Sipahi- Bir Osmanlı Süvarisi Yaşar Metin Aksoy Kronik Kitap, 1.Baskı, İstanbul, 2017, 286 Sayfa, ISBN:978-975-243-02-11 Zafer SARAÇ*
Osmanlı ordusunun makine gibi istikrarlı işlemesini sağlayan, bir dişliyi andıran askerî sınıfları vardır. Bu sınıflar zamanla paslanmış, bozulmuş, yenik düşmüş ve çağın gerisinde kalmış olabilirler, ama bir gerçek var ki savaşçı namıyla, ilk onların ismi zikredilir. Misal Osmanlı Ordusu denildiğinde yeniçeri, sipahi, lağımcı levent vb. askerî figürler akla gelir. Gerek siyasî güçleri, merkezî otoriteye yakınlıkları ve tarihe etkileri açısından değerlendirildiğinde Yeniçeriler Osmanlı Tarihinde oldukça etkilidirler. Ek olarak yeniçerilerinin gölgesinde kalan savaşçı unsurun ana gövdesini oluşturan, ordunun hız ve *
Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Genel Türk Tarihi Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi Programı,
[email protected]
esnekliğe sahip olmasını sağlayan atlı sipahi sınıfının pek adından söz edilmez. Tanıtmaya çalışacağımız kitap rüzgâr gibi esen bir Osmanlı süvarisinin yaşamını anlatması hasebiyle, yiğide hakkını teslim ediyor. Kitabın yazarı Yaşar Metin Aksoy askerî tarihe ilgi duyan, biyografisinden anlaşıldığı kadarıyla bu ilgisini hobi olmanın ötesine taşıyan birisi. Görevi ve edinmiş olduğu sosyal statü itibarıyla konunun dışında görülmesine rağmen, yazmış olduğu bu eser ve yapmış olduğu çalışmalarla örnek teşkil edecek şekilde kendisini tarihin merkezine entegre etmiştir. Örneğin; kendisi Tıp Doktoru olmasına karşın, savaş aleti Türk yayını ihya etmeye çalışmıştır. Belki sıradışı gelecek ama Türk Yayının tomografi cihazı vasıtasıyla incelenebileceği konusunu uluslararası bir sempozyumda bildiri olarak sunmuştur1. Türk okçuluğu ile ilgili yaptığı çalışmalarla oldukça ilgi çekici bir kişilik özelliği gösteren yazar, hâlen kurucu başkanı olduğu Danişment Gazi Atlı Okçuluk ve Spor Kulübü’nde lisanslı okçu olarak yarışmalara katılmaktadır. Her roman için olduğu gibi bahsedeceğimiz eser için de ana karakter oldukça önemli olmuştur. Romanın başkahramanı Süleyman’ın yaşamı, kitabın ana eksenine oturmuş olmakla beraber, bu hayat hikâyesine eklemlenen öyküler ve yardımcı karakterler maceranın sık sık boyut değiştirmesine neden olmuştur. Sipahi Beyi Süleyman, cengâver özelliklerine genç yaşta adapte olmuş, acımasız dünya şartları içinde yaşamını sürdürmüştür. Gençlikle beraber aşkla, sevdayla tanışmış olmasına rağmen, hayalini kurduğu şekilde mutlu olamamış, yaşamı boyunca peşini bırakmayan talihsizlikler onu daha da gaddarlaştırmıştır. Süleyman’ın atlatmış olduğu ağır travmalar hayata karşı onu sertleştirirken, dünyaya karşı umursamazlığı hat safhaya ulaşmıştır. Hayatın mücadele olduğu gerçeğinden hareketle hem bedeni hem de ruhu defalarca yaralanan Süleyman’ın çevresinde gelişen olaylar çoğu zaman soluksuz bir maceraya dönüşmektedir. Hikâye 17. Yüzyıl Osmanlısının Anadolusu’nda yaşanırken, Celâlî isyanlarının yaşandığı coğrafyanın kaotik durumu çok iyi bir şekilde yansıtılmıştır. Özellikle sosyal zemini görünür kılan anlatılar, yazarın tarihî dönemi iyi bir şekilde önemsediğini göstermiştir. Dönemin dokusunu anlatan akademik anlatıların kalıplarını kırarak öğretilmesi gereken bilgiyi hikâyenin arka planında sunması hasebiyle eserin didaktik bir yönünün olduğunu düşünebiliriz. Örneğin; Tımar Sistemin işleyişi sayfalarca anlatılabilir, fakat bir hikâyenin kurgusu içinde okuyucuya sunulduğunda daha cazip ve anlaşılır gelecektir. Savaşın merkezde olduğu bir anlatının kaleme alınması için yazarın güçlü bir askerî malumata sahip olması gerekmektedir. Bu konuda yazar üzerine düşen görevi ifa edercesine savaş ve askerlikle ilgili birikimini ziyadesiyle iyi yansıtmıştır. Bir Osmanlı süvarisinin bütün ekipmanlarıyla ilgili yapılan anlatılar oldukça ilgi çekicidir. Osmanlı süvarisinin yetişme tarzı, yapılan askerî tatbikat ve idmanların şekli bu alana ilgisi olanlar için oldukça cezbedicidir.
1
2008’de Güney Kore’nin Busan şehrinde yapılan İnternational Academic Seminer of World Tratidional Arcery Festival’de “Computerized Tomograpy of Turkish Ancient Bows: A New Aspect For Turkish Bow Making” bildirisini sunmuştur.
Kitap 27 bölümden oluşmakla birlikte, bu kısımlar arasında süregelen bir kronolojik devamlılık söz konusu değildir. Zaman ve mekân bağlamında gidiş-gelişler bölümlere ayrı bağımsız bir hava vermektedir. Anlatının Sipahi beyi Süleyman’ın çevresinde dönmesi bölümler arasında kişi odaklı bir bağlantı kurmaktadır. Yazarın anlatımı akıcı olup, dili açık ve sadedir. Anlatım içerisinde dönemin terminolojisini yansıtan yabancı kelimelerin karşılığı dipnotla verilmek yerine, kitabın sonundaki mini sözlük vasıtasıyla okuyucuya sunulmuştur. Olaylar canlı bir tasvir gücüyle ortaya koyulurken, bazen sert geçişlerin olduğu anlatılar okuyucunun tam manasıyla odaklanmasına engel olmaktadır. Yani bir olay dile getirilirken, olaya hazırlık safhasından direk odak noktasına yönelen tasvir konudan kısa kopukluklara neden olmaktadır. Eserin kurgusunun gayet başarılı bir şekilde tasarlandığı dikkatten kaçmamaktadır. Olayın basit bir yaşam hikâyesinden sıyrılmasının en önemli sebebi kurgunun yeni maceralara gebe olması, ortaya çıkan yeni hikâyelerin, merakı sürekli canlı tutmasıdır. Yazar, kurguladığı yaşam hikâyesi vasıtasıyla Türk savaş kültürü ve geleneğinin uyandırdığı akisleri görünür kılmak amacı taşımaktadır. Eserin tarihe ve bu başlık altında özelleşmiş ilgi alanlarına dikkati çekmek istediği barizdir. Bu sayede okur kitlesinin kültürel yönelimleri üzerinde etkili olurken, gölgede kalmış askerî kültürün itibarını iade etmektedir. Dönemin yazar tarafından iyi kanıksanması okuruna da bunu yansıtmak isteğiyle kendisini göstermektedir. Örneğin; “Yeniçeriler padişah bile öldürmüştür. Kafası bozuldukça kazan kaldırıp vezirleri astırmıştır. Hatta ulufe alamadıkları için sefere çıkmadıkları bile olmuştur. Amma hiçbir zaman Celalînin tarafını tutmamıştır. Bizatihi kendileri Celalî olmadıktan sonra tabii…” Dönemin siyasî görünümü üzerinde doğrudan etkili olan yeniçerilerin bu tutumu ve yaşanan önemli tarihi olayların bu pasaj içerisinde kendisine yer bulması okurun bilgi katsayısını arttıran bir etmen olarak göze çarpmaktadır. Sonuç olarak tarihimizin ihyası noktasında yapılan faaliyetler kadar, köklü geçmişe sahip olan Türk atlı savaş sporlarını, kültürel varlığımızın diriltilmesi noktasında ön plana çıkararak müstesna fayda gösteren bir tarihî roman ortaya çıkmıştır. Tarihî romanları sadece kurguları nispetince değerlendirirsek onları eksik bir şekilde ele almış oluruz. Oysa onları kültürel katkıları, tarihî bakış açısı kazandırmaları ve kendi geçmişimizi geniş kitlelere sevdirmek yönünden ele alırsak pragmatik yönleri ortaya çıkar. Her yazarın tarihî romanın hakkını veremediği gibi, eserde bahsedilen değerlerin ihyası noktasında tutuk kaldığı dikkatten kaçmaz. Takdim etmeye çalıştığımız roman ise tarihî roman olmanın hakkını sonuna kadar vermiştir.