Hayat vasitasıyla : Madem kudret-i ezeliye bilmüşahede en âdi maddelerden, en kesif unsurlardan hadsiz zîhayat ve zîruhu halkeder ve gayet ehemmiyetle madde-i kesifeyi, hayat vasıtasıyla madde-i latifeye çevirir ve nur-u hayatı herşeyde kesretle serpiyor ve şuur ziyasıyla ekser şeyleri yaldızlıyor. Sözler ( 507 )
Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar. Lem'alar ( 9 )
Camid şeyler vucudumuza girmeleriyle hayatlandıkları gibi ; 7 duygumuzla girenler de; aklımızda,kalbimizde ve de ruhumuzda aktifleşiyorlar… Nârdan, nurdan, ateşten, ışıktan, zulmetten, havadan, savttan, rayihadan, kelimattan, esîrden ve hattâ elektrikten ve sair seyyalât-ı latifeden halk olunan o zîhayat ve o zîruhlara ve o zîşuurlara, Şeriat-ı Garra-yı Muhammediye (Aleyhissalâtü Vesselâm), Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, "Melaike ve cânn ve ruhaniyattır" der, tesmiye eder.Melaikenin ise, ecsamın muhtelif cinsleri gibi, cinsleri muhteliftir. Evet, elbette bir katre yağmura müekkel olan melek, şemse müekkel meleğin cinsinden değildir. Cin ve ruhaniyat dahi, onların da pekçok ecnas-ı muhtelifeleri vardır. Sözler ( 509 )
Nasılki zahirde bir kibrit çöpü odunun,narını,nurunu,ışığını,ısını,dumanını ve külünü hareketlendirib ortaya çıkardığı gibi;okunan ve seyredilen yazı, resim ve videolarda akıl, kalb ve ruhlarının derinliklerinde bulunanlarını çeşitli zamanlarda ve mekanlarda çeşitli şekillerde ortaya çıkarıyorlar.Yedi duygu ile giren her şey menfi veya müsbet olarak hayatlanıyorlar,bazılarıda ruhlanıyorlar.
1
Benden çıkan kelam benim nerlerimi ifade edib taşıyorsa seninde oralarını aktif eder ‘Lafız,fikrin kaymağı,tasavvurun süreti,temmülün (derin derin düşünmek) bekası, zihnin remzidir.’ (B.m:703) ‘üslûb, kelâmın kalıbı olduğu gibi, cemalin madeni ve hulel-i fahirenin destgâhıdır. Güya aklın borazanı denilmeye şâyan olan irade ses etmekle, kalbin karanlık köşelerinde yatan manalar çıplak, yalın ayak, baş açık olarak çıktıklarından mahall-i suver olan hayale girerler. O hazinet-ül hayalde buldukları sureti giyerler. En ekall bir yazmayı sarar. Veya bir pabucu giyer, lâakalbir nişan ile çıkar. Hiç olmazsa bir düğme ile veya bir kelime ile kendinin nerede terbiye olduğunu gösterir. Eğer bir kelâmın -fakat tabiattan çıkmış bir kelâmınüslûbunda im'an-ı nazar edersen, kendi san'atı içinde işleyen mütekellimi o âyine-misal üslûbun içinde göreceksin. Hattâ nefsini nefesinden ve sesinden; mahiyetini nefsinden (üfürmesinden) tevehhüm ve mizac ve san'atını kelâmıyla mümtezic tahayyül etsen,’ Muhakemat ( 91 )
‘Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında; gök, yıldızlarıyla beraber içine girip garkoluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hâfızanda, senin sahife-i a'malin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi; çok cüz'î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar,isistiab eder … Lem'alar ( 136 )
9 sözde namazın ruhu nasıl aktif ettiğini:
2
Nasılki insan, şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarıdır ve Fatiha-i Şerife, şu Kur'an-ı Azîmüşşan'ın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi bütün ibâdâtın enva'ını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnaf-ı mahlukatın elvan-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir.
Sözler ( 41 )
İman,ilim, tevekkül,şuur,riza, Mana-yı harfî, niyet,nazar ,şükür,ulvî ve kutsî şeyleri yapmayı adet edinmek, ve dua, kanaat, teslimiyet, tevazû, ümit, kusurlarına pişman olmak, tevbe, hüsn-ü zan, Allah’tan cc korkmak, ben merkezli düşünmemek, kusur ve kabahatını kabul etmek, sunnet-i seniyeye uymak, hased ve adavet ve nefret ve öfk gibi his ve duygularını vasatta kullanmak, doğru yerde ve doğru insanlarla beraber olmak, olumsuz haberlerden uzak durmak, nefsinin varlığından gaflet etmemek, muvazene ve muhakemeyi bırakmamak gibi sıfatlar ve davranışlar aklı,kalbi ve ruhu müsbet aktif ettiğini… Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanımazsan gelir, tanısan gider…(s;174 ‘âyetini hissedip işitir gibi iman ve itikadı heyecana ve hissiyat-ı ulviyesi
harekete
gelir.
Ruhun
etrafından,
vicdanın
derin
yerlerinden, o sirkat meyelanına hücum gibi bir halet-i ruhiye hasıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelan parçalanır, çekilir. Git gide o meyelan bütün bütün kesilir. Çünki yalnız vehim ve fikir değil, belki manevî kuvveleri -akıl, kalb ve vicdan- birden o hisse, o hevese hücum eder. Hadd-i şer'îyi tahattur ile ulvî zecr ve vicdanî bir yasakçı o hissin karşısına çıkar, susturur.
3
Evet
iman
kalbde,
kafada
daimî
bir
manevî
yasakçı
bıraktığından fena meyelanlar histen, nefisten çıktıkça "yasaktır" der, tardeder kaçırır. Hutbe-i Şamiye (76- 77 )
Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasılki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a'saba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. Mektubat ( 331 )
Küfür, cehalet, tevekkülsüzlük, şükürsüzlük, kanatsızlık, şuursuzluk, teslimiyetsizlik, mana-yı ismi (her şeyde hep olumsuz bakmak), gurur, kibir, ye’s , pişman olmamak, tevbeye yanaşmamak, su-i zan, Allah’tan cc korkmamak, ben merkezli düşünmek, kusurunu ve kabahatını kabul etmemek, his ve hevasını ilah edinmek, haset ve nefret ve öfke gibi hislerini ve duygularını ifrat veya tefritte kullanmak, çare sunmadan tenkid ve eleştirmek tahrib olduğunu bilmemek, fena ve olumsuz haberler, nefsini kınamamak, muhakeme ve muvazene etmemek… gibi süfli sıfat ve davranışlarından aklı , kalbi ve ruhunu olumsuz aktifler… Yüzde on ehl-i fesad yüzde doksan ehl-i salahı mağlub ediyordu. Hayretle merak ettim, tedkik ederek kat'iyyen anladım ki: O galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fesaddan ve alçaklıktan ve tahribden ve ehl-i hakkın ihtilafından istifade etmesinden ve içlerine ihtilaf atmaktan ve zaîf damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağraz-ı 4
şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidadları işlettirmekten ve şan ü şeref namıyla riyakârane nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor.(Bunların hepsi telkinattan.tahrikten ileri geliyor) (L:86)
‘o nev'in istidadatını bozan ve yanlış yollara sevkeden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri, o nev'-i beşerin tarîk-i kemalâtında ne büyük bir engel, ne müdhiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Sözler ( 246 ) Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.’ Sözler ( 410 )
O heva ise şe'ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir, insanın mesh-i manevîsine sebeb olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.
Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 46 )
(İmanî ve amelî hayatla beslenmeyenlerin bir çoğu zahirde insan suretinde gözükürken;maalesef böyleler…)
Bunlara çare olarakta müsbetleri aktif etmek : a – Müsbet telkinat,istiğfar,tevbe, Göreceksin nasıl şâir-i sahir emel ve ye'si tecsim etmekle nemmam olan ihlafın fitnesiyle (vehim daha once yaşanan veya yaşanmamış olumsuzları tahayyül ve tasavvurlarını tahrik edib,sanki şimdi varmış gibi) bir muharebe ve muhasamayı temsil eyledi. Güya
5
sinematoğraf gibi bu beyt senin aklına rü'ya görünüyor. Evet bu sihr-i beyanî (aklını inandırarak) bir nevi tenvim eder.
Muhakemat ( 89 )
Meselâ: Nasılki damda bir adamı tehlikeye atmak için, bir dessas adam, o evhamlının nazarında zararlı görünen bir şey'i gösterip, vehmini tahrik edip, kova kova tâ damın kenarına gelir, baş aşağı düşürür, boynu kırılır. Aynen onun gibi; çok ehemmiyetsiz evham ile, çok ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hattâ bir sinek beni ısırmasın diyerek, yılanın ağzına girer.
Mektubat ( 415 )
Hem bilirsin, me'yus ve ümidsiz bir hastaya manevî bir teselli, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfi'dir. Halbuki tabiat bataklığında boğulmuş bir tabib, o bîçare marîzin elîm ye'sine bir zulmet daha katar.(Düşünebiliyormusun ki doktor hastayı daha hasta yapar)
Barla Lahikası ( 66 )
‘Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfi' ve her derde deva ve hakikî lezzetli kudsî bir tiryak isterseniz, imanınızı inkişaf ettiriniz. Yani tövbe ve istiğfar ile ve namaz ve ubudiyetle, o tiryak-ı kudsî olan imanı ve imandan gelen ilâcı istimal ediniz…o tiryak-ı kudsî olan imanı ve imandan gelen ilâcı istimal ediniz…İman ilâcı ise, feraizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor. Gaflet ve sefahet ve hevesat-ı nefsaniye ve lehviyat-ı gayr-ı meşrua, o tiryakın tesirini meneder…Hakikî imanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından tövbe ve istiğfar ile, dua ve niyaz ile istimal ediniz..’ Lem'alar ( 220 )
Üçüncü Nokta: İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. "Tevekkeltü alallah" der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak'ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennet'e uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i safilîne 6
çeker. Demek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telakki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak'tan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir.
Sözler ( 315 )
Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor. Kastamonu Lahikası ( 18 ) Hayatın lezzetini, zevkini isterseniz, hayatınızı imanla hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz
Kastamonu Lahikası ( 157 )
Zira insanın nefsi, rahmaniyetin cilveleriyle, kalbi de rahîmiyetin tecelliyatıyla nimetlendikleri gibi; insanın aklı da hakîmiyetin letaifiyle zevk alır, telezzüz eder Şualar ( 759 )
b – Doğru yerde ve doğru kişilerle doğru zamanda durmakla… Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar. Mektubat ( 404 )
d - Kur’an harfleriyle enfüsi alemimizi tahrik etmekle… ‘tılsımat-ı Kur'aniye kurtulmaktır.’
ile
onları
teshir
etmektir,
şerlerinden Sözler ( 258 )
7
Elfaz-ı Kur'aniye ve tesbihat-ı Nebeviyenin lafızları camid libas değil; cesedin hayatdar cildi gibidir, belki mürur-u zamanla cild olmuştur.
Mektubat ( 340 )
Kardeşlerim! Merak etmeyiniz, Cevşen ve Evrad-ı Bahaiye bu defa dahi o dehşetli zehirin tehlikesine galebe etti; tehlike devresi geçti, fakat hastalık devam ediyor.
Emirdağ Lahikası-1 ( 141 )
İ'lem Eyyühel-Aziz! Zikreden adamın feyz-i İlahîyi celbeden muhtelif latifeleri vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tâbi
Mesnevi-i Nuriye ( 87 )
…Demek o harlerin okunmasıyla ve yazmasıyla, maddî ilaç gibi şifâ ve başka maksatlar hâsıl olabilir. (L.N;33)
8