Politikada 45 Yıl - Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU (Kitap Tahlili)
Enis ALDEMİR
Mart 2009, Ankara
KİTABIN KÜNYESİ: Kitap adı:
Politikada 45 Yıl
Yazar Adı:
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
Yayınevi:
Bilgi Yayınevi
Basım Yeri:
Yenişehir, Ankara
Basım Tarihi: Kasım 1968 (Birinci basım) Sayfa Adedi: 275 Satış Fiyatı:
17 TL (İletişim Yayınları-Yeniden basım)
Yazar Hakkında: Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU 27 Mart 1889da Kahire’de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa’da başladı. 1903’te İzmir İdadisine girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısıra döndü, öğrenimini İskenderiye’deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908’de başladığı İstanbul Hukuk Mektebini bitirmedi. 1909’da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916’da tedavi olmak için gittiği İsviçre’de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşını destekledi. 1921de Ankara’ya çağrıldı ve bazı görevler verildi. 1923’te Mardin, 1931’de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazetecilik ve roman yazarlığını sürdürdü. 1932’de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro Dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro Dergisinin 1934 yılında yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935’te Prag, 1939’da Lahey, 1942’de Bern, 1949’da Tahran ve 1951’de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960’tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974’te Ankara’da hayata gözlerini yumdu. (http://ansiklopedi.bibilgi.com/Yakup-Kadri-Karaosmanoğlu)
1
Politikada 45 Yıl Kurtuluş savaşı sonrasında kurulmaya çalışılan yeni bir devlet, yeni bir düzenin ilk 45 yılıdır Yakup Kadri’nin anlattığı. Ona göre bu zaman dilimi içerisinde, kurulmak istenen yeni düzen hedeflerinden saptırılacak, özellikle Atatürk’ün ölümünden sonra onun mirasları ve devrimlerine ters düşülecektir. Bu açıdan bakıldığında Politikada 45 Yıl; Atatürk, Milli Şef, Demokrat Parti ve 27 Mayıs dönemlerinin, İsmet Paşa portresi çevresinde değerlendirilmesidir. Yakup Kadri kitabına Avni’den “bir hakikat kalmasın âlemde Allahım nihân” dizesiyle başlamakta. Bu giriş bile siyasi bir anı olan kitabın üslubunu ve edebi yönünü ortaya koymaktadır. Genel olarak kullanılan dile ve ifadelere bakıldığında ise, romancının okurunu sıkmadan, eserin kahramanı üzerinden konuları işleyişi gibi, siyasi hayatında karşısına çıkan ve şahit olduğu olayları bu kez roman kahramanı kendisi olarak akıcı bir dille aktarmakta. Bununla birlikte, olaylara tanıklık eden kişilerin isimlerini vermek, bazı gazete yazılarına atıfta bulunmak ve nihayetinde kitabının sonuna eklediği bazı evraklarla görüşlerini sağlamlaştırdığı ve belgelendirdiği de göze çarpmaktadır. Kitaba genel hatlarıyla bakıldığında, yazar tarafından yıllara göre bir tasnif yolu ile 45 yıllık hatıratın dönemlere bölünerek analizinde ve anlaşılmasında kolaylık sağlanmasını amaçlandığı görülmekte. Bu dönemsel tasnif Yakup Kadri’nin henüz gençlik yıllarına, Mustafa Kemal Atatürk’ün Başkumandan, İsmet İnönü’nün ise onun yakın silah arkadaşı olduğu döneme denk düşen “1922” yılı ile başlamakta. Bunu sırasıyla: Mardin’den milletvekili seçildiği ve Büyük Millet Meclisi’nin ikinci dönem çalışmalarına henüz başlamadığı “1923’ten 1925’e” kadarki yılları kapsayan dönem; ardından Takrir-i Sükun Kanunu ile dinginleşen politik ortamda Reisi Cumhurluğu Atatürk yaparken Başbakanlık koltuğunda İsmet İnönü’nün oturduğu ve iki eski silah arkadaşı arasında gerilimlerin yaşandığı “1925-1938” dönemi; daha sonra Milli Şef’in politik mücadelesini Atatürk’ün desteğinden yoksun olarak sürdürmek durumunda kaldığı, buna karşın muhalefetin önlenemez yükselişi karşısında hayal kırıklıkları yaşayan Halk Partisi Başkanının yer aldığı “1939-1950” dönemi; son olarak Halk Partisinin muhalefete düşmesi ve kaybettiği prestijini bir türlü yeniden kazanamadığı, bununla birlikte
2
1961 müdahalesinin de Halk Partili bir vekil olarak farklı yönleriyle ele alındığı “1950-1965” dönemi ve nihayetinde Yakup Kadri’nin CHP’den istifası ile bağımsızlar arasına katıldığı dönemi içine alan “son perde” izlemekte. Bu dönemler yukarıda belirtilen yılar başlık edilmek suretiyle 6 bölümde ele alınmış olarak sunulmakta. Ana hatlarıyla bahsedilen başlıklar altında toparlanan dönemler, aslında gerek yazarın şahsi politik geçmişi, gerekse ülkenin siyasi tarihi açısından belli dönemeçlere işaret ediyor. Bu nedenle, biz de kitabın tahlilinde yazarın tasnifine sadık kalarak, bu dönemler altındaki siyasi yapı ve yazarın öne çıkardığı konular üzerinde durmayı uygun gördük. Kitap, İzmir’de 1922 yılında Falih Rıfkı Atay ile birlikte yazarın, o dönem aynı zamanda Başkumandanlık vazifesini yürüten Mustafa Kemal Paşa ile olan sohbetleri ile başlamakta. Bu başlangıç ve anlatılan olay hiç şüphesiz tesadüfi değil, zira kitabın çeşitli yerlerinde yazar politikaya Atatürk’ün teşvikleriyle girdiğini dile getirmekte. Ayrıca, bu sohbetin neticesinde tutulan notların, “yıllarca süren gazetecilik savaşımızın paha biçilmez ganimeti” olarak nitelendirilmesi, sadece politik alanda değil, yazın alanında, özellikle basında da kendilerine vaat edilen ikbalin habercisi olarak nitelendirilmekte. Yine bu dönemde Garp Cephesi Komutanı olarak yazarın tanışma fırsatı bulduğu bir diğer isim İsmet İnönü. Yazar, bu dönemde İstanbul’da yaşanan gelişmelere de değinerek, milli mücadele sonrasında yaşanan çekişmelerin, aslında siyasal birlik ihtiyacı içerisinde olan topluma ne denli zarar verdiğine değinmekte. Bu dönemde İstanbul’da öne çıkan başlıca siyasi oluşumlar olarak ise, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Milli Müdafaa Grubu ile İttihat ve Terakki olarak belirtilmekte, bunlara paralel basın organları arasındaki sürtüşmelerden bahsedilmekte. Bir dönem Atatürk’ün isteği üzerine- İstanbul Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanlığını yürüten yazar, genç yaşının da etkisiyle bazı bunalımlı anlar yaşadığını da aktarmakta.
3
Yazar, 1923 seçimlerinde Mardin’den Milletvekili olarak Ankara’ya gelmiş, bu vesileyle artık Ankara siyasi hayatına dahil olmuştur. Bu dahlin ilk döneminde aktardığı, Mustafa Kemal Paşa’nın Reis-i Cumhurluk vazifesini üstlenmesinden ve Rauf Orbay’ın Başvekillikten Hariciye Vekili İsmet Paşa ile arasının açılması üzerine ayrılmasından sonra Başbakanlığın kimin tarafından yerine getirileceği konusunda tanık olduğu olaylar, özellikle o dönem Yakup Kadri’si için bazı anlaşılmaz şifreler içerse de, farkı kişilerin görüşlerine yer vererek konunun daha tafsilatlı anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Nitekim kendisi için bu soruya verilecek cevap gayet açık bir şekilde İnönü kahramanı ve Lozan barış antlaşmasının başarıcısı İsmet İnönü iken, Mustafa Kemal Paşa, İsmet İnönü’nün sağlık gerekçelerini öne sürerek bu göreve Fethi Okyar’ın daha münasip olacağını ifade etmekte. Ayrıca, İsmet İnönü hakkındaki bu olumlu peşin hükümlerine karşın bizzat İnönü’nün silah arkadaşları tarafından dile getirilen menfi görüşlerin kendisinde uyandırdığı olumsuz tesire özellikle işaret etmektedir. Kitabın genelinde gözlenen bu gençlik yılları Yakup Kadri’sinin İsmet İnönü tarafgirliği ve hayranlığı, yazarın ifadesi ile 45 yıllık politik tecrübe ile geçmişe bakıldığında yerini daha farklı ve fakat menfi düşüncelere bırakmakta, dahası bu hayranlığın yarattığı hayal kırıklığı ve pişmanlık ifadelerine dahi rastlanmaktadır. Yine İkinci İnönü Muhaberesi esnasında sergilenen kahramanlıkların destansı yansımalarının tam aksi istikamette, Garp Cephesi Harekat Dairesi Başkanı Albay Tevfik (Bıyıkoğlu)’nun harp notlarından aktararak özetle belirttiği: “… İsmet Paşa karşılaştığı büyük vazifenin önünde şaşırmış ve aldığı yanlış savunma tedbirleriyle ordusunu adeta baştan muvaffaksızlığa mahkum etmişti. İsmet Paşa’nın bu muhaberedeki idaresizlikleri en şöhretli kumandanı bile Divan-ı Harp huzurunda mahkûm edecek kadar ağardır. İsmet Paşa bu badireden ancak Atatürk’ün direktifi ile büsbütün dağılmaktan kurtarabilmişti.” Şeklindeki sözlerini o dönem sert ve haksız bulduğunu belirtmense karşın, daha sonrasında bu görüşlere itimat ettiği fikri hasıl olmaktadır.
4
Kitabın devamında Atatürk tarafından Meclis üyelerine okunan ve Lozan görüşmeleri esnasında İsmet Paşa ile aralarında geçen birtakım yazışmaların da yer aldığı konuşmada, bu dönemde aralarında yaşanan bazı anlaşmazlıklara değinilmekte, bu vesileyle Atatürk’ün Fethi Okyar’ı Başvekilliğe daha uygun görmesinin de bazı ipuçları yazar tarafından görülmektedir. Nitekim Fethi Bey’in kısa süren görevi sonrasında, yine İsmet Paşa’nın isminin zikrediliyor olması başını Rauf Orbay’ın çektiği muhalif kesimi ziyadesiyle rahatsız etmekte, hatta o dönem hilafetin kaldırılması tartışmalarında bunun aleyhinde cephe alanların bile, cumhuriyet ilanından sonra başa İsmet Paşa’nın geçeceği saikıyla bu muhalefeti sürdürdüklerine işaret edilmekte. Buradan da İsmet Paşa’ya karşı çok yoğun bir muhalefetin sergilendiğini yazar açık bir şekilde ifade etmekte. Dönemin çalkantılı siyasi gündemi içerisinde yaşanan bu güven bunalımı şüphesiz ki İsmet Paşa için olduğu kadar Atatürk için de sıkıntılı bir durum oluşturmakta, Atatürk yaşanan bu hizipleşmelere müdahale ihtiyacı hissetmekteydi. Nitekim sorunların aşılmasında onun sergilediği uzlaştırıcı tutumun etkileri yazar tarafından açıkça dile getirilmekte. Ne var ki, zaman zaman İsmet Paşa ile Atatürk ile aralarında geçen tartışmalar ve hatta yazarın ifadesiyle İsmet Paşa’nın bazı durumlarda göstermiş olduğu alınganlıklar Atatürk’ü ziyadesiyle üzen konular olarak da ifade edilmiştir. 1925’lerde Takrir-i Sükun Kanunu’nun iktidara sağladığı emniyet ve huzur ortamı içerisinde rahat bir nefes alma imkanı bulan İsmet Paşa, yazarın ifade ettiği üzere Atatürk’ün desteğiyle kendisine olan güvenini tazelemiş, buna karşın bir rehavet ortamına da girmiş bulunmakta idi. Öyle ki, bu dönemde yapılan bazı yolsuzluklara karşı sessiz kalındığı, özellikle ihalelerde yapılan usulsüzlüklerle gündem olunduğu ifade edilmekte. Bununla birlikte, 1925 sonrasında Atatürk’ün İsmet Paşa’yı kendi haline bırakmasının, onun Meclisteki samimi taraftarlarının sayısının azalmasına da yol açtığı ifade edilmekte. Bu dönem sonrasında da Atatürk ile İsmet Paşa arasında ikili ilişkilerde yaşanan bazı gerilimlerin özellikle davetlerde ve yemeklerde estirdiği soğuk rüzgarlardan bahseden yazar, o dönem anlamakta zorlandığı bazı konuların zamanla kendisi için daha anlaşılır olduğunu
5
belirterek İsmet İnönü’nün sergilediği alınganlıkların altında Atatürk’e karşı duyduğu ikinci adam olma, geride kalma psikolojisinin etkili olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Atatürk’ün ölüm döşeğine düştüğü dönemde İsmet Paşa’nın takındığı tavrı “… daha şimdiden Atatürk’ün yerine geçip oturmak gururunu, azametini taşımaya başlamıştı” sözleri açık bir şekilde ifade etmektedir. Atatürk’ün ölümü üzerine ülkeye dönen yazar, bir vesile ile görüştüğü İsmet İnönü’den duyduğu “Ah, Atatürk’ü çok vakitsiz kaybettik” sözünü; “… kuşkular içindeydi ve kendisini ilk defa böyle bir tehlike karşısında yalnız hissediyordu. Gerek askeri, gerek siyasi kariyerinde Atatürk’ün liderliği altında vazife görmeye alışmış olmanın tabii neticesi saymak lazım gelirdi bu yalnızlık hissini” şeklinde yorumlamakta, adeta kitabın ilerleyen bölümlerinde yer alan ve Halk Partisi’nin düşeceği zor durumlara bir projeksiyon tutmaktadır. Bununla birlikte, kağıt paralarda ve pullardan Atatürk’ün resimlerinin çıkartılıp İnönü’nün resimlerinin konulmasının halk vicdanındaki etkilerinin yanı sıra, Etnografya Müzesinde yatmakta olan Atatürk için bir anıt mezar yapılması konusunda baştan savma yapılan işlere kadar bir dizi eylemin de yazardaki bıraktığı hayal kırıklığına işaret edilmektedir. Nitekim Atatürk’ün Çankaya’da gömülme isteğine karşın, dönemin Cumhurbaşkanlığı Genel sekreteri Kemal Gedeleç’in “İnönü’ye demek ki bir türbedarlık vazifesi verilecek” sözleri, daha sonrasında aynı kişinin girişimleri ile Anıtkabir’in şu anki yerine inşası ve böylelikle bu bölgede bulunan kendi arsalarının da değerinin artırılması gibi bir dizi olayı işittiğini de anlatmaktadır. Bunlardan başka, Halk Partisi’nin teşkilatının valiler ve kaymakamların eline teslim edildiğinden sonra halk ile alakasının kesildiği, tamamıyla bürokratik bir şekil aldığından, Atatürk’ün ilkelerinden uzaklaşıldığından da bahsedilmektedir. Bununla birlikte, Demokrat Parti’nin din konusunu kullanmaları üzerine Halk Partisi’nin de pragmatist bir yaklaşım tazı sergileyerek, geminin dümenini soldan sağa çevirdiği, okullarda din dersi, Köy Enstitülerinin kaldırılması vb. bir takım tavizler verilmesi yoluna gidildiği belirtilmektedir.
6
1950 seçimlerinde Halk Partisi’nin uğradığı hezimetin aslında süregelen idaresizlik ve başıbozukluğun bir neticesi olduğunu dile getiren yazar, bu seçim yenilgisinin partide bazı uyanış kıpırtılarına da neden olduğunu, bunun en bariz yansımasının ise parti Genel Sekreterliğine İnönü’nün aday gösterdiği Nihat Erim yerine Kasım Gülek’in getirilmesi olduğunu belirtmektedir. Öyle ki, bu seçimin aslında rasyonel gerekçelerden çok, İsmet Paşa’ya karşı parti içerisinde takınılan muhalif bir tavır olduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte, Halk Partisinin seçimi ezici bir şekilde kaybetmesinin altında yatan kronik sorunların çözümlenmesine parti üst yönetiminden bazı kişilerin karşı çıktığını, İsmet İnönü dahil gerçeklerle yüzleşmekten çekindiklerini ifade etmektedir. “Evet, adıyla sanıyla Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk devrimlerinin anası tarihî teşekkül, yıllardan beri kocaman bünyesini kemiren iç çelişmeleriyle bir deri bir kemik kalmıştı. Ölümle dirim arası bu halinde acaba vücuda vurulacak bir autocritique neşterine dayanabilir miydi? Acaba bir dokunuşta tuzla buz olup gitmez miydi?” Yazar bu dönem sonrası İsmet İnönü’sünü yalnız, siyaseten dışlanmış ve daha münzevi bir karakter olarak betimlemekte. Öyle ki, parti içinden ve dışından muhalifleri kendisine manevra alanı bırakmayacak derecede yalnızlaştırmış Milli Şefi. Bununla birlikte, halkın da büyük kitlelerle rağbet gösterdiği oluşum Demokrat Parti iken, kalan Halk Parti taraftarları arasında İsmet Paşa’nın namı pek de iyi anılmamakta. O dönem Türkiye’sinde yaşanan siyasi çekişmelerin sosyal hayata etkileri, 27 Mayıs dönemine götüren sürecin sancıları detaylarıyla yer almamakta kitapta. Bununla birlikte, özellikle üniversite gençliğinden ve gençlik hareketine katılanların eylemlerindeki yönlendirmelerden, yazar tarafından partilerin dirijan kadroları olarak nitelendirilen bazı kişilerin etkilerinden söz edilmekte. Bunun neticesinde yaşanan gelişmeler ile, İsmet İnönü’nün meclis kürsüsünden “bak olacaklara karışmam” tarzındaki tehdit kokan uyarılarından da bahsedilmekte. Akabinde yaşanan müdahale ve bu süreçte Halk Partili bazı kişilerin sergilediği tavırların pervasızlığı ve külah kapma çabaları da yazar tarafından döneme ilişkin dile getirilen ayrıntılar arasında yer almakta.
7
Ayrıca, Milli Birlik Komitesi’nin yönetime el koymasından sonra, İsmet İnönü başta olmak üzere Halk Partili bazı siyasetçilere de itibar etmediği, onların tecrübelerinden faydalanmak yerine kendi belirledikleri kişilerden destek aldıkları belirtilmekte, yazarı Milli Birlik Komitesi kontenjanından Kurucu Meclise aday gösterdikleri ifade edilmektedir. Bu bölümle ilgili olarak dikkat çeken bir diğer husus da, gerek Yassıada yargılamaları ve gerçekleştirilen idamlar, gerekse müdahale dönemine ilişkin diğer eylemlerden üstünkörü de olsa hiç mevzu bahis edilmemesidir. Bunun nedenleri ve bazı konuların neden eserin kapsamı dışında tutulduğu tam olarak anlaşılamamıştır. Kitabın son bölümünde, yazardaki hayal kırıklıkları ve İsmet İnönü hakkında gençlik yıllarında beslediği güzel duyguların yerini alan tersi duyguların izlerine daha açık bir şekilde rastlanmakta. Öyle ki, 1961 seçimlerinde elde edilen sonuç her ne kadar İsmet Paşa için başarı olarak algılansa da bunun pek de öyle olmadığı dile getirilmekte, yazarın bağımsız milletvekili olarak mecliste geçirdiği son dönemlerde şahit olduğu olaylardan duyduğu siyasi tatminsizlik ve üzüntü açıkça dile getirilmektedir. Yakup Kadri, anılarını kaleme aldığı bu eserinde de romancı tavrını elden bırakmamakta, kitabın yazımında gözlemciliğe ağırlık vermektedir. Olayları, kişileri izleyen, gördüklerini duyduklarını çözümleyici bir anlatımla aktaran üçüncü kişidir sanki. Üstelik olan bitenle değil, olayların içindeki kişiler önemlidir onun için. Politikada 45 Yıl’ın odağında İsmet İnönü’nün olduğunda hiç şüphe yoktur. Öyle ki Atatürk dönemi anlatılırken bile kitabın üzerinde yoğunlaştığı isim İsmet Paşadır. Kitabın birçok yerinde dile getirilen düşünce, milli mücadelenin en başından bu yana Atatürk’ün çevresinde olan İsmet İnönü’nün zaman içerisinde onun düşünce ve devrimlerinden siyasi ihtiraslar nedeniyle uzaklaştığı ve Atatürk tarafından kurulan Halk Partisi’nin kendi ilkelerinden verdiği tavizler nedeniyle yazarda bıraktığı hayal kırıklığı teması yoğun bir şekilde işlenmektedir.
8
Ancak, yukarıda da belirtildiği gibi, kitapta ayrıntı denilebilecek kadar bazı olayların detaylarından bahsedilirken, Demokrat Parti’nin kapatılması, o dönem yöneticilerinin yargılanması, gerçekleştirilen idamlar, o dönem yaşanan diğer gelişmeler gibi konulara yer verilmemesi eserin bir eksikliği olarak görülmektedir.
9