• •
ııeti ,im Uze rine Bi r Felsefe A ra,t ırmas ı •
• •
Arda Denkel
Bütün hakları korunmuştur. Birinci Baskı Mayıs 1 981 Boğaziçi Ü niversitesi Matbaasında Basılmıştır. Bebek - İsta nbul
Ayşegül için..
İçindekiler Önsöz
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
iletişim ve Düşünce
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Vl l 1
Anlatma
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
..
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
27
Anlama
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
49
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
69
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
87
Uzlaşım Bitiriş
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
• •
Onso.z ••
Bu kita bı, 1977 yı lında tamam layara k Oxford Üniversitesi'ne teslim etti ğ i m Doktora tezi mden tü rettim. B u kita p ve o tez arasında, aynı konu ları kapsa ma la rına, ve birçok böl ü mlerin hemen doğrudan çeviri niteliği göstermelerine karşın, bazı önemli ayrı lıklar bul unmaktadır. İ l ki, bir tezde bul unması beklenecek, oysa bir kitapta hoş görülmeyecek ''fazla ayrıntı''nın atılmış oluşud ur. B u açıdan, özel likle deneysel bilgini n a kta rıl masında, kitap tezden daha fa kir, anca k daha kolay okunur du rumdadır. Konu ların sıralanışı ve anlatı m açıları ndan i l k i ki bö lüm, hemen yeniden yazı ldı denebilir. Son iki böl ümse teze çok daha ya kın kalm ıştır. Burada felsefi tutum olarak, yapılan, kavram çözü mlemesi, kavram açıklamasıdır. Ancak kavra mların özel li kleri ve kullanılış biçimleri bir di lden başkasına önemli değişikli kler gösterebi lmektedir. B u yüzden bi rçok konunun Türk diline uyarlanması zorunlu olm uş, ve dolayısıyla bazı konuların tartışıl ması yeniden yazma gerektirmiştir. Başka bir dilde felsefe konu ları üzerine d üşünüp yazan, özel likle kavra m sal çözü mleme yapıyorsa, Türkçe'de de aynı konu ları düşünmek ve yazmak gerek tiğinde önemli güçlüklerle karşılaşıyor. B u güçlükler ''a rıtı l mış'' Türkçe kullanı l mak istendiğinde ortaya çı kmaktadır; Arapça ve Farsça sözcüklerle zeng i n leşmiş ''eski di l'' için böyle bir sorun söz konusu değildi r. Üzüntüyle beli rteceği m ki, benim uygulamam açısından bakıldığında Türkçe ''yeni lenmiş'' bir dil değil, yalnızca ''arıtı lm ış'', dolayısıyla fakirleştirilmiş bir dil görünü mündedir. D üşünme açısından, kavramsal fa kirl iğin yol açtığı çıkmazlar ve ayrım sağlama olanak sızl ı kları, yeni lm esi, ve kısa sürede giderilmesi gereken sakatl ı klardır. B u na örnek olarak, bu kitapta değindiğim ve bir açıklama ile ilgili olara k kul lanmak zorunda kal dığım ''düşünme'' ile ilgili sözcükleri göstermek isteri m. ''Düşünmek'', yani l ngi lizce'deki karşılığıyla ''to think'', o di lde, anla mları çeşitli ayrı lıklar gösteren geniş bir kavra mlar öbeğini kapsa maktad ır. Özellikl e ''to consider, deli berate, contem pl ate, entertain'' gibi kavramlar arasında ki semantik ayrılık açıktır. Eski dil, ''teem mül, mülahaza, mütalaa, tefekkür'' gibi bir çeşitlil ikle bunlara yakın ka rşıl ıklar sağ la ya bili rken, yeni Türkçe'deki, ''ele alma'' ,''tartışma'', ''düşüncede bul undurma'' gibi ''mecazi'' biçi mler anca k kaypak ya klaşımlar sağlayabiliyor. B u nun dışında, bu konuda tam özelleşmiş tek Türkçe eylem sözcüğü ''düşünmek''tir. Dil i mizin kavra msal açıdan fa kirliğini daha da vurgulamak için lngil izce'de vermiş olduğum sözcük listesi ne, ''to th ink''in kapsa mı dışına taşmadan şunları ekleyebi lirim: ''to reflect, ponder, cogitate, meditate, cerebrate, lucu brate, specu late, muse, . rumınate, ıntrospect, ete . . . .
,,
VI 11 Bu tür güçl ükler ya nısıra, yeni Türkçesi iyi tanı nmayan, veya lngi lizce anlam karşılığını Tü rkçe'de ta m olara k vermeyen sözcükler bulunmaktadır. Bu durumlarda sözc üğün yanı nda, pa ra ntez içinde 1 ngilizce veya eski dilden bir açıklayıcı karşılık verme yol u n u tuttu m. Bazı durumlarda ise önerilen yeni sözcük o denli yabancı geldi ki, eski si n i kulla nmayı yeğledim. Ö rneğin, ''yasa n'' yeri ne ''niyet'' sözc üğünü kullandım. Bu kitaptaki temel kavramların ifadeleri olan '' mesaj'' ve ''rol'' gibi bulunmadığından (''mesaj'' yeri ne ''ha ber'' yaba ncı sözcükler karşılıkları veya ''sa lık'', anlamı bozmaktadır) metinde değişti ril meden yer almışlardır. ''Anal iz'' anlamı taşıya n ''çözümleme'' (''çözümlemek'') sözcüğü bu kita pta sık kullanılan ve önemli yeri olanlardandır. B u sözcüğü bu anlamında kullanırken TD K sözl ü ğü nü n 1974 altı ncı baskısı n ı izledim. Oysa bugünlerde beklen med i k bir olgu olara k en sivri lmiş pol iti kacısından sokaktaki adama dek toplumumuz ''çözü mleme''yi ya nlış olarak, ''bir sorunu çözme, çözüm getirme'' yeri ne kullanmaktadır. Top lumun benimsediği değişti rilemeyeceğine göre, sözl ük değiştiri lecek, ve ''çözüm lemeye'' başka bir anlam kaza ndırılacaktı r. Bu d u rumda ''analiz''in karşı lığı ne olur şimdiden bi linemez. Ancak bu ne olursa olsun, ben i m buradaki kullanışım ileride ya nlış kal maya mahkum görünmekted ir . •
Kitapta sık kullanılan bazı önemli kavra mların Türkç e mevcut sözl ü k karşılıkları kaypa kl ı k veya bel irsizlik y üzünden uygun bulun madığından yeni sözcükler önerme yo l u tutulmuştur. Bu sözcükl er, karşılı klarıyla birlikte şunlardır: association: bağdaştırma, bağlantı coordin ation : uyumlama signal, signalling : i mleme referri ng : yönletim i ntellectua listi c : ussa lcı Ayrıca tekn i k kavramları ifade için ''söylen i m'', ''ön uzlaşım'', ''ta m uzlaşım'' gibi sözcükler türetilm iştir. D i l i mizin kavramsal fa kirliğinin bir nedenini, topl u m u muzda felsefen i n az yapıl ıyor olması, az felsefeci bulu nması, ve geleneksel ola ra k bu konuya pek eğ ili nmemiş olmasında bulabiliriz. B u g ü n Türkçe için, daha çok felsefe çevirisi, ve özgün felsefe yapıtlarına gereksinim vardır. Ö nsözü, bu kita bın ortaya çıkışına katkı ları olan lara teşekkür ederek biti ri yorum . Kitaba temel olan doktora çalışmalarımın i l k bölümünü L. J . Co hen ve P.F. S nowdon' u n deneti mlerinde sürdürdüm. Tezi hazırladığım son iki yıl süresince konuyla ilgili deneysel bilgi birikimine ulaşmamda ve onu değer lendirmemde büyü k ya rdımları olan Profesör J erome Bruner'a teşekkürü borç bil iyoru m. Tezi yaza rken en büyük katkıyı ve yardı mı doktora sü pervizörüm Profesör Peter Strawson'dan gördüm. İ ki yıl boyu nca bana haftada bir ayırdığı uzun saatlerde kon uya her açıdan en i n ce ayrıntıya d ek girebil memi sağladı.
IX Buna karşın yine de hata l ı görüşler ü rettiysem bunların sorumluluğu doğal olarak bütünüyle bana a ittir. B u rada, öğrencilik yıllarımda moral desteğ ini esir gemeyen eşimin ve New College'ın o yıllarda başında bul unan Sir Wil l iam ve Lady Hayter'ı n katkı la rını da bel irtmek isteri m. Kitabı basım öncesi da ktiloya Nesrin Akaylı çekti. M etni okuyarak d üzelt meler öneren Harun Rızatepe ve Zeynep Davran'a da teşekkür borçluyum. A. D. Çata lçeşme, 1978.
iıetifim ve Düıünce 1 Yaşa mı sürdürmede birçok hayvan türü için iletişi m temel bir gereksinimdi r: insa n da bu ''kural''ın dışında kalmaz. Aynı veya ayrı türden bi reyler, besin alma dan ci nsel yaşantının dü zenlenmesine, yavru ların yetiştiril mesi nden topl umsal ya pıdaki yerl erinin bel irlenmesine dek ilişkilerinin büyük bir bö lümünü birbirleri ne durumlarını ve isteklerini bildiren mesaj lar yollayara k yeri ne getirirler. En basit biçi m inde, ki buna bundan böyle ''çekirdek iletişim olayı'' diyeceğ iz, iletişi min i ki bi rey arasında ortaya çıktığını görürüz. Daha karmaşık bütün iletişim biçi mleri nin bu temeldeki ''çekirdek iletişim olayı''na çözü mlenebileceği d üşünülebi lir. Dolayısıyla, bir d üzeyde konuştuğumuzda iletişim kavra mının çözü mlenmesi, ve bir başka d üzeyde konuştuğu muzda iletişi m olgusunun betim lenmesi, ''çekirdek iletişi m olayı'' kavram veya olgusu nun çözü mlenmesi veya betimlenmesi soru nu olara k ka rşımıza çıkacaktır. .
Böyle bir çözümlemenin ilk aşamasına giri şmeden önce ''i letişim'' sözcüğünün bazı ilgi lenmediğimiz anlamlarını yolumuzdan sıyırmal ıyız. Burada sözünü etti ğimiz iletişi m kavra mının, ''kitle iletişimi'' (mass - communication) , ''kentsel trafi k i l etişimi'', ''posta, radyo, televizyon a racıl ığıyla yeri ne getirilen iletişim'' (tele-communicatio n) gibi kavra mlarla ancak dolaylı bir ilişkisi vard ır. B u tür kavra mların bizim ilgili olduğumuz kavrama indirgenebileceği, en azından böyle bir indirgemeyi yerine getiren bir çözüm lemenin sunu labi leceği kolaylıkla ka bul ed ilebi lir. Ancak, bu konular kita bın ka psa mı dışındadır. Çekirdek iletişim olayı nasıl meydana gel i r ? B unu yanıtl amak için, i letişim olayına katı lan bi reyler ya nısıra, bu bi reylerin takındı kları iletişim - rolleri nden söz etmemiz gerekecektir. ileti şimin yerine geti ri lmesi açısından birbirini ta mam layan iki rol gerekl idir. Sözünü ettiğimiz iki birey ve iki rolün sürekli çakışması zorunlu olmadığı gibi, sağlıklı i l etişim açısından böyle bir sürekli çakışmanın söz konusu olma masının gerekl iliğini önerebiliriz. Tersine, i l etişi m rol leri iletişime karışan bireylerce sürekli olarak karşılıklı değiştirilir. iletişim, herhangi iki bireyi n bu rol leri paylaşıp, ro llerinin gereğini yeri ne geti rd i kleri bir ortamda doğar. İ letişim sürdükçe bu rol lerin değiştirildiği görül ür. Buna ka rşılık ''çekirdek i letişim olayı'' diye andığımız olay içinde bireyleri n takındığı rol tekti r ve bu rollerin gereğini yalnızca bir kez yerine geti rirler. Demek ki süregiden iletişi mi bir ''çekirdek i letişim olayları'' dizisi olara k görebiliriz.
2 iletişim rollerini takınan bi reylere ''söyleyen'' ve ''dinleyen'' d iyecek olursak, bu rolleri de ''söyleme'' ve ''dinleme'' olarak nitelendirebiliriz. Bir çeki rdek iletişi m ol ayında, bir bi rey bi rşey anlatır ve bu anlatılanı bir başka bi rey anlar. Eğer söy leyen bireyin anlattığı ve dinleyen bireyi n anladığı, kabaca ''aynı'' denebil ecek kadar yaklaşık ise, i l etişim olayı ''başarılı'' olmuştur. Başarısız iletişim olaylarında ya ''yanlış anlama··. ya ''anla mama··. ya da ''anlata mama'' söz konusu ol muştur. iletişim çoğ unl u kla başarılı olur. Söyleyen ve dinleyen arasında a ktarılana , yani anlatılan ve a nlanana -ki bunlar başarılı bir i l etişim olayında aynıdır- '' mesaj'' d iyeceğ iz. Bu nu bilgi den ( i nformation) ayırd etmemiz gerekir: iki ayrı mesaj aynı bilgi olabileceği gibi, aynı mesajda i ki ayrı bilgi veri lebi l i r. Dolayısıyla bilgi aktarımı mesaj a ktarımı i l e olur diyebi liriz. Çekirdek iletişim olayında iki bi reyle çakışan iki rol ve a ktarılan bir tek mesaj vard ır. Ş i mdi kabaca, bu olayın nasıl meydana geldiğinin beti mlemesini verel i m : Bir birey herhangibir nedenle (bir doğal gereksini m veya basit bir istek i le) bir düşüncesini bir başka bi reye iletmek ister. B u istekle, öbür birey tarafından izlenebilecek bazı davranışlarda bulunur (konuşur veya imlemeler ku llanı r) : - bu na bundan böyle ''söylenim'' diyeceğiz- böylece iletmek istediğini anlatmış olur. Söyleyen bi reyin işlevinin sona erdiği yerde karşı yanın işlevi başlar: dinleyen bi rey, karşısındakinin gözlemiş olduğu davranışını yoru mlar. ve söyleyenin ne demek istemiş olduğu üzerine bir kanı, bir düşünce geliştiri r. B u gelişti ri len düşünce ''anlanan''d ı r ve çekirdek i l etişim olayının sonunu beli rler. B u ndan sonra karşılıklı a ktarılacak öbür düşünce ve mesaj lar başka çekirdek iletişi m olayları meydana getireceklerdir. Anlatma ve anlama işlevlerini üstlenmiş bi reyleri bu işlevlerin adlarıyla rol lendir d iğimizde, kullandığımız teri mler, söz konusu işlevlerin yerine getirildiğini içeriyor. Oysa bu işlevlere başlanması. veya böyle bir gi rişi mde bul unu l ması işlevin tamamlanmasına bir güvence sayılmaz : günl ü k yaşamda başlayıp ta yerine getirilemeyen çok sayıda anlatma veya anlama d u rumu görül ür. B u açıdan. iletişim rolleri için daha yansız terimler olan ''söyleyen'' ve ''dinleyen'' sözcüklerini seçti k. İ l etişim işlevlerini de yukarıda ya pmış olduğumuz gibi söyl eyen için ''anlatma··. di nleyen için de ''anlama'' olara k bel irl iyoruz. İ l etişime katı lan bireyleri rol lerine koşut (paralel) olarak işlevsel açıdan da belirleyebiliyoruz : ''anlatan'' ve ''anlayan'' . . •
Şimdi, bir i l k kaba yaklaşım olarak, yukarıdaki gibi beti mlemiş olduğumuz i l etişim olgusunu daha derinine inceleyerek doyurucu bir çözümleme getirebilmek için, ya pılması gerekecekleri düşünebiliriz. Önce nerede durduğumuzu daha kesin olarak görebil mek bakımından ileti şim ve dil arasındaki ilişkiyi açıklamamız gerekir. Ancak böyle bir tartışmadan sonra sağlıklı bir iletişim çözümlemesine gi rişebil iriz. İ letişimin çözü mlemesinin, bu kavramın değişmeyen ü ç yönünün (aspect) açıklanması i l e yerine getirilebileceğini düşünebi liriz. Bunlardan biri, i le tişimde aktarılan düşünce, yani mesaj, diğer i kisi ise. söyl eyen ve din l eyenin üstlendi kleri işlevlerdir, diyebiliriz. Düşünce, mesaj, anlama, anlatma
3 gibi kavra mları dilde kolaylı kla ve sık sık kullanıyoruz. B unu yaparken de önemli bir güçlükle karşılaşm ıyoruz. Oysa, bu kavram ları açıklamak gerektiğinde durum hiç de böyle ol muyor. ''D üşünce nedir ?'' ya da ''Anlama nedir ?'', veya ' ' B i r kişinin herhangi bir şeyi a nlamış olması için nelerin yerine gelmiş ol ması gereki r ?'' gibi sorular ortaya atıldığında, Wittgenstein'ın deyi miyle ''zi hinsel kra mplar'' da beli rmeye başlıyor. B u kita pta bu sorunlar bi rer bi rer ele alınara k kra mplar gideril meye çalışılacak ve böylece iletişim olgusunun daha iyi tanıtılması amacı güdülecektir.
2 İ l etişim ve dil ilişki lerini incelemeye başla rken, bazı amaçlardan söz etmeye elverişli bir yerde bul unuyoruz. İletişim kavra mını açıkla maya girişmekle asıl ya pmak isted iği miz, doğal olara k, insan iletişimini ayd ınlatmak ve anlamaktır. ''Dil'' ve ''anla mlılık'' gibi kavramların açıklanma gereği işte karşımıza bu bağlamda çıkıyor. Buradaki ya klaşı mın temel bir varsayımı, di lsel iletişim ve dil deki anlamın d i l sel ol mayan insan iletişimi, ve onda doğan anlamlılık kavra mından türediğidir. Dola yısıyla bu kitaptaki temel savlardan biri, dilin iletişim amacıyla ortaya çıktığı ve ana işlevinin de iletişim olduğudur. B u görüş, felsefe ve dilbilim alanında genel bir görüş olmaktan uzaktır. Tersine, dil kavra mını açıklama yaklaşımlarını, yu karıdaki savı kabul eden ve ona karşı çıkan olmak üzere iki a na öbeğe ayırabiliriz. Buradaki görüşe karşı olan toplulukta Frege, Wittgenstein, Chomsky ve Davidson gibi ünlü adlar bul unmaktadır. Bu görüşü paylaşanlar ise son yıllarda gel iştirilen bazı deneysel ruhbilim dallarında çalışan araştırmacılar, ve filozoflardan Austin, G rice ve Strawson'dur. 1 B u konuya yeniden ve daha ayrıntılı olarak değinmeden, i l k ad ımda yanıt l a maya çalışacağımız soru ları o rtaya koyalım :
1. Dil ne ölçüde iletişim amacına yönelikti r ? 2. İ letişim ne ölçüde dilseldi r ? 3. İ nsan iletişimini diğer iletişim biçimlerinden nasıl ayırded ebil iriz ? Az önce, dil ve iletişim arasındaki il işkil erden söz ederken i ki karşıt görüş bildirmişti k; bu sorula rımızdan i lkinin görüşül mesine uygun bir başlangıçtır. Burada il eri sürdüğü müz görüşe karşı olan yaklaşıma göre, dilin kullanılmasında bi r iletişim amacı güdülmesi gerekmediği gibi, dil sık sık iletişi m dışı görevlerde de kul lanıl ır. Dolayısı ile, iletişim dilin ana işlevi deği ldir. Bu görüş aç ısından dilin ve di ldeki anla mlıl ığın açıklanmasında i letişim olgusundan hareket etmek yanl ış ı Bkz. Strawson'un ayrımı: Strawson, P.F., ''Meaning and Truth'', Logico-Linguistic Papers, Lond o n : Methuen, 1 972.
4 bir yo lu izlemek olacaktır. Böyle bir yoldan erişilebilecek en olumlu nokta ''başa rılı iletişim'' olgusunun açı klanması olaca ktı r. Orneğin, bu yaklaşımı simgeleyenlerden Chomsky'nin son yapıtla rından birine bakarsak şunları dedi ğini görürüz : ''İ letişim dilin işlevlerinden yalnız bir tanesidir, ve onun ana işlevi olmaktan da uza)
a ) Biri nci nokta bir yanl ış anlama ile ilgilidir. B u yanlışlığın kaynağını da şöylece gösterebil iriz . Şu uslamla mayı ele ala l ı m : eğer di ldeki anla mlılık ve dilin kull anıl ışı, sa lt iletişim olayındaki söyleyen bireyin dinleyene yönelik (anlatma ) amaç ve niyetlerine indirgenecek ise, bir kull anımdaki anlam ve amaçlar arasında gö rülecek her ayrılık, böyle bir görüşü çürütmeye yetecektir. B u demek ki, dil kullanıla rak ya pılan bir iletişim olayında kullanılan sözcü k ve tü mcelerin di ldeki a nlamı ve bunları kullanan söyleyenin di nl eyene anlatmak isted iği fa rklı olabilir: i şte bu durum da, söyleyenin farklı olduğu bilinen amacı hesaba katı l mayacağı gibi, böyle bir fark l ı l ı k dilsel a nla mlılığın (sözcük ve tümcelerin anlamını n) ''söyleyenin anlattığ ı'' (söyleyenin d inleyene iletmek istediği) açısından yapılacak çözümlemesini de çürütecektir. Birşeyin anlamını, başka bir şeyin anlamlılığını kullanarak çözüm leyebil mek için hiç ol mazsa eşanlamlılık bul unması gerekir. İ şte bu d u rumlarda bu gerek yerine gelememektedir. Bu görüş büyük ölçüde doğru olara k kabul edil ebi lir; ancak Chomsky tarafından tartışılan konuya uygulanış biçimi yanl ış gibi d u ruyor . . . B u konuda i ki nokta ileri sürel i m : birincisi, söz konusu farkl ı l ı k d i l kullanıml arında açıkça azınlıkta kalmaktadır. Başka bir deyişle, genelde söyle yenin kul landığı tümce ve sözlerin anlamı dinleyicisine yönelttiği iletişi m a macı ile eştir. İkincisi ise, bizim savunduğumuz görüşün doğruluğu için bu ik isinin fa rklı olmaması gereği bul unmayışıdır. Aksine, böyle bir farklıiığın söz konusu olduğu durumlar bizim görüşümüz açısından ilginç bir araştıfma konusu meydana geti rirler. Bakkala girip '' Ekmeğiniz var mı ?'' diye soran bir kişi ger çekte ekmek almak istediğini anlatmaktadır: İlettiği mesaj, ''ekmek almak isti yoru m''d u r. ''Ekmeğiniz var mı ?'' tü mcesinin anlamının böyle durumlarda ''Ekmek 2 Chomsky, N., Reflections on Language, Lond o n : Temple Smith, 1 975, s. 69. 3 a.y., s. 62, 69.
5 almak i stiyorum'' olduğu söylenebilir, oysa Chomsky için bunu kabul etmeye olanak yoktur. '' Ekmeğiniz var mı ?'' diye sora n birinin iletti ği anlam onun görü şüne göre, yalnızca bakkalın ekmeğinin olup ol madığını soran bir mesaj ola bilir. Eğer bizim savunduğu muz değil de Ch omsky'nin görüşü doğru olsaydı, böyle bir soru sorarak (ve başka bi rşey eklemeden) bakkaldan ekmek satın almak olanaksız olurd u . Chomsky'nin yanılgısını açıklaya l ı m : Savunduğumuz görüş, söyleyenin kulland ığı tümcenin anlamı ile aynı bireyi n bu tü mceyi kull anarak d inleyende meydana getirmek istediği düşüncenin (ona anlatmak istediği ni n) bağl ılaşımına ( korelasyonuna) dayanmamaktadır. B u gerçekten ya nlış ve basitçi (si mplistic) bir yaklaşım olurd u . Gerçekte bizim yapmaya çal ıştığı mız, bu iki öge arasında evri msel ve gelişi msel (bir başka deyimle: fi lojenetik) bir il işki sap tamaktır. Söyleyenin iletişi mse! amacı, evrimsel bir gelişme içinde, böyle bir amacı dile getiren tümceye temel olmakta, ona anlam kazandırmaktadır. Bu görüşün doğru luğu, i kisini n her du rumda eş ol masının doğruluğ unu gerekti r meyecektir. Evri msel gelişim içinde temel olma kavra mına az il eride açıklık kazan dıracağız. Şimdilik, Chomsky'nin sözünü ettiği farklılığın görüşümüzü etkil emediğ ini bildirmek yeterlid i r. Aynı nokta, bazı d u ru mlarda iletişim amacı g ütmeden kullanılan tü mcelere neden di lsel a nla mlılık verebi ldiği mizi açıklıyor : Bir tümceyi onun gramer yapı sını incelemek için söyler ya da yazabiliriz; bir tü mceyi alıştı rma çal ışması olara k, veya hut sıkıcı bir sessizl iği bozmak için toplumsal bir gö rev yerine getir mede kullana biliriz: böyle durumlarda, tümceler belirli bir mesaj iletme amacı ile kullanılmamışlardır. İletişim görevi yüklenmemektedirler. Evrimsel olara k, i l etişim görevi görmek için gelişen dil, ana işlevi olan iletişim yanısıra, böyle amaçlar i çin de kullanılabilir. b) Chomsky'ye göre; günlük soh bet ve düzgülü toplu msal ilişki leri n yerine getirildiği konuşmal arda, kişiler söylediklerini bilerek konuşmala rına karşın, kendi lerini dinleyenlerde düşünceler uyandırma amacı gütmezler . . . Chomsky'nin bu dediğini kabu l etmek çok g üç: günl ü k soh bet vb. gibi i l i şki lerde ya pılan, karşılıklı ol arak düşünce, inanç, istek, duygu, bilgi vb. alışverişinden başka nedir ? Eğer böyle bir alışveriş varsa, bireyler sö , y ledi kleri ile, kendilerini d inleye11lere bunları aktarma, yani onlarda bu düşünceleri uyandı rma çabasında değil ler midi r ? c) Chomsky, d i l ve onun anla mlı ögelerinin i l etişim i l e bütünüyle il gisiz olara k kullanıldığı bir başka alan olarak düşüncenin kendisini görmektedir. Dili düşünmede ku llandığımız, yani dil i l e d üşündüğümüz (düşünceyi dil ile yürüt tüğümü z) savını ileri sürer gibidir. Yukarıda bildirilmiş olduğu gibi Chomsky'ye göre dil ''düşüncede ele alma'', ''düşünsel araştırma'', ''bi reyin kendi davranış larını tasa rlayı p'', ·düzenlemesi'', ''yaratıcı yazı yazma'' ve ''hislerini açığa vurma'' gibi alanlarda kullanıl ır. Bu ilişikte önemli bir ayrı m gerekiyor: düşüncenin dille anlatı lması (dil kullanılarak d ışa vurulması) ve dilin düşüncenin
6 (sessiz, i çten düşüncenin) aracı olarak kullanı l ması, açıkça fa rklı olgu lardır. Bunlardan birincisi, ki Cho msky ''yaratıcı yazı yazma'', ''hislerini açığa vurma'' gibi örneklerle bunu kasted iyor gibidir, sorun yaratabilecek bir önerme olamaz. İletişimde bulunan kişi de dil ile düşüncesini açığa vurmakta, bir başka kişiye a ktarmaktadır. H erşeyden önce, bu d u ru m dilin düşüncede kullanıldığı bir durum değildir: tersine dilin d üşünceyi anlatmada (ifadede) kullanıld ığı i l etişim olg u sunu göstermekted ir. D üşüncenin dil i l e yü rütüldüğü savı ise daha uzun bir tartışma gerektiriyor. Önce, bazı d u rumlarda, düşüncemizi kendimiz için açık hale getirmek, veya a z sonraki bir toplantıda konuşacakla rımızı hazırlamak amacıyla, tıpkı konuşuyormuş gibi, ya lnız içten, düşüncemizi dille tekrar ettiği mizi kabul etmemiz gerekir. Böyle duru mlarda kendi kend i mize düsüncemizi kesinleşti rir, içimizden dile çevirir, ve bir konuşma hazırl ığı olara k, tıpkı bir oyuncunun yineleyişi gibi, içten, dille ko nuşuruz. Buna benzer olara k, sesli, kendi kendi mize konuştuğu muz da olur. B u da yüksek sesle düşünme diye nitelend irilebilir. B u nlar, adeta bir di nleyene konuşuyormuşuz gibi davrandığımız, böyle bir davranışa hazırlık içinde bulunduğumuz duru mlardır. Oysa, bu biçim işleyişler düşüncenin çok küçük bir böl ümünü meydana getirirler. Alt tarafı, düşünce konuşmaya bir hazırlık değildir. Önden bir düşünce olmuş olması gerekir ki, bu düşünceyi kend i kendimize kesinleştirip içimizden dile çevirel im. Ayrıca, konuşmaya içten hazırlık d u rum ları da kolayca i l etişim i n bir tü revi olarak görülebilir. •
•
Öyle ise, bizi şimdi asıl ilgi lendiren, konuşmaya içten hazırl ı k ol mayan, norma l ve ''asıl'' düşünce durum larıdır. Chomsky, dili işte bunu yürütmek için bir araç olarak kul lanmak gerekl idir, diyor. Düşüncenin bu salt biçiminde, tü mceler kurup, d üşünceyi yürütebilmek için gramer yapıl arı meydana geti rdiğimize i nanmak biraz güç . . Düşünce içinde arada sırada kavra m -sözcükleri veya deyi mler ku llan dığı mızı kabul edebil memize karşı lık, bütün d üşü nceyi gra mer yapıları kurarak yü rüttüğümüz görüşünün yanl ış olduğu sonucuna va racağız. Bu tartışmayı i leride daha ayrıntı lı olarak yeniden açarak bu sonu cu pekiştirmeye çal ışacağız. B u d u rumda öyle görünüyor ki, Chomsky'nin ileri sürdükleri, ve örnek olara k verd iği durumlar, d i l i n temelde bir i l etişim aracı olduğu savını, yani bizim savımızı çürütmede pek fazla yol alamamaktadır: söylediği gibi, dilin i l etişimden bağı msız olduğu, ve i letişimin ana işlevi ol mayıp, çok sayıda işlevinden yalnız biri olduğu görüşlerine, verdiği kanıtlara dayanarak katı lmak güçtür. Aksine, d i l i iletişi m a ç ı sından değerl endi rerek, onu iletişimin evri minde, gelişerı araçlar dizini ni n en üst bir aşaması olarak ele alırsak, o za man karşımızda İnsan'ın büyük bir yaratısını bu luruz. B u görüş açısının dışına dü ştüğümüzde, dilin di ğer iletişim biçim leri ile olan açık ve önem li i lişki lerini görmezden gelmeye zorlanarak, dilin i nsan yaşantısındaki rolü üzerine ya nlış bir kanı geliştiririz.
7
3 i letişim biçi mleri ve bunla rın d i l ile il işki leri konusuna değinmişken az önce ortaya attığımız soruya dönel im. İletişim ne ölçüde d ilseldir ? Kabaca söyleyecek olursak, insan iletişimi iki cins araç aracıl ığıyla yerine getiril i r : di lsel ve d i l - dışı. D i l, iletişi m aracı olarak daha doğrudan göze çarpanı olduğundan, bireyler arasındaki düşünce alışverişinin ana yolu olarak kabul ed ilmiştir. Böyle bir kabule dayanarak ta , ilgi genell i kle dil üzerinde yoğ unlaştı rı lm ıştır. Oysa, son yı llarda yapı lan deneysel araştı rmalar, göze az çarpan d i l - dışı iletişim biçimini n birçok yönlerden en az dil kadar önemli olduğu, ve belki daha da ilginç olarak, dil -dışı i l etişim biçi mlerinin gelişim ve evrim açısından dilin temelinde yattı kları konularında kuvvetli kanıt sağlamışlardı r. B u alanlarda uzun yıllardır a raştı rma lar ya pmış olan Argyle'a göre deney, ''dil in, dil-d ışı iletişime önemli ölçüde bağımlı olup onunla gi rift bir biçimde i ç içe girdiğini ve, sözlerle anlatılamayan çok şey bul unduğ unu'' göstermişti r.4 Ayrı ca, istatistik araştı rmaları, di ğer birey ha kkındaki du yg uların ileti lmesinde, ''dil -dışı ögelerin, di lsel olanlara kıyasla beş kez daha çok ağırl ık taşıdığı, ve i kisinin çeliştiği yerlerde de, di lsel mesaj ın göz önüne alınmadığ ını gösteriyorl ar."5 Bu tür araştırmalar, dil dışı iletişi min hayvan cinsleri a rasında geniş ölçüde yaygı n olduğu nu, ve hayvanların belirl i bir mesajı iletmekte kullandıkları i mleme biçimlerinin aynı mesajı iletmede i nsanlarca kull anılan im leme biçim leri ile açı kça gözlemlenebilen bir sü rekl ilik gösterdi klerini de sapta mıştır. Bundan çıkara k, dil -dışı i mlemelerin (signals) bir ölçüde doğuştan edi ni l me oldukları ileri sürülmüş tür. Bugün için, bu alanda çalışmalar ya pan araştırmacılar, dil -dışı iletişi m ögelerinin ne ölçüde doğ uştan edi nil me, ne ölçüde sonradan öğrenme, yani kü ltürce bel ir lenmiş oldukları nı saptama yönünde ilerleme göstermekted irler. Ancak, deneysel olarak, ''öğreni lmiş'' ve ''doğ uştan'' öğeler arasında açık seçik bir ayrını getirecek ölçütler henüz sağlanabilmiş değildir. Bel ki bütün davranış biçi mlerinde doğuştan edi nilmiş ögeler bul unduğunu -büyük bir kısmında bul unuyor olmasına karşın öne sürmek doğru olmayabilir; yine de bütün davranış biçi mlerinin doğuştan edinilme ögelerden evri msel olara k türem iş olduğ unu, ve bazı davra nışların doğuştan ed i nilme yönleri halen en gel işmiş cinslerde (örneğin i nsan) bile koru duğunu söylemek, büyük ölçüde gerçeği bildirmek olacaktır. Önceden de belirtilmiş olduğu gibi, i nsanlarda görü len davranış biçi mlerinin -iletişi mse! veya değ i l - doğuştan edi nilme yönlerini bulmada yol gösteren önemli bir ölçüt, aynı biçim davranışların yakın hayvan cinslerinde bul unu p bulunma4
Argyle, M., Bodily Communication, London: Methuen, 1 975, s. 4. s a.y. s. 1 28.
8 dığına bakmaktır. Bu yöntemlerle, iletişimse! davranış biçi mlerini n, ill
Hayvanlar dünyasında, iletişimse! iml emenin, ki bu son derece özelleşmiş ve yaşanılan yöreye uydurulmuş özel likler gösterebilmekted ir, ''niyet davranışları'' (örneğin: uçmak isteğini imlemede kanatların açılması, veya ısırmak isteğini imlemede dişleri n gösteril mesi gi bi) ve ''kendiliğinden davranışlar'' (tüylerin di kleşmesi, terleme, sol uma gibi) gibi kökenlerden türedikleri bel i rti lmektedi r. B u g i bi imlemeyi diğer bir hayvanda ''okuyan'' bi rey, bunlara karşı hiçbir zaman ilgisiz kalmamakta, ve her durumda tepki veya yanıt biçim inde bir davranış sergilemekted , i r. Örneğ in, böl gesel egemenlik bel i rten saldırgan bir davranışla karşılaşan erkek maymun ya kavgaya tutuşur, ya ya lta klanır ya da çeker gider. Hayvanların bu biçimlerde bir diğerlerinin d u ru m ve eğilimlerini okudukla rından bir sonraki, evrimsel aşama, iletişimde etkin olmuş imleme ögelerinin yerleşmesini sağ lama olmaktadı r. Hayvan topl uluğunda bu biçim ''yerleşmiş'' iletişim imlemeleri çoğa ldıkça, bunların etkinlikleri artmakta ve kullanışları giderek kolaylaşmaktadır. Bu ''yerleşme'' olgusuna araştırmacılar ''örfleştirme'' (ritualisation) adını veriyorlar.7 B u özel lik, insan çocu kluğu ve çeşitli insan kü ltürlerinde de kolayca gözlemlene bilmektedi r. Ayrıca gelişmiş insan iletişimi kapsamında bunun bir karşıl ığı görül mekted ir ki, bu, dil-dışı iletişi mden di lsel iletişime geçişi sağlayan uzlaşım olgusu ( convention) dur. Bu konuyu daha ileride ayrıntıyla inceleyeceğiz. ''Örfleşti rme'' olgusu (tıpkı uzlaşım gibi), bir imlemeyi standardlaştırma, bilgi veya iletişi mse! içeriğini koruyarak simgesel (ikonik) özel liğini azaltma, ve imlemeyi parçalara ayırma gibi sonuçlar doğurur. Açık bir biçimde, örfleştiri lmiş ve dolayısıyla standard laştırı lmış i mlemeler kü ltü rel ögeler hal ini almakta ve kullanılabil meleri büyük ölçüde öğ reni lmelerine dayanmaktadır. Böylece içgüdüsel (doğ uştan ed i nme) özel likler yanısıra, bir kü ltü rel - sonradan öğrenilebilen- yön gelişti ril mekted ir. B u biçim örfleşti rme ve kültürel özelleşme öyle boyutlara varmaktadır ki, temelde aynı doğ uştan edinme ses özelliklerini taşıyan hemcins kuş ötüşleri, örneğin ispinozlarda, bölgesel lehçe farkl ı l ı kları meydana geti rebi lmekted ir.8
4 Dilsel ya da dil -dışı olsun, insan iletişimini hayvan iletişi minden ayırdede bil memiz gerekir. Bu bizi yukarıda bel i rlemiş olduğumuz üçüncü sorunun yanıtına 6 Bkz. Smith P.K., ''Ethological Methods'', Foss, B. { Ed.) New Perspectives in Child Develop ment,
Pen g u i n Books, 1 974.
7
Argyle, M . , Bodily Communication, Landon : M ethuen, 1 975, s. 40; Bruner, J. S., N ature and Uses of l mmaturity, The American Psychologist, Vol. 27, 1 972.
8
Thorpe, W. H., ''Vocal Commun ication i n Birds'', H i nde, R . ( Ed . ) , Non-Verbal Communica tion, Cambridge U . P. , 1 972.
9 getiriyor. ''İ nsan iletişimi hayvan larınki nden farkl ıdır'' düşüncesi n i şöylece tem el lendirmeye çalışabiliriz: d iyebiliriz ki i nsa nlar ilettikleri n i belirli bir amaçla (bi lerek, n iyetlenerek, istemli olarak) ileti rken, hayva nlar böyle değild irler; onlar im lemel eri n i kendiliği nden (otomatik, sponta ne, istemsiz) ya parlar. l m lemeleri, içi nde bul u n dukları ru hsal ve fizyolojik durumun doğrudan ya nsımasıdır. Bu ölçüt kabaca geçerli olmasına ka rşı n, i ki ile.t işim biçimi arasında kesin bir ayrım sağlamıyor. B u n u n birinci nedeni, insanların i nsa n - öncesi (veya doğal) il etişim biçimleri n i çok yayg ı n olarak kullanıyor olmaladır. ligimizi, du yg ul arımızı, kızgınlık veya istekl eri mizi sürekl i olarak yüz ifadesi, mimikler ve çeşitli davra nışlarla çevremizdeki leri n görü şüne sereriz. B u biçim davran ışları da çoğu kez istemsiz ve kend iliği nden yer i n e getiririz. B u nunla di lsel biçi mde yürüttüğümüz il etişimi destekler, o n u tamamlarız. Bu doğal iletişi m i n kullan ılmadığı i nsan il işkileri çok kuru ve hissiz olurd u . İkinci neden ise, bazı hayvan cinslerinde gözlemlenen iletişim biçim leri n i n kolayca ''istem dışı'' veya ''a maçsız'' olarak, yani ''doğa l'' iletişim diye n itelendirilemeyecek özel li kler göstermeleridir. Hayva nlarda gelişkin ve karmaşık amaç ve niyetlerin olabi leceği görüşüne karşı güçlü savlar bulu nmaktadır. Örneğin Davidson şöyle demekted ir: ''bir başkası n ı n dilini yoru mlayamaya n bir yaratığın düşü n cesi de (istekleri, i na nçları ) olamaz."9 Buna kanıt gösterirken şöyle uslamla maktadı r : '' Elde d i l olmadan, çoğu kez gü ven le ortaya attı ğımız, ve birbirinden anca k i nce farkl ı l ı klarla ayrı lan açıklamaları yapmamız olanaksızdır. ( Ö rneğin) bir köpek ha kkı nda, sa h i b i n i n evde olduğunu bil iyor, d iyoruz. Oysa bu köpek (sahibi olan) M r. Smith' i n veya (aynı kişi olan) banka müdürü n ü n evde olduğunu bil iyor mu ? . . D i l d iye yorumlanabi lecek bir davra nış biçimi olmadığı sü rece, yaratıkları ''düşü nü yor'' diye n itel erken ya ptığımız ayrıntı lı betimlemeler, veri ler ve olgularca taiıı olara k desteklen meyecektir. B u durumlarda, istek, i nanç ve diğer eğil i m l erle nitelemede direnecek olursak, açıklamalarımız eldeki veri lere göre çeşitl i almaşık açıklamalardan daha çok destek görmediği nden, değer yitirecektir." Davidson'un uslamlaması gereksiz yere, davra nış karmaşıklığı kavra m ı na yaslatı lmış gibi görü nmektedir. Öyle ki, düşü n ce, ya l n ız çok karmaşık (dil gibi) davra nış biçimi gösterenlerde bulunabilir .. Ancak, böyle bir sav, davran ışın ya pıldığı bağ lamın ve davra n ışın tuta rlılığının önemini gözönüne almamaktadır. Bir yaratık öyle ''ilgili'' bir bağlamda öyle tutarlı bir davra nış ortaya koya bilir ki, bu d u rumda davra nışı fazla karmaşı k ol masa da, düşü nce veya istek ile yapıldığı ka nısını kolayca uya n dırabil ir. Böyle bir açı klama, olgu ve veri lerce d iğer olası açıklamalardan çok daha b ü yük güçle desteklenecektir. Kaldı ki, i nsa n dışı yaratıklar veya çok küçük (dil öncesi) çocukları '' düşünebilirl i k'' ve ' ' anlık'' ile n itelendirdiği mizde genellikle basit açıklama lar yapma yol u n u tutuyoruz: karmaşık düşünce biçim leri içeren açıklamaların, tıpkı Davidson'un dediği g i bi, verilerce destekl enmesi bekl enemez : ş u halde, köpeğ i n basit bir düşünce dizgesi (sistemi) bulunduğunu il eri sü rmek, ve sa h i b i n i n evde •
---------
9 Davidson,
O. ''Thought and Talk'', G utten plan, S. ( Ed.) Mind and Language Oxford U . P .
1 975, s. 9, 1 5, 1 6.
.
10 olduğu n u bildiğini önerirken, sa hibini kokusundan, evi de bir besin kaynağı olara k ta nıdığını söylemekle ne denli sakıncalı bir tutuma gi rebilmiş oluruz ? Davidson'un kanıtları, hayva nları karmaş ı k d üşµnce biçimleri ile nitelemen i n önemli sakınca ve yan l ışlığını ortaya seriyor. Oysa, aynı n itelemen i n basit düşünce biçimleriyle yapıl ması n ı n b i r sakat yanı olduğunu göstermiyor. Ta m tersi n e, Lorenz'in şu beti mlemesinde olduğu gibi ''bilerek'' ve ''n iyetli davra nış'' ile açı klama e n doyurucu bir yol oluyor: ' ' Ba hçe kapısı n ı henüz açmış ve kapamaya vakit bile bulama mıştım ki, köpek havlayarak üzerime koştu. Beni ta n ı r ta n ı maz, bir a n uta n ı r gibi duraladı; sonra bacağıma sürünerek açık kapıdan dışarı fırladı ve yol u n öbür yanındaki komş u n u n bahçe kapısı na doğru, sanki baştan beri o bahçedeki bir 10 d üşmana yönelmişmiş gi bi, öfkeyle havlamaya deva m etti." .
5 İ nsa n iletişimini d iğer biçimlerden ayırd edebilecek bir nitelik veya ölçütün aranması, bizi H . P. G rice'ın çalışma alanına götürür. Anlam kavramını açıkla maya yönelik olara k Grice ''doğal'' ve ''yapay'' a n lamlar adını verdiği iki kavram arasında bir ayırım geti rmişti r 1 1 ''Yapay a n lam'' kavramı, bizim burada ''i nsan iletişimi'' diye adlandırdığımız olguyu bel irler; öyle ki, ''yapay a n lam'' yalnız i nsan il etişiminde ortaya çıkar. '' Doğal anlam'' ise b u n u n dışında kalan iletişi m biçimleri ni (ki buna hayvan i l etişi mini de soka biliriz) kapsar. Dolayısıyla doğal anlam ve ya pay a n lam ayırımı, i nsan iletişimini diğer iletişim biçimlerinden ayırmada önemli ölçüde yard ı m sağlayacaktır. G rice'ın ayrımını ve bunda kullandığı ölçütleri Türkçe' n i n dilsel ve kavra msa l ya pısına uydurarak açı klayalım. Şu nlar doğal anlam örnekleridir: ' ' B u va ha, burada su olduğu anla m ı na gelir'' ( B u vaha, burada su var demekti r), ' ' D umanın varl ığı ateş anlamına gelir'' ( D uman varsa, ateş var demekti r) ; ' ' Köpeğ i n d işleri n i göstermesi, kızdığı anlamı ndad ır'' (''anlamına gel ir'' veya ''kızg ı n demektir'') ; ''bu yüz ifadesi acı anlamına gel ir'' (acı demekti r) ; ' ' B u kırmızı lekeler kızam ı k anlamına gel ir'' ( kızamık demektir) . Grice, içinde doğal a n l a m kavramı bul u nan yukarıki türdeki önermeleri n bazı özelliklerini kulla narak ölçütler gel iştiriyor. B u öl çütlere baka l ı m : a ) Anlamlılığı bildiren ön erm enin , bu demek ki, belirli bir durumda, X'in r anl amı taşıdığını (demek old uğunu) bild iren önermen i n, X' i n taşıdığı söylendiği a nlamı içermesi g erekir (ya n i r'yi içerir) . Başka bir d eyişle, bu d u rumlarda 'X, ıo
Lorenz, K., King Solomon's Ring, New York: Corwell, 1 952.
ı ı Grice H . P., ''Meaning'', Strawson, P.F. ( Ed.) Philosophical Logic Oxford U . P., 1 967. ( İ lk yayım 1 957).
11 r a n lamı ndadır'' gibi bir ön erme, ma ntıksal olara k r yi içerir. Örneğin, ' ' B u vaha, burada su olduğu anlamına gelir'' ön ermesi, ''burada su vardır'' ön ermesi ni içerir; veya ' ' Köpeğ in dişleri ni göstermesi kızdığı anlamına gelir'' önermesi ''bu köpek kızg ın dır''ı içerir. B u n u n böyle olduğunu kolayca sınaya biliriz; ' ' B u kö peğin dişlerini göstermesi kızg ı n olduğu anlamına gelir, ama bu köpek kızg ın değil'' veya ''Bu va ha, burada su olduğu a nlamına gelir ama burada su yok'' çelişik önermelerdir. ( N edeni açık: su olmadan va ha ola maz. ) b) Anlaml ılığı bild iren önerme, eğer söz konusu anlamlılık doğal anlam ise, anlamı nda bir değişiklik olmadan, anlam taşıya nı (X) bir olgu (vaka) gibi göstererek, yeniden yazı labilir: ' ' Köpeğin dişlerini gösterd iği olgusu, köpeğ i n kızdığı anlamına gelir'' (köpek kızg ın demekti r) . ' ' B u kırmızı lekelerin bulu nması olgusu, kıza m ı k anlamına gelir'' (kıza m ı k demektir) . •
c) Anlamlı olduğu önerilen şeyin (X) istemle (bi lerek, niyetli olara k, amaçla) ya pıldığı, doğal anlam taşıyorsa, söylenemez. Örneğin, köpek dişleri ni bi lerek gösterdi, veya çocuk lekeleri bilerek çıkardı, veya hut vaha orada niyetli olarak çıktı (çıkarıldı) denemez. D iğer bir deyişle, bunlar hep kendiliğinden olgulardır. d) Ayn ı şekilde, bu tip önermeler' ' . . . . . ile anlatılmak isten ilen (den mek istenen) . . . . . . du/idi." biçiminde çevrilemezler. Örneğin, ''Vahanın varl ığı ile an !atı lmak istenen orada su olduğu idi'' veya '' Kırmızı lekelerle a n latı lmak istenen kıza mık olduğu idi.'', başta veri len örnek önermelerin doğru çevi rileri değildir. Şimdi, bu ölçütler, yi n e anlamlılık bildirilen bir ön ermeye uygulandığı nda, bütünüyle ters sonuç verirlerse, bu söz konusu önerme ''yapay a nlamlılık'' bildi riyor diyebi leceğ iz. Öyle ki, bildirdiği anlamlılığın yapay olabi lmesi için yukarıdaki dört ölçütün her biri nin önerdiğ i nin değillenmesi gerekmektedir. Örnek olarak şu öner meleri ele alalım : ''İki kez çalan zil (şoföre ) ' ' devam et ''anlamına geldi (demekti r) '' ''Si perlerden yükselen beyaz bez ''teslim ol uyoruz'' anla mındadır (demekti r)'' ''Öğrenci nin kalkan eli ya nıt vermek isted iği anlamına geldi'' ''M ehmet beyi n elini silkelemesi artı k karısından çok bıktığı anl amına geldi''. Ö lçütleri yeniden kulla narak bu önermelere uyg ularsa k göreceğiz ki ; •
a1) B u önermeler, anlamlılığını bildirdiklerini içermiyorlar: ' ' B u köpeğ i n dişlerini göstermesi kızgın olduğu anlamına gelir, ama bu köpek kızg ın deği l'' çelişik iken, ' ' İ ki kez ça lan zil ''devam et'' anlamına geldi, ama, otobüs ha reket edemezd i'' ( bozuk olabilir, veya daha binen/inen vard ır, veya hut biri şoföre şaka ya pmıştır) gibi bir önerme ko laylıkla kabul edilebilecek d u rumdadır. Aynı durumu öbür örnek lerde de görebi liriz: ''Si perlerden kalkan beyaz bez tesl im oldu kları anlamına geldi, oysa teslim olmaya niyetleri yoktu. (bir savaş kurnazl ığı ya pıyorlardı) '', ''Öğrenci n i n ka lka n eli ya nıt vermek istediği anlamına geldi, ancak öğrenci bir şey bil miyord u . ( E lini gösteriş olsun diye kaldırmıştı ) '' vb .. b ) . ' ' (Otobüste) i ki kez zil çalınması olgusu, ''devam et'' anlamına geldi''; 1 ''Siperlerden beyaz bir bez yükseltme olgusu, ''teslim ol uyoruz'' anlamına geldi''
12 vb. gibi tümceler, başta örnek olarak verilen önermelerle eş anlamda değildirler. Biri diğeri nin çevi risi olamaz. c 1) Açık bir şekilde, zilin iki kez ça lınması, beyaz bezin si perl erden yükseltil mesi, öğrencinin kalkan eli, amaçlı ve istemli (n iyetli, bil erek) edimler olarak değerlen di ri lebi lirler . d 1 ) ''iki kez ça lınan zille a n lat ı l mak istenen şoförün devam edebil eceği idi." ''Gösteri len beyaz bezle anlatıl mak istenen, teslim olu nacağı idi'', ' ' Kaldırılan el ile denmek (anlatılmak) istenen, öğren cinin ya nıt vereceği idi." Bu biçimde yen iden yazı lmış önermeler ' 'doğal a n lam'' örnekleri n i n tersine, kabul edilebi l i r tü mceler ol uyorlar. •
'
Öyle ise, ikinci öbek örnek önermeler, doğal anlamlılık değil, yapay anlamlılık bildiriyorlar. Grice' ı n sağ ladığı ölçütler dizini de, en az bu rada kiler gi bi, kaypak sayı l mayacak durumlarda başarı ile uygulanabi liyor. U n utma mak gerekir ki, örnek aldı ğımız önermeler uç durum ları göstermektedi rler, ve bu sayede kesin ayrı m sağ lanabilmektedir. Oysa, olgulara baktığım ızda, doğal ve yapay anlamlılık ve buna koşut olarak doğal ve yapay il etişim, kesin olarak ayrı lmaktan çok, biri nden di ğerine dereceli bir geçiş ''spektru m''u sergi lerler. Arada kalan ve kesin olarak n e ' 'doğal'' ne de ''yapay'' diye sınıflandıramadığımız bazı hem hayvan hem de i nsa n imlemeleri bulunmaktadı r. Hayva nlarda görülen bu tür im lemel er, evrim sürecinde özelleşmiş olmalarına, ve halen kendiliğ inden (otomati k), (yanı bel ir gin bir amaç gütmeden) kullanı l malarına karşın, imledi kleri nin doğal si mgesi olmaktan kurtu lmus du rumdadırlar. •
Bu, arada ka ldığını bildirdiğimiz durumlar hangileridir ? Afrika'da yaşaya n, küçük, gri renkli ''vervet maymu nu'' adı ile bilinen hayvanları ele alalım. Bu nlar, ağaçlarda yaşa rlar ve gelişmiş bir ''uyarma·· iletişim biçimleri vard ır. B i r kartal Üzerl eri ne doğru süzüldüğünde bunu gören bir maym u n, bir uyarı bağrışı duyurur. ' ' B u sesi n duyul masıyla bütün vervet maymu nları bir anda dallarda n, tabandaki sık otl u k içine kayar, kartal sald ırısı gibi te hlikelerden ko ru nmuş olurlar. . . Aynı hayvanlar tabanda yaşaya n, leopar gibi yırtıcı hayvanlar yaklaştığı nda değişik sesler çıkarırlar." 12 Bu seslerin duyulmasıyla maymunlar, zemi ndeki tehlikeden uzaklaşarak ağaçların üstl erine tırma nırlar. Bu tür iml emeler kısmen doğ uşta n edinil me, kısmen ise öğrenil miş gibi görünmekted ir. Önemli bir özel likleri ise, dumanın, ateşin doğal işareti/i mi olduğu anlamda, tehliken in doğal imi ol mama larıdır. Bu il işikte sözü n ü edebileceği miz bir başka ilginç olgu da, şempa nzelere ' 'sağır-di lsiz'' d i l i n i n (ASL) öğreti lebi lmiş oluşudur. Ga rdner' ların yapmış oldukları deneyde ''Washoe'' adını verd ikleri şempanze, bu dili öğrenip, onun aracılığ ıyla iletişimde bulun muştur. 100 kadar im öğrenerek bun lardan 2500 değişi k birleşim --
---------
12
- -
--
--
-
----
'
Altmann, S., Primate Communication, M i l ler G . (Ed.), Communication, Language and Meaning. New York: Basic Books, 1 973, s. 84, 91.
13 tü reten Washoe, bu im leri ya nsılama (ta klit etme) ve farklıydı. iste kleri ni i letiyor yanlışlı kları ufak çocukların
açık bir iletişim amacı i le kullan ıyordu. 1 3 D u ru m u, koşullanma (şartlanma) dan açık bir biçimde ve buyru klar veriyord u. Yaptığı anlam (semantik) ( i nsa n ) sık sık yaptı kları türdendi.
Şimdi bu tür, ortada kalan, kaypak iletişi m biçimleri n i n özelliklerini bel irleyip bunları doğal ve kaypak iletişi min tipik örnekleriyle karşılaştı ra lım. B u n u n için ö n ce, bu ilginç hayvan iletişi m biçimlerini, daha basit ve evri mde daha geri biçimlerle birlikte ele ala l ı m . Daha geri i letişim biçimlerine örnek olarak, kızgınlığın bel i rtisi olan diş gösterme; korku anlamına gelen kıl dikleşmesi (ürperme) ; ve maymunl arda ci nsel isteği gösteren kalçal ardaki mavi şişikleri verelim. Bu tür sergi le me/i mleme biçimlerinin şu özell iklerini sayabiliriz. l .a. Kendiliği nden (otomatik/sponta n e) imlerdirler. l . b. B u türden bir i m leme/sergileme orga nizma n ı n durumu n u n bir doğal im idir. Ayrıca imleme bu d urumda, imlenenin de (i mlenmiş ola n ı n ) doğal imidir. l.c. ''Bu türden bir imlemenin doğal anla mı, hayva n ı n bu imce belirtilen durumudur." diyebi liriz. Örneğin, ·· Bu ked i n i n di kleşen tüyleri korkmuş olduğu a n lamına gelir." dedi ğimizde buradaki a n lamlılık, doğal olan ıdır. ·
Bizim şu an da ilgilendiğim iz ve özellikleri ni açıkla maya çal ışacağımız türden im lemeler, bu yukarıdakilerden evri m açısından daha üst bir gelişme d üzeyi n dedirler. Az önce verdiğimiz vervet maym u n u uya rı imlemel eri örneğ ine kuşları n bölge egemenliği bildiren ötüşleri ve arıları n n ekta rın yeri, ve niceliğini bildiren dan slarını ekleyebi liriz. 1 4 Bu imlemeleri açıklarken iki seçenek va r: bir yorum, hayvanın çok özelleşmiş ve ayrıntı lı bilgi ileten davranışını, hemcinslerine yöneltilmiş olarak değerlendirmek olabilir. Bir di ğer deyi mle, maymunun söz ko n usu duru mlarda davra ndığı gibi dav ra nması n ı n nedeni, hemci nsl eri ni belirli bir tehl ikeye karşı ''uyarma k'', ''ilgilerini çekmek'' isteğidir, diyebi li riz. İmleme ke ndiliği nden, otomatik olarak yapı l ıyor olması ya nısıra yapı l ışında böyle bir istek de bulu nabilir. Böyle bir yorum, söz konusu hayva nın, doğrudan farkı nda ol masa bi le, bir iletişim ama cı/niyeti bulun durduğunu varsayma durumu nda olacaktır. Yapılan davra nış (i mleme) böyle bir niyetin otomatik sergi lenişi olara k görülecektir. Bir ikinci yorum ise, hayvanların iletişi m davranışları n ı insanlarınkine bu denli yakın gös termeden veri lebilir: hayvan (bir kartalın yaklaşıyor oluşundan) ''korktuğu'' veya bunu ''düşündüğü'' için bu imlemeyi yapmaktadır. Böyle bir açıklamaya göre, hayva nda iletişimse! amaç bulunduğu varsayılmayacak, ve söz konusu davra nış (i mleme) hayva n ı n düşünce veya korkusu n u n ol uşmasıyla birlikte kendiliğinden -----
·---
---
-·
13
Gardner, A. ve Gardner, B., ''Two Way Commu n ication with an ln fant Chimpanzee'' Schrier ve Stollnitz ( Eds) . Behaviour of Non Human Primates. Landon : Academic Press, 1 970.
14
Thorpe, W. H., Bkz. not (8) ; ve von Frisch, K., The Dance Language and Orientation of Bees, Cambridge, Mass. : Harvard U.P., 1 967.
14 (otomatik olara k) dışa vurul uyor g i bi görülecektir. Böylece hayva n ı n davra nışı hemcinsleri n e yöneltilmiş olarak yoru mlan mayacaktır. Yukarıdaki birin ci ya da ikinci açıklama arası nda seçim yapmamızı sağlayacak başkaca veri bulu namad ığından, her iki seçen eği de şimdilik eşit ora nda olası yoru mlar olarak değerlendirebiliriz. Şimdi, bu tür iletişi min özelliklerini, bir önceki türü nki lerle karşı laştırabi lecek şeki lde sergilemeye çalışa l ı m : 11.a. B u tür imler de ''kend ili ği nden'' (otomatik) dirler. 1 1 .b. Bir önceki türün tersi ne, davra nış hayva n ı n ruhsal (veya orga nizmasının) durum u n u n bir doğal imi sayı labilmesi ne karşın, aynı davra nış (i mleme) , he mcins lerine imlediği mesajı n doğal imi sayı lamaz ve öyle görülemez. ( B u demek ki maymu nun bağırışı, sa ldıra n bir karta l ı n , dumanın ateşin doğal i m i oluşu gibi, doğal imi değildir; a ncak, maymunun korkusun un veya hemcinsleri n i uyarma niteyi n i n doğal imi olabilir.) 11.c. Böyle bir durum doğd uğunda, bu türden bir imle menin doğal anlamı hayva nın ru hsal durumudur, diyebil irken, imlemenin i l ettiği o n u n doğal anl amıdır, diyemeyiz. .
'
Sonuç olarak savu n u lmak iste nen görüş, bu imleme türleri n i n doğal i leti şim d u rumları olmadığıdır. Vervet maymu n u örneğini son bir kez daha· ele alalım. ( B u na koşut uslamlamalar a rı ve kuş örnekleri ne de kolayca uygula nabilir.) Bir maymun topluluğunu doğal orta mları içinde gözlemlediğimizi düşüneli m : may munlardan biri, önceden yaptığımız gözleml erde ya lnız bir kartal saldırısı olduğu ndaki gibi bağırmaya başl ıyor, ve diğerleri d e mesajı almış görünerek, alt dal lara, orada n da otların arasına kaybol uyorlar. Şimdi yan ıt gerektiren soru lar şun lardır: '' Maymu n u n haykı rışı ·ne an lama geldi ?'' ve ' ' B u hangi türde bir a n lamlıl ıktı ?'' H aykırış, maym u n u n bir kartal sald ırısından korktuğu (veya hemcins lerini böyle bir saldı rıya karşı uyardığı) a n lamına geldi. ''Anlamlılık'', burada ''doğal anl amlıl ık'' an lamında kullanılmış ol makta, ve G rice'ın ölçütleri ni de başarıyla doyurma ktadır. Oysa, hayva n ı n korkması (veya uya rmak istemesi) olgusundan, gerçekten bir karta lın saldı rma kta olduğunu çıkarsayamayız: maymun imlemeyi ya pt ığı halde sald ıran bir kartal olmayabilir. İ l ki ikin cisi ni içermemekted ir. Ayn ı şey kurşun ötüşü ve arının dansı için de geçerlidir. B u tür i letişi mde mesaj olarak aktarılan doğru ya da ya nlış olabilir. Bir başka deyişle, hayva nın korktu ğunun (veya a ktarmak istediğinin) doğru ya da ya nlış oluşu, hayvanın korkmakta (veya uyarma amacında) olduğu ön ermesi n i n doğru luğunu etkilememektedir. Öyle ise, çevrede saldıran bir kartal bulunmasa bile, '' M aymu n u n bağırışı bir karta lın saldı rısından korktuğu (sa ldırısına karşı uyarmak istediği) anlamına geldi'' öner mesi '' Maymu n bir karta l ı n saldırısı ndan korkuyor (bir saldırı olduğu hakkında uyarıyor) · · u içerir. ( Bkz. G rice'ın ölçütleri ) . Dolayısıyla doğal anlam değişmemek tedir. Oysa iletişimi ilgilendirdiği ölçüde, önemli olan hayva nın korktuğu değil (veya uyarmak isted iği deği l ) , bu korku veya isteğ inin içeriği, ya ni n eden korktu -
15 ğudur. Sonuç olarak, bu durumlarda kullanılan im lemelerin doğal anlam ları n ı n bu i mlemelerin iletişi mde akta rd ık ları mesajla özdeş olmadıklarını kanıtlamış bulun uyoruz. Bu tür iletişimde, önemli ola n ı n, hayva n ı n korkmakta olduğu, istemekte veya düşün mekte olduğu değil, neden· korktuğu veya ne istediğidir, dedik. Mesaj ın n e old u ğu n u n bildi rilmesinde ''söyleyen''in söze konu edil mesi b u n u ya pay i letişi me çok yaklaştırıyor. Ancak, benzerlik tamamlanamamaktadır, ve ele almış olduğumuz durumlar yapay iletişim d urumları d eğildir: bunları yapay i letişi mden açıkça ayıran ''kendiliğinden'' oluşlarıdır. Söyleyen kişi nin an lattığ ını ''yapay'' ya pan her şeyden önce söylenenin ( i mlemen i n ) kendiliğinden deği l de bi lerek, amaçlı olarak söylenmesi özelliğidir. B u du rumda, tartışma mıza konu olan il etişim biçimini ''ikisi arası'' bir sınıf olarak görmek gerekecektir. Bu ilişikte bildirilmesi uyg u n olan bir nokta, insanların eği lim ve durumlarını sürekli olarak buna benzer biçimlerde, ''kendiliği nden'' i mleyip sergile di kleri dir. Dil dışı il etişi mimizin büyük bir kısmının bu türden oluşu ya nısıra, ü n lem söz ve tümceleri gibi di lsel kon u ş mamızın en az bir kısmı da b u n dandır. Ara durumların olması doğa l - ya pay anlamlılık/i letişim ayrı m ı n ı bizim ilgilendiğimiz yön ü nden etkileyecekti r. Amacı mız, a n ı msanacağı gibi , ''yapay'' ve buna koşut olarak ''i nsa n'' iletişimini diğer biçiml erden ayırdetmekti. G rice'ın ölçütleri buna olanak sağl ıyor. Şu ana dek açık seçik bel i rmiş ol ması gereken bir noktayı yineleyelim: insanl arın araları nda sürd ü rdükleri iletişim, ''insan iletişimi'' diye adla ndırı p, ''yapay'' olara k nitelendirdiğimiz iletişim biçimi ile sınırlanmam ıştı r: hem ''arada'' olarak nitelenen hem d e ''doğal'' iletişim biçimleri ni günlük yaşa ntıda sık sık kullan ırız. B i r yeri acıyan kişi bu ağrıyla yüzü n ü bu ruşturduğu nda, onu görenler acı çektiği mesaj ı n ı ''doğal'' biçimde al ırlar. Bir olay karşısında ''küfürü basa n'' kişi kızgınlığını ''ikisi arası'' bir iletişim biçimiyle iletir. G öz-kaş işaretleriyle ilginç biri n i n ya klaşmakta olduğu nu bildiren ise ''yapay'' bir iletişim biçimi k u l lanma ktadır.
6 İletişim üzeri ne bazı genel açıklamalar ve ayrı mlar getirdikten sonra, amaç ladığımız çözümleme yö n ü nde araştırmalara başlayabiliriz. İ l etişimin ü ç temel ögesinden söz etmişti k: bunlar mesaj, a nlatma ve a n lama olarak bildirilm işti. İ l k önce, il etilen (aktarılan) düşünce olara k ele alabileceği miz mesaj 'dan başlayalım. Mesaj'ın ya ln ızca bilgi aktarımı veya bildiri olmadığına değinmiştik. İ letişimde her türlü düşü nsel işlev belirli bir a n latım biçimiyle a ktarılabil ir. B u n a ru hsal d u rumları da ekleyebi li riz. Dolayısıyla a ktarılan düşünce veya-mesaj, dilek ve istek lerden, ina nç, korku, kızg ı n l ı k içerikleri ne dek geniş bir yayılım gösterir. B u n a
16 koşut olarak, iletişimde a ktarılabi lecek her türlü düşü nsel içeriğe de ''düşün ce'' diyebi liriz. M esaj kavra mını ''akta rılan düşü nce'' olarak bel irleyebilirsek, düşünce üzeri n e ya pacağımız açı klamalar, mesaj kavramına da açıklık getirmiş olaca ktır. Sözl ü klerin gösterd iği yolu izleyerek mesaj ın ''aktarılan düşünce'' ol arak doyurucu bir biçimde belirlendiğini varsaya l ı m . Mesaj kavra mını böylece d üşünce kavra m ı na indirgersek, karşılaşacağımız soru n dil ve düşünce il işkisi soru nu olacaktı r. Chomsky' n i n önerisi ni tartışırken kısaca değindiğimiz soru n u yeniden ele alara k ayrıntı ile i n celeyel i m : ''D üşü nceyi yü rütmede dil ne ölçüde gereklid i r ?'' ' ' D üşü nebi lmek için bir dil kon uşuyor olmak gerekli midir ?'' gibi soruları ya nıtlamaya çalışacağız. Eğer d i li n , düşüncenin var olabi l mesi için bir temel gerek olduğu ortaya çıkarsa, izlediğimiz yol un sakat olduğunu kabullenme zorunlul uğuyla karşıla şa biliriz. Kabul edilebi lir bir görüş, dil ve d üşü ncen i n birbirlerine bağımlı oldu kları, ve düşüncenin büyük bir bölü müyle, dil tarafı ndan sağlanacak yapısal ve biçi msel özel l i kler ve yine aynı temelden bir kavra msa l çerçeve gerektiriyor olması yanısıra, bazı düşünsel ( cogn itive) yeti leri n bulu n ması n ı n da kon uşma yeteneğ i n i n kaza nılması ve d i l i n öğren ilişinin temel koşu ll arı nda n olduklarıdır. Böyle bir an latı m, genel olarak günü müz filozof ve ruhbili mci leri nin görüşünü ya nsıtmaktadır. Ancak, bu denli genel bir görüş içinde çeşitli yo ru m ve vurgu farklılıklarını bulmak da doğa ldı r : dil ve düşüncenin karşı lıklı olarak bağımlılıkları n ı n a n laşılış (yoru mlanış) biçimi birbirine karşıt iki ya klaşım doğurmuştur. Spektrumun bir ucuna Davidson - H a rman15 görüşü nü (buna Chomsky'ninki gibi daha ''dolayl ı'' görüşleri de katarak) yerleştirebiliriz: buna göre düşünce dile, dilin düşünceye olduğundan daha temel bir anlamda bağıml ıdır. Öbür uca ise, belki daha az yaygın (az popüler) olan, ve düşünce ile d i l i n karşı lıklı bağımlı lıkları n ı n üst ve karmaşık işlev düzeyleri nde geniş ölçüde varl ı ğ ı n ı kabul ederken, daha az karmaşık, basit, ve bir a n lamda temel düşü nce biçimi n i n bulunabilmesi ve yü rütü lebi l mesi için dilin gereksiz olduğunu savu nan görüşü koya biliriz. Bu kitapta da savu n u lacak bu ikinci görüşe göre, bireyler, hayvan veya insan olsun, dil kullanmadan basit düşünce yü rütme yetisine sa h i ptirler. Aynı görüşün parçası olarak, dil öğrenebilmek ve bu sayede daha karmaşık düşünce düzeylerine erişebilmek için, dil olmadan basit düşünce yü rütebi l me yetisi ne sa hip olmanın bir temel gereklilik olduğu eklenebi lir. G eçen böl üml erdeki tartışmalardan anımsanacağı gibi, Davidso n'un ana savı, bir yaratığın düşünebilmesi, düşünce sa hibi olabil mesi için', önce başka biri n i n dilini yoru mlaya bil iyor olması gerekti ğidir. Bu savın, söz ko nusu yaratığın bir dili bil mesi/kon uşması öngereği n i içerdiğini kolayl ıkla varsayabiliriz. Aynı savı bir yönde yoruml ayara k çıkarsa nabilecek bir başka önerme de bir dili bilmenin ıs
Davidson. D., Bkz. not (9); Harman, G., ''Three Levels of M eaning'', Stcinberg ve J acobovits ( Eds.), Semantics, Cambridge U . P., 1 968; H arman, G., Thought, Princeton U . P., 1 9 73.
17 (ona sah ip olmanın) kişiye düşünme yetisi sa!:jladığı, ve dilin düşünmeyi yüklenip, ona araç olduğudur. Bu konu, az il eride yeniden değineceği miz, düşünceyi yü rütmede (düşü nebi l mek için) bazı ''araçları n'' gerekl i olup olmad ığı, veya'' saf, arı nmış düşünce'' gibi bir şeyin söz konusu olup ol madığı tartışması i l e yak ı n dan ilgili, hatta, b u tartışmanın uzantısıdı r. He men bel irtilmelidir ki, d i l yal nız bir olası araç türüdür, ve düşüncenin yürütü lebil mesi için araçları n gerekli old u ğunu il eri süren görüş, bir Davidson - H arman tutu m u n u benimseme zorunda değildir. Davidson ve H arman'ın açıklamaları birbiri ni tamamlayıcı açıklamalar olarak görü lebi lirler: ilki düşünce için bir koşul ileri sürerken, i ki ncisi düşüncenin doğası üzerine bir öneridir. H arman'ın görüşünü beni msemek Davidson'unkini de beni msemek anlamına geli rken, bunun tersi geçerli değildir. D i lsel beceri n i n (dil bilmenin) düşünebilmek için gerekli bir koşul olduğunu i leri sürdüğü müz halde, dilin düşü nm ede kullanıldığı, d i l i n dü şüncen i n aracı olduğu görüşünü yadsıyor olabiliriz. Öte yandan Davidson'cu bir görüşün H arman'ınkini destekl eme eği l i minde olacağını, bu i ki nc i n i n doğruluğunun biri n c i n i n de doğruluğu anlamına geleceği açısı ndan, bekleyebil iriz. Bu ilişikte, H arman ' ı n savı nı, dilin düşüncede bir oranda kullan ı ldığı, ve düşünceyi yard ımıyla yürüttüğümüz araçlardan yal nız biri old u ğ u n u savu nan daha yumuşak bir görüşten ayırdetmek gerekir. Böyle yumuşak bir görüşün doğru luğu, Davidson'un görüşü n ü n de doğruluğu anlamına gelmeyecektir. H arman'ın savı nı daha ayrı ntı lı olarak ele almadan, düşünmenin araç gerektirip gerekti rmed iği soru nuna bir kez daha göz atal ım. B u konuya düşünce hakkında bilgi açısı ndan (episte moloj i k açıdan) en temel soru lardan biri ni sorarak yakl aşal ım. Düşünce dediği mizi, ''düşün me'' olarak adland ırdığımızı, nasıl biliri z ? İ nsan olarak hepi miz (büyük çoğ unluğu muz) düşündüğümüzün farkı ndayızdı r. D üş ü n me ve düşünce hakkında farkında oluş biçi mlerimiz nelerd i r ? Düşü nceyi nesneler g i bi d uyumlamıyoruz: bu, elimize al ı p, evi rip çevi ri p, koklayıp, üzeri ne vu rarak ses çı karabileceğimiz n esnelerden değil. Öznel açıdan, bir anlamda, al gıladığımız d ü nyadan daha temel .. Algılama, yoru mlama gibi aşamalar ol madan, düşünceyi doğrudan tanıyor, o n u n doğrudan farkı nda oluyoruz. İşte D escartes, bu n itel iği kullanarak düşün meyi varl ığın bilgisi n e temel yapmıştı. Ancak D escartes, ''düşün ceni n farkında oluşu'' bu denli temel bir görevde kullan ırken, düşüncenin nasıl farkı nda olu nduğu n u n üzerinde durmuyor. Kabaca, d üşüncenin farkı nda oluş biçimleri n i n iki olduğunu önerebi liriz: 6 1 bir, zaman içinde yer alan bir eylem olarak, bir de düşüncenin i çeriğ i açısı ndan . Düşünme'nin n e biçim bir eylem olduğu konusuna bu rada değinmeyeceğiz: böyle bir i nceleme araştı rma alan ı mızı n dışında kal ıyor. İ çeriği açısından ise, d ü düşüncenin şöylece farkındayız: düşünce çoğu n l uka bir şey üzerinedir ( hakkı n .
ı6
.
Sibley, F.N., ''Ryle a nd Thinking'', Wood, O., ve Pitcher, G., ( Eds.) Ryle, Macmillan, 1 970.
18 dadır) . Başka bir deyişle, düşüncede nesneler veya zihin içeri kleri simgelen irler (temsil ed ilirler) . Düşünce çoğunlukla bir şeyler temsi l edilerek yürütülür. Öyle ise, düşünce içeriği açısı ndan ele alı ndığı nda soru labilecek e n temel sorulardan biri, ''düşü ncede simgelenenler nasıl si mgeleniyorlar (temsil edi liyorlar) ?'' olaca ktır. Düşünce, üzeri nde düşünüleni bilinçte si mgeleyebil mek için araç gerektirir mi, yoksa saf, araç veya bu gibi dış katkılardan arınmış düşünce var mıdır? Daha basitçe soracak olursak, sessiz düşü nme, si mgeler, resi mler, imgel er, ve (içten ) sözcükler aracılığıyla mı yü rütü l ü r ? B u konuda dört değişik görüş i leri sürülebi lir: a ) Düşü nce, dış katkıdan arınmış ve bütü n üyle saftır. b) Saf düşünce ya n ısıra si mgeler, i mge, resi m, ve dilsel ögeler kullanırız.
c) Düşünce bütün üyle si mge, di lsel öge, i mge vb. gibi araçlar aracıl ığıyla yürütülür: saf düşünce yoktur. d ) D üşünce bütünüyle dilseldir. Düşü nce dil ile yürütülür: düşünmek demek içten konuşmak demektir. Açıkça görüldüğü gibi, bu dört görüşün temeli nde yatan asıl karşıtl ık ''düşünce araç gerekti rir'', ''düşünce araç gerektirmez'' önermeleri n i n çatışması ndadır. D üşünüşümüzü i n celediğimizde bu konuda kolaylı kla kesin yargılara varamad ı ğı mızı görürüz. En azından, varıl a n yargılar çoğu kez kişiden kişiye değişir : bazısı araç kullanmadan düşündüğü kanısı ndadır, bazısı ise d üşü ncesini, bir si mge, sözcük vb. dizi n i olarak görür. Bu bakımdan düşüncenin kendine bakışı ( i ntrospec tion) bizi pek ileri götürmüyor. B u alanda ku llanı lmış klasi k usla mlamalara göz atalım. Denebi l i r ki, bir işle uğraşmakta olan bi rey düşün mektedir. Örnek olara k bir marangozu düşüneli m : çivileri ta hta n ı n üzeri n e dikine yerleşti rip çekici vururken bunu düşünerek yapar. N e denli otomati kleşmiş olursa olsun mara ngozun yaptığı ''düşüncesizce'' bir edim ola maz. Oysa bu tür işleri yeri ne getiren leri n her çekiç vuruşu nda n, her çivi yerleştirişten, her kalemle çizgi çekişten önce ya pacakları nı imgeledikleri n i il eri sürmek gerçekçi ol mayacaktır. Topu ayağıyla sü ren futbolcu, çekici vura n marangoz, düğü mleri sıkan ba l ı kçı yaptı kları n ı n ya nısıra, ona ek ol arak bir d e içten ''şu n u ya pıyorum, şunu ediyorum . . " diye konuşmalar geçir me gereği duymazl ar. Duysalar da, çoğu kez yaptıklarına yetişemeyeceklerdir bile . . Böylece, düşü nmede araçlara gerek yoktur denebilir. 1 7 Bu, bizi yine pek i l eri götürmeyecektir, çünkü bir fizi ksel edimde bulu nmada n yü rütü len düşünce üzeri ne hiç bir bilgi vermemekted ir. Bunun karşısına şu öneriyi çıka rabi liriz: herha ngi bi rşey hakkında düşünüldüğü nde, örneğin bir a ğacı düşündüğü müzde, düşü ncemize bir ''iç a nlatım'' vermek gerekecektir: ya düşüncemizde bir ağacı i mgeleyeceğiz ya da içimizden ''ağaç'' sözcüğünü geçireceğiz. Böyle bir açıklama 11
Ryle, G., ''A Puzzling Element in the Notion of Thinking'' Proceedings of the British Academy, Yol. 44, 1 958, s. 1 29 - 1 44.
19 da yetersiz kalacaktır. Ş u örneği düşüneli m : birisi tam sinemaya girmek üzereyken birden aklı na, o akşam amcasını ziyaret etmesi gerektiği gel iyor. Aklına gelen bu d üşüncede, bu bir anda çakmış olan düşün' de, hangi i mgeler ve hangi içten söylen miş sözcükler yer almaktadır ? Amcasının yüzü mü, ''amca'' sözc üğü mü, amcası n ı n evi n i n resmi mi, yoksa bu evi n sokağı mı ? Böyle durumlarda (en azı ndan tutarlı olara k kullanılan) araçlardan söz etmek an lamsız olacaktır. Kullanılan i mge ve sözcükler olsa bile değişi k kullanışlarda ve değişik kişilerde başka başka olacaklardır. Kaldı ki, bazı kişiler örneğin bir ağacı düşünd ükleri halde, düşü nceleri nde n e bir sözcük, n e bir simge, ne de bir ağaç resmi geçtiğini kabul edeceklerdir. . Yine başladığımız noktaya döndük. D üşüncenin araç gerektirdiği görüşü n ü savunan filozofl ar şöyle bir açı klama ö neriyorla r : bir şey düşündüğü söylenen birini ele alalım. Bir felsefe uslamla ması düşündü ğ ü n ü ka bul edel i m . Bir süre düşündükten sonra bu kişi, örneğin H u m e felsefesinin Platon'u nkinden türetilebi leceğ ini kanıtlaya n bir uslamlama d üş ü n düğünü (tasarlad ığını) bildi riyor. O n u din leyenler ilgi ile, bu düşündüğü uslam lamayı bildirmesini istiyorlar. Anlatmaya başlıyor; fakat bir iki tü mce sonra d ural ıyor, duraksayıp, tü mceleri tekrara başlıyor, gene dural ıyor ve e n sonunda du ruyor. B u durumda dinleyenler normal bir tepki olarak, kişi n i n düşü nmüş olduğ u n u söylediği uslamlamayı gerçekte düşün memiş olduğu görü şüne varacaklardır. Öyle ki, usla mlamayı belli bir ölçüde sözcükler halinde formüle etmed i kçe kişin i n onu düşün müş olduğuna inanılmayacaktır. Kişi düşü ncesini uygun bir biçimde bildire medikçe onun düşündüğünü söylediğini gerçekten düşünmüş olduğu kabul edil meyecektir. 1 8 Oysa, aynı durum, başka bir açıdan karşıt savı savu nmada kullan ılabilir. Sık olarak başım ıza gelen olaylardan biri de çok iyi bildiğimiz şeyleri a n latırken doğru sözcükleri bul makta zorlu k çekme, sözcükleri bir türlü a n ı msayamamadır. İyi bilinen bir kon u n u n başkasına açıklanması nda da, açıklamayı yapan kişi sık sık dura ksayacak, tümceleri ni kesip yeniden başlayacak ve sözcükleri an ı msamaya çal ışırken durup bekleyecektir. B u böyle olduğuna göre, kişi nin düşün cesinde sözcüklerin bu lu nmamış olması gerekir: eğer bulunmuş olsaydı, sözcükleri bulma da güçlük söz ko n usu bile olmazdı, denilebil ir. Bütün bu tartışmaya, düşüncenin açıklık düzeyleri arasında bir ayrı m getirerek biraz ışı k tutabiliriz. D üşünceyi açıklama, ve açıklaştırmada üç ayrı d üzeyden söz edebi liriz: (1 ) Bütünüyle açıklan mış, açığa vurulmuş, iletil miş düşünce: dil kullanılarak, başka kişilere açıklanan düşü nce. B u düşün meden çok, düşüncenin a n latılması ile ilgili bir d üzey olma durumu ndadır.
(2) Sözcü kler, imge ve simgeler aracıl ığıyla açıklan mış, a çıklaştırılmış, fakat d ışa vurularak an latılmamış düşünce. İçten kurulmuş, açıklık kaza ndırılmış ı s S ibley, F. N., Bkz. not (1 6 ) .
20 d üşünce. Bir konuşma ya pmadan önce, söylenecekleri n zihinden geçi ri l mesi veya bir ma ntıksal uslamla man ı n zihinde formüle edilmesi gibi durumlar. (3) Sözcük ve simge bul undurması gerekmeyen düşünce: kuru lmamış ve açıklanmamış, açıklaştırılmamış... B i r şeyi ''şöyle bir'' veya ''kabaca'' düşünmüş olmak. Şimdi .bu d üzeyler ışığında yukarıdaki tartışmaya bir kez daha göz atalım. Öyle görün üyor ki, savu nm ada öne sürülen ler, u ç öneriler olan (a) ve (d) yi kan ıtlamakta, hatta inanılabilir göstermekte pek ileri gi demiyorlar. Yukarıdaki (3) cü d u rumda bile (a) savı n ı n geçerlili ği biraz kuşku götürecektir: en ''kaba saba'' veya ''gelip geçici'' düşüncede bile resim, i mgeleme veya sözcüklerin kesin olara k bulu nmadığını savu nabilmek pek güç görü nmektedir. (b) ve (c) görüşl eri arasında bizim ilgi açımızdan önemli bir fark yoktur ve ka bul edi l ebilir gibi görün mekted irler. (d} de açıklanan görüş ise, karşıt uç tutu mdur. Doğal olarak ( 1 ) gibi durumlar da bütünüyle söz konusudur; ancak bu gibi durumlar düşünmeden çok iletişimi kap sarlar. Ası l sorun (2) gibi durumlarda ( d) önerisi n i n geçerli olup olmadığıdır . H a rman'a göre bunun ya n ıtı o l u m l u iken, bizce olu msuzd ur. işte bu nedenle bu görüşe daha ayrı ntı lı olarak değineceğiz. •
7 Harman'ın il eri sürd ü ğ ü kurama göre, dil ve düşünce a rasında öyle sıkı bir bağ vardır ki, düşünen bir kişi nin ''tümceler düşündüğü'' veya ''tümcelerle (dil ile) d üşündüğü'' uyg u n bir açıklama olmaktad ı r. B u kurama göre, düşünülen, ya her hangi bir dilin tümceleri, ya da özel bir ''düşünce d i l i n i n'' ön ermeleri ol maktadır. Böyle bir ''düşünce dil i'' normal dillerle bire bir uyum (tekabül) içinde görülmek tedir; öyl e ki, normal d i l i n veya düşünce dilinin tü mceleri a rasında göze çarpan bir farklılık bulunmadığı varsayılmaktadır. Dil ve düşünce arasında bir koşutluk olduğu kabul ed ilebilir bir görüştür. Ancak koşutl uğun varlığını söylemekle, bire bir uyum olduğunu, ve hatta özdeşl iğin söz konusu olduğunu bildi rmek arası nda apaçık olması gereken önemli ayrımlar bulun maktadır. Dil ve düşünce n e ölçüde koşutturlar ? B i ri n i n diğerinin anlatım aracı ol ması bakı mından aralarında ya pı benzerl iği beklenebi lir. Gerçekten d e ma ntıksal kural ve ilkeler, özne -yüklem i l işkileri düşü ncede olduğu g i bi dilde d e geçerlid irler. Düşünce dil ile bildirildiğinde '' üzeri nde düşünülen'', ''üzeri nde konuşulan'' olara k ; ''düşü nülen üzeri ne düşü n ü l müş olan '' ise, ''üzeri nde konuşulan üzeri ne söyl enmiş olan'' olarak, koşutl uk gösteren bir biçimde ya nsır. B u sınırları aşmayan bir koşutluk önerisi - ki buna ki msen i n pek iti razı olmayacaktır- yukarıda an lattığımız bire bir uyum önerisinden çok fa rklıdır. Harman'ın görüşü ne göre,
21 düşü nce dile o ölçüde yakı nd ı r ki, düşünülen dilin tümceleridir. Buna göre, düşünce bir ''sessiz konuşma''ya indirgenmektedi r : öyle ki konuştuğumuzda ''açı k'' olanın düşü nceden tek farkı, bu ikincisi n i n ''kapalı'' olmasıdır. İ l g inç bir yön, Harman'ın, savı n ı destekleyecek bir tek uslamlama bile vermemesidir: dil ve düşünce a rasındaki koşutl uğu temel al arak savı nı il eri sü rmekte, ve bunun olguları açıklayışı n ı n yeterli kanıt olacağını düşün mektedir. 1 9 Oysa, olgular H a rman'ın görüşü nü çü rütmektedirler. B u kura m ı n ayrıntılarına daha fazla i nmeyeceğiz. Koşutl u k durumunun, Harman'ın önerd iği bire bir uyum (ve hatta özdeşlik) için ka n ıt olmadığını ve sağ ladığı desteğ i n zayıf olduğunu bel irtti kten sonra ana savı ele alara k in celeyel i m : (A)· D ü ş ü n m e dil ile olur (tü mcelerle olur) . a) Bu ön ermeyi ''düşünce dil ile an latılabil ir'' a nlamı nda yorumlayabiliriz: bu herkesçe ben imsenecek bir ön eri olur. Düşünceni n dil ile a nlatılabildiği apaçık bir gerçektir. Oysa, bu yorum H a rman'ın işine hiç yara mayacaktır: düşüncenin d oğası üzeri n e bir önerme ol maktan çıkmış bulun maktadır. b) Daha sıkı ola rak, (A) önermesi ni, ''kişilerin düşündükl eri tü mcelerdir'' biçiminde yorumlayabiliriz. B u du rumda hemen akla gelecek bir soru ''tü mceler nasıl düşünü lebilirler?'' olacaktır. Bu soruya tatminkar bir ya nıt verilm ediği sü rece ''kişil erin düşündükleri tü mcelerd ir'' gibi bir önermenin anl an1l ılığı kuşku götürür olara k ka lacaktır. Öyle ise, bu ya nıtı n nasıl veri lebileceğini araştıralım. Önce, d enebilir ki, bir tümce üzerine düşünen kişi bir tü mceyi düşün mekted ir. B u sık sık yaptığımız bir şeydir, ve herkesçe kabul edi lebilecektir. Şu a nda (A) tümcesi üzeri ne düşün üyor, yani onu düşün üyoruz. Ancak böyle bir yo rum (A) yı açı klamadığı gibi o n u doğru la mayacaktır da . . . Ya l nız ara sıra n e üzeri n e düşündüğümüzü bel irtecektir. Kişileri n düşünd ükleri n i n tümceler olduğunu söyleyebileceğimiz daha başka durumlar da va rd ı r. Örneğin, bir tümceyi imgeleyen bir kişi nin tümce düşündüğünü ön ermek uygun olur. Bir tü mceyi imgeliyorsam, o tümce üzerine düşün üyor olmam gerek mez; ayrıca, d ü ş ü n mekte olduğum da bir tü mcedir. B i r tü mceyi imgelemek, bir tü mceyi ''ele alma k'' ( consideri ng) , ''tartışmak'', ''mülahaza etmek'' ( contem plati n g ) , ''teemmül etmek'' (deliberati ng) gibi düşü nsel eyl eml erden farkl ıdır: b unlar tep tümce üzerine düşünme biçimleridir. Denebi l i r ki ''düşü ncede bu l u n d u rmak'' (enterta i n ) , bir tümceyi düşün mektir, ve bunun tümce üzerin e bir düşünce ol ması gerekmez. Ancak ''bi r tü mceyi düşün cede bulundurmak''ta n ne anlaşıla bi l i r ? D üşü ncede bulundurulabilen görüş, kuşku, i mge, ka nı, düşün (fikir) gibi şeylerdir. B i r tümce ayn ı biçimde mi düşüncede bulundurul uyor olacaktı r ? ''Bir tümceyi düşüncede bulundurmak'', öyle görün üyor ki, ya ''bir tü mcen i n anlamını'' ya da ''bir tümcenin imgesi ni düşüncede bulundurmak'' a n lamında kulla n ı l a bilecektir. B u anlamların biri ncisinde, düşüncede bulu ndurulduğu söyl e n e n bir -
----
19
-
-----
Harman, G., Thought, Princeton U . P., 1 973, s. 57.
22 tümce değildir (ya l n ızca n e anlama geldiğidir) ve dolayısıyla ''bir tümceyi düşünme'' yi açıklayamaz. i kinci anlam ise yi ne ''bir tümceyi i mgeleme''ye i ndirgenme duru mundadır. Öyle görü nmektedir ki, ''kişi leri n düşündükleri tümcelerdir'' gibi bir öneri n i n bizce ilginç yoru mları ''tümcelerin i mgelenmesi''ne dönüşmek ted ir. Tü mceleri n i mgelenmesine bir itirazı mız olamaz; a n cak, bu d uru mda Harman'ın yan ıtlaması gereken soru ''yal nızca imgeleyerek mi düşünebil iriz ?''; ''bir şeyi düşündüğümüz her d uru mda bunu imgel iyor mu oluruz ?'' olacaktı r, ve bu ya nıt istese de istemese d e olu msuzdur. c) (A) önermesinin bir başka yoru mu da, ''düşünme, kişi n i n kendi ni konuşur olara k i mgelemesidir'' olabilir. Bir başka deyişle, düşünen kişi, kendini konuşurken i mgeleyerek düşün mektedir, denebilir. Böyle durumlar sık sık ortaya çıkar: oysa, soru n u m uz, bu durumların bulunup bulu nmadığı değil, düşüncenin bütü n ü n ü n böyle durumlardan oluşup oluşmad ığıdır. Kendini ko nuşur gibi i mgelemek d ü şüncenin çoğunluğunu meydana getiren bir zihi nsel işlev değildir. Daha çok, bir tür hazırlanma gibi, ve adeta ''yapay'' bir özellik gösteri r: öyle ki, sanki kişi kendine dışardan bakıyormuş g ibidir. B u yorumda, kişi kendisi n i konuşuyormuş gibi i mgelediğine göre, i mgelenen konuşmadaki tü mcelerin düşünme sırasında kurul uyor ol ması gerekir. Dolayısıyla, daha önce tartıştığımız, a nlatı m sırasında sözcük ve uygun tü mcelerin bulu namama durumu bu yorurıı i ç i n güçlük kaynağı ola caktır. B u ndan başka, ve daha önemli olarak söylenebilir ki, yoğ u n düşün me, heyecan, korku, vb. gibi durumlarda kişi n i n kendi kendini bu d u rumlardaymış g i bi i mgel iyor olduğu önerisi i n a ndırıcılıktan bütün üyle yoksu ndur. d) B i r dörd üncü yoru m da ''Düşün ürken dili kullanırız'' (tümceler kullanırız) olabilir. Burada ilk anımsanması gereken, bu kullanmanı n kapsa mının bütün düşünce olacağıdır. İ kinci olarak, ''dili kulla nma''dan n eyin a n laşılabileceğ i n i sora l ı m . Bu d a bizi ''hangi dil, n e tür dil ?'' gibi soru lara yöneltecektir. İ l etişimde kullandığımız g ü n l ü k dil kastediliyorsa, o zaman dilin kullanılışını sağlayan sözcük ve tümceler. düşünmed e nasıl kullanılıyor. bunun yanıtlanması gerekecektir. Düşünürken bunların beyinde ortaya çıkıp (vuku bulup), yer aldığı mı söylenecektir. Eğer bu yol tutu la caksa bu ne biçim bir yer alma ve ortaya çıkma olacaktı r ? Genel likle sözcük ve tü mceler ya söylenmiş söz. ya da yazılmış yazı olara k yer alırlar; beyinde (veya zihinde) bunlardan biri mi olacaktır ? Öte yandan bu ortaya çıkış bir imge içeriği olara k görülecekse, durum, yukarıda tartışı lan (b) ya da (c) ye dönüş mez mi ? Dol ayısıyla, düşün ürken günlük dilin kullanıldığını önermek pek doyu rucu olmayacaktı r, d iyebi liriz. Oysa, bu açık olan tek yol değildir. ''D il'den, daha öncelerde sözü n ü ettiğimiz . bir ''düşü nce dili'' kastedi liyor olabi lir. Öyle bir ''düşünce dili'' olsun ki kuramsal açı dan ilginç olabil mesi için g ü n l ü k dil le, Harman'ın önerdiği g i bi bire bir uyum içinde bulunuyor olsu n. 2 0 i lginç olabil mesi için, yani gerçekten bir dilden kon uşuyor olabi l 20
Aynı yapıt, s. 54- 59.
23 mek için, ''düşünce dili'' denilenin, günlük dille basit bir koşutl u k göstermesi yetişmeyecektir. ''Düşünce dili'' denilenin gerçekten, Harman'ın önerdiği işlevi yeri n e getirebilecek bir dil olabil mesi için, koşutl uğa ek olara k kendi sözc ükleri, adları, bağlaçları, tümceleri vb. olması ve bunların gün lük di ldekilere tekabül edebilmesi gerekir. ''Düşü nce adları'', ''D üşü nce bağlaçları'', ' ' D üşü nce tümceleri'' gibi şey lerden söz etmek her şeyden önce anlamsız ko nuşul uyorm uş hissini uyandırıyor. Harma n böyle bir ''düşünce dili nde'', herha ngi bir dili dil yapa n, ''a nlam'', ''an lama'', ''yönleti m'' ( referen ce) gibi kavra mların yer alamayacağını kabul etmek zoru nda kal ıyor.2 1 B u na ''düşünce dili nde'' bulu namayacak başka temel di lsel özel likler ekleyebi liriz : ''anlatım'', ''i letişimde kullan ış'', ''uzlaşım'' (convention) vb. . B u kadarı bile, eğer ''düşünce dili'' diye bir şey varsa, bunun g ü n l ü k dilden pek fa rklı olduğ u n u göstermeye yeterli görün üyor. Daha daha ağır güçlükleri kısaca bel irtel i m : eğer ''düşünce dili'' gerçekten g ü n l ü k dille bire bir uyum durumundaysa, düşü nürken gramer kurallarına uyuyor olmamız gerekir. G ü n l ü k dilde eş anlamlı tü mceler arası nda kolaylıkla yapabildiğimiz ayrım düşüncede uygulanabilecek mid i r ? Eş anlamlı düşünceler söze konu olabilir mi ? B u n u sağlayacak ölçütl er var mıd ı r ? G each düşünce ile tümceler arası nda önemli bir ayrı lığa değiniyor.22 B u da süre a çısından bir ayrı lık. Tümceleri söylemek olsun, akıldan geçirmek olsun bazı sözcüklerin birbiri ardına gelişinden meydana gelir ve belirli bir süre a l ı rken, bir düşüncenin arka arkaya gelmiş kavramların toplamı olara k görü lmesi olanaksızd ı r. Bir düşü ncenin kavra nabil mesi için, parçası olan kavramların hep birarada ve bir defada kavra nması gerekir. Bir yargıya varmak, o yargıyı düşünmek, bir sa ncının başlayıp, sürüp bitmesi gibi, açık seçik, sürdüğü an laşılabilen bir şey d eğildir. ''Amcama gitmem gerektiği düşüncesi 1 0.30'da başlayıp, iki sa niye sonra sona erdi'' diyemeyiz. B u na karşı l ı k, ''1 2.1 O'da aniden bir sancı saplandı, ve iki daki ka sürdü'' kabul edilebi lir bir önermedir. D üşü nceni n günlük dil olsu n ''düşü nce dili'' olsun, bir dil ile, yani bu dilin tü mceleri ile yü rütüldüğü önerisinin savu nulabilir bir sav olmadığı sonucuna vara biliriz.
'
8 Davidson ve Harman'ın görüşl eri ni, (aynı zamanda Sapir-Whorf23 kuramı ve davra n ışçı lık (behaviourism) kuramını da) çürüten deneysel verilere kısaca -----
-�
- -
--- -
2 ı a.y. s. 59. 22
G each, P., Mental Acts. Landon: Routledge and Kegan Paul, 1 957, s. 1 01 - 1 06.
23
Sapir, E. ( M andelbaum, Ed.) Culture, Language and Personality, U n iv. of California Press, 1 961 ; Whorf, B., Collected Papers on M etalinguistics, Washington D.C. : Dept. of State, Foreign Service l nstitute, 1 952.
24 bir göz atmakta yarar bulu nmaktad ı r-. Çocukların gelişim süreçleri i ncel endiği nde ortaya çıkan ilginç bir olgu, anlık ve düşü nsel yeti lerin, tuta rlı olarak, karşıl ıkları olan d i lsel beceri lerden önce ortaya çıktıklarıdır. •
a ) D . R icks'in sürdürmüş olduğu bir çal ışmada,24 çocu kların konuşmaya başlangıç dönemi nde, çevrel eri ndeki nesneler üzeri ne iletişimde bulu nabilmek için, bu nesnelere verdikleri adları büyükleri nden öğren meyip, kendi leri uydurd ukları (icat ettikleri) sonucuna varıl mıştır. Sonraki aşamalarda, bu 'icat' sözcükler, yerl erini çevrede konuşulan dilin sözcü kleri ne bırakmaktadırlar. B i zce önemli olan, iletişi m gereğinin d uyu lması, ve bir düşü nceyi aktarmak için, iletişi mse! bir yaratı da bulun ulmasıdır. B u sonuç gerçekten doğruysa, o zaman, dilsel ögeden önce, onun aktarmada araç olduğu d üşünce meydana çı kıyor, ve böyle b i r düşün cen i n varl ığı onu bildirecek dilin var olmasına gerekl i koşul oluyor, denebilir. •
Ayn ı tür kulla n ışlarda bir tek sözcükle, bütün bir d üşünce a nlatılmakta, yan i bütün bir tü mce i l e bildirilebi lecek bir anlamın ileti ldiği görü lmektedir. Çocuklar bu tür kullanışı özel likle 1 2. - 1 8. aylar arasında uygularlar. ( Ör. ''Süt'' sözcüğ ü ''Ben süt istiyorum'' gibi bir tü mce yeri ne kullanılıyor.) Bu olgu da bir tü mcen i n a n latı mındaki zengi nliğin, bir diğer deyişle, sözcüğün kavramsal karşılığının çok dışı n a taşmış olan mesaj içeriğin in, di lsel araçlardan ve bu mesaj ı n di lsel karşı lığı olan becerilerden önce gel iyor olması gerektiğini gösterir. Çocuğun kullanımındaki ya l n ız bir sözc ü ktür; oysa onunl a a n lattığı bütün bir tümcen i n a n lamlıl ığıdır. b) M c Neill'ler ve ayrı olara k L. B loom tarafı ndan ya pılmış olan araştırmalar, 2 5 dilde yadsıma ( n egation) b içimleri n i n öğreniliş sırası üzeri n e ilginç bilgiler sağ la mıştır. Çocuklar, yeni ve daha karmaşık yadsıma biçim leri ni kullan maya başla dı klarında, bunu gramerde özellikle bu işlev için ayrı lmış terimlerden önce, daha ön ceden öğren i p kullanmış oldu kları, daha basit yadsıma teri mleriyle yeri ne getiriyorl a r . O rneğin, daha üst düzey yadsıma biçimi olan yo ku msa ma (i nkar, denial) ve reddetme, dilin bu nlara ayrılmış sözcükleri kullanılmadan önce, daha basit ve alt düzey yadsıma biçimi olan, ve çocuğun çoktan beri kullanıyor olduğu var-ol ma ma, varlık yadsınması gibi işlevlerde kullanılan sözcüklerle ya pıl maya başlanmak tadır. Bun dan açıkça görünen, çocukla rı n yeni dilsel biçimleri, bu biçi mleri n a nlatı mı olan d üşü nsel kavra mları anlamadan önce kullan maya başlamıyor olduklarıdır. Ta m tersine düşünsel olarak kavra nabildikten, ve daha basit biçi mlerle an latı ldıkta n sonra bu kavra mları bildiren terimler kullanıma gi rmeye başla maktadırlar. • •
c) Za man kavramının ol uşturu l ması da benzer özel l i kler göstermekted ir. R . Cromer'ı n yaptığı deneysel çalışmaları n gösterdiğine göre, çok öncelerden öğren i l ----
----
- -
------
24 Ricks, D., The Beginnings of Vocal Communication i n lnfants and Autistic Children. U. of Lo ndon, Yayınlanmamış Doktora Tezi. (1 972) ıs
Mc N eill, D. ve M c N eill N . B., ''What Does a Child Mean When he Says ' N o' ( Ed.), Language in Thinking, Peng u i n Books, 1 972. Bloom. L.,
•••
Adams, P.
25 miş olan di lsel anlatım biçi mleriyle bildiri ıni kolayca olanaklı olmasına karşın, çocuk lar dört yaşından önce, olayları n meydana geliş sırası üzeri n e konuşurken, a nlatım da b u sırayı hiç değiştirmemektedirl er. Anlatı mda, olaylar oluş sırasını bütü nüyle koru maktadırlar. Örneğ i n, İ ngilizce grameri n e göre doğru anlatım biçimi n i n ' ' B i l i yor musun, ışıklar söndü'' sırasını izlemesi gerektiği ha lde, dört yaşına kadar çocuklar bu tür bildirimleri l ngil izceye göre ya nlış olan '' Işıklar söndü, biliyor musun'' sırasında vermektedirler. Benzeri türde bir durum da, koşul bildiren ( hypothetica l ) önermelerin kulla n ı mıyla ilgili olarak ortaya çı kıyor. B u tür önermeler de yeni gramer biçimleri öğren meyi gerekti rmedikleri halde çocuklar tarafı ndan ancak dört yaşından başlaya ra k kulla nılmaktadırlar. Öyle ise, söz konusu düşü nsel yetileri kaza nma, bu yeti leri n anla tı mına yarayan dilsel ya pıları öğrenmek sayesinde olmamaktadır. Ortaya yen i bir dilsel öge çıkmadığı ha lde, yeni düşü nsel biçimler ancak bir aşama sonrası nda görül meye başlamaktad ır. Bu bilgil erde, ve özellikle deneysel veri n i n yoru mla n masında bir ya nlışlık bu lu n muyorsa, çü rütmek için i ncelemiş olduğumuz görüşler konusu nda amacımıza ulaşım sayı labil iriz. Bu aşamada bizce en önemli son uç, dil öncesi ve dilden bağı msız düşüncenin olanaklı ve var old uğunun belirlen mesi dir. Böylece, i leriki böl ümlerde gelişti rilecek i letişim kuramının ana yaklaşımı doğrulanmış olmaktadır. .
Anlatma 9 ··Anlatma'' kavramının çözü mlemesine girişmeden önce, bu sözcüğü hangi anlamında kullandığı mızı açıklığa kavuştu ra lım. B öylece, çözümleyeceğimiz kavra mı baştan bir ölçüde açıklamış olacağız. ''Anlatma'' sözcüğü ile burada kastetti ğimiz, sözlükte ''anlatmak'' sözcü ğ ü n ü n a nlam kapsa mına giren kavra mlarda n biridir. ''Anlatma''dan a n ladığımız, ''söylemek'', ya ni bir olayı, bir öyküyü anlatmak eylemi değildir. B u kavram ve bizim ilgilendiğinıiz anlamı, bazı d u rumlarda karşı lıklı olara k birbi rleri ni içermeleri ne karşın farkl ıdırlar. Bir kişi, düşü ncesi ni sözcükler l e söylemeden bizim i lgi lendiğimiz kavram açısından anlatabilir. Bir davra n ış, bir im leme bu anlamda a n latmayı sağlaya bi lir. ''Söylemek'' a n lamı ndaki ''anlatmak'' eylemi ni ''anlatım'' sözcüğ ü n ü n anlamlarından biri ile bildirebiliriz. Dolayısıyla ''anlatma'' kavramı, bu an lamdaki ''anlatım'' kavramı ndan farklı olacaktır. Türk Dil Kuru m u sözl üğü, ''anlatmak'' sözcüğ ü n ü n anlamları arasında ''inandırmak'' kavra mına da yer veriyor. Bu kavram da bizim ilgimizin dışında kalmaktad ır. ··Ağır bir karşı l ı kta bulunma k'' anlamı, tı pkı ''bir ko nuda bilgi vermek'' (veya Hayat sözlüğünde bel i rtildiği gibi) ''öğretmek'', ''ders vermek'' anla mları gibi, çözüm leyeceğimiz kavra mla komşu oluşları ya nısıra ondan ayrılmakta dırlar. Hayat sözlüğünde gösteri len ''dolaylı olara k ifade etmek'' kavra mı, bizim üzeri nde dur duğu muza daha ya kın olmasına karşın yi ne de onunla özdeş değildir. Bizim, iletişi min temel ögelerinden biri olarak gördüğü müz, ve bu bölümd e çözü ml emesi n e çal ışacak olduğumuz ''an latma'' kavra mı, sözcüğün şu anlamı nda belirlenmektedir: ( H ayat Büyük Türk Sözl üğü nden) '' İfham, tefh im etmek, a n l a ya cak su rette ifade etmek: B u adama maksadımı a n latmaya çal ışıyorum'' (Türk Dil Kurumu Sözl üğü nden) ''Birinin anlaması nı sağ lamak''. İ ngi lizcedeki ''saying'' ve ''tel ling'' sözcükleri nin, ve Fra nsızcadaki ''dire'' sözcüğ ü n ü n uyg u n, karşılık a nlamları, burada çözüm lemesini yapacağım ıza ya kın kavra mlar getirmektedirler. Akla gelebilecek bir soru, n iye ''demek'' veya ''söylemek'' sözcükleri yeri ne ''a nlama''nın seçi ldiği olacaktır. B u n u n n edenini şöyle açıklayabiliriz. Bi rinci olara k, önceden d e belirtildiği gibi, amacımız iletişim olgusu nu, tüm kapsa mıyla aydı n latıp açıklayacak bir çözü mleme getirmektir. Yine, önceden tartışılmış olduğu gi bi, i letişimde bir şey, bir d üşünce a ktaran birey, bunu di lsel araçlarla ya pma
28 zoru nda değildir. Dilsel veya dil-d ışı ''davra n ışlarda'' bulu nara k, karşısındaki ne mesajı iletme çabasındadır. ' ' D emek ·· sözcüğü olsun ''söylemek'' sözc üğü olsu n, iletişimle ilgili an lam larında, dilsel davra nışı (ya n i söz söylemeyi ) içer mekte, veya bu nitel iğe buradaki çözümlemeyi saptırabilecek biçimde ya klaş maktadırlar. Bizi m aradığı mız kavra mın, söz söyl emekten ço k daha geniş bir ka psamı ol ması gerekmektedir. İşte bu nedenle ''a nlatan'' bireyi n kullandığı imleme (yani karşındaki ne seri mlediği -sergi lediği-) için ''söz'' değil ''söylenim'' dedik. ''Söyleyen birey'' veya ''söylenim'' gibi sözcükler kullanırken bu nları hem di lseli hem de dil dışı olanı bel irtir içi mde ele al ıyoruz. Di lselle sınırlanmamış bir i l eti şim kavramını belirleyerek açıklamak bu kitabın ana amaçları ndan biridir. Anlatmak eyl eminde ''söylemek'', ''demek'' ve ''söylenen'' bir araç olarak ku llanılmaktadır. Bu açıdan bakıl dığın da, bi r ikinci temel ayrım ortaya çıkmaktadır. ''Anlatmak'' sözcüğünün bu diğerleri nden a n lam bakı mından farkl ı olduğunu görmek için şu bileşiml ere baka l ı m : ''söyleyerek söylemek'', ''söyleyerek demek'', ''diyerek söylemek'', ''diyerek demek''. Bu nlar hemen hemen aynı anlama sa hiptir, ve ·· ' . . . . . . . . .' diyerek . . . . . . söyledi '' gibi tü mcel erde an alitik ve doğrusal (ta utologous) önermeler meydana getirirler. Örneğin, ·· 'Gel' diyerek gel mesi ni söyledi'', '' 'Gel' sözcüğü n ü söyleyerek gel dedi'' gibi . . . B u na karşı lık, bütün bu bi leşimler ve ''an latarak an latmak'' gibi bir bileşimden, ''söyleyerek anlatmak'', ''diyerek a n latma k'' kesin bir biçimde farkl ıdır. Öyle ki kurulacak'' ' . . . . . . ' diyerek . . . . . . a nlattı'' gibi bir tü mce, zoru nlu anl amda ne a nalitiktir n e de doğrusal bir önerme veri r : 'Gel' diyerek ağaca çıkması gerektiğini a n lattı'', · · ' G el' sözünü söyleyerek, ba l kondan içeri gi rmesi gerektiğini a n lattı''. Burada söylenen veya denmiş olan, a n latılana araç olmuş, söylenenin anlamının çok daha ötesi n e taşılara k bir şey anlatı l m ıştır. Aynı biçi mleri daha önceki bileşim lere uygulayamıyoruz : '' ' G el' diyerek ağaca çıkması n ı (çı kması gerekti ğini) söyledi'' ya nl ıştır : ağaca çıkması gerektiğini söy lemiş ol ması için ''Ağaca çık'' veya ''Ağaca çıkman gerekiyor'' demiş olması ge rekirdi. Bir üçüncü ayrım olara k diyebili riz ki, ''söylemek'' ve ''demek'' kavramları n ı n tersine ''an latmak'' a n lam yaratmaktır. ''Gel'' sözü n ü sarfeden (söyleyen ) , bu n u diyen kişi n i n söylediğinin veya dediğinin anlamı o sözcüğün anlamıdı r. '' 'Gel' diyerek ne söylediniz ?'' sorusu n u n yanıtı ' ' G elmesi ni söyledim''dir. Yukarıda da bildirdiğimiz gibi, ·· 'Gel' diyerek ne anlatmak istedi ?'' sorusu n u n yanıtı çok farklı olabilir. ''Söylenenin geldiği anlam'' veya ''an latı lan'', ''söylenen''den çok daha geniş, ve değişik olabilir. ve söyleyence yaratılmış bir anlamdır. ''Anlatmak'' (veya ''an latma ' ' ) , ''bildirmek'' (veya ''bildirme'') kavramından da ayırdedilmelidir. B u iki kavram çoğu du ru mda biri öbürü nün yeri ne kullanı labi lecek ölçüde eş anlamlılık gösterir gibi iseler de, araları ndaki önemli bir fark ''bildirme'' nin kapsa mında bulundurduğu bir yükümlülüğün ''anlatma''da bulunmayışıdır. Bildir diği söylenen kişi, bildirdiğinin anlamını bildirmiş olma yükümlülüğü ndedir.
29 Ya ln ızca iletmemiş, bildi rmiştir (assertion, declaration ) . Bir soru tümcesi kullan arak bir şey a n lata bil iriz; oy·sa bir soru tü mcesi aynı şeyi bi ldirmede kullanıla mayacaktı r. B i ldirme önerme ile elele giden bir kavra mken, an latma, önermelerin olduğu g i bi önerme dışı mesaj ların (soru, emir, vb.) iletişi mini de kapsa r. ''Geç kalmıyor muyuz ?'' diyerek geç ka lıp kalmadıkları n ı öğrenmek istediğini a nlatmış olan kişi bir şey bildi rmem işti r. (''Geç kalm ıyor muyuz ?'' diyerek trenin kalkmakta olduğunu a n latıyorsa, aynı şeyi bildirdiği de söylenebilir.) İ ngilizcedeki ' 'to mea n '' eylem -sözcüğü (fiili) bir söyleyen bi reye uygulanmış biçi miyle (the speaker's meaning) bizim burada ayı rdettiğimiz ''a nlatma'' kavra mıyla büyük yakı n l ı k gösterir. İ ngil izce'deki ' 'sayi ng'' ve ' 'the speaker's mea n i ng'' (söyleyenin kastettiği) arasındaki sıkı yakı nlık gözönüne alındığında bu doğal görü necektir. Fakat benzerl ik tam değildir. Anlatma'ya bir edim gözüyle bakı labilir. Anlat ma başarı lı ya da başarısız olabilen bir şeydir. ' 'Anlatmaya çalışmak'' deyi m olarak b u n u ka nıtlar: Anlatmak amacıyla bir şeyler yapan kişi bu a macı yeri n e getiremeyebi l i r. Ayn ı şeyleri ''speaker's meaning'' üzeri ne söyleyemeyiz: bu bir edi m değil, bir eylemin yeri n e geti rilişinde (söz söylerken) kişi n i n içinde bulunduğu zihi nsel durum, yani d i nleyen bi reye yöneltilmiş bir karmaşık niyetli olma du rumudur. 2 6 ''A speaker's mea n i ng somethi ng'', yani söyleyen i n birşey kastetmesi ni, bir tekni k teri m önererek, söyleyenin bi rşey ''anlamlaması'' olara k ifade edecek olursak, söyleyen i n birşey söyleyerek ''anlam laması n ı n '' bütünüyle ona bağ l ı olduğu görülecektir. Anlaml amaya çal ışmak veya bun da başarı l ı olup olmamak söz konusu olamaz (olursa saçma sözler doğurur) ; kişi, bir zihi nsel du ruma gi rmek için çaba göstermez: ya o du rumdadır ya da değildir. Anlamlanan, söyleyenin anlatmadaki a macıdır. Amaç veya niyet sahibi olmak ''başarılan'' bir şey değildir. Burada bir noktayı bel irtmekte yara r olabilir. Anlatma nın başarıyla yerine geti rilmesi, anlatma n ı n amacı nın yeri ne geti ril mesi demek deği ldir. B i r kişi bir mesajı, kullandığı i mler veya sözlerle başarıyla anlatmış olabilir; ancak ne denli başarıl ı olursa olsu n, din leyen bi rey onu anlamayabilir. An latma k a n laşılmayı gara nti etmez. ''Derdimi, düşü ncemi, o kadar iyi a n latma ma rağmen hiç bir şey anlamadı'' diyebi liriz. B u nokta en başta i leri sürdüğü müzü gü çlendiriyor: anlatma ve a n lama birbirleri ni ta ma mlarlar, ancak biri diğerinin parçası değildir. B u da sözlük açıklamaları n ı n sınırlıl ığını gösteriyor. Sözl ük ta n ı mlaması şöylece düzelti lebilir: ''Biri n i n anla ması nı sağlamak için gerekl i iletişi mse! çabayı göstermek." •
Kavra mımıza böylece açıklık kaza ndırdıktan sonra, çözümlemesi n e girişebiliriz.
2 6 Bkz. Stampe,
O., ''Towards a G rammar of Meani ng'', Phil. Rev., 1 969.
30
10 Anlatma nedir ? Anlatma kavramını kendi dışı nda, a n la mca başka kavramlar kulla narak nasıl a çı klayabiliri z ? Böyle bir a macı, bir önceki bölümde yaptıkları mız doyurmaz; çünkü sözlü k karşılıkları ancak eş a nlam veri r. Sorumuzun yanıtına doğru götüren e n veri mli yol, bir şey a n lattığı söylenen bireyi n n eler yaptığını betimlemek, ve hangi koşulları yeri ne geti rmiş ol ması gerektiği ni belirtmek olacaktır. Böylece, bir bireyi n bir şey a nlatmış olması n ı n zoru nlu ve yeterli koşu l ları sa pta ndığında, bu kavra mın işe yarar bir çözümlemesi de sağla nmış olacaktır. •
Bu konuda ortaya ata bileceği miz ilk ve kendiliğinden a paçık koşu l, a n latma n ı n dışta n gözlemlenebilen hiç bir şey yapmadan yeri n e getirilemeyeceğ idir. i l etişim ve anlatma için temel koşul d üşünceyi dışa vurmak, yani herkesi n görebi leceği fiziksel bir edim aracı lığı ku llanma kdır. B u koşulu çürütebileceği düşü n ü l ebi lecek tek örnek ''telepati'' ile i letişim olabil ir. Ya ln ız, bununla ilgili olarak iki noktayı akıldan çıkarma malıdır. i lki, telepati olarak adlandırılanın, eğer gerçekten üzerindeki kuşkular temizl enip varl ığı kabul edilecekse, yaratacağı iletişim kavra m ı n ı n bizim burada tartıştığımız ''doğal'' ve ''yapay'' i letişi m kavra mlarının dışında, bir üçüncü, ve değişik kavram getiriyor olacağ ıdır. Dolayısıyla bizi m verdiğimiz ''yapay iletişi m'' kavra mı çözümlemesi bundan etkilen meyecektir. i kinci nokta ise şudur: telepati ile gerçekleştirilecek bir iletişimde ''an latma'' diye bir şey olmayacaktır. (''anlama'' da olmayacağı gibi) . Bu bakımdan telepati örneği, bizi m an latma için önerdiğimiz gerekli koşulu çürütemeyecekti r. •
Bir şey a n latabilmek için bir şeyler yapmak gerektiğini söyl edik. Yapılan, a n latman ı n aracıdır. Şunu, bunu yaparak bir şey an latı lır. O zaman şöyl e bir soru sora l ı m : an latmak için ya pılan, a nlatmanın parçası mıdır, yoksa vazgeçilemeyecek bir desteği, onsuz ola mayacağı bir araç mıd ı r ? An latmak için ya pıla n ı n, a nlatma n ı n bir parçası olmadığını söyleyebiliriz : ya pı lanı kulla narak onunla anlatırız; a nlatma her n e kadar ondan destek görüyorsa da yapıla nda n farkl ıdır. Ya pılan aynı şeyle, iki ayrı durumda ayrı ayrı şeyler a n latı labilir. Yapı lan ''yüz buruştu rma'' olsun. Pis koka n bir yerde yüzümüzü buruşturarak karşımızda ki n e iğrendiği mizi anlata bilirken, aynı şeyi yaparak, öğrendiğini uygu layan bir kema n öğrencisi nin pek doğru çalmadığını da a n latabil iriz. •
''Yapılan''a iletişimle ilgili olduğunda ''söylenim'' diyeceğiz. B u ndan önce de bir kaç kez bel irtti ğimiz gibi, ''söylenim''in anlamına yalnız söz ve tü mceler gir memekted ir. İ letişim amacıyla ne ya pıl ırsa ''söylenim'' olarak adla ndırı labi lecektir. i m le meler, el, vücut, yüz hareket ve ifadeleri, herha ngi bir ses, veya seri mlenen, gösteri len bir şey, bu a n la mda, a n latmak amacıyla yapı lan ''söylenimler'' o larak görü leceklerdir. •
31 Bir şey anlatmaya gerekli koşul olarak bir şeyin söyle nmesi gerekir, dedik. Bu şeyin söylendiği bağlam, ve daha geniş olarak, söylenimin içinde söylendiği fiziksel ve ( iletişime katı lan kişilere ait) zi hi nsel ortam, a nlatma için bir ikinci gerekl i koşuldur. Ta nımsal olara k, anlatma n ı n böyle bir ortam içinde yapılması zoru nludur: bu orta ma ''duru m'' (occasion) diyeceğiz. D u rum a nlatmayı doğrudan belirleyen bir etmendir. Yukarıdaki örnekte, söylenim, pis bir kokun u n olduğu ve keman çalan bir öğrenci n i n bulunduğu durumlara göre değişik a n lamlar kaza nmıştı . Şu halde, denebi l i r ki, a nlatmada, söylenim g i bi durum da iletişim ya pan bireyler tarafı ndan araç olarak kullanıl maktadır.
11 Henüz bu d üzeyde tartışırken, ş u a na dek açıkça bildirmeden izlemiş ol duğu muz yolu açıklaya l ı m : başlarda kısaca sözünü etti ği miz, dil -dışı (dil öncesi) yapay iletişim biçi minin, dilsel iletişim biçi mine öncel oluşu savı nı, izlediğimiz yönteme göre bir araştırma sırası olarak a lıyoruz. Yapay iletişi m biçi mleri içinde ilk önce beli rdiğini varsaydığımız dil -dışı i letişi min açıklanmasın ı amaçları m ı zın i l ki olarak al ıyoruz. B u amaç başarı ile yeri ne g etiri lebilirse, benzeri bir çözümleme dilsel iletişime uygula naca k, ve koşut bir açıklama elde edilecektir. Burada yanıt lanması, veya en azından, yanıtlama yol u nda bazı ipu çları n ı n veril mesi gereken bir soru şudur: dil - dışı yapay iletişimden, dilsel yapay iletişime hangi yoldan geçiş ya pılacak, ilkinin çözümlenmesi ne aracıl ığıyla ikincisine uygulanabilecektir ? B u iki iletişim biçi mini ortaya çıkış sırasında birbi rine bağlayan bir olgu var mıd ı r ? B u son soruya yan ıtımız olu mludur. İ ki iletişim biçimi gelişme sürecinde bel irli bir aşa mayı simgeleyen uzlaşım (conventi on) olgusuyla bağla nmaktadırlar. Dil dışı ve di lsel yapay iletişim biçim leri n i karşılaştırdığı mızda, bu iki olg uyu bir yön dışında her açıdan izomorf görürüz. Bu yön, dil dışı iletişi mde bulun mayı p, dil selde var olan uzlaşım ve bunun getirdiği ya pısallık (structuredness) özelliğidir. D i l sel il etişimi bu öze lli klerden soyutladığı mızda, onu dil -dışı yapay iletişime in dirge yebi leceğimiz, temel varsayı mlarım ızdandı r. B u varsayı mdan hareketle yöntemimizi şöyl e belirleyebi liriz: dil dışı iletişi mde bulacağımız her özel lik, aynı zamanda koşutu di lsel iletişime özgü olarak kabul edilecektir. Dil -dışı yapay iletişimin çözü mlemesi ne ek olarak uzlaşım kavramının çözüml enıesi, di lsel iletişim kavramının çözü mlemesi ni verecektir. Varsayımımıza göre, kavra msa l açıdan böylece an latabi ldiğimiz il işki n i n olgusal sıralanış açısından izlediği yol, çok basitleştirilmiş ol arak şudur: bir birey bir diğeri n e bir d üşünceyi iletmek amacıyla dil dışı bir şey söyleyerek (geniş anlamda) bu düşün ceyi a n l atır. Bu dil dışı ''söylenim'', giderek bir uzlaşıma dön üşür, ve yapısal 'ö zellikler kazanarak, dilsel bir öge, bir tü mce biçi mini a l ı r. Bu, aynı zamanda insan dilleri nin ( b asite indirgenmiş olarak) ortaya çıkış biçimi nin de beti mlemesidir. •
32 Bu aşamadan başlayarak araştırma larımız d i l - dışı ya pay i l etişim üzerinde yoğ u n laştırı laca ktır.
12 D i l -dışı yapay iletişi m hangi du rumları kapsar ? B u tür il etişimin en belirg i n olarak görü ndüğü alanların başı nda ''dil öncesi'' ya pay i letişim gelir. B i r a ntropo logun Amazon orma nlarında yol u n u kaybettiğini düşünelim. G ü nlerce aç-susuz dolaştıktan sonra, uygar dünya ile hiç i lişkisi olmamış bir yerl iyle karşılaşıyor. Her i kisi de birbirleri nin dillerinden an lamıyorlar. Aç olduğunu, ve yemek isted i ğ i n i bildirmek için antropologun bir şeyler yapması gerek: yüzüne acınacak bir ifade veriyor, ağzı nı açıp çiğner gibi hareketler ya pıyor ve midesini sıvazl ıyor; bunları (söyledikleri n i ) yaparak, aç olduğ u n u anlatıyor. Burada, ''söylenim'' bütü nüyle dil -dışı bir edim, ve i letilen de dil -dışı araçlarla i l eti lm iş durumda. Ayn ı türde bir başka örnek henüz dil öğrenmemiş olan bir çocuğun, veri lmekte olan mamaya doymuş olduğunu, ağlar g i bi sesler çıkararak a n latması olacaktır. Çocuk, ağlamasına gerçekten n eden olacak bir şey yüzünden ve gerçekten ağlamamaktadır. Ancak, doygunluğunu ve fazla ma madan sıkıntısı n ı anlatmak için ağlar gibi yapmaktadır. Dil -dışı yapay iletişimin kapsadığı bir ikinci alan da, söylenimin dilsel olup, anlatılanın söylenen in di lsel an lamından fa rklı olduğu durumlardır. İletişi mde, bazen söylediğimiz sözlerle bunların a n lamı ndan başka şeyler kastederiz. S ı kışık bir otobü ste ayakta kalmış yaşlı bir kad ı n otura n gence soruyor: ' ' Rahatı nız yeri nde mi ?''. Burada söylenenin di lsel (bir tü mce) olmasına karşın, iletilen anlam çok farklı, ve bizce ilginç olarak, bu tü mceni n a nla mıyla bütü nüyle i l gisizdir. Bu a nlamın tam karşıt (ve üstelik çelişik) olabi ldiği durumlar da düşün ü lebi l i r : g ü neşi n altında pişmiş bir çadıra girildiği nde ''burası da epey seri nmiş'' diyerek, içersi n i n fırın gibi olduğu an latılabilir . Uçüncü bir alan, söylenimin uzlaşım durumuna gelmiş olmasına karşı n di lsel liğe dönüşmemiş olduğu d urumları kapsar. Tesl im olunduğunu an latmak için beyaz bayrak çekmek, veya garsondan hesa bı istemek için kalemle yazı yazar gibi bir hareket yapmak, sayı labilecek örneklerdendir. . .
Son bir öbek ise, söylenimin di lsel olduğu, fakat a n latılanın söylenimin di lsel anlamı ndan farklı olduğu durumlarda uzlaşı mlaşma n ı n ortaya çıkışıyla i l gilidir. Bir bakkala girildiği nde ''ekmek var mı ?'' gibi bir soru, uzlaşımsal olarak '' ekmek alıyoru m'' anlamına gelir. Bu anlam uzlaşımsallaşm ıştır, ama kullanılan tüm cen in anlamın dan tümüyle farkl ıdır. 27 --
------
----
-
-
-
- - - - · -
- -
- - -
2 7 Bu alan John Austin (How ta do Things With Words. Oxford U . P., 1 962) ve J o h n Searle (Speech Acts, Cambridge U . P., 1 969) tarafı ndan geniş olarak araştırılmıştır. Geliştirilen ''lllocutionary Acts'' kavramı i lginç açıklamalar sağlamıştır.
33 Bu bölü mde, uzlaşım ve dil öncesi biçim lerle, ya ni yukarıda ki i l k iki alanla ilgi len eceğiz. Amacımız bu iki ileti şim biçimindeki a nlatma kavra mını çözüm lemektir.
13 An latma n ı n başarıyla yeri n e getiri lmesinden söz edebi l mek için, bir durum ve bir söylenimin gerekl iliğinden söz etmiştik. Ancak bu kadarı yeterli olmaya caktır. Her durum ve her söylenen bir mesaj aktarmayı sağ layamayacaktır. O l duğu yerde el çı rpmaya, veya acayip yüz hareketleri yapmaya başlayan bir ki ş i ( belki : deli olduğundan başka) pek bir şey anlatıyor olmayacaktır. Söylenenin a n latmak için söylenmiş oluşunu, bir geveleme ya da bi li nçsiz davra nıştan ayırdedebilecek bir özellik arıyoruz. Böyle bir özelliği, G rice' ı n daha önce söz ü n ü ettiğimiz yapıtında bulabileceğiz.28 Söyleyenin a n lamlaması (the speaker's mea ning) kavramını çözü mleyen bu filozof, bizim araştı rma alanımızın çok yakınları n ı aydınlatmıştır. Bu çözümlemeden ödünç alara k, a n lamanın bir başka temel özelliğini de şöyle bildirebiliriz: belirli bir d urumda, söylenimin bir şey a n latmaya araç o la bilmesi için, o n u söyleyenin, dinleyen bireyde bu söylen im ile bir düşü nce uya nd ırmak amacını gütmüş olması gerekir. B u demek ki anlatmak, bir d urumda, söyleyen bireyin, X gibi bir şeyi herha ngi bir dinleyen bireyde r gibi bir d üşü nce mey dana getirmek amacıyla söylemesi ol uyor. Söylenimin böyle bir niyet veya amaçla söylenmiş olması, onu herhangi bir davra nışta n ayırdeden özelik olmaktadır. G rice' ı n da belirttiği gibi,29 bu koşul da yeterlilik sağla mayacaktır. Kend isi n i n verdiği şu örnek, yetersizliği açıkça göstermektedir. Bir ci nayet olayı nın geçtiği yere kimseye göstermeden Bay B'nin mendilini bıra kıyoru m. Bunu yaparken amacım soruştu rma yı ya pan savcıda katilin Bay B olduğu düşüncesi ni uyandırmaktır. ( D urum, ci nayet olayı nın geçtiği yer, söylenim ise bıraktı ğım mendil oluyor) Böyle bir duru mda, ne bir kişi n i n bir şey a nlatması, ne de yapay i letişim söz konusu olacaktır. O lsa olsa, mendili orada gören savcı, Bay B'nin katil olduğunu bunun doğal an lamı o larak çıkarsaya caktır. Ben nıendili bıra kırken bu işi kimseye göstermeden yaptığım için bir şey a n la tıyor veya iletişi m yapıyor sayı lamam. En azından bu durumu ''insan i letişimi'' kavra mıyla beli rleyemeyiz. Bir örnek daha düşünel i m : Bir odada iki kişi, kendi kendi lerine bir şeyler okuyorlar. B irisi yeni gelmiş olan g ü n l ü k gazetenin baş sayfası nda bul unan, ü n l ü bir politikacı n ı n resi mlerin i kara la maya başl ıyor. B u n u yaparken, diğer kişi nin yaptığını gördüğünü bil mesine karşın, hiç istifi ni bozmadan, kendi kendine, öbürüne bakmadan karala maya devam ediyor. Şimdi karalaya n •
•
-------
28
29
--
----
Grice, H . P., Bkz. not (1 1 ) ; Grice, H.P., ''Utterer's Meaning and l ntentions'' Phil. Rev. Vol. 78, 1 969. Grice, H.P., not (1 1 ) deki aynı yapıt, s. 43.
34 kişi, bu yaptığı il e, diğerinde, o politikacıdan nefret ettiği düşü ncesi ni uyardırma niyeti (isteği, amacı) olsa bile bunu ona anlatıyor, veya yapay iletişim gerçekleş tiriyor olara k görülemeyecektir. G rice, haklı olarak burada bir koşulun daha gerekmekte olduğunu belirtiyor: Söyleyen bi rey, söylediğini yalnız dinleyende bir düşü nce uyandı rmak amacıyla söylüyor ol mayacak, aynı zamanda din leyenin bu amacını farketmesi amacını da taşıyacaktır. Yukarıda ele aldığımız örneklerde söyleyen birey bu ikinci amacı taşı mamakta, yani dinleyicisinde bir düşünce uyandırmak isteğ inin onca farkedil mesi ni istememekted ir. Bir başka a nlatımla, bu son koşulu, söyleyen bireyin söy lediği ile uya ndırmak istediği düşünceyi akta rmak istediği n i n dinleyence farkı na varılması gereği olarak beli rleyebiliriz. Öyle ki dinleyen, söylenimi görünce ya lnız bel irli bir düşünce oluşturmayıp, aynı zamanda bu düşü ncenin iletişim amacıyla uyandırıldığını düşü nebilsin. Yukarıki örnekler bu ikincinin düşünül mesine izin vermemektedir. B u noktaya dek saptaya bildiğimiz koşulları kullanarak ka baca bir ta nım il eri sürel i m : ''S gibi bir söyleyen bi rey, X gibi bir şey söyleyerek bununla r'yi anlattı'' (yani, S, X ile r anlattı) demek, ''S ' x· ·1, a ) D gibi bir din leyen bireyde r düşü ncesi ni uyandırmak, ve b} r'yi D'ye aktarıyor ol mak, amacıyla söyledi'', demektir.
14 •
B u noktada artık G rice'dan ayrıl ıyoruz. B u n u n iki nedeni var: birincisi, bizim, G rice' ı n peşinde olduğu ''söyleyenin anlamlaması'' kavramından başka ve biraz daha geniş kapsamlı bir kavra mın çözü ml emesi ne çalışıyor olmamız; ikincisi ise G rice'ın kendi ta nımı nda görülen önemli bir eksikliktir. B u eksi kliği hemen ortaya koyup onu gidermeye çalışalım. Yukarıdaki gibi, G rice'ın yol u n u izleyerek elde edilmiş bir ta n ı ma ya kında n bakı ldığında, a n lata n (söyleyen) bireyin X'i, dinleyenin gözlemine iki niyetle sunduğu görülecektir. B u niyetler farklı niyetlerdir: biri bir başkası nda bir d üşünce uyandırmak, diğeri ise bu birinci n iyetin açığa vurulması gibi bir niyettir. Bir başkasında bir düşü nceyi, bu düşünceyi onda uyandırmak isteğ im izi açığa vur madan, ve hatta bu düşünceyi bizim uya ndırdığı mızı bile farketti rmeden uyandıra biliriz. Dolayısıyla, bir düşü nceyi uyandırmak (veya bunu istemek) , davran ışımızı bu düşünceyi uyandırmak istediğimiz bi reye yöneltmiş olarak uyandırmaktan (veya bunu istemekten) farklıdır. Ş u hal de, ta n ı mım ıza göre elde bir tek davranış
35 (X) ve iki değişik amaç bulunmaktad ır. B u bağlamda sorun, amaç, istek ve n iyet gibi şeylerin herkesçe gözl emlen emeyecek türden olu şları nda n doğacaktır. B i r amaç veya niyet, bir davra nışla gözl emlenebilir (yoru mlanabilir) duruma getiri lmedi kçe, amacın sa hibi nde gizli kalacaktır. Bu, telepati gibi d urumlar dışında kesin bir kuraldır. Peki burada X hangi n iyeti açıkl ıyor olabi l i r ? Ya biri ni ya da öbürünü . . Şu halde ta nıma göre niyetlerden biri açıklanama maktadır. Bu da, ta n ı m ı n bel irlediği davra n ışı iletişim açısı nda n yetersiz du rumda bırakacaktır. B u durumu daha açık olara k seri ml emeye çalışalım. Ta nımda bir X davranışı (söylenim) vard ır, ve bu davra nışla, söyleyen bi rey, değerinde r gibi bir düşü n ce ol uştu rmayı istemektedir. Oysa, bu kadarıyla, ta nım yapay il etişim kavra m ı n ı, yukarıda ele a l m ı ş olduğumuz örneklerde görüldüğü gibi verememektedir. Söy leyenin, uyandırdığı düşünceyi dinleyene yöneltmiş olması,, bunu açıkça aktarıyor, iletiyor olarak olara k görülmesini i stiyor olması da gerekmektedir. Ancak bu son istek, ta nıma göre, açığa vurulamama d u rumu ndadır: bu isteği gözlemlenebilir duruma sokacak bir fizikse l davranışın ta nıma eklenmesi gerekecektir. '
Bir örnek vereli m : a) Üzerinde oturduğum sanda lyeden, kend imi yana atıp, sa ndalye ile bir likte yere düşüyorum. Bunu yaparak, ev sahibi nde, sandalyesi nin bacakları n ı n çarpık olduğu düşü ncesini uya ndırmak istiyorum. i steği m ve yaptığım yaln ızca bu kadar. Bu d üşü nce ev sahibinde uyan ıyor, gelerek ka lkmama yardı m ediyor ve benden eşyasının durumundan dolayı özür diliyor. Şimdi bu davra nışımla, uyandırmayı amaçladığım düşünceyi uyandırmak bakı mından başarı lı olmuş olmama rağmen, yaptığ ı m l a bir şey a n latmış değilim. Ne davranışım (X; söy lenen) bir a n lama geldi, n e de bu davra n ışımla (yapay olara k) birşey anlattı m . O lsa o lsa, ev sahibim açısından, düşüşüm, sanda lyesinin çarpık oluşu doğal an lamını taşım ıştır. Böyle oluşu n u n nedeni, benim gerçekten d üştüğümü san mış olması, bunun neden ini de sandalyenin bacakları n ı n çarpık oluşuna bağ lamasıdır. Ç ü n kü, yal nızca bu davra nışta bulundum, ve niyeti mi açığa vurmak istemedim. b) Şimdi ise şöyle bir durum düşüneli m : (a) 'da yaptı ğım şeylerin aynısı nı yapıyor, ve bun ları bütünüyle aynı niyetle yapıyoru m. Fakat bu kez, bunlara e k olarak, ev sa hibinde bu düşünceyi uyan dırma isteğ imi de açığa vurmak istiyorum. Ya ni, uyandırdığım düşünceyi ev sahibime a kta rıyor, iletiyor durumu nda görü n meyi istiyoru m . B u durum, ta n ı mımızı tam olarak kapsa maktadır. Ancak, iletişi m i n yeri ne getirilmesi ne yeterli değildir. Di nleyenin (ev sahibi) açısından (a) ve (b} du rumları arasında hiç bir ayrım yoktur. Gözlem leyebildiği yaln ızca dü şüşümdür ve niyetlerimden ha beri olamaz. B u niyetler belirli davra nışlarla açıkla nmadıkça, onları n farkedil mesi beklenemez. Demek ki, ta nı mımızın gösterd iği gibi bir du rum, bir şeyin a n latıldığı bir durum ola mayacaktır. c) Bir şeyin a n latı labi l mesi için, niyetlerimizin bazı davranışlarla açıkla nması gereki r. Örneğimizde, bu şöylece yeri n e getiri lebi lir: (a) ve (b) de ya ptığımı açıkla-
36 dığımız her şeyi yapıyor ve beraberi ndeki her iki niyeti de taşıyor olduğumu düşü nelim. B u kez, bun lara ek olarak, davra nışımı ev sa hibine yönelttiğimi, yaptık larımla bir şeyler iletmek, a ktarmak isted iğimi açıklamam için, düşerken dinl e yene bakıp (veya yaln ızca bir bakış atı p), yüzüme belirli bir ifade verecek olur sam, yaptı ğımı bile isteye (bil hassa, mahsus) yaptı ğımı ve ona bir şey iletme amacıyla yaptığımı farkedecek, ve böylece ya ptıklarımla bir şey a nlatmış o lacağım. B öylece, ta nımımızı uyg u n duruma sokabilmek için bir koşul daha eklememiz gerekiyor. B u koşul da, gördüğü müz gibi, S'nin X ile birlikte, bir de iletişime niyetli o lduğunu, yani uya ndırılan düşünceyi ''aktarmak'' isteğini açıklayan ''y'' gibi bir imlemede bulu nması gereğ idir. Bu, ''y'' ile adlandırdığ ı mız davranış üzeri nde biraz daha ayrıntıl ı olara k duru p, bu konuda deneysel ruhbilimin sağlad ığı veri lerden yararlan maya çalışacağız. ''y'' davra nışına ''i letişimse! amaç imlemesi'' (sergilemesi/serimlemesi) diyeceğiz. Bu davra n ı şı n açıkladığı amaç ise ''iletişi m se! niyet'' olarak adlandırılacaktır.
15 İ letişimse! niyet im lemesi nasıl bir davra nıştır? N e biçim bir imlemedir ? Söyleyebileceği miz ilk şey, bu imlemenin söylenim (X) kadar çeşitli ve değişik biçimler a lmayacağıdır. X'in her bir değişik düşünce için ( bu düşünceyi uya n dı ra bilmek içi n ) yeni bir davra nış olması gerekir. Oysa, iletişi mse! niyet, her değişik iletişi m olayında aynı niyetti r : S'nin r'yi D'ye iletmek niyeti ( r'n in D'de uyanmasına , ya lnızca n eden ol mayıp, r'yi D'de kendisi nin uya ndı rdığını D'ye açıklama k niyeti) . Denebilir ki, iletişimse! amaç i mlemesi aynı anlama gelen, veya durumuna göre birbiri ni ta ma mlayan bir veya birkaç imleme (davra nış) den çok olmamalıdır. Bu tür imlemeleri bil iyor muyuz : eğer bil iyorsak, bunlar hangi leridi r ? B u soruları n ya nıtları, deneysel ruhbil imin d i l -dışı iletişim konusunda sağla dığı bulgu lardadır. Bu konuda deneysel çalışmalar, video -teypl erin de kullanıla bilmesiyle 1 970 yı lı civa rında başlamıştır. B u aygıtl arın yardımından yoksun olarak dil -dışı imi emel eri betimlemeye çal ışmak üm itsiz bir uğ raş olurdu. 30 Bu daldaki a raştırmalar oldu kça geniş bir alanı kapsamaktadır: kuramsal bir temel görü ş, E. G offma n ve M . Argyle3 1 gibi bi lim adamlarınca sağlanm ıştır. 3 0 Weitz, S., ( Ed.) Non-Verbal Communication, Oxford U . P., 1 974, s. 6. J ı Goffman, E., Behavior in Public Places, G lencoe: The Free Press, 1 965; Goffman, E., lnteraction Ritual, New York: Doubleday Anchor, 1 967; Goffman, E., Relations in Public. N ew York: Basic Books, 1 97 1 ; M. Argyle, Bodily Communication. London : Methuen. 1 975; Argyle, M., and Coo l(, M., Gaze and Mutual Gaze, Lond o n : Cambridge U.P. 1 97 6 .
37 Yakın geçm işte ya pılmış deneysel a raştırmalar, dil -dışı iletişimin dilsel iletişime destek olarak, veya kendi başı na, ikinci bir iletişim ortamı ol uşturduğunu kanıtlam ıştır. Bu tür davra nış biçi mleri çoğunlukla bili nçsiz olara k seri mlenip yoru mlandığından ve zaman olarak çok kısa sürdüklerinden, onları sürekli olara k kullanışımızın pek az fa rkı ndayız. Başlarken de belirtildiği gibi, to plum içi ndeki birey ilişkileri n i n d üzenlenişi, iç d urumların (hisler, istekler) bild iril işi ve sergi lenişi, ve düşü nsel durumların dıştan yo rumlanabil mesi nde dil dışı imlemenin çok önemli bir yeri vard ır. Bu tür im lemen i n başl ıca ögeleri arası nda, bi reyleri n bir diğeri ile uzaklık ilişkil eri, vücut hareketleri, ses tonu, konuşma hızı, dil dışı sesler, ve en önemli si yüz ifadeleri ve bakışlar sayı labilir. Deneysel olarak kanıtla nmış önemli bir bulgu, bili nçli olmadığı mız ha lde, başkaları nın dil dışı serimleme ve iml emel eri ne hiç bir durumda i lgisiz kalmadığı mızdır. Di nleyen birey her zaman karşısı ndaki nin imlemeleri ne tepki gösterip, davra nışları nı ona göre ayarlar ve ya nıtsa( davranışta bulunur. -
'
Bu olguların ışığı nda, burada ileri sürü l ecek görüş, tıpkı herhangi bir diğer dil- dışı imleme gibi, söyleyen bi reyi n iletişimse( niyetin i n d e dil -dışı bir davra nışla imleniyor/serimleniyor ola bileceğidir. Savımız, bu tür i mlemede bakış yönü, bakış karşı laşması, ve kaş kaldırma32 gibi im leme araçları n ı n tek tek ve ya bir arada önemli ro lleri olduğudur. Bunlar olanak dışı nda ka ldığında (örneğin : görme d uyusu kullanılamadığında : arada bir duvar bulunması g i bi ) başka dil dışı iml emeler bunların yeri ni alabilecektir. Sözü n ü ettiğimiz ögeleri n gerçekten de bu işlevde kullanıldıkları deneysel açıdan destek görmektedir. Özel olarak bizim soru num uz araştı rılmamış olmasına karşın yakın konularda yapılan deneysel çalışmalar savımızı destekleyen bulgular doğu rmuştur. Önce, laboratuvar deneyleri nden daha eski lerde, gözlemleriyle bu kon uya ışık tutm uş olan E. Goffman'ın33 yazı larına bakalım. Bakış karşı laşmasının toplumda birey i lişki leri n i d üzenlemede n e denli önemli olduğunu ilk kez öne sürenl erden olan Goffman, bir bireyler arası doğrudan ilişkinin (focused interaction) ''taraflardan birinin gözleri ne özel bir ifade vererek, veya söze başlarken sesine verdiği özel bir tonla açış ya p masıyla başlatı ldığını'' bildi riyor. ''İ lişki n i n bütün üyle kurul ması, diğer bireyi n gözler, duruş veya sesle, göz göze bir karşı l ı klı eyleme girişmeye hazır oldu ğ u n u imle yerek, bu açışı kabul ettiğini göstermesiyle sağlan ır.''34 Şöyl e bi r örnek veriyor: bir garson, müşteri n i n yemek ısmarlamasını, o n u n bakışları n ı ya kalaması nı önle yerek önleyebilir. ''Göz göze bakışma . . . toplumun iletişimi yaşantısı nda özel bir -----� -------
3 2 Bakış Yöneltmes i : bakışları belirli bir yöne çevirmek; Bakış karşılaşması : iki bireyin birbirinin gözlerinin içine bakıyor olması (göz göze gelmek). Kaş kaldırma, Eibl - Eibesfeldt (''Similarities and Differences between Cu ltures i n Expressive Movements'', H i nde ( Ed.) Non-Verbal Com munication, Cambridge U.P. 1 972.) tarafından betimlenmiş olan ve hemen her i.n san kül türünde gözlemlenen, iyi niyetle karşısındakine ilgi gösterme, ve selamlama davranışı. 3 3 Goffman, E., 1 965, 1 967, Bkz. not (31 ) . 3 4 Goffman, E., 1 965. Bkz. not (31 ) , s. 91 -92.
38 rol oynar." : karşılıklı di lsel veya dil -dışı iletişime açık olunduğ u n u n örfsel bir anlatı mıd ır.3 5 Goffma n'ın gözl eml eri, R . Exl ine, A. Kendon ve M. Argyle36 gibi araştırmacıların laboratuvar deneyimleriyle kanıtlanmış durumdadır. Bu tür labo ratuvar çalışmaları nda n, iletişimse! amaç i mlemesi nin ya lnız bakış karşılaşmasıyla ya pılmadığı, ve bakış karşı laşması n ı n iletişimi başlatma ya n ısıra başka işlevleri de bulunduğu çı karsanabilmektedir: Ba kışlarla, ayrıca tehdit. üstü nlük kabul etti rme, ci nsel ilişki önerme ve iyi niyet yakı nlaşmaları n ı n i mlendiği bel irlenmiştir.37 Şimdi şöyle bir soruyu ortaya atma durumundayız: Kaş ka ldırma ile desteklenmiş bakış karşı laşması nın gözlemlenebilir du ru mda olması. bir bi reyi n iletişimse! niyeti n i i mlemeye yeterli midi r ? Başka bir deyişle, belirli bir du rumda, bir diğeri n i n bakı şını çelip göz göze gelen ve bununla birlikte bir şey söyleyen (geniş anlamda) bir bi rey, iletişim dışı nda başka bir şey yapıyor olarak yorumlanamaz mı ? i letişim amacı olma dan karşısı ndakinde bir tepki uya ndırmak istiyor olara k yoru mlanamaz mı 7 Şu örne ğe göz ata l ı m : B i r trafik polisi, bir arabayı, elle işa ret vermek yerine, yaln ızca yol una çıkarak (araba n ı n ö n ü nde durup hareketini önleyerek) d u rduruyor.38 B u n u yaparken şöförün gözünün içine baktığını da düşü nebil iriz. Polis bu d urumda iletişim yapmakta mıdır? B u n u n yan ıtı açı kça ''hayır'' olmalıdır. Polisi n yaptığı, araba n ı n yol u n u fiziksel olarak kesmek, onu n ede nsel olara k durdurmaktır; bu ise durması nı isteyen bir mesaj yollayarak d urmasını sağlamaktan temelde fark l ıdır. Sağlanan bakış karşılaşması na geli nce, şoför bunu bir iletişim niyeti seri m liyor olara k görmeyecektir. çünkü iletilen bir şey bulunmamaktadır. B u durumda polisi n bakışl arı (yukarıda sözü edilmiş olduğu gibi) tehdit veya üstü n l ü k kabul ettirme olarak yorumla nacaktır. Öyle ise soru şöylece yeniden ortaya konabi l i r : çift a n lamlılığın doğabileceği durumlarda göz göze gelmenin iletişim veya o n u n dışında niyetlerle ya pıldığı ayırd edilebilecek midir? Önce, ''durum'' ve ''söyle nim''in daha ayrı ntı lı olarak değerlendirilmesi çok anlamlılığı giderici ipuçla r ı sağlayabilir. Ancak, i letişim niyeti n i n sergileniş biçiminde de çok anlamlılığı giderici özellikler bulunabilecektir. Öyle ki, bakış karşılaşması ya nısı ra, a nlamını pekiştiren başka destek i mlemel er. ya ni, kaş kaldırma, gül ümseme vb. gibi yüz ifadeleri, vücut hareketleri, sesler vb . . . , kullanılıyor olabilecektir. B u n u n yanısıra, ve belki daha da önemli olarak, bakışlar arasında taşıdıkları a nlam açısı ndan ayrı m ya pabildiğimiz deneysel olarak sa pta nmıştır. E. H ess ve arkadaşları n ı n ya pmış oldukları bir d eneyde39 göz bebeğinin büyükl üğünün saldırga nlık, iyi ---
3s
- ---- -
- ·
.
Aynı yapıt, s. 92.
36 Exline, R., ''Visual l nteraction'' Weitz ( Ed.) Non-Verbal Communication, New York: O. U . P. 1 974; Kendon, A., ''Seme Functions of Gaze Direction in Social l nteraction'', Acta Psychologica, 1 967; Argyle and Cook, 1 976, Bkz. not ( 3 1 ) .
3 7 Bkz. Exline, R., 1 974, not (36). 38
Bkz. G rice, H . P., 1 957, not (1 1 ) .
39
H ess, E.H., Seltzer, A. L., and Schrien, J . M . , ''Pupil Response of Hetero and Homosex u a l Ma les ta Pictures of Men and Women'', J . Abnorm. Psychol. s. 1 65-1 68.
39 niyet, sevecenlik (şefkat) gibi duygusal eğili mleri açıkladığı ortaya çıkmıştı r. Deneye katı lanlara güzel bir kızın bütün üyle aynı görü nen iki resmi veri lmiş, ve bunların hangi his durumunu anlattıkları sorul muş. H is duru m u n u n yoru munda bireyler arasında tam bir a nlaşma gözlemlenirken, ayrı hisleri ifade ettiği söy lenen resimler arası ndaki farklılığın nerede olduğunu kimse gösterememiş. Ger çekte farklılık, göz bebeği nin büyükl üğü ndeymiş. Öyle ise, durumların büyük bir çoğunluğu nda, bakışların, gerekti ğinde başka seri mlemelerin d e desteğiyle, iletişim niyeti ni imlemede yeterli olabil eceğini söyleyebi li riz. Bu, olası yanlış an lama ları kabul etmediğimiz anlamına gelmez. Yanlış yorumlama ( S, i letişi m niyetl en iyorken, onu başka bir şey istiyormuş gibi yorumlama veya tam tersi) bir olası l ı k olara k düşünülecektir. Şi mdi, i letişi msel niyeti n i mlemesinin başka iletişim durumlarından daha saydam olara k görülebi ldiği bir iletişim davra nışı (söyleni m ) i nceleyel i m : böylece konuyu daha açık bir biçimde kavrayabil iriz. B u i letişim davra n ışı, kabaca, ''bi rini bir başkasına göstermek için bakış ve yüzü gisteri lene doğru çevirmek'' olarak betimlenebi lir. Bu davra nışın, du ruma, önceden karşılıkl ı ko nuşma olmuş olup olmadığı na, ve kişi nin n e ölçüde konuşka n ve yardı mcı (co-coperative) oluşuyla koşut biçimde, değişik görü nümleri olabilecektir. Bununla gerçekleş tiri len iletişim ''doğal'' ol mayacak, a ncak '' uzlaşımsal'' bir özel lik te göstermeye cektir: aynı davra nışı değişik insan kültürl eri nde görmek olanaklıdır. Bir i letişim olayı n ı n kendi iletişimse! geçmişi (yani bu olaydan önce iletişi m i n sürdürül üyor olup olmaması ) , kullanılan iletişim davranışının (söylenimin) ve i letişimse! niyet imlemesinin üreti lişinin açık seçi klik nitel iğini etkil eyecektir. Eğer önceden bir karşılıklı iletişim (konu şma veya dil -dışı) sürüp gidiyor idiyse, ve bu çekirdek iletişim olayı, kon uyu keskin bir biçimde değiştirmeyecekse, i letişimse! amaç seri mlemesi nin, yeni ve değişik bir kon u n u n ortaya atı ldığı bir çekirdek i leti şi m olayı na kıyasla daha az açıklıkla im leneceği beklenebilir. Öyle ki, Bay B'nin kim olduğu sorusunun (dil-d ışı) ya nıtı olarak baş ile yapı lan ufak bir hareket, veya B'ye doğru kısa bir bakış iletişimi başarıya götürmeye yeterli olacaktır: bu durumlarda söyleyenin iletişim amacı zaten va r sayı lmaktadır; tekrar i mlemesine gerek yoktur. Aynı şeki lde, söyleyen'in ruhsal durumu da söyl enim ve niyet seri m lemesi n i n açıklık derecesi n i etki lemektedir. Daha az ya rd ımcı ve konuşkan olma gibi bir ruhsal durum, söylenimde kısa lmalara yol açacaktır. Filmlerdeki ''kötü adam'' tipi anlamsız bir yüzle küçük bir bakış ha reketi ya pma kla yeti necektir. Ancak zor bir durumda ise iletişime daha yatkı n görünecektir. Öyle bir durum düşünelim ki, bu etmenler söylenimi etki lemesi n : söyleyen olağan ölçüde ko nuşka n, ve yeni bir konu şma, yeni bir ko n u başlatıyor olsu n. Şöyle bir durumu i mgeleyel i m : Bay A'ya Bay B hakkında, pek onaylamayan bir tonda konuştuğumu düşünelim. B u arada, ben farkına varmadan odaya B giriyor. Bay A'nın, konuşmamı dizginleyebi l mek için, Bay B'yi bana göstere-
40 rek beni uyarması gerekiyor. B u durumlarda kullanılan tipik bir dil -dışı davra n ış (söylenim), göz göze gelmeyi sağ ladıktan sonra, bakışı bir kaş ka ld ırmay la yoğunlaştırarak gösteri len n esneye {bu d uru mda Bay B'ye) yöneltmekti r. Bu davranışın iyi bir örnek olduğu söylenebilir. Çünkü iletişim amacının im lemesi açığa çı kmakta, ve el ektronik kayıt aygıtlarına gerek olmadan g ü n l ü k ilişkilerde d e kolayca gözl emlenebil mekted ir . . . İ l ginç olan nokta odur ki, eğer Bay A, başka hiç bir şey yapmadan ya lnızca Bay B'ye bakarsa; dinleyeni uyaramayacaktır. Karşısı ndaki (ben) o n u n di kkati nin dağ ıldığını, sıkı l ı p başka yerlere bakmaya baş ladığını sanacaktır. Öyle ise, b a ktığı şeye gerçekten karşısı ndaki ni de çelerek baktırtmak ve d e böylece uyarabilmek için, fazladan imlemeler kullanması gerek mektedi r : bakış karşılaşması sağlaması, bu olamadığındanda yapma bir öksü rük öykün mesi vb. gibi . . .
16 Deneysel bulgu larla sağlanıl aştırmış olduğumuz görü n üme göre, a n latma kavramının daha tatmi n kar bir ta nımını şöylece verebi liriz. ''S gibi bir söyleyen bi rey, y gibi bir im leme (davranış) bera beri nde, X gibi bir şey söyleyerek (dil �dışı davranışta bulunarak) bununla r'yi an lattı (ya ni, S, y ve X ile r a nlattı)'' demek, ''a) S, X'i, D gibi bir dinleyen bireyde r düşü ncesi ni uyandırmak amacıyla söyledi, ve b) S, y ile D'ye i leti şim niyetini seri mledi." demektir. Ta nımı mızı karşısında savu nmamız gerekebilecek bir itiraz şu olabi l i r. Dene bilir ki bu ileri sürülen ta n ı m sonu belirsiz bir uzatılma gereği i le karşı karşıyad ır. Şöyle ki, söyleyen iletişim niyeti ni imleyerek, iletişim ya pmak istediğini iletmek istemektedir. Öyle ise, bu i letişimse! davra nışın da bir iletim niyetiyle ya pıldığını din leyen için belirgi nleştirmek gerekir. Aksi halde başka yorumla r götürebilecektir. Demek ki, söyleyen, iletişim niyeti taşıdığını il etmek amacıyla, bir kez daha i l e tişim niyeti ni im lemeli, ve bu kez bunu da iletişi mse! bir davra nış haline sokmak için bir kez daha im lemeli . . . ve bu sonsuza dek, ta nım tama mlanamada n sürmelidir4 0 Bu itirazdan kaygı duymaya gerek yoktur. N edeni de, iletişim niyeti n i n imlenmesinin, X'in uyandırdığı r düşüncesinin ileti ldiği biçimde iletilm emesidir. B u açıda n, söyleyenin iletişi mse! niyeti ni seri mlemesi nin (i mlemesi nin) bir yapay iletişi m 40
Bkz. Gandhi, R., Presuppositions of Human Communication, D e l h i : O . U . P., 1 974. Bu yazarın ''speaker's mean i ng'' tanımı da bu özeliği gösterir. Gandhi bunu iletişim i n bir gereğ i saymaktadır.
41 olayı olmadığını bildirmel iyiz. Yapay iletişi min parçası olara k ''anlatılan'' bir şey olmadığından, iletişim niyeti im lemesi n i n iletişi m amac ıyla imlendiğinin imlen mesi gerekmeyecektir. Daha önce gördüğümüz gibi, iletişi m niyeti n i n imlenmesi büyük ölçüde içgüd üsel bir seriml emedir. Örnek bir doğal im ol masa da doğa l ve yapay a nlamlılığın arası ndaki alana düşmektedir. Bir başka itiraz da şöylece yönelti lebilir: ''bu ta nım, yani 'anlatma' kavramın ın çözümlemesi, diğer başka ta nı mlarla birlikte ' i letişim' kavramının çözü mlemesini vermesi amacı güdü lerek geliştiril mektedir. Oysa iletişi m kavra mı, 'i letişim niyeti imlemesi' ol arak bu ta nımın içinde zaten bulun uyor durumdadır. B u ise bir kısır döngüye d üşmektir." İ ki nokta sayesi nde kısır döng üye d üşme durum unda değiliz. -
1 ) i letişi m n iyeti ni imlemek (veya serimlemek) iletişim kavramının bili nçli olara k d üşüncede bulu ndurulmasına, veya bu kavra ma daya n mamaktadı r. B u tür i m lemelerin, yaşa mın ilk 8-1 O aylık dönemi n i n sonunda ortaya çıktı ğını ve doğ uşta n edinilme davra nış biçimlerinin bu devrede bu işlevde kullanı lacak bir i mlemeye çevri ldiğini destekleyecek bulgular vardır.4 1 Şu halde, yarı yarıya içgüdüsel olan bu im leme, ilgili kavra mın tam bir bili nciyle ya pılma durumunda deği ldir. Olsa olsa, çocukta, büyükl eri arası ndaki iletişi mse! alışverişi gözlemlemiş, ve kendi düşün celeri ni aktarmış olmakta n belli bel irsiz bir düşün (fikir) oluşmuştur. Ya pmakta olduğumuz kavra msal çözüm lemede iletişim kavra mı çözümleyici bir öge durumun da değildir: çözümleyici öge, içgüdüsel yo llarla ed inilnıiş bir i mlemedir. Bu im l�me n i n iletişim amacını serim lemesi, iletişim kavra m ı n ı n çözümleyici olması n ı gerektir mez.
2) ''i letişim niyeti'' kavra mının çözü mlemede öge olduğunu kabule zorla nsak bile, G rice'dan bazı koşu llar ödünç alarak42 bunu içinde ''iletişi m'' sözcüğü bu lu n d urmayan karmaşık bir niyetler kü mesi olarak ta nımlayabi liriz. ''İ letişim n iyeti''ni, ''X'in uyandırdığı r düşü ncesi nin S tarafı ndan uyandırılmak isten miş olduğu n u n, D tarafı ndan farkına varılması ve r'yi, bu fa rkı na varış üzeri ne oluşturması amacı'' olara k yeniden yaza bil iyoruz. H er n e kadar bu tanımı kullan maya gerek ol mayacaksa da tam bir doyu m sağla ması amacıyla bildi riyoruz. i letişi m niyeti n i n imlen mesi nin iletişimi başlat mak için her du rumda g erekli olduğunu ileri sürebil memize karşın, bu imlemen in bazı d u rumlarda il etişimi yapaylaştırma katkısına gerek kalmamaktadır. Bu, özellikle uzlaşımlaşmış ile tişim davra nışlarında söz konusudur: bu davra nışları n iletişim a racı oldukları ve iletişimse! niyetle kullanı ldıkları, uz�aşımın bir parçasıdır. Bu, dilsel iletişi m davranışlarını da kapsa maktadır. Örn ek düşünü lecek olursa, savaşta si perlerden bir beyaz bayrak sallamak teslim olunduğu n u uzlaşımsal olara k bildi recektir. 4 ı Sugarman (Beli), S., ''A D escription of Communicative Development i n the Pre- Language Child'' Yayınlanmamış Tez, 1 973. Bruner, J . , ''Nature and Uses of l mmaturity'', The American Psychologist, Vol. 27, 1 972.
42 Grice, H. P., Bkz. not (1 1 ) , ve Grice, H . P., not (28) .
42 Ayrıca iletişimse! niyet imlemeye gerek yoktur. B u n u n gibi , konuşulan bir sö zün de, uzlaşı mının bir parçası olarak iletişim niyetiyle söyl endiği belli ve apa çıktır. Uzlaşımsal yapay iletişimde, iletişi mse! niyet imlemesi, söyl enimi ''yapay'' anlamlı yapmak yerine, iletişi mi başlatmada kullanı lacaktır. Bu özellik bize i nce bir ayrı mı görme fırsatını ta n ı maktadır: ''anlamlı olma, fakat il etişim amacı taşımama''. Öte ya ndan dil ve uzlaşım dışı iletişim durumları n ı n hemen hepsi nde, söyleyen il etişi m niyeti ni ya i mlemiş olacak ya da bu niyeti taşıdığı açık bir nedenden ötürü varsayılıyor olacaktır. D urumun belirl eyeceği bu açık neden, söyleyen bi reyi n başka bir iml emesiyle değiştiri lip kaldırılmadıkça, kendisi açısından yükümlülük yaratmaya devam edecektir.
17 Son durumu nda, tanımımız, a nlatma'yı çözümleyecek güce ulaşmıştır. Ancak böyle bir tanımın (şimdilik kapalı olarak) içerdiği bazı kavra mlar vard ır ki, olgusal açıdan bakıldığı nda, bu nları yüzeye çı karmak, iletişi min dışta n kolayca gözlemlenemeyen bazı özel li klerinin görü lmesi ne yarayacaktır. Kabaca söylenecek olursa, bu bulgu, ''S, X ile, r yi an latıyor'' denebil mesi için ''S'nin X ile r'y D'de nasıl uya ndıracağ ını tasarlamış olması (planlamış olması ) n ın '' gerekiyor oluşu dur. İ l k bakışta apaçıkmış gibi görünen bu koşul biraz daha deri n i n e düşünüldüğ ü n de kabulü zor bulu nacaktır. Zira ta n ı m ı n parçası clı arak genellendiğinde karşı laşılacak zorl u klar vardır. Düzg ü l ü iletişi m du rumlarında, yani günlük karşılıklı ko n uşmada her tü mceyi söylemeden önce tasarladığı mızı önermek ne derece i n a ndırıcıd ı r ? Dilsel olsu n, dil -dışı olsu n aktard ığımız birçok mesaj ı, durup düş ü n m eden, adeta ken diliği nden söyleyerek, karşı mızda ki ne a ktarıyoruz. Tasarlama için bir süre ayrıldığının farkında olmadığımız gibi günlük mesaj alış verişinde söyledikleri mizi önden ''nasıl iletsem'' diye düşündüğümüzün daha hiç fa rkında değiliz. Öyle ise, doğal eğilim, an latmada tasarla man ın olmaması gerektiği yönünde olmalıdır. Bu yüzden, tasa rlamanın var olduğunu ka n ıtlayabilmek, güçlü uslamlama gerek tirmektedir. Böyle bir uslamlama i leri sürü p, destekleyici d eneysel bulgulara da deği neceğiz. H erhangi bir şeyi amaçlamak (ona niyeti olmak) bir koşul içerir. Bu koşulu şöylece bildirebiliriz : ''S, X'i ya pmak niyeti ndedir'' tü mcesi n i n doğru olabilmesi için, (başka koşullar ya nısıra) ''S, X'i yapmak için ğerekli girişimleri ya pma ve önlemleri alma durumu ndadır." gibi bir tümcenin d e doğru olması gereki r. Bu koşu l u n nedeni ise, ''S, gel ecek ay yurt dışına gitmek niyetinde (gitmek amacında ) , fakat bunu sağlamak için gerekli girişim, işlem ve önleml eri al mayacak'' ın saçma, hatta çelişik bir önerme durumu nda oluşudur. 43 43 Bkz. G rice, H. P., ''l ntentions and U ncertainty'', Annual Philosophical Lecture of the British Academy, Oxford U . P. 1 971 .
43 G erçekte, ya pılan herhangi bir şey (X) için öncel (preliminary) önlem ve giri şimler gerekmeyebilir. Oysa, S bunları böyle önlemlerin gerektiğini düşündüğümüz yerlerde ve durumlarda da al mayacaksa, onun gerçekten X'i ya pma n iyetinde olduğunu, kuşkuyla karşılama durumunda olmalıyız. •
Değişik bir vurguyla, aynı koşulu J. Meiland şöyle ele almıştı r.44 Önce Meiland, amaç (niyet) içeriklerini iki ulama (kategoriye) ayırıyor: niyetin sahibi bi reyi n edim ve davra nışları, ve bunun dışında kalan, olaylar, durumlar, başka larının davra nışları gibileri .. Bir birey, kendi davran ışlarını niyetlediği gibi (elini oynatmak, yemek yemek, bir yere gitmek), ''başka birinin bir şey ya pmasını'', ''bir olayı meydana getirmeyi'', veya ''bir şeyin gercekleşmesi ni'' de niyetleyebilir. M eiland ko şulunu veriyor: ··Bir bireyin oluşturduğu herhangi bir niyetin içeriğinin yal n ızca kendi davranışla rıyla sınırlanmış olması gerekmez. B u açıdan, eğer bu bireyin, X gibi, içeriği kendi davra nışı ol mayan (ör: bir d urum) bir niyeti varsa, aynı zamanda K gibi, bir kendi davranışını içerik alan başka bir (veya birkaç) niyeti d e olması gereği vard ır. Dahası, K öyle olmalıdır ki, bu bi rey, K'yı yapma nın, X'i meydana getirmede yaln ızca bir rolü olduğun dan öte, bu yönde önemli bir yol alı nması nı da sağlıyor olduğu i nancında olmalıdır."4 5 Bu il keye, şu gerekçeyle karşı çıkılabilir: bazı durumlarda, aynı amaç veya niyetin içeriği hem bireyin kendi davra nışı olarak, hem de meydana getirilecek bir durum olara k ifade edilebilir. Böylece, ilkenin nasıl uygulanacağı bel irsizleşir. Örneğin bizi özellikle ilgi lendiren bir ni yet içeriği, ya ni bir başkası nda bir d üşünce ol uşmasın ı niyetlemek, aynı zamanda bu kişide bu düşü nceyi oluşturmak, uya n dırmak olarak ta ifade edilebil i r. B u duru mda ilkenin doğru, ya da ya nlış olduğu açık değildir. Böyle bir itirazı karşılamanın iki yolu va rdır. İ l ki, ''uya ndırma'' veya ''ol uştu rma'' nın gerçekte davra nış veya edim olmadıkları nı söylemektir. B u n ları, ''çözmek'', ''bu lma k'' eylemleri gibi, edimden çok, ''bir sonucun elde edi lişi'' olarak yorumlayabi leceğimiz öneri lebi lir. Davran ışlar için genel kural veya koşullar il eri sü rme durumuna düşmeden, yukarı ki gibi bir ayrımın, ''korkutmak'' gibi bir eyle me uygulanışının basit i ken, ''kurmak, yapmak'' gibi kavra mlarda gü çlükler doğu rabileceğini bel irtmekle yetinebiliriz. Öte ya ndan, '' meydana geti rmek'' gibilerinin d e, ''koşmak'', ''el sallamak'', ''zıpla mak'', ''vu rmak'' gibi davran ışlardan çok başka olduklarının, dolayısıyla davra nış olarak kabul edilemeyecekleri nin söylenmesi ne bir itirazımız olmaya bilir. Böylece, bizim i lgi lendiği miz kavra mlara uygulan ışında, Meiland'ın i lkesi nin doğru olduğu söyl enebi li r. i kinci yol ise, ''koşmak'' vb.. gibi davran ışları ''temel edim'' olara k nitel endirdikten sonra, Meiland'ın il kesini şöylece tama mlama k olacaktı r : ''ilkenin doğru olması için niyetin içeriği olan X'i, bireyin bir temel edimi olarak ele alamamak gereki r'', •
44 Meiland, J., The Natura of lntention, Landon : Methuen, 1 971 . 4 5 Aynı eser, s. 36.
44 Temel edim kavramı güçl üklerden bütün üyle arınmış bir kavram değildir,4 6 fakat, yine de, Meiland'ın koşulunun kabul edilebi lir olduğunu yalan layacak kesin kan ıtlar göremiyoruz. B u ndan sonra açıklamak istediğimiz şu olacaktır: Nasıl ol uyor da, başkasında bir düşü nce uyandırma n iyeti olan ve bu niyetle bir şeyler yapan (ve bunu ya pabil mek için yukarıki koşulu yerine geti ren) birey bu amaç uğru na, d iğer herha ngi bir davra n ıştan ayrı olarak yaptığı o davra nışı ya pıyor ? D iğer bir deyişle, açı kla maya çalışacağı mız, yukarıki koşu l u n yeri ne geti rilmes i n i n neleri i çerdiğidir. Böylece, yapacağ ımızı n doğruluğunun, genel uygulamasında Mei land'ın ilkesinin doğru ya da yanlış oluşuna bağ lı o lmadığı nı söyleyebiliriz.
18 Bölüm 1 6'da vermiş olduğumuz tanıma dönel i m : X davra n ışında b u l u n a n (di l - dışı bir şey söyleyen) bir birey (S), n e yapmış ( n e yeri ne g etirmiş) olmalıdır ki, X ya parak r düşüncesi ni uya ndırdığı söyl enebi lsin ? Görmüş olduğumuz üzere, r gibi bir düşünceyi uya ndırma niyeti nde olmak, bu n iyeti gerçekleştirmek için bir şeyler ya pmak, (X) gibi bazı öncel ön lem ve girişimleri gerektiren oldu kça karmaşık bir zihi nsel d urumdur. Bu öncel önlemleri al mayan ve bunları yeri ne getirme n iyeti nde de olmayan bi rey için, r'yi uya ndırmak niyetin de olduğunu söyleyemiyoruz: an cak bunu istediğini ya da a rzu ettiğini söyl eyebili riz. Öte yandan, böyle bir amacı ol ması nın, birey için, amacının içerd iği söyleni len koşulların ke ndiliği nden, otomatik olarak yeri n e getiri l i p sağlanacağına bir güvence olmadığı da apaçık olsa gerektir. ' ' O nda Kuzey Kutbu' na gitmek istediğim düşüncesini uyandı rmaya niyetl iyinı, ama bunu nasıl yapacağ ımı hiç bi1emiyorum'', en azından a cayip bir önermedir. B u na ya nıt olara k ' ' Eğer onda bu düşünceyi uyandırabilecek bir yol, bir usul düşünmediysen, böyle bir niyeti n olduğu nu savuna mazsı n ; olsa olsa bunu arzu ettiğini veya istediğini söyleyebi lirsin'' demek uygun olur. Do layısıyla öyle görün üyor ki. ' ' r'yi uyandırma amacında olmak'', r'yi D'de uyandırmada kullan ılacak olan X gibi bir davra nışın ne, ve nası l olacağını kendili ği nden sağlamıyor. Tam tersi nin söz konusu olduğu söyl enebi l i r : X gibi bir davra nışı yapmaya (X'i söylemeye) hazır olmak (veya X'i söylemiş ol mak) , bi reye, bir başkasında r gibi bir düşünceyi uya ndı rma niyetinde olduğunu söyleme hakkı kazandı rıyor. Dahası, herhangi bir davra nış kabul edilemez: söylenen (X) , uyandırıl ması niyetlenen düşünce ile sı kıca ilgili olmalıdır. Oui nto n47, G rice' ı n ---
--- - -
-
-
-
---
4 6 Bkz. Da nto, A. ''Basic Actions'', White, A.R. ( Ed . ) , The Philosophy of Action, Oxford U . P . s. 43- 58. 4 7 Ouinton, A.M., The Natura of Things London: Routledge and Kegan Paul, 1 973.
45 ta nımının ya nlış olduğunu önerirken bu noktayı düşün müştür: ''Birisinin X yaparak, r'yi uyandı rma niyeti nde olabil mesi için X' in, r'yi D'de uya ndıra bileceğine ina nıyor olması gerekir. Trafik la mbalarında durmuş olan otobüsün daha hızlı gitmesi ni sağlamak niyetiyle, dizim üzeri nde parmaklarımla tempo tuttuğumu, bunun gerçekten bu sonucu sağlayacağına inan mıyorsam, söyleyemem." Bu gerçekten kabul edi l mesi gereken bir noktadır. Ayn ı kon uda P. Zift ve S. Schiffer ta rafı ndan itiraz ve düzeltmeler öneril mekted ir. 48 Öyle görün üyor ki, r gibi bir düşü nceyi bir başkası nda uya ndı rma niyeti nde olan kişi, X'i ya pmanın (söylemenin) r'yi D'de uya ndırmada etkin olacağı i nancı nda olmalıdır. Bu inanç, D'de r'yi uyandırmak için niye bir başka söylenim değil d e bu X'in ku llanıldığını açıklama durumundadır. Yukarıki niyete sahip olmanın, bu inancı kendiliği nden (otomatik olarak) yaratmayacağı olgusunun ışığı nda şu soru sorulmalıdır: X'in etken olacağı inancı nereden doğmaktadır ? Bir söyleyen bi reyi n r'yi iletmek istediği düşünüldüğünde, onun bu inanca varış yolu üzeri n e ne söyleyebiliriz ? Eğer bir birey, önceden, bazı şeyleri yapma n ı n (X'i yapma n ı n ) ,r'yi uyandı rmaya yarayacağını bil iyorsa, o zaman böyle bir amaç için temel hazırdır. Böyle bir durumda bu bi lgiyi anımsamakta n fazlası gerekmeyecektir. Bir kişi, ışığı a çmak istiyorsa, ve düğmeyi çevirince lambaların ya nacağı bilgisi ni öğrendiyse, ve bunu şu anda a n ı msıyorsa, bu kişi n i n ışı kları ya kma niyeti nde olduğu söylenebilir; çünkü doğal olarak, dü ğmeyi çevirmenin ışıkları ya kacağı inancında olacaktır. Benzeri bir d urum, biri n i n diğer bir bireyde bir düşünce uya ndırmak isteyip, bunu gerçek leştirecek uzlaşımsal bir yolu bildiğinde söz kon usudur. B u uzlaşımı öğren miş olmak (örneğin, tesl im olmak için beyaz bayrağı sallamayı öğrenmiş olmak) ve bunu o a nda anı msamak, kişiyi niyetli duruma sokmaya yeterli olacak uyg u n inan cı sağlayacaktır. Ancak, dil -dışı ve uzlaşım dışı iletişimden söz edildiği nde, böyle bir hazır bilgi olanak dışında kalacaktı r: bu duru mlarda iletişim yeni buluşa daya n ır, ve söylen i m i n (X) , ilettiği düşünceyi iletmede kullanılışı i l k kezd ir. Böylece öncel, hazır bilgiden yoksu n olan söyleyen bu durumlarda nasıl davra nacağı konusu ndaki inancını'' yeniden'', ''yokta n'' meydana getirme durumu ndadır. B u bizi şu son uca götürmekted ir: uzlaşım dışı iletişi mde, a maç olan r düşün cesi ni bir başkasında uyan dırmak için ne yapılacağı, yani ne söyleneceğ i , ön ceden düşü n ü l ü p tasa rla nmalıdır: bu önceden bi li nen lerden bazı seçenek davra n ış biçimlerinin birleşimsel (sentetik) yo lla üreti lmeleri, ve biri n i n bunlar arası ndan seçilmesi ni kapsar. Başka bir deyişle, hem karar verme, hem de yaratıcı düşünce (ele alma : consi deration, deliberati on) söz konusudur. B u eylemi (aktivite) ''başkası nda bir d üşü nce uya ndırmak amacıyla bir davranışın tasarla n ması (plan lanması ) '' olarak adlandıracağız. •
-··-·
- · · - ---- -
-
-
-
-
4 8 Ziff, P., ''On H . P. Grice's Account of Meaning'' Analysis. 28, 1 967, s. 1 - 1 8 ; Sch iffer, S . ,
Meaning, Oxford U . P. 1 972, s. 1 1 .
46 B u i leri sürdüğümüz tasarlama kavramının g ü n l ü k yaşa ntı dakinden biraz değişik olduğunu kabul etmek müm kündür. Ancak, tasarlamayı tasa rlama yapan temel niteli kleri n hangileri olduğunun görül mesi gerekmektedir. Örneğin, denebi lir ki, sözcü ğün günlük a nlamı nda, tasa rlama nın gözl emlenebi lir bir süresi olduğu içerilmektedir: bu, tasarlanan şeyi n ''ele a l ı ndığı'' süredir. Aynı biçimde, bir dav ra nışı tasa rladığı söyl enen bi reyi n, yaptığı n ı n bilincinde olmuş olması ikinci bir içerme olacaktır. Bizim bu rada i leri sürdüğümüz kavra mınsa bu nitel ikleri bulun mayacaktır. Anlaşıl mayacak kadar kısa bir süre alabilir, ve tasarlayan birey tasarlamakta olduğunu, veya tasarlamış olduğunu bil meyebi l i r, bunun fa rkı nda olmayabilir, fakat, her durumda neyi tasarlad ığını, düşü ncesinin içeriği olara k bilecektir. Bu farklılıkların ayrı m yaratacak önemde olduğ unu savu nmak zorlama ge rektirecek gibidir. D iyebiliriz ki, tasarlama n ı n çok daha önemli bir nitel iği, onun erek sel veya bir amaca yönelik oluşudur: yaratıcı bir birleşim (sentez), yenilik getirme, ve olası seçenekler a rasında karar verme . . . Yine önemle bel irtebi leceğimiz bir nokta da, farkına varı la mayacak kadar kısa süreli tasarlama süreçleri n i n varlığı n ı n bil imce kanıtla nmış olduğudur. B u açıdan bel irti lebi l i r ki, ''hesapl ı'' (bil erek, istemli) ve ''kend iliğinden'' yapılan iletişi mse! davra nışlar (söylenimler) arasında ya ptığımız sezgisel ayrım, ''tasa rl anmış'' ve ''tasa rlanmamış'' davra n ışlar (söylenimler) arası ndaki ayrı ma bütü n üyle koşut değildir. Eğer ilk ve yeni iseler, ''kendiliği nden'' söylenimler d e tasa rlanmış olacaklardır. B u önerme az sonra bildireceğimiz gibi ruhbilim araştırmaların da ortaya çıkarıl a n deneysel bulgu larca desteklenmektedir.
19 Bütün yapay iletişim olaylarında tasa rlama olduğu söyl enebilir mi ? B u soru nun ya nıtı olumsuzd ur. Önceden tasa rlanmış söylenimler de kulla nılıyor olmasına karşın, g ü n l ü k i letişimde söylen imlerin bir bölümü söyl enirken tasarlanma maktadır. B u n u n ya nısıra, iletişi min büyük ve temel bölümünün, ve özellikle iletişi min yeni bilgi veren yaratıcı bö lüm ün ün, söyleni mler tasarlanarak gerçekleşti rildiği bi l dirilebilir. Tü mceleri n, içlerinde bulunan bazı önceden hazır di lsel formüller dışında, konuşurken tek tek tasarla ndıkları deneysel olara k kanıtlanm ıştır. Bu den eysel bulguya bakmadan önce, içinde tasarlama bulun mayan iletişi min neleri kapsadığına göz atalım .. •
Yinelen miş dil ve uzlaşım dışı söyleni mler iletişim sırasında tasarla nmayacak lardır: yinelendikleri, yeniden aynı amaçla ku llanıldıkları bir iletişim olayı nda yeni baştan tasarla n maları gereği yoktur. Aynı şey, uzlaşımlaşmış olup ta henüz dilsel ol mayan söylenimler için de söz konusudur. Örneğin teslim olmak için bayrak sallamak veya taksi tutmak için parmak kaldırmak söylenimleri ni ele alalım. Bu söyl enimleri oldukları gibi öğren miş olmak, kullanıldıklarında istenilen
47 düşü nceyi uyandırabi lecekleri inancını doğrulamak, onu yeterlidir.
temellendirmek için
Dilsel iletişimde de sık sık kullanılan bazı söylenimler vardır ki, söy lendikleri sırada tasarla ndıklarını i leri sü rmek ya nlış olacaktır : bunlar, hazır formüller olara k kullanılan, gramer yapısı na sahip olmalarına karşın, ''bütün'' olara k, yapısal laşmamış uzlaşımsal söylenimler gibi işlev gören söyleni mlerdir. Örnek olara k, Selamlama ve hatır sormada kullanılan teri m ve tü mceler gösteri lebi lir: '' Nasılsı n ız ?'', ''Sela mınaleyküm'', ''Afiyet olsun," '' Rica ederim'', .. Ün lem formülleri de tasarlama bulundu rmaya caklardır. ''Allah kah retsi n'', ' ' Lanet olsun·· . . . Ü n lemleri anlamlı olara k kabul edip edemeyeceğimiz açık değildir. B u n ları kendi liği nden (sponta ne olarak) kullanan bireyler bunlarla bir şey anlatmaya (yapay olarak) çal ışmamaktadırlar: yaptıkları, sıkı ntı veya kızgınlıklarını sesli olara k dışa vurmak, otomatik olarak ya nsıtmaktır. Uzlaşı msa l olmalarına karşın daha çok doğal imleme türünü andırmaktadırlar. ( B u iki kavram birbiriyle çelişik değildir.) Söyleyenin dilsel i letişimde tü mceleri n i sürekli olara k tasarladığı, kesin kanıt sayı labi lecek bulgu larla gösteri lmiştir. Bu ala nda, 1 950'1erin ortaları ndan beri araştırmalar yapan F. Goldman- Eisler çok sayıda makale, ve görüşleri ni sonradan topladığı bir kitapla49 deneyleri ni bildirmiştir. Deneylerinin hangi yollar izlenerek ya pıldığını kısaca a nlatal ı m . Goldman- Eisler'in çı kış noktası, gü nlü k karşılıklı konuşmada ki d u raklama ve araları n el ektronik aygıtlarla ölçüldüğünde ilginç bir görü nüm vermesidir. Konuşma sürekli bir olgu değil, bazı sesleri n durup ye niden başlamasıyla meydana gelen kesinti li bir süreçtir. Fonetik nedenler ve nefes alma gereği yüzünden ya pılan duraklamalar ayırd edi ldiğinde, geri ka lan daha uzun aralıklar şu niteli kleri göstermişlerdir: D u ra klamaların önemli bir böl ü m ü n ü n tü mcedeki konum ları nın anlaşılmayı kolaylaştıracak, alt-tü mce bağ lanma noktası veya virgül gibi yerlerde değil, aksi ne gramer a çısı ndan birlikte olması gereken ögeler arasında olduğu gözlemlenmektedir. Bu ndan, bu duralama türü n ü n a n laşılmayı kolaylaştırma dışında bir nedenden i leri geldiği sonucu çıkartılmıştır. D uralamaların uzunluğu araştırılmaya başla nı nca, daha daha ilginç olarak konuşulan tümcelerin ''öğren ilmişlik'' düzeyleri arrttıkça. araların kısaldığı saptannııştır. Öyle ki, aynı tümceleri birden çok kez yin eleyen bireyler her sonraki yinelemelerinde daha az d uralamışlardır. D u ra lama nokta larının sıklığı da buna koşut bir görü nüm verm işti r: Deneyler hazırlıksız ko nuşma nın %50'sinin 3 sözcükten az parça lara bö l ünmüş olduğunu göstermiştir. Bireyler söylediklerini 6 şar kez yinelediklerinde 3 sözcükten az parçalara bölünmüş bölümlerin %35'e düştüğü görü lmüştür. Goldman Eisler bu bulguları şöyle değerlendi riyor: eğer belirli bir yaştan sonra konuşma bece risi n i n du rağan (sabit) bir özellik göstereceği kabul edilecek olursa, bu tür yineleme lerde elde edilen sonuçların beceri ile ilgili olmaması gerekir. O ha lde, bu beceri -dışı •
-
-
- - - - - -- - - - - - -
49
-
-- - - - -
Goldman- Eisler, F., Psycholinguistics : Experiments in Spontaneous Speech . Londo n : Academic Press. 1 969.
48 özelli kler, dilin yaratıcı lık ve tasa rla ma yö n ü n ü n hazırl ıkla ilgili göstergeleri olara k görülebil irler. B u varsayım, yarıda kesilen tü mcelerin sonları n ı n kesti ri lmesi ne daya nan, ve bu tümcelerden önce gelen leri n ışığında yapılan ta mamlamaların aldığı süreni n d ura lama larla karşılaştırıl maları ile gerçekleştiri len deneylerde doğrulanmış tır. Uzun dura lamalardan sonra gelen sözcükler kestiril mesi en büyük güçlüğü ya ra ta nlar olmuşlardır. Dolayısıyla, Goldman- Eisl er, duralamaların ko n uşmada üreti len yeni ve ilk bildirim içeri ğ i n i n göstergesi olduğunu i leri sü rmektedir. Bu deney lerde sa pta nmış bir başka önemli olgu da söz dizimi (sentaks) karmaşıkl ığının artması n ı n duralamayı arttırmadığıdır. Dolayısıyla d ura lamaların ayırd edilmiş olan bölümü a n lambi l i msel (semantik) karmaşıklık, ya n i tasarla ma nın güçlüğü ile ilgilidir.
20 •
i leri sürdüğü müz uslamlama ve deneysel kanıtlar Bölüm 1 6'daki ta n ı mımıza ''tasarlama'' ögesinin katılması n ı gerektirmektedir. Böylece, uzlaşım ve dil -dışı a n latma kavramının tam olduğunu i leri sürdüğümüz tanımı şu olacaktı r : •
1. ''S gibi bir söyleyen bi rey, y gibi bir i mleme beraberinde, X gibi bir söy lenimde bulu narak bununla r'yi anlattı '' demek, ''a) S, X'i D gibi dinleyen bireyde r düşü ncesi n i uyandırmak a macıyla tasarladı ve söyledi, ve, b) S, y ile, D'ye iletişim amacını sergiledi'' demektir. B u ta nımı daha kısa olarak şöyle bild irebiliriz: i l . S, (y ile birlikte) X ile r anlattı, ''S, D'nin r düşünmesi için X'i tasarlaya rak, i l etişim amacını sergileyen bir y imlemesi ile birlikte söyledi'' demektir, veya : •
1 1 1. S, X ile r an lattı, ''S, D'de r'yi, X'i tasa rlayıp söyleyerek uyandırdı, ve iletişi m amacı sergiledi'' demektir. B u n lar arasında ta nım 1 , en ayrıntılı ve kapsamlı olanıdır. Açıkça görülebilmekte dir ki ifade etmedeki bütün karmaşık dış görün üşe karşın birşey a n latma durumunda olan bireyden tan ı m ı mıza göre beklenilen ler, Bölüm 4'te bildiril en, Davidson'un koymuş olduğu sın ırlar dışına taşma maktadır. Ta n ı mı n (b) kısmı yarı doğal bir biçim de sergi lenen basit bir amaçtır. Ta nımın (a) böl ümün de ise yi n e basit bir amacı n yeri ne geti ril mesinde bir söylen imin tasarlanıp üretilişi beti mlenmektedi r. B u karmaşıklık düzeyi d i l ön koşulunu gerektirecek n itel ikte değildir. Dolayısıyla programı mız açı s ı ndan bir aksakl ı k yaratmadan, aradığımız niteli kleri bulundura n bir a n latma ta n ı m ı sağlayabi lmiş bulun uyoruz. Bu ta n ı mı, an lama ta nı mıyla tamaladıkta n sonra uzlaşım kavramını çözüml emeye gi rişeceğiz. B u n u n da yeri ne getiri lmesi, bizi dilsel i letişi min kapılarına ul aştıracaktır.
Anlama 21 İ letişimin öbür yö nleri nin de anlaşı labilmesi için ''anlama'' kavramının bir ta nımını sağlamak gereki r. İletişim adını verdiğimiz olg u n u n bir süreç olarak tamamlanması, a n lama n ı n yeri ne gelmesiyle olur. Bir çekirdek i l etişim olayı böylece tamamlanmadıysa, onu gerçek iletişim olarak saymıyoruz: ''ne a n lat tıysa a n lamadı, ne yaptıysa boşa gitti'' diyoruz. B u durumlara ''kesik'' ya da ''ek sik'' i letişim adını verebil iriz. ''Ya n lış anlama'' du rumları n ı eksik i letişi mden ayırd etmelid ir: burada her ne kadar amaç edilen değilse de bir şey i leti lebi lmekted ir. Anla mayı, söyleyenin amacı n ı n yeri ne gel mesi, yaptığı tasarlamanın başarıya ulaşması olarak görebi liriz. Burada ya pacağı mız, bir d i l - dışı (ve uzlaşı m-dışı) çekirdek iletişim olayındaki anlama durumunu betimlemek olacaktır. B u arada, dilsel söyleni mlerin an laşılmasına da koşut olarak değinilecek, ve bir oranda ayd ınlatı l malarına çalışılacaktır. Deneysel veriler, önceden olduğu gibi burada da kullanıla caktır. •
Herhangi bir şeyi n ya pay iletişim söylenimi olarak değerlendirilebil mesi için, onu ya pan, söyleyen bi reyi n bir iletişimse! niyet taşıdığının varsayıl ması gereğ i vardır. B u nokta, iletişimin önemli bir özelliği olarak vurgulanmalıdır. İ leti şimin başa rısı, söyleyen bireyi n n iyeti n i ve i l etmek i stediği n i n i çeri ğ i n i başarıyla ortaya dökmesinden çok, o n u n bu içerikle il etişim ya pma amacın ın ın dinleyence ''görü lüyor'' olmasına, ''tanı nmasına'' bağlıd ır. Söyleyen bi rey meramını doğru d ü rüst an latamasa bile, onun doğru d ürüst anlatamadığı dinleyence a nlaşılabil mişse, iletişim başarıl mıştır. Çok küçük çocuklar (8 ay öncesi) i l etişim niyetleri ni serimleme becerisini henüz gel iştirmemişl erdir. Oysa, an neleri tarafı ndan, söyl eni ml eri ya pay i letişim olarak a n laşılabilmekted ir. 5 0 En azından, anlatma ta nımı ndaki ''y'' imleme si nin gözl emlenemediği duru mlarda bile, a n neleri n çocukları n ı n yapay iletişim leri n i doğal olanl ardan ayırd edebildikleri n i bil iyoruz. Yakıcı sıcakl ıktaki ma mayı ağzı na alan çocuğun ağl aması, acısı n ı n doğal olara k i l etilmesidir; oysa, yedirilmekte olan sevilmeyen bir ma maya karşı ya p macık ağlama sesleri, çoğu kez anne tarafından ' ' yapay'' iletişim olara k ta n ı n ma ktadır. '
D i lsel iletişimde de sık olarak gözlemlenebilen bir durum, söyleyen i n tü mces i n i bozuk su nması, veya kekeleyip bocal amasına karşın din leyence ''ne demek istediği'' · - - - - -
50
·-------·---
-
Snow, C. E., ''The Development of Conversation Between Mothers and Babies'' Yayı ml an mamış makale. (1 975 ) .
50 a n laşılabildiğinde belirir. Bu durumlarda da iletişim olayını ''başarı lı'' olarak niteleye ceğ iz: di lsel olsun dil dışı olsun, yeteri nce açık olmayan söylenimleri n dinleye nce a n laşılabil mesi, söylenimin hangi du rumda ve bağlamda sunulduğuna bağl ıdır. B u bi ldirilen leri n ışığında, şu iki noktayı ileri sürebiliriz: a ) Bir söyl enimin ''yapay'' olarak anlaşılabilmesi, ya ni söylenimin anlamının yapay olara k an laşılabi lmesi için, söylenim iletişim amacı ile sunulmuş olara k yoru mlanmalıdır. Bir başka deyişle, iletişim amacı n ı n ta nın ması (görü lmesi ) , söylenimi ''yapay'' anlamlılık taşımaya aday duruma geti rir. b) ( a ) ' n ı n yeri ne gelmesiyle birlikte, mesaj ı n içeriğinin anlaşılması, yani anlatı lan'ın anlaşılması, din leyeni n söylenimi yorumlayıp açmasıyla gerçekleşir. Ancak (b), (a)'dan bütün üyle bağımsız olarak yürütül emeyecektir: Söylenim, söyleyenin iletişi m niyetine ilişik olara k yorumla nacaktır. B u i ki nokta, anlamanın iki temel yönü olarak görülebi lir. B u n ları ayrı ayrı inceleyeceğiz.
22 Söyleyen bireyi n seri mlediği iletişi mse! niyet d i nleyen ce nasıl ta n ı n ı r ? Dil - dışı i letişim kapsamı nda, bireyler arasında sürekli olarak imleme yapılıp bunların karşı tarafça ta nındığını (ya n i ''görüldüğün ü'') ve buna göre de bazı tepkileri n ortaya çıktığ ı n ı belirtmişti k. Dil -dışı bi r i mleme olan iletişi mse! amaç imlemesi n i n tan ı n ışının aynı biçimde gerçekleştiğini düşü nebiliriz. Ruhbilim kapsamında gerçekleşti rilen deneyler üzeri n e geliştirilen ve g ü nümüz de genel olara k ka bul edilen kurama göre, bu tür tanıma olg usu bir algılama olayıd ır, ve algılamanın sınırlarının dışına taşmaz. 5 1 B u kurama göre algılama olayı n ı n nasıl beti mlendiğini kabaca bildirel i m : algı la mayı nitelendiren temel işleyiş ( meka nizma ) , bir duyumsal veriden (sti mulus) kavramsal ulama (kategori) dinamik bir çı karsama (i nference) süreci olarak görülmekted ir. Veriden bel irli bir parça n ı n , bu parça n ı n uyduğu ulama sentezlen mesi, ya ni kabaca algılama, ulamları n öğren i l mesi ve sentezlemenin, veri n i n zenginleştirilerek sürekli biçimde denetlen mesi gibi ön koşulları içermektedir. Kurama göre bu tür ya pıcı çıkarsama ( i nference) algılama dışı nda da bir çok düşünsel ( cognitive) işleyişi temel lendi rmektedir. 5 2 B u beti mlemedeki temel ögelerden bazılarını açıklamakta yara r ola caktır : Önce veri veya ''girdi''den söz edelim. Algılama açısından bakıldığı nda ''girdi'', ---- -------· -
sı
sı
-
Bruner, J. ''On Perceptual Readiness'', Psych. Rev. 1 957; Bru ner, J . and Tagiuri, R., ''The Perception of People'', Handbook of Social Psychology, N ew York: Addison Wesley, 1 954; N eisser, U . Cognitive Psychology, N . J . : Prentice Hail, 1 967. Bruner, J . 1 957; Neisser, U., 1 967, B kz. not (51 ) .
51 herha ngi bir veri ve o n u n içinde bulunduğu bağlamı, ya ni durumu kapsar. Veri n i n bel irli bir ulama yerleşti ril mesi, ya ni ta n ı nması, içinde bulunduğu bağl amın ta mamlayıcılığıyla olur. Aynı imleme değişik bağlamlarda (değişik d u ru mlarda) başka biçimde yoru mlan maktadır. Örneğin gerginlikle kırışmış aynı yüz ifadesi, ''rekor kıran bir sporcuda'' ve ''ölüm cezası n ı n i nfazı n ı izleyen bir kişide'' çok değişik a n lamları içeren biçi mlerde ta nınmaktad ır. 5 3 Bu bakımdan veri nin algılama olara k adlandırdığımız olayın içinde bağlamıyla zenginl eştiri lerek sürekli denetimi söz konusu olmaktadır. Bildirmiş olduğumuz betimlemede, herha ngi bir algılamanın yeri n e gelebil mesi için, o algılama n ı n içinde ol uşturulacağı ulamın. daha önce öğrenilmiş olma gereği ön koşul olarak içerilmektedir. B u ön koşu l u n gereği a çıktır: bir n esnenin hangi türden olduğ u n u söyleyebilmek için o türü bilmek gerekir. Ka rşımızda oynaşan bazı renklerin bir kuşun görü ntüsü olduğu n u söyleyebilmek için, ' kuş'un, veya o olmazsa 'hayvan'ın veya o da olmazsa 'nesne'nin n e olduğunu biliyor olmamız gerekir. Aksi ha lde, oyn aşan re nkler yoru mlana mayacak, ya ni girdi algılan amaya caktır. Çocukluğun erken devirleri nden başlayara k ulamları öğren ip kavrıyor, böylece de 'algı lama'yı gerçekleşti rebil iyoruz. Şu halde ''öğren me'' de algılama açısından önemli bir ögedir. 54 Algıla mayı asıl nitelendiren, betimlemede veri len ''çı karsama'' (intikal, i nference) kavra mıdır. İlk önce, böyle bi r görüşe, çı karsamanın temelde ma ntıksal bir işlem olduğu ve çıkarım ( istidlal, deduction) kavramından ayırd edilemeyeceği öne sürülerek karşı çıkılabilir. Bu her ne kadar doğruysa da, çı karsama kavra m ı n ı n dar bir yoru mu olmaya mahkumdur. ''Çıkarsa ma''nın felsefe açısı nda n e n az ü ç a n lamı bulunduğunu söyleyebil iriz. Bu a nlamlardan biri ma ntı ksal çıkarsama, ya ni çıkarımdır. B i r iki ncisi ise tü mevarımı niteleyen işleyiş, yani tü mevarımsal çıkarsa madır. Bir üçüncü an lamdaki çıkarsamanın ise iki önerme arası nda olma (yani bir önermeden bir başkasını çıka rsama) g ereği bi le yoktur. H erhangi bir şeyden, bir durum veya olgudan bir düşüne (kavram, ulam veya ön ermeye) geçiş olarak nitelenebilir. işte algıl amayı betim lerken ''çıkarsama'' bu son ve daha yumuşak a n lamı nda kullanılmaktadır. Algılama ile ilgili bir başka önemli kavram da,"yoğ un laşma alanı '' (focal attention) dır. Algılama, girdinin belirli bir alanı üzerine yoğunlaşarak yapılır. Eğer bu böyle olmasaydı, ve bütün görsel girdi (görüntü) bir kezde algılanma durumu nda olsaydı, insan beyni bunu yeri ne getiremeyecek kadar küçük kalırdı, 5 5 Nesnelerin ta n ı n ması, ya ni a lgıla nması, ancak on ların kendi dışındaki lerden ayırd edilmelerinden sonra Üzerleri nde yoğ u nlaşılarak sağla nabilir. G ird i n i n bel i rli bir alanı (veri) böylece algılamaya içerik olabilir. Öte yandan, bir yoğun laşma a l a n ı n ı n seçi lebi lmesi - - - -
-
-
5 3 Bru ner, J., and Tagiuri, R., 1 954. Bkz. not (51 ) . s. 63. 54 Bruner, J., 1 957, Bkz. not (51 ) s. 1 26. 5 5 N eisser, U., Bkz. not (51 ) , s. 87.
52 için bazı ''yoğ unlaşma öncesi'' süreçler (preattentive processes) gerekmek tedir. Bu nlarla, salt d uyu mun yani gird i n i n ilk ayrıştırması gerçekleştiri l i r. Yo ğun laşma öncesi işleyişler normal yaşantıdaki davra n ışların büyük bir çoğ u n luğunu, yarı otomatik bir biçimde yü rütürler. Göz ve baş hareketleri bu türdend i r ve yoğun laşmayı (di kkati) yöneltirler. ''Günlük yaşantıdaki pek çok d üşü nsel eylem yoğunlaşma ön cesidir: sabah bürosu na giren biri bildik görü ntü leri örneğin, sekreterin çoktan gelmiş oldu ğunu ''bir nazarda'' farkeder."56 Aynı türden işleyişler bir da nsözü n otomatikleşmiş ha reketleri ni, bir uyurgezerin çevresine çarpmada n yürüyüşü n ü sağlarlar. B u de neysel kuramın ışığı nda, iletişi mse! n iyet imlemesi nin ta nınması n ı bir algılama olgusu olarak görebi liriz. Böylece, bu tür tanı mada bir ''usavu rma ' ' d üzeyi nden söz etme gereği olmayacaktır. Deneysel araştırmalar üzeri ne geliş tirilen görüşlere göre, herhangi bir n esnenin ne olduğunu anlamak. veya onu tanımak, daha üst düzeyden bir olgu olan usa vurmayı gerektirmemektedir. 5 7 İ letişim niyeti iml emesi nin algılanması nın, yoğ u n laşma öncesi süreçl erce yeri ne getiri ldiğ i n i ileri sürebiliriz. Bir bi reyi n söylen i m i n i n üzeri nde yo ğunlaşırken onun iletişim amacını imleyişini üzeri nde di kkat yoğun laştırmadan değerlendi rir, tanırız. B u nokta, aynı zamanda, bu tür imlemeleri n açık seçi k olarak fa rkında olmayışı mızı da açıklar : hem imleme hem de ta nı nışı kendil iği nden (otomatik) işleyişlerce yeri ne getirilmektedir. i mlemen in n e olduğunun bilinmesi kullanılan imin söyleyen ve dinleyence bilinmesi ni gerektirmeyecektir. O halde, bir i letişi mse! niyet im lemesi nin ta nın ması nın açıklamasını şöylece verebiliri z : •
Ş u koşullar yeri ne geldiğinde D gibi bir dinleyen i n , S gibi bi r söyleyenin ileti şi mse! niyet i mlemesini tanıdığı söyl enebi l i r : karşısındaki S tarafı ndan il eti şimse! niyet imlemesi olara k üretilmiş (seri mlenmiş) ''y'' gibi bir duyu msal veriyi, D bir iletişi mse! amaç seriml emesi olara k algılama l ı ; ya ni D, ''y'' verisi nden ''i leti şimse! niyet'' ulamına (kavramına) bir yapıcı çıkarsama ya pmalıdır. B u n u n da ön koşulu. söz konusu ulam ı n D'ce bilin iyor ol masıd ır. Böyle bir ta nım, önceden de bel i rtildiği gi bi, algılamanın üzeri ne yapılacak bir usa vurmayı gereksiz bırakmaktadır. Yani bu ta nım, ta nımanın, önce imlemeyi bir d i l dışı serimleme ( i mleme) olarak algıladıktan sonra, bu imleme ve i l etişi mse! niyet kavra mı arasındaki bağla ntı (associ ation) izlenerek, söyleye nin böyle bir amacı olduğu i n ancına bir çı karsama ile va rmak ( böyle bir yarg ıda bul u n mak) g i bi iki aşamalı bir süreci içermed iği temel görüşü nün üzeri ne kurul muştur. G erçekten de deney böyle i ki aşamalı tan ımayı doğrulamamaktadı r. ' ' H emen herkes bir yüzde beli ren hırs, bir davra nışta ki neşelilik, veya bir resimdeki huzurlu uyuml u l u k gibi nitelikleri algılamıştır. Çoğ u kez, bu algılama bütün üyle doğru dandır. s6
Aynı yapıt s. 92.
5 7 A.y., s. 95, ve Bruner, J., Goodnow, J . , and Austin, G ., A Study of Thinking, New York : Wiley, 1 956.
53 Önce çene adalesi nin kası lmış olduğunu alg ılayıp, sonra bundan öfkeyi çı karsa m ayız: daha büyük çoğunl ukla bunun tam tersi söz ko nusudur ... Birçok çoc uk ruhbilimcisine göre, (bu yukarıki gözlem) istisna değil genel kuraldır. " 5 8 B u görüş her ne kadar açıkla mayı kolaylaştı rıyorsa da bir açıdan yetersiz ka l maktadır. Böyle bir ta nım iki önemli noktayı ayırd edemeyecektir: ta nıma göre bir bakış karşılaşması n ı n (göz göze gel me) bir bakış karşılaşması olara k algılanması ile, aynı şeyi n i l etişi mse! amaç seri mlen işi olarak algıla nması arasında fark bulun mayacaktır. Bu ayrılığı gösterecek ölçütlerden yoksundur. Eğer, ta nımın içerdiği gibi, bu her iki durum da birer algılama durumu i se, ve algı lama ötesinde başka bi rşey bulu ndu rmuyorsa, i kisi arası ndaki ayrımı gösterebi lecek ögeleri n veya öl çütleri n bulunabilmesi gerekir. Bu güçlüğü belki şöylece çözebi liriz. Diyebiliriz ki, her iki duruma da aynı algılama kuramı ayrı biçimde uygulan maktadır; çünkü işleyiş ve süreçler arası nda ayrı l ı k yoktur. Ayrı m ı n doğd uğu yer, kavra msa l h ierarşi'deki değişik düzeylerdir. Zi hin deki kavramsal ya pının hi erarşik bir özellik gösterdiğini il eri sü rersek, ulamlar arasında düzey ayrı lı kları varsaya bili riz. Algısal çıkarsa ma bu açıklamaya göre, belirli bir düzeydeki ulama ya pıl ıyor olma lıdır. Çıkarsa manın hangi d üzeyde durup hangi d üzeyleri aşacağı girdide bulunan bağl amsal ipuçlarıyla belirlenecektir.
23 İ letişim amacı n ı n sergilenmesi n i n tanı nması olgusunun bir tanımını geliş tirdikten sonra, şimdi, söylenimin a nlaşılması n ı n üzeri nde yoğ un laşabil iriz. İ leti şimde söyleyenin an laşılması nın temel i nde söylenimin taşıdığı içeri ğ i n din leyence düşünceye çevri lmesi bulun ur. Bir kon uyu yeniden vurgulamakta ya ra r olacaktır. Anı msa nacağı gibi, dil -dışı ve uzlaşım ön cesi söylenimleri n a n laşıl masında dinleyen, söylenimin yapısı üzerine hiç bir ön bilgi taşımamaktadır. Ayrıca, uzlaşım dışı olan bu türden herha ngi bir söylen imle ilk kez karşılaşma durumu nda olacaktır. Bu durumlarda il etilen mesaj ve bu a maçla kul lanılan söyl enim dinleyen için bütünüyle ''yeni''dir. Anlama kavramının çözüml emesi n e başlamadan, bunun bir bi reyin bir di ğeri nin söylenimini a n laması yanısıra başka d urumları da kapsad ığını bildirmek gerekir. Bir şeyi n n e olduğu nu anlamak, bir tü mceyi anlamak vb. gibi bağlaml arda da ''anla ma''yı ilgili olduğumuz anlamında kullan ıyoruz. B u kavra mın ''tümcelerin a n laşılmasına'' aynen uygulanabilmesi programımız açısından önemlidir; bu nedenle geniş a maçlı bir uslamlama geliştirilecektir. Bir başka bi reyin il etişim niyeti ni tan ıyarak veya bunu varsayarak, o bireyi n söylenimini anlamış olmak neleri içermektedir 7 M esaj ı n söylen im içinde adeta sa
Neisser, U., Aynı yapıt s. 69.
54 paketlenmiş olduğu düşün ül ebilir. Din leyenin bu paketi açması hangi koşu lları içeri r ? Buna ya nıt olarak denebilir ki, tıpkı iletişi mse! niyet durumunda olduğu gibi, a lg ılama kavra mı bütün soru nu çözebi lir: iletişimse! niyet nasıl ta nın ıyorsa, din leyenin, söyleyeni n kendisinde r gibi bir düşünceyi uya ndırma niyeti ni aynen öyle tanıdığı i leri sürülebil ir. Oysa, bu uygun bir açıklama olamayacaktır, çünkü (iletişim niyeti ni ta nı mada olduğu gibi} tanıma ve anlama kavra mları arası nda açık farklılıklar vardır. Ş u ayrıml ara di kkat çekebil iriz : a ) Bi risi herha ngi bir şeyi ta nıdığı nda, o nesneyi ne olara k tanıyorsa on un kendince daha önceden bil i niyor ol ması gerekir. (ya öğreni l miş ya da doğ uştan edinme) Ö rneğin, biri n i n herha ngi bir nesneyi bir şarap kadehi olarak tan ıyabil mesi (göre bil mesi) için, önceden şarap kadehi kavramını biliyor ol ması gerekir. Aynı özellik anlamaya uygulanamaz. Anlaşılanın önden bili niyor ol ması gerekmez, çoğu kez a nladıklarım ız bizim için yeni şeylerd ir. b) Ta nınan n esne bir ulama soku lur; veya bir ulama öge gösteri lir. Anlaşılan ise bir ulama özgü olarak görülemez. c) Ta nıma, algıya daya ndırıl ır. Anlama için ise zoru nlu olara k algıya dayandırılma koşulu yoktu r : bel lek, i mgelem veya çıkarıma daya ndırılabilir. ,
d) Bu anlamındaki ''anlama''yı olgu lara uygulamak ''nesneleri anlamak'' gibi bir ifadeden daha uygun görü nü rken, ta nımanın nesnelerde daha uygun bir uygulama orta mı bulduğu söyle nebilir. ''Ta nı ma'' olgu lara uyg u land ığı nda buradaki anlamından başkasına kaymaktadır. (örneğ i n : ''M üttefikler Türk D evleti'nin bağımsız olduğunu tanıdı lar'' derken ''kabul ettiler'' a n lamında kullanıyoruz) Ta nıma, bu anlamı nda (bir söylenimi) anlama kavra mını çözümleyememesi ne karşın, yi ne de anlamanın kapsa mına gi rmekted ir: bir başkası nın söylenimini a nlayabil mek için, din leyenin önce bu söylenimi meydana getiren davra n ış parçacıkları n ı algı layıp ta n ı ması gerekir. B u parçacıkların n e biçimde, ya ni n e olarak algıland ıkları, anla mayı doğrudan etkileyen, bir ölçüde beli rleyen bir etmen ol maktadır. Doğal olarak, söylenimin bütü nünden n e anlaşıldığı, söyl enimi meydana getiren ögelerin ne olara k görü n ü p ta nı ndıklarına bağlı olaca ktır. Öyle ise, a nlama n ı n açıklaması nda bir algılama ögesi bulunmalıdır. '
Bir söylenimin an laşılmasını bir süre kenara bırakıp, az daha genele çıkarak biri n i n herhangi bir şeyden bir şey an laması n ı n açıkla ması n ı vermeye çalışal ım. Kaba bir yaklaşım olara k diyebi liriz ki, X gibi bir şeyden bir şey anladığı söyl enen D g i bi bir bi rey, X ile veya X'in bir yönü, bir parçası ile nedensel olara k i l i şkili olan p gibi blr düşünce ol uşturur. ( B u d u ru mda X'i bir n esneler bileşiği veya bir bağlam içi ndeki nesne olarak ele al ıyoruz) . Bu açıklama bir ta n ı m olara k yeterli ol mayacaktır. X ile nedensel olarak ilişki li olan, ve D'de oluşan p düşüncesi n i n kısmen veya bütün üyle X'ce belirlendiğinin de bel irtil mesi gerekecektir. Başka bir deyişle, p düşüncesin i n, X'in algısal veya başka simgesel ( representationa l ) ( bellek, imgelem, düşüncede olma) bi lincinden tü rüyor olduğunu da göstermek
55 gerekir. Bundan çıkarsa nabileceği gibi, X ile nedensel olarak il işki l i birden çok (pi) düşünce olabi lecektir. Şu halde, X'i n birden çok biçimde a nlaşıla bileceği önerilebilir. Bu konuyu açıklamada geçen böl ümde bildirdiğimiz ruhbi lim kura mından yararla nabil iriz. Bu kuramı izl eyerek, p gibi bir düşü ncen i n oluşturulması n ı n bir ya pıcı çı karsama, sü rekli denetim ile gelişen bir sentetik işleyiş olduğ unu var sayabil iriz. Öyle ki sentez edilen dü şü nce, bağlamsal i puçlarınca bir çok kez doğrulan mış, destekl enmiş olacaktır. Bunu ön ermek, bizi bu çı karsa manın bili nçli olduğunu veya bu çıkarsamanın izlenebi l i r bir süre içinde oluştuğu nu kabule zorlamıyor. 5 9 Bu rada, p d üşüncesi ni ''X ile nedensel il işkili'' (veya daha ayrı ntı lı olara k, X' i n algısal veya başka si mgesel bilinciyle nedensel ilişki li) olarak n itel endirdik. Açı klamam ızı, içinde X'e yön leti m (refera ns,) bulu nduran, X üzeri ne (ha kkında) olan, p türünden düşü ncelerle sınırlandırmadık. Öyle görü n üyor ki, biri n i n, oluş turduğu d üşü nce X üzeri ne (h akkında) olmadan da, X'den bir şey anladığ ı n ı, yani X'i anladığ ını söyleyebiliyoruz. Şu örneğe göz atal ı m : Bay K bugün öğleden so nra beni ziyaret etmeye söz vermiş bulun uyor. Ancak, şu ara kendisi n i n sağlığının pek iyi olmadığı herkesçe biliniyor. Ta m ziyareti bekled iğim saatlerde o n u n yeri n e kapıda Bayan K'yı görünce, Bay K' nın yine hastalandığını anl ıyoru m. B urada, Bayan K'yı ka pıda algılayışım üzerine oluşturduğum düşü nce, Bayan K veya onun gel işi üzeri ne ( hakkında) değ i l . Buna karşılık, onun gelişinden bir şey anla mış olduğum doğrudur. Burada hatı rl anması gereken, Bayan K'n ı n gelmiş olduğu olgusu nun, (veya bu olgu n u n düşünü lmesi n i n ) olup biteni n anlaşılması olmadığı dır; ancak algıla nması olduğudur: Bayan K' n ı n geldiği n i algıl ıyor,- ve bundan, kocas ının yine hastalandığını çı karsıyorum. Şimdi, yukarıda gel iştirdiğimiz açıkla mayı uzlaşım -dışı söyleni mleri n anlaşıl masına uygu layıp bir ta nım elde etmeye çalışalım . . Önce, ''p'' düşüncesi n i n bu bağla mda a lacağı biçimi belirlemek gerekecek. Anlama iletişime uyguland ığında, X'den anlaşıla n ı n, X'den çıkarsa nan bir ''p'' düşüncesi olduğunu söyle yemiyoruz. Bu bağlamda, X ile nedensel olarak ilişkili ''p'' düşü ncesi, içinde anla şılanın i çeriğini taşıyan ( p'den ayrı) bir ''r'' düşü ncesi, söyleyene yön letim ve söyleyenin niyetine yönletim gibi ögeler bulunduracaktır. X söylenimine de yönletim bul unması gereksiz gibi görün ürken, Böl ü m 21 'de bel irti ldiği gibi yoru mlama karşıdaki bireyi n iletişim amacı n ı n ta n ı nmasıyla başladığından, söyleyene ve onun bir şeyler iletiyor olduğuna yö nlet i m gerekli olacatır. Öyle ise, X'den anlaşılanı (anlaşılmış olanı) ''r'' harfi ile a nacak olursak, ''p'' düşüncesi n i n aldığı biçimi şöylece nitelendirebi liriz: ''söyleyen r'yi aktarmaya (iletmeye) çalışıyor'' . Bu duru mda şunu i leri sürebi liriz: ''r'' düşü ncesi ''birisi geliyor'' olsu n ; ''X'' ise yüzünü şapka i l e örtme davra nışı olsun. B u n u n la, ya ni S gibi biri nin şapka ile yüzü n ü örterek, uyg un bir durum ve bağlamda bir başkasına ( O ) biri nin geldiğini '
59 Bkz. Bruner,
J . 1 957, not (51 ) .
56 bildirdiğini varsaya lım. ' ' D gibi bir dinleyen, S'nin yüzünü şapkasıyla kapa masından birin i n gelmekte olduğunu anladı'' tü mcesi şu tü mce ile eşdeğerd i r : ''S'yi şapka sıyla yüzünü örtüyor olarak algı layışı ndan (algısı n ı n içeriğinden) D, S'nin biri n i n gelmekte olduğu dü şü ncesi ni (r) iletmeye çal ıştığı dü şüncesi ni (p) çı karsad ı''. Bir çözü mleme kabaca şu çerçeve içinde veri lebi l i r : Şu koşullar yerine geldiğ i n de, D gibi bir dinleyenin belirli bir durumda X gibi bir söylenimden r an ladığı söy1 en ebi 1i r : i ) D, S'nin r'yi iletmeye çal ıştığı düşü ncesi ni (p) çıka rsamıştır. ii) bu p düşi:in cesi, kısmen D'n in. bağl am ve durum içinde X'i nasıl algılamış olduğunca belirlen miştir. iii) p, D'deki X' i n · algısından, yapıcı bir çıka rsama ile tü reti lmiş, ve bu çıkarsama bağla mdaki özelli klere dayanarak sına nmıştır. ''p'' d üşü ncesi oluşturulurken, D'nin ya pıcı çıka rsamasının bazı günlük ve yaygın bağla ntı lardan (association) yararlandığı önemli bir nokta olara k vurg u lanmalıdır. B u birleşi mler günlük yaşantıda öğrenilmiş bağlılaşımlardır (corre lation) . Bu birleşimler sayesinde örneğin duman ateşi gösterecek (i çerecek) , bir patlama ise, yıkım düşü ncesi ni doğuracaktır. Bu bağla ntı lar din leyenin algısından çıkarsayacağı düşü ncel eri yöneltirler. Bu da birden çok yönde olabilir. B u yoru m çeşitliliği olası lığı, iletişim dışında kalan a n lamada önemsiz sayılabilir. Aynı durum veya olgu değişik bakış açılarından değerl endiri l i p, yoru mlanabilir, üzeri ne fikir ol uşturu lur. Böylece aynı şeyden, bi reyi n yoğu nl aşma alanını seçişine göre, birbiriyle tutarlı olmak koşul uyla değişik şeyler anlaşılabi lir. Deneysel ruhbi l i m i n gösterdiğine göre, duyu msa l girdi içi nde bulunan ha reket, olağan üstü nesneler, norma l i n dışına taşa n özel li kler yoğu n laşımı Üzerlerine çekerler. Bu, değişik yoru m ları n olası lığını azaltaca k bir etmendir; bir odaya girdiğimizde kırık dura n vazo üzeri n e düşünce ol uşturmamız, olduğu gibi dura n diğer nesneler üzeri ne düşü nmemizden daha çok olasıdır. Ancak çok anlaml ılık olanağı bütünüyle ortadan kal kmamaktadır. B u rada üzerinde durulması gereken önemli nokta, iletişimde, din leyene sunula n söylenimin çeşitl i biçi mlerde a nlaşılabi lmesine karşın (aynı algı lsal bilinçten değişik çıka rsamalar yapı labilmesi ) , bunlardan ancak biri nin, söyleyen i n söyle nimiyle ne demek istediğinin anlaşıl ması sayı labileceğidir. Di nleye n i n a n l a d ı ğ ı n ı n doğru olabi lmesi için, içeri kçe söyleyenin anlatmak istediğiyle eşdeğer, aynı o lması gerekir. Oyle ise, başarı şansı n ı yükselt mek için söyleyen en uygun bağlam ve durumu seçerek, söylenimin olabildiğince açık ve tek anlamlı olmasına dil
57
24 Buraya dek ta nımlar geliştiri lerek, anlama kavramının bir çözümlemesi n e gidildi. B u ndan sonra, bu çözü mlemenin felsefi hesabını vermemiz gerekecek. Bu hesap veriş, özellikle iki nokta üzeri nde yoğunlaşacak. B u n lardan biri kulla n dığımız çıkarsama kavramı, diğeri ise anlamanın savu nmuş olduğu muz g i bi belirli bir zamanda meydana gelen, bir ''oluş'' olma özeliğidir. Yukarıda, çıkarsama kavramını kısa bir açı klama dışında, ruhbilimdeki özgürce ku llanılışını izleyerek, eleştirmeden uyguladık. Kullan ıştaki teknik anlamların, ve ve bazı ''özel'' anlatı mların açıkla nması ve doğru lan ması (justificati on) gerekir. İzlediğimiz ruhbilim kuramlarında hem algılama hem de anlamanın özde birer çıkarsama olayı oldukları temel görüşü vardır. Biz de ta n ı mlarımızı bu temel görüşü kabul ederek geliştirdik. Yinelemek gereki rse, bir iletişim n iyetinin ta n ı n ması, bazı duyumsal verileri iletişim niyeti olarak algılamak, ya ni girdil erden i l etişim n iyeti ulamı na bir çı karsama ya pmak; yi ne benzer olarak, bir mesajın a nlaşılması da, bir söylenimin algı i çeriği nden bir düşüncenin çıkarsanması olara k görü ldüler. Bu iki koşut ''süreci'', sonuçları (çıkarsamanın içeri ği) açısından karşı laştı rıp farklı olduklarını gösterdik. Bir ulamın çı karsa nması özde o ulamın bilgisi n i gerektiri rken bir düşüncenin ( i nancın) çıkarsa nması, bu düşüncen i n önden biliniyor olmasını gerekti rmemektedir. Burada, geçerken, çıkarsamanın varış noktas ı n ı n bir ulam ya da kavram olduğunu söylemek arasında ayrım görmediğimizi belirtebi liriz. B u böl ümde üzeri nde du rmak isted iği miz bir başka ayrım ise, tanıma ve anlama gibi benzer zihinsel ' 'sü reçlerin'' özünde bulunduğu bildirilen çı karsama olguları arası ndakidir. B u ayrı m belirtilmeden aynı kavra mın hem tanıma hem d e a n lamaya. uygula nışı sakatl ı k doğuracak niteliktedir. Eğer böyle bir uygulamada ısra r edilecek olunursa, ''çıkarsama''nın bili nen anlamına büyük ölçüde ters düşme durumunda kalınacaktı r. Şu iki olaya baka l ı m : A. Bir resmi dairenin bayrağını yarıya çeki lmiş olara k görüyoru m (bir di reğe asılı bezi yarıya çeki li bir bayrak olarak görüyoru m ) . B u ndan bir devlet başka n ı n ı n öl müş olabi leceğini anl ıyorum. B . Bi riyle göz göze gelerek, onun iletişim niyeti ni tan ıyoru m (bakışı n ı i l etişim n iyetinin imlemesi ol arak görüyoru m ) . Bu nlardan i l ki nde, karşılaştığım veriyi yarıda bir bayrak olara k tanıyışımdan bir devlet başkanının ölmüş olduğu düşü ncesine geçiyorum. B i r başka deyişle, yarıya çeki lmiş bayrak benim için uzlaşımsal olara k biri nin öldüğü düşüncesini içeriyor. Burada, uzlaşımsal olma özel liği bir gerek değildir: uygun bir orta mda birini midesini sıvazlıyor olarak gördüğümde · (yani elini midesi üzeri nde gezdiren
58 birini midesi ni ovalıyor olarak gördüğü mde) bundan beni m o n u n aç olduğunu düşünmemi istediğini an layabilirim. Bu durumda ''anlaşılan'' bir uzlaşım aracılığıyla (bir uzlaşım sonucu) çı karsa nmamıştır. Uzlaşımsal veya uzlaşım dışı, ruhbi l i mde bu tür algıdan düşünceye geçişe bir ''çıkarsama'' denmektedir. Bu ya rı -tekni k anlamı nda, ''çıkarsama'' dil deki olağan anlamı ndan büyük bir farkl ı l ı k gösterme mektedir. Ancak, önemli olan nokta şudur ki, ( B ) deki kullanışı nda, bu a n lamdaki ''çı karsama''ya benzer bir şey bulam ıyoruz. B 'yi n itelendiren önemli bir özellik, herhangi bir veriyi, doğrudan, bir şey olarak görmemizd i r. Başka bir deyişle, burada duyu msal veriden bir kavrama geçiş (çıkarsama) varsa bile bunun farkında d eğil iz. Bu nokta ruhbilim ci lerce de açı kça belirtilmektedir.6° Felsefeciler de aynı görüşü ileri sürmüşlerdir. Ö rneğin, Wittgenstei n'ın şu uslamlaması nı izleyel i m : '' Doğrudan (i mmediately) edinilen görsel deney (yoru munun) beti mlemesi, dolaylı bir beti m lemedir. '' Bu biçimi bir kutu olarak görüyorum'', tü mcesi, öyle bir görsel deney içeri ğim va r ki, bir biçimi kutu olarak yoru mladığım veya bir kutuya baktığı m her kez bu deney içeri ğine sahip olduğumu farkediyorum, anlamı nda düşünülsün. Oysa, bu a n lamı taşısaydı, deney içeriğini bilnıem gerekirdi. O na dolaysız ve doğruda n yönleti m ( reference) yapabilirdim. (Tıpkı kırmızı üzeri n e, onu kan rengi olara k adlandırmadan doğrudan söz söyleyebildiğim gibi . . ) ' ' 6 1 Strawson'un da belirttiğ i gibi, bununla bildirilmek istenen, a n ı nda oluşa n algısal deneyde, ''düşünce, ya ni yoru mla, görsel deney içeriği arasında tü mevarı msal olarak kurulm uş, ya lnızca bir dış ilişki olduğunu düşünmenin ya nlış olacağıdır'' 6 2 Öyle ise, diyebil iriz ki, algılamada söz konusu olan ''çıkarsama'' i l e, algının yoru mla nması nda bulunduğu belirtilen (örneğin ''anlama'' durumu gibi) ''çıkarsama'' türlerinin aynı, özdeş olduğunu i leri sürmek sakat bir tutum olacaktır. '
R u h bi l i mde, bu iki ayrı ortamda ayrı anlam taşıdığını gösterdiğimiz ''çıkarsama'' sözcüğü, ayrım yokmuş gibi kullanılmaktadır. Bu tutu mun kullanılan kavra mın anlamını zayıflatıp, genişlettiği n i belirtmek gerekir. B u ruhbilime has teknik anlamı nda ''çıka rsama'', ''bir zihi nsel içeri kten diğerine geçiş'' gibi çok genel bir anlam kaza n maktadır. B u du ru mda da, anımsama ve imgeleme g i bi zi hi nsel eylemleri n de temelde bi rer ''çıkarsa ma'' olduğu yanlış görüşü n ü yadsıyabilmek için ölçütl erden yoksun ka lınmaktad ır. Böyle bir tutum yeri ne şu yol seçi lebi l i r : (A) gibi durumlarda, olağan an lamın a ya kı n olduğunu beli rtmiş olduğumuz kul lanışlarda, ''çıkarsa ma'' sözcüğü uygulanmaya devam edilebilir. Öte yanda n ( B) gibi durumların beti mle mesinde bu sözcük bırakılıp, yeri ne ''yapıcı sen tezleme'' gibi deyimler kullanılabilir. '
--------
60 Aynı yapıt, s. 1 29.
--
6ı
Wittgenstein, L., Philosophical lnvestigations, Oxford: Blackwell, 1 953, b. 1 94.
62
Strawson, P., Freedom and Resentment, Lando n : Methuen, 1 973, s. 57.
59
25 Ryle, ü n l ü bir eseri nde, başkalarını anlamanın bir çıkarsama olmadığını savu nup, bu savı nı destekleyen uslamlamalar gel iştirmiştir.63 Çıkarsama açısından yapılacak açıklamaları Descartes'çı ikici l i k (Cartesian dualism) olarak nitelendir mekted ir. Asl ında Ryle'ın amacı bu son görüşü çü rütmekti r. Bizim tutumu muz Kartezianizmin dışında kaldığına göre Ryle ile bir alıp veremed i k ol maması gerekeceği düşünü lebi lir. Oysa, D escartes'çılığı yıkma programının önemli bir başla ngıç noktası, çıkarsama kavamının anlamanın temelinde olduğu görüşünü ortadan kaldırma çabasıyla bel i rle n mektedir. Bu bizim tuttuğumuz bir yol olduğuna göre Ryle'a karşı da savunulması gerekecektir. Ryle, anlama üzeri ne görüş gel iştirirken, (genel olarak) bir başkası n ı anlamak ve bir başkasının di lsel davranışını anlamak arasında bir ayrım gözetmemektedir. B u açıdan Ryle'a karşı çıkmayacağız: temelde bu ayrı mın çok büyük olmadığı görüşü n ü biz d e savu nma durumundayız. Burada Ryle'ın eleştirileri n i ya nıtla rken genel likle dil ve uzlaşım dışı söyl enimler üzeri nde du ra cağız. Ryle'ın bir bireyi n a nlaşı l ması n ı n ''bu bireyin n e düşündüğünü çıkarsama'' olduğu görüşüne karşı geliştirdiği uslamlama böyle bir çıkarsama nın sınana maz bir çı karsama olacağı, ve başarıla bilse (yapılabi lse) bile büyük bir olasılıkla yanlış olacağı yönünded i r : Bu amaçla ileri sürdüğü iki noktayı gözden geçirmek ilginç ol acaktır. Kişilerin herkesçe gözlenebi lir davran ışlarından, n e düşündüklerine yapılacak bir çıkarsa man ı n dayandırılabi leceği güvenilir ölçütleri n bulu nmadığını göstermek amacıyla, tek tek davranışlarla düşünceleri i li ştiren ( birleşti ren ) hiç bir ruhbi l i m yasasın ı n şu ana dek ortaya çıkarıl madığını bildirdikten sonra şöyle devam ediyor: ''gerçekten de bir ki şinin bir başkası nın söz ve davra nışlarını ancak ruhbilimsel yasalara göre nedensel çıkarsa malar ya parak anladığını varsayacak olursak, bundan şu acayip zoru nlu sonuç doğacaktır: eğer bir ruhbi l i mci bu yasaları keşfedebilmiş olsaydı bile bunları başkaları na hiç bir zaman iletememe durumunda kalırd ı ."64 i kinci olarak Ryle, bir kişi n i n öz zihi nsel durumları ve d ışa vurduğu davra nışları arasında kurduğu bağ lıl aşımları (correlati o n ) , başkaları n ı n iç durum larının, davra nışlarına bakarak çıkarsanmasında uygun biçimde kullanamayacağ ı n ı , çünkü bir tek bireyden genelleme yaparak elde edeceğ i böyle bir kural ı n güvenilir ol mayacağını savun uyor. B u n lardan Ryle şu sonucu çıkarıyor: eğer gerçekten a n lama bir çıkarsama olsaydı hiç bir ki mse bir diğeri n i anlaya mazd ı . Oysa çoğu kez bir g üçlük dahi olmadan bir diğerimizi a n layabildiğimize göre, a n la mada çı karsama bulun muyor olma l ıdır. '
6 3 Ryle, G., The Concept of Mind, Penguin, 1 949, s. 50-60. 64
Aynı yapıt, s. 52.
60 Öyle görün üyor ki, ''başkalarını anl ama''yı açıklamada kullanımı ön eri len çıkarsama kavra mını, Ryle, bu kavra ma baştan aykırı durumlarda sınıyor, ve böylece kolayca a maçladığı yönde sonuç al ıyor. Çünkü, çıkarsama nın g üveni lirliğini sı nadığı orta mlar sta ndart ve olağan olmayıp, hiç bir i nsa nın bir diğeri ni daha hiç bir kez bile a n la ma mış olduğu varsayımsal (hi potetik) orta mlardır: öyle bir orta m ki, bir i nsan bir başkasını tari hte ilk kez olarak an layacak, ve bu iş içi n elinde ya l n ızca bu kuşku götürür ''çı karsa ma'' denilen araç bul u nacak . . . Öyle bir durumda ki, elinde ne kullanabileceği yasa lar, ne de güven ilir tü meva rımsal destek var : bu alanda tek yönlend irici kend i davra nış-d üşünce bağl ılaşımları . . Bu duruma konan kişi n i n kend ini içinde bulduğu çıkmaz, önce çıkarsa ması nı daya ndıracak bir temel olma ması ve sonra bunun ka çınılmaz sonucu olarak , yaptığ ı güven i l mez çıkarsamaları sınayamaması özel likleriyle n itelen dirilebilir. Böyle bir çı kmaza sapla n m ı ş olmadığı mızı düşündürecek neden ler vard ır. Biri nci nokta : bi rbi rleri ni tarihsel olarak ' 'sıfırda n'' a n la maya başlama durumu nda olan bi reyler varsayımını kabul edecek olsak bile, bu d u rumda yapılacak çıkar samaların tü meva rımsal destek veya ru hbilim yasaları gibi ussal (rati onal) ölçüt lere dayandırıl ması zoru n l uğunda ol mayacağız. Deneysel ruhbi l i m alanı nda top lanan bilgiye göre d iğer bireyl erin durum ve eğili ml eri nin davra nışları na göre değerlendiri l i p an laşıl ması temelde içgüdüsel (doğuşta n edi n i l me) özel l i kler göstermekted ir. Türü müze bağlı bireyler, hemci nslerinin yollayıp seri mlediği bazı i m lemeleri içgüd üsel olarak ''okuyup'' yorumla ma yetisine sa hip bulunmaktadırlar. B u n itel i k küçük çocuklar ve i nsana yakın hayvan türleri nde de açıkça gözlenebi l mektedir. Öyle i se, bi rbirleri n i ''sıfırdan'' a nla maya başlama durumunda olan i nsanların bu kısır döngüyü kırabilecek doğal araçları va rdı r. •
İkinci bir nokta da şudur: Anlam a n ı n bir ''çı karsama'' olup olmadığını ortaya çıkarabilmek için, ''sıfırdan'' du rumları ele alma gereği yoktu r. Daha uygun olarak, i nsanların birbirlerini dilsel olarak anladıkları gerçek durumları ele a l ı p, bu orta mlarda, bi rbirl eri nin davra n ış, durum, istek ve eği l iml eri üzeri ne yaptıkları yoru mların dilsel betimlemesinden yararlanabiliriz. Böylece, deneysel olara k bir diğeri n i n davra n ışları ndan düşünce ve hislerini oku mada i nsa nların n e ölçüde başarılı yorumlar yapabildikleri n i defalarca sı nayarak daha güvenilir son uçlara varabiliriz. B u lgularımız çıkarsa maların tuta rlı doğruluğunu gösteriyorsa (ki, deney bu n u göstermektedir) , o zaman ''çıkarsama''nın anlama n ı n temel bir ögesi olduğunu güvenilir bir biçimde ileri sürebil iriz. B u neden le, Ryle' ı n eleş tirileri n i n başarılı ola mad ığını söyleyebil iriz. Dilsel söylenimler söz ko nusu olduğunda da, anlama nın bir çıkarsama olayı olduğunu savu nabilir miyiz ? Şu ana kadar tartışılan ları n' üzeri ne bunu i l eri sürmek fazla acel eci lik olabilir, çü nkü di lsel söylenimlerin, bir uzlaşı m ya pısına bağlı olmak, ondan türemek özellikleri vard ır. İ l eride, böyle bir özelliğin bulunmasına kar karşın, bir tü mcen i n anlaşılması nın temelde uzlaşı m dışı bir söylenimin anlaşıl ması n dan çok farklı olmadığını savu nacağız.
61
26 İleri sürmüş olduğumuz çözümleme önemli sayı labilecek bir görüş açı sından gel ecek eleştiri leri karşılayıp bu nları ya n ıtlayabilmelidir. B u eleşti rilerin kökeninde bulu nacak görüşe göre anlama, bir zihi nsel sü reç veya oluşum değil, bir yöntemin öğrenil mesi nden doğan yetenekle ilgili bir du rumdur. B u rada ''yete nek'' sözcüğünün doğuştan bul unan , var olan yeti anl amında kullanı lmadığını belirtmeliyiz. ''Yetenek'' bizim işlediğimiz anlamı nda, öğrenme sonucu bir şeyi yapabil me, yeri n e getirebilme gücü, gizi li ( pota nsiyeli)dir. Anla mayı bir yetenek açısı nda n gören felsefi görüşün yetkesi (otorite) bü yüktür: bu görüş çağımızı n en ü n l ü bazı fi lozofların ca ileri sürülmüştür. B u nlar arası nda Wittgenstein, Ryle ve Du mett'i sayabil iriz. B u filozofl arın kendi sözlerini kullan maya çalışarak görüşün kısa bir özetini verel i m : Wittgenstein'ın önemle vurguladığı bir nokta, ''kolayca görü nür kaba niteliklerin arkası na sakla nmış gibi duran zi hi nsel süreçleri bulup yakala maya ça lışm anın , sonu gelmez bir uğraş''65 olduğudur. Bir şeyi anladığımızı düşündüğü müz za man bunun oluşumu nda yatan bir süreç aramak doğru lanamayacak bir davra nıştır. '' . . . her a n lama durumu nda ol uştuğunu farkettiğimiz bir şey bulsak dahi bu bulduğumuzun a n lama olduğunu söyleyebi lir miyiz ? Anlamış olduğum için ' 'şimdi anl ıyorum'' diyebildiğime göre, nasıl olur da an lama süreci saklı bir şey olabi l i r ? Ve eğer saklı olduğu nda diren iyorsam, o zaman neyi araştı ra cağımı nereden bil iyorum ?''(' 6 Wittgenstei n şöyle bir sonuca va rıyor: bildiğ im iz, tanıdı ğımız zihi nsel sü reç ler (process) (bir ağrı n ı n başlayıp sona ermesi, bir tümcen i n duyulması gibi) ölçüt olara k alın ırsa, an lamanın bu türden bir şey olmadığı ortaya çıkar. Anla mayı böyle görme çabası da sakattır. Bir a n için vermekte olduğumuz özeti keserek, bu raya kadar il eri sürülen görüşün ağırlığ ını tartışa lım. Wittgenstei n'ın öne sür dü ğü görüşler, ''süreç'' (process) kavramının ru hbili mdeki özg ürce kullan ışı ile bir karşıtl ık serg il iyorlar. Aynı özgürce kullanış ruhbilimi izlemiş olduğum uzdan, algıl ama ve a n lama kavram ları nın verdiği miz açı klamasında da, bir ölçüde yer al mış bulunmaktadır. Belirli bir zamanda başlayıp, . sürdükten sonra sona eren b i r a n lama deney içeriği nin bulu nmadığını söylerken Wittgenstei n bütün üyle haklı görün üyor. Bir şey anladığı mızda anladığımızın içeriğini bil iyoruz; fakat, a n layışı mızın duyumla nması gibi bunun yanısıra olan bir deney içeriği de b u lunduğunu söyleyemeyiz. Bir çok durum larda bütün söylenebilen, zaman için de belirli bir noktadan sonra bir şeyi n an laşı lmış olduğudur. Bu ise ''bir ruhsa l / zihi nsel durumda bulu nmak'' la daha uygun olarak açıkla nabilecek bir şey dir; en azından, bir zihi nsel süreç ol uşturduğu savı ndan daha uygun bir öneridir. '
'
6 5 Wittgenstein, L., Bkz. not (61 ) , bölüm 1 53. 66 A.y., b. 1 53.
62 G eriye bakıp da zi hi nsel deney içerikl eri mizi gözden geçirdiğimizde a nlamayı ol uştura n bir zi hi nsel süreci bulup gösteremediğimiz konusunda Wittgenstein her ne kadar haklıysa da, böyle bir sürecin (açıkça gözlenebi lir olmada n) ger çekten yer alabileceği olanağı ortadan kaldırı lmamıştır. Böyle bir sürecin ger çekten var olduğunu savu nacak birisi, b u n u n büyük olası lıkla anlama ön cesi durumuyla, a n la mış olma durumu arası ndaki geçişte yer aldığını söyleyecektir. Wittgenstein'ın da dediği gibi ''Şi mdi bildim'' - benzer olara k : ''Şimdi bece rebildi m'', ve ''Şimdi a n lıyoru m''6 7 denilen an . . . Anlama madan anlamaya olan değişi kl iğin yer aldığı bu a n bizim görüşümüz açısından çok önemlidir. B u ge çiş noktasına Wittgenstei n d e ilgi gösteriyor. ''Şu örneği imge leyel i m : A bir yere sayı seri leri yazıyor; B de bu yazı lanl arın bi rbirini izleyişleri ni açı klaya n bir ku ra l bulabilmek için A'ya bakıyor. Başarırsa ''Şimdi artık devam edebilirim'' d i yecektir. Bu yete nek, bu a n layış, ortaya çı kışı nı bir a nda yapan bir şeyd ir." 68 Kuşkusuz, böyle bir geçişi kabul etmesine karşın, Wittgenstein o geçişte bir sürecin g izli ol mad ığını söylecektir. Kaldı ki bi lebi ldiğimiz ya l nızca geçişin olduğudur, bundan öte bir şey d eğil. Oysa bu görüş, geçişin nasıl olduğu ve buna n e gibi şeylerin karıştığı konusu nda bir açıklama getirmekten geride kalmaktadır. Wittgenstein'a göre böyle bir şeyler araştırmaya ka lkışmak sakat bir tutu m olacaktır; a ncak ru hmili mci, bili msel araştırmacı olara k böyle düşü nmeyebi lır. Ayrıca, farkında olmamamıza karşın, ayrı ntı lı deneyim, böyle bir sürecin söz konusu olduğunu gösterebilir. •
•
Bu nokta deneysel olara k bir çözüme ulaştı rılmadan anlamada gerçekten bir süreç bulunup bulunmadığı ko nusunda bir tutum almamakta yarar vardır. B u n u n yeri ne a n la mayı, en azından bizi ilgilendiren açıdan, anlaşılma öncesi nden a nlaşılmaya geçişte bir oluş olarak görebil iriz. Verdiği miz tanı mlarda yapmış olduğumuz budur, ve bu görüş, Wittgenstei n'ın eleştirisinden de etki lenme d u ru mu nda değildir. .
Şimdi, ''yetenek açısı ndan anlama'' görüşün ü n özeti ne geri dönel im. Witt genstein şöyle diyor: ''kendi kend i n ize soru n : hangi d urumlarda, hangi koşul larda 'Şimd i artık devam edebi lirim' diyebil iyorsu nuz ?''69 İşte bu bağlamda, ·· 'bilmek' sözcüğü nün grameri 'anla mak' sözcüğünü nkiyle sıkı sı kıya ilişkilidir''70 Ryle bu i l işki n i n daha ayrı ntılı bir açıklaması n ı veriyor. ''An la ma, 'yapabilme'n i n bir parçasıdır. Akıllıca yürütülen herhangi bir işlevi n an laşılmasında gerekl i olan bilgi, bu işlevi yürütmede geçerli olacak becerid i r''. 7 1 Dilsel beceri, bili msel bir deneyi min yürütül mesi nde gerekli beceri, ve nakış yapma g i bi beceri ler buna örnek 67 A.y., b. 1 51 . 6 8 A.y., b. 1 51 .
6 9 A.y., b. 1 54. 70
A.y., b. 1 50.
7 1 Ryle, G., 1 949, bkz. not ( 6 3 ) . s. 53.
63 olarak veri lmektedi r. Ryle'a göre, bir işlevi yeri ne getiren birey n eyi ''yabapi lme'' yeteneği ne/becerisi ne sahi pse, onun yaptı ğını bilinçli olara k izleyen birey de aynı şeyi ''ya pabil me'' yeteneğine sahip olmalıdır. ·· ''An lamak'' ve ''izlemek'' g i bi sözcükler kişi nin ''yapabi l me'' ve yapabildiğini yapma yetenekleri ni gös terirler' '72 Yapa nın yaparken gereksindiği, ve onu izleyeni n an larken kullandığı ayn ı yete nektir. Kişi izleyip alkışladığı davra n ışları izleyip al kışlayabi lmek için o davranışların gerektirdiği yeteneğe bir ölçüde sahip ola bilmeli, o işi ya pabilme durumu nda olmalıdır. Bu özetled iği miz, anlamanın bir genel açıklaması nitel iğindedir: aynı açık lamanın, sözcükleri n anlaşılması, uzlaşı m-dışı söyleniml erin anlaşı lması, ve tüm celeri n a n laşılması gibi alanlarda uygulanabilir olması beklenmektedir. B u sözü n ü ettiğimiz fi lozofların ana amaçları dilsel ögelerin anlaşılması nın (sözcü k-tü mce g i bi ) açıklan ması ol muştur. Bu bağlamda Wittgenstei n ü n l ü sloganını ileri sür m ü ştür: ''Bir tümceyi anlamak demek, bir dilden anlamak demektir. Bir dilden a n lamak ise, bir yöntemi öğren miş olmak demekti r."73 Dum mett de, aynı görüşü kendi form ülüyle şu biçimde öne sürüyor: ''Di kkatlerin üzeri nde yoğu nlaştırılması gereken söz," . . . . . . 'nin anlamını biliyor olmak'' sözüdür: bir anlam kuramı ( her şeyden önce) bir anlama kuramıdır''74 •
Yetenek açısından veri len anlama açıklaması ,"sözcüklerin a n laşılması'' bağlamında başarı lıdır. G erçekten de, algısal bir açıklamanın (ek olarak) gerekliliği konusu bir ya na bırakılırsa, karşılaşılan bir sözcüğün an laşıl ması büyük ölçüde bu sözcüğün anlamının bilinip bi li nmemesi ne ve daha belirgin olarak, sözcüğün öğrenilmiş olup olmadığına bağlıdır. Kişi yaln ızca öğrenmiş olduğu sözcükleri a n lar. Bu nokta il eri sürdüğümüz ruhbilimsel kuram larla da tam bir uyum durumu ndadır. •
Öte yandan, dil -dışı ve uzlaşım- dışı söylenimlerin a nlaşı lması bağlamı nda, bazı bağlantıların (associations) öğren ilmiş olması, bazı davra nışlarda bulunabi l me yeteneği ve algıla maya olanak sağlayan ulam veya kavramların öğrenilmiş olma l a rı, karşıdaki kişi n i n ne demek istediğini a n lamada tam yeterlilik sağlamıyorlar. Belirli bir bilgi veya yeteneğin öğrenilmiş olmasıyla açıklana mayan bir ''yaratıcı'' yorumlama yönü bu tür anlamanın temel özel li kleri nden biri gibi görü nmektedi r. Gerçekten de ,tanımsal olarak, bu durumlarda anlaşılan ilk kez a n laşıl maktadır . Daha önceden öğrenilmiş olanın ta nınması söz ko nusu değildir. i şte yaratıcı olara k nitel endi rdiği miz bu yönü ''çıkarsama'' kavramı i le açıklamaya çal ıştık. B u ''yaratıcı'' yoru mu önden öğrenil miş bir yöntem veya bilgi açı klayamama durumu ndadır. Şu ha lde yetenek açısından anlama kavramı bu alanda uygulama bulamamaktadır. •
-
-
- - -
-
·-
-
-
··--
·
-
----
-
--
72
A.y., s. 54.
73
Wittgenstein, L., bkz. not (61 )
74
Dum mett, M., Frege : The Philosophy of Language, Land o n : D u ckworth, 1 973, s. 92.
,
b. 1 99.
64
27 Yete nek açısından veri len a n lama açıklaması nın sözcükleri anl amada başarılı, a ncak uzlaşım d ışı söylen imlerin a n laşılmasında yetersiz olduğu nu gösterd ik. Uzlaşım dışı söyleni ml eri n anlaşılmasında, başta il eri sürdüğümüz ta n ı m doyurucu bir açıklama sağlayabil mektedir. D u rum bu ise, acaba, i ki ayrı anlama kavramı vardır, ve sözcükleri n an laşılması ile söyl enimlerin an laşılması ayrı kavramlarca belirlenebi len başka başka şeylerd ir mi diyeceğiz ? Bu soruya yanıtı mız olu mludur. Anlama nın i ki değişik kavra mı olduğ u n u n , öz a nce Witt genstei n'dan iletti ğimiz önermelerde de ka bul ed ildiğini gördük. Ancak bu, soru ları çözmede yeterli olm uyor. Önemli olan nokta, tü mceleri n anlaşıl ması nın hangi anlama kavramının uygulama alanına düştüğünün sa pta nmasıdır. Hatı rlanacağı gibi, bizim programımızın başarısı, söyleni mlerin, d i l - dışı veya dilsel olsun, bazı ufa k farklılı klarla ayn ı türden olduklarının gösteri lmesi ne bağlıdır. Dil -dışı veya uzlaşı m -dışı söyl enimleri n çözüml emesi, daha ileriki bir aşamada tü mceleri n çözü mlemesi ne temel olarak düşü n ü l mektedir. Şu halde bizim savımız, tü mceleri n anlaşılmasının te melde bir çıkarsama olayı olduğu çerçevesindedir. Oysa, yukarıda sözünü ettiğimiz fi lozoflar bunun tam karşıtı bir görüş i leri sürmektedirler. On lara göre tü mceleri n a nlaşılması a ncak yetenek açısından açıklanabi lir. Bölüm 26'da Wittgenstein'dan ilet miş olduğumuz bir örnekte bir sayı serisi nin hangi sayılarla devam edeceğinin a n laşılma durumu ele alı nm ıştı . Orada açık olarak bir yöntemin bilin mesi, bir ön koşul, bir gerek durumundayd ı . Matematik bilgisi ol maya n biri n i n sayı seri lerini anlayabil mesi düşünülemez. Burada matematikten a n l ıyor olması, onu yetenekse! ol arak, herhangi bir matematik i şlemini anlama d u rumuna sokuyor. Bu ise uzlaşım dışı söyleni mlerin an laşı lması nda n açıkça farklı bir şey: uzlaşımsal bir ya pı olmayınca öğren ilecek bir yöntem, bili necek bir ön bilgi söz konusu bile ol muyor. Ayn ı noktadan kalkarak ''bir tümcenin an laşılması'' (ki bu sayı seri leri ne daha çok benzer gibidir) ve ' 'uzlaşım-dışı bir söylenimin anlaşıl ması'' duru mları nın temelde fa rklı olduğu öne sürülebilir. Wittgenstei n'ı anı msayalım : ' ' Bir tü mceyi a n lamak bir dilden anlamaktır. Bir di lden an lamak ise bir yöntemi bil mektir."7 5 Böyle bir öneri doğru mudur? ( i ) Bir dilden a n lamanın, o dilin bir önermesini a n lamayı gara nti etmediğini ve (ii) ''tü mce anlama'' ve ''uzlaşı m - d ışı söyle nim anlama'' durumları n ı n i l k bakışta göründükleri kadar farklı şeyler olmadıklarını ve bu sözlerden benzer an lamlar ifade ettiğimizi göstermeye çalışacağız. •
•
7 s Wittgenstein, L., bkz. not (61 ) , b. 1 99.
65
28 Önce bu iki anlama kavramını belirleyerek araları ndaki farkl ılığı açık seçik görel im, B u na da Bölüm 26'da verdiğimiz Dummett' in formü lü n ü inceleyerek yaklaşa lım. Görülmüş olduğu gibi, Dum mett için anlamak, ''anlamını biliyor ol mak''tır. Bu form ü l eğer yaln ızca sözcüklerin a n laşılması kapsamında uygula n ı rsa, daha önce de bel irttiğ imiz gibi, ortaya bir sorun cı kmaz, ve kolayca kabul edilebi lir. Herkesi n katı labi leceği gibi, bir sözcüğü anlamak o n u n anlamını bil iyor ol maktır. Anlamı bili nmeyen bir sözc üğün a n laşı lması mantık açısı ndan olanaksız dır. Anlamı öğrenildiği andan başlayara k bir bireyi n bir sözcüğü anladığı söylene bilir. Bu an lama durumu (eğer un utursa ) anlamın unutulmasına kadar sürecektir. (yabancı bir dilin bilinen sözcükleri n i n zama nla u n utulması gibi ... ) Formülü tümcel ere uyguladığı mızda şöyle bir şey elde ediyoruz: ' ' B i r tü mceyi a n lama k, o tümcenin a n lamını bil mekti r''. A) B i r tümceyi a nladığı söylenen bi rey, onun an lamını önceden beri biliyor olandır. ( B u na şu eklenebi lir: çünkü bu bi rey, söz konusu tü mcen i n parçası olduğu dili bil mektedir.) B ) Bir tü mceyi a n ladığı söyl enen bi rey, bunu o a nda, anlamının bilgisi ne vara ra k a n lar. ( B u n u, söz konusu tü mcen in parçası olduğu d i l i bil mesi sayesinde yapa bilir.) (A) ve ( B ) bağlamları söze konu ettiğimiz iki değişik a n lama kavra m ı n ı bulundurmaktad ırlar. (A)'daki kavra mın ''tümce- örnekleri ''ne uygulanamayacağını, uygu landığında da ya n l ış olacağ ı n ı göstereceğiz. ''Tü mce-tipleri n e'' gelince, bir dili bilmekten dolayı i n sa n ı n bun ları ''yete nekse!'' olarak anl adığını söyl emek a kla yakı ndır. Dolayısıyla buna karşı bir itiraz ileri sürülmeyecekti r. D u mmett'i n for mülü (A) , ya ln ızca tü mce-tipleri ne uygulandığında her iki yoru mu nda da doğru olara k görü lebi l i r. -
''Anlama·· sözcüğ ü n ü n ayırdetti ğimiz iki anlamına ''sürekli anl ama'' ve ''oluş sa! anlama'' diyel im. B u nlar i ki kavra m-öbeği olarak görülebilirler: her biri n i n kapsa mında birden çok öge- kavram bulunmaktadır. Bizi burada ilgilendiren, kavram öbekleri ni ayırdetmek olduğundan öge -kavra mlara değ i n meyeceğ iz. Basitl iği sağlamak için her bir öbeği tek kavra mmış gibi ele alacağız. İ ki kavramı ayırdeden özellikleri şöyle sayabil iriz. Biri, bel i rli bir zamanda meydana gelen bir oluşu gösterirken (bir şeyi n - bir tümce n i n - anlaşıldığı anda meydana gelen) öbürü kişi nin (bilinçli veya bilinçsiz olarak) içinde sürekli olara k bulunduğu bir zihi nsel durumu gösterir. ''Sürekli a nlama''nın bir başlangıcından söz edile bilir: bir sözcüğü anlama durumu o n u n anlamının öğrenilmesi nden iti baren başlar. O a ndan başlayarak o sözcüğün sürekli olarak a n lama durumu nda ka lınır.
66 Başlangıç a n ı nda ''oluşsal a n lama ' ' n ı n bulunmuş olduğu da il eri sürü lebi lir. Şu örneklerde ayrım daha açık olarak ortaya çı kıyor: A.
(i) (ii) (iii) ( iv)
Fransızca anlar mısınız ? B u sözcüğü a n l ıyor musu nuz ? Araba motoru ndan anlar mısı nız ? Futboldan anlar mısınız ?
B.
(i) (ii) (iii) ( iv)
N e demek istedi ğini şi mdi a n lıyoru m. Kanıtları görünce o n u n suçsuz olduğunu anladım. B u tümceyi anl ıyor musu n ? Orada ne olup bitti ğini şimdi a n l ıyoru m.
(A) öbeğindeki ön ermelerde durmadan süregiden bir zihi nsel durum veya yete nekten söz ediliyor. Öyle ki, ''anlamak'' yeri ne ''bil mek'' konsa önermeleri n a n lamlarında büyük bir değişiklik olmayacak. Buna karşılık, ''anlama'' sözcüğü ( B ) gibi önermeler içinde kullanıldığı nda, yeni bir düşü ncen i n ol uştu rulması nı içeren, insa n ı n zihninde beliren bir şeyden söz ed ilmektedir. Ol uşturulan düşü nce önceden bilinen bir bilgi olabi lir, a ncak düşü nce olara k ol uşturul ması o a nda olan ''taze'' bir olaydır. Ö rneğin, - (p.q) = ( - pv - q ) olduğ unu bil iyor olabi l i rim ama '' - (p.q) = ( - pv - q ) '' tümce-örneğini her okuyuşu mda o n u anlayı şım yeni bir ol uştur. (Tabi bu okuyuşlarda önceden okud u ğ u m tü mce-örne ğ i n i n anlamını bilmiyor olma lıyı m. Çünkü anlamı önden biliyorsa m, önermeyi o an a n l ıyor olama m ; yapacağ ım ya ln ızca bakıp karşımda olanın a nlamını bil diğim o ön erme olduğunu düşün mektir.) Şimdi Dummett'in form ü l ü n ü n yorumun a geri dönelim. Görmüş olduğu muz g i bi, tümcelere uygula nışında bu formü l (A) yoru munda ''sürekli a nlama'' kavra mını, ( B ) 'de ise ''ol uşsa! a n lama'' kavra mını içermektedir. Çü rütmek iste diğimiz (A) yoru m u n u ele alalım : ·· Bir tü mceyi a n lamak, o n u n anlamını (öteden beri ) biliyor ol maktır''. B u n u n di nlen mekte veya okunmakta olan bir tümcen i n a nlaşılmasına uygulandığı nda, ya nlış olduğu göze çarpacaktır. Bili nen bir dilin sözcükleri öteden beri (dil öğrenildiği nden beri) biliniyor olmalıdır; oysa bu d i l i n tü mceleri nin de öteden beri bilindiği söylenemez. D i l bilgisi kullanı larak, bir düşünceyi başkasına a ktarmak için tümcelerin yapı l ı p söylendiği, ve bunların işiti lip okunduğu bir ortamda (A) yoru mu ya nlış olmalıdır. Tümce-örn ekleri nin a nlamının bilgisi ne onları a nladığı mız anda varırız. B u n u n tam karşıtı olarak önerilebilecek, bilinen bir dilin sözcükleri n i n öğrenilmiş olduklarıdır. B u n lar öğrenilmiş oldukları için an laşılma d u rumu ndadırlar. Aynı şey bir dilden an la maya da uygulanabilir: gramer ve sözcükleri öğren ilmiş olan bir dil, a n laşı l ma, bilinme durumu ndadır. İşte buna ta m karşıt olarak, bir dilin tü mceleri n i n öğren i l mediğini, öğreni l emeyeceğini bildirebi liriz. B i r dilin tü mceleri n i n anlamını sözcük lerde olduğu gibi bu anlam ları öğrenerek bi lemeyiz : buna a n lığımız yetişemez;
67 bir dilin üretebileceği tümce sayısı bel i rsiz derecede büyüktür. Bu an la mla rı, dil bilgisi n i tek tek tü mcelere uygu layarak a nlayabiliriz, onların bilgisine varabi l iriz. B u na şöylece karşı çıkılabil eceğini düşünebiliriz: Tümcelerin anlamlarının sözcüklerde olduğu gibi tek tek öğren ilmediği doğrudur; oysa yine de, bir kişi bir dili biliyorsa, o dilin önerme/tü mceleri ni de bil iyor d emektir. N edeni de dilin bilgisi nden bütü n bu çok büyük sayıdaki tü mceleri n bilgisi n i n türe tilebileceğidir. B u itirazın ya n ıtı, tümce-tipi, tümce -örneği ayrı mını i leri sürdüğümüz de veril mişti. Bir dilin tü mce-tipleri nin yetenekse! olarak bili ndiği, bizce kabul edi lebi lir görüş genelleştirilerek, aynı öneri tümce - örnekleri ne uygulanırsa, söylen i len şu a n lamdan ötesi n i içeremeyecekti r: bildiği bir dilin tümcesiyle karşılaşan kişi onu anlayabilir. Şimdi de şöyle bir örnek düşünelim. Bir ya bancı öğrenci ya bancı lara Türk çe öğretmek için hazırlanmış basit bir giriş kita bıyla geliyor ve size içi ndeki bü tün tü mceleri a n layıp an lamadığınızı soruyor. Şöyle sayfa ları bir iki çevi rd ikten ve orada burada tü mcelere göz attı kta n sonra, g üvenle, bu kitaptaki bütün tüm celeri a nladığınızı söylüyorsunuz. Bu bir ''ol uşsa l an lama'' durumu mudu r ? Böyle bir itiraz etkil i olamayacaktır. Kitaba bakarak her tü mcesi ni a n ladığ ı n ı ve açıkla maya hazır olduğunu bildiren kişi gerçekten her bir tümcesi ni a n ladığ ı n ı söylüyor ola maz. Bütün kita bı ezberl emediyse bakmadan ''3. sayfa nın i l k tümce sinin'' anlamını açıklamayacaktır. Açıklaya bil mek için, önce yeniden okuması gerekecektir. Ayrıca tü mceye yal n ızca bakmak, göz atmak da yeterli değildir. Dikkat veri lip, ''anlayarak okumak'' gerekecektir. Kişi o anda başka bir şeyle uğraşıyor veya başka şeyler düşün üyorsa, en basit tü mceyi bile anla mayabilir. Karşılaşılan bir tümcenin anlaşılması bir ol uştur.
29 ''Bir dilden a n lamak'' ve karşılaşılan bir ''tümceyi a n la mak'' dendiğinde aynı tür an lamadan söz etmed iği mizi gördük. Farklı olmalarına karşın, bir ön ceki bir sonrakinin gerekli koşulu durumu ndad ır: bir tü mceyi an laya bi lmek için o n u n içind e tü retildiği dili bilmek gerekir. Şimdi gösteri l meye çalışılacak olan, bir tü mceyi anlamak için o n u n türetildiği dilin bi l i n mesi n i n gerekl i olmasına karşın yeterli o l madığıd ı r. B u n u il eri sürerken, örneğin, Wittgenstei n'ın şu görüşü n e karşı çıkmıyoruz: '' Bana bilmediğim bir şifrede, şifre an ahtarıyla bera ber bir t ü m ce veri liyor. Bu duru mda, bu tü mceyi anl amak için gerekli herşey verilmiş ol uyor."76 Sözü n ü ettiğimiz yetersizlik, daha çok bilgi gerektiği, yani bilgi yeter sizliği açısından değildir; veri lmiş bilgi n i n bel irli bir kullanma, işlenme gereği 7 6 Wittgenstein, L., Philosophical G rammar, Oxford : Blackwell, 1 975, s. 43.
68 olduğu a çısındandır. Burada ileri sürdüğü müz, bir tü mceyi anlamada, bilinmekte olan dil bilgisi nin özel bir işlemle tümceye uygulan ması gereklili ğidir. B u uyg u l a ma işleminin ise, bir söyl enimin al gısal içeriğine uygulanıp bir düşünce oluştur u l masında söz ko nusu olan ''çı karsa ma''dan çok farklı bir şey olmadığ ı n ı düşü n üyoruz. Tü nıceleri n a nlaşı l ması nda bu tür çı karsama nın bulunması gerektiğini doğrudan göstermek şu an için olanak dışı nda kal maktadır. Ancak dolaylı olarak, bu görüşü destekleyecek şunu söyleyebi l i ri z : dili en iyi bir biçi mde bil iyor o l ma mıza, ve içi ndeki bütün sözcükleri a n l ıyor olmam ıza karşın, semantik açıdan kar maşık tü mceleri anlamada bazen güçl ü k çekeriz. B u n u çı karsamanın ya pılam ıyor (yaratıcı sentezin g erçekleştirilemiyor) ol uşuyla açıklayabiliriz. B u n u , çıkarsamanın dilin kural larını izleyerek ya pıldığını söyl emekten öteye bir içerik amaçlamadan i leri s ürüyoruz. Denebilir ki, yukarıdaki a nlama güçlüğü semantik açıdan karmaşık tümce lerde söz konusudur. Bu da daha basit, g ü n l ü k dilde sık kullanılan tü mcel eri n a nlaşılmasında geçerli olan bir şey değil. Dolayısıyla, basit ön ermelerde anlamanın bir çıkarsama olduğu yanlış mıd ı r ? Buna karşı önce, önermeleri n karmaşıklaştıkça a n laşılmaları n ı n daha güçleştiğini belirtebiliriz. B u olguyu, çı karsamanın, (yaratıcı sentezl emenin) tü mcelerin karmaşıklığına göre (burada yaln ızca sem a n tik karmaşı klık söz konusudur) dereceli olarak yer aldığı görüşüyle yoru mla ya bil iriz. ''Günayd ı n'', '' Estağfu rulla h'', ' 'Sela mına leykünı'', ' ' Hay canına oku yayı m'' vb. hazır form ül lerde yok denecek kadar az, buna karşıl ık, basit, fakat bi lgi veren önermelerde bulunduğunu ön erebi liriz. Bu tür önermeleri a n l a mada güçlük çekmeyi şimiz b u önermeleri n a nlaşı lmal arı n ı n çı karsama/sentezleme bulundu rmamasından değil bağlam ve ko n uşma nın gelişişinden söyl eneni az çok kestirdiğimiz, bekl iyor olduğumuz içindir. Anlama güçlükleri, basit olmasına karşın bağlam ve d u rum çerçevesi nde beklenmeyen i lgisiz önermelerle karşı laşı l dığında da ortaya çı kar. Örneğin, bir kitapçıda mendil aradığını söyleyen bir kişi n i n ne demek istediğini an lamada bir güçlük olacaktır. '
uzıaıım 30 Uzlaşım kavramının açıklanma ve çözümlenmesi, i nsan il etişi mi çerçevesi nde di lsel söyl enim, dilsel anlamlılık ve uzlaşı m -dışı söyl enim (anlamlılık) ara sındaki önemli ilişkiyi verecektir. Başka bir deyişle, temel yapay anlamlılık ve iletişim kavramını, bundan türeyen daha karmaşık yapay il etişim biçimleriyle ma ntı ksal olarak birleştirecektir. Bir başka düzeyde konuşulduğunda, yapay anlan1lılık olgusunun i l k ve en basit ortaya çıkış biçimleriyle, daha geliştiri lmiş ve topl umsa l laştırılmış i nsan (yapay) i letişim biçi mleri arasındaki evri m zi n cirini uzlaşımın tamamladığı söy enecektir. Uzlaşı mın çözü mlenmesi, uzlaşı m -d ışı söylenim leri n nasıl uzlaşımsallaştırıld ığını, dolayısıyla ya pısal bir iletişim sistem i n i n türeye bilmesi için temelin nasıl ol uştu ru labildiğini açı klayacaktır. •
Uzlaşım için bazı davra nışları n bi reysel özellik olmaktan kurtarılıp topl uma maledil mesi diyebiliriz. Ancak bu, mecaz yönü ağır basan bir anlatımdır. Daha bel irgin ve saydam olarak ne diyebi liri z ? Bir uzlaşım, belirli bir topl u mdaki dav ra nış düzenli liğidir. Böyle bir betiml emeyi kabul etmek güç değildir. Fakat söz konusu davra nış düzenliliğinin ne türden olduğunu, hangi durumlarda orta ya çıktığını, ve bireylerce nasıl edi n ildiğini açıkla maya çalıştığım ızda güçlük lerle karşılaşmaya başlıyoruz. Tatminkar sayı labi lecek bir uzlaşım çözümle mesi bu konulara yeterli açıklamalar getirebi lmelidir. Söz konusu davranış dü zen liliğinin ilgili bireyler a rası nda açık veya kapalı bir ''anlaşnıa'' (agreement) olduğu görüşü sakat bulunmu ştu r.77 B u n u n bir öykü nme (taklit) veya ''top l u msal an laşma'' (social contract) olabi leceği görüşleri ne karşı da sağlam eleş tiri ler bulun maktadır. 78 Bu yönleri başarıyla açıklayan bir uzlaşım kuramı D . K. Lewis 7 9 tarafı ndan geliştirilm işti r : bu kurama göre uzlaşım, bi reyler ortak bir a maca yönelik davra n ışlara giriştikleri nde ortaya çıkıyor. Öyle bir koşullar bütün ü düşünülsün ki, bir bi reyin davra nışı diğer bi reyl erin davra nışına bağlı olsu n ve bütün bireyl eri n çıkarları bir noktada kesişiyor, çakışıyor olsu n . B u d u ru mlara Lewis, düzenleştirme, uyumlama soru n u (co-ord in ation problem) adını veriyor. Uyumlama sorunu örnekl eri olara k, ''iki bireyi n bir yerde buluşmaları'', ''bir top-
-- - - -
-
- -
--
--
- - - ----
---
---
7 7 Quine, W.V.O., ''Truth by Convention'', The Ways of Paradox, N ew York: Random H ouse, 1 939, s. 70-1 00; Lewis, D. K., Convention, Harvard, 1 969, s. 83.
7 8 Lewis, D . K., bkz. not (77), 7 9 Aynı yapıt.
70 la ntıya gidişte ne giyil eceğine karar veri lmesi'' gibileri verilebi lir. Bir uyumlama soru nuyla karşılaşan bi reyler diğer bi reyl eri n ne yapacağını kesti rişl eri ne göre kendi davra nışları nı seçecek ve en iyi ortak davranış biçimi soru nun çözümü ol acaktır. Lewis'in savı, uzlaşımın bel irli bir uyumlama soru nu yla yeniden karşı laşıldığında ortaya çıkabileceğidir. Eğer geçen kez yaptı kları nın a ynısını yineler lerse, aynı çözümü elde edecekleri ilgili bi reyler için bir ''ortak bilgi'' durumu nda olacaktır. Yeterince benzer bir d urumda aynı yöntem, aynı işlem uygula ndığında aynı son u ç elde edilecektir. Öyle ise bi reylerdeki ortak bilgi, aynı davranışta bulunmaları n ı n nedeni ( reason) olacak, ve uzlaşım olarak adland ıra bil eceği miz bir davra nış d üzenliliğini doğ uracaktır. D gibi bir işlemin P gibi bir soruna çözüm sağladığı ortak bilgisi kabaca şudur: her bir bi rey kendi yapmış olduğ u n u n D davra nışı olduğ u n u bil iyor, ayrıca diğer bireyl eri n de bunu bildiğini bil iyor, ve onların bunu bildiğini bildikleri ni de biliyor, ve. . . (sonsuza dek) -
Lewis'in kuramının iki temel önermesi bulunmaktadır ve bunlar tartış ı l ı p el est i ri 1m elidir: •
(i) Uzlaşı mlar bireyleri n uyumlama sorunla rıyla karşı laştı kları duru mlarda ortaya çıkarlar, ve ( i i ) bi reyleri n aynı davranışta bulu n malarına neden ( reason) -ki bu davra nış uzlaşım ol uşturur- ortak bilgileri nin D davra nışının aynı son uca götüreceği olmasıdır. B u önermeleri i l etişi m açısından i nceleyel im.
31 İletişi mse! uzlaşı mlar hangi durumlarda ortaya çıkarlar ? J . Bennett ve S . Schiffer tarafı ndan 8 0 da belirti len bir nokta, uzlaşımların meyda na g elmesi için uyumlama soru nlarının gerekl i olmadığı, ve özellikle iletişimse! uzlaşı mları n uyumlama sorunların dan doğmad ıklarıdır. Bu görüşü destekleyen i ki nokta vardır. (A) Hem il etişim durumları hem de uyumlama sorunları bir amaca yö ne lik durumlar olmalarına karşın, bu a maçlar doğaları açısından başka başkadırlar. Uyumlamada ya pılmak istenen değişi k bi reyleri n davran ışla rının dengelen mesi i ken, iletişimde amaç bir başka bi reyde bir düşünce meydana getirmektir. Schiffer' ı n sözleriyle, ''iletişi mde, bir çıkarsama ya pıl ması n ı sağlamak amacıyla davra nışa geçilir; başka bi reyl eri n davra nışlarıyla kendi davranışını uyumlamak için değil ." 8 1 ( B ) İki nci ve il işkili konu ise, dinleyeni n söyleyenin davranışlarıyla uyu mluluğa soka bi leceği herha ngi bir davran ışı bulunmayışıdır. Bennett'i n ya ptığı gibi 8 0 Bennett, J., Linguistic Behaviour, London: C . U . P., 1 976; Sch iffer, S .. Meaning, Oxford U . P., 1 972. 8ı
Schiffer, S., aynı yapıt, s. 1 51 .
71 ''düşünce oluştu rma''yı bir edim, davra nış olara k ele almak82 sorunu çözmeye cektir. B u n u böyle kabul etsek bile, iletişi mde söyleyenin ve dinleyen i n hangi amaçla ne ya ptıklarını sorduğumu zda, bir uyumluluk sağlama amacı gütmedik leri ni göreceğiz. Bir söyleni m üreten bireyin , bunu, d i nleyen bi reyi n davranışı ile uyu mlu luğa girmek için ya ptı ğ ı n ı düşün mek güçtür. Bundan çok, söyleni miyle dinleyeni etki lemek, onda bir düşünce meydana getirmek amacını taşıdığı söylenebilir. D i n leyende de, ürettiği söylenimini gördüğü söyleyen i l e, davra n ışlarını düzen leştirme kaygısı bulunduğunu savu nmak güçtür. Din leye n i n, bir gerçek uyumlama sorunu durumu nda olduğu gibi, söyleyenin davranışına (söyleni me) göre kendi davra nışlarını düzene sokma, ona göre davra nma ( Bennett' e göre; düşünce ol uştu rma) durumu yoktur. Dinleyen söylen imi ya ln ızca yoru mlar, ondan bir düşünce çıkarsa r : amacı düşüncesi n i söyl enime göre ç ı karsayıp, söy lenimle belirli bir uyumlul uğa girmek deği ldir. B öyle bir uyumlul uğa gi rd iği savu nu lsa bile, hangi amaç için uyu mlul uğa girildiği nasıl ya n ıtlanaca ktır ? İ letişim d u rumları görmüş olduğumuz gi bi, uyumlama işlem leri olmadıklarına göre, ve de söylenimler olsu n, bunların a n la mları olsun, uzlaşımlaştı rıldıklarına göre, il etişim du rumları kendil i kl erinden bağımsız bir uzlaşım üretme ortamı olmalıdırlar. B u sonuç, i l etişimde söyleni mlerin uzlaşı msal laştı rıl maları konusunda G rice ve Sch iffer'in görüşl eri ne ya kı ndır. 83 G rice' ı n bizimkine uya n programı, yapısal l ı k öncesi uzlaşımsal söyleni ml eri, uzlaşım dışı söylenim örnekleri nden türetmektir. Bu, G ri ce'ın açıklamasında iki aşamada olmaktadır: Ö nce, bir X söylenimi nin, bunu söyleyen bi rey için (bu bireyin öz dilin de) bir r a nlam ı taşımasının ne olduğu n u izah ediyor. 84 B u ndan da, X'i n bir topl u l u kta (community) r a nlamını taşıması n ı n açıklamasını tü retiyor. Sonra da bu açıklamadan gelişti rerek, ya pısallaşmış uzlaşı m sal söylen im ta n ı mları elde ediyor. 8 5 G rice'ın, açıklama açısından ma ntıksal bir sıralama olarak öne sürdüğü, deneysel bulgularca destekl enmektedir: çocukl u kta iletişi mse! uzlaşı mları n doğal olarak kaza n ı l ması aynı sırayı izler gibi görün mekted ir. Çocuklar, büyükleri n i n konuştuğu d i l i n uzlaşı mları n ı kabul etmeden önce kend ilerince üretilmiş uzlaşı m-öncesi söyl eni ml eri uzlaşımlaştırmaktadırlar. Bu uzlaşı msal söyleni mler büyükl eri n konuş tuğu dilden bütün üyle bağı msız görünmekted ir. Dahası, bu yarı - uzlaşım durumuna dön üştürülmüş söylenimlerden kendi öz dilleri n i tü retmekted irler: bu özdil, e n az kısmen, ana -baba tarafı ndan a nlaşıl maktadır. Daha sonra, ana-babanın yöne timi altında bu özdil yavaş yavaş a nadilin yapısallaşmış ögeleri (söz ve tü mceler) ---
-------
--
----
-
8 2 Bennett, J., bkz. not (80), s. 1 78 - 1 79. 8 3 G rice, H. P., ''Utterer's Meaning, Sentence Meaning and Word M eaning'', 1 968, Searle, J .
( E d . ) , The Philosophy of Language, Oxford U . P. 84 Ö zdil (idiolect), bir bireyin kendisine has deyimlerle dolu olan, herhangi bir d i l i kend i n e has olarak kullanış biçimidir. Kullandığı dilin kendine has deyimlerden oluşan bölümüne d e denir. Bkz. Oxford Dictionary.
8 5 G rice, H . P., bkz. not (83 ) .
72 lehine terked il mektedir. Kabaca bel irtilecek olunursa, yaşantı nın 8. ve 9. ayları sıra l a rında bu ilk uzlaşımlaşma süreci ortaya çı kıyor ve 2. yaşın sonları na dek uzanan söz cü klerle konu şma ( holophrasti c speech) devresinde bir yanda n sürerken öte ya ndan da yavaş yavaş bırakılıp ana -dile geçiliyor. Çevredeki büyü klerce konuşulan a n a - dilden bağımsız bir söyleni mler sistemi (özdil) gel iştirildiği konusunda bol denecek kadar deneysel veri bu lu n maktadır. '' Çocuk dil i'' olarak bilinen bu söyleni mler tutarlı ol arak, ve değişmeyen içerikte d üşü nceler aktarı lması nda kullanı lmaktadır. Başka araştırmacılar ya nısıra Leopold 8 6 ve Bl oom, 8 7 büyüklerce, '' çocuk sözcükleri'' olarak adlandırılan bu söylenimlerden söz etmektedirler. Daha ayrıntı lı ve ilginç olarak Dore, 8 8 videoteypten yararlanarak ya pılmış çalışmalarda ana dilin sözcükleri ni kullanmadan önce iletişimde ''fonetik olara k değişmeyen, tutarlı söylen imlerin'' kullanıldığının saptandığını bildirmiştir. Ya pısal açıdan, bu söylenimler (a) kolayca ayırdedilebilirlik, (b) belirl i bir dağarcık içi nde sık sık yinelenme, ve (c) fon etik açıdan değişmezl i k özelliği göstermekted ir ler. Ayrıca (d) çevredeki n esneler ve çocuğ un davra nışlarıyla belirli bir ölçüde bağlantılı olara k beli rmekted irler. Bir çocuğun özd i l i n i n i ncelen i p beti mlen mesi M .A.K. Hall iday8 9 tarafı ndan sistemli olarak yapılm ıştır. B u çocuğun tutarlı söylen i m leri nin, 9. aydan 18. aya dek her 6 haftada bir tam bir listesini vermektedir. Hall iday' i n listesine aldı kları, ya ln ızca sistemli ve tutarlı olarak, aynı mesajı iletmede kullanılan söylenimlerd ir. ilk aşamalarda, söyleni mlerin a na dille ya pısal veya foneti k açıdan ilgili olmadıkları özellikle bel irtil miştir.90 •
•
•
Burada bildiril mesi gereken bir nokta, G rice' ı n yarı - uzlaşımlaşmış özdil (idiolect) kavra mını çocuklara uygularken (ve destekleyi ci deneysel bilgi sağlarken) ya pılmak isten enin bu özd i l i n bir ''özel'' (private) dil olduğunu il eri sürmek olmad ığıdır. Açıkca, bu özdil söyl enim leri en az bir başka kişiye yö n elti lmiş durumdadırlar, ve bu kişi de anne (ya da baba veya herhangi bir bakıcı veya bunların bi rkaçı birara da) dir. Öte yandan, açık olan bir başka nokta da bu özd i l lerde söylen imler ve bunla rın a nla mları nın sapta nıp biçimlenmesi nde, bakıcı ve çocuğun ortak olara k etken o l maına larıdır: Lewis' i n uzlaşı m kura m ı n ı n bu açıdan doğrulandığı söylen emez. Öyle görü nm ektedir ki, bu söyleni mler ve tutarlı a n lamlarının biçimlenmesinde tek etken çoc uğun fonetik yetenekl eri 'Je niyetleri olmaktadır. Bakıcınınsa uzla şıml aşmaya hemen tek katkısı nın bu söyl enim leri n bel irli bir anlamda kulla nılışını açıkça ta nıması olduğu n u söyleyebiliriz. Eğer bakıcılar ( büyükl er: ana - baba) bu --- - - - --- -
86
Leopold, W., Speech Development of a Bilingual Child, Evanston, l llinois: Northwestern University, 1 939.
87
Bloom, L., ''üne Word at a Time''. yayımlanmamış konferans bildirisi, 1 971 .
88
Dore, J., ''Conditions of the Acquisition of Speech Acts'', Markova ( Ed.) The Social Context of Language, Land o n : Wiley, 1 976.
8 9 Halliday, M.A.K., Learning how to Mean, Landon : Edward Arnold, 1 975. 9 0 Aynı yapıt, s. 38.
73 i l k uzlaşı mları n kurulmalarına daha doğrudan katkıda bulunabilselerdi, bu söylen i m lerin ana dille en azından bir ölçüde ya kınlığı, benzerl iği olurd u : bu bekl enebilecek en doğal bir özel liktir, ç ü n kü bakıcı, sürekli olarak çocuğun söyleni mleri ni ana dilde yorumla makta, dille yinelemekte ve çocuğun iletişi mse! davra nışları n ı yönlendir meye çabalamaktad ır.9 1 Uzlaşımsal iletişimi meydana getiren ögeler ya l n ızca G rice' ı n öne sürdüğü programa uygun olara k ortaya çıkma maktadırlar. Lewis'i n açıklamalarına uyg u n biçimde de tü reyen iletişimse! uzlaşımlar bul unmaktadır. Yönleti min ( reference) temel i n i oluştura n ''gösterme'' (ostension) ve gözle izleme gibi yetenekler a n a ve çocuğun uzun çalışmalarla (oyun süresi nde) davra n ışları n ı uyumlu biçime sok malarıyla sağlanmaktadır.92 Burada uyumlama soru nu en kes ki n bir biçimde söz konusudur.
32 İletişi mse! uzlaşımın, uzlaşı m - dışı söylenimlerden türedildiği görüşü n ü savunduk. Bu genel biçim yanısıra, yine i l etişi mde kullanılan yönletim gibi bazı başka biçimleri nse köken leri ni (u zlaşım-dışı) i l etişim dışından, oyu n orta mında gerçekleştirilen uyumlama durumlarından ald ıkları n ı ileri sürdük. Çocukların uzlaşı m - dışı söyleni mleri ni bir cins ''ö n - uzlaşı m''a dön üştürüp, bu ö n - uzlaşımlardan bir özdil ol uşturdukları nı, ve daha sonra bunları yavaş yavaş ana dil sözleriyle değiştirdikleri ni söyledik. Bu özdil ögesi durumu ndaki ö n - uzlaşımların çocuk ve bakıcı (ana-baba) arasında kuru lduğunu, ancak uzlaşı mın ve anlamının çocuk tarafı ndan bel irlendiği ni bildirdik. Şimdi i se, bu oluştu rulan ö n - uzlaşı mların meydana geliş nedeni üzeri nde duracağız. Buna başlamadan iki nokta açıkl a n malıdır. ''Ön - uzlaşım'' deyimini, şu ana dek ilgilenip araştırd ığı mız, uzlaşı mlaş tırma n ı n özdil ol uşturmayı sağlayan ilk aşamasında ortaya çıkan biçimler i ç i n kullanıyoruz. Ta m- uzlaşı m ve ö n - uzlaşım arasındaki ayrı mı daha ileride vereceğiz . ikinci nokta, Türkçen i n kavra msa l açıdan önemli bir ayrı mı sağla ma masıyla ilg ili : '' neden'' sözcüğünün kapsamına hem bir olayı n bir başka olaydan önce ge rek ona gerekl i ve yeterli koşul oluşu kavra mı, hem de bir davra n ışta bulun ulmasında etkin olan düşünce kavra mı g irmektedir. Bunlar arası ndaki ayrı m şimdi başla nacak tartışma açısından temel bir önem taşımaktadır. Batı dil leri nde bulunan '' cause'' •
91
N i n io, A., and Bruner, J., ''The Achievement and Antecedents of Labelling'' J . Child. Lang., 1 977. •
9�
Scaife, M ., and Bruner, J., ''The Capacity far J oint Visual Attention in the lnfant'', Nature, 253, N a . 5489, 1 975, s. 265-266; Kaye. K., ',' l nfants 'Effects upon their Mothers' Teac h i n g Strategies'', G lidewell, J . ( Ed.) The Socjal Context of Learning and Development, 1 976; Collis, G., and Shaffer, H . , ''Synchronisation of Visual Attention in M other- l nfant 1 6, 1 976. Pairs'', J . of Child Psych '
. •
74 ve ''reaso n'' ( raison) sözcükleri bu ayrı mı açıkça verebilm ektedir. ''Cause'' ( Latince ''causa''dan tü reme) bir olayın başka bir olayca ortaya çıka rıl ması, meydana geti ril mesi ni ifade ederken ''reaso n'' ( Lati nce us, akıl an lamı nda ''ratio''dan türeme) bir davra n ışın ardındaki düşü nce, niyet, uslamlama g i bi us ve a n l ı k i çeriklerini bildirir. Bu ayrı mı belirtebi l mek i ç i n bundan böyle ''olgu- neden'' ve '' ussa l - neden'' deyi mleri n i kullanacağız. Kon u m uza bu ayrı m ı n ışığı nda geri dönersek, aradığı mızı şöylece bildirebiliriz: çocuğun aynı düşün ceyi akta rmada ayn ı söylenimi kullanması n ı n ussal n edeni nedi r ? Böyle bir ussa l - n eden var mıdır? B u , Lewis ve Schiffer' i n dedikleri gibi, hem bakıcıda hem de çocukta bulun an, ve X'in geçmişte r'yi aktarmada başarı lı olduğu ''ortak-bil gisi'' midir? Lewis' i n görüş-ü ne karşı öne sürü lebi lecek i l k itiraz, 4. bölümde tartışarak, ve Davidson'u el eştirerek kabul ettiğimiz biçimiyle, ''karmaşık düzeylere erişmiş düşüncenin dil kul lanamayan yaratıklarda bulunabileceği görüşü n ü n sakat olduğu'' savı olacaktır. Çünkü, Lewis'e göre, r'yi meydana getirmek i ç i n X' in kullanılıyor oluşu tarafların X'in bu işte başarılı olacağı ''ortak düşüncesi'' us sa l - neden ine bağ lıdır. B u görüşün doğru olabil mesi, X'i ön -uzlaşı m olarak kulla nan bi reylerde '' ortak düşü nce'' diye adlandırdığımız ( B kz. böl ü m 30) son suza dek uzaya n karmaşı klıkta bir düşü nce dizisi nin bulun ması na bağlıdır. Do layısıyla, bu karmaşıklıkta bir düşü nceyi zihi nde kurabilmek için uzlaşı msa l bir di lsel dizge (sistem) olması ön gereği (presu pposition) olacaktır. Fakat böyl e bir d izge zaten bulun uyorsa, uzlaşı m ı n ''ortaya çıkışından'' söz ediyor olamayız : uzlaşımsal dizge zaten bulun maktadır. Yok, eğer gerçekten ''ortaya çıkış''tan söz edil iyorsa ve önden b u l u n uyor olan bir dizge kabul edilmeyecekse, Lewi s'in ' 'ortak d üşü nce'' kavra mını uygulama olanağı kalmayacaktır, zira bu kavramı düşü ncede b u l u ndurabilmek uzlaşı msal bir dilsel dizgeyi gerektirmektedir. Dolayı sıyla, Lewis gö rüşü bu açıdan bir çı kmaz içindedir. Deneysel açıdan da Lewis görüşü nü yadsıya n i ki örnek gösterebil iriz. De neyi n gösterdiğine göre, çocukları n iletişimse! uzlaşı mları kabul edişleri, bakıcılarıyla paylaştıkları bir ''ortak bilgi'' üzeri ne temel lendiri l iyor olmamalıdır. Bu örnekler çocuklarda ''ortak bilgi'' dediğimizi n ola mayacağ ı n ı göstermiyor; ancak, eğer çocuklarda böyle bir düşünce bulun uyorsa bile, kurdukları ö n - uzlaşı mları bu temel üzeri n e kurmad ıkları hakkı nda güçlü deneysel d estek sağlıyorlar. İ l k olara k Bru ner'ın93 bildirdiği şu olay tipine göz atal ı m : bu olaylar d izisi, bir çocu ğun ö n - uzlaşım laştırılmış özdili i l e ilgilidir ve Lewis görüşüne göre uzlaşıma temel olması gereken söz ko nusu ''ortak bilgi''nin taraflarca pa'ylaşı lmadığı açıkça bel irmesine karşın, çocuğ u n tutarlı ve d üzenli i l etişim davra nışı n ı (ön - uzlaşı mı) kulla nmaya devam edişi n i göstermektedir. ' ' Örnek, çoc uğun oturduğu yerden i ki eliyle herhangi bir yöne doğru uzanması i mleme-biçiminin gelişmesiyle ilgi lidir. ---
93
---
-
---
-
-
--
Bruner, J., '' From Commun ication to Language'', Cognition, 3 (3), 1 976, s. 266.
75 Önceki tekrarla nışlarında, bu i mleme, a n n e tarafı ndan uzanma yönündeki avuca sığacak büyü klükte bir n esnenin istenmesi olarak yorumlanmış ve böyle bir nesne, çoğunlukla, çocukta heyeca n yaratacak biçimde ona ağır ağır uzatılıp ses ton u yükselti lerek veri lm işti. Sekiz ay, bir haftalıkken Jon ( çocuk) imle meyi kullandı. Anne, yakı nlarda uyg u n biçimde bir n esne olmadığından, imlemeyi, eli n i istiyormuş gibi yoru mladı, ve parmaklarıyla yürüme öykünmesi (taklidi) yaparak elini çenesine doğru yürüttü. H er za manki g i bi hevesle katı lmamasına karşın çocuk a n nesi n i n bu oyu nunu kabul etti. Oyu n biti nce Jon yi n e aynı i mleme ile i l eri uzandı. Anne bunu eski oyu nun yinelen mesi isteği olara k yoru mladı. Bu kez Jon oyu na da ha da isteksizce katıldı. B itişte, Jon'un imlememesi ne karşın a n n e oyu n u bir kez daha denedi. Çocu k bakışını çevirerek ağlar gibi sesler çıkard ı . Anne ye niden yi n eledi, çocu k büsbütün ilg isizleşti." Bu örn ekte, anne tarafından açık ça tanınmış olan bir düzenli iletişi mse! davra nış söz konusudur. i lginç olan nok ta ise annenin beklenen biçimde karşılık vermekten eksin (aciz) kalmasına ve birkaç kez başka karşı l ıklarla isteği değişti rmeye ça lışmasına karşın, çocuğun aynı iml emeyi kullanmakta direniyor oluşudur. Eğer çocuk bu imlemeyi bir ''ortak bilgi'' ussal n edeni yüzünden kullan ıyor olsaydı, böyle bir ortak bilg i n i n artık söz konusu olmadığı a n n e tarafından davra nışlarıyla açıkça ortaya konduktan sonra bunu kulla narak i steğ ini yinelem ekte d i ren mezdi. işe basit bir ''yanlış a nlama'' nın karıştığını söylemek gerçekçi ol mayacaktır. Böyle bir ya nlış anlamaya göre çok fazla yineleme b ulu n ma ktadır. Öyle ise, denebi l i r ki, çocuk a n nesi n i n davra nışına karşın düzenli iletişi mse! davra nışlarında di retiyorsa, bu d üzenliliği n ussal nedeni, eğer bir u ssal n eden söz ko nusu olacaksa, ''ortak bilgi'' olmamalıdır. B u n u n benzeri bir d u ru m çocuğ u n, az daha i l eriki bir aşamada, ana-dilin uzl a şı mları nı öğren meye başl adığı bir devi rde ortaya çıkmaktadır. B u devirde, büyükleri n kullandıkları sözcü kleri kullanarak tek tek sözcüklerle düşünceleri ni aktarmakta dır. Genellikle ve düzg ü l ü olara k, büyükleri n bu sözcü kleri kullandıkları ndaki uzlaşımsal yö nletim neye ise çoc uğun kendi kullanışındaki i l etti ği düşünce de bununla ilgili olmaktadır. Çocuk a na dil sözcükleri n i bu aşamada kullan ırken sık gözlene bilen bir özel l i k şu olmaktad ı r : ' ' B üyükler açısından bir güçlük kaynağı, çocuğun a na - dil sözcükleri ni bunları n uzlaşımsal yönletimleri n i n dışına kayarak kullana bil mesinden doğmaktadır. B u tür uzlaşım dışına kayış i ki biçimde ortaya çıkmak tad ır: yönletimin sözcü kleri n a n la mlarının kapsamı d ışında kalan nesnel ere uzatı lıp taşırıl ması ve yönletimi uzlaşımsal olara k kastedilen n esneleri n bir alt öbeğinde sınırlandırma eği l i m i . . B i rçok a raştırmacı n ı n da belirttiği gibi yön leti m i n dışa taşı rılması sık rastlanan bir du rumdu r. Alt öbeğe sınırlama daha az görül mektedi r. B u n u n n edeni, bu ikinci tür kayışl arın daha az sorun yaratma özelliği olabi l i r. B üyükleri n kulla nışlarına yaklaşıldıkça, çocuğ u n ağzında sözcük yönletim değişti rebi lmektedi r.''94 Bu durumda da uzlaşımsal özellikler kazanmış .
-
-
----
· - · · ·
· - - -
---
94 Ayan, J., ''Early Language Development'', R ichards, M ., ( Ed . ) , The lntegration of a Child lnto a Social World, C . U . P., 1 974.
76 söyl eni mler söz ko nu sudur, ve yine, bunların kullanıl ışlarına ussa l - n eden olara k bir ''ortak bilgi'' (ya n i aynı i mlemen i n aynı r düşü ncesi n i ilettiğ i ortak bilgisi) gösteri lememektedir. Kullan ışlar sonucu, söyle n i m üzeri n e çocuğun ve büyü kleri n bilgileri n i n ''ortak'' olmadığı belli olduktan sonra da çocuk bu söyleni mleri kullanma ya devam etmektedir. Öyle görünmekted ir ki, iletişi mse! uzlaşımların kuruluşu ve i l k kabul edi li şleri ni açıklamada, bu nlara ussa l - n eden olarak ' 'ortak- bilgi'' kavra mını göstermek ya n l ı ş bir yol tutmaktadır. •
33 Sorun hala ortadadır: neden dol ayı r d üşü ncesini iletmek için aynı X söylen imi kullanıl ıyor, ve X böylece nasıl uzlaşı msa llaştırılıyo r ? ''Ortak bilgi'' ussal- nedeni temelinden vazgeçersek uzlaşı m kavra m ı n ı zayıflatıp Qu in e' ın iti razları na kapı açma durum u na düşmez miyiz ? Belki de bir ussa l - nedenle te mellendirme ça bası asıl vazgeçmemiz gereken şeydir. Çünkü ussal- neden tuta r l ı olarak bi reylerde d i l bilme öngereği n i i çermekted ir. Örneğin, bu açıdan, yuka rıda sözünü ettiğimiz Grice' ı n uzlaşı mlaşma açıklaması oldukça başa rı l ı görü l mektedir. X gibi bir söyl enimin S gibi biri için r an lamı nda ol ması koşu llu olara k şöyle açıkla n ma ktadır: S, r a n latmak için tutarlı bir uygulama (practi ce, policy) veya alışkanlık olarak X söylenimini kullanıyorsa, X, S için r anlamı taşır. Koş u l : D gibi bir di nleyenin S'nin uygu laması n ı n (alışkanlığının) farkı nda olması, ve S'nin ürettiği X ile ilgisi n i bilmesi gereklidir.95 B u açıklayıcı tanım yukarıda ele aldığımız sınama önrekleri ne uygula ndığında iyi işl emektedir. Ancak i l eri sürdüğümüz soruyu açıklamada pek bir şey vermediğini söyl emek haksızca davra nmak ol mayacaktır. Bütün ya ptığı, bir davranış düzeni olduğu gerçeğ i n i yinel emektir. Yal nızca, ''düzenlilik'' sözcüğünü ' 'tutarlı uygul ama'' ( pol icy, pra c tice) ile değiştirmekted ir. Neden dol ayı S'nin bu uygula mayı başlatıp be n i m sediği n i n açı klaması sağl a n mamaktadır. Oysa Lewis ve Sch iffer' i n olduğu gibi, bizim de yanıtı nı aradığımız bu soru ndur. Bu konuda G rice' ı n kullandığı ''a lışkanlık' ' kavra mı daha çok i şe yarar görün mekted ir. N eden X söylen i m i n i n S'nin uyg u la ması durumuna g eldiği n i n aç ıklanması olarak, X'in bir alışkanl ığa döndüğü, kabul edilebilir bir öneridir. Da hası, ''düzenli davra nış''lar gelişti rmede alışkanlık kaza n manın ro l ü n ü n büyük olduğu açıktır. Ancak, daha önemli olarak, ''alışka n l ı k kaza nma'' bir ussal-neden gereği geti rmemektedir. Bakıcısı n a r düşü ncesi n i aktarırken dü zenli olarak X söylenimini kullan maya başlaya n bir çoc uğun (bakıcı tarafı ndan açı kça ta nın mış) bir r i l etmede ''X'i kullanma alışka n l ığı'' gel iştimıiş olduğunu kolayca ileri sü rebi l i riz. Fakat iletişimse! uzlaşı mları n kuru l u p •
9 5 G rice, H . P., bkz. not (83), s . 61 .
77 beni msen mesi ya lnızca bir al ışkanlık d u rumu mud ur ? B u pek zayıf bir koşul değil mi d i r ? H erhangi bir alışkanlık kaza nmakla i letişimi sağlaya n al ışka nl ıklar kaza n mak arasında ayrı m sağl ayacak öl çütler gerekmez mi ? B e l ki bu d uru mda, d i l ve uzlaşım öncesi il etişim yapa n bir çocuğun, kul lan mış olduğu başarılı bir söyl enim (X) ile, iletil mesi ni sağladığı düşünce ( r) a rasında bir olg u - neden bağı görmekted ir, diyerek uygun bir açıklama sağ layabili riz. X'i r'yi iletmede kullanmak S'nin bir alışka n lığı d u rumuna geliyor, çünkü S, X ve r arasında bir olgu- neden il işkisi görüyor: X ve r'yi olg u - n edensel olarak birbi ri n e bağlı görüyor. Bir olgu- neden bağ ı n ı n bulunduğu görüşünü gel iştirmek ussal doğru lama gerekti rmeyecektir. Olgular ve nesneleri n eden sel ilişki içinde görmek, dü nyayı anla maya çalışan i nsan ı n temel eğ ilimleri n den biridir: insan an lığı (adeta Kant' ı n önerdiği biçimde) birbirini izleyen olay l a rı nedensel -i lişkili olarak kavrar. Deneysel ruhbi l i m, 8 ayl ı k çocukların nedensel yo rumlar yaptı kları nı kanıtlamış olduğundan,96 bu açıdan da bir g ü çlük çık� mayacaktı r. Burada yanıtla nması gereken olası bir itiraz şu olabilir. Denebi lir ki, yukarıda ele almış olduğumuz örneklerde bakıcının umursamaz (veya uyum göstermeyen) tutumuna karşın çocuğun ısrarla d üzenli il etişim davranışına devam etmesi, ''ortak bilgi'' türünden ussa l - nedeni olduğu g i bi, uzlaşımsal söylen i m i n üze rinde temelleneceği bir olg u - n eden bağı yoru m u n u da yadsımaktadır. İ l etişim -dav ranışı (söylenim) başarısız oldukça çocuğun X ve r a rasında görd üğü söylenen olgu- neden bağı da zayıflayıp yok olacaktır. Öyle ise, başarısız olmasına karşın X'e sarılması nı açı klamada olg u - n eden kavramı daha tatminkar olama maktadır. Bu itirazı yanıtlamak için ''ortak-bilgi'' nin o n u kullanan için bir ussa l - neden o l ması na karşıl ık, ''ol g u - neden il işkisi'' n i n böyle olmadığı apaçık gerçeğ ini vur g u layabiliriz. B u ikincisi, bir eğ ilime, insanların birbiri ardına gelen olayları yoru mlayış biçimlerine veri len addır. Dolayısıyla, bu son açıkl amada uzlaşım kuran bi reylere davra n ışları için bir ussal temel veya neden vermiyoruz. Ya l n ızca d üzenliliği n temelinde olabi lecek bir eğili mden söz ediyoruz. İ ki olgu arasında n edensel il işki gören kişi, davra nışına bir ussal temel sağlamış olmasa bile, birkaç başarısızlığa karşın ilişki n i n tutacağ ını ümit etmeye devam edebi lir. Örneğ i n, bir iki kez ma rş'a bası lmasına karşın çalışmamış olan arabayı çal ıştırmaktan ü midi kesmez, daha birçok kez den emeye deva m ederiz. Oysa, içinde açıkça geçersiz (i nvalid) bir çıkarım bulduğu muz uslamla mayı belki g eçerli son u ç veri r diye yürütmeye, sonuca götü rmeye kal kışmayız.
-
--------·-
96
--------
---
Piaget, J., The Construction of Reality in the Child, London : Routledge and Kegan Paul, 1 956.
78
34 Uzlaşım kavramını i ncelemeye başlayalıdan beri tutu mumuz daha çok eleştirici oldu. Önce n eden iletişim uzlaşımları n ı n Lewis'i n d ediği g i bi orta k olara k yürütülen işlemlerde ortaya çıkmadığı, ve daha sonra da iletişimse! uz laşımların kurulup benimsenmesinin ussal nedeninin bir ''ortak- bilgi'' temeli olmadığ ı n ı göstermeye çal ıştık. Bu i lişikte, uzlaşı mları n i l k kuruluş ve i l k ben i m seniş durumlarında D evidson'un i leri sürdüğü bir tezi bir ölçüde değiştirerek kullandık. Ayrıca savımızı güçlendirecek deneysel gözlemleri bildirdik. Eleştir diğimiz görüşler bizim bakış açımızdan görüldüğünde, fazla ussalcı (over i ntellectual istic) tutumlar olarak bel irdiler ve temelde bir di lsel beceriyi gerek sindikleri ortaya çıktı. B u düzeyden başlayarak yapıcı bazı öneri lerde bulu nduk. Uzlaşımsa l i letişim davran ışları n ı kurmak ve beni msemek için bir ''orta k-bilgi'' n i n ussal-n eden durumu nda olduğu görüşü yeri n e, ussal olmayan bir tem elin öneri lebileceği n i göstermeye çalıştık. Ussal ol maya n temel, doyum sağlayacak biçimde ta m - uzlaşı mlar için düşünül emese bi le, bunların oluşum açısı ndan öncü leri olara k görülebilecek ö n - uzlaşımlar için yeterli olacaktır. Ö n - uzlaşım kavramı nı, iki birey arasındaki i l etişi mse! davranış d üzen liliğinin ilk çıkışını göstermek için il eri sürdük. Bu aşamada iletişi mse! davranış sta ndart bir duruma dönüşmüş ve düzenlilik kaza nmış olmasına karşın henüz ta m uzlaşımlaşmamıştır. Gri ce'ı n ''alışkanlık'' kavra mını kulla narak X gibi bir ön- uzlaşımı şöylece tanımlaya bi l iriz: X, S gibi bir söyleyen bi reyi n bir düze n l i iletişi mse! davran ışıdır; öyle ki, S, X'i üretmiş, ve X geçmiş i l etişim durumlarında A g i bi bir din leyene r g i bi bir d üşünceyi i l etmede başa rılı olmuş, ve S, yeniden r'yi iletmek isteyi nce X'i kullanma al ışka n l ığını kaza narak, bu davra nışa bağ l ı kalm ış, ve onu başkalarına yeğlemiştir. Böyle bir ön- uzlaşı mın tutu nabil mesi için, en az bir dinleyen bireyi n (A) , söyleye n i n r iletmede X kullanma alışkan lığının bilincinde ol ması gerek mekted i r. B u na göre, belirl i bir du rumda r a nlamı taşımış olan X gibi bir söy lenim, eğer S tarafı ndan her kez r düşü ncesini uyandıracağı beklen erek kulla n ı l ı r ve bu X, A' nın da bildiği gi bi, S'nin r iletmede davra nış alışka n lığı durumuna dönüşürse, bir ö n - u zlaşım elde edilmiştir. Bu d urumda, alışkanlığın meydana gelişi n i n temelinde X' i n r ile olg u - neden ilişkisi ol d u ğ u n u n S'ce görül mesi bulu nmaktad ır. Böyle bir ö n - uzlaşım açı klaması n ı n ta m - uzlaşım kavra mını ta n ı mlamada yetersiz ka ldığını söyleyeceğiz. N eden olara k da, ön uzl aşı m açıklaması n ı n '' ussal bir temel''e daya ndırılma ması gösterilebilir. Ö n - uzlaşı m ussal bir temel g erekti rmezken, ta m- uzlaşımın gerektirdiği söylenebilir. Dol ayısıyla, ''ortak bilgi'' i l e temel lendirilmiş bir açıklama fazla ussa lcı görül ürken, ''olgu -n edensel olarak temelle ndirilmiş al ışkanlık'' da tam - u zlaşı m için yetersiz kalmaktadır. Bize öyle
79 bir ''ussal temel'' kavra mı gerekmektedir ki, hem ifade edilebil mesi için bir dilin varlığını öngerek olarak almasın, hem de içinden türeyeceği ön- uzlaşım kavra mıyla bağl ılık göstersi n. Açık ve kesin olara k neden ö n uzlaşı m açıklamasının tam uzlaşımı ta nı mlamada yetersiz ka ldığı n ı, yani tam uzlaşım için neden bir ussal temel gerekti ğini bildiremeyeceğiz; an cak, beyaz bayrak çekme davra n ı şının, tesl im olunduğunu iletmede uzlaşım d u rumuna gelişi nin bir yenilgi sonu nda başarıyla uygulandığı ve g eçmişte bütün yenilenlerin savaşı bıraktıklarını bildir mede bunu al ışkan l ı k ed indiklerini savunmak en azından garip kaçacaktır. Ta bii, bunun, beyaz bayrak çekmenin ilk ortaya çıkıp bir ön uzlaşım durumuna dö nüşmesinin açıkla ması olara k uygun ve olası olduğu düşünü lebilir; oysa, bizim bu önceden kuru lu tam uzlaşımı biliş ve beni mseyiş biçi mi mizi beti mleyemeyecektir. Bizler bu söylenimi kullanırken daha pekişmiş bir bilinçle ve bir ussal- nedenimiz ( reason ) olduğu için kullan ıyoruz. Ya nıtlanması gereken soru böyle bir ussal temelin, eğer ''ortak bilg i'' gibi bir şey ol mayacaksa ne olacağıdır.
35 Bu ya n ıtı vermeye başlamadan önce, henüz bu aşamada önü müze çıka rılabileı;ek bir karşı-görüşü ele a l ı p çürütmemiz gerekmektedir. Anı msa nacağı g i bi, i leri sürdüğümüz açıkl amaya göre ta m - uzlaşı mlar ö n - uzlaşımlardan, bu sonuncu lar ise, uzlaşı m-dışı söylenim lerden türemekted irler. Başarılı olan bir uzlaşı m - d ışı söylenimin aynı işlevde bir ö n - uzlaşım olarak kullanılması, yani bu kulla n ı m ı n alışkan lığa dön üşmesi için, söyleyenin X ve r arasında bir olg u - neden il işkisi görmesi/yorumlaması gerekmektedir. İşte karşı görüş bu noktadan baş layara k gelişti rilebilir. Şöyle denebilir: eğer söyleyen birey, X ve bir d i n leyen bi reyde gördüğü p gibi bir tepki ( p : dinleyen i n r gibi bir düşünce ol uşturması ) arasında olgu- neden ilişkisi olduğunu düşün üyorsa, bundan böyle, her r i leti mi gerektiğinde X söylenimini, ya lnızca böyle bir nedensel ilişki olduğunu düşün düğü için, ve bizim ''anl atma'' için il eri sürdüğümüz koşulları hesaba katmadan (atlaya rak) ku llan ıyor ve b u n u n üzeri ne alışka n l ı k kuruyor olara k görülebilir. B u gerçekten böyle ise, vermiş olduğumuz ''anlatma'' ta nımı ve çözümlemesi gerek siz biçimde karmaşık ve ya n l ıştır. Bu tür bir itirazdan korkmamıza iki nedenden dolayı gerek yoktur. Biri nci neden şudur: gerçekten de söyleyenin, X'i, r'yi iletmede yaln ızca X ve r arasında bir olg u - nedensel ilişki gördüğü için kullandığını ve iletişimse! niyet seri mlemesi gibi koşu lları yeri ne getirmediğini düşü necek olsak bile, bu, ''anlatma'' için ver diğimiz çözüm leyi ci ta nımı gereksiz duruma sokmaz. Böyle bir ta nım en azından, X' in r'yi iletmede i l k kez kullanıldığı çekirdek iletişi m olayı n ı açıklamada gerekli ola caktır, çünkü böyle bir orta mda henüz izlenmiş bir X ve r bağl ılaşımı ( corre •
80 lation) ve dolayısıyla nedensel lik ilişkisi yo rumu bulun muyor ol acaktır. İki n ci, ve daha önemli olan bir neden ise, . X gerçekten yalnızca bir olg u - n edensel iliş ki olduğu düşü ncesi temeli üzeri ne kulla nılıyor ve anlaşılıyorsa, bu durumda X'in meydana getirdiği r' n i n ''ileti lm iş'' bir düşünce olduğunun, ve X'in bu durumlarda yapay anlam taşıdığı nın söyl enemeyeceğidir. B u durumda söyleyen din leyende r düşüncesi n i meydana getiriyor d iyebil memize karşın, S'nin r'yi anlattığ ını söyleyemeyiz. Herhangi bir düşünceyi bir başkası nda ol uşturmak, ve bunu bir mesajı iletmek a macıyla yapmak önemle ayırd edil mesi gereken şey lerdir; bir n edensel il işki temeli üzerinde X'i kullanmak ise bu nlardan ancak b i ri ncisi ni yapmaktır. Akşam topla ntılarına son vermek için (i letişinı niyeti i m lemesiyle birlikte) kolumdaki saate bakma al ışkanlığını geliştirmiş olduğumu varsayal ım. B u n u , bu davra nışımın bu amaçta geçmişteki başarısı, ve kon u k l arımın da bunu bi liyor olmaları üzeri n e gel iştirmiş olduğ um u düşü nelim. Veri ler bunlarken, ben i m aynı davra nışı (söylenimi) uygun bir orta mda bu kez il etişimse! niyet imlemeden yaptığımı düşünelim. Ortam öyle olsu n ki, bir akşam topl a n tısı n ı n ileri saatlerinde kon u klarımla birl i kteyken, ben bu davra nışın geçmişteki başarısına güvenerek, fakat i l etişimse! niyet imlemeden saati me bal
•
Son olarak yi nelemek istersek, i n celediğimiz eleşti rinin bizi ilginç bir ayrı mın ortaya çıkarı lmasına götürdüğünü söyleyebiliriz. B u kez de d i nleyen açısı ndan açıklayacağımız ayrım, bir kişiyi (söyleyen i ) bir şey yapıyor, veya bir şey düşü nüyor olarak yoru mla makla, bu düşündüğü veya yaptığını dinleyene iletmek
81 i stediği bir mesaj olarak yoru mlama k arası ndadır. Ta m - uzlaşı msal söyl enimler (örneğin, tü mceler) bunu ken diliği nden yeri n e getiri rken, uzl aşım dışı ve ön uzlaşım söylenim leri bu yoru mu i l etişim n iyeti n i n belirti lmesiyle sağlarlar.
36 Otuzdördüncü böl ümü kaparken, ta m - uzlaşım kavra mını açıklayabilmek için, fazla - ussa lcı özel likler göstermeyen bir ussal temelin, ya ni ''düzen liliğe uyma''nın üzerinde temel lendi rileceği bir d üşü ncen i n gereği nden söz ettik. B u n u n ön- uzlaşım lardan ta m - uzlaşımlara geçişi açı klayacağ ı n ı, ve dil öncesi düşü nsel yeti lerle kullanılabilecek türden olması gerektiğ ini de bildirdik. G rice' ın bu konuda verdiği açıklamalar bütün üyle niceliksel değişim leri içeren açıklamalardır. Ya p tığı, yukarıda ele aldığı mız, bir bireyi n iletişi mse! davranış alışkanlığını ( özdil -ön uzlaşı m ) , topl uluğun öbür bireyleri ne yaymaktır. Öyle ki, aynı al ışkanlık topl umun öbür bi reyl erince de kaza n ı lmış olacaktır. ''T gibi bir topl uluğun bazı (veya bir çok) üyeleri herhangi bir O ( d i n leyen) için, D'nin, kendi leri n i n r düşündük leri ni düşünmesi n i istediklerinde, iletişimse! davranış dağarcıklarından X gibi bir söylenim kullanıyorlarsa, ve X'in kullanıl ışı nın yeğlen mesi bu bi reyleri n, öbür bi reylerden de bazı ları nın aynı X'i dağarcıkları nda bulu ndurdu kları var sayı m ı na bağlı ise, X'i n T topl ul uğunda r anlamı nda olduğu söyl enebil ir." 9 7 G rice öyle bir d urumdan söz ediyor ki, bir kişinin özd i l i, topl u l u ğ u n diğer üye leri n e genel leşmiştir. Öyle ise b u ta nım, tam uzlaşım açıklaması vermekten çok, toplu luğa bir bireyin ö n - uzlaşı mları n ı yayma ktadır. Gerçekte beklenen, böyle bir yaymadan çok, bir ö n - uzlaşı mın ta m - uzlaşıma dönüşüm ü n ü n anlatımıd ır. Bu dönüşümün, geçişin, açıklaması olara k açı kça yetersiz olan bu ta n ı m üze ri ne şunun bildiril mesi gerekti r: bütü n eksikliğine karşın, söz ettiği durum, ya ni bir bireyi n ön- uzlaşım ının (X) öbür bireylere genel leşmiş, yayı lmış olduğu durum, X'i n tam- uzlaşıma dönüşmüş olduğunu içeren bir durumdur. B u n u n böyle oluşunun nedeni, bir başkası n ı n iletişi mse! davra nışının kabul edilmesi ve benimsenmes i n i n verilen ta n ı m açısından bir önkoşu l olması, ve bu önkoşulun i çinde aradığımız değişimin bulun uyor olmasıd ır. O halde şu il keyi önerebi liriz: S'n i n X gibi dü zen l i bir i letişim davra nışı ols u n . X' i n S ' n i n özd i l i n i n ö n - uzlaşımlarından veya, S ' n i n ta m - uzlaşımsal d i l i n i n O tarafı ndan henüz bili nmeyen tümceleri nden olması bir şey değişti rmeyecekt i r. Bu X'i n S ve O arasında bir tam uzlaşı m haline dönüşmesi için, D'nin X'i yal n ı zca kabul edi p tanı ması yetmeyecek, buna ek olafak, D'nin de aynı davra nışı aynı a maçla ( r iletmek) kullan maya başlaması gerekecektir. Başka bir deyişle, tam anlamı nda bir uzlaşım, 9 7 Grice, H . P., bkz. not (83), s. 62.
82 bir bireyin bir di ğeri nin d üzenl i i letişimse! davranışını kabul edip kendi de kullanmasıyla ortaya çıkar. .
.
Bunun açıklanması gerekir. Neden bir bireyin özdilinin ö n - uzlaşı mları bir başka birey tarafı nda n kabul edilip kullanılı nca tam - uzlaşıma dönüşsü nler ? Kabaca, bunun yan ıtı, böyle bir durum meydana geldiği nde, tarafların bağlam (durum) içinde karşıl aştıkları i puçlarının, eğer bu bireyler bir dile sahip olsalardı, X'in r'yi i lettiği ''ortak bilgi''sini ol uşturmalarına yeterli olmuş olacağıd ır. Şimdi bunu daha ayrı ntı lı olarak görel im. Ö nce S'yi ele a l ı l ı m : D'yi (geçm işte kendi özdilinin parçası olarak kullandığı) X'i şimdi kullan ıyor olara k gördükten so n ra, S'nin X'i kullanışının temeli bir değişime uğrayacaktır. G eçmişte S, X'i eskiden D'de r'yi oluşturmada başarılı olmuş olduğu için kullanırken, şimdi D'nin de etkin olarak X'i kullandığını görerek, D'nin, kendi ve S arasında X'in r'yi ilettiği bilincine sahip olduğ un un fa rkı na varcaktır. Buna göre, X bir i ki nci birey tarafı nda n d üzen li ve tutarlı olarak kullanılmaya başla nı nca, tarafl arın, bir diğeri nin X'in r'yi iletmede kullanıldığını bildiğini anlamaları sağlanmaktadır. Böylece, S, bir olgusal neden temeli ötesinde, D'nin tutu munu değerlendi rerek, X'i kullanışı için bir ''ussal temel'' geliştirecektir. O andan başlayarak, S, X'i D'ye karşı yaln ızca geçmişte başarılı olmuş olduğu için değil, bundan öte, D'nin X'in r ilettiğini bi ldiğini anladığı için kullanacaktır. ·
Henüz D'nin neden S'nin özdilinin bir ön-uzlaşı mını alıp kullan maya başlad ığını görüşmedik. Önceden bildirdiğimiz gibi, daha kendi de kull an maya başlamadan, D, S'nin r i letmede X'i kullanma al ışkanl ığı olduğunun farkı ndadır. Bu bilinç, kendi içi nde, D için, eğer X'i kullanırsa S'de r düşüncesi n i uyandırabileceği kanısına varmayı sağlar nitelikte midi r ? B u kanı D için bir ussa l - neden ol uştu rur mu ? Başka bir deyişle, ''r'yi iletmek isted iğinde X'i kullanmak S'nin alışkanlığıdır'' önermesinden, geçerli olarak, ''S için, X r'yi iletir ( r anlamındadır)'' önermesini çıkarsayabilir m i ? Buna olumlu ya nıt vermenin çekici yönleri bulunmaktadır. Her seferinde, D'nin bildiğine g üvenerek X ile r'yi iletmiş olan S'ye şimdi ''kendi oyununu oynayarak'', X davra nışı ile D'nin r'yi iletebi leceğini düşün mesi akla uyg u ndur. "Bunun a kla uygunl uğuna karşın daha önemli bir soru yanıt beklemekte dir: acaba aynı uslamlama D'nin böyle bir durumda S'ye r'yi iletebilecek bir başka X 1 söylen imini değil de X'i yeğ tutmasına yeterli temel sağlayabilir mi ? D'nin, karşı sındaki S için X'in r'yi ilettiğini bi lmesi yanısıra, r'yi S'ye iletmede kendine has, bir başka X 1 davranışı kulla nmayı seçebi leceğini düşünemez miyiz ? Öyle ki, S X'i kullanır, ö n - uzlaşı mlaştırırken, D de X 1 ' i kullan;p ön-uzlaşımlaştı rsın. Çift anlamlılık veya kaypa klık gibi niteliklerin bunu gerekti rmeleri gibi az rastlanan etmenler dışı nda, D'nin böyle bir yolu seçmesi olası değildi r. D a çısından, X 1 yeri ne, S'ye r iletmede X'i kullan mak çok daha ussal ( rasyonel) bir davra nış ola caktır. X'te, X 1 'de ol maya n ya ra r (avantaj) X'in S için r anlamına geldiği, r'yi ilettiği dir. X, S'nin r'yi iletmede kendi öz düzenli davra n ışıdır. •
83 Bundan başka, D'nin S'nin X'i kullanışı n ı n D'nin bunu ta nımış olmasına ba!:jl ı olduğunu a n laması da, D'nin S'ye r'yi i letirken X'ten başka bir söylen i m kullanmama eği limini perçi nleyecekti r. B öylece, S'ye r ileti rken X'i kullanan D'nin bu kullanışına ussal - neden olara k şu bilinç gösterilebi lir: •
a) r ileti rken X'i kullanmak S'nin a lışkanl ığı ol muştur; öyle ise S için X, r anla mındadır ( r'yi iletir) , ve, b) S'nin A'ya yönel i k davranışı, A' n ı n doğru yorumuna bağlıdır.
37 Bir bireyi n ön -uzlaşı msal söyleniminden başlayarak, b u n u n bir ikinci birey tarafı ndan kullanılması n ı n hangi koşullara bağlı olduğunu araştırdık. Beti m lemelerimiz öyle bir duruma erişti ki, şimdiki aşamada i ki bi rey aynı X söylenimini birbirlerine aynı r d üşüncesi ni i l etmede kullan ıyorlar. Başlangı çta X'i bu amaçla kullanmaları n ı n ussa l - nedeni değişik olabi l mesi ne karşılık, şu a n için en büyük önemi taşıyan nokta, X'i şimdi karşı lıklı olarak aynı r düşüncesi ni a ktar mada kul landıklarıdır. Belirttiğimiz gibi, bu duru mda, eğer S ve D dil bil iyor olsalardı (aynı dil olması da zoru nlu değil) onların X söylenimi, ve o n u n r i letme işlevi üzeri n e ''ortak bilgi'' denilen karmaşık düşünce sistemini ol uştu rmalarına yeterli temel ve koşullar sağlanmış olurdu. Başka bir deyişle, dil bilen bireyler için, bu durum, ''ortak bilgi''nin kurulmasına yeterl idir. Başta X'i kulla nmaya başlayışları nın koşulla rı n e olursa ol sun, şu anda X'in kullanılış nedeni, öbür bireyin X'in hangi işlevi gördüğünü bil mesi ussal temeli olmaktadı r. Ussa l - n edenin şu olduğunu ön erebi liriz: '' H er bir bi rey, (a) diğeri n i r i l etmede d üzenli olara k X'i {bir i l etişi mse! n iyet imlemesiyle) kullanırken görmüştür, ve {b) kendi de X'i düzerl i olara k r'yi iletmede {i letişi mse! niyet im lemesiyle birl i kte) ku llan mıştır." •
-
Buna göre, şöyle bir ''uzlaşım bili nci'' tanı mla ması i leri sürebi liriz. '' H er bir bi rey ş u n u n bili ncindedir: ( i ) öbür birey için X, r'yi iletir ( r anlamındadır) , ve (ii) kend isi, k endi için d e X'in r'yi ilettiğini ( X'in r anlamında olduğ u n u ) açıkça ( herkesin görebileceği biçimde) g östermiştir." B u yukarıda ta nımlanan biçimde uzlaşım bilincine sa h i p olan iki kişi nin, eğer bir dil ko n uşabil iyorlarsa (veya iki ayrı d i l ) , bu bili nçleri ni, Lewi s' i n önerdi ği türden, X'in r i l ettiği ''ortak bilgi''si n e dönüştürebilmeleri, basit bir usavu rmadan başka bir şey g erektirmeyecektir. B u na karşılık, ''uzlaşım bili nci''nin, kendi içinde, bir ussal temel olarak yeterli olduğu n u önerebi liriz. Bu, yinelemek gerekirse, X söyle n i minin r'yi iletmede d üzenli olara k kullanıl ması ve bu işlevde kendi dışındaki söylenimlere yeğ tutulmasına ussa l - n eden olan bir temeldir. Dolayısıyla, ''X'in r i l ettiği ortak bilgisi'' kavramını bundan böyle, aynı oranda açıklayıcı. fakat aynı 1
84 güçlükleri içermeyen ''uzlaşım bi linci'' kavramı ile değiştirebil iriz. Ta m - uzlaşım tanımı ise şöyle türeti lebi lir. '' Eğer S ve D gibi bireyler aralarında r düşü ncesini iletmek için X söylen imini. ( i ) öbürü için, r'yi ilettiği, ve (ii) kendi için de r ilettiğini açıkça göstermiş olduğu, ussal temeli üzerine kullanıyorlarsa, bu X, S ve D arasında tam uzlaşımdır." Yukarıda belirtti ğimiz gibi uzlaşı m bili nci kavra mı ''ortak bilgi'' kavramının da temel inde bulunmaktadır; an cak buna karşılık. düşüncede bul undurulabilmesi (düşünülebi lm esi) çok daha kolaydır. D i l - öncesi bir çocuğun bunu düşüne bi leceğini bir güçlükle karşı laşmadan önerebiliriz. X söylen imini bir uzl aşım bilinci üzeri ne kullanıyorlarsa, tarafların iletişimse! niyetlerini imlemelerine gerek kal mayacaktır; çünkü bu bilinç üzerine. bi reylerin her biri bir diğerin i n X'i yaln ızca ve tutarlı olarak iletişim amacıyla kullandığının farkında olacaktır. B i ldirmiş olduğumuz gibi bu özel li k. ön- uzlaşımlarla bir karşıtl ık doğurmaktadır. Ö n - uzlaşı m l a r iletişim niyeti nin imlenmesi n i gerektirirler. Verdiğimiz örneğe geri döner. ve şimdi D'nin de aynı davra nışı S'ye karşı kullanmaya başlamış olduğ u n u. ve dolayısıyla S ve D arasında bir uzlaşım bi l i n ci doğduğunu düşünürsek, artık S'nin saatine bakması. ister istemez, D'nin a çı kça evden gitmesin i istemesi veya emretmesi anlamına gelecektir. ve bu bir iletişim niyeti sergilenmesine gerek ol madan açı kça bu anlamı taşıyacaktır. B u d urumda artık S için. aynı davra nışı kullanarak, açıkça bir şey iletmiş veya istemiş olmadan, D'nin gitmesi gerektiği düşü ncesini D'de uyandırma olanağı kalmamıştır. Ô n - uzlaşımlardan ta m - uzlaşımlara geçişi, basit bir olgu- neden i l işkisi yoru m u n dan uzlaşım bi l i ncine doğru, ussal temel biri kim ve zenginleşmesin i içeren bir gelişim olara k görmelidir. B urada a nsızın meydana gelen atlamalar önerme d u rumunda değiliz.
38 Daha önce, deneysel ruhbilimd e sa pta nmış olan ve bakıcıların (ana, baba vb. ) , çocuğ u n kendi söyleniml eriyle ne iletmek istediğini, veya bu söylenim leri n yorumunu, ana dilde tı,ıtarlı ve sürekli olara k yen iden söyledikleri bulgusunu bildi rmiştik. B u tutu m ve davra nış çocuğun kendi özdilini geliştirmesi nden sonra da sürmekte, ve açıkça b u özdilden ana dile, tek sözcükler kul lanarak iletişim yapmaya geçişine yardımcı olmaktadır. Genellikle, bakı cılar, çocuğ u n özdi l söylenimlerini öykü nme yolu n u tutma makta, bunu yapsalar bile, ana dildeki yorumuyla birlikte söyleme eğilimini göstermekted irler. B u n unla ilgili olara k Ninio ve B runer98 şöyle .
-
- -���-
9 8 N i nio, A., a nd Bruner, J., bkz. not ( 9 1 ) .
85 diyorlar: ''Olg uya daha geniş bir bakış açısından yaklaşarak, anneyi, çocu ğ u n u kullandığı imlemeler yeri n e sözcükler veya bu sözcüklere yaklaşımlar kullan maya zorluyor olara k görebi liriz." Birçok a n a - baba, çocu ğ u n söyleyip d urduğu söylen im leri çocukla a n laş mada kendi l eri n i n de kullanmalarının, çocuğun ana dili öğrenmesi n i geciktireceği i nancı ndadırlar. Bu ina nçta gerçeğe yakı n l ı k olduğu söyl enebi l i r : çünkü, çocuğun kullandığı özdi l söylenimlerini ona karşı ayn ı iletişi msel amaçla kulla narak bu söyl enim leri ta m - uzlaşım durumuna dön üştürme tehli kesi vardır. Çocuğ u n ana d i l i öğrenmesi ise, bu ön- uzlaşı mları tam uzlaşımlaştırmadan, a na dil sözcükleri ni kabul etmesi, onları ta m- uzlaşım olara k kulla nmasına bağlıd ır. Uzlaşım dışı yapay iletişimi öğrenmiş çocukları toplumdan ayırıp, beraber oldukları bir orta mda yeterli bir süre d ışdü nya ile i l işkileri ni kesebilseydik, büyü k olası lıkla kendileri n e has ta m- uzlaşı msa l bir iletişi m dizgesi (sistemi) ürettiklerini gözlemleyebil irdik. i ki birey arasında oluşturulan ta m - uzlaşımlar bu tür ikilemlerle zincirleme olarak topl uluğun geri kalan kesimleri n e yayıl acaktır. Uzlaşı m konusu nda son bir soru sora l ı m : neden bir özdi l gerekl idi r ? Çocu k, bu aşamayı atlayarak neden baştan ana d i l i n sözcü klerini öğrenip uzlaşımı ben i m semez ? Yanıt olara k, ''düze n l i i letişim davra nışı'' kavramını geliştirebi l mesi, bu tür davra nışın iletişime kaza ndırdığı kolayl ığı kavrayabil mesi, ve daha önemli olarak ''uzlaşım bili nci'' g i bi bir düşünceyi zihinde kurabi lmesi, çocuğun bütü n bun ları içi nden türetebileceği bir ön- uzlaşımsal özdil geliştirmiş olmasına bağl ıdır, denebilir. •
Biti ri, 39 1 690'da yayı nladığı ' İ nsan Anlığı Üzeri ne Bir Deneme' adlı eseri nde ( B k. 1 1 1 , Ch 1, para. 1 ) Locke i n sa n iletişi minin va r oluş neden ini şöyle belirliyor: ' ' D ü şü nce, insanın kendine olduğu kadar başkalarına da zevk ve yara r sağlaya bi lecek çeşitl il iğe sa hip olmasına karşılık, kendi kendini açığa vuramaz. i nsa n ı n içinde saklı ve başka larınca gözlem lenemez olma özel liğini gösterir. Toplumun sağl aya bi leceği yarar ve ra hatlı kları düşüncelerin i leti şimi olmadan elde edemeyecekleri n den, i nsanların, bir araya gelerek düşünceleri meydana getiren görün mez kavra mları başkalarına a racılı klarıyla bildirebilecekleri herkesce gözlemlenebi lir anlamlı simgeler bulmaları zoru nl uydu''. B u kitapta, i nsanların bunu nas ı l yapa bildikleri beti mlen meye çalışıldı. Sonuç olarak, ana hatları Locke ile an laşma mıza karşın, bir dili kurma nın gereksini mler karşısı nda bir araya gelip i letişimi sağlayaca k bir araç üzeri nde orta k bir a nlaşmaya va rmak olamayacağını önermiş ol uyoruz. D u rumun Locke' u n düşündüğü gibi bir anl aşmayı içerebilmesi için a nlaşan birey lerin (anlaşabilmek içi n ) ön den, bir ortak iletişim aracına (ya n i bir dile) sahip o l maları gereki rdi. Bu ise, hemen görülebileceği gibi döngüsel bir açıklama ol maktadır. İ nsanları n içi nde, başkalarından saklı dura n düşünceleri a ktarabilmek onları herkesçe gözlemlenebi lir fiziksel söyleni mlere 'pa ketleyerek' sunmakla olaca ktır. Bu paketleme ve paketin açı lması, burada gördüğümüz gibi, kişilerin bazı kararlar sonucu birta kım anlaşmalar yapmalarıyla değil, uzu n bir evrim sonucu, doğal ve istemsel ögelerin bir arada yoğrulara k uygun dengeler sağlamalarıyla mümkün olabil iyor. B u olanağın nasıl o rtaya çıkabildiğini çekirdek il etişim olayı n ı beti mleyerek açıkla maya çal ıştık. Betimlemem iz, iletişime katı lan bireyl erin rol ve işlevleri nin a ktarı lan mesajın doğas ı n ı n daha deri nine ta nı nmasını içerd i . Çözü m lememizi, il etişimin di lselleşme yönü nde kaza ndığı uzlaşım boyutunu da açıklaya rak genelleştirmeyi amaçladık. •
,
•
•
Çekirdek iletişi m olayı n ı n genel çözümlemesini tamamlamış bulun uyoruz. Böylece bu kita bın da son u getirilmiş oluyor. Ancak, bu, i n celemiş olduğumuz alanın bütün yönl eri nin kapsandığı anlamı nda söylen memiştir. Yapı lmış olan, eğer başa rıl ıysa, sadece temeli aydınlatmıştır. Bu temelden türeyen daha karmaşık olgular ve yönlerin açıklanması için çal ışma n ı n sürdürül mesi gerekecektir. İletişim konusu nun doyum sağlayacak bir biçimde kapsa nabi lmesi için bu kitaptan sonra ge lecek çalışmaları i ki yönde yoğu nlaştırabiliriz. Birincisi, tam uzlaşımlaşmış söylenim
88 kavramından tümce kavramının türeti l mesi, ve nasıl olup ta söyleni mlerin böylece sözcük ve takı g i bi ögelere ayrı lıp, sonra aynı ögeler başka biçi mlerde toplanarak yeni tü mceler meydana geti rilebi ldiği sorununun uygun bir açıklaması nın sağ lanması yönüdür. B u çal ışma, dili bir dizge (sistem) olara k ele alıp tü mce, sözcü k ve yapı (gramer) arası ndaki i li şkiyi aydınlatacaktır. B u kitapta, bu a maçla geliş tirilecek bir kuramın a na çizgi leri kabaca bel irti lmiştir. Böyle bir kuramla insan iletişi minin tam bir açıklaması, çözüm lemesi sağla nmış olacaktır. B u kitabı izleyerek sürdürülebilecek bir ikinci araştırma yönü i se, anlam veya anlamlılık kavra m ını n bir çözümlemesi nin sağla nması olarak bel irebi lir. Felsefe sorunu olara k bu temel bir öneme sahiptir. Bu rada izlediğimiz görüşe göre a n l a m ve a n lamlılık iletişimde doğar. Oysa b u n u söylemek, anlamın n e olduğunu söyle mekten çok geril erdedir. An lamın iletişimde nasıl ortaya çıktığı nı, bir söylenimi n ''anlamlı'' olduğunu söylemenin ne demek oldu ğ u n u açıklamak gerekir. •
,
Bu i ki ana felsefi araştırma yö nüne bir temel sağlaması ya nısıra, tamamlanmış olan çalış manın iç bütünlüğü ve kapsa mış olduğu ko n u n u n önemi vurgulanmalıdır. Bu çözü mleme i l e hayvan i l etişi minden tam uzlaşı msa l iletişi me, sürekl iliği sağlayan ve evrimsel gelişimi de açıklaya n bir model sağlanmış olmaktaır. Aynı model, hayvan ve i nsan i l etişimi arası ndaki ayrı mı da aydın latmaktadır. İ nsanların başka türlerden farklı olara k ü retti kleri a nlamlılık, i l etişi m i stemi olduğu düşünülerek yorumlanan bir anlamlılıktır.
FELS E F E Austin, J
.•
KAYNAKLAR!
How to do Things with Words, Oxford U . P., 1 962.
Bennett, J., Linguistic Behavior. Lond o n : Cambridge U . P. 1 976. Chomsky, N., Reflections on Language, Londo n : Temple Smith, 1 979. Da nto, A., · · sasic Actions'', White. A.R .. (ed.) The Philosophy of Action, Oxford U . P. Davidson, D., ''Thought and Talk'', G uttenplan, S. (ed.) Mind and Language, Oxford U.P. 1 975. D u mmett, M., Frege : The Philosophy of Language, Londo n : D uckworth, 1 973. Gandhi. R., Presuppositions of Human Communication, Delhi: Oxford U . P., 1 974. Geach, P., Mental Acts, Lond o n : Routledge, 1 957. Grice, H. P., ' Mean ing', Strawson, P. F., (ed.), Philosophical Logic, Oxford U . P . 1 967. Grice, H.P., ' Utterer's Meaning and l ntentions', The Philosophical Review, 78, 1 969. Grice, H . P., ' U tterer's M ea n ing, Sentence Meaning and Word Meani ng' Searle J., {ed.) , The Philosophy of Language, Oxford U . P. Grice, H . P. 'l ntentions and Uncertainty', Annual Philosophy Lecture of the British Academy, Oxford U . P., 1 97 1 . Harman, G., 'Three Levels of M eaning', Steinberg and Jacobovits, {eds.), Sem antics, Ca mbridge U . P., 1 968. H arman, G., Thought, Princeton U . P., 1 973. Lewis, D., Convention, Harvard, 1 969. Meila nd, J., The Natura of lntention, Lond o n : Methuen, 1 97 1 . Qui ne, W.V. O., 'Truth by Convention', Ways of Paradox, N ew York: Random House, 1 939. Ouinton, A. M
.•
The Nature of Things, London: Routledge, 1 973.
Ryle, G., The Concept of Mind, Penguin, 1 949. Ryle, G., ''A Puz zling Element in the Notion of Thinking'', Proceedings of the British Academy, 44, 1 958. Schiffer, S .. Meaning, Oxford U . P., 1 972. Searle, J., Speech Acts, Cambridge U . P., 1 969. Sibley, F.N., '' Ryle and Thinking'', Wood, O., ve Pitcher, G ., (eds. ), Ryle, Macmillan, 1 970. Stampe, D., 'Towards a Grammer of Meani ng', The Phil. Review, 1 9 69. Strawson, P.F., ' M eaning and Truth', Logico
Linguistic Papers, Lond o n : Methuen, 1 972.
Strawson, P.F., Freedom and Resentment, London : Methuen, 1 973 . •
Wittgenstein, L., Philosophical Grammar, Oxford : Bl ackwell, 1 975. Wittgenstein, L., Philosophical lnvestigations, Oxford : B lackwell, 1 953. Ziff, P., 'On H . P.Grice's Accont of Meaning', Analysis, 28, 1 967.