Günlük Siyasi Gazete. Ahmed Cevdet Paşa
BİRİNCİ CİLD
İşbu eserin sadeleştirilmesi Dündar Gün day; tertib ve tanzimi Mümin Çevik tarafından yapılmıştır. [ HİKMET GAZETECİLİK LTD. ŞTİ. (Tan Matbaası) Tel: 22 42 18 1ST. Tarîhi Cevdet'in neşri vesilesiyle
Ahmed Cevdet Paşa, ondokuzuneu yüzyıl, Tanzimat devri ulemasından mümtaz bir simadır. İlmî, siyasî, edebî olmak üzere bir çok mümeyyiz vasıfları nefsinde toplayan bu güzide devlet adamımız, en ziyade ilmi ile temayüz et mişdir. 27 Mart 1822 tarihinde, Bulgaristan'ın Lofça kasaba sında dünyaya gözlerini açan Ahmed Cevdet Paşa, bura da İdare Meclisi âzası bulunan Hacı İsmail ağanın oğlu ve Hacı Ali efendi ismindeki bir zâtın da torunudur. Hacı Ali efendinin pederi Ahmed ağa, onun pederi (Lofça Müftüsü) İsmail efendi, onun pederi de (Kırkla reli kasabasından) Yularkıran Ahmed ağadır. On sekizinci asrın evailinde, Baltacı Mehmed Paşanın maiyetinde bulunan Ahmed ağa; 1711 tarihine rastlayan Prut muharebesinde Büyük Petro'yu mağlûb eden ordu nun başındaydı. Mezkûr harbden sonra, artık Kırklareli'ne dönmeyerek Lofça kasabasına yerleşmişti. Ahmed Cevdet Paşanın validesi, Lofça kasabasında, ma'ruf, Topuz ailesinden Ayşe Sünbül hanımdır. Yularkıran Ahmed ağa; oğlu İsmail efendiye büyük bir servet bırakmıştı. Oğullan ve torunları tarafından, mezkûr servetin hüsnü idaresi iledir ki, Ahmed Cevdet Paşanın babası olan Hacı İsmail ağanın Lofça'daki meş hur çiftliği meydana gelmişdir. Lofça, aynı zamanda bir kültür merkezi idi. Müşir Derviş Paşa ile devlet ricalinden Midhat Paşa da, bu mem lekette doğmuşlar, burada büyümüşlerdi. 8 AHMED CEVDET PAŞA Ahmed Cevdet Paşa, Lofça'da ilk tahsilini ikmâl et tikten sonra, buranın müftüsü Hafız Ömer efendiden Sari ü Nahiv, Belagat, Fıkıh, HaleM ve Mülteka gibi dersleri okumıuşdu. Bilâhare, Hafız Ömer efendiyi istihlâf eden Hafız Mehmed efendiden de mantık ve beyan tahsil etmişdi. Cevdet efendi, o sıralarda on altı yaşma gelmiş bulu nuyordu. İkmâli tahsil için İstanbul'a gönderilmesi karar laştırılmıştı. Bu arada kasabada bir müddet daha kalmış, Hafız Mehmed efendiden sonra müftülük vazifesini devr alan ve Deli Müftü diye ma'ruf bir zâtdan da ayrıca fey ziyâb olmuşdu.
Günlük hayatın dar çerçevesinde mahsur kalmaya mi zacı müsaid bulunmayan ve serâzâd bir tabiate malik olan bu hocadan, bihakkın istifadenin müşkülâtı karşısında, Ha cı Ali efendi, torununun mükemmelen yetişmesini te'min maksadiyle onu, gelini ile birlikde, İstanbul'a göndermişti. 1839 da, İstanbul'a muvasalatla Çarşamba civarında ki Papazoğlu medresesine giren Ahmed Cevdet Paşa, bü yük bir intizamla derslerine devam ediyor, yardımlarını gördüğü arkadaşları için de, seve seve, sarfiyatta bulunu yordu. Gerekli masraf, babası ve dedesi tarafından, de vamlı olarak karşılanıyordu. Fatih câmii şerifinde, devrinin büyük ulemasından; İmamzade Esad efendinin şerhi Akaid, Antakyalı Said efendinin de Mutavvel derslerine devam suretiyle, ilim sa hasında bir hayli mesafe kat' etmiş bulunan Cevdet efen di; yaşça kendisinden çok ileride olan, rüfekasını, bir hayli geride bırakmış, kısa bir zamanda üstadlarının te veccühüne nıazhar olmuşdu. Medresede tahsil ettiği ma'nevî ilimlerin yanı sıra; müsbet ilimleri de ihmâl etmemiş, Mühendishânei Berrii Hümayun'da muallim olan Miralay Nuri Beyden Rıyaziy ye, Heyet, Tabiiyye, Tarih ve Coğrafya dersleri almış, bu TARİHÎ CEVDET 7 na karşılık, kendisi de Nuri Beye; Meâni ve saireden ders vermişdir. Temas ettiği devlet ricalinin, konaklarındaki mürebbi ve mürebbiyelerden Fransızcayı öğrenmiş, ilmî kudreti herkesçe bilinen Murad Molla'nm meşhur tekkesine müda vemetîe Farscayı da tahsil etmişdi. Vükelâ, vüzera da dahil olmak üzere; devletin ileri gelen ricali, uleması, üdebâsı Şeyh Murad Mollanın hahi kahma muntazaman devam ederler, feyz alırlardı.. Aynı zamanda, Sultan Ahmed câmii şerifinin vaizlerinden olan şeyh efendi, her Cuma, bizzat va'za gelir, mazereti hâlin de ba'zen Hafız Tevfik efendiyi veya Ahmed Cevdet efen diyi gönderirdi. Cevdet efendi, ayrıca, meşhur Nedim efendiden de ders aSmışdır. Bu devrin tanınmış simalarından biri de şair Fehim efendidir. Bu zâtın, aynı zamanda, siyasî bir hüviyeti de vardı. Zamanın iîeri gelen âlimleri, edibleri sık sık Nedim efendinin konağında toplanır, sohbet ederlerdi.. Nedim efendinin delâleti lie Cevdet efendi, bu konağın müdavimi olan rical ile tanışdı. Kendisine şiir yazma zevkini telkin ve Cevdet mahlasını tevcih eden de, bu zâttır. Tasavvuf âlimleri arasında hususî bir mevkü bulu nan, Kuşada'lı İbrahim efendiden de müstefid olmuş ve bu arada, meşhur âlim Hafız Seyyid efendiden feyziyâb olmayı da ihmâl etmemişdir.. Şeyh Murad Mollayı dalâlet te kabul eden ve tasavvufa da mu'teriz bulunan Hafız Sey yid efendi, fakir bir zâttı; ilmini irfanını takdir eden şeyh Murad, lüzumlu eserleri te'min eder ve kendisine gönde rirdi. Tasavvufa âid asarı bergüzideyi asîâ ihmâl etmeyen Ahmed Cevdet efendi, Muhyiddini Arabi'nin —bu mev zu'la alâkalı— bütün eserlerini okumuşdur. Devrin Şeyhülislâmı Arif Hikmet bey, kendisini sadrı 8 AHMED CEVDET PAŞA
a'zam büyük Reşid Paşa ile tanıştırmış, bu arada, Emin efendi ismindeki bir zattan Fransızeasını —tam manasıy le— tekemmül ettirmişti. İlmiye sınıfına müntesib bir kim senin, Fransızca ile alâkası hoş görülmediğinden, bunu saklı olarak yapmışdı. Şeyhülislâm Arif Hikmet bey, Mekâtibi Umumiyye Nezareti muavinliğini kabul ettirmek için, Cevdet efendi yi zorlayıp duruyordu. Buna bir türlü muvafakat göster meyen Cevdet efendi, nihayet, vâki' İsrarlara dayanama yıp, teklifi kabul edince, şu beyti söylemişdi: «Hubânı bî vefa gibi dehri desise bâz» «Nâz ehline niyaz eder, ehli niyaza nâz.» Büyük Reşid Paşa, İstanbul'da, Fransızların akade misine mümasil, bir Encümeni Dâniş te'sisini düşünüyor du. 1850 tarihinde, bu tasavvurunu kuvveden fî'le çıkardu Yerli ve yabancılardan mürekkeb olan âzalarının arasın da Ahmed Cevdet efendi de vardı... Mısır Valisi Abbas Paşa ile Mehmed Ali Paşa aileleri arasında tahaddüs eden miras ihtilâfının halli için, vazi feyle Mısır'a gönderilen Fuad efendi; Ahmed Cevdet efen diyi de refakatine almıştı.. İki ay sonra İstanbul'a dönen Cevdet efendi, tekrar Encümeni Dânişdeki vazifesine baş Iamışdı. Osmanh tarihinin yazılması için, encümenin ehil aza ları arasında vazife taksimi yapılmış, 1767/1768 — 1825/ 1828 kısımları, Ahmed Cevdet efendiye verilmişdi. Kırım harbi sırasında (Tarihi Cevdet) in üç cildini kaleme ala rak padişaha takdim etmişdi. Eser 1854 tarihinde intişar etmiş ve bu arada, Nail beyin yerine, Vak'anüvîs olmuş, aynı zamanda Galata Mollalığı da uhdesine verilmişdi. (Tarihi Cevdet)in ikinci cildi 1884 de neşr edildiğine nazaran, bu büyük eserin, otuz senede tamamlandığı anla TARÎHİ CEVDET 9 şıîır.. Osmanh tarihinin diğer zamanlarını yazanak vazifesi kendilerine tevdi' edilen azaların hiç eser vermemelerine mukabil, Cevdet Paşa —ömrünün otuz senesini vererek— on iki cildlik, bu meşhur tarihini vücuda getirmişdir. Ahmed Cevdet Paşanın büyük muvaffakiyetlerinden biri de; mümtaz Fıkıh âlimlerinin iştirakiyle Mecelle'yi vücuda getirmiş olmasıdır. Te'sis ettiği (Mecellei Ahkâmı Adliyye) Cemiyetinin reisliği kendisine tevcih ve tevdi' ohmmuşdur. Abdülhamid'in şifahî iradesi ile kaleme aldığı Ma'ru zat isimli eseri çok mühimdir. Bu eserde, Müslümanlığın geniş tesamühü yanında Hıristiyanlığın nasıl dar bir sa hada sıkışıp kaldığı gayet veciz ve beliğ bir lisanla ifade edilmişdir. Müslümanlıkda da din âlimi olarak vasıflandırı lan ve teşkilâtın muayyen kademelerinde Hoca olarak vazi fe ahp, umuru diniyyede rehber olarak çalışan zevatın, Al lah'la kul arasına girmeyi akıllarından bile geçirmedikle rini, deruhde ettikleri: İmamMi, Vaizlik, nikâh kıyma, ce naze gasli, tedfin gibi vezaifi —lüzumu hâlinde— bu mev zu'da bilgisi olan herhangi bir Müslümanm da ifa edebile ceği; hâlbuki diğer taraf dan, bir Hıristiyan çocuğunun, dünyaya gelmiş sayılması ancak papaz tarafından vaftiz edilmesi ile mümkün olduğu, ibâdetin icrası, günahların ihracı için, yine papazın tavassutuna ihtiyaç bulunduğu, evlenmesinde, ölmüş bulunan sevdiklerine ithaf edeceği
dualarda, kendi ölümünde; daima papazın tavassutuna müracaat edildiği, bu eserde etrafiyle anlatılmaktadır. Burada okuyucularımıza takdim ile müftehi bulun duğumuz TARİHİ CEVDET, Cevdet Paşa merhumun en çaplı eseridir. Tarihi Cevdet hakkındaki sözümüzü M. Şakir Ülkü 10 AHMED CEVDET PAŞA taşır'a bırakıyoruz: «Tarihi Cevdet (Tarihi Vekayii Devleti Aliyye), Cevdet Paşanın Avrupa bilim âleminde de değerli bir kay nak olarak tanılan bu büyük eseri, Osmanlı Tarihinin 1774 den 1824 yılına, yani Kaynarca andlaşmasmdan "Vak'ai Hayriye" in ilânına (Yeniçerilerin ilgasına) kadar geçen olaylarını ihtiva eden ayrıntılı bir "Vak'anüvis Tarihi" dir. On iki cilt tutan bu tarih, vesika itibariyle değerli ve da ima başvurulan bir ana kaynaktır. 18 Temmuz 1851 de açılan "Encümeni Dâniş"e alı nan üyelerin her biri türlü bilim konuları üzerine birer eser yazmağı deruhte etmişlerdi. Bu arada encümen üye lerinden bazılarına tarih'in türlü kısımları taksim edilerek dağıtıldığı gibi, Cevdet Paşaya da Osmanlı İmparatorluk tarihinin 17741824 yıllarına ait olaylarını yazmak ödevi verilmişti. Bu tarih, Avusturyalı tarihçi Hammer'in bir ilâ vesi mahiyetinde idi. Cevdet Paşa, hemen işe başladı ve 1854 de tarihinin ilk üç cildini bitirerek Sultan Abdülme cide sundu. İşte, vak'anüvis tarihleri arasında "Cevdet Tu rihi" diye anılan on iki ciltlik bu büyük eser, Encümeni Dâniş'in kararı üzerine meydana gelmiştir. Cevdet Paşa bu eserini yazarken eldeki vakanüvis tarihlerini, sefaret nameleri, özel tarihleri,^ tarihî değeri olan tasarıları, hâtı raları, devlet arşivi kayıtlarını, resmî tezkireler ve dergiler gibi bütün ilgili kaynakları birer birer gözden geçirmiş, bu çeşit!! tarih belgelerinden geniş ölçüde faydalanmıştır. Cevdet Paşa Tarih'ini, kendinden önceki vak'anüvisler gi bi, yıl yıl yazmış olmakla beraber münasebet düştükçe o laylarla ilgili bulunan Avrupa devletlerinin ahvalinden, bize karşı güttükleri politikadan da bahsederek tarihsel ol guların içyüzünü aydınlatmağa çalışmıştır. Cevdet Tarihi'nin türlü tertip ve basıları vardır. Ta rihin son on ikinci cildi 1884 yılında yayınlandığına göre, TARİHİ CEVDET 11 bunun otuz yılda bitirildiği anlaşılmaktadır; şu hesapça Cevdet Tarihinin otuz yıl gibi gerçekten ciddî ve sürekli bir çalışmanın verimi olduğunu öğreniyoruz. Cevdet Ta rihinin birinci cildinde usulü tahire, tarih felsefesine ve saireye dair bir çok faydalar da yazılmış, böylelikle esere daha önemli bir değer verilmiştir. Cevdet Paşa, bu Tari hin türlü zamanlarda yapılan basıları üzerinde bazı ekler ve düzeltmeler yapmıştır. Nitekim 1884 ve 1885 de yapı lan ve asıl 1891 de tamamlanmış olan yeni tertibinde bir hayli düzletmeler ve değiştirmeler vardır. Bu yeni tertibin iki cildi sadece bir giriş (methal) haline gelmiştir. Kay naklar, "Tertibi cedid" de son üç cildin mehazları ile bir leştirilerek, iki cildin baş tarafına konulmuştur. (Matbaai Osmaniye baskısı). Cevdet Paşa, tarihini "selis ve münakkah" yazmağa da dikkat etmiştir. Ancak ilk beş cildin dili "ruzmerre tâ
birat ile herkesin istifade edebileceği mesleki ifadeye gi dilerek" yazıldığı beyan edilmesine rağmen, eski tarihçi leri epeyce andırır. Eserin altıncı cildinden itibaren, üslûbu oldukça sadeleşmiştir. Cevdet Tarihi, bir vak'anüvis tarihi olduğundan esere, ardılı (halefi) Vak'anüvis Ahmet Lûtfi Efendi tarafından bir ek yapılmıştır. Lûtfi Efendi tarafından yapılan bu ek, 1825 yılından başlayıp ikinci Abdülhamid devrine kadar gelir.» 270 Cevdet Paşa 1895 senesi 28/27 Mayıs gecesi yetmiş dört yaşlarında olduğu halde Bebek'teki yalısında vefat etti. Cenazesi Fatih Türbesi yanındaki hususî mezarlığa gömüldü. Bu vesile ile, merhum Cevdet Paşayı, bir kere daha 12 AHMED CEVDET PAŞA rahmetle yâd ederken bu büyük eserin tab'ına muvaffak kılan Cenabı Hakka sonsuz minnet ve şükranlarımızı —mağfiretine sığınarak— arza ictisar eyleriz. 10 Haziran 1972 MÜMİN ÇEVİK Zemin ve zamanı, noksansız ve benzersiz yaradanın. inhisarında binlerce defa bir araya gelmeye hak kazan mış öğünüleeek insan topluluğunun diğer yaratıklara üs tün görünüşü (İnin cailün fîlardı halife) ve sırrına eri şilmeyen (ve aileme ademelesmae külleha sümme ara dahum alel melaiketi) ile maziden aldığı öğretici, düzenli ve hayırlı gerekli bilgiler ile hayırlı işleri bu işe bakan lardan ileri bir görüşle, uyarış sebebi sayıp dünden bu güne eldeki bilgilerle gelip olayların asıl sebeplerine geç me yeteneğine erişenleri saygıdeğer bilmiştir. Herkesçe bilinen ve öğünülen aynı zamanda sonsuzluğun hüküm darı dayanağımız (Künte nebiyyen ve ademü beynelmai vettîn) olan Peygamberimizin Ravzai mutahhara ve* türbei münevveresine olsun ki; Doğru, aslına en yakın ve uygun bilgilerle herkesi şeriatin doğru yoluna çağırıp insanlık ruhunda ötedenberi istenen (Elestü bi rabbi küm) iyi sözünü söyleyip anlatarak yaklaşanları, varı lacak yerin başına, ilmin yerine oturtmaktır. Allaha rıza ve duanın ayrıntıları onun sahiplerine ve yakînlerine ar mağan olsun ki, iyi davranışları, sonra gelecek olanlara uyarıcı ve pay verici; öğüt ve geleneğe dayanak olsun ve sonra dağınık yazılarım Ahmet Cevdet Tarihinin belirli sahifelerinde ifade edilerek duyduklarımıza göre; önce gelenlerin sonra gelenlere dünya geçmişinde bu güne ka 16 AHMED CEVDET PAŞA dar gelen ve tarih yazmada dünya çapında yaşayan ör nek hatıra ve uygulama vesilesi ile anılacak en güzel ar mağan ve geçmiş günlere ve muhtelif milletlerin birbi rine nisbetle üstünlük ve ileri değerde olduğunun ölçü ve miyarı, tarih olduğundan, tarih yazarları asrın kita beleri ile ellerine geçen eserleri muhafaza ederek, bulun dukları zamanın olaylarım fazilet ve bilgileriyle kayıtla
ra geçirerek, kronolojik sıra ile tarihe hizmet ederlerse ve her devlet kendi olaylarını kayıtlara geçerse, her biri nin kendine göre gayretiyle tarihdeki olaylar Osmanlı Devletinin olayları da her alan da büyük satvetiyle gö ründüğü günden, binyüzseksen senesine gelinceye ka dar birbirine bağlı ve birbirini takibeden kayıdlar ve ya zılarla basılmış ve yayınlanmışken, o zamanın gereği, türlü karşı koyma ve engellemeler yapanların hayret edi lecek tutumları ile bu ilkeler yersiz sayılıp, terk oluna rak, olmıyacak şeyler gibi kabul edilerek, yapılmamış ve tarih sahifelerine kayıt ve işlenmemiş olan müsvetteleri ve yazılarda tarih vak'a nüvisleri düzeltmelerini bile ya pamadan ve çıkan olaylar durulmadan ve köşelerine çe kilip hiçbirşey yapmadıkları halde, yani birşey yapılma dan yüz üstü kalmıştı. Halbuki asıl tarih yapraklarına yazılacak ve her fıkrasından pek çok uyanış hissesi ve ibret alınacak tarih problemleri bu kayda geçirilmemiş, boşlukta iyi ve kötü günlerin olayları idi. Allaha hamd olsun; kendinde adalet ve merhametin örnekleri görünen hilâft ve saltanatın değerli bütünlüğünde başta söylenen İskender deyimine lâyık Osmanlı görünüşü ile iftihar edi lecek, maarifi seven, yüce hakan, büyüklükde Allahm yerdeki gölgesi, ve son zamanın eşsiz yaratığı (es sultan, ibnüssultanı, ibnüs sultan, es snltanül gazi Abdülme cîd Hâin) efendimiz hazretlerinin herkesçe istenen cülu su, bu yüz yılın en mutlu ve gönülden istenen günüdür. O saadet gününden bu yana eğitim yayınları hakkında TARİHI CEVDET 17 esirgemedikleri dünya değer hizmetleri, onun kıymetli eserleri olmak üjzere, ilmin gelişmesinde ve öncelik ka panmasında ve asıl değerlerin ve unutulup bir kenarda kalan bunca eserlerin meydana çıkarılmasında öncülük edenlere, bu yenilik esintisinde hakkiyle ve açıkça, istek le ve beğenir görünerek nice eski eserleri yenilemek, cild lemek ve bir çok ip ucu müsvedde ve yazıları yeni bir tasnife tabi tutarak, toplanıp yeniden müsveddeler ya pılmasına ve zamanında bu iyiliklere kendini hasreden hazreti hilâfetpenâhileri, hakikaten gıbta edilecek yüz yıllar yüzeyinde toplanan eserlerden ve birbirini kovala yan devleti aliyye olaylarının bilinen o günkü tarihinden bu yüz yıla kadar yürütülmesi, Umumî Maarif Meclisin de bir kaç defa konuşularak ve Padişahdan düşüncesi sorulup onayı alınarak binikiyüzkırkbir senesinde ta rihi kitaplar ve risaleler, devleti aliyyece patlamış olan «Vak'ai Hayriye»ye kadar, bizden önce çalışanların na mını yeniden ortaya koyacak ve bizlerden sonra gelecek olanların hayır dualarını alacak, büsbütün yeni bir usul ile eser vücuda getirmeğe müdahalesiz bu aciz kulunu memuriyetine seniyyei mülükanece izin verilerek, ger çekte yetersiz liyakatim başarılı olmaya kâfi değilken hal ve zamana göre feyiz saçan hazreti mülükâne saye sinde, Maarif Meclisi azası bulunduğum sırada Padişa hımızın türlü lütuf, yüksek himaye ve davranışlarına bin de bir karşılık şükran borcu ödeme büyük içdenliği ile elden geldiği kadar çalışmanın kaçınılmaz farizadan bu lunduğuna ve Maarifsever devletine benim için iftihar edilecek mansublarla katıldığım vekiller hey'etinin başı, adalet veren ve dağıtan bilinmiyen devlet işlerini kolay ca çözüp halleden, halka eğik, eşi bulunmaz Aristo ted birli, eski Sadrı Azam ve Hariciye Nezaretine ışık tu
tan ve yol gösteren Reşid Paşa «Yeserallahu Mayeşa» F. 2 Î8 AHMED CEVDET PAŞA hazretlerinin herşeyden önce maarife eğilim ve isteği de şevk ve gayretimi tazlediğinden, Allanın yardım ve ina " yetiyle görüldüğü gibi binyüzseksensekiz senesinden binikiyüzkırkbir senesine kadar, bir tarih yazmağa, binikiyüzyetmig senesi evailinde başladık. Cenabı Hak şevketi şahanenin ömrünü uzun maarif saçan huzurla rına nice yeni ve değerli eserler takdimine muvaffak ola cak ilim ve fazilet sahiplerine öğünme ve mutluluk ver sin! (ve haza dua ün lâ yüraddû li eıınehu duamı alâ küllil beriyeti şamilûn) CEVDET TARİHİNİN ME'HAZLAKI Bin tarihlerine kadar şehnameci ve sonra vak'a nü vis adiyle her yüz yılda eshabı maarifden biri vak'aları zabta memur buyurula gelmiş olduğundan Devleti aliy ye vak'aları bu yüz yıllara kadar birbirine bağlı ve de vamlı olarak günlük tutulan sahifelerde unutulup kal mıştır. Vak'a nüvisler vak'aları ceridelerine yazıp geçir mekle arasıra temize çekip takdim etmek devam edege len bir Devleti aliyye adeti olup, temize çekemedikleri zabıtnameler dahi kendilerinden sonra gelenlere devrolu narak onların tarafından temize çekilmeğe devam edil miştir. Bir tarih yazarı, kendi yüz yılmin tarihini kötü amaç gütmeden olduğu gibi hakikaten uygun yazması müşkül dür. Vak'a nüvislerin kaleme aldıkları tarihler ise iyi gö rünmek ve göstermek ve garaz yolunda yazıla gelmiş olduğu cihetle bunları doğru bir tarih şekline koymak için bazı çıkarmalar ve değiştirmeler yapılması uygun olacaktır. (Tuhfetül Kibar) Kâtip Çelebinin meşhur eserle rinden olup tarihin dışındadır. (Koçi Bey Risalesi) Göriceli Koçi Beyin maarif is TARİHÎ CEVDET 19 teyen dördüncü Murad'a sunduğu lâyihaları içinde top layan bir risaledir. Şani Zade Asker'in sebeplerini anlatma yolunda ya zılmıştır ki, Göriceli Koçi Bey Dördüncü Murad hazret lerine bu meziyetleri olgun bir yaşlılığın ifadesi ile kork madan göndermiştir. Ebülnecip risalesine üstün denme ye lâyıktır. (Sefinetürrüesa), (Dühatülmeşayih), (Hadika tiilvüzera) ve ekleri maruf olmakla tafsile hacet yoktur. (Mukaddemei Kavanmi Teşrifat) nailî Aptullah paşa, teşrifatçı iken iradei Seniyye ile Devleti Aliyye teşrifat kanunlarını toplayarak, yaptığı mecmuaya şerh olmak üzere telif eylediği risaledir ki onda bu kanunla rın sebeplerini anlatıp teşrifat kanunu başlangıcı diye isimlendirmiştir. (Faik Efendi Mecmuası) Sefinetürrüesa zeyli ya zarı Süleyman Faik Efendinin garip vak'aları, nadir bil gileri toplayan mecmuasıdır. Kendisinin el yazısı ile nüs hasını gördüm. (Monte Kokolinin fenni harbe dâir olan kitabı) Avusturya Devletinde Baş kumandan ve Başvekil olup
miladî binaltıyüzseksenbir senesinde ölen meşhur Mon te Kokolinin harf fennine dâir yazmış olduğu güzel bir eserdir ki, üç bahse ayrılmıştır. Birinci bahisde, harbin türlü usul ve inceliklerine, ikinci bahisde, Nemçe asker lerinin Engürüs diyarında uzun müddet Osmanlı asker leri ile yaptığı muharebelere dair olup birinci bahsi kü çük ikinci bahsi büyük sayarak üçüncü bahisde Osmanlı ların ezici kuvvetleri ile mücadele ve müsademeye koyu lan devletlerin, uzağı görerek, öncelik kazanmayı ve ihti yatlı olmayı ve böyle davranılırsa galibiyet ve zaferin ne suretle düşünülüp tartışılan durumun arkasında, ne kadar kestirilemeyen kuşku ve tehlikeleri kendi meramı na göre anlatıp neticeye bağlamıştır. Daha önce bu kitap 20 AHMED CEVDET PAŞA Türkçe'ye tercüme edilmiş ise de basılmamıştır. (Katerina Tarihi) Rusya İmparatoriçesi Katerüıa' nın her türlü halini anlatan «Kastra» adlı yazarın kale me aldığı meşhur tarihçedir ki, Fransızca'dan Türkçeye tercüme edilmiş ve basılmıştır. (Ayinei Zürefa) vak'a nüvislerin hal tercümelerini toplayan bir risaledir. (Gülbünü Hanan), Kırım Hanlarının hal tercümele rine dair Halim Giray'ın yazdığı tarihdir. (İbretnüma^yı Devlet), Kırım Hanlığının ahvalinin icmaliyle binyüzsekseniki seferinin bütün ahvalini anla tan ve diğer sefer vukuatlarını içine alan ketebei aklâm'< dan Kisbî adındaki zatın ikiyüzonüç tarihinde yazmış ol duğu mecmua kılıklı bir tarihçedir. (Mir'atüt Devle) Sekseniki seferinin açılışı sebeple ri ve halkın giyim kuşama düşkünlüğü ve Devlet memu runun çoğalması, rueyanm zaaf ve telâşı, hususlariyle bu yolda ne gibi önleme tedbirleri alınmak lâzım geldiğini anlatan Nihalî Efendinin lâyiha kılıklı kaleme almış ol duğu risaledir. (Hulasatülitibar) adı geçen Rusya seferinde vuku bulan noksan ve hatalara dair Resmî Ahmet Efendinin kaleme almış olduğu meşhur risaledir. (Dercülvakay'i) binyüzdoksandokuz senesinden ikiyüziki senesine kadar bazı vak'aları toplamış mecmua kılıklı bir tarihçedir. (Şehrî Efendi Tarihçesi) Sultan Abdülhamîd Hanın son günleri ile Selim Hanın yüz yıllarının ilk günlerine dâir, Şehrî îsmail Efendinin kaleme aldığı tarihçedir. (Tarihi Şamdanîzade) vak'a nüvis olmayıp Şamda nîzadenin serbest lisan ile yazmış olduğu Devleti Aliyye tarihidir. Onun yazdığı tarihin son kısımları tarihimizin birinci ve ikinci cildine me'haz olmuştur. TARİHİ CEVDET 21 (Tarihi Enverî) üç cilddir. Birinci cildi binyüzsek seniki senesinden, yüzseksensekiz senesinde Kaynarca anlaşması akdinden sonra ordunun Şumnu'dan hareke tiyle İstanbul'a gelişine kadar olan Devleti Aliyye vak' alarını içine almaktadır. Vasıf Efendi bunu değiştirip başkalaştırarak kendi tarihinin ikinci cildi saymıştır. Ta rihi Enverî'nin ikinci cildi ikiyüzseksensekiz senesi vak' alannın geri kalanından; yani evvelki bittiği yerden baş
layarak yüzdoksanyedi senesi sonlarına kadar olan vak' aları içine alır. Asıl tarihimizin birinci me'hazı budur. Üçüncü cildi binikiyüzseksenaltı senesine kadar ordu'ya ait vak'aları içine alır. (Tarihi Edip) İstanbul vak'alaram ayrıntıları ile toplamıştır. Çünkü ikiyüziki senesinde Enverî Efendi vak'anüvis olarak tayinle ordu ile gidip ikiyüzaltı sene sine kadar ordu vak'alarını yazmış olduğu gibi Edip Efendi de o zaman Rikâbı hümayunda teşrifatı ve vak'a nüvis vekili olarak diğer vak'aları tutmuştur. (Ordu Jurnali) binikiyüz senesinde ordunun Davut Paşa sahrasından hareketi gününden başlayarak Muha diye ve Şiş muharebelerini içine alan Jurnal olup bu da tarihimizin en güzel me'hazlarındandır. (Revafoıtıl Ukud) Ziştovi ve Yaş konuşmalarında vak'ayi kâtibi bulunan Galip Efendinin topladığı konuş ma zabıtları mecmuasıdır. (Taıihi Nuri Bey) binikiyüzdokuz senesi başlangı cından ikiyüzonüç senesi sonuna kadar Devleti Aliyye vak'alarını içine alan bir tarihdirki, vak'anüvis Halil Nuri Beyin meydana getirdiği eseridir. Nurî Bey bunda dokuz senesinden başlamış ise de, daha önce yapılmış ka nun ve nizamları da ayrıca yazdıktan başka Üçüncü Se lim Han devrinde konulan ve başlatılan birçok kanun ve nizamları toplayıp bir mecmua tertip etmiştir. (Tarihi Vasıf) binyüzaltmış senesinden başlayarak 22 AHMED CEVDET PAŞA yüzseksensekiz senesinde ordunun istanbul'a dönüş ve varışına kadar olan Devleti aliyye vak'alannı toplayan iki cild olmak üzere basılıp yayınlanmıştır. Vasıf Efen dinin doksanaltı senesinden başlayan bir Kıt'a Zeyli olup, iki nüshası vardır. Biri Mabeyni Hümayûn'a takdim ey lediği nüshadırki ikiyüzbir senesi evasıtma kadar gelir.: Diğeri seksensekiz senesi evasıtmda, Kırım tasdiknamesi mübadele olunduğu sırada son bulup, başlangıç Halil Ha mit paşa adınadır. Bu iki nüsha arasında icmal, tafsil cerh ve tâdil cihetinden bazı mertebe farkı vardır. Aşa ğıda duruma döre tartışması yapılacaktır. Ikiyüzüç senesinde Selim Hanın cülusundan başlayıp ikiyüzsekiz senesi sonuna kadar Vasıf efendinin diğer bir kıt'a Zeyli vardır. Bir de Vasıf Efendi basılan bu tarihi nin arkasından yüzaltmışaltı tarihinden ikiyüzonyedi ta rihine kadar bir emir üzerine Devleti Aliyye vak'alannı yazmış olduğunu anlatmış ise de yalnız iki kıt'a Zeyli meydana çıkmıştır. (Ayinei Zürefa) yazarı evvelki zeyli de göremediği ve bilemediği için yalnız ikinci zeyli yani ikiyüzüç den iki yüzdokuza kadar altı senelik vak'aları içinde toplamış tır. Yazar el yazısı ile bir kıt'a tarih zeyli görünce, öte sinin nerede kalmış olduğunun bilinemediğini açıkça yazmıştır. Halbuki Cavid Beyin müntehebatında aşağıda yazılı zeylden evvelce baksedilmiştir. İleride görüleceği gibi binikiyüzsekiz senesi vak'ala rı anlatılacağı veçhile Vasıf Efendinin, Selim Hanın cü lusundan başlayıp ikiyüzbeş senesine kadar yazdığı bir kıt'a tarihi adı geçen sekiz senesi başlangıcında Huzuru Hümayûn'a arz ile tamamlanmak üzere kendisine iade olunduğu muhakkaktır. Fakir kulunuz bu babda hayli araştırma ile uğraştığım halde iki kıt'a zeyl'den başkası
nı ele geçirip göremedim. Sonraları Vasıf'm binikiyüzon yedi senesi başlangıcından ondokuz senesi sonuna kadar TARİHI CEVDET 23 üç senelik vak'alar içinde toplayan ve kendi el yazısı üe tashihleri bulunan nüshasına ve ikiyüzdokuz senesiyle oniki senesinden onyedi senesine kadar kendisinin el ya zısı ile olan müsveddelerinden çoğunu gördüm. Vasıf Efendi bu senelerin vak'alannı takım takım tertip ve takdim edip, bunların arz ve takdimine dâir yazmış ol duğu yazışmalardan üç kıt'asının müsveddeleri de adı geçen müsveddeler içinde bulunmakla örnekleri cüdin so nunda (1) işaretiyle gösterilmiştir. (Haşan Efendi Ceridesi) ikiyüzbir senesi, Vasıf Efen dinin İspanya'ya gidişinden, ikiyüziki senesinde ordunun hareketine kadar olan vak'aları içine alır. Çünkü Vasıf Efendi vak'anüvis bulunduğu halde İspanya Sefaretine me'mur olduğundan vak'anüvislik üzerinde kalmış olup donünceye kadar vekâletle idare ettirmek kararı verilmiş ve vekâleti emrinin çıkarılması ile teşrifata Hasan Efendi me'mur edilmiş bulunduğundan Vasıf Efendinin ikiyüzbir senesi ortasında İspanya'ya gidişinden sonra Hasan Efendi vak'aları zabta başlamıştır. Lâkin bunun peşin den Rusya seferi ortaya çıkınca vak'anüvislerin ordu da bulunması Devlet'in geleneği icabı olduğundan, Enverî efendi gönderilip vak'anüvis olarak ordu ile gidip ordu vak'alannı kaleme almış ve Rikâbı Hümâyûn teşrifatçı sı olan Edip Efendi dahi, vak'anüvisi Rikâbı Hümâyûn olarak İstanbul'da diğer vâk' alarm zabta geçirilmesiyle meşgul olmuştur. (Müntehebatı Cavid Bey) mecmua kılıklı bir tarih tir ki, Cavid Ahmet Bey onu Devleti Aliyye ile Rusya Devleti arasında meydana gelen Harp ve Sulh hallerine değinen meşhur tarihlerden seçerek, iki cild olmak üzere toplayıp düzenleyen ve birinci cildinde binotuzaltı tari hinden binyüzseksenyedi Zilkadesine kadar olan vak'a ları yazar. İkinci cildinde adı geçen tarihden başlayıp binyüzdoksanaltı senesine kadar Enverî tarihini ve ondan 24 AHMED CEVDET PAŞA binikiyüzbir senesine kadar Vasıf m aşağıda söylenen. zeyli tarihi ve ondan ordu'nun Hurucuna kadar, Vasıf zeyli olan aşağıda yazılı Hasan Efendi Ceridesini ve son ra da Edip Efendi tarihinin başlangıcından bir miktarını ve Enverî tarihini ve ikiyüzaitı senesine kadar kendi tut tuğu zabıtları ve Vasıf zeylinin bir miktarını hulasa ola rak yazmıştır. (Haşini Efendi Mecmuası) Anapa Kalesinin kurucu su olan Ferah Ali Paşa'nm kâtibi Haşim Efendi'nin Çer kezistan'a gidip orada uzun zaman vazifeli olarak mühim evrak suretlerini kayd ve nice garib maddeleri zapt ile yapmış olduğu mecmuadır. Görüleceği gibi Çerkezistan olayları hakkında doğru ve vesikalara dayanan bir Me' hazdır. (Duhatül Vüzera) Gülsen hülefanm zeyli olup Bağ dat valilerinin tercümei hallerini ve Irak'ın mühim olay larını içinde toplayan meşhur bir tarihdir. (Tarihi Abdüşşekiir) Mekkei Mükerreme emirleri nin hal tercümelerini bildirir. Mekkei Mükerreme ulema sından Abdüşşekür efendinin Arabca yazdığı bir tarih
dir. (Tarihi Cezzar) Cezzar Ahmed Paşanın hal tercü mesine dair Cebeli Lübnan tarih yazarlarından Mir Hay dar Şamlan, Şahabîye ait Arabca yazılmış bir tarihçe dir, (Tarihi Ceberti) Mısır'ın geçmiş olaylarını ve bun ların eklerini içine alan Mısır bilginlerinden Apturrah man Cebertî nammdaki yazarın dört cild olarak yazdığı Arabca bir tarihçedir. (Mazharııttakdis Behurueu taifetül Fransız) Fran sızların Mısır'a girişinden çıkışlarına kadar günlük mey dana gelen olayların yukarıda adı geçen Cebertî efendi nin kaleme aldığı bir tarihçedir. Vak'anüvis Asım Efendi; onu arabca'dan türkçe'ye nakl ve tercüme etmiştir. TARİHİ CEVDET 25 (Tarihi Nikola) Fransızların Mısır'ı istilâları esna sında Cebeli Dürüz hâkimi Mir Beşir tarafından Mısır'a gönderilmiş olan (Muallim Nikola Ettürk) adlı kimsenin kaleme aldığı arabca tarihçedir. Nikola Fransızlarla be raber Mısır'da bulunarak Cebeli Lübnan'a dönüşünde bu tarihçeyi kaleme almıştır. Binsekizyüzotuzdokuz miladî senesinde Fransızca tercümesiyle beraber Paris'de basıl mış ve yayınlanmıştır. Yusuf Avra'ya mensup arapça yazılı diğer bir kıt'a tarihçe de tarafından görüldü. Lâkin bu ayni ile Muallim Nikolanm tarihçesi olup pek az yerlerinde cümle ve ta birler de fark olup madde ve mâna da ikisi bir şeydir. Nikola ile Yusuf Avra Hıristiyan oldukları için Fransız iarı öğüp Bonapart'in övülmesinde ikisinin de arapça şi irleri vardır. (Tezkerei Bonaparte) Bonaparte'in Saint Helen adasında sürgün iken kendi hal tereümesi'ne dair yazmış olduğu risaledir. Türkçe basılmış tercümesi vardır. (Zabitnameler) Binikiyüzonsekiz senesinden yirmiüç senesi sonuna kadar Enderunu Hümayunda yazılmış bir takım zabıt ve olay kâğıdları olup bunlar dahi okunarak tarihimize me'haz olarak alınmıştır. (Kaif Efendi Zabıtnamesi) Sadrı Âli mektubî hü lefasmdan Bölükâtı Erbaa kâtibi Ali Raif efendinin or du olaylarına dair zabıtnamesidir. Binikiyüzyirmi senesi hilâlinden, Vasıf efendi Reisülküttap oldukta yerine Amedî divanı Hümâyûn hulefasmdan Pertev efendi vak'anüvis olmuş ise de yirmüki senesi hilâlinde ölünce, yerine Âmir Bey vak'anüvis olup, o da birkaç ay sonra istifa etmiş olduğundan müderrislerden Aymtaplı Asım efendi vak'anüvis olmuştur. Ancak ileride görüleceği gibi, yirmüki senesi olay ları sırasında anlatılacağı veçhile Asım Efendi ordu'ya gitmeyip İstanbul'da olayları zabta geçirmekle meşgul 26 AHMED CEVDET PAŞA olduğundan ordu vak'anüvisliğinden uzak kalmıştır. Ali Raif efendi kendiliğinden ordu olaylarını zabt eyleyip İstanbul'a dönüşünde zabıtnamesini Necib efen diye vermiş o da bu zabıtnamenin içindekileri tarihçesi ne ilâve eylemiştir. Pertev efendi ile Âmir Beyin yazdıkları müsvedde ler de Ordu'dan İstanbul'a gönderilerek Asım efendi'ye teslim olunmuştur.
(Necip Efendi Taröıçesi) Selimiye olaylarına dair Babı Âli ricalinden Necip efendinin kaleme aldığı bir ta rihçedir. Raif efendinin yukarıda zapteylemiş olduğu Or du olaylarını içine alır. (Tarihi Saîd Efendi) Kethüda Saîd efendi diye ma ruf, maarifsever bir zatın Selimiye olayına dair kaleme almış olduğu bir tarihçedir. Fakat başlangıca, Rusya Çan büyük Petro zamanından başlayıp ayrıntıları ile ge niş bir başlangıç yazmıştır. (Ta
terir risale kılıklı kısa bir sefaretnamedir. 28 AHMED CEVDET PAŞA (Sefaretnamei Vahid efendi) binikiyüzyirmibir se nesinde husûsî delege olarak Napolyon, nezdine gönderi len Vahid efendinin güzel bir sefaretnamesidir. , (Jurnaller) Napolyon Bonaparte'in müttefik devlet lerle savaşlarına dair olan jurnalleridir. (Lâyihai Sebastiyani) Fransız elçisi meşhur Sebas tiyani'nin İstanbuldan Paris'e dönüşünde Napolyon'a tak dim etmiş olduğu Lâyihasında da o yüz yılın gidişatına dair bazı tarih problemleri vardır. (Tarihi Bilâdı Sudam) dokuzyüz tarihinden sonra meydana gelen bazı sudan olayları ve Mısır valisi Meh med Ali Paşa tarafından Sudanın istilâsını anlatan arab ca bir tarihdir. Yazarı Sudan ahalisinden ve ikiyüzlark tarihinde Mısır Başbuğumm teşkil ettiği divanın azasından bir zât tır. (Tarihi Şanizade) üç cilddir. Birinci cildi binikiyüz yirmiüç hicrî senesinde Mahmud Hanın tahta çıkışı ola yından ikiyüzyirmibeş senesi sonuna kadar ve ikinci cil di yirmialtı senesi başlangıcından otuzüç senesi sonuna kadar, üçüncü cüdi otuzdört senesi başlangıcından otuz altı senesi sonuna kadar olan olayları içine alır. Otuzyedi senesi başlangıcından kırkbir senesi Saferine kadar vak'a nüvislik memuriyetinde bulunmuş ise de yukarıda göste rildiği gibi kendine devredüen oniki senelik olayları ter tip ile, meşgul olduğundan şu zaman içindeki olayları top layıp tsrtipleyemediğinden zabıtnameleri kendinden son ra yerine gelen Esat Efendiye devrolunmuştur. (Tarihi Mri Ymsuf) Silâhşoranı Hassa'dan Ahmed Paşazade Yusuf Beyin Kaleme aldığı tarihçedir. Rum karışıklığının zuhurunda kritik varış noktası olan ANA BOLÎ de bulunup yirmiiki ay ANABOLİ kalesinde sarılı kaldıktan sonra Kalenin eşkıyaya tesliminde bir İngiliz gemisine binerek İzmir'e ve oradan İstanbul'a gelerek TARİHÎ CEVDET 29 hu tarihçeyi yazmıştır. (Tarihi Melek) Bu iki yüz otuz altı senesinde zuhu ra gelen Yunan ihtilâline dair kendi eseri olan tarihçe dir. Melek Bey, Rum karışıklığı ile sonuçlanan Eterya' nın ilk kurucusu Eksanto'nun ihtilâli nasıl meydana ge tirdiğine dair olan risalesini ve Yunan tarihinin önemli yazılmış kısımlarını tercüme ve kendi görgü, araştırma ile düşüncelerini de ekleyerek böyle güzel bir eser vücu da getirmiştir. (Tarihi Fetret) adı geçen Yunan karışıklığına dair bu yüz yılın yazarlarından Mehmed efendinin kaleme al mış olduğu tarihçedir. Yalnız birinci cüz'ü basılmış ol makla, alt tarafım daha henüz okuyamadık. Uzun zaman İstanbul'da Avusturya elçisi bulunan meşhur Baron Prokş'in da Rum karışıklığına dair bir tarihi var ise de henüz türkçeye çevrilmemiştir. (Tarihi Vak'ai Ce^irei Sakız) sakız olayına dair bir tarihçedir. Bu terkibin harf noktalaması olaya tarih dir. Yani Mora ve bazı Akdeniz adalarının isyan ve ihti lâli ile binikiyüzotuzyedi hicrî senesinde Vahid Paşa sa kız muhafızı iken adada çıkan ihtilâle dâir o zaman Sa
kızda kaleme alınmış bir tarihçedir. (Tarihi Esat) vak'anüvis Esat efendinin binikiyüz otuzyedi hicrî senesi başlangıcından kırk bir senesine ka dar olan tarihidir. Kendinden önce bulunduğu memuri yete gelenin zamanı olmakla Esat Efendi bunu birinci cild saymıştır. Bundan başka Esat Efendi kırkbir sene sinde zuhura gelen vak'ai Hayriye'ye dair başlı başına bir tarih yazıp (Üssü Zafer) diye adlandırmıştır. Sonra Esat efendi ikinci cildine kırkbir senesi ev velinden başlayarak aynı senenin sonuna kadar bir se nelik olmak üzere birinci kıt'asını tertip ve temize çek miş ise de ondan sonrasını toparlamaya ve tertibe gücü yetmemiştir. 30 AHMED CEVDET PAŞA Esbak dahiliye kâtibi merhum Bahir efendi Mora ih tilâli sırasında Mora seraskeri Sadrı Esbak Seyid Ali Paşa'nin Kitabet hizmetiyle Mora ordusunda bulunmuş, gördüklerimi ve duyduklarımı zabt ile, Esat Efendi tari hinin evvelce adı geçen birinci cildinin bahisleri arasına zeyl ve ekler yaptığı gibi ikinci cildinin birinci kıt'asma da haşiyeler ve sonuna da bir zeyl yazmıştır. (Tevarihi Farisiyye) Irak Ve İran hâdiselerine, dair hakikate uygun araştırmalardan, ve Farsça yazılmış olan tarihlerden de mehaz olarak istifade olunmuştur. Avrupa olaylarının doğru bilinmesi için Avrupa ta rihlerine el atılmıştır. Halbuki Bonaparte'm ortaya çık masından sonra Devleti aliyye'nin Avrupa devletleri ile ilişki ve ilişki uygulamalarının çoğalması ve birçok Dev leti aliyye olaylarının iç yapısındaki gelişmelerin yeni Avrupa olaylarına ait haberlerin bilinip değerlendirilme sine bağlı olduğuna dayanarak Avrupa için yazılmış Ta rih ve risalelere daha ziyade eğilmek zorunluğu el ver miştir. Adı geçen yazılmış telif eserlerden çok ele geçi rilen meclis konuşma eleştirme ve oturum mazbataları ve diğer resmî yazılar ile Defter kayıdlarına da eğilerek tarihe geçirilmeğe değer maddeler bulundu ise de topla nıp yazılmasına ve olayların eleştirilmesine mümkün ol duğu kadar elden gelen yazılmıştır. MUHTIRA Tarih biliminde asıl aranılan, olayların olduğu gibi yanlışsız gerçek sebeplerini derinliğine eleştirme ile çe kinme ve uyarmayı gerektiren bilgiler toplamakdan iba ret olmağı, tarih yazarının kendine düşen görevi, fayda lı haber vermek, herkese ibret olabilecek olayların ger çek sebeplerini okuyup araştırıp herkesin anlayabileceği gibi açık ve akıcı olarak anlatmaikdır. Yoksa ağır, ağdalı TARİHİ CEVDET 31 cümlelerle bilgi ve hümer göstermek, yahut jurnal yollu günlük olayları söylemek değildir. Ama bazı gelmiş geç miş yazarların övünmeli yazı özentileri ve oyunları her kesin beğeneceği eserlerin asıl gayesi, tarihe faydalı ol mayıp belki güzel yazmaya bir hizmetdir. Tarihlerde o kuyucunun anlamayacağı türde yazmak istenen ve ara nan olmadığı gibi yaratıcı şekilde yazılan olaylarda da olayın göründüğü ve olduğu gibi aslına uygun oluşu da göz önünde tutulmaz.
Binaenaleyh geçmiş olaylara ait kitabların yazıl masında ve okunmasında asıl aranan ve istenilen nedir? onu bilmek lâzımdır. Arab tarih yazarları bu iki yolda da diğerlerine üs tün olup asıl aranılanı birbirine karıştırmadılar. Lâkin sonra gelenlerden bazıları maksadın ne olduğunu ayırıp, tayin etmeyerek ve hangi fenne hizmet eylediklerini bil meyerek çoğu karalama yazdıkları tarihlerden doğru ve faydalı istifade beklenmez. İşte yazıp basmaya başladığımız, kitap da aranılan tarihe faydalı olmak, ağır ifadeli yazmayı gözden uzak tutarak faydası dokunacak olayların, doğruluğuna ve eleştirilmesine gayret edilip, Devleti aliyye'nin eskiden beri söylenti halinde olan adı olaylarını yazmakla, kara lama yapmakdan çekindik. Şöyleki her sene mevsimi gelince kışlıkdan yazlığa ve yazlikdan kışlığa nakli Hümayun (Sultan ve saray mensuplarının nakli) ve Donanmanın bahar gelince Ak denize çıkışı ve güz geldiği zaman Tersanei Amire'ye gi rişi ve askerlere üç ayda bir «Kist mevacihi» verilmek ve her sene vukubulan adî tevcihat defteri sırasıyle ileri ge len ilim adamları ve her sene Ramazan başlangısmda hu zuru Hümayunda ders yapılması ve on beşinde Hirkai Şerif ziyareti ve Harp gemisi indirme duası gibi her za man olagelen olaylar çıkarılarak, eğer tarih fennince 32 AHMED CEVDET PAŞA fayda verecek özellik varsa tarihe geçirilir. işte böylece bu tarihin yazılmasına başlanıyor insaf ve taraf tutmamak usulüne uyularak bir şahsı veya bir tarafı tutmakdan çekinerek olayların doğruluğuna ve doğruluk sebeplerinin araştırılmasına gücümüz yettiği kadar gayret ve ihtimamı gösterilmiştir. MUKADDEME Cevdet Tarihinin başlangısı olan binikiyüzseksense kiz hicrî senesi Devleti aliyyece kesinti yeri gibi olup ondan sonra olayların rengi değişmiştir. Bir yüz yılın olayları ise eski yüzyılların öne alman ve boş bırakılan sebepler birbirini kovalayan neticeler ve sebeplerin dayanağı olacağından, yazılacak tarih olayla rının ne türlü sebeplerin eserleri olduğu bilmek lâzımdır. Binaenaleyh maksada girmeden önce, gelmiş geçmiş eski Devletlerin ve özellikle Devleti aliyye'nin tüm olay larını, geçmişteki genel durumunu ve Mısır, Kırım gibi mühim kıt'alarin meşhur olaylarını, tarih okuyanlara lâ zım olan bazı önemli bilgileri ileride görüleceği gibi, top luca, fasıl fasıl anlatmak uygun görülmüştür. BİRİNCİ BÖLÜM (Tarih ilminin lüzum ve faydasını anlatmaktadır.) Tarih ilmi, herkese, vükelâ ve devlet adamlarına geç mişteki gizli ve saklı olayları öğretip duyurmak ve bütün dünyaya ait menfaatlere dönük olarak, halkın okuyup, değerlendireceği ve yönetici devlet adamlarınca da el üs tünde tutulan, menfaatleri çok, bir fendir. Zira insan uygar yaşamayı ve hayat seviyesini yük sek tutmayı bilen, yalnız başına yaşamayıp toplulukla il gilenen ve yer yer bir araya gelerek cemi'yet kurmağa ve biribirine yardım etmeği isterler. Bu insan cemiyetle
rinin, derece derece yükselmiş ve geri kalmışları, hattâ çadırda yaşayan kabileler vardır. Bunlar günlük yiyecek giyecek ve yakacaklarını bulurlar, fakat uygarlık netice si olan eğitim, öğretim san'at ve sanayide insanlığın yük sek hissesinden ve payından mahrum olurlar. Köylüler büyük şehirler halkına nisbetle uygarlık gelişme ve so nuçlarından kısırlı görüldükleri gibi, kasaba halkına nis betle de uygarlıkdan uzak kalırlar. Bu topluluğun en yüksek derecesi de uygarlık, yani devlet ve saltanat mertebesidirki bir devletin koruması sayesinde birinin diğerine kötülük ve düşmanlık korkusundan uzak kalıp, bir tarafdan insanca yaşama isteklerini elde etmeğe, bir taraftan da insanca değerlerle olgunluk ve erginliğe ula şırlar. Şöyleki kötülükleri uzaklaştırmak ve menfaatleri el de etmek için insanın yaradılışında iç güdü, olup bazen F. 3 34 AHMED CEVDET PAŞA bir çok kimsenin emel ve arzularının birleşmesinde güç lük olduğu zaman, başlı başına kalsalar birbirlerine kı yıp, acımayacaklarından ve bazen de bir genel durum karşısında bir topluluk ile diğer topluluk arasında tabii olarak çekişme ve muharebe meydana geldiğinden; her kes özel ve genel haklarını hükümet eline verip, onun o torite, yardım ve davranışına razı olarak insanca değer lerle, olgunluk ve erginliği ele geçirmek fırsatını kaza nırlar. Ve o millet sınıf sınıf ayrılarak, kimisi ziraat ve ticaret ve kimisi de sivil memuriyet ye askerlikde hizmet eder. İlim ve sanayi' gücü ile yüz kişinin zarurî ihtiyacı nı on kişi elde etmeğe ve uzun müddet içinde toplanacak maddeler az zamanda meydana gelmeye başlayınca o mil letin zarurî ihtiyaçlarından fazla elde edileni ile fazla vakitler insanlığın sosyal adalet gelişmesi tamamlanarak konfor ve uygarlık günden güne bu nisbet üzere artıp ge lişerek gider. Ancak o millette artık sadelik ve çabukluk kalmayıp sistemler ve özentiler artarak ihtiyaçlar çoğa lır. Buna göre şahsî menfaatler ve şahsî düşmanlıklar ar tar, ve çoğalır, gittikçe o milletin idaresinde zorluklar meydana çıkarak, iyi bir idarenin oluşu ile devletin iler lemesi ve milletin mutluluğu elde edebilmesi yöneticile rin dikkat ve ihtimam ile maharetlerine bağlıdır. Böyle önemli siyaset işlerinde maharet ise ancak tecrübe ile ge lişip, her tecrübe görüşüne de bir adamın ömrü yetmeye ceğinden ve bir yüz ydlin tecrübesi kâfi olmadığından, arif olanlar (Essaidü men ittaaza bi gayrini) Hadisi Şerifi uyarınca her şeyi kendinde tecrübeye kalkışmıya rak, diğerlerinden örnek ve öğüt geldiklerinden, vükelâ ve ileri gelenler de tarih ilminden diğer kimseler gibi kendi hallerine göre yararlanmakda olduklarından, baş ka devlet işlerinde istifadeli ve kazançlı olurlar. Binaenaleyh vatan ve memleketini seven ve devlet ve milletinin ayakda durmasını istiyen gelmiş geçmiş maa TARİHÎ CEVDET 35 ifin hakkını verenler kendi yüz yıllarının olay ve haber lerini zabt ile sonra gelenlere armağan ederek, kendileri de hayırlı dâvalarında öncü gelmişlerdir. Kaldıki geçmiş ile sonrası ahvalini kavramak ve çok eski geçmişi ve çok ileri geleceği bilmek isteği, insanı tabiatında vardır. Böy
lece genel olarak insanın bu fenne manevî olarak ihtiya cı vardır, (lâ teşbe ul ayni nün nazarin ve leşşemu min Haberin ve Lel ardu min matarin) Devlet nizamının korunması tarih ilmi üe eski usullerin bugünkü hale göre uygulamada çok faydalan görüleceğinden bazı ilim adam ları, tarih ilminin eğitim ve öğretimi önemle gereklidir, derler. Anlatılır ki: AbbasîjHalifelerinden Kâim bi Emrul lah zamanında, Hayberlilerden bir kaç bilinen yahudî ki şi, hilâfet merkezi Bağdad'a gelip Cizye'den muaf olduk larını gösterir bir kağıt üe kendilerince Hazreti Alî'nin el yazısı ile hilâfet tarafından kendilerine verilmiş ve Es habı Kiram «aleyhimûrrıdvan» dan bir kaç zatın şahid oldukları da yazılmış olmakla, x ellerindeki sened halife nezdinde kabul olunarak muafiyetleri babında fensur çı karılmak üzere iken, Reisül Rüesa bulunan Ebül Kasım bin Müslime şüphelenince adı geçen sened uydurma bir şey olmasın hele bir kere tarihçi olan Hatibi Bağdadî ye gösterilmesi uygun olur diye halifeye hatırlatınca, sened Hatibi Bağdadîye gösterildiği zaman tarih fennince se nedin uydurma ve sahte olduğunu ispat olunmuştur. Şöyleki: Bu senedde yazılı şahidlerden Hazreti Mu aviye, Hicretin dokuzuncu senesi Mekke'nin fethinde is lâm ile müşerref olmuşdu, Hayberin fethi ise Hicretin yedinci senesinde vuku bulmuşdu. Yine yazılı şahidler den Saad bin Muaz hazretleri hicretin beşinci senesinde, Hendek muharebesinde ölüm köprüsünden geçmiş oldu ğundan Hayben fethinde bulunamadı, demekle senedin uydurma olduğu sübut bularak yırtıldı. Böylece adı ge çen tarihçi islâm Beytül Mal'ıne faydalı olmuştur. İKİNCİ BÖLÜM (Hükümetlerin görünüş ve kısımlarını anlatır) Bu Dünya, bakılınca, günlük yeniliklerden ibaret bir hengâme olduğu görülür ve bu yenileşmenin mânâsı, göz lerde ve etrafda görülen kötülüklerden anlaşılır. Bu ka bilden olmak üzere tek kişinin gerek vüeutça, gerek hal ce bir zaman içinde geliştiği ve bir zamao içinde geriledi ği gibi, her devlet böylece kâh kuvvet bulur ve kâh zayıf düşer ve kuşkulu hale gelir. Her devlet ilk doğuşunda sa de ve çabuk olup eğer günden güne kuvvetlenir ise de in sanın yemede içmede, giyim kuşamda ihtiyacı arttığı gi bi devlet dahi eskidikçe yorucu özentileri artıra geldiğin den evvelki sadeliği kalmayıp işler ve masraflar artar. Olağan üstü bir olay meydana gelince alışılan masraflar dan ziyade bir masraf açılınca para sıkıntısına düşer ve idarecilikte bazı günler kusur da olursa bakımsızlığın ve kuşkunun pençesine düşer. (Senet ullahı fılalemeyn) Velhasıl hangi devlet olursa olsun bir durumdan bir başka duruma geçildiği için her devirde bir özel durum da bulunur. Her durum da bir türlü davranmak ve her devrin gelişmesine göre çare ve ilaç aranmak lâzım ge lir. Şöyleki herkesde bir gelişme yaşı öğrenip bilme yaşı ve alçalma yaşı olduğu gibi, her devlette de bunun gibi üç aşama bulunup herkes sağlığı koruma hususunda ya şma göre davrandığı gibi Devlet Hey'eti de insan benzeri olduğundan her durum ve aşamada uygun harekete dik kat etmek lâzım gelir. Alçalma durumu bazen hissedil meyecek kadar gizli olur. Bazen de apaçık görülüp ilâç/
TARÎHÎ CEVDET 37 alçalış hızı ve kuşku belirtileri görülmüşken bilgili ted birlerle yemlenip tazelendiği vardır. Fakat böyle haller de devletin geçirdiği tehlike büyük olup bazı dış müna sebetlerde de bozukluklar görünürse de ileri seviyeye u laşmak pek zordur. Böyle olanı varsa büe büyük olaylar ve büyük devrimlerle gelSşebilmiştir. Nice devletler geliş me çağını doldurmadan kendi kusurlariyle yahut beklen medik bir olayla yok olup batmıştır. Bilinmelidirki, hı ristiyan devletlerin siyasette egemenlikleri bir araya ge lip, bilginlerle tertip olunmuş, bilime dayanan kanunlar dan ibaret olduğu halde hükümetleri iki kısma ayrılmış tır. Biri dinsel hükümet, diğeri madde ile ilgili hükümet tir. Dinsel Hükümet Katolik mezhebinde papa'nm hükü metidir ki bütün katolik rahiplerinin âmiri ve kiliseleri nin reisi olup onun Hazreti isa'nın vekili olduğu inancın dadırlar. Bütün katolik olan devletlerde onun Dinsel Hü kümeti geçerlidir. Vaktiyle Avrupa içinde bu Dinsel Hü kümetin pek çok etkisi olup sözü geçerdi. Lâkin Krallar, papaların elinden çok eziyet ve sıkıntı çektiklferinden, za manla papaların etkisini iyice azalttılar. Rum, yani Or todoks mezhebinde bulunan bütün hıristiyanlar papa'yı tanımayıp, Dinsel Hükümetleri istanbul Patriğine tabi dirler. Ermenilerin ruhanî reislerine katogiküs denilirki, üçtür. Birisi Gürcistan da olan «AÇMİYAZlN» ve diğeri Kozan da olan "SlS,, ve üçüncüsü Van tarafında yapılmış "AHTAMAR,, kiliselerinin ruhanî reisleridir. Ama pro testanlarm böyle bir umumî reisleri yoktur. Maddî Hükümetler de üç kısımdır: Mutlak Hükümet, Meşrutî Hükümet ve Cumhuriyet Hükümetidir. Meşrutî Hükümet, Millet Meclisinin re'yine uyan hü kümdarın hükümeti olup bu da iki kısımdır. Birinci kısım umumî meşrutiyet olup bütün ahali eşitlik üzere bulunur. Almanya ve italya devletlerinden bazılara gibi ki devletin vekillerinden başka milletçe in 38 AHMED CEVDET PAŞA tihab olunan azalardan mürekkep bir millet meclisleri vardır. İkinci kısmı, Hasbî meşrutiyetdirki zadegan halkdan açıkça seçkin ve üstün olurlar. İngiltere devleti gibi. Hal kı zadeganın eristiklerin rütbelere ve imtiyazlara erişe mezler. Fakat her kazadan intihap ile hükümet merke zine gönderdikleri azadan mürekkep millet meclisi me b'usları adında bir meclisleri vardırki, bir iş veya mes'e le onda görüşüldükden sonra zadegan meclisinde karara bağlanır. Bu meclisler daima açık olmayıp belki senede üç dört ay kadar açılıp adına "Parlâmento,, denir. Devletin vekil leri kral tarafından tayin olumuş memurlar olup, Devlet işlerini görüşdükten sonra krallarına imza ettirip icra ederler. Lâkin her hususta Parlâmento'ya karşı sorum ludurlar. Cumhuriyet Hükümetinde bir hükümdar olmayıp belki çoğunlukla birisi intihab olunarak kral gibi olmak üzere geçici olarak Millet Reisi nasb olunur. Amerika Cumhurreisi gibi. Fransa Devleti ilk önceleri mutlak hükümet iken mil letin yaptığı ihtilâlle sonra cumhuriyet olmuşlardı. O va
kit ortaya çıkan emperyalist Napoleon Bonaparte impa rator olunca gene Mutlak Hükümet şeklini almışdı. Vakıa devletin şekli Meşrutî Hükümet üzere kurulmuştu ama asıl görünüşü ile Mutlak Hükümet idi. Bonaparte'dan sonra genellikle Meşruti Hükümet olup Louis Filip'in Krallığı günlerinde bu hal üzere gitti. Binikiyüzaltmışbeş senesi ortalarında Fransa ihtilâli olayında gene cumhu riyet olup Napoleon'u dört senelik olmak üzere yine Cum hurreisi nasbettiler. Lâkin halk arasında birleşme, birlik olmayıp kimisi krallık taraftarı, kimisi teşkil olunmuş adî cumhuriyet taraftarı oldular. Bütün bütün gelenek lerin öte tarafına gittiler. TARİHİ CEVDET 39 Bir takım da böyle adî cumhuriyete kanaat etmeyip Şöyleki mülkiyet hakka ve evlilik müessesesini inkâr edip herkes her türlü hususta eşitlik üzere olmalıdır deyip bu alçaklar da bunu mizaçlarına da uygun görerek Fransa Cumhuriyetini bu renge boyamağa girişdiler. Fransa asilleri ve bilginlerinin bundan gözü ürkmekle Cumhuri yetten ve belki meşrutî hükümet serbestliğinden yüz çe virip Napolyonun henüz dört senelik riyaset müddeti so na ermeden İmparatorluğu onaylayarak Mutlak Hükû met'e baş eğip, kayıdsız bağlandılar. İşte bu Fransız ih tilâli arasında Nemçe (Avusturya) halkı da serbestlik sevdasına düşüp pek çok kan dökerek hükümetlerini Meş rutî Hükümete çevirmek istediler ise de İmparatorluk hü kümeti galip gelerek gene Mutlak Hükümet şekli altında kaldılar. Bunların her birinden hergün birer fenalık bek lenir. Ama islâm hükümeti hilâfet ve saltanatı içine alıp islamların imâmı olan islâm Pâdişâhı şeriatı koruyucusu olarak saltanatı yürütmektedir. Allaha hamd olsun bu güne kadar parçalanma ve şiddet gösterileri olmamıştır. Eğer aşağıda anlatılacağı gibi Abbasî Devletinin sonla rında islâm memleketlerinde meydana çıkan büyük ih tillerden ötürü hilâfet ve saltanat ayrılarak hüâfet bir Dînî riyaset ve saltanat maddî riyaset haline geldiyse de •sonraları Osmanlı devletinin meydana çıkışı ile islâm milleti yeniden ilerleyerek ve eski asal halini aldı. v* ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (İslâm Devletlerinin geçmişteki halleri ve Devleti aliyyenin meydana çıkması baklandadır.) Arab ve Türk milletleri bulundukları yerlerin coğra fî durumu icabı, aralık aralık coşup taşarak, sel gibi her tarafa akarak, bir çok defa dünyayı istilâ etmiş iki büyük millet olup Arablarm en kuvvetli ve en sonraki hücumu Allah kefimesini yükseltmek, islâmm bütün sindirici kuv vetiyle çıkışıdır ki, zamanı saadet de arab kabileleri "faıân,, kelimesinde sözleşmiş ve birleşmiş, Peygamberin islâmlığın genişletilmesi ruhu en yüksek seviyesini bu lunca nice kabileler ayaklanmayı düşünürlerken, büyük imamet makamının bulunmaz ziyneti Hazreti Ebubekir (iddîîe) her tarafa asker gönderip zaferler kazanınca dî ne karşı ayaklananları basdırıp ve yola getirerek arabla rı birlik ve beraberlik içinde toplamış ve kazanmış olduğu birlik ve beraberliğin verdiği gücü, hilâfet minberine en
büyük hasletleri ile çıkan Hz. Ömerül Faruk yerine sarf etmişdir. Şöyle ki Eshabı kiramı gazaya şevkle isteklen direrek her tarafa ordular gönderip bütün Eshâbı kiram cihâd emrine uyup ayaklanarak dört bir tarafa akm edip gittiler. Gidenlerin çoğu bir daha geri dönmeyip, ölünce ye kadar bu yolda hayatlarını adadıîar. Hatta gazaya gi den Eshâbı kiramın evlerinde su taşıyacak kimseleri kal madığından yer yüzünde müslümanlann halifesi ve mü' minlerin emiri Hazreti Ömer, Kırba sırtında gazaya gi den müslümanlann hanelerine su taşırdı. Arabların bu hücumu Allahm gösterdiği âdil bir ha reket olup buna uyanlar her korkudan uzak kalmış yal TARİHÎ CEVDET 41 niz kafa tutma yoluna gidenler gazaya giden müslüman lann atlarının ayakları altında ezildiklerinden az zaman içinde kıyaslama ve değerlendirmenin dışında beldeler ve memleketler fethi müyesser oldu. Ondan sonra hilâfet divanını zevklendiren ve muzafferiyet dolu imamet ma kamına gelen Hz. Osman ve Hz. Ali'nin hilâfet günlerin de de hâl böyle gidince islâm memleketleri genişledi. İs lâm dininin bu dört büyük adamı, Hulefâyı Raşidîn Haz retlerinin hilâfet günlerinde Peygamberimizin zamanın da olduğu gibi adalet içinde geçti. Hattâ Hazreti Ömerin Hilâfeti zamanında Peygamberimizin evlâdlarmdan biri gelipde ihtiyacım var deyince, Beytül Mâlden bin altm verilmesini emretmiş onun arkasından kendi oğlu Abdul lah gelince bir dirhem vermiş. Abdullah da evvelki açık elliliğine bakarak bir dirhemi pek az bulup itiraz edince: «Ya AbduEah Peygamberimizin evlâdlarmın istedikleri hak, Beytül Mâl'den olup Beytül Mâl ise Allaha hamd olsun geliri çok fazladır. Ama senin hakkın yalnız baban da olup babanın nesi varki olmayacak şey umarsın» demiş olduğu ve Hazreti Ali'nin bir hiristiyan il£ şeriat * mahkemesinde mürafaa'ya durduğu söylenir. Fakat Hazreti Osman ve Hazreti Ali'nin hilâfet gün lerinde islâm olanlar içinde bazı ufak tefek anlaşmazlık lar meydana çıkarak Hazreti Ali'den sonra hilâfet bütün bütün memlekette ve yönetenlerde değişiklik olup Erne viye Devleti meydana çıktı. Emeviye Devleti devrinde de ehli islâm gaza yapmakdan vaz geçmeyerek nice memle ketler felh olunmuştu. Hattâ adı geçen Devlet tarafın dan Afrika baş kumandanı bulunan Musa bin Naşir Af rika'nın batısını fethedip Atlantik sahillerine inince de nize at sürüp atı göğsüne kadar suya dalarak ilpriye gi demeyince mızrağını dikerek «îşte yarabbi ötesi yok yok sa senin tertemiz adını daha ileriye götürürdüm!» dinine bağlılığını ifade eden sözleriyle namını dünyada bırak 42 AHMED CEVDET PAŞA mistir. Musa bin Nasır'ın idaresi altındaki askerin bir tümeninin kumandanı olan Tarık bin Ziyad doksan iki hicrî senesinde binyediyüz askerle Endülüs yâni İspanya lut'asına geçip halâ kendi adına nispetle "CebelütTank,, denilen yere çıkınca derhal kıyıdaki gemilterini yakıp maiyetindeki askere: «İşte arkanız denizdir eğer dayanır ve beklemesini bilirde harp denizinin dalgalarında yüze bilirseniz bu memleketlerde muzaffer olursunuz. Eğer di renip dayanmazsanız hepiniz bu denizde boğulursunuz» diye askerlerini muharebeye, teşvik ederek, kendisinden
iki nüsü, dört misli fazla düşmanla karşı karşıya bir kaç defa girdiği yerlerden geri çekilerek nihayet gaüp ve mu zaffer olup birçok yerleri fethetmiştir. Tarık bin Ziyad'm bu muvaffakiyetlerini çekemeyen Musa bin Nasır onaltı bin askerle arkasından İspanya'ya geçip memleketleri fethederek Avrupa içine kadar gitmiştir. Lâkin Emevî halifelerinin bazıları, şeriat hududunu aşıp isyan ettire cek eziyet ve zulme sürüklendiklerinden ve bilhassa ikin ci Velid gayet düşkün olduğundan islâm şeriatına ve şe riat adamlarına hakaret ederek müslümanlarm nefretini kazandığından Allanın gayretiyle hükümetleri çok sür meyip darmadağın oldular. İslâmm hilâfeti yüzotuziki hicrî senesinde Abbasî halifeleri eline geçti. Şöyleki o esnada bir çok memleketler fetheden Ebu Müslimi Horasanı meydana çıkarak İrandaki Emevî ku mandanlarını yenip Peygamberimizin amcası Hazreti Ab bas'ın torunlarından İmam Sefah'a bi'at edince, kısa za manda Emevîlerin yükseliş yıldızı batarak Abbasî yıldız ları doğdu. Sonraları bir ayrıntısı Afrika batısında mag ripte ve İspanya'da saltanat sürdülersede hükümetleri orada ayrıca kaldı. Diğer islâm memleketleri, şer'î hilâ fet, Abbasilerin elinde idi. Sonraları Abbasî halîfeleri rahatına düşkün, türlü varlığa ve gereksiz para harcamağa düşüp devlet umuru TARIHI CEVDET 43 mı idareye kayıdsızlıklarmdan yükseliş ve saltanatlarına güçsüzlük ve kuşku gelerek bütün idarî umur ve nüfus Türklerden bazılarının eline geçerek, çoğu zaman halîfe lerin yalmz adı kaldı. Hilâfet makamı hemen bir ruhanî kuvvet sayılacak hale gelmiş ve bazı zorbalar hutbe de de adını hâlifeyle bir tutmuştur. Şöyleki islâm milletleri medeniyetten hoşlanarak zevk ve safaya dalınca memleket idaresi maarifi ayakta tutmak sanayi ve ticaret işlerine bakaD. olmadığından ön celeri olduğu gibi düşmanla savaşıp memleket alma fik ri de kalmadığından, askerî işlerde gevşeklik ve görme mezlik olup yalnız İstanbul Kayserliği ile hudud üzerinde bazı çatışma olayları oluyordu. Harunur Reşîd'in oğlu Me'mun, halîfe'nin uygarlı ğı kolaylaştıran ve ilerleten, bilim ve maarifin ayakda •durmasını çalışmaları öğülmeye değer şeyler olduğu hal de memleketçe büyük bir hatâ işlemişdirki, kardeşi E min'i öldürdü diye katili Tahır adlı kimseye mükâfat ola rak idare merkezi Nişabur olan Horasan vilâyetini baba dan oğula miras olacak şekilde tevcih eylediğinden diğer valiler bunu emsal görerek Bağdaddaki Hükümet merke zinden çekinip arka arkaya istiklâle kalkışmışlardır. Sonra Halife Mu'tasım da muhafız askeri olmak ü zere bir takım genç türkleri hizmetine alıp onlarla gittik çe kuvvetini artırınca tıpkı eski Roma İmparatorunun as kerleri gibi halifeye itaat etmedikleri gibi türlü karışık lıklara sebep olmuşlardır. Böylece halifelerin nüfus ve kuvveti kırılıp Avrupa daki feodalite usulüne bazı görüşle benzeyen bir idare şek li ve gidişi ile bölge bölge bir takım tavaifi mülük or taya çıkınca halifelerin hükümeti lâfta kaldı. Şöylece toparlayalım: Milâdın sekizyüzyetmiş ve hicretin ikiyüzelliyedi senesinde Sarar hanedanı çıkıp aşa ğıda adı geçen Tahır hanedanının eline geçen Horasan ve
44 AHMED CEVDET PAŞA Taberistan vilayetleriyle diğer bir takım eyâletleri zapt ederek Nisabur ve Merv şehirlerini payitaht yaparak ge niş bir devlet kurunca, Bağdad'm Harzem ve Mavera ünnehir yolu kapalı kaldığından bunu peşinden o tarafda da Saman Hanedanı bağımsız bir devlet kurmuştur. Yine Halifenin azâdlısı türk asıllı olan Ahmed bin Tolon dahi bu sırada Mısır ve Suriye valisi olduğu halde bağımsızlık için ayaklanıp birkaç sene sonra ölünce oğlu Şam'da bağımsız bir hükümdar olmuştu. İşte bu Safar ve Tolon hanedanlar çok zaman yerinde kalmayıp âli Sa man da hâlifelerden ziyade kuvvetlenince Safar haneda nının bir çok memleketlerini zaptetmiştir. Ve üçyüzyirmi hicrî tarihinde âli Hamdan Musul'da bağımsız bir hükümet kurduğu gibi türk asıltı olup Mısır ile Suriye valisi bulunan Ahşid'de bağımsızlık isteyince bu iki hanedan arasında birçok muharebeler vukua gel miş olduğu halde halife Bağdad'dan seyirci kalır ve ka rışamazdı. Yine bu zamana rastlayan Hazer denizi kıyı larından âli Buveyye çıkarak German, Irak ve Acem gibi bir çok eyâletleri zaptederek büyük hükümetler kurmuş lardır. Bunun g:bi diğer taraflarda hatta Bağdat havalisin de dahi tavaifj mülûk'e benzer bağımsız emirlikler orta ya çıkınca, halîfelerin eli altında yalnız Bağdat şehri ka lıp orada da nüfuzları kalmadığından devlet umuru hep Türk asker ve subaylarının ellerinde kaldı. Halife Râzî billâh bu halden kurtulmak için Bağdat'a Emirüî Ümera adiyle bir memur tayin etmiştiki, baş ko mutanlık kendisinde bulunduğu halde mülkî ve malî iş lerde onun idaresi altında idi. Ve yine o yüz yılda Endü lüsdeki Emevî devletinde de Hacip adiyle böyle bir mut lak vekil vardı. Ancak Bağdat'daki Emirül Ümera fev kalade nüfuzlu olarak ismide hutbelerde halîfenin ismi ile bir arada okunurdu. Halifede hiçbir otorite kalmayıp TARlH1 CEVDET 45 sarayın masraflarına bile Emirül ümera bakardı. Velha sıl Bağdat'ın asıl hükümdarı Emirül ümera idi. Bu Emirül ümeralık mansabı için bazıları arasında ortaya çıkan mücadeleden Bağdat ahalisinin rahatı kaçarak âli Büveyye'den yardım isteyerek 334 hicrî senesinde âli Büveyye'den Maazzüddevle Bağdat'a gelerek bu man sabı zaptetmiştir. Ve âli Büveyye'nin Bağdat dışında çok kuvveti olduğundan yüz sene kadar bu mansab elinde tut muş mutlak hükümet onların ellerinde kalmışdır. Dünyanın acaip hallerinden birisi de Abbasî devleti böyle karışıklık ve ihtilâl içinde iken ilim ve fennin ilerde bulunmasına, hiç durgunluk gelmeyip âli Büveyye'de maarifin ilerlemesine çok geniş ölçüde çalışmış ve him met etmiştir. Böylece Abbasî halifelerinin bir yere fermanı geç mez olup bununla beraber Endülüs Emevî hülefasma bağ lı olan yerlerden başka her taraftaki ehli islâm gözünde mülkül mülûk sayılırlardı. Fakat Afrikada ortaya çıka rak Tunus eyâletinde olan Kirvan ve Medhiye şehirlerin' idare merkezi yapan Fatımî halifeleri 358 hicrî senesinde Mısır'ı ve Suriye taraflarını zapt üe bir Şıy'a devleti teş kil ettiklerinden Abbasî halifelerinin Ruhanî nüfuzları da azalmıştır.
Binaenaleyh bu asırda islâm milleti üç halifeliğe ya nı Abbasî, Emevî, Fâtimî halifeliklerine ayrılıp ancak si yasî olarak başlıca göze gelen dört devlet yani Emevî, Fâtimi, âli Büveyye ve Samanî devletlerine ayrılmış ve bölünmüşdü. Dördünde de ilim ve Sanayi ön plânda olup ancak kendi aralarında birleşme olmadığından Akdeniz cihetinden maade yerlerde ehli islâm tarafmdan Avrupa' ya taarruz vukua gelmezdi. Tersine İstanbul Kayseri hicrî 350 senesinden sonra İslâm memleketleri orada nice kaleleri ve Berrüşşam ci hetinde Antakya Şehrini Fırat nehrini aşarak defalarla 46 AHMED CEVDET PAŞA yapılan taarruzla Eleezire vilâyetini talan edip zabtetmiş ti. Ve 387 hicrî senesinde Afganistan tarafında meşhur Mahmudu Gaznevî bin Sebüktekin ortaya çıkmıştırki gahnamei Tûsî onun adına nazm olunmuştur. İşte bu Sebüktekin taraftarları âli Büveyye'ye galip gelerek büyük bir devlet kurmuş olduğu halde çok geç meksizin yani hicrî 430 tarihinden sonra Maverâünne hir'den gelen Selçuklular onlara galip gelince, büyük bir devlet kurulmuştur. İspanya tarafındaki Emevî halîfeleri de ikiyüzelli sene pek güzel hükümet idaresi kurup hususiyle üçüncü Abdurrahman ve ikinci Hakem ile Hüssam'in Hacibi olan Mehmet bin ebû Ömerül Mansur'un ümmetleri ile En dülüslülerin zenginliği, uygarlığı ve maarifi en yüksek dereceye ulaşmışken bu Hacibin ölümünden sonra Emevî devletinin hali fenalaşıyor her yerde parçalanıp ayrılma ve bozgun çıkaranlar ortaya çıkıp valuer, bağımsız ola rak, Avrupa asilzadeleri gibi bağımsız hükümdarlar tü reyip, iç kavgalarla uğraşarak bütün İspanya kıt'ası alt üst olmuş bundan Hıristiyan hükümdarları epeyce mey dan almağa başlamışlardı. Dört yüz hicrî senesinden son ra Emevî halîfelerinin nesli sönmüş olmakla bazı kimse ler halife unvanını almışlar ise de kendi aralarındaki parçalanma ve bozuşmalardan ötürü dörtyüzelli hicrî se nesinden sonra bu unvan dahi bütün bütün terkedilmiş tir. Böylece bu ünvanı hüâfette Abbasî devletine rakip^ olan yalnız Mısır'daki Fatımiye Devletine kalinistir. Halbuki Bağdatta pek ziyade nizamsızlık peyda olup eyâletlerde ihtilâller başladıkdan başka Mısır'da tahta oturan Fatımî halifesi ile Berrüşsam kumandanları tek durmadıklarından Abbasî halîfesi Kaim bi Emrullah Sel çuk kumandanlarından yardım isteyerek bütün islâm memleketlerinin otoritesini dörtyüzkırkdokuz senesinde ona tevcih eylemiş olması ile, Selçuklular da Ceyhun neh^ TARİHİ CEVDET 47 rinin ötesinde berisinde dolaşan türkleri bir araya top layıp arablar ve arablaşmış olanlar ilim ve fen ile meşgul iken, kendileri de herşeylerini muharebelere harcayarak günden güne Selçuk devletinin kuvveti artmıştır. Anado lu üzerine yürüyerek İstanbul Kayserüiğine galip gelip hatta Kayser esarete bile düşmüştü. Ve Mekkei Müker reme de Fatimî halîfelerinin namı hutbelerde okunurken, Abbasî halîfesi ile Selçuk Sultanının isimleri anılmağa. başlamışdı. 465 Hicrî tarihinde Alp Arslan ölünce yerine tahta. geçen oğlu Celâlettin Melikşah babasından daha liyakatli
ve her türljü makbul vasıflara sahib olmakla, kendisinin Nizamül Mülk adında çok akıllı ve tedbirli bir veziri olup ikisi de devleti iyi idareye çalışarak, devletin geniş lemesine ihtimam etmeleriyle, Melikşahm ismi Mekke ve Medine'de ve Kudüsü Şerîf, Bağdat, Buhara, Semerkand ve Kâşgar da her sene hutbelerde okunduğu gibi akra basından Süleyman adındaki kumandanın himmetiyle ANADOLU'yu ta İstanbul boğazına kadar ele geçirmiş ti. Payitahtı Isfahan olan bu Devlet, Hindistan ve Se merkand'dan İstanbul boğazına kadar uzanarak nam ve otoritesini her tarafa duyurmuşdu. Bağdat'ta tahta otu ran ABBASÎ halifesinin hiçbir otoritesi olmayıp halife liği dinsel ve saygıdan öteye geçmeyen ve bir fermanı geçerli olmayan bir keyfiyet olmakla JVfeJikşah o yüz yı lın en büyük hükümdarı idi. Bu suretle İslâm Milletinin kuvvet ve şevketi tazelenmiş oluyordu. İslâm Milletlerinin böyle türkler eliyle yeniden oto rite ve kuvvetini göstermesi bütün hiristiyan hükümdar larına korku verdiği halde Endülüs'deki islâm kuvvetin de o zaman yenilik işaretleri görünür olmuşdu. Şöylekî Afrika'da adı şöhreti anılan Merabitin kabilesi Emiri o lan Yusuf adla hükümdar kuvvetlenince, Endülüs tarafına geçip Hiristiyan krallarına galip gelerek 497 hicrî sene 48 AHMED CEVDET PAŞA sinde İspanya tarafındaki islâm memleketlerinin çoğu eline geçince, ABBASİ halifesine bağlanarak ehli islâ m'ın bütün bütün bir birlik ve beraberlik haline girmek üzere bulunması Avrupa krallarına pek dokunduğundan aşağıda açıklanacağı gibi bu gidişata bazı sebeplerde ek lenince Avrupa'da umumî bir heyecan açığa çıktı ve Ehli Salip kuruluşları islâm beldelerine hücum etmeğe başla dılar. O sırada yani 485 Hicrî senesinde Allahin hikmeti ile Melikşah ölünce, yerine geçenler bu büyük toplumun idaresini koparmağa güçleri yetmediğinden Selçuklular .arasında ortaya çıkan ayrıcalık ve çekişmeden ötürü bir kaç devlete parçalanarak onların yüzünden tazelenmiş olan islâm kuvvetleri yine parçalanıp dağılmış ve bu kar gaşalıkda Mısır'daki Fatımî halîfesi de Kudüs'ü zaptedi vermiştir. İşte bu sırada Ehli Salip aşağıda genişçe açıklana cağı gibi, Avrupa'dan Anadolu'ya geçerek nice islâm memleketlerini dağıtıp büyük zararlar vermiş ve Kudüsü Şerifi ele geçirmişlerdir. Böyle olunca ehli islâm korkuya kapılmıştı. Fakat Elcezire de Atabeyler devleti ortaya çıkıp Gülistan Sahi bi Şeyh Sadi'nin öğdüğü Atabey îmadettin Zengi Ehli Salip ile büyük muharebeler ederek galip gelip zafere ulaşınca, Haleb'i zaptederek sel gibi akıp gelen Ehli Sa lib'e sağlam bir duvar gibi engel ölçmüştür. Ondan sonra oğlu Nurettin, Dımışkı (Şam)ı zaptederek Atabey devle ti bir üst derece daha kuvvet bulmuştur. Fatimî Devleti ahvâli karışık iken Ehli Salip Mısır'a da hücum edince Fatimî halifesi Adit Nurettin'denjfeıdad, istedi. O da baş kumandanı olan Şirguh Esedettın'i mü kemmel bir ordu ile Mısır'a gönderdi. Esedettin Ekrad taifesinden olup yeğeni Yusuf Selâhattin bin Eyüp de onun emri altındaki kumandanlardan biri idi. Bu ordu sayesinde Mısır Fransızlar elinden kurtul *
TARİHİ CEVDET 49 du. Ve Esedettin Mısır'da tam bağımsızlıkla baş kuman dan oldu. Sonra ölünce yerine Selâhattin geçip devlet ida resini tam olarak eline aldı ve kendisi Sümri mezhebin den olmakla ehli sünnet kanunlarını yaymağa başladı. İlk önce Şi'î mezhebinden olan kadılara işten el çektirip yerine Şafiî kadılar koydu. Ve 567 hicrî senesinde Nurettin tarafından çıkarılan kesin bir emirle hutbelerden halife Adit'in adını kaldırıp yerine Bağdat'da hilâfete getirilmesi uygun görülen Ab basî halîfesi Mustadîi bi Emrullah'm adını okutturdu. Adit ise o zaman ağır hasta olup adının hutbelerden kal dırıldığını duymadan ölünce Mısır Saltanatı Selâhaddinin eline geçti. Mısırda hutbelerin Abbasî halifesi adına okun duğu Bağdat'a gelince, olağanüstü bir sevinç duyuldu ve günlerce şenlik yapıldı. Hâlife Mustadî tarafından Nuret tin'e ve Selâhaddin'e ve hatiblere hil'atler ve Abbasî ha lifelerinin belgesi olan siyah sancaklar gönderildi. Bu su retle Mısır'daki Şi'î hükümet dağılarak ehli sünnet mez hebi geçerli oldu ve Selâhaddin Mısır Sultanı oldu. Lâkin Nurettin onun bağımsızlığını tanımayıp kendi baş kumandanları sırasında tutardı. Ve kendisi gidip o nun elinden Mısır'ı almak isterdi. Halbuki arası çok geç nıeyip ölünce memleketleri Selâhaddinin eline geçti ve Atabeyler devletinin sönüp batması ile Selâhaddin, Ey yübiye Devteti adiyle büyük bir devlet kurdu. Bu suretle islâmm kuvveti artmış ve ilerleyerek Ehli Salib'den Berrişşam tarafına yayılan Fransızların gücü zayıfladı ve galibiyeti sona erdi. Yine 648 senesinde Eyyûbiye Devleti batıp dağılınca ve Mısır saltanatı onla rın kölelerinden olan Türkmenlere, sonra Çerkezlere in tikâl etmişse de bunların kullandıkları Memlûkler yani Kölemenler o zamana göre epeyce işe yarar asker oldu ğundan Frenkleri, Berrüşşam'dan sürüp çıkarmışlardır. F. 4 50 AHMED CEVDET PAŞA Fakat o yüz yılda îslâm memleketleri daha büyük bir kötülüğe duçar olmuşdu. Şöyle ki o zamanlar Moğol ve Tatarların coşup taşarak göç ettikleri zamandı ve Cengiz ortaya çıkarak Turan ve İran'ı yakıp yıkmıştı. İşte bu kargaşalık arasında yani 621 Hicrî senesin de, Türkistan diyarından Osmanlıların ceddi alası olan Süleyman Şah da kendisine bağlı olan Elli bin hanelik Türkmen aşiretleri ile Diyarı Rûm'a göç etmişti. Cengiz'in oğullarından Hulâgu 656 senesinde Irak'ı ele geçirip, halife Mutasamı aşarak Abbasî halifeliğini ortadan kaldırdıktan sonra Haleb ve Hama taraflarını da yağma ettirmişdir. Mısır kölemenleri yukarıda anlatıldı ğı gibi ehli Salibe nasıl galip geldilerse Cengizlilere kar şı da kuvvetle karşı koymuşlardır. Velhasıl Şark ve Garpta Arab devletleri batıp söne rek her tarafta tavaifi mülûk ortaya çıkarak islâm mem leketleri karışdı ve Şark tarafı tamamen Tatarların eline geçti, Garp tarafında da küçük küçük hükümetler bir ta raftan ortaya çıkıp bir taraftan batmakda idi. En son o larak Endülüs kıt'ası bütün bütün ehli islâm elinden çıkmıştır. Cengiz müslüman olmadığından şarkda bulunan islâmlar uzun zaman esaret zilleti altında kalmışlar, son
raları Cengiz sultanlarından bazıları islâm ile müşerref oldularsa da bir müddet sonra onlarda batınca, şark ta rafları Timur hanın ortaya çıkmasına kadar mülûku ta vaif elinde kalmıştır. Bu arada Abbasî halifeleri soyun dan olup da Hülâgû elinden kaçan ve Mısır'a gelen Mus tansır'a 659 senesinde bi'at olunmuşdu. Ondan sonra da arkasından gelen Abbasî halifelerinden birine bi'at olun muşdur. Lâkin Saltanat nüfuz ve otoritesi Mısır sultan larının ellerinde olup, halîfenin elinde hükümet ve mem leket yoktu. Hilâfet lâfda kalıp, geçersiz olup ancak bü yük tarikat şeyhleri gibi kendileri ile görüşülürdü. İsim leri Mısır sultanının adiyle beraber okunurdu. Velhasıl TARİHİ CEVDET 51 İslâmiyetin kuvveti yok denecek kadar azalmış, beraber liği yok olmuş ve ehli İslâmm birleşme ve dayanak nok tası büsbütün görülmez olduğundan İslâm memleketleri baştan başa kargaşalık ve ihtilâlde ve ehli İslâm üzün tü duyulacak halde idi. O yüz yıllarda islâm hükümetlerinin en kuvvetlisi Konya'da hüküm süren Selçuk sultanları oldukları hal de, onlar bile bir taraftan işi gücü Mısır'la uğraşmak ve bir taraftan aralıklı olarak şark dolaylarından hücum eden Tatarların ellerinden bezmişlerdi. Bir aralık Tatar la, Saliyane vererek bir zaman daha böyle güçsüzlük ve kuşku içinde yaşadılarsa da en nihayet devlet düzenleri bozulunca 699 Hicrî senesinde işte bu Selçuk Saltanatı da sönüp bitmiştir. İşte o zaman Allaha hamd ve minnetler olsun bu ka ranlık başlangıcın hayırlı sonucu ve bunca korkulu düş lerin gönül alıcı yorumu olan Osmanlı Devletinin yıldızı sarkdaki şan ve şevket'den ortaya çıkarak bütün islâm dünyasını ve dolaylarını aydınlattı. İşbu Devleti âliyye gerçekde başlangıçta küçük bir hükümet şeklinde idi. Fakat türklüğe mahsus olan değiş mez övünülecek karakteri ile kahramanlığı ve arab dîni ne bağlılığı üzerinde toplamış öğünülecek bir topluluk olduğundan, kendisinde İslâm Milletine birlik ve beraber likde dayanak olacak istidat ve kabiliyeti vardı. Diğer devletler gibi gelişmiş ileri bir toplulukdan ortaya çık mayıp hazır mülk ve uygarlık buknuş bir devlette değil di. Belki yeniden beldeler ve memleketler ele gjpçirerek hayat sahasını genişleterek, kendi yüksek yerini bulmuş bir saltanatı seniyyedir. Birleştirip teşkilâtını kurduğu Osmanlı topluluğun da bir çok lisanları konuşan, davranış, görüş ve düşün celeri muhtelif milletlerin en güzelini, söz ve davranışda en iyisini seçen, yüksek bir toplulukdur. İşte bu Devleti 52 AHMED CEVDET PAŞA âliyye'nin ortaya çıkması ile İslâm Milletinin gücü taze lenerek, bir zamandan beri ehli İslâm'a gelen düşkünlük ve kuşku, yerini canlılık ve huzur almıştır. Ortaya çıkı şına gelince yukarıda açıklandığı üzere Cengiz karışık lığında, Türkistan'dan Diyarı Rûm'a göç eden Süleyman Şah Azerbaycan ve Elbistan yolu ile Haleb'e geldikden sonra dönüş üe Fırat nehrini geçerken boğulup ölünce Ca'ber kalesi civarında defnolunmuştur. Halâ oraya "Türk Mezarı,, deniliyor. Bunun üzerine iki oğlu ile bir likte aşiretin bütünü eski vatanlarına dönmüş ise de, di
ğer oğlu Ertuğrul ve onun küçüğü Dündar, kendisine bağlı aşiret halki ile Anadolu tarafına yürüyüp gelirken Konyada tahtında oturan Sultan Selçuklu Alâeddin, as keriyle Tatarların muharebelerine tesadüf edince, Alâed din askerine yardım ile Tatarların yenilmesine sebep ol duklarından Alâeddin ona hürmet ve ikramda bulunup yerleşmek üzere Söğüt nahiyesini ayırıp vermiştir. Bu rası ise o zaman Rûm serhaddi olduğundan Tuğrul bey Serhad beylerinden sayılıp daima Cihâd ve Gaza ile meş gulken 680 senesinde öldüğü zaman Osmancık diye ün salan oğlu Osman bey onun yerine geçti. Osman bey Rum lar ile yaptığı muharebelerde muzaffer olup bir çok yer leri alarak Konya'da oturan Selçuk Padişah'ı tarafından kendisine vilâyet ve geçim yeri işareti olmak üzere ken disine ak sancak (Tuğ) ve tablhane (Davul) ile bir kıt'a menşur gönderilmiş ve bu menşur da Osman Gazi haz retleri (Merzebanı alişah Osman Şah) diye adlandırılı yordu. ÎSTÎDEAD (Tuğ ve sancakların şeref ve itibarının dair vasıf tarihinde bir istidrad makale yazılı olduğundan bağlantı kurup kısaca onu söyleyelim.) Tuğ, sancak ve liva'nm ortaya çıkarılıp konulmasın da gizli sebep şudur; bir işe yönelmiş birçok insan bir TARÎHÎ CEVDET 53 bayrağın altında toplanınca aralarında birleşme meyda na gelir. Yani o bayrak onların kalb ve sözlerinde birleş miş olmalarına işaret ve araç olarak onun altında topla nıp bir vücut gibi tasavvur ederler ve akraba ve yakın larından çok birbirlerine alışık olurlar. Muharebe sıra sında mademki bir birliğin bayrağı dikilmiştir taarruz ve savunmayı sona erdirecek değerlerde demek olarak zafer den kuşkulanmazlar ve bayrağı alınıp yok edilen birlik korku ve çekinme içinde kalarak bozulup sarsılır. Bay rakların boyu işleme ve süsü bile orada olanı, geçmişi hatırlatıp düşmana korku ve kuşku verir. Zira muzika sesi kulakdan ruha şevk ve kahraman lık duyurduğu gibi bayrağın açılması ve gösterilmesi de arkasından gelene gayret ve düşman tarafmada korku ve dehşet verir. Geçmişteki milletler ve ardı kesilmiş dev letler türlü türlü değişik muzika araçları kullandıkları gibi bayrakların da türlü çeşidini yapmış ve kullanmış lardır. Peygamberimizin «aleyhissalâtü vesselam» zama nında çalgı yoktu fakat bayrak vardı. Hicretin birinci senesi Şamdan gelen ve başlarında Ebu Cehil olan Kureyş kafilesi üçyüz kişi idi. Bunların niyetine otuz nefer muhacirin tayin buyrularak ResûlÜ Ekrem «Sallallahü aleyhi ve Sellem» hazretleri mübarek elleriyle bir mızrağa beyaz bezden bir liva bağlayıp Ebu Mürsed eline vermiş ve Hamza bin Abdulmuttalip hazret lerini bu süvari birliğinin başına kumandan tayin ede rek göndermişdi. İslâm da ilk açılan liva bu beyaz livadır. Ve ilkin ganimet düşüncesi ile gönderilen süvari birliği budur. Binaenaleyh Mürsed, bayrakdarlarm piridir derler. Hay ber gazasına gelinceye kadar talana ve gazaya bu müba rek liva gönderilmiştir. Dörtyüz nefere kadar süvari yo luğu denilir. Ve Nebilerin sultanı ve sonsuz faziletli Haz reti Muhammed'in «Sallallahü aleyhi ve sellem» birlikde
54 AHMED CEVDET PAŞA bulundukları sefer'e (Gazve) ve bulunmadıkları sefere de (Seriye) denilir. Ve liva öyle bir alemdirki asker ba şında olanın yerini göstersin diye götürülür. Hayber gazasında büyük bir siyah liva da bağlanıp (Râyet) diye adlandırıldı. Lügat âlimleri arasında Liva ve Râyet bir mânâyadır. Fakat bugün söylendiğine göre Liva bayrak ve Râyet sancak diye tercüme olunur. Sonra Halîfelerin zamanında bayrak ve sancakların nevileri çoğaldı. Abbasî halîfeleri Kerbelâ şehîdleri için hüzün ve matem alâmeti olmak üzere siyah bayrak çek diler ve siyah elbise giydiler. Böyle müsevvede denildiler. Sonra Alevîler Abbasi ler üzerine taarruz ettikleri zaman onlara ters olsun diye beyaz bayrak taşıdılar ve [Mübeyyeze] diye meşhur ol dular. Sonra Halife Me'mun siyahı kaldırıp yeşil bayrak ve yeşil kıyafet kullanmağı âdet etti. Bayrak ve Sancakların sayısı bazı devletlerde çok ba zı devletlerde azdır. Endülüs de Benî Ahmer devleti alay larında yüzden fazla renkli altın işlemeli ve garip şekiller, nakışlı sancaklar bulunurdu. Şark memleketlerinde Dest ve Türkistan'daki eski Türk devletlerinde, Çin ve Hind devletlerinde bir büyük sancak üzerine boyalı ve örülmüş at kuyruğu kıllarından dağınık uzun saça benzer bir alâ met koyulup askerin önünce götürülür ve [Halış] denilir di. Cengiz ve Hûlagû ordularında da bu [Halış] kullanı lırdı. Eyyübî Devleti ve Selçuk Kumandanları da bunu kullandılar. Fakat tepesine Felek'e oturtup kılların etra fına kadın saçı gibi deste deste büküp ziynetlediler. İşte Devleti Âliyye de tuğ dedikleri budur ve aşağıda adı ge çen Şark devletleri Padişahlarının baş üzerinde götürülen büyük bir Âyet kullanılırdı ki, adına [Isabe], [Şatfa] ve TSancak] denirdi. Bunu Padişahdan başkası kullanamaz dı. Halîfelerin devletlerinde Liva ve sancakların basma ay şeklinde cilâlı bakırdan âlem, yahut parlak, şekilde her TARÎHİ CEVDET 55 iki ortadan ayrı yuvarlak sivri demir konulurdu. Sonra ları bazı kumandanlar ve Sultanlar Halifelere hükmedip sözlerini dinlettikleri zaman Halîfe Livalarını kullanmayı istemiyerek kendi Liva ve Sancaklarına, Cilâlı toplardan toparlak ve uzun dört kenarlı Feleke'ler koydular ve bü yük sancaklarına altından yahud cilâlı sahifelerden mev zun kitabeler yaptırıp, siyah ve Mine işi nakış ile süsledi ler. Halîfelere mahsus eski biçim bayraklar ve ay âlemli siyah ve yeşil sancaklar giderek, Sofî tarikatı şeyhlerine kalıp cami ve tekkelerde bulunarak büyüklerin cenazeleri önünce götürülür ve Âşûre ve diğer meşhur günlerde açı lırdı. Dünyanın işi böyledir. Hangi milletin kuvvet ve Şevket'i kaybolursa onun ve sair şöhreti olan resim ve eserleri de terk edilir ve itibarı kalmaz. İlk defa bağlanan Livai beyza yerine Devleti âliyye de vezirlerin yörük bayrağı kullanıp, Issabe ve Şatfa ye rine büyük sancak kullanılmıştır. Ve tuğ hususuna fazla değer verilip Ümeraya ve Beylerbeyi olanlara iki ve Vezir lere üç ve Padişah'a da Dokuz tuğ tahsis kılınmıştır. Ogün, bugün böylece bilindiği gibi kullanılır. Yakın vakitlere kadar tuğ ve âlem hususunda Dev letin usulü anlatıldığı gibi Vasıf efendinin açıkladığı gibi olup sonraları Nizamı Cedîd'in kuruluşunda adı geçen
Tisuller toptan kaldırılmıştır. Şöyleki Paşalara tuğ verilmesi bütün bütün kalkıp bayrak ve sancak hususunda olagelen usûl ise herkesin bildiği gibidir, anlatmağa değmez. Biz yine sadede gele lim. Gazi Osman Şah hazretleri gidişata ve geçmişe göre metbuu olduğu Selçuk Devleti'nin yakında sönüp batması yaklaşınca Rumlar arasında mezheb kavgaları çıkarak iç lerinde Devlet idaresi düşünceleri atılıp, bir tarafa bıra kılmış olduğuna göre istanbul İmparatorluğunun da ön ceden düşünen bir görüşle meydanı kendisine açık ve mü
) 56 AHMED CEVDET PAŞA sait görmüş ve sarsılan bu iki Devlet arasında, bir hakikî birliğin kuruluşuna etrafı teşne görmüş bir taraftan da aldığı doğru tedbirler ile başlayarak bu iki doğru ve sağ lam yolda, sağlam bir sonuç elde edilmesini yani bağım sız bir hükümet kurulmasını ve bunun lüzumlu sebeplerini toplamağa eğilmişdi. Yukarıdaki gibi. 699 hicrî senesinde Selçuk Devleti batınca her eyâlet ve sancak, vali ve beyleri bağımsızlık sevdasına düştükleri zaman, Osman Gazi hazretlerinin adına Bursa Yenişehrinde bir hükümdarlık hutbesi okun muştur. DÖRDÜNCÜ BOLUM (Devleti Âliyyenin değişik durumumu anlatır) Osmanlı şeceresinde asılın aslı Osman Gazi hazret leri yirmibir sene süren hükümeti müddetinde kâh kendisi Gazaya giderek ve kâh oğlu Gazi Orhanbeyi Baş kuman danlıkla göndererek, İmparatorların Anadolu canibindeki memleketlerden çok yerler aldı. Ve bu yeni memleketlerde Selçuk Devletinin yıkıntıları üzerine kurulan devamı ebe dî Devleti Âliyyeyi tesis edip gitti. Orhan Gazi hazretleri, 726 Hicrî tarihinde Bursa'yı fethettiği esnada babası Cennet yoluna girmekle onun ye rine Osmanlı tahtına geçip. Bursa'yı payitaht yaptı. Kar deşi Alaettin Paşa'yı vezir yapıp kendisi memleketler fet hetmeğe uğraşmakta iken o da askerî nizam ve saire'yi tesis ile meşgul oldu. Orhan Gazi hazretleri, Anadolu ya kasından nice memleketleri feth ile Osmanlı memleketle rine kattıktan başka büyük oğlu Süleyman Paşayı, Rumeli yakasına geçirerek Gelibolu taraflarını feth ve Avrupa yo lunu açmıştı. Süleyman Paşa, Rumeli yakasında Cihâd ve gaza ile meşgulken öldü. Arkasından Orhan Gazi hazretleri de Dârı Beka'ya göç edince, küçük oğlu Hüdavendigâr, yani birinci Murad hazretleri tahta geçti ve Anadolunun çok yerlerini ve Rum elinde Edirne, Filibe, ve Silistire gibi kale ve memleketleri Osmanlı mülküne kattı. 792 Sene sinde Gazi Hüdavendigâr hazretleri ölünce oğlu Yıldırım Bayezid Han tahta geçince pek çok fütuhata mazhar ol 58 AHMED CEVDET PAŞA
du. Babasına ve cedlerine emir denilirken Mısır'da bulu nan Abbasî halîfesi tarafmdan kendisine, Sultanı iklimi rum unvanı verildi. Ve zamanında Devleti Âliyye pek çok genişleyip kuvvet buldu. İşte Devleti Âliyyenin birinci devri budurki, bir san cak beyliği şeklinde iken yüz sene içinde kendini göste rerek Allanın takdisine mazhar olmuş, islâmın öncülüğünü yapan Osman Gazi hazretleri ölüm döşeğinde oğlu Orhan Gazi hazretlerine üç vasiyet etmiş. Şöyleki evvelâ, her hususda kanunlara uyarak itaat ile mühim Devlet işlerini ehil ve erbabı ile konuşasm. ikincisi, halk ve yöneticilere makam ve rütbelerine göre ikramda bulunup nimetler veresin, hususiyle İslâm dîninin duacıları olan değerli ilim adamlarına hürmet ede rek (Hayrünnasi men yenfaünnase) sırrına mazhar olasın. Üçüncüsü, çünkü benden sonra emirlik makamına geçeceksin bu makamın erkân ve levazımından olan (Etta'zımü li emrillâhi veşşefkatû alâ halkillâh) mukade mesi yolunda git ve Allah kelimesini yükseklere çıkarmak için arayıp bularak fi sebilullah cihâd ve gazaya kendi ni verip çalışasm, demiş olduğundan kendinden sonra ge lenleri de bu şahane güzel ve doğru yolu tutarak önce is lâm memleketlerinde ortaya çıkan zulüm ve cusüm usulle rini kaldırıp dinî doğru ve âdil hareketi uygulayarak tam şeriatın yüksek emirlerine yakışır şekilde icraata devam ve ikdam eylediklerinden, az vakit içinde böyle bünyesi kuvvetli ve sağlam surette yükselerek muhkem ve metin olarak kurulan erkân ile bir Devleti Âliyye vücuda gel miştir. Ve o zaman bir yerde muvazzaf ve eğitim görmüş as ker yokken Devleti aliyede muntazam ve o aşıra göre eğitim görmüş asker icad olunmuşdu. Şöyleki yeni fetho lunan yerlerin ekser arazisi timar olarak Gaza yapanlara taksim olunup geri kalanı [Has] itibar olunarak bundan TARİHİ CEVDET 59 kumandanlara hisse çıkarıldıktan sonra kalan da [Hassı Hümâyûn namiyle devlet hazînesine bırakılırdı. Bu cihetle Osmanlı memleketleri büyüdükçe tımarlı süvarisi de çoğalarak artmakda silâh kullanmakta ve bi niciliğin bütün hünerlerinde maharet kazanarak birbirle Tİne bakarak at ve silâhın en iyisini kullanmayı hevesle isteyen adamlar olarak o zamana göre gereği gibi disip linli ve işe yarar süvari olup sancak beyleri eliyle sefer ederlerdi. Orhan Gazi zamanında Türk çocuklarından muvazzaf yaya askeri de tertip olunmuşdu. Sonra Hıristiyan çocuk larından «devşirme yeniçeri» tanzim olunduki bunlar kü çük iken alınıp terbiye olundukdan sonra yeniçeri ortala rına katılırlar, muvazzaf ve daima kışlada kalan cesur ve harpçi, itaatli, verilen emri yapar, seçkin piyade askeri idiler. Ve [Müsellem] adiyle asker şevkinde «baltacılık» ve «arabacılık» eden vergiden muaf köylüden bir nevi asker daha tertip olundu ki, icabederse bir sancak beyinin mai yetiyle sefer etmek üzere tekâlifden muaf olurlardı. Tımarlı süvari tımarlarının bulunduğu sancak dahi linde kendi topraklarında yerleşmek şart olduğundan ye niçeriler gibi muvazzaf ve daima emire hazır durumda bir nevi süvari olmak üzere Hüdâvendigâr Gazi hazretlerinin zamanında Sipahî bölüğü icad ve sonrada Silâhtar bölüğü
ortaya çıkarıldı. Kapıkulu denilen, Ulûfeli, askerin piya desi Yeniçeri olduğu gibi, süvarisi de işte bu bölüklerdir. İşte bu süvari bölükleri de yeniçeriler gibi devşirme nefer lerin seçkinlerinden ve muharebelerde alınıp Sarayı Hü mâyûnda ve Ümera ve Vüzera dâirelerinde terbiye olu nan esirlerin çocuk olanlarından tertip olunurdu. Yıldırım Bayezid zamanında, askerî eğitim usûlü icâd olunarak ge rek piyade ve gerek süvari askerinin eğitimine ihtimam olunmuştur. 60 AHMED CEVDET PAŞA Osman Gazi hazretlerinin zamanındanberi İstanbul'un fethi Osmanlıların tamahla gözünde olup, Yıldırım Baye zid Han ona kuvvetle yaklaşmıştı. İşte o sırada Ti murlenk yediyüzbin askerle Devleti Âliyye üzerine, ta arruza geçince Yıldırım Bayezid Han da karşı çıkdıkda Allanın hikmeti, yenilip esir düşmüş ve kederinden hasta lanarak 805 Hicrî senesinde vâsılı rahmeti rahman ol muştur. Osmanlıların kısa zamanda yükselip kuvvetlenmesi Avrupa devletlerini kuşkuya düşürdüğü halde Yıldırım Bayezid'in böyle kazaya uğraması onları sevindirdi. Hattâ Fransa Kralı Timur'un muzafferiyetini tebrik et miş o da ona Farsça yazılı bir cevap yazmışdı ki tercü mesiyle beraber cildin sonunda (2) sayı ile açıklan mıştır. Yıldırım Bayezid'den sonra oğulları birbirleriyle uğ raşarak Saltanatı Seniyye de bir sene karışıklık ve dur ma oldu. Öyle acı bir darbe üzerine başka devlet olsa çoktan mahvolurdu. Lâkin Devleti âliyyenin esası ku ruluşu pek metin olduğundan ayakda kaldı ve Çelebî Sul tan Mehmed Han Hazretleri kardeşlerine galebe ile ba ğımsızlığa kavuşdu ve yeniden devletin sağlamlığı sebep lerini ve noksanları tamamlamakla Devleti âliyye, az za man sonra eski seviye ve haline geldi. 824 Hicrî senesin de ölünce yerine oğlu Sultan İkinci Murad tahta geçti. Onun zamanında Devleti âliyye bir mertebe daha kuv vetlenip genişledi. 855 tarihinde ölünce yerine oğlu Ebül Feth Sultan İkinci Mehmed Han Hazretleri tahta geçti. O zaman Rum lar arasında mezheb kavgaları çıkarak İstanbul Impara toraluğuna düşkünlük ve kuşku gelmiş ve İmparatorluk Devleti, bir kuru gösteriş ile görünüşde, merasim ve âdet lerden ibaret kalmışdı. Hattâ Sultan İkinci Mehmed Haz TARİHI CEVDET 61 retleri (Boğaz Kesen) Kalesini yapıp İstanbul boğazını tutunca Rumlar geleceklerinden korkarak, ne yapacak larını bilemedikleri sırada, Ayasofya'da yaptıkları büyük bir toplantıda merasimde, sen ileride ben geride dâvâsiy la kavga ederek birbirlerinin başlarına sandalya vurduk ları söylenir. Şu hale göre İstanbul'un daha önce fethi mümkün iken bazı, zaman aksaklığından ötürü bu emel bağı gecikip düğümlemiş, nihayet Ebül Feth İkinci Meh med Han Hazretlerinin öğünülecek zafer ve yüksek him metleri ile kaybolup gitmiştir. Şöyleki İkinci Mehmed Han Hazretleri 857 Hicrî senesinde büyük bir ordu ve büyük toplarla Edirne'den gelip İstanbul'u fethetmiştir. İşte Devleti âliyye şimdi asıl merkezini bulmuş ve Fatih haz retleri saltanatına böyle bir memleket katmakla hakika
ten mülkül mülûk oldu. Bir milletin mutluluğu birlik ve beraberliği ile, iyi ahlâk kurallarının hayırlı bir neticesi olup, bu mesele ile müspetdirki, Osmanlılar Anadolu'nun bir köşesinde, küçük bir topluluk olup, rumlar gerek ma lî kuvveti, gerek Devlet bilgileri ile onlara üstündü. Hat tâ İstanbul'un fethinden sonra Avrupa'ya dağılan rum lar oralarda bunu anlatmışlardır. Lâkin içlerine düşman lık, ayrılık, ahlâk düşüklüğü girmiş olduğundan bilgin oluşu, malî kuvveti kendilerini kurtaramayıp Osmanlı ların mağlubu ve mahkûmu oldular. İstanbul'un coğrafî durumu ile dünyanın kritik bir noktası olarak burada bu lunan devletin değerlerine üstünlüğü ve onları yenmesi geçerlidir. Napolyon Bonaparte'ın dediği gibi: «Eğer dünya bir hükümet olsa idare merkezi İstanbul olmak lâzım gelir» Binaenaleyh İstanbul fetholunduktan sonra Devleti âliyye, asıl merkezinde yerleşip oturmakla, yükseliş ve saltanatı en yüksek seviyeye kadar götürüp, az zaman içinde, diğer devletlere galip gelme imkânlarını tamam 62 AHMED CEVDET PAŞA lamıştır. Eğer İstanbul fetholunmasaydı Devleti âliyye bu kuvvet ve kudreti elde edemezdi. Osmanlı sultanlarının bu ince noktayı bilmeleri ve anlamaları dikkat çekici ve (Letiıftehan nel Kostantiniyye veleni'mel emîrü emîrüha veleni'mel ceyşi zatfkeî ceyş) hadisi şerifi bu nükteye işarettir. İstanbulun fethinden sonra Devleti Âliyye az manda mükemmel bir donanmaya kavuşdu. Fatih haz retleri Kırım'ı ele geçirdiği gibi Avrupa ve Asya kıt'ala rında daha birçok kaleleri ve memleketleri Osmanlı mül kü içine kattı. Bilim ve maarif erbabına pek ziyade bağlanıp saygı duyduğundan her tarafdan ilim sahibi ve yetişkin kim seler akın edip İstanbul'a geldikleri için İstanbul o asrın başta gelen darülfünûn'u oldu. Fatih hazretleri 886 Hicrî senesinde ölünce yerine oğlu Sultan Bayezid Han hazretleri tahta geçti. Onun za manında da bazı kale ve yerler fethedildi. Çelebi Sultan Mehmed'in zamanından bu zamana kadar yüz sene içinde . Devleti âliyye'nin sindirici kuvveti ve parlak geleceği bü yük ölçüde arttı. Kapıkulu denilen muntazam ve eğitim görmüş askerin piyadesi olan yeniçerilere yeniden (top çu, kumbaracı ve arabacı, lağımcı ve cebeci) bölükleri katıldığı gibi, süvarisi olan sipahi ve silâhdar bölükleri ne dahi Ulûfeciyani yemin ve yesâr ve Gurebayı yemin ve yesar adiyle dört bölük ilâve edildi. Tımarlı eyâlet as kerleri ise günden güne büyük bir intizam içinde çoğaldı. Bunlardan başka Devlet'in Rumeli'nde (Akıncı) adiy le bir nevi hafif süvarisi vardı ki ordu hududa varmadan önce düşman memleketlerine girip yağma ve çapul edip düşman hazırlığını önleyip şaşırtırdı. Kısacası Devleti âliyyenin tamam yükseliş ve ilerleyiş devri idi. Lâkin yüz sene insana bir uzun ömür olduğu gibi devletler içinde bir devir olup, ihtiyarlık vaktinde insanın asabına zaaf gel
) TARİHİ CEVDET 63
diği gibi zaman geçtikçe hükümetlere de yorgunluk gel mek bilinen şeylerdir. Ve ilk devrin sonunda dördüncü Padişah olan Yıldırım Bayezid zamanında devlete gevşek lik geldiği gibi işte bu ikinci devrin sonunda dördüncü pa dişah olan ikinci Bayezid zamanında da fütuhatça bir az durgunluk gelmişti. (918) Hicrî senesinde Sultan İkinci Bayezid Han haz retleri saltanattan çekilerek yerine oğlu Sultan Selim Han hazretleri başda kahraman görünüşü ile fütuhat fikirle rini tazeledi ve İslâm'ın şan ve şevketini en yüksek dere ceye çıkardı. Şöyleki Timur'dan sonra İran dolayında bir müddet onun evlâdı, Kara Koyunlular, Akkoyunlular ve Özbek ler hükümet edip bu esnada Safevî şeyhliğini şahlığa de ğişmek niyeti ile meşihat ve irşad yolunda günden güne mürîdleri ve kendine bağlı olanlar artarak nihayet Şah îsmaili Şafevî bir şeyhin oğlu iken İran şahı olup Şi'î mezhebini yayma amacı ile toplumunu genişletmiş ve şark dolaylarını zaptedip ele geçirdikten sonra Timur duru munda olduğu gibi davranarak kendine göre Üsküdar'a kadar gelip bütün Anadolu'yu zaptetmeyi düşünmüş ve kurmuş. Halbuki Devleti âliyye kararlı ve kuvvetli bir idareye kavuşmuş ve Yavuz Sultan Selim gibi nadir ye tişir devlet adamının heybetli zamanında bulunduğunu anlayıp önceden durumu kestirememişti. Onun gelme sine bakmadan Yavuz Sultan Selim Han ordusu ile va rıp Şah İsmail'in ordusunu bozup dağıttı ve İran diya rını, Gürcistan ve Kürdistan'ı, ayakları altında ezip talan etti. Şah İsmail de böyle bir sonsuzluğu olan devletin ya nı başında diğer bir islâm hükümetinin yaşayamıyaca ğını düşünüp anladıktan sonra mezheb ihtilâfına çare bularak İran diyarında şiî mezhebini öne sürüp bu Sa fevî devletini kurmuş ve İslâm milleti arasına büyük bir 64 AHMED CEVDET PAŞA ayrılık bırakıp gitmiştir. Adı geçen olayda Çerkez devletleri bayağı şah İs mail tarafdarı bulunduğundan Mısır üzerine ordu ile ha reket kararlaşdığı sırada Mısır Sultanı olan Gavrî de Şah İsmail gibi Rum diyarına yayılma düşüncesine kapılıp ancak onun gibi Üsküdara kanaat etmeyip daha var mak gibi olmayacak hayallerle İstanbul'un kuşatılıp ezil mesine lâzım gelen mühimmat ile parayı da toplamışken zafer yerinin eşsiz büyüğü, Yavuz Sultan Selim Han haz retleri ordusu ile Haleb havalisinde Çerkezlerin ordusu nu karşılayıp şiddetli bir muharebeden sonra Sultan Gavrî maktul ve Mısır askerleri atların altında ezilince, Padişah Kölemenlerin peşine düşerek, Şam diyarını ve arkasından (Fatihi memalikul arab) Mısır dolaylarını ve hicazı feth ile Hâdimul Haremeyn üşşerifeyn unva nını İslâm Halîfesi lâkablarmı Osmanlı Devleti adına ilâve etti. Hilâfetin belgesi olan Peygamberimize «aley hissalatü vesselam» ait mübarek şeyleri İslâm'ın salta nat merkezi olan îstanbula getirdi. Ve Saltanat ve hilâ feti toplamakla Devleti âliyye geleceği en yüksek seviy yeye ulaşdı. îslâm milleti tazelenerek yine beraberliğini kurdu. Bir devletin genişliği ve sağlamlığı asıl halkının büyüklük ve kuvvetine göre olmak gerektir. Devleti aüyyenin asıl hamuru ve mayası ilk başlan
gıçta bir kabileden ibaret ise de Selçuk devletinin bat ması sebebi ile Anadolu yakasında bulunan Türkler soy birliği ile hep bu hamura karışıp bu mayaya dönüp hep si Osmanlı olduğundan Devleti âliyye katılan Türk top lumları ile epeyce kuvvetlenmiş ve Osmanlı Devleti bü yük bir Türk devleti olmuşdu. Halbuki ona müslüman olanlardan o kadar insan katılmıştı ki, hakikate bakılır sa Türk, Rum ve diğer kavimlerden karmaşık büyük bir devlet olmuşdu. Sonra Yavuz Sultan Selim Han Hazçet TARİHİ CEVDET 65 leri yukarıdaki gibi hilâfeti de üzerinde toplayınca bü tün müvahhidîn, bu İslâm devletinin ayrı toplumlarından sayılmak lâzım geldi. Fakat Şah İsmail karışıklığı çıkın ca İslâm milleti arasına ayrılık düşerek, İran ahalisi bu toplumların dışında kaldıkdan başka, Osmanlı İmpara torluğu ile Maveraünnehir arasında ayırıcı bir hudud, o tarafta bulunan Sünnîler bu tarafa karışmaktan uzak ve mahrum kaldılar. Şu halde Devleti âliyye'ye göre yapılacak iş Doğu' da, Batı'da Hind'de ve Sind'de hilâfetin birliği gerekçe siyle asıl topluluk olabilecek kuvvetleri bir araya getir mek suretiyle kendi büyük kuvvetleri* etkisinde bulun durmak şeklinden ibaretti. İşte Yavuz Sultan Selim Han hazretlerinin fikirleri bu idi. Hatta İranda henüz yerleşmekde olan şiî mezhe bi ve onun yöneticisi olan Safevî devletini yok etmek üzere bir kere daha İran'a taarruz etmek isterdi. Lâkin ömrü kısa olup, sekiz sene kadar bütün heybetli görünü şü ile saltanat ve hilâfetinde iken, mutluluk veren za manında Doğu ve Güneyi darmadağın ederek nöbet he nüz Batı ve Kuzeye gelmişken 926 senesinde (Ircii) em rine uyarak gitmiş ve oğlu Kanunî Sultan Süleyman Haz retleri hilâfet ve saltanat tahtına geçmiştir. Sultan Süleyman Hazretleri de Doğu ve Batı'ya or dular göndererek ve başında giderek üçyüzaltmış kalenin fethine muvaffak olmuş ve ilim ve maarifi öne alarak ilim yolunu nizama koymuş, malî işleri ve diğer işler için mükemmel kanunlar tertip ve gerek «Kapıkulu» denilen askerleri ve gerek «Tımarlı eyâlet» askerlerini çoğalta rak kanun ve nizamlarını da kanun hükmünde tamam layıp bu cihetle kanunî diye şöhret bulmuşdur. O zaman Avrupanın piyadesi, harb san'atını bilmez F. 5 66 AHMED CEVDET PAŞA bir takım dirinti asker süvarisi de hükümdarlar üe eşit lik iddia eden kumandanlara bağlı intizamsız askerler ol duğu halde, Devleti âliyye böyle disiplin ve o vakte gö re eğitim görmüş piyade ve süvari askerler çoğunluğuna mâlik olmakla, şevket ve satveti bütün dünya dolayları na velveleli dehşet ve korku salmıştı. Gazi Padişah Haz retleri (936) tarihinde Avusturya başşehri olan (Beç) yani Viyana şehrini kuşatıp şiddetli muharebelerden son ra kışm yaklaşmasından dolayı kuşatmayı bırakıp, dön müştür. Devleti aliyyenin Deniz Kuvvetleri de o devirde en yüksek mertebeye ermişti ki, ayrı fasılda anlatılacağı gi bi, Devleti âliyye donanması o zamanın bütün Avru pa donanmalarına üstün olup ve o vakit kaptanı Derya
olan meşhur Hayreddin Paşa baştan başa Avrupa kıyı larına dehşet vermiş, gün görmüş değerli, insan olarak gelmiş geçmiş denizcilerin en mükemmeli denilmeğe lâ yıktı. Bu veçhile Devleti aliyye donanması Akdenizde mutlak galip olduğu halde Kızıldenizde ve Umman su larında başkaca donanmaları dolaşıp Yemen ve Hind kı yılarında da nüfuzu geçerli idi. İşte o devirde Almanya , İmparatoru her taraftan Fransa'yı kuşatıp; baskı altında bulundurduğu için Fran sa kiralı Fransuva onunla yaptığı muharebede mağlûp ve esir olunca Sultan Süleyman'dan kendisine yardım et mesi için 931 senesinde orta elçi ünvaniyle, Covani Fran çiyani, İstanbul'a gelip Sultan Süleyman'ın verdiği ce vapla geri dönmüşdür. Bu namei Hümâyûn sureti cildin sonunda (3) rakamiyle açıklanmıştır. (933) senesinde Sultan Süleyman Hazretleri ordusu ile Macaristan'a girmiş ve üç sene sonra Viyana üzeri ne yürümüşse de o sırada Francois, İmparator ile sulh akdetmişti. TARİHÎ CEVDET 67 Ondan sonra da Francois gönderdiği elçilerle yardım istemekden geri kalmamış ve aşağıda anlatılacağı gibi Hayrettin Paşa 950 tarihinde Donanmayı Hümâyûn ile Fransa imdadına gönderilmişti. Sonra yine Fransa dev leti tarafından Sefiri mahsus gönderilerek yardım isten miş Sultan Süleyman Hazretleri ise o anda şark seferin de bulunmakla İstanbul Kaimi makam'ı olan Vezir'i İbrahim Paşa tarafından sefire yapılan konuşmanın saltanatı seviyyenin o zaman garp dolaylarında olan nü fuz Ve satvetinin derecesini anlatır olmakla sureti cildin sonunda (4) rakamı ile açıklanmıştır. Durum Sultan Süleyman'a bulunduğu yerde bildi rilince ordusu ile Tercan sahrasında bulunduğundan ora dan kaptanı derya Piyale beye Donanmayı Hümâyûn ile Fransa'nın yardımına gitmek üzere bir kıt'a fermanı âli yazıp gönderdi. Sureti cildin sonunda (5) rakamiyle açıklanmıştır. Velhasıl Sultan Süleyman Hazretleri babasının dü şünüp yapmak istediklerinden çoğunu yapmış mutlu ve güzel zamanı Devleti aliyyenin en parlak ve şanlı za manı olarak, o devirde pırıl pırıl doğan büyük olaylar ve mühim icraatı sahife köşelerine sığmaz. Fakat yukarıda söylendiği gibi Yavuz Sultan Seli min tuttuğu yol ilk önce İslâm memleketlerinin bir nok tada toplamak ile İslâm kuvvet ve şevketini büyüttük den sonra, Batı ve Kuzey'e yönelmek niyetinde iken, on dan sonra bu ince noktaya lâyikiyle uyulmayarak, çoğu zaman Macaristan tarafı ile uğraşıldı. Vakıa Devleti âliyyece iç ve dışta pek çok şanlı işler görüldü. Nice ye ni memleketler feth olunarak Devleti aliyye hududları genişletildi. Lâkin asıl toplulukların bu yeni memleket leri kucaklayacak ve elde tutacak tahammülü olmadığı için az zaman içinde hepsi elden giderek Devleti âliyye 68 AHMED CEVDET PAŞA asıl bulunduğu yere yani Yavuz Sultan Selimin yüz yı lında elde ettiği kuvvet ve genişliğe dönmüştür. Ama Yavuz Sultan Selimin tuttuğu yolda devam edilmiş ol
saydı Devleti âliyyenin kuvveti ve büyüklüğü pek baş ka olmak lâzım gelirdi diye yorumlanır. Yine Devleti âliyyenin başlangıcından bu vakte ge lince hilâfet, saltanat ve memleketin ziyneti olan Osman lı hükümdarlarının herbiri bulundukları yüzyılda eşleri az bulunur yekta kimselerdi ve hiçbir devlette böyle on büyük adamın birbiri peşinden hüküm sürdüğü olmamış tır. Fakat Yıldırım Bayezid Han hazretleri bilindiği gibi kazaya uğrayıp devlet gemisi duraklamış ve İkinci Ba yezid zamanında bir zaman durgun geçmişti. Bir de genç ile yatıp gülbahçesi güzelliğinde her zaman bulunmak ta • biat kaidesi ile Sultan Süleyman asrında çoğalan serve tin sürüklediği dünya nimetlerinden istifade ve sonu dü şünmeden lüzumsuz yere malını, parasını harcama, zevk ve eğlenceye düşkünlük o zaman başgöstermeğe başlayıp, devlet gidişinde kötü gelişmeler ortaya çıkmış ve çok geçmeden bu kötü gelişmelerin sonunda çekilen ceza gö rülmüştür. (974) Hicrî yılında Kanunî Sultan Süleyman Haz retleri ölünce, ölümü devlet ve milletçe büyük zayiattan olup yerine oğlu Sultan ikinci Selim geçti fakat sadaret makamında bulunan Sokullu Mehmed Paşa çok akıllı ve tedbirli, herkesin iyiliğini isteyen ve herkesi iyi görmek isteyen, övülmeye değer görünüşde olmakla, Sultan Sü leymanın ölümünü duyurmayacak surette devleti güzel idare etti. Böylece Sultan İkinci Selim zamanı zararsızca geçtj. (982) tarihinde Sultan İkinci Selim de ölünce yerine oğlu III. Murad tahta geçti. Sokullu Mehmed Paşa üç Padişahın Saltanatı zama TARİHİ CEVDET 69 nında onbeş seneye varan sadaretinde, devlete zarar vere cek bir işde bulunmadı. (987) senesinde kana susamış deli nin biri kendisini divan yerinde şehîd etti. O da idam edil di, ama bu cinayeti kendiliğinden mi yaptı, yoksa bunu yapmağa bir tarafdan kandırılıp aldatılarak cesaret bul ması ile mi nedeni bilinemedi. Ondan sonra divanın da önemi kalmayınca kanun ve nizamlara riayet olunmaz ve az çok nüfuz bu lan Padişah yakınları her işe karışır oldu. Devlet işleri ehil olmayanların elinde kaldı. Devletin kuruluşu bozuldu. Yer yer ihtilâller baş göstermeğe başladı. Boş yere bir de Nemçe seferi açıldı. Velhasıl Devleti âliyye nin üçüncü devri böyle karışık bir halde son buldu. İSTÎDRAD (Divanların konuş ve tertibinde hükümetin yapaca ğı işlerin altındaki asıl nedenlerin ne olduğuna değinen Vasıf tarihinde bir yazı kısmı burada kısaca açıklanıyor). Eskiden Peygamberlik ve saltanatı bir araya topla yan geçmişteki Peygamberler ve gelmiş geçmiş büyük hükümdarlar davaları dinlemek, hükümleri yerine getir mek, verilen emirlerin yapılması ve halk arasındaki kav gaları ayırmak ve sonuçlandırmak için, özel bir kapalı yer bulup o işlerle kendileri uğraşırlardı. Yûsuf aleyhis selâm Mısır'da kendi sarayında tahtına oturup, icrayi hükmederdi. Hazreti Davut aleyhisselâm kudüsü şerifde bilinen kubbe altında oturup halkının işlerini görür ve Hazreti Süleyman aleyhisselâm da o kubbe altında yük
sek bir taht üzerinde oturup hükümleri yürütürdü. Haz reti Musa aleyhisselâm Tur'dan geldikde İsraillilere em reyledi, birkaç bin zîrâ' kumaş tedarik edip getirdiler. Beytül Nübüvvet (Peygamber evi) nam iki kat bü yük otak dikdirdi iç ve dış olmak üzere iki tabaka yap 70 AHMED CEVDET PAŞA tırıp içi tezyin edilmişdi. Orada Heron ve Heronun çocuk larından olan kavmin büyükleri oturup hüküm icra eder lerdi. Dışardaki kısımda da diğer büyükler oturup bu ça dır Divanhane makamında olmak üzere bütün yapılacak işler orada görülürdü. Taki Allaha vadettiği Kudüsü şe rifi ele geçirinceye kadar aralarında hal böylece devam etti. Tarihçilere ve olayları yazanlara göre ük saltanat yerine oturan dışarda bir beldede bir kazada oaln yuvar lak şekilde yüksek sofa şeklinde bir sofra üzerine günde bir kere güneş doğarken oturur ve halkın dâvalarım ora da dinler, geçmişte yazılmış ilâhi hükümler icabma göre adaleti ve dostluğu yayardı. Başına arslan postundan taç şeklinde başlık giyip ve altına kaplan postundan seccade serip elinde de dik tuttuğu bir değnek ile oturup hükü met ederdi. Hademeleri de kaplan postundan elbiseler gi yip deste değnekleri ile siyaset etmek için hizmet yerinde el bağlayıp dururlardı. Sonra, Höşnek şah olup o kaya yerine bir taht kurup üst tarafına sayebana benzer ça dır koydu ve günden güne ziynetlerle süsledi. Sonraları Hükümdarlar tahta geçtikleri vakitte tahtı ve etrafını bir çok tuhaf ve nadir mücevherlerle süslerlerdi. Bu geniş tarihte yazılıdır. Ta ki Peygamber efendimiz «sallallahü aleyhi ve sel lem» meydana çıkınca o da bütün Ashabı kiram ile Mes cîdi Şeriflerinde oturup ümmet işlerini görürlerdi. Haz reti Ömer ve Hazreti Osman ise Divan'a benzer şekilde toplantı yapmışlardır. Hazreti Muaviye özel Divanhane sinde taht şeklinde kürsü yaptırıp kendisi oturur ve ic râyı hükmederdi. Emevî devletinin sonuna kadar böyle idi. Abbasî devletinde de bu kanuna daha ziyade riayet olunup, devletleri zamanında ihtişam çok fazla olmakla, Divanhaneleri hükümdara göre döşenip, vezirler, (Kadi TARİHİ CEVDET 71 yül Kuzzat) ve diğer mertebe ileri gelenler için özel kürsüler ve sandalyeler konulup halîfe yeri boş kalırdı. Dîvan işlerini vezn görür ve halîfe yüksek bir yerden kendisi görünmeden Divana bakardı. Liâkin bayramlar da aşikâr oturup ayan, erkân varıp, kimi konuşur, kimi elini öperdi. Halîfe Mu'tasım gürültülü, gösterişte bütün halifelere üstün gelirdi. Gösterişi artırıp, özentilerle Di van yerine (Dârül Adi) adını verdiler. Seferlerde otağ «nüne, merdiven ile çıkılır, taşınabilen bir köşk yaptırıp, adına (Kasrı Adi) dediler. Ve herkesin görebüeceği ye rine Kâbei muazzama örtüsüne benzer altın işlemeli kumaşdan perde asıp, etrafına pervaz mıhlanmışdı. Di van günü müvekkiller perdeyi kaldırırlardı. Ama pence renin altın parmaklıklarından halifenin vücûdu hariçten görülmezdi. Bayramlarda ve diğer görüşme zamanlarında gözleri kamaşdıracak ziynet üe işlenmiş taht üzerine otu rup yanında yarıya kadar kınından çıkmış kılıç ve bir
tarafında yayı çekmeye hazır mızraklılar dururdu. Ar kasında olan hil'atin siy altın işlemeli eteğine ilişik uzun bir etek, zemine doğru döşenip, kendisiyle görüşmeye gelen o yayılmış eteğin ucunu öperdi. Böyle servet gös terişinde Mu'tasım kadar ileri giden yoktu. Bu divan padişahlık vaktinde sarayı âli de eski bir usûldür. Eğer, vezirler ve üim adamları kendi işlerini kolaylaştırmak ve etrafı meşgul etmesin diye sarayla rında Divan ederlerdi. Lâkin bu divanlardan başka özel vakitlerde Padişah sarayında devletin vezir ve vükelâsı, saltanat huzurunda özel divan olmakda ve gizli konuşmalar yapılırdı. Diğer Divanlar, ikinci derecede, olup bu Divan asıl hükmünde olmuş olurdu. Âyânı saltanat, esnaf' ve asker, maruf kıyafetleri ile kanuna göre yerlerine geçip gösterilen ve bildirüen 72 AHMED CEVDET PAŞA halkın işleri, her kesin önünde görülüp hak haklıya veri lir, haksız olan yerilir, güya o gün bayram günü imiş gi bi bilinen ve görünen, kendine ve zamana göre herkes bi linen yerinde oturup saltanata hizmet ve lüzumuna göre yakın ve sonra kendi hızında durup nice gizli hüküm, gizlilik içinde yapılmıştır. Bu merasim ve kanunların kimi asıl ve tabii olmak la kadîmdir. Ve kimi ilim adamları, yetişkin devlet adam ları reyi ile yapılmasında zaruret görüldüğü için konul muştur. Devleti âliyyede bu tertibe riayet olunarak yakın zamana kadar haftada iki gün Divan olup, padişah kafes gerisinden bakar ve vekili mutlak hükümet icraatına ve haklıya hak verilmesine riayet ettiğinden, gayri kendi özel sarayında da her gün Divan edip halk işlerini görür gözetir olurlardı. Sarayı Hümâyûnda olan icabında, Bayram günlerinde ve elçiler görüşmesine ayrılarak hü küm icraatı Paşa kapısına kalıp, her şahsın davası ada let ve hak üzere yürütülüp, mazlumun hakkı zalimden alınarak böylece adalet icra olunmaktaydı. Divanı sultanî'nin faidelerine değinen hikâyelerden biri budur ki, Nurettin Şehidi merhumun devletinin ilk zamanlarında en büyük ümera olan Esadeddin Şiri, Gü ya vükelâ ve ümeradan ve diğer memleket ayanından bazı emlâk ve akar o sebepden diğer ümera da halkdan zulüm ve gasb ile bir şeyler almağa başlayınca, Nured dinin kulağına gidip o da bir Darûladl binası ferman eyledi. Resmî olarak sultan yeri ve Ümera yeri başka başka olup dört mezhebin kadı ve müftüleri için, özel yer tayini ile şer'i hükümlerin icrasının böylece Darûladî da başlayacağını Esededdin duyunca düşüncelere dalıp, Nureddin'in adalet ve siyaseti Doğu ve Batı'da ehline ma lûm ve ümera ile asker, onun korkusunan mum olmuşlar TARİHİ CEVDET 73 ken, Darûl adi binasına ihtiyaç yoktu. Galiba bu Darûl adl benim için bina olunuyor deyip, eli altında olan üme ra ve iş görenleri toplayıp «Nureddin, Darûl adi bina ediyor, galiba bizim içindir, eğer benden yahut sizden bir kişi şikâyet edilirse sizleri düşünmeden öldürürüm» diye bir kaç kere söyledi. Onlarda canlarını yaktıkları kimse
leri bir yolunu bulup razı ettirip susturarak anlaştılar. Darûladl tamamlanıp Nurettin vuzera ve âlimler ile di vana teşrif ettiğinden bir kimse gelip de şikâyetçi ve vü kelâ ve adamlarından adalet isteyen olmamakla Nured din'in ölümüne kadar o Darül adi boş kaldı ve kullanıl madı. Bu suretle adâlet'in icrasına tahsis edilen Divanı mülükânenin bulunuşu, kötülük edebilecek olanlara kor ku ve kuşku verip, halkın kalbini doyurmak ve rahat et mesine sebeb olur. Eskiden padişahların senede nice be lirli günleri vardı. O zaman aşikâre oturup, kuvvetli zaif ve ileri gelen kim olursa olsun, izin verilip bizzat padişah ile görüşüp ahvalini arz ederdi. Buna (Ber'an) derlerdi. Gitgide bazı engeller çıkarak bu adet terk olunup her devlet dâvaları dinlemek ve hasımları ayırmak için birer davranış ile vakitleri tayin ettikleri malûm. Biz yine sa dede gelelim. (1003) Hicrî senesinde üçüncü Murad öldü. Manisa valisi bulunan oğlu üçüncü Mehmed Han tahta geçti. Zamanın gidişatında ortaya çıkan kötü gelişmelerden ötürü, sonraları şehzadelerin valilik ve kumandanlıkla taşralara gönderilmesi usulü terkedildi. Nemçe muharebelerinde Serdarı Ekremler muzaf fer olamayıp, İslâm tarafından bozgun belirtileri görül mekle, Devletin iyiliğini istiyenler üçüncü Mehmed Haz retlerini büyük cedleri Sultan Süleyman Han Gazi hazret leri gibi, kendisinin muharebe yerinde büyüklüğünü gös termeğe teşvik edip götürmek istediler. O da muvafakat 74 AHMED CEVDET PAŞA ederek, ordu ile kendisi Rumeli yakasına geçince, Eğri kalesi fethedildi. Eğri ele geçince de, «Eğri Fatihi» diye şöhret buldu. Bunun peşinden büyük bir meydan muha rebesi kazanıldı. Şöyleki her zaman zaferle beraber olan şeriatin beyaz âlemini indirmek, Islâmın Avrupadaki gay retlerini bütün bütün kırmak için olmayacak düşünce lerle Almanya İmparatoru olan Nemçe Çesarı ile Avru pa Devletleri bir araya gelerek andlaşma yapmışlar, he saba gelmez ve sahralar almaz, büyük bir orduyu Dev leti aliyye sınırlarına gönderir, Eğri'ye yakın bir yere gelince, Orduyu Hümâyuna dehşet verir, oturulup ko nuşulur. Muharebeyi terketmek yahut mevkibi Hümayun geride kalıp ordu ile seraskerin gitmesi gibi olmayacak söylentiler olmuşsa da, Hacei Şehriyarî Sadeddin efen di ile diğer bazı büyükler Padişahı gayrete getirecek söz lerle mevkibi Hümâyûn, ordu ile düşman üzerine varıp üç gün süren şiddetli muharebelerden sonra düşman ga lip gelince, ordu dağılmış ve düşman askeri Orduyu. Hü mâyûn, çadırlarını yağmaya yayılmış ve hatta bazıları Padişahın çadır iplerine sarılmış iken Hacei Şehriyarî ile bazı büyükler Padişahın önünde durup direnmeye gay ret ederek ortada dururlar idi. Bu halde at oğlanları ve aşçılarla, çadır bekçileri, gayrete gelerek, yağmaya ko yulmuş düşman askerini, balta, odun, ellerine ne geçti ise vurmağa ve yağmacıları ordudan dışarı sürmeğe başla yınca düşman bozuldu sedasını işiten askerler, geri dö nüpte hücum ettiği sırada Cağalazade Sinan Paşa pusu dan çıkıp, düşman üzerine taarruz edince, düşman ordu su bozulmuş ve ellibinden fazlası kılıçtan geçirilmiştir. O vak'a da kaçak asker hakkında çok şiddet göste
rilerek binlerce askerin tımarları kaldırıldı. Bu kaçaklar, sonra Anadolu tarafında toplanıp Celâli adiyle devlete isyan etmişlerdir. Padişaha yakın devlet adamları da TARIHI CEVDET 75 nüfuz yarışına düşüp Avusturya muharebeleri devam et tikçe Anadolu yakasına bakılamadığmdan Celâüler ço ğalarak, Anadolu'yu tahrip ve talan etmişlerdir. Padişah yakınlarının sözü geçer olması ve etek öpenlerin yüz bul ması hasebiyle, Devlet (innailahe ye'mürüküm entâeddül emanâti ilâ ehliha) ehil olmayanların elinde kaldı. Rüş vet ve hırsızlık kapıları açıldı. Büyük devlet memurluğu "ve diğer memurluklar para ile alınıp satılır oldu. Her ta rafta iç işleri karışdı İstanbul'da da ihtilâl ve kargaşalık emareleri belirdi. Sınırda İran hükümdarı olan Şah Ab bas, bu gidişi fırsat bilerek tecavüzlere başladı. 1012 ta rihinde üçüncü, Mehmed ölünce, oğlu birinci Ahmed tah ta geçti. Doğu ve Batı'ya ordular gönderdi. Uzun zaman karmakarışık olan devlet işlerini düzeltmek için uğraş dı. Nihayet Avusturya ile Sulh andlaşmasi yapıldıkdan sonra bağımsız sadrıâzam olan Kuyucu Murad Paşa, Anadolu'ya geçip Celâli olanları bastırıp üstün bir başa rı ile Devleti eşkiyadan femizlemişdir. Birinci Sultan Ah med, 1026 senesinde ölünce birinci defa olarak kardeşi Sultan Mustafa tahta geçirildi ise de uzun zaman hapis hayatı yaşadığından hâl ve tavırlariyle adetlere uyama dığmdan üç ay on gün sonra tahttan indiriüp Sultan Ahmed'in büyük şehzadesi İkinci Sultan Osman Han on dört yaşında olduğu halde tahta geçirildi. Pek genç ol duğu halde Devlet işlerinin düzelmesine fevkalâde gay ret etti. Ne çareki çığrından çıkarılmış askerin başına geçen zorbalar önalmış ve dört sene sonra İstanbul'da or taya çıkan ihtilâlde tahttan indirilip şehîd edilerek, sul tan Mustafa tekrar tahta geçirildi ise de durumu icabı Devlet işleri ile uğraşamadığmdan 1032 senesinde tekrar tahttan indirilip yerine Sultan Ahmed'in ikinci şehza desi on iki yaşındaki, dördüncü Sultan Murad geçti. Bu kargaşalıklar içinde Devletin kanunları zayıflamış, ilim 76 AHMED CEVDET PAŞA adamlarının da eski nizamı bozulmuşdu. Kısaca Devlet işleri her yönden sarsıntı içinde olduğundan Devleti âliy ye başlıca ıslahata muhtaç, halbuki Devleti ıslah edecek Devlet adamları, ihtilâl ve kargaşalığın içinde bulunduk ları için bu fesad çevresi içinden çıkıp Devlet işlerini dü zeltmek olmayacak bir iş haline gelmişdi. işte o sıralarda Şah Abbas fırsat bulup Bağdat ve diğer bazı toprakları istilâ, eylemişti. İstanbul'da ise asker içine, ihtilâl dü şerek zorbalar meydan almışlar ve saltanatın nüfuzu hiç kalmamışdı. Nihayet önüne geçilmez kahraman dördün cü Sultan Murad, yiğitlik çağma geldi. Zorbaları basdı rıp yok ederek Devlet işlerini eline aldı. Kahve ve tütünü şiddetle yasak edip tiryaki olanları cezalandırmak ba hanesi ile geceleri İstanbul da tebdîli kıyafet dolaşıp, şirret adamların çoğunu öldürttü. Halbuki aksine halkın tütün ve kahveye hırs ve isteği arttı. İSTİDKAB Tütün içmek hakkında âlimler ihtilâfa düşüp, bazı ları hürmetine, bazıları kerahatine bazıları mubah olma
sına inanıp bazıları da, .bir tarafı tutmayarak, içenlerin haline göre durumu izah ettiler. Şöyleki tütün içenlerin bünyeleri değişik olup bazılarına zarar verir ve bazı has talıkları davet eder. Böyle olunca bünyeleri zayıf olan ların tütün içmesi, zehir içmek gibi olup, vücutça zararı muhakkak olan şeyi kullanmak da haram olduğundan, bunlara göre tütün içmek haramdır. Bazılarına da tersi ne faydalı olup bazı illetlere ilâç ve tütünü bırakan bazı kimselerin de bazı hastalıklara tutulduğu söylenir. Onla ra göre tütün bir nevi ilâç olduğundan, kullanmamak hatadır. Bazı kimselere tütünün zararı da, faydası da olmayıp ancak bazı küçük fayda mülâhazası ile içerler. İşte bunlara göre tütün içmek mubahdır. Hâkim bunlar TARİH1 CEVDET 77 da tabiî haddi aşıp, israf derecesine vardırdıkları zaman yine haram olur. îbni Âbidin, (Zebâ'ih) kısmı sonunda, buyuruyor ki, (Habis demek, Eshâbı kiramın beğenmediği şey demek tir. Çünkü Kur'ânı Kerîm, bunu onlara bildiriyor. On lardan sonra meydana çıkan şeyler, onların iyi veya ha bis dediklerinden hangisine benziyorsa, o da öyle olur). Tütün habîs değildir. Fıkıh kitâbları uyuşturucu otlara bile habîs demiyor. (Reddülmuhtâr) beşinci cild 295. nci sahifede (Çok yiyince, sarhoş eden katı maddelerin, otların aslı tâbirdir, temizdir, mubahtır) diyor. Bir kimseye zarar veren mubah şey, ona haram olur. Zarar vermediği kimselere haram olmaz. Tütünün zarar vermediği kimseler çokdur. Aşırı içen bazı kimselere za rar verirse, bunların çok içmesi haram olur. Fakat bun ların az içmelerine ve zarar görmeyenlere de haram olur denilemez. Çoğu zarar veren şeyin azı da haram olur de mek pek yanlışdır. Din büyükleri böyle söylememiştir. Her şeyin çoğu zarar verir. Ekmeğin, suyun çoğu da zarar ve rir. Bunun içindir ki doyduktan sonra yemek haramdır. Fakat çoğu zarar veriyor diye, az yemek, içmek haram olur mu? Hatta ibâdet edecek kadar yiyip içmek farzdır. Yukarıda yazılı yanlış söz, âlimlerin (çoğu sarhoş eden şeyin azı haram olur) sözünden bir câhilin anladığı şey olabilir. Sarhoş eden şeyler zararlıdır. Fakat her za rar veren şey sarhoş edici değildir. Bu inceliği anlamak lâzımdır. Bu bahislerin tafsilâtı delilleri ve ispatları Abdül gani Nablusî'nin tütün hakkında yazdığı risalesinde ya zılmış ve açıklanmıştır. Hernehal ise ötedenberi tütün, içmeyenlere çirkin görünmüşken bazı kimseler ona alış mışlardır. Semerkand âlimlerinden tütüne alışmış gayet kusursuz bir zat ile yaptığım konuşmada işittiğimize gö 78 AHMED CEVDET PAŞA re Maveraünnehir taraflarında tütün içmek kabahat sa yıldığı halde sizin buna alışkanlığınıza ne demeli diye soru sorunca, «Diyârı Rûma ilk geldiğim zaman gözüme çirkin gö rünmüyordu. Lâkin geçip geldiğim ve alıştığım diyare göre istanbul'un rutubeti çok olduğundan şiddetli nez leye ve bazı hastalıklara uğradım ve çaresiz ilâç yerine kullandım. Bazıları bunu sağlık verdikleri zaman tecrü be ettim. Hakikaten bu hastalıklara karşı koruyucu ve her veçhile vücuduna faydalı buldum. Ve ondan sonra
kullanmaya mecbur oldum» diye cevap verdi. Mekkei Mükerreme ileri gelenlerinden Abdüşşükûr efendi latife olsun diye tarihinde bir fıkra yazar. Şöyleki, «Mekke mollalarından biri tönbeki içmeğe alışık olup başındaki naibi de kötü görür içenlere içer lerlermiş. Bu Naib Zilhiccenin sekizinci günü molla efen diye efendim yarın Arife günü inşallah tönbeki içmeyi terk edersiniz, size sağlığınız için yakınım olarak bunu ihtar etmeyi iyilik diye düşündüm der. Molla da belki şim di ihrama girdiğim zaman terk ederim deyip bununla tönbekinin iyi birşey olduğunu ve mahrem olanlara iyi şeylerin nev'inin helâl olmadığını kastederek tahakküm biçiminde naibini susturmak istemiştir. Dördüncü Murad hazretleri ise tütün içmeği yasak ederek bu bahane ile tebdilen gezerken nice zorbaları idam eylemiştir. Padişah bu gibi vesilelerle eşkiya topluluklarını basıp asmış ve Devlet idaresini ele geçirdikden sonra or dusu Doğu'ya gitmiş ve Bağdat'ı geri alarak intikam al mıştır. Fakat ondan sonra yine ihtilâl geri gelmiştir. Çünkü onun dünya dolaylarına yayılan korkutucu seda sı ölümünden sonra yavaş yavaş baş kaldıranların kula ğından çıkıp kaybolunca âlem yine eski bildiğini yapma TARlHI CEVDET 79 ğa ve fesad yuvalarında Devleti âliyyeyi evvelkinden be ter bir hale getirmişlerdir. Dördüncü Sultan Murad 1049 tarihinde ölüp yerine tahta geçen kardeşi Sultan ibrahim ise amcası Sultan Mustafa'ya benzer hal ve tavırda olmakla, Devlet işleri şunun bunun elinde kaldı. Devlet ahvali karışmış ve sar sıntı içinde Anadolu yakasında karışıklıklar ve isyanlar çıkmıştı. Bu kargaşalıklar arasında bir de «Girit» seferi açıldı. Venedikli Bühke sancağı hücuma cesaret etti. Gemileri de Midilli adasını basdıktan sonra Çanakkale boğazını kapattı. Akdenize çıkılamaz oldu. Asker de ita at, hazinede para kalmamıştı. Bu gidişe herkes hayretle bakıyordu. Çünkü askerin ihtilâli ve iç işlerinin bozulma sı Devlet nüfuzunun kalmaması Devlet varidatının aka cağı yolu değiştirmiş, halkın başka ırkdan kandan olan lara fesad girmiş olduğundan Devletin durumu baştan başa ihtilâllere bağlanmışdı. 1058 senesinde halk ayaklandı. Söz ayağa düşdü. Sultan ibrahim tahttan indirilip, yerine yedi yaşında olan oğlu dördüncü Sultan Mehmed Han tahta geçti. On dan sonra da Devlet sekiz sene kadar pek çok ihtilâl ve kargaşalık içinde kaldı. Nihayet 1066 senesinde Köprülü Mehmed Paşa ba ğımsız sadrıâzam olup derhal malî işleri ve askeri yolu na koydu ve Hasta Devlet yeniden sıhhatine kavuştu. Çünkü Mehmed Paşa sadarete geldiğinde yaşı doksana yakın, yürüyemiyecek halde bir ihtiyar iken azmi kavî ve görüşü genç olmakla az zamanda Devlet'e yeniden can vermişti. Şöyleki bir taraftan bilgili tedbirler alıp ce saretle hareket ile hükümet bahçesini zararlı otlardan temizleyip, atmağa uğraşarak, bir tarafdan Orduyu Hü mâyûn ile kâh düşmandan intikam almak için Erdel dağ larında ve diğer sınırlarda, kâh Akdeniz yolunu açmak 80 AHMED CEVDET PAŞA
için Çanakkale boğazında dolaşarak beş sene içinde Devlet işlerini düzeltmeye muvaffak olmuştur. Ölünce oğlu Fazıl Ahmed Paşa sadrazam olup o da babasının tersine genç ise de aldığı tedbirlerle görüşü yaşının çok üstünde ve her bir hareketi akıllıca olup on beş sene süren sadareti zamanında Devleti aliyyeye pek büyük hizmetler edip, yeniden Girit gibi yerler ve kaleler memleket topraklarına katılmıştır. Kısaca, Köprülülerin ikdam ve himmetleri ile evvelce harabe haline gelmiş olan Devleti aliyye bir dereceye kadar yenilenip; onarılmış, eski halini alırken geçmiş ih tilâller sırasında alçaklar yüze çıkarak, birçok işinin eh li olmayanlar iş başına geçerek Devlet kökünden yıkma ğa çalışmış ve milletin iyi ahlâkını bozacaklarından eski devrin neş'esi tamamen geri gelmemiş ve hatta politikaca lüzumlu ve faydalı muamelelerin öne alınmaması usûlü bile kalmamışdı. Ezcümle Sultan Süleyman, Rodos'u fet hedip hükümdar bulunan, Vilier de Lü Adams huzuruna getirildiği zaman, ihtiyarlığına acıyarak gözleri yaş ile dolduğu halde, böyle bir ihtiyar adamı evinden çıkardığı na müteessirim diyerek ve en büyük hürmeti gösterip, gemilere bindirip istediği yere göndermekle politikaca iyi örnek olmuş iken, Giritin fethinde muhafız bulunan generalin ve maiyetinde bulunan Venedik subaylarının idam olunmaları eski devirle şimdiki arasındaki farkın kâfi delilleridir. Fazıl Ahmed Paşadan sonra sadrıâzam olan Kara Mustafa Paşa, Köprülü Mehmed Paşanın talim ve terbi yesinden çıkmış ve uzun zaman sadrıâzam kaymakamlı ğı etmiş meşhur vezirlerden olup yedi sene kadar süren sadareti zamanında Devleti iyi idare etmiştir. Lâkin sonraları Nemçe üzerine sefer açıp Viyana' yı kuşatarak fethetmeye iyice yaklaşmış ise de Devlet TARİHİ CEVDET 81 sınırı ile Viyana arasındaki düşman elinde bulunan Ya xuk kalesini arkada bırakıp ileri varmak doğru değilken önce bu kale ve dolaylarını ele geçirdikten sonra ilerki sene Viyana fethine başlamak uygun iken, Mustafa Paşa bir sene sonra olabilecek emeli bir sene önce bitirmek sevdasiyle doğrudan doğruya Viyana üzerine gitmiş ve Devlet sınır boyundan epeyce uzaklaşmış olduğundan ve yanında da çok asker olduğundan ordu açlık ve kıtlık çekerek, askerler kuşkuya gelip bu sırada Lehliler and laşmayı bozarak taarruz edince, ordu bozulup dağılarak Devleti âliyye pek büyük yıkıntıya uğramış olduğun dan, hasımları bu hususları başta öne sürerek onu idam ettirdiler. O vaktin tarih yazarları eğer Kara Mustafa Paşa yerinde kalsaydı ilefiki senelerde kayıpları giderir ve yerine kordu derler. Hasımları ise kanadı kırılan şahin bir daha yükseklere çıkıp uçarak av yapamaz hemen as kerin kulağına küpe olsun ve ibret için katlolunmahdır, diyerek idam ettirdiler. Fakat öyle gayretli bir vezirin yerini kimin tutabi leceğini düşünmediler. Yahut kişisel menfaat ve garazla rım Devlet işinden üstün tutarak sadakat yüzünde hiya net eylediler. Bu vezirin insanlık hali, çabukluk istemesi hatâ bile olsa, idamı daha büyük bir hata idi. Prusya kralı meşhur Frederik'in generallerinden bi risi bir çok defa bozulduğu halde değiştirilmesinin ken
disine hatırlattıklarında işden el çektirmeyip «bozula bozula elbette bozmanın usûlünü öğrenmiştir, yerine haşkası gelse bozmayı öğreninceye kadar o da bir çok defa bozulur demiş.» Hakikaten bu general sonunda ga lip gelmiştir. Kara Mustafa Paşa da yerinde kalsaydı tarih yazar ların iddiasi veçhile muzaffer olması kuvvetle bekleni F. 6 82 AHMED CEVDET PAŞA yordu. Ondan sonra Nemçe muharebeleri nice seneler sü rünüp muzafferiyetin eseri görülmediği, büyük bozgun lar ve hatırlara gelmedik fenalıklar ortaya çıktı. Çünkü her sene Nemçe seferine ordular çıkarılıyor idi. Askerde dayanma gücü ve metanet kalmamıştı. Bu sırada Avrupa askeri intizama konulmuş olduğundan, serdarı ekremler muvaffak olamadan dönüyorlardı. Dördüncü Sultan Mehmed ise Devlet işleri ile hiç meşgul olmadan kayıdsız ca arz takdim edip, 1099 senesi başında Sultan Mehmedi içine ihtilâl düşerek zorbalar meydan bulup ordunun Ru melinde kışlaması için verilen mükerrer fermanlara kar şı ordu halkı ayaklanıp dönüyor ve istanbul'a yaklaşın ca arz takdim edip, 1099 senesi başında Sultan Mehmedi tahtından inmeye mecbur ettiklerinde, kardeşi İkinci Sul tan Süleyman tahta geçti, ve ordunun İstanbul'a girişin de sipahiler, Sultanahmed meydanında ve yeniçeriler at meydanında çadırlar kurup, hükümet işlerini görmeye, istediklerini işden el çektirip, değiştirdiklerini, sürdük leri, halk önünde cezalandırdıkları, vezirleri kati ve is tedikleri parayı ödetme gibi bin türlü rezalete başladılar. Ve bir gün Babı âliyi basıp sadrazam Siyavuş Paşa'yı şehîd ettiler. Fakat Allanın gayreti ile ortadan kaldırıl dılar. Şöyleki bu olay esnasında bazı eşkiya Bezazistan ya kınında eşrafdan birisinin hanesini yağma ettiklerinde merhum Şerif bir sırığın ucuna bir mendil asıp müslü man olan sancak altına gelsin diye bağırınca halk başı na toplanıp başka taraflarda da Sancakı Şerif çıkmış bağ rışmaları duyulunca bütün ahali Sarayı Hümayûn'a top lanıp adamın mendili sancakı şerif diye halk birikince bu bir gayreti ilâhidir diye sancaki şerif çıkarılarak eş kiyanm hakkından gelinmiştir. TARİHİ CEVDET 83 Lâkin bu ihtilâl olayı arasında Venedikli Mora eya letini aldı. Nemçeli ise Belgrad'a kadar geldi. Sonra Vi din, Fethülİslâm, Niş kalelerini aldı ve Eflâk diyarını istilâ etti. Reayadan biri de başına biraz haydud toplayıp ve Nemçeliden taç yerine bir kalpak giyerek Komanova Krallığı iddiasiyle ortaya çıktı. Devletin vükelâsı bütün bu olaylardan sonra bir top lantı yapıp aralarında yaptıkları konuşmada bu kötü olayların daha fenasının olabileceğini düşünüp alman tedbirlerin yanlış ve yetersiz olduğunu yüzyüze söyleyip karar vererek, buna çare olmak üzere, işleri tedbirli, gayretli cesur bir vezire vermeye kararlaşıp, sadaret mührü Köprülüzade Mustafa Paşa'ya verildi. Bazıları sefer üstü vezire işden el çektirilirini diye
buna itiraz etmişlerdi. Aslında sefer sırasında vezire iş den el çektirilmez ama böyle bir zaruret çıkınca bir ehli aramaktan başka da çare yoktur. Fakat böyle iş beğen mez ve elinden de iş gelmez kimseler her asırda çoktur. Adı geçen feci olaylar da böyle dar görüşlü düşünen, yan lış işlerin etrafında toplananların meydanı boş bulmala rından ortaya çıkmış, korkunç sonuçlardır. Mustafa Paşa sadarete gelince işin başında mali sı kıntıdan ötürü varidat için gümrük, emanet, iltizam kurulları tarafından ihdas olunmuş fazla vergi isteği zülmu, vezirlerden Bayram hediyesi gibi adet ve mera simi kaldırıp, adlî usûllere teşebbüs etti. Lâkin halk bu na da karşı koyup resmî gelirlerle idare de sıkıntı çekilir ken bunlar da kalkarsa bu vezir akça hususunda ne ted bir edecek şimdi bunun sırası mıydı dediler. Halbuki Devlet işlerindeki selâmet için Devletlerin asıl varidatı tabaanın hakiki serveti ve ahali üzerinde kurulan şeyler olup, Devlet gelirinin artması ile reayası 84 AHMED CEVDET PAŞA nı zenginliği hâsıl olabileceğinden, yapıldığı gibi, ümme ti baskı altında tutup ziraat, ticaret ve alış verişi kısaltı cı teklifler, hernekadar başlangıçta bazı mertebe Dev let hazinesine faydalı görünürse de pek az zamanda mülk ve tabaa üzerinde tesiri olacağı darlık ve zaruret hazinenin eski gelirimde eksilteceğinden, bu vezirde açık anlayışlı ve Devlet ve hükümet işlerini iyi bilmesi cihe tiyle bu incelikleri bilmiş olduğundan, ilk önce Bedaı Zulmiyenin faydalı görünüşünden vazgeçerek bunları kaldırınca zamanındakilerin kendi aralarındaki yanlış gö rüşleri, hazine geliri zarara uğramışdı. Fakat buna karşı lık adlî usûllerle yapılan el koymalar hazineye bunun tam semeresi olmak üzere, bütün asker kendisi ile canı gö nülden sefer etmeğe istekli olması ve halkın kendisine teveccüh ve hayr duası muvaffakiyet ve zafer sermayesi oldu. Lâkin bu esnada işe yaramaz kimselerin tayinat ve mukannenatları kesildiğinde yine halkın söylenme sinden kurtulamadı. Ama böyle sözleri kulağı arkasına atarak hemen dahilde nizamı kurduktan sonra düşman dan öc almağa başladı. Şöyle ki o zamana kadar sene lerden beri Nemçe ve Leh Devletleriyle uğraşıla gel mişken Rusya devletinin ötedenberi Kırım Hanlarına ver diği cizye'den kurtulması için Rusya Çarı olup, Deli Pet ro diye anılan Büyük Petro'da bu sene andlaşmaları bo zarak sınırlara taarruz edince, Mustafa Paşa, Tatar as kerini gönderdi. Rus askeri bozulup dağıldı ve bütün top lan ve mühimmatı ele geçirilerek ordusu talan edildi. Venedik üzerine gönderdiği askerî kuvvet de muzaf fer olunca ehli İslâm'ın yüzü güldü. Kendisi de ordusu ile Nemçe üzerine yürüyerek, ilk önce Şehir köyünden başlayıp Niş kalesinin ve Belgrad'a varınca bir çok yer ve kaleleri ve Semendere kalesinin ve sonra Belgrad Ka lesinin fethiyle zaferler kazanmış ve Tuna üzerinde ter TARÎHİ CEVDET 85 tiplediği donanma ile Vidih Kalesini geri almış ve bu sı rada Erdel taraflarına gönderdiği askerî kuvvetler de muzaffer olmakla bunca yıllardan beri İslâm milletinde ki kederler günden güne gönül hoşluğuna döndü. Bu esnada İkinci Sultan Süleyman Hazretleri Edir
ne de oturup etrafa bakınca bunca yıldır Devleti aliyye ye musallat olan bozgun ve kırgınlık üzerine iç çekerek üzülürken sevindirici haberlerle kıvanç duyarak, İstan bul'a gelmiş büyük hoşluk ve sevine içinde artık düşma nın korktuğu tahta oturmuştu. Sonra Mustafa Paşa' da kazandığı galibiyet ve muzafferiyetler ile İstanbul'a dönmüştü. Mustafa Paşa o kış Istanbulda adlî usuller ve şer'î hükümleri yürütmekle vakit geçirdi. Lâkin alım satım, gönül hoşluğu, rıza ile olur. Ona müdahale olmaz deyip bunca büyük Devlet işleri dururken halkın yiyecek ve diğer önemli ihtiyaçlarını düşünecek vakti olmadığın dan ve böyle ufak işlere kayıtsız davranışından halk ara sında hakkında kötü sözler söylenirdi. Sübhanâllâh, bu kadar geniş işler ve büyük fetihlerin altından kalkıpda bir sene içinde rükûa varmış bir binanın ayağa kalkıp, sağlam yerleşmesine sebeb olan, böyle namlı bir vezire lahana ve mercimek narhına bakmıyor diye taş atmak, karşılığında bulunmak ne büyük insafsızlıktır. Hernehal ise Mustafa Paşa bu gibi dedikoduya kulak vermeyerek o kış da Hükümet, tedbirleri ve adlî usuller le hazineye bir çok gelir bulup o bahar yine Sultan Sü leyman Edirne'ye ve namlı Serdar da Belgrad yakası na yürüdüler. Fakat ikinci Sultan Süleyman'ın ömrü sona erdi. 1102 senesinde Edirne'de vefatından sonra yerine kardeşi İkinci Sultan Ahmet geçmiştir. O sırada Mustafa Paşa da Belgrad dolaylarında bir 86 AHMED CEVDET PAŞA meydan muharebesinde bir kurşun ile vurulup şehîd düş tü. Ondan sonra yine keder verecek olaylar ortaya çık maya, Saltanat yakınları ile vükelâ arasına senlik ben lik girmeye başladı. Hattâ, Defterdar Canibî Ahmed efendi mirî mâlîden akça sektirmez ve asla yalanı, aldat mayı bilmez bir zât olduğundan bazı saray yakınlarını gücendirmiş olmasiyle işden el çektirilip, yerine aykırı dan biri getirilip Defterdar yapılınca, hazinece lâzım ve mutemed bir zât olan Ahmed efendiyi, Sadrıâzam bulu nan Hası Ali Paşa yerinde kalması için epeyce uğraşıp da çare bulamayınca huzuru hümâyûnda sözde büyük makam olan Sadaretten istifa etti. Mührü Hümâyûnu Orada teslim edip tekaüd oldu. İkinci Sultan Ahmed de 1106 senesinde ölünce ye rine dördüncü Sultan Mehmed'in oğlu İkinci Sultan Mus tafa tahta geçince, iki sene ordu ile Rumeliye geçip kendisi başda Nemçe üzerine Sefer edip iki defasında da fetihler yapmış ve muzafferiyetler elde etmişti. Birinci senesinde, Ruslar gelip Azak kalesini ku şatınca üzerine Tatar Hanı memur olarak Rusya aske rini bozup dağılmışdı. Lâkin ikinci senesinde yâni 1108 Hicrî senesinde, Rus askeri gelip Azak kalesini ele ge çirdi. Bir sene sonra vezirlerle kumandanlar ayrılık ve garaz belirtisi, Nemçe muharebesinde bozgunlar ve par çalanmalar oldu. Binaenaleyh Köprülülerden amcazade Hüseyin Paşa ya verildi. Bu gidişata bakarak bir zaman Sulh içinde kalıp Devlet işlerini rahat yürütmek güzel bir tedbir diye
düşünülse de (Hazır o! cenge eğer istersen Sulhu Salâh) sözüne bakarak ileriki senelerde düşmandan öc almak i çin geçmiş senelerden fazla asker tedarik etmiş ve geç miş senelerde gerçi biz mağlup olmuş isek, de Nemçeli TARİHİ CEVDET 87 epeyce kayıplara uğradığından, onbeş senedir devam eden muharebelerin uzamasiyle kendisine zayıflık ve kuş ku geldiğimden Sulh isteğinde bulunmuş iken Sadrâzam Hüseyin Paşa istemeyip ordu ile Belgrad'a kadar gitmiş ti. Lâkin sonraları İngiltere ve Felemenk Devletleri va sıta olunca, bunca seneler dört tarafa ordular yürütüp askerî yorgun, hazineyi boş ve memleketi harab edince Devleti aliyyede yorgun düştü. Artık kılıcı kınına ko yup sakin kalmağa ve rahat iş görmeye muhtaçtı. Sadra zam, dört devlet ile Sulh andlaşması yaptı. Ve beş sene akıllı tedbirlerle iyi idaresi sayesinde Devlet yeniden ta ze hayat buldu. Lâkin sadrazam'ın duyulan ünü ve baht açıklığını Şeyhül İslâm Feyzullah efendi çekemeyip Hüseyin . Pa şayı üzecek olaylar bulmağa başladı. Hüseyin Paşa ise gayet gayretli kahraman bir vezir olduğundan bu hâllere dayanamıyarak hastalanıp bir müddet Divan'a varmayıp nihayet Sadaretten istifa edince, «Hoşnudum lâkin ta lebinde tekaüd'e müsaade ettim» diye hattı Hüma yun gönderdi. Köprülü Mehmed Paşa'nm talim ve terbiye usûlleri böylece son bulmuş ve ondan sonra Devlet idaresi fenni tahsili başka yollar peyda olmuşdur. Çünkü Feyzullah efendi Padişahın hocası idi ve ho camdir diye kendisine fazla teveccüh ve yakınlık göste rirdi. Feyzullah efendi ise oğluna meşihat Payesi ver mek bilcümle evlâdlârını ve kendi akrabalarını Devle tin yüksek kademelerine yerleştirmek hükümet nüfuzunu ve bütün Devlet menfaatlerini kendine oğullarına ve ak rabalariyle yakınlarına hasretmek gibi gelmiş geçmiş ulemâdan hiç birinin işlemediği işi yaptığını ve ilim adamlarına yakışmayan fevkalâde gösterişle çekilmez hareketleri halk hiç bir vakit çekemiyeceğinden başka ^8 AHMED CEVDET PAŞA üstelik Hüseyin Paşaya el çektirmesi Devletin ve sal tanatın ileriyi gören tedbirli iş adamlarının kendisinden yüz çevirmesine sebeb olmuş, nihayet 1115 senesinde, Edirne olayı gibi Devleti aliyyede görülmedik ve işitil medik feci bir olayın ortaya çıkmasına sebep oldu. Eğer iyiliğini isteyenler tarafından kendine ve özellikle oğlu na önceden yapılan uyarma ile bazı mertebe hâllerini de ğiştirmeleri yolunca söylenmiş ise de, yüksek makamla ra fazla yanaşma, kendilerini aldattığından, haksever ve iyilik istiyen kimselerin ortaya koyup anlattıkları ma kûl sözleri yapmayıp, böyle kötü bir netice ile hem ken dilerine ettiler hem de velinimetlerinin başını belâya uğ ratıp gittiler. Cenabı Hak cümleyi ifratı ikbalin veha met mealinden ve tefriti idbarm Sui hâlinden masum buyursun. Bu büyük kargaşalık üzerine ikinci Sultan Mustafa saltanat gailesinden çekilip bir kenarda yaşamayı kabul edip, kardeşi Üçüncü Sultan Ahmed tahta geçti. Bir müddet Devleti saran yabancı, işe yaramaz otlardan te
mizledi ve hükümet bünyesini sağlamlaştırıp tamir ile uğraşarak, Devleti aliyyeye epey kuvvet ve nizam ver dikten sonra, Rusya ve İsveç olayları ortaya çıkmaya başladı. Şöyleki Rusya Çarı Büyük Petro, evvelâ Devleti aliy ye ile Leh, Nemçe ve Venedik Devletleri arasında bir kaç seneden beri devam eden muharebeleri fırsat bi lip bir sene önce gönderdiği ordu, bozguna uğrayıp dağıl mışken bu sene galip gelmiş ve Azak kalesini ele geçir miştir. Sonra İsveç Devletinin, Danimarka ve lehistan Dev letleriyle harp hâlinde bulunduğunu fırsat bilip İsveç'e harb ilân etti. İsveç kralı olup bizlerce Demirbaş Şarl diye anılan İkinci Karlos gayet tedbirli ve kahraman bir TARİHI CEVDET 89 hükümdar olduğu için bir çok defa hasmına galip gelmiş ve Petro'yu tahtından indirme derecesine getirmiş ise de Petro asla kuşku ve korku getirmeyip, muharebeye de vam ederek nihayet Lehistan sınırında Devleti aliyye, sınırına yakın bir dolayda galip olunca, İsveç kralını esir etmesine ramak kaldığı sırada Devleti aliyyeye sığın mak için Bender'e kaçıp topraklarımıza girdi. îsveç'de ihtilâller ortaya çıkınca Baltık kıyılarında olan İsveç memleketinin büyük bir kısmı Rusların eline geçti. Adı geçen muharebe sırasında İsveç askerini takip eden Rus askerleri bizim sınırımızda bazı yerlere taarruz ettiğin den Ruslar'm niyetinin Devleti âliyye içinde zararlı olduğunu Demirbaş Şarl zaman zaman hatırlatınca Dev leti aliyyede Rusya,ya harb ilân ederek sadrazam ve Serdarı ekrem olan Baltacı Mehmed Paşa, Tuna üze rine köprü kurup İsakçı tarafından Besarabya eyâletine geçti. Eğer Rus ordusu öncelik kazanıp Prut nehrini ge çince Buğdan toprağında, Prut kenarından onu görme mezlikten gelip Prut kenarından yukarıya doğru yürü yüp hatta iki ordu bir hizaya geldikleri hâlde, durmayıp, ta Falcı geçidine varınca Rus ordusunu arkasına almak üzere Prut'un sağ yakasına geçmeye devam edince geçi şini Önlemek üzere Petro geçit başına bir tümen gönde rip eğer men'e muktedir olmaz ise köprü inşası bir kaç güne muhtaç olur ve geçit yeri kendi ordugâhına altı yedi saat kadar uzak olduğundan orduyu Hümâyûn Prut'u geçse bile bir kaç gün kendisine nizam verdikten sonra karşılamaya hazır olunur diye düşünmüştü. İslâm askeri derhal kendilerini suya atarak Prut'u geçip karşı yakadaki Rus tümenini kaçırmış olmakla derhal o gece üç yerden köprüler yapılıp sabahla beraber bir çok as ker geçirilerek, Rus tümenini büsbütün bozup orduları na kadar sürmüşlerdi. Ertesi gün bütün ordu geçip uy 90 AHMED CEVDET PAŞA kusuzluğa rağmen altı saat yol yürüyüp ikindi vakti Rus ordusuna çatınca yol yorgunluğuna dahi bakmayıp, İs lâm askerî, hem ayağının tozu üe düşman üzerine hücum ettiklerinde Petro beş altı gün sonra yapılacağını tah min ettiği belâya bir gün içinde uğrayınca ne yapacağını şaşırdı. Rus askerî bozulup dağılarak kaçmağa karar vermiş ise de, bir taraf su olup arkasını da Kırım Hanı almış olduğundan bulunduğu yerde kuşatılmış ve aman
dileyip sulh ricasında bulunmuş ve hattâ bu kuşatılma da Rus askerî ağaç kabukları yemiş oldukları sonradan tesbît edilmişdi. Bu halde her ne istenilse kabul edeceğini bildire rek Serdarı ekremden Sulh istida ettiğinde Leh devleti ne müdahale etmemek ve Azak kalesini geri vermek ve istanbul'da elçisi oturtulmayıp unvanı diğer krallardan aşağı itibar olunmak gibi bir hükümdarın kabul edemi yeeeği ağır şartlara bağlanıp Serdarı ekrem de Sulhe rıza verince Petro çaresiz bu haşin teklifleri kabul ederek o veçhile müsalâha etmiş ve Baltacı vezirin buyruldusu ile memleketi Rusya'ya gitmişdir. Adı geçen buyruldu nun sureti cildin sonunda (6) rakkamı ile yazılmışdır. Baltacı Mehmed Paşa hiyle ve hurdacı bir vezir olup hattâ evvelce bir çok desiselerle sadrâzam olmuş iken, Sultan Ahmed Han Hazretleri hakikatin hâle vakıf olun ca kendisinden yüz çevirip işden el çektirmişti, sonraları İsveç ve Rusya olayları ortaya çıkınca hakikaten işe yaramış ve Petro gibi bir desise adamım yenmiştir. Rusya ordusunu bütün bütün ortadan kaldırabilecek iken bu sulha rızası, kuşkulu düşmanın üzerine gitmek uygun olmayıp hazır bu kadar galebe sureti yüz göstermişken buna kanaat doğru rey kaidesi icabı, ihtiyat lâzimesi, yi ğitlik sahibi olmak düşüncesine dayanır. Lâkin bazı tarih yazarları bunu kendisinin gafleti TARÎHİ CEVDET 91 ne verirler. Hernehal ise İstanbul'da bulunan Devlet büyükleri ve saltanat yakınları kendilerinden emin ol madıkları için böyle bir fırsat ele geçmiş ve Rusya ordu su bütün bütün imha olunabüecek surete gelmişken sad râzam Rusya'dan rüşvet alarak sulha rıza verdi diye iş ten el çektirilmesine çalıştılar. Fakat Sultan Ahmed Han Hazretleri, «Böyle gazada bulunmuş vezirin taltifi lâzi meden iken, azli münasip değildir» diye red edince, hâtıra hayâle gelmedik iftiralar ilâve ederek, nihayet İstanbul'a gelmeden azledip sürdüler. Eğer Baltacı bu iftiralardan uzak ise bile evvelki Sadaretinde kendisi de başkalarına nice desiseler etmiş olduğundan (elcezai min cinsil amel) sırrı ortaya çıktı. Hernehal ise yukarıda açıklanan ve on beş sene sü ren muharebelerde Devleti âliyye epeyce zedelenmiş ol duğu halde bu muzafferiyet ile nâmı ve şanı yine yük selmiştir. Ondan sonra gelen Sadrâzamların başarısızlıkları yüzünden sık sık işten el çektirilerek nihayet Damat Ali Paşa Sadaret makamına gelip Devlete güzel bir nizam verdikten sonra Karadağ reayası isyan etmekle üzerle rine asker gönderip bastırıp sindirmişti. Arkasından Venedik muharebesi çıkınca ordunun başına geçip İstendil, Gördos, Anaboli, Kestel gibi bir çok kale ve yerleri fethedip ele geçirerek, tam bir zafer le İstanbul'a döndü. İleriki sene ilkbaharında da bütün bütün Venedik Devletini ortadan kaldırmak niyeti ile İs tanbul'dan hareket etmişdi. Geçen seneki fütuhatına ba karak, bu sene Venediği imha edebileceğini Nemçeli ön ceden sezerek, bu suretle Venedik Körfezi bütün bütün Devleti âliyye eline geçerek, Nemçe üzerine sefer açı lınca, artık Belgrad ve Temişvar yolundan kolayca ikmâl yapılacağından bu takdirce Nemçe hükümeti bü
92 AHMED CEVDET PAŞA tün bütün tehlikeye duçar olacağını bildi. Ve derhal Ve nedik seferinden vazgeçilmesini teklif ve vazgeçilmediği hâlde harb ilân edeceğini yazarak Nemçelinin bu dav ranışı, Serdarı Ekrem'e ağır gelmekle, Venedik seferin den vazgeçip Nemçe üzerine yürümüştü. Hâkim kethüda sı kötü huylu ve sözünü bilmez bir adam olup askere kötü muamelesinden ve bazı kumandanların fena görü şü ile metin olmayışlarından ötürü Nemçe muharebesin de ordu bozulmuş ve Ali Paşa da alnından kurşun ile vu rularak şehîd olmuşdur. Ali Paşa gayet akıllı, âdil ve bahadır olup, halkın iş lerini bitirmeğe, Devlet işlerini yoluna koymağa elhak pek güzel muvaffak olmuş, kısa müddet içinde vezirler den hiçbirine nasîb olmayan fütühât'a mazhar oldu. Himmeti daha yüksekdi, ama felek müsaade etme di. Lâkin ondan evvel Devlet'in usûl ve nizamı sarsılmış, hattâ ilim adamlarının nizamı da değişip bozulmuştu, hele kadılıklar bütün bütün ehliyetsiz ellere girmiş, ol duğundan Ali Paşa soya ve kayırmalara bakmayıp her hususda zât ve liyakâta baktığından, diğer nizamlar ara sında üim adamlarına da nizam verip ilim ve kemâl eh linin kaderini yükseltmiş, hattâ müderrislerden birinin yalnız fazla kemâlinden ötürü nişancı ettirmişti. Rüşveti ve buna benzer hediye kabulünü yasak etmişti. Böylece yalnız kendi çıkarlarına düşüpte Devlet işlerini düşün meyen pek çok kimseler, kendinden memnun değillerdi. Bazı tarih yazarları derki : «Kısa zamanda büyük fütuhat, selâtini uzzam içinde Yavuz Sultan Selim Haz retlerine namlı vezirler içinde de Ali Paşa'ya müyesser olmuşdur». Lâkin padişahdan herkes nasıl titriyorsa Ali Paşa' dan da halk emin değildi. Ölümünde, pek çok kimseler memnunluklarını açığa vurup : «Vezir öldü ordu bozuldu TARİHİ CEVDET 93 ise biz de kendimizden emin olduk, zamanı gelince düş mandan da intikam alınır» diyorlar ve lâkin intikam ala cak hangi vezir kaldığını düşünmüyorlardı. Devlet nizamına sarsıntı ve milletin tabiatına kesel gelince, böyle çalışkan üstün yapıda Devlet adamının se vilmemesi gelenektir. Ondan sonra Nemçe üzerine tâyin olunan Serdarı ekremlerin muvaffakiyetsizlikleri İslâm askerinin gayret ve sebat göstermemesi ile İslâm ordusunda günden güne mağlubiyetler görünmeğe ve çoğalmağa başladı. Orduda türlü karışıklık ve ihtilâller ortaya çıkarak, nice yerler hattâ Temişvar bile Nemçe eline geçti. Askerin böyle sebatsızlığı malûm olup, böyle disiplinsiz askerle muha rebe mümkün olamayacağına, Nemçeli de Sulha talip ol duğuna binaen, şimdi sulh yapılsın askere nizam ve rilsin de sonra düşmandan intikam alınsın diye Rikâbı Hümâyûn kaymakamı bulunan Damad İbrahim Paşa, sulh yolunu tutmuş ise de askerler kendi kabahatlerini örtmek için : «Kabahat şunda idi, yok bunda idi, yoksa biz şöyle ederdik, hiç o güzel Temişvar düşmana bırakı lırını ?» diyerek ortalığa bağrışıp çağrışınca, ilim adam ları da sulha böyle yanaşmakta bu isteğimizi düşman
gördükçe zayıf olduğumuza yarar deyince, diğerleri de bu re'ye uydu. İbrahim Paşa yalnız kalıp ve sulh sözü ortadan kaldırılarak yine harbe başlandı. Lâkin bu defa daha çok bozgunlar vukua gelerek Belgrad'da elden git ti. O zaman Temişvar düşman elinde iken sulh ne de mek diyenler Belgrad'ı bile Nemçeli'ye bırakarak sulh yapılsın diye İbrahim Paşaya eğildiler. İbrahim Paşa he men Sadrâzam oldu ve böylece sulh yapıldı. Ama ne fay da, hem Belgrad elden gitti ve hem de Devlet bu kadar ziyana uğradı. 94 AHMED CEVDET PAŞA Bazı tarih yazarları bu hususta, İbrahim Paşa'nın tuttuğu yolu beğenirler. Bazıları da Damad İbrahim Pa şa hem damat, hem de sözü geçer olduğu hâlde sulh tara fına ziyâde yanaşıp, fazla istek göstermekle, düşmanı şımarttığından, Nemçe Devlet bir naz ve çekimserlik ede rek böyle fena bir andlaşmaya güç hâlle razı edilebildi. Eğer bizce ağır başlı davranıp ve metanet gösterilse idi, daha ehven şartlarla sulh yapılabilebilirdi derler. Hernehal ise işbu mertebeye varıpda mağlup olarak sulh yapılınca elbette bazı büyük ziyanlara uğranacağı bilinir. Bunda İbrahim Paşa'nın azıcık hafifliği olsa bile pek büyük suç sayılmaz. Ancak, sulh olunsun, askere ni zam verilsin diye açıkça söylediğine içden tutumuysa ve yaptığı işler uygun düşseydi bütün kusurları affedi lirdi. Halbuki oniki seneden fazla bağımsız olarak sada rette bulunduğu hâlde askere nizam vermek şöyle dur sun, devletin eski usul ve nizamlarını da sarstı. İsraf ve sefahatten başka bir şey düşünmez, asker ve mu harebe sözü ona küfür gibi gelirdi. Velhasıl gelişme ve uygarlığın öldürücü teferruatı ile özentilere düşüp önem li işleri ele alıp askerin nizamını ye onu besleyecek mül kî idareyi düşünmedi. Nitekim şimdi aşağıda yazdıklarımızdan anlaşıla caktır. Bu sulh zamanında, bazı kürsü şeyhleri dat'ı za mahrecinden okumak lâzımdır diye dâva edip, gerçi bu husus ilmî bahislerden sayılır bir keyfiyet olup, halk ile hafızlar arasında tartışma ve kavgalar başladığından, herkesin gözü kavgadan ürkmüş olduğundan bu dâvada olan Şeyh efendilerin kimisi sürülmüş kimisi de azarlanıp dat kavgası bastırılmıştır. Yukarıda adı geçen muharebe Devleti âliyyenin şa nına nakise getirmiş ve muallem askerî, tanzim etmek. lüzumu gereği gibi anlaşılmıştır. TARİHİ CEVDET 95 Halbuki İbrahim Paşa sadarete gelipte sulh andlaş masmı imzaladıktan sonra, harp düşüncesi tamamen yok edilip kılıç kuşanmış gaziler bir kenarda unutulmuş ve harp lâkırdısı yasak ve herkes bu iddialardan uzak ve kılıcın kadrü kıymeti bilinmez, kırık, bir kenarda iken sohbet ve safa dalgaları iltifat gördü ve istenildi. Silâh imalâthanesi yerini, minekârı işler aldı. Aske ri tâlim yerlerine karşılık yer yer eğlence yerleri kurul du. Rusya ise bu gidişimizi dikkatle uzaktan izliyerek öğrenince, İbrahim Paşa'nın ve ona bağlı ricalin harp sözü onları meraklandırır diye düşünerek derhal elçisini
İstanbul'a gönderip kaba ve sert tekliflere başladı. Yatıştırıcı cevaplar verilmişse de Devlet meseleleri keskin kılıç ile hâl oluna geldiğinden, gösterilen deliller bir faide vermeyip, elçi nihayet Prut'ta biz mağlup olduk sulha mecbur olduk kaderimiz kırıldı ve kralımızın un vanı aşağılık oldu. Sulh yenilenmezse andlaşmayı boza cağız deyince yalnız bu baş belâsını uzaklaştırmak için İstanbul'da, Rus elçisinin oturmasına krallarının nama değer krallar ile eşit tutulmasına diğer bütün isteklerine evet denilip yalnız Leh'e müdahale etmemesi için bir par ça dayanılır gibi oldu ise de Rus elçisi bizim Leh'e girmemiz ve işlerine karışmamız yalnız Devleti aliyye ile olan dostluğumuz için yapılmıştır. Zira Leh halkı hür ve kralları olan Nalkıran'a karşıdırlar. Lâkin yalnız başlarına kalırlarsa başa çıkamayıp, adı geçen kral is temedikleri halde onları zorla itaat altına alıp baş eğme ye zorlayıp, İstiklâl kazandığı halde Devleti âliyye sını rına yakınlığı ile zararlı olur. Ve biz Lehistan'a girip iyi bir nizam verdikten sonra çok durmayıp çıkarız dedikde bir çocuğun bile inanmayacağı bu gibi şeylere müsaade edildi. Bir çok can ve kan kaybına karşılık kazanılmış 96 AHMED CEVDET PAŞA olan bir çok başarı sağlayacak maddeler yalnız eğlence de kadehler dökülmesin diye terk ve feda edildi. Ruslar bu maddelerin her birisi için binlerce asker kaybetmeye muhtaç iken, bu kadar maddeleri yalnız andlaşmayı bo zarım lâfıyle kazandı. Askere nizam verilipte sonra düş mandan intikam almak çıkarılan toplantı ve ayırımlara düşülüp, halkın tabiatında rahatını bozmamak gibi eğ lence ve sefahat yollarına yatkınlık ile herkes sefahat çalgı ve cümbüşe düştü. Askerin nizamı şöyle dursun, halk içinde geçerli eski usûller ve terbiyeye göre kan koca arasındaki tabiî bağlılıklar bile bozuldu. Ve türlü mermer çeşitlerinden bahçeler yapılıp her gün L>îr çeşit Jalelerle süslenip, geceleri kaadıllev; ile do natılıp kaplumbağlarm sırtına mumlar yakılıp lâle bah çelerine bırakılarak ışık oyunları tertiplenirdi. İbrahim Paşa Beşiktaş yakınında yaptırdığı Çırağar. Yalısına Padişahı her sene davet edip, Padişah da Şehzadeleri ve Saltanat mensupları ile beraber gidip, bu ışık oyunla rım seyretmek için haftalarca kalırdı. Bazen de Helva Sohbeti için Paşa kapısına gelip beş altı gün eğlenirdi. Kâğıthane, Devletin ileri gelenleri Ue zenginlerine taksim olunarak, altmış kadar kasırlar ve bağçeler tan zim olunup kırk ağaca kadar şen ve mamur olmuş ve Sa'di Abad Kasrı yapılıp çağlayan ve ışıklarla süs lenmişti. Gerçi Devleti aliyye için şan ve şerefini yük seltmek için, elçilere ve yabancılara gösterümek üzere, Padişaha böyle ferah ve gösterişli bir yer lâzımdı. Lâ kin, eğlenceler ve sefahatler de sınırı aşmıştı. Türlü çeşit lâle çoğalıp manâsı genişlemiş, şairle re büyük bir sermaye olmuş, şiir ve yazı epeyce rağbet bulmuşdu. Lâkin, Lâle soğanı bahaya çıkarak hatta mah bup denilen Lâle beş yüz altma satılmağa başlayıp me rakı olup da edinemiyenlere iç yarası olduğundan Lâle TARİHÎ CEVDET 97 çeşidlerine Narh verilerek mahsub Lâle soğanının bin kuruşdan fazlaya satılması yasak edilmiş ve bu Narh
maddesi satışlara esas olmak üzere İstanbul mahkeme sinde sicile kaydettirilmiş olduğu, tarih kitaplarında ya zılıdır. Velhasıl istanbul'un en büyük âlemi, zevk ve eğ lencede en yüksek devri idi. Lâkin bu hâl Nizamı Dev lete sarsıntı milletin tabiatına da kesel veriyordu. O devirde elçilikle iran'a gidip gelmiş olan Dürri ler çektiğinden kendinden önce gelenlerin aşk olsun de meği pek de canı istemezdi. O devirde elçi ıkle iran'a gidip gelmiş olan Dürri efendinin ifadesince bazı acem bilginleri İran'ın hâli ya mandır. Eğer itimizden iş görür, tedbirli olanlardan kimse meydan bulamaz, fenalar yüz bulduğundan hal böyle giderse iki seneye kadar Safevî Devleti'nin çök mesi ortadan kalkması şüphesizdir, derlermiş. Halbuki iki seno bile olmadan Efganlılar ortaya çıkıp galip gel mişler ve İsfahan'ı istilâ etmişlerdi. Safevi Devleti'nin dağıldığı haber alınmakla önceden Devletı Aliyye eliı: de iken sonra acem eline geçmiş olan bazı yerlerin he nüz bir sahibi çıkmadan zabtedilmesi münasip görülüp; Hemedan, Gence, Revan, Şirvan ve Gürcistan gibi bir çok eyâletler zabtolunmuş ise de Vükelâ içinde bu eyâ letlerin muhafazası için alınacak askerî tedbirleri bilen ve alan olmadığından sonra İran'da Nadir şah ortaya çıkarak gerek Devleti aliyye tarafından gerek Ruslar tarafından zabtolunan yerler geri alınmış ve bu yolda harcanmış asker ve hazîneler beyhude yere gittikten başka bu seferlerle Anadolu daha da harab olduğundan, İbrahim Paşa nadim ve herkes acı duydu. Bu seferler sırasında Ruslar tarafından tahammül olunmaz teklifler vukua gelip hattâ bir defasında Rus F. 7 98 AHMED CEVDET PAŞA ya'ya harb ilân olunması üzerine Fatiha okunmuşken yine sulh tarafı tercih olunarak sonu kötü, ağır ve teh likeli olduğu sonradan bilinen nice iğrenç maddeler üze rine andlaşma yapılmış ve böylece Ruslar Hazer denizi kıyılarına yerleşmişti. Bazı tarihçiler bu andlaşmada İb rahim Paşa'ya karşı koyup eğer harp edilse idi Devleti aliyyece şanlı ve faideli olurdu derler. Lâkin o devrin haline ve durumuna bakılırsa and laşma pek isabetli olmuşdur. Yoksa binyüzsekseniki se nesi muharebelerinde ortaya çıkan bozgunların daha a vakit olmasından korkuluyordu. Hakikaten bu sefahatler bırakılıpta doğruca ve tam olarak harb yoluna gidilmiş olsa ne alâ ama yukarıda yazıldığı ve belirtildiği gibi Devlet adamları kuru deb debe ve gösterişe dalmış ve sefih kimseler meydanı al mış ve düşman ise günden güne askerine nizam vermek te bulunmuş iken harp etmek büyük yanlışlık ve tehli ke olurdu. Böylece İbrahim Paşa'nın o vakit anlaşma yolunu tutması için itiraz etmek haklı ve doğru değildi ama bu kadar zevk ve sefahata dalması için her ne denilse kar şılığı cevapsız kalır. Bir taraftan da Nadir Şah tek durmayıp üzerine va rılmak durumu ortada iken, azıcık davranış ile ortadan kaldırılacak belâ olmayıp büyük harekât yapılması lâ zımdı ama Devlet büyükleri zevk ve safa sofralarında, kafaları tütsülediklerinden, harekât yapacak halleri yok
tu. Şöyleki yazıldığı gibi Efganlılar ortaya çıkıp İsfe han'ı istilâ ve Şahların sonuncusu olan Şah Hüseyin Sa fevî'yi tahtından indirdiklerip^ş, Bağdat valisi Ahmed Paşa tarafından Şah Hüseyin istenilince Efganlılar da Şahın başını kesip Bağdad'a yollayarak Safevî Haneda TARİHİ CEVDET 99 mm söndürmüşlerdi. Lâkin İsfehan istilâsında Şah Hüseyin'in oğlu Şah Tahmasıp, Kazvin yakınlarında bulunduğundan o ta raflarda saltanat sürdüğü sırada askerlerinden ve Af şar kabilesinden Nadir Ali ortaya çıkarak git gide nü fuzunu arttırıp kuvvetlenerek Şah Tahmasib'in kapı cılar kethüdası hizmetinde bulunarak Efganlılar'a ga lip gelmiş ve Isfehan'm kurtuluşuna sebep olduğundan nüfuzunu arttırarak Devlet'in îtimad adilir adamı ola rak, mutlak vekîl olarak, İran'ı Efganlılardan bütün bü tün temizlemek üzere Efgan üzerine yürüdüğü sırada Şah Tahmasp Revan seraskeri Hekimoğlu Ali Paşa ile yaptığı muharebede bozguna uğramış ve sonra Heme dan ovasında da Bağdat Valisi Ahmed Paşa ile yaptığı muharebedede yine yenilmiş ve bozguna uğramış olmak la, Sulha talip olarak Gence, Tiflis, Revan, ve Şirvan Devleti aliyye'de ve Hemedan, Germanşah Tahmasib da kalmak üzere andlaşma yapıldı. Lâkin Nadir Ali bu andîaşmayı beğenmeyerek ve bir yolunu bulup, Şah Tah sıb'ı tahttan indirmiş ve sekiz aylık Abbas adındaki oğ lunu tahta geçirmiş çok geçmeden onu da indirip Hil'ati Şahîyi kendisi giymiş ve bütün İran'ı avucunun içine almışdı. Adı geçen eyâletleri istilâ ettikten sonra da Dev leti aliyye sınırlarına taarruz etmeğe başlamıştır. Çünkü sulh lâkırdısı üzerine o tarafların elde bulundurulmasın dan vazgeçilmişti Bu işler İstanbul'da da türlü söylenti lere ve yermelere sebep oldu. Bu acıklı gidişi gören bazı Devletini sevenler İbra him Paşa'nın tutumunu cerh etmeye başladılar. Halk ise bu makule şeyleri hazmedemeyip haksız yere hab beyi kubbe edegelmişler iken böyle ipuçları ele geçince susmayacakları bilindiği için, eski vezirler asker eğiti mini arzu ederken bu vezir eğlence ve oyunlar tertibinde 100 AHMED CEVDET PAŞA düştü ve Saltanat tarafını da zevk ve safaya alıştırdı. Büyük Devlet memuriyetleri, bilhassa vezirlikler muha rebe yerinde işgüzarlıkla liyakatini ispat edenlere veri legelmişken bunlar Helva sohbetine şan ve şöhret kat tılar. «Acemden bu kadar yerler alınmışken yine Nadir, Şaha verdi ve buna islâm ehlini düşman eünde bırak dı gibi uygunsuz sözlerle dedikodular her yerde açık, kapalı ibrahim Paşa'nm yaptıkları söylenirdi, ibrahim Paşa da herhal gidişe bakıp duyarak Nadir Şahın gö zünü korkutmak için Üsküdar'da Otağı Hümâyun kur durup Acem üzerine gidilecek diye yayıldı. Lâkin kâh Pad şah acem seferine gidecek, kâh yalnız sadrıâzam gidecek diye vakit geçirilince bu duraklama halka büs bütün büyük üzüntü verip bazı fesatçı ve kötü düşünce li olanlar da kargaşalığı ateşleyip işi ilerlettiklerinden (1143) yılı başında Mevkibi Hümâyun Üsküdar'da iken istanbul'da fesad ve kargaşalık alevlenmeye başladı.
ibrahim Paşa'nm bazı sevenleri olay ortaya çıkma dan kendisini uyarmışlarsa da İbrahim Paşa takım ik bâl sarhoşluğu içinde ancak şirin sözleri Meclis'e götür meye alışık olduklarından böyle yakınlarının uyarmaları kendilerine acı gelirdi. Hatta olaydan biraz önce birisi Kethüda beye varıp ortalığın durumu fena görünüyor. Umumî fikirleri değiştirebilecek bazı tedbirlere başvur sanız dedikde bu zamanda böyle şeyler konuşulur ve hatıra getirilir mi diye azarlamıştı. Bu cihetle herkes bir tarafa çekilip eşkiya sokak lara düşünce kolunuza kuvvet derler idi, bazı Devlet bü yükleri çok önceden Padişaha durumu anlatmışlarsa da Padişahın İbrahim Paşa'ya teveccühü sınırın dışında ol makla işten el çektirilmesine muvaffak olamadıkların dan üzülüp acınarak bir tarafa çekilip olayların ortaya çıkmasını ve kaderin geleceğini bekleşirlerdi. TARİHI CEVDET 101 Üstelik fesadın önü alınamayıp gittikçe, şiddetlen meye başlayınca Sancakı Şerif de çıkarılmasa da herkes İbrahim Paşa'nm davranışlarından kırgın bulunduğun dn, halk. Sancakı Şerif altına toplanmamış ve Sultan Ahmed Han Hazretleri ibrahim Paşa'yı ve kendisine bağlı bazı kimseleri katledip eşkiyâya verdikten başka kendisi de Saltanat işini bırakıp Sultan Birinci Mah mud'u tahta geçirmiş ve böylece kargaşalıkların büyü mesine mâni olmuştu. Tersine Sancakı Şerif değil, bir şerifin bayrağı çıksa halkın birikip eşkiyanın hakkından gelindiği yazılmışdı Kısacası Şah Tahmasib ile yapılan sulh andlaşma sı Şah Tahmasib'in zevaüne götürdüğü gibi, istanbul' da da bu olayların ortaya çıkmasiyla sonuçlandı. Sultan Mahmud Han Hazretlerinin tahta geçmesi ile ortalık durulmuş ise de, «ifrat tefriti doğurur» sö zü, tecrübesi olmakla onlar da şmırı aşarak hoşa git meyen hareketlere koyulduklarından Devleti aliyye bir zaman da onların yaptıkları fenalıkları kaldırmak için uğraşdı. Hatta eşkiyanın başına geçirdiği İstanbul ka dışı kendini bümez bir divâne olmakla olaydan sonra verdiği mânâsız bir ilâm ile Kâğıthane'deki bahçelerle büyük kasırlar yerle bir edüip dosta, düşmana karşı bü yük bir rezalet gösterilmiştir. O asırda Devleti aliyyece uygarlık yoluna gidil mek ve eğitim görmüş asker yetiştirmek düşünceleri ortaya çıkmıştı. Lâkin işin başından başlanmayıp, kuy ruğundan tutulmuş ve binanın temeline bakılmayıp bina nın işlemeli olmasına özenilmiş yani Frengistan'da olan fen ve sanayiin sayılmasına ve tutunmasına himmet olunmak lâzım gelirken, medeniyet okunun getirdiği çer çöp israf ve sefahate aldanılmıştı. O vakit istanbul hal kı din ve mezhebini usûl ve hayatı tutmakta ve 102 AHMED CEVDET PAŞA hiçbir ilerlemeyi kabul etmeyen katılıkta olduğundan yüksek tabakada olan memurların bu gidişinden nefret ederek her türlü hâdiseden ürkmeye ve yapılan yeni tarz binaları kötü görmeye başlamışlardı. Kısaca İbrahim Paşa'nın Sadaret günlerinde asrın icabı uygarlık yoluna gidilmiş ve hatta dericilik san'atı da o zaman İstanbul'da tesis edilmişse, umumî efkârın
hazmedemeyeceği seviyede sefahat yolu tutulmuş oldu ğundan, yukarıda görüldüğü gibi büyük bir kargaşalık ortaya çıkarak, İstanbul'un altı üstüne gelip yeni biçim binalar bile birtakım mutaassıp kimselerin yolsuz ve haksız yere yıkılıp yok edilerek İstanbul'un o devirdeki eserlerinden yalnız Matbaacılık San'at'ı kalıp, sonraları bir aralık ona da durgunluk gelmişti. Zira bu olaydan sonra, bütün bütün kuru taassup yoluna gidilip Devlet de aşağıda anlatılacağı gibi İran ve Avrupa seferleri ile meşgul olduğundan epeyce müddet böyle şeylere ba kılanı amiştır. Şimdi Matbaacılık fenninin icadı zamanı ile İstan bul'da kuruluşunu anlatalım. ÎSTİDKAD (Matbaacılık san'atı hakkındadır) Tabı' san'atı medeniyetin anası denilmeğe değer ve insan icadının en yüksek ve faidelisi denilmeğe lâyık, kaderi büyük, hakkını vermemek imkânsız bir fendir. Zamanımızda Avrupa ve Amerika'nın görülen türlü sa nayii ve büyük hızla ilerlemesinin dayanağı bir olduğu nu herkes kabul etmektedir. Bir kitabın el yazısı ile suretini çıkarmak nice za manlara ve masraflara muhtaç olduğundan başka me selâ bir kitabın bir nüshası en büyük çabuklukla üç ay da yazılabildiği hâlde, böyle bir kitabın nüshasını yir TARIHt CEVDET 103 mi gün içinde temiz ve hatasız olarak tamamlanıp ba sıldığı için insanlığa faydalı ilim ancak bununla geliş mişdir. İlimlerin yayılması nice nice şeylerin yeniden keş fine, kavimlerin ve milletlerin biribirini tanımasına kı saca insanın insan olmasına, yâni hasletlerini genişletme ye, sanın okuyup yetişmesine ve medeniyeti bütün taraf ları ile üzerinde toplayıp istidadı kadar kemâl derecesi ni bulmasına yardımcı olmuştur. Daha önceleri bile medeniyette ileri gitmiş millet lerde fen ve maarif ilerlemiş iken eserleri yayınlanmadı ğından kendilerinin batıp kaybolmaları ile o gücün ma arif ve bilgileri de beraberce yok olmuştur. Ama şimdi matbaacılık san'atı her kitabın bir çok nüshası olduğundan yayınlanınca her köşede her fenden evrak ve birçok eserler bulunmakla matbaacılık bundan sonra maarifin ilâ maşallah yaşayacağına kuvvetli ümit ler vermiştir. Matbaacılık san'atmın ilk olarak hangi şehirde icad edildiği ve icad edenin kim olduğunda tarih yazarları değişik düşüncededirler. Hele ilk olarak Almanya'a (Hess Darmstad) Gran dukalığının şehirlerinden (Mayans) da (Gütenberg) ile (Fost) un beraberce yaptıkları ve açtıkları matbaada meydana çıkmış olduğu muhakkaktır. Gütenbefg'in bas Tu san'atmı evvelce (Strasburg) da bulmuş olduğu zan ve tahmin olunduğundan, hâlâ bu iki Alman şehri bu san'atın kendisinde icad edildiğini iddia ile birbirine ra kip ve karşı olup ancak ikisi de matbaayı icad edenin Gü tenberg oluğunu söylerler böylece iki taraftan söylen tiler de matbaa fennini icad edenin Gütenberg olduğun da şüphe bırakmaz. Çünkü Gütenberg'in ailesi asilzade lerden olduğu halde bindörtyüz milâdî senesinde Ma yans'da doğmuş ise de 1425 milâdî senesinde Strazburg
104 AHMED CEVDET PAŞA şehrinde bulunup 1445 senesine kadar ismi, Strazburg ahalisinden olmak üzere kayıtlı sayılmıştır. Hattâ Straz burg'da Andre Durayzen ve diğer kimselerle bazı harf ve gizli sanayi üzerine şirket kurduğu ve Andre Duray zen ölünce kardeşi Jorj Durayzen varis olarak şirkete dahil olmak iddiasına kalkmış ve yapılan murafaa so nunda Andre'nin şirkette olan hakları kardeşi Jorj'a, verilmek üzere hüküm verilmiş ve ilâm olunmuştu. İşte matbaa san'atı da zikr olunan gizli sanayie dahil olmak üzere zan ve tahmin olunduğundan bu halde matbaacı lık sekizyüzkırk hicrî tarihinde icâd olunmuş olmak lâ zım gelir. Fakat ilk defa ne türlü yapılmış ve nasıl basılmış olduğuna dair ciddî bilgiler bulunamamıştır. Zannedil diğine göre Gütenberg başlangıçda ağaçdan yapılmış harfler kullanırmış, lâkin bastığı kitaplara hiçbir vakit te ismini koymadığından tarih yazarları arasında pek çok çekişmeler olmuştur. (847) senesinde Gütenberg, Mayans şehrinde Mat baa icadına başlayıp ve Post ile şirket kurduğu muhak kak olup kırkiki satır adı verilen ve kimin bastığı ve ne rede basıldığı yazılmayan Incili Şerifin bu matbaada basıldığı umumî söylentidir. Hele (855) senesinde bera ber bulunduklarına hiç şüphe olmayıp birisi tahta üze rine hurufat oyup diğeri ufak ufak tahtalardan harfler yaparak üçüncüsü de dökme harfler ile olmak üzere üç türlü baskı icad etmişlerdir. Adı geçen Fost, Mayans'da doğmuş kuyumculuk san'atı üe meşgul olarak servet sahibi olmasıyle asıl icad edeni Gütenberg'e bazı rivayete göre akça, bazı söylen tiye göre san'at ve maharetçe epeyce yardımı olmuştu. Ancak (860) senesinde aralarında anlaşmazlık çıkarak •şirketleri dağılması Fost'un vermiş olduğu akça'ya mu TARİHİ CEVDET 105 kabil Gütenberg şirkette olan hissesini ona terketmeye mecbur olduğundan bazı ileri gelenlerin yardımı üe, di ğer bir matbaa kurup bazı kitaplar basmış ve (873) se nesinde Mayans'da ölmüştür. Ama Fost matbaayı tamamen ele geçirdikten sonra Petros Şofr ile şirket kurarak adı geçen matbaayı işlet meye başlamışlar ve (862) hicrî senesinde, yani: (1457) müâdî senesinde Zebur'u basmışlardır. Tarihli olarak basılan ilk kitab budur. Adı geçen Şofr Darmstad köy lerinden (Kerneshaym) adlı köyde doğmuş ve yazıcılık ile iştigal ederek (853) hicrî senesine kadar Paris'te oturmuş, sonra Mayans'a gelip Gütenberg ile Fost'un matbaasında çalışmış sonra da Fost'un ortağı ve dama dı olmuştur. Çünkü Şofr gayet zeki ve buluşlu bir adam olup Gütenberg ile Fost'un matbaasında harfleri damga gibi yapıp da baskı yaparlarken Şorf o damgayı kalıp yapıpda onunla harf dökmeyi icad etmekle, matbaa san' tmdaki noksanı tamamlamış olmakla bû icadından Fost ziyadesiyle sevinerek kendisine ortak edip, kızını vererek damad yapmıştır. Bu yeni harfler ile bu matbaada (864) de Durandi adlı yazarın kitabını ve (865) de Klemandis nizamatını ve (867) de tarihli olmak üzere ilk defa Lâ
tince olarak Tevratı Şerifi basmışlardır. Söylentilere göre matbaanın mucidi Gütenberg ise onun tamamlayı cısı Şofr olup, lâkin bazı tarih yazarları bu san'.atı îcad eden, Hollanda şehirlerinden Harlemli Loran Koster ad lı kimsenin matbaayı, îcad eden olduğunu ancak Ameri ka'yı keşfeden Kristof Kolomb adlı deniz seferleri ya pan, yânî seyyah iken ondan sonra çoğunlukla o tara fa sefer eden Amerik'e verildiği gibi, Loran Koster'in de böylece j,dı unutulmuş ve böylece Gütenberg ile Fost üstad olmuşlardır. Şöyleki, Loran Koster birgün dağda gezerken ağaç 106 AHMED CEVDET PAŞA kabuklarından bir takım harf şekilleri yapıp bunlarla bazı şiirler basmış ve sonra damadı ile birlikte çalışarak bir nevi sabit mürekkep de îcad edip bir kitab basmıştır. Sonra harf şekillerini kurşundan ve sonra daha daya nıklı olmak için kalaydan yapıp ve bir takım amele top laviD baskı san'atmı meydana koymuş ve fakat bum/ ameleden gizli tutarmış. İşte Fost bu amelelerden bir* iken bu sırrı öğrenmişse de gizli tutması için, yemin eP tirümisti. Lâkin bir gece Loran Koster, kilisede ken Fost matbaa aletlerini alıp kaçar ve bir zaman Amsterdam ta raflarında vesair yerlerde dolaşmış nihayet Mayans şefe rinde oturup (846) hicrî senesinde bu yerde bir kaç kitap basmıştır. Sonraları Gutenberg ve Sofr ile şirket kura rak (855) senesinde bu san'atla iştigal etmişlerdir Bu söylentiye göre matbaacılığın asıl mucidi Loran Koster olarak Gütenberg ile Fost ise yayılma ve yayında hiz met etmişler demek olup, ancak eski vakitlerde de bas macı kalıbı gibi bazı aletler baskı için kullanılmıştır. Mühür kazmak bu kabilden eski bir sanattır. Ama mat baacılık bu demek değildir, belki îcad edilen harfleri bir araya getirip çözmekten ibaret olduğuna göre, Loran Koster'in bulduğu da bunlardan hangisidir bilinemedi ğine göre, matbaacılığın îcadı yine Gütenberg'e isnad olunmak lâzım gelir. Hernehâl ise fen de matbaacılık herkes tarafından kabul edildikten sonra, bunu ilk defa Çinliler veya En dülüs arabları bulmuş diye bazı söylentiler çıkmışsa da doğruluğu belli değildir. Ancak tahtadan yapılmış harf şekilleri ile bazı mat baa işleri Çin'de ve Japonya'da, binaltıyüz senedenberi yapılırmış ve Yunan'lılar ile eski Romalılar zamanında da varmış. İtalyada, Napoli civarında (Herkülamim) adlı harabede, bu yolda basılmış davet tezkereleri basıl mış diye bazıları matbaacılık ve baskı san'atını evvel TARÎHÎ CEVDET 107 den de varmış derlerse de daha önceleri kalıp ve yüzük kabilinden olup, harfleri toplayıp eleştirmekden ibaret baskı fenninin asıl icad edeni, Gütenberg olmak gerekir. Kısaca baskı san'atı Mayans'da meydana çıkmış ve (867) senesine kadar, belirtildiği gibi yürütülmüştür. (867) de, Mayans yapılan bir muharebe sonucu işgal edilince, matbaalar harab olmuş ve baskı işi bir müddet askıda kaldıktan sonra diğer yerlerde de duyulup her kes tarafından kullanılmağa başlamıştır. Bu olaydan sonra Fost ile Şofr iki sene kadar zaman içinde güç hâl ile matbaalarını açıp ondan sonra da iki sene kadar bazı kitaplar basmışlardır.
(871) de Fost Paris'e gidip basılmış Tevrat nüsha larını satınca «bu adam sihirbazdır nüshalarda kırmı zı ile yapılmış resimler insan kanıyla yapılmıştır» diye birtakım geri kafalılar, hakkında iftira edip hapse at tırmışlardır. O vakit Fransa kralı olan onbirinci Louis bu sanat'ın zuhurunu merak edip sırrını keşfetmek şar tiyle onu hapisden çıkarmışsa da çok geçmeden aynı se ne içinde Fost vebadan Paris'te öldü. Mayans'daki mat baa bütün bütün damadı olan Şofr'a kalıp onu uzun müddet çalıştırmıştır (908) tarihine kadar basmış ol duğu kitaplarda ismi yazılı olup (909) senesinde bu mat baada Hikmet'e dair basılmış olan bir kitapda oğlu olan Jean Şofr isnn görüldüğünden (909) da öldüğü yorum lanmıştır. Mayans olayından sonra matbaacılık başka yerle re de yayılarak ilk önce İtalya'da, sonra Fransa'da gö rülmüştür. Fakat, Fransa'da kısa zaman içinde pek zi yade revaç bulmuştur. Zira onbirinci Louis çok titiz ve gaddar bir adamdı. Fakat Mayans'dan üç kişi getirtip, kitap bastırmağa başlamakla matbaacılığın revaç bul masına ve yayılmasına hizmet etmiştir. Matbacılık ya yılınca, el yazısı tutulmaz oldu. Bu durumun menfaat 108 AHMED CEVDET PAŞA lerini korumak için herkesi ve ahaliyi kandırıp karış lerfini korumak için herkesi ve ahaliyi kandırıp karış tırınca bir takım geri düşünceliler toplanıp bu üç kişif yi de sihirbazlık ile suçlayıp matbaacılıktan men etmeğe ve cezalandırılmalarını istida eder matbaa ve malları ellerinden alınsın diye Parlamento'dan da bir ilân aldık ları halde, onbirinci Louis bu san'atı yanma ve himaye sine alarak bu üç kişiyi kurtardıktan başka birtakım imtiyazlar da vermiş, ondan sonra gelen onikinci Louis de matbaada baskı yapanlardan başka mücellidlere ve hizmet edenlere ve diğerlerine bile bir çok imtiyazlar vermişdir. Ondan sonra Fransa kralı olan birinci Francois de kendinden önce gelenlerin verdiği imtiyazları tasdik ve belki de arttırmak suretiyle matbaacılık çok çabuk iler lemişse de, Paris'te Sorbon Üniversitesi Profesörlerinin şikâyetleri üzerine bu imtiyazları değiştirilmiş, bozul muş ve o vakit «Sansür» edilip önceden gözden geçirile rek baskı yapılması için müfettişler tayin edilmişti. Matbaacılık İspanya'da da (876) tarihinde yayılmış Rusya'da, ondan yüz sene sonra başlanılabilmiştir. İn giltere'ye de (876) tarihinde birisi matbaa harfleri gö türmüş ise de yapılıp kullanılması İngiltere hâkimleri ile subayları yasaklamışlardır. Sonra Norveyk şehrinde bir matbaa kurulmasına ön ayak olanlar olmuş ama bir takım kaba düşünceli herifler toplanıp «böyle faidesi yok, zararı çok bir sanat buluşu uygun karşılanır mı ?» diye topluma yararlı, hayırlı işe Parlamento'dan yasak lanması için dilekçe verirler. Ama bu sıralarda matbaa cılık her tarafta meydan alıp ilerlemekte bulunmuş ol masıyla, azar azar her tarafta duyulup, sonra gelenler maharetlerini göstererek harflere küçük ve iyice oku nur şekiller vererek en yüksek dereceye erişmiş ve hu TARİHİ CEVDET 109
susiyle bin tarihlerinde Felemenk'de basılan kitaplar pek ziyade maarif sevenler için makbule geçmiştir. İşin İbret verici tarafı ve görünüşü şudur ki : Halk çocuk gibi menfaatlerini gözetemeyip içlerin den ileri ve seçkin yaşayışı olan kimselerin garaz ve şahsî menfaatlerine hizmet ettiklerini bilmeyerek, Fran sız hattatlarının tahriklerine kapılmışlar, kendilerinin de menfaatleneceği büyük kazancı, kendileri yasakla maya çalışmışlardır. O asırda halkın yükselmesi oku ması düşünülürdü. Böylece kimse bunun önüne geçeme di. Matbaacılığın ortaya çıkması ile de maarif ve bilgi ler dağılıp genişleyerek bu makule garaz sahiplerinin azıcık olsun tesiri kalmamıştır. Şark memleketlerinde matbaacılığa İstanbul'da rağbet gösterilir, ama çok se neler sonra ilk adım atılmıştır. Eğerçi (Helyestevil Ya'iemuna vellezine Lâ ya'lemûn) ve (üllubul nıin el mehdi ilel Lâhdi) gibi, bunca âyetler hadisler ve eserler olduğuna göre, böyle ilmin nurlarının yayılmasına yara yacak olan yardımcılara çabucak el atmak farz olan bir borç ise de, vakit ve hâl iktizası o vakitler henüz Avru palılar ile yakınlık olmadığı için (Men arefe Lisane kav min emine min mekrihun) inceliğine kimse eğilmeyerek ve(utlubul ilme velev kâne bis sun) yoluna gidilmeyip böyle yeni çıkmış, Avrupa'yı nura kavuşturan bu yıldı rım ışığı şarka ve bize pek güç ulaştı. İstanbul'da şöyle ortaya çıktı. Yirmisekiz çelebi de nilen Mehmed efendi Paris'e elçi gidince beraberinde oğ lu Sadaret mektubî halifelerinden sonra Sadrıâzam olan Saîd Paşa da vardı. Saîd Paşa matbaanın menfaatlerini görüp gözeterek dönüşlerinde bazı maarif sevenlerle bü yük kimseler, aralarında konuşup kabul ettikten başka o vakit metematik fennini çok iyi bilen Engürüsi İbrahim Ağa denilen Macarh İbrahim efendi, hünerli, hezarfen, 110 AHMED CEVDET PAŞA zeki ve üstün değerde bir zat olup kendisinin hizmet ve başarılarına mükâfat olmak üzere Dergâhı Alî mütefer rıkalığı ile doksandokuz akça tımar ihsan buyrulmakla «İbrahim Müteferrika» diye anılmıştır. Matbaaya dair onunla konuşulduğu zaman bu işi bana bırakın sözde kalmaz ortaya çıkarırım der. Mat baanın yararlarına dair Lâyiha kılıklı bir risale kaleme alır ve Damad ibrahim Paşa'ya takdim eder. Tefsir, Ha dîs, fıkıh ve kelâm kitaplarından başka lügat, tarih, tıp, kozmoğrafya fizik ve Riyaziye kitaplarının basılmasına izin istida ettiler. Bundan evvel matbaacılığın İstanbul' da îcadı konuşulurken, icrasında düşünceler tereddüt ve helecan gelmiş, Said efendinin ısrar ve tasarısı bu işe el atıp tutması ile (1139) senesi arasmda, Şeyhülislâm bulunan Abdullah efendi vesair asrın bilginleri, yazılan risale üzerine sözler söyleyip yazdıklarından başka Ab dullah efendi matbaacılığın yapılması için de bir kıt'a fetvayı şerîf de vermiş ve istida gereğine tefsir, hadîs, ve kelâm kitâblarmdan madasınm basılması uygun gö rülerek ruhsat verilmiş ve Said efendi ile İbrahim efen diye yukarı satırları Padişah tarafından yazılı bir fermânâli çıkarılmıştı. Bunun üzerine artık İbrahim Efendinin azim ve him metine mani bir mahzur kalmayıp ve Said efendi de ser maye ile yardımda bulununca bu iki gayretli zat iki se
ne kadar zaman harcayarak bir matbaa kurmuşlar, alet lerini malzemesini yapmışlar eşsiz harf kalıpları oyarak kalıplar yaptırmışlardı. Basılmış kitap tashihi için de İstanbul eski kadısı İshak efendi ve Selanik'ten işden el çektirilmiş Sahib efendi ve Galata'da işten el çektiril miş Yanyalı Esad efendi ve Kasım Paşa Mevlevîhane si Şeyhi Musa efendî memur olup ilk defa (1141) sene sinde talebeye en ziyade lâzım olup da alınmasında sı TARİHİ CEVDET 111 kmtı çektikleri lügat kitaparından «Vankulu» lügati, iki cild olmak üzere basılarak her nüshası 35'er kuruşa sa tılmıştır ki asrımızdaki dört yüz kuruşa yakın para eder. Zikr olunan fermânı âli ve fetvâyı şerife suretleri ve risâlei mezkûre üzerine yazılan takrizler de bu lügatin evveline basılmış olduğundan tafsilât isteyenler oraya müracaat etsinler. Yine aynı sene içinde tashihler sırasında tezgâhlar tatil edilmeden «Tuhfetül kibar» adlı kitabın basılması na başlanmıştır. Sonra İbrahim efendinin Lâtin lisanın dan tercüme eylemiş olduğu «Efgan tarihi» ve (1143) tarihinde «Tarihi Hindi Garbi» ve Nazmizadenin «Ti mur tarihi» ve Şehyînin «Tarihi Mısırı Kadîm ve Ce didi» ve (1143) tarihinde Nazmizadenin «Gülşeni Hü lefa» sı ve sonra İbrahim efendinin «Nizamül Ümem» ve «Füyazatı Mıknatisiye» adlı kitapları ve Kâtîb Çe lebinin «Cihannuma»sı ve «Takvimüt Tevarih» ve «Ta rihi Naima» ve Tarihi Râşid» ve Zeyli Çelebi ve Ömer Efendinin Bosna Gaza vatına dair olan Tarihi» ve «Fer henki Şuurî» basılmıştır. Bunlardan başka İbrahim efendi Fransız harfleri de kazdırarak Fransızca Türkçe sarf ve büyükçe bir Karadeniz haritası ve bir de «Bahri Hazer» haritası ba sıp (1158) senesinde ölünce yerine geçen kadı İbrahim efendi «Vankulu» lügatini tekrar basmış ve daha bazı eserler meydana çıkarmıştır. Fakat harfler aşınmış ol duğundan başka yanlışlar ve yanlış yazıları da çoktur. Kadı İbrahim efendide ölünce Devleti âliyye idarî bazı işlerle oyalandığından bu işi bir başkasına vereme mişler böylece matbaacılık san'atı epeyce zaman terk edilip işlemez halde kalmışdır. Aşağıda anlatılacağı veçhile (1198) senesinde mat baa tekrar canlandırılıp bu defada «Suphi ve Gurrî ta 112 AHMED CEVDET PAŞA rihleri» ve Usulül maarif fi tertibi ordu» ve «Azabül Kifâye» ve Mareşal Veban nam zatın yazılarından «fenni lağam, ve fenni harb» rısâleleriyle, «Troke» ad lı yazarın «Kavaninül melâhe» tercümeleri ve Usulül maarif fi tasnifi Sefâini donanma» basılmıştır. Fakat ilk önceleri basılan ibrahim müteferrik basmaları gibi hatasız ve temiz basılamamışdır. Sonra Sultan Selim devrinde her şeyde faydalı işler öne alındığı sırada Abdürrahim efendi nezaretiyle yeni den harf dökülüp, Üsküdar'da ve Humbarahanede tezgâh lar kurularak kırkbeş kadar faydalı kitap basılmıştır. Daha sonraları yeniden matbaalar açılarak İstanbul'da matbaacılık bugün gördüğümüz dereceyi bulmuştur. Yukarda yazıldığı gibi, geri düşünceli olanlara bir itiraz, ip ucu olmasın diye Said efendi ile İbrahim Mü
teferrika tarafından tefsir, hadîs, fıkıh ve kelâm kitap larından başkası basılması için istida olunmuş ve fetva yı Şerîf de onların istidası üzerine yazılmış olduğundan uzun şer'î kitaplar basılmamıştır. Halbuki matbaacılıkta ta'zime aykırı düşen işler varsa da mücellidin muşta ile vurması ve kitapları cenderede sıkmak fıkıh ilmi usulle rine göre bilinen bazı meselelerde (Elntımur bimekasıdı ha) hükmünce Kur'ânı Kerim'in yaprakları dağılıp ora de burada kalmaktansa cildîenmesi caiz olduğu halde şer'i kitapların, çoğaltılması «niyeti Hayriye» si ile ba sılmalarında mahzur görülmeyerek sonra isteklilerin menfaati için şer'î kitaplarda basılarak bütün fen sa hibleri istifade etmişlerdir. Biz yine sadede gelelim. Birinci Sultan Mahmud hazretleri gayet çalışkan ve şanlı bir padişah olup zamanında bir çok büyük olaylar ve büyük fütuhat olmuştur. Doğu ve Batı'ya ordular göndererek üstün başarıları ile büyük işler meydana çı TARİHİ CEVDET 113 karmıştır. Şöyleki : Nadir Şah ile önce ve sonra pek çok mu harebeler etmiş ve hatta, Şark seraskeri tayin etmiş ol duğu topal Osman Paşa, Nadir Şah ile Kerkük sahrasın da dokuz saat kadar muharebeden sonra galip gelince, Nadir Şah bozulmuş ve yaralı olarak firar ettikten son ra, İran diyarında bir çok yerler alınmış ve vîran edil mişti. Sonraları da Nadir Şah ile birçok defalar muha rebeler olmuş bazen galip ve bazen de mağlûp olunarak epeyce müddet Nadir Şahın ortaya çıkardığı beşinci mez hep ile uğraşılarak nihayet dördüncü Sultan Murad haz retleri zamanında kesin bir sınır andlaşması yapılmış, andlaşmadan sonra da Nadir Şahın ikbâli sönmüş ve İran Hanları kendisine birer birer itaatten çıkıp karşı ^koymağa başlamışlardı. Sonunda çok geçmeden yakın ları kendisini öldürünce, gailesi de ortadan kalktı. Bu İran muharebelerinde Bağdad valisi bulunan Ah med Paşa'nm hayırlı, değerli hizmetleri tarih sahîfeleri ni süsler. (1148) Hicrî senesinde Devleti aliyye ile Avustur ya arasında yine muharebe çıkınca Rusya Çariçesi An na da Avusturya ile ittifak ederek Münih adlı General' in kumandası altında Devleti aliyye aleyhine bir ordu yollamış idi. General Münih, eski Roma İmparatorluğu nu ihya edeceğini ilân edince Rumlar'da bu amaçla Buğ dan'da Rus askerini memleketlerine kabul ettiler. Dev leti aliyye'nin disiplini bozuk askerleri bu eğitim gör müş askere karşı duramadığından, Osmanlı ordusunda bozulma yüz göstermiş ve General Münih bayağı Tuna' yı geçmek sevdasına düşmüştü. Fakat Sultan Mahmud üstün bir Padişah olup soyları ve yurtseverlikleri hâlâ sağlam olan Osmanlıların kahramanlıklarından istifade F. 8 114 AHMED CEVDET PAŞA ederek Avusturya'da harbi kazanmış ve Belgrad'ı geri almıştır. O sırada İsveçlilerin Rusya aleyhine harekâta geçmesi üzerine Fransa devleti aracılığı ile (1152) Hicrî senesinde andlaşma yapılmış ve Belgrad Devleti aliy yede kalmış ve Rus Devleti de Prut andlaşmasında uğ
radığı mağlûbiyetin kötü nam ve utancmdan kurtulmuş tur. Bu seferlerde Hekimzade Ali Paşa ile İvaz Mehmed Paşanın tarihde anılacak değerleri, ölçüsüz hizmetleri görülmüştür. Fakat bu muharebelerde bile eğitim gör müş askerin faydası görülmüş ve birinci Sultan Mah mud, eğitim görmüş asker tertibine kalkışmış ise de o> zamanın iç işlerindeki güçlüklerden yürürlüğe konulma mış; ondan sonra da askeri nizam koymak bahsi uzun zaman dillerde dolaşıp kalmıştır. Kısaca Birinci Sultan Mahmud hazretlerinin yirmibeş sene süren saltanatı za manında Devleti aliyye taze hayat bulup büyük olay ları iyi sonuca bağlamıştır. Lâkin Devleti zaif zamanın da, milleti bıkmış ve kuşkulu halinde bulmuş olduğun dan büyük olaylar zorla ve yalnız onun üstün gayretle ri ile meydana çıktığı, tarihe bir bakışta anlaşılır. Hatta Nadir Şahdan sonra bir zaman İran diyarı sahipsiz kal mıştı. O sırada Azerbaycan ahalisi himaye ve bize ka ."Umak istemişler iken, müsaadeye cesaret olunamamıştv Yoksa Devleti aliyyenin zayıf ve kuşkulu zamanı olma saydı İranın pek çok yerleri memaliki mahrusa'ya ka tılabilirdi. (1168) senesinde birinci Sultan Mahmud ölün ce, yerine kardeşi üçüncü Sultan Osman tahta geçti ve (1170) senesinde meşhur Ragıp Paşa sadrazam oldu ve (1171) de Sultan Osman da ölünce, üçüncü Sultan Ah med'in oğlu üçüncü Sultan Mustafa tahta geçti ve Ragıp Paşa'yı Sadarette tuttu. Ragıp Paşa gerek Doğu ve gerek Rumeli seferle TARİHİ CEVDET 115 rinde bizzat bulunup yapılan işlerin esasını bildiğinden altı sene süren sadareti zamanında sulh yolunu tutmuş ve Harpten kaçınmıştır. Hattâ, Sultan Mustafa birçok \efa muharebeye kalkışmış ve «eğer düşündüğünüz ak ça ise Edirne kapıdan ta Rusçuk'a kadar iki keçeü al tın dizerim» demişken Ragıp Paşa önüne geçip, büyük Devletimiz zaferler kazanmışken harbin ve birçok büyük olayların geçmişi yabancıların gözünde korkacakları ka dar vardır. Ancak şimdiki halde zaferden yoksun olup muharebe sırasmda burası herkesçe bilindiğinden düş man anlarsa hal müşkül ve dönülmez olur, hemen aske re nizam verilsinde sonra bu davranışlara düşülsün de diği söylenir. Bu suretle Devleti aliyye'ye büyük hiz met eylemiş olduğu (1182) senesinde açılan Rusya mu harebesinde anlaşılmıştır. Lâkin nasılsa adı geçen altın ları asker tanzimi mühim maddesine harcatmağı başa ramamıştır. Şanîzade der ki : (1100) tarihinden sonra sonra Pa dişah'a akıl hocalığı edenler, seferi küçük görmeye baş ladılar. Hatta Ragıp Paşa bile sadaretinde daima mu harebeden çekinirdi. Kısacası o zaman Devleti aliyye'nin eski usûl ve nizamları sarsılmış, uzun zaman askerin bakılmaması, halkın muharebelerden vazgeçip rahat yaşamayı ve sü kûneti istemesi ile gevşeklik ve tembellik arz olmuş, düş man ise, eğitim gören askerîcad ederek ve harp san'a tmı da ilerleterek kuvvet bulmuş olduğundan, bir harp olayı çıkınca işleri zorlaşır ve sulhu tercîh ederlerdi. Bu böyle iken askerî yenileştirmek öne alınacak işlerden biri olduğu biliniyorsa da; bu mühim işe kimse yanaş
maz, buldukları dolabı kırıp dökmeden idare edip gider lerdi. Bu esnada Rusya'da hükümet nöbeti ikinci Katerı 116 AHMED CEVDET PAŞA na'ya gelir. Kendisi Rusya Devleti hanedanından olma yarak Deli Petro'nun torunu olan üçüncü Petro'nun ka rısı iken türlü düzen ve aldatma ile kocasını devirmiş yerine İmparatoriçe olduktan sonra, yerini sağlamlaş tırmak için, kocasını öldürtmüştü. Bu yaptıkları Rus milletine ağır gelince suçunu örtmek düşüncesiyle, De li Petro'nun yapmayı tasarlayıp da yapamadığı niyet lerini yürürlüğe koyup harekete geçerek, Lehistan işle rine karışmağa başlamış, Devleti aliyye topraklarına taarruz etmeği kurmuş ve ilk önce Lehistan'a girerek ya pılan andlaşmalara aykırı ve bizim için zararlı olduğun dan önüne geçilmesi gerekirken, Devleti aliyye'nin an latıldığı gibi harbe girecek hali olmadığından önce mun tazam askere muhtaçtı. Katerina'nın bu hareketini önlemek politika ve Dev letler muvazenesi bakımından Avrupa devletlerine baş lıca görev sayılırken her biri özel menfaatlerini koru mak için bir kenara çekilip yalnız Fransızlar ile Kate rina arasında gizli bir soğukluk olduğundan, Fransız lar işin sonunun nereye varacağını düşünerek kuşkula narak İstanbul'daki elçisi vasıtası ile Ruslara muhare be ile karşı koymaktan başka çare yoktur diyerek, Dev leti aliyyeyi harb edecek hâli olmadığım bildiği hal de hiç olmazsa bir zaman oyalar diye düşünerek harbe teşvik etti. İstanbul'da da Ragıp Paşa'nm ölümünden sonra iktidardaki dalkavuk yaltakçı kimseler, muhare benin mânasını lügat kitabında öğrenipde yapılacak ha zırlıklarla nelerin nerede nasıl olacağından haberi olma yanlar fırsat bularak, arzu edilmeyen zamansız bir har bin yapılması gelişmiş olunca, Rusya üzerine harb ilâ^ ni konuşulmuş ve karara bağlanmışdı. Fakat o vakit Sadaret makamında bulunan Muh sinbade Mehmed Paşa gençliğinde Rumeli tarafların TARİHİ CEVDET 117 de dolaşmış ve muharebelerde Rus askerinin askerlik değeri ile ne kadar asker çıkaracağını büdiği ve sınırla rımızın halini açık olarak gördüğü için, sınırdaki aske rin yiyecek ve mühimmatı yok5 derhal harb ilân edilir se ordu oralara varıncaya kadar birçok fenalıklardan korkulur. Bari bir zaman oyalansa da hududa gereği ka dar kuvvet yığılsa ordu mühimmatı tamam olunduktan sonra inşallahü teâlâ gelecek sene harb ilân ederiz de mişti. Lâkin yöneticiler ve büyükler kendilerinin Özel men faatlerini yürütmek üzere üçüncü Sultan Mustafa'yı harbe teşvik edip Sadrıâzamı da korkaklık ve gevşeklik ile suçlayarak, işden el çekdirdikten sonra (1182) sene sinde Rusya'ya karşı harb ilân ettirdiler. Onlar kendi lerinin dediğini yaptılar ama Devletin bünyesinde bir bü yük yara açtılar. Gerçekte yer ve gök götürmez askerle. Rusya üze rine yürünmüş ise de disiplinsiz, eğitimsiz asker; eğitim görmüş muntazam ve disiplinli askere dayanamadığın dan başka, daha ordu Edirne'de iken başlayan kıtlık ve
açlık ortaya çıkmağa başlamış ve Tuna geçildikten son ra idare olunmaz yiyecek sıkıntısı orduyu zayıf düşür müş ve dağılmaya yüz tutar hâle getirmiştir. Gerçi öte tarafdan Kırımgıray han Rus topraklarını çiğneyip ta lan etmiş bir taraftan Osmanlı ordusundan bir azı Özi suyunu geçerek Rusya'yı epeyce sıkıştırmış, Serdarı Ekrem ordusu da Hotin tarafına gelerek Turla ırma ğına köprü kurup asker geçirerek ilerlemeğe başlamış tı. Bu haberler Petersburg da korku ve dehşet uyandı rarak az kalsın ihtilâle sebep olacaktı. Lâkin Kırımgiray ölünce yerine geçen, gevşekçe olmakla onun yerini tu tamadığından ve o sene mevsimsiz yağışdan nehirler co şup taşınca Osmanlı ordusu bir kaç kısma ayrılıp par 118 AHMED CEVDET PAŞA çalanmış ve mühimmatı kayıplara uğradığından, Rus lar bundan faydalanarak Osmanlı ordusunu Tuna'ya doğru epeyce kovaladılar. Böylece Prut yılından Rus lar Baltacı Mehmed Paşa'nm gafletiyle nasıl imha olun maktan kurtulmuşlarsa bu kere de Özi ırmağının böyle vakitsiz taşması, Katerinayı tehlikeden kurtardı diye bazı Avrupa tarih yazarları yazmıştır. Hele Kırımgi ray'm vefatından Ruslar çok istifade ettiler. Böylece Osmanlı ordusu dağıldı. Ondan sonra her sene tertip olunan ordular, bazen muharebe kazandılar sa da sonunda yenik düşüp bozulduklarından Tüna'nm öte tarafından olan bütün topraklar ve kaleler Rusla rın eline geçti. Baltık denizinden gelen Rus donanması Akdeniz adalarını yakıp yıktı ve (1185) tarihinde Kı rım da bütün bütün elden gitti. Orduyu hümâyûnun ahvâl ve harekâtına ve Dev let yöneticilerinin bu yolda yaptıkları hatâlara dâir (Adsız) ünvaniyle bir risale yazılmıştır. Yazarının kim olduğu biliinmiyor, fakat yazı üslûbuna bakılırsa bu işleri iyi bilen bir zat olduğu anlaşılıyor. Bu risalede der ki, ötedenberi Devleti âliyyenin sinirleri, yerinde olan zeamet sahibleri, tımar ve diğer ulûfeci askerlerin \arbe koyulmaları, diyanet işlerinin himaye ve emir lerinden, yahut kendilerine has, Padişahın vereceği ak çayı almağa bütün güçleriyle çalışır veya onları karı şıklık çıkarırlar da bastıramayız korkusu ile ürkerek çağırılırlardı. Bu halde de Din icabı cenge giden azın azı olup zeamet, tımar, ulufe ve diğer Padişah dirlik leri de akçaya, işinin görülmesine yahut bir yere hiz met karşılığı külfetsiz herkes tarafından alındığı için, harb ve cenge böylece çok istekli olur bifşey kalmadı ğından, askerin, içine dışarıdan girenlerle nizamı bo zulmuştur. TARİHİ CEVDET 119 Bu muharebeye dair olan geniş bilglerle yapılan batâlar bu risalede vesair tarihlerde ve özellikle Resmî Ahmed Efendinin «Hulasatül İtibar» adlı risalesinde yazılı olup, ancak Kırım ahvaline dâir bazı sergüzeşt namelerde fazla bilgiler çözüldüğünden bu yolda anla tılmağa başlanır. Şöyle ki Ruslar, Tatarlara, hürriyet vaadederek aldatmaya başlayıp, bir zamandan beri Kırım hanları da çoğunlukla Kırım içinde oturmayıp Koşan'da yer
leştiklerinden ve Devleti âliyye tarafından o yerlerin gidişatı göz önünde tutulamadığından, Rus casusları meydanı boş bulup Kırım içinde istedikleri gibi karı şıklık çıkairarak, Kırımın reis ve mirzalarını aldatmış lardı. Böylece, Tatarlar Kırım seraskeri, Silâhdar ib rahim Paşaya seni istemeyiz demeğe gelen ordu ulaş dırma işlerinde veregeldikleri arabaları vermemeğe ve bize Osmanlı askerinin lüzumu yoktur demeğe başladı lar. Çünkü, Tatarlar Ruslarla yaptıkları gizli anlaşma ları açığa vuramadıklarından orduca yapılacak yardım dan uzak durdukları gibi ellerinden geldiği kadar da ordunun bozulmasına gayret ederlerdi. Ordu emri al tında bulunan Tatar askeri de bir kenara çekilip muha rebede döğüşmezdi. Döğüşen yalnız Osmanlı askeri olup onlar da azın azı idi. Bir taraftan ordunun mühimma tı yetersizdi. Olan da Defterdar ve Nüzul eminlerinin yolsuz idarelerinden ötürü yok edilip yitirilmekde idi. Böylece Kırım ordusu her yönden fena halde iken serasker İbrahim Paşa, yine gayreti elden bırakmazdı. Hattâ (1184) senesinde Ruslar Or kalesine taarruz edince Paşa binbir güçlükle bulabildiği kadar araba ile iki defa güçlükle orduyu götürüp muharebeyi kazan mış zafer gafleti ve Tatar halkının hilesinden haber siz Or kalesine gittiği zaman bir taraftan halk İbrahim 120 AHMED CEVDET PAŞA Paşayı istikbale çıkmış, diğer yönden Tatarlar kale ka pısını açıp Rus. askerini içeri alınca, Han kaleye girme den kaçmağa mecbur oldu. Ve kaledeki askerin çoğu şehîd olup Kırımın kilit yeri olan Or kalesi de Rusların eline girdi. Ruslar bundan sonra diğer kalelere dadanarak Kı rım içinde dağılma başladı. Selim Giray Han Kırım'da da duramayıp bir gemiye binerek İstanbul'a geldi. O vakit Ruslar, bazı Kırım ahalisinin seçimi ile ikinci Sa hip Giray Hanı Kırım hanı yaptılar. Bu suretle Sahip Giray Han vekil olarak hükümete geçince kardeşi Şa hingiray Sultanı Kalgay yaptı. Serasker Paşa yine gay ret gösterip, kahramanca Ruslara dayanmışsa da Kal gay olan Şahin Giray bir hayli Tatar askeri ile gelip Biz Ruslarla anlaşdık ordunuzu çekin çekmesseniz yağ ma edeceğiz deyince asker gözönünde kayıklara bine rek kaçmağa başladı. Kefe Valisi Mehmed Paşa da işi ne gelen havayı bulunca kaçtı. Serasker Paşa kendi emrindekilerle yalnız kalınca uğraşıp esir düşerek Pe tersburg'a gitti. Tatarlar da bir çok şartlarla Ruslarla andlaşma yapıp ancak bazı maddeleri Kırımda henüz yapılmadı ğı için bu maddeleri yerine getirmek üzere Şahingiray biraderi tarafından murahhas olarak elli altmış mirza ve Tatar ile Petersburg'a gittiğinde eğer Rusya, Dev leti âliyye ile sulh yaparsa Kırım ahalisi yine Ruslara tabi olalar diye bir sened yapıldı. Şahingiray mühürle di, diğer mirza ve Tatarlar işin sonundaki kötülüğü arı layıp sezerek mühür basmadılar. Şahingiray'dan ayrı lıp, onu Petersburg'da bırakarak Kırım'a geldiler. Ola nı biteni anlattıkları zaman Kırım ahalisi tümen tümen dağlara çekildiler ve asker toplamağa başladılar. Rus lar her tarafı ele geçirmiş olduğundan çare bulamayıp TARİHİ CEVDET
121 anlaşma yapılıncaya kadar bu karışıklık devam etti. Bu sırada Şahingiray da Kırıma doğru çıkıp geldi ise de Kırım'a girmekten korkarak, hatta kardeşi Sahip girayla bile görüşemeden anlaşma yapılana kadar «Baltov» adlı kalede oturmak zorunda kaldı. İşte Kırım bu suretle Ruslar eline geçerek diğer yerleri de tarihlerde yazıldığı gibi Ruslar istilâ ederek, Tuna'nın öte tarafı bütün bütün Ruslar eline girdikten sonra, seksenaltı senesi sonunda ve Muhsinzadenin ikinci sadaretinde, Ruslar sulh isteğinde bulununca ordu efkânı da anlaşmadan başka çare olmadığını gör düklerinden, her iki tarafın kararı üzerine Bükreş'de meclis kuruldu ve konuşuldu. Murahhas Abdürrezzak Bahir Efendi eliyle bir andlaşma düzenlenip bir sureti İstanbul'a gönderilmişti. Ancak bu andlaşmada, Tatarların hürriyete kavuş ması Kerş ve Yenikale'nin Ruslar elinde kalması ve Rus tüccar gemilerinin Karadeniz ve Akdeniz'de ser bestçe gezip ticaret yapmaları yazılmış, ve bunlar sulh andlaşmasmın esası olarak öne sürülmüştü. Özellikle Tatarlara hürriyet verilmesi, Rusların başta gelen is teklerinden olup, Ruslar bütün bunları elde etmek için Kılburun kalesini yıkmayı, belki de geri verip yerinde bırakmayı. Kırımda para basmak ve Hutbenin yine Devleti aliyye adına olmasına ve Devleti aliyye Kı rım'dan bütün bütün ilişiğini kesmemek üzere yeni kale ile Taman arasında bulunan adada bir kale bina etmesine razı olmak ve ellibin kese akçe tazminat al mak isterken ondan da vaz geçmek gibi türlü kolaylık lar göstermişti. Ordu erkânı o zamana ve gidişe bakarak bu anlaş maya hep birlikte razı olmuşlarken İstanbul'da olup da ordunun halinden habersiz olan devlet büyükleri ve yö 122 AHMED CEVDET PAŞA neticiler Kırım'ın hürriyetine ve gemilerin seyri mad delerine razı olmadıklarından tekrar muharebeye baş landı. Olacağı şu idi; Rusların Tatarlara hürriyet ver mek maddesinde bu derece ısrarı, Lehistanda yaptığı gibi bu vesile ile Kırım içine karışıklık ve kargaşalık sokmak, ileride Kırım diyarını da Kazan ve Ejderhan gibi ele geçirip oralara yayılmak maksadından ibaret olduğunda şüphe yoktu. Eğer ordunun bir parça hare ket kabiliyeti olsa, hiç olmazsa Tunanm beri yakasını elde tutup korumaya gücü yetse, o sırada Rusların da bazı iç karışıklıkları ortaya çıktığından bize çok kötü lüğü olacak bu anlaşmadan kurtulmak mümkündü. Çünkü Rus askerleri hernekadar bu ana gelinceye dek galibiyet kazanmışlarsa da, seferlerden ötürü Ruslar da malî sıkıntılara düşmüşler bunun için de halka zu lüm ve baskı başladığından, sonra orduda noksan erle rin yerine koymak için zaman zaman ahaliden asker yazdığından, Rus halkı Katerina'ya kırılmış ve Rusya nm heryeri yıkılmağa yüz tutmuştu. Para yardımı için, İngiltere tüccarına günden güne açık pazar olduğundan, bunun da içde kendisine başlıca ziyanı olmuşdu. Kazan taraflarında Tatarlardan bazıları itaatten çıkarak o ha valinin harab olmasına sebep olmuşlar, sonra da bir takım çok miktarda asker toplayarak, Ruslar ile mu
harebeye tutuşmuşlar ve karşı koymağa başlamışlardı. Böylece Katerina de Devleti aliyye ile anlaşmayı ça buklaştırmağa mecbur oldu. (1188) senesinde Rus as keri Tuna'nm beri tarafına geçip Şumnu'da Osmanlı or dusunu kuşatmıştı. Ordu içine türlü ayrılıklar ve kar gaşalık girdiğinden, çaresiz sulha razı olup, konuşma memurları da işi çabuklaştırıp ve her nasıl olursa olsun bir yüze çıksın diyerek bu kadar asker ve mühimmat kaybından sonra yine Bükreş'te kararlaştırılan madde TARİHİ CEVDET 123 leri ziyadesi ile kabul edip, Kaynarca anlaşması gibi muzır bir muahede yapılmasına mecburiyet hasıl oldu. Sabık Kırım Hanı Dördüncü Devletgiray Han ile Canikli Hacı Aü Paşa (1187) senesinde Kırım'ı kurtar maya memur edilip Taman dolaylarında Nogay ve Çer keş kabilelerini toplayıp (1188) senesinde Kırım'a gir mişti. Kırım ahalisi anlaşarak beraberlik içinde düş mandan intikam almak için ayaklandılar. Galibiyet Is lâmlara yüzünü göstermeğe başlamışken Kaynarca mu ahedesinde, Kırım serbesttir, şartı olduğundan çaresiz Hacı Ali Paşa da kışlamak üzere Kefe kalesine döndü. Bu seferin Devleti aliyyeye yaptığı fenalıklar say makla bitmez. Hattâ Osmanlı topraklarında at neslinin bundan sonra kaybolduğu ve battığı söylenir. FEZLEKE Devleti aliyye şeceresini evvelâ Şah Osman G*** Hazretleri ekip, kendisinden sonra gelenlerin yeni geliş me himmetleriyle terbiye olunup Kanunî Süleyman Haz retlerinin zamanında yükseliş çağma ermiş ve sonra ihtilâllerin karanlık ve kuşkulu günlerini kâh munta zam ve kudretli oluşun, baharım görmüş ve bazı sarsın tılara uğrayarak fena bir hale gelmiş iken, îkinci Mah mud Han Hazretleri, elinde tuttuğu yükseliş meş'alesi ile hükümet şeceresine musallat olan keder verici mas rafları keserek Devleti bu zararlı sebeplerden temizle dikten sonra onun hayırlı halefi zamanında adaleti sa yesinde emin ve rahat olduğumuz ve iyi günlerini gör düğümüz Sultan Abdülmecîd Han Hazretleri, aldığı bil gili tedbirlerle Saltanat şeceresine yeni bir gelişme ve hayat sağlamıştır. BEŞİNCİ BÖLÜM (Devleti aliyye kanunlarının ne veçhile bozulduğuma dairdir). Bizden önce gelenlere gizli olmayan incelenmiş ha berlere göre Devleti aliyye Kanunî Sultan Süleyman Han Hazretlerinin saltanatı zamanına gelinceye kadar sade bedevilerin durumuna yakın bir halde olup toprak lar genişledikçe usûl ve kaideler konulmuş, gerek sal tanatta gerek halk içinde süs, ziynet ve ihtişama, sefa hatin karışık sonlarına bir gün istek ve arzu duyulma mıştı. Sultan Süleyman zamanında ise kısa zamanda bir çok memleketler daha Osmanlı toprağına katılmış dev letin sınırları genişlemiş ve memlekette üstün derecede artan zenginlik, tabiî olarak durumun değişmesine se bep oldu. Bu da dünyada tabiatin gelişmesi icabı oldu ğu cihetle; niçin oldu? Bedeviler gibi kalınmış olsa da ha iyi olmaz mı idi, denilmekle zamanın zorunlu hüküm
ve emirlerini inkâr demek olur. Zira her insan topluluğu zorlanarak bu köprüden geçmiş ve zaman hükmünü anlayıp takdir etmeyerek tabiatin gidişine karşı koyup da eski durumunda kal makta direnen ve ısrar eden kavimler, boşluk ve yok luk denizine düşmüştür. Şu kadar devlete göre en bü yük tehlike ve korku ve millet topluluğunun bedeninde çok büyük tehlikeli hastalık bir durumdan diğer duru ma geçiş sırasında olup bir hastalığın iyiliğe dönüşü zamanında ziyade dikkat ve ihtimam olunmazsa, hasta TARİHÎ CEVDET 125 İlk yeniden ortaya çıkar ve zaten zaif olan vücûdu bü tün bütün berbat etmesi, nasıl tecrübe ile biliniyorsa, devletlerin de durum değişikliklerinde eski haliyle gir meye mecbur bulunduğu yeni duruma geçiş, dikkatle incelenerek, akıllıca yapılmadığı ve hemen usûlleri de ğiştirmekle eski durumun sonu gelmiş olacağından, bünyesi zayıf olan devlete, birdenbire sarsıntı verildiği halde kolayca selâmete çıkmak kolaylaşır. Aksi halde bu çabuk akışın su yolları tıkanmazsa etrafını basıp harab eder. Zamanın icabeden değişikliklerine karşı du rub da değişiklik olmasın diye çabalamak bunun benze ri olup böyle düşünen hükümet yöneticileri devlet bah çesini sel altında bırakıp darmadağın edecekleri delille ri Ue görüşten uzak değildir. Kısaca reformdan uzak kalmak Allahm namus has sası olup insanlık kanunları zamanın hükmü ile değiş mekle, ikiyüz sene evvel pek mükemmel ve hayırlı diye kabul olunan bir kanun ve usûl, o vakitten beri kavmin mizacında ve dünya milletlerinin gidişinde meydana ge len değişiklikler dolayısiyle bir işe yaramaz dereceye gelmek tabiatin emri olduğundan, devlet bakanları için asıl lâzım olacak, kabullenilecek olayı düşünüp tartış mak ve devletin bugünkü ihtiyaçlarına ve zamanın hük müne göre incelemek ve yorumlamakla idareyi ona uy durmak ve mevcud nizamları göz önüne alıp, ince yerin de duruma oturtmak mes'elesidir. Bu istenilenlere yaklaşma yollarının biri ve belki en kestirmesi bağlı oldukları devletin eski kanunları ve eski durumu ile kabullenilecek gelişmeyi bilmek oldu ğundan, gerçekte saltanatı seniyyenin eski usûl ve ni zamları, tarih kitaplarında yazılı ise de ve bizim bu ta rihimizde tekrarı bazı mertebe sadetten hariç ise de bunların aşağıda olduğu gibi yazılması ve adı geçen ni 126 AHMED CEVDET PAŞA zamlara vakit vakit aciz olan kargaşalığın sebeplerini açıklamak hem iş görecek, gelecek kuşaklara küçük bir hizmet ve hem de aşağıda bildirilen tarihimizde adı ge çecek olan «Nizamatı Cedide»nin icablarını anlamağa kolaylık olur diye düşünüldü. Her devletin esas vazifeleri iki gerekçeye dayanır. Biri memleket içinde sosyal adaleti kurarak halkın hak larını hukuk çerçevesinde korumak. Diğeri, sınırları düşman taarruzundan muhafazadır. Her devletin ünü şerefi ve işlerinin yolunda gitmesi ile renkü parlak yük selişi bu vazifelerin güzelce yapılmasına çalışmak ve gayretle üstün başarı göstermekle olur. Devleti aliyye
de aslına bakılırsa bu gerekçelerin yapılmasına yüksek bir önemle bakılır ve hiç bir şey gözden kaçırılmazdı. Şöyle ki halk arasında adalet ile hüküm vermeğe me mur bilginler gayet toplu ve muntazam olduktan başka, gelmiş geçmiş Âli Osman Sultanları da pek ziyade titiz davranarak o zamanın gereği kendileri divan yerinde hazır olup memleketin iş ve meselelerini din ve devlet ile kayıt altında bulundururlardı. Hattâ Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerinin eski Divanhanede bizzat divan eylediği tarih sahifelerini süsler. Eyâletlerin idaresine memur olan beylerbeyiler ni ce zaman sancak beyliği etmiş, sıcak ve soğuk rüzgârı görmüş emektar zatlar ve sancak beyleri Din ve Dev letin iyiliğini isteyen, iş bitirir, tecrübe görmüş durum da kimseler oldukları halde, suç ve günahları olmadık ça işten el çektirilmeyip, uzun zaman makamlarında sü rekli olarak kaldıklarından, güç ve kuvvetleri üstün olup hazer günlerinde şehir ve kasabaları îmar ile özel likle halkm üstün seviyede geçimini gözden ayırmaz lardı. Seferde çok teçhizatlı ve silâhlı askerleri ile se fere koyulurlardı. TARÎHI CEVDET 127 O vakit Avrupa devletlerinde muvazzaf ve daima eğitim gören harbe hazırlanmış asker olmayıp gerekir se etrafdan asker, çağırıp toplamışlar iken, mevkibi Hümâyûna özel Kapıkulu adlı ulufe alan daima hazır, emir ve ferman bekler ocak birlikleri vardı ki bunların yaya yürüyenleri Yeniçeri ortalan, atlıları altı bölük yani Ebnâyı Sipahiyan ve Silâhtar ve Gurebayı yemin ve Gurebayı yesar ve Ulûfeciyanı yemin ve Ulûfeci yanı yesar ocakları halkıdır. Yeniçeriler, daima kışlalarında oturur, eğitim ve harb san'atını disiplin içinde öğrenir, Seferi Hümâyûn olunca hemen her orta kazan ve erlerini alarak büyük bir istekle muharebeye giderlerdi. Subaylarının emirle rine baş eğip baş üstüne derler, itaatleri bu yüksek se viyede olarak gittikleri yollarda reayaya kötü denilecek üzücü olaylardan kaçınırlardı. Böylece muharebe yeri ne geldiklerinde cenk pazarından can alıp, can vermek hülyası ile kışlalarında bu günü beklemişler ve küçük lükten beri, canım feda olsun düşüncesiyle eğitilmiş, cenge çok istekli ve hırslı bir birlik olup tehlikelerden ve can korkusundan ürkmeyerek düşman karşısında göğüs gerip durduklarında, galibiyet ve zafer kendüeri ne ayakdaş ve arkadaşdı. Hepsi bekârdı fakat yaş haddini doldurup işe ya ramaz (ameli mande) olduklarında tekaüt ulufesi ih san olunduktan sonra evlenirlerdi. Hazer günlerinde ye niçeri ocağı için yedi senede bir kere «Kapu» olup yani defter açılıp ne kadar noksan ortaya çıkarsa acemi oğ lanları kışlalarından o kadar er çekilir ve yeniçeri ya zılırdı. Cebeci ve topçu ocaklarının nizamları da bu dü zende idi. Acemi oğlanları Devşirme çocuklardan ibaret ti. Bunlar küçük yaşta alınıp Türk dili ile eğitilir ve İslâm terbiyesi ile yetiştirilir, bir çok zaman kışlada ka larak tam değerde kul oldukdan sonra Enderunu Hü 128 AHMED CEVDET PAŞA mayûn Ağalığına uygun olanları Enderunu Hümâyûna diğerleri de Öbür ocaklara yazılır (tashih olunur) ve bu
suretle toplu olarak eğitim görürlerdi. Devşirme, mut laka Arnavut, Boşnak, Bulgar, Ermenilerden olup, baş ka milletten ve soydan ve şehir çocuklarından olmazdı. Fakat yeniçerilerin oğullarını acemi oğlanları kış lalarına almak caizdi. Onlar da diğer devşirmelerle bir likte eğitim gördükden sonra alman tertiplere göre ocaklara çıkarlardı. Evvelce adı geçen Süvarî ocakları için de gene yedi senede bir defter açılıp nekadar nok sanları ortaya çıkarsa Enderunu Hümayun ağalarının eskilerinden yeniçeri, cebeci ve topçu birliklerinden ya rarlığı geçmiş olanlardan o miktar adam yazılırdı. Yine söylersek Kapıkulu denilen ocaklar, halkı ge nel olarak Arnavut, Boşnak, Bulgar, Ermeni devşirme leriyle ocakzadelerden gelişmiş, ahalinin hiçbir sınıfı ile ilişkisi olmayan bir toplum olarak, hepsi küçüklük ten beri gereği gibi eğitim gördükten sonra, yoluyla ocaklara çıkmış ve sayesinde büyüyüp geliştikleri Dev leti aliyye uğruna can ve baş vermek kendilerine alış kanlık olmuş, seçkin disiplinli askerler olup, içlerine dışarıdan bir kimsenin girmesi mümkün değildi. İşte bu ocaklar, halkı Saltanatı Seniyyenin muvaz zaf askeri ve Orduyu Hümayûn'un asıl birliği olup, Devleti aliyyenin en büyük askerî kuvveti tımar ve zeamet erbabı idi. Bunlardan 200.000'e yakın süvari çı kardı. Onlar iyi teçhiz ve ikmâl edilmiş, disiplinli ve muntazam oldukları zaman çoğunlukla Kapıkuluna bi le iş bırakmazlar ve bunlar Padişah kulu olmaları ile, memleket içinde asî ve haydutların, eşkiyaların, ortaya çıkmasına engel olurlardı. Bunlardan yalnız Rumeli eyâletinin timar ve zeamet erbabı bir Devlete yeterdi. Zira önceleri yalnız Rumeli eyâletinde deftere geç TARİHİ CEVDET 129 miş 12.000 kılıç olup, her kılıca mutasarrif olan tımar lı, her 3.000 okçu için birer tam techizatlı ve silâhlı ce belisi ile Sefer eşmek kanun olduğundan Rumeli eyâle tinin Timar ve zeamet erbabı kanun üzere cebelileri ile 40.000 kadar olur iken bazı ocakzadeler hasbetenlillâh kanundan fazla olarak otuzar, kırkar, ellişer cebelileri ile Anadolu eyâletinde de defterde yazılı 1000 kılıç ve kanun üzere cebelisiyle, 17.000 er ve kanundan fazla ola rak cebelisiyle 30.000'den ziyade ve Diyarbakır ile Kur distan ve diğer eyâletlerin askeri de buna göre idi. 3000 akçadan 20.000 akçaya kadar tımar ve bundan yukarısı zeamet olup, terakkileri de yalnız muharebede liyakat göstermeğe bağlı olarak, tımar erbabından cenklerde en yüksek derecede yararlığı görülenlere 10 Akçada 1 akça terakki ihsan olunur. Fakat Seferi Hümâyûnda olağanüstü bahadırlık ve yararlık edenler zeamet'e hak kazanırlardı. Sancak beyleri bunların muharebe yerin deki kumandanları ve beylerbeyiler başbuğları maka mında olup disiplin işlerine alaybeyler memur idi ki, hep tevcihat onların arzları üzerine yürür ve mahlûlatı (açık vazifeler) beylerbeyiler hak edenlere verip fakat tezkereleri Dersaadet'e takdim ile «Berat» olunurdu, Doğrudan doğruya İstanbul'dan bir ferde timar verilir ve ne de terakki ihsan olunurdu ne tımar, ne zeamet bir kimseye arpalık ve başmaklık olmazdı. Zeamet sahih leri, timarm büyükleri demek olup zeametin değeri ve göz doldurması ne derecede olduğu bundan anlaşılır ki,
başlangıcda dergâhı âli kapıcı basıları sancak beyliği ne ve beylerbeyiliğine müstahak rüzgâr görmüş iş biti ren, istekli içten bağlı zatlar oldukları halde arpalıkları 19.999 akça olup zeamet derecesine varmamak için on dan ziyade olmaz. F. 9 130 AHMED CEVDET PAŞA Ve Haseki kadınlara başmaklık adiyle maaş tahsi si lâzım gelince Has karyelerinden yine 19,999 akçaya kadar akça tayin olunarak, yine 20.000 akçaya çıkarıl mazdı. Tımar ve zeamet erbabı babadan oğula Padişah dirliğine el koymuş hep kişizade ve herkesçe bilinen, tecrübe görmüş zatlar olarak bir deyimle milletin en şerefli kimseleri makamında bir mümtaz tabaka olup dışarıdan hiç kimseye timar ve zeamet tevcihi tam ola rak yasak olmakla, içlerine haberleri olmadan girmek mümkün olmadığından eskiden olduğu gibi çoğunluk oldukları gibi gayet mazbut ve üstün değerli, Devlet ve millet ne demek olduğunu tanır bir toplum oldukları halde, her biri kendi sancağı içinde bulunmakla istenil diği zaman hepsi bir kaç gün içinde hazır ve emri bek ler duruma geçerlerdi. Rumeli tarafında 40.000 yörükân ve müslüman, Anadolu eyâletinde 30.000 yaya olup, sefer Rumeli'de olursa yörükân ve müslümanlardan 5.000 6.000 er; Anadolu yakasında olursa yayalardan 3.000 4.000 er Seferi Hümâyûna memur olarak, bunlar Metris ve top hizmetlerini if a ve orman kesip yol açmak gibi işleri yapmaları ile timar ve zeamet erbabı ellerine kazma kü rek almak gibi bayağı işlerden uzak tutulmalarıyla yal nız cenge kendüerini verirler ve öyle çalışırlardı. Bunlardan başka Rumeli yakasında 20.000 defterli Akıncı olup sefer olunca Akıncı Beyleri, takımı ve gö nüllü olmak üzere 40.000 50.000 kadar çevik süvari ile muharebe sahası düşman memleketi içinde kurulup, sınırdaki müslümanlar sağlam ve esen kalır. Düşmanın böyle oyalandığı sırada ordu da yetişerek harb sonucu kazanılırdı. O vakitte Tatar birliklerine asla ihtiyaç yoktu. Adı geçen askerî sınıflar istenildiği zaman, is tenilen yere hareket edebilen bir yere saplanıp bağlan TARIHI CEVDET 131 mamış olarak bunlardan başka Hakan kalelerinin mu hafazasına memur, yerli ve muvazzaf mustahfaz asker leri olup, onlar da memur oldukları kale ve toprakların muhafazasına canlarım verirlerdi. Bahadır fedai yiğit ler olmaları ile sınırlarımız tam emniyette bulunurdu. O zaman Devleti aliyyenin Deniz Kuvvetleri de bunlar kadar mükemmel ve çok muntazam halde idi. Bunlardan başka özel kritik yerlerde Beşeli adında bir sınıf asker de vardı, istenildiği zaman yevmiye ile de asker toplamak ve kullanmak mümkündü. Monte Kokoli harp fenni adlı meşhur kitabında der ki : «Osmanlı askeri ulufeye yahut tımar veya zeamete mutasarrıflardır. Fakat ihtiyaç duyulursa Levend, Sa nca, Sekban adında piyade ve süvari askeri yazarlar. Bunların esamileri olmayıp bizim durumumuzdaki gibi seferde hizmet ettiği günlerde yevmiye ücreti alırlar. Osmanlı süvarilerinden Beşeluyan ki atlı Muhafız ola
rak bir nevî askerdir. Engürüsdeki Hüsar süvarisine benzer. Madem ki Osmanlıdan korkup kuşku içindeyiz o halde daima hazır ve amade askere muhtacız». Ve yi ne Monte Kokoli bu kitabında Devleti aliyyenin kuvvet ve kudretini vasıf ve tarif ederken der ki: «Osmanlı Devleti o kadar kuvvetli ve o kadar kudretli bir salta nat! kahiredir ki, gözü pek korkusuz cenkçi, harekâta ve sefer eşmeğe alışık hesapsız sayıda askeri daima eği tim görmüş ve emir bekler durumdadır. İstenildiği za man yürüyüşe geçer ve hareketi haberi duyulup dağıl madan sayısız en seçkin askeriyle istediği yere varıp harp sahasına girmiştir. Milâdî (1660) senesinde gemi lere manda ve öküzleri koşup Tuna yolu ile Belgrad'a Ösek'e ve Budin'e çektirdikleri gemiler ve ulaştırdıkla rı yiyecek ve mühimmat tarif sınırı dışındadır. Osmanlı usûl ve kaidesine göre yüze çıkarıp gösterdikleri teda 132 AHMED CEVDET PAŞA rik ve yürüyüşünü tam tersini yaparlar. Niyet ve mak satlarını gizlemek için ikmal işlerinde yürüyüş ve ha rekatta bin türlü şekilde durum göstermişlerdir. Nice seneler Venedik seferi için aralıksız çalışma gösterişi yapıp ansızın Erdel kralı Rakoçi üzerine sefer ettiler. Ve bir müddet Balat üzerine tedarik görüp ansızın Girit üzerine hücum ettiler. Vaktiyle tedarik görmek Romalıların eski usûl ve kaideleri olup, Osmanlılarda ortaya çıktıkları günden bu yana onların tuttuğu yolu takip edegelmişlerdir. Osmanlı ordularında, Beldar. Neecar, Sina, Binr ve esnaf amelenin çokluğu şaşıla cak derecededir. Kılavuz ve casusları çoktur. Topları ve mühimmatı gayet çok olduğundan sefer esnasında et rafdan bir nice amele ve yardımcılar toplayıp işe koş tururlar. Üstadları ve özellikle topçuları Avrupa'dan kaçan dinini değiştirip müslüman olanlardır. Diğer mil letlerin takat getiremedikleri güç ve müşkül işler, Os manlıya kolay gelir. Metrisleri gayet sağlam ve iyi tah kim edilmiştir. Metrislerini ve yürütmekde çabuklukla rı çok bambaşka ve hayret vericidir. Osmanhya ayak kurşundan ve el demirden gerek demişler, darbı mesel dir. İşte bunun için o vakitler Osmanlı toprakları zu lümden, baskıdan uzak ve serbest sınırlarında ufak hu dud olaylarından bile masum olmayla sefer ve hazerde ahali asayiş ve huzur içinde ve memleket günden güne şen ve mamur olmakta ve Devlet daima kuvvetlenip genişlemekte idi. Özellikle Sultan Süleyman Hazretleri nin yüz yılında Devletin Kara ve Deniz kuvvetleri pek çok olmakla, sindiren kuvvetli sesi, ve saltanatı dünya yı yerinden oynatmıştı.. Ancak Devletin gelişme tepe noktası onun zamanında olduğu gibi bir çok ihtilâl sebep leri de o vakit gelişmeye başlamışdır. Fakat kuvvet ve TARİHİ CEVDET 133 kudreti tepe noktasında olduğundan ve kanun maddeleri nin karışıklığı ekseriya mâkûl yüzeyde, ayrıntıları ile baş layıp yavaş yavaş bütünlükle darmadağın ve karışık hâle geldiğinden, başlangıçda hissolunmayıp bir zaman sonra, tepkileri ortaya çıkmışdır. Şöyle ki Sultan Süleyman asrında Devletin büyük lük ve parlak görünüşü kemâle gelerek itibardan şıma
rıp istenileni özellikle kabul etmeyip yalvarmağa zorla mak, saltanatı bendegândan memleketin ileri gelenleri bazı hiyerarşide görünmemeye meyi ve istek başlamış bizzat divanı Hümâyûna hazır olmayı terk edip ancak kafes arkasından divan işlerini duymakla yetinmişler dir. Ordu muharebeye gidişlerinde ve hazer günlerinde bazen Edirne ve Yanbolu şehir ve kasabalarından gelip geçerken aracı kimsesi olmayanlar hallerini arz edebil diği için bir çok ahvali duyarak memleket işlerine bağlı çalışmaları tepe noktasına eriştiğinden zamanında mem leketler şen ve esenlikle mamur ve ahali Osmanlı idare sinin gölgesinde kimseden aman dilemeden emniyet için de idi. aslında vezirler içinde likayat ve kifâyetçi üstün vasıf ve meziyette olan ve zaten zamanında değer sa hibi olanlar sadrâzam olup vezaret bile nice zaman san cak beyliği ve beylerbeyilik ettikten sonra niha yet Anadolu, sonra Rumeli beylerbeyisi olarak rüzgâ ra tecrübesini görmüş geçirmiş dünyanın sıcağını soğu nu görerek dünya işlerine gereği gibi anlayış edinmiş zevata tevcih edilirdi ve bütün tevcihatmda verilen bir şeye karşılık olmayıp rüşvet de alınmayıp herhalde ehil olan ve hakkı olan görüp gözetilir iken, Sultan Süley man bu eski geleneğin tersine, dışına çıkarak has oda başı İbrahim Ağayı birden sadaret makamına getirdi. Gerçekde Sultan Süleyman bizzat Devlet işlerini 134 AHMED CEVDET PAŞA görmeğe kendini adamış, ihtimam gösterir kimse idi. Vezirleri kendine âlet edinmişdi. Her kim veziri azam olsa Devlet işlerine sarsıntı ve karışıklık gelmeyeceği açıkça bilindiğinden işlerin büyük bir kolaylık içinde gön lünce yürüyüp akması için, böyle elinin altında yetişti rilmiş bir zatı sadarete getirmesi, kendi zamanında işle rin gidişine aykırı olmadıysa da bu yönde kendinden son ra gelenlere kötü örnek göstermiş olduğundan, kendin den sonra gelenler de zaten sevdikleri özel bendelerini vezir etmeğe başladılar. Bu gibiler ise gençlik, tecrübe sizlik çağında nail oldukları sevgi ve iltifata mağrur ola rak çağının isme ve gidişini bümediği gibi bilen erba bından da sormaya da tenezzül etmedikleri için, hemen kendi başına iş görüp kanun ve kaideye uymadan hare ketle, iş artık zatiyata intikal ederek hakikaten iş gör mek asıl maksadı düşünülmez olduğundan. Devletin ni zam ve intizamı darmadağın olmuş, karışmış, kuvvetin de zayıflamaya dönüş başlamıştı. Ne kadar söylense, İkinci Selim tahta geçtiğinin ilk gününde yeniçeri ağasını Kaptanı Derya yapmış, o da denizcilikten haberi olmadığı için, aşağıda anlatılaca ğı üzere İnebahtı limanında Osmanlı donanmasını yak mış ve işte o vakit Osmanlı Devletinin Deniz kuvvetleri, seviyesinden düşmeğe yüz tutmuş idi. O bir de tımar sa hipleri haysiyet ve nâmusdan olan ve mülâzimlik hiz meti görülenlerden hakkı olanlara tevcih oluna gelir ken, Sultan Süleyman asrında Çaşnigir başılıkdan bey lerbeyiliğe çıkan Hüsrev Paşa rüşvet ile tımar vermek gibi bir kötülük ortaya koydu. Sonraları bunun pek çok zarar ve ziyanları görüldü.» Monte Kokoli adı geçen kitabında Osmanlı Devleti Serdarı ekremlerinin harpde hüner ve maharetlerini,
duruma hâkim olup muharebe emir ve işlerinde istek ve TARİHÎ CEVDET 135 çabuklukları, Allah'ın önünde binlerce tahsin ve aferine değer diye övdükten sonra bunun sebebini böylece an latmışdır. Osmanlı vezirleri büyük işlere istidat ve liya kat kazanmak için daha küçük yaşlarında harp hizmet lerinde kuUanüıp, böylece mühim Devlet islerine ahşarak melekelerini arttırırlar ve basamak basamak yavaş ya vaş rütbelerine erişirlerdi. Osmanlı memleketlerinde ge niş memuriyet kanunları içinde, memleketten memlekete gönderilerek veya seferden sefere gidip gelerek gençlik lerinden, yorgun yaşlılık yıllarına varınca türlü harp si lâhlarını kullanmakda, emir vermek ve emrin yapılma sında duruma hâkim olarak hükümet ile bilgilenip en yük sek seviyeye çıkarlardı. Fakat açıklamadan yapamıya cağız bu zamanda nice olaylardan sonra, Osmanlıların arasında da harp fenninin öğrenim ve eğitimiyle, idmanı ve tatbikatı nizamma halel gelmiş bu hüner ve mari fetin gelişmesine korku ve bıkkınlık gelip, Serdarlığın şanına ve şöhretine kusurlar gelmiştir. Zira Padişah sa rayı ileri gelenlerinden bir nicesi çırak çıkarılıp serdar nasp ve tâyin ile hatırı sayılır bu Devlet işi, harp bunun yapamıyacağı kudretle kendine yüklenir diye yazılmış tır. Aslında Padişah ile veziri âzamları arasına kimse müdahale edemezken, üçüncü Sultan Murad asrında ne dimleri ve yakınları Devlet işlerine sokulup sadrâzam lara nice akıl ermez işlerin yapılmasını teklif eder, eğer "kabul etmezse hepsi birleşip huzurda fırsat düşünüp tür lü iftiralarla Padişahı kızdırıp öfkelendirerek, kimini öldürtür kimini de sürdürürlerdi. Böyle bir çok zaman sadrâzamlar ister istemez enderun halkına uyar ve ha valarına uygun iş görmeye mecbur olurlardı. Onlarda korkusuzca her Devlet işine müdahale ederler ve istedik lerini yaptırırlardı. 136 AHMED CEVDET PAŞA (900) Yil'nda Şehzade Sultan Mehmed'in sünnet düğünü olup bir iki ay uzaymca etraf ve nahiyelerden sayısız halk toplanmıştı. Düğün şenlikleri sonunda bu kadar baldırı çıplağın memnun edilmeleri istendi. Hepsi yeniçerilik isteyince istedikleri yapılsın diye yeniçeri ağası Ferhat Ağaya irade buyuruldu. Halbuki ötedenbe ri eski yeniçeri erleri usûl ve nizamı gereğince acemî oğ lanları kışlalarından alınmak kanun idi. Ferhat Ağa ocak subayları ile görüştükten sonra bu suretle ocağımıza ye tişkin olmayan yaban erlerin girmesi ile ocakta süre ge len kanun ve kaide elden gider Osmanlı Devletine bunun büyük zararı vardır dediler ve birlikte karar almışlarsa da işin sonunu düşünemeyeri bazı nedimler ve yakınları bir arada istek ve ısrar ile tekrar Padişahdan irade çı karmışlar, Ferhad Ağa da bu işten çekilip, yerine geçen Yusuf Ağa çırağı adiyle bu adamları yeniçeri ocağına alarak bir fesad tohumunu ekip gitmiştir, ki, sonra ge lenler de böyle birer hâdiseyi fırsat bilip türlü adla ve sudan sebeplerle soyu ve ahlâkı ile mesleği ve mez hebi bilinmez şahıslar yeniçeri içine alınmış, böylece Devletin kendi eliyle terbiye ve eğitim gösterdiği ace mi kışlaları fidanlığında yetiştirdiği muntazam ve itina
gören ocağa incir dikilmiştir. Zira ocağın kanununda bir gedik açılınca bir daha önü alınamayıp aslında Padişah ulufesine mutasarrıf olanlar vükelâ ve vezirler ve diğer memur dairelerinde istihdam olunmak ele geçmez iken, ve yeniçeriler genellikle kışlalarında olmak şart olarak dışarıda bir kimsenin bulunması ve ihtiyar işe yaramaz iş göremez olmadıkça tekaütleri tam olarak yasak iken, ondan sonra yeniçeri ulufeleri hademeye verilmeğe, genç ve tuvana yiğitler tekaüt olmağa ve adım adım bu fena lıklar artarak yeniçeri ağaları ve ocak subayları ve ka lemi ile kâtipleri neferat esami ve terakkilerini düedik TARİHÎ CEVDET 137 lerine satıp, satışa çıkararak çıraklık ve irad adiyle bahşedip vermeye ve nihayet yeniçeri esamileri mukataa ve isham gibi alınıp satılmağa başlamakla, ekserisi En derun ve Birun ileri gelenleri ve ilim adamları daireleri ne, bunların kulları ile hizmetkâr güruhuna geçip ve bunlara kapulu adı verilip kışla mütevellileri bunların mevacib'ini biraz noksan vermeğe alışıp yedikleri için yeniçeri esamisi günden güne artmakta olduğu hâlde, se fere gidecek erleri azalarak nihayet yeniçeri kışlalarında Baş eski ve Bayraktar adiyle bir kaç iş görmez derbe derler ile Karakullukçu ve Aşçı makulesi bazı biçareler den başkası kalmayıp yeniçeri esamisi evvelkinden bir kaç kat artmış olarak mevaciblerine Devlet hazinesi da yanamaz olmuşken, mevacib çıkarılması vaktinde güçlük le bulunan büyük miktarda akçayı, sefere gitmez kolluk beklemez Devletin bir işine yaramaz esnaf tüccar birine tâbi olanlar ve hizmetkâr güruhundan yolunu bulup te kaüt esamisine geçirilenler aldıklarından, sefer için şöy le dursun kolluk beklemek için lâzım olan erler, kışlalar tarafından ücret ile tutulurdu. Halbuki İstanbul'da bun ca esnaf ve aşağı tabakadan başka taşralarda nice yüz bin kişi birer ortadan dem vurarak yeniçerilik iddiasmda olduklarından askerî tahsisatı yiyecek yeri arpalık edin miş olan bir takım ocak kokonosları, bir karışıklık çı karmak isteseler sözü ayağa düşürüp ve nice düşük in sanları yeniçeri adiyle kazanların başına üşüşüp isyan eden bir topluluk teşkil edebiliyorlardı. Aslında ise yeniçeriler itaatli, ferman kabul eder bir asker olarak kırkı bir kıl ile yedilir tabiri haklarında ge çerli olup şayet içlerinden ocağın kanun ve erkânına ay kırı hareket edeni olursa, ocaklısı korumadıktan başka kendileri davacı olarak cezalandırılır ve başı koparılır ken kanunlarının ve nizamlarının yukarıda belirtildiği 138 AHMED CEVDET PAŞA bozulmasından sonra ele avuca sığmaz bir güruh eşkiya ve ortaları müttehim ve canüere yatak yeri olarak mem leket işlerinin iyisini kötüsünü ayırıp eleştirmeden, biz bu maddeyi istemeyiz diyerek Devlete ve Dine faydalı bir çok tedbirlerin geri kalmasına ve Sultana karşı koymak gibi bir çok ıezaletlere sebeb olup, asır geçtikçe ihtilâlci ve karıştırıcı hâlleri de arttığından bunların yüzünden Osmanlı Devletinin gördüğü fenalıkların miktarı anlat mak ve yazmakla bitmez. Kısaca isyan ve eşkiyalık için yoldaş yokmu denilse her köşeden yeniçeri adiyle sayısız eşkiya ortaya çıkıp, onların yeniçerilikleri hep cezadan ve başlarının kesilmesi mümkün olmayan her türlü yü kümlülükten uzak olarak serbest ve laubali gezmek için
olup, yoksa harp ve cihâdı asla görev bilmediklerinden, sefer için asker bulunmaz olup ve Seferi Hümâyûn or taya çıkınca yeniçeri istenüdiği vakit orta adiyle kazgan, çorbacı, odabaşı, aşçı ve bir kaç nefer karakullukçu ve yirmişer, otuzar miktarı tutma nefer çıkıp sual sorulsa neferlerimiz Anadolu ve Rumeli yakalarından gelir diye cevap verirler, onlarda her kazanın serdarı maiyetiyle gelmek lâzımken serdarlar beşer onar adam ile çıkarak geri kalan bir miktarı serdengeçti bayrağiyle gelip on larda ancak her bayrak yüzyirmişef nefer olmalı iken otuzar kırkar ve nihayet ellişer altmışar ırgat makûle siyle, geçtikleri yerlerde mal çalmak ve namusa tecavüz ederek orduya geldiklerinde de durmayıp hemen bir ta raftan kaçarlardı. Kalanı harp meydanında bir top atıldığı gibi orduda bulduklarını yağma ederek kaçıp, ortalar çorbacıları ve birkaç subayları ile kalırdı. Ocaklar mevacibi adiyle Devlet hazinesinden çıkan bu kadar bir kese akça şuna buna yiyim yeri olduğun dan neferlerin eline giren az bir şey olduğundan icab TARİHİ CEVDET 139 •edince subaylarından neferleri istense yeniden tashih ede lim ve dalkılıç yazalım diye cevap verirlerdi. Halbuki ye niden yazılacak olanlar Dirinti makalesi olmakla bir işe yaramayıp beyhude yere asker, mevacib artarak hazineye bir kat daha sıkıntı getirilmiş olur. Gerçekte bu kabil den ilâvelerin mahlulâtdan takas olunması, kabilse de mahlûilat da ocaklı elinde olmakla istedikleri kadar şey gösterip geri kalanını gizlerlerdi ve bu yaptıklarında ken dilerini mazur ve mecbur görürlerdi zira yeniçeri ağaları nın tâyini sırasında kendilerinden açıkça ve gizli caize ve ubudiyet alınırdıki ikisi de rüşvettir. Onlar da kulkethüdâsı, samsoncu, zağarcı ve turnacı basılarla orta çorbacılarını ve serhadler yeniçeri subayla rını tâyin ederlerken çok büyük rüşvet alıp, bunlar da madunlarından rüşvet alırlar kışla mütevellileri ve ihtiyar lan verdiklerini çıkarmak için ve yiyicilerinden düşük olmamak için mahlûlâtı saklamağa mecbur olurlardı. İş te bu suretle serhad erleri mevacibinin çoğu İstanbul'da yağma edilip yok edilir gerisini de serhad ağaları yiyim yeri edinmekle Devleti aliyyenin yerli kulu adına olan muvazzaf mustahfaz askeri dahi perişan olurdu. Bosna serhad erlerinin nizami bir hayli vakit muhafaza olun muş ise de sonraları giderek bu fesad oraya da sirayet ederek, oralan da kaleler ve sair yerlerin hali de perişan olmuşdur. Kısaca Devleti aliyye vaktiyle kale muhafızlarına kâ fi miktarda ulufe tahsis etmişken bu mevacibin çoğunu yi ne İstanbul'da bulunan ocak subayları vesairleri alıp ye diklerinden, yalnız serhadlerin korunması için büyük mik tarda asker çıkarılmasına ve çok miktarda akça sarfına ihtiyaç duyulmuştur. Cebeci topçu ve arabacı ocaklarının hâli de yeniçeri ocaklarından beterdi. Bunların kolluk bek liyecek bir eri kalmayıp fakat kışlalarında iri destarlı 140 AHMED CEVDET PAŞA bir miktar kara kollukçuları vardı. Çünkü esamilerinin an cak onda bir kadarı ocaklarının olup gerisi kapulu oldu
ğundan ocaklarında ağa, kethüda, çavuş, çorbacı olanlar hâllerine göre üçyüz ve beşyüzbin akça yemeklik peyda edip nefer sorulsa omuz silkerek ve kendinden önce ge lenleri ileri sürerek şunun bunun yaptıklarını gösterirler di. Hele mühimmata ettikleri ihanetin sonu yoktu. Zira Sefer olunca sürgün avı gibi bir alay düşkün adamı topla yıp, yollarda mühimmatı dökerek ve arabalarını esnaf ve saire kiralayarak İstanbul'dan çıkan mühimmatın ancak yarısını yerine götürürler onu da düşman tarafından bir ayak patırdısı çıksa yerinde bırakıp kaçarlardı. Topçular ve arabacılar da beygirlerinin koşumlarını kesip üzerlerine binerek, topları arabaları ile bırakıp ka çarlardı. (992) tarihine gelinceye kadar süvari ocakları ile tımar ve zeamet erbabı içine de hariçden kimse sokulup kanun ve nizamları ihlâl olunmamışken (992) de İran Serdarı bulunan Özdemir Oğlu Osman Paşa yararlığı gö rülenlerden bazılarına iptida'dan dokuz akça ile bölük ve rerek süvari ocaklarına sokup bazılarına da üçer bin akça tımar için iptida emri verince hem süvari ocaklarına ve hem de tımar ve zeamet erbabı içine kanun dışı hariçden adam karışmıştı. Gerçekte Osman Paşa'nm bu soktuğu kimseler değerli zatlar olarak hak kazanıp bu mükâfata erişmişlerse de ne faydaki kanunu kadim böylece sarsık mış olunca ondan sonra gelenler iyi fena demeyip bir ta kım ne idüğü belirsiz kimselere bölüklere sokarak süvari ocaklarını karıştırmışlar ve dahada ileri gidilerek onların ulufeleri yeniçerilerin ulufeleri gibi şuna buna yiyim yeri olmuştur. Aslında bunların erleri İstanbul Edirne Bursa arasındaki kasabalar ve karyelerde oturmak kanun gere ği iken, bu hususta dahi kanuna uyulmayıp sağa sola da ğılmış olmaları ile her biri birer köşede yerleşerek umuru TARİH1 CEVDET 141 şer'iyye ve mülkiye memurlarının işlerine karışmaktan geri durmazlardı. Sefer olunca çoğu yerinden kıpırdamayıp ulufelerini, kimi subaylarına, kimi yoldaşlarına ısmarladıklarından sefere gelenleri azın azı idi. Çünkü aslında bunların erleri nin iptidaları, yâni tevcih kâğıtları ellerinde olup, meva cib çıktığı zaman İstanbul'a gelip ulufelerini alırlarken, bu kadar bir adam ulufelerini alıp gidinceye kadar türlü kötülüklere cesaret ettikleri içinde bu kötülüklerin önünü almak üzere her bölüğün erlerinin iptidaları çavuşlara ve rilirdi. Ulufeleri çıkınca çavuşları ellerinde olan iptida lara göre ulufelerini kaldırıp vilâyetlere götürmekle, ge nel olarak erlerin İstanbul'a gelmemesi uygun görülmüş ve bu yoldan esamiler torbalara girmiş ve giderek biri ölse çavuşlar esamisini sildirmeyip ulufesini hayattâymış gibi almaları duyulduğuna göre, her kim bölük halkından biri nin ölümünü haber verirse esamisinin yarısı kendisine ve rilmek usûlü ile, Beytüimâl korunmak istenmişti. Halbuki her mahlûl haber veren esamiye müstahak olmadığından böylece de bir çok esami müstahak olmayanların eline geç miş ve sonra mahlûllerini birer ikişer akça zamlar ve bö lüğünü değiştirip saklayarak, böylece mahlûlleri buluna maz olduğundan Beytüimâl korunamıyordu. Meselâ, torba sahibi subayların ölümünde torbalar, ağalar tarafından alınarak torba içinde ne kadar iptida varsa mahlûl olsun olmasın her iptidadan götürü pazar gibi miri için ikişer akça alıp diğerine verirdi. Ocak ağaları da ikişer akça caize zammederek her ölenin torbası içinde ortaya çıkan
esamiye, dörder akça zam ile satılmağa başlamıştı. Bu halde esami torbası olanlar da henüz verdiğini çıkartama dan borçlu olarak ölünce, ocaklar kuvvetinden düştü. Tor ba sahihleri verdiği akçayı ulufe çıktığında erlerin ulufe lerinden almağa başlayıp böylece esamisi torbada olan 142 AHMED CEVDET PAŞA neferatm eline bir şey girmez olunca sefere gelmez oldu lar. Süvari bölükleri için hazineden bunca mevacib verilir ken ordu da ancak biriki bin mevcudları olup onlar da İstanbul'dan olmayıp Sivas, Tokat ve diğer birkaç yer den idiler. Yukarıda açıkladığımız gibi yeniçeri esamisi gittikçe arttığı gibi işte bu süvari bölükleri halkı da artarak Ka nunî Sultan Süleyman zamanında yeniçeri 12.000 kadar ve 6 bölük halkı, 7.000 kadar iken, Üçüncü Sultan Murad za manında yeniçeriler 27.000'e ve bölük halkı 13.000'i bul muş ve Üçüncü Sultan Mehmed zamanında (1004) tarihin de yeniçeriler 45.000 ve bölük halkı 2.000 ve Birinci Sultan Ahmed zamanında (1018) tarihinde yeniçeriler 47.000 ve bölük halkı 21.000 esami kadar olmuştu. Bu suretle ortaya çıkan terakkilerin ise Devlet hazi nesinde karşılığı olmadığından eski tahsisat, bu kadar as kerin masrafına yetmiyerek sulh ve asayiş günlerinde bi le miri hazinesi askerî mevacibi ödeyemediği için, askerler içinde arasıra fitne ve fesat ortaya çıkardı. Halbuki vak tiyle çok azlık oldukları hâlde disiplinli ve muntazam ol duklarından pek büyük işlere yararlarken böyle ulufele rine hazineler yetmeyecek kadar çoğaldıklarından, nizam lan sarsılmış seferde işe yaramadıklarından başka or dunun içinde baş kaldırıp isyan ederek, orduyu parçalaya cak yolda bulunurlardı. Hazer günlerinde de birçok kar gaşalığa ve kötü işlere sebep olurlardı. İlk önceleri bölük halkı, gemi azıya alıp Devleti epeyce baskı altına alıp rahatsızlık verince, yeniçeriler ele alınıp onların kuvvetiy le Sipahi bölükleri halkının, yüze gelen karşı koymaları kesüip atılmışsa da, ondan sonra da yeniçeriler gem almaz olup, isyan ve eşkiyalıkları gittikçe artarak, Devletin ba şına daha büyük belâ oldular. TARİHİ CEVDET 143 Böylece ulûfeli, askerler çoğaldığı gibi ulûfeîi adamlar da çoğalınca, Devlet hazinesi altından kalkılmaz, sıkıntı i çinde karşılık bulmak için miri tekâlifi artırıp mülk ve yerleşmiş insanların imar işleri ile ilerlemeleri ve zen ginleşmesi esasına dayanmayan vergi artışı ise, halka zu lüm ve baskıdan başka birşey değildi. Bu da memleketle rin harab ve ahalinin bîtap olmasına sebep oldu. Bunun üzerine, sonraları ulufe alanların azaltılmasına çalışılıp hattâ İkinci Sultan Mustafa zamanında yeniçe riler 41.000'e ve bölük halkı 4.700'e kadar düşürüldü. Diğer ulûfeli kimseler de bu suretle epeyce azaltıl mıştı. Ulûfeli olanların çoğalması Devlet'i zarar verdiği gibi tımar ve zeamet erbabının da azalmasına sebep ola rak zararlı olmuşdur. Şöyleki tımar ve zeamet sahipleri, dirliklerinin bulunduğu sancak içinde oturmalar, kanunla rı gereği iken, Üçüncü Sultan Murad bu kanunu, kadımn tersine, vüzera emektarlarına tımarlar tevcih olunma ğa başlamış, bu da kötü örnek olarak git gide şehir hal
kından ve reaya sınıfından birçok soysuz ve nice ne idüğü belirsiz şahıslar ata binip kılıç kuşanıp, zeamet ve tımar erbabı içine karıştılar. Aslında bir eyâlet beylerbeyisi, bir tımarı, ehü olma yana verse müstahakları İstanbul'a gelerek şikâyetlerini arz ettiklerinde, o beylerbeyi Padişah tarafından azarla nır mes'ul olur, belki de işten el çekdirilirken, sonra tı mar ve zeametler doğrudan doğruya İstanbul'dan tevcih olunmağa başlamasiyle istihkak erbabının şikâyetini arz edeceği yer kalmamıştı. Üçüncü Sultan Murad zamanında eskiden olduğu gibi nedimler ve yakınları ziyadesiyle yüz bulmuş olduklarından müslüman gazilerin hakkı olan kar yeler ve mezreaların, bir yolunu bulup, kimisi berveçhi arpalık, kimisini temlik suretiyle ellerine geçirip kendile ri iyice doyduktan sonra da kendisine bağlı olanlarla hısım 144 AHMED CEVDET PAŞA larma pek çok tımar ve zeametler verdirdiler. Devlet vü İtelâsı da düşen mahlülâtın en iyilerini kendi etraf ve hı sımlarına vermeğe başladılar. Bu yönden başlıca tımar ve zeametlerin kimi arpalık, kimi başmaklık ve kimi havassıı hümâyûna mülhak ve kimi bedeni sihhatte olanlara te kaüdiye olmuştu. Bir takımı da ekâbir sepetine girip (Buradaki Sepet : Sepet tımar vardır o demektir) Başka adla tasarruf olunup dilsizler, cüceler, diğer ne dimler ve ocak ağalarının bu işi yapanlar, vezirler, ağa lar, beylerbeyiler, sancak beyleri ve bazı kâtipler elle rinde nice tımarlar bulunarak, kimi hizmetkârları kimi köleleri üzerine tımar berat ettirmiş olduklarından ad onların ve mahsul kendilerinin olurdu. Görüldüğü gibi tı mar ve zeametlerin bazısı da nedimlere, yakınlara ve di ğer taraftan birer verilecek yere vakf olunmuştu. Halbu ki bunlar cihad hakkı, gaza hakkı olan mîri arazı olarak bir cihete vakf ile kapatılıp hapsedilmeleri caiz değildi. Fakat mîri araziyi vakfetmek kötülüğü de Sultan Süley man zamanında ortaya konmuşdur ki, Rüstem Paşayı kendisine damad ve sadrâzam edip hakkındaki, tevec cüh ve iyi görüşü üstün derecede olmakla meramına mü saade ederek, ecdadı zamanında fetholunmuş bir çok kar yeleri kendisine temlik ve o da bazı cihetlere vakfetmiş ti, İşte bunların hakkında Koçi beyin, Dördüncü Sul tan Murad'a takdim ettiği lâyihasında der ki : «O ma kule sultanların hasları öldükleri zaman miriye alınırken sonra gelenler de vakfetmeğe başlayıp şer'i şerife aykırı Beytülmâlin, sırf hakkı olan bu kadar gelir yok oldu. Sevab itikadı ile vebale girdiler.» yine Koçi bey adı geçen lâyihasında der ki : «Şer'i şerife aykırı bazı temlikler ve vakıflar vardır. Gerçekte hayır müessesesi görünür ama, araştırılacak olsa Beytülmâlin yok edilmesidir. Zira Os manlı memleketlerinde olan karyeler ve mezrealar mah TARİHİ CEVDET 145 sulâtı Beytülmâl geliridir. Çünkü muharebe ve can verme hakkıdır. Şer'an muayyen masrafı vardır. Böyle şeylerin vak fedilmesi, nasıl doğru olur. Şer'an caiz olan vakıflar on lardır ki, eskiden gelen sultanlar fethettikleri memleket lerden müslüman olan halk için vakıflar koymuşlardır. Ne eski zamanda gazı beyler ve beylerbeyilikler Devleti âliyye sayesinde fetheyledikleri memleketlerden Din ve
Devlete ettikleri hizmete karşılık kendilerine Padişah ta rafından bazı karyeler ve mezrealar temlik olunup on .îar da, bu yerleri müslüman halka faydalı olmak üzere yaptıkları hayırlı ve güzel işlere, sultanın iznini alarak vakfeylemişlerdir. Bu makûle, vakıflara din adamları da cevaz verir. Bunlardan madası meşru' değildir. Bir ada mın yalnız Padişah yakını olmakla nice yıllar önce fet •olunmuş memleketlerden Beytülmâlin sarf hakkı olan karyelerle mezrealarmı kendine temlik ettirip sonrada •dilediği yere vakf eylemesi nasıl doğru olur? Kısacası cihad ve gaza hakkı olan mirî arazinin vak fedilmesine ilk önce Rüstem paşa bir kapı açıp ondan sonra gelenlerde kimi gelmiş geçmiş gazilerin evkafına özenerek ve kimi evlâdının geleceği için vakıf fazlasın dan irad yapmak düşüncesiyle pek çok yerleri, bu suret le vakıf yapıp kapattıklarından bu da tımar ve zeamet lerin azalmasına, sahiplerinin tükenip yok olmasına se bep olmuştur. îşte bu yüzden Gazilerin hakkı olan tımar ve zea metler şuna buna yiyim yeri olarak az zaman içinde Devleti âliyyenin böyle belli başlı ve başı bağlı müret tep ve muntazam, büyük bir asker topluluğu eseri kal mayacak kadar, darma dağın olmuş, eyâletlerin ve vilâ yetlerin güzelliği kaybolmuş ve bu sebepten, düşman devr F. 10 146 AHMED CEVDET PAŞA letlere karşı koymak şöyle dursun memleket içinde or taya çıkan âsiler ve baş kaldıranların bastırılması güç leşmişti. Zira git gide seferi hümayunda yedi sekiz. binden fazla timar ve zeamet erbabı bulunmaz olup on ların da çoğunun dirlikleri çekişmeli olduğundan elleri kılıca varmazdı. Çünkü, tımar ve zeametler İstanbul'dan. tevcih olunduğundan biri diğerini çürüten bir çok tev cihat yapılmış olunca bir çok kimselerin ellerinde birbi rini tutmayan ve biri birinin tersi beratlar ve alınan ka rar kâğıdında «Padişah hak bunundur. Ha smınin yalan söyleyerek taarruz ettiği kulağıma geldi buna zabtettirip hasmını men ve defedesin» diye yazar. Hasmının elinde ki emirde de aynı şeyler yazılı olduğundan nice gaziler Harp meydanında can alıp can vermekde iken tam mah sul zamanı hasmı sancağına giderek toprağın sahibi ve içinde çalışmış adamın elinden mahsulün tamamını alıp bir azını kendisi bir azını da o yerin kadısı alırdı. Bu yüzden timar ve zeamet erbabının halleri perişan olduk tan başka, bir memlekete bir emri şerif gelse fermanı Padişahı gelmiş diye herkes kulak tutar, sağda solda küçüğünden büyüğüne herkes korkuya düşerken, böy le birbirini tutmayan emirlerin gelişi Padişah fermanı nın da tesirini yok etti. Bundan başka ötedenberi alaybeyilik durumu dos doğru namus korur, ağır başlı zâtlara tevcih olunagelmiş iken sonraları himaye koruma ve rüşvet ile düşük ah lâklı, alçak bazı kimselere verilmeğe ve bu husus valile re akça çekmeye yarar menfaat olarak, yalnız menfaat getirmesi için bilâ sebep alaybeyiler işten el çektirilip yerine başkası nasbolununca onlar da türlü bahane ve vesilelerle şunun bunun dirliğini kaldırmayı veya yerin de kalsın demeyi ve bunları yapmayı adet edinmeleri üe
daha bir çok fenalıklar ortaya döküp timar ve zeamet er TARİHİ CEVDET 147 babına azlık ve perişanlık sürüldüğünden, işleri evvelkin den çok ağırdı. Zira sonraları yörükler ve müslüman kimseler mukataa ya bağlanıp Anadolu eyaletindeki Piyadeler de timar adını kaldırmış olmalariyle bunlardan sefere kimse gel mez olduğundan metris kazmak ve top hizmetlerini gör mek gibi ağır işler de timar ve zeamet erbabı üzerine yüklenmişti. Bu nizamsızlık askerlerin her sınıfına sirayet ederek akıncılar bile kimi ulûfeli kul namına olup, kimisi de akıncılığı inkâr edince, akıncılık nesli de bu yüzden, kay boldu. Ondan sonra Osmanlı Devletij akın yapacağı za man Tatar askerine muhtaç olup, sefer açılınca Kırım hanları otuz kırk bin kadar Tatar atlısı ile düşman mem leketlerine girer çapul ederlerdi. Sonra Ruslar Kırımı İs tilâ edince sefer olunca Cengiz sultanlarından biri Koban hanı adiyle Osmanlı idaresinde bulunan Tatarlara baş buğ tayin edilerek eskiden olduğu gibi kullanılmasına şe kil verilmişti. Lâkin dünya değişmiş, harb silâh ve usûl leri başka hale girmiş ve Tatarların eski taarruz ve harp ciliği kalmadığından, evvelki gibi işe yaramamışlardır. Yazıldığı gibi, Padişah, nedim ve yakınları kılıç adam larının dirliklerini kesmekle doymayıp, rüşvet kapısını açıp eyâletlerle vilâyetler ve diğer nasıplar tevcihatma da el attıklarından bir çok ehliyetsiz, meydan alıp kimi beylik, kimi beylerbeyüik alırlar, hak sahibi olanlar ge ri kalır ve kötü nam alırlardı. Devleti âliyyede bol mik tarda genellikle beylerbeyilere ve bazı sancak beylerine vezirlik verilir oldu. Diğer rütbe sahipleri de bu ölçüye göre çoğaldı. Fakat rütbelerin de evvelki gibi değeri kal madı. Çünkü Sultan Süleyman Han, Devletin kuvvetini ve askerin çokluğunu görüp debdebe şan ve şöhrete düş tüğünden halk da bu yola koyularak süs ve gösterişe dü 148 AHMED CEVDET PAŞA şüp, gitgide mansıp sahiplerinin gelirleri ve kul taifesi nin vazifeleri kendilerini idare etmez olduğundan zulüm ve baskıya başlamışlardı. Sonra rütbe sahipleri çoğal dıkça zulümler ve baskılar da çoğalıp genişledi. Adı ge çen Rüstem Paşa miri hasılatı, çoğaltma zorunluğu dü şüncesiyle iltizam usûlünü ihdas ederek, gerek Padişah haslarını, gerekse bütün mukataaları iltizama verip bu iltizamı da dindar ve insaflı zatlar kabul etmediğinden çoğunlukla düşük ve rezil kimseler eline düşüp, bu da Padişah hassı ve mukataa karyelerinin harab olmasına sebep oldu. Böyle zulümler ve baskılar ile bütün memleket ha rab ve Devletin asıl hazinesi yerinde olan, reaya fuka ralığa düşüp acı çektiklerinden, Devletin varidatı düş müş ve azalmış oldu. Bu halde Osmanlı Devletinden sı nırlarına el uzatan düşmanı kovmaya yeter kuvvet kal madığından, birçok memleketler elden gidip bir taraftan da iç kargaşalık ve yıkıcı karışıklıklar ile elde olan mem leketlerin de harab hali görünmeye başladı. Gerçekte Sultan galibiyetleri ve şiddeti Devlet işlerini bazı mertebe yoluna koyar gibi oldu ise de ondan sonra daha fena hale girdi ve sonra Köprülü Mehmed Paşanın verdiği nizam
ile Devlet gereği gibi kuvvetlendi ise de bir müddet sonra yine kargaşalığa yüz tuttu. O yüz yılda Avrupa'da diğer fenlerde ve sanayide ilerleme başlamış, yeni usûllere göre askerî kuruluşlar ve eğitim yayılmağa başlamış olduğu için, Osmanlı Dev leti de karışmış olan nizamları düzene koyup ayni şeyle karşı koyma kaidesine uyularak yeni usûllere göre dü zene sokarak eğitim yaptırmaya harp silâh ve vasıtala rını ona göre nizama koymak lâzım geldiği zamanlarda Damad İbrahim Paşanın sefahat günleri gelmiş ve. Dev lete o derece uyuşukluk, milletin ahlakına o kadar bo TARİHİ CEVDET 149 zukluk geldiki, bunu , müteakip gelen Sultan Mahmud gibi başarılı iyi düşünen gayretli bir Padişah olmasaydı daha o vakit Devletin fena hale düşeceğinden, türlü teh likeler geçireceğinden korkulurdu. Oysaki eski Osmanlı Sultanları sefer sırasında ço ğunlukla ordu ile çıktıklarından başka hazer günlerinde de Osmanlı idare merkezinde uzun zaman oturup.kalma yıp, vezirlerden birisini İstanbul kaymakamı yapar, asa yiş ve zaptu rapt için istanbul'da bir sekban başı tayin ederek, kendileri Devletin müşavirleri olan kubbe vezir leri, ilim adamlarının büyükleri ve Devlet yöneticileri ri cal ile kâh, Edirne ve Yenişehir taraflarında dolaşır, kâh harp örneği olan av avlamak ile yahud atıcılık, okçuluk gibi harbe değinen harekât ve durum ile vakit geçirdik lerinden, Devlet büyükleri hey'eti, bir gezici kuvvet ha linde olmakla saltanat ileri gelenleri ve diğer Devlet me murları tabiatiyle ayağına çabuk ve hafif tedarikli ve ha zer meşguliyetlerinden uzak olarak^ gelirleri giderlerin den artıktı. Denilir ki, Rüstem Paşa, damadı Ahmed Paşa ki Zi getvar seferinde dördüncü vezir olup sonra veziri azam olmuştu. İlk vezir oluşunda gösteriş için yalnız iki kür kü olup birini divânı hümâyûnda, diğerini de evinde gi yermiş. Halbuki kesesinden para ödediği beşyüz kulu ve ona silâhları varmış. İşte vezirlerin kapıları hep böyle son derece yeterli olup herbiri çiftliklerinde yüz katar ka tır ve yüz katar deve beslerlerdi. Ve bir tarafa memur oldukları gibi asla deve ve at satın almaya lüzum görme den, üç gün içinde çabuklukla memur oldukları yere gi derlermiş. Sonra Osmanlı Devleti, bedevî durumundan hazer haline ve uygarlığa geçince, büyük hakanlar de vamlı olarak halife evinde oturup vakit geçirdiklerinden hazer dinlenmeleri herkesde alışkanlık haline geldi. Dev 150 TARÎHI CEVDET let ricali ve büyükleri İstanbul'da büyük binalar yapıp ona göre adam toplamağa, herkes döşeme dayama elbi seler ve diğer lâzım olan geniş çapta külfete düşüp, me murların normal gelirine nisbetle giderleri kat ender kat ziyade olduğundan, mansıb sahipleri çalmanın çeşidine ve rüşvet almaya, mukataa, malikâne ve zeametleri de sahipleri ağır bedeller karşılığı iltizama vermeğe başla yıp, mültezimler ise verdiklerini çıkardıktan sonra, men faat çıkarı için aciz reayaya dayanamıyacakları zulüm ve cefayı hergün artırmakla taşra halkından çoğu vatanla rım bırakıp gitmeğe mecbur olarak, baza zimmeti olan
reaya diğer Devletlerin memleketlerine gidiyor, birçok kimseler de istanbul'a gelip yerleşiyordu. Bu suretle is tanbul nüfusu çok arttı ve bu sebepten hali yer kalma yıp, birbirine yapışık binalar yapıldığından güya istan bul tek oturulacak yermiş gibi büyük şehir oldu. Ardı arkası gelmeyen yangınlar ve nüfus çokluğundan mey dana gelen pis kokular havayı kirletmekle, batıp çıkan türlü hastalıklar ortaya çıkdıktan başka bunca ahâliye zahire tedariki de güçleştiğinden, mirî tarafından zahire satm alınmasına mecburiyet hasıl olunca, mubayaacılar ise aşağıda gösterildiği gibi taşra halkına türlü türlü eziyetler edegeldiklerinden, bu mübyaa maddesi de bir kat daha memleketleri harab ve ehaliyi takatsiz hale getirmiştir. Her devlet ve milletin zaman geçtikçe Bedevîlikden kurtulup yerleşmeğe, medeniyete geçişi ve medeniyet se viyesini artırması, tabiatın emri olup ancak her durumda Devletçe tedbirleri alınmak ve her vaktin icabına göre davranmak lâzım gelmekle, Devlet vükelâsına hazer za manında Devletin yaşamasını ve artış kuvvetinden icab edecek fen ve san'atlarm çoğaltılmasına, ziraat ve tica retin genişletilmesine himmet ederek, askerlerinin mede TARÎHÎ CEVDET 151 m milletler askerliği usulleri ile eğitim ve disiplin işle rine dikkat etmek, tekrarı bir borç ve memuriyet vecî besi jken, Devletin tamamen böyle bir durumda yaşama sına şiddetle lâzım olan sebeblerin karşılığının alınması na bakılacak zamanda, İbrahim Paşa yalnız sulh zamanı işlerinin red edilmesi lâzım gelen sefahati göz önüne al mış, kendi keyfine bakıp vakit geçirir olunca askerlerin başkaldırıp baskı yapmaları ve eşkiyalıklan artıp, şid detlenerek Devlete yararlı işlerin yapılmasına kuvvetle karşı koyar oldular. Özellikle yeniçeriler cehalet ve geri düşünceli oluş larından ve kendileri ne nizam kabul eder ve ne de mun tazam asker teşkiline meydan verirlerdi. Böylece askerî tahsisat şuna buna yiyim yeri olduğundan asker tanzimi maddesi pek çok kişilere dokunacağı için lâfı bile ağıza olunmazdı. Cavid Ahmed bey derki eskiden Osmanlı as keri iyice orduya bağlı disiplin içinde bulundukları halde iken, ince ve kahraman durumları herkesçe teslim edi lirdi. Üçüncü Sultan Ahmet asrında sûru hümâyûnda tulumbacıların isteği üzerine rahat bulmasın, maktul ib rahim Paşa izniyle kul defterine katılıp bir kere nizama halel gelince diğerlerine de sirayet ederek Ocağı amire •düşük insanlarla dolduruldu (1143) vak'asmda kanun bilir, nizam tanır, zevatta rastlanmayacak kadar azaldı ğından Birinci Sultan Mahmud'un tahta çıkışında sonu gelmez eşkiyanm idamı sırasında nice günahsız ve yarar kimselerde onlarla beraber sürüklenmiş ve Iran seferinde de doğru olarak yeniçeri olanların bir çoğu asılıp kesil diğinden ocakların kanununa riayet nedir bilenlere bü tün bütün rastlanmaz olunca, herkesin bildiği ve gör düğü yüze çıktı. Aslında serhadlerde çete adet olmakla harbe alışık kimseler pek çok olup, maktul İbrahim Pa şa Saadi abad zevkine tutularak, bu gibi serhadlerde 152 AHMED CEVDET PAŞA oturan yiğitleri öldürterek düşmana dostluk ettikten baş
ka, İstanbul'da da daha alçakça bahanelerle nice yarar kimseleri idam ettirecek etrafmdakilerin hepsi kadın gi bi kimselerdi. İş eri adam kalmamıştı. Sonra yeniçeri ağaları rüşvetle naspolunup onlarda subayları akça ile nasbedip, esameler ise Duagû vazifesi gibi alınıp satılmağa başladığından, aslında yedi akça esameye malik olan yeniçeri yanlış düşünüşle vezirlerden hoş hal geçinerek aralarında yedi akçadan büyük iyilik olur mu diye inanırlarken, istihkakı yokken rüşvet ile ağa olanlar kapu ricaline ve nüfuzu olan yerlere meva cib çıktıkça onar yirmişer ve daha ziyade yevmiye gön dererek güzel himmetlerini yalvarır oldular. Bu yüzden hakikaten yeniçeri denecek yiğitler kalmayıp iftihar ey ledikleri esameler ise rical çuhadarlarında ve kazasker hizmetkârlarında gümrük ulufesine dönüp itibarını yitir di. Aslında düşman karşısında metris bekleyerek yara lar yiyip ayağını dondurupta aldığı yevmiyenin üç katr hizmetkâr makalelerinde görülünce, askerlere bezginlik gelerek, keşke bizde hizmetkâr olaydık demeğe başladı lar. Bu surtle ağır esameler bütün tekaüt yevmiyesi olup «EŞKİNCİ» gayet az olduğundan sefer açılınca yeniden esame verilmeğe ihtiyaç duyulup zamanında ulufe ver mek de mirîye güç gelir oldu ve Hıristiyan memleketleri, Osmanlı şehadet arzusu ile ölüm eri olunca onlara kar şı koymak en zor şeydir, diye kahramanlıklarını açık dil le söyledikleri yeniçeri askeri olup, acem seferlerinde bile, Osmanlıların diz çöker askeri çokmu, ilk önce yeniçeriyi araştırırlar iken ocakların nizamı bozulunca işe yaramaz oldular. Kısaca ocak ve bölükler halkı dünyanın birinci sınıf askeri iken, askeri tahsislerin yolsuzca yiyim yeri yapılması, disiplin ve intizamlarının bozulmasından ötü TARİHI CEVDET 153 ıü düşmanla harb için halk arasından teşkil olunan as kerden fena bir hale geldiler. Üçüncü Sultan Ahmed devrinde lüzumlu nizamlara yönelen olmamış ve Birinci Sultan Mahmud zamanında arka arkaya ortaya çıkan iç ve dış baş derdi üzüntülü işlerden kurtulamayıp, askerin hali ise günden güne fe nalaşmakta, Avrupa Devletleri fen ve san'atta ilerlemek te olduğundan, Devletin hali değişik başka türlü bozul muş ve günden güne gücü azalmış olup Üçüncü Sultan Mustafa muntazam asker kuruluş ve teşkilâtına büyük bir istekle sarılmış hatta Fransız subaylarından Macar ı Tot beyzade eliyle çabuk ateşli topları yaptırmış ve Top hanede bir çok işlere girişmişti. Askerî Eğitim ile nizama koymak işi de düşüncede kalıp yapılması mümkün ol madı. O vakit Devlet ricali ve büyükleri saltanat erkânı içinde Devletin ne halde olduğu ve ne yapılmak gerek tiğini bilenler az kaldığından vakitsiz sekseniki seferi açılınca, kanun ve nizamları bozulup sarsılmış askeri tahsisatlar askerliğe yaramayanlara yiyim yeri olmuş, askerlerin yerine çiftçi, esnaf makûlesi barut kokusu al mamış, top ve humbara sesi duymamış, bir takım haşa ratı, bir çok masraflar ve güçlüklerle getirip toplamış, bunları asker diye muharebeye göndermiş, böyle dirinti asker de muntazam asker karşısında hiç bir işe yarama mıştı. Arka arkaya görülen bozgunlar karşısında Ni zamı cedîd'in lâzım ve faydalı olacağını, herkes anla
mış ve görmüşse de karşı gelişi ve isyanları tepe nokta sında diğer sınıf askerleri de ihtilâl içinde olduğundan askerin tanzimi yapılamaz güçlükte idi. Zira eski Osman lı sultanları altı bölük halkını yeniçeriler ile te yeniçeri leri bölük halkı ile ve ikisini de timar ve zeamet erbabı ile zaptederlerdi. Bilindiği gibi, timar ve zeamet erbabı nın hali perişan olup, gittikçe yok olma mertebesine var 154 AHMED CEVDET PAŞA mış olmalarıyle yokmuş gibi sayıldıklarından ocaklıyı ce zalandırıp bastıracak itaat ettirecek ve baskı altında baş eğdirecek bir kuvvet kalmamıştı. Yukarda söylendiği üzere, askerî ve mülkî kanunlarına, işlemediği, bozuk ol duğu sırada, ilim adamlarının kanun ve nizamları da bo zulmuş olduğundan, böylece ilim adamlarının geçmişini ve geleceğini anlatalım. Eski Osmanlı sultanları ilim ve maarifin öne alınma sına pek ziyade incelikle çalışırlardı. Bursa şehri âlim ler, fazıllar, şiir erbabı ve zararlarla dolu idi. İstanbul'un fethinden sonra Pâyı taht olması ile Fâtih Sultan Meh med Hanın ise ilim ve maarifin ilerlemesine üstün dere cede himmet edegeldiğinden, İstanbul'da ilim ve maarif pek ziyade revaç buldu. Dünyanın her tarafından par^ makla gösterilen meşhur değerli bilim adamları İstan bul'a gelmeğe başladılar. Kısa zamanda birçok ilim med reseleri yapıldı ve İstanbul ilim erbabı ve marifet sahip leri ile doldu. Müderrislik rütbesi mevleviyete ve kazas kerliğe bağlı olduğundan itibar edilir, saygı duyulur, bir rütbe olup bu rütbeye yaklaşmak pek çok bilgi ve kül türe dayandıktan başka, girişte mülâzemetin tahsili için nice zaman danişmend olarak medreselerde çalışmağa bağlı idi. Talebeden biri danişmend olmak istese, ilk ön ce ulemadan birine varıp «hariç» derslerini, yani ilmin başlangıcını öğrenip eğitildikten sonra o zatın aracılığı ile müderrislerden birine varıp «dahil» derslerini görüp «sahn» derslerine liyakat kazanırdı. Sahn medreselerine girebilmek için onların lisesi hükmünde bulunan medre selerde ilmi mertebeleri aşmak lâzım gelirdiki, bunlara (muvassılai sahn) denilirdi. Sahn medreseleri Fatih ca mimin iki tarafındaki kargir ve kurşunlu sekiz medrese dir ki (sahni Seman) denilir. Bunlarda Hücre sahibi olan talebe âlim ve fazıl zatlar olup çoğunun yazılmış eserleri TARİHİ CEVDET 155 vardır. Bunların eskilerine (nııuid) denilirki medresele rinde müzakereci olup, bu medreselerin arkalarında lise* ler yerinde sekiz (tetümnıe) derslerindeki talebeye bile ilmî dersler verirlerdi. Koçi Bey Dördüncü Sultan Mu rad'a takdim eylediği risalesinde der ki, (1000) tarihine gelinceye kadar sahn muidlerinin şimdiki müderrisler ka dar, kadir ve itibarları var idi. İşte talebei ulûm böyle bir birinin idadiyesi olan medreseden medreseye geçerek ilim ve fenni tamam öğrenerek, hariç ve dahil ve sahn rad delerinde nice zaman danişmend olmak yolu ile mulazim olduklarında, isimleri Ruznemçei hümayûn'a kayd olu nurdu. Kısaca mülâzımların hepsi ilim ve maarif sahibi ola rak, içlerinde pişmemiş, tecrübesiz ve ahvali ve gidişi bi linmez kimse bulunmazdı. İçlerinde kültür ve bilgide ke mal mertebede olan akranları arasında seçkin ilim adam
larının önünde giden ve gerçeği araştıran denildiği za man ve böyle bir gelişme görülünce, «İptidai hariç» rad desinde olan medreselerden birinin müderrisliği, Ruusu ile şeref kazanır hürmet görür ve bu mertebeye erişemiyen Daniş sahipleri ve irfan adamları da kaza yolu ile mansab larma erişirlerdi. Ve hepsi ilim ve maarif sahipleri ola rak hakikaten hürmet edilmeğe değer zatlardı. Hele mü derrisler halk gözünde bir ayeti kerime ve hadisi şerif den hükümler çıkarmağa yeterli kimse diye bilinirlerdi. Çünkü doktor mühendis gibi ilim ve maarif erbabı da bu talebei ulûm içinde yetişmekle medreseler bütün eğitimin merkezi olup insan topluluğu için öncelikle kesinlikle lâ zım olan hâkim hekim ve diğer güzel maarif adamları on lardan çıkarlardı. Böyle önemli bir işe kendini adamış müderris efendilerin artık değeri ve haysiyetleri ne ka dar büyük olduğu anlatmaya değmez. Özellikle sekiz sahn müderrisleri bütün ilim adamlarının en seçkin ve başda 156 AHMED CEVDET PAŞA geleni olmakla halk içinde ve yüksek seviyedeki kimse ler gözünde pek büyük yükseklikde anılırlardı, Ve kıy metlerinin bilindiğine, tartışılmaz değerde olduklarma delil olarak da Ali Cemali efendiye meşihati Islâmiye mesnedi tevcih olunduğu zaman kendisi Hicazda idi. Ge linceye kadar fetva işleri sahn müderrislerine havale edilmişdi. Genellikle müderrisler muşlarında yazılı olan, kudretül ulemail muhakkikin unvanına uygun değerli kimseler olup, müdderris oldukları medreselerin dersha nelerinde ilim,ve fen öğretirlerdi. Müderrislik ruusu yu karıda belirtildiği gibi yolu ile mülazemet kâğıdını aldık dan sonra nice seneler yüksek seviyede ilim ikmâline, mesai sarf ederek emsaleri arasında üstünlük ve yük sek başarı gösteren zatlara verilirdi. Bunlar ilk önce aşa ğı derecede bulunan bir medrese müderrisliğine nail olup sonra talebeden iken medreseden medreseye yer değiş tirdikleri gibi müderrislikde de böylece terakki ederler di. Bir de «Kadıyûl Kuzzat» makamı olan kazaskerlik ve İstanbul, Edirne gibi büyük şehirlerin kadılığı rütbeî tedrisi haiz olan zatlara tevcih buyufulurdu. Kadılar ve mollalara hiçbir şekilde işten el çektirme yapılmayıp uzun müddet memuriyetlerinde sürekli görevde olduk ları gibi kazasker bile on onbeş sene mansabmda durur du. Ayrıldıklarında musta'fi maaşı ile tekaüt olurlardı. Bazen de bir medrese vazifesi ile tekaütlüğü ihtiyar eder lerdi. Birinci Sultan Süleyman Haıi zamanında orduya ziyade tabip ve operatöre ihtiyaç görülüp o vaktin icabı ve haline göre mühendislerin de önemi artmış olduğun dan Süleymaniye camii yanında ayrıca bir Tıp medresesi yapılıp Etibba sınıfı ayrıldı. Ve civarında bir de darüşşi fa yapıldı. O zaman Avrupa'da henüz darüşşifa yapmak düşüncesi bile yokdu. Yine Süleymaniye camii civarında TARÎHİ CEVDET 157 dört büyük medrese kuruldu ve harp san'atmın başlan gıcı olan matematik ilminin yayılmasına ve üstün tutul masına fazlasiyle değer verilirdi. Süleymaniyenin eteğin de bir başka Darülhadis yapıldı ve bir takım medreseler işte bu Süleymaniye medreselerinin idadisi itibar olunup onlara da muvassilai Süleymaniye denümiştir. Sonra
anlatılan bu medreselere ayrılan vazifelerin miktarına göre müderrislik rütbesi on iki derece itibar olunmuştur ki bunlar: «İptidai Hariç, Hareketi Hariç, Içtidai dahil, Ha Teketi dahil, mıuvassılai sahn, sahni seman, İptidai eletmişli, Hareketi eletmişli, Muvassılaı Süleymaniye, Hamisi Süleymaniye, Süleymaniye, ve Darül Hadîs» medreseleridir. Muvassılai Süleymaniye üst tarafında bulunanlara kibar müderrisler denir ki, mevlevîyetde son bulurlar. Alt taraftakiler de iki sınıftır. Zira mülazemet günlerin de yani haftanın Perşembe günleri müderrisler şeyhülis lam efendi ile görüşmeğe gittiklerinde sahni seman ile ondan yukarı derecede olanlara özel bir odada otururlar, ama muvassılai sahn ile ondan aşağı derecelerde bulu nanlar sofada beklerlerdi. Hey'etçe tertipli olarak şeyhül islamın yanma girdiklerinde Darülhadis müderrisi hep sine reis olurdu. Darülhadis demek, Süleymaniye camii pişgâhmda vaki' olan evvelce adı geçen Darülhadis medresesidir ki bunun müderrisi bütün müderrislerin eskisi ve en kıdem li olanıdır. Süleymaniye dediğimiz, yukarıda söylenen dört ?medresedir ki hâlâ dökmeciler mevcut olan kargir med reselerdir. Bunların dört müderrisi olup tarik tedrisin onbirinci merhalesidir. Hamisi Süleymaniyede mezkûr dört Süleymaniye medresesi ile Muvasssjai Süleymaniye ?arasında başkaca bir derece sayılabilecek beş medrese 158 AHMED CEVDET PAŞA vardır ki, yakın zamana kadar burada beş müderris bu lunup ziyade olmazdı. Sonraları itibar edilerek artırılmış lardır. Hamiş tabiri, Hamiseye değiştirilmekle eski mü derris defterlerinde H^ımis Süleymaniye diye yazılı iken yeni defterlerde bu dereceye Hamisi Süleymaniye adı verilmiştir. Sahnı seman müderrisleri de yukarıda an latıldığı gibi sekiz olup artar, azalmaz ama diğer radde lerde olan medreseler müteaddit ve artımlı olup zaman zaman yapılan medreseler tahsisatının miktarına göre adı geçen derecelerden birine katılmışdır. İşte mevlevîyet ve Kazaskerlik evsafı anlatılan iyi bilinen fazıl zâtlara tevcih olunup uzun zaman mansab larında parlak yerlerini tutarak adalet ve sevgi ile hak larını almak için yaydıkları gibi istanbul kadılığında ve Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerinde meşverete girerek Devletin mahrem sırlarını ve halini bilenler olarak Din ve Devlete yarar işlere erişirler ve ayrıldıkları gün de tahsis olunan tekaüt maaşiyle geçinerek ömürlerinin Padişaha hayır dûa ederek ve boş günlerinde de nice eser ler yazarak geçirirlerdi. Taşralarda şer'î ahkâmı yürüt meğe memur kadılar da onlar gibi maarif erbabı Daniş, ve nice seneler medreselerde eğitim ve öğretim ile ter biye görmüş, halleri bilmen, durumları tecrübe edilmiş zatlar halk içinde adaletle hüküm verdiklerinden başka her ne arzetseler Devlet önünde etkili olmakla, taşralar da zulm edenlerden biri halka zulmedecek olsa önüne ge çerek her biri Allah için göz nuru döker ve işlerin her yerde düzenli gitmesine sebep olurlardı. İlim adamları sı nıfı böylece doğru ve temiz olmakla herhangi maddede âlimler emri hak budur deseler herkes en ufak bir mu
halefet göstermeden dinler ve itaat ederdi. Koçi Bey evvelce anlatılan risalesinde derki: îlk de fa İstanbul'a geldiğimde gerçek âlim kimseler gimdiki TARİHİ CEVDET 15^ gibi hizmetkârları olan gösterişli kimseler değildi. Lakin bir müderris yoldan geçse herkes onu karşüar büyük say gı gösterisi ile hürmet ederlerdi. Geniş görüşleri ve ağır başlılıkları en yüksek seviyede idi. 1000 tarihlerinden sonra ilim adamlarının kanun ve nizamları bozulmağa yüz tutup, giderek her işe hatır karışmakla ve her emir de müsamaha olunmakla müstahak olmayanlara hadden ziyade mansablar verilmek gerekdiğinden, kazaskerler az. vakitte sebebsiz yere işten el çetirüdiklerinden, içlerinde hırslı ve doymak bilinmez olanları tam tayini fırsat ve fırsatı da ganimet bilip mansablarm çoğunu ehliyetsiz olanlara vermeğe başladılar. Mollalar bile mülazemet kâ ğıdlarını satmağa başladılar ve mülazemetler artık yolu ile verilmez ve kanun ve nizamından fazla verilirdi. Mü lazemet ise gerek öğretim yolunun, gerek kadılık yolu nun giriş kapısı olduğundan onun nizamındaki karışıklık ile ikisi de sarsılınca voyvoda, Subaşı kâtipleri halk için den bir çok kimse akça üe mülazim olup, kısa zaman da kadı ve müderris olmağa başlamaları ile sahni ilim cahil kimselerle doldu. Artık âlim ve cahil belirsiz oldu. Şöyleki müderrisler medreselerinde ilim öğretirlerken sonraları füli hizmet şartı kaldırilıp bir medresenin müderrisliği bulunduğu sınıfın derecesinde, bir değer vehmi demek olarak adım adım bu değerlenme arttı ve müderrisler medreselerine gitmez ve belki ne semtte olduğu sorulmazdı. Harâb ol muş yanıp arsası kalmış madreseler de tevcih olunduğun dan ismi var cismi yok bir takım havadan medreseler gösterilir oldu. Ve medreselerin sayısı çoğaldığı gibi medreselerin vazifesi olan öğretim unutuldu. Müderrislik mucerred bir saygı payesi ve bir medreseden diğerine nakil de paye terfiinden ibaret kaldı. Gerçekte, ehil ol mayanların bu yola girmemesi için vaktiyle konulan im 180 AHMED CEVDET PAŞA tihan usûlü yine varsa da imtihan şartı medresede yatıp kalkan talebeye özel olup yoksa soylu kimselerle Bazı kimselere intisabı olanlar için imtihansız ruus almak ka pısı açıktı. Sadarette bulunanların ve mülk sahiplerinin oğulları genç iken müderris olup arasıra yüksekten atıp tutarak yukarılara çıkıp sakalları gelir gelmez zengin ol ana nöbetleri gelirdi. İçlerinde gerçekten, o vakte kadar ilim tahsili ile çok yükselmiş olanlar bulunurdu. Lâkin çoğu, rütbeler ilmî mansablara miras baba nazariyle bakıp ve eğitim külfeti saymağa hacet görmez ve cahil kalırdı. Vezirler ve Dev let ricalinden bazıları da oğullarını ve ekseriya işe yara mayanlarını ilim yoluna sokar oldular. Bu yönden ilim yolu cahillerle doldu. Ve ilerleme hususunda âlim ve ca hil bir oldu. ve mevleviyetlerde dahi hizmeti fiiliye aran maz olup ekseri naip ile idare olunmağa başladı. Ve bir sene müddeti örfiye kanun hükmüne girdi. Mevlevî yet rütbe ve paye almakdan kinaye, müderrislik gibi derecelere ayrıldı. Şöyleki her sene içlerinden dördüne
yine bir senelik olmak üzere Mısır, Şam, Edirne ve Bur sa kazaları ve bunların mazullerinden ikisine bu görüşle Mekke ve Medine ve onların işden el çektir ilenleri yerine Anadolu sadareti yani kazaskerliği ve Anadolu mazul lerinden birine Rumeli Kazaskerliği verilmek resmen adet oldu. Bu suretle beher sene üst tarafdan sekiz müderris mevleviyetle çıkıp yerlerine alt tarafdan sekiz müderris geçerek yolunda basamaklardan yukarıdan aşağı hareket ederek ta İptidai Hariç rütbesine kadar sirayet etmek le, her sene yolunca bir terakki tabii ortaya çıkıp ancak üst taraftan çıkanlara nisbetle alt tarafdan îptidai Ha riç rütbesiyle girenler daha çok olduğundan sahni seman müderrislerinde değişmez sekiz miktarı bulunduğundan TARİHİ CEVDET 16ı ınuvassılai sahn da bir çok müderrisler birikip zahmet çektikleri bu raddeye BATAK tabir olunur. Artık ilmiye yolunda ehliyet, istihkak ilim ve fazi letçe akran ve emsaline nispetle yüksek bir hal ve mev kide bulununca ve üstünlük bahsi terk edilmiş ve (El akdemü fil akdem) usul ve mesleki sayılır ve katılanı oldu. Fakat şeref duyarak yahut zorlanmış bir şefaatçi vasıtasiyle bir defada bir çok eskilerin üst tarafına at lamak da bir istisna ve imtiyaz kaidesi oldu ki, buna müderrislerin terimi ile TAFRA denilir. Bu adet göze tilir paye tabiri.ile mevleviyet ve sadaret rütbelerinde de geçerli olup, meselâ müderrislerden birine mahreç payesi verilerek mahreçden el çektirilmiş hükmünde bulunmak ve mahreçden el çektirilenlerden birine Mekke payesi verilerek HAREMEYN den el çektirilenler sırasında uyarlı kılınması geçerli usûlü yolu tutularak bu suretle müderris, mevâlî ve sudur, ünvaniyle bir çok rütbeli zat lar yetişti. Rumeli Payelilerinden meşhur Tatarcık Ab dullah efendinin nizamı Devlete dair yazdığı lâyihasın da anlattığı gibi, böyle zaten istihkak, ehliyet, ve kabi liyetleri olmadığı halde yolunu bulup müderrisliğe alı nanlar giderek mevleviyete erişip ve sonra en yüksek rütbesi olan kazaskerliğe geldikleri zaman Devleti aliy yenin bir işine yaramayıp geçerli hak diye elde ettikleri arpalıklarını, yalnız başına ve küçük görerek ve kazas ker olduk diye itaatsizlik ve celallanma ile kibirlenerek, ve birbirlerinin aleyhinde söz söyleyip çekiştirerek kötü lüklerle zaman geçirmekten gayri kârları olmaz ise de mademki böyle rütbelere erişmişlerdi bu rütbelerin ağır lık ve itibarını korumak Saltanatı Seniyye şanından ve icabından olmakla çaresiz bunların yaptıkları işler bey hude yere Devlete yük olurdu. F. 11 162 AHMED CEVDET PAŞA Rütbe sahiplerinin idare işlerini tertip hükümet bor cu olduğundan müderrislere maişet, mevâlî ve sudur'a ar palık adlarıyla birer kaza tevcih olunmak lazım geldi. Onlarda bu kazaları birer NAÎB ile idareye mecbur ol duklarından maişet ve arpalık olan kazalar gelirlerinin bir miktarı ile Naibler geçinip geri kalanı mansab sahih lerine ait olurdu. Sudur ve mevâlî bu yolda geçinip ailesi ile yanlarında çalışanlara da birer kaza tevcih ettirdik lerinden onlar da kazada iş görür kimseler olmadığı için
efendileri gibi mansapları olan kazaları birer Naib ile idareye mecbur olduklarından genellikle kazalarda Ni yabet usûlü örnek kaide olarak, kazaların bir takımı şu dur, mevâlî ve müderrislere diğer bir takım da şu kadar ve diğer hizmetkâr güruhuna yiyim yeri oldu. Hakları savunmak ve bilim yaymak crtaya konan ilmiye mesleki ehil olmayan bir takım kimselerin karnını doyurmak için mülke, toprağımıza ve millete büyük kötülükler yapıl masına giriş ve başlangıç oldu. Kaldıki, müderrisler ço ğalıp artınca bu artış ne olacak? sorusuna eğilince mü derris rütbelerinin şeref saygıdan zillete döndüğünden başka aslında mansab çıkış yerleri Kudüs, Halep, İzmir, Selanik, Yenişehir, Fener e Galata kazalarına münhasır iken müderrislerin böyle çoğalıp artmaları ile meydana gelen memuriyet darlığından sonraları Eyüp ve Üsküdar kazaları da eklenince bu suretle yukarıda söylendiği gibi her sene sekizer mahreçden işden el çektirme ortaya çı kınca mevâlî artmış ve bunların idarelerine yetecek ar palık bulunan bir takım formalitelere bağlı" ve güç olup geçimlerinde daha darlık görüldüğünden çaresiz kendi lerine az çok Bervechi arpalık birer kaza tevcih olunup onlar da Şer'i hükümleri yürütmek için değerli, âlim, ve Dindar Naibler istihdamından vaz geçerek hemen tutul dukları büyük masrafları karşılasın diye cahü ve düşük TARİHI CEVDET 163 kimselerden voyvoda benzeri tahsilat yapan gaddar na ibleri kullanmağa başladılar. Böyle ortalığı yakıp yıkan Naibler vardıkları kazalarda halk malım ellerinden al mak için maksadlı hareketlere geçecekler zulüm yapan bir sürü insanla birleşerek Allanın aciz kullarını zulüm ve baskı altında tutarak bulundukları yerleri harab eder lerdi. Haksız yere birer yolunu bulup ellerine mülazemet kâğıdı geçirmiş diğer bir takım düşük kimseler de rüş vet, birinin adamı olmak, yardım yollariyla ilim adamları dairelerinde ismini okuyamaz, sağını solunu bilmez onun bunun adamı, hizmetçi güruhu, hattâ çıraklık yolu ile korkusuzca kadıların içine girmeleriyle kadılar ruzna mesi böyle kendilerine hiçbir suretle kadı hareket ve şe killerini ve benzerini yapması sakıncalı, belki de böyle bir taklide yetecek görgüsü bile olmayan çuhadarlar ve diğer hademe ve düşük insanlar ile dolu, bu gibi kimseler de kendileri hükümet işlerini yürütmeye yeterli olmadık larından mansablarını arpalıklara giden Naiblerden da ha pek çirkin ve nefret verici bir takım cahiller ve rezil ler İLTİZAM misullu ihale etmeleriyle en büyük insan hakları dayanağı olan şer'î işler bütün bütün karışıklık ve sarsıntı içine girdi. Böyle düşük ve cahil kimselerin ilim mesleğine gir mesi âlimlerin namus duygularını incitmekde ve halk gözünde değer ve itibarlarını bırakmadığı gibi Devlet önünde de namuslarına itibar olunmayıp mültezim ve ha raççı gibilerinin imhaları ile işden eL çektirilir oldukla rından içlerinde doğru olarak ulema ve suleha bulunan kimseler de ırz ve namuslarını koruyabilmek için zalim lere boyun eğmeye ve dediklerini yapmaya mecbur olur lardı. Kısacası mülazemet nizamının karışması ile gerek eğitim gerekse adlî işlerin düzeni bozularak ilim mansab
164 AHMED CEVDET PAŞA lan bilfiil hizmete dönük ve bağlı iken hepsi paye ve iti bardan ibaret kalıp ancak adlî işlere bakılarak eğitim işleri daha iyice idi. Zira müderrisler mertebelerinden danişmendlik nizamı hernekadar bozuldu ise de velevki resmî de olsa Bayezid medresesi danişmendliği ve müla zemet ve ruûs imtihanları usûlü devam ediyordu. Şöyleki ilim yapan öğrencilerden Tariki tedris'e gir mek istiyenler evvelâ mülazemet imtihanına girip liya katini ispat edenlerden iyi derecede bulunanlara elden mülazemet verilir, yani hemen mülazimler zümresine ka tılır, gerisi de Bayezid medresesi danişmendliğine yazıla rak imtihanda aldıkları derecelere göre Bayezid medre sesinde yatırılır ve her altı ayda ikisi çıkarılarak ellerine mülazemet kâğıdları verilirdi. Bunlardan mülazemeti yedi seneyi bulanlar «Ruûs» imtihanına girmeğe hak kazanır lar bunda da liyâkat gösterenlere Tariki tedris'in birinci merhalesi ve müderrisliğin ilk basamağı ve payesi olan Hariç Medresesi ruûs'u verilirdi. Mülazemeti yedi seneye varmayanlar ruûs imtihanına sokulmazdı. Bayezid med resesinin tedris işlerini Şeyhülislâm bulunan zatlar yürü tüp sonraları Şeyhülislâmlar zamanın hal ve gidişine uya rak kendileri tedris işlerini yürütemedikleri ve yapamadık ları için bu görevi ifa için hoca efendilerin içinde zamanın haysiyetli ve bilgisi ile temayüz eden ve müderrislerin en kıdemlisi olarak Dersvekili nasb ve tayin ettikleri zatlar da bütün medresede kalan talebenin amir ve disiplin ku rucusu olmalariyle ders vekilliği fetva kapısında başlıca bir memuriyet olup çoğunlukla dersler de resmî surette camiler içinde okunur olduğundan sonraları ders vekili efendilerin haftada bir kere Beyazıd medresesine giderek ders okutmaları kesin şart olup böylece bir resmî ve itiba rî görünüşü oldu ise de bu kadarcık olsun şu usûlün yapıl masını devam ettirmek ilim tahsiline şevk verir rağbeti TARİHÎ CEVDET 165 artırırdı. Fakat bu imtihan usûlü anlatıldığı gibi yalnız medreselerde yetişen ilim talebelerine özel olup yoksa mü derrislik rütbesinin ele geçirilmesi imtihana, ilim alanında ilim ve irfan yolunda ilerlemeğe bağlı değildi. Zira imti han sonu hakları görülen âlimlere ruûs verildiği sırada ulema çocuklarına da bir hayli ruûslar verildiğinden ve Şeyhülislamlar taltifi ön görülenlere istedikleri vakitde ruûs tedris üe ikram eylediklerinden başka hünkâr imam ları ile hekimbaşılara da özel bir bağışla tedris ruûs'u ve rilmek adet olmuşdu. Çünkü müderris olanlar eskiden ol duğu gibi mevleviyete ve kazaskerliğe erişerek hiçbir şey bilmeseler ve işe yaramasalar bile bu ilim rütbesi kendi lerini rahat geçindirdiği için Devlet hizmetinde liyâkat ve başarısı, ilim tahsili ve maarife yakınlığı olmayan kibar çocukları da Tariki tedrise sokulurdu. Vüzera ve vükelâ dan bazıları da yalnız Tariki ilmiyye esh abının kati ve müsadereden korunur olduklarından ötürü oğullarını bu yola sokarlardı. Böyle bir çok kibar çocukları söylendiği genç yaşlarında belki de çocukken ilim tedrisine başlama mışken tedris ruûs'u ile geçim yolunu sağlar ve kudretül ulemail muhakkikin olurlardı. Çoğu okumayıp cahil ka lırlar ve imtihan olup da müderris olanların ömürleri ise medreselerde geçmiş, tahsilleri fen ve muteber kitablarm
öğrenimine bağlı bulunmuş olması ile ekseriya medrese basamaklarını çıkarken yatı yolda kalıp nadir olarak mevleviyet rütbesine yükselenler de Devlet işlerinden ve memleket ahvalinden habersiz olurlardı. Kısaca onlar pek genç ve bunlar pek geç müderris ol duklarından sadaret ileri gelenleri içinde liyakat sahibi ve malûmatlı kimseler olarak Devlet sırrını gizler siyaset işlerinde yeterli mühim ve gizli Devlet işlerinde işe yara yacak zatlar pek ender bulunurdu. Kısaca ilmiye sınıfının aslı esası o kadar bozuldu ki yalnız ismi ve resmi kaldı. Halbuki ismi bu ismi verenle 164 AHMED CEVDET PAŞA lan bilfiil hizmete dönük ve bağlı iken hepsi paye ve iti bardan ibaret kalıp ancak adlî işlere bakılarak eğitim işleri daha iyice idi. Zira müderrisler mertebelerinden danişmendlik nizamı hernekadar bozuldu ise de velevki resmî de olsa Bayezid medresesi danişmendliği ve müla zemet ve ruûs imtihanları usûlü devam ediyordu. Şöyleki ilim yapan öğrencilerden Tariki tedris'e gir mek istiyenler evvelâ mülazemet imtihanına girip liya katini ispat edenlerden iyi derecede bulunanlara elden mülazemet verilir, yani hemen mülazimler zümresine ka tılır, gerisi de Bayezid medresesi danişmendliğine yazıla rak imtihanda aldıkları derecelere göre Bayezid medre sesinde yatırılır ve her altı ayda ikisi çıkarılarak ellerine mülazemet kâğıdlan verilirdi. Bunlardan mülazemeti yedi seneyi bulanlar «Ruûs» imtihanına girmeğe hak kazanır lar bunda da liyâkat gösterenlere Tariki tedris'in birinci merhalesi ve müderrisliğin ilk basamağı ve payesi olan Hariç Medresesi ruûs'u verilirdi. Mülazemeti yedi seneye varmayanlar ruûs imtihanına sokulmazdı. Bayezid med resesinin tedris işlerini Şeyhülislâm bulunan zatlar yürü tüp sonraları Şeyhülislâmlar zamanın hal ve gidişine uya rak kendileri tedris işlerini yürütemedikleri ve yapamadık ları için bu görevi ifa için hoca efendilerin içinde zamanın haysiyetli ve bilgisi ile temayüz eden ve müderrislerin en kıdemlisi olarak Dersvekili nasb ve tayin ettikleri zatlar da bütün medresede kalan talebenin amir ve disiplin ku rucusu olmalariyle ders vekilliği fetva kapısında başlıca bir memuriyet olup çoğunlukla dersler de resmî surette camiler içinde okunur olduğundan sonraları ders vekili efendilerin haftada bir kere Beyazıd medresesine giderek ders okutmaları kesin şart olup böylece bir resmî ve itiba rî görünüşü oldu ise de bu kadarcık olsun şu usûlün yapıl masını devam ettirmek ilim tahsiline şevk verir rağbeti TARİHİ CEVDET 165 artırırdı. Fakat bu imtihan usûlü anlatıldığı gibi yalnız medreselerde yetişen ilim talebelerine özel olup yoksa mü derrislik rütbesinin ele geçirilmesi imtihana, ilim alanında ilim ve irfan yolunda ilerlemeğe bağlı değildi. Zira imti han sonu hakları görülen âlimlere ruûs verildiği sırada ulema çocuklarına da bir hayli ruûslar verildiğinden ve Şeyhülislamlar taltifi ön görülenlere istedikleri vakitde ruûs tedris üe ikram eylediklerinden başka hünkâr imam ları ile hekimbaşılara da özel bir bağışla tedris ruûs'u ve rilmek adet olmuşdu. Çünkü müderris olanlar eskiden ol duğu gibi mevleviyete ve kazaskerliğe erişerek hiçbir şey
bilmeseler ve işe yaramasalar bile bu ilim rütbesi kendi lerini rahat geçindirdiği için Devlet hizmetinde liyâkat ve başarısı, ilim tahsili ve maarife yakınlığı olmayan kibar çocukları da Tariki tedrise sokulurdu. Vüzera ve vükelâ dan bazıları da yalnız Tariki ilmiyye eshabının kati ve müsadereden korunur olduklarından ötürü oğullarını bu yola sokarlardı. Böyle bir çok kibar çocukları söylendiği genç yaşlarında belki de çocukken ilim tedrisine başlama mışken tedris ruûs'u ile geçim yolunu sağlar ve kudretül ulemail muhakkikin olurlardı. Çoğu okumayıp cahil ka lırlar ve imtihan olup da müderris olanların ömürleri ise medreselerde geçmiş, tahsilleri fen ve muteber kitablarm öğrenimine bağlı bulunmuş olması ile ekseriya medrese basamaklarını çıkarken yari yolda kalıp nadir olarak mevleviyet rütbesine yükselenler de Devlet işlerinden ve memleket ahvalinden habersiz olurlardı. Kısaca onlar pek genç ve bunlar pek geç müderris ol duklarından sadaret ileri gelenleri içinde liyakat sahibi ve malûmatlı kimseler olarak Devlet sırrını gizler siyaset işlerinde yeterli mühim ve gizli Devlet işlerinde işe yara yacak zatlar pek ender bulunurdu. Kısaca ilmiye sınıfının aslı esası o kadar bozuldu ki yalnız ismi ve resmi kaldı. Halbuki ismi bu ismi verenle 166 AHMED CEVDET PAŞA re ve resmi geçmiş âlimlerin güttükleri güzel usûllere ay kırı düşmesi şöyle dursun ömründe okuyup, yazmamış çu hadar ve kayıkçı makulelerine mansab tevcih edilmesi gi bi çirkin gösteriler garip merasim ve adetler çıkarıp; Ta riki ilmiyyenin batıl ve cahillik içinde yol almasına, mühim olan insan haklarını koruma işlerinde hatıra hayale gel medik fenalıklar ortaya çıkmasına sebep olup artık Ta riki ilmiyyenin ıslahı (reform) u yapılacak önde gelen işlerden görülmüş ise de, hemen bunca rütbelerin, ve ta yin yerlerinin nasıblarını kaldırıp silmek kabil olmadığın dan reformun yavaş derecede yapılması istenilmekde idi. ALTİNCİ BÖLÜM (Harp fennine dairdir) Her Devlet ve mület topraklarını korumak için asker besleyegelmiştir. Ancak Büyük îskenderin babası Filip zamanına gelinceye kadar, askerin muharebede kullanıl ması bir usûl ve kaideye dayanmazdı. îlkin bunu kural al tına alan Filip olup kırk bin kadar eğitim görmüş munta zam asker icad etmişdi ki, oğlu İskender bu askerle Yu nanistan'dan kalkıp Hindistan'a kadar birçok memleket leri fethederek otoritesi altına almıştır. Bu suretle Yu nanlılar içinde îlmi Harp adiyle bir ilim çıkıp diğer mil letlere de onlardan yayılmışdır. Bu Uim sayesinde eski Ro malılar pek çok galibiyetlere erişerek hemen bütün dün yayı ele geçirmek derecesine varmışlardı. Fakat askerin harb için yetiştirilmesine dair olan kaideler o vakitte kul lanılan silâhlara göre olmak lâzım geldiğinden işbu harp kuralları şimdiye kadar türlü şekilde yüze çıkmış olup ge rek Yunanlıların gerek Romalıların silâhları kılıç, mız rak ve ok ile sapandan ibaret olmakla onların harp kural ları şimdikilere uymazsa da kullandıkları silâhlara göre harp ilminde en yüksek seviyeye çıkmışlardı. Arablar muharebede geri çekilme gösterisi yapıp yeniden taarruza geçme kuralını uygularlardı. Fakat Peygamberimizin «Sal
lallahü aleyhi ve sellem» zamanında Eshabı Kiram «aley himürridvan» saf tutup harp ettüer ve harp fenninde pek çok ilerlediler. Az vakit içinde aralarından üstün derecede mahir kumandanlar yetişip bütün dünyaya galip geldüer. Sonra İslâm Devletlerinde eğitim ve öğretimle beraber as 168 AHMED CEVDET PAŞA kerî sporlara da itina edilirdi. Ancak ekseriya süvari kul lanırlardı. Bundan dolayı îslâm olanlar içinde pek mahir Cundi (*) yetişmiştir. Bilhassa Mısır kölemenleri dünya nın birinci süvarisi sayılırdı. Yukarıda anlatıldığı gibi Osmanlı Devleti süvariye önem vermekle beraber muntazam ocaklar kurarak yaya eğitime de üstün derecede ihtimam etmişdi. Romalıların çöküşünden sonra Avrupa'nın hali baş kalaşarak öyle daimi ve aylıklı asker beslemek terk edil miş ve ihtiyaç duyulunca muvakkat zaman için gönüllü asker toplayıp kullanmağa karar verilmiştir. Böylece harp ilmi, harp san'atı haline gelmişdir. O zaman halk, asilza delerin esiri gibi olmakla, asilzadeler asıl silâhları olan mızrakdan başka, zırhları ve atları olup kendileri üe bera ber sefere giden halkın ise sapan ile okdan başka silâhları ve atları olmadığından böyle nizamsız ve uygunsuz piya de askeri öyle yüksek atlıya dayanamayarak hangi tara fın süvarisi çoksa o tarafın galip geldiğine ve harp kurul ları da bilinmediğine göre hakikatte galibiyet süvari as kerine önem verilmeyip, herkesin önünde asıl askerî kuv vet atlı sınıf süvariden ibaretti. Epey zaman bu gidiş de vam etti. Avrupa'nın hali oldukça nizam bularak hicrî tarihin (860) senelerinde ilk önce Fransa'da aylıklı olmak üzere 16.000 yaya ile 9.000 kişilik süvari birliği kurulmuş ve yayaların çoğuna mızrak verilerek ağır piyade ve gerî kalanların silahı ok ve sapan olup hafif piyade gibi kul lanılırdı. Şöyle ki düşman karşısmda mızraklı piyadeler sekiz ve en azı altı saf üzerine dizilip, hafif piyadeler de onların önlerine ve yanlarına dağılır ve süvarilerin hepsi mızrak ve zırh ile teçhiz edüerek bunlar da sırada kulla nılıp ağır süvari hizmetini görürler ve yavaş yavaş Av rupadaki diğer memleketlerde böyle muntazam asker ter (*) Cundi: Çok mahir at terbiyecisi ve usta binici TARÎHÎ CEVDET 169 tibine başlanılmışsa da, yaya askerin muharebede süvari den çok işe yaradığını pek çok kimseler teslim ve kabul lemediklerinden başka, süvarinin piyadeye galip ve üstün olması eski bir görüş olup henüz o inanışdan geçmedikle rinden yine eskiden olduğu gibi yayaya nispetle lüzumun dan fazla süvari kullanılırdı. Gerçekte süvari askeri piya de ile karşı karşıya geldikde gereği gibi iş gördüklerine söz olmayıp ancak kendi üzerlerinde ve gerek atlarının üzerinde zırh ve diğer ağır teçhizattan dolayı, muharebe de lâzım olan yerlerde hareket kabiliyeti ile dolaşıp yok lamak ve düşman askerini kovalamak gibi sürat ve çabuk luğa muhtaç olan görevlere elverişli olmadıkları anlaşıl makla böyle vazifelere gönderilmek için kılıç ve ok kul lanan hafif süvari askeri tertip olunmuşdu. Topun icadı yediyüzseksen senesine doğru ise de se kizyüz tarihine kadar toplar yalnız muhasaralarda kulla
nılıp sonraları adetâ muharebelerde de kullanılmağa baş ladı. Hatta o vakitler Fransızlar tarafından bir kaç defa İtalya'ya gönderilen askerle beraber bir çok top vardı. Dokuzyüzon senelerinde şimdiki tüfeklerin taslağı olmak üzere elde taşınır ufak ve hafif top şeklinde tüfekler ya pılınca hafif piyade askerinin birazına bu tüfeklerden ve rilerek bir zamanda ok ve sapan atanlarla tüfekliler bir likte kullanılmış ve tüfeğin iyiliği tecrübe ile meydana çı kınca, bir zaman geçtikten sonra ok ve sapan bütün kaldı rılıp, hafif piyade askerinin hepsi tüfekli olarak, tüfek ile mızrakdan başka silâh kalmamıştır. Ve bu hafif piyade yine evvelce olduğu gibi avcı çıkarılagelip ancak tüfekle rin böyle çoğalması ve muharebede en ziyade zor gören ağır piyade askeri iken bunlar yalnız mızraklıdan ibaret olarak ateşe dayanamaması, dolayısiyle daha sonraları ağır piyade askerinin bir azma tüfek verilerek ileride olan 170 AHMED CEVDET PAŞA iki safı tüfekli ve geride bulunan üç dört safın yine mız raklı olmasına karar verilmiş ve bu suretle tüfekliler mız raklıları korudukları gibi mızrak tüfekden uzun olmak dolayısiyle mızraklılar da tüfeklileri koruduklarından bir zaman da bundan iyi nizam olmaz diye inanılmışken ağır piyade askerinin mızraklıları beş altı saf üzerine tertip olunarak tüfeklileri, onların yanıbaşma yerleşdirmek uy gun görülmüş ve (1110) tarihine doğru süngü icad olu nunca gerek piyade ve gerek süvariden mızrak kalkarak mızraklılara süngülü tüfek ve tüfeklüere süngü verilip saflar önceleri dörde ve sonra dördüncü safın hiçbir faide si görülmeyerek dörtten üçe indirildiğinden başka hafif piyade ile ağır piyadelerin süahları bir olduğundan ikisi de bir biçimde eğitime tabi tutularak her biri icabına gö re kâh saf da . ve kâh avcı hizmetinde kullanılmıştır. Bir birinden farkları sadece sözde kalmış ve böylece asker ge rek silâhça ve gerek nizamca şimdiki hali bulur gibi ol muşsa da, harp usul ve kuralları bir şey demek olmayıp daha sonraları bazı Avrupa muharebelerinde harp san'a tımn şöylece bir kabası almmışdır. Eğitime gelince önceleri Nemçe generallerinden meş hur Monte Kokoli, Osmanlı ordularının nizamına göz ata rak aym tertip ve silâhla karşı koyma kuralına uyarak böyle daima eğitim ile uğraşır ve her zaman harekete ha zır halde bulunur bir çeşid asker tanzim etmedikçe halk dan toplama askerle Osmanlıya karşı konulamıyacağını kestirerek bir nevi muntazam ve eğitim görmüş asker ku rup hatta harp temine dai rolan kitabında Osmanlı Dev leti ile kendi Devleti arasında ortaya çıkan muharebeleri sayıp dökerek her muharebeyi açıklıyarak ve anlatarak, Osmanlıların muvazzaf ocaklarını ve asker erlerinin, baş ta gelenlerine olan bağlılık ve itaatlerini gıbta ederek di li döndüğü kadar anlatıp, böyle muvazzaf ve muntazam TARÎHİ CEVDET 171 askere mukabele kabil olmayacağını araştırarak ispat et miş ve kendi Devleti ile Osmanlılara karşı koymağa ve bu kuşkuya düşenleri aşağılık ve ahmaklık ile suçlayıp kendi Devleti Osmanlı askerinin nizamına uymağa teşvik et miştir. Ve Osmanlı askerine benzeterek kendisi yepyeni bir sınıf asker kurup tertipleyip nizama sokarak bu asker
le (1070) de Köprülü oğlu Fazıl Ahmed Paşanın bir tü men askerini RABE nehri karşısında bozup Sulh ilişkisi ni kurduğunu öğünme ve uyarma kabilinden anlatarak da vasını ispat etmiştir. Lâkin Monte Kokoli'nin bu galibiye ti yalnız kendisinin kurduğu disiplin ve nizam kuvveti ese r olmayıp bunda Osmanlı askerinde yeni başlamış olan ni zamsızlığın da sebeb oluşu vardır. Zira o vakit, Osmanlı askeri yeni başlamış olan nizam kargaşalığı ve disiplinsizlik ve sarsıntı geçirip düzeldiği zaman olup, Monte Kokoli yeniçeri kuruluşunu son zama nı ile çökmeğe ve erimeğe başladığı zaman yetişdiğinden önce görüp bildiği Osmanlı askeri ile bu kerre bozguna uğ rattığı askerin arasında fark vardı. Sonra Prens Ojen de ortaya çıkıp askerî eğitimin geliş mesine çok çalışmıştır. O sıralarda Fransa'da da Fonde, Foren, Voban gibi harb fenninde usta zatlar ortaya çıka rak, harp kurallarının geliştirilmesine çalışıp (tezayüdül ulûm betelahikül efkâr) kaidesince harp usûl ve kuralla rı bir büyük san'at ve fen olarak Avrupa'da genişledi ve yayıldı. Fransa'da Protestanların kovulmasında her fen ve san'atta mahir kimseler etrafa birer ikişer ayrılıp bun ların çoğunu o zaman da Prusya kralı olan Frederik Guil laum çağırıp toplayarak, zamanında Prusya maarif ve sa nayiin menbaı oldu. Frederik'in oğlu İkinci Frederik ki büyük Frederik diye anılan meşhur zattır işte bu malû matlı kimseler içinde gelişerek harp san'atmda üstâd olup strateji ve taktik fenlerinde pek çok incelikleri öğrenerek 172 AHMED CEVDET PAŞA harp ilmini bir hayli ilerletti. Ve süvari topçusu iead etti. (1200) Hicrî tarihinden sonra adım adım bu ilim bir mertebe daha ilerleyip özellikle Napolyon Bonaparte çıkarak bu fennin sırlarını meydana koymuş ve askerlik asrımızda görülen derecelere ulaşmışdır. Ancak tecrübelerin artmasiyle harp san'atı günden güne ilerlemekde bulunmuştur. Hatta bu günlerde yeni icad şişhaneler yapılıp müs takil taburlar kurulup onlara bu şişhaneler verilerek ha fif piyade tertib olunmuş ve (1270) hicrî senesinde orta ya çıkan Ruslarla yapılan muharebede çok iyi olduğu gö rülmüştür. Önceleri hafif piyade ile ağır piyadenin birbi rinden bayağı farkı kalmamışken süâh ve teçhizatta fark lı hale gelmiştir. Sonraları eski tüfekler ortadan kaldın^ larak bütün askere Şişhane verilmiştir. İşte bu suretle harp ilmi Ssvkülceyş (strateji) ve tabiye (tactique) adiyle iki itina gösterilmesi lâzım bir büyük san'at olmuştur ki ordu kumandan ve erkânı olanlar birçok başlangıç ilmi öğrendikten sonra bu fenlerde mahir olmaları bu gün farzdır. Strateji fenni gerek taarruz, gerek savurma için mü him olan yerlerin seçilmesinden ve taktik (tactique) fenni de çarpışmada zafere erişdirecek hareket ve tedbirlerin yapılmasından ibarettir. Aslında Osmanlı Devleti serdar ve seraskerleri bu gi bi harn tedbir ve hareketlerde tecrübe ile maharet kaza nırlardı. Nitekim yukarıda anlattığımız gibi Rus çarı Pet ro «BUĞDAN» içinden Tuna'ya harekete geçince Baltacı Mehmet Paşa da onun çekilme yolunu kesmek üzere Ba
sarabya içinden ileriye hareket edip «Falcı» geçidini tut ması ile sevkülceyş de güzel bir hareket etmiş sonra ora da yolu kapayan Rus askerini kaçırıp suyu geçince hemen Rus ordusu üzerine beklemeden taarruz etmesiyle de sev TARİHÎ CEVDET 173 kûlceyş mahareti göstermiştir. Sonra (1282) senesi seferinde ŞUMNU mevkiinin kilit yeri olduğunu önemli bularak harekat üssü yapılması sev külceyş fennine uygun ve o zamanın gereği savunmaya yeter istihkâm verilmesi, tabiye fennine uygun düşmüş dür. Ancak daha sonraları bunun gibi harp kuralları eski den olduğu gibi iki önemli fenne ayrılarak harp fenni adiyle bir büyük ilim olup bunun öğrenimi de önce birçok fenlerin bilinmesine bağlı olduğundan şimdi seraskerler ve diğer askeri ümera hareket harbinin nazariyat ve ame liyatında meleke ve maharetlerini artırmadıkça Avrupa usûlü üzere muntazam olan ordulara kumanda edemezler. Halbuki harp fennine açıklandığı gibi Avrupa'da ilerle dikçe Osmanlı askeri (Elfazî ma şehdet be ela'da') görü şü ile beliren kuruluş ve disiplini adım adım gerileyerek tersine durum ortaya çıkarak (1100) tarihlerinden sonra sefer harekâtı Osmanlı ordusuna yıkıcı ve kızgınlık ol duğu anlaşıldığından artık harp davası bir tarafa atılarak sulh ve anlaşma yoluna gidilmiş diğer Devletler ile birlik ve beraberlik yolunda bulunmak gerekli görülüp bu yüz den ise uzun zaman askerin bir kenara itilmesi ile Osman lı ordusunun askerlik alışkanlığı ile melekesi zayıflamış ve kuşku ile sonra açılan seferlerde büyük zayiat verilmiş ve bu hallerden en çok istifade eden de Rusya olmuştur. Osmanlı Devletinin askerî düzen değişikliğine muh taç olduğu Üçüncü Ahmet zamanından beri bu mevzu gö rüşülmeğe başlamış ve hele Üçüncü Mustafa Hazretleri bunu pekçok arzu etmişse de Yeniçerilerden korkusundan «türü bu önemli işin açıkça konuşulması bile yapılamıyor du. Hatta Sultan Mustafa mal toplamaya aşırı istek gös terdiğinden Defterdarlık mansabı önem kazanarak çok de fa Defterdarlar ile işleri konuşurmuş. Bir gün Defterdar Halimî Efendiye (Yeniçeriyi nizam altına sokalım,) de 174 AHMED CEVDET PAŞA mesi üzerine (Onlar nizam kabul eder mi?) buyurmakla (Evet kabul eder) ve (Sen sened verir misin?) diye bu yurunca tereddütsüz (Veririm) deyince yeniçeriler ile bir olmasa böyle sened verecek derecede kavi söz veremezdi diye Halimî Efendi hakkında şüpheye kapılıp şayet bu sır rı yeniçeriler duyarsa diye korkusundan Halimî Efendiyi Musul'a mutasarrif yapıp uzaklaştırarak sürgün etmiş sonra da idam ettirmiştir. İkinci Mahmud ricalinden Halet Efendiye yeniçeriler tarafından el tutsanız diye bazı nedimleri tarafından söylenince (adamı Halimîye döndürürler) diye bu hikâ yeyi itimad edilir bir kimsenin anlatmış olduğu söylenir. O vakit nizamı cedîd askeri tertibetmek mutlaka Av rupa'dan öğretmen ve mühendis getirmeye bağlı idi. Yok sa yeniçeri ne kadar disiplin altına alınsa yine eski yeni çeri olup istenilen yeniçeri meydana gelmezdi. Lâkin bu rasını anlayabilmek de yine o yolda özel bilgiye dayandı
ğından Halimî Efendinin Defterdarlıkda olan mahareti kendine yetmediği re'yinden belli olur. Diğer ricalin ço ğunda asrın müşkülatını hal edecek kâfi bilgi yoktu. Ba zıları da Avrupalıların Osmanlı topraklarına gelip gitme lerini istemezlerdi. Hatta Resmî Ahmed Efendi Prusya el çiliğinden dönüşünde yine Üçüncü Mustafa gününde rical den meşhur Kel Yusuf Efendi ile konuşması sırasında Av rupa medeniyetinden bahisle bazı maddelerin yapılmasını söylediği sırada karantina usûlü konulmasını da söyledik ten sonra Yusuf Efendi ona cevap vererek: «Ben seni uza ğı görür bir kimse sanırdım, bu kadafcık şeyi sayamıyor sun ki, Avrupalıların buralara gelip çoğalmamaları bili nen mahut illet korkusundandır. Karantina konulduğu gibi buraya gelecek ve taarruz edecek yabancıları nasıl idare ederiz. Burası tereddüt ve endişe verir, yoksa karan TARİHÎ CEVDET 175 tinanm iyiliklerini biz de biliriz dediği söylenir. Kısaca o zamanlar Osmanlı Devletinde asker tanzimi arzusu oldu ğu halde henüz ne yolda tanzimine teşebbüs olunmak lâ zım geleceğine karar verilememişdi. Hal böyle iken harbin kötüye gideceğini Devlet erkânı cahil gayretleri ve fikirde heyecanlı ve kötü ve yanlış düşüncelerine uyularak (1182) seferi açılıp büyük ölçüde yıkıntıya uğranılmıştır. Bu mu harebe Osmanlı Devletine bir büyük ders olup eğitim gör müş asker tertibinin muhakkak yapılması lâzım geldiğini herkes anlamışsa da bir türlü icraata geçilemeyip fakat Üçüncü Mustafa Hazretleri tophanece bazı İslahata teşeb büs etmişse de adı geçen sefer esnasında ölmüştür. Kendi sinden sonra tahta geçen Sultan Abdülhamîd'in ihtiyar lıkdan gelen dermansızlığı Devleti aliyyece farzı ayn olan Nizamı Cedîd askerinin tertibine kifayetsizliği ölümünden önce bazı yakınları ile söyleştiği ve kendisinden sonra oğ lu Sultan Selim'in cülusuna kadar bu işde hiçbir teşebbüs görülmemiştir. Eğer Sultan Abdülhamîd Han zamanında Halil Hamid Paşa sadaretinde tophanece ve tersanece ba zı İslahata teşebbüs olundu ise de o vakit İstanbul'da geri düşünceliler çoğunlukta olup nizamı cedîd'e eğilip istek gösteren Sultan Mustafa politikasına yani oğlu Şehzade Selimin taraftarlığına temayül manâsına yorumlandığın dan bunun müzakeresi bile saltanat yakınlarının emniye tini kaçıran bir şeydi. Halil Hamid Paşanın düşmanları bu vadide yol bulup aleyhinde işleyerek hakkında Padişa hın emniyetini yok etmişlerdir. YEDİNCİ BÖLÜM (Bahriye ahvali hakkındadır) Eskiden kayıklar kürekle yürütülüp aç çifte, beş çif te diye büyücek gemiler yapılmağa başlayıp dümen ve yelken de icad edilerek yavaş yavaş gemicilik fen ve san'a ti ilerlemiştir. Ancak önceleri gemiler her halde kıyı sula rını kollayıp açık denizlere açılamazlardı. Denizcilik nö beti Suriyelilerle Venediklilere geldiği zaman matemaitk ilminde türlü incelikler, keşif ve buluşlarla hızlanma fen ninde ilerleyerek gözetleme kuvvetiyle denizden Yunanis tan'a ve Septe boğazına ve bazı söylentilere göre daha uzak yerlere seyir ve sefer ederek, ticaret edip onların bu hal ve hareketlerine diğer milletler sihir ve kehanet gö züyle bakarlardı.
Hazreti Ömerül Faruk (radıyallahü anh) Mısır'ı fet heylediği zaman ,Amr İbnül Âs'a (radıyallahü anh) mek tûb yazıp «Deniz ne biçim şeydir, hallerini ve vasıflarını bana bildir» diye emretti. Amr ibnül Âs'm (radıyallahü anh) emîr ül mü'minînin dergâhına yazdığı yazıdan sonra ümmeti Muhammedi korumak için gemilere binmekden men eylediği için Kureyş kabilesi ve diğer kabileler deniz de sefer etmekden çekindiler ise de Mısır halkı ve muhte lif milletlerden Mısır topraklarında olan tüccar deniz har bi ve deniz ticaretine alışık olup, kendilerinden önce gelen Devletlerin zamanında da ömürleri deniz. seferlerinde ge <çip babadan oğula bildikleri yararlı san'atları olmakla on ıar vazgeçmiyerek Demyat, Reşid, İskenderiye ve diğer TARİHİ CEVDET 177 iıyılarda gemilerini işletip ve Süveyş Halicinden Yemen ve Hind taraflarına seyrü sefer edip ticaretten kalmazlar ?ve Mısır kıyılarında bulunan Arab kabileleri zenata ve Mağrip ileri gelenlerini gazalara ve deniz ticaretine itip harekete geçirmekten hâli kalmazlardı. Lâkin Amr Bin As ile gelen Eshâbı kiram (aleyhimürrıdvan) ve onların emsali Arab kimseler Hz. Ömerül Faruk'un (radiyallahü anh) tenbihine uymuş ve başlangıçda karşı gelmeğe cesa ret edemeyip ancak malı, kuvveti, ve ricali olan Nuhayle Şeyhi ve Mesket hâkimi Müslim'in gaza ve cihâddan ve menfaat elde etmekten yasaklamak doğru değildir diye karşı koyup gemilere bindiler. Umman ve diğer kıyıları na ve Cezayire gaza ettiklerini Hazreti Ömer (radıyalla Jıü anh) işitince Nuhayle Şeyhine azarlama gönderip Amr bin As (radıyallahü anh) tarafından ele geçirilip cezalandırıldı. Zira asıl mayası îslâm olan Arablar henüz ele geçen yerlerde gereği gibi yerleşmeden çoğunun gemi lere binip uzak sınır dışı yerlere dağınık ve parça parça hilâfet merkezinden uzaklaşmaları hükümet kaidelerine uygun değildi. Sonraları Mısırlılardan kudretli gemi sa hipleri ile İslâm büyükleri de birleşerek adım adım gemi lere binip kâh gaza, kâh ticaret için denize açıldıklarını Hazreti Ömer (radıyallahü anh) duyunca yasağı kullan mayıp susarak kendi hallerine bırakıp ta Hz. Muaviye (ra dıyallahü anh) zamanına gelinceye kadar ehli İslâm azı cık gemilerle kâh gaza ve kâh ticaret eylediler. Lâkin bu sefinelerin kaptan ve tayfalarının çoğu hıristiyanlardan denizcilikde usta kimselerdi. Bunlar büyük ücretlerle kul lanılırdı. Ehli îslâmda bu denizcilik fennine bağlı bilgi ler yokdu. Hazreti Muaviye zamanında Amrı bin Âs tekrar Mı sır'a vali olunca Hazreti Muaviyenin (radıyallahü an hüm) fermanı ile deniz yüzünde gaza için müslümanlara F. 12 178 AHMED CEVDET PAŞA genel izin çıkdı. Hazreti Ömerin (radıyallahii anh) önce yasaklaması, sonra susması, sonra genel izin çıkması ve düşünceye dayanır diye hakikati araştıran ulema, şöyle düşünerek demişler ki: Arablar başlangıçda denizrilikden birşey bilmediklerinden işin başlangıcında Hazreti Ömer ;(radıyallahü anh) onları korumak için yasak etmiş, takım takım o işe atılıp gemi teçhizat ve levazımı ile kullanma yı öğrendiklerini görünce susup göz yummuş, sonra islâm
milletleri gemiciliği öğrenerek deniz ahvalinden epeyce bilgileri olunca deniz gaza ve cihadına genel izin çıkdı. Yukarıda anlatıldığı gibi genel izin çıkdıktan sonra deniz harbine giden müslümanlar, uygun gemiler yapıp ve hıristiyanlardan rüzgârın halini ve deniz işlerini pek iyi bilen ve anlayan kaptanları ücretle tutarak kendileri ci had, teçhizat ve harp silâhları ile gidip kâh gaza, kâh ti caret eder oldular. Hatta Mısır Emiri Akabetbin Amir Hicretin kırkyedinci senesinde Rodos adasına gaza edip, bol miktarda ganimet almıştır. Kırksekiz senesmsje Haz reti Muaviye (radıyallahü anh) Kıbrıs adasına gaza ey ledi diye Hamiş tarihinde İmamı Vakidî'den rivayet olun muştur. Vasıf tarihinde yazılı olduğuna göre Abdülmelik bin Mervan'ın saltanatı sırasında Afrika amili Hüsam bin Nu man'a haber salıp Tunus tarafında gemi inşası için san'at okulu yaptırmasını emredip, işte İslâm milletlerinde ilk önce yapılan san'at okulu budur. Halâ dilimizde dolaşan tersane sözünün aslı DârüsSinaa'dır. O vakit Darüssinaa (san'at okulu) da beş yüzden fazla firkateye benzer az masraflı gemiler yapılıp hazır olunca TUNUS havalisi şeyhi Ziyadet Bin İbrahim zamanında ki hicretin seksen ikinci senesi idi Ata bin Rabi'abdülmelik tarafından emir olarak o donanma ile varıp bugün Sicilya dediğimiz büyük adayı fethetti. Doksanbir senesinde Afrika hakimi olan TARİHİ CEVDET 179 Musa bin Naşir tarafından Tarık bin Ziyad, Endülüs (İs panya) tarafına gaza edip Endülüs toprakları ve sonra Sardunya Adasını fethettiler. Doksaniki tarihinde yine Tarık bin Ziyad, hem kaptan, hem serdar olarak büyük bir donanma ile Septe boğazından çıkıp Okyanus Denizi ne açılmış, İspanyollarla uzun zaman muharebeler ederek büyük yerler ele geçirmiştir. İşte ilk defa Septe Boğazın dan dışarı çıkan İslâm donanması, bu donanmadır. Ku mandanlarına nispetle boğaza «Cebelüt Tarık» adı veril miştir. O vakit İspanya'da Gotlar hükümet ederdi, ve İs panyolları reaya gibi kullanıp payı tahtları Tulaytıla şeh ri idi. O zaman Avrupa'nın diğer taraflarında olduğu gibi İspanya'da da zengin olanlar pek çok mal ve ölçüsüz de ğerde eşya vakfedegeldikleri cihetle büyük manastırlar yapıp bu suretle Tulaytıla'da pek büyük bir manastır ya pılarak zîkıymet mallar ve eşya ile dolu idi. Bazı zayıf ih timal ile anlatılana göre Tulaytıla'da o vakit şöyle ma'mur Beytil hikeme vardı diye söylenir. Tarif ettikleri Beytül Hikeme işte bu manastırdır. Yoksa o zaman İspanya'da ilim ve hikmetten henüz eser yokdu. Her ne hal ise, böyle ce ruhban taifesi o taraf da pek kuvvetli ve sözü geçen olup, bazı şehirlerde bayağı bağımsızlık iddia edecek de receye gelmiş olduklarından, sonraları Got kavminden nö betle hükümdar sandalyesine oturan Rodrie adlı kral ken di cesareti ve gençliğinin yardımı ile rahiblerin bu kadar nüfuzunu çekemeyip Toledo manastırını vurup yağma et tirmiş olduğundan ileri gelenlerle ahaliden bir takımı ken disine gücenmiş ve bunun üzerine İspanya'nın güneyinde muhafız bulunan Julyanus adlı kumandanın kızına mu sallat olunca o da kendisine can düşmanı olarak kin ve fe nalık olsun diye Arabian İspanyaya çağırmış, böylece İs
panya toprakları bir istilâya hazır hale gelmişti. O zaman 180 AHMED CEVDET PAŞA Islâmiyetin gençlik, gösterişli en yüksek seviyedeki yük seliş zamanı olmakla İspanya topraklarına ayak bastık ları gibi kısa bir zamanda her tarafını ele geçirip istilâ ede rek büyük ganimetler elde edildi. Hele Tulaytıla alındığı zaman Ehli İslâm'ın eline geçen mallar ve zikiymet eşya saymakla bitmez. İşte bunca fetihler ancak deniz kuvvet leri sayesinde meydana gelmiştir. Ve müslüman gaziler anlatıldığı gibi deniz kuvvetlerine sahip olduktan sonra her sene Mısır'dan Tunus ve Afrika taraflarına donanma çıkarıp, kıyılar ve adalarda pek çok Fransa memleketleri ni muzaffer olup ele geçirmişlerdir. Soıs;a İspanya donan ması ikiyüz ve Afrika donanması yüzelli gemiye kadar çı kıp deniz yüzünden kâh İslâm donanması kâh hıristiyan galip olarak adalar ve kıyı vilâyetlerini birbirinden alıp ele geçirmekle deniz yüzünde kavga ve muharebe eksik ol mamıştır. Sonraları pusula îcad olunmakla, gemicilik fenni pek ziyade ilerleyerek Arablar Hind diyarına, diğer kıyılara, uzak adalara; Avrupalılar da Okyanus Denizine seyri se fer etmeğe başlayıp, bu suretle Amerika ve bir çok ada lar keşfolundu. Avrupa'dan Ümit Burnu yolu ile Hindis tan'a gidilir oldu. Deniz kıyılarında bulunan İslâm Devletleri harp ve ticaret için gemilere binmeye ve denizlerde sefere muhtaç olduğundan ötedenberi gemi inşası fenni ile denizcilik ile uğraşan ve bu hususda meleke ve maharet kazananlarla denizcilik sanayü günden güne ilerlemiştir. Ve gittikçe fen ve sanayim ilerlemesiyle gemilerin büyüklüğü artmış zamanımızda görülen kapak, üç anbarlı gibi büyük gemi ler yapılmıştır. Daha sonraları vapurlar ve zırhlılar îcad olununca deniz ahvali bütün bütün başkalaşıp, dünya ilişkileri, Dev letler, başka dillerle konuşanların iş yapıları başka şekle girdi. TARİHİ CEVDET 181 Osmanlı Devletinin ilk günlerinde harp ve muharebe leri karada olmakla donanma işlerine hiç de ilgilenmeyip Sultan Orhan Gazinin oğlu Süleyman Paşa Rum kayıkla riyle Gelibolu yakasına geçerek o yerleri ele geçirmekle, Rumeli kıt'asında birçok yerleri Osmanlı topraklarına kattıktan sonra, Gelibolu geçidinde biraz kayıklar tedarik olunmuştu. Sonra İstanbul'un fethine yalnız kara tarafın dan kuşatma kâfi gelmeyince denizden de taarruz için ye teri kadar gemi tertip olunup, ancak o zaman istanbul ile Galata arasına çekilen zincir limana gemi girmesine engel olduğundan Baltaoğlu Süleyman Bey eliyle bir söylentiye göre, Sütlüce ardında yeni gemiler yapılarak, oradan ve bir söylentiye göre de Rumeli Hisarı ardında donanma tertip olunup şimdi Dolmabahçe denilen yerden ağırlıkla rı çekmeyi iyi bilenlerin akla hayret verecek tedbirleri ile yağlı kızaklar üzerinde gemileri karada yürüterek limana indirilince içlerine metrisler kurularak o taraftan taarruz edilince bu gönül açan tedbirle İstanbul fethedilip ele ge çirildi. İşte Osmanlı Devletinde ilk önce nasb olunan Der yabeyi Balta oğlu Süleyman Bey olup Rumeli Hisarının üst tarafındaki Balta limanı onun adıyla anılmakdadır.
İstanbul'un fethinden sonra tersane işlerine önem ve rilerek bir çok gemiler yapılıp kısa zamanda o asırda bü tün Akdenizi benimsemiş olan Venediklileri tehdit edecek kadar donanma kurulmuş ve hemen Fatih Sultan Mehmed Han zamanında deniz kuvvetleri ile nice topraklar ve ka leler ele geçirilmişti. Bu suretle Osmanlı Devletinin deniz kuvvetleri epeyce ilerleyerek mahir kaptanları ortaya çık tı. Bunlardan Kemâl Reis dost düşman önünde liyakat ve maharetini ispat etmişdi. Hatta ikinci Sultan Bayezid as rında (892) hicrî senesinde (İspanya'ya, Sicilya adasına İspanyollar musallat olduğundan ElAhmer Devletinden aydın bir sözcü gelip İspanya istilâsından şikâyet etmiş 182 AHMED CEVDET PAŞA ve Endülüs topraklarını düşman baskınlarından kurtar mak için imdat diyerek yardım ricasında bulunmuş ve Ke mâl Reis birkaç kıt'a gemi ile imdatlarına gönderilmiş ve fakat o sıralarda deniz muharebeleri Arnavutluk ve Mora taraflarında yapıldığı için Endülüs bir yana bırakılmışdı. Ve o zaman bir hayli büyük gemiler yapılıp hattâ Kâtip Çelebi'nin Lâtin tarihlerinden söylediğine göre Avrupa hü kümdarlarından Alfons adlı kral (4000) tonluk bir gemi yapdırmıştı. Sonra iki gemi daha yaptırdı ki hiç bir zaman o kadar büyük gemi yapılmamışdı. Lâkin onları kullana madılar, iskelede çatıp bozdular. Venedikliler de o sırada büyük gemiler yapmaya başladılar, işte o zaman Fatih Sultan Mehmed Han da (3000) tonluk bir gemi yaptırdı. Fakat indirirken iskele de battı. Tonilâto fıçı manâsına gelip bizlerde kile tabiri gemilerin büyüğüne, küçüğüne ölçü olarak şu kadar kilelik gemi diye söylendiği gibi Av rupalılar arasında da tonilâto deyimi, gemilerin hacmini anlatmak için ölçü olup, bir tonilâto otuz kile sayılır. An cak bu da kalyon türündendir. Kalyon deyimi bugün üç anbarlılar ile kapaklara mahsus olarak aramızda deyim olmuşsa da aslında kalyon yalnız yelken ile kullanılan bü yük gemiler olup Kraka, Barca, Polika gibi türlü çeşidi vardı. Ve Kraka Kalyonun büyüğü demek olup o zamanda bunları çoğunlukla İspanyollar kullanırdı. Diğer Avrupa Devletlerinin harp Kalyonları çoğunlukla Barca idi ama çektiri nev'inden gemiler hem yelken ile hem de kürek ile kullanılır gemilerdir. Bunların da bir çok kısımları olup bunlarda ölçü «Oturak» tabiri olup kısımları da böylece birbirinden ayrılır. Şöyle ki: On oturakdan onyediye va rınca «Firkate» denilir. Her küreğini ikişer üçer adam çe ker. Ve onsekiz ondokuz oturak olursa «Bergedde» derler. Ondokuzdan, yirmidörde varınca «Kalita»dir. Ve yirmibeş oturaklı olursa «Kadırga» derler ki, her küreğini dört TARÎHI CEVDET 183 adam çeker. Ve yirmialtı oturakdan otuzaltı oturağa va rınca «Bastarda» derler, her küreğini beşer, altışar, yedi şer adam çeker. Gemisine göre yüksek ve geniş olursa «Mavna» denir. İki kat olup altı mavna, üstü kalyon olur sa «Köke» derler. Kadırgaların iki bodoslamasının arası ellibeş ve elli altı zira' uzunluğunda ve anbar ağzı yirmi karış genişlik de olarak, kıç yüksekliği onsekiz karış ve baş yüksekliği onbir karış olur ve kuşak yüksekliği altı karış bir parmak
olur. Her bir kadırgada harita ve pusulaya bakar birer kaptan «Trenkete» kullanır. Yirmi halatçının biri odabaşı olup, dümenci, yelkenci, neccar, kalafatçıları ile bir kadır ganın otuzbir kadar gemicisi ve yirmibeş oturakdan bir kürek mahalli ocak yerine gitmekle kırkdokuz kürek, dör der kattan yüzdoksanaltı kürekçisi ve cenkçisi olmakla bir kadırga halkı en azından üçyüzotuzu bulurdu. Yirmialtı oturaklı âdi Bastardanın uzunluğu, elliyedi zira' olup ge nişliği ve halkı da ona göre idi. Buna Paşa Bastardasının uzunluğu yetmiş ve yetmişiki arşın kadar olur ve otuzaltı oturak olup, her küreğini yedişer adam çeker ve halkı en azından sekizyüz neferdi. Altmış beş zira' uzunluğu olan Mavnanın yirmi karış kıç yüksekliği ve onikibuçuk karış, baş yüksekliği ve yedibuçuk karış kuşak yüksekliği olup, içine yirmidört pare (adet) top konulur ve yirmialtı otu rağın her küreğini yedişer adam çekip bütün içindekiler altıyüz neferi bulurdu. Bu gemileri ekserî küreğe konulan esirlere çektirip onlara forsa adını verirlerdi. Şöyle ki bunlar zincire bağlı oldukları halde oturak yerinde çakılı olarak kürek çekerlerdi. Mamafih muharebe içinde bun lara emniyet olunamadığından, kaptanların çoğu önleme tedbiri olarak kürekçilerin yarısuıı forsa, yarısını da Türk olarak kullanırlardı. 184 AHMED CEVDET PAŞA İkinci Sultan Bayezid zamanında Mora kıyılarının ele geçirilmesi iradesi ile büyük gemiler yapıldığı sırada iki kıt'ada «Köke» yapılmıştı ki, her birinin uzunluğu yetmi şer ve genişlikleri otuzar zira' olarak, içlerine büyük top lar ve her birine ikişer bin cenkçi ve kürekçi konulup biri nin riyaseti meşhur Kemâl Reise ve diğerinin riyaseti Bu rak Reise verilip diğer gemi çeşidlerinden büyük küçük üç yüz kıt'a gemi teçhizatı tamamlanarak hazırlanıp tertip lendikten sonra, İnebahtı yakasına gönderilmişti. Burak adasına vardıklarında düşman donanması karşı gelerek cenge başlayıp düşmanın iki kökesiyle bir mavna ve bir de barçası Burak Reisin kökesine taarruz ettiklerinde ilk ön ce Burak Reis o mavna ile barçayı top ile parçalayıp ba tırdıkdan sonra o kökeler ikisi birden Burak Reisin köke sine sarıldıklarında Burak Reis düşman kökelerine neft yağı ile ateş bırakıp ikisini de yakmışsa da kendi kökesi ni onlardan ayıramayıp o da bile yanmış ve kendisi ile be raber beşyüz kadar levend şehîd olmuş, denize düşen diğer gaziler kayıklara alınarak kurtarılmış ve düşman gemi lerinde bulunanların gelen bir kalyon da zabtedilip ele ge çirilmiştir. Ve bu muharebe yerine yakın olan ada Burak Adası diye anılmışdır. Ondan sonra ortaya çıkan muharebelerde de donan ma Venedik donanmasına galip gelerek înebahtı ve Mu ton ve Kron kalelerinin fethi müyesser olmuştur. Eskidenberi Osmanlı Devletinin deniz kuvvetleri ilerleyerek Venedik donanmasına galip gelmişken sonra Sultan Bayezid'in ihtiyarlığı dolayısiyle köşeye çekilip vükelânın işlere boş verip savsaklaması, görmezliğe ge lip geçivermeleri Devlet halinin zayıflamasına ve kuş kulu olmasına sebep olarak deniz seferleri ihmâl edilerek terkedilmiş olup sonra Yavuz Sultan Selim Han Hazret leri de (Takademül ehem alelmühim) kaidesine riayet TARİHİ CEVDET 185
le îran ve Arabistan seferlerine gittiği için donanma iş lerine bakılamadığmdan başka, o aralık Akdeniz'de bü yük işler çıkarılmamak için Osmanlı korsanları da sefer den men olunmuşdu. Gerçi Devletin deniz kuvvetleri al çalmağa yüz tutmuş ise de o vakit Osmanlıların yükseliş ve gelişmesi ileri hamlelerindeki sert davranışları oldu ğundan cihada başkoymuş gönüllü kaptanların pek çoğu korsanlığı bırakmamak üzere Afrika Garp Kıyılarına ya yılıp Avrupalılar ile muharebeden geri kalmalıdır. Bun ların en ileri geleni meşhur Hayreddin Paşadır. İşte bu halde Sultan Süleyman Han hazretleri tahta geçerek do nanma işlerine fazlasiyle ilgilenerek kayıd ve ihtimam buyurmaları ile deniz kuvvetleri Osmanlı Devletine ye niden hayat vermiştir. Çünkü Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri tersane işlerine başlamış Fatih zamanında «Aynalı Kavak», semtinde yapılmış olan gözlerden artı gözler ve mahzenler yaptırmış ve büyük bir donanma ya pıp Akdenize çıkmak, adalar ve kıyı memleketlerini ta mamen zaptedip ele geçirmek niyeti ile işler yapılmıştı. Hatta Idrisi Bitlisi ve diğer bazı mahremleriyle bilhassa yaptığı konuşma sırasında Septe boğazına varınca «Ak deniz bir halicdir, onda bu kadar değişik milletler topla nıp tamamen bir Osmanlı Devleti iç denizi hükmünde ol mamak uygundur. Bu hususa geniş ölçüde eğilip gayret göstermemek saltanatın şanına küçüklük düşürecek him met kusurudur. Allahü tealâ ecelden aman verirse bu maksad için yeteri kadar donanma tedarik edip Akdeniz de olan memleketleri kılıcımın emri altına almadıkça ra hatımı ve günlerimi haram etmeğe ahdim olsun» derler imiş ve tersane binasını genişletip artırmakla bu kahra manca yola başlamış oldular. Lâkin Mısır, çerkez devleti Haremeyni Şerifeynin hizmeti şerefiyle halk gözünde itibarlı ve Mısır'ın Kahi 186 AHMED CEVDET PAŞA re şehri Abbasî halifelerinin evi gibi olduğundan çerkez hükümdarları bu şerefi de beraberlerinde bulundurduk ları halde bazı hadiselerden dolayı Osmanlı Devleti ile aralarına soğukluk ve aykırılık ortaya çıkıp, gerçi Tu nus meliki Osman Hafsa aracılığı ile dostluk anlaşması tekrarlanarak, gelip gitmelerle beraber elçiler gönderil diyse de Devletçe tam istiklâlleri gerçekleşmediği gibi kabul de edilmediğinden, Mısır çerkeslerine kâh îrana kâh Arab eşkiyasıha gizliden yardımdan geri durmadık ları için ilk önce Mısır'ı fethetti. Bu yol ile Arab kıyı larını ele geçirmek önem kazanınca, öncelikle önemli ha zırlıklara himmet edip düşündüklerini yapabilmek için deniz yüzüne donanma indirmek tedarikinde iken istan bul'a teşriflerinin ikinci senesi oldu. Oğlu Sultan Süleyman Han hazretleri tahta geçince tersane işlerine büyük bir dikkatle eğiliyordu. Çünkü Ro dos şövalyeleri korsanlıkla Akdenizi kesip, rast geldik leri tüccar gemilerini zaptedip ele geçiriyorlardı. Bu hal de Mısır yolunun emniyet altına alınması için Rodos'un fethi önem kazandığından ilk önce büyük donanma ile (929) da Rodos adasını fetheyledi. Ve (932) de Süveyş de nizine Kaptan ve Serdar edip 20 pare Kadırga ile Süveyş Boğazından Yemen diyarına gönderdiler. O da varıp Ye men ve Aden kıyılarını zaptetti. Ondan sonra Hayreddin
Paşa İstanbul'a gelmekle Osmanlı Devletinin deniz kuv vetleri tepe noktasına erişti. Hayreddin Paşanın ismi Hızır olup ancak Avrupalı lar arasında «Barbaros» diye anılır ki kırmızı sakalı de mektir. Denizde çok büyük işleri ve muharebeleri olup anıları unutulmayacak, yaşlı kendinden yalnız keramet umulur bir kahramandır. Sultan Süleyman hazretlerinin emriyle hal tercemesini yazdırıp bir kitap ederek Sultan Süleyman'a takdim etmiştir. Bütün hayatı ayrıntıları ile TARİHI CEVDET 187 ondan bilinir. Bu yazdığımızın o ayrıntıları anlatmağa tahammülü yoktur. Fakat onun kaptanlığı zamanı Os manlı deniz kuvvetlerinin en parlak göze gelir, galibiyet ler zamanı olduğundan, kısaca hal tercümesini anlatmak uygun olur. Şöyleki: Hayreddin Reis'in aslı Midilli adası yerlilerinden olup Selâniğe işler, ağabeyi Oruç da Trab lus ve Şam seferlerine giderdi. Oruç Reis bir defa Trab lus'a giderken esir düşmüşdü. Kurtuldukdan sonra Sul tan Korkud Antalya'da iken ondan izin alıp onsekiz otu rak bir gemi ile korsanlığa çıkıp bir müddet Rodos etra fında ve diğer kıyılarda bir çok hıristiyan gemilerini ele geçirdikde sonra Garp tarafına gitmişti. Çünkü Sultan Selim Hanın tahta geçişiyle Sultan Korkud gizlenip Ak deniz gemilerine bile sefer yasak edilince bu Osmanlı korsanları Garp kıyılarına sığınıp, barınak yeri ettikle rinden Hayreddin Reis bile gemisini alıp Garp tarafına yelken açıp giderek ağabeyi Oruç Reis ile Trablus tara fında bulunan «CERBE» adasında konuşdukdan sonra muharebeye karar vererek Tunusa varıp, Tunus hâki minden bir yer istemişlerdi. O zaman Tunus Hafsalıla rın elinde olup alacakları ganimetin beşde birinin Tunvs hazinesine vermeleri sariyle onlara «Halkül vaad» ka lesini yerleri olarak göstermişti. Bu suretle iki kardeş denize açılıp rastgeldikleri Fransız gemilerini ele geçirp gittikçe gemilerin çoğaltıyor ve şöhret ve seslerini git tikleri heryerde duyurarak Akdenizi velveleye verdiler. O sırada Cezayir kıyılarının pek çok yerleri Fransızlar eline geçmiş olduğundan uzun müddet Fransa ile muha rebe ettiler. Tunus tarafında bulunan «Becaye Hisarı» da anlatıldığı gibi Fransızlar elinde bulunmakla onun üze rine hücum ettiklerinde, üzerlerine gelen İspanya donan masına galip geldiler Ancak bu muharebede Oruç reisüı Mr kolu yara alınca kardeşi Hayreddin onu Tunus'a gö 188 AHMED CEVDET PAŞA türüp kendisi Mayorka adalarını vurup bir kaç kule fet hederek bir çok karyelerini çapul edip büyük ölçüde ça pul malı alıp dönerken denizde Korsika donanmasına te sadüf edince ona da galebe ederek muzaffer olarak Tu nus'a döndü. Sonta kışın tekrar korsanlıkla denize çıkıp bir ay içinde (3800) esir ve yirmi pare gemi ve bunca çapul malı ile geri çekildikden sonra baharda yedi kıt'a gönüllü gemisine serdar olarak bazı Avrupa kıyılarını basıp çok ganimet aldıkdan başka, denizde de beş kıt'g gemi alıp bunlardan birini meşhur Kemâl Reisin kızkar deşi oğlu olan Muhittin Reis ile Osmanlı Devletine gön derip takdim eylemiş ve karşılığında da Osmanlı Devleti tarafından kendisine iki kadırga ile Hil'at gönderilmişti* Bundan sonra Hayreddin Reise denizde karşı durur ol
mayıp, Barbaros adından bütün Akdenib titrer, kıyılar,. adalar ve Avrupa halkı korkusundan beşikdeki çocukla rını Barbaros adiyle korkutup, susdurur oldular. Onun böyle ortaya çıkması Avrupa Devletlerini kuşkuya dü şürdü. Fransızlar hazırlanıp, (30) kıt'a donanma ile Tu nus yakasına taarruz eylemişse de onlar da bozguna uğ rayıp umudları kırılarak dönmüşlerdi. Sonra Oruç Reis Cezayiri ele geçirdi ve orada yerleşerek Cezayir ve Be caye'ye bağlı olan kaleleri kardeşi Hayreddin Reis ile aralarında bölüşüp Cezayir'in batısında olanlara Oruy Reis ve doğusunda olanlara Hayreddin Reis gösterümiş olmakla Telemsan hakimi bunları Cezayir'den kovmak üzere İspanyollar ile anlaşarak karadan, kendisi ve de nizden İspanya donanması Cezayir üzerine taarruza ge çeceklerini Oruç Reis haber alınca bir miktar asker ile Telemsan üzerine gittiği zaman Telemsan Hâkiminin düş manla birleşmesi ile Telemsan halkı da kendisine yüz çe virmiş ulemâsı da katline fetva vermeleriyle Oruç Reis şehre yaklaştığı gibi halk karşılayıp buyruğundayız de TARİHI CEVDET 189 yince Telemsan hâkimi, Telemsanm iskelesi olup önceleri İspanya eline geçmiş olan Vehran'a kaçıp İspanyolar dan yardım istemiş, mal vereceğiz diye toplanan bir çok Arab askerine bir mikdar da Fransız askeri koşulup ön ce Kal'atül kıla'ı ve sonra Telemsan'ı kuşattıklarında bir seneden beri muharebe edilmiş, sonunda Oruç Reis şehîd olup bu kaleler de istilâya uğradıkdan sonra İspan yollar (171) pare gemi ile gelip karaya bir çok asker çı karıp Cezayire taarruz ettiklerinde, Hayreddin Reisin kendi adamları azın azı kadar ise de (20.000) kadar Arab askeri kendine bağlı olduğundan savunmada dayanarak İspanyollara büyük zayiat verdirdikten sonra onları ka çırdı. Telemsan'ı ve Tenes hisarını ele geçirip döndükden sonra gemileri Cezayir limanında yatarken (130) pare gemi ile İspanyollar gelip limanı bastıklarında yine boz guna uğrayıp dönmüş ancak bu kere bazı gemileri kuma oturmakla donanmanın kaptanı ve bir çok subayları ve üç bin kadar levendleri Cezayirde esir kaldılar. Bu olay dan sonra Cezayirliler Hayreddin Reisden Cezayir ima retini kabul etmesini düemişler o da hutbe ve sikke Âli Osman adına olmak şart koşup kabul etmiş olup ancak Tu nus ve Telemsan Hâkimleri bu yüzden kırılarak Hayred din Reise karşı birleşerek Cezayir halkından işe yarar beyleri aldatıp kendi taraflarına ve bir tarafdan da mal vadederek bir takım Arabian Cezayire gönderdikden başka Telemsan melik çocuklarından bazısı Fas Hâki minden, bazısı İspanya'dan yardım alarak muharebeden geri durmamaları ile Hayreddin Reis bunların yaptıkları fenalıkları ortadan kaldırmak için uğraşırken, karadan ve denizden asker göndererek Vehran yakınında Musganim Hisarı'nı ele geçirdikten sonra donanması ile Endülüs yakasına geçip yalılardan bir çok ganimetler aldıktan başka, girdiği yerde yani İspanyollar elinde esir kalıp kü 190 AHMED CEVDET PAŞA çük düşen Osmanlılardan da bulduklarını Cezayire geti rip yerleştirmiştir. Lâkin bir taraftan İspanyollar ve bir taraftan Tunus Hâkiminin ayartmasiyle Arablar Hay reddin Reis üzerine taarruzdan geri kalmayıp bu suretle
elindeki hisarlarını çoğu düşman eline geçmiş ve Ceza yir halkının pekçoğu düşman tarafını tuttuğundan Hay reddin Reis nihayet Cezayiri terk ederek yine o kıyılar ca «Cecit» hisarına hicret edip sığınarak üç sene kadar, bir tarafdan Avrupa kıyılarını yağma bir taraftan da kendine karşı koyan Tunus gemilerini yakarak vakit ge çirdikten sonra tekrar Cezayiri zapt ile onda karar kıldı. Bir müddettenberi Hutbeyi kendi adına okutturan Telemsan Hâkimi Abdullah'a nasihat yollu yazı gönder diğinde Abdullah dediğini yerine getirmemiş üstelik Arab askeri ile Cezayir üzerine hareket edip muharebe de mağlûp olduğundan hutbeyi Âli Osman'a okutmak ve senede yirmi bin altın vermek şartiyle canını kurtarmış tı. Bundan sonra da Hayreddin Bey muharebelerden ge ri kalmayıp Akdenizde Avrupa gemilerini gezdirmez ol duğundan İspanya kralı ve Almanya İmparatoru olan meşhur Şarelken buna bir çare arayıp o vakit Avrupa kap tanları içinde maharet ve cesareti anılıp meşhur olan An deya Dorya adlı kaptanın emri altına mükemmel bir do nanma vererek Hayreddin Reise karşı Akdeniz'e çıkar mıştı. Lâkin Avrupalılar Barbaros adından titreşdiklerin den Anderya Dorya Hayreddin Reis ile çatışmakdan çe kinip kendisini araşdırıp sorarak Akdenizde dolaşırdı. O da fırsat düşürdükçe bazı Osmanlı kıyılarına zarar ve rirdi. Tam bu sırada İspanyollar müslümanları ateşde yakmak gibi ne dine ne de insanlığa sığar ve yakışır su rette eza ve cefaya başladıklarında bir İslâm fırkası ça resiz bir yere toplanarak bir dağa arka verip Hayreddin TARİHl CEVDET 191 Reisden yardım istemeleri üzerine Ehllslâm olanları En dülüs kıt'asından Cezayire getirmiş ve iskân ettikten baş ka birçok Fransız gemilerini yağma etmişti. Sonra Hay reddin Reis, Kanunî Sultan Süleyman Han hazretlerini!? daveti üzerine yarar adamlarından Hasan beyi Cezayir muhafzasmda bırakıp kendisi İstanbul'a gidiyor gibi Ce zayirden kalkıp mükemmel donanma ile Avrupa kıyıları na yönelmiş, Cenova yakınında bir hisarı talan edip yık mış sonra Mesina tarafında tesadüf ettiği (18) Barçayj ele geçirdikten sonra Anderya Doryayı sorup araştıra rak Preveze yakınlarına gelip o zaman Anderya Dorya da hakikaten oralarda iken Barbaros seni arar gafil ol ma diye daha önce kendisine haber ulaşdırılmış ve ihtar edilmişdi. O da savuşup İtalya kıyılarında Brendizi denilen yere kapanmış olmasiyle Hayrettin Reis onunla karşılaşama yıp (940) senesi evasıtmda İstanbul'a gelişinde Cezayir beylerbeyi Süleyman'ın emriyle altmışbin kıt'a Bastarda ve Kadırga inşa ettirip Cezayirden de (18) pare gemi ge tirmişdi. Beşi de gönüllü gemisi olmakla o sene (84) pa re muharebe gemileri ile Akdenize sefer ederek, Malta, Sardunya, Minorka ve Mayorka adalarını basıp nice ka le ve toprakları tahrip ve birçok düşman gemisini yaka rak İstanbul'a dönüşünde İtalya'da bulunan Polya tara fının ele geçirilmesi için Sultan Süleymanın fermanı ile ikiyüz pare gemi kurdurup tamamlanmasına çalışmakda iken dokuzyüzkırküç rebiül ahırında otuz pare süratli gemi ile Polya yakasına varıp ve bir kaleyi tahrip edip geldi. Bu sırada Sultan Süleyman Polya tarafından vaz
geçip Korfo seferine geçtiklerinden kendileri ordu ile Avlonya tarafına hareket buyurup Lütfi Paşa da donan ma serdarı olarak dokuz yüzkırküç zilhiccesinde Hay reddin Paşa ikiyüzseksen kıt'a gemi ile Akdenize çık 192 AHMED CEVDET PAŞA mıştı ki bunların (135) kıt'ası Bastarda ve Kadırga olup bu zamana kadar İstanbul'dan böyle bir mükemmel do nanma çıkmış değildi. Böylece Osmanlı Donanması Ak denize çıkarak ilk önce Polya yakasında bazı kaleler ba sılıp yağma ve tahrip olundukdan sonra Korfo adasının bütün karyeleri yağma ve garet olundu ise de kalesinin kuşatılması uzun sürdüğünden kış mevsimi de yaklaştığın dan vazgeçildi ve Sultan Süleyman karadan ordu ile Lütfü Paşa donanma ile denizden İstanbul'a dönüp an cak Hayreddin Paşa donanmadan altmış Kadırga seçip denizde kalarak Çuka, Eğne, Mürted, Bare adaları ile bir çok adaları fethedip ele geçirerek bir çok da ganimet olarak hattâ ganimet malından canibi mirî için her za man alman beşte birden ikibinbeşyüz esir ve dörtyüzbin altın toplayıp Çuka ve diğer eşyada buna göre idi. Böyle büyük bir zaferle İstanbul'a varışında Sultan Süleyman'a gösterdiği hediyeler ve takdim ettiği şeyler o zamanda hiçbir kaptandan görülmüş şey olmadığından fahir hil' atler giyip büyük iltifatlara mazhar olmuştu. (945) Muharreminde yine (138) kıt'a gemi ile Ak denize sefer edip Eskiri, İstendil gibi bazı adaları ele ge çirdikten sonra Girit'e varıp birçok karyelerini çapul ile (15.000) den fazla esîr alıp sonra Kerpe adasının üç ka lesini de on gün içinde fetihle, ahalisini haraca bağladı. Kısaca yirmibeş pare Venedik adalarında birer ikişer üçer kale vardı. Bu sene hepsi alınıp adaların onikisi ha raca kesildi ve onüçü tahrip edildi. Sonra Rumeli tarafına saldırıp Ağriboza' vardıkla rında ağır yürüyen gemüeri Ağriboz limanında bıraka rak yörük gemüerle denize açıldılar. İşte bu sırada Müt tefik Devletler donanması Korfo'da toplanıp oradan Pre veze kalesine hücum ettiklerini Hayrettin Paşa haber alıp önceden o tarafa göndermiş olduğu (20) kıt'a gö TARİHİ CEVDET 193 nüllü gemisi de Laklese sularında kırk pare çekdirir ge milerini görüp çekildikleri gibi onlar da Barbarosa ya kın yerlerdedir diye varıp donanmalarına haber verince, Preveze kalesini bırakıp Kefalonya adasına varıp karaya asker çıkartarak karyeleri yağma ettirdikten sonra Pre ?veze'ye varıp kuşatma sırasında topla yıkılan yerlerini askere yaptırdı. O esnada İspanya ve Papa Portekiz ve Venedik donanmalarının Korfo adasında toplandıklarını haber aldı. Çünkü Hayreddin Paşanın ortaya çıkması Avrupa Devletlerinin rahatını kaçırıp sonra Kaptan Pa şa olarak İstanbul tersanesi kendi kumandası altına gir mekle istediği kadar donanma tedariki ile artık her ta rafı istilâ edeceği açıkça görüldüğünden ona karşı Avru pa Devletleri birbirine dayanarak birleşip birlikte donan malarını bir yere toplayıp Osmanlı donanması üzerine taarruz için fırsat kollayıp bundan evvel yaptıkları gibi Hayreddin Paşa Preveze limanında iken (945) senesi cumadelulası gurresinde Preveze'ye iki mil yakın yere dek gelerek Osmanlı Donanmasını kuşatarak demir bı
raktılar. Baş kumandan Anderya Dorya, emri altında (52) pare Kadırga ile gayet büyük bir Kalyonu, Venedik kaptanının (70) pare Kadırgası oldukdan başka (10) kıt'a da Kraka adlı büyük kalyonlar ve (40) pare Papa ve Malta Kadırgaları ve (80) kıt'a İspanya ve Portekiz Bar caları ve diğer tarafdan bir az Barcalar olmakla toplam (162) pare Kadırga ve (140) kıt'a Kalyon olarak üçyüz den fazla büyük harp gemileri olup sair hurda gönüllü gemilerle (600) den ziyade yelken görünürdü. Hayreddin Paşanın emri altındaki donanma ise (122) pare çektirir gemiden ibaret olduğu halde askeri muha xebeye teşvik ederek cenk tedarikine koyuldu ve gemile rin direklerini aldırıp hareket ve sessizlikde bana bakı nız diye askere öğütler verip tenbihde bulundu. Gönüllü F. 13 194: AHMED CEVDET PAŞA gemileri bile olaydan dışda tutarak gerekince yandan top ile ateş etmeleri için kaptanlarına öyle talimat verdiki meşhur Turgutçe adlı korsan da onların içinde idi. De niz ümerası dışarıda düşman donanmasının çokluğunu görüp karaya top ve adam çıkarmak tedbirini Paşaya arzettiklerinde Paşa uygun görmeyip ancak düşman ge celeyin Preveze boğazından içeri girmek istediği haber alınmakla kenara büyük toplarla bir miktar asker çıka rılarak muhafaza tedbirleri alınmıştı. İki gün sonra düş manın bir kaç pare yörük kadırgaları Preveze boğazına gelip Osmanlı gemileri üzerine toplar atılınca düşmanın bunca zanıandanberi «Akdeniz benim başkası yok» diyen Hayreddin Paşaya böyle meydan okumaları Gazi Paşaya acı gelerek sabır ve kararını yitirmekle hemen bütün Osmanlı donanması ile boğazdan dışarı çıkarak (122) pa re Osmanlı gemüeri hepsi birden toplara ateş verip yürü düklerinde düşman korkudan titreşerek akşamda yaklaş mış olduğundan düşman donanması duramayıp kaçtı. Cumadelulânm üçüncü günü Preveze limanı açıklarında iki donanma birbirini görüp harbe hazır ve amade ol duklarında rüzgâr düşman için uygun olmakla Osman lıya korku düştü. Çünkü Avrupa Devletleri donanması kalyon ve çek tirir envamdan mürekkep olup Osmanlı Devletinde de ge rek Fatih zamanında ve gerek sonraları kalyonlar yapıl mışsa da onlar ekseriya eşya nakli ve mühimmat için kullanılarak önceleri ve sonraları yapılan muharebeler de çektirir türü kullanılırdı. O zamanının çektirirleri ise asrımızdaki harp gemüeri mesabesinde olup, korsanlığa yarar ve durgun havada kalyonlara üstünlüğü olup şöy leki, uzakdan kalyonları topa tutarak yaralar açdıkdaıı sonra çatup ele geçirirlerdi. Ama rüzgâr olduğu vakit çekdirirler kalyon üzerine varamayıp Barcalar kadırga ları çiğnerdi. Böyle olunca rüzgârın düşmana müsait ol TARİHİ CEVDET 195 ması Osmanlı donanmasına kaygı verdi. Bunu gidermek için Hayreddin Paşa Kuran'n değerinden yardım ister gi bi iki âyeti kerîme'yi yazıp gemisinin direğine asmış yüce Allah'ın hikmeti rüzgâr derhal durgun hal alınca Barcalar hareketten kalmış ve hemen saf bağlayıp top ateşine başlamışdı. Kalyonlardan top gülleleri gerçek
yağmur gibi yağar fakat onların toplan kısa olduğundan Osmanlı gemilerine erişmeyip beri tarafın gülleleri ise Kalyonları tutarmış. Böylece uzakdan döverek Barcala rı kuvvetten düşürüp zayıflatınca Anderya Dorya ve Venedik kaptanı kadırgalariyle yetişip savunmaya ge çince Hayreddin Paşa onları üzerine çekdirip top ateşi ne tutunca dayanamayıp Barcalarm arkasına dolanmış lar ve bir kaç defa Osmanlı donanmasını Barcalariyle çek dirirleri arasına almağa çalışmışlarsa da başaramamış lardır. Hayreddin Paşa da üzerlerine taarruz ettikçe Bar calarmın beri tarafına geçip Barcalar da kale gibi birbi rine çatılmış olduğundan ayırmak güçdü. Osmanlının zo rundan düşmanın çektirirleri barcalarmı dokuz dolandık dan sonra Hayrettin Paşa tekbir getirip hemen Barcalar üzerine taarruzla beraber şiddetli ateş açmış bir çoğunu batınp aralarından yol edip düşmanın kadırgalarına geç mesi hepsine büyük bir korku ve kuşku verince artık çekdirirleri duramayıp kaçmağa yüz tuttuklarında topla döğerek Barcalarm kimisi batmış kimisi yara almış ak şam olup sular kararmış bulunduğundan Anderya Dör ya bu hali görünce sakalını yolarak çekdirirlerin arkası^ na düşüp kaçmış Osmanlı askeri peşini bırakmayıp bir iki Kadırgasını alıkoymuş ve muharebe yerinde batan Barcaları da düşman kendileri yakmakla sabaha kadar karşısında Osmanlı donanması bedava deniz şenliği et mişti. Muharebe başlangıcı kuşluk vaktinde olarak güneşin 196 AHMED CEVDET PAŞA batışından sonralara kadar uzayarak o zamana kadar de niz yüzünde böyle büyük ve garip muharebe olayı bilin miyor. Düşman donanması Osmanlı donanmasına nisbetle bir kaç kat fazla ve bütün Avrupalılar arasında cesaret ve mahareti bilinen Anderya Dorya kumandan iken Os manlı donanmasının böyle zafer kazanması Hayreddin Paşanın ve emirleri altındaki ümeranın deniz muhare belerinde maharetleri ile Osmanlı askerinin üstün dere cede cesaretle başarı göstermelerinin hayırlı meyvesidir. Bu bozgunun üzerine Anderya Dorya Korfo adasına sı ğınır. Hayreddin Paşa da bir kaç gün geçdikden sonra Kefalonya adasını talan ettikten sonra Parga hisarını yakıp Korfo boğazına gelince büyük bir fırtına çıkmıştı. O da Avlonyaya varıp hava açılıncaya kadar orada kal mış sonra da kış gelmekle İstanbul'a dönmüştür. Ancak o fırtına sırasında Anderya Dorya Nova kalesini vurup istilâ eylemiş olduğundan ilk baharda Hayrettin Paşa yüz elli pare gemi ile Akdenize çıkınca Nova kalesini kurtar mişdır. İşte bu sırada Mısır Emirül ümerası Hadım Süley man Paşa da Hindistan'a gitmiştir. Şöyleki, (900) tarih lerinde İspanyollar Amerika'da zaferler kazandıkları gibi Portekizliler de Ümit Burnu yolu ile Hind tarafına dolaşıp bazı Hindistan geçit yerlerini ve boğazları ele geçirirlerdi. Hindistan melikleri karşı koyamadYklarm dan Sultan Süleyman'dan yardım istemeleriyle Süleyman Paşayı yardımlarına göndermişdi. O da donanma ile Sü veyşten hareketle varıp Aden'i ele geçirmiş, muhafazası için bir miktar asker bırakdıktan sonra Hindistan'a va
rıp Portekizliler elinde olan bazı kaleleri top ateşi ile döverek ele geçirmiştir. Önce Hayreddin Paşanın Ceza yir muhafazasında bıraktığı Hasan bey de otuz pare ka TARİHİ CEVDET 197 dırga ve kalite donatıp İspanya kıyılarını yağma etmeden durmazdı. (948) tarihinde Sultan Süleyman Han Hazret leri Engürüs seferine yönelince İmparator Şarlken Avus turya kralı bulunan kardeşi Ferdinand'a yardım olsun di ye Rumeli kıyılarını yakıp tahrip etmek için büyük do nanma ile Venedik kıyılarına gelip ancak Hayreddin Pa^ şanın o taraflara geldiğini haber alınca o dolaylarda bir iş göremiyeceğini anlayarak hemen demir almış ve Ba tı Cezayir'e birçok asker dökerek Cezayire taarruz etti ğinde Hasan bey iyice savunarsk bir çoğunu öldürdük. ten başka çıkan şiddetli fırtınalar yüzünden gemilerinin bir çoğu kazaya düştüğünden pek kötü bozguna uğrayıp dönmeğe mecbur olmuştur. Fransa kralının önceleri ve sonraları Almanya İm paratoru aleyhine istediği yardım ve istirhamı üzerine (949) tarihinde Şarlken aleyhine olmak üzere Fransa kralı Sultan Süleymandan imdat istemekle (950) senesi baharında Hayreddin Paşa donanma ile Fransa'ya yar dıma gidip ilk Meşine şehrine vardığı zaman bu şehir tes lime mecbur olmakla ele geçirildikden sonra Marsilya'ya varışında muhteşem bir şekilde hürmetle kabul olunarak Fransa donanması ile birlikte varıp Nis şehrini ele ge çirmiş ve kalesi savunmada dayandığından çok yardım geleceği haberi alınınca Nis şehri yakılıp geri dönülmüş tür. Sonra bir iki sene daha Akdenize gidip geldikden sonra (953) senesi Cumadel ulasınm altıncı günü yaşı sekseni aşmış olduğu halde darü bekaya göçmüşdür. (Mat reisül bahr) ibaresi vefatı tarihidir. Yerinde, vezirlerden Sokullu Mehmed Paşa Kaptan olup bir kaç sene Akdenizi korumağa çalışmışsa da son ra Sadrazam Rüstem Paşa kardeşi Sinan Paşa kaptanı derya olup o da (961) senesinde vefat edince kapıcı başı 198 AHMED CEVDET PAŞA lıkla Haremi Hümâyûndan çıkmış meşhur Piyale Bey kaptan olmuşdur. Çünkü Hayrettin Paşa gibi büyük de ğerde bir zatın kaptanlık yerinde bulunması bu mansaba şeref ve önem verdiğinden Devletin vükelâsı önünde gü venilir, seçkin veyahud Padişahın tevcih edilmesini uy gun göreceği en yüksek değerde ve herkesin hürmet edeceği bir zatın Kaptanı Derya bulunması uygun gö rülmüşdür. Yoksa o vakit Hayreddin Paşa yerine kay makam olacak Turgutçe Bey dedikleri meşhur korsan vardı ki aslında deniz levendi iken büyük cesareti ile levendlerin kaptanlığını elde etmiş Hayreddin Paşa ile beraber cenklere bulunup Hayreddin Paşa onun hakkın da «Benden daha yarardır» diye divanında açıkça söyle yerek öğüp sözünü ettiği söylenir. O da tıpkı Hayreddin Paşa gibi garb tarafında bir çok gazalar ederek ve ken di malı gemilerini artırarak (25) pare gemi ile gezmeğe başlamıştı. Kapud Turgutçe, islâmiyet için kılıç kuşan mış olup Fransızlarla pek çok muharebeleri ve büyük fe tihleri vardır. Hayreddin Paşa gibi o da Avrupayı tit retmiş ve ondan sonra Akdenizde onun yerini tutmuş
tur. Hatta, Sinan Paşa kaptanı Derya iken bir defa Tur gutçe ile haberleşip donanma ile Akdenize çıkıp o da Garp tarafından gelip konuşduklarında yapılan top şen liğinde Turgutçenin gemilerinin ateş üstünlüğünü gö rünce eğer bir aralık terslik edecek olursa üstesinden gel mek güç olur diye gönlünü çelip Padişaha götürdüğünde namlı yoldaşlarından yedi nefer meşhur kaptanlar da kendisi ile bile gelmişlerdi ki onlardan birisi de Uluç Ali adlı meşhur korsandı. Bu suretle Padişaha geldiğinde ken disine Karlıeli sancağı ve arkadaşlarına da yetmişer, sek sener akça ulufe ihsan buyurulmuşdu. Lâkin Rüstem Pa şa Turgutçeyi kendi kardeşine rakip ve karşı koyar gör mekle sevmezdi. O da Rüstem Paşanın kendi hakkında TARÎHİ CEVDET 199 öldürteceğini bilmekle ona güvenmezdi. Böyle iken bir davanın halli için kendisini İstanbul'a çağırmak üzere Rüstem Paşa çavuş gönderdiği zaman İstanbul'a gitme ye güvenemeyip kendi gemileri ile Garp tarafına firar ile iki sene kadar orada kaldı. O zamanda ise beni hafsa Devleti zayıflamış kuvvetsizdi, ispanyollar mağrıp kıyı larının pek çok yerlerini istilâ ettikleri sırada Trablus garp kalesini bile almışlardı. Trablus'un fethi Sultan Süleyman'ın istediği şey olup ancak böyle büyük bir işin başarılması Turgutçe gibi ha kikaten deniz muharebelerini iyi bilen bir zatın Osmanlı donanmasında bulunmasına bağlı olduğundan Sultan Süleyman yine garp tarafına firarından dolayı Turgutçe ye gücenmiş iken, yalnız bu işin yerine getirilmesi için aman vererek, Trablus fetholunduğu taktirde Beylerbeyi Üği kaydı hayat ile kendisine verilmek va'diyle davet edip derya beyleri de ona uyarak memur olmuşlardı. Dokuzyüzellisekiz senesine Sinan Paşa (120) pare kadır ga ile o havaliye varıp Turgutçe'nin marifet ve delaletiy le Trablus feth olununca eyâleti, Sinan Paşa tarafından başkasına verilmekle, Turgutçe'nin huzuru kaçtığından hemen magribe yelken açtığında diğer kaptanlar da ona bağlı olduklarından ardına düşerek Sinan Paşa yalnız kalıp, ancak Turgutçe'nin emriyle yine döndükleri gibi onu da bazı kaptanlar bin minnet ve yalvarma ile geriye deri Devlet'e götürmüşlerdir. Sonra (960) senesinde Os manlı donanması serdarı olarak (120) pare Kadırga ile Akdenize gittiği bazı tarihlerde yazılıdır. Ve yine (961) senesinde Fransız kralının istidası üzerine Akdenize çı kıp ispanyanın italya kıyılarında olan Basniye adlı hi sarını kuşatıp ele geçirdi ve (7000) kadar islâm esirini kurtarmak gibi çok büyük işler gördükten sonra bir çok ganimetle istanbul'a dönmüş olduğundan kadir bilir Pa 200 AHMED CEVDET PAŞA dişah mükâfat olarak ona kaptanlık ile Cezayir Beyler beyiliğini ihsan etmişken Rüstem Paşa engel olarak «taş rada yetişmişdir, Dergâhı muallâ hizmetinde bulunmayı istemez» diye arz edip yine Karlıeli sancağında kalınca Turgutçe bey bu yüzden kırılıp kabul etmeyip sonra yolda Padişaha çıkıp açıktan sözlü olarak Trablus eyâ letini rica etmekle Sultan Süleyman da istediği gibi Trab lus'u verip böylece Maltada şehîd oluncaya kadar orada kalmıştır. Kısaca Hayreddin Paşa'dan sonra Kaptanlık işte bu
Turgut Paşa'nın hakkı iken Rüstem Paşanın garazkâr lığı buna engel olmuştur. İşte kişisel garazlar daima böyle yapılacak işleri ehline vermeği engelleyerek birçok büyük Devlet işleri doğal yolundan çıkarılmıştır. O sı rada Süveyş donanması da Hindistan denizlerinde dolaş makda olup anlatıldığı gibi Süleyman Paşa Adeni ele ge çirip içine koymuşken ahalisi Portekizlilerle birleşerek kaleyi Portekizlilere teslim ettiklerinde Akdeniz'in ah valine dair yazılan meşhur denizcilik kitabının yazarı Pirî Reis donanma ile Süveyşden hareket ederek varıp Aden'i kurtarmıştı. Sonra (950) tarihinde 30 kıt'a Ka dırga Bastarda ve Kalyon ile Süveyşten hareketle Ye men kıyılarını dolaşarak varıp Mesket kalesini alıp, Hürmüz ve Draht adalarım talan ettikten sonra Basra' ya vardığında Portekiz donanmasının oraya gelmek üzere olduğu ve böylece Hürmüz boğazından geçmek güçleşeceği kendisine haber verilince bütün donanmayı çıkarıp kullanamadığından hemen bir iki Kadırga çek tirip Mısır'a varmış ve Mısır Kaptanı nasbolunan Murad Bey Basra'da kalan donanmadan iki Barca ve beş Ka dırga ve bir Kalitayı Basra'da bırakıp geri kalanını Sü veyş'e göndermeğe memur olmakla Murad Bey onbeş Kadırga ve iki Barca ile Basra'dan çıkıp Hürmüz kar TARİHİ CEVDET 201 şısma geldiği zaman Portekiz donanmasına rastlayınca büyük bir muharebe olmuş bir çok asker ile muteber kap tanlar şehîd ve gemiler yara alarak Basra'ya dönünce bu nu üzerine Şeydi Ali Kaptan ki denizcilik ilminde ve Fe lekiyatta (Kozmoğrafya,) mahir bir kimse olarak Hind de nizi hakkında (Muhit) adlı kitabı yazmış ve Hayreddin Paşa ile muharebelerde bulunmuş değerli bir zât idi. (960) senesi sonlarında Mısır Kaptanı nasb olunarak Basra'da kalan gemüeri Süveyş'e götürmeye memur olmakla Bas ra'ya varıp mevcut gemileri donatarak çıkıp Hürmüz ve Mesket taraflarında Portekiz'liler ile yaptığı muharebe lerde Portekiz donanması Osmanlı donanmasının iki üç misli olmasına rağmen Şeydi Ali Kaptanın büyük zaferi oldu. Ancak ondan sonra şiddetli fırtınalar çıkınca çare siz rügâra uyup Umman denizine açılarak ve garip varta lara düşerek Hindistan kıyılarına erişip o fırtınalarda, da gemilerin bazıları battığından ve donanma halkının Mu hit Denizi fırtınalarından gözleri ürküp «Gecerat» kıyıla rında karaya çıkarak perişan olmaları ile geri kalan ge. milerde boş kaldığından, Şeydi Ali Kaptan çaresiz geri kalan altı gemiyi Sert kalesinde bırakıp yanında kalan el li kadar yoldaşlar ile karadan Hind ve İran'ı dolaşarak güç hal ile Osmanlı topraklarına girmiş ve kendinden son ra gelenlere armağan olmak üzere macerasını yazarak bir kitap yapıp ortaya koymuşdur. İşte başına Şeydi Ali hal leri geldi sözü bundan kalmadır. Kısaca Sultan Süleyman Han Hazretleri Akdeniz'deki deniz hakimiyetinden baş ka Hind Denizinde de donanmalar dolaştırarak o asırda Deniz kuvvetleri Devletlere üstün ve galip olan Porte kizlilere kâh galip kâh mağlup olarak muharebelerden ge ri durmayıp gerçekte ondan sonra Osmanlı Devletinin De niz kuvvetleri Hind denizinden sürekli ve parlak olama mış ise de o muharebeler ile Portekiz donanması da kuv 202 AHMED CEVDET PAŞA
vetten düşüp böylece İspanyollar o taraflarda donanma gezdirmeğe fırsat buldular. Portekizlilerin üzerine ta arruz ederek galip gelince Portekizlilerin deniz hakimiye ti zamanı son bulmuş ve ondan sonra deniz hakimiyeti Felemenk ve İngiltere halkına geçmiştir. Biz yine anlattı tığımıza dönelim. Sinan Paşa sonradan (961) de kaptanı Derya olan Piyale Bey gerçi leventlikten yetişme değildir. Ancak çok cesur herşeyi iyi düşünür fıtraten uzak görüş lü öğünülür yetenekleri olan bir zat olarak, Donanma iş lerine pek güzel ihtimam ve yükseliş verip, Bahriye üme rasını ve özellikle Turgut Paşayı yolu ile hoşnud ederek kullanmakla Osmanlı Devletine pek güzel hizmet etmiş ve pek büyük Devlet işleri görmüştür. Şöyleki kaptan oldu ğu sırada Fransa Kralı yine özel elçi göndererek İmpara tor aleyhine Sultan Süleyman'dan yardım istemişdi. O vakit Sultan Süleyman Hazretleri Acem Seferinde ol duğundan bu hususun icrası İstanbul muhafazasında bu lunan İkinci Vezir İbrahim Paşa'ya bırakılmış ve ordu Tercan Sahrasında iken dördüncü fasılda anlatıldığı gi bi oradan Piyale Beye bir kıt'a ferman çıkıp gelerek Do nanmayı alıp Turgutçe ile birlikte Fransa imdadına git mesi emrolunmuştu. Piyale Bey de ferman gereğince donanma ile denize çıkarak ilk önce Polya taraflarını talan edip ele geçirmiş iyice ganimet aldıktan sonra İspanya donanması ile An derya Dorya'nın «Anabali» sularında olduğunu haber a larak üzerine varılmışsa da Anderya da önce haber alıp savuşmuş olduğundan Piyale Bey de Osmanlı Donanması ile varıp İspanya elinde bulunan bir hisarı fethedip ele geçirdikten sonra Fransa donanmasiyle birleşerek Kal biye kalesini kuşattılar. Ancak donanma halkı ile Fran sız askeri anlaşamadığından donanmanın beraberce iyi idaresi kabil olamayıp hemen kış gelince donanma İstan bul'a dönmüştür. Bu seferde kaptan ve resmen kuman TARİH1 CEVDET 203 dan Piyale Bey olduğuna Tercan yurdundan yazılan söy lediğimiz ferman şahittir. Fakat donanmanın yardımcı kumandanı Hayrettin Paşadan sonra onun yokluğunu bildirmeyen Turgutçe idi. Telemsan'ın iskelesi olan Vehran'ı ilk önce Hayrettin Paşa almışken sonraları İspanyollar istila etmiş olduğun dan Piyale Bey (960) tarihinde Osmanlı Donanması ile varyo kurtarmış ve (964) de Tunus yakınında olan Bi zert kalesini ele geçirmiş ve (965) de gene (150) pare Ka dırga ile gidip İspanya adalarından Mayorka adasını ta lan edip dönüşünde mükâfat olarak kaptanlığına Cezayir eyâleti Beylerbeyiliği payesi ilâve buyrulmuşdur. Turgutçe Paşa ile Arab ile gelenleri arasında soğukluk çıkarak, ümera ve Arab şeyhleri de Fransızlarla birleşip bu vesile üe de Fransızların Trablus Garbı istilâ isteğin de oldukları ve Fransız donanması Cerbe arasında olup, kışı orada geçirip, baharda Trablus'a taarruz edecekle rini Turgut Paşa tarafından (967) senesinde vazgeçilip gönderilmiştir. Cerbe adası Trablus'dan 200 mil doğuya düşer. Kenara yakın bir ada olarak aslında Osmanlı e linde iken İspanyolların istilâsına uğramıştı. Trablus ha valisinin emniyet altına alınması ise bu adanın fethedil mesine bağlı idi. Durum böyle olunca (967) senesinde Pi yale Paşa (120) pare Kadırga ile o tarafa yönelip yolda iken Rodos Beyi Kurdoğlu Ahmed Bey gibi bazı deniz
ümerası da donanmaya katıldılar. Yolda Malta adasına varıp bir çok yerleri talan ve tahrip ettikten sonra Cer be tarafına gidip Fransız donanması da o tarafta bu lunmakla karşılaşınca yapılan muharebede Fransız . do nanması bütün bütün eriyip yok olma mertebesinde boz guna uğrayıp Cerbe'nin (80) gün kuşatılması sırasında pek şiddetli muharebeler olup nihayet taarruzla alındı. İs panyolların gerek donanmaca gerek askerce bu muhare belerde zayiatı târih ve tavsifin çizgisi dışında idi. 204 AHMED CEVDET PAŞA Piyale Paşa bu muzafferiyetle (968) senesinde İs tanbul'a döndüğünde dört bin esir ve üç nefer meşhur kaptanları beraber götürmekle mükâfat olarak kendisine vezaret rütbesi tevcihi uygun görünüş ise de «Beylerbe yüik payesi verileli henüz iki yıldır, bu kerre vezaret de verilse tez olmuş olup mertebelerin Tepe noktası olan ve zaretin değeri düşer» diye Sultan Süleyman Han Haz retleri uygun görmeyip ancak bir şeyler yapmak lâzım geldiğinden bir çok insanlar ve terakkiler ile ağırladıktan başka şehzadeleri Sultan Selimin Gevher Han adlı kızını evlendirmişti. Kâtip Çelebi der ki bu payelerin değeri ve itibarı o zaman böylece idi. Bu zamanda çoğalıp itibarı kalmamak la Kâtip Çelebi asrımızda olayda ne diyecek ve merte belerin değerinin duruşu ile itibarını nasıl anlatacakdı bilmem. (972) tarihinde (150) kıt'a gemi ile Piyale Paşa Malta seferine çıkıp dördüncü vezir Mustafa Paşa da Serdar tâyin buyrulmuştu. Ancak böyle önemli Deniz iş lerinde Sultan Süleyman'ın emniyet ve itimadı o zamanın Barbarosu değerinde olan Trablusgarb Valisi, adı geçen Turgut Paşa olduğundan gerek serdara gerek kaptana zin har onun reyinden çıkmayasınız diye irade buyurmuştu. Osmanlı Donanması Malta'ya geldiğinde Turgutçe henüz gelmemiş olduğundan o gelinceye kadar bir iş görelim di ye limanın muhafazası için bina olunmuş olan Sanremo nun muharebe ile alınması mühim görülerek top ile döğ meye başladılar. Bu kuşatmanın yedinci günü Turgut Pa şa donanmasiyle gelip Malta'ya çıktığı zaman Malta'nm her bir yanını ele geçirmeden bunun ile uğraşmak boşuna uğraştır diye Sanremo kuşatmasına başladıklarına tees süf ederek «Sanremo'nun faydası nedir ? Maltanm asıl hisarı alınmadıkça zaptı mümkünmüdür ?» diye bir çok söylenmişti. Ne faydaki bir kere işe başlanmış olduğun TARİHİ CEVDET 205 dan vaz geçilemeyip adı geçen Bercek muhasarasına de vam olunarak on yedinci günü taarruzla alınmışsa da çok kimseler şehîd olarak işe yarar askerin kılağısı bozulduk tan başka Osmanlı donanmasının ruhu revanı değerinde olan Turgut Paşa'da muharebe içinde yaralanarak adı ge çen Bercek alındığı gün ölüm denizine gömülmüş olup, Pi yale Paşa ona benzer bir merd iken serdar onun tarafına yanaşmayarak ve onun kolunda bulunan gazilere ve le ventlere bakmayarak diğer askerî terekkiler ve bahşiş lerle hoşnud ettiğinden ve kaptan Paşada bir kaç kişi i çin ilgilenmiş çoğunlukla ona sorup danışıp uymadığından aralarına soğukluk düşerek Malta'yı bırakıp dönmeleriyle yok yere bunca masraf ve bu kadar adam telef olmuştu.
Utanarak İstanbul'a döndüklerinde iki taraf birbirini suç layarak ancak donanma halkının sözü tesirli netice ve rince Serdar Mustafa Paşaya vezirlikten el çektirildi. (973) Senesinde Piyale Paşa Sakjz adasını Osmanlı topraklarına katıp Polya yakasına geçerek bazı kale ve yerleri varıp talan ettikten sonra (974) de istanbul'a dönüp o sırada Sultan Süleyman'ın vefatı olayında oğlu Sultan Selim tahta geçerek Osmanlı donanmasının tersa ne girişinden bir kaç gün sonra ordu ile istanbul'a geli şinde Piyale Paşa hem kaptan, hem de, şanlı büyük da mad bulunmasiyle hizmeti karşılığı kubbe vezirliği ihsan olunup kaptanlık mesnedi de Zigetvar'da hizmeti geçen Yeniçeri ağası müezzinzade Ali ağaya tevcih buyurul muştu. Piyale Paşa vezarete ve Ali Paşanın bir suretle mü kâfata hak kazanmaları açık görülüp ancak yeniçeri ağa sına kaptanlık tevcihi ile mükâfat etmek zamanın garibe sinden bir şey olarak Sultan Süleyman'dan sonra Devlet gemisinin evvelki gibi deniz zaferleri içinde yüzemez o luşuna sebep olan başlıca düşüşün, esas başlangıcından birisidir. Piyale Paşa gayet değerli, dirayetli ve baha 206 AHMED CEVDET PAŞA dır bir zât olduğu halde büyük deniz işlerinde Sultan Süleyman Han Hazretleri merhum Turgut Paşanın re yinden dışarı hareket etmemesini irade eyler o da Tur gutçe'nin reyinden çıkmaz ve daima ehil ve erbabiyle ko nuşmaktan geri durmazdı. Böylece deniz işlerini yeteri kadar öğrenmiş ve şükranla anılacak hizmetlerde bulun muştur. Müezzinzade Ali Paşa'da bahadır bir zat olup ancak şiddetli ve öfkeli hâli ve kendi reyi ile hareketi kişilikte olduğu hâlde deniz islerin.de asla bilgisi olmadığından a şağıda anlatılacağı gibi Osmanlı Donanmasının bütün bü tün yok olmasına sebep olmuştur. Şöyleki Kıbrıs fethi i çin (180) pare Kadırga, (10) Mavna, (170) Barca ve Karamürsel envai olmak üzere toplam üçyüz altmış pare gemi üe Kıbrıs üzerine hareket edip beşinci vezir olan Lala Mustafa Paşa bütün askere serdar tâyin olunmuş ve deniz tarafının muhafazası için üçüncü vezir olan Pa dişahın damadı Piyale Paşaya verilmişti. (978) Senesi başlangıcında vechi meşruh üzere do nanma Ue Kıbrıs'a çıkılıp bir hayli yerler fetih ve ele ge çirildi. Kışın Piyale Paşa Ue Kaptan Paşa İstanbul'a dö nüp Serdar Mustafa Paşa Kıbns'da kışlamıştı. Bahar ge lince ikinci vezir Pertev Paşa donanma serdarı tâyin edi lerek iki yüz elli pare Kadırga ve Mavna ile Kıbrıs'a varıp, mühimmatı serdar Mustafa Paşa'ya teslim ettiler. Ve bütün Levend gemileriyle Osmanlı Donanması he men (300) kadar olup oradan hareketle düşman gemile rinin yolunu kapamak üzere Rodos tarafına gittiler. (979) senesi başlangıcında bütün Kıbrıs adası tamamen ele ge çirildi. Gelelim donanma ahaline : Pertev Paşa ile kaptan paşa evvelce bilindiği gibi Rodos'a geldiklerinde bir kaç gün geçtikten sonra Girit adasına saldırıp kıyılarını talan ederken Cezayir Beylerbeyi Uluç Ali Paşa yirmi kıt'a TARİHİ CEVDET 207 harp gemisi ile gelip donanmaya katılınca Kefalonya ve Korfo adalarına varılarak bir çok yerleri çapul edilip tah
rip edildi. Sonra Rumeli kenarında olan Venedik kalele rinden Şubat, Ülgün ve Bar adlı hisarlar ele geçirilip bir müddet dolaştıktan sonra düşman donanmasıyla karşı laşmadan kış gelince donanma askerinin bir kısmı da ğılıp geri dönmüş olduklarından geri kalan askerle Os manlı Donanması gelip İnebahtı limanına demir attığı sı rada bütün yaz bir taraftan başgöstermeyip Osmanlı Donanmasına tam İnebahtı limanına girdiği yaz sonunda müttefik Devletler Avrupa Donanması gelip taarruz için tersaneye dönüşü vaktini beklemiş ve nihayet Osmanlı donanmasını İnebahtı limanında kuşatmıştı. Müttefik Devletler Donanması (200) pare çektirir ve yedi kıt'a Mavna ve yirmi kıt'a Barca ve iki kıt'a büyük Kalyon lardan mürekkep olarak, çektirirlerin çoğu Anderya Doryanm özel kumandası altında idi. Serdar Pertev Paşa ve Kaptan Ali Paşa ve Cezayir Beylerbeği Uluç Ali Paşa ve Trablusgarb Beylerbeyi Ca fer Paşa ve merhum Hayrettin Paşanın Oğlu Hasan A ğa ve onbeş sancak beyi ve sair asker ileri gelenleri bir yere gelip müşavere ettiler. Uluç Ali Paşa muhare beye razı olmadı. «Donanmamız eksikdir ve altı ay dır deryada gezmekle gemiler yorgundur, ve İnebahtı'ya gelince dönüşdür diye Sipahi ve yeniçeri icazetli ve ica zetsiz dağıldılar. Boğaz hisarlarından düşman donanma sı içeriye giremez çıkmak çok tehlikelidir» dedikde Pertev Paşa da ona tâbi olmuşsa da, Kaptan Paşa şid det ve çabuk kızar bir zat olduğu hâlde deniz muharebe lerine ait bilgisi de olmadığından ne kendine gelen emir de «düşman donanması nerede ise üzerine varıp karşı koyunuz ve illâ muhatap olursunuz» diye yazılı bu lunduğundan «İslâm gayreti ve Padişahın ırzı yokmudur? Her gemiden beşer onar adam eksik olmakla ne lâzım ge 208 AHMED CEVDET PAŞA lir» diye sairlerinin reyini bile kendi tarafına toplamakla çaresiz çıkılıp cenge karar verildiğini Uluç Ali Paşa gö rünce, mademki cenge karar verdiniz bari derya tara fına açılalım dedi Kaptan Paşa kenarı tutmak doğru olur diye muaraza etmesi üzerine Uluç Ali Paşa: «Ha ni Hayreddin Paşa ile düşman ve Turgutçe ile cenk gö renler için söylemezler. Bir gemiye top dokunduğu gibi batacak diye karaya dönse, böylesi bozguna uğratır diye gördü faydası olmadı, bari gemilerden feneneri, büyük bayrak ve flandreleri giderin» diye tedbir arz edecek ol duğundan, kaptan olay yolunu tutunca oda vaz geçti. Ça resiz (979) senesi cemaziyel evvelinin on yedinci Pazar günü İnebahtı boğazından çıktılar. Pertev Paşa sol kola Uluç Ali Paşa sağ kola ve Kaptan Paşa ortaya girip cüm le yüz seksen pare gemi ile olay bağladılar. Adı geçen bo ğaza yakın Mora yakasında bir burun yardı, Müttefik Devletler Donanması onun ardında yatıyordu. Uluç Ali Paşa düşmanın Barca ve Mavnaları önünden savuşarak ya ardından ya bağrından girelim diye Kaptan Paşaya haber gönderdikde ben Padişahın donanmasına kaçtı nâ mını veremem diye hemen yürüyüp karşı vardıkta derhal düşman donanmasından elli gemi seçilerek karşı koyup diğer gemileri burun ardında görünmezdi. Os manlı gemileri o elli gemiye çatıp söndürmek ile mukay yet iken sair gemileri burun ardından çıkarak Osmanlı Donanmasını kuşatarak topa tuttuklarında Kaptan Paşa
Bastarda ile olaydan seçilip evvelâ bir gemiye çatarak söndürmek ile mukayyet iken üç fenerlerinden Kaptan Pa şa Bastardası olduğunu düşman bilip hemen üzerine üşün dü ettiler. Ve iki parça Bastardayı ortaya alıp Kaptan Paşayı şehîd ettiler. Ve iki oğlu ile içinde kalan diğerle rini esir ettiler. Pertev Paşanın gemisini de top ile ha tırdılar. Kendisi denizde yüzerken Hasan Paşa Oğlu Mahmud Beye tesadüf ederek kanca ile gemisine aldı. T TARİHÎ CEVDET 209 Baş gidince ayak yaşamaz meselince bundan sonra "herkes kendi başı kaygısına düştü ve Osmanlı Donanma sının bazısı topla batırıldı, bazısı karaya oturdu ve altmış pare Kadırga alât ve edevatiyle düşmana kaldı ve bu cenk de nice beyler kaptanlar ve pek çok Türk şehîd oldu. Böy le buna (Sıngın) donanma seferi denildi. Uluç Ali Paşa aslında Hayrettin Paşa yanında ye tişmelerden olmakla derya ahvalini ondan tahsil edip öğ renmişti ve Turgutçe ile pek çok muharebelerde bulunmuş eski bir korsan olup derya tarafına açılmıştı. Kaptan Pa şa bastardasının batırıldığını görünce Malta Kaptanı üze rine gelerek çatıp aldı ve kaptanı idam etti. Ve bir kaç düş man gemisini bitirdikten sonra Cezayir gemileri birbiri ne kafadar olup muharebe ederek Muton tarafına gittiler. Uluç Ali Paşa bir adamı ile bu acı haberi rikâbı hüma yûn'a arzeyledi. Kaptanlık kendisine tevcih olunup lâ kabı Kılıc'a değiştirilerek lâkabında bu kelime yazılmak la ondan sonra herkes Kılıç Ali Paşa demişlerdir, tşte bu kerre kaptanlık mesnedi ehlini bulmuşsa da ne fayda elde donanma kalmamıştı. Fakat sadrazam bulunan Sokullu Mehmed Paşa hayret veren çalışmaları ile tersaneye ya kın olan Padişah bahçesinden bir miktar yerleri ayırıp se kiz kemerli tersane yapıp o kış yüzelli pare Kadırga ve se kiz Mavna kurdurmuş ve var kuvveti bazuya getirip kaybolan donanmanın bir katını bahara eriştirmişdir. Av rupa Devletleri bu sene Osmanlı Devleti Donanma çıkara maz inanışında iken dokuz yüz seksen senesinde Kılıç Ali Paşa (234) pare Kadırga ve (8) mavra ile denize a çıldı fakat geçen seneki bozgunda donanmanın ruhu me sabesinde olan yarar adamların çoğu zayi olmuştu. Geri kalan askerin de gözleri ürkmüş olduğundan bu sene düş man donanmasiyle karşılaşmakdan kaçınarak koruma iş leri ile yetinmişdir. F: 14 210 AHMED CEVDET PAŞA (981) Senesinde Piyale Paşa serdar olduğu hâlde iki yüz elli sekiz Kadırga ve on iki Mavna ile Kılıç Ali Pa şa denize çıkıp İtalya kıyılarında bazı kale ve yerleri ta lan etmişlerdir. Sonra Kılıç Ali Paşa iki yüz altmış sekiz Kadırga ve Kalita ve onbeş Mavna ve onbeş Kalyon donatıp Yemen Fatihi Sinan Paşa serdar olduğu hâlde (982) senesinde Akdenize çıkarak mesina havalisini talan ettikten sonra Tunus eteğinde olan ve İspanyollar elinde bulunan Halkül Vaâd kalesini ele geçirip yıkdıktan sonra, Tunus vilâyeti Osmanlı topraklarına katılmış ve Ramazan Paşa Vali nas bedilmişti.
Ondan sonra Girit seferlerinin açılışına kadar Akde nize muharebe için donanma çıkarılmayıp çoğunluk sa vunma ile yetinildi. Fakat Üçüncü Sultan Murad ve Üçün cü Mehmed zamanında Cağaloğlu Sinan Paşa ve Halil Paşanın kaptanlıklarında bazı Deniz zaferleri kazanıldı. (1054) Senesinde Girit seferi açıldıktan sonra Os manlı Donanmasında Kalyonlar kullanılmağa başlayıp lâ kin o vakitte ilk önceleri kullanılan ancak Borten nev'î idi. Sonraları adım adım kalyonlar çoğaltılmışdır. Şöyleki; Osmanlı Donanması ile büyük kısım asker ve mühimmat geride yürütülerek ük önce Hanya ele geçiril mişti. Ancak bunun ardından Venedik gemileri Girit yol larını kesmeğe başlayıp hattâ İstanbul'dan Girit'e asker götürmeğe memur olan üç kıt'a gemiden ikisi bazı telefat verdikten sonra kurtulup diğer birisi ki kırk iki pare top çekerdi içindeki askerler şehîd oldu ve gemide battı. O zamana kadar Osmanlı içinde Denizcilik bügisi pek ziyâde gelişerek Osmanlı Donanması Avrupa donanma sına galip iken Osmanlılarda adım adım bu bilgili kimse ler azalarak Avrupalılarda ise o zamana kadar harp ge misini eskisinden daha ileriye götürüp bilhassa yelkenci likde bugüne kadar bir hayli ilerleyip böylece Kalyon TARİHİ CEVDET 211 culuk da ilerlemiş olduğundan, Fransız donanmalarına Osmanlı donanması karşı koyamaz olmuştu. 140 pare ge miden ibaret Osmanlı donanması muhafaza işi için Han ya eteğinde demirlemişken, limanın iki tarafına toplar koyarak muhafazaya dikkat edildiği hâlde Venedik'in Sûde'ye yardım için gelmiş olan yüz pare çekdirir ve Bur ten ve Mavnaları meydan okuyarak etrafta dolaşıp du rurdu. Bir müddet sonra Hanya dışında bulunan Cezayir gemileriyle diğer gemiler üzerine Venedik donanması ge lip gemilere ve kaleye bir hayli top attıktan sonra, Os manlı gemilerini yakmak için beş kıt'a gemisini salıver mişti. Lâkin henüz Osmanlı gemilerine çatmadan, ateş ge misi oldukları bilinerek kancalar ile döndürülüp zarar ve remeden kendi kendilerine batmışlardır. Ve Süde Kalesi nin fethi kabil olamadığından Girid'in kara taraflarına taarruz olunarak bir hayli yerler ele geçti. Kış günlerinde fırtına çıkınca Hanya önünde bir çok Osmanlı gemisi batıp parçalandıktan sonra o senenin baharında da Venedik donanması Girit yollarını keserek istenildiği gibi Girit'e mühimmat getirilemeyip ileri ki senelerde de Osmanlı donanması Boğazdan çıkacağı mevsimde Venedik donanması Boğaz dışına gelerek demir atardı ve Osmanlı donanması Akdenize çıkamaz oldu. Ça resiz dışarıdan derya beyleri gemileriyle Girit'e bir az şey gönderilir oldu. İşte Girit'in tamamen ele geçirüemeyip Girit Seferle rinin bunca seneler uzaması bundandır. Yoksa Venedik donanmasına karşı koyacak donanma olsaydı Girit adası üç sene bile dayanamazdı. Düşman kalyonları ile denizde gezip muharebe sıra sında rüzgâr ile kullanarak kadırgaları çiğnetmekle hiç bir şey yapamayan Osmanlı donanması savulmak lâzım geldiğinden başka Boğazda deniz altıklarında Kadırgalar 212 AHMED CEVDET PAŞA ile karşı koyulamadığından beri taraftan da Kalyonlar ya
pılması ve Kalyona Kalyon ile karşı koymak lâzımdır di ye Dördüncü Sultan Mehmed tahta geçince mirî canib den Kalyonlar inşasına karar verilip, hattâ (1061) senesin de Sadrazam Melek Ahmed Paşa bahçe kapısında (60) ar şın uzunluğunda bir Kalyon kurdurmuşdu. Ancak yapılı şında bazı noksanlar olduğundan indirirken batmıştır. Sonra alışılarak yapılan gerekli çektirirler ile beraber ye teri kadar Burten de yapılmış ve adım adım kalyonların arttırılmasına çalışılarak ayrıca Kalyonlar Kaptanı nas bolunmuşdu. Hattâ (1064) senesinde Osmanlı donanması Boğaza vardığı zaman her zaman olduğu gibi Venedik donanması boğaz dışında demirlemişti. İlk önce Kalyonlar ardlarmca Mavnalar onların ardından çekdirirler tertip i le çıkıp taarruz edilince büyük bir muharebe olup, Vene dikliler Boğazı terk etmeğe mecbur olmuşlardı. Bu Kal yonlar epeyce işe yarayıp, özellikle Kalyonlar Kaptanı olan emir kaptan pek çok kahramanlık ve mertlik etmiş ti. Bu yüzle Osmanlı donanması Boğazdan çıkıp ardından Tunus ve Mıslr Kalyonları ve sonra on bir kıt'a Cezayir Kalyonu donanmaya katıldıktan sonra varıp İstendil a dasmı talan edip yıktılar. Sonra Değirmenlik dolayların da Venedik donanması ile yine büyük bir muharebe yap mışlardı. (1065) Tarihinde yine donanma Boğaza vardıkda, her zaman olduğu gibi Venedik donanması ile büyük bir mu harebe edip Osmanlı donanmasından bir kaç gemi battı ise de Venediklilerinde beş altı gemisi batırılıp gerisi kırık yaralı olduğundan denize açılıp çekilip gitmeğe mecbur oldular. Lâkin bu cenk de lâyıkiyle iş gören bir kaç Kal yondan ibaret olup diğerleri birer yaylım ateş verdikten sonra kurtuluş yeri arayarak Midilli adasına kadar git tiler. Sonra Osmanlı donanması Sakız'da toplanarak Mav na ve Kalyonların hiç bir faidesi yoktur diye iade olunuyo TARİHİ CEVDET 213 çekdirir nev'inden olan Osmanlı donanması ayrılıp derya ya çıkılmışdı. Çünkü Kalyonların iyi kullanılması yel kencilik san'atında maharete bağlı olup o vakit ise ter* sane halkı henüz yeteri kadar eğitim görüp maharet ka zanmamışlardı. Denizde Kalyonları gereği gibi kullana mayıp böylece çekdirir nev'inden gemilere itibar olunur du. Kalyonlar yalnız her sene Boğazı kuşatan Venedik do nanmasını boğazdan atmağa yarardı ve Osmanlı donan masına yardımcı bir kuvvet gibi bulunurdu. Lâkin Ve nediklilerin o vakit denizcilikde maharetleri daha fazla olduğundan Boğazı açmak faslı bile her sene ifa oluna mazdı. Öyleki (1066) senesinde kırk pare Kadırga ve on Mavna ve otuz Kalyon ve yirmi kıt'a Bey gemileri olduğu halde donanma levazımatı henüz tamamlanmadan acele kalkıp Boğaza vardıklarında Venediğin çekdirir, Mavna ve Burten olmak üzere Boğaz dışında yolu kapatmış yet miş pare gemilerine karşı çıkarak, yapılan muharebede Osmanlı donanması bütün bütün yok olma mertebesinde yenilgiye uğrayıp bozulmuş dağılıp İnebahtındaki Sıngın donanma bozgununa benzer bir bozgun olayı oldu. O sene Köprülü Mehmed Paşa Sadrazam olup Boğaza Fransız donanması gelmeden önce dışarıda bir deniz kuv veti olmak için tamamlanabilen kırk pare çekdirir gemi ile Kaptan Paşayı kış günleri tstanköy ve Rodos taraf larına çıkarmışdı. Sonra bahar gelince Köprülü Mehmed Paşa Serdar ola
rak Boğaza gittiğinde de dokuz Kalyon, on Mavna, ve o tuz Kadırga ile Bastarda ve yüz elli kadar Filika ve sair kayıklar istanbul'dan çıkıp Boğaza varmışlardı. Bu kere de Boğazda Venedik donanmasiyle yapılan muharebede Osmanlı donanması bozuldu. Kısaca Venedikliler Girit'e yeteri kadar asker ve mühimmat gönderilmesin diye her sene Boğazı kuşatarak Fatih zamanında Boğazın muha fazası için yapılmış olan iki kalenin dışında olarak iki ta 214 AHMED CEVDET PAŞA rafta yatıp dışarıya gemi çıkartmadıklarından başka dı şarıdan İstanbul'a gelen gemileri de avlarlardı ve bir iki defa Kalyonlar kuvvetiyle Boğaz açılmışsa da Osmanlı tersanesinde henüz mahir Kalyoncular yetişmediğinden nihayet eskiden olduğu bozgunlar olunca yine Boğaz ka^ palı kaldığından Köprülü Mehmed Paşa adı geçen kale lerden yirmi mil kadar Güneyde Boğazın denize açılacak yerinde iki yakaya karşı karşıya iki kale yaptırdı ve Kal yonların inşası büyük masraflara bağlı olduğu hâlde iyice bilinmeyen eğitimi ve öğretimi yapılmamış bir de ğer olup nizamı ahvaline yeteri kadar önem verilemediği için ve gereği gibi işe yaramak müyesser olmadığına ve Osmanlı Devleti tersanesinde aslında kullanılan çekdirir nevilerinden başka tertipleri ile bir ocak olması uygunken Kaptan Paşa Derya beyleri ve sair tersane halkı kıs kandıklarından Kalyoncuları küçük düşürüp bunlar son radan olma tayfadır. Eğer tertipleri nizâma ve hâlleri ge reği tertipli olursa deniz de yararlı iş görüp nâm kazanır lar ve tersane rical ve ümerasına üstünlükle iş görerek Padişah gözüne girerek üstün tutulurlar ve garp ocakları gibi bağımsız başka güruh olurlar diye Kalyon işlerinde durgun ve isteksiz davrandıklarından Kalyonculuğa iyi bir düzen verilemedi. Fazıl Ahmed Paşanın sadâretinde Kalyon inşaasm dan bütün bütün vazgeçilip Akdenizin korunması için kırk pare tersane gemisi ile kırk adet derya beyleri gemileri ol mak üzere nizam verildi. Bir müddet işte bu gemilerle Akdenizi korumaya ça lışıp ancak zahire ve mühimmat nakli için tüccar Kalyon ları kullanılırdı. Fakat Mısır, Tunus ve Cezayir tarafla rında Kalyonlar terk olunmayıp buraların cenk gemileri kalyon ile şantiye den ibaret olarak oralarda derya fen ninde mahir adamlar bulunurdu. Osmanlı donanması ge mileri Venedik donanmasiyle meydan muharebesi edemez TARÎHÎ CEVDET 215 »olmuşken onlar yine Avrupa donanmalarına meydan oku yup gezerlerdi. Yine (1079) tarihinde Girit sularında Ce zayir ve Tunus Kalyonları Venedik Kalyonlariyle muha rebe ettiklerinde galip gelerek Venediklinin yetmişer pare top çeker iki kalyonunu da ele geçirmişlerdi. Osmanlı Devletinin deniz kuvvetleri azalmağa başla yınca Hindistan kıyılarındaki Yemen Habeş'deki deniz zaferleri yok olup, Akdeniz'deki geçerli gücü ve etkisi azal mış olduğu gibi yeniden yeniye yapılan fetihlerle ilerleme de dahi hızı kesilmişdi. Bu devirde yukarıda anlatıldığı gibi Girit ve bazı adaların fethiyle yetinilmiş, eldekini ko ruma yoluna gidilmiştir. Bu da Köprülüler gibi Sadrâzam ların himmet ve iş görürlüklerinin eseri idi. Kara Mustafa Paşanın sadaretinde Venedikliler ile
arasında soğukluk çıkınca, Venedikliden öc almak içinse denizde galibiyete bağlı olduğundan (1093) tarihinde Ka ra Mustafa Paşa yine Kalyonlar inşası için irade çıka rarak Tersanei Amire de dört kıt'ası üç anbarlı olarak seksener ve altı kıt'ası altmışar tunç toplu olmak üzere on kıt'a Kalyon yapılmasına başlandı. Bu kalyonların ba cısı ellişer, bazısı, kırk beşer zira' uzunluğunda idi. Beş lut'ası baş kaptan olmak üzere deniz ümerasından Mı •sırlızade ibrahim Paşanın idaresine ve beş kıt'ası ikinci kaptan olmak üzere Cezayirli Baba Hasan Beyin idaresi ne verilerek ve her birine Salyane olmak üzere bazı san caklar tahsis ve tevcih edilerek Rodos'tan Reşid'e varın caya dek tüccarı muhafaza etmeleri ferman buyruldu. Garb ocakları gibi tersane de bir başka ocak olmak üzere kaptanlarına, ağalarına, çavuşlarına ve hocalarına, tahsis edildi. Garp ocaklarından vesair taraflardan Kalyoncu luk işlerini bilir kişiler toplayıp Kalyon umuruna gereği gibi intizam verildi. (1096) Tarhinde Derya Kaptanı o lan Muhasip Mustafa Paşa altmış pare gemi ile Akdeniz'e çıkıp Sisam Boğazından geçip, Rodos'a vardı. O güne ka 216 AHMED CEVDET PAŞA dar Osmanlı donanması Sisam Boğazından ileriye geçe memişti. Bu kere donanmanın oradan çıkıp da Rodos'a varması denizcilikte bir nevî muzafferiyet sayıldı. Halbu ki (1097) tarihinde adı geçen Mısırlızade İbrahim Paşa vezaret rütbesiyle Kaptanı Derya olduğundan Baba Hasan bey Kalyonlar baş kaptanı ve onun yerine Benefşeli Ah bey ikinci kaptan olduklarında, (1097) senesi içinde Ve nedik Kalyonları ile büyük bir deniz muharebesi olmuş; ve galip gelmişlerdi. Ancak Baba Hasan Paşa yaralana rak öldüğünden mutasarrıf olduğu Kıbrıs eyaleti iki tuğ ile baş kaptan olmak üzere Ali Beye ve onun mutasarrıf" olduğu İskenderiye sancağı bir tuğ ile ikinci kaptanlık ol mak üzere memi kaptana verilmişdi. Bu suretle Kalyon kaptanlarını kadrini bilerek yükselttikleri için ve adım a dım Kalyonlar çoğalıp ehil ve erbabıda çoğalarak Osmanlı Devleti Tersanesinde Kalyonculuk umuru epeyce ilerledi. Hattâ (1106) tarihinde Venedikliler bir ara gelip Sakız'ı istilâ ettiklerinde Amcazade Hüseyin Paşa Kaptanı Derya ve Mezamorta Hüseyin Paşa Kalyonlar Kaptanı olarak mürettep olan 20 kıt'a Kalyon ve 24 pare çekdirir gemi ile denize açılıp Koyun adaları dolaylarında Venedik donan ması ile yapılan deniz muharebesinde galip ve muzaffer olmaları ile Venediklinin bir kaç gemisi batıp geri kalanı yara alıp Sakız tarafına çekilmeye ve kaçmaya mecbur oldu. Bir kaç gün sonra yine iki donanma karşılaşınca yapılan muharebede Venedik donanması yine yenilgiye uğrayarak bunda da ellibeş pare top çeker bir kalyonları yakılmış ve dört mavnaları parçalanmış, bir çekdirirlerî de batmış geri kalan gemileri bozguna uğrayıp kaçmakla Sakız Adası kurtulmuştur. Bu muzafferiyetler yalnız Kal yonlarla kazanılmış olduğundan Amcazade Hüseyin Paşa Sakız muhafazasına memur olarak Mezamorta Hüseyin Paşanın bu muharebede meşhur olan büyük hizmetlerine mükâfat olarak derya kaptanlığı tevcih olunup o da Kal TARİHİ CEVDET 217 yonlarm çoğaltılmasına ve umurunun işlen,ip muntazam yapılmasına himmet ederek (1109) ve (1110) senelerinde
Venedikliler ile yapılan deniz muharebelerinde ardı ardı na Venedik donanmalarına galip gelmiştir. Bu suretle Osmanlı Devletinin deniz kuvvetleri epey ce büyüyerek (1114) tarihinde Akdenize yirmi kıt'a Kal yon ve altı pare derya beyleri çektirileri ile bir miktar fir kate ve Karadeniz'e beş kıt'a Kalyon ve on beş pare der ya beyleri çektirirleri ile yirmi bir pare Kalite ve yirmi beş kıt'a Şayka çıkardığından başka Tuna nehrinde de Fir kate Kalite ve Şayka ve üstü açık adı verilen gemilerle 200 pareye yakın ince donanma tertip olunmuşdu. Üçüncü Sultan Ahmed zamanının başlangıcında da yeniden bir kıt'a büyük Kalyon inşa ile Deniz umurunun ikmaline çalışılmakda olup (1119) tarihinde Kalyonlar kaptanı olan Canım Hoca denmekle anılır Mehmet Kaptan yirmi kıt'a Kalyon ile bazı İspanya kıyı ve adalarını ta lan ve iki kalelerini tahrip ile dönerek Malta adasının ya kınında demir atıp korku saçtığı sırada, Patrona kapta nı olan Mustafa kaptan dahi iki Kalyon ile İslâm adala rı arasında dolaşan Malta Kalyonlarını yakmışdır. Bu su retle Osmanlı Devleti tersanesinde Kalyonculuk işleri i lerleyip asıl Osmanlı donanması Kalyonlardan ibaret o larak çekdirir envamdan ibaret olan mirî gemiler ondan sonra donanmaya yardım için kullanılır olduğundan Kap tan Paşa bulunan zatlar Baştardai Hümayün'a binerek önceleri Osmanlı donanması sırdan makamında bulunup ^sıl donanma kumandanı Kalyonlar kaptanı demek ola rak onun bindiği Kalyona Kapudanei Hümayun ve onun ikincisine Patrona adı verilirdi. Daha sonraları Bastarda bütün bütün terk ile kaptan Kalyonuna Paşa gemisi de nilip Kapudane Bey bir unvan olarak, onun ikincisine Patrona bey ve üçüncüsüne Piyale bey denildi. 218 AHMED CEVDET PAŞA Kalyonlar için lâzım gelen yetmiş seksen kantarlık demirler aslında İstanbul'da yaptırılamayıp Ingiltereden getirtilirken j(1120) tarihlerinde Humbaracı ocağındaki Usta Ali adlı bir hezarfen ortaya çıkıp onun eğitimi ile tersane gözleri ardında yepyeni bir işyeri açılıp az za man içinde yeterli kalyon zincirleri ve çapası yapılarak Osmanlı Devleti bu hususda dışarıya ihtiyaç duymamış ve yine o sırada bir kıt'a Bastarda ile elli bir zira' uzun luğunda bir kıt'a kalyon yapılmışdı. O esnada Kapuda nei Hümâyûn kaptanı olarak adı geçen Canım Hoca Meh med Kaptan miri Kalyonlariyle Akdeniz muhafazasına gıkıp bir iki sene zarfında nice büyük korsan Kalyonla rını ele geçirip muzaffer olarak tersaneye dönüşlerinden "başka Kapdanı Derya olduğunda (1128) ve (1129) se nelerinde defalarca yapılan deniz muharebelerinde Ve nedik donanmasına galip gelmişdir. Sonraları İkinci Ah med Han devrinde altmış bir buçuk zira' uzunluğunda bir kıt'a üç anbarlı ile iki kıt'a Karavele denilir. Kalyon ve yine diğer bir üç anbarlı ve sonra birinci Sultan Mah mud zamanında evvela iki kıt'a kalyon yapıldıktan son ra Tuhtetül mülûk, Muradiye, Fâtihi Bahrî, Nâsırı Bahrî, Peri Bahrî, Berid üz zafer ve Ziveri Bahrî, adlı kalyonlar ile bir kıt'a üç anbarlı ve Üçüncü Mustafa Han zamanında Hısmı bahrî adlı Kalyon inşa kılınıp adı geçen Peri Bahrî adlı Kalyon Çekdirme gibi gerekirse kürek ile de yürütülmek üzere o zamana göre yeni bir
buluş olan ve bütün yenilikleri üzerinde bir san'at eseri Kalyon imiş. Bu suretle Osmanlı Devletinin deniz kuv vetleri yine yenilenmiş ve genişlemişse de uzun zaman deniz seferleri bir yana bırakılarak Osmanlı donanması yalnız muhafaza kasdiyle ilk baharda adet olduğu üzere Akdenize çıkarılır ve güz zamanı tersaneye getirilir ol muşdu. Böylece Osmanlı tersanesinde maharet ve bilgi sahibi kalmayıp asker ve deniz rüesası Akdenize çıktık TARİHI CEVDET 219 ça derdli adalar reayasını soymakdan başka bir işe ya ramaz olduklarından o vakitte ise Avrupada maarif ve sanayiin ilerlemesi ile deniz fenni de pek çok ilerledi ğinden Kaptanı Derya bulunan zatlar Devlet ve Salta nat erkânından sayılarak çoğunlukla deniz işlerinden ha bersiz olup deniz mansabları tevcihatında da en azından ehüyet aranmaz ve belki deniz seferlerinin pek çok ilim ve maarife bağlı olduğu bilinmez olduğundan Avrupa Devletleri deniz kuvvetlerine karşı koyma şöyle dursun Akdeniz'de dolaşan korsanların kovulmasına bile gücü yetmeyip Mısır tarafına gidip gelen müslüman hacılar ve Osmanlı tüccarları korsan korkusundan emniyet ge misine muhtaç duruma gelmişti. Tersane işleri bozuk ve karma karışık iken yine bitmez tükenmez masraflar la bir kaç senede bir Kalyon indirilir oda Devlete on kat hahasına çıktıkdan başka, kereste bahanesi vesair or man tecavüzleri ile bu yolda tersaneye hizmet eden ka zalar da tahribata uğramakda olduğu halde yapılan kal yonların kıç taraflarına bir çok odalar yapılıp hiç de muharebeye yaramaz ve keresteleri yaş iken mıhlan makla bir kaç sene içinde su çekip açılırdı. Kısacası ter sane geliri, ve Çekdiri paşalıklarına tahsis olunan yerle rin hasılatı ve yine Salyane kaptanlıkları rical ve diğer rüesaya yiyim yeri olup kalyoncu adiyle bulunan asker de kendi ticaretiyle meşgul bir takım arsız ve memleket sevgisinden yitik kişilerden olarak, halkın ırzına taarruz dan başka bir işe yaramazlarken kaptanlıklar rüşvet ile ehil olmayanlara verilmekle deniz ahvalini bilmez kim seler kaptanlık satın alarak kalyondu ulufesi adiyle mirî "tarafından verilen büyük miktarda parayı aralarında taksim ederlerdi. İşte böylece (1182) senesi seferi ortaya çıktı. (1184) ?senesinde Rusya'nın onbeş kapak ve altı firkateyn ve bir miktar küçük gemilerden ibaret Baltık denizi donanması, 220 AHMED CEVDET PAŞA Aleksi Orlof'un idaresi altında ve amiral İspridof maiye tinde olduğu halde Septe boğazından Akdeniz'e dolaşa rak Mora sularında ortaya çıkınca Osmanlı donanması ile Kaptanı Derya Hüsameddin paşa derhal Akdenize çıkarılıp Osmanlı donanması çokluk ve adet bakımından Rus donanmasından fazla ise de Rus donanmasında İn giliz, Danimarkalı ve diğer Avrupalılardan denizcüikde mahir adamlar olduklarından başka bir çok ingiliz amiralleri de mevcut olup Osmanlı donanmasında bulu nan rüesa ise denizcüikde gafil ve harb hilelerinden ha bersiz oldukları gibi askerin çoğu sağdan soldan zorla toplanmış ırgat ve çiftçi makulesi devşirme kimseler olduklarından gemi kullanmak ve muharebede ise yara mak şöyle dursun sıkı bir dalga çıksa ayak üstünde du ramazlardı. Fakat doksan pare top çeker Kapudanei
hümâyûn süvarisi olan denizde kahramanlıklarıyla de nenmiş Cezayirli Hasan Bey —ki sonraları Hamit Han devrinde uzun zaman kaptanlık eden Gazi Hasan Paşa dır— Cezayir ocağında eğitim ve öğretim görerek mu harebelere girmiş ve böyle yetişmiş merd bir kahraman dı. Koyun adaları dolayında muharebe başlayınca Ha san bey adı geçen ispridof adlı Rus amiralinin Kalyonuna çatıp o kadar kan dökerek bir muharebe yaptı ki dost düşman beğendi. Lâkin sonunda gemilerin ikisi birden ateş alarak havaya uçtu. Hasan Bey yatağanı ağzında olduğu halde yüzerek canını kurtardığı gibi Rus amirali de böyle güç hal ile kurtulmuşdur. Bu dehşet veren olay sırasında diğer iki taraf gemileri muharebeyi durdurup sonra yine muharebeye başlamışlarsa da akşam erişmek le iki taraf birbirinden ayrılarak sonra Kaptan Paşa de nizcilikdeki bilgisizliğinden ötürü Osmanlı Donanmasını Çeşme limanına sokup belâyı kendisi davet ettiğinden düşman donanması liman ağzına gelip harb başlayınca İngiliz amirallerin düzeni ile bir kaç kıt'a ateş kayıkları TARİH1 CEVDET 221 liman içine sokuldu ve Osmanlı Donanması tamamen ya kıldı. Böylece Akdeniz boğazı kapanıp zahire kıtlığı ile türlü sıkıntılara uğradılar. Derhal muhafaza işini göre cek gemi inşası kabil olmadığına göre Venedik cumhu riyeti gibi bazı Avrupa devletlerinden Istanbulda oturan elçileri vasıtasiyle fazla pahalı olarak, kızıp gemi isten diyse de vakit geçirdiler gibi sonra böyle iki büyük devle tin harp halinde bulundukları sırada gemi satın alınma sı ihtiyatlı olmamıza aykırı olduğu yolunda gelen özür di leme yazılarında bizler ekseriya edevat ve malzemeyi ge mi inşası için diğer memleketlerden tedarike mecburken limanlarımızda bir kaç takım donanmaya yetecek bir çok gemilerimiz mevcut olup Osmanlı Devleti ise gemi inşa edecek olduğu halde bütün levazım kendi mülkünde var ken böyle hareket edip de ihtiyaten bir kaç takım do nanmaya yetecek kadar gemi yapmadı diye bazı itiraz lar dahi yazılan yazılarda vardı. Bu böyle iken yukarda adı geçen Cezayirli Hasan bey Kaptanı Derya olup kı rık dökük elde ne varsa o gemilerle Akdenizin muhafa zasına kalkıp sonra yanan donanmadan iyi bir donanma donanma teçhizine ihtimam eylemişse de yalnız gemi te dariki ile iş bitmeyip asıl mesele gemileri kullanacak ma Tür adamlar tedariki idi. Son sefer Osmanlı Devletine ders olmuşken Devlet nizamı işleri yalnız sözde kalıyor du. Rüşvet ise sair işlerde geçerli olduğu gibi gemilere süvari nasbmda da geçerli olarak böylece ehliyet ve is tihkak aranmaz olmuşdu. Denizci devletlerde denizci ol mak mesleği bir yükseliş ve rütbeleri büyük iş görürlük dür. Garp ve Endülüs arabları denizcüikde seferlerle uğ raşıp deniz fenninde çok ilerlemiş olduklarından donan ma başbuğlarına «Emirül Bahr» denilip aralarında «De nizci» olmak bir büyük mansab idi. Halâ Fransızcada kullanılan amiral sözü emirül bahr ve Emîrül ma'dan 222 AHMED CEVDET PAŞA alınma biraz değişik şeklidir. Lisanımızda Kaptanı Der ya denilmektedir. Kaptan sözü de İtalyan lisanından alın ma, olup aslında Başbuğ demekdir. Osmanlı Devleti donanmasını artırmak, fen işlerini
tamamlamakda gayret gösterdiği zaman ekseri gemi üs tadlarını ve deniz öğretmenlerini Venediklilerden getirir ve kullanırdı çünkü Venedikliler gemicilik fen ve san'atın da mahir ve hatta bir zamandan beri denizin yüzünde nüfuz yelkenlerini açmış olan Cenevizlilere de galebeleri açıkça görülmekde idi. Dünyayı ölçüp gezen hikmet ise bir yerden yere gidip geldikçe tercümanı yerinde olan söz ve terimlerin bir çoğunu beraberine aldığından ispanya da Endülüs arablarından bir çok arabca kelimeler kal dığı, Eyyûbî Devletinin kuvvetli ve kudretli zamanında İskenderiye tersanesi çok mamur ve mükemmel olduğu için Venedikliler pek çok terimleri onlardan öğrenip dil lerine getirdikleri gibi eskiden Osmanlı Devleti, donanma işlerini geliştirmeye girişince bir hayli İtalyan kelimeleri lisanımıza girerek, çoğu denizcilik terimlerimiz İtalyanca dan gelme olup, böylece kaptan sözü bile alınıp kullanıla rak Osmanlı Devletinde en büyük amiral olanlara evvela derya beyi sonraları kaptanı derya ve sonra kaptanlığa paşalık eklenerek kaptan paşa denilmişdir. İşte gemilerdeki «tüfekçi» askerine verilen «Levend» adı bile o vakit İtalyanca'dan alınıp, Levanti'den değiş tirilerek kullanılmıştır. Levant İtalyancada şark manasına gelip Venedikli ler kendilerine göre şarkda bulunan Hırvat, ve Arnavut luk kıyılarını ele geçirince o yerler halkından gemilerine yazıp topladıkları muhariplerine Levanti demişlerdi —ki Doğulu— demektir. Dilimizde konuşması değiştirilerek donanma tüfekçüerine Levend denilmiştir. Osmanlı Dev leti başlangıçda kaptanlara ekseriya Sancak beyi payesi ile Gelibolu sancağı verilip bazen gerekirse bazı vezir TARİHİ CEVDET 223 lere arpalık olarak Gelibolu livası ile, kantanhk mansabı tevcih olunurdu. Aşağıda genişçe anlatılacağı gibi Hay reddin Paşa Cezayirden gelince kaptanlığa Cezayir bey lerbeyliği eklendi. Sonraları Piyale bey sancak beyliği pa yesi ile Kapudanı Derya olmuşken üç sene sonra geçer li hizmetlerine mükâfat olarak ona da Cezayir eyâleti Beylerbeyiliği payesi verilmişdi. Sonraları Gelibolu livası, Paşa sancağı olmak üzere Gelibolu livası ile Ağriboz, Inebahtı, Midilli, Sığacık ve Kocaeli ve Karlı, Rodos, Biga, Mora ve Mizistre, Sakız, Nakşe ve Mehdiye sancakları birleştirilerek Kaptan Pa şa eyaleti kurulup adı geçen liva mutasarrıflarına Der ya beyleri denilerek birer ikişer gemi ile sefer ederlerdi. Böylece Osmanlı Devleti karada (kapu kulu) adiyle me vacib alır kışlada yatar kırk, ellibin kadar askerinden başka eyaletlerde iki yüz bine yakın '*ımarlı sipahi) si olduğu gibi, deniz askeri de bökece iki sınıf olmuştu. Bir sınıfı tersane halkı di* Ki İki bin beş yüz kadar mevacib alan azep taifedir. Diğer sınıfı kaptan paşa eyâleti içinde bulunan sancakların ümera, zeamet ve tımar er babı olup onlarda onbin kadar deniz askeri idi. Sonraları deniz kuvvetlerini çoğaltmak için diğer eyaletlerin kıyı ya yakın bazı vilâyetleri de kaptan paşa eyâletine bağ lanarak, Anadolu eyâletinde olan yaya ve müsellem ocak ları derya kalemine geçirilerek, derya kalemi gittikçe büyüyüp bazı eyâletler beylerbeyilerine ve kaptan paşa maiyetinde olmak üzere kaptanlık verilerek kolkol do nanmalar tertip olunmakla, bir aralık' mirî sefinelerinden başka adı geçen sancaklarda kırk elli kıt'a harp gemisi mevcut bulunurdu. Bunları kendileri yaparlardı.
Sonraları Osmanlı Devletinde donanma işleri karışıp sarsıntıya uğrayınca adı geçen sancakların askeri bir işe yaramaz olduklarından başka Anadolu içlerine yayılarak Pek çok zarar verip türlü edepsizliklere cesaret eder ol 224 AHMED CEVDET PAŞA dular. Bir aralık bu vilâyetlerin levendlerini bir ocak şek line koyup askerlik hizmetinde kullanma çaresi aranıl mışsa da, ne yapıldı ise disiplin ve nizam altına girme diklerinden uzun zaman halk gürültü ve patırdılarından incinmiş ve zarar görmüş olduklarından, nihayet aşağıda anlatılacağı gibi Sultan Abdülhamîd han, zamanında le vendlik adı bütün bütün kaldırılıp sınıfı yok denümiş ve ele geçenleri idam edilip yok edilerek kılıç artığı etrafa tekrar dağılıp perişan oldu. İşte Asya'nın bazı tarafla rında Ievend adının arsız; namussuz, ve eşkiya yerine kullanılan levendlerin şekavetleri bütün Asya'ya dağıl dığmdandır. Rodos'un fethinden sonra orada bulunan şövalyeler Maltaya geçip orada eskiden olduğu gibi korsanlığa de vam ederek İslâm gemilerine taarruz edegeldiklerinden, beri taraftan da azep ocakları hakkında göz yumulup Avrupa Devletleriyle yapılan andlaşmalarda da onlar ay rı tutulurdu. Böylece onlarda korsanlığa devam ederlerdi. Önceleri ve sonraları denizcilikde bilgi ve maharet edin miş pek çok adamlar bulunup deniz seferlerinde Osmanlı donanmasına katılıp işe yararlardı. Eskiden olduğu gibi bu seferde de Cezayir ve Tunus gemileri çok işe yaradı lar. Fakat bunlar başıboş ve serbest taifeler olup idare leri zor, üzerlerinde disiplin kurmak güçtü. Böylece Os manlı memleketlerinde bulundukları zaman türlü edep sizliklere cesaret ettiklerinden zahmetleri hizmetlerine karşı gelirdi. İlk önceleri büyük seferler olunca vezirlerden biri donanma üzerine serdar olup Kaptan paşa bile onun emri altında bulunurdu. Lâkin Kaptan paşa yapacağı işte ba ğımsız olmadıkça gereği gibi iş görmek müşkül olup, özellikle Kaptan paşada Vezaret rütbesi varken, Vezirler den bir başkasının serdar olması, kumanda işlerini ka TARİHÎ CEVDET 225 rıştırdığmdan bundan bir çok defalar zarar görülmüş tür. Sonraları Kaptan Paşalara ziyade bağımsızlık veri lerek Devlet erkânından ve çok kere padişahın kendisi nin itimad ve emniyet eylediği ileri gelen büyük kişiler den intihab ve tayin buyrula gelmişdir. Sadrazamların mutlak vekâletleri gereğince Tersanei âmireyi de göz altında bulundurmaları gerekli ise de sonraları kaptan paşalar ziyadece bağimsı^iık kazanıp bazı sadrazamlarla nüfuz yarışma girip hiç olmazsa deniz işlerini bağımsız idare etmeğe başladılar. F: 15 SEKİZİNCİ BÖLÜM (Avrupanın geçmişde ve gelecekteki ahvali hakkındadır) Gelmiş geçmiş İslâm Devletleri, olayları, geçmişteki Avrupa olaylarına bağlantısı olduğu gibi Osmanlı Dev letinin de Avrupayla ilişkisi olan olaylarla pek çok bağ
lantısı vardır. Özellikle yakın vakitte ortaya çıkan Fransa ihti lâli Avrupada büyük gelişmelere sebep olarak Devletler ve milletler arası ilişki ve yapılacak işler için yeni bir çığır açtığından Avrupaca yeni bir asrın başlangıcı ve bu ahvalin doğrudan doğruya Osmanlı Devletine de pek çok etkisi olduğundan Avrupa Devletleriyle ilişkileri ar tırmanın başlangıcı olmuştur. Bu yönden ara sıra Avru pa olaylarından söz etmek uygun ve lâzım olup Avru panm böylece gelişen bütün olayları ise pek eskidenberi ardı ardına ve birbirine bağlı olarak ortaya çıkan bir ta kım başlangıç ve adım atmaların doğal sonucudur. Halbuki mucip sebepler anlatılmadan yalnız olayla rın hikâyesi ile hakikat anlaşılamaz. Böyle olunca ilk iş olarak aşağıda olduğu gibi Avrupanın geçmişini ve ge leceğini topluca anlatmak uygun görülmüştür. Medeniyetin beşiği olan Asyanm her tarafında Mısır kıt'asmda îsa Aleyhisselâmın doğuşu tarihinden bunca kuşak önce nice büyük devletler ve uygar milletler var ken Avrupa memleketleri her türlü uygarlıktan mah rumdu. Çünkü tufandan sonra ilk önce Fırat ve Dicle ne hirleri arasında olan ve «El cezire» denilen yerler mes TARtHI CEVDET 227 kûndu. Bu yerler imar ve uygarlığa çok uygun olduğun dan kısa zamanda mamur olarak buradan asyanın sair taraflarına da uygarlık eserleri yayılmışdır. Şöyleki Nuh Aleyhisselâmın çocukları El cezire kıt'asının Fırat ta rafını îmâr ile iki nehrin birleşiği yere yakm Babü şeh rini kurup Hâm bin Nuh torunlarından Nemrud burada bir hükümet kurdukdan sonra Sâm bin Nuh'un evlâdla rından olup Nemrud'un Babilden kovduğu Âsur da Ku zeye doğru giderek karşılık olmak üzere Dicle nehri üze rinde Ninova, şehrini kurup, böylece El cezirede iki Devlet meydana çıktığı söylenir. Ancak bunların ahva line ait gereği gibi bilgimiz olmayıp bu eski kavimlerin ahvali tarihçe aydınlanmış değildir. Rivayetlerle, eski eser lerden şu kadarı anlaşılıyor ki Isa Aleyhisselâm doğuşun dan iki bin yıl önce Asurîlerden Ninüs namında bir hü kûmdar ortaya çıkarak Babil'i ele geçirerek Asyada bü yük bir saltanat kurar. Pâyı taht olan Ninova şehrini genişletip ondan son ra Babil vilâyetini bir vali ile idare edermiş, O asırda Mısır'da mamur bir halde idi. Hele milâttan ikibin beş yüz sene önce Mısır medeniyeti en yüksek seviyesinde imiş, sonraları doğudan bir yabancı millet gelerek Mısırı istila edip yerli hükümdar hanedanını yok etmiş. Yine milâttan bindokuzyüz sene önce Hazreti İbrahim, Babil tarafından Suriye tarafına göç etmişler bir aralık Mısır'a geldiklerinde, işbu yabancı hükümdar hanedanının zama nına rastlamış. O vakit bu yabancılar Asyanm sahibi olan Asur Devletinden korkup çekinirlermiş. Yüz doksan dört sene sonra Hazreti Yusuf'un, sonra babası ve kar deşlerinin gelişinde de hükümdar bu yabancılardan imiş Bunlar İsraillilere hemşehri gözüyle bakıp riayet edegel dikleri halde milâtdan binaltıyüz sene önce yerlilerden ortaya çıkan Firavunlar galip gelerek bu yabancıları ko vup Mısır hükümetini ele geçirdikten sonra. İsraillilere 228 AHMED CEVDET PAŞA yabancı gözü ile bakıp esir muamelesi ettiklerinde, Haz
reti Musa milâttan bindörtyüzdoksanbir sene önce İs raillileri Mısır'dan çıkarıp hakaretten kurtarmış ve on dan sonra Filistin topraklarında İsrailliler Devleti orta ya çıkmışdır. O sırada Finikelüer de Berrüş Samda medeniyette ilerleyip ticaret erbabına öncülük ederlerdi. İlk hükümet idare merkezleri Sayda, milâttan binbeşyüz sene önce meşhur bir şehir olduğu halde beşyüz sene sonra ikinci idare merkezleri olan Sur ahalisinin Saydahlara karşı üs tünlük elde ettikleri, önceleri ve sonraları Finikelilerin Babii ile büyük ticaret yaptıkları bilinir. Kısaca o vakit Asya'da en büyük devlet Asur Devleti imiş. Ancak İran da kurulmuş Medya şehri, valisiyle, Babil valisi birleşip Asur Devletine karşı isyan edip Asurlularm idare mer kezi olan Ninova şehrini kuşatmışlar ve hükümdara ga lip gelmişler. Diğer valiler de bağımsızlıklarını isteyince Asur Devleti çöküp yok olmuş. Sonraları Ninovada kurulan ikinci Asur Devleti Ba bili ve diğer eyaletleri ele geçirip yine kuvvetli bir dev let olmuş ise de Medyayı ve doğudaki diğer eyaletleri alamadığından genişlik ve kuvvetçe evvelki Asur Dev leti derecesine varamamışdı. Medya hükümeti ise günden güne kudretini tanıttığı, sınırlarını genişletip kendisine idare merkezi olarak Hemedan şehrini kurmuştu. Böylece eski Asur memleketleri ikiye ayrılıp biri İkinci Asur Devleti elinde kalmıştı ki Dicle nehrinden Akdenize kadar olan yerlerdir diğer kısmı Medya dev letinde imiş ki Sind nehrinden Kızıl Irmağa kaar hükme dermiş. Sonraları Medya hükümdarı Ninova üzerine ha reket edip Babil valisi de onunla birleşerek oğlu Buhtün nasırı gönderip iki ordu iki sene Ninova'yı kuşattıkdan sonra fethedip yakmış ve Elcezire de yine Babil Devleti ortaya çıkmış ki buna Geldanî Devleti de denir. Ve o es TARİHİ CEVDET 229 esnada yani milâttan altıyüzbeş sene önce Buhtun nasır babasının vefatı üzerine, Babil'de tahta geçmiş ve İran memleketlerinden başka bütün Asur memleketlerini ele geçirip Asyamn en büyük payitahtı olmak üzere Babil'i genişletmişti. Suriye üzerine hareket ederek İsraillileri esaret altma almış ve Kudüs'ü Şerîf'i yakıp Mısır'da Gel danî devletine katarak çok genişleyip kuvvetlendiyse de bu Babil devleti pek çok yaşamamıştır. Zira Kiyanyan şahlarından Keyhüsrev ortaya çıkarak İran devleti Med yalılardan Farslılara geçmiş ve milâddan beşyüzotuzse kiz sene önce Keyhüsrev Babil'i fethettikden başka Azer baycan ve Kürdistan'ı da ele geçirerek saltanat ve Sat veti en yüksek dereceye ulaşmakla Iran Devleti en bü yük ve en kuvvetli bir devlet olmuştu. O zaman en büyük ve en mamur olan Babil şehrini ele geçirince sesi duyul muş, şanı ziyadesiyle ilerlemişti. Şimdi Elcezirede Halep Kürdistan ve Bağdat vilâ yetlerinin bir az mamur yerleri varsa da pek çok yerleri arablarm dolaştığı yerler olmuştur. Vahle kasabasının yanında Babil harabesi görülür ve Musul'un karşı tara' fmdaki yerler kazıldıkça Ninova'mn bazı eserleri bulu nur. Asyada insan çoğaldıkça yerlerine sığamamışlar ya hut zulüm ve baskıdan vakit vakit göç etmeğe mecbur olmuşlardır. Serseri gezen millet ve kavimlerin çoğu
Kafkaslardan geçerek, yahut Hazer denizini dolaşarak Karadeniz kuzey kıyılarından yahut başka yollar ile azar azar Avrupa'ya yayılmışlardır. Ancak Kuzey bölgenin îmarmda güçlük olduğundan ve milletler de biri diğeri ardından giderken önde bulunanlar daha ilerilere geçmiş durmayıp göç ettiklerinden, uygarlığa erişememişlerdi. Böylece Avrupa doğal olarak pek çok zaman uygarlığa uzak ve kapanık kalmıştır. 230 AHMED CEVDET PAŞA Bu yoldan Avrupaya göç eden kavimlerin başlıcaları dört kavim olup, bunlar çoğu Avrupa milletlerinin ecda dı sayılır. Birincisi; Anadolu yolu ile Yunanistan ve İtalyaya göç eden Plâski kavmidir ki Yunan ile İtalyanların ecda dıdır. İkincisi Gal kavmidir ki Fransa, İspanya ve İrlan da ahalisinin ecdadıdır. Üçüncüsü Cermen yani Alman dediğimiz kavimdir ki, başlıcaları Alman, Frank, Got, Lombard, ve Sakson, Vangel, ve Vandal milletleridir. Dördüncüsü İslâm kavmidir ki Moskof, Leh, Sırp ve Hır vat gibi milletlerden ibarettir. Asya insanın beşiği olduğu gibi uygarlığın da baş langıç yeridir. İlim ve maarif oradan batıya doğru yayıl mıştır. Avrupada en önce bilgide gelişen uygarlıkda yük selen Yunan ile İtalyan dediğimiz Lâtin kavimleridir. İlk önce Yunanlılar geüşip kuvvetlenerek İran devletine ra kip olup Fars hükümdarı Kiyanyan ile kavga ve muhare beye başlamışlardı. Latinler milâttan yediyüzelliüç yıl önce yapılan ve hâlâ Rimpapa'nın payı tahtı olup arab kitaplarında Rum, ve Türk lisanında kızıl elma denilen Roma şehrinde bir devlet kurmuşlardı. Galler vahşî ve putperest bir halk olup, göçebe ge zerler ve askerlik hizmeti aramak üzere İtalya ve diğer yerlerde dolaşırlardı. Şimdi Fransa denilen yerlere o vakit Galya denirdi. Fakat Galya şimdiki Fransa topraklarından daha bü yük olup Ren nehrinin batısında olan Alman memleket lerinin çoğunu ve İtalyanm kuzey kısmını içine alırdı. O vakit Galyada ve özellikle kuzey tarafında Gallerden baş ka kavimler de vardı. Bu gün Fransanın kuzey halkı ile güneyi arasında fark ve ayrıcalık olup aralarındaki ay kırılık hâlâ bütün bütün kaybolmamıştır. TARİHÎ CEVDET 231 Yukarıda anlatıldığı gibi İranlılar ile Yunanlılar ara sında çıkan düşmanlık ve çekişmelerden meydana gelen birçok muharebelerden her iki taraf çok zayıfladığı sı rada Makedonya hükümdarı Filip'in oğlu İskender yani Büyük İskender bütün Yunanistanı ele geçirdikten son ra, İran devleti üzerine sefer ederek Çukurova'ya gelip, Dara ile Payas ovasında muharebe ederek galip geldi. İran memleketlerini ve Hindistan'ın bir miktarını ele ge çirip cihangir bir hükümdar olduğu halde milâttan üç yüzyirmiüç sene önce ani olarak Babü şehrinde ölünce kendisinin kumandanları arasında paylaşılıp Mısır, Suri ye ve Makedonya devletleri ortaya çıktı. Gerçekde kuv vetli ve büyük devletler idi ise de hükümdarları adım adım zevk ve sefahata tutulunca, kuvvetleri zayıflığa
döndü. Roma devleti başlangıç halinde gerçekten pek kuv vetli olmayıp, hatta milâddan beşyüz sene önce Galler bu devlet üzerine hücum ve ondan yüzotuzbeş sene sonra gelip Roma şehrini yakmışlardı. Lâkin Romalılar bu suretle onu harabeye alışarak adım adım her kavmin gözünü ürkütmüş olan Gallere ga lip gelerek kuvvet ve sağlamlığını dünyanın gözüne ser * mişdi. Gallerin eskidenberi bağımsız hükümdarları var ken bağımsız hükümet usulünü kaldırarak cumhuriyet üzere memleketi idareye karır verdiklerinden aralarına ayrılık düşerek birbirleriyle ittifak edemeyip her yerde önceleri ve sonraları cumhuriyet usulünün fenalığı neti cesi olageldiği gibi Gallerin de perişanlığını eski ülke ge nişliği ve kuvvetinin yok olmasına sebep olmuştur. Ve Romalılar devletleri uğrunda büyük fedakârlıklara kat landıkları halde ötedenberi Yunan devletinin zaif halini görerek meydanın kendilerine kaldığını anlamışlar, ci hangirlik sevdasiyle çıkıp nice devlet ve memleketleri de geçirmişlerdir. 232 AHMED CEVDET PAŞA Eskiden Afrikada Tunus şehri civarında bulunan Kartaca adındaki büyük şehir Berrüş Samda olan Feni ke tüccarı himmetiyle kurulmuştu. Bu şehir ahalisi o va kit bütün Akdenizin ticaretini ellerinde bulundurdukla rından pek ziyade zengin olmuşlardı. Romalılar ile ara larında çıkan rekabet ve gerginlikden ötürü olan muha rebelerde Galler Kartacalılara yardim ettiğinden, yeni den Romalılar ile Galler arasında zuhura gelen muhare beler epeyce uzayarak, milâttan yüzdoksan sene önce Galler bütünlükle mağlup olduktan sonra artık Romalı lar üzerine taarruzdan çekinir olmuşlardı. Ancak milâddan yakınlıkla altıyüz yıl önce İzmir tarafından Galya ya göç etmiş olan Yunan tüccarları bu günkü Marsilya şehrini kurup, ticaret işlerini pek çok ilerletmişlerdi. Bu ilişkilerle bütün Galya kıyılarında ti caret yerleri pazarlar kurulup, o vakit bayağı dünyanın ticareti Kartacahlar ile işte bu Marsilyalılar elinde idi. Marsilyalılar Galyada daha bazı şehirler kurmak is teyince onların böyle hükümet sınırlarını genişletmesini çekemeyen Galler üzerlerine hücum ile Marsilya'yı ku şatınca Roma cumhuriyetinden yardım istemişler ve Ro ma askeri gelip milâttan yüzellidört sene önce Marsilya' yı kurtarmışdı. Çok geçmeden Romalılar Kartaca şehrini ele geçirip tamamen yıktıkları için Marsilya ticareti daha çok önem kazandı. Galler milâttan yüzyirmi sene önce tekrar Mar silya üzerine taarruz edince, Romalılar yine yardım edip Galleri yenilgiye uğratınca, bu kere artık Marsilya'yı ve etrafını ele geçirip bir sancak kurarak, Roma hükü metine bağlamışlardır. Kısaca Romalılar Galleri ve diğer milletleri yenerek Yunan memleketlerini de ele ge çirince, pek çok güç ve servet kazanmışdı. Ancak Roma devleti ortaya çıkışının başlangıcında krallıkla idare olu nurken kralların zulüm ve kötülüklerinden nefret eden TARİHÎ CEVDET 233 halk cumhuriyet idare şekline karar vermişler ve cum huriyetin icabı ayrılmalar ve bölünmelere düştükleri hal de eskiden elde ettikleri zenginlik ve servetle Romaya
her taraftan bir çok mal gelerek halkı zevk ve sefahata daldılar. Umumî ahlâk bozulmaya ve ileri gelenlerin mal hırsı, gösterişde ileri gitmesi sınırı aşmakla Roma'da türlü kargaşalıklar ve bir çok yapılan zulümler duyulun ca, Roma cumhuriyeti o vaktin dünyada en büyük ve en kuvvetli bir hükümeti iken milâddan altmışbeş sene önce pek ziyade karışık bir hale girdi. O sırada Romada asil zadelerden Sezar adında bir general harb işlerinde ve siyasette gelişmiş bir maharete sahipti. Romanın bu kö tü gidişinden iğrenerek Roma'yı terk etmeye karar ver miş ve başkumandan olarak Galya'ya gitmişdi. Orada yapılan büyük muharebeler sonunda Galler tamamen ye nilgiye uğrayınca milâddan kırkdokuz sene önce Gal memleketinin bütünü Roma cumhuriyetine katılmışdır. Bunun üzerine Roma Kayseri (Sezar) Roma senato sundan yani millet meclisinden bazı özellikler tanınması isteğinde bulununca red cevabı aldı. O da ben isteklerimi kılıcım ile yerine getiririm diye Romaya girip asker gü cü iîe cumhurreisi olarak İmparator unvanını aldı. İm parator sözü Lâtincede aslında kumandan iken sonraları zafer ve galibiyetlere erişan kumandanlara mahsus ola rak kullanılırdı. Sezar ömrü boyunca Roma cumhuriye tinin en büyük mansab ve mertebesini haiz olarak kral gibi bağımsız memleketi idareye koyulmuştu. Muhtelif unvanlarından İmparator unvanı o zamanın düşüncesi ne ve görüşüne göre en mühim olan askeri işlere ait ol masiyle bu unvan Sezarın bütün görevlerini içine alan durumu ile en çok itibara ve şöhrete kavuşmuşdu. Ger Çekde Roma halkı krallıkdan nefret ederdi. Bu yönden Sezar kral adını almamışsa da bağımsız hükümdar gibi hükümet ederek, kendi resmi ile para basmak gibi hü 234 AHMED CEVDET PAŞA kûmdarlık belirtileri gösterdiği için kral olmasından halk korkar olmuşdu. Böyle olunca bazı düşmanlar kendisini Senatoda Milâddan kırkdört sene önce göz önüne katle dip öldürdüler. Ama halk tarafından seviliği için halk da katillerinin evlerini yakmışlardır. Sezar kendi emlâkini ve unvanlarını kız kardeşinin oğlu Oktavyüs'e vasiyet ettiğinden yukarıda anlatıldığı gibi katledildiğinde Oktavyüs on sekiz yaşında iken halk tarafından iyi kabul görerek Milâddan yirmidokuz sene önce resmen imparator diye bağımsız olarak hükümete Tmşlamışdı. İki sene sonra Roma Senatosu verasetle ken dine intikal eden «Kayser» ismini de kendi adına ekledik lerinden başka hükümetin meşru, kanunlara uyarlı oldu ğunu göstermek için en büyük saygı değer anlamına ge len «Ogüstüs» unvanını da katmışdır. Senatoda birinci makam kendisine verildiğinden birinci manasına gelen Prens sözü bundan gelmedir. Oktavyüs Ogüstüs iyi mua mele ile halka kendisini sevdirmiş ve kendisine çekmiş ve zamanında Roma devleti asayiş içinde mamur olmuş ve mutlak hükümetini bir takım unvanlar ile örterek kral unvanını almamış olduğundan, Roma halkı halâ cumhu riyet var zannederlerdi. O ise asıl görüntüsü ve gidişi ile bağımsız bir hükümdara ait işleri yapardı. Kayser sözü kendine has, ve imparator kelimesi muzaffer baş kuman dan manasına iken ikisi birleşince de hükümdar anlamı na kullanılmışdır. Hazreti İsa, işte bu Ogüstüs zamanında dünyaya
gelmişdir. Ve Galya'da henüz ele geçmemiş olan yerler de onun zamanında tamamen Roma tasarrufuna katıl mışdır. Gallef üzerine ağır vergiler çıkarılıp zulüm va haskı altında eğilmişdir. Fakat o vakite kadar ayrılık ve karışıklık içinde bulunan Galliler de bir tek idare altına konulmuşdu. Bu toplumlar bir gövde gibi birleşince son TARÎHİ CEVDET 235 ra Galya'nın büyük bir devlet olmasına sebep işte bu davranış oldu denilebilir. Yine Ogüstüs'ün hükümeti zamanında Galya'ya bir çok Romalı gelip mektepler, tiyatrolar ve diğer binalar inşa ederek Galyada uygarlık eserlerini yaymışlardı. Fa kat Roma uygarlığı maddeye dayanır olduğundan insan ahlâkını süsleyip geliştirmek şöyle dursun türlü kötülük lere alışkanlıkları yüzünden galliler bile bu Roma uygar lığı ile doğal olan iyi ahlâklarını kaybetmişlerdir. Roma lılar böylece göz dikdikleri memleketlerin çoğunu ele ge çirip medeniyetlerini yaymalariyle bir çok milletlerin ve kavimlerin ahlâkını bozmuşlardır. Fakat Arab yarımadası ile Cermenlere karşı zafer kazanamadıkları için Arab ve Cermen kavimlerinin ahlâki Roma medeniyeti ile leke lenmemiş ve doğal halile kalmışdır. Ve sonra da dünyayı bu iki Devlet yeniliğe kavuşturmuşdur. Çünkü Ogüstüs' ün Kayserliğinde İsviçre, Dalmaçya ve Hırvatistan, Ru meli ve Mısır memleketleri ele geçirilip Roma'ya katılmış olduğu Ren nehri tarafında Romalılar mağlup olup Cer manya'ya karşı muzaffer olamamış bu da Ogüstüs için büyük üzüntü olmuşdu. Milâddan ondört sene geçince Ogüstüs'ün ölümü ile yerine halefi Tiberyüs geçmişdi. Pek fena ve zalim bir insandı. Yatağında boğularak öl dürülmüşdür. Onun kayserliği sırasında Kudüs valisi bu lunan Plât zamanında Hazreti İsa'nın çarmıha geril^ asılmasını görüyoruz. Ondan sonra gelen imparatorlar hepsi birbirinden fena ve topluca kötü ahlâklı ve türlü sefahate alışık oldukları için günden güne karışıklık ve kargaşalıklar çıkarak çoğu zehirlenerek veya başka su retle idam edilmişdir. Katolik mezhebinde bulunan hıristiyanlarm inancına göre Rimpapalar Hazreti İsa'nın yeryüzünde halifesi ve Havariyun'dan Batras'm halefidir ki, Hazreti Isanm me lek olup göğe çıkışından sonra Hazreti İsa'nın dinî tel 236 AHMED CEVDET PAŞA kinleri için Batras Romaya gelmişse de, o zaman Hazreti îsa dini açıkça icra olunamadığmdan her yerde olduğu gibi Romada da hıristiyanlar gizlendikleri yerlerde Bat ras ile ona bağlı olanlardan bir çok kimseler, Romada çarmıha gerilmişdir. Ve Konstantin'in zamanına kadar Hazreti İsa dinine katılanlar hakkında pekçok kötülükler yapılmışdır. İmparatorların kötü davranışı, fazla ileri giden zul münden ötürü Galya ve İspanya taraflarında ihtilaller ortaya çıkıp bir tafafdan Filistin topraklarında Yahudiler muharebeye kalkmışlarsa da, o aralık Roma milleti ken disini toplayıp bu gibi ihtilâlleri ortadan kaldırıp Britan ya adasını tamamen ele geçirmiş ve ara sıra Tuna sınır larının bozulan emniyetine sebep olan Eflâk kıt'asma Ro malılardan bir az muhacir getirip yerleştirmişdir. Böy lece Tuna emniyetini sağladıkdan sonra o sırada İran' da bulunan Eşkânyan devleti üzerine sefer ederek ta
Basra körfezine kadar olan yerleri ele geçirip istilâ et miş olduğu halde Arab yarımadasından bir karış yer ala mamişdı. Bu işe Romalıların gururuna dokunduğundan Suriye yani Berrüş Şam valisi o vakit Şam'dan Lût de nizine kadar olan yerleri Arabistandan sayılmadığı halde buralara Arabistan (Arabya) adını vermişdi. Kayserler bağımsız hükümdar gibi hükümet ede geldikleri halde veraset usûlü geçerli olmayıp intihap kaidesi gelenek ol duğundan Cumhuriyet şeklinden kurtulamamışdı. Hal buki anlatıldığı gibi İmparatorlar sık sık idam oluna gel diğinden seçim işi düşük kimseler elinde kalıp askerler para ile Kayser seçer olmuşlardı. Genellikle Roma halkı zevk ve sefahata ve çok paha lı ve gösterişli hayata dalmışlardı. Böylece milâddan yüz seksen yıl sonrası Roma Devleti yüzyirmi milyon ahaliye hükmederek her yerde bayındırlık iade olunmuşken yok olmaya yüz tutarak günden güne düşüşünün ayrıntılı se TARİHİ CEVDET 237 hepleri artmağa başlamışdı. Milâdî ikiyüz senesine doğru Cermenler Galyaya taarruza başlayıp Romanın savunma gücünün azaldığını anladıkları gibi öncekilerden fazla tecavüz eder olmuşlardı. Milâdî ikiyüzyirmi yılında Eş kânyan Devletinin çökmesi ile İran Devleti Sasanîler sü lâlesine geçip Devleti yeniden kuran Ardişir, Iran Dev leti sınırlarını Daranın zamanında olduğu gibi, Akdeniz ve Marmara denizine kadar genişletip, Romadan bir çok yerleri geri almak istemesi üzerine Roma imparatoru Aleksandr (İskender) adlı Kayser doğuya gelerek muha (rebeye mecbur olmuşdu. Bu muharebeler yapıldığı sırada batıda Cermenler tekrar Galya'ya girmiş olduğundan Aleksandr Ren nehri sınır savunmasını sağlamak için o tarafa geri dönmeye mecbur olmuşdu. Cermenlefden Ren nehri tarafında hayvan f/ürülerini heslemek için dolaşan bir kaç küçük gurup da kendilerini Romalılardan korumak için birleşip kendilerine Frank yani bağımsız adını takmışlardı, bu ittifakla kuvvetlenin ce Reislerine itaat ederek üzerine gittikleri her işin üs tesinden gelip Cermanyada Sal nehri kıyısında yerleşen ler Salik Frank diye ad aldılar. Bunlar en çok şöhret kazananlar olup diğer başlı Cermenler gibi Galya'ya te cavüze başlamışlardı. Kısaca Roma sınırlarındaki milletler bilhassa Cer menler ardı ardına sınıra tecavüzle yanlışı düzeltiyorlar dı. Roma Devleti ise iç ihtilâllerle sık sık Kayserleri ye rinden atıyor veya öldürüyordu. Bir kayser katledilince bir çok kimse kayserlik iddiasiyle ayağa kalkardı. Yîne milâdi ikiyüzyetmiş senesinde, Avrelyanüs Roma'da im parator ilân edildiği zaman Galya'da ve Şam'da da impa ratorluk iddiasında birer kişi vardı. Şam tarafındaki ölünce hükümeti Zenogya adlı zevcesine kaldı. Avrelya nüs bu kadın üzerine hareket ederek idare merkezi olan (Palmir) Tedmür şehrini yıkdıktan sonra Galya'ya gidip 238 AHMED CEVDET PAŞA orada da muzaffer olmuşsa da İran seferi açılmakla o ta rafa giderken hiyle ve karışıklıkda öldürülmüşdür. On dan sonra gelen imparatorlar kayser tahtında çok dura mayıp eğer Almanya'dan Galya'ya giren grupları geri atabilmişlerse de sonraları sınırların korunması için tür
lü çeşid milletten yabancı asker kullanmağa mecbur olup,. bu da Roma Devletinin güçlüklerini arttırmışdır. Sonraları Kayser olan meşhur Kostantin gidişin kö tülüğünü anlayarak Hazreti İsa'nın dininin yayılması na kabulüne karar vermiş, müâddan (313) sene sonra italya kurulmuş, Milân şehrinde Hazreti İsa'nın dininin serbest olduğunu ilân etmişdir. Bir müddet karşı duran ları ile uğraşıp yerine göz dikenlerin hepsini yenmiş ve tam bağımsız olmuş fakat Hristiyan dini yüzünden Ro ma halkından kuşkulanarak Roma şehrinden de nefret et tiği için Payı taht ve düşmanı olan İran Devletine ya kın yerde bulunması bahanesiyle Payı tahtın yerini de ğiştirmeğe karar vermiş ve Roma şehrinin kurucusu pek eski vakitlerde Akdeniz Boğazı dışında Bababurnu civa varinda olan Truva şehri ahalisinden imiş diye Roma'lı lar arasında bir itikat olduğundan Kostantin de buna uyarak Truva şehri harabesini imara niyet eylemişse de sonraları bundan vazgeçerek Bizantiyon kasabasına ge lip orada İstanbul şehrini kurarak Payı taht ilân etmiş tir. Yalnız halkı yeni olmakla Yunanlılara da Romani ya ni Romalı denilmişdir ki bundan doğan Rum tabiri hâlâ söylenmektedir. O vakte kadar Hazreti İsa'nın dini Galya'da gizlice icra olunurken İstanbul'a bağlılığı dolayısiyle Gal ahali si de İsevî olmuşlardır. Fakat Roma ile İstanbul arasın daki çekememezliklerden Devlet idaresinde güçlükler ar tarak artık İstanbul'dan bütün Avrupa'nın idaresi güç leşince Kostantinin oğlu ve Halefi olan Kostantiyüs tür lü ihtilâllerle uğraşmışdır. O aralık adı geçen Franklar Ren TARİH1 CEVDET 239 nehrinden geçerek Galyaya girip, tecavüz eylemiş oldu ğundan Kostantiyüs kendi akrabasından Jülyanüs adlı za tı askerlikle Galya'ya gönderip ona bu Frankların bir azı nı Ren nehrinin karşı yakasına atıp diğerlerine de Ro ma'ya tabi olmak şartiyle Belçika'da yer vermeğe mec bur olmuşdu. O sırada Jülyanüs askeri tarafından kay serliğe seçilerek ardından Kostantiyüs de ölünce Jülya nüs üç yüz altmış bir senesinde İstanbul'a gelerek Putpe rest ayininin iadesine çalışmış ise de gücü yetmeyip on dan sonra gelen kayserler de hep Hazreti İsa'nın dinin de bulumuşl ardır. Üç yüz yetmiş dokuz senesinde kayser olup on altı sene hükümet eden Teodosyüs zamanında da Batı mem leketlerinde karşı çıkanlar olmuşsa da hepsini uzaklaş dırıp İstanbul'da Bağımsız olarak Kayserlik edip ancak Roma devletini iki oğluna ayırarak birine Garb Devleti diğerine de Doğu Devleti denilmiştir. Bu iki devletin ara sındaki sınır İskodra şehri idi. Doğu Devlet Fatih Sul tan Mehmed Han hazretlerinin zamanına kadar durmuş dur. Ama Batı Roma devleti hemen çökmeye yüz tutup pek çok hükümetlere parçalanarak Avrupa kıt'ası başka bir şekle girmişdir. Çünkü o sıralarda Roma devletinde çökme belirtileri baş gösterip ikiye bölünmesi de çökün tü sebeplerinden biri oldukdan başka dış sebeplerden de etki olmuşdur. Şöyleki Roma Kayseri Roma şehrini terk edip Ruan şehrinde oturuyordu bu sırada Germenler Ro ma devletinin zayıfladığını görerek İtalya ve Galya'nm güzel topraklarına göz dikmeye başlamışlardı. Fakat bu sırada Tatarların Hun adlı bir kavmi Avrupa'ya doğru hareket etmekde olduğu duyulunca Cermen cinsinden Ka
radenizin Kuzeyinde oturan Gotlar Hunlar'dan korkarak Tuna'ya doğru harekete geçmişler ve asıl Cermanya'da bulunanlar da bunu işiterek yerlerinden oynayıp takım takım dolaşmağa başlamışlardı. Gotların hepsi Hunlar' 240 AHMED CEVDET PAŞA dan kurtulamayıp bir takımı onlara tabi olmuş bir takı mı Doğu Roma devletine sığınmışlardı. Fakat Gotlar vah şi bir. halk olduğundan Doğu Roma İmparatorluğu bun lardan çok zahmet çekerek kimi tehditle kimi anlaşarak kullanıp diğer Cermen kavimleri gibi bunlarda Garba dö nüp yönelince Doğu Devleti gaileyi hafif geçirmişdir ama Garb Devleti topraklarında ve böyle bir çok milletler Cer menya'ya girince hazaları devletin askerlik hizmetinde kullanılmışsa da Roma Kayserliğinde güçlükler doğurup İtalya'yı tahrip ve bir aralık aylıklarını alamadıkların dan Roma şehrini yağma etmişlerdi. Sonra Galya'ya ge çip orasını da talan etmişlerdir. Bunun üzerine Britanya valisi askeri ile Galya'ya geçip bu Cermen kavimlerini bastırarak çoğunu İspanya tarafına sürmüşdür. İçlerin den Burgon'lar Galya'da oturma izini almışlardır. Sonra Gotlar da Galya'ya gidip oradan çıkarılmaları imkânsız lığı karşısında Roma Kayseri kendilerine arazi gösteril mişdir. Dörtyüz onüç milâdi tarihinde Burgonlara dost millet adı verilerek bazı şartlarla anlaşarak içlerinden bir kral seçmelerine Roma İmparatorluğu tarafından muva fakat olunmuşdur. Geçmişde İspanya tarafına kovulan Cermenlerden Vandallar (ki Endülüs bunun uydurmasıdır) Afrika kıt' asmda Tunus tarafına geçerek orada Bağımsız bir hükü met kurdular. Sonraları İstanbul Kayseri bunların üze rine sefer açarak buralarını ele geçirip ardından İslâm milletleri gelip buraları ele geçirince Vandallardan eser kalmadı. Fakat Endülüs vilâyeti onlara göre adlanmış tır. Yazıldığı gibi Galya'nm bir tarafı Burgon bir tarafı da Gotlar elinde bulunup geri kalan yerleri Roma Garb Devleti elinde kalmışsa da bu iki kavim gittikçe meydan almakda idi. O sırada Franklar Garb Roma devletine sa dakatle hizmet ederek diğer Cermen kavimlerinin Galya' ya girmelerini önlemeye çalışmışlarsa da güçleri yetme TARİIIÎ CEVDET 241 yip Gotlarla Burgonlarm fütuhatını görerek onlar da ga nimetlerden hisse almak arzusuna düşerek Ren nehri kı yısında toplanmaya başlayıp tahminen milâddan dörtyüz yirmi sene sonra onlarda Belçika yakasına giderek küçük bir hükümet kurup Galya sınırında bulunan Torino şeh rini hükümet merkezi yapmışlardır. Cermenler açıklandı ğı gibi İtalya ve Galya kıt'alarmın altını üstüne getirdik leri halde artık Britanya adasının elde bulundurulup bağ lı tutmak kabil olmayacağı anlaşıldığından oradaki Ro ma askeri çekilip geri verilmesi üzerine halkı kendileri ni Iskoçyalılardan korumak için Cermanyamn Kuzeyle rinden gelen Angl ve Saksonlardan yardım isteyince on larda gelip dört yüz kırk Milâdi senesinde Britanya'yı ele geçirmişlerdir. Ter kelimesi memleket mânâsına gelip Angl kavmine uyar dille Britanya adası da İngiltere adı nı almışdır. Bu esnada ise Hun hakanı olan Atilla beşaltiyüz bin askerle batıya doğru hareketle rastgeldiği yerleri talan
ederek gelip Rumelinin bazı yerlerini tahrip ettikden son ra Doğu Roma devletinden haraç alarak yeter görüp ora dan Batıya doğru hareket hiç karşı koyan olmadan tâ Galya'nm ortasına kadar gitmişdi. Bunun üzerine Roma' lılarla Cermenler ittifak ederek ve her tarafdan üşüntü ederek savunmaya geçmeleriyle Galya'da olan büyük mu harebede her iki tarafdan hesapsız insan kaybı olmuşdur. Ertesi sene Hun hakanı Atilla İtalya'ya yürüyüp Rimpa pa'nm yani Roma Piskoposunun ricası üzerine verilen ga nimetlerle yetinmiş ve bir sene sonra da Atillâ vefat edip Hunlar da Karadeniz tarafına dağılıp gitmişdir. İtalya halkı yazıldığı gibi Atilla yaklaşınca etrafa dağıldıkla rında bazıları korunmak için yani dörtyüzelliiki milâdi senesinde Venedik şehrini kurmuşlardı. Huyların korkusu geçince ardından Galya'da bulu nan Cermenlerin yeniden Romalılar ile kavgaya başlama F: 16 242 AHMED CEVDET PAŞA siyle batı Roma devletinin hali bir az daha fenalaşmış dır. Bilhassa Gotlar böbürlenip büyüklük gösterileriyle bü tün İspanya'yı istilâ ile Galya'nm Güney tarafında elle rine geçirdikleri topraklara katmışlardır. Sonra İslâm milletleri gelipte ispanya'ya geçtikle rinde galibiyet kazandıkları Devlet işte bu Got devleti idi. Yine anlatıldığı gibi her taraf kargaşalık içinde iken. Dörtyüzaltmış bir milâdî tarihinde Roma'da çıkan bir ka rışıklıkda Roma Kayserinin öldürülmesi olayından son ra onun taraf darı Galya kumandanı olan Ekidyüs Roma'ya itaat etmeyerek Galler'in Roma elinde bulunan Kuzey ta rafında bağımsız hükümet etmeğe başlamışdı. Dörtyüz^ altmışdört milâdî tarihinde oturduğu Suvason şehrinde zehirlenip ölünce yerine oğlu geçip babası gibi bağımsız hükümet etmeğe ve Galya'nm Doğu ve Güney kısımları da anlatıldığı gibi Got ve Burgon hükümetleri elinde bu lunmakla Galya bütün bütün Roma'dan ayrılmış oldu ve Batı Roma devleti elinde yalnız İtalya kıtası kalmış ol duğu halde İmparatorlar kendi hizmetlerinde bulunan ya bancı asker generallerin otoritesi altında kalarak söz leri hiçbir yerde geçmezdi. Bu generallerden (Odakr) adında bir türlü Alman kavminden mürekkep kumandası altında bulunan bir or du ile gelip dört yüz yetmiş altı milâdî senesinde Roma Kayserini tahtından indirip kendisini kral ilân etmişdir. İş te Batı Roma İmparatorluğunun sonu bu olup onun yeri ne bir Alman kraliyeti geçmiştir. Fakat Cermen kavim lerinden Tuna tarafından bulunan Got kavmi bu kral üze rine sefer açarak ona galip gelince dört yüz doksan üç milâdî senesinde İtalya krallığını ele geçirerek RAVENA şehrini hükümet merkezi yapmişdır. Anlatıldığı gibi Batı Roma devleti kökünden yıkı lınca önün çürük temelleri üzerine kurulan hükümetler de yaşamamış, olmalar doğal işlerden olduğuna göre Romalıların kralı unvanı ile hükümet eden Ekidyüs oğ TARIHİ CEVDET 243 lunun, gerek Got ve Burgonlarin hükümetleri Temelsiz oldukları için bunca senelerden beri yabancı hükmünde olarak himmetlerine kuşku gelmiş ve Doğal ahlakları Roma madde uygarlığı üe bozulup vatan sevgisi diye
kendilerinde eser kalmamış olan gallerin meydana çıkıp* da hükümet kurmaları da kabil olmadığından artık bu ralarda Romalıların fena ahlâk ve durumlarına bulaşmış bir kavmin sonu belli olacakdı. Nitekim Galyanm bu ha lini gören ve Belçikada bulunan Frankların reisi Merov tinç hanedanından Klovis büyük fetihler ülkesiyle dört yüzseksenaltı milâdi senesinde bir gün beşbin adam ile Ekidüs oğlunun hükümet merkezi olan Soison şehrine varıp ele geçirmesi üzerine her taraftan Franklar topla narak az zamanda kuvvetini arttırarak bu suretle Galya da Frank devleti kuruldu. O vakit kayıdlar ve senedler Latince yazıldığından Frank kelimesi Fransıya olmuş sonra da Franas denilmiştir. Klovis Putperest olup an cak Burgon kralı hanedanından evlendiği kız İsevî dinin de bulunduğundan onun uyarmasiyle Klovis İsa dinini kabul ederek ve İsevî olduğu gün üçbin askeri de İsa di nini birlikde kabul ettikleri için Hıristiyanlar arasında İsa cemaatinin büyük oğlu unvanına mazhar olmuştur. Ondan sonra bu unvan Fransa krallarının lâkablarına eklejnmişdir. Frankların Putperestlik Samanında yapıl mış bir kanunnameleri olup bu defa Klovisin çalışmasiy le İsa dini üzere düzene konulmuşdu. Galyanm asıl fa tihi Frankların Salik kavmi olmakla böylece kaleme alı nan kanunnameye de Salik kanunnamesi denilmişdir ki epeyce zaman Roma kanunları ile beraber yürütülmüş dür. Ve üçyüzsene sonra Frank kralı Şarlman bu kanun namenin bir çok maddelerini Roma kânunlariyle değiş tirerek uygulamışsa da yine Salik kanunu Fransa ka nunlarının ilk esasıdır. Cürümlerin ispatı hakkında Frankların garip usul leri olup şöyleki kimse Allah tarafından korunur, böyle 244: AHMED CEVDET PAŞA ce haklı olan galip gelir itikadında olduklarından davacı ve davalı meydana çıkıp kılıç ile birbirlerini öldürmeye çalışırlardı. Avrupa'da düellonun yapılması ondan kalmışdır. Salik kanununa göre zorla alman yer ler askerlik hizmetine bağlanıp yalnız erkekler için olup kadınlara geçerli olmadığına ve Fransa hükümeti de fet hedilmiş yerlerden sayıldığına göre Fransada kadınla rın tahta çıktığı yoktur. Klovis diğer Frankların reisle rine ait yerleri birer suretle ele geçirip az vakitte pek çok yerler alarak hükümet sınırlarını genişletmiş Ren nehrine kadar uzatmışdı. Bir tarafdan Burgon kralını harbederek haraç vermeğe mecbur etmiş ve Galyada hü kümet eden Got kralı ile yaptığı muharebede Gotları bü yük bir bozguna ve yenilgiye uğratıp o asırda büyük şan ve şöhret kazanmışdır. Kendisinin fetihlerini kolaylaş dıran bir sebep de, Galliler ve Romalılar katoük Gotlar ve Burgonlar Eryan mezhebinde idi. Katolik genel anla mı ile îsa mezhebi demek olup baba ile oğul'un cevheri bir olduğuna inanıp İsanm Allaha yaklaştığım büirler. Üçyüz milâdî tarihinde İskenderiyede Aryus adlı papas tarafından yayılmağa başlanmış bir mezhepdir. Buna inananlar Allah yaratandır. Ve Allahm ruhu mahlukdur. Ve Allahm ruhu Allah kelimesidir. Hazreti İsa'nın ruhu demek olan bedeni diğer insanların bedeni gibidir. Ve Ruhül Kudüs de başka bir cevherdir derler. Kısaca vah det yoluna giderlerdi. Üç yüz yirmi beş senesinde İznik şehrinde toplanan Piskopos mezhep meclisinde Aryüs'ün
bu mezhebi çoğunlukla red olunmuşsa da yine İstanbul' da birçok kimseler bu mezhebe inandıklarından Batıda da bir çok Piskoposlar buna bağlı idiler. Sonra bu mez heb Hıristiyanlar arasında terk edilerek baba oğul ve Ruhül Kudüs her tarafda kabul edilmişdir. Got ve Bur gonlar Galyaya vardıklarında Eryan mezhebinde olup Galler ve İtalyanlar katolik oldukları gibi Klovis TARİHİ CEVDET 245 de katolik olduğundan her tarafda onun galip gelmesi istenilirdi. Olaylar gösterdi ki her yerde zafer kazanarak az zamanda küçük bir kavimden hükümetini epiyce genişletip idare merkezini Paris şehrine getirerek beşyüzonbir milâdî tarihinde orada öl müşdür. Ondan sonra oğulları da babalarının yolunda giderek Germenlerden bir çok yerler ve Burgonlann mem leketlerini ele geçirdikten başka İtalyada hükümet eden Gotlar da beşyüzkırk milâdî senesinde elleri altında bu lunan Provens vüâyetini yani Marsilya cihetini onlara vazgeçip bırakınca bütün Gal memleketleri ve Cerman ya'nın bir kıt'ası Frank devleti eline geçmişdir. İstanbul Kayseri ve Ayasofyanın kurucusu olan Jüs tinyanüs da o esnada İtalya'da bulunan Got kralı ile mu harebeye tutuşmuş olduğundan Frankları kendi tarafına çekmek üzere Galya'daki haklarını Frank krallarına ver mişdir. Bu muharebe epiyce uzamış nihayet kayser galip gelerek beş yüz elli beş milâdî senesinde İtalyayı ele ge çirerek İstanbul'a bağlamışdı Jüstinyanüs Roma kay serlerinin kanunlarını bir araya toplayarak bir kitap yaptırdıktan sonra bütün hukuk maddelerine dair meşhur Romada çıkmış yazı ve kitapları bir araya toplayıp hu lâsa çıkararak gayet nefis bir kitap haline koymuşdur ve bu iki kitap Doğu Roma İmparatorluğunda geçerli ol muşdur. Ancak bunlar Lâtin lisanı ile yazılmış olup Do ğu devleti ahalisinin çoğu Yunanca bildiklerinden sonra yani dokuzyüz altmış tarihinde bu kitaplardan Yunanca bir hülâsa yapılıp ondan sonra Rumlar arasında bu hu lâsa işlerinde yürürlükde idi. Jüstinyanüs bunun gibi işe yarar eserler ortaya koy dukdan başka anlatıldığı gibi eski Roma kayserlerinin vatanı olan İtalyayı da ele geçirmekle topraklarına kat mıştır. O'raya Exark adiyle bir vali tayin etmiştir. Beş yüzaltmışsekiz milâdî senesinde Germenlerin Lombard 246 AHMED CEVDET PAŞA kavmi İtalyaya gelip Exark'i yenince İtalyada Lombard hükümeti ortaya çıkmışdır. Hükümet merkezleri Padova şehri idi. Lâkin İtalya kıyılarındaki Exark eyâletini ele geçiremediklerinden bu eyalet ile Venedik, Roma, Napo li, ve Sicilya adası İstanbul kayserinin tasarrufunda kal mışdır. Fakat Roma Piskoposunun Ruhanî nüfuzu gün den güne ilerleyip artmaktadır. Çünkü İsa dininin ilk çı kışında hiç de genel bir Ruhanî reis olmayıp ekseriya gizli olarak şurada burada toplanan cemaatlerin dini iş lerine bakmak üzere ihtiyarlar arasında biri seçilir sonra küçük toplumları gözetmek üzere büyük toplumlar tara fından birisi seçilirdi. Buna nazır mânâsına olan Pisko pos adı verilirdi. Şu kadar var ki Roma Piskopos'u es kiden beri Havariyundan Batras'm halefi olduğu için diğer Piskoposlardan fazla itibar görürdü. Fakat gerek
imparatorlar asrında ve gerek cermen hükümdarları za manında Peskopos'u hükümet işlerine karışdırmazlardı. Özellikle Konstantin'den sonra İmparatorlar Roma Pis koposunun bağımsız olma düşüncelerini anlayıp sının aş ması şöyle dursun dinî toplantıları bile İmparatorun iz nine bağlı idi. Fakat sonraları imparatorlar ekseriya Ro ma şehrinde oturmayıp Milan gibi bazı şehirleri idare merkezi yaptıkları gibi sonra İtalya kıt'asının İstanbul kayserliğine bağlanması ile Exark adiyle atanan İtalya valileri de Ravenna şehrinde oturdular. Romada bulunan mülkiye memurları halkın gözün de küçük görünerek Roma şehrinde en büyük ve en iti barlı Roma piskoposu bulunmakla her hususda ona mü racaat olunurdu. Kısaca İstanbul kayserlerinin müsa mahasından ve gittikçe Doğu Roma Devletinin kuvveti azaldığından Romanın ahvaline de bakamadığından Ro ma şehri hemen kendi kendine idare olunur bir hale gel mişdir ve Papa sözü baba mânâsına olan Papas Yunanca kelimesinden gelmedir. Bütün Piskoposlara denilirken TARİHİ CEVDET 247 sonradan Roma Piskoposuna mahsus olmuşdur. Altıyüz milâdî senesine doğru Piskoposların bazı ları Rimpapa Allanın halifesidir diye ilân etmeğe baş lamışlardı. Ve beşyüzdoksan milâdî senesinden altıyüz •dört senesine kadar Roma Piskoposluğu yerinde bulunan meşhur Papa Greguvar yortu günlerini kilise ayin ve merasimlerile duaları, elbiseleri tertip ve tanzim etmiş tir. Onun zamanında İsa dini gereği gibi kökleşerek Av rupada pek ziyade yayılarak Papalık mesnedi epiyce par lamış ve itibar bulmuşdu. Kayserin Payı tahtı ve İsa dininin doğduğu ve ilân edildiği yer olan İstanbul'un pat riki papaya üstünlük güderek onun böyle halkın müra caat yeri olmasını çekemezdi Lâkin bu esnada Doğu Dev letinin pek çok gailesi olduğundan Roma işlerine bakma ğa vakti yokdu. Özellikle İran hükümdarı Kisrâ ile kay •ser arasında altıyüzonbir milâdî senesinden sonra orta ya çıkan muharebelerde fers askerleri galip gelip Antak ya, Dımışk (Şam), Kudüs şehirlerini istila ederek Kisra bu havalide bütün bütün İsa dinini yok ederek onun ye rine mecusî dininin konulması niyetine düşmüşdü. Bu asr ise asrı saadeti Muhammediye olup Kur'anı Kerim ayet be ayet nazil olarak dünyanın Allahdan başka yara tıcıya inanan döküntü insanların temizlenmesi bütün ci hana hamdedilecek şeriat açıklığına çağırarak adıyor ve bu güzel haberi duyuruyordu. Rumlar da bu davete da nil iseler de Ehli Kitâb olmaları yani bağlı oldukları din de olmalariyle millet olarak İslama yakındı. Fers devleti müşriklerin yani Allahı tanımayanların yeri olmakla be raber. Ferslerin Arab sınırında kitâb ehli olan Romaya galibiyetinden Allahı tanımayanların güruhu memnun olarak İslâm olanlara karşı Hıristiyanlarla «sizlerin kita "bı var, bizler ümmîyiz halbuki bize bağlı olanlar size 'bağlı olanları yendi.» Demelerine karşı Roma Arab hu dudunda mağlup oldu ama sonunda onlara galip geline 248 AHMED CEVDET PAŞA çektir. Önce ve sonra emir Allahmdır ve o gün mümin ler nusreti ilâhiye ile ferahlık duyacaklardır. Allah sizi gözden ayırmaz. Rumlar elbette bir gün ferse galip ge
lecektir diye ayeti kerime indiğini resul'umuz söyleyince Ebu bin Halefu «yalan söyledin bir vakit tayin et on de ve üzerine bahis» deyince Hazreti Sıddık da üç sene müd det tayin ederek on deve üzerine bahsedip durumu Pey gamberimize arz edince Peygamber üç ile dokuz arasın dadır dedi. Hazreti Sıddık da Deveyi yüze ve seneyi do kuza çıkararak bahsi yeniledi. Hakikaten milâdın altıyüzyirmiiki senesinde İstan bul kayseri Herakl denizden Çukurovaya asker gönde rip Payas tarafında Ferse galip geldiği gibi ertesi sene yine Trabzon'a ordu çıkarıp Tebriz üzerine hareketle ora da da büyük muzafferiyete erişmiş ve sonra Şam mem leketlerini yeniden geri aldıkdan başka Musul tarafında da küçük bir muharebe kazanıp Roma askeri kısranm payı tahtına yaklaşmışdı. Romanın muzafferiyeti Hu deybiye anlaşmasına rastlayarak adı geçen ayeti kerime de vaad ve tebşir buyurulmuş olan Allanın yardımı de nilen senelerde ortaya çıktı. Ebu bin Halef de daha ön ce öldüğü için Hazreti Ebu bekir mukavele altında olan yüz deveyi veresesinden alıp Peygamberimize arz edince sadaka olarak verilmek üzere emir buyurulmuşdu. Yukarda yazıldığı gibi Roma ve Fers devletleri bir birinin memleketlerini harabederek her ikisi düşmüşdü böylece daha çabuk yeni bir başka kuvvete yardım etmiş oluyorlardı. İkisi de birbirinin kuvvetini hesab ve tartıp yakınlarına gelmiş olan yeni bir muhatara ikisi de aklı na getirmiyordu. Frank devleti Klovis'in oğulları zama nında da eskiden olduğu gibi ilerlemekde ise de torun ları zamanı pek ziyade ihtilâl ve kargaşalıklara uğradı. Franklar bu halin önünü almak için 613 milâdî senesinde toplanıp yine Merovniç Hanedanından birini Fransa kral TARİHİ CEVDET 249 lığına seçdilerse de bu soydan gelenler hiç bir işe yarama yıp Devlet işleri asilzade birisi olan ve saray müdürü nasbolunan Devlet vekili elinde kalmışdı. Bundan dolayı asilzadeler sınıfı pek ziyade yüze çıkmış ve bu mansab için aralarında kavgalar baş göstermişti. Frank devleti yeniden fena hale düşerek Franklara bağlı olan bazı Cer men kavimleri isyan etmişdi. Bu anda Isa dini yer yer genişleyip yayılarak Avru pa kit'asmda nice Putperest kavimler putları bırakıp İsa dinine geçdiler. Bu kökten Putperestlikden vaz geç mek olduğu halde İsa kiliselerinde insan şekilleri putlara hürmet ve onları bütültmek pek garip görünüyordu. Bu na İslâmlar itiraz edince İstanbul kayseri Leon utana rak 726 milâdî senesinde bir kanunla böyle insan şekil leriyle putlara tapınmak usulünü yasakladı. Ve bütün heykellerin kırılmasını tenbih etmişdi. Bu kanunun İtal ya'da da uygulanması sırasında Papa karşı geldi. Roma ve Ravenna ahalisi bu kanunun icrasına karşı koyarak İtalya valisini idam edip diğer kayser memurlarını da kovdukları gibi Ravenna ahalisi Lombardları şehre kabul ettiler. Roma ahalisi de cumhuriyet idaresini kabullene rek Romada bulunan mülkiye memuru yerine Papayı mü dür tayin etmişlerdi. İşte Papanın cismanî hükümeti böyle başlar. Fakat Papa Lombardlardan korkusundan kayserin itaatinden çıkmayı uygun görmedikden başka Venedik cumhuriye tini de Lombardlara karşı tahrik ederek onların yardımı ile Ravenna şehrini kurtarmış ve kayserin yeni valisine
teslim etmişdir. Sonunda Papalık yeri açılınca Papa da kendisini Ravenna valisine onaylattıkdan sonra kaysere bağlılığını bildirerek ayni zamanda adı geçen kanun hak kında kaysere sert bir mektup yazmış halk da bu kanu nun kaldırılmasını istida etmişdi. Kayser buna gücene rek Ravenna üzerine bir donanma göndermiş ise de halk 250 AHMED CEVDET PAŞA bu donanmayı kovmuşdu. Ondan sonra başka bir asker kuvveti gönderilmediğinden kavganın sonunda bütün Ro ma şehri ve dolayları Papa idaresi altında kalmışdır. Ama Doğu Roma devletinde bu çekişme çok zaman sürünüp halka adetlerini bırakdırmak pek zor bir iş olduğundan nihayet adı geçen kanun iptal edilerek kiliselerde eskiden olduğu gibi şekil ve putlara tapınmaya ruhsat verümiş dir. îşte buna benzer vesilelerle Papanın nüfuzu artmış dır. Bu zamanda ise Islâmm yıldızı ışıklarını yükselte rek düşünce ufuklarını aydınlatıyordu. Hülefayı Raşi din Emevî Devleti zamanında Ehli İslâm az zaman için de düşüncenin almayacağı kadar memleketler ele geçi rirler. Ayrılan bir kısmı Avrupa kıt'asma geçerek İstan bul'u kuşatmış ve gerçekden fethedememişdi. Afrikada bir kol da Cibralta (Cebelüttarik) boğa zından geçerek Endülüs'e geçip o tarafdan Avrupa kıt'a sında büyük fetihlere mazhar olmuşdu. Ve Hicreti Nebe vîyyenin 120 senesine doğru Anadoludan başka Hind ve Semerkanddan ta Mısıra, Mısırdan ta Okyanus denizine kadar olan memleketler ve bütün İspanya, Portekiz mem leketleri ile Fransanın bir kaç eyaleti ehli İslâm tasar rufuna geçip İslâm devletleri büyük İskender'den daha fazla sınırlarını genişletmişdi. Seksen sene içinde seksen kuşakda Romalıların ele geçirdiklerinden fazla memle ket ele geçirilmişdi. Franklar eskidenberi isyan eden Cermenlerin basdı rılmasma mecbur oldukları zamanda İslâm askeri Fran sa memleketi sınırlarını aşmış bulunuyordu. Böylece Frank Devleti bir Fromaylardan Şarl Mar tel adında biri saray müdürlüğü mansabmı ele geçirip isyan eden Germenleri itaati altına aldığı gibi Fransa nın ta ortasına kadar inip İslâm askerini de çekilmeye TARİHİ CEVDET 251 mecbur ederek devletinin hududlarmı korumuşdur. Şöyleki 114 hicrî senesinde Fransa şehirlerinden Pu vatye adlı şehir eteklerinde Arab kumandanlarından Ab durahman ile Şarl Martel arasında büyük bir muharebe olmuş ve her iki tarafdan 120 000 adam telef olmuşdur denir. Bu muharebede İslâmlar mağlup olunca batı tara fındaki İslâm kuvvetlerinin ilerlemesini önlemişdir. Doğudaki İslâm kuvvetleri ise o sırada Rum diya rına doğru ilerlemeğe başlamışdı. Sonra Marsilya yani Provens eyaleti halkı Frank lara bağlı olmamak üzere İslâmlar ile birleştiklerinden böylece de İslâmlar Marsilyadan Tulon şehrine kadar ele geçirmişlerdi. Şarl Martel buralarını geri alarak halkını da cezalandırmışdır. Ve Artık Frank kralının elinde bir ^ey kalmayıp Devlet işleri bağımsız olarak onun elinde
idi. Fakat kral unvanını almayıp burasını evlâdına bı rakmışdı. Ölünce Pepen de babasının yolunda gidip o vak te kadar bazı Cermenler Putperestlikden caymadıkları için onları İsa dinine davet yolunda bir çok küçük hükü metleri imha ederek memleketlerini Frank devletine kat mışdı. Kendisinde hükümdarlığa ait bütün vazifeler mev cud iken yalnız bir kral unvanı nakıs kalmış olduğu hal de asilzadeler üe Piskoposların rızalarını ve muvaffa katlerini alarak gizlice Rimpapa ile muhabereye başlayıp Papaya krallık vazifelerini yapan kral olmalı değil midir diye sordurunca uygun karşılarız cevabını alınca 752 mi lâdî tarih ve hicrî 134 senesinde krallığını ilân ederek Merovinç hanedanından resmî kral bulunan zat bir ma nastıra gönderilmiş ve Fransada bu suretle Karlovinç adiyle ikinci bir kraliyet hanedanı ortaya çıkmışdır. Bu sırada Emevî halifelerinin son bulması ile Abba si halifeleri ortaya çıkmış doğuda ve batıda aynı zaman 252 AHMED CEVDET PAŞA da birer büyük devletin ortaya çıkması birleşen garibe lerden sayılmışdır. Bu zamanda adı geçen Lombardiya devleti İstanbul kayseri tarafında bulunan Exark eyaletini istilâ edip Ro mada bu eyaletin içindedir diye iddia ederek ele geçir mek işini ele aldığından Rimpapa o vakit bağlı olduğu İstanbul kayserinden yardım istemişsede Doğu Roma devleti o vakit iç kavgalarla dışardan gelen güçlük için de yardım edememişdi. Papa da Fransaya giderek Pe penden yardım istemişdi. Pepen de henüz kral oluğu için tahtı ele geçirdi gözüyle bakıldığından hükümetini hal kının gözünde meşru gösterecek bu işi nimet vesilesi sa yıp Papaya yardım işine gönülden muvafakat etti. Pa pa da onun krallığını sağlamak için kendisi ile karısını ve oğullarının dinî merasimlerini yapıp Pepen'e ayrıca, Roma şehrinin koruyucusu unvanını verdi ve her kim ona sadık olmazsa aforoz (yani lanet) olunacağını ilân etti. Pepen de ppaslara mükâfat olmak üzere bir grup olarak Devlet meclisinde bulunmaları usulünü ortaya koydu. Ardından Pepen İtalya'ya asker sürüp Exark eya letini Lombardlardan geri aldı. İstanbul kayseri Exark eyaleti ile beraber Roma şehrini Papaya ihsan etmiştir. İşte bu suretle Papa hükümdarlar sırasına geçmiş ve son ra da kendi nüfuzunu Avrupanm mutaassıp düşüncele rini geliştirmekde bulmuşdur. Ondan sonra İtalya gittikçe parçalanıp küçük küçük hükümetlere ayrılmışdır. Adı geçen Lombardiya muharebesinden sonra Cer manyadaki Bavyera Dukası da Pepenin himayesi altına girerek Frank devletinin nüfuzu artmışdı. O vakit Fran sa güneyinde bulunan bazı yerleri istila eden İslâmları da İspanya'ya çekilmeye zorlayarak bütün Fransayı; avucu içine almışdır. Cermenlerin ve Romalıların enka TARİHİ CEVDET 253 zindan kurulan devletlerin çoğunun sonu gelmişti. Mey danda kalanların içinde en kuvvetlisi Frank devleti idi. Fakat oda çabucak nizama girememişdi. Pepen'in zama nında büyük ve muntazam devletler İslâm devleti ile İs
tanbul kayserliği idi. Ancak Emevî halifelerinin idare merkezi olan Şamı Şerif. İslâm memleketlerinin ortasında olarak oradan her tarafının kolaylığı a£ık iken Abbasî halifeleri orayı bırakıp Bağdadi idare merkezi yapınca İspanya ve mağ rip halkı idare merkezinden uzak kalınca kuşkuya düş tükleri halde Emevî soyundan Abdurrahman'm mağrip'e yaklaştığını haber alınca onu çağırarak milâdî 757 ve hicrî 138 senesinde Halife diye kabul ettiler. Böylece İs lâm dünyası ikiye ayrılıp batıda Abbasi halifelerine karşı gelen bir halifelik ortaya çıkdı. Abbasi halifeleri Afrika halkına yumuşak yolda bir politika uygulamağa tatlılık la iş görmeye mecbur olunca bunu gören Afrikalılar İspan yadaki İslama özenerek Aglep ve İdris hanedanları gibi bir kaç bağımsız hükümet ortaya çıkdı. Bunların bazı ları Abbasi halifelerine bağlandılarsa da az zaman için de bağımsız kaldılar bu gidişle İslâm milletleri arasında ayrılık sebepleri görülmüşse de yine de Abbasi devleti o zamanın birinci devleti idi. (768) milâdî senesinde Pepen öldü, yerine oğlu Şarl man geçti. Lombardiya devletini ortadan silerek İstan bul kayseri ile aynı sınıra girdi ve Lombardiya kralları na özel Demir tacı papa eliyle giydirmişdi. Babasının Pa paya ihsan eylediği yerleri tasdik ettikden başka bir az yerler daha katmışdır. Daha sonra Papalara bazı hü kümdarlar tarafından bir az yerler verildi. Bir az da ken dileri satm alarak böylece papalığın cismanî hükümeti genişledi. Cermanyada bulunan Saksonlar Putperestlikde de vam ettiklerinden Salman onları İsa dinine çağırarak 254 AHMED CEVDET PAŞA otuz seneden fazla uğraşmış adım adım onları itaate al mışdır. Şarlman Saksonlarla uğraşırken İspanya'da bu lunan İslâmlar arasında çekişme çıkdı. Bazıları Şarlman dan yardım isteyince üzerlerine ordusu ile İspanyaya gi rerek orada galip gelmişse de Sakson gailesinden geriye dönmeye mecbur olmuşdu. Fakat İslâmlar o Cermanya da iken Fransaya girerek memleketi talan etmeye baş layınca İspanyada bulunan Emevî Devleti memleketlerin den bazı yerlerin ele geçmesiyle sınırı sağlamayı önemli görmüş oğlu Lui'yi o tarafa gönderip İspanyada bulunan Ebru nehrine kadar uzanan toprakları istüâ ettirdiği gi bi 184 hicrî senesinde Barselona şehrini de ele geçirmiş tir. Şarlman doğu İslâm memleketlerinde bulunan İse vîleri ve özellikle Kudüsü Şerifi ziyaret edenleri koru mak için Abbasî halifelerinden hem zamanı olan Harûn rupa'da taraftar peyda etmek Harunür Reşid'in politika göndermişdi. Açıklandığı gibi Endülüsde ortaya çıkıp abbası hâlifelerine rakip olan Emevî devletine karşı Av Kayserine galebesinden çok memnun olmuş ikinci defa Hâ sına uygun olunca oda Şarlman'a elçi ile hediyeler gönder mişdi. Bunun üzerine Şarlman anlatıldığı gibi Endülüsde ki fütühatiyle Hârunür Reşid'e cemile göndermiş oldu. ve daima devletini İstanbul Kayseriliğinden üstün tutmak ülküsünde olduğundan oda Harûnür Reşid'in İstanbul Kayserine galesinden çok memnun olmuş ikinci defa Hâ rûnür Reşid'in gönderdiği elçiye pek ziyâde ikram etmiş di. O zaman henüz Avusturya, Prusya ve Rusya devletle
ri kurulmamışdı. İngiltere küçük bir takım hükümetlere ayrılmış, Felemenk, Belçika ve İsviçre memleketleri Frank devletinin eyâletinden sayılırdı. Korsanlık ile ge çmen Danimarka İsveç, Norveç, Venedik ve Leh vilâyet leri gibi bazı küçük hükümetler varsa da medeniyet üzere bulunan devletler İslâm ve Frank ve İstanbul devletleri TARİHİ CEVDET 255 idi. ve Şarlman babasından miras kalan memleketlere bir o kadar daha ekleyerek Frank devleti İstanbul Kayserli ğinden daha ziyâde kuvvetlendi ve genişledi. Böylece Franklar diğer Avrupa kavimlerinden ziyâde ün salarak Frank kelimesi Lâtince Frans diye konuşul makla Arablar evveline elif sonuna da cim diyerek efrene demişlerdir. Halâ aramızda bütün Avrupalılara Frenk ve Avrupa'ya da Frenkistan deniliş oradan kalmadır. Kısaca Şarlman Avrupa'da en büyük hükümdar olup ancak İstanbul devletinin unvanı büyükdü. Çünkü öteden beri Kayser, İmparator unvanları bir manâda ve bir kuv vette olarak Padişah ve mülkül mülûk makamında idi. Fakat Cermanya tarafında Kayser ve diğer Avrupa dille rinde İmparator terimi meşhur olmuşdu. Bu ünvanm öte denberi halk önünde itibarı büyük olduğu hâlde o asırda yalnız İstanbul Kayserliğine özeldi. Şarlman eski Roma İmparatorlarının en mühim topraklarına sahip olduğun dan doğal olarak bunu almak emelinde idi. Bu günlerde Papanın bazı düşmanları bir olay günün de Papaya hakaret edip bir manastıra hapsetmişlerdi. Bir aralık Papa hapisten kurtulup bizzat o sırada Cer manya'da bulunan Şarlmanın yanına varıp suçluların ce zalandırmasını rica edince koruyucu olarak Roma' ya giden Şarlman 800 milâdî senesinde Papa önünde diz çöktü o da başına bir taç koyduğu gibi hazır bulunan halk çok yaşa Roma İmparatoru diye çağırırken Papa da Şarlman önünde diz çökerek bu suretle Garb Ro ma İmparatorluğu yenilendi. Şarlman bütün İsevilerin koruyucusu olmak üzere en büyük Cismanî hükümdar sayılmış ve Papa'da en büyük Ruhanî Reis olarak hükümdarlara taç giydirmek hakkını elde etmişdi. Bunun üzerine Roma bütün İstanbul Kay serliğinden aynlmışdı. 256 AHMED CEVDET PAŞA Garp İmparatorluğunun böylece yeniden ihyası İstan bul Kayserinin nüfusunun azalmasına sebep olduğu gibi Papanın nüfusunu ve şanını arttırması İstanbul Patriğine pek ziyâde dokunarak Roma ve İstanbul şehirleri arasın da Cismanî hükümet olarak ayrılık olduğu gibi mezhep çe de ayrılık çıkdı. Sonradan akideleri yönünden de çe kişmeler olmuş nihayet İsevîlerin Doğu ve Batı kiliseleri adiyle iki mezhebe ayrılışını gerekdirmiş ve garb kilise sine bağlı olanlara Katolik ve Doğu kilisesine bağlı olan lara Ortodoks denilmiştir. Papalar önceleri Roma Papazları olup ve ahalisi ta rafından seçilerek İmparator tarafından onay alması ge rekirdi. Hattâ bu onay m?/idesi için İstanbul Kayseri Jüstiııyanüs'ün Papa'dan bir mikdar akça aldığı söyle nir. Anlatıldığı gibi Papa, Pepenin zorla ele geçirdiği Krallığın meşru olduğu gibi tanınması sebep olmuş Pepen
de Papayı hükümdar sırasına geçirmişdi. Papa Şarlman'a İmparatorluk tacı giydirip evvelce Papalığının onayı için Kaysere akça verirken şimdi Şarlman onları İmparatorla ra taç giydirmek derecesine getirmiştir. Ve sonra Papalar Hristiyan kralları tehdit edecek mertebe nüfus ve iktidara erişerek bazı İmparatorları İmparator onaylamak için naz eder ve çekimser davranır olmuşlardır. Bazen de İm paratorların kralların ve ileri gelenlerin içinden kendi de diğine uymayanları aforoz edip aforoz olanlar ise mezhep çe çok şeyden mahrum ve itibarını yitirip kimse yanına varamaz olunca bazen nice ırz ve namus ehli olanlar ga raz yüzünden halk gözünde lekelenirdi. Bunun için krallar ve ileri gelenler ister istemez Papanın garazına hizmet etmeye mecbur olurdu. Frank kavminin ortaya çıkışı Osmanlının ortaya çı kışına ve Şarlman devletinin gelişmesi Osmanlı devletinin gelişmesine benzer olup şu kadar ki, Şarlman Garb Roma TARİHİ CEVDET 257 •devletinin mühim topraklarını elinde tuttuğu hâlde payı tahtı Roma şehri olamadı. Fatih Sultan Mehmed Han ise Doğu Roma devletinin bütün topraklarına el koyarak payı tahtını da payı taht yaptı. Ve Frank devletinin o mertebeye erişmek için üç yüz senelik bir vakte ihtiyaç varken Osmanlı yüz elli se ne de maksadına erişti. Bir de Selâtini Osmaniye'de Sal tanat ve Hilâfet birleşip Karlovinç Hanedanı ise hilâfete benzer bir ruhanî reislik ile karıştırarak Papaya vermiş yâni Avrupanın krallarının sakalını onun eline vermis ciir. Bir de Frank kavmi Cermanyadan gelip Galya'yı ele geçirdikleri zaman topraklar kralların elinde kaldı. Kalan da askerlerin arasında kur'a çekilip pay edildi. Böyle ta sarruf olunup ama krallara ait yerler mirî topraklardan sayılıp bir mikdarı bazı zevata mükâfat olarak kaydı ha yat şartıyla ve diğer şartlarla üzerine yapılır. Ve sahiple rinin ölümünde mirî ye ait olurken sonraları kâh kralları ile kâh zorbalık ile intikal ettirilmeğe başlamışdı. Bu işler Fransa şüpheli, kimin arasında kalır bilinmez bir mesele olup Pepen ise kendi yaptığını örtmek için bu gibi top rak sahiplerinin getirtip anlaşmalarına muhtaç olduğun dan onların haksız yere ele geçirdikleri bazı imtiyazlara göz yummağa mecbur olmakla asilzade sınıfı daha da kuvvetlenmişdi, nüfuslarını da gittikçe arttırırlardı. Hârünur Reşîd'in zamanında İslâm hükümeti mave raün nehir de Tataristan, ve Hindistan taraflarına yayıl makta iken Şarm*an da bütün Fransa, İtalya ve Almanya topraklarını ta Lehistan, Macaristan ve İzlanda'ya kadar ele geçirip Avrupaca büyük bir devlet kurup Roma tacını da giyip İmparatorluğunu yeniledikten sonra İslâm ta arruzundan korkarak bir taraftan Endülüs de hükümeti yenilemiş Emevîlerle muharebe edip bir tarafdan rakibi o lan Abbasi Halifeleri Hârünür Reşid ile münasebet kur F: 17 258 AHMED CEVDET PAŞA mağa çalışırdı. O sıralarda Batı ve Doğu Milletleri arasında vahşet ve nefret tepe noktasında idi. Avrupa'da ilim ve maarif büsbütün sönmüşdü. Çünkü Romalıların çökmesi ve yok ol
masiyle Avrupa'da ilim ve maarif kaybolup Cermenler de hâlâ bedevi hâlde bulunduklarından Avrupa toptan bilgi siz ve karanlık içine idi. Abbasi Halifeleri ise bilim yay mak ve maarife üstün hizmet gösterdikleri gibi Endülüs deki Emevî Halifeleri de bu husus da büyük gayret har carlardı. Şarlman Devletinin usul ve kanunlarını yenileyip bü tün durumlariyle Hârûnür Reşid'i takdire çalışır Avru' pada ilim ve maarifin ilerlemesine çalışmışsa da buna mu vaffak olamayıp aşağıda anlatılacak Salip muharebeleri zamanına kadar Avrupa cihalet içinde idi. Böyle olunca o zamanlar Avrupa'da tıp ilmi İslâm memleketlerinde tahsilini yapıp Frank ülkesine giden Ya hudiler elinde idi. Şarlman işte o sınıftan Ishak adında birini seçip bir mektup ve hediyelerle Hârünür Reşid'e yolladı. Dört sene sonra Şarlman o zamanın İtalya'da payı tahtı olan Ravenna şehrinde iken Ishak Hârünür Reşid'in ileri gelen kumandanlarından üç kişi ile birlikte döndükleri zaman hediye olarak getirdikleri saat ve Erge nekon, fil, nefis kumaşlar gibi şeylere Frank cahilleri ara sında sihirli şeyler gözü ile bakılarak hayret ve şaşkınlık larından hattâ saati kırmak istediklerinde İmparator mâ ni olmuşdur. O tarihde Kudüsü Şerif ziyaretine giden Hristiyanların korunması için bazı anlaşmalar yapılmış dır. Şarlman'm devleti Avrupa'nın yarısını içine alarak kuvvet ve kudreti tepe noktasına erdiği hâlde o zaman korkanhk ile geçinen nehir ve denizler de gezip dolaşarak Norman, yâni Şimal adamları diye anılan ve ün salan Danimarka, İsveç ve Norveç ahalisi Frank topraklarına TARİHl CEVDET 259 girer yakıp yıkarlardı. Bunca güçlük ve çile ile her tara fı sağlam emniyette bulundurmağa çalışan Şarlman bunla ra pek ziyâde gücenerek ağladığı söylenir. 81 milâdî senesinde Şarlman öldü. Oğlu Lui yerine geçerek 26 sene güzelce hükümet ettikten sonra o da ve fat edince üç oğlu arasında büyük bir muharebe zuhur üe yüz bin kadar insan telef olmuşdur. Bunun üzerine asilzadelerin gayretiyle kurulan meclisin kararı ile Frank Devleti üç kardeş arasında pay edilmişdir. Almanya yâ ni Cermanya ile İtalya ve Fransa devletleri böyle birbi rinden ayrılıp tamamen belli oldu. Bu vakte kadar Mevend olan Frank devleti hakikatte bir Cermen devleti olup hanedan ve memurlar takımı Cermen dili ile konuşurlar ve Cermen ahlâk ve adetleri üzere giderlerdi. Cermen diliyle konuşan Frank asilzade leri ve askerî pe ahalinin çoğu bu büyük muharebede öl dükleri için Fransa'nın her tarafında Gallerin lisan ve âdetleri üste gelip Gallerin o vakit konuşa geldikleri lisan ise Gal dili ve Cermen kelimeleriyle karışık kaba Roma yâni Lâtin dilinden ibaretti. Sonraları zaman geçtikçe düzelerek değişiklerle bugün bildiğimiz Fransız dili ortaya çıkmış ve Fransız dediğimiz halk da ondan sonra vücû da gelmişdir. Galler bir zamandan beri Galya'ya gelen muhtelif kavimlerle Franklardan toplanmış ve karışmış olduğu hâlde hepsi bir kavim hâline gelmişdir. Frank devleti anlatıldığı gibi üç kardeş arasında pay edilince İmparator unvanı İtalya kralı Luter de kaldı. Fa kat diğer kardeşleri de bağımsız kral oldukları için İm
parator unvanının da değeri düşmüşdü. Bu üç kardeş arasında düşmanlık devamlıydı. De nizde ve nehirlerde gezip dolaşan Kuzeyli korsanlar Al manya ve Fransa topraklarına girerek zarar verdikleri için bu üç devletin üçü de rahat görmemişdir. 260 AHMED CEVDET PAŞA Bu esnada Ehli îslâm denizden İtalya'yı baskı al tında tutuyordu. Hattâ Afrikada hükümet eden ağlebiler Roma şehrinin varoşlarını harap etmişlerdi. Sekiz yüz elli beş milâdî senesinde Luter bir manas tıra çekilerek hükümetini üç oğluna pay etmiştir. Fakat ikisi bilâ vâris ölünce onlara ait topraklar Roma İmpara torluğu payesiyle ikinci Lui adiyle İtalya kralı olan kar deşlerine kalmak lâzım gelirken bir çok yerini amcaları olan Almanya ve Fransa kralları aralarında taksim etti ler. Bu paylaşmada Ren nehrinin sol yakasında bulunan yerler Galya'dan sayılırken o vakit Cermenlerin sayılan bir yer Almanya'ya geçmişdir ki, hâlâ Prusya devleti e linde iken Fransızlar buralarda iddia ederek Ren nehri nin sınır olmasını isterler. Bu sırada Denizden gelen Arablar yer yer İtalya'ya taarruza geçince İkinci Lui amcalarından yardım iste mişse de yardım etmediklerinden o da İstanbul Kayse riyle andlaşma yapıp biraz yardım istemişse de geri çe kilince Lui yalnız kalıp İslâmlar ile muharebeleri iç iş lerindeki güçlüklerle uğraşarak çok geçmeksizin ölünce Papa İmparator tacını Fransa kralı Kel Şarli'ye giydir mekle beraber İtalya'ya arkası kesilmeden taarruz ede rek sataşan îslâmlara karşı kendisine yardım etmek ü zere zorlayıp yardım etmezsek İmparator unvanını baş kasına veririm diye tehdit edip bir taraftan da Kuzeyli korsanlar Fransa topraklarına girip yakıp yıktıkları için Şarli ziyade asker ve akçaya muhtaçdı. Böylece asilza delere fazla müsait davranarak feodalite usulüyle elde bulunan arazinin verasetle intikâli hakkında bir kanun ortaya koymuşdur. Romalılar zamanında eyalet şalilerine Duka ve san cak mutasarrıflarına konte denilip Franklar Galyayı fethettiklerinde bu iki memuriyet bırakılarak Dük ve Kontlar kral tarafından nasb ve tâyin ve maaşları için ba TARİHI CEVDET 261 zı mülk ve çiftliklerin İcadını tahsis ederdi. Hudud Kont larına marki denilirdi ki, merziban, yâni Serhad muhafızı ve hudud beylerbeyisi demektir. Bu memuriyetlerin ve raset yolu ile intikaline Şarli tarafından müsaade olun makla memuriyet unvanı olan Dük, Kont, ve marki söz leri verasetle intikâl eder rütbe ve payeler olmuşdur. Bun dan başka kral seçmek de asilzadelerin hukukundandır. diye kanun yapmışdır. Bu suretle hükümet bütün bütün asilzadelerin elinde kalmış ve feodalite usulü tepe nok tasına varmışdır. Feodalite usulü bir yönden Osmanlı ida resinde geçerli olan malikâne, zeamet, tımar ve çiftlikler muamelesine benzerse de bir çok yönlerden ikisi arasında ayrılık vardır. Zira toprak sahibi olan malikâne, zeamet ve tımar sahipleri yalnız arazinin öşrü ile tapu gelirini ve çiflik sahipleri de icazını yahut ortaklığı gereği hakkını almakdan başka ahali üzerinde hiç bir gün hükümetleri yokdur. Çiftçiler gerek toprak sahibi ile gerek çiftlik
ağalariyle hâkim huzurunda murafaaya güçleri vardı. Ama feodalite usulünde toprak sahibi olanlar bağımsız birer kral gibi malikâneleri dolayında vergi toplamağa davaları görmeğe hattâ para basmağa, birbirleriyle muha rebe etmekde serbest oldukları için sebepsiz yere birbir lerinin çiftliklerini talan etmeğe giderlerdi. Kendilerini ko rumak için çiftliklerinde şatolar ve kaleler inşa ederler di. Bunlardan çoğu Avrupa'da hâlâ görülür. Toprak sa hibinin arazisini icarla tutan çiftçiler baskı, zulüm ve pek ağır vergi ile mükellef oldukları hâlde dağla ava çıkmak toprak sahibinin hakkı olduğundan başkası bir tavşan ya hut güvercin vursa idam edilirdi. Anlatıldığı gibi Kel Şarl tarafından arazinin vera setle intikaline müsaade edince hükümet elinde kalan bi raz toprağı da oğlu tarafdar kazanmak için şuna buna geçirmiştir. Ve memlekette emniyet olmdığmdan herkes birer koruyucu bulmağa muhtaç olup mülk sahibi olan 262 AHMED CEVDET PAŞA lar da kâh kendi rızalariyle kâh zorla emlâkini nüfuslu bir toprak sahibine verip geri feodalite yolu ile icarlaya rak onun himayesini elde etmeğe mecbur olurlardı. Büyük himaye görenler yâni Dükler ve Kontlar doğ rudan doğruya kralın himayesinde olup eski arazi sahip leri de onların himayesinde olduğu gibi büyük himaye görenler arazilerinden bir kısmını bazı şartlarla diğer adamlara, onlarda icara vererek büyük himaye görenler onların koruyucusu olurdu. Bu suretle kral birinci derecede koruyucu ve çiftçi ler himaye altında ve oradaki afazi sahibi bir yönden koruyucu bir yönden de himaye altında olarak Fransa birbirine ekli bir himayeye bağlı idi. Fakat devlet elinde arazi kalmadığından tebaasız kalıp onlara doğrudan doğ ruya tebaa olan bir kaç büyük Dük ve Kont ile Piskopos lar kalmışdı. O vakit bu feodalite usulü Avrupa'nın diğer taraflarında da vardı. O zaman Avrupa halkı dört sınıfa ayrılmış olup biri toprak sahibi olan koruyucular, ikincisi kendi emlâki olan hür bağımsızlar, üçüncüsü toprak sahiplerine ücret öde mekden başka bir kayda bağlı olmayan hür çiftçiler dör düncüsü toprakla beraber alınıp satılan demirbaş köleler di. Romalılar zamanında insan eşya gibi alınıp satılırken Franklar zamanında böyle baş olarak satılması yasakla narak yalnız araziye bağlanıp satılabildiğinden esaret maddesi bir azıcık değişikliğe ve demirbaşlık derecesine düşmüşdü. Böylece eski zamana göre Avrupa medeniyet vadisinde bir adım ilerlemiş denebilirse de bu feodalite usulünün bağlı olduğu türlü yük ve zulüm doğrusu hiç de insanlığa sığar şey değildir. Koruyucuların himaye ettik leri hakkımdaki akıl ermez hükümetleri özellikle hiç acı ması olmayanlarının ilk gece hakkı, yâni çiftçilerden biri kızını kocaya verecek olsa önce koruyucusu tarafından be TARÎHÎ CEVDET 263 kâreti izale olunup sonra zifaf edilmek gibi bizlerce ina nılmaz ve islâm memleketlerinde hatır ve hayale gelmez, buna katlananlara yapılan muamele akıl ve insafın ha ricindedir. Bu sonu kötüye varan usulün Kel Şarl tarafından ta
mamlanmasiyle bir taraftan Kuzey korsanları bir taraftan asilzadeler takımı Fransayı harab etmekle tarihde çok fena örnek olmuşlardır. Kel Şarl başına İmparatorluk tacını giydirmek için Papaya vadettiği yardımın yapılması uğrunda muhtaç ol duğu asker ve akçeyi toplamak üzere asilzadeler hakkında böyle olağanüstü izinler vererek devletini fena yola koy du. Halbuki Papaya İslâmlar aleyhine verdiği sözün de faydası görülmedi. Afrikada hükümet eden Ağlebilerin taarruzları artarak Papayı haraç vermeye mecbur et mişlerdir. Bu asırlarda İmparator tacını giydirmek Papaların hakkı sayılıp hangi hükümdar İtalyanm Güney kıt'asına taarruz edip sataşan islâmlara karşı yardımcı olursa İmparator unvanını kimseye tevcih olunmayıp üç sene ka dar mahlûl hükmünde kalmışdır. Nihayet Alman kralı nın oğlu Şişman Şarl milâdî 880 ve hicretin 267 senesinde İtalya'ya gelerek İtalya krallığı tacını giyip bir sene son ra da Roma İmparatorluğu payesini almışdır. Bunun ar dından Alman krallığı da soyundan kendisine geçmekle iki devlet birleşmişdir. Fransa devleti günden güne çökerek asilzadelerin nü fusu fevkalâde artmış Dük ve Kontlar bulundukları yerin kralları hükmüne girmiş, Provens, yâni Marsilya tarafın daki Dük bağımsızlığını ilân ile kral unvanını almışdı. Kuzeylilerin taarruzları günden güne arttığından Fransa devletinin idaresi şişman Şarli'ye teklif olup oda kabul etmekle Şarlman'm bütün devleti 887 milâdî sene sinde kamilen onun eline geçmiştir. 264 AHMED CEVDET PAŞA Lâkin Fransa'ya taarruz eden Kuzeyliler üzerine ha rekette ağır davranıp Paris ahalisi iki sene kuşatmada kaldığından nihayet ordusu ile gelmişse de muharebeden çekinerek Kuzeylilere akça vererek fevkalâde müsaadeler le uzaklaştırabildiğinden bütün tabaasmın nefretini kazan di. Asilzadeler tarafından krallıkdan çekilip atıldı. Böylece tek bir hükümdar elinde iki sene kadar kalan Frank devleti gene üç kısma ayrılarak artık Fransa, Al manya ve İtalya devletleri o günkü durumları kesinleşe rek kurulmuşdur. Şöyleki Almanya kralı Lui'nin torunu asilzadeler ta rafından Almanya krallığına seçildi. Gene Kuzeyliler mu harebelerinde üstün derecede kahramanlık gösteren Pa ris eyâleti Dükü Döber oğlu da Fransa krallığına seçildi. Kel Şarli tarafından asilzadelere verilen kral seçme hak kının sene geçince kendi hanedanı aleyhine kullanılması ibret almayı gerektiren bir olaydır. Bu yönden Fransa'da. Karloviç hanedani sönmüş ve yerine geçen Döber oğulları üçüncü Fransız kraliyet hanedanını meydana çıkarıp Ka pet hanedanı denümişdir. Bu hanedan gelen kralların hiç birisi İmparator adına olmayıp ancak Fransa Cumhuriyet oluncaya kadar zaman zaman Fransa tahtına geçip kral olmuşlardır. İtalya'da krallık için hayli muharebeler olup nihayet düklerden biri galip gelerek İmparator unvanı ile İtalya hükümdarı olmuşdur. Böylece Karlovinç hanedanı yalnız Almanya'da kalmışdı. Yirmi sene sonra da soyları kuruya rak bu hanedanın bir taraf da hukmetleri kalmamışdır.
Bu suretle Frank devleti üç kısma ayrılmışdı. Ancak Marsilya'da bir krallık ortaya çıkmış bir de isviçre tara fında Burgon krallığı kurulduğundan beş devlet peyda ol muşdur. Fransa devleti pek fena hâle girip yüz sene ka dar yıkılmış gibi havada kalmışdır. Şarlman dirilipte bu TARİHİ CEVDET 265 hâli görse bunca emeklerinin kısa zamanda heba edildiğine acıyıp ağlamakdan başka yapacak şeyi yokdu. Şarlman'dan sonra iki büyük devlet daha kurulmuş du. Birisi İngiltere devletidir. İngiltere adası küçük küçük kralların idaresinde iken içlerinden birisi galip gelip bir devlet kurarak gittikçe kuvvet ve kudretini arttırmışdır. Diğeri Rusya devletidir ki, bir takım Kuzeyliler Baltık de nizinden geçerek 860 milâdî tarihinde Rusya'da bir hükü met kurmuşlar ve Kiyef şehrini payı taht yapmışlardır. Halkından bazıları İstanbul'a kadar gelmiş İsevi dinini ka bullenip papaslar alıp dönmüşler ve İstanbul Kayseri ile aralarında anlaşmalar yapılarak bütün halkı Ortodoksları nın mezhebine girmişlerdir. Bu devlette gittikçe yerleş rek kuvvetlenmiş ve genişlemişdi. Moskova şehrini payı taht yaptıkları gibi Petersburg şehrini de kurmuşlardır. Leh Devleti Rus devletinden daha eski olup Lehliler bir aralık Rusya ve Prusya'ya taarruz eder bir çok yerler almışlarsa da bu yerler azar azar ellerinden gitmişdir. Çekler de İslav kavminden olup bir aralık bir hükü met kurarak beş altı yüz sene krallıkla idare olunmuş dur. Hunların bakiyesi olan ve Honguruna denilen Macar lar da Cermanya'nm her tarafını dolaşa'rak girdikleri memleketleri talan etmekle meşguldüler. Nihayet 900 mi lâdî senesinde krallıkla idare olunur hükümet kurdular. Şarlman devletinin sönmesiyle evlâdları da yok ol du. Almanya hükümdarlığına Herseklerden yâni düklerden biri bazen kontlardan uygun görüleni seçildi. Çoğunlukla bir millet meclisi toplanıp asilzadeler ta rafından seçilerek meclis tarafından onaylanırdı, nüfuslu bir hanedan da Almanya hükümdarlığı bir zaman kaldı ise de veraset geçerli değildi. Fransa'da olduğu gibi Almanya da da feodalite yolu ile ele geçirilen topraklar için veraset kaidesi uygulanarak asilzadelerin kuvveti artıp imparator 266 AHMED CEVDET PAŞA seçimi baza Piskoposlar ile beraber onların eline geçmiş lerdi. Ve Almanya Hersekleri yâni dükleri o vakit vali de mek olduğu gibi Almanya'nın İslâv ve Macarlardan korun ması için bazılarına ziyâde nüfûs verilerek bağımsız kral lar gibi olmuşlardır. İtalya kıt'ası ise bu asırda türlü karışıklıklara dü şerek papaların kötü davranışlarından dolayı Roma'da türlü hiyleler geçerli iken halkı da cumhuriyet sevdası na düşmüşdü' Gariptir ki Şarlman'm vefatı sırasında Bağdat ha lifesi Harûnür Reşîd de vefat etmişdi. Tıpkı Frank Dev leti gibi Abbasî Devleti de düşmeye yüz tutmuş ve yu karıda anlatıldığı gibi yer yer bir takım melikler çıkıp halifelerin hükümeti Frank hükümdarlarının hükümeti gibi sözde kalmıştı. Yukarıda söylendiği gibi Frank Dev letinde saray müdürü nasp olunduğu gibi Abbasî Dev letinde debir Emirül Ümera vardı. Bu iki Devlet biribi rini taklit edercesine benzerlik gösterip yalnız yukarıda
anlatıldığı gibi maarifi yaymakda birbirine benzemez lerdi. İslâm milletleri ilk çıkışında bütün dünyanın gözü nü ürkütmüş ve Avrupayı titretmisken bu zamanda öy le garip ayrılıklara düşüp parçalandılar ki artık Avru palıların İslâmdan korkusu kalmamışdı. Fakat kendile ri de aynı durumda oldukları için taarruza güçleri yet mezdi. Hatta bu zamanda Fransanın hali pek perişan olup bir açlık sürüyordu. Öyle ki o vakit cahil ve geri kafalı Fransız halkı 1000 senesi yaklaşdı dünyanın sonu geldi diye günahlarından tövbe ile eline geçeni ve malı nı kiliseye bağlar ve vakfederdi, kimi de Kudüsü Şerifi ziyarete giderdi. İşte Fransız kiliselerinin zenginliği bun dandır. Ve Ferber adlı bir Fransız Endülüs'e gidip idare mer kezi Kurtaba şehrinde Arab mekteplerinde bir az rakam TARÎHİ CEVDET 26T ve hendese, hey'et, kimya fenleri tahsil ile Fransa'ya dö nüşünde kendisine sihirbaz gözüyle bakılmışdı. Ferber Arablardan öğrendiği bilimle Papalık makamına erişe rek 1300 milâdî senesinde Romada Papa iken vefat et miştir. Kısaca bu asırda Avrupanm her cihetle fena olup yalnız Almanya imparatorluğu epiyce kuvvetlenmişdi. Bu asır taassup asrı olmakla Papaların Ruhanî nüfuzu ?da ilerlemişdi. Şöyleki idaresi gayet iyi olan Almanya hükümdarı Hanri 936 milâdî senesinde ölünce bir millet meclisi ta rafından oğlu büyük Otton Almanya krallığına seçildi. O da babası gibi akıllı davranıp Almanya daha da kuv vetlenince Çekleri zorla Dükleriyle İsevî dinine sokup Al manyaya bağlamış ve Macarları da yenip onların teca vüzlerinden kurtarmışdı. Almanya ile Macaristan ara sında bir markilik kurularak adına Ostermak denilmiş di ki Macaristan sınırı arasında Doğu Markiliği demek olup Avusturya kelimesi de ondan gelmedir. İşte Almanya'ya tabi devletlerden olup da sınırları bir olan Avusturya devletinin kökü bu küçük sancaktır. Lünerasınm oturduğu yer Viyana şehridir. İslavlar ara sında Viyanaya Beç denildiğinden tarihlerimizde de Beç şehri diye geçer. Ve Almanya Baltık deni i Lehistan, Macaristan, Hır vat, İtalya, Fransa ve Hollandayı içine alan geniş impa ratorluk olup ahalisine Alman veya Nemçe denir. Fakat bizim dilimizde Nemçe terimi Avusturyalı için kullanılır olmuşdur. Açıklandığı gibi Otton kuvvetlenerek İtalyayı da ele geçirerek Roma'ya gidip İmparator tacını giymiş ve oğlu "da İstanbul kayserinin kıziyle evlenip kendi imparator luğu kayser tarafından da onaylanmıştır. 268 AHMED CEVDET PAŞA Bir zamandan beri imparatorluk unvanı kâh İtalya. kâh Almanya krallarında dolaşırken bundan sonra Alman ya'da kalmışdır. Ve Cermen tacını giymek yalnız Alman ya kralı demek olarak Almanya kralları imparator un vanını ekseriya Roma'da taç giydikden sonra alırlardı. Ancak Cermen tacını giydikleri gibi Roma hükümetinin yani katoliklerin en büyük hükümdarı olmak diğer kral
lara üstün sayılmak gereği de beraber elde edilirdi. (974) milâdî senesinde Otton ölüp oğlu da torunu da tahta otur dukdan sonra akrabasından Bavyera Dükü ikinci Han ri Alman krallığına seçildi. Romaya gidip de imparator tacını giydiği vakit Papa tarafından kendisine haç re simli bir altm elma takdim olununca memnun olmuşdu. Halbuki Papanın bunu vermekdeki ard düşüncesi; sana dünyayı veren benim manasında idi. Bu ikinci Hanri'ye anlatmak ve bu düşünceyi herkesin kafasına yerleştir mekdi. Hanri İsa'nın cemaatini koruyacağına Papa önün de yemin ettiği sırada; ben Papaya sadık kalacağım söz lerini de kendisine dedirtmişlerdir. Bunlarsa hep çatallı sözlerdi. Bu türden oyunlarla Papalar gün, gün kuvvet almışlardır. Hanri Saks hanedanından olup 1024 milâdî tarihinde vefat ederek bu hanedandan kimse kalmadığı için asilzade ve piskoposlar ve halk toplanarak diğer Cermen prenslerinden Konrad adlı Prensi seçip Mayans şehrinde, Cermanya ve Milan şehrinde İtalya ve Roma'da imparator taçlarını giymişdi. Sonraları Burgon kralı bila vâris ölünce hükümetini Konrad zaptetmişdir. İşte bu münasebetle İsviçre'de Almanya Devletine geçmişdir. Konrad asilzadelerin nüfuzlarını kırmak için Pisko poslarla şehirler halkına pek çok müsaade ve imtiyazlar verdi. Böylece 15 sene hükümet ettikten sonra vefatında oğlu üçüncü Hanri tahta geçti. İşte Salip muharebeleri aşağıda anlatılacağı gibi bunun zamanındadır. İşte bu Hanri Almanya italya ve TARİHİ CEVDET 269 Burgon kralı olup o da boşalan dukalıkları ele geçirip bizzat devlet tarafından idare edilmek üzere yerlerine Balatinler yani Voyvodalar yollamışdır. O esnada İtalya da üç Papa toplandığı sırada oraya giderek üçünü de bir Papas meclisi tarafından şehrinden atıp yerine bir baş kasını seçdirmiş kendisi de imparator tacını giymişdi. Lakin oğlu 4 üncü Hanri'nin imparatorluğu zamanında asilzade sınıfı yine kuvvetlenerek nüfuzlarını artırmış lardı. Sonra Papalar seçilir imparator da onaylardı. Ge lenek bu iken Papa yedinci Greguvar bundan sonra Pa pa Roma ahalisinin rızası ile ve kilisenin en büyük rüt beli kimseleri kardinaller tarafından seçilerek imparato run onayına lüzum yokdur diye bir papas meclisine karar verdirmişdi. Ayrıca Papas olanların evlenmelerini yasak lamak gibi bazı işlere giriştiği gibi Piskoposların hükü metlerden tamamen ayri ve bağımsız olmalarını kapsar yayınladığı tenbihleri vardı. Bu özel davranışlarından do layı Hanri ile aralarında pek çok kavgalar çıkmışdır. Bir aralık Hanri onun papalıkdan çekilmesi için bir piskopos meclisine hükmettirmişse de o da Hanri'yi hal ile aforoz etmiş ve asilzadelerin kuvvetiyle Düklerden birisi Henri yerine seçilip getirilmişdi. Ancak Hanri ona galip gele rek İtalya'ya gitmiş ve üç sene Roma şehrini kuşatmış dı. Sonra galip gelip yeniden intihab ettirdiği Papa tara fından da imparatorluk tacını giymişdir. Sonraları Pa pa seçmek hakkını kardinaller bütün bütün ele geçirip hâlâ öylece yürütülmektedir. Ve peskçpos çekişmesi uza yarak nihayet peskoposlar yalnız ellerindeki toprakların sahibi olarak imparatorların himayesinde olmak üzere bağımsız Papanın hükümeti altında kalmaları uygun gö rülüp karara bağlanmıştır. Salip muharebelerine gelince bu muharebeler adı ge
çen Üçüncü Hanri'nin zamanında yani (1096 ı milâdî (490) hicri senesinde ortaya çıkmışdır. Şöyleki öteden 270 AHMED CEVDET PAŞA beri ziyaret için Kudüsü Şerif'e gelip giden hıristiyan lara iyi davramlırken Abbasi devletinin kuvveti otoritesi azaldıkça Irak ve Şam taraflarına gelen Tatar ve Türk men kabile aşiretlerinin hıristiyanlara karşı haşin davra nışları halkın düşüncelerini değiştirip asıl dini gayret taassuba, büyüklük ve misafirperverlik gibi iyi davra nışlarını zülüm ve baskı altında bulunmaya çevrilmişdi. Reaya ve kendilerine aman verilmiş yabancı tabaa alıların halleri perişandı. 385 hicrî senesi içinde Kudüs a Şerif ziyaretçileri arasında bulunarak Kudüse gelmiş Jerben ilmi, hüneri, ve baht açıklığı ile Papalık makamı na yükselince Avrupa halkını İslâm olanlar aleyhine kış kırtarak uyarmaya istekde bulunmağa başlamışdı. Kudüsü Şerif Selçuklular eline geedikden sonra ora da hükümet eden Türkmenler tarafından ziyaretçi hıris tiyanlara eza, cefa edildiğini oradan dönen hıristiyanlar şikâyet edip yaygarayı basıyorlardı. Halbuki yukarıda anlatıldığı gibi Selçukluların İstanbul'a yaklaşmasından çok korkan Kayser İstanbul'un Türkler eline geçmek üze re olduğundan bahisle Avrupa'yı muharebeye sürükle mek istiyor, Avrupa'daki hükümdarlar da Avrupayı uzak da olsa bir kaygıdan korumak için Selçukluların durmadan ilerlemesini durduracak önleme çarelerini ara makda kendilerini zorunlu buluyorlardı. Birde Fransa asilzadeleri memleketi pek ziyade ra hatsız ettiklerinde bir sefer açılıp da asilzadeler muha rebeye sürülürse halk da bir az nefes alır diye Fransa kralı böyle düşünürdü. Papa ise kendinden önce gelenlerin Ağlebiyelilere verdiği haracı hatırından bir türlü çıkaramıyor ve İs lâm milletlerinin böyle çabuk ilerlemelerinden kuşkula narak başka ruhanî reisi bulunan hıristiyan ziyaret yeri Kudüsü Şerifin İsevîler elinde bulunmasını arzu etmesi ile Melikşah'm tahta geçtiğinden beri Avrupa halkını İs TARİHİ CEVDET 271 lamlar ile muharebeye teşvik etmekde idi. Yukarıdaki sebeplerden ötürü Avrupa'da bir heyecan ortalığı sardı. Hemen Kudüsü Şerifi almak üzere harekete karar ve rildi ve ilk önce Fransa'da fedai bayrakları açıldı. Bu bayrakların altına pek çok halk toplandı. İspanyollar En dülüs Arablarmdan korkularından çekinerek katılmayıp yerlerinden ayrılmamışlarsa da diğer Avrupa memleket lerinde bulunan silahşor takımları ayaklandı. Onların ar kasına bir çok halk katıldı. Bu bayrakların altına gelip yazüanlar göğüslerine haç resmi yaptıklarından onlara Ehli Salib denildi. Böy lece İtalya, Fransa ve Almanya'dan sayısız Haçlılar Ku düs Kudüs diyerek yola revan oldular. Üçüncü fasılda an latıldığı gibi Avrupalıların korktuğu Selçuklular acaip bir karışıklığa düşmüşlerdi. Ama Ehli Salib de muntazam bir idare altında olmadığı için çoğu Macaristan ve Bul garistan dan geçerken hastalıkdan, yorgunlukdan telef olarak geri kalanı îznik'e kadar varmışsa da hemen hep si orada yapılan bir muharebede imha edilmişdi. Ancak o akit Almanya'ya bağlı olan Belçika dükü
ile bir takım Fransız dük ve kontları da arazilerini satıp bu Salib muharebeleri için bir çok akça tedaıik ederek tertipledikleri ordular epiyce muntazam oldukları halde bir takım Macaristan bir takım Dalmaçya yolu ile hare ket ettiler. Gerçi bunların da çoğu yollarda azalmışsa da yine artanı büyük bir kuvvet olarak İstanbul'a varın ca İstanbul kayseri ürküp acele bunları Üsküdara geçir miş İslamların onlardan önce kendisinden aldıkları top rakları kendilerine bırakıp teslim edeceğini vaad etmiş dir. Bunlar Üsküdar'dan hareketle Kılıçarslan'ın Payı tahtı olan İznık*i 1097 milâdî 491 hicrî senesinde ele ge çirmişler ve Anadolu'da ilerleyerek Antakya şehrine gel mişlerdi. Dokuz ay kuşattıkdan sonra istilâ edip bir Dü 272 AHMED CEVDET PAŞA kalık kurmuşlardı. Bu esnada Hazreti İbrahim'in doğ duğu yer ve makamı şerifi olan Urfa şehrini alıp orada da bir kontluk kurdular. Buralarda birer mikdar kuvvet bırakarak geri kalan kuvvetleriyle Kudüsü Şerife varıp bir aydan fazla kuşadıp nihayet istilâ ederek içindeki İs lâm ve Yahudileri kati ve idam etmişlerdir. Sonra Bey rut ve Akkayı ele geçirmişler, Süveyş denizine kadar olan yerleri de istilâ ederek Kudüsü Şerif kraliyet adiy le bir kraliyet kurmuşlardı. Bu esnada Elcezirede Atabeyler devleti ortaya çı kıp Atabey îmadettin Zengi Halep şehrini ele geçirip Urfayı Ehli Salibden kurtarıp orada bulunan hıristiyan ların idam olundukları haberi Prenkistanda duyulunca tekrar Avrupa ahalisi coşup taşarak gelmiş olduğu halde Fransa kralı yedinci Luiyi Papa aforoz ettiğinden töv besini tamamlamak için muharebe etmeyi arzu ve karar laştırarak 100 bin kişi ile Salib ordusuna katıldığı gibi Alman imparatoru da bir ordu kurup bu ordular 541 hic rî senesinde istanbul'dan geçmişdi. Ancak imparator or dusunun idaresi yolsuz olduğundan bazı rivayete göre Rum klavuzlara aldandıklarmdan Anadolu içindeki ya pılan muharebede bütün bütün batmış ve kılıç artığı Lui' nin ordusuna katılmışdı. Lui de Aydın tarafında îslârn askeri ile yapılan muharebede askerinin yarısını kaybe derek elinde yeter kuvvet kalmadığından artık kavgadan vazgeçip Anadolu kıyılarında denizden Antakya'ya çı kıp oradan o da imparator gibi ziyaret yollu Kudüsü Şe rife gitmişdir. Sonra imparator ve Lui Kudüsü Şerif kralı ile bir leşerek Şamı Şerif üzerine taarruz etmişler ise de bir şey yapamayıp Urfa'dan da vaz geçerek imparator ve Lui beş on adamı ile Avrupaya dönmüşlerdir. Ve sonra İma dettin'in oğlu Nurettin Şam'ı ele geçirip Atabey Devleti TARİHİ CEVDET 273 kuvvetini artırarak günden güne galibiyetler ve zaferler Jslâmlarda görünmeye başlayıp sonra Nurettin'in üme rasından Yusuf Selâhaddin bin Eyüp Mısır'da ortaya çı kıp Fatimiye Devleti batıp yerine Eyyûbî Devleti geçin ce Islâmın galibiyet ve satveti artarak bu yerlerde Frenk lerin kuvvet ve galebesi diye bir şey kalmamışdır.' Bu muharebeler sırasında asilzadelerin akçaya ihtiyaçları vardı. Bunun için şehirler halkına hürriyet'i satarlardı ve şehir halkına hükümetlerden fazla müsait davranılır •dı. İşte böyle vesilelerle asilzadelerin nüfuzlarını kırma
,ğa ve azaltmağa çalışılırdı. Fakat Papaların nüfuzu art tıkça artıyordu. Hatta bu asırda pek ziyade kuvvetlene rek Barbarosa diye anılan Alman imparatoru Papa ve İtal ya ahalisi ile muharebeler yapmış nihayet İtalya'da Pa jpa ile görüşmesinde Papa ata binerken özengisini tut mak derecesinde düşerek böylece imparator tacını giy mişdi. O vakit Papayı Roma'dan çıkarıp cumhuriyet kur mak istiyen kimseyi ateşe atıp yakmışdır. İşte bu sırada yani (583) hicrî senesinde Selâhaddin'in Kudüsü Şerifi zaptettiği haberi Avrupa'ya dehşetle yayılınca Papa ke derinden öldüğü gibi bütün Avrupa asilzadeleri muha rebeye gitmek için and içip yemin ettiler. Alman impara toru Frederik, Fransa kralı Filip ve İngiltere kralı Rişar da Haçlarını takınmışlardı. Bu suretle Frederik bir ordu 31e Salip muharebelerine çıkıp ancak Konya tarafında bir nehirde boğulmuşdur. Filip ile Rişar Marsilya ve Ceno va iskelelerinden denizden doğruca Berrüşşam'a çıkıp ancak araları rakip olmak ve kıskançlık gibi hallerle açıkdı ve kavga etmişlerdi. Filip de kendi askerini bir •dük'e teslim ederek Fransa'ya döndü. Rişar cesur hareketleri ile şökret kazanmışsa da Ku düsü Şerifi alamayıp Selâhaddin ile mütareke yaparak Yafa'dan Akka'ya kadar olan sahiller îsevîler elinde kal F: 18 274 AHMED CEVDET PAŞA mak üzere Kudüsü Şerife ve diğer ziyaret yerlerine gidip gelmelerine izin verilmesini mütareke şartlan içine al mışdır. Bunun üzerine Papa tekrar büyük hükümdarları Sa lib muharebelerine teşvik etmişse fayda vermedi. An cak Fransa ve diğer Avrupa memleketleri asilzadelerin den çoğunu getirmişdi. Lâkin onlar da Kudüs'ün doğru yolu denizden olduğunu öğrenip ve Mısır ele geçirilme dikçe Berrüş Şam'da iş görmek kabil olmayacağını an layıp önce Mısır'ı ele geçirelim dediler. Venediklilerden bir mikdar donanma kiralayıp ancak bu sırada İstanbul kayseri tahtından indirilmiş olmakla oğlu bu Ehli Salib donanmasına başvurarak onları İstanbul'a davet ve ka tolik mezhebi ile Ortodoks mezhebini birleştirmek gibi bazı ayrıntıları da taahhüd ederek İstanbul'a getirdi. 1204 milâdî senesinde bir az kuşattıkdan sonra ele geçirdiler. Kayserin oğlu sözünü yerine getiremediği gibi ahali tarafından idam edildi. Babası da kederinden öldü. Salip ordusu da İstanbul'u yağma ve yarısını yakıp yık dılar bir çok eski eserleri tahrip ettiler ve ortadan kal dırdılar. Çoğu topraklarını aralarında bölüşerek içlerinden birini imparatorluğa seçmişlerdi. Venedikliler kıyı ve adaların çoğunu ele geçirmişdi. İşte İstanbul'da Lâtin imparatorluğu dedikleri kayserlik budur. Bir marki de Selanik dolaylan üe Yunanistanm bir mikdarını birleştirip yine bu imparatorluğa ek olmak üze re bağımsız bir hükümet kurmuşdu. Tahttan indirilen kayser hanedanı İznik'de bir kayserlik kurduklan gibi önceleri İstanbul'daki tahtta oturan bir hanedan da Trab zonda ayrı bir kayserlik kurmuşdu. Bu Lâtin imparator luğu elli yedi sene sürdükden sonra İznik'de kayser bu nan Misel Paleolog Cenevizlilerin yardımı ile İstanbul'u
TARİHl CEVDET 275 geri alınca Lâtin imparatorluğu da yok olmuşdur. Mezhep ayrılıkları ve çekişmeleri ile İstanbul'un Franklar eline geçmesi de Papa'ya bir nevi yardım ise de bu seferin asıl maksadı olan Kudüsü Şerif hakkında bir şey neticelenmediğinden Papa kendi dünyasını tekrar Sa lıp muharebelerine teşvik ediyordu. Bu esnada İngiltere halkı hür düşüncelere eğilerek meşrutî hükümet şekline girmiş ve Fransa kralı Füip de memleketinin imarı ile ilim ve fende ilerleme fikrine koyulmuşdu. Cermanya da da pek çok ihtilâflar çıkarak bazen bir asırda mütead dit imparatorlar bulunur. Bazen imparatorlar üe Papa ve ahlk arasında kavga vae çekişmeler çıkar. İmparatorlar Papa tarafından afaroz olunurdu. Kısaca Avrupa'nın ha li gün gün fenalaşıyor Papanın sözlerine hükümdarlar kulak asmıyorlardı. Gerçekde bir takım delikanlılar Mar silya'dan gemilere binip Kudüs'ü almak için yola çıkmış larsa da bazıları batıp yok olmuş geri kalanı da dolan dırıcılar tarafından İskenderiye'ye götürülerek esir diye satılmışlardır. Bu sırada Almanya'dan yirmibin kadar delikanlı Kudüs'e gitmek üzere hareket etmişlerse de ço ğu bu yoldan geri dönmüş bir çoğu da açlıkdan ölerek dağılmışdır. Kudüsü Şerif her ne kadar ehli İslâm elinde ise de krallığı unvanı Fransa asilzadelerinden birinin üzerine olmakla o da Papa'nm eklenen yardımı ile bir ordu ter tip ederek doğru Mısır'a geçmiş Demyatı ele geçirmişse de kısa zaman içinde burasını terk ederek Avrupa'ya ge ri dönebilmişdi. Papanın cebir ve zoru ile Almanya kayseri İkinci Frederik 620 hicrî senesinde bir ordu ile Akka'ya var mış o vakit Eyyübî Sultanlarından Mısır'da hükümet eden Melik Kâmil ile bir mütareke akd ile ona bir kaç ka le verip mukabilinde bir az arazi ile Kudüs şehrini ala rak kendi kendine Kudüs'de taç giydikden sonra Avru pa'ya dönmüşdür. Lâkin böyle muharebesiz kaleler ve 276 AHMED CEVDET PAŞA rip karşılığında yalnız Kudüs'ü alarak taç giymesinden papa memnun olmamışdır. Sonraları Kudüsü Şerif Ehli İslâm tarafından tek rar ele geçirilip ertesi sene yine hıristiyanlarm eline geç di ise de ardından Moğollardan kaçıp bu taraflara gelen Harzemlilerin eline geçmekle Kudüs'ü tekrar ele geçir mek için Fransa kralı dokuzuncu Lui bir ordu ile Kıbrıs adasına gidip oradan 647 hicrî senesinde Mısıra geçip Demyad kasabasını ele geçirip Mısır, Kahire üzerine ta arruz etmişse de askeri kırılıp kendisi tutsak olup Dem yadı geri vermiş ve bir çok da akça ödedikden sonra esaretten kurtularak Doğu'da görüpde ibret aldığı bir çok medeni eserlerden ve bilimden faydalanarak Fran sa'ya dönüşünde güzel kanunlar tanzimine gayret ederek pek dindar olduğu halde Papanın tecavüzlerini yasakla yan mezhep işleri idaresi hakkında da kanunlar tanzim etmiştir. Sonra Mısır Kölemenleri ehli salib elinde kalmış olan Antakya, Yafa, Akka ve diğer bazı yerleri geri almışlar dır. Antakya ile Yafa'nm Kölemenler eline geçtiği ha
beri Frenk diyarına ulaşınca Fransa kralı Dokuzuncu Lui asilzadelerini Paris'e davet edip muharebeye karar verdiği sırada Tunus hükümdarı îsevî dinine girmek ni yetinde imiş diye duyunca ilk önce o tarafa gitmişse de ordusu üzerine Ehli İslâmın arslanlar gibi saldırdığını görünce o haberin yalan olduğunu anlayıp oradan çeki lerek varıp Kartaca şehrini ele geçirir ve orada ölünce ordusu bir iki ay kalıp Tunus hükümdarı ile İsevî dini nin ve Avrupa ticaretinin serbestçe yapılması şartiyle andlaşmalar yaparak Fransa'ya döndü. Gerçi İngiltere kralının oğlu olup Lui ile beraber bulunan Edvard Fran sız ordusu ile birlikde dönmeyip 12000 askerle Ber rüş Şam'a azimet etmişse de Mısır Sultanı Baybars'a karşı TARİHİ CEVDET 277: bir şey yapmayıp o da İngiltereye dönmüştür. İsevîlerin en son ellerinde kalan Sayda kıyısını da milâdın 1291 ve Hicretin 690 senesinde Mısır memlükle ri ele geçirmekle artık Frenklerin gayreti kesilmiş ve Sa lip muharebeleri de son bulmuşdur. Bu suretle İslâm memleketleri Frenk taarruzların dan kurtulmuşsa da Moğol taarruzlariyle harab ve vi ran olmuşdu. Ve Mısır sultanları Moğollarla epice zaman meşgul oldukları gibi Selçukluların Anadolu'da kalan bir şubesi de bu gibi muharebelerle zaif düşüp nihayet (699); hicrî senesinde sönüp Osmanlı devleti ortaya çıkarak bü yük çabuklukla büyüyüp İslâm milletlerinin kuvvetini yenilemiş ve ayaklandırmış ve o vakte göre muntazam asker icad ederek Avrupalıların gözünü ürkütmüşdü. Avrupa askeri ise icab edince toplanır dirinti makulesi olduğundan Osmanlı Devleti az vakit zarfında büyük zaferlere mazhar olmuşdu^. Uyanıp ibret alınacak şudur; Avrupalıların kork dukları Selçuk Türkleri Salib muharebelerinin başlangı cından önce aralarında kargaşalık çıkararak büyük bir işe muktedir olamadıklarından ilk önceleri ehli Salib ko laylıkla zaferler kazanıp eğer îmadettin Zengi ile Nuret tin Şehid ve müteakiben Yusuf Selâhaddin ortaya çıkma mış olsaydı İslâm milletlerinin hali pek fena olurdu. Bun lar Frenklerin zafer kazanıp genişlemelerini kesmiş ol* dukları halde çok geçmeden devletleri ortadan kalkmış ve İslâm memleketleri tatarların istilâsiyle harab olmuş ve Frank devletleri epiyce nizam bulmuşken Osmanlı devleti ortaya çıkarak ehli İslâm yeniden hayata kavuş muşdu. Avrupanm en güzel yerlerini ele geçirmeğe ve Avrupayı korkutmayı başarmıştır. Fakat bu Salib mu harebeleri Frenkler İstanbul'un fethini bir kaç yüz sene geciktirdiler denebilir. 278 AHMED CEVDET PAŞA Bu muharebeler olmasaydı belki bütün Avrupa ehli islâm eline geçerdi denilebilir. Salib muharebelerinin asıl amacı Kudüsü Şerifin Avrupalılar elinde kalması idi. Frenkler bu neticeye ula şamamışlarsa da bu seferler Avrupanm öncelikle Fran sa'nın büyük menfaatlerini doğurmuşdur. Zira o asırda ilim ve fen İstanbul ile Mısır'da yük sek derecede idi. Buralarda Frenkler çok şeyler öğren
mişler ve hayli Rum, Sıryani, Arab kitapları satın ala rak Avrupa'ya götürüp okuyarak önceleri taklid ederek şiir söylemeğe ve hikâyeler yazanağa başlamışlardı. On dan sonra Eski Yunan ve Lâtin kitapları okunmağa baş ladığı gibi Arabistan'dan İspanya'ya geçerek ehli İslâm arasında duyulan ilim ve fenden Endülüsde Emevîlerin payı tahtı olan Kurtaba'ya gidip gelen Avrupalıların öğ rendikleri tıp, kimya, biyoloji, matematik ve geometri, felsefe ve astronomi gibi fenlerde Avrupa'nın her tara fında yayılmağa başlayıp o vakte kadar Avrupalıların bilmediği türlü nebatlar ve yiyecek ve eşya hep sonradan meydana çıkmıştır. Sonra Avrupanın her tarafında mektepler açılarak ilim ve san'atta hâlâ hayretle bakdığımız yüksek derece ye erişmişlerdir. Avrupalılar ilk önce Arab ve Rumun medeniyetini görerek taklid edip sonra yüksek seviyeye gelmişlerdir. Bu Salib muharebeleri sırasında harp usul lerini öğrenmişlerdi. Avrupada gemi inşası san'atı da o asırdan sonra ilerlemişdir. Ve sefer arkadaşlığı yakın lığı ile Avrupalılar birbirlerini tanıyıp anlaşarak arala rında yardımlaşma fikri yerleşmiş ve kendilerini bir mil let gibi tanımışlardı. Bu yüzden yardım fikri gelişerek fıkara ve hastalara bakmak üzere bir kaç tarikat peyda olup yalnız insanlığa hizmet için her din ve mezhepden adam kabul edilerek Avrupa'da hâlâ itibarda olan Ma TARİHİ CEVDET 279 •sonluk da o tarihden sonra ortaya çıkmışdır. Sahipleri arasında kemankeş sırrı gibi bir sır olarak birbirlerini tanımak için aralarında bir takım işaret ve alâmetler vardır. Medeni memleketlerde seyahat eden Avrupalıların gözleri açılıp ondan sonra akıl ve mantığa yer verip pa paslarm aşıladığı korkulardan sıyrılıp mutaassıp düşün celerden vazgeçerek akıl yoluna girmişlerdir. Salib sefer lerinde Roma'ya gidip orada geçen desise ve kişisel düş manlıkları görüp işin aslını öğrenip mezhep işlerinde hay li fikir değiştirdüer. Böylece Salib muharebeleri sırasın da Papaların nüfuzu çok ilerlemişken sonraları düşme ye yüz tutup aforoz keyfiyeti bile herkesin gözünde ve düşüncesinde değerinden düşünce Papalar serin kanlı yu muşak davranmağa başladılar. Hatta Fransa Kralı Lui pek geri düşünceli fazla dine bağlı iken iki defa Salib muharebelerine gitmişken «Fransa devletine yalnız Allah karışır. Papanın hiç bir yönden işlerine karışmağa hak kı yoktur» diye ilân etmişdi. Ondan sonra gelen Fransa kralları da Papaların nüfuzunu azaltıp Fransa krallığının nüfuzunu genişletmeye çalışmışlardır. Hatta Lui'den sonra Papa'ya karşı koyabilecek şekilde tüm halkın kal bini kazanmak için Papas, asilzadeler ve halkdan ku Tulmuş birleşmiş olarak her tarafdan meb'uslar getirip genel meclis kurmuşdü. Sonra Fransa mühim mes'eleler karşısında kalınca bu meclis bir kaç defa kurulmuşdur ve en sonraki kuruluşu Fransa cumhuriyetinin ilki ve baş langıcıdır. Sair yerlerde de Papanın nüfuzu böylece düşmüşdür. Hatta 1338 milâdî senesinde imparator seçiminde bulu nan Prens ve Piskoposlar Frankfurt şehrinde toplanıp bundan sonra Cermanya kayser ligine seçilecek zat bütün toplumun kararı ile ve Papanın onayını gerektirmeden seçildikleri gibi Roma imparatoru vazifeleriyle haklarına
280 AHMED CEVDET PAŞA Allah tarafından mutasarrıf olmak kararını verip bir özel kanun koymuşlardır. Bununla Papa nüfuzunu epiyce kaybetmişdi. Ondaa sonra da, Papalar artık bir Cermanya imparatorunu afo roz edememişlerdir. Fransa kralları imparator unvanından mahrum ol dukları için Papaya karşı boyunları eğri olmadığı gibi Papaya güzelce karşı koyarak devletlerinde istediklerini yapabilmişdi. Daha o vakit Fransa şahidi olduğumuz toplum birliği kurmaya başlamışdı. Almanya hükümdarları ise Roma imparatoru unva nını üzerlerinde taşıdıklarına göre Romayı elde tutmak iddiası ile daima asker ve akçaya ihtiyacı vardı. Böyle ve dük ve kontlarla diğer asilzadelere fazla hürriyet ver dikleri için daima İtalya işlerine karışarak Almanya iş lerine bakmaya vakit bulamadıklarından Almanya asil zadeleri çok nüfuz ve kuvvet kazanıp böyle olunca ayrı lıklar Almanyada çekişmeler halini almışdı. Gerçi İsviç re'de bulunan Habsburg kontu aynı zamanda kayserliğe seçilen Rudolf epiyce kuvvetlenerek asilzadelerin teca vüzlerini önlemiş ve oğlu Rober de Avusturya dükü ol duğu halde ondan sonra kayserliğe seçilerek 1308 milâdî senesinde hükümet etmişse de ondan sonra imparatorluk başka hanedana geçmişdir. Onun zamanında İsviçreliler isyan ederek Alman devleti ile aralarında uzun zama» muharebeler sürdürülüp sonunda İsviçre Almanya'dan ayrılmış ve bağımsız bir cumhuriyet olmuşdur. Anlatıldığı gibi asilzadeler fazla kuvvetlendikleri için Almanya'da herkes ve halk kendini emniyette gör meyip hatta bazı şehirler halkı kendini asilzadelerin şer rinden korumak için aralarında birleşmişler ve andlaş malar yapmışlardı. İşte Villes Înitiatignes tabiri bundan* gelmişdir. TARİHİ CEVDET 281 İmparatorluk intihabı olup da bunda veraset usulü cari olmadığı halde dük, kont, ve sair seçilen prensler malikaneleri olan memleketlere verasetle el koyarak her biri birer bağımsız hükümdar olduklarından bazı pisko poslar ile beraber kayser seçilmesi hakkına da el koyup kendilerine ait saydıklarından imparatorluk sözde kalıp Alman dükleri imparatorluğu kabul etmez olmuşlardı. ve bu veraset usulünün kaldırılması ile imparatorluğun nüfuzunun yenilemesi artık kabil olamiyacağı anlaşılıp kayser intihabı meselesi ise Almanya için mühim bir şey olduğundan aynı gelenekde bir usul bir kaide de yoktu. 1350 milâdî tarihinde kayser seçme hakkı olan Prens ve Peskoposîar tayin ve sınırlandırarak kayserin ölümünde bunlar üç ay içinde Frankfurt şehrinde toplanarak ço ğunluk ile kayser seçmeleri kanun olmuşdur. Bu dük, prens ve piskoposlar seçmen unvanını almışlar ondan sonra imparator seçmek kanun ile onların haklarından sayılmışdır. Çek kralı ve Grandeburg markisi de bu seç menlerdendi. İşte böyle ilkelerden dolayı Alman devleti birleşik bir toplum olamayınca nihayet İtalya gibi küçük hükümetlere parçalanmıştır. Salib muharebelerinden Avrupa'nın bir kazancı da şudur: Ehli Salibin maksadı birdi. Fikirde birleşme ve beraberlikle eşitlik feodalite usulünü kırmağa başlamış
dı. İnsan onuru ve değeri asilzadelere kalmayıp yarar lık, yiğitlik kahramanlıkla kendini esirgemeyen de bun dan nasibini alırdı, böylece asilzadeler önünde insandan sayılmayan halkdan birinin değeri bilinmeğe başladı. Ayrıca asilzadeler akçaya ihtiyaç duyunca ellerinde ki imtiyazları bulundukları şehir halkına satarlardı. Di ğer şehirler de bunları görerek zorla hürriyetlerini ve topraklarını kazanırlardı. Bu suretle bir çok yerler asilzadeler elinde acı çek 282 AHMED CEVDET PAŞA mekten ve onların baskısından kurtulup sanayi ve tica retlerini genişletip artırınca ortaya mutlu bir yaşantı çıkınca uygarlıkda ilerleme yoluna girmişdir. Özellikle Fransız asilzadeleri Doğuya gittikleri za man Fransada rahatlık duyularak halk kralın kral da halkın değerini gereği gibi bilince kraliyetin nüfuzu ge nişleyip kuvvetlenmişdir. Bir takım yeni kanunlar tanzim ile yayınlanmakla beraber eski Roma kanunları da değer lenip asilzadeler sınıfının böyle bilgileri elde etmeği kü çüklük saymalarından halk içinden kanunları bilen kişiler yetişerek mahkemelerde ve meclislerde kullanılmağa baş lamışlardı. Fransa da bu yolda halkı korumakla beraber asilzadeleri terbiye eden krallar olduğundan o vakit Fransa devleti mutlak hükümet şeklini almışdı. İngilizler diğerlerinden önce hürriyet ve düşünce ser bestliğine eğilip asilzade sınıfı bilgili hareket ederek el de ettikleri imtiyazları zamanında ve yerinde değiştire bildikleri için İngiltere Devleti meşruti hükümet şekline girerek asilzadelerin şeref ve itibarı baki kalmışdır. Almanya asilzadeleri imparatora karşı bağımsızlık iddiasına düşmüşler halka baskı yapmışlarsa da onlar da bu gibi imtiyazlarda değişiklik yapabilmişlerdir. Kısaca Salib muharebelerinden sonra Avrupa baş ka bir âlem olmuşdu. Her tarafda zulüm kalkmış kaldı rılmış halk uygarlık yoluna girmişdi. Fakat bunca asır lardan beri yerleşmiş vahşet halinin birden ortadan kalk ması kabil olmadığından bir çok zaman yeni uygar dü şüncelerle eskinin geri düşünüşle vahşet ve cahillik yan yana beraber gitmişdir. Mesela 716 hicrî senesinden son ra Fransa'da ortaya çıkan kıtlıkda Yahudilerin kuyulara sihir atmış olmalarına yorumlanıp bir çoğu işkence edi lerek öldürülmüşdür. Bununla beraber çok defa umumî meclis kurularak güzel kanunlar yapılırdı. İngiltere kra TARİHI CEVDET 283 İmin annesi Fransa kraliyet aüesinden olduğu için vera set iddia edince bu Devletler arasmda muharebe çıkmış ve yüz sene uzamışdır. Fransa kralı bu muharebelerde yalnız asilzadelerin göstereceği gayrete dayanıp askeri kuvveti de yalnız süvari idi. İngiltere kralı ise bütün ta basını kendi istediği yolda kullanıp bir hayli cesur yaya askeri de vardı. Bir de İngilizler bir nevi Havan topu kul lanıyordu ki daha o zaman Fransa da böyle silâhlar kul lanılmağa başlanmamışdı Böylece İngilizler her yerde ga lip gelerek Fransanm bir çok memleketlerini ele geçir mişlerdi. Harp harekelerinde Bedeviler, göçebeler medenî olan lara galip gelirken Barut'un kullanılması yayılınca mu Tıarebe başlı başına bir fen olunca iş değişerek ateşli si
lâhlar medeniyetin koruyucusu olmuşdu. O asırda ba rutun icadı bütün dünyada geniş değişikliği getiren bir insan buluşu idi. O zaman medeniyet henüz lâyıkiyîe iler lemediği gibi Barut'un kullanılmasını da gereği gibi bi len yokdu. İngilizler adı geçen topu icadetmişler ve pek çok faydasını görmüşlerdir. Bu asırda kolera çıkmışdı. Bu da Avrupada Yahudilere isnad olunmuş bu kerre de Yahudiler pek çok baskı görmüşlerdir. Bu hastalık İn giltere ile Fransa arasındaki muharebelere ara vermiş ve arkasından Harp yeni patlamış yine İngilizler galip gelmişler ve muzaffer olmuşlardır. Harp için sık sık ak çaya ihtiyaç görülürdü. İngiliz parlamentosu her topla nışında bu vesile ile krala bir takım teklifler arz ederler böylece parlamento meclisi nüfuzunu artırıp genişletirdi. Yine bu asırda İngüiz parlamentosu asilzade ve pis koposlar meclisi ile milletin seçtiği meb'uslafm meclisi olmak üzere ikiye ayrılmışdı. Millet meclisinin her şeyde nüfuz kazanması bu gibi gidişattan doğmuşdur ve Fran sız asilzadelerinin kimi telef kimi esir olunca asilzade 284 AHMED CEVDET PAŞA1 lerin nüfuzu kırılmış Paris halkı serbest davranmağa başladığı gibi Fransız millet meclisi de epiyce nüfuz ka zanmışdır. Fakat bu kargaşalıkda Fransız köylüsü ve çiftçisi zorbalıkla önüne geleni öldürmeye başlayınca bu nun önünü almak için asilzadeler de onlardan vahşi bir şekilde intikam alırlardı. Fransa'da malikânelerin çoğu hükümet eline geçin ce büyük asilzadeler azalmışsa da onların yerine kral hanedanından bir takım prensler geçip bunlar ise vera setle büyük afaziye sahip olduklarından kuvvetleri kra lın nüfuzuna karşı ve güçlük çıkarıcı olduklarından Fransa halkı yine pek çok zulüm ve baskı altında kal mışdı ve Fransa kralının kardeşi Orlean dükü ile amca sı olan Burbon dükü arasında ortaya çıkan çekememez likden iki gruba ayrılan Fransada yapılan iç harpde ön cekilerden çok sıkıntılı ve belâlı günler olmuşdu. Burbonlar İngiltere kralı ile anlaşarak İngilizler Pa ris'e girerek İngiltere kralı adına hükümet etmeye baş layıp Fransa devleti elinde yalnız bir kaç eyalet kalmış; olduğu sırada harika denilecek bir kız ortaya çıkarak aç tığı bayrağın başına topladığı Fransız askerlerini Fran sa kralı adına kumanda ederek İngilizlere galip geldi» Gerçekden Burbonlar bu kızı tutup İngilizlere satmışlar onlar da biçareyi sihirbazlıkla itham ederek ateşe atıp yakmışlardı. Ancak Burbonlar da Fransa'nın gidişine acımağa ve Paris'de hükümet eden İngilizlerin ağır bas kılarından utanarak Fransa kraliyle anlaşıp İngilizleri Paris'den kovmağa ve ellerindeki Fransız topraklarını yavaş yavaş geri almağa başlamışdır. Bu sırada İngiltere de büyük bir iç harb ortaya çıkarak otuz sene uzamişdı. Böylece Fransa İngilizlerin sataşmıyacağmdan emin ola rak Fransa toplumu rahatlığa efmişdir. Fakat düşman lık İngiltere ve Fransa arasında uzun zaman sürmüşdür. TARİHİ CEVDET 285 Sultan Selâhattin'in Kudüs'ü kurtarması ve bir müddet jsonra Frank hükümetinin inkirazı sebepleriyle 652 hicrî senesine kadar Anadolu ve Berrüşşam ve Mısır tarafla rını sekiz kere daha büyük ordular hücum edip Kudüs
ve dolaylarının bir kaç defa ehli islâm ve ehli SaUp el lerine geçmesi Doğu ve Batı memleketlerinin ilişkilerinin artmasına sebep olmuşdu. Ondan sonra Avrupa devletlerinin bir çok hükümet lere bölünmesi küçük ve bağımsız hükümetlerin ortaya çıkması Batı Devletlerini uzun zaman öyle .büyük işler den alıkoymuşdu. İşte bu sırada Osmanlı Devleti ortaya çıkarak birdenbire büyümeğe ve Rumeli yakasında geniş topraklarda yayılmaya başlayınca Papa, Venedik ve, Al manya hükümetlerini ve Kostantaniye kayserlerini telâ şa düşürerek Cengiz hükümeti ve Akkoyunlular ve Mı sır sultanları ile ilişki kurup onların tarafından güçlük ler çıkartılarak ilerlemeyi durdurmağa çalışırlardı. Yu iarıda anlatıldığı gibi 1208 Hicrî senesinde Osmanlı dev leti topraklarını genişletip İstanbul'u fethedecek hale ge lince Timurlenk olayı üzerine işler aksayıp Osmanlı hü kümetine durgunluk gelmişdir. Dördüncü fasılda anlatıldığı gibi Fransa kralı altın cı Karlos Timur'un muzafferiyetini tebrik edip o da ce yap olarak gönderdiği mektupda Yıldırım Bayezıde galip geldiğini anlattıkdan sonra Karlos'u ticaret işlerinde teşvik etmişdi. O zaman Avrupa halkı kendi gaileleri ile meşgul olarak Doğu ülkelerinin varlığını bile unutmuş lar ve uygarlığın ve ilerlemenin sebebi olan haberleşme ve ticarî ilişkilerden uzak kalmışlardı. Timur'un karanlık «aldırışı da sel gibi gelip geçdikden sonra Osmanlı dev letinin dal budak salıp Rumelinde bir çok yerleri ele ge tirince İstanbul kayseri Poleolog ile İstanbul Patriki Os manlı aleyhine birleşip anlaşarak Ortodoks ve katolik 286 AHMED CEVDET PAŞA mezheblerini birleşdirmek üzere İtalya'ya gitmişlerdi.. Lâkin bir iş beöşremeyip sonuç almadan döndüler. Zira Salip harbleri zamanından beri Franklar ilim ve sanayie göz dikerek düşünceler değişmiş başka yollara girmişdi. Papa ve rahipler aleyhine İngilterede bazı serbest düşün celer yayılmış ve bu serbest mezheb düşünceleri Avrupa nın her yerine yayılmışdı. Böyle evvelki gibi din işleri ruhani reisler elinde kalmayıp Avrupa devletleri özel çı karlarını gözetmeğe başlamışlardı. Fakat Osmanlılar Almanya sınırlarına yaklaşmaya başlayınca Osmanlıya karşı kuvvetli bir hüküamdara lüzum görüldü. Habsburg hanedanından Avusturya dükü olup sonra Macar krallığına seçilen Alber 842 hicrî sene sinde imparatorluğa seçilmişdi. Bir sene sonra ölünce ak rabasından Fredrik imparatorluğa seçilerek Papa tara fından da taç giydirildi. Ondan sonra imparatorluk Habsburg hanedanında kalmış ve Avusturyamn payı tahtı' olan Viyana şehri o vakittenberi idare merkezi olmuşdur. Bu Fredrik Roma'da en son taç giyen imparatordur. Sonraları papaların nüfuzu kırılmış ve düşmüşdü. Artık Roma'ya gitmeye kimsenin ihtiyacı yokdu. Hemen Al manya'da taç giyme merasimi yapılıp imparator oluveri yorlardı. Gerçi imparatorluk Avusturya hanedanından başkasına geçecekse bu seçim gereğinin ifası yine bu hanedana aid olurdu. Başkasını sokmazlardı. Şöyleki Avusturya Devleti yukarıda anlatıldığı gibi Almanya dı şında Macar krallığını ve diğer memleketleri ve eyalet
leri eli altında buludurarak topraklarını genişletmiş ve kuvvetlenmişdi.. Böyle olunca daima yolunu bulup veli ahdını imparator seçmeğe muvaffak olmuşdu. Hal böy le olunca Almanya imparatorluğu yüzlerce sene Avustur ya dükleri olan Habsburg hanedanı üzerinde kalmış ve' TARİHÎ CEVDET 287 Napoleon Bonaparte'a kadar bu gidiş devam etmişdir. Aslında Alman imparatorlarının şerefi şanı ve nüfuzu pek yüksek iken yukarıda anlatıldığı gibi Alman büyük leri hersek, dük, yahut marki adlariyle veraset yolu ile her biri bağımsız bir hükümdar oldukları için imparator, luk işe yaramaz olmuşdu. Alman hükümdarlarının hepsi birleşmiş devletler gibi sayılıp içlerinden birisi seçilirdi. Onu bütün kralla rın üstünde bilerek nizam ve gidişlerini bozacak bir düş man çıkınca hepsi belli miktarda asker vererek düşman dan korumak şartı ve kaydı ile imparatorluk şanı değeri şöhreti sayıldığından Almanyayı ayakda tutmak için pek saygı değer ve erişilmez büyük bir rütbe idi. Kısaca Osmanlı Devletinin Rumeli kıt'asmda günden güne top raklarını genişletmesi ve öteye beriye saldırması Avru paya kuşku vererek önleme tedbirleri almağa başlamış lardı. Fakat o vakte kadar maaşlı asker kullanılması Os manlıların özelliği idi buna karşılık Avrupa'ya lâzım olan askeri asilzadeler verirdi. (849) hicrî senesinde Fransa'da muvazzaf asker usu lü konularak krallığın kuvveti artıp asılzadeganın nüfu zu bir kaç derece azalmış ve Fransa'da Papanın nüfuzu diğerlerinden fazla kırılmış olduğundan Fransa Devleti ö vakit muntazam bir devlet haline girmeğe ve gereği gibi menfaat politikasını aramağa başlamışdır. Bunun üzerine diğer Avrupa devletleri de ister istemez muvaz zaf asker kullanmak zorunda kalmışdır. Bundan sonra Fransa kralları türlü politika tedbirleriyle bir çok mali kâneleri mirîye geçirip asilzadelerin bütün bütün nüfuz larını kırdıklarından eskidenberi Fransamn başını belâ sı feodalite gailesi hemen o zaman bütün bütün ortadan kalkmağa her yerde Devlet ve millet tabirleri saygıyla karşılanmağa başlamışdı. 288 AHMED CEVDET PAŞA O zaman Osmanlı askeri diğer devletlerin askeri ne göre pek çok muntazam ve disiplinli olduğu halde ikinci Sultan Mehmed ateşli silâh kullanmağa önem ve rerek büyük toplar döktürmüş askerliğe ve askerlik faz lasiyle ilgi göstermekle askerî topluluğu her tarafa deh şet saçıyordu. 857 hicrî senesinde İstanbul'u kuşatmış taarruz ederek fethetmişdi. Osmanlılar Doğu Roma İm paratorluğunun payı tahtında oturarak Avrupa kıt'asm da geçerli olan hükümetini sürdürünce Frankların poli tik düşünceleri bütün bütün değişikliğe uğrayıp yenilen di, İstanbul'daki ilim adamları Frank topraklarına gide rek ilim ve maarifi yaymağa çalışmışlardı. Frank top raklarında evvelkinden çok maarif ve sanayii ilerletmek için türlü buluşlar ortaya çıkmış böylece Avrupa şimdi ki haline daha o zaman girmeğe başlamışdı. Böylece İs tanbul'un fethi Avrupa için önemli olaylardan biridir. Avrupalılar için on beşinci asır (ki milâdın bin dört
yüz senesinden bin beş yüz senesine kadar olan zaman dır) bu asrın tarihi pek önemli sayılır. Zira anlatıldığı gibi Fransa'da muvazzaf asker kuruluşu, İstanbul'un fet hi ve her yerde memleketi iyi idare etmek için gerekli tedbirlerin alınması gibi genel durumda değişiklik ve ye niliklerin ortaya çıkışı hep bu asrın olaylarıdır. Amerika kıt'ası ile Ümit burnu yolu da bu asırda keşfolundu. Şöyleki Venediklilerin mısır yolu ile yaptı ğı Hindistan ticâretini İspanyol ve Portekizliler kıskana rak Doğuya denizden bir yol bulmak üzere İspanyol ge mileri Kolomb adlı Cenevizli bir kaptanın kumandasında Batıya doğru yön almışlar ve Amerika'yı bulmuşlardı. Portekizliler de Afrika^ kıyısından giderek Ümit burnu yolunu keşfettiler. Amerikanın keşfi Avrupa'ya gerek ticaret gerek di ğer şeylerde pek büyük kazanç sağladığı gibi Ümit burnu TARİHİ CEVDET 289 yolu ile Afrikamn doğusuna Arab yarımadasına ve Hindis tan taraflarmda pek çok memleketlere gidilirdi. Artık her türlü teşebbüs hakkında Avrupalıların heves ve gay retleri epiyce ilerlemişti. Dördüncü fasılda anlatıldığı gibi yine o zaman kitap basmak icad olununca türlü ilim ve maarif pek kolaylık la yayılmağa ve medeniyet büyük bir sür'atle ilerleme başlamışdı. Kısaca 15 inci milâdî asır Avrupa için bir yenilik asrı olduğuna göre Avrupa tarih yazarları Adem aley hisselâmm devrinden Roma Devletinin çöküşüne kadar geçen asırların tarihine yani 1453 İstanbul'un fethi za manına kadar eski çağ yine 1453 İstanbul'un fethi tari hinden Amerikanm keşfi tarihi olan 1492 senesine kadar geçen zamana ortaçağ. 1492 senesinde Amerika'nın keş finden şimdiye kadar geçen zamanın tarihine yeniçağ derler. Hakikatte Roma Devletinin çökmesi mühim mes'ele ise de İslâm dininin ortaya çıkışı ile ki İsevî dini Avru pa memleketlerinde tesirlerini tamamen bu zamanda gös termişdi. Böylece dünyanın bütün bütün başka bir du ruma girmesine s«bep olmuştur. Bu durum her ne kadar değişikliklere uğradı ise de genel olarak esasları duruyor ve eserleri devam ediyor. Bunun genel olarak önemine bakılırsa tarihin iki kısma ayrılması Adem aleyhisselâmın devrinden asrı saadeti Muhammedîye «sallallahü aleyhi ve sellem» kadar olan eski çağ ve bundan sonrasına da yeni çağ denilmesi uy gun olur. Fakat bu yeni çağ tarihinin bir kısmı olan 65 inci milâdî asrın özel önemi şuradadır. Maarif ve sanayu yük sek seviyeye çıkaran Avrupa bu asırda medeniyet yolu F: 19 290 AHMED CEVDET PAŞA na girmişdir. O asırda yani İstanbul'un fethinden sonra Osmanlı Devleti Deniz Kuvvetlerine heves ve istek gös termişdi. İstanbul'un yukarıda anlatıldığı gibi Osmanlı Dev leti eline geçmesi üzerine Avrupa halkının düşüncelerini yeni Doğu sevdası sarmış ise de aralarında anlaşma ol
madığından bu kere de işe yarayacak bir hareket göste remediler. Osmanlı devleti günden güne genişleyip büyü yerek bütün devletlere galip gelmesini kabul ettirerek nihayet Osmanlı orduları Viyana kapısına kadar gitmiş ve Fransa Kralı Fransuva Sultan Süleyman yardımına sı ğmmışdır. 210 hicrî senesi başlangıcında Yavuz Sultan Selim Asya ve Afrika kıt'alarmda büyük topraklar ele geçir miş ve halife olunca Osmanlı devletinin şanı ve yükselişi bir derece daha artınca kendinden sonra oğlu Sultan Sü leyman askerî, mülkî kanun ve nizamları ve Deniz Kuv vetlerini tamamlayarak karada ve denizde Osmanlı Dev letinin büyüklüğünü ve şanını göstererek nice fütuhata mazhar olmuşdur. O zaman Fransa Kralı Fransuva pek kuvvetli bir hükümdar olup İtalyadaki Milân Dukalığını ele geçire rek sınırlarını genişletme iddiasına düşmüşdü. Halbuki o zaman İspanya bile büyük devlet olarak İtalyanın Na poli kıt'asmı, Sicilya, Sardunya adalarını ve Afrikada bir çok yerleri Amerikada yeni keşfedilen yerler hep İspanya Krallığına bağlandığı gibi Habsburg hanedanın dan Alman İmparatoru Frederik'in oğlu ve yerine geçe cek Maksimilyen, İspanya Kralının kızını alıp onlardan doğan Şarlken veraset yolu ile İspanya Kralı olup 1519 milâdî senesinde Maksimilyen ölünce Fransuva Papaya, Prens ve Piskoposlara müracaat ederek imparatorluk arzusunda bulunmuşsa da faydası olmadı ve seçmenler TARİHİ CEVDET 291 tarafından Şarlken seçilerek Almanya ve İspanya dev letleri birleşmiş ve büyük bir devlet olmuşdu. Şarlken de Şarlman gibi bütün Avrupayı bir hükümet yapmak fikrine kalkışmışdı. Böylece çok geçmeden Fransuva ile Şarlken arasında muharebe kapısı açılmışdır. Fransuva mağlûp olarak Şarlken'e esir olmuşdur. Sonra İtalyaya taarruz etmemek şartiyle esaretten kurtulmuşdu. Sonra da İngiltere ve Venediklilerle anlaşarak Şarlken'e taar ruz etmişse de yine mağlûp olarak sulh yapmaya mec bur olmuşdur. İşte bu sırada Şarlken İtalya kıt'asında bulunarak Papa tarafından Roma İmparatorluğu ve Lombardiya Kraliyesi taçlarım giymişdir. Bundan son ra da hiç bir imparator İtalya'da taç giymemişdir. Şu hale göre Almanya, İtalya ve İspanya arasında kalan Fransa devleti imparatorun pençesine düşmüş gibi oldu. Fransa Kralı Fransuva mülkünü bu baskıdan kur tarmak için kendisini hapse attıracak kadar çabalayıp başka kurtuluş yolu bulamadığından Sultan Süleyman hazretlerinin İmparatorluk aleyhinde olan muzaffer ha reketlerini, Macaristan, Rodos, Trablus ve Tunus ve Ce zair taraflarında görünen saldırıları ile yükselen ilerle yişini düşünerek Avrupa halkının tepe noktasında olan taassup ve cehaletine ve din çekişmelerine bakmadan kendi Devletinin selâmete çıkması için yardım isteyerek Sultan Süleyman ile ilişki kurmaya mecbur olduğunu Dördüncü ve Yedinci fasıllarda anlatıldığı gibi tekrar tekrar Sultan Süleymana yardım isteğinde bulunmuş, o da karadan ve denizden yardım etmişdi. Bu sırada Avrupada Protestanlık ortaya çıkarak Pa pazım ruhanî ve maddî hükümetini tanımayıp kiîiselerde
ki putları kaldırmağa başlamışlardı. Yalnız İncilde yazılı özelliklere saygı gösteriyorlardı. îsanın dinine zaman za man sonradan eklenen şeyleri inkâr ederek pek gösteriş 292 AHMED CEVDET PAŞA siz, karışık olmayan bir mezhep kurmuşlardı. Katoliklerin ise Papaya herşeyin malûm olduğu bili niyor, söyleniyor ve günahları affedüiyordu. İnanışları böyle idi. İki taraf birbirine aykırı inanış yüzünden düş man olarak aralarında mezhep muharebeleri başlamışdı. Bir tarafdan Sultan Süleyman korkusu, bir tarafdan Fransuva'nm çıkardığı karışıklık ile Şarlken din işleri ile uğraşamadığmdan Protestanlık Almanya'nın bir çok yer lerinde yayılarak Fransa'ya bile geçmişdi. Fransuva pek ziyade mutlak hükümet eyilimli idi. Protestanlık ise bir nevi dinî düşünce serbestliği demek olunca bunu mutlak hükümet düşüncesine aykırı görmek yahut da Şarlken'e karşı Papayı tutmak gibi politik düşüncelerle bu mezhe bin Fransa'da yayılıp duyulmasına engel olarak Avrupa nm her tarafında Protestanlık duyulmuş ve yayılmışken, Fransa'da Protestan olanlara azap çektirilir, işkence ya pılırdı. Bununla beraber Almanyada bulunan Protestanla rı Şarlken'e karşı ayaklandırmaya çalışırdı. Bu mezheb kavgalarından faydalanmak üzere Sultan Süleyman 939 hicrî senesinde tekrar Macaristan'a girmiş se de Osmanlı askerine karşı Protestanlarda Şarlken'e yardımcı olunca geri dönmüşdü. Birkaç sene sonra Fran suva tekrar Şarlken üzerine sefer açmış ve Sultan Süley man ile ittifak etmişdi, bir netice alamayınca mütareke yapmış; sonra yine sefere başlamışken sulh yaparak Os manlı Devleti aleyhine Şarlken ile bir olup muharebe ede ceğine bile söz vermişdi. 954 Hicrî senesinde Fransuva ölünce, yerine geçen oğlu Kral İkinci Hanri, Fransadaki Protestanları idam ettirmekle beraber, Almanyadaki Protestan Prensleri ile Şarlken aleyhine birleşip yapılan muharebelerde kazan mış ve babası gibi Sultan Süleyman'a müracaat ederek Osmanlı donanması yine Fransa imdadına gönderilmişdi. TARİHİ CEVDET 293 Böyle Lui Almanya elinde olan bazı toprakları tamamen ele geçirdikden sonra ikiyüz senedir İngiltere elinde ka lan Kale şehrini de tekrar ele geçirerek İngilizlere Fran samn kapısını böylece kapatmıştır. Şarlken Osmanlı Devleti ile yaptığı muharebelerde mağlûp olduğu gibi Fransızların ellerine geçen yerleri de geri alamadığından, Katolik ve Protestan mezheplerini de birleştiremediğinden feleğe küsüp 964 Hicrî senesinde İs panya'yı oğluna, tacı ile Macar ve Çek Krallığını ve A vusturya'yı da kardeşine verip bırakarak bir manastıra çekiimişdir. Fakat Habsburg Hanedanı ile Fransa Devlet arasın da çıkan düşmanlık baki kalmışdır. Ondan sonra İmpara torlar bir tarafdan bu mezheb kavgaları ile, bir tarafdan da Osmanlı Devleti muharebeleriyle meşgul olmuşdur. Yukarıda anlatıldığı gibi, Protestan mezhebinin orta ya çıkışından dolayı alevlenen taassup muharebelerinden sonra Fransa, İngiltere ve Rusya, Alman hükümdarların
dan bazılarım koruyup sahip çıkmalariyle Almanya için de nüfuz kazanmağı kendilerine iş edinmişlerdi. Böylece Alman birlik ve beraberliği yavaş yavaş dağılıp parçalan maya yüz tutmuştur. Bu mezhep kavgaları üzerine o asırda Katolik mez hebini korumak için İspanya'ya Cizvit adlı dinî bir yol tu tulmuşdu ki, bunun ana kurallarından biri, «iyi bir şey yapmak için her türlü çare makbuldür» idi. Bu söz hâlâ Avrupada ikiyüzlü kimseler için bir ata sözü gibi kulla nılır. Sonra bu Cizvit papaslarınm politika işlerine fazla girişinde Avrupa Devletleri de bunları kovmuşdur. Fransuva zamanında ilim ve maarif epeyce ilerlemiş di. Fakat Fransızlar önceleri asilzadelerin zulmünden ya kınırken, bu sefer hükümetin uygunsuz kırıcı, acıması ol mayan davranışından hoşnut değillerdi. Fransa Kralı 294 AHMED CEVDET PAŞA Fransuva, halkını her türlü serbest düşünce, politik işler, mezheb hürriyetinden yoksun tutuyordu. Halbuki halkın ve umumî düşüncelerin bu derece sı kılması Fransa Devletinin ilerisi için iyi belirti değildi. Fransuva ile Şarlkenin birbiri ile çekişme ve düş manlıklarından doğan muharebeler nice seneler uzaya rak Avrupa pek çok yaşantı güçlüğüne uğradı; fakat bun dan yine önemli ve göz önünde bulundurmaya değer so nuçlar ortaya çıkmışdır. Şarlken'le Fransuva o asırda Avrupanın en büyük hükümdarları idi. ikisinde de hükümet sevdası, şan ve şöhret hırsı ziyade olduğundan Şarlman gibi yaparak Av rupayı bir hükümet yapmak istemelerine o zamanın ci hangir bir Padişahı Sultan Süleyman ile ingiltere ve Ve nedik de kuvvetli devletler olarak bu birliğin kurulması na razı olmadıklarından Şarlken ile Fransuva arasında sürüp giden muharebeler, ilişkilere karışma, kâh onunla ve kâh bununla birleşip anlaşma ve andlaşmalarla daha önceleri bilinmeyen bir ittifak ve birleşme usulleri mey dana çıkmışdır ve bu yaklaşmalarda Devletler arası ilişki ler hakkında birtakım kaideler, âdetler ve merasim, bazı tarih yazarları tarafından esas olarak kullanılıp akılla ve gerçekle karşılaştırıp zararlı olanı ayırıp atmak ve gerçe ğe uyanı, hayırlı ve faydalı olanını kabullenip onaylaya rak iyi bazı düşünceleri de katarak Devletler hukukunu içine alan bir fen meydana çıkmış, Milletler Hukuku (Droit desgens) adiyle anılagelmekdedir. işte uluslar hukuku ilk önce böyle muharebelerin yardımıyla değeri anlaşılıp sonraları Avrupayı gerçek yö netenler tarafından iyilikleri görülüp, doğruyu meydana kovma ve gerçekleştirme ile yazdıkları kitapların içindeki usul ve kaideler devletlerin rahatını ve emniyetini gerek diren hayırlı maddeler olduğunu hükümdarlar anlayış TARİHÎ CEVDET 295 göstererek bu yazılan kitapları güya aralarında yapılmış andlaşmalar gibi saymışlardır, hâlâ hiç bir devlet o mil letler hukukunun dışına çıkamaz. Mamafih (El hükmü dimen galep) kaidesinin her şeye karşı geldiğini unutma malıdır. Açıklanan ahval dolayısiyle Fransuva 942 senesinde Sultan Süleymandan öyle bir andlaşma koparmışdı ki,
Osmanlı Devleti ile Avrupa Devletleri arasında ilk önce yapüan andlaşma olup birtakım imtiyaz ve müsaadeleri içine aldığı halde sonra bir kaç kere bir şeyler eklenip Os manlı Devleti ile Avrupa Devletleri arasında yapılan and laşmalara esas olmuşdur. Çünkü o zaman Osmanlı Devleti topraklarında pek az Avrupa tüccarı vardı, onlar da nihayet bir senelik mi safir ve müste'men oldukları halde yeniçerilik zamanın da serbestiyet üzere ticaret edebilmeleri bazı özel müsa adelere bağlı idi. Frank diyarında ise Osmanlı tüccarı hiç bulunmadığından Osmanlı Devleti Avrupahlara geçici o larak verdiği izin ve imtiyazların karşılığını istemeğe lü zum görmediği gibi, kuvvetine de çok güvendiğinden and laşma hükümlerine dayanmağa zorunluk duymazdı. Böy le olunca Avrupa Devletleri ile yapılan andlaşmalara da geçerli karşılıklı usullerle uyulmamıştır. Şu hale göre, ve rilen andlaşmalar bir tür izin şartnamesi ve imtiyazı ka bilinden olduğu halde Avrupa Devletleri ise böyle karşı lıksız müsaadeleri değişmez andlaşmalar olarak tutmuş lardır. Sonraları ise hal başkalaşarak Osmanlı Devleti topraklarında asayiş ve emniyet en yüksek seviyede ol duğu için Avrupalılardan çok gelen ve yerleşen olup, pek çok yerliler de onlara karışdı. Böyle binlerce imtiyazlı halkın memleket idaresinde güçlük çıkartıp özür dileme den yaşamaları ve bu halin devamı milletler hukukuna uy gun değilken, andlaşmalar henüz düzeltilip değişmeden 296 AHMED CEVDET PAŞA1 eskiden olduğu gibi devam edip gidiyordu. Avrupa Devletleri Şarlken ile Fransuva'nm hırs ve aç gözlülüğünü görünce Avrupada bir devlet diğer dev letlere nispetle fazla kuvvetlense umumî bir korku hasıl olacağını anlayarak bir muvazene politikası usulünün ge reği açıkça görüldüğünden o zamandanberi içlerinden bi rinin öyle fazla kuvvetlenmesini önlemeye çalışırlardı. Bu gün bile bu muvazene usulü geçerli olup, değer verilirdi. Bunun Osmanlı Devleti için yararı açıkça görülmekdedir. Buna benzer ince fikirlerin saplandığı ortamın meydana çıkarılması bilinçli davranışlara bağlı olduğundan konuş ma san'atı ve Dışişleri idaresinden ibaret olan fen (Dip lomasi) doğmuşdur. Kısacası Şarlken ile Fransuva'nm hükümetleri zama nı Avrupa medeniyeti için bir yeni asrın başlangıcı olup, ondan sonra Avrupada ilim, maarif, ve medeniyet günden güne ilerlemeğe başlamışdır. Fakat hemen yayılamayıp kemâle gelmesi epeyce za mana muhtaç olmuşdur. Hatta Sultan Süleyman Han hazretleri Istanbulda para veremeyenler için darüşşifa inşa ederken Avrupada bir kimse çıldırsa içine şeytan girmiş diye ateşe atılıp ya kılmak gibi vahşî bir âdetin henüz terk olunmadığı söyle nir. Anlatıldığı gibi Şarlken ile Fransuvanm ilişki ve mu harebeleri dolayısiyle Batıda açıkça görülen önemi ile Sultan Süleyman da o tarafa yönelmişdi. Diğer yönlere bu kadar önem verilmezdi, o zamanda ise Kuzeyde Rus ya günden güne kuvvetlenerek bir ara Kazan ve Ejderhan vilâyetlerini alıverip oralarda kuvvetlenip sınırlarını ge nişletmiş ve ondan sonra da günden güne büyümeğe baş
lamışdır. Bu zamanda İspanya Devleti de anlatıldığı gibi büyük bir devlet idiyse de İspanyollar pek mutaassıp ola TARİH1 CEVDET 297 rak yalnız Katolik papaslarınm sözü ile kan dökmekde idi ler. Bu yönden Endülüs ehli islâm'ı hakkında insanlık ve insafın dışında kalarak kana susamışça insan kıyımına girişmekle kalmamışlar, nice günahsız Müslümanlar tür lü işkencelerle öldürülmüş, çoğu perişan olmuşdu. Bunca ev, bark yıkıîdıkdan sonra nihayet İspanya topraklarında hiç bir Müslüman kalmamak üzere İspanya Devleti bir milyona yakın ehli islâmı Endülüsden çıkarmışdır. Bunlar ise, eskiden medenî, namuslu, çalışkan insan lardı. Çoğu, maarif ve sanayiden kimseler olduklarından îspanyamn bu yaptığı ne bir dayanağı olan bilince, ne de hükümet usullerine ters davranışı ile o vakittenberi İs panya Devleti düştüğü zaif durumdan kendini kurtara mamış ve diğer Avrupa Devletleri derecesine medeniyette erişememişdir. Anlatıldığı gibi Fransada Protestanlık sıkı yasak ol duğu halde çok geçmeden 967 Hicrî senesine doğru mezheb düşüncesi serbestliği oraya da sıçrayarak bir hayli Fransı zm Protestan olmasıyla Katolikler ile Protestanlar ara sında muharebe olmuş, her iki taraf vahşice işlere giriş mişlerdi. Kral Hanedanından olan Prenslerden bazıları da Protestan olarak mezhep muharebeleri gittikçe şiddetini artırmışdır. Bir gece Paris'de Katoliklerin ayaklanıp Pro testanların evlerine girerek hepsini öldürdükleri sırada diğer bazı eyaletlerde de Protestanlara böyle bir usulle katliâm yapılmış, böylece sayısız nüfus telef olmuşdu. Bu elem verici olay üzerine Fransa Kralı Dokuzuncu Şar! da kederinden vefat etmişdi. Yerine geçen Üçüncü Henri, Protestanlara okşayıcı davranışından Katolikler kendisi ce darılmış, Papa da afaroz etmişdi. O da çaresiz Kral Hanedanının Burbon kolundan Pirene dağları tarafında bulunan Navar Kralı ve Protestanların başı Henri ile it tifaka karar verdiği sırada bir keşiş yanma varıp kendi 298 AHMED CEVDET PAŞA sini hançerle öldürmüşdür. Halbuki Navar Kralı Henri' den başka Kral Hanedanından kimse kalmamışdı. Onu da Katolikler kabul etmemiş, Papa afaroz etmiş, üniver site hocaları bile tahta geçmesine razı olmadıkları için Fransa Umumî Meclisi Parisde toplanarak şaşkınlık için de Kral aradıkları sırada kargaşalığı uzaklaştırmak için benzeyen isimler karıştırılıyor, Henri Katolikdir diye ya yılıp duyurulunca halk tarafından memnunlukla kabul olunarak Paris'e girmişdi. Bir kaç sene geçince de âyin lerini serbestçe yapsınlar diye Protestanlara izin çıkarmış dı. Otuz, kırk seneye kadar uzayan kavga, çekişme ve muharebelerle harab olan Fransa, böylece rahata kavuşa rak her iş yoluna girmeye başlamışken, işte bu Dördüncü Henri'yi de sokakda seyredenlerden birisi araba içinde bıçaklayıp öldürmüşdür. Yerine Kral olan oğlu çocuk olduğu için annesi vâsi olmuşdu. Bu kadın da kötü ahlâklı olduğu için hazineye doldurulmuş mevcud parayı boş yere harcayıpziyan et
miş ve yok etmişdi. Böylece Fransa'nın işleri ve idaresi fe nalaşmışdı. 1023 Hicrî senesinde Umumî Meclis azalan toplanmışsa da birtakım boş yere nutuklar ve tartışma larla vakit geçirilmiş ve netice alamadan dağılmışlardır. Bundan sonra da Fransa büyük ihtilâline kadar Umumî Meclis toplanmamıştır. Bu suretle Fransa yine fena hale düşmüş olduğu sı rada Piskopos sınıfından iken sonra Başvekil olan Kardi nal Rişliyö'nün çahşması ve gayreti ile az vakit içinde düzene girerek evvelkinden çok nüfuz ve kuvvet kazan mışdır. Bu Kardinal Protestan ve asilzadelerle, Has burg Hanedanının nüfuzlarını kırmakdan ibaret olan üç başlı bir politika yürütüp üçüne karşı üstün gelmişdir. Şöyle ki, karşısına çıkan asilzadeyi öldürtmüş ve ondan TARÎHİ CEVDET 299 sonra da Fransa'da Feodalite usulü bütün bütün kırılmış dır. Fransa'daki Protestanları tehdit ederek sindirip ve Almanya Protestanlarını Avusturya aleyhine kışkırtarak Fransa'ya ısmdırmışdı. Fransa Devleti Katolik olduğu halde İmparator ünvaniyle Katolik mezhebinin baş koru yucusu olan Avusturya ile Protestan mezhebini ileri sür meğe çalışan Alman Prensleri arasında cereyan eden mu harebelere maddî ve manevî yardımdan geri kalmazdı. Buna benzer Diplomatik tedbirlerle Dışişlerini çok güzel idare ederek Fransa Devletini birinci devletler ara sına getirdiği gibi, Fransa'da büim adamlarını içinde top layan Akademiyi kurdu ve ilim ve maarifin ilerlemesine de gayret etti. 1052 Hicrî senesinde öldü. Bir sene sonra Kral <:' ölünce oğlu Ondördüncü Lui Fransa Kralı oldu. Ancak beş yaşında çocuk olduğu için annesi vâsisi ve Devlet ve kili olmuşdur. Kral'ın annesi Hasburg Hanedanından İs panya Kralının kızı olup, o da Rişliyö'nün dostu Mazaren adlı İtalyalı bir kardinali Başvekü yapmışdı. Mazaren de Hasburg Hanedanının düşmesi için Rişliyö'nün kurduğu politik düzeni kullanmış ve yalnız İmparatoru zarara sok mak Almanyadaki mezheb muharebelerine karışmaya devam etmişdi. Bu muhareblerde Protestanlara en çok yardım eden İsveç Devleti ile Avusturya ve İspanya Dev letleri aleyhine bir ittifak yapmışdı. Ve Fransa askeri bir çok defa Avusturya ve İspanya ordularına galip gelmiş di. Bunun üzerine 1058 Hicrî senesinde yapılan anlaşma ya göre, Fransa'ya biraz yer bırakılacak, Protestanların hakları onaylanacakdı. Bu yönden Alman Prensleri he men bütünü ile bağımsız olunca İmparatorun nüfuzu azal mış ve Almanya asilzade topluluğuna benzer bir durum ve görünüşe girmişdi. O zamandanberi Alman Devleti, yahut başka bir ad 300 AHMED CEVDET PAŞA la Cermen Milleti Meclisi 240 prens, papas, ve şehir mil letvekillerini içine alarak Bavyera'daki Ratsbon şehrinde toplanırdı. Fakat İmparator ve Prensler kendileri git mez, vekil gönderirlerdi. Napoleon Bonaparte'm zamanı na kadar Almanya'nın hâli ve gidişi bu idi. Bu suretle Avusturya Devleti otuz* seneden beri uza yan mezhep muharebelerinden kurtulmuşsa da, Osmanlı
Devleti ile muharebeyi kesemediği için Fransızlar Avus turyamn bu zayıf tarafını görünce, onun yerine Avrupa da birinci devlet olurum düşüncesiyle Avusturyalılar Fransızlarla muharebeden kurtulamamışlardır. Fransa Devletinin dış işleri böylece ilerlemişse de, malî işlere bakılamadığmdan hazinede akça kalmamışdı. Avusturya ve İspanya üe yapılacak muharebeler için ye ni vergilerle halkın elindekileri saldırıp almağa karar ve ren Lui Katorz, annesi ve Mazaret 1060 senesinde çıkan isyan üzerine Paris'den kaçmışlardır. Gariptir ki, aynı sene İngütere'de de ihtilâl çıkmış, Kralın idamına hükmedilmiş ve İngiltere Devleti bir ge neral ile idare olunur cumhuriyet şekline girmişdi. Fran sa'da da bir çok iç savaşlar çıkdıkdan sonra halk, Kralı kabul edip bir müddet sonra Mazaren de Paris'e gelerek evvelkinden çok nüfuz kazanmıştır. Fakat Fransızlar bu na benzer işlerle kargaşalığa ve ihtilâle alışarak Fransa da fena gelişmeler görülmekde idi. Fransa ile İspanya arasındaki muharebeler devam ediyordu. İngiltere Devletini yöneten general de Fransa ya yardım edince, İspanya Devleti mağlûp olarak Fran sa'ya bir çok yerler bırakarak anlaşma yapılmış ve Lui Katorz İspanya Kralının kıziyle evîenmişdir. İngiltere'de de Krallık geri gelmiş ise de. artık ser bestlik yerleşip tam meşrutî hükümet halinde karar kıl mışdır. Ama Ondördüncü Lui Paris'e döndüğü gibi mut TARİHİ CEVDET 301 lak hükümetine daha çok kuvvet vermiş ve Reşid Paşa ge lince nasü yiğitçe davranılacağmı göstermişdi. Bakarsak elli yıldan fazla böyle cesur ve belki zalim bir durumla .hükümet etmişdir. Önce Paris'de ve bazı büyük şehirlerde Parlman adiy le büyük meclisler açılmışdı. Bunlar İngütere Parlamento su gibi devletin yönetilmesine ve kanunlar yapmasına ka rışmayıp eyalet divanları ölçüsünde ve mahkemelerin üs tünde görülen dâvalara bakmak asıl görevleri idi. Fakat Kral tarafından düzenlenen kanunlar ve verilen emirler de mahkeme tarafından yapılan çağrı uyulmak üzere si cile kaydetmeğe memur idiler. Günden güne kendilerine önem vererk Kral tarafından kayd için gönderilen bazı kanun ve emirleri beğenmeyerek itiraz eder, karşı gelir olmuşlardı. Paris Parlman'ı, başlangıcda Lui Katorz'a da bu işlemi uygulamak istemişlerse de, Lui oralarda ol mayıp herkese mutlak hükümetini tanıtmış ve Parlman'a görev sınırını bildirmişdir. Fransa Devletinin o vakit ma lî sıkıntısı çok olduğu için Başvekil Mazaren ölünce çıkan ikiyüz milyon Franklık malı görülünce Lui Katorz artık Başvekil nasb ve tayinden vazgeçip her işe yalnız kendisi bakmağa başlayarak vekillerden her birinin vazifelerini tayin ile her biri ayrı ayrı gelip yapılacak işleri arz edip, sormalarını usul olarak uygulamışdır. Ve her işi için ye terli ve yükselecek memurlar seçip toplayarak mülkî işle ri düzene koymak, sanayi ve ticarete önem verilince dev letin borcu çok, hazinesinde parası yok iken malî işler de yoluna konulmuşdur. Fransa'nın askeri muntazamdı. Meşhur bir mareşali, ile istihkâm fenninde eserleri hâlâ makbul ve değer verilen Voban adındaki mühendis de mevcut olduğundan o zaman Fransa'nın askerlik yönün den her malzemesi tamamdı. Şu halde Lui Katorz'un ka
yınpederi olan İspanya Kralı ölünce, zevcesinin mirası 302 AHMED CEVDET PAŞA olmak üzere İspanya'nın elinde bulunan Belçika'daki bazı yerlerin kendisine bırakılmasını istedi. İspanya Devleti muvafakat etmediğinden Lui harp ilân ederek bir çok yer leri ele geçirmişse de Avrupa politik muvazenesinin ko runması için Felemenk Cumhuriyeti. İsveç ve İngiltere Devletleri arasında yapılan ittifakla Lui ele geçirdiği yer lerin birazım geri verip anlaşmaya zorlanmıştır. Fakat o vakit gayet zengin ve kibirli olup, diğer devletleri ayak landırarak Fransa'mn meramına engel olan Felemenk Cumhuriyetine gücenmişdi. Hemen harb ilân ederek Fe lemenk topraklarına sür'atle taarruz etti. Bayağı bütün bütün Felemenk topraklarım ele geçirmişken, Felemenk liler Amsterdam şehrine çekilip deniz rıhtımlarını açıp da her tarafdan sular yürütünce Fransızlar çekilmişlerdi. Ve Felemenk Cumhuriyeti diğer devletleri ayaklandıra rak hemen bütün Avrupa Devletleri Fransa aleyhinde bu lunmağa başlayınca, Lui bir kaç ordu kurarak yer yer sa vaşa girişmiş ve Fransızlar hemen her yerde zafere ulaş mıştı. Sicilya dolayında yapılan bir deniz savaşında da epeyce Felemenk ve İspanya gemileri batırıp parçalayarak Fransız donanması tam bir galibiyete erişmişti. Fransızların böyle çekinmeden saldırması, savaşı ya pan devletleri sulh anlaşmasına yanaştırdı. 1089 Hicrî senesinde yapılan sulh anlaşmasında Fransa Devleti bir çok yerler kazandı. O vakit Fransa, ilim ve maarifde pek çok ilerleyip her fen ve san'atta en meşhur adamlar o za manda gelmiş ve Fransa'nın her şeyi bütün dünyaya ör nek ve ibret olmuşdu. Özellikle Fransız edebiyatı o za man sınırlarını aşmış ve en meşhur Fransız şair, yazar ve tarihçileri hep o zamanın ileri gelenleri olmuş ve diğer Avrupa topraklarında da kabul ve itibar gördükleri için her yerde Fransız lisan eğitimi yapılırdı. Lui Katorz'un da bütün Avrupa işlerine karışması dolayısiyle o zaman TARİHİ CEVDET 303. danberi Fransız dili diplomasi işlerinde hemen genellikle kullamlagelmişdir. Lui'nin ilim ve maarife saygı ve sevgisi olduğu gibi, güzeî yapılara da rağbeti vardı. Fransa'da Versay Sarayı gibi bütün güzelliği ile gözleri alan binalar hep onun eser leridir. Zamanında güzel kanunlar ve nizamlar kurmuş dur. Böylece Fransa'da idarî işler de iierlemişdir. Osmanlı Devleti her yönden diğer devletlere üstün durumda iken, zamanın gidişine uyarak askerî ve mülkî işlere bir derece daha itina edeceğine, işleri gevşetmiş; maarif ve sanayii ilerletecek yerde ihmâl ve isteksizlik yolunu tutmuşdu. Adım adım devletin mülkî ve askerî iş lerinde nizamsızlık başlamışdı. 1000 Hicrî tarihinden son ra alçalma başlamışdı. Bu asırda Köprülü Oğullarının. himmetiyle bazı yerler ele geçirilmişse de, Avrupanm iler lemesine göre geri kalınmıştı. Mareşal Monte Kokoli eliy le Avusturya'da bile muntazam asker kurulunca, Osman lı Devletinin asla bozulmak ye geri dönmek bilmeyen ulû feli askeri Avusturya muharebelerinde yüz çevirmeye başlamışdı. Osmanlı Devleti daha o zaman yeni bir duru
ma ve usule girmeğe muhtaç olmuşdu. Kısaca bu asırda Avrupa başka bir hal ve görünüşde idi. Bilhassa Fransa olağanüstü üerlemişdi. Ve Lui Katorz pek çok şan ve şöhret kazanarak ken disini herkesten üstün görüp kurumlanmaya başlamıştı. Dış işlerinde bütün Avrupayı tehdit edercesine kendini beğenmişeesine ve kibirli davrandığı gibi iç işlerinde de böyie davranarak Protestan mezhebinin serbestliği hak kında yüz sene önce yapılan kanunu da kaldırmışdı. Halbuki yüzbinden fazla aile, mezheplerini terk ede medikleri için dış memleketlere gitmeleri yasaklandığı halde birtakımı gizlice Fransa'dan çıkıp, diğer memleket lerde yerleşmiş, bir çoğu da Fransa dağlarında kalıp kar 304 AHMED CEVDET PAŞA §ı koymaya girişince her iki tarafdan bir çok nüfus telef olmuşdu. Görüldüğü gibi, Fransa'da ilim ve maarif olağanüstü ilerlemişken, bu hal ve hareketin meydana çıkışı hayret veriyor. Şu farkla ki, bu defa da bir çok Protestan idam olunmuşsa da medeniyetin ilerlemiş olması sonucu yüz sene evvel olduğu gibi, Protestanlar katliâma uğrama mıştı Yukarıda anlatıldığı İspanya Devleti şu kadar yüz bin medeniyet görmüş, çalışkan Müslümam İspanya top raklarından kovdu ise, böyle bir aklın almayacağı davra nışla da nasıl zaif bir hale düşmekden kendini kurtarama mışsa, Fransa Devleti de Protestanları böyle perişan et mekle çalışkan, maarif adamı ve sanayi adamı olan taba sını elden çıkarmışdı. İlim, sanayi ve fabrikalarla dolu olan Fransa bir derece düşmüş ve bu suretle Fransa Dev leti de az çok zaif düştü. Lui, açıklandığı gibi Protestanlığı engelleyince Kato lik mezhebi hakkında bir gayret gösterişi yaparken Papa nüfuzunu da politikasına aykırı gördüğünden Fransa'da bir Genel Papas Meclisini kurarak Papa'nm ruhanî işler dışında diğer devletlerin iç ve dış işlerine karışmayacak ve Genel Papas Meclisi kararları Papa'nm rey ve kara rından üstün tutulacaktır, diye bir nizamname tanzim et tirdi. Avrupa ise, Lui'nin hırs ve aç gözlülüğünden emin olamadıkları için Felemenk Cumhuriyetinin teşviki ile Fransa aleyhine birleşmişlerdi. Lui, bunu öğrenince Pro testan gailesinden Fransa'nın güya etkilenmediğini gös termek için onlardan önce savaşa girmiş ve Almanya'ya taarruz etmişdi. O sırada Avusturya Devleti Osmanlı Devleti ile uğra şıyordu. Ekseriya Fransa askeri galip gelmişse de, o sı TARİHİ CEVDET 305 rada İngiltere Kralı, Fransa'nın tersine İngiltere'de ya saklanan Katolik mezhebini kaldırmak çabasında idi. İn giltereden kaçanların durmadan Fransa'ya gelişini Lui memnunlukla karşılamışdı. 1100 Hicrî senesinde İngilte re Parlamentosu tarafından Krallıkdan uzaklaştırılan ve yerine damadı ve Felemenk Cumhuriyetinin Başkanı olan Giyyom seçildi. Giyyom ise ötedenberi Lui'nin has düş manı olduğu süren savaşlar daha da büyüyerek Fransa askeri gerçi karada galip gelmişse de, donanması Fele
menk ve İngiltere donanmalariyle karşılaşınca pek fena mağlûp oldukdan başka bu savaşlarda Fransa pek çok can kaybına uğramışdı. Meşhur generalleri bile kalmadı ğı gibi kuraklık ve kıtlık çıkmış, asker arasında itaatsiz lik belirtileri görülüp de sanayi ve ticarette de düşme baş layınca, Lui, ettiğine nadim olup, on sene süren savaşlar da eline geçirdiği toprakları bırakarak 1109 Hicrî sene sinde Avusturya, ingiltere ve diğer müttefik devletlerle sulh andlaşması yapmaya mecbur olmuş ve böylece nüfu zu da epeyce kırılmıştır. O sırada Osmanlı Devleti de Avusturya, Venedik, Le histan ve Rusya ile savaşda olduğu halde, ingiltere ve Felemenk Devletleri araya girip hemen sonra bu dört devlet ile sulh andlaşması yaparak onbeş senedenberi kendini kaptırdığı sefer zorluklarından kurtulmuşdur. Fa kat Azak Kalesi Rusya elinde kalmış ve bu yönden Rus ya'ya bir ticaret kapısı açılmışdı. Bu savaşlarda Rus Ça rı Büyük Petro, eğitim görmüş askerin faydasını göre rek, kışlalar yapıp. askerini çoğaltıp yetişdiriyordu. Dev letini de Avrupa Devletleri benzeri düzene koyup pek ge niş bir ilerleme yolu bulmuşdur. O vakit, Fransa'nın malî sıkıntısı o dereceye gelmiş di ki, asilzade rütbeleri ile devlet memuriyetleri para ile F: 2G 306 AHMED CEVDET PAŞA satılırdı. Müttefik devletlerin andlaşması aslında mütare ke kabilindendi. Zira İspanya Kralının evlâdı olmayıp, o zaman Napoli Milân, Sicilya, Meksiko. Peru gibi büyük memleketler ispanya'ya bağlı olduğundan; Avusturya ve Fransa tarafından veraset hakkı istendiği halde İspanya Kralı vasiyetnamesinde ikinci torununu vâris olarak ta yin ile 1700 Milâdî senesinde ölünce, Lui'nin torunu tahta geçirilmişdi. Avusturya Devleti ise, oun Krallığını onay lamayıp, İngiltere ve Felemenk ile birleşmişdi. Portekiz, İsveç ve diğer Avrupa Devletleri de İspanya ile Fransa birleşir korkusu ile bu ittifaka girmişdi. Bununla beraber İmparator, bütün Alman ümerası nın yardımına muhtaçdı. Böyle olunca, Almanya Hersek ierinden Brandeburg markisi Birinci Frederik'in getirilip Kral unvanı almasına razı oldu. O da Brandeburg'a bağlı Baltık Denizi kıyısında olan Prusya memleketine izafetle Prusya Kralı ünvaniyle bu savaşa girmişdir. İşte böyle çabucak Prusya Krallığı ortaya çıkmış, sonra Avusturya Devletine büyük rakip olmuşdur. Ve bu savaşa başlandı ğında bazen Fransa ve çoğunlukla müttefik devletler as kerleri galip gelirdi. Bu sırada İngilizler dünyanın en me tin kalesi Olan Cibralta'yı zaptetti ki, hâlâ İngiltere'nin elindedir. O zaman Fransa'nın büyük generalleri olmayıp, ter sine İngiliz Kumandanı Mariburg ve Avusturya Kuman danı Prens Ojen gibi meşhur generalleri vardı. Bunlar bir kaç büyük muharebe kazandıkları için Fransa'nın kuvveti tükenmişdi. Ayrıca Fransa'nın her tarafında kıt lık ve kuraklıkdan sıkıntı o dereceye vardı ki, Lui sofra takımından birşeyler satmağa mecbur olmuşdu. Bunun üzerine Lui, sulh yapalım demişse de, mütte fik devletler bir çok ağır şartlardan başka, torununun İs
panya'dan çıkarılması için kendisinden asker göndermesi TARÎHÎ CEVDET 307 şartı ileri sürülünce yine savaş başlamışdı. Ancak, Fran sızlar yine yenilmiş ve Lui, çaresiz müttefik devletlerin her dediğine evet demeye mecbur olmuşken, İspanya'da Fransızlar müttefik devletler askerine galip gelince, fikir ler değişmişdir. Aşağıda genişçe anlatılacağı üzere bu sırada Rus Ça rı Büyük Petro, İsveç'i yenmiş, Baltık Denizi kıyısında bir çok yerleri ele geçirerek Avrupaya bir ticaret kapısı açmışdır. Prut muharebesinde büyük bir tehlikeye düş müşse de, Baltacı Mehmed Paşa'dan af isteyip, aman di leyerek kurtulup yine işine devam etmişdir. Bütün bu olanlardan sonra politik ağırlığın bir ucu da Kuzeyde aramak lâzım gelmişdir. O sırada İngilizler sulha yanaşıyor, diğer müttefik devletler de İspanya'nın Fransa ile birleşmesinden kork tukları gibi Avusturya'ya iltihaki gerçekleşirse politik muvazene bozulacak diye düşünüp İspanya halkı Kralla rından hoşnud olduğu halde yalnız Avusturya'nın özel menfaatleri için çıkarılıp atılması milletler hukukuna ay kırı olmakla, politik muvazeneyi korumak için bir sulh anlaşmasına evet diyecekler çoğalınca Lui Katorz ilk ön ce İngiltere ile gizli görüşmelere başlayıp, mütareke yap mış ve 1125 Hicrî senesinde İngiltere ve Felemenkle, er tesi sene Avusturya ile sulh andlaşması yapmışdır. Gerçi İspanya Devleti Fransa Hanedanı üzerinde kal mışsa da, hiç bir vakit bu iki devletin birleşdirilmemesi ve Cibralta ile Amerika'daki bir çok memleketin İngiltereye bırakılması şart koşulmuşdu. Böylece ingiltere Devleti büyüyerek özellikle" deniz kuvvetlerini iyice büyütmüş ha liyle sanayi ve ticaretini de artırarak birinci devletlerden birisi olmuşdur. Bu andlaşmamn bir garip fıkrası da, İspanyanın A merika'daki yerlerine senede 5000 kadar zenci köle sokup 308 AHMED CEVDET PAŞA satması için bir İngiliz şirketine imtiyaz verilmesini şart koşmuşlardı. Bu andlaşmada Belçika, Napoli, Milan, Sar ?"unya da Avusturya'ya terk edilmişdir. Fakat sonra Sar dunya Sicilya Adası karşılığında Savva Düküne verilmiş dir. Fransa Devleti de büyük bir korkudan kurtulmuşdur. Fakat bu savaşdan sonra artık Lui Katorz'un şan ve şöh reti düşmüş, Fransa'nın genişleme saldırısı durmuşdur. Fransa'nın savaşa başlaması ile bir milyondan fazla in san ölmüş ve her yerde kıtlık ve kuraklık ortaya çıkmış dı. Vergi ve diğer mükellefiyetler de tepe noktasına var dığından ahaliden bazıları bağlarının gelirinden fayda görmez olunca kendi elleriyle bağlarım tahrip etmişlerdi. bazıları da vergiye karşılık hayvanları ellerinden alınınca kendi elleri ile hayvanlarını öldürüyorlardı. Böylece bü tün ziraat işlerinde düzen tamamen bozulmuşdu. Fransa' mn hali büyük ihtilâl zamanına kadar böyle sürüp gitmişdir. Lui Katorz, şan kazanmak için şöhret hırsiyle bü tün bu kötü işlerin böyle sonuca varmasından ötürü bü yük bir kedere düşdü. Bir de oğlu ile torunu —ki Telemak
kitabının yazarı Jenelon onun hocası idi— Bunlar sair prensler gibi hep kendisi hayatta iken ölmüşlerdir. Yal nız bu torununun beş yaşında bir oğlu kalmışdı. Ölümün den önce onu yanma çağırıp: Ben bir çok savaşlara gir dim, sakın benim gibi yapma, çok para sarf etme, halkı nın mutlu olmasına çalış, diye nasihat etmiş, yanlış yola gittiğini anlayarak 1128 Hicrî senesinde vefat edince, ye rine torunu 15'inci Lui adiyle geçmiştir, ve Lui Katorz'un vasiyetine aykırı olarak kardeşinin oğlu Orlean Dükü parlamento tarafından Devletvekili tayin olunmuştur. As rımızda Fransa ihtilâli çıkınca, Krallıkdan atılan meşhur Lui Filip'in dedesidir. Lui Katorz mutlaka hükümet ister, devlet işlerini kendi bildiği ve düşündüğü gibi yapar, hiç TARÎHÎ CEVDET 309 bir şeyde serbestliği sevmezdi. Halk da mizacına göre ha reket ediyor görünerek aldatırlardı. Böyle aldatmaların sonu kötü huyluluğa ve dinsizliğe yöl açtığı tecrübe edi nerek bilindiğinden ölümünden sonra kimse bir şeyden korkmayarak fena bir yola gidilmeğe başlandı. Böylece Lui, Fransa halkının ahlâkının bozulmasına sebep olduğu gibi, zevke, safaya ve kötü kadınlara pek çok para har cadıkdan başka, açtığı savaşlarda da bunca hazineyi yok etmiş olduğu için ölümünde Fransaya üç milyar Frank borç bırakmişdı. Denilebilir ki, Fransa büyük ihtilâlinin sebepleri onun zamanında hazırlanmışdı. Yukarıda adı geçen Orlean Dükü, zevk ve safaya düşkün, dar görüşlü ve kötü davranışlı olup, daha henüz Lui Katorz'un baskı ve pençesinden kurtulan halk, onun yaptıklarına uyarak hep birden zevk ve safahata düşmüş lerdi. Bu suretle beş altı sene içinde Fransa Devletinin es ki borcu üzerine yarım milyar borç daha eklendi. Bunun ödenmesi çaresi aranıldığı sırada, Lav adında bir İskoç yalı gelip Düke birtakım acaip ve garip tedbirler arzede rek bir banka, bir de büyük ticaret şirketi kurmak izini alıp, Dükle anlaşarak ve hesapsız banka evrakı sürerek iki sene içinde Fransa halkının bütün parasını toplamış dı. Bu banka ve şirket esaslı bir kuruluş olmadıkları hal de sehim ve hisse senedlerinin kıymetleri bir süre türlü yalan ve aldatma ile hayâlı ticaret işlerine girme, sarraf garantileri ile asıl kıymetlerinin yirmi katma kadar çık mışdı. Bu ise, dolandırıcılık kabilinden bir alış veriş olup, işin gizliliğini anlayanlar kumarbazlık yolunda hayli pa ra kazandılar ve az zaman içinde kolayca zengin olmuş lardı. Ve Lav da pek çok şöhret kazanarak halkın gözün de en büyük adam oluvermişti. Buna aldanan halkdan bi risi çabuk zengin olmak için nakid parasını elden çıkar 310 AHMED CEVDET PAŞA dıkdan başka çoğu malını, mülkünü satıp, kargılığı para ile esham ve hisse alırdı. Bu yolla satılan esham ve his selerin itibarî kıymeti Fransa'da tedavülde olan paranın seksen katma çıktığı zaman birdenbire itibardan düşmüş ve bu, esham ve hisseler, hayaller ortadan kalkınca Fran sa halkı bir anda fakir oldu. Lav da Fransa'dan kaçtı. Böyle büyük bir dolandırıcılık ile Frnsa, borçlarının büyük bir kısmını ödemişse, halk pek fakir düşmüş, acı lar içinde idi. Bununla beraber o sırada veba hastalığı
çıkmış, yabancı devletler de Fransız gemilerini limanla rına sokmamışlardı. Böyle olunca, Fransa :sanayi ve ti caretine büyük sarsıntı gelmişdi. Fakat bu sırada Dük ölmüş, Kral da reşid olmuş, Fransa da biraz rahata kavuşmuşdu. Tam bu zamanda Alman İmparatoru bulunan Altın cı Şarl'ın erkek evlâdı yokdu. Habsburg Hanedanının di ğer kollarında da erkek kalmadığından Avusturya Devle tinin bir kadına intikal etmesi hakkında bir kanun orta ya koydu. Uzun zamandanberi İmparatorluğun Habsburg hanedanında bulunmasına alışmış Alman Prenslerinin hepsi bu kanunu kabul ile beraber, yabancı devletleri ra zı etmeye çalışmışlardı. Ancak, 1153 senesinde Şarl'ın vefatı üzerine kızı Mar ya Tereza Avusturya, Çek ve Macaristan Krallıkları tah tına geçtiği gibi, Bavyera Prensi soylarının Avusturya tahtına yakınlığı vardır bahanesiyle veraset hakkı iddia etmiş, Fransa ile ispanya Devletleri de onu haklı bulur du. Şarl, Frankfurt'da İmparator tacını giymişse de. Mar ya Tereza Macarları kendine çektiği gibi, İngiltere de ona yardım için iki ordu kurmuşdu. Fransa'nın muharebe edecek durumu olmadığı halde, şu kargaşalıkda Avustur ya'nın Ren nehri tarafındaki memleketlerinden birazını alıvermek eme'iyle nasılsa savaşa girmişdi. Karada bazı TARİHİ CEVDET 311 savaşlarda galip olmuşsa da, denizde bütün bütün yenil miş, Şarl vefat ed'nce, oğlu da bu iddiadan vazgeçmişdi. Marya Tereza kocası Toskana Dükü Fransuva, Alman Krallıklarının çoğu tarafından İmparatorluğa seçilmesiy le Marya Tereza 1162 senesinde Fransa'ya galip gelerek, sulh andlaşması yapmış ve kocasıyla birlikde hükümete koyulmuşlardır. Bu savaşlarda İngiltere donanması evvelkinden ziya de şöhret kazanmışdı. Fransa beyhude bir çok masrafla ra katlanarak malî işlerini daha da fenaya götürmüş, do nanması tamamen harab olarak ticaretine de sarsıntı gel medir. Fransa Kralı olan 15'inci Luî, gayretli bir hüküm dar olmayıp vaktini eğlence, zevk ve safada geçirirdi. Kendisini bir fahişeye tesîim etmiş ve onun reyi ile dev let işleri yürürdü. Bunu gören Fransız halkının gözleri esefle bakıyordu. Kral hakkında sevgi ve ilgi hep yok ol muşdu. Kralın böyle kötü durumlariyle Kraliyetin şan ve iti barını yitirdiği görülüyordu. O asrın filozoflarından Mon teskiyo adlı yazar eserinde; devlet kuruluşu nedir, ada let nedir, eşitlik ne demekdir? diyerek bunların aslını, esasım anlatıyordu. Volter de her şeyi alaya alarak geri düşüncelerle inanışları itibardan düşürmüşdü. Russo adlı yazar da gayet güzel yazdığı kitaplarda devlet, din 7e mezhebin temel esaslarından açıkça anlatınca, öteden beri gerek po'itik fikir ve gerekse din ve mezheb düşün celeri her serbestlikden yoksun tutulan Fransa halkı, he men bu yazarlara uyarak bütün düşünceler değişmeye başladı. Halbuki bu halkın o güne kadar eğitilmemiş boş kafalarına birdenbire bu değerde felsefî düşünceler aşı landığı gibi, anlayış ve kavrayışına sığmayıp halkdan bi ti buna benzer derin bahisleri birden anlayamayıp hayret ten hayrete düşerek çoğu özel konularda yanlış anlam
312 AHMED CEVDET PAŞA verdikleri için bütün düşünceler yanlış yola sapmışdı. Di ğer bazı yazarlar da dünyaya asla önem vermeyen kalen der yaşayan Diyojen gibi bir tutumla dünya, hoşça yaşa makdân ibarettir. Başkaca iyi ahlâk, iffet Ve namus, ar sızlık, utanma diye bir şey yoktur, sözünü temel sayarak halkı bütün bütün dinsizlik yoluna çektiklerinden Fran sa'da günden güne dinsizlik düşünceleri artarak hürriyet sevdası aşırı dereceye çıkmışdı. Kral'm durumu fenalaş dıkça halkın bu yönden düşünceleri başkalaşdığı için Fran sa acaip bir duruma girerken, Amerika'daki bazı yerler için İngiltere ile bazı kavga ve çekişmeler sürmekte idi. Yukarıda anlatıldığı gibi yakında Krallık unvanını almış olan Prusya Devleti Herseklik unvanını üzerinde bulun durduğu için Almanya İmparatorluğuna bağlı sayılırsa da kuvvet ve kudretini artırdığından Protestan mezhebi ne girmiş olan hükümetlere Önderlik ederek İmparatorlu ğu elinde tutan Avusturya Devletine karşı koyar olmuş du. Büyük Frederik diye anılan Prusya Kralı ikinci Fre derik ise adı geçen Avusturya veraseti savaşı sonucu Si lezya kıt'asını kazanıp topraklarını genişletrrr'ş askerî ve mülkî işlere üstün derecede birlik ve nizam vermeğe bü tün gücünü harcamışdı. Kuvvet ve sağlam idaresiyle ola ğanüstü ilerleyişi diğer devletlerin ve özellikle büyük düşmanı olan Marya Tereza'nın dikkat nazarını çekmişdi. Büyük Frederik o zamanın büyük filozoflarından olduğu için gayet alaycı olup bazı hükümdarla Avrupa ileri ge len vekilerini yerecek sözler söylemekle gücendirmiş ol duğundan ve Prusya'nın Protestanlığa dönüp Protestan merkezi olmasını çekemeyip onu kraliyet rütbesinden soylarının eski haline yani Brandeburg seçilmiş unvanını indirmeyi tasarlamışlardı. Rusya devleti de artık Doğu ve Batı işlerine karışır hale geldiğinden Prusya aleyhine. TARİHİ CEVDET 313 Avusturya ile ittifak yaparak Lehistan krallığının elin de bulunan Saksonya dükü de bu ittifaka sokulmuşdu. Frederik bunu haber aldığı gibi onlardan önce davranıp 1170 senesinde ansızın Saksonya topraklarına girmiş Sak sonya Prensi davranmadan teslim olmuşdu. Hemen Avus turya devletiyle diğer Alman ümerası ittifak yaparak Fre derik sefer ilân etmiş, Rusya da bir koldan Prusya üze rhe asker göndermişti. Fransa devleti bundan önceki seferde Avusturyadan bir yer alamamışdı bari bu savaşda Prusya'dan bir şey kapmak isteğine kapılarak bunca senelerdenberi yere vur mağa çalışdığı Habsburg hanedaniyle ittifak yaparak Prusya aleyhine harp açtı. İngiltere ise Fransa'nın öte denberi düşmanı olan Avusturya ile birleşmesini taraf kazanıp İngiltere aleyhine dönecek diye düşünerek Prus ya ile ittifak etti. İşte bu suretle yedi sene süren savaş lara başlandı. Fransa devleti bu seferde karada muzaf fer olamadığı gibi denizde de yenilgiye uğrayarak Ame rika, da eline geçirdiği bir çok yeri verdikten başka Ame rika Birleşik Devletlerinin Kuzey'inde bulunan büyük Ka :ıxda Kıt'asını da İngilizlere kaptırmıştı. Bu kıt'a halâ İngiltere devleti elindedir. Frederik ek seriya Büyük Savaşlarda galip gelmişse de yer yer yapı
lan bunca sürüp giden savaşlarda çok asker kaybederek hemen bilme derecesine gelmişken Prusya usul ve eğiti mine ve Frederik'in iyi ahlâk ve bilgisine hayran olan üçüncü Petro Rusyada tahta geçince Frederik ile büyük bir çabukluk i: e sulh yaparak Prusya'ya girnrş Rus as kerinin de kumandanlığını ona vermişdi. Ardından Petro tahttan indirilince yerine geçen meşhur ikinci Katerina da bu anlaşmayı onaylamışdı. Alman haki bu savaşlarda sıkıntıya düşmüş, Alman Prensleri de Frederik'den korkdukları için birer birer çe 314 AHMED CEVDET PAŞA kiimişlerdi. Avusturya devletinin de mecali kalmadığı için hemen toplu halde sulh andlaşması yaparak yedi yıl se feri gailesinden kurtulmuşlardır. Bu andlaşmada Avustur ya Silezya vilâyetini geri alamayıp bu topraklar yine Prusya elinde kalmış Prusya da artık birinci devletler sırasına geçerek o zamandan beri beş büyük devletteı "birisi olmuşdur. Ancak Avusturyalılardan kuşkulanarak eğitim görmüş mürettep askerini iki üçyüz bine çıkar makla yetinmeyip durumu gözetedek kâh Fransa, kâh İngiltere ve bazen Rusya ile birleşerek ve bir taraftauda Alman hükümdarları içinde taraftar toplamak için bazıla rını tutmuş ve konuya gelmişdir. Fransa devleti öteden beri Avusturya Devletine rakip olup karşı koyarken Prus ya devleti böyle kuvvet kazanınca Avusturya devleti Fran sa ile birleşerek Prusya devletinden korkarak Rusya dev letinin de dostluğunu usulden saymışdır. Yukarıda söy lenen savaşda Fransa devleti bir şey kazanamadıkdan başka açıklandığı gibi Amerikada bir çok yerlerini kay betmiş ve malî sıkıntısı daha da artmıştı, lö.'nci Lui de fahişelerle eğlenince hazinede harcanacak para bulama mış, nihayet gümüş sofra takımını darphaneye gönder meye mecbur olmuşdur. Fransa devleti böyle fena bir ha le düşmüşken katolikler arasında İradei cüziye mesele sinden dolayı eskiden sürüncemede kalan bir mezhep kav gası tekrar Cizvitler a'eyhine bîr cebriye me'îti^bi ortaya çıktığı sırada mutaassıplardan birisi Kralı hançer le yaralamışdı. Bu da Jisvitlerin teşvikine yorularak Jis vit mezhebi yasaklanmışdı: Protestanlığın ortaya çıkışı ile katolik mezhebine büsbütün zaaf gelmiş ve Fransa da umumî fikirler başka başka yol alıp din işlerinde ip uç larının böyle mezheb incelemesini bir gai'e haline getir meleri gariptir. Halk da genellikle Kral'ın aleyhinde idi. Fikirler de TARlHİ CEVDET 315 serbest kalma isteği pek ileri derecelere vardırılamamış olduğundan gerek asilzadeler ve gerek ruhanî reisler bu na çare ararlarken Paris Parlamentosu umumun kendine önem verdirmek ve nüfuzuna kuvvet kazandırmak için balkın çoğunu kendine çekerek Kral'ın bazı emirlerine karşı koymaya başlamışdı. ÎSTlDKAD O sırada Avrupa da çiçek aşısı bulunduğundan bunu açıkça anlatalım: Çiçek çıkarmayan pek görülmezse de çoğunlukla her
kes birer kere çıkarmısdır. Bunun nedenini ve bilincini açıklayan bazı yüksek seviye tıp adamları çocuk kanında al ve kırmızı yuvarlardan fazla olan dayanıksız ve yeni gelişenleri tabiat atar bilinciyle bir defa olsun insanların vücudunda bu kabarcıklar çıkıp sönerek kan temizlenir ve kuvvetlenir dediler. Ancak Arnavudluk ile Sudan'ın bazı yerlerinde bu hastalık bulunmuyor hatta ahalisi başka bir diyara gi derse çiçek çıkarırlarmış. Buna bakınca bunda iklimin etkisi var demek lâzım gelirse de zamanımızdaki bazı tıp adamlarının söylediğine göre Sudan ve Arnavudluk gibi yerlerde bulunmaması o yerlerde topluluk ve mahalle olmadığından sirayet olmuyor düşüncesine dayanır. Çün kü bu hastalık havada yayılıp, etrafa geçer. Böylece top luluğa karışınca çiçek çıkarmaları bundandır. Böylece bu hastalık genellikle çocuklarda olan bir hastalık olduğuna göre doğuşda bir istidat olup yayılışı bu istidadı orcnya kor. Her ne hal ise böyle işlerin asıl nedeni o her şeyi bi len Allah'ın geniş bilgisine bağlı olup insan aklı bura'ar da hayret denizine batmaktan başka bir şey yapamam. 300 hicrî tarihine gelince gerek Yunan tıp adamları gerek Arab tıp adamlarından birisi çiçek hastalığına da 318 AHMED CEVDET PAŞA ir bir şey yazmamışdı. İslâm tıp adamlarının en yetişkini ve 300 tarihinde ilim adamlarının başda geleni ve en yük seği Mehmed bin Zekeriya Ebubekir Râzi ki Rey ye son ra Bağdat hastahanelerini kuran türlü fen ve bilim için yazdığı yüzden fazla kitab ve risalelerin çoğu tıp ilmin den olup bu kitapların birisi de çiçek hastalığına dairdir. Bu büyük hekîm 320 senesinde vefat etmişdir. İşte ilk önce çiçek hastalığına dair yazan işte bu hekîm F.âzi'dir. Ondan sonra Ebu Ali İbni Sina da buna dair pek çok ya zılar yazmışdır. Hekimlerin ileri gelenleri pek kötü hastalıklar için bu kadar yazılar yazmışken bu hastalığa dair bir şey yazmamaları garip bir işdir. Bunun üzerine bazı tıp adamları 900 yahut 1000 se ne önce bu hastalık yokdu da sonra ortaya çıktı diye bir düşünceye kapıldılar. Aslında mevcud olmayıp da sonra dan türeyen nice hastalıklar var ve bilinir olduğundan çiçek hastalığı da bu kabilden olarak o tarihlerden sonra türemesi umulur olmakla bu sözden kaçmılamaz. Çin hal kının sözleri de bu dayanışı pekleştirir ki bundan sekiz yüz bu kadar sene önce Çin'de çiçek hastalığı yokken Kanton şehrine gelip giden Basra tüccarından geçdi diye iddia ediyorlar. Amerika'da önceleri çiçek hastalığı yok ken Kolomb'un keşfinden sonra Avrupalılarla kar.'şma sonunda orada da hiç bir yerde görülmedik durumda şid detli çiçek hastalığı ortaya çıkarak pek çok nüfus eksil diği söylenir. Her ne hal ise bilinen yıllardan beri bu hastalık dan pek çok ölüm olmakda iken aşı ortaya çıkınca çocuk larda bu belâdan kurtuldu. Aşının ilk ortaya çıkışı Osmanlı devletinde olup şöy leki; hafif çiçek çıkarmış olan çocukların kabarmış ve dolmuş olan çiçeklerinin suyunu alıp henüz çıkarmamış TARİHI CEVDET 317 bir çocuğun kolunu çizip o suya sürerek aşı yapılıyor ya pılan yerde bir kabarcık çıkıyor bununla o çocuk nöbeti
savuşdurarak çiçek hastalığından kurtuluyordu. Osmanlı Devletinde elçi olarak bulunan İngiltere el çisinin zevcesi olan Leydi Montegü Edirne'de bunun iyi liklerini görüp hatta kendi çocuğunda da tecrübe etmiş di. Buna dair 1130 hicrî senesinde İngiltere'ye bir mektup yazmış ve îngilterede de tecrübe edilerek iyilikleri görü lerek olay her tarafa yayılarak Avrupa tıp adamları ta rafından kabul edilerek onaylanmış ise de böyle Allah ta rafından gelen umumî bir ilâç yapmak Allah'ın emrine karşı gelmekdir diye Papaslar tarafından karşı konulun ca önceleri Avrupa halkının çoğu aşıyı kabul etmeyip olur diyenlere de dinsiz gözüyle bakarlar belki katimi va cib görürlerdi. Bunun üzerine Avrupa devletleri her kim evlâdını aşılatırsa bir miktar pa?a vererek güzel bir dav ranışda bulunmuşlardı Lâkin sonra herkes aşının iyilik lerini görerek ve çiçek hasalığma karşı Allah'ın şifa hanesinden lütuf ve ihsan buyrulmuş bir deva olduğunu itiraf ederek hepsi kabul edip kendileri para sarfı ile ço cuklarını aşılatmağa başlamışlardır. İlk önce Fransızlar da yapılmasında duraklamışlar dı Volter gibi bazı yazarlar bunun yapılmasını uygun bulup tecrübesi yapılarak iyiliği görülerek 1172 senesin de Fransız mekteplerindede onaylanarak herkese yapma ğa başlamışlardır. Buna Telhiki cedrî denilip şimdi her tarafta kullanılmakda olan telkihi Bakarı İngiltere ta biblerinden Gener, adlı tabîbn buluşudur ki, 1190 hicrî ta rihinde devleti tarafından bazı köylerin halkım aşılama ğa memur olup sağmalcılıkîa geçinen bir takım köylü lere aşıdan söz açmak isteyince bu halk çiçek hastalığı nasıl şeydir demeleriyle tabib de onlara çiçeği tarif et meye başladığı sırada içlerinden bazıları bunun dediği bi 318 AHMED CEVDET PAŞA zim ineklerin memesinde ortaya çıkıpta çobanların par maklarına geçerek çıkan çıbanlar olmasın demişler. Bu söz doktorun dikkatini çekince işin araştırmasına girişmiş bakınca görmüşki halkın parmaklarında birer çiçek leke si var. Meğer ineklerin memesinde zuhur eden çiçek ka barcıkları sağılırken sürtüşmeden deşilip suları sağan kimselerin parmaklarındaki çizgilerine veya bir suretle derisi sıyrılmış yerini isabetle etkisini gösterip bir nevi çıban çıkarmış sonra Doktor Gener tecrübe ile görmüşki onlara aşı da tesir etmiyor. Bunun üzerine yirmi seneyi aşan tecrübelerle uğraşarak inek aşısını ortaya çıkarıp 1213 senesinde de buna dair bir risale yazmış ve sonra Londra'ya gelip tecrübeler göstererek inek aşısını mey dana, koymuş olduğundan İngiltere tarafından pek çok hediyeler verilmiş ve risalesi her lisana tercüme oluna rak inek aşısı yaygın hale gelince encümenler tarafından da kendisine nişanlar verilmişdir. Fen erbabının araşdırma ve anlattıklarına göre çi çek hastalığı insanların altıda birini öldürdüğünden aşı nın bulunması pek hayırlı bir iştir. Ancak telkihi ced rîde yüzde bir telefat olduğundan bütün bütün hatırdan uzak tutmamdı, telkihi Bakarî de asla hatır ve tehlike olayı olmayınca telkihi Bakarî tıp buluşunun en fayda lısı olan maddedir. Ortaya çıkışı başlangıcında Telkihi cedrî kâr yolu yapan ve onunla geçinenlerden bazı tabib 1 er telkihi Bakarî'yi fed ve inkâra kalkışmış ise de fa kat adı geçen aşı her tarafda yayılarak o gibi inkâr eden
lerin sözleride etki yapamamıştır. Kısaca aşı ilk önce Osmanlı devletinde bilinen bir nevi âdî ameliyat gibi bir şeyken Avrupa'da tababete ka tılarak değer kazanmışdır. Ama ilk önce kim bulmuş ve nasıl bulmuş buna dair doğru bilgiler bulunamamışdır. Bazıları bunun ilk önce Arablar bulmuş diye söylersede TARİHÎ CEVDET 319 bu söylenti ispat edilememişdir. Bazıları da ilk önce Ana dolu yörükleri çıkarmışdır der. Onlardan biri İstanbul'a. geldiğinde çiçek salgınına rastlar bu hastalığın bizde za rarı olmaz zira biz ineklerimizin memelerinden sirayetle çobanların parmaklarında çıkan çiçekden aşı alıp her se ne çocukları aşılarız onun üzerine bir daha çıkarmazlar deyince bazı kimselerin denemeye kalkışmış olduklarını duyan madam Montegü de İngiltere'ye yazmışdır, diye ri vayet ederler. Lâkin inek aşısı yazıldığı gibi 1210 tarihîn den sonra yaygın hale gelip ondan önce lâkırdısı yoktu. Bazıları da aşının çerkez abaza gürcü milletinden bi rinde çıktığını söyler fakat bunlardan hangisinin bulduğu belli değildir. Çünkü bu kabilelerle köle ve cariye alış verişi yapılırdı çiçekse insanın yüzünde güzelliği bozar ticareti aksardı. Buna çare arayıp bulmağa mecbur ol malariyle araşdırarak aşıyı bulmuşlardır diye söylerler. Lâkin bunlarda halâ böyle aşı diye bir şey yok halbuki böyle bir düşünme esasına dayanan bir araştırma ile bulduğu aşıyı kısa zamanda terk edip bütün bütün unut ması uzak bir ihtimaldir. Onların gerek o 7amanki gerek bugünkü hallerine göre bu makule sanayi için zihin yoranları pek de memul olmadığından bu rivayete doğru denemez. Kaldıki bu mevzuda bize vesika olacak şey ancak Leydi Montegü'nün Londra'ya yazdığı mektupdur. Ley di Montegü ise bu mektubu (1717) milâdî senesi Nisan. 1 tarihiyle Edirne'den yazmış olduğu yazıdan anlaşıldığına Sere aşının Edirne'de kullanıldığına hükm olunur. Aşı Ta babete geçipte Avrupa'nın Osmanlı devletine gelmeden Edirne de bu hususun mevcut olduğu bazı ihtiyarlardan duyulmuştur. Fakat bulanın zamanı nasıl yapıldığı bi linmiyor. İspat ve izahı için Leydi Montegü'nün adı ge çen mektubun tercümesi cildin sonunda (7) rakamı ile gösterilmiştir. 320 AHMED CEVDET PAŞA Gariptirki işte bu aşı yukarıda anlatıldığı gibi Edir ne'den Avrupaya gittiği zaman Papazların şiddeO karşı koymalarına uğrayıp geç hal ile kabul olunarak tamam landıkdan sonra dönüp tıp adamları eliyle İstanbul'a gel diği zamanda mutaassıp güruhu tarafından pek çok iti razlara uğramışdır. Lâkin Sultan Mahmud Han'ın irade siyle aşı yapılmağa başlanmışdır. Halep Kürdistan ve Lo ristan taraflarında genellikle herkesde çıkıp bir sene zar fında geçen maruf çıbana İran da Salik ve türkçe hurma çıbanı denilir çıbanın aşısına da teşebbüs olunmuşsa da aşısı ile çıkanın gerek müddetçe gerek şiddet ve hafifliği doğal alandan farkı görülmeyince terk edilmiştir. Gerçi mezkur çıban ekseriya yüzde çıkıp leke bıraktığından aşı san'atıyla görünmiyecek yerinden alınıp yüzde faydalan mak lâzım gelirsede tecrübe olunup olunmadığı bizce bi linmiyor. Biz yine sadede gelelim.
Yukarıda anlatıldığı üzere T yıl seferinde Fransa dev leti zaif düşerek içde acıları büyük dışda nüfuz kırılmış bir halde bulunup Rusya ve Prusya devletleri Fransa'nın bu düşkünlüğünden istifade etmek üzere katolik mezhe binde bulunan Leh devletinin topraklarında bulunan Orto doks ve Protestan mezhebindeki hristiyanlara mezhepçe hukuk müsavati ve serbestisi verilmek bahanesiy!e Leh devletinin işlerine karıştı. Bu davranış Fransa'nın pek gü cüne gitmişse de bir taraftan Lehlileri ve diğer taraftan Osmanlı devletini Rusya aleyhine yürütmek istemişdi. Bundan başka ise yazar bir davranışta bulunamamıştır. Osmanlı devleti o zaman askerini düzene koymağa muhtaç olup muharebe edecek halde değilken dördüncü ve altıncı fasıllarda beyan olunduğu üzere 82 senesi uğur suz seferi açıldı. Lehliler savunmaya kalkdılarsa da Avus turya devleti de iki devletle birleşerek Lehistan üç devlet arasında birinci paylaşması yapıldı. İşte o sırada Fransa TARİHİ CEVDET 321 Kralı 15'nci Lui vefat edip yerine torunu 16'ncı Lui aşa ğıda açıklanacağı gibi babasının ve atalarının ettiğini çek mek üezere yirmi yaşında Fransa tahtına geçti ve Al manya İmparatoriçesi Marya Tereza'nm bedbaht olan kı zı Mari Antuvanet'le evlenmişdir. Lui niyeti güzel bir adamdı. Ancak o asırda uygun düşmeyecek kadar katı din görüşüne kapılmış ne cesa reti ne de dirayeti zamanın işlerini halle yetersizdi. Bu nun üzerine ceddinin zamanında çoğalmış olan dinsiz kimselerin nüfuzu azaldığı gibi bir zamandanberi her din ve mezheb edeb ve terbiye ile iyi ahlâkın dışında yazaimiş kitaplar da itibar düşmüş umumî düşüncelerde başka şek le girmeye başlamıştı. Fazilet ve merhamet yoluna giril miş vekillerini ekseriya namuslu takımından seçerek gü zel bir düzen kurmağa ve uygun tedbirler kullanarak cedl dinin yaptığı kötülükleri, Lui Katorz'un yaptığı savaşlar dan Fransa'ya değinen fena hallerin yeniden ele alınıp düzelmesine ahalinin mutluluk içinde ilerlemesine çahşdı ğmdan başlangıcda hükümeti öğünerek gibi idi. Yakınla rı ve kendine sokulanlarca namuslu adamlar makbul ol madığından her gün güzel tedbirlere karşı koyanlar olur du. Lui'de lüzumlu düzen değişikliği için duraklardı, her türlü uydurma sözlere kulak asardı. Başvekilliğe getirdi ği murpa ihtiyar ve akılsız bir adamdı. Fransa'nın kötü gidişini görüp dururken yeni bir işe atılmanın uygun ola cağını kavrayıp anlayamadığından devletini dinlendirmek le bu gibi engellerin ortadan kalkacağı ümidinde olarak Lui bazı ıslahat yapılması söylenince görevinden ayrıl mağa kalkar ileri gitmek şöyle dursun eskiye dönmeğe çalışırdı. Yenilikler ve usul ile işlerin düzelmesine karşı koyan imtiyazlı kimselere yeniden gayret getirirdi. O zamanda böyle eski düşüncelerde ısrar eden bir şahsın Başvekil olması büyük hata idi. Zira o vakit Fran sa doymak ve servet hep asilzadeler ile Papas sınıflarm F. 21 322 AHMED CEVDET PAŞA da ve toprakların üçde biri onların elinde iken bunlar dev let hazinesine güya hediye ve yardım suretile pek az şey verirler sınırını aşan vrgi ve tekâlifi hep halkdan olanlar
verirdi. Bundan başka halk Papas ve Peskoposlara özür verirler asilzadelerin de bir çok angaryalarında çalıştı rıldı. Kısacası halk çalışıp hem kendini he mdevleti idare etsin buna karşılık asilzadeler yorulmadan aldıkları geli ri hep zevk ve safaya sefahata harcamakda idi. Papas sı nıfı da halk sırtından geçinerek tenbellik ile vakit geçir mekde idi. Kaldıkı Dinî hizmet yapan papasların görev leri adî işlerden olup klişe ve manastırlara bağlı olan ge lirin çoğu paye unvan sahibi olan Piskoposlara giyim ye ri oîmuşdu. Devletin büyük geliri şirketlere lâzım olduk ça verildiğinden bir ay kişi bu yoldan kolaylıkla zengin olup halk gittikçe fıkaralaşıyordu. Böylece yolsuz tahsil olunan büyük paradan devlet hiç fayde görmezdi. Parayı toplayanlar ve çekenlerin çoğu nüfuzlu kimselerle ortak olup kimseden korkmadan nizamların dışında mallarım paralarını toplarlardı. Devletde varidata şekle gelmemek için mültezinlere pek fazla müsaade ederek cüz'i mal ka çıranlar hakkında büyük cezalar verirlerdi. Bununla be raber her san'at ve ticaret inhisar altında olup meselâ çok yerlerde zahire ticareti birkaç adama münhasır olduğu halde değirmenler ve değirmene zahire götüren hamallar da mahdut ve sayılı olarak artmışdı. Lui'nin, maliye nazırı nasbeylediği Turgo çalışkan işini bilen economie politigne ilmine aşina bir zat olup maliyece lâzım gelen reformlara güzelce başlayarak bir çok suistimalleri ortadan kaldırarak devletin masrafı ge lirini aşarken vergi ve kefaleti arttırmadan ve borçlan maksızm yalnız aldığı güzel tedbirlerle muvazene açığını günden güne azaltmakla beraber hazine borcu faizini ya vaş yavaş ödüyordu. Ziraat, ticaret ve sanayiin artıp iler TARİHÎ CEVDET 323 lemesine engel olan inhisar usulünü kaldırmışdı ve ten bel yeri halini alan manastırların çoğunun kapattırıp ge nel olarak maarifin ilerlemesi için yeni mektepler v mağa başlamışdı. Devletin idarî işlerini düzeltip imtiyazları kaldırmış ve her madde hakkında yeni kanunlar yaparak gerekli tedbirler başladı. Bunlar Kral tarafından kabul edilerek bir azını yürürlüğe koymuşsada yapılan teşebbüsler asil zadelerle Papas sınıfının çıkarlarına dokunduğundan on ların işlerine gelmemiş ve Parlâmento da karşı koymuş lardı. Turgo da türlü güçlüklerle karşılaşarak yapacağı işlerin bir çoğunu yürütemeyerek sonunda istifaya mec bur olmuşdur. On altıncı Lui tebaasını pek sevdiğinden Turgo ile onun reyine uygun olan Malerb'in düşüncelerini beğenmiş ve onaylamışsa da uygulamada korku ve gev şeklik göstermesi ve büyük tedbirleri anlamayıp, küçük tedbirlerle yasak savmağa çalışarak yarayı kapatmak düşüncesinde bulununca Turgo'nun ayrümasıyle yapılan bir çok işler hemen yürürlükden kaldırılmış alımış bunca yarar tedbirlerden sonuç alınamamışdır. îşin içine girin ce Lui'nin Fransa'nın gidişini iyice kavradığı anlaşılıyor. Şöyleki Turgo ayrılırken ona hitab ederek (Sen benden bahtlısın ki memuriyetini terk edebiliyorsun) demiş ol duğu söylenir. Bu suretle malî işler yine eski haline dönüp az za manda fenalaşmca Turgo'ya işden el çektirilmesinin hata ve gidilen yolun yanlış olduğu meydana çıkmakla malî iş lerde bilgisi ile tanınan Nekker'in Maliye Bakanlığına ge
tirilmesi hususuna karar verildi. Ancak asilzade olmadığı gibi Protestan olduğundan o zamanın gereği Bakan un vanı verilemeyerek Maliye Müfettişi adiyle memur edil raişdi. Nekker aslında sarraf olup işini bilir ve zengin bir adam olarak sarraf ve tüccarlar içinde itibarı vardı. Fran sa devletinin malî itibarını yenilemek için nasbi uygun 324 AHMED CEVDET PAŞA olmuşdu. Ancak Nekker'in yalnız sarafhğı vardı bunun yanında ilgili mülkî incelikleri bilmediği için kendi bildi ğini yapan kimse olarak Turgo'nun yaptığı işlerin tersi ne ve aykırı sarraflık yoluna giderek açığı iyi bir yolda kapamak kabilken hemen borçlanma sevdasında bulunur du. Ve memuriyet müddeti olan dört sene içinde borçlan ma yolunu pek güzel kullanarak gerçekden devlet dolabı nı çevirmişdir. Lâkin tedbirleri Ahmed'Ln külahını Meh med'e, Mehmed'in külahını Hasan'a giydirmek gibi her gün ortaya çıkan müşkülleri bir yana itmek gibi geçici şeylerdi. Biz gelelim şimdi Rusya'nın genişleme ve ilerleme olayına. Ruslar aslında kuvvetli ve şöhretli bir devlet değil ken bugün Dünya'nm dokuzda birini elinde bulunduran büyük bir toplulukdur. Bu büyük heykelin kurucusu adı geçen Büyük Petro'dur. Fakat Rusların kuvvetlenipde ya vaş yavaş Osmanlı hududlarma taarruz edecek kadar ge lişmesi Kazan ve Ejderhan eyâletlerini istilâ ile başla mışdır. Şöyleki Cengizlilerin bir kolu Hazer Denizini do laşarak Kazanda hükümet ettikleri sırada Rusları ha raca bağlayıp iç işlerine bile karışırken Kırım Hanlığı küçük bir hükümetti. Sonraları Kazan hükümeti zayıflayıp alçalmağa yüz tutmuş ve hanlarının soydan kuşakları yok olunca Kırım'a tabi' gibi kalıp hatta Kazan hanlığına Kırım Sultanların dan biri nasp ile gönderilecek olsa kendileri arasında kü çük düşerdi çünkü göz dikilen yer Kırım Hanlığı idi. Lâ kin tatarlar içindeki bu karışıldıklardan Ruslar faydala narak adım adım kuvvetlenerek Kanunî Sultan Süleyman ın son günlerinde Kazan ve Ejderhan eyâletlerini ele ge çirip istilâ ettiler. Ondan sonra Kırım Hanları birkaç de fa Moskova 'ya kadar Rus topraklarını talan edip yak mışlarsada Kırım Hanlarının kuvveti çok miktarda tatar TARİHİ CEVDET 325 süvarisinden ibaret olarak büyük kuvvetleri ile böyle bir tarafı vurup geçerlerdi. Ama vurup geçtikleri yerleri el de bulundurmak hali kendilerinden beklenemezdi fakat Ruslar da tatarların bu taarruzlarından kurtulmak için Kırım Hanlarına senede haraç bedeli olmak üzere bir mik tar vergi verirlerdi. Adı geçen Rusya'yı böylece ele geçi rip topraklarını genişletmiş oldular. Gerçekde Kırım Han larının her sene vergi aldıkları bu eyâletleri tekrar geri almağa güçleri yetmezdi. Osmanlı devletinin yardımı ile bunun yapılması mümkün iken Cengiz soyundan gelenle rin Doğal olan karışıklık çıkarma ve fesad eylemi Kazan ve Kıpçak taraflarında onların kuvvetlenmesi Osmanlı Devletinin işine gelmiyordu. Osmanlı Devletince onaylan mayan bu gidişe göre bir idare yolu tutulmuş, diğer ne denlerle de bu eyaletlerin geri alınması işine girişümemiş di. Ruslar o vakit bir şey yerine konulmayarak o yöne
önem verilmiyordu. Böylece Nemçe tarafında yeni fetih lere düşünceler bağlanmışdı. Halbuki Macaristan, Hırva tistan fetihleri ile uğraşmakdan ise bu iki eyâleti ele ge çirip elde tutmak Osmanlı Devleti için daha faydalı ola cak ve Yavuz Sultan Selim'in yukarıda anlatılan ve açık lanan isteklerine uygun olacakdı. Çünkü Kafkas, Ejder han ve Kazan ahalisini ele aldığı takdirde Türk soyunda yaklaşma, birlik, din ve mezheb beraberliği ile hilâfetin hükmüne ve Osmanlı Devletine katılmış olacaklardı. Ozan Kırım bile diğer eyâletler gibi Osmanlı Devleti şeküne girerdi. Ejderhan ve Kazan elile Büyük tataristan taraf larında Osmanlı Devletinin nüfuzu geçerli olurdu. Bu yön den o taraflarda kazanılan sermaye ile Macaristan gibi nice topraklar ele geçer ve korunurdu. Her ne hal ise böy le bir durum tartışmasından doğan hatadan Ruslar is tifade ederek o büyük ik eyâleti ele geçirmişdir. Ejder han eyâleti Hacı Turhan ülkesidir. Desti Kıpcak'dan ay rılmış büyük bir sahradır. Hacı Turhan ileri gelen soylu 326 AHMED CEVDET PAŞA kişilerden olup kurduğu mescidin yanında zaman ile do laylarından biriken köylüler de binalar yapmışlar böyle Hacı Turhan karyesi kurulmuşdu, üzerinden zaman ge çince biriken köylüler toplanarak Karye büyük bir şehir olmuş Halk diliyle Ejderhan diye şöhret bulmuşdur. Ej derhan eyâleti Güney'de Dağıstan'ın Kuzey sımrı Kuzey' indeki kızlar, Kabartaylar sınırına ulaşdığından Ruslar bu eyâleti ele geriçmekle Kafkaslara taarruz edebüme ye teneğine sahip olmuşlardı. Fakat o zaman kendisi içinden karışıktı. Ruslar'ın eski asker îsterliç ocağı ara sıra ka rışıklık çıkarıp ihtilâle kalkdığmdan o yerlerde Ruslar uzun zaman bir şey yapamadılar. Sonra Petro ortaya çıkınca devletinin kuvvet ve kud retini genişletme emeline düşdü. Rusya karışıklık içinde oldukdan başka, ticarette bağımsız genişleme nedenleri, devletler arasında şöhrete erişmek ve nüfuzunu geçirmek için en büyük yardımcı olan Deniz Kuvvetleri olmadıkça emeline erişemeyeceğini yakmdan anlamışken sınır kom şusu olan devletlerin topraklarına tecavüz ederek me leketini genişletmeyi kurmuş ve Rusya Avrupa usulü üze re ordu kurmak istediği sırada bir bölük eğitim görmüş asker tertip ederek kendisi, de sıra eri gibi aralarına gir mişdi sonra bu bölüğü yavaş yavaş arttırarak büyük bir tabur yapmışdı. Yukarıda anlatıldığı gibi Osmanlı Devleti üe Venedik Nemçe, ve Leh devletleri arasında senelerdenberi süre len savaşları fırsat bilerek bu devletlerle anlaşarak Kı rım'a yürüttüğü ordusu bozulmuşken 1108 senesinde yeni bir ordu göndererek kendisi taburu ile birlikde gitmiş ve azak kalesini istilâ etmişdir. gidişi ve dönüşü sırasmda hem devlet işlerini yürütmüş hemde taburda hizmet göre cek Moskova'ya varınca binbaşı rütbesini almışdı. İşte bu seferde eğitim görmüş askerin faydasını gözleriyle göre rek çoğaltmaya çalışmış ve on iki bine çıkarmışdır. 1112 TARÎHİ CEVDET 327 senesinde yapılan sulh andlaşması gereğince Osmanlı Dev leti Azak Kalesiyle ona bağlı bütün eski ve yeni Kestel' ieri ve Azak'dan Koban yönüne doğru on saatlik toprak Rusya'ya bırakümışdır.
Petro bu suretle Azak Kalesine sahip olarak Rus lar'ın deniz ticaretine açılan bir kapı ve bu ticarete mer kez olmak üzere Tığan Kalesini yapmışdır. Sonra adını ve kıyafetini değiştirip Felemenk'e gi dip sanayi öğrenmek için bizzat marangozluk ve yevmi ye ile amelelik ettikden sonra Londra'ya gidip oradaki sanayi ve imalâta bakarak matematik fennini arttırma ğa ve memleketine dönüce îsterliç ocağını yok edip kal dırarak hükümeti tam bağımsız ele alıp istediği gibi dev let işlerini nizama başladığı sırada isveç, Danimarka ve Leh devletleriyle anlaşıp birleşerek îsveç Devletine harp Leh devleriyle anlaşıp birleşerek İsveç Devletine harp ilân ederek ilk önceleri yenilgiye uğramışsa da nihayet Poltava olayında galip gelerek İsveç Kralı Buğdan'a kaç mış ve sığmmışdı. Petro îsveçlüerin Bahık denizi yıkıla rmdaki kale ve topraklarının çoğunu istilâ etmişdir. Dördüncü bölümde anlatıldığı gibi İsveç Kralının Os manlı Devletim uyarması üzerine sefer açılmış ve yapı lan Prut savaşında Petro büyük bir yenilgiye düşmüş ken 1123 senesinde Baltacı Mehmed Paşa ile yenilerek yaptığı Sulh andlaşmasmda Azak ve Tığan kalelerini Osmanlı Devletine geri verip teslim edecek ve diğer ka şulan şartları kabul ederek kendini kurtarmış ve Balta cının affı ve amanı ve zaferi kazandığı zaman yazdığı buyruldu ile memleketüıe dönebilmişken kışdan çıkan yı lana rabbim Güneş göstermesin deyimince başı selâmete erdiği gibi sözünden dönmüş Azak ve Tığan Kalelerinin geri verilip tesliminvgn vazgeçerek Azak denizinde gemi yapmağa başlamışdı. Isveç'den aldığı arazinin imarına ve halâ Rusya'nın Baş şehri olan Petersburg'un kurulması 328 AHMED CEVDET PAŞA na başlıyarak ötedenberi Rus kralları Çar adıyla anılır ken Petro İmparator unvanını da diğer lâkablarına ekle mişdir. Petro'nun tasavvurları pek geniş olup yerine geti rilmesine ömrünün yetmeyeceği açıkça görüldüğünden kendisinden sonra ilerisi için olan düşüncelerinin yapıl ması gereğini torunlarına bir vasiyetname yazarak 1138 yılında aldatıcı dünyasını bırakıp gitmişdir. Gerçekden Petro düşüncelerini herkesden izlerdi. Ölümü de anî ol muşdu. Böyle olunca kendi kalemi ile öyle bir talimname yazmağa vakti olmadığı bazı tarih yazarları tarafından iddia olunmuşsa da evvelce yazıp bırakmış olması muh temel olduğu halde Petro'nun vasiyetnamesi adıyla epi zamandan beri meydana çıkıp yayılan yazılı kâğıd o gün den bu güne kadar Rus Devletinin bütün resmî davranı şında ve savaş harekâtında bağlanarak güdüldüğü görü lür. Bu vasiyetnamenin bir sureti cildin sonunda (8) sayı ile gösterilmiştir. Ne vakit Osmanlı Devleti Almanya ile savaşa girse Ruslar'in yardımından istifadeye kalkışması politikası gereği olmakla birinci Sultan Mahmud zamanında açılan Nemçe seferinde de Ruslar İmparator'a yardım olsun di ye Osmanlı Devletine harp üân edip 1152 senesmde yapı lan andlaşma gereğince Azak Kalesi Ruslar'a bırakıli" vazgeçilmişdir. Rusya ise Azak Kalesini almca kendisi için Karadeniz'e inmek ve Koban nehri boyunca hare ketle Kafkas topraklarına taarruz etmek için yolları açıl mışdı. Osmanlı Devleti sınırlarını korumak için denizden
yeni kaleyi karandan da Aco ve Temrek Kalelerini inşa ve imar etmişdir. Çünkü Koban nehri iki kola ayrılarak ve her kolu da kollara ayrılarak biri Kızıltaş Umanına diğeri Azak deni zine dökülerek oralarda meydana getirdiği Taman ve Mentna adalarında ve Koban boyunda Kırım'a bağlı ta TARİHI CEVDET 329 tarlarla Ruslara karşıt olan bir cins Kazaklar otururdu. Taman adasına adai Şâhî de denilirdi. Doğu da nihayetde Temrek Kalesi bulunup vaktiyle gerek Kızıltaş Kalesi ve gerek bu Temrek Kalesi çerkez kabileleri ve abaza eşkiyasmm kötülük yapmalarına kar şı koymak için yapılmışsa da anlatıldığı gibi Ruslar Azak Kalesini ele geçirince Temrek Kalesi ona karşı olarak ge çilmez bir engel diye kullanıldıkdan başka Taman'm öte tarafında Koban'm Azak denizine döküldüğü yerdeki Mentna adasında da Osmanlı Devleti tarafından Ruslar'a karşı Aco kalesi yapılmışdı. Söylendiğine göre Petro Azak Kalesini alıp da Tığan Kalesini yaptıkdan sonra Aco Kalesinin yapıldığını görün ce Tığan Kalesinin yapılması ile uğraşmakdansa Aco Ka lesinin yerini ele geçirip de orada bir kale yapmadığına pişman olmuşdur. Zira oradan Koban nehriyle Kızıltaş limanına yine oradan Yeni Kale boğazına uğramadan ka ra denize çıkmak kabil olmakla orası ele geçirildiği hakle asıl meramı olan kara denizde gemi işletmek özelliğine kavuşacakdı. Bu da meramına kesdirme yoldan varacak hem de bu yolla Kızıltaş limanına ayak basacak Taman adasını kolayca ele geçirecekdi. Ruslar Kırım dolaylarıı ele geçirerek, Kırım halı ğmdan sayılan kabartaylara taarruza başladılar. îki dev let arasında kavga ve çekişmeye sebeb oluyorlar diye iki devlet arasında sahipsiz ve mevkuf kalmasını ve bir ta rafdan işlerine karışılmamasmı ve böylece tam bağımsız lıklarını Osmanlı devletine kabul ettirmişdi. Bu halde yi ne Azak Kalesinin Ruslardan geri alınması isteği Osman lı Devleti ileri gelenlerinin aklından çıkmazdı. Halbuki Aco ve Temrek kalelerinin istihkâmları Rusları tam ön leyecek değerde olmadığından ilk önce bunların tahkima tını sağlamlaştırmak ve tamamlamak işini ve Azak Ka lesinin geri alınarak kurtarılmasını açıklayan ve anla 330 AHMED CEVDET PAŞA tan lâyiha kılıklı kaleme alınmış bir coğrafya risalesi ta rafından görülmüşdür. Ve Temrek Kalesi onarıüp geniş letilecek olsa gereken taşların bir mikdarını civarındaki harabe haline gelmiş Anapa Kalesinden alınıp geri kala nı da gemilerle Yeni Kale tarafından getirilmelidir diye adı geçen risale de yazılıdır. Lâkin bu projelerin biri yü rürlüğe konulmamışdı. Ruslar ise bir kere kabartayları , Osmanlı devleti himayesinden ayırınca çok geçmeden Küçük Kabartayı kendine tabi kıldıkdan sonra Büyük Kabartay'a tecavüz edip onları pençesinin altında ezme ğe başlamış bir tarafdan da Azak Denizinden deniz kuv vetlerini artırmağa ve Kara Denizde donanma .kurmak emeline düşmüşdü. 1175 tarihinde Rusya'da İmparatorluk tahtına ge çen Katerina dünyayı ele geçirmek sevdasiyle Petronun geri kalan vasiyeti gereğini yapmağa kalkışıp ilk önce
Lehistan'a taarruz edince Osmanlı devleti ondan sonra taaruzun kendine yapılacağını anlayıp yukarıda anlatıl dığı gibi Fransızlar tarafından teşvik görerek 1182 yılın da Ruslara harp ilân edildi. Altı sene süren savaşlarda Osmanlı Devleti büyük yıkım altında kalmış ve Kaynar ca karyesinde imzalanan andlaşma ile de yüz kızartıcı bir yük altına girmişdir. Kısacası bu seferde Avrupa Devletleri meseleye ö nem vermeyip Avusturyalı ise Rusya aleyhine bizimle birleşmişken yetişdirdiği kuvvetleri Ruslar aleyhine kul lanacakken Lehistan işine harcamış ve Lehistan'ın tak siminde yeteri kadar yerle yetinmişdir. Fransızlar da yalnız lâf ile vakit geçirmişlerdir. Kaynarca andlaşması yirmisekiz açık bilinen mad de ile iki gizü maddeyi içine alıp benzeri cildin sonda da (9) rakamı ile yazılmıştır. Osmanlı Devletinin bu savaş ve andlaşmada maddî ve manevî ortaya çıkan zararları saymakla bitmez. Ka TARİHİ CEVDET 331 terina ise umduğundan da fazla faydalandı. Evvelâ Azak ve Tıgan Ruslar elinde kaldıkdan başka Yeni Kale, Kerş, Kılburun kaleleri ve Don Nehri ile Özir Nehri arasında loir çok yerler Ruslarda kaldı. Ve Osmanlı Devleti Ka bartaylardan vaz geçti. İkincisi; Kırım'da hürriyet ve ba ğımsızlık usulü yürürlüğe konulunca Rusların Tatarlar üzerinde kazandığı koruma hakkından ötürü Kırım'ı ma nen istüâ etmişdi. Üçüncüsü; koşullar gereğince Eflâk ve Buğdan da ve Akdeniz Adalarında Osmanlı Devletini zararlara sokacak nice ipuçları ele geçirdi. Dördüncüsü; Rusya, Prusya, ve Avusturya arasında Lehistan'ın yapı lan ilk taksiminde Rusların eline geçen yerler Tuna kı yılarına asker göndermesini kolaylaştırıyor, zaman geç tikçe Osmanlı Devletini zarara sokmak için yol açdıkdan "başka, Leh Devletinin büsbütün yok olmasını da yaklaş tırıyordu. Kısaca Petro'nun vasiyetlerinden bir çoğunu yerine getiren Ruslar Avrupa'da nüfuz ve şan kazandı. O vakit taksim edilen Lehistan'ın önemi ve büyüklüğü Av rupaca gereği gibi bilinmediğinden Avrupa Devletleri Lehistan'ın bu taksimine pek önem vermemişlerdi. Kate rine ise Prusya Kralı ile birleşerek Fransa'nın Soltaire •gibi meşhur filâzoflarını ele alıp onların aracılığı ile ken düerinm böyle yersiz hareketlerini kabul ettirir, onayla tırdı. Bunun gibi Katerina Osmanlı Devleti ile olan ilişki lerinde de Avrupa gözünde kendini haklı ve insaflı dav ranışda gösterirdi. Şöyleki bu kadar savaş kazanmışken şu kadarcıkla yetinmemiş ve istilâ ettiği bunca topraklar kendisine is tiyerek bol bol verilmişdi. Ama sonraları Avrupa Devlet lerinin gözüne büyük bir diken olunca onlarda bu husus la Osmanlı Devleti ile beraber çalışmadıklarında hata etmiş bulunduklarını anlamışlardır. Kaynarca andlaşmasmda Tatarların mezheb işlerini "düzene koyma, İslâm şeriatı gereğince İslâm Padişahının 332 AHMED CEVDET PAŞA hakkı diye yazılı iken bu satırlar hutbe ve paralarının. Osmanlılar adına olmasiyle yorumlanmış buna Ruslar da muvafakat etmişken Kırım Hanları tarafından buna ria yet edilmeyerek ondan sonra Kırım'da basılan paralarda
Abdülhamid Han'ın namı görülmiyerek Selim Giray ile Devlet Giray'm bastığı paraların bir yüzünde kendi isim leri bir yüzünde de (Darabe fi Bahçe Saray) diye yazıldı. Şahin Giray'm da bazı gümüş paralarında ve gümüş pa ralarının çoğunda kendi adını tuğla şekli içine almışdır. İSTİDEAD Vasıf Efendi tahinde eski paralara dair kısa bir araş dırma yazısı vardır. Ancak para basma işi şimdi bir özel san'at olarak bu işi bilenler eski parayı bulmak ve gel miş geçmiş milletlerin paralarını takım takım tertipleyip, bu suretle tarih bakımından bir çok bilinmeyen maddeler kesif ve hal olunmaktadır. Bugün bile İstanbul'da bu işe para harcayanlar vardır. Vasıfm bu bahisde yazdığı şey ler ne kadar konu dışı ise de bu açıdan yapabildiği ince lemeye göre tarihimizi okuyan zevata bir bilim toplamı açıklaması verümesi uygun görülmüşdür. Bu fennî bilenlerin incelemesine göre, para basmak ikibinaltıyüz bu kadar yıl önce Yunanlıların icadı olup ondan evvel külçe ve eridilip parça şeklinde veya benzeri şeylerde mal mübadelesi yapılırdı. Ve çok eski milletler zildızdan birer ilâh yapıp her birine de birer davranış gücü tanıyarak onların adına bir takım örnek ve ibadet ettikleri heykeller yaparlardı Cenk İlâhı, Sulh İlâhı gibi birçok ilâhlar ispat ederlerdi ki, o zamanın bu esatir ve hurafeleri dahi şimdi antikacılar arasında bir özel fen ol muşdur. İşte gelmiş geçmiş milletler bu tapmakların gö rünüş şekillerini paralarına da işlemişlerdir. TARİHİ CEVDET 333 Yunanlılar paralarına bazen böyle heykellerinin re simlerini bazen ağaç ve nebatlar, tepeler, put anıtları ve kale burcu benzeri bina resimlerini ve bazen bağımsız hükümdar olanlar kendi model resimlerini ve Cumhuri , yetle idare olunanlar da hükümet edilen yerin yakut pa ra basüan beldenin adını işlerlerdi. Roma paraları da bu yapıdadır. Yahudî dininde insan benzerini yapmak yasak olduğundan paralarına daima çiçekler, ağaçlar ve ben zeri şeyler işlerlerdi. Kiyanyan paralarının bazısının bir yüzünde iki tekerlekli araba üzerinde Şahlarının kabart ma resmi ve bazısının bir yüzünde Baykuş, diğer yüzünde kanadlı ve kuyruklu balığa benzer bir at üzerinde Şah ve elinde ok, yay kabartma resmi bazısı yukarıdan aşağı ve yumurtaya yakın ve bir yüzü çukur olup bir yüzünde de yalnız Şahın elinde okyay olarak kabartma işlenmişdir. Daha bunlara benzer paraları vardır. Eşkânyan Devleti İran'da kurulmuş olan Yunan hü kümetinin kalıntıları üzerine kurulmuş bir hükümet ol duğundan onların paraları Yunan paraları benzeri ve Yu nan harfleri iledir. Sasanyan paralarının bir yüzünde Şahlarının kabart ma resmi ile lâkabı ve adı diğer yüzünde de Âteşgede res mi ve iki tarafında birer insan kabartma resmi işlen mişdir. Çünkü Sasanyan hanedanının kurucusu olan Ar dişir Kiyanyan sülâlesinden olduğunu iddia ederek Yu nanlılara tabi olup girdikleri dini ve putperestliği kaldı rarak eski Fers dini olan ateşe tapmayı yeniden ortaya koyup, yaydığından paralarında Âteşgede resmi ve Peh levi yazısı ile Farsça sözleri kabartma işlemeyi ön gör müş ve kendinden sonra gelenler de ona uymuşdur.
Vasıf tarihinde der ki; tuf,andan önceleri para işle ri yolunda değildi ama, tufandan sonra bulunan definler de toparlak ve küb altın ve gümüş karsaları ve Riyal şeklinde parçalar ve hurma çekirdeği gibi yukarıdan aşa 334 AHMED CEVDET PAŞA ğı çubuklar bulunup üzerinde doğal kalın dedikleri işa retler ve bitki kabartmaları hayvanat benzeri kabartma lar ve sair şekillerle işlenmiş olduğu söylenir. Tufandan sonra Pişdadyan ve Kiyanyan bile kimi arslan, kimi bay kuş ve yırtıcı kuş kabartma resimleriyle para yaptılar, kahraman ve zorlu, ele geçirme ve bağımsızlık ve galibi yet iddiasında olanlar arslan benzerim, her keşle anlaş mayı ve sulhu istiyenler baykuş ve benzeri döğüşmeyen hayvanların, yükseklerde olmayı ve kimseye yalvarma mak iddiasında olanlar yırtıcı kuşları işlerdi, bunlardan bazıları, Hıristiyan hükümdarlar Mecusilerin çoğu Padi şahlarının kabartma resmini yahud saltanat yeri ve bir büyük beldenin şeklini, bazıları tac ve taht, bazıları kılıç ve değişik eşya kabartma resimlere özenerek para sür düler. Eşkanyan Devletinde hem kabartma resim hem de dilleriyle hükümdarların isimlerini ve tarihlerini ya zarlardı. Sasanüer Devleti Yezdi Cürd de inkıraz blunca onun soyundan Nuşrevan Farsça mevzun beyitler, çiçek ler ve muhtelif işlemelerle isimlerini yazdılar. Vasıf m bu yolda gidişi sağlam olmayıp, delileri de olmadığı bu kadar anlattıklarımızla malûm oluyor. Ev velâ Pişdadyan'm ve onların asrında olan kavim ve mil letlerin paraları yokdu, anlatıldığı gibi para basmak bun dan ikibinaltıyüz bu kadar sene önce icad olunmuş idüğü feımen ispat olunmuşdur. İkincisi kabartma insan resim leri ağaçlar bitkiler ve yapılar ve diğer kabartma resim leri çoğunlukla Yunan ve Roma paralarında işlenmiş olup bunlar hal ve yer ile dine bağlı kavrayışlar üzerine ku rulmuşdu. Yahudi paralarında mutlaka çiçek ve ağaç benzeri şeylerin resimleri işlenmiş olup bu da yalnız din icabı olduğu, bu işi bilenlerin arasında belli olmuşdur. Üçüncüsü Yunan ve Roma paralarının bazısında binala rın ve dağların resmi veya şehrin adı olup ama tamam bir şehrin resmi paralarda görülmemişdir. Dördüncüsü TARİHI CEVDET 335 Eşkanyan paraları Yunan harfleri ile Şasanyan paraları yukarda anlattığımız gibi olup paralarda mevzun beyit ler yazılması îslâmiyetin ortaya çıkışından çok sonra Sa fevî Devletinde ve Hisdistan'daki İslâm Devletlerinde âdet olmuşdur. Peygamberimizin «sallallahü aleyii ve sellem» za banmda bedevi Arablar küçük topluluklar halinde yaşa yan mület olduğu için para işlerine önem verilmemiş ve halk elinde geçerli para bulunduğu halde bir ölçüye ve tartıya göre rayiç mikdarı ayarlanırdı. Bütün Arab top raklarında geçerli olan dirhem ve dinar Fers hükümdar ları Mecusî ve Hind ve Roma paralarında geçerli di. Pey gamberimiz «aleyhissalatü vesselam» zamanı ve yine Emevî Devletinin başlangıcında cihad ve gazaya bakıl dığı için para basmağa önem verilmemişdi. Fakat Doğu daki bazı vilâyetlerde gümüş üzerine kenarları kesik Peh levî harfleriyle Sasanlar'ın parasına benzer para basıp Arab harfleriyle de bir kenarına kendi isimlerini Devrin
de Besmele ve Tehlil yazarlardı. Bunların bir çoğunu ben gördüm. Bunlardan gördüğümüz Paraların en eskisi (28) Hicrî senesinde Taberistan'da Hertek kasabasında ba sılmış paradır ki kûfî yazı ile devresinde «Bismillahi Rabbî» diye yazılıdır ve Hazreti AU'nin «radıyallahü anh» hilâfeti zamanında (37) senesinde kesilmiş paranın devresinde yine Kûfî yazı ile «Veliyullah» diye yazılı ol duğu (38) ve (39) senelerinde kesilmiş olanların devre sinde anlatıldığı gibi Bismillâhi Rabbî yazıldığı görül müşdür. (60) tarihinde Darı Ebkürd'de ve (81) tarihin de Yezd de kesilmiş olanların devresinde yine Kûfî yazı ile yalnız «Bismillah» diye yazılı olup bir kenarda da Peluevî yazı ile Abdullah bin Zübeyr Emirül Müminin diye yazılı bulunmuşdur. Yine bu paralardan (78) sene sinde Bisa'de Haceac adma kesilmiş olan paraların Kûfî yazı ile kenarında ElHaccac bin Yusuf ve devresinde 336 AHMED CEVDET PAŞA «Bismillah, ilahe illallah vahdehu Muhammeden Kesû lüllah» diye yazılmışdır. Ve yine bu paralardan en yeni tarihli gördüğümüz para (137) senesinde Taberiştan ümerasından Süleyman adlı zatın kesdiği parada yine Kû fî yazı ile kenarında Süleyman adı yazılmışdır. Bu para ları İstanbul'da bu fenne en ziyade titizlik gösteren ve antika evi Şark paraları içinde en gelişmiş ve başda ge leni ahbabımız Suphi Bey efendideki eski paraları birer birer görüp Kûfî yazı ile yazılı olan geçmiş zaman deyim lerini okudum. Fakat tarihleri ve belde isimleri Pehlevî yazısı ile olup bu yazıda bizce bilinmediğinden bu yönden yazdıklarımız ancak bu yazıyı okuyan ve okuduğunu her kesin bildiği ve teslim ettiği bazı zatların ifadeleri ve in celemeleridir. Yine Abdullah bin Zübeyr adına kesilen sö zü geçen paraların kenarında iki satir olarak Pehlevî harfleriyle bir yazı gördük ancak bu yazının Abdullah bin Zübeyr emirül mü'minin ibaresi olduğu ortada kal mış bir söylenti kabilindendir. Adı geçen paralar İslâm milletinin resmî parası ol mayıp yalnız işlerde kolaylık olsun diye eskiden olduğu gu gibi bazı ümeranın kesdikleri paralardır. Bu işi bilen lerin anlattıklarına göre slâm milletinde ilk resmî para yani Devlet eliyle ve Arab harfleriyle kesilen paralar Emevî paraları ortaya koyanı Haccac'dır. AbdülMelîk onu Irak Valisi yaparken para basmasmı da tenbih er mişdi. O da söylentiye göre Hicretin 75'inci ve yine riva yete göre 76'ncı senesinde para basmağa başlamış ve on dan sonra diğer slâm memleketlerinde de Emevî parala rı basılmışdır. Ancak her iki tarihde de kesüen Emevî paraları görülmeyip Emevî paralarından en eski tarihli olarak benim gördüğüm para (78) tarihinde kesilmiş bir altın paradır. Bunun Kûfî yazı ile bir yüzünde (lâ ilahe illallah vahdehu la şerik lehu) ve devresinde (Muham med resûlullah ürsile bilhûda ve dinül hak lizahre aled TARIHI CEVDET 337 din küllühu) ve diğer yüzünde (Allah ahadAllahüssamed lem yelid ve lem yüled) ve devresinde (Bismillah darabe hazeddinar fi senet semaniyet ve sebain) diye yazılıdır. Ancak Floransa Müzesinde (77) senesinde kesilmiş altın bir İslâm parası görüldüğü bu işi bilenler tarafından söy leniyor. İşte en eki altın İslâm parası bu paradır ondan
önceki tarihte altın olarak İslâm parası görülmemişdir. Emevî paralarından (78) tarihinde kesilmiş gümüş paralar bu işi bilenler tarafından görülmüş ve rivayet olunmuşdur. Fakat ben görmedim. Bunlardan en eski tarihli gördüğümüz para (79) senesinde Basra'da kesil miş bir paradır ki, yine Kûfî yazı ile bir yüzünde (lâ ila he illallah vahdehü lâ şerik lehü) ve devresinde (Bismillah darabe haza eddirhem bilBasra fi senet tis'a ve sebain) ve diğer yüzünde (Allahüahad allâhüssamed lem yelid ve lem yüled ve lem yekûn lehu küfüven ahad) ve dev resinde (Muhammeden resulullah ürsile bilhüda ve din ül hak lizahre aleddin küllühu velev kerhülmûşrikin) diye yazılmışdır. İşte Emevî Devletinin altın ve gümüş paraları hep bu yazüış ve tarz üzere olup hattâ ortadan kalkdığı (132) senesinde kesiJmiş olan paralarım da gör düm hep bu tarzdadır. Fakat Mervanı Hımazm tahta geçtiği (127) senesinde bazı Şark ümerası kendisinden yüz çevirip âli Beyte meyülerini yayınlamak için kesdik leri gümüş paralarda son bir tarz kullanmışlardır. Bun lardan bazılarını gördüm. Bunlardan Cey kasabasında kesdikleri paranın bir yüzünde (lâ ilahe illallah vahdehu lâ şerik lehü) ve etrafında (kul lâ es'üleküm aleyh icra ilelmuveddet filkurbî) ve etrafındaki çemberin dış dev resinde (Bismillah darabı Beca senet sefoa' ve işrin ve miet.) ve diğer yüzünde (Allahü ehad Allahüssamed lem yelid ve lem yüled ve lem yekûn lehü küfüven ehad) diye yazılı olduğu görüldü. (128) senesinde Numeyre F. 22 338 AHMED CEVDET PAŞA nam beldede ayniyle bu tarz üzere kesilmiş bir parayı da, gördüm. Vasıf Efendi mağrib Sultanlarını anlatan bazı ta rihlerden nakil ve rivayet ile Hicretin 18'inci senesinde Hazreti Ömer «Radıyalalhü teâlâ anh» kesik işlemlerle' (Lâ ilahe illallah Muhammeden resûlullah) ve bazısına (Lâ ilahe illallah ve Ömer) diye yazıp Abdullah bin Zü beyr de Mekkei Mükerreme'de gizlice dinar keserek bir yüzüne (Muhammeden resûlullah) ve diğerine (Emrul lah bilvefa' veladl) ve devresine (Abdullah) sözünü iş ledi, diye yazılmışsa da Hazreti Ömer'in «radıyallahü anh» adına para kesilmediği fena doğrulamadır. Bu ri vayet Taberistan ümerasından Ömer adlı zatın kesdiği paralardan galat olsa gerekdir. Zannederim ki Pehlevî yazısı ile olan tarihleri okumamış olduğundan devrelerin de Arab harfleri ile yazılan Ömer ismi görülünce Haz reti Ömer'e «radıyallahü anh» isnad olunuvermişdir. Ve Abdullah bin Zübeyr Hazretlerine açıkça anlatıldığı gibi anlatılan ve yorumlanan para bile şimdiye kadar bu fen ni bilenler tarafından görülüp söylenilmemişdir. Kaldı ki ilk önce Arab tarzı üzere para basmak anlatıldığı gibi yetmişbeş yahut yetmişaltı senesinde Haccac'm icadı ol duğu bu işi bilenler önünde kabul edilmişdir. Fakat bin ikiyüzyetmişaltı hilâlinde fence yeni buluş olayı ile mes' elenin esası değişmişdir, şöyleki Cevad adlı bir İran'lı İstanbul'a Hicrt'in 40 tarihinde Basrada Arab tarzı üzekesilmiş bir gümüş para getirmişdir. Ben yine Suphi Beyefendinin eski İslâm paraları takımı içinde bunu gör düm. Kûfî yazı ile bir yüzünde (Allahüssamed İem yelid ve İem yuled ve iem yekûnlehü küfüven ehad) ve devre
üzere kesilmiş bir gümüş para etirmişdir. Ben yine Suphi ülhak lizahra aleddin külluhû velev kerhüî müşrikûn) ve diğer yüzünde (Lâ ilahe illallah vahdehu lâ şerik lehû) ve devresinde (Darabe haza eddirhem bilBasra fi senet TARİHI CEVDET 33& erbain) diye yazılmışdır. Hazreti Muaviyenin yahud Hâ lid bin Velid'in «radiyallahü anhum» kılıç çekmiş benze rinin paraya basıldığım bazı tarihçiler söyler ve yazar lar. Vasıf Efendi de onlara uyarak Muaviye bin Ebu Süf yan benzerini kılıç çekmiş olarak paraya işletti diye ta rihine geçirmiş ve yazmışsa da yazılanlar ve söylentiler ne ispat edilebilmiş ne de sıhhate varmışdır. Yine Vasıf tarihinde Hicretin 75'inci senesinde Haccac Irak'da para kazdırıp paranın bir yüzünde Kûfî yazı ile (Hüvallahü ehad Allahüssamed) ve bir yüzünde (Ab dülMelik) yazdı diye rivayet eylemişdir. Ancak bilindiği gibi (78) tarihinden ta Emevî devletinin son buluşu olan (132) Hicrî senesine kadar her senenin altın ve gümüş olarak değişik darbhanelerde kesilmiş Emevî paralarını sırasıyle gördüm. Hiç birisinde Halife adı yokdur. Ve Ab basî Halifelerinden Mehdî'ye gelinceye kadar basılan İs lâm paralarında halife namı yazılmadığı fence tamamen bilinmektedir. Fakat Berrüşsam'da Roma'lılarm Abdül Melik adına benzeterek kestikleri bakır paralarda Abdul Meîik namı görülmüşdür. Abbasî paralarından da bir çoğunu gördüm. İlk önce (132) senesinde Abbasî şekli üzere para kesilmişdir ki bir yüzünde (Lâ ilahe illallah vahdehu lâ şerike lehü) ve etrafında (BismiUâhi darabe haza eddirhem bilkûfe fi senet seneteyn ve selâsin ve mie) ve diğer yüzünde (Muhammed Resûlullah) ve etrafındaki çenberin dış devresinde (Muhammeden resûlüllah ürsüe bilhüda ve dinülhak lizahra aledin kullunu velev kerhül müşri kûn) diye yazılmışdır. İşte Abbasîlerin ilk günlerinde kesilen paralar bu tarzda olup sonra Caferi Mansur za manında Muhammediye denilen yerin Valisi olan oğlu Mehdî'nin kesdiği gümüş par alarm bir yüzünde (Lâ ila he illallah vahdehu lâ şerikelehü) ve etrafında (Bismil lah darabe haze eddirhem. BilMehdiye sene isneyn ve 340 AHMED CEVDET PAŞA hamsin ve mie) diyer yüzünde (Mimma emri bil Mehdî Muhammed bin emirül mü'miniıı) ve etrafında (Muham meden resûlullah ürsile bilhüda ilâ ahara) diye yazıl mışdır. Ve (155) senesinde kestiği yine bir gümüş parada da kendi isminden sonra veziri olan (EiHasan) adı gö rülmüşdür. Fakat o vakit hilâfet makamı Bağdad'da ve ona doğrudan doğruya bağlı olan yerlerde kesilen para larda yine ad ve unvan yazılmazdı. İslâm halifelerinden adını ilk önce gümüş paralara işleten işte bu Mehdî'dir. Kendisi (158) tarihinde cülus etmiş ve (159) senesinde Bağdad darüsselâm da kesdi ği paraların bir yüzünde (Lâ i'âhe illallah vahdehü lâ şerike lehü) ve etrafında (Bismillahi darabe haza eddir hem fi medînetül İslâm senet tis'a ve hamsın ve mie) ve diğer yüzünde (Muhammed resûlullah «Sallallahü aley hi ve sellem» elhalifetüî Mehdî) ve etrafında (Muham meden resûlullah ürsile bilhüda ah) diye yazılıdır. Oğlu HarunürReşîd de Harunabad'da Vali iken
(169) senesinde kestiği paraların bir yüzünde (Elhalife tül Mehdi mimma emri bi Harun bin emîrül mü'mimîn) diye yazılmışdır. Harunür Reşid (170) tarihinde Hilâ fet tahtına geçince kesdiği gümüş paralarda (El halife tül Mehdi mimma emri bi Harun bin emîrül mü'minîn) yünde (Lâ ilahe illallah vahdehu la şerike lehü) ve etra fında (Muhammed resûlullah ürsile bilhüda alı) ve di ğer yüzünde (Muhammed resûlullah) ve devresinde (Bismillahi darabe haza eddinar senet sebain ve mie) diye yazıp adım yazdırmamışdır. Fakat yukarıda anlat tığımız gibi para ayarı nazarı vezir Cafer bu işleri çevir diği için o da nezareti hasebiyle adını paraya işletmiş ve böylece (171) tarihinde kesilen altın paralar da Cafer adı görülmüşdür. Halîfelerden ilk önce altın paralara adım işleten Ha runürFeşîd'in oğlu Emîn'dir ki; (195) tarihinde kesdiği TARİHİ CEVDET 341 altın paralarda (El halifetül Emîn) diye yazılmışdır. Sonra baş kaldıranlar halîfe adı ile bile kendi adlarını paralara işletir oldular. Sonra halife Ahmed EnNasır üddinullah zamanında hilâfetin kuvveti yerine gelince ondan sonra halifeliğin yüksekliği ve kuvveti olmak üze re paralarda yalnız Halife adı yazılır oldu. Vasıf tarihin de HarunürReşîd'in oğlu Muhammed Emîn a'lay paraya (RabbiyaKahü ve Esfelînehu Muhammed Emîn bin Ha runürReşîd) yazdı. Muhammed Emîn oğlu Musa için ahd alınca (Natik bilhak el Muzaffer billâh) ile lâkab verdi. Adına dinarlar bastırıp parasına (küllü izzü nıefhar limusa elMuzaffer) yazdı diye yazılı olup, ancak böyle bir para görü'memişdir. Musa fıkrasını aslı da bu yönden söylenir ki; Me' mun kardeşi Eminle kavgalı ve karşı idi. Ona rağmen hilâfeti Abbasilerden Alevîlere çevir mek üzere Hazreti Ali'nin evlâdlarmdan Musa Kâzım Hazretlerini Veliahd yapmışdı. Sonra kardeşi Emîn'e ga lip gelerek Emri hilâfette bağımsız olunca Musa Kâzım hazretlerini zehirlemişdir. Bu hale gör M'mun'un Mu sa adına para basmış olması muhtemel ise de önce bilin diği gibi böyle para görülmemişdir. Endülüs de Saltanat süren Emevlerin paralarının bir yüzünde (Bismillahi darabe haza eddinar bilEndü lüs ve tarih) diğer yüzünde Halifenin adı ve unvanı ve Fatımiyyun paralarının bir yüzünde (Lâ ilahe illallah vahdehu lâ şerike lehü Muhammeden resûlullah alâ ve liyullah) ve diğer yüzünde halifenin adı ve unvanı yazılı dır. İbni Hammad tarihinde derki: «Mağrib de Muvahi din Devletinin ortaya çıkışında Mehdî emriyle altın ve gümüş parayı dörtken şekilde kesilip bir yüzünde Bes mele ve hamdilehü ve bir yüzünde Muvahidin soyundan gelen Halifelerin zamanın Halifesine gelinceye kadar 342 AHMED CEVDET PAŞA seym Cevherülkâtipüs sakla Maaz Lideynullah askeriy isimleri yazıldı. Timur'un hükümeti zamanına gelinceye kadar bu yaradan çok bulunurdu. 358 senesinde Ebül Hü le Mısır'a girip Kahirei Maazziyeyi yaptırınca Maaz adı na para bastırıp birer yüzüne üç satır yazıp başlangıcın da (Maaz litevhidül ehadüsSamed) ve altına (Lideynul
lah emirülımi'minin) ve onun altına (Darab haza edrdi nar fi nıısn senet semaniyyete ve hamsin ve selâse mie) arka yüzüne (La ilahe illallah Muhammed resûlullah üısile bilhüda ah) diye yazmışdır. Melik Zahir Beypers yani Pars Bey de dirhemler üzerine Pars resmini işlet mişdir. Osmanlı Devletinin ortaya çıktığı ilk günlerde çoğu Selçuk dirhemleri Hind Irakeyn, Mağribe (ve Frank pa raları geçerli olup, fakat Sultan Orhan Gazi zamanında gümüş para kesilmişdir. Vasıf Efendi derki Sultan Orhan Gazi yediyüzyirmi altı tarihinde Bursa'yi fethedip kuvvetini arttırınca ikin ci sene kanunlar koyup elbise ve değişi giysiler tayin ede cek halkın elindeki paraya el uzatmadı. îdrisi Bitlisi el yazısıyla yazılı bir dergi de gördüm Sultan Orhan'ın pa rası bir yüzünde (El nıücahidifisebilullah EsSultan Or han) ve bir yüzünde (Darabe bi Bursa ve hicret tarihi) yazılmışdı, diye söylenir. Vasıf tarihinde de aynen böyle yazılı ise de Sultan Orhan zamanında Alâeddin Paşa'nm askeri nizama koy duğu sırada para da bastığı tarihçe müspettir. Ve Sul tan Orhan'ın gümüş ve bakır paraları halâ mevcut olup hattâ Suphi Bey'in Osmanlı paraları takımında on üçü gümüş ve biri bakır olmak üzere ondört adet parasını gördüm. Bir yüzünde (Lâ ilahe illallah Muhammeden resûlullah) ve diğer yüzünde (Orhan haledallahü nıülke hu) diye yazılıdır. TARİHÎ CEVDET 343 Birinci Sultan Murad han paralarının yine bir yü :zünde Kelimei Şehadet ve bir yüzünde (Murad bin Or han haledallahü mülkehu) yazılmışdır. Yine Yıldırım Bayezid Hanın paralarının bir yüzünde (Halede mülkehu ve tarih) diğer yüzünde (Bayezid bin Murad) yazılıp Çe lebi Sultan Mehmed han ile 2'nci Sultan Murad'm parala rı da bu tarz üzeredir. Osmanlı devletinde İstanbul Fati hi 2nci Sultan Mehmed Han zamanına gelinceye kadar altın para kesilmemişdi. Onun zamanında altın para ba sılarak bir yüzünde (Daribün nazar Sahibüliz ven nasar fil ber velbahr) ve diğer yüzünde (Sultan Meh med Han İbnüs Sultan Murad Han darabe fi Konstantk niye ve tarih) yazılmış idi. Ondan sonra uzun süre ken dinden sonra gelenler bu biçimde para bastırdılar. Fa kat Tebriz'in fethinden sonra basılan paralarda Selim Şah unvanı da görülmüşdür. Rivayete göre İkinci Selim zamanında bazı yakınları mın sözü ile ceddim Sultan Selim Han hazretleri Mısır, Arabistan, Arab Iraki, ve Aeemi ile Karadeniz ve Akde nizde velhasıl Rumeli ve Anadoluda güzel yerler elinde olduğu için paralarında (Sultan ül berreyn ve Hakan ül bahreyn) unvanını yazmak gerekirdi diye kendisi Kıbrıs fethinden sonra o unvan ile para basılmasına ferman ey ledi diye Vasıf tarihinde yazılı ise de gerek İstanbul'da ve gerek taşradaki darbhanelerde kesilen paralar Osmanlı Devletinin kuruluşundan ta zamanımıza kadar sıra ile ta rafımdan görüldü. Üçüncü Sultan Mehmed zamanına kadar kesilen paralar hep Fatih Sultan Mehmed Hanın paraları tarzında olup onun zamanında da İstanbul'da çoğu eylet darbhanelerinde altın paraların Fatih'in para ları tarzında kesilip fakat Haleb ve Mısır ve bazı garb darbhanelerinde kesilen altın paralarda (Sultan ül ber
' reyn ve hakan ül bahreyn) unvanı yazılmışdır. Yine Üçüncü Sultan Mehmed zamanına kadar kesilen gümüş 344 AHMED CEVDET PAŞA paraların bir yüzünde Konstantîniye yahud paranın ba sıldığı belde ismi ve diğer yüzünde adı ve padişah unvanı yazıla gelmişken onun vaktinde gümüş paralarda padişah adı tuğra içine almmışdır. Gerçekde mührü hümayunlar da tuğra eskiden âdet olmuşsa da paralara işlenmezdi. Onun zamanında gümüş paraların bir yüzüne tuğra işlen mişdir. Fakat şekli asrımızdaki tuğralar gibi muntazam baskı değildi Birinci Sultan Ahmed'in gümüş paralarının bazısı tuğralı bazısı tuğrasız olup altın paralarının da bazısın da (Sultan ül berreyn ve Hakan ül bahreyn) bazısında eski biçimde (daribünnazr sahibül izze vennasr) diye yazılmışdır. Birinci Sultan Mustafa'nın bulunan gümüş paralarında hep (Sultanül berreyn) unvanı yazılıp bazı gümüş paralarında da tuğra şekli basılmışdır. Sultan İb rahim'in altın ve gümüş paraları da buna benzer. Dördün cü Sultan Mehmed'in altın paralarında yine (Sultan ül berreyn) unvanı yazılı olup ancak onun zamanında bazı garb darbhanelerinde kesilen altın paralarda eski biçimde (daribün nazr) unvanı da görülmüşdür. Gümüş paraları nın da bazıları tuğralı bazıları da tuğrasızdır. İkinci Sul tan Süleyman zamanında altı dirhem ağırlığında kuruş kesilip Sultan ül berreyn unvanı yazılmışdır. İkinci Sul tan Ahmed'in kuruşları ve altın paraları da bu tarzdadır. İkinci Sultan Mustafa zamanında tuğra şekline güzel bir nizam verilerek altın paraların bazısına da baskı şeklinde muntazam tuğra basılmış ve sair altın ve gümüş paraların üzerine (Sultanül berreyn) unvanı yazılmışdır Üçüncü Sultan Ahmed zamanında tuğralara daha zi yade önem ve nizam verilerek büyük ve küçük gayet mun tazam baskı olarak çeşidli paralar basıldı. Gümüş parala rın ve altın paraların bazılarının bir yüzünde Sultanül berreyn unvanı yazılıp diğer yüzüne de tuğra basıldı. Al tın paralarından bazısının bir yüzünde tuğra ve bir yü TARİHİ CEVDET 34? zünde Konstantîniye yahud darbhane yeri olan belde ve bazısıda Konstantîniye yerine İstanbul yazıldı. Şöyle ki İstanbul'da kesilen findik altını ile zeri mahbubların bir yüzünde tuğra ve bir yüzünde daraba fi îslambol ve ek seriye eyaletler darbhanelerinde kesilenlerden darabe fi re van ve darabe fi tiflis diye yazılırdı. Mısırda kesilen fındık altınlarında da bu biçimde darabe fi Mısır ve diğer yüzün de Sultanül berreyn ve Hakanül bahreyn unvanı ve iki. üç, dört, beş, yedi, ve on fındık ağırlığında olarak kesilen büyük fındık altınlarının bir yüzünde tuğra ve altında (İzze nasara darab fi Konstantîniye) ve diğer yüzünde yine Sultanül berreyn) unvanı işlemiştir. Sonra üçüncü Sultan Selim zamanına kadar kesilen çeşidli paralar hep üçüncü Sultan Ahmed'in paraları tarzında olarak İstan bul'da basılmış olanlarının bazısında Konstantîniye ve bazısında îslambol diye yazılıdır. Fakat ayırlık ve ayarca aralarında türlü farklar vardır. Ve Sultan Abdülmecid Han zamanında baskı şekli pek güzel bir nevi altın para basılıp bir yüzünde yalnız tuğra ve diğer yüzünde (darabe ri darüs saltanat ül aliyye) ve (cülus tarihi) yazılıdır.
Bir findik altınını bir dirhem beş buğday ve yüz guruş luk bir mecidiye altını iki dirhem on altı buğday olup, an cak findik altını yirmi üç ayarında ve mecidiye altını yir mi iki ayarında olduğundan iki fındık altını tamam bir yüzlük mecidiyeye denk gelir. Zeri mahbub'un boşlukda işgal ettiği yerin genişliği fındık altınının kalınlığına denk olarak ağırlıkları bir eşitlikde olduğu gibi ayarları da bir olduğundan ikisi de bir değerde idi. Ancak sonraları kıy metçe daha düşük olarak zeri mahbublar kesilmişdir. Böylece bin yüz yetmiş sekiz senesi Muharreminin yirmi birinde darbhane emini İsmail Raif beyefendinin Sultan Mustafa hazretlerine takdim eylemiş olduğu elli bin zeri mahbubun kendi el yazısı ile takdim eylemiş olduğu pus lası tarih yazarı benim de gözüme göründü (Cedid zeri 346 AHMED CEVDET PAŞA mahbub adet 50000, kuruş 137500, kese 275) diye yazılı olduğuna göre zeri mahbub'un her biri yüz onar paraya hesabolunmuşdur. Ve yukarıda anlattığımız gibi 202 ta rihinde fındık ve Macar altınları beşer kuruşa rayiç ol mak üzere nizam verilince zeri mahbubun üç buçuk ku ruşa rayiç olması irade buyrulmuşdu. DOKUZUNCU BÖLÜM (Kırım ve Kafkas dolayları ahvaline dairdir.) Tarihimizin başlangıcında oğunlukla Kırım olayları Ttonu olup yazılacağından Kırımın Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerin aslının toplu olarak anlatılması uygun görülmekle Halim Giray'm Gülbünü Hanân adlı tarihçe den ve sair tarihlerden bu açıdan gerekli olan belge özet lenerek bu makalede yazılmışdır. lede yazılmışdır. Hepimiz bilelim ki Kırım dolaylarında öteden beri Cengiz sultanları ile yani Cengiz soyundan olan Han lar soyca İlhanlılar tahtına geçip bağımsız hükümet ede gelmişlerken Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerinin za manında Osmanlı Devleti himayesine girerek yavaş yavaş ilişki ve bağlılıklarını artırarak Kırım toprakları Osmanlı Devletine katılmışdır. Bunun doğruluğuna ve ayrıntılarını derinliğine öğ renmek ve bilmek Kırım hanlarından bazılarını hal tercü melerin bilmeğe bağlı olduğundan ileride anlatılacağı gibi Kırım hanedanının önce gelen meşhurlarından bazılarının hal tercümelerinden başlıyoruz. Kırım hanlarının isimlerine Giray sözcüğünün eklen mesi önceleri adet değilken 841 tarihinde Kırım hanı olup otuz sene kadar hükümet eden Hacı Giray handan sonra gelenek olmuşdur. Çünkü hanlar, sultanlar, ve Tatar aya limin eski geleneklerine göre sütteki çocuklarını delikanlı olmaya dek kabilelerden birinin istenilen terbiyesine teslim ile eğitim ve terbiye gördüklerinden Hacı Giray'm babası olup yedi kuşakda soyu Cengiz Hana varan Giyaseddin 348 AHMED CEVDET PAŞA Sultan da Giray kabilesinin istenilen terbiye ve eğitim kucağında gelişmiş olduğu halde Giray kabilesinin ileri gelenlerinden devlet geldi. Sovfî'nin Haceı Şerifden dönü şü günü oğlu dünyaya gelmiş olduğundan yetişdiricisinin hac ve kabilesini anmak ve kutlamak anlamında oğluna Hacı Giray adını koydu.
Zaman geçip te Hacı Giray Kırım Hanı olunca ken disine devlet geldi. Sovfî henüz hayatta olduğu için baba ları hakkında geçmiş olan rıza hakkından sözederek ken disine öğünecek, anacak ve unutmayacağı bir izlem olsun diye bundan böyle kabilesinin adı olan Giray sözcüğünün Cengiz Sultaları isimlerine eklenmesini dileyince bu dileği gönül birliğiyle kabul olununca ondan sonra bu özelliğe aralarında her zaman örnek ve uyulması gereken bir töre gibi uyuldu. İSTİDRAD Kabileler arasında rıza ile akrabalığa pek ziyade uyu larak bir çocuk hangi kabileden süt emmişse ona ve onun soyuna bağlanır ve o kabile de onu arkalardı. Kırım han ları ve sultanlarının çocuklarını beslensin diye Çerkez kabilelerinden birine verilmesi eski âdetleri idi. Bunun nasıl olduğunu İbretnnumayi Devlet adlı tarihçe şöyle yazıyor: Kırım Hanının çocuğu olduğunu Çerkez kabile leri duyunca zamanı gelince önceden kararlaştırdıkları bir sahrada toplanıp ihtiyarların huzurunda bir hatunu tayalı ğa seçerek ona sahiplenirler; sipah ve özden ve sairlerden bir kaç yüz süvari Kırım'a geçerek üç gün kırım hanına konuk olurlar. Lâkin Hanın aş evinden bir şey yemeyip beraber ge tirmiş oldukları buğday unu, bal, gomul, ve boza ile hem kendilerini idare ve hem de Han'a ve dairesi halkına zi yafet çekerlerdi. Sonra içlerinden birini elçi yapıp Han'a gönderirler ve böyle bir toplulukla Kırım'a gelmelerinin TARIHI CEVDET 349 Han Hazretlerinin oğlunu besleme almak amacına dayan dığını; almadıkça geriye çevrilmeleri kabil olmayacağını açıkça bildirince eski bir geleneğe göre ister istemez o ço cuğu kendi anasından ayırıp taya olmak üzere seçilmiş olan hatuna teslim ettiklerinde çerkezler sevinerek kendi yurdlarma dönerlerdi. Ve beslemeyi öz evlâdları üzerinde sayarak terbiye sinde asla en ufak kusur etmezlerdi. Yedi yaşma gelince ata binip inmeği ve kaçıp kovmayı savaş bilgisi ve savaş da döğüşmede eğitilirlerdi. Süt anası ve süt babası azar lamadan ve çocuğa bir şey söylemeden yaradılışında nasü sa öyle gelişirdi. Onbeş yaşma gelip te bülüğa erince ba basına teslim etme zamanı gelirdi ne zaman istenilirse he men yeni elbiseler ve bütün silâhlar ile donadıp çok ziy netli ata bindirerek süt babası alıp önce eli altında kaç yüz kişi beraber bulunmuş ise topluca yine evvelce olduğu gibi Kırımda üç gün idarelerine ve han dairesinin ziyafe tine yetecek kadar yiyecek ve içecek tedarik ile beraber Kırım'a girer ve Bahçe Saraya geldiklerinde yine kazan larını kaynadıp üç gün Han dairesine ziyafet çekerek bu suretle Han'a teslim ettiklerinde Han tarafından da bütün bütün topluluğa bol bol yetecek kadar meşin, tüfek, sah tiyan, yay ve klapdan, çuka hediyeleri paylaşma meyda nına koyup onlarda aralarında paylaşınca yerli yerlerine giderlerdi. Kabile geleneği üzere adları anıldıkça düşmana kor ku versin diye çoğu Cengiz evladlarma da yırtıcı hayvan isimleri koyarlardı. Kırım hanları ve sultanları bilindiği kabileler elinde yetişdikleri ilkel yaşantılarıyla aşırı özen tilerden uzak olarak sırtlarında yalnız birer kat elbise bulunup yıpranmcaya kadar elbiselerini değiştirmezlerdi.
Ne zaman soyunacak olurlarsa ma'iyetinde bulunan adam larından birinin elbisesini alıp giyerlerdi. Çıkardıkları el biseyi de bir daha giymezlerdi. 350 AHMED CEVDET PAŞA Tatar halkından biri ise bütün bütün ilkel yaşantı ve sadelik, içinde bulunduklarından yiyecek, içecek, elbise ve ata binip inmede büyük çabukluk gösterirlerdi. Her ne va kit Han tarafından çapul iradesiyle filân gün filân yerde buîunasınız diye kabile mirza ve ihtiyarlarına yerliğ ya zılsa hanlarına büyük bağlılıkları olan Tatarlar çabucak ve zamanında istenildiği kadar süvari ile tayin olunan yer de hazır bulunup görevlendirildikleri tarafın çapul ve ta lanına koşarlar ve çapula çıkmadan bir kaç gün önce bi nip idman gidecekleri büne kadar hayvan sırtından inmez lerdi. Her Tatar kendi yedeğinde üç dört beygirle sefer eyler. Ve Hayvanları ekseriya karları ve buzları eşerek buldukları ot ve köklerle yetindikleri gibi kendileri de darı unu ile beygir yüreği yağından yapılmış talgan de nilir hamurdan dağarcıklarına aldıkları mikdar ile ka> naat edegeldiklerinden Tatar askeri başka ordular gibi mühimmat ve başka külfetlere muhtaç olmadan hemen irade olunan bölgeyi çalıp çarparlardı, ve sular donup da her tarafa çapul etmeği kolaylık olsun diye kışın çok şid detli olması için çocuklara dua ettirirlerdi. Topyekûn hep si uçan bir topluluk olmakla böylece gece ve gündüz ılgar ederek kısa zamanda uzağı yakın edip beldeleri talan ede rek sonu gelmeyen mallar, eşya ve esirler getirirlrdi. Esirler hakkında merhamet ve şefkatleri olmayıp pek ziyade eza ve cefa ile kullanırlardı. Böyle olunca Rus ya halkı Tatarlardan korkar ve titrerlerdi. Ruslar Kazan'ı ele geçirdikden sonra bile Tatarların yakıp yıkmmasından ve talanından kurtulmak için Kırım hazinesine senelik bir vergi vermeğe mecbur olurdu. Tatar hanları şer'i hükümlerin icrasında da ihtimam ları da ziyade idi. ileri gelen ilim adamlarından birini dol gun maaş ve bol tayinatla kazasker nasbedip o da resmi kısmet ve diğer rüsumlardan almaksızın halkın işini gö rür ve kabileler içinde fikıh ilmi ile uğraşanlara ücretsiz TARİHI CEVDET 351 resmi mektup yazma Niyabet'i verirdi. Sonraları Hanlar ve Sultanlar bu eski çok güzel geleneklerini terk ederek ni hayet kabilelerin mektublarına Niyabeti bezirganların il tizamına ve faizi eklenerek talip olanlara satılırdı. ' iltizam başladıkdan sonra adlî işler darmadağın ol duğu gibi rahat yaşama çağına ve aşırı eğlenceye düşkün lük ve bu yolda varını yoğunu harcamakdan hareketleri ne tam bir yavaşlık gelmişdi. Böylece zarar veren düşmanı bile kovmaya güçleri yetmez oldu. İşte Kırım hükümeti nin bu suretle zaman zaman değişik olup gelen ahvaline topluca bilgi edinmek için hanlarının bazı farklı sınıfla rından ileride açıklama yapılacakdır. MENGİLİ GİRAY HANIN OSMANLI DEVLETİNE İLTİCASI Cengiz orduları sel gibi etrafa akıp her diyara akm etmeğe başladığı sırada bunların büyük bir tümeni de Hazer denizini dolaşarak Kazan ve Ejderhan'ı ele geçire
rek Rusya'yı haraca bağlamış Kazan'ı da hükümet mer kezi yapmışlardı. Bunların bir kolu da Kırım'ı ele geçirerek bilindiği gibi Kırımda hükümet ederdi. Yavaş yavaş Kazan hükü metine düşkünlük gelince Kırım'a bağlı ve tabi olmuşlar dı. Ancak sonraları kırım hanlarına da bu düşkünlük ve kuşku hali gelince Osmanlı Devletinin himayesine sığınma ğa mecbur oldular. Şöyleki 871 tarihinde adı geçen Hacı Giray Han vefat edince yerine oğlu Mengili Giray Han Kırım Hanı olup üç ay kadar hükümet ettikden sonra üze rine amca çocukları asker çekerek birkaç defa yapılan sa vaşlarda Mengili Giray Han yenilgiye uğramış, nihayet o vakit Cenevizliler elinde bulunan Menküb kalesine kaçıp canını kurtarmışdı. Sonra kendini tutanlar toplanarak, yi ne Kırım içine girmiş, yeniden savaşlar olmuş, bu kere 352 AHMED CEVDET PAŞA Mengili Giray Han galip gelince tam bağımsızlıkla Kırım Hanı oldu. Lâkin amca çocuklarının yine tek durmaya cakları bilindiğinden kendine düşman olanları uzaklaştı rıp yok etmek için devlet ileri gelenleriyle yapılan açık oturumdaki konuşmalardan sonra o günlerde dünyanın en büyük tacını taşıyan Fatih Sultan Mehmed Han Hazret lerinin himayesine sığınarak, bütün güçlüklerden kurtul mak kararını aralarında alınca derhal Karadeniz kıyıla rında bulunan Kefe, Taman, ve Menküb kalelerinin ele ge çirilmesine padişah tarafından himmet buyurulduğu halde Mengili Giray da bu yönde canını verircesine çalışarak iş görmüş bitirmişdi. Osmanlı devletini tutacağını Fatih Sul tan Mehmed Han hazretlerine bildirip arzedince Fatih de kendisine tuğ ve âlem ve sair teşrifatla ilgili şeyler gön derilmişdi. Sonraları adı geçen kalelerin ele geçirilmesi hu susunda gösterdiği hareketlerdeki hoşnudluk ve çok iyi karşılanan uygun hizmetlerinden olayı kendisine özel okşa yıcı ve sevinirici bir namei hümâyûn gönderilmişdi. Sonraları Sultan Bayezidi Veli hazretleri Akgerman ve Kili kalelerini ele geçirdiği sırada Mengili Giray Han da onun birlik ve beraberlikle hizmette bulunmuş ve o sa vaşlarda yiğitlik ve bahadırlıkla hizmetine mükâfat olmak üzere tarafı hümayundan kendisine beyaz kadifeli sem mur kalpak, altın işlemeli üsküf ve türlü tuhaf ve değişik hediyelerle turla nehri kıyılarında Tatar askerinin ele ge çirdiği Balta, Tombasar, Foşan, Kray ve başkaca yerleri içine alan araziyi kendisine mülk olarak vermişdir. KALGAYLIK RÜTBESİNİN İHDASI Adı geçen Mengili Han düşman topraklarına akın edip savaşa gidince Kırım'a kimi kaymakam bırakırsınız diye sorulunca oğlum Mehmet Giray kalsın diyecek yerde Tatar diliyle oğlum Mehmet Giray kalgay diye isteğini be lirtmişdi. TARİHÎ CEVDET 353 Savaşdan sağ olarak talan edilen şeylerle dönünceye icadar oğlu Mehmed Giray çeşidli hükümet işlerinin tadını alıp babası önünce hükümet ettiği zaman aldığı lezzetten acı duymasın diye Kalgay Sultan ünvaniyle memleha ve .gümrüklerden muayyen irad ayrılarak Kırım kasabaların dan Ak Mescid adlı kasabayı kendine hükümet merkezi
tahsisi Karasu ve ona bağlı yerler de bu topraklara katıla rak veliahd olmak üzere tarafi şahaneden de eline Beratı âlişan verilmişdir. Ondan sonra kalgaylık bir mansab olup her Kırım Hanı olana böyle bir kalgay nasbi gelenek olmuşdur. Bunun üzerine Mengili Giray Han vefat edipde adı geçen oğlu Mehmet Giray Kırım Hanı olunca kardeşi Ba hadır Giray Sultanı yeni ortaya çıkan kalgaylıkla sevin *dirmişdir. SAADET GİRAY HAN'IN HAL TERCÜMESİ Adı geçen Mehmet Giray 10 sene kadar Kırımda yer liği geçerli Han olup vefatında yerine kardeşi Saadet Gi ray Han Krım Hanı nasbolundu. O da 9 sene kadar Han lık ettikden sonra Hanlıkdan çekilip İstanbul'da oturmuş udur. Hayatını anlatacak olursak şöyle geçer: Şehzade Yavuz Sultan Han Hazretleri Trabzon valisi iken bazı nedenlerle Kefe kalesine teşriflerinde Mengili Gi ray Han'ın sarayına iner oradan da Rumeli taraflarına gi dişlerinde Mengili Giray Han'ın oğlu Saadet Giray Hanı da yanma alır. Bu ilişki ile Saadet Giray Han epiyce zaman sefer ve hazerde Şehzade Selim Hanın hizmetinde bulun duğundan büyüklük veren yüksek Osmanlı tahtına geçin ce Saadet Giray'ı maaş ve kâfi tayinat ile refaha kavuş durup sevindirmişlerdi. 930 Muharreminde Mehmet Giray'ın vefatı haberi is tanbul'a gelince o senenin Recep ayında Kırım Hanlığı F. 23 354 AHMED CEVDET PAŞA Saadet Giray'a tevcih buyrulmuş ve donanmayı hümâyûn ile Kırım'a varınca Hanlık mesnedine geçip kendi kendine? Hanlık iddiasında bulunan Mehmed Girayın oğlu Gazi Gi ray sultanı Kalgay nasbeyledi. Lâkin bir müddet sonra. kardeş çocukları ayaklanıp harekete geçince beş sene ka dar aralarında savaş sürmüş ve sonunda Hanlıkdan 938 Şevvalinde İstanbul'a gelip Ebu Eyyübü Ensarı civarın da altı sene kadar oturdukdan sonra akibet yerine göç edince Hazreti Halid «radıyallahü anh» civarında, defnolunmuşdur. SAHİB GİRAYIN HANLIĞI Mengili Giray Han zade Sahib Giray Mehmed Han'ın: kardeşi Mehmet Giray Hanın Hanlığı zamanında bazı ne denlere dayanarak ölünceye kadar hapis edilmişken o ta rihde Kazan Hanı İçim Han çocuğu olmadan ölünce yeri ne Cengiz sultanlarından birinin nasbolunmasmı vilâyet halkı arz ve istida ettiği için Sahib Giray Han o vakit Ka zan Hanı nasbolunmuşdu. Beş sene kadar geliri olmayan bu mansabda vakit geçirdikten sonra Beytül Haram'i tavaf etmek bahanesiyle Kazan hükümetine kardeşi Mah mut Giray'ın oğlu Safa Giray Sultanı kaymakam nasbe dip kendisi memleketine dönüp İstanbul'a geldiği zaman Kanunî Sultan Süleyman Han Hazretlerinin sayesinde Sal yane, tayinat, ve zeamet ile sıkıntıyı atıp ihtiyaçlarını gi derince refaha kavuşduğu sırada Saadet Giray Hanın fe ragatinden sonra beş ay kadar kendi kendine hükümet makamına geçen İslâm Giray Sultan sonunu düşünerek tığı suç olan işden vaz geçerek İstanbul'a ariza yazmakla
939 rebi'ül evvelinde Hanlık menşuru Sahib Giray Hanın adına yazılıp Padişah'a bağlı kalacağına yemin ettiği için semmur kalpak üe iki sorguç ve mücevher tirkeş ve gönül alan pek güzel yörük bir at ile Devlet büyüklerine mah TARİHİ CEVDET 355 yaptığı suç olan işden vazgeçrek İstanbula ariza yazmakla kü, beyaz semmur, çok kıymetli taşlarla donanmış kılıç ihsan üe değerini artırıp ağırlama ve ikram kılmdıkdan başka ulufe ve vezaifi halife kesesinden olmak üzere alt mış nefer topçu ve 300 nefer cebeci ve bin nefer sekban ve kırk nefer müteferrika ve otuz nefer çavuş ve altmış nefer şerhli tabiri üe erbabı tımar ve zeamet mayetine tayin yapılarak Kırım topraklarına gönderilmişdi. Kırım toprakları Rusların eline girinceye dek Kırım hanlarına Osmanlı Devleti tarafından Sekban akçası adıy la verile gelen para zikrolunan neferlerin ulufeleri olarak Sultan Süleyman merhumun güzel eserlerindendir. Sultan Süleyman hazretleri ordusu ile Buğdan'a var dıklarında Sahib Giray Han da sayısız Tatar askeriyle beraber Padişaha hizmette bulunmak şerefine ermiş ve sonra nemce seferlerinde oğlu Kalgay Emin Giray Sultan iftihar edeceği bu hizmette bulunmuşdur. DEVLET GİRAYIN HAN OLDUĞU VE RUSLARI HARACA BAĞLADIĞI Devlet Giray Han Mengili Giray Hanzade mübarek Giray Sultanın oğlu olup babası mübarek Giray Sultan, Yavuz Sultan Selim zamanında Mısır'ın ele geçirilmesi sı rasında savaş yerinde ölünce amcaları Mehmet Giray Han ve Saadet Giray Hanın ellerinde terbiye görmüş ve yetiş miş ve Saadet Giray'ın Hanlığında kalgaylık rütbesine erişmiş iken İslâm Giray olayında Saadet Giray ile bera ber İstanbul'a gelerek zamanın Kanunî Sultan Süleyman'ı na yoldaş olmuşlardı. Bu ilişki ile seferde ve hazerde Sü leyman Han'a hizmetle şeref uyar ve ondan güler yüz gö rürdü. Kırım Hanı bulunan Sahib Giray Han bunları kıs kanarak Süleyman'ın çevresinden ayırıp uzaklaştırmak için bir bahane arardı. (Beyt) (Eza Tümme emri Beda'i 356 AHMED CEVDET PAŞA nakse. Terekküp zevalâ muta kıyl Temme) Halbuki Sahib Giray Hanın bahtı açık işi yolunda iken yukarıdaki beyit deyimince (yani bir insanın işinde eksiklik başladı mı so nu yaklaşıp Tamam biter) deyimince sonu yaklaşıp ken dine bildirilen bazı maddelerden ötürü Sultan Süleyman'ın Teveccühü azalmışdı. Bu sırada Kazan Hanı Safa Giray Han ölünce Sahib Giray Han Devlet Giray'm Kazan Hanı nasbolunmasmı İstanbul'a arz ve imha ederek tasarladı ğı gibi bu bahane ile Devlet Girayı saltanat çevresinden uzaklaşdırma dâvasına düşünce bu küstah davranışı Pa dişahı gücendirince kendisine işden elçektirilip yerine Dev let Giray Han nasbolundu. Devlet Giray Kırım'a varınca Sahib Giray'ı ve evladlarmı öldürüp bağımsız Han oldu.. İşte bu Devlet Giray Han savaş meydanlarında at oy natma ehli olup daima gaza ve cihaddan geri kalmazdı. Hatta Rusların o zamanki hükümet merkezi olan Mosko va şehrini 40 gün kuşattıkdan sonra kılıç kuvvetiyle ele geçirdikden sonra hazinelerinde mevcut sayısız para al
dıkdan başka tatar diliyle Dış denilen cizye bedelini her sene Han hazinesine getirmelerini şart koşup sulh and laşması yapmış olduğu Kırım tarihlerinde açıkça yazılı dır. Bundan başka sair tabiatli olup bu beyit onun yazdık larındandır. (Beyit) (Yakesin sadçak eden her bir gülün. Gülsen içre nalesidir bülbülün) yirmi sene süre hükme tinden sonra 985 tarihinde yaralanarak ölünce yerine oğ lu semiz Mehmed Giray Han nasbolunmuşdur. NUREDDtN'LİK RÜTBESİNİN ORTAYA ÇIKIŞI Yazıldığı gibi semiz Mehmed Giray Han babası Dev let Giray Han yerine Kırım Hanı olunca oğlu Adil Girayı Kalgay nasbetti. O sırada dodğu seferinde Adil Giray'ın esir olup da düşman elinde Ölürülüğü duyulunca, oğlu Sa adet Giray'ı Kalgay nasbetmeği tasarlamışsa da kardeş TARİHİ CEVDET 357 lerinden Alp Giray Sultan, yaşça büyük olduğundan bu na uyularak Kalgaylık için istekli olunca Kalgaylığl Alp Giray Sultan'a tevcih edip Saadet Giray Hanı teselli olsun diye kendi eliyle yetiştirdiği ve gelişdirdiği Nureddin Mirza'ya nispetle kendisine Nureddin Sultan unvanı veri. lerek yeni ortaya konan ve ica olunan bu mansab için hanların kendi özel gelirlerinden yetecek kadar belli irad çıkarılıp padişah arafıdan ikinci veliahd olmak üzere eli ne Beratı Âlişan verilmesiyle kutlandı. Ondan sonra bu rütbeye yükselenlere Nureddin Sultan denmekle yakınlaı rından üstün tutuldular. HUTBELERDE PADİŞAH ADININ ÖNE ALINMASI VE KIRIM HAN ADLARININ GERİ BIRAKILMASI İslâm Giray Han babası Devlet Giray Hanın hanlığı zamanında rehinlik mansabiyle İstanbul'a gönderilmişdi. Gerek Sultan Süleyman Han Hazretlerinin ve gerek İkin ci Sultan Selim Hazretlerinin saltanatları zamanında gü ler yüzle karşılanırken Üçüncü Murad tahta geçtiği sıra da eski itibarından düşerek Konya'da oturmağı ön görmüş dü. Adı geçen semiz Mehmed Giray Han yedi sene hanlık ettikden sonra bazı nedenlerle gereği görülünce işden el çektirilip kardeşi İslâm Giray Han Konya'dan getirilerek Kırım Han'ı nasbolunca 992 senesi Kırım'a varıp eski kal gay Alp Girayı mansabmda bırakıp oğlu Mübarek Giray Sultanı Nureddinlik yeni mansabiyle sevindirdi. Lâkin çok geçmeden Mehmed Giray'm oğlu Saadet Giray Nogay ümerasından Eseni bey ve sairenin yardı mıyle tertip ve teçhiz ettiği Tatar askeriyle Kırım'a girip Bahçe Saray'a taarruz edince İslâm Giray zorlukla Kefe kalesine firar ederek asker teçhizine başlar ve durumu İstanbul'a bildirmekle Kefe mirmiranı kendi emrine veri 358 AHMED CEVDET PAŞA lip Andal adlı yerde savaşa başlayınca galibiyet görüntü leri İslâm Giray tarafında belirince Saadet Giray kaçma ğa mecbur olduğu olaya (İslâmı bi avnillâhi. Kavi Sul tanı Rum.) mısraı olay tarihi olmuşdur. Bu suretle îslâm Giray Han bağımsız mesnedinde iken Bucak dolaylarında oturan Nogaylar Buğdan reaya sının mallarını ve sürülerini ele geçirip zarar verdikleri
duyulunca çalman malları geri alması için Hattı Hümâ yûn sadır olunca bu emri yerine getirmek İslâm Giray Han Bucak yöresine yola koyulup bu işi tamamladıkdan son ra Kırımda ve diğer adı görünen ve geçen yerlerde bulu nan cami ve mescidlerin minber ve mahfellerinde Padişa hın Devletine Padişah adı öne alınarak söylenmesini Kı rım Hanlarının sonra okunması için emir verip uyarmak la Kırım'da bile Kırım Halarmin adları Padişahlar ile hut belere süs ve aydınlık verilmesi İslâm Giray Hanın hayır lı eserlerindendir. Üç seneden fazla Hanlık ettikden sonra 966 cumdel ûlâsmda vefat eyledi. Akıllı, ileriyi görür üstün bilgi sa hibi yetişmiş kimse idi. Çoğu vakti İstanbul'da geçmekle üç dane şanı büyük Padişahın kendine iyi gözle bakma larına erişmiş bir mutluluk değeri zat idi. HAN AĞALIĞI HİZMETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI Adı geçen bu hizmet Bora Gazi Giray Han zamanın da ihdas olunmakla Hanın hal tercümesinden başlamak uygun olur. Şöyleki: Bora Gazi Giray Han evvelce adı ge çen Devlet Girayın oğludur. Yüksek yaradılışlı kardeşi Semiz Mehmed Giray maiyetiyle doğu seferinde iken Acem* lerin eline esir düşerek Kahkaha kalesinde yedi yıl süre ile esir kalmışdı. Korkusuz kahramanlığına Acem büyük lerinin de tanık oldukları kendisine bazı kurallara ve ka yıtlara bağlanarak serbest bırakılması teklif edilip söy TARİHİ CEVDET 359 lenince bir rubai yazarak ard düşüncesini açıklar hapis köşelerinde kalmağı seçtiğini Şah Abbasın kitapçısı Sa dıkî'nin tezkere tuş şüarasmda yazılıdır. Adı geçen ru bainin bir benzeri aşağıda yazılıdır. Nabudu Gam ve Sadi Hırnıan bude Zenigüna güzeşte taki Devran bude Ma tecrübekerdim ki der melek Şema Rahat heme der kale ve Zindan bude Kısaca Mehmed Giray yedi yıl hapisde kaldıkdan •sonra bin türlü eziyet ve güçlükle kalenin hapis olduğu yerinden yolunu bulup kaçarak kalender durumu ile Erzu rum valisi dairesine gelerek orada kalmışdı. Bir süre son ra yeniden Devlet başına geçmesi İslâm Giray Hanın ve fatı günlerine denk gelmekle 996 yılı kendisine Kırım Hanlığı tevcih buyuruldu. Kırım'a gelince kardeşi Fetih Giray'a kalgaylık ve diğer kardeşi Adil Girayın oğlu Baht Giray Sultan'a nu reddinlik tevcihiyle beraber emekdarlarmdan Ahmed Ağa yı kethüda ve vekil manasına Baş Ağalık unvanı ile se vindirdi. Zaman geçince Baş Ağalık hizmetinde kullanılanlar Han Ağası unvanı ile adlandırıldılar. Han Ağası İhtisap Nazırı makamında olup narh işlerine ve bazı belediye za bıtası işlerine yeteri kadar bakardı. Sultan Mehmed Han Eğri seferine geçince Fetih Gi ray Sultan Tatar askeri ile Padişahın yanında ve hizme tinde idi. Bora Gazi Giray Han gayet yiğit ve bahadır oldduğu halde bütün fenlerde mahir ve uç dilde sür ve yazı yazma ya güçlü kılıcına ve kalemine sahip muhterem bir vezir olup Padişahın Hocası Saadettin efendiye manzum mek
tupları ve sadarette Ganizade Nadir efendiye düzgün ve 360 AHMED CEVDET PAŞA san'atla yazdığı yazıları vardır. İşte bu gazeli ölçülerin; dışında ve her kesin yazamayacağı eşsiz eserlrindndir» GAZEL Rayete meylederiz kameti dilcû yerine Tuğa dil bağlamışız kâkûlü Hoşbu yerine Hevesi tirü keman çıkmadı dilden asla Naveki Gamzei dilduz ile ebru yerine Süreriz tığımızın zevkü sarasın her dem Simtenlerle olan lezzeti Pehlu yerine Gerdeni tüsün zabada katası dümendi Bağladı gönlümüzü zülf ile geysu yerine Süreriz Esbi hümermendi Saba reftarı Bir peri şekli Sanem bir gözü ahu yerine Gönlümüz Şahidi zibiyı cihada verdik Dilberi mahı reh ve yarı peri su yerine Seferin çevri çok ümidi vefa ile veli Olduk aşüftesi bir şuhu cefacu yerine Olmuşuz can ile billâh Gazayı Teşne Kanını düşmeni deynin içeriz su yerine aldığı talan mah ile Gazi German admdda bir kale yapıp bu yönden de adınm kalmasını sağlayan Bora Gazi Gi ray 1016 senesi Şabanında tacından vefat etti. Bahçe Sarayda defnolunmuşdur. SONRA GELEN KIRIM HANLARININ TOPLUCA HAL TERCÜMELERİ Adı geçen Kırım Hanları eski Cengiz Han soyundan" olup herbiri Hanlık mesnedlerini renklendirmiş ve her birinin adı İlhanlılar soyuna güzelliğini artıran yüksek: yaradılışlı üstün zevattır. Onların devri geçdikden sonra çoğunlukla Kırım Hanı olanlar rahatını sevip, süse, zevke, ve eğlenceye düş TARİHİ CEVDET 361 düklerinden, bazen de rica ve kayırma ile Cengiz Sultan larından yetersiz olanı Kırım Hanı nasbolunduğundan Cengiz Hanlarının eski adı ve şanı eksilmeye ve tatarla rın tabiatlarına durgunluk ve gevşeklik bulaşmakla ön celeri görülen güçlü atılımlarında düşüş ve azalma gö rülmeğe başladı. Bundan başka Tatarlar içine ayrılık, gayrdık girip bölünüp parçalanma başlayınca birlik ve beraberlik bo zulmuş, düşmana galibiyet şöyle dursun, kendi memle ketlerini idare ve muhafazaya güçleri kalmadı. Ruslar bu halleri fırsat bilerek Kırım Hanlarına an laşma ile vermeğe mecbur oldukları cizye bedelini ver mekden çekinerek ayrıca İdil nehri dolaylarındaki Ka zan ve Ejderhan eyaletlerini gereği gibi avucunun içine alarak sonunda Kırımı dda sıkışdırmaya başladılar. Hat ta Rusya önceleri aralarında ilişki olunca Kırım,a Hanla rına başvururlarken 1088 senesinde Kırım nasbolunan Murad Giray Han düşüncesiz ve sürekli serhoş olduğun dan Rus Elçisine yersiz ve gereksiz hakaret ettiğinden; artık Rus elçileri Kırım'a gelmeyip Rus Devleti dönecek işlerini Bender valileri aracılığı ile görmeğe başladı ve
yavaş yavaş İstanbul'a elçi göndermeğe gücü yeter ol du. 1148 senesi arasında Rus ordusu Kırım'a taarruz eder Or gapısmdan Kırım'a girerek hükümet idare yeri olan Bahçe Saray'ı kasabaları köylere yakıp gitti. Gerçekde bu zaman sırasında Remzi Bahadır Giray Han, İkinci İslâm Giray Han, Hacı Selim Giray Han, ve İkinci Devlet Giray Han ortaya çıkarak yeteri kadar gaybedil enleri geri almağa çalışmışlarsa da onla?m ve fatları ile yine eski haller ve önceki karışıklıklara dönül dü. İşte bu dört Han Cengiz Han soyunu kahramanlık gudden sonuncu dört bağımsızlık ve egemenlik örneği olup bu şan ve büyüklüklerine yüz sürülse değer anlatıl dığı gibi Bora Gazi Giray Han ile 1185 senesinde Kırım 362 AHMED CEVDET PAŞA Hanı olan Sahib Giray Han arasında geçen yirmi sekiz kadar Kırım Hanı içinde büyük şöhrete ermiş ve yetiş miş olduklarından her birinin topluca hal tercümelerine aşağıda olduğu gibi başlanılmış oluyor. REZMt BAHADIR GİRAY HANIN HAL TERCÜMESİ Dördüncü Sultan Murad Hazretlerinin hükümdarlığı zamanında Tatarlar içinde türlü ihtilâl olayları, adam öldürmeler, ırz ve namusa tecavüz gibi bir çok kötülükler duyulduğu sırada 1047 yılı Muharreminde dördüncü Sul tan Murad'm nasb etmiş olduğu Kırım Hanı Rezmi Ba hadır Giray Han adına yaraşır durumu ve hareketleriyle dördüncü Murad'm tutumuna uygun bir Han olduğundan Kırım'a varınca eşkiyayı ortadan kaldırıp Kırım'ı temiz ledikden sonra cizye beddelini ödeyip göndermekde tu tukluk gösteren Ruslara sert yazılar yazıp gönderince Ruslar bu Han'ın şiddetli saldırısından ürküp korkarak bazı hediyeler ekleyerek cizye göndermeye mecbur oldu lar. Lâkin ömrü sürmedi dört buçuk sene Hanlık ettik den sonra 1050 yılı ortasında vefat etti. Bu yetişkin ve büyük Hanın temiz ve eşsiz şir ve yazıları olup aşağıdaki gazel onun kaleminin eseridir. GAZEL Hattı seri sebzinin üstünde eder yer zülfün Çemen üstünde biten sünbüle benzer zülfün Ebri Seyrab sıfat perdefigen hurşide Afitabı Rahne saye salar teri zülfün Baş kaldırdı yüze çıkdı sipah hattır Fitne vehmiyle düşüp ra'şeye titrer zülfün Sakınır ol gülü ruhsarı esen yellerden Sanma tahriki sabadan yüzün örter zülfün Nice mümkün gire Rezmîi gedanın eline Genç hüsnün seni ejder gibi bekler zülfün TARİHİ CEVDET 363 ÎKtNCÎ İSLÂM GİRAY HANIN HAL TERCÜMESİ Adı geçen Bahadır Giray Han'ın vefatından sonra Rus devleti haraç verdiği cizye bedelinden kurtulup çok geçmeden vermemiş ise de 1054 senesi ortasında Kırım Hanı nasbolunan İslâm Giray önce isyan yoluna girmiş bazı kabileleri basdırıp cezalandırdıkdan sonra Nured din'i olan Adil Giray Sultanı cizye bedelini tahsil için Ta tar askeri ile Rusların o vakit idare merkezi olan Mos
kova şehrine kadar Rus topraklarını talan edip yakıp yıkdıkdan sonra Ruslar sulh bedeli olmak üzere altmış bin altın değerinde kürk ve envai tuhaf şeylerle kırk bin altın para takdim ettikden sonra her sene ödeye gel ddikleri cizye bedelini gönderip teslim etmek şartıyle sulh andlaşması yaptıları. Bundan başka ikinci İslâm Giray ile Lehliler ara sında şiddedtli savaşlar olmuş sonunda Lehliler yenil giye uğrayıp beş kıt'a top, 200 bin altm ve seksen bin guruşluk Riyal verdikden sonra her sene cizye bedeli gön dermek üzere sulh andlaşması yapmış oldukları bazı kurum tarihlerinde yazılıdır. İkinci İslâm Giray Han cesaret gösteren gayet ba yet bahadır ve tedbirli bir han olup kimi kendisi gide rek, kimi Kalgay Sultanı, yahud Nureddin Sultanı gön dererek gazadan geri kalmamakla Kırım içine türlü ga nimetlerle doldurduğu meşhurdur. İlk günlerinde İstanbul'a gelerek Boğaz içinde otu rurken kendinden önce Han olan dördüncü Mehmet Gi ray'm çekemeyişi ile Rodos'a sürülmesi isteğine uyula rak oraya sürülmüşddü. Sonra bazı büyüklerin araya gir meleriyle Rodos'dan İstanbul'a getirilmişdi. Çok geçme den Kırım Hanı nasbolunup on sene kadar hanlığın bü yüklüğüne yaraşır dedğerli hizmetlerde bulunddukdan sonra 1064 yılında vefat etti. 364 AHMED CEVDET PAŞA HACI SELİM GİRAY HANIN HAL TERCÜMESİ Hacı Selim Giray Han; Dördüncü Sultan Mehmed,. İkinci Sultan Süleyman, İkinci Sultan Ahmed, İkinci Sultan Mustafa ve Üçüncü Sultan Ahmed gibi padişah ların zamanında devlet işlerinde sırdaş olarak kendi gö rüşlerine dadnışılmış akıllı güvenilir unvanı kadar bü yük bir handır. Dört defa Kırım Hanı olup her defa de ğerli büyük hizmetlerde bulunmuşdur. Özellikle ikinci hanlığında Kırım'a taarruz eden Rus ordusu ile üç gün süre ile savaşdan sonra tamamen galibiyete erişdikden sonra otuz kıt'a top ve binden faz la esir aldıkdan başka Rus askerini sınırlarına kadar kovaladıkdan sonra 1100 Şevvalinde Nemçe seferine me mur olup orada da Üsküp dolaylarında olan güzel savaş ları tarihimizi süsler. Hatta bu hizmetleri padişah önün de makbul olduğundan gelecek senenin ilk baharına ka dar kışlamak ve dinlenmek üzere Edirne'yi çağırılmış ve davet olunmuşdu. İşte Şair Sabit efendinin Hacı Selim Giray Han'ın gelmiş geçmiş savaşlarını anlatır manzum medhiyeler kendileri Edirne'de bulunduğu sırada ip uç ları elde edilip açıklanarak yazılmışdır. Dördüncü kez Kırım hanı iken 1116 yılı Şabanında vefat etmişdir. Ka pudan ve kaymakam olan küçük Osman Paşa Hacı Se lim Giray'm kölelerinden olup bunun çırak ettiği bir çok köleleri, bunun işlediği değerle yüksek mevkilerde kullanılmışlardır. Kırım'da ve İstanbul civarında ve bir çok yerlerde olan iyilikleri ve eserleri ve güzellikleri de güzelliklerini artıran bir araya gelmiş eserleridir. İKİNCİ DEVLET GİRAY'IN HAL TERCÜMESİ VE KIRIMIN SON AHVALİ İkinci Devlet Giray dostunu okşayan, düşmanını hır palayan aşırı derecede cesur ve kahraman, akranın üs
TARİHİ CEVDET 365 tün değerde baş edilmez bir vezir olup, iki kez Kırım Ha ni olmuşdur. ikinci kez de memuriyeti gereği üzere kış ortasında Rus topraklarına İlgar edip bir kaç adet Pa lankalarını ele geçirip nice bin nüfusunu esir ettikden sonra 1123 senesi Prut nehri yakınında Deli Petro ile Baltacı arasındaki savaşda Devlet Girayın öğünülecek değerde hizmeti zamanının sahifelerini süsler. Ondan sonra Kırım'ın düzeni ve ddurumu günden güne bozulma ğa ve Tatarların saldırı ve direnişleri bütün bütün kesil meğe başlayıp, düşman ise günden güne büyüyüp, kuv vetlenmekde idi. Nihayet 1185 senesinde Ruslar Kırımı bütün bütün istilâ etti. Gerçekde Kaynarca sulh andlaşmasmdan kurtul muşsa da andlaşma şartları gereğince Kırım ve dolayla rı yine Rusların ezici ve üstün manevî baskısı ve etkisi altında kalmışdır. Ondan sonra ne yüze geldiği yerinde genişçe açıklanmak gerekir. Kırım hanlığının bir bölümü sayılan Çerkezistan Kafkas dağlarının önemli bir bölgesi olduğundan bu du rumda Kafkas dağlarının coğrafi durumundan ileride bir az açıklama yapmak uygun görülmüşür. KAFKAS TOPRAKLARININ BÖLGELERİ Kaf dağı da denilen Kafkas dağı Karadeniz kıyı sında bulunan Anapa kalesinden başlayıp Kuzey batıdan Güney doğuya doğru uzanıp Hazer denizi kıyısında bulu nan Baku kalesinde son bulan büyük sıra dağlardan iba rettir. Bir ucundan öbür ucuna dek ikiyüz doksan saat lik mesafe olup düpe düze ölçülse iki yüz on iki saatlik uzunluğu görülür. Buralarda yerleşen türlü milletten bazısı Çerkeş, Lezgi, Gürcü gibileri bu dağların asıl yerlileri olup bunları Yunan cumhuriyeti ile başlayıp sonra gelen yazarların bildikleri görülür. Bazısı da Peygamberimizin «aleyhissa lâhi vesselam» hicretinden iki üç yüz yıl önce Büyük 366 AHMED CEVDET PAŞA Asya'dan Güney ve Batı yönünden taarruz eden Got,, Hun, Alan, Hazer, Çeçen Komuk, ve Avar milletlerinin artıkları ve diğer yönden Kuzeye ve Batıya geçen Sel çukluların zamanında sınırları korumak için yerleşdiril miş olan Türklerdir. Kafkas dağları doğu bölgesi dağıstan ve batıda Çer kezistan olmak üzere iki parça olup ortasında bulunan en yüksek yerlerine Elbürüz dağı derler ki Dağıstan ile Çerkezistanı ayırır. Bu dağların kuzeyinde Çerkez cinsin den Kafkasyanm eski ve asıl yerlisinden olan Kabartay halkı ve güney tarafında Gürcüler vardır. Böyle olunca Kafkas topraklarından dört ölge ortaya çıkıyor. Bun lar da Çerkezistan, Kabartay, Dağıstan ve Gürcistandır. Çerkezistan bölgesi batıda Karadeniz kıyısı ile sınırla nıp güney kısmı Gürcistana bitişikdir. Kuzeyi Koban nehri ile sınırlanıp, doğusu Kafkas dağının en yüksek tepesi olan Elbürüz dağına yani Dağıstanm batı sınırına dayanır. Bu memleketin aşağı yukarı yüzbin haneyi aşan halkı Şabsığ, Batra, Çekit, Obih, Beşlini, Nakogay ve Sibilde adlı sancaklarda oturarak ayrı şoy milletlerden oldukları halde başlıca iki tarifeye ayrılırlar. Biri Çer kezler ki bunlar bu yerlerin kuzey kısmında oturup Ko
an boyuna yayılmışlardır. Diğeri Abazalar ki çoğu gü neyde yani Gürcistanda yerleşmişlerdir. Bu kavimler yakın zamana kadar Din ve Devlet nedir bilmezlerdi. Sultan Abdülhamid Han Hazretlerinin saltanatı günle rinde Ferah Ali Paşa Çerkezistan valisi nasbolununca İs lâm dini oralara gereği gibi yayılmışdır. Bunun açıkla ması yerinde yapılacakdır. Kafkas dağlarının ikinci bölgesi olan Kabartay böl gesi ki Kabartı ve Kabarta da yazılır. Karadenize dökü len Koban nehri ile Hazer denizine dökülen terek ırma ğı arasında Kafkas dağlarının kuzey yönünde Dağıstan ile Çerkezistan arasında baklava biçiminde bir yer olup TARİHİ CEVDET 367 Çerkezlerin büyük ve seçkin kabilesi olan Kabartay ile Nogay, Karabulak, Us, Tağalur adlı kavimlerden ibaret olarak altmış bin haneye erişir. Hepsi ehli sünnettir ve Büyük Kabartay Küçük Kabartay diye iki kısma ayrılır. Osmanlı Devleti Kaynarca andlaşmasmda bu yerler den vazgeçmişse de din ve mezhep birliği ile manen Os manlı Devletine bağlılıkları kesilmemişdir. Bu memle kette Kazbek adı verilen kulei şamha yanında Kafkas dağının beri tarafına geçilir. Yolları sarp arazide dar boğazlardan bir yol olup Rusların kuzeyden Gürcistan'a geçiş yolu yalnız bu yoldur. Ancak bir tarafdan Çerkez ve ir tarafdan Çeçen halkının taarruzlarından korkarak bir takım süvari kazak askerini bulundurmaya mecbur olurlardı. Kazbe Kazıbeyin yanlış söylemidir. Çerkezler, Gazbey ve Gazibey derler. Kafkas dağının üçüncü bölgesi Dağıstan toprakla rıdır. Kafkas dağlarının Hazer denizi tarafındaki parçası olup Dak kavminin bazı aşiretlerine barınak yeri oldu ğundan Dağıstan adı verilmişdir. Dağıstanm her köşe sinde biribirine aykırı kavimler oturduğu gibi her tara fında başka başka dillerle konuşulduğundan Araplar bu raya Cebili Elsine adını vermişlerdir. Dağıstan üç kısma ayrılarak Kuzey Dağıstan, Orta Dağıstan, Güney Dağıstan denilir. Orta Dağıstan denilen yer bağımsız ve serbest ge zen türlü milletlerin barınak yeri olup Avar, Çeçen And lal, Kobsoboy, Ankratel, Ankırat ve Galaş, Bakkal, Çe malaî, Senide, Sunda, Sılato, Vandi, Künbet adı verilen büyük ve küçük sancaklardan ibaret olarak halkı şöyle böyle yüz bin haneye ulaşır. Hepsi ehli Sünnettir. Etraf da put'a tapan bazı küçük taifeler vardır. Hal tercümesi aşağıda açıklanacak Mansur burada ortaya çıkmışdır. Dağıstan kuzeyi Hazer Denizi kıyısında ve Kafkas dağı nın eteğinde bulunup Koba, Tebristan, Derbend ve Gazi 368 AHMED CEVDET PAŞA Komuk, Kısak, Akoşe, Tarhu, Güre, Endarı, Yahsay ad lı sancakları içine alarak ahalisi Türk ve bezgi kavim lerinden oldukları halde hepsi ehli sünnettir. Yüzbin ha neye ulaşan nüfusu vardır. Hazer kıyısındaki ovalarda ziraatla ve yolların muhafızlığı ile geçinirler. Derbend, Kapılar Kapısı, Deniz Kapı, Timur Kapı dedikleri ka lelerdir. Bu topraklarda bulunan Bonyak Hakimine Şanı hal denilir. Dağıstan, güneyi Kafkas dağının güneyindeki etek lerde olup, Çar, Pelegan, Ilısu, Seki, Ersi, Kable, Şirvan, Baku, Seiyan adlı sancaklardan ibaret olarak bütün hal
kı yetmiş bine ulaşır. Bunlardan Seiyan ve Baku şehir lerinde on bin hane kadar Şi'î, Şirvan ve Seki tarafla rında on bin hane kadar Ermeni bulunup geri kalan elli bin hanesi Türk ve Lezgi'lerden ibaret olarak hepsi ehli sünnettir. Baku ve Seiyan şehirleri Hazer kıyısında bu lunup Acemistan ile Dağıstan arasında yapılan deniz ti caretinin iskeleleri olduğu için bu şehirlerde Acemler yerleşmişîerse de Dağıstan asıl yerlileri manevî baskısına baş 3ğmişlerdir. Kafkas dağlarının dördüncü bölgesi olan Gürcistan toprakları bu dağların güney yönünde olup Doğuda Da ğıstan'ın güney batı sınırını çizen Kanık nehri ile güney de Yorçalı denilen ve ehli İslâm olan kazak aşiretleri, Gümrü, Ahısha sancakları, Acara dağı ile batıda Ka radeniz kıyısı ve kuzeyde kafkas dağının Çerkez toprak larına bitişik olan Kalel şamhası ile hududu belli olup ahalisi Gürcü, Us, Asvan, ve Ermenilerden ibaret ola rak sonraları bir mikdar Rus, Avusturyalı da yerleşmiş dir. Adı geçen milletlerin hepsi yüzbin haneye yeter olur. Bunlardan sekiz bin kadar putperest olan Us, As vanlardan olup yerleri sarp olduğundan ve bir tarafdan Dağıstana ve bir yönden Çerkezistan'a bitişik bulunduk TARİHÎ CEVDET 369 ehli sünnet olup geri kalan seksen altı bine yakın hane si hıristiyan dinindedir. Gürcistan ve Dağıstan'ın güney yönü Ermenistan olup ikiye ayrılır, bir bölgesi Erzurum ve Van bölgesi olup Osmanlı devletindedir. Diğer bölgesi, Gence, Kara bağ, Hoy ve Revan sancakları olup İran topraklarında sayılır. Ancak Acemin ihtilâli sırasında her biri bağım sız birer han elinde kalarak 1190 senesinde Osmanlı Dev letine yanaşmağa mecbur olmuşlardı. İşte Gürcistan da böylece ikiye ayrılarak bir bölge si asıl Gürcistan denilen Tiflis Hanlığıdır ki hükümet idare merkezi Tiflis olup bir bölgesi çoğunlukla İran topraklarına bağlanmışsa da Tiflis Hanı olan Erkli Han luş yolu olan Osmanlı Devleti himayesini terk ile Rusya Rusların oyun ve dolabına aldanarak kendisinin kurtu himayesine girmişdir. Diğer bölgesi açık Baş, Mekril, Güryıl dadyanlıkları yani beylikleri olup Karadeniz kıyı sına kadar uzanır, Kütayis, Bağdadçık ve Özerkt şehir leri bu bölgededir. Bu dolaylar ötedenberi Osmanlı dev leti topraklarından sayılırdı. Kısaca Kafkas halkının çoğu Ehli İslâm olup gü ney ve kuzeyden taarruz eden Acem ve Ruslardan bazen etkilenmişlerse de çoğunlukla Osmanlı devletinin himaye sinde hilâfeti tanımışlar ve böylece Osmanlı devletine bağlanmışlardır. KAFKASLARIN GEÇMİŞTEKİ BAZI OLAYLARI Hazreti Ömer'in hilâfetinde (22) senesinde Arablar İran topraklarını elde ettikleri sırada Ehli İslâm ordu su serdarı olan Seraka bin Amru Azefbaycanı feth eyle yince Bekir bin Abdullah ile Apturrahman bin Rebia'yı Elbanya fethine memur etmişdi. O vakit Dağistan tara fına Erbanya denilirdi. Bekir bin Amru da Apturrah F. 24 370 AHMED CEVDET PAŞA mandan önce harekâta geçip kendi yönünden Elbanya
yöresine hareket edip Şirvan'a yaklaşdıkları zaman Fars hükümdarları soyundan Şirvan Hâkimi olan Şehriyar gelip Kafkas dağlarının kuzeyinde olan Alan ve Hazer Türklerinin durdurulmasını şart koşarak aman dilediğini Sarakaya arz etmişler. O da bunu makul görüp Hazreti Ömer bildirince o da uygun olduğunu buyuranca bu şart la Şehriyar'a aman verilmiş ve Sefakanm ölümünde ye rine Apturrahman bin. Rebia nasb ve tayin olunmakla Dağıstanın bir çok yerlerini ele geçirerek ahalisine İslâ mı telkin ve Gürcistan hükümdarlarından cizye alarak sulh yapmışdı. Dağıstan tarafından bu yeni fütuhat duyuldu. Der bend'in mübarek bir yer olduğuna dair bazı hadisler ri vayet olundukdan başka oranın ele geçirilmesi güney topraklarım emniyet ve asayiş altına alacağından eshabi Kiram Hazretleri savaş için o yöne akıp giderlerdi. Ci hannumada yazdığı gibi Beni Ümeyye zamanında Müs lime bin Abdülmelik o diyarda gaza edip halkı İslâm'a geldiler. Ve Derbend'i alıp oradan kuzeye doğu bir çok yerleri ele geçirdi. Hatta Behram Çupin soyundan Meh med bin Yezid Şirvan ve Demir Kapı valisi olup bir aylık kadar mesafeye hükmederdi. Fakat hicretin yüz seksen senesinde Hazer Türkleri Derbendi alıp ehli Islâmı bozdu. Bu savaşda yüzkırk bin kadar Müslim şehid olup İslâmda misli görülmemiş bir olay ortaya çıkdı. Hazer Hozar'm kolay konuşulan ben zeri olup büyük Türk kabilelerinden biridir. Uzun süre kendileriyle Uişkisi olan Hazer denizi kıyısında oturan bir kabilenin adına ilişkiyle anılarak Kasbî denizi Bulgar denizi Dilem denizi denilip nihayet yazıldığı gibi Hazer Türklerine nispetle Hazer denizi denilmişdif. Ama bu, ta raflarda Hazer'i noktalayarak Hazar yanlış söylemi var dır. TARİHÎ CEVDET 371 İşte bu Hazer Türkleri büyük bir kavim olup ikiyüz seneyi aşan zaman Araplarla savaşmışlarsa da sonunda Araplar galip ve muzaffer olmuşlardır. Şöyle ki Hicretin ikiyüzüncü senesinde Kureys kabilesinden ve Hazreti Hamza soyundan Şeyh Mehmed kendi evlâd ve akraba larından ikibin nefes kimse ile Haremeyni Şerifeynden çıkıp bir müddet Şam ve Mısır taraflarında gelip geçip sonra o sırada savaş yeri olan Çerkez diyarına gelerek bir çok savaşdan sonra Çerkezlerin beyi olan Emir Adal'ı öldürerek topraklarını ele geçirip ailesini ve çocuklarını esir etmişdi. Sonra Dağıstandaki Kıtak topraklarının emiri olan Gazanfer'i öldürerek halkına İslâm dinini ka bul ettirmişlerdi. İşte bu gaziler Komuk topraklarını da ele geçirip Dağıstanın güney ve kuzeyinde olan Hazer Türklerinin çoğunun köy ve kasabalarını darmadağın et mişlerdi. Böylece Kabartay ve Besmi gibi çerkez kabilelerin den pek çoğu İslâm olmuşlardır. Arablarm böylece 420 sene kadar Kafkas toprakla rında hükümetleri geçerli olup Abbasî Halifeleri zama nında bu bölgelere Azerbaycan, Ermenistan valileri hük mederdi. Sonra 454 Hicrî yılında Selçuklular bir çok memleketleri ele geçirerek hükümetini genişletip büyü ten Melikşah babasının ve ceddinin izinde yürüyerek ele geçirdiği yerlerde isyan ve ihtilâl çıkmasını önlemek için gerek Anadolu topraklarında gerek Gürcistanda sınırdan
başlayarak Hazer denizi kıyısına kadar Dağıstan top raklarında bir çok Türk boylarım yerleştifmişdi. İkiyüz yıldan artık Anadolu, Şam, İran taraflarında böylece hükümet etmiş olan bu Selçukluları ezip dağıtan Moğolların yani tatarların meydana çıkışından Hicrî 260 yılında 100 yıl önceye yakın Cenucehr Şah ortaya çıkıp Dağıstan güneyinde bulunan Şirvan topraklarının kürsü sü olan Şamahı şehrini hükümet merkezi yaparak tuğ çı 372 AHMED CEVDET PAŞA karıp bağımsız olmuş ve büyük tatar hanlarına özenip Büyük Hakan ünvaniyle ün salmışdı. Ondan sonra Sel çukluların bir kolu Şirvan Şahlar diye anılan Şirvan Sul tanları ortaya çıkıp Ermenistamn bazı yerlerini de Da ğistan'a ekleyerek hükümet etmişlerdir. O zaman Şirvan deyiminde Dağistanın kuzey doğusu ve güneyini içine alıp Dağistan ortası ve kuzey batısı olan topraklarında Avar ve Çeçenler yerleşmişdi. Şirvanşahlara gerçekde itaat etmezlerdi. Ancak İslâm olmak ve Islâmiyeti koru mak için daima savaşlarda beraber bulunurlardı. O va kit Gürcistan hükümdarları da bazen Şirvanşahlara, ba zen de Konya Sultanlarına bağlı gibi geçinirlerdi. Moğol ve tatarların kuzey ve güneyden Türkler üze rine akınları sırasında, Türkmenlerin Azerbaycan ve Er menistan'da tuğ çekip bağımsız oldukları sırada gerek Şirvanşahlar ve gerek Gürcistan hükümdarları bunlar ile kimi savaşarak, kimi Konya Sultanları gibi bazı hediye ler gönderip vererek iki taraflı savaşı bırakmaya ve sulh yapmaya çalışarak bağlılıklarını gösterirlerdi. Hatta 800 tarihinde Şirvan Sultanı bulunan Şeyh İbrahim bin Sul tan Mehmed bir çok muharebelerde Timur ile beraber bulunmuşdur. Böylece Şirvanşahlar 400 seneye yakın hü kümet ettikden sonra 942 hicrî senesinde Şahrah bin Sultan Ferah bin Şeyh Şah Tıfıl ergenlik çağına gelme den Şirvanşah tahtına çıktığı zaman Akkoyunlu Türk menlerinin şeyhi olup Azerbaycanda bulunan Erdebil şehrinde Şiy'i mezhebini yaymış, kendisi ve muridleri on iki İmam'm şiy'ileri olduklarını bildirip anlatmak için başlarına oniki terkili kırmızı şaldan yapılmış derviş ta cı giyip kızılbaş ismini kazanmış olan şeyh Haydarı Sa fevî'nin çocuklarından birinci şah tahmasdıp Şirvan tah tının böyle bir çocuk elinde kaldığını fırsat bilerek bu topraklar asker göndermiş ve Dağıstan ahalisi ile epiy ce zaman savaş yaptıkdan sonra nihayet galip gelerek TARİHİ CEVDET 373 Şahrah'ı ve Şirvan ileri gelenlerini katıl ve idam ile bü yük hazineler ele geçirmiş ve Şirvan Sultanları bunda son bulmuşdu. Gerçekde Şirvanşah soyundan bazıları Dağıs tan orta ve kuzeyinde bağımsız hükümet eden Kıtak, Alan, Avar ve Komuk Türkleri hanlarından yardım isti yerek bir süre savaşı sürdürmüşlerse de bir faydası ol mayıp 41 sene kadar Dağıstan güneyi Kızılbaşlarm hük mü altında kalmışdı. Tatarların akınları sırasında Dağıstan kuzeyi de darmadağın olmuşsa da sonunda halkı bağımsızlıklarını geri almışlardır. Şöyle ki Cengiz Han Deşti Kıpçak ve Moskova vilâyetini ve sonra İranın tamamını ele geçir dikden sonra Desti Kıpçak ve Moskof'un düzeni Tunur Kapunun ele geçirilmesine bağlı olduğundan Cengiz Han
orasının ele geçirilmesine koyulunca Timur Kapı halkı karşı koymaya başlamışlar ve ayaklanmışlarsa da Cen giz Han büyük oğlu Çağatayı ve sayısız tatar askerini üzerlerine gönderip bayağı halkı kılıçda ngeçirip yerleri ne bir çok tatar yerleşdirip Çağatayı üzerlerine han nasb ve tayin eylemişdi. 100 sene sonra Timur ortaya çıkıp da Timur Kapı derbendini ele geçirince kendisine havadar ve bağlı geçinen Toktamış Han'a teslim eyledi. Zaman geçince Toktamış isyan ettiği sırada Timur Tebriz, Şirvan savaşda bulunuyordu. Timur kapı üzerine bir kaç kez gönderdiği tatar askeri de bozguna uğramış dı. Timur Tebriz ve Şirvan gailesini savmış ve Gürcis tan hükümdarlariyle de savaşarak muzaffer oldukdan sonra gelip Toktamış'ı ele geçirdi. Hanlıkdan atıp yerine güvendiğini han nasb ve tayin etti. Tebriz ve Geylan ve bazı İran topraklarım Mirza Miranşah'a verip Timur ka pı taraflarını ona kattı. Miranşahm halefleri bir süre bu dolaylarda hükümet ettikden sonra bilindiği gibi Akkoyunlulann ortaya çıkı 374 AHMED CEVDET PAŞA siyle Dağıstan tarafını da istilâ ettiklerinde Timur evlâd larınm buradaki hükümetleri ortadan kalkmış, Dağıstan kuzeyi halkı bağımsızlığını kazanıp Cengiz soyundan kendilerine bir han nasbedip Şamhal adım almışlardı. Üçüncü Sultan Murad zamanında acem üzerine se fer açılıp da sadrazam olan Mustafa Paşa Osmanlı ordu su ile İran üzerine hareket ettiği zaman maiyetinde bu lunan Özdemir Osman Paşayı bir mikdar asker ile Dağıs tan tarafına tayin edip göndermişdi. Osman Paşa da gi dip Şamahi ve Baku taraflarını ele geçirip Şdrvanşahlar soyundan Sultan Burhan Şirvanşah nasbolunmuşdu. Fa kat nüfuzu ve bağımsızlığı olmayıp Osmanlı devletine dayanır ve her denileni yapardı. Osman Paşa kuzeyde de nüfuzunu artırıp ancak Şamhal'in kızını alınca Der bend'i yine Şamhal'a bırakmışdı. Osman Paşanın o yer lerdeki nüfuzunu Lezgilef çekemeyip aralarında savaşlar olmuş, sonunda Hutbe'yi Âli Osman adına okunmaları, Acem seferi ortaya çıkınca Kırımdan geçerek otuz bin. kadar tatar askerini topraklarından geçirerek Osman Pa şa tarafına yollamaları ve kendileri de zahire ve silâhla rı Osmanlı devleti tarafından verilmek üzere işte böyle ce Osmanlı askerine yoldaşlık edip yardım etmeleri ve eski adetleri üzere nasbedegeldikleri Şamhalılarma kim se kanşmayacakdı. Padişahın bir istediği olursa kendisi ne tuğ, alan, kılıç ve kaftan gönderilmesi ve Osmanlı top raklarına gelip giden tüccarlarından bac, gümrük, ve di ğer rüsumların alınmaması şartları koşulup Osman Pa şa ile Şamhal arasında bir sulh anlaşması yapıldı. O va kit bu şartlara her iki taraf uyarak hatta Abdülgiray Han otuz bin tatar askeri ile Şamhal topraklarından ge çerek Dağıstanlılar da beraber gelerek Osman Paşa ta rafına geçmişlerdi. Sonra adı geçen Sultan Burhan'm vefatında yerine oğlu Ebubekir geçip tam bu sırada da Anadoluda celâli TARİHI CEVDET 375 isyanları çıkıp Osmanlı devleti bu gaile ile meşgul bulun mayan İran şahı olan Abbas bunu fırsat bilerek Dağıs
tanlıları aldatıp yanlış yola koyduğundan ötürü Osmanlı askeri o bölgeden bir tarafa çekilmeğe mecbur olmuşlar dır. Ondan sonra Şah Abbas Dağıstan kuzeyi halkını çe kip her sene hanlarına ve beylerine kıymetli elbise ve hediyeler gönderip bu suretle Acemler Dağıstanı benim seyip kendi ülkelerinden sayar oldular. Dağıstanlılar ise onların bu hediyelerine bir saygı davranışı bir tür vergi gözüyle bakıp eğer bir engel çıkar da gönderilemediği za manlar İran topraklarmı talan ederlerdi. Hatta Efganlı larm ortaya çıkışı ile Acemlerin gidişi sallanmaya baş layınca Dağıstanlılar kuzeyden Şirvan ve Revan eyalet lerine akın ile biz bu sene sıramızı almadık diye bir çok Rus tüccarının mallarını talan etmişlerdi. Acemin bu kar gaşalığı sırasında Ruslar da Timur kapı taraflarına bas kınlar yapıyordu. Sonraları Tahmas Şah ile yaptıkları sulh anlaşmasında Derbend kalesi, Baku, Geylân, Zazen dran, Esterabad Ruslara terk edilmiş onların toprakları na katılmışdı Rusların bu taraflara yerleşmeleri Osman lı devleti aleyhine olduğundan (ılâcı vakıa piyş ez vuku' ba yed gerd) deyimince Sultan Ahmed zamanında Gür cistan topraklarının dayanak yeri olan Tiflis kalesinin Osmanlı devleti tarafından ele geçirilmesine kalkışılmış ve Şirvan ülkesinin ele geçirilmesine kalkışılmış ve Şir van ülkesinin idare merkezi olan Şamahi şehrine bile Os manlı devleti tarafından hâkim nasbolup o bölgeye şöy le bir düzen verilmişdi ve böylece Karadeniz kıyısının keşfine mahsus memur ve mühendisler gönderilerek bazı kıyılarda kaleler binası uygun görülüp hususiyle Taş ka lesi yapılıp oradan Tiflis'e yol açıldığı için donanma ile Fas'a giden mühimmatın Tiflis'e ve Dağıstana gönderil mesi kolaylaşmışdı. Lâkin sonra Nadir Şah ortaya çıkıp gerek Rusların gerek Osmanlıların aldığı yerleri geri ak 376 AHMED CEVDET PAŞA di. Fakat Dağıstan halkı Kafkas içinde cesur ve kahra manları olmakla Nadir Şah bile buralarda istediği gibi hükümete sözünü geiçremyeip bu tarafda fena bir bozgu na bile uğramışdı. Nadir Şahdan sonra Acemin kargaşalığı iki misli ar tınca bu tarafın halkı Osmanlı devletine iltica edip Bi rinci Sultan Mahmud zamanında Dağıstanm ele geçiril mesi düşünülmüş ve davranışlar Hamid Han zamanına kadar zihinlerde dolaşmışdı. Er geç Kafkas kabilelerini getirip Ruslara karşı bir kuvvet toplamak istenilmişse de zaman buna fırsat vermemişdir. ÇERKKEZİSTAN'IN BAZI ÖZEL AHVALÎ Yukarıda Çerkezistanı coğrafî kurallara göre sınır landıysa da Ferah Ali Paşa ile Çerkezistan'a gidip epiy ce süre orada bulunan ve Çerkezistana gidip epiyce süre orda bulunan ve Çerkezistan olaylarınca mehazımız olan Haşim Efendi mecmuasında yazılan deyimlerle de Çer kezistanın bilinen sınırlarını anlatmak uygun görülmüş dür. Şöyle ki Anadolu yakasında bulunan Sohum kalesi iskelesinden denizden İslâm sınırını kesen Koban nehri nin Anadolu yakasında bulunan Cemeti sahrası altında Kızıltaş Boğazına dek yüz saat ve oradan Koban Nehri ile yukarı doğru gidildikde Elbürüz eteklerinde Koban'm kaynak yeri ve Besni kabilesinin baş şehri ve barınağı olup Kabartay'm karşısında Hacılar kalesi denilen yere varması yüz saat ve ondan Lerzi toprakları ile Abaza
vilâyetinin arasına çekilmiş duvar gibi büyük dağların eteği ile Sohum kalesine gelinceye kadar yüz saat ki üç ken şeklinde üç yüz saati bulur. İşte bu hududları belli güzel arazi Çerkezistan olup kuzeyinde Çerkez kabileleri ve güneyinde Abaza kabileleri ve bazı Çerkezler oturup bu iki kol bile başka başka kabilelerle doludur. Bu yer lerde oturan Çerkezlerin başlıcaları, Besmi, Kömürköy, TARİHÎ CEVDET 377 Bezaduh, Nethaç, Şapşih ve Abazh olup bunların bile bir çok ayrıntıları vardır. Adı geçen kabileler kendilerini sair halkdan ayırmak için birbirine adiga derle ki hemşehri ve bir milletteniz demek olur. Bu kabilelerin bazı adetleri yahudi adetleri ne benzemekle vaktiyle beni İsrailden bu tarafa üç kol göç edip Çerkez kabileleri onlardan üremişdir diye cihan numada yazılıdır. Lâkin Haşim Efendinin yazılarında bu na değinen bir şey görülmeyip pek uzak bir gerçek oldu ğu açık bellidir. Zira yahudiler her tarafa yayılıp bir yer de maliyetlerini kaybetmemiş oldukları halde bu tarafa gelen kolların bütün bütün hangi kavimden oldukları halde bu tarafa gelen kolların bütün bütün hangi kavim den olduklarını unutmalarını akıl almaz. Kaldı ki Lezgi, Gürcü ve Çerkezlerin pek eski kavimler oldukları yuka rıda anlatılmışdı. Bu bölgede oturan kavimlerin hepsine Çerkez denilirse de aslında iki sınıf olup bilindiği gibi Abazalar, Çerkezden ayrılır ve Elbürüz dağında yaban adamı varmış diye Haşim Efendi rivayet eder. Ve Anapa nehri ile Poceagaz nehri arasında haydut kaynakları olup ancak onları Çerkezler talan etmekden ve eşlerini ve ço cuklarını esir etmekden gri kalmazlardı. Ruslar Kırım ve Taman taraflarına baskınlar yapmağa başlayınca o ta rafd bir çok Tatarlar da göç ederek bu kabileler halkına katılıp bu yerlerde yerleşmişlerdir. Ferah Ali Paşa'nm o tarafa memuriyetinden önce gerçekde Soğucak kalesi vardı. Ancak içinde bulunan muhafızlar azın azı olup kaleden dışarı çıkamazlardı. O vakitlerde Sohumda Keleş bey adında bir muhafız vardı ki aslında oranın ümerasmdandır. Ama Anapanm yeri o vakitler yazılmış olan az risalelerinden yüze çıkan anla ma göre Şenlik belirtisi olup fakat yıkılmış kale duvar larının kalan belirtileri varmış. 378 AHMED CEVDET PAŞA İşte bu kabileler içinde üç mertebe halk olup yüksek olanına Beşi yani Bey, ortasına Özden, ayak takımına Tokav denilir. Fakat Abaza ve Abazhi de beylik olmaz. Onların yüksek derecesi Özden sınıfındandır. Çerkezlerin Özdenleri ötedenberi hanedanları olan beylerin hizmetin de sipahi takımı olup ama Abaza Özdenleri ümera değe rindedir ve her sınıf evleneceği zaman dengini gözedip aşağısına tenezzül etmez hatta abaza ve abazlı özdenle rinden birisi diğer çerkez kabilelerinden kız alacak olsa Beyler denk olmadığından onların kızını alamayıp öz denlerden alabilir, böyle bu sınıflar birbirlerine karışmı yarak soyları ile övünmeği ve korumayı başarabilmişler dir ve Ümera ile Tokavlılar yüzleri ve lehçeleri ile ayrı lırlar. ÎSTİDRAD
İnsanlar üç tohumdan kol salıp her sınıfı bir takım özel nitelikleriyle birbirinden ayrılırlar. Birinci sınıf Kaf kaslı ki kafası toparlak, yüzü yumurta biçimi, burnu uzun ve ağzı dar ve saçı siyah yahud kızıl olur. İşte insanın en güzel sınıfı budur. Çerkez, Gürcü, Ermeni, Hindu, Arab ve eski Diyarbakırlılar, Iraklı, Suriyeli, Habeş yahud es ki Mısırlılar bu sınıfdandır. Bu sınıf dünyanın pek çok yerlerine yayılmış olup edepli, maarif ve sanayie yatkın olurlar. Avrupa insanı bu sınıfdandır. Ancak saf olmayıp İlerde anlatacağımız diğer sınıflarla karışmış bulunmak dadır. İkinci sınıf Moğollardır. Başları dört köşe, yüzü yas sı ve yanaklarının üzeri çıkık ve yumru ve gözleri küçük ve siyah vahşi akışlı yani göz kuyrukları yukarı çekik, burunları küçük ve batık, saçları siyah, cildleri sarı ve esmer arasında olup öyle ki doğal renkleri kaçık ve çalık gibi görünür. Birinci sınıfda gerçekde sarı benizli kimse TARİHİ CEVDET 379 ler olursa da o sarılık kansızlıkdan ve cansızlıkdan olup, yine beyazdan sayılır. Ama bu sınıfın sarılığı cildin doğal bir nitelikdir. Bu sınıfın çokluğu dünyanın yarısı,, doğu nun çokluk yerlerini doldurmuşdur. Kuzey Asya, Çin, Hind ve Sind adaları halkı bu sınıfdandır. Bu sınıfın değerli yaradılışı hükümet kurmağa ve idareye ve buna bağlı olan kuvvet ve etkisi olup ancak Çin halkı sanayide de ilerlemişdir. Üçüncü sınıf Zencilerdir. Başı sıkık, dar, yanakları geniş, üzerleri çıkık ve yumru ve burnu batık ve çenele ri uzun yani hortum gibi, ağzı ileri çıkmış, dudakları ka lın ve kıvrık, dişleri beyaz ve cildleri doğal kara ve saç ları yün gibi ince ve siyah kısa kıvırcık olup bu smıfdan olanlar Gine, Sudan, Kafur ve Hotanto gibi ekvator al tında olan yerlerde ve Madagaskar kıyısında ve Atlas Okyanusunun bazı adalarında bulunurlar. Güneşin yakıcı sıcağı bunların akılca gelişmelerine engel olduğundan bu güne kadar bilgisiz ve vahşet içinde kalıp kendi hallerini düzene koymağa güçleri yetmemişdir. Bazıları yaradılış ları ile insanlıkda noksan olduklarını ispat ederler. İlk sınıfın doğduğu yer Kafkas dağları olup aslında Çerkez ve Gürcülerden ibaret olduğu halde diğer kolları onlardan ayrılmışdır. İkinci sınıfın aslı Rusların Asya ile sınıfını teşkü eden Altay Dağlarından bazı kitaplarda yazılı ise de bu sağlam bir belirti olmayıp dünya doğa tarihinin bize verdiği bilgiler yalnız insanların üç soydan üremiş ve pek çok yerlerde birinci ve ikinci sınıf birbirine karışmışdır. Yukarıda anlatıldığı gibi Dağıstan taraflarını ta tarlar ele geçirip orada yayılınca bayağı ikinci sınıfın yerleşdiği yer olmuşdur. Ümera Çerkezlerden ise de Tokavlar ikinci smıfdan yani Tatar soyundandır. 380 AHMED CEVDET PAŞA ÇERKEZ KABİLELERİNİN ESKİ GELENEKLERİ Şark memleketleri denilen Asya kıt'ası din nurları saçan gün doğusu tarafı olup, doğuşu ile eraber Allanın şeriatleri ışığı ile aydınlandığı ve o tarafın insanları Adem oğlunu doğru, olarak insan yapan ve Allahm bir oluşuna inanışları ile başka hayvanlardan üstün oldukla
rı vakit dünyanın diğer bölgeleri bilgisizliğin ve inançsız lığı karanlığında kalmışdı. Çünkü insanın seçkin niteliği kendisini yaratan bir tapmak aradığından bilgisiz kalmış kavimler bu karanlıkda ellerine geçen şeyi Allah yerine koyup, kimisi nehirlere, kimisi ağaçlara, karınca ve yı lanlara taparak her biri bir türlü doğru yoldan çıkıp bir çıkmağa sapmışlardı. İşte Çerkez kabileleri ile Abazalar da başka vahşi ka vimler gibi aranılsa bulunabilecek gerçek dışında boş ne denlere dayanıp kodoş ağacı dedikleri ağacı tapmak ya pıp ona tapındıkları söylenir. Açıklanırsa Soğum ile So ğucak arasında goya adı verilen dağda meşe ağacı cinsin den bir çok ağaçların bir yerde bitip de yetişmesiyle ge lişmiş büyük ve acaip bir ağaç vardır. Ona kodoş derler. Yılda bir kez dağlardan büyük ve korkunç bir boğa gele rek başını kodoş ağacına dayayıp kurban olmasını bek ler ve asla karşı koymazmış. Hazır olan topluluk hemen üzerine varıp kurban ederler; başına ve gözüne boza döküp «Ey ulu tanrım bu kullarına verdiklerinin sı nırı ve hesabı yokdur» diye kalpaklarını ellerine alıp baş ları açık olduğu halde o ağaca taparak boğanın etini ve derisini aralarında bölüşüp teşekkür ederlerdi. Denizden Haçaba kayığı ile korsanlığa yahud bir hırsızlığa gittik lerinde eğer galip gelirsem tüfenk, zırh ve yağmurdan yok olmayacak bir şeyin en iyisini kodoş'a götüreyim di ye adayıp götürdüklerinde dallarına asarlardı. Böylece TARİHİ CEVDET 381 kodoş ağacının üzerinde buna benzer pekçok şey asılıp kalmışdır. Kimse de almazdı. Düşüncelerine göre bir hır sız bunlardan birini alsa bir türlü kurtuluşu olmayıp he men ölürdü derlermiş. Sair yerlerde kodoş vekilleri olup tegalk adı verilen evlerinin önünde eyendikleri en güzel ve biçimli bir ağa cı kodoş vekili edip etrafını parmaklık ile örterler tepe sini ot ve ip ile imame gibi bağlayıp tıgalk derler. Ek dikleri zahirenin korumasına emanet edip, kendimizin ve konuğumuzun yiyeceğimizdir, geçen sene az oldu, kerem eyle bu yıl çok olsun, rica ederim, diye kalpaklarını çı karıp gün doğusu tarafına doğru ağaç altında tapınırlar bir koyun yahud keçi kurban edip başına boza serper lerdi. İşte ekin biçme zamanına kadar böylece rica edip, yalvarıp eğer eğer dilekleri yerine gelirse Tıgalk'e teşekkür ederler. Eğer dileğinin ve umduğunun tersi olursa Tıgalk'e kızıp niçin benim sözümü tutmadın diye yaprağını yemişini ve kökünü gövdesini kesip yakarak bir diğer ağacı onun yerine nasbederek tamam saygı gös terisinden sonra bu yeni Tıgalk'e dönüp «ey benim yeni tapdığım senden önce tapdığım Tıgalk söz dinlemeyip karşı geldiğinden ateşe ve ışığa çevirdim. Seni kendime yeniden Tıgalk edip tapdim sen de sözümü dinlemezsen seni de yakarım» diye uyarmak eski adetlerindenmiş. Ancak Cengiz Sultanları evlâdına süt emdirme ve terbiye için Çerkez kabile reisinden birine verdiklerinden bunları almak ve sonra yerlerine götürmek üzere Kırım'a gidip gldikçe Şerefi İslâm'a nail olan Tatarlar ile karış malarından doğan ilişki ile İslâm dinine meyletmeğe baş layarak çerkez kabilelerinden bazıları senede bir ay oruç tutmak ve sonra dördüncü ayda aşure pişirmek ve bir ay sonra Tamandan getirdikleri dile bilen hocalara mevlîd
okutmak gibi İslâmlığa özenip bazıları da Şahmerdan 382 AHMED CEVDET PAŞA olan Peygamberimizin damadı Hazreti Aliyül Murtaza' ya Peyet adını vererek onun için yılda bir kez dostlarını toplayıp ziyafet vererek alevilik yüzünde görünürlerdi. Fakat Kur'an'm dediklerini bilirler ne de İslâm adet ve düşüncelerini okumuş öğrenmişlerdi. Halbuki vahşi ka bileler önünde Allah dininin ortaya çıkışı başlangıcında eskiden yerleşmiş olan doğruluğa ve sağ düşünceye ay kırı gelenekleri ile yeni din ile karışdığmdan ve çerkez lerde bu halde bulunduğundan tatarlardan görerek ettik leri ibadetleri Cenabı Hakka ibadet etmek, ResulEk yüceltmek selâm ve dua için olmayıp gürlük, bolluk ge tirir umudu ileydi. İşte Ferah Ali Paşanın Çerkezistan'a memuriyeti sı rasında çerkezlerin bir takımı eski inançları olan ağaca tapmaya devam ediyor, bir kısmı da böyle yalan yanlış. müslümanlıkda bulunuyorlardı. Bazıları da hiristiyanlı ğa özenerek Allanın rahmetinden mahrum kırmızı yu murtaya saygı duyarlardı. En garibi bilmem ne akılla (savsuruk) yani kötü Ebu Cehilin ruhu için bir küçük pas kalyacık yaparlarmış. Çerkez kabileleri büyük kavim olup yukarıda anlatıldığı gibi Arapların dine daveti ile bu ta raflara taarruzlarında bu kabilelerin Dağıstan bölgesin de olanlarından bir haylisi müslüman olmuşlarsa da Arapların çöküşü ile bu hız kesilip bunların da bir çokla rı böylece dine karşı ve bilgisiz bilinçsiz kalmışlardır. Fakat bunlardan Mısır da devlet kurup uzun süre çerkez kumandanlarının ve ümerasının nüfuzları geçerli iken bunlar kendi asil vatanlarını anarak özel adamlar ve bilim adamları gönderip de hemşehrilerini şerefi İs lâm ile yüceltmeye güç harcamamaları bir garib işdir. Buralara Hiristiyanlık fikirlerinin girmesine sebep de Cenevizlilerdir. Orta çağda Karadeniz kıyılarına gelip yerleştiklerinde Hiristiyanlık dinini o bölgede yaymak nedenlerine baş vurmuşlardı. Fakat Osmanlı devletinin TARİHI CEVDET 383 ortaya çıkıp yerlerini alması bu atılımlarını engelledi. Aşağıda ayrıntılariyle anlatılacağı üzere Ferah Ali Paşanın uyarmalarıyla doğru yola giren çerkez kabile lerin bir çoğu şerefi İslâm'a nail oldular. Hatta kendile rine Tıgalk söylendikçe utanırlardı. Ama kodoş ağacının bulunduğu Goya bölgesinin ele geçirilmesine vakit olma dığından o havali olduğu gibi kaldı diye Haşim Efendi ri vayet eder. Lâkin sonra İslâm dini yavaş yavaş o kıyılara yayı lınca buna benzer bilinç dışı inançlar terk edilmiştir. Ço ğunlukla vahşet içinde bulunan kavimler önünde gele nekleri dışında olarak bazı hikâyeler bulunup çocukların umacı ve karkoncoloza inanıp ta her şeyi iyi kötü ayıra bilecek çağa gelince böyle olağan üstü uydurma kulak asmadıkları gibi insan manevî denilen insan topluluğu nun da gençlik çağındaki başlangıç böyle masalların inançları olup sonra gelişme çağı olan uyarlık hâline gir dikleri zaman gerek bir halkın eğitim ölçüsünü, gerek bir adamın terbiyesini anlamak için bir ölçü olduğundan Çerkezistan'da bize kadar gelen ve anlatılan bazı garip hikâyelerin bu yerde açıklanıp yazılması uygun görül
müşdür. Şöyle ki, Elbürüz dağında Hacılar Kalesi tarafında bulunan bir dağda bir mağara olup, Dahaki Mari diye içinde hapsedilen bir adam olduğunu rivayet ederler. Hat ta o civarda bir köy olup halkından biri av avlamak için dağda gezerken o mağarayı görüp acaba koyun kışlası olabilir mi? diye hayal kurarak içine girince korkunç bir ses duyarak durunca mağaranın karanlığına gözü alışın ca dikkatle bakıp görür ki, adam'a benzer şaşılacak bir §ey olup, boynu, beli, ve ayağı zincirle bağlı oldukdan baş ka iki elleri de birbirine bağlanmış ve hapsolmuş. Yakın dan görünce ilk önce korkup çekinmişse de biraz durun ca, korkusu geçip mahbus'u seyrederken, «Birader kork 384 AHMED CEVDET PAŞA ma, biz rehin vaktini bekliyoruz ve memuruz. Var git ba na çamaşır sırığı gibi bir sırık getir. Şu karşımda asılı kılıcı yerinden indirebilirsem bu zincir ve bağlardan kur tulurum ve sana çok bağışım olur» deyince varıp istediği gibi bir sırık keserek mahpus'a verince, elleri bağlı iken sırığı karşısında olan kılıca uzadıp indirmeğe çalışıp, ne kadar zorladıysa da gücü yetmeyince, kurtuluş vaktimiz gelmemiş, diyerek elindeki sırığı kürdan çöpü gibi parça parça ettikden sonra bu avcı köyüne dönüp bu olayı ço luğuna çocuğuna anlattıkdan üç dört gün içinde hasta ol madan öldüğünü gören dostları, kabile halkı ölümden çok korkdukları için çekindiklerinden «Avcının babası ve ced di yüz yıldan fazla yaşamışlardı. Bu da mağaradaki mah pusu görmeseydi, babası kadar yaşardı» diye bundan son ra mağara bölgesine elbirliğiyle birlikde aralarında anla şıp köylülere haber salıp hudud ve sınır kazmışlar. Bugün bile bu sınır içinde her ne kadar tilki, zerdova, vaşak, kunduz hayvanları olup turna, toy. angud, yaban tavuğu, sülün gibi kuşlar pek çoksa da, aralarında av yapmak ya sak olduğundan adı geçen hayvanatın çoğalıp tehlikeden uzak ve emniyetle gezindikleri görülür. Çocukları ağlasa kendi dilleriyle mağaradaki mah pus geliyor, diye korkuturlardı. Bazı geceler mahpusun zincirlerinin sesi duyulurdu, diye bu hikâyeyi rivayet et tiklerinde Ali Paşanın kâtibi Hasan efendi bulunduğu toplantıda inanmadığını açıkdan söylemeyip, tüccarlardan bu köye gelmiş, gitmiş olan yedi sekiz kişiyi hemen çağır tıp sorunca, anlattıkları birbirini tutunca olayı ispatladı lar. Rivayet edenin kendindendir diye Hasım Efendi riva yet etmişdir. Bu hikâyeyi ben bile oraları gezmiş olan bazı çerkez ümerasından sorduğum zaman, böyle olduğu nu onlar da onayladılar. Fakat bazı sözcük ve ayrıntıla rında fark bulunduğundan bu yolda benim dinlediğime göre, aşağıdaki gibi söylenir. Şöyle ki, Elbürüz dağında TARÎHİ CEVDET 385 bir mağara olup, içinde yazüdığı gibi adam şeklinde zin cirlere vurulmuş bir mahpus ve karşısında asılı bir kılıç varmış. Yılda bir kez silkinip dağı öyle sarsarmış ki, dağ üzerindeki vahşi kuş ve hayvanlar ürküp kaçarmış ve mahpusun yanma girenlere yanabî [Çerkezistanda biter bir nevi ot] çok biter mi? Ve çocuklar mektebe gider mi? diye sorar ve karşısındaki kılıcı almak için en önce çiçek açıp da en sonra yemiş veren ağacdan [kızılcık] bana bir çengel verin, dermiş. Lâkin kabileler halkı eğer kılıç eli ne geçerse bir zararı olur diye korkup çekindiklerinden,
yahut istediği ağacı arayıp bulmadıklarından diğer bir cins ağaçdan bir çengel verseler, kızıp getirenlerin arka sı sıra atarmış, diye rivayet ederler. Yine o tarafa seyahat edenlerden duyulmuşdur ki, bu mağara yakınında bir kaynak olup, avcılar avı vur dukları zaman suya düşüp derhal yeniden canlanıp uçar ve kaçarmış, fakat bu suya yaklaşmak istenilince fırtına ve bora çıkmakla, yaklaşıp varmak mümkün olamazmış, derler. Buna benzer inanılmayacak hikâyeler söyleyip ri vayet ederler. ÇERKEZLERİN AHLÂK VE ADETLERİ Adı geçen Haşim Efendinin yazılarından anlaşıldığı na göre, abaza ve çerkez kabileleri akıllı, reşid ve her şeye yatkın, cesur ve bahadır tiynetleri temiz, temiz gö rünüşlü, sözünde durur ve direnir, asla yalan söylemez ler. Yalan yere yemin etmezler. Şöyle ki, çerkez, abaza ve abazhiden bir köle her ne kadar kafa tutar, baş eğmez olsa, onu disiplin altına al mak ve emniyet edebilmek için yemin verdilir ise, tersine bir davranışı asla olmaz. Fakat yemin ver dirilir ken, bü tün ayrıntıları açıklamak gerekir. Zira her kaç madde üzerine yemin etmişse, unutmaz sonra bir maddeye kar F. 25 386 AHMED CEVDET PAŞA §ı gelir de azarlanırsa bu madde yemin dışındadır diye açıklar ve yalan söylemez. Hepsi eli açık, misafir sever olup, şöyle ki, ev sahi bi bey ve misafiri bayağı adam olsa, ev sahibi yine misa firin huzurunda oturmayıp ayak üzerinde hizmet eder ve sabaha kadar uyumayıp silâhlı olarak misafirini korur. Misafir için pişirilen yemekden ev sahibi yemez ve tavuğun başını bedeninden ayırmayarak kesip, pişirip de başiyle beraber misafirin önüne koyarak, baş ve canım yoluna fedadır, deyimini anlatmak gelenekleridir. Elbise leri tek renk olup, zengini, fakiri ayırd edilemez. Fakir leri zengin, zenginleri fakir olmaz. Zira kardeşlik iddia sında olduklarından birine lâzım olan ne ise, diğerinden ister o da olmaz demeyip verir ve beş paralık bir şey ahp da sonra kendisinden beş kuruşluk bir şey istenilse he men verip, az aldım, çok verdim diye hesabı hatırına ge tirmez. Eğer pek canı sıkılırsa ve üzülürse, Rus hududu nu geçip esir ve hayvan ne bulursa alır ve Ruslardan asla korkmazlar. Gayet bahadır sayılan Nogay tatarlarının on neferini abaza ve çerkezden bir tanesi yakalayıp esir eder. Çünkü aralarında birbirlerini dövmek, söğmek, öldür mek geleneği olmadığından ele geçirdikleri esirleri döğ meden, incitmeden hür olarak kullanıp yiyeceğine, içece ğine dikkatli ve titiz davranırlar. Kendi düşüncelerine gö re çalmak ve talan etmek ayıp olmayıp, yiğitlik sayılır ve buna gücü yetmeyenler gözlerinde makbul olmaz ve insandan sayılmaz. Gerçekde aralarında tam bir birlik ol madığından dağınık kabilelerdir. Lâkin gençleri, ihtiyarlarına itaat eder, kul gibi hiz met ederler ve her kabile savaş düzeninde kendi beyine ve büyüğüne itaatle baş eğip bağlanır. Şöyle ki, her ka bilede ötedenberi soylu büyük hanedanlar olup, kabileler içinde sözleri geçer ve kendilerinden aşağı bir sınıf dan
TARİHÎ CEVDET 387 kız alıp, kız vermezler. Ve bu hanedanlar içinde bile en büyük her kimse, kabilenin kumandan ve yöneticisi olur. Hatırı sayılır ve sözü geçerlidir. Şöyle ki, mahalle ve top lanuları olmayıp evleri dağ başlarında ayrı yerlerde da ğılmış ise de, önemli olay çıkınca tatar dilinde (iş kırık) deniîir seslenme üe dağdan dağa haber ulaşdırarak dile diklerini anlatırlar, gerektiğinde az vakit içinde bir yere toplanıp konuşarak işleri yoluna koyarlar. Düşman üzeri ne gidilmek lâzım gelirse, içlerinden birini başbuğ nasbe dip her yönden ona itaat edip dediğini yaparlar. Lâkin gi dip geldiklerinde yine her biri başlı basma kalıp hepsinin işlerini yöneten süreli bir reisleri olmadığından bir işin sonunu kazanamazlardı. Kısaca, Osmanlı Devletinin hizmetine değer şaşılacak insanlardır. Fakat lisanları harflerden çıkmakdan uzak, kendileri vahşî ve dağlı, küfr ve imanı, iyiliği, kötülüğü farkedip ayırmakdan uzak olup, içlerinde garip ve bigâ ne kimse kendi kendinezdi. Bir kabilenin içinden geçer ken zararları dokunmasın diye hududa varınca o kabile den bir klavuz almak lâzım gelir ki, buna (Sayrı) derler. Ve sayrı hatırı sayılır kimse olmalıdır ki, herkes sözünü dinlesin. İş icabı kabileler ile konuşmak, anlaşmak ve içlerin de gezmek lâzım gelse soylu kişilerden birine besleme ol mak lâzım gelir. Şöyle ki, iki top bez, bir meşin, bir sah tiyan, iğne, iplik, tarak, yüksük alıp tedarik edip ve bir klavuz bulup ona da bir top bez verdikden sonra istediği kabile beyinin evine varırlar. Hediyelerini ev sahibinin eşine verir, eğer ev sahibi evde değilse, eşi o gece gerdeğe girmiş kız olsa bile, hem evine inip kadının üzerine atıla rak memesini ağzına alıp emer ve babasma konak ve sa na besleme oldum diye, dil bilmiyorsa tercüman yardımı İle anlatınca kural gereği kadın beslemeyi kabul ettiğini açıkça söyleyip arkasını sıvar ve ayağa kalkmasına izin 388 AHMED CEVDET PAŞA verir. Kocası gelince de bu benim beslememdir, deyip eli ni öptürür, o da kabul edip gerekli ziyafetin hazırlığına geçer, hem yiyecek ve içecek toplayıp, bulup kendi kabi lesiyle civar olanları davet ederek, bir bayram havası edip sonunda o da bu benim beslememdir diye bulunanların hepsine gösterir. Ondan sonra herkes yerli yerine dağı lır, bunlar da baba oğul olup birbirlerine muhabbetlerini artırırlar. Besleme olan bundan sonra hür olmak üzere dilediği yere gidip gelmekde ve tüccardan ise malını korumakda kimseye muhtaç olmayıp, her türlü korku ve sakıncadan emin ve güvenli olur. Tekü tenha yolunda giderken bir eş kıyaya raslarda elinden malını almağa kalkarsa, ben filâ nın beslemesiyim, deyiverince, öteki el çeker. Kabile ka nunlarına uymaz da malını alır, yahud kendini esir eder se, babalığı duyup işi meydana çıkarınca, kurtardıkdan başka adı geçen ve anlatılan eşyadan her nev'inin dokuz katı ayıplık, yani cereme almak resmi kadim olup, eğer eşkıyanın vermeğe gücü yetmiyorsa, kendisini esir alıp satar. Çünkü kanunca gereken cezadan kaçmak da, gele neklerine göre en ziyade namusa dokunur sayıldığından
eşkiya da kaçamayıp hemen teslim olur. Fakat kızları varsa ve beslemenin babalığı da müsaade ederse eşkıya nın yerine iki kızını bedel almak kanunlarınca geçerli olup bu yüzden iki kızını alır ve satar. Ama adam öldürmek içlerinde pek büyük suç olmak la, onu istemeyip korkar ve çekinirler. Eğer kazara içlerinden birisi birini vurup öldürse, anlatıldığı gibi halkı üç mertebe olduğu gibi diyetleri de üç mertebe olarak kesilir. Boy ile Tokav'in diyetlerinde açık ve büyük fark olup,Özden'lerin diyeti bile ikisi orta ğıdır. Şöyle ki, orta mertebede olanlardan birisi öldürül se, diyeti yirmi top tâbir olunur ki, beş topu karışdan TARİHI CEVDET 389 çıkmış, beş baş esir ve beş topu birer esir değerinde ol mak üzere beş baş at ve beş topu yine birer esir bahasın da olmak üzere beş adet zırh ve geri kalan beş topu (şuş ka) yani kılıç tüfek ve yay verilmek üzere kanun olup, her ne olursa olsun tahsil olunur. Esir hakkında karış tâbirinin anlamı şudur: Arala rında nakid ve sikke olmadığından baha takdiri karış he sabiyledir. Şöyle ki, esirin güzelliği ve çirkinliği değeriy le aralarında bir fiat olmayıp, ancak karış değeri ile he sap görürler. Meselâ tam esir altı karış olmak üzere de ğerlenip aşağısı eksik sayılarak birisi diğerine tamam esir vermek lâzım gelince, dört karış boyunda bir esir ve recek olsa, üst tarafını bir başka şeyle tamamlamak lâ zım gelir, işte Çerkezistan'dan bol sayıda esir çıkması yüze çıkan bu nedenlerle doğmuşdur. Bir de (Şelka) adı verilir şaşılacak gelenekleri vardır ki, esir ettikleri Rus kazağını ellerindeki cariyelerle çif leşdirip dul ederler. Ve güya mahsul saydıkları çocukları nı ne zaman isterse satar ve tatar kabilelerinden (can buyluk) adı verilen kabile cariyelerinden olan öz çocukla rım bile satar. Yetim, bakacak kimsesi olmayan kız ve kadınları mirzaları bu benim kısmetimdir, yani mirî ma lıdır diyerek ele geçirir ve Rus kazağı ile çifleşdirip (tok ma) adiyle satarlar. Ama çerkez kendi evlâdını satmaz, meğer ki karısı zina edecek olursa o vakit evlâdlariyle beraber satarlar. Şöyle ki, birisi karısına veya kızma yaklaşıp zina et tiği duyulursa derhal kadının kocası kayınbabasma ve kaymvaldesine gidip, şöyle bir iş ortaya çıkdı, evlâdınız haramzade imiş, ben kabul etmem. Önce, nikâh kıyılırken verdiğim bahayı veriniz ve kızınızı alınız, diye haber ve rir ve anlatır. Babası da kabul etmezse, damadları onlar dan ruhsat aldıkdan sonra karısını ve ondan kaç evlâdı olmuşsa, bunlar da böyledir, piçdir, diye hepsini bir ara 390 AHMED CEVDET PAŞA baya yükleyip esirciye götürüp satar ve bahasını kendi alırken, kadın, ben bu adamın nikâhlı karısı idim, bana iftira ettiler, diye fahişe kaidesi üzere feryad etmek âdet olmayıp hemen suçunu söyleyip açıklayarak kanuna bo yun eğip sessiz sedasız, kısmetim benimle beraberdir diye avunarak avusun dursun, kocası esirciden bedel aldığı malı evine gelinceye kadar dostlar ve arkadaşlarına dağı tır ve bir gün sonra bir kaç ihtiyarlar ile zanparamn ol duğu yere varıp, ben karıyı şu kadar bedel karşılığı sat tım, kabileler geleneğini hepimiz biliriz. Hakkımı isterim,
diye iddia ile bir elçi gönderir ve karı her ne bedel ile sa tılmışsa, bir benzerini de zanpara verdikden başka, dokuz katını da ayıplık olmak üzere vermeğe mecbur olur. Eğer zanparamn gücü yetmiyorsa ve kimse de yardım etmezse, kendi anası ve babası onu tutup, iple bağlayıp, işte hak kın budur diye herife teslim ederler. O da zanparayı alıp, aralarında söğmek, fena söz söylemek ayıp olduğundan döğüp sövmeden, incitmeden ve şöyle ettin, böyle ettin diye suçlamadan hoş tutup soyarak pazara götürüp her kaça çıkarsa satar ve eğer fazla kızmışsa o mezad yerin de ne denilirse değerin budur anlamında hemen verir ve aldığı bedeli de hemen esirin gözü önünde bulunanlara dağıdıp çekilir gider. Geri kalan hakkını da cinayeti işle yenin kabilesi öder. Ve yine livata da aralarında gayet ayıp olduğundan, ender rastlanır. Şöyle ki, kabileye yeni girenlerden bir böyie fena iş işleyip de birisi görecek olursa, hemen her kese söyler ve herkes oğlanı maskara etmeğe başlayıp, ça resiz kalıp, utancmdan saklanacak bir köşe bulamayıp, hemen kıyıya iner. Reis ve gemicilerden her kime rastlar sa elini öpüp, aman beni İstanbul'a, yahud Mısır'a sat mak üzere gemiye alın, diye yalvarıp yakarır ve kendini sattırır, lutinin de kimse yüzüne bakmaz ve hakaret ede TARÎHt CEVDET 391 rek terki diyar etmek zorundadır. Yahud oğlanın kabile si elinde öldürülür. İşte bu nedenlerle kabileler içinde zina ve livata ga yet güç, akıbeti korkunç olduğundan hepsi korkup çeki nirlerdi. Gerçekden Ferah Ali Paşa zamanına kadar araların da şeriat üzerine nikâh yoksa da, karı koca arasında sıkı bir anlaşma olup birbirlerine olan bağlılıklarını kendi akıl ve yeterli davranışlariyle aralarında bilinen şartları içine alan kanun koyup hepsi ona uyarlardı. Bunun dışında ka lanlar zanpara sayılır ve o kanun gereğince ve bahanesiy le her mülete kız verirlerdi. Nikâh işlemleri de şöyledir: Oğlan kızın evine gele rek, konuşur ve birbirini beğenip de kabul ettikden son ra bir gün akraba ve arkadaşlariyle kayınbabasmın evi ne gelip diyet maddesi gibi rütbelere göre belli ölçüde top üzere elçi yardımı ile bahası kesildikden sonra dama dın dostlarından biri bir zırh diğeri bir kılıç ve bir at ve rip alelhesap kaymbabaya verirler. Geri kalanını damad tedarik edince, vermek üzere toplantıya son verip yerli yerine giderler. Sonra damad aralık aralık kaymbabası nın evine gelip eşi olacak kız ile konuşup anlaşırlar ve babanın olmadığı bir vakitte kız ile oğlan aralarında an laşıp, şöyle ki, ben seni bu yeni doğacak ayın, meselâ ü çüncü yahud beşinci günü gecesi ilk horoz öttüğünde fi lân ağacın altında bulayım, diye iyice söyler. Kararlaştırılan zamanda bahadır ve çalmakda çok iyi yetişmiş, güçlü süvarilerden yirmi otuz kadar kafa darlariyle o ağacın altına gelir, kız da babasından gizli beklerken, süvarilerden ilk önce hangisi kızı görürse he men terkisine alıp kaçar ve kendi evine götürüp dünya ve ahıret kızı olmuş olur. Şöyleki yedi göbeğe varınca olan çocuklarının birbirine olan nikâhı caiz olmazdı. 392 AHMED CEVDET PAŞA
Eğer kıza alıp da firer edecekleri sırada kızın babası ve sair kabilesi duyup bilecek olurlarsa derhal onlar da atlanıp iki taraf savaşıp ve mücadele ederek birbirini öl düren öldürene bir hengâme olur. Gerçekde önce babası nın güzelce razı olmasiyle kızın bahası kesilmiş tutarından. biraz şey de verilmişse de göz göre göre kızını damada teslim etmek kabile doğa geleneğine aykırı olduğundan böj'ie kaçırarak almak geçerli gelenekleridir. Çünkü ge lin olan kıza annesi ve babası tarafından bir şey veril mek gelenek olmadığından damad dağlar içinde çoban ku lübesi gibi bir yer ve bir kazan ile bir kova, bir ağaç ça nak tedarik edinceyedek ikisi de anlatıldığı gibi kızı ka pan adamın evinde misafir olurlar ve orada yerler içer ler. Ferah Ali Paşadan sonra islâm dini o bölgeye yayıla rak şimdi gelenek üzere imam çağırıp meşru surette ni kâh akdi yaparlarmış. Lâkin eski geleneklerini de bütün bütün terk etmemişlerdir. Şöyle ki, hâlâ oğlan, kızı aldık dan sonra bir daha kaymbabasmm evine varmamak ve kaymbabası ve kaymvaldesi ile görüşememek ve oğlan, kıza alınca ilk önce bir özel yere koyup, beş on gün sonra gerçekde kendi babasının evine getirebilirse de, kız da ka yınbabasınm ve kaymvaldesinin yanında oturamayıp be raber yemek yememek gelenekleri devam ediyormuş. Çerkezistanm havası, suyu, lâtif dört bir yanı, güzel toprakları verimli olup, her türlü sebze yetişir. Fakat ge rek çerkez kabileleri, gerek tatar kabileleri sebzeyi insan yemez deyip yalnız et yerler. Her ne ekilse biter. Hattâ evleri yanında tütün fidanı yetişdirip bazı eşya ile değiş tirirler ki, akça hesabiyle okkası yirmibeş paraya gelir. Ancak kabile halkı yaşlı ve tabiatları Arablara benzedi ğinden kendilerine yetecek kadar ziraat yapar, ziyadesiy le uğraşmazlar. Çünkü birbirini vurmak öldürmek, aldat mak, sövmek gelenek olmadığından birbirlerinden kork TARİH1 CEVDET 393 mazlar ve birbirlerine dalkavukluk etmezler ve birbirle rinden çekinecek, utanacak, kuşkulanacak biçimde neza ket ve medenî olanakları yokdur. Böylece yüz yıl bile bu halde kalsalar, madem ki mahalle kurulup da toplum ha line gelemiyorlar, eski geleneklerini de bırakmazlar. Ama onbeşer, yirmişer ev bir yere götürülerek cami, mektep yapılsa, güzel ve temiz tabiat ve gelenekleri gereği yaşan tıları değişerek az zamanda güzelce eğitilebilirler diye Haşim Efendi yazmışdır. Anapa civarında sinameki Ravendi Çinî (tıpda kul lanılan kök), bir nevi kuvvet veren sa'lep çıkar. Sohum'a gelince, o kıyıda türlü sebze ve meyveden başka Cupsin, Goya, Suça adlı yerlerde zeytin, kestane, gayet güzel Ha tay çayı yetişdikden başka pek çok çimşirlik bile vardır. Ve çimşir kesmek için o bölgeye düşen gemiler define bul muş gibi olur. Lâkin kabilelerin Haçaça adı verilen kor san gemilerinden korkulur ama bu işi bilenler o havali beylerine rehin verip rehin alarak gidip serbestçe çimşir keserler. Çerkezistan'da tuz olmadığından onların bakımından da gayet değerli olduğundan giden gemiler tuz götürüp bal ve balmumu tilki ve zerdova, vaşak derilerinden bir mikdarını terazinin bir gözüne koyup iki kat tuzla deği şirler.
Çerkezistan'da her türlü av ve avcılık olup ve fakat vaşak avlamak kadınlara vergi garip bir işdir. Şöyle ki. bir çatal ağacın çatalı arasına bir parça et asarlar, vaşak geUp eti almak için sıçrayınca ayağı çatala geçerek tutu lur. Derisini derhal uzun boylu bir adama soydururlar. Şöyle ki, boyu vaşağın boyu kadar olmak şaşılacak geleııeklerindendir. O havalide kış şiddetli olduğu için Kasım ayında sakal bırakıp Nisan ayında keserlerdi. Ve hâlâ güya ki, farz ve sünneti bilmişler iken süreli olarak sakal uzatmazlar diye Haşim Efendi rivayet edip söyle mişdir. EK (Eflâk ve Buğdan Hakkındadır) Kıpçak Ovası bölgesinden Hazer Denizi havalisine in miş olan topluluklardan biri de DAK kavmi olup, o taraf da olan saldırı belirtisi Dağıstan memleketinin adı olarak İcalmışdır. Dak'larm bir kolu da Kıpçak'dan Kırım çölleri yolu ile Aksu, Turla, Tuna bölgelerine yayılmış ve Romalılar la uzun süre savaşaıak bulundukları topraklar RAKYA ve RACYA adlariyle ün kazanmışdır. Bunların Roma Devleti eyaletlerine taarruzlarının ar dı arkası kesilemediğinden Kayserlerin en meşhurlarm ran Trayan adlı İmparator büyük sayıda askerle bu top lulukları el altına alıp, yerlerini ele geçirmeğe vaktini ayı rıp süreli çalışarak vilâyetlerini kuvvetli Roma Devletine bağlanır hale getirince, aralarına birkaç alay asker yer leştirip o askerin her bölüğüne bir yeri yurdluk olarak vermişdi. Bunlar da gün geçdikç ;e halka karışmışdı. Bu gün Eflâk, Buğdan, Basarabya, Bukovina ve Erdel eya letleri yerlilerinin dilinden de anlaşılacağı gibi, Romenler Dak'lar arasında ikisi ortası bir ortaya çıkarak Roman ya adiyle anılmıştır. Uzun süre Roma İmparatorluğunun idare merkezi Konstantaniye şehrine naklolundukdan sonra bir kaç yüz sene Asya Kuzeyinden taarruzlarını sürdüren bu kavim, Hazer, Avar, Bulgar, Engurus (Macar) ve diğer Türk tatarların dağıtıp zorla aldıkları, yakıp yıkdıkları gibi bu vahşî kabilelerin karanlık günleri geçişdirildikden sonra Karpat dağlarının en yüksek yelrerine sığınmış olan Ro men halkı yine yavaş yavaş ovalara inip 200 yıl kadar da Macar ve Bulgarların herşeyi kusur gören baskılarına, zulüm ve tecavüzlerine karşı koymağa çalışırlardı. TARÎHI CEVDET 395 Hicretin 600 senesine doğru Rumenlerin ünlü reisle rinden (Rado Negro) Cengiz sülâlesinden Batu Han ordu sunu bozguna uğratıp hatta o büyük savaş yerinde Batu Han'ın adı anılsın diye yapılmış olan Batusani kasabası bugün bile vardır. Bu olaydan sonra (Rado Negro) Tuna ile Prut ne hirleri aralarında olan bütün yerlere Voyvoda yani hü kümdar olup, Turgoviç şehrini kurup hükümet idare ye ri yapmış ve Prutla Karadeniz ve Tuna arasında olan Ru menlerin reisi bulunan Mihal Basarabe de kendine tâbi olmuşdu. Mihal adında bir başka reis de (Romanacı) adı veri len ülkede (Bano) yani serdar unvanı ile hükmünü yürü tüp (Krayova) şehrini kurmuşdur. Bugün bile oraları Ba
nat ve Küçük Eflâk diye anılmakta olup bazı toprakları Nemçeli elindedir. işte o eyaletlerin düzen ve kanunlarını bu Rado Neg ro koymuş ve memleketinin hükümdarlığına seçim geli neceğini kaydettiğinden ötürü ondan sonra yerine yukar da adı geçen Mihal Basarabe seçilmişdir. Bir süre bu düzen de gittikden sonra 700 Hicrî yılı •ortalarında dülerince Allahın ihsanı anlamına gelen Buğ dan adında reislerden biri Dak milletinin yerleşdiği Dağ lar mânasına Moldavya, yani Buğdan vilâyeti halkını ba sma toplayıp Turuhuy şehrini kurarak ayrıca hükümete başlamışdır. Bu reislerin hepsi imar ettik'eri topraklarda halkı vahşet ve cahillikden kurtarmak amacıyla kiüse ve manastırlar yapınca, Konstantiniye patrikleri ile tam ilişki kurmağa başlamışlardır. Eflâk Hükümdarı Nikola, Sırp Kralına yardım olarak asker gönderirdi. Onlar da Kosova, yani Kosova savaşından sonra Sultan Muradı Hüdavendigârm kılıcının zoru ile düşmanı ezdikleri söyle nir. 396 AHMED CEVDET PAŞA Bulgar Kralı Sizman, Gazi Ahmed Paşa savaşında mağlûp olduğu sırada Eflâk Voyvodası olan Mirce de kendisini bir tarafdan vurarak Silistire, Ziştovi ve Dob roviçe topraklarını ele geçirmişdir. O zaman Buğdan'da Voyvoda Petro Miree'nin böyle kuvvetini artırmasından kuşkulanarak topraklarını onun saldırısından korumak için Leh Kralına bi'at etmişdir. (795) Hicrî yılı Martında Mirce Ziştovi'den hareketle Os manlı askeri üzerine taarruz edip yenilgi ile dönüşünde Macar Kralına tâbi olan Erdel Voyvodası Ladislas da ar kasından düşmanca hareketlere başlayıp ilerleyince Mir ce çaresiz kalıp Niğbolu'da aman düemek için Sultan Yıldırım Bayezid'e adamlar gönderince kendisine bir kıt'a Beratı Âlişan çıkarıp gönderilmişdir ki, Eflâkhlar bu nun adına Osmanlı Devleti memleketinin bağlılığını şart altına koyan andlaşmadır diye kötülerler. Bu ise, kendi lerine bazı elverişli izinleri ve tâbi olan devletleri tarafın dan yükümlü oldukları bazı maddeleri içine alan bir fer man olup kısaca anlamı budur : Avatıfı âliyei mülukanemiz iktizasmca muahharan Kuvvei Kahiremizle dairei inkiyad ve tebaiyete getürü len Eflâk vilâyetinin yine kendi nizamatiyle idare olun masına ve voyvodasının ilânı harbe ve akdi sulhe ve si yaseti tebaaya mezun olmasına müsaade ederiz. Dini Muhammedîyi kabul eden hıristiyanlar sonra, memaliki mizden Eflâk'a geçerek tekrar tanassur ettiklerinde istir dadma ısrar olunmaya. Voyvodalar isevî milletinden ol makla metropolid ve boyaran ' marifetiyle intihab oluna. işte bu asarı âliyye eltafı sultaniyemiz icabmca sair te baamız defterine bu memleketin voyvodası dah raiyye kayd olunduğundan beher sene Hazinei hassamıza kendi sikkemizle beşyüz guruş edâ etmesi meşrut ola. Hurrire fi şehri rebiül evvel sene 795. TARİHÎ CEVDET 397 Adı geçen beş yüz kuruş arslanî kuruş demek olup elli akçaya, ve o vakit yaldız altını altmış akçaya rayiç
olduğundan adı geçen beşyüz kuruş bugünkü günde 416 yaldız altunu ve küsur akça olup sağ akça hesabiyle iki bin küsur kuruş eder. Fakat o vakit maden olanların az lığından paranın eşya ile olan nispî değeri Amerika'nın keşfinden sonra Amerikada büyük madenler açılıp da bol miktarda altın ve gümüş geldiği zamana tatbikle beş kattan artı olduğundan adı geçen para açıkça görülürse hu günde yüz yirmi bin kuruşun yerini tutar. Eflâk eya letinin Osmanlı devletine bağlantısı, düzeni bu suretle kararlaşmış ise de yukarda anlatıldığı gibi Eflâkhlar bu na bir ittifak mukavelesi gözü ile baktıklarından Mirce bir aralık Silistire kalesini genişletmeye başlayıp da bu yolda dayatınca üzerine asker göndermek lâzım geldiği ve iğbolu savaşında Macarların mahiyetinde Eflâk askeri "bulunduğu ve Musa Çelebî'yi Çelebi Sultan Mehmed aley hine yürümeğe iteledikleri ve gerek Belgrad kuşatmasın da v gerek Varna büyük savaşında ve ikinci Kosova sa vaşında Sultan İkinci Murad'm düşmanları sırasında bu lundukları ünlü tarihlerde yazılıp söylenir. O günlerde yani 820 hicrî yılma doğru Mirçenin hü kümetinin son zamanında Sindi Rumi, Mültani ve Rumi adlariyle anılan çingeneler, Kıpçak ovası ve Kırım taraf larından Tuna kıyılarına inip, çoğu ovalarda ve özellikle Bükreş dolaylarında yerleştiklerinden Mirce bunları de mircilik ve arabacılık gibi san'at işlerini tutturup elleri ni hırsızlıkdan çekmeye çalışıp onların çoğu ise zaman geçince Eflâk yerlilerine karışmışdır. Ve bir azı da dağ ları geçerek Erdel ve Almanya ve özellikle Çek, yani Bo hemya topraklarına yayılıp Avrupa'nın batı memleket lerine de oradan gittikleri halde halâ bazı yerlerde onla ra Bohemyalı denir. Bunların bir kolu da Belh ve Mazen ?diran, Ermenistan ve Kürdistan dağlarında, Berrüş 398 AHMED CEVDET PAŞA Şam'a, ondan sonra Mısır'a inip bir süre orada eğlendik den sonra Afrika'nın kuzey topraklarını dolaşarak İs panya ve İtalyaya ondan geçmiş olduklarından o taraf larda da bunlara kıptî denirlir. Yoksa hepsinin dilleri bir birine yakın ve benzer bugün bile Hind'de Rumî dili deni len dilin benzeridir. Kiptiler ise Mısır'ın eski yerlisi olup yüz benzerliğinden bunlara aykırı ve başkadır. Bunların Hindistandan çıkıp yayılmalarının nedeni şöyle söylenir: Bunlar Hind'de aşağılık san'atlarla uğraşarak başka in sanların önünde iğrenç istenilmeyen insanların bir kolu oldukları halde Timur ordularının önü ve ardı sıra dola şarak o zaman memleketlerinden çıkıp yukarıda anlatıl dığı gibi yer yer ayrılıp Eflâk ve Buğdan taraflarına dü şenler olabildiği gibi san'atını yaptıkdan sonra giderek kimlerin yurdunda ve eiflik arazisinde bulunmuşlarsa onların kölesi sayılıp ta bu vakte kadar babadan oğula kulluk da kalarak halâ sürü ile alınıp satılmaktadırlar. Fakat bu kadar bin yıllık düşünce ve geleneklerinde de ğişiklik olmayıp okuma yazma öğrenmeden ve hiç bir dine girmeden hangi yerde bulunsalar din bakımından hürriyete kavuşamadıkları halde görünüşde oranın din ve ayinlerine katılarak yine kendi bildiklerinden şaşmaz lardı. Biz yine konuya gelelim: Eflâklılar anlatıldığı gibi bir çığırda durmadıkların dan Fatih Sultan Mehmed Han üzerlerine ordu gönderin ce 165 tarihinde Voyvoda bulunan (Vilad Drakol) karşı
koyamayacağını anlayıp yeniden tabaalık gösterip bu kez yılda on bin yaldız altını cizye vermeğe katlanmışdı. O günlerde Moldavya voyvodası Buğdan voyvodaları vilâ yetlerinin bütün bütün sancak kılığına girer de hükümet işleri elimizden çıkar kuşkusuna kapılıp o tarafdan Os manlı devletine yapılan düşman taarruzlarında bunların payı olup düşmanlık ve eşkiyalıkdan hiç bir zaman vaz geçmemişlerdir. TARİHÎ CEVDET 39^ Böyle olunca arada sırada cezalandırmak için fer man çıkar, asker gönderilir sonra bağışlanır ve aman fermanları yenilenir ola gelmişdir. işte bu fermanlardan biri de dördüncü Sultan Mehmed zamanında verilmiş olan büyük buyrukla ve sonra onun üzerine gidilmişdir. (923) hicrî yılında nisan ayı ortasında adı geçen Buğdan ölünce yerine oğlu Istefan voyvoda olup (927) yılı mayısının sonunda Eflâk'a girmiş olan Osmanlı as kerinin zaferlerini ve Avrupa hükümdarlarının çekimser ve yavaş davranışlarını görüp te tabaa olmağı isteyince mükâfat olarak Padişah tarafından kendisine beyaz ke çeden beyaz tüylü yeniçeri ustası kukası giydirilip, Ef lâk beyleri siyah tüylü kuka ile boynu bükük ve üzgün kalıp üstünlüklerini yitirerek Buğdan beylerinden aşağı sayıldılar. Böyle olunca bugüne kadar Buğdan beyleri merasim yerinde eflâk beylerine üste gelmişlerdir. Kısa ca Eflâk voyvodaları kâh tabaa olmuş, kâh isyana kal kışmıştır. Nihayet Kantagözen ailesinden (Şerban voy voda) Viyana'nm ikinci kuşatmasında Nemçeli ve Lehli ile haberleşip Osmanlı ordusu çekilirse Bosna, Sırbistan, ve Bulgaristan ülkelerinin eklenip Tuna'nm karşı yaka sını büsbütün Nemçeli'ye ve Prut suyundan Kırım'a ka dar Lehli'ye vermeği kendisinin de Kostantiniyede kayser olmak hayallerini kurmuşdu. Yerine geçen (Brankovano Basarabe) demekle ünlü (Kostanti Prada) da Almanya İmparatoruna tabaa olmağı resmen bildirerek kendi adı na para bastırıp krallara özel mehterhane takımı, tuğ gi bi şeyler tertibiyle bütün bütün bağımsızlık taslamış ve yine Buğdanda voyvoda bulunan Kantemir Han neslinden Dimitri Rusya imparatoru Petroya kapılarak onunla and laşma yapıp memleketini onun himayesine sokmuşdu, ni hayet (1120) hicrî yılında Rus askeri ile beraber eyalet ten çıkıp kaçmağa mecbur olmuşdu. Ve artık yerli Bo yarlarına güven ve dayanma kalmamış olduğundan Ef 400 AHMED CEVDET PAŞA lâk ve Buğdan'ın yaşantılarını geliştirmek ve sağlam bir idare düzeni kurmak gerektiği için Sultan Ahmed olayı bastırıldıkdan sonra Nemçe üzerine sefer açılmak üzere iken (128) yılı ortasında Divanı Hümâyûn tercü manı (Nikolaki mavrokordato) Eflâk voyvodası ve Rum milleti ileri gelenlerinden (Mihal Rakoviçe) Buğdan voy vodası nasbolunarak voyvodalık bu yolda yerli boyarla rından fenerlilere, yani Istanbulda bulunan Rum milleti ileri gelenlerine özellikle divan tercümanlığı hizmetinde bulunanlara geçmişdir. Voyvodaların fenerli ramlardan olması Osmanlı dev letince hükümet haklarını genişletmek gibi görünmüşse de Ruslar bu davranişdan da ziyade istifade etmişlerdir. Zira bu sırada yeniçerilerin başkaldırması nedeni ile
devlet işleri sarsılmış vükela ve devlet büyükleri tez tez işden el çektirilip değiştirildiklerinden ve yeniden işbaşı na gelenler de menfaatlerini korumak için voyvodaların değiştirilmesine başladıklarından onlar da İstanbul'da sarf ettikleri parçaları halk sırtından çıkarmak için hak sız adalet dışı tecavüzlere başladılar. Osmanlı devleti de bu hallerini görünce böyle voy vodaların hakkmdan gelip cezalandırıyordu. Böylece voy vodaların kimisi bir sene geçmeden işden el çektiriüp de ğiştiriliyor kimisi türlü akibete uğrayıp yola getiriliyor ve bastırılıyordu. Bu nedenle ilk önce kendilerine barına cak yer bulmak için kendi milletlerinden İstanbul'da bu lunan hasım ve rakipleri aleyhine kuvvetlenmek üzere günden güne o tarafta genişlemekde olan Rusların nüfu zundan istifade bakımından Ruslara bazı gizli hizmetler de bulunurlardı. Kısaca fenerliler Rusyaya yakınhk göstermeyi işleri icabı sayıp fakat bunu bazıları içtenlikle, bazıları da is ter istemez yaparlardı. Bu suretle voyvodaların seçilip kullanılmasında özellikle dikkat göstermek devletin ileri TARİHİ CEVDET 401 .gelenlerine farz sayılan borç olup rüşvet ve çalma belâ sından bu hususda pek büyük hatır ve hatalar işlerlerdi. Eflâk, Buğdan ahalisi ise fenerlilere kendilerinden olmayan kimse ve mültezim gözüyle bakıp adalet dışı tecavüz olaylarından şikâyet edegeldiklerinden başka, bu zamanda Eflâk Buğdana gidip gelen memurlarla, Osman lı devleti askeri de kendilerine acımadan haksız davranış larından halk bütün bütün bıkıp usanmış ve kuşku için de Rusların tarafına yanaşıp onu kendilerine koruyucu saymışlardır. Kısaca voyvodalıkların fenerli Rumların eline geç mesi Eflâk Buğdanm harab olmasına ve halkın nefret duymasına ve sonunda düşman kucağına düşmeleriyle sonuçlanmışdır. (1182) yılı seferinde Ruslar Mora ve Arnavudluk taraflarında reayayı kendine çekmeye, altın ve gümüş para saçıp tarafdar kazanmağa çalıştığı sırada Eflâk, Buğdan'a rahip kılığında bir hey'ette Dirmanos adında bir casus görevlendirmişdi. O da metrepolid, Piskopos vesair papazları kandırarak kimi Rum beylerinin zulmün den, kimi Rusların kendilerine vereceği şeylerle himaye sinden söz açarak aldatmağa çalışırdı. Rus amirali Or lof'un donanması Akdeniz kıyılarını yakıp yıkarken bu tarafda da Eflâk Buğdan halkı ayaklanıp bayağı eşki yalar gibi kasabaları, çiftlikleri yakıp Eflâk'a geçen Os manlı ordusunun etrafını çevirircesine zarar ve ziyan ve rirdi. Bundan sonra Hotin kalesi Rusların eline geçince Eflâk Buğdan halkı fakir hallerinden zor durumlarından yakınarak Rusya İmparatoriçesi Katerina'ya arz ve di lekçeler yazdılar. Katerina ise buralarda nüfuzunu arttır mak için Eflâk Buğdan işlerine müdahale etmeğe tam bir bahane ararken din kardeşleri dediği Eflâk Buğdan aha lisi ve özellikle gizli ve açık kendisini tutanların fesad F. 26 402 AHMED CEVDET PAŞA saçanlarını tutup Kaynarca andlaşmasmda bazı fıkralar yazdırmışdır.
Bu olaylara göre o zaman fenerli beylerin zulüm ve baskıları altında fıkara ve aciz insanların hali yaman olup, Eflâk eyaletinin yıllık geliri yirmi iki yüzü ve Buğ dan eyaletininki de ondört yükü bulmuşken çoğu paranın; ne yolda harcandığı aşağıda (y) işaretiyle çıkarılan Mos kof defterlerinden ortaya çıkar. ONUNCU BÖLÜM (Arabistan ve Havalisi Hakkındadır) Aşağıda yazacağımız olayların bir çoğu Arabistan'a dair ve öteden beri biri biri ardından ve birbirine bağlı olarak gelmiş olan tarih nedenlerinden doğmakla o böl genin topluca gelmiş ve geçmiş ve son zamanki halini açıklamak ve olayların başlıcalarından dünyanın anası denilen bütün karışıklıkları doğuran Mısır, Kahirenin meydana getirdiği tarih olaylarından dolayı geçmiş Mı sır olaylarından başlamak uygun görülmüsdür. Gerçek de asıl Arabistan Arab yarımadasıdır. Ancak öğünülecek Arab milleti Islâmlıkda beraberlik ve gönül birliği ile ilâyı kelimetullah için Arab yarımadasından dışarı ta arruz edince Mısır, Şam, Irak gibi bir çok yerleri Ara bistan etmişlerdir. İşte bu memleketlere de dilimizde Ara bistan denilir. BAŞLANGIÇDA MISIR'IN AHVAIJ Mısırın en eski yerlisi Kipti milleti olup hükümdarla rına firavun denilirdi. Hazreti Musa'nın firavunu da bun lardandır. Ancak ondan sonra Kipti Devleti çok sürmeyip münkariz olmuş ve o vakitten beri Kipti mületi yabancı devletlerin boyunduruğu altına girip yakından, uzakdan yabancı bir kavmin baskısı ve hükümetine boyun eğmiş lerdir. Hazreti Ömer zamanında fetholundukdan sonra uzun süre Hilâfet merkezinden vekâletle idare olunup so 404 AHMED CEVDET PAŞA nunda bağımsız devletler ortaya çıkmışdır. Bunlardan bi ri Rafiziyye Devletidir. Bir süre Mısır'da Rafızî mezhebi yayıldıkdan sonra Eyyubî Devleti ortaya çıkıp başlangıç da Rafızî mezhebini imha ile yayılmasını önlemiş, Ehli sünnet şuuru ile İslâm topluluğunu yine kurup yaşattık dan başka Şam kıyılarını istilâ etmiş olan Ehli Salibi de kaldırıp yok etmişdir. Bu devletin de süresi seksenbir se ne olup, ilk kuranı Melik Selâhattin ve sonunda Şecerüt dür adlı Melik Salih'in eşidir. Eyyübî Devletinin çöküşü onların elinden olmuşdur. Şöyle ki, Melik Salih ölünce oğ lu Turan Şah Mısır Sultanı olmuşdu. Babasının tertib et miş olduğu Kölemen askerini tutmadı, onlar da bundan kuşkulanarak onu öldürüp, annesi Şecerütdür'ü yerine geçirdiler. Üç ay sonra onu da yerinden attılar ve Mısır' da Türk Devleti ortaya çıkdı. Ve bir süre bu memleketlerden ortaya çıkan Mısır Sultanları hükümet etmişler, 678 senesinde yine onlardan Klavun adlı zat ortaya çıkarak Mısır Hükümetini ele ge çirerek kendini Melik Mansur adiyle adlandırarak Klavun Devletini kurmuşdur. îşte bu Klavun Devleti yüz yılı aşan süre Mısır'da hü kümet edip, o da yine bu memleketin karışmasiyle yıkıl mışdır. Şöyle ki, Klavun Sultanlarından Melik Eşref za
manında memleketinde eşkıyalığın çoğalması ve taşması nedeniyle Mısır'dan bunları kovmak için emir verince, on lar da toplanıp isyan ederek Sultan Eşref ile savaşa ko yuldular. Lâkin bozguna uğrayıp yenik düşmeleriyle Sul tan Eşref kimisini öldürtmüş, kimisini sürmüş, kılıç artı ğı bazıları, bazı kumandanlara sığınarak Mısır'da kaldı lar ki, bunlar gerçekde çeşidli ırkdandı. Ancak çoğu çerkez olup, bu olayda gözden düşüp, güvenilmez ve değersiz sayıldılar. Buna karşılık onlar da Klavun Devleti hakkında içlerinden kızıp, kin besleyerek fırsat kollamışlardır. TARİHİ CEVDET 405 Gerçekde böyle darmadağın oldukları halde şunun bunun çevresine sığınmışlardı. Fakat manen birlik olarak içlerinden bazıları sultanın sohbetlerinde bulunarak ve her nasılsa bir kolayını bularak Melik Eşrefi öldürünce çok kınanan ve düşük görülen çerkezler bütün ümeradan fazla söz sahibi, büyük görülen, ağırlanıp ikram edilen kişileri olup Mısır'ın bütün işlerine karışıp, kazanç ve çı karlarından kendilerine pay ayırdılar. Lâkin Mısır'ın hali karışık olup iç savaşlar büyüyerek nihayet Çerkez Ber kok'un ortaya çıkışı ile kavga basıldı. Şöyle ki, Berkok hepsini yenip işleri düzeltip devlet işlerine de el koyduk dan sonra Melik Eşrefin oğlunu da yerinden atıp salta natı ele geçirdi. İşte çerkez meliklerinin öncüsü işte bu Berkok'dur. 130 sene kadar Mısır saltanatı onun evlâd ve torunlarında kalmışdı. Sonuncusu olan Gavri Sultan Se lim Hazretleriyle yapılan savaşda ölünce Çerkez Devleti yıkılıp, ondan sonra Mısır Hükümeti Hülefayı Raşidin zamanında olduğu gibi hilâfet merkezinden vekâletle ida re olunagelmişken yine bu memleketin dâvaları ortadan kalkmayıp bu tarihe değin memleketlerde ortaya çıkan Mısır ümerasının savaş ve uğraşları bitmemişdir. Çünkü Sultan Selim'den sonra kumandanlar ve Mısır askeri Fıkariye ve Kasimiye diye iki ayrı toplum olmak cahil geleneği ve şeytana uyulması ortaya çıkmca bu iki topluluk savaşıp uğraşmakdan ve birbirini kırıp geçir mekden geri kalmamışlardır. Bunun nedeni bazı Mısır tarihlerinde yazıldığına gö re bu imiş ki; Yavuz Sultan Selim Hazretleri Mısır'ı ele geçirince çerkezlerin ileri gelenlerinin kökünü kazıdıkdan sonra bir gün Divanı Hümâyunlarında acaba çerkezler den görmediğimiz biri kaldı mı deyince padişahın huzu runda bulunan Hayri Bey; «Evet efendim, Mısır'da Südün Bey adında çok yaşlı biri var, ancak bir süredir evine çe kilip toplumdan uzak, yalnız yaşantısmı sürer. Zülfikâr 406 AHMED CEVDET PAŞA ve Kasım adında iki oğlu olup, kahraman, cesur ve bini cilikde eşi bulunmaz ün salmışlardır. Onları da evine hap sedip, halkla Uişki kurmalarını yasaklamışdır.» Deyince Sultan Selim Hazretleri, «Vallah Hayri Bey bu çok uzağı gören kuşkuda insan içini bilir bir adam olmalıdır. He men ayağına gidip öğütlerini dinleyip yararlanalım» de yip doğru Südün Beyin evine varmışlar. Görmüşler ki, Kelâmi Kadîm okuyor. Kendine bağlı olanlarla maiyet halkı ve hizmet görenleri etrafında dolaşırlar. Südün Bey Sultan Selim olduğunu anladığı anda derhal ayağa kal kıp telâş içinde bağlılık merasimi kaydına düşmüş. Sul
tan Selim kendisine güzel sözlerle iltifat edip, aman ve emniyet verdikden sonra huzurunda oturdup «Neden böy le yalnız yaşarsın?» deyip de nedenini sorunca Südün Bey demiş ki: «Devletimizin işi bozuldu Sultanımız bile aklı erenin sözünü dinlemeyip çoğu devlet ileri gelenlerini idam eyledi ve büyüklerin mansabını küçük kumandanla^ ra verdi. Onlar da yüz bulup fakir halkı kırmaya, karı şıklık çıkarmağa ve karşı koymağa başladılar. Bu neden le fakir halk verayı Sultandan yüz çevirip Allaha dönüp yalvarıp yakardüar. Bu halleri görünce, elbette devleti mizin Allah tarafından azarlanmakla beraber adalet ve Allahm öcünü alacağını öngördüm ve çekilip gelecek be lâdan korkarak oğullarıma da halka karışmalarım yasak ettim» diye cevap vermiş. Sonra Sultan Selim Emir Südün'ün oğullarını getirdip, olduğu gibi, görüşmüş ve yüzlerinde yiğitlik, bahadırlık ile cesaret görünce, ziyade güzel sözler konuşmuş ve ikramda bulunmuş ve kendile rine bazı akar ve varidat ihsan etmişdir. Ertesi gün sah raya çıkıp bütün kumandanları ve askeri davet etmiş, Emîr Südün ve oğulları da gelmişdi. Sultan Selim, Kasım ile kardeşi Zülfikârm ata binip biraz at üzerinde san'atla rmı göstermelerini emredince onlar da atlarına binip o kadar hüner göstermişler ki, gözler kamaşıp herkes alkış TARİHt CEVDET 407 tutup beğenmiş ve özellikle Osmanlılar bu binicilik hüner lerine pek çok şaşmışlar ve Sultan Selim tarafından iki sine de hil'atlar giydirilip saygı yüzü gösterilmişdir. Bir gün sonra Sultan Selim Hazretleri yine böyle bir Divan kurup askeri ikiye ayırmış, birine Zülfikâr Beyi, diğerine de Kasım Beyi baş yapıp, Osmanlı süvarisinin çoğu Zülfikâr Bey tarafında Mısır atlısının büyük kısmı Kasım Bey tarafında bulunmuşdur. Bu iki ayrı bölümden Züifikârmkilere beyaz ve Kasımla beraber olanlara kır mızı elbiseler giydirilerek birbirinden ayrılmaları sağlan mış. Savaş gibi birbirlerine çıkıp saldırmaları ferman olunduğu için onlar da karşı taraf diye taarruz gösteıtle ri yapıp tozlar kaldırarak mızraklarını birbirine tokuşdu rarak saldırılar yapınca, savaşın benzeri sahrayı yer yer çizilmiş sahifeye çevirdiler. Ancak, iki taraf hırslanınca ,az kalsın savaş ve mücadele ölüm yeri olayazmış, bu du xumda iki taraf ayrılsın diye münadiler bağırarak güç ?halle bu iki belâlı dalgayı birbirinden ayırabümişler. Lâ kin iki tarafda da bu hırs süreli kalmışdır. Bundan sonra Ümera ve Mısır askeri Fekariye ve Kasimiye diye ikiye ayrılıp Fekariye beyazı ve Kasimiye kırmızıyı tutarak her biri kendi rengini sever ve öteki renkten nefret ederlerdi. Fekariye Osmanlıyı, ve Kasimiye Mısırlıyı tutar ol muşlar, bu bilinçsiz davranışları aralarında değişmez ge lenek hükmüne girip yiyecek ve giyecekde her taraf ken di rengine uyardı. Fekariyenin bayrakları beyaz ve Kasi miye'nin bayrakları kırmızı olarak kullanılırdı. Bu ayrı gayrılık nedeniyle bir çok canlar ölüme sürüklenmiş bir çok kimseler de belâ oklarına hedef olmuşdur. , Çünkü Mısır mansabları bu iki topluluk arasında paylaşılırdı. Meselâ Emirül Hac Fekariyeden ve Def terdar Kasimiyeden, Müteferrika baş Fekariyeden ça vuşla kethüdası Kasımiyeden olurdu. Lâkin bazen bir 408
AHMED CEVDET PAŞA birlerine üstünlükle baskı yapmak istedikleri zaman ara» larmda ölen ölene savaş olurdu. 1142 yılma kadar vakit leri bu ikilik ve kargaşalıkla geçdi. 1142 yılında Sultan Ahmed tahttan indirilmiş Mısırda bu iki toplum arasın da büyük savaşlar olarak nihayet Fekariye tarafı galip gelip Kasımıyeyi kökünden kazıdılar o vakit Kasımıye nin çoğu ölmüş, öldürülmüş ve kılıç artığı kimisi Rum'a kimisi Şam'a kaçıp sığınmışlar kimisi de said içlerinde gizlenmişlerdir. Fekariye bu suretle Mısır imaretini ba ğımsız olarak kimsenin karışmayacağı şekilde ele geçir mişdir. Sonraları kendileri de başka ad ve kuşku ile ay rılarak birbiriyle yine savaşıp saldırmaya kalkdılar. Çün kü Fekariyelik adiyle birbirine bağlı ve anlaşmış olanla rın Kasımiyeye karşı davranışı bilinçsiz bir gayret eseri olup, Kâsimiyenin ortadan kalkmasiyle yok olması kendi aralarındaki birliğin hükmü kalmamışdı. Bundan sonra nüfuz sahibi olmak istiyen ve bağımsızlık tasarlayanları yine bölüp parçalamış birbirlerine saldırıp öldürmeye başlamışlardır. Hatta meşhur Ragıp Paşa Mısır Valisi iken bunların aralarını bulup düzene sokmağa çalışdığı halde baş edemeyip 1161 yılında ona da valilikden el çek tirmişler düşürmüşlerdi. 1180 yılma kadar hal bu gidiş de akıp gitmiş Mısır ümerası birbirlerini öldürüp idam etmekden geri kalmamışlardır. O sırada ümeradan Bulup kapan diye ün salmış olan Ali Bey hasımlarına galip gelerek Mısır mansablarını kendi adamlarına göze derek adamlarından meşhur Ebüz Zehep Mehmed Beyin eliyle pek çok düşmanını idam ederek Mısır dolayların da Bağımsızlık kazanmışdır. Şöyle ki, Memlükler satın, alıp ve her birini Terbiye ile yetişdirip ümera sırasına geçirmiş ve Hazinedarı olan Büyük ismail Beye İma ret tevcih edince adı geçen Ebüz Zeheb'i onun yerine Hazinedar nasbedip Mehmed Bey ise gayet Bahadır, ve tedbirli olduğundan çok geçmeden ona da imaret verip TARİHİ CEVDET 409 bütün umera'ya takdim etmişdi. Ebüz Zehep diye anıl masının bir yüzü budur ki, kale de İmaret hil'atini giy dikten sonra bahşiş olarak etrafa bütün bütün altın da ğıtmış, sokakda bile fukaraya altın saçmış olduğundan zaten eli açık ve gözü tok bir zat olup daima böyle altın verip ihsan etmekden geri kalmazdı. Her her hususda. bahtı açık tâlü yaver olup hiç bir savaş da yenilgiye uğ ramamışdır. Bunun üzerine herkesin gözünde Şanlı gö ründüğünden başka Ali Beyin indinde de öne geçirilmiş iyi karşılanmış ve önde tutulmuşdu. Meşhur Cezar Ahmed Paşa da bu sırada Mısır ku mandanlarının ileri gelenlerinden olup Ali Bey pek önem li işlerini Ebüz Zehep ile ona gördürürdü. Ve onların eliyle karşı koyanları idam ettirirdi. Hattâ Mısır ku mandanlarından Hasan Bey yaşadıkça Ali Bey tam ba ğımsızlığına kavuşamayacağını anladığı. için onu. da Eb üz Zehep'le Cezar'a öldürtmüşdü. Fakat ümera içinde Ali Beyin sakınacağı bir Salih Bey kalmış onunla da bir birlerine kötülük ve ihanet etmemek üzere aralarında andlaşıp, yemin etmişler ve iyman ederek ondan da e min olmuşdu. Lâkin nüfus ve idare de gereğinde ortak olduğundan onun da öldürülmesiyle bütün bütün tam ba ğımsızlık ve halka zulüm yoluna düşünce ümeranın en cesur ve bahadır Cezar'a EbÜz Zehet'le beraber Salih
Beyin işini bitirmelerini emredince önceleri Salih Beyin yanında bulunduğu için bunu yapmamışdı. Ali Beyin Ce zar hakkındaki sevgisi böylece düşmanlığa dönünce Ce zar Mısır'dan firar etmeğe mecbur olmuşdur. Bunun bir dereceye kadar açıkça bilinmesi için ileri de Cezarm hâl tercümesine başlanacaktır. CEZAR'IN İLK GÜNLER* Cezar asıl Bosna'lıdır. On sekiz yaşında iken İs tanbul'a gelerek berber olduğu için Hekim Oğlu Ali Paşa 410 AHMED CEVDET PAŞA dairesine gelip gidermiş. 1169 yılında Ali Paşa Mısır Va lisi olunca o da beraber gidip bir zaman dairesinde kul lanıldıktan sonra Mısır kumandanlarından adı geçen Sa lih Beyin adamı olmuş beraber Hacca gidip gelmiş ve kendisi memlüklerden değilse de Rumelinin en cesur ve bahadırları olan Boşnaklardandı. Zaten cesur ve göze pek olduktan başka yüksek binicilik femrinde de hüner ka zanmış olmakla Salih Bey kendisinden hoşlanıp ziyâde saygı göstermiş ve Mısır memluku elbisesi giydirmişdi. Böylece Boşnak Ahmed diye anılırdı. Bir müddet sonra ümeradan Abdullah Beye intisap etti. O sırada Abdullah Bey Behire de olan Hind Arabian üzerine hareket edin ce Boşnak Ahmed de beraber gitmiş lâkin Abdullah Bey savaşda ölmüşdü. Boşnak Ahmed Zülfikâr Kâşif tarafmd an Behire de bir köye mümellim nasbolunmuşdu. Bunun üzerine Hind Arablarını gözedip bulduğunu öldürüp idam eder miş. Hattâ, büyüklerinden dört tanesini öldürünce işte efendinin intikamıdır diye kesik başlarını Mısır'a gönde rince kasap anlamına Cezar lâkabı takılmış ve Cezar Ahmed diye ün salmış ve Ali Bey kendisinin bu şöhretini duyunca Mısır'a çağırıp Mısır'a Vali yapmış. O zamanın deyimiyle Vali; Mısır'ın inzibat işlerine memur demek olup bu memuriyette bulunan kimse gece gündüz şehir içinde dolaşarak edebsizlik edenleri hapis ve cezalandırmak, döğmek onun vazifesi gereğidir. Cezar'm bu yolda yaptığı hizmet ve çalışma da Ali Bey gözünde kabul edilip uygun görülünce kendisine İmaret tevcih ederek sancak beyi yapmış ve kendisine Ahmed Bey Elcezar demeğe başlamışdı. Bu suretle Ce zar Mısır ümerasının ileri gelenlerinden sayılır olmuşdu. Kısaca Cezar ustura kullanırken kılıç kullanmağa başlayınca bu değişiklikle Mısır ümerası içinde üstünlük İcazanmca Ali Bey yapılacak işlerini Ebüz Zeheb'le ona TARÎH1 CEVDET 411 bırakarak rakiplerini öldürtmek işbirliği yaptıklarını u zaklaşdırmak istediğini onlara öldürtüp idam ettirmişdi. Her zaman olduğu gibi Salih Beyin idamını da onlara i hale edince Cezar Salih Beyin yedirdiği ekmeğe nankör lük edemeyeceğini böylece ona sui kasd yapamayacağını söyleyip özür dileyince Ali Bey lâkırdıyı değiştirip «Allah seni yaşatsın ya Cezar meramın seni tecrübe ve imtihan dı. İşte sadakatin şimdi indimde belirdi» demişse de Ce zar'a emniyet gelmeyip Ali Beyin yanından çıkdıktan sonra Salih Beyin Konağına giderek gizlice olanı biteni anlatınca Salih Bey olamaz dediğin Ali Bey kardeşim ile ilk günlerden beri aramızdaki sağlam anlaşmalar bunların bu güne kadar gördüğüm belgeleri ile hakkında sui kasd
edeceğine hiç aklım kesmez demişdi. Ali Bey de ertesi sa bah Ali Beyin Konağına gelip söz arasında Ebüz Ze heb ile Cezan senin hakkında nasıl tecrübe ettim. Anlata yım mi ? diyerek ve yüz bin dereden su getirerek ben na sıl bunları tecrübe ettimse siz de adamlarınızı benim hakkımda tecrübe etmelisiniz diye olayın hâlini başka renge koyup Salih Beyi inandırmış ve ondan sonra Ebüz Zeheb'i çağırıp artık bize lâzım olan Salih Bey ile Ceza rın işlerini bitirmekdir diyerek öldürüp idamlanna gö revlendirmişdi. Ebüz Zehep fırsat kolladığı sırada bir gün fırsat dü şünüp bir ara kılıcını çekip Salip Beyi öldürünce Salih Beyin memlükleri dağılmışlardı. Bu olay Cezar da bera ber bulunuyordu. Kendisinin aşırı cesareti ve ataklığına göre her kesden önce davranması düşünülürken bu olay da tarafsız davranışından Ali Beyin adamları kendisiyle eekişmişlerdir. Bu sırada Ebüz Zeheb kılıcını silerken Cezar'a; «Getirsene kılıcını bakayım benim kılıcım gibi midir» deyip ancak bundan gizli maksadımın bir yolunu bulup Cezarın kılıcını alıp da başını kesmek olduğunu hissedip anlayınca «Birader benim kılıcım düşman yüzü 412 AHMED CEVDET PAŞA ne çıkar» diyerek bozulup bir kenara çekilince Ebüz Zeheb gülerek şakaya boğmuşsa da Cezar'm güveni kal madığından hemen o gece evinden çıkıp mağribî kıyafe tiyle İskenderiye'ye yola çıkar. Ancak düşman bir iki gün oyalamak ve kaçtığı anlaşılmcaya kadar yol almak için soranlar keyifsizdir demesini karısına sağlık ver mişdi. Böylece gelene gidene keyifsizliğini yayınca bir iki günde kaçtığı anlaşılarak arkasından adam salmış i se de bu süre içinde Cezar İskenderiye'ye varıp bir ge miye bindiğinden o zamanın geçerli denizcilik geleneğine göre gemiden çıkarılamayıp İstanbul'a gelmişdi. Bu olay 1182 yılında olup ondan sonra Cezar bey çok sıkıntılar çe kerek, Anadolu içlerinde dolaşıp Haleb'e ve oradan Şam'a gitti. Aşağıda açıklanacağı gibi o bölgede serseri dolaşa dursun. Biz gelelim gene Mısır'ın ahvaline. ALÎ BEY'İN SONU Yazıldığı gibi Salih Bey öldürülüp Cezar'da kaçtıkdan. sonra Ali Beyin Mısır'da çekineceği bir kimse kalnıamış dı. Mısır topraklarını tamamen ele geçirince işleri keyfine göre yürütmeğe ve çerkez hükümdarların tarihlerini din leyip onlar da bizler gibi memlûk iken mulûk olmuşlar demeye başlayıp kendisini büyük Berkok sayardı. Ger çek de dolap çevirmekde Berkok'la eşitti sayalım ama Osmanlı Devletinin gücünü ve şanını Klavım Devleti ile bir tutulmayacağını, onun gibi nice eşkiyalık peşinde ko şanların Osmanlı Devletine isyan edip lâyık olan cezayı bula geldiğini idrak edemiyerek Mısır'da Çerkez Devletini yeniden kurmak gibi olmayacak hayale kapıldığı sıra da Osmanlı Devleti Rusya ile meşgul olduğundan meydanı boş bulup ve Ruslar'da kendisi yanıltıp aldadarak bu ne denle Osmanlı Devletine isyan ile Mısır Valisi Mehmed Paşayı düşürüp işinden uzaklaşdırmış sonra da zehirlemiş; TARİH1 CEVDET 413 di. Bundan sonra dört sene Mısır'a Vali gönderilmişdi. Bu. sırada gittikçe eşkiyalığım arttırıp (1184) senesinde
bir çok askerle Ebüz Zeheb'i ve Ceddavî Hasan Beyi gönderip Hicaz bölgesini istilâ edip ele geçirmiş ve İsmail Beyi de büyük sayıda askerle Şam bölgesini ele geçirmek için göndermişdi. Ebüz Zeheb Hicazdan dönüşünde ona da büyük sayıda asker vererek tam kuvvetiyle 1185 yı lında onu da Şam'a gönderip o zaman Berrüş Şam da Bağımsızlık kazanıp halka zulmeden Tahir Ömer kendisine boyun eğerek epiyce askerle oğullarını Ebüz Zeheb mai yetine göndermişdi. Taf a sahrasında Ebüz Zeheb konu şup anlaşarak Şam üzerine yürüdüler. Şam Valisi Gür cü Osman Paşa bunu duyunca karşı koyamayacağını an layıp zorla Şam'ı bırakıp Hama'ya gelmiş ve asker top lamağa başlamışdı. EbÜz Zeheb ve İsmail Bey gelip Şam'ı ele geçirdik lerinde Ali Bey tarafından kendilerine yazılı bir emir ge lip Mühimmat ve askerlerden her ne isterlerse gönderil mek de kusur olunmayacağını anlatarak ilerlemelerini bil dirdi. İsmail Bey ise Devlete sâdık ileriyi görür bir zât ol duğundan ve Ebüz Zeheb'in bu derecede şöhret ve şan'a kavuşunca herkesi küçük görerek üstünlük taslayacağın dan kuşkulanıp Şam'a girdikleri zaman Ebüz Zeheb'in düşüncesini değiştirmeğe ilerlemek için vereceği kesin ka rarı bozmağa başlamışdı. Şöyleki : Osmanlı Devleti bu sefer gailesini bertaraf eyler. O zaman gazabını bizlere yöneltir. Halimiz müşkül olur. kaldı ki, Müslüman bir Sultan'a isyan etmek şeytan'a karışma demekdir. Ali Bey doğru olmayan bu yola Müslüman geleneğinden ay rılıp Rus İmparatoriçesi Katerina'ya tabî oldu. Halbuki Ruslar bizim dîn düşmanımız olup bugün her mü'min ve İslâm birliğinde olana onlarla savaş farz olmuşdur. 414 AHMED CEVDET PAŞA Tahir Ömer'in adamlarına sen ne bakarsın onlar zin dan kaçkını ortalık karışdıran sarhoş gurubudur. Oğlu Şeyh Ali Tahir'i görmüyormusun sizin huzurunuzda bi le edebden uzak küstah ve lâûbâlî oturup şanınıza yakış mayacak davramşiyle ihtiram da bulunmuyor. Adamlar ortalık karişdırmakdan geri kalmıyorlar gibi öğütlerle; Ebüz Zehebin düşüncesini çelmişdi. Hattâ bu sırada Şam'a giren Surre Emini üe görüştüklerinde her ikisi de Osmanlı devletine isyan etmediklerini ancak zorla Şam'a geldiklerini, durmayıp gideceklerini söyleyip onun yar dım eliyle Osmanlı devletine bildikleri söylenir. Mısır'askeri de yorulmuş vatan hasreti ile dönmek isterken Ali Bey den gelen emirler gereği bundan sonra da uzun süre Batı diyarında gezmek lâzım geleceğini düşü nerek kuşkulanmışlardı. Bu hale Ebüz Zeheb kumandanlarını ve subaylarını toplayıp Ali Beyden gelen emiri kendilerine anlatarak e fendimizin meramı oluncaya kadar bizim Batı diyarında dolaşmamız gerekiyor, biz ise üzerimize farz olan borcu muzu ödedik, yerimize yurdumuza dönmeli idik. Siz bu yolda ne dersiniz gibi Mısır'a dönmeğe can atan kuman danların dönme hırs ve isteklerini kamçılayacak sözlerle durumu bildirince Ebüz Zeheb'den dönüş var sözünü işi dince hepsi can'ı gönülden vatan arzusu üe emri sizindir diye her yönden Ebüz Zeheb'in emrine uydular. Ebüz Zeheb'de bütün Mısır askerine sahip olarak Mısır'a dön
dü. Osman Paşa da kolayca Şam'a girmişdi. Çünkü beni Şahap'dan yirmi dört senedenberi Cebeli Lübnan emiri olan Emir Mansur'un ihtiyarlığından ötürü kendi isteği ile kardeşinin oğlu Yusuf'a terk ile vaz geçip Emir Yusuf'da. Şam'a gelişinde Osman Paşa ile görüşdü. Osman Paşa zi yade iltifat ve saygı göstererek Cebel hükümetini ken disine mukarrer kılmışdı. TARÎHİ CEVDET 415. Ali Bey ise Ebüz ZeZheb'in ilerleyip de topraklarını genişletmesini düşünürken birden çıkıp gelmesine şaşa rak işin aslını öğrenmek isteyince Ebüz Zeheb Tahir Ö mer oğullarının davranışlarından ve askerlerinin kötü dav Tanışlarından şikâyet edince Ali Beyin gönlü kırılıp der hal Tahir Ömer'i azarlama kılıklı bir mektup yazdı. Ta hir Ömere mektup gelince o da bunun aslı yokdur. Ebüz Zeheb Şam'a girdiği zaman bütün halk büyüğü küçüğü korkudan dehşete düşmüşken sebebsiz geri dönmüşdür diye mektupla cevap yazdıkdan başka sözle durumu anlat mak için oğlu Şeyh Osman'ı Mısır'a göndermişdi. Bundan dolayı Ali Bey ile Ebüs Zeheb ile arasında içden bir so ğukluk meydana geldi. Ali Bey Ebüz Zeheb'i öldürmeye karar vermişdi. Ebüz Zeheb ise zaten herkes tarafından tutulan ve tarafdarı çok olan kimse olduktan başka bu kez etrafı nı arttırmışdı. Halk tamamen Ebüz Zeheb'i tutuyor ve Ali Beyden nefret ediyordu. Bu hâlde Ah Bey bir gece Ebüz Zeheb'i öldürmek için askerle konağım sardırmışsa. da Ebüz Zeheb'de kendisine refakat ettikden başka Ka simiye bekayasmdan ve Ali Beyin kovduğu kimselerlen asker toplayıp kuvvetlenince Ali Bey telaşa düşüp İsma il Beyi Başbuğ nasbederek ordu üe Ebüz Zeheb üzeri ne göndermişse de İsmail Bey Sait taraflarına yaklaşınca Ebüz Zehep ile birleşerek birlik de Mısır üzerine yürüyün ce Ali Bey bunu duymuş ve asker toplamağa başlamışsa da. Ebüz Zeheb'in askerine karşı koyamayacağını anlayınca Ali Bey Şeyh Osman'ı da beraber alıp hemen Akka'ya kaç dı. Ebüz Zeheb'de gelip Mısır'ı ele geçirerek olayı Os manlı Devletine yazdı. Bu haber 1186 yüı başında Suni mi'da Osmanlı ordusuna varınca pek ziyâde memnuniye ti mucif olmuşdu. Ondan sonra Ali Bey Berrüş Şam'da asker toplayıp gene Mısır'ı ele geçirmek istedi bu maksad için Rusların. 416 AHMED CEVDET PAŞA Akdeniz donanmasını da Akkâ tarafına çağırıp getirtmiş di (1187) yılında Tahir Ömer'in oğullarını da emrine a larak büyük sayıda askerle Mısır üzerine yürüyünce Eb üz Zeheb de yeteri kadar kuvvetle Mısırdan çıkıp Salihi ye de iki taraf karşılaşınca Ebüz Zeheb tarafı yenmiş A li Bey de yaralı olarak tutulmuşdur. Ebüz Zeheb yanına götürüldüğü zaman efendisi olmak nedeni ile kendisine reayet ve ihtiram göstermiş yaralarını sarmaları için tâ bibier tâyin ettikden sonra zehirleyince Ali Bey önce Mısır Valisi Mehmed Paşa'ya ettiğinin cezasını bulmuşdur. Bundan sonra Ebüz Zeheb bütün bütün Mısır top raklarını ele geçirip Osmanlı Devletine bağlı kalmış, Ha remeyn gelirlerini yerlerine yollayıp İrsaliye Hazinesini de göndererek Osmanlı Devleti gözünde makbul olmuşdu. Bunun üzerine Halil Paşa Mısır Valisi olup ve gidip
eskiden olduğu gibi Mısır'da hükümetin başına geçmişse de elinde bir şey olmayıp nüfus ve bağımsızlık bütünü ile Ebüz Zeheb elinde idi. Bu durum da Mısır sükûnet üzere olup herkesin bu refah ve asayişden memnun ve sevinç içinde yüzü gülü yordu. Halbuki insanlık dünyası gelişirken bir çok karı şıklara itilmek de idi. Gene de bu olaylar da Berrüş Şam olaylariyle karıştığından ilk önce bu bölgenin top luca anlatılması uygun görülmüşdür. CEBEL'İ LÜBNANIN GEÇMİŞDEKİ İDARESİYLE BUGÜNKÜ İDARE DURUMU VE HÜKÜMET EDENLERİN USULÜ VE ESKİ RÜSUMLARI VE AHALİSİNİN MİKDAR VE BÖLÜMLERİ. Berrüş Şam denilen sayda eyaleti bir çok sancakla ra ayrılıp işte Cebeli Lübnan bu eyalet içinde olduğu hâlde bir çok mukataalara, yâni nahiyelere ve kazalara ayrılıyor, ve her mukataa bir çok kasaba ve köyleri içi TARİHÎ CEVDET 417 3ie almaktadır. Her mukataaya bir hanedan elinde olup hepsi birden Cebel emiri olan bir Hâkimi umumînin hük mü altında bulunurlardı. Bu Hâkimi umumî maan oğulları Hanedanından o lup onların batışından sonra Beni Şahap ortaya çıkarak Cebeli Lübnan hükümetini ele geçirmişlerdir. Şöyle ki, Emir Fahredddin Maanî'nin Kardeş çocuğu ve maan o ğullarınm son ferdî olan Emir Ahmed'in ölümünden tim Vadisi Hâkimi olan Beni Şahap'dan birinin nikâhı altın da bir kızı alıp ondan doğan Emin Haydar Bin Musa Cebcli Duruz hükümetine varis olmuşdur. Bu durum 1117 yılında olmuşdur. Uzun süre bu Cebel'de hükümet eden Şahab kumandanlarının en ileri ceddi işte bu emir Haydar'dır. Onun elinde Yemeniyye Partisi olup arala rında şiddetli düşmanlık olduğundan kavga ve savaşla bir birlerini öldürmekden geri durmazlardı. Beni Şahab Emir Haydar Bin Musa'nın imaretinde bu iki Parti arasında Ayn Dare savaşı diye ünlü kanlı muharebe olup Yeme niyye tarafı bozguna uğrayınca Cebel Hükümeti yalnız başına Kaysiye eline geçti. Ve Emir Haydar Cebel hükü metinde nüfusunu arttırıp bağımsızlık kazandı. Lâkin son ra Beni Canbulat, yani Canpolat oğulları ile Benİllmad arasında bir kavga çıkmış ve Cebel halkından bazıları Canpolatları bazıları da bunları tutunca Cebel toprak larında iki Partiye ayrıldı. Biri Canbulat diğeri Yezbeki ye olup Benîlîmad'ı tutanlar ki cedleri olan Yezbek'e nispet olunurlar. Bu iki Parti arasında da düşmanlık sağ lanıp, meyvesini verince yeni Cebel ahalisi savaş ve kav gadan geri kalmadılar, fakat Nekediyye Şeyhleri bu yolda tarafsız kalıp gerektiğinde istedikleri tarafa yaklaşdılar. Bu hâlde hepsi Cebel Hâkimi Emir Şahabî'ye boyun eğ mişlerdir. Adı geçen Haydar Bey 1140 tarihinde, ölünce yerme oğlu Emir Melham geçip ancak zamanmda mukataaların F. 27 418 AHMED CEVDET PAŞA mutasarıfları itaat etmediklerinden ölümüne kadar savaş ve kavga eksik olmamışdır.
Gerçek de hepsine galip gelmişse de zamanında halk rahat yüzü görmemişdir. Olömünde yerine kardeşi Emir Mansur geçmişdir. Yirmi dört sene Cebel'de bütün nüfusu ile hüküm sürdükten sonra ihtiyarlığından ötürü hükümet ten çekilmiş yerine kardeşinin oğlu Emir Yusuf binil E mirÜl Melham Cebel Hâkimi olmuşdur. Aslında Cebel hükümeti CebePi Şuf sancağından iba ret yedi mukataayı içine alan Şuf, Menasıf, Arkub, Cirid, Meten, Şahhar, ve Garb mukataalarıdır. Şuf ikiye ayrıla rak Şufu Suveyeanî ve Şufu habtî denir. Gene Arkub ile Garb'da A'lâ ve Ednâ diye ikiye ayrılırlar. Ve Lübnan bu dağın tepesine âlem olup sonunda bütün Cebele adı ve rilmişdir. Bu mukataalarm her birinde birer Hanedan olup şöy le ki Şuf da Beni Canbulad ve Menasıf da Beni Ebi Ne ked ve Arkubu A'lâ BenÜl Abd ve Arkubu Edna da Ben Ül îmad ve Cirid de Beni Abdülmülk ve Meten de Benİl mâ' e Garbı A'lâ da Beni Telhuk ve Garbı Edna'da Be ni Reslân oturup her biri kendi mukataasma mutasarrıf olur, ve fakat Beni Ebİlneked Şahhare de hüküm eder lerdi. Bu hanedanların hepsi dürzî olup bu yerlere yayıl mış olduklarından Blâdı dürüz ve Cebeli dürzî denilmiş dir. Fakat Benilma sonraları, Hristiyan olmuşdur, ve bunlardan bazıları ümera ve bazıları Şeyhler olup ümera nm derecesi Şeyhlerden yüksekdir. Gerek muamelâtta ve gerek yazışmada merasim ve ihtiram lâkabları bakı mından birbirlerinden farkları ve ayrıcalıkları vardır. Beni Şahab'dan sonra ümera'nm yüksek derecesi Beni Ebİlma' olup sonra Beni Reslân'dır. Ötekiler Şeyhlerdir. Fakat ümera ile Şeyhler arasında Beni Mezher ara cılık ederki onlara mukaddemin denilip merasim de üme TARİHÎ CEVDET 419 ranm alt tarafında ve Şeyhlerin üst tarafmda bulunur lar, ümera ve Şeyhler biri Cebel Hâkimi ile konuşmak is tese gelenek merasimi şöyledir; Eğer Emir'in kendi Ha nedanından, yâni Beni Şahab'dan ise oda kapısından içe ri girdiği anda Hâkim hemen yerinden kalkıp oturduğu yerden iner, o da gelip selâm verir, ve Hâkimin omuzunu öper ve eğer sair ümera ve Şeyhlerden ise selâm verme dikçe ayağa kalkmaz ve selâm verdikten sonra ayağa kalkıp ancak eğer Beni EbÜlmaden ise Hâkimin bazu sunu eğer Beni Reslân'dan ise bileğini ve eğer mukad demlerden yahut Şeyhlerden ise avucunun baş parmağı nı öper ama halkdan biri ise bazısına el öpmeğe koşunca ayağa kalkar bazısına hiç kalkmaz, bazısı da asla Hâki min huzuruna giremezdi. Bu emirlerle Şeyhlerin hepsi Hâkim Şahab'ı kendi mektubunda Ahı Aziz diye lâkab yazar, ama eğer Beni EbUl maden emirlerinden ise (Cenabı Hazreti Ahİl Aziz Ül emir filân Ül Müker rem hafazan Ailah'u Taalâ evvelâ Mezid'ül Eşvak Limü şahidetüküm Fiküllü Hayr ve Saniyen keza ve keza) diye yazar ve mektup kâğıdının yarısı dolar. Eğer Beni Res lân'dan ise ona da bunun gibi yazar. Fakat kâğıdın dört te birine yazar, ve yazdığı sırada da ve saniyen sözünü kaldırır, ve imza yerinde ah ve belki Muhibbi Muhlis di ye sözün gelişi kullanılır. Şeyhlerden beni Reslâna yaz dığı gibi yazar fakat evvelinden Cenap sözünü kaldırır. Hristiyanlardan ayıran Meten de yerleşen Beni Bleyb le ve Deyrülkamerde olan Beni Ebi Şahide ve bütün
Cebel de bazı ileri gelenlere Hazret'i Azızena yazıp, fa kat Hafazanallah yerine Sellemehullah ve Limusahedetü küm yerine Liru'yaküm kullanır, ve DeyrUl Kamer halkiyle kendi Has Kariyeleri olan Kariyeler halkına ve sair yerlerin ünlü kimselerine yalnız azizena ve diğer in sanlara Eazza Elmuhibbin diye yazılırdı. 420 AHMED CEVDET PAŞA Emirlerden veya Şeyhlerden biri bir kabahat işlerse Hâkimin emriyle hapis, dayak cezası öldürmek olmayıp maalını gelirini elinden alırlardı. Fakat sürülür, gurbet'e gönderilirdi. Yahut böyle suçlanıyorsa Hâkim'in yanma geldikleri zaman rütbelerine göre icab eden hürmet me rasiminin hepsini Hâkim yapar ve bu yolda gazaba geldiği gibi mektubunda da lâkablarmda ve unvanlarında asla değişiklik yapmaz, fakat sevgiye delâlet eden sözle ri kaldırırdı. Başka zamanda mektubu dışında mühür lemek âdetken böyle tekdirname yazdığı zaman mührünü sahifenin yüzüne basmak eski gelenekleriydi. Bu mukataalarm sahipleri kendi mukataalarmda mutasarrıf olup emirlerini ve yasaklarını kullanırlardı. Haraç ve vergilerini toplayıp muayyen bir mikdar Hâki me verirlerdi. Geri kalanı kendilerinde kalırdı. Fakat re ayadan birinin dâvası olur da usulüne göre mukataa sa hibine müracaat eder de âdil bir şekilde çözüm yolu bul mazsa Hâkim'e varıp şikâyet edince, Hâkim tarafından bir kere yazılır. Gene hakkını alamazsa tekrar şikâyet ederse bir mübaşir tâyin ve gönderilip gene ahali ile mu kataa sahipleri arasında kavga çıkarsa bile önce Hâkim tarafından gelen yaza ve sonra da mübaşir gönderip, mü başir orada kaldığı süre gerek kendisinin gerek atının masrafları davalı tarafından ödendikten başka muba şir'e hizmeti karşüığı bir mikdar akça da verüir. Mu kataa sahipleri gerçek de hapse ve dayak cezasına izinli olup ancak büyük işlerin yapılması umumî Hâkimin ü zerine vazife olduğundan ölüm maddesi gibi mühim mad delerin icrası Hâkim tarafından görevli nasbi yapılmış âmiller eliyle olması lâzım gelir. Her mukataa da gene o mukataa sahiplerinden biri si olmak şartiyle biri Hâkim tarafından mukataa müdü rü nasbolunur ki, ona âmil denilir ve o hanedanın sair ileri gelenleri de diğer halk gibi onun idaresi ve hükmü TARÎHÎ CEVDET 421 altında bulunur. Fakat DeyrÜl kamer ve ona bağlı olan Hassa köylerinde hâkimin doğrudan doğruya hükmü ge çerli olup istemediğini işinden atar istediğini nasbederdi. işte Cebel hükümeti eskidenberi bu yedi mukataayı içine alan Şuf sancağından ibaretti. Ancak zaman za man buna pek çok mukataalar eklenmiş ve bir aralık ba zıları gene ayrılmışdı. Çünkü Cebel bir takım birbirine bağlı dağlardan ibaret olup baza kıt'aları bir aralık Say^ da yahud Şam Valileri tarafından idare olunmuş ve bir aralık da Cebel idaresi altında bulunmuşdur. Şahabî emirleri zamanında Cebel hükümetine dahil olup kalan mukataalar Batı tarafında iklimi Harup ve iklimi Tüffah ve iklimi Cezin Güney tarafında Reydan Dağı ile toprakları, Doğu tarafında Kisrevan ve Fütuh, Cebel Bölgesi, Beterun bölgesi, Cübbetül Münaytara Cübbetü Beşeri, Küre ve Zaviye mukataalarıdır. Batı
taraflarına Canbulad Şeyhleri mutasarrıf olup, ama Gü ney ve Doğu tarafından Cebeyi ve Beterun da doğrudan doğruya Hâkim Şahabi'nin hükümeti geçerli olup onun tarafından memurlar nasbedilir ve gönderilirdi. Kisrevan da BenÜl Hazin Şeyhleri ve Cübbetül münaytara da Şeyhler Beni Hamada ve Kürei fevka da BenÜl Azar ve Zaviyede BenÜl Zahir Şeyhleri tasarruf ve hükümet ederlerdi. Lâkin sonraları Doğu tarafının bu düzeni bozulup ve hususiyle Beni Hamada Şeyhlerinin mukataaları bü tün bütün ellerinden gidip Hâkim Şahabî tarafından ida re olunmağa başlamışdı. Bu şeyhlerin hepsi Şuf Bölgesi Şeyhleri derecesin de olup, fakat Beni Hamada Ümerayı Limuayyen dere cesindedir ve BenUl Azar sair Şeyhlerden bir derece aşağıdır. Bunlardan başka Kisrevan da Beni Ceyş ve bu topraklarda Beni Haymur Şeyhleri varsa da bir yere hü küm ve tasarrufları yokdu. Bunların içinden Beni Hay 422 AHMED CEVDET PAŞA mur Şeyhleri sunnî ve Beni Hamada Şiy'i olup arta ka lanı Hristiyandır, ve Cebel'i Betermda Eyyübî Kürdleri ters davranışlı karşı koyar bir kavim olup vaktiyle ser vet sahibi iken hükümet de ellerinde imiş, sonra hâlleri değişip başka türlü olunca halkın en aşağı derecesine inerek ziraat gibi işlerle uğraşır olmuşlar, bazıları kötü lük yapmağa mecbur olmuşlardır. Lâkin yaradılışlarında şeref duygusu kendilerinin değeri ve kıymeti eseri bakî kalmışdı Herkesden kız alıp vermezler ve birisi kötü yola dü şürülse halkdan sorup dinlemeyip Emirlerden veya Şeyhlerden saygı gösterilenine sorarlardı, ve İmaret a dma ziyâde hırsları olup her ne kadar hiç bir şeyleri kalmasa ve muhtaç duruma düşseler gene Emir diye çağırılmazlarsa cevap vermezler ve Emir unvanından başka bir deyimle selâm verilse, selâm almazlar. Ve bun lar bugün Res'i Nehaş adlı karyede bulunup uzun sü re ses çıkarmayıp aşağılıkları yüzünden eski lâkablan unudulup Res'i Nehaş emirleri diye meşhur olmuşlar dır. Batıda Cezin ileri gelenleri de bunlar gibi şanlı ve büyük kimselerden sonraları mertebe ve payelerinden düşmeleriyle bulundukları kariye kendilerine Cezin mu kaddemini diye ünlemişlerdir. Adı geçen Res'i Nehaş emirleri sünnî olup ama bunlar Şi'î mezhebinin mütvile denilen Partisinden olup Beni Ali Sagır'e bağlanırlar. Beni Ali Sağır Hanedanı Beni Mütavil Şeyhlerinden olup Sayda eyâletinin bağım sız bir bölgesi olan Blâdı Beşare sahihleri idiler. Aşa ğıda anlatılacağı gibi onların evini barkını Cezar Ah med Paşa yakıp yıkmışdır. Şahabî emirlerinin idare mer kezleri DeyrÜl Kamer olup ancak çok zaman Beyrut da otururlardı ve Cebel'de sindirici kuvvetleri ile tam ba ğımsız oldukları zamanda pek çok güzel eserlere ve hal TARİHÎ CEVDET 423 ka iyi ve yumuşak davranarak güzel muameleyi başar dıkları için insanlarda onlara yakınlık göstermişdi. Böy lece yüz elli seneyi aşan zaman Cebel'de tam bağımsız hüküm sürüp tasarrufları geçerli olmuşdu. Fakat Sayda
Valilerine Salyane olarak yüz otuz kese akça mâli mi si verirlerdi. Bazen Sayda eyaletinde bazı geçici karı şıklıklar çıksa Şam Valisine tabî olduklarını resmen bildirirlerdi. Fakat iç işlerinde tam bağımsız olmalariy le Valiler iç işlerine karışamazlardı. Hattâ Valilerin kor kusundan kaçanları ve sığınanları Cebel Hâkiminin sa hiplenip koruması geçerli usullerinden olmağın Valiler geri alamazlardı. Diğer hususlarda da bunun gibi ken dilerine tanınmış hakları vardı. Çünkü Cebel Hâkimi ö tedenberi o bölgede bulunan emirler ve Şeyhlerin hepsi işte bu Şahabî'lere baş eğip büyüklerinden hiç birisi on lara karşı durmayıp ne derlerse aynen yaparlardı. Ö zellikle Blâdı Besare, Hasbiya, Rasya denilen Vadi yüt tim ve Baalbek Şeyhleri ile Fenniye Şeyhleri Cebel Hâkimi olan Emir Şahabî'ye büyük sayarak büyük iş lerde her zaman ona müracaatta bulunmuşlardır. Şahabî'liler aslında İslâm olup soy kuşakları Esha bı Kiram'a dayanır. Fakat sonraları içlerinden bazıları Hristiyan olmuşdur. Çünkü Cebelü Lübnan de ehli İs lâm ile Yahudi pek az olup çoğu dürzî ve Hristiyandır. Durzîlere bakılırsa Hristiyanlar daha çok ise de Dürzi ler Cebel'in en cessur ve bahadır insanları olarak çoğu silâhlı olup savaş da çoğu mütavile onlarla bulundukla rından ve nüfus çoğunluğu ile Cebel'de hepsinden üstün olan Marunî'lerde altı da bir süâhlı çıkarsa mütavile de dörtte birinden ziyâdesi silâhlanmış olduğundan emir lerin ve Şeyhlerin çoğu Durzî olup Cebel halkı arasında en ufak uygunsuzluk olmazdı. Birlikleri ve anlaşmazlık ları titiz davranışlara dayandığından ötedenberi Durzî 424 AHMED CEVDET PAŞA ler diğerlerine galip gelerek Cebel'de nüfuz ve idareye manevî nüfuzları geçerdi. Şahabı emirleri Cebel'de tam bağımsızlık kazanmak için bu hanedanların nüfuslarım kırmağa davranmış lardı. Ancak gerekdiğinde nüfusça üstün olan Hristi yanları kendilerine yardımcı yapmak üzere Papazları kendi taraflarına çekerek bu suretle bazıları da Hristi yan olmuşdur. Fakat bu hareketleri Cebel halkı arasın da bazen artan iyi karşılanmayan dinî düşünceleri bı rakdı. Bu da yakın gelecek de Cebel'in iki kaymakamlığa ayrılmasına ve Şahabî hükümetinin son bulması nedeni olmuşdur. Bugün Cebel'i Lübnan iki kaymakamlık olup biri Durzî kaymakamlığıdır ki : Lıvayı Şuf ve Cebeli Durzî denilip yukarıda belir tilen yedi mukataa, yâni Şuf mukataalariyle Harub, Tuff ah ve Cezin mukataalarmdan ibarettir. Diğeri ise Hristiyan kaymakamlığıdır ki : Livayı Cebil ve Eebeli Nisarî deniüp Blâdı cebil , Kisrevan, Fütuh ve sair Do ğudaki mukataaları içine alır. Ve işte bu iki sancakdan da Şahabî hükümeti yük selmişdir. Böylece toprakları da Şam eyaletine katılmış dır. Ve DeyrÜl Kamer iki kaymakamlık dışında bırakı larak Sayda Valisi tarafından bir kaymakam ile idare o lunmaktadır. Kısaca Cebeli Lübnan'da rütbelere fazlaca uyularak beraberlikleri nedeni ile değer ve soyları kaybolmayıp ve hiç doyuncaya kadar servete kavuşmaz sa rütbeler elde edemiyeceği ve herkesin haysiyeti ve
asıl payesi korunduğu hâlde Şahabî emirleri Cebel'de ki eski hanedanları yok ederek hükümet haklarını geniş letme sevdasına düşüp kendi babalarından kalan hükü metlerini yitirmişlerdir. Livai Nisara'da da bir mikdar Dürzî varsa da çoğu Livai Şuf'dadır. TARÎHİ CEVDET 425 Bu kaymakamlıkların ikisi de şimdi on ikişer mukataa ya bölünüp hepsinin yüzeyi dik dörtken olarak 150 saat olup 900 kadar kasaba köy ve mezreası vardır. Mezrea beş altı haneden ibaret olan küçük köylere denir. Bü tün halkı 217000 nüfusa erişip 6.500'ü Sünnî 11,500'ü Mütavile diye anılan Şi'î ve 30.000'i Dürzî, 121.000'i Maru nî, 47.000i Rum ve yerlerine bağlı olanlar ve 1000 kadarı da Yahudîdir, ancak bu kaymakamlıkların dışında ve Şam taraflarında da 39.000 kadar Marunî, 28.000 kadar Dür zî, 4500 Mütavile mevcud olup bunlarda aslında Cebeli Lübnan halkından olmalariyle bütün Cebel ahalisi üç yüz bu kadar bin nüfusa erişir. Ve bu hesapla Marunilerin hepsi 260000 olup içlerinden 42000 silâhlı çıkar ve Mü tavile 12000'e erişip 4000 silâhlısı bulunur. Dürziler 58000 olup 17000'i silâhlıdır ki dörtte bi rinden fazlası silâh tutar demektir. Hiç bir millet bu kadar silâhlı çıkaramaz. Dürzılerin çoğu çiftçi olup içlerinde san'atla uğra şan nadir bulunur. Ama Diğer topluluklar çoğu sana yi ve ticaretle meşgul olurlar ve Dürzî kadınlarının gü zellikleri diğer topluluklara göre düşüktür. Cebeli Lübnan'ın su ve havasının temizliği ve gü zelliği inkâr edilmez. Halkı da çoğu değişik gıda alma dıklarından vücudları sıhhatlidir. Marunî'ler Katolik (mezhebinde olup Peygamberimizin hicretinden 390 se ne o bölgede İsa dinini aşılayan Marunî adlı rahibe men subdurlar. Mülki de Rum Katoliği demekdir. Dürziler açıkdan Muslanız derler ama hepsi İslâm akidelerini ve belki bütün dinleri inkâr ettiklerinden onların âdet ve akideleri aşağıda ayrıca ve geniş olarak anlatılacaktır. DÜRZÎLERİN GELENEK VE, İNANÇLARI Dürzîlerin yurdlarını, ailesine bağlı olanları saldı rı ve hakaretten korumakdaki gururlu davranışları ile 426 AHMED CEVDET PAŞA ri derecede olup sabırlı ve dayanıklı insanlarda böyle ce dilleri kötü sözlerden muhafaza ederek kızdıkları za man bile birbirlerine fena söz söylemezlerdi. Anlaşma ve yazılı vesikalarla yaptıkları kavilleşmelere ziyade ri ayet eder. Dost tanıdıkları ve sandıkları kimseler artık bir bağlılık gösterip onların uğrunda ölüme ve her tür lü tehlikeye atılmakdan çekinmezlerdi. Çoğu zaman ken di aralarında bir düşmanlık çıksa büyük olaylara sebep olur hatta galip ve muzaffer olan parti diğer tarafı yur dunu terk etmeğe mecbur ettiği çokdur. Böyle kavgalar da her partiyi ona sadık olanları ve tutanları bir toplum olarak sahiplenirler birbirleri uğruna kendilerini tehli kelere atarlardı. Böyle iki parti arasında gelişen sert tutum ve davranışlar evlâdı evlâdına sürüp gider ve bu na din ve mezhep ayrılığı bile önleyemezdi. Nasranîler le Dürziler arasında titiz bir birlik mevcud olduğu hal de birbirleri hakkında lâzı mgeldiği sert tutum ve dav
ranışlarda bulunurlardı. Fakat böyle düşmanlık çıkın ca bile en iyi davranışı elden bırakmazlar ve yalnız Mer die ele geçirmekle yetinirler fena davranışlardan uzak kalırlardı. Nitekim Dürzîlerden biri düşmanının evine uğrayıp karısını bir işle uğraşır görünce ona yardım ederken kocası gelince bir dostu gibi selâmlamış ve yemek ge tirip yedirmiş giderken de yola vurup uğurlarken veda sırasında «Biz yine eski durumdayız yani düşmanlık ba kidir» demiş olduğu söylenir. Yine Arkub Beni Gazeban ile Hüseynîye Partisi ara sında düşmanlık olduğundan Hüseyniye galip gelince sında düşmanlık olduğundan Hüseyniye galip gelince mışlardı. Bir süre geçtikden sonra onu karşılaşma da Hüseyniyeden bir köyden uzak bir yerde çift sürerken Beni Gazeban yerinde yurdunda kalamayıp etrafa kaç edince hemen koşup kaçarken ayağını duvara koyunca TARIHÎ CEVDET 427 dokunduğu taş kendi üzerine düşünce kımıldıyamaz iki Gazebanlı birden sıçrayıp yanına geldikleri gibi haya tından umudunu kesmiş çaresiz görünce yetişip taşı kal dırmışlar. Şimdi seni bu durumda öldürmemiz herkesin iyi karşılayacağı şey değildir. Fakat bundan sonra ken dini bizden sakın deyip salıvermişler. Yine buna benzer olmak üzere denilir ki Dürzîler den İbrahim Neked adında biri kendi karısı hakkında beni Gazeban'dan iki kişi birden çıkıp üzerine hücum ya çıkarmak için bir akşam üstü, «îşim var deyri ka xner'e gideceğim diye atına binip gitmiş ve hatta yolda bir konağa inip geceye kadar orada kaldıktan sonra dönmüş ve evine yakın bir yerde atını bir ağaca bağla yıp sessizce evine gelince kapıyı kilidli bulur. Ama içe ride ses ve söz işittiği için karısına seslenir, karısı da iapıyı açmak şöyle dursun cevap büe vermeyince Ibra Jıim kapıyı göğüsleyip zorla içeri girince iri yan ve ce sur İbrahim karşısında zampara can korkusuyle ne ya pacağını şaşırmışken korkusunu yatışdırmak için elin den tutup «Güle güle git ve lâkin bu yaptığını gizli tut. Eğer duyulursa ölümüne sebep olur» demiş. Bu halde karısı da canından ümidini kesmişken güya hiç bir şey olmamış gibi ona bir şey demez ve kötü muamele yap maz fakat bir süre geçince bir başka şeyi bahane ederek "ve gerçek olayı kimseye sezdirmeden boşar. Bu gibi şeyler Dürzîlerin indinde adâb ve edebiyat tan başka şey değildi. Şer'i hükümler için kadıları var dı. Şer'i İslâm muamelâtı ve işlemi yaparlardı. Fakat ibadet, nikâh ve boşanma bazı işlerde kendilerine özel usulleri vardır. Evlenme işleri de şöyledir : Bir kızı al mak istese ilk önce kızın evine bir aracı yani görücü gönderip kızın ailesi eğer kızı verecekse hemen bir par ça tatlı getirip beraber yerler ki buna no'maniye denir. Ve no'maniye yenilince erkek kıza (sözlü) aday olmuş 428 AHMED CEVDET PAŞA olur. Böylece görücü oradan dönüp evlenecek olana ha ber verince orda kendi bildiklerinden birkaç kişiyi gön derip mührü muayyen üzere sened yazılınca kız artık onun eşi olmuşdur ne vakit isterse kızı alıp götürür. Eğer bunun üzerine kız istemezse hemen boşanır
ve başkasiyle evlenir. Eğer o da böyle istemezse onu da böyle bırakır. Tâki bir evet diyen çıkıncaya kadar bu böyle gider. Kendi katlarında iki karınm bir araya ge tirilmesi uygun görülmez. Birini boşamadıkça diğerini alamaz ve karıları pek az küçük şeyle boş olurdu. Me selâ karısı bir yere gitmek için izin isteyip de yalnız git deyipte gitte gel demese boş olur. Dini törenlerine göre boşadığı karısını geri alması uygun görülmez velevki bir başkasına varıp da boşansa bile bir daha eski koca sına varamaz. Bazı işlerde de İslâm Şeriatine aykırı gelenekleri vardır. Meselâ usullerince bir adam bütün malını evlâ dından birine vasiyet edip de diğerlerine mahrum ede biliyor. Ama bu da kendi elinin emeği ile kazanılmış mal olursa. Çünkü baba ve ceddinden intikâl etmiş olan mal kendi kazancı olmayıp Hanedanına aittir. Bunda usulü füruğ eşit olduğundan vâris olanlar onu paylaşmağa hak kazanır derler. Kadının baba evinden bir şey vâris ola maması Dürzî hanedanlarının eski usullerinden olup bu gelenek etrafa yayılarak bütün cebelde geçerli olmuşdur Dürzîlerin batıl inanışları da şöyledir; Mısır da hükü met eden Fatımî hükümdarlarından Hâkim biemrenia Allahlığma inanıp ona ibadet ederler. Hâkim biemre be şinci yüz yıl başlangıcında ortaya çıkan Mansur' Ubey dî bin Abdülaziz bin Abdülmaaz el Fatımî der ki Ilmi Nucum, Remil, ve tılsımlara rağbet ettiği için Dürziler de ona uyup bu bilgileri öğrenmek için uğraşırlar başka ilimlere karşı hiç ilgi duymazlar. Çünkü Fatımî hüküm darları Şi'î partisinden Râfizîlerden olmakla Hâkim bi TARİHÎ CEVDET 429 €mre de aslında Râfizî olup lâkabı Hakim bi emrullah' dı. Allahlık iddia ederek kendisini Hâkim biemre diye adlandırdı ve minberlerde Bismillâhir rahmanir rahim yerine Bismillahil Hâkîmül muhibbi elmeyt diye oku masını Hatîb'lere emretti. Bir takım şer'i, akla sığmaz, birbirine uymaz davranış ve hareketleri nihayet kendi sinin ölüm nedeni olmuşdur. Öldürülmesi işinde tarih yazarları ayrıcalığa düşmüşlerdir. Ama Dürziler güya Hâkim biemre bir gece yalnız başmal Hilvan kasabası denilen Bürkei Zerka'ya varıp oradan göğe uçdu diye inanırlar. Aslı budur : Hâkim biemre Beyaz eşeğe bi nip dolaşmak adeti imiş bir gün yine böyle Mısır'dan çı kıp Bürketüz Zerka nahiyesine yürümeye koyuldukda ehli İslâm onu kollayan bir kaç kişi gördükleri gibi üzerine hücum edip öldürürler ve bir kuyuya götürüp atarlar. Elbiselerini .düğmeleri ilikli olduğu halde eşe ğin yanında bırakıp giderler ve şehre gelip bekleyip so ran ehliislâm'a da olayın nasıl olduğunu anlatmışlar ama Hâkim'in kendisine bağlı olanlarla inananlar ki Ba tanıyun adını alırlar. Hâkimin gelişi gecikince izi ile gi dip elbisesi ile eşeğinden başka bir şey görmediklerin den göğe uçtuğuna inanmışlar Hâkim'in dâvasını ilk ön ce onaylayan Şeyh Mehmed Dürzi'dir. Hâkimin Allah olduğunu yayma üzerine halk hücum edip öldürürler. Hâkim ilk önce buna göz yumarsa da bir süre sonra ka atilleri öldürtmüştür. İşte Dürzî adı buradan gelmekte dir. Sonra Hamza bin Ali çıkarak insanları bile Mısır da gizlice Mabedler açıp Hâkim biemreye ibadet etmeğe başlamışlardır. Dürziler Hakim'i Allah yaptıkları gibi işte bu Hamza bin Ali'ye de onun Peygamberi diye ina
narak ona Hadiyül müstecibin ve Hüccetül Kaim diye büyük hürmette bulunurlar. Ama Muhammed Dürzi'yi sevmezdi birdenbire davete başlayıp da Hamza'nm önü ne geçince onun mansabmı ele geçirmek istemişdi diye 430 AHMED CEVDET PAŞA arkasında söylerler. Nitekim Dürzîlerin Elgayete ven nasihate adlı risaleleri okunursa anlaşılır. Yazıldığı Hamza'ya bağlı olanlar Hâkimin Allah ol duğuna inanıp ona ibadet ve tapmak üzere Mısır'da giz li Mabedler yapmışlardı. Ancak Ehli İslâm galip ve muzaffer olarak onları Mısırdan kovup uzaklaşdırmaya muvaffak olunca Şam bölgesine kaçtılar. Bir azı Haleb' de bulunan Cebeli A'lâya bir azı Havrana varıp sonra ayrılarak bir mikdari vadi Tim'e ve bir mikdar Cebel» Şufa geldiler ve gittikçe çoğalıp öyle bir sayıya vardı lar ki Dürzî denilen parti işte bunların sayısından gel medir. Bunlar görünüşde İslâm gibi davranırlar fakat Pey gamberleri tanımazlar, gerek ehli İslâm gerek Yahudi ve Hristiyan kötü söyler ve davranırlar. Ve Hak dini Hâkimin dininden ibarettir öteki dinler geçerli değildir kaldırmışdır derler. Kendilerine göre oruç ve namaz yerine sözünde durmak dost korumak farz olup ancak gerek sözünde durmak gerek dostu korumak kendileri ne özel olup başkaları için bunları uygulamazlar. Gerçi Kur'anı Kerim'i okurlarsa da aklın ve şer'in tersine yo rumlarla kendi batıl inanışlarına göre hatır ve hayale gelmez mânâlar verirler. Çünkü bazı filozofiye bağlı dü şünüşlerle evrenin (eskiliğine inanarak takmış sözünü diyerek ruhun insandan hayvana hayvandan da insana geçtiğine inanıp filân zaman füân iken filân kalıba gir miş diye aralarında bir takım masallar söylerler. Ve Allah görünüşü ile her zaman bir kalıba girerek çoğu bu evrende ortaya çıkıp sonunda Hâkimde kendini gös terdi derler. Doğuşla nesiller bir olduğundan bir zaman maaz, bir zaman aziz, ve bir zaman Hâkim onun vahda niyetine aykırı düşmez diye biemre'den önce babasında ve ceddinde bile kendini göstermişdif, inancı ile (Küllü TARİHl CEVDET 431 yevm hüve fi şeenne) ayeti kerimesine her zaman bir görünüşde bulunur diye mânâ verirler. Uydukları imam olan Hamza bile her zaman bir ka lıb da bulunup bir zaman Hakkın Mesihi bir zaman Sü leyman bin Davud ve bir zaman Şuayp ve fisagors ol muşdur. Ve Kerim Peygamberimiz bile odur ve Muham med zam.ininin Hamzası Selmânı Farisîdir. Kur'an as lında Selmanı Farisîye vahyolup onun Kelâmıdu Mü~ hammed ondan almışdır diye inanırlar. (Ya beni ekam müs sâlavat ve emri bilma'ruf ve inne anil münkir) ayeti kerimesi Lokman'ın kendi oğluna vasiyete dairken Selman'in Muhammede söylediğidir. Ve oğul sözü eğit Selman'm Muhammede söylediğidir. Ve oğul sözü eğit nışları kendi aralarında sır gibi saklayıp gizliliğine pek ziyade ıtma ederler bümeyene bunları söylemedikden başka pekziyade emniyet ve itimadları olmadıkça ken di milletlerine büe açmazlar. Bunun üzerine kendilerini iki parti sayıp bir parti
sine akıllılar ve diğerine cahüîer diyerek kadınlarını bi le akiller ve cahiller diye ikiye ayırırlar. Akil olan kadı na Güveyde cahil olan kadına da Gayri güveyde der. Akilli eakeklerde ikiye ayrılır biri hassa der ki hakkiyle herkesçe bilinir emniyetli kişi olup dini tam olarak öğ renmiş olanlardır. Diğeri Amine der ki hakkında iyi dü şünülen az çok Dürzî dinini öğrenmiş kimsede mücte hid sayılır ama cahil olanların kendi dininden ve ayîn leriden asla haberleri olmayıp yalnız Dürzî ismi altın da bulunmaktan başka duyguları ve payları yoktur. Akıllı olanları nerede bulunurlarsa orada İbadet yeri olmak üzere Halvethaneler kullanıp şöyle ki Dare içinde Daireler çizip cuma gecelerinde her tabakanın takımı dış daire de toplanırlar bir miktar vaaz ve nasihatlar dan sonra kuru üzüm gibi bir parça tatlı yenip Amme tabakası dışarı çıkıp gittikden sonra Hassa tabakası 432 AHMED CEVDET PAŞA ileri gelenleri iç daireye girip kapıları kaparlar dini İs lama aykırı konularda konuşarak aynılarını açar ve ya parlar. Akıllıların bir de tabakai Etkiyası vardır ki mü tenezzihin derler. Bunlar pek sıkı ibadet ederler. Şöyle ki bazıları ölünceye kadar evlenmez bazıları ömrü bo yunca et yemez. Bazıları her gün oruç tutar, aralarında en maruf ve muteber şeyh Cebeli Şuf da akıllılar Şeyhi Şeyh Hüseyin idi asla yemiş yemezmiş. Fakat ne zaman yemiş çıksa ilkin birer kez tadıp ertesi yıla kadar bir da ha ağzına koymazmış. Eshabmdan bazıları bu hususda kendisine itiraz ettikleri zaman eğer hiç tatmazsam ba na kibir gelir diye cevap verdiği söylenir ve bütün akıl lılar cahil zamanlarında ne kadar içkiye alışık olsa düş kün de olsa akıllılar arasına girince içki içmezler ve kö tü şeyler konuşmazlar. Yiyecek ve içecekde israf eyle mezler. Zira onlara göre israf dine inananların birliğine büyük noksanlık verir. Hâkimlerin ve emirlerin malını haram sayıp hakimin ve ona hizmet edenlerin evlerinde yemek yemezler. Hatta hâkim malı ile alınan bir hay vana yüklenip naklolunan şeyi bile yemezler ve mütenez zihin tabakasının ileri gelenleri daha çok ihtiyaçlı olup akıllılardan başkasının evinde yiyip içmezler. Fakat hepsi tüccar malını nereden gelirse gelsin helâl sayıp böylece şüpheli akçayı aldıkları zaman tüccara varıp değişdirirler. Anlatıldığı gibi Dürzîlerih inanışları ile ayinleri aralarında gizli tutulagelmiş olmasıyle dinlerinin ay rıntıları bilinmezken 1251 senesinde Mısır seraskeri bu lunan İbrahim Paşa Vadiüttün de onları vurduğu vakit Mısır askeri Durzâ mabedlerini yakıp yıkınca ve talan edince o vakit beni Şahab'dan Hâkimi Cebel bulunan Emir Beşir'in Mısırlılar ile beraber bulunan askerleri bir çok Dürzî kitaplarını ele geçirmiş olmalariyle bu ki taplar bütün çevreye yayılıp hepsi Arabca yazılmış ol TARİH1 CEVDET 433 •duğu için bazıları Fransız ve İngiliz dillerine çevrilmiş ve bunlardan alıp Dürzî dinlerine dair sonra Arabca ya zılmış bazı risaleler bile telif edilmişse de Dürzi'lerin sır larını gizlenmek hususunda olan dikkat ve itinalarına dayanan meramlarını rumuz ve kinayetlerle yazdık larından ve esas dinleri açık şeriat ve batın düşünceleri
ortadan kaldırılmasıyle Batıl inanışları ilmi kelâm konuşmaları tasavvufda pek ileri varan coşkun takımı nın bazı mailelerine ve Rafıziler ve Had'm ve özellikle Şi'îlerin taşkınlarından Ismailiye Partisinin uydurmala rına karşı gelirken hikâye eder gibi söylediklerinden dinlerindekı açık durum pek de ayrıntıları ile meydana iÇikarılamamışdır. Adı geçen İsmailiye Partisinin reisleri Ali Kulu Abdullah bin Meymunül Kaddah ve Ali Kulu Hamdan Karmut olmakla karamuta ve Kur'an'm açıklığını tanı mayıp Batm'ma inanmalariyle Batmıyye adını almışlar dır. Ve yine seb'iyye de denilir. Zira, Şeriat için konu şanlar Peybamber'in tuttuğudur. Derler ki Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed aleyhisselâm. ile İmam Muhammed doğru yoldadır. Bunların her ikisi arasında şeriat tamamlandığını 7 imam sağlarlar. Düşüncelerine göre her zamanda 7 doğru yola girme Hidayet'e ermek, birini örnek tutup ona uyma mevcud olup önceki dini yolda ileriyi düşünen zamanın imamıdır. İkincisi İma mın ilmini içinde toplayan delildir. Üçüncüsü delillerden ilim öğrenen kimselerdir ki Zumassa derler. Dördün cüsü çağıranların en büyüğüdür ki Mü'min dedikleri bu bu işe gönlü ile bağlı olanların derecelerini tertip eder. Beşincisi de isteklilerden söz alıp da onları İmamın ce maatine katmaya yetkili olandır. Altıncısı Meklebdir ki ımezheblerinde derecesi yüksek ise de mezhebe davete F. 28 434 AHMED CEVDET PAŞA yetkili değildir. Fakat avcuların köpekleri gibi davete" yetkili olana istekli için yol gösterir. Yedincisi davet çiye uyan, günahlarını bırakıp hakkı dönen ve imamın: cemaatine katılandır. İşte Ismailiye'nin esas inançları bu denli yalancı dinlerden kalma sarf edilen garip hikâ yeler olup bunun üzerine bir çok uydurmalarla batü'ı kurarlar. Meselâ abdest imama sevgiden ibarettir. Te yemmüm İmam yokken davete yetkili olandan günah işlemekden tövbe ile Hakka dönüşdür. Dürziler de bu denli düşünceleri konuşma konusu yapıp gerek Hak ge rek batıl hepsini çürütüp hiç bir mezhebe benzemiyen tutumu ile Cenabı Hakka ortak kabul etme ve doğru, yol dan sapmak gibi düşüncelerinden batıl inanışlarına bü tünü ile girmek ve araşdırmak bu gibi yanlış yolda olanı ların karışık kuşkularını bilmekle olur. İlmi kelâm'da çalışmalarım, bilgim ve ilişkin olduğu için Dürzi'lerin de kendi kitaplarından bazıları ve gerek onlara değinen yazılı risaleleri okudum anlayabildiğim kadarı ile inanç larım az çok açıklamak uygun görülmüşdür. Dürzi'ler kendi Batıl inançlarını yılızları hesaplaya rak, harflerin şekilleri gibi bir takım kuşku ve saçma hikâyeler üzerine kurmuşlardır. Meselâ Hamza'nın es habı kendisine yardım eden Dervişleri, peşinden gelen lerle Dürzîliğin yayılması için yadımcı olanlar (164) olup Saddak kelimesi bile yıldız hesabı ile 164'e uygun düşündüğündein saddak maddesini Sad ile değilde Sin ile yazıp Sadık ve Erdak derler. Bir de Muhammedin «sal lallahü aleyhi ve sellem» ailesiyle bütün eşlerini ve çocuk larını Dâli mühim ile Hurufu gedep derler ki yıldız he sabiyle (26) olup ona Hülefayı Raşidin'in sayısı eklene rek ortaya çıkan (30) sayısı Sad'ın yıldız hesabiyle uygun
düşdüğü (90) sayısından düşünce geri kalan (60) olur ki Sin harfine uygun geür. Düşüncelerine göre bu hesab da TARİHİ CEVDET 435 Saddak'm Saddak yazılmasını gerektirir. Yine anlatıldığı gibi tenasüh'e inanıp kendilerinin evliya saydıkları ileri gelen ikalden biri ölse ruhu Çin'e gidip orada bir kalıba girermiş bu nedenle Çin dağların da kendilerinin güya çok velileri varmış diye düşünür ler. Ve bugünkü insanlık dünyasmdan önce Çin'ler dün yası ve yeraltı dünyası gibi bir dünyaların olduğunu söylerler. Hâkim biemre'den önce yetmiş geçmiş olay za manı Devir sayıp her devri dört milyon dokuz yüzbin sene olmakla uzayda dünyanın gelişme günlerinden Ha kim zamanına kadar üç yüz kırk milyon sene geçmişdir. Hakim'in devri kıyamet zamanıdır diye Çin içinden Ye' cüc Me'cücün gelmesini beklerler. Ve Yecüc Mecüc'e say gı gösterip derlerki bu saygı diğer kavim iki buçuk mil yon askerle Mekkeye gelirler. Ertesi günü sabah Hâ kim bi emre onlara Beyti Şerifin erkanından çıkar ve elindeki altın işlemeli ile insanları korkutup sonra kı lıcı Hamza'nın eline verir, o da köpek üe domuzu öldü rüp sonra Kabe'yi yıkarak bütün dünyânın hakimiyeti ni Dürzîlere verir geri kalan insanlar reaya gibi kulla nılırlar. Şöyle insanlar o zaman halk dört parti olup ilki kâli düruz olup onlar Sultanlar, Vezirler ve Hakan olurlar. İkincisi Ehli Zahirdir ki Ehli İslâm ile Yahu di'lerdir. Üçüncü Ehli Batın der ki Nisarî ile Siy'a'dır, dördüncüsü Müttedlerdir ki Durzîlerin cahilleridir. Ve Hamza birliği kuran Dürzi akıllılarından başkasının alın larına damga vurup cizye koşar daha bunun gibi haka retler eder. Ama Durzîlerin akıllıları açıklandığı gibi ser vet ve saltanat sahipleri ve cahilleri diğer partilerden ziyade azap ve sıkıntılara katlanırlar. Zira onlar ehli îmân iken vahdet yoluna girmemişlerdir, derler. Köpek ile domuzdan sözleri şunu anlatır : Bunlar iki görünüş* den ibaret ve düşüncelerince şeytan iblisden başka ola 436 AHMED CEVDET PAŞA rak söylenen îblis'in ve esas şeytanın halidir derler ve Natık ilk önce Adem'de çıkıp sonra Nuh'a, sonra İbra üime, sonra Musa'ya, sonra İsa'ya, sonra Muhammed'a ve sonra Said bin Ahmedül Mehdiye geçti deyip işte bu Mehdî'yi bile ulu ve aziz peygamberlerimiz arasında sa yarlar ve yedisine de Natık adı verilip bunların her bi rinin zamanında birer esas kuruluş olması ile böylece İlk önce, Şit bin Adem de, çıktı ki Ademin esasıdır ve Şam'a, sonra İsmail'e, sonra Harun'a, sonra Şem'un'a, sonra Ali bin Eba Talibe ve Said zamanında Kaddah'a geçdi derler. Düşüncelerine göre Natık şeriat adamına zahire ve esas şeriat adamının Batına demek olup Hâkim biemre nin huzurunda iki şeriati bile ayırmakla yerine kendisi nin tevhid'i ve İbadeti geldi diye inandıkları için kul landıkları sözlükleri gereğince Ehli zahir olan Sünnîle re münkir, kâfir ve ehli batın olan Şi'îlere müşrik der ler. Böylece Zahirî ve batını mükellefiyetler bir kenara atılıp mselâ Rafızî ve Elhad'in batıl inançlarınca Salât yani namaz Hazreti Ali ile ona dost ve bağlı olanlar arasında birsıla ve bağlılık kurmak için bir and olup bu
na erişenler Şeyhinin sevgisinden uzak olmaları lâzım gelir ve (İnnes salâte tenha anil fahşa'i vel münkir) ayeti kerimesinde fahşa ile münkir'den Ebubekir ile Ömer anlaşılmalıdır derler. Ve keza zekat alıp vermek den ibaret olup tecelli Hazreti Aliye ve evlâdına muhab bet ve teberra, Ebubekir, Ömer ve Osman'a ve onlarla bağlantısı olan diğer Eshab'a «rıdvanullahi teâlâ aleyhim ecmaîn» düşmanlık ve kindir derler. İşte uydurucularm esas inanışları bu kötü düşüncedir. Ama Dürziler Salat ve Zekâtı şer'iyye'yi İn kâr ettikleri gibi Raflzâlerin bu denli geçersiz inançları bile inkâr ederek Hâkim biemre Şeriatı Zahire ve Ba TARİHİ CEVDET 437 tına'yı ortadan kaldırıp tanımamakla hakikaten namaz kılanlar kendisinin Allah olduğunu onaylayıp ona iba det ve tazimden ibarettir. Zekat bile iki manâda yani Zahir ve batından kalbi temizlemek kısaca büsbütün geçmişdeki inançlardan geçmekdir diye düşünürler. Yo rumlarlar, yine Kur'anla kesinleşmiş olan bütün dinî mec^ buriyetleri inkâr ettikleri gibi Rafızî velhad'm kâfir oluşunu, dinden sapmasını, vesair dinleri inkâr ederler. Her birinin dışında ve hepsinden ahlâk ve insanlık dışı tutumu ile sapık bir toplum velhad'a giderler. Bu da nakzı hafi adlı risalelerini okuyunca belli olur. ve Haz reti Adem'in Kerim Peygamber olduğuna inanırlar. An cak insanın şekil değiştirdiğini de düşünebildikleri için topraktan halk olduğunu inkâr ederek adem üçdür üçü nün de diğer insanlar gibi anası ve babası vardır. İlki Ademi Safâ'dır ki Kerim Peygamber olan Adem budur. İkincisi Ademi Ari ve üçüncüsü Ademi Nas olup bun lar da Ademi Safâ'nın sonra gelenleridir ve bunlardan başka Ashabı, ileri gelen Kabile reisi veya vekili, davet çileri olup işte Melâikei kiram bunlardan ibarettir ve Adem'e zıd olan İblis olup şeytan bile İblis'in eshabın. dandır diye Hazreti Adem hakkında olan Kur'an ayet lerinin hepsine kendi batıl inanışları üzerine haya le gelmedik anlamlar verir ve derler ki Ademi Safa bun dan önceki devirlerde Allanın birliğine davet hizmetini etmişdi ki o vakit daha henüz Adem diye adlandırılma mışdı. Ve ortaya çıkışı cin dünyası devrinde idi ki onlar Adem'e ibadet ederlerdi. Ve o vakit Hâkim bi ebre'nin insan olması nedeniyle yani insan kalıbında bulunması ile adı Yaradan idi. İşte ehli Fers'in Bari hüda (Yara dan Allah) sözü bundan çıkmadır. Ve bu adamın asıl doğduğu yer Hindistan'da Ademiniyye denilen şehir olup adı Şatnil ve babasının adı Daniel id» ve görünüş 438 AHMED CEVDET PAŞA de tabibi ecsam olup hakikatte ulumu tevhidiye ile ta bibi Ervah idi. Bu halde beldesinden çıkıp YgKîen bel desinde Sırna adlı beldeye geldi. Sırna Arabca (mucize) demektir. Bu bölgeye girince ahalisini Allahm ortağı olduğu na inanan insanlar olduğunu görünce olara Allahm bir olduğunu anlatıp tevhidi Bari'ye davet eyledi. Onların da bir partisi uyarak muvahid oldu bir partisi de müş rik kalınca memleket iki parti oldu Şatnil müvahid dü şünürlerini (binu anil müşrikin) yani müşriklerden ya kın ve uzak olun diyince onlar da emrine uyarak müşrik lerden uzaklaşıp bu iki parti arasında Beynunet ortaya
çıkınca kendilerine, Ben denilerek Ben devri ortaya çık tı. Çin dünyasında İblis de insanları Allahm birliğine da vet edip kendi ismi, Haris ve babasının işini Termah idi. Aslında İsfehanlı olup o da Sırna Bölgesinde otururdu, zaman gelince Allah Şatnil anlatıldığı tevhid daveti gö revi ile ortaya çıkardı ise de meleklere yani tevhidi Ba ri davetcilerine hitab edip Şatnil'e başeyip itaat ve sec de etmelerini emr etti. Onlar da bu emre uyarak Şatnil' in eshab ve maiyeti erkânı, hudud ve nakibleri davet olundular. illâ İsfehanlı Haris bin Termah kendisinin davette kıdeminde söz açarak beni Narı halis yani yalnız haki ki ilimle davet nurundan halk ettin ve Şatnü'i toprak sa yılan konuşmadan halk eyledin. Yani İshap ve tabi olanlarıyla konuşmadan meydana çıkardın diyip kibir* lenmeğe ve emre uymakdan çekindiğinden Aynı Cennet gibi sayılan Dairei Davet'den çıkarıp, Hudud'un hepsi, ve erkân tevhidden düşürüldü. Ama Şatnil böylece hu dud, erkân ve nakiblerini tamamlayıp tertible tevhid'e davete başlayınca kendisine Adem denildiki davet yapan ların imam'ı demekdir. TARİHİ CEVDET 439 Çünkü bu davete uyan müstecibin Adem'le bildiril miş olunduğundan Beşer adnı aldılar. Onların tevhid'i kabul etmeleriyle Adem'de din emrinde onların babası •olmuş olduğundan Ebül Beşer denildi ve eşi Huy mü minleri hakiki ilim ruhu ile razı edip terbiye ettiğinden tjmmül Beşer oldu. Ve Adem Eshap ve Erkam olan da vetçilerini etrafa yayıp Davet emrine başlayınca İsfehan lı Haris onun ters davranışına karşı koymakla İblis de nilip bu yüzden memleket iki parti olmak lâzım geldi. Ve Adem kendisine bağlı olanların İblis'den ve onun kavmi olan Çin'den uzak durmalarını emredince onlar da birbirleriyle karşılaşınca (İhcür ve hizbehu) yanı 1b lis'i ve onun kavmini terkedip onlardan uzaklaş derler di. Bu yüzden Sırna Bölgesine Hecer adını vermişlerdir Ve Adem'in şeriatı yalnız, güzel tevhid şeriatı olup on dan sonra pek çok şeriat ortaya çıkarılmışdır. Ve niha yet bu zamanın adamı olan Hamza bin Ahmedül Safa zuhur eyledi ki onun şeriati de böylece sade Tevhid'e da vetten ibaret davet emri eski haline dönmüş oldu. İşte Ademi Safa işte bu Şatnildir ki yazıldığı gibi davetle görevlendirilince kendisinin Eshap ve Nakib'leri 12 olup hepsi onun şeriat Hudud'u, davet melekleri idiler. Bun ların birincisi Basra ile Ahnuh, ikincisi Seremna bölge sinden Şerh adlı zat idi ki, Şit diye adlanır. İkisi de bu Adem'in halifeleridir ama ikinci Adem ki Kur'an da (as sa rabbehü) diye adı geçer. İşte bu Ahnuh'dur. (fene siyye velem necidlehü azmen) diye üçüncü Adem'in adı geçer. Şit diye adlandırılan geçen açıklamada Ademi Safa eshab ve nakibleri içinden bu ikisini seçip dönün ce kendi makamına geçirdiğinden ikisine de Adem de nilmişdir ikisini de Davet cennetinde oturtup ancak Ah nuh tertipte önceliği ile erkek ve Şerh dişi olarak görün müşdür. Ve Allahdan başkasına ibadet etmemek ve 440 AHMED CEVDET PAŞA marnları olan Şatnil'in dediğinden çıkmamaküzere Şif den yeniden söz alınmış ve Ahnuh'a da bunun böyle ağız dan vasiyet olunmuşdu. Ve Allaha gerek sen ve gerek.
arkadaşın olan Şit Davet cennetinde kalıp faziletlere yü reği tok, kanmış olunuz fakat bu ağaçlara yaklaşmayınız. Yani Şatnilik yükseliş ve mertebesini iddiaya kalkışma yınız ki zulüm işleyenlerden yani sözünü tutmayanlar dan olmayasınız demişken onları şeytan aldatarak rüt belerinden düşürdü. Şöyleki İblis Şeytan tarafından Da va açmağa izinli oldu. Adı HABİL idi. Vahye de Ahnuh' un davetçilerinden Anil adlı kimse idi. Ve Tilus de yine Ahnuh tarafından Davaya izinli olup, adı Tabuh idi Habil daima Anil ve Tabuh'a gelip giderdi. Birgün. Ahnuh efendimiz ile kardeşi Şit'e kendi hayırları için bir nasihatim vardır Beni yanma koysanız diye ANİL ve tabuh'a yalvarınca onlar da Habil'i Ahnuh ile, Şit hu zuruna getirdiler. Ahnuh Habil'i görünce anlıyorsun ki: dine karşı gelmekden, karışıklık çıkarmaktan artık vaz geçtin deyince Habil (Lâ ve hakül Bar) yalnız size na sihat için geldim işittiğime göre Mevlâna ElBar İmamet Ahnuh'undur ve Şerh'de onun halifesidir; ve bu yüzden Şatnil size fenalık ediyor der. Bunu söylemekden gara zım yalnız hepimizin iyiliğimizi istiyerek bunu hatırlat makdır dedi. Ahnuh da şeytanın sözüne aldanmca. İmamlığa kalkışıp Şit'i halife naspetti. O da ahdini unu dup kabul etti. Ve Ahnuh hakkı olmayan bir rütbeyi id dia ve Şit'de davasını onaylamakla Ahnuh Habil'in sö züne aldanıp İmamına asî oldu, diye müstecibin arasında bağrıldı ve ayıpları meydana çıkmakla ikisi de yaptıkları için keşke yapmasaydık diyerek epiyce ağlaşdıkdan son ra Yen Şatmil'in kayırması ile suçlarını Allah affedip eski durumlarına getirdi. İşte (fetelekkâ Ademii miıt Rabbihi kelimatı feteabe aleyhü), ayetinde kelimat beş» TARIHI CEVDET 441 tarafdan ibaret olup Şatnil de beş harf olmakla ona işa rettir diye yorumlarlar. Dünya adamı dediğimiz işte bu zaman adamıdır. Ce nabı bari bu zamanın halkına lütf ve merhamet ede gel miş olup taki onlar niyetlerini değiştirip doğru yola ters gittilerse de o vakit o da nimet ve lütuflarını onlardan alıp çekip kopardı ve kendi Şeriatleri dışında bir şeriat ile onlara Nuh'u göterip gönderdi ki onları yokluğa iba detle putlarda birleşmeğe davet edip iyman edenlere Za fir etmeyenlere kâfir dedi. O da erkân ve nakibleri nas bmda Ademi Safa ya benzeip on iki eshab ve halifeleri vardı. Ve esası Sam idi. Sonra İbrahim bin Azer çıkdı. Azer'in ismi Ahnuh der ki oğlu İbrahim zuhur edip ken di Şeriatiyle Nuhun, Şeriatini değiştirip İsmail'i esas nasp ve tayin eyledi Ve onun da on iki hudud ve erkân daveti ve otuz davetcisi vardı ki halkı yokluğa ibadetle putlarda birleşmeğe ve İbrahim'e iaate davet ederlerdi ve kabul edenlere mümin ve etmeynler kâfir denirdi son ra Musa ortaya çıkınca İbrahim'in şeriatini değiştirdi. Ve Harun'u esas naspetti. Onun da on iki eshabı vardı ki Havarıyun'dur. Onlar da halkı yokluğa ibadetle put birliğine İsa'nın itaatine ve ayakda duran delil büyük ve küçük gökdeki yıldızları doğuranın manevi evlâdı oldu ğu inancına davet ederlerdi. Lâkin çoğunlukla onun söz ve işaretlerini anlayamadıklarından kabul edenlere mü' min ve etmeyenlere kâfir denildi. Sonra Muhammed bin Abdullah kılıç ile ortaya çıkıp bütün şeriatleri kaldırdı
bu şeriat sahiblerine Cizye koyup Ali'yi esas nasbettî O'nun da on iki şeriai erkânı vardı ki dört halife ile di ğer büyükler seçkin kimselerdir. Bunlardan birisi de Mu aviye olup tertip de Osman'dan sonra idi. Ve Ali esas olunca ona işden el çektirdi. Fakat Muaviye de senin nasbmdan önce Hazreti Muhammed beni nasb eyledi 442 AHMED CEVDET PAŞA diye karşı koymaya kalkdı. Osman'dan sonra Hilâfet davası yaptı. Ve Muhammed'in şeriatini kabul edenlere mümin ve müslim denip etmeyenlere de kâfir ve şaki adı verilerek esir sayılıp cizye'ye bağlanmışlardır. Hal buki kılıç kalkıp da diğer bütün dinlere öyle din olamaz yoktur deyip ayakta duran delil ve ayağa kalkın zata özel şeriat teklif sahihleri kararlarını birbirleriyle anla şarak tâbi olanlarını kötülük yapılmasından korumak lâzım gelirdi. Böyle birbirini tutmayan hallerden haki katte görünüşte pek az değişik oldukları halde bütün bu işde söz sahibi olanlar kıyamete benzetip, taklid et miş oldukları bellidir. Bundan sonra da bir söz söyleyen çıktı. Bu da Sa idi Mehdi olup esası kaddah idi. Ve onunla asırlar ta mam olup kıyamet zamanı geldi ve (Yevme Yeda'üd da' ilâ şey'i nekir) ayetinde olan şey' nekir arzu edilen şey bu devirde davet olunan ibadeti Hâkimdir ki onu bütün söz sahipleri, esaslar ve kendilerine bağlı olanlar inkâr ederler deyip bu ayete de sair ayetler gibi kendi batıl görüşlerine göre böyle esası ve mesasi yok bir mânâ ver mişlerdir. İşte Dürzîlerin batıl inançları böyle olup bu inançlar bir takım acaip saçma sapan sözler yalancı tap mak hikâyeleri olarak biraz düşünce ve anlayışı olan lar bunların Hak dinine ters düşdüğünü anlayacağından böyle şey yoktur olamaz demeğe ihtiyaç yoktur. Fakat bunların zarar veren görünüşleri (Min yedalleliillah fe maale min Had) ayeti kerimesiyle karşılaştırılarak oku nur ve düşünülürse Allah'ın ötedenberi veregeldiği iyi liklerle elegeçen nimet Dini mübini Muhammedi için büyük gönül rahatlığı ile (Elhamdü lilîâh alâ dinül İs lâm) diye farz olan teşekkürün edasına ve Hatemül en biya aleyhi ekmelüt Tahaya Hazretlerine namazlarda dua etmek ondan olanlarla eshabma ve bağlı olanlarına TARİHİ CEVDET 443 teslimet ve turziyenin karşılıksız verilmesine yeniden istek duyulur. İnançlar kitabında bazı temelsiz ve doğru olmayan mezhebleri yayıp başka din yokdur diye başlanmasıyle hak dinine ters olduğu bilinipte sakınmak maksadına dayanır. Ama böyle aslı faslı yok inançların hak dinine aykırı düşdüğü açıkça görüldüğünden bunların yayılma sı ve anlatılması yalnız garip şeyler olduğunu göstermek ve eshabmın pek beyhude yere karanlık ve zararlı dü şünceler içinde kaldıklarını açık ve uzak görüşlü plan lara arzedip uyarmak bir kat daha Allah'ın bize verdiği güzel şeylere teşekküre zorlamak için anlatıp söyledik den sonra BerRusŞam tarafında Dürzî ayinlerine ya km ve daha garip bir de Nasirî mezhebi vardı. Bu yön de onunda topluca anlatılması uygun görülmüşdür. Nasirî'ler BerrüşŞam'da Lâzikiye ve Trablus
bölgesi dağlarında oturup yerleşmişlerdir. Şam ile Sa lihiyye de bile bulunurlar. Bunlar da Batmîlerden bir parti olup Dürzi'ler gibi korkup çekindikleri şeyler var dır. Yani mezheb ve dinlerini saklayıp İslâm gibi gö rünürler. Bunların akıllı ve cahilleri vardır. Ruhun bir cisimden diğerine bazen insandan hayvana tersine hay vandan insana geçtiğine inandıkları için gerçekden Dür zilere benzerler. Ama inançlarını izah ve açıklama sına girişildiği zaman aralarında geniş ayrılık görülür. Şöyle ki Dürzi'lerin iffeti olup zinadan sakınırlar. Ama Nasirî'ler zinayı dinlerince yasak olmayan bir şey inan cındadırlar. Bir erkeğin kendi mezhebinde olan lara bir kadının mahremiyetini kirletip herkesin kulla nacağı halde bırakmasiyle ve bu ilk alış verişi yapma siyle derecesi yükselir. Fakat bunların Nasirî'lerin ikal denilen akıllı olanlardan olmaları şart olduğundan bu nu bilmiyenlerle cahillerin çekinmesi lâzım gelir derler 444 AHMED CEVDET PAŞA ve Nasirîyye bir çok partilere ayrılmış olduğundan ba zıları kadınları hayvanat derecesinde sayıp inanarak kendilerini söz söylerilfk hakkından uzak olduklarına inanırlar. Onların erkekler gibi Allah tarafından mü kâfatlandırılmıyacağma ileride de iyi günleri olmayıp ölmesiyle bütün bütün yok olduklarına inanırlar. Dürziler insanların ruhlarının yalnız insana ve bel ki hangi milletten ise yine o milletten bir kalıba yer de ğiştirmesine inanıp Dürzî ruhunun yine Dürzi'ye ve Müslim Müslime ve yine hangi dinde ise yine o dinden bir cesed'e yer değiştirir ve meselâ bir Dürzî tanassur etse yahud Sünnî olsa ve bu halde iken ölse elbette an nesi zina etmişdir. Zira hâkim'in ortaya çıkışı ile kapı kapandı. îman eden etti ve kalan kaldı ve ümit kesildi ve artık kimsenin bir başkasının dinine girmesine or tam kalmadı derler. Ama Nasirî'ler insan ruhunun dört ayaklı hayvan, haşarat ve belki madenlere geçişine bile inanırlar v& düşüncelerine göre ölümün farklı oluşu dinlerince ya sak olmayan şeylere inançlarında ve karşı koyan haî ve şanı olup misafirsever ve garibleri koruyan kimsele rin ruhları mertebelerine göre insan cesedlerine geçer» Meselâ temize çıkmış, dinlerine inancı olan hayır sahi bi güzel işleri yapan iyi insanların en yükseğinden olan hükümdar evlâdları ve sultanlara ve eğer kendilerinden aşağı tabakada ise ona göre onların alt tabakasına ve eğer pek kötü kişi ise ölünce köpek ve domuza benze yen hayvanların hangisinin zamanına rastlarsa onun cesedine geçer. Hatta pek büyük azaba müstahak ise ateşde yan mak için demir gibi bazı madenlere geçer. Fakat ruhun bu devri ceza vermekle uyarmak için ve terbiye etmek içindir. Temizleninceye kadar böylece tekrarlanır ve ni TARİHİ CEVDET 445 hayet olguniaşmca gök de bir yıldız olur derler. Allah lık ve Peygamberlik hakkındaki batıl düşünce hiç bir milletin inancına benzemez. Şöyle ki Allahlık Habil'e ve ondan Şit'e geçti ve Adem Kerim Peygamberdi, son ra Allahlık İsmail'e ve Peygamberlik İbrahim'e geçti, sonra Peygamberlik Musa'ya ve ondan İsa'ya, ondan
sonra Hazreti Muhammed bin Abdullah'a geçtiği gibi Allahlık da Haruna ve ondan Nasırîler arasında Batras diye anılan Şem'una ve ondan Ali bin Ebu Talib'e geçip ta ki Cennete gidilen açık mavi elbiseye bürünüp te gö ğe çıkınca güneş yükselinceye dek orada kaldığına ve halâ güneşde olduğuna aldanarak gökdeki büyük yıl dızların Nasirî ikalının ruhlarıdır diye inandıklarından güneş'e doğarken ve batarken secde edip yıldızlara da hürmet ederler ve dualarında istekleri varsa görünen yıldıdar hürmetine en iyisinden isterler ve Eshabı Ki ramdan Mikdad bin Ebil Esved'e Rabbinnas deyip Ali Muhammed'i ve o da Selman'ı, o da Mikdadı ve Mikdad sair insanları halk eyledi derler. Cami ve kiliseler gibi özel mabedleri olmadığı için her vakit evlerinde topla nıp ikâl ve şeyhleri gelip biraz kısas hurafe ve ahbar okuyup buna bayram derler ve bu gibi bayram toplan tıları için her zaman evlerinde özel mahfuz mahalleri olup, ona yabancı giremez ve ne yaptıklarını bilemez ve eğer kazara girecek olsa hiç durmadan onu gizlice öldürüp yok etmeğe çalışırlar. Iydi Milâd ve yılbaşı gibi kendilerine özel bayram günleri bile vardır ve en büyük bayramları 4 nisan günü Neyruz bayramıdır. Kısaca çeşidli yönlerden Dürzi'lere benzedikleri gi bi güneşle yıldızlara tapmalariyle mecus'a da benzerler ve Batras'ı saygıyla yükseltmek ve dinî toplantıların •da şarab kullanmak ve içilmesini helâl saymak ve Nisa ra ile beraber bayram etmek gibi şeylerle de Nisara'ya 446 AHMED CEVDET PAŞA yani İseviyet ve Hıristiyanlığa benzerler. Hazreti Ali' ye ve on iki imama saygı gösterip onları yüksek gör dükL,ı için Rafizîlere benzerler. İç yüzü ile hepsine ay kırı olup, bütün milletlerin durumu dışmdadırlar. Kötü inançlara sahip olanlardan Allah korusun. (Hafaznâ Allah min şurûru akâidühüm). TAHİR ÖMER'İN ORTAYA ÇIKIŞI VE CESAR'IN BERRÜŞŞAM'DA NAM VE ŞANININ ORTAYA ÇIKIŞI VE BERRÜŞŞAM'IN BAZI HARB OLAYLARI Şeyh Tahir Ömerin BerrüşŞam'da bağımsızlığını ve nüfuzunu artırması şöyle anlatılır: Zeydan adlı kim se Medine'den Safed bölgesine gelmiş ve Ömer adından işte bu Tahir Ömer doğunca Zahir diye ad verilip Arab geleneğine göre isim babasının adını aldığından Zahi'" Ömer denilmişdir. Fakat Zahir adını Tahir söylemesini ora halkı dillerine yakışdırdığmdan Tahir Ömer diye ün salmışdır. Maan oğullarının sonra Safed bölgesi Beni Şahab eline geçmekle Tahir Ömer ilk önce onların ta rafından Hâkim nasbolunmuşdu. Ancak günden güne servetini artırarak kuvvetlenmiş Akkâ, Sayda, Yafa, Hayfa, Remle, Nablus ve Safed topraklarının tamamı na el koymuşdur. Kendisinin idare merkezi Akkâ olup oğullarından her biri birer nahiyede hükümet ederdi. Sayda ve Safed bölgeleri oğlu Şeyh Ali Zahir'in elinde olup Bladi Be şare eshabl olan Beni Metval Şeyhler onun emri altında idi. Bilindiği gibi sabık Ali Bey devlete isyan ettiği za man Tahir Ömer de ona tabi olmuş ve sonra Ali Bey mağlûp olup, Mısır'dan çıkınca ona sığınarak Akkâ'ya geldiği zaman Mısır'ı tekrar ele geçirmek için Ruslar'
dan yardım istiyerek o vakit Akdenizde bulunan Rus donanmasını da Akkâya getirtmişti. TARİHİ CEVDET 44T Bu sırada Tahir Ömer Oğullariyle Beni Şahab ara sında düşmanlık çıkınca Şam tarafından da Tahir Ömer üzerine asker sevk olunduğundan Ali Bey gerek maiye tinde bulunan Mısır askerleri ve gerek getirttiği Rus donanmasını Tahir Ömer'e yardim için beri tarafa gön dermeğe mecbur olmuşdu. İşler bu yolda iken yukarıda anlattığımız gibi Ce zar Mısır'dan kaçarak İstanbul'a geldikden sonra Ha leb'e ve oradan Şama gidip geçinecek bir iş bulamadı ğından (184) senesinde Beyruta oradan Deyrilkamer'e gelip o vakit Beni Şahab'dan Cebel'i Duruz hâkimi bu lunan Emir Yusuf kendisine çokça hürmet etmekle bir müddet onun yanında oturdukdan sonra Şam'a dönüp bir zaman da orada bir akçasız sefalet çekdikden son ra bir aralık ermeni kıyafetine girerek kiyafet değişti rip Mısır'a giderek üç gece kadar evinde kaldıkdan son ra evindeki malını alıp tekrar Şama gelmişdi. (185) Se nesi ortasında Şam'da otururken anlatıldığı gibi Dür zi'lerle Tahir Ömer'in oğulları arasında çıkan düşman lığını fırsat bilerek Mısırlı vekil Osman Paşa Şam Se raskeri nasbolunup Dürzîlerle birleşerek Sayda'nın Ta hir Ömer'den kurtarılmasına görevlendirilince Osman Paşa da fazlaca asker toplayıp eski Kudüs mütesellimi Halli Paşa'yi Başbuğ nasb ve tayin ederek yanma Ce zar Ahmed beyi de katıp Sayda üzerine göndermekle beraber Şam'dan hareket edip Sayda yakınında Dürzî askeriyle birleşerek Sayda üzerine harekete geçmişler di. Tahir Ömer'in oğlu Şeyh Ali Tahir de kendi aske rini ve o esnada Ali Beyle beraber Mısır'dan gelmiş olan Mısır askerini alıp karşılık çıkınca Sayda yakınında Sehlil Gaziye adlı yerde iki kısım çarpışınca eşkiya ta rafı galip gelince Dürziler dağa ve devlet askeri de 448 AHMED CEVDET PAŞA Şam'a çekildiler. Bu sırada Rus donanması da her kes uyurken Beyrut yakınma gelip Demir atmışdı. Açıklan dığı gibi Ali Bey Mısır'ı tekrar ele geçirmek Rus donan masını Sayda'nın koruması için o bölgeye göndermişken yazıldığı Şam askeri ile Dürziler mağlup olunca Rus donanması herkes uykuda iken şafakla beraber Beyrut ile hükümeti Emir Yusuf'a bırakan amcası Emir Mansur rıp bazı han ve evleri talan ettikden sonra yine gemile rine dönmüşlerdir. 24 Sene Cebel emiri olup da kendi isteği ve arzusu ile hükümetiEmir Yusuf'a bırakan amcası Emir Mansur da bu esnada Beyrut'da oturduğu sırada Rus donanma sının böyle birden Beyrut yakınma geldiğini görünce be ni Şahab'dan bazılarını yanma alarak Beyrut'tan kaç mışdı. Fakat Tahir Ömerle aralarında eski bir hukuk, dostluk olduğu için donanma amiraline 25 bin Riyal ve rip gözünü doyurmuş ve inandırarak geri çevirmişdir. Fakat Emir Yusuf donanmanın gelip de böyle zarar ver diğini Osman Paşa'ya haber verince Beyrut'un korun ması için bir mikdar askerle Cezar Ahmed Beyrut'a
gönderilmesini istida eylemiş olduğundan Osman Paşa da bir Mağribî askeriyle kethüdasını ve Cezan Beyrut'a gönderdi. Çünkü o vakit Beyrut Beni Şahab elinde idi. Emir Yusuf Beyrut kalesini Cezar'a teslim edip bırak mış ve kale muhafızları, sair görevlileri çağırıp Ce zar'ın emrine itaat etmelerini emir ve tenbih edip ken disi de bu sırada Cebel bölgesinde isyan etmiş olan Be ni Hamade şeyhlerini basdırmak üzere Cezar'la beraber gelen mağriplileri alıp o tarafa yürümüşdü. İşi bitirip Beyrut'a dönünce Cezar'm ve Kethüda beyin Beyrut'da oturmalarına ihtiyaç kalmadığından Kethüda Bey Şam'a döneceği sırada Emir Yusuf Cezar'm Beyrut müdafası için kalması gereği için amcası Emir Mansur ile konu TARİHİ CEVDET 449 şup Emir Mansur, Cezar'm durum ve davranışını beğen miyerek buna pek emniyet doğru olmaz bir kere Bey rut'da yerleşirse sonra çıkaramazsın diye Cezar'ın da Şam'a gönderilmesini uygun görerek tavsiye etmiş ise de Emir Yusuf amcasının bu nasihatini dinlemedi ve Ce zan yine Beyrut muhafazasında alıkoydu. Kethüda Şam'a dönünce bile Cezar Beyrut muhafazasında kalıp yine mem leket işlerinin basma geçmişdi. Ancak bu sırada Cezar'm ünü meydana çıkıp anla tıldığı gibi Ebüz Zeheb'le aralarında olan olaydan ötü rü EbuzZeheb o bölgede onun bulunduğunu istemedi ğinden (1186) yılı ortasında Emir Yusuf'a gizli bir mek tup yazıp Cezar'ın Mısır'da iken ortaya çıkan hainlik lerinden söz açarak onun öldürülmesini ve başının gön derilmesi halinde kendisine 200.000 Riyal vadetmişdi. Lâkin bu ortam da Cezar Osmanlı Devleti gözünde de 1in kazandığından Osmanlı Devletinin azarından, kötü davranışından korkarım diye özür dileyip Emir Yusuf tarafından EbüzZeheb'e cevap yazılmişdır. Bundan sonra Cezar Beyrut kale'sinin yıkılan yer lerini onarıp, hükümet etmeğe başlayıp bu yolda olan hırs ve eğilimini gören Emir Yusuf şüphelendi. Şöyle ki kalenin onarılıp tahkimi bittiği halde Cezan buradan çı karmak zor olur düşüncesiyle kalenin muhafazasını ben Osmanlı Devletine taahhüd ederim, diye Cezar'a yazı yaz mışsa da Cezar tanımayıp dediğini yapmamış ve evvel kinden çok kalenin tahkimine önem verdiğinden başka Cebel halkının silâhlı olarak kaleye girmesini yasakla mışdı. Emir Yusuf askeri ile Beyrut üzerine yürüdüğünü Cezar Emir Yusuf'a haber gönderip, kendisi bazı adam ları ile Emir Yusuf bir o kadar az adamiyle bir yerde F. 29 450 AHMED CEVDET PAŞA konuşulup kavga çıkarılmamasını isteyince Emir Yusuf da böylece az adamla Beyrut yakınında Cezar'la konuş tular. Gezar Emir Yusuf'u kurnaz bir dille inandırıp 40 gün mehil almışdı. Bu 40 gün içinde Beyrut'u terkedip, Şam'a gideceğine dair aralarında mukavele yapılmış, Emir Yusuf da Cebel'e geri dönmüşdü. Cezar da Bey rut'a gelip geceyi gündüze katarak 40 gün içinde kale nin bütün levazım ve mühimmatını tamamladıkdan son ra mukavele gereğince Şama çekilsin diye Emir Yusuf tarafından gelen habere karşı koydukdan başka kale
deki Mağribi'leri de zaman zaman kaleden çıkarıp, böl geyi ve köyleri yağma etmeye başladı. Bunun üzerine Emir Yusuf büyük sayıda askerle gelip Beyrut'u kara dan sardıkdan başka Tahir Ömer'e müracaat edip, onun aracılığı ile o vakit Kıbrıs dolaylarında bulunan Rus donanmasını getirtmek istemiş ve bunun için donanma kumandanına altıyüz kese akça vadetmişdi. Rus donan ması da denizden Beyrut'u döğmeğe başlamıştı. Dört ay kadar karadan ve denizden Beyrut kuşa tıldı. Nihayet yiyecekden eser kalmayınca Cezar vire ile kaleyi teslim etmeğe mecbur oldu. Bu yolda Tabir Ömer'i aracı yaparak kendine ve adamlarına bir zarar erişdi rilmemek şartiyle kaleyi Tahir Ömer tarafından gelen adama ve o da Emir Yusuf'a teslim etti, sonra Cezar adamlariyle Akka'ya gelince Tahir Ömer kendisini hoş tutup, saygı gösterdi. Hayvanat ve yük hayvanı, süt ve et hayvanı verip uğurlayarak Şam'a gönderdi. Fakat Cezar Şam'a gelince Tahir Ömer'in hayvanlarını ele ge çirmiş, geri vermekden vaz geçmişdir. Ve Emir Yusuf Beyrut'a girince halka altı yüz kese ceza yüklemiş, yap tığı anlaşmaya göre donanma kumandanına teslim et mişdir. Tahir Ömer'le Emir Yusuf'un arasında bir zaman TARİHI CEVDET 451 danberi açıkça görülen düşmanlık böylece konuşup, an laşmaya dönüşmüş ve bu ortamda Tahir Ömer yaptıkla rım affetdirmek kaygısına düşmüşdü. Şam valisi Osman Paşa da Sayda eyaletinin bin akça geri kalanını verdik den sonra her sene dörder yüz ellişer kese mukataa ma lını vermek şartiyle suçunu Osmanlı devletine affetdi receğine söz vermiş ve hatta bu sırada Sultan Mustafa Hazretlerinin ölümünden dolayı sağa sola yapılan yayın sırasında Şam valisi tarafından Emir Yusuf'a gönderi len yazıda Ömer'in Osmanlı devletine baş eğdiğini, ken disi de keyfiyeti Osmanlı devletine bildirip affettirmeği sağlayacağını yazmışdır. Tahir Ömer de İstanbul'a gön derdiği mektubunda vekil Osman Paşa'nm o bölgeye serasker nasboluncaya kadar arada soğukluk devam etmiş ise de bugün böyle bir şey kalmadığını anlatarak, kusurlarını gidermeğe başlamış, bu da yazıldığı gibi Os man Paşa tarafından İstanbul'a bildirilince Osmanlı Devleti tarafından da imhası kabul olununca her taraf birleşerek Şam dolaylarında dostluk ve anlaşma geli şerek gaile bertaraf olmuşdu. Lâkin bu karşılıklı muhabbet ve birlik çok sürme di. Osman Paşa ile Emir Yusuf arasında düşmanlık çı kınca Osman Paşa 15 000'den fazla askerle çıkıp Buka' toprağında çadır kurunca iki taraf savaşa başladı. Emir Yusuf Beni Muteval'in en büyük şeyhi Şeyh Nasıf Ni sar'dan yardım isteyince Şeyh Nasif da askeri ile der hal Buka' bölgesine gelmişdi. Bu haberler Osman Paşa' ya gelince gece Şam'a kaçtı. Dürziler de geüp çadırları ve topları ele geçirip talan ettiler. İşte bundan dolayı Osman Paşa'nın vezareti kaldırılıp Şam işlerinin yöne timi Azimzade Mehmet Paşa'ya verildi. IRAK'DA OLUP BİTENLER Bağdat şehri Abbasi Halifelerinin kurduğu bir şe 452
AHMED CEVDET PAŞA hirdiı, ötedenberi kargaşalık ve bölünmelerin kaynağı oldu ve eskiden beri idare merkezi olarak kullanıldı. Bu durumu ile Osmanlı devletine girince Kürdistan tarafı Bağdat valiliği nezaretinde bulundu. Ümerasına işden elçekdirmek ve nasb işleri gerçekde Bağdat valilerinin buyruldusu ile olur ise de ocaklık olarak sayılı hanedan lara ayrıcalık ve özellik tanımışdı. Bunlardan Baban ha nedanı çok zorlu ve kuvvetli olduklarından Baban san cağına el koyduklarından başka çoğu Kürdistanm başka yerlerinde de nüfuz ve hükmleri geçerli idi. Zaman za man birbirlerine dişlerini gıcırdatıp kılıçlarını çekerler; bazen de Bağdat valilerine karşı isyan ederler pek de başları sıkıya gelirse îran tarafına geçiverirlerdi. Böy lece bu bölge karışıklık ve ihtilâlden geri kalmadı. Bir tarafdan da Arablar tek durmayıp arada bir isyan et tiklerinden Basra Valisi bile karışıklık ve gaileden kur tulamazdı. Osmanlı Devlet merkezinden uzak bulunma siyle Bağdat eyaletinin idaresinde ötedenberi güçlük gö rülürdü. Hemedan fatihi diye ün salan Hasan Paşa'nin oğlu Ahmed Paşa uzun süre buranın yönetiminde başarılı ol muşdu. 1160 tarihinde ölünce kendinden sonra gelen va liler vezirlerin seçkinlerinden iken birisi idarede başarılı olamamışdı. Oralarda yetişip, ilerlemiş, Bağdad'ın iç ve dış işlerinde bilgili olan birine verilmesi lâzım geliyordu. Aslında Ahmed Paşa'nin kölelerinden olup uzun süre kethüdalık hizmetinde bulunmuş ve sonra damadı olmuş bulunan Mirmiran'dan Süleyman Paşa'ya 1163 yılında vezirlik rütbesiyle Bağdat eyaleti tevcih edildi. Bir çok köleler satın almış onlara binicilik ve silâh kullanmayı öğretmişdi. Dairesi gediklerinde yetişdirdi ği bu adamları kullanırdı. Gerekli devletin önemli işle rinde de onları kullanarak o dolaylarda bulunan hane TARİHÎ CEVDET 453 danların kapıların kapatıp baş kaldıranların üzerine yürürdü. Gerek Arablara, gerek Kürd ümerasına göz aç dırmaz, gece yarılarında ilgar edip gece baskınları alış' kanlığı olduğundan Arablar arasında Ebu Leyle diye ün. salmışdı. 12 yıl Bağdad'da düzen kurmağa başarmışsa da toprağa ve yer edinmeğe fazla düşkünlüğü Bağdat' da kölemen ocağının ortaya çıkmasına bir kapı açmış oldu. Şöyle ki 1175 yılında ölümü haberi İstanbula ula» şmca Bağdat eyaleti derhal Rakka valisi bulunan Sadet tin Paşa'ya tevcih olunmuşdu. Bunun ardından Bağ dat'dan arz ve mahzar gelip Süleyman Paşa'nin Bağ datda belli şahıslarından 7 kethüdan birinin Bağdat va liliğine tayini istida ile bildirilince içlerinden Ali Kethü da seçüerek vezirlik rütbesiyle Bağdat eyaleti buna tev cih kılınmışdı. O da değerli, her türlü övülmeğe değer durumu ile bir süre güzel idareyi başarmışsa da kıs kançlık ve rekabet davranışları ile diğer kethüdalar Bağdat yamaklarını ve bazı beyinsiz boş kafalıları Ali Paşa aleyhine kışkırtmaya başladılar. O da bunu hisse dince eşkiyanın basdırılmasmda çabukluk gösterince kethüdalar kargaşalık ateşini tutuşdurdular. İçlerinden kethüda Ömer'i baş yapıp etrafında toplandılar. 1177 yılında güya Ali Paşa aslında kızılbaşdı. Bağdadi Ace me verecekdi diye tutup asdılar. İstanbul'a da böylece
yazacaklardı, fakat iş uzar diye hemen öldürülüp gailesi kalkdı. Kethüda Ömer'de âkil, reşîd ve memleketi idareye güçlüdür diye Osmanlı Devletine bildirince o zamanın davranışı gereği istidalarına uygun cevap verilerek Ket hüda Ömer'e vezirlik rütbesiyle Bağdat eyaleti tevcih olundu. İşte böyle kethüdaların istediklerini yaptırtma ları onları bir kölemen ocağı şekline koydu. Onlar da Mı sır ümerasına özenerek aynı şekilde istediklerini yapma 454 AHMED CEVDET PAŞA ya kalkıştıklarından bundan sonra Bağdat'da memleket gaileleri çıkmaya başlamışdır. Valiler de onların ileri gelenlerini kendilerine damad ve kethüda ederek mem leketin idaresini onlara verip günden güne Bağdat'la il güi işlerin hepsi onların eline geçmişdir. îşte Ömer Pa şa böylece Bağdat valiliğine erişip ancak özünde baha dır ve düzen kurmada güçlü kişi olduğundan başlangıç da isyan yolunu tutan bazı aşiretleri bastırıp, korkudan sindirmişdi. Her kes şiddet ve saldırısından titreyip dö külürlerdi. Böylece çoğu günleri asayiş içinde geçmiş oldu. Hatta 1182 yılında yapılan seferde her yerde ka rışıklık varken Bağdat'da hiç bir gön rahatsızlık du yulmazdı. Hakikat selâmet yei denilmeğe değerdi. Fakat 1186 yılında çıkan kolera üe işler düzenden çıkmışdı. Şöyle ki kısa süre içinde büyük insan çoğunlu ğu başka diyarlara gitmiş ve pek çok kimseler bunun dehşetinden başka yerlere kaçıp göçünce nice evler ka panıp, nice hancıvanlar sönmüş, şirin şehir Bağdat ha rabezar'a dönmüşdü. Altı ay sonra bu belâ ateşi kalkmış, kesilmiş, hal kın korku ve kuşkusu da azalmağa başlamışdı. Bu su retle herkes yerli yerine dönmüşdü. Bağdat yeniden ya pılmağa ve eski haline koymağa çalışüdı ise de zaman gerekiyordu. Ayrıca iş başında bulunanlar yarar, işleri kovala yan, iç ve dış meselelerini bilen tecrübeli değillerdi. Ömer Paşa, Arab ve Kürtlerden bir takım nobran cahilleri kullanmağa mecbur kalınca iş bilmeyenlerin elinde mem leket hiç bir suretle zenginleşip düzene giremedi. Mühim devlet işleri de yüzüstü bırakılınca fırsat kollayan Arab lar ve aşiretler, yer yer başkaldırmağa başlamışlardı. Bu ortam da Baban ümerası arasında görülen kavgalardan dolayı Kürdistan büe karışıklık ve ihtilâl içinde idi. TARİHİ CEVDET 455 İEAN TOPRAKLARINDA OLUP BİTENLER Yukarıda anlatıldığı gibi Nadir Şah bir süre cihanı girlikle atıp tuttukdan sonra öldürülünce hanlardan ba zıları yerine şah oldular ise de birisi baş edemeyip her biri bağımsızlık hevesine kapılmışdı. Çünkü Nadir Şah asker olduğu halde cihangirliğe kalkışıp, İran Şahı ol ması bütün Acem hanlarını bu olmayacak yola düşür müşdü. Her biri bağımsızlık istiyor, kimisi de şahlık he vesiyle, kimisi Safevî'lerden yahut Nadirî'lerden bir şeh zadeyi İran tahtına geçirmek iddiasiyle İran toprakla rında yer yer karışıklık ve ihtilâller çıkardılar. Fakat içlerinde Zend Kerim Han adalet ve cömerd
lik yolunu tutup İran halkını kendine çekerek adamla rını çoğaltmış ve başkalarına galip gelerek, İran toprak larında faris, ve Acem Irak'ı bölgelerini ve Horasan di yarının bir çok yerlerini ele geçirmişdi. Gerçekde Azerbaycan bölgesi bağımsız hanlar elin de ise de onlar Kerim Han'a baş eğmişler, hediyeler gön derip hizmet ederlerdi. Bu suretle Kerim Han İran topraklarında bağımsız hüküm sürer oldu. Ancak şahlık iddiası etmeyip İmamiye mezhebi yolunda merasime uyarak kendine şah vekili adı nı verdi. Çünkü rivayet olunduğuna göre, Şiraz bölgesinde yerleşmiş konar göçer kürdlerden olup Şi'îlerin gara "biye mezhebine bağlı Zendiye aşiretinden kırk tarihle rinde Nadir Şah'ın istemiyerek aldığı neferlerden biri de işte bu Kerim Han'dı. Bir süre Nadir Şah'a, sonra Na dir Şahın kardeşinin oğlu olan Âdil Şah'a ve başkaları na askerlik ederek, onbaşılık, sonra binbaşılık rütbesini kazandıkdan sonra altmış beş tarihlerinde acemin karı şıklıklarını fırsat bilip kendi kendine hanlık payesi ve rerek ve başkalarına galebe etti. Aşağı yukarı 1173 se 456 AHMED CEVDET PAŞA nesi ortasında oralarda herkesin tanıdığı ve başvurdu ğu bağımsız olarak İran'da hüküm sürer olmuşdu. Lâ kin kendisinin soydan asıl olmayışı, İranlıların da soy suz olan şahlığını hoş karşılamayacakları için, şahlık iddia etse, sonunda başkalarının şahlık iddia edip de ba> şa çıkamayanları gibi fena olacağını görüp, düşündü ğünden, Nadir Şah bile o kadar kuvvet toplamışken aki betinin fena olması kendine büyük bir ders alınacak ör nek olduğundan Şahlık unvanından vazgeçip Iran vekili adiyle bağımsız Şiraz'ı hükümet merkezi yapıp İran'da bilinen hanların evlâd ve yakınlarından değerli ve sayı lır kefiller olarak kendilerine mansab ve eyalet tevcih edince hükümetini kuvvetlendirmiş ve bu suretle gerek kendisi ve gerek gendinden sonra gelenleri kırk seneden fazla İran'da hüküm sürmüşlerdi ki bunlara Zendiye de nüir. Lor, Bahtiyari, Güran, Lek ve Kürtlerin hepsi bir asıldan kol saldıkları halde her biri bir çok aşiretlere ayrılmışdır. Bunlar İran ve eski yerlileri oldukları hal de büyük geçmiş olaylar gereği ve etkisi ile dağlara çe kilerek Şiraz topraklarında bulunan Hürmüz Diyarın dan ta Malatya ve Maraş bölgesine kadar yayılmışlar dı. Kendilerinin cahil ve bedevi oluşları ile aslını ve soy larını unutmamışlar bazı eski usul ve geleneklerinde bir leşip anlaşarak kendüerinin bir kavim olduğuna inanıp birbirlerinin gayretini güderler. İşte Kerim Han'ın ka bilesi Zend aşireti de bu Kürd kabilelerinden bir kol ola rak Kerim Han kabaca bir Kürd kocası olduğu halde Na dir Şah'm devleti yıkılınca İran devletinin bu kargaşalı ğı sırasında Iran tahtına geçmesine kendisi de şaşmış ı iken iş büir bir kimse olduğundan İran topraklarında bağımsızlık kazanmışdı. Yukarıda yazılı aşiretler bir ka vim olarak birleşip içlerinden böyle bir hükümdar çıkm TARİHİ CEVDET 457 ca onunla öğünerek hepsi Kerim Han'a yanaşıp bağlan
mışlardı. Osmanlı devleti topraklarından olan Kürdista nm korunması büyük kuvvetlere bağlı olup buna baka cak Bağdat idaresi de sarsılmış ve karışık olduğundan o bölge karışık haliyle korkuya düşmüşdü. Kerim Han'ın hükümdarlığı Osmanlı Devleti tara fından da onaylanmışdı. Hatta o zamanın padişahı Ab dülhamid Han hazretlerinin ilk tahta geçişinde Name Res gönderip tahta geçişin sevinci mektubunu Padişah yollamışdı. Acemin karışıklığı içinde İran Hanları birbirleriyle uğraşdıkları sırada İran halkı da bezmişdi. Azerbaycan halkı Osmanlı devletinden himayesini isteyip, bazı yer lerin ele geçirilmesine birkaç defa uyarıp kışkırtmışdı. O zaman küçük bir davranışla İran'ın pek çok yerleri Osmanlı mülküne katılabilirdi, fakat Nadir Şah zama nında İranlılarla yapılan andlaşmaya uyularak aykırı davranışdan çekinerek Osmanlı Devleti topraklarının genişliği yeter göründüğünden İran'a taarruz olunma mışdı. Sınırda oturan vali ve kumandanlara da andlaş ma ve bölge civarının haklarına tecavüzden kaçınmala rı için tenbihlerde bulunulmuşdu. Böylece Kerim Han da Osmanlı Devleti tarafından emindi. Fakat sonraları Kur distan işlerinden dolayı Osmanlı Devleti ile İran arasına soğukluk girmişdir. BABAN OCAKLIĞI Ponder kazasında Fakih Ahmed adında birisi kök salıp Baban ocaklığını meydana çıkarcmşdır. Oğlu Mav du Şehir Pazar ve daha başka o yerlerdeki kazaları ele geçirmişdi. Onun oğlu Süleyman beye 1080 yılında Ka ra Çulan sancağı adiyle o yerlerin hükümeti verilmişdi. işte bu Süleyman Bey Osmanlı ordusu ile beraber dö 458 AHMED CEVDET PAŞA ..ti nüşde bu tarafa gelip Edirnede Ölünce tasarrufunda olan yerlerin birazı oğlu Bekir Bey'de, geri kalanı eskiden sahipleri olan Zengene aşiretinde kalıp bir süre sonra yapılan İran seferinde Erdelan yani Simne ve Soğuk Bulak toprakları da katılarak Kara Çulan sancağı Sü leyman Beyin diğer oğlu Hanek Paşa'ya verilmişdi. On dan sonra kardeşi Halid Paşa ve onun oğlu Süleyman Paşa hükümete geçip bunun zamanında Guy ve Harir sancağı da Kara Çulan'a katılmışdı. Ve bu ikisinin za manlarında Nadir gah o tarafda büyüyüp genişleyemez, Halid Paşa'nm kardeş çocuğu Seüm Bey adında biri İranlılar tarafından o bölgeye saldırılmışsa da sancağın ele geçirenleri arasında sayılmaz. İran zoru ile bir kaç kişi idarenin dizginlerine el uzatmak istemişse de onla rın hükümetleri tarihçe hiç bir zaman onaylanmaz. Süleyman Paşa'dan sonra mutasarrıflık kardeşleri olan Mehmed, Ahmed ve Mahmud Paşalar arasında yü rütülmüş, her biri sıra ile sancağa mutasarrıf olmuşlar dır. İşte bu Baban hanedanından mutasarrıflığa aday bulunanlar çoğunlukla kendilerine tarafdar peyda etmek için Bağdat'da otururlardı. Bazen de içlerinden birisi iş icabı çağırılıp gelince birleşmek için Bağdat'da bu ha nedana özel daima bir konak bulunurdu. Bu hanedan hangisi mutasarrıf olursa yerine aday olan her ne olur sa olsun ona rakip olarak Osmanlı Devletine sığınıp ge
çinirse öbür taraf İranlılara yanaşmışdır. Bu suretle Ah med ve Mahmud Paşalar birleşip Bağdat valisine itaat le bağlanıp büyük kardeşleri olan Mehmed Paşa da İran'a sırtını dayamışdı. Aralarında ortaya çıkan savaş ve kavgalar bir çok gailelere yol açmış sonunda ilerde ki cildlerde anlatılacağı gibi İran Seferi açılmasıyla so nuç vermişdir. Sonra Mehmed Paşa Bağdad'a, Ahmed Paşa da ter TARİHİ CEVDET 459 sine İran'ı tutmuşlar, yanaşmışlar bundan da bir çok gaileler ortaya çıkarak nihayet Baban mutasarrıflığı Mahmud Paşa'da karar kılmış ve 1197 yılma kadar Mah mud Paşa mutasarrıflıkda kalmışdır. Ondan sonra Ah med Paşa'nm oğulları Osman Paşa ve Apturrahman Paşa ve onlardan sonra İbrahim Paşanın oğlu Süleyman Paşa ve Halid Paşa'nm oğlu Mehmed Paşa sırasiyle san cağa mutasarrıf olmuşlardır. Baban ümerasının aralarında rekabet ve kargaşa lıkdan daima İranlılar istifade etmiş ve Bağdat vilâyeti gaileden uzak kalmamış nihayet bu ocak kaldırılıp Ba ban ümerası dağılmışlardır. Zamanımızda isimleri duyu lan ve bilinen Süleyman Paşa, Mahmud Paşa ve Aziz Bey Apturrahman Paşanın oğullarıdır ve Süleyman Pa şa'nm oğulları olan Ahmed Paşa, Aptullah Paşa ve Ka dir Bey ve Mehmed Bey bugün hayattadırlar. Bu sanca ğın merkezi Kara Çulan iken sonra İbrahim Paşanın ye niden kurduğu Süleymaniye kasabası liva merkezi ol muşdur. Ayrıntıları üçüncü cildde gelecektir. SON (1188) Yılında Osmanlı Devletinin olaylar bölüm leri ve başka devletlerle olan ilişkileri geçen fasıllarda anlatıldığı gibi olup ondan sonra ortaya çıkan Osmanlı devleti olayları bimenuehü teâlâ bundan sonraki cildler de anlatılacakdır. Kitap içinde adı geçen ve okunulunması istenilen belge benzerleri VASIF EFENDİ TARAFINDAN TOPLADIĞI OLAY CERİDELERİNİN SUNULMASINA DEĞİNEN YAZILAR... VE SUNULAN TAKRİRLERİN BENZERLERİ Ma'rûzu kullarıdır ki. İkiyüz sekiz senesi evahirinden on üç senesi rama 460 AHMED CEVDET PAŞA zanma gelince mukaddema Nuri Beyin altı cildde yaz dığı vekayi mevzuu fenni tarih üzere müceddeten kale me alınıp münasebet geldikçe fevaidi mülkiye dere ve hikmeti ameliye kesesinden nakdi Bizae hare olunup memuriyeti çakeranemden bugüne gelince mir'ati kâ inatta Tenumayı hudüs olan vekayii divaniye ve ha vadisi yevmiye zam ve ilhak olunup cülusu hümâyûn meyamin makrunu hümayûnden ilâ yövmena haza Şiraze bendi zuhur olan vekayiin cümlesi kalemi aciza nemle arayişi levhai sutur ve bu abdi kemtere baisî fahri na mahsur olup zikrolunan cezayı cedide mukad dema nakşi hariri tahrir eylediğim cildi evvele sânî olmak üzere tezhip ve teclid ve atik vekayiin iki cildi mukaddema arzolunmuş olmakla baki dört cild ile hu zuru mekârim mahsuru hazreti Şehnişahiye ref olun
mak için takdimi pişgâhı asıfaneleri kılındı. Çakırı kadimleri fenni inşa ve te'lifi lâfz ve manâda racil ve belki cayyı min bi ekal olup sebkı kelâm ve ifadei me ramda min gayri ihtiyar vaki olan kusurum dameni afv ile mestur ve asarı acizanem aynı rıza ile manzur buy rulmak babında emri ferman men lehül lütuf vel ih san hazretlerinindir. Takrir'in bugünkü dile çevirisi: iki yüz senesi sonundan on üç senesi ramazanına kadar önceleri Nuri beyin altı cildde yazdığı olaylar ta rihçi gözü ile yeniden kaleme alınıp ilişki görüldükçe memleket menfaatleri yazılmışdır. Gerçeklerden serma ye yapıp kulluk görevinde bugüne gelinceye kadar dün yanın aynasında görülenleri Divan olaylarını ve günlük eylemleri ekleyerek cülûsu hümayûnden bugüne kadar derlenip meydana konan olayların hepsi yetersiz kale mimle süslenmiş satırlar halinde bana yorumlanacak if tihar vesilesi olup adı geçen yeni bölümleri önce özene TARİHİ CEVDET 461 rek yazdığım birinci cilde ikincisini de tezhibli cildleyip böylece eski olayların iki cildi arz olunduğundan geri kalan dört cildi padişahın huzuruna çıkarılmak üzere asafî kalemine verildi. Kulumuz yazarlık san'atmda, söz leri derlemede ve manâda yetişkin doğüim belki en azın dan sözü bağlamada ve anlatmada elimde olmadan işle diğim kusurları affederek örtüp yetersiz eserlerime is tenildiği gibi bakılması için emir ve ferman lütuf ve ih san sahibi hazretlerinindir. — BAŞKA TAKEİR — Binikiyüzonbeş senesi muharreminden on altı senesi saferül hayrı gayetinedeki Devleti aliyyei ebedîyül is timrarda vaki olan havadis ve ahvâl ve ahvâli kalem abdi keibül bâl ile tafsil ve icmal olunup ka'betül ik bal j erbabı amal olan huzuru mevahib mahsur hazreti şehnişahiye arz ve takdim olunmak için merfuu pişgâhı maali ittisalleri kılındı şimidiyedek hakkı acizânemde cıl vegeri mücellâyı; zuhur olan inayeti bigayeti evliyayı na'ma isti'tafı mürüvvet ve ihsan'a yüz komayup Çakeri kemterlerin müstağrakı lücei edeb ve haya ettiği bedi hiyattan ecelli ise dahi mekârim ve eltafı evliyayı na' madan izharı suret gına resmi ubudiyyetten hariç bir mânâ olup alelhusus ber muktezayı takdiri seccanî du çar olduğum kazai nagihani her halde bu bendei natu vanı müstahakkı re'fet ve şefkati hüsrevan edip hane berduşluk mezelletinden rehyab olmak için evlâdü ayal setrolulanacak kadar bir mahal binasına mudara beher sâl eczayı vakayı, arzında miri tarafından ihsan olunan Atıyyei hümâyûna bir mikdar zam ve ilâve olunmak re'yi zerin isabetkarıni asıfanelerine muvafık gelirse emrü ferman. Takririn bugünkü dile çevirisi Bin iki yüz onbeş senesi Muharreminden on altı se^ 462 AHMED CEVDET PAŞA nesi saferül hayrı sonuna kadar dünya durdukça devam edecek Osmanlı Devletindeki olayları elden geldiği kadar ayrıntıları ile toplayıp işini bilir Kabe yüceliğinde padi
şahımıza arz ve takdim olunmak için ilgilendikleri veril di. Şimdiyedek hakkında hayatımı değiştirecek çok bü yük davranışlariyle ihsan ve nimetleri ve parayı verdiler. Ben de edeb ve haya içinde bu nimetlere doyduğumu kul luğumu göstererek özellikle engin takdirleri gereğini an latmaya çaüşdım. Uğraşdığım umulmadık kazadan bitki nim bana herhalde şefkatinizi esirgemeyip çoluk çocuğu mun sığınacağı bir bina yapmak ile evsizlikden kurtara caksınız her sene mirî tarafından yeteri kadar verilen pa raya zam olunması isabetli reylerine uygun bulunursa emrü ferman. — BAŞKA TAKRİR — Devleti aliyyei ebediyül istimrarda surûfu rüzgâr ile serzedei zuhur olan havadisatı yevmiye ve rusumu divaniye kalemi şikeste rakam fakir ile nakşı haziri tahrir kılınıp senede bir kere arzı huzuru lâmiül nuru hidivâne kılınır idi. Onaltı senesi saferinden on yedi safe rine gelince bir sene zarfında meşimei âlemden tevellüd eden keyfiyat ile kemâli dikkat ve taharri ile cem ve tanzime ve bu defa atebei gerdûn mertebei Şahadeneye ref olunmak için pişgâh ı âsıfanelerine takdim olundu. Sabıkı üzere eczayı mezkûrenin arzına iradei müşirane leri Taallûk eylerse emrü ferman. Menkabet ziyb şe cem mesned kemterin bendei Va sıf Ahmed. Takririn bugünkü dile çevirisi: Dünya durdukça yaşayacak Osmanlı devletinde za manın geçişi ile baş gösteren günlük ve resmi divan olay ları kırık kalemimden çıkıp yılda bir padişahın nurlar sa TARÎH1 CEVDET 463 çan huzuruna götürülürdü. Onaltı sensei saferinden onye di zaferine gelince bu sene zarfında dünyada doğan du rumu büyük dikkat ile araşdırarak toplayıp düzenlendi Padişaha sunulmak üzere asıfaneleri önüne serildi. Evvel ce olduğu gibi arzına iradei muşıranelerinin ilgilerine^ emrü ferman. (2) — TİMÜRLENG'İN FRANSA KRALI ALTINCI KARLOS'A MEKTUBU — Emiri kebir Timur Gürgân giyde ömrehu. Bu muhibbinin yüzbin selâm ve hayrıhahlığım ve dünyalar kadar çok buluşunu Fransa kralı kabul buyur sun. Ed'iyei tebliğinden sonra siz emiri kebirin re'yi ali lerine arz olunur ki fereri franceskos nam vaiz rahip ta rafınıza geldi ve mülûki mektupları getirdi ve siz emiri kebirin ebü edyeni ve azametü şanını bize bildirdi. Çok mesrur olduk şu dahi bey'an olunur ki Leşkeranbuh ile gidip Yaverii bari tealâ üe bizim ve sizin düşmanlarımı zı müzmahil eyledim bundan sonra Sultaniye şehrinin mu rahassası freri evvani huzurumuza gönderdim her ne ki vaki olduysa arz ve tekrar eder şimdi siz emiri kebirden rica ederim ki daima namei humayınlarımz ırsâl kılınıp bize haberi Selâmet ve afiyetiniz ilâm oluna ta ki hatır asuceliği husule gele ve şu dahi lâsamdır ki sizin bazır ganlarıniz bizim tarafımıza gönderilip nasü ki onları mu azzez ve mutayyep eyleye siz üzerlerine kimesnenin zecrü taaddisi olmaya zira dünya bazırganlarla abadan
olur baki nediyelim nice seneler Devlet ve Kâmuranî ola sız vesselâm. Mektubun bu günkü dile çevirisi: Emir Timur Gürgân ömrü çok olsun. Bu dostunun yüz bin selâm ile büyük bir doğrulukla 464 AHMED CEVDET PAŞA iyiliğini Fransa kralı kabul etsin. Duaların bildirilmesin den sonra siz büyük emirin yüksek re'ylerine arz olunur ki Freri Franseskos adlı vaiz rahip bizim tarafa geldi. Ve sizin mektuplarınızı getirdi ve siz büyük emir'in iyi adını büyük ününü bize bildirdi çok sevindik şunu da biliniz ki cenk azma askerle gidip tanrının yardımı ile bizim ne si zin düşmanlarımızı darma dağın ettim. Bundan sonra sul taniye şehrinin delegesi Fereri Covanni'yi huzurunuza gönderdim. Olanı bitni size anlatıp arz eder. Şimdi siz büyük emr'den ricam daima Namei humayınlarmızı gön derip bize sağlık ve esenliğiniz bildirilsin taki gönül hoş luğu duyalım ve şu da önemlidir : Sizin tüccarlarınız bi zim tarafınıza gönderildiği zaman biz onları nasıl severek ağırlıyorsak bizim tüccarlarımız o tarafa gidince siz de onları severek hoş tutup üzerlerine kimsenin kanunsuz sataşması v baskısı olmasın. Çünkü dünya tüccarlar ile şen ve mamur olur daha ne diyelim nice seneler devletin başında kalıp dilediğiniz gönlünüzce olsun selâmlar. (3) SULTAN SÜLEYMAN TARAFINDAN FRANSA KRALI FRANÇESKO'YA GÖNDERİLMİŞ OLAN NAMEİ HÜMÂYÛN BENZERİ: Hüvelaliyül Gan elme'tiyül muin. Hazreti izzet cellet kudretehu ve allet kelimetihu mm inayeti ve mihri Sipihri nübüvvet ahter Burcu fü tüvvet Pişuvayı zumrei enbiya muktedayı fırkai asfiya Muhammed Mustafanm «Sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem» mucizatı kesiretül Berekâtı ve dört yareyninin ki Ebu bekir ve Ömer ve Osman ve Ali'dir «Rıdvanullahi teala aleyhim ecmain» onların ve cemi evliyaullahun ervahı mukaddeseleri murafakati ile ben ki Sultanı Selâtin ve TARÎHÎ CEVDET 465 Bürhanül havakin tacbahşı hüsrevanı ruyu zemin zıl lullah füarzeyn Ak denizin ve Kara denizin ve Rumeli' nin ve Anadolu'nun ve Karamanın, ve Rumun ve vilâyeti ?zülkadriye'nin ve Diyarbakır'ın ve Kürdistan'm, ve Azer baycan'ın ve Acem'in ve Şam'ın ve Halebin'in Mısır'ın ve Mekke'nin ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve Külliyen diyarı arabm ve Yemenin ve dahi nice memleketlerin ki abayı "kiram ve ecdadı izamım enareallahü ferahmühüm kuv veti Kahireleriyle fetheyledikleri ve Cenabı Celâlet Me abım dahi tığı ateşbar ve Şimşiri zafer nigârun ile fet heylediğini nice diyarın Sultanı ve Padişahı Sultan Baye zid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Hanım. Sen ki France vilâyetinin Kralı Françesko'sun der gâhı selâtin penahma yarar adamın Frankpan ile mek tup gönderip ve bazı ağız haberi dahi ısmarlayıp memle İtetinize düşman müstevli olup el'an hapisde idüğünüzü ilâm edip halâsınız hususunda bu canibden inayeti me
ded istida eylemişsiz her ne ki demişseniz benum payei seriri âlem masirime arz olunup alâ sebilül tafsil ilmi şerifin muhit olup tamam malum oldu imdi padişahlar sunmak ol hapsolunmak acep değildir gönlümüzü hoş tu tup azerde hatır olmayasız öyle olsa bizim Abayı kiram ve ecdadı izamımız nurullah merakıdihüm daima defi düşman ve fethi memalik için seferden hali olmayıp biz dahi onların tarihine salik olup her zamanda memleket ler ve saabı hasm kaleler fetheyleyüp gece ve gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmışdır. Hakkı süp hane ve tealâ hayırlar müyesser eyleyip gele baki ahval ve datı niye mütaallik olmuşsa vücuda gele baki ahval ve ahbar ne ise mezkur adamımızdan istintak olunup malu munuz ola şöyle büesiz tahriren fi evaili şehri aharrür F. 30 466 AHMED CEVDET PAŞA rebiin lisene isnetin v selasin ve tisamie. Bimakamı Darüssaltaaıatül aliyye Kostantianiyetül Mahmiyetül mahruse Mektubun bugünkü dile çevirisi : Yardımlarını esirgemeyen büyük Allah herşeyin üs tünde celil ve aziz olan hak ve dinin yükseltecek kudret 'i yardım ve Hazreti Nübüvvet sevgi ve bahtı burcunda cömerdlik ve yiğitliğin başı; uyulan Peygamberlerin en halis ve temizi Muhammed Mustafa'nın «Sallallahü tealâ aleyhi ve sellem» bereketi çok mucizeleri var. Dört Ya reynin ki Ebu Bekir, Ömer Osman, Ali'dir. «Rıdvanullahi tealâ aleyhim ecmain» onların ve Allahın bütün evliya larının mukaddes ruhları beraberliği ile ben ki Sultanla rım Sultanı taç veren hakanların en şahanesi ve yeryü zünde Allahın gölgesi Ak denizin ve Kara denizin ve Ru melhıin ve Anadolu'nun ve Karaman'ın ve Rum'un ve Zül kakadriye vilâyetinin ve Diyarbekir'in ve Kürdistan'm ve Azerbeycan'ın ve Acem'n ve Şam'ın ve Haleb'in ve Mı sır'ın ve Mekke'nin ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve Külli yen diyarı arabın ve Yemen'in ve dahi nice memleketle rin ki soylu babaların ve büyük soyun Allahın nuriyîe ay dınlattığı ezici kuvvetinin gücü ile fetheyledikleri bendeki eşsiz büyüklüğün ile ateş saçan kılıcının yerini bulan za fer oklarım ile fetheylediğim nice diyarın Sultanı ve Pa dişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Seüm Han oğlu Sultan Süleyman Han'ım. Senki France vilâyetinin Kralı Françesko'sun. Sığman sultanların yeri benim kapıma ya rar adamın Frankpan mektup ile geldi, ve bazı ağız habe ri de ısmarlayıp memleketimizi düşmanın ele geçirip her yere girdiğini sizin ogün bugün hapisde olduğunuzu an lattı. Kurtarılmanız gereği için burada yardımda bulunul masını istemişsiniz her ne demişseniz benim yüksek katı TARİHİ CEVDET 467 ma arz olunup bütün ayrıntıları ile iyice durumu tam ola rak kavradım. Şimdi padişahların bozguna uğrayıp hap solunması ötedenberi olağan şeydir gönlünüzü hoş tutup duygularınızı incitmeyesiz öyle olsa Allah'ın nuru ile ay dınlattığı soylu babalarım ve büyük soyum düşmanı kov mak ve memleketler fethetmek için seferden geri durmaz lardı. Bizde onların tuttuğu yoldayız her zamanda memle ketler çetin ve yıkılmıyacak sağlamhkda kaleler fethey
leriz gece ve gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşa mlmışdır. Büyük koruyucu Allahdan hayırlar dileriz. Bunun nereye varacağmı Allah biür. Neye ilişkin ise yüze çık sın. Geri kalan olaylar ve haber her ne ise adı geçen ada mınızdan sorup öğrenesiz söylebilesiz. 923 yılı rebiül ev vel ayının başında yazılmışdır. Bi makamı danüç saltanatı aliyye Kostantimyetül mahmiyetül mahrusa (4) SULTAN SÜLEYMAN ZAMANINDA İBRAHİM PAŞA TARAFINDAN DİVANI ÂLİ DE FRANSA ELÇİSİNE SÖYLENEN RESMİ NUTUKDUR, işbu divâni Âli de her gün vukelâyı devleti aliy ye ile müctemi olduğumuzun hikmeti şevketler kudretlu Padişahı alempenah efendimizin tarafı şahanelerinden memuren mahsus umuru muazzamai mülkiyelerini mü zakere ve müşavere etmek Kaziyyesine mebnidir. Herkes divânı Ali'ye şerefyabı kudüm ve duhul oldukça agraz ve ileli mahsusasmı terk birle zihin ve hatırına tebadür eden hulâsai fikir ve tedbirini şurutu serbestiyet ve hakguyiye riayet ederek beyin ve ifade ederiz. Bu defe Sıdku hakkın enisi hakiki ve karimi sahibi olan serbes 468 AHMED CEVDET PAŞA tiyet ile cenabınıza her ne ifade edersek muğberül hatır olmayacağımızı memul ederiz. Metbuunuz olan Fransa kralı saltanatı seniyye ile akdi ittifak edeliden beru Fransa milleti hakkında dergâr olan hüsnü Teveccühü şahanenin iktizasıdan nasi a'danızm mazarrat ve zevalini iltizam ve bünyanı devletimizi takviye ve istihkâm zım nında Kuvveti Kahirei saltanatı seniyye'ye menut ve mutavakkıf olan cemi erbab ve vesaili himemkârî bildi riğ ve me'mul ve mütemennamz olan mesaii vemile meb zul ve mes'ulâtmız tevsi buyurulmakda tarafı devleti aliyye'den kat'en tecvizi kusur olunmamışken Fransa ta rafından zuhur eden müddea tariki hakkı insafdan baid ve ırz ve namusa dahi münafi ve âyin dostu ve ittihad'm feshini mucib olur etvarı küstâhanenize nazaran belki merasimi haya ve edeb'e dahi muhil olduğunu bizden gayri sizi sevmiyen ağyar diyebilir. Müttefik olan iki devlet hulûsu taviyyet ve sıdkı niyyet ile tarafeynine raci olan mehalik ve muzara ve me şak ve mesarife müşarik olarak ittifakın bekasına sa'y olunur ise ittifak tabiatiyle mülga ve münfesih olur. Siz Fransalu dostlarımız ise devleti aliyye bir tehli ke ve izdıraba duçar oldukça daima tezafül ve tesamüh ve milletiniz bir cenk ve muhataraya giriftar olursa ızharı kemâli teyakkuz ve talebi ianetde tacil ve ibram ederek vakten minelevkaf muaveneti lâyıka ile devleti aliyye'ye mededres olup hemen sade vaadler ve bi faide sefaretler Ue dostluk izhar edegelursûz. Almanya İmparatoru ve İs panya Kralı olan Karlos devleti aliyye aleyhine mema liki Garbiyye bilcümle asakirini Avusturya ve Macaris tan'a celp ve cem ve cezirei mora blâdı üzerine ve Tunus
muhasarasına sevk ve taslit etmişiken müşterek olan düşmanımızın işgaline mütaallik hangi eseri muhabbet ve ianetiniz zuhur etti. Eğerçi dostluğa münafi bu güne TARİHİ CEVDET 469 vukuyafte olan kusur ve müsamahanızdan sarfı enzarı mürüvvet ederek af ile muamele etmek mültezimimiz olup ancak ol eyyamda müzayaka ve ızdırabı halinize rikkat ve şefkat etmemeniz ve düşmanın ol hengâmda izhar eyle diği hakaret ve ihanetten asla müteessir olmamanız şöy le dursun düşmanımıza tebrik yollu arzı hulus dahi etti ğinize nice tahammül edebiliriz İtalya'ya geçmek ve size ianet ve hizmet etmek memuriyetiyle seraskerimiz Avlon ya'ya dek katı mesafe ve sevki asakıri İslâmiye etmişi ken italya sevahilinde asakırinize muin olacak taraftar lardan ve tefahurane vaad ve haber verdiğiniz dostlar dan hiç birisi görünmedi ve tarafınızdan dahi yekdem debüittifak İtalya'ya liccililişgal tayini asker etmek müktezayı şürutu dostiden iken sizlerden bir hareket rev nüma olmayıp şöyle ki bizler her ne kadar mukaddema ve muahharın reyi tedbirimizden ve ianet ve himmeti nizden müstağni olduk ise de sizler ne bize ve ne kendini ze yarayacak tavırda bulunup daima eyülük ve dostluk etmek fırsatını fevt edegeldiniz. Venedik cumhuru saltanatseniyye'nin gerek kuvveti Kahiresini ve gerek şiarı vef adarı ve hulusunu gereği gi bi bilfiil tecrübe edip sizler düşmanı müşteresiniz ile akdi mütareke ve memalıkı mahrusa hakkında muzmar olan sui kasdmı bilâ ruyet terviç ederken bizler yine biz zat aharın tavassut ve ianesi hulul etmeksizin düşmanı mızdan ahzi intikam eyledik. Tarafımızdan bir imdat zu hur etmeksizin bizler a'damızm savletini defe muvaffar. ve. Hayrettin Paşa'nın himmetiyle düşmanını kuvveti bahriyesini tarımar ve İspanya korsanlarını mahv ve iza le memalikinizi ba'delihtilâs müceddeten memaliki mu taaddide dahi fetih ve teshire destres olduk malûmunuz olsun ki bu! fütuhatta sizin medhâl ve himmetiniz olma mak hasebiyle size ispat etmek arzusundayız. Lâkin kuv 470 AHMED CEVDET PAŞA vet nik baht ve talic bütün bütün itimad ve itina etmek kârı akibet endişe olmadığından muktezayı vakti hâle ve mehalıki muhtemeleye ve mevsimi havaya nazar ve mülahaza ederiz. Siz dostumuz der Aliyye'ye bu defa pek geç gelip bizden matlup eylediğiniz donanmayı bu mevsim de ruyu derya da ihraç ve imâl ettirsin cesaret kabilin dendir. Mevsimi sayf güzar edip ruzu kasım takarrüp etmekle teçhiz ve ihraçı donanmaya vakit ve imkân mü saade etme^ hususa baid ve medid olan seferi derya ile m'luf olmayan neferat ilel ve emraza müptelâ ola geldik leri muhtacı beyan değildir. Ağustosta Hayreddin Paşa' mn duçar olduğu kaza ve sakatlığı bu mevsimde deryada geşti güzâr etmek hata olduğuna deüli kâfi değil mi dir. Olkadar serbestiyet ve hulus ile cenabınıza ifadei mafiyuzzamir eylediğinden güvenmeyeceğinizi ma'mûl ederim baki arz eylediğiniz mes'ulat ve teklifatmız hu susu iradei şahane'ye ta'lik olunup ne güna emrü fer manı Padişahı zuhur eder ise cenabınıza ifade olunur. * Bugünkü dile çevirisi :
Bu durumı Âli'de her gün Osmanlı devleti vükelâsı ile toplantı yapmamızın anlamı şevketli ve kudretli bü yük padişahımız efendimizin tarafı şahanelerinden özel görevle büyük devlet işlerini konuşup tartışma gereği için dir. Herkes büyük şerefle ayak basıp girince özel çıkar larını bir yana bırakarak zihn ve hatırına gelen düşünce ler özetini ve tedbirini serbest şartlar içinde hak gözede rek açık ve belirli anlatırız bu kez ilişkilerimizle ügili ola rak hakkın asıl ve yakın dostu olan serbestlik içinde size her ne diyecek olsak hatırımızın kırılmayacağını umanz. Tabaası olduğumuz Fransa kralı Osmanlı Devleti ile itti TARİHİ CEVDET 471 fak yaptığından beri Fransa milleti hakkmda Padişah'm bilinen iyi davranışı gereği sizleri düşman zararlarından korumak ve onları yok etmek devletimizin bütünlüğünü koruyup kuvvetlendirmek üzere Osmanlı Devleti kuvvet leri kendilerine düşen bütün işlerde ve yardım gereğinde geri kalmamış umduğumuzdan fazlasını geniş ölçüde ye rine getirmekde kusur etmemiş iken Fransa devleti tara fından ileri sürülen istekler hak ve insafdan uzak devlet ırz ve namusuna aykırı ittifakın ve birliğin ortadan kalk masını gerektirecek küstahlıkda olduğuna göre belki ha ya ve edeb resmî uygulamalarını da sarsacak durumumu zu bizden gayrı sizi sevmeyen düşmanlarımız bile söyler. îttifak yapmış iki devlet iyi niyyet ve ilişkilerle her iki tarafa uygulanacak tehlike ve zararlara, güçlük ve mas raflara beraberce katılarak ittifakın yaşamasına çalış mak önemlidir. Aksi halde yaptığınızdan artı karşı koymak yardım da bir taraf kusur işliyecek olsa ittifak bu gelişme ile or tadan kalkar. Siz Fransız dostlarımız ise Osmanlı Devleti bir tehlike ve sıkıntıya düşse görmemezlikden gelip aldı rış etmeksiniz ve mületiniz korkulacak duruma düşünce alınacak en küçük tedbiri ve yardımı büyük bir çabukluk la istersiniz. Yerinde ve zamanında gerekli yardım üe Os manlı Devletine yardımcı olmayıp hemen üstünkörü di lekler ve faydasız saferetler ile dostluğumuzun değerini açığa vurursunuz. Almanya imparatoru ve İspanya Kra lı olan Karlos Osmanlı Devleti aleyhine Batı ülkelerinin bütün askerini Avusturya ve Macaristan'a getirerek top layıp Mora yarımadası üzerine ve Tunus kuşatmasına gönderip saldırırken ikinizde düşmanı olanların bu top rakları işgaline seyirci kaldınız yakınlık gösterip yardım da mı bulundunuz. Gerçekten dostluğa aykırı bu güne ka dar gelen kusurlarımızdan ve görmemezlikden gelişiniz 472 AHMED CEVDET PAŞA den bir şey görüp karşılık beklemeden af ile muamele yapmak bizim uyguladığımız davranış olup ancak sıkın tılı ve yıpranmış günlerimizde halimize bakıp duygulanıp yakınlık göstermeyişiniz ve düşmanın o sırada size yap tığı hakaret ve ihanetlerden asla müteessir olmayışınız şöyle dursun düşmanımıza tebrik yollu yakınlık göster menze nasıl katlanaziliriz. İtalya'ya geçmek ve size yar dım ve hizmet etmek için görevlendirilen seraskerimiz or dusu üe Avlonya'ya kadar yol almış iken İtalya kıyıla rında askerlerimize yardımcı olacak öğünerek vaad ve ha ber verdiğiniz dostlarımızdan hiç birisi görünmedi ve si
zinde iltifak gereği bir anda İtalya'ya birlikde asker çı karmak dostluk şartlarının gereği iken sizlerde kıpırda ma bile görülmedi. Ancak bizler her ne kadar başlangıcda ve sonraları alacağınız tedbir ve yardımlarla göstereceğiniz yararlı davranışdan çekindik ise de sizler ne bize ve ne de kendi nize yararlı durumda daima iyilik ve dostluk etmek fır satlarını yok ettiniz. Venedik Cumhuriyeti Osmanlı Dev letinin savaş gücünü ve gerekse vefalı tutumunu bilirdi. Size yakınlık gösterip size gereği görülen işlerde onu sa yıp müşterek düşmanımız ile mütareke yaptınız. Ve Os manlı devleti için zarar verici saldırıları baş çevirip uy gun görürken bizler yine düşmanla karşı karşıya başka etkisi olmayacağından zamanın gereğine, gelecek tehlike lere durum ve davranışlara göre durumu inceler tartışı rız. Siz dostumuz bu kez Osmanlı Devletine çok geç gel diniz. İstediğiniz donanmayı bu mevsimde denize çıkar mak ve iş gördürmek yiğitçe davranışa benzer. Yaz gelir geçer Kasım ayı gelirse donanmayı donadıp denize çıkar manın zamanı geçmişdir. Özellikle uzak ve devamlı olan deniz seferlerine alışık olmayan ferlerin türlü hastalıkla ra tutulduklarını siz de bilirsiniz. TARİHÎ CEVDET 473 O kadar içden ve açıkça düşüncelerinin ardında ne varsa anlattım gücenmeyeceğinizi umarım. Geri kalan bil dirdiğiniz mes'uliyetler ve teklifler iradei şahaneyi ilgi lendirir. Ne gibi emir ve fermanPadişahî çıkarsa size an latılır.
(5) — KAPUDANI DERYA PİYALE BEYE SAHRAYI TERCANDAN GÖNDERİLMİŞ OLAN EMRt ŞERİF ÖRNEĞİDİR — Jftiharül umeraül kiram mühtarül kuberaül faham zilkadr velihtiramül muhtas bi'inayetül mülkül ilâm Gelibolu Sancağı beyi ve kapıdanin Piyale dame izzehu tevki'i refi'i hümâyûn rasıl olacak malının ola ki bun dan akdan hiikmü hümayunun gönderilip inayeti hakla bu defa deryaya çıkmak emrolunan donanma gemilerine sırdan tayin olunduk levazım ve mühimmatın tedarik edip gemileri ihzar eyleyesiz ve Turgut dame izzehu bile bu yurulmuşdur. Hüsnü ittifak ve ittihad eyleyip devleti hümâyûn saadet peyvendime mütaallik olan umurda bezli makdur eyleyesiz deyu buyurulmuş idi ol emri Şe rifin gerçi mukarrer kılınıp deryaya çıkmak emrolunan altmış kıt'a gemilere baş ve buğ tayin olunduğun etil den gemileri muaccela itmama erişdirip kürekçilerin te darik edip levazım ve mühimmatın ta'cıla görmek için düsturu Mükerrem Müşiri Mufahham Nizamül Âlem vezirin İbrahim Paşa adam üllahe ikbale ve defterdara hükmü şerifin gönderilip ve yeniçerilerin ağasına tayin olunması kullarının veresin deyu emir gönderilip deryayp seninle bile tayin olunan Koca eli ve Midillü beylerine da hi ahkâmı şerife gönderildi. Öyle olsa büyürdüm ki der gâh? Muallâ çavuşlarından Mahmud ziyde kadrehu varı 474
AHMED CEVDET PAŞA cak asla te'hir ve ferahi etmeyip seninle çıkacak altmış gemileri gece ve gündüz üzerine olup itmama erişdirip kürekçilerin tekmil eyleyip tayin olunan yeniçeri kulla rını alup ve sancak beylerin dahi sancağı askeriyle gemi ye ajıp vakti ve mevsimi ile deryaya çıkıp münasip olan mahalde France Padişahının donanmalarıyle cem'olup devleti hümâyûna mutaallik olan müsalâha hüsnü itti had ile mübaşerek eyleyesin bu husus mecebi ihtimamdır ihmâl etmeyip gemileri müacelâ itmama erişdirip mukad dem çıkarmak babında dakika fevt etmeyesiz müşarim ileyh kulum Turgut dame izzehu deryanın cümle ahval ve umuruna vakıf dır. Anınla müşavereden hali olmayıp hüsnü züıdegâni ve kemâli ittihad edip yekdil ve yekci het olup söyle ki îâzimei gayrettir zuhura getirip sui te dabir ile ırz ve namusu saltanata mugayir, vaz' olmamak babında envai mesaii cemile zuhura getiresiz ve gönüllü levend gemileri dahi büe gitmek buyurulmuşdur müşa rünleyh kulunu ziyde kadrefu anların ahvaline vakıfdır anın marifeti ile gönüllü reisleri dahi bile alıp her birine ol vech üzere istimalet edip Peksimat lâzım olana Peksi mat verip anın marifeti ve müşaveresiyle devleti hümâ yûna mütaa'lik musalaha ve din yoluna istihdam eyleyip inayeti hakla yüz aklıkların tahsil etmeğe say'i cemil eyleyesiz Her gemiye adet üzere yirmi nefer alâtcı koyup ve onlardan gayrı Galata azeblerinden dahi yarakları ve ya sakları üe otuz nefer azeb tayin edip gemilere yerleşdi rip bile lup gidip istihdam eyleyesiz ve tersane muhafaza sıyçim ve onda kalan on kıt'a gemiler mühimmine dahi kifayet mikdarı adam alıkoyasız söyle bilesiz alâmeti şe rifeme itimad kılasız tahriren fevahiri şehri rebiül ahır sene isnin ve sittin ve tis'a mie. Beyurd beriyei Tercan TARİHÎ CEVDET 475 Emrin bugünkü dile çevirisi : — KAPUDANI DERYA PİYALE BEYE TERCAN SAHRASINDAN GÖNDERİLEN EMİR BENZERİDİR — Herşeyi bilen padişahın lütfü ile öğünüp saygı duy duğumuz iş bilir seçkin büyüklerimizden bilgi ve kudre tinle saygı duyduğumuz ve öğündüğümüz Gelibolu Sancak beyi ve kapudanım piyade kaderin yüksek olmakda de vam etsin bu nişaneyi havi beratı hümâyûnunu sana va rınca bilesin ki bundan önce hükmü hümâyûnum gönde rilip Allanın yardımiyle bu kez açık denize çıkarılması emrolunan donanma gemilerine serdar tayin olundan le vazım ve mühimmatını tedarik edip gemileri hazırlıyasuz kaderi yüksek olmakda devam etsin Turgut'a bile buyu ruldu güzelce anlaşıp birlik olup mutluluğa ulaşmış Dev leti hümayununla ilgili işlerde bütün gücünüzü ortaya koyup gayret gösteresiz diye buyurudu. O emri şerifin ileri alındı açık denize çıkmak için emrolunan altmış gemiye baş ve buğ tayin olunduğun için gemiler çabucak tamama erişdirip kürekçilerini tedarik edip levazım ve mühimmatını çabukluk görmek için hü küm ve nüfuzu geçerli askerlikde en büyük rütbeye ulaş
mış dünya düzeninin kurucusu büyüklüğü dünyada süre li dursun vezirin İbrahim Paşa'ya ve Defterdar'a hükmü şerifin gönderildi. Yeniçerilerin ağasına tayin olunan kullarımı veresin diye emir gönderildi açık denize senin le bile tayin olunan kocaeli ve Midilli Beylerine de hükmü şeriflerim gönderildi öyle olunca büyürdüm ki Dergâhı Muallâ Çavuşlarından Mahmud kaderi açık olsun varın ca asla savsaklama ve gecikme olmaadan seninle çıkacak altmış gemiyi gece ve gündüz üzerine alıp tamamına eriş 476 AHMED CEVDET PAŞA dirip kürekçilerini Tekmil eylersin. Tayin olunan Yeniçe ri kullarımı alıp ve sancak beylerini de sancağı askeri ile gemiye alıp vakti ve mevsimi ile açık denize çıkıp uygun görülen yerde France Padişahının donanmalariyle topla nıp devleti hümayun'a ilişkin olan işlere güzelce birleşip girişesin bu özellik dikkatli davranmağı gerekdirir ihmâl etmeyip gemileri çabucak tamama erişdirip öncelikle çı karmak için dakika geçirmeyin Müşarünleyh kulum Tur gut büyük kaderi süreli olsun açık denizlerin bütün ince liğine ve işlerine bilgisi vardır onunla danışmakdan geri kalmayın gönül birliği ve güzellikle birleşerek bir yönde gayret gösteriş ve kötü tedbirlerle Osmanlı Devletinin ırz ve namusuna ters düşecek durumda olmamak için öğünü lecek çalışmalarınızı ortaya koyun. Gönüllü Levend gemileri bile sizinle birlikde gitme leri buyuruldu. Turgut kulun onların ahvalini bilir, onun gösterdiği yolda gönüllü reisleri de alıp her birine onun görüşüne göre vaadlerle gönüllerini alıp Peksimet lâzım olana peksimet yerip ona danışıp gösterdiği yolda Osman lı devletini ilgilendiren işlerde ve din yolunda kullanıp Hakkın yardımı ile yüz aklığı ile çıkmağa öğünülecek gay ret gösterin. Her gemiye gelenecek gereği 20 nefer alât çı koyup onlardan başka Galata Azeblerinden de işe yara yanları ve yasakları ile otuz nefer Azeb tayin edip gemi lere yerleşdirerek alıp gidip kullanasınız ve tersane mu hafazası için ve orada kalan on kıt'a geminin mühimmatı na yetecek ölçüde adam alıkoyasız söyle bilesiz. Alâmeti Şerifeme itimad kılasız. 926 senesi rebiüî ahirı sonunda yazılmışdır. Tercan toprağında buyrukta FRUT OLAYI ÜZERİNE BALTACI MEHMED PAŞA TARAFINDAN YAZILAN BUYRULDU BENZERİDİR. TARİHt CEVDET 477 Baisi Tahriri Kitapı sıhhat nisab budur ki Bitev fik Ullah Ül Melik İl Allâm Asakir i İslâm Nusret Encam ile Prut kenarında Moskov Çarı bilcümle askeriy le muhasama ve mukatele ile tazyik olunduktan Bilüt fülkerim ve Fazlahül Amin Musalâhaya müracaat edip ve Çarı merkum tarafından sulha tâlib olduklarından sulhu Salahın Kuyud ve Şurutu bu vech üzere makud ve merbut olmuşdur ki, Azak kalesi yine Keel evvel arazi ve sair Tetümatiyle Tarfı Devleti Aliyyeye teslim oluna ve Tigan ve Kamanke, ve Şamar dimağında yeni kalesi Kilit ile hedm olunarak ve Kamanke'nin içinde top ve cephanesi bilkülliyye Devlet'i aliyye tarafına teslim oluna ve fimaba'd mahalli merkum tarafında kale bina
olunmamak üzere ve Lehlu ya ve ana tâbi berayaş ve portakal ve Kırım Hanı olan saadetlu devletgiray Han Hazretleri tarafına tâbi Kazaklara Çarı merkum tara fından min baad müdahale olunmayıp ötedenberi nice ise bütün ol yerlerden el çekip ve Ba'del yevm Kazadan Memaliki Mahruse'ye ticaretle gelip giden bezirganların dan mâda İstanbul'da elçi nâmında taraflarmdan kimes ne ikamet etmeyip bundan akden ve hâlâ olan Müslüman esirleri her ne kadar ise geru devleti aliyye tarafına tes lim olunmak üzere ve İsveç Kralı Devlet'i aliyye'nin ziri cenahı inayetine iltica etmekle Ba'delyevm İsveç Kralının kendi memleketine emnû selâmet üe gitmesine kafa taraflarından mümanaat ve taarruz olunmayıp ma beynlerinde tevfik ve riza ve iltihad bulunur ise müsalâ ha eyleyeler. Pimabaad devleti Aliyye tarafından dahi mema liki Mahruse'ye mensub olan reaya ve sairlerine bir tür lü taaddi ve tecavüz olunmamak şurut ve uhudu ile seb kat eden küstahane hareketlerinden iğmazi ayn buyu^ rulmak şevketlû, inayetlu, azametlu efendimiz padişahı 478 AHMED CEVDET PAŞA mızın kemali fazl ve keremi mülükânelerinden rica olu nur. Menvali meşruh üzere asitanei saadette inşa Al lahu Taalâ ahd ve misak bağlanmak ve tarafına suret verilmek üzere vekâleti mutlaka hasebiyle iş bu temes sük tahrir olunup taraflarına verilmişdir. Ve Çarı mer kum tarafından temessük alınıp verildikten sonra asker leri doğru yollarıyla memleketine gitmesine gerek asa kiri mansure ve gerek tavaifi tatar ve sairlerinden bir ferd mümanaat ve müdahale etmeyip ve zikrolunan mad deler teslim olunup tarafından ahidnameler alınıp ve rildikten sonra Çarı merkum tarafından me'mura rehin olmak üzere ordu'yu hümâyûn nusret makruna gelen Çarın mahrem'i esrarı kudveti A'yanÜl milletÜl me sihiye kaparon kançlır Petro Saferoz ve şeremet oğlunun oğlu General Mihaü Oldborsi Hatemet avakibihim Bil Hayr Etmamı hizmet eyledikten sonra bilâ te'hir mem leketlerine gitmelerine devleti aliyye tarafından izin ve ruhsat verilmek üzere iş bu mahalle şerh verildi tahrire fil yevmiş sadis min cumadel ahara lisâne selase ve işrin ve miet ve Elf. Buyruldui Sahrai Hoşgeçdi Buyruldu benzerinin bugünkü dile çevirisi : Yazılması nedeninde asıl gerçek budur ki, Allah'ın yardımı ile galebe çalan İslâm askeri ile Prut kenarında Moskof Çarı bütün askeri ile kanlı savaşdan sonra sıkış tırılınca Allah'ın kerim olan artık lütfü ile sulh anlaşma sına yanaşıp adı geçen Çar tarafından sulh istenince kurtulmanın ve sulhun şartları böylece yapılıp bağlan mışdir ki, Azak kalesi evvelden olduğu gibi arazi ve ay rıntıları ile Osmanlı devletine teslim olunacak. Tığan, Kamanke ve Şamar başında yeni kalesi kilit ile yıkılarak ve Kamanke'nin içinde top ve cephanesinin bütünü ile Osmanlı devletine teslim olunacak, bundan TARlHİ CEVDET 479 sonra bu bölgede kale bina olunmayacak Lehli ye ve o na bağlı Biayaş ve Portkal ve Kırım Hanı olan Saadet lu Devletgiray Han Hazretleri topraklarına ve ona bağ
lı Kazaklara Petro tarafından bundan sonra karışmayıp ötedenberi nasılsa bütün o yerlerden el çekip bundan son ra Kırımdan Osmanlı topraklarına ticaretle gehp giden tüccarlarından başka istanbul'da elçi adı altında kim se oturmayıp bundan önce ve hâlâ var sa islâm esirleri ne kadar varsa Osmanlı devletine geri teslim olunacak İsveç Kralı Osmanlı Devletinin kanadı altına sığındığın dan bundan sonra İsveç Kralının memleketine emin ve salim olarak gitmesine kesin olarak Ruslar tarafından engel olunmayacak ve saldırılmayacak aralarında anlaş ma rıza ve birleşme olursa sulh eyleyeler ve bundan son ra Osmanlı Devleti tarafından da kendi topraklarından reaya ve sairlerine hiç bir suretle baskı ve tecavüz olun mamak şart ve sözü Ue şimdiye kadar görülen küstah davranışlarına göz yumulması buyurulmak şevketli ina yetli azametlu efendimiz Padişahımızın keruu ve bilgide üstün mülükânelerinden rica olunur. Anlatıldığı üzere İstanbul'da İnşaallahü teâlâ sözleşme anlaşmaya bağlanmak ve tarafına suret verilmek üzere kesin vekâ let nedeniyle iş bu temessük yazıııp taraflarına veril mişdir. Merhum Çar tarafından temessük olunup verildik den sonra askerleri doğru yollariyle memleketine gitme sine gerek askerlerimiz ve gerek Tatarlar ve diğerleri hiç kimse engel olmayıp ve karışmayıp adı geçen madde^ ler teslim olunup tarafından ahidnameler alınıp veril dikten sonra Çar tarafından görevle rehin olmak üzere ordu'yu hümâyûna gelen Çar'ın gizli işlerini bilip çevi ren Hristiyan milletinin ileri gelenlerinden Kaparon Kançler Petro Saferof ve şeremet oğlunun oğlu ceneral 480 AHMED CEVDET PAŞA Mihail Oldborsi Hatmet avakibihim bil hayr itmamı hizmet eyledikten sonra bilâ tehir memleketlerine git melerine devleti aliye tarafından izin ve ruhsat verilmek üzere işbu mahalle şerh verildi tahrira filyevmissadis ınin Cumadel ahıra lisene selase ve işrinve mie ve elf. (7) ÇİÇEK AŞISINA DAİR MADAM MONTEGÜ'NÜN İNGDLTERE'YE YAZDIĞI MEKTUBUN BENZERÎ İleli emraz bahsinde size bir şey söyleyeyim ki biz zat burada bulunmaklığımızı arzu ve temenni ettirir, bi zim beynimizde gayet vahimül akibe ve umumî olan çi çek illeti burada aşı taber olunur. Bir iş ihtiraı ile bü tün bütün zararsız bir şey olmuşduf. Burada bir takım kadınlar var ki, bunu san'at ittihaz edip yazın şiddetli sıcaklar geçdikten sonra güz faslında Eylül ayında icra ederler. Şöyle ki, nice adamlar ahbabına haber gönderip aşılanmak istermisin deyu istifsar eder. Ve cemiyet edip teferrüce giderler, tamam on beş gün altı kişi bir yere içtima ettiklerinde bir ihtiyar karı bir ceviz kabuğu için de en iyi çiçek çıkarmış olanlardan birinin çiçeği cera hatini getirip kangi damarından aşılanmak istersin deyu her kesden sual eder ve ona göre ol damarı deler ki, açı sı ancak bir tırmık aşısı kadar olabilir, oraya iğnenin ala bildiği kadar cerahet ilka eder ve üzerine bir yarım ceviz kabuğu kapatır ve bu suretle dört beş damar açar Rumlar ekseriya mutaasip olduklarından bir alınlarının ortasından ve birer kollarından ve birer göğüslerinden
açdırıp Haç vari aşılanmağı itiyad etmişlerdir. Ama bu aşıların birer parça eseri kaldığından sonu pek fena oluyor bu cihetle mutaasip olmayanlar dizlerin den ve yahut kollarının görünmez yerlerinden aşıladır lar. Gerek çocuklar gerek sairleri aşılandıktan sonra ak şama kadar oynayıp eğlenirler ve akşamdan sonra ken TARİHİ CEVDET 481 dilerini humma olup iki gün ve nadiren üç gün kadar ya takda durmağa mecbur olurlar, yüzlerinde yirmi otuz kadar Berütam gelir, çiçekler tamam oldukları vakit aşı vurulan yerlerden bir sulu madde akar hiç şüphe etmem ki tahfifi maraza bunun çok medhali vardır. Nice bu ki şiler her sene bu ameliyatı icra ettiriyorlar. Fransa El çisi diyor ki, bizlerde eğlence için ılıcalara gidildiği gibi burada dahi her kes çiçek çıkarmağı bir teferrüç ittihaz ediyor. Aşılanıp da telef olan hiç yokdur ve tecrübelerin neticesinden bana ne derecelerde emniyet gelmiş olduğu kendi sevgili çocuğunayaptıracağım dediğinde sizin dahi malûm ve meczumunuz olur. Madam Montegü'nün Mektubunun Bugünkü Dile Çevirisi Hastalıklar bahsinde size bir şey söyleyeyim ki, size burada bulunmanızı temenni ve arzu ettirir. Bizim ara mızda ölüme götüren ve yaygın olan çiçek hastalığı bu rada aşı adı verilir, bir buluşla yapılır, bütün bütün za rarsız bir şey olmuşdur. Burada bir takım kadınlar var ki, bunu san'at hâline getirmişlerdir. Yazın şiddetli sıcak ları geçip de güzün Eylül ayında yaparlar şöyle ki nice adamlar ahbabına haber gönderip aşılanmak istermisin diye sorarlar, toplanıp kır gezintisine çıkarlar, tamam on beş on altı bir yere toplanınca bir ihtiyar karı bir ce viz kabuğu içinde en iyi çiçek çıkarmış olanlardan biri nin çiçeğinin cerahatini getirip hangi damarından aşılan mak istersin diye her kesden sorar ve ona göre o dama rı deler ik acısı ancak bir tırmık aşısı kadar olabilir, ora ya iğnenin alabildiği kadar cerahati karışdırir ve üzerine bir yarım ceviz kabuğu kapatır ve bu suretle dört beş damar açar. Rumlar ekseriya mutaassıp olduklarından bir alınlarının ortasından ve birer kollarından ve birer F. 31 482 AHMED CEVDET PAŞA göğüslerinden açdırıp Haç vari aşılamağı âdet hâline ge tirmişlerdir, ama bu aşıların birer parça izi kaldığından sonu pek fena oluyor. Bu bakımdan mutaassıp olmayan lar dizlerinden ve yahut kollarının görünmez yerlerinden aşılatırlar. Gerek çocuklar ve gerek sairleri aşılandıkdan sonra akşama kadar oynayıp eğlenirler ve akşamdan sonra kendilerinin ateşi çıkar iki gün ve nadiren üç gün kadar yatak da yatmağa mecbur olurlar. Yüzlerinde yir mi otuz kadar çiçek çıktığı pek görülmez, onların da as la lekesi kalmaz ve sekiz gün içinde eski hâline gelir. Çi çekler tamam oldukları vakit aşı vurulan yerlerden bir sulu maddde akar. Hiç şüphe etmem ki, hastalığın ha fif geçmesine bunun çok etkisi vardır, nice bin kişiler her sene bu işlemi yaparlar. Fransa Elçisi diyor ki, biz lerde eğlence için ılıcalara gidildiği gibi burada da her kes çiçek çıkarmağı bir gezinti sayıyorlar. Aşılanıp da ölen hiç yokdur. Ve bu tecrübelerin neticesinden bana ne derece emniyet geldiğini anlatmak için kendi sevgili ço
cuğuma bu aşıyı yaptıracağını siz bildiririm. RUSYA ÇAR'I PETRO'NUN VASİYATNAMESÎ 1 inci Bend — Askeri daima harbe alışdırıp cengaver tutmak için Rusya milletinin bir muharebe'i mütemadiye hâlinde bulunması fakat umur'u maliyenin ıslâhı zamın da bir aralık askere meydanı istirahat gösterilirse de gene müteakipen orduların tanzimiyle anbean hücuma vakti müsaid gözedilmesi ve şu suretle Rusyanm teza yüdü kuvvet ve tevsi menafi zımmmda vakti sulh ve asayişi harbe ve emri harbi sulha bir vesilei kaviyye ittihaz eylemesi. 2 inci Bend — Hengâmı muharebede Avrupa'nın me yanından zabitanı askeriyenin ve esna'yı sulh da dahi erbabı ilim ve maarifin celb ve davetine her güna es TARİHİ CEVDET 483 babı mümkunenin sarf ve icrasiyle memaliki sair emin menafi' ve muhassenatmdan Rusya milletini istifade et tirmekle beraber kendi memleketine mahsus olan muhas senatmdan dahi nesne zayi ettirilmemek suretlerine itina olunması. 3 üncü Bend + Avrupa'da cereyan eden kaffei u mur ve mesalihe ve ihtilâf ve münazaatı ve hususiyle şid det takarrübü sebebiyle bilâ vasıta istifade oluna bilen Almanya memaliki vukuatına fırsat düşdükçe müdahale ve vaz'ı yed eylemesi. 4 ncü Bend — Leh memalikine ihtilâfâti dahiliye ve mahasidei daimiyye ilkasiyle tefrika isal olunmak ve kibari milleti akça kuvvetiyle celbetmek ve hükümet meclislerinde kesbi nüfus edip Kral intihabı hususuna müdahale edebilmek için rüşvet usulünü kullanmak ve Rusya taraftarı olanları intihab ve iclas'a destreş olun duktan sonra dahi himayet ve sahabetleriyçun derunu memalike Rusya asakirini idhal ile bütün bütün temek kün ve ikamete vesile ve fırsat düşünceye kadar aralarda asakiri mezkûreyi mudddeti medide ikameye say olun mak ve bu halde hemecivar bulunan devletler tarafından muhalefet gösterildik de bunların muvakkaten iskânlarıy çin Leh memalikini mukaseme ederek sonra düveli saire ye verilen hisseleri geri almağa fırsat gözedilmek husus ları. 5 nci Bend — İsveç'lünün memalikinden mümkün o labildiği mertebe ziyâde bir zabtolunup istikmâli mağlu biyetine bir bahane tedariki için Rusya devleti aleyhine iptida İsveç'lünün ilânı harb ile hücum eylemesini icab ettirmeğe say ve bunun için İsveçlu'yu Danimarkalu'dan ve Danimarkaluyu îsveçlu'dan tebrid ve teb'id ile beyin lerinde mayei ihtilâf ve rekabetin devam ve bekası esba bına sarfı mesai ve ihtimam olunması. 484 AHMED CEVDET PAŞA 6 ncı Bend — Rusya Hanedanı İmparatoriyesinin daima Almanya hükümdarı hanedanı meyanından kız a lıp familyaca teksiri revabıtı izdivaç ve ittihad ve işti râki menafi eylemeleri ve bu suretle Almanya derumu da icrayı nüfus ederek zaten memaliki mezkurenin da hi kendi nef ve maslahatınıza zabt olunması. 7 nci Bend — İngiltere devleti umuru bahriyesinde
bize en ziyâde muhtaç olduğu misullu bizim kuvvei bah riyemizin tezayüdüne dahi devleti müşarünleyhamu pek çok faidesi olabileceğinden emri ticarette ittifakını sair lere tercih ile memalikimiz mahsulünden kereste ve sair eşyanın İngiltere'ye biy'iyle altınlarını derun memaliki mize celbeylemek ve tarafeyn tüccar ve gemiciler meya nmda revabıt ve münasebatı mütemadiye peyda ederek bu vesile memalikimizde ticaret ve seyri sefain maddele ri tevs'i olunması. 8 nci Bend — Şimalen bahri Balkın ve cenuben bahri siyahın sevahiline gün begün Rusyalıların yayıl maları. 9 uncu Bend — İstanbul'a ve Hindistan'a mümkün olabildiği mertebe takarrüp olunup İstanbul'a hükmeden bütün cihanın hükümdarı sahibi olabileceği Kaziyyei müsellemesine binaen gâh devleti Osmaniye'ye ve gâh İran devletine muharebatı mütemadiye ihdas olunarak kara denizde tersaneler peyda olunması için refte refte bahri mezkuru ve kezalik maksadın hüsnü huslune el zem bir mevkî olması hasebiyle bahri Baltıkı dahi zabt ve Basra Körfezine kadar gidilebilmek zımnında Iran devletinin zeval ve intihatını ta'cil ile mümkün olduğu halde memaliki sarkiyenin eski ticaretini berrüş şanı tarikiyle iade ederek cihanın anbarı mesabesinde olan Hindistana kadar gidilmesi ve bu çare ile artık İngiltere nin altınlarından istiğna hasıl edilmesi. TARİHÎ CEVDET 485 10 uncu Bend — Avusturya devletinin ittifak ve ittihadını istihsal ile ibkasma ihtimam olunup devleti müşarünleyhanm ileru da Almanya memaliki üzerinde hükümdarlık icrasına dair olan efkârını zahirde terviç ederek el altından aleyhinde sair hükümdaranm uruku muhasedelerinin tahrikine saay ve her birerlerini Rusya devletinden istimdat ve istianeye tahrik ile ileru da me maliki mezkure'ye hükmetmekliğimizi müntec olacak su^ rette bir nevî hunayet icra olunması. 11 nci Bend — Türkleri Rumeli kıt'asından tard ve teb'ide Avusturya hanedanını tahriş edip İstanbul'un zab tında dahi ya aleyhinde Avrupa'nın eski devletleri har ben taslit olunmak ve yahud alman yerlerden kendisine bir hissecik gösterilmek suretleriyle hased ve rekabeti teskin olunarak sonra bunun dahi elinden nez olunması. 12 nci Bend — Papanın hükümeti ruhaniyesini mün kir ve Macaristan da ve memaliki Osmaniye'de ve Leh memalikinin canibi cemibisinde münteşir olup Rum mez hebinde bulunan Hristiyanlarm cümlesini etrafımıza celb ile kendulere Rusya devleti merci'ü muayyen ittihaz ettirilip bunlara alel umuru bir nevî nüfusu hükümeti Ruhbaniye icrasıyçün evvel de evvel mezhebce bir riya set ihdasına çalışılması ve bu tarik ile düşmanlarımızın her biri vilâyetlerinde gayretkeş ve muavin bir çok dost lar kazanılması. 13 ncü Bend — Bu suretler ile îsveçlu Perişan ve İranlu mağlup ve Lehlu mahkûm olup memaliki Osma niye dahi zabt olunduk da ordularımız bir yere cem olu narak Karadeniz ile Bahri Baltık dahi kuvei bahriyemiz ile muhafaza olunacağından işte olvakit bütün dünyanın hükümdarlığını beynimizde taksim etmek sureti iptida Fransa devletine ve badehu Avusturya devletine münfe riden ve gayet hafi olarak arz ve teklif olunmak ve bu su
486 AHMED CEVDET PAŞA reti ikisinden biri behemehal kabul edeceğinden her bi rerlerinin hırs ve istikbarı bir hoşça beslenilerek sureti mezkureyi kabul eden etmeyecek olanın tenkili için aley hinde imâl olunmak ve çünkü Rusya devleti bütün bütün memaliki şarkiyeyi hasren zabtetmiş bulunduğu misillû Avrupanm kıt'ai uzmâsmı dahi henüz yedi tasarrufuna geçirmiş bulunacağından şu iki devletten meydan da ka lacak olan her hangisi ise anı dahi bUahara suhuletle kahru tenkil edebileceği. 14 ncü Bend — Farzı muhal olarak devleteynden hiç biri Rusya devletinin işbu teklifini şayed kabul et medikleri takdirde dahi beyinlerinde niza' ve ihtilâf ih dasına sarfı efkâr olunmak muktaziyattan olarak şu su retin istihsaliyle birbirleriyle ikisini dahi it'ab eyledikden sonra işte olvakit Rusya devleti bir fırsatı kay'ye gö zedüp hemen müçtemi olan ordularını evvel be evvel Al manya üzerine sevk ile ol havaliye hücum etmesiyle be raber bir tarafdan dahi Anadolu'nun akvamı mütenev viasından mürekkep leşkefi firavan ile memlu bahri Azakdan ve bahri müncemidi şimalîde kânı Arhangel limanından ihraç edeceği iki takım külliyetlu gemi kafile sini bahri siyah ve bahri Baltık dan mürettep donan maları refakatiyle Akdeniz ve bahri muhiti Şimali den izam ve imrar ederek Fransa sevahilini sel gibi basacağı sırada Almanya dahi henüz bu hâle giriftar olmuş bulu nur ve bu iki memaliki vasia bu veçhile mağlup ve mün hezim olacağından Avrupa'nın kıt'ai bakiyesi bissuhule ve bilâ muharebe gerdendadei inkiyad olacağı netayici tabiîyeden olmağla işte bu tarik ile bütün Avrupa kıt' ası feth ve teshir olunmak kabil olur. Vasiyetnamenin bugünkü dile çevrisi : I nci Bölüm — Askeri süresiz savaşa alışdırıp sava şa eğitilmiş tutmak için Rus milletinin süresiz savaş hâ TARİHİ CEVDET 487 linde bulunmalıdır. Fakat malî işlerin yoluna konulması üsteleyince bir ara askere istirahat alanı gösterilirse de gene ardından orduların düzenlenmesiyle zamanında ve yerinde taarruza uygun vaktin gözedilmesi ve bu suret le Rusya kuvvetini arttırıp geniş menfaatlere kavuşma sında sulh zamanında asayiş içinde savaşa ve savaş çı karmağı sulhe elverişli bir durum olarak kullanılması. 2 nci Bölüm — Savaş içinde Avrupa'nın en bilgili bulunan millet ve kavimleri arasından subay kitlesinin ve sulh sırasında da ilim ve maarifin çağrılıp davet e dilerek bulunan eldeki imkânların harcanıp yapılmasiyle başka memleketlerin menfaat ve iyiliklerinden de Rus milletini istifade ettirmekle beraber kendi memleketine özel iyiliklerinden de en ufak bir şey gaybettirilmemesi şekline önem verilmesi. 3 ncü Bölüm — Avrupa'da sürüp giden bütün işler sulh anlaşmaları, anlaşmazlıkları, ve kavgalar ve özellik le şiddet yolunun tutulması nedeniyle vasıtasız istifade olunabilen Almanya memleketleri olaylarına fırsat düş tükçe müdahale ve el konulması. 4 ncü Bölüm — Leh memleketlerine iç kargaşalık ve süreli kıskançlık çekememezlikler aşılayıp bölünmelere götürmek ve milletin ileri gelenlerini para kuvvetiyle ele
geçirip Rusya'ya çevirmek ve hükümet parlâmentoların da nüfus kazanıp Kral seçimlerine karışabilmek için rüşvet usulünü kullanmak ve Rusya'yı tutanları seçip başa getirdikden sonra da koruyup onlara sahip çıkabil mek için bu memleketlerin içine Rus askerini sokup bü tün bütün yerleşdirip kalmasına fırsat düşünceye kadar oralarda bu askerî uzun süre bırakmaya çalışmak ve bu bâlde Jcomşu devletler tarafından karşı davranış göste rilirse bunların kısa süre susturulması için Leh toprak larını parçalayıp vermeli, sonra başka devletlere verilen 488 AHMED CEVDET PAŞA hisseleri geri almağa fırsat gözlemelidir. 5 nci Bölüm — İsveçlilerin topraklarından gücünüz yettiği kadar yer ele geçirip yenilgisini tamamlamaya ve geliştirmeye gerçek dışı bir neden arayıp Rus devletinin aleyhine başlangıçda İsveç'imin savaş açıp taarruz eyle mesini hazırlamaya ve gerekdirmeğe çalışıp bunun için. de İsveçli'yi Danimarkalıdan ve Danimarkalı'yı Isveç' liden soğutmak ve uzaklaşdırmakla aralarında anlaşmaz lık ve çekememezlik mayasını sürdürüp ayak da tutma nedenlerine çalışıp önem verilmelidir. 6 nci Bölüm — Rus İmparator hanedanının daima Alman hükümdarı hanedanı içinden kız alıp ailece bağla rı gelişdirip evlenme, birlik ve beraberlikle menfaatleri paylaşmaları ve bu suretle Almanya içinde nüfus kazana rak böylece adı geçen memleketlerinin kendi işlerine ve menfaatlerimize uygun şekle bağlanması. 7 nci Bölüm — İngiltere devleti deniz kuvvetlerinde bize en fazla muhtaç olduğu gereğiyle bizim Deniz kuv vetlerimizin artmasında da pek çok faydası olabilece ğinden ticaret işlerinde iş birliği diğer memleketlere ön celikle topraklarımızdaki kereste ve sair eşyanın İngil tere'ye satılıp altınlarını memleketimize çekmek ve iki taraf tüccar ve gemicileri arasında ilişki ve bağlar süre siz devam ettirmek suretiyle memleketimizin ticaretini ve ticaret filomuzu genişletmek. 8 nci Bölüm — Kuzeyde Baltık denizi Güneyde Ka radeniz kıyılarına günden güne Rusların yayılması. 9 ncu Bölüm — İstanbul'a ve Hindistan'a yeteri ka dar yaklaşıp İstanbul'a hükmeden bütün dünyaya hük meder herkesçe bilinen Kaziyye müsellemesine göre gah Osmanlı devletine gâh İran devletine süresiz savaşlar aça rak Karadenizde tersaneler peyda olunması için günden güne Karadenizi ve yine maksadın gelişmesinde önemli TARİHÎ CEVDET 489 bir yer olması gereğiyle Baltık denizini de ele geçirip Basra Denizine kadar gidilebilmesi için İran devletinin düzenini bozup çökmesini çabuklaştırmak ile mümkün olduğu hâlde doğru memleketlerinin eski ticaretini Ber RüşŞam yolu ile geri vererek dünyanın anbarı değerin de olan Hindistan'a kadar gidilmesi ve bu çare ile ar tık İngilterenin altınlarına boş verilmesi. 10 ncu Bölüm — Avusturya devletinin ittifak ve bir liğine önem verilerek Avusturyanm ayakda durmasına çalışıp Avusturya'nın ilerde Alman toprakları üzerinde hüküm sürmek isteyen düşüncelerine açıkdan uyarak el altından başka hükümdarların ırk çekişmelerini arttırma
ğa çalışarak her birini Rusya'dan yardım istemeğe iterek ilerde bu memleketlerde hüküm sürmemizi sonuçlayan durumda bir biçim koruyuculuk yapılması. 11 nci Bölüm — Türkleri Rumeli kıt'asından tard ve teb'ide Avusturya hanedanını tahriş edip İstanbul'un zabtında dahi ya aleyhinde Avrupa'nın eski devletleri har ben taslit olunmak ve yahud alman yerlerden kendisine bir hissecik gösterilmek suretiyle kıskançlık çekişmeleri uyuşdurulduktan sonra bunu da elinden alınması. 12 nci Bölüm — Papanın ruhanî hükümetini inkâr edip Macaristan'da ve memaliki Osmaniye de ve leh top raklarının Güney bölgesinde yapılıp Rum mezhebinde bu lunan Hristiyanlarm hepsini yöremize çekip kendilerine Rusya Devleti baş vurulacak yer olarak gösterilip bun lara genellikle bir bakıma nüfus ve ruhani hükümet et kisi yapmak için ilk önce mezhepçe bir başkanlık ihda sma çalışılması ve bu yoldan düşmanlarımızın herbirinin vilâyetlerinde gayretkeş ve muavin bir çok dostlar ka zanılması. 13 ncü Bölüm — Bu suretle İsveçli perişan ve İranlı mağlup ve Lehli mahkûm olup Osmanlı toprakları da ele 490 AHMED CEVDET PAŞA geçirildikten sonra ordularımız bir yere toplanarak Ka radeniz ile Baltık Denizi de deniz kuvvetlerimizle koru nacağından işte o vakit bütün dünyanın hâkimiyetini a ramızda bölüşmek şekli evvelâ Fransa devletine ve sonra Avusturya devletini ayrı ayrı ve gayet gizli tutularak arz ve teklif olunacak, bu durumda ikisinden biri kesin likle kabul edeceğinden herbirini birbirlerine tutuştura rak hırslarını ve kibirlerini bir hoşça besleyerek işin şek lini kabul edeni uymayanın yola getirilmesi için aley hinde kullanmakdır. Çünkü Rusya devleti bütün bütün Doğu memleketlerini nasıl ele geçirdiyse Avrupa'nın bü yük bir kıt'asını da henüz eline geçirmiş bulunacağından bu iki devletten meydanda kalacak olan hangisi olursa onu da sonraları kolaylıkla ezer ve yok eder. 14 ncü Bölüm — İşler böyle olmayıp da iki devletten hiç biri Rusya'nın bu teklifini eğer kabul etmezlerse bile aralarında kavga ve çekişme yaratılmasına kafa yor mak gerekli olarak işin bu şekle dökülmesiyle birbirlerini suçladıkları ve yordukları zaman Rusya devleti kesin bir elverişli durum gözedip hemen toplanan ordularını ilk önce Almanya üzerine yürüterek o bölgeye taarruz la beraber bir tarafdan da Anadolunun türlü milletten gelme bir çok askerle dolu Azak Denizinden ve Kuzey Buz Denizinde bulunan Arkanjels limanından dışarıya çıkaracağı iki takım büyük sayıda filosuna Karadeniz ve Baltık Denizinde tertiplediği donanmaları beraberce Akdeniz ve Okyanus Kuzeyinden gönderip geçirerek Fransa kıyılarını sel gibi basacağı sırada Almanya bile bu duruma hemen düşer. Ve bu iki büyük memleket böy lece yenilerek bozguna uğrayacağından Avrupanın geri kalan kısmı kolayca ve savaş yapmadan boyun eğip dize gelecekleri tabiî bir sonuç olmakla işte bu yolla bütün Avrupa topraklarını ele geçirmek mümkün olabilir. TARİHİ CEVDET 491 KAYNARCA ANDLAŞMASI 1 nci Madde — İki devlet beyninde sebkat eden her
türlü muadat ve muhasama şimdiden ilel'ebed mahv ve izale olunup gerek alâtı harbiye ve gerek sair takrip ile tarafeynden amel ve tebadür ve icra olunan zarar ve taaddiyatı nisyanı müebbedi ile feramuş olunup bu bab da vücuh ile ve asla bir vakitte ahzi intikam olunmaya düşmanlık yerine berren ve bahren müebbed ve kavi ve tagayyürden münezzeh musalâhaya raayet ve haraset oluna gerek tarafı hümâyumum olan ve gerek ahlâfı emcadım taraflarından ve kezalık Rusya Padişahı müşa rünleyha ve ahlâfî beyinlerinde temhid olunan ittifak ile safi ve müebbed ve tagayyürden beri mevalât hıfz ve ha raset olunup işbu maddeler kemalı dikkat ve ihtimam i le icra ve muteber kılmalar ve iki devlet ve emlâk ve memaliki ve reaya ve ahalii tarafeyn meyanelerinde işbu mevalât maddesi böyle reayet olunaki fimabaad canibeyn den birinin aleyhine sırren ve alaniyyeten bir türlü a meli buğuz ve izrar olunmaya ve tecrid olunan mevalât ve musafat muktezasınca bilâ istisna iki tarafa her ne günâ töhmet eden cümle reayaların tarafeynden nisyen münsiyen cerayimleri külliyen af olunup çekdiri ve sair mahbeslerde bulunanları azad ve sebilleri tahliye ve men fî ve meksettirilen kesana avdete, ruhsat verilip mukad dema kamiyab oldukları her türlü paye ve emvalleri mu salahadan sonra red ve irca olunup ve sairlerine her ne ukubete müstahak oldular ise dahi haklarına asla bir il let ve bahane ile taarruz ve ziyan ve zarar ve tedib olun mayalar ve aharlar tarafından mezburuma bir türlü za rar ve ziyan ve taarruz olunmak tecviz olunmayıp ve ız rar ve taarruzlarına kasd edenler tedib olmalar ve mer sumundan her biri ziri himayet ve muhafazai kavanin ve vilâyetlerinin âdetleri üzere sair hem vilâyetlerine ki 492 AHMED CEVDET PAŞA yasen muaşerek edeler. 2 nci Madde — İşbu ahidnamei mübarekenin ini kadı ve tasdiknamelerin mübadelesinden sonra iki dev letin reayasından bazıları ahar bir töhmet ve ademi ita at ve yahud hiyanet edip Devleteynin birine intifa veya hut iltica kasdında olur ise devleti aüyyemde dini İs lâmi kabul ve Rusya devletinde tanassur edenlerden ma da asla bir bahane ile kabul ve himayet olunmayıp der abad red veyahud hiç olmazsa iltica eyledikleri devletin memalikinden tard olunalarki bu misillû yaramazların se bebi ile iki devlet beynine murisi burudet ve yahud ba isi bahsı abes olur asla bir manâ vaki olmaya kezalik tarafeyn reayasından olup gerek ehli İslâm ve gerek Hristiyan zümresinden bir kimesne bir türlü taksirat e dip her ne mülâhaza ile bir devletten ol bir devlete iltica ederler ise bu misülular talep olundukça bilâ te' hir red olunalar. 3 üncü madde — Kırım ve Bucak, Koban, Yedisan, Sanboyluk, Yedicegül, Kabail ve Tavaifi Tatar ve bil cümle bi eyyi hal bilâ istisna Devletin tarafından ser bestiyet ve bigayri taalluk müstakil vücuhla ecnebi bir devlete tabi olmamak üzere itiraf ve kabul olmaları ve tavaifi Tatar bilcümle re'y ve ittifaklariyle âli Cengiz soyundan intihab ve nasbolunan kendu haneleri müs takil olan tahtı hükümlerinde olmağla ve bir zamanda duveli aharadan bir devlete ve hiç bir maddeye mu hasebe verilmemek şartiyle atik kanun ve adetleri üze
re merkumlara hüküm ve gerek hanı mumaileyhin in tihab ve nasbi hususunda ve gerek umuru mahsusa 'vuruduna ve umuru devletlerine dair bir dürlü dev leti aliyyemizle Rusya devleti müdahale eylemeyip hü kümeti hariciye ve devletlerine dair müstakil devlet sair müstakil düvel kendi kendiyle memleketlerini tah?> TARİHİ CEVDET 493 kim ederler gibi ve Cenabi Bariden gayri kimseye tabi olmamak üzere taifei merkume itiraf ve kabul ve lâkin mezhebleri ehli İslâmdan olup zatı ma'delet sımatı şehriyaranem imamül mü'minin ve halifetül muvahidin olduğuna binaen taifei merkume akdolunan serbesti yeti devlet ve memleketlerine halel getirmiyerek umuru mezhebiyelerini tarafı humayumun halkına şeriatı İs lâmiye muktezasmca tanzim ederler ve Rusya Devletine tahsis olunan Kerş ve yeni kale arazisi ve limanlarından mada Kırım ve Koban caniblerinde vaki istilâ olunan kasaba ve kilâ ve mesakin ve arazi ve Berda Konski voy özi suyu nehirlerinin aksu ve turla nehirlerinin beyninde olan cemi' arazi Leh memleketi hududuna varınca ta vaifi merkumeye istirdad ve özi kalesi kadimi ülkesi ile keelevvel Devleti aliyyenin tahtı tasarrufunda baki ka la ve musalaha ahidnamesinin tekmü mübadelesinden sonra memaliki Tatariyleden Rusya Devleti cümle aske rini ihraç eylemseine taahhüd ede. Kırım ceziresinin ve Koban ve Taman ceziresinde vaki' kila' ve kasaba ve me sakin ve sairleri hakkında cüz'i ve külli her türlü istih kakından devleti aliyyemizin kezalik kefi yedine taah hüd ede ve mahalli merkuma fima baad muhafız askeri ve yahud başka asker irsal eylemeye memaliki mezkureyi tavaifi Tatara bu veçh üzere devleti aliyyemiz istirdad edip ve kimseye tabi olmaksızın hükümeti devletlerine Rusya Devleti merkumların hakikaten müstakilen tahtı hükümetlerinde ve serbestiyeti mutlaka vechi mamulu bih üzere eylediği gibi kezalik devleti aliyyemiz taahhüd ede ki kasaba ve arazi ve meskeni mezkurlarında fima baad muhafız askeri ve yahud başka bir nevi asker baş ka sekban ve yahud asker zümresinden her ne isimde ve ne guna ise baas ve tesyir eylemeyip cümle tavaifi mer kumeye Rusya Devleti tarafından terk olunan serbesti 494 AHMED CEVDET PAŞA yeti ve kimseye tabi olmaksızın istiklâlleri üzere devleti aliyyemiz dahi terk ede. 4 üncü Madde — Cümle düvele mahsus olan istih kakı aslısı muktezasmca kendu memleketinde münasip görecek nizamı icra etmek her devlete caiz olmağla iki devlete ruhsatı kâmilei na mahsura verilir ki kendi memleketlerinde ve hududlarında münasip gördükleri yerlerde kila' ve şehirler, kasabat ve Ebniye ve mesakini bina ve atik kila' ve şehir ve kasabat ve sairleri tamir ve tecdid edeler. 5 nci Madde — işbu müsalâhai mubarekenin in'i kadiyle tecdidi mevalât ve musâf atı hemciyari müyesser oldukdan sonra Rusya Devleti canibinden payei saniye yani Enopyato tabir olunup orta elçisi veyahud murah has elçisi nasbi ile devleti aliyyemizde aleddevam bir Rusya elçisi ikâmet edip ziyade muteber olan duvalin el çileri hakkında ifa olunan merasim itibar ve raayeti mu
maileyh Rusya elçisinin rütbesine dahi devleti aliyye miz canibinden ifa oluna umumen resmi amme vukuun da Alman imparatorunun elçisi payei refia ve yahud sa girada olduğu takdirde derakab Niderlad'm büyük elçi sinden sonra taakküp eyleye Niderland'ın büyük elçisi bulunmazsa Venedik büyük elçisinden sonra taakküp ey leye. Rusya Devleti elçisinin bilfiil hizmette bulunan lardan bir kimesne sirka ve töhmeti azime ve yahud şa yestei ta'ziz bir fiüi na şayeste ettikden sonra badet takrir esyayı mesruka elçi tarafından beyan olunacak vech üzere tamamen istirdad oluna ve hali sekrinden sonra hali aslilerine rica't edip akılları başlarına geldik den sonra ikrar ve itirafları elçi tarafından gönderilecek adamın muvacehesinde dahi ve bazı bigaraz müslüman ların karşısında beyan ettirilip böyle kabul olunalar. TARİHÎ CEVDET 495 7 nci Madde — Devleti aliyyemiz taahhüd ederki Hıristiyan diyanetinin hakkına ve kinisalerine kaviyyen siyanet ede ve Rusya Devletinin elçilerine ruhsat vereki her ihtiyaçda gerek 14 cü maddede zikrolunup mahrusai Konstantaniyede beyan olunan kinisayı mezkure ve ge rek hademesinin siyanetine ibrazı tefhimatı mütenevvia eyleye ve elçii mumaüeyhin bir güna aruzu devleti aliy yemiz arazisinde ikamet edeler kendilerine bir dürlü dahlü mutemedi tarafından arz ve tebliğ olunmakla devleti aliyyemiz tarafından kabul eylemelerini Devleti aliyye miz taahhüd eder. 8 inci Madde — Rusya Devletinin gerek ruhabin züm resinden ve gerek sair reayasından olanlara tamamen ruhsat verileki Kudüsü Şerif ve şayestei ziyaret olan sair mahallelere seyyahat edeler bu güna yolcu ve sey yahlardan gerek Kudüsi Şerifde ve gerek sair mahal lerde esnayı tarikde dahi bu türlü çiziye ve haraç ve ver gi asla bir teklif taleb olununmaya sair düvelin reaya larına verilen fermanlar ve yol emirleri mersumuna dahi vechi lâyıkı üzere eda oluna ve madam ki devleti aliy yemiz arazisinde ikamet edeler kendilerine bir dürlü dahü taarruz ohmmayıp kuvveti ahkâmi şeriat muktezasmca tamamen himayet ve siyanet olunalar. 9 nen Madde — Mahrusai konstantaniyede mukim Rusya elçilerinin hizmetinde bulunan tercümanlar her ne milletten olur ise devlet umuruna hizmet eylediklerine bi naen hizmetleri iki devlete raci' olmakla kemâli mürüv vet ile muamele ve itibar olunalar ve mahdumları tara fından kendilerine sipariş olunan mevad için sayestei mu ahaza olmak caiz olmaya. 10 nuncu Madde — İş bu musalahai mübareke im za olunup tarafeyn askerinin serdarları taraflarından lâ zım olan tenbihat iktiza eden mahallere isal olununca ol 496 AHMED CEVDET PAŞA aralıkda eğer bir mahalde bir dürlü fiili muhasama hü dûs ederse irası taarruz olunmak üzere ad olunmayıp bu takrib ile vaki olacak fütuhat ve istilâlar dahi ma'dumül zuhur olmak üzere muteber tutulmayıp böyle vakıadan bir kimse faide mend olmaya. 11 nci Madde — Menfaati devleteyn için memalikini teraşşuh eden cümle deryalarında iki devlete müteallik gemi ve tüccar sefainine bigayr mümanaat serbestiyet
üzere kestü güzâr eylemeleri akdü temhid olunup ve is kelelerine ve her mahalle mutlaka sair devletlerin icra ettikleri ticaretlerinde Kâmyab oldukları vech üzere işbu Rusya gemileri ve tüccar sefaininine dahi devleti aliy yem canibinden ruhsat verile Karadenizden Akdenize ve Akdenizden Karadenize ve ammei sevahil ve kıyılarının limanlarında mazezzikr deryalar ittisalinde olan memur ve boğazlarında meksedeler ve işbu maddeye dair balada izah olunduğu üzere devleti aüyyemizin memalikinde emri ticarete dair bi aynı France ve İngiltere misilli' dostu ehab olup ziyade müsaade buyurulan mesalimat ve maafiyetle ticareti mizah misillû berren ticaret et mek Rusya devletinin reayalarına devleti aliyyemiz ca nibinden ruhsat verilip ber menvali muharrer nehri tama da dahi keştü güzar edeler gerek emri ticaret ve gerek Rusya tüccarının hakkında işbu maddede lafzı bilfaa tahrir olunduğu gibi her türlü ihtiyaç zuhurunda maz?7. zikr iki milletin ve sairlerin surutları meri ve muteber tutula milleli mezburun verdikleri rüsumat müsakelesi ni ve aynını eda ettiklerinden sonra Rusya tacirleri her türlü emtea makulesini nakl ve ihraç edip Karadeniz ve sair deryaların sevahil ve Umanlarına ve mahrusai Kons tantaniyeye varmaları caiz ola vechi meşruh üzere bilâ istisna umumen sularının emri ticaret ve seyri sefain maddesini tarafeyn reayalarına tecviz birle kendu ta TARİHİ CEVDET 497 birlerine iki devlet canibinden ruhsat verilir ki ruiyeti mesalih ve idarei ticaretlerine lâzım, olan müddet de ta rafeyn memalikinde ikamet edeler bu babda tarafeyn oku taahhüd olunur ki dost olan sair devletlerin reayalarına erzani kılman serbestiyet ve müsalemet Rusya tüccarı na dahi erzani kılma ve heraseti nizam maddesi cümle keyfiyatda mevaddi elzemden almağla Rusya devleti ta rafından lâzım görülecek ammei mevaki'de konsoloslar ve konsolos vekillerine ruhsat verileki beratla tabir olu nur beratı padişahanem ile müslim tercümanlar ma'yet lerinde tutup İngiltere ve França ve sair milletlerin hiz metlerinde bulunan emsalleri kâmyap oldukları muafi yata bunlar dahi nail ve kâmyab olalar ve Rusya devleti nin dostu ehabbı olan milletin imtiyazat ve muafiyatı ile berren ve bahren Rusya memalikinde ticaret etmeğe ve rusumu mutadeyi eda ettikden sonra devleti aliyyem reayalarına Rusya devleti canibinden ruhsat verilip ve seyri derya esnasında kazaya duçar olan sefaine tarafeyn den vücuhla ianet ve bu güna kazalar zuhurunda dostu ehab olan milelin hakkında icra olunan müzaheret ile muavenet olmalar kendilerine lâzım olan eşya narhı ca rî ile kendilerine alıverile. 12 nci Madde — Afrikalılar yani Trablus Garb ve Tunus ve Cezayiri Garb ocaklariyle Rusya Devleti akdi şeraiti ticarete rağbet ettikleri halde devleti aliyyemiz taahhüd ederki Devleti Rusyanm bu güna raöbeti pezi rayı husulüne kendi itibar ve ruhsatım bezi ve şâmil ede uhudatı mersume hifzu haraset olunmak emrinde dahi marezzikr ocakların hakkında devleti aliyyemiz zâmin ola. 13 üncü Madde — Cümle senedat ve mekâtibi âm mede ve her hususda tamamen Rusyalıların imparatori F. 32
498 AHMED CEVDET PAŞA çesi lâkabı muteberine dair devleti aliyyemiz canibinden tüfkî lisan ile tamamen Rusyalıların padişahı tabiri is timal olma. 14 üncü Madde — Düveli saireye kıyasen kilisayı mahsusadan mada Galata tarafında Beyoğlu nam mahal lenin yolunda tariki amda Rusya Devleti bir kinisa bina ettirmek caiz ola işbu kinisa kinisayı avam olup Dusog refe kinisasi tabiriyle tesmiye ve ilelebed Rusya Devle tinin elçisi siyanetinde olup her dürlü taarruz ve müda haleden emin ve beri ve haraset oluna. 15 iaci Madde — İki devletin hududları tayin ve tah did olundukları nizam muktezasmca tarafeyn reayalarına mucibi mubahasa baisi niza'ı cesim olacak bir madde olmadığı eğerçi mülahazadan baid olmayıp lâkin avarızı gayri memuleden zuhuru muhtemel olan esbabı ma zarrat ve ziyanların define iki devlet bilittifak karar vermişlerdir ki bu güna nesnelerin zuhurunda re'si hu dudda olan hakim zuhura gelen maddeyi teftiş ve yahud mahsusen tayin olunan memurların marifetiyle tefahhus edeler ve pak taahhüd olunur ki işbu ahidnamei müba reke in'ikadiyle müeddeten temhid olunan mevalât ve Hüsnü nizam maddesi bu güna kazayanm zuhuru ile as la tağyir olunmaya. 16 ncı Madde — Cümle Bucak memleketi Akkerman, Kili, İsmail kaleleriyle sair kasabat ve kurra derumla rında mevcud bulunan ammei eşya ile Rusya Devletî tarafından devleti aliyyeme reddohmup ve benden kale sini dahi devleti aliyyeme red ederv e kezâlik Eflâk ve Buğdan memleketlerini cümlei kıla' ve şehirler ve kasa bat, ve kurraları derumlarmda mevcud bulunan cümle eşyalariyle kezalik devleti aliyyeme red eder devleti aliyyem dahi atiyülbeyan şerait ile memaliki merkime yi kabul edip işbu şeraiti tamamen ve kamilen hıfzu ha TARİHÎ CEVDET 499 raset eylemesini vaadi mamulübih ile tciahhud eyleye (evvela) işbu yeni voyvodalıkların ahalisi her ne paye ve keyfiyat ve hal ve isim ve ayandan iseler bilâ istisna haklarında tamamen ve kâniüen nisyen mimsiyen affo lunup her dürlü töhmetleri veyahud devleti aliyyemin umuruna muhalif hareket eylediklerine isnad ve muzanna olunan cümlei a'malleri ilelebed feramuş olunup evvelki maddenin mazmunu üzere mansab ve payeleri ve emlâkı şahikaları muceddeten halleri tekmil olunup işbu muha rebeden mukaddem malik oldukları emlâkler yine iade olunalar. (Saniyen) keeleevvel hıristiyan diyaneti vü cuhla serbesiyet olup icrasına bir türlü mümanaat olun mayup kinisaların muceddeten binasına ve atiklerinin ta mirine mümanaat olunmaya (Salisen) ez kadim manas* tırlarma ve sair şahsa mütaallik olup ba'dehu bigayri hak kendulerden ahzolunup Ibrail ve Hotin ve sair yer lerin dairesinde mevcud bulunan arazi ve emlâk ki el'an reaya ismiyle tesmiye olunur mersumuna istirdat oluna lar (Rabian) Rahibin zümresine münasib olan imtiyaz Ue itibar oluna (Hamisen) terki vatan edip ahar mahallere varmak rağbetinde olan hanedanlar eşyalariyle naklet meğe serbestiyet üzere mezun olalar ve işbu hanedanlara kendi mesalihinin tanzimiyçün vakti kâfileri olmak için
serbestiyet üzere vatanlarından nakleylemelerine bir se ne müddet imhal olunup işbu müddeti mühlet tasrikna mei mübareke'nin mübadelesi tarihinden ma'dut ve mah sub oluna (Sadisen) atik muhasebeler için her ne güna ise gerek nukud akça ve gerek sair tarik ile bir nesne tahsil olununmaya (Sabian) işbu muharebenin tamamen müddeti için bir dürlü teklif veyahud ahar bir dürlü ta lep olununmayıp maharebe imtidadmda pazde oldukları mazarrat ve tahribatı müteaddidelerine nazaran mer sununa bundan sonra dahi iki senelik mühlet verilip işbu 500 AHMED CEVDET PAŞA mühlet mübadelei tasdiknamei hümayun tarihinden addoiuna (saminen) işbu mühlet mürur ettikden sonra devleti aliyyemiz taahhüd eder ki cizyelerinin akçasını tayine mürüvveti külliye üe muamele ve hayzı imkâı rütbesinde sahaveti celilesinin haraset ede iki senede bir kere meb'uslarının vesatetiyle cizyeleri eda oluna ve ta yin olunan işbu cizyelerinin tamamen edasından sonra asla bir paşa veyahud hakim ve her kim olursa o'^un mersumana asla bir vakitte taarruz etmeyip ahar bir dürlü verbi veyahud teklif her ne güna isim ve bahane ile kendilerinden talep olunmayıp ceddi emcedim Sultan Mehmed Han rabi' zamanı saadetlerinde mutemetti' ol dukları imtiyazat ile kâmiyab olalar (asien) mülk umur larım ruiyet eden kapu kethüdalarının yerinde işbu voyvo dalıkların beylerine dahi ruhsat verileki devleti aliyye de her birinin tarafından Rum mezhebinde hıristiyan ol mak üzere maslahat güzarlar tayin eyleyeler ki işbu memlekete mütevakkıf olan mesalihini ruiyet ederler. Devleti aliyyem canibinden dahi haklarına kemâli mü rüvvet ile muamele olunup hali acizanelerinde kavaidi milel istihkakına müstahak olup yani her dürlü taarruz dan emin ve berî olmak üzere itibar olmalar (aşiren) dev İeti aliyye canibinden Rusya imparatorluğunun elçilerine ruhsat ve muvafakat verilir ki işbu iki voyvodalıkların ik tizasına göre siyanet ve müsaade olunmalarına müzake re edeler. Devleteyn'e lüyık olan itibarı dostane mukte zasmca elçilerinin arz ettikleri kelimatlarına riayet ey lemesine devleti aliyye taahhüd eder. 17 nci Madde — El'an Rusya Devletinin ziri zabtın da bulunan Akdeniz adalarını Rusya Devleti devleti aliy yemize istirdad eder. Devleti aliyyem dahi taahhüd eder ki evvelki maddesinde musarrah olan her dürlü kabahat lann ve devlet aliyyemin umuruna muhalif olmak muzan TARÎHİ CEVDET 501 nasiyle icra olunan ammei efa'lin nisyen mimsiye affı külli ile mahv ve af olunmak maddesini Cezayiri mezku renin ahalisi hakkında dahi kemâli istikamet ile riayet eder (saniyen) hıristiyan diyanetine asla edna bir tarruz ile isali tazyik olunmayıp kiliselerin tamir ve tecdidine vueuhla mümanaat olununmaya mazezzikr kiliselerine hizmet eden eşhas asla bir takrip ile taarruz ve müdaha^ le olununmaya (salisen) işbu muharebe sebebiyle kendi lerine iras olunan tekdifat ve tahribat sebebi ile Rusya devletinin ziri hükümetinde bulundukları tarihden ve bun dan sonra iki sene müddetine deği işbu Cezairi merkume in devleti aliyyeme istirdadı tarihinden ad olunmak ge rekdir. Devleti aliyyem canibinden Cezairi mezkure aha^ lisinden asla bir dürlü resmi senevi tahsil olunmayan (ra
bian) terki vatan edip ahar mahallere varmak rağbetin de olanlar tamamen mal ve eşyalariyle nakletmek dev leti aliyyem canibinden merkumuna ruhsat verilip ve tanzimi mesalihleriyle vakti kâfi olmak için işbu tasdik namei mubarekenin mubade olunacak tarihinden bir se ne mühlet müddeti kendilerine imhâl oluna (hamisen); Rusya donanmasının avd ve rica'tindeki işaallahu taala işbu tasdikamei mubarekenin mübadelesinden sonra üç ay müddetinde vaki olmak gerekdir. Bu nesneye ihtiyacı vaki olur ise devleti aliyyem canibinden vus'u imkân mertebesinde müzaheret oluna. 18 inci Madde — Özi suyu boğazında vaki Kuburun hisari mehri mezburun sol tarafı sahilinde kifayet edecek arazi ile ve aksu ile özü suyu beyninde vaki sahrayı ha liyemin ve muarazadan eri mustakilen aleddevaın Rusya Devletinin tahtı tasarrufunda kala. 19 uncu Madde — Kırım ceziresinde vaki Yeni kale kalesi ve kerç limanları derunlarmda mevcud bulunan arazileriyle bahri siyahdan başlayıp tulen kerç'in atik 502 AHMED CEVDET PAŞA hududlarına vararak Buhace nami mahalle varınca ve Buhace mahallinden hattı müstakim ile balâdan azak denizine varınca muarazdan arî mustakilen aleddevam Rusya Devletinin tahtı tasarrufunda kala. 20 nci Madde — Müâdi îsamn 1700 senesi yani ta rihi hicreti nebevinin 1003 senesi Tolstoy nam hâkimi ile Aco muhafızı Hasan Paşa beyninde akdi temhid olu nan senedaı mefhumunda beyan olunduğu üzere azak ka lesi evvelki hududu üe ilelebed Rusya devletine tahsis oluna. 21 inci Madde — İki kabartalar yani büyük kabarta ve küçük kabarta tartar taifesiyle vaki civariyetlerinden naşi Kırım hanlariyle taallukleri olmağla Rusya devleti ne tahsis olunmaları maddesi Kırım hanlarının ve meşve retinin ve Tatar başlarının iradesine ihale oluna. 22 nci Madde — İki Devlet beyninde inikadı vuku bulan cümle uhudname ve şeraiti sabikayı ve Belgrad ka lesinde vaki' ahidnameyi ve ondan sonra vücuda gelen ammei şeraiti mahv ve izale ve ilel'ebed feramuş etmek iki devlet meyanesinde bilittifak karar verilip şöyleki mersum uhudatin hakkına finabaad bir dürlü daiye ma kulesini bina etmeyeler ve lâkin hazreti îsanın 1700 se nesinde Tolstoy namı hâkimi ile Aco kalesinin Hasan Pa şa nam muhafızı ülkesi hududu ve Koban sınırının tayin ve tahdidine dair vaki' şerait işbu istisnadan biri olup keel evvel bilâ tağyir kala. 23 üncü Madde — Gürcü ve Mekril havalisinde vaki Bağdatcık ve Kütanis ve Şehriban kaleleri ki Rusya as keri tarafından zabt olunmuşlardır. Kadimden beru mü taallik oldukları asıl sahiplerine mütevakkıf olmak üze re Rusya devleti tarafından kabul olunup şöyleki eğer tahkikatı kadimden beru yahud müddeti medideden mu kaddem devleti aliyyem kılai mezkureye mâlik olmuş TARİHÎ CEVDET 503 ise de devleti aliyyeme raci olmak üzere kabul olunup işbu tasdiknamei mubarekenin mübadelesinden sonra
vakti ma'hudda Rusya askeri kala'i mezkureyi tahliye eyleye devleti aliyyem dahi kendi tarafından taahhüd ederki evvelki maddenin mazmunu muktezasınca hava lii mezburede işbu muharebe intidadında Devleti aliy yemin aleyhine her ne menval üzere hareket etmiş olan ları nisyn münsiyen af eyleye ve vechi mamulü bih üzere ve üel ebed oğlan ve kız vergisinden ve her güna cizyei saire talebinden eba ve kefiyed eder. Öteden beri mütaal likleri olanlardan ma'da tavaifi mezkur arasında kendi reayası olmak üzere ferdi vahidin hakkına daiye etme meğe devleti aliyye mtaahhüd eder. Ve Gürcü ve mekril ler tarafından ötedenberi zabtolunan arazi ve sair müs tahkem yerleri tekrar mersumunun hükümet ve muhafa zai mutlakalarına terkeyleye ve diyaneti manastır ve kinisaları hakkına bir türlü taarruz ve tazyik etmeyip atik olanların tamirine ve cedidlerin binasına mümanaat olunmata ve Çıldır paşası ve sair sergerde ve zabitan ta rafından oir dürlü daiyye tahtında emvallerini izaat ile taarruz olunmalarını devleti aliyyem men eyleye ve ta vaifi mezbure devleti aliyyemin reayasından olmağla Rusya devleti asla mersumuna müdahale etmeyip taarruz eylemeye. 24 ncü Madde — Ba'del imza ve tasdikül mevad derakab nehri Tunanın sağ tarafında mevcud bulunan cümle Rusya askeri avdet ve ric'ate müteveccih olup im zai tarihden bir ay zarfında Tunanın sol kıyısına mürur edeler ve askeri mezbur tamamen Tunanın sol kıyısına geçdikden sonra Hırsova hisarı boşaldırıp askeri İslâm'a teslim oluna ve ba'dehu Eflâk ve Bucak memleketlerinin tahliyesine birden ve ânı vahidde mübaderet olunup iş bu tahliye maddesine iki ay mühlet tayin olunur ve cüm 504 AHMED CEVDET PAŞA le Rusya askeri memleketeyni mezbureteynden çekildik lerinden sonra bir tarafdan Yergöğü kalesini ve badehu İbrail'i ve tarafi diğerden îsmail kasabasını ve Kili ve Akkerman kaleleriyle Rusya askeri terkedip asakiri sai relerine mülhak olmağa müteveccih oldukdan sonra asa kiri İslâmiyeye kılaı mezkureyi terk edeler. İşbu iki memleketin tamamen tahliyesine üç ay müddet tevkit olunur balâ da zikrolunan keyfiyetten sonra Rusya as keri Buğdan memleketini terk edip nehri turtanın sol ta rafına mürur edecekdir bu takrib üe marez zikr mevazi' ve memalikin tahliyesi iki devletin müsalemet ve müsala hai müebbedelerinin imzasından sonra beş ay zarfında vaki' olup cümle Rusya askeri nehri Turtanın sol kıyısına mürur eyledikde ol zaman Hotin ve Bender kaleleri asa kiri İslâmiyeye teslim olunur. Ancak mücerred bu şurut ile ki yene vakti mezburda Kılburun hisarı tasrih olu nan arazisi musalahai müebbedenin 18 inci maddesinde izah olunduğu üzere Aksu üe Özi suyu beyninde vaki' sah rayı haliyenin zaviyesiyle üel'ebed muarazadan beri Rusya devletine teslim oluna ve Akdeniz adalarına dair Rusya donanmasının mesalihi ve tanzünatı deruniyele rine kabil olduğu sur'atle Cezair'i mezkûre ol havalide bulunan Rusya askeri tarafından keel evvel muarazadan beri Devleti aüyyenin zabtma red olunalar çünkü Buud mesafe sebebi üe kabü değildir ki tevkiti vakt oluna ve devleti aliyyem taahhüd eder ki dost bir devlet olduğu cihetle donanmayı mezkûrenin isticâli azimeti mülaha zasiyîe devleti aliyyem ifayı levazımına ianet edip vus'ü
imkân mertebede iktiza eden nesneleri verilip olbabda dvleti aliyyeme reddolunan memleketlerde mademki Rus ya askri mevcud bulunur ise işbu memleketlerin hükü meti ve nizamı Rusyalının zabmda bulunduğu üzere ka> lıp cümle Rusya askerinin külliyen huruçları vaktine de TARİHİ CEVDET 505 ğin devleti aliyyem canibinden memaliki mezkûrenin hükümetine müdahale olunmaya ve bu memleketlerde bu lunan Rusya askerinin iktitafı me'külât ve tedariki le vazımı sairesine el'an amel olunduğu üzere kezalik ta mamen huruçlarına kadar amel oluna ve Rusya askerinin baş seraskeri bu babda mahsusen tayin olunan devleti aliyyemin memurlarına memaliki mezburenin her biri tahliye olunduğunu haber etmedikçe devleti aliyyenin red olunan işbu kalelere ayak bacmayıp binnefis devleti aliyyem dahi red olunan işbu memleketlerinde kendi hü kümetini idhal etmeye kıla' ve kasabat da mevcud olan Rusyalının zahire ve mühimmatı muradları üzere Rusya askeri tarafından tahliye olunup devleti aliyyeme red olunan kalelerde mücerred bu esnada mevcud bulunan devleti aliyyem toplarmı terk edeler ve devleti aliyye me reddolunan ammei vilâyetlerin ahâlisi her ne cins ve hal keyfiyetten iseler ki Rusya devletinin hizmetinde müstahdem olmuşlardır. Akd olunan mühleti seneviyede ehlü ayal ve amvalleri birle Rusya askeri ile maan çeki lip nakletmek rağbetinde olanlar men'olununmayıp sü rutu mezkure muktezasmca gerek o zaman ve gerek ta mamen bir sene müddetinde vücuhla men'olunmasma devleti aliyyem taahhüd eder. 25 inci Madde — Gerek inas ve gerek zükur cinsin den olan bilcümle userayı muharebe ve sair esirler her ne paye ve rütbeden iseler iki devletin arazilerinde bulun dukça Rusya devletinde kendu iradetleriyle tanassur eden müslimîn ve devleti aliyyemde hüsnü iradetleriyle dinî muhammedîyi kabul eden hıristiyanlardan mada bilcüm le işbu ahidnamei mübarekenin tasdiknameleri mübade lesinden sonra derakab ve asla bir dürlü bahane ile tara feynden bilâ ivaz ve bigayrı sümün azad ve istirdat ve teslim olunalar kezalik giriftarı bendi istirkak olan bil 506 AHMED CEVDET PAŞA cümle hıristiyanlar yani Lehlu ve Bugdanlu ve Eflaklu ve Moralu ve ahalii Cezair ve Gürcüler ve sair bücümle ve bilaistisna bilâ sümün ve bayri ivaz azad olunalar. Kezalik işbu müsalahai mübarekenin inikadindan sonra bir takrib üe giriftarı bendi istirkak olan Rusya reaya ları devleti aliyyemde bulundukç ared ve teslim olunalar ve kezaük devleti aliyyemin reayaları hakkında biay nihi bu muamelei müteşabihe üzere hareket etmeğe Rus ya taahhüd eder. 26 nci Madde — işbu maddeler imza olunduğu ha beri Kırım'a ve öziye reside olduğu gibi derakab Kırım da olan Rusya ser askeri özi muhafızı ile muhabere edip iş bu imzayı tarihden iki ay zarfında mutemed adam lar gönderilerek Kuburun hisarını mazerzikr onsekizin ci madde de tasrih olunan sahralar ile teslim ve tesellüm kabul ederler. Ve işbu mutemed adamları mülakatları gününden iki ay zarfında mazerzikr maddeyi tekmil edeler. Şöyleki bi eyyi hal işbu ahidname imza olunduğu
günden dört ay müddette ve kabilse müddeti ekalli ka lilde maddei meşruh hitam pezir olup külliyen icra olu na ve memuriyetleri tekmil olunduğunu sadra'zam cani bine ve feld mareşal tarafına bilâ te'hir ihbar edeler. 27 nci Madde — Bu musalahai mubarakeye ve me valât ve musafatı beynedduveleteyn ziyade te'kid ile tem hid ve takviye zunnunda tarafeyn rızasiyle tevkit oluna cak miykatda işbu musalahayı hayriyeyi tasdiken tas diknameler ile fevkal'âde büyük elçiler baas ve tesyir ve iki elçiler reesi hududda muamelei müteşabihe ile mu kabele olunup devleti aliyyemin indinde ziyade mutaber olan Avrupa devletinin elçileri haklarında daayet olunan resmi mûtade üzer mumaliyhima dahi mer'i kılınıp delâ leti saffeti canibeyn olmak üzere elçiyanı mumaileyhı ma vesatetiyle şanı devletlerine lâyık hedaya irsal oluna. TARİHI CEVDET 507 28 nci Madde — Devleti aliyyem murahhasları mu maileyhuna tevkii resmî ahmed ve Reisül Küttap ibra him münip dame mecdühüma ve devleti Rusyanın Legon ta Cenerali Prenç Ribnin Hatmet avakibe bilhayr taraf larından işbu müsalahai müebbedenin maddeleri unza olundukdan sonra sadrazam ve Rusya devletinin feld ma reşalinin tenbihatı isaliyleberren ve bahren kulliyetlu ve sair yerlerde vaki' asakiri canibeyn meyanelerinde her dürlü muamelei hasmana men olunmak lâzım gelmeğle •derakeb sadrı azam ve ceneral feld mareşal caniblerin den Akdeniz ve Karadeniz, Kırım karşısında vaki donan maya ve mevazii sairei muharebeye ulaklar gönderilir ki baadi inikadül musalâha her yerde meadet ve meka telât def oluna. Ve bir güna ulaklar sadrı azamın ve ce neral feld mareşalin tenbihnameleriyle masum ve me' mun olalar ki Rusya ulağı Rusya askeri tarafına tesabuk eder ise işbu Rusya ser askerinin vesatetiyle sadrı aza mın tenbihnamesini devleti aliyyem ser askerine tesyin eyleye ve sadrazamın ulağı tebadür ve tekaddim eder ise ser askeri Devleti aliyye vesatetiyle feld mareşaün ten bihnamesini Rusya ser askerine baas ve tesyir eyleye ve akdolunan müsâlahai mübarekenin ukûd ve uhûdu tem hidi gerek tarafı hümayûnu hüsrevanemden ve gerek Rusya padişahı müşarinleyha tarafından sadrazam ve devleti Rusya feld mareşali Petro Konte Romançof tef viz ve ihale olunmağla ahidnamede mestur olan müsalâ hai müebbedenin cümle maddeleri ikisinin huzur ve mu vacehelerinde akdolunmuş gibi sadfı azam ve feld ma reşal caniblerinden devleteyn taraflarından kendulere ve rilen ruhsatı kâmile muktezasmca mevadı mezkûre'yi imza ve hatemleriyle tasdik edûp iş bu mevad mefhumun da akd ve temhid ve vaadolunan maddeler kaviyen ve bila tağyir mer'i ve dikkatle icra olunup hilâfına asla bir 508 AHMED CEVDET PAŞA nesne amel olunmayıp ferdi vahide dahi ettirilmeye ve bi aynihi mutabıkül ma'na suretleri imza ve hatemleriy le takrir ve tasdik olunup sadrazamın senedi Türkî ve İtalyan lisaniyle feld mareşalin senedi Rusya ve İtalyan lisaniyle devleteyn caniblerinden kedulere verile ruhsat ameler dahi murahaslar taraflarından ve devleti ahyyem canibinden olmak üzere feld mareşale isal ve mevaddm imzasından sonra beş gün veyahud kabil olursa müddeti
ekâlde dahi mübadele olunup sadrı azamın senedatım teslim ettikleri anda feld mareşal konte Romançof'un se nedlerini ahz edeler. HATEMEHU İndi fimabaad meveddi merkûne üzere tecdid ve temhid olunan sulhu salâh refıül harb vel kefah mukar rer ve muteber tutulup şiymei kerimei şehriyaranı sa dakat mütad ve kaidei meriyyei tacidaran vefa itiyad üzere ahdümisak ve tamamen tasdik ederiz ki gerek zikr olunan yirmi sekiz mevaddin şurut ve kuduna ve sulhü salâhin mevasik ve übuduna ve gerek diğer iki kıt'a ita olunan nişanı hümayunumda muharer ve mastur ma deteynin suratlarına kemali riayet olunup madem ki olcanibden dahi murahhaslar tarafından teyid ve tasdik olunan mevadi hilâfına vaz'u hareket sadır olmaya ta raf ı hümayunu padişahanemizden ve ahlâfı nisfat itti safımızdan vükelâyı âli makam ve mirmiranı sahibül ihtişam ve ümerai zevilihtiram ve umumen aşakirî nusret irtisamimiz ve bücümle ubudiyetimiz ile şerefyab olan tavaifi huddamdan bir ferd hilâfına mütallik vaz' ve hareket eylemeye. TÜMMET Hatimei ahidnamede mezkur iki maddeden birisi mesarifi harbiye tazminidir ki Devleti aliyye üç taksit TARİH1 CEVDET 509 ile beher sene beşer bin kese akçe vermek üzere üç se ne zarfında Rusyalıya on beşbin kese akçe te'diye etmeği taahhüd etmişdi. İkincisi Akdeniz adalarının sür'ati tah liyesidir ki zikrolunan ahidnamenin on yedinci maddesin de Akdenizde bulunan Rusya donanmasının üç ay müd detde çekilmesi meşrut ise de mümkün mertebe bir an akdem hareket etmesini Rusya devleti taahhüd eylemiş di. KAYNAKÇA ANLAŞMASININ ÇEVtRİSt: 1 nci Madde — İki Devlet arasında geçen her tür lü savaş ve düşmanlıklar ortadan kaldırılıp gerek harp araçları ve gerek başka yollardan iki tarafın yürüteceği ve yapacağı zarar ve düşmanlıklar tamamen unutulup ört bas olunup bu açıdan yüze çıkıp hiç bir zaman inti kam olunmuya. Düşmanlık erine karada ve denizde sü resiz ve kuvvetli değişmekden uzak anlaşmaya uyup uy gulama yapıla. Gerek benden önce gelen büyüklerin ta rafından ve yine Rusya imparatoriçesi ve ondan önce ge len büyükleri arasında yapılan ittifak ile bozulmadan süresiz ve değişmekden uzak dostluk muhafaza ve koru nup bu maddeler büyük dikkat ve önemle yürütülüp yü rürlükde tutula. Ve iki devlet toprakları ve memleketleri ve reayası ve iki taraf halkı arasında bu dostluk mad desine öyle uyula ki bundan sonra iki tarafdan birinin aleyhine gizliden ve açıkça hiç bir davranış düşmanlık ve zarar yapılmıya. Yenüenen dostluk ve samimiyet ge reğince ayrıntısız iki tarafa ne şekilde olursa olsun suç layan reayaların iki tarafda geçmişi unudarak suçlan ta mamen affolunup çekdiri veya başka hapishanelerde bu lunanları azad ve boşaltılıp yola koymak ve sürgün ve bir yerde oturmağa mecbur edilen kimselere dönüş izni çıkarılıp önceleri yaşantıları ne ise her türlü rütbe ve
510 AHMED CEVDET PAŞA malları sulh anlaşmasından sonra geri verilip kötülük lere ve cezalara uğramışlar. Varsa onların da haklarına hiçbir neden ve bahane ile taarruz ve zarar ve ziyan ve rilip cezalandırılmayalar. Başkaları tarafından bunlara hiç bir şekilde taarruz ve zarar, ziyan verilmesine göz yummamak ve zarar verip taarruz edenlerin de cezalan dırılması. Bu gibilerden her biri kanunla korunarak hi maye edilmeli ve vilâyetlerinin geleneği gereğince başka, vilâyetlerdeki gibi davranılmalıdır. 2 nci Madde — Bu mübarek karşılıklı anlaşmanın yapılışı ve karşılıklı onaylanmasından sonra iki devletin reayasından bazıları başka bir suçlama veya baş kaldır ma yahut hainlik edip iki devletten birine gizlenecek ve ya sığınacak olsa Osmanlı Devletinde dini İslâmı kabul ve Rusya Devletinde hıristiyan olanlardan başka asla bir bahane ile kayırılmayıp hemen geri çevirip yahut hiç ol mazsa sığındıkları devletin topraklarından kovulsunlarki bu gibi yaramazların nedeni ile iki devlet arasına soğuk luk girmesin ve yahud gereksiz bir davranış ortaya çık masın yine iki taraf reayasından olup gerek îslâm ge rek Hıristiyan toplumundan bir kimse kusurlarını düşü nüp bir devletten bir devlete sığınmak isteseler bu gibi istekler gecikmeden geri çevrilir. 3 üncü Madde — Kırım, Bucak, Koban, Yedisan, Canboyluk, yedicgül kabileleri ve Tatarların hepsi ayrın tısız iki devlet tarafından hür ve bağımsız hiç bir büyük devlete uydu olmamak üzere karşılanıp kabul edilecekler. Tatarlar birleşip topluca re'y verip Cengiz Han soyundan seçilip başlarına getirdikleri şekilde hükümet etmeleri ve başka hiç bir devletin iç işlerine karışmamasına ve hiç bir devlete yaptığının hesabını vermemeğe ve eski kanun ve gelenekleri üzere gerek han seçiminde gerek nasbında gerek özel iç işlerinde ve kendi devlet işlerinde hiç bir TARİHI CEVDET 511 suretle ne Osmanlı devleti ne de Rusya devleti karışma yacak onlar iç ve dış işlerinde başka bağımsız devletler kendi kendine topraklarında hükmederler. Allahdan baş ka kimseye bağlı olmamak üzere tatarlar bunu böylece karşılar ve kabul ederler. Lâkin mezhebleri İslâm'dan olup Osmanlı Padişahı da Halife ve mü'minlerin imamı olduğuna göre tatarlar Devletlerinin hür ve bağımsızlı ğına sarsıntı getirmiyerek mezheb işlerini tarafı hüma yunun halkına islâm şeriatı gereğince uygular. Rusya Devletine verilen Kerş ve Yeni kale arazisi ve limanla rından başka Kırım ve Koban taraflarında yapılan iş galde kasaba kaleler, evler ve topraklar, Berda, Konski, Voy, Özi suyu nehirlerinin Aksu, ve Turla nehirlerin^ arasında olan bütün topraklar Lehistan sınırına varın caya kadar tatarlara geri verilecek Özi kalesi ötedenberi bulunduğu Osmanlı toprakları içinde bulunacak ve sulh anlaşması ile yapılan mübadeleden sonra Rusya Devleti, Tatar topraklarında bulunan bütün askerini çıkarmaya söz verir. Kırım yarımadasının ve Koban ve Taman cezi resinde bulunan kasabalar, kaleler ve evlerden ve başka her şeyden Osmanlı Devleti vaz geçdi sözü verir. Bu yer lere bundan sonra muhafız askeri veyahud başka asker göndermeyecekdir. Bu toprakları tatarlara böylece Os
manlı Devleti kurtarıp vererek bağımsız devlet kurup hüküm sürmelerini Rusların bağımsız devlet kurup ken di hükümetlerini idarelerini tanıdığı gibi Osmanlı Dev letimiz taahhüd eder. Ve bundan sonra kalelerinde kasa balarında oturdukları yerlerde ve topraklarında muha fız askeri yahud başka bir nevi asker, başka sekban veya hud askeri kuruluşlarla ilgili ne olursa olsun gönderilme yip, bütün Tatarları Rusya Devleti tarafından verilen bağımsızlığı ve kimseye uydu olmaksızın istiklalleri üzere Osmanlı Devleti de terk ede. 512 AHMED CEVDET PAŞA 4 üncü Madde — Devletler hukuku asıl gereği kendi topraklarında uygun göreceği düzeni kuracak ve her devlete uygun görülecek davranışda kendi toprak ve sınırlarında uygun gördükleri yerde kaleler şehirler ka sabalar binalar evler yapıp eski kale şehir ve kasabaları yenileyip onaracaklardır. 5 nci Madde — Bu mübarek sulh anlaşmasının ya pılmasıyla yeniden dostluk ve komşuluk samimiyeti ge lişdikden sonra Rusya Devleti tarafından ikinci paye ya ni enopyato tabir olunur. Orta elçisi ve yahud murahhas elçisi nasbi ile Osmanlı Devletinde süresiz bir Rus elçisi ikamet edip ileri gelen ve değer verilen devletlerin elçi leri hakkında yapılan merasim, saygı ve saygı işlemi Rus elçisinin rütbesine de Osmanlı Devleti tarafından ya pılacak genellikle umumî merasim alayında Alman im paratorunun elçisi yüksek paye veyahud küçük payede olduğu takdirde hemen Niderlan'm büyük elçisinden son xa peşinden gelen Niderlan'm büyük elçisi bulunmaz ise Venedik büyük elçisinden sonra peşinden gele. 6 nci Madde — Rusya Devleti elçisinin bilfül hizme tinde bulunanlardan bir kimse hırsızlık ve büyük suçlama ve yahud özür dilenecek istenmeyen bir iş işledikden son ra yazılıp elçi tarafından açıklanacak şeküde tamamen geri alma ve içkili iken Hz. Muhammedin «aleyhissalatü vesselam» dinini kabul etmek sevdasında olanlar bu dine kabul olunmayıp içküi durumu geçdikden sonra içkisiz durumuna dönüşünde akılları başlarına geldikden sonra kararları ve sözlü açıklamaları elçi tarafından gönderi lecek adamın önünde de ve bazı garazsız Müslümanların karşılarında söyletilip böyle kabul olunalar. 7 nci Madde — Osmanlı Devleti Hıristiyan dininin haklarını ve kiliselerini sağlamca korumayı taahhüd ede. Her ihtiyacda istanbul'da adı geçen 14 ncü maddedeki ki TARIHI CEVDET 513 liseler Rus elçisine verilecek yetki ile kilisede hizmet edenleri korumasına çeşidli bildirilerle el koyan ve elçinin bildirisi Osmanlı Devletimizin dostluk samimiyetine ya kın ve bağlı mutemedi tarafından bildirilip arz olunmağ la Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmelerini taahhüd eder. 8 nci Madde — Kudüsü Şerif ve ziyarete değer baş ka yerlere seyahat edip hiçbir zaman bu yolcu ve turist lerden gerek Kudüsü şerifde ve gerek başka yerlerde yolda iken bile cizye, haraç, vergi gibi bir teklifde bulun mamağı Rus Devletinin gerek rahibler zümresine ve Rus ya reayasına açık izinle başka devletlerin reayalarına ve
rilen fermanlar yol emirleri bunlara da onlara uygulan dığı üzere yerine getirilecek eğer Osmanlı Devleti top raklarında yerleşirlerse kendilerine ve yaptıkları işe sata şılmayıp taarruz olunmayacak ve kanun kuvveti ile ko runacaklar. 9 uncu Madde — İstanbul'da oturan Rus elçilerinin hizmetinde bulunan tercümanlar her ne milletten olursa olsun Devlet işlerine hizmet eylediklerine göre hizmetleri iki devlete de geçtiği için hoş tutulup iyi muamele ve saygılı davramlması ve çocuklar1, tarafından ismarlanan maddeler için açıkça suçlama yapılmaya. 10 uncu Madde — Bu, sulh anlaşması imza olunup iki taraf askerinin baş kumandanları tarafından lâzım gelen uyarmalar yerlerine ulaşıncaya kadar bu aralık bir yerde savaş çıkarsa taarruz yapıldı denilmeyip buna ya kın olaylar mütühat ve istilâlar da ortaya çıkışıyla ay nı zamanda tanınmayarak böyle olaylardan hiç kimse fayda görmeye. 11 nci Madde — îki devletin menfaati için toprakla rını çeviren bütün denizlerinde iki devlete bağlı gemi ve F. 33 514 AHMED CEVDET PAŞA tüccar gemilerine engel çıkarılmayıp serbestçe gidiş ve gelişleri anlaşma ile taahhüd olunup iskelelerine ve her yere başka devletlerin yaptıkları ticaret kolaylıklarını Rus ticaret gemileri için Osmanlı Devleti tarafından izin. verilerek Karadenizden Akdenize ve Akdenizden Kara denize ve bütün kıyılarında ve limanlarında bu denizle re bitişik olan ticaret yolu ve Boğazlarında kalmalarına. izin verile. Bu maddeye dair yukarıda anlatılan Osman lı Devleti toprağında ticaret işlerini tıpkı Fransa ve İn giltere gibi dost sayılıp fazla müsaade buyurulan karşı lıklı barışıklık ve ayrıcalıkla nehir yolu ticareti gibi ka rada da ticaret etmek için Rus reayalarına devletimiz. tarafından açık izin verilip anlatıldığı gibi Tuna nehrin de bile geçip gideler gerek ticaret işleri ve gerek Rus tüccarı hakkında bu maddede kelimesi kelimesine yazıl dığı gibi her türlü ihtiyaç ortaya çıkınca iki milletin ve başkaların şartları geçerli sayılan bu milletlerin verdik leri rüsumat güçlüğünü ve ödenen parayı verdiklerinden sonra Rus tüccarları her çeşid malı nakil ve ihraç edip Karadeniz ve başka denizlerin kıyı ve limanlarına ve İs tanbul'a varmaları caiz ola. Bilindiği gibi ayrıcalık ol madan bütün sularının ticaret işleri ve deniz yollarında gidiş geliş maddesini her iki taraf reayalarına uygula yarak kendi tüccarlarına her iki delette işlerini görmek ve ticaretini yürütmek için gereken süre de her iki taraf topraklarında oturmalarına izin verüe. Bu açıdan her iki tarafça Taahhüd olunur ki dost olan başka devletlerin reayalarına uygulanan serbestlik ve selâmetle gidiş ge liş Rusya tüccarına da uygulana. Ve koruma düzeni maddesi bütün yapılan işlerde gerekli olmakla Rusya ta rafından lüzum gösterilecek umumî yerlerde konsolos lar ve konsolos vekülerinin tayinine Osmanlı Devleti ta rafından izin verüip dost olan başka devletlerin konsolos TARİHİ CEVDET 515 larınm gördüğü saygı ne ise bunlara da aynı gösterile. Bu konsolos ve konsolos vekilerine Beratlı denilen pa
dişah beratı ile güvendikleri tercümanları inayetlerinde tutup İngiltere ve Fransa ve başka mületlerin hizmetle rinde bulunan emsallerinin elde ettikleri muafiyetlere bunlar da erişip onlar gibi yararlanalar ve Rusya'nın dos tu olan milletlerin iş görmekde elde ettikleri ayrılık ve bağışla karadan ve denizden Rus topraklarında ticaret etmeğe ve bilinen rüsumu ödedikden sonra Osmanlı Dev leti reayalarına Rusya tarafından izin verüip ve deniz yolculuğu sırasında kazaya uğrayan gemilere her iki ta raf nasıl olacaksa öyle yardım ve böyle kazalar olunca samimi dost sayılan milletler hakkında uygulanan yar dım ve yakınlık ile kendilerine gerekli eşya o günkü ge çerli narh ile kendilerine alıverile. 12 Hci Madde — Afrikalılar yani Trablusgarb ve Tunus ve Cezairi Garb ocaklariyle Rusya Devleti ti caret anlaşmaları yapmak isterse Rusyanm iyi karşılan ması için kendi itibarını ve iznini Rusya içinde kullan mağı taahhüd ederek bu anlaşmayı korumak ve muha faza işini ocaklar hakkında osmanlı Devleti üzerine alır. 13 üncü Madde — Bütün umumî senedler ve mek tuplarda ve her hususda tamamen Rus imparatoriçesi geçerli lâkabına Osmanlı Devleti tarafından Türk dili ile tamamen Rusyalıların padişahı tabiri kullanıla. 14 üncü Madde — Başka Devletler gibi özel kilise lerden başka Galata tarafında Beyoğlu adlı mahallenin yol üzerinde bir kilise yaptırması uygun karşılanacak ve bu kilise halk kilisesi olup Dusogrofe kilisesi adiyle süre siz Rus elçisi tarafından korunup her türlü taarruz ve sataşmadan uzak ve emin olarak koruna. 15 nci Madde — İki devletin hududları tayin ve pa yeleri ve eski mülkleri yeniden yeni hali ile tekmil olu 516 AHMED CEVDET PAŞA nup bu savaşdan önceki sahibi oldukları topraklarına dö neler (2 incisi) bilindiği gibi hıristiyan din işleri nasılsa öyle serbest olup yapılışına engel olunmayıp kiliselerin yeniden yapılmasına ve eskilerinin onarılmasına engel olumaya (3. üncüsü) ötedenberi manastırlara ve başka şahıslarla ilgili sonra haksız yere kendilerinden alınıp İbrail ve Hotin ve başka yerlerin dolaylarında bulunan yerlerle emlâk bugün bile reaya adiyle anılan kimselere geri verile. (4 üncüsü) Rahiblef zümresine uygun görü lecek ayrıcalıkla saygı gösterile. (5 incisi) vatanını terk ederek başka yerlere varmak isteğinde olan hanedanlar serbestçe eşyalariyle nakletmeğe izinli olalar. İşte bu ha nedanlara kendi işlerini düzene koymakda yeter zaman serbestliği içinde vatanlarından nakl eylemelerine bir se ne mehil verilip bu mehil müddeti de anlaşmanın tasdiki ve mübadelesi tarihinden sayılması ve hesaplanması. (6 ncısı) eski hesaplar için her ne zamandan ise gerek akça paraları ve gerek başka yoldan hiç bir şey tahsil olun maya. (7 ncisi) Bu savaşın tam süresi için bir türlü tek lif ve yahud başka dürlü bir istekde bulunulmayıp savaş süresinde etkisi altında kaldıkları zararlar ve bir çok tah ribata göre bundan sonra 2 yıl mühlet verilip bu müh let anlaşmanın tasdiki tarihinden sayıla. (8 incisi) Bu mühlet geçdikden sonra cizyelerinin akçasını iyi bir dav ranışla tayinde muamele ve işe hız vermekde kolaylık göstererek korumak ve 2 yılda bir kere meb'uslarınm
aracılığı ile cziyelerini vermek ve tayin olunan bu cizye lerinin tam olarak Ödenmesinden sonra asla ne bir paşa ne hâkim ne de kim olursa olsun sınırlandıkları düzen ge reğince iki taraf reayalarına büyük kavga ve konuşma lara değinen bir madde olmadığı gerçeği düşünülürse bek lenmedik arizaların ortaya çıkması nedenleriyle zarar ve ziyanların kaldırılmasına iki devlet el birliğiyle karar i TARİHI CEVDET 517 vermişlerdir. Böyle olaylar çıkarsa sınır başında olan hükümet adamı çıkan olayı görüp gözedip yahud tayin memurlar gereği gibi maddeyi teftiş ettikden sonra ge ciktirmeden hakkı olan kişinin hakkını vereler. Temizce olunan özel memurları marifetiyle araşdıralar. Böylece taahhüd olunur ki işte bu anlaşma ile yeniden taahhüd edilen geçerli şeyler ve düzene koyma maddesi bugünden sonra kazaya uğratılıp değiştirilmeye. 16 ncı Madde — Bütün Bucak toprakları, Akgerman, Kili ve İsamail kaleleriyle başka kasaba ve köyler içeri sinde bulunan bütün eşya ile Rusya Devleti tarafından Osmanlı Devletine geri verilip, Bender kalesi de geri ve rilecekdir. Yine Eflâk ve Buğdan topraklarım bütün ka leleri şehirleri ve kasabalar ve köyleriyle içinde bulunan bütün eşyalariyle yine Osmanlı Devletine geri verir. Os manlı Devleti de yukarıda açıklanan şartlarla adı geçen memleketleri kabul edip bu şartları tamamen ve bütüniy le koruyacak ve muhafaza eyleyerek nasıl vad ettiyse öy lece taahhüd eyleye (1 incisi) bu yeni voyvodalıkların ahalisi her ne paye iş, hal, isim ve görünüşde iseler ayır madan haklarında tamamen elden geldiği kadar geçmişi unudarak her türlü suçlamaları veyahut Osmanlı Dev letinin işlerine aykırı hareketlerine dayanan ve kuşkulu bütün işlerini süresiz örtbas olunup evvelki maddenin ge reği üzere mansabcizye sahiplerine hiç bir zaman taarruz etmeyip başka bir dürlü vergi veyahud teklif herhangi isim ve bahane ile kendilerinden istenilmeyip büyük bü yük atam dördüncü Sultan Mehmed Han zamanında ele geçirdikleri imiyazlarla yaşayalar. (9 uncusu) Mülk işlerini gören kapu kethüdalarının yerinde bu voyvodalık ların beylerine de her birinin tarafından Rum mezhebin de hıristiyan olmak üzere iş bitirir kişilerin bu memlekete değinen işlerini görmeleri içii izin verile. Osmanlı Devle 51S AHMED CEVDET PAŞA ti tarafından da haklarında hoş görürlükle işlem yapılıp, insan hakları kaidelerinden yararlanacak, bu aciz halle rinde her türlü saldırıya karşı önleme tedbirleri alınmış ve uzak sayılalaf. (10 uncusu) Osmanlı Devleti tarafın dan Rusya İmparatorluğu elçilerine bu iki voyvodalıkla rın gereğine göre koruyup serbest dolaşmalarına izin verilip uygun karşılarlar ve iki devlete lâyık olan dostluk gereği elçilerinin gösterdikleri konuşmalara saygılı dav ranmağı Osmanlı Devleti taahhüd eder. 17 nci Madde — Bugün Rus devletinin ele geçirdiği Akdeniz adalarını Rusya Devleti, Osmanlı Devletine geri verir. Osmanlı Devleti de taahhüd ederki bundan önceki maddede açıkça belirtilen her türlü kabahatlerin ve Os manlı Devletinin işlerine ters görüş ve davranışla yapılan
bütün işlerde geçmişi unutup tamamen affederek olma mış gibi affetmeği, bu adalar halkı hakkında, tam bir doğrulukla taahhüd eder. (2 ncisi) Hıristiyan dinlerine asla düşmanca taarruz ile yüklenilmeyip kiliselerin ona rım ve yenilenmesine nasıl olursa olsun engel olunmaya ve bu kiliselere hizmet eden şahıslara asla bir yolunu bulup sataşıp taarruz olunmıya (3 üncüsü) bu savaş ne deniyle kendilerine yapılan keder verici tahribatla Rus ya devletinin hakimiyeti altında bulundukları tarihden ve bundan sonra geçen iki yıl bu adaların Osmanlı Dev letine geri verilişi tarihinden sayılmak gerekdir. Osman lı Devleti tarafından adı geçen adalar halkından hiç bir türlü yıllık rüsum almmıya. (4 ncüsü) Vatanını terk edip başka yerlere varmak istiyenler tamamen mal ve eşya lariyle nakletmek için Osmanlı Devleti tarafından bu gi bilere ruhsat verilip işlerini düzene koyacak yeter vakit de bu anlaşmanın tasdiki mübadele olunarak tarihinden bir sene müddet mehil verile (5 ncisi) Rus donanmasının geri dönüp çekilmesi de bu anlaşma tasdiki tarihinden TARİHİ CEVDET 519 sonra üç ay içinde yapılmak gerekdir. Bir şeye ihtiyacı olursa Osmanlı Devleti tarafından elden geldiği kadar yardım yapıla. 18 nci Madde — Özü suyu boğazında bulunan Kıl fourun hisarı bu nehrin sol tarafı kıyısında yeter arazi ile ve Aksu ile Özi suyu arasında bulunan boş topraklar kavgadan uzak, çekişmesiz, bağımsız, süresiz Rusya'nın eli altında kala. 18 nci Madde — Özi suyu boğazında bulunan Kıl nikale Kalesi ve kerç ve limanları içlerinde bulunanı ve topraklariyle Karadenizden başlayıp yukarıdan kerçin eski sınırına vararak Buhaca adlı yere varınca ve Buha ca'dan doğru çizgi ile Azak denizine varınca çekişmeden uzak, bağımsız, süresiz Rus Devletinde kala. 20 nci Madde — Miladı İsa 1700 senesi yani Hic rî 1003 senesi Tolstoy adlı hakimi ile Aco muhafızı Ha san Paşa arasında yapılan anlaşma senedlerinden anla şıldığına göre Azak kalesi evvelki sınırı ile süresiz Rus Devletine verile. 21 nci Madde — İki kabartalar yani büyük kabarta "ve küçük kabarta Tatarlarla olan komşuluklarından do layı Kırım Hanları ile ilişkileri olmağla Rusya Devletine tahsis olunmaları maddesi Kırım Hanlarının ve meşve retinin ye tatar başlarının iradesine bırakılsın. 22 nci Madde — İki Devlet arasında yapılan anlaş ma bütün eski anlaşma ve şartları ve Belgrad kalesinde olan anlaşmayı ve ondan sonra ortaya çıkan genel şart ları ortadan kaldırıp süresiz ört bas etmek iki devlet arasında ittifakla karar verilip şöyleki resmî anlaşmala rın hakkına bundan sonra bir dürlü iddialarda bulunmı yalar. Milâdî 1700 senesinde Tolstoy adlı hâkim ile Aco ikalesi muhafızı Hasan Paşa ülkesi sınırı ve Koban sınırı nın tayin ve tahdidine değinen ortaya çıkmış şartlar bu 520 AHMED CEVDET PAŞA ayrıcalıkdan uzak olup evvelden nasılsa değişmeksizin öylece kala. 23 üncü Madde — Gürcü ve Mekril bölgesinde bu
lunan Bağdatcık ve Kütanis ve Şehriban kaleleri Rus as kerinin eline geçnıişdir. Ötedenberi bağlı oldukları asıl sahiblerinde kalmak üzere Rusya Devleti tarafından ya pılan araştırma ve soruşturma ile uzun zaman önce Os manlı Devleti adı geçen kalelere sahib olmuşsa da Os manlı Devletine geri verilmek üzere kabul olundu. Bu an laşmanın mübadelesinden sonra anlaşma zamanında Rus. askeri adı geçen kaleleri boşalta. Osmanlı Devleti de ev velki maddenin gereği adı geçen bölgede bu savaş süre sinde Osmanlı Devleti aleyhine çalışanları ve geçmişi unutarak bilindiği üzere oğlan kız vergisinden ve cizye talebinden vaz geçeceğini taahhud eder. Ötedenberi ya kınlıkları olanlardan başka adı geçen topluluklar arasın da kendi reayası olmak üzere kimsenin hakkını elinden almayacağını ve iddia ettikleri haklarını vereceğini Os manlı Devleti taahhüd eder. Gürcü ve Mekriler tarafın dan ötedenberi ele geçirilen topraklar ve tahkim edilmiş yerleri tekrar kendi hükümet ve kesin muhafazalarına bıraktı. Ve manastır din işleri ve kiliseleri hakkına hiç bir şekilde taarruz ve baskı yapılmayıp eskilerin onarılması na ve yenilerin yapılmasına engel olunmaya. Ve Çıldır Paşası ve başka eşkiya ve subaylar tarafından çeşidli iddia ile mallarını yok edip taarruza uğramalarına Os manlı Devleti engel olacak. Ve bunlar Osmanlı Devleti rgayusundan olmağla Rusya Devleti bu gibi Gürcü ve Mekrilüere müdahale etmeyip taarruz eylemeye. 24 nci Madde — İmzadan ve maddelerin onayından hemen sonra Tuna nehrinin sağ tarafında bulunan bütün Rus askeri geri dönüp çekilecek ve anlaşma imza tarihin den bir ay içinde Tuna'nın sol kıyısına geçecekler ve Rus TARIHİ CEVDET 521 askeri Tunanın sol kıyısına geçdikden sonra Hırşova hi sarını boşaldıp Osmanlı askerine teslim olma ve sonra Eflâk ve Bucak topraklarının boşaltılmasına birden baş lanıp bu boşaltma maddesine iki ay mühlet verilir. Ve Rus askeri Eflâk ve Buğdan'dan çekildikden sonra bir tarafdan yergoğu kalesini ve sonra İbrail ve öte yandan İsmail kasabasını ve Kili, Akkerman kaleleriyle Rus as keri terk edip başka yerdeki askerlerin katılmağa başla dığı zaman Osmanlı askerine bu kaleleri bırakırlar bu Eflâk ve Buğdan'ın tamamen boşaltılmasına üç ay süre anılır. Yukarıda adı geçen işler yapıldıkdan sonra Rus askeri Buğdan topraklarından çıkıp Turla nehrinin sol tarafına geçecekdir. Böylece adı geçen yerlerin ve toprak ların boşaltılması iki devletin selâmet içinde anlaşma mü eyyidelerinin onayından sonra beş ay i;inde olup da Rus askeri Turla nehrinin sol kıyısına geçince o zaman Hotin ve Bender kaleleri Osmanlı askerine teslim olunur. An cak Kılburun hisarı belirtilen arazisi süresiz anlaşmanın 18 nci maddesinde açıklandığı gibi Aksu ile Özi suyu ara sında kalan boş arazi köşesi süresiz ve çekişmeden Rus ya devletine teslim olunması şartı ve ayrıcalığı vardır. Akdeniz adalarına dair Rus donanmasının işleri ve iç dü zenleri çabuklaştırılarak bu adalar bölgesinde bulunan Rus askeri çatışma olmadan Osmanlı devletine geri veri lir. Çünkü mesafe uzak olunca vaktinde davranmalıdır. Buna da dost bir devlet olduğu için Rus donanmasının gidişini çabuklaşdırmada Osmanlı devleti levazımını ifade elinden geldiği kadar yardım etmeği taahüd eder. Gere ken şeyleri verilip de Osmanlı devletine geri verilen yer
lerde Rus askeri kalırsa bu memleketlerin düzeni Rusla rın ele geçirdiği zamanki düzende kalıp bütün Rus aske rinin tamamen çıkacakları vakte değin Osmanlı devletî tarafından bu memleketlerin hükümetine müdahale olun 522 AHMED CEVDET PAŞA maya ve bu memleketlerde bulunan Rus askerinin araya cağı yiyecek ve tedarik edeceği levazım yardımı işi bu memleketlerden çıkıncaya kadar devam eder ve Rus as kerinin baş kumandanı bu yolda Özel olarak tayin olunan Osmanlı devleti memurlarına bu toprakların her birini boşalttığını bildirmedikçe Osmanlı devletinin geri verilen bu kalelere ayak basmayıp yalnız Osmanlı devleti bile ge ri verilen bu topraklara kendi hükümetini sokmıya, kale lerde ve kasabalarda bulunan Rusların zahire ve mühim matlarını diledikleri gibi boşaldıp geri verilen kalelerde ayrıca bu esnada bulunan topları terk ederler. Osmanlı devletine bırakılan bütün vilâyetlerin halkları, cinsleri ve yaptıkları işlerle Rusların hizmetinde bulunanları olmuş dur. Anlaşma gereği bir senelik mühlet içinde çoluk ço cuk ve mallariyle birlikde Rus askeri ile beraber göç iste yenlere engel olunmayacağını adı geçen şartlar gereği gerek o zaman ve gerek tam bir yıl içinde işaretlenip en gel olunmamasına Osmanlı devleti taahhüd eder. 25 nci Madde — Gerek erkek ve gerek kadın olan sa vaş esirleri ve başka esirler her ne paye ve rütbeden iseler iki devletin topraklarında bulunduk ça Rusya devletinde kendi istekleriyle hıristiyan olan müslimler ve Osmanlı devletinde kendi istekleriyle Mu hammed'in «Sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem» di nini kabul eden hıristiyanlardan başkası bu an laşma tasdikinden ve mübadelesinden sonra hemen ve hiç bir bahane aramadan her iki tarafça karşısında bir şey istemeden, parasız azad edilip geriye teslim olunanlar. Yine esarete düşen bütün hıristiyanlar, yani Lehli, Buğdanlı, Eflâklı, Morali, Adalar halkı, Gürcüler ve baş kaları ayırmadan parasız ve karşılığında bir şey istemeden azad olunanlar. Yeni bir anlaşmanın yapılışından sonra nasılsa esir alman Rus reayaları Osmanlı devletinde bu lundukça geriye teslim olunmalar ve yeni Osmanlı devle TARİHİ CEVDET 523 ti reayasından Ruslara esir düşenler için aynı işlem uy gulanarak hareket etmeği Rus devleti taahhüd eder. 26 ncı Madde — Bu anlaşma maddelerinin imzalan dığı haberi Kırım'a Özi'ye bildirildiği gibi Kırım'da olan Rus askeri hemen Özi muhafızı ile haberleşip Lunza ta rihinden iki ay içinde güvenilir kişiler gönderilerek Ku burun hisarını adı geçen 18 nci maddede belirtilen yerler le beraber teslim alıp teslim ederler. Bu güvenilir kimse leri karşılıklı konuşma gününden iki geçinceye kadar adı geçen maddeyi tamamlayalar. Şöyle ki bu anlaşma imza olunduğu günden bu yana dört ay içinde ve kolayı varsa daha kısa süre de sonuçlandırmak gereği yapıla ve me muriyetleri işi bittiğini sadrıazam tarafma ve Feld mareşal tarafına geçikdirmeden haberi bildireler. 27 nci Madde — Bu anlaşma olanaklarıyle bağışları her iki devlet tarafından karşılıklı istek ile taahüdleri yerine getirme ve anlaşmayı kuvvetlendirme gereğini her iki taraf isteği üzerine belirli zamanda bu hayırlı an
laşmayı onaylayarak tasdiknameler ile fevkalade büyük elçiler alınıp gönderilerek sınır başında benzeri işlem uy gulanarak Osmanlı devleti gözünde saygı değer görülen Avrupa devletleri elçileri için uygulanan her zaman ya pılan merasim Rus elçisi için bile geçerli kılınıp iki tara fın samimî yardımları olmak üzere bu elçiler aracılığı ile devletlerin şanına lâyık hediyeler götüreler. 28 nci Madde — Osmanlı devleti murahhasları tevkii Resmî Ahmed ve Reis ül Küttap İbrahim Münib büyüklerimiz ve Rusya devletinin kont general prens Rib enin taraflarından bu süresiz anlaşmanın maddeleri imza Olundukdan sonra Sadrı âzam ve Rusya devletinin feld mareşalinin uyarmalariyle karada ve denizde ve her yer de çokça bulunan iki taraf askeri arasında her türlü ça tışmanın önüne geçilmesi lâzım olmakla sadrı âzam ve 524 AHMED CEVDET PAŞA feld mareşal tarafından hemen Akdeniz, Karadeniz ve Kırım karşısında bulunan donanmaya ve bazı savaş yer lerine ulaklar gönderilerek sulh anlaşmasından sonra her yerde düşmanlık ve birbirlerini öldürmeler kaldırılsın. Sadrı âzam'm ve feld mareşalin uyarıcı yazılariyle ulak lar her zaman korunup emin olsunlar ki Rusya ulağı Rus başkumandanı tarafına geçerse bu Rus başkumandanı yardımiyle sadrı âzamin uyarıcı yazısını Osmanlı seras kerine yola çıkarak ve Sadrı âzam'm ulağı öncelik aluv ssa Osmanlı seraskeri yardımiyle feld mareşalin yazısını Rus başkumandanına yola vurup göndere ve yapılar* an laşmanın yerine getirilmesi taahhüd olanların yapılması gerek Osmanlı devleti Padişah ve gerek Rusya împara toriçesi tarafından Sadrı azamın ve Rus feld mareşali Petro Kont Romanof ulaşıp erilmiş olmakla anlaşma da. kapalı tutulan anlaşmanın bütün maddeleri ikisinin hu zur ve karşılıklı görüşmelerinde akdolunmuş gibi sadrl âzam ve feld mareşal tarafıdan iki devletçe verilen tam yetki gereğince bu anlaşma maddelerini imza ve mühür leriyle onaylayarak taahhüd edilen ve vaad olunan mad deler sağlamca ve değiştirilmeksizin geçerli olup dikkat le işlenmesi gerekir. Tersine bir iş asla işlenmeyip hiç bir kimsede karşı davranışda bulunmaya, anlamı bile biri di ğerine benzer suretleri imza ve mühürleriyle karara bağ landıkdan sonra onaylanıp sadrı âzamin senedi Türkçe, İtalyanca dille feld mareşalin senedi Rusça ve İtalyanca dille iki devlet tarafıdan kendilere verilen belge ve yetki lerle murahhaslar tarafından Osmanlı devleti tarafından olmak üzere feld mareşale gönderilip maddelerin imza sından sonra beş gün ve yahud kabul olursa en kısa za manda da!\i değiştirme yapılıp sadrı âzamin senedlerini teslim ettiklevi anda feld mareşal kont Romanof un se nedlerini alalar. TARİHİ CEVDET 525 HATİME Bundan sonra sayfan maddeler üzere yenilenen ve anlaşma ile taahhüd olunan sulh ve salâha ve savaşı kal dırıp engel olma xarar altına alınıp saygı gösterilerek uygulanıp her zaman samimiyetine güvenilir asıl yaradı lışdaki Padişahlar taç sahiplerinin geçerli kurallarına gö re sözde durmak alışkanlığı ile sözleşip andlaşarak tam olarak onaylarız ki gerek adı geçen 28 maddenin şart ve
kayıdlarma, sulh ve salâh'm söz ve andlaşmalanna ve gerek diğer iki kıt'a verilen nişanı hümayununda satır lara yazılı maddelerin tersine davranış durumuna, ve ha rekete geçiimeyip tarafı padişahanemizden, bizden sonra yerimize geçecek olanlarla yüksek makam sahibi ve ihti şamlı mirmiranlarm ve saygı değer kumandanlarımız ve zafer getiren askerlerimiz ve bütün kullarımızla hizmet edenlerden hiç kimse anlaşmaya karşı davranışda bulu nup harekete geçmeye. BÜTÜNLEME Anlaşma hatimesinde sözü geçen iki maddeden bi risi savaş giderleri tazminidir ki Osmanlı devleti üç tak sitte her yıl beşer bin kese akça vermek üzere üç sene içinde Ruslara on beş bin kese akça ödemeği taahhüd et mişdi. İkincisi Akdeniz adalarının sür'atle boşaltılmasıdır ki adı geçen anlaşmanın on yedinci maddesinde Akdeniz' de bulunan Rus donanmasının üç ay içinde çekilmesi şaru koşulmuş ise de bir an önce hareket etmesini Rusya dev leti taahhüd eylemişdi. (9) FENERLİ BEYLER ZAMANINDA EYALETİ BUĞDANIN DEFTERİ MESARİFATI Kuruş 500.000 Cizye 526 AHMED CEVDET PAŞA 000 Bayram hediyesi (]( Dersaadete Hedayayı Hafiye 000 Makamı sadarete takaddüme 200 Kırım hanının memuru mukimine 000 Hotin kalesinin mustahfazları tayinatma 000 Kırım hanına 000 Eyalet civarına memuriyetle geleıa paşalara 000 Beyin dersaadete gidip gelen adamlarına 500 Yaşda bulunan İslâm askerine lydiye 000 Hastahanelerine 000 Beye amediye 000 Dersaadete vesair mahallere işliyen tatarlara .000 Beyin Türkçe ve Kumca katiplerinin kırtasiye mesarifi 000 Sarayın tamirat ve mefruşatına 000 Saray kademesinin elbisesine 000 Mesarifatı matbah ve saire 00Ö Saray halkına paskalya bahşişi 000 Papaslara ve kilise mesarifine 000 Beyin hizmetinde bulunan sekban askerinin mesarifi 000 Arnavut tüfekçilerinin mesarifi 000 Mehterhane 000 Beyin karısına yaşmak baha ve mesarifi sairesi 1413.700 Evvel tarihde cari olan kuruş şimdiki sağ akça he sabiyle on bir kuruşa baliğ olduğundan bugünkü günde meblağı mezkûr otuz bu kadar bin kese demek olup hay* li barı giran olduğu mustağnü beyandır. Eflâk'ın hali da hi buna kıyas üe molûm olur. ?
İÇİNDEKİ LEB Tarihi Cevdet'in neşri vesilesiyle ... ,.......... ...... 5 Cevdet Tarihinin Me'hazları...... ......... ....... ... 18 Mukaddeme............. ................................ 32 BİRİCİ BÖLÜM Tarih ilminin lüzum ve faydası......,...... ....... 33 İKİNCİ BÖLÜM Hükümetlerin görünüş ve kısımları ... ...... ... 36 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM islâm Devletlerinin geçmişteki halleri ve Devleti aliyye'nin meydana çıkması ... ..............,t ..., 40 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Devleti aliyye'nin değişik durumları ... ......... 57 Matbaacılık san'atınm doğuşu ve İstanbul'da or taya çıkması............................. ... ... 102: BEŞİNCİ BÖLÜM Devleti aliyye kanunlarının bozulması ... ...; ... 124 ALTINCI BÖLÜM Harp Fenni ...................................... 167 YEDİNCİ BÖLÜM Bahriye ahvali.............................. ... 176 S.KİZİNCÎ BÖLÜM Âvrupamn geçmişte ve gelecekteki ahvali ... 226 Avrupada çiçek aşısının bulunması............... 315 Basılı paralar................ ......... ......, ... 332 DOKUZUNCU BÖLÜM Kırım ve Kafkas olayları...... ............. ...... 347 Mengili Giray Hanın Osmanlı Devletine İlticası 351 Kaîgaylik rütbesinin ihdası............... ...; ... 352 Saadet Giray Hanın hal tercümesi .... ... ... ... ... 353 Sahib Giray Hanlığı ... .................. ... ... 354 Devlet Giray'ın Han olması ve Rusları haraca bağlaması....................................... 355 Nureddin'lik rütbesinin ortaya çıkışı.............356 Hutbelerde Padişah adının öne alınması ve Kırım Han adlarının geri bırakılması ...... ... ;.., ... 357 Han Ağalığı hizmetinin ortaya çıkışı............ 358' Sonra gelen Kırım Hanlarının topluca hal tercü meleri .......................................... 360 Rezmi Bahadır Giray Hanın hal tercümesi...... 362 İkinci İslam Giray Hanın hal tercümesi ..., :.. .j ... 363 Hacı Selim Giray Hanın hal tercümesi......... 364 İkinci Devlet Giray'm hal tercümesi ve Kırımın son ahvali ..................................... 364 Kafkas topraklarının bölgeleri.................. 365 Kafkasların geçmişteki bazı olayları............ 369 Çerkezistan'm bazı özel ahvali .............., ... 376 Çerkez Kabilelerinin eski gelenekleri............ 380 Çerkezlerin ahlâk ve âdetleri ............ ...... 385 Eflâk ve Buğdan ............................... 394 ONUNCU BÖLÜM Arabistan ve havalisi...... ..................... 403 Başlangıçda Mısır'ın ahvali..................... 403 Cezar'm ilk günleri ........................... 409 Ali Bey'in sonu................................. 412 Cebeli Lübnan'ın geçmişteki idaresiyle bugünkü idare durumu ve hükümet edenlerin usulü ve eski rüsumları ve ahalisinin miktar ve bölümleri ... 416 Dürzîlerin Gelenek ve İnançları ............... 425 Tahir Ömer'in ortaya çıkışı ve BerrüşŞam'm
bazı harp olayları .............................. 446 Irak'ta olup bitenler ........................... 451 İran topraklarında olup bitenler............... 455 Baban Ocaklığı...................... ... ... ... ... 457 Vasıf efendi tarafmdan toplanan olay cerideleri nin sunulmasına değinen yazılar. Ve sunulan tak rirlerin benzerleri........................ ...... 459 Sabah Günlük Siyasi Gazete TARİHİ CEVDET AH MED CEVDET PAŞA'NIN EN BÜYÜK ESERİDİR. 12 CİLT OLAN BU BÜ YÜK KÜLLİYAT, ARŞİV MALZEMESİNE VE VAKA NÜVİSLERE DAYANIR. METOD BAKIMINDAN İBNİ HALDUN İLE BÜ YÜK FRANSIZ, İNGİLİZ.AL MAN TARİHÇİLERİNİN BA LLARINDAN FAYDALA NILMIŞTIR. TARİHİ CEVDET, ANLA TIŞ VE GÖRÜŞ YÖNÜN DEN KENDİNE HAS ÖZEL LİK TAŞIR. ESERDE BİR EĞİTİM GAYESİ GÖZE ÇARPAR.