gücüne değil, zenginliklere, yani nesnelere, yani büyük toprak mülkiyetine, hazinedeki altın miktarına, nehirlere, ormanlara
yönelikti
-bütün
kavrayışı...
Özellikle
Ricardo'nuı.ı emek-değer kuramıyla
bir
"ulusların
zenginliği"
bütün ölçütler büyük, kıymetli nesneler dünyasından öznel liğin alanına aktarılır. Artık kaynaklar emek ve sermayedir ta ki Marx sermayenin kaynağını ("kristalleşmiş . emek" olarak sermaye) sorgulamaya girişene· kadar. Artık ekonomi politik
antagonistik
iki sınıf
çerçevesinde tartışılacaktır,
çünkü sermaye olsa olsa yutmuş olduğu emeğin öznelliğini taşırken başka bir sınıfın mülküdür. Kıymetin kaynağı sorunu üzerinde işleyen ekonomi-politik alanına Frans&. taşrasından ne gibi bir katkı gelebilirdi ki? Tarde'ın katkısı Simmel'e paralel olarak ekonomi sorusunu kültüre ilişkin olarak sormaya girişmesinden geliyor. Hatır lanabileceği gibi, Simmel'in güçlü sezgisi onu kültürün eko nomik üretim tarzı ve bu tarza tekabül eden sosyalizasyon süreçleri karşısındaki özerkliği talebinin (ki bu talep kültür, sanat ve edebiyat dünyasında bol bol dile getirilir) yerine kültüre ait olan üretim ve sosyalizasyon tarzlarının ekono miye dahil edilmesi talebine vardırmıştı. Tarde bir adım daha atmayı öneriyor: Bunu kültürel emeğin taşıyıcılarının ira10
desinden bekleyemeyeceğimiz belli olduğuna göre, en azın dan şu gözlemi dikkate almamız gerekir: Kapitalizmin· daha ileri safhalarında "entelektüel üretim" zenginlikler üretiminin düzenlenmesini ve örgütlenmesini daha yoğun bir şekilde üstlenmeye meyleder. Ekonomik gelişme adı verilen şey bir tür "bilme isteğini" er geç içermeye başlayacaktır. Bilgi ve "güzelliğe", yani "sanata" yönelik sevgi gittikçe daha belir gin bir şekilde arzular düzleminde talepkar motiflere dönüşe ceklerdir. Henüz
1902
yılında yayımlanan "Ekonominin Psi
kolojisi" dönemin Avrupa ufkunda -kolayca unutulduğuna göre- gerçek bir yer alamamıştı. Oysa, son yüzyıl boyunca gerek Marksizm içinde, gerekse dışında ekonomi-politiğe yöneltilen eleştirileri sezgisel bir nüve halinde de olsa barın dırıyordu: Öncelikle ekonomik çözümlemenin çıkış noktasını ve yönünü tersine çevirerek - bu çıkış noktası artık "kulla nım değeri" üretimi olmayacaktı; yani Aydınlanmanın ünlü "Ansiklopedi"sinden Adam Smith'e varıncaya dek pek çok yerde rastlanabilecek ideal "iğne fabrikası" (maddi üretim) modelinin yerine Tarde "bir kitap nasıl üretiliyor?" sorusunu soruyordu. Bu dolaysızca "bilgi nasıl üretiliyor?" sorusudur ve ekonomi-politiğin tartışma alanına Tarde'dan yüz yıl sonra girmeye başlamıştır: "Bir kitap nasıl imal edilir? Bu bir iğnenin ya da düğmenin nasıl imal edildiğinden daha az il ginç değil." Tahmin edilebileceği gibi bugün bu tür sorular post-fordist üretim kalıplarının bir modeli, hatta bir paradig ması olarak soruluyorlar -yani enformasyon üretiminin, ya zılımlar üretiminin ve kültür üretiminin dayattığı sorular ola rak. Tarde hayli erken bir dönemde valeurs-verites kelimesi ni kavramlaştırır- hakikat-değerleri diye tercüme edebilirsi niz bunu. Bu terim doğrudan "bilgi"ye gönderiyor. Bilgi hangi bakımlardan ve hangi biçimler altında üretil mektedir? kapitalizmin geliştirdiği aygıtlar bilginin üretimini 11
ve tüketimini gittikçe homojenleştirilebilir ve yeniden üreti lebi lir kılmaktalar. Bu noktada Tarde "basın"dan ve "ka muoyu"ndan bahsetmeye başlayacaktır- bu yol televiz yondan geçerek bi lgisayar şebekelerine ve internete kadar varacaktır. Tarde' a göre basın ve kamuoyu gibi aygıtlar "git gide sağlamlaşan bir 'niceliksel' karaktere sahip olmaktalar; böylece mübadele-değeriyle karşılaştırılmaları gittikçe daha zorunlu bir hale geliyor" . Peki ama bunlar her şey gibi birer meta olabili rler mi? Ekonominin bakış açısın dan bilgi her şey gibi ekonomik zenginl iğin kalemlerinden biri olarak göründüğü için, elbette her şey gibi kul lanım-değeri olarak eie alınmaya devam eder. Oysa Tarde' a göre bi lgi "işbölümüne" indirgenemeyecek bir üretim tarzıdır. Durkheim 'ın perspektifinden görülemeyecek kadar bir "sosyalleşme" ve "sosyal iletişim" tar;zıdır. Dolayısıyla ürün leri, üretim ve tüketim değerleri "çarpıtı lmadan" pazar meka n izmalarıyla ve mübadeleyle üretilemez. Ekonomi-politik hakikat-değerlerini diğer mallar gibi gör meye devam etmek zorunda kalır. Bunun nedeni hep kulla nım-değeri üretimi çerçevesinde ele alınmış bir metoda bağlı kal ışıd ır. Ama esas önemli neden ekonomi-politiğin hakikat değerlerine maddi üriin lermiş gibi bakmak zorunda oluşudur, çünkü böyle yapmasayd ı kuramsal, özellikle de siyasi mef humları tümüyle yıkıma uğrardı : "Bilginin ışı ltı ları" eko nomi-pol itiğin kıymete, ekonomiye ve zenginliğe dair mef humlarını altüst eder, çünkü bütün bu mefhumlar ekonomi b i l iminde genel geçer olan tüm bir eksiklik, ihtiyaç, yokluk, kıtlık, özveri ve feda retoriğinin sonuç larıdırlar. Ekonomi pol itiğin yaptığı gibi elbette üretimle başlayalım -ama i ğne lerin değil, kitapların üretimiyle . . . 12
Bir kitap nasıl üretilir? İğnenin üretiminden farkı nedir? ilke olarak üretim tarzıyla mülkiyet rejimlerinin düzenini tam tersine çevirmeniz gerekir:
Kitap meselesinde kural bireysel üretimdir, oysa mülk edi nilmesi esas olarak kolektiftir; çünkü eserlere mal muamelesi yapılmasaydı
"edebi mülkiyet"in bireysel bir anlamı ola
mazdı; ayrıca kitabın fikri yayımlanmadan önce, yani top lumsal dünyaya henüz yabancıyken sadece ve tümüyle yazara ait de değildir zaten. Diğer taraftan malların üretimi de git
tikçe daha fazla kolektif, mülk edinilmeleri de gittikçe daha fazla bireyseldir ve hep öyle kalacaktır -toprağı ve _serma yeyi kanıusallaştırsanız bile ... Öyleyse bu kitap meselesinde
özgürce üretimin en iyi üretim ortamı olarak hayati bir önem taşıdığına hiç kuşku yok. Bu alanda deneysel araştırmayı
düzenle-yecek bilimsel bir emek örgütlenmesi � da yasama /ar üzerindeki felsefi bir düşünce olsa olsa acınası sonuçlar vermekle kalacaktır. Günümüz enformasyon sektörünün büyük uluslararası şir ketleri, IBM, Microsoft, büyük yayı nevleri ve televizyon ka nalları üretimin artık "bilimsel işletme" metotlarıyla örgütle nemeyeceğini kabul ediyorlar; oysa mülkiyet rejimleri açı sından tek bir sorgulamayı telaffuz ettikleri yok. Yüzeydeki bu sorun Tarde'ın derinliğine indirildiğinde bize şu soruyu sordurmalı: Mülkiyet mefhumu bütün değer türlerine -kulla nım-değerinden güzellik-değerine ve hakikat-değerine varın caya kadar- gerçekten uygulanabilir mi? Bilgi, tıpkı bir i ğne gibi mi ait olur bize? Belki öyle olur, ama Tarde'a göre ekonominin ve hukukun kabul ettiği gibi bir "serbest hazır-bulunuş" tarzı altında değil: Yaşayan bir varlık olmayı sürdürdükçe kimse bedeninin uzuvlarını başka sına vermez. Aynı şekilde "şerefini, haysiyetini, soylulu ğunu" da... 13
Demek ki bu değerlerin başkaları tarcifından mülk edinil mesinden çekinilecek hiç�ir taraf yoktur - hepsinden daha önemli olan kamusallaştırılmaları, ulusallaştırılma/arı en zor olan bu değerlerin .. . Oysa ekonomi-politiğin bakış tarzı onu "maddi olmayan ürünleri" "maddi ürünlere" dönüştürmeye zorluyor... Tüketim cephesinden bakıldığında da Tarde'ın yine bir so rusu var: Zenginliklerin tüketimi hakikat ve güzellik değerle rinin tüketimiyle aynı mıdır? "Düşünürken kanaatleri, inanç ları, seyrederken hayran olduğumuz şaheserleri mi tüketi yoruz?'! Hissedilebileceği gibi, yalnızca maddi zenginlik piyasa ve bireysel mülk rejimi tarafından koşullandırılabilen bir "yıkıcı tüketime" açılabilir. Bilgi ve güzellik tüketimi ise ne belirgin bir yabancılaşmaya ne de yıkıcı tüketime bağ lanmak zorundadır. Tarde' a göre, bilginin bilme arzusunu gidermek için birisinin mülkü olması ve "pazarlanması", yani
ürünün
yabancılaşması"
gerekmiyor.
Genel
olarak
toplumsal iletişimin çerçevesinden bakarsak bilginin ileti minin üretenden de, edinenden de hiçbir şey azaltmadığını görebiliyoruz. Aksine,
iletilmekte bilgi ve güzellik hem
yaratıcısının
hem
değerini
de
bilginin
ve
güzelliğin
kendisinin değerini artırıyor: Diyalog halindeki iki kişinin fikirlerini veya hayranlıkla rını "mübadele ettiklerini" söylediğimizde bu bir metafor veya dilin kötüye kullanılmasıdır. Bilgi ışıltılarının ve güzel liğin açısmdan mübadele bir feda anlamı taşımaz: O daha çok karşılıklı etkileme, hediye alışverişindeki karşılıklılıktır -tabii ki bu, zenginliklerle hiç alakası olmayan bir hediyedir; burada veren kişi verdikçe alır; hakikatleri ve güzellikleri hem verir hem elinde tutar. Bazan iktidar, güç-kudret mese lesinde de aynı durum söz konusudur... 14
Fikirlerin serbest mübadelesine gelince, tıpkı dini inançlar, sanat ve edebiyat, kurumlar ve ahlaklar gibi:
İld
kişi ya da
halk arasında mübadele edilmeleri, birilerinin mutlaka fakir leşmesiyle sonuçlanan serbest meta mübadelesi gibi suçlana bilir değildir. Bu durum, "kitabın üretimi" ve fikirlerin serbest mübade lesi meselesini iktisadi değil, doğrudan doğruya etik bir me sele kılıyor: Pazar meselesi değil, bir ahlak meselesi... Elbette ki bilgiyi ve güzelliği kazanabilir, yitirebilirsiniz - ama bu bir pazar sistemi boyutunda gerçekleşmez; bilginizi çaldırırsınız veya hediye edersiniz...
Öte yandan, doğası itibariyle.fikirlerin serbest ticareti, bir yerine-geçme değil karşılıklı bir ekleme olduğundan, bir araya getirdiği homojen olmayan şeyler arasında ya verimli karşılaşmalar ya da ölümcül şoklar, çatışmalar yaratır.Bu yüzden iyi bir şeyler üretemezse büyük felaketlere neden olur. Ve nasıl bu entelektüel ve ahlaki serbest ticaret kaçınıl maz bir şekilde ekonomik serbest ticarete eşlik ediyorsa, bu nu n tersi de doğrudur.Birbirlerinden kopartıldıklarmda her biri etkisiz ve lüzumsuz kalırdı ... Burada önemli olan şey, Tarde'ın yaklaşımıyla ele alındığı zaman bilginin üretim ve iletiminin bizi aslında ekonominin (ve ona tekabül eden ekonomizmin) ve işbölümü, para ve mülkiyetin ötesine taşımasıdır. Bu toplumsal alanlardaki ik tidar ilişkilerinin devreden çıktığı anlamına gelmiyor: "Ve rimli buluşmalar" ya da "ölümcül çatışmalar"... Tarde'ın eğitim kurumlarına yönelik çalışmaları böyle bir tartışmanın para-digmasını yeterince oluşturuyorlar: Hakikat-değerleriyle
zenginlik-değerleri
arasındaki
zo
runlu ama ikisini birbirinden ayırmaktan geri kalmayan bağ pedagojinin alanında beliriyor -özellikle hocanın aktaracağı 15
bilgiyle öğrencinin çaba ve yetenekleri arasında nasıl verimli
bir etkileşim oluşturulacağı konusunda... Doğrusu eğitim alanındaki bütün bu çabalar öyle çok fazla yararlı görünmüyorlar. Her şeyin üstünde, iyi eğitim için ilk şart -öğretmenle öğrencinin psikolojik şartları bir kez yola koyulduktan sonra- iyi bir okul programıdır, ve bir program her şeyden önce bir fikirler sisteminin, bir inancın bulunmasını varsayar. Aynt şekilde, iyi bir ekonomik üretim için de herkesin üzerinde uzlaştığı bir ahlaki kodun bulımması şarttır. Moral bir kod endüstriyel üretim için, yani tüketim için bir programdır - çünkü ikisi asla bir birinden bağımsız değil... Böylece Tarde'ın gözettiği "entelektüel üretim biçimi" sa dece bilgiye ve sanat eserine layık
bir ahlakı devreye _sok
mayı, ekonomiye dahil ve üstün kılmayı amaçlıyor değil daha çok üretime gittikçe daha özgür, daha. özgürleştirici bir tan verebilecek olmasıdır söz konusu olan... Kapitalizmin muhteşem bir tarifiyle karşı karşıyayız o halde: Uygarlığın etkisi iş ve ticaret dünyasına -yani ekonomistin
i lgi alanına- önceden fiyatı bulunmayan bir şeyler yığınını, hatta haklarla insan güçleri n i b i le mütem..� diyen sürüp d ur masıdır.
Böylece, zenginlikler teorisi sürekli olarak hak teorisinin iktidar teorisinin üzerine abanıp duruyor -yani huk-ukun ve siyasetin üzerine. Ve, t ıp kı çağdaşı Siınmel'in kaydettiği gibi, kültür ile sa ve
natın üzerine ... Simınel
herkesin yaptığının tersine kültür ve sanat alanla
rının "özerkliğini" asla talep etmemekle yeterince akıllı dav ranmıştı. Kapitalizmin kültür hayatı üzerine çöreklenmesine öyle dosdoğru karşı çıkmanın pek bir sonuç getirmeyeceği nin farkındaydı. Öte yandan, estetik değer tipinin en yoğun, 16
en bulaşıcı, bulaştıkça artan ama eş ölçüde değişken ve özelleşmiş bir değer olduğunu kaydedebiliyordu. Tarde ise doğrudan "bulaşıcılığın" teorisini yapmaya girişmişti: Her güzellik ve hakikat değerinin iletim sürecinde artıyor oluşu alıştığımız ekonomik alanın kurallarından farklı bir ekonomi tasavvurunu uyandıracaktı. Simmel'in de kaçındığı "kültürel özerklik" arayışı sınai emekle sanatsal ve entelektüel emek arasında niteliksel bir fark bulunduğunun kabulüne dayanı yordu.
Oysa "maddi-olmayan" emeğin üretirken aslında ne üretti ğini sorgulamak gerekir: O zaman onun Simmel'in söylediği gibi tüketim sürecinde "uyarılar" ve "duyuşlar'', yani aslında "iletilemez", dolayısıyla ekonomik bölüşüme konu olamaya cak şeyler ürettiği sonucuna zorunlu olarak varırız. Aynı şe kilde Tarde için de "temsili olmayan" bu duyuşlar, en üstün olan sanatsal formları içinde din, ahlak, hukuk ve ekonomi gibi değer sistemlerinin duyguları "manipüle" etmekteki üs tün yeteneklerine karşın, onları "yetiştirmede", "beslemede" ve "eğitmede" en büyük rolü oynamalıydılar. Tabii ki bunun için kapitalizmin belli bir döneminde devreye soktuğu "kafa emeği/kol emeği" aynını klişesini yalnızca alt etmeye çalış mak yetmez, aynı zamanda varsayımlar arasından çıkarmak da gerekir.•
Ulus Baker
17
GABRIEL TARDE
( 1893)
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
1
Leibniz'in monadları, babalarından bu yana hayli yol aldı, ilerledi ler. Bilginlerin kendi leri bile farkına varmadan değişik bağımsız yollarla, çağdaş bilimin kalbine giriveri yorlar. İçerdiği temel şeyler açısından -ya da Leibnizci açıdan- önemli olan bu hipotezde yer alan bütün ikincil hi potezlerin bilimsel olarak inşa edilme yolunda olmaları dikkate değerd ir. Gerçekte bu hipotez, ikincisinde karışmış olan bu iki antitenin 1 , madde ve ruhun bir tekine indirgen mesini içeri r i lkin ve ayn ı zamanda dünyanın bütünüyle tinsel etken lerinin artışını içerir. Başka bir deyişle, öğelerin devamsızlığını, kopukluğun u ve onların varl ıklarının tür1 B ireyl iği, benl iği olan bir va'\-l ık gibi düşünülen şey. devlet, madde. (Çev.)
19
Ör.:
Toplum,
GABRIEL TARDE
deş tiğini içerir doğal olarak. Ayrıca, sadece bu çifte ko şul ladır ki evren zeka bakımından derin liklerine kadar yarı saydamdır. Oysa bir yandan, defalarca incelendikten ve inilemez olarak kabul edildikten sonra, hareketi ve bilinci, objeyi ve süjeyi, mekaniği ve mantığı ayıran uçurumla i l g il i şüpheler sonunda ortadan kalkmıştır. Açık o larak b i li nen bir şüphedir bu fakat her yerde ses getiren gözü pek ki şi ler deği ldir bunu yapan. Diğer yandan kimyanın i l erle mesi, bizi atomun doğru lanmasına, maddenin fiziksel ve can l ı tezahürlerinin, uzanım, hareketin ve büyümenin de vamlı karakterinin yüzeysel olarak açımladığı düşünülen maddesel devam l ı lığın o l umsuzlamasına götünnektedir. Ara oranlar hariç, kimyasal maddelerin belirli oranlarda bi leşimlerinden daha şaşırtıcı bir şey yoktur, asl ında. Hiçbir evrim, hiçbir geçiş yoktur burada, her şey açık, ani, sert ve kesindir ve bununla birlikte, dalgalanan, değişken o lan ve olgular içerisinde uyumlu bir şekilde kademelendiri lmiş olan ne varsa, buradan gel ir; renklerin devamsızlığı olma dan, tonların devam l ı l ığının imkansız olması gibi hemen h emen. Fakat i lerleyerek bizi monadlara götüren tek şey kimya değildir, sadece. Fizik de öyledir, doğal b i limler de, tarih ve matematiğin kendisi de. "Newton'un hipotezi çok önemli o lmuştur," diyor Lange; ki buna göre bir gök cis minin çekimi, meydana geldiği bütün yığınların çekiminin toplamından başka bir şey değildir. Yeryüzündeki y ığınla rın birbirlerini karşılıklı olarak kendilerine doğru çektikleri ve dahası bunların en küçük molekülleri için de aynı şeyin geçerl i o lduğu sonucunu çıkarıyordu bundan, direkt ola rak ." Bu bakış açısı, bize olduğundan daha özgün görün mektedir. Newton, gök cisimlerini n bireyselliğini darma dağın ediyordu, ki bu gök cisimleri o ana kadar iç i lişkileri yabancı cisimlerle olan ilişkilerine hiçbir şeki lde benzeme20
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
yen, üstün birer bütün olarak görülüyordu . Bu gorunen bütünü, başka katışmaç ların öğeleriyle olduğu gibi kendi aralarında bağlı olan b irçok farklı öğe halinde dağıtmak için büyük bir zihin gücü gerekiyordu. Bu bakış tarzı, karşıt önyargını n yerini aldığında, fiziğin ve astronominin i lerle yişi başlar. Hücre teorisinin kurucuları Newton'un takipçileri oldu lar bu konuda. Can l ı cismin birliğini ayn ı şekilde parçala dılar, bu birliği, tek başına olduklarında sadece kendileri için varolmaya çalışan ve dışarının zararına gelişmeye ve büyümeye devam eden, çok sayıda basit organizmalara ayırdılar. D ışarı dendiğinde bundan, inorganik hava, su veya tüm diğer madde parçacıkları gibi yakın ve kardeş hücreleri anlıyorlardı. Schwann'ın görüşü, bu konuda New ton'un görüşü kadar zengin ve verimli o lmuştur. Onun hücre teorisi sayesinde b il iyoruz ki, "Yaşamsal güç madde den ayrı temel bir i lke ol arak, ne organizmanın bütününde, ne de her bir hücrede vardır. Bitkisel veya luıyvansal haya tın bütün fenomenleri atomların özellikleriyle açıklanmalı dır (atomların meydana geldiği son öğeler deyin); bun lar ister cansız doğanın b i l inen güçleri isterse şimdiye kadar bilinmeyen güçler olsunlar." Yaşamsal i lkeni n bu radikal o lumsuzlamasından daha pozitivist ve sağlam ve ciddi bi lime daha uygun bir şey yoktur kuşkusuz; ki kaba tinselci lik buna sık sık karşı çıkmı ştır. Bununla birlikte sınırları zorlanan bu eğil imin bizi nereye götürdüğünü görüyoruz: Leibnizci spiritüal izmin en büyük i steğini yerine getiren monadlara. Eski hekimler tarafından bir kişiymiş gibi mu amele edilen hastalık -b ir diğer antite- yaşamsal i lke gibi, sonsuz-küçük dokusal öğe düzensizlikleri halin de dağıl ı r, ve bunun ötesinde, özel l ikle Pasteur'ün keşifleri sayesinde, hastalıklarla ilgili parazit teorisi (bu düzensizlikleri küçük 21
GABRIEL TARDE
organizmaların iç çatışmalarıyla açıklayan parazit teorisi) günden güne genel leşip yaygınlaşır, bir reaksiyon doğura cak kadar aşırıdır bu hatta. Ama parazitlerin de, kendi pa razitleri vardır. Ve bu böyle devam eder. Yine sonsuz-kü çük ! Yeni kimyasal teoriler benzer b i r şekilde o luşmuştur. "Temel ve yeni bir noktadır bu," d iyor Wurts. "Elementle rin kendilerine köklerin özelliklerini veriyoruz. Eskiden bu kökler bütün hali nde düşünülüyordu, bir bütün olarak dü şünülen köke birleşme veya basit cisimlerin yeri n i alma yeteneği atfediliyordu. Bu Gerhardt'ın türler teorisinin te mel bakış açısıydı . Bu gün daha ileri gidiyoruz. Köklerin özelliklerini keşfetmek ve tanımlamak için onları oluşturan atomlara kadar uzanıyoruz. " (Atom teorisi, s.194) Değerli kimyacının düşünceleri, az önceki sözlerden daha i leriye gidiyor. Aktardığı örneklerden, bir kökün atomları arasında özel likle bir tanesinin o lduğunu ve bunun atom sayısının ki bu henüz doyuma u l aşmamıştır ve diğerlerinin doyuma ulaşmasıyla varolmaya devam etmektedi r- meydana gelen b i leşimin son varl ık nedeni olduğunu çıkarıyor sonuç ola rak. Yıldızlar gibi, yaşayan bireyler gibi, hastalıklar ve kim yasal kökler gibi, uluslar, filozof denilen tarihçilerin iddialı ve kuru teorilerinde uzun süre gerçek varlıklar olduğu sa n ı lan antitelerdi r sadece. Örneğin siyasi veya sosyal bir devrimin nedenini, yazarların, devlet adamların ı n ve her türden mucidin yarattığı etkide araman ın bir soysuzluk ve bayağılık olduğunu ve bunun [bu nedenin] insan ırkının dehasından, anonim ve insanüstü aktör olan halkın içinden kendiliğinden geldiğini, yeterince tekrar etmedik mi? Fa kat, gerçekten yeni olan, önceden öngörülemeyen ve ger çek varlıkların karşı laşmasının yarattığı yeni bir varlığın 22
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
ortaya çıkışını gerçeğe aykırı bir şekilde olgularda aramaya dayanan ve elveri şli gibi görünen bu bakış açısı, sadece ge çici olarak işe yarayabilir. Yapılan edebi suiistimallerle ça bucak tüketildi mi bir kez, bu bakış açısı, daha açık ve daha gerçekçi açıklamalara doğru ciddi bir geri dönüşe götürür bizleri, bu açıklamalar sadece bireysel eylem lerle ve özel likle de diğer insanlara model teşkil eden. ve toplumsal ya pının ana-hücreleri gibi olan binlerce örnek halinde yeni den üretilen, yaratıcı insan eylemleriyle herhangi bir tarih sel olaya açıklama getirmektedirler. Hepsi bu değil: Her bilimin vardığı bu son öğeler, sos yal birey, canlı hücre ve kimyasal atom sadece kendi özel bilimleri açısından sonuncu olabilirler. Bunlar da oluştu rulmuşlardır bir şekilde, bunu biliyoruz; Thompson'un bu konuda ileri sürül�n tahminlerin en mantıklısı ve en kabul edilebiliri olan atom fı rtın aları hipotezine göre, çok daha basit elementlerin dönen bir yığını olan atom da dahil . M. Lockyer'in güneşin ve yıldızların tayfı üzerinde yaptığı araştırmaları, onun, kendisi tarafından gözlenen kimi zayıf dizilerin gezegenimizin üzerinde ayrışmaz olarak gördü ğümüz maddelerin yapı taşlarından ileri geldiğini sanma sına neden oldu. Elementlerle iç içe yaşayan bilginler, onl arın karmaşık l ığından şüphe etmiyorlar. Wurts kendisi ni Thompson'un hipotezinden yana gösterirken, sayın Berthelot kendi köşe sinden şöyle diyor: "Şu anki basit vücutlarımızı oluşturan basit yığınlarla ilgili olarak yapılan derinleştirilmiş çal ış malar, bunları bölünmez ve homojen olan ve sadece bütün sel hareketleri yapabilen atomlara ve ayn ı zamanda çok kompleks olan, özgün bir mimariyle donatılmış ve çok de ğişik iç hareketlerle canlandırılmış yap ı lara benzetme eği limindedirler giderek." Diğer taraftan fizyolojistler protop23
GABRIBL TARDE
lazmanın homojenliğine inanmıyorlardı ve hücrenin içinde sadece katı bölümü aktif ve gerçekten canlı olarak düşün mektedirler. Hemen hemen bütün çözünür bölüm bir yakıt ve besin yedeğinden başka bir şey değildir (ya da bir süp rüntü yığını). Katı böl ümde de -eğer bunu daha iyi biliyor olsaydık- hemen hemen her şey d ışarıda bırakı lmak zo runda kalın ı rd ı şüphesiz. Peki böyle elemeden elemeye bir geometrik noktaya, yani saf hiç liğe değilse nereye varaca ğız; bu nokta daha i leride açıklanacağı gibi bir merkez ol madıkça? Gerçekten de, gerçek bir dokusal öğede (ki hücre kelimesi bunu tam olarak karşılamıyor) göz önünde bulun durulması gereken temel şey, sın ı rı ya da dış kabuğu deği l dir; dış engellerle ilgili korkunç deneyiminin ona ken disini güvenceye almak için kapanmay ı zorunlu kıldığı ana kadar dunnaksızın yayılmaya devam ettiği merkez, odaktır; an cak burada acele etmemiz gerekiyor. Kuşkusuz beklenmedik bir şekilde bütün evrenin anah tarı haline gelen sonsuz-küçüğe kadar uzanan bu yamaçta durmanın h içbir yolu yok. Sonsuz-küçük hesaplaman ı n her geçen gün artan önemi buradan geliyor belki de ve aynı nedenle, evrim düşüncesinin kısa süren büyük başarısı da buradan gelmektedir. B u teoride spesifi k bir tip (bir geo metrici böyle derdi, büyük olas ı l ı kla) bireysel varyasyonlar denilen sayısız diferansiye lin toplamıdır; bu bireysel var yasyonların kendileri de derin liklerinde binlerce küçük de ğişimin meydana geldiği hücresel varyasyonlara bağlıdır lar. Köken, varlık nedeni, sonlunun ve sınırlının neden i, sonsuz-küçüğün, görünmezin içindedir: Leibniz'e ve aynı şeki lde dönüşümcülerimize ilham veren derin kanı böyle d i r. Peki ama açık ve belirgin farkl ılıklar toplamı olarak su n ulduğunda anlaş ı lmaz olan böyle bir transformasyon bir 24
MONADOLOJ İ VE SOSYOLOJİ
sonsuz-küçük farklılıklar toplamı olarak düşünüldüğünde, niçin kolaylıkla anlaş ı lıyor? öncelikle bu karşıtlığın, bu kontrastın oldukça reel olduğunu göstermemiz gerekiyor. Farz ediyorum ki, bir cisim mucize eseri ortadan kaybolu yor; bulunduğu A noktasında yok oluyor, sonra ortaya çı kıyor ve birinciye bir metre uzakta olan Z noktasında yeni den dönüşüyor, ara konumları geçmeksizin: bu cismin bir bağımsız konumlar çizgisi izleyerek A'dan Z'ye geçtiğini görüp şaşırmak gibi bir düşüncemiz yoksa, bu tür bir yer değiştirme zihnimizde yerleşemez. Bununla birl i kte şuna dikkat etmek gerekir ki, bizim i lk şaşkınlığımız, eğer söz konusu ani kaybolmanın ve yeniden ortaya çıkmanın yarım metrelik, 30, 20, 10 veya 2 santimetrelik bir mesafede, ya da milimetrenin algılanabilir herhangi bir kesiri mesafe sinde gerçekleştiğini görmüş olsaydık, h içbir şeki lde azal mazdı. Aklımız, ya da imgelemimiz, son duruma ilk du ruma olduğu kadar şaşardı. Aynı şekilde, eğer önümüze iki farklı can l ı tür konulursa, çok uzak veya çok yakın, öneml i değil, bir mantar v e bir labye1 veya aynı türden i k i labye, birinin aniden ve geçişsiz olarak diğerine dönüşebilmesini burada yukarda olduğundan daha iyi anlayamayız asla. Ama eğer bize, bir ırk karışması nedeniyle birinin döl len miş yumurtasının alışıldık güzergahından ilkin son derece hafif, sonra derece derece artmış olan bir sapmaya uğradığı söylenirse, bunu kabul etmekte hiçbir zorluk çekmeyiz. Denilecektir ki, ilk hipotezin an laşılmazlığı düşünce b irli ğinin bil incimizde neden olduğu bir önyargıdan ileri gel mektedir. Bundan daha doğru bir şey yoktur, ve bu haklı olarak kanıtlıyor ki, gerçeklik, bu önyargının doğduğu de neyimin kaynağı, sonlunun, sonsuz-küçükle açıklanmasına 1
Taç yaprakları dudaksı olan bitki. 25
GABRIEL TARDE
uygundur. Zira saf akıl, çı plak akıl bunu asla bulamazdı zaten; hatta küçüğün iç inde büyüğün kaynağından çok bü yüğün iç inde küçüğün kaynağını görmeye zorlanmış ola caktı ve dıştan içe küçük bir toprak yığınını aniden saran ve içine giren ah initio hazır-yapım ilahi türlere inanmak ho şuna giderdi. Hatta seve seve Agassiile birlikte derdi ki, daha başından itibaren ağaçlar orman oldu, arılar kovan, insanlar mil let. Bu bakış açısı, sadece karşıt olgu ların baş kaldırışıyla bi limden uzaklaştırılabildi. Daha bayağı şey lerden bahsetmek gerekirse, uzaya dağı lmış büyük bir ışık küresinin, havanın merkezi bir atomunun· artan ve yayılan tek bir titreşimine bağlı olduğu -bir türün bütün nüfusunun bir tür yayıcı ışıma olan ilk ve tek bir yumurta hücresinin inanı lmaz derecede artmasından ileri geldiği- ve. milyon larca insanın beyn indeki gerçek astronomi teorisinin varl ı ğın ın, Newton'un beyninin bir hücresinde falan gün ortaya çıkmış bir düşüncen in artarak tekrar etmesinden ileri gel diği bile oluyor, bunu söyleyebiliyor insanlar. Peki, bundan ne tür bir sonuç çıkar? Eğer sonsuz-küçük sonludan sade ce d e rece olarak farkldaşsaydı , eğer şeylerin temelinde an la şılabilir ve kavranabilir yüzeylerinde olduğu gibi sadece kon umlar, aralıklar ve yer değiştirmeler olsaydı, sonlu gibi anlaş ılmaz-ve kavranılmaz olan bir yer değiştirme (dep lasman) neden sonsuz-küçük hal ine gelerek yapısını değiştirirdi? Sonsuz-küçük, demek ki, sonludan nitelik bakımından farklılaşıyor; hareketin, kendi sinden başka bir nedeni vard ır; fenomen, bütün varl ık değildir. Her şey son suz-küçükten çıkar ve her şey oraya geri döner; h içbir şey, kimseyi şaşırtmayan şaşırtıcı bir şeydir bu, hiçbir şey son lunun, kompleks olanın çevresinde aniden ortaya çıkmaz; ne de orada yok olur. Sonsuz derecede küçüğün, bir başka deyi şle öğen in, her şeyin neden i ve tözü, kaynağı ve amacı 26
MONADOLOJİ VE SOS YOLOJİ
olduğu sonucunu değil ise, hangi sonucu çıkarmalı bun dan? Fiziğin ilerlemesi fizikçil eri doğayı onu anlamak için, nicelendirmeye götürürken, matematiğin ilerlemesinin ma tematikçileri, niceliği anlamak içi n, onu nicel hiçbir şeye sahip olmayan öğelere ayırmaya götürmesi, dikkate değer dir. Bilginin artışıyla, sonsuz-küçüğe atfedilen bu artan önem öylesine olağandışıdır ki, olağan şekliyle ele alındı ğında (monadlar hipotezi dışlandığından), basit bir çelişki ler yığınıdır sadece. Bun ları açıklama işini sayın Ren ouvier'e bırakıyorum. Absürd olan şey, hangi amaçla insan zihnine dünyanın anahtarını verirdi ki? Bütünüyle olumsuz olan bu kavram üzerinden, belki bizde olmayan ama entelektüel aktifimi zi n envanterinde anı olarak yer alması gereken oldukça pozitif bir kavramı elde etmeye çalıştı ğımız ama ulaşamadığımız ve bakmaya çalıştığımız ama göremediğimiz için değil midir bu? Bu absürdite tanı dığımız her şeye yabancı, her şeye dışsal bir gerçekliğin sadece d ı ş görünüşü olabi lirdi pekala, her şeye dışsal olan bir gerçeklik, mekana ve zamana, maddeye ve ruha . . . Ruha mı? Eğer böyle olsaydı, monad l ar hipotezinin reddedilmesi gerekird i . . . Fakat bu deney gerektiriyor Her ne olursa ol sun, sonsuz-küçük oldukl arını söylediğimiz bu küçük var lıklar; gerçek ajanlar olurdu bu durumda, sonsuz-küçük olduklarını söylediğimiz bu küçük varyasyonlar, gerçek eylemler olurdu. Buraya kadar söylenenlerden bu aj anların özerk olduğu, bu varyasyonların yarıştıkça çarpıştıkları ve birbirini en gelledikleri sonucu çıkıyor gibi görünüyor aynı zamanda. Eğer her şey sonsuz-küçükten çıkıyorsa, bu, bir öğe, tek bir öğe, herhangi bir değişim ini siyatifine sahip olduğu içindir; hareket, yaşamsal evrim, zihinsel veya sosyal dönüşüm . .
27
GABRIEL TARDE
Eğer tüm bu değişimler kademeli ise ve görünüşte sürekl i ise, b u gösteriyor ki, girişken öğenin inisiyatifi, yardım al mış olsa bile, dirençle karşılaşmıştır. Farz edelim ki bir devletin istisnasız bütün vatandaşları, aralarından birinin beyn inde, daha özel olarak bu beynin bir noktasında doğ muş bir politik yen iden düzenlenme programını bütünüyle benimsiyorlar; devletin bu düzlemde bir bütün olarak elden geçirilişi aralıksız ve parçal ı olmak yerine ani ve bütünsel olacaktır, projenin radikali zmi ne olursa olsun. Sosyal de ğişimlerin yavaşlığını açıklayan tek şey, diğer reform plan larının veya bir milletin her bir üyesinin bilerek veya farkında olmadan karıştığı diğer ideal devlet tiplerinin kar şıtlığıdır. Aynı şeki lde, eğer madde sand ığımız kadar pasif ve devinimsiz ol saydı, hareket yani kademel i yer değiş tirme, neden olurdu, anlayamıyorum; bir organizmanın oluşumu, neden, kendi embriyo fazlarının geç işine bağlı olurdu, anlayam ıyorum, ki bu geçiş tohumun tepisinin ba şın dan itibaren amaçladığı ergin durumunun direkt olarak gerçekleşmesinin önünde bir engel dir. Düz çizgi düşüncesi, buna di kkat edelim, sırf geomet riye özgü deği ldir. Biyolojik bir düz doğrusal lık vardır, mantıksal bir düz doğrusal lık da vardır. Nasıl ki gerçekte bir noktadan diğerine geçmek için araya konmuş noktaların kısalması veya azalması sınırsız olmaz ve düz çizgi den ilen sın ırda durursa, aynı şekilde, spesifik bir formdan diğer bir spesifik forma geçişte bireysel bir durumdan diğer bir bi reysel duruma geçişte, formlarda ve durumlarda geçi l mesi gereken minimal, indirgenmez bir ara-durum vardır ve bu, embriyonun ortaya çıktığı artç ıl tipler bölümünün emb(İ yon tarafından özet olarak tekrar ed ilişini açıklayan tek şeydir ve benzer biçimde, bilimsel bir şey açıklanırken bir tezden diğer bir teze, bir teoremden bir diğer teoreme, bir 28
MONADOLOJ İ VE SOSYOLOJİ
doğru gitme biçimi yok mudur, ve bu bun ları zorunlu ola rak ara konumlar olan mantıksa/ konumlar zinciriyle birbi rine bağlamaktan ibaret deği l midir? Gerçekten şaşırtıcı bir zorunluluk. Birkaç asrın emeğini birkaç sayfada özetleyen temel bilgi kitaplarında gördüğümüz ve izlediğimiz sergile rin bu rasyonel ve düz doğrusal sırası art arda gel en keşifle rin -ki bütün bir bilim bunun sentezidir- tarihsel olarak or taya çıkış sırasıyla hepsinde olmasa da bir çok noktada sık lıkla örtüşüyor, ama her zaman deği l. Filojenezin1 otojenez tarafından özetlen işi için de aynı şey geçerlidir belki de; ki otojenez, öncü formların, birikmiş olan ve yumurtacığa bütün olarak intikal eden biyolojik keşiflerin önceki dö nemlerde birb iri ardına izlediği dolambaçlı yolu sadece ça buklaştırmakla kalmaz, aynı . zamanda düzenler bu yolu. Evrim öğretisinin monado lojik hipotezlere verdiği asıl destek, eğer bu büyük sistemi al mak üzere olduğu ve çok tan oluşmaya başlayan yeni biçimler üzerinden düşünsey dik, çok daha açık görünürdü. Zira evrimciliğin kendisi de, evrim gösterir. Evrimcilik Sonuçsuz bir dizi denemeyle ya da dönüşüm yöntemlerine -ki, bu yan lış bir biçimde ge nell ikle canlı doğaya atfedilmiştir- uygun olarak gözlemle nen olgulara uygulanan rastlantısal ve istem dışı adaptas yon larla deği l, bilginlerin ve ol dukça zeki ve atak olan ve bilerek ve isteyerek temel teoriyi bil imin bilinen verilerine ve de kendilerinin önem verdikleri düşüncelere mümkün olan en iyi şekilde uydurmak için değiştirmekle meşgul . teorisyenlerin biriken çabalarıyla evrim gösterir. Bu teori onlar için, herkesin kendine göre spesifik hale getirmeye çalıştığı jenerik bir tiptir Fakat, Darwin ' in neden olduğu olağanüstü kaynaşmanın bu çok çeşitli ürünleri arasında, .
1
Soyların oluşumu, soyoluşum. (Çev.) 29
GABRIEL TARDE
üstadın kendi düşüncesine gerçek ve zengin bir yenilik ek leyen veya bu düşüncenin yerine gerçek bir yenilik koyan sadece iki tane önerme vardır. Sayın Edmond Perrier tara fından formüle edilen ve ilkel organ izmalardan daha kompleks organizmalara olan ortak ev ri mden bahsetmek istiyorum ilkin, ve ikinci olarak, yıllar önce Cournot' nun ileri görüşlü yazılarında belirti len ve öngörülen ve pek çok çağdaş bilginin zihn inde tekrar filizlenen, krizli ve sıçra malı evrimden bahsetmek istiyorum. Bu bilginlerden birine göre, önceden varol an bir tipin yeni bir adaptasyon ama cıyla spesifik olarak dönüşümü, verili bir anda bir bakıma ani (yani, sanırım önceden oluşmuş olan türlerin olağa nüstü derecede uzun olan süresine göre çok kısa ama haya tımızın kısalığı göz önünde bulunduru lduğunda çok uzun) bir biçimde gerçekleşmek zorunda kal mıştır ve bu dene meyle değil de düzenli bir süreçle olmuştur, diye ekliyor. Benzer b içimde, bir diğer dönüşümcüye göre, tür, nispeten hızlı bir şekil de gerçekleşen ol uşumundan aynı şekilde hızl ı olan ayrışımına kadar, kimi sınırlarda gerçekten durağan olarak kalır, çünkü sabit organik denge durumundadır ken disi temelde. Organizma, çevresi nin aşırı olarak değişmesi neden iyle (veya bir öğenin yayılan bir tür isyanmdan ileri gelen bir iç devrimle) kendi yapısı itibariyle ciddi bir bi çimde bozukl uğa uğradığında, kendi türünden, aynı şeki lde sabit olarak dengelenmiş başka bir türiin üzerinden geçmek için çıkar sadece ve bizim için bir sonsuzluk olabilecek bir süre boyunca kal ır orada. Bu tahminleri tartışmak durumunda deği lim elbette. Şunu bel irtmem yeterli olacaktır: Doğal seçilim kend isini tipleri yetkinleştirmekten çok geliştirmeye ve onları tek ba şma derin bir biçimde değiştirmekten çok yetkinleşti rmeye özgü bir şey gibi göstererek gerilerken, bu teoriler gel iş30
MONADOLOJi VE SOSYOLOJİ
mekte veya alttan alttan yol almaktadırlar; yine mütevazı fakat oldukça baskınlar. Belirtilen bu iki yoldan hangisiyle olursa ol sun, can l ı vücutları tinsel veya yarı tinsel olan atomlarla doldurmaya zorlandığımızı da ekleyeyim. Sayın Perrier'in organik dünyanın ruhu olarak gördüğü bu toplum i htiyacı nedir, gerçekte; eğer bu küçük kişiler olayı değilse? Ve d iğerlerinin düşündüğü şu d irekt, düzenl i ve hızlı dönü şüm, ilk olarak aralarından biri tarafından tasarlanan ve is tenen bir spesifik yeniden düzenlenme planının gerçekleşti rilmesine katkıda bulunan gizli i şçilerin eseri değilse, ne dir? il
Sanırım bilimin evreni paramparça etme ve varlıkları durmaksızın çoğaltma eğil iminde olduğunu kanıtlamaya yeter bu. Fakat yukarıda da dediğimiz gibi, aynı zamanda maddenin ve ruhun kartezyen düalitesini birleştirme eği l i mindedir bilim. Bu nedenle, bir antropomorfizme ( insanbi çimcil iğe) demiyorum ama kaçınılmaz bir psikomotfizme varır. Monizm; (bu birçok kez söylendi, biliyorum) sadece üç şekilde kavrayabiliriz gerçekten: harekete ve b i lince ba karak, örneğin bir beyin hücresinin titreşimine ve karşılık gelen ruh durumuna bakarak anlayabiliriz, -aynı bir olgu nun iki yüzü gibi-, (fakat antik Janus'1u bu şekilde hatırla makla, kendi kendimizi aldatırız) veya heterojen yapısını kabu l ettiğimiz madde ve ruhu ortak bir kaynaktan, gizli ve tan ınmayan bir ruhtan çıkararak anlayabil iriz, fakat bu nun la bir düalite yerine bir triniteden (üçlem) başka bir şey kazanmayız; ya da, madde ruhtan gelir, başka bir şey de1
Mitolojide iki yüzü olan Tanrı. (Çev.) 31
GABRIEL TARDE
ğildir, diye kesin bir şekilde ortaya koyarak anlayabiliriz. Bizim an layabildiğimiz ve istenen indirgemeyi gerçekten veren tek tez bu sonuncu tezdir. Ancak bunu iki şeki lde anlayabiliriz. İdealistlerle birlikte diyebiliriz ki, maddi ev ren diğer benler dah i l benimkidir, yalnız benimki, benim ruh/zih in durumlarımdan veya onların olası lığından mey dana gelir; bu olasılık benim tarafımdan doğru landığı öç lüde yani kendisi de benim ruh/zihin durumlarımdan biri o lduğu ölçüde. Eğer bu açıklamayı reddedersek, geriye, monado loj i stlerle birlikte tüm dış evrenin benimkinden başka ama temelde benimkine benzer diğer ruh lardan mey dana geldiğini kabul etmekten başka bir şey kalmaz. Bu son bakış açısını kabul etmekle, bir öncekinin en sağlam temel lerini ortadan kaldırabiliriz. Bir bitkinin, bir taşın kendinde varllğmın ne olduğunu bi lmediğimizi kabul et mek ve ayn ı zamanda onun varolduğımu söylemekte di retmek, mantıksal olarak savunulmaz bir şeydir; bu konuda sahip o lduğumuz düşüncenin içeriği -ki bunu göstermek kolayd ır- bizim zihin durumlarımızdan ibarettir ve bizim zihin durumlarımız dışında geriye bir şey kalmadığı için, ya bu maddi ve bilinmeyen X'i kabul ederek sadece on ları doğrularız, ya da başka bir şeyi doğru layarak hiçbir şeyi doğru lamadığıınızı itiraf etmek zorunda kalırız. Ama eğer kendinde varl ık temelde bizim varlığımıza benzerse, artık bil inmez o lmadığından, doğrulanabilir hale gel ir. Daha sonra, monizm, bizi evrensel psikomorfizme götü rür. Peki, monizmi doğru ladığımız gibi, onu kanıtlayabi le cek miyiz? Hayır. Doğrudur, Tyndall gibi fizikçilerin, Hoeckel gibi doğa bilimcilerin ve Taine gibi tarihçi ve sa natçı fi lozofların ve de her ekolden teorisyen lerin içerinin ve dışarının, sansasyonun veya titreşimin kopukl uğunun aldatıcı olduğundan şüphe ettiklerini veya buna iyice inan32
MONADOLOJ İ VE SOSYOLOJİ
d ıklarını gördüğümüzde argüman larının etki li olmaması önemli deği ldir; düşüncelerinin ve önsezi lerinin birbirine uygun olması kendi başına önem arz etmektedir. Fakat öne sürdükleri özdeşliği açık bir şekilde göster meye çalışsalar da, bu düşünce, tanımlanması söz konusu o lan bağımsız ifadelerde -hareketi ve duyumu kastediyo rum- açık bir şekilde ortaya çıkan uyumsuzluğun karşısında tüm değerini kaybetmektedir. Bunun nedeni, bu ifadelerden en azından birinin ger çekte yanlış seçilmiş o lmasıdır. Hareketin salt nicel var yasyon ları (ki bunların sapmaları da hesaplanabilirler) ile duyumun salt nitel varyasyonları arasında, söz konusu o lan i ster renkler olsun, ister kokular, tatlar veya sesler olsun, karşıtl ık son derece çarpıcıdır, bizim için. Fakat eğer bizim duyumdan başka d iğer iç durum larımız arasında, bir varsa yım o larak, nicel o larak değişken olanlar bulunsayd ı, başka yerde göstermeye çal ıştığım gibi, bu özgün karakter onlarla birlikte evrenin tinselleştirilmesine olanak verirdi belki de. Bana göre ruhun iki durumu, ya da daha doğrusu ruhun inanç ve istek denilen iki gücü -ki doğrulama ve istenç hu radan doğar-, bu seçkin ve ayırt edici karakteri göstermek tedir. İnsanın veya hayvan ın tüm psiko loj i k o lgu larında ev rensel olarak varolmalarıyla, yapı ların ın homojenliğiyle (sahip oldukları sınırsız ölçeğin bir ucundan diğerine, en küçük bir inanma ve arzu lama eği liminden kesin inanca ve tutkuya kadar). ve n ihayetinde karşılıkl ı nüfuzla ve aynı şeki lde çarpıcı olan diğer benzerlik öze llikleriyle, inanç ve istek ben de duyum lar aç ısından uzayın ve maddi öğe ler açısından zaman ın dışsal rolünü oynarlar kesinlikle. Bu benzerliğin bir özdeş lik içerip içermediğini, en büyük analistlerden birinin ileri sürdüğü gibi uzayın ve zaman ın duyumsall ığıınızın sadece çeşitl i formları olmak yerine ,
33
GABRIEL TARDE
rastlantısal bir biçimde i lkel kavramlar veya sürekli ve öz gün yarı-duyumlar olup olmayacağını incelemek ve araş tınnak gerekirdi; ki bizler bunlar aracılığıyla, bu yarı-du yumlar aracılığıyla, tüm düşüncelerin ve duygu ların ve de tüm kavramların ortak kaynağı o lan bizim i nanma ve is teme yeteneğimiz sayesinde bizden başka fiziksel etkenle rin inanç ve istek derecelerini ve şekillerin i görebilirdik. Bu hipotezde, cisimlerin hareketleri monadlarca o luşturulmuş düşünce veya tasarılar olurlard ı, sadece1• Görüyoruz ki, eğer böyle olsaydı evren kusursuz bir şe ki lde saydam olurdu ve çağdaş b i limin iki karşıt akımının bel irgin çatışması çözümlenmiş o lurd u. Zira bu bizi bir ta raftan bitki psikoloj isine ve "hücre psikoloj isine", ve ar d ın dan atom psikoloj i sine, yani kısacası mekanik ve mad desel dünyan ın bütünüyle tinsel o lan bir yorumuna götüıii yorsa da; d i ğer taraftan bunun düşünce dahil her şeyi me kan ik olarak açıklama eği limi de aynı derecede açıktır. Hoecke l ' i n "hücresel psikoloj i"sinde, bu çe lişki li iki bakış aç ısının bir d iziden diğerine art arda dönüp geldiklerini görmek oldukça i lginçtir. Ama çel işki bir önceki h ipotezle oıtadan kalkmıştır ve bu başka türlü de olamazd ı. B u hipotezde insan biçimsel bir şey yoktur zaten. İnanç ve istek b i linçsiz durumlar içerme ayrıcalığına sahip tek şeydirler. B i linçsiz istekler ve yargılar vard ır kuşkusuz. Zevklerimi zde v e acılarımızda yer alan istekler, yerelleşme düşünceleri ve de duyumlarım ıza eklenenler böyledirler. Bunun tersine, hissedilmeyen bilinçsiz duyumlar, kesinlikle imkansızd ırlar ve eğer bir iki zihin bunları kavramış ve 1 Lotze'a göre, eğer atomda tinsel b i r şeyler varsa, bu bir kavramdan çok bir zevk ya da acı olmalıdır; ben tam tersini iddia edi yorum. (Fizyolojik Psikoloji, Lotze, s. 1 33 ).
34
MONADOLOJ i VE SOSYOLOJİ
duymuşsa da, bunun nedeni şu ki, bu zihinler farkına var madan bundan doğru lanmamış ve ayırt edi lmemiş duyum ları an lamaktadırlar ya da ruhun b i l inçsiz durumlarını kabul etmen in gerçekten zorunlu olduğunu anladıklarından, du yuml arın ayn ı durumda olabileceğini düşünmüşlerdir, an cak bu yanlıştır. Dahası, bil i nçsiz duyum hipotezinin da yandığı ve ayrıca o ldukça çarpıcı olan o lgular ortaya çıkan bu sonucun çok ötesindedirler genell ikle. Bunlar göster miştir ki, yönetici monadlar (ki bunlar beynin baş-öğeleri dir) o lan, bi zim bilincimizde, zorunlu ve değişmez olan ve hayatımız veya beyinsel yaşam boyunca varo lmaya devam eden sayısız yardımcı bilinç vardır, bunlardaki değişiklikler kendileri açısından içsel durumlardırlar fakat bizim açı mı zdan dışsaldırlar. "Psikoloj i i le ilgi lenen kimi fizyo loj i stler," diyor sayın Bai l, "hiçbir şeyi unutamayacağımızı kanıtladılar. Daha önce edinilmiş izlen imlerin ve duygu larm izleri bizim beyin h ücrelerim izde birikirler ve orada sonsuza dek gizli o larak kal ırlar; ta ki, büyük bir etkinin on ları yattıkları yerden uyandırdığı güne kadar. Bir künuşmanın ortasmda bir ismi, bir tarih i veya bir o layı ha tırlamaya çal ıştığımızda, aranan b i l gi çoğun lukla aklımıza gelmez ve bir kaç saat sonra da, bizler bambaşka bir şeyi düşünürken kend i liğinden aklımıza geliverir. Bu beklen medik esini nasıl açıklama lı? Şu şeki lde ki, zeka (bizim ze kamız demek gerekirdi, yönetici monad) bu ince aynntıları ihmal ederken gizemli bir sekreter, becerikli bir robot bizim için çalışmaktadır." Ruh doktorlarının hafıza olguların ı açıklamak için bu katip ve öz kütüphaneci karşı laştırmalarına başvurmak zo runda kalmaları, monadlar hipotezinin lehine o lan güç lü bir kan ıttır diyebiliriz. Bu yüzden İngi l i z ve Alman psikologla nn bu konudaki argüman ları, kolay l ıkla monado loj i teori35
GABRIEL TARDE
sine atfedilebilir. Fakat madem ki nihayetinde kimi du rumlarda kimi ruh hallerine bilinçsiz olarak bakmak zo runlu görünüyor, şuna dikkat etmek gerekir ki, gerçekte bir i stek veya bir inanç eylemi sadece h i ssedilmemiş o lmakla kalmaz, aynı zamanda olduğu gibi de hissedi lemez, tıpkı bir d uygu kendi başına aktif olamayacağı gib i . Oysa bu önemli özel likle birlikte, bahsettiğimiz iki iç güç fazlasıyla nesnel leştirilebilir olarak görünürler, bizlere. Madem ki bu iki güç sıradan duyumlara uygu lanıyorlar (bu duyumlar ne kadar farkl ı olursa olsun), do'ya veya re'ye olduğu gibi kırmızıya, soğuğa veya sıcağa olduğu gibi, gül kokusuna uygulan ıyorlar, bilinmeyen ve (itiraf ediyorum) bilinemez o lan ve varsayım olarak duyumlardan başka o lan ancak duyumlardan birbirlerinden olduklarından ne daha az ne daha çok farklı olan olgulara, aynı şeki lde niçin uygulan masınlar? Duyuma nit elik türünün basit bir çeşidi olarak niçin bakı lmasm, ve ayrıca dışımızda hiçbir şekilde duyum sal olmayan ve tıpkı bizim duyum larımız gibi fiziksel güç ler için (inanç deni len statik güç ve i stek denilen dinamik güç) mükemmel bir şeki lde uygulama noktası o labilen nitel belirtiler varolduğunu kabul t:demez miydik? Belki de b u gerçekle ilgili içgüdüsel ve anlaşılmaz bir duyguyla, i steğin yapısı i le ilgi li olarak güç düşünces ini uydurduk, ki bu düşünceyle evrensel bilmecenin cevabı bulunmaya çal ı şılıyor. Schopenhauer bu nosyonun maskesini kaldırmıştır; bunu yaparken de ona gerçek ad ını vermiştir hemen hemen, yani istenç. Ama istenç, inancın ve isteğin bir bi leşimidir, ve üstad ın öğrencileri (ki Hartmannlar arasında gel i r bun lar) istence düşünceyi eklemek zorunda kalmışlard ır. İs tenci parçalasalard ı ve bundan iki ayrı öğesini çı karsalardı daha iyi yapmış ol urlardı. Şaşırmakta haklı olduğumuz şey şu ki, onca felsefık tahminin arası ndan henüz hiç kimse, en 36
MONADOLOJ i VE SOSYOLOJİ
azından açık bir şekilde, isteğin değil de i nancın nesnel leşmesinde, fiziğin ve hayatın problemlerinin çözümünü bulmayı aklından bile geçirmemiştir. Açıkça diyorum, zira farkında olmadan maddeyi, tutarlı ve sağlam olan tözü, tatmin edilmiş ve dinginleşmiş olan tözü, sadece kanı ları mızın yardımıyla değil, aynı zamanda bunun görünümü ve benzerliğiyle kavramaktayız; gücü, çabalarımızın görünü müyle kavradığımız gibi. Sadece Hegel görebilmiştir bunu, eğer bunu, onun dünyayı olumlama ve olumsuzlama serile riyle oluşturma iddiasıyla değerlendirirsek. Olağanüstü us tal ığa ve yanılgılara rağmen, harabe halinde olan eserindeki bu mimari ve bilgeli k görüntüsü de buradan geli yor belki de, ve genelde, Demokritos' tan, Descartes ' a kadar bütün dönemlerdeki tözcü sistemlerin en büyük d inamist dokt rinlere olan üstünlüğünü gösteren de budur. Leibnizci güç düşüncesinin sınırlarını zorlayan bugünkü parlak evrimcili gimizin altında monizmin, Spinoza'nın tözünü yenileştir meye ve modern leştirmeye çalıştığını görmedik mi? Zira istenç inanca vard ığı gibi, gök cisimlerinin ve atomların ha . reketi açık bir biçimde yığışmalarına vardığı gibi, güç dü şüncesi de töz düşüncesine götürür bizleri, doğal olarak, ki bu düşüncede, aldatıcı olguların çalkantılarından yorulmuş olan ve sonunda değişmez denilen gerçeklikleri yakalayan idealist veya materyalist bir düşünce yer alır sırasıyla. Peki, bizim iki içsel niceliğim izin gizemli dış numenlerine yapı lan bu iki atıftan, hangisi doğru? Her ikisinin de doğru ol duğunu neden söyleyemeyeli m ki? Bu psikomorjizmin çok kolay ama çok d aha aldatıcı bir çözüm olduğu ve yaşamsal, fiziksel ve kimyasal fenomen lerin çok d aha kompleks olan psikoloj ik olgularla açı klan d ığını ileri sürmenin bir al � atmaca olduğu söylenecektir belki de. Fakat, duyumların karmaşıklığını ve onların fiz37
GABRIEL TARDE
yoloj i k olaylarla açıklanmalarının meşru luğunu kabul et sem de, isteği n ve inancınkini aynı şekilde kabul edemem. Analiz, indirgenemeyen bu nosyonları aşamaz kanımca. Bir taraftan organizmanın salt mekani k yasalar gereği oluşmuş bir mekanizma olduğunu ve diğer taraftan zihinsel hayatın tüm olgularının (yukarıda adı verilen ikisi dahi l) organizasyonun, kendisi tarafından yaratılan ve kendisin d e n önce varolmayan ürünleri o ldu ğ u n u i leri süren çelişkili bir durum var ve bu gözden kaçan bir çelişkidir. Eğer ger çekten organize varl ık hayran olunacak bir makine ise sa dece, böyle bir makinenin varolması gerekir; tıpkı d i ğer makine ler gi bi, ki bu makin e l er d e en yetkin mekanizmalar bi l e hi ç bir yeni güç ve tamamen yeni hi ç bir ürün yarata maz. Bir makine, önceden varolan ve özünde değişmeksi zin kendisinden geçen güçlerin dağıtımından ve özel bir yönetiminden başka bir şey deği ldir. Dışarıdan aldığı ve özü değişmeyen hammaddelere veri lmiş bir biçim değişik l iğidir sadece. Demek ki eğer canlı cisimler, bir kez daha, maki ne i seler, bun ların işleyişlerinden doğan ve derinlikle rine kadar bildiğimiz güçlerin ve ürün lerin temel doğası (duyumlar, düşünceler, istemler) bize bunların besinlerinin ( karbon, azot, oksijen, h idrojen, vs.) gizli psişik öğeler içerdiklerin i kan ıtlar. Yaşamsal fonksiyonların bu üstün sonuçları arasında güç o lan ve beyinden çıktıkları için h üc rese l titreşimlerle mekanik olarak yaratılamayan iki tane vardır ö ze l l i kle. İsteğin ve inancın güç oldukların ı yadsıya bilir m iyiz? Karşılıklı bileşimleriyle, tutkularla ve tasarı larla bunların tarihin fırtınalarını besleyen rüzgarlar ve po l itika değirmenlerin i döndüren çağlayan lar o lduklarını görmüyor muyuz? Eğer dini veya diğer inanç lar değilse, ya da ihtiraslar ve açgözlülükler değilse, nedir dünyayı yöne ten ve i l erl eten? Bu ürünler bal gibi de güçtür ler ; öyle ki, 38
MONADOLOJ"i VE SOSYOLOJİ
tek başlarına, bugün birçok filozofun gerçek organizmalar olarak gördüğü toplumları yaratırlar. Böylelikle, alt bir or ganizmanın ürünleri, üst bir organizasyonun nedenleri ve etkenleri olurlar! Bu iki ruh durumunun d inamik karakte rini kabul edersek, demek k� bunlara aynı zamanda ürün olarak bakmakla hiçbir şekilde kaçınamayacağımız sonuç daha ciddi bir sonuç haline gelir. Zira biliyoıuz ki, maki neler tarafından kullanılan güçler, ham maddelerine göre çok daha az değişmiş olarak çıkarlar. Bunun sonucu olarak, eğer istek ve inanç, güç iseler, zihinsel belirtilerimizin içinde bedenden çıktıklannda, molekül yapışıklığı veya moleküler yakınlık açısından giriştek; durumlarından pek fazla farklılaşmamaları muhtemeldir. Maddi tözün son te meli bizim için görülebilir hale gelirdi bu sayede ve bu b a kış açısının sonuçlarını izleyerek, bilime kazandırılmış ol gıılarla hemfik ir kalıp kalmadığımızı inceleme zahmetine değer. Burada, istencin değil de isteğin temel ve evrensel karakterini göstermeyi bana göre başarmış olan Schope · nhauer'un, Hartmann'ın ve onların ekol lerinin birikmiş çalışmalarından yararlanma avantaj ına sahibim. Sadece bir örnek aktarmak gerekirse, hiçbir organizma belirtisinin bulunamadığı küçük bir protoplazma yığıııını alabiliriz örnek olarak, "Yumurtanın akı gibi berrak ve saydam jöle," diyor sayın Perrier, bununla birlikte, diye ekliyor, bu jöle hareketler yapıyor, hayvan/an yakalryor, onları hazmediyor," vs. İştahı var, bu açık, ve sonuç olarak da istediği şeyi az çok algılayabiliyor. Eğer istek ve inanç organizasyonun ürünleriyse sadece, heterojen olan (bunu seve seve kabul ederim) ama henüz organize olmamış bu yığındaki bu algı ve bu iştah nereden geliyor? Sporların h a reketleri, diyor Londra Kraliyet Derneği 'nden sayın Almann, "gerçek bir isteme boyun eğiyor gibi görünüyor 39
GABRIEL TARDE
çoğun lukla, eğer spor bir engelle karşılaşırsa yönünü de ğiştiriyor ve kirpiklerinin hareketini tersine çevirerek geri çekiliyor." Bir demiryolu makinisti daha iyisini yapamazd ı . Bununl a birlikte, b u spor, kendisinde tü m istenci ve tüm zekayı reddettiğimiz hareketsiz ve duyumsuz bir bitkinin kopmuş bir hücresinden başka bir şey deği ldir. Böylece, bir yavru hücrede aniden ortaya çıkan ama ana hücrede potan siyel olarak bile varolmayan zeka ve istenci görüyoruz. Daha iyisini söylemek gerekirse, işine geldiğinde, kendi amacı için yani tüm hareketlerinin kaynağı o lan özel koz mik planı için faydalı olduğunda, yaşantsal öğe gizli zen ginl iklerini açığa ç ıkarır ve yayar. Protoplazmanın bölün mez yığın ı içinde sonsuz sayıda olan diğerleriyle bir araya geldiğinde, istediği anda bölünmezl iğine son verdirir, yo ğun bir bağımlı grubuyla kendisini çevreler ve kendisini hapseder, kalker surlarla donanır; ya da bir kayıkçının kü reklerini uzatışı gibi, ince telcikler uzatır ve avına doğru harekete geçer. Bütün sularda kendi lerine "bir iskelet o l uş turan . . . Kristal kadar saydam olan ve kusursuz bir simetride ve kusursuz bir güzell ikte o lan eşmerkezli küreler inşa eden" bu birhücreli can l ılardan binlerce vardır. Kuşkusuz söz konusu tek hücre bu mucizeleri tek başına ger çekleştirmez fakat onun sadece bir yığın işçinin ruhu o ldu ğuna da inanmak gerekir. Ama ne kadar fiziksel hareket gerekir, böylesi zahmetli bir çalışma için! Gerçekten de sanatımızı, sanayıımızı, müzelerde sergilenen küçük keşiflerimizi, bir bahar gününün bize sergilediği gibi hücre ile i lgili buluşlarla, hücredeki sana yiiyle ve hücredeki sanatla karşılaştırd ığımızda, bizim zekamızın ve bizim istencimizin, büyük bir beyin duru munun engin zenginliklerine sahip büyük benin, hayvansal ve hatta bitkisel bir hücrenin ufacık yapısı içerisinde kapalı 40
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJ İ
olan küçük benlere üstün gel ip gelmediğini kendi kendi mize sormakta haklıyız. Kuşkusuz, eğer kendimizi her şeyden üstün sanma önyargısı bizi kör etmeseyd i bu karşı laştırma bizim lehimize olmazdı. Monadlara inanmamızı engelleyen bu önyargıdır aslı nda. Dahiyane özell ikler taşı yan şeyleri, yaşayan eserleri, yani kısacası her şeyi bizim dışımızda mekanik olarak yorumlamak için sarf ettiği asırlık çabasında, bizim zihnimiz kendisindeki tek bir kıvılcım ve tek parıltı için dünyanın tüm ayd ın lıklarının üzerinde esiyor adeta. Sayın Espinas arıl arın ve karın caların sosyal çalışmaların ı açıklamak için, az zekônm yeterl i olduğunu söylemekte kesinlikle hakl ıdır. Ama eğer bu azı kabul edersek ve bizim sanayiimizdeki ürün ler gibi oldukça basit olan bu ürünleri açıklamak için gerekl i olduğunu düşünürsek, b u böceklerin kompleksite aç ısın dan, zengin lik açısın dan ve adaptasyonlardaki ustalık açı sından tüm diğer eserlerinden çok daha üstün olan orga nizasyonunu gerçekleştirmek için çok zekaya ve zekalara ihtiyaç duyulmuş old uğunu kabul etmek zorundayız. Ol dukça doğal olan şu düşünceyi kabul etmek gerekir: M a dem ki çok sıradan o lan ve yüzyıllardan beri daima tekdüLe kalan basit bir sosyal fonksiyonun yerine getiril mesi, ya da mesela bir tören alayının veya bir askeri alayın düzenli ve bir bütün olarak hareketi, onca çalışma, onca söz, onca çaba ve neredeyse boşu boşuna harcanmış onca zihinsel güç gerektiriyor binlerce ve milyarlarca değişik aktör tarafından (ki bunların hepsi özünde egoisttir, bunu düşünmemizin hakl ı nedenleri var ve aynı zamanda geniş bir imparatorlukta yaşayanlar kadar farklıdırlar bir birlerinden), eş zaman lı olarak gerçekleştirilen yaşamsal fonksiyonların bu komplike manevralarını yapmak için 41
GABRIEL TARDE
inanı lmaz bir zihinsel ya da yarı-zihinsel enerj i neden ge rekmesin ki ! Eğer bel l i bir bedensel küçüklük derecesinin ötesinde zekanın (bildiğimiz şekliyle duygu sal zeka demiyorum, psişizm diyorum, b i ldiğimiz tüm zekası sadece tek çeşit o lan tür) imkansız o lduğu ispatlanmış o lsaydı bu çıkarımı reddetmek gerekirdi, şüphesiz. Tanıtlanan bu imkansızl ık tan, psişik o lguların kendi durumlarından · radikal bir şe k i lde farklı olan sonuçlar olduğu sonucunu çıkarabi lirdik daha sonra, b izim gözlemlediğimiz tüm zeki veya genelde psişik olan var lıklar benzer biçimde psişik olan soylardan veya ebeveynlerden geliyor olsalar bile, ya da zekanın ken diliğinden olan o luşumu hayatın kendil iğinden o luşumuna göre çok daha az kabu l edileb ilir bir varsayım olsa bile, tabi, eğer bu mümkünse. Fakat sonsuz derecede küçüğün mikroskobik, hatta u ltra-mikroskobik derinliklerine boşuna daldık, burada eksiksiz organizmalar ve yaşayan tohu mlar keşfederiz her zaman, ki gözlem veya tümevarım bizi bun ların b itkisellik ve hayvansal lık özelliklerini kabul etmeye -götürür, çünkü bu iki dünya, minimumda karışıyor. " 1 /3 000 m i l i metrelik bir çap bir mikroskobun bize açı k seçik görme olanağı verdiği en küçük çaptır, diyor sayın Spottiswoode. "Ama güneş ışınları ve elektrik ışığı bu boyutların alabil diğine altında olan cisimlerin var lığını gösteriyor bize. Mösyö Tyndall, bunları ışık dalgalarına .g öre ölçmeyi dü şündü . . . onları yığınlar halinde gözlemleyerek ve yaydıkları renkleri izleyerek . . . Bu sonsuz-küçük cisimler gaz halin - . deki moleküller değil ler sadece; bütünlüklü organizmalar da içeriyorlar ve adını andığımız ünlü b ilgin bu küçük or ganizmaların hayat ekonomisinde yaptıkları dikkate değer etki hakkında derinleştiri lmiş bir inceleme yapmıştır." 42
MONADOLO J İ VE SOSYOLOJİ
Ama diyeceksiniz, eğer psişiırnin sın ırlarına erişemi yorsak, sağduyu bize ortalama olarak bizden çok daha kü çük o lan varlıkların bize göre çok daha az zeki olduklarını doğrular; ve bu i lerlemeyi devam ettirdiğimizde, artan kü çüklük yolunda mutlak zekasızlığa varacağımızdan emin iz dir. -Sağduyu! Geçelim. Sağduyu zekanın ölçüsüz boyla bağdaşmadığını ve uyuşmadığını da söylüyor ve kabul et mek gerekir ki bu noktada deney ona hak veriyor. Ama sağduyunun bu iki iddiasın ı birleştird iğinizde göreceksiniz ki her ikisi de (ki biri temelsizdir ve diğeri gerçeğe yakın d ır) insan merkezci önyargıdan ileri gelmekted ir. Gerçekte varl ıkların o kadar az zeki olduklarını düşünüyoruz ki on ları [giderek] daha az tanıyoruz, ve bilinmeyen şeyin zeka sız olduğunu düşünme yanı lgısı bilinmeyenin belirsiz, de ğişmemiş ve homojen o ld uğunu sanma yan ı lgısı ile yan yana gider, daha ileride, bundan bahsedeceğiz. Buraya kadar söylenen lerde, mevcut şekl iyle günü müzde haklı ol arak gözden düşen fınal ite ilkesinden yana gizli bir savunma görmekten, kaçınmak gerekir. Belki de, metod açısından, doğa için tüm amacı ve tüm düşünceyi reddetmek, tlim amaçlarının ve tüm düşüncelerinin (ge nelde yap ı ldığı gibi) tek bir düşünceye, tek bir istence bağlandığını i leri sürmekten daha iyidir, gerçekten. Tüm varl ıkların birbirlerin i yed ikleri ve fonksiyonlardaki uyu munun (eğer var ise) her bir varl ıkta sadece bir ödünlü ç ı karlar ve karş ıt istekler an laşması olduğu v e d e normal du rumda en iyi şeki lde dengelenmiş o lan bireyde (tı pkı en iyi yöneti len devletlerde şurada burada her zaman mezhep ayaklanmaları ve yurttaş lar tarafından dini olarak sürdürü len ve düşlenen birl iği bozsalar bi le, yönetenler tarafından zorunlu olarak saygı gören taşraya özgü d urum lar meydana geldiği gibi) yararsız fonksiyonların ve organların gözlem43
GABRIEL TARDE
lend iği bir dünyayla ilgi li olarak yapılan benzersiz bir açıklama! Düşünceyi veya kutsal istenci ne kadar sınırsız sanırsak sanalım, bunun bir olmasını istediğimizde, hemen o anda yetersiz hale ge lir; tıpkı realitelerin açıklanışı gibi. Çelişki l ilerin bir arada varolmasını gerektiren sın ırsızlığı ve tam uyum i steyen birliği arasında seçmek gerekiyor, mucizevi bir şekilde birini diğerinden yani sırayla birinciyi ikinciden, sonra ikinciyi birinciden çıkartmadığımız müd detçe. Fakat bu sırların üzerinde durmamıza gerek yok. Maddede veya ondan oluşmuş bir maddede hiç zeka yok tur; ara yol yoktur hiç. Ve doğrusunu söylemek gerekirse, bil imsel olarak dönüp dolaşıp aynı yere gel ir bu. Zira bir an için farz edelim ki, bir kaç bin değil, bir kaç katrilyon veya kentrilyon kadar sımsıkı bir şekilde kapalı o lan ve bireysel olarak erişi lmez olan insandan oluşan, insan devletlerimiz den birini (daha kalabalık ve daha kapal ı bir tür Çin) istatikçilerin verileriyle tanıyoruz sadece, ve bu veri lerdeki yüksek rakamlar büyük bir düzen lil ikle artıyor. Bize bu ra kamlarm bazılarının ani olarak büyümesiyle veya düşme siyle kendini gösterecek olan politik veya sosyal bir devrim bu devlette meydana geldiğinde, burada düşüncelerin ve bi reysel tut� .. ..ıların neden olduğu bir o layın söz konusu oldu- · ğundan emin olmamız bir şeye yaramazd ı; bu reel ama an laşılmaz nedenlerin doğası üzerine yersiz tahminlerin içinde kaybolmaktan kaçın mamız gerekirdi ve bu i statikçi lerden e n akı ll ısı, ustaca bir şeki lde ele alınan nonnal rakam larla yapı lan düzgün karşılaştırmalarla anormal ra kam ları bize iyi kötü açıklard ı . Böylece en azından açık sonuçlara ve sembo lik gerçekliklere varırdık. Bununla bir l ikte, bu gerçekliklerin salt sembolik özelliklerini hatırla mamız önemlidir bazen ve monad ların doğrulanmasının bil ime sunacağı hizmet de budur kuşkusuz. 44
MONADO LO.Iİ VE SOSYOLOJİ
ili
B i l i min evreni toz haline getirdikten sonra, tozunu zo run lu o larak spiritüalize etmeye vardığını gördük az önce. Bu konuda yapılan büyük itiraza gelelim bu arada. Monado loj i k veya atomist herhangi bir sitemde her feno men küçük, görü lmez ve sayısız Tanrılar o lan çok sayıda etkenden doğan aksiyonlar halinde çözü leb i len bir bulutsu dur sadece. Bu çoktanrıcı lık (bintanrıcılık diyecektim) fe nomenlerin evrensel uyumunu ne kadar eksik ve kusurlu o lursa o lsun açıklamayı gerektiriyor. Eğer dünyayı oluştu ran öğeler bir birinden ayrı, bağımsız ve özerk o larak mey dana geldilerse, bunların büyük bir bölümü veya grupları nın büyük bir bölümü (örneğin tüm oksijen veya h idrojen atom ları) kusursuz bir şeki lde değilse de (zira bunu dü şünmek için yeterl i bir neden imiz yok) en azından kararlı diyebi leceğimiz sın ırlarda niçin birbi rine benziyor; bunla rın hepsi olmasa da, büyük bir bölümü neden yakalanmı ş, boyun eğdi rilmiş ve sonsuz oluşlarının içerdi ği bu mutlak özgürlükten vazgeçmiş gibi görünüyor ve nihayetinde, dü zensizlik değil de düzen lilik ve öncelikle de düzen l i l iğin i l k koşulu ve gittikçe artan dağılma değil d e artan toplanma neden bun ların i li şkiye girmelerinden doğuyor, bunu an la yamıyoruz. Bu yüzden yeni hipotezlere başvurmak gereki yor gibi görünüyor. Kapalı monadların tamamlayıcısı ola rak, Leibniz, her birinden diğer monad ların bütün bir evre n inin özel bir açıyla kend ini indirgediği karanlık bir oda yaratıyor; ve bunun ötesinde önceden-kuru l u uyumu tasar lamak zorunda kal ıyor, ayn ı şeki lde, başıboş ve kör atomla rının tamam layıcısı o larak materyalistler, evrensel yasalara veya bütün varlıkların itaat edeceği ve hiçbir varlığa bağlı olmayan bir tür gizem li buyruk olan ve kimse tarafından 45
GABRIEL TARDE
hiç telaffuz edi lmemiş olsa da, her yerde ve her zaman yine de dinlenecek bir tür söz olan ve içine tüm bu yasaların gi receği yegane formüle başvunnak zorunda kalıyorlar. Bu nun dışında, atomist veya monadoloj i st o l sun, ilk öğelerini aynı şekilde tasarlıyorlar, ki buna tüm gerçekliğin kaynağı diyorlar; benzersiz bir türde olan ve nüfuz edi lmez olarak görülen maddi gerçekliklerin içine derinlemesine bir bi çimde ve bir taraftan diğerine giren ve bu sızmanın derinl i ğine rağmen bu maddi gerçekliklerden radikal bir biçimde farklılaşan iki gerçeklik veya sözde-gerçekl ik o lan aynı uzayda ve ayn ı zamanda yüzüyorlarmış gibi. Özel l ikle fi lo zofu güç d uruma düşüren ve kafasını karıştıran onca özel lik, onca gizem ! B irbirlerine dışsal o lmak yerine karşı l ıklı olarak birbirlerine karışan açık monadlar tasarlayarak bun ları çözümleyebi l ir miyiz? Buna i nanıyorum, ve görüyorum ki, yine bu yan ıyla, sadece çağdaş deği l, aynı zamanda mo dern bi limin i lerlemeleri yeni lenmiş bir monadoloj inin do ğuşunu kolaylaştırıyor. Newton' un maddi öğelerin birbirle rin i çekme kuvvetini keşfetmesi, maddi öğelerin uzak me safede ve her türlü uzaklıkta b irbirlerine doğru olan hare ketinin keşfedi lmesi, nüfuz edilemez o lmalarının yarattığı durumu gösteriyor. Vaktiyle birer nokta olarak bakı lan bunların her biri, s m ırsız bir biçimde genişlemiş bir aksi yon alanı haline gel ir (zira benzerlik bizi yer çekiminin tüm d i ğer fiziksel güçler gibi, devam lı olarak çoğald ığına inanmaya zorluyor) ve birbirine karışan tüm bu alanlar her bir öğeye özgü sahalardırlar karışmış bile o lsalar, yan lış l ıkla tek bir alan sand ığımız alanlardırlar be lki de. B u alanların her birinin merkezi kendi öze l l ikleriyle farklı hale getiri lmiş bir noktadır, fakat nihayetinde bir diğerine ben zeyen bir noktadır; ve ayrıca aktivite her öğeni n ortak özü o lduğundan, bunların her biri hareket ettiği yerde tam bir 46
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
bütündür. Doğrusunu söylemek gerekirse, atom , bu bakış açısmın gelişmesiyle (ki bu hava itişleriyle zaman zaman boşuna açıklanmaya çalışılan Newton yasasından etkilen miştir doğal olarak) atom olmaktan ç ıkar; evrensel olan veya öyle olmaya çalışan bir ortamdır atom, kendisine ait bir evren, Leibniz' in istediği gibi sadece bir m ikrokozmoz olmayan, tek bir varlık tarafından fethedilmiş ve soğurul muş olan bütün bir evren. Eğer bir bakıma doğaüstü o lan uzay böylece gerçek uzaylar veya basit alanlar haline gel diğinde, yegane olan zamanın içi boş antitesini aynı şekilde çok sayıda gerçeklikler ve basit istekler haline getinneyi başarsaydık, son sadeleştirme olarak, geriye, doğal yasa ları, benzerliği, olguların tekrarlanmasını ve benzer olgula rın artışını, (fiziksel dalgalar, canlı hücreler, sosyal kopya lar), bu yasaları i leri sürmüş, bu tipleri empoze etmiş, ba ğımlılıklarını ortaya koymuş ve kopyalarını aşmış olan bazı monadların tekbiçimleştirilmiş ve köleleştirilmiş olan an cak hepsi özgür ve özgün olarak doğmuş ve hepsi kendile rini fethedenler gibi egemenliğe ve evrensel asimilasyona susamış bir yığın monad karşısındaki zaferiyle açıklamak kalıyor sadece. Uzay ve zaman gibi, yasalar ve diğer değiş ken ve gerçekdışı antiteler tartışılmaz gerçeklikler içinde merkezlerini, konumlarını ve uygulama noktaların ı bulur lardı, bu şekilde. Sivil ve siyasi yasalarımız gibi projeler ve bireysel tasarılar olarak ortaya çıkardı hepsi . Böylelikle tüm atomist veya monadoloj ik girişimlere yapılabilecek temel itiraz kolaylıkla ortadan kaldırılmış o lurdu, ki bu o l gusal devamlıl ığı basit ve ilkel devamsızl ık haline getirme yönünde bir itirazdır. Son devamsızm içine devamlıyı koy mayacaksak, ne koyacağız gerçekten ? Daha ileride yeni den açıklanacağı gibi, diğer varlıkların bütününü koyacağız 47
GABRIEL TARDE
oraya. Her şeyin temelinde gerçek veya muhtemel her şey vard ır. iV
Fakat bu öncelikle her şeyin bir topluluk olduğunu, her olgunun sosyal bir olay olduğunu varsayar. Oysa dikkate değerdir ki, bilim önceki eğilimlerinin mantıksal bir sonu cuyla, toplum kavramını son derece genelleştirme · eği l i mindedir. B i ze hayvansal topluluklardan (bu konuda sayın Espinas ' ı n eşsiz kitabına bakınız) ve hücresel topluluklar dan bahsediyor bilim; peki, atomik topluluklardan neden bahsetmiyor? Gökcismi topluluklarını unutuyordun:ı, güneş ve y ı ldız sistemlerini. Tüm b i limler sosyoloj i n in dalları olmaya yönelik gibi görünüyorlar. İyi biliyorum ki bu akı mın yönünün yanlış anlaşılması nedeniyle, kimi leri top lumda organ izmalar görmeye zorlandılar ama gerçek şu ki, hücre teorisinden bu yana organizmalar tersine apayrı bir yapıya sahip topluluklara, Lycurgue'da veya la Rou sseau ' da ayrı ve yabanıl s itelere ya da kendi kural larının olağan üstü ve değişmez tuhaflığına denk olağanüstü bir dayan ıklılığa ve sürekl i l iğe sahip dini topluluklara dönüş tüler, ki bu değişmezlik, bireysel çeşitlili klere ve üyelerinin yaratıcı gücüne karşıt olarak zaten hiçbir şey kanıtlama maktadı r. Spencer gibi bir fi lozof toplulukları organizmalarla bir tutsun, bundan daha şaşııtıcı ve daha yen i bir şey olamaz, eğer bu görüş yararına yapılmış olağanüstü hayalci bir bilgi savurganlığı deği lse tabi: Fakat bir bi lginin, sayın Edmond Perrier gibi ihtiyatlı bir doğa bil imcinin toplulukların orga nizmalara benzeti lmesinde yaşayan gizemlerin anahtarını 48
MONADOLOJf VE SOSYOLOJİ
ve evrimin son formülünü bulabilmesi, gerçekten dikkate değerdir. Bir hayvanı veya bir bitkiyi çok sayıda birliğin geliştiği kalabalık bir şehirle karşılaştırabileceğimizi ve kan yuvar/arının, yüzdükleri sıvının içinde ticaretini yap tık/ arı komplike yükü peşlerinden sürükleyen gerçek tüc carlar olduklarmı söyledikten sonra, ekliyor: Yakınlık de recelerinin yapabi leceği tüm karşılaştırmaları hayvanların kendi aralarında sergiledikleri ilişkileri açıklamak için kullandığımız gibi (onların gerçek bir yakınlıkla b irleşti rilmiş olduklarını, gerçekten aynı kandan olduklarını var saymadan önce), aynı şekilde, şimdiye kadar organizmaları topluluklarla veya toplulukları organizmalarla karşılaştır maya devam ettik, ancak bu karşılaştırmalarda zihnin gör düğü basit şeylerden başka bir şey göremedik. Tam ter sine. . . şu sonuca vardık ki, ortaklık organizmaların kade meli gelişimlerinde özel değilse de, dikkate değer bir rol oynamıştır; vesaire. Fakat bilimin giderek organizmaları da mekanizmalara benzettiğine ve canlı ve inorganik dünyanın arasındaki eski bariyerleri azalttığına dikkat edelim. Neden molekül, örne ğin bitki veya hayvan gibi bir topluluk olmasın ki? Göre celi düzenlilik ve devamlılıkta bize bu tahmini reddettire cek hiçbir şey yoktur (Cournot gibi insan topluluklarının uygarlaşarak organik diyebileceğimiz barbar bir evreden fiziksel ve mekanik bir evreye geçtiğini düşünürsek eğer), ki bu ikisiyle birlikte moleküler düzen olguları hücresel veya yaşamsal düzen olgularına karşıd ır, gibi görünmekte dir. Birincisi esnasında gerçekten de ş iirlerindeki, sanatla rındaki, dillerindeki, geleneklerindeki ve yasalarındaki us taca ve içgüdüsel gelişimleriyle ilgili tüm genel olaylar ya şamın özelliklerin i ve yöntemlerini anımsatmaktadırlar tu haf bir şekilde ve buradan derece derece ilerleyerek idari, 49
GABRIEL TARDE
endüstriyel, mantıklı, akla uygun ve tek kelimeyle mekanik o lan ve içerdiği (ve de istatikçinin benzer yığınlarını yap tığı) büyük rakamlarla fiziğin ve özellikle statiğin yasala rına birçok açıdan oldukça benzer olan yasaların veya eko nomik yasa-benzerlerinin ortaya çıkışına yer veren bir ev reye geçerler. Bir yığın olguya dayanan bu benzetmeden (ki bunun için Temel düşüncelerin zincilenişi hakkında ça lışmaya başvuruyorum) ilk olarak şu sonuç çıkar ki, i nor ganik varlıkların doğasıyla canl ı varlıkların doğası arasın daki uçurum aşılmaz değildir (Coumot'nun bu noktadaki bir yanılgısının tersine), çünkü benzer bir evrimin yani topluluklarımızın evriminin, sırasıyla ikinci lerin özellikle rini ve b irincilerin özell iklerini bir bakıma taklit ettiğini gö rüyoruz. İkinci olarak bundan, eğer can l ı bir varlık bir top l uluk ise, salt mekanik bir varlık da öyle olmal ıdır sonucu çıkar, çünkü topluluklarımızın ilerlemesi mekanikleşmeye dayanır. Bir organizmayla ve bir devletle karşılaştırıldı ğında, bir molekül bir tür millettir, o halde sadece, alabildi ğine kalabalık ve ilerlemiş olan ve Stuart Mi ll' in bizim için tüm kalbiyle istediği bu du rağan safhaya ulaşmış b ir millet. Organizmaların ve aynı şekilde fiziksel varlıkların top luluklara bu şekilde benzetilmesine karşı yapılmış en doğru itiraz gibi görünen i tiraza gelelim, direkt olarak. Uluslar ve canlı cisimler arasındaki en çarpıcı karşıtlık şudur ki, u lus ların sın ırları veya sitelerin çevreleri, toprağın üzerinde ön ceden çizilmiş p lanların yokluğunun kendisini hissettirdiği kararsız bir düzensizlikle çizilirken, canlı cisimler belirgin ve simetrik sınırlara sahiptirler. Sayın Spencer ve sayın Espinas bu güç noktaya farklı biçimlerde cevap verdiler ama inanıyorum ki başka bir cevap da önerebi l iriz. Saptanan karşıtlığı yadsımamak gerekir, çok reel bir karşıtlıktır bu fakat akla yatkın bir açıklamadan uzak gö50
MONADOLOJJ VE SOSYO LOJ·j
rünmektedir; daha iyi anlamak için, basitleştirelim bun u . Organik formların belirgin ve simetrik karakterini b i r yana bırakalım ve bir öncekine bağlı şu diğer karakterle i lgi le nelim sadece, yani şöyle ki, bir· organizmanın uzun l uğu, gen işliği ve yüksekliği kendi aralarında aşırı bir şeki lde orantısız değillerdir asla. Yılanlarda ve kavaklarda yüksek lik veya uzunluk, kayda değer bir şekilde üstün gel ir; yassı balıklarda kalınlık, diğer ölçülere kıyasla çok azdır ama hiç bir durumda, uç formların sergilediği oransızlık herhangi bir sosyal katışmacın sergilediği oransızl ıkla karşı laştırıla maz, örnek olarak 3000 kilometre uzunluğa ve genişliğe, ve sadece bir iki metre ortalama yüksekliğe sahip o lan Çin Seti ' ni verebiliriz, zira Çinliler kısa boyl udurlar ve yap ıları oldukça basıktır. Ama surlar içinde sıkışmış olan ve çok katlı evlerin yolların üzerinde dışa doğru çıkıntı yaptığı güçlü bir Orta Çağ şehrinden ibaret olan bir devlette derin lik genişl iğe oran la yine de çok azdır. Peki, bu son örnek bizi aranan çözüme götürmez mi? D ışarıdan gelecek saldı rılara karşı daha iyi direnmek için bir şehir gücünü arttırır, yığılma yapar ve katlar üst üste dizilir; eğer zamanın neden o lduğu güvensizliğinin bu yumaklanmaya neden olmadığı modern başkentlerde evler giderek yükselme eğilimindey se ler, sıklıkla öncekiyle birlikte giden bir nedenden dolayı dır bu, yani sürekli olarak artan sayıda insanın, en küçük bir alan üzerinde mümkün olabilen en büyük i nsan yığışmasının sunduğu sosyal avantaj ları paylaşma yönünde duyduğu i htiyacı, tatmin etmek içindir. Eğer insanlara ken di lerini daha iyi korumak için, ya da daha bütünlüklü ola rak gelişmek için bir araya gelmeyi hayal ettiren bu güçlü toplumsallık içgüdüsü yakın ve aşılmaz bir sınırla hiçbir şeki lde karşılaşmazsa, havaya dikilmiş ve yayılmadan top rağa dayanan insan yığınlarından oluşmuş uluslar görme51
GABRIEL TARDE
miz muhtemeldir. Ama bunun neden imkansız olduğunu belirtmenin pek yararı olmaz. Geniş olduğu kadar yüksekte olan bir ulus atmosferin soluk alınabilir bölgesini fazlasıyla geçerdi, ve yerkabuğu bu kentsel gelişimin dikey yönde ge rektirdiği devasa yapılar için yeterince katı olan maddeleri üretemezdi hiçbir şekilde. Ayrıca, birkaç metre yükselme nin ötesinde buradan doğan aksilikler avantaj ların önüne geçer, bunun neden i ise, insanın, tüm yönleri ve tüm or ganları salt yatay olan yayı lma ihtiyaçlarına cevap veren fiziksel organizasyonudur. Yürümek var ama tırmanmak yok, önünü görmek var ama yukarıyı görmek yok, veya yukarıdan aşağıya, vs., işte böyle olur insan . Korkabileceği düşmanlar havada gezmezler nihayetinde, yerde gezerler. Bu açıdan, bir ul usun çok yüksek olması pek faydalı ol mazd ı demek ki. Hücresel, hayvansal veya bitkisel katış maçlar için aynı şey geçerli değil dir. Yanlardan olduğu gibi yukarıdan ani den saldırıya uğrayabilirler, her yönde güçlü olmak zorundadırlar. Sonra, can l ı cisimleri meydana geti ren anatomik öğeler sadece yatay bir düzenleme içerecek şeki lde ol uşturulmamışlardır, kesinlikle. Sonuçta h içbir şey, bizim onlara atfettiğimiz toplumsallık içgüdüsünün devamlı olı,trak tatmin edilmesine karşı değildir. Bunu ortaya koyduğumuzda, sosyal bir katışmaç yük sekliğini bu iki diğer ölçünün zararına ne denli arttırır ve bu açıdan organi k formlara özgü olan formunun dikkate değer olan mesafesini ne denli azaltırsa, düzenlilikle ve dış yapısının ve de iç yapısının artan simetrisiyle, bu organik formlara o denli yaklaşır, bunu göremiyor muyuz? Büyük bir kamu kurumu, bir devlet okul u, bir kışla ve aynı za manda bir manastır da fazlasıyla merkezileşmiş ve di sip l inli olan ve bu görüş tarzın ı doğrulayan küçük devletler dirler. Tam tersine, organ ize bir varlık (örneğin liken gibi) 52
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
istisnai bir şekilde kendini fazlasıyla yayılmış i nce bir hücre katmanı gibi gösterdiğinde, sınırlarının çok az belirgin ve asimetrik olması kayda değerdir. Can l ı formların genelde özendiği bu simetrinin anla mına gelince, bu anlamı toplumlarımızla ilgili başka dü şüncelerle yakalayab iliriz. Fonksiyonel yararlılıkla ilgili basit gerekçelerle bunu açıklamaya çalışmamız boşunadır. Sayın Spencer i le birlikte devinimin ışınsal simetriden daha düşük ama daha yetkin olan iki yön l ü bir simetriye geçişi gerektirdiğini ve simetrinin korunmasının ve sürdürülmesi nin bireyin sağlığıyla veya türün sürdürülmesiyle (mesela yanyüzergillerde) bağdaşmaz olduğu yerde, simetrinin is tisnai bir şekilde bozulmuş olduğunu kanıtlayabiliriz, iste diğimiz müddetçe. Ama unutmamalıyız ki, muhtemelen küresel olan, yani tam ve kapalı olan ve hayatın başladığı yer olan i lkel simetriden kalanlar i le, açık ve gerçekten gü zel olan ve hayatın ilerleyerek yol aldığı simetriden elde edilenler korunmuş veya hayata geçirilmiştir. Hayvanl ar aleminin ve bitkiler aleminin bir ucundan diğerine, diyato melerden orkidelere, mercandan insana kadar simetriye olan eğilim, oldukça açıktır. Bu eğilim nereden geliyor? Sosyal dünyamızda, b irbirine engel olan değişik amaçlar arasındaki yarışın değil de, kısıtlama olmaksızın gerçekleş tirilmiş kişisel bir planın eseri olan her şeyin simetrik ve düzenl i olduğunu görmek gerekiyor. Kant'ın ciltlerin ve bölümlerin birbirleriyle simetrik olduğu felsefik yapıtı; 1. Napoleon 'un idari, mali ve askeri kuruluşları; Guienne'de İ ngilizler tarafından inşa edilen ve dik açı i le kesişen, kare biçiminde bir meydanda b iten ve alçak sütunlu girişlerle çevri lmiş dümdüz yolları olan şehirler; kiliselerimiz, garla rımız, vesaire, vesaire; tekrar ediyorum, özgür, tutkulu ve güçlü olan, kendisinin ve diğerlerinin efendisi olan bir dü53
GABRIEL TARDE
şünceden doğan her şey, çarpıcı bir düzenliliğin ve çarpıcı bir simetrinin zenginl iğini göstermekle içsel bir zorunlu luğa boyun eğiyor gibi görünüyor. Her despot simetriyi se ver; yazar: Sürekli antitezler gerekir ona; filozof: Her defa sında ikiye veya üçe bölünen tekrarlanan bölümler; kral : Tören yolları, teşrifatlar ve askeri teftişler. Eğer bu böy leyse ve eğer daha i leride gösterileceği gibi, büyük bir öl çekte kişisel bir planı eksiksiz olarak gerçekleştirme olası l ığı sosyal i lerlemenin bir işareti ise, kaçını lmaz sonuç şu olacaktır ki, yaşayan yapıtların si metrik ve düzen l i karak teri hücresel topluluklar ve boyun eğdikleri aydın despo tizm tarafından erişilmiş olan yüksek yetkinlik derecesini teyit eder. Hücresel topluluklar insan topl uluklarından bin kat daha eski old uğundan, bu sonuncuların az o lmasında şaşırtıcı bir şeyin olmadığını da gözden kaçınnamamız ge rekir. Ayrıca bu sonuncular gel işimlerinde çok az sayıda insan tarafından sınırland ırılmışlardır. Dünyanın en gen iş imparatorluğu olan Çin'de, sadece 300 ya da 400 milyon kişi vardır. Eşit sayıda son anatomik öğeden başka bir şey içermeyen bir organizma, bitki, dünyasının veya hayvan d ünyasının alt basamaklarında yer alırdı, zorunlu olarak. Organik formlarla ilgili olarak organizmaların sosyal gruplara benzetilmesine karşı yapılan itiraz artık geçersiz hale geldiğinden, önemli d iyebileceğimiz bir diğer itiraz hakkında birkaç şey söylemek yeri nde olur. İnsan toplu l uklarının değişken liğinin karşısına, hatta değişmesi en ya vaş o lan insan toplulukların ın değişkenl iğinin karşısına, organ ik türlerin değişmezliğini koyuyorlar. Ama eğer (ki bu tanıtlanabilir) sosyal bir tipin içsel farklı laşmasının tek nedenini üyelerinin extra-sosyal bağıntılarında, yani bunla rın i l işkilerinde aramak gerekirse (bu ilişkiler, i ster hayvan toplul uklarıyla, bitki topluluklarıyla, toprakla ve bölgeleri54
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
nin atmosferiyle olsun, ister başka bir biçimde oluşturul muş yabancı toplulukların üyeleriyle olsun), üzerinde du rulan fark şaşırtıcı olmaz. Tümüyle yüzeysel olan, hiçbir şe kilde hacimli olmayan ve hemen hemen yoğu nluksuz olan düzenlemesinin yapısıyla ve öğelerinin aşırı dağılımıyla ve n ihayet halktan halka olan entelektüel ve endüstriyel değiş tokuşların çokluğuyla, i n sanların sosyal katışmacı üyeleri arasındaki iç-sosyal ilişkilerin (ki bunlar temelde muhafazakardırlar) çok zayıf bir orantısını içerir ve kendi aralarında bir hücrenin veya bir organizmanın küremsi şeklinin gerektirdiği tüm-yanlı topluluk ilişkilerini sürdürmelerine engel olur. Bundan önceki düşünceye destek olarak, dışsal hücrele rin, deri hücrelerin i n ve teme) extra-sosyaJ i l işkilerin teke line sahip olan hücrelerin her zaman çok kolay değişebi l ir olmaları dikkate değerdir. Deriden ve onun uzantılarından daha değişken bir şey yoktur; bitkilerde üst deri, sırasıyla tüysüz, tüylü ve dikenlidir, vesaire. Dış ortamı n iç ortamın kine göre daha büyük olduğu düşünülen heterojen l iğiyle, kolayca açıklanamayan bir şeydir bu. Bu son nokta, sağlam ve oturmuş bir nokta değildir, hiç de. B unun ötesinde ve sonuç olarak organizman ı n geri kalanında meydana gelen değişikliklere ilk adımı attıran, dış hücrelerdir her zaman. Bunun böyle olduğunun kanıtı, yeni türlerin iç organlannın köken-türe oran la değişikliğe uğramış da olsalar, çevresel organlara göre her zaman daha az değişmiş o lmalarıdır ve organik ilerlemeye gecikmeli olarak başlamış gibi görün meleridir. Benzer şekil de, bir devletteki köklü değişikl iklerin ço ğunun, sınırda yaşayan komşu toplulukların, denizcilerin ve haçlı seferleri gibi uzak seferlerden dönen savaşçıların gün gün dışardan getirdiği yeni düşüncelerin neden olduğu 55
GABRIEL TARDE
iç kaynaşmadan i leri geldiğini belirtmeye, gerek var mı? Bir organizmayı kıskanç ve kapalı, eskilerin hayallerini iz leyen bir site olarak görmekle, hiç de yanılmayız. Sosyoloj i k bakış açısını uygularken karşılaşılan, diğer ikincil itirazların üzerinde durmuyorum. Madem ki nihaye tinde şeylerin temeli, bizim için gerektiğinde erişi lmezdir ve içine girmek için hipotezler yaratma ihtiyacı bizim için zorunludur, açıkça bu sonuncusunu alalım ve sonuna kadar götürelim. Hipotez fingo diyeceğim, açık olarak. B i l imlerde teh likeli o lan şey, di kkatle incelenen ve derinliklerine veya en son noktasına kadar mantıksal olarak tutarlı olan tah minler deği ldir; zihinde kararsız halde olan düşünce haya letleridir. Evrensel sosyoloj ik bakış açısı, çağdaşlarımızın beyni kurcalayıp duran bu hayaletlerden biridir, gibi gel i yor bana. B izi nereye götüreceğine bakalım, direkt olarak. Kaçık olarak anılma pahasına, abartıcı olalım. Özellikle bu konuda, gülünç olma korkusu en antifilozofik duygu olurdu her halde. Bu yüzden, izleyecek olan tüm çalışmaların amacı, her türlü şeyin sosyoloj ik yorumunun bi lginin tüm alanlarını, derinlemesine bir şekilde yeni leyeceğini göstermektir. Giriş olarak rast gele bir örnek alal ım. Bizim bakış açı mızdan şu gerçeklik ne anlama geliyor: Her psişik aktivite, bedensel bir aygıtın çal ışmasına bağl ıdır? Bu gerçeklik şuna indirgenmektedir, bir toplu lukta hiçbir birey sosyal o larak davranamaz, çoğu kez birinci birey tarafından bi linmeyen diğer bireylerin çoğunluğunun işbirliği o lmaksı zın, herhangi bir şekilde kend ini ortaya koyamaz. Bir Newton, bir Cuvier veya bir Darwin tarafından formüle edilmiş olan büyük bir bi limsel teorinin ortaya çıkışım, kü çük ve sıradan o layların birikmesiyle hazırlayan kiiçük anonim işçiler, bu dahinin ruhu olduğu organizmayı mey56
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
dana getirirler bir bakıma ve çalışmaları da beyinsel titre şimlerdir, ki bu teori de, bu beyinsel titreşimlerin bilincidir. Bilinç, beynin en etkili ve en güçlü öğesinin zihinsel ihti şamı demektir, bir bakıma. Kendi başına bırakıldığında, bir monad, hiçbir şey yapamaz demek ki. Asıl olay budur işte, ve bu bir başka olayı açıklamaya yarar direkt olarak, monadların bir araya gelme eğilimini. Bu eğilim, maksi mum inanç ihtiyacını ifade ediyor kanımca. Evrensel tutar lılık bu maksimuma eriştiğinde, tüketilen yetkin istek yok olacak ve zaman bitecek. Az önce bahsettiğim küçük işçile rin, kendilerinin çalışmalarından yararlanan kişi kadar, hatta ondan daha çok yeteneğe, saygınlığa, bilgeliğe ve zi hin gücüne sahip olab ileceklerini de, ayrıca görmemiz ge rekir. Bizleri bütün dışsal monadları bizden aşağı olarak düşünmeye iten önyargıya hitaben söylemiş olalım bunu, geçerken. Eğer ben, aynı kafadaki binlerce kardeş monadın arasında yönetici bir monad ise sadece, b u monadların [bizlerden] aşağıda olduğuna inanmak için temelde nasıl bir nedenimiz olabilir ki? Bir hükümdar, bakanlarından veya sahip olduğu kişilerden daha mı zekidir, ille de? v
Tüm bunlar çok tuhaf görünebil ir ama aslında şimdiye kadar bi lginler ve filozoflarca kolaylıkla kabul edilmiş olan bir diğer bakış açısından daha tuhaf değildir (ki bu bakış açısının sosyoloj i k boyutunun bizleri [bundan] kurtarmak gibi mantıksal bir etkisi olsa gerek). Her an hiçbir şey kendi kendini yaratmaz, diye tekrar etmeye zorlanan bilim in san larının üstü kapal ı bir şeki lde değişik varlıklarm basit ilişkilerinin kendilerinin de bu varlıklara sayısal olarak eklenmiş yeni varlıklar haline gelebileceğini çok açık bir 57
GABRIEL TARDE
şeymiş gibi kabul ettiklerini görmek, gerçekten çok şaşırtı cıdır. B ununla birlikte bu, monadlar hipotezi reddedi ldi ğinden, bambaşka bir araçla ve özel likle de atomların oyu nuyla bu iki temel görüntüyü [yani] yeni bir can l ı bireyi ve yen i bir beni açıklamaya çalıştığımızda, belki de şüphe duymaksızın kabul ettiğimiz bir şeydir. Her türlü varl ık kavramının bu iki prototip gerçekliği için varlık niteliğini reddetmediğimiz müddetçe, belirli bir sayıdaki bazı meka nik öğeler bell i bir şekilde mekanik ilişki içerisine sokul d uğunda, önceden varolmayan yeni bir can lı varlığın [or taya çıkışının] ani bir şey olduğunu ve onların sayısına ek lendiğini kabul etmek zorunda kalırız; yine, daha kesin bir şekilde kabul etmek gerekir ki, verili bir canlı öğe miktarı bir başın çevresinde istenildiği gibi yakınlaşmış olarak bu lunduğunda, bu öğelerden daha gerçek deği lse de onlar ka dar gerçek bir şey bu yakınlaşmanın etkisiyle bunların içinde meydana gelir; bir rakamın hareketli birimlerinin tanzimiyle büyümesi gibi. Koşulların sonuçla olan bağıntı sıyla ilgili sıradan nosyonun altında gizlenmiş olsa bile (ki doğal bilimler ve sosyal b ilimler bunu çok fazla suiistimal ediyorlar) değindiğim m itoloj i k saçmalık aslında burada da aynı derecede gizli kalmaktadır. Bir kere bu yola girildik ten sonra durmak için hiçbir neden yoktur; doğal öğeler arasındak i her uyumlu, derin ve içten ilişki kendi sırası geldiğinde, başka ve daha gelişmiş bir öğenin yaratılışına katkıda bulunan yeni ve üstün bir öğenin yaratıcısı haline gelir; atomdan ben'e olan olgusal komplikasyonlar ölçeği nin her seviyesinde, giderek daha kompleks olan molekül den, Hoeckel hücresinden veya plastidülünden, organdan ve nihayet organizmadan geçerken yeni ortaya çıkmış üni teler kadar yeni yaratılmış varlıklar görürüz, ve ben ' e kadar bu yol üzerinde hiçbir engelle karşılaşmadan gideriz, bizim 58
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
bir parçası olmadığımız dışsal öğeler sisteminde meydana gelen ilkel ve basit i lişki lerin gerçek yapısını çok iyi b i r şe ki lde bi lmemizin imkansızlığı sayesinde. Fakat insan top luluklarına vardığımızda ciddi bir tehlike baş gösterir; bu rada kendi evimizdeyiz, site veya devlet denilen ya da alay veya topluluk denilen yapıların tutarlı sistemlerinin gerçek öğeleri bizleriz. Burada o l up biten her şeyi b i liyoruz. Oysa, herhangi bir sosyal grup ne kadar içten. ne kadar derinlikli ve ne kadar uyumlu olursa olsun, şaşkına dönen üyelerin ortasında ex abrupto ani den hayali olmayan gerçek bir ko lektif benin ortaya çıktığını asla göremeyiz (ki bu ben ola ğanüstü bir sonuçtur ve kendileri bunun koşullarını oluştu racaklardır). Şüphesiz bütün grubu temsil eden ve onu kişi selleştiren bir üye vardır, her zaman (veya her biri ayrı bir şeki lde grubu kendi içlerinde aynı şekilde b ütünlüklü o l a rak bireyselleştiren bir grup üye vardır, daima, bir devlet teki bakanlar gibi örneğin). Ama bu şef, ya da bu şefler de, her zaman grubun üyeleridirler ayn ı şekilde, ancak bunlar tebaalarını oluşturan kişilerden veya kolektif olarak yönet tikleri kişi lerden değil de anne ve babalarından doğmuşlar dır. Peki bununla b irl ikte, bilinçsiz sinir hücrelerinin uyumu embriyon halindeki bir beyinde yoktan gün be gün bir bilinç yaratma yeteneğine neden sahip olsunlar ki? Ki, insan bilinçlerinin uyumu, herhangi bir toplulukta böyle bir niteliğe asla sahip olamaz. VI
Bu nedenle sosyoloj ik bakış açısının, oldukça aydın olan bakış açımızın bütün fenomenlere yayılması, koşulla rın sonuca olan bilimsel bağıntısın ı radikal bir şekilde dö nüştürme yönündedir. Bir diğer yönüyle de ona derin bir 59
GABRIEL TARDE
değişimi empoze ediyor. Monadlar doktri nine karşı olan temel itiraz, söylediğim gibi, bu doktrinin, olguların teme l inde en uç noktalarında olduğu gibi, birçok karmaş ıklık yaratması veya yaratıyor gibi görünmesi ile i lgilidir. Her şeyi açıklayabileceğine inand ığımız etken lerin tinsel kar maşıklığını kim açıklayacak, d iye sorulab i l ir. İleri sürülen karmaş ıklığı yadsıyarak çoktan cevapladım bunu, inancın ve isteğin monadların tüm varlığı olduğunu farz etmek ko şuluyla. Ama, ki bu benim düşüncem, içerikleri nin buna indirgenmediğini söyleyeb il iriz. Bunun dışında onlara neler atfetti ğimi birazdan söyleyeceğim. Belirtilen karşı çıkışı yeniden ele alarak yine kaynağına itiraz edeceğim, böyle sine yaygın olan önyargıyla birl i kte, ki buna göre sonuç koşullarına göre her zaman daha komplekstir, aksiyon et kenlere göre daha farklı laşm ıştır ve buradan da evrensel evrimin zorunlu olarak homojen in heterojene olan bir ge l i şme, il erleyici ve sürekli bir farklılaşma olduğu sonucu çıkar. Sayın Spencer, özellikle homojenin değişkenl iği üze rine olan bölümde, yasa haline gelen bu görüntüyü ustaca bir şeki lde formüle etme onuruna sahiptir. Gerçek şu ki, farklılık farkl ılaşarak gider, değişim değişerek gider, ve böylece bunu kendilerine amaç edinerek farklılık ve deği şim zorunlu ve mutlak karakterlerini doğrularlar; ama farkl ıl ığın ve değişimin dünyada arttığı veya azaldığı ne kanıtlanmıştır ne de kanıtlanabilecektir. Eğer içeriden bil diğimiz tek dünya olan sosyal dünyaya bakarsak, bir araya getiri lerek devam ettiri len sözlüklerden ve gramerlerden, yönetimsel mekanizmalardan ve yasa veya inanç si stemle rinden çok daha farklılaşmış, bireysel olarak çok daha karakterize edilmiş, devamlı varyasyonlar açısından daha zengin olan ajan lar ve insanl ar görürüz. Tarihsel bir olay aktörlerinin birinin herhangi bir zihin duru mundan daha 60
MONADOLOJİ VE SOS\'O LO.J İ
basit ve daha açıktır. Hatta, sosyal grup ların nüfusu arttıkça ve üye lerin beyinleri düşünce ve yeni duygu larla zengin leştikçe, yönetimlerinin işleyişi, yasaları, din kitapları ve d i l lerinin yapısı düzenl i hale gelir ve sadeleşir, b i limsel te ori ler daha çok ve daha çeşitli olaylarla dolduklarında ol duğu gibi, hemen hemen. Tren garlarımız orta çağın şatola rına göre daha basit ve daha tekdüze bir tip üzerine inşa edi lmişlerdir, birinciler çok daha değişik çalışmalar yapmış ve daha değişik yollar kul lanmış olsalar bile. A)'nı za manda görüyoruz ki, eğer uygarlığın gelişimi insanları kimi bakımlardan farkl ı laştırıyorsa, on ları yasalarının, yaşantıla rın m, ahlaklarının, geleneklerinin ve d i l lerinin artan tekbi ç i m l i l iğiylt: başka i lişki ler açısından derece derede eşitle mek koş u l uyla olur, bu, sadece. Genelde bu ortak özellikle rin benzerliği, eylem alanını gen işlettiği bireylerin ente lektüel ve moral olarak benzeşmezl iğini ko laylaştırır ve ay rıca, uygarlaştırma hareketinin sonucunda kurumlar, gele nekler, giysi ler, endüstriyel ürünler, vs., veril i bir bölgede bir noktadan diğerine çok daha az fark lı laşıyorlarsa, veri l i bir zamanda bir andan diğerine çok daha fazla farklılaşır lar. Honıojenin değişkenliği fonnülüne gelince, bir şey ne denli homojense, iç dengesinin o den l i değişken o lduğunu farz eder bu; öyle k i, mutlak homojen l i k hipotezinde, takip eden iki zaman birimi boyunca değişmeden varl ığım sürdü remez. Bununla birlikte dikkate değerd ir ki, uzay, bi ldiği miz tek mutlak homojenlik tipi d i r, saym Spencer 'in bu nunla i lgi l i olarak ileri sürdüğü real iteyi kabul edersek eğer. Nasıl oluyor da (eğer yasa doğru ise) bu noktalar sis temi, kusursuz bir şekilde homoj en hacim ler sistemi zama nın başlangıcından beri değişmez olarak varo lmaya devam ediyor? Eğer uzayın ree l karakterini yadsırsak, argüman61
GABRIEL TARDE
tasyon artık işe yaramaz ama bu sözde yasa heterojenlikten doğan göreli homojenl iği gösteren ve en çarpıcı ömeklerini insan veya hayvan toplu luklarının gözleminin sağladığı binlerce örnekle çelişmektedir. Çoğun lukla çok komplike hayvanlar o lan poliplerin topaklanması, suda yaşayan en i lkel bitki türlerinden olan polip öbeğini oluşturur. İnsan ların kabile veya u luslar halinde topaklanması, fi lozofların kendi izlen imlerini ve duygulannı çalıştırmak için bitk isel/iğini, büyümesini ve tarihsel gelişimini inceledikleri alt bir bitki türü olan d i l i ortaya çıkarır. Tekrar ediyorum, sosyoloj ik bir anlayışın bi limler içinde yayılmasının ve etkinleşmesinin özell ikle onlan be nim mücadele ettiğim önyargıdan kurtarmaya yönelik ol masının nedeni işte budur. Farklılaşma i le ilgi l i şu önemli ilkenin hangi yönde anlaşılması gerektiğini görebiliriz bu d urumda, sayın Spencer bu ilkeyi başarı lı bir şekilde yay gınlaştınnıştır ancak bunu ayn ı şeki lde kesin olan evrensel düzenlenme i lkesiyle gerektiği gibi uzlaştırmayı sanırım başaramamıştır. U zak ve puslu bir şekilde gördüğümüz ne bülöz, evrendoğumsal tüm teori lerin çıkış noktası olan ho mojenlik görüntüsünü, belki de bizim ondan uzak olıo ıa mıza borç l udur sadece. Elementlerin, benzer atomlar; atomların, molekül ler ve göksel küreler, molekül lerin, hüc reler, vs. halinde yoğun laşmasınm daha sonra gelen, daha üstün olan ve de genişleme an lam ın a gelmeyen değişiklik ler için gerektirdiği ve geçm iş değişikliklerin sunduğu şeyleri bil iyor muyuz? İ lkel topluluklar hal inde toplanma larının özgür ve göçebe yabanıllara ve bir durağan kurum lar ekseni etrafında dönerek devinimsizleşmelerinin i lkel topluluklara neye mal olduğunu biraz daha iyi biliyoruz bugün, ama tamamen bilmiyoruz. Fakat gözleri mizin önünde alışkan lıkların, geleneklerin, düşünceleri n, aksanla·
62
.MONADOLOJİ VE SOS\'OLOJi
rın ve fiziksel tiplerin taşraya özgü çeşitliliğin in yerin i modem eşitleme, ağırlık v e ölçü birimlerinin birliği, dil bir liği, aksan birliği ve hatta konuşma birliği aldığında (ki bu ili şkiye girmenin, yani tüm zihinlerin kullanılmasının ve
onların daha özgür ve daha açık yayılımının zorunlu ko şuludur) şairlerimizin ve sanatçılarımızın gözyaşları bu avantajlar uğurunda harcanan sosyal renkliliğin değerini gösterir bizlere. Ç ok daha büyük miktarda isteklere ce vap vermelerinden dolayı daha avantajlı ve daha lehte oldukları
için yeni ortaya çıkan değişiklikler, eskilerine göre daha mı önemlid ir ler? Hayır. Ne yazık ki, bilmediğimiz her şeyi
homojen sanma gibi, anlaşılmaz bir eğilimimiz var. Geze genin eski j eolojik durumlarını şimdiki durumundan daha az bildiğimiz için daha az farklılaşmış olduklarına kesin gözüyle
bakıyoruz,
Lyell'in
sıklıkla
karşı
çıktığı
bir
önyargıdır bu. Bulutsuların, yıldız tiplerinin, ikili ve değiş ken yıldızların çok biçimliliğini bize göstermiş olan teles koptan önce, b i r bütün olarak, bilinen gökyüzünün ötesinde
değişmez ve bozulmaz bir evren hayal e tmiyor muyduk? Ve bizim için sonsuz büyüğe göre hala daha ulaşılmaz olarak kalan sonsuz küçükte, binlerce şekilde felsefe taşını, atomcuların atomunu · ve doğa bilimcilerin sözde homoj en protoplazmasını hayal etmiyor muyuz? Görünen belirsiz liklerin altında bir bilim adamı, eşelec!iği her yerde beklen medik çok açık şeyler keşfeder. Mikroskobik hayvanlar türdeş olarak biliniyorlardı. Ehrenberg mikroskopta bakar
onlara ve "Tüm bu çalışmaların temeli, tüm hayvanların aynı derecede karmaşık oldukları yönündeki inançtır" der sayın
Perrier hemen,
haşlamlılardan insana kadar tüm
hayvanlar. Katılar ve sıvılar duyularımız için gazlardan daha algılanabilir olduğundan, ve bu sonuncular da saf doğaya göre daha algılanabilir olduğundan 63
katılara ve
GABRIEL TAIWE
sıvı lara kendi aralarında gazlara göre daha farklı lannış gibi bakıyoruz ve fizikte havalar değil de hava diyoruz, (Laplace bu çoğulu ku llanıyor olsa bile), gazlar değil de gaz diyeceğimiz gibi tabi, eğer bu sonuncuları kimyasal özel likleri d ışında sadece dikkate değer bir biçimde benzer olan fiziksel etkileriyle bildiğimizi farz edersek. Su buharı binlerce değişik nokta halinde kristal leştiğinde veya sadece akan su halinde sıvılaştığında, bu, yoğunlaşma sa,ndığımız gibi su molekü llerindeki farklılıkların bir artışı mıdır gerçekten? Hayır, bu sonuncuların gaz halinde dağı lma durumunda, önceden yararlandıkları serbestl iği, her yön deki hareketlerini, çarpışmalarını ve alabi ldiğine değişik olan mesafelerini unutmayalım. Farklıl ığın azaldığı anl a mına mı gelir bu? Yine hayır ama belli bir türdeki içsel fark l ı l ıklar başka türden olan ve birbirine dışsal olan farklıl ıkların yerine geçmiştir sadece. Varolmak, fark lıl aşmaktır; fark, doğrusunu söyl emek gereki rse, bir anlamda şeylerin maddi yönüdür, sahip ol dukları hem daha özgün, hem daha ortak olan şeydir. Bura dan çıkmak ve bunu açıklamaktan kaçınmak lazım, ki her şey buna indirgen ir; yanlış bir şekilde çıkış olarak aldığı mız benzerlik özdeş lik dahil. Zira özdeşlik bir minimumdur ve bu yüzden çok nadir olan bir farklı lık türüdür sadece; dinlenme bir hareket durumundan ve çember elipsin farklı bir çeşidinden başka bir şey olmadığı gibi. Temel özdeş likten çıkmak baş langıç için fazlasıyla olasılık dışı olan bir özgün lük, imkansız bir çoklu varlıklar rastlaşması (hem farklı hem benzer olan varl ıklar) veya basit ve sonradan neden bölündüğü bilinmeyen tek bir varlığın açıkl anmaz gizemini varsaymaktır. Bu, bir an lamda güneş sistemiyle ilgili hayali açıklamalarında, elipsten deği l de daha yetkin bir şekil olduğu bahanesiy le çemberden başlayan eski ast64
MONADOLOJ İ VE SOSYOLOJİ
ronoml arı takl it etmektir. Evrenin alfası ve omegasıdır fark; elementlerde her şey bununla başlar ki bu elementle rin fark l ı yapılardaki düşüncelerle olası hale getiri lmiş olan doğuştan farklılıkları beni m gözümde bunların çokluğunu doğrulayan tek şeydir; düşüncenin ve tarihin üstün olgula rında her şey bununla biter, ki tarihte kend isini çevreleyen dar çemberleri, atomik ve yaşamsal döngüyü sonunda kıra rak ve kendi engeline dayanarak kendini aşar ve değişir. Bütün benzerl ikler, bütün olgu sal tekrarl amalar, belli bir ölçüde silinmiş o lan ilkel ve basit farkl ılıklar ile bu kısmi ölümle ulaşılmış aşkın farklılıklar arasındaki kaçın ı lmaz ara-yollardan başka bir şey deği l ler gibi geliyor bana. Veya daha iyi anl atmak gerekirse, yeterince uzayan her evrimde, sergiledikleri i l işkilerin düzenliliği ve değişkenli ğiyle, sürek l i l iği ve geçicil iğiyle dönüşümlü olarak d ikkat çeken olgusal katmanlarının art arda geldiklerini ve kesiş tiklerini gözlemleriz. Topluluklar örneği bu öneml i olguyu anlatmada ve aynı zamanda gerçek anlamın ı vermede ol d ukça yararl ı olmaktadır; özdeşl iğin ve farkl ıl ığın, helirsi zin ve lıelirginin aral ıksız olarak pek çok kez karşılıklı bir şeki lde yer ald ığı seride başlangıçtaki ve finaldeki sınırın farkl ı l ık olduğunu ve karakterin her şeyin temelinde çalka lanıp duran ve aıt arda gelen silinmelerin ardından her za man daha belirgin ve daha can l ı bir şeki lde yeniden ortaya çıkan tuhaf ve açıklanamaz bir şey olduğunu gösteririz bunu yaparken. Konuşan insanlar, tamamıyla farklı aksan lar, ses perde leri, tın ı ları: İ şte sosyal öğe, uyumsuz hetero jenliklerdeki gerçek kaos. Ama zamanla bu karmaşık Babil kulesinden, gramatikal yasalar halinde formüle edilebilen genel dil alışkanl ıkları çıkar. Bu sonuncul ar, sırası geldi ği nde, birl ikte konuşan çok daha fazla konuşmacının ilişkiye sokulmasıyla, düşüncelerindeki gidişatı ortaya koy65
GABRIEL TARDE
maya yararlar sadece: Bu da başka bir tür uyumsuzluktur. Ve bu şekilde zihinleri öylesine farkl ı laştırırlar ki, kendi leri daha durağan ve daha tekdüze kal ırlar. Şairleri ele alal ım örneğin. Kendi düzensiz fantezilerine uyd urmak için, doğ makta olan dili ele geçirirler. Bununla birlikte, bir keke leme dönem inden sonra ritimler ve dildeki sağ deyisel yasalar şekil lenmeye başlar ve kendi lerin i k�bu l ettirirler; Hindu şiiri, Yunan şi iri veya Fransız şi iri; önem li deği l. Yeni bir tekbiçimlilik nöbeti kendini gösterir. Neye yarar bu peki, tam olarak? Şairlerin hayal gücü zenginl iklerini daha iyi bir şekilde sergilemelerine ve kendi öz renklerini iyice açığa çıkarmalarına yarar. Ş i irin kanatlarındaki ritmik vuruşlar düzene girdikçe, gel işimi (ki bu d ikkate değerdir) daha kaprisli ve daha değişken hale gelir. Victor Hugo'nun sağ deyisi, ince kuralları açısından Racine' inkine göre hem daha komplike, hem daha kesin ve serttir. Şairleri deği l de bi lginleri inceleyebilseydik, gözlem aynı sonuç ları verird i . Her bi lgin diğerlerinden ayrı o larak çalışır, ortak d i lleri sayesinde onlarm çal ışmalarını ku llanıyor olsa bile; kend ini adad ığı araştırmalarına kendi mizacını ve kendi ruhunu katar; burada her şey, karaktere özgü ve bireyseldir. Oluşum ve ge li şme yolundaki bir bilimi (organik kimya örneğin, meteoro loj i , dilbi lim) birlikte yaratan tüm araştır macıları ayn ı yerde toplayabilseydik, cehennem in hiçbir yeri bu büyük bilim fırınından daha tuhaf olamazdı . Ama, kendisini yaratacak o lan renkli psikolojik d urum ların izle rinin bile kesin olarak silineceği kişilikten uzak, soğuk ve tekdüze bir yapıt ol uşur burada. Durun ama. B i lim, i lerle meni n son sözü olamaz. Bilimin tamamlanmış, b itmiş ve hafızaların bir köşesine kalan bir tür din kitabında toplan mış olduğunu farz edelim, başka işler için kullanabileceği miz ve şu an hayal bile edemeyeceğimiz kadar enerj i ka66
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
l ırd ı insan beyninde. Bilimsel Ortodoks luğun yetkin sis tematizasyonunun ve evrensel yayıl ımın ın tek ve son varlı k neden inin, kendi nüansın ı evrenselleştirme ve dünyaya damgasını vurma yönündeki büyük ihtiyacın , her zihinde nesnel bi lgi sayesinde bütünüyle tatmin olacağı olağanüstü lirik ve dramatik fantezi leri, hipotezleri, felsefık sapkın l ıkları, kişisel ve alabi ldiğine çoğalm ış olan sistemleri ola ğanüstü bir şekilde yaymak o lduğu, açık olarak gö rülecektir. Sını rları zorlanan zeka sadece bir yardımcı-im gelem olmakla son bulacaktır. Sosyal evrimi ekonomik, idari ve askeri şekliyle m i ele al ıyonız? Yine ayn ı yasa. Herkesin işine geldiği şeyi yap tığı i lkel endüstriyel bir evreden, mesleklerin , loncaların ve birliklerin, artık gereksiz ve rahatsız edici hale gelen dahiyi boğazl amak için yapılmış gibi görü nen durağan ve gele n�kse l imalat yöntemleriyle kurulduğu, ikinci bir evreye geçeriz çabucak fakat tersi ne bu zorlamayla bile buluşlar daki ve sanat:aki deha güçlenir ve çok daha verimli ve daha zengin bir şeki lde çıkar. B i reysel incel iğin ve kurnazlığm önem li o l duğu, hiçbir sabit veya genel fiyatın olmadığı ve sürekli bir pazarl ığın olduğu ilkel ticari evreden, borsa de diğimiz öze l termometre lerle donatılm ış büyük m odern pa zarlarımızın tekbiçimli ve düzen l i seyrine geçeriz ve niha yetinde, bireyin yeteneğini bütünün otoritesi altında orta dan kaldırmak bir yana, bu düzenl i lik, bütün ekonomik ol guların fiziksel diyebi leceğimiz bu zoru n l u l uğu, spekülas yonun ve onu ele geçiren, onunla oynayan ve oyuncu ların en küçük psikoloj ik öze l l iklerinin büyük başarılar veya açıklanması imkansız ani felaketler halinde patlak verdiği girişim mantığın ın dizginsiz h ızına destek verirler. Embri yon halindeki bir u l usun idari tutarsızlığının ve tuhaflığının yerini, derece derece, yönetimin birliği, değişmezliği ve 67
G AllRIEL TARDE
iktidarın merkezi leşmesi alır; devlet adamların ın, bu maki nenin makinistlerinin, bunu tarihsel olayların (ki bu tarihse l olaylar tıpkı aktörleri gib i sui generis gezegendeki o lağa nüstü rastlantılar ve kazalardırlar) tamamlanışında kul la nanların ihtişamı için gerekl i olan her şey. Sonunda bar barların d isiplinsiz sürüleri, bizim güzel mekanik orduları mıza bırakırlar yerlerini, ki burada basit bir araç olan birey, başka hiçbir savaşa benzemeyen, bir adı ve bir tarih i olan ve savaş meydanında gel i şen, özel psikoloj ik durumunun mücadele sırasında kendini gösterdiği bir savaşta kendisini görevlendiren büyük bir komutanın ellerinde, artık hiçbir şeydir. Şu halde, bu örneklerle görüyoruz ki, düzen l i l i k ve sa delik (tuhaf bir şeyd ir ki) b i leşik içerisinde gösteriyorlar kend i leri n i ; onun öğelerine yabancı bile olsalar, sonra da üstün b i leşikler içinde yeniden gözden kaybo luyorlar ve bu böyle devam ediyor. Ama burada, sosyal evrimlerde ve bi zim bir parçası o lduğumuz ve zincirin iki ucunu, yapın ın en alçak ve en yüksek taşını yaka lama avantaj ına sahip oldu ğumuz sosyal topaklanmalarda bel irgin bir şekilde görüyo ruz ki , düzenlilik ve sadelik basit ortalama ifadelerdirler, büyük ölçüde değişikl iğe uğramı ş olan i lkel çeşitli l iğin adeta uçund uğu iınbiklerdirler. Şair, esas olarak filozof ve ikinci olarak da kaşif, sanatçı, spekülatör, po l itikacı ve tak tikçi; özetle herhangi bir ulusal ağacın ana çiçekleri bun lardırlar; her sıradan yurttaşın dünyaya geli rken getirdi ği ve eğitimdeki yanlış ve kaçın ı lmaz uygulamaların daha do ğuştan itibaren çoğunu öldürdüğü extra-sosyal veya anti sosyal doğuştan öze l l i klerin tohumları bu çiçeklerin açması için çalışm ışlardır. Bu karakteri stik doğuştanlı klar, sosyal serinin i lk sınırı o ldukları gibi, yaşamsal serinin son sınırıdırlar. Bu son seri 68
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
üzerinde geriye gitmeye çal ıştığımızda, uyum! u bir şeki lde oluşturulan ve asırlardan beri düzenli o larak tekrarlanan spesifik tipi geçerdik ilkin, ki bu doğuştan lıklar bu tipin varyasyonlarıdırlar. Sonra b u tipin tuhaf bir şekilde bağ lantısız olan birçok nedenin rastlantısıyla meydana geldiği tehlikeli dönemi, -ard ından, b u tipin kendilerinden türediği geçmiş tipleri ve on l arın benzer o luşumlarını, sonra hücreyi ve son olarak da biçimsiz olan veya her biçime girebilen, h içbir formülün açıklayamayacağı ani değişikl iklerin ya şandığı protoplazmayı geçerdik. Burada da dikkat çekici olan farkl ı l ık alfa ve omegadır. Peki, yaşamsal serinin ilk sınırı olan protoplazma, kim yasal serinin son sınırı değil midir? Kimyasal seri geriye döndüğünde, organ ik kimyanın giderek daha az kompleks olan molekül tiplerini ve inorganik kimyan ın ayn ı şekilde giderek daha az kompleks olan, düzenli olarak yapı l andı rı lmış ve muhtemelen periyodik ve ritmik hareketlerin uyumlu devirlerine dayanan fakat bileşimlerinin hareketli, dalga l ı ve düzensiz krizleriyle bütünüy le birbirinden ayrıl mış olan molekiil tip lerini gösterir bize; ve böylel ikle tah minen atoma veya kendi,eıi nden sonrakileri oluşturacak olan en basit atom lara varırız. Peki, başlangıçtaki öğe b u mudur? Hayır. Çünkü en basit atom maddesel bir tiptir, bir kasırgadır bi ldiğimiz kadarıyla, bell i bir türdeki titreşimli bir ritimdir ve alabildiğine komplike bir şeydir her bakım dan. Gaz halindeki atomun görülmesine o lanak veren aşırı derecede seyrelti lmiş gazlar konusunda radyometrenin keş finin yol açtığı araştırmalardan bu yana bu kompleksiteyi çok daha hakl ı olarak doğrulayabi l iyoruz. Ultra-gaz hal inde olan bu ortamda, örneğin, ışık ışını her zaman düz çizgi halinde ilerlemez; bireysel öğeye ne denli yaklaşırsak göz lemlenen olgularda o den l i çeşitlilik olur. Ayn ı gazın mole69
GAB RIEL TARDE
küllerinin, ortalama hızları eşit o l sa bile çok farklı hızlarla hareket ettikleri, Clerk Maxwel tarafından ortaya konmuş tur. "Çünkü," diyor Londra Kraliyet Derneğinden sayın Spootiswoode, "şu an kavrayabi ldiğimiz doğan ın basitl iği gerçekte sonsuz bir karmaşıklığın ürünüdür ve görüneıı bir tekbiçimliliğin altında derinliklerini ve sırlaruu henüz araşllrmadığımız büyük bir çeşitlilik bulunmaktadır." Işın saçan maddeler konusunda aynı şekilde konuşuyor sayın Crooke; "Geleceğin en büyük problemleri çözümlerini. te mel, etkin, keskin, olağanüstü ve derin gerçekliklerin bu lunduğu bu keşfed i lmemiş alanda bulacaklardır (sonsuz de recede küçüğiin alanı)." Eğer maddenin son yapı taşlarını basit bir şeki lde tekbiçimli bir tipin özdeş .ö rnekleri olarak görseyd i, bu şeki lde konuşur muydu? Her kimyasal madde, havaya yaydığı özel bir titreşimle kend isini gösterd iği için, bu titreme yeteneğinin özdeş tüm atomlarda benzer oldu ğu nu ve başka yetenekleri nin olmad ığını düşünmeye zorla nıyoruz. Bir çamlık veya mesafeli olarak dizilmiş olan ve çınlayışıyla veya özel, basit ve tekdüze uğu ldayışıyla tanı yabild iğimiz bir kavakl ıkta ilgi l i olarak, çamın ve kavağın yapraklarının karakteristik ve deği şmez bir şeki lde titre d iklerini söyl üyormuşuz gibi, sanki . Böylece toplum gibi, yaşam gibi, kimya da, tiim hiyerarşilerin, tüm düzenlerin ve tüm gelişmelerin ilkesi ve ereği olan evrensel farkl ılığın zorun lul uğunu onayl ıyor gibi görünüyor. Deği şken lik şeylerin kalbindedir, ancak, birl i k, öyle de ğildir: Bizim için bu sonuç, dünya ve bilimler üzeri ne basit bir şeki lde göz atarak yapabileceğimiz genel bir açıklama dan çıkıyor zaten . Yaşayan türler, yıldız sistemleri ve her türden dengeler ad ını verdiğimiz bu sürekli temalardan, bol çeşitlilik ve zengin ve duyu lmam ış değişimler fışkırıyor her yerde ve onları yok etmek ve tamam ıyla yenilemekle son 70
i\lONADOLO.J i VE SOSYOLOJİ
buluyor, ancak bununla beraber hiçbir yerde, şeylerin kö keni demeye al ışkm olduğumuz güçler veya yasalar çeşitli l iği kendi lerine amaç ed in iyor veya sınır olarak alıyor gibi görünmüyorlar. Güçler, yasaların hizmetindedir, deniyor, ve yasaların hepsi olgulara uygu lanırlar, bu olgular değişik tekrarlamalar değil de, eksiksiz, kusursuz tekrarlamalar ol dukları ölçüde; bu güçlerin hepsi açık bir şekilde yapıların tam olarak yeniden üretimini ve her türden dengenin tam bir stabil itesini sağlamaya, bozulmalarını, değişmelerini ve yeni lenmelerini engellemeye yöneliktir. Bizim güneş sis temimizin büyük manivelası, sonsuz bir şekilde dönmek için yapılmıştır. Bununla ilgili olarak Laplace' ın sonra ola bi lecek şüphelerini, Leverrier ortadan kald ırmıştır. Her ya şayan tür, sonsuz bir şeki lde sürüp gitmek ister, onu yok etmeye çal ışan şeylere karşı kend isini korumak için sava şan bir şeyler vardır, onun içinde. Her yönetim için o lduğu gibi, asıl görevi her zaman sonsuza dek iktidara yerleşmek istemek, bunu kendi kendisine söylemek ve kendisini öyle sanmak olan en nazik bakan için olduğu gibi, onun için (bu tür) de geçerl idir bu. Yüzyıl lar önce yok olup da kendi içinde üzerinde yaşadığı gezegen kadar yaşamak;a i lgil i ya sal bir güvenceye veya makul bir inancına sahip olmamış olan tek bir bitki ya da hayvan fosi l i yoktur. Artık ölmüş olan tüm bunlar sonsuza kadar yaşamaya davet edilmişlerdi ve fiziksel, kimyasal ve yaşamsal yasalara dayanıyorlard ı, despotlarımız veya bakan larımız yasalarına ve ordularına dayandıkları gibi. Ve güneş sistemimiz de ölecektir, hiç şüphesiz, kal ıntı ları gökyüzünde görülen onca d iğerleri gibi ve molekül tipleri önceden varolan moleküller üzerinden yüzyıllar boyunca yaşadıktan sonra yok olmayacak olsalar bile bunu kim b i lebilir ki? 71
GABRIEL TARDJ<�
Peki tüm bunlar nas ıl yok oldu, veya yok olabilir miydi? Eğer dünyada değişmez ve tam-güçlü olarak bilinen ve değişmez dengeler hedefleyen yasa lardan ve bu yasala rın uyguland ığı ve homojen diye bil inen bir maddeden başka bir şey yoksa, bu yasaların bu madde üzerindeki et kisi evreni her geçen saat gençleşti ren değişiklikleri ve ev reni (olumlu yönde Ç.) değiştiren bu beklenmedik devrim leri nasıl yaratabi l iyor? Nasıl oluyor da, çok küçük bir ara nağme, bu sert ritimler arasına giriveriyor ve dünyan ın bu ebedi tekdüzeliğini (ne denli az olursa olsun) renklendire biliyor? Tekdüzenin, monotonun ve homojenin birlikteli ğinden, can sıkıntısından başka ne doğabil ir? Eğer her şey özdeşlikten geliyorsa ve eğer her şey onu amaçl ıyor ve ona gidiyorsa, bizi büyüleyen bu çeşitlil iklerin kaynağı nedir? Şu ndan emin olalım; şeylerin temeli sandığımız kadar za yıf, zavallı, donuk ve renksiz deği ldir. Tipler gemlerden ve fren lerden başka bir şey deği ldirler; yasalar, yarının yasala rının ve tiplerinin gizl i l i kle hazırlandığı ve üst üste eklenen sayısız engellere rağmen, kimyasal ve yaşamsal sıkıdüzene rağmen, akla rağmen, büyük mekani ğe rağmen, bir gün bir u l usun insan ları gibi tüm engelleri_ aşmakla ve yıkıntı lar! lı dan kendilerine üstün bir çeşitlilik yaratmakla son bulan devrimc i iç farklılıkların taşkınına karşı, boşuna konmuş bentlerden başka bir şey değildirler. Bu önemli gerçeğin üzerinde durmak gerekiyor: İlerle dikçe şunu fark ediyoruz ki, bu büyük düzenli mekaniz maların her birinde, sosyal mekan izmada, yaşamsal meka n izmada, yıldız mekanizmasında, moleküler mekanizmada, bunları parçalamakla son bulan bütün iç ayaklanmalar ben zer bir durumla provoke edi lmişlerdir: Bun ların bi leşenleri, yasaların ın an lık somutlaşması o l an bu değişik alaylardan gelen askerler, oluşturdukları dünyaya varl ıkların ı n bir 72
MONADOLOJ I VE SOSYOLOJİ
yönüyle aittirler sadece ve diğer yönlerle ondan kaçarlar. Bu dünya, onlarsız varo lamazdı ama bu dünya olmadan, onlar, yine bir şey olurlardı. Her bir öğenin birliğe katıl masına borçlu olduğu nitelikler, onun bütün doğasını oluştunnazlar; değişik birliklere katı l ımlardan gelen başka güdüleri ve başka eği limleri vardır onun ve sonuç olarak (bu sonucun zorunlu olduğunu göreceğiz) ona kendi özünden gelen, kendisinden ge len başka şeyler vardır, daha engin ama daha az derin olan, kendisinin bir parçası o lduğu ve varlık nitel iklerinden ve varlık görüntülerinden meydan a gelen, yapay bir varl ıktan başka bir şey o lmayan kolektif güce karşı savaşmak için destek alabilecefii özgün ve temel tözden gelen, başka şeyler vard ır nihayetinde. Bu hipotezi, sosyal öğeler üzerinde kanıtlamak kolaydır. Eğer içlerinde sadece sosyal ve öze l likle de u lusal şeyler olsaydı, topl umların ve ulusların ebediyen değişmez olarak kala cağını iddia edebi lirdik. Birçok şeyi toplumsal ve u lusal çevreye borçlu olmamıza rağmen, açıktır ki her şeyi ona borçlu değil iz. Fransız veya İngi liz olduğumuz gibi, meme li hayvan larız biz ve bu neden le kan ımızda bizi benzer lerimizi taklit etmeye, on ların inandıklarına inanmaya, on ların istediklerini istemeye eği limli kılan sosyal içgüdü tohumları taşımıyoruz sadece aralarında anti-sosyal olan ların bulunduğu sosyal o lmayan içgüdü tohumları da taşıyoruz. Kuşkusuz, eğer toplum bizleri bütünüyle yarat mış olsaydı, bizleri sosyal ve toplumcul yapabilirdi sadece. Demek ki kentlerimizde ortaya çıkan ve onları kimi zaman altında bırakan bu an laşmazlık, nefret ve kıskançlık lavları, organik hayatın derinliklerinden geliyor (hatta daha ötesin den, buna inanıyoruz). Cinselliğe olan tutkunun altüst ettiği tüm devletleri hesap edin, onun bozduğu veya değiştirdiği tüm inançları, tüm d i l leri, kurduğu tüm kolon ileri, ılımlı 73
GABRIEL TARDE
hale getirdiği veya iyileştirdiği tüm dinleri, uygarlaştırdığı tüm barbarca şeyleri, gücü ve özsuyu olduğu tüm sanatı düşünün ! Gerçekten de başkaldırıların kaynağı ayn ı zamanda gençleşmenin, yenileşmenin ve modernleşmenin de kaynağıd ır. Ayn ı yerden gelen lerin ve ataların takl idinden başka (doğrusunu söylemek gerekirse) tam olarak sosyal olan hiçbir şey yoktur, kelimenin en geniş anlamın da. Eğer bir topluluğun öğesi yaşamsal bir yapıya sahipse, can l ı bir cismin organik öğesi de kimyasal bir yapıya sa hiptir. Eski fizyoloj inin yanılgı larından biri de, kimyasal maddelerin bir organizmaya girerlerken tüm özelliklerini kaybettiklerini ve hayatın gizemli etkisiyle içlerine ve en gizli yerlerine kadar girilmesine izin verdikleri ni düşün mekti. Bizim yeni fızyolojistlerimiz, bu yanılgıyı tamamen ortadan kaldırdılar. Organize bir molekül, ayn ı anda iki ya bancı veya birbirine düşman monada ait bir molekü ldür demek ki. Peki, kimyasal yapının organik doğaları açısın dan bedensel olan öğelerden bu şekilde bağımsız olmasının bize can l ı türlerin karışıklıklarını, bozukluklarını, sapmala rını ve başarı l ı bir şekilde yeniden onarılmaların ı anlamada yardımcı o lduğunu yadsıyabi l i r miyiz? Bana öyle geliyor ki, daha ileri gi tmek ve sadece bu bağımsızlığın organ ların kimi bölümlerinin kalıtımsal can l ı tipin kabulüne direnme lerini ve yaşamın, yani uysal kalan molekül ler topluluğu nun yeni bir tipin kabulü i le direnen moleküllerle sonunda bazen uzlaşmak zorunda kalışını anlaşılır hale getirdiğini, kabul etmek gerekir. Gerçekte, kal ıtımsal tipe uygun ola rak, jenerasyondan (ki bunun beslenmesi veya hücresel ye n iden oluşumu [rejenerasyon] bir olgudan veya bir olası lıktan başka bir şey deği ldir) başka, tam o larak yaşamsal olan bir şey yok gibi görünüyor. 74
MONADOLOJ I VE SOSYOLOJ İ
Hepsi bu mu? Hayır, belki; benzerlik bizi kimyasal ve astronomik yasaların boşluktan ibaret olmadıklarına, bu ya saların içsel olarak karakterize edilmiş olan ve h içbir şe kilde göksel veya kimyasal mekanizmaların özelliklerine uymayan doğuştan çeşitl iliklere sahip, küçük varl ıklarda etkili olduklarına inanmaya götürüyor. Kimyasal cisim lerde organik düzensizliklerle veya sosyal köklü değişik liklerle ayn ı paralelliğe koyabileceğimiz hiç bir hastalık veya rastlantısal sapma izi göremed iğimiz doğrudur. Ama madem ki kimyasal heterojenlikler şu an mevcut olarak varlar, öyleyse çok eski çağlarda da kimyasal oluşumlar, vardı şüphesiz. Bu oluşumlar eş zaman lı mıydılar? Aynı anda h idrojenin, karbonun ve azotun (vesaire) biçimsiz olan ve eskiden k imyasal olmayan bir maddeni n içinde or taya çıktığı görülmüş müdür? Eğer bunu olasılık dışı veya daha iyisini söylemek gerekirse, imkansız olarak değerlen dirirsek, titreşimlerle yayılmış olan ilk hir atom tipinin bir noktadan -hidrojenden örneğin- başlayarak bütün veya hemen hemen bütün maddesel yay ılım alanında kendisini em poze ettiğini ve ana hidrojenin uzun zaman aralıklarıyla meydana gelen artçı l kopmalarıyla basit diye b i linen d i ğer bütün yapı ların -ki bun ların atomik ağırl ıkları bildiğimiz gibi bu atomunkin in tam katlarıdır- oluştuğunu kabul et mek zorunda kalırız. Peki başlangıçta yapı larının özdeşliği ile doğaların ın özdeşliğini ve değişmezliğini sağlamlaştır mak durumunda olan ayn ı yasa ile yönetilmiş öğelerin tam homojenliği hipotezinde benzer bölünmeleri ve ayrılmalan nasıl aç ıklamalı? İ lkel elementlerin yer aldığı astronomik evrimlerde meydana gelen kazalar, kimyasal oluşumlara neden olmuş olab i lir veya provoke etmiş olab i lir, diyebilir miyiz? Ne yazık ki bu h ipotez, spektroskobun keşfiyle çok aç ık bir şeki lde çürütü lmüştür, gibi gel iyor bana. Madem ki 75
GABRIEL TARDE
bu aygıta (spektroskop) göre basit denilen tüm cisimler veya bun ların çoğu, evrimleri birbirinden bağımsız o lan en uzak yıldızların ve gezegenlerin bileşimi içerisine giriyor lar, sağduyu diyor ki, basit cisimler gök cisimlerinden önce oluştu lar; kumaşlar, elbiselerden önce oluştuğu gibi. Bu neden le, ilksel maddenin art arda bölünüşünün tek bir açıklaması olabilir: Şöyle ki, parçacıkları birbirlerine ben zemiyorlardı ve bölünmelerine bu temel benzemezli k ne den oldu. O halde, örneğin hidrojenin onca elenmeden veya art arda gelen dış göçten sonra bugün varolduğu şekl iyle eski hidrojenden, yani uyumsuz atomlarla karmakarışık olan hidrojenden, kayda değer bir şeki lde farklılaştığını dü şünmek yerinde olur. Ayn ı açıklama, art arda meydana gelmiş olan basit cisimlerin her biri için geçerlidir. Gücünü azaltarak, kendisini tüketerek ve aza indirgeyerek, bun ların her biri dengesini sağlamlaştırdı ve bu kayıplara rağmen güçlend i. Ama eğer bu böyleyse, en eski atom veya mole kül tiplerinin bu şeki lde kazandığı ol ağanüstü değişmezl iğe rağmen, her birinde varolan öğeler arasında benzerliğin tam olması, pek az mümkündür. Bir tipin ayıklanışının bir sınırının olab ilmesi için, öğelerinin iç farklılıklarının bu öğelerin ortak varl ığını imkansız hale getirecek yapıda ol maya son vermesi yeterlidir. Gizeml i sitelerin bu sonsuz küçük yurttaşları bizlerden o kadar uzaklardır ki, eğer iç uyuşmazl ıklarının çıkardığı gürültü bize kadar gelmiyorsa buna şaşmamak lazım; iç farklı l ıkları, eğer sandığım gibi var iseler, bizim kaba aletlerimiz tarafından görülemeyecek bir inceliğe sahip o lmal ılar. Bununla birlikte, kimi öğelerin çok biçimlil iği böl ünmeler ve parçalanmalar içerdiklerini yeterince açıkl ıyor ve doğadaki başlıca maddelerin teme l inde karışıklıklar ve karışım lar olabileceği ni düşünmek için, yeterince şey bil iyoruz, özell ikle de karbon da. Eğer 76
MONADOLOJi VE SOSYOLOJİ
bir maddenin birçok atomunun tam olarak benzeştiğin i dogma haline getirmekte ısrar edersek, aynı bir maddenin atom larının Gerhardt' ın hidrojen hidrürleri ve klor klorür leri vs. dediği şeyi o l uşturmak için birleştiklerini nasıl kabul edebiliriz? Böyle bir birlik aynı bir türün iki b ireyine içten ve sıkı sıkıya bir şekilde b irleşme olanağı veren ve kendisi ol madan sadece birbirlerini incitecekleri cinsel farklı l ığa a z da olsa eşit bir farklılık içermez mi, doğal ola rak? İçinde bu atomdan benzer atoma olan birleşmelerin mümkün ve hemen hemen kesin hale geldiği elementin yani karbonun aynı zamanda kendisini çok değişik şekil lerde (elmas, grafit, kömür şeklinde vs.) saf halde gösteren element olduğuna d ikkat edersek eğer, bir önceki varılan sonuç. doğrulanmış olur. Çeşitl ilikler bakımından oldukça zengin olan bir cismin yapı taşları o lan atomları arasında en enerjik ve en aç ık birl ikteliği yaratmasına hiç şaşmayız. Karbon : İşte kusursuz bir şeki lde farkl ılaşmı ş olan, ele men t ! "Karbonun karbona yakınlığı," d iyor Wurtz, sonsuz çe şitl il iğin ve kimya bi leşimlerin in sınırsız çokluğunun ne den i budur; organik kimyanın varl ık nedenidir bu. Başka hiçbir element, karbon elementinin bu önemli özell iğine, atomlarının sahip o lduğu bu birleşme ve birb irine bağ lanma yeteneğine, biçimi, ölçüleri ve dayanıklılığı açısın dan böylesine değişken o lan ve bir bakıma diğer materyal ler için dayanak noktası o lan bu yapıyı o l uşturma yetene ğine sahip deği ldir, aynı ölçüde." Karbondan sonra, kendi kendisiyle kısmi veya bütünsel doyma kapasitesini en yüksek seviyede sergileyen madde ler oksijen, hidrojen ve azottur; dikkate değer şeydir ki do ğan ın kul l andığı maddelerdir bunlar, tam da! 77
GABRIEL TARDE
B izi düşünmeye iten önemli bir nokta var: Hayat bir gün bu kürenin üzerinde ve bir noktada başlad ı. Peki, niçin başka bir yerde değil de, bu noktada başladı; eğer aynı maddeler, aynı öğelerden meydana gelmişlerse? Hayatın sadece özel ve çok kompl ike bir kimyasal bi leşim oldu ğunu kabul edelim. Peki ama diğerlerinden farklı bir öğe den değilse, nerden doğmuş olab ilir? VII
Bundan önce geçen iki bölümde evrensel sosyolojik ba kış açısın ın, bi lime iki büyük h izmette bulunacağını gös terdik, bunu ilkin, koşulların sonuca olan ve yanlış anlaşı lan bağıntısından doğan ve yan lış bir biçimde gerçek et ken lerin yerine konan içi boş antitelerden; ikinci olarak da, bu ilksel etkenlerin tam olarak benzeştikleri yönündeki ön yargıdan kurtararak. Fakat bunlar tamamıyla negatif olan iki avantajdır ve ş imdi de aynı metodla öğelerin iç yapısı i le ilgili olarak daha pozitif ne tür bilgi ler edinebileceği mizi göstermeye çal ışacağım. Gerçekten de öğelerin farklı olduklarını söylemek yeterli değildir, farklıl ıklarının ve de ğişkenliklerinin neye dayandığını açıklamak gerekiyor. Bunun için biraz ilerlemeye ihtiyaç vard ır. Toplum nedir? Bizim bakış açımızdan bunu tan ımla yabil iriz: Son derece değişik biçimlerde herkesin tek tek ve karş ı l ıklı olarak birbirine sah ip olması. Kölenin efendi tara fından, çocuğun baba tarafından veya kadının koca tarafın dan tek yanlı olarak sah iplenilmesi eski hukukta sosyal bağa doğru atılan bir ilk adımdan başka bir şey değildir. Uygarlığın ilerlemesi sayesinde, sahip olunan [birey] gide rek sahip hal i ne geliyor, sahip olunan sahip haline geliyor, ta ki hak eşitl iğiyle, halk egemenliğiyle ve hi zmetlerin eşit 78
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJ İ
ve doğru değişimiyle karşılıklı hale gelmiş ve evrensel leş miş olan eski kölelik her bir yurttaş ı diğer herkesin aynı zamanda hem efendisi hem hizmetçi � i yapana kadar. Bu ortak yurttaşları sahip edinme ve onlar tarafından sahip ed ini lme yöntemlerinin sayısı her geçen gün daha da art maktad ır aynı zamanda. Her yen i görev, yaratılan her yeni sanayi, görevlileri veya yeni san ayicileri yönettikleri ve bu anlamda üzerlerinde gerçek bir hak elde (önceden sahip olmad ıkları bir hak) ettikleri yeni tüketici lerinin yararına çal ıştırır, ki bun lar da tersine bu iki yön l ü yeni i l işkiyle bu sanayicilerin veya bu görevlilerin bir şeyi haline gelmişler d ir. Her iş alanı ve her pazar için, aynı şeyi söyleyebi lirim. Yen i açılmış bir demir yolu hattı merkezdeki küçük bir şehre ilk defa deniz ürünleri gereksinimini karşı lama ola nağı verd iği nde, şehirde yaşayan ların yaşam alanı artık kendilerinin bir parçası o lan den iz bal ıkçı larıyla genişle ve kend ileri de benzer bir biçimde bu bal ıkçı ların alıcı toplu luğunu gen iş letirler. Bir gazeteye abone olduğumda, a b o nelerine sahip olan gazeteci/erime sahip olurum. Hükü metime, dinime ve kendi kamu gücüme sahibim; kendi spesifik insaı ı tipime, kendi yapıma ve sağlığıma sahip olduğum gibi ama ü lkemin bakanlarının, dinimin pa pazlarının veya kantonumdaki jandarmaların gözetimine sahip oldukları kalabalığın sayısı içinde beni saydıklarını da bil iyorum, aynı şeki lde i nsan tipi eğer bir yerde kendi sini kişi leştirseydi, bende kendisinin özel bir varyasyonun dan başka bir şey göremezdi . Buraya kadar bütün fel sefe, tanımı keşfed ilecek b i r fel sefe taş ı gibi görünen olmak fi i l i üzerine kurulmuştur. İddia edebiliriz ki, sahip olmak fi i l i üzerine kuru lmuş olsaydı pek çok kısır ve verimsiz tartışmadan ve zih insel tekrarlamalar dan kaç m ı lmış o lurdu. Ben varım ; bu ilkeden, dünyanın
79
GABRIEL TARDE
tüm ustalığına rağmen ben imkinden başka bir varlık çıkar samak imkansızd ır; dış gerçekliğin olumsuzlanması çıkar, bunun sonucunda da. Ama öncelikle şu postü layı 1 ortaya koyal ım: "Bir şeye sahibim"i temel olgu olarak alabiliriz, sahiptim ve sahibim aynı anda birbirinden ayrılmaz olarak verilmişlerdir. Eğer sahip olmak var olmakı ifade ediyor gibi göriin ü yorsa, varolmak sahip olmakı hiç şüphesiz kapsar. Bu içi boş soyutlama, varo lmak, bir şeyin, kendisi de başka özel liklerden o luşan başka bir varl ığın (ki bu böy le sonsuza dek devam eder) özelliği olarak anlaşılmıştır hep. Aslında var lık kavram ı, bir bütün olarak sahip olmak kavramını içerir. Fakat bunun tersi doğru deği ldir; var olmak sahiplik dü şüncesinin bütün bir içeriği olmaktan uzaktır. Kendtde ortaya çıkan somut ve madd i · kavram bu sonuncusudur demek ki . Ünlü cogito ergo sum yerine şunu diyeceğim memnuniyetle: "İstiyorum, inanıyorum, o halde sahibim " Var olmak fiili kimi zaman sahip olmak, kimi zaman eşit olmak anlamına gelir. "Kolum sıcaktır," kolu mun sıcaklığı kolumun iyeliğidir. Burada -tır, sahiptir demektir. "Bir Fransıt., bir Avrupalıdır metre bir uzunluk ölçüsüdür." Burada -dir, eşittir demektir. Ama bu eşitliğin kendisi de içeren in içerilene olan bağıntısıdır sadece, türün çeşide olan bağıntısıdır, veya vice versa (bunun tersi Çev.), yan i bir tiir sahiplik bağo1tısıdır. Bu iki an lamdan dolayı var olmak sahip olmak' a indirg e n eb ilir demek ki. Eğer her ne pahasına ol ursa olsun varlık kavramından kendi temel kısırlığının ve verimsizl iğinin içermediği açık lamalar çı karmak istersek, onun karşısına var olmamakı koymaya ve bu i fadeye (ki bu ifadede gereksi z bir şekilde -
1
Bir tanıtlamada kabul ed i lmesi gereken ön gerçek. (Çev.) 80
M ONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
yadsıma yetimiz ortaya çıkmaktadır, tıpkı var olmakta doğrulama yetimiz ortaya çıktığı gibi) önemli ama sağ d uyuya aykırı bir rol vermeye zorlanırız. Bu bakımdan Hegelci sistem varlık felsefesinin son sözü olarak değer lend iri lebilir. Aynı düzlemde, dönüşme ve vaktiyle Ren ötesi ideol ogların çiftliği olan yok olma ile i lgili olarak an laşılmaz ve temelde çelişkil i kavramlar uydurmaya götürür. bu bizi . Buna karşılık, kazanma ve yitirme düşüncesinden, edinme ve sahip olunanı bırakma düşüncesinden daha açık bir şey yoktur (ki bu düşünceler, henüz varolmayan bir şeye b.ir isim vermek için benim sahip olma felsefesi diye ceğim şeyde yer almaktadırlar). Var olmak veya var olma mak atasında orta yol yoktur, oysa d aha fazlaya veya d aha aza sahip ol abiliri z. Var olmak ve var-olmamak, ben ve ben-olmama: gerçek bağlantı lan unutturan kısır zıtlıklardır bunlar. Ben ' i n ger çek karş ıtı ben-olmama değildir, benimkidir; var olma' ın, yani sahip (limanın gerçek karşıtı, var-olmamak deği ldir; sah ip oldudur. B i l im ve felsefe akımları arasında her gün gittikçe bel ir ginleşen derin ayrım, şundan ileri gel iyo!": birincisi kendi sine kı lavuz olarak sahip olmak fi i l ini aldı; ki bu onun için o ldukça oluml u bir şeydir. Onun gözünde her şey iyelikler ile açıkl an ıyor, antitelerle değil. Tözün olguya olan yanıl tıcı bağıntısını önemsemedi bilim; ki, bunlar Varlığın ikiye ayrı ldığı içi boş iki terimdir; iyel iğin kendisini sadece iki formundan b iri olan ve en az önemde olan arzu ile sahip lenme şek l inde sund uğu nedenin sonuca bağıntısın ı kul l andı, bell i bir ölçüde. Fakat bilim iyeden iyeliğe olan ba ğıntıyı fazlasıyla kullandı ve maalesef, kötüye kul land ı. Kötüye kullanışı, herhangi bir iyenin gerçek iyel iğinin di ğer iyelerin bir bütünü olduğunu; her yığının, güneş siste81
GABRIEL TARDE
minin her molekülünün, örneğin, fiziksel ve mekanik iyelik olarak büyüklük, yayılım, devingenlik, vs., gibi boş söz cüklere değil de, bütün d iğer yığınlara, bütün diğer mole kü llere sahip olduğunu; bir molekülün her atomunun, kim yasal iyelik olarak atom sayılarına veya kaynaşma anıklı ğına değil de, aynı molekülün tüm diğer atomlarına sahip o lduğunu; bir organizmanın her hücresinin biyolojik iyelik olarak sinirli liğe, kasılabilirliğe, iritasyona vs., değil d e aynı organizmanın v e özellikle d e aynı organın tüm diğer hücrelerine sahip olduğunu göremeyip bunu yanlış anlamış olmasına dayanıyordu özel likle. Burada sahiplik her iç-sos yal ilişkide olduğu gibi karşılıklıdır; ama efend inin ve kö- . lenin, çiftçinin ve hayvanlarının extra-sosyal i lişkilerinde olduğu gibi, tek yanlı olabi l ir. Örneğin retina iyelik olarak görmeye . değil de, açık bir şeki lde titreşen ve kendisine sa hip olmayan es.irimsi atomlara sahiptir ve zihin, düşünce sindeki tüm obj elerine zihinsel olarak sahiptir ancak ken disi bu objelere hiçbir şeki lde ait deği ldir: -Bu soyut te rimler, devingen lik, yoğunluk, ağırlık, yakınl ık, vs., h içbir şey ifade etm iyor \'e hiçbir şeye denk düşmüyor anlamına ını geliyor bu? Her öğenin reel alanının ötesinde koşullara bağlı olarak zorunlu bir alanı olduğunu (yani reel o lmasa da, bel li bir alan) gerçek ile yeni bir yönde olası olan ara sındaki bu eski ayrımın hayali olmadığını ifade ediyor, bu terim ler san ırım. Öğeler iye oldukları gibi etkendirler kuşkusuz; fakat et ken olmaksızın iye olabilirler ve iye olmaksızın etken o la mazlar. Sonra, etkileri kendi lerini iyel iklerinin doğasına eklenm iş bir değişim olarak gösterirler, sadece. Eğer buna yakından bakarsak, bil imsel bakış açısının felsefik bakış aç ısı üzerindeki üstünlüğünün nedeninin bi l imciler tarafından benimsenen temel i l işki ile ilgili seçimin 82
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJ"İ ıyı yapılmış olması olduğunu, ve bilimin bütün karanl ık noktal arının, bütün zayıflıklarını n ve eksikliklerinin, bu i1 işkin in eksik analizinden ileri geld iğin i göreceğiz. Binlerce yıldan berid ir, farklı var olma biçimleri ve farklı varlık dereceleri ile i lgili kataloglar yapıyoruz ama farkl ı türleri ve farklı sahiplik derecelerini sınıflandınnak g i b i bir düşüncemiz olmadı h iç . Bununla beraber sahiplik evrensel bir olaydır ve herhangi bir varlığın oluşumunu ve gel i şimini açıklamak için, edinim teriminden daha iyi bir terim yoktur. Darwin ve Spencer tarafı ndan moda haline getirilen uygunluk ve adaptasyon terimleri daha belirsiz, daha an laşılmaz, daha ku şkuya açık ve daha ikirciklidirler ve evrensel ol guyu sadece dıştan kavrarlar. Kuşun kanadı nın kend isini havaya, balıkların yüzgeçlerinin suya ve gö zün ışığa adapte ettiği, doğru mudur? Hayır, tıpkı lokomo tif, kend isini kömüre ve dikiş makinesi kend isini dikiş di ken kişin in ipl iğine adapte etmed iği gib i . Damar devindiren sinirlerin ve vücudun sıcaklığının iç dengesini dış sıcaklı ğın değişimlerine rağmen koruyan becerikli mekani zmanın, bu deği şimlere adapte o lduklarını da söyleyebilir miyiz? Karşı mücadele vermek yerine, kendini b ir şeye adapte et menin tek yolu ! Lokomotif, diyelim ki, yer devinimine adapte ed ilmiştir ve kanat da hava devinim ine; lokomotif kömürü kulland ığı gibi ve yüzgeç suyu kullandığı gibi, ka nat da hareket etmek için havayı kullan ıyor demeye varır, bu yine. Bu kullanım, bir iyel ik elde etmek değil m idir? Her varlık, kendisin i dış varlıklara uygun hale getirmek deği l de, on/an kend isine uygun hale geti rmek; sahiplen mek ister. Fiziksel dünyada atomik veya moleküler yakınlık (yapışıklık. Ç .N), can l ı dünyada beslenme, entelektüel dünyada algı ve sosyal dünyada hak, yan i kısacası, sayısız biç imdeki sahiplik bir varlıktan diğer 83
GABRIEL TARDE
varl ıklara, giderek daha etkil i ve keskin hale gelen değişik alanl arın kesişmesiyle, yayılmaya devam eder. Bu sahiplik, çok sayıda olan biçimleri açısından değiş ken olduğu gibi, dereceleri açısından da değişkendir. Örne ğin, gök cisimleri uzaklıklarının karelerinin ters orantısıyla artan veya düşen bir yoğunlukla birbirlerine sahiptirler. Organ izmaların dirimsel l iği, yani kısımlarının iç dayanış ması yükselir veya iner, devaml ı olarak. Derin uykudan en yetkin açık zihin durumuna, düşünce, dünya üzerindeki özel etkisi nin artışını gösteren büyük ve geniş bir diziyi kat eder. Altüst o lmuş bir ülkede güvenlik yeniden sağlandı ğ m da, her yurttaş, kend ilerinden hizmet bekleme hakkına sahip olduğu insanlardan, başka bir deyişle meşru koru malarına eskisinden daha sıkı bir şeki lde güvendiği tüm hemşehril erinden daha usta ve daha beceri k l i hi ssetmez mi, kendisini ? Sahipl iğin şekli ne olursa olsun, fiziksel, kimyasal, ya şamsal, zihinsel veya sosyal (her bir formun içerebileceği alt bölümlerden bahsetmeye gerek bile yok), öncelikle onun tek yan l ı mı yoksa karşılıklı mı o lduğunu ve ikinci olarak da, iki öğe mi, yoksa tek tek ele alınan pek çok diğer öğe arasında mı, ya da bir öğe ile diğer öğelerden ayrı bir grup arasında mı kurulu olduğunu ayırt etmemiz gerekiyor. Bir iki keli meyle, bu ikinci ayırımdan bahsederek başlaya lım. Bir veya birden fazla benzerimle sözlü bir iletişim içe risine girdiğimde, karşılıklı monadlarımız (benim açımdan) birbirlerini karşılıklı olarak kavrarlar; en azından şurası ke sindir ki bu i l işki bir öğenin ayrı olarak ele alınan sosyal öğelerle olan i l i şkisid ir. Bunun tersine, baktığımda, dinle d iğimde, çevremdeki doğayı incelediğimde, kayaları, suları ve de bitkileri, düşüncemin objeleri nden her biri, birbirle rini mutlaka tanıyan veya birbirlerini kendi aralarında sos84
MONADOL0..-1 VE SOSYOLOJİ
yal bir grubun üyeleri gibi içten bir biçimde kavrayan ama kendilerinin benim tarafımdan kapsanmalarına sadece bü tün olarak ve dışardan olmak üzere izin veren öğelerle sıkı bir şekilde çevrilmiş bir dünyadır. Kimyacının yapabileceği tek şey, atom i le ilgi l i olarak tahminde bulunmaktır; kesin i ikle onun üzerinde bireysel olarak etki yaratamaz asla. Anladığı ve kullandığı kadarıyla madde, farklı atomlardan oluşan yoğun bir buluttur; ki bunların farklılığı sayılarının büyüklüğü ve hareketlerinin devamlılığı, altında silinir. Can l ı ama hareketsiz dünyada (görünüşte hareketsiz diyo rum) monadımız, daha az karmaşık olan bir şeyler yaka lama olanağı bulabilir mi? Öyle görünüyor. Zaten öğe, öğeyi algılamaktadır burada; bir çiçeğe bakan genç bir kız, onu h içbir şeyin kendisinde uyandıramayacağı bir şefkatle sever. Ama monadların kendi aralarında alabildiğine yaygın laşmış geçici özelliklerinin derinliğiyle açık ve canlı bir şe kilde b irbirlerini kavradıklarını görmek için, sosyal dün yaya gelmek gerekir. En üst düzeyde bir i l işkidir bu, geriye kalanı bir taslaktan veya bir yansımadan başka bir şey ol mayan, tipik bir sahiplenmedir. İnanma ile, aşkla ve nef retle, kişisel prestijle, inanç ve istenç birliğiyle ve durma dan yayılan bir ağa benzeyen karşılıklı anlaşmalar zinci riyle sosyal öğeler, bin bir şeki lde birbirlerin i kavrar ve birbirlerini çekerler, ve onların yarışlarından uygarlığın h a rikaları doğar. Organizasyonun yarattığı ve yaşamdaki harikalar ya şamsal öğeden yaşamsal öğeye ve elbette, atomdan atoma olan benzer bir hareketten doğmazlar mı? Böyle düşünmek için birçok nedenim var ama bunları burada açıklamak çok uzun sürer. Kimyasal yaratımlar ve astronomik oluşumlar için de, aynı şey geçerli değil midir? Newtoncu yer çekim 85
GA BRIEL TARDE
kuvveti, atomdan atoma kendini gösteriyor kuşkusuz, çünkü eo komplike kimyasal işlemler bile bunu hiçbir şe kilde değiştiremez ve bozamaz. Eğer bu böyle olsaydı, monaddan monada ve öğeden öğeye olan sah iplenici hareket, gerçekten veriml i olan tek il işki o lurdu. Bir monad ın veya bir öğen in karışık bir monadlar veya topl u öğeler grubu üzerindeki (veya karşı lıklı bir biçimdeki) hareketine gelince; bu, öğelerin yarı şıyla veya birlikteliğiyle tamamlanmış güzel çalışmaların rastlantısal bir karmaşasından başka birşey olamaz. Bu son i l işki ne kadar yaratıcı ise, diğeri o kadar yık ıcıdır. Ama ikisi de zorunludur. Tek yanlı sahiplik ve karşılıklı sahiplik, aynı şekilde zo runlu olarak birlikte bulunurlar. Ama ikincisi, birincisinden üstündür. Karşıl ıklı çekim etkisiyle her noktanın merkez olduğu olağanüstü mekanizmaların ol uşumunu açıklayan, şey bu ikincisid ir. Bütün parçaları dayanışık o lan, her şeyin aynı anda amaç ve araç olduğu bu hayranl ık verici can l ı organ izmaların yaratılışını açıklayan budur. Ve nihayet bu nunla, antikitenin özgür sitelerinde ve modem devletlerde, hizmetlerin karşılıklı lığı veya hakların eşitliği bil imlerimi zin, işleyimlerimizin ve sanatlarımızın harikalarını yaratır. Şunu da görmek gerekir ki, eğer organize varlıklar tek bir varlığın üretim in in veya aynı bir maddenin düzenl i farklı laşmasının sonucu olsaydı, bu varl ıkların parçalarını her şey için yapılmış gibi veya her şeyi bu parçalar için yapıl mış gibi görmem izdeki kolaylığı açıklamak imkansız o lurdu. Mobilyalarımız veya aletlerimiz bizim için ne ise, varlıklar ya da daha çok üreti len nesneler de üretici varl ığa göre o olmalılar; ki mobi lyalarımız ve a letlerimiz hiçbir felsefik oyunla eylemlerimize göre amaçl ar ve sonlar ola rak bakamayacağımız araçlardırlar. Kend isinden meydana 86
MONADO LOJi VE SOSYOLOJ İ
gelen doğal ayrılmalarla özgün varl ıklar yarattığı düşünü len yegane maddeye gelince, her şeyden önce, eğer bu ken disinde bir amaç taşımıyor olsaydı, ilkel kayıtsızl ık ve ha reketsizlik halinden neden ç ıktığını anlayamazdık; ikinci olarak, her türlü farklılaşmadan önce, dünyada yalnız iken, amacına ulaşmak için doğruca gitmek yerine, neden do lambaçlı yollara başvurduğunu, amacına direkt olarak var mak yerine neden araçlar kullandığını, evrimin kıvrımlı ve dolambaçlı yollarını, neden dolaysız ve direkt aktüasyonun kısa ve kolay yoluna tercih ettiğini bi lemezdik. Sonra bu baş edilmez :rorlukları geçsek de, şu son soruya cevap verme olanağımız yok: Evrimlemeye ve amacına veya amaçlarına ulaşmak için uzun ve dolambaçlı yollara baş vurmı;.ya karar verdikten sonra, bu tek madde nasıl, bunun için şunu ve aynı zamanda şunun için bunu isteyebildi; bir başka deyişle, istemlerini nası l birb irleriyle etkisiz hale ge tirebild i? Ki, bu hiçbir i stence sahip olmama durumuna va rır sonuçta ve bunun sonucunda, tekrar ediyorum, farklı laşmasını an laşılmaz hale getirir. Bunun tersine, monadl ar h ipotezinde her şey doğal ola rak gelişir. Monad ların her biri dünyayı kendisine çeker, ki bu kendini daha iyi kavraman ın ta kendisidir. Monadlar birbirlerin in parçasıdırlar elbette ama kendi başlarına da olabilirler bir bakıma ve her biri sahipliğin en üst seviyesi için can atar ve buradan kısmi olarak merkezileşmeleri so nucu çıkar; bunun ötesinde çok farklı şekillerde kendilerine ait olabilirler ve her biri benzerlerini kendilerine mal etme nin yeni yol larını bulmak için can atar. Buradan monad ların dönüşümleri çıkar, son uç olarak. Fethetmek ve kazan mak için dönüşür ve değişirler ama kendi aralarından birine sadece çıkar için boyun eğdiklerinden, h içbirinin büyük 87
GABRIEL TARDE
h ayal i tam olarak gerçekleşmez, bağıml ı monadlar büyük monadı kullanırlar ve bu sonuncusu da onları kullan ır. Yetersiz ve sakat anlaşmaların izlediği iç savaşlarla gözle görülür bir şekilde parçalanan gerçekliğin tuhaf ve yapmacık karakteri, dünyadaki etken lerin çok sayıda olma sını gerektirir. Sayılarının çok oluşu, kendisine bir varlık nedeni sunabilecek tek şey olan, çeşitliliklerini gösterir. Değişik şekillerde meydana gelen etkenler çeşitli liğe yöne lirler, bunu gerektiren onların doğasıdır; diğer taraftan, çe ş itl il ikleri ne olduklarına bağlıdır, birlikler veya bütünlük ler değil de, özel toplamlardırlar bunlar. Yine bana öyle geliyor ki, öğelerin her birinin özgünlü ğünün (ki bu gerçek evrensel ortamdır) sadece bir toplam deği l de, bel li bir türde bir potan siyalite olma olduğunu ve daima efektif olarak gerçekleştirilmesi istenen ama nadiren bunu başarabi len kozmik bir düşünceyi onda cisimleştir mek olduğunu, düşündüğümüzde çözülmez gibi görünen bilmeceleri de çözebi l iriz. Bu bir bakıma Platon'un düşün celerini, Epikür'ün, ya da daha çok Empedokles'in atomları içerisine oturtmak ol urdu; çünkü Zeller'e bakı lacak olursa, Empedokles, öyle görünüyor ki, Leibniz gibi basit ve i lkel çeşitl iliği açıkça dile getiriyord u. Fırsat olduğunda, eski bir iki Yunanlının arkasına sığınmak iyidir. Geçerl i olan dönüşümcü teoriler içi nde, eksik olan iki nokta vard ır kuşkusuz. Canlı tipleri korumaya ve devam ettirmeye çalışan güç le, çatışma hal inde olan dönüştürücü bir gücün olduğunu düşünüyorlar; ancak, bunu nereye ko yacaklarını bi lemiyorlar. Genelde bu gücü dışarıya yerleşti riyorlar, iklimde, çevrede, beslenmede ve ırk karışma larında meydana gelen bozukluk ve kazalara atfed iyorlar ve organ izmaların içinde içsel bir çeşitl i l ik nedeni olduğunu redded iyorlar. İkinci olarak, ister dışardan yansıtılmış 88
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
olsun, ister içerden provoke edilmiş olsun, spesifik varyasyonlar ve Darwinci sistemin faktörleri amaçsız fark lıl ıklar, plansız başkaldırılar ve düzensiz fanteziler olarak görülüyorlar. Bir tipin oturmuş yönetiminin altında temel bir verimsizliğin o lduğunu ve hiçbir pol itik idealin ve de hiçbir sosyal canlanma hayalinin yaratamadığı karşıt lıkların karş ı l ıklı olarak etkisizleştiri ldiklerini göremiyor muyuz? Canlı bir varlıkta ne böyle ç ılgınlıkların başarı gösterebi ldiği, ne de bunların olası olab ileceği düşünül müyor ve astronomik olarak kabul edilebilecek maksimu m derecesine ulaştığı farz edilen yaşam süreleri de, b u denge kopukluklarının yeni bir yaşamsal denge halinde uyumlu hale gelişini ve bu birikmiş düzensizliklerle yeni bir düzenin kuruluşunu, çok az da olsa mümkün hale getir meye yeterli deği llerdir. Ama hipotezimize göre tiplerin değiştirici gücü, onların koruyucu gücü gibi organizmaya içsel olan anlaşılabilir bir dayanağa sahiptir ve bir anlam ı vardır. Canlı b i r türün her doğal değişikliğinde (en geçici değişikliğinde bile), söz konusu canlı türünün yeterince büyümek koşuluyla erişebileceği başka bir türün hedefini görmek gerekiyor. Varyasyonlar arasında, dışarıdan deşiğimle tesadüfi ola rak meydana gelenler ile, her bir organizman ın veya her bir devletin içinde organizmayı veya devleti oluşturan yengin ideal ile bastırılmış olan, ortaya çıkmak için can atan ve onun boyunduruğu altında karşı çıkan idealler arasındaki mücadeleden doğanları karıştırmamak gerekir, gerçekten de. Birinciler genel likle etkisiz hale getirilirler ve genelde sadece ikinciler sonuç verirler. Bütün tarihçiler bilerek veya bilmeyerek, bu ayrımı yaparlar. İçleri rahatlasın d iye sık sık anlattıkları büyük olayların yanı nda, ayrı bir titiz likle küçük refonnları ve çağdaş insan l arın yeni yeni ortaya 89
GABRIEL TARDE
attıkları ve de dini veya politik yeni düşüncelerin ortaya çı kışını doğru layan tartışmaları ortaya koyuyorlar. Örneğin kral lık otoritesinin feodal ite üzerindeki saldırılarından, parlamentoların, kral ların, komün lerin ve senyörlerin çe kişmelerinden bahsediyorlar. Ph i lippe le Bel ' in, ş imdiki Fransa'nın idari merkezi leşmesine doğru eğilimlerin açık olarak kendini gösterdiği anlaşılmaz bir davranışı, tarihçisi için Temple şövalyeleri olayından daha değerlidir. Sosyal bir kurumun kötü olması bir şey ifade etmez, bir başkası kurulana kadar devam eder. Egemen bir felsefik sistemin yanlış olması bir şey ifade etmez, eleştirilere rağmen, yeni bir teorinin gelip onu devireceği güne kadar devam eder. VIII
Madem ki, var olmak, sahip olmaktır; her şey doyumsuz o lmak zorundadır, sonucu çıkıyor bundan. Zira eğer d ikkati çeken bir şey varsa, o da elbette ki dünyan ın bir ucundan d i ğerine, titreşen atomdan veya çabuk üreyen bir hayvan cıktan fetihçi bir krala kadar, bütün varlıkların içinde o lan ve onları harekete geçiren doyumsuzluktur; sınırsız tutku dur. Her olasılık gerçekleşmeye yöneliktir, her gerçekl ik evrensel leşmeye yönelir. Her olasılık gerçekleşmeye, ken disini net bir şeki lde karakterize etmeye yönelir: Buradan tüm fiziksel ve sosyal gerçeklikler üzerinden ve içerisinden gelen bu varyasyon lar seli çıkar. Her gerçeklik, oluşan her karakter, evrenselleşmeye yönel ir. İşte, ışığın, yayılan sı cakl ığın ve elektriğin hızla yayılmasının ve küçücük bir atom titreşiminin, tüm diğerlerinin elinden almaya çalış tıkları av olan sınırsız havayı, tek başına ken disiyle doldurmaya can atmasının nedeni. İ şte; her bir türün, henüz oluşmuş olan ve geometrik bir diziye göre çoğalan, 90
MONADO LOJ İ VE SOSYOLOJ İ
her canlı ırkın (kendisiyle rekabet eden güçlerle karşıl aşmadığı sürece) kısa sürede tüm dünyayı kaplayacak o lmasının nedeni, ve sadece türler ve ırklar deği l, birazcık belirgin olan en küçük özellikler ve hatta her birinin taşıdığı hastal ıklar da bunun için vardırlar, ve bu, yanlış bir şeki lde tip lerin korunmasına yönelik bir araç olarak değerlend iri len doğurgan lıkla ilgi l i teleoloj ik açıklamaları reddeden bir şeyd ir. İ şte kendisine ait az çok belirgin bir karaktere sahip olan herhangi bir sosyal eserin, endüstriyel bir ürünün, bir şi irin, bir formülün, bir beynin bir köşesinde herhangi bir yerde bir gün ortaya çıkan politik veya başka bir düşüncen in İskender gibi dünyanın fethini hayal etmesinin, kendisini binlerce ve milyonlarca örnekle insan ların olduğu her yere yaymaya çal ışmasının, en az kendisi kadar ihtiraslı olan rakibinin darbesiyle geri püskürtül mekten başka bu yolda geri ad ım atmamasının nedeni. Evrensel tekrarın ü ç temel formu da, yani dalgalanma, üreme ve takl it (başka bir yerde söylemi ştim bunu), fiziksel, yaşamsal ve sosyal olan şu üç türlü istilaya yol açan yönetim yöntemleri ve fetih araçlarıdırlar: titreşimsel yayı lma, üreyici yayı lma ve örneğin yayılması. Çocuk despot olarak doğar: onun için bir başkası (zenci krallar için olduğu gibi), sadece ona hizmet etmek için var d ır. Yıllarca süren cezalandırmalar ve eğitim baskısı gere kir, onu bu yanlıştan alıkoymak için. Tüm yasaların ve tüm kuralların, kimyasal disipl inin, yaşamsal disiplinin ve sos yal disiplinin sonradan ortaya ç ıkmış ve tüm hayvanların bu her şeyi yeme isteğini zaptetmeye yönelik olan frenler o lduğunu, söyleyeb i l i riz. Genelde bu konuda pek az bilgi miz vardır bizim; biz ki, uygarlaşm ış ve daha kundakların dan itibaren korkutulmuş, baskıya uğramış ve zulmedilmiş insanlarız; daha doğmadan başı ezilen tutkumuz başarısız91
GABRJEL TARDE
lığa uğrar, yenilir, peki ama bentlerimizin küçücük bir çat lağı nda ve süre gelen onca baskı döneminden sonra tarihte hala şurada burada Cesar ve 1. Napoleon gibi sıçrayışlarla ortaya çıkması için, daha ne kadar derin o lması gerekiyor, bizim tutkumuzun ! Sınırına dayanmak ve kaçınılmaz güçsüzl üğüyle karşı karşıya kalmak: Ne korkunç bir sarsıntıdır bu, her insan için ve her şeyden önce ne büyük bir sürpriz! Kuşkusuz, sonsuz-küçüğün sonsuz-büyüğe karşı olan bu evrensel id diasında ve bunun sonucunda ortaya çıkan evrensel ve son suz sarsıntıda, karamsarlığı haklı gösterecek çok şey vardır. Küçücük bir gelişme için, binlerce başarısızlık! B izim madde kavramımız, bizi çevreleyen dünyanın temelde kar ş ıt olan bu karakterini çok iyi anlatıyor. Psikologlar doğru söylediler, tahmin edemedikleri kadar doğru; dış gerçeklik bizim için sadece sahip olduğu bize direnme özelliği i le vardır, katılığı nedeniyle sadece dokunduğumuzda h issetti ğimiz bir direnç değildir bu üstelik fakat saydam olmayı şıyla görsel, isteklerimiz için uysal olmayışıyla iradel i ve d üşüncemiz için nüfuz edilmez o luşuyla zih insel olan bir dirençtir. Maddenin katı olduğunu söylediğimizde sanki uysal olmadığını söylüyor gibiyizdir; bu ondan bize olan fakat ondan ona o lmayan bir ilişkidir; ikincisiyle olduğu kadar birinci öze l l ikle de, bu şekilde bel irttiğimiz karşıt ya nılgıya rağmen. Söz konusu şeyin bu durumu için, gelecekten umabile ceği miz bir çözüm yol u var mıdır? Hayır, bugünkü top lumlarımızın örneğin in bize salık verdiği çıkarımlara inanmak gerekirse; eşitsizlik giderek artacak, dünyanın ye nen leri ve yeni len leri arasında. B irilerinin zaferi ve diğerle rinin mağlubiyeti, her geçen gün daha açık ve tam hale ge lecek. Gerçekten de, bir ulusta uygarlığın ilerleyişinin en 92
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
bel irgin işaretlerinden biri, büyük kişi lerin, büyük askeri veya endüstriyel girişim lerin, büyük reformların ve köklü yeniden yapılanmaların, o ulusta mümkün hale gelmesidir. Başka bir deyişle, uygarlığın ilerlemesi, taşra ağızlarının ortadan kaldırılması ve tek bir dilin yayılmasıyla, farklı geleneklerin silinmesi ve ortak bir yasanı n yerleştiri lme siyle, zihinlerin kitaplara göre daha özenle hazırlanan ga zeteler aracılığıyla tekbiçimli olarak beslenmesiyle ve daha binlerce diğer özelliklerle tek bir bireysel planın bütün bir u l u s tarafından daha eksiksiz ve daha düzen l i bir şekilde gerçekleştirilmesini kolaylaştırmaya dayanır. Öyle ki, daha geri bir dönemde, seç i len kişiyle eş zaman l ı olarak hayata geçirilecek olan binlerce farklı plan kaçını lmaz bir ölüme terkedil miştir burada. "İnsanlar yabanıl nitel iklerini kay bettikçe daha kolay disiplin altına alınırlar, daha önceden tasarlanmış ama bunun için kend ilerine başvurulmamış planları hayata geçirmek için veya bireysel kaprislerini ön ceden düşünülmüş bir karara bağlamak için ve planlı b ir i şte kendi terine ayrılan kısmı ayrı ayrı yapmak için daha yetenekli ve daha becerikli hale gelirler" d iyor S tu art Mili haklı o larak (Ekonomi Politik). Zamanla, asırlar ve asırlar sonra, böyle bir ilerlemenin devam ının, ulusları nereye götüreceğini görürüz: Soğuk bir ihtişam düzeyine, içerisinde mineralimsi ve bill ursu bir şeyler bulunan ve tuhaf bir lütufla ve de başlangıçtaki bü yük kannaşıklıkla tamamen karşıt hale gelen, arı bir dü zenlilik seviyesine ulaştıracaktır. Her ne olursa olsun, pozitif olgularla yetinirsek eğer, her şeyin belli bir noktadan başlayıp yayılarak o luşması şüphe götürmez bir şeydir ve baş-öğeleri doğrulama hakkını da, buradan al ıyoruz biz. Varolduklarını farz ettiğim bu yıldız veya molekül devletlerinden, ya da organik veya kent dev93
GABRIEL TARDE
Jetlerinden birindeki insan topluluğu arasında gerçek efen diyi, bu kürelerin merkezi ve odağı olan, uyumlu bir şe kilde tekrarlanan ve düzenlenen bu benzer hareketlerin ya yıldığı merkez ve odak olan kurucuyu bulmanın zor ol duğu, söylenecektir. Gerçekte bunun nedeni, burada farklı açılardan ve farklı seviyelerden bakıldığında, çok sayıda merkezin ve odağın söz konusu olmasıdır. Dah a seçkin ve daha öneml i şeylerle i lgilenelim sadece; güneşin ortasında, diyelim, tüm ana bulutsuya yayılan bireysel hareketiyle, bulutsunun sahip olduğu dengeyi bozan, diye, güven vere l im, başarılı bir atom var, hala. Azar azar, uyguladığı çekim etkisi yığılma yapıyor, diğer taraftan, etrafındaki diğer atomlar, başarılı köleler, kendi örneğinden ayrı olarak onun engin imparatorluğunun kimi bölümlerin i bir araya getirip çeşitli gezegenleri meydana getiriyorlar. Peki, zaman ın başlangıcından beri kendi leri de çekim kuvveti uygulayan köleleri tarafından taklit edi len bu başarılı atomlar, bir an olsun çekmeye veya titremeye son verdi ler mi? Sınırsız u zayda hızlı bir şekilde yayıldıkları için, yoğunlaşma yete nekleri azaldı mı? Hayır, onu taklit edenler, onun rakipleri deği ller sadece, onun işbirlikçileridirler, aynı zamanda. Kendi küçük bedenlerinden milyonlarca defa üstün olan bir kitleyi imparatorluklarına boyun eğdirmeyi başaran bu sonsuz-küçük tohumlar, ne kadar da muhteşemler! N e hay ranlık verici keşifler ve başkalarını çal ıştırmak ve de yö netmek için ne ustaca yöntemler çıkarıyor dehaları, ki. kü çüklükleri bizleri hayrete düşüren bu m ikroskobik hücre lerden ! Fakat hücresel topluluklar konusunda fetihten ve tutku dan bahsettiğimde, heyecan ve sadakatten dolayı konuşu yorum çoğunlukla. Tüm bunlar metaforiktir şüphesiz ama yine de sözcükleri ve karşılıklarını iyi seçmek gerekir ve 94
M ONADOLOJİ VE SOS\' O LOJİ
okuyucu, inanç ve istek (bu iki gücü, ruhun bu iki yegane özelliğini arı ve soyut an lamlarıyla alıyorum) kendilerine atfettiğim evrensel özelliğe sah ip olsalar da, inanç-gücün bizim duyumlarımızla ve imgelerimizle h içbir ilgisi o lma yan , iç nitel belirtilere uygulanışına düşünce demekle istek-gücün bu yan-düşüncelerin birine uygulanış ına tasarı demekle- öncü bir öğe tarafından oluşturulan yarı-tasarı nın, öğeden öğeye sözlü o lmayan fakat tam ol arak da bi linmeyen i letişimine propaganda demekle; içine kendi öz yarı-tasarısının yerine başkasının tasarısının girdiği bir öğenin iç değişimine dönüşüm demekle, en fazla bir meta for yaptığımı da unutmayacaktır. Bu açıklamanın yardı mıyla devam edelim. Bir imparatorluk yayılmak istediğinde, aynı anda bir b irlerine uzak olan birçok noktaya deği l de, dünyanın tek bir noktasına; tek bir insan değil de, bu noktayı fethettikten sonra bu yıkımı başka yerlere taşıyan kalabalık bir ordu gönderir. Bir dinin başındaki kişi, o dini yaymayı düşündü ğünde; bütün başlıca noktalara, ulaşabileceği her yere tek başlarına olan, her yere dağılan ve iyi haberi bi ldirmek ve ruhları ikna ederek kazanmakla görevl i misyonerler gönde rir. Oysa, şunu görüyorum ki, bu noktada, can l ı varlıkların yayılma yöntemleri askeri bir ilhaktan çok havarilerin yap tığı propagandalara benziyorlar. Ve eğer, bu benzerliği di ğer benzerliklerle yan yana koyarsak, aralarında bir ben zerl ik kurarsak, her can l ı türün her kili se veya dini topluluk gibi, rakip topluluklara kapalı olan ama yeni üyeler için büyük bir i stek duyan konuksever bir dünya olduğunu dü şünürsek -bilmeceye benzeyen ve dışarıdan deşifre edile meyen, yegane doğrular olarak görülen gizemli emirlere önem verilmeyen bir dünya; geleneksel törenl ere ve ayin lere titizlikle ve sürekli olarak hayranlık verici bir özveriyle -
95
GABRIEL TAIIDE
uyulduğu bir dünya; aşırı derecede h iyerarşize edilmiş olan ve bununla beraber eşitsizliğin isyan lara neden olmadığı bir dünya; hem çok aktif hem çok düzenli, disiplinli, sağlam ve uysal olan, yeni koşullara uymakta usta ve asırlık düşün celerinde ve amaç larında kararl ı olan bir dünya-, şuna gö receğiz ki, biyolojik olguları toplumlarımızın savaşçı, en düstriyel, bili msel veya sanatsal görüngülerinden çok dini görüngülerine benzetmekle benzetme özgürlüğünü hiç d e kötüye kullanmıyorum. Belirli i l i şki ler açısından ele alındığında, bir ordu bir organizmaya, bir manastır kadar benziyor gibi görünür. Ayn ı disiplin, aynı sıkı h iyerarşi, aynı kitle an layışı vard ır, bir organi zmada ve bir alayda. Beslenme şekli (yani üye toplama şekl i ) de aynıdır, özenle, periyodik olarak yenile nen üyelerin katıl ımıyla, kadro ların kesinl ikle aşılmayan bel l i bir soma kadar doldurulmas ıyla olur beslenme. Fakat aynı derecede önem l i olan diğer il işki ler açısından fark kayda değerd ir: Birliğe al ına, yen i alınan üyeleri, yaşamsal asimilasyon beslenme hücrelerini dönüştürdüğünden veya bir dine katı lma yen i katı lanı dönüştürdüğünden daha az dön üştürür. Askeri eğitim kalplerin derinliklerine kadar gi rmez asla. Askeri organizasyon ların pek sağlam ol mama sın ın ve kısa süreli o lmaları n ın nedeni, budur. Bu organi zasyon ların dönüşüm leri barbarlarda bile oldukça ani ve sıktır, dunı nıl arı tamamen ilkel olmad ığı sürece, zira, bu duıumda tutarsızlıkları on ların can l ı varl ıklarla hatta en ba sitleriyle b i le karşı laştırı lmalarına engeldir. N i hayetinde, bir ordu büyüdüğünde veya bir alay çoğald ığında bu ço ğalma can l ı lardaki gibi etrafında yabancı öğelerin gel i p top landıkları tek bir öğen in dışa aç ı lmasıyla gerçekleşmez asla. Bir alay veya bir toplu luk sadece bölünerek çoğalabi lir; örneğin yabancı bir ülkede tek başına askeri bir birlik 96
M ONADOLOJ I VE SOSYOLOJ İ
oluştunnakla görevl i olan bir subay veya bir asker, orada kendisinin onbaşı olduğu dört kişiden oluşan bir manga oluştunnakta güçlük çekecek ve yetersiz olacaktır. Bu farklı özellikleriyle yaşam bize saygı duyulması ge reken kutsal bir Şey gibi, kimyanın sıkı bağlarıyla zincir lenmiş öğelerin ku rtuluşu için yapılan büyük ve cömert bir girişim gibi görünür bu durumda ve Darwin gibi yaşamın evrimini yıkımın her zaman zaferin arkadaşı ve koşulu ol duğu bir askeri operasyonlar dizis i gi bi düşünmek onun doğasını tanımamaktır, kuşkusuz. Bu hakim önyargı bir birlerini yiyen canlıların acıklı görüntüleriyle doğrulanmış gibi görünüyor; bir kedinin pençesinin bir kuş yuvasının üzerine kapaklandığın ı gördüğümüzde yüreğimiz sızlar ve bencilliği ve de hayatın acımasızlığını lanetlemeye başlarız. Oysa ne bencil, ne de ac ımazsıdır hayat ve onu böylesine suçlamadan önce, en kötü eylemlerini, yarattığı korkuyu eserlerindeki güzell iğin bizde uyandırd ığı hayranlıkla bağ daştıracak bir şekilde yorumlamanın mümkün olup olma dığını sonnak durumundayız, kendimize. B izim h ipotezi m i z açısından, bundan daha kolay bir şey yoktur. Canlı bir varlık yemek için bir başkasını yok ettiğinde, yok eden varlığı meydana getiren öğeler, bir dinin yandaşlarının başka bir inancın müritlerine onların tapınaklarını ve kil i selerini yıkarak ve dini bağlarını parçalayarak ve de onları "doğru dine" çağırmaya çalışarak sunduklarına inandıkları benzer bir hizmeti, yok edi len varl ığın öğelerine sunmayı düşünüyorlardır belki de. Burada yok edi len şey varlıkların, imanla ve aşkla donatılmış olan öğelerin bedenidir sadece ama iman ve aşk hiç bir şekilde yok edilmemi şlerdir. Ge nelde, kabul etmek gerekir ki, alt seviyedeki hayatı soğuran ve asimile eden şey, üst hayattır; ayn ı şekilde, karşılıklı olmayan bir biçimde puta taparları kendi yoluna 97
GABRIEL TARDE
döndürenler de büyük ve yüce dinlerdirler; Hıristiyanlık, İslamiyet ve Budizmdir. Yaşam bu şekilde anlaşıldığında aklı, vicdanı ve ölümü nasıl anlamamız gerektiğini söylememe gerek var mı? Kendi insanları haline gelen kardeş bir halka hakim olmak için, olağanüstü bir lütufla karanlık sonsuz-küçükten çıkıp kendisinden öncekilerden kalan ve kendisinin belli bir öl çüde değiştirdiği veya kend i kral mührüyle damgaladığı bir yasaya o halkı tabi kılan ebedi öğenin geçici zaferine bi l inç, ruh ve zihin diyeceğim; ve Arbelle'den sonra Darius gibi veya Waterloo' dan sonra Napoleon gibi, ya da Saint Just' teki Charles Quint ve Selanik' teki Diocletien gibi, bütün devletlerinden yoksun kalmış ve her şeyi elinden alınmış bir şekilde kendisinin çıktığı yer olan sonsuz-kü çüğe (yani doğduğu ve belki de özlediği yer olan, hiç de ğişmeden kalan ve belki de bir bilinci olan sonsuz-küçüğe) geri dönen bu ruhani fatihin, yavaş veya ani düşüşüne ve gönüllü veya zorunlu olarak tahtan indirilişine ölüm diye ceğim. O halde, ne öbür hayat ne yokluk diyelim, hayat-ol mama diyelim, hiçbir şey için önyargılı olmadan. Hayat olmama, ben-olmama gibi ille de var-olmamak değildir; kimi filozofların öl ümden sonra varolma olasılığına karşı argümanları, dış dünyaya karşı olan idealist septiklerin ar gümanlarından daha önemli değildir. Hayatın hayat-olma ma dan daha iyi olduğu da pek tanıtlanmış bir şey değildir. Hayat bir sınama, bir eğitim dönemidir belki de, bu sıkı ve mistik okuldan çıktıklarında kendilerini evrensel hakimiyet isteğinden arınmış olarak bulan monadlara empoze edilen can sıkıcı bir çalışma dönemidir belki de, yalnızca. İnanı yorum ki bu monadlarm arasından pek azı akıl tahtından bir kez d üştükten sonra oraya, yeniden çıkmak i ster. Kendi 98
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJJ özgünlüklerine ve mutlak bağımsızlıklarına yeniden kavuş muş bir şekilde bedensel güçten kolaylıkla ve geri dönmek sizin vazgeçerler ve ebediyet boyunca hayatın son saniye sinin kendilerini bıraktığı kutsal halin yavaş yavaş tadını çıkarırlar
t üm
aşklardan
demiyorum
ama
tüm
kötü
lüklerden ve tüm arzulardan uzak olmanın ve gizli, sonsuza dek sürecek olan bir şeye sahip olmanın tadını çıkarırlar. Böyle açıklanmalıydı ölüm:
Hayat böyle açıklanma
lıydı, arzudan arınmayla . . . Yeterince varsayım yaptık ama. Bu metafizik kusurumu bağışlayabilecek misin, sevgili okur?
QQ