TOPLUMSAL HAREKETLER SOSYOLOJİSİ
SOSYOLOJİ LİSANS PROGRAMI
PROF. DR. YASİN AKTAY
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ LİSANS PROGRAMI
TOPLUMSAL HAREKETLER SOSYOLOJİSİ
Prof. Dr. Yasin Aktay
ÖN SÖZ 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere'de gerçekleşen sanayi devrimi ve sanayi devriminin toplumsal yapılarda yarattığı derin kırıkları güçlü söylemlerle dolduran, sanayi devriminin moral değerlerinin evrenselleşmesini sağlayan Fransız devrimi 19. yüzyıldan sonraki tarihsel süreci derinden etkilemiş ve şekillendirmiştir. Toplumsal ve siyasal altüst oluşları gözlemleyen siyasi tarihçiler tarafından 19. yüzyılın bir bölümü “restorasyon dönemi” olarak da isimlendirilmiştir. Sanayi devrimi ve Fransız devriminin öncü sarsıntılarından sonra gerçekleşen Birinci Büyük Savaş toplumsal ve siyasal muvazeneyi sağlayamamış, Avrupa'da iktidara gelen faşist hükûmetler Birinci Büyük Savaş sonrası oluşan siyasal dengesizliği giderebilmek amacıyla dünyayı kürenin büyük bir bölümünü kapsayan İkinci Büyük Savaş'a sürüklemişlerdir. E. Hallet Carr'ın 1919-1939 arası dönemi kapsayan süreci irdelediği 20 Yıllık Kriz kitabına nazire yapan Micheal Cox, Ken Booth gibi uluslararası ilişkiler akademisyenleri Birinci Büyük Savaşı sonrası dönemi “Eighty Years' Crisis-International Relations 1919-1999 (80 Yılın Krizi-Uluslararası İlişkiler 1919-1999)” şeklinde değerlendirmişlerdir. Sanayi devrimi ve Fransız devriminin geleneksel yapıları parçalarken eş zamanlı olarak toplumsal hareketleri de beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda 18. yüzyıl sonrası dünya tarihi, siyasi tarih anlatısındaki avrupa-merkezci, devlet merkezli yaklaşımın aksine toplumsal hareketlerin tarihi olarak da değerlendirilmek mecburiyetindedir. Çeşitli sebeplerle bireylerin asgari müştereklerde ittifak ederek oluşturdukları toplumsal hareketler kendilerine tayin ettikleri hedefler ölçüsünde devamlılık göstermişlerdir. Dolayısıyla geleneksel toplumsal yapının parçalanmasından sonra birey açısından oluşan tutunum odağı boşluğunu dolduran toplumsal hareketlerin hemen tamamının bir dökümünü yapmak son derece zordur. Ancak yirminci yüzyılda baş döndürücü biçimde gelişen teknoloji ve kitle iletişim araçlarının yarattığı dinamizm, 19. yüzyıla ait ulus-devlet formlarının yarattığı gerilimler neticesinde ortaya çıkan ve büyüyen etnik, dinsel, mezhepsel hareketler, cinsiyetçi hareketler ve cinsel hareketler gibi birçok durum toplumsal hareketler alanında çalışmaları gerekli kılmaktadır. Elinizdeki metin Toplumsal Hareketler Sosyolojisi dersi için ön görülen formatta ders notları biçiminde hazırlanmıştır. İlk yedi bölümde toplumsal hareketlere ilişkin kuramsal tartışmalar ele alınmıştır. Sekizinci bölüm 18. yy. sonrası dünyayı derinden etkileyen ve biçimlendiren iki önemli gelişme, sanayi devrimi ve Fransız devrimini ele almaktadır. Dokuzuncu bölüm dinin toplumsal hareketlerle ilişkisini onuncu bölüm kültürün sosyolojik değerini ve toplumsal hareketlerle ilişkisini ele almaktadır. On birinci bölümde Osmanlı Devleti'ndeki toplumsal hareketler, on ikinci bölümde İslam dünyasında toplumsal hareketler değerlendirilmiştir. On üçüncü bölüm Arap devrimleri olarak adlandırılan gelişmelere ayrılmıştır. On dördüncü ve son bölüm bütün tartışmalar bağlamında İslam dünyasındaki en önemli toplumsal hareket olarak kabul edilebilecek İslamcılığın bugünü ve geleceğinin değerlendirilmesidir. Burada ifade edilmesi gereken son husus on üç ve on dördüncü bölümlerin muhtevalarının çoktan seçmeli soru oluşturulmasına müsaade etmediğidir.
I
İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ....................................................................................................................................... I YAZAR NOTU ......................................................................................................................... V 1. KAVRAM VE LİTERATÜR: SOSYOLOJİ VE TOPLUMSAL HAREKETLER............... 1 1.1. Sosyolojinin Konusu ve Gelişimi ........................................................................................ 7 1.2. İlk Kuramcılar ..................................................................................................................... 8 1.2.1. Auguste Comte ................................................................................................................. 8 1.2.2. Emile Durkheim ............................................................................................................... 9 1.2.3. Karl Marx ....................................................................................................................... 10 1.2.4 Max Weber ...................................................................................................................... 11 2. TOPLUMSAL HAREKETLER SOSYOLOJİSİ ................................................................. 17 2.1. Toplumsal Hareketler ........................................................................................................ 23 2.2. Toplumsal Hareketlere İlişkin Sosyolojik Yaklaşımlar .................................................... 24 2.2.1. İlk Dönem Kitlesel Davranış Çözümleme Perspektifleri ............................................... 24 2.2.2. Yakın Dönem Kitlesel Davranış Çözümleme Perspektifleri.......................................... 25 3. KOLEKTİF DAVRANIŞ KURAMLARI ........................................................................... 34 3.1. Toplumsal Hareketlerin Kolektif Davranış Kuramları...................................................... 40 3.1.1. Kalabalık Psikolojisi: Le Bon, Park ............................................................................... 40 3.1.2. Düzensiz Kolektif Davranış: Blumer, Turner & Killian ................................................ 42 4. KİTLE TOPLUMU KURAMI, GÖRECELİ MAHRUMİYET YAKLAŞIMI ................... 52 4.1. Kitle Toplumu Kuramı ...................................................................................................... 58 4.2. Göreceli Mahrumiyet: Gurr & Davies .............................................................................. 59 5. KAYNAK MOBİLİZASYONU KURAMI ......................................................................... 66 5.1. Toplumsal Hareketler Sosyolojisinde Kırılma .................................................................. 71 5.2. Toplumsal Hareketlerin Ortaya Çıkması ve Kaynaklar .................................................... 72
II
5.3. Toplum Özellikleri ve Kaynak Mobilizasyonu ................................................................. 75 5.3.1. Kapitalist Sanayi Toplumu Açısından Toplumsal Hareketler........................................ 75 5.3.2. Demokratik Toplum Açısından Toplumsal Hareketler .................................................. 76 6. YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER PERSPEKTİFİ ....................................................... 82 6.1. Genel Hatlarıyla Yeni Toplumsal Hareketler.................................................................... 87 6.2. Kimlik................................................................................................................................ 90 6.3. Kadın Hareketi .................................................................................................................. 91 6.4. Çevre Hareketi................................................................................................................... 92 6.5. Söylem ve Toplumsal Hareketler ...................................................................................... 93 6.6. Moral Panik ....................................................................................................................... 95 7. TOPLUMSAL HAREKETLER VE DEVLET .................................................................. 103 7.1. Devletin Toplumla İlişkisi ............................................................................................... 109 7.2. Hareketlerin Ortaya Çıkması ve Devlet .......................................................................... 110 7.3. Toplumsal Hareketler ve Siyasi Fırsatların Yapısı ......................................................... 111 7.4. Hareketlerin Bastırılması................................................................................................. 113 7.5. Karşı Hareketler .............................................................................................................. 115 8. FRANSIZ DEVRİMİ VE SANAYİ DEVRİMİNİN ETKİLERİ ...................................... 123 8.1. Sanayi Devrimi'nin Kökenleri ......................................................................................... 129 8.2. Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk ........................................................................ 130 8.3. Sanayi Devriminin Çatlaklarını Dolduran Devrim ......................................................... 132 9. TOPLUMSAL HAREKETLER, DİN VE DESTEKLEME BİÇİMLERİ......................... 138 9.1. Toplumsal Hareketler ve Din .......................................................................................... 144 9.2. Toplumsal Hareketler ve Dinin Bağlantı Noktaları ........................................................ 144 9.3. Dinin Toplumsal Hareketleri Destekleme Biçimleri ....................................................... 146 9.3.1. Doğrudan Destek .......................................................................................................... 146
III
9.3.2. Dolaylı Destek .............................................................................................................. 147 9.3.3. Ara Kurumlar Biçiminde Destek.................................................................................. 148 9.3.4. Kültürel Destek ............................................................................................................ 148 10. TOPLUMSAL HAREKETLER VE KÜLTÜR ............................................................... 155 10.1. Kültür ve Sosyoloji........................................................................................................ 161 10.2. Kültür ve Bir Toplumsal Hareket Faaliyetinin Ortaya Çıkışı ....................................... 166 10.2.1. Toplumsal Hareket Kültürü ve Yaygın Kültür ........................................................... 167 11. OSMANLI DEVLETİ'NDE TOPLUMSAL HAREKETLER......................................... 173 11.1. Milliyetçi Hareketler ..................................................................................................... 179 11.1.1. Bulgaristan Meselesi .................................................................................................. 179 11.1.2. Makedonya ................................................................................................................. 180 11.1.3. Arnavut Milliyetçiliğinin Gelişimi ............................................................................. 181 11.2. İttihad-Terakki Cemiyeti ve Hürriyet’in İlanı ............................................................... 183 12. İSLAM DÜNYASINDA TOPLUMSAL HAREKETLER.............................................. 192 12.1. İslam Dünyası Var mı? .................................................................................................. 198 12.2. Dağınık Bir Dünyada Toplumsal Hareketler ................................................................ 201 13. TOPLUMSAL HAREKETLER BAĞLAMINDA ARAP DEVRİMLERİ ..................... 211 13.1. Arap Dünyasında Değişim Zamanı ............................................................................... 217 13.2. Devrim Nedir? ............................................................................................................... 218 13.2.1. Yemen Örneğinden Devrime Bakmak ....................................................................... 219 14. ARAP DEVRİMLERİ VE İSLAMCILIK ÖRNEĞİ BAĞLAMINDA TOPLUMSAL HAREKETLERİN GELECEĞİ ............................................................................................. 225 14.1. Orta Doğu Devrimleri ................................................................................................... 231 14.2. İslamcılığın Bitişi mi Evrimi mi? .................................................................................. 231 KAYNAKÇA ......................................................................................................................... 236
IV
YAZAR NOTU Bu metin talep edilen formata uygun olarak ders notları biçiminde hazırlanmış, metnin sonunda yararlanılan kaynakların listesine yer verilmiştir. İçeriğin ve metnin hazırlanmasında Doç. Dr. Ahmet UYSAL ve Arş. Gör. Öner BUÇUKCU'nun önemli katkısı olmuştur.
V
1. KAVRAM VE LİTERATÜR: SOSYOLOJİ VE TOPLUMSAL HAREKETLER
1
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 1.1. Sosyolojinin Konusu ve Gelişimi 1.2. İlk Kuramcılar 1.2.1. Auguste Comte 1.2.2. Emile Durkheim 1.2.3. Karl Marx 1.2.4. Max Weber
2
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Her kalabalık toplumsal hareket midir? 2) Toplumsal hareketlerin sosyoloji disiplini açısından önemi nedir? 3) Toplumsal hareketler siyaset biliminin mi sosyolojinin mi konusudur? 4) Toplumsal hareketleri çözümlemek için geliştirilmiş sosyolojik kuramlar var mıdır?
3
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Sosyolojinin temel ilgi alanlarını kavrayabilmek İlk dönem sosyologların görüşlerinin genel hatlarıyla kavranması Sosyolojik perspektifin anlaşılması
4
Anahtar Kavramlar
Toplumsal yapı
Gelenek
Kültür
Din
Düşünce
Kapitalizm
5
Giriş Bu bölümde sosyolojinin ilk dönem düşünürlerinin toplumun çözümlenmesi ve toplumsal yapı üzerine düşünceleri üzerinde durulacak, disiplinin toplumsal olay ve olguları çözümlemede izlediği yöntem anlaşılmaya çalışılacaktır.
6
1.1. Sosyolojinin Konusu ve Gelişimi Sosyoloji, basit biçimde insanın toplum yaşamının, insan grupları ile toplumlarının incelenmesi biçiminde tanımlanmaktadır. Sosyolojinin konusu insan ırkının kendi davranışı olduğundan analiz edilmesi ve çözümlenmesi oldukça zor bir girişimdir. Zira toplumsal çözümlemenin kapsamı sokakta bireyler arası etkileşimden evrensel anlamda etkileşimleri içeren süreçlere kadar oldukça geniş bir alanı kaplamaktadır. Bu çerçevede sosyolojik düşünmek ciddi ve sabırlı bir araştırma ve öğrenme sürecini gerektirmektedir. Ayrıca sosyoloji incelemesi Mills'in ünlü bir deyişi olan sosyolojik imgelemi gerektirir. Sosyolojik imgelem tikel sembollerin bütüncül biçimde ele alınmasını sağlaması açısından önemlidir. Yalnızca bireyi ilgilendirdiğini zannettiğimiz pekçok olayın gerçekte daha geniş sorunları yansıttığını görmemizi sağlamaktadır. Örneğin işinden kovulmuş bir bireyin durumu kişisel bir trajedi olarak değerlendirilmeye oldukça müsait olmakla birlikte günümüz toplumlarında söz konusu kişiyle aynı trajediyi yaşayan milyonlarca insanın bulunduğu bilinmektedir. İçerisinde bulunulan toplumsal bağlam kuşku yok ki bireylerin davranışları üzerinde belirgin bir etkiye sahiptir. Ancak birey davranışlarının yalnızca bu bağlamdan etkilendiği iddia edilemez. Bireyler kendi öz varlıklarına sahiplerdir ve kendi kendini gerçekleştirmektedir. Bu çerçevede sosyolojinin konusunun toplumun bireyi nasıl yönlendirdiği ile bireyin kendisini nasıl gerçekleştirdiği arasındaki bağlantıları incelemek olduğu söylenebilir. Sosyoloji disiplinin tarihsel arka planını on sekzinci ve on dokuzuncu yüzyıl Avrupası’nın şekillenmesini derinden etkileyen iki büyük devrimin ortaya çıkışına eşlik eden şiddetli değişim süreçlerinde bulmaktadır. Söz konusu olaylar insanların belki binlerce yıldır sürdürdükleri yaşam kalıplarını değiştirmeye zorlamıştır. 1789 Fransız devrimi bireyin geleneksel toplumdan kopuş sürecini önceleyen ve sonralayan özgürlük ve eşitlik gibi kavramların kitlesel destek bulmasına ve kapsamının genişlemesine zemin hazırlamıştır. 18. yy. sonlarında İngiltere'de ortaya çıkan sanayi devrimi insan emeği yoğun üretim süreçlerinin buhar makinesine kayması neticesinde ortaya çıkan ekonomik ve toplumsal dönüşümlerdir. Seri üretimin yaygınlaşması ile birlikte pazar ve ham madde ihtiyacının belirmesi, genişleyen pazarlar sonucu insan emeğine olan ihtiyacın artması kentsel alanların hızla genişlemesini beraberinde getirmiş, kırlardan şehirlere göçe yol açmıştır. Giddens'ın tespitiyle “Sanayi devrimi toplumsal dünyanın yüzünü, bu arada kişisel alışkanlıkların da pek çoğunu çarpıcı ölçüde değiştirdi.” Bu değişimlerin ortaya çıkardığı geleneksel yaşam biçimlerinin çözülmesi düşünürleri hem doğal dünyaya hem de toplumsal dünyaya ilişkin yeni bir anlayış geliştirme çabasına yöneltti. Sosyoloji disiplininin öncü kuramcıları Avrupa tarihinin bu altüst oluş döneminde toplumsal çözümleme yapmaya çalışmışlardır. On dokuzuncu yüzyıl sosyoloji düşünürlerinin yanıt aradığı sorular bugün de kaba hatlarıyla sosyologların temel ilgi ve sorun alanlarını teşkil etmektedir: “İnsanın doğası nedir?”, “Toplum neden olduğu biçimde yapılaşmıştır?”, “Toplumlar neden ve nasıl değişirler?” 7
1.2. İlk Kuramcılar Toplumsal hareketler bahsine geçmeden önce ilk kuramcıların sosyolojik bakış açılarına göz atmak yararlı olacaktır. Ancak metnin temel kaygısı sebebiyle bu kuramcıların bütün görüşleri yerine topluma ilişkin genel kanaatleri üzerinde durulacaktır.
1.2.1. Auguste Comte Sosyoloji terimini ortaya atan Fransız yazar Comte olmuştur. Comte da ilgilendiği alanı ifade edebilmek için çağdaşlarıyla birlikte toplumsal fizik terimini kullanmıştı. Kendi görüşlerini çağdaşı olan düşünürlerin görüşlerinden ayırt edebilmek için sosyoloji terimini ortaya attı.
Comte tıpkı doğa biliminin fiziksel dünyanın işleyişini açıklamasına benzer biçimde toplumsal dünyanın yasalarını açıklayabilecek bir toplum bilimi yaratmaya çalışıyordu. Comte'a göre bütün disiplinler ortak bir mantık ile evrensel yasaları ortaya dökmeyi hedefleyen bir bilimsel yöntemi paylaşıyordu. Toplumu yöneten yasaların ortaya dökülmesi bize kendi kaderimizi biçimlendirme ve insanlığın refahını arttırma olanağı verecektir. Diğer bir ifadeyle Comte toplumun fiziksel dünyada olduğu gibi değişmez yasalara boyun eğdiğini düşünüyordu. Dolayısıyla sosyolojinin toplumun incelenmesinde fizik ya da kimyanın fiziksel incelenmesinde kullandığı aynı kesin bilimsel yöntemleri kullanması gerektiğine inanıyordu. Comte insanın dünya ile kurduğu ilişkiyi çözümleyebilmek için üç hâl (aşama) yasasını geliştirmiştir. Üç aşama yasası insanın dünyayı anlamaya yönelik çabasının teolojik, metafizik ve pozitif aşamalardan geçtiğini ileri sürmektedir. Teolojik aşamada düşünceler ile toplumun Tanrı’nın isteğini bir dile gelişi olduğu inancı söz konusudur. Yaklaşık olarak Rönesans döneminde ortaya çıkan metafizik aşamada toplum doğaüstü değil doğal bir bakış açısından değerlendirilir. Bunlara karşın Comte inanç ile dogmayı terk ederek yerine bilimsel bir temeli geçirecek bir insanlık dininin kurulmasını önermiştir. Sosyoloji bu yeni dinin merkezinde yer alacaktır. Comte içinde yaşadığı toplumun durumunun açıkça farkındaydı, sanayileşmenin yarattığı eşitsizliklerle ayrıca bu eşitsizliklerin toplumun iç yapışkanlığı açısından yarattığı tehditle ilgileniyordu. Ona göre bu soruna uzun vadeli çözüm eşitsizlik 8
kalıplarına karşın toplumu düzenlemeye yardımcı olacak ya da bir arada tutacak ahlaki bir oydaşmanın yaratılmasıydı.
1.2.2. Emile Durkheim Durkheim Comte'un kendi programını başarıyla yürütemediğini düşünüyordu. Durkheim'a göre sosyoloji geleneksel felsefi sorunları deneyci bir yolla ele alarak açıklığa kavuşturmada kullanılabilecek olan yeni bir bilimdi. Durkheim da Comte gibi toplum yaşamının doğal dünyayı inceleyen bilimler gibi incelenmesi gerektiğine inanıyordu. Durkheim'ın sosyolojisinin birincil ve en ünlü ilkesi “toplumsal olguları şeyler olarak incele” yaklaşımı idi. Bununla toplum yaşamının doğadaki nesne ya da olaylar kadar kesin biçimde çözümlenebileceğini kastediyordu.
Durkheim'a göre sosyolojinin esas entelektüel ilgisi toplumsal olguların incelenmesidir. Ona göre sosyologlar sosyolojik yöntemleri bireylerin incelenmesine uygulamak yerine toplumsal olguları toplum yaşamının, ekonominin durumu ya da dinin etkisi gibi bireyler olarak bizim eylemlerimizi biçimlendiren yönleri incelemelidir. Durkheim toplumun yalnızca tek tek üyelerinin eylem ve çıkarlarından daha fazla bir şey olduğunu düşünüyordu. Durkheim'a göre toplumsal olgular bireylere dışsal olan ve tek tek kişilerin yaşamları ile algılamaları dışında kendi gerçekliklerine sahip olan davranış, düşünce ya da duygu biçimleridir. Toplumsal olguların bir başka özelliği onların bireyler üzerinde zorlayıcı bir güce sahip olmalarıdır. Durkheim'a göre insanlar kendi toplumlarının genel kalıplarını izlemektedirler. Toplumsal olgular insan eylemini açıkça cezalandırmadan yanlış anlamalara (dilin yanlış kullanımı gibi) kadar uzanan değişik biçimlerde sınırlandırılırlar. Durkheim toplumsal olguların görünmez ve elle tutulur olmadıkları için doğrudan gözlenememelerinden dolayı incelenmesinin zor olduğunu kabul etmektedir. Ancak toplumsal olguların özellikleri dolaylı olarak, etkilerinin çözümlenmesi ya da onların yasalar, dinsel metinler ya da yazılı davranış kuralları gibi biçimlerde dile getirilme çabaları dikkate alınarak ortaya konabilir. Toplumsal olgular incelenirken Durkheim ön yargılar ve ideolojinin terk 9
edilmesinin de önemini vurgulamıştır. Durkheim bunun yerine bilimsel bir tutum önermektedir. Durkheim özellikle toplumsal ve ahlaki dayanışmayla toplumu birarada tutan ve kaosa düşmesini engelleyen şeyin ne olduğuyla ilgilenmişti. Dayanışma bireylerin başarılı bir biçimde toplumsal gruplara içerildikleri, bir paylaşılan değer ve gelenekler kümesi tarafından yönlendirildikleri zaman korunmaktadır. the Division of Labor in Society adlı kitabında Durkheim sanayi çağının ilerlemesinin yeni bir dayanışma tipinin doğuşu anlamına geldiğini ileri süren bir toplumsal değişme çözümlemesi sunmaktaydı. Bunu yaparken Durkheim mekanik ve organik dayanışma ayrımını gündeme getirmiş, bunları işbölümü ve farklı meslekler arasındaki ayrılıkların büyümesiyle ilişkilendirmiştir. Durkheim'a göre düşük bir iş bölümü düzeyine sahip olan geleneksel kültürler mekanik dayanışmayla nitelenmektedir. Toplum üyelerinin çoğu benzer mesleklerde yer aldığından birbirlerine ortak yaşantı ve paylaşılan inançlarla bağlanmışlardır. Bu paylaşılan değerlerin gücü baskıcı niteliktedir. Topluluk geleneksel yaşam biçimlerine karşı çıkan herkesi acımasızca eleştirir/cezalandırır. Bu yol bireysel karşı oluşa pek az yer bırakmaktadır. Dolayısıyla mekanik dayanışma oydaşmaya ve inançların benzerliğine dayanır. Ancak sanayileşme ve kentleşmenin gücü bu dayanışma biçiminin çözülmesine katkıda bulunan bir iş bölümü artışına yol açmıştır. Durkheim gelişmiş toplumlarda işlerdeki uzmanlaşma ile artan toplumsal farklılaşmanın organik dayanışmayı öne çıkaran yeni bir düzene yol açacağını ileri sürmüştür. Organik dayanışmayla nitelenen toplumlar hem insanların ekonomik bakımdan birbirlerine bağımlı olmalarıyla hem de öteki insanların katkılarının önemli olduğunun farkında olunmasıyla bir arada tutulur. İş birliği genişledikçe insanlar birbirlerine daha çok bağımlı hâle gelirler çünkü her birey öteki mesleklerdeki insanların sağlayabileceği mal ve hizmetleri gereksinmektedir. Toplumsal oydaşmanın yaratılmasında ekonomik karşılıklılık ile karşılıklı bağımlılık giderek paylaşılan inançların yerini alır. Çağcıl dünyadaki değişim süreçleri öylesine hızlı ve yoğundur ki bunlar önemli toplumsal sorunları ortaya çıkarırlar. Geleneksel yaşam biçimleri, ahlakî ve dinsel inançlar ile gündelik kalıplar üzerinde yeni ve açık değerleri sunmadan yıkıcı etkilerde bulunurlar. Durkheim bu altüst edici koşulları çağcıl toplum yaşamının yol açtığı amaçsızlık ve umutsuzluk duygusu olan anomiye bağlamıştır. Eskiden dinin sağladığı geleneksel ahlakî denetleme ve ölçüler çağcıl toplumsal gelişme tarafından büyük ölçüde parçalanmaktadır; bu çağcıl toplumlarda yaşayan birçok bireyi kendi gündelik yaşamlarının anlamdan yoksun olduğu duygusuna itmektedir.
1.2.3. Karl Marx Marx'a göre toplumsal yapıdaki en önemli değişimler kapitalizmin gelişimiyle bağlantılı olmuştur. Kapitalizm tarihteki öteki ekonomik sistemlerden kökten biçimde ayrılan, geniş bir tüketici kitlesine satılan mal ve hizmetlerin üretiminin söz konusu olduğu bir düzendir. Marx kapitalist girişimler içerisinde iki ana bileşen tespit etmektedir. Bu bileşenlerden biri sermayedir. Sermaye birikimi ikinci bileşenle, ücretli emekle el ele gitmektedir. Ücretli emek kendi yaşamlarını sürdürmek için gerekli araçlara sahip olmayan, 10
sermaye sahiplerinin sunduğu işleri bulmak zorunda olan işçiler toplamına göndermede bulunmaktadır. Marx sermayeye sahip olanların ya da kapitalist egemen bir sınıfı oluştururlarken nüfusun büyük bölümünün ücretli işçiler sınıfını ya da bir işçi sınıfını oluşturduğuna inanıyordu. Sanayileşme yaygınlaştıkça eskiden kendisini toprakta çalışarak geçindiren köylü büyüyen kentlere göç etmiş, kentsel temele dayanan bir sanayi işçileri sınıfının oluşmasına yardımcı olmuştur.
Marx'a göre kapitalizm özünde sınıf ilişkilerinin çatışmayla nitelendiği bir sınıf düzenidir. Sermaye sahipleriyle işçiler karşılıklı olarak birbirleriyle bağımlı olsalar da (zira kapitalist emeği, işçi de ücreti gereksinir) bu bağımlılık oldukça dengesiz niteliktedir. Sınıflar arasındaki ilişki işçilerin kendi emekleri üzerinde pek az kontrolü olması ya da hiç olmaması ve işverenlerin kârlarının işçilerin emekleriyle ortaya çıkardığı ürünlere el koyarak artırabilmeleri yüzünden bir sömürü ilişkisidir.
1.2.4 Max Weber Weber'in ilk dönem yazılarının hareket noktasını ana akım Alman ekonomi tarihi ve hukukunda tartışılan çağdaş problemler oluşturur. Sosyolojiye esas katkı sunduğu metnin Protestan Ahlakı çalışması olduğu söylenebilir. Weber tarihin materyalist yorumunu reddetmiş ve sınıf savaşını Marx'ın düşündüğünden daha az önemli görmüştür. Weber ekonomik etkenleri önemsemekle birlikte düşünce ve inançlarında toplumsal değişmede önemli bir yer tuttuğunu düşünmektedir. Sosyolojinin ilk dönem düşünürlerinin aksine Weber, sosyolojinin toplumsal yapılar üzerinde değil toplumsal eylemler üzerinde yoğunlaşması gerektiğine inanmıştır. İnsanın güdülenmesi ve düşüncelerinin değişimin arkasındaki güç olduğu fikrini savunmuştur. Weber bu görüşünü bireylerin özgürce hareket etme ve geleceği şekillendirme yeteneğine sahip olduğu düşüncesine dayandırmıştır. Bu bağlamda Marx ve Durkheim gibi yapıların bireylere dışsal ya da onlardan bağımsız olduklarına inanmıyordu. Bunun yerine toplumdaki yapılar eylemlerin karmaşık bir etkileşimi ile oluşmaktaydı. Sosyolojinin görevi ise bu eylemlerin gerisindeki anlamları anlamaktı.
11
Weber Çin, Hindistan ve Yakın Doğu dinlerini inceleyerek bunları Batı’daki dinsel sistemlerle karşılaştırmış, Hristiyan inanışının belirli yönlerinin kapitalizmin ortaya çıkışını büyük ölçüde etkilediği sonucuna varmıştır. Bu görünüm Marx'ın varsaydığı gibi yalnızca ekonomik değişmelerle ortaya çıkmamıştır. Weber'e göre kültürel düşünceler ve değerler toplumun biçimlenmesine yardımcı olurlar ve bizim bireysel eylemimizi biçimlendirirler. Weber'in sosyolojik bakış açısının önemli bir bileşeni ideal tip düşüncesiydi. İdeal tipler dünyayı anlamak için kullanılabilen kavramsal ya da analitik modellerdir. Gerçek dünyada, ideal tipler ender olarak var olurlar, eğer var olurlarsa bunların ancak belirli yönleri var olabilmektedir. Bununla birlikte bu varsayımsal kurmacalar gerçek dünyadaki herhangi bir durumun bir ideal tiple kıyaslanarak anlaşılabilmesi yüzünden son derece yararlıdır. Bu bağlamda ideal tipler sabit referans noktalarıdır. İdeal tip kavramıyla Weber'in kusursuz ve ulaşılması gereken bir hedefi kastetmediğine değinmek gerekmektedir. Weber bu kavramla belirli bir görüngünün saf bir biçimini kastetmektedir.
12
Uygulamalar Sosyolojinin kurucu düşünürlerinin fikirleri bağlamında sosyolojik düşünüşü kategorik düşünüşle karşılaştırıp tartışınız.
13
Uygulama Soruları 1) Sosyolojik imgelem nedir? 2) Marx ve Weber'i dinin toplumsal konumu açısından karşılaştırınız. 3) Durkheim ve Comte'un görüşleri dikkate alındığında sizce bugünün dünyasını hangi düşünürün görüşleri daha sağlıklı biçimde açıklayabilir? 4) Anomi nedir? Sosyolojik düşünüş açısından önemini tartışınız. 5) İdeal tip kavramsallaştırması sosyolojik imgelem olarak değerlendirilebilir mi? Tartışınız.
14
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Sosyolojinin konusu ve sosyolojinin kurucu düşünürlerinin görüşleri bağlamında sosyolojik imgelem, sosyolojik düşünüş öğrenildi.
15
Bölüm Soruları 1) Anomi analizini sosyoloji literatürüne kazandıran düşünür aşağıdakilerden hangisidir? a) Karl Marx b) Max Weber c) Emile Durkheim d) A. Comte 2) Dünyayı anlamak için Weber tarafından önerilen kavramsal veya analitik model hangisidir? a) Kapitalizm b) İdeal Tip c) Sınıf d) Anomi
16
2. TOPLUMSAL HAREKETLER SOSYOLOJİSİ
17
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 2.1. Toplumsal Hareketler 2.2. Toplumsal Hareketlere İlişkin Sosyolojik Yaklaşımlar 2.2.1. İlk Dönem Kitlesel Davranış Çözümleme Perspektifleri 2.2.2. Yakın Dönem Kitlesel Davranış Çözümleme Perspektifleri
18
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Her kitlesel mobilizasyon toplumsal hareket midir? 2) Toplumsal hareketleri çözümleyen başlıca yaklaşımlar hangileridir?
19
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Toplumsal hareketler sosyolojisine ilişkin genel bilgi edinilmesi Toplumsal hareketleri çözümleyen yaklaşımların hangileri olduğunun öğrenilmesi Toplumsal hareketleri sosyolojik düşünüş içerisinde değerlendirme becerisi
20
Anahtar Kavramlar
Toplumsal hareketler
Kitle davranışı
Kaynak mobilizasyonu
Siyasi çıkar
21
Giriş Bu bölümde toplumsal hareketlere ilişkin sosyoloji disiplini çerçevesinde genel bilgiler verilecek, toplumsal hareketleri çözümleyen yaklaşımların üzerinde kaba hatlarıyla durulacaktır. Bu yaklaşımlar sonraki bölümlerde daha ayrıntılı incelenecektir.
22
2.1. Toplumsal Hareketler Toplumsal hareketler bir konuda değişim gerçekleştirmeye çalışan ya da ortaya çıkabilecek değişime engel olmaya çalışan oluşumlardır. Rejimi değiştirme veya savunma gibi çok genel konulardan ve babalık hakları gibi daha özel ve dar kapsamlı konulara kadar birçok şey toplumsal hareket hedefleri arasında yer alabilir. Örneğin, ABD'de evsizlerin veya şişmanların haklarını savunan hareketler de bulunmaktadır. Della Porta ve Diani’nin özetlediğine göre, hareketler belirli bir amaca odaklanmış oluşumlar olduğu gibi, belli bir gurubun genel ilgi ve çıkarlarını savunan oluşumlar biçiminde de ortaya çıkabilir ya da pek kalıcı olmayan çıkar koalisyonları biçiminde de olabilir. Toplumsal hareketler birçok işlevi ayrı ayrı veya aynı anda gerçekleştirmeye çalışırlar. Bunlar arasında katılımcıları hareketin sağladığı hizmetleri kullanmaya teşvik etme, örgütün hedeflerini belirleme, kaynak toplama, katılımcılar tarafından yapılan emek ve maddi kaynak biçimindeki katkıların koordinasyonu, katılacak üyelerin seçimi, eğitimi ve yenilenmesi ve kimlik sağlama/kurma vardır.
Resim 1: Växjö'de (İsveç) bulunan Şişman Kadın Heykeli. Marianne Lindberg De Geer tarafından yapılan heykel toplumun şişman kadına bakışındaki saplantıyı göstermeyi amaçlamaktadır. Toplumsal hareketler günümüz toplumlarının önemli bir parçası hâline gelmiştir. Bir yandan gelişen iletişim araçları artan toplumsal taleplerin duyurulmasını ve koordinasyonunu mümkün kılmaktadır. Diğer yandan, demokratik söylemin yaygınlaşması da sivil toplum 23
kuruluşlarının toplumda inisiyatif kazanmasına yardımcı olmaktadır. Özellikle demokratik toplumların siyasetinde toplumsal hareketlerin etkinliği siyasette önemli yer kazanmıştır. Bu yüzden demokratik Batı toplumlarının “hareket toplumu” özelliği kazandığı, birkaç gelişmeden de anlaşılmaktadır. Birincisi, toplumsal protestolar seyrek ve düzensiz olaylar olmaktan çıkmış, modern yaşamın kalıcı ve düzenli bir parçası hâline gelmeye başlamışlardır. İkincisi, protesto yönteminin daha büyük sıklıkla ve daha fazla toplum kesimleri tarafından kullanılmakta ve çok farklı söylemlerle ortaya çıkılmasına yardımcı olmaktadır. Üçüncüsü, toplumsal hareketlerin daha fazla kurumsallaşması ve profesyonelleşmesi onları geleneksel siyasal sistemin bir aracı ve olağan parçası hâline getirmektedir. Toplumsal hareketlerin yaygınlık kazanmasının bir başka sebebi olarak seçimlerin dışındaki süreçlerde siyasal katılımın artması ve protestoların kamuoyunda kabul gören olaylar hâline gelmesi ile birçok toplum kesiminde yaygınlaşması ve bu süreçte teknolojinin yaygın olarak kullanılması gösterilmektedir. Bütün bu gelişmeler modern demokratik toplumları “hareket toplumu” hâline getirmektedir.
2.2. Toplumsal Hareketlere İlişkin Sosyolojik Yaklaşımlar Toplumsal hareketlerin temel dinamiklerini anlamaya ve açıklamaya çalışan birçok teori ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en çok atıfta bulunan yaklaşımlar kitle/kalabalık davranışını rasyonel bir davranış olarak görmeyen Gustave le Bon’un kalabalık psikolojisi yorumu, kolektif eylemleri daha rasyonel eylemler olarak gören siyasi Fırsat Süreçleri Yaklaşımı, Kaynak Mobilizasyonu Teorisi, hareketleri hem kendileri hem de bulundukları kültürel ortam içinde ele alan söylem analizi ve yeni toplumsal hareketler yaklaşımıdır. Bu yaklaşımların ortak ve ayrı ayrı katkısıyla toplumsal hareketler literatürü önemli bir olgunluğa ulaşmıştır. Önceleri daha çok insanların kitle hâlinde ortaya koydukları isyan, linç ve protesto gibi konularla ilgilenerek başlayan araştırmalar, sonraları daha örgütlü protestoları, örgüt, dernek ve kulüp faaliyetlerini ve bunların söylemlerini incelemeye ağırlık vermişlerdir. Bu çerçevede, günümüz sosyolojisinde kolektif eylem ve toplumsal hareketler literatüründe iki temel yaklaşım söz konusudur: Rasyonalist ve kültürelci paradigmalar. Bu iki yaklaşımın ayrıntılarına girmeden önce, toplumsal hareketler literatüründeki yaklaşımları genel hatlarıyla gözden geçirmemiz yararlı olacaktır.
2.2.1. İlk Dönem Kitlesel Davranış Çözümleme Perspektifleri Gustave le Bon tarafından geliştirilen kalabalık psikolojisi yaklaşımına Fransız ihtilali ve ihtilal esnasındaki psikolojik patlamalar ve isyanlar ilham kaynağı olmuştur. Bu yaklaşımdaki yaygın tema, kalabalık ortamında katılanları normal olarak yapacaklarından daha farklı ve tuhaf davranmaya iten anormal bir mekanizma bulunmasıdır. Genellikle kullandıkları kavram “delirten” (madding) kalabalık terimidir. Bu yaklaşım esas olarak sosyal psikoloji ağırlıklıdır ve kolektif eylem ve toplumsal hareketleri diğer eylemlerden farklı görülmektedir.
24
Resim 2: Tahrir Meydanı Toplumsal hareketler konusundaki ilk dönem yaklaşımlarından bir diğeri, “kitle toplumu” veya bazen de “göreceli mahrumiyet” (relative deprivation) olarak adlandırılan yaklaşımdır. Gurr, Turner, Killian ve Smelser bu yaklaşımın belli başlı temsilcileridir. Bu yaklaşım da Almanya’da ortaya çıkan Nazilerden ve İtalyan faşizminden ilham almıştır ve böyle yıkıcı hareketlere katılım için neden bu kadar çok kişinin harekete geçtiği sorusu üzerinde yoğunlaşmıştır. Kişinin kendisini kitle toplumu ile özdeşleştirmesine yol açan faktörlerin temelinde modern toplumlarda yakın sosyal bağların olmayışı veya zayıflaması olduğu tezi üzerinde durdular. Mahrumiyet fikri ise katılımcıların sahip oldukları düşünülen şikâyetlerin toplumsal hareketlere ve toplu eylemlere katılmalarındaki temel neden olarak kişinin belli konulardaki mahrumiyetine dayanmadığını savunur. Diğer bir ifade ile hem maddi hem de sosyal açıdan herhangi bir mahrumiyete sahip kimseler ve bu mahrumiyet yüzünden ortaya çıkan şikâyetler kişileri kitlesel eylemlere/hareketlere katılmaya itmektedir. Bu modelin temel katkısı toplumsal eylemlerde duyguların etkisini vurgulamalarında yatar. Bu yaklaşım da kolektif eylemleri, biraz anormal görülmüş ve bu yüzden de rasyonalist paradigma tarafından eleştirilmiştir.
2.2.2. Yakın Dönem Kitlesel Davranış Çözümleme Perspektifleri Toplumsal hareketlerde yakın dönem teorilerinden birisi rasyonel tercih yaklaşımıdır. Bu yaklaşımın temel katkısı diğer toplumsal eylemler gibi kolektif eylemlerin ve toplumsal 25
hareketlerin de rasyonel olduklarını ve toplumsal aktörlerin kendi hareketleriyle ilgili rasyonel maliyet ve kâr hesabı yaptıklarını vurgulamasında yatar. Bu anlayışta toplumsal hareketler de toplumsal hayatın normal bir parçası gibi görünür. 1990’larda kültürelci söylem (framing) perspektifi tarafından eleştirilmiş olan ve yeniden formüle edilen bu yaklaşımın içinde hâlâ iki farklı eğilimden söz etmek mümkündür. McCarthy ve Zald’un başını çektiği kaynak mobilizasyonu anlayışı ve Tilly, McAdam, Tarrow, Oberschall'ın öncüleri olduğu siyasal süreç modelleri yaklaşımıdır. Kaynak Mobilizasyonu Teorisi, toplumsal hareket arenasında piyasa kurallarının (maliyet-kâr prensibi) geçerli olduğu ekonomi arenası gibi işlediği yönündeki mikroekonomik varsayımına dayanır. Bu mikroekonomik model ilk olarak Mancur Olson tarafından savunulmuştur. Kaynak Mobilizasyonu Teorisi şikâyetler ve kızgınlıklar her zaman ve her yerde bulunurlar ama bunlar otomatik olarak bir toplumsal hareketlere dönüşmezler. İnsanların bu tür hareketlere katılmasını sağlayan temel faktör, toplumsal hareket girişimcilerinin bir amaç etrafında ellerindeki kaynakları kullanma becerileridir. Kaynak mobilizasyonu toplumsal hareketlerin içindeki katılım sürecine vurgu yapar. Kaynak mobilizasyonundaki temel analiz birimi, ekonomik piyasadaki ticari firmalara eş değer görülen toplumsal hareket örgütleridir. Bu örgütler vakıf, dernek ve kulüpler gibi oluşumlardır. Bu teori toplumsal hareket örgütlerinden hem kaynakların bulunmasını hem de bu kaynakların toplumsal hareket girişimcileri tarafından etkin ve akılcı biçimde kullanılmasını gerektiren hayatta kalma mekanizmalarını inceler. Diğer bir deyişle, toplumsal hareketlerin kullanımına müsait kaynakların neler olduğu ve bu hareketlerin hem yeni kaynak bulmada hem de onları etkin biçimde nasıl kullandıklarını incelemektedir.
Resim 3: LGBT hareketi de son dönemlerde örgütlü bir hâl almıştır. 26
Sosyal değişme kısa bir sürede gerçekleşmediği için sürekli bir çaba gerektirir ve bir toplumsal hareketin zaman içinde sürdürülmesi için formel örgütler olarak toplumsal hareket örgütleri gereklidir. Aynı talepleri veya zıt talepleri karşılamaya çalışan başka toplumsal hareket örgütlerinin de var olduğu düşünülürse bu süreklilik daha da önem kazanmaktadır. Kaynak Mobilizasyonu Teorisi’nde aynı amaca yönelik faaliyet gösteren toplumsal hareket örgütlerinin toplamına toplumsal hareket endüstrisi adı verilir. Bu modelle örgütlerin ve grupların ilişkileri incelenmiştir. Bu yaklaşımı da savunanlarda toplumsal hareketlerin başarısı veya başarısızlığını belirleyen faktörler konusunda piyasa mantığına dayalı birçok varsayım vardır. Ancak bunların en merkezi olanı başarılı toplumsal hareket örgütlerinin yeterli kaynaklara sahip olan ve onları etkin kullanan örgütler oldukları varsayımıdır. Kaynakların tek başına bir hareketin ortaya çıkışını, işleyiş biçimini ve başarısını/başarısızlığını açıklamaya yetmediği artık bilinmektedir. Siyasi fırsatların yapısı ve hareketlerin söylemleri de çok önemlidir. Örneğin, toplumsal hareketler için daha serbest bir siyasal yapıya sahip olan ABD ile karşılaştırıldığında daha kontrollü bir yapıya sahip olan ve devletin merkezi bir yer tuttuğu Mısır'da toplumsal hareketlere katılmanın maliyeti daha yüksektir. Dolayısıyla, siyasi fırsatların yapısı ve kültür, Kaynak Mobilizasyonu Teorisi’nin göz ardı ettiği ama bu teorinin temel dinamiği olan maliyet-yarar dinamiğini de ciddi biçimde etkileyen faktörlerdir. Rasyonalist paradigmanın diğer ucunda Tilly, McAdam, Tarrow, Oberschall ve diğerlerinin temsil ettiği siyasi süreç yaklaşımı vardır. Bu yaklaşım siyasi fırsatların yapısı (SFY) olarak tanımlanabilecek toplumsal hareketleri etkileyen dış çevre faktörlerine bakar. Bu yaklaşımın takipçilerinin temel görüşü siyasi fırsatların yapısı, toplumsal hareketlerin ve kolektif eylemin zamanlamasını, biçimini ve akıbetini belirlediği yönündedir. Bu konuda her bir yazar siyasi fırsatların farklı yönüne vurgu yapmıştır. Örneğin, Tarrow devletin baskıcı olup olmaması gibi siyasi ortamları incelemiştir. Charles Tilly elit grupların yapısına vurgu yaparken, Della Porta & Reiter devletin baskısı üzerinde yoğunlaşmıştır. Son zamanlarda siyasi fırsatların yapısının yanında, kültür ve söylem üzerine de yoğunlaşan bu yaklaşım ile ABD’de ve diğer pek çok ülkede siyasi fırsatların yapısının etkileriyle ilgilenen çok sayıda bilimsel çalışma yapılmıştır. Örneğin, Kurzman İran İslam devriminde algılanan siyasi fırsatlara vurgu yapmıştır. Kim Voss ise Emek Şövalyeleri’nin (Nights of Labor) neden başarısız olduğunu kurumsal, kültürel ve söylemsel yönlerine bakarak incelemiştir. Diğer bazıları gibi Oberschall da Doğu Avrupa’da 1989 Demokrasi hareketlerinin siyasi fırsatların yapısını, kültür ve söylemsel yönlerine bakarak analiz etmiştir. Zdravomyslava Rusya’daki yerel siyasi fırsatların yapısına odaklanarak Leningrad Demokrasi Hareketini incelemişti. Bu yaklaşım otorite, toplumsal hareketler ve karşı-haraketler arasındaki ilişkiyi açıklarken kültürel yönleri de dikkate almalı siyasi fırsatların yapısını her şeyi açıklayacak biçimde aşırı genişletmekten sakınmalı diye eleştirilmiştir. Toplumsal hareket analizlerinde ağırlığı olan Söylem Teorisi yanında Yeni Toplumsal Hareketler Teorisi’nin katkılarından da söz edeceğiz. Yeni Toplumsal Hareketler Teorisi Avrupa’da çıktığı için Avrupa ve Türkiye’de daha çok bilinmektedir. Ancak Söylem Analizi 27
Kuramı toplumsal hareket dinamiklerini daha kapsamlı biçimde çözümlemektedir çünkü fırsatlar, siyasal yapı ve kaynaklar, kimlik ve eylem stratejilerini de analize katarak daha ileri bir olgunluğa ulaşmıştır. İkici çizgi ise kimlik, yaşam tarzı, cinsel tercih, gelecek nesillere sağlanacak yararlar, çevre, hayvan hakları gibi kültürel atmosferi faklı toplumsal kategoriler için daha uygun hâle getirmeye çalışan Yeni Toplumsal Hareketler’in kültürel dinamikleri üzerinde yoğunlaştılar. Her iki grubun analizlerinde de anlam kültür ve söylem süreçlerinin toplumsal hareketlerde çok önemli olduğunu göstermişlerdir. Söylem yaklaşımı günümüzdeki toplumsal hareketler literatüründe belki de en kapsamlı etkili olan yaklaşımdır. Toplumsal hayatın ve ilişkilerin inşa edilmiş olduğuna vurgu yapması hem maddi hem de kültürel mücadeleleri açıklamaya yardımcı olmaktadır. Ayrıca, toplumsal hareketler içindeki süreçlere gereğinden fazla vurgu yapması gibi Kaynak Mobilizasyonu Yaklaşımı’nın eksikliklerini de tamamlayarak, şikâyetleri ve duyguları toplumsal hareket literatürüne geri getirerek daha bütüncül bir analiz sunar. Snow ve arkadaşlarının Goffmann’dan ödünç aldıkları “söylem/çerçeve” (frame) kavramı, bireylerin kendi kişisel hayatlarını ve toplumsal yaşamı tanımaları ve yorumlamalarını saylayan anlam şemalarıdır. Söylem geliştirme (framing) süreci, birey ile toplumsal hareket örgütleri arasındaki bağ kurma işlemi olarak tanımlanabilir. Yirmi yıldır toplumsal hareket analizinde çok büyük etki bırakan bu yaklaşımın David Snow ve Robert Benford önde gelen iki temsilcisidir. Söylem geliştirme süreci, toplumsal sorunlara yönelik teşhis, tahmin ve tedavi konularında anlam ve söylem kurma işlemidir. Bu sürecin teşhis boyutu bir sorunun tespitini anlatırken, reçete boyutu ise sorunun kaynağının ve nedenlerinin ne olduğu yönünde görüşler içerir. Uygulama (tedavi) aşaması ise harekete geçmenin gerekçelerini (neden ve niçin sorularına cevapları) ortaya koyar. Bir tıbbi benzetme yapacak olursak teşhis bir hastalığın ne olduğunun bulunması (teşhis), reçete doktorun o hastalığın nedenlerinin ve çözümlerinin ne olduğu yönünde reçete yazması dâhil bir tedavi önermesi ve uygulama ise tedavi yöntemlerinin ve reçetelerin bizzat hastaya ve/veya hasta tarafından uygulanmasına benzetilebilir. Söylem süreci dört biçimde meydana gelebilir: söylem yükseltme (kültürün yönünü alıp öne çıkarmak), söylem bağlama (iki paralel fakat ayrı iki söylemi birleştirme), söylem genişletme (bir söylemin hedefini daha genel ve etkili bir hedefe doğru genişletme), ve söylem dönüştürme (eski söylem kültürel olarak yankı bulmayınca ve/veya başarısız olunca farklı ve daha etkili olabilecek bir başkasıyla değiştirme). Bu süreçler bir konuda faaliyet gösteren hareketin haklılığını ve yapılması gerekenler konusunda taraftar bulmaya yaramaktadır. Robert Benford söylem geliştirme kavramını daha da ayrıntılı kavramsallaştırmış ve söylemlerin neden harekete geçilmesi gerektiğini belirten gerekçelerin dört değişik biçimde ifade edilir: (1) sorunun şiddeti (sorundan kimin/neyin sorumlu tutulduğu), (2) çözümün aciliyeti (hızlı bir çözümün gerekliliği hakkındaki fikirler), (3) eylemde bulunmanın işe yarayacağı düşüncesi ve (4) eylemde bulunmanın doğruluğu (eylem istenen sonucu vermeyecek olsa bile böyle davranmanın ahlaki gerekliliği hakkında fikirler). Söylemlerin etkili olabilmesi, tabanı harekete geçirebilmesi, karşı hareketleri pasifize etmek ve otoriteleri etkilemek için söylemlerin kültürel yankı uyandırması gereklidir. Kültürel yankısı ne kadar güçlüyse bir söylem o kadar etkili olur. 28
Uygulamalar Toplumsal hareketlerin sosyolojik çözümlenmesine ilişkin genel bilgileriniz çerçevesinde Celali İsyanlarını nasıl değerlendirirsiniz? Bu bölümdeki kavramlara atıfta bulunarak tartışınız.
29
Uygulama Soruları 1) Toplumsal hareketlerin sosyolojik çözümlenmesine ilişkin ilk dönem yaklaşımları hangileridir? 2) Yakın dönem toplumsal hareketlerin sosyolojik çözümlenmesi perspektifleriyle ilk dönem perspektiflerini karşılaştırdığınızda dikkat çeken farklılıklar ve benzer noktalar nelerdir? Tartışınız.
30
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Toplumsal hareketlerin çözümlenmesine ilişkin ilk dönem yaklaşımlarını ve yakın dönem yaklaşımlarını genel hatlarıyla öğrendik.
31
Bölüm Soruları 1) Hangisi Kaynak mobilizasyonu Yaklaşımı’nın temsilcilerindendir? a) Kurzman b) Tarrow c) Tilly d) D. Snow 2) “Gurr, Turner, Killian ve Smelser bu yaklaşımın belli başlı temsilcileridir. Bu yaklaşım da Almanya’da ortaya çıkan Nazilerden ve İtalyan Faşizmi’nden ilham almıştır ve böyle yıkıcı hareketlere katılım için neden bu kadar çok kişinin harekete geçtiği sorusu üzerinde yoğunlaşmıştır. Kişinin kendisini kitle toplumu ile özdeşleştirmesine yol açan faktörlerin temelinde modern toplumlarda yakın sosyal bağların olmayışı veya zayıflaması olduğu tezi üzerinde durdular.” Yukarıda bahsedilen yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir? a) Kaynak Mobilizasyonu Yaklaşımı b) Siyasal Çıkar Analizi c) Görece Mahrumiyet Yaklaşımı d) Rasyonel Tercih Yaklaşımı 3) Hangisi söylem analizi yaklaşımının özelliklerinden birisi değildir? a) Toplumsal hayatın da inşa edildiği ileri sürülmektedir. b) Şikâyetleri ve duyguları toplumsal hareket literatürüne geri getirmiştir c) Goffman en önemli temsilcisidir d) Söylem geliştirme süreci, toplumsal sorunlara yönelik teşhis, tahmin ve tedavi konularında anlam ve söylem kurma işlemidir.
32
4) Fransız İhtilali esnasındaki toplumsal hareketleri çözümlemek için ortaya atılan yaklaşım hangisidir? a) Görece Mahrumşiyet Yaklaşımı b) Kalabalık Psikolojisi Yaklaşımı c) Siyasi Çıkar Yaklaşımı d) Yeni Toplumsal Hareketler Perspektifi
Cevaplar 1)d, 2)c, 3)c
33
3. KOLEKTİF DAVRANIŞ KURAMLARI
34
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 3.1. Toplumsal Hareketlerin Kolektif Davranış Kuramları 3.1.1. Kalabalık Psikolojisi: Le Bon, Park 3.1.2. Düzensiz Kolektif Davranış: Blumer, Turner & Killian
35
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Kolektif davranış kuramlarının birbirleriyle farklılaştıkları hususlar nelerdir? 2) Kolektif davranış kuramcıları toplumsal hareketleri nasıl sınıflandırmıştır?
36
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Le Bon'un toplumsal hareketleri çözümleyen yaklaşımını kavrayabilmek Park'ın toplumsal hareket çözümlemesini temel hatlarıyla öğrenebilmek İlk dönem toplumsal hareket analizlerinin siyasal ve sosyal çerçevesini değerlendirebilmek
37
Anahtar Kavramlar
Kitle
Kalabalık
Güruh
Ruh hâli
Bulaşma (sirayet)
Düzensizlik
Spontane
38
Giriş Bu bölümde ilk dönem toplumsal hareket kuramlarından Le Bon ve Park tarafından geliştirilen Kitle Psikolojisi Kuramı üzerinde durulacaktır. Söz konusu kuramlar toplumsal hareketler sosyolojisi alanının öncü kuramları olmaları dolayısıyla ayrıntılı analiz edilecektir.
39
3.1. Toplumsal Hareketlerin Kolektif Davranış Kuramları İnsanın sosyal bir varlık olduğu ve diğer insanlarla önemli ölçüde iş birliği yapması gerektiği açıktır. İnsanlar, bazı durumlarda kendi hareketlerini tekil olarak uygularlar. Örneğin, her birey kendi statüsü ve rolüne göre belirli eylemler yapar ve bunlar genelde bireysel ama sosyal içeriklidir. Ancak, bazen insanlar daha fazla sayıda insanı ilgilendiren kolektif eylemler de gerçekleştirebilmektedir. İnsanların kolektif hâlde yaptıkları eylemler nasıl anlaşılmalıdır? İlk dönemlerde kolektif eylem, olağan eylem kalıplarını ve kurulu düzeni aşan, devre dışı bırakan ve zayıflatan kolektif eylem tarzı olarak görülmüştür. Savaş karşıtı gösterileri, linç girişimleri için kitlelerin galeyana gelmesi, bazen isyan ve yağma hareketleri ve hatta hemen her yerde rastlanan holiganlık gibi kolektif davranışlara günümüzde hem Türkiye’de hem de dünya sıkça rastlanmaktadır. Bu olağan dışı ve genellikle saldırgan olan toplu/kolektif davranışların, hangi durumlarda neden ve nasıl ortaya çıktığı önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölümde, sosyolojinin on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ortaya çıkışından 1960’lara kadar süren ilk dönem teorilerinin kolektif davranışı açıklama çabaları ele alınmaktadır. Günümüz kolektif davranış ve toplumsal hareket literatürüne zemin oluşturan bu teoriler günümüzde aşılmış olsa bile hâlâ geçerli olan bazı önermeleri, kitlesel hareketlerde karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, aradan yarım asır geçmesine rağmen önemini sürdürmektedir.
3.1.1. Kalabalık Psikolojisi: Le Bon, Park Fransız İhtilali’nde insanların sokaklara dökülüp her şeyi saldırganlaşması ve etrafı yakıp yıkması düşünürleri kitle ve kalabalık ruh hâli ve düşünce yapısı hakkında araştırma ve analizlere yöneltmiştir. Kalabalık davranışını açıklamaya çalışan önemli isimlerden birisi Fransız Gutave le Bon’dur. Le Bon’un kalabalıklara karşı tutumu olumsuzdur ve kalabalık psikolojisinin ona katılanları makul/rasyonel düşünme durumundan çıkardığını düşünür ve bu şüphecilik o dönemde hâkim elitlerin kitlelere karşı duyduğu şüphe ve olumsuzluğu yansıtır. Le Bon bireyin kalabalığa dalınca kendi benlik duygusunu kaybettiğini ve sayının çokluğundan kaynaklanan yenilmez bir güce sahip olduğu duygusuna kapıldığını düşünmektedir Le Bon’a göre, kolektif davranış düzensiz, karşıt ve spontane isyan eylemidir, şiddete meyillidir. Birden fazla bireyin kalabalığa dönüşmesi, bir tür kolektif zihin yapısına kapılarak onları tek başlarına olduklarında davranacaklarından çok daha farklı hissetmeye, düşünmeye ve davranmaya yöneltir. Birey kalabalıkta kendini kontrol yetisini kaybeder ve kalabalıklar basit grup mantığı ile yönlendirilir ve normalde uyumlu davranışlar gösteren insanlar kalabalığa karıştıklarında kalabalık liderinin yönlendirmesi ile ya en basit dürtülerine göre davranırlar ya da daha yüce ideallerin peşinden koşarlar. Le Bon kalabalıkta insanların davranışlarının birbirine bulaşıcı olduğunu ve grup içinde gelişecek ya da grubun lideri tarafından ortaya konacak her türlü hareket tarzını benimseyecek biçimde etkiye açık hâle geldiğini, saldırgan ve düşüncesiz davrandıklarını savunmuştur.
40
Yirminci yüzyılın ilk yarısında da aynı anlayış benimsemeye devam etmiş ve toplumsal hareketlerin de panik, galeyan, kalabalık, söylenti ve isyanlar gibi kolektif davranışı biçimlerinden birisi olduğu görülmüştür. Toplumda sosyal, ekonomik ve kültürel yönden sıkıntı yaşayan bireylerin (gençler ve yoksullar gibi) bu tip kolektif davranışlara daha yatkın olduğu düşünülmüştür. Burada kalabalık kavramı, güruh (aggregate) kavramından ayrı olarak değerlendirilmiştir. İlkinde bireyler arasında geçici de olsa karşılıklı bir bağ bulunmaktadır ancak ikincisinde böyle bir ilişkinin bulunduğu söylenemez. Kalabalığın, taklit, sayı çokluğu, zaman-mekân yönü vardır ve kriz, felaket ve gereklilik faktörleri kalabalıkların oluşmasında hızlandırıcı bir etki yapar. Diğer bir ifade ile kalabalık psikolojisi, insanlar arasında bulaşıcı bir özellik taşımaktadır ve kavga gibi birisinin taşkın davranışı diğerlerine bulaşır. Kalabalıkta sayı arttıkça kalabalık psikolojisi etkisini artırmaktadır. Belli zamanlarda ve belirli yerlerde etkisini ve hızını artırmaktadır. Ayrıca, kriz ve felaket ortamları kalabalık psikolojisine ortam hazırlamaktadır. Uzun süre su kesintisi olması dolayısıyla sokağa dökülen mahalleli veya semt sakinleri buna örnek gösterilebilir. Kalabalıklar gerektiğinde vazgeçebilmek üzere tam bağlılık gerektirmeden oluşan birlikteliklerdir ve burada yapılan eylemin sorumluluğu tüm kalabalığa dağıldığı için de sorumluluktan kurtulma şansı fazla olmaktadır. Le Bon’un kalabalık psikolojisi ve kitlelere mesajın sade ve kesin bir biçimde sunulması prensibi, Moussolini gibi siyasetçiler tarafından kullanılmıştır. Bu yöntemler demagogları ve provokatörler tarafından da sıkça kullanılmaktadır. Sade ve duygu yüklü mesajlar (ihanet, namus, intikam gibi) kalabalıkları peşinden sürüklemekte oldukça etkili olabilmektedir. Kalabalıkların mantık-dışı davrandığı ve ne yapacağının belli olmadığı yönündeki düşünceler de çok ülkedeki güvenlik güçleri tarafından da benimsenmektedir ve protestoları genellikle kitle psikolojisi anlayışıyla değerlendirmekte ve ona göre davranılmaktadır. Le Bon’un teorisi, kalabalık ve kitlelerinin ortaya çıktığı ortamları, devlet kurumlarının davranışlarını görmezden geldiği, dolayısıyla var olan güç ilişkilerini meşrulaştırdığı ve kitle eylemlerinin bastırılmalarını önerdiği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Yaklaşım ayrıca, bireysel kimliği rasyonel davranışın tek kaynağı olarak gördüğünden, bunun kalabalıkta kaybolmasıyla rasyonelliğin kaybolacağını söylerken sosyal benlik ile bireysel benlik arasındaki bağı yok saymakla eleştirilmiştir. Robert Park, Le Bon’un kalabalık davranışı kavramını geliştirerek Avrupa’dan Amerika’ya taşıdı. Kolektif davranışı yalnızca kalabalıklarla sınırlı tutmayarak toplumsal entegrasyon ve kontrole uygun davranışlar ile toplumdaki gerginlik ve çözülmeden ortaya çıkan yeni davranış biçimleri arasında net bir ayrım yapmıştır. Kalabalık ve kitle hareketleri olumsuz bir davranış olarak gören dönemin diğer yaklaşımlarının aksine Park, kolektif davranışın olumlu bir şey olabileceğini de kabul etmiştir. Park’a göre sosyal huzursuzluklar kişiler arasında tekrar tekrar yorumlanarak ve “döngüsel tepki” ile giderek artarak insanların karşılıklı birbirini etkilemesiyle zirveye ulaşır
41
3.1.2. Düzensiz Kolektif Davranış: Blumer, Turner & Killian Blumer: Kolektif davranış ve toplumsal hareket literatürünü sağlam temellere oturtan Blumer’dir. Ancak onun teorisinin Herbert Mead’in sembolik etkileşimcilik perspektifine katkısı birçok araştırmacı tarafından göz ardı edilmiştir. Sembolik etkileşimciliğe göre, davranışların şekillenmesinde akışkan ve dinamik sosyal süreçler sabit ve statik sosyal yapılardan daha önemlidir. Bu süreçte bireyler, dünyayı tanımlarken ve hareket tarzı seçerken oldukça aktif ve yaratıcı rol oynarlar. Sembolik etkileşimden yararlanarak Blumer, insanların dünyaya ve nesnelere yükledikleri anlamlara göre hareket ettikleri, bu anlamların etkileşimle ortaya çıktığı ve bu anlamların yorumlama sürecinde yaratıldığı, sürdürüldüğü ve dönüştürüldüğü yönündeki üç temel varsayımdan hareket eder. Blumer’e göre kolektif davranış, büyük ölçüde spontane, kuralsız ve düzensizdir. Kolektif davranışlar, temel olarak üç aşamada ortaya çıkmaktadır. Sosyal düzendeki dengesizlik (unrest) ve huzursuzluk bazı kişilerin var olan durumlarını açıklamaya ve tatmin etmeye yeterli olmaz. Diğer bir ifade ile bir toplumda dengesizlik ve huzursuzluğun var olması otomatik olarak kolektif tepki oluşması anlamına gelmez. İkinci olarak, bir grup insan var olan rahatsızlıklarını birbirleriyle paylaşır ve bir şeyler yapılması konusunu tartışırlar. Böylece toplumdaki huzursuzluklar yayılır. Toplumsal düzendeki bozukluklar ve bu konudaki huzursuzluk tesadüf, sirayet (bulaşma), duyarlılık ve etkiye açıklık ve karşılıklı etki ile ortaya çıkar. Blumer’in görüşünde, toplumsal huzursuzluklar düzenli ve planlı bir biçimde ortaya çıkmak yerine, daha çok rastgele süreçlerle ve faktörlerle ortaya çıkar. Bu süreçte insanların etkiye açık olması ve bazı konularda duyarlı olması belirli bir konuda ikna olmalarına yardımcı olmaktadır. Blumer, kolektif davranışın irrasyonel olduğunu reddederek, bu tür davranışların da rasyonel ve anlamlı bir davranış olduğunu söylemektedir. Ona göre, kalabalık eylemleri bulaşıcı “döngüsel tepkilerle” oluşur. Hem insanlar tepkileri birbirlerine bulaştırırlar hem de ortaya çıkan tepkilerden yenileri gelişir. Kalabalığın üyeleri ne istediklerini tam bilmedikleri için kapsamlı projeler geliştirmek yerine yalnızca etrafındakilerin hareketlerini taklit ederler. Kalabalıklarda simgesel iletişim kısa devre edilerek, katılımcılar yalnızca doğrudan başkalarının hareketlerine tepki verirler. Blumer’e göre kolektif eylemler farklı mekanizmalarla ortaya çıkar. Çünkü kolektif eylemin kendisinden çok ortaya çıkış mekanizması anormal olarak görülmektedir. Öncelikle eşitsizlik veya mahrumiyet yüzünden oluşturulacak kızgınlığın eyleme dönüştürülmesi için kışkırtılması gerekmektedir. Grup coşkusu yaratmak için grup kimliği ve grup ilişkilerinin tespit edilerek düzenli bir biçimde insanlara sunulmaya çalışılmaktadır. Ayrıca, grubun haklılığına ve eylem tarzının sonuç getireceğine yönelik bir ruh hâlinin oluşması ve onu tamamlayacak biçimde içinde bulundukları durumu getirilen eleştiri ile sonuç alacak faaliyetlerin haklılığını gösterecek grup ideolojisi gereklidir. Son olarak, amaca ulaştırmak için yeterli sayıda taraftar kazanılması ve sürdürülmesi için taktikler geliştirilmesi gereklidir (s. 22-23). 42
Blumer’in tasarladığı hareketlerin ortaya çıkış mekanizması Crossley (2002) tarafından Şekil 1’de özetlenmiştir. Buna göre, bir toplumda gerçek durumla beklentiler arasında belirli bir uyum sürerken, maddi şartlardaki ve kültürdeki değişimlerin ortaya çıkması dolayısıyla beklentilerde de değişimin ortaya çıkmasıyla o toplumda beklentilerle realite arasında uyuşmazlık ve sıkıntı oluşmaktadır. Bu tür sorunların var olduğu yönünde bir kanaate genellikle varmazlar ve bu yönde ikna edilmeleri gereklidir. Bu yönde düşüncesi olan başkaları tarafından kışkırtılmaları ve ikna edilmeleri gereklidir. Biraz da ön yargılı olarak bu ikna sürecini Blumer, kışkırtma (agitation) olarak adlandırmıştır. İnsanlar bir sıkıntı olduğuna inandıktan sonra eski alışkanlıklarında bir gevşeme olur ve daha önce benimsedikleri toplumsal kontrol mekanizmalarını devre dışı bırakılabilirler. Diğer bir ifade ile eski bildik alışkanlıkların bazıları bırakılmaya ve bazı normlar ihlal edilmeye başlar. Başkaları ya da liderler kurallara uymada ve alışkanlıkların değişmesinde önemli roller oynayıp insanları ihlaller yapmaya teşvik ederler. Bu tür davranışların çoğalması ile birlikle yine propaganda sonucunda ilk toplu davranış başlar. Bu toplu davranış, protesto, boykot ve sivil itaatsizlik biçiminde olabilir. Bundan sonra kışkırtmanın artarak devam etmesine paralel olarak kolektif davranış sonucunda benzer yönde düşünüp hareket eden insanlar arasında grup bilinci ve kendine güven bilinci/duygusu, ortak bir ideoloji ve taktikler gelişir. Bu faktörler tekil veya toplu olarak kalıcı bir hareketin ortaya çıkmasına etki eder. Kalıcı olarak ortaya çıkan hareket de aynı zamanda grup bilincini, moralini, ideolojisini ve taktiklerini geliştirici ve pekiştirici etki yapmaktadır. Bu pekişme sonucu daha da kalıcı hâle gelen toplumsal hareket, sosyal değişim için baskı yapacaktır. Ancak Blumer’in sunduğu bu oluşum zinciri sürekli gelişme özelliği taşımaz, bir hareket oluşumunun herhangi bir aşamasında kesintiye uğrayabilir, başa dönülebilir veya sona erebilir. Dolayısıyla, bu süreç oldukça dinamik ve sürekli yenilenen ve tartışılan bir süreçtir ve sonuç alınamayınca değişim çabaları daha reformcu veya daha radikal bir çizgiye kayabilir. Blumer, bu tür toplumsal hareket oluşumunu dinamik bir süreç olarak görmesi yanında, toplumsal hareketlerin kültürünü dikkate aldığı ve hareketleri onu oluşturan üyeler tarafından meydana getirildiği görüşünü dile getirerek literatüre önemli katkılar yapmıştır (Crossley 2002).
43
Şekil 1: Blumer'in hareket oluşum modeli (Kaynak: Crossley 2002:34). Blumer’in (1969) önemli katkıları arasında toplumsal hareketleri, devrimci, reformcu ve simgesel (expressive) hareketler olarak sınıflaması da vardır. Reformcu hareketler kurulu düzenin belirli bir yönünü değiştirmeye, düzeltmeye çalışırlar. Örneğin, bu tür hareketler bazı grupların toplumdaki konumunun iyileştirilmesini, örneğin çocuk işçi çalıştırılmamasını ve sigara içilmemesini yasaklamak isteyebilir. Ancak, devrimci hareketler var olan toplumsal düzen yerine yenisini kurmak için çaba harcarlar. Reformcu hareketin çıkış noktası var olan toplumun prensipleridir ve ondan hareketle dengesizlikleri eleştirirler ve düzeltmeye çalışırlar. Bu açıdan, devrimci hareket ise var olan kültürel değerleri ve ahlak prensiplerini reddederek yenilerini ortaya koymaya çalışır. Reformcu harekete göre devrimci hareketlerin 44
otoriteyle (ve toplumla) ilişkisi de farklıdır. İlki yönetim tarafından kabul ve saygı görebileceği hâlde, devrimci hareketler şiddet dâhil birçok yöntemle devlet otoritesi tarafından engellenmeye çalışılır. Blumer’e göre reformcu hareketler kamuoyunu etkilemeye çalışırken, radikal hareketlerin birinci derdi bu değildir ve daha çok üye kazanma, propaganda ve radikal yöntemlerle amaçlarına ulaşmaya çalışırlar. Türkiye örneğine bakacak olursak, devlet itibarının toplumda ve siyasal kültürde çok güçlü olması dolayısıyla, devlete karşı herhangi bir hareketin toplumdan büyük destek bulması her zaman zor olmuştur. Hatta rakipleri tarafından devlete karşı diye lanse edilerek reformcu hareketlerin bile etkisi büyük ölçüde kırılmaktadır. Blumer’in (1969) incelediği diğer bir grup olan simgesel-kültürel (expressive) hareketler, var olan kurumlarını değiştirmeye çalışmak yerine daha çok o toplumdaki kültürü ve anlayışı değiştirmeye çalışırlar. Bunlar arasında dinsel gruplar vardır ve bu gruplar da toplumdaki bazı dengesizliklerden ve gerginliklerden beslenebilmektedirler. Bunları dans eden bir kalabalığa benzeten Blumer, yoğun bir samimiyet, coşku, varlık, birliktelik ve aidiyet duygusuna sahip olduklarını söyler. Bu kolektif duyguları, davranış, söz ve nesnelerle dışarıdaki kişilere yansıtılır. Bunlar daha çok belli bir kültürel değeri, ideolojiyi, yaşam tarzını ya da tercihi kendi aralarında uygulamaya çalışan gruplardır. Bunların da devlet otoritesiyle sorunlar çıkabilmektedir ama özünde bu hareketler siyasi yönü öne çıkmayan hareketlerdir.
Turner & Killian: Daha önceki anlayışlarda kolektif davranışı anormal bir olgu olarak görülmesini eleştiren, Ralph H. Turner ve Lewis M. Killian, normal ve olağan davranışlardan farklı olsa bile kolektif davranışın anormal ve sorunlu bir şey olduğu fikrinden belli ölçüde vazgeçmişlerdir. Bu sosyologlar, Blumer’in görüşünü biraz daha düzenleyip ileri götürdüler. Kolektif davranışların düzensiz olsalar da zaman içinde kendi ortamlarında düzen kazandıklarını ve yeni normlar ürettiklerini ortaya koymuşlardır. Bu anlayışta, kolektif davranışı tetikleyen şey, kritik belirsiz toplumsal durumlara yönelik çok farklı bireysel tepkileri kışkırtacak biçimde toplumsal örgütlenmede ortaya çıkan değişimler ve sosyal çözülme süreçleridir. Bu yaklaşım ardında birkaç kalıcı varsayım bırakmıştır. Bunlardan birisi, kolektif davranışın toplumsal düzenin bir şekilde bozulmasıyla ortaya çıktığı fikridir. Göç ve ekonomik nedenlerle toplumsal bağlar ve düzen değiştiğinde bundan etkilenen insanların kolektif eylemlere katılması daha çok söz konusu olmaktadır. İkinci olarak, kolektif davranış tesadüf, sirayet (bulaşma), duyarlılık ve etkiye açık olma özellikleriyle ile standart davranıştan ayrıldığı düşüncesidir. Kolektif davranış bulaşıcıdır ama bu tür eylemlere katılım genelde tesadüfidir ve katılanların kişisel yatkınlığı onların kendilerini kolektif eylemlere katılımını da kolaylaştırabilir. Burada ilginç olan, kalabalıkların yalnızca otomatik olarak tepki verdiği anlayışın terk edilip, kişilerin eylemlerini biçimlendirmek ve yönlendirmek için simgeler geliştirip yorumladıklarını vurgulamalarıdır. Turner & Killian’ın toplumsal hareket anlayışı Blumer’inkinden şu açılardan farklılık gösterir: (a) Toplumsal hareket içindeki iletişim süreçlerine ve rasyonel yorumların varlığına daha fazla bir vurgu yaparlar, (b) Hareketlere standart ömür biçerler ve (c) Hareketlerin 45
kurumsallaşma ihtimallerini de kabul ederler ve toplumsal hareketleri sınıflandırırlar (Buechler 2000). Blumer’in reformcu, devrimci ve simgesel hareket sınıflandırmasına karşın, Turner & Killian değer-odaklı, güç-odaklı ve katılım-odaklı hareketler sınıflamasını önermiştir (Buechler 2000). Değer-odaklı hareketler, toplumdaki makbul değerleri vurgulayarak içinde bulundukları konumun daha iyileşmesi için çalışırlarken ve daha barışçıl yöntemlerle faaliyet gösterirler. Ancak, güç-odaklı hareketler daha saldırgan ve iddialıdırlar ve temel hedefleri daha geniş kesimlere (ve topluma) hâkim olmaktır, otoriterlik özellikleri öne çıkar. Güç odaklı hareketler, kendilerince yüce hedeflerine ulaşmak için pek doğru olmayan yöntemlerin bile kullanılabileceği düşüncesini sahip olabilirler. Bu hareketler ayrılıkçı hareket biçimini de alabilirler. Kısaca, güç-odaklı hareketler iktidara gelme çabası gösteren hareketlerdir. Bu çabaları barışçıl yöntemlerle ve seçim kazanarak ya da devrimci yöntemle iktidarı ele geçirmeyi amaçlayabilir. Katılım-odaklı hareketler ise dış hedef gütmek yerine daha çok kendi üyelerinin ihtiyaçlarının giderilmesini amaçlarlar. Yoksullara ve engellilere yardım hareketleri bunlara örnek verilebilir.
46
Uygulamalar Kalabalık ve güruh sizce aynı gerçekliği karşılıyor mu? Sorumluluk kavramını da gözeterek tartışınız.
47
Uygulama Soruları 1) Gustave le Bon ve Park'ın yaklaşımlarını karşılaştırdığınızda dikkatinizi çeken farklılıklar ve benzerlikler nelerdir? 2) Blumer ve Park'ın yaklaşımlarında benzer noktalar nelerdir? Tartışınız 3) Turner ve Killian'ın yaklaşımı Blumer'ınkinden hangi noktalarda farklılık göstermektedir?
48
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde kolektif davranış kuramcıları Gustave le Bon, Robert Park, Blumer, Turner, Killian'ın görüşlerini ayrıntılı biçimde inceleyip farklılıklarını öğrendik.
49
Bölüm Soruları 1) Aşağıdakilerden hangisi Le Bon'un yaklaşımı içerisinde olamaz? a) Birey kalabalıkta kendini kontrol yetisini kaybeder ve kalabalıklar basit grup mantığı ile yönlendirilir ve normalde uyumlu davranışlar gösteren insanlar kalabalığa karıştıklarında kalabalık liderinin yönlendirmesi ile ya en basit dürtülerine göre davranırlar ya da daha yüce ideallerin peşinden koşarlar. b) Kalabalık ve güruh birbirinden farklı değerlendirilmelidir. c) Kalabalıkta sayı arttıkça kalabalık psikolojisi etkisini artırmaktadır. d) Kitle psikolojisi toplumsal açıdan olumlu ve katkı sağlayıcıdır. 2) Blumer kolektif davranış kuramını geliştirirken hangi makro-sosyolojik perspektiften faydalanmıştır? a) Fenemenoloji b) Fonksiyonalist Yaklaşım c) Simgesel Etkileşimcilik d) Çatışmacı Kuram 3) Hangisi Blumer'a göre toplumsal hareketlerin oluşma aşamalarından değildir? a) Sosyal düzende dengesizliklerin oluşması b) Bireylerin birbirleriyle olumsuzluklara ilişkin görüş alışverişinde bulunması c) Sınıf bilincinin oluşması d) Huzursuzluğun yaygınlaşması 4) Hangisi Blumer'ın toplumsal hareket sınıflandırmalarından birisi değildir? a) Devrimci hareket b) Askerî hareket c) Reformcu hareket d) Simgesel hareket
50
5) “Bu anlayışta, kolektif davranışı tetikleyen şey, kritik belirsiz toplumsal durumlara yönelik çok farklı bireysel tepkileri kışkırtacak biçimde toplumsal örgütlenmede ortaya çıkan değişimler ve sosyal çözülme süreçleridir.” Yukarıdaki öncül hangi kuramcıların toplumsal hareket yaklaşımına aittir? a) Blumer b) Herbert Mead c) Gustave le Bon & Park d) Turner & Killian
51
4. KİTLE TOPLUMU KURAMI, GÖRECELİ MAHRUMİYET YAKLAŞIMI
52
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 4.1. Kitle Toplumu Kuramı 4.2. Göreceli Mahrumiyet: Gurr & Davies
53
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Belirli bir yaşam biçiminin (habitus) savunusu için gerçekleştirilen gösteriler hangi toplumsal hareket yaklaşımı ile açıklanabilir?
54
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Frankfurt Okulunun temel görüşleri Frankfurt Okulunun kitle toplumu kuramına katkıları Gurr'un sivil şiddet çözümlemesi
55
Anahtar Kavramlar
Örgütler
Dağılma
Toplumsal bağ
Kitle toplumu
Mahrumiyet
56
Giriş Bu bölümde ilk dönem kitlesel davranış çözümlemelerinden kitle toplumu kuramı ve göreceli mahrumiyet kuramı üzerinde durulacaktır.
57
4.1. Kitle Toplumu Kuramı On dokuzuncu yüzyılda Le Bon ve Tocqueville gibi siyasal düşünürler, sanayileşme sonucunda modern toplumlarda topluluk anlayışının yıkıldığını ve bunun yerini “köklerinden kopmuşluk, parçalanmışlık, çöküş, bireyselleşme, yalnızlaşma, güçsüzleşme ve yaygın endişe”nin aldığını savunmuşlardır. Kitle toplumunun temel varsayımı, şehirleşme, köyden kente göç ve ülkeler arası göç dolayısıyla kentlerde yaşayan kişilerin daha önceki sosyal ilişkilerinden kopması, aşiret-akrabalık bağlarının zayıflaması sonucunda oluşan bireyselliğin yalnızlığın insanların büyük endişe ve kaygıya kapılmalarına sebep olmasına ve manüplasyon ve provokasyona açık hâle gelmeleridir. Bu düşünce kitle toplumu anlayışının “sağ” ve “sol” versiyonlarında ortak benimsenmiştir. Frankfurt Okulunun temsil ettiği sol versiyon daha çok kitlelerin tarafını tutmuş ve elitlere karşı muhalif bir tutum benimsemiştir. Frankfurt Okuluna mensup entelektüeller elitlerin özellikle medyayı kullanarak büyük kitleleri uyuşturduklarını ve yönlendirdiklerini düşünmektedir. Durkheim’in anomi ve egoizm kavramlarından yola çıkarak, grup, aile ve cemaat bağlarının zayıflamasıyla, bireyselliğin ve yabancılaşmanın yaygınlaşması dolayısıyla modern toplumun bir kitle toplumu hâline geldiği savunulmuştur. Özellikle Nazi Almanyası ve Moussolini İtalyası’nda kitlelerin liderler tarafından etkili biçimde yönlendirilmesini dikkate alan bu görüşte, toplumdan kopukluğun kolektif davranışı artırıcı bir etkiye yol açtığı düşünülmüştür. Geleneksel sınıf ve kültür gibi kavramların anlamsızlaşmaya başlaması, yeni bir siyaset tarzının ortaya çıkmasını ve bu siyaset tarzındaki eşitlik prensibi ve kapsamlı bürokratikleşme dolayısıyla toplumdan yabancılaşmış ve yerel ilişkiler ve akrabalık bağları zayıflamış bireyleri aşırı ve antidemokratik kitle hareketlerine yönlendirdiği düşüncesi benimsenmiştir. Çünkü kitle toplumunda radikal oluşumlara katılımı engelleyici rol oynayabilecek akrabalık ve cemaat bağları yok denecek kadar azdır. Özellikle kitle toplumunda çoğulcu bir demokrasinin mümkün olmadığını ve onun yerine totaliter ve aşırı siyaset anlayışlarının taraftar bulduğu savunulmuştur. Kitle toplumu görüşü Tocqueville’den başlayarak ortaya çıkmıştır. Tocqueville demokratik siyasal sistemlerin veya sosyal düzenin korunması ve sürdürülmesinde ikincil örgütlerin rolünü vurgulamıştır. Daha sonra Frankfurt Okulunun da benimsediği bu görüşe göre modern kitle toplumunda halk kitleleri giderek demagogların ve aşırı grupların etkisine muhatap olmuşlardır. İş ortamından, siyasetten ve yerel topluluktan yabancılaşma yüzünden kitle hareketlerine açık olmaları, çekirdek aile ile devlet arasında bağımsız örgütlerin ve kurumların olmayışı yüzünden ortaya çıkmaktadır. Bunun nedeni, modern toplumlarda sosyal hareketliliğin, heterojenliğin ve merkezîleşmenin önceki bağları zayıflattığı kitle örgütlerine ve kitle iletişim araçlarına daha fazla imkân sağladığı savunulmuştur. Frankfurt Okulunun Nazizmin neden başarılı olduğu açıklama çabaları, kitle toplumunun siyasi ve psikolojik etkilerine yoğunlaşmalarına yol açmıştır. Bu doğrultuda kitle kültürünün, bireylerin kritik düşünme ve hareket etme potansiyellerini körelttiği ve siyasal olarak etkisizleştirip pasif hâle getirdiği için de kitlesel kamuoyunun ve medyanın siyasal hisleri maniple etme aracı hâline geldiğini dile getirmişlerdir. 58
Kitle Toplumu Kuramı statükocu ön yargıya sahip olduğu ve kolektif davranışları irrasyonel, tehlikeli, aşırı ve sapkın gördüğü, birincil ve ikincil ilişkilerin devam eden etkisini önemsemediği gerekçesiyle eleştirilmektedir. Örneğin, Almanya’da entegre olmuş Katoliklerin Nazi hareketine karşı çıktığı ama aynı zamanda entegre olmuş Protestanların Nazi hareketini desteklediği ortaya konmuştur. Dini gruplardaki entegrasyonun hareketlere katılım açısından karmaşık ve çok seçenekli bir etkiye sahip olduğu eleştirisi daha gerçekçi olarak karşımıza çıkmaktadır.
4.2. Göreceli Mahrumiyet: Gurr & Davies Mahrumiyet, kişinin bir konuda eksik bırakıldığı düşüncesine sahip olmasıdır. Göreceli mahrumiyet anlayışı ise, tamamen objektif standartlara bağlı bir mahrumiyet olgusuna dayanarak değil, insanların beklentileriyle gerçekte bulundukları durum arasındaki farklılık yüzünden ya da kendi durumlarının başkalarınınkinden farklı olması yüzünden kolektif davranışa başvurduğu düşüncesine dayanmaktadır. Diğer bir ifade ile mutlak ve somut bir mahrumiyetten söz etmek yerine beklentilere göre veya başkalarına göre insanların daha kötü durumda olduklarına inanmaları ve bu duruma kızgınlıkları dolayısıyla protestoya başvurmaktadır. Burada sözü edilen göreceli mahrumiyet ve kızgınlık, kolektif eylem için yeter şart değilse bile gerek şartıdır. Tedd Gurr’e göre, mahrumiyet düşüncesi göreceli olduğu için durumları/konumları iyi olan sosyal gruplar da kendilerine haksızlık yapıldığına inanarak protestoya başvurabilirler. Örneğin, uzun süre iyi giden işlerinin birden kötüleşmesi yüzünden kızgınlık ve hayal kırıklığı dolayısıyla protestoya başvurabilirler. Hatta iyi düzeydeki grupların siyasi ideolojik veya ekonomik durumlarının bozulma tehlikesi/tehdidi ve endişesi de onları protestoya sürükleyebilir. Örneğin, Nisan 2007 “Cumhuriyet Mitingleri” bu bağlamda görülebilir çünkü AK Parti’nin seçeceği bir cumhurbaşkanının kendi yaşam tarzlarını tehdit edeceğini düşünen bazı orta ve üst sınıf grupları, çok sayıda insanı protesto için İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerde toplayarak eylemler gerçekleştirmiştir. Daha çok yapısal dengesizliklere vurgu yapan önceki perspektiflerden farklı olarak bu yaklaşımda ise gerginliğin yapısal düzeyden daha çok bireysel-psikolojik düzeyde yer aldığı düşünülür. İnsanlar kendilerini başkalarıyla karşılaştırarak kendi mahrumiyetleri konusunda kızgınlık ve hayal kırıklığı dolayısıyla kolektif davranışa katılırlar (Buechler 2004). Diğer bir ifade ile yapısal dengesizlikleri ve mahrumiyetlerin bireysel düzeyde algılanmasına vurgu yapılmaktadır. Burada mahrumiyetin göreceli olarak tespit edilmesiyle sosyal hareketlerin algılama ve yorumlama yönüne de dikkat çekilmektedir. Gurr, mahrumiyet, hayal kırıklığı/kızgınlık (frustration), tehdit ve saldırganlık (aggression) mekanizması ile kolektif şiddet olgusunu açıklamaya çalışmıştır. Bu anlayışın, temel varsayımları şunlardır. Birincisi, göreceli mahrumiyetin çok olması sivil şiddet ihtimalini artıracaktır. Diğer bir deyişle insanların beklentileri ile gerçek durumları arasında ne kadar büyük mesafe varsa kolektif şiddete başvurma ihtimalleri o ölçüde artar. İkicisi, sivil şiddet eylemine katılma ihtimali ve katılım derecesi ile katılım yüzünden karşılaşacağı ceza ve zorluk eğrik lineer biçimde ilişkilidir. Katılıma verilecek ceza belli ölçüde şiddeti 59
artırabilirse de ceza ve yaptırımların çok artması, taşınması zor yükler getireceği için katılımı azaltıcı bir etki yapmaktadır. Üçüncü temel varsayıma göre, göreceli mahrumiyet elitlerde ve alt kesimlerde farklı biçimde kendini gösterir. Kitlelerin mahrumiyeti örgütsüz geniş kapsamlı ve düşük yoğunluklu sivil şiddete yol açarken, elitlerin mahrumiyeti yüksek yoğunlukla ve üst düzeyde örgütlü olarak ortaya çıkar. Şekil 2’de görüldüğü gibi, Gurr sivil şiddetin ortaya çıkış mekanizmalarını şöyle görmüştür. Bu modelde bir kültürel değere – örneğin eşitlik ilkesine – bağlılık derecesi, mahrumiyetlerini haklı veya haksız görmelerinden oluşan değere yönelik beklentiler ile değer imkânları arasındaki fark göreceli mahrumiyete yol açmaktadır. Değer imkânları, kişinin veya grubun ister maddi isterse manevi olsun mahrumiyetinin derecesi ve bulunduğu varsayılan fırsatların derecesi olarak iki boyutta ele alınmıştır. Yoksulluk çeken birinin yoksulluğunun derecesi ile aslında bu durumdan kurtulmanın mümkün olduğuna inancının ne kadar güçlü olduğu buna bir örnek olabilir. Mahrumiyetini haklı görmemesi dışındaki diğer faktörler kişi ve grupların rahatsızlıklarını, kin ve öfkelerini artırıcı bir etki yapmaktadır. Bu arada, kızgınlıklar kolektif tepkilerini ortaya çıkmasına yol açarken, sosyal kontrol mekanizması da kolektif tepkilerin şekillendirmektedir. Sosyal kontrol boyutunu oluşturan ceza korkusu ve protestonun kurumsallaşması, kolektif davranışa katılımı azaltıcı bir etki yaparken öfkenin sürmesi de artırıcı bir etki yapar. Ayrıca, sosyal kontrol mekanizmalarını oluşturan ceza endişesi ve cezaların haksız görülmesi de kızgınlıkları artırıcı ve dolayısıyla da kolektif eylemlere katılımı artırıcı bir etki yapmaktadır. Diğerlerinin yapmadığı biçimde Gurr, sosyal şartların etkisini de kolektif eylem ve toplumsal hareket analizine katmıştır. Sosyal şartların olumlu boyutunu oluşturan imkânlar arasında toplumda ve/veya grup içinde sivil şiddeti onaylayan inançların ve geleneklerin varlığı ve talep edilen şeylerle ilgisi yanında grup desteği de kolektif eylemlere katılımı artırıcı bir etki yapmaktadır. Grup desteği harekete katılımı meşrulaştıracak söylem biçiminde olabileceği gibi koruma ve eyleme yardım sağlama biçiminde de olabilir. Örneğin, isyan gibi kolektif davranışlar genelde toplum içinde bazı grup ve topluluklara dayanırlar. Durum değerlendirilirken insanların önünde üç seçenek bulunur: çekilme, şiddetsiz protesto ve kolektif şiddete başvurma. Şiddete başvurma ise karmaşa, komplo veya iç savaş biçiminde gerçekleşebilir. Şiddete başvurma ihtimali ve derecesinin artması da kişilerin sahip oldukları inançlarını ve ideolojilerini pekiştirici etki yapmaktadır. Gurr bu çerçevede şiddet içeren çatışmaların grubun geleceğine, politika değişikliğine ve toplumsal etkilerine yönelik sonuçları olacağını savunmuştur. Göreceli mahrumiyet teorisinde birbirine zıt iki tez ortaya çıkmaktadır: kötüleşme tezi ve iyileşme tezi. Kötüleşme tezinde, kötüleşen koşullar dolayısıyla insanların sahip oldukları kızgınlık ve öfkenin, kolektif davranışa yol açtığı savunulurken, iyileşme tezi ise insanların durumları düzeldikçe isyan etme ihtimallerinin arttığı ileri sürülmüştür. James Davies, bu iki tezi “J eğimi” ile birleştirmeye çalıştı. Uzun süre iyi bir düzeyde devam eden şartların birden tersine dönmesi ve kötüleşmesi dolayısıyla isyan çıkacağı savunulmuştur. Özetle, Göreceli Mahrumiyet Teorisi ister objektif isterse algılanmış/kurgulanmış olsun insanların mahrumiyet dolayısıyla insanların sahip olduğu şikâyet ve kızgınlıklar kolektif eyleme yol açmaktadır. Bu 60
teori özellikle durumu iyi olan orta ve üst sınıfların durumlarına yönelik hissettikleri tehdit dolayısıyla da kolektif eylemlere başvurabileceklerini kabul etmektedir.
Şekil 2: Sivil Şiddetin Olasılığını ve Büyüklüğünü Belirleyen Faktörler. 61
Uygulamalar Popüler kültür ve kitle toplumu kavramsallaştırmalarını Frankfurt temsilcilerinin görüşlerini unutmadan birbiriyle irtibatlandırarak tartışınız.
Okulu
62
Uygulama Soruları 1) Frankfurt Okulunun kitle toplumu kuramına katkılarını tartışınız. 2) Frankfurt Okulunun görüşlerini toplumsal hareketlerin çözümlenmesine katkıları bağlamında eleştiriniz. 3) Gurr'un sivil şiddet çözümlemesi hakkında bilgi vererek tartışınız.
63
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde toplumsal hareketlerin çözümlenmesinde kitle toplumu kuramı ve görece mahrumiyet kuramını öğrendik. Bu çerçevede kitle toplumu kavramsallaştırmasına Frankfurt Okulunun katkılarının üzerinde durduk, Frankfurt Okulunun temel görüşlerini öğrendik.
64
Bölüm Soruları 1) Kitle toplumu kuramında sol versiyonun en belirgin temsilcisi aşağıdaki ekollerden hangisidir? a) Chicago Okulu b) Frankfurt Okulu c) Birmingham Okulu d) New Left Review Ekolü 2) Hangisi Gurr'un toplumsal şiddet çözümlemesinde üzerinde durduğu hususlardan birisi değildir? a) Göreceli mahrumiyetin çok olması sivil şiddet ihtimalini artıracaktır. b) Sivil şiddet eylemine katılma ihtimali ve katılım derecesi ile katılım yüzünden karşılaşacağı ceza ve zorluk eğrik lineer biçimde ilişkilidir. c) Göreceli mahrumiyet elitlerde ve alt kesimlerde farklı biçimde kendini gösterir. d) Elitlerin mahrumiyeti daha düşük yoğunluklu sivil şiddete yol açar. 3) Gurr'un sivil şiddet çözümlemesi dikkate alındığında hangisi kolektif tepki seçeneklerinden birisi değildir? a) Açık çekilme b) Şiddetsiz protesto c) Sivil şiddet d) Değerlere bağlılık yoğunluğu
65
5. KAYNAK MOBİLİZASYONU KURAMI
66
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 5.1. Toplumsal Hareketler Sosyolojisinde Kırılma 5.2. Toplumsal Hareketlerin Ortaya Çıkması ve Kaynaklar 5.3. Toplum Özellikleri ve Kaynak Mobilizasyonu 5.3.1. Kapitalist Sanayi Toplumu Açısından Toplumsal Hareketler 5.3.2. Demokratik Toplum Açısından Toplumsal Hareketler
67
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Toplumsal hareketlerin ortaya çıkışını ve genişlemesini kolaylaştıran kaynaklar nelerdir?
68
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Toplumsal hareketlerin kullandıkları kaynaklar hakkında bilgi sahibi olma Sosyolojik anlamda kaynakların ne olduğuna ilişkin perspektifin kazanılması Toplumsal yapıların kaynakların kullanımında etkisinin sosyolojik analizi
69
Anahtar Kavramlar
Kaynaklar
Rasyonalite
Çıkar
Bedelsiz yararlanma
Yapısal teşvik
70
5.1. Toplumsal Hareketler Sosyolojisinde Kırılma Kaynakların mobilizasyonu (harekete geçirilmesi) toplumsal hareketler teorisinde önemli bir kırılma ve değişim yaratmıştır. Gustave Le Bon’un irrasyonel kalabalık psikolojisi anlayışından başlayarak daha sonra ortaya çıkan mahrumiyet ve kızgınlıkların kolektif davranışa yol açtığı ve dolayısıyla bu tür hareketlerin rasyonellikten uzak olduğu fikri 1970’lerde önemli bir kırılma yaşayarak terk edilmiştir. Kolektif davranışın da diğer toplumsal davranışlar gibi rasyonel olabileceği fikrine gelinmiştir. Bu değişimin temel nedeni, 1960’larda bütün dünyada ve özellikle de Batı toplumlarında ortaya çıkan öğrenci hareketlerinin ve Amerika’daki Sivil Haklar Hareketi’nin akademik çevrelerde önemli bir ilgi ve sempati toplamasıdır. Çoğu bu tür hareketlere bizzat katılmış olan araştırmacılar, daha sonraları bu hareketler üzerine yaptıkları araştırma ve analizlerde, sivil haklar isteyen ve protestolara katılan insanların da diğer insanlar gibi kâr/zarar, risk/fayda ve maliyet/yarar değerlendirmesi yaparak rasyonel biçimde eylemde bulunan normal insanlar oldukları düşüncesini savunmuşlardır. Analizlerinde toplumsal hareketlerin yararlanabileceği kaynaklar merkezi yer tuttuğu ve hareketlerin gelişmesi, değişmesi ve gerilemesi gibi süreçleri dinamik bir biçimde ele aldığı için bu yaklaşıma kaynak toplama veya harekete geçirme anlamında Kaynak Mobilizasyonu adı verilmiştir. Öncülüğünü John D. McCarthy ve Mayer N. Zald’un yaptığı bu yaklaşım 1980’lerin sonlarında Sembolik Etkileşimcilik ve Toplumsal İnşacılık anlayışından yola çıkan Söylem (Framing) Yaklaşımı ve Avrupa’da ortaya çıkan Yeni Toplumsal Hareketler Teorisi tarafından ciddi bir eleştiriyle yüz yüze gelinceye kadar ağırlığını korumuştur. Görece kısa sayılacak bir süreçte oldukça üretken bir çalışma altyapısı oluşturmuştur. Kaynak mobilizasyonu, ekonomik analizden yola çıkarak bireylerin ve sosyal grupların zararlarını azaltıp kazançlarını artırma (kâr maksimizasyonu) prensibiyle eyleme başvurduklarını savunmaktadır. Toplumsal hareketlerin faaliyet gösterdiği toplum düzeni de bir ekonomik düzen gibi görülmüş ve toplumsal hareket örgütleri de firmalar gibi toplumsal faydalar üretmek için ortaya çıkan kuruluşlar olduğu ve bunların arz-talep prensibiyle hareket ettiği savunulmuştur. Burada, kişisel düzeyde olduğu gibi, toplumsal hareket örgütlerinin de kendi grup yararlarını gözettikleri ve kâr-zarar prensibinden hareket ettikleri savunulmuştur. Toplumsal hareketlere katılan kişiler, hem kendileri hem savundukları gruplar hem de topluma kazandıracakları avantajları ve yararlı sonuçları düşünerek fedakârlık gerektiren davranışta ve eylemde bulunurlar. Bu eylemler ve faaliyetler birçok biçimde ortaya çıkabilmektedir. Bunlardan en yaygın olanı yönetimi ve devleti genel olarak ya da bir konudaki somut bir politikayı ve sorunu protesto biçimlerinde olabileceği gibi, broşür ve bildiri dağıtma biçimini de alabilmektedir. Bunların yanında toplantıları organize etme, protestoculara destek verme, maddi ve moral destek sağlama, yetkililere dertlerini iletme ve ait ortamı grubu değişik ortamlarda temsil etme faaliyetlerini gerçekleştirirler. Bu açıdan, Kaynak Mobilizasyonu Teorisi’nin ortaya çıkışından sonra toplumsal hareketler ile siyasi parti, lobiler ve sendikalar gibi geleneksel siyaset aktörleri arasındaki sınır belirsizleşti ama 71
tamamen kaybolmadı. Çünkü hem toplumsal hareket faaliyetlerinin normal bir olgu olduğu hem de grupların aynı bireyler gibi rasyonel davranış geliştirebileceğini ortaya konmuştur. İlk dönemki kitle toplumu yaklaşımı, toplumsal bağları koparak yabancılaşmış veya akrabalık, sendika ve komşuluk bağları zayıfladığı için topluma/sisteme karşı bir kızgınlık ve tepki duyan kişilerin kolektif davranışa katılacağı fikrini savunmuştur. Ancak, Kaynak Mobilizasyonu Yaklaşımı bu kopuk birey fikrini reddederek arkadaş çevresi, dinsel/mezhepsel ve diğer ağ bağlantılarına sahip kişilerin protesto gibi eylemlere daha kolay katıldığını savunmaktadır. Bu anlayış, kızgınlık ve şikâyetlerin insanlar arasında her zaman bulunduğunu ve dolayısıyla kızgınlıkların –toplumda görece sabit olması yüzünden– toplumsal hareket oluşumunda çok etkili olmadığını düşünür. Asıl belirleyici olan şeyin toplumsal hareket örgütlerin toplayabildikleri kaynakların çokluğu ve onların etkin kullanılmasıdır ve eleman sayısı, zaman ve özellikle para, bu kaynakları oluşturur. Kaynaklar sağlanamadığında hareketin etkinliği azalmakta ve hem meydan okuyan hareketler hem muhalif hareketler başarısızlığa uğramaktadır. Kaynaklar toplum kesimleri arasında eşit dağılmadığı gibi, onlara erişim de aynı şekilde dengeli değildir. Bu yüzden kaynaklara sahip olmada ve/veya erişebilmede ve onları etkin biçimde kullanmada başarılı olan toplumsal hareket örgütleri daha etkili olabilmektedir. Örneğin, zengin toplum kesimlerinin sahip olduğu kaynaklar ile yoksul kesimlerin sahip olduğu kaynaklar aynı düzeyde ve aynı özelliklerde değildir. Yine, bütün toplumsal hareket örgütleri teknolojik imkânlardan aynı düzeyde yararlanamazlar. Bu bağlamda, orta sınıfların ulaşabilecekleri kaynaklar çok çeşitli olduğu gibi, üst sınıflarla bağlantılı hareketlerin kaynakları boldur ama alt sınıf gruplarının kullanacakları kaynaklar ile oldukça sınırlıdır. Ancak, maddi kaynaklar gibi bilgi ve beceriden de büyük ölçüde mahrum olan hareketler ise ancak dışardan gelen kaynaklar sayesinde ektin faaliyetler ortaya koyabilmektedirler. Örneğin, ABD’deki evsizler hareketi dışarıdan (diğer toplum kesimlerinden) gelen kaynaklarla ayakta durmaktadır. Kaynak Mobilizasyonu Kuramı’nın en önemli katkısı toplumsal hareketlerin yapısal ve altyapısal yönlerine odaklanmasında ve kaynakların elde edilme ve örgütlenme biçimine bakmasında yatmaktadır. Sosyal yapının ve kültürün, toplumsal hareketler için tarihsel bağlam ve altyapı sağladığını düşünen geleneksel yaklaşımları (özellikle göreceli mahrumiyet kuramını) eleştirmişlerdir. Kaynak Mobilizasyonu Yaklaşımı’nın diğer bir katkısı, toplumsal hareket faaliyetini pratik bilgi ve var olan toplumsal altyapıdan sağlanan mali araçlarla eldeki kaynakları kullanmayı içeren bir zanaat olarak görmesinde yatar. İletişim, ulaşım, siyasi fırsatlar ve otoritelerin baskısının boyutunu içeren ve Smelser’in yapısal teşvik olarak adlandırdığı şeyin, Kaynak Mobilizasyonu perspektifinde de toplumsal hareketlerin ortaya çıkışı ve gelişmesini etkilediği kabul edilmiştir.
5.2. Toplumsal Hareketlerin Ortaya Çıkması ve Kaynaklar Toplumsal hareketlerin kullanabilecekleri kaynaklar çok çeşitlidir: ahlaki, kültürel, sosyal-örgütsel, insani ve maddi kaynaklar. Ahlaki kaynaklar bir hareketin toplumda yararlanabileceği iyi-kötü diye ahlaki prensiplerden oluşur ve hareketlere meşruiyet, sempati 72
ve şöhret sağlarlar. Kültürel kaynaklar ise daha genel inanışlar ve düşüncelerin yanında merasimler, müzik ve edebiyat gibi somut uygulamaları da kapsamaktadır. Sosyal-örgütsel kaynaklar, komşuluk ve hemşerilik olguları gibi hem harekete altyapı olarak lojistik sağlarlar hem de önceki örgütsel tecrübelerin kullanılmasında karşımıza çıkarlar. Bir anlamda ortak hareket edebilecek kişilerin birbirleriyle önceki bağlantılarını ifade eder. Para ve diğer maddi değeri olan kaynaklar hareket örgütlerinin birçok maliyetini karşılamaya yararken, insani kaynaklar lider ve üyelerin bilgi ve becerilerinden yararlanabilmeleri için de büyük öneme sahiptir. Toplumsal hareketlerin istedikleri değişimin gerçekleşmesi zaman aldığı için değişim gerçekleşinceye kadar üyelerin katılımını, para ve diğer kaynakları sürdürmeleri gerekmektedir. Hatta bu yöndeki çabalarla sağlanan değişimin kalıcı olması için değişim gerçekleştikten sonra da kurumsallaşmanın sürdürülmesi gerekebilir. Dolayısıyla, bu hareketler para ve emek gibi kaynakların akışını toplumsal hareket örgütleri ile rutinleştirmek zorundadırlar. Örgüt yapıları, toplumsal hareketlerin işlemesi ve etkili olmasını sağlayan önemli mekanizmalarındandır. Toplumsal hareket örgütlerinin varlıklarını sürdürmek ve çevrelerine daha iyi uyum sağlayabilmek için hedeflerinde değişikliğe gitmesi de mümkündür. Hatta hedefe ulaşıldıktan sonra veya ulaşma imkânı ortadan kalksa bile zamanla örgüt faaliyetini sürdürmeyi tek başına bir hedef hâline de gelebilirler. Ancak toplumsal hareket hedefinin sağlanması harekete bağlılığı gevşetip azaltan bir özelliğe sahiptir. Amaçlar gerçekleştikçe bazılarının motivasyonu, heyecanı ve fedakârlığı azalabilmektedir. İnsanların toplumsal hareketlere katılmasını sağlamak o kadar kolay olmadığı gibi katılanların hareketi sürdürmesi de o kadar kolay değildir. İstenen değişimin gerçekleşmesi için uzun soluklu ve etkin çalışma gerekmektedir. Bu süreçte kaybedilen üyelerin yerine yenilerinin konulması ve istikrarın sağlanması için de tüketilen kaynakların yenilenmesi gerekmektedir. İstenen değişim geciktikçe katılanların inancının ve motivasyonunu sürdürmek de ayrıca zorlaşacaktır. Bunu sağlamak için yeni hedefler ve gerekçeler ortaya konmaya çalışılır. Bir toplumsal hareketin sahip olduğu kaynakların etkili olup olmayacağı kullanabilecekleri kaynakların çokluğu yanında, başka faktörler tarafından da belirlenmektedir. Örneğin, toplumsal hareket örgütlerinin otoritelerle ilişkisini, sistemin toplumsal hareketlere açıklığı veya esnekliği belirler. Değişim hedeflerinin o zamanki gerçek duruma yakınlığı ve uzaklığı hem kaynak mobilizasyonunu etkiler ve hem de bu durumdan etkilenir. Örneğin, amaçlarına yaklaşan toplumsal hareket örgütleri daha avantajlıdır çünkü hedefe yaklaşanlar daha rahat kaynak sağlayabilirler. Diğer taraftan, bir hareketin amaçları çok radikal ise veya uzun vadeli ise, üyelerin başarı konusunda umutsuzluğa düşme ihtimali söz konusudur ve bu umutsuzluk da o toplumsal hareket örgütünün başarı şansını olumsuz etkileyebilir. Dolayısıyla, toplumsal hareketler, üyelerin geleceğe yönelik umutlarını ve mobilizasyonlarını artırmak için faklı güdüler kullanabilirler. Örneğin, amaçlı, dayanışmacı veya seçmeli güdüler. Amaçlı güdüler, bir eyleme veya faaliyete katılanların katılmalarından doğrudan elde edecekleri faydaları ifade ederken, dayanışmacı güdüler katılımın bizzat 73
kendisinin bir işlev gördüğü katılanların birbirleriyle kaynaştığı, katılımla kendilerini ifade ettiklerini (expressive function) ifade eder. Kamu yararı üzerinde odaklanan Çevre Hareketi gibi hareketler, katılımı çoğu zaman olumsuz etkileyen bedelsiz yararlanma (free rider) sorunu ile karşılaşırlar. Çünkü bazı insanlar katılım faaliyeti dolayısıyla hemen herkesin kullanabileceği faydalar/imkânlar ortaya çıkacağı ve bundan herkes gibi kendisinin de yararlanacağı için katılmalarına gerek olmadığını düşünürler. Diğer bir ifade ile harekete katılmasalar bile alınacak sonuçtan yararlanacak olmaları katılımı azaltıcı bir etki yapmaktadır. Bu sorunu aşmak için toplumsal hareket örgütleri genellikle katılanları onurlandırmayı amaçlayan seçmeli ödüller kullanırlar. Bedelsiz yararlanmanın toplumsal katılıma engel olduğunu ortaya atan Olson, bireylerin kamusal yararın maliyetini ödemeye yanaşmayacağını savunmuştur. Diğer bir ifade ile çoğunluğun yararını yansıtan konularda getirinin düşük olacağına inanarak kişilerin zahmete katlanmayacaklarını varsaymıştır. Bu durumda kişilerin eylem ve faaliyetlere katılmaları için seçmeli ödül mekanizması kullanılır. Bu ödüller yalnızca katılımcıların kazanacağı maddi ve manevi ödüllerden oluşur ve bunlar bilgi, övgü ve destek biçimlerinde olabilir. Örneğin, katılımcıların gururla taşıyacakları rozetler, hatıra fotoğrafları, plaketler ve sembolik değer taşıyan her türlü takdir, onur belgeleri ve simgeleri kullanılabilir. Ayrıca, yine sembolik değer taşıyan dayanışmacı ödüller de kullanılabilir. Daha önce belirtildiği gibi, dayanışmacı teşvikler, kişinin hareket içinde kendine yer bulması, kendini ifade etmesi ve bir anlamda kaynaşma ve korunma elde etmesini sağlarlar. Mobilizasyon ve katılım konusunda kimlik de önemli rol oynar ama bu sorun aşılınca somut hedeflere ulaşmak için her türlü kolektif eylemler daha etkili görülmüştür. Toplumsal hareket örgütlerinin, modern toplumlarda hedefe ulaşmada kritik rol oynadıkları tartışmasızdır. Dolayısıyla, örgütlenme kaynak akışının rutinleşmesi ve kalıcı olması için gerektiğinden, toplumsal hareket kültürünün sürdürülmesi için kurulan bu örgütlenme zaman içinde belki de kurumun/örgütün bir amaç hâline gelmesine bile yol açabilir. Böyle durumlarda toplumsal hareket örgütü amaç hâline gelir ve asıl amaçları ikincil duruma düşer ve toplumsal hareketler ve onunla ilgili toplumsal hareket örgütleri arasında kimlik farklılaşması ortaya çıkabilir. Bu durum diğer bütün resmi kurumlarda olduğu gibi bürokrasinin tutuculuk özelliğiyle açıklanabilecektir ya da önemli değişimler bir toplumsal hareket örgütünün toplumdaki statüsünü/konumunu belirleyecek derecede önemli olabilir. Örneğin, toplumsal hareket örgütünün arzuladığı yönde toplum değiştiği hâlde, bundan sonra toplumsal hareket örgütleri yeni ve açık bir amacı olmadan kurumsal olarak hayatlarını sürdürmek isteyebilirler. Ayrıca, değişen toplumsal şartlar diğerlerine karşı bir grubun mobilizasyon ve hedefine ulaşmadaki başarı şansını artırıp eksiltebilir. Benzer veya karşıt hareket örgütlerinin varlığı toplumsal hareket örgütleri arasında yardımlaşma veya çatışma ihtimalini belirleyen faktörlerdir ki bu da yeni hedeflerde ve taktiklerde değişime neden olmaktadır.
74
5.3. Toplum Özellikleri ve Kaynak Mobilizasyonu İçinde bulunulan toplum özelliklerinden (endüstriyel, kapitalist ve demokratik) her biri toplumsal hareketleri de sosyal düzenin kurallarıyla ve dinamikleriyle etkiler. Her ne kadar “alternatif yöntemlerle siyaset” izleseler de bu toplumsal hareketlerin siyasal anlamda devrimci oldukları anlamına gelmez. Protesto ve boykot gibi geleneksel yöntemlerin dışında yöntemler uygulasalar bile, kendi hedeflerine ulaşmak için çoğunlukla şiddete başvurmazlar. Her şeye rağmen onlar siyaseti demokratik sistem içinde görülebilir. Sistemi eleştirseler bile hareketler sistem içinde en azından bulundukları toplumun benimseyeceği biçimde faaliyet göstermeye çalışırlar. Hareketler kendi faaliyetlerini rutinleştirip insan kaynaklarını ve ekonomik kaynakları organize ederek kurumsallaşmaya çalışırlar.
5.3.1. Kapitalist Sanayi Toplumu Açısından Toplumsal Hareketler Diğer örgütler gibi toplumsal hareketlerin de büyük sanayi toplumunda etkili olabilmesi ve hayatta kalabilmesi için üyeleri arasında bir iş bölümü ve kurumsallaşma gerekir. Bir toplumsal hareketin her üyesi aynı şekilde aktif ve yetkin olmadığından bazıları hedeflerine ulaşmak için örgütlenme yönünde stratejiler geliştirme konusunda liderlik rolü de üstlenirler. Diğer bazıları ise zaman ve enerji harcayarak yalnızca toplumsal hareketin mesajlarını dağıtma görevi üstlenirken hareketin hangi stratejileri belirleyeceği konusunda daha az söz sahibi olurlar. Sanayi toplumlarının temel özelliği olan uzmanlaşma, bürokratik yapı ve kâr-zarar hesabı her yönüyle toplumsal hareketleri de etkilemektedir. Bu yüzden, hareketin değişik görevlerini yerine getirmek için örgütlenmeye ve demokratik ortamla ilgili olarak da toplumsal hareketler organizasyoncu ve propaganda uzmanlarına ve lobicilere ihtiyaçları vardır. Ayrıca, toplumun önemli bir kısmını örgütlemeleri ve dolayısıyla da hareket faaliyetlerini farklı düzeylerde etkinleştirmesi gerekir. Örneğin, bazı insanlar zamanlarını harekete ayırırken, diğerleri maddi imkânlara veya örgütlenme bilgisiyle katkıda bulunabilirler. Diğer yandan, sanayi toplumunda yaşam mesajların topluma ulaştırılması için uzman bilgisinin ve teknolojinin kullanılmasını gerektirir ve bunun için de emek, bilgi ve sermaye gerekir. Eğitimli insanların etkili bir örgüt kurma ve toplumsal hareketlere katılmaya yatkınlıkları dolayısıyla da eğitim önemli bir kaynak oluşturur. Kapitalist topluma karşı tutumları ister karşıt ister taraftar olsun, toplumsal hareketler bugünkü kapitalist toplumlarda hayatta kalabilmek, faaliyetlerini sürdürmek ve üye tabanlarını korumak veya potansiyel sempatizanların sayısını artırmak, hem yönetime hem de karşıt sosyal grup ve örgütleriyle mücadele etmek ve yönetici elitlerin bir kısmının desteğini almak için ekonomik kaynaklara sahip olmaları gerekmektedir. Medya veya posta yoluyla mesajların dağıtılması, lobicilik ve yüz yüze ikna çalışmaları gibi faaliyetlerin çoğu maddi kaynaklara (yani paraya) dayanmaktadır. Dolayısıyla, toplumsal hareket örgütleri amaçlarını bu kaynakları, üyelerden ve destekçilerden etkin bir biçimde toplayarak ve onlardan en iyi şekilde yararlanarak amaçlarına ulaşmaya çalışırlar. Toplumsal hareket örgütleri lobicilik, yayıncılık ve üye kazanma amacıyla farklı miktarda kaynak kullanırlar. Özel mülkiyeti reddeden Marksist hareketler bile faaliyetlerini finanse edebilmek için maddi kaynaklara ve onları etkin biçimde kullanmaya ihtiyaç duyarlar. 75
5.3.2. Demokratik Toplum Açısından Toplumsal Hareketler İleri ya da az demokratik sistemlerde yaşayıp yaşamadığına bakmaksızın, toplumsal hareketlerin dayandığı desteğin büyüklüğü önemlidir. Çünkü demokraside sayısal ağırlık da önemlidir ve özellikle seçimlerde verilen oylar sonucunda, kimlerin yönetime geleceği belirlenmektedir. Örneğin, Avrupa’da çevreci toplumsal hareketlerin büyük taraftar kitlesine ulaşması, Yeşiller Partisini birçok ülkede önemli bir demokratik ve parlamenter güç hâline getirmiştir. Bazı hareketler elit gruplara dayansa da diğer elit gruplara karşı mücadelelerinde üstünlük elde etmek için de halk desteğine ihtiyaçları vardır. İster elit tabanlı hareketler olsun isterse halk tabanlı hareketler olsun birçok hareket genel toplumun isteklerini dile getirdiklerine inandırmak için demokratik ve halkçı söylemler kullanmaya çalışmaktadırlar. Demokratik bir siyasi sistemde, toplumsal hareketler kamuoyunu etkilemek ve elit grupların desteğini kazanmak için de kaynaklara ihtiyaç duyarlar. Bu kaynaklar insan emeği, zaman, para, araçlar, örgütlenme becerileri, duygu havuzu ve kültürden oluşur. Bu kaynaklar toplumsal hareket faaliyetlerinin her aşamasında başka bir öneme sahiptir. Örneğin, seçimlere katılan küçük çaplı radikal bir parti maddi kaynaklar bulamayınca propagandanın büyük kısmını gönüllü emeği ile yaptırırken, daha geniş tabanlı hareketler aynı işleri ücret karşılığı dışardan elemanlara yaptırmaktadır. Toplumsal hareketin faaliyet düzeyleri üç aşamada kavramlaştırılabilir: (1) harekete geçme, (2) sürdürme ve (3) amaca ulaşma. Demokratik toplum açısından harekete geçme aşaması kritik bir aşamadır. Bu aşamada kritik bir gurubu hareketi başlatmaya ikna etmekte başarılı olan grupların topluma ulaşma imkânları vardır ama daha ilk aşamada ciddi sorunlar yaşayan gurupların bu imkânları daha azdır. Hareketin sürdürülmesi sürecinde sonuç geciktikçe kaynak toplama daha da zorlaşmaktadır. Bu yüzden, kaynakların toplanması ve onların etkin biçimde kullanılması ihtiyacı yüzünden modern toplumda sosyal hareketlerde ideolog liderlerin yerini giderek uzmanlar almaya başlamıştır. Kaynak Mobilizasyonu Yaklaşımı’nın temel eksiklikleri çokça tartışılmıştır. Eleştirilerden birisi “kaynak” kavramının çok değişik anlamlarda ve geniş kullanıldığıdır. Jasper’ın dediği gibi “her şeyi açıklayan bir kavramsal sünger” olarak kullanılmıştır. Diğer bir eksik de kültürel (ya da yorumsal) boyutun ihmal edilmesidir. Kaynak Mobilizasyonu yakın zamanlara kadar maddi kaynakları dikkate almış ve kültürel kaynakların da olabileceğini yakın zamana kadar göz ardı etmiştir. Toplumsal hareketlerde söylem yaklaşımının ortaya çıkması ve Kaynak Mobilizasyonu yaklaşımına göre çok farklı bir yaklaşım önermesi bu sorunu net olarak ortaya koymuştur. Kaynak Mobilizasyonu Teorisi da kültürel ve anlamsal boyutun önemini kabul etmek zorunda kalmıştır. Ancak Kaynak Mobilizasyonu perspektifinin yorumsal boyutu ele alışı hâlâ sorunsuz değildir çünkü biraz indirgemeci biçimde kültürel kaynakları maddi kaynaklar gibi ele almışlardır. Bu bakış mekanik ve aşırı bilişsel diye eleştirilmiştir. Diğer bir eksiklik de Kaynak Mobilizasyonu’nun kullandığı şekliyle maliyet ve kâr kavramları arasında net bir ayırımın olmayışıdır. Bunun iki boyutundan söz edilebilir. Birincisi, elde edilen yarar her zaman maddi değildir. Şeref, gurur ve özdeşleşme gibi sembolik olgular da bir yarar olarak görülebilir. Diğer taraftan aynı şekilde hareketlere katılan kişiler arasında bunların yararı aynı derecede görülmeyebilir. Bir katılımcı için bir eyleme katılımın getireceği sonuç garanti olmasa da bir ahlaki sorumluluğu yerine getirmenin verdiği 76
tatmin duygusu anlamına gelirken diğer bir katılımcı için alınacak sonucun kendisine yararından daha çok eyleme katılımın onuru veya gururu daha önemli olabilir. Dolayısıyla maliyet-fayda ve kâr-zarar kavramları sosyal olaylarda o kadar net olmayabilir. Bedava kullanma mantığının her zaman geçerli olmayabileceği de ortaya konmuştur. Sonucun garanti olmadığı durumlarda bir grup insanın katılacağının düşünülmesi diğerlerinin katılmamasına değil katılımına da yol açabileceği tespit edilmiştir. Diğer taraftan Pamela Oliver da beleşçilik sorununu sorgulayarak yerel mahalle hareketini inceleyen yazısında Kaynak Mobilizasyonu’nun varsayımı olan “başkaları yapıyorsa benim yapmama gerek yok” anlamındaki beleşçilik varsayımının tersine yerel katılımcıların mahalle sorunlarına çözüm arayan faaliyetlere katılırken “ben yapmazsam, kimse yapmaz” diye düşündüklerini tespit etmiştir. Dolayısıyla, sosyal olaylarda maliyet-kâr hesapları olsa da bunlar kültürel olarak değişik biçimlerde algılanabilmektedir.
77
Uygulamalar Kapitalist sanayi toplumu ve sosyalist toplumu toplumsal hareketler bağlamında karşılaştırınız.
78
Uygulama Soruları 1) Le Bon'un kitle davranışı kuramı ile kaynak mobilizasyonu yaklaşımını karşılaştırınız. 2) Toplumsal hareketlerin kullanabileceği kaynaklardan başlıcalarını yazarak genel hatlarıyla açıklayınız. 3) Kaynak mobilizasyonu kuramına yöneltilen temel eleştiriler nelerdir? Açıklayınız.
79
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde toplumsal hareketleri açıklamak için geliştirilen Kaynak Mobilizasyonu kuramını ayrıntılı biçimde inceledik. Bu bağlamda toplumsal hareketlerin kaynak olarak kullandığı değerlerin neler olduğu üzerinde durduk ve Kaynak Mobilizasyonu Teorisi’ne yöneltilen başlıca eleştirileri öğrendik.
80
Bölüm Soruları 1) İnsanların toplumsal hareketlere katılmasını sağlamak o kadar kolay olmadığı gibi katılanların hareketi sürdürmesi de o kadar kolay değildir. İstenen değişimin gerçekleşmesi için uzun soluklu ve etkin çalışma gerekmektedir. Bu süreçte hareketin devam ettirilebilmesi için hangisinin yapılması gerekir? a) Yeni hedefler ve gerekçeler ortaya konulması b) Hareketin hedefe vardığının açıklanması c) Hareketin hedeflerinden vazgeçmesi d) Hedeflerin ve gerekçelerin harekete muhalif olanların istediği düzeyde tanımlanması 2) Hangisi toplumsal hareket örgütlerinin otoritelerle ilişkisinin muhtevası açısından en önemli unsurdur? a) Yayın organlarının bulunması b) Sistemin toplumsal hareketlere ilişkin hukuki kaideleri c) Şiddete meyledilmemesi d) Hareketin hedefe yaklaşması 3) Bireylerin kamusal yararın maliyetini ödemeye yanaşmayacağını savunan sosyolog aşağıdakilerden hangisidir? a) Geoffrey b) Olson c) le Bon d) Park 4) Toplumsal hareketin başarılı olmasının uzmanlaşma, kurumsallaşmaya bağlı oldu toplum aşağıdakilerden hangisidir?
iş
bölümü
ve
a) Komünist toplum b) Sanayi toplumu c) Feodal toplum d) Az gelişmiş ülkeler 81
6. YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER PERSPEKTİFİ
82
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 6.1. Genel Hatlarıyla Yeni Toplumsal Hareketler 6.2. Kimlik 6.3. Kadın Hareketi 6.4. Çevre Hareketi 6.5. Söylem ve Toplumsal Hareketler 6.6. Moral Panik
83
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Kadın hareketlerine katılanların tamamı sizce feminist midir?
84
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Yeni Toplumsal Hareketler perspektifine ilişkin malumat edinilmesi Kimlik kavramının sosyolojik açıdan değeri Kadın hareketlerinin toplumsal hareketler açısından konumunun öğrenilmesi Söyle Analizi yaklaşımının toplumsal hareketler bağlamında ele alınması
85
Anahtar Kavramlar
Eşitlik
İçerme
Sosyal adalet
Kimlik
Cinsel gruplar
İnşa edilme
Kurgulanma
86
6.1. Genel Hatlarıyla Yeni Toplumsal Hareketler Çok önemli katkıları olsa da bu yaklaşım bütüncül bir ekol oluşturamamıştır. Bu yaklaşımın öncülerinden birisi olan Alain Touraine, “merkezi çatışma” kavramını ortaya atarak sanayi sonrası toplumlarda sınıf çatışmasının yerini başka çatışmaların (kimlik çatışmalarının) almaya başladığını savunmuştur. Touraine toplumsal hareketleri, yaşam tarzı mücadeleleri olarak tanımlamaktadır. Yeni Toplumsal Hareket kuramcıları daha önce toplumsal hareket literatüründe hâkim yaklaşım olan Kaynak Mobilizasyonunu toplumsal hareket faaliyetlerinde ve kolektif eylemlerdeki rolünü ihmal ettiği için çok eleştirmişlerdir. Touraine “sanayi-sonrası” toplumlarda ortaya çıkan Yeni Toplumsal Hareketler ile gelişmekte olan toplumlardaki “sosyoekonomik” gruplar arasında net bir ayrım yapmaktadır. Feminist, gay ve lezbiyen hareket ve yeşiller gibi toplumsal hareketler, kolektif eylemleri açısından önceki hareketlerden farklıdır. Bu hareketlerin kendi kültürleri daha çok duygulara dayanıyordu ve dolayısıyla rasyonel bürokratik devlet tiplerine karşıydılar. Ama büyük ölçüde doğrudan devletle mücadele ile değil kendi yaşam tarzlarını gerçekleştirmek ve hatta yaygınlaştırmak temel hedefleridir. Yeni ve farklı değerler, farklı yaşam tarzları ve kolektif kimlik inşa etmeye çalışıyorlardı. Onlara “yeni” toplumsal hareket denilmiştir çünkü onlar eski Marksist, dinsel, liberal veya muhafazakâr hareketlerden birkaç yönden çok farklıdır: (1) iç dinamikler, (2) kendisini ifade eden ve rasyonel olmayan eylemler ve (3) toplu kimlikleri söz konusudur. Diğer bir tanımlama ise, hepsi kimlik temelli kolektif eylemleriyle Yeni Toplumsal Hareketlerin önceki hareketlerden farklı olan temel bazı özelliklerini ortaya koymuşlardır: (1) yeni kimlikler etrafında örgütlenme, (2) bireysel ifadeyi (açıklamayı) bir hareket faaliyeti olarak benimseme ve (3) kişisel konuların tartışılmasının da hareket faaliyeti olarak görülmesi. Yeni Toplumsal Hareket Yaklaşımı, makro düzeyde çağdaş toplumsal hareketler ile genel ekonomik yapı arasındaki ilişkiye ve kültürün rolüne yoğunlaşırken, mikro düzeyde toplumsal hareketlerde ortaya çıkan kimlik konuları ve kişisel davranış ile ilgilenmektedir. Bu anlayış bazı yeni fikirleri de ortaya atmıştır. Bunların en önemlisi, Yeni Toplumsal Hareketler sanayi-sonrası ekonomiye geçişin bir sonucudur ve dolayısıyla bu hareketler sanayi toplumu hareketlerinden farklı olarak kendisine has özellikler göstermektediği düşüncesidir. Yeni toplumsal hareketlerin genel olarak küresel karakteri ön plana çıkmaktadır çünkü bu tür hareketlerin hemen hepsi ülke sınırlarını aşıp küresel bağlantılar, üyelikler ve faaliyet alanı olarak da ülke sınırlarının ötesinde eylemler ve faaliyetler yapmaktadırlar. İletişim imkânları ve ulaşımın gelişmesi ile de sınırötesi bağlantılar giderek güçlenmektedir. Kadın Hareketi ve Çevre Hareketi gibi birçok yeni toplumsal hareketlerin gündemi ve faaliyetleri küresel ölçekte ortaya çıkmaktadır. Yeni toplumsal hareketler kendi kişisel çıkarları veya işçi sınıfının çıkarları gibi maddi kazançlar uğrunda faaliyet göstermek yerine, genel kamunun/halkın yararı, tüketici veya marjinal grupların, kadın ve gençlerin hakları gibi konuları savunurlar. Dolayısıyla, bu harekete katılanlar kişisel veya örgütsel olarak kendi çıkarlarının peşinde olmadan başkalarının çıkarlarını savunmayı hedef edinmiş olabilirler. Ayrıca, bu tür hareket örgütleri 87
bireysel ifadeleri ve cinsellik gibi kişisel sorunların tartışılmasını toplumsal hareket faaliyeti olarak görmüşlerdir. Bu yeni hareketler, genellikle “yeni orta sınıf”ın üyelerinden oluşmaktadır. Yeni toplumsal hareketler iki tür olarak düşünülmüştür: (a) daha geniş bir topluluk için bağlayıcı hedefler koymaya çalışan ve meşru aktör olarak görülmek isteyen sosyopolitik hareketler ve (b) daha geniş bir topluluk için bağlayıcı hedefler koymaya çalışmayan (münferit) ancak meşru aktör olarak görülmek isteyen sosyokültürel hareketler. Bu hareketler esas itibarıyla grup olarak hareket eden sosyoekonomik gruplar değil fakat verili (ascriptive) kolektiviteler adına hareket eden gruplardır, sırf ekonomik konularla ilgilenmezler, özerklik ve kimlik tanımlamasını temel değer olarak savunurlar ve kendi aralarında büyük ölçüde samimiyet ve doğallık isterler ve eşitlik, içerme (inclusivity), sosyal adalet ve radikal demokrasi gibi fikirleri savunurlar. Ayrıca, yeni toplumsal hareketler yaşam alanlarına devlet ve/veya hâkim gruplar tarafından müdahale edilmesine karşı çıkarak yaşam alanlarının özerkleşmesini savunmaktadırlar. Hedefleri arasından kendi kimliklerinin normal ve meşru bir kimlik olarak tanınmasını sağlamaktır. Yeni toplumsal hareketler devleti ele geçirmek yerine onu rahatsız etmeye ve yerel eylemlerle etkilemeye çalışırlar. Bu hareketler sivil toplumu geliştirip devletin rolünü azaltmaya çalışan bilinçli olarak yerel, ademimerkeziyetçi ve anti bürokratik hareketlerdir. Temel kaygıları devletten menfaat sağlamak değildir ama yine de birçok konuda devlet otoritesiyle karşı karşıya gelebilmektedirler. Ayrıca, nükleer santraller inşa edilmesine, savaş füzeleri kurulmasına karşı çıkarlar ve şehir planlarını yenilemeye çalışan uzman ve teknokratların rollerini sarsmaya çalışmaktadırlar. İç dinamikler açısından bu hareketler konsensüse ve duygusal bağlar tarafından oluşturulan kolektif kimliğe dayanır. Kendi aralarında yaşam tarzı etrafında samimiyet ve görüş birliğine önem verirler. Yaptıkları eylemler doğrudan stratejik bir hedefi gerçekleştirmeyi amaçlamaz fakat kendilerinin kim olduklarını açıklamak için ifadeci (expressive) bir rol oynar. Kendi farklı kimlikleriyle toplumda yüksek bir statü edinmek ve kabul görmek isterler. Bu yüzden, Yeni Toplumsal Hareketlere katılımın kendisi bir amaç hâline gelmiştir. Epstein'in söz ettiği gibi, onların eylemleri bizzat hareket içinde konsensüs yoluyla ve toplumda kitlesel sivil itaatsizlik yöntemleriyle eşitlikçi bir topluluk kurmayı amaçlamıştır. Diğer taraftan, bütün kararlarda konsensüs aranması ve bireysel farklılıkların göz ardı edilmesi, her ağızdan bir ses çıkmasına yol açtığı için bu hareketlerin uzun ömürlü olmasına da engel olmaktadır. Önerdikleri kültür türü, ekolojik dengeye önem veren, şiddet karşıtı ve eşitlikçi bir toplum kurmayı hedefler. Bu anlamda Yeni Toplumsal Hareketler hâkim toplumsal ve siyasal kültürü sarsacak bir kültürel devrim istiyorlar denebilir. Fikirler ve değerler olarak ve de eylem türleri olarak kültür bu hareketlerin hem amacı hem de aracı olmuştur çünkü bu hareketler modern toplumda kendi tanınmış kimlikleriyle yaşamak istemektedirler. Ayrıca, bu gerçekler de kendi duygularını ve varlık nedenlerini açıklamak için kullandıkları stratejileri belirlemektedir.
88
Yeni toplumsal hareketler, genel olarak bir bütün hareketmiş gibi algılanmış ve önemli unsurları paylaşan bir hareket grubu olarak düşünülmüştür. Bunlar arasında başı çeken en önemli hareketin Çevre Hareketi olduğu düşünülmüş ve diğer bütün yeni hareketleri bir araya getirebilecek bir şemsiye olabileceği fikri bazı kuramcılar tarafından ön plana çıkarılmıştır. Melucci de kültürle ilgili olarak yeni toplumsal hareket teorisyenlerinden birisi olarak, (1) aktörlerin ortak yönleri ve kimlikleri, hedefleri ve anlayışları, (2) aynı değer üzerinde mücadele eden rakiplerle mücadele ve (3) sosyal sistemin tolerans sınırlarını aşan ve değişime zorlayan eylemlerin önemini vurgulamıştır. Yeni toplumsal hareketlerin amaçları maddi kazanımlar değil, kültürel özerklik, yaşam alanı ve daha iyi çevre gibi daha çok manevi (simgesel) kazanımlardır. Yeni toplumsal hareketlerin motoru ise, işçi sınıfı veya işçi yanlısı solcu aydınlar değil, kültürel olarak yenilikçi ve özgürlükçü yeni orta sınıftır ve kadın erkek eşitliği ve otoriter rejim karşıtlığı gibi bilinçli kültürel tercihlere sahip olan farklı gönüllü örgütlerin oluşturduğu sivil toplum örgütleri bu hareketlerin tabanını oluşturmaktadır. Yöntem açısından bakıldığında, Yeni Toplumsal Hareketler devrimci veya reformcu yöntemlerle gücü ellerine geçirmeyi değil, bilinçli bireylerden oluşan sivil toplumun kamuoyundaki kültürel etkisini artırmak ve resmi yolların dışında protesto yoluyla ekonomik, kültürel ve siyasal kurumlardaki karar alma süreçlerini etkilemektir. Yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkışı “sanayi-sonrası toplum”da sınıf, din ve aile bağlarının zayıflaması dolayısıyla yeni kimliklerin ön plana çıkmasına bağlanmıştır. Modern batı toplumlarında topluluk bağlarının azalması ve bireyselliğin ağırlık kazanması dolayısıyla bu tür hareketler belirli kimlik ve sosyal dayanışma işlevi kazanmaya başlamıştır. Devletin ve piyasanın özel alanı işgal etmesi, toplumda hâkim olan kültürel kodlarından pek dile getirilmeyen unsurlarını açığa çıkaran yeni sosyal gruplar ve eylemler ortaya çıkarır. Yeni toplumsal hareketler hâkim kültürel normları eleştirirken, sosyal ilişkileri demokratikleştirmeye çalışırlar. Son yıllarda Yeni Toplumsal Hareketlerle eski beklentilere zıt yönde bir gelişme görülmeye başlandı. Artık daha kalıcı ve etkili olmaya başlayan bu hareketler giderek daha fazla kurumsallaşmaya başladılar, çevre konularının savunucusu olarak kapitalist “sistem” tarafından daha fazla kabul görmeye ve hatta benimsenmeye başladılar. Bu doğrultuda Türkiye’deki Yeni Toplumsal Hareketler olarak görülebilecek Feminist ve Alevi hareketlerin etkinliğinin artmasına bağlı olarak bu hareketler hem kamuoyunda hem de medya ve elitler tarafından daha fazla kabul görmeye başlamıştır. Ayrıca, Yeni Toplumsal Hareket teorisi, büyük ölçüde sol-eğilimli hareketleri ele aldığı ve sağcı ve muhafazakâr hareketleri ihmal ettiği için eleştirilmiştir. Özellikle dinsel ve milliyetçi hareketler de benzer sosyolojik özellikler gösterdiği hâlde pek gündeme getirilmemiştir. Postmodern hareketler modernlik öncesi (geleneksel) bazı toplumsal özelliklerin yeniden canlandırılmasını savunarak, dinin ve geleneğin Aydınlanmacı liberaller ve sosyalistlerin düşündüğünden çok daha güçlü olduğunu savundular. Bu postmodernist hareketler arasında Hristiyan ve Müslüman hareketler olduğu gibi Budist ve Konfüçyan dini 89
hareketler de bulunmaktadır. Postmodern hareketler arasında rasyonel çıkar mantığı gözetmeyip onun yerine yaşam tarzı anlayışını öne çıkaran Yeni Sosyal Hareketler de vardır. Bu harekelerin ortaya çıkmasını hazırlayan faktörler arasında, ekonomide sanayi-sonrası dönüşümler, piyasaların küreselleşmesi, merkez sanayileşmiş ülkelerde işçi sınıfının azalması ve modern kültür ve yaşam tarzlarının sorgulanması gibi olgular gösterilmektedir.
6.2. Kimlik Kişilerin kendilerini nasıl tanımladıkları sosyal ilişkilerinde ve toplumdaki konumlarını etkileyen önemli faktörlerden biridir. Bir kişi aynı anda cinsiyet, millet, sınıf, din, ırk, dil ve meslek gibi birçok kimliğe sahiptir. Kimlik derken tek bir kimlikten söz etmek yerine hangi kimliğin belirleyici ve hâkim duruma geldiğini kastedilmektedir. Kişinin sosyal hayatında bunlar arasından belli bir kimliğini öne çıkarması kimliklerin toplumsal olarak kurgulandığını göstermektedir. Örneğin, bir kadın vatandaş cinsiyet, sınıf, din-mezhep ve millet kimliklerinden birisini ön plana çıkararak belirli bir hareket faaliyetine katılabilir. Kişisel kimlik ile toplumsal hareket kimliği arasında bağlantı kurmak hareketler için oldukça önemli faaliyettir. Çünkü kimlik oluşum süreci, hareketlerin geniş eylem ve faaliyet dinamiklerini derinden etkilemektedir. Ancak, Yeni Toplumsal Hareketler Yaklaşımı kişisel kimlik ile kolektif kimlik arasındaki ayrıma pek fazla önem vermezler. Kişisel kimlik ve toplumsal hareketler arasındaki ilişkilerde yalnızca kimliğin benimsenmesi yeterli görülmez, bunun anlamlı ve etkili olabilmesi için bu kimliğin gerektirdiği faaliyetlere katılım ve kimliğin kamuoyunda açıklaması gerekmektedir. Diğer taraftan, kimlik oluşumu ve harekete katılım birbirini otomatik olarak izleyen süreçler değildir. Diğer bir deyişle bir kişinin toplumsal harekete paralel kimliğe sahip olması katılımı garanti etmediği gibi, katılım da kimliğe bağlı değildir. Kimlik çoğu zaman bir hareket faaliyetine katıldıktan sonra pekişir ve güçlenir çünkü protesto ve diğer hareket faaliyetleri bir anlamda eylemlere katılanların kimliklerinin teyit edilmesi işlevini de görmektedir. Hem devletin tutumunun, hem harekete katılımcıların yaşadıkları yoğun eylemcilik deneyiminin ve mağduriyet söylemlerinin kimlik oluşumunda etkili olduğu savunulmuştur. Yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan iki önemli gelişme (piyasaların küreselleşmesi ve devlet işlevlerinin daralması) özellikle Batı toplumlarının yapısında ve sosyal ilişkilerinde önemli değişimlere yol açmıştır. Bu gelişmeler yerel kimliklerin sınır ötesi kimliklerle kesişmesini kolaylaştırdığı için kimlik oluşumu daha karmaşık ve daha az belirgin süreçlerle ortaya çıkmaya başlamıştır. Yeni toplumsal hareketler de bu süreçte büyük ölçüde “kimlik faaliyeti” olarak ortaya çıkmaktadır çünkü ister bireysel olarak isterse kolektif olsun insanlar kendilerine ve başkalarına anlam vermeye çalışmaktadırlar. İnternet ve iletişim araçlarının yaygınlaşması dolayısıyla, eylemciler arasındaki küresel bağların artması ve uluslararası aktörlerin daha ilişkili hâle gelmesi de uluslararası kimlik oluşumuna katkıda bulunmaktadır. Ancak bu otomatik bir süreç olarak görülmemelidir çünkü benzer temaslar bazen tam aksi yönde ulusal kimliklerin pekişmesine de yardımcı olabilmektedir. Bir 90
anlamda, Yeni Toplumsal Hareketler İnternet teknolojisini kapitalizme ve liberalizme karşı kullanmaktadırlar. Kimlik politikaları farklı işlevleri açısından değerlendirmeye alınmıştır. Bazı durumlarda kimlik politikaları modernlik öncesi kimliklerin (dinsel kimlik gibi) canlandırılması yönünde çabalamaktadır. Bu anlamda kimlik politikası modern liberaldemokratik ve sınıf kimliklerinin reddi anlamına gelmektedir. Bazen de tam aksi yönde kimliklerin (gay ve lezbiyen kimlik gibi) liberal-demokratik sistemde kabul görmesini ve meşru bir kimlik olarak vatandaşlık ve sivil haklar bağlamında katılımın gereğini savunurlar. Diğer bazı durumlarda da kimlik politikaları ulusal ve küresel piyasa ekonomilerinin ekonomik değişimlerin sarsıntısına karşı, etnik gruplar, kandınlar, sakatlar gibi gruplara bir sığınak görevi üstlenmektedir. Korporatizm diye de adlandırılan bu işlev sayesinde toplumdaki dezavantajlı gruplar, eğitim, iş bulma ve devlet ihalelerinde pozitif ayrımcılık elde edebilmektedir.
6.3. Kadın Hareketi Yeni toplumsal hareketlerin dünya çapında en etkililerinden birisi kadın hareketidir. Feminizmi de kapsamakla beraber kadın hareketine katılanların hepsi feminist değildir. Feminizm kadınların erkeklere bağlı ve aşağı konumda olmasını reddetme ve değiştirme hedefini benimseyen ideoloji olarak tanımlanabilirken, Kadın Hareketi ise kadınların toplumdaki durumlarının düzeltilmesini hedefleyen daha genel çabaları ifade eder. Yeni toplumsal hareketlere hedef ve yöntem olarak benzemesine rağmen aslında dünya üzerindeki en eski hareketlerden biridir ve ortaya çıkışı işçi hareketleri kadar geriye, 1800’lerin başına gider. Ancak yine de yeni kadın hareketi yeni sivil haklar hareketinin bir parçası olarak doğmuş ve onlarla hem ortak üyelere sahip olmuş hem de ortak amaçlar için faaliyet göstermiştir. Temel olarak toplumda cinsiyete dayalı bir hiyerarşi oluşmasından ve burada erkeklerin daha güçlü ve avantajlı olmasından şikâyetçi olarak bu eşitsizlikleri azaltmak ve kaldırmak amacıyla faaliyet göstermişlerdir. Radikallerden liberallere birçok versiyonu bulunan bu hareket Batı ülkeleri kadar Doğu ve Güney ülkelerinde de çok aktiftir. Cinsiyet ile ilgili hareketler Batı’da üç biçimde ortaya çıkmıştır: (a) ekonomik olarak orta ve üst sınıflara ait, kaynak ve fırsat açısından avantajlı grupların oluşturduğu toplumdaki cinsiyet hiyerarşisini reddeden Feminist Hareket, (b) toplumdaki cinsiyet hiyerarşisine doğrudan karşı çıkmadan kadınların durumlarını düzeltmeyi amaçlayan Kadın Hareketi ve (c) liberal ve radikal akımlardan oluşan ve cinsiyet konusunda hâkim ahlak anlayışı reddeden Cinsel Tercih Hareketleri. Bu gruplar bazen birbirine çok zıt biçimlerde hareket etseler de çok yaygın ve etkili olmaları ve genel olarak kadınların toplum içindeki durumlarının düzeltilmesini amaçladıkları için bütün bir hareket olarak görülmelidirler. Genel olarak alındığında Kadın Hareketi oy kullanma hakkı, evlilikte kimlik ve mülkiyetin sürdürülmesi ve çalışma ortamında eşit ücret ve adil muamele taleplerini dile getirmişlerdir. Alain Touraine kadın hareketini iki temel eksende faaliyet gösteren gruplar olarak görmüştür. Touraine'e göre Kadın Hareketi toplumdaki her türlü ayrımcılığını ortadan 91
kaldırmak ve bu sayede mümkün olan her durumda cinsiyete atıfta bulunulmasını ortadan kaldırmak isteyenler ile tam aksi yönde kadınsı kişilik ve kültürü hayatın her yanında vurgulamaya çalışanlar olarak iki gruba ayrılmaktadır. Hareket içindeki ideolojik ağırlık, hedefler ve yöntemler açısından gözlenen büyük farlılık ve değişkenlik çok farklı versiyonların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bir yanda, erkeklerle anlaşmayı ve çözüm imkânlarını reddeden ve daha çok Marksizm’den etkilenen Radikal Feministler bulunduğu gibi, dini grupların içinde de kadınların durumlarının düzeltilmesini savunan Hristiyan ve Müslüman Feministler bulunmakta ve diğer guruplarla önemli bir çekişme içine girmektedirler. Radikal Feministlerin varsayımı, ataerkil güç hiyerarşisini desteklediği gerekçesiyle din gibi geleneksel öğretilerin reddedilmesine dayanırken, Hristiyan ve Müslüman Feministler ya cinsiyet hiyerarşisinin dinin özünde bulunmadığını ya da küçük uygulamalar ile bu durumun düzeltilebileceğini ve cinsiyet açısından dinin reddedilmesine gerek olmadığını savunurlar. Kadın hareketi içindeki çeşitliliğin bazen ırk ve din temelinde politikalardan etkilenip diğer kadın kategorilerini dışlayıcı biçimler kazandığı da olmuştur. Örneğin, kadınların oy kullanmasını destekleyen Amerika’daki The League of Women Woters (Kadın Seçmen Birliği) zenci kadınların kendi hareketlerine katılımına izin vermemiş ve bu da benzer bir hareketin zenci kadınlar arasında kurulmasına yol açmıştır. Kadın hareketi faaliyetlerini sorunsuz biçimde sürdüremez. Bu hareketler etnik ve sınıflar arasında dağılmış bir destek tabanına dayanmalarının yanında aynı zamanda güçlü ve örgütlü rakip gruplar ve hareketlerin muhalefeti ile de karşılaşırlar. Bu hareketin birçok alanda etkileri görülmeye başlamıştır. Söylem bazında erkek egemenliği çağrıştıran kelime ve kavramlara getirdikleri eleştiriler hem birçok dilde hem de Türkçede cinsiyet açısından nötr kavramların yaygınlaşmasına yol açmıştır. Örneğin, sözcü anlamında kullanılan ve “sözcü-adam” (spokesman) kavranımdaki “adam” kelimesi yerini kişi (person) kelimesine bırakarak “sözcü-insan (spokes-person)” kelimesi yaygınlaşmaya başlamıştır. Türkçe içinde aynı durum ortaya çıkmaya başlamış, “bilim adamı” yerine “bilim insanı” daha çok kullanılır olmuştur. Bu duyarlılığın anlatmak istediği şey bazı alanların yalnızca erkeklerin hâkim olduğu alanlar olmadığı kadınların da eşit biçimde girebilecekleri alanlar olmaları gereğidir.
6.4. Çevre Hareketi Çevre hareketi dünya üzerinde değişen doğal şartların daha kötüye gittiğine inanarak bu alanlarda iyileştirme için bir şeyler yapılması gerektiği düşüncesinden hareket etmektedir. Bu hareket homojen bir yapıya sahip değildir, hareket içindeki gruplar hem amaç, ideoloji ve dünya görüşü açısından hem de başvurdukları taktik ve stratejiler açısından önemli farklılıklar görülmektedir. Bir kısmı daha pragmatik ve reformcu yaklaşımı benimserken bazıları çok daha radikal bir tutumla çevreye zararlı olabilecek pek çok şeyi toptan reddederler. Yeryüzünde toprağın kirlenmesi ve azalması, bitki ve hayvan türlerinin tükenmesi gibi sınır ötesi boyutu olan konularla ilgilenilmektedir. Çevre Hareketi çeşitli faaliyetleriyle önemli sonuçlar almaya başlamıştır. Bu hareketin etkisiyle çevre konularında bilinçlenme giderek dafa fazla önem kazanmaya başlamış ve birçok ülke kamuoyunda çevreye duyarlılık artmıştır. Çevre Hareketi’nde iki temel yaklaşım ortaya çıkmaktadır. Birincisi, harekete katılanların 92
veya çevre sorunlarından zarar görenlerin yararlarına yönelik faaliyet gösteren insan-merkezli eğilimdir ve bu açıdan akılcıdır. İkincisi ise doğayı insanların yaşamını iyileştirmek için değil de kendi başına bir değer olarak savunan çevre-merkezli eğilimdir ve duygusallığı ön plana çıkar. Faaliyet alanındaki çeşitlilik kadar örgütlenme biçimi de ülke içinde ve ülkeler arasında çeşitlilik göstermektedir: Siyasi parti faaliyeti, lobicilik, doğrudan eylem, yerel protestolar ve yerel topluluklarda örgütlenerek gündemi etkilemeye çalışmak. Avrupa’da birçok ülkede başarı sağlayan Yeşiller Partisi çevre hareketi adına önemli bir zemin kazanmıştır. Diğer birçok ülkede parti faaliyet yapmış olsunlar veya yapmasınlar, lobicilik faaliyetleri de yoğun biçimde yürütülmektedir. Bazen de çevreye zarar verdiği düşünülen olay ve eylemlere doğrudan müdahale etmeyi de tercih etmektedirler. Örneğin, çevreye zarar veren atıkların engellenmesi veya temizlenmesi veya önleyecek eylemler yapmak biçimlerinde görülmektedir. Ayrıca, nükleer santral inşaatına karşı yapılan gösteriler gibi protesto yöntemi de çokça kullanılan yöntemlerdendir. Türkiye’de lobicilik ve protestolar ve doğrudan eylemler daha çok gözlenmektedir. Haberlerde sıkça duyduğumuz, nükleer santral inşaatına ve siyanürle altın çıkarılmasına engel olmak için yapılan doğrudan engelleme çalışmaları gibi, uluslararası alanda şahit olduğumuz Japon balıkçıların balina avlamasına engel olmak için balıkçılarla çatışmaları ve güzergâhlarına çıkarak engellemeleri doğrudan eylemin ilginç örnekleridir. Lobicilik ve diğer taktikler de oldukça sıklıkla uygulanmaktadır. Belli bir ülkedeki hareketler bir taktiğe yoğunlaşmakla beraber birkaç taktiği aynı anda uygulamaya sokmaya çalışmaktadırlar. Bu hareketler de kendi karşı-hareketlerini doğurmuşlardır çünkü onların karşı çıktıkları birçok faaliyet, birçok meslek ve çıkar grubunu ilgilendirmektedir.
6.5. Söylem ve Toplumsal Hareketler Toplumsal hareketlerin değişim talepleri olduğunu bilinmektedir. Bu değişimi gerçekleştirmek ne hızlı ne de kolay bir süreçtir. Bir değişimin gerekliliğini hem topluma hem de elit gruplara anlatmak kolay değildir. Bu anlatma sürecine söylem geliştirme süreci denir ki bazen daha açık bir tartışma biçiminde ya da direnç ve baskı fazla olduğu zamanlarda düzen bozucu hareketler ve şiddete kadar varabilir. Ayrıca, güç dengeleri de toplumda her söylemin aynı derece kabul görme şansını ortadan kaldırmaktadır. Hareketlerin toplumda yepyeni bir anlayış önermeleri de mümkündür ve bu durum çok nadir değildir. Toplumsal hareketler potansiyel katılımcılara tamamen yabancı ve ilgisiz fikirler öneremezler. İtalyan Marksist düşünür Gramsci’nin ortaya attığı hegemonya kavramı, toplumdaki söylemlerin hâkim ekonomik sınıfların çıkarı doğrultusunda geliştiğini ve yönetilen sınıfların bunu kabullendiğini ve buna aydınların ve medyanın destekçi veya karşıt olabileceğini ifade etmiştir. Foucault “post-yapısalcı” kuram ve feminizm de güç ve söylem ilişkisinin toplumsal kontrole hizmet ettiğini ve hâkim sınıfların yararına çalıştığını ortaya koyarak her türlü söylemin toplumda eşit şansa sahip olmadığını ve ilişkiler gibi söylemlerde de toplumsal güç ilişkilerinin işlediğini ortaya koymuştur. Foucault’ya göre güç yalnızca devlet ve siyasetle ilgili değildir, aynı zamanda toplumsal ilişkilere ve söylemlere de yansımıştır. Aynı zamanda, güç ile direnç arasında karşılıklı ve çoğu zaman kaçınılmaz bir ilişki vardır. Bir rejimin 93
yıkılması otomatik olarak oradaki güç dengelerinin toptan değiştiği anlamına gelmez çünkü güç ilişkileri diğer kurumlara ve söylemlere de yansımaktadır. Foucault ve Gramcsi liberal devletin sivil toplumdaki çatışmayı değiştirip birçok uygulama ve söyleme yaydığı görüşünü paylaşmaktadırlar. Toplumsal İnşacılık Perspektifi, sosyal gerçekliğin sürekli olmayıp her zaman insanlar tarafından kurgulandığını varsaymaktadır. Benzer doğrultuda toplumsal gerçekliğin kişilere göre değiştiğini ve sürekli yeniden yorumlandığını savunmaktadır. Aynı şekilde insanların karşılaştığı konular, sorunlar ve paylaştıkları inançlar ve kimlikler de aynı şekilde yeniden yorumlamaya açıktır. Berger ve Luckmann’ın The Social Construction of Reality (Gerçekliğin Toplumsal İnşası) isimli kitabı 1966’da yayınlandığında yeterince ilgi uyandırmamış ve sosyolojik analizlere pek fazla yansımamıştı. Ancak, toplumsal inşacılık fikri özellikle toplumsal sorunlar ve toplumsal hareketler literatüründe 1980’lerde ön plana çıkmaya başladı. Toplumsal sorunlar üzerine yapılan araştırmalar, birçok sorunun toplumda somut olarak varlığından daha çok bazı kişi ve kurumlar tarafından sorun olarak tanımlanan şeylerin diğer bazıları tarafından sorun olarak görülmediğini tespit etmişlerdir. Örneğin, bazı çevreci hareketler nükleer santrallerin yapılmasını sorun olarak görürken bazı kesimler ve mesleki örgütler de bu konunun sorun yapılmasını yanlış bir şey olarak görürler. Toplumsal hareket araştırmalarında da toplumsal çözülme, kitle psikolojisi ve kaynak mobilizasyonu gibi yaklaşımların ardından toplumsal inşacılık anlayışı ön plana çıkmaya başlamıştır. Avrupa’da ortaya çıkan Yeni Toplumsal Hareketler perspektifinin paralelinde, Amerika’da Söylem Teorisi ortaya çıkmıştır. Erwin Goffmann’ın (1974) “çerçeve” kavramından yola çıkarak toplumsal hareketlerin kültürel yönünü vurgulayan bu anlayışta, toplumsal hareketlerin gündem oluşturması, taraftar ve kaynak toplaması ve üyelerin yapılan faaliyet ve eylemlerin sonuç vereceğine ikna edebilmesi için doğru ve etkin söylem geliştirmeye ihtiyacı olacaktır görüşü savunulmaktadır. Snow ve arkadaşları söylem (çerçeve) kavramını, bireylerin geniş dünyayı ve hayat alanlarındaki olayları tespit, teşhis, algılama ve anlamlandırmaya yarayan bir şema olarak tanımlamışlardır. Söylemler, bireylerin dünya görüşleri ile toplumsal hareketin görüşlerini birleştirmek için geliştirilmektedir. Söylem yaklaşımında kültür sürekli yeniden yorumlanan ve kurgulanan dinamik bir olgu olarak ele alınır, toplumsal hareketlerin, karşı hareketlerin ve hatta devletin aktif ve dinamik biçimde kendi söylemlerini sürekli olarak etkin biçimde kültürel ögeler şekillendirirler. Ancak bu anlayış, daha önceki Kaynak Mobilizasyonu ve Siyasi Fırsat Ortamı kuramlardaki gibi insanların ve toplumsal hareketlerin rasyonel aktörler oldukları ve her zaman en kârlı seçeneği tercih ettikleri anlayışından yola çıkmaz. Aksine, bireyler ve gruplar kültürel ortamın sunduğu anlamsal araçlarla bazen maddi yarar gözetmeden içinde bulundukları duruma açıklama ve sorunlara çözüm getirmeye çalışmaktadırlar. Bu yorumlar özellikle sorunun nedenleri ve çözümleri konusunda bireylerin ve grupların çok çeşitli seçenekler arasından kimi ve neyi sorumlu gördükleri ve hangi çözümleri önerdikleri içinde bulundukları maddi şartlar kadar kültürel kodlar ve araçlardan ve onu kullanan aktörlerin çıkar ve inançlarından etkilenmektedir. İster gerçek, ister algılanmış olsun baskıcı şartlarda fırsatların yokluğunda bile söylemler, üyeleri ve takipçileri eyleme yönlendirmektedir. 94
Benford ve Snow, hareketlerin geliştirdiği söylemlerin temel özelliklerini şöyle özetlemişlerdir. Birincisi, hareketlerin toplumda neyi sorun olarak gördükleri ve suçu kime/neye yükledikleri önemlidir. Örneğin, eğitim sorunlarıyla ilgilenen bir toplumsal hareket örgütü sorumluluğu öğrencide, ailede, okul yönetiminde veya bürokratik yapıda ve hatta siyasi otoritede görebilir. Ancak burada sorumluluğun en çok kime/nereye yüklendiği aranan çözümlerin yanında diğer birçok açıdan çok önemlidir ve gruplara göre değişiklik gösterir. İkincisi, söylemlerin esnekliği/genişliği ve katılığı/dar kapsamlılığı söylemin toplumda hitap ettiği kesimin sınırlarını etkileyeceği gibi kabul görmesi ve etki alanı oluşturması açısından da önemlidir. Üçüncüsü, söylemin ve hareketin ortaya çıktığı kültürel ortam, etki ve kapsam açısından önemli olmaktadır. Örneğin, Hristiyan kültürüyle yoğrulmuş Amerika’da İslami prensiplere dayalı hareketler hem kabul görmede hem de gündem oluşturmada kültürel ortamın yabancı (ve hatta karşıt) olması dolayısıyla zorluklar yaşamaktadır. Dördüncü olarak, ortaya atılan bir söylemin toplumun inançları ve ihtiyaçları açısından güçlü bir yankı bulup bulmadığı önemlidir. Diğer bir ifade ile söylemlerin toplumdaki anlayışlara ve ihtiyaçlara karşılık gelecek biçimde kurgulanması gerekmektedir.
6.6. Moral Panik Moral panik kavramı 1970’lerde bazı toplumsal sorunların nasıl abartılı korkulara yol açtığını açıklamak için geliştirilmiştir. Moral panikler (ahlak panikleri), medyada veya siyasi alanlarda gerçek tehdide göre çok daha fazla tepki oluştuğunu gösterirler ve toplumsal olarak inşa edilmiş sosyal problemlerdir. Moral paniklerin bazı somut temeli ve gerekçesi olsa da gerçeğin çok üzerinde bir korku ve tepki gösterilmesine yol açmaları dikkat çekmektedir. Örneğin, Türkiye’de de misyonerlik, satanizm, kapkaç, trafik canavarı ve irtica korkuları zaman zaman patlak vermekte ve bunlara ilginin gerçektekine göre daha fazla değişiklik gösterdiği düşünülebilir. Diğer bir ifade ile bu sorunlarda gerçeklik olsa bile medyada çıkan dönemsel tepkilere bakıldığında bazı dönemlerde bu sorunların çok ciddi boyutlara ulaştığı hâlde diğer zamanlarda nerdeyse kaybolduğu izlenimine varılmaktadır. Ancak, toplumsal sorunlarda medya ve siyasette tepkilerin bu kadar kısa sürelerde azalıp çoğalması pek kolay değildir. Moral panikler konusunda daha önce kitap da yazan Goode ve Ben-Yahuda, toplumsal sorunların inşa edilme (kurgulanma) yönüne vurgu yapmaktadırlar. Bir soruna verilen tepkinin o sorununun arz ettiği tehdit ile bazen hiçbir ilgisi olmayabileceğini ve ciddi bir tehdit olmadığı hâlde bile sorun olarak görülen durumun toplumun bazı kesimlerinde ciddi korkular yaratabileceğini vurgulamaktadırlar. Bu dönemler genelde kısa sürse de toplumun kültür ve siyasetinde önemli izler bırakabilecekleri kabul edilmiştir. Toplumsal sorunların inşa edilme (kurgulanma) boyutuna şöyle örnek verilebilir: Türkiye’de trafik kazaları çok yaygın ve terörden daha ölümcül oldukları hâlde bir toplumsal sorun olarak kamuoyunda yeterince tartışılmamaktadır. Daha az ciddi olduğu hâlde diğer sorunlar daha fazla gündeme gelebilmektedir. Toplumda panik hâline gelen korkuları sürdürme konusunda çıkarları olan “ahlak girişimcilerinin (moral entrepreneurs)” oynadığı role de dikkat çekilir. 1930’ların başında pek 95
kimsenin kullanmadığı ve hatta bilmediği “marihuana”nın 1937’ye kadar hemen bütün Amerikan eyaletlerinde yasaklanması, Federal Narkotik Bürosu’nun (Federal Bureau of Narcotics – FBN) ile medyanın iş birliği sonucunda gerçekleştiği savunulmuştur. Moral panikler endişe, düşmanlık, konsensüs, orantısızlık ve değişkenlik özelliği gösterirler. Moral paniklerde endişe ve korku gereğinden fazladır ve sorunun kaynağı olarak görülen gruplara karşı büyük ölçüde ön yargılardan beslenen büyük düşmanlık duygusunu ortaya çıkarır. Genel toplumda veya belirli kesiminde sorunun ne olduğu ve nerden kaynaklandığı konusunda fikir birliği olması gerekir. Toplumun veya belirli kesimlerinin soruna gösterdiği tepki tehdidin boyutuna göre orantısız biçimde fazladır. Moral panikler, sürekli ve istikrarlı biçimde gelişen bir olgu olmaktan çok aniden patlayıp sönen bir yapıya sahiptir ama tamamen hayali de değildir. Goode ve Ben-Yahuda’ya göre, moral panikleri açıklayan teoriler temelde iki eksen üzerine açıklamalarını temellendirirler: (a) değerler-çıkarlar ekseni, (b) halk-elitler ekseni. Diğer bir ifade ile bu konuyu açıklamaya çalışan kuramlar bu iki eksenin neresine oturduğuna göre bir sınıflandırma yapılmıştır. Birinci eksen, ortaya çıkan paniklerin kültürel mi yoksa maddi şartlardan mı doğduğunu anlatır. İnançlar, ideoloji, değerler ve dünya görüşünün tehdit altında hissedilmesi birinci grubu anlatırken; maddi kaynaklar, güç, ayrıcalıklar, iş imkânları, saygınlık ve uzmanlık alanlarında gösterilen tepkiler de çıkar eksenini anlatır. Tablo 1: Moral Paniklerin Güdüleri ve Kökenleri Hakkında Teoriler Güdüler Düzeyler
Değerler/İdeoloji
Maddi/Statü Çıkarları
Elit
1
2
Orta
3
4
Halk
5
6
Tablo 1’de görüldüğü gibi moral panikleri ortaya çıkaran güdüler ile hangi toplumsal katman tarafından ortaya atılıp desteklendiği konusu karşımıza altı farklı kategori çıkarmaktadır. Goode ve Ben-Yaduda’nın söylediğine göre, Hücre 1’de elitlerin çıkarları genelde maddi olarak düşünüldüğünden elitlerin tamamen ideolojik temelli böyle bir tavır takınabileceklerini düşünmek imkânsız değildir ama bu da mümkündür. Hücre 2’de elitlerin çıkarlarının kültür ve ideolojiye yansıdığını savunan klasik Marksist yaklaşımdır ki moral paniklerin elit çıkarlarından doğduğu fikrini benimser. Hücre 3, ise orta sınıf inanç ve değerlerinin tehdit altında hissedilmesini ve Hücre 4 ise orta sınıfların maddi çıkarlarına dokunulmasından moral paniklerin çıktığı anlayışına işaret eder. Özellikle mesleki örgütlerin çıkarlarının etkilenmesi oldukça canlı bir faaliyet alanı oluşturur. Orta sınıfların ulaşabilecekleri kaynaklar çok çeşitlidir. Üst sınıflarla ilişkili hareketlerin kaynakları boldur, 96
ancak alt sınıf gruplarının kullanacakları kaynaklar oldukça sınırlıdır. Hücre 5 ve 6 halk tabanlı toplumsal kültürel/ideolojik ve maddi çıkardan doğan tepkilerin etkisini vurgularlar.
97
Uygulamalar Yaşam tarzları toplumsal hareketler sosyolojisinin bir konusu olabilir mi?
98
Uygulama Soruları 1) Yeni Toplumsal Hareketleri marksist, liberal vb. hareketlerden ayıran özellikler nelerdir? 2) Yeni Toplumsal Hareketler genel olarak kaç grupta incelenebilir? 3) Kapitalizmin gelişmesinin bir neticesi olarak değerlendirilebilecek kitle iletişimin gelişmesi ve yaygınlaşması durumunu Yeni Toplumsal Hareketler bağlamında ele alınız. 4) Bernford ve Snow'un Söylem Analizi yorumunu değerlendiriniz.
99
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde Yeni Toplumsal Hareketler perspektifini genel hatlarıyla ele aldıktan sonra, kimlik, kadın hareketi, çevre hareketi, söylem analizi, moral panik gibi Yeni Toplumsal Hareketler kuramcıları tarafından dikkate alınan kavramları öğrendik.
100
Bölüm Soruları 1) Hangisi Yeni Toplumsal Hareketler'in özelliklerinden değildir? a) Yereldirler b) Yeni kimlikler etrafında örgütlenme c) Bireysel ifadeyi (açıklamayı) bir hareket faaliyeti olarak benimseme d) Kişisel konuların tartışılmasının da hareket faaliyeti olarak görülmesi 2) Hangisi Yeni Toplumsal Hareketler'in özelliklerinden değildir? a) Yeni toplumsal hareketler devleti ele geçirmek yerine onu rahatsız etmeye çalışırlar b) Temel kaygı devletten menfaat sağlamak değildir c) Yaşam alanlarına devlet ve/veya hâkim gruplar tarafından müdahale edilmesine karşı çıkarak yaşam alanlarının özerkleşmesini savunmaktadırlar d) Bireylerin toplum önünde rollerini oynadıklarını savunurlar 3) Hangisi Melucci'nin Yeni Toplumsal Hareketler açısından önemini vurguladığı konulardan birisi değildir? a) Aktörlerin ortak yönleri ve kimlikleri, hedefleri ve anlayışları b) Aynı değer üzerinde mücadele eden rakiplerle mücadele c) Devlet sisteminin yapısı d) Sosyal sistemin tolerans sınırlarını aşan ve değişime zorlayan eylemlerin önemi 4) Kimlikle ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur? a) Bir kişi aynı anda birden çok kimliğe sahiptir. b) Kimlik bir lokasyondaki herkes için tektir. c) Değiştirilmesi mümkün değildir. d) Yalnızca etnik ve dinsel bağları kapsar.
101
5) Aşağıdakilerden hangisi batıda ortaya çıkan cinsiyetle ilgili toplumsal hareket biçimlerinden birisi değildir? a) Ekonomik olarak orta ve üst sınıflara ait, kaynak ve fırsat açısından avantajlı grupların oluşturduğu toplumdaki cinsiyet hiyerarşisini reddeden Feminist Hareket b) Toplumdaki cinsiyet hiyerarşisine doğrudan durumlarını düzeltmeyi amaçlayan Kadın Hareketi
karşı
çıkmadan
kadınların
c) Liberal ve radikal akımlardan oluşan ve cinsiyet konusunda hâkim ahlak anlayışını reddeden Cinsel Tercih Hareketleri d) Kadın emeğinin sömürülmesine karşı Dayanışma Hareketi 6) - Kavram 1970’lerde bazı toplumsal sorunların nasıl abartılı korkulara yol açtığını açıklamak için geliştirilmiştir. - Medyada veya siyasi alanlarda gerçek tehdide göre çok daha fazla tepki oluştuğunu gösterirler. - Toplumsal olarak inşa edilmiş sosyal problemlerdir. Yukarıda bazı özelliklerinden bahsedilen kavram aşağıdakilerden hangisidir? a) Görece mahrumiyet b) Moral panik c) Söylem analizi d) Cinsel yönelim hareketleri
102
7. TOPLUMSAL HAREKETLER VE DEVLET
103
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 7.1. Devletin Toplumla İlişkisi 7.2. Hareketlerin Ortaya Çıkması ve Devlet 7.3. Toplumsal Hareketler ve Siyasi Fırsatların Yapısı 7.4. Hareketlerin Bastırılması 7.5. Karşı Hareketler
104
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Toplumsal hareketlerle karşılaştığında devlet aygıtı nasıl tepki verir?
105
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Globalleşme döneminde devletin toplum açısından konumunun analiz edilmesi becerisinin gelişimi Toplumsal hareketlerin devletle kurduğu ilişki biçimleri hakkında bilgi Toplumsal hareketlerin ne tür komplikasyonlar yarattığının analiz edilmesi
106
Anahtar Kavramlar
Devlet
Sanayi sonrası toplum
Globalleşme
Otorite
Karşı hareketler
Fırsat
Zor
Baskı
107
Giriş Bu bölümde devletin toplumsal hareketlerle nasıl bir ilişki kurduğu, nasıl tepki verdiği, toplumsal hareketlerin yarattığı yeni hareketler veya karşı hareketlere nasıl yaklaştığı konuları üzerinde durulacaktır.
108
7.1. Devletin Toplumla İlişkisi Toplumsal hareketler modern dönemde toplumsal değişimin önemli bir faktörü olmuştur ve olmaya devam etmektedir. En genel anlamda toplumda belirli değişiklikleri gerçekleştirmeye (veya onlara engel olmaya) çalışan oluşumlar olarak tanımlanabilir. Fransız devriminden başlayarak, halkın kendi geleceği hakkında söz sahibi olma çabalarının veya bir konuda değişik halk kesimleri arasında farklı yönlerde toplumsal değişim çabalarının önemi demokratikleşme ile birlikte günümüzde de artarak devam etmektedir. Değişim hedefleri toplum kesimlerinin konumuna göre bazen birbirleriyle zıt olabildiği gibi, değişikliğin boyutu ve ona ulaşmak için kullanılacak yöntemler konusunda da birbirinden farklılık gösterebilirler. Bilgi çağı, postmodern durum, sanayi sonrası dönem gibi adlar verilen ve hızlı iletişim ve ulaşımın biçimlendirdiği yeni küresel dönemde, hem globalleşmeyle ilişkili faktörler (çokuluslu şirketler vs.) hem de yerel güçlerin ve değişik kültürel, etnik ve azınlık gruplarının kamusal alanda kendilerine meşru yer talep etmeleriyle bağlantılı olarak, eski anlamda devletlerin (ulus devlet) otoritesinin aşınmaya başladığı birçok kuramcı tarafından dile getirilmiştir. Ulus anlayışına dayanan modern devlet, sanayileşmeyle birlikte insanların hayatında önemli bir yer işgal etmeye başlamıştır. Bir yandan ulus ve toprağa dayalı vatandaşlık anlayışını diğer yandan ise modern toplumdaki ekonomik farklılaşmaya dayalı iş bölümünü destekleyecek bir eğitim sistemi hemen herkesin hayatını derinden etkilemiştir. Bu ekonomik farklılaşma aynı zamanda bir üst sınıf ve alt sınıf ayrışmasını derinleştirmiş ve bu derin çelişkiler “refah devleti” gibi anlayışlarla azaltılmaya çalışılmıştır. Ancak Marks’ın işaret ettiği gibi, bu çelişkilerin kendi içinde çözümü de öyle kolay bir iş değildir. Klasik anlamda toplumsal hareketler daha çok kapitalist toplumlarda bir değere hükmedenler ile elinde yeterince değer bulunmayanlar arasında olmuştur. Bu tür hareketler genelde yönetimdeki çoğunluk ile bazı imkânlardan mahrum azınlık arasında veya üst sınıf ile alt sınıf arasındaki mücadeleler biçimde görülmüştür. Sendikalar, ulusal özgürlük hareketleri, zenci hareketi gibi oluşumlar bu sınıfa girer. Bunların temel hedefi paylaşımdan pay almaktır. Bu tür hareketler konusundaki geleneksel yaklaşım ve incelemeler büyük ölçüde ABD’deki sosyal bilimciler tarafından yapılmaktaydı. Paylaşımdan pay almak veya bir sınıfın çıkarını savunmaktan daha çok, toplumun genel yararını ön plana çıkaran, toplumun kültürünü, belirli konulardaki anlayışını ve bazı kültürel grupların toplumdaki konumunu iyileştirmeyi hedefleyen “Yeni Toplumsal Hareketler” ise eski tür toplumsal hareketlerden farklı yeni bir yaklaşımı da zorunlu kılmıştır. Alaine Touraine’in öncülüğünde Avrupa’da ortaya çıkan bu kavramsallaştırma Yeni Toplumsal Hareketlerin “yeniliği” hakkında önemli açıklamalar getirmiştir. Çevre Hareketi, Kadın Hareketi, Barış Hareketi ve Nükleer Karşıtı Hareket, Yeni Toplumsal Hareketlerin belli başlı örnekleridir. Daha çok mahrumiyet, kaynaklar ve fırsatlar odaklı bir yaklaşıma sahip olan geleneksel Amerikan yaklaşımında da toplumsal hareketlerin işleyişinde ve başarısında yalnızca fırsatların ve kaynakların yeterli derecede açıklayıcı olamadığını ama aynı zamanda – belki de daha önemli biçimde – kültürel boyutun ele alınması gereğini savunan yeni bir 109
açılım olmuştur. Bu açılım hem üreten ve tüketen hem de toplumsal bağlam ve fırsatlar açısından diğer bakışları tamamlayan “söylem analizi” (frame analysis) yaklaşımıdır. İlerleyen bölümlerde globalleşme ve yerelleşme bağlamında ulus devletin konumunu değil, bir toplumsal değişim unsuru olarak toplumsal hareketlerin işleyiş mekanizmasında devlet, elitler, kurumlar ve bürokratlar gibi otoritelerin konumunu ve toplumsal hareketlerin onları etkileme çabaları ve bu ilişkilerin şekli hakkındaki literatürü tanıtmak hedeflenmektedir. Daha çok Batı’daki literatür incelendiği için oradan örnekler çoğunluğu oluşturmakla beraber, yeri geldikçe Türkiye’deki otoriteler ile toplumsal hareketlerin ilişkisine de yer verilmiştir. Çünkü toplumsal hareket faaliyetlerinin her aşaması devlet otoritesini dolaylı ya da doğrudan ilgilendirmektedir.
7.2. Hareketlerin Ortaya Çıkması ve Devlet Toplumsal hareketlerin birçok tanımı yapılmıştır ve her tanım bu olgunun bir veya birkaç yönüne vurgu yapmaktadır. McAdam & Snow bu tanımlara göre toplumsal hareketlerin temel özelliklerini şu şekilde bir araya getirmişlerdir. (1) Kolektif veya ortak hareket etme, (2) değişim-temelli amaçlar, (3) belirli bir düzeyde örgütlenme, (4) belirli bir süre devamlılık ve (5) kurumsal sistem dışında kolektif davranma/hareket etme. Yeni tanımlarda ise toplumsal hareketlerin “kurumsal dışı” faaliyet göstermesine vurgu azalmış, onlar da diğer siyasi aktörler gibi değerlendirilmiş ve toplumsal değişim değil, daha çok genel yarar (kamu yararı - ortak fayda) üzerine yapılan mücadelenin toplumsal hareketlerin temel karakterini oluşturduğu savunulmuştur. Toplumsal hareketlerin ortaya çıkış nedeni, toplumdaki bazı konulardan hoşnutsuzluk ve bu durumun değiştirilebileceği yönündeki iyimser beklentidir. Ayrıca, toplumsal hareketlerin birçok sınıflandırılması yapılmıştır. Toplumsal hareketlerin ortaya çıkış biçimlerine göre sınıflandırma bunlardan bir tanesidir. Neil Smelser’in sınıflandırmasına göre iki türlü hareket vardır: (1) norm temelli hareketler ve (2) değer temelli hareketler. Normtemelli hareketler, bir sosyal sistemde sınırlı ve belirli değişimleri gerçekleştirme amacını taşırken değer temelli hareketler daha köklü değişim isteyerek içinde bulundukları toplumun temel değerlerini ve kurumsal prensiplerini değiştirmeye çalışırlar. Bu sınıflandırmaya benzer bir ayrım yapan da Roy Wallis’tir: dünyayı reddeden ve dünyayı onaylayan hareketler. Genelde dinsel hareketler göz önüne alınarak yapılan bu ayrıma göre, dünyayı reddeden hareketler hem kurumlarıyla hem de onun dayandığı değerleriyle var olan toplumsal düzeni bir bütün olarak reddederler. Dünyayı onaylayan hareketler ise içinde bulundukları toplumsal düzene karşı daha az düşmanca ve daha az nefretle yaklaşırlar ve dolayısıyla bazı değişiklikler yapılırsa o dünya [sistem] içinde yaşayabilecek özelliktedirler. Toplumsal hareketler kendiliğinden ortaya çıkabilecekleri (pro-active) gibi, tepkisel (reactive) olarak da ortaya çıkabilirler. Aberle’nin sınıflandırmasına göre, proaktif hareketler değiştirmeyi hedefledikleri şeyin birey veya toplum oluşuna göre ve istedikleri değişimin miktarına (sınırlı veya kapsamlı) göre ayrılabilir. Bireyin davranışının bir yönünü değiştirmek isteyen bir hareket düzeltici, bireyin hayatını tümden değiştirmek isteyen hareketler (köktenci hareketler gibi) kurtarıcıdır. Toplum odaklı hareketlerden, toplumun bir yönünü değiştirmeyi 110
hedefleyenleri reformcu, bütün toplumsal düzeni değiştirmek isteyen hareketleri ise dönüşümcü hareketler olarak sınıflandırmıştır. En genel anlamda muhalif hareketler reformcu veya radikal olarak iki ana gruba ayrılmıştır. Hareketler bireyi değiştirmeyi hedeflediklerinde de belli ölçüde devletin iyi vatandaş tanımıyla ve vizyonuyla çelişkiye düşerler. Ancak, bu çelişki toplumu değiştirmek isteyen hareketlerde çok daha belirgindir. Yine reformcu hareketlerle devletin ilişkileri daha az sorunlu olabilirken radikal hareketlerle çok daha sorunlu ve şiddete varan ölçülerde çatışmacı olabilmektedir. İçerisinde faaliyet gösterdikleri rejimin demokratik veya otoriter, merkeziyetçi veya ademimerkeziyetçi, üniter veya federal devlet oluşuna göre, toplumsal hareketlerin ortaya çıkışı ve faaliyet gösterme biçimi etkilenmektedir. Della Porta rejimlere yönelik yeni bir sınıflandırma yapmıştır: (1) baskıcı veya toleranslı rejimler, (2) seçici veya dağınık rejimler, (3) engelleyici veya reaksiyoner rejimler, (4) kuralsız veya kurallı rejimler. Birinci gruptaki rejimler, farklı görüş ve yaklaşımlara karşı daha toleranslı yaklaşmaları veya engelleyici olmaları açısından ele alınmıştır. İkinci sınıflandırma ise, hangi hareketlere izin verecekleri konusunda seçici davranan rejimler ile böyle bir seçicilik göstermeyen ve daha kararsız rejimler arasında ayrım yapmaktadır. Üçüncü ayrım, olası muhalif hareketlere karşı devletin tavrının, muhalif hareketin ortaya çıkmasına izin verdikten sonra faaliyetlerinin şekline bakıp bastırmak veya serbest bırakma yoluna gitmek mi yoksa daha muhalefet oluşmadan bastırma yoluna gitmek mi olduğunu ele almaktadır. Dördüncü boyut, rejimlerin toplumsal hareketlere yönelik tavırlarında kanun ve yönetmeliklere bağlı bir tutum sergileyenlerle daha keyfi uygulamalara başvuran rejimler arasında bir ayrımı ifade etmektedir.
7.3. Toplumsal Hareketler ve Siyasi Fırsatların Yapısı “Siyasi fırsatların yapısı” toplumsal hareketlerin ortaya çıkışı, faaliyet tarzı ve başarısı açısından oldukça önemlidir ki bu kavramı ilk kez Peter Eisinger kullanmıştır. Siyasi fırsatların yapısı kavramı en genel ifadeyle “siyasi fırsatlar ortamı” olarak anlaşılabilir ve çoğunlukla da ortaya çıkan değişik hareket faaliyetlerini biçimlendiren kurumsal siyasi ortam olarak tanımlanmıştır. Siyasi fırsatlar kavramı toplumsal hareketlerin başarısı için dış bağlamın önemine vurgu yapar. Siyasi fırsatların yapısındaki değişim, toplumsal hareketlerin ortaya çıkışında aldığı biçimde ve başarısında etkili olabilir. Örneğin, farklı devletlerdeki toplumsal hareketleri karşılaştırarak Eisinger ve arkadaşları, siyasi fırsat yapılarındaki farklılıkların toplumsal hareketlerin biçimi, büyüklüğü ve başarısı üzerinde etkili olduğunu ortaya koymuşlardır. Globalleşme ile birlikte ulus-devletin öneminin azalması toplumsal hareketlerin gündemini de etkilemiştir. Devlet ve siyasal-kurumsal alanlar toplumsal hareketlerin önemli hedefleri olmakla birlikte, tarihsel şartların holdinglerin davranışlarını sorgulayan ve onları değiştirmek için giderek daha fazla doğrudan çabalar harcayan hareketler doğurduğunu görmekteyiz. Siyasi fırsatların yapısı kavramına uluslararası boyut eklenmesi araştırmalara yeni bir ufuk kazandırmıştır. Araştırmalar da birçok harekette uluslararası boyutun önemli etkisi olduğunu göstermiştir. Örneğin, ABD’deki Sivil Haklar Hareketi’nin ABD’nin global güç olarak ortaya çıkışının ırkçı politikaları engelleyici faktör olarak ortaya çıkması, Gorbaçov’un 111
Doğu Avrupa ülkelerine müdahale etmeye istekli olmayışı o ülkelerdeki anti-komünist özgürlük hareketlerinin başarısında olumlu etki yapmıştır. Türkiye’nin çok partili düzene geçişi de yine 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası konjonktür ile yakından ilgilidir. Aynı şekilde, Avrupa Birliği’ne giriş çabaları ve AB’nin beklentileri Türkiye’deki bazı etnik ve dini gruplara önceden sahip olmadıkları fırsatlar sağlamaktadır. Yine ABD’nin demokrasi ihracı politikaları bu tür mücadelelerin yapıldığı toplumlarda (örneğin, Kırgızistan ve Ukrayna) güçler dengesini muhalefet lehine değiştirebilmektedir. Hatta soğuk savaş dönemindeki ABD-Rusya mücadelesi Sivil Haklar Hareketi’nin lehine bir konjonktür oluşturmuştur. Bu bağlamda bilgi toplumunun ve globalleşmenin toplumsal hareketler ile ulus devletlerin ilişkisini nasıl etkilediğine de değinmek gereklidir. Webster, Manuel Castells tarafından önerilen “bilgi çağı” ve yeni siyasetin prensiplerini özetlerken özellikle eski sınıfsal siyasetin ve eski siyasal kurumların öneminin azaldığına, Yeni Toplumsal Hareketlerin ve medyanın artan rolüne işaret etmiştir. Bu bağlamda, ulus aşırı hareketler ve faaliyetler de ulus devletlerinin kontrol edebileceği ve kolayca bastırabileceği hareketler olmaktan çıkmış ve küresel düzeyde yeni bir dinamizm yaratmaya başlamıştır. Bu konudaki genel kanı, ulus devletin ortadan kaybolmasını değil, kendi sınırları içindeki olayları kontrol etmekte eskisine göre daha da zorlanacağı yönündedir. Siyasi fırsatların yapısı literatürde dört temel açıdan ele alınmıştır: (a) anayasa ve yasaların bir hareketin siyasi parti kurmasına izin verip vermediği, (b) elitlerin belirli bir konuya yaklaşımlarında farklılık gösterip göstermedikleri, (c) hareketlerin iş birliği yapabileceği elit grupların var olup olmadığı, (d) devletin faklı yöntemlerle bir hareketi bastırma eğilimi veya kapasitesi. Bunların dışında, siyasi fırsatların yapısına meşruiyet boyutunu ekleyenler de vardır. Bu görüşe göre, devletin meşruiyetinin kaybolması devletçi gruplardan daha çok ona muhalif olarak ortaya çıkan toplumsal hareketlerin işine yarar. Siyasi fırsatlara, meydanın tutumu da eklenmiştir. Belirli bir harekete medyanın olumlu yaklaşıp yaklaşmaması da siyasi fırsatların bir boyutu olarak görülmüştür. Ama ilk dört boyut genelde araştırmacıların kabul ettiği temel boyutlardır. Toplumsal hareketlerin istediği değişimden siyasi, ekonomik ve kültürel yapı etkileneceği için hangi devlet aktörlerinin toplumsal hareketlerle iş birliği yapacağını veya ona sempati ile bakacağını kurumsal siyasi yapı belirler. Muhalefetteki partilerin kendi siyasi güçlerini artırmak için ortaya çıkan toplumsal hareketlerle iş birliği ve ittifak kurması da oldukça anlaşılır bir şeydir. Sisteme muhalif olsun veya olmasın muhalefet partileri iktidara gelmek için kamuoyundaki ağırlıklarını artırmak ve toplumsal tabanlarını genişletmek isteyeceklerdir. Clinton yönetiminden sonra iktidara gelebilmek için George Bush’un dinsel sağ gruplarla ittifak yapması buna güzel bir örnek oluşturur. Buna karşılık, Al Gore adaylığında seçime giren Demokratların Çevreci Hareket ile sağlam bir ittifak yapamaması ve çevreci oyları Ralph Nader’in partisine kaptırmasının, hem ABD’deki siyasi sistemi üzerinde hem de 11 Eylül sonrası Yeni Dünya Düzeni üzerinde önemli etkileri olmuştur. Kazananın sandalyelerin hepsine sahip olduğu çoğunluk sistemleri 112
gibi nispi seçim sistemleri de değişik partiler ve gruplar arasında ittifakları zorunlu kılabilir ve bu durumdan küçük de olsalar bazı toplumsal hareketler avantaj elde edebilirler. Demokratik sistemin yapısına göre yerel yönetimler de merkezi otoriteden faklı olarak bazı hareketlerin amaçlarına daha sempatik yaklaşabilirler. Amerika’daki Sivil Haklar Hareketi belediye ve eyalet düzeyinde genelde olumsuz bir yaklaşım görmüştür ama federal hükümetin bazen tarafsız ve genelde ırkçılık karşıtı hareketlere olumlu tutumu zencilere karşı ayrımcılık politikalarını sona erdirmede etkili olmuştur. Bunun tersi de mümkündür. Merkezi otoritenin çok etkili olduğu sistemlerde toplumsal hareketler amaçlarını yerel düzeyde gerçekleştirmeye çalışırlar. Bush döneminden önce bile dinsel gruplar ABD’deki birçok yerel yönetimlerde etkili olma fırsatı bulmuşlardır. Avrupa Birliği ve yeni ademimerkeziyetçilik eğilimleri hâkim olmaya başladıkça bu ayrım daha anlamlı ve önemli hâle gelecektir. Bu bağlamda genel olarak bakıldığında Türkiye’de merkezi yönetimin ağırlığı hem her türlü toplumsal hareket faaliyetini devlet kurumlarıyla karşı karşıya getirmekte hem de toplumsal hareket faaliyetlerinin önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Toplumsal hareketler hukuk sisteminin izin verdiği ölçüde mahkemelerden yararlanmaya çalışırlar. Mahkemelerle kurulan ittifak diğer devlet kurumları, muhalefet partileri, yerel yönetimler ile kurulan ittifaklardan farklıdır çünkü mahkemeler ötekiler gibi iş birliği ve ittifak kuracakları ortaklar aramazlar ve bu yüzden ittifak kurulurken ilk adımlar toplumsal hareketlerden gelmek durumundadır. Toplumsal hareketler maddi tazminatlar almak, acil şikâyetlerini çözmek ve en önemlisi hukuki emsal teşkil etmek amacıyla davalar açabilirler. ABD Anayasası’nın temel özelliği oldukça liberal ve özgürlükçü olmasıdır ve bu yüzden zenci haklarını hedef alan Sivil Haklar Hareketi ve Kadınların Oy Kullanması Hareketi de yasaklayıcı eyalet yasalarına karşı Federal Hükümet ve Yüksek Mahkeme kendilerine dayanak sağlayabilecekleri bir referans noktası oluşturmuştur. Bunlara ek olarak ülkelerin altına imza attığı uluslararası sözleşmeler ve anlaşmalar da bazı hareketlerin lehine içtihatlar ortaya çıkarabilir. Bu anlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Lahey Adalet Divanı, ulus devletin uygulamalarına karşı bir yardımcı veya tersi rol oynayabilir.
7.4. Hareketlerin Bastırılması Siyasi fırsatların dördüncü boyutu, rejimin belirli bir hareketi bastırma eğilimi ve kapasitesi olarak özetlenebilir. Genellikle kurumsal dışı yöntemlerle siyaset yaptıkları için toplumsal hareketlerin sıkça başvurdukları faaliyet tarzı protestodur. Protestonun literatürde otoriteler ve ona meydan okuyanlar arasındaki etkileşimli bir mücadele olarak görülmesi de oldukça açıklayıcıdır. Birçok araştırmacı protesto ile bastırma arasında ilişkiyi açıklamaya çalışmıştır. Bazıları devletin bir hareketi bastırmasını o toplumdaki siyasi fırsatların bir boyutu olarak görürken, bazıları da bunu siyasi fırsatlar yapısının bir barometresi, göstergesi olarak görmüştür. Daha özelde bastırma yönündeki uygulamalar ile protesto arasında nasıl bir ilişki olduğu incelenmiştir.
113
Devletin bir hareketi bastırmak istemesinin hareket faaliyetlerini nasıl etkileyeceği önemli bir sorudur. Opp & Roehl, bastırma politikalarının protesto faaliyetini duruma göre azaltıp çoğaltabileceğine dikkat çekmiştir. Göreli Mahrumiyet Teorisi ve Etiketleme Teorisi’nde, baskının eylemcileri radikalleştirerek protestoyu artıracağı öngörülmüştür. Diğer taraftan, Kaynak Mobilizasyonu Teorisi’ne göre ise bastırma politikaları protesto eyleminin yükünü (maliyetini) artıracağı için de azaltıcı bir etkiye sahip olacağı tahmin edilmiştir. Dolayısıyla, daha geniş bir çerçevede ele alındığında baskı ve protesto arasında daha karmaşık bir ilişki olduğu sonucuna varılabilir. Opp & Roehl’in vardıkları sonuca göre, baskının “caydırıcı mı yoksa radikalleştirici bir etkiye mi sahip olduğu baskının dolaylı ve dolaysız etkilerinin gücüne bağlıdır”. Baskı üç biçimde protestoyu artırıcı etki yapabilir: Toplumsal açıdan, ahlaki yönden ve kamu yararı açısından. Baskı meşru görülmez ise veya protestocular (cemaatler gibi) birbiriyle entegre olmuş bir toplumsal ağa mensup iseler bu faktörler hem ayrı ayrı hem de birlikte bulunduğunda protestoyu artırıcı bir etkiye sahiptir. Bütüncül toplulukların protestosunun bastırılması o grupta öfke ve dayanışmayı artıracağından protestoyu da artırıcı bir etki yaparken, dağınık grupların bastırılması protestonun azalmasına yol açmaktadır. Ancak Opp & Roehl’in ters-U eğrisi belirli bir noktadan sonra baskının protestocular üzerine kaldırılamayacak bir maliyet yükleyeceği için protestoyu azaltacağını öngörmektedir. Saddam Hüseyin’in Irak’ı gibi baskıcı rejimlerde protestonun görülmeyişi de bu tespitle kolayca açıklanabilir. Rasler, İran devriminde Şah’ın hem uzlaşma hem de baskı politikalarını birlikte uyguladığını ve baskının kısa vadede protestoları azaltacak biçimde etkilerken uzun vadede ters biçimde etki yaptığını, baskı ve uzlaşma birlikte kullanıldığında ise protestoyu genellikle artırıcı bir etkiye sahip olduğunu belirtmiştir. Hareketlerin devlet tarafından bastırılması birçok biçimde gerçekleşebilir. Bastırmayı, toplumsal hareketlerin kullanabilecekleri siyasi fırsat yapısının bir göstergesi olarak gören Della Porta, halk protestolarına karşı polisin onları bastırma işlemini de onun en önemli aracı olarak görmüştür. Polisin protestolara yaklaşım biçimi protestocuların şiddetin dozunu nasıl ayarlayacaklarına da bağlı olduğu için bu süreç dinamik ve etkileşimli bir süreçtir. Hem eylemcilerin polisin tepkisini algılaması, yorumlaması ve ölçmesi gerekmektedir hem de güvenlik güçleri hangi durumda ve aşamada protestoları bastıracakları protesto esnasında belirlenebilir. Devlet isterse farklı biçimlerde toplumsal hareketleri bastırma yoluna gidebilir ancak hepsinde başarılı olması da garanti değildir. Marx devletin toplumsal hareketlerin protestolarına izin vermeyerek bastırılabileceği gibi, farklı biçimlerde de bastırabileceğini belirlemiştir: Bu yöntemler (1) hareket hakkında kamuoyunda kötü bir imaj yaratma, (2) dezenformasyon yayma, (3) kaynaklarını ve imkânlarını kısıtlama, (4) üyelerini vazgeçirme, (5) liderlerini saf dışı etme, (6) hareket içinde ve rakip gruplar arasında çatışma çıkartma, (7) belirli faaliyetlerini sabote etme biçiminde uygulanabilir. Bu türlerin dışında literatürde pek fazla değinilmeyen yöntemler de vardır.
114
Toplumsal hareketlerin kullanabilecekleri kaynaklar, üye sayısı, üyelerin bağlılığı ve özverisi, mali veya örgütsel imkânları olarak özetlenebilir. Devlet otoritesinin ve/veya rakiplerin uygulayabileceği bastırma stratejilerinden bir diğeri de bir hareketin kullanabileceği kaynakları ve imkânları kısıtlama biçiminde olabilmektedir. Hareketin önüne geçmek için karşı hareketler ya da devlet aktörleri hareketin kullandığı maddi kaynakları engellemeye çalışabilir. Örneğin, nükleer enerji taraftarı hareket, davalara vatandaşların müdahil olmasını federal hükûmetin finanse etmesinin önüne geçmeye çalışmışlardır. Üyelerin hareketten vazgeçirilmeye çalışılması da bu çerçevede görülebilir çünkü bu strateji doğrudan hareketin insan kaynaklarını zayıflatmaya yöneliktir. Karşı hareketler ve devletin bu amaçla kullandığı söylem “beyin yıkama” söylemidir ki harekete katılanlar, kendi iradeleri dışında çeşitli yöntemlerle beyinleri yıkanmış kurbanlar olarak görülür ve gösterilir. Dolayısıyla, onları yeniden programlayıp topluma kazandırma gereği üzerinde durulur. Büyük gösterileri kontrol altına alma ve/veya bastırmada başarı ve tecrübe kazanmış bir örgütsel yapı ile bu özellikleri kazanmamış bir yapı arasında kurumsal olarak farklılık görülebilir. Gary Marx’ın tespit ettiği birçok bastırma yöntemini birçok devlet kurumu uyguladığından, bu kurumlar arasında tam bir paralellik olmasını da bekleyemeyiz. Örneğin, polis örgütü, adalet mekanizması, kanunlar, anayasal haklar ve onların bastırılıp bastırılmayacağı ile ilgilidir. Dolayısıyla, toplumsal hareketlere muhatap olan kurumlar kaynakları, taktikleri ve örgütsel yapıları itibarıyla farklılık gösterdikleri için, kurumların bastırma konusundaki tutumlarında da farklılıklar görülebilir. Kültürel ortamda ortaya çıkan devletin rolü ile ilgili temel söylemler, polis baskısını da etkilemektedir. Bunun yanında devletin belli bir toplumsal hareketin taleplerini meşru görüp görmemesi de hâkim kültürden etkilenmektedir. Ayrıca, bastırma politikalarının da kültürel boyutu söz konusudur. Kendi kanaatimize göre, algılanan bastırma tehdidi, tehdidin kendisi kadar da etkili olabilir. Örneğin, 28 Şubat sürecinde darbe tehdidi aynı darbe yapılmış gibi Refah-Yol hükûmetinin istifasına ve tasfiyesine yol açmıştır. Yani daha önceki devlet uygulamaları toplumsal hareketler üzerinde belirli bir baskı algılaması ve beklentisi oluşturabilir. Bu beklenti gerçekçi olsun veya daha çok tahayyül edilmiş olsun, aynı biçimde etkilidir. Bir toplumsal hareketin bastırılacağını öngörmesi ve buna karşı duracak gücü kendisinde görmemesi, Refah-Yol hükûmetinde olduğu gibi yenilgiyi kabul etme biçiminde ortaya çıkabilir.
7.5. Karşı Hareketler Bir toplumda karşıt grupların varlığı birbirlerinin faaliyetlerini ve değişim gerçekleştirme şanslarını etkilemektedir. Toplumsal hareketlerin ortaya çıkması gibi, karşı hareketlerin ortaya çıkması da olağandır. Bir değişimin gerçekleşmesi veya böyle değişim bir tehdidin belirmesi; başta yönetici elitler olmak üzere toplum kesimlerinden bazılarının ekonomik, siyasi ve kültürel çıkarlarını tehdit edebilir. Belirli toplumsal gruplar, elit grupları veya bütün devlet aygıtı bir karşı-hareket olarak ortaya çıkabileceği gibi, onların farklı biçimlerde iş birliği yaptığı ve desteklediği oluşumlar da aynı şekilde karşı hareket olarak faaliyet gösterebilirler. Az sayıda araştırmada devletin veya rejimin karşı-hareket olarak 115
çalışması ele alınmıştır. Ancak, devlet ile karşı hareketler arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır. Karşı hareketlerin faaliyetleri ve söylemleri de rastgele ortaya çıkmaz çünkü karşı söylem geliştirme süreci yalnızca mücadele ettiği toplumsal hareketin söylemiyle bağımlı değildir aynı zamanda bir dizi tarihsel ve kültürel faktörlerden de etkilenir. Meyer & Staggenborg hem toplumsal hareketlerin yaptıklarının hem de karşı hareketlerin yaptığı eylemlerin, siyasi fırsatların yapısını etkilediğini belirtmişlerdir. Zald ve Useem toplumsal hareketlerin, ortaya çıkışlarının ve başarılarının bazı gruplar için öfke ve fırsatlar yaratarak ve örnek oluşturarak karşı hareketlerin çıkışını ve faaliyetlerini etkilediğini ve her iki grubun amacının da otoriteyi ele geçirmek veya onu belirli bir yöndeki değişime (veya bir değişimin engellenmesine) ikna etmek olduğunu belirtmişlerdir. Bazı durumlarda karşı hareketler her zaman somut olarak ortaya çıkmazlar. Onların rollerini devlet üstlenebilir ve toplumsal hareketlerden gelebilecek iddiaları, talepleri ve faaliyetleri farklı yöntemlerle başarısızlığa uğratacak biçimde politikalar uygulamaya koyabilir. Bu tür rakip toplumsal hareketler arasındaki ilişki oldukça dinamiktir ve birbirine rakip hareketlerin ortaya çıkması değişik iddia ve taleplerini dile getirmelerine izin veren devletlerde görülürler. Üniter devletlerin kendisi karşı hareket gibi davranırken, federal devlet farklı amaçlarla birleriyle mücadele eden hareketler arasında görece tarafsız davranır ve oluşan kamuoyuna göre belirli bir konuda tutumunu belirler. Hem üniter hem de federal sistemde toplumsal hareketler ve karşı hareketler arasındaki ilişkinin karakterini belirlemede, hükûmet, güvenlik güçleri, meclis gibi devlet otoritelerinin tutumu etkili olur. Onların bir tarafın talebine cevap vermeleri karşı tarafın harekete geçmesini hızlandırabilir veya bir tarafa devlet aktörlerinin olumlu yaklaşmaları diğer hareketin başarı şansını da azaltabilir. Zald ve Useem’in doğrusal bir çizgide düşündüğü “hareket –> karşı hareket –> karşı karşı hareket” modelinin aksine Meyer & Staggenborg hareketlerin endişe ettikleri konuların aynı olduğunu ama endişelerinin yönünün farklı olması yüzünden birbirlerini etkilediklerini belirtmişlerdir. Örneğin, kürtaj karşıtı hareket ile kürtaj taraftarı hareketin endişeleri aynı konu üzerinde yoğunlaşır ama birisi onun uygulanmasını sorun olarak görürken, diğeri de uygulamanın yasaklanmasını bir sorun olarak görmektedir. Bir toplumsal hareket hedefini açıkça belirtirse karşı hareketin ve karşı örgütlenmenin ortaya çıkması daha çabuk olur çünkü onların hedef seçtikleri konulardaki değişiklik bazı grupların çıkarlarını tehdit edebilmektedir. Meyer & Staggenborg karşı hareketlerin ortaya çıkması için üç koşul bulunduğunu tespit etmişlerdir: (1) bir toplumsal hareketin başarı belirtileri göstermesi, (2) o hareketin amaçlarının toplumun bir kesiminin çıkarlarını tehdit etmesi, (3) karşıt bir oluşuma destek verecek siyasi müttefiklerin bulunması. Birçok aktör de toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına yardımcı olabilir. Örneğin, devletin yapısı, kritik olaylar, hareketin var olan çıkarları ve kültürel değerleri tehdit etmesi, medya desteği, elit müttefiklerin varlığı ve desteği karşı hareketlerin ortaya çıkmasına ve başarılı olmasına olumlu etki yapabilir. Toplumsal hareketler ve karşı hareketler arasındaki ilişkinin (doğrusal değil) eğrisel olduğu belirtilmiştir: Bir toplumsal hareket belirli başarı elde ettiğinde karşı harekete yol açması muhtemeldir ama kesin bir zafer kazandığında ise karşı hareket oluşması ihtimali daha düşüktür. Toplumsal hareketler var olan otoriteyi veya kültürü değiştirmeye 116
çalıştıkları için, onlara göre karşı hareketlerin elitlerden destek ve hoşgörü bulması daha olasıdır. Devletle paralel çizgideki örgütsel biçimleri kullanan karşı hareketlerin şu tür koşullarda ortaya çıkması muhtemeldir: (a) Sivil topluma göre devlet daha zayıfsa, (b) Devlet yapısal olarak birbirinden ayrılmış güçlerden oluşuyorsa, (c) Devlet ve elitlerin çıkarları kesişmekle beraber faaliyetleri paralellik göstermiyorsa, (d) Karşı hareket oluşumunu önleyecek hukuki bir engel yoksa. Diğer bir ifade ile devlet yapısındaki boşlukları bazen elitlerin doldurmasıyla ya da örgütsel yenilikler yoluyla karşı hareketler için yeni açılımlar yaratabilir. Birinci faktör, devletin zayıf kaldığı alanlar ve zamanlarda karşı hareketlerin ortaya çıkmasını öngörür. İkinci faktör, devlet kurumları arasında farklılaşma ve muhtemel uyumsuzluk durumlarını dikkate alır. Son faktör ise karşı hareketin çıkmasına yasal bir engelin olmaması ve devletin de yine buna göz yumması ihtimalinden hareket ederler. Bir anlamda, karşı hareketlerin ortaya çıkışı ister güçlü ister zayıf olmasından kaynaklansın, çoğu zaman devletle ilgilidir.
117
Uygulamalar Baskı ve protesto arasındaki ilişkiyi toplumsal hareketlerin önlenmesi ve demokratik yapı açısından ele alınız.
118
Uygulama Soruları 1) McAdam ve Snow'a göre toplumsal hareketlerin temel özellikleri nelerdir? 2) Toplumsal hareketlerin ortaya çıkış biçimlerine göre Neil Smelser'in yaptığı sınıflamayı tartışınız. 3) Karşı hareketler ve devletin konumunu tartışınız 4) Della Porta'nın rejimlere yönelik sınıflandırması hakkında bilgi veriniz. 5) Siyasi fırsatların yapısı literatürde hangi açılardan değerlendirilmiştir? 6) Garv Marx protestoların bastırılmasında devletin uyguladığı yöntemleri nasıl sınıflandırmıştır?
119
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde devletin toplumsal hareketler karşısında nasıl pozisyon aldığını, baskı ve zor mekanizmaları ile toplumsal hareketler arasındaki ilişkinin nasıl şekillendiğini öğrendik.
120
Bölüm Soruları 1) McAdam ve Snow toplumsal hareketlere ilişkin bazı özellikler tespit etmişlerdir. Hangisi bu özelliklerden birisi değildir? a) Kolektif veya ortak hareket etme b) Belirli bir düzeyde örgütlenme c) Evrensel olma d) Kurumsal sistem dışında kolektif davranma/hareket etme 2) Hangisi Della Porta'nın rejimlere yönelik yaptığı sınıflamalardan birisi değildir? a) Dağıtıcı ya da toplayıcı rejimler b) Baskıcı veya toleranslı rejimler c) Seçici veya dağınık rejimler d) Engelleyici veya reaksiyoner rejimler 3) Siyasi Fırsatların Yapısı kavramını literatüre kazandıran kuramcı aşağıdakilerden hangisidir? a) Roehl b) Eisenger c) Rasler d) Castells 4) Ters-U Eğrisi teorisi aşağıdakilerden hangisini öngörmektedir? a) Protestocular (cemaatler gibi) birbiriyle entegre olmuş bir toplumsal ağa mensup iseler bu faktörler hem ayrı ayrı hem de birlikte bulunduğunda protestoyu artırıcı bir etkiye sahiptir. b) Bütüncül toplulukların protestosunun bastırılması o grupta öfke ve dayanışmayı artıracağından protestoyu da artırıcı bir etki yapar. c) Belirli bir noktadan sonra baskının protestocular üzerine kaldırılamayacak bir maliyet yükleyeceği için protestoyu azaltır. d) Dağınık grupların bastırılması protestonun azalmasına yol açmaktadır. 121
5) Gary Marx'ın devletlerin toplumsal hareketleri bastırmasına dair görüşlerine göre hangisi devletin uyguladığı yöntemlerden birisi olamaz? a) Dezenformasyon yayma b) Kaynakları ve imkânları kısıtlama c) Liderlerini saf dışı etme d) Ödüllendirerek vazgeçirme 6) Hangisi Meyer ve Staggenborg'un toplumsal hareketlerin oluşması için gerektiğini tespit ettikleri unsurlardan birisi değildir? a) Bir toplumsal hareketin başarı belirtileri göstermesi b) Hareketin amaçlarının toplumun bir kesiminin çıkarlarını tehdit etmesi c) Karşıt bir oluşuma destek verecek siyasi müttefiklerin bulunması d) Kaynak dağılımında adaletsizlik
122
8. FRANSIZ DEVRİMİ VE SANAYİ DEVRİMİNİN ETKİLERİ
123
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 8.1. Sanayi Devriminin Kökenleri 8.2. Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk 8.3. Sanayi Devriminin Çatlaklarını Dolduran Devrim
124
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) “19. yüzyıl dünyası 18. yüzyıl dünyasından daha Avrupalı bir dünyaydı” yargısı sizin için bir anlam ifade ediyor mu? Bu yargıyı tartışınız.
125
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Avrupa’nın coğrafi keşiflerle birlikte geçirdiği dönüşümü toplumsal, ekonomik, ticari açılardan değerlendirebilmek Modern Çağ’da Avrupa’nın yaşadığı dönüşümü genel hatlarıyla kavrayabilmek Modern Çağ başlarında Avrupa nüfusunun özelliklerini; toplumun tarım, sanayi ve ticaret alanlarında geçirdiği sosyoekonomik dönüşümleri doğru okuyabilmek
126
Anahtar Kavramlar
Devrim
Kapitalizm
Özgürlükler
İnsan hakları
Emperyalizm
127
Giriş Bu bölümde 18. yüzyıl sonrası dünyanın siyasal ve toplumsal örgütlenmesini derinden etkilemiş ve şekillendirmiş iki önemli gelişme, sanayi devrimi ve fransız devriminin üzerinde durulacaktır.
128
8.1. Sanayi Devrimi'nin Kökenleri Bugün içinde yaşadığımız dünyanın kökenleri daha çok 16. yy. dünyasında yatmaktadır. “II. Philipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası” başlığını taşıyan eserinde Fernand Braudel 16. yy. dolaylarında Akdeniz “havzasında” bir dünya-ekonomisi sisteminin hatlarının belirginleşmeye başladığını öne sürmektedir. Dünya-ekonomisi derken içinde bir iş bölümü olan ve bu yüzden temel ya da asli malların dikkate değer bir büyüklükte içsel mübadelesinin yapıldığı; sermaye ve emek akışlarının gerçekleştiği büyük bir coğrafya alanı kasetdilmektedir. Bu dünya ekonomisinin ayırt edici yanı birleştirici bir politik yapıyla sınırlandırılmamış olmasıdır. Dünya-ekonomisi içinde pek çok politik birim vardır ve bunlar devletler arası bir sistemde gevşek bir biçimde karşılıklı olarak birbirlerine bağlanmışlardır. 16. yy.da belirginleşmeye başlayan kapitalist dünya-ekonomi dünyanın o güne kadar tecrübe ettiği ilk dünya-ekonomi modeli değildir ancak en uzun süren dünya-ekonomi modeli olacaktır. Osmanlı Devleti’nin dağılmasına giden süreçte önemli bir aralığı ifade eden 19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin en uzun ortak sınırlarının bulunduğu Avrupa’da “sanayileşme” çağına ve kabaca 16. yy. sonlarında bir analiz birimi olarak belirmeye başlayan kapitalizmin o döneme kadarki en ileri safhasının tecrübe edildiği döneme rast gelmektedir. Genellikle İslam dininin varlık havzasını siyasi ve kültürel örgütlenme anlamında en mütekâmil hâli olarak değerlendirilen ancak sistemsel açıdan eklektik bir yapı arz eden Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde dayandığı birtakım kurum ve kavramların yozlaşmasıyla eş zamanlı ilerleyen bir gerileme döneminin yanında, sınırların hemen öte tarafında, müthiş bir iktisadi ve siyasi hareketlilik dikkati çekmektedir. Avrupa’nın düşünsel anlamda bir dönüşüm yaşamaya başlaması ve Katolik kilisesinin siyasi, toplumsal ve iktisadi alandaki şekillendiriciliğinin sarsılmasıyla önceki dönemlerden beri biriktirilmekte olan teknolojiye ilişkin bilgilerin pratiğe dönüştürülmesinde ciddi bir ilerleme kaydedilmiştir. Avrupa’da 19. yy.a gelinceye kadar çok önemli birtakım gelişmeler yaşanan değişimin açıklanmasında yardımcı olabilir. Öncelikle yaygın kanaatin aksine, Avrupa’nın Kuzeybatı kesimlerinde 8. yy. sonundaki mal ve para mübadelesinin gösterdiği gibi Avrupa belirli açılardan zengin ve sermaye birikiminin değişik biçimler altında da olsa gerçekleştiği bir coğrafyadır. Avrupa’nın Viking, Macar ve İslam eksenli saldırıları 9. yy. sonlarında durdurmayı başarması nüfus artışına olanak sağlamış ve 10. yy. başlarından itibaren önemli bir demografik baskı oluşmaya başlamıştır. Bu sırada yoğunlaşan nüfus, ticaretin de gelişmesine olanak sağlamıştır. 10. yy. başlarından itibaren demografik baskının etkisiyle gerçekleşen Haçlı Seferleri Avrupa’nın fazla nüfusunun farklı coğrafyalara akıtılmasının önünü açtığı gibi Doğu Akdeniz ticaretinin de İtalyan kent devletlerinin kontrolüne geçmesine sebep olmuştur. Bütün bu gelişmelere ek olarak 10. yy. başlarından itibaren kilise yapımının büyük ölçüde artış göstermesinin işaret ettiği gibi Avrupa nüfusunun kentleşme (bu kavram o dönem için belki 19. yy. kasaba büyüklüğünü ifade edecek biçimde kullanılabilir) oranının artması feodalizmin sıkı piyasa dışı bağlarını çözecek kadar büyük bir piyasayı ve piyasaları temsil eden bir 129
ölçüde kentleşmiş yoğun bir kırsal nüfusu oluşturmuştur. Aynı gelişmeler özellikle Avrupa’nın kuzey kesimlerinde cansız enerji kaynaklarının kullanımını (su değirmenlerini) yaygınlaştırmıştır. Ayrıca 12. yy.dan itibaren iç mekânda ocakların duvara yaslanması ve dumanın eve dolmadan tahliyesi için bacanın geliştirilmesi hem iç mekân sıcaklığının kontrol edilebilir düzeyde tutulmasını sağlamış hem de kömür üretim ve kullanımında gelişmeleri tetiklemiştir. 15. yy. sonlarına kadar Avrupa’da hıyarcıklı veba ve benzeri felaketler, süregelen savaşlar Avrupa nüfus ve ekonomisinde gerilemeye yol açmış olmakla birlikte Doğu toplumlarıyla devam etmekte olan iktisadi ve siyasi ilişkiler teknolojik gelişmeyi bir devrim niteliğine büründürecek olan bilgi akışını/değiş-tokuşunu devam ettirmiştir. Katolik kilisesinin Avrupa’nın siyaset ve toplumsal yaşamında şekillendiriciliğinin sorgulanması Avrupa’da yaşanan büyük dönüşümler için bir itki oluşturmuş gibi gözükmektedir. Dinsel kurumlara karşı Avrupa’da başlayan hareketlilik Avrupa ekonomik yapısında birtakım dönüşümlere sebep olmakla birlikte sanayi devriminin doğrudan doğruya Protestan reformuna bağlanması şeklinde beliren yaygın kanaat sanayi devrimi derinlemesine incelendiğinde geçerliliğini yitirmektedir. Zira Protestan reformuna bağlanan bir sanayi devrimi teorisi sanayi devriminin neden Fransa’da, Hollanda’da değil de İngiltere’de başladığı sorunsalını çözümleyemeyecektir. Bununla birlikte 16. yy.a gelindiğinde şu çok belirgindir ki dünyanın herhangi bir yerinde sanayi devrimi olacaksa bu Avrupa ekonomisi sınırları içerisinde olacaktır. Sanayileşme ya da sanayi devrimi diye adlandırılan süreç temel hatlarıyla ilk önce Kuzey Batı Avrupa’da ve Britanya’da kendini göstermiştir.
8.2. Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk Sanayi devriminin temelinde denizaşırı sömürge ve az gelişmiş pazarlar üzerinde yoğunlaşma; bunları kimseye kaptırmamak için verilen başarılı mücadele yatmaktadır. Britanya bu mücadeleyi 1766’da Çin’le yapılan ticarette Hollanda’yı safdışı bırakarak ve 1780’lerde Afrika’dan götürülen köleler üzerinden yapılan ticarette Fransız tüccarları geçerek kazanmıştır. Bu bağlamda Britanya’nın sınai ekonomisi az gelişmiş dünya ile kurduğu iktisadi ilişkilerden doğmuş ve 19. yy. boyunca tarihî biçimini korumuştur. Bu dönem boyunca ödemeler dengesini ticaret ve deniz taşımacılığı sağlamış, uluslararası iktisadi ilişkilerin temelini İngiliz imalat ürünlerinin denizaşırı ülkelerin ilkel ürünleriyle mübadelesi oluşturmuştur. Sanayi devriminin kıvılcımının İngiltere’de yakılmış olması İngiltere’nin toplumsal, siyasal ve iktisadi yapısıyla yakından ilgili olmakla birlikte yalnızca bu etmenler çerçevesinde anlaşılıp açıklanabilirlikten uzaktır. Çünkü İngiltere, yukarıda da aktarıldığı üzere Avrupa ekonomisi ya da Avrupa denizci ülkelerinden oluşan dünya ekonomisi olarak adlandırılabilecek daha geniş bir ekonomik düzenin parçası durumunda bulunuyordu. Britanya, bazıları sanayileşme potansiyeline sahip ya da bunu “arzulayan” birkaç gelişmiş bölgeyi, bağımlı ekonomiye sahip bölgeleri ve bunun yanı sıra Avrupa ile henüz ciddi ölçüde ilişkiye girmemiş kenar bölgeleri de içeren iktisadi bir ilişkinin parçası durumundaydı. Diğer taraftan sanayileşme için gerekli koşullar 18. yy. Britanya’sında vardı ya da kolaylıkla 130
hazırlanabilir durumdaydı: Sermaye kıtlığı yoktu, köylülük sosyal bir yapı olarak parçalanmak üzereydi, büyük bir nüfus artışı dolayısıyla ucuz iş gücü imkânı mevcuttu ve birçok bakımdan ülke tek bir ulusal pazar hâline gelmişti. Korunmuş bir iç pazar ve gelişen üretim teknolojisi ile birlikte yoğun seri üretim, mamul malların pazarlanması sorununu ortaya çıkardı. İşte bu noktada İngiltere’nin sanayi devrimine öncülük etme noktasındaki bir başka ayrıcalıklı durumu belirdi: İngiltere’de devlet genişleyen ekonomik faaliyetin ihtiyaç duyduğu ihracat pazarlarını yaratacak, diğer bir ifadeyle sanayi devriminin ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda politika belirleyecek şekilde örgütlenmiş sisteme sistemine sahipti. Bu durum 19. yüzyılda da devam etti ve 19. yüzyılı büyük oranda şekillendiren Britanya'nın bu özelliği oldu. Britanya’nın 18. yy.daki politikası sistematik saldırı biçimindeydi. Britanya bu dönemde girdiği beş büyük savaştan yalnızca bir tanesinde savunma pozisyonundaydı. Bir yüzyıl kadar süren kesintili savaş döneminin Britanya açısından sonucu o döneme kadar hiçbir devlet tarafından kazanılmamış büyük bir zafer oldu. Britanya denizaşırı sömürgeler ve dünya çapında bir donanma gücü tekeline sahipti. Donanmanın tonajı 1685’te 100,000 ton iken 1760’ta 325,000 ton dolaylarındaydı. İngiliz ihracat sanayisinin ham maddesinin tümü tropikal ve astropikal bölgelerden ithal edilirken mamulleri de büyük oranda dışarıya satılıyordu. 18. yy. sonlarından itibaren pamuklu üretimi sanayi üretiminin en büyük bölümünü; 1805’te üçte ikilik kısmını ihraç eder duruma gelmişti. Bu gelişmenin temelinde ihraç sanayilerinin iç talebin artış hızına bağlı olmaması yer alıyordu. Bununla birlikte dış talebe dayalı ihracat sanayinin verimliliğinin artması “istikrarlı” alıcıların varlığına ve dış talebin büyümesine bağlıydı. Bu durum savaş ve sömürgeler yoluyla yeni pazarların ele geçirilmesi zorunluluğunu beraberinde getiriyordu. İhracat sanayi için sadece yeni pazarları sömürebilecek bir ekonomiye değil aynı zamanda İngiliz ihracatçısının savaşını sürdürmeye ve sömürgeleştirmeye hazır bir devlete ihtiyaç vardı. Britanya 18. yy.a girilirken iktisadi göstergeler bakımından aynı kategoride değerlendirilebileceği ülkelerden bu bağlamda net bir biçimde ayrıldı. Dış politikasını iktisadi hedeflere tabi kılmaya hazır durumdaydı ve savaşlardan beklentisi ticaret ve hemen hemen aynı anlama gelen denizlerle ilgiliydi. Öte yandan İngiltere’nin toplam demir tüketimi 1720’de 50000 tondan daha azdı, hatta sanayi devriminin epeyce yol almasından sonra bile 100,000 tondan fazla değildi. Demir üretim ve tüketiminde esas artış demir yolu döneminde gerçekleşti. İngiltere’nin sanayileşme ekseninde bir dış politika izlemesi etkisini özellikle ihracat sanayi üzerinde gösterdi. İngiltere’de ihracat sanayileri çok daha farklı ve potansiyel olarak çok daha devrimci faaliyet gösterdiler. 1700 ile 1750 arasında iç pazara yönelik sanayiler üretimlerini %7 arttırırken ihracat sanayii üretimlerinde %76 arttı. İşte İngiltere’de sanayileşme ateşini tutuşturan kıvılcım bu gelişme oldu ve bu süreçte pamuklu üretimi öncü bir rol üstlendi. 131
Esasen İngiliz sanayi devrimi ne yalnızca pamuk ne de dokuma ürünleri demekti ve pamuk birkaç nesil sonra öncü rolünü kaybetti. Bununla birlikte pamuk sınai değişimin hızını belirlemeye devam etti ve sanayileşme olmasaydı var olamayacak olan bölgelerin temelini oluşturdu (Hobsbawm, 2005(a); 52). 1770’e kadar olan dönemde İngiltere’nin pamuklu ihracatının %90’ı sömürge pazarlarına, daha çok da Afrika’ya yapıldı. İngiliz pamuklusu 19. yy. ortalarından itibaren ise esas piyasasını Hindistan ve Uzak Doğu’da buldu. İngiliz pamuklu sanayi, döneminde kesinlikle dünyanın en iyisiydi ancak üstünlüğünü rekabet ücüne değil, sömürge ve az gelişmiş ekonomilerin pazarlarında Britanya İmparatorluğu’nun, Britanya donanmasının ve Birtanya’nın ticari üstünlüğünün kendisine sağladığı tekel konumundan elde etti. İhracatta 1750 sonrasında görülen büyük artış sanayiye hız kazandıran gücü sağladı, 1750-1770 arasında pamuklu ihracatı on kat artış kaydetti. 1790’dan itibaren pamuklu üretiminin büyük bölümü ihraç edildi, bu oran 19. yy. içerisinde üretimin %90’ına kadar ulaştı. Böylece pamuk, az gelişmiş dünya ile karakteristik ilişkisini kurdu ve bu ilişkiyi çeşitli dalgalanmalara rağmen koruyarak güçlendirdi. Ham maddesini ise 1790’a kadar Batı Hint adalarındaki köle emeğine dayalı üretim; bu tarihten itibaren de Güney Amerika’da köle emeğine dayalı üretim sağladı. 19. yy. başlarında fabrikalarda gaz lambalarının da kullanılmasıyla çalışma süreleri uzamış, sermaye birikimi ihracat oranlarının da tesiriyle ciddi biçimde artmıştı. Gittikçe şişkinleşen sermaye ekonomik yapı üzerinde baskı oluşturmaya başladı. Bu dönemde pamuklu sanayinde gelişmeler yaşanırken sanayi devriminin ikinci aşamasının gerçekleşmesi için gereken kömür üretim ve tüketim düzeyi ile demir üretim ve tüketim düzeyine henüz ulaşılabilmiş değildi.
8.3. Sanayi Devriminin Çatlaklarını Dolduran Devrim İngiliz sanayisinin yakaladığı büyük ivmenin içsel ve dışsal etkileri sebebiyle 19. yy. dünya ekonomisinin İngiliz endüstri devriminin etkisi altında şekillendiğini iddia etmek olanaklıdır. Bununla birlikte geleneksel üretim tüketim ilişkilerinde inanılmaz bir dönüşüm gerçekleştiren endüstri devriminin dünya iktisadında oluşturduğu çatlaklar Fransız devriminin ön plana çıkardığı siyasi söylemler marifetiyle dolduruldu. Diğer bir ifadeyle 19. yy. iktisadı sanayi devrimi tarafından, siyaseti Fransız devrimi tarafından şekillendirilmiştir. İngiltere, Avrupalı olmayan dünyanın geleneksel ekonomik ve toplumsal yapılarında derin çatlaklar meydana getirecek ekonomik dinamiti sağlamış; çağın dünyasının demir yolları ve fabrikaları için prototip sunmuş, Fransa da onun devrimlerini gerçekleştirmiş, yaşanan derin dönüşüme düşüncelerini vermiştir. Fransız devrimine anlamını veren üç renk o tarihten sonra doğacak yeni ulusların amblemi hâline gelmiştir. O zamana kadar Avrupalı düşüncelere direnmiş olan eski uygarlıklara modern dünyanın ideolojisi Fransız Devrimi’nin etkisiyle yerleşmeye başlamıştır. 18. yy. sonlarına doğru gerçekleşen ve eski dünyada uzun süre devam edecek olan bir karmaşaya sebep olan Fransız devrimi 19. yy. siyasi tarihini de çeşitli açılardan şekillendirici etki yapmıştır. 18. yy.ın önemli kitlesel mobilizasyonu Amerikan devriminden pratikte ve 132
muhteva anlamında etkilenen Fransız devrimi esasen, zaman zaman toplumun alt tabakalarını da içine alan, bir orta sınıf hareketidir ve Avrupa’nın dönüşmekte olan sosyoekonomik yapısı ile uyum göstermektedir. Fransız devrimine ruhunu veren düşünceler kendisinden sonraki dönemin siyasetini ve düşüncesini belirleyecektir. Devrim sonrasında 1800'e kadar Fransa siyasetine ilginç bir karmaşa hâkim oldu. Fransa bu dönemde devrim hükûmetlerini, terör rejimini ve diretuvar rejimini tecrübe etti. Bu arada Fransız devriminin Avrupa’nın “geleneksel yönetim değerlerine” yani hanedanlıklara bir tehdit teşkil etmeye başlaması üzerine Avusturya-Macaristan İmparatoru’nun başını çektiği monarklarla Fransa birkaç cephede birden savaşmak durumunda kaldı. 1800’de yapılan oylamada kabul edilen Anayasa ile üç konsüllük yönetimi kuruldu ve Avrupa siyasetine 1815 Viyana Kongresi’ne kadar yön verece olan Napoleon Bonaparte yönetimdeki inisiyatifi ele geçirdi. Napoleon Bonaparte bütün Avrupa kıtasını Fransa’nın “patronajında” bir araya getirmek ve bütünleşik bir sistem kurmak istiyordu. Napoleon’un bu süreçte İngiltere’yi sistemin dışında tutmak istemesi İngiltere’nin Fransa’ya karşı çeşitli devletlerle birlikte mücadele etmesinin zeminini hazırladı. İngiltere’yi tecrit edebilmek için “kıtasal sistem” adı verilen bir politika uygulayan Napoleon bu sistemi parlak askerî başarılarla süslemesine rağmen İngiltere’nin tartışmasız deniz üstünlüğüyle sağladığı deniz ablukasına direnemedi. Napoleon’un kendi anılarında da yazdığı üzere Avrupa’nın siyasal kaderi bir fıçı şeker çevresinde dönmeye başladı. 1807 Tilsit Antlaşması’ndan itibaren Napoleon ile iyi ilişkiler içerisinde olan Rus Çarı Alexander’ın kıtasal sistemden çekilmesi Napoleon’un onunun başlangıcı oldu. Büyük bir ordu ile Rusya üzerine yürüyen Napoleon ağır bir yenilgiyle geri döndü ve Napoleon Savaşları adı verilen nispeten küçük çaplı fakat uzun süre çeşitli cephelerde devam eden sürecin sonucunda Napoleon yönetimi devrildi. Napoleon iktidara geçtikten sonra Fransız devriminin kalıcı sonuçlarını kendi denetimi altında güçlendirdi, aşırı yönlerini ise bastırdı. Bu şekilde Napoleon devrimin hem mirasçısı hem de yumuşatıcısı oldu. Bununla birlikte liberalizm ve milliyetçilik akımlarını silah zoruyla Avrupa kıtasına yayma girişimi Avrupa kıtasının en önemli güçlerinden birisi olan Avusturya-Macaristan ve kıta ile iktisadi ve ticari ilişkileri bulunan İngiltere’nin çıkarlarıyla çatışıyordu. Dolayısıyla Napoleon Savaşları sonrası oluşan düzenin kurucuları İngiltere Dışişleri Bakanı Castlereagh ve Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Metternich oldu. Napoleon Savaşları İngiltere’yi adaya kapanık hâlinden nispeten çıkardı ve İngiliz devlet adamları Avrupa siyaseti ile daha sıkı ilişkiler içerisine girdi.
133
Uygulamalar Batı Avrupa'da sanayi devimini oluşturan koşulları gözeterek İslam dünyasında neden böyle bir gelişmenin yaşanmadığını tartışınız.
134
Uygulama Soruları 1) Protestanlığın sanayi devrimine yol açan gelişmeleri hızlandırdığına ilişkin yargıyı değerlendiriniz. 2) “Fransız devrimi sanayi devriminin yarattığı çatlakları doldurmuştur.” öncülünü tartışınız.
135
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde sanayi devrimini ortaya çıkaran koşulları, Fransız devriminin sanayi devrimiyle olan ilişkisini, yaşanan gelişmeler sonrası toplumsal ve siyasal yapının aldığı şekli öğrendik.
136
Bölüm Soruları 1) Aşağıdakilerden hangisi sanayi devriminin neden önce Avrupa'da gerçekleştiğine ilişkin yapılan açıklamalardan birisi olamaz? a) Nüfus artışı b) Yaygın mal mübadelesi c) Feodal bağların güçlenmesi d) Şehirleşme oranının artması 2) 16. yüzyılda Uzak Doğu ile ticari ilişkileri en gelişkin olan Batı Avrupa ülkesi aşağıdakilerden hangisidir? a) Fransa b) Britanya c) Portekiz d) Hollanda
137
9. TOPLUMSAL HAREKETLER, DİN VE DESTEKLEME BİÇİMLERİ
138
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 9.1. Toplumsal Hareketler ve Din 9.2. Toplumsal Hareketler ve Dinin Bağlantı Noktaları 9.3. Dinin Toplumsal Hareketleri Destekleme Biçimleri 9.3.1. Doğrudan Destek 9.3.2. Dolaylı Destek 9.3.3. Ara Kurumlar Biçiminde Destek 9.3.4. Kültürel Destek
139
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Dinin toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde belirgin bir etkisi olabilir mi?
140
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Dinin sosyolojik yeri ve önemi hakkında bilgi sahibi olmak Dinin toplumsal hareketler açısından önemi hakkında bilgi sahibi olmak Dinin toplumsal hareketleri destekleme biçimlerini öğrenerek güncel hareketlerle sosyolojik bağ kurma becerisinin gelişmesi
141
Anahtar Kavramlar
Din
Destek
Mali
Kültürel
Doğrudan destek
Dolaylı destek
Örgütsel destek
142
Giriş Toplumsal değişim istemeleri nedeniyle, dünyevi kaygılarla ortaya çıkan toplumsal hareketlerin yolu da din ile bazı noktalarda kesişebilmektedir. Bu bölümde dinin toplumsal hareketler üzerindeki etkisi üzerinde durulmaktadır.
143
9.1. Toplumsal Hareketler ve Din Toplumsal hareketlerin etkisi ülkelerin siyasetinde ve hatta uluslararası siyasette giderek artmaktadır. Dünya çapında son yıllarda ortaya çıkan gelişmeler de buna katkıda bulunmaktadır. Sosyalist Blok’un çökmesi ve liberal politikaların popülaritesinin artması, artan demokratikleşme ve en azından artan demokratikleşme talepleri, sivil katılımın ve inisiyatifin daha önemli hâle gelmesini sağlamıştır. Ayrıca, hayatın her alanını etkileyen bilim ve teknolojinin sosyal hayatı derinden etkilemesi ve paralel küreselleşme olgusu sivil katılım ve inisiyatiflerin önemini artırarak, sivil oluşumlar olarak toplumsal hareketler için daha geniş bir hareket alanı açmıştır. Toplumsal hareketlerin siyasetteki ağırlığı ve âdeta belirleyici rolleri dolayısıyla demokratik Batı toplumlarını bazı bilim adamları “hareket toplumu” olarak tanımlamaya başlamışlardır. Giderek daha çok ulusötesi toplumsal hareketler eski siyaset bilimi kavramlarını yetersiz bırakmakta ve yeni bakış açılarını zorunlu kılmaktadır. Toplumsal hareketler, bir toplumda toplumsal hayatın belirli bir alanında değişiklik isteyen veya değişime karşı çıkan ve faaliyetini belli bir süre sürdürebilen oluşumlar olarak tanımlanabilir. Toplumsal hareketleri sendika, siyasi parti ve lobi gibi kurumsal siyasi aktörlerden ayıran özellik, protesto gibi yöntemler kullanarak daha çok kurumsal sistemin dışında faaliyet gösteren kolektif itiraz birimleri olmalarıdır. Toplumsal hareketler kültürel ve kurumsal etkileriyle demokratik süreçte önemli aktörler hâline gelmişlerdir. Toplumsal hareketler “olağandışı yöntemlerle siyasettir” şeklinde tanımlayanlar da olmuştur. Toplumdaki adaletsizlikleri ve çarpıklıkları dile getirerek, toplumda yeni anlamlar sistemi, dayanışma ve kimlik için kaynak oluşturarak ve çoğulculuğu besleyerek toplumsal hareketler yeni dönemde siyasetin normal bir parçası hâline gelmektedirler. Klasik toplumsal hareketler, daha çok üretilen değerlerin paylaşımı ve siyasal çıkarlar üzerinde yoğunlaşırken, Yeni Toplumsal Hareketler daha çok ortak yarar ve yaşam tarzı üzerine yoğunlaşır ve paylaşım yerine yeni kimlikle ve belli konularda toplumun kültürünü ve anlayışını değiştirmeye çalışırlar. Bir anlamlar sistemi olarak din, hem ortaya koyduğu anlam, inanç ve değerler ile hem de içinde bulunduğu toplumdaki yaygın örgütlenmesi dolayısıyla bazen değişim arayışlarına da dayanak oluşturmaktadır. Toplumsal değişim istemeleri nedeniyle, dünyevi kaygılarla ortaya çıkan toplumsal hareketlerin yolu da din ile bazı noktalarda kesişebilmektedir.
9.2. Toplumsal Hareketler ve Dinin Bağlantı Noktaları Sosyal bilimlerde Marksist perspektifin ağırlığı yüzünden, genelde dinin otoriteyi meşrulaştırdığı tezi üzerinde durulur fakat onun bir toplumsal değişim faktörü olma potansiyeli üzerinde pek durulmamaktadır. Benzer şekilde, işlevselci yaklaşımda da dinin toplum düzeninin sürdürülmesinde önemli bir rol üstlendiği düşünülmekte ve yine değişim potansiyeline fazla ihtimal verilmemektedir. Günümüz literatüründe dini gruplar, kuruluşlar ve cemaatler, esas olarak öteki dünya saadetiyle ve bireyin manevi kurtuluşuyla ilgilendikleri için esas toplumsal hareket kapsamında görülmezler ve onların faaliyetleri din sosyolojisini ilgilendirir. Ancak, dini 144
grupların, Batı’da seküler otoriteye doğrudan karşı çıkmaması anlaşmazlık alanlarının bulunmadığı veya bazı dinsel değerlerin Batı ülkelerinde mücadele konusu olmadığı anlamına gelmez. Bir kültürel sistem olarak ele aldığı dini en iyi tanımlayanlardan biri Geertz’dir. Ona göre din: (1) güçlü, kapsamlı ve uzun süreli ruh hâlleri ve motivasyonlar yaratmak üzere çalışan, (2) genel bir varlık düzeni görüşünü formüle eden, (3) bu formülasyonlara öyle bir gerçeklik havası verip (4) bu ruh hâlleri ve motivasyonları benzersiz biçimde gerçekçi gösteren (5) bir semboller sistemidir. Geertz’e göre, din hem toplum hayatının bir modelini (model of) hem de toplumda olması gerekenlere de bir model (model for) sunmaktadır. Din, kendisine bağlananların toplumsal yaşamlarının birçok yönünü etkileyen güçlü duygular ve bağlılıklar yaratmaktadır. Dolayısıyla da hem değişim karşıtı hem de değişim isteyen birçok grup tarafından kullanılabilecek güçlü semboller ve ritüeller sağlamaktadır. Kutsal bir kaynaktan geldiğine inanıldığı için kutsal kaynağa dayanmayan birçok dünyevi anlam sistemleriyle çoğu kez çelişkiye düşmekte ve hatta çatışmaya girebilmektedir. Kul ile Tanrı arasında aracı konumunu üstlenmesi ve Orta Çağ’da siyasete etkisi dolayısıyla Avrupa’nın siyasal mirasında Kilise’ye karşı güç mücadelesi önemli bir yer tutmuştur. Aslında günümüz ulus-devletlerine dayanak oluşturan modern milliyetçilik, dinsel anlam sistemine bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Bir kültürel sistem olarak din de toplumda yerine getirdiği işlevler bakımından –salt inanç olarak görünen din dâhil– bile toplumsal yaşama yansıyan etkileri vardır. Weber’in ötekidünya (other-worldly) odaklı ve bu dünya odaklı (inner-worldly) din ayrımlarına göre, İslam dini ikinci tanıma uymaktadır ve birçok dindekinden daha fazla dünyevi olayları düzenleyici emirler getirmiştir. Hemen her din, hayata dair bir inanç sistemine, üye tabanına ve kilise, cami gibi kurumlara ve hatta din öğrenme kursları gibi tamamlayıcı kurumlara sahiptir. Din ve politika farklı anlam sistemlerine dayandıkları için de dinden kaynaklanan değerler ile dünyevi (seküler) değerlerin birbiriyle çelişmesi ve çatışması söz konusu olabilmektedir. Böyle durumlarda din farklı hareketlere bazen doğrudan veya bazen de dolaylı kaynak ve destek sağlayabilmektedir. Bu kaynaklar, maddi ve kurumsal destek olabildiği gibi kültürel ve ideolojik destek biçiminde de olabilmektedir. Örneğin, ABD’de Ku Klux Klan (Beyaz Irkçı Hareketi), İçkiyi Yasaklama Hareketi, Sivil Haklar Hareketi, Kürtaj Karşıtı Hareket, Latin Amerikayla İlgili Hareketler, İslam Dünyasındaki dini hareketler, dini gruplardan destek almaktadırlar. İster öbür dünya odaklı isterse bu dünya odaklı dinler olsun, dindarlık faktörünün kişiyi toplumsal olaylara veya sorunlara kayıtsız kalınmasını önleyici bir etkiye sahip olduğu tespit edilmiştir. Camiye veya kiliseye devam etme olgusunun toplumun/topluluğun sorunlarını çözme konusunda gönüllü faaliyetlerini genellikle artırıcı bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Bu etki, Açlıkla Mücadele Hareketi (Bread for the World) üyeleri üzerinde yapılan araştırma net olarak görülmüştür. Hangi dinden olursa olsun misyoner grupların da
145
bulundukları ülkelerde bazen sosyal bazen de siyasal konularda toplumsal değişime yol açmaları da bu çerçevede şaşırtıcı değildir. 1990’lara kadar toplumsal hareket araştırmalarında Kaynak Mobilizasyonu (KM) oldukça etkili ve hâkim bir konumdaydı. Önceki yaklaşımların aksine, protesto gibi toplumsal hareket faaliyetlerini de diğer toplumsal eylemler gibi normal ve rasyonel bir eylem olarak görmüştür. Onlara katılanlar da herkes gibi kazançlarını artırmaya (maksimize etmeye) çalışırlar. Rasyonel tercih perspektifi, temelinde toplumsal hareketlerin faaliyetlerini bir piyasa modeliyle, örgütsel becerilerine bağlayarak kaynakların harekete geçirilmesini açıklamaya çalışmaktadır. Özellikle üye sayısı ve maddi kaynakların akılcı kullanılmasını ve örgütsel becerilerini merkeze alarak toplumsal hareketlerin başarısını açıklamaya çalışmıştır. Kısaca, toplumsal hareketlerin başarısı kaynakları harekete geçirmeye onların etkili kullanılmasına bağlı olarak düşünülmüştür. Bu hareketin öncüleri olan Zald ve McCarthy (1994), dini grupların sosyal hareketleri üç şekilde destekleyebileceklerini ortaya koymuşlardır: (1) doğrudan örgütsel destek, (2) gönüllü ve dolaylı destek, (3) ara kurumlar sağlama biçiminde olabilir. Birinci durumda, bir dini grubun kurumsal yapı veya mali desteklere bir konuda faaliyet gösteren bir toplumsal harekete destek verebilir. İkinci durumda, bir dinsel topluluk kurumsal olarak bir politikayı veya hareketi desteklemediği hâlde ona katılanlardan belli bir grup o konuda destek olacak faaliyetlere girebilir. Sonuncu durumda ise, dini gruplar tarafından kurulan bazı sosyal hizmet örgütleri ve kuruluşlar bazı hareketlere destek olacak biçimde hizmet edebilirler.
9.3. Dinin Toplumsal Hareketleri Destekleme Biçimleri 9.3.1. Doğrudan Destek Örgütsel Destek Birçok toplumda toplumsal hayatta önemli bir yer işgal ettikleri için dini örgütler bazı sosyal veya siyasi konularda doğrudan kurumsal yapısıyla liderlerin veya üyelerin dinsel kimlikleriyle doğrudan bir toplumsal hareket örgütüne katılabilirler veya destek olabilirler. Bu durum, Amerika’da özellikle geçerlidir. 1800’lerin başlarında Amerikan siyasal yapısını inceleyen ve günümüzde de önemini sürdürmektedir. Tocqueville meşhur Amerika’da Demokrasi kitabında o dönemde Amerikan toplumundaki sivil ve gönüllü örgütlenmenin yaygınlığına dikkat çekmiş ve bu faaliyetlerde dini grupların ağırlıklı rol oynadığı tespit etmiştir. Günümüz Amerikan toplumunda bu büyük ölçüde sürmektedir. Sosyolojik araştırmalar ortaya koymuştur ki bir toplumda din, çevre, sağlık, gönüllü grupları gibi önceden var olan örgütsel yapılar hem toplu hareket etmeyi kolaylaştırır ve teşvik eder hem de eylemsizlikten de vazgeçtirir. Bu çerçevede, ABD'de dini cemaatlerin toplumsal hareketlere desteğinin sendikalara verdiği destekle sınırlı bilinmektedir. Örneğin, Çelik İşçileri Sendikasına destek vererek Ohio eyaletinde bazı holdinglerin istismarlarına engel olmada ABD’de bazı kilise liderleri öncülük etmişlerdir. Mali Destek 146
Dinsel kurumlar ve kuruluşlar toplumsal hareketlere doğrudan destek sağlayabilmektedir. Toplumsal hareketlerin hayatta kalabilmeleri için başlangıç maliyeti özellikle önemlidir. Kilise ve cami cemaatleri bir konuda faaliyet gösteren toplumsal hareket örgütlerinin başlangıç maliyetlerinin sağlanmasında özellikle yer tutarlar. Ancak, dini grupların toplumsal hareketlere verdiği mali destek yalnızca başlangıç dönemi ile sınırlı değildir. Örneğin, ABD’de dini kurumlarla bağlantılı olarak faaliyet gösteren toplumsal hareket örgütleri yılda ortalama 150 bin dolarlık bir bütçe ile faaliyet göstermektedirler. Meksika kökenli Amerikalıların bir toplumsal hareket örgütü olarak Texas Sanayi Bölgeleri Vakfı (IAF), 14 bağlantılı kuruluşa sahip olan ve Amerika’nın güneybatısında faaliyet gösteren belki de en güçlü tabana dayalı (grassroots) sivil toplum örgütüdür. Bu büyük faaliyetleri büyük ölçüde Katolik kilisesi ve diğer dini gruplardan sağlanan fonlarla ayakta durmaktadır.
9.3.2. Dolaylı Destek Bir dini cemaat ve grup bir toplumsal harekete doğrudan destek vermediği hâlde o grubun üyeleri kurumdan bağımsız olarak bazı toplumsal hareketleri destekleyebilecekleri için, dinin toplumsal hareket faaliyetlerine desteği dolaylı destek biçiminde olabilir. Örneğin, Nükleer Karşıtı Hareket’e dini grupların desteği yukarıdaki örneklere göre daha dolaylı biçimde ve/veya gönüllüler vasıtasıyla olmuştur. Toplumda bazıları için rahatsızlık ve şikâyet konusu olan birçok konu vardır ancak şikâyetlerin varlığı bir toplumsal hareketin ortaya çıkması için tek başına yeterli değildir. Aynı şikâyeti ve kaygıyı paylaşan insanların o konuda bir şeyler yapabilmesi için bir araya gelmeleri, çözüm üretmeleri ve bu amaçla faaliyetlerini sürekli faaliyet ve örgütlenme içine girmeleri gerekmektedir. Çünkü sosyal değişme bir anda ortaya çıkacak bir durum değildir, toplumun ve elitlerin ikna edilmesi ve etkilenmesi için belirli bir süreye ihtiyaç vardır. Dini kurumlar veya cemaatler, bu tür oluşumların gerçekleşmesi için bir altyapı oluşturabilirler ve daha önceden kurulmuş olan sosyal ilişki ve iletişim ağları ile yeni oluşumların kurulmasına imkân sağlayabilmektedir. Bu sayede, dini gruplar, bir toplumsal hareketi doğrudan desteklemese de gayrı resmi olarak veya bu grupta örgütlenen bazı üyeler bağımsız ve gönüllü olarak bu yönde çalışmaya karar verebilirler. Bu durum dolaylı olarak bir toplumsal harekete yardımcı olabilir. İslam dünyasında enformel sosyal ağların din temelli toplumsal hareketlerin faaliyetlerine önemli destek sağladığı belirtilmiştir. Örneğin, Evanjelistlerin Cumhuriyetçi Partiye oğul Bush’tan önceki destekleri bu anlamda dolaylı destek olarak görülebilir çünkü ABD anayasasında din-devlet ayrımını tanımlayan madde dini cemaatlerin politikaya doğrudan katılmalarını yasaklamaktadır. Ancak oğul Bush döneminde bu ayrım din lehine önemli ölçüde esnetilmiştir ve dini grupların Cumhuriyetçi Partiye destekleri daha dolaysız bir hâl almıştır. Yine, Açlıkla Mücadele Hareketi (Bread for the World) üyelerinin aynı zamanda hem siyasal hem de dini kuruluşlarda aktif görev yaptıkları tespit edilmiştir.
147
9.3.3. Ara Kurumlar Biçiminde Destek Dinin toplumsal hareketleri destekleyebileceği üçüncü biçim, dini grupların dünyevi bir ihtiyacı karşılamak için kurdukları ara örgütler veya kurumlarla olmaktadır. Dini gruplar tarafından kurulan vakıf ve dernekler böyle değerlendirilebilir. ABD’deki gençlik yardımlaşma örgütü olan YMCA (Young Men’s Christian Association – Genç Adamların Hıristiyan Derneği) dinsel yardımlaşma örgütü olarak kurulmuş fakat zamanla dinsel özelliğini kaybetmiştir. Önceleri dini gruplar tarafından genç erkeklere yönelik hizmet vermek amacıyla 1844’te Londra’da kurulan YMCA, daha sonra genel amaçlı bir örgüt hâline gelmiş ve neredeyse bütün Amerikan şehirlerinde her yaştan ve her cinsten insana boş zamanlarını değerlendirebilecekleri ve kendilerini geliştirebilecekleri bir kuruluşa dönüşmüştür. Resmi olarak faaliyet göstermelerine izin verilmediği için Türkiye’de dini cemaatler daha çok hayır kurumları, vakıf ve dernekler etrafında faaliyet göstermektedirler. Genellikle tasavvuf kökenli olan bu dini cemaatler faaliyetlerini yasal koruma altında olan vakıflar, dershaneler gibi dolaylı kurumlar etrafında örgütlenerek hem bir koruma sağlamakta hem de bu mekanizmalarla dünyevi (seküler) alanlarda faaliyetlere destek vermektedirler. Yukarıda anlattığımız gibi dini grupların bazı hareketlere desteği diğer bazılarına da engel veya rakip oluşturabilecek bir biçimde ortaya çıkabilir. Aile değerlerini savunarak dini söylemler ve gruplar, Feminist, Homoseksüel, İdam Karşıtı ve Kürtaj Yanlısı hareketlere kültürel ve ideolojik muhalefet yapmaktadırlar. Dini perspektif, hem doğrudan hem de dolaylı olarak –Kürtaj Karşıtı Hareketi destekleyerek– feminizme karşı bir dalga oluşturmaktadır.
9.3.4. Kültürel Destek Yukarıda ele alınan konular, dini grupların ve kuruluşların toplumsal hareketlere verdiği mali destek, üye desteği ve örgütsel destek biçiminde olduğu Kaynak Mobilizasyonu yaklaşımınca ortaya konmuştur. Ancak, Kaynak Mobilizasyonu’nun dinin toplumsal hareketlere desteğini bu şekilde ele alış biçimi yetersiz kalmıştır. Çünkü dinin toplumsal hareketlere sağladığı destek yalnız eleman, mali ve örgütsel destekle sınırlı değildir. Din, toplumsal hareketlere kültürel kaynaklar ve fırsatlar sağladığını da dikkate almamız gerekir. Daha önce değindiğimiz gibi, toplumsal hareketlere dinsel destek kültür ve anlam sistemiyle ilintilidir çünkü din kültürel sistemin önemli bir parçasıdır. Dinin toplumsal hareketler sağladığı kültürel ve ideolojik destek birçok biçimde gerçekleşebilir. Başlıca destek biçimleri aşağıdaki şekilde tespit edilebilir: Değer Kaynağı Olarak Kültürel bir sistem olarak din, yerleşik siyasetle çelişecek bir değer yargısı sunma rolü üstlenebilmektedir. Seküler siyasetin değerleriyle dinden kaynaklanan değerler her zaman bir birleriyle uyuşmaz. Dinin ortaya koyduğu insan ve toplum anlayışı o toplumda hâkim olan insan ve toplum anlayışlarıyla her zaman örtüşmediği için belirli bir konuda şikâyetlerin ortaya çıkmasına yol açacak değerler (aile, eşitlik, içki, kumar gibi) dinden kaynaklanabilir. 148
Ortaya çıkan çelişki ve şikâyetle dinin önemli bir payı olduğundan din toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasında kültürel ve ideolojik zemin oluşturmaktadır. Amerikan toplumsal yapısını derinden etkileyen ve bütün dünyada daha sonra gelecek birçok toplumsal harekete örnek oluşturan Sivil Haklar Hareketi’nde dini fikirler, başarılı olup olunmayacağı konusundaki belirsizlikleri kaldırmaya yaramış ve toplumsal muhalefete bir güç kaynağı oluşturmuştur. Ayrıca, ABD’de Protestanların alkole karşı tutumları, içkiyi yasaklama hareketi için önemli bir ideolojik kaynaklar sağlaması bu duruma başka bir örnek oluşturabilir. Aynı şekilde, dinden kaynaklanan hayatın kutsallığı inancı, Kürtaj Karşıtı harekete önemli bir ideolojik/kültürel destek sağlamaya devam etmektedir. Örneğin, Katolik Kilisesi bu desteğini gerekçelendirirken, yaşama hakkının kutsallığı ve fakirlikle gerektiği gibi mücadele edilmesi durumunda kürtaja gerek kalmayacak biçimde nüfusun kendisini geçindireceğini savunmuştur. İlginç bir durum da bazı liberal dini grupların Feminist Harekete ve Kürtaj Hakları Hareketine de destek olmasıdır. Latin Amerika’da da popüler kent hareketlerinin çoğunda dindar kadınların büyük ağırlığı görülmüştür. Halk dindarlığında (popular religiosity) kadınlar merkezi bir yer işgal ettikleri için Kilise’den ilham alan tabandaki günlük politikalarında kadınların hâkim olması hiç de şaşırtıcı değildir. Çok eşliliğe onay vermesiyle bilenen Mormon mezhebinde bile Feminist yorumlar artmakta ve kendi cemaatleri içinde kadına daha fazla hak ve eşitlik verilmesi yönünde adımlar atılmasına yol açmaktadır. Nijerya’daki Müslüman feminist gruplar da dini söylemden yararlanarak hareketlerine maddi ve moral destek sağlamaya çalışmaktadırlar. Hayvan Hakları Hareketi de kendi görüşlerini desteklemek için “Tanrı’nın doğada olduğu” ve “lütuf sahibi Tanrı” gibi Hristiyanlık inançlarından yararlanmıştır. Dini söylemler, hem ırklar arasında ayrımcılığı savunan hem de eşitliği savunan hareketler tarafından karşıt amaçla da olsa kullanılmıştır. Beyazların üstünlüğünü savunan Irkçı hareketin de dinden yararlanmış ve söylemlerini dini öğretilerle desteklemeye çalışmıştır. Britanyalı Faşistler Birliği de dini söylemleri kullanarak kendileri düşüncelerini desteklemeye çalışmışlardır. Diğer taraftan yukarıda sözü edilen IAF Hareketinin kurucuları, Meksika kökenli Amerikalıların yaşamlarını düzeltecek gerçek bir değişimin, dinsel ideolojiye dayanarak beyaz ırk ile hispanikler arasında iş birliğini ve sivil katılımı artırabileceklerine inanmışlardı. Yine, ABD’de idam cezasına Protestan grupların büyük ölçüde taraftar olduğu bilinmektedir ancak Katolik Kilisesi, hayatın kutsallığı anlayışı gereği idam cezasının kaldırılmasına destek vermiştir. Rahatsızlık Kaynağı Olarak Bilindiği gibi bazı siyasi ve sosyal gelişmeler toplumun bazı kesimlerinde ve özellikle dindar kesimlerde belirli rahatsızlık, şikâyet ve tepkilerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Geertz’in söylediği gibi, din insanların güçlü motivasyonlar yaratmaktadır. Dolayısıyla, dini inançlar ve prensipler, bazı konular ve gelişmeler hakkında ortaya çıkan rahatsızlık 149
konusunda harekete geçmek için motivasyon oluşturabilir. Dini öğretilerle çelişen yeni bir durum bir tepkiye ve hatta bir panik havasına yol açabilmektedir. Kürtajın serbest bırakılması ve homoseksüel evlilik, artmakta olan değişik toplumsal sorunlar dindar kesimleri harekete geçirmekte etkili olmaktadır. Örneğin, pornografinin artması karşı Pornografi Karşıtı Harekette dini grupların belirli bir ağırlığı vardır. Yine, genel toplumun inançlarında, kültüründe ve düşüncelerinde ortaya çıkan değişiklik, dini grupların da ilgisini çekebilir ve destek ya da muhalefet anlamında dini grupların eyleme geçmelerine yol açabilmektedir. İnsanların neden kolektif eylemlere katılması gerektiğine ikna etmeye çalışan toplumsal hareket öncüleri, bir sorunun ciddi olduğuna, acil çözüm gerektiğine, kolektif eyleme iştirak etmenin sonuç getireceğine veya bir şeyler yapılmasının ahlaki bir görev olduğuna vurgu yaparlar. Toplumun bazı kesimlerinin sorunun varlığına ve çözüm gerektiğine inanması veya ikna olması dini gerekçelerden doğabilir. Sonuç getireceğine inanç da kader ve sorumluluk inançları gibi dinsel öğretilerden beslenebilir ama daha çok örgütsel etkinlik açısından önemlidir. Sonuncu gerekçe ise, genelde diğer öncekileri tamamlayıcı olarak veya onların işe yaramaması durumunda harekete geçmenin – sonuç getirmese de – bir ahlaki, vicdani ve dini bir sorumluluk olduğuna ikna etmeye çalışır. Ahlaki gerekçeler kullanılırken bir dini prensiplerin sıkça kullanılması şaşırtıcı değildir.
150
Uygulamalar Marx'ın din yaklaşımı ile Geertz'in din yaklaşımı karşılaştırıldığında toplumsal hareketleri açıklamada hangisinin işlevsel olduğunu düşünüyorsunuz, açıklayınız.
151
Uygulama Soruları 1) Geertz'e göre din tanımını yazarak tartışınız. 2) Zald ve McCarthy'e göre dini gruplar sosyal hareketleri destekleyebilir mi? Nasıl?
152
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde dinin/dinsel grupların toplumsal hareketlerle nasıl ilişki kurduklarını, toplumsal hareketler açısından önemlerini öğrendik.
153
Bölüm Soruları 1) Hangisi Geertz'in din tanımı içerisinde değildir? a) Din bir üst yapı kurumudur. b) Genel bir varlık düzeni görüşünü formüle eder. c) Bir semboller sistemidir . d) Toplum hayatının bir modelini sunar. 2) Weber İslam dinini kendi odak eksenli kategorizasyonunda nereye ait değerlendirmektedir? a) Bu dünya odaklı din b) Kabile odaklı din c) Karizmatik din d) Öte dünya odaklı din 3) Aşağıdakilerden hangisi dinin/dinsel grupların toplumsal hareketlere verdiği destek biçimlerinden birisi olamaz? a) Mali Destek b) Dini destek c) Örgütsel destek d) Ara kurumlar biçiminde destek 4) Çelik İşçileri Sendikasına destek vererek Ohio eyaletinde bazı holdinglerin istismarlarına engel olmaya çalışan dini grupların toplumsal harekete destek biçimi aşağıdakilerden hangi kategoride değerlendirilebilir? a) Ara kurum desteği b) Kültürel destek c) Doğrudan destek d) Değer kaynağı olarak destek
154
10. TOPLUMSAL HAREKETLER VE KÜLTÜR
155
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 10.1. Kültür ve Sosyoloji 10.2. Kültür ve Bir Toplumsal Hareket Faaliyetinin Ortaya Çıkışı 10.2.1. Toplumsal Hareket Kültürü ve Yaygın Kültür
156
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Yaygın kültürün kolektif eylemle ilişkisi var mıdır? Varsa nasıl şekilleniyor olabilir?
157
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Kültür kavramının sosyolojik değerinin öğrenilmesi Kültür kavramına ilişkin sosyolojik yaklaşımların ele alınması
158
Anahtar Kavramlar
Kültür
Sembol
Motivasyon
Varlık düzeni
Nesne
Eylem
Olay
Yaygın kültür
159
Giriş Bu bölümde sosyolojik çözümlemede önemli bir kavram olan kültürün toplumsal hareketlere etkileri üzerinde duracağız.
160
10.1. Kültür ve Sosyoloji Kültür belki de sosyal bilimlerin en temel kavramıdır. Fakat genel veya dar pek çok anlamda kullanılarak netliğini biraz kaybetmeye başlamıştır. Bunun nedeni, hem sosyal bilimler arasında hem de sosyolojinin kendi içinde farklı yaklaşımların bulunmasıdır. Bu kavramın genel olması, tanımlanmasına ve sınırlarının çizilmesine engel oluşturmadığı gibi, hem her şeyi açıklayan hem de hiç bir şeyi açıklayamayan bir kavram olarak kalmasını gerektirmez. Sosyoloji toplumsal hayatı incelediği için, diğer toplumsal kurumlar gibi toplumsal yaşamın önemli bir parçası olan kültür de incelediği konuların başında gelmektedir. Bu yüzden de kültür kavramının anlamını ve çalışma sahasının netliğini yitirmesi, bu kavramın yeniden tanımlanmasını ve açıklanmasını zorunlu hâle getirmiştir. Başlangıcından beri kültür olgusu sosyolojide önemli bir yer işgal eder. Durkheim’in “toplumsal olgu” kavramı yapısalcılık perspektifine, “kolektif bilinç” ile ritüel kavramları ve etkileşim ortamlarının toplumun inşasında ve onun sürdürülmesinde önemli rol oynadığı düşüncesi de kültür sosyolojisine zemin hazırlamıştır. Karl Marx ideoloji ile birlikte üstyapının bir yansıması ve ürünü olarak gördüğü kültürü biraz geri plana itmiş gibi görünse de kapitalist ve diğer toplumsal düzenlerin kendisini sürdürebilmesinde ideoloji gibi kültürel faktörleri de göz ardı etmemiştir. Daha sonraları Max Weber ise anlama sosyolojisiyle anlamın toplumsal yaşamın temel taşı olduğunu söyleyerek anlamlardan ve anlamların taşıyıcısı olarak sembollerden oluşan kültür kavramını çokça vurgulamıştır ve kültür olgusunu sosyolojide merkezi bir konuma oturtmuştur. Bu durum Weber’in din sosyolojisinde ve kapitalizmin doğuşunu Protestan Ahlakı’na bağlamasında da net olarak görülmektedir. Kültürün kapsamlı bir tanımı, Antropolog Clifford Geertz tarafından yapılmıştır. Aşağıda geniş yer vereceğimiz bu tanım, kültürün hem realist hem de idealist yönüne vurgu yapmaktadır. Griswold kültür araştırmalarının sosyolojinin merkezine yerleşmesinde Geertz’in talebelerinin Amerika’daki sosyoloji bölümlerinde ön saflara yükselmesinin önemli rolü olduğunu söyler. Daha sonraları 1960 ve 1970’lerde Kültürel Marksizm (Frankfurt Okulu) hem maddi hem de zihinsel üretimin hâkim ideoloji tarafından kontrol edildiğini savunarak, kültürün maddi dünyayı yansıttığı fikrine yeni bir açılım getirmiştir. Marksist teoride kültür maddi şartlara bağlı ikincil bir olgu olarak görülürken, Neo-Marksizm'de kültür bağımlı bir olgu olmaktan çıkmıştır. Ancak, bu maddi çıkarları yansıtması rolünde/anlamında kültüre yine de çok belirleyici bir rol biçilmez. Kültür ve içerdiği anlamlarla ilgili olarak Wuthnow çok öznel olan anlam konusunun sosyoloji tarafından ele almasında bir fayda olmadığını ve dolayısıyla anlamlarla değil anlamlar hakkındaki söylemlerle ilgilenilmesi gerektiğini savunmuştur. Kültürün evrensel bir tanımı olmasa da insan hayatının anlamsal yönü (başka bir şey ifade ve temsil eden davranış, nesneler ve fikirler) şeklindeki Griswold’un kültür tanımı, açık ve örtük kültür anlayışlarını birleştirmemize yardımcı olabilir. Bu tanımda hem beşerî bilim (humanities) hem de sosyal bilim yaklaşımlarının birbirlerini tamamlaması mümkün görülmüştür çünkü kültürün bu şekilde daha iyi anlaşılması onun hem açık hem de örtük yönlerini ele alıp inceleyebilir. 161
Griswold ise anlam konusunda aktörlerin niyetleri ile tercih ettikleri yorumların önemli olduğunu savunmuştur. 1970’lerin başından buyana Toplumsal İnşacılık Anlayışı önem kazanmaya başlamış ve medya, popüler kültür ve bilim incelemeleri alanında köklü bir anlayış değişimine yol açmıştır. Eskiden beri sosyolojide hâkim olan objektif gerçeklik varsayımını temelden sorgulayan bu anlayış toplumda ve hayatta karşılaştığımız her şeyin – gerçek olsa bile – toplumsal olarak inşa edildiğini ve kurgulandığını, dolayısıyla objektif bir toplumsal gerçeklikten söz etmenin mümkün olmadığı savunmaktadır. Bu anlayış 1980’lerin ikinci yasından itibaren toplumsal hareketler literatüründe de tartışmalara yeni bir ivme kazandırmıştır. Toplumsal hareketler dalı, kültür ile eylem arasındaki karmaşık ilişkileri ve onların dinamik doğası hakkında oldukça detaylı çalışmalar ortaya konmuştur. Bu araştırmaların ele aldığı sosyal değişme analizi, bir anlamda da kültürel değişimin analizidir. Toplumsal hareketlerin söylem boyutuna vurgu yapan yeni gelişmeler ise kültürün dinamik yönüne dikkat çekmişlerdir. Kültürün genel ve paylaşılmakta olduğu kadar gruplara özel olduğunu; tartışmaya ve yoruma açık olduğunu da gözler önüne sermişlerdir. Özellikle Avrupa merkezli olarak ortaya çıkan Yeni Toplumsal Hareket Analizleri; kültür ve yaşam tarzı kavramlarının önemini artırmıştır. Amerika toplumsal hareket araştırmalarında ortaya çıkan ve Söylem Analizi Teorisi olarak adlandırılan bu yaklaşım, toplumsal hareketler literatürünü geliştirmiş ve önemli bir olgunluğa ulaştırmıştır. Sosyolojide kültürün öneminin yeniden vurgulanmasında birkaç önemli gelişmeye de değinmek gerekir. M. Foucault (1980) gündelik söylemler ile toplumsal uygulamalarda kullanılan kavramsal kategorilerin objektif veriler olmadığı ve onların hâkim ideolojiler tarafından belirlendiğini söylemiştir. İyi kötü ve normal anormal kategorilerinin ve bilginin toplumdaki güç ilişkilerinden etkilendiğini savunarak sosyal bilimlerdeki kavramların da böyle bir ilişkiyi yansıttığını vurgulayarak eleştirel bir yaklaşım getirmiştir. Adorno ve Frankfurt Okulu da roman, şiir, sinema, tiyatro gibi kültür üreticilerinin hatırı sayılır derecede çıkarlarına göre ve/veya ideolojik seçim ve tercih sergiledikleri ve kültürü yeniden yorumlama da önemli güce sahip olduklarını savunmuşlardır. Postmodern teorinin ortaya çıkması kültürü parçalı bir olgu olarak ele alması ve kültürün hegemonik bütüncüllüğe bir antitez olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır. Diğer bir ifade ile kültür homojen bir varlık değil çok yönlü, çok boyutlu ve bazen de birbiriyle çelişen ve hatta çatışan ögelerden oluşan bir olgu olduğunu ve sosyal gerçekliğin kurgulandığını vurgulamıştır. Kültürel yaklaşım sosyal problemler literatüründe de önemli bir yere sahiptir. Bu alanda ağırlıklı olarak iki temel yaklaşım vardır: objektivizm ve inşacılık. Birincisinde toplumsal problemlerin gerçek hayatta var olan sorunları yansıttığı düşünülürken, ikincisinde toplumsal tehditlerin otomatik olarak sorun hâline gelmediği çünkü bazı büyük tehditler sorun hâline getirilmezken daha önemsiz tehditler toplumdaki belirli aktörler tarafından sorun hâline getirilebilmektedir. Bu durum kamuoyunda tartışılan toplumsal sorunların objektif gerçekliği yansıtmayabileceği ve mutlak değil göreceli olduğu fikrine yoğunlaşır. Bazı tehditlerin sorun hâline getirilmesi, grupların yorumlama süreçlerine ve mücadelelerine özel dikkat çekilir. Sorun hâline getirme sürecinde güç ilişkileri ve iddia sahiplerinin toplum içindeki konumları 162
ile onların kültürel ve toplumsal güçleri de önemli etkiye sahiptir. Objektivist yaklaşım içindeki anlayışlardan biri fonksiyonalizm/işlevselciliktir. Toplumu organik bir yapı olarak tahayyül eden bu anlayış, toplumsal problemlerin toplumdaki fonksiyonel bozukluklardan çıktığını düşünür. Sınıflar ve zevkleri incelemesinde Pierre Bourdieu, kültürü bir sermaye olarak düşünmüştür. Sınıf ile kültür arasındaki ilişkiye ilk defa dikkat çeken Bourdieu değildir. Ondan önce DiMaggio kültürün elitler tarafından kendi konumlarını korumak için kullanıldığını göstermiştir. Bourdieu’nün katkısı, kültürel sermayenin farklı sınıf mensupları arasındaki sınırların sürdürülmesine nasıl katkı yaptığını ampirik olarak ortaya koymasında yatmaktadır. Bourdieu’nün teorisinin özünü “üst” ya da “meşru” kültür ile “kitle” ya da “popüler” kültür arasındaki ayırıma dikkat çekmesinde ve hâkim sınıfın üyelerinin ve kurumlarının bazı kültürel pratikleri “kutsama” ve dolayısıyla onları meşru diye tescilleme gücüne sahip olmasını açıkça ortaya koymasında yatar. Kültürün, kültür reçete veya anlam yaratma yönüne, toplumsal yapı veya biyografik1 yönüne, açık veya kapalı yönüne yapılan vurguya göre kültür tanımı değişiklik gösterir. Bir reçete olarak kültür normları (yapılması ve yapılmaması gerekenler); değerler, inançlar ve fikirler, anlamlı semboller ve bunların ortak anlayışını içerir. Griswold’un tanımına göre, normlar bir toplumda insanların davranış biçimleri; değerler önemli gördükleri şeyler, inançlar evrenin nasıl işlediğini düşünme biçimi ve anlamlı semboller de temsiller olarak görülmüştür. Anlam verme sistemi olarak kültür, insanlar arasında etkileşim yoluyla anlam yaratma ve bu anlamları paylaşma sürecini gerekli kılar. Anlamlar ise her zaman tam olarak paylaşılmadığı için, müzakereye veya farklı yorumlara açık kapı bırakır. Ayrıca, anlam yaratma tek taraflı bir olgu olmadığı için anlatır hem bireysel pratikler bağlamında hem de toplumsal ortamda ve tartışmalarda tekrar tekrar şekillenir. Yapısalcı teoriye göre kültür sosyal yapıyı yansıtmaktadır. Diğer taraftan biyografi (agency) temelli kültür görüşü ise kültürün anlam yönüne odaklanmaktadır. Fonksiyonalizmi ve Marksist teoriyi, yapısalcılığın iki ana yaklaşımı olarak ele alabiliriz. Her iki yaklaşım da kültür ve sosyal yapı arasında tam bir uyum görürler. Ancak, kültür ve yapı arasındaki ilişkinin yönü konusunda tam zıt fikirleri savunurlar. Marksist teori kültürü toplumsal yapının (maddi koşulların) bir yansıması olarak anlarken, fonksiyonalizm toplumu onu oluşturan kültürün bir yansıması olarak görür. Marksist görüşe göre burjuvazi ve proletarya arasındaki ilişkiler üretim ilişkileri (yöneten ve yönetilenlerin maddi koşulları) tarafından belirlenir. İdeoloji ve kültürün bu ilişkileri, yansıtma rolü oynadığı ve toplumsal eşitsizliği yönetici 1
“Biyografi” kavramı Casper’ı takip ederek İngilizcedeki “agency” kavramına eş değer olarak kullanılmıştır.
Casper, agency kavramının İngilizcede çok değişik anlamlarda kullanıldığını ve bireysel etkiye ve inisiyatife vurgu anlamında biyografi kavramını kullandığını ifade etmiştir. Biz de adı geçen soruna ek olarak “agency” kavramına Türkçede tam bir karşılık bulunamamasını da göz önüne alarak biyografi kavramını kullandık. Ama bireysel inisiyatif de agency anlamında kullanılabileceğine dikkat çekerek hangi kavramın yaygınlık kazanacağını zaman gösterecektir.
163
sınıfın lehine meşrulaştırdığı düşünülür. Markist görüşte maddi olmayan yönler, toplumsal yaşamda ikincil bir konuma sahiptir. Kültürün alanı ve dolayısıyla da tanımı beşerî bilimlerde ve sosyal bilim yaklaşımlarında farklı biçimlerde anlaşılır. Beşerî bilimler yaklaşımı, kültürü güzel sanatlara ve pratik sanatlara veya genellikle açık (kayıtlı) kültür adı verilen ciddi literatüre eş değer olarak görür. Beşerî yaklaşım kültür (hikmet ve güzellik) ve medeniyet (teknoloji) arasındaki 19. yüzyıl felsefi ayrımına dayanarak, kültürü daha üst düzeyde ve medeniyetin toplumdaki zararlı etkilerine bir çare/panzehir olarak görmüşlerdir. Beşerî bilimler yaklaşımına göre kültür dikkatli korunmalı ve ona özel bir statü tanınmalıdır ve özen gösterilmelidir. İnsanlar kültürün işleyişini ve onu etkileyen şeyleri anlamak için bilinçli çaba göstermelidirler. Ancak sosyal bilim yaklaşımı, kültürü toplumun işleyiş biçiminden pek farklı olmayan bir yaşam tarzı olarak görür. Bu görüş antropolojiden doğmuş, sosyoloji ve diğer sosyal bilimler tarafından da benimsenmiştir. Bu yaklaşım kültür ve medeniyet ayrımını reddeder. Çünkü onların birbirleriyle yakından ilintili olduğunu düşünmüştür. Sosyal bilim yaklaşımı evrensel ve ideal bir kültür algılaması yerine, her toplumun iyi veya kötü olarak tanımlanması yapan bir kültürü vardır. Kültür toplumsal ilişkilere kaynaklık yapan, istikrarlı ve kalıcı anlam sağlayan bir şey olarak görülür. Beşerî bilim yaklaşımının üzerine odaklandığı, “kültürel nesne” sosyal bilimlerde merkezi bir yer işgal etmez. Bowler, bu yaklaşımın eksikliklerine açık bir biçimde işaret eder ve kendi sanat sosyolojisi çalışmasında sanatı bağımsız bir değişken olarak kullanarak kültürel nesneyi sosyolojik analize dâhil etmeye çalışılmıştır. Hem Marksist hem de Durkheimci sosyoloji gelenekleri, kültürü toplumsal bir yaratım olarak gördükleri hâlde, birinci geleneğin maddi koşullara odaklanması kolektif temsiller üstünde duran ikinci gelenekten farklıdır. Başka bir deyişle, ortak görüşleri kültürün toplumdan çıkmış olmasıdır. Sosyal bilimlerde kültürün iki meşhur tanımı Clifford Geertz ile Thomas Berger’den gelmiştir ve ikisi de kültürü iyi anlayabilmek için kültürün ögelerine daha yakından bakmamız gerektiğini söylemişlerdir. İkincisi anlamlı bir dünya yaratma ihtiyacının evrensel olduğunun altını çizerken, birincisi de kültürün hem içinde bulunduğumuz dünyaya anlam verme hem de bu dünyayı ona göre biçimlendirme özelliğine vurgu yapar. Geertz dini, kültürün en temel ögesi olarak ele alır. Analizinde kültürün özelliklerini de açıklayan Geertz’ün yaptığı kapsamlı tanıma göre kültür: (1) bir semboller sistemidir ki (2) güçlü, kapsamlı ve uzun süreli ruh hâlleri ve motivasyonlar yaratmak üzere çalışır, (3) genel bir varlık düzeni görüşü formüle eder ve (4) bu anlayışlara öyle bir gerçeklik havası verir ki (5) bu ruh hâlleri ve motivasyonlar benzersiz biçimde gerçekçi görülür. Geertz, sembolleri bir nesne, eylem, olay, özellik veya ilişkiyi temsil eden bir araç olarak görür. Bayrak ve haç gibi semboller bazı fikirlerin, yargıların, arzu ve inançların somutlaşmış hâlleridir. Sembollerden oluşan kültür de insanların içine doğdukları dünyaya yönelik bilgi verdiği gibi, toplumsal davranışı belirleyen sosyal ve psikolojik süreçleri yerine getiren kurumlar için de programlar sunar. Kültürel kalıpların iki değişik anlamda topluma model olduğunu söyler: realite modeli ve ideal model. Birincisi dünyada gördüğümüz şeylerin 164
ne olduğunu realist bir çerçevede açıklarken, ikincisi de idealist bir çerçeveden toplumun ve hayatın nasıl olması gerektiğini anlatır. Semboller onları benimseyen kişilerde belirli bir ruh hâli ve motivasyon yaratır ki bu da onların yaşam deneyimlerine bir anlam ve akış kazandırır. Geertz’in ruh hâli ve motivasyon arasında yaptığı ayrım önemlidir. Motivasyon, bazı türden hareketleri yapmak ve bazı durumlarda bazı duyguları hissetmek için kalıcı bir eğilim olarak tanımlanır. Ancak, ruh hâlleri bir yön belirtmezler ve yoğunluk açısından farklılık gösterirler. Yazara göre ruh hâlleri ortaya çıktıkları durumlarla anlam kazanırken, motivasyonlar hedefledikleri amaca göre anlam kazanırlar. Kültürün bir başka özelliği de içinde bulunduğu dünyadaki şeylere bir düzen kazandırmasıdır. İnsanlar, kaos içinde yaşayamayacağından sembollerle hayata ve olaylara anlam verirler. Hayata yönelik bu anlayışlara kültür öyle bir gerçeklik havası verir ki ruh hâlleri ve motivasyonlara kendine özgü biçimde gerçekçi görünür. Gerçi Geertz dini bir kültürel sistem olarak ele almış ve onun açıklamasını dini anlamak için yapmıştır, ama onun din hakkında söyledikleri din olgusunu temel almadan da rahatlıkla kültüre uygulanabilir. Çünkü kültür, hem kişinin kendisini hem toplumu hem de diğer insanlarla ilişkilerini anlamamızı sağlar. Berger ise kültürü insan tecrübesinin dışsallaştırılması, nesnelleştirilmesi ve içselleştirilmesi (externalization, objectification and internalization) olarak tanımlanmıştır. Berger’e göre, kolektif ve kaçınılmaz olan bir dünya inşa etmek sürecinde insanlar kültürü sürekli üretirler ve de yeniden üretirler. Toplumu hem kültürün bir ürünü hem de gerek şartı olarak görürler. Hem Geertz’in hem de Berger’in kültür tanımları kültürün genel ve özel karakterine vurgu yaparlar. Çünkü tek bir kişinin kültüründen bahsetmek mümkün değildir. Geertz’in bilginin ve tutumların semboller vasıtasıyla aktarıldığından söz etmesi, kültürün toplumsal olarak yaratılmasına işaret eder. Aynı şekilde Berger’in dışsallaştırma ve nesnelleştirme kavramları kültürün paylaşılma özelliğine işaret ederken içselleştirme de bu anlamların diğer üyeler tarafından benimsendiğini anlatır. Berger ve Luckman kültürün işleyişinde dile merkezi bir rol yüklemişlerdir, çünkü “günlük hayatta kullanılan dil bize gerekli nesnelleştirmeyi sağlar ve hayatın bizim için anlam kazandığı bir düzen kurar”. “Sesli işaret sistemi olarak tanımlanabilecek olan dil, insan toplumunun en önemli işaret sistemidir”. Dilin önemi Eliasoph ve Lichterman’ın (2003) önerdiği kültürün üçüncü boyutu olan konuşma normlarıyla ilgilidir. Bu düşünceye çok daha önceden Berger ve Luckmann’da (1966) da rastlıyoruz: “Değişik durumlarda hâkim olan uygun konuşma standartlarını dikkate almalıyız”. Her kültürel nesnenin bir yaratıcısı vardır ve onu kullanacak birinin duyması, anlaması, onun hakkında düşünmesi, uygulaması, katılması ve hatırlaması gerekir. Kültürün bütün ögeleri anlamın tamamlanması için birbirine bağımlıdırlar. Dolayısıyla, kültürü anlamak için bu anlamları kavramalıyız. Bir kültürel nesnenin yaratıcısı bir şarkıcı, şair, peygamber veya sanatçı olabilir ve yarattıkları şey yeni, harekete geçiren, göz dolduran veya eğlendiren bir şey olabilir. Onların becerisi içinde yaşadıkları toplumsal ortamın değiştirme gücünde yatar. Diğer bir deyişle, kültür tarafından getirilen değişiklikler toplumun büyük bir 165
kesimi tarafından benimsenir ve toplumun o anki ve gelecekteki üyelerine güvenilir bir anlam kaynağı sağlar. Kültürel nesnelerin yaratıcıları yenilik getirseler bile, bu yenilikler var olan kültürden bağımsız değildir. En azından bu yeniliklerin var olan kültürün anlam sisteminde anlaşılması ve benimsenmesi hedeflenmiştir. Örneğin, bir peygamber yeni bir din getirebilir ama kabul görmesi için o toplumun kültürel kodlarından tamamen kopuk olması düşünülemez. En azından onlarla iletişim kuracak bir temel olmalıdır. Kültürel nesneler sosyal kurumların, örgütlerin ve kalıplaşmış ilişkilerin düzenlediği bir toplumsal ortamda yaratılır, anlaşılır ve yorumlanır. Kültürün bir unsuru olarak kültürel alan bir olguyu kendisiyle anlatmak gibi görünse de burada vurgulanan nokta zamanla devamlılık kazanmış anlamlar ve semboller ağıyla örülmüş toplumun sembolik/anlamsal yönüdür. Kültürel alan normları, değerleri, inançları, fikirleri ve alışkanlıklarını açıklayabilirken, kurumsal bağlam kültürel nesnelerin üretilip, dağıtıldığı ve özümsendiği örgütsel/kurumsal yapıyı açıklayabilir. Kültürün ögeleri birlikte incelenirse daha iyi anlaşılacaktır. Bir seferde yalnızca bir ögeyi incelemek yerine onları bir bütün olarak ele alıp birbirleriyle ilişkili biçimde analiz etmeliyiz. Örneğin, kovboy müziğinin yaratıcılarına bakmak onun ortaya çıkışını anlamak için yeterli olmaz, aynı zamanda onun yaratıldığı ve benimsendiği toplumsal bağlama da bakmamız gerekir. Aynı görüş Türkiye’de arabesk müziğin ortaya çıkışını ve tüketilişini anlamak için de uygulanabilir. Bu bütüncül kültür anlayışı toplumsal değişme ve kültür arasında zaman içindeki ilişkileri kavramamıza da yardımcı olur.
10.2. Kültür ve Bir Toplumsal Hareket Faaliyetinin Ortaya Çıkışı Toplumsal hareket eyleminin ortaya çıkması hakkında konuşurken, yaygın kültür ile toplumsal hareket kültürünün kolektif eylemle ilgisini tartışmak yararlı olacaktır. Kaynak Mobilizasyonu Teorisi toplumsal hareket örgütlerinin bir değişim amacı harekete geçirilen kaynakların maddi yönüne odaklandığı hâlde, Yeni Toplumsal Hareketlerin tartışılmasıyla anlaşılmıştır ki kültür Kaynak Mobilizasyonu Teorisi’nin dikkate alması gereken toplumsal hareketlerin önemli bir boyutudur. Kültür toplumsal hareketlerin hedeflerini gerçekleştirmek için kullandıkları kaynaklardan biridir. Williams’ın dediği gibi, “şartların ve durumların gerektirdiği biçimde aktörlerin kullandığı bir araç kutusudur”. Yaygın kültür hem bireylerin zihinlerini biçimlendirir hem de bireyler (ve gruplar) tarafından yeniden üretilir ve yeniden biçimlendirilir, farklı yorumlar yapılmasına izin verir. Hayatın bazı yönlerini algılamadaki farklılıklar diğerleriyle birleştikçe, var olan sistemde bir sosyal değişme istenince bir toplumsal hareket oluşturma şansı ortaya çıkar. Diğer bir deyişle, farklı yorumlara imkân veren kültürün bu esnek karakteri toplumsal hareketlerin zaman içinde ortaya çıkmasına yardımcı olur. Benzer biçimde, kültür bir toplumun veya bir kesiminin birikimi olarak da görülmüştür. Bu anlamda kültürel repertuarlar açık olarak ifade edilmiş ideolojilerden bağımsız olarak da ittifaklar kurulmasını etkilemektedir. Kolektif eylemlere katılan insanların içinde bulundukları toplumsal ve siyasi kültürünün etkisi altında olması anlamında bir hareketin kaynaklarını harekete geçirme becerisinde kültür ayrıca belirleyici bir rol oynar. Çünkü ister muhalif olsun, ister statüko 166
taraftarı olsun ve isterse tarafsız olsun, bu mücadelede sonuç alınması yaygın kültürel kodların (haklılık-haksızlık, eşitlik-eşitsizlik, özgürlük-tahakküm gibi) etkin biçimde kullanılmasıyla yakından ilgilidir. Örneğin, otoriter bir kültürde bir hareketin insanları harekete geçirme şansı demokratik bir kültürdekinden daha azdır çünkü siyasi sistem onların taleplerini dikkate almaz veya insanlar bunu yapabileceklerine inanmazlar. Böyle otoriter bir toplumda harekete katılanlar muhalefet yapmanın maliyeti çok yüksek olduğu için yalnızca kendilerini gerçekten hedefe kendilerini adayanlar, yani radikallerdir. İkinci olarak, yaygın kültür toplumsal hareket örgütlerini harekete katılmayan insanlarla ve siyasi otoritelerle iletişim kurmaya yardımcı olur. Ayrıca, yaygın kültürün yardımcı ve engelleyici özelliği toplumsal hareket örgütlerinin benimsediği stratejiler üzerinde de etkili olur. Örneğin, kürtaj karşıtı hareket, var olan örgütlerle bağları yanında yaygın (Hristiyan) kültür ile ortak yönleri çok olduğu için birçok kaynağı harekete geçirirler. Benzer biçimde, yaygın kültür ile daha az ortaklığı olan diğer hareketler protesto yerine lobicilik veya medya reklamları gibi farklı stratejiler seçebilirler. Kürtaj taraftarları hedefleri konusunda, daha bireysel kültüre dayanabilir ve böyle bir söylem seçebilir. Türkiye’de sağ eksenli hareketler daha çok geleneksel kültürden ve dinsel ögelerden yararlanırken, modernist hareketler Batı kaynaklı ideoloji ve değerlerden yararlanmaktadır.
10.2.1. Toplumsal Hareket Kültürü ve Yaygın Kültür Toplumsal hareket kültürünü bir alt kültür olarak düşünürsek, bir toplumsal hareketin ortaya çıkması için yeter değilse bile gerek şartıdır. Zald ve McCarthy’nin toplumsal hareketlere ve toplumsal hareket örgütlerinin işleyişini açıklamak Kaynak Mobilizasyonu yaklaşımının temel görüşü şudur, toplumsal hareket örgütlerinin kurulması için ortak fikirler, inançlar ve değerler tek başına yetmez ayrıca genellikle maddi olan kaynaklara ihtiyaçları vardır. Toplumsal hareket kültürü bilinçli bir şekilde önceden var olan anlamları ve pratiklerini canlandırıp, sentezleme ve yeniden yorumlama yoluyla yaratılmaktadır. Bir hareketin belirli konularda görüş birliğinde olanları örgütlemesine ve söylem süreci vasıtasıyla yeni üyeler kazanmasına yardımcı olur. Hareket stratejisiyle kültür ilişkisi birçok yönden açıktır. Birincisi, bir toplumsal hareket örgütünün benimsediği strateji belirli ölçüde toplumun yaygın kültürü, inançları ve değerleri tarafından belirlenir. Örneğin, çevre hareketleri inandırıcı olacaklarsa doğal kaynakları kolayca israf edemezler çünkü eylemlerin fikirler ve inançlarla tutarlı olması gerekir. İkincisi, hareket kültürü yeni üye kazanmada bir rol oynamaktadır. Üye olmayanlara hitap edebilmedeki ve onları ikna etmedeki becerisi bir hareketin eylemlerinin başarısı veya başarısızlığıyla da ilgilidir. Üçüncüsü, toplumsal hareket kültürünün tarafsızlar, hasımlar ve siyasi otoritelerden oluşan toplumla iletişim kapasitesini de etkiler. Üye kazanma yanında genel halk ve kamuoyu üzerindeki etkisi de kültürün önemli bir yönüdür. Dördüncüsü, bir toplumsal hareketi zaman içinde sürdürebilmeye yardım etmektedir. Aşağıda tartışılacağı üzere toplumsal hareket örgütü ile birlikte ele alındığında hareketin kültürü toplumsal hareketin sürdürülmesine yardımcı olur. Beşincisi, kültür bir toplumsal hareket örgütü sürdürmenin bile önemli bir parçasıdır çünkü bürokratik karakteri yanında toplumsal hareket örgütleri aynı inançları paylaşan üyeler tarafından desteklenir. Bir 167
toplumsal hareket örgütü kendi hareket kültüründen sapma gösterirse orijinal grubu temsil eden hareket içindeki farklı gruplar ortaya çıkabilecektir.
168
Uygulamalar Türkiye'de sağ muhafazakâr ve sol toplumsal hareketleri söylemlerinin kültürle ilişkisi bağlamında yeniden ele alınız.
169
Uygulama Soruları 1) Kültürün sosyolojideki yerini Marx, Weber ve Durkheim'ın görüşleri bağlamında değerlendiriniz. 2) Bourdieu ve DiMaggio'nun kültüre ilişkin yaklaşımlarını karşılaştırıp tartışınız. 3) Geertz'in kültür tanımını tartışınız.
170
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde kültürün toplumsal hareketlerle ilişkisinin boyutları ve ilişki biçimlerini öğrendik.
171
Bölüm Soruları 1) Aşağıdaki düşünürlerden hangisi kültürü bir sermaye olarak ele almıştır? a) K. Marx b) A. Touraine c) Bourdieu d) Weber 2) Kültürün anlam yönüne odaklanan yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir? a) Yapısalcı yaklaşım b) Biyografi temelli yaklaşım c) Marksist teori d) İşlevselci yaklaşım 3) Berger ve Luckman'ın kültüre yaklaşımının diğer yaklaşımlardan belirgin biçimde ayrılan yönü aşağıdakilerden hangisidir? a) Kültürü bir üst yapı sorunu olarak ele alması b) Kültürü bir sermaye olarak değerlendirmesi c) Kültürü anlam açısından ele alması d) Kültürün işleyişinde dile önem vermeleri
172
11. OSMANLI DEVLETİ'NDE TOPLUMSAL HAREKETLER
173
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 11.1. Milliyetçi Hareketler 11.1.1. Bulgaristan Meselesi 11.1.2. Makedonya 11.1.3. Arnavut Milliyetçiliğinin Gelişimi 11.2. İttihad-Terakki Cemiyeti ve Hürriyet’in İlanı
174
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Fransız devrimi ve sanayi devrimi Osmanlı siyasal ve toplumsal yapısını nasıl etkiledi?
175
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Yaşanan toplumsal ve ekonomik dönüşümlerden Osmanlı Devleti'nin nasıl etkilendiğini anlamak Türkiye'de ve Osmanlı coğrafyasında yaşanan güncel toplumsal hareketlerin tarihsel arka planını kavrama
176
Anahtar Kavramlar
Milliyetçilik
Dağılma
Emperyalizm
Meşrutiyet
Jön Türkler
İttihat-terakki
177
Giriş Bu bölümde Osmanlı Devleti'ndeki toplumsal hareketler üzerinde duracağız.
178
11.1. Milliyetçi Hareketler 11.1.1. Bulgaristan Meselesi Bulgarlar Osmanlı Devleti’nde eyalet statüsüne sahip olmuşlardı. Osmanlı millet sistemi örgütlenmesi çerçevesinde din ve mezhep işleri bakımından İstanbul’daki Fener Patrikhanesi’ne bağlanmışlardı. Bu bağlamda dünya 18. yy.da Bulgar diye bir etnik grubun varlığından habersiz gibidir. Ruslar da Bulgarları 1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında “fark etmişlerdir.” 19. yy.da gelişen milliyetçi hareketlerin tesiri, Fener Patrikhanesi’nin 19. yy.da kendisine bağlanmış etnik grupları Rumlaştırma çabalarını arttırması, Sırbistan ve Rusya’nın Bulgarlar üzerindeki tahriklerinin artması Bulgarların da 1830’lardan itibaren hareketlenmesi ile neticelendi. Özellikle 1830 Yunanistan’ın bağımsızlığının ardından Bulgarlar ardı ardına isyan etmeye başladı. Bu çerçevede 1848’de Avrupa’da gözlemlenen halk hareketleri Bulgaristan’da da etkisini hissettirdi; 1849’da Vidin İsyanı patlak verdi. İsyan aralıklarla iki yıl kadar sürdü. Rus Çarı I. Nikola’nın temel politikası Rusya’ya bağımlı müstakil bir Bulgaristan oluşturmaktı. Ancak 1856 Kırım Muharebesi Çar’ın bu planının uygulanmasını engelledi. Bulgarlar ise 1856’dan itibaren Bulgar milliyet fikrinin de gelişimini sağlamak için bağımsız bir Bulgar kilisesi için mücadele etmeye başladılar ve 1860’da, 1856 Islahat Fermanı’na dayanarak Fener Patriğini ruhani lider olarak tanımadıklarını ilan ettiler. Ancak millî kilise talepleri kabul edilmeyen Bulgarlar aykırı bir strateji izleyip Katolik Kilisesi’ne bağlanmaya başladılar. Rusya bu durumdan ciddi biçimde rahatsız oldu çünkü Katolik Kilisesi’nin etkisi altına giren Bulgarlar Fransız etkisine açık hâle gelebilirdi. Bu yüzden Rusya, Osmanlı Devleti üzerinde bağımsız Bulgar Kilisesi’nin kurulması yönünde baskılarını arttırdı. Neticede 1870 tarihli bir fermanla bağımsız Bulgar Kilisesi kuruldu. Bulgar tarihi üzerine çalışan birçok araştırmacı bağımsız Bulgar Kilisesi’nin oluşmasının Bulgar kimliğinin ve intelijansiyasının oluşmasında son derece önemli bir dönüm noktası olduğu fikrindedir. Bulgar milliyetçiliği açısından önemli bir girdi olan Doğu Rumeli tabiri ilk kez Ayestefanos Antlaşması’nın Rusya ve İngiltere arasında sebep olduğu ihtilaf üzerine İngiliz Başbakanı tarafından ortaya atılmış, Berlin düzenlemelerinde farklı bir statüyle Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştı. Jeo-stratejik doğal geçitleri barındıran bu bölge Ayestefanos Antlaşması’nda Büyük Bulgaristan sınırları içerisinde bırakılmıştı. Berlin düzenlemelerinden kısa süre sonra Rusya Bulgarları Doğu Rumeli ile birleşmeleri doğrultusunda teşvik etmeye başladı. Doğu Rumeli’de ilk büyük buhran 1879’da Osmanlı Devleti’nin bölgede asayişi sağlamak için asker sevk etmek istemesiyle baş gösterdi. Bölge halkı gönderilen askerlere karşı çıktı. Gelişmeler üzerine Rus Çarı, Sultan Abdülhamid’e bir mesaj göndererek bir Rus temsilcisinin bölge halkını sükûnete davet etmek için bölgeye gönderilmesine izin verilmesini, bunun yanı sıra bölgeye asker sevkedilmesi fikrinden vazgeçilmesini istedi. Sultan Abdülhamid öneriyi kabul etti ve böylece ilk bunalım aşılmış oldu. Ancak Rusya Doğu 179
Rumeli ile Bulgaristan’ın birleşmesini sağlamak üzere İngiltere hükûmeti nezdinde de girişimlerde bulunmaya devam etti. Doğu Rumeli krizinin Osmanlı Devleti açısından sonucu Doğu Rumeli’den bir parça toprağın Osmanlı hâkimiyetine bırakılarak bölgenin Bulgaristan’a bağlanması oldu. Doğu Rumeli Buhranı Yunanistan’ı da Makedonya, Epir, Teselya üzerindeki hak talepleri çerçevesinde hareketlendirdi ve neticede 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’na giden süreç başladı.
11.1.2. Makedonya Makedonya Sorunu 1878 sonrasında Doğu Sorunu’nun da önemli bir parçasını oluşturdu. Makedonya, Ayestefanos Antlaşması’nda Büyük Bulgaristan sınırları içerisinde bulunuyordu. Ancak Berlin Düzenlemeleri ile Makedonya’nın ıslahat yapılması şartıyla Osmanlı Devleti’ne geri verilmesi Makedonya Meselesi’nin başlangıcı olarak değerlendirilebilir. Bu tarihten sonra Bulgarlar Makedonya’nın Bulgaristan’ın bir parçası olduğu yönünde propagandaya başlamışlar ve 1890’lı yılların başlarında Makedonya’daki ilk komitayı kurmuşlardır. Bulgaristan’ın Makedonya’ya sert angajmanı üzerine bölgede hak iddiasında bulunan Yunanlılar ve Sırplar da komitacılık faaliyetlerine girişecektir. Berlin Anlaşması’nın Makedonya bölgesinde reform yapılarak Hristiyan unsurların korunmasını hükme bağlayan meşhur 23. maddesi, Bulgaristan, Sırbistan’ın Ayestefanos’un uygulanmaması sonrası oluşan hayal kırıklıkları çerçevesinde gelişen saldırgan ve yayılmacı politikalar ile birleşince Makedonya gittikçe istikrarsızlaşmış ve bu durum dış güçlerin bölgeye müdahalesini sürekli hâle getirmiştir. Bu bağlamda Makedonya sorunu bölgede yaşayan halkın Osmanlı Devleti’nden talepleri ya da bu taleplerin karşılanamaması bağlamında değil, dış güçlerin bölgedeki halkı kendi çıkarları doğrultusunda etkileme ve bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirme çabaları ve bu çabalar neticesinde doğan çatışmalar biçiminde gelişti. Makedonya tabiri Osmanlı Devleti döneminde kullanılmış bir terim değildir ancak kullanılışı 6. yy.a kadar uzamaktadır. Makedonya Osmanlı Devleti'nde Kosova, Selanik, Manastır vilayetlerinin tümünü kapsayan bölgeyi niteler biçimde kullanılıyordu. Çok basit bir mesele gibi görünen Makedonya sorunu zamanla büyük devletler için umutsuzluk yaratacak ölçüde karmaşık ve zor bir hâl almaya başladı çünkü bölgenin sınırları net bir biçimde tanımlanamıyordu ve nüfus bölgelere göre kompleks bir etnik dağılım gösteriyordu. Bölgede dönem dönem yönetim aksaklıkları dolayısıyla hareketlilikler yaşanmakla birlikte 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar önemli bir sorun gözlemlenmedi. Makedonya’nın bir sorun hâlini alması Bulgar milliyetçiliğinin gelişimiyle paralel ilerledi. 1870’e kadar Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olan bölgedeki Hristiyan unsurların 1870’te Bulgar Kilisesi’nin kurulmasına izin verilmesiyle birlikte akacak başka bir mecra bulması süreci hızlandırdı. 1890’ların başında dört; 1897’de üç ayrı psikoposluk kurulmasına izin verilmesiyle Bulgaristan’ın bölgedeki etkisi oldukça arttı. Makedonya’daki Bulgar hareketinin Osmanlı yönetimine ve Yunan etkisine karşı olmak üzere iki temel sütun üzerinde yükseldiği görülmektedir.
180
Sırp milliyetçiliğinin Makedonya’da rekabete dahil olması kabaca 1890’ların ikinci yarısından sonradır. Sırpların Rum Ortodoks Kilisesi ya da Bulgar Kilisesi gibi örgütlü bir yapıya sahip olmaması Makedonya’da Sırbistan’ın durumunu zayıflatmış; 1896’da Bâbıâli’den Makedonya’da bir Sırp patrik aday gösterme hakkını elde ettikten sonra bölgeye yönelik daha aktif politikalar geliştirmeye başlamıştı. Sırbistan’ın Makedonya yöneliminde 1881’de Avusturya-Macaristan ile yapılan; Yeni Pazar Sancağı’nı kapsamadığı takdirde Sırbistan’ın Makedonya’daki toprak kazanımlarının Avusturya-Macaristan tarafından diplomatik olarak desteklenmesini içeren gizli anlaşmanın da etkisi büyüktü. Fakat Makedonya’nın Balkanlardaki devletler arası bir soruna dönüşmesi çete faaliyetlerini de beraberinde getirdi. Giderek şiddetin dozunun yükselmesi Makedonya’yı uluslararası gündemin üst noktalarına taşımaya başladı. Kasım 1902’de İngiltere ve Avusturya-Macaristan arasında Makedonya’da özerk bir idarenin derece derece uygulamaya geçirilmesini öngören bir reform programı üzerinde anlaşma sağlandı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti de Kasım 1902’de Rumeli Vilayetleri Hakkında Talimat’ı ilan etti. Ancak Osmanlı Devleti tarafından ilan edilen talimat büyük devletleri memnun etmediği gibi Makedonya Komiteleri tarafından da reddedildi. 1902’de Yüksek Makedonya Komitesinin inisiyatifiyle Cuma-ı Bâlâ Ayaklanması gerçekleştirildi ancak etki alanı oldukça sınırlı olan ayaklanma istenen sonucu doğurmadı. Diğer taraftan 1902’de Makedonya’da yapılması beklenen reformlar üzerine devletler arası çok sayıda görüşme gerçekleştirildi ancak bir netice elde edilemedi. Büyük Güçlerin Makedonya’ya müdahalesini mümkün kılabilmek için 1903’te İlinden Ayaklanması olarak bilinen bir ayaklanma başladı ancak bu dönemde Bâbıâli ile iyi ilişkileri olan Rusya Bulgaristan’a ayaklanmayı desteklememesini telkin etti. Almanya ve Avusturya da ayaklanmanın amaçladığı özerk Makedonya fikrine sıcak bakmadılar 1908’e kadar geçen sürede Osmanlı Devleti, Bulgar çetelerine karşı bir denge unsuru oluşturmaları için Sırp ve Yunan çetelerine göz yumdu. Bu sırada Türkler de Makedonya’da komitacılık faaliyetlerine başladı ve bu durum Makedonya sorununun kronik bir hâl almasına sebep oldu.
11.1.3. Arnavut Milliyetçiliğinin Gelişimi 18. yy.da Arnavut yerel beyleri ile Osmanlı hükûmeti arasındaki ilişki gittikçe gerginleşti. Yerel beyler kendi bölgelerinde tek güç olarak belirmiş zamanla bulundukları bölgelerin yönetimlerini ele geçirmişler ve yerel yönetici konumuna gelmişlerdi. Böylelikle Arnavutların bulundukları bölgelerde çok sayıda “Paşalık” oluşmuş, bu Paşalıklar görünürde Osmanlı hâkimiyetinde olmakla birlikte büyük ölçüde özerk hareket edebilmişlerdi. Zamanla küçük Paşalıklar iki büyük Paşalık olarak birleşmişti. Bunlardan biri Kuzey Arnavutluk’ta ortaya çıkan, merkezi İşkodra olan ve Buşatlılar tarafından yönetilen Paşalık; diğeri ise Güney Arnavutluk’ta Yanya merkezli kurulan ve Tepedelenli Ali Paşa’nın yönetiminde olan Paşalıktı. Bu Paşalık yönetimleri hiçbir zaman Osmanlı hükûmetine yönelik örgütlü ve ulusal bilinçli bir muhalefet hareketine dönüşmedi. 181
Arnavutlar arasında ulusal bilincin uyanması 1878 Berlin Düzenlemeleri’ne kadar götürülebilirse de muhteva açısından 1908’den sonra görülen millî nitelikli isyanlara yakın nitelikte isyanlar tespit etmek mümkün değildir. Etnik ve dinsel açıdan büyük ölçüde birlik gösteren diğer Balkan uluslarının aksine Arnavutlar iki farklı din veya üç farklı mezhebe bölünmüş durumdaydı. Özellikle Rum milleti içerisinde kabul edilen Ortodoks Arnavutlar açısından klasik Osmanlı toplumsal örgütlenmesi olan millet sistemi ulusal bilincin/kimliğin belirginleşmesini önleyici bir etki yapmış gözükmektedir. Katolik Arnavutlar ise destek için Balkan Katoliklerine ilişkin “kultusprotektorat” hakkına yani Avusturya-Macaristan İmparatoru’nun çoğu Arnavutluk ve Makedonya’da bulunan Katolik grupları koruma hakkına yöneldi. Fakat Arnavut tarihçiler 1878-1912 arasındaki dönemi “Rilindje Kombetare” yani “Ulusal Yeniden Doğuş” olarak adlandırmışlardır. Bu bağlamda Arnavut Sorunu’nun da Makedonya Sorunu’nun bir uzantısı ya da bir neticesi olduğu söylenebilir. Diğer taraftan Avusturya-Macaristan’ın Balkanlardaki Rus etkisini sınırlandırmaya yönelik olarak Arnavutluk’u Balkan siyasetinin temel unsurlarından birisi hâline getirmiş olmasının altı çizilmelidir. Berlin Düzenlemeleri neticesinde Sırbistan ve Karadağ tamamıyla bağımsız devletler hâline gelmiş ve Arnavut nüfus barındıran topraklar kazanmışlardı. Arnavutluk topraklarının Balkan devletleri arasında taksiminin önüne geçebilmek için 1878’de Berlin Anlaşması’nın imzalanmasından üç gün önce2 Prizren’de Arnavut Birliği ya da Prizren Birliği olarak bilinen bir yapılanmaya gidildi. Bu döneme kadar düzenli vergilere, askerliğe ve merkezîleşme politikalarına karşı yerel çıkarların korunması çerçevesinde gelişen Arnavut hareketleri Ayestefanos Anlaşması kararlarının ardından özerklik talebi çevresinde şekillenmeye başladı. Osmanlı Devleti’nin Berlin Anlaşması’nı kabul etmesi Prizren Birliği ile Osmanlı hükûmeti arasındaki ilişkilerin bozulmasına neden oldu; Ağustos 1878’de Prizren’de bir araya gelen Birlik üyesi liderler Osmanlı yönetiminin Berlin Antlaşması’nın Arnavutluk’a ilişkin hükümlerini uygulama kararını protesto etti. Birlik içerisinde çoğunluğu ele geçiren Arnavut ulusçuları 27 Kasım 1878’de Yanya, İşkodra, Kosova ve Manastır vilayetlerinin özerk bir Arnavutluk vilayeti şeklinde örgütlenmesini istedi; Mayıs 1880’de ise kendilerini “geçici özerk hükûmet” olarak ilan etti. 1880’de Arnavutluk’un bazı bölgelerinin Karadağ’a verilmesini önlemek üzere örgütlenen Arnavutlar silahlı direnişe başlamışlar ve bu çerçevede Babıâli’yle zaman zaman çatışma hâlinde olmuşlardır. Örneğin Osmanlı hükûmeti tarafından nasihatçi olarak gönderilen Mehmed Ali Paşa Arnavut komitacıları tarafından katledilmişti. Bu süreçte Arnavut hareketlerinin temel talepleri Arnavutların çoğunlukla yaşadıkları bölgelerin Bulgaristan, Sırbistan ya da Karadağ’a bağlanmasını önlemek maksadıyla reform programlarının dışında tutulmasıdır. Arnavutların 1880’den itibaren silahlı direniş örgütlemeleri İngiliz hükûmetinin dikkatini çekti. Arnavut silahlı direnişinin yaşandığı dönemlerde İngiltere’de iktidara gelen Goldstone Osmanlı Devleti’nin kontrolsüz dağılması durumunda Avrupa’da Rusya’nın ya da 2
Berlin Kongresi’nde Bismarck Prizren Birliği’nin başvurularını “Arnavut ulusu diye bir şeyin olmadığını söyleyerek reddetmiştir. Aktaran Sönmez, 2007; 53.
182
Avusturya’nın güçleneceği düşüncesiyle özerk bir Arnavutluk fikrini savunmaya başlamıştı. Diğer taraftan İngiltere’nin Osmanlı hükûmeti nezdinde özerk bir Arnavutluk teşkil ettirilmesi için yaptığı girişimler Sultan Abdülhamid tarafından kabul edilmemiş bununla birlikte Arnavutların merkezî hükûmetle ilişkilerinin güçlendirilebilmesi adımlar atılmıştı. Makedonya’da yaşanan gelişmeler dolayısıyla Arnavut örgütlenmeleri de hız kazanmıştı. 1896-1899 yılları arasında örgütlenen Peja (İpek) Birliği Arnavutluk’un özerkliği konusunu yeniden gündeme getirmişti. Mürzsteg Programı’nın uygulanmasından rahatsız olan Arnavutlar 1904 yılında Kosova’da bir isyan başlattı ve reformları protesto etmek maksadıyla Prizren şehrini işgal etti. Peja Birliği’nin dağılmasının ardından 1905’ten itibaren Makedonya’da Arnavut çeteleri de kurulmaya başlandı.
11.2. İttihad-Terakki Cemiyeti ve Hürriyet’in İlanı Sultan Abdülhamid 1878 yılında meclisi tatil etmesinden itibaren tam 30 yıl ülkeyi tek elden yönetmeyi başarabildi. Osmanlı coğrafyasındaki muhalif hareketleri 30 yıl kontrol altında tutabilmesi, hele ki Fransız devriminin Avrupa’da sarsıcı tesirlerinin hissedildiği bir dönemde sarsılmaz bir istibdat rejimi kurabilmesi, bunu gerçekleştirebilmesi açısından, başarılı olarak nitelendirilebilir. Abdülhamid oluşturduğu istibdat rejimini güvence altına alabilmek için ciddi bir polis rejimi kurdu. Kendisine bağlı hafiye teşkilatı oluşturan Sultan Abdülhamid’e memleketin her köşesinden büyük miktarda jurnaller geliyordu. Sultan Abdülhamid bu jurnallerin kesilmesini önlemek için anlamsız ve mantıksız olanlarına dahi tepki vermiyordu. Toplumda jurnalleşme korkusunun kökleşmesi, Abdülhamid’in istibdat rejimine karşı muhalefetin de nispeten geç bir tarihte, 1889’da, doğmasına sebebiyet verdi. Sultan Abdülhamid rejimini güvence altına almak için oluşturduğu polis devletinin dışında üç şey daha yaptı: i) Mithat Paşa’yı yok ederek olası bir muhalefetin önüne geçti, ii) V. Murad’ı bir saraya hapsederek meşruiyetinin tartışılmasını engelledi, iii) Ordu ve donanma iktidarını tehdit etmemesi için sıkı bir kontrol altına alındı. Sultan Abdülhamid rejimine karşı ilk örgütlü muhalefet 1889 yılında beş askeri tıbbiye öğrencisi tarafından kurulan ve hücre tipi örgütlenme modeli ile genişleyen İttihad-ı Osmanî’dir. Bu beş Askeri Tıbbiye öğrencisi İshak Sükuti, Mehmet Reşit, Abdullah Cevdet, İbrahim Temo ve Hüseyinzade Ali idi. Daha sonra İttihad-i Osmanî ile irtibat kuran Ahmet Rıza’nın telkinleriyle örgüt “İttihat ve Terakki” ismini benimsedi. Ermenilerin, Ermeni nüfusunun bulunduğu mahallerde tedhiş faaliyetlerini arttırmaları; başkentte yürüyüşler tertip etmeleri Jön Türklerde her geçen gün devletin sonunun biraz daha yaklaştığı yönünde bir kaygı uyandırdı. 1889 yılında Paris’e giden ve Albert Fua (Selanikli Yahudi), Aristidi Paşa (Rum), Halil Ganem (Lübnanlı Marunî) ile “Meşveret” gazetesini çıkarmaya başlayan Ahmet Rıza, artan Ermeni faaliyetleri karşısında İttihad-i Osmani Cemiyeti üyeleri ile irtibata geçmişti. 1895 yılında Ahmet Rıza’nın İttihat ve Terakki’nin Paris şube başkanı olması 2. Jön Türk hareketine belli bir ivme kazandırmıştı. Hareketlilik kazanan Osmanlı muhalefetine büyük bir darbe 1897 Yunan Savaşı ile geldi. 183
Yunan Savaşı’ndan Osmanlı Devleti’nin galip çıkması Osmanlı coğrafyasındaki muhalefet hareketlerinin yumuşamasına sebep oldu. Bunun sebebi Abdülhamid’in istibdat rejiminin ülkeyi bir arada tutabilmek noktasında işlevsel olabileceği yönünde umutların belirmiş olmasıydı. Tunaya’nın çok yerinde tespiti ile Jön Türk hareketine mensup olanların temel kaygısı “Batı emperyalizminin baskısı karşısında devletin içerisinde bulunduğu kötü durumdan nasıl kurtulabileceğidir.” Fakat Yunan Savaşı’ndan sonra Sultan Abdülhamid’in akıllıca hamleleri ile iyice parçalanan Jön Türk hareketi 1906 tarihine kadar ciddi bir varlık gösteremedi. 1902 yılında toplanan 1. Jön Türk Kongresi, Jön Türk hareketi içerisindeki ayrışmayı tüm hatlarıyla ortaya çıkardı. 1906 yılında toplanması planlanan 2. Jön Türk Kongresi bu ayrışmanın derinleşmesi sebebiyle gerçekleştirilemedi. Parçalanmış ve ciddi güç yitirmiş Osmanlı muhalefet hareketinin dirilmesi için 1906 yılında Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin kurulmasını beklemek gerekecektir. Bu süreçte dağınık ve uyuşuk hâldeki Jön Türk hareketinin toparlanıp güç kazanmasını tetikleyen iki önemli hadise gerçekleşti. Bunlardan birincisi Yıldız Suikasti diye tarihe geçen Sultan Abdülhamid’in Ermeni komitacılar tarafından öldürülme girişimidir. Akşin’e göre gerçekleştirilen bu suikast daima devletin bölünmesi, üstü örtük Ermenilerin Anadolu’dan toprak alarak bağımsızlıklarını ilan etmesi kuşkusunu taşıyan Jön Türklerin uyuşukluğunun dağılmasına sebep oldu. Jön Türk hareketine dinamizm kazandıran ikinci ve en önemli etmen Makedonya sorununun içinden çıkılmaz bir hâl almış olmasıydı. Makedonya sorunu bizim tanıdığımız İttihat ve Terakki Cemiyetinin oluşmasında çeşitli açılardan ciddi bir rol sahibi oldu. Öncelikle Makedonya Sorunu daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyetinde ciddi roller üstlenecek genç zabitler için bir milliyetçilik mektebi vazifesi icra etti. Bölgede mensubu bulunduğu etnik grup için faaliyet gösteren tedhişçiler, genç zabitlerin zihninde “Türk” kelimesinin daha büyük bir anlam ifade etmesine sebebiyet verdi. Diğer taraftan Makedonya’da her geçen gün çoğalan ve sayıları tehlikeli bir boyut arz etmeye başlayan mektepli subaylar, ancak iki ayda bir maaş alabilip çetelerle mücadele yürütürken, daha sadık olmaları sebebiyle birinci orduda istihdam edilen alaylı subaylar sıklıkla terfi ediyorlar ve düzenli şekilde maaşlarını alıyorlardı. Makedonya’da görevli zabit, sadece İstanbul’daki rakibine karşı değil Makedonya sokaklarında her gün gördüğü yabancı mevkidaşına karşı da eziklik duygusu hissediyordu. Bütün bu etmenler İttihat ve Terakki ideolojisinin oluşmasında çeşitli oranlarda pay sahibi olacaktır.
184
Resim 4: 28 Ağustos 1324 Kalem Dergisi Makedonya Sorunu’nun ağırlaştığı 1906 yılında Selanik’te Mithat Şükrü’nün (Bleda) evinde bir toplantı yapan on arkadaş Osmanlı Hürriyet Cemiyetini (OHC) kurdu. Hücre tipi örgütlenme gerçekleştiren cemiyet, mason localarından da hem örgütlenme hem de örgütün iç işleyişi konularında faydalanmıştır. OHC çok kısa zamanda 2. ve 3. ordu zabitleri arasında yayıldı. Mart 1907’de tutuklanma korkusuyla Paris’e kaçan Cemiyet üyeleri burada Ahmet Rıza’nın ve Sabahaddin Bey’in yapılanmalarını incelemekle görevlendirildiler. Amaç bu örgütlerden birisiyle birleşmekti. Pek tabii yapılan inceleme sonucunda Ahmet Rıza’nın Terakki ve İttihat Cemiyetinin programı ile Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin programının birbirine daha yakın nitelikler arz ettiği görüldü. Dolayısıyla birleşme Ahmet Rıza’nın Terakki ve İttihat Cemiyeti ile gerçekleşti. 1907 tarihinde toplanan 2. Jön Türk Kongresi’nde Osmanlı coğrafyasındaki muhalif hareketleri biraraya toplandığını görüyoruz. 29 Aralık 1907 günü çalışmalarını tamamlayıp bir bildiri yayınlayan kongrenin bildiri metnine Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti, Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet-i Meşrutiyet Cemiyeti, Ahd-i Osmani Cemiyeti(Mısır), Taşnak-sütyon, Mısır Cemiyet-i İsrailiyesi ve bazı yayın organlarının yönetim kurulları imza atmışlardı. Dikkat edileceği üzere birbirine zıt amaçları gerçekleştirmek üzere kurulmuş olan örgütler aynı metnin altına imza atmışlardır. Çünkü Osmanlı muhalefetini bir araya getiren öge Abdülhamid karşıtlığı idi. Daha sonra da görüleceği üzere bu birleştirici unsurun ortadan kalkması muhalefetin oluşturduğu güç birliğinin de dağılmasına sebep oldu. Osmanlı muhalefetinin birleşme ve genişleme çabaları devam ederken süreci hızlandıran bir gelişme oldu ve Haziran 1908’de Rus Çarı ile İngiltere Kralı Reval’de bir araya geldi. Bu görüşmede Avrupa’nın güçlü iki devletinin monarklarının Makedonya konusunu tartıştıkları düşüncesi İTC üyeleri arasında süratle yayılmaya başladı.
185
1908 Mayıs ayına kadar bazı duyumlar olmasına rağmen Terakki ve İttihat Cemiyeti 3 ’nin var olup olmadığı konusunda dahi kesin malumat bulunmuyordu. Cemiyet mayıs ayında kendisini “ifşa” etmeye karar verdi. Manastır’da bulunan büyük devletlerin temsilciliklerine Cemiyet adına bir manifesto gönderilerek Makedonya Sorunu’nun çözümü için dışarıdan ıslahat dayatmasından vazgeçilmesi çağrısında bulunuluyordu (Ahmad, 1995; 16). Manifesto Rusya hariç bütün büyük devletlerin temsilciliklerine gönderilmişti. Elbette ki gizli ve gücünün ne olduğu bilinmeyen bir örgüte büyük devletler bir mukabelede bulunmadılar. Ancak İstanbul hükûmetinin İT’yi sindirme çalışmalarına hız verdiği açıkça görülüyordu. Sultan Abdülhamid’in hafiye teşkilatının gücünü iyi bilen cemiyet İstanbul hükûmetini yıldırmak için şiddet politikasına geçme kararı aldı. İT Reval Görüşmeleri’nin yarattığı etki ile 1908 yılı sonbahar aylarına doğru bir ayaklanma planladı. Amaç Kanun-i Esasî’yi yeniden işler hâle getirip Makedonya Sorunu’na yabancı devletlerin müdahalesini önlemekti. Planlanan ayaklanmanın bir bayram gününe rastlatılması düşünülüyordu. Ayaklanmaya katılacak asker birlikleri ve bunların komutanları belirlenmiş; moral-motivasyonlarını arttırmak amacıyla eğitim verilmeye başlanmıştı. Hükûmetten gelecek direnişi de hesaba katan İT altı ay sürebilecek bir iç savaşı da göze almış bulunuyordu. Bununla birlikte sonbahara doğru gerçekleştirilmesi düşünülen ayaklanma gelişmelerin de tesiriyle daha erken bir tarihte ortaya çıktı. Reval Görüşmeleri sonrası gözüne üç gece uyku girmediği söylenen Resne Kolağası Niyazi Bey 4 Temmuz günü etrafına topladığı 200 kişiyle dağa çıktı. Niyazi Bey Manastır merkez valiliğine gönderdiği bildirilerinde dağa çıkma sebeplerini şöyle açıklıyordu: “Kamuoyu Anayasa’nın tekrar yürürlüğe konulmasına yönelmiştir. Padişaha karşı millet saygı beslemekte ve şimdiye kadar yapılan fenalıkların hesabını sormamaktadır. (…) Biz anayasanın hemen bugün yürürlüğe konmasını isteriz. Bunu hükûmet yapmazsa millet zorla yapacaktır. Mebuslar Meclisinin derhâl açılmasını isteriz”. Sadrazam Sait Paşa 24 Temmuz’da Manastır’da Hilmi Paşa’ya gönderdiği telgrafta Padişahın halkın isteğine uyarak meşruti idareyi geri getirdiğini söyledi. Haber Hilmi Paşa tarafından okunduktan sonra meşrutiyetin ilanı 101 pare top atışıyla kutlandı. İstanbul’da ise halk ertesi gün alelade bir gazete haberiyle Meşrutiyet’in yeniden ilan edildiğini öğrendi. 1908 Devrimi hiç beklenmedik bir anda başlamıştı ve Sultan Abdülhamid döneminde Osmanlı Devleti’ne iyice yerleşmiş olan Almanya'nın ilk anda meşrutiyet hareketine karşı nasıl bir tavır geliştireceğini belirleyemedi: Sultan Abdülhamid mi yoksa Jön Türkler mi desteklenmeliydi? Almanya ilk anda Jön Türk hareketini İngiliz etkisinde gelişen bir hareket olarak değerlendirme eğiliminde olduğu gözlenmektedir ancak zamanla gerek iş çevrelerinin gerekse liberal çevrelerin de etkisiyle yeni yönetime olan sempati artmıştır. Zaten Jön Türkler’in ciddi bir Alman karşıtlığı içerisinde olmadıkları da kısa sürede anlaşılacaktı. 3
Cemiyetin adı daha sonra İttihat ve Terakki’ye dönüşecektir. Dolayısıyla devam eden bölümlerde İT kullanılacaktır.
186
Osmanlı Devleti'nde Sultan Abdülhamid iktidarda olduğu sürece Almanya'nın çıkarlarının güvende olacağına inanan Alman İmparatoru Kaiser Wilhelm de Meşrutiyet'in ilanının ardından sonraki yılları şekillendirecek olan şu tespitleri yapmıştı: “(...) Devrim Paris ve Londra'dan gelen Jön Türkler tarafından değil Alman subayları tarafından eğitilmiş, Almanya'da eğitim almış askerler tarafından gerçekleştirildi ve bu hâliyle saf bir askerî devrimdir. Bu subaylar dümendedir ve hepsi Almanya'nın tarafındadır.” Hürriyet’in ilanı İngiltere’de Osmanlı Devleti’nde Britanya’nın siyasi ve ekonomik durumunun restore edilmesine yönelik bir umut olarak belirdi. Ancak İngiltere’de İttihat ve Terakki Cemiyetine yönelik yeterince malumat bulunmuyordu. Cemiyet’e ilişkin İngiltere’ye Fransa’dan ulaşan ilk istihbaratlar Cemiyet’in temel hedefinin İngiltere’yi Mısır’dan çıkarmak ve pan-islamist bir siyaset izlemek olduğu yönündeydi. Dolayısıyla İngiltere’nin İTC ile ilişkileri ilk planda bu noktadan kavrandı. Bununla birlikte Devrimden yalnızca birkaç hafta önce İngiltere’ye bir bilgilendirme mesajı geçen İngiltere’nin diplomatik misyonunun temsilcilerinden Fitzmourice Sultan’ın kendilerine karşı olan tutumundan şikâyet ediyordu. Devrimden sonra ise İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Alman Büyükelçisi ile yapılan antlaşmanın geri dönebileceğini durumdan son derece memnun bir biçimde merkeze bildirdi. Avusturya-Macaristan Meşrutiyet'in ilanını olumsuz bir gelişme olarak gördü. Özellikle Meclis seçimlerine Avusturya-Macaristan'ın 1878'de işgal ettiği Bosna-Hersek'ten de temsilci istenecek olması rahatsızlık oluşturacak ve Aehrenthal'in 1906'da göreve gelmesinin ardından tasarlamaya başladığı politikayı eyleme dönüştürmesini sağlayacaktır.
187
Uygulamalar Ermeni milliyetçiliğinin gelişiminde dinin rolünü araştırınız.
188
Uygulama Soruları 1) Hürriyet'in ilanı süreci devletin toplumsal hareketlerle ilişkisi bağlamında nasıl değerlendirilebilir? Tartışınız. 2) Osmanlı Devleti’nde ortaya çıkan milliyetçi hareketlerin din ve kültürle ilişkisini kuramsal açıklamalar etrafında tartışınız.
189
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde Osmanlı Devleti'nin son yüzyılında yaşanan toplumsal hareketlerin muhtevasına ilişkin bilgi edindik.
190
Bölüm Soruları 1) Kultusprotektorat nedir? a) Almanya'nın Avusturya politikasına verilen ad b) Avusturya-Macaristan'ın Katoliklere yönelik geliştirdiği politikaya verilen ad c) Almanya'nın Katoliklere yönelik geliştirdiği politikaya verilen ad d) Fransa'nın Vatikan'la ilişkilerini düzenleyen politik yaklaşım 2) 20.yüzyıla girilirken aşağıdaki milletlerden hangisinin kendisine ait bir kilisesi yoktu? a) Sırp milleti b) Bulgar milleti c) Arnavut milleti d) Ermeni milleti 3) Hangisi Arnavutluk'taki milliyetçi hareketi geliştirici bir etki yapmamıştır? a) Arnavut kilisesinin oluşması b) Avusturya-Macaristan'ın politikaları c) Bulgar milliyetçiliğinin saldırganlaşması d) Makedonya'daki toplumsal ve siyasal durum 4) Hangisi Sultan Abdülhamid'in rejimi güvenceye almak için izlediği stratejilerden birisi değildir? a) Olası muhalefet gruplarını dağıtması b) Kolluk kuvvetlerinin daha etkin ve belirgin olmasını sağlaması c) Ordu ve donanmanın kontrol altına alınması d) Alternatif taht adaylarını etkisiz hale getirmesi
191
12. İSLAM DÜNYASINDA TOPLUMSAL HAREKETLER
192
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 12.1. İslam Dünyası Var mı? 12.2. Dağınık Bir Dünyada Toplumsal Hareketler
193
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) İslam dünyasında toplumsal hareketler nasıl şekillenmektedir?
194
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
İslam dünyasındaki toplumsal hareketlerin temel dinamiklerini anlamak İslam dünyası kavramsallaştırmasını analiz edebilmek
195
Anahtar Kavramlar
İslam dünyası
Ümmet
Hilafet
Dar'ül-islam
Dar'ül-harb
Küreselleşme
Ulus-devletler
196
Giriş Bu bölümde İslam dünyasındaki toplumsal hareketlerin sosyolojik dinamikleri, İslam dünyası kavramsallaştırmasının sosyolojik anlamı ve değeri üzerinde duracağız.
197
12.1. İslam Dünyası Var mı? İslam dünyası denildiğinde ne kast edildiği açıkmış gibi düşünülür. Böyle bir dünyanın, diyelim ki Hristiyan dünyası, Yahudi dünyasını veya en azından İslam olmayan bir dünyayı varsaymadan mümkün olmadığını biliyoruz. Oysa bu dünyaların çoğulluğu, küreselleştiği varsayılan dünya algısıyla bir çelişki içinde gibi duruyor. Zira dünyanın küreselleşmesi ve buna eşlik eden sosyolojik süreçler, en azından teorik olarak dünyanın tekleşmesine, bütün insanların aynı dünya algısına sahip olmalarını gerektiriyor. Buna rağmen Katolik âleminden, İslam âleminden bahsedilmesinden hâlâ geri durulmuyor. Bu yüzden sözümüzün başında bir İslam dünyasının günümüzde neye tekabül ettiği üzerinde birkaç söz ile başlamak gerekiyor. Zira durum aslında göründüğünden bir hayli karışık, ama bu karışık durumu ifade etmek üzere kullanılan dilde bir değişim yok. Yaklaşık bir yüzyıl öncesine kadar İslam dünyası deyimine, en azından Müslümanların bakış açısına, klasik fıkıh kitaplarının dili yön veriyordu. İslam dünyası doğrudan Dâru’l İslam’a tekabül ediyordu ve Dâru’l İslam olmayan yerler bir şekilde Dâru’lHarb olarak nitelendiriliyordu. Oysa Osmanlı’nın çöküşünden ve dünyada Müslümanları siyasi düzeyde temsil eden bir siyasi odağın yok olmasından sonra bu kavramlar işlerliğini büyük ölçüde yitirmiş bulunmaktadır. Bugün klasik fıkıh literatürünün dili bu konudaki sınırları çizebilmekten uzaklaşmıştır. Yine de İslam dünyasından bahsediyoruz ve bu dünya fiilen var olan, gerçek bir dünyadır. Ancak sınırlarının neye tekabül ettiği konusu üzerinde durmak gerekiyor. Yüzyıl öncesine nazaran bu dünyanın bir hayli yayılmış olduğunu görebiliriz. Örneğin, adına İslam ülkeleri dediğimiz siyasal coğrafyadan çok daha yaygın bir dünyadır İslam dünyası. Adına İslam ülkeleri denilmeyen birçok ülkede de fiili bir varlığı var. Yüzyıl önce hiçbir varlığı bulunmadığı ABD ve Avrupa’nın birçok ülkesinde bugün Müslümanlar toplumun önemli unsurlarından birileri hâline gelmiş durumdalar. Bu açıdan İslam dünyasının coğrafi ufku da giderek daha fazla gerçek dünyanın boyutlarına tekabül etmeye başlamıştır. Diğer yandan klasik anlamda İslam dünyası yani daru’l İslam addedilen bölgeler yüzyıl öncesine nazaran İslam’ın siyasi iradesini yansıtmaktan gittikçe uzaklaşmışlardır. Sonuçta bugün bütün dünyaya yayılmış olarak sayıları 1.2 ile 1.5 milyar arasında tahmin edilen sayıda Müslüman yaşamaktadır. Bu Müslümanların önemli bir kısmı siyasi etkileri bakımından değilse bile nüfus ağırlıkları dolayısıyla oluşturdukları İslam ülkelerinde yaşamakta, bir kısmı da başka ülkelerde azınlık olarak yaşamaktadır. Bu dünyanın önemli bir kısmı yakın zamanlara kadar sömürge yönetimi altında yaşamaktaydı. Bugün itibarıyla doğrudan sömürge yönetimi altında yaşayan İslam ülkesi yoksa da çoğunda sömürge-sonrası, yeni sömürge biçimlerinin değişik etkileri altında yaşamaktadırlar. Bu etkilerin en bariz tezahürü, çoğunun sömürge sonrası dönemden itibaren başlarına musallat olan diktatörlüklerle yönetilmesidir. Dünyada bu nüfus ağırlığına sahip olduğu hâlde siyasi bir birliğe veya temsile sahip olmayan belki tek dünya İslam dünyasıdır. Benzerleriyle karşılaştırıldığında, örneğin Katolik dünyası, Protestan dünyası, Yahudi dünyası, hatta Mormon dünyasını temsil eden siyasi merkezlerden bahsedebiliyoruz. Oysa İslam dünyasını 198
bir bütün olarak dünya siyasetinde temsil eden bir merci bulunmamaktadır. Her bakımdan küreselleşen dünyada, siyasetin bir boyutu olarak temsilin de belli düzeylerde de paralel bir küreselleşme kaydettiği dünyada, Müslümanların bu temsil mekanizmalarından yoksun olmaları, dünya sisteminin son yüzyıl içinde kurduğu düzenin bir dayatması sonucu olmuştur. Siyasi bir temsil ve karar-alma mekanizmasından yoksun kalmalarına özen gösterilen Müslümanların nüfuslarıyla mütenasip olmayan bir güçsüzlüğe maruz kalmaları söz konusu olmuştur. Birleşmiş Milletler’de hiçbir İslam ülkesinin veya İslam ülkeleri koalisyonunun daimi temsilciliği bulunmamaktadır. Siyasi temsilin güç toparlayıcı misyonu olduğu kadar, kurulu bir hegemonik düzen içerisinde belli bir nüfusu kontrol altında tutmak gibi bir işlevi de vardır. Bu ölçekte zaman zaman İslam dünyasında ortaya çıkmış olan İslam Konferansı Örgütü gibi uluslararası birlikteliklere, dünya sisteminin bu kontrol işlevi beklentisiyle göz yumulmuş olmakla birlikte İslam dünyası mefhumunun canlı kalmasına ve bir ölçüde de siyasi bir güç birikimi gibi yan işlevleri de olmamış değildir. Ama sonuçta bu birlikler İslam dünyasının dünya sistemi veya küresel düzen içerisinde Müslümanları temsil eden bir siyasi aktör seviyesine hiçbir zaman çıkaramamaktadır. Bugün İslam dünyasının en belirgin özelliği tam da bu siyasal bedensizliğidir denilebilir. Bu durum dünyanın bugünkü hâli göz önünde bulundurulduğunda İslam dünyası için bir dizi dezavantajı beraberinde getirmekteyse de hiç hesaplanmayan ve yer yer avantaj da içeren sonuçları olmaktadır. Bu kadar çok nüfusa sahip olduğu hâlde bunu toplu bir siyasi güce dönüştürememek, kuşkusuz dezavantajların başını oluşturmaktadır. Bu da Müslümanları dünyanın her yerinde her türlü saldırıya karşı zayıf kılmakta, Müslümanların saldırılara karşı koyacak bir yaptırımları olmadığı bilgisi onları kolay hedefler hâline getirmektedir. Ancak, tam da bu dağınıklığın yarattığı bir başka sonuç, siyasi bir karar alma mekanizmasından yoksun kalan Müslümanların bu dağınıklığının yarattığı çoğulluk ve bundan mütevellid göreli bir özgürlük ve zenginliktir. Kurumsallaşmış bir dinin her zaman sahih dinin tecrübe edilmesi önünde bir engel oluşturması muhtemeldir. Dahası, dünyada büyük güç kaybına uğramış Müslümanları temsil etme iddiasındaki bir siyasi organın yeni küresel siyasi ortamda egemen güçlerin güdümünde, onların çıkarlarını İslami açıdan meşrulaştırma işlevini yürütmesi belki de var olmasından bile daha iyidir. Hilafetin kaldırılmasından önce, İngiliz ve Almanların kendi aralarında hilafetin kendi hakları olduğuna dair bir tartışmanın yapılmış olduğunu hatırlayalım. Kurumsallaşmış dinin çoğu kez sahih bir dindarlığın önünde bir engel oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Bugün dünyanın her tarafına yayılmış Müslümanların belli bir siyasi bütünlükleri ve İslami hususlarda söz birliği etmelerini mümkün kılacak bir yapılanmaları olmadığı hâlde, İslam’ın siyasal iradesini temsil etme iddiası hiç de eksik olmamaktadır. Bu durum dünyanın her tarafında İslam’ın siyasal temsili iddiasındaki birçok hareketin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Özellikle küresel ölçekte, Müslümanların dünyanın her tarafında binbir türlü sosyopolitik hareketleri yoluyla ortaya çıkan görüntü, İslam dünyasının giderek herkesin 199
yaşadığı dünyanın sınırlarıyla örtüştüğünü göstermiştir. 11 Eylül saldırıları bu dünyanın dikkatini, İslam dünyasının içinde olup biten her şeye yöneltti. Bu dünyanın geçmişini, bugününü, siyasi, ekonomik ve politik coğrafyasını Batı dünyasıyla olan münasebetleri bağlamında bir hesaplaşmaya davet edercesine getirdi. Sadece halkı ağırlıklı olarak Müslüman olan ülkelere değil, Batı dünyasında yaşamakta olan Müslümanlar da bu ilginin konusu hâline geldiler. Çünkü saldırıları düzenleyenler bu ülkelerde uzun süre yaşamış insanlardan oluşuyordu. İslam’ın artık sadece eskiden münhasıran Müslüman sayılan ülkelerin değil aynı zamanda Avrupa ve Amerika’nın da bir gerçeği olduğu fark edildi. Son dört yıl içinde İslam hakkında Batı’da yayımlanan kitaplar, televizyon programları ve konferansların sayısındaki patlama 11 Eylül’deki büyük patlamanın bir sonucu olmuştur. Bu da bizi 11 Eylül olayının sosyolojik arka planı hakkında her zaman biraz daha fazla durmaya sevk edecektir. Zira 11 Eylül olayının anlamı, İslam adına hareket eden sıra dışı bir grubun basit bir terörist faaliyetine indirgenemez. Bu olayın terörle ilgili boyutunu ayrı tutuyoruz. Burada asıl önemli noktalardan biri, küresel ölçekte yayılmış olan İslam dünyasının siyasi bir bütünlükten yoksun bırakılmış olmasının yeni dünya düzeni içerisinde maliyetinin yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış olmasıdır. 11 Eylül olaylarından dolayı Amerika birleşik Devletleri İslam dünyasından birçok ülkeyi ancak dolaylı olarak, bazı ihmallerinden dolayı sorumlu tutabildi. Ama bu suçlamaların hepsi olaya sıcağı sıcağına bir sorumlu bulma telaşından kaynaklanıyordu. Afganistan’da konuşlanmış ve bir devletten ziyade bir cemaat görüntüsü veren Taliban’ı el-Kaide örgütüne verdiği destekten dolayı ne kadar suçlarsa suçlasın, İslam dünyasının içinde bulunduğu ürkütücü siyasi belirsizliğin neler doğurabileceğine dair endişeleri giderebilecek bir mahkeme kurabilmiş değildir. Sonuçta Taliban yönetimine de bir son verildiği hâlde, dünyanın her tarafında istediği zaman istediği yerde ortaya çıkabilen son derece belirsiz bir düşmanın varlığı ihtimalini şu an için giderebilecek hiçbir tedbir görünmüyor. ABD’de birçok düşünce kuruluşu, bütün bu olup bitenlerin Müslümanların bizzat kendileri tarafından düçar bırakıldıkları siyasi temsil mekanizmalarından yoksunluğa bağlamaktan geri durmamışlardır. Bu mülahazalar çoğu kez Müslümanları temsil edebilecek, Müslümanların da meşru görebilecekleri ama asıl işlevi Batı dünyasıyla İslam dünyası arasındaki diyalogları kurabilecek bir figürün ortaya çıkarılması teklifleriyle sonuçlanmaktadır. Ilımlı İslam arayışları da Türkiye’ye yönelik ilgiler ve bu ilgilerin İslam dünyası nezdinde Türkiye’nin prestijinin artırılması yönündeki seçilebilir çabalar da büyük ölçüde henüz yeterince olgunlaştığı söylenemeyecek bu tür mülahazaların test edilmesi işlevini görmektedir. Türkiye’nin İslam Konferansının dönem başkanlığını tarihinde ilk defa almış olmasının bunun bir göstergesi sayılması mümkündür. Belki Amerika çıkarlarına sonuçta ters düşen bir olaydı, ama 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinin İslam dünyasında Türkiye lehine oluşturduğu sempatik hava, bu açıdan değerlendirilebilir. Bu süreç Türkiye’nin de kendi siyasetini aktif bir özne olarak ve kendi çıkarına yürüttüğü bir süreç de olabilir ama Amerikan pragmatizmi, başta kendi aleyhine cereyan eden bu süreci bile uzun vadede kullanışlı bir 200
malzemeye dönüştürebilir. İslam dünyasının kaotik dağınıklığını ve bu dağınıklıktan kaynaklanan potansiyel tehlikeleri kontrol altında tutmanın tek yolunun bu dünyanın içinden, bu dünyanın meşru addettiği bir temsil merciine kavuşturulması olduğu düşünülmüştür. Kuşkusuz bu temsilin istenen neticeyi vermesi, bir miktar güçlerin ve kaynakların eskisine nazaran görece de olsa daha adil bir paylaşımını gerektirir.
12.2. Dağınık Bir Dünyada Toplumsal Hareketler İslam dünyasının bu dağınık ahvali içinde ne tür toplumsal hareketler kaydedilebilir? Öncelikle belirtmemiz gerekir ki “toplumsal hareketler” kavramı, sosyolojide belli bir kullanıma sahiptir. Genellikle “dikkate değer sayıdaki insanın, toplumun başlıca özelliklerinden birini ya da bir kaçını değiştirmek (ya da değiştirilmesine karşı direnmek) için örgütlü çaba harcamalarını gösteren bir terimdir. (İlk zamanlarda) toplumsal protesto hareketlerini nitelemek için, statükoya karşı çıkan yeni siyasal güçlerin bir özelliği olarak kullanılmışsa da şimdilerde en yaygın biçimde, siyasal sistemini ana gövdesinin dışında kalan gruplar ve örgütleri karşılamak üzere kullanılmaktadır… Toplumsal hareketlerin özgül hedefleri, formel örgütlenmeleri vardır ve bir ölçüde süreklidirler”4 . Küresel bir genişliğe sahip bir İslam dünyasında toplumsal hareketler başlığının teknik olarak küresel ölçeklerini bu şekilde ortaya koymaya çalıştığımız bir İslam dünyasının her tarafında çok farklı toplumsal hareketlerin, çok farklı saiklerle mevcut olduğunu söylemeliyiz. Doğrusu bir başlık altında bütün bu ülkelerdeki hareketleri incelemek mümkün değildir. Çünkü İslam dünyasının her köşesindeki bu hareketlerin her birinin farklı dinamikleri, saikleri, kökenleri ve profilleri vardır. Ancak biz bütün İslam dünyasında bu toplumsal hareketlerin genellenebilir bazı özelliklerine dikkat çekmekle yetinebiliriz. Her şeyden önce yukarıdaki tanımımıza sadık kaldığımızda, toplumsal hareketlerle siyasal iktidarlar arasındaki ilişkiler, bu hareketlerin bir çeşit sivil toplum oluşumları olmasını gözetmek durumundayız. Oysa tam da bu noktada, hilafetin kaldırılmasıyla birlikte belli bir noktaya getirilen İslam’ın siyasal bedeninden yoksunlaştırılması sonucunda İslam dünyasının her tarafında siyasal iktidarların hemen hepsinin tek işlevi sömürgeci ülkeler lehine kendi halkını, yani toplumsal hareketlerin kaynağı olabilecek alanı denetlemek olmuştur. Bu alandan kaynaklanabilecek her türlü siyasallaşma eğilimine karşı devletin oynadığı denetleyici despotik rol, bütün İslam ülkelerinde yirminci yüzyılda diktatörlüklerin mantar gibi peyda olmasına yol açmıştır. Toplumsal ve siyasal hayatın İslamsızlaştırılması işin sembolik kısmında kalmışken, bu İslamsızlaşma sürecine aynı zamanda toplumun sivil inisiyatifinin topyekün bastırılması yönündeki sistematik despotik politikalar eşlik etmiştir. Bu süreç şu veya bu yolla İslam dünyasının hemen her tarafında uygulanmışsa da bazı yerlerde bu İslamsızlaştırmanın görüntüsü biraz daha içeriği boşaltılmış bir İslamlaştırma yoluyla olmuştur. Bu sefer İslam’ın sembolik sermayesi yine toplumun siyasallaşması aleyhine bir ideoloji olarak işe koşulmuştur. 4
Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, çevirenler Osman Akınhay, Derha Kömürcü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 1999, s. 746.
201
İslam dünyasında demokrasinin neden gelişmediğine dair yapılan analizlerde İslam’ın kültürel özüne dayandırılan açıklamalar o yüzden son derece samimiyetsizdir. Çünkü dünya sisteminin İslam dünyasına biçtiği rol hiçbir zaman toplumun güçlü olduğu ve toplumun iradesinin belirleyici olduğu bir siyasal aktör rolü olmamıştır. Toplumun güçlenmesi her zaman Batılı ülkeler açısından bir sorun kaynağı olarak görülmüş ve yine demokrasiyle ilgili söylemler devreye sokularak bu hareketler bastırılmış, bu ülkelerde kazanan yine vekil devletler olmuştur. İslam ülkelerinde demokrasinin gelişmesi, zannedildiği gibi, asla Batılıların istediği bir şey olmamıştır. Çünkü buralarda demokrasinin gelişmesi toplumun iradesinin önünün açılması anlamına gelir ve bu da Batılı çıkarların kolaylıkla ve istenildiği zaman tartışma konusu yapılabilmesini sağlar. Toplumsal hareketler o yüzden ya hiç olmaması gereklidir veya olması hâlinde, bunların despotik bir yönetimin meşrulaştırılması lehine iyi yönlendirilmesi gereklidir. Zaman zaman toplumsal hareketler birbirlerine düşürülerek toplumun genel kesimleri bir leviethan iradesinin özlemi içine sokulur. Bu rolü oynayan devlet sivil toplumun aleyhine olmak üzere kendi mutlak iradesini tekrar tesis etmenin yolunu bulur. İslam dünyasını birçok ülkesinde soğuk savaş dönemlerinde etkili olan sosyalist ve İslamcı hareketlerin talepleri, altı kazıldığında bir dizi sosyolojik veya sembolik uzanımlara ve içerimlere sahip olduğu görülebilir. Ancak bu hareketlerin devletlerinin despotik politikalarına muhalefetlerini ilginç bir şekilde bir de Arap-Müslüman ülkelerde zaten bulunmayan demokrasiye de muhalif bir söylemle buluşturmuş olmaları ilginç bir paradoks oluşturmuştur. Arap-İslam ülkelerinde soğuk savaş döneminde dikkat çeken üç ana akım toplumsal hareketten birisi İslamcılık, biri milliyetçilik, diğeri de sosyalizmdir. Aşağı yukarı Türkiye’de de aynı ana akımlar mevcuttur. Her üç akımın temsil ettikleri toplumsal kesimlerin daha gerçek talepleri yerine sembolik ve hatta teolojik taleplerinde diretmiş olmaları veya en azından bütün taleplerinin arasında sadece bu noktalara dikkatlerinin yoğunlaşmış olması, bu hareketlerin etkisini ciddi bir biçimde azaltmıştır. Sosyalist toplumsal hareketler, kendilerinden beklenmeyecek kadar fazla teolojik bir söylemi daha fazla ürettiklerinden, asıl sosyal taleplerini teşhis bile etmekten uzaklaşarak bir zümre ve semboller savaşı yürüten bağlamsız ve meydansız savaşçılara döndüler. İslam dünyasının hemen her tarafında toplumsal sistemin dışındaki kesimlerin ekonomik ve toplumsal çıkarlarını temsil edebilen asıl hareket İslamcılığın sunduğu sembolik dünyayla ifade yolunu bulabildi. Beklendiği ve korkulduğu gibi toplumsal hareketler arttıkça İslam’ın siyasal ifade yolları, siyasal bir bedene kavuşma ihtimali arttı. Toplumsal hareketlerin İslamcı bir dille ifadesini sağlayan içsel ve dışsal bir dizi konjonktür de vardı. Her şeyden önce İslam dünyasının sömürge ve sonrası şartlarda maruz kaldığı yoksullaşma, yozlaşma ve diğer toplumsal sorunların madun bıraktığı geniş toplumsal kitleler için İslam, sosyalizme ihtiyaç bırakmayacak bir sosyal adalet söylemiyle gereken cevabı veriyordu. Üstelik sosyalizm de İslam dünyasının maruz kaldığı saldırıların geldiği adrese ait bir ideolojiydi. Diğer yandan özellikle kırklı yıllardan başlayan İsrail olgusu, İsrail’e Amerika ve Avrupa ilgisi, İslam dünyasında yoğun bir biçimde bir Müslüman kimliğini uyarıcı bir etki yapmaya başlamıştır. Aslında dikkat edilirse Arap ülkelerindeki ve 202
daha sonra birçok ülkedeki İslamcı kimliklenme hareketi ile İsrail’in varlığı, başarıları ve politikaları büyük ölçüde paralel gitmiştir. Bu durum İslam dünyasındaki toplumsal hareketlere anti-semitik değilse bile anti-siyonist bir damgayı belirgin bir biçimde vurmuştur. Diğer bir konjonktür, sömürge sonrası şartların yarattığı bilinçten başkası değildir. Sömürge şartlarında süren doğrudan müdahalenin akabinde İslam ülkelerine musallat olan diktatör rejimler bu yönetimlere karşı muhalefetin yine İslami bir semboller düzeni altında sürmesini sağlamıştır. Çünkü sömürge halefi yönetimlerle dindar insanlar arasında bir özdeşleşme oluşamamış, bu yönetimler kendilerini İslami açıdan meşrulaştırmayla ilgili her zaman ciddi sorunlar yaşamışlardır. Bu sorunu hissettikçe, bundan kaçabilmek için başvurdukları savunmacı söylemler İslamcı sembolik sermayeyi daha da artırıcı bir işlev görmüştür. Buna mukabil yönetimlerini sürdürebilmek için asıl etkili meşruiyeti sağlayabildikleri Batılı çevreler nezdinde fanatik Müslümanlığa karşı bir güvenlik duvarı olarak görülmeleri, kendilerine ilginç bir geçim yolu da sağlamıştır. Orta Doğu’daki yöneticilerin büyük bir kısmı kendi ülkelerindeki İslamcı toplumsal hareketlere, bunların şiddet-eğilimli niteliklerine büyük ihtiyaç duymuşlardır. Çünkü bunların varlıkları ve etkinlikleriyle ilgili ihtimaller, onların Batılı ülkeler nezdinde daha makbul sayılmalarını sağlamıştır. Belki bu yüzden birçok İslamcı toplumsal hareketle bir yandan uğraşırken, bir yandan da gelişmelerine, faaliyetlerine göz yummuş, biraz daha komplocu bakarsak desteklemiş bile olabilirler. Orta Doğu’daki toplumsal hareketlerle devletler arasındaki ilişkilerle ilgili bu teoriyi doğrulayabilecek epey argüman geliştirilebilir. Ancak özellikle 11 Eylül sonrasında bu teori bizzat bu ülkelerin mandası konumundaki Batı ülkeleri tarafından daha fazla ciddiye alınmaya başlandı. Bütün bu ülkelerdeki İslamcı tehdidin bu yönetimler tarafından istismar edilmek üzere ya gereğinden fazla abartıldığı veya üzerine gidilmediği düşüncesi ciddi bir kabul görüyor artık. Bu yüzden birçok ülkede mevcut yönetimlerin değiştirilmesi yönünde bir kanaat hâsıl oldu. Bu kanaatin bizi ilgilendiren tarafı, bu değişimlerin, bizim bu ülkelerde yok olduğundan yakındığımız toplumsal hareketler veya başka bir deyimle sivil toplum örgütleri eliyle yapılıyor olmasıdır. Hâlihazırda bu ülkelerdeki meşruiyetin en önemli kaynaklarından biri hâline gelmiş olan toplum veya demokratik katılım bir anda sağlanmış, ama sonuçta yine buradaki toplumun lehine değil, yine eski yönetimi, dünya sistemi güdümündeki bir yönetimi, sürdürmek işlevini terk etmeden sağlanmıştır. Diğer yandan dünyada gittikçe gelişen yeni demokratik ve toplumsal katılım kalıpları (seçimler, sivil toplum teşekkülleri, üniversiteler arası iletişim, yerel yönetim ağları, internet cemaatleri vs.) İslam dünyasını da etkisi altına almıştır. Küreselleşme süreci ve bunun yarattığı yeni iletişim ve katılım imkânları, gücün yeni dönemde biraz daha dağılmasını sağlamıştır. Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi, demokratik söylemin artık daha fazla direnilemeyecek şekilde küresel bir norm hâlini almış olmasıdır. Bu durum devlet ve toplum ilişkilerine dair köklü değişimlere yol açmıştır. Bunun ayrıntılarına burada tabii ki giremeyeceğiz. Ancak İslam dünyasında toplumsal hareketlerin durumuyla ilgili çarpıcı gerçekleri açığa çıkarmış olduğunu söylemeliyiz. 203
Uzun süre diktatörlükler altında yaşamış olan İslam ülkelerinde bazı ülkeler hariç, geleneksel toplumsal dokunun yine de çok güçlü kalmış olması, yeni toplumsal hareketler için önemli bir açılım imkânı oluşturmuştur. En ufak bir demokratik açılımla birlikte toplumun bu kendiliğinden örgütlülüğünün, zamanla daha gönüllü ve kararlı sivil toplum teşekkülleriyle güçlenmesi ve gelişmesi söz konusu olmuştur. Bu teşekküllerin önemli bir kısmının, doğrudan toplumsal kesimlerle organik bir ilişkiyi tesis etmek veya zaten bu ilişkilerden hâsıl olmak gibi bir münasebetle İslam dünyasının bir iddia veya temenni olmaktan öte bir gerçek hâline gelmesiyle birlikte İslam dünyasında demokrasinin gelişmesiyle ilgili beklenti sahiplerini tam bir kafa karışıklığına sürüklemektedir. Çünkü Cezayir’de daha öne görüldüğü gibi demokraside mesafe kat edildikçe İslam ülkelerinin bağımsız iradelerinin dirilme ihtimali oluyor. Bu konuya Batılı ülkelerin yaklaşımda sergilediği ihtilaflar da (Fransa ile Amerika arasındaki fark örneğinde olduğu gibi) demokrasi konusundaki tutarlı bir ilke hakkındaki farklı bir yorumdan ziyade, konuyla ilgili son derece basit çıkarlarına göre değişmektedir. Başka yerlerde roller tam da değiş-tokuş olabilmektedir. Benzer bir şekilde Türkiye’de demokrasinin gelişmesiyle ilgili dış baskıların bazı vesilelerle ne kadar isteksiz oldukları ortaya çıkabiliyor. Tezkere oylamasında Amerika kamuoyunda Türkiye’deki demokrasinin gereğinden fazla gelişmiş olduğu yönünde ciddi mülahazalar yapıldı. Bu noktadan sonra İslam dünyası gibi geniş bir coğrafyadaki toplumsal hareketlerin birçok iç ve dış saikinin bulunduğunu tekrar kaydederek ilerleyebiliriz. İslam dünyasının birçoğunda son zamanlarda hemen fark edilebilecek olan ortak nabız anlamındaki toplumsal hareketlilikler söz konusudur. Ancak yukarıda tanımını verdiğimiz “toplumsal hareketler” kavramının gerektirdiği “belli bir ortak amacı gerçekleştirmek ve toplumsal değişim sağlamak amacıyla örgütlülük ve süreklilik” özelliğinin bu toplumsal hareketleri teşhis etmemizi zorlaştıracağını da kaydetmemiz gerekiyor. Çünkü İslam dünyasında yeni dönemdeki toplumsal hareketlerin önemli bir kısmı küreselleşme sürecinin değişik evrelerinde, ortaya çıkan yeni toplumsal vasatlarda ortaya çıkan pek örgütlü, sürekli ve nereye doğru gittiğine dair tasarlanmış programları ol(a)mayan hareketlenmelerden ibarettir. İslam dünyasında hâlen devletlerin sürmekte olan başat etkinliği kavramın tanımına uygun biçimde toplumsal hareketlerin oluşmasına yeni yeni imkân vermeye başlamıştır. Yine de bu hareketliliğin bağlamı ve kökenleri hakkında genel olarak birkaç şey söylemek mümkündür. Her şeyden önce küreselleşme, daha önce dediğimiz gibi ulusdevletler üzerinde yaptığı etkiyi İslam dünyasındaki ulus-devletler üzerinde de yapmıştır. Dünyadaki siyasi ve toplumsal standartlarla ilgili ufuklar her İslam ülkesinin içinde yeni siyasi ve toplumsal taleplere kaynaklık etmektedir. Bu bağlamda İslam dünyasının birçok ülkesinde artan miktarda demokratikleşme, daha fazla ekonomik refah, iletişimsel veya her alandaki özgürlüklerle ilgili talep hareketlenmelerine tanık olmaktayız. Bu talepler ve bu taleplerin karşılanması sonucunda ortaya çıkan yeni sosyalleşme biçimleri İslam dünyasında bazı liberal ideolojilerin oluşmasına yol açarken, yanı sıra neyin ne yüzünden kaybedilmiş olduğuna dair sorgulayıcı bilincin daha bir depreşmesine yol açıyor. Yani zannedildiğinin aksine küreselleşme ve bunun getirileri İslam dünyasında, küresel liberal kültürle kayıtsız bir eklemlenme yerine kültürel ve siyasal kimliklerin daha fazla önemsenmesini, hatta kimliklerin farkına varılmasını getirmektedir. Çünkü küreselleşmeye öncülük eden siyasi 204
aktörlerin gerek İsrail gerek Çeçenistan, Bosna, Cezayir, Afganistan, Somali, Irak ve birçok yerdeki tarihi olaylar bağlamındaki uygulamaları, İslam dünyasında siyasi kimliğin daha bir koyulaşmasını da gündeme getirmekte ve ayrı bir kimlik bilinciyle hareket eden toplumsal birliktelikler için uygun bir sosyalizasyon vesilesi oluşturmaktadır. Küreselleşme sayesinde oluşan yeni imkân ve fırsat alanları, böylece yine küresel güçlerin sergiledikleri ayrımcılıklara karşı koymak üzere aynı küresel ölçekte istihdam edilebilmektedir. İslam dünyasının her tarafında birçok vesileyle artık daha rahat gelişmeye yüz tutan sivil toplum veya gönüllü teşekküllerin uluslararası networklara dönüşmesi yönünde gittikçe artan ve kendini hissettiren bir trafik yaşanmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişi, örneğin, belki zannedildiği veya safdilce beklendiği gibi Türkiye’de Müslümanların da hayatlarında daha fazla özgürlük getirmelerini doğrudan sağlamayacaktır. Ama beklendiği gibi, İslami kimliğin gerilemesini de getirmeyecek gibidir, zira Avrupa ile her karşılaşmada özelde Türkiye’nin genelde İslam dünyasının içselleştirilmiş ötekilik tanımı her iki tarafça hatırlanmakta veya hatırlatılmaktadır. Küreselleşmede mesafe kaydedildikçe ve İslam dünyasının halkları küreyle eklemlendikçe, kürenin farklı dünyalara adil davranmamış olduğu duygusu da aynı küresel süreçlerle yayılmaktadır. İslam dünyasının bu ilişki içinde açığa çıkan yoksulluğu, genç ama işsiz ve fakir gençliği, siyasi bastırılmışlığı, küresel ölçekte dünya sistemine bir muhalefetin en açık kaynaklarını oluşturmaktadır. Tarihin sonunu erken bir zamanda ilan eden küresel dünya sistemi, esasen İslam dünyasından böyle bir muhalefet ihtimalini hiçbir zaman yok saymamıştır, ancak küreselleşmede kat edilen mesafe, Batılı değerlerin bütün dünyaya eşit ve adil bir paylaşım sunmaktaki acizliğini de iyice açığa çıkarmıştır. Bu durum hem değerler alanında hem de fiili siyasal düzeyde Avrupa-merkezciliğin nihai sınırlarına dayanmış olması anlamına da geliyor. Kısacası, İslam dünyasında her şeyden önce toplumun genel bir uyanışından bahsedebiliriz. Bu uyanışın açık göstergeleri, bütün İslam ülkelerinde ortaya çıkan demokratikleşme talepleri ve sivil toplum hareketlerinin gittikçe artan etkinliğidir. Bu etkinliğin zaman zaman Avrupalıların istediği bir şey olduğu ve son zamanlarda bizzat Amerika’nın buradaki diktatörlüklerle arasının hoş olmadığı yolundaki analizlerin bir miktar haklılık payı vardır tabii ki. Son zamanlardaki kadife devrimler modeliyle Amerika’nın kendisiyle uyumlu ama ulus-devletleriyle uyumsuz toplumsal hareketler üzerinden etkinliğini sürdürmesi her zaman için beklenebilir. Ancak genel anlamıyla Amerikalıların ve Avrupalıların az önce saydığım nedenlerden dolayı İslam dünyasında toplumun, kendilerine sadık bazı unsurların büyük para destekleri ile oluşturulup beslenmesinin dışında, genel olarak güçlenmesinden nihai bir çıkarı yoktur. Aslında çok uzun vadeli bir dünya güvenliği konsepti çerçevesinde bütün dünyanın demokratikleşmesini istemek ve bunun için gerekirse İslam dünyasının da bütün toplumsal unsurlarıyla ve kendi çıkarlarını da gözetmesini göze alarak oluşmasının nihai bir çözüm olabileceğini düşünmek için gerekli olan derin stratejik ufkun bugünkü dünyanın dizaynında belirleyici olduğunu düşünmek için çok iyimser olmak lazım. Oysa dünyada gerek Amerika’nın Irak, Afganistan, Uzak Doğu ve hatta bütün dünyadaki uygulamaları gerekse Avrupa’nın birleşme programında günden güne daha fazla açığa 205
çıkması beklenen ve dinsel milliyetçiliğinden daha fazla etkilenen refleks tutumları muhtemel çatışmaları daha fazla artırmaktan başka bir rol oynamayacak görünüyor.
206
Uygulamalar İslam dünyası kavramsallaştırmasını çağdaş vatandaşlık kurumunu gözeterek ele alınız.
207
Uygulama Soruları 1) Küreselleşme olgusu İslam dünyasındaki toplumsal hareketleri nasıl etkilemiştir? 2) İslam dünyasında küreselleşme öncesi görülen toplumsal hareketlerin görülme biçimlerini ve etkilerini tartışınız.
208
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde İslam dünyasındaki toplumsal hareketlerin küreselleşme öncesi dönemde aldıkları biçim ve küreselleşme dönemi sonrası kazandıkları dinamizmin sebepleri ve etkileri üzerinde durduk.
209
Bölüm Soruları 1) Hangisi İslam dünyasındaki ana akım toplumsal hareketler arasında gösterilemez? a) İslamcılık b) Kadın hareketleri c) Sosyalizm d) Milliyetçilik 2) Hangisi İslam dünyası kavramsallaştırmasına yöneltilebilecek eleştirilerden birisi değildir? a) Hilafet sonrası dönemde politik odağın kaybedilmesi b) Tek bir siyasal otorite etrafında örgütlenememe c) Kadın hakları konusunda mesafe katedilememiş olması d) Diktatöryal yönetimlerin oluşturduğu çoklu yapı 3) İslam dünyasındaki toplumsal hangisinin etkili olduğu söylenemez?
hareketlerin
oluşmasında
aşağıdakilerden
a) Küreselleşmenin yarattığı farklılık dinamizmi b) Demokrasinin yaygınlık kazanması c) Liberal kültürün yarattığı homojenlik d) Ulus-devlet yapılarında yaşanan transformasyon
210
13. TOPLUMSAL HAREKETLER BAĞLAMINDA ARAP DEVRİMLERİ
211
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 13.1. Arap Dünyasında Değişim Zamanı 13.2. Devrim Nedir? 13.2.1. Yemen Örneğinden Devrime Bakmak
212
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) “Arap Baharı” ve “Arap devrimleri” nitelemelerinin farklılık noktaları neler olabilir?
213
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Arap dünyasındaki toplumsal hareketlerin sosyolojik arka planını öğrenmek Devrim kavramına ilişkin Arap dünyasındaki toplumsal hareketler örneğinde sosyolojik çıkarımlarda bulunabilmek
214
Anahtar Kavramlar
Arap devrimleri
Tahrir Meydanı
Mısır
Kahire
Tunus
Özgürlükler
Demokratikleşme
Gelenek
Devrim
215
Giriş Bu bölümde Arap Devrimleri, Arap Baharı, Yasemin Devrimi gibi adlarla anılan toplumsal hareketler üzerinde duracağız.
216
13.1. Arap Dünyasında Değişim Zamanı Cuma namazından sonra Mısır'ın bütün büyük şehirlerinde gerçekleşen protesto hareketlerinin, bir süre önce Tunus'ta başlayan ve dalga dalga bütün bölge ülkelerine yayılmaya yüz tutan hareketin en büyük halkasını oluşturacağı belliydi. Tunus'ta görünürde basit ve rütin karşılanan bir zabıta müdahalesine karşı bir vatandaşın sergilediği protesto hareketinin bu kadar büyük çaplı bir toplumsal hareketi tetiklemiş olması belki beklenmiyordu ama anlaşılmaz değil. Sosyolojik olarak açıklanması çok zor olan, bu protesto dalgasının altında kalan rejimlerin I. Dünya Savaşı’ndan beri kendi halklarıyla ilişkilerinde geliştirip dayandıkları model ve bu modelin hâlen bu hâliyle devam edebiliyor olmasıydı. Kuşkusuz böyle gidemezdi. Bobby S. Sayyid, Fundamentalizm Korkusu isimli kitabında bütün bu rejimlerin ana karakteristiğinin halkın iradesinden kopuk olması, kolonyalizmin bağımsızlık sonrası bir tür kendi kendini sömürgeleştirme yoluyla sürdürülmesi ve mutlaka toplumsal hayatın İslamsızlaştırılması olduğunu yazıyordu. Sayyid bütün bu programların tipolojik modelini de Kemalizmin oluşturduğunu da söylüyordu. Tunus'ta gerçekleşen hareketin teknolojinin imkân verdiği yeni sosyal ağların bir sonucu olduğu üzerinde çok duruldu. Bu doğru ve bu yanıyla çok gevşek ilişkilerle şekillenip geliştiği için bir tür saman alevi olarak gerçekleşmesi ve karşısına ilk çıkan örgütlü bir yapıya teslim olması kuvvetle muhtemeldi. Nitekim hareketin doğru dürüst bir liderlik mekanizmasının olmaması, zamanla göstericilere ateş etmemek suretiyle halk gözünde kahramanlaşan eski genelkurmay başkanının da muhtemel alternatif liderler arasında en güçlüsü olarak sivrilmesine yol açtığı görülüyor. Doğrusu Tunus'taki halk hareketinin karşısına askerin daha şiddetli bir direnişle çıkmamış olması bu hareketin bu kadar rahat gelişmesinin mümkün açıklamalarından birisi. Tunus halkının 24 yıldır devam etmekte olan bir diktatörlüğe karşı hoşnutsuzluğunu bu şekilde sergilemesi bölgedeki bütün yönetim biçimlerinin üstündeki örtüyü kaldırmış gerçeği çırılçıplak hâliyle ortaya çıkarmıştır. Soğuk savaş dönemleri için tasarlanmış ve büyük ölçüde Batılı ülkelerin desteğiyle tesis edilen rejimler dünyanın yeni düzeni karşısında tarih-dışı kalmaya mahkûmlar. Dünyanın bütünleştiği ve yönetim modellerinin de giderek demokratikleştiği bir ortamda kendi halklarının inkişafını engellemekten başka bir işlevleri kalmamış rejimler kendi halkları üzerinde katlanılması giderek çok ağırlaşan bir yük oluşturuyor. Bu ülkelerin liderliğini tutan ve iyice gerilmiş ip giderek daha da incelmiş ve her an kopacak hâle gelmişti. Tunus ve diğer ülkelerde bu vesileyle ortaya çıkanlarla aynı sosyolojik özelliklere sahip gençler belki tam da bu yüzden hiçbir korku taşımıyorlar, çünkü en meşru haklarını, iyi bir hayat, özgürlük ve saygı talep ediyorlar. Kendi geleceklerini talep ediyorlar. Şeriat, sosyalizm, yeni bir rejim, bir ütopya veya benzer siyasi taleplerden öte insanca yaşamak istiyorlar ve bu hâlleriyle Mısır veya bölgedeki diğer ülkelerin tarihindeki siyasi hareketlerden çok farklılar. Alabildiğine kendiliğinden gelişen bu hareketlerin aynı özellikleriyle arka 217
arkaya bütün Orta Doğu'da ortaya çıkıyor olması arkasındaki sosyolojik zeminin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bu sosyolojik zemin belki mevcut hareketlerin liderlik mekanizmasını yeni açgözlü Firavun adayları için bir hedef hâline getirebilir ama bu kadar güçlü bir zemin üzerinde bu saatten sonra belli bir seviyenin altındaki bir siyaset ve yönetim mekanizmasının tutmayacağını öngörebiliriz. Arap dünyası bugün kendini değiştirmenin eşiğini geçmiş görünüyor. Bu değiştirme eşiğine gelişleri ise sosyolojik anlamda bir kırılma, toplumsal ve siyasal elbise değiştirme olarak da tanımlanabilecek “devrimler” vasıtasıyla gerçekleşiyor. Bütün dünyanın “Arap Baharı” ya da “Yasemin Devrimi” olarak adlandırdığı Tunus'taki toplumsal hareketleri Tunuslu gençlerin “Onur Devrimi” biçiminde adlandırmaları da devrim kavramının üzerinde durmak gerekliliğini ortaya çıkarıyor.
13.2. Devrim Nedir? Tunus'la başlayan ve Mısır'da devam eden toplumsal hareketlerin devrim olup olmadığı sorusu bugünlerde herkesin tasası hâline gelmiş durumda. Belki Müslüman veya Arap toplumlarına bütün metafizik çağrışımlarıyla birlikte büyük harfli “Devrim”i kimse yakıştırmıyordur. Müslüman toplumlarda devrimler değil saraylarında idareci değişiklikleri olur yönündeki meşhur oryantalist klişe yeniden hatırlanıyor ve dillendiriliyor. Oysa belki de işe Michel Foucault'nun batıda gerçekleşen devrimler için bile sorduğu sorudan başlamak gerekiyor: “Bir Devrim Nedir?”, “Devrimden beklenti nedir ve Batıdaki devrimler gerçekten neyi ne kadar değiştirmiştir?” Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi, Sovyet Devrimi Avrupa'da neyi değiştirdiyse orta Doğu'daki devrim dalgaları da mutlaka o kadar şey değiştirecek görünüyor. Değiştireceği şey insanın tabiatı olmayacaktır. Kadın ve erkeğin tabiatı olmayacaktır. Birilerinin ütopik beklentilerini bir günden bir güne gerçekleştirecek de değildir. Devrime herkes başka bir anlam ve beklenti atfediyor olabilir. Bu kaçınılmaz bir durumdur. Devrim zaten birbirinden çok farklı beklentilerin hepsini bir noktaya celp edebilen bir büyük cereyana tabi bir süreçtir. Bu anlamıyla Mısır'da gerçekleşmekte olan Devrim'in garip bir biçimde hiçbir planlayıcısının olmadığı gerçeği Devrimin hiçbir partiye, gruba veya belirli bir aktöre mal edilemeyen bir toplumsal tabiat olayı şeklinde tezahür etmesi aslında bütün siyasi aktörlerin veya toplum mühendislerinin üzerinde ibretle duracakları bir konudur. Devrimin öznesiz niteliği, siyasi aktörlerin siyasi duruşlarının hiçbir anlamı ve etkisinin olmadığı anlamına gelmiyor. Aksine bu Devrim bütün bu hareketlerin şimdiye kadar besledikleri tutum ve duyguların birbirine eklemlenerek oluşturduğu bir birikimin sonucu olmuştur. Devrimin başından itibaren ABD'nin tutumunu defalarca değiştirmek durumunda kaldığına dikkat etmek gerekiyor. Bu da devrim dalgalarının ne kadar öngörülemez ve kestirilemez olduğunu gösteriyor. Her olup bitende bir “düğme etkisi” aramaya alışmış olanlar için Tunus ve Mısır'da olup bitenlerin bile kendiliğinden gerçekleşmiş olaylar olduklarını kabul etmek zor olabilir. Çünkü bu yaklaşımlara göre toplumsal olayların her zaman üst planlayıcıları vardır. 218
Bu imanın ABD'nin veya belli merkezlerin gücüne tapanlardan değil de aksine bazen Anti-Amerikancı ve anti-emperyalist bir dille ifade edilmesi işin traji-komik yanını oluşturuyor. Bu gücün ne kadar şeytani, ne kadar güçlü olduğunu ifade etmek üzere başvurulan söylemlerin, tersinden, asla alt edilemeyen, güç yetirilemeyen, yenilmez, bükülmez, esnemez bir kadiri mutlak güç tasavvur ettiği fark edilmiyor bile. İslami bir dille söylemek gerekirse bu tarz bir “kötülük” tasavvuru Allah'a ortak koşmaktan farksızdır. Bu şirk düşüncesinin insanın kendisine doğrudan dokunan bir zararı da var. Bu şekilde tasavvur edilen düşmana karşı kaderci bir teslimiyet alttan alta insanın bilincine ve kişiliğine işliyor. Diğer yandan bu Devrimlerin bir planlayıcısı veya belirgin bir öznesinin olmadığını söylemenin bu sürece katılan aktörlerin siyasi duruşlarının bir anlamı ve etkisinin olmadığı anlamına da gelmediğini tekrar söylemek gerekiyor. Devrim dalgaları önceden kestirilemeyen ve tahmin edilemeyen yönleriyle insanoğluna her şeyi de kontrol edemeyeceğine dair derin bir ders vermektedir. Kontrol edilemeyen bu süreç insanın önüne yepyeni imtihanlar da çıkarmaktadır. Böylece bir devrimle her şeyin sonuna gelindiğini veya her şeyi düzeltebileceğini düşünmeye karşı da ciddi ikazlar kendini hissettiriyor. Öznesi bilimsel anlamda belli olmayan bu süreci sahiplenmeye çalışacaklar olacaktır, olmaktadır da. Süreç son derece kırılgandır. Ayağa kalkmış olan ve tek bir toplumsal kesime mal edilemeyen kitleler, önlerine katılan liderciklerin temsil oyunlarına gafil avlanıp Mübarek'in sadece ismini değiştirmekle yetinmek durumunda da kalabilirler. Böyle olup olmayacağını biraz da devrimcilerin taleplerinde ne kadar ısrarlı ve sebatlı olacakları belirleyecek. Bu esnada İhvan'ın da İslamcıların da bütün anlatılanlara rağmen sürecin hâkimi ve belirleyicisi olmadıklarını akılda tutmak gerekiyor. Ancak devrim süreci bu saatten sonra onlara ayrı roller ve görevler yazabilir, bu rolü layıkıyla oynayıp oynayamayacakları da kendilerine kalmıştır. Devrim süreci İhvan'ın veya İslamcıların toplumdaki talepleri sağlıklı okumaları konusunda da ciddi dersler içeriyor. Toplumdaki en örgütlü yapı oldukları bir gerçek ama bütün bu örgütlü yapıları şimdiye kadar tek başına bir devrimi harekete geçirmeye yetmemiş olduğu da bir gerçektir. Görüldüğü gibi İslamcı siyaset bazılarının klişelerinde olduğu gibi her fırsatta elindeki paket programı insanlara dayatmaya çalışan bir hareket değil bizatihi hayatın siyaseti olarak gerçekleşiyor. İhvan ve siyasette temsil ettiği İslamcılık konusunda bugünlerde yazılıp çizilenler doğrusu şaşırtıcı değil ama en hafif deyimiyle çok derin bir yabancılığı açığa vuruyor.
13.2.1. Yemen Örneğinden Devrime Bakmak Yemen'de devrimin bir bakıma dış güçler tarafından çalınmış olduğuna dair genel bir kanı varsa da bu bence henüz sonlanmamış bir sürece dair erken bir sonuç. ABD'nin Yemen'de sürekli müdahale hakkı bulundurabilmek için el-Kaide mevcudiyetini nasıl bir bahane olarak kullandığını biliyoruz. Buradaki Husi rahatsızlığını bir yandan Suudi Arabistan kendine yönelik bir tehdit olarak algılayıp müdahale hakkı temin ederken (ki, bu müdahale 219
garip bir biçimde zaman zaman desteklemek şeklinde de olmuştur) aynı gerekçeyle İran burayla ilgilenmek için önemli bir fırsat olarak değerlendiriyor. Oysa Husiller mezhep itibarıyla Şii sayılan Zeydilerdense de bunun İsna Aşeriya veya Caferi Şiiliğiyle hiç bir ilgisi yok. Zeydiler itikat ve uygulamada tamamen Sünniliğin Şafii mezhebine tabiler. Bu arada İran'ın öncülük ettiği velayet-i fakih inancına da hiç itibar etmiyorlar. Dolayısıyla Husiler veya Zeydiler hem İran hem Suudi Arabistan için Yemen'de yarışmanın veya kapışmanın potansiyel bir bahanesinden ibaret. Yemen'de kabile gelenekleri tarihsel anlamda kesintisiz bir süreklilik duygusunu hâlâ vermeye devam ediyor. Modern dünyayla da iyice tanışmış olan Yemenliler bu durumun farkında ve kendilerini tanımlamak üzere bir fıkrayı sık sık anlatıyorlar. Fıkraya göre Hz. Adem modern zamanlarda dünyaya avdet edip torunlarını görmek istemiş. Dünyanın her yanında gördüğü evlatlarını ve yaptıkları işleri tanıyamamış, onları hayretler içinde karşılamış. Yemen'e uğrayıp Yemenlileri gördüğünde ise onları hemen tanımış üstelik yaptıkları işlere baktığında “her şeyi bıraktığım gibi buldum” demiş. Geleneklere karşı Kuzey-Güney ayrılığında sosyalist taraftakiler bir ara geleneklere karşı yıkıcı bir rol oynamaya kalkışmışlar ama bu onların şansını hem yok etmiş hem de doksanların başında birleşme sağlandığında eski komünistler yeni dönemde geleneklerin en güçlü uygulayıcıları hâline gelmişler. Yemenlilerin değişmeyen gelenekleri devrim sürecinde de aynı şekilde belirleyici olmuş. Daha önce söylediğim gibi bir âlimin evinin diktatör Salih tarafından bombalanması devrim sürecinde bir dönüm noktası oluşturmuş. Burada belirleyici olan sadece evi bombalananın bir âlim olması değil, bizzat evin bombalanması. Çünkü Yemenliler savaştıklarında bile kurallara bağlı kalarak savaşmayı çok önemserler. Kuralların ihlali ise artık yatacak yerinin olmaması anlamına geliyor. Bu kurallar ihlal edilmediği sürece yönetimde sağlanan bir uzlaşma, o yüzden uzun süre geçerli kalabiliyor. Bir diktatörün 32 yıl kadar hüküm sürmesi, biraz da geleneklerin kendilerine yüklediği görevlerden hiç sapmayan bu kabileler arasındaki uzlaşma sayesinde olmuş dense yeridir. Yönetimde kabileler arasında bir denge kurmaya da dikkat etmiş Salih. Hatta aslında gözettiği en önemli dengelerden biri de bu olmuş. Bütün bu kabilelerle hep uyumlu çalışmış olduğunu söylemek tabii ki mümkün değil, o yüzden karşısında hep bir muhalefet de olmuş ama bu muhalfeet kendisini devirecek kadar büyümemiş, ta ki, devrim sürecinde kendi yaptığı gelenek ihlalleri üzerine karşısındaki cepheyi büyütünceye kadar. Sürekliliği ve istikrarı ifade eden bu geleneksel yapıdan bir devrimin çıkmış olması tabii ki izaha muhtaç bir konudur. Belki devrimin çalınmış olduğu izlenimi veren de aslında yine geleneksel kökleri olan kabilelerin kendilerine özgü uzlaşma biçimleri olmuştur. Oysa Yemen'de devrimcilerin çoğu devrimlerinin çalınmış olduğunu veya çalınabileceğini düşünmüyor. Örneğin Müslüman Kardeşler'den bir yazar Nasır Yahya'nın ifadeleri sadece Yemen hakkında değil, bütün Arap devrimlerinin, hatta devrimin tabiatı hakkında uyarıcı nitelikte: 220
“Herhangi bir değişim sürecinin özellikle devrimlerin karşılaştığı en tehlikeli şey, insanların bütün bu devrimlerin insanlar tarafından yapılıyor olduğunu unutmaları. İnsanlar melek veya şeytan değildir ve hatalar yapabilirler. O yüzden bazı insanların meleklerden rol çalıp dünyanın en saf temiz insanlar olduklarını, diğer bazılarınınsa her türlü komplonun arkasındaki şeytanlar olduklarını düşünmek gerekmiyor. Devrim olmuştur bir kere, diktatörler devrilmiştir ve bundan sonrası, insan olduğunu kabul etmemiz gereken, belli çıkar ve talepleri olan varlıkların kendi aralarında bir hukuk düzeninin tesisi için yapacakları tartışmadır. Esas hedeften sapmamak gerekiyor. Esas hedef hukukun ve anayasanın üstünlüğüne dayalı bir siyasal düzenin tesisidir. Bu ise devrim öncesine nazaran artık hiç de ulaşılmaz, uzak bir hedef değildir.”
221
Uygulamalar Arap Devrimleri ile Güney Kafkasya'daki Turuncu Devrimler karşılaştırıldığında benzeşen ve farklılaşan boyutları neler olabilir? Tartışınız.
222
Uygulama Soruları 1) Arap dünyasındaki toplumsal hareketler “devrim” olarak tanımlanabilir mi? Tartışınız. 2) Arap devrimlerini sosyolojik arka planını dikkate alarak Yeni Toplumsal Hareketler yaklaşımı bağlamında tartışınız.
223
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde Arap dünyasında 2010 yılı sonu 2011 yılı başından beri devam eden kitlesel mobilizasyonun sebepleri, devrim olarak adlandırılmasının sosyolojik açıdan daha uygun olduğu üzerinde durduk.
224
14. ARAP DEVRİMLERİ VE İSLAMCILIK ÖRNEĞİ BAĞLAMINDA TOPLUMSAL HAREKETLERİN GELECEĞİ
225
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 14.1. Orta Doğu Devrimleri: İslamcılığın Bitişi mi Evrimi mi? 14.2. İslamcılığın Bitişi mi Evrimi mi?
226
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Toplumsal hareketler bağlamında İslam dünyasının geleceği nasıl şekillenebilir?
227
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği
Toplumsal hareketler literatürünün İslam dünyası bağlamında ele alınması İslamcılığın geleceğine ilişkin çıkarımlar
228
Anahtar Kavramlar
İslamcılık
Dönüşüm
Retorik
229
Giriş Bu bölümde toplumsal hareketler bağlamında İslamcılığın geleceğine ilişkin genel bir değerlendirme yapılacaktır.
230
14.1. Orta Doğu Devrimleri Tunus'ta başlayıp Mısır'la devam eden ve diğer Orta Doğu ülkelerinde de geleceğini haber veren devrimlerde İslamcı bir dil, taban, liderlik ve içerik yoksunluğuna dikkat çekerek siyasal İslam'ın veya İslamcılığın sonundan söz edildi. Özellikle Mısır'daki devrim süreci devam ederken meşhur Fransız İslamologlardan Oliver Roy'un tam da bu tespitten hareketle yeniden “siyasal İslam'ın sonu”nu ilan ettiği bir makalesi yayınlandı. “Yeniden” diyoruz, çünkü Roy'un siyasal İslam'ın sonunu ilk ilanı değil bu. Onun bu ilanı doksanlı yıllarda, 11 Eylül sonrasında birkaç defa yaptığını biliyoruz. Onun Siyasal İslam'ın İflası başlıklı kitabı doksanlı yıllarda, 28 Şubat sürecinden geçmekte olan Türkiye'de de yayımlandı ve epeyce tartışıldı. O tartışmaya ben de birçok yazının yanı sıra zamanında tezkire dergisinde “Siyasal İslam Anlatısının Sonu” başlıklı bir yazıyla da katılmıştım. O zaman da anlatmak istediğim şey, bitenin Siyasal İslam değil, aksine “siyasal İslam” kavramsallaştırmasının kendisi olduğuydu. Hatta siyasal İslam tam da yeni başlayan ve tırmanışa geçmiş bir hareketti ancak teşhis edilebilmesi, anlaşılabilmesi için yeni kavramsal araçlara ihtiyaç duyulacaktı. Siyasal İslam denilince akıllara kaleşnikoflu İslamcı gerilla görüntülerini getiren analizler yanıltıcıydı, o görüntülerin temsil ettiği İslamcılığın siyasal bir tarafı yoktu. O, siyasal-ötesi veya siyasal-öncesi bir düzeyde savaşmakta olan Müslümanların görüntüsüydü, orada siyasallık yoktu savaş vardı. Oysa siyasallık tam da başkalarının da varlığını ve meşruiyetini kabul ettiğiniz bir zeminde, başkalarıyla müzakere esasında gerçekleşen bir şeydir Roy'un anladığı siyasal İslam, siyasal düzenin merkezine İslam'ı yerleştirmeye çalışan söylem olup, İslami prensipler üzerine toplumu yeniden yapılandırmaya yönelik kanlı girişimlere uzanan bir eylemsellik biçimiydi. Oliver Roy dünyanın değişik yerlerinde siyasal merkezi ele geçirme çabası içindeki bütün bu girişimlerin başarısızlığını, merkezi ele geçirebildikleri yerde ise vaat ettikleri siyasal programları uygulayamadıklarını örneklerle gösteriyordu. Yeni Orta Doğu devrimlerinde göremediği bu İslamcılık biçimlerinin tamamen bitmiş olduğuna hükmederken, kendisiyle tabii ki tutarlı bir çizgi izlemiş oluyor. Ama Fundamentalizm Korkusu isimli çığır açıcı kitabın yazarı Salman Sayyid'in dediği gibi duran bir saatin yaptığı gibi günde iki defa doğruyu söylemiş oluyor sadece, ama bu doğrunun ne kimseye bir faydası ne de olup biteni anlamamıza yardımcı olması söz konusu. Oysa İslamcılığın başarısız olduğu tezinin geçerliliği hem “İslamcılık” hem de “başarı” kavramından ne anladığımıza bağlı bir şeydir.
14.2. İslamcılığın Bitişi mi Evrimi mi? Gerçekten de Orta Doğu'nun ve Türkiye'nin düşünce ve siyaset tarihinde önemli bir yeri olan İslamcılığın bugünkü konumu nedir? İslamcılığın Türkiye'de de Orta Doğu'da da kaydedilebilir bir değişim içinde olduğu açıktır, ama bu değişim gerçekten de İslamcılığın şu veya bu süreçlerin sonucunda şu veya bu siyasi aktörlerce bitirilmiş olduğunu mu gösteriyor, yoksa başka bir şeye dönüşmüş olduğunu mu? 231
Enerjinin sakımı kuralının toplumsal ve siyasal alanlar için de bir nebze çalışıyor olduğunu varsayarsak, bir dönem bir hayli etkilemiş bir siyasal enerjinin bugün alıştığımız görüntüsüyle var olmamasının, onun yok olduğunu değil, olsa olsa dönüşmüş olduğunu gösterdiğini kabul etmemiz gerekiyor. Gerçekten de yetmişli, seksenli veya doksanlı yıllardaki söylemiyle İslamcılık bugün imkânsız ihtimallerin kovalandığı anakronik bir siyasallık olarak görülüyor. Buna mukabil bugün İslamcılık adına hareket edenlerin veya ettiği varsayılanların siyasi pratiklerinde İslamcılık adına teşhis edilebilir bir proje sunma konumundan çok uzak oldukları, daha liberal bir yönelim içine girdikleri, siyasal olarak da parlamenter demokrasi bağlamına teslim olmuş oldukları hem Roy ve Kepel'in argümanlarında olduğu gibi hem de bir çok başka analizde sıkça ifade ediliyor. Bu durumda İslamcılık bu daha büyük kitlelerin siyasi pratiklerinden ziyade daha da küçülen ve küçüldükçe sertleşen grupların söylem ve pratiklerinden izlenmeye çalışılmaktadır. Tabii ki bu söylem ve pratiklerin varlığı hem gerçek bir İslamcılığın yegâne temsili gibi görülmekte, ama aynı zamanda anakronik bir yaftayı da bütün İslamcı siyasallık adına yüklenmektedir. Oysa bu örnekler aslında siyasallığın gerektirdiği şartların çok azını haiz hareketlerdir. Anakronik olan bir İslamcılık anlayışı aslında siyasalın gerektirdiği bağlamsallık şartından yoksun olduğu için siyasal niteliğini de hızla kaybetmektedir. Buna mukabil İslamcı düşünce ve siyasetin tam da bu bağlamsallığa kavuştuğu anda eski teşhis araçlarıyla (stereotypeklişelerle) tanınmaz hâle geldiği üzerinde durulabilir. Dolayısıyla İslamcılığın bitişinden ziyade dönüşümünden söz edilebileceğini ve bu dönüşümün kelimenin daha uygun anlamıyla daha yüksek bir siyasallaşmaya denk düştüğünü söyleyebiliriz. İslamcılığa halife-sonrası şartlarda bulaşan bir yanı diasporik bir ruh hâline bir yanı da sinik (cynical) bir anti-politiğe denk gelen radikalizminin aslında onu siyasallıktan uzaklaştıran bir etken olduğu üzerinde durulmalıdır. Bunun için hem siyasallığın daha kapsayıcı bir tanımının ortaya konulması hem de bu çerçevede devlet ve siyaset ilişkisinin yakın zamanlarda değişmeye yüz tutan doğasının değerlendirilmesi gerekiyor. Bu değerlendirmenin sonunda İslamcılığın dönüşümünün katılımcı siyaset kanallarının açılması nispetinde mümkün olduğu ve bu kanalları en iyi kullanma mahareti sayesinde ana hatlarıyla şöyle bir seyir izlediği tespit ediliyor: İslamcı siyaseti mümkün kılan ön-koşul olarak görülen hilafetin kaldırılmasının yarattığı travma üzerine kurulan ilk dönem İslamcı söylem bu durumun kalıcılığını kabullenmiş ve yeni durumun içerdiği siyasal imkânları keşfetmek suretiyle bir tür vatandaşlık siyasetine yönelmiştir. Vatandaşlık siyaseti ideal biçimiyle münhasıran Müslümanlar için olmayan, pekâlâ başkalarıyla bir müzakere esnasında şekillenen bir sözleşmeyi var sayar. Özü itibarıyla diyalojik olan bu sürecin seyrine uygun bir İslami politik teolojinin nasıl bir gelişim gösterdiğini izlemek için işe halife-sonrası şartların kısa bir tasviriyle başlamak gerekiyor. 232
Uygulamalar Oliver Roy'un “Siyasal İslamın İflası” analizini tartışınız.
233
Uygulama Soruları 1) İslamcılığın tükendiği ya da İslamcılığın dönüştüğü argümanlarını karşılaştırarak toplumsal hareketler bağlamında tartışınız.
234
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde toplumsal hareketler literatürü bağlamında İslam dünyasında İslamcılığın sona erip ermediği tartışması üzerinde durduk.
235
KAYNAKÇA Adams, Jacqueline. 2001. “The Makings of Political Art.” Qualitative Sociology 24(3): 311-348. Adamu, Fatima L. 1999. “A Double-Edged Sword: Challenging Women's Oppression Within Muslim Society in Northern Nigeria.” Gender & Development 7(1): 56-61. Adanır, Fikret, Makedonya Sorunu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996. Akşin, Sina, “İttihat ve Terakki Üzerine”, SBF Dergisi, c. 26, sayı 1, 1971, s. 153-182. Akşin, Sina, “Siyasal Tarih”, Türkiye Tarihi-3 Osmanlı Devleti 1600-1908, Sina Akşin(ed), Cem Yayınevi, İstanbul, 1990. Akşin, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, Ankara, 2001. Akşin, Sina, Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, İmge Kitapevi, Ankara, 1994. Aktay, Yasin (2007). İslam Dünyasında Yeni Toplumsal Hareketler, tezkire, OcakNisan 2007, s. 48-59. Alkan, Ahmet Turan, II. Meşrutiyet Devri’nde Ordu ve Siyaset, Cedit Neşriyat, Ankara, 1992. Almeida, Paul D. 2003. “Opportunity Organizations and Threat-Induced Contention: Protest Waves in Authoritarian Settings.” AJS Volume 109 Number 2 (September 2003): 345–400. Almgren, Gunnar. 2000. “Community.” Ss. 362-69. Encyclopedia of Sociology içinde (2. baskı), derleyen Edgar F. Borgatta, cilt III. New York: McMillan Reference USA. Anderson, Alison. 2002.“In Search of the Holy Grail: Media Discourse and the New Human Genetics.” New Genetics and Society 21(3):327-339. (12 pages). Retrieved June 7, 2003 Available EBSCO Host - Academic Search Premier. Andonyan, Aram, Balkan Harbi Tarihi, Sander Yayınları, İstanbul, 1975. Armaoğlu, Fahir, 19.Yüzyıl Siyasî Tarihi, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2006. Atton, Chris. 2003. “Reshaping Social Movement Media for a New Millennium.” Social Movement Studies 2(1):3-15. Barkan, Steven E. 2004. “Explaining Public Support for the Environmental Movement: A Civic Voluntarism Model.” Social Science Quarterly 85(4):913-937.
236
Barker, Colin, Alan Johnson ve Michael Lavalett. (ed.) 2001. Leadership and Social Movements. Manchester: Manchester University Press. Bartkowski, John P.; Swearingen, W. Scott. 1997. “God Meets Gaia in Austin, Texas: a Case Study of Environmentalism as Implicit Religion.” Review of Religious Research 38(4): 308-324. Beckford, James A. 2000. “‘Start Together and Finish Together’: Shifts in the Premises and Paradigms Underlying the Scientific Study of Religion.” Journal for the Scientific Study of Religion 39(4): 481-495. Belgenet. 2007. “Adalet ve Kalkınma Partisi (AK http://www.belgenet.com/parti/program/ak_1.html. 25 Aralık 2007.
Parti)
Programı.”
Benford, Robert & David Snow. 2000. "Framing Processes and Social Movements: An Overview and Assessment." Annual Review of Sociology 26:611-39. Benford, Robert D. & Scott A. Hunt. 2001. "Cadrage en Conflit: Movements Sociaux et Problèms Sociaux." Pp. 163-194. In Daniel Cefaï & Danny Trom (eds.) Les Formes de L’Action Collective: Mobilisations dans des Arenas Publiques, Paris: École de Hautes Etudes en Sciences Sociaux. Benford, Robert D. 1993a. "You Could be the Hundredth Monkey: Collective Action Frames and Vocabularies of Motive Within the Nuclear Disammament Movement." The Sociological Quarterly 34(2): 195-216. Benford, Robert D. and Scott A. Hunt. 2001. "Cadrage en Conflit: Movements Sociaux et Problèms Sociaux (Social Movements and the Counterframing and Reframing of Social Problems)." Pp. 163-194. In Daniel Cefaï and Danny Trom (eds.) Les Formes de L’Action Collective: Mobilisations dans des Arenas Publiques (The Forms of Collective Action: Mobilizations in Public Arenas), Paris: École de Hautes Etudes en Sciences Sociaux. Benford, Robert D., Tımothy B. Gongaware & Danny L. Valadez. 2000. “Social Movements.” Ss. 2217-2727. Encyclopedia of Sociology içinde (2. baskı), derleyen Edgar F. Borgatta, cilt III. New York: McMillan Reference USA. Benford, Robert. 1987. Framing Activity, Meaning, and Social Movement Participation: The Nuclear Disarmament Movement. Ph.D. Thesis, University of Texas Austin. Benford, Robert. 1993. "Frame Disputes within the Nuclear Disarmament Movement." Social Forces 71(3): 677-701. Berger, Peter & L. Thomas Luckmann. 1966. The Social Construction of Reality; A Treatise in the Sociology of Knowledge. Garden City, N.Y.: Doubleday Pub. 237
Bernstein, Mary. 2003. “The Strategic Uses of Identity by the Lesbian and Gay Movement.” Pp.234-248. In Goodwin and Jasper 2003. Best, Joel. 1990. Threatened Children: Rhetoric and Concern about Child-victims. Chicago: University of Chicago Press. Billings, Dwight B. & Shaunna Scott. 1994. “Religion and Political Legitimation.” Annual Review of Sociology 20(1): 173-201. Blumer, Herbert. 1969. “Social Movements.” Pp.8-29. In McLaughlin, Barry. 1969. Studies in Social Movements: A Social Psychological Perspective. NEW York: Free Press. Bridge, Francis Roy, Bullen, Roger, the Great Powers and the European State System 1815-1914, Pearson&Longman, Britain, 2005. Bridge, Francis Roy, From Sadowa to Sarajevo-The Foreign Policy of AustriaHungary 1866-1914, Rautledge and Kegan Paul, London, 1972. Bridge, Francis Roy, the Habsburg Monarchy and the Ottoman Empire 1900-18, the Great Powers and the End of the Ottoman Empire, Marian Kent (ed.), Frank Cass, London, 1996. Broad, K. L. 2000. “Social Movement Selves.” Sociological Perspectives 45(3):317– 336. Brockett, Gavin D. 1998. “Collective Action and the Turkish Revolution: Toward a Framework for the Social History of the Ataturk Era, 1923-38.” Middle Eastern Studies 34 (4): 44-66. Buechler, Steven M. 2000. Social Movements in Advanced Capitalism: The Political Economy and Cultural Construction of Social Activism. New York: Oxford University Press. Buechler, Steven M. 2004. “The Strange Career of Strain and Breakdown Theories of Collective Action” Pp.47-66 In Snow, Soule and Krisei. 2004. Burstein, Paul. 1991. “Legal Mobilization as Social Movement Tactic: The Struggle for Equal Employment Opportunity.” American Journal of Sociology 96: 1201-25. Cable, Sherry. 1994. “Professionalization in Social Movement Organization: Pensylvanians for Biblical Morality”, Sociological Focus, vol. 17, no. 4. Cambell, John L. 2005. “Where do we Stand?: Common Mechanisms in Organizations and Social Movements Research.” Pp.41-68. In. Davis ve diğerleri 2005. Castells, Manuel 2004 (1997). The Power of Identity, The Information Age: Economy, Society and Culture Vol. II. 2nd edition. Cambridge, MA; Oxford, UK: Blackwell. 238
Cavanaugh, Michael A. 1986. “Secularization and the Politics of Traditionalism: The Case of the Right–to–Life Movement.” Sociological Forum 1(2): 251-73. Chong, Dennis. 1991. Collective Action and the Civil Rİghts Movement. Chicago: The University of Chicago Press. Cleveland, John W. 2004. “New Left, not New Liberal: 1960s Movements in English Canada and Quebec.” Canadian Review of Sociology & Anthropology 41(1):67-84. Cohn, Steven F.; Barkan, Steven E.; Whitaker, William H . 1993. Activists against Hunger: Membership Characteristics of a National Social Movement Organization. Sociological Forum 8(1): 113-131. Coutin, Susan B. 1993. The Culture of Protest: Religious Activism and the US Sanctuary Movement, Westview Press, Boulder. Crossley, Nick. 2002. Making Sense of Social Movements. Philedephia: Open University Press. Cunningham, David. 2003 “The Patterning of Repression: FBI Counterintelligence and the New Left.” Social Forces 82(1):209-41. Davenport, Christian. 1995. "Multi-Dimensional Threat Perception and State Repression: An Inquiry into Why States Apply Negative Sanctions." American Journal of Political Science 39:683-713. Davies, James C. 1969. “J-curve of Rising and Declining Satisfactions as a Great Cause of Some Great Revolutions and a Contained Rebellion.” Pp.671-709. In Hugh Davis Graham and Ted Gurr (eds.) Violence in America: Historical and Comparative Perspectives. New York: Signet Books. Davis, Gerald, Doug McAdam, W. Richard Scott, Mayer N. Zald. (eds.). Social Movements and Organization Theory. Cambridge: Cambridge University Press. Deedy, John. 1982. “The 'Peace Catholics' Speak Out.” Nation 234(11): 321-340. Della Porta, Donatella & Herbert Reiter. 1998. Policing Protest: The Control of Mass Demonstrations in Western Democracies. Minneapolis: University of Minnesota Press. Della Porta, Donatella & Mario Diani. 1999. Social Movements: An Introduction. Oxford: Blackwell Publ. Della Porta, Donatella. 1996. “Social Movements and the State: Thoughts on the Policing of Protest.” Pp. 62-92. in McAdam et al. 1996.
239
DellaCava, Frances A., Norma Kolko Phillips, Madeline H. Engel. 2004. “Adoption in the U.S.: The Emergence of a Social Movement” Journal of Sociology and Social Welfare 31 (4): 141-60. Demerath III, N.J. 1996. “Who Now Debates Functionalism? From System, Change and Conflict to ‘Culture, Choice, and Praxis’.”Sociological Forum 11(2):333-45. Dermott, Monica. 1994. “Race/Class Interactions in the Formation of Political Ideology”, Sociological Quarterly, vol.35, no. 2, pp.347-66. Dobratz, Betty A. 2001. “The Role of Religion in the Collective Identity of the White Racialist Movement.” Journal For The Scientific Study of Religion 40(2): 287-301. Eager, Paige Whaley. 2004. “From Population Control to Reproductive Rights: Understanding Normative Change in Global Population Policy (1965–1994).” Global Society 18(2): 145-173. Edelman, Marc. 2001. “Social Movement: Changing Paradigms and Forms of Politics.” Annual Review of Anthropology. 30:285-312. Edwards, Bob & John D. Mccarthy. 1992. “Social Movement Schools.” Sociological Forum 7(3): 541-550. Edwards, Bob & John D. McCarthy. 2004. “Resources & Social Movement Mobilization.” Ss.116-152. Snow ve Diğerleri 2004 İçinde. Einwohner, Rachel L. 2003. “Opportunity, Honor, and Action in the Eisenger, Peter, Doug McAdam & Sidney Tarrow. 1996. "Introductıon" Pp. 1-22. In McAdam, McAdam and Zald 1996. Eliasoph, Nina ve Paul Lichterman. 2003. “Culture in Interaction.” American Journal of Sociology 108 (4):735-774. Entman, Robert M. 1993. "Framing: Toward Clarification of a Fractured Paradigm." Journal of Communication 43:51-58. Epstein, Barbara. 1991. Political Protest & Cultural Revolution: Nonviolent Direct Action in the 1970s and 1980s, University of California Press, Berkeley. Evans, John H. 1997. “Multi-Organizational Fields and Social Movement Organization Frame Content: The Religious Pro-Choice Movement.” Sociological Inquiry 67( 4): 451-469. Exoo, Calvin F. 1994. The Politics of the Mass Media. Minneapolis: West Publishing Company. 240
Fairclough, Norman. 1995. Media Discourse. London: Hodder Arnold. Ferrari, Lisa L. 2003. “Transnational Advocacy Against Capital Punishment: a Role for the Holy See.” The International Journal of Human Rights 7(2): 28-41. Ferree, Myra Marx & Carol McClurg Mueller. 2004. “Feminism and Women’s Movement: A Global Perspektif.” Ss. 576-607. Snow & diğerleri 2002. İçinde. Ferree, Myra Marx. 2003. “Resonance and Radicalism: Feminist Framing in the Abortion Debates of the United States and Germany.” AJS 109(2): 304–44. Foucault, Michel. 1980. Power/Knowledge : Selected İnterviews and Other Writings, 1972-1977. / (haz.(Colin Gordon). Brighton, Sussex: Harvester Pres. Freeman, Jo. 1983. “On the Origins of Social Movements” in Freeman, Movements of the Sixties and Seventies, Longman, New York. Furrow, James L. 1998. “The Ideal Father: Religious Narratives and the Role of Fatherhood.” Journal of Men's Studies 7(1): 17-32. Gamson, W.A. & D.S. Meyer. 1996. “Framing of Political Opportunity.” McAdam ve diğerleri 1996. İçinde Ss. 275-90. Gamson, William A. & Andre Modigliani. 1989. “Media Discourse and Public Opinion on Nuclear Power.” American Journal of Sociology 95: 1-38. Gamson, William A. 1990. The Strategy of Social Protest, Belmont, CA: Wadsworth. Gamson, William A. 1992. Talking Politics, Cambridge: Cambridge University Press. Gamson, William A. 2004. "Bystanders, Public Opinion, and the Media." Pp. 242-261 in The Blackwell Companion to Social Movements, edited by David A. Snow, Sarah A. Soule, and Hanspeter Kriesi. Oxford: Blackwell Publishing. Garner, Roberta. 1996. Contemporary Movements and Ideologies. New York: McGraw-Hill Inc. Geertz, Clifford. 1973. The Interpretation of Cultures. New York: Basic Books. Gellner, Ernest. 1983. Nations and Nationalism. Ithaca : Cornell University Press. Gerhard, Ute. 1999. “Chapter 6: The Role of Social Movements in the Project of Civil Society.” European Societies: Fusion or Fission?, pp.105-117. EbscoHost. http://search.ebscohost.com/login.aspx?direct=true&db=sih&AN=16893153&site=ehostlive&scope=site.
241
Gitlin, Todd. 1980. The Whole World is Watching: Mass Media in the Making and Unmaking of the New Left. Berkeley, LA: University of California Press. Giugni, Marco, Doug McAdam and Charles Tilly (eds.). 1999. How Social Movements Matter. Minneapolis: University of Minnesota Press. Glenn, John. 2003. “Cotentious Politics and Democratization: Comparing the Impact of Social Movements on the Fall of Communism in Eastern Europe.” Political Studies 51: 103-120. Goffman, Erving. 1974. Frame Analysis: An Essay on the Organization of Experience. Boston: Northeastern University Press. Goode, Erich & Nachman Ben-Yahuda. 1994. “Moral Panics: Culture, Politics, and Social Construction (Moral Panik: Kültür, Poltika ve Toplumsal İnşa). Annual Review of Socilogy 20:149-71. Goodwin, Jeff, & James M. Jasper. 2001. Passionate Politics: Emotions and Social Movements. Chicago: Chicago Univ. Press. Gordon, Leonard. 2000. “Protest Movements.” Ss.2265-71. Encyclopedia of Sociology içinde (2. baskı), derleyen Edgar F. Borgatta, cilt III. New York: McMillan Reference USA. Griswold, Wendy. 1992. “The Sociology of Culture: Four Good Arguments (and One Bad One).” Acta Sociologica 35(4):323-28. Guigni, Marco. 2004. Social Protest and Policy Change: Ecology, Antinuclear, and Peace Movements in Comparative Perspective. New York: Rowman & Littlefield Publishers. Gurr, Ted. 1968. “Psychological Factors in Civil Violence.” World Politics. 20(2): 245-278. Gusfeld, J.R. 1989. “Constructing the Ownership of Social Problems: Fun and Profit in the Welfare State.” Social Problems 36:431-41. Gusfield, Joseph. 1962. “Mass Society and Extremist Politics.” American Sociological Review 19-30. Guth, James; Kellstedt, Lyman A.; Smidt, Corwin B.; Green, John C. 1993. “Theological Perspectives and Environmentalism among Religious Activists.” Journal for The Scientific Study of Religion 32(4): 373-382. Hall, Melvin F. 1995. Poor People’s Social Movement Organization: the GoaL is to Win, Praeger, Westport, Connecticut. Hamilton, Richard F. 2000. “Mass Society.” Ss.1770-1774. Encyclopedia of Sociology içinde (2. baskı), derleyen Edgar F. Borgatta, cilt III. New York: McMillan Reference USA. 242
Hartley, John. 1988. Understanding News, New York: Pantheon. Heeren, John; Lindsey, Donald B.; Mason, Marylee. 1984. “The Mormon Concept of Mother in Heaven: a Sociological Account of Its Origins and Development.” Journal for the Scientific Study of Religion 23(4): 396-411. Henry, Gary T. & Craig S. Gordon 2001. “Trackıng Issue Attention.” Public Opinion Quarterly 65(2):157-177. Henslin, James M. 2001. Sociology: A Down-to-Earth Approach. Boston: Allyn & Bacon. Heper, Metin. 2000. “The Ottoman Legacy and Turkish Politics.” Journal of International Affairs 54 (1): 63 (20 (pages). Retrieved June 7, 2003 Available EBSCO Host Academic Search Premier. Hess, Stephen. 1984.The Government/Press Connection. Washington, DC: Brookings Institution. Hobsbawm, Eric, Devrim Çağı, Dost Kitabevi yayınları, Ankara, 2006. Hobsbawm, Eric, İmparatorluk Çağı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2010. Hobsbawm, Eric, Sanayi ve İmparatorluk, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005. Hobsbawm, Eric, Semaye Çağı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005. Hoover, Dean & David Kowalewski. 1992. “Dynamic Models of Repression.” The Journal of Conflict Resolution 36(1):150-182. Retrieved June 17, 1997. Ibarra, Peter and John I. Kitsuse. 1993. "Vernacular Constituents of Moral Discourse: An Interactionist Proposal for the Study of Social Problems." Pp.25-58. In Holstein, James A. and Gale Miller (eds.) 1993. Reconsidering Social Constructionism: Debates in Social Problems Theory, Aldine de Gruyter: New York. Isaac, Larry. 2002. “To Counter 'The Very Devil' and More: The Making of Independent Capitalist Militia in the Gilded Age.” American Journal of Sociology 108 (2): 353-405. Jasper, James M. 1996. The Art of Moral Protest: Culture, Biography, and Creativity in Social Movements. Chicago: University of Chicago Press. Jasper, M. Jasper. 1997. The Art of Moral Protest: Culture, Biography, and Creativity in Social Movements, Chicago: University of Chicago Press.
243
Jasperson, Amy E. & Mark Watts. 1998. “Framing and The Public Agenda: Media Effects on the Importance of the Federal Budget Deficit.” Political Communication 15: 2 (20 pages) Retrieved June 9, 2003 Available EBSCO Host - Academic Search Premier. Jenkins, J Craig, David Jacobs & Jon Agnone. 2003. “Political Opportunities and African-American Protest, 1948-1997(1).” The American Journal of Sociology. 109(2): 277304. Johnson-Cartee Copeland, Garry. 2004. Strategic Political Communication: Rethinking Social Influence, Persuasion, and Propaganda. Lanham, MA: Rowman & Littlefield Publishers. Jones, Eric, Avrupa Mucizesi-Avrupa ve Asya’nın Tarihinde Çevre, Ekonomi ve Jeopolitik, Hil Yayınları, İstanbul, 2008. Kanter, Rosabeth M. 1972. Community & Commitment: Communes and Utopia in Sociological Perspective. Cambridge, Mass.: Harvard University Press. Karagiannis, Emmanuel. 2005. “Political Islam and Social Movement Theory: the Case of Hizb Ut-Tahrir in Kyrgyzstan.” Religion, State & Society 33(2): 137-149. Kelly, James R. 1999. “Sociology and Public Theology: A Case Study Of ProChoice/Prolife Common Ground.” Sociology of Religion 60(2): 99-124. Khawaja, Marwan. 1994. Resource Mobilization, Hardship, and Popular Collective Action in the West Bank. Social Forces, 73(1), 191. Retrieved September 25, 2008, from Academic Research Library database. (Document ID: 5066333). Kitschelt, Herbert . 1991. "Resource Mobilization Theory: A Critique." Pp. 330-48 in Research in Social Movements: The State of the Art in Western Europe and the U.S.A., edited by Dieter Rucht. Westview Press. Klandermans, Bert & Sjoerd Goslinga. 1996. “Media discourse, Movement Publicity, and the Generation of Collective Action Frames: Theoretical and Empirical Exercises in meaning construction.” Pp. 312-37. In McAdam ve diğerleri 1996. Knoke, David. 2000. “Political Organizations.” Ss. 2147-2153. Encyclopedia of Sociology içinde (2. baskı), derleyen Edgar F. Borgatta, cilt III. New York: McMillan Reference USA. Koopmans, Ruud. 2001. “Protest in Time and Space: The Evolution of Waves of Contention.” Pp.19-46. In McAdam ve diğerleri 2001. Kurzman, Charles. 1997. "Structural Opportunity and Perceived Opportunity in Social-Movement Theory: The Iranian Revolution of 1979." Pp. 66-79. In McAdam, D. and
244
David A. Snow. (eds.) 1997. Social Movements: Readings on Their Emergence, Mobilization and Dynamics, LA: Roxbury Publishing Co. Lawrence, Regina. 1996. “Accidents, Icons, and Indexing: The Dynamics of News Coverage of Police Use of Force.” Political Communication 13:437–54. Retrieved June 12, 2003 Available EBSCO Host - Academic Search Premier. Le Bon, Gustave. 2001. Kitleler Psikolojisi. (tercüme Yunus Ender). İstanbul: Hayat Yayınları. Lichterman, Paul. 1995. “Piecing Together Multicultural Community: Cultural Differences in Community Building Among Grass-Roots Environmentalists”, Social Problems 42 (4):513-534. Lichterman, Paul. 1996. The Search for Political Community: American Activists Reinventing Commitment. New York: Cambridge University Press. Linehan, Thomas. 2004. “The British Union of Fascists as a Totalitarian Movement and Political Religion.” Totalitarian Movements & Political Religions 5(3): 397-418. Lo, Clarence Y. H. 1982. “Countermovements and Conservative Movements in the Contemporary U.S.” Annual Review of Sociology 8:107–34. Lofland, John. 1996. “Becoming a World-Saver Revisited.” McAdam & Snow. 1997. İçinde 284-89. Longwood, Merle. 1998. “Faithful Fathering: Spiritual Narratives And Religious Meanings.” Journal of Men's Studies 7(1): 105-108. Marangudakis, Manussos. 2001. “Rationalism and Irrationalism in the Environmental Movement—the Case of Earth First!.” Democracy & Nature: The International Journal of Inclusive Democracy 7(3):457-467. Mardin, Serif. 1973. “Center-perıphery relatıons: a key to turkısh polıtıcs?” Daedalus 102(1): 169-191. Marquez, Benjamin. 2003. “Mexican-American Political Organizations and Philanthropy: Bankrolling a Social movement.” Social Service Review 2003 Eylül sayısı, 329346. Marx, Gary. 1979. “External Efforts to Damage or Facilitate Social Movements: Some Patterns, Explanations, Outcomes, and Complications” Pp.94-125 in Mayer Zald & John D. McCarthy (eds.). The Dynamics of Social Movements. Cambridge, Mass.: Winthrop. Mayer, D. & Sidney Tarrow. 1998. The Social Movement Society: Contentious Politics for a New Century. New York: Rowman & Littlefield Publishers. 245
McAdam, D. & David A. Snow (eds.) 1997. Social Movements: Readings on Their Emergence, Mobilization and Dynamics. LA: Roxbury Publishing Co. McAdam, Doug, John D. McCarthy & Meyer N. Zald. 1996. Comparative Perspectives on Social Movements. Cambridge Univ. Press. McAdam, Doug. 1996. “Conceptual Origins, Current Problems, Future Directions." Pp. 23-40. In Comparative Perspectives on Social Movements: Political Opportunities, Mobilizing Stuctures, and Cultural Framings. Edited by McAdam, Doug, John D. McCarthy & Meyer N. Zald. New York: Cambridge University Press. McAdam, Doug. 2003. “Recruits to Civil Rights Activism.” Ss. 55-63. Goodwin & Jasper 2003 içinde. McCarthy, John D. 1973. Trends of Social Movements in America: Professionalization and Resource Mobilization. Morrsitown: General Learning Press. McCarthy, John D. 1994. “Pro-life and Pro-Choice Mobilization: Infrastructure Deficits and New Technologies.” Pp. 49-66. In McCarthy & Zald 1994. McCarthy, John D. 1997. "Globalization & SM Theory." Pp.243-259. In Smith, Jackie, Charles Chatfield & Ron Pagnucco (eds.). 1997. Transnational Social Movements and Global Politics: Solidarity Beyond the State. Syracuse, New York: Syracuse University Press. McCarthy, John, & Mayer N. Zald. 2001. “Social Movement Organization.” Pp. 169186. In Goodwin & Jasper. 2001. McCarthy, JohnD., and Mayer N. Zald. 1977. "Recource Mobilization and Social Movements: A Partial Theory." Journal of American Sociology 82:1212-41. Mcelroy, Wendy. 2005. “Religion and American Feminism.” Society 42(3): 28-31. McGurty, Eileen Maura. 2000. “WarrenCounty,NC, and theEmergence of the Environmental JusticeMovement: UnlikelyCoalitions and SharedMeanings in Local CollectiveAction.” Society & Natural Resources 13: 373-387. McNair, Brian. 1999. Journalism and Democracy : Evaluation of Political Public Sphere. London, UK: Routledge. Retrieved June 1, 2007, from http://site.ebrary.com/lib/dumlupinar/Doc?id=10054632. Meacham, Mike.2003. “The Exoduster Movement.” The Western Journal of Black Studies. 27(2): 108-117. Melucci A. 1989. Nomads of the Present: Social Movements and Individual Needs in Contemporary Society. Philadelphia: Temple Univ. Pres.
246
Melucci, Alberto. 1996. Challenging Codes: Collective Action in the Information Age. Cambridge: Camridge University Press. Mertig, Angela G. & Riley E. Dunlap. 2001. “Environmentalism, New Social Movements, and the New Class: A Cross-National Investigation.” Rural Sociology 66(1), , pp. 113–136. Meyer, David S., Nancy Whittier & Belinda Robnett. 2002. Social Movements: Identity, Culture and the State. Oxford: Oxford University Pres. Meyer, DS. & S. Staggenborg. 1996. “Movements, Countermovements, and the Structure of Political Opportunity.” AJS 101: 1628-1660. Michaels, Patrick J. 2005. Meltdown: The Predictable Distortion of Global Warming by Scientists, Politicians, and the Media. Washington, DC: Cato Institute. http://books.google.com.tr/books?id=X3XD9VwhETkC. Miller, Jon. 1993. “Missions, Social Change, and Resistance to Authority: Notes toward an Understanding of the Relative Autonomy of Religion. Journal for the Scientific Study of Religion 32(1): 29-40. Milliyet. 2007. “Danone Türkiye, İnternetteki İftira Kampanyasını Savcılığa Taşıdı.” 05 Nisan. http://www.milliyet.com.tr/2007/04/05/son/soneko25.asp. Morris, Aldon D., and Suzanne Staggenborg. 2004. "Leadership in Social Movements." Pp. 171-196 in The Blackwell Companion to Social Movements, edited by David A. Snow, Sarah A. Soule, ve Hanspeter Kriesi. Oxford: Blackwell Publishing. Mottl, T. L. 1980. “The analysis of countermovements.” Social Problems, 27(5), 620– 634. Mukerji, Chandra. 2000. “Popular Culture.” Ss. 2168-2175. Encyclopedia of Sociology içinde (2. baskı), derleyen Edgar F. Borgatta, cilt III. New York: McMillan Reference USA. Myra Marx Ferree. 2003. Resonance and Radicalism: Feminist Framing in the Abortion Debates of the United States and Germany.” American Sociological Association 109(2): 304-44. Nathanson, Constance A 2003. “The Skeptic's Guide to a Movement for Universal Health İnsurance.” Journal of Health Polifics, Policy and Law 28(2-3): 444-471. New York Times. 2005. “Egyptian Reformers Take to Streets to Oppose a 5th Term for Mubarak.” 28 Nisan 2005. Noakes, John, and Hank Johnston. 2005. "Frames of Protest: A Road to a Perspective." Pp. 1-32 in Frames of Protest: Social Movements and the Framing Perspective, edited by Hank Johnston and John Noakes. Lanham, MA: Open University Press. 247
Oberschall, Anthony. 1996. "Opportunities and Framing in the Eastern European Revolts of 1989." Pp. 93-121 in Comparative Perspectives on Social Movements: Political Opportunities, Mobilizing Structures and Cultural Framings, edited by Doug McAdam, John D. McCarthy, & Mayer Zald. Cambridge University Press. Oberschall, Anthony. 2000. “Social Movements and the Transition to Democracy.” Democratization 7(3): 25-46. Offe, C. 1985. “New Social Movements: Challenging the Boundaries of Institutional Politics.” Sociological Research 52(4), 817–867. Olzak, Susan & SC Noah Uhrig. 2001. “The Ecology of Tactical Overlap.” American Sociological Review 66(5):694-713. Opp, KD. & W. Roehl. 1990. “Repression, Micromobilization, and Political Protest.” Social Forces 69 : 521-47. Paletz, David L. & Robert M. Entman. 1981. Media, Power, Politics. New York: The Free Press. Peek, Charles W.; Konty, Mark A.; Frazier, Terri E. 1997. “Religion and Ideological Support for social Movements: The Case of Animal Rights.” Journal for the Scientific Study of Religion 36(3): 429-39. Pen, Milagros. 1994. “Liberation Theology in Peru: An Analysis of the Role of Intellectuals in Social Movements.” Journal for the Scientific Study of Religion 33(1): 34-45. Pichardo, Nelson A. 1997. “New Social Movements: A critical Review.” Annual Review of Sociology 1997(23):411-30. Pinard, Mourive. 1968. “Mass Society and Political Movements: A New Formulation.” The American Journal of Sociology 73(6): 682-690. Polletta, Francesca and James M. Jasper. 2001. “Collective Identity and Social Movements”. Annu. Rev. Sociol. 27:283–305. Price, Patricia L 2001. “The Three Malinches: Betrayal And The Death Of An Urban Popular Movement.” International Feminist Journal of Politics, 3(2): 237–261. Rasler, K. 1996. “Concessions, Repression, and Political Protest in the Iranian Revolution.” ASR 61: 132-152. Reicher, Steve, John Drury, Nick Hopkins ve Clifford Stott. 2001. “A Model of Crowd Prototypes and Crowd Leadership.” Pp. 178-95. Barker, Colin ve Diğerleri 2001 İçinde.
248
Richardson, James T. & Massimo Introvigne. 2000. “’Brainwashing’ Theories in European Parliamentary and Administrative Reports on ‘Cults’ and ‘Sects’.” Journal for the Scientific Study of Religion 12(1):47-59. Roshco, Bernard. 1975. Newsmaking. Chicago: University of Chicago Press. Royall, Frédéric. 2002. “Building Solidarity Across National Boundaries: The Case of Affiliates of the European Network of the Unemployed.” Journal of European Area Studies 10(2):243-58. Rucht, Dieter & Friedham Neidhardt. 2002. “Toward a ‘Movement Society’? On the Possibilities of Institutionalizing Social Movements.” Social Movement Studies 1(1): 7-30. Rucht, Dieter & Jochen Roose. 2001. “Neither Decline nor Sclerosis: The Organisational Structure of the German Environmental Movement.” West European Politics.24(4): 55-81. Rucht, Dieter. 2004. "Movements Allies, Adversaries, and Third Parties." Pp. 197-216 in The Blackwell Companion to Social Movements, edited by David A. Snow, Sarah A. Soule, and Hanspeter Kriesi. Oxford: Blackwell Publishing. Ryan, Charlotte. 1991. Prime Time Activism: Media Strategies for Grassroots Organizing. Boston: South End Press. Scheufele, Dietram A. 1999. "Framing as a theory of media effects." Journal of Communication 49 (1): 102-122. Schudson, Michael. 2002. “The Newsmedia as Political Institutions.” Annual Review of Political Science 5:249–69. (21 pages). Retrieved June 22, 2003 Available EBSCO Host Academic Search Premier. Schurman, Rachel. 2004. Fighting "Frankenfoods": Industry Opportunity Structures and the Efficacy of the Anti-Biotech Movement in Western Europe” Social Problems 51 (2): 243-268 . Seippel, Ørnulf. 2001. “From Mobilization to Institutionalization? The Case of Norwegian Environmentalism.” Acta Sociologica 44:123-137. Snow, D.A., E.B. Rochford, S.K. Worden, & R.D. Benford. 1986. "Frame Alignment Processes, Micromobilization, and Movement Participation." American Sociological Review 51: 464-81. Snow, D.A., E.B. Rochford, S.K. Worden, and R.D. Benford. 1997 (1986). "Frame Alignment Processes, Micromobilization, and Movement Participation." Ss. 235-51. McAdam & Snow 1997 İçinde.
249
Snow, DA. & R.D. Benford. 1988. “Ideology, Frame Resonance, and Participant Mobilization.” International Social Movement Research. 1: 197-218. Snow, David & Robert Benford. 1992. “Master Frames and Cycles of Protest.” SS. 133–55. İçinde Aldon D. Morris & Carol M. Mueller. (ed.) Frontiers in Social Movement Theory, New Haven, CT: Yale University Press. Snow, David, Sarah A Soule, & Hanspeter Kriesi. 2004. The Blackwell Companion to Social Movements. Oxford: Blackwell Publishing. Spector, Malcolm & John I. Kitsuse. 1987. Constructing Social Problems. New York : Aldine de Gruyter. Stanbridge, Karen. 2002 Master frames, political opportunities, and selfdetermination: The Aland Island in the Post-WWI Period.” Sociological Quarterly 43(4): 527-552. Academic Research Library. Stearns, Linda Brewster & Almeida, Paul D. 2004. “The Formation of State ActorSocial Movement Coalitions and Favorable Policy Outcomes.” Social Problems 51(4): 478504. Stoecker, Randy. 1995. “Community, Movement, Organization: Problem of Identity Convergence in Collective Action”, Sociological Quarterly 36(1): 111-130. Strickler, Jennifer & Danigelis, Nicholas L. 2002. “Changing Frameworks in Attitudes Toward Abortion.” Sociological Forum 17(2): 187-201. Swidler, Ann. 1986. "Culture in Action: Symbols and Strategies." American Sociological Review 51:273-86. Şimşek, Sefa. 2004. “New Social Movements in Turkey Since 1980.” Turkish Studies 5(2):111–139. Talshir, Gayil. 2003. “A Threefold Ideological Analysis of die Grunen: from Ecologized Socialism to Political Liberalism?” Journal of Political Ideologies 8(2): 157–184. Tarrow, Sidney G. 1996. “States and Opportunities: The Political Structuring of Social Movements.” Pp. 41-61. In McAdam et al. 1996. Tarrow, Sidney. 1994. Power in Movement: Social Movements, Collective Action, and Politics. Cambridge University Press. Taylor, Verta. 2000. “Mobilizing for Change in a Social Movement Society.” Contemporary Sociology 29(1): 219-30. Tilly, Charles. 1978. From Mobilization to Revolution.Reading, Mass.: AddisonWesley Pub. Co. 250
Tindall, David B. 2002. “Social Network, İdentification and Participation in an Environmental Movement: Low-Medium Cost Activism within the British Columbia Wilderness Preservation Movement.” The Canadian Review of Sociology and Anthropology 39(4): 413-452. Tindall, David B. 2003. “From Structure to Dynamics: A Paradigm Shift in Social Movements Research?” The Canadian Journal of Sociology & Anthropology 40(4): 481-487. Tocqueville, Alexis de. 1966 (Ilk Basım 1835). Democracy in America. Eds. by J.P. Mayer and M. Lerner. New York: Harper & Row. (1999 Amerika’da Demokrasi, Yetkin Yayınları). Todosijevic, Bojan & Zsolt Enyedi. 2003. “Structure versus Culture again: Corporatism and the ‘New Politics’ in 16 Western European Countries.” European Journal of Political Research 42: 629–642. Touraine A. 1988. Return of the Actor: Social Theory in Postindustrial Society. Transl. M. Godzich. Minneapolis: Univ. Minn. Pres. Touraine, A. .1981. The Voice and the Eye: An Analysis of Social Movements. Cambridge: Cambridge: University Press. Touraine, Alain. 2002. “From Understanding Society to Discovering the Subject.” Anthropological Theory Vol 2(4): 387–398. Tuchman, Gaye. 1978. Making News, New York: Free Press. Turner, Ralph H. “Collective Behavior.” Ss.348-354. Encyclopedia of Sociology içinde (2. baskı), derleyen Edgar F. Borgatta, cilt I. New York: McMillan Reference USA. Voss, Kim. 1993. The Making of American Exceptionalism: The Knights of Labor and Class Formation in the Nineteenth Century. Ithaca, N.Y.: Cornell University Press. Wald, Kenneth D. 1992. Religion & Politics in the United States. Washington, D.C.: CQ Press. Waldman, Loren K. 1976. “Mass-Society Theory and Religio: The Case of the Nazis.” American Journal of Political Science 20(2): 319-26). Warsaw Ghetto Uprising of 1943.” American Journal of Socioloy 109(3): 650–75. Weber, Max. 1991 [1963]. The Sociology of Religion. (Trans. by E. Fischoff) Boston: Beacon Press. Webster, Frank. 2001. (ed.) Culture and Politics in the Information Age. London & NY: Routledge. 251
Whooley, Owen. 2004. Locating Masterframes in History: an Analysis of the Religious Masterframe of the Abolition Movement and its Influence on Movement Trajectory.” Journal of Historical Sociology 17(4): 490-516. Wiktorowicz, Quintan. 2002. “Islamic Activism and Social Movement Theory: a New Direction for Research. Mediterranean Politics 7(3): 187-211. Wilenski, Harold. 1964. “Mass Society and Mass Culture.” American Sociological Review 29(2): 173-197. Williams, Johnny E. 2002. “Linking Beliefs to Collective Action: Politicized Religious Beliefs and the Civil Rights Movement. Sociological Forum 17(2): 203-222. Williams, Rhys H. 1995. “Constructing the Public Good: Social Movements and Cultural Resources.” Social Problems 42: 124-44. Williams, Rhys H. 1996. “Religion as Political Resource: Culture or Ideology,” Journal for the Scientific Study of Religion 35(4): 368-78. Williams, Rhys H. 1997. ‘Social Movements’ Class Notes, SIUC. Williams, Rhys H. 1999. “Visions of the Good Society and the Religious Roots of American Political Culture.” Sociology of Religion 60(1): 1-34. Williams, Rhys H. 2000. “Introduction: Promise Keepers: A Comment on Religion and Social Movements.” Sociology of Religion 61(1): 1-10. Wilson, John & Thomas Janoski. 1995. “The Contribution of Religion to Volunteer Work. Sociology Of Religion 56(2): 137-152. Wolcott, Roger T. 1982. “The Church and Social Action: Steelworkers and Bishops in Youngstown. Journal for the Scientific Study of Religion 21(1): 71-79. Wood, Michael; Hughes, Michael. 1984. “The Moral Basis of Moral Reform: Status Discontent vs. Culture and Socialization as Explanations of Anti-Pornography Social Movement Adherence. American Sociological Review 49(1): 86-99. Wood, Richard. 1994. “Faith in Action: Religious Resources for Political Success in Three Congregations.” Sociology of Religion 55(4): 397-417. Young, Michael P.; Cherry, Stephen M. 2005. “The Secularization of Confessional Protests: the Role of Religious Processes of Rationalization and Differentiation.” Journal for the Scientific Study of Religion 44(4): 373-395. Zald, John D. & McCarty, Mayer N. 2003. “Social Movement Organizations.” Pp.169186. In Goodwin and Jasper 2003. 252
Zald, Mayer & John McCarthy (eds.). 1994. Social Movements in an Organizational Society: Collected Essays. New Brunswick, N.J.: Transaction Publishers. Zald, Mayer N & John D. McCarthy. 1994. “From Evangelism to General Services: The Transformation of the YMCA.” Pp.143-160. In Zald & McCarthy 1994. Zald, Mayer N. 1982. “Theological Crucibles: Social Movements in and of Religion.” Review of Religious Research 23(4): 317-36. Zald, Mayer N. and John D. McCarthy. 1994. Social Movements in an Organizational Society: Collectected Essays, (introduction by W. A. Gamson), 2nd edition, New Brunswick, NJ: Transaction Publishers, Zald, MN. & Useem. 1987. “Movement and Countermovement Interaction: Mobilization, Tactics, and State Involvement” In Zald & McCarty (eds.) Social Movement in an Organizational Society: Collected Essays. Zaller, John, & Dennis Chiu. 1996. “Government's Little Helper: U.S. Press Coverage of Foreign Policy Crises, 1945–1991.” Political Communication 13(4):385–405. (29 pages). Retrieved June 12, 2003 Available EBSCO Host - Academic Search Premier.
253