AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ
Hüseyin SÖYLEMEZ
ANTİK ROMA’DA YAŞAM VE ROMA AİLESİ’NİN BİR GÜNÜ
Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü
Bitirme Tezi Antalya, 2015
1
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ
Hüseyin SÖYLEMEZ
ANTİK ROMA’DA YAŞAM VE ROMA AİLESİ’NİN BİR GÜNÜ
Tez Danışmanı: Ebru N. AKDOĞU ARCA
Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü
Bitirme Tezi
Antalya, 2015
i
İÇİNDEKİLER GİRİŞ .........................................................................................................................................................1 ROMA EVİ .................................................................................................................................................2 SOSYAL YAPI VE ROMA TOPLUM DÜZENİNİN ORTAYA ÇIKIŞI ............................................................... 23 ROMA AİLESİNİN ÖZELLİĞİ VE BABANIN KONUMU .............................................................................. 25 PATRIA POTESTAS’IN SONA ERMESİ ..................................................................................................... 28 ROMA TOPLUMUNDA EVLİLİK, DÜĞÜN VE KADININ KONUMU ........................................................... 30 ROMA’NIN ERKEK ÇOCUKLARA BAKIŞI .................................................................................................. 37 ROMA’NIN KIZ ÇOCUKLARA BAKIŞI ....................................................................................................... 39 ROMA’DA ÇOCUKLARIN DÜNYAYA GELİŞİ VE AİLE İÇİNDE DÜZENLENEN ETKİNLİKLERİ....................... 40 ROMA TOPLUMUN ÇOCUĞA VERDİĞİ DEĞER....................................................................................... 43 ROMA’DA EV KÖLELERİ ......................................................................................................................... 44 ROMA’DA KÖLELERDEN DOĞAN ÇOCUKLARIN DURUMU .................................................................... 47 ROMA’DA YASALAR KARŞISINDA ÇOCUK .............................................................................................. 48 ROMA’DA ÇOCUĞUN YETİŞTİRİLMESİNDE ‘İTAAT ETME’ FİKRİNİN AŞILANMASI ÖNCELİĞİ ................. 50 ROMA’DA ÇOCUKLARIN DEVAM ETTİĞİ OKULLAR VE EĞİTİMİN ÖNEMİ .............................................. 51 ROMA’DA İLKÖĞRETİM ......................................................................................................................... 53 ROMA’DA ORTA ÖĞRETİM .................................................................................................................... 56 ROMA’DA YÜKSEKÖĞRETİM.................................................................................................................. 57 ROMA’DA YEME VE İÇME ...................................................................................................................... 58 ROMALILARDA GİYİM ............................................................................................................................ 68 ROMALILARDA AYAKKABI...................................................................................................................... 76 ROMALILARDA TAKI .............................................................................................................................. 82 ROMA’DA SAÇ BİÇİMİ............................................................................................................................ 90 ROMA’DA ÖLÜ KÜLTLERİ ....................................................................................................................... 97 ROMA AİLESİ’NİN BİR GÜNÜ ............................................................................................................... 105 KAYNAKÇA ........................................................................................................................................... 130
ii
Yaşamdan Bir Gün… Sabahın birinci, ikinci saatlerinde pestili çıkar esenlemeye gelen gidenin, üçüncü saatte çene yarıştırmaya başlar kısık sesleriyle savunmanlar Roma’da, beşinci saate değin sürer çeşitli işler, yorgunların dinlenme saatidir altıncısı, paydos olacaktır yedinci saatte, yağlı güreş tutulur sekiz-dokuz arasında, kabarık yastıkları indirmeniz buyurulur: ağırlığınız altında dokuzuncu saatte, kitapçıklarım ele alınır saat onda, Euphemus, tanrı yemekleri gelir ortaya içkisiyle birlikte, senin özen göstermenle, göksel içkiyle açılır iyi Caesar, küçük bir kupa tutar güçlü elinde.İşte o zaman ortaya sür şakaları: Korkudan adım atamıyor Thalia’m, sabahları İuppiter’i esenlemek için1.
1
Marcus Valerius Martialis, Epigramlar, çev. Güngör Varınlıoğlu (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2005), 140141.
1
GİRİŞ
Roma’da özel yaşam sosyal yapı içinde önemli bir yer tutar. Yaşam; meslek, din, gelenekler; devlet ve birey arasındaki toplumsal ilişki adını verdiğimiz bağlar ve bunların görünümleri hiçbir zaman yeterince ve bir alanın bir başka alanı az ya da çok hissedilir biçimde etkilediği kalıcı birtakım ilişkilerle belirlenemez. Özel yaşamın kendisi, aslında, hiçbir zaman tespit edilemeyecek sayısız ve karşılıklı olarak birbirlerine bağlı olan boyut ve oluşumların bir toplamıdır. Özel yaşamın özgün görünüm ve belirtilerinin bağlantılı olduğu uzmanlık dalına Roma dönemi yaşamı araştırılarak sonuç elde edilebilir. Özel yaşamın kendi içerisinde faktörlerinden bir tanesi bireyin oturduğu ev oluşturur. Roma evlerinin araştırılması ilk olarak arkeoloji ile bağlantılı olarak yapılmışsa da; Bir nümismatikçi, yazıt bilimci, mimar ve sanat tarihçisinin araştırmaları iç içedir. Zenginlerin muhteşem evleri ve gösterişli yapıları yanında, orta sınıfın konutları ve işlikleri de özel yaşamın tespitinde önemli yer alır. Kent normal biçimde terk edilirken, insanlar tanrılarını, mutfak eşyalarını ve mobilyalarını yanlarına alırlar. Oysa, istila veya doğal bir afet sonucu kent yıkıldığında sadece tanrılar, kap kacak ve mobilyalar değil, insanların bir kısmı dahi ortalığa saçılmış halde kalır. Biri volkanik kül ve lav altında, diğeri ise yanan çamur içinde taş kesilen Pompeii ve Herculaneum halklarının şansızlıkları Romalıların yaşantısının incelenebilmesi açıdan bizim şansımız olmuştur. Bu doğal felaketler sayesinde, bizler onların sıradan yaşamlarına ulaşabilmekteyiz. Bu çalışmada, Roma halkının nasıl yaşadığını ve bir Romalı nasıl olur sorularına cevap bulmaya çalıştım. Roma kültürünü ilgi duyan kişilere bir kaynak niteliğinde olması ümidiyle.
2
ROMA EVİ
Roma evi denince ilk olarak Pompei ve Herculaneum’daki atrium’lu evler gelir. Pompeii’deki evlere dayanarak, bir evin şemasını çıkartmak mümkündür. Sokaktan eve birkaç adımlık küçük bir ön mekândan (vestibulum),dış kapıdan ve dar bir koridordan (fauces) evin bütün yapısını belirleyen büyük merkezi avluya (atrium) girilmekteydi. Buranın özelliği tavanında dışarı açılan bir yeni compluvium bulunması idi. Vitruvius bu atriumların farklı formları olduğunu yazar: Comluviumu çatıda sütunlar değil, sadece klaslar ile tutturulan atrium tuscanicum, compliviumunda dört tane sütunun çatıyı taşıdığı atrium tetrastylum, dörtten fazla desteği olan atrium corinthicum, çatı eğiminin içe, compluviuma değil, dışa verildiği atrium displuviatum ve compluviumsuz olan atrium testudinatum .Compluviumu yayvan bir kap olan impluvium yağmur suyun dışarıya akıtılması impluviumun kenarında silindir formundaki bir puteal tarafından çevrelenmiş olan sarnıç deliğinden sağlanırdı. Yazarlara göre atrium, içinde ocağın olduğu, yemeğin yenildiği ve kadınların el işlerini yaptıkları bir evin asıl oturma mekânı idi. Pompeii’de bu görülmektedir. Büyük -12m.*17 m.’ ye kadar- ve yüksek atrium’lar bu evlerde gösterişlidirler. Ama buranın oturma amaçlı olarak kullanılmadığı kesindir. Ev sahibine ait, metal çemberli ve yere sağlam olarak oturmuş bir para kasası olan arca ve bazen de ev sahibinin bir herme üzerindeki büstü ve atrium’un henüz ocak yeri ve mutfak olduğu dönemi temsil eden kalıntılar, genellikle impluviumun kenarında dikdörtgen biçiminde ve gösterişli bir mermer maşa (cartibulum) yer alırdı. Her iki taraftan atriuma ala adı verilen kapısız bir mekân açılırdı. Asil ailelerin evlerinde, burada atalarının resimleri asıldığı olurdu. Pompeii’de bunlar işlevsiz olarak görülmektedir. Bu alanların başlangıçta yatak odaları olan cubicula yer alırdı. Girişte fauces’in iki yanında yer alan, genelde sokaktan girişi olan ve arka kısma kapalı iki mekân çoğunlukla dükkân veya küçükçe atölye olarak kiraya verilmekteydi. Atriumun arka kısmında bütün genişliğine rağmen kapısız –kapamak için perdeler kullanıyordu-bir mekân olan tablinum yer almaktaydı. Daha sonraki dönemlerde yatak odaları evin başka yerlerine çekilince, arkadaki bahçeye bir pencere veya kapı ile açılmış olan tablinum ev sahibinin konuklarını ağırladığı yere dönüşmüştür. Alt kattaki odalar üzerinde galeri biçiminde inşa edilmiş bir yemek salonu yoksa yemek odası alalar ile tablinum arasındaki iki mekândan birinde yer alıyordu. Daha sonraları cenaculum – aslında yemek salonudur –sözcüğü genelde köle ve hizmetçi odalarının da bulunduğu bütün üst katı kapsar anlamda kullanılmıştır. Erken dönemlerde evin arkasında yüksek bir duvar ile komşu topraklarından sınırlandırılmış bir bahçe (hortus) bulunurdu. İÖ. II. yy.’ da bahçeye
3
Yunan prototipine uygun, birçok mekânın bulunduğu bir peristilyum eklenmiştir. Bu peristilyum kısmı daha sonraların evin asıl oturulan bölümü haline dönüştürülmüş, atrium kısmındaki gibi katı geleneksel kurallara bağlı kalmada, modern mekânlar eklenmiş ve samimi kişisel bir alan niteliği edinmiştir. Form, tertibat ve mekânların oluşumu peristilyuma uygun olarak değiştirilmiştir. Burada çoğunlukla yatak odaları, yemek odaları (triclinium ) yer almakta, kalıntılarından görüldüğü kadar ile klineler için U biçiminde dizilmiş taştan alçak kaideler ve en arkada tablinuma eksenel düşen ve bütün genişliği ile açık bir dinlenme mekânı olan exedra yer almaktadır. Bazı durularda yemek odası iç döşenmesi acısından oecus corinthius olarak adlandırılan bir biçimde olurdu. O mekânların bir yarısında bir kare oluşturarak yükselen dört sütun, odanın geri kalan köşeleri tarafından desteklenmeyen kubbeli çatısını taşımaktaydı. Kubbenin altında klineler yer almaktaydı, bunlara sütunların yanındaki bir girişten hizmet edilebiliyordu ve böylece yemek salonunun ön kısmında bir alan boş olarak durmaktaydı. Boş kısımda misafirler için veya
Petronius’un Satyricon eserinin
kahramanı olan Trimalchio’nun2 evindeki gibi pek o kadar ciddi olmayan gösterilerin düzenlediği düşünülebilir. Mutfak genelde tuvalet ve –varsa-özel bir hamam ile birlikte, kural olarak peristilyumun kanat kısımlarında, kokuların insanları rahatsız etmeyeceği en uygun yerlere inşa edilmekteydiler. Bazı evlerde, arkada gizli bir haberleşme girişine (posticum) sahipti. Romalılar bahçe figürler ve karmaşık su tesisatını zorunlu kılan fıskiyeli havuzları ve peristilyumlu bir bahçe düzenlemesini (viridorium) severlerdi. Bazen buna içinde uzun ve dar bir su havuzu (euripes) bulunan kişisel bir bahçe eklenirdi. Burada açık havada kişiler, açıkta duran triklineler ile yazın, su şırıltısı veren bir çeşmenin yanında yemek yerlerdi3. Romalıların başka çeşit evleri de bilinirdi. Örneğin İÖ 273 yılında kurulan koloni kenti Cosa’daki (bugünkü Ansedonia, Grosseto eyaleti) kazılar, İÖ III. yy. ortalarına tarihlenen ve oldukça bütünlük içinde, büyük parsellerle düzenli sokak ağlarına sahip evler bulunmuştur. Atriumlu olmayan bu evlerde, iki yanında iki oda bulunan giriş koridoru ile iç avluya girilmekte, bu avluya başka iki mekân açılmaktaydı. Koloni döneminin ilk zamanlarındaki bu eşit planlı evler, daha sonra değişikliğe uğramıştır, İÖ II. yy. başı ve I. yy.’ da görkemli bir atriumlu eve dönüşmüşlerdir. Kimi atrium evleri bölümlere ayrılarak kiraya verilmiştir. Tabernalar da sade birer konut olarak kullanılmıştır. Çok katlı kiralık evler antik dönemde konu almıştır. Arsa sıkıntısı olduğu ve yoğun nüfusun bulunduğu büyük kentlerde, çok geçmeden zorunlu duruma gelmiştir. Livius İÖ III. yy. sonlarında Roma kentinde üç katlı evler bulunduğunu eserlerinde bahsetmiştir. Bu yapılaşma İtalya’da Roma şehrinde çıkmıştır. Tek ailenin yaşadığı evden, domus’tan ayırmak üzere insula adı verilen bu çok katlı Roma 2 3
Petronius, Satyricon, çev. F.Gül Özaktürk (Ankara: Dost Kitabevi, 2003). Horst Blanck,Eski Yunan ve Roma’da Yaşam, çev.İslam Tanrıkurt (İstanbul: Arion Yayınevi, 1999), 63-67.
4
evlerinin mimarlığı en iyi bize bilgi veren Ostia’daki evlerdir. Birçok durumda zemin katı, sokaktan girişi olan bir sıra dükkânından (taberna) oluşurdu; bunlara arkada bir avlu veya aydınlıkta bulunan başka mekânlar, depolar veya konut olarak kullanılan odalar olurdu. Yüksek olan dükkânları ahşap bir ara tavanla bölüp bir asma kat yaratarak ek bir mekân kazanıldığı olurdu; asma katlarda genellikle dükkân sahibi otururdu. Bu kat, kapı sövesi üzerinde yer alan bir pencereden ışık alabilmekteydi. Ostia’da ortaya çıkarılan ilk iki tane yukarı katta ve sayıları üç ile beş arasında değişen odalar bulunmaktadır. Odalar kendi içinde düzen olarak ışığın yerleşmenin yapısına göre veya evin sokak ile olan bağlantılarına göre olmuştur. Sokak tarafına düşen odalar, ışığı büyük -genelde selenitle ‘camlanmış’pencerelerden almaktaydılar. Çok katlı evler gösterişli ön cepheye sahiptiler ve cepheler pencerelerle olduğu gibi çepeçevre balkonlarla (maeniana) da bölünürdü. Birçok daire, doğrudan sokaktan veya avludan başlayan ve bir birine bağımlı olmayan merdivenli girişlere sahiptiler. Odalar oldukça geniştiler ve genelde kubbeli tavanları olur ve böylece bütün olarak konforlu bir yapı türü söz konusu idi. Basit sade bir yapı tarzı da, üçüncü ve dördüncü katlarda mevcut olurdu. Bu tarz Roma’da Kapitol’ün yamacındaki evde bulunmuştur. Koridor çevresinde bir birine yakın hücre tipinde küçük dar odalar yer almaktadır. Bu odalarda şehir proletaryası aynı zamanda ‘piani nobili’deki zengin ailelerin köleleri oturmaktaydı. Birden çok ailenin oturduğu bu evlerin hacminin büyütülmesi eğilimi, yalnız yükseklikte kendini göstermezdi –Traianus döneminde bir emirnameyle yükseklik 60 ayaklı (yaklaşık 18 m.) bir sınırla saptanmıştır. Bu aynı zamanda üzerinde yükseldikleri arsanın yüzölçümünde geçerliydi. Ostia’da iki tane tek başına yükselen evler bulunmaktadır. Case a giardino denilir bu evlere. Bu büyük ev blokları içerisinde daireler geniş odaları, duvar resimleri ve mozaik gibi gösterişli iç döşenmeleri görkemlidirler. Bu evlerde zengin kesim otururdu. Fakat bazı zengin kişilerin küçük ama iyi döşenmiş müstakil evlere yöneldiği de gözükmektedir4. Bir diğer ev tipide villa’dır. Villa rustica (çiftlik evi) domus’un öğeleriyle çiftçilik etkinliklerine ve üretimlerine yarayan mekân genişliği ve kullanım yerlerini (depolar, ahırlar, yağ presleri, şarap mahzeni. vb.) büyük toprak sahiplerinin taşradaki bir konağı olarak birleştiren bir oluşumdu. Şehirlerden uzakta inşa edilen Villa rustica ‘lar genelde şatovari bir karaktere sahiptiler. Zengin kişiler İÖ II. yy.’dan itibaren Campania’da, Tiren denizi kıyılarında, sonraları da ülkenin iç kesimlerinde doğa manzarasına sahip yerlerde, çiftlik amaçlı değil, büyük şehrin gürültüsünden uzak dinlenme amaçlı, boş zamanlarda özel ilgiler çerçevesinde meşguliyet (otium)5 için villalar yapmışlardır. Genelde yüksek bir temel (basis 4
A.g.e., 67-70.
5
Dinlenme amaçlı boş zamanlarda özel ilgiler çerçevesinde meşguliyet.
5
villae) üzerine inşa edilen bu villalar, sadece yapı yerinin tercihi değil, manzaraya bakışı, mekânların dizimi bilinçli olarak bulunduğu yere uygun, dağları, adaları vb. görülebilen manzaralı dinlenme ve oturma odaları oluşturmaktaydılar. İmparatorluk döneminde ev mimarlığının eyaletlere taşınması karışık ve özel yeni formlar ortaya çıkarmıştır. Afrika eyaletlerinde Mauretania Tingitane’da Volubilis ve Numidia’da Cuicul (Djemila) adlı yerleşim yerinde bulunan Roma önemi evlerin özelliği oturma ve iş mekânlarının bir bölümü yerine göre oldukça küçük gösterişsiz bir vestibül bulunmasıdır. Roma evi konfor gelişimine sahipti. Birçok ev kurşundan borular ile şehrin su şebekesini doğrudan bağlı olduğundan sürekli akarsuya sahipti. Bahçelerin birçok büyüklü küçüklü kuyu ve çeşmeler kullanılırdı. Her evde bir tuvalet vardı ve bu bazen doğru dürüst bir yıkama düzeniyle donatılmıştı. Aynı zamanda caldarium6 , tepidarium 7 ve frigidarium8 gibi birçok bölümlerden oluşan küçük hamamlar da evlerde bulunuyordu. Evdeki hamam bir hypokaust sistemi ile zemine yakın döşenmiş ısıtma tertibatı ve duvarda oyuklu tuğlaların arkasından dolaşan sıcak hava ile ısıtılmaktaydı. İmparatorluk döneminde çok katlı insulalar bir gerileme göstermektedir. Evdeki su tesisatındaki basınç suyun üst katlara kadar verilmesine yetmiyordu. O katlarda oturanlar suyu ya sokakta ya da evin iç avlusundaki kuyudan temin ediyorlardı. Tuvaletler bütün ev ortak kullanılıyordu ve tuvalet olmayan evlerde oturan kişiler açık tuvaletlere (foricae)9 gidiyorlardı. İdrarının toplanması için çuha çırpıcıları ( fullones)10 sokağa amforalar koymaktaydılar ve toplanılan bu idrar daha sonra kumaşın bir birine daha iyi tutturulması ve parlaklık elde edilmesinde kullanılırdı. Evlerde ortasında delik olan bir sandalye (sella pertusa)11 ya da bir oturak (metella, lasanum)12 kullanıldığı olurdu. Kişi tuvalet ‘işini’ bitirdikten sonra bir çubuğun ucuna tutturulmuş sünger ile bazen de bir papirüsle temizliğini yapmaktaydı. Halka açık büyük hamamlardaki lüks ve konfor evde olmayan banyonun yerini tutardı. Eğer bunların kullanılması ücretsiz değilse kadınlar 1 As ve erkekler ¼ As ödemekteydiler. Herkes gidebilsin diye düşük ücret idi. Roma evinin özelliğinden birisi duvar resimleridir. Duvar resimleri kötü korunma durumlarından dolayı genellikle küçük parçalar halinde durmaktadır. Figürler tasvirler, genelde 6
Yunan
Sıcak su banyosu. Terleme odası. 8 Soğuk su banyosu 9 Horst Blanck, 79. 10 A.g.e ,79. 11 A.g.e ,79. 12 A.g.e ,79 7
mitolojisinin
tanınmış
Klasik
ve
Hellenistik
dönem
örneklerine
6
yönelmektedirler. Günlük tasvirleri az verirler. Ev sahibinin kendi portresininde çok ender bulunur idi. Dekorasyon amaçlı tasvirler, küçük boyutlarda sevilen liman, villa vb. manzaralı cansız doğa resimleri yer almaktaydı. İS II. yy’ da taban mozaiklerine olan ilginin arttığını gözlenmektedir. Erken ve geç imparatorluk döneminde geniş alanlı, büyük boyutlarda, genelde figürleri açısından zengin olan mozaikleri, görkemli etkide yapıtlar olarak karşımızda durmaktadırlar. İmparatorluk döneminde duvarların süslenmesi yerine duvarların örtülmesine (incrustatio)13 ince ve renkli mermer levhalarla ve hatta bazen de kakmacı işi figürler ile (crustae, opus sectile )14 kaplanmasına bırakmıştır. Roma evindeki mobilyalar temel formlarında Hellenistik dönemin zariflik ve formların şıklığı için gösterilen titizliğin daha da geliştirildiği gözlenmektedir. Bu eğilime uyularak kline parçaları için gümüş karıştırılmış bronz, fildişi ve iyi kaliteli mermer gibi oldukça pahalı malzeme kullanılmıştır. Pompeii ve Herculaneum’da değerli parçalar ele geçmiştir. Yoksul kesimde mobilyalar kaba ve sade idi. Orta imparatorluk döneminde koltuklar yüksek bir yuvarlak arkalığı ile kalmakta ve genelde sepet örgüsü tarzında imal edilmekteydiler. Soylu Roma’lıların kıymetli gümüş sofra takımlarına olan düşkünlüğü geç Antik dönem sonuna kadar canlı olarak kalmıştır. Petronius’un Trimalchio tipinde anlattığı kişinin bu tarz lüks tasvir etmiştir. Pompeii’deki zengin buluntular ile belgelenmiştir. Zengin cam kaplar, bardaklar, üzerinde figürler oyulmuş kaplar veya genelde kıymetli taşlara sahip kapları taklit eden Nuppen15 bardakları sıkça yapılmıştır. Normal bardaklar ihtiyaç için yapılmıştır. Mutfak takımları bronzdan oluşmaktaydı. Yoksul kesimin günlük yemek takımları Augustus döneminden beri başlangıçta rölyef ile bezenli parlatılmış yüzeyi ile kırmızı terra sigillata’lardan oluşturmaktaydı. Günlük gereksinimlere yönelik keramikten yapılmış son derecede kaba ve pişmemiş topraktan birçok yemek takımı da bulunmaktaydı. Simpelveld’de16 bulunmuş iç kısmı kabartmalı bir lahit Orta İmparatorluk dönemindeki bir Romalının mobilya ve ev eşyasının somut örneğidir.
13
A.g.e ,81. A.g.e ,,81. 15 Tomurcuk çıkıntılı bardak. 16 Hollanda’da bir kent. 14
7
8
9
10
11
12
13
Simpelveld’de bulunmuş lahit.Leiden (Hollanda),Rijkmuseum van Oudhedon.
14
15
16
17
18
Pompeii
19
Pompeii
20
Pompeii duvar süslemeleri
21
Pompeii duvar süslemeleri
22
Pompeii mobilya
Pompeii
23
SOSYAL YAPI VE ROMA TOPLUM DÜZENİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
Roma toplum düzeni, başlangıçta kapalı bir ekonomi yaşama dayanıyordu. Hayvan sürülerinden ve otlaklardan ortak yararlanan çoban topluluklar ataerkil bir biçimlenme göstermekteydi. Özel mülkiyet sınırlıydı. Roma’daki sosyal yapılanma süreci içerisinde aynı soydan geldikleri inanan gens birliklerinin ortaya çıktığını görmekteyiz. Gens üyeleri atalarından aldıkları ortak ad taşıyorlardı. Romalı kendi adının yanında bağlı olduğu gensin adını kullanmaktaydı. Gens üyeleri arasında kan akrabalığı, ortak kült, ortak mezarlık, ortak mülkiyet, veraset esası ve hukuku geçerliydi. Roma ailesinin karakteristik özelliği aile reisinin (pater familias) otoriter gücü elinde (patria potestas) elinde bulundurmasıydı. Topluluğun üyeleri üzerinde mutlak söz hakkına sahipti. Pater familias yeni doğanları gense kabul ediyordu. Erkek ve kız çocuklarının yaşamları konusunda söz hakkına sahipti. Kızları satıp, erkek çocukları köle olarak verebiliyordu, ortak mallar üzerinde istediği gibi hareket ediyordu. Topluluğun üyeleri arasında gelenekleri çiğneyenleri cezalandırıyor veya onları gensten atıyordu17. Roma’da dışarıdan olan evlilik nişanlının kaçırılması ya da satın alınma biçimindeydi. Evli kadınlar, yeni karışmış oldukları klana yabancı sayılıyorlardı. Geldikleri gensteki isimleri taşıyorlardı. Gens içerisindeki haklardan da yararlanmıyorlardı. Zamanla üretici güçlerin gelişmesi savaş ganimetlerinin birikimi özel mülkiyeti beraberinde getirmiştir. Gensler arasında farklılıklar oluşmaya başlamıştır. Genlerin bazıları güçlü konuma ulaşmışlardır. Genslerin liderleri, kardeşleri, oğulları ve onların çocukları artık doğuştan soyluları oluşturmaya başlamıştır. Particiler adını alarak toplumda önemli bir statüye sahip olurlar. Diğer üyeler de particilere tabi cliens, yanı yanaşma durumuna düşerler. Toplumsal yapıdaki bu fark cliens arasında bir sosyal tabakayı oluşturan Plebler ortaya çıkar. Toplumun önde gelen üyelerini oluşturan particiler, pleplerden kendilerini tamamıyla ayırt etmekteydiler. Örneğin bu sosyal kesimlerin arasında evlilik yasaktı. Plebler kültürel yönden particilerden farklılıklar göstermekteydiler. Plebler ve patriciler ata kültü içerisinde yaşamıyorlardı. Farklı tanrılara tapıyorlardı. Baş tanrıçaları Ceres18 idi.
17 18
Nazmiye Mutlu, Yunan ve Roma Uygarlığında Çocuk (Ankara: Ütopya Yayınevi, 2007), 90. Bereket tanrıçası.
24
Plebler toprakları olmadığından particilerin topraklarını kiralamak durumunda kalan küçük çiftçilerdi. Plebler aynı zamanda zanaat ve ticaretle uğraşıyordu. Borçlarını ödeyemediklerinde de o dönemin yasalarına göre alacaklının kölesi haline geliyorlardı 19. Roma toplum düzenin en alt tabakasında köleler yer alıyordu. Kölelik ya doğuştan gelmekteydi ya da borç yüzünden insanlar köle durumuna düşerdi. Kimi zaman korsanlar tarafından kaçırılıp satılan insanlar köle haline getiriliyordu. Diğer bir kaynağı da savaşlardı. Böylece Roma’da köle sayısı artmıştı. III. ve II. yüzyılda Roma’nın pazarlarına yığınla kölenin girmesine neden olmuştu. Köleler farklı fiyatlara satılmaktaydı. Okuryazar ya da bir zanaat sahibi olan kölelerin fiyatları yüksekti. Kölelerin önemli bir kısmı latifundia adı verilen çiftliklerde çalışırlardı. Madende, taş ocağında, tuğla işlerinde, harmanda, değirmende, fırında, seramikçilikte, dokuma atölyelerinde çalışan köleler vardı. Roma’da çeşitli işlerde ağır koşullarda çalıştırılan kölelerin yanında ev kölelerinin durumu çok iyiydi. Bunlar arasında, oda uşakları, masörler, berberler, uşaklar, tahtırevan taşıyıcıları, giysi dolabı görevlerinin bulunduğunu görüyoruz. Ev kölelerinin başında ise onları yöneten bir kişi yer alırdı. Roma’da özel yetenekleri olan köleler, uzmanlaşarak çeşitli alanlarda hizmet vermekteydi. Bunlar arasında müzikle uğraşan ya da ailenin çocuklarına rehberlik edenler vardı20.
19 20
Server Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası (İstanbul: Adam Yayınları, 1999), 375. Horst Blanck, a.g.e., 208-209.
25
ROMA AİLESİNİN ÖZELLİĞİ VE BABANIN KONUMU
Latince familia deyimi günümüzde ‘aile’ sözcüğünden içerik olarak daha kapsamlı bir anlama sahipti; çünkü Roma familiası günümüzdeki anlamı ile sadece dar bir çevredeki bireylerden oluşan aileyi göstermekle kalmaz, aynı zamanda onun mülkünü ve kölelerini de içine kapsardı. Bizim bugün ‘aile’ olarak işaret ettiğimiz varlığı, Romalılar domus olarak adlandırırlardı. Latin yazısında familia sözcüğü bir eve ait köleleri işaret eden dar bir anlamı vardı21. Roma’nın kent uygarlığına geçişine katkıda bulunan Etrüsklerde aile bireyleri arasındaki ilişki moderndi. Kadınlar, erkeklerin yanı sıra itibarlı bir konuma sahipti. Etrüsk yapılarında kadın betimlemelerinin önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Bunlardan birisinde pek çok parçadan restore edilen kadın figürünün sol omzuna, sadece bacak kısımları korunabilmiş olan bir çocuk oturmakta, kadın ise sağ eliyle çocuğu dizlerinde tutmaktadır. Yine İÖ V. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bu örneklerden biriside kollukları sfenks şeklinde olan bir taht üzerine kilolu bir kadının oturduğunu ve kucağındaki kundaklı çocuğu iki eliyle sarıldığını görüyoruz.
Kucağında bir çocukla betimlenen Etrüsk kadını
21
A.g.e ,184.
26
Roma ailesi ataerkil bir düzenin belirgin örneklerinden birisini oluşturmaktaydı. Roma ailesi sahip olduğu özellikleriyle toplumun en önemli dayanağıydı. Roma ailesi kutsal sayılıyordu. Bir takım dinsel temalar ailenin varlığını sürdürmesinde önemli bir rol oynardı. Aile ocağının ruhu olarak görülen Tanrıça Vesta22, Romalının vazgeçilmeziydi. Roma’da aile tanrıları vardı. Yemekler dini bir hava içerişinde yenirdi. Yemek sırasında tanrılara şarap sunusu yapılırdı23.
Roma ailesinin karakteristik özelliği aile reisinin (pater familias) otoriter gücü elinde (patria potestas) elinde bulundurmasıydı. Topluluğun üyeleri üzerinde mutlak söz hakkına sahipti. Pater familias yeni doğanları gense kabul ediyordu. Erkek ve kız çocuklarının yaşamları konusunda söz hakkına sahipti. Kızları satıp, erkek çocukları köle olarak verebiliyordu, ortak mallar üzerinde istediği gibi hareket ediyordu. Topluluğun üyeleri arasında gelenekleri çiğneyenleri cezalandırıyor veya onları gensten atıyordu. Öldürme hakkına (ius vitae nesicque) sahipti. Ama patria potestasın aşırı kötü bir biçimde kullanımı Censor’lar Kurumu varken, gelenek-görenekler çerçevesinde ve dini kurallar bağlamında o kurulun denetimi altındaydı. Pater familiasın yeni doğan bir çocuğun kabul edilmemesi gibi zor kararlarda akrabalarından ve komşulardan oluşan bir consilium’un24 görüşünü alması genelde başvurulan bir yöntemdi. Pater familiasa bağımlı olanlar ne zaman bir servet, mülk vb. edinseler bu edilenen şey pater familasa giderdi, öyle ki ona bağımlı olanlar kendi malları diye bir şeye sahip olamazlardı. Bu bireylere(ki aralarında, duruma göre, kölelerde olabilirdi) 22
Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1999), 290. Nazmiye Mutlu, a.g.e., 94-95. 24 Ev mahkemesi. 23
27
istediklerince kullanabilmeleri için az çok yasal olarak, pater familiasın üzerindeydi. Genel olarak kabul edilmiş geleneklerden dolayı mal varlığı verildiği kişiden tekrar geri istenmezdi. Patria potestas ancak pater familiasın ölümü ile sona ererdi. Bu durumla birlikte erkek ve kız çocukları (sui iuris) bağımsız olurlardı, torunlar ise, eğer babaları yaşıyorsa onun Patria potestasının altına girerlerdi, yaşamıyorsa onlar da özgür olurlardı. Ölen pater familias arkasında reşit olmayan çocuklar bırakmışsa, bunlar bir tutorun vesayeti altına girerdi. Genelde babanın kardeşi olurdu. Bunun dışındaki durumlarda bağlı bireyler emancipatio25 serbest kalırlardı. Pater familias tarafından bir belge karşılığı üçüncü bir kişiye satılırlardı ve bu kişi bunların pater familiası olurdu. İsterse bu kişi satın aldığını serbest bırakma hakkına sahipti. Laren’lerde26 uygulamaları çevresinde ele alındığında, din hukuku açısından da pater familias ailenin başıydı27. Roma’da babanın sahip olduğu otoriter konum ve gelenekler zamanla değişip yumuşamıştır. Ancak İmparator Augustus zamanında cumhuriyetin eski dönemlerindeki geleneklerin yeniden canlandırılmak istediğini görüyoruz 28.
25
Eşitlik, bağımlı bir durumdan serbest bırakılma. Eski Roma’da koruyucu periler. 27 Horst Blanck, a.g.e.,184-186. 28 Server Tanilli, a.g.e., 488. 26
28
PATRIA POTESTAS’IN SONA ERMESİ
Roma’da Patria potestas’ı sona erdiren sebepler, ölüm, “Capitis Deminutio” ve “Emancipatio”dur. Patria potestas’ı sona erdiren en doğal sebep, hiç şüphesiz ölümdü. Ölüm halinde patria potestas kendiliğinden sona ererdi. Pater familias’ın veya patria potestas altındaki bir kişinin ölümü ile o kişi üzerindeki hâkimiyet ortadan kalkmış olurdu. Patria potestas, pater familias yaşadıkça var olan bir kavramdı. Pater familias ölünce karısı ve çocukları sui iuris duruma geçerler ve patria potestas’tan çıkarlardı. Patria potestas’ı sona erdiren bir diğer durum, capitis deminutio’dur. Capitis deminutio, aile reisi olan pater familias’ın savaşta esir düşmesi veya sürgün cezasına çarptırılması durumunda gerçekleşirdi29. Nitekim hür olmayan ve hâkimiyet ehliyeti bulunmayan biri patria potestas’a sahip olamazdı. Ancak savaşta esir düşen pater familias’ın, Roma’ya döndüğü zaman bütün eski haklarını sanki hiç kaybetmemiş gibi geri kazanacağı ve patria potestas’ına devam edeceği gerçeği unutulmamalıdır. Aile evlatlarından birinin rahip olması veya yüksek bir mertebeye ulaşması da, capitis deminutio kapsamında patria potestas’ı sona erdiren bir durumdu. Roma’da kız çocukları da dini hizmetler görebilir ve rahibe olabilirlerdi. Bu rahibelerin ismi Vesta Bakireleri idi. Bir kız çocuğunun rahibe olması, patria potestas altından çıkması için yeterliydi. Iustinianus döneminde babasından kötü muamele gören çocuğun üzerindeki patria potestas’ın da sona ereceği kabul edilmiştir. Hâkimiyetten çıkarma anlamına gelen emancipatio ise, pater familias’ın kendi iradesi ile patria potestas’ı sona erdirmesi demektir30. Emancipatio'nun şekli XII Levha Kanunları’nın, aile oğlunun üç defa, aile kızının bir defa satılması ile patria potestas'ın sona ereceği hakkındaki hükmüne dayandırılmıştır. Buna göre pater familias güvendiği bir kişiye erkek çocuğunu 3 defa mancipatio ile satardı. Bu kişi her mancipatio’dan sonra çocuğu azat ederdi. Çocuğun satılması ve azat edilmesi işlemi 3 kere sürmek suretiyle, üçüncü mancipatio’dan sonra çocuk patria potestas’tan kurtulmuş olurdu. Kız çocuğunun bir kere satılması ve bir kere azat edilmesi, emancipatio’nun gerçekleşmesi ve dolayısıyla kız çocuğunun patria potestas’tan kurtulması için yeterliydi. Hâkimiyetten çıkarılan kişinin aile
29
“Minima est capitis diminutio, cum et civitas et libertas retinetur, sed status hominis conmutatur; quod accidit in his, qui adoptantur, item in his, quae coemptionem faciunt, et in his, qui mancipio dantur quique ex mancipatione manumittuntur; adeo quidem, ut quotiens quisque mancipetur aut manumittatur, totiens capite diminuatur.” Gaius, Institutes I, çev. Francis de Zulueta, (Londra: Clarenton Press, 1975), 132. 30 “Praeterea emancipatione desinunt liberi in potestate parentum esse…”. Gaius, a.g.e., 132. “Mi, qui non recipiunt diem vel condicionem, veluti emancipatio, acceptilatio, hereditatis aditio, servi optio, datio tutoris, in totum vitiantur per temporis vel condicionis adiectionem.” Corpus Iuris Civilis 1: Institutiones, Digesta, haz. Theodor Mommsen ve Paul Krueger, (Berrolini, 1992), 77.
29
ile olan tüm agnatik bağı ortadan kalkardı. Bu kişi sui iuris hale gelir ve hak ehliyetini elde ederdi. Emancipatio ile patria potestas’tan kurtulan çocuk, mameleksiz kalıyordu. Bu durumda ailesinden gelecek olan miras hakkını da kaybediyordu. Ancak pater familias, emancipatio ile hâkimiyetinden çıkardığı çocuğuna hayatını idame ettirebileceği kadar bir sermaye vermek zorundaydı. Bu sermaye kızın dos’una31 benzetilebilir. Eğer çocuğun peculium’u varsa, bu peculium çocuğa satılırdı. Baba hâkimiyetinden çıkarılan çocuk, adoptio yoluyla tekrar hâkimiyet altına girebilirdi32. Evli kadının manus altından çıkarılması isteniyorsa, kadını manus altına sokan işlemlerin tersi yapılırdı. Böylece kadın da patria potestas’tan çıkmış olurdu.
31
Çeyiz ya da hediye anlamına gelen dos, kocanın artan ev masraflarına katkıda bulunabilmesi için kadın tarafından verilen mal ya da paranın genel adıdır. 32 “Qui liberatus est patria potestate, is postea in potestatem honeste reverti non potest nişi adoptione.” Digesta, 12.
30
ROMA TOPLUMUNDA EVLİLİK, DÜĞÜN VE KADININ KONUMU
Roma’da ataerkil bir yapıya dayanan ailede, kadın erkeğe tabiydi. Kadına, eski geleneklere dayanan bir yaşam tarzı öngörülüyordu. İdeal bir kadın, erdemli bir eş ve anne olarak algılanıyordu. Romalı bir kadına eski biçimde bir hayat tarzı sürüyor demek, onun için büyük bir övgü ve onur kaynağıydı. Kötü şöhreti olan bir kadınla evlenmek veya bir hayat kadınıyla birlikte yaşamak hoş karşılanmazdı. Örneğin senatörlerin, azat edilmiş kölelerle birlikte olmaları hiç hoş karşılanmazdı. Bu kişiler kamusal alanda üst düzey görevlerden yararlanamıyordu. İmparatorluğun son dönemlerinde sosyal yapıda, bu anlamda bir yozlaşma kendisini gösterse de toplumun orta ve alt kesimlerinde evlilikteki sadakati yücelten mezar taşları, yazıtları evliliğin kutsallığının devam ettiğini göstergesidir33. Devlete şekil veren, toplumsal yaşama yön veren ailevi ilişkileri düzenleyen hukuk ise her şeyden önce itaati şart koşuyordu. Aile reisinin otoriter konumu anneye saygı yürürlükteki hukuk anlayışına uygun değişmekteydi. Yasal bir evliliğin zorunlu koşullarından biri, evleneceklerin bedensel olarak yeterli olgunluğa (pubertas) varmış olmasıydı. Bunun için erkek çocuklarda 14, kız çocuklarında 12 yeterli görülmekteydi. İkinci koşul evliler arasında baba tarafından bir akrabalığın olmamasıydı, bunlar pater familias’ın sorumluluğu altında bulunuyorlarsa onun izninin olması gerekirdi. Ortalama evlilik yaşı kızlarda 16 ile 20 ve erkeklerde 27 ile 30 yaşı arasındaydı. Tam geçerliği olan bir evlilik (matrimonium iustum) ancak her iki tarafın Roma vatandaşlığına sahip olması durumunda veya taraflardan birinin Roma’nın değil de Roma ile arasında conubium(söz konusu kişiyle, filanca kişiyle evlenme hakkı),anlaşması olan başka bir topluluğun vatandaşlığına sahip olması durumunda gerçekleşebilirdi. Augustus döneminin evli olmayanları politik ve vergi açısından ayrımcılığa tabi tutan evlilik yasası ile Roma vatandaşlarının kötü şöhretli kadınlar (hayat kadınları, tiyatro oyuncuları vb.) ile ve senatörlük makamıyla yakından bağlantılı olanların azat edilmiş esirlerle bir araya gelmelerinde conubiumdan yararlanmaları kaldırılmıştır. Bu çeşit engellerle karşın birlikte yaşama olabilirdi, bu matimonium
değil concubinatus olarak kabul edilirdi. Augustus dönemi
yasalarının doğrudan hedef aldığı yüksek konumdaki insanlar arasında gerek halkın daha aşağı tabakasındakiler arasında, kölelerle azat edilmişler ya da sık görüldüğü üzere, köle
33
Nazmiye Mutlu, a.g.e., 97.
31
efendisi nezdinde etkili bir konumdaysa kölelerle tam yurttaşlık hakkına sahipler arasında concubinatus hiç de az rastlanır bir şey değildi34. Matrimonium evliliğin iki çeşidi vardı; manus evliliği birincisinden gelin, pater familiasının potestasından çıkıp kocasının veya onun pater familiasının manusu altına girerdi. Bu şekil evlilikte kadın, sorumluluğuna geçtiği ailenin tam üyesi olarak kendi mülküyle birlikte evin diğer kız çocukları gibi miras hakkına sahip olurdu. Manusun nedenleri üç farklı tarzda gerçekleşebilirdi. 1.Confarreatio ile gerçekleşen. En yüksek rahibin pontifex maximus’un ve flamen dialis’in işbirliği altında uygulanan dini bir gelenekti. Bu evlilik türü sadece patrisyenlere yani soylu yurttaşlara aitti. İsmi evlenme sırasındaki bir kutsamadan gelir. Yeni evliler çeşitli kurban ve bağışlar arasında bir de buğday yani farreus ekmeği (panis farreus) dağıtırlardı. 2. Coemptio ile gerçekleşen. Bu sözcük gelinin satın alındığını gösterir belge anlamına gelir. 3.Usus ile gerçekleşen. Kadınla bir yıl kesintisiz birlikte yaşanması durumu manus kazandırırdı. Manusun kazanılması eğer gerçekleşmemişse, kadın yılın üç geçesini evin dışında geçirmek zorunda kalırdı. Manusun usus yolu ile kazanılması daha sonraları (İ.Ö.2 yüzyılda Gaius )kullanım dışı kalmıştır35. Evliliğin bir diğer çeşidinde; kadın ailesi tarafındaki pater familiasının potestası altında, sui iuris kalırdı. Manus dışı evlilik tanıklar önünde yapılan bir evlilik tanıklar önünde yapılan bir evlilik antlaşması ile gerçekleşirdi. Bu evlilik kadını kocasının ailesinin üyesi yapmazdı. Böylece kadın doğum ile birlikte kendisine verilen nomen gensiyle ve kendi şahsi servetini elinde tutmaya devam ederdi. Manus dışı bağımsız evlilik en yaygın tarzdı ve Geç Cumhuriyet Dönemi sonuna doğru hemen hemen tek evlilik şekli buydu. Böyle evlilikte manustaki formaliteler söz konusu olduğundan ayrılmalarda basit oluyordu. Ayrılma eşlerin karşılıklı olarak anlaşarak (divortium) ve tek taraflı isteğe bağlı (repudium) olarak ikiye ayrılırdı; kural olarak, boşanmak isteyen taraf, bir (nuntium remittere, res tuas tibi habeto) aracılığıyla ile bu kararını eşine bildirirdi. Kadının zina etmesi ve bunun ispatlanması durumunda ayrılma zorunluydu; onun dışında, boşanan kadına çeyizinin geri verilmesi gerekliydi ve bu, erkeğin girişebileceği keyfi boşamalarda bir çeşit güvenceydi 36.
34
Horst Blanck, a.g.e., 193-194. A.g.e.,194-195. 36 A.g.e.,195-196. 35
32
Romalılarda düğün belli bazı dini ve ailevi seremonilerle belirlenmişti. Evlilik tarihinin ileri atılabileceği nişanlılıkta, delikanlı kıza bir yüzük hediye eder, kız bu yüzüğü sol elinin dördüncü parmağına takardı. İki elin birbirine sıktığı motifte bir yüzük, nişan yüzüğü olarak görülmekteydi. Düğün gününde bir gece önce gelin o zamana kadar kullandığı kızlık giysilerini bırakır erken dönemlerde kızlar da erkek çocukları gibi toga praetexta giyerlerdi ve oyuncakları ile birlikte bunları Iarenlere ve Vesta’ya37 adardı. Sonra geline Herakles düğümü ile pamuktan bir kemerle bağlanan uzun bir beyaz tunik (tunice recta) ve bunun üzerinde de sarı-kırmızı bir palla giydirilirdi. Gelinin saçları bir mızrak ucu (hasta coelibaris) altı uzun örgüye ayrılır, pamuk ipliği (vitta) ile sarılır ve tutuluş (tepesi sivri başlık) biçiminde tepede tutturulurdu. Gelin bunun üzerine de kırmızı bir duvak (flammeum) takardı. Tüm bunlar, aynı zamanda düğün günü giyimiydi. Düğün günü, sabahın erken saatlerinde gelin ailesinin evinde tanrıların bu konudaki görüşünün öğrenilmesi amacı ile bir kurban hayvanının iç organlarına bakılmasıyla (extispicium) başlardı. Bunu yazılı evlilik antlaşmasının düzenlenmesi izlerdi ve evlilik adayları, gelinin refakatçısı olan ve ilk evliliğinde bulunması gereken yaşlıca bir kadının (pronuba) huzurunda birbirlerine sağ ellerini (dextrarum iunctio) değdirirlerdi. Evli çiftin iyi geçinmesinin işareti olarak bu dextrarum iunctio görsel sanatlarda, özellikle lahitler üzerinde sık tasvir edilen bir konu olmuştur38.
Evli bir çift kabartması taşıyan lahit.(Dextrarum İunctio) San Lorenzo Kilisesi 37 38
Roma’da ocak ateşi tanrıçası Horst Blanck, a.g.e.,196-197.
33
34
35
Yazıtın çevirisi: “Hayattayken Aurelia Philematium olarak anılırdım. Namuslu.ar sahibi, ayak takımından habersiz, kocasına sadık bir kadın. Geride bıraktığım kocam, heyhat, o Lucius’un azatlısıydı. Gerçekten benim için gerçek bir babadan da öteydi. Yedi yaşımda beni kollarına aldı. Şimdi kırk yaşımdayım ve ölümden daha güçlüyüm. Hürmetkarlığım sayesinde herkesin gözünde daha da parladı.”
Düğün yemeğinden sonra gelin, henüz anne ve babası yaşayan üç erkek çocuk tarafından meşaleler ışığında ve ‘thalassio’39 bağrışları arasında şiirler okunarak damadın evine götürülürdü. Gelin kapının direklerine yağ sürer, yünden kalın örgülerle sarınırdı, daha sonra kapı eşiği üzerinde havaya kaldırılırdı. Atriumda koca sembolik olarak kadına su ve ateş vererek onu evin üyeliğine almış olurdu. Bunu başka bir tören izlerdi, kadın yanında getirdiği üç tane As sikkesinden elinde tuttuğunu eşine verir, ayağının altındaki ikinci sikkeyi lar familiaris iççin ocağa bırakırdı ve bir kesede taşıdığı üçüncüsünü ise eve en yakın ilk Dörtyol
39
‘Thalassius için!’ anlamındaki bu bağırış, kaçırılmış bir Sabina ile evliliği çok mutlu geçtiğinden ‘ilk birleşme (zifaf) tanrısı’ katına yükseltilmiş Romalı delikanlının adından gelmektedir.
36
ağzında maden sesi duyulacak biçimde yere fırlatırdı. Evliliğin ilk gecesini izleyen günde kurban kesilirdi. Akraba ve tanıdıklar için bir yemek verilirdi. Evliliğin geçerli olması için bir anlam taşımayan bütün bu kapsamlı törenlerin her zaman her yerde yapıldığı pek kabul edilir bir şey değildir. Eğer gelin dul veya boşanmış bir kadınsa zaten bu sıralananlar yapılmazdı40. Tolumda kadınların hukuki hakları kısıtlı olduğunu görüyoruz. Aile babası ya da eşinin koruması altında olmayanlara bir vasi tayin ediliyordu. Roma’da kadına kamu hukuki alanında bir hak tanımıyordu. Özel hukuk alanında hakları kısıtlıydı. Örneğin vasi olma hakkı yoktu. Miras hukuku alanında hakları sınırlıydı. Üçüncü kişiler lehine borç altına giremiyor ve daha açma ehliyeti yoktu. Augustus döneminde çıkarılan bazı yasalar ile kadınlara tanınan kısıtlı hükümler yumuşatıldı. İ.S. 50’de çıkarılan Lex Claudia adlı yasayla kadınların akraba hükmü altında bulunacakları hükmü kaldırıldı41. Roma toplumunda kadının hakları sınırlı olsa da haremlik selamlık yoktu. Kurumsal olarak kadın eşinin himayesinde bulunmakla beraberdi. Kadın yaşamı eşiyle paylaşıyordu. Romalı kadın eşiyle birlikte şölenlere katılıyordu, arena ve sirkteki oyunları izleyebiliyordu. Romalı kadınlar iyi derecede eğitim alıyorlardı. Kültür düzeyleri yüksekti. Roma’nın eğitim felsefesin de kadınların kültürlü olmaları gerektiği anlayışı yer almaktaydı. Örneğin Romalı düşünür Plutarkhus, toplumun temel biriminin aile olduğunu dikkatleri çekerken babanın yanı sıra annenin önemine de değinmiştir. Plutarkhus, ailenin çocuğunun yetiştirilmesinde vazgeçilmez ortam olduğunu belirtirken, kadının toplumdaki konumunu da yüceltmeye çalışmalıdır. Plutarkhus, ‘’Anne, çocukların öğrenimleriyle uğraşmalıdır’’ demektedir. Bunun için de kadınların bilgisi olması gerektiği üzerinde durmuştur: ’’Çocuğun yetiştirilmesine katkılarından dolayı kadınlara yüksek bilimler verilmeli, onlar matematik, felsefe öğrenmelidirler’’ ifadesini kullanmıştır. Plutarkhus, kendi eşine felsefe öğrenmeye teşvik etmiştir.
40 41
Horst Blanck, a.g.e., 197. Nazmiye Mutlu, a.g.e.,100.
37
ROMA’NIN ERKEK ÇOCUKLARA BAKIŞI Roma’da erkek çocuk, babanın sahip olduğu yetkileri gelecekte üstleneceği için önemliydi. Özenle yetiştiriliyordu. Çünkü babanın ölümüyle birlikte erkek çocuk kendi ailesini kuracaktı. Bir aile babası öldüğünde, aile, erkek çocuk sayısınca yeni ailelere bölünüyordu. Böylece erkek çocuklar aile babası konumuna yükseliyordu. Aile içerisinde düzenlenen basit dinsel törenlerde rahip rolü oynayan babanın sahip olduğu bu ayrıcalık, sonra oğula geçiyordu42.
Romalı çocuk başları. Erkek çocuğun örnek aldığı kişi babasıydı. Erkek çocuk, gelişimini tamamlayıp annenin bakımına gereksinim duymadığı andan itibaren, babanın gözetim ve denetimi altında yaşamaya başlıyordu. Gelecekte üstleneceği rolün gereklerini yerine getirmeye çalışıyordu. Öncelikle aile içerisinde bir erkek evlattan istenilen davranışları sergilemesi gerekiyordu. Kendisine özen göstermesi, iyi bir eğitim alması, birtakım sorunlarla baş edilebilecek güce ulaşması bunlardan bazılarıydı. Erkek çocuk yetişkin hale geldiğinde ailesinin toplumsal konumuna göre bazı görevler üstlenmeye başlıyordu. Babasından aldığı direktiflerle hareket ediyordu. Çünkü Roma yasalarına göre çocuk babanın vesayeti altındaydı. Yaptığı işlerden hukuken babası sorumluydu. Bu yüzden çocuk davranışlarına dikkat etmesi gerekiyordu. Erkek çocuk, babasının kendisine yüklediği görev ve sorumlulukları yerine getirirken gelenek ve göreneklere uygun davranmak durumundaydı. Erkek çocuktan itaatkâr olması bekleniyordu. Baba sahip olduğu olanaklar çerçevesinde oğlunu yetiştirmek iyi bir eğitim almasına özen göstermek zorundaydı. Erkek çocuk yaşam mücadelesinde babasıyla birlikte yol alıyordu. Erkek çocuk üstüne düşen görevleri yerine getirmekte babanın en önemli
42
A.g.e.,101.
38
destekçisiydi. Erkek çocuk ekonomik işlerin yürütülmesinde babanın ortağı durumundaydı. Sosyal yaşantıda erkek çocuk babayla temsil ediyordu. Birçok yeri babasıyla beraber ziyaret ediyordu. Resmi ya da diğer törenlere babasının refakati altında katılıyordu43.
43
A.g.e.,102.
39
ROMA’NIN KIZ ÇOCUKLARA BAKIŞI
Roma kız çocuğa bakış, erkek çocuğa göre farklılıklar arz etmekteydi. Sosyal alanda çocuklar önemli görevlere hazırlanırken, kızlar toplumun anne için öngördüğü değerler çerçevesinde
yetiştiriliyor;
annelerinin
gözetmiş
ve
denetimi
altında
yaşamlarını
sürdürüyorlardı. Annelerden ev işlerini öğreniyor, ev yönetimi konusunda deneyim kazanıyorlardı. Böylece kızları yaşama hazırlayan anne, kız çocuk için örnek olmaktaydı. Kız çocukları da aile babasının yetkisi ve koruması altındaydı. Evlenmeleri halinde katıldıkları yeni aile reisinin otoritesi altına giriyorlardı. Kızların evlenmeleri halinde hukuken kendi aile fertleriyle olan akrabalığı sona eriyordu. Evlilikle birlikte kızların eski aileleriyle ilgili hukuki hiçbir hak ve yükümlülüklerinin kalmadığı dikkati çekmektedir. Evlenen kızla ilgili tüm hukuki ilişkiler, eşinin ailesine geçiyordu44.
44
A.g.e.,103.
40
ROMA’DA ÇOCUKLARIN DÜNYAYA GELİŞİ VE AİLE İÇİNDE DÜZENLENEN ETKİNLİKLERİ
Yeni doğan çocuğun aileye kabul edilip edilmemesinin, vatandaşlık ya da ceza hukuku Romalı aile reisine olağanüstü yetkiler tanımaktaydı. Bu tür kararların alınmasında akraba ve yakınlardan, komşulardan oluşan bir tür aile mahkemesi oluşturuluyor ve onların görüşleri alınıyordu. Çünkü Roma’da özürlü ve istenmeyen çocuklar kentin çöplüğüne bırakılarak ölüme terk edilebiliyordu. Romalı çocuğun yaşam hakkı ailenin idaresine bırakılmıştı. Her türlü yetkiyi elinde tutan babanın söz hakkı öne geçiyordu. Benimsenen çocuğun doğumu ise aile içerisinde sevinçle karşılanırdı. Pater familas tarafından tanınması; bu, çocuğun yere bırakılması, daha sonra pater familias tarafından yerden kaldırılması gibi simgesel bir sahneyle başlardı. Ailenin büyüdüğü, ev kapısının dışına gösterişli bir çelenk asarak duyurulurdu45. Doğumu izleyen birkaç gün içerisinde çeşitli geleneksel uygulamalar gerçekleştirilirdi. Kız bebeklerin boynuna amuletum46’lardan oluşan bir zincir, erkeklere de genelde bir bulla takılmaktaydı. Bu uygulamalar o dönemde bebeklerin yüksek ölüm oranıyla açıklanır ve yaşamın ilk haftasında bebeğin ölmesi olasılığı en yüksek olduğundan, çocuğa ad verme günü için dies lustricus47 beklenilirdi. Bu, erkek çocuklarda dokuzuncu, kızlarda sekizinci gündü. İsim konurken bir aile eğlencesi çerçevesinde çocuğun dinsel açıdan arındırılması işlemi yapılıyordu. Nomen gentile48 ve çoğu zaman cognomen49 zaten gensin ya da ailenin bir kalıtı olarak çocuğa geçtiğinden, isim verme yalnızca praenomen50 vermekle sınırlıydı. Kız çocuklar için bu İÖ. III- II yüzyıllarda bırakılmış, kız ismi cognomen (lakap) gibi soyadına nomen gentile eklenmeye başlamıştı. Evlilik içi bir çocuğun doğumunun Roma yurttaşlar yasası gereği başlayarak zorunlu kılınmıştır. Bu, Roma kentinde Praefectus Aerarii Saturni’nin makamına bildirerek yapılırdı. Marcus Aurelius’un hükümdarlığı döneminde bu kayıt işlemi meşru olmayan çocukları da içine alacak şekilde genişletilmiştir51. Maddi durumu iyi olan ailelerde çocuğun beslenmesi ve bakımı sağlayacak bir sütanne tutulması geleneği vardı. Sütanne çocuğun yaşamında önemli bir yer tutuyordu. Bu yüzden sütannelerin özenle seçildiği dikkati çekmektedir. 45
Horst Blanck, a.g.e.,189. Nazarlık, muska. 47 Temizleyici, arındırıcı gün. 48 Soyadı. 49 Lakap. 50 İsim. 51 Horst Blanck, a.g.e.,189-190. 46
41
Antik Roma’da özgür erkek çocukları, Etrüsklerden alınan toga adı verilen bir giysi giyiyordu. Çocuklar, on altı yaşını bitirdiklerinde üzeri işli togalarını çıkarıp beyaz renkli erkek togası giyiyorlardı. Bu onların yaşamında yeni bir dönemin başladığını işaret ediyordu.
Amulet ve Bulla
Toga
42
Erken çocuk ölümleri, aileyi derinden etkiliyordu. Onun anısını yaşatarak mezar buluntuları bu alanda önemli örnekleri sergilemektedir. Lahitler, üzerindeki kabartmalar yaşamdan alınan sahnelerle dikkatleri üzerine çekerler. Burada çocuğun dünyaya gelişinin ardından yıkanması, ağlayışı vb. yaşamıyla ilgili bazı kesitler, erken gelen ölümü tanımlayan betimlemeler bulunur. Ayrıca çocuk yaşasaydı ulaşacağı mevkii görüntüler yer alır 52.
Gutram Koch, Roma İmparatorluk Dönemi Lahitleri (2001)
52
Nazmiye Mutlu, a.g.e.,106.
43
ROMA TOPLUMUN ÇOCUĞA VERDİĞİ DEĞER
Roma ailesi, sahip olduğu çocuklarla genişleyip güçlenmekteydi. Bazen annenin ölümünden sonra, erkek tekrar evlenince yeni çocuklar doğuyor ve aileye dâhil oluyordu. Bazen de akraba ve tanıdıkların yetim çocukları eve kabul ediyordu. Roma’da evlat edinmenin yaygın olduğunu biliyoruz. Baba hukuki yollarla evlat edinme sonucunda aileye bir başkasını dâhil edebiliyordu. Aileye yeni kabul edilen çocuk ise ‘aile evladı’ statüsüne sahip oluyordu. Bu kişiler ailenin ismini alarak yeni girdikleri ailenin bir ferdi haline geliyordu. Evlatlıklar, diğerleriyle birlikte ailenin tüm haklarına sahiptiler. Ancak Justinianus zamanında, bir kimsenin kendi soyundan birisini evlat edinmesiyle yabancı birinin aileye kabulü konusunda farklı uygulamaların getirildiği dikkati çekmektedir. Roma İmparatoru Augustus’un aile kurumunun bazı sosyal reformları gerçekleştirdi. O dönem bazı Romalıların evlilikten kaçınması Augustus’u harekete geçirmişti. Augustus aile yaşamını bir düzene kavuşturmak için İ.Ö. 18 yılında ‘Leges Juliae’(Julia) kanunlarını çıkararak boşanma konusunu birtakım şartlara bağlamıştır. Bu arada ve evli ama çocuksuz kimselerle ilgili bazı cezai hükümler de getirilmiştir. Bekârlara miras hakkı tanınmıyordu. Çocuksuz evliliklerde ise kişiler mirasın yarısını devlete bırakmaya zorlanıyordu53. Roma’da ailenin çok çocuk sahibi olması onun itibarını artıyordu. Julia yasasına göre en az üç çocuğu olan yurttaşlar, idari görevlere getirilmede avantajlar elde ediyorlardı. Memuriyete girişte bunları tercih hakkı tanınmıştır. Düzensiz bir yaşam süren çiftlerin mallarına el konulacağı belirtiliyordu. Böyle bu tür davranışları devlete karşı işlenmiş suç sayılacaktı. Bunların sürgüne gönderileceğini belirtiyordu. İmparator Augustus’un kızı ve torununun bile böyle bir cezaya çarpıtılması, bunun en önemli örneklerinden birisidir. Ailenin kutsallığı ve çocukların toplumca saygın bir ortamda yetiştirilmeleri gerekçelerden yola çıkılarak bazı uygulamaların yürürlüğe koyulduğu anlaşılmaktadır54. Roma’da birtakım kamusal haklar konusunda kısıtlamalarla karşı karşıya olan kadınların, çocuk sahibi olmaları onlara yeni haklar sağlıyordu. Örneğin özgür doğmuş en az üç çocuğu olan kadınlara vasi tayin edilmeyeceğine ilişkin düzenlemenin getirildiğini görüyoruz.
53 54
A.g.e., 106-107 A.g.e.,107.
44
ROMA’DA EV KÖLELERİ
Cumhuriyet döneminin son iki yüzyılında yaptıkları savaşlar özellikle HellenistikYunan dünyasından çok sayıda savaş esirinin getirilmesine yol açmıştır. Bunlar İtalya’daki köle piyasasında büyük çapta paya sahip bir mal çeşidi oluşturmuşlardır. Bu büyük mal arzı, bir yandan kölelere karşı hele kölelerin büyük bir kısmının kullanıldığı çiftlik işlerinde, sert, çoğu zaman insanlık dışı uygulamaları beraberinde getirmiş, öte yandan, kölelerin, özellikle kentlerde ev işlerinde çalışanların, çeşitli etkinliklerde gitgide uzmanlaşmasını sağlamıştır. Aynı sahibin kentteki evinde çalışan kölelerin tümüne familia urbana, toprak işlerinde çalışanlara ise familia rustica adı verilmiştir. Toplumsal açıdan bir kişinin on köleye sahip olması ufak bir şey sayılırdı. Bu rakam iki yüze varabiliyordu55. Böylesine kalabalık bir topluluğun aynı zamanda tek bir evin içinde oturmadığı göz önüne almak gerekir. Köle sahibinin çeşitli malikânelerine dağıtılırlardı.
Kölelerin çalışma alanları, aşçılar (coquus’lar, bunların içinde başta olan kişiye yunanca archimagirus denirdi), mutfak için alış veriş edenler (obsonator’lar), oda uşakları (cubicularius’lar), masörler (unctor’lar),berberler (tonsor’lar),uşaklar (structor’lar),tahtırevan taşıyıcılar (lectiarius’lar),giysi dolabı görevlileri (vestiarius’lar) vb. gibi görevleri vardı. Bu ev kölelerinin başında onları yöneten bir atriensis yer alırdı, bunun vicarius denilen bir temsilcisi olabilirdi. İnsanlar, olanak ve gereksinimlerine göre, bazı köleleri daha üst düzeyde yazıcılık, sekreterlik, okuyuculuk, öğretmenlik veya kütüphanecilik gibi işlerde kullanırlardı. Bu işlerde çalışan köleler, yükselip efendilerinin güvendiği kişilerden oluşan dar çevreye girebilmişlerdir. Çok sayıda köleye sahip olmak, kişinin saygınlığını yükseltirdi. İnsanlar
55
Bkz. Horatius, Sat.1, 3.
45
kölelerinin iyi görünüşüne, elbisesine ve bakımına bazen aşırı derecede nem vermekteydiler. Fakat kölelere özgü bir giyim yoktu56.
Tunus, İkinci asırdan kalma Roma mozaiği.İki köle şarap testisi taşıyor.Tipik köle elbisesi giyinmişler ve kötü gözden korunmak için amuletleri boyunlarında.Soldaki su ve havlu taşıyor,sağdaki odun ve çiçekler taşıyor.
Kölelere gösterilen davranış, genellikle sahibin karakter ve yaradılışıyla kölenin kendi davranışına bağlıydı. İmparatorluk dönemi sürecinde bu ilişkiler, köle pazarının eskisi gibi savaş esirleri ile doldurulmaması nedenine bağlı olarak, genellikle daha insancıl olma eğilimi göstermiştir. Bu dönemde aile içerisindeki kölelerden doğan çocukların, vernaların, yani yetiştirilmesine, bunların küçük yaştan uygun biçimde yönlendirilmesine ve özel görevler yüklenmek üzere okula gönderilmelerine daha büyük önem vermeye başlanmıştır. Bundan dolayı erkek ve kadın kölenin yaşamaları tercih edilirdi. Contubernium olarak adlandırılan bu durumlar hukuken geçersizdi, ama fiilen bir evlilik olarak görülürdü. Tek bir tarafın köle olduğu birlikte yaşamaları da contubernium olarak adlandırılırdı ve her halükarda
56
Horst Blanck, a.g.e., 209.
46
böyle bir birliktelikten doğan çocuk sadece annenin yasal durumunu izlerdi. Her iki eş azat yoluyla özgür kalmışsa, contubernium, yasal bir matrimoniuma dönüşürdü. Büyük aileler içinde köleler bir collegium halinde bir araya gelebilirlerdi.Bu collegiumların örgütlenmesi, devlet kuruluşları örnek alınarak quastor’lar, tribunus’lar, triumvir’ler gibi memurlarla, bir basamaklanma düzeni içinde gerçekleştirilirdi.
47
ROMA’DA KÖLELERDEN DOĞAN ÇOCUKLARIN DURUMU
Cumhuriyet döneminin son yıllarında Roma savaşlar sonucu büyük çapta köleye sahip olmuştu. Bu sıralarda, özellikle Helenistik Yunan dünyasından getirilen kölelerin yoğun işgücünü karşılamak amacıyla kullanıldığını görüyoruz. Bunlar arasında nitelikli düzeyde olan pek çok köle vardı; öğrenim görmüşler, müzisyenler, öğretmenler bulunuyordu, bu köleler Roma’da oldukça rağbet görmekteydi. Köleci toplum karakterinin belirgin niteliklerini taşıyan Roma’da zaman zaman özellikle çiftliklerde çalışanlara karşı sert uygulamaların olduğu dikkati çekmektedir. Kölelerden doğan çocuklar köle anne ve babaları gibi köle statüsüne sahip olup onlar gibi yaşamak durumundaydı. Gerek kölelerin birbiriyle gerekse köleyle özgür kişiler arasındaki evlilik, hukuki bakımdan geçerli sayılmıyordu. Bazen gebelik sırasında kadının özgürlük durumunda değişiklik olabiliyordu. Eğer kadın o anda özgürse doğan çocuk da özgür ama köle ise çocuk da köle sayılıyordu57. İmparatorluk döneminde köle pazarlarının eskisi kadar bol doldurulamaması ve değişen koşullar, birtakım yeni düzenlemelerin yürürlüğe koyulmasına yol açmıştır. Bu arada kölelerin bazı yeni işlerde görevlendirmek istenmesi onlara karşı daha insancıl yaklaşımları beraberinde getirmiştir. Aile içerisinde hizmet gören kölelerin çocuklarının yetiştirilmesine özen gösterilmeye başlanmıştır. Bu çocukların gelecekte birtakım özel görevler için eğitilmeleri gündeme gelmiş, okullara gönderilmelerine daha çok önem verilmiştir.
Köle çocukların bir ev ortamı içerisinde olmaları görüşünden hareketle erkek ve kadın kölelerin birlikte yaşamaları tercih edilmiştir. Bu nedenle kölelerin evlilikleri hukuken geçersiz olmakla beraber onların birlikte yaşam sürdürmeleri fiilen bir evlilik olarak görülmüştür. Roma dünyasında kadın veya erkek tarafın köle olduğu beraber yaşama halinde bu birliktelikten doğan çocuğun annenin yasal durumuna tabi olduğu dikkati çekmektedir. Anne ve babanın azat edilerek özgür kalması halinde ise evlilik yasal bir nitelik kazanıyordu 58.
57 58
Nazmiye Mutlu, a.g.e.,108. Horst Blanck, a.g.e., 210.
48
ROMA’DA YASALAR KARŞISINDA ÇOCUK
Roma’da yasal evlilikler önemliydi. Resmi olmayan evlilikler geçersiz sayılıyordu. Roma toplum düzeninde çocukların gelecekteki hukuki statülerinin belirlenmesi açısından önem taşıyordu. Çocuk eğer yasal bir evlilik sonucu dünyaya gelmişse babanın gebeliğin başladığı sıradaki hukuki durumunu tabi oluyordu. Çocuk evlilik dışında doğmuşsa annesinin hukuki durumunu alıyordu. Roma yurttaşı olmak, yasal haklara sahip olmak açısından önemliydi. Yurttaşı olan ana babanın çocukları da Roma yurttaşı oluyordu. Minicia adlı yasayla babaları yabancı sayılan çocukların da yabancı sayılacakları kuralı getirildi. Roma’da bir kimsenin rüştünü kazanma yaşı 25’ti. Bu uygulama İ.Ö.190 yılı dolaylarında çıkarılan Lex plaetoria adlı yasal bir düzenlemeyle yürürlüğe girdi. Roma toplumunda yirmi beş yaşını doldurmamış olanlara ‘küçükler’ denilmekteydi. Küçüklerin hukuki ehliyet bakımından ergenliğe erişip erişmediklerine bakılıyordu. 1-Ergenliğe erişmemiş küçükler, 2-Ergenliğe ulaşmış küçükler. Roma’da fizyolojik olgunluğa erişme kızlarda 12 erkeklerde 14 olarak saptanmıştır. Bu görüşün yasayla belirlenmesi İmparator Justinianus zamanında olmuştur. Roma’da 0-7 yaş arasında çocuğun kendisini ifade etmekten yoksun olduğu kabul ediliyordu. 0-7 yaş çocukla ilgili işlemleri babası yürütüyordu. Babanın koruyuculuğu altında olmayanlar için bir vasi tayin ediliyordu.7-14 yaş arasındaki çocuklar kısmi olarak hukuki işlem ehliyetine sahip oluyordu. Romalılar, bir kimse fizyolojik olgunluğa erişse de bunu yeterli görmüyordu ve kafa yapısı bakımından da hukuki işlemler yapabilecek olgunluğa erişebilme yeteneğine bakıyordu.25 yaşına kadar bazı sınırlamalarla onların korunmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Lex plaetoria adlı yasayla 25 yaşından küçüklerin deneyimsizliklerinden yararlanılarak onların aldatılabileceği ve bu yüzden korunmalarıyla ilgili yeni bir hüküm getirilmiştir.14-25 yaş arasındakiler, borç yükümlülüğü altına girdiklerinde aldatıldığında kanıtlarsa mahkûm olmaktan kurtuluyordu. Yine aile evlatlarına, ehliyetsiz olarak kabul edildikleri için İ.S. 47’de ödünç para verilmesi yasaklanmıştır59.
59
Nazmiye Mutlu, a.g.e.,110.
49
Roma hukuksal düzeninde aile babasının gözetimi ve denetimi altında yaşamlarını sürdüren çocuklar babalarının ölümü halinde reşit değillerse bunların vesayeti bir başka kişiye veriliyordu. Çocuğun vasiyeti bir başka kişiye veriliyordu. Çocuğun vasisi genelde babanın erkek kardeşiydi. Roma toplumunda gözlenen diğer bir durum ise çocukla ilgili her türlü hukuki yetkileri elinde tutan aile babasının gerektiğinde çocuk üzerindeki haklarından feragat etmesidir. Çocukların, babanın mutlak yetkilerine karşı korunmak istendiğini de biliyoruz. İlk dönemlerde babanın çocuk üzerindeki bir takım tasarruflarına müdahale edilmiyordu. Daha sonra otoritesini arttırmasıyla birlikte devletin gerektiğinde devreye girerek babanın egemenlik hakkını kötüye kullanmasını engellediği ve bazı önlemler aldığı dikkati çekmektedir. Evlatlıklara verilen cezalarda kısıntılar yapılarak çocuklar korunmaya çalışılmıştır. Baba egemenliğinin kötüye kullanılması durumunda, ceza olarak babanın egemenlik hakkı alınabiliyordu. Örneğin kötü yola iten babanın çocuk üzerindeki hakkını yitirdiği görülmektedir60.
60
A.g.e.,110-111.
50
ROMA’DA ÇOCUĞUN YETİŞTİRİLMESİNDE ‘İTAAT ETME’ FİKRİNİN AŞILANMASI ÖNCELİĞİ
Babanın ailesi üzerindeki rolü, sosyal ilişkileri biçimlendiriyor ve toplum yaşamına yansıyordu. Bu disiplin ruhunun yerleşmesiyle örf ve geleneklerin kuşaktan kuşağa devamı sağlanmış oluyordu. Bu özellikler, sonuçta Romalıyı diğerlerinden ayırt eden bir kimliğin ortaya çıkmasına yol açıyordu. Toplumda süregelen bu eski geleneklerden birisi Romalıyı yüksek bir otoriteyi tanımaya ona itaat etmeye alıştırmaktı. Romalı için aile kutsal olduğu gibi, aynı şekilde devlet de kutsaldı. Aile bireylerinin babaya itaati toplumsal değerlerde ifadesini bulunuyor, devlete itaat
beraberinde
getiriyordu.
Bu
durum
görevlilerin
devlete
hizmeti
şeklinde
genişlemekteydi. Devlet katında görev üstlenecek olanların, kendilerine verilecek olan emirlere kayıtsız şartsız uymaları ve hizmet sunmaları ilkesi ön plana çıkarıyordu. Bu düşüncelere küçük yaştan itibaren alıştırılıyorlardı. Evde çocuğa verilen terbiye kuralları, okulda da devam ediyordu. Roma’nın genişlemesinde güç ve kudrete erişmesinde ailenin ve bu yetişme tarzının büyük önem taşıdığı ortaya çıkmaktadır61. Roma hukuku her şeyden önce yasalara itaati şart koşuyordu. Babanın otoritesini tanıma, anneye saygı ahlaki değerleri sürdürme çabaları çocukların yetiştirilmesinde yönlendirici olmaktaydı.
61
A.g.e.,111.
51
ROMA’DA ÇOCUKLARIN DEVAM ETTİĞİ OKULLAR VE EĞİTİMİN ÖNEMİ
Romalılar için evleri büyük önem taşıyordu. Aileleriyle birlikte yaşamlarını sürdürdükleri bu mekânlar adeta kutsal bir nitelik taşımaktaydı. Çocuklar da bu anlayış içerisinde ev ortamında aile içinde yetişmekteydi. Aile verilecek olan eğitimde devreye giriyordu. Böylece çocuk ilk eğitimini anne ve babadan alıyordu. Aileler çocuklarını bir takım pratik bilgilerle donatmaya çalışıyorlardı. Geçmişine değer veren Romalı örf ve gelenekleri çocuklarına aktarmaya özen gösteriyorlardı. Yerleşik birtakım eski öykülerden örnekler verilerek, geçmişin değerleri çocuklara aktarılmak isteniyordu62. Çocuklara ’12 Levha Kanunu’ öğretiliyordu. Horatius eğitimde geleneksel değer ve öğütlerin önemini şöyle ifade etmektedir: ‘’Bilgiler söyleyecektir size nedenini Filanı yapıp falanı yapmayacağınızı Bense sizleri eğitebilirsem gittiği yolda Eski günlerin bilge kişilerinin, Ve yönetilmemiz gerektiği süre Adınızla canınıza halel getirmezsem, erdim demektir amacıma Yıllarla olgunlaşan beyinlerinizle uzuvlarınız güçlenince Öğüt gerekmeyecek artık, kendi başınıza yürüyeceksiniz’’63.
Roma topraklarını genişletip giderek bir dünya devleti olma yönünde ilerlerken çeşitli kültürlerle karşılaşmıştır. Yunan kültürüyle etkileşme başlamıştır. Yunan kültürel değerleri ve edebiyatının yanı sıra eğitimi de Roma’ya girmiştir. Roma, Yunan kültürüne karşı direnmiştir; ama konuda pek başarılı olamamıştır. Özellikle Pön savaşlarının ardından Yunan kültürü Roma’da egemen olmaya başlamıştır. Yunanlı öğretmenler, sanatçılar Roma’ya akın etmiştir. Aristokrat ailelerde Yunanlı öğretmenleri yanına almış, birçok alanda onlardan esinlenmiştir. Zamanla Yunan dili aristokrat kesimin, politikacıların, tüccarların dili haline gelmiştir. Birtakım felsefi akımlarda Roma’ya girmiştir. Yunan Stoa felsefesi, tutucu 62 63
A.g.e.,112. A.g.e., 112.
52
ve ahlaki özellikleri nedeniyle Roma’da tercih edilmeye başlamıştır. Bunun yanında dini inancı da Roma’ya girerek benimsenmiştir.
Rheinisches Landesmuseum Trier (Müzesi, Almanya) - Roma’da bir okul sahnesi
Roma’da kabul gören Yunan dili eğitimde kullanılmaya başlamıştır. İki dilli bir eğitim anlayışı ortaya çıkmıştır. Roma’da eğitimli ve kültürlü çevrelerin, hem Yunanca hem de Latince bilmeleri gerektiği kanısı yerleşmiştir. Roma’daki çocukların devam ettikleri okullar konusunda şu bilgilere sahibiz: Roma devleti, sadık ve itaatkâr yurttaşlar üzerinde yükselmekteydi. Devlete bağlı askerler onun güçlü bir konuma sahip olmasında önemli bir yer tutuyordu. Romalı çocukların yetiştirilmesi ve eğitim sistemi de bu düşünceye gerçekleştirmeye yönelik biçimde düzenlemişti. Roma’da öğrenciler, belli başlı üç tür eğitim aşamasından geçmekteydiler: 1-Triviyal okullar (temel eğitim kurumları), 2-Grammaticus okulları (Orta eğitim kurumları), 3-Yükseköğretim (Retorik okulları).
53
ROMA’DA İLKÖĞRETİM
Yaklaşık yedi yaşında ilkokula başlama zamanı gelirdi. Yunanlılardan örnek alınarak ev kölelerinden seçilmiş bir pedagog veya custos64 çocuğun yönetilme, çekip çevrilmesiyle görevlendirilirdi. İlkokullar (ludi litterarii) bir ludi magister’in yönetiminde özel bir kuruluştu ve bu öğretmen yaptığı işe karşılık öğrencinin ailesinden ücret alırdı. Ücret çoğu zaman pek düşük olurdu. Okul binasının olmadığı durumlarda dersler ucuza kiralanmış yerlerde veya açık havada verilirdi. Okul süresi evde yenilen öğle yemeği arasıyla birlikte günde altı saatti ve derslerde genelde kız erkek karışıktı. Martialis şöyle ifade etmektedir: ‘’Bizimle ne alıp veremediğin var senin, insanın canına okuyan öğretmen, küçük kızların, oğlanların başının belası? Henüz sessizliği yarmadan ibikli horozlar gürlüyorsun korkunç sesinle, şaklayan kırbacınla. Böyle gürültülü yankılanır tunç örsün üzerine vurulduğunda çekiçle, savunmanı atın terkisine koyarken işçi: Bundan daha yavaş bağırılıp çağırılır büyük amfitiyatroda çoşup azıldığında, kalkanlı kılıç oyuncusunu desteklerken yandaş kalabalık.-Bütün gece değilse deUyumak istiyoruz biz konu komşu: Önemli bir şey değildir çünkü nöbet tutmak, hep uykusuz kalmak ağır gelir insana.
64
Gözetmen.
54
Sal gitsin öğrencilerini, istediğin, bağırmak için aldığın kadarını susmak için almak mıdır, düşük çeneli?’’65
Dayak, bağırıp çağırma gibi genelde oldukça ağır metodlar ile öğretmen öğrencilerine okuma, yazma ve hesap yapmasını öğretirdi. Ama hesap dersine calculator denen ayrı bir öğretmen de gelirdi. İlkokulda stenografi dersleri de bazen bir notarius (stenograf) yönetimi altında öğretilmekteydi. Romalılar okuma, yazma ve hesap bilgisini, Trimalchio gibi, pratik yaşamda yeterli bulmuşlar ve çocuklarının eğitimini genelde ilkokulla sınırlamışlardır. Çocuğu okula gönderme yasal bir zorunluk olmakla birlikte, en azından ilkokulun bitirilmesi olağan bir durumdu, bu nedenle de okuma yazma bilmeyenler oldukça azınlıktaydılar. Bu konuda en iyi bilgiyi elbette Mısır söz konusu olarak papirüsler verir66 .
Roma’da eğitimin önemli bir yeri vardı.
65 66
Marcus Valerius Martialis, Epigramlar, çev. Güngör Varınlıoğlu (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2005), 330. Horst Blanck, a.g.e.,190-191.
55
Romalılarda okul eğitimi içerisinde bedenin güçlendirilmesine değer verilmemesidir. Spor ve oyun her yaş diliminde çocuk oyunlarının varlığı, hem yazınsal kaynaklarla hem arkeolojik bulgularla saptanmıştır. Kişinin kendi inisiyatifine ve boş zaman olanakları bırakılmıştı.
Oynayan çocuklar ve Eroslar. Lahit üzerinde kabartma. Roma. Vatikan Müzesi.
56
ROMA’DA ORTA ÖĞRETİM
Romalı çocukların bir kısmı ilkokul eğitimiyle yetinmemekteydiler. Aileler çocuklarını isterlerse ilkokuldan sonra grammaticus adı verilen bir okula gönderiliyorlardı. Köken olarak gramaticuslar Yunanlıydı ve öğretim Yunancanın öğrenilmesiydi, Yunan edebiyatının tanınmasıyla sınırlıydı. Augustus dönemine kadar buna Latin edebiyatı özellikle Ennius, Terentius ve Vergilius’un yapıtları eklenirdi. O dönemde nasıl eğitimli çerçevelerde Yunancayı da Latince gibi hem yazma hem konuşma hâkim olunuyorsa dersler de o iki dilde yapılıyordu.
57
ROMA’DA YÜKSEKÖĞRETİM
Romalı gençlerin, retorika (güzel konuşma) eğitimi aldıkları süreci oluşturmaktaydı. 15-20 yaş arasındaki genler, hitabet sanatı alanında ustalaşmaya çalışıyorlardı. Bu okula politika ve hukuk mesleği için o dönemde zorunlu olan iyi ve inandırıcı konuşma becerisinin elde edilmesi amacı ile gidilirdi. Ünlü Latin hatiplerinin yanı sıra Yunan hatipleri de örnek alındığından, Roma retorik okullarında eğitim iki dilde verilirdi. Ders yazılı ve sözlü alıştırmalardan oluşmakta ve her ikisinde de özellikle iki retorik biçimi üzerinde önemle durulurdu: belli bir karar için gerekçelerinin açıklanması gereken suasoria’lar ve iki öğrencinin tarihten alınmış bir olay veya hukuksal bir durum üzerine karşılıklı tartışmasını içeren controversia’lar. Bunların ikisinde de imitatio67
özellikle önemliydi. Ünlü
konuşmacılar arasından biri seçilerek örnek alınır elden geldiğince onunkine yakın bir konuşma biçimi geliştirilirdi. Örnek alınmış ünlü konuşmacının tarzına yakın bir yeteneğin kazanılması olan retoriğe gösterilen genel saygı göz önüne alınırsa, bu konuda birçok ders kitabının yazılmış olmasına şaşmamak gerekir. Bu kitaplar arasında Quntilianus’un (İ.S. 3090) Institutio oratoria adlı geniş kapsamlı yapıtı özel bir yere sahiptir. Burada konuşmacının uygun elbiselerine etkileyici hareketlerine ne kadar büyük önem verildiği görülür. Geç Cumhuriyet döneminden başlayarak zengin ve eğitimli Romalı gençlerin bilgi ve becerilerini pekiştirip tamamlamak için doğuya Yunan damgası taşıyan yerlere Atina, Rodos ya da Berytos gibi ünlü retorik merkezlerine kapsamlı bir gezi yapmaları adet olmuştur68. Okul ve öğrenim dönemi çocukluktan erişkinliğe kadar gidebilmekteydi. Çocukluk döneminin bittiği, erişkenlik dönemine ulaşıldığı, delikanlının genelde 15. veya 16. , en geç 17. yaşının bitiminde zorunlu askerlik hizmeti daha önce başlamış olurdu. O zamana kadar bir çocuk olarak giydiği eflatun şeritli togayı yani toga praetextayı çıkarması, bullasını evin lararium’una69 asması ile ilan edilir. Bu, kurbanlar kesilen ve bir şölen verilen bir aile eğlentisi çerçevesinde kutlanırdı. Bu kişi ilk defa süslenmiş beyaz erkek togası giyerek akrabaları ve arkadaşları ile birlikte Forum’a götürülürdü(tirocinium fori). Kızlar için erişkinliğe ulaştığı gösteren bu tarz her hangi bir olay söz konusu değildi. Kızlarda çocuk giyiminin bırakılması düğün çerçevesi içinde gerçekleşirdi.
67
Taklit, öykünme. Horst Blanck, a.g.e.,192. 69 Yuvayı koruyan tanrıların atları. 68
58
ROMA’DA YEME VE İÇME
Besin maddesi olarak Yunanlıların mazasına denk gelen fakat ondan nişastadan yapılmasıyla ayrılan plus’un adı geçer. İnsanlar kendi hortus’larının70 sebzeleriyle, soğan, sarımsak ve peynir yemekteydiler. Et sadece kurban ve bayram günlerinde vardı. Roma kentinin en eski sakinlerinin yiyecekleri hakkındaki bilgimiz, sadece Antikçağ aktarımları ile sınırlı kalmaz, aynı zamanda mezarlara, özellikle Forum Romanum’dakilere konulan armağanların buluntularına dayanır. Tahıl çeşidi olarak burada arpa, küçük kızıl buğday, buğday, nişasta buğdayı, delice otu, yulaf ve ayrıca uzun süre sıradan halkın besin kaynağı olarak kalmış olan iri taneli fasulyeler ve bezelye bulunmuştur. Aynı zamanda koyun, domuz ve sığır kemikleri de ortaya çıkarılmıştır. İ.Ö. 730-630 yıllarına tarihlenen mezarlarda üzüm çekirdeği bulunmuştur. En eski zeytin çekirdeklerine S.Omobono’daki (İÖ 6 yüzyıl başları) kazılarında rastlanmıştır. Plusun yanı sıra pişirilmiş ekmek de kısa sürede yiyecek maddeleri içene girmiştir. Roma’da en azından İÖ 170 yılından itibaren ayrı bir iş kolu oluşturarak birçok ekmekçi dükkânı yer almaktaydı. Pompei deki birçok ekmekçi dükkânı ekmeğin yanı sıra, tam şehirli işi, ince börek çörek de yapmaktaydılar; Ostia’da İS 2-3 yüzyılla tarihlenen fırınları Antikçağ ölçülerine göre büyük işletmeler olarak görmek gerekir71. İ.Ö. I. yüzyıldan itibaren maddi durumu iyi kesim içerisinde doğal olarak Yunan etkili seçkin bir sofra lüksünün olduğudur. Zengin Romalılar deniz ürünlerine rağbet ederlerdi. Tercih edilenler; mercan ve merina balığıydı. Pek büyük miktarlarda tüketildiklerini, bunlara yüksek paralar ödendiğini bildiren kaynaklara rastlamaktayız. Villaların bulunduğu alanlarda deniz suyuyla beslenen balık, üretimi havuzları bulunmuştur. Compania’nın kıyı kentlerinde özellikle Lucrina gölünde istiridye yetiştirilmesi gelişiyordu. Kümes hayvanlarının kaz, horoz ve ördeklerin haricinde, sülün, tavus kuşu, beç tavuğu ve güvercin de sofraya getirilirdi, yetiştirilmesi için folluklar ve kuşhaneler yapılırdı. Glires72 yetiştiriliyor ve özel bir toprak kapta yeniliyordu. (Varro, De re rüşt.III,15,1-2). Av koruluklarında tutulan av hayvanları, özellikle yaban domuzu olurdu. Hayvanların besiye çekilmesi işi büyük beceri gerektirirdi; bu konuda tarım yazarları kesin bilgiler verirler. Özellikle hayvanlara uygun yem vererek; örneğin, incir yedirerek, kümes hayvanlarının pek aranan lezzetli, seçkin bir yiyecek olan karaciğerinin büyütülmesine çalışılırdı. Çok geliştirilmiş bahçelik yöntemleri, özenli yetiştirilmiş sebze ve meyve çeşitlerine olan istemi 70
Sebze bahçesi Horst Blanck, a.g.e.,151-152 72 Fındık faresi. 71
59
karşılaşıyordu. Bunlardan bazı türler, örneğin aşılı kiraz (İÖ 74 yılında Lucullus tarafından Pontus bölgesinden şeftali veya kayısı (ikiside İS I. yy.’da), ancak oldukça geç bir dönemde İtalya’ya getirmişlerdir. Bitkisel beslenme maddelerinin daha uzak bölgelerden sağlandığı oluyordu;
örneğin,
Tiberius,
Aşağı
Ren
deki
Gelduba’dan
bir
çeşit
pancar
getirtmiştir.(siser).Bunun yanı sıra Akdeniz bölgesinden meyveler ve örneğin incir, zeytin ve nohut gibi türler İmparatorluğun kuzey bölgelerine, Germania ve Britania’ya ihraç edilmişlerdir73. Apicius’un kitabı diye bilinen bir yemek kitabı tek tek yemeklerinin yapılışı hakkında bilgiler vermektedir. Temel bazı maddelerin ve baharatın buradaki tasviri, Roma mutfağında –en azından maddi durumu iyi olan ve Apicius’a uygun yemek imkânı olan çevrelerde-kuvvetli bir Yunan etkisi olduğunu göstermektedir. Zıt tat veren yiyeceklerin bir araya geldiği durumlarda, özellikle tatlı- acılılarla da, Apicius’un birçok yemekleri, günümüzdeki doğu Asya mutfağı tarzındaydılar. Garum adı verilen bir baharat çeşidi, hemen tüm yemek tariflerinde karşımıza çıkmaktadır. Apicius’tan başka daha birçok kaynağın da sözünü ettiği garum, çok miktarda tuzlanmış bir balığın ayrışımından elde edilen bir sıvıydı. En iyisi kalitelisi İspanya ‘da yapılan garum sociorum’du, fakat örneğin Pompei’de, ürettiğini kil testiler ve amforalar ile ihraç eden bir garum endüstrisi gelişmişti. Romalıların başlıca içeceği şaraptı. En çok beğenilen Horatius döneminde Gaeta’da gelişen, fakat daha sonra türü bozulan Cecuba şarabıydı, bunun yanı sıra Campania’nın Falerna şarabı meşhurdu. İmparatorluğun bağcılıkla uğraşılır ve şarap ticareti yapılırdı. Roma’da dünyanın tüm bölgelerinden şarap türleri bulunabilirdi. İnsanlar şarabı sadece saf olarak içmiyor, aynı zamanda pişirilerek tadı değiştirilen defturum halinde veya bazı baharatları, örneğin vinum murratum74 ya da vinum piperatum75 karıştırılmış olanını da içiyorlardı. Sevilen, sağlıklı olarak gören ise, şarap ve şıranın bal ile birlikte elde edilen türü olan mulsum’du.
73
Horst Blanck, a.g.e.,153. Kereviz. 75 Karabiber. 74
60
Kostümlü Şölen, El-Jem’den (antik Thysdrus) 200–220 civarı (mozaik) Bardo Ulusal Müzesi, Le Bardo, Tunus Lauros/Giraudon. Mozaik amfi tiyatroda yemek yiyenler resmedilmiştir. Petronius’un Satyricon’unda geçen azat edilmiş köleler gibi konular hakkında gündelik dildeki terimlerle sohbet ediyorlar. Bu alt tabaka içiciler pek çok zengin villalarda bulunan pek çok mozik resimiyle tezatlık gösterir.
Petronius, kendi Cena Trimalchionis’inde Nero döneminin çok zengin, fakat kültürsüz bir çevresinin birçok ziyafet çeşidinin canlı birer tasvirini karikatürize ederek verir. Bu tarz ziyafetlerde, kızartılmış bir hayvanın, örneğin bir erkek domuzun bütün olarak sofraya konulması ve böylece misafirlerin beklemedikleri dolma içleri –yumurtaların içine yerleştirilmiş kuş kızartmaları; Trimalchio’nun sofrasında bir domuzun içinden canlı olarak kaçıp kurtulan ardıç kuşları- nedeniyle şaşkınlığa uğratılması, yemeklerin etkileyici bir şekilde süslenmesi ve hizmetçilerin de ona uygun giyinmesi karakteristik bir özellikti. Böylece bu tarz bir cena aynı zamanda tiyatro temsili gibiydi. Doğal olarak böyle bol bir ziyafet, zenginlere mahsustu ve onların içinde bile, genç Plinius’un bize aktardığı (Ep.1,5), şu mönüyle yetinen ılımlılar vardı: salata, salyangoz, yumurta, buğday lapasından bir içecek, bal
61
şarabı, karsuyu, zeytin, pazı, kabak ve soğan. Orta ve alt tabaka insanlarının yemeklerinin mütevazı olduğu, Pompeii’deki evlerde görülen küçük ve çoğunlukla fakir mutfaklar ile kanıtlanmaktadır; Ostia evlerindeki dairelerde mutfak çok ender olarak görülmektedir. Burada, olsa olsa taşınabilir ocaklarda, hatta kömür mangallarında pişirildiği sanılan yiyeceklerin öyle pek zengin yemekler olduğu düşünülemez. Sıradan bir aile, büyük olasılıkla cadde üzerindeki popina’dan76 hazır yemek almaktaydı. Popinaların pek çok sayıda olması bu durumu iyi açıklıyor: unde epulum possis centum dare Pythagoreis. est aliquit, quocumque loco, quocumque recessu,
230
unius sese dominum fecisse lacertae. "Plurimus hiç aeger moritur uigilando (sed ipsum lanquorem peperit cibus inperfectus et haerens ardenti stomacho); nam quae meritoria somnum admittunt? magnis opibus dormitur in urbe.
235
inde cabut morbi.raedarum transitus arto uicorum in flexu et stantis conuicia mandrea eripient somnum Druso uitulisque marinis. si uocat officum, turba cedente uehetur diues et ingenti curret super ora Lİburna
240
atque obiter leget aut scribet uel dormiet intus; namque facit somnum clasua lectica fenestra. ante tamen ueniet : nobis properantibus obstat unda prior, magno populus premit agmine lumbos qui sequitur ; ferit hiç cubito , ferit assere duro alter , at hic tignum capiti incutit , ille metretam. 76
Ahçı dükkânı.
245
62
pinguia crura Iuto, planta mox undique magna calcor, et in digito clauus mihi militis haeret. "Nonne uides quanto celebretur sportula fumo? centum conuiuae, sequitur sua quemque culina.
250
Corbulo uix ferret tot uasa ingentia, tot res inpositas capiti,quas recto uertice portat seruulus infelix et cursu uentilat ignem. scinduntur tunicae sartea modo, longa coruscat serraco ueniente abies, atque altera pinum
255
plasustra uehunt ; nutant alte populoque minantur. Nam si procubuit qui saxa Lİgustica portat axis et euersum fudit super agmina montem, quid superest de corporibus? quis membra, quis ossa inuenit? Obtritum uolgi perit omne cadauer
260
more animae.domus inte interea secura patellas iam lauat et bucca foculum excitat et sonat unctis striglibus et pleno componit lintea guto. haec inter pueros uarie properantur, at ille iam sedet in ripa taetrumque nouicius horret
265
porthmea nec sperat caenosi gurgitis alnum infelix nec habet quem porrigat ore trientem. "Respice nunc alia ac diuersa pericula noctis : quod spatium tectis sublimibus unde cerebnum testa ferit, quotiens rimosa et curta fenestris
270
63
uasa cadant,quanto percussum pondere signent et laedant silicem. possis ignauus haberi et subiti casus inprouidus , ad cenam si intestatus esas : adeo tot fata, quot illa nocte patent uigiles te praetereunte fenestrae. ergo optes uotumque feras misarabile tecum, ut sint contentae patulas defundere pelues.
Kâhyası olarak yüz Pythagoras'çıya ziyafet çekebilirsin. Iyi şeydir bir kertenkelenin efendisi olmak, her nerede hangi ücra köşede olursa olsun. "Buradaysa, nice hasta kişi uykuya hasret ölüp gider ( evet haksızlığın nedeni, yanan midede sindirilmeden kalan yiyecektir), hangi kiralık odada doğru dürüst uyunabilir ki? Büyük servetlerle uyunur Roma kentinde. Hastalığın kaynağı burdadır Arabaların mahallenin sıkışık, dolambaçlı sokaklarından geçişi ve önleri tıkanınca davar tüccarlarının bağırışları Drusus'u ve ayıbalıklarını uykusundan eder. Görev çağırırsa kalabalığı yara yara götürülür zengin, uçarcasına ilerler kocaman Lİburna arabası içinde. Arabada giderken ya okur, ya yazar, ya da uyur,
275
64
çünkü uyku getirir kapalı pencereli tahtırevan. Yine de biz önce varır pürtelaş koşuşturup, bizse geçip gidemeyiz önümüzdeki kalabalıktan, arkamızdan yüklenen kalabalık belimizi ezer, biri dirsek vurur, öbürü sert bir sırıkla dürtükler, bir başkası başımıza çalar kütüğü, öbürü şarap fıçısını indirir. Semiz bacaklarım çamura, derken dört yandan dev bir ayağın tabanı çiğner beni, ve askerin postal çivisi ayak parmağıma çakılır. "Görmüyor musun, nasıl duman çıkıyor yiyecek sepetinden? Yüz konuk, her birini kendi nevalesi izliyor. Bunca koca tabağı güçbela taşırken Curbulo, onca nevaleyi başının üstünde bağlamadan götürüyor talihsiz kölecik, koşuştururken ateşi de yelpazeliyor. Daha yeni onarılmış gömleği yırtılıyor, bir kütük sallanıyor Yük arabasında atların çekildiği , bir başka araba çam ağacı taşıyor, ağaç sallanıyor yukarda herkesin yüreğini hoplatıp, çünkü bir düşse Lİguria'dan gelen mermeri taşıyan dingil, tepetaklak olup kalabalığın üstüne boşalsa, ne kalır geriye gövdelerden? Kim bulur kemiklerini? Yok olup gider ayaklar altında cesedi yoksulun tıpkı ruhu gibi. Bu arada keyfi tıkırında ev halkı
65
tabakları yıkar, üfleyerek fırının ateşini canlandırır, yağlı satırları takırdatır durur, dolu yağ şişesiyle keten kumaşları düzeltir. Bu işler türlü biçimde köle çocuklar arasında dönüp dururken, efendi hala kıyıda oturur, yeni gelen çirkin kayıkçının tüylerini diken diken eder, zavallı talihsiz kayıkçı ne karanlık ne akıntıda bir geçit umabilir, ne de ağzını açıp kaç para isteyeceğini söyler. "Şimdi bak, gece neler açar insanın başına : Başlara kiremitlerin düştüğü damlar bak ne kadar yüksek, kaç kez düşer çatlamış, yarılmış saksılar pencerelerden, nasıl olanca ağırlığıyla çarpıp dilimleyip ufalarlar kaldırımı. Kendini işsiz güçsüz yerine koyabilir ; beklenmedik bir kazayı göremeyen biri olduğunu düşünebilirsin, akşam yemeğine vasiyetnameni bırakmadan gidersen: gerçekten, gece sen gerçekten, ne kadar açık pencere varsa, o kadar da ölüm tehlikesi var demektir. Öyleyse dua et ve içinde sessiz bir duacı taşı merhamet uyandıran, geniş leğenlerini boşaltmaktan keyif alsınlar, diye77.
77
Iuvenalis, Yergiler-Saturae, çev. Çiğdem Dürüşken-Alova (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006), 29- 30.
66
Iuvenalis Roma sokaklarında yemek tencerelerini oradan oraya taşıyan, bir arada hem yol alıp hem ufak bir ocakla yemekleri sıcak tutmaya çalışan bir alay kölenin arasından geçmek zorunda kalındığını pek kesin çizgilerle tasvir etmektedir. İnsanlar yemeklerini aynı zamanda direkt olarak meyhaneler de yiyebilirlerdi. Burada sunulan yemeğin genelde lezzetsiz, şarabın çoğunlukla hileli olduğu antik dönem yazarlarınca birçok kez dile getirmiştir.Bunun dışında popinalarda belli bazı yemeklerin satışını yasaklayan resmi proletaryası içindeki yoksul kesimin büyük bir bölümünün beslenmesinin az veya çok devletin hibe ettiği yiyecek maddelerine-belli başlı olarak buğday, daha sonraları ekmek verilirdi, bazen bunlara şarap, domuz eti ve zeytinyağı eklendiği olurdu- bağımlıydılar ve elbette bu kesimin iyi bir durumda olduğu olarak düşünülemez. Roma’da zengin evlerdeki cena recta’nın yani günün en önemli öğününün bir anlamda ziyafet yemeği menüsünün ne bollukta olduğu veya en azından nasıl olmasının istendiğini Antakya’daki bir taban mozaiği çok açık bir şekilde göstermektedir.
Yemek Mönüsü.Antakya,Daphne’deki ‘House of the Buffet-Supper’den mozaik.
Burada nal biçimi(sigma-formlu)bir masada bir cenada yenecek değişik zengin yemekler değerli gümüş çatal bıçak takımları ile sıra sıra sunulmaktadır; haşlanmış yumurta, soğuk domuz paçası, enginar, bir kase içindeki bir sos veya içecekten (Mulsum?) oluşan bir
67
ordövr ile başlanır. Bunun yanında yeşil salata yer alır. Onu büyük bir tepsi içindeki balık izlemektedir. Balığın yanında ise, tıpkı Pompeide bulunduğu biçimiyle yani kolay dilimlenmesi için ortasından kenara doğru çentikler atılmış olarak ekmek görülür. Balık tepesinden sonra yuvarlak bir kap içinde parçalanmamış bir domuz budu ve yanında içinde şarap olması gereken ayaklı bir domuz budu ve yanında içinde şarap olması gereken ayaklı bir gümüş kupa yer almaktadır. Resim tahrip olmasına rağmen bundan sonra kümes hayvanlarının ve yine ekmeğin dizildiği görülmektedir. Mozaikteki bir boşluktan sonraburada bir et yemeği daha veya meyve tasvir edilmiş olabilir-mönü silindir biçiminde kat kat bir pasta ile son bulmaktadır. Masa küçük çiçek girlandları ile süslenmiştir. Gerçek cena, commissatio denen bir genel kadeh kaldırmayla son bulduğunda konuklara böyle demetler dağıtılırdı. Roma antik dönem yemek ikramlarındaki zenginliğe rağmen, Akdeniz mutfağındaki mısır ekmeği, patlıcan, domates, biber, limon, portakal, greyfurt gibi birçok karakteristik yiyecek ve meyvelerle kahve, çay rakı gibi içecekler yer almazdı. Et ikramları burada sadece Amerikan hindisi ile zenginleştirilmekteydi78.
Pompeii’de bulunmuş yiyecek maddeleri.Napoli Ulusal Müzesi. 78
Horst Blanck, a.g.e.,156.
68
ROMALILARDA GİYİM
Romalılarda kişinin toplum içerisindeki giyimi sadece katı bazı kurallarla belirlenmekle kalmamış, yasal düzenleme altına alınmıştı. Sadece Roma vatandaşı toga giyebilirdi. Bunun rengi ve bordürlerinin genişliği, giyenin patrisyenler, şövalyeler veya sıradan halk kesiminden hangisine ait olduğunu gösterirdi. Aynı şekilde, ayakkabının bazı formları da giyen kişinin konumunu belli ederdi. Ayrıca bazı manto türlerinin toga üzerine giyilmesi yakışıksız görülürdü. Stola sadece yaşlı Romalı kadınlara özgüydü. Bu kurallar sürekli ihlal edilmekteydi, en azından, resmi olmayan durumlarda veya ülkenin diğer bölgelerinde insanlar giyim tarzına Roma şehrinden daha az katı kurallar ile dikkat etmekteydiler. Sonuçta birbirine paralel olarak bir resmi ve bir de günlük giyim söz konusu idi79. Antikçağın yazınsal eserlerinde Roma sakinlerinin en eski dönemlerde giydikleriyle ilgili olarak verilen dağınık bilgiler, Roma şehri kazılarında arkaik dönemle ve bu konuyla ilgili az nesne bulunduğu için tam olarak somutlaşamamıştır. Roma şehrinin kazılarında gün ışığına çıkartılan-insan tasvirleri, genel olarak, mimari terrakottalar ve bronzdan heykelciklerde görülür-buluntular Etruria’dakiler ile benzerlik göstermektedirler. Etrüsklerin erken dönem eserlerinden Roma giyimi için de kısmı olarak bazı bilgiler çıkarmak mümkündür. Çok sayıdaki İÖ 7 yy. ve erken 6 yy. erkek tasvirleri giyim eşyası olarak sadece bir peştemalı göstermektedirler. Bu dönemde her iki cinste de vücudu tam olarak örten giysi olarak, khitona benzeyen bir elbise üzerine atılan, örneğin Caere’deki Tomba delle Cinque Sedie’deki terrakotta heykelciklerinde olduğu gibi, dikdörtgen bir kumaştan meydana gelen manto vardı. Khhiton benzeri giyimlerin erken arkaik dönemde ağır kumaştan, yünden yapıldığı görülürken, daha sonraki dönemlerde bu, tümden Yunanistan’daki keten khitonlara benzer bir tarz almıştır. Kadınlar bunu kural olarak ayaklara kadar veya biraz daha yukarı gelecek şekilde giyerken, erkekler baldır hizasında veya biraz daha kısa giymekteydiler. Khiton80 üzerine giyilen çok çeşitli mantolar ve canlı örnekleri hakkında arkaik ve klasik dönem mezar resimleri iyi bir fikir verirler81.
79
A.g.e., 116-117. Homeros’un destanlarında adı sıkça geçen khiton Antik çağların erken dönemlerinden beri bilinen bir giysi parçasıdır. Kadınların ve erkeklerinde kullanabildiği khiton, ipek veya keten gibi hafif kumaştan, 150-180 cm eninde iki parçalık dikdörtgen parçanın birbirine dikilmesiyle yapılır. Baş ve kollar için bırakılan açıklıklar dışında geri kalan omuz üzerine denk gelen kenarlar dikiş yerine düğmeler veya broşlarla da tercih edilebilirdi. Kadınlar erkeklerine tersine khitonu kemerle kullanırlar. Belde kemerin sıkmasıyla biriken kumaş yığını kemer üstünden sarkıtılır: bu bol kıvrımlı kısma kolpos denilir. Genç kızları canlandıran Korint heykellerinde khiton eteğinde görülen dikine bordüre paryphe adı verilir. 81 Horst Blanck, a.g.e., 117. 80
69
Geç Cumhuriyet döneminden beri görsel sanatlardaki tasvirlerde gösterildiği gibi en önemli Roma giyimi olan, Roma vatandaşlarını özgür olmayanlardan, Romalı olmayanlardan ve özellikle Yunanlılardan ayıran toga ile başlamak istiyoruz. Arkeolojik eserler ve yazınsal kaynakların aktarımlarından görüleceği gibi, bu elbise köken olarak sadece Roma kentine özgü değildir, daha çok orta İtalya ve Etrüsk kökenlidir. Yunan
Himation’nundan farklı
olarak yünlü kumaştan oluşan Roma togası yuvarlak, kumaşının vücut üzerinde darlaştırıldığı (toga exigua) Cumhuriyet döneminde ise, yarım daireli bir kesime sahipti. Augustus döneminde başlayarak da kumaş çok bollandığından togaya bürünme biçimi de buna yakından bağlı olarak değişmiştir. Elbise iki tane dairesel parçadan kesilir, bu parçalardan bir tanesi büyük diğeri ise daha küçük olurdu. Küçük dairesel parça ötekinin üzerine katlanır ve böylece toga iki kattan oluşurdu. Toganın bilinen o ‘klasik’ formu, kendine özgü kıvrımları ve kumaş kabarıklıklarıyla yani sağ omuzdan inip sağ kolun dış kenarı üzerinden geçerek sağ dize kadar sarkan ve oradan yukarıya doğru verilen ve sağ koltuk altından sol omuxa gerilmiş bir kılıç askısına benzetebileceğimiz eğri çizgi yani balteus ile onun üzerinden aşağı doğru sarkan bir kumaş kabarıklığı olan umbo ile meydana gelirdi.Toganın bu formu sayısız heykellerle tam olarak doğrulanabilir82.
Toga giyinmiş ve bulla takmış bir erkek çocuk. Parma Ulusal Müzesi.
82
A.g.e., 118.
70
İmparatorluk döneminde zamanla elbisenin yapısı değişikliğe uğramıştır: TraianusHadrianus döneminde umbo kaybolur, Severuslar döneminden başlayarak göğüs üzerinde çarpraz olarak gerilmiş ve tahta görüntüsünde bir kumaş parçası olan contabulatio yer alır. Togayı kendine özgü görünümünü vererek kuşanmak için, giyilmesinden önce uzun bir zaman ve emek ile kıvrımlarının doğu olarak düzenlenmesi gerekirdi. Elbise olarak pek rahat olmayan, böylesine karışık bir giyim, doğal olarak İmparatorluk döneminde zamanla günlük yaşamda ihtiyaç dışı kalmış ve sadece İmparatorluk kabullerinde, resmi ve bayram kutlamalarında (kurban törenlerinde, dava duruşmalarında, client’in efendisini ziyaretinde ) giyilir olmuştu.
Paenula,lacerna ve toga giymiş insan figürleri.Trajanus anaglifinden bölüm. Roma,Forum Romanum
Toga böylece asıl anlamı ile artık özel yaşamın giyimi olmaktan çıkıyordu. Bir ‘devlet giysisi’ olarak togaya, saygıdeğer yaşlı Roma kadınlarının stolası denk gelmekteydi. Yazınsal metinlerde bu giysi ayaklara kadar inen ve alt kenarına özel şerit (instita) dikili bir giyim olarak tasvir edilmektedir. Erken İmparatorluk döneminde birçok giyimli kadın heykelinde stola, tunica üzerine giyilen, omuzlar üzerinde bant formunda iki askı ile tutturulan uzun ve bol kıvrımlı bir giysi olarak doğru bir şekilde tespit edilebilmektedir.
71
Günlük giyimde stola erkeklerin togasından daha önce kullanım dışı kalmıştır. Günlük yaşamın asıl giyimi bir birine dikilmiş bir ön ve bir arka parçadan oluşmuş ve genel anlamda Yunanlıların khitonuna denk gelen tunika idi. Erkeklerde dize kadar gelen tunica kadınlarda daha uzun olarak giyilirdi. Önceleri kolsuzdu; genellikle kadınların giydiği geniş bir biçimde, kemerden, tıpkı geniş khitonda olduğu gibi, yarasa kol tipi açık kollar çıkardı. Çoğunlukla insanlar üst üste iki tunicayı giyerlerdi ve üstteki, kural olarak, omuzdan aşağıya doğru giden iki tane kırmızı şerit ile süslenirdi. Böyle clavus’lara Etrüsk eserlerinde bile rastlanır. İmparatorluk döneminde dikişle kapatılmış kollu, daha sonra da uzun kollu tunicalar ortaya çıkmıştır. Tunicanın çok geniş kollu bir uzun varyasyonu da İS 3.yy.dan itibaren görülen dalmaticadır; bu, her iki cins tarafından da giyilmekte idi. Tunica, elbette bazı değişikliklere uğrayarak bugüne kadar gelmiş Hristiyanların dinsel tören giysisi olarak Katoliklerin dinsel törenlerinde hala yer almaktadır. Üst elbise olarak mantonun değişik formları kullanılmaktaydı. Tunica üzerine paenula giyilirdi. Bu, huni şeklinde, kolsuz, başın geçirilmesi için çoğunlukla V şeklinde bir deliği olan bir giysi idi ve ön kısmı erken ve orta İmparatorluk döneminde yarı yarıya, daha sonra ise bütün uzunluğunca dikişli olurdu. Daha çok kış ve yolculuk mantosu olarak yünlüden, fakat bazen de daha hafif ve şık kumaştan yapılan paenula, sıradan insanlarca Traianus döneminden başlayarak resmi törenlerde toga yerine giyilmiştir. Kadın mantosu olarak kullanıldığında, erkek paenulasından daha uzundu ve önü tümüyle kapalıydı. Toga üzerine de giyilen ve hafif bir manto olarak yağmura karşı koruyucu olan, çok renkli kumaştan oluşan bir giyim de lacerna idi. Kesiminde yarım daire formlu olan bu elbise Yunanlıların khlamysine benzer tarzda göğüs üzerinde veya sağ omuzda bir çengelli iğne ile tutturulurdu. Köken olarak doğuya (Pers) ait olduğu tahmin edilir; her halükarda bu elbise hiçbir zaman paenula gibi resmi ‘Ramanus habitus’a dâhil edilmemiştir. Lacerna en çok, sahne oyunlarına gidilirken toga üzerine giyilirdi; fakat bununla ilgili değişik bir adet vardı, tiyatroda yüksek tabakadan önemli kişiler selamlanacağı zaman lacerna, toganın üzerinden çıkarılırdı. Orta ve geç İmparatorluk döneminde üst giyim olarak erkeklerde pallium ve kadınlarda palla mantoları kullanılırdı ve bunlar Yunanlıların himationuna denk giysilerdi83. Roma
İmparatorluğunun
İtalya’dan
uzakça
eyaletlerinde,
özellikle
kuzey
bölgelerinin yerli halkı nezdinde, iklim şartlarının farklılığından dolayı, yukarıda sözü edilen biçimlere benzemeyen giyimler de vardı. Böyle köken olarak yabancı bazı elbise biçimleri Romalılarda kabul görmüş ve geniş bir alana yayılmışlardır. Örneğin Galya’dan alınan, ağır bir kumaştan yapılmış bir pelerin olan birrus veya yine Galya kökenli huni biçimli, omuzlara
83
A.g.e., 119-121.
72
kadar ulaşan ve genelde işçiler ile köleler tarafından kullanılan bir başlık olan cucullus gibi. Pantolon (braccae) ise Traianus döneminden beri dize kadar ve daha sonraları ayak bileğine kadar gelen uzunluğuyla Galya, Germania ve Dakya halkının bir giyimi olarak Roma asker kostümleri arasına alınkıştır. Sivil halk içerisinde, en azından Roma İmparatorluğunun Akdeniz bölgelerinde, geç Antik döneme kadar oldukça ender olarak görülmüştür. Antikçağ giyimi üzerine olan bilgimiz dolaylı kaynaklara dayandığı sürece zorunlu olarak eksik kalacaktır; zira bu giyimlerin örneğin kumaşın kalitesi gibi çeşit zenginliği konusunda somut bilgiyi ancak orijinal eserler verebilir. Bu elbiselerin değişik çeşitlerinin aslında daha fazla olduğunu örneğin Diokletianus’un İS 300 yıllarındaki en yüksek fiyatları belirleyen tarifesi gösterir. Söz konusu fiyat listesinde, sadece birrus ile ilgili bir düzine farklı tür belirtilmiştir, dalmatica için ise, ketenden nakışsız basit parçalardan tümden ipekten yapılmış mor renkli şeritlisine kadar birçok çeşit kayıtlıdır. Bu döneme veya biraz daha erkene tarihlenen en eski orijinal giysilerden bol miktarda Mısır mezarlarında bulunmuştur. Ölüye çoğunlukla birçok tunica üst üste giydiriliyor ve onları da kapsayacak biçimde vücut büyük bir kumaş parçasına sarılıyordu. Bunun dışında bu elbise formları diğer bölgelerdeki çağdaşı tasvirler ile benzerlik gösterirler; burada Sicilyadaki Piazza Armerina villasındaki mozaikleri hatırlatmak gerekir.Bu mozaikler, giyim konusunda tam bir örnek kataloğu gibidir. Mısır’daki elbise buluntularının büyük bir kısmını oldukça uzun ve geniş olan, bu nedenle bir kemer ile giyilmek zorunda kalınan kollu tunicalar oluşturmaktadır. Bunlar kural olarak tek bir birine dikilmiştir. En basit tunicalar oldukça kaba ve nakışsız bir ketenden yapılırdı. Müzelerde kısmen iyi kalitede örnekler de yer almaktadır.Bu elbiselerin en önemli süslemelerini boyundan dikey olarak göğüse ve sırta inen şeritler, yani geleneksel clavuslar oluştururlar. Bunun dışında süs olarak omuz üzerinde ve tunicanın üst kısımlarında genelde yuvarlar bazen de dikdörtgen süslemeler olurdu; kollara süs şeritleri takılırdı. Elbisenin bu tarz süslenişi görsel tasvirlerden bilinmektedir. Tunicalar çoğunlukla ketenden, ender olarak yünden olurdu; ancak Mısır’da tümüyle ipekten yapılmış ve oldukça geç döneme ait (İS 6-7 yy.) örnekler de bulunmuştur. Roma’da San Pietro katedralinin altındaki nekropolden İS 2 yy. tarihlenen ipekten iki tane kadın tunicası parçaları, daha o dönemde bile o pahalı maddeden giysi yapıldığını ispatlamaktadır. Roma’daki bu iki tane kadın tunikasında da renkli clavuslar olduğu dokumanın içine karışmış örneklerden anlaşılmaktadır. Mısır gömü yerlerinin büyük dikdörtgen biçimi bezleri, hemen hemen hiçbir zaman tek başına elde edilemediğinden, esas olarak palium gibi bir giyim parçası mı olduğu yoksa bir örtü olarak mı kullanıldığını tam olarak açıklayamıyoruz. Buna karşı örgü yün çoraplar ve başlıkları giyimin bir parçası olarak adlandırabiliyoruz. Mısırdaki buluntular, yoksul örnekleri dışında, toplumun orta tabaka insanlarına aittirler.
73
Normalde bir Romalı ne dışarıda ne de evde bir başlık giyerdi. Kurban ve dualar gibi dini olaylarda başın kapatılması bir gelenek idi.Bundan dolayı bir din adamı özel yaşamın alanına girmeyen ve burada üzerinde durmayacağımız belli bazı şapka türlerini giyerken, sıradan Romalı vatandaş, özel dini törenlerde bile, örneğin Lar denilen evi kutsama törenleri sırasında olduğu gibi, başının ard kesimini toganın bir kısmı ile kapatırdı. Homo pius-yani din-dar adam- olarak görünmek için özel kişiler de toga giyip ‘capite velato-başörtülü-‘ portrelerini yaptırmışlardır ve bu tip çok sayıda heykelde görülür. Asıl başlık olarak huni benzeri cucullus dışında, tıpkı Yunanistan’da giyilmesi adet olan biçimler tanınırdı. Güneşe karşı korunmak için petasus giyilirdi, işçiler, zanaatkârlar ve denizciler causia veya konik biçiminde bir külah olan ve Yunan pilosunun tıpatıp aynı olan pilleusu kullanmaktaydılar. Pilleus aynı zamanda özgür olmanın da bir simgesi idi. Köleler serbest bırakıldıklarında bunu giyerlerdi. Bu başlık aynı zamanda Saturnalia eğlentilerinde de kullanırlardı. İS 3 yy. sonlarında ortaya çıkan yayvan silindirik, kenarsız bir başlık birçok geç antik dönem eserlerinde tasvir edilmiştir.
74
75
76
ROMALILARDA AYAKKABI
Romalılarda ayakkabılar sandal, ayakkabı ve çizme olarak gruplandırılabilir. Sandalların (soleae veya sandalia) giyilmesi ev içindeki yaşam ile sınırlıydı ve bunlar ile sokağa çıkmak, özellikle toga altına giymek geleneklere aykırıydı. Dışarısı için ayakkabı calceus idi; tıpkı toga gibi, Roma vatandaşlığının işaretiydi. Sıradan vatandaşın ayakkabısı olarak calceus, ayak bileğinin üzerine kadar kapalı olur, üst kısmı yumuşak deriden yapılırdı ve bilek üzerinde bir dolak gibi sarılırdı. Doğal deri renklisinden başka calceus’un renklileri de giyilirdi; kadınlara özgü olan celceus muliebris genelde beyazdı ve erkek ayakkabısına oranla daha süslü işlenmişti. Calceusun basit bir türü pero olarak adlandırılırdı.Senatörler ve aristokrat kesim, konumlarının belirtilmesi amacı ile, normal calceustan kırmızı, daha sonraları siyah rengiyle ayrılan, tabandan ayak bileğine ve baldıra kadar giden ve daha sonra aşağı sarkan bağcığı ile calceus senatorius veya patricius’u giyerlerdi. Askerler, işçiler ve köylüler sağlam ve genelde çivili bir tabanı bulunan, sayası şeritlerden kesilmiş olan caliga giyerlerdi. Hem tabanı hem sayası deriden ayakkabı olarak carbatina vardı. Bu ayakkabının iyi bir şekilde zımbalanıp süslenmiş birçok örneği kuzey bölgelerde çeşme buluntuları içerisinde ele geçmişlerdir. Köken olarak bir asker ayakkabısı olan campagus, geç antik dönemde narinleştirilmiş formuyla çok tercih edilmekteydi. Bu ayakkabı ayak parmaklarını ve topuğu sarmakta, fakat ayağın üst kısmını açıkta bırakmaktaydı ve bir bağcık ile bağlanıyordu. Geç antik dönemde sıradan işçilerin ve halkın giydiği bir ayakkabı ise, yukarıda baldırı kadar bağcıklı, sağlam ve Yunanlıların krepisine benzer bir sandal idi84.
Romalılarda bir dini geçit toga giymiş, ayakkabı stilleri, Floransa 84
A.g.e., 126-128.
77
78
Calceus Patricius (Roma’daki Marcus Aurelius’un atlı heykeline göre)
Calceus (Mammius Maximus’un heykeline göre, Napoli)
79
Caliga (anaglypha traiani’ye göre, Roma)
Carbatina (Saalburg’daki orjinaline göre)
Campagus
80
Yüksek bağcıklı sandal (Cherchell’deki mozaiğe göre)
81
Arkeolojik buluntular
82
ROMALILARDA TAKI
Romalıların giyimi içinde takı, gereksinim için veya sadece süs olarak kullanılmasına göre ikiye ayrılabilir. İlk önce eyaletler dâhil Roma egemenliği bölgesinde çok bol bulunan çengelli iğneden söz etmek gerekir. Bulunanların büyük kısmı sivil elbiselerden ziyade askeri kıyafete aitti. Bu iğneler, moda değişimlerine göre ortaya çıkmış ayrı bilimleri ile –örnek vermek gerekirse, tataroku biçiminde kavisli olanlar, büyük, yuvarlak genelde süslü bir levhaya sahip olanlar, gamalı haç formundakileri veya geç Antik döneme özgü bitiş kısmındaki haç biçiminden dolayı soğanbaşlı çengelli iğne diye adlandırılan –giyimli figürlerin tarihlenmesi de dâhil – tarihlemede önemli bir yardımcı olarak kullanılır ve önemli bir rol oynarlar. Geç Antik dönemde değerli soğanbaşı çengelli iğneleri, öyle anlaşılıyor ki, yüksek rütbeliler için belirleyici bir işaretti. Yine genelde oldukça sanatsal bir tarzda işlenilen kemer tokaları de ihtiyaç amaçlı takıların alanına girmektedir85. Dar anlamında Roma takıları yani süs eşyası olarak kullanılanlar, çok sayıda orijinal buluntu olarak Roma İmparatorluğunun bütün bölgelerinde ele geçirilmiştir. Bunların İtalya’da en eski ve büyük miktarda olanları Vezüv şehirlerinden gelmektedirler. Altının daha Cumhuriyet döneminden beri süs takısı olarak kullanıldığını, 12 levha kanununda altının ölüler ile birlikte gömülmesinin yasaklanması ile çıkartabiliyoruz. İO 215 yılına ait lex oppia, bir kadının yarım ons’tan fazla altına sahip olmasını yasaklamaktadır. Bu hüküm birçok bölgede tepki ile karşılaşınca 20 yıl sonra yürürlükten kaldırılmıştır. Bazı yazarlarca (Livius, Plinius gibi) dile getirilen eski dönemlerde sadece soyluların ve şövalyelerin altın yüzük takabileceklerini, buna karşılık sıradan vatandaşların sadece demirden yüzük takabilecekleri yolundaki bilginin doğru olabileceği pek inandırıcı değildir. Burada söz konusu olan herhalde altın yüzüğün bazı özel formlarıydı. Erken döneme ait Roma şehrinin altın buluntuları ele geçmediğinden bu süs takılarını doğrudan doğruya incelememiz mümkün değildir. Fakat ortaya İtalya Etrüsk bölgesinin o dönemdeki genel sanatsal yaratısından anlaşıldığına göre, Roma’da Etrüsk mezar buluntularında ortaya çıkarılan eserlerin benzerleri kullanılmış olmalıydı. Ünlü Latin bölgesi Lavinium’daki Aenas kültü uygulamaları gereği bir Minerva tapınağına bırakılan ve İO 5-3 yy. dönemine ait normal insan boyutundaki adak heykelleri maddi durumu iyi çevreden kadınların, en azından dini merasim günlerinde, bol bol taktıkları altın süsler konusunda açık, somut bilgi aktarmaktadırlar. Burada tasvir edilenler büyük ihtimalle genç gelinlerdir. Bu terrakotta figürlerde görülen altın takıların (gerdanlıklar, sarkıntılı küpeler, zincirli kolyeler, göğse inen takılar) bazıları gerçek figürleri üzerinden 85
Horst Blanck, a.g.e., 129.
83
şekillendirilmiştirler. Roma orijinal takıları içerisinde en çok rastlanan türler, zincir kolyeler (monoilia), küpeler (inaures) kol bantları (brachialia, armillae) ve özelikle yüzüklerdir (anuli). Yüzüklerin arasında da mühür yüzükleri önemli yer tutar. Bunların bazılarında kesme değerli taşlar, bazılarında ise cam hamuru gibi ucuz malzemeden taklitler görülür. Birbirine tutuşmuş iki eli concordia (birlik, uyum) simgesi olarak gösteren nişan yüzükleri de az değildir. Özgür Romalı çocukların, çocukluğundan toga virilis’e sahip oldukları döneme kadar boyunlarında taşıdıkları altından yuvarlak amulet (muska, nazarlık) kapsüllerini, yani bulla’ları da burada söylemek gerekir.86 Burada Etrüsklerden alınan bir geleneğin söz konusu olduğu hem yazınsal kaynaklar (Iuvenalis 5,164) hem de orijinal Etrüsk buluntularınca belgelenmektedir. Forsitan inpensae Virronem parcere credas. hoc agit,ut doleas;nam quae comoedia,mimus quis melior plorante gula? ergo omnia fiunt, si nescis, ut per lacrimas effundere bilem cogaris pressoque diu stridere molari.160 tu tibi liber homo et regis conuiua uideris: coptum te nidore suae putat ille culinae, nec male coniectat; quis enim tam nudus, ut illum bis ferat, Etruscum puero si contigit aurum uel nodus tantum et signum de paupere loro?165 spes bene cenandi uos decipit.’ecce dabit iam semesum leporem atque aliquid de clunibus apri, ad nos iam ueniet minör altilis.’ inde parato intactoque omnes et stricto pane tacetis. ille sapit,qui te sic utitur.omnia ferre170 si potes,et debes.pulsandum uertice raso 86
Horst Blanck, a.g.e.,129-130.
84
praebebis quandoque caput nec dura timebis flagra pati, his epulis et tali dignus amico87.
(160-170) 5/ Yergi Kimbilir, belki de, Virro’nun masraftan kaçındığını sanıyorsun. Hayır, bunu sana acı vermek için yapıyor; çünkü hangi komedi, hangi pandomim inleyen bir gırtlaktan daha eğlendirici? Sana şunu diyeyim, her şey yapılır, gözyaşları arasında safra dökmeye, dişlerini sıkıp gıcırdatmaya seni zorlayacak. Sen kendini özgür bir insan, ekâbir bir konuk sanırsın: Oysa seni mutfağının dumanıyla esir aldığını düşünür; haksız da sayılmaz :çünkü kim böyle birine iki kez katlanacak kadar muhtaç konuma düşer, çocukluğunda Etrüskler’in altın muskasını ya da bir yoksulun yaptığı deri muskadaki soyluluk işaretini takmışsa? Seni iyi bir akşam yemeği hayali aldatır: ‘’İşte, şimdi verecek yarısı yenmiş yabani tavşanı ve yaban domuzunun kıçından bir parçayı, 87
Iuvenalis, a.g.e., 49.
85
artık bize de düşer semiz bir hindinin artığı.’’ Böylece, suskun oturursun, elinde tuttuğun, tatmadığın ve kavgaya hazır ekmeğinle! Efendin, sana böyle davranmakla bilgeliğini gösteriyor. Her şeye dayanıyorsan, bunu hak ediyorsun demektir. Gün gelecek, başının kazınmış tepesini göstereceksin herkese, korku duymayacaksın sert kamçı darbelerine dayanmaktan, bu şölenlere ve böyle bir arkadaşlığa yaraşan biri olarak88.
Roma süs eşyalarının sanatsal olarak şekillendirilmesine gelince, erken dönem İtalya buluntuları, örneğin Pompei ve Herculaneum’daki parçalar, düzgün bir bombe diş yüzeyin tercih edildiğini gösterir. Bunun, daha önceden de geç dönem Etrüsk takısının bir niteliği olduğu bilinir. Daha sonraki örneklerinde giderek renkli taşların bol kullanılması ve itinalı bir işçilik ile süslemenin daha çok tercih edildiği görülmektedir. Altın sikkeler de pandantif olarak boyuna asma yoluyla sevilerek kullanılmışlardır. Roma devleti sınırları içerisinde birçok takı atölye merkezleri vardı ve bunlar kendi stiline, Yunan bölgesindekiler ise Helenistik geleneğe sahiptiler. Bundan dolayı Roma İmparatorluğundaki bütün takıları ‘Romalı’ yerine ‘Roma dönemine’ ait olarak adlandırmak gerekir. Fakat Roma kentinin bir takı üretimi merkezi olduğu, bulunmuş bir miktar kuyumcu yazıtından anlaşılmaktadır. Yoksul insanlar için değerli madenler yerine daha uygun fiyata bronzdan, demirden, camdan ve kemikten takılar vardır. Bir fosil kömür olan siyah kehribardan yapılmış takı ve süs eşyası, Germanya, Galya ve Britanya eyaletlerinin bir özelliğiydi89.
88 89
A.g.e., 49. Horst Blanck, a.g.e.,131.
86
87
88
89
90
ROMA’DA SAÇ BİÇİMİ
Çok sayıdaki portrelerden dolayı bu konudaki gelişim İÖ 1 yy.’dan Antik dönemin sonuna kadar iyi bir şekilde takip edilmektedir.Erken ve orta Cumhuriyet döneminde elde edilen gerçek parçalar çok daha kötü durumdadır.Az sayıdaki Roma portresi vardır.Bunların tarihlendirilmeleri çğu zaman kesin olamamıştır.Uzak geçmişten şahıslara ait tasvirler pek güvensiz bir kaynak oluştururlar.Örneğin İÖ 1 yy. ortalarından kısa bir süre öncesine tarihlenen iki sikkeden birisinde Sabinuslar kralı Titus Tatius ve diğerinde ise Roma kralı Ancus Marcius’un portleri vardır .Bunlardan ilki klasik stilde,belli bir kişiyi işaret etmeyen alışılmış görünümde sakallı biri olarak ikincisi ise Hellenistik bir hükümdar gibi betimlenmiştir90.
Sabinuslar kralı Titus Tatius
Roma kralı Ancus Marcius
90
Horst Blanck, a.g.e.,132-133.
91
T.Quinctius Flamininus
Romalı T.Quinctius Flamininus ise önemli diğer belge bir altın stater üzerinde görülen portredir.Sikke,Romalıların Kynoskephalia zaferinden (İÖ 197) sonra bastırılmış olup Quinctius zamanının tek örneğidir.Saç biçimi burada serbest bırakılmış, orta uzunlukta, orak biçiminde ve başın epeyce arkasından enseye ve alına verilen saç lülelerinden oluşmaktadır.Tasvir edilen kişinin kısa bir de sakalı vardır.Burada saç ve sakal biçimi o zaman yaşamış Hellenistik hükümdarlarınkine, örneğin Quinctius’un rakibi Makedonya kralı Filip V.’e
benzemektedir.Napoli deki Cupua’da bulunmuş altın bir yüzük üzerindeki
portrenin Büyük Scipio Africanus olduğu sağlam kanıtlarla ileri sürülmüştür; bunda düz saç tellerinin bir bölümü tepeden alına doğru taranmış, geri kalanları enseye iner biçimde görülür.Böyle nispeten uzun ense saçıyla baş, yine Hellenistik dönem diadokhos portleri ile ortak yönler taşır; düz fakat karışık saç ise, orta İtalya’daki kim olduğu belli olmayan , çoğunda sadece el işçiliğinin ön plana çıktığı başlarda görülmektedir. Burada, gerçekten Orta İtalya’daki bir saç modasının mı, yoksa orta İtalya heykeltraşlığı stil özelliğinin mi söz konusu olduğunu söylemek oldukça zordur91.
91
A.g.e.,133-134.
92
Kadın başı, Palestrina Arkeoloji müzesi Prenestino
Praeneste’deki İÖ 3 yy.’a tarihlenen kadın büst ve portre grubu, alın üzerinde ayrılan ve başı kapatan, başın arkasında toplanan bir saç kabarıklığından dolayı doğrudan dğruya Hellenistik –Yunan saç biçimi ile karşılaştırabiliriz.Yazılı kaynaklar en eski dönemler için erkeklerin uzun saçlı ve sakallı olduklarını bildirirse de, bunlarda söz konusu olan saç biçiminin Etrüsklerinkinden pek farklı olamayacağı tahmin edilir, zira Etrüsk tasvirleri Yunan-Arkaik saç biçimi ile birçok yönden benzerlik göstermektedirler.92 Portrelerden anlaşıldığına göre İÖ 1yy.’dan yaklaşık olarak İS 1 yy. ortalarına kadar erkeklerin genelde oldukça kısa, ortadan ayrılmamış ve alına taranan sade bir saç biçimine sahip oldukları görülmektedir.Romalılarında gösterişsiz bir saç biçimine sahip olmak, iyi örf adet gereğiydi; bu kurala uymayan, saçını çok özenli tarayan, pomatlayan veya sıcak maşayla ile kıvıran, sadece bundan dolayı toplum içerisinde kuşkulanılacak bir kişi haline gelebilirdi.Daha sonra Nero ,Domitianus ve özel kişilerin portrelerinde görülen bir saç modası doğmuştur; bu modaya göre saç, üst üste gelen birçok sıra durumunda kesilir, özenle kıvrılmış ve orak biçiminde başı kaplardı.Bu saç biçimi coma in gradus formata olarak adlandırılır93.
92 93
A.g.e.,134. A.g.e.,134.
93
İmparatorların saç biçimi ile özel kişilerinki arasındaki benzerlik daha ileride devam etmiştir.Traianus döneminde saçlar düzgün bir şekilde alına taranmış, Hadrian dönemiyle Antoninuslar dönemi başlarında lüleler halinde dalgalıya dönüşmüş, bu dönemden Septimus Severus’a kadar dolgun çok sayıda küçük ve yanmış izlenimi veren küme şeklinde saç lülesi yığını durumunu almıştır.Romalılar matem tutarken bıraktıkları kısa sakal dışında, normalde sakalsızdırlar.İlk kez Hadrianus ile, büyük ihtimalle onun teşviki ile, başlayan top ya da kaba sakal, daha sonraki dönemde genel bir modaya dönüşmüştür. Önceleri kısa olan sakal, Antoninuslar ve Severuslar döneminde daha da uzatılmış, özenli ve kıvırcık bir hal almıştır. Adeta buna bir tepki olarak İS 3 yy.’da asker imparatorlar ile birlikte, genelde kısa asker kesimine geçilmiştir; bu dönemde kaba sakal da oldukça kısa tutulmuştur94.
94
A.g.e.,134-135.
94
Titus Fulvius Aelius Hadrianus Antoninus Augustus Pius Konstantin döneminde kendisini göstermiş, bir sonraki nesilde tekrar genelde alna taranan uzun saç ve sakalsızlık alışılmış bir hale gelmiştir. Kadın portreleri açık bir şekilde göstermektedir ki, saç modasındaki değişim, döneminin İmparatorluk saray çevresinin kadınlarının saç biçimine bağlı olarak gelişmiştir. Aynı saç modasının sürekli olarak Roma İmparatorluğunun en ücra köşelerine kadar portrelerden tespit edilmesi, İmparatoriçelerin portrelerinin her tarafa hızlı olarak dağılıp genel moda için belirleyici olduklarını göstermektedir. Yani İmparatoriçe portreleri dizisi, İmparatorluk dönemindeki saç modasının değişimi için, elimizdeki en sağlam veridir. Erken Augustus döneminde saç, şakaklar üzerindeki gevşek, öteki kesimlerde sıkı kıvrılarak başın arkasında bir topuz biçiminde toplanırdı; ayrıca bir tutam saç da ortadan ayrılarak öne getirilir ve alın üzerinde yassı bir düğüm ile bitirilirdi. Augustus’un kız kardeşi Octavia’nın sikkelerindeki bu saç biçiminde görülmesinden ötürü, arkeolojide Octivia saç modeli olarak adlandırılan bu saç biçimi, yerini ensede saçın örülerek bağlandığı biçime bırakmıştır. Claudius döneminde kısa saç lüleleri sıralarının alına ve şakaklara verilmesi ile zenginleşmiştir. Daha sonra Flaviuslar döneminde Traianus’un yönetimine kadar süren gösterişli bir moda başlamıştır. Ek bir takma saç kullanmadıkça gerçekleştirilemeyecek bu saç biçiminde alnın üzerinde neredeyse virtüozca hazırlanmış bir taç gibi yükselen bukleler bulunurdu. Buna karşılık Hadrianus ve Antoninuslar dönemi saç biçimi ise, yine sadeleşmiştir. Gevşek dalgalı saçlar önceleri yüksekçe bir saç kasnağı ile sonraları ise başın arkasında düğümlenerek tutturulur veya bir file içine sokuşturulurdu. Septimus Severus’un eşi Julia Domna’nın yıllarında ise tekrar kıvır kıvır bir saç biçimi görülür; çoğu zaman uzun ve dolgun bir saç örgüsü kulakların üzerinden başın arkasına verilirdi. Bazı tasvirler bu tarz saç biçiminin bir peruk olduğunu açık bir şekilde göstermektedirler. Sonra, yeniden saç uzatılmasına, düz ya da sıcak maşayla kıvrılmış lüleler
95
halinde başı kavrayan bir miğfer biçimi verilmesine başlanmıştır. Başın arkasını bir saç filesi veya düz bir bağ süslerdi; -yaklaşık İS 240 yılından itibaren – bundan bir ayırım çizgisiyle, öne doğru verilen bir saç örgüsü uzatılmasına başlanmıştır; bu örgünün uzunluğu ise gittikçe artmıştır. İS 3 yy.’ın sonuna doğru –İmparator Aurelianus’un eşi Severina’nın sikke portrelerinde olduğu gibi ayrılmış saç örgüsü alın üzerinde bir halka biçiminde kendisini gösterir. Bu saç biçimi 4 yy. süresince daha kabarıklaşırken, aynı zamanda eski modayı, Hadrianus- Antoninuslar dönemi saç biçimini hatırlatır biçimleri de ortaya çıkmıştır95. Satirikler gibi yazarlardan öğrendiğimize göre, saç ve sakal bakımı bazı kişiler için günlük yaşamda önemli ve çoğunlukla abartılmış bir rol oynamış olmalıydı. Köleleri arasında bir berbere (tonsor) sahip olmayan kişiler, berber dükkânına giderlerdi, bu tonstrinae süse düşkünlerin ve meraklıların bir buluşma yeri olmuştu. Saç boyama özellikle kadınlar arasında yaygındı. En sevilen ton ise tıpkı Germania’lı kadınların açık renk saçlarından yapılmış perukların tercih edildiği gibi, sarışındı. Taraklar ise saç iğneleri ve benzeri nesnelerden genelde fildişi ve değerli metal gibi pahalı maddelerden yapılmış birçok orijinal parça ele geçmiştir.
Roma kadın saç stilleri 95
A.g.e.,135-138.
96
Romalı Kadının Saç Şekli
97
ROMA’DA ÖLÜ KÜLTLERİ
Romalılarda ölü törenleri, ölümden hemen sonra gerçekleşen bir conclamatio (yakınma, ağıt yakma) ile başlardı. Bu ölünün akrabalarının birçok kez ona ismi ile seslenmesiydi. Ölünün tabuta ve katafalka konulmasında çeşitli hazırlıklar yapılırdı. Önce ölü yıkanır, merhemlenir be bazı durumlarda bozulmasını önlemek için mumyalanırdı. Katafalkta tutulma yüksek kademedeki önemli kişilerde yedi güne kadar sürebilirdi, giydirilir ve süslenirdi. Giysi ve süslenme ölen kişinin konumuna göre olurdu. Bu işler ailenin kadın üyeleri tarafından görülürdü. Daha sonraki dönemlerde bu konu bir cenaze firmasından (libitinarius=Cenaze tanrıçası Libitina’nın adından) uzman kişiler (pollinctores) tarafından yapılması yoluna gidilmiştir. Ölünün tabutunun bir tören yatağı (lectus funebris) üzerinde bekletildiği süre içerisinde evde belli bazı geleneksel işlemler yerine getirilirdi. Mumlar ve günlük yakılır flüt eşliğinde ağıtlar söylenir ve gece ölü beklemesi için bir araya gelinirdi96.
96
A.g.e., 200.
98
Haterier’nın mezarı. Ağıt yakan kadınlar ve müzikçilerle bir katafalktaki ölü. Vatikan Müzesi.
Polybios ünlü bir betimlemesinde (VI, 53) bize kendi döneminde (İÖ 2 yüzyılda) üst tabakadan seçkin aile üyelerinin ölüsü tabuta konulduktan sonra nasıl bir işlem gerçekleştiğini aktarır. Ölü bir cenaze alayı ile Forum’daki rostra’ya yani konuşmacı kürsüsüne götürülür, orada iyi görünecek şekilde çoğunlukla dik ve bazen de yatırılmış durumda konulurdu. Sonra oğlu veya başka bir erkek akrabası ölü üzerine bir söylev verirdi. Laudatio funebris denilen bu konuşmada, ölen kişinin iyiliklerinden ve faziletlerinden bahsedilir, bu arada ailenin ataları da övülürdü. Cenaze alayına-bu, en ilginç olanıdır-bir araba içinde, ölünün geçmiş aile büyüklerinin maskelerini takmış, elbiselerini giymiş aile büyüklerinin maskelerini takmış, elbiselerini giymiş ve kişinin makamına ait rütbe işaretleri ile tiyatro oyuncuları eşlik ederlerdi. Rostrada laudatio funebris esnasında bunlar ir sıra curulis denen sandalyeye oturur, böylece sanki geçmişteki aile büyükleri de bu törende yer alıyormuş gibi bir izlenim verilirdi. Polybios’un kişinin yapısını doğru biçimde verdiğini belirttiği bu portre maskeleri, gelenek olarak aile bireyinin ölümünden sonra evin atriumunda bir sandık içinde korunmaya alınır ve bayram günlerinde çelenk ile süslenirdi. Diğer kaynaklardan (Plinius,nat.hist.35,6)
99
öğrendiğimize göre bu imagines maiorum’lar balmumu maskelerdi. Modern arkeoloji literatüründe bunlar, genelde yanlış olarak ölünün yüzünden kalıp çıkararak yapılmış maskeler olarak gösterilir ve ünlü Roma geç Cumhuriyet dönemi gerçekçi biçimindeki portreleri bunlardan türemiş olarak gösterilir. Ama bu tür düşüncelerin somut bir dayanağı yoktur. Laudatio funebris’den sonra ölü, şehrin dışındaki gömüt yerine götürülmekte ve orada ya gömülmekte ya da yakılmaktaydı. Ölünün toprağa verilmesi ve yakılması adetleri bütün dönemlerden birinin diğerine belli bazı dönemlerde ağır bastığı olmuştur. Örneğin Cumhuriyet döneminde yakma yönteminin ağır bastığı bir zaman dilimi içinde ünlü genslerden Cornelius’lar, ölüyü lahit içinde gömme yolunu seçmişlerdir. Bu sadece yazılı kaynaklarla değil, Scipio Cornelius’lar ve daha başka Cornelius’lar için arkeolojik olarak da saptanmıştır. Diğer yandan İS 2 yüzyılda başlarından itibaren ölünün gömülmesi daha çok yaygınlaşmış ve bu lahit üretiminin artmasına neden olmuştur. Ölü, bir odun yığını üzerinde yakılırdı; odun yığınının da –ölünün kendisi gibi- süslendiği olurdu. Yakma sırasında yine ağıtlar okunurdu. Sonra kemiklerden arta kalan, süt ve şarapla sulanır ve bir küp içinde gömülürdü. Ölünün mezara gömülmesi ile ilgili gelenekler için antik kaynaklar fazla bilgi aktarmazsa da arkeolojik kazılar birçok durumda parçalar halinde de olsa ölü ile beraber gömülen buluntular ortaya çıkarmıştır. Polybios tarafından sözü edilen o cenaze işlemleri, Roma toplumunun yüksek derecedeki kesimi içinde gerçekleşmekteydi. Bu gömme şeklinin tam tersine yoksul halk tabakasının mezarlarında ölü sadece basit bir şekilde açılmış bir çukura bırakılırdı; Cumhuriyet döneminde ise Roma’nın Esquilina tepesine gömülüyorlardı. Onurlu bir şekilde gömülmek için, zamanla birçok gömüt derneği (colligia funeraticia) kurulmuştur. Bunlar kendilerine ödenen aylık belli bir ücret karşılığı, ölen üyeleri için iyi bir gömme töreni yapıp mezarlıklarda tek kişilik bir yeri ayıracaklarını garanti ediyorlardı 97. Mezarlar biçimleri bakımından büyük fark gösterir, bu sadece ayrı dönemler ve bölgeler içinde değil aynı zamanda belli bir dönem içinde tek bir bölgedeki mezarlar içinde geçerlidir.12 levha kanunları ölünün şehir sınırları içerisinde gömülmesini yasaklamaktaydı. Bundan dolayı şehir kapısı dışında, kent dışına giden yollar boyunca birçok mezar vardır. Bu mezar yolların en tanınmışı, Roma önündeki via Appia’dan kalan parçasıdır; bunun tersine Pompei’de Herculaneum kapısı önündeki mezar yolu, anıtları bakımından bugüne kadar daha iyi durumda gelmiştir. Farklı mezar mimarilerinin çeşitliliği içinde bu yol geç Cumhuriyet ve erken İmparatorluk döneminde çok görülen anıtsal mezar tiplerinin çoğunu somut olarak gözler önüne serer. Bu dönemde mimari açıdan büyük yapılı mezarlar ya tek bir kişi ya da az sayıdaki aile bireyleri için yapılırken, mimari olarak o kadar gösterişli olmayan ve genelde
97
A.g.e., 201-203.
100
toprak altında bulunan yerlerin ise birçok ölü külü kabının konulması için hazırlandıkları söylenebilir. Ailelerin özene bezene kendi sosyal yapılarını gösterdikleri anıtsal mezar yapıları grubu içerisindeki kule biçimde mezarlar(örneğin Capua’daki Conocchia), büyük bir kaide üzerine oturulan altar biçimindeki mezarlar(örneğin Pompei’deki M.Porcius mezarı),büyük bir yarım çembersel oturma bankı biçimindeki anıtsal mezarlar (örneğin Pompei’deki Mamia mezarları) ve silindirik mezarlar (örneğin Via Appia’daki Caecilia Metella mezarı) birçok yönü ile Etrüsk tumulus’larının etkisi altındadırlar. Bunun yanı sıra bireysel bazı formlar da vardı. Fırıncı Eurysaces’in Roma’daki mezarı veya Cestius piramidi burada örnek olarak verilebilir. Bu mezarlarda dışarıdan görülen yapının içinde, içine urna yani kül kabı konulacak olan asıl mezar odası ya ikincil bir önem taşır ya da hiç yoktur, o durumda mezar, gömülü kül kabının üzerine doğrudan doğruya yapılmıştır98.
Capua’daki Conocchia kule biçiminde mezar
98
A.g.e., 203-204.
101
Via Appia’daki Caecilia Metella mezarı, Silindirik mezar
102
Cestius Piramidi
Bu çeşide benzemeyen ve yer altında bulunan grup mezarlarının özelliği ise, odanın sık sık yeni getirilen ölü külleri içinde kullanımından dolayı, duvarlarda yan yana birbirlerine çok yakın sıralanmış kovukların bulunmasıdır. Bu görünümleri ile bir güvercinliğe benzediklerinden columbarium olarak adlandırılan bu mezarlar 700 tane ayrı ölü külünü alacak kapasitedeydiler. Buraya gömülenler genelde yoksul halk kesiminden insanlar, köleler
103
veya azat edilmiş eski kölelerdi ve bunlar ya bir columbariuma sahip olan bir aileye mensup olmalarından ya da bir mezar derneğinin üyesi bulunmalarından ötürü buraya gömülme hakkına sahiptiler.
Roma.Vigno Codini’deki columbarium. İS 2. yüzyılda o zamana kadar görülen gömüt türlerine, Ostia yakınlarında Isola Sacra’da, Roma’daki San Pietro’nun altındaki nekropolde ve Roma’da Via Latina’da iyi korunmuş durumda görüldüğü gibi, ev biçimindeki mezarlar da katılmıştır. Burada ölü külü kabı yanı sıra cesedin bir lahit içerisine bırakılmasına da gittikçe daha sık rastlanmaktadır. İçerisinde sanatsal açıdan oldukça iyi verilmiş örnekleri ile çok küçük formattaki ölü külü gömütünün yanında büyük lahitler genelde mermerden yapılmakta, etrafındaki kabartmalar ile orta ve geç İmparatorluk dönemi Roma sanatının çok anlamlı birer heykeltıraşlık örnekleri vermektedirler. Bunlarda süs motifleri(örneğin av, savaş, düğün, zanaat ve mesleki konular, çocukların yaşamı) sahneler canlandırılırdı. Çok sayıdaki ölünün bir arada gömülmesini sağlayan katakomblar, önce yakılan ölülerin küllerinin bırakıldığı columbariumların yerini almış, zamanla da Hristiyan mezarlıkları olarak yerleşmiştir. Mimari açıdan az veya çok bir süslenme ile görülen bu mezarlar ile birlikte, her dönemde ceset veya ölü külü kabının indirildiği torak altı mezarı da kullanılagelmiştir. Bu kategori içerisinde de yine, ölü külü kabını veya cesedi örten basit kiremit semerlerden, kül kabı diye kullanılan amforlardan ya da tabutlardan lahit biçimi taş sandıklara veya ahşap tabutlara kadar farklı biçimler vardı. Bu mezarların en yoksulları, ya yere diklemesine konulmuş bir amfora ile ya da üzerinde ölünün
104
ismi bulunan bir mezar taşıyla dışarıya belli edilirdi. Mezar taşının üzerinde başka yazılar ve süsler de olabilirdi. Bu mezar türlerinde büyük bir form zenginliği vardır, aynı zamanda birçok bölgeye özgü çeşitleri de görülür. Büyük anıtsal mezarların belirlenmiş bir toprak parseli üzerinde yer alması gibi, yer mezarları da çoğu zaman, özellikle bir aileye ait birden çok mezar bulunması durumunda, diğer mezarlardan belli bir sınırla ayrılmış, çevresi belirlenmiş bir parsel üzerinde olurdu, bu parselde de mimari bir süsleme bulunabilirdi. Mezar parselinin yüzölçümünü belirten, mezarın tahrip edilmesine veya satılmasına ya da devrine karşı uyarıcı birçok yazıtlar ele geçmiştir. Ölen kişinin toprağa verilmesinden sonra ölü kültü çerçevesinde, mezarın başında silicernium denilen bir cenaze yemeği verilirdi ve burada Ceres’e domuz, evde ise Laren’lere bir koyun kurban edilirdi. Başka bir kabir yemeği de ölümün dokuzuncu gününde mezarda ölüye bırakılan hediyeler ile yaslı aile bireylerini bir araya getirirdi. Parentalia adı verilen ve her yıl şubat ayında yapılan dokuz günlük ölü törenlerinde, ölülere ufak armağanlar olarak mezarlarına meyve, şarap ile yumuşatılmış ekmek ve çiçek bırakılırdı. Ölünün doğum gününde de anılması ve kurban kesilmesi bir gelenekti99.
99
Horst Blanck,Eski Yunan ve Roma’da Yaşam, çev.İslam Tanrıkurt (İstanbul: Arion Yayınevi, 1999),
105
ROMA AİLESİ’NİN BİR GÜNÜ
Roma’da yasal bir evlilikle meydana gelen bir ailenin günlük yaşamı, hiç şüphesiz günümüzdeki bir ailenin günlük yaşamından çok da farklı değildi. Çünkü tarih boyunca değişen insan değil, teknolojidir. Elbette Romalıların da inançları, batıl inançları, gelenekleri, aşkları, oynayacak oyunları, yemekleri, inşaat teknikleri, yol ağları, makineleri, silahları, beslenme şekilleri, giysileri, ilaçları, resim ve müzik zevkleri, ruh halleri, iş koşulları ve boş vakitleri vardı. Bundan iki bin yıl öncesinin Roma toplumu sağlığına ve temizliğine özen gösterirdi. Politikadan vergilendirmeye kadar her şey tamamıyla yasalara bağlanmıştı ve kontrol altındaydı. Antik mekânların turistik ziyaretlerine, evde çeşitli koleksiyonlara ve gürültülü eğlencelere önem veriyorlardı. Roma’da ve büyük şehirlerde botanik ve hayvanat bahçeleri, resim ve heykel sergileri, şiir, edebiyat, müzik yarışmaları yapılırdı. Üzerine belirli harfler kazınmış bilyeler, tiyatro, amfitiyatro ve sirklerin girişlerinde bulunurdu. Kişinin oturacağı bölüme ve yere işaret edenler de vardı. Eşiklerdeki taşlarda bulunan ayak izi şeklindeki oymalar, yürüme yönüne işaret ederdi. Böylece bir kapıdan insanlar, sağ taraftan geçmek suretiyle, aynı anda hem girip hem çıkabiliyorlardı. Yollarda araçların trafiği de genel olarak yine bu yönden akıyordu. Romalıların yaşadığı apartmanlarda, bir numaralı kat ikinci kattı ve yukarı çıkıldıkça katlar ve daireler daha gösterişsiz oluyordu. Hepsinin sokağa bakan pencereleri vardı ve bu daireler sıklıkla ahşaptan bir merdivenle birleştiriliyordu. Roma’da bol olan ve kurşun borular sistemi aracılığıyla her yere ulaştırılan su, çoğu zaman bu binalarda ikinci veya üçüncü kata çıkacak kadar basınçlı olmuyordu. Bu yüzden üsttekiler suyu basit kovalarla ve aynı zamanda yiyecekleri de tepeye ulaştıran yukarı çekmeye yarayan sistemlerle alıyorlardı. Çatı katları ahşaptan olduğundan ve ısıtma sistemleri iyi binalarda olduğu gibi merkezi olmayıp sobalarla yapıldığından ve aydınlatma da güvenli olmayan toprak lambalarla gerçekleştirildiğinden yangınlar bu binalarda kolaylıkla yayılabiliyordu. Roma’da bol su bulunurdu. Şehrin üstünde yükselen, sifonları ve gerekiyorsa kum ve taşlarla su arıtma tesisleriyle büyük sukemerleri belirli bir noktada birleşiyordu. Roma’ya gelen suyun tamamı içme suyuydu. Roma trafiğe kapalı bir şehirdi. Yollar, sadece yayalara ayrılmış durumdaydı ve taşıtlar belirli malların yerine ulaştırılabilmesi için sadece geceleri geçici olarak girebiliyordu. İnsanlar genelde her yere yürüyerek giderdi. Bayramlar, zaferler ve askeri geçitler dışında şehrin içinde çok az at kullanılırdı. Yollar tercihen düzdü ve dağlardan tüneller, vadi ve
106
nehirlerden köprüler aracılığıyla geçilirdi. İmparatorluk zamanında sokaklarda hijyeni korumak için bu konu teşvik edilmişti. Bloklarda biriken çöplerin toplanması hizmeti olmadığından sokaklar her gece yıkanır ve süpürülürdü. Bunun dışında dev kanalizasyonlar olduğundan sel baskınları önlenebiliyordu. Geceleyin şehrin aydınlatılması için, silindir şekilli gövdesi olan bronz sokak lambaları kullanılırdı. Evlerin kapılarında da bu lambalardan veya uzun süre yanan meşaleler vardı. Sokaklar günümüzün polisine benzer bir teşkilat tarafından gözaltında tutulsa da, yoldan geçenleri ardından lamba veya meşaleleriyle hizmetçileri takip ederdi. Tüm şehir mahallelere bölünmüştü. Romalılar tarafından inşa edilmiş şehirler, dikdörtgen şeklindeydi. Bu dörtgen yapı, ulaşımın kolay sağlanması için şehrin içindeki sokaklarda da korunuyordu. Roma’da hamamlar, oldukça önemli bir yere sahipti. Roma hamamlarının asıl amaçlarıyla ilgili bölümlerinin dışında, kütüphaneler, resim sergileri ve konser salonları gibi bölümleri de bulunurdu. Bunun yanında birçok Roma evinde banyo ve tuvalet de mevcuttu. Bu imkânlara sahip olmayanlar için de herkese açık tuvaletler vardı. Bu tuvaletlerde akan su bulunurdu. Kişisel hijyen amacıyla, kişiyi utandırmamak için, bir delikten bir sopanın ucuna tutturulmuş su ve şarap sirkesine batırılmış bir doğal sünger uzatılırdı. Bu hizmet sadece erkekler içindi. Hamamlarda ise kadınların ve erkeklerin kullanımı için farklı zaman dilimleri belirlenmişti. Tüm bu hizmetler ücretsiz olup karşılığında sadece bahşiş verilirdi. Sirklere, tiyatrolara ve amfitiyatro’lara giriş ise ücretli olup sadece bayramlarda halk ücretsiz bir şekilde girebiliyordu. Romalılar, gladyatör oyunlarına büyük ilgi gösteriyordu. Bu oyunlarda belirli özelliklere sahip erkekler karşılaşıyordu. Bu karşılaşmalarda taraflardan birinin ölmesi, sık rastlanan bir durumdu. Roma dünyasında yüzlerce tanrı, tanrıça ve farklı inanç bulunuyordu. Ancak resmen tanınan bütün dinlere özgürlük tanınmıştı. Herkes, başkasının dini inancına saygı duyuyordu. Dini inanç, imparatorun kontrolü altındaydı. İmparatorun kendisinin en büyük başrahibi olduğu resmi dinin dışında, Augustus döneminde (M.Ö. 27-M.S. 14) üç yüz adet din bulunuyordu. Roma’da tanrılar, Yunan tanrılarında olduğu gibi, insan formunda tasvir edilmişti. En önemli tanrı, imparatorların koruyucusu da olan “Jüpiter”di. Çoğu yerel tapınakta ibadetler, öbür dünya için rahatlık ve umut getireceğine inanılan “Mithras” ve “Isis” adına yapılıyordu. Roma’da hayatın her alanını koruduğuna inanılan tanrılar vardı ve insanlar, tapınaklarda bu tanrılar için kurbanlar sunuyordu. Tarihi eser niteliği taşıyan bazı kaplar, tanrılara adanan hediyeler ve muskalar gibi din ile bağlantılı çoğu eşya, tapınaklarda yapılan dini törenler esnasında kullanılıyordu. Bir Roma tapınağı, en basit şekliyle, bir ev
107
olabilirdi (Aedes). Roma’da tapınaklar, ibadet merkezi olarak kullanılmıyor, sadece tanrılara adaklar sunulan kutsal yerler olarak kabul ediliyordu. Müzik ve dans, Roma günlük yaşamında önemli bir yer tutuyordu. Müzik; tiyatrolar, dini törenler, gladyatör oyunları ve akşam yemeklerinde her mekâna uygun olarak mutlaka çalınıyordu. Özellikle dini törenlerde, müziğin uğursuz sesleri yok ettiğine inanılıyordu. Bronz başlıkları olan üflemeli çalgılar, kamıştan yapılıyordu. Bunların en önemlisi bir flüt şekli olan “Tibiae” idi. Darbukalar ve ziller, ağırlıklı olarak kullanılan diğer müzik aletleriydi. Roma’da kullanılan çoğu müzik aleti, Yunanlılardan alınmıştı. Romalıların yemekleri çok bol olmazdı. Çok özel durumlarda resmi veya özel saraylarda harika ziyafetler olurdu. Ancak normalde günde üç kere yemek yenirdi ve en çok yemek akşamleyin olurdu. Pater familias’a eşlik eden kadın ve çocuklarla geçirilen akşam yemeği sonrası sohbetlerde her türlü konudan konuşulurdu. Akşamdan kalanlarla da sabah kahvaltısı hazırlanırdı. Oldukça geç yenen öğle yemeğinin temel gıdaları meyve, sebze, hafif etler idi. Hindistan’da şekerkamışı çok yetişmesine ve Roma’nın Doğu ile ticari ilişkileri olmasına rağmen şeker kullanılmazdı. Bunun yerine bol miktarda bal tüketilirdi. Ballı su, meyve suları, bal likörü ve bira en fazla tüketilen içeceklerdi. Günümüzdekilere çok benzer kaşık, çatal ve bıçaklar kullanırlardı. Aynı şey tabak ve servis tabakları için de geçerliydi. Yemek için kullanılan divanların her birinde üç kişi dirseklerine dayanarak yan pozisyonda yaslanmış bir şekilde yemek yiyebilirdi. Hizmetkârların geçebilmesi için arada bir boşluk bırakılarak bu kanepelerden üçü bir araya getirilir ve ortaya alçak bir masa yerleştirilirdi. Daha ziyade varlıklı ailelere özgü olan bu yemek yeme alışkanlığından, Romalıların lüks ve rahat bir yaşama düşkün oldukları sonucu çıkartılabilir. Roma’da bulunan hiyerarşik düzenin, Roma günlük yaşantısını da fazlasıyla etkilediği unutulmamalıdır. Varlıklı aileler ile köle ailelerin bir gününü aynı şekilde geçirmesi beklenemez. Peki, Roma’da bir aile, günü nasıl geçiriyordu? Günlük yaşam, Roma toplumsal yaşantısını ne ölçüde etkiliyordu? Çalışmanın bu bölümünde Roma ailesinin bir günü, sabah, öğle ve akşam olmak üzere 3 bölümde ele alınacaktır. Sabah (Mane) Romalılar, güne erken başlıyordu. Yataktan çabucak kalkmak ve giyinmek hiç de zor değildi. Çünkü bir erkek veya çocuk, “Tunik” ile uyurdu. Elbise biçiminde, kolları kısa, dize kadar uzanan ve belden bir kemer ile bağlanan tunik, sade veya çok süslü olabilir, değişik yünlerden yapılabilirdi. Köleler kısa bir tunik giyerlerdi. Ancak ister uzun, ister kısa olsun tunik, giyimi kolay ve rahat en temel Roma giysisiydi. Tunik, genelde köleler ve çocuklar
108
tarafından giyilmesine rağmen, daha sonra kadın-erkek herkesin evde de giyebildiği bir giysi haline geldi. Tunik’in, Roma vatandaşlarına özgü bir giysi olan “Toga” ile karıştırılmaması gerekir . Toga, Roma’da uygarlık ile eşanlamlı sayılır, toga’yı giymek için soylu bir kişilik gerekli görülürdü. Toga giymek, Roma vatandaşlarını özgür olmayanlardan ayırırdı. Toga, yarım daire şeklinde, yünlü dokumadan yapılmış, ağır bir erkek giysisiydi. Toga önce sol omuzdan aşağı dökülür, sağ kolun altından dolaşır ve sonra arkadan sol omuzun üstüne çıkardı. Değişik renkleri olan toga’nın, altın yaldızlı olanı ve mor rengi modaydı. Çok kullanışlı olmayan toga, bu kıyafeti taşıyan kişinin toplumsal statüsünün bir göstergesiydi. Erkek çocuk, ergenlik çağına gelene kadar “Toga Praetexta”, (çocuk toga’sı) ergenliğe ulaştığında ise “Toga Virilis” (yetişkin toga’sı) giyerdi. Seneca, ergenlik yaşına gelerek toga virilis’ini giyen bir çocuğun içindeki onuru şöyle anlatmıştır: (Sen. epist. I, 4, 2: “Tenes utique memoria quantum senseris gaudium cum praetexta posita sumpsisti virilem togam et in forum deductus es: maius expecta cum puerilem animum deposueris et te in viros philosophia transscripserit. Adhuc enim non pueritia sed, quod est gravius, puerilitas remanet; et hoc quidem peior est, quod auctoritatem habemus senum, vitia puerorum, nec puerorum tantum sed infantum: illi levia, hi falsa formidant, nos utraque.”) “Praetexta’yı bir kenara koyup delikanlılık toga’sını giyerek forum’a götürüldüğün gün duyduğun sevinç aklından çıkmamıştır. Çocuksu ruhunu bırakıp felsefenin seni erkekler listesine yazacağı gün daha büyük bir sevinç bekle. O güne kadar çocukluk değil, ondan daha kötü bir şey; çocuksuluk kalmıştır üzerinde…”
Yataktan kalkan çocuk, gece çıkardığı “Amulet” (muska) veya “Bulla”yı (mühür) yeniden takardı. Roma’da bu tür koruyucu simgeler taşımak, yaygın bir davranıştı. Bu simgeler, kızlar için 8, erkekler için 9 gün olmak suretiyle doğumlarından sonra bebeklerin boyunlarına takılıyordu. Amulet ve bulla’nın çocukları, şeytanın kötü güçlerinden koruyacağına inanılıyordu. Çünkü Romalılara göre çocuklar, kötü etkilere karşı büyüklerden daha savunmasızdı. Roma’da üst sınıftan olan zengin aileler villalarda, alt sınıftan olan halk ise “İnsula” adı verilen ve boyutları açısından farklılıklar gösteren apartman bloklarında yaşıyordu. İlk olarak M.Ö. 3. y.y.’ın sonlarında inşa edilen insula’ların, nüfusun artması sonucunda ortaya çıktığı söylenebilir. Yoksul ailelerin yaşadığı insula’lar, çökme tehlikesi olan ve kötü inşa edilen yapılar olduğu için, insula’ların yüksekliği ile ilgili bazı kısıtlamalar getirilmişti. Buna göre bir insula’nın yüksekliğinin en fazla 20-25 metre olması gerekiyordu. İnsula’nın en alt
109
katı genelde dükkânlar ve küçük işletmeler için kiraya verilirdi. Yukarı çıkıldıkça odalar daha gösterişsiz olduğundan, en az istenilen oda, en üst kattaki oda oluyordu. Kadın ve erkek, bir insula’nın dar ve sıkışık dairelerinde bulunan yatak odalarında bir arada yatmıyorlardı. Yatak odaları, genelde tek kişilikti ya da nadiren aynı odada iki yatak bulunuyordu. Yataklar divan tipinde ve ahşaptı. Yatak odaları çok büyük olmayıp, misafirlerin kabul edildiği oturma odalarından ziyade, sadece uyku için kullanılan yerlerdi. Yatak odalarında, yatağın yanı sıra bulunan diğer eşyalar arasında, giysiler, değerli eşyaların konulduğu dolaplar, masa ve tabure sayılabilir. Tüm bu eşyalar, olası bir yangında kaybedilme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Sabah yataktan daha geç kalkan kadın ise, köleler yardımıyla giyinir ve makyajını yapardı. Roma’da kadınların giydiği kıyafete “Stola” deniyordu. Erkeklerin giydiği toga’ya benzeyen stola, özgür veya köle, Romalı her kadının giyebildiği bir giysiydi. Stola bir tunik üzerine giyiliyordu ve şala benzer uzun bir aksesuar olan “Palla” ile tamamlanıyordu. Ovidius, elbise konusunda kadınlara mor rengin yakıştığıyla ilgili öğütler vermiştir. Yine Ovidius, giyim kuşam ve süslenmenin dışında, güzelleşmeyi sağlayacak başka faktörlerin de olduğunu söylemiştir. Ovidius’a göre güzelleşmenin amacı aşktır. Ovidius, güzelliğin karakterde gizli olduğunu, yüz güzelliğinin geçici olduğunu ve en güzel yüzün bile bir gün kırışıklıklarla dolacağını söylese de, kadınlar erkekleri etkilemek için sağlıklarını tehlikeye atarak, abartılı makyajlar yapıyorlardı. Kadınların güzel görünmek için kullandığı beyaz kurşun, en zehirli makyaj malzemelerinden biriydi. Beyaz kurşun ve toz tebeşir pudra; kırmızı aşı boyası allık ve kül göz boyası olarak kullanılıyordu. Taraklar, saç kıvırmaya yarayan maşa, aynalar, parfüm şişeleri, cımbızlar, kadınların kullandığı eşyalar arasındaydı. Kadınların oldukça karışık ve yapımı zor saç stilleri vard. Saç bakımı ya bir bayan kuaförü ya da bir köle tarafından yapılıyordu. En sevilen mücevher inci olmakla birlikte, safir, zümrüt, kuvars, pırlanta ve elmas, kadınların mücevher seçiminde kullandığı diğer önemli taşlardı. Roma’da çoğu kadının kulakları delikti ve küpe, bilezik, yüzük ve kolye, en çok takılan takılardı. Sözü edilen bu kadınlar, hiç şüphesiz varlıklı kadınlardı. Plinius, bir nişan partisinde imparator Caligula’nın üçüncü karısı olan Lollia Paulina’yı saçına, kulaklarına, parmaklarına ve boynuna taktığı 40 milyon sesters tutarındaki mücevherle gördüğünü söylemiştir. Plinius’a göre Caligula, karısının bu kadar çok mücevheri olmasını nasıl karşıladığı sorusuna: “Bu israfı önlemek için, kızım olursa kulaklarını keseceğim” cevabını vermiştir. Köleler ya da maddi durumu daha düşük seviyede olan kadınlar ise güne kısa bir duş ile başlar, saçlarını toplar, basitçe giyindikten sonra hemen evin işlerini yapmaya koyulurlardı.
110
Çocuklar, sabahın erken saatlerinde “Paidogogus” eşliğinde okullarına giderlerdi. Özel öğretmen olan paidogogus, güvenilir bir köle ya da azat edilmiş bir köle olabilirdi. Bu kişinin görevi, çocuğu okula götürmek, onunla okulda kalmak ve onu tekrar eve getirmekti. Quintilianus’a göre başta baba olmak üzere, çocuğun eğitimiyle ilgilenecek olan herkesin özellikle ahlaki açıdan olumlu niteliklere sahip olması gerekiyordu. Roma’da kız çocukları da eğitilirdi. Ancak kız çocuklarının eğitimi, erkek çocuklarınınki kadar yaygın değildi. Özellikle yoksul ailelerin kız çocukları daha ziyade, ev işlerini öğrenmeleri için evde yetiştirilirlerdi ve erkek gibi çalışmak zorunda bırakılırlardı. Okula giden çocuk, yazı yazmak için, taşınabilir ve içi mumla kaplı ahşap bir tabla kullanırdı. Harfler, ucu sivri bir aletle mumun üzerine kazınırdı. Kitaplar, papirüsten yapılmış rulo şeklindeydi. Çocuğu disipline etmek için dayak atılması, sık rastlanan bir durumdu. Eğitimin önemli bir bölümünü ezber oluşturuyordu. Roma’da bir çocuğun, dinleyicileri etkileyip ikna edebilecek kadar iyi konuşması onun iyi bir “Romalı” olduğu anlamına geliyordu. Bu nedenle çocuğun eğitiminde hitabet sanatı (retorik) önemli bir yer tutuyordu. Soylu ailelerin çocukları, okula devlet işlerinde önemli bir kariyer yapmak için gidiyordu. Okuma yazmayı bile öğrenemeyen daha alt sınıftan olan pek çok Romalı çocuk için ise eğitim, ticaret, zanaat ya da ev işlerini öğrenmekten ibaretti. Bu çocuklar, sabah saatlerini çiftlikte, mutfakta ya da evcil hayvanların yanında geçiriyordu. Roma evleri içe dönük yapıdaydı ve çok geniş değildi. Evler bir ailenin ve bazen de kölelerin yaşayabileceği büyüklükteydi. Sade görünümlü olan dış kapılar ya uzun koridora ya da direk evin en büyük salonu olan “Atrium”a açılırdı. Atrium, evin en önemli ve merkezi bölümüydü. Atrium’un tavanında “Compluvium” adı verilen ve gökyüzüne bakan bir açıklık bulunurdu. Yağmur suları, bu açıklık yardımıyla, atrium’un zemininde ve compluvium’un altında bulunan havuzu doldururdu. Bu havuza da “İmpluvium” adı verilirdi. Atrium’da yer alan mobilya ve eşyaların kalitesi, ev sahibinin statüsüne ve maddi durumuna göre değişiklik gösterirdi. Atrium’dan, hem atrium’a hem de evin arka bahçesine açılan ve pater familias’ın çalışma odası olan “Tablinum”a geçilirdi. Tablinum başlarda pater familias’ın eşi ile birlikte kullandığı yatak odasıydı. Ancak daha sonra ev sahibinin konuklarını da ağırladığı bir yer haline gelmiştir. Daha önce de ifade edildiği üzere evde yaşayan herkes, pater familias’ın hâkimiyeti altında olduğundan, tablinum, sanki bu hâkimiyetin merkezi gibiydi. Tablinum’un her iki tarafında ise bahçeye açılan bir geçit bulunuyordu. Buradan yatak odalarına, yemek salonlarına ve bahçeye geçilirdi. Atrium’un zemini, geometrik desenlerle süslüydü. Mermer, Roma evlerinde kullanılan en önemli dekorasyon malzemesiydi. Duvarlar, merdivenler ve zeminler
111
mermerden yapılmıştı. Atrium, evin merkezindeki tören alanı olmasına rağmen, evin diğer bölümlerinde de bazı kutsal mekânlar oluşturulmuştu. Bu kutsal mekânlardan en önemlisi “Lares” ve “Penates” için hazırlanmış ve minyatür bir tapınak şeklinde olan “Lararium”du. Lares ve Penates, ev halkını koruduğuna inanılan ev tanrılarıydı. Koruyucu anlamına gelen “Lar” kelimesinden türetilen Lares, hem kamusal alan için, hem de kişiler için olabilirdi. Penates’in ise daha çok evin erzak ve kilerini koruduğuna inanılırdı. Ev halkı, bu iki tanrı için de her sabah lararium’da kurbanlar sunardı. Lararium’da aynı zamanda bebeklere isim verme, ergenliğe girme ve evlilik törenleri gibi törenler de yapılıyordu. Romalılar, zamanı güneş saatine göre belirliyorlardı. Bir dikilitaşın gölgesinden yararlanmak, bunun en belirgin örneğidir. Bunun yanında ölçekli bir kap içindeki su seviyeleri yardımıyla zamanı ölçen su saatleri de kullanılıyordu. Roma’da gündüz ve gece 12 saat olarak bölünmüştü ve gün ortası, altıncı saat olarak kabul ediliyordu. Romalılar, evlerindeki banyoyu lüks için değil, sadece sağlık ve temizlik için kullanıyorlardı. Burada günlük olarak bacaklarını ve kollarını yıkıyorlar, haftada bir kere de tüm vücutlarını yıkıyorlardı. Bu amaç için ayrılmış odaya “Latrina” deniyordu. Latrina, bir Roma evinde, sıcak suyun kolayca temin edilebilmesi için mutfağa en yakın yere yapılıyordu. Latrina, aynı zamanda Roma’da tuvaletler için de kullanılan bir terimdi. Ancak her evin böyle bir konforla inşa edilmediği unutulmamalıdır. Evlerinde latrina bulunmayanlar için, sokaklarda çok sayıda halk tuvaleti bulunuyordu. Hem ev hem de halk tuvaletlerinde kişi, alt kısmından kanalizasyona doğru sürekli su akan bir deliğin üzerine otururdu. Evde bulunan latrina’larda oturma yerleri, odanın kenarları boyunca sıralanırdı. Halk tuvaletlerinde ise kadın ve erkek ayrımı yapılmıyordu. Bu durum, Romalıların giyim tarzıyla açıklanabilir. Nitekim böyle yerlerde örtünmek için tunik, pantolondan daha kullanışlıdır. Roma’da su, bol miktarda bulunurdu. Yaşam için gerekli olan en temel ihtiyaçlardan biri olan suyun kaynağının bulunması, evlere, sokaklara ve hamamlara ulaştırılarak insanların kullanımına sunulması gerekiyordu. Romalılar, suyun yerleşim yerlerine ulaşabilmesi için çok gelişmiş bir su kemeri ve kanalizasyon tekniği kullanmışlardır. Su kemerleri, kurşun borular yardımıyla suyun taşınmasını sağlıyordu. Boru yapımında kullanılan kurşun zehirli ancak ucuz bir metaldi. Romalıların inşa ettiği su kemerleri, suyun tüm şehre ulaşmasını sağlarken, kirli ve atık içeren sular, kanalizasyonlar yardımıyla Tiber Nehri’ne dökülüyordu. Şehrin en önemli kanalizasyonu günümüze kadar kalabilmiş olan “Cloaca Maxima”ydı. Roma’da tam anlamıyla bir üretim mekanizması oluşturulmuş değildi. Üretim, köle gücüne dayanıyordu. İnekler, et ve sütlerinden çok, derileri için önemliydi. Peynirler, keçi ya
112
da koyun sütünden yapılıyordu. Ekmek, odun kömürü ile ısıtılan fırınlarda yapılıyordu. Romalı tüccarlar ve zanaatkârlar, sokaklarda mallarının türlerine göre sıralanmıştı. Bir sokak peynirciler için ayrılmışken, başka bir sokak dericiler için ayrılmıştı. Deri, tekstil, ahşap, çanak-çömlek, metal ve cam işçiliği, gözde mesleklerdi. El sanatlarıyla uğraşan işçiler, kendi dükkanlarında çalışıyordu. Hazır yemek dükkânları ve küçük işletmeler, Roma sokaklarında sık rastlanan mekânlardı. Tavernalar, şarap dükkânları ve “Thermopolium” bunlardan bazılarıydı. Thermopolium, sıcak içki ve yemek satan lokantaydı Yemek pişirmenin tehlikeli olduğu ve yangın çıkma ihtimalinin olduğu ahşap evlerde oturan aileler, taze ve sıcak yemek için thermopolium’dan alış veriş yapıyor olmalıydılar. Öğleden Sonra (Meridianus) Romalı aileler, sabah koşuşturmasının ardından, zamanlarının bir bölümünü evlerinin bahçelerinde geçiriyorlardı. Bu bahçe, varlıklı aileler için bir villa bahçesi, daha alt sınıftan olan aileler için bir insula’nın avlusu olabilirdi. Villa bahçesi, villada yaşayan ailenin kendisine aitken, İnsula avlusu, bir insula’da yaşayan herkesin kullanması içindi. Bununla birlikte, yoksul Romalıların gidebilmesi ve bahçe keyfini yaşayabilmesi için, şehir merkezinde halka açık bahçeler de bulunuyordu. Küçük suyolları, çeşmeler, çitler, tablolar, yemek için kullanılan kanepeler, havuzlar, heykeller, değişik ağaçlar ve bitkilerle süslenen bahçeler, adeta Roma sanatının bir minyatürü gibiydi. Bu bahçelerde, gül, menekşe, sümbül gibi süs bitkilerinin yanında, nar, ayva, rezene, maydanoz gibi tüketim amacıyla üretilen bitkiler de bulunuyordu. Bahçeler, bahçıvanların gözetimi altındaydı. Roma evlerinin bahçelerinde bir de kutsal bir alan ayrılmıştı. Burada bahçe ve bereket tanrısı olan “Priapus”un heykeli bulunuyordu.50 Villalarda oturan varlıklı aileler için, bahçede yemek, günün en keyifli faaliyetlerinden biriydi. Bu iş için, bazı evlerin bahçelerine bir tentenin altında ve havuzun yanında bulunan özel yemek odaları kurulmuştu. Bu alan, Plinius’un Toscana’daki villasının bahçesinde de yer aldığı gibi, ortasında küçük bir havuzun bulunduğu beyaz mermer bir alandı. Bazı yiyecekler, soğuması için bu havuzun içinde yüzdürülürdü. İnsula’da oturan ailelerinse dışarıda yemek yeme keyfini yaşaması söz konusu değildi. Öğleden sonra güzel vakit geçirmenin en iyi yollarından biri, hiç şüphesiz oyunlardı. “Aşık”, en sevilen oyunlardan biri olup, oyun tahtası üzerinde zarla oynanan bir oyundu. Bir diğer oyun çeşidi, bir tahmin oyunu olan “Morra” idi. Bu oyunda oyunculardan biri, parmaklarını, belli sayıları işaret edecek şekilde havaya kaldırıyor, diğer oyuncular da doğru sayıyı tahmin ediyordu. Morra’yı karanlıkta oynamak ve doğru sayıyı bilmek, mucize olarak görülüyordu. Bir başka tahmin oyunu ise oyuncuların avuçlarına gizledikleri çakıl taşı sayısını tahmin etmek üzerine kurulu olan “Par İmpar”dı. Bir tabla üzerinde piyonlarla oynanan ve
113
amacı, karşıdaki oyuncunun tüm piyonlarını almak olan “Duodecim Scripta”, altı harfli sözcükler kullanarak anlamlı cümleler oluşturma üzerine kurulu olan “Tabula” ve piyonların damalı bir oyun tahtası üzerine dizilerek satrançtaki gibi değişik yönlere hareket ettirilmesiyle oynanan “Ludus Latruncularum” sevilen diğer oyunlardı. Bu oyunlarla oynamak istemeyenler, evcil hayvanlarla da oynayabilirdi. Köpekler kadar kuşlar da, Roma’da en sevilen evcil hayvanlardı. Lesbia’nın serçesi, bunların içinde en ünlüsüdür. Vaşak, maymun, yılan ve baykuş gibi hayvanlar da evcilleştirilmiş diğer hayvanlardı. Romalıların hayvanlara duyduğu bu sevginin yanında, avlanmaya da büyük ilgi gösterdikleri unutulmamalıdır. Bazı vahşi hayvanlar, arenalarda avlanıyor veya insanlar tarafından katlediliyorlardı. Hatta sırf bu hayvanların katlini izleme zevki için, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki aslan, kaplan, su aygırı ve fil nüfusu ortadan kaldırılmıştı. Romalıların “Balneae” veya “Thermae” adını verdikleri hamamlar, varlıklı veya yoksul herkesin, öğleden sonra en uzun zaman geçirdiği tek yerdi. Çünkü Roma’da hamamlar, sadece temizlik amacıyla gidilen mekânlar değil, içinde spor salonları, konferans salonları, kütüphaneler ve gezinti yerleri de bulunan sosyal buluşma yerleriydi. Hamama gitmek, Romalıların yaşam biçimi haline gelmişti. Hamamda iyi vakit geçirmek, sadece belli bir azınlığa özgü değildi. Nitekim Roma’da hamamlar, küçük bir ücret karşılığında herkese açıktı ve çocuklar hamamlara ücretsiz girebiliyordu. Varlıklı ailelerin bazılarının evinde özel hamamlar bulunuyordu. Ancak bu ev hamamları, halk hamamları kadar sık kullanılmıyor, misafirler için hazırlanıyordu. Zenginler de halk hamamlarını tercih ediyordu. Dolayısıyla hamamlar, sınıf farkının az olduğu veya hiç olmadığı yerlerdi. Gündoğumundan günbatımına kadar hizmet veren hamamlar, hem kadınlara hem de erkeklere açıktı. Ancak kadınlar ve erkekler, hamama ayrı ayrı gidiyorlardı. Geçerli olan bu uygulama, hamama farklı saatlerde gitmeye dayanıyordu. Hamamı önce kadınlar, daha sonra da erkekler kullanabiliyordu. Quintilianus, evli olmayan kadın ve erkeklerin hamamı aynı anda kullanmasının zina göstergesi olduğunu söyleyerek, bu uygulamanın önemini vurgulamıştır. Hamama gidenler, arkadaşlarıyla sohbet ederken, bir yandan da görevlilerin ikram ettiği yiyecek ve içecekler eşliğinde masaj yaptırabiliyorlardı. Büyük hamam tesislerinin önemli bir bölümünü “Palaestra” adı verilen spor salonları oluşturuyordu. Burada hem kadınlar hem erkekler değişik oyunlar oynayabiliyor, güreş, yüzme, koşu, atlama gibi egzersizler yapabiliyordu. Banyo yapmak, palaestra’da yapılan egzersizlerden sonraki adımdı. Nitekim egzersizden önce banyo yapmanın pek bir anlamı yoktu.
114
Hamama girildiğinde ilk karşılaşılan yer, “Apodyterium”du. Apodyterium, hamama girmeden önce giysilerin çıkarılarak bir rafa konduğu soyunma odasıydı. Hamamda yıkanacak olan kişi, daha sonra ısıtma ve soğutma işlemlerinden kademeli olarak geçiyordu. Roma hamamlarında tek bir sıcak oda yerine, farklı derecelerde ısıtılmış birkaç oda bulunuyordu. Bunlardan “Tepidarium”, (ılık oda) hamamın orta derecede ısıtılmış bölümüydü.Burada kusursuz bir temizlik için, Türk hamamlarında yapılan keseye benzer bir şekilde vücuda sürülen zeytinyağı, biraz bekletildikten sonra “Strigilis” adı verilen kazıcı bir aletle deriden kazınırdı “Caldarium”, (sıcak oda) hamamın sıcak sularının ve sıcak su havuzlarının bulunduğu en sıcak bölümüydü “Sudatorium”, (terleme odası) buhar banyosu yapılan bölümdü.71 Son olarak girilen “Frigidarium” (soğuk oda) ise hamamın ısıtılmayan ve soğuk su havuzlarının bulunduğu bölümüydü Banyo, frigidarium’da bulunan soğuk su havuzlarına atlanarak tamamlanıyordu. Sıcaktan bunalanlar, frigidarium’da serinleyip rahatlayabilirlerdi. Hamamdan çıktıktan sonra apodyterium’a bırakılan giysiler giyildiğinde, hamamın kalabalığı içinde kaybolan sınıf farklılıkları, tekrar belirgin hale gelmiş oluyordu. Ama hangi sınıftan olursa olsun hamamdan çıkan herkes, eve gitmeden önce biraz daha eğlenceli vakit geçirmek isteyebilirdi. Hamamların içinde bulunan kütüphaneler, oturma ve gezinti yerleri, konferans salonları ve heykel galerileri, Romalıların bu isteğini karşılamak için inşa edilmiş olmalıydı. Hamamların bu özelliğinin alt sınıftan olan yoksul ailelerin de eğlence ihtiyacını gidermesi açısından önemli olduğu söylenebilir. Hamam dışında Romalıların eğlenmek ve dinlenmek için gittiği diğer yerler, gladyatör oyunları ve tiyatrolardı. Gladyatör oyunları, birbirleriyle veya vahşi hayvanlarla dövüşmek zorunda bırakılan insanların yarıştırıldığı oyunlardı Gladyatör oyunları, Romalı erkekler kadar, kadınların da ilgisini çeken bir organizasyondu. Hatta oyunların daha ilgi çekici hale getirilmesi amacıyla bazı kadın, çocuk ve engelli kişiler bile, arenada dövüştürülebiliyordu. Çok sık rastlanmasa da, kadınların gladyatör oyunlarında dövüşçü olarak yer alması, kadının toplum içindeki konumunu açıklayan bir durumdur. Gladyatör oyunları, pek çok kadın için, seksüel açıdan da cezp edici oluyordu. Üst sınıftan olan çoğu kadın, gladyatörlerle aşk ilişkisi içine girebiliyordu. Seyircilerin atlar için bahse girdikleri ve tezahüratlarıyla sürücüleri destekledikleri atlı araba yarışları, vahşi hayvanları avlama gibi birçok heyecan verici oyun da gladyatör oyunları içinde yer alabiliyordu. Son derece vahşi olan ve devlet için önemli bir kazanç sağlayan bu oyunlar, Roma’daki “Amfitiyatro”, “Circus Maximus”, “Collesium” ve “Forum”da halka açık bir şekilde yapılıyordu. Gladyatör oyunları dışında Romalıların ilgi gösterdikleri bir başka aktivite ise, yine amfitiyatro’da sahnelenen trajedi ve komedi türündeki
115
tiyatrolardı. Yunanlılardan alınan trajedi ve komedinin yanında, en sevilen tiyatro türü, Romalıların bulduğu ve aktörün öyküyü mimikleriyle anlatması üzerine kurulu olan “Mim”di. Hangi sosyal sınıftan olursa olsun, sabah yorgunluğunun ardından, öğleden sonrayı dinlenerek geçiren Roma ailesi, artık, belki de günün en önemli olayı olan akşam yemeğini yemek üzere eve gitmek için hazırdı. Akşam (Vesper) Akşam saatleri, Romalı bir aile için genelde, akşam yemeğinin (Cena) koşuşturmasıyla geçiyordu. Akşam yemeği, Romalı aileler için, kahvaltı (Ientaculum) ve öğle yemeğinden (Prandium) çok daha önemli bir öğündü. Çünkü Roma ailesi, bütün aile üyelerinin bir arada yaşadığı, kalabalık bir aile olduğundan, akşam yemeği, aile üyelerinin hep birlikte sohbet etmelerine, eğlenmelerine, birlikte vakit geçirmelerine, dolayısıyla da birbirleri ile olan ilişkilerinin pekişmesine olanak sağlıyordu. Roma’da akşam yemeği, yemek odası olan “Triclinium”da, müzik eşliğinde yeniyordu. Akşam yemeği, insula’da yaşayan yoksul aileler için basit bir yemek olurken, villada yaşayan varlıklı aileler için bir ziyafete dönüşebiliyordu. Akşam yemeğine öylesine önem veriliyordu ki, özellikle üst sınıftan olan Romalılar, daha fazla yemek yiyebilmek için yemek yedikten sonra kusarak midelerinde yer açmayı, alışkanlık haline getirmişlerdi. Akşam yemeği, genelde evde yenirdi. Bazı durumlarda aile dışından misafir alınabilir ya da başka bir eve misafir olarak gidilebilirdi. Aile dışından misafir geldiğinde kadınlar ve çocuklar da sofrada ailenin erkek üyeleri yanında yer alabiliyordu. Toga, resmi bir kıyafet olduğu için, akşam yemeği sırasında giyilmiyordu. Onun yerine daha rahat ve sade bir giysi olan “Synthesis” tercih ediliyordu. Yemeğe gelen misafirler bu giysiyi yanlarında getirmek zorundaydı. Yemek ya kapalı sandaletler yerine açık bir ayakkabıyla ya da çıplak ayakla yeniyordu. Roma yemekleri, süslü ve zengin olsa da, pişirildikleri mutfak çok basit bir yapıdaydı. Mutfakta tuğladan yapılmış ocak içinde odun kömürü veya odun yakılıyor, pişirme işi bu fırının içinde yapılıyordu. Kubbeli dairesel formda olan bu fırından çıkan dumanın dışarıya atılması için, duvara bir delik açılarak baca yapılmıştı. İnsula’da oturan apartman sakinleri, muhtemelen böyle bir fırına sahip değildi. Zaten insula’lar yemek pişirmeye elverişli olmayan ve bu nedenle de yangın çıkma ihtimali olan evlerdi. Horatius, bu tip evlerde çok sık yangın çıktığını söylemiştir. Bu nedenle yoksul ailelerin yemek pişirebilmesi için halka açık fırınlar bulunuyordu. Gıdaların bozulmadan muhafaza edilmesi oldukça zor bir işlemdi. Yiyecekler, kiler veya depo olarak kullanılan odalarda tutuluyordu. Balık ve kabuklu
116
deniz ürünleri varillerde saklanıyordu. Yemekleri tuzlu suda bekleterek yapılan salamura ve yemekleri kurutarak saklama da, gıdaların bozulmasını önleyen diğer işlemlerdi. Kırılmasına rağmen pişmiş toprak çömlekler, ucuz olması sebebiyle en yaygın mutfak kaplarıydı. Metal mutfak kaplarının yapımında en sık kullanılan malzeme ise bronzdu. Roma mutfağı basit yapıdaydı ancak iyi bir akşam yemeği için gerekli olan çoğu araç gerece sahipti. Bu araç gereçlerden belki de en ilginci “Thermospodium”du . Ateş üzerinde tutulan ve ön tarafında bir musluk yer alan bu büyük kap, sıvıları, özellikle de şarabı ısıtmak için kullanılıyordu. Romalılar, yemek yapımında fasulye ve nohut gibi baklagiller ile buğday ve arpa gibi tahılları kullanıyorlardı. Yemekleri yaparken yemeğin içine sıvı olarak şarap katıyorlardı. Sofra şarabının yanı sıra yemeklere katmak için özel şarapları bulunuyordu. Bunlar; kuru üzüm şarabı olan “Passum”, bal ve şarap karışımı olan “Mulsum” ve tatlı bir şarap olan “Hydromel”di. Tüm bu şaraplar hem ekşi hem de tatlı yemeklerin yapımında kullanılabiliyordu. Balık sosu olan “Garum” ve balıkların bağırsaklarından elde edilen bir sos olan “Liquamen” gibi soslar, Romalıların yemeklerine kattığı ve her Roma mutfağında bulunan soslardı. Bunların yanı sıra yemekleri zenginleştirmek için baharatlara da çok sık başvurulurdu. Ziyafet olarak nitelendirilen akşam yemeğinin menüsünde yumurta, kıvırcık salata, kuşkonmaz ve soğandan oluşan aperatifler, havuç, pancar, lahana, fasulye, bal, tavuk, balık ve ekmekten oluşan ana yemek bulunurdu. Ana yemekten sonra ise tatlı olarak, üzüm, armut, elma ve kestane yenirdi. Romalılar aynı zamanda, bugün bize tiksindirici gelebilecek çoğu yemeği sofralarında bulunduruyorlardı. Geyik, tavşan, sülün eti, flamingo dili ve tavus kuşu beyni bunlardan bazılarıydı. Lucania sosisi en sevilen sosis türüydü. Salyangozlar olduğu gibi yeniyordu. Roma’da salyangoz üretimine o kadar çok önem veriliyordu ki, kabukları 10 litre sıvı alacak büyüklükte salyangoz üretilmiştir. Elbette ki durum, yoksul aileler için biraz daha farklıydı. Sofralarında daha basit yemekler bulunan yoksul aileler, genelde kendi ürettikleri sebze ve meyveleri yiyordu. Lahana, turp, zeytin, yumurta, elma, üzüm, Ovidius’un “Philemon et Baucis” masalında anlattığı gibi yoksul bir ailenin sofrasında bulunan yiyeceklerdi. Yemekler pişirildikten sonra, triclinium artık akşam yemeği için hazırdı. Büyük evlerde birden fazla bulunan triclinium, zevkle dekore edilmiş ve duvarlarında süslemeler bulunan önemli bir sosyal mekândı. Yine büyük evlerde bahçede yer alan bir yaz triclinium’u da bulunabiliyordu. Triclinium, pişmiş topraktan yapılmış kandillerle aydınlatılıyordu. Aydınlatılan bu mekânda akşam yemeği yemek, belli bir düzene göre oluyordu. Bu düzene
117
göre, masaya yakın kısmı, ayak ucuna göre daha yüksekte olan üç tane divan, kare bir masanın etrafını çevreleyecek şekilde yerleştiriliyordu ve dördüncü kenar, kölelerin kolayca servis yapabilmeleri için açık bırakılıyordu. Bu divanlar, daha rahat oturmak açısından yastıklarla dolu olup, her biri, üç kişinin rahatça uzanabileceği büyüklükteydi. Dokuz kişinin yemek yemesi için hazırlanan triclinium’da, yemek uzanarak yeniyordu ve yemeği uzanarak yemek, Romalıların akşam yemeği geleneklerinden belki de en ilginç olanıydı. Çocuklar yemeği divanda değil, divanın yanındaki taburelerde oturarak yiyordu. Bir erkek çocuk, toga praetexta’yı çıkarıp, toga virilis’i giyene kadar uzanarak yemek yiyemezdi. Kadınlar ise yemeği uzanarak değil, oturarak yiyordu. Ancak sonradan kadınlar da erkekler gibi yemeği uzanarak yemeğe başlamışlardır. Triclinium’da belli bir düzene göre yerleştirilmiş olan masa ve divanların yanı sıra, yemek yiyecek olan kişiler de, belli bir düzene göre oturuyordu. Ortadaki divan “Lectus Medius”, en önemli divandı. Soldaki divan “Lectus Summus” ve sağdaki divan “Lectus Imus” adını alıyordu. Yemekteki kişiler, önem derecelerine göre, en alt konumdaki kişi, en sola gelecek şekilde, soldan sağa doğru yerleşiyorlardı. Bu durumda en sağda oturan kişinin, aile reisi olan pater familias olduğu söylenebilir. Roma’da yemek, kaşıkla veya elle yeniyordu. Çatal sadece servis yapmak için kullanılıyordu. Bunun yanında pişmiş toprak veya gümüşten yapılmış tabak, bardak, fincan, kadeh ve şarap için yapılmış sürahiler, masada bulunan diğer araç gereçlerdi. Şarap ve bira, Roma’da akşam yemeklerinin vazgeçilmez içeceğiydi. Romalılar, şarabı, susuzluklarını gidermek için içiyorlardı ve kadınların şarap içmesi hoş karşılanmıyordu. Ovidius, içki yüzünden bir kadının başına gelebilecekler konusunda uyarıda bulunmuştur. Ovidius’a göre şarap içmek, kadının uykuya yenik düşmesine ve böylece de grup içindeki erkeklere davetiye çıkarmasına imkân veren bir davranıştı. Sapları ve kabuklarıyla birlikte suda bekletilen üzümlerden elde edilen Roma şarapları, ağır ve tatlı olduğu için suyla karıştırılarak içiliyordu. Romalıların en ünlü şarapları, kuzey Campania’nın Falernus bölgesinde üretilen “Falernus şarapları” idi. Yemek sırasında alkollü olmayan içecekleri içmek, medeniyetsizlik olarak görülüyordu. Örneğin süt, koyun ve keçilerden bolca elde edilmesine rağmen içilmiyor, sadece peynir yapımında kullanılıyordu. Akşam yemeği boyunca bolca tüketilen şarap, akşam yemeğinden sonra, ikinci bir yemek ya da ziyafet olarak görülen fakat sadece meyve ve tatlıların yendiği “Commissatio”da da içilmeye devam ediyordu.
118
Eğlenceye çok düşkün oldukları bilinen Romalıların hayatında, oyun, ziyafet, müzik ve şarap kadar, cinsellik de önemli bir yer tutuyordu. Antik Roma’nın ünlü şairleri olan Ovidius ve Catullus’un yazdığı erotik şiirler, dönemin kabul gören bir edebiyat türü olmuştu. Bunun yanında Roma’da genelevler ve fahişelik, oldukça yaygındı. Roma’da fahişelik, zinadan ayrı tutulan bir kavramdı. Zina, kadının sadece kendi zevki için yaptığı bir eylemdi ve hem kadını hem de kadının birlikte olduğu erkeği aşağılayan bir hareket olarak cezalandırılıyordu. Fahişelik ise para kazanmak için yapılan bir meslekti ve bu nedenle de kabul görüyordu. Fahişelik yapan kadınlar, genelde evlilik dışı doğan kız çocukları, kölelerin çocukları veya sokağa bırakılan çocuklar arasından seçiliyordu. Pompeii’de bulunan ve duvarlarına cinsel ilişkiye giren insanların resmedildiği “Lupanare” isimli genelev, dönemin en kötü üne sahip geneleviydi. Erkekler arasındaki eşcinsellik de, Roma’da oldukça sık rastlanan bir durumdu. Öyle ki, bir kadın ve bir erkek arasında gerçekleşen yasal bir evlilik gibi olmasa da, beraber yaşamak suretiyle iki erkeğin evlenmesi ya da kadınlarla evli olan bazı erkeklerin, toplumsal baskı ya da eleştirilme korkusu olmadan erkek kölelerle cinsel ilişkiye girmesi, Roma’da yaygın olan örneklerdir. Bununla birlikte, Roma’da kadınlar arasında da eşcinsellik mevcuttu. Ancak kadınlar arasındaki eşcinsellik veya kadınların biseksüelliği, erkeklerinkine nazaran daha kabul edilebilir bir durumdu. Roma cinsel yaşamında aktif veya pasif olmak, önemli olan iki kavramdı. Çünkü Roma’da pasiflik veya partnere teslim olmak aşağılıkla, aktiflik ise üstünlükle eşdeğerdi. Bununla birlikte pasif olan bir erkek için yapılacak en büyük hakaret, onda kadınsılık aramak olarak görülüyordu. Örneğin; kendisinin son derece aktif bir cinsel yaşamı olmasına rağmen, Iulius Caesar hakkında bu konuda hep bir şüphe vardı. Çünkü Iulius Caesar, bu konu hakkında sonradan çok popüler bir Roma esprisi olan bir söz söylemişti: “Omnium mulierum uirum et omnium uirorum mulierem.” (Her kadın bir erkek ve her erkek bir kadındır.) Suetonius, Caesar’ın Bithynia kralı IV. Nicomedes ile bir ilişki yaşadığına dair söylentiler olduğunu belirtmiştir. Caesar’dan Bithynia kraliçesi olarak bahseden bu hikâyede Suetonius, Caesar’ın askerlerinin Gallia Zaferi dönüşü “Caesar Gallia’yı fethetmiş olabilir ama Nicomedes de Caesar’ı fethetmişti.” diye şarkı söylediğini aktarır.
119
Tunik
Toga
120
Palla
121
İnsula
Atrium (Compluvium ve İmpluvium ile birlikte)
122
Latrina
Thermopolium
123
Palaestra
Apodyterium
124
Tepidarium
Strigilis
125
Caldarium
Frigidarium
126
Gladyatör Oyunları
Thermospodium
127
Triclinium
Romalıların Akşam Yemeğindeki Oturma Düzeni
128
Pompeii Genelevi Resimleri
129
130
KAYNAKÇA
Blanck, H. Eski Yunan ve Roma’da Yaşam. çev. İslam Tanrıkut. İstanbul: Arıon Yayınevi. (1999). Corpus Iuris Civilis 1: Institutiones, Digesta, haz. Theodor Mommsen ve Paul Krueger, Bero lini, 1992. Deighton, H. J. Eski Roma Yaşantısında Bir Gün. Çev. H.K.Ersoy. İstanbul: Homer Kitabevi, 2012. Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1999. Gaius, Institutes I, çev. Francis de Zulueta. Londra: Clarenton Press, 1975. Iuvenalis, Yergiler. çev. Dürüşken, Ç.,&Alova, E. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. (2006). Latince-Türkçe Sözlük, haz. Sina Kabaağaç ve Erdal Alova. İstanbul: sosyal Yayınları, 1995. Marcus, Valerius Martialis. Epigramlar. çev. Varınlıoğlu, G. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1998. Matz, D. Daily Life of the Ancient Romans. Londra: Hackett Publishing Company,Inc. Indianapolis/ Cambridge, 2008. Mutluay, N. Yunan ve Roma Uygarlığında Çocuk. Ankara: Ütopya Yayınevi. (2007). Petronius, Satyricon. çev. Özaktürk, F.G. İstanbul: Dost Yayınevi. 2003. Tanilli, Server, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası I, Adam Yayınları. İstanbul, 1999.
131