T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
OSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839- 1841 ARASI OSMANLI-MISIR İLİŞKİLERİ VE DÜVEL-İ MUAZZAMA
Danışman Prof. Dr. Nesimi YAZICI
Hazırlayan Ramazan ATA 5922506
ANKARA-2011
İÇİNDEKİLER Özet ..................................................................................................................................... I Summary ............................................................................................................................ V Önsöz .................................................................................................................................. 1 Kısaltmalar ........................................................................................................................ 6 Giriş .................................................................................................................................... 7 BİRİNCİ BÖLÜM MISIR VE MISIR MESELESİYLE İLGİLİ ÖNEMLİ DEVLET ADAMLARI I- Mısır’ın Osmanlı Devleti’ndeki Yeri .............................................................................. 12 II- Dönemin Önemli Osmanlı Devlet Adamları ................................................................. 15 III- Dönemin Önemli Mısırlı Devlet Adamları .................................................................. 21 IV- Dönemin Önemli Avrupalı Devlet Adamları ............................................................... 25 İKİNCİ BÖLÜM (1831- 1839) MEHMET ALİ PAŞA’NIN YÜKSELİŞİ VE ÖNASYA’YA YAYILMA POLİTİKASI I- Kütahya Antlaşması Sonrasında Mehmed Ali Paşa’nın Faaliyetleri ve Osmanlı Devleti’ne Etkileri ................................................................................................................................. 30 II- Mehmet Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu’ya Yayılmak İstemesinin Nedenleri ve Yaptığı Faaliyetler ............................................................................................................................ 41 III- 1831- 1839 Arası Osmanlı Devleti’nin Verdiği Tavizler ve Mısır’ın Etkisi ............... 49 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (1839) NİZİP YENİLGİSİNDEN TANZİMAT’IN İLANINA MISIR MESELESİ I- Nizip Yenilgisi ve Osmanlı Devleti’ne Yansımaları ....................................................... 55 II- II Mahmut’un Ölümü ve Abdülmecid’in Tahta Çıkışı .................................................. 62 III- Osmanlı-Mısır İlişkilerine Düvel-i Muazzama’nın Müdahalesi ve Nedenleri ............. 67 IV- Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nazırlığı ve Tanzimat’ın İlanı ................................ 75 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM (1839- 1840) TANZİMAT’TAN LONDRA ANTLAŞMASI’NA MISIR MESELESİ I- Tanzimat’ın İlanı ve Düvel-i Muazzama......................................................................... 88 II- Londra Görüşmeleri Sürecinde Bölgenin Durumu ........................................................ 98 III- Londra Görüşmeleri ve Birinci Londra Antlaşmasının İmzalanması……………...…107 IV- Osmanlı Devletinin Mehmed Ali Paşa ve Düvel-i Muazzama Hakkında Düşünceleri 112 V- Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti ve Düvel-i Muazzama Hakkında Düşünceleri 119 VI- Düvel-i Muazzamanın Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa Hakkında Düşünceleri 124 BEŞİNCİ BÖLÜM (1840- 1841) LONDRA ANTLAŞMALARI VE MISIR MESELESİNİN ÇÖZÜLMESİ I- Londra Antlaşmasının Mehmed Ali Paşa tarafından Kabul Edilmemesi ve Sonuçları .. 137 II- Mehmed Ali Paşa Yönetimindeki Yerlerin Müttefik Kuvvetlerce Geri Alınması ........ 159 III- İbrahim Paşa’nın Önasya’daki Faaliyetleri ve Geri Çekilmesi .................................... 165 IV- Abdülmecid’in Mısır Fermanı Yayınlamasının Nedenleri ve Sonuçları ...................... 181 V- İkinci Londra Görüşmeleri ve Londra Antlaşması ....................................................... 204 VI- Mısır Meselesinin Osmanlı Tarihi Açısından Sonuçları .............................................. 207 SONUÇ ............................................................................................................................... 233 KAYNAKÇA ..................................................................................................................... 244
ÖZET OSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839-1841 ARASI OSMANLI-MISIR İLİŞKİLERİ VE DÜVEL-İ MUAZZAMA Ata, Ramazan Doktora Tezi Tez Danışmanı: Prof. Dr. Nesimi Yazıcı 249 sayfa
Tez’de, Osmanlı Devleti ve Mısır arasında yaşanan savaşın 1839- 1841 yılları arasını ele alarak, bunun Osmanlı Devleti’nde meydana getirdiği siyasî, ekonomik ve toplumsal değişimleri incelemeye çalıştım. Osmanlı Devleti’nin Karlofça antlaşmasından sonra Avrupa devletleri karşısında aldığı ardarda yenilgiler yönetenlerin ve halkın moralini bozuyor, buna karşı ne gibi tedbirler alınabileceği özellikle yöneticiler ve aydınların kafasını meşgul ediyordu. 1789 Fransız ihtilali tarihin gidişatını kökten değiştirip, çok uluslu imparatorlukların yaşamasını zorlaştırdı. Dönemin Padişahı III. Selim, sistemde bazı değişiklikler yapsa da geleneksel yapı ile bağlarını koparacak imkanı bulamadı. III. Selim’den sonra Padişah olan II. Mahmud, devleti değiştirmek yönünde daha cesur adımlar attı. Kendisinin vefatından sonra devleti paradigma değişikliğine götürecek aydın ve yöneticilerin yetişmesine azami gayret gösterdi. II. Mahmud, birçok reform yapmasına rağmen zaman ve şartlar uygun olmadığı için paradigma değişikliğini gerçekleştiremedi. Osmanlı Devletini paradigma değişikliğine götüren 1839 yılında yaşanan 4 olay olmuştur. Bu olaylar; 24 Haziran’da Osmanlı ordusunun Nizip savaşında Mısır ordusuna yenilmesi, 2 Temmuz’da II. Mahmud’un ölüp yerine tecrübesiz Abdülmecid’in Padişah olması, hemen bunun ardından Osmanlı donanmasının önemli bir kısmının bizzat komutanı Ahmed Fevzi Paşa tarafından götürülüp İskenderiye’de Mehmed Ali Paşa’ya teslim edilmesi, 27 Temmuz’da Avrupa devletlerinin savaşa hemen son verilmesi için her iki tarafa da ortak bir nota vermesidir. Bütün bu olayların halkta ve aydınlarda yarattığı şok, Mısır meselesinin ne pahasına mâl olursa olsun çözülmesi noktasında bir konsensüs oluşturdu. Bütün kesimlerde oluşan uzlaşma havası, Mustafa Reşid Paşa’yı yapılacak köklü değişiklikler için Padişahı ikna noktasında cesaretlendirdi. Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinin çözümü konusunda Avrupa devletleri ve kamuoyunun desteğini sağlamak için köklü bazı değişikliklerin yapılması gerektiğine Padişah’ı ikna etti. Osmanlı Devleti’nde paradigma değişikliğinin mührü olan Tanzimat bu şartlarda 3 Kasım 1839’da ilan edildi. Böylece Mısır meselesinin çözümü için devam eden Londra görüşmelerinde Avrupa devletlerinin ve kamuoyunun desteği garanti altına alınmış oldu. Tanzimat’ın ilanı ile Osmanlı Devleti geleneksel yapısından geri dönülemez biçimde ayrıldı.
SUMMARY 1839-1841 OTTOMAN EMPIRE AND EGYPT AFFAIRS AND GREAT POWERS UNDER THE LIGHT OF OTTOMANS’ SOURCES Ata, Ramazan Doctorate Thesis Thesis Adviser: Prof. Dr. Nesimi Yazıcı 249 page In the thesis the issue and the war from 1839- 1841 between Ottomans and Egypt, and the follow up results of that issue and politic, economic and social changes that was created in Ottomans were observed. The continous defeats to the European Counties following the treaty of Karlofça upset the governors and the public, besides it made the governors and intellectuals think about the possible precaution against the issues. 1789 French Revulotion changed the trend of the world history drastically and made survivability of the multi Ethnicity Empire more difficult. The Sultan of that era Selim III, couldn’t disengage totally even though he made some changes in the siytem of the empire. The following Sultan Mahmut II did more daring measures in the direction of changing the siystem of the empire. Before his death he did his best to bring up the intellectuals and governors, staffs who would change the paradigm of the empire. Because of the conditions and the period Mahmut II wasn’t able to change the paradigms of the empire although he had made lots of Reforms. 4 issues made the Ottomans undergo a paradigm change in 1839. They are; the defeat of Ottoman army to Egyptian army on 24 th of June in Nizip Battle, the death of Mahmut II on 2nd of July and his inexperienced son Abdülmecid’s becoming Sultan, immediately after this Ahmed Fevzi Pasha’s givinig up the majorty of the Navy to Mehmet Ali Pasha at Alexandria and on 27th of July European States delivering a note to the both sides to cease the war. The shock of all those issues among the public and the intellectual created a consensus to solve the Egypt Issue at all cost. This conciliatory atmosphere among the all sides encouraged Mustafa Reşid Pasha to persuade the Sultan about the possible radical changes. Mustafa Reşid Pasha persuaded the Sultan about some necassary radical changes to gain the support of the European states to solve the Egypt Issue. The Administrative Reforms which can be regarded as the sign of the paradigm changes in Ottomans was declared on November 3, 1839 under these sircumstances. So at the ongoing Londan Interviews -about the solving The Egypt Issue- the support of the European States and publics were guaranteed. With the decleration of The Administrative Reforms the Ottomans left its traditional structure totally.
ÖZET OSMANLI KAYNAKLARINA GÖRE 1839-1841 ARASI OSMANLI MISIR İLİŞKİLERİ VE DÜVEL-İ MUAZZAMA “Osmanlı Kaynaklarına Göre 1839-1841 Arası Osmanlı-Mısır İlişkileri ve Düvel-i Muazzama” isimli tezimiz beş bölümden meydana gelmektedir. Birinci Bölüm 4 Başlıktan oluşmaktadır; Birinci başlıkta, Mısır’ın Osmanlı Devleti’ndeki yeri ve önemi bazı kaynaklar ve belgeler ışığında kısaca özetlenmiştir. İkinci Başlıkta, dönemin önemli Osmanlı devlet adamları ve karakterleri incelenmiştir. Devlet adamlarının kişiliklerinin, karakterlerinin ve şahsiyetlerinin meselelerin ortaya çıkmasında önemli etkileri olduğu araştırmamızdan anlaşılmış ve bu durum kendi görüşleri ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde Mısır meselesi ile ilgili olarak Hüsrev Paşa (ö. 1855), Ahmed Fevzi Paşa (ö. 1843), Sadık Rıfat Paşa (ö. 1857), Namık Paşa (ö. 1892) ve Mustafa Reşid Paşa (ö. 1858) ismi öne çıkmaktadır. Birinci bölümünün üçüncü Başlığında, dönemin önemli Mısırlı devlet adamları ile meseleye bakışları incelenmiştir. Mehmed Ali Paşa (ö. 1849) ve oğlu İbrahim Paşa (ö. 1848), Mısır meselesinin gelişmesinde en önemli rolü oynayan figürlerdir. Birinci kısmın dördüncü Başlığı altında, Mısır meselesi ile ilgili dönemin önemli Avrupalı devlet adamları ele alınmıştır. Bu sırada Mısır meselesi ile ilgili önemli Avrupalı devlet adamları; İngiltere’de Palmerston (ö. 1865) ve Ponsonbi (ö. 1855), Avusturya’da Matternih (ö. 1859) , Rusya’da Nesselrode (ö. 1862) ve Brunof (ö. 1875), Fransa’da Tiers (ö. 1877) ve Guizot (ö. 1874) öne çıkmaktadır. Mehmed Ali Paşa’nın Yükselişi ve Asya’ya Yayılışı ismini taşıyan İkinci Bölüm, 18311839 arası Mısır meselesi ve Düvel-i Muazzama’nın buna müdahalesini, sebep ve sonuçları ile incelediğimiz üç kısımdan meydana gelmektedir. Birinci Kısımda, 1839 yılına kadar Mısır meselesinin geçirdiği inişli çıkışlı aşamalar, kaynaklar ve belgeler ışığında ele alınmıştır. Avrupa devletleri meseleye tekrar müdahale gereği duymuşlar ve uzun görüşmeler sonunda 3 Mayıs 1833 tarihinde Kütahya Antlaşması imzalanmıştır. Daha sonraki Kısımda, Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’da iktidarını güçlendirmek için Suriye ve Anadolu’ya ihtiyacı olduğu etraflı biçimde açıklanmıştır.
I
İkinci Bölüm’de son olarak, Tanzimat öncesinde Osmanlı Devleti’nin verdiği tavizler ve buna Mısır meselesinin etkisi incelenmiştir. 1831-1839 yılları arasında Osmanlı Devleti, Mısır meselesini çözmek için büyük devletlere birçok tavizler vermek zorunda kalmıştır. Üçüncü Bölüm’de Nizip yenilgisinden Tanzimat’ın ilanına kadarki kritik dönemin incelendiği beş kısım bulunmaktadır. Birinci Kısımda, Nizip yenilgisi ve Osmanlı Devleti’ne yansımaları geniş biçimde incelenmiştir. 1839 yılı Osmanlı Devleti için bir dönüm noktası olmuştur. 24 Haziran1839’da Osmanlı ordusu Nizip’te Mısır kuvvetleri karşısında yenilgiye uğramış, 2 Temmuz’da II. Mahmud (ö. 1839) bu yenilgiyi öğrenemeden acılar içinde vefat etmiş ve yerine en büyük oğlu Abdülmecid (ö. 1861) tahta oturmuş, 27 Temmuz’da Avrupa devletleri savaşın durdurulması için nota vermiş, 3 Kasım’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti, deyim yerindeyse paradigma değişikliğine gitmiştir. Tezimizin bunu izleyen Kısmında, II. Mahmud’un ölümü ve yerine oğlu Abdülmecid’in tahta çıkmasıyla bunun yarattığı sonuçlar etraflı biçimde ortaya konulmaya çalışılmıştır. İkinci Bölüm’de daha sonra, Düvel-i Muzzama’nın 27 Temmuz 1839’da Osmanlı Devleti’ne bir nota vererek savaşa son vermesini ve mesele kendileri tarafından çözülene kadar mevcut durumu korumasını istemeleri geniş biçimde incelenmiştir Üçüncü Bölüm’ün sonunda, Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nazırlığı’na getirilmesi ve Tanzimat’ı ilan etmesi yerli ve yabancı kaynaklar ışığında geniş biçimde sebep ve sonuçlarıyla ele alınmıştır. Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı Devleti’nin birliğini, Avrupa devletlerini bu amaç için birleştirerek sağlamaya çalışmış ve bu konuda değişik yöntemler kullanarak 1860’lı yıllara kadar başarılı olmuştur. Dördüncü Bölüm’de, Tanzimat’tan Londra Antlaşması’na kadar Mısır meselesinin gelişimi, altı başlık altında ortaya konulmuştur; Birinci Başlık’ta, Tanzimat’ın ilanı ve büyük devletlerin buna etkisiyle bu süreçteki rolleri ele alınmıştır. Tanzimat döneminde merkezileşme artmış ve devlet daha görünür hâle gelmiştir. II. Mahmud, yeni dönemin gelişmelerine ayak uyduramayan devlet yapısını bütün kurumları ile reforma tabi tutmuş ve deyim yerindeyse Paradigma değişikliğine giderek bunun için referans noktası olarak Batı’yı almaya başlamıştır. Bunu takip eden iki Başlıkta, Londra görüşmeleri ve Londra Antlaşması bütün boyutları ile incelenmeye çalışılmıştır. 27 Temmuz 1839’da Avrupa devletlerinin savaşa son vermeleri için Osmanlı Devleti’ne verdikleri notadan hemen sonra Viyana’da bu meseleyi kökünden çözmek için Avusturya Başvekili Matternih’in himayesinde taraflar arasında görüşmeler başladı.
II
Dördüncü Başlık’ta, Londra Antlaşması sürecinde Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa ve Avrupa devletleri hakkındaki düşünceleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Beşinci Başlık altında, Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti ve Düvel-i Muazzama hakkındaki düşünceleri kaynaklar ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu bölümün sonunda, Düvel-i Muazzama’nın Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa hakkında düşündükleri dönemin canlı şahitleri ve değişik kaynaklar ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır. Fransa, Napolyon devrinden itibaren Osmanlı Devleti’ni çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmıştır. Rusya, devlet politikası olarak sıcak denizlere inmeyi hedeflediği için Osmanlı Devleti aleyhine ilerlemişse de 1830’lu yıllardan itibaren Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının kendisine vereceği zararları görerek politikalarını bu devletin yaşaması yönünde değiştirmiştir. Avusturya ve İngiltere, Londra görüşmeleri sürecinde Osmanlı Devleti’ni gerek diplomatik olarak gerek maddî olarak en fazla destekleyen devletler olmuşlardır. Tezimizin Beşinci ve son bölümünde, Londra Antlaşmasının imzalanmasından Mısır meselesinin çözümüne ve bu durumun Osmanlı tarihi açısından doğurduğu sonuçlara kadar ortaya çıkan durum altı başlık altında geniş biçimde ortaya konulmaya çalışılmıştır. Son bölümün birinci Başlığında, Londra Antlaşması’nın Mehmed Ali Paşa tarafından kabul edilmemesi ve bunun yarattığı sonuçlar incelenmiştir. 15 Temmuz 1840 tarihinde imzalanan Londra Antlaşması’nı Fransa dışındaki devletler imzaladı. İngiltere Hariciye Nazırı Palmerston, bu antlaşmaya uymaması veya aleyhinde bir harekete girişmesi durumunda Avrupa devletler sisteminden dışlanacağı konusunda Fransa’yı uyardı. Bunun üzerine Fransa, antlaşmaya karşı çıksa da aleyhinde bir girişimde bulunmaya cesaret edemedi. Mehmed Ali Paşa bütün tekliflere karşı kendisine II. Mahmud döneminde vaad edilenlerden bir adım geri atmayacağını belirterek katı bir tutum takındı. Bu bölümün ikinci Başlığında, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine müttefik kuvvetlerin karada ve denizde işgalleri bitirmek için yaptıkları harekât geniş biçimde ele alınmıştır. Mehmed Ali Paşa antlaşmayı kabul etmeyip hatta İstanbul’a hareket emri vereceğini belirtince müttefik güçler harekete geçti. Hem Mısır birlikleri her yönden sıkıştırılmaya başlandı hem de Mısır çıkarlarına karşı yoğun bir propaganda faaliyetine girişildi. Bunun sonucunda İbrahim Paşa komutasındaki Mısır birlikleri Suriye, Lübnan ve Anadolu’da çok zor duruma düştüler. Bunu takip eden Başlıkta, İbrahim Paşa’nın Hicaz, Suriye ve Anadolu’daki faaliyetleri ve bundaki temel amaçları ortaya konulmaya çalışılmıştır. İbrahim Paşa bütün şartları değerlendirerek Mısır’a dönmekten başka çare kalmadığını gördü ve çok zorlu bir yolculuğa çıktı. İskenderiye Antlaşması’nın kabulü ile her iki taraf da savaşmaya son verdi. III
Dördüncü Başlıkta, Abdülmecid’in Mısır Fermanı yayınlamasının neden ve sonuçları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devleti ve Avusturya meselenin kökten halli için Mısır’ın tamamen ele geçirilmesini isteseler de İngiltere’nin desteği olmadan bunu başaramayacaklarının farkındaydılar. Bu bölümün beşinci Başlığında, İkinci Londra Antlaşması ve bu antlaşmanın imzalanma süreci yerli ve yabancı kaynaklar ışığında incelenmiştir. Birinci Londra Antlaşması ve devam eden süreçte yayınlanan Mısır Fermanı ile Mısır meselesi çözülmüştü ama Avrupa devletlerinin bu meseleye müdahalesinin en önemli sebebi olan Boğazlar meselesi henüz çözülememişti. Altıncı ve son Başlıkta, Mısır meselesinin Osmanlı Devletine verdiği zararlar ve bu cihan devletini götürdüğü noktalar bütün boyutları ile incelenmeye çalışılmıştır. II. Mahmud, Avrupa yardımını sağlamak için batıya dönük köklü reformlara girişmiş ve bu dönem danışma kurulları vasıtasıyla Osmanlı Devleti’nde Paradigma’nın değiştiği dönem olmuştur.
IV
SUMMARY UNDER THE LIGHT OF OTTOMANS’ SOURCES 1839-1841 OTTOMAN EMPIRE AND EGYPT AFFAIRS AND GREAT POWERS The thesis named “Under the Light of Ottomans’ Sources 1839-1841 Ottoman Empire and Egypt Affairs and Great Powers” is composed from five main chapters. The first chapter consists of four parts; In the first part, Egypt’s attitude and its importance in Ottoman Empire is observed under the light of sources and documents and summarized shortly. In the second part, fore coming statesmen and characters of that period were examined. During this work it is observed that personalities and characters of the statesmen of that time’s had great impact over the cases and this is proved with the help of their own views as well. In this period of time Hüsrev Pasha’s ( D.1855 ), Ahmed Fevzi Pasha’s( D.1843 ), Sadık Rıfat Pasha’s( D.1857 ), Namık Pasha’s( D.1892 ) and Mustafa Reşid Pasha’s( D.1858 ) names come into prominence in Ottomans about the cases related with Egypt. In the third part of the entrance; period’s for coming Egyptian statesmen and their views were. Mehmed Ali Pasha ( D.1849 ) and his son Ibrahim Pasha( D.1848 ) were among the most important figures on developing of the case. In the fourth part of the first chapter; some European statesmen of the era related with Egypt case is handled. Being fore coming European statesmen of the era in England Palmerston ( D.1865 ) and Ponsonbi ( D.1855 ), in Austria Matternih ( D.1859 ), in Russia Nesselrode ( D.1862 ) and Brunof ( D.1875 ) , in France Tiers ( D.1877 ) and Guizot ( D.1874 ) come into prominence. The second chapter named ‘The Rise of Mehmed Ali Pasha and His Expansion to Asia’, Ottoman Empire and Egypt affairs from 1831 to 1839 and Great Powers’ interfering to the issue is consist of three parts with reasons and results. In the first part Egypt Issue’s unstable process in 1839 are held under documents and sources. Thereupon European states needed to involve the issue again and after the extended interviews Kütahya Treaty was signed on the 3th May 1833. In the next part while the reasons of Mehmed Ali Pasha’s aim to stretch in Anatolia are examined, it is stated obviously that Mehmed Ali Pasha needed Syria and Anatolia to foster his governance in Egypt.
V
In the first part finally, the compromises that were given by Ottomans before Administrative Reforms and the affects of Egypt issue over those reforms are held widely. Between1831-1839 Ottomans were obliged to give lots of compromises to the great powers. The third chapter is corporated of four parts in which critical period from Nizip defeat to the Administrative Reforms is examined. In the first part, Nizip defeat and its effect of Ottomans is widely examined under the light of sources and documents. 1839 was a critical point for Ottomans. Ottoman army was defeated to Egyptian army on 24th of June, on 2nd of July Mahmud II (D.1839) died sorrowfully without learning that defeat and his oldest son Abdülmecid (D.1839) became Sultan, on 27 th of July European States delivered a note to cease the war, on the 3th of November Ottomans declared the Administrative Reforms and changed its paradigms. In this part of our thesis the death of Mahmud II and his son Abdülmecid’s becoming Sultan and is examined thoroughly with its results. In the third part, Great Powers’ delivering a note to Ottomans on 27th July 1839 to end the war and keep the current situation till they solve the problem in their directorate was examined thoroughly. The defeat of Ottomans by its own governor of a district was a potential risk for European states and could harm them as well. Thus Egypt issue should be solved in a way that is useful for each side. England and Austria didn’t support to give any compromises to Egypt, while France supports to watch Egypt’s rights. Besides all given compromises, Mustafa Reşid Pasha’s diplomatic ability forced all European states except France to support Ottomans in the solution processes of Egypt issue. In the fourth part, Mustafa Reşid Pasha’s appointment to be the grand vizier and his declaring Reforms are examined with its effects and results under the light of inner and outer documents and sources. Reşid Pasha tried to keep the unity of Ottomans by convincing European states around this aim and he was successful till 1860s by using different methods. In the fourth chapter, from the declaration of the Reforms to London Treaty the process of Egypt Issue is examined in six parts. Under the first title, the declaration of the Reforms and Great Powers’ effects and roles on this declaration is analyzed. In Reform period the centralization was increased and the structure of the state became more visible. Mahmud II modernized all the state institutions and redesigned the ones that couldn’t keep up with this innovation namely he made paradigm change by taking up European values as reference. In the following parts, London interviews and London Treaty are tried to be held with all aspects. Soon after European states’ delivering a note on 27th July 1839 to the sides of the VI
interviews to solve the issue totally, they started the interviews in Vienna under the observation of Austrian Prime Minister Matternih. Under the fourth title, Ottomans thoughts about Mehmed Ali Pasha and European states are tried to be examined. In the fifth part Mehmed Ali Pasha’s opinions about Ottomans and Great powers are held in the light of documents. Mehmed Ali Pasha had an extremely ambitious personality. At the end of this part, Great Powers’ remarks on Ottomans and Mehmed Ali Pasha are surveyed in the light of various documents and living witnesses of the era. Matternih and Palmerston tried all diplomatic methods in order to solve the problem without a war. In the fifth and the last chapter of the thesis, from the singing of London Treaty to the solution of Egypt issue and effects of that case in Ottomans history are surveyed widely in the light of documents and consisted of six parts. Under the first part of the last chapter, Mehmed Ali Pasha’s objection to the London Treaty and the results of this situation are examined. All the countries signed the London Treaty except France on 15th of June, 1840. English Foreign Minister Palmerston warned France that it should accept the treaty if France would not sign and against the treaty, it could be isolated from the European states. Thereupon France didn’t dare to act against the treaty even it objected it. In spite of all the offers Mehmed Ali Pasha was strict and proclaimed that he wouldn’t step back the promises that had been given to him during Mahmud II. In the second title of this chapter, upon Mehmed Ali Paşa’s refusal of London treaty, the allied forces started an operation that made over land and sea in order to terminate the invasions is being handled widely in the light of documents and sources. When Mehmed Ali Paşa declared that he would not accept the treaty and also announced that he would give the order of the operation to Istanbul, the allied forces went into action. Both the Egyptian forces were begun to be compressed from all sides and an intensive propaganda process was proceeded against Egypt’s profits. By this way, the Egyptian forces commanded by Ibrahim Paşa got in a very difficult position in Lebanon, Syria and Anatolia. In the following title, the actions and aim of İbrahim Pasha in Hedjaz, Syria and Anatolia were tried to be explained in the light of documents and sources. İbrahim Pasha, evaluating all these conditions, understood the fact that there was no way other than returning to Egypt and started a really difficult travel. By the acceptance of Alexandria treaty, both sides terminated fighting.
VII
In the fourth title, Abdulmecid’s declaring Egypt Firman was tried to be explained with its reasons and results. Although Ottomans and Austria wanted to taking over Egypt totally in order to solve the issue, they knew that this was impossible without England’s support. In the fifth part, Second London Treaty handled in the light of documents and sources. With the first London Treaty and following Egypt Firman this issue was solved, but the most important reason – The Straits Issue- that made the states interfere the issue was still not solved. It was signed in London among Ottomans and five Great Powers on 13th July 1841. In the sixth and the last title, the damage of Egypt issue to Ottomans and the points where that worldwide state was dragged were examined widely with all aspect. Mahmud II proceeded some fundamental reforms in order to get the support of European States, so he could suppress the rebel of his governor which put him into a deep psychological depression and this period was the time that Ottomans’ paradigms were changed totally with the help of consultancy boards.
VIII
ÖNSÖZ
Bilindiği gibi sosyal bilimler, özellikle tarih alanı, fen bilimlerinde olduğu gibi yeniliğin fazla olduğu bir alan değildir. Ancak yapacağımız araştırmalar sonucunda ileri süreceğimiz tez ve anti tezler ile yeni sentezlere ve yorumlara ulaşabiliriz. Osmanlı Tarihi bu gibi çalışmalar için muadili tarihlerle karşılaştırıldığı zaman en bâkir alanlardan birisidir. Osmanlı tarihini bilmeden, Türkiye Cumhuriyeti veya bu coğrafyada bulunan başka devletlerin tarihini tam olarak bilmek mümkün değildir. Günümüzdeki çatışmaların odağında yeralan Ortadoğu ve Arapların tarihini bilmek için Osmanlı Tarihi’ni iyi bilmek gerekir. Yaşadığı altı asra yakın süre içinde dört asır Ortadoğu’nun dirlik ve düzenini sağlayan Osmanlı sistemine modern tarihçilerin çoğu “Pax Ottomana” yani “Osmanlı Barışı” demektedirler. Bu barış XIX. yüzyılda özellikle Fransız İhtilali’nin getirdiği yeni fikirler nedeni ile sarsıldı ve XX. yüzyılda bütün dünyayı saran bir savaşın neticesinde sona erdi. Şunu söyleyebiliriz ki Osmanlı, savaşın icat olduğu topraklarda bütün hatalarına rağmen barışı oluşturmayı ve onu devam ettirmeyi başardı. İngilizler ve Fransızlar sadece kendi çıkarlarını düşündükleri için Osmanlı’dan sonra bölgede barışın hiç şansı olmadı. Osmanlı’nın yıkılışı hükmettiği her yerde dengenin bozulmasına neden oldu ve belki de dengeyi yeniden kurmak yüzyıllar alabilir. İnsanlık bir asırdan fazladır bu barışın sona ermesinin acılarını çekiyor ama buna bir çözüm bulamıyor ve ufukta da yeni bir çözüm görünmüyor. Başta büyük İngiliz tarihçi Arnold Toynbee olmak üzere tarafsız Batılı tarihçilerin çoğu Asya, Avrupa ve Afrika’yı aynı zamanda refah ve mutluluk içinde en uzun süre Osmanlı Devleti’nin yönettiğini kabul ederler. Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’nin boşalttığı alanları dolduramamış ve buraları sadece değişik yöntemlerle sömürge haline getirmişlerdir. Bunda, tezimizde işleyeceğimiz başta Mısır olmak üzere Arap aydınların tarihi iyi bilmemesinin ve taraflı Avrupa kaynaklarından öğrenmelerinin de büyük etkisi vardır. Arap ülkelerinde Osmanlı tarihi asıl kaynaklarından değil başta İngiliz ve Fransızlar olmak üzere Avrupalı tarihçilerin kaleminden öğrenilmiştir. Bu tarihçilerin çoğu ise meseleye kaynaklar ışığında ilmî olarak bakmaktan çok devletlerinin menfaatleri doğrultusunda yaklaşmışlardır. Osmanlı Devleti üç kıtada işgalci gibi
1
gösterilirken, kendileri medeniyetin temsilcileri olarak gösterilip haklı çıkarılmaya çalışılmıştır. Mısır tarih boyunca birçok medeniyete kaynaklık etmiş ve Coğrafî keşiflerden sonra gelişen sömürgecilik akımları için önemli bir hedef olmuştur. Özellikle İngiltere, sömürgeci emellerine ulaşmak için önemli bir kavşak noktasında bulunan Mısır’ın kontrolü altında olmasını siyasî öncelikleri arasında saymıştır. Mısır, Osmanlı yönetimi altında uzun süre huzur içinde yaşamıştır. Ancak Osmanlı Devleti gerilemeye başladığı andan itibaren bölgedeki iktidar mücadeleleri nedeniyle huzur bozulmaya başlamıştır. Bölgeye gönderilen birçok valiler ya öldürülmüş veya görevlerini gerektiği gibi yapmaları engellenmiştir. Mehmed Ali Paşa şahsî yeteneklerini de kullanarak bu karışıklılara son vermiş ve 1805 yılında Mısır valiliğine atanmıştır. Mehmed Ali Paşa için sadece Mısır’ı yönetmek yeterli olmamış, Mısır’da yaptığı idarî, malî, askerî ve tarımsal yeniliklerle ülkeyi kısa sürede Osmanlı Devleti’nin en gelişmiş eyaleti haline getirerek iktidar mücadelesine başlamıştır. Fransa’nın da tesiri ile sınırlarını genişletmek için eline geçen bütün fırsatları kullanmış ve Anadolu içlerine kadar neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan ilerlemeyi başarmıştı. 1831-1841 yılları arasında 10 yıla yakın süre Suriye, Lübnan ve Anadolu’da kaldıktan sonra belki de ilerde Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına neden olacak bedeller ödenerek Mısır’a döndürülebilmiştir. Biz bu çalışmamızda, incelediğimiz Osmanlı arşiv belgeleri ışığında 1839-1841 yılları üzerinde odaklanacağız. Çünkü bu yıllar Osmanlı Devleti’nin yeni bir Paradigma değişimine yöneldiği yıllardır. XV. asırdan itibaren gelişen ve asıl meyvelerini XVIII. yüzyılda veren coğrafi keşifler, XVIII. asırda İngilere’de ortaya çıkıp daha sonra bütün Avrupa’ya yayılan sanayileşme ve 1789 Fransız ihtilalinin ortaya çıkardığı Milliyetçilik Eşitlik ve Özgürlük gibi akımlar artık eski düzen ve fikirlerle devletin yaşamasını imkânsız hale getirmişti. Bütün bunların üzerine ortaya çıkan bir Eyâlet Valisi’nin isyanı, durumu daha da içinden çıkılamaz hale sokmuştu. II. Mahmud’un son dönemi ile Abdülmecid’in ilk dönemini kapsayan bu yıllar, Mustafa Reşid Paşa’nın önderliğinde Osmanıl devlet yapısında köklü değişikliklerin yapıldığı yıllardır. Bu reformların yapılmasında bazı iç nedenlerin yanı sıra Mısır meselesini halletmek için Avrupa desteğini sağlama düşüncesinin de önemli etkisi olmuştur. II. Mahmud’un daha önce hiç olmadığı şekilde kendilerinden örnek alarak birçok alanda reform yapma gayretleri dost veya düşman bütün Avrupa devletlerinin dikkatini
2
çekti. Osmanlı Devleti üzerinde tesiri olabilecek bütün güçler, bu reformların kendi menfaatleri doğrultusunda olması için her türlü baskıyı yaptılar. Mehmed Ali Paşa’nın isyanı yapılan bütün reformların eksen değiştirmesine neden oldu. Nitekim bundan önce reformlar daha çok teknik, hukuk ve eğitim alanlarında yapılırken Mısır isyanından sonra siyasi alanda yapılmaya başlandı. Mısır meselesi nedeniyle Avrupa’nın desteğini almak için liberal reformlar yapan II. Mahmud bunu sağlayamayınca reformları ağırlaştırarak, monarşik olan Rusya ve Avusturya devletlerinin yardımını temin etmeye çalıştı. Rusya, Osmanlı Devleti’ne gerekli bütün yardımı sağlama karşılığında kendisine büyük menfaatler sağlayan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzalayınca, İngiltere yaptığı hatayı anlayarak bunu değiştirmeye yöneldi. II. Mahmud, Rusların tarihî emellerini bildiği ve yakın komşu olmasından dolayı Osmanlı yönetimi altındaki bazı yerleri nüfuzu altına almasından çekindiğinden İngiltere ile tekrar yakınlaşmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Düvel-i Muazzama, Osmanlı Devleti’nin Rus etkisi altına girmesinin ve yıkılmasının tehlikelerini anlayarak onu bu etkiden kurtarmak ve yaşatmak için İngiltere ve Avusturya’nın öncülüğünde devreye girmeye karar verdi. Bunun için Mısır meselesini Osmanlı Devleti lehinde çözerek onun gerçek dost ve müttefiki olduklarını göstermeleri gerekiyordu. Tezimizde, müdahalesini;
Osmanlı-Mısır
Nizip
yenilgisi
ilişkilerini ile
başlayıp,
ve
buna meseleye
Düvel-i Avrupa
Muazzama’nın devletleri’nin
müdahalesinin en önemli sebeplerinden birisi olan Boğazlar meselesinin halledildiği İkinci Londra Antlaşması’nın imzalanmasına kadar sebep ve sonuçları ile ortaya koymaya çalışacağız. Bu 3 yıllık dönemde tabiri caizse Osmanlı Devleti iç ve dış nedenlerin etkisiyle yönünü değiştirmiştir. Tek kişinin yönetiminden birçok danışma meclislerinin kurulduğu müşavereye dayanan çok kişinin yönetimine yani demokrasiye ilk adımlar atılmıştır. Devlet birçok iç ve dış badirelerle uğraştığı için tabiatıyla demokrasiye geçiş adımları sancılı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok milletli yapısı birçok reformun istenildiği gibi uygulanmasını engellemiştir. Tanzimat sırasında Mısır meselesinin de etkisi ile merkezî otoriteyi artırıcı çalışmalar yapılması eyaletlerde büyük karışıklıklara neden olmuş, Avrupa devletleri’nin, Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkların haklarını korumak adına, merkezîleşmenin Tanzimat ilkelerine uymadığı ile ilgili itirazları neredeyse bütün reformların sonuçsuz kalmasına sebep olmuştur.
3
Bu dönemde Türk tarihinin en büyük diplomatı olarak kabul edilen Mustafa Reşid Paşa’nın etkisiyle siyasal sistemdeki ilk reformlar diplomatik alanda yapılmıştır. Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa değişik yöntemlerle birbirine karşı kışkırtılmış daha sonra da barıştırılmak için her ikisinden de büyük çıkarlar sağlanmıştır. Osmanlı Devleti daha önce bir Valisi’nin böyle büyük isyanı ile karşılaşmamıştı. İsyanın bu derece büyüyüp devletin başkentini tehdit eder hâle gelmesinde, II. Mahmud’un yaptığı bazı yanlış uygulamaların etkisi olduğu söylenebilir. II. Mahmud yaptığı reformları uygulamak ve yerli görevlilere kavratmak üzere değişik alanlarda birçok yabancı uzman ve danışman getirtmişti. Değişik alanlarda çalışan ve danışmanlık yapan bu Gayr-i Müslim uzmanların her iki devlet katında da kendi devletlerinin çıkarlarını korumaları gayet doğaldır. II. Mahmud’un Tıbbiye’yi açmak için Fransız, Bahriye Mektebi’nin başına geçmek için İspanyol, İstimbotlarını yönetmesi için bir İskoç, Ordu bandosunu eğitmek için bir İtalyan, Gemi yapımı için Amerikalılar, Deniz kuvvetlerini eğitmesi için İngiliz subaylar, Orduyu ıslah etmesi ve danışmanlık yapması için Prusyalı subaylar getirtmiştir. Buna benzer görevlendirmeler başta Fransız uzmanlar olmak üzere Mısır’da Mehmed Ali Paşa tarafından da yapılmıştır. Özellikle Mehmed Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa’nın yanında Fransız asıllı uzman ve danışmanlar bulunmuş ve onları birçok yönden yanlış bilgiyle kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmişlerdir. Bu durum koca İmparatorluğun yıkılmasının önemli nedenlerinden birisi olmuştur. Bu tez çalışması beş bölümden meydana gelmektedir. Birinci Bölümde, Mısır’ın Osmanlı Devleti’ndeki yeri ele alınarak, 1839- 1841 yılları arasında Mısır meselesi sürecinde etkili olan Osmanlı, Mısırlı ve Avrupalı devlet adamları meseleye bakışları ve sorumlulukları açısından kısaca değerlendirilecektir. İkinci Bölüm’de, meselenin ortaya çıkışından 1838 yılına kadar Mısır meselesini çözmek için yapılan Kütahya görüşmeleri ve antlaşması, Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu’ya yayılmak istemesinin nedenleri ve bu süreçte Osmanlı Devleti’nin meseleyi çözmek için vermek zorunda kaldığı tavizler ele alınmaktadır. Üçüncü Bölüm’de, Nizip yenilgisinden Tanzimat’ın ilanına kadar yenilginin yansımaları, II. Mahmud’un ölümü ve yerine oğlu Abdülmecid’in Padişah olması, Mısır meselesine Düvel-i Muazzama’nın müdahalesi ve nedenleri ile Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciya Nâzırı olarak Tanzimat’ı ilan etmesi ele alınmıştır. Dördüncü Bölüm’de, Tanzimat’ın ilanından Birinci Londra Antlaşması’na kadar Mısır meselesinin safhaları olan, Tanzimat’ın ilanı ve buna Düvel-i
4
Muazzama’nın tesiri, Londra görüşmeleri ve Londra Antlaşması ve her üç tarafın da birbiri hakkında besledikleri düşünceler incelenmiştir. Beşinci ve son bölümde ise, Mısır meselesinin tamamen çözülmeye çalışıldığı Birinci Londra Antlaşması’ndan İkinci Londra Antlaşması’na kadar yaşanan olaylar ve Mısır meselesinin Osmanlı Devleti açısından sonuçları belgeler ışığında geniş biçimde ele alınmıştır. Boğazlar meselesi, Düvel-i Muazzama’nın Mısır meselesine müdahale etmesinin en önemli nedenidir. Birinci Londra Antlaşması ile Mısır meselesi büyük oranda çözüme kavuşturulmuştu fakat Boğazlar meselesi hâlâ ortada duruyordu. Boğazlar meselesi de İkinci Londra Antlaşması ile büyük oranda çözülmüştür. Bu çalışmanın çok konuşulan ve hakkında yoğun spekülâsyonlar yapılan bir kişi ve dönemini belgeler ışığında, derli toplu ortaya koyarak, konuya yeni bir perspektif getireceği düşünülmektedir. XIX. yüzyılda değişik amaçlarla Mısır meselesine dâhil olan bütün tarafların Mısır meselesi, birbirleri, dünyanın geleceği vb. konulardaki görüş ve düşünceleri birinci ağızdan ortaya konulmaktadır. Zannederiz ki, dönemin aktörlerinin konu ve dünyanın gidişatı hakkında ne düşündüklerini bundan daha iyi ortaya koyacak bir yol yoktur. Bölgenin şimdiki karışık durumuna baktığımız zaman, geçmişte yaşanılanların sebep ve sonuçları ile ortaya konulmasının, geliştirilecek çözüm yolları için yol gösterici olacağı açıktır. Belki de, bölgedeki sorunların giderilmesi için tarihî perspektif göz önünde tutulması gereken en önemli mihenk taşıdır. Bu çalışmam esnasında başta Prof. Dr. Nesimi Yazıcı, Prof. Dr. İrfan Aycan ve Doç. Dr. Hasan Kurt olmak üzere İslâm Tarihi kürsüsündeki bütün hocalar bana her türlü yardım ve kolaylığı gösterdiler. Kıymetli hocalarımın verdiği dersler benim için yeni düşünce ufukları açtı. Burada ismini andığım ve anamadığım bütün hocalarıma yetişmeme olan katkılarından dolayı minnetlerimi arz ediyorum.
5
KISALTMALAR BOA.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
Defter
Mısır Mesalihine Dâir İradât-ı Seniyye Defteri
DİA.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
İA.
İslâm Ansiklopedisi
TTK.
Türk Tarih Kurumu
A.g.e.
Adı geçen eser
A.g.s.
Adı geçen seminer
A.g.m.
Adı Geçen makale
Bkz.
Bakınız
C.
Cilt
Çev.
Çeviren, Tercüme eden
Haz.
Hazırlayan
No.
Numara
S.
Sayı
Seminer
Mustafa Reşid Paşa Ve Dönemi Semineri, Ankara, 1994
s. TDV. Vol.
Sayfa Türkiye Diyanet Vakfı Volume
6
GİRİŞ
1831-1841 yılları arasında on yıla yakın süre devam eden Mısır meselesi, özelde iç kaynaklı olmasına rağmen genelde dış devletlerin de müdahalesiyle Osmanlı Devleti’nin geleceğini birçok yönden etkilemiştir. Meselenin ortaya çıktığı zaman, II. Mahmud’un köklü reformlara girişerek devleti paradigma değişikliğinin eşiğine getirdiği bir döneme rastlamıştır. II. Mahmud, devletin ayakta kalabilmesi için köklü reformlara girişmiş fakat Mısır sorununun etkisiyle reformlarda bazı alanlarda yön değiştirmeler olabilmiştir. Bu durumu savaş şartlarının Tanzimat’a etkileri olarak ifade edebiliriz. Biz çalışmamızda muhtemel yön değiştirme veya kaymaları şu şekilde inceleyeceğiz; a- Reformlar önce hukukî ve teknik alanda yapılır iken Mısır meselesinin etkisiyle siyasi yöne kayarak, Osmanlı Devleti’ni, Batılı devletleri yardıma ikna için meşveret meclislerini ve halk meclislerini önplana çıkarmaya zorlamış mıdır? Bu meclislerin oluşturulmasında Avrupa devletlerinin yardımı geciktirmede mazeret gösterdikleri yeni ortaya çıkan “kamuoyu” tabirinden etkilenilmiş midir? b- Mısır meselesi sürecinde bütün taraflarca basın nasıl kullanılmıştır? Halkı etkilemek için hangi yöntemler devreye sokulmuştur? c- Sanayileşme, Sömürgecilik ve Fransız ihtilali etkisiyle ortaya çıkan yeni şartlar Osmanlı devlet adamlarını yeni bir durumla baş başa bıraktı. Sanayileşmeye uygun bir toplum yapısı olmadığı için sanayileşme; sömürgeciliğe uygun bir zihniyet yapısı olmadığı için sömürgeleştirme yapılamazken, Fransız ihtilalinin getirdiği eşitlik ve hürriyet ilkeleri çok uluslu bir sisteme dayanan devleti temelden etkiledi. Mısır meselesi buna uygun tek çözüm yolu olan adem-i merkeziyete dayanan reformlar yapma imkanını ortadan kaldırmış mıdır? ç- İngiltere, Rusya ve Avusturya-Macaristan 1830’lu yıllara kadar Osmanlı Devleti’ne hasta adam gözüyle bakıp topraklarını paylaşmak istiyorlardı. Mısır meselesi onların fikrini, güçlü ve hırslı bir Mehmed Ali Paşa yerine, güçsüz ve tüm gücünü prestijli tarihinden alan bir Osmanlı hanedanını destekleme yönünde değiştirecek miydi?
7
d- Mısır meselesinin gelişiminde ve çözümünde dönemin devlet adamlarının nasıl bir etkisi olmuştur? Bu durumda onların çözümü Batılı güçlerde aramasının ve Batılılar’ın da sömürgecilik düşüncesinin nasıl bir yönlendirmesi olmuştur? e- Osmanlı Devleti Mısır birliklerinin hızla ilerlemesinin sırrını onun modern Fransız tarzındaki eğitimi ve silahlanmasına bağlıyordu. Bundan dolayı hem Batılı uzmanlar getirme hem de Batı’ya yetişmek üzere öğrenci gönderme devletin geleceğini nasıl etkilemişdir? f- Yabancı askerî ve sivil uzmanlar Osmanlı Devleti’ni rasyonel olamayıp hayalci olmak ve duyguları ile hareket etmekle suçluyorlardı. Bu durum yenilgilerin nedenini maneviyatta görerek, Osmanlı Devleti’nde daha sonra ortaya çıkacak olan pozitivist anlayışa yol açmış olabilir mi? g- Tanzimat reformları başta oldukça liberal ve özgürlükçü özellikler taşırken, uygulamaların gittikçe muhafazakar ve merkeziyetçi yöne kaydığı görülmektedir. Bu yön değiştirmede Mısır’la yaşanan savaş ortamanın ne oranda etkisi olmuştur? h- Meşrûti Monarşi diyebileceğimiz Tanzimat, dönemin şartlarına göre çok ileri sayılabilecek demokratik ilkeleriyle Osmanlı Devleti’nin ömrünü uzatmış mıdır yoksa kısaltmış mıdır? Bu demokratik ilkelerin uygulanmasında Mısır meselesi nasıl bir tesir göstermiştir? ı- Mora isyanı ve Hicaz’daki sorunun giderilmesi Mehmed Ali Paşa’ya ne gibi avantajlar sağladı? Mehmed Ali Paşa bu avantajlardan ne yönde yararlandı? Bu durum Osmanlı Devleti’nin geleceğini nasıl etkiledi? i- Mısır meselesi Osmanlı Devleti’nin çok milletli yapısına nasıl tesir etti? Bu durum Tanzimat’ın ilanında etkili oldu mu? j- Mısır meselesi, Osmanlı Devleti’ni Afrika’dan tamamen koparmak için kullanıldı mı? Bunun için Mehmed Ali Paşa üzerinde ne gibi yönlendirmeler yapıldı? k- Her iki tarafdaki yabancı uzman ve danışmanların Mısır meselesinin gelişiminde ne gibi etkileri olmuştur? Bu durum Osmanlı Devleti’nin ve Mısır’ın geleceğini nasıl etkilemiştir? l- Modernleşme’nin sanayi ve teknolojiden ziyade moda ve silahlanmaya kaymasında Mısır meselesinin etkisi olmuş mudur? Bunda iç savaşın yarattığı kötümserliğin nasıl bir fonksiyonu vardır?
8
Araştırma yapılırken, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’nde bulunan 13 defterlik “Mısır Mesâlihine Dâir İradât-ı Seniyye” isimli belgeler ana kaynak olarak kullanılmıştır. Bu belgeler dönemin devlet adamlarından Sadrazam Cevad Paşa (ö. 1900) tarafından 13 defter halinde düzenletilmiştir. Cevad Paşa; aydın, bilgili, dil bilen ve dürüst bir devlet adamı olarak Tarih’e de çok meraklıydı. Paşa’nın yazdığı 10 ciltlik Tarih-i Askerî isimli eseri özellikle Osmanlı askerî tarihi açısından çok önemlidir. Sadrazamlığı sırasında Babıâli memurlarının boş zamanlarında kitap okumalarını sağlamak için Babıâli’nin bahçesinde bir kütüphane yaptırmasıyla meşhurdur. 1 18391895 yılları arasında Mısır ile ilgili bütün taraflarla yapılan yazışmaları toplatması, dönemin tarihinin birinci elden öğrenilmesi için çok önemli bir hizmet olmuştur. Bu defterler oldukça yıprandığı için T.T.K. tarafından uzman bir ekip tarafından kullanıma sunulmak üzere CD’ye yüklenmiştir. Bu defterler Mısır’la ilgili Hicrî 1255-1312/18391895 yılları arasında Osmanlı Devleti katında yapılan bütün yazışmaları ve uygulamaları içerisinde barındırması hasebiyle birinci elden çok değerli bir kaynaktır. Toplam 1500 sayfaya yakın olan belgeler taranmış ve araştırma alanımızla ilgili 500 sayfa civarındaki ilk dört ciltlik 1255-1257/1839-1841 yılları ayrıntılı olarak incelenmiştir. Kullandığımız belgelerde, dönemin ilgili bütün devletlerinin yaptığı girişim ve yazışmalar etraflı biçimde bulunduğu gibi, Osmanlı idareci ve sefirlerinin merkezle yaptığı yazışmalar da ayrıntılı olarak yer almaktadır. Ayrıca üzerinde daha önceden derli toplu çalışma yapılmamış olması ve dönemin bütün bilgi ve belgelerini birinci elden canlı tanıkları ve aktörleri vasıtasıyla içermesi sebebiyle değeri bir kat daha artmaktadır. Dönemin tanıkları olan Ahmed Cevdet Paşa, Ahmed Lütfi Efendi, Mustafa Nuri Paşa, Abdurrahman Şeref Bey vb. devlet adamı ve yazarların eserleri de birinci elden kaynaklar olmaları dolayısıyla belgelerimizin tamamlayıcısı olarak kullanılmıştır. Ahmed Cevdet Paşa dönemin en önemli kişiliği olan Mustafa Reşid Paşa’ya yakınlığı ve uzun süre Vakanüvislik yapması nedeniyle olayları son derece iyi bilmekte ve eleştirel tarihçiliğin güzel örneklerini vermektedir. Ahmed Cevdet Paşa’nın; Maruzat, Tezakir ve Tarih-i Cevdet isimli eserleri tezimizin biçimlenmesinde yol gösterici olmuşlardır. Ahmed Lütfi Efendi araştırdığımız dönemin (1825-1848) Vakanüvisi olması nedeniyle olayları belgeleri ile beraber kendi yorumlarıyla kayda geçirmiştir. 1
Abdülkadir Özcan, “Cevad Paşa”, T. D.V. İslam Ansiklopedisi, c. 7, s. 430- 431.
9
Ahmed Lütfi Efendi’nin “Tarih-i Lütfi” isimli eseri kendisinin dönemin Vakanüvisi olması nedeniyle resmî kayıtlara dayanması yönüyle çok önemlidir. Abdurrahman Şeref Bey’den ise, son Osmanlı Vakanüvisi olması hasebiyle dönemin en önemli şahitlerinden birisi olarak ve eski belgelere ulaşmadaki avantajlarından dolayı belgelerimizin eksik bıraktığı yerleri tamamlamak için yararlanılmıştır. Didaktik bir tarzda yazdığı “Tarih Musahabeleri” isimli eseri öğretici hatıralarla doludur. Mustafa Nuri Paşa resmî Vakanüvis olmasa da konuya yakınlığı ve görevi dolayısıyla resmi belgelerden faydalanarak yazdığı eseriyle dönemin en önemli kaynaklarından birisi olarak kullanılmıştır. Mustafa Nuri Paşa’nın yazdığı “Netâyicü’l-Vukuât” dönemin en yetkin kaynaklarından birisidir. Metodolojik olarak dönemi en iyi anlatan eserlerden birisidir. Araştırmamızı yaparken konuyla ilgili çalışma ve araştırmalardan da imkanlar ölçüsünde faydalandık. Mümkün olduğunca kaynakları karşılaştırmalı olarak ortaya koymaya çalıştık. Bunun için Mısır meselesinde ilgili devletler olan İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya kaynaklarından yararlanmaya çalıştık. İngilizce çalışmalar olarak
“Cambridge
Ansiklopedisi”
ve
Muhammed
H.Kutluoğlu’nun
İngiliz
arşivlerinden de faydalanarak Manchester üniversitesine doktora tezi olarak sunduğu “The Egyptian Question” isimli eserlerini kullandık. Ayrıca dönemin ünlü İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Palmerston ile ilgili incelemeler yaptık. Dönemin Fransız düşüncesini ortaya koymak için Cambridge Ansiklopedisi’nin “The Near East and France” isimli bölümünden yararlandık. Avusturya ve Prusya’nın bu konudaki görüşlerini ortaya koymak için daha sonra Prusya’da Genelkurmay Başkanı olacak olan, dönemin Osmanlı ordusundaki Prusyalı danışman yüzbaşısı Helmuth Von Moltke’nin “Türkiye Mektupları (1835- 1839) isimli eserinden faydalandık. Konuya özel ilgisinden dolayı Avusturya Başvekili Matternih ile ilgili geniş araştırmalar yapıldı. Dönemin önemli aktörlerinden Rusya’nın meseleye bakışını ise, uzun süre bu devletin arşiv dairesi müdürlüğünü yapmış olan Sergey Goryanof’un arşiv belgelerine dayanarak hazırladığı “Rus Arşiv Belgelerine Göre Boğazlar ve Şark Meselesi” isimli eserinden faydalanarak ortaya koymaya çalıştık. Zaman ve imkân eksikliğinden dolayı bu beş devletin arşivlerine doğrudan ulaşmamız mümkün olmasa da dolaylı olarak ulaşmaya çalıştık. Ana kaynağımız Osmanlı belgeleri olduğu için bu önemli bir eksiklik ifade etmemektedir diye düşünmekteyiz.
10
XX. yüzyılda Mısır meselesi, Mehmed Ali Paşa ve büyük devletlerin buna müdahalesi ile ilgili ülkemizde ve dünyada birçok araştırmalar yapılmıştır. İlk dönemde bu araştırmalar yazma veya matbu kaynaklar ışığında yapılırken dönemimizde artık arşivlerde araştırma imkânlarının artması ile arşiv belgeleri ışığında sürdürülmektedir. Ama bu belgeler dağınık ve yeni düzenlenmekte olduğu için bir senteze ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Bizim avantajımız dönemin aşağı yukarı bütün belgeleriyle diğer devletlerin bu konudaki düşüncelerini ve Mısır meselesine müdahale nedenlerini toplu olarak bir kaynakta bulmamız oldu. Bu durum bize bir oranda bütün olayları karşılaştırmalı olarak ortaya koyma imkânı sağladı. Tarihî olayları en doğru biçimde açıklamakta dönemin ilgili bütün taraflarının görüşlerini bilmenin önemi ortadadır. Sanırız ki bizim araştırmamız, diğer araştırmalardan bu boyutu ile ayrılmaktadır. Türkiye’de Mısır meselesi birçok tarihçimizin ilgisini çekmiş, bu konuda araştırmalar yapılmış ve yapılmaktadır. Bütün dünyanın gözünün Ortadoğu’daki çıkarları nedeniyle bu bölgeye odaklanması bu araştırmalar için itici güç oluşturmaktadır. Yerli ve yabancı birçok araştırmacı son dönemde düzenlenip hizmete sunulan
arşivlerde
yaptıkları
araştırmalar
neticesinde
konuya
yeni
açılımlar
getirmektedirler. Bu araştırmaların birçoğundan çalışmamız için önemli ölçüde faydalandık. Ayrıca ansiklopedik eserleri özellikle İslâm Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerini çalışmamızda dikkatle inceledik ve kullandık.
11
BİRİNCİ BÖLÜM MISIR VE MISIR MESELESİYLE İLGİLİ DEVLET ADAMLARI I. Mısır’ın Osmanlı Devletindeki Yeri Mısır; Asya ile Afrika’nın buluşma noktasında yer alan ve tarih boyunca birçok medeniyete kaynaklık eden önemli bir bölgedir. Mısır’a bu niteliği kazandıran Nil nehri olduğu gibi onunu siyasî, ekonomik ve sosyal şartlarını oluşturan da yine bu nehirdir. Mısır Müslümanlar tarafından ilk fethinden itibaren kutsal toprakların gıda ambarı olmuş ve her yıl buradan Hicaz’a gemilerle yüklü miktarda buğday gönderilmiştir. Tarım, Nil nehrinin durumuna bağlı olduğu için birçok şeyin bilinmesini gerektirmiştir. Bu durum Mısır’ın değişik bilimlere analık etmesine sebep olmuştur. Mısır kendisini boydan boya geçen Nil nehri sayesinde çölün bir parçası olmaktan kurtulup dünyanın en verimli topraklarından birisi olmuştur. Mısır, tarih boyunca medeniyet merkezlerinden biri olması ve diğer medeniyet merkezlerine uzak olmasından dolayı genellikle bağımsız hareket etmiştir. Geliştirdiği hiyeroglif yazı sistemi de onun diğer medeniyetlerden bağımsızlığını ve farkını gösterir. Mısır, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girdiği XVI. Yüzyıldan itibaren devletin en önemli topraklarından birisi olmuş ve bu durumunu XX. Yüzyılın ilk yarısına kadar muhafaza etmiştir. Stratejik ve ekonomik nedenlerden dolayı Mısır’ın Osmanlı Devleti için tarih boyunca önemi büyük olmuştur. Fakat merkeze uzak olmasından ve tarihi özelliklerinden dolayı fethinden itibaren yönetiminde birçok güçlükler yaşanmıştır. XVI. asır başlarında Anadolu’daki Şiî-Safevî tesiri Osmanlı Devleti’ni oldukça zor durumda bırakmış ve bu durum II. Bayezid (ö. 1512) döneminde devletin bekâsını tehdit eder hâle gelmiştir. Safevîler Devleti bu mücadelesinde Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmak için Mısır merkezli Memlükler Devleti’ni de tahrik ederek Osmanlı Devleti aleyhinde kullanmak istemiştir. Bu duruma bir son vermek isteyen I. Selim (ö. 1520) 1514 yılında Çaldıran ovasında Şah İsmail komutasındaki Safevi ordusunu yenerek Anadolu’yu Şiî etkisinden büyük oranda kurtarmıştır. Safevî ordusunu yendikten sonra I. Selim, Memlükler tarafından tehdit olarak görülmeye başlanmıştır. Safevîler ile Memlükler, Osmanlı Devleti’nin çok güçlendiğini ve bunun kendi bekâları
12
için büyük bir tehdit oluşturduğunu düşünerek Osmanlı Devleti’ne karşı ortak hareket etmeye karar vermişlerdir. Çaldıran
zaferine
rağmen
Anadolu’daki
Şiî
tesirini
tamamen
ortadan
kaldıramayan I. Selim 1516 yılı ilkbaharında Safevîler’e karşı yeni bir sefer düzenledi. Sefer hazırlıkları Safevîler için yapılmasına karşın sıranın bundan sonra kendilerine geleceğini anlayan Memlükler ordusu Suriye’nin kuzeyinde toplanmaya başladı. Memlükler’in bu hareketini öğrenen I. Selim onlara seferinin kendilerine karşı olmadığını söyleyerek barış teklif edip uyardıysa da bir sonuç alamadı. Bunun üzerine Osmanlı ordusu Suriye üzerine yöneldi. İki ordu 24 Ağustos 1516 tarihinde Halep yakınlarındaki Mercidabık ovasında karşılaştı. Dönemin en ileri silah teknolojilerini kullanan Osmanlı ordusu burada Memlük ordusunu büyük bir yenilgiye uğrattı. Suriye’yi ele geçirip Sina çölünü aşan Osmanlı ordusu 23 Ocak 1517 tarihinde Kahire dışındaki Ridaniye’de Memlük ordusunu bir defa daha yenilgiye uğrattı. Kahire’nin de ele geçirilmesiyle Mısır artık Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti oldu. Mısır aynı zamanda Mekke ve Medine’nin korunması ve gıda ihtiyacının sağlanması için çok önemlidir. Mısır eyaletinin sınırları çok geniş ve Nil havzası oldukça verimlidir. Bundan dolayı Kutsal toprakların doğal gıda deposu ve koruyucusu olarak görülür. Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı fethedip kutsal yerleri ülkeye katmasının en önemli nedenlerinden birisi Mekke ve Medine’yi Portekizlilerin işgalinden korumaktır. XVI. yüzyılda Hind okyanusunda büyük bir donanma bulunduran Portekiz, Hicaz’ı da tehdit etmeye başlamıştı. Bu tehdidi gören Yavuz Sultan Selim, Ridaniye zaferi ile Mısır’ı ve onun yönetimindeki Hicaz’ı ele geçirerek uzun süre bu tehlikeyi bertaraf etmiştir. Daha sonraki olaylar Yavuz Sultan Selim’in ileride olabilecek gelişmelerle ilgili ferasetinde ne kadar haklı olduğunu göstermiştir. Mısır, sömürgeci devletlerin geçiş yolları için halen en önemli kavşak noktası olmaya devam etmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Mısır merkezden uzak olduğu için buradaki yöneticilerin bağımsızlık eğiliminde olması neredeyse gelenek haline gelmişti. Birçok tarihçi tarafından modern Mısır’ın kurucusu olarak kabul edilen Mehmed Ali Paşa da, bu topraklara ayak bastığı andan itibaren Osmanlı Devleti’nden fiilen bağımsızlığını kazanmak için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır. 1805 yılında Mısır Valiliği kendisine verilen Mehmed Ali Paşa burada bir hanedân oluşturmak istedi.2 Uzun mücadeleler sonucunda 2
Muhammed H. Kutluoğlu, The Egyptian Question, İstanbul, 1998, s. 21.
13
veraseten Valilik şeklinde olsa da bu amacına ulaştı. Bu durum kendisinden sonra da uzun süre böyle devam etti. Mısır meselesi önce devletin bir iç meselesi olarak görülürken, daha sonra Avrupa devletlerinin işe karışmasıyla uluslar arası bir mesele haline geldi. Bu meseleyi kesin olarak çözmek için Sultan Abdülmecid Mısır’ın Mehmed Ali Paşa yönetimi altına verilen kesin sınırlarını da belirten bir ferman yayınladı. İradât-ı Seniyye Defteri’ndeki bir müzekkerede Mısır eyaletinin sınırları kısaca şöyle çizilir: “Eyalet-i Mısrıyye’nin hudud-ı mukayyedesi Beriyyetüşşam’ın canib-i cenubisi nihayetinden bed’e ile Nil-i Mübarek’in Kanarakat tabir olunur mahalline kadar mümted olur. Ve mahall-i mezkûrdan bed’e ile yine canib-i cenubîde bulunan yerler Sudan kıtasına ittila kılınur ki, kıtay-ı merkûme Nûbi ve Dungala ve Sinar ve Kur ve Darfur ve Kalayıt ve Refaz ağlebi eyalâtına muhittir.”3
3
Mısır Mesalihine Dair İradât-ı Seniyye, TTK. Kütüphanesi, 1255- 1312, Defter 4, s. 108-a.
14
II. Dönemin Önemli Osmanlı Devlet Adamları Dönemle ilgili belgeler incelendiği zaman, Mısır meselesinin ortaya çıkmasında gerek Osmanlı devlet adamlarının gerekse Mısır’ı yöneten idarecilerin birbirlerine karşı nefret ve çekememezliklerinin büyük tesiri olduğu görülür. Dünyanın Fransız ihtilali, sanayileşme ve sömürgecilik nedeniyle yeni bir rotaya girdiği dönemde Osmanlı medeniyetinin yetiştirdiği devlet adamları büyük bir buhranın içerisine bulunuyorlardı. Bu buhran onlar arasında çatışmalar ve cepheleşmeleri de beraberinde getirmişti. Bu durum dönemin önemli devlet adamları olan Hüsrev Paşa, Mehmed Ali Paşa, Ahmed Fevzi Paşa, Mustafa Reşid Paşa ve İbrahim Paşa arasındaki direkt veya dolaylı temaslarda açık biçimde görülür. Tanzimat ilan edildiği zaman Osmanlı yönetiminin zirvesinde yer alan Hüsrev Paşa gelenekçilerin, Mustafa Reşid Paşa ise yenilikçilerin lideriydi. II. Mahmud döneminden itibaren gelenekçilerin ve yenilikçilerin kıyasıya bir güç mücadelesi içine girdiklerini biliyoruz. Bunun yanı sıra değişik çıkar mücadeleleri nedeniyle zaman zaman gelenekçi ve yenilikçilerin aynı safta yer aldıklarını da görüyoruz. Hüsrev Paşa, Mısır’da valilikten alınmasına sebep olarak gördüğü Mehmed Ali Paşa’ya büyük bir kin besliyordu. Mehmed Ali Paşa ise Padişah’ın kendisine cephe almasından Hüsrev Paşa ve Mustafa Reşid Paşa’yı sorumlu tutuyordu. Babasının vefatından sonra 2 Temmuz 1839’da Abdülmecid Padişah olunca, Hüsrev Paşa’nın Sadrazamlık mührünü kendi deyimiyle “zorla” elde etmesi buna kendisini layık gören Mehmed Ali Paşa’yı iyice kızdırmıştır. Benzer bir durumu, Hüsrev Paşa Sadrazam olunca idam edilme korkusuyla Çanakkale’de bulunan donanmayı Mısır’a götüren Ahmed Fevzi Paşa’da da görürüz. Bu durumu dönemin canlı şahidi Ahmed Cevdet Paşa Tezakir’de şöyle anlatmaktadır: “Culûs-ı hümayunda kapudan-ı derya bulunan Ahmed Paşa donanmay-ı hümayun ile Akdeniz’de bulunup düşmanı olan Hüsrev Paşa’nın ber-vech-i bâla makam-ı sadarete geçdiğini işidip bazı nüdeması dahi ânı ihafe ve iğfal etmekle, Dersaadet’e gelmekten ise Mehmed Ali Paşa ile bi’l-ittihad Hüsrev Paşa aleyhinde hareket etmek üzere donanmay-ı hümayunu alıp İskenderiye-i Mısır’a gitmiş ve firarî lakabını ahz etmiş idi”.4 İstanbul’da Yeniçerilerin kaldırılmasından önce Mehmed Ali Paşa, Mısır’da düzenli asker ve ordu birlikleri kurup bunları Mora yarımadasında oğlu İbrahim Paşa 4
Ahmed Cevdet Paşa, Tezakir, Ankara, 1991, c. I, s. 6.
15
kumandasında kullanmış olup başarıları da görülmüştü. Rusya savaşı çıktığında, Osmanlı Devleti tarafından yapılan çağrı üzerine Mehmed Ali Paşa 12 bin düzenli asker için söz vermiş ve bunları göndermek için hazırlanmışken, o aralık Mısır altınlarının değeri biraz düştüğünden bunu bahane ederek bu birlikleri göndermeyip 25 bin kese kadar para yardımı yapmakla yetinmişti. İstanbul’dan izin almadan askerlerini geri çekmesi ve Rus seferine asker yardımında bulunmaması, epeyden beri kendisine karşı uyanmış olan kuşkuyu güçlendirmiş ve Osmanlı Devletine itaatten yüz çevirmiş bulunduğunu açığa çıkarmıştır.5 Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında devlet adamları arasındaki rekabetin ne kadar etkisi olduğu birçok tarihçinin dikkatini çekmiştir. Bu konuda İlber Ortaylı şunları söylemektedir:
“Babıâli
diktatörlerinin
birbirleriyle
çekişmeleri
bazı
zaman
parlamenter Avrupa rejimindeki iktidar ve muhalefet partilerinin sürtüşmesini aratacak seviyedeydi.”6 Tanzimat döneminde, Osmanlı Devleti’nde çok etkili olan dört devlet adamı ayrı karakter özellikleri taşıyordu. Ahmed Cevdet Paşa gelenekçi bir medreseli, Mustafa Reşid Paşa dış ülkeleri tanımış sefarethaneli, onun yetiştirmesi Âli Paşa ağırbaşlı ve onun yanında Fuad Paşa nüktedandı. Bunlar hep beraber çalışarak Osmanlı Devleti’nin yaşayabileceği yegâne düzenin Tanzimat düzeni olduğunu düşünerek farklı düşünce akımlarından olmalarına rağmen buna uygun düzeni kurup yaşatmak için birlikte çalışıyorlardı. Muhaliflerin ve fikir çatışmalarının çokluğuna rağmen kaostan bir düzen ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır diyebiliriz. Mısır meselesinde temel çatışma Hüsrev Paşa ile Mehmed Ali Paşa arasındaki çatışmaydı. Hüsrev Paşa yeniliklere pek açık olmayan ve uzun süre vezirlik ünvanı taşıyan bir tutucuydu. Hüsrev Paşa, Mehmed Ali Paşa olayında hırsının ve hatalarının payı görüldüğünden daha sonra görevden alınarak Tekirdağ’a sürgüne yollanmıştır. Mehmed Ali Paşa’nın, Hüsrev Paşa’nın Sadrazam olması üzerine 27 Haziran ve 16 Ağustos 1839 tarihlerinde İstanbul’a gönderdiği iki mektup dönemin başrolünde olan bu şahsiyetlerin birbirine olan düşmanlığını ve bunun devleti ne hâle getirdiğini çok iyi göstermektedir. 27 Haziran 1839 tarihli mektupta Mehmed Ali Paşa, Ahmed Fevzi Paşa’nın donanma ile birlikte kendisine sığınması konusunda Hüsrev Paşa’yı sorumlu tutar. Osmanlı Devleti’nin bu duruma düşmesinin en önemli sorumlusu olarak kendisini 5 6
Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, Ankara, 1992, sad. Neşet Çağatay, c. 2, s. 269. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 2006, s. 8.
16
gösterir ve Sadrazamlık’tan ayrılmasını ister. Donanmanın Mısır’a götürülmesinin ve bazı devlet adamlarının kendisine sığınmasının devlete isyanla bir ilgisi yoktur. Devlet adamlarının kendisine güvenmediğini ve her ikisinin de artık yaşlandıkların belirterek beraberce görevlerinden çekilmelerini teklif eder. Bununla ilgili mektubunda Mehmed Ali Paşa şunları söylemeketedir: “Efendim muşarun-ileyhin ve sairlerinin bu hareketleri hâşâ Devlet-i Aliyye’ye isyan ve muhalefet olmayıp hakk-ı âlinizde bendeniz gibi her birinin bir türlü istihrac ve mütalaasından nâşi emniyetsizlikten ibaret oluyor. Bu takdirce zât-ı devletinizden emniyet etmeyen yalnız Mehmed Ali olmayıp umumi bir maslahat olmak lazım geliyor. Artık siz de bundan ilerisini bil-mülahaza icab-ı vakt ü hâle göre harekete yani; mesned-i Sadaretten çekilmekle vükelay-ı Saltanat-ı Seniyye ve umumen Millet-i İslâmiyyenin şu emniyetsizlik berzahından kurtulmalarına lutf u inayet ve kerem ü mürüvvet buyurmanız muhlisâne ve hayırhahâne rica ve niyaz olunur efendim.” Fi 15 Haziran Sene 1255 (27 Haziran 1839).7 Mehmed Ali Paşa bundan aşağı yukarı iki ay sonra gönderdiği şukkasında Hüsrev Paşa’ya Sadrazamlıktan ayrılırsa kendisinin de Mısır Valiliği’nden ayrılacağını, şayet emeklilikte giderlerini karşılayamamaktan korkuyorsa bu konuda kendisine yardımcı olacağını belirterek birlikte emekli olmalarının iyi olacağını belirtiyor. Gayet espiritüel bir dille şunları ifade etmektedir: “Allah daha ziyade eylesin sinn ü sâliniz kemaldedir. Şimdi size ve bendenize layık olan çekilip bir kûşede ikamet ve Saltanat-ı Seniyye-i ebeddiyü’d-devamın davât-ı hayriyyesine müdavemet etmekdir. Taraf-ı âlinizden himmet ve inayet buyrulduğu anda canib-i bendegâneden dahi inzivaya suret verilir ve eğerçi “Mehmed Ali senin tuzun kurudur, inziva etsen de elverir ama benim hâlim sana kıyas olunmaz, vâridât-ı yevmiye olmadıkça olmaz” buyurursanız idare-i devletinizi deruhde ederim. Ve bu hususda sened veririm.” (16 Ağustos 1839).8 Mehmed Ali Paşa bu iki mektuba ek olarak bir üçüncüsünü de gönderiyor ki, bunda gerçekten ilginç ve hoş ifadeler bulunmaktadır. Mektubda daha ziyade dini vurgulara özen gösteriyor. Burada artık yaşlandıklarından ve daha fazla ahirete müteallık işlerle uğraşmalarının daha yararlı olacağından bahsediyor. Bunu sağlamak için gerekirse onun için de Hicaz’da uygun bir yer ayarlayabileceğini belirtiyor. Kendileri için iktidar mücadelesi yaşının artık geçtiğini de ilave ederek mektubunu sonlandırmaktadır. Mehmed Ali Paşa’nın bu mektubundaki bazı ifadeleri şöyledir: 7 8
Ahmed Lütfi Efendi, Tarih-i Lütfi, İstanbul, 1910, c. 6, s. 1012. Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1016-1017.
17
“Mısır’da oturmayayım, Hicaz’a gidip derun-ı Mekke-i Mükerreme’de bir konak ve Taif tarikinde cebel bâlasında bir kasır binasıyla orada ârâm u uzlet ve ila ahiri’l ömr evkat u saatimi ibadet ve taate sarf ederek tahsil-i zuhûr-ı ahiret edeyim diye kurmuş… Binaenaleyh zât-ı âliniz bu bendenize muvafakat buyurursanız iki konak ve iki kasır yapdırsak. ”9 Tanzimat dönemi devlet adamlarının Osmanlı tarihinin en fazla eleştirilen kişileri olduğunu söyleyebiliriz. Gelenekçi ve yenilikçi kesim tarafından çeşitli nedenlerle kıyasıya eleştirilmişlerdir. Tanzimat aydını ve yöneticisinin genel karakteri, ılımlı ve uzlaştırıcı bir yol izleyerek milliyetçilik, sömürgecilik ve sanayileşmenin etkisiyle çatırdamaya başlayan bu imparatorluğu yıkılmaktan kurtarmaktı. Tanzimat’ın öncü kadrosu geldikleri meslek, dünya görüşü ve toplumsal kökenleri bakımından çok farklı karakterdeki kişilerden oluşur. Tanzimat yöneticileri, kişiliklerinde tutuculuk ve pragmatik reformculuğu birleştirmiş, dünya görüşleri ve politik düşünceleriyle XIX. asır Osmanlı toplumundaki yeni insan tipinin tipik temsilcileri ve öncüleri olmuşlardır.10 Daha önce de belirttiğimiz gibi Tanzimat döneminin seçkin yöneticileri; Mustafa Reşid Paşa, Ahmed Cevdet Paşa, Âli Paşa ve Fuad Paşa’dır. Tanzimat döneminin gelenekçi devlet adamları olan; Mehmed Emin Rauf Paşa, Hüsrev Paşa, Akif Paşa ve Pertev Paşa ise eski yönetici tipini temsil ettikleri için çeşitli biçimlerde yönetimden uzaklaştırılmışlardır. Yönetime gelen yeni idareciler taraftar bir bürokrasi oluşturmak için yoğun faaliyetler yapmışlardır. Bunun benzerini Mısır valisi Mehmed Ali Paşa da Mısır’da yapmıştır. Mehmed Ali Paşa bu çalışmaları sırasında gelenekçi-yenilikçi rekabetini çok iyi bir şekilde kullanmıştır. Osmanlı devlet adamları arasındaki taraftarları vasıtasıyla devletin bütün sırlarını çok iyi biliyor ve kendi çıkarları doğrultusunda onları kullanıyordu. Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı bürokrasisinde gönüllü ve paralı adamları olduğundan birçok kaynakta bahsedilmektedir. Hatta bunlardan bazıları devletin bekasını Msır yönetimine bağlanmakta görüyorlardı. Bu durumu Mustafa Nuri Paşa şöyle anlatmaktadır: ”… Oysaki Mehmed Ali Paşa’nın para gücü ile Enderun-ı Hümayun’da ve devlet adamları içinde birçok casusları olduğundan, durumu öğrenerek aşağıdaki girişimlere başladı. Hatta bu durum devlet adamlarının çoğu tarafından bilindiğinden Doğu Seraskeri Galip Paşa, Şam ve Halep eyaletlerinin
9
Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1017-1018. İ. Ortaylı, A.g.e., s. 226.
10
18
Mehmed Ali Paşa’ya verilerek Anadolu sınırlarının korunması işinin onun becerikli ellerine bırakılmasını yazdığı için Padişah kendisine gücenmişti.”11 Dönemin Osmanlı yönetimi Mısır meselesini kendi başına diplomatik veya askeri olarak çözemeyeceğini anlamıştı. Bu nedenle Mısır meselesinin çözümü için Paris, Viyana, Londra ve Berlin sefirleri önemli görüşmelerde bulunmuştu. Meselenin çözümü için özellikle İngiltere, Rusya ve Avusturya’nın devreye gireceği umulmaktaydı. Dönemin Hariciye Müsteşarı ve Viyana elçisi olan Sadık Rıfat Paşa’nın görüşmelerine büyük önem verilmekteydi. Bu görüşmeler sonucunda Rusya ve İngiltere’nin, Osmanlı Devletine yardım için uzlaştırılması beklenmekteydi.“… Rusya Devleti’nin murahhası mesele-i mezkûrede İngiltere Devleti’ne bazı mertebe muvafakat iraesiyle bir mukabelede İngiltere Devleti’nin, Saltanat-ı Seniyyenin teminât-ı hariciyesi hakkında diğer devletlerle müttefikan ilan ettiği niyyât-ı hayır-hahânesini gözetmek …”12 Yukardaki belgede ifade edildiği gibi Rıfat Paşa, Mısır meselesinin çözümü için Avrupa devletlerinin temsilcileri ile Viyana’da görüşmelerde bulunmuştu. Bu durum İngiltere Hariciye Bakanı Palmerston’u rahatsız ettiği için işi üzerine almak ve devleti lehinde meseleyi halletmek üzere devreye girmiş ve görüşmelerin merkezini Londra’ya alarak, meselenin kendi istediği gibi çözülmesi amacıyla tarihî İngiliz siyasetini devam ettirmiştir. Rıfat Paşa ise meselenin çözümü için Avrupa devletlerinin aralarındaki rekabeti son derece iyi kullanmıştır. Bu rekabeti dengeli olarak kullanmak, ilerde de göreceğimiz gibi Osmanlı Devletini yaşatacak temel etkenlerden birisi olacaktır. Bu denegenin sağlanması için Avrupa devletleri her şeyi göze almışlardı. Sadık Rıfat Paşa, Mısır meselesinin çözümü için görevli olduğu Viyana’da diğer devletlerin elçileri ile birçok görüşmelerde bulunuyor. B u görüşmelerde Avusturya prensi Matternih’in birçok nedenden dolayı tavrını Osmanlı Devleti lehinde belirlediğini görüyoruz. Matternih’e göre, Avrupa’da yeni sağlanan düzenin devamı içn Osmanlı Devleti’nin yaşamaya devam etmesi gerekir. Bir Osmanlı eyaleti olan Mısır’ın bağımsızlığını kazanması bütün dengeleri altüst edecektir. Böyle bir durum ise Avrupa’da düzen ve asayişin kaynağı olan dengenin bozulmasına neden olacaktır. Rıfat Paşa, Mısır meselesinin çözümü için hangi elçilerle ne tür görüşmelerde bulunduğunu bir mektubunda şöyle ifade ediyor: “Prens cenabları dahi gelecek hafta Viyana’ya 11 12
Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 274. Defter1, s. 2- a.
19
avdet ideceğinden etrafıyla tahsil-i malumat-ı cedide ideriz... Maslahat-ı hâliyenin matlab-ı seniyye vechile bir an evvel hüsn-i tesviyesi her türlü istirahat-ı mülkiyye ve alel husus Devlet-i Aliyye’nin hıfz u bekasıyla, ilelebed asayiş ve istirahatı umûmiyyeyi müstelzem olur bir keyfiyyet-i hayriyye-i imâriyye olacağına dâir Prens Matternih dahi her bar mütalaat-ı zatiyyesi bu vechile vukubulmaktadır… Bu günlerde Londra’da Rusya memuru Brunov ile İngiltere Devleti vükelası beyninde müzakerât-ı vakıa terazi-i tarafeyn üzere karar bulacağından, badehu Mısır meselesinin suret-i tesviyesi dahi tebeyyün ideceği söylenmekde idüği…”13 Anadolu’da savaşmak için gönderilen bazı komutanların Mehmed Ali Paşa taraftarı olduğu bilinmektedir. Sürekli yenilgiler ve devlet adamları arasındaki çekememezlikler üzerine 1828 yılı Şubatı’nda İbrahim Paşa ile savaşmak üzere gönderilen ordunun komutanı olan Ahmed Fevzi Paşa daha sonra Osmanlı donanmasını götürüp Mısır’a teslim etmekten çekinmemiştir. Osmanlı ordusunun bir türlü Mısır ordusu karşısında tutunamaması ve Padişah’ın tam bu sırada vefat etmesi halkta ve yöneticilerde büyük bir bıkkınlık oluşturmuştu. Bazıları Avrupa karıştırılmaksızın Mısır’a tavizler verilerek meselenin halledilmesini istiyorlardı ama Matternih bunun çok yanlış olacağını düşünüyordu. Halkın bu konudaki bıkkınlığı ile ilgili olarak Ahmed Lütfi Efendi tarihinde şunları yazmaktadır: “Sultan Mahmud Han’ın vefatı ve onu müteakiben Orduy-ı Hümayunun mağlubiyeti ve Donanmay-ı Hümayunun Mısır’a dehaleti misillü yekdiğerini vely eden vakıat-ı cesîme-i muzırra, heyet-i vükelay-ı mevcudeye iras-ı dehşet olmasından nâşi her nasıl olursa olsun tek Mehmed Ali Paşa ile uzlaşılarak şu gaile berteraf edilsin mülahaza-ı sathiyyesi ile Mehmed Ali Paşa’nın kâffe-i müstediyatına izhar-ı müsaade buyrulmasına karar verilerek… Avusturya başvekili Prens Matternih, Mehmed Ali Paşa ile böylece uyuşulması mazarrat-ı atiyyeyi câlib olacağından bu maddenin Düvel-i Fahîme’ye havalesiyle onların beyninde iktizası bila- müzakere kararlaştırılıp devletlerin ittifakıyla işe teşebbüs olunması ehem ve elzem olduğunu…”14
13 14
Defter1, s. 2- a. Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1020- 1021.
20
III. Dönemin Önemli Mısırlı Devlet Adamları Mısır meselesini ortaya çıkaran ve bunu devletlerarası bir mesele hâline getiren Mehmed Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa’nın hırslarıdır. Mehmed Ali Paşa 1769 yılında şimdi Yunanistan sınırları içinde bulunan Kavala’da doğdu. Henüz 18 yaşında iken askerlik hizmetine girdi. Başarı, hırs ve yetenekleriyle hemen dikkat çekti. 1798’de Mısır’ı işgal eden Fransızların kovulmasında önemli yararlılıklar gösterdi. Mehmed Ali kısa bir süre sonra Mısır’daki Kavala askerlerinin başı oldu. Okuryazar olmamakla beraber çok zeki, çalışkan ve becerikli birisiydi. 1801 yılında Mısır’ın Fransızlar tarafından boşaltılmasından sonra “Serçeşmelik” unvanıyla Kahire’deki başıbozuk askerlerin komutanı oldu ama gözü daha yükseklerdeydi. Mısır, Fransızlardan kurtulmuş, bu defa da Mısır’ı kurtarmak için gelen İngilizler sıkıntı olmaya başlamıştı. Bir diğer sorun da kölemenlerdi. Serdar-ı Ekrem’in dönüşünden sonra Hüsrev Paşa 1801 yılında Mısır Valiliği’ne atandı. Hüsrev Paşa Mısır’da düzenli bir ordu kurmaya ve başıbozuk askerleri dağıtmaya başlayınca isyan çıktı ve Hüsrev Paşa, Mısır’dan kaçtı. Hüsrev Paşa bu olaydan Mehmed Ali Paşa’yı sorumlu tuttuğu için onu hiçbir zaman affetmedi. Hüsrev Paşa’dan sonra göreve getirilen Cezayirli Ali Paşa, Hurşit Paşa ve diğer Valiler halk tarafından kabul görmedi. Osmanlı Devleti bu gelişmeler üzerine 9 Temmuz 1805 yılında yıllık belli bir vergi vermek ve Vahhabileri kutsal topraklardan uzaklaştırmak şartıyla Mehmed Ali Paşa’yı Mısır Valiliği’ne atamak zorunda kaldı. Balkanlardaki problemler ve Rusya savaşı nedeniyle III. Selim’in Mısır ve Vahhabi problemi ile uğraşacak durumu yoktu.15 Mehmed Ali Paşa, Vahhabiler meselesi ve iç karışıklıkları çözmek için hızla harekete geçti. Bunu sağlamak amacıyla hızlı bir şekilde idarî, malî, siyasî ve ticarî alanlarda modernleşmeye girişti. Bu yenileşme ve modernleşme hareketleri kısa sürede sonuçlarını verdi. Mehmed Ali Paşa, Vali olduğu zaman 13 bin kese olan vergi geliri daha sonraları 430 bin keseye kadar ulaştı. Bu gelirin bir kısmı Mısır’ın imar ve kalkınmasına harcanırken önemli bir kısmı da, ordu ve donanmanın güçlendirilmesine sarf edildi. Devletin modernleştirilmesi işine ordu ve donanmadan başlamayı gelenek haline getirenin Mehmed Ali Paşa olduğu görülmektedir.
15
M. H. Kutluoğlu, The Egyptian Question, s. 35
21
Mehmed Ali Paşa Mısır’a Vali olduğu zaman, Osmanlı Devleti ve diğer Avrupa devletleri önemli iç ve dış meselelerle uğraşıyordu. Bu durum Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın işine yaradı. Osmanlı Devleti ve Avrupa uzun süre onun hırsının ve hayallerinin sınırını anlayamadı. Osmanlı Devleti’nin acziyetini ve Avrupa devletlerinin başka meselelerle meşguliyetini gören Mehmed Ali Paşa hedeflerine ulaşmak için her yolu denedi. Kölemenler’in Fransızlarla savaşta büyük darbe yemesi onu daha da rahatlattı. Mısır’da hemen hemen kendisine karşı koyacak kimse kalmamıştı. Bu sırada Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın Kölemenler’den daha tehlikeli olduğunu anladı ama 1806’da başlayan Rusya savaşı elini kolunu bağladı. Mehmed Ali Paşa, Mısır Valisi olduktan hemen sonra 1807’de İskenderiye’yi işgal etmiş olan İngilizlere karşı harekete geçti ve onları yenerek Mısır’dan çıkarttı. Hicaz’daki Vahhabi isyanını bastırmak üzere göndereceği oğlu Tosun Paşa’ya bir şenlik düzenlemek bahanesiyle topladığı Kölemen liderlerinin çoğunu öldürterek 1 Mart 1811’de Mısır’ın rakipsiz lideri oldu. 1816’da Hicaz’daki Vahhabi isyanını bastırması ona İslâm dünyasında inanılmaz bir prestij kazandırdı.16 Bu başarısına mükafaat olarak ayrıca Habeş ve Hicaz Valilikleri kendisine verildi. Mehmed Ali Paşa bundan sonra Sudan’a el attı. Askerî ve ticarî öneminden dolayo ve 1822 yılında burasını da topraklarına kattı. II. Mahmud da onun bu başarılarına seviniyor ve devletin bu sıkıntılı anında onun gücünden ve ordusundan faydalanmak istiyordu. Fakat Mehmed Ali Paşa’nın bazı hataları ve çevresindeki hızlı yükselişini kıskananların kışkırtmasıyla, Padişah ona karşı cephe aldı. Bu cepheleşme Osmanlı Devleti’ne maalesef büyük zararlar verdi. Osmanlı Devleti genelde Mehmed Ali Paşa’yı affetme taraftarı olmuştur. Bundan dolayı yaptığı birçok hatalar devletin bekası için görmezlikten gelinmiş ve birçok mesele ile uğraşılan böyle zor bir dönemde bir problem daha çıkması istenmemişti. Fakat Mehmed Ali Paşa’nın hırslarıyla bazı devlet adamlarının ve dış güçlerin kışkırtmaları buna müsaade etmedi. Buna rağmen Padişah ona karşı şefkatle yaklaşmak istedi. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde Sultan Abdülmecid’in dilinden şöyle ifade edilmektedir:
“… Ezcümle Mehmed Ali Paşa bazı hâlâta teşebbüs itmiş
olduğundan şimdiye kadar hayli şeyler vuku bulmuş. Ve bu esnada dahi Vali-i muşarun-
16
Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul, 1994, c. 5, s. 122.
22
ileyhe icra-yı muharebe olunmak üzere tedarikata teşebbüs olunmuş ise de asayiş-i hâl-i mülk ü millete mücerred nisyan mensiyya hükmüne konularak, Vali-i muşarun ileyh hakkında afv u safh-ı Şahânem erzan ve ülkây-ı Mısrıyye’yi evladına tevarüs itmek üzere inayet ve ihsan ideceğim. İşte bu vechile temin olunub ve ister ise Dersaadet’e gelüp hakpây-ı hümayunuma dahi yüz sürmesine müsaade olunur.”17 Bu cepheleşme bazen ihanet noktasına gelmiştir. Navarin olayındaki bazı rivayetler bunu desteklemektedir. Osmanlı Devleti’nin mirasına konmayı kafasına koymuş ve bunun için her şeyi yapmayı göze almış olan Mehmed Ali Paşa maalesef Navarin limanında demirli Osmanlı donanmasının yakılması konusunda Avrupa devletleri ile işbirliği yapmıştır. Önce Avrupa devletlerinin bütün ısrarlarına rağmen İbrahim Paşa komutasındaki birliklerini Mora’dan çekmezken, Osmanlı donanmasının Navarin’de yakılması üzerine oğlu İbrahim Paşa’ya çekilme emri vermesi bu ihaneti belgelemektedir.18 İbrahim Paşa, Mehmed Ali Paşa’nın büyük oğludur. 1789 yılında Kavala yakınlarındaki Nusretli’de doğdu. Mehmed Ali Paşa Mısır Valisi olunca, onu ve kardeşi Tosun’u Mısır’a getirtti. Mısır’a gelişinin ikinci günü Kahire kalesi komutanlığına getirildi. 1806 yılında bir nevi rehine olarak İstanbul’a gönderildi. Babasının İngilizlere karşı kazandığı zaferden sonra tekrar Mısır’a gönderildi ve hemen defterdarlığa getirildi. 1816 yılında Hicaz ordusu komutanlığına getirildi. 1819’da Vahhabi isyanını bastırarak tekrar Mısır’a döndü ve Yunan isyanına kadar Sudan’daki bazı problemlerle uğraştı. 1824’te Mora’ya gönderildi ve 1828’e kadar burada kaldı. Şunu diyebiliriz ki; İbrahim Paşa Mısır ordusuna Başkomutan olduğu zaman askeri konularda iyice yetişmişti ama gelecekle ilgili düşünceleri babası ile aynı değildi. Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa komutasındaki orduya, görünüşte Akka Valisi Abdullah Paşa’yı cezalandırmak gerçekte ise Suriye’yi ele geçirmek üzere 14 Ekim 1831 tarihinde Mısır’dan hareket etmesi emrini verdi. Donanma 8 Kasım 1831’de Yafa limanına vardı. Karadan İbrahim Paşa komutasında gelen ordu ise bütün Filistin şehirlerini ele geçirerek 26 Kasım 1831’de Akka’ya vardı. Akka uzun süre alınamadıysa da Sur, Sayda, Beyrut ve Trablus şehirleri kolayca Mısırlılara teslim oldu. İbrahim Paşa bölgedeki Yahudi ve Hıristiyanlara imtiyazlar vererek yanına çekmeye çalıştı. 27 Mayıs 1832’de Akka’nın da teslim olmasıyla bölge tamamen İbrahim Paşa idaresine geçti. 17 18
Defter1, s. 4- b. Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 273.
23
İbrahim Paşa 15 Haziran 1832’de Şam’ı ele geçirip 30 bin kişilik ordusuyla 8 Temmuz’da Humus’ta ve 29 Temmuz’da Beylan geçidinde Osmanlı ordularını bozguna uğrattı ve Adana’ya kadar ilerledi. Sonra Toroslar’ı geçerek yönünü Konya’ya doğru çevirdi. Bu yolculuğu sırasında neredeyse hiçbir direniş ile karşılaşmadan ilerlemesi bütün boyutları ile incelenmesi gereken önemli bir konudur.
24
IV. Dönemin Önemli Avrupalı Devlet Adamları Eski Serasker Namık Paşa, 1834 yılında Mirliva (Tuğgeneral) rütbesinde iken, Mehmed Ali Paşa hakkında Avrupa devletlerinin düşüncelerini öğrenmek ve Osmanlı Devleti’ne yararlı bir yol bulmak üzere özel elçilikle Avrupa’ya gönderilmişti. Namık Paşa İngiltere’den başlayarak Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya hükümdarları ile görüştü. Bu görüşmeler sonucunda Avrupalılar; Mehmed Ali Paşa’nın günden güne gücünü artırıp zenginleşmekte olduğunu gördüklerini, böylece Osmanlı Devleti’nin mirasına konmayı kafasına koyduğunu ve bunun için canla başla çalıştığının farkında olduklarını belirtmişlerdi. Bu dönemde her zaman olduğu gibi Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’ne değişik amaçlarla sürekli müdahalelerde bulunuyorlardı. Bu müdahaleler nedeniyle Osmanlı Devleti’nin gerçekleştirmeye çalıştığı birçok reform sonuçsuz kalmıştır. Tanzimat döneminde Osmanlı Devleti ile ilişkilerde ön plana çıkan başlıca Avrupalı devlet adamlarının; İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston ve İstanbul Büyükelçisi Lord Ponsonbi, Avusturya Başvekili Matternih, Rusya Dışişleri Bakanı Nesselrode ve Baron Brunof ve Fransız devlet adamları Tiers, Guizot, Baron Roussine olduğunu görüyoruz. Bu devlet adamları Mısır meselesini devletlerinin genel politikalarına uygun olarak çözmek için uğraşmışlardır. Bu dönemde en fazla güvenilen yabancı devlet adamı Avusturya Başvekili Matternih’dir. Matternih, muhafazakâr bir devlet adamı olarak kendi devleti ile Osmanlı Devleti’nin kaderini aynı görüyordu. Bu nedenle Mısır meselesinde ve diğer birçok meselede sürekli Osmanlı Devleti’nin yanında yer alıyordu. Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde sömürgeci emelleri yoktu. İsyanlarla büyük İmparatorlukların küçük millî devletlere bölünmesinin insanlığa huzur getirmeyeceğini düşünüyordu. Genel siyaset olarak çokuluslu devletlerin yaşaması gerektiğini, kendi devleti de böyle olduğu için düşünüyordu. Bu nedenle Mısır meselesi ve diğer meselelerin Osmanlı Devleti lehine çözülmesini istiyordu. Matternih’in Mısır meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi ile ilgili girişimleri birçok kaynakta ve İradât-ı Seniyye Defterinde geçmektedir. Bu durum kendisiyle sık sık görüşmelerde bulunan Viyana’da görevli Osmanlı temsilcisi Mavroyani tarafından da dile getirilmektedir. Mavroyani bu durumu bir mektubunda
25
şöyle kaydetmektedir: “… Prensi muma- ileyh taraf-ı Devlet-i Aliyye’den anın içün olsun ihtiyar-ı sabır ve teenni buyrılmasını. Ve mesalih pek yoluna girmiş olmağla Saltanat-ı Seniyye hakkında hayırlu ve menfaatli olacağını... Ve emniyet idecek benden hayırhah adam bulunamayacağı derkârdır. Zira ben Devlet-i Aliyye’nin menafi ve saadet-i hâline çalışmakdayım.”19 Matternih meseleyi Osmanlı Devleti lehinde çözmeyi kendi devletinin bekası için de hayatî olarak görmekteydi. Bundan dolayı Avrupa devletlerini bu düşüncesi etrafında toplamak için önemli diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Bu konuda büyük devletler arasında ittifak sağlamak için uykusuz kaldığı geceler dahi olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Viyana maslahatgüzarı Mavroyani bir başka yazısında Matternih’in bu süreçteki durumunu şöyle ifade etmektedir: “Derhal Düvel-i Erbaa-ı Muazzama taraflarına kuryeler irsal iderek Sülale-i Aliyye-i Osmaniyye’nin mahfazası hususuna dâir olan usûl-i mahsusasını umumen kabûle Devlet-i muşarun-ileyhimi davet itmiş ve kemal-i gayretinden Düvel-i Hamse’nin iânelerine itimad kılınmak suretini Saltanat-ı Seniyye’ye kabul ittirmek içün alelacele Dersaadet’e bir kurye göndermek zımnında bir gece uyuyamayarak sabaha kadar yazu ile meşgul olmuş…”20 Bu dönemde Mısır meselesini Osmanlı Devleti lehine çözmek için uğraşan bir diğer devlet adamı İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’dur. Lord Palmerston uzun süre İngiltere Hariciye Nezareti’nde çalışmış ve bu alanda duayen olarak kabul edilmiştir. Mısır meselesinde tek başına ve acele hareket etmemesi hususunda Osmanlı Devletine birçok mesaj göndermiştir. Bu konuda Avusturya ve Rusya ile ortak hareket ederek Fransa’nın direncini büyük oranda kırmıştır. Palmerston’un Mısır meselesindeki durumu ve meseleyi Osmanlı Devleti lehinde çözme kararlılığı İradât-ı Seniyye Defteri’nde şöyle ifade edilmektedir: “… Muma-ileyh Palmerston’un mektub-ı mezkûrunda muharrer talimat ve nesayih, Saltanat-ı Seniyye’yi iltizam ve ihtiyar buyurmuş oldığı sebat ve metanet-i aliyyesinde devama davet ve Devlet-i muşarunileyhanın salik oldığı usûl-i hayır-hahâne’de karar ve sebatından nâşi Avusturya ve Prusya ve Rusya devletleri kendisiyle müttehidü’r-rey olarak Devlet-i Aliyye’nin 19 20
Defter1, s. 49- a. Defter1, s. 48- a.
26
menafi-i sahihasına muvafık hareket olundukça Fransalu’nun Mısır tarafdarlığında ızhar eylediği arzusunun semere ve neticesi olmayacağını beyan ve hikayet dimek olub…”21 İngiltere, XVI. yüzyıldan itibaren elde ettiği kapitülasyonlar ile Osmanlı Devleti üzerinde geniş çıkarları olan emperyalist bir devletti. Ayrıca dönemin en büyük donanmasıyla Akdeniz’deki en önemli güçtü. Bu nedenle Hindistan yolu üzerindeki Mısır’ın ve Boğazların Osmanlı Devleti dışında güçlü bir devletin eline geçmesini istemiyordu. Bu gücün sömürgecilikteki rakibi olan Fransa veya onun kontrolünde bir başka devlet olması onu daha da rahatsız ediyordu. Bu nedenle Fransa’nın desteklediği Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız bir devlet olmasını istemiyordu. Çünkü böyle bir durum, kendisi için hayati bir önemde olan Hindistan deniz yoluyla Fırat, Dicle ve Basra yönündeki karayolunun tehlikeye düşmesine neden olabilirdi. Bu sömürgecilik mücadelesi bir satranç gibi oynanmaktaydı. Afrika’da Fransa’nın başına bazı belalar açılarak, tüm gücüyle Mısır’ı desteklenmesinin engellenebileceği düşünülüyordu. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde İngilizler tarafından şöyle ifade edilmektedir: “Afrika canibinde Fransaluya bir gailey-i cedide açılmış oldığı münderic olmasıyla Fransa Devleti bu hususda dahi sıkışub Düvel-i Erbaa-ı muşarun-ileyhimin kararı müzakere ve netice-i mütalaalarına muvafakata hâh ve nâ-hâh girişeceği cihetlerle …”22 Palmerston kendisine güvenilmesi konusunda ısrar etmiş ve Osmanlı Devleti’nden Mısır meselesinde sebat ve kararlılılığını sürdürmesini meselenin mutlaka çözüleceği teminatını vermişti. İngiltere ve diğer müttefik devletler anlaştığı takdirde, Fransa’nın tek başına bir harekete girişemeyeceğinden emin olduğunu ifade etmeketydi. Bu durum bizzat
kendi
ağzından
İstanbul
Elçisine
yazdığı
bir
yazıda
şöyle
ifade
edilmektedir:“Tarafınıza bu defaki talimatım Devlet-i Aliyye’nin sebat ve metanet üzere olması ve Mehmed Ali’ye hiçbir şey terk itmemesi ve müttefiklerinin ianesine emniyet buyurması hususunda ısrar eylemenizi işar ve tavsiyeden ibaret olub İngiltere Devleti salik olacağı mesleği tayin itmiş ve güzeran iden çend mah zarfında vuku bulan mukalemât ve muhâberatın Rus Devlet-i Aliyyesi ile temin eylemiş olması memul
21 22
Defter1, s. 48- a. Defter1, s. 48- a.
27
bulunmuşdur. Zira bilâ-şurût Mehmed Ali’nin kâffe-i mesûlatına muvafakata Devlet-i Aliyye’yi, Düvel-i Hamse’nin icbar itmelerini İngiltere Devleti men eylemişdir …”23 Bildiğimiz gibi Rusya’nın Büyük Petro’dan itibaren temel politikası sıcak denizlere inmek olmuştur. Bu nedenle güçsüz bir Osmanlı Devleti’nin yaşamasını bu politikasını gerçekleştirmeye en uygun durum olarak görmüştür. Mısır meselesinin patlak vermesi üzerine kendisinden yardım istemesini büyük bir fırsat olarak görmüş ve her türlü yardımı yapacağı sözünü vermiştir. Eğer Mehmed Ali Paşa Osmanlı Devleti’ni yeniden diriltip veya yıkıp tekrar güçlü bir devlet kurarsa sıcak denizlere ulaşma hayalleri başka bir bahara kalabilirdi. Bu nedenle Rusya, Mısır meselesi boyunca daima Osmanlı Devleti yanında ve Mısır aleyhinde yer almıştır. Rusya’nın Mısır meselesinin gelişim sürecinde, Avrupa devletlerinin meseleye müdahil olması ile sıcak denizlere inme hayallerinin sona ereceğini düşünmesi, Osmanlı Devleti’ne yakınlaşmasının en önemli nedeni olmuştur. Bu yardımı sağlamak için imzaladığı 1833 tarihli Hünkâr İskelesi Antlaşması ile bir nevi Osmanlı Devleti’nin hâmisi durumuna gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını da kısıtlayan bu antlaşma, diğer Avrupa devletleri tarafından şiddetle protesto edilmiş ve onların Mısır meselesini çözmek için devreye girmelerinin ana nedeni olmuştur. Fransa Devleti’nin Osmanlı Devleti ile ilişkileri Kanunî (Öl. 1566) döneminden itibaren dostane bir şekilde yürürken, özellikle 1789 Fransız Devrimi’nden sonra bozulmaya başladı. Fransa İmparatoru Napolyon’un büyük hedeflerini gerçekleştirmek için Kuzey Afrika ve Mısır’a yönelmesi, iki devleti karşı karşıya getirdi. Özellikle Napolyon’un Mısır’ı ele geçirmek için sefer düzenlemesi ve Fransız kamuoyunun Osmanlı Devleti aleyhine dönmesi ilişkileri iyice kötüleştirdi. Mehmed Ali Paşa, Mısır’daki bütün yenilikleri Fransa’nın desteğiyle gerçekleştiriyordu. Bundan dolayı Mısır üzerinde diğer Avrupa devletlerine nazaran tesiri daha fazlaydı. Sömürgecilik faaliyetlerinde Kuzey Afrika ve Mısır’ın önemini bildiği için, Mehmed Ali Paşa’yı destekliyordu. Ama aynı zamanda Kanunî döneminden itibaren yararlandığı imtiyazları kaybetmemek için, Osmanlı Devleti’nin dağılmasını da istemiyordu. Bu nedenle genel olarak Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunsa da, özelde Mehmed Ali Paşa’yı desteklemiştir. Ama bu destek İngiliz baskısı nedeniyle hiçbir zaman belli bir noktadan öteye geçememiş ve Mehmed Ali Paşa daima yarı yolda kalmıştır. Fransa’daki bu 23
Defter1, s. 48- b, 49- a.
28
davranış değişikliğinde bazı devlet adamlarının kişisel tercihleri ile ticarî ilişkiler ve kamuoyu önemli etkenler olmuşlardır. Fransa’da anne tarafından Yunan asıllı olan Tiers’in yönetimden düşerek yerine dünya hâkimiyeti için İngiltere ile işbirliğinin gereğine inanan Guizot’un gelmesi Mehmed Ali Paşa’yı en önemli destekçisinden mahrum bırakmıştır. Araştırmamızdan anlaşıldığı kadarı ile Mısır meselesinin bu kadar uzamasının sebeplerinden birisi de, Fransa’nın kendi çıkarları için Mehmed Ali Paşa’yı desteklemesi ve Mısır’da birçok alanda çalışan ajanları vasıtası ile kışkırtması olmuştur. Birçok Batılı değerin Mısır üzerinden İslam dünyasına girmesi de bu etkiyi göstermektedir. Prusya Devleti, Mısır meselesi ortaya çıktığı dönemde milli birliğini kurmaya çalışıyordu. Bu nedenle henüz kendi dışındaki problemlerle uğraşacak durumda değildi. Ama kendisinin de küresel emelleri olduğu için Mısır meselesinde Matternih’in yanında yer alıyordu.24
24
Ali İhsan Gencer, “Tanzimat’tan 1876’ya Kadar Osmanlı İmparatorluğu”,Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Red. , Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul, 1998, c. 11, s. 404- 406.
29
İKİNCİ BÖLÜM MEHMED ALİ PAŞA’NIN YÜKSELİŞİ VE ÖNASYA’YA YAYILIŞI (1831- 1839) I. Kütahya Antlaşması Sonrasında Mehmed Ali Paşa’nın Faaliyetleri Ve Osmanlı Devletine Etkileri 21 Aralık 1832 Konya meydan muharebesi ile II. Mahmud, Mehmed Ali Paşa aleyhine sevkedebileceği son orduyu kumandanı da dâhil kaybetti. İstanbul kapıları istediği takdirde Mısır birliklerine ardına kadar açıktı. Mısır ordusunun bu meydan muharebesinde kaybı sadece 262 ölüden ibaretti. Bu zaferden sonra İbrahim Paşa İstanbul’a ilerlemek ve halkla, yönetenleri kendi tarafına çekmek için propaganda faaliyetlerine başladı. Bunu gerek normal yollardan gerekse para vererek yapmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Bu propagandalar sonucunda, pek çok kimse Mısır taraftarı olarak Osmanlı askerlerine zarar verici davranışlarda bulunmaya başladı. İbrahim Paşa tarafından Anadolu’da bulunan Yeniçeri artıkları orduya alınıp, Hacı Bektaş-ı Veli türbesinde kurbanlar kesilerek ocaklarının açıldığı ve eski nizamın yeniden kurulduğu yönünde duyuru yapıldı. Trabzon Valisi Osman Paşa, Ocak 1833 tarihli yazısında, Kayseri’den Konya’ya kadar şehir, kasaba ve köylerin fiilen Mısırlılara iltihak ettiklerini, Niğde ve Bor taraflarında da artık Osmanlı memurlarına iltifat edilmediğini belirtmektedir. Aynı tarihli bir başka yazısında Osman Paşa’nın Mısır taraftarı olan eşkiyalarla birçok kanlı çatışmalar yapıldığını ifade ettiğini görüyoruz. Osmanlı ordusu bu iç çatışmalar yüzünden çok zor duruma düşmüş ve devlet uçurumun kenarına gelmişti. Bu durumda birbirleri ile anlaşamayan ve koordineli hareket edemeyen komutanların da büyük tesiri olduğu, birçok kaynakta ifade edilmektedir.25 II. Mahmud, böyle zor bir durumda bile azmini, iradesini ve gururunu kaybetmemişti. Bu durumla ilgili olarak kendisine gelen bir yazıya yazdığı hat, II. Mahmud’un asla cesaretini ve metanetini kaybetmediğini göstermektedir. Savaş için harcadığı ve komutanların başarısızlıkları yüzünden boşa giden paraya da asla acımamaktadır. Ellerinde yeterli miktarda techizat bulunmasına rağmen, aralarındaki 25
Defter2, s. 26- a.
30
ikilikler
yüzünden
bunları
yeterli
miktarda
kullanamamalarına
üzülmektedir.
Komutanların durumu tam olarak aralarında istişare etmemelerinden dolayı, yanlış uygulamalar yaptıklarını belirtmektedir. Sultan Mahmud bozgunlar karşısında kendisinin ve yöneticilerin durumunu ifade eden hattında şunları ifade etmektedir: “ Bu kadar külliyetli asakir ve top ve mühimmat ve saire ile ihraç olunmuş olan orduy-ı hümayunumuzu layıkında mahall-i harbe sevk etmiyerek ve havene-i makhurenin niyeti ve fesadı ne surettedir asla tecessüs ve taharri etmiyerek ve birbirleriyle âkilâne bir yere gelüp de müzakere ve meşveret etmeksizin bu kadar hasarat-ı külliyeye bais olmuşlarken yine bu babta bunlar hakkında zât-ı hümayunumun bir gûne şiddet ve infial göstermemesi çok ihsan değil midir. Amma öte tarafa meyledermiş varsın etsün; işte ehem ve elzem olan maddeler içün ne derece külliyetlü akçeler vermekteyim, işte cümleniz görüyorsunuz…”26 İbrahim Paşa duruma daha fazla hâkim olabilmek amacıyla özellikle din adamları sınıfını kendi tarafına çekmek için yoğun faaliyetlere girişmişti. Böylece halkın üzerinde tesiri olan bu sınıfı kendi tarafına çekerek halk üzerinde müessir olmaya çalışmaktaydı. Bunu temin etmek için, maddi manevi bütün yolları denemişti. İbrahim Paşa, eli ayağı tutan kimselerin yediden yetmişe toplanarak kendi tarafına gönderilmesini istemiş ayrıca halktan ve askerlerden başlarındaki amirleri kendisine teslim etmelerini talep etmişti. Bu yapıldığı takdirde diğer asker ve sivillere her türlü yardımı yapacağını vaad etmişti. “… Öteden berü hakkınızda ve fukara hakkında derkar olan meyl ü muhabbetimizin ne derecelerde olduğunu ve sizler dahi Mısır muhiblerinden olub sairi gibi olmadığı ve her halde sizlerin ve fukaranın iktisab-ı nisab-ı emn ü rahatları indimizde matlub ve mültezem idüğinden bizimle refakat olunmak üzere evvela cümleniz bi’l-ittifak gayret edüp Paşanızı ahz ü girift ve kayd u bend ile tarafınızdan adamlara tefrikan tarafımıza göndermeniz…”27 Kayseri Mutasarrıfı Osman Hayri Paşa’nın, Sivas ve Trabzon Valisi Osman Paşa’ya Kayseri halkının durumu ile ilgili mektubu, Anadolu halkının halet-i ruhiyesini aksettirmesi bakımından çok önemlidir. Burada halkın yöneticilerden hiç memnun olmadığı, şehre gelecek Mısır askerlerine karşı koymayacakları ve idareye gelecek yeni yönetime itaat edeceklerini belirttiği görülmektedir. Metinden anlaşıldığı kadarı ile halk çeşitli nedenlerle Osmanlı idaresinden bıkmış ve Mısırlılar’ın yaptığı propagandalar 26 27
Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, Mısır Meselesi (1831- 1841), Ankara, 1988, s. 68. Ş. Altundağ, A.g.e., s. 69.
31
nedeni ile onları kurtarıcı gibi beklemeye başlamıştır. Kayseri halkından bazıları Mısırlılar tarafından kendilerine yardım edilirse Osmanlı Valisi’ne itaat etmeyeceklerini belirtmişlerdir. Mısırlılara karşı halkın davranışları ile ilgili ilginç anekdotlar içiren bu mektup kısaca şöyledir: “Kayseriye ahalisine dahi telif ü teşvik zımnında taraf-ı çakeriden bir kıta buyruldu yazıldığı bundan akdem hakpay-ı mün’imânelerine arz u inha olunmuş ve muahharan dahi havene-i merkumenin ahali-i mezkure hitaben bir kıta buyruldusu vuruduyla cümle vucuh ve ahali mahzarında Devlet-i Aliyye-i Ebediyye uğrunda Kayseriye metanet etmeyeceklerini ve beldelerine kan dökmeyeceklerini ve faraza havene-i merkume tarafından 50 nefer ile bir adam gelse ve müdafaaya kudretleri olsa Valileri’ne iane eylemeyeceklerini ve asakiri şehre koymayacaklarını ve istemiyeceklerini…”28 Mehmed Ali Paşa güçleri sadece geçtikleri yerlerde propaganda yapmak ve halkı kendi taraflarına çekmek için zaman harcamakla kalmadılar. Faaliyetlerini bütün Anadolu, Cenubî Arabistan, Acem Körfezi ve Irak havalisine kadar yaydılar. İbrahim Paşa’nın maneviyatı o kadar güçlü ve kendinden o kadar emindi ki, Osmanlı paşalarına mektuplar yazarak Osmanlı Devleti’nin sağladığı imkânlardan daha fazlasını sağlayacağını belirtip kendisine katılmalarını tavsiye etti. Buna kanan birçok Osmanlı Paşası, Mısır ordusuna katılmakta hiçbir beis görmedi. Bununla ilgili olarak Mısır birliklerine esir düşen Osmanlı komutanlarından Reşid Mehmed Paşa’nın, Antalya Muhassılı Yusuf Paşa’ya yazdığı mektup son derece ilginç bir örnektir. Osmanlı Paşası mektubunda, Mısır ordusunun ilerlemesinin halk için yararlı olduğundan bahsedip, onları kurtarıcılar gibi görerek, Mısır ordusu komutanından kardeşim diye bahsetmektedir. Mısır birliklerinin de Osmanlı halkının mutluluğu için çalıştığını düşünmekte ve durumu uzatmanın her iki tarafa da yarar getirmeyeceğini ifade etmektedir. “… Bu defa devletlü İbrahim Paşa hazretlerinin külliyetlü askeri berren ve bahren göndermek için tertip olunmuş ise de sizin ile mukaddem hukuk-ı kadimemiz olduğundan başka bu maslahat milletçe bir maslahat olduğundan beyhude ısrar etmenin faydası olmadığından, ahali-i memleket gerek size sıyanet içün dairemiz ağavatından Abdi Ağa irsal olundu… ”29 1830’daki devrimler Avrupa’yı iki gruba ayırdı. Bunlar Liberal Devletler ve Monarşik Devletler idi. 1831 yılında Mehmed Ali Paşa otoritesini Filistin, Suriye ve 28 29
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 70. Ş. Altundağ, A.g.e., s. 71- 72.
32
Arabistan’a yaymak için, İbrahim Paşa komutasında bir ordu gönderdi. II. Mahmud onu engellemek istediyse de Mısır ordusu 1832 yılı Aralığında İstanbul’u zorlamaya başladı. Mısır’ın bu hızlı ilerleyişi ticaretle ilgilenen bütün Avrupa’yı endişelendirdi. Avusturya, Mehmed Ali’yi aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin birliğine zarar veren birisi olarak görüyordu. Mısır meselesinde Viyana’nın liderliği ele aldığını gören Palmerston bundan rahatsız oldu. O zamana kadar kararsız olan Palmerston Mısır meselesinin çözümü için Viyana’nın değil Londra’nın görüşme merkezi olması gerektiğine karar verdi. Avusturya ve İngiltere bu tartışmayı yaparken Osmanlı Devleti Rusya’ya yöneldi. Bu durum 1833 yılında Kütahya Antlaşması’nın yapılmasıyla sonuçlandı.30 8 Temmuz 1833 tarihli Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın Boğazları Avrupa’ya kapatması, Avrupa devletlerini ayağa kaldırdı. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti bir Rus uydusu oluyordu. Eylül 1833’te Çar ile Matternih Osmanlı Devleti’ni korumak üzere Münchengraetz Antlaşması’nı imzaladılar. Bu antlaşma Avrupa’nın liberal devletleri olan, İngiltere ve Fransa’yı rahatsız etti. Bu antlaşma Doğu’nun monarşik devletlerinin Batı’nın demokratik devletlerine karşı bir ittifakıydı. İngiltere ve Fransa aralarında Avusturya ve Portekiz’e karşı ittifak yaparken, Mısır meselesi nedeniyle bu ittifakları bozuldu. Palmerston doğunun monarşik ittifakını eleştirerek bunun Avrupa’nın liberal değerlerine karşı yapılmış bir saldırı olduğuna dikkat çekti.31 Kütahya Antlaşmasıyla başlayan durgunluk döneminde Osmanlı Devleti ile Mısır arasındaki gerginlik azalacağına daha da arttı. II. Mahmud Şark ordusunu kurdu ve başına güvendiği kumandanlarından Hafız Mehmed Paşa’yı getirdi. II. Mahmud kendi Valisiyle ancak Avrupa devletlerinin tavassutuyla antlaşmaktan dolayı, son derece kırgın ve üzgündü. Bu durum onun gururunu incitmiş ve ilk fırsatta ona bir ders vermek için uygun zamanı kollamaya başlamıştı. Mehmed Ali Paşa da bu antlaşmayla ulaşmak istediği hiçbir hedefine ulaşamamıştı. Bir yandan İbrahim Paşa Suriye’de 80 bin asker toplarken babası da Mısır’da Fransız subayların eğitimiyle 50 bin kişilik modern bir ordu hazırlamaya başladı. Mehmed Ali Paşa da hedeflerine ulaşmak için bir fırsatın çıkmasını bekliyordu. İbrahim Paşa, Anadolu’da Mısırlılara yapılan dostça muameleden yalnız manen faydalanmakla kalmamış, gerek yiyecek ve gerek asker bakımından maddeten de kuvvetlenmiş ve askerinin mevcudunu buradan temin ettiği kuvvetlerle 200 bin kişiye çıkarmıştı. Asker sayısının aşırı derecede artması ile İbrahim Paşa’nın 30 31
The Cambridge Modern History, G. N. Clark, J. R. Butler, J. P. T. Bury, Volume, X, s. 251- 252. The Cambridge Modern History, Vol. X, s. 252.
33
kendine olan güveni ve cüreti de iyice arttı. Bazı rivayetlere göre esir aldığı Reşid Mehmed Paşa ile Sultan Mahmud’un tahttan indirilip yerine oğlu Abdülmecid’in geçirilmesi hususunda anlaşmıştı.32 Osmanlı murahhasları, Mısır ve Kütahya’da Mehmed Ali ve İbrahim Paşa ile anlaşmaya çalışırken İstanbul çok heyecanlı müzakere ve tartışmalara sahne oluyordu. Bu tartışmaların en önemli konusu Ruslar’ın fiilen yardımı konusuydu. Bu tartışmalar sırasında İngiltere ile Fransa, Rusya ile Avusturya birlikte hareket ediyorlardı. 21 Aralık 1832 tarihinde yapılan Konya savaşında Osmanlı Devleti büyük bir yenilgiye uğramış ve güç bela topladığı son orduyu da komutanı ile birlikte kaybetmişti. Ocak ayı başında Londra’dan gelen haberler İngiltere’den istenilen yardımın sağlanamadığını gösterirken Fransa da yardım yapmaya yanaşmıyordu. Yardım alınabilecek tek ülke pek istenmese de Rusya idi. Bütün bunlara ve İbrahim Paşa kuvvetlerinin Kütahya’ya kadar ilerlemesine rağmen Fransız sefareti hâlâ Babıâli’ye baskı yaparak Mehmed Ali Paşa’nın kendisine gönderilen Halil Paşa ile anlaşmasının muhakkak olduğunu söylüyor ve İngiltere de bu konuda Fransa’yı destekliyordu. Mısır ile anlaşılması durumunda Rus yardımına ihtiyaç kalmayacağı açıktı. Osmanlı Devleti de buna inanarak işi yavaştan almaya başlamıştı. Ama Mısır kuvvetlerinin çekilmesi sağlanmadan sırf bu sözlere inanarak Rus yardımından vazgeçmek istemiyordu. Bundan dolayı Rusya bu meselede en önemli aktör haline gelmişti. Kütahya Antlaşması veya Kütahya görüşmeleri bu karmaşaya son vermek ve Rusya’nın etkinliğini azaltmak için büyük devletlerin de devreye girmesi ile sonuçlandırıldı. Osmanlı Devleti ile Mısır arasında birçok konuda anlaşma sağlanmış ve anlaşılamayan konu olarak Adana’nın İbrahim Paşa idaresine bırakılması kalmıştı. Önce Adana’yı İbrahim Paşa idaresine bırakmak istemeyen II. Mahmud sonunda diğer devletlerin baskısına dayanamayarak 3 Mayıs 1833 tarihinde Reşid Bey ve İbrahim Paşa’nın bu yoldaki teklifini kabul ederek Adana’nın da muhassıllık olarak İbrahim Paşa idaresine bırakılmasını kabul etti. Adana’nın Mısırlılara bırakılması ile Kütahya Antlaşması sağlanmış ve Mısır meselesinin birinci aşaması sona ermiş oluyordu. “… Habeş Valisi ve Cidde Mutasarrıfı vezirim İbrahim Paşa… Zikrolunan Adana eyaleti muhassıllık veçhile sana deruhde ve ihale kılınmış, vedia-ı hazreti haliku’l-beraya olan
32
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 76.
34
ahali ve fukara ve aceze ve reayanın bi’l-vücûh esbab-ı refah ve rahatlarını istikmal ve Adana caddesinin husul-i emniyetiyle …”33 II. Mahmud ve Mehmed Ali Paşa arasında yapılan Kütahya Antlaşması’nı Rus temsilci Orlof gayet ileri görüşlü bir şekilde şöyle yorumlamaktadır: “Bu anlaşma hakiki bir sulh temin etmiş değildir. Bu anlaşma ile bir mütareke elde edilmiştir ki, ancak 5- 6 sene devam edebilir”. Kütahya görüşmeleri sonucunda anlaşılan konularda bir Ferman yayınlanmış ve böylece Mısır kuvvetlerinin ilerlemesi geçici bir süreliğine de olsa durdurulmuştu. Mısır’da Mehmed Ali Paşa ve Kütahya’da İbrahim Paşa ile ayrı ayrı sulh müzakereleri yapılmıştı. Bunun sonucunda bir antlaşma imzalanmasından ziyade bazı yerlerin Mehmed Ali ve İbrahim Paşalara verildiğine dair tevcihat fermanları hazırlanmıştı. Bütün bu fermanlar 6 Mayıs 1833 tarihinde hazırlanan umumi bir fermanla birleştirilmiştir. Bu fermandan gâye bir antlaşma ilan etmek değil bilakis Mehmed Ali ve İbrahim Paşalara verilen arazileri Padişahın bir lutfu olarak göstermek ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kalan kısımlarında umumi af ilan ederek, mücadele esnasında Mehmed Ali tarafına geçen halkı kuşkulandırmamak ve bozulan asayişi bir kat daha bozmamaktır. Bu Ferman dikkat edilirse ilgisi dolayısıyla bütün Osmanlı ülkesine değil yalnız Anadolu’ya teşmil edilmiştir. Bu Ferman’da Mehmed Ali’nin Girid ve Mısır Valilikleri’nde ibka edilip buna ilaveten kendisine yeniden Şam, TrablusŞam, Sayda, Safed, Halep eyaletleri, Kudüs ile Nablus sancakları, Hac muhafızlığı ve Cerbe Başbuğluğu tevcih edildi. İbrahim Paşa’nın Mekke Şeyhülharemi ünvanına, Cidde Valiliği ve Adana Muhassıllığı ilave edildi. Ayrıca hükümet ayan ve erkânına, aff-ı şahâneyi ilan etmeleri, geçmişten dolayı kimseden hesap sormamaları, geçmişi unutmaları ve halkın şüphelerini ve rahatsızlıklarını gidermeleri emredilmekte idi. Kütahya Antlaşması olarak ifade ettiğimiz 14 Mayıs 1833 tarihli belge olsa olsa bir garanti senedidir. Yani Osmanlı Devleti’ne güvenmeyen bir Valisi’ne, yabancı bir devlet tarafından sunulan garantidir. İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa devletleri kendi çıkarlarının
zedelenmemesi
için
antlaşmanın
gerçekleşmesinde
garantör
rolü
oynamışlardır. Mehmed Ali’nin sert lisanı ve Rusya’nın askerî müdahalesi, Avusturya, İngiltere ve Fransa’yı korkuttu. Bunlar sulhun zarureti ve Mehmed Ali’nin isteklerinin kabulü konusunda Babıâli’yi tazyike başladılar. Rusya, diğer devletlerin bu konudaki arzularının tahakkukunun önüne geçemedi. Sultan da ard arda gelen mağlubiyetler 33
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 132.
35
nedeniyle, Suriye ve Adana’yı Mehmed Ali Paşa idaresi altındaki topraklara ilave etmekten başka çare bulamadı. Bunun üzerine 16 Zilhicce 1248/6 Mayıs 1833 tarihinde Mehmed Ali’nin Mısır ve Girid Valiliklerinin tasdik edildiği, Suriye’nin ve Adana mıntıkasının tevcih edildiği belirtiliyordu. Ayrıca oğlu İbrahim Paşa’ya da Cidde Valiliği’yle Mekke Şeyhülharemliği’nin yeniden verildiği ve Adana’ya Muhassıl tayin edildiği bildiriliyordu. 24 Zilhicce 1248 (14 Mayıs 1833) tarihinde Sultan Mahmud ve Mehmed Ali Paşa arasında Kütahya Antlaşması akdedildi. Bu antlaşmayı İstanbul’da Sultan namına Baron Roussin, Kütahya’da da babası namına İbrahim Paşa imza ettiler. Bu antalaşmaya göre Mehmed Ali, bundan evvel eski Valiler’in Suriye için verdikleri vergiyi vermeyi ve askerlerini Anadolu’dan kendi idaresi altına verilen mıntıkalara çekmeyi taahhüd ediyordu. 34 Kütahya Antlaşması imzalanmasına rağmen Osmanlı Devleti ile Mısır arasında derin bir güven bunalımı devam etmekteydi. Özellikle İbrahim Paşa Arap milletinin içinde büyüdüğü ve tahsilini Mısır’da gördüğü için Arap unsuruna dayanan bir hâkimiyet sistemi kurmak istiyordu. Babasına kıyasla Arap kültür, örf ve âdetlerini daha iyi biliyor ve tek millet unsuruna dayanan bir devletin yaşama imkânının çağın gereklerine daha uygun olduğunu düşünüyordu. Mehmed Ali Paşa ve Oğlu İbrahim Paşa hızla yayılan Milliyetçilik akımlarının hangi noktaya ulaşabileceğini Osmanlı Devlet’nden daha önce kestirmişlerdir. Avrupai bir eğitim alan ve Avrupa’daki gelişmeleri daha iyi bilen İbrahim Paşa Osmanlı Devleti’nin artık yaşama şansı olmadığını, Arap unsuruna dayanan bir devletin yeni şartlara uygun olduğu için yaşama şansının daha fazla olduğunu düşünüyordu. Bununla ilgili olarak İbrahim Paşa’yı yakından tanıyan İskenderiye’deki Avusturyalı görevli Prokesch Osten, Matternih’e yazdığı bir mektupta şunları belirtiyor: “Bir Arap imparatorluğu kurmak mefkûresinin yaşamakta olduğunu birçok deliller ispat etmektedir. Mehmed Ali gibi yapıcı bir zekânın yanında, büyük emeller besleyen ve yüksek bir enerjiye sahip bulunan oğlu ve halefini görüyorum; İbrahim bu asrın çocuğudur ve asrî bir surette talim ve terbiye görmüştür. Bu vaziyet İbrahim’i, dinin ahkâmına uyarak Sultan’a itaate mecbur kalmaktan kurtaracaktır. Bunlardan fazla olarak uykusundan uyanan Arap âleminin düşüncesini de ilave edebiliriz. ”35
34 35
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 136- 137. Ş. Altundağ, A.g.e., s. 142.
36
Yukarda belirtilen nedenlerle, Kütahya Antlaşması sonrasında II. Mahmud, devletin bir Valisi’ni dâhi kendi imkânları ile tedip edememekten doğan gurur kırıklığını gidermek için uğraşırken, Mehmed Ali Paşa da daha fazla yerleri ele geçirerek otoritesini oralara da yaymak istemekteydi. Bundan dolayı her iki taraf da amaçlarına ulaşmak için hazırlık yapmakta ve yeniden harekete geçmek için fırsat kollamaktaydı. Mehmed Ali Paşa, Kütahya Antlaşması’ndan sonra bağımsız biri gibi davranmaya başladı. Ordu ve donanmasını sürekli artırmak için gayret gösterdi. Buna karşılık vergisini vermekte birçok zorluklar çıkardı. Yıllık olarak ödediği vergi miktarını 32 bin keseye kadar indirdi. Osmanlı Devleti bu miktarın idare ettiği topraklara göre çok az olduğunu ifade ettiyse de bundan bir sonuç alamadı. Vergi konusu ve İstanbul’daki konsoloslar vasıtasıyla bağımsızlık talebinde bulunması II. Mahmud’un ona olan kızgınlığını daha da artırdı. 1834 yılında Lübnan’da Mehmed Ali Paşa idaresinden memnun olmayanlar ayaklanınca II. Mahmud onları destekledi. Diğer taraftan İbrahim Paşa’nın Mısır’dan alınan halifeliği yeniden İstanbul’dan Kahire’ye taşımak istediği söyleniyordu. Bu söylenti Padişah’ı olduğu kadar Suriye ve Lübnan halkını da çok rahatsız etti.36 Bu arada Mehmed Ali Paşa sınırlarını genişletmek için sürekli olarak ticarî, askerî ve diplomatik faaliyetlerde bulunuyordu. Ayrıca yanına Avrupa kamuoyunu çekmek için bol miktarda para harcıyordu. Nitekim Irak’a da göz dikmiş ve bu amaçla İngiltere’yi yanına çekebilmek için Fırat nehrinden vapur geçirmek üzere İngilizlerin çoktandır istediği ruhsatı Babıâli’nin onayını beklemeden vermeye bile cesaret etmişti. Bu dönemde Mısır meselesinin yanı sıra Osmanlı Devleti’nin genel durumunun bozulmasına neden olan birçok sebep vardı. Bunları şöylece sıralayabiliriz: 1- Ekonomik Sebepler: Dünya ticaret yollarındaki değişmeler, devletin sürekli sürdürmek zorunda kaldığı savaşlar ve bu savaşların aynı anda bazen dört devletle yapılmak zorunda kalınması ve bunun sonucunda gelen yenilgiler Osmanlı Devleti ekonomisini çökme noktasına getirmişti. Ayrıca Türkistan’da Rus etkisinin artması, Halep ticaret yolu ve Şam-Bağdat ticaret yolu üzerinde bedevi baskısının çoğalması da Suriye ve civarının ticaret hayatını bitme noktasına getirmişti. Bu durumu bölgedeki asayişsizlik ve kargaşa daha da kötüleştiriyordu. Yeni ticaret yollarının bulunması
36
Ali İhsan Gencer, “Tanzimat’tan 1876’ya Kadar Osmanlı İmparatorluğu”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c. 11, s. 413.
37
nedeniyle bölgenin Osmanlı Devleti gözündeki yeri hac yolu olması dışında iyice azalmıştı. 2- İdarî Sebepler: Devlet sistemindeki bozulmalar birbirini tetikliyordu. Eyaletleri yönetmekle görevli Paşalar’ın geniş hâne halkları ile geldikleri yerlerde oluşturdukları yolsuzluklar ve yönetim zaafları vardı. Bu Paşalar genellikle yeteneksiz ve yönetme kabiliyetleri sınırlı olan kimselerdi. Ama kendileri yönetime ehil olmadıkları gibi onları denetleyecek doğru dürüst bir mekanizma da yoktu. Ayrıca merkezî otorite değişik nedenlerle sarsıldığı için başına buyruk hareket ediyorlardı. Yönetimlerinde olmayan başka eyaletlerin idaresine de karıştıkları için tam bir yönetim karmaşası oluyordu. Bu istikrarsızlık ve karmaşa halkın idareye karşı hoşnutsuzluğunu daha da artırıyordu. 3- Dış Sebepler: 1800’lü yıllarda şiddetlenen milliyetçilik, sömürgecilik ve sanayileşme hareketleri çok uluslu İmparatorlukları kökünden sarstı. Osmanlı Devleti’nin stratejik önemdeki geniş toprakları özellikle sömürgeci devletlerin iştahını kabartıyordu. Bu dönemde Arap yarımadasının özellikle körfez ve Hind Okyanusuna kıyısı olan yerlerinde, İngiltere başta olmak üzere sömürgeci Avrupa devletlerinin faaliyetleri sürekli artıyordu. Bu devletler Ortadoğu ve Uzakdoğu’yu sömürebilmek için kıyasıya bir rekabet içine girdiler. Osmanlı Devleti yönetimindeki yerleri kontrol edebilmek için bölge halkını sürekli olarak değişik yollarla devlete karşı kışkırttılar. 4- Güvenlik Sebepleri: 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılması ve bunun yerine yeni askerî birlikler kurmada sürekli savaşlar nedeniyle zorlanılması bölgedeki merkezî otoriteyi ve güvenliği neredeyse yok olma noktasına getirdi. Emniyet ve asayişi sağlamakla görevli askerler kendileri başlı başına bir güvensizlik sebebi oldular. Ortadoğu’daki askerler merkezden uzak olmaları ve savaşa girmemeleri nedeniyle laçkalaşmışlar ve hac yolunu korumaktan bile aciz hâle gelmişlerdi. Yeniçeriler yasak olmasına rağmen ticari faaliyetlere başlamışlar ve ellerindeki silahları da bir tehdit unsuru olarak sürekli kullanmışlardır. Yeniçeri ocağının bu serkeşliklerini yok etmek için gönderilen kapıkulu askerleri hac yolunun güvenliğini zor sağlıyorlardı. Hac yollarının güvenliği Osmanlı Devleti katında bir namus meselesi olarak görüldüğü için büyük önem veriliyordu. Bir süre sonra kapıkulu askerleri de bozulmuş ve aynen yeniçerilerin durumuna düşmüşlerdir.37
37
Sebahattin Samur, İbrahim Paşa Yönetimi Altında Suriye, Kayseri, 1995, s. 8- 10.
38
Yeniçeri ve kapıkulu askerlerinin dışındaki Valiler’in maiyet askerlerinin durumu da pek iç açıcı değildi. Savaş eğitimi ve terbiyesi bir yana bunlar asayişi sağlayacak ahlak ve dürüstlükten de uzaktılar. Halk da onlara güvenemediği için ve bazı dış güçlerin kışkırtmasıyla ister istemez silahlanmış ve durum içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. Bütün bu nedenlerle bölgede birçok isyanlar çıkmış ve yeni bir kurtarıcı güç beklenmeye başlamıştı. İbrahim Paşa, Hicaz’daki faaliyetlerinden dolayı bu rol için biçilmiş kaftandı. Böylece Osmanlı–Mısır harbinin birinci aşaması, Osmanlı Devleti aleyhinde neticelenmiş, koca devlet bir Valisi önünde yenilgiye uğramış ve antlaşma imzalamak için birçok tavizler vermek zorunda kalmıştı. Avrupa devletleri meseleye müdahale etmelerine rağmen çözümünde anlaşamadıkları için güçlü taraf olan Mısır büyük oranda istediklerini elde etmişti. Bu meselenin çözümünde Mısır dışında hiçbir devlet istediğini elde edememiştir diyebiliriz. Fransa’nın, Mısır’ı destekleyerek şanını artırma gayreti diğer devletlerin müdahalesi ile yarım kalmış; İngiltere, Osmanlı Devleti’nin yardım talebine gerekli yanıtı veremeyerek güven kaybına uğramış; Avusturya’nın faaliyetleri pek yetersiz kalmış ve durumdan yararlanan Rusya, Osmanlı’nın yardım talebine cevap vererek tarihi emellerine bir adım daha yaklaşmıştı. Böylece Rus donanma ve askerleri İstanbul’a gelmiş ve Mısır tehdidi tamamen ortadan kalkana kadar orada uzun bir süre kalmıştır. Rusya bu süreçte imzaladığı Hünkâr İskelesi Antlaşması ile diğer devletler karşısında bir adım öne geçmiştir. Bu durum Düvel-i Muazzama özellikle İngiltere ve Avusturya’nın meselenin çözümü için inisiyatif almasının da gerekçesi olmuştur. Osmanlı Devleti ve halkının Rusya hakkındaki düşüncesi hiç olumlu değildi. Yıllardan beri Rusya’nın Osmanlı Devleti aleyhinde genişlemesi yönetimde ve halkta haklı olarak onlara karşı bir şüpheye neden olmuştu. Rusya’nın yardım nedeni olarak Boğazların kapalı tutulması ve böylece kendisinin daha rahat hareket etmesini amaçladığı düşünülüyordu. İngiltere ve Fransa’nın kendi sömürgeci emelleri doğrultusunda yardım eder gibi görünürken iş bunu fiiliyata dökmeye gelince sürekli yan çizdikleri düşünülüyordu. Fransa bu süreçte İngiltere’den tamamen ayrılmıştır. Osmanlı yönetiminin İngiltere, Fransa ve Rusya hakkında nasıl düşünceler beslediğini aşağıdaki belge gayet güzel açıklamaktadır. Bu belgede ilgili devletlerin donanmalarının İstanbul’a gelmesi ile ilgil olarak şu değerlendirmeler yapılmaktadır: “Devlet-i Aliyye matlub buyurur ise Rusya Devleti iane itmek ve bilmukabele faraza Rusya Devleti’nin
39
sair bazı devletlerden biriyle muharebesi vukuunda Devlet-i Aliyye dahi Rusya Devleti’nin lehine Bahr-i Sefid boğazını sed eylemek kazayasından ibaret olmasıyla… Fransalunun taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye gereği gibi celb ve imalesi Mısırlu’dan bütün bütün şerir ve tenfiri esbab-ı lâzımesinin istihsaline birlikde çalışılmakda… Fransa ve Avusturya Devletlerinin Beriyyetüşşam hakkında bazı mertebe tereddütleri rûnüma olmakda ise de İngiltere Devleti vesatât ve himmeti ile matlub-ı âli vechile şu maslahatın tesviyesi memul oldığına dair bazı tabirat irad olunumuş oldığı… ”38 Rus Çarı Nikola, Avusturya ve Prusya hükümdarları ile yaptığı görüşmelerde Katerina döneminde oluşturulan ve Osmanlı Devleti aleyhinde genişlemeyi hedefleyen devlet politikasından vazgeçtiklerini belirtmekteydi. 18 Eylül 1833 tarihinde Avusturya, Rusya ve Prusya arasında imzalanan Münchengratz Antlaşması ile bu devletler Osmanlı Devleti’nin bekasını garanti altına almak istemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin yaşaması monarşik devletler için de hayatî bir mesele haline gelmişti. Matternih, Mısır meselesinin çözümüne Almanya ve İtalya’daki Habsburg monarşisine zarar vermemesi için büyük gayret göstermiştir. Avusturya eski gücünden çok şey kaybetmesine rağmen, Matternih’in diplomatik dehası sayesinde Mısır meselesinin kendi çıkarlarına zarar vermeyecek ve yeni bir Avrupa savaşı çıkarmayacak şekilde çözülmesini sağlamıştır. Böylece daha o zaman değişebilecek Avrupa düzeninin I. Dünya savaşına kadar uzamasını temin etmiştir.
38
Defter1, s. 8- b.
40
II. Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu’ya Yayılmak İstemesinin Nedenleri ve Yaptığı Faaliyetler Mehmed Ali Paşa, daha küçük yaşlarda babasını kaybetmiş ve onu himayesi altına alan Tosun Paşa’nın idamından dolayı içten içe Osmanlı Devleti’ne kin besleyerek büyümüştür. Gençliğinde Mehmed Ali bir süre Kavala’da ticaretle uğraşan ve Fransız vatandaşı olan Leon isminde bir şahsın ticari işlerini takip etmiştir. Leon ona gayet iyi davranmış ve her konuda yardımcı olmuştur. Bu durum Mehmed Ali’nin, Leon’a ve onun vatandaşı olduğu Fransa’ya derin bir sempati duymasına neden olmuştur. Çok hassas bir karaktere sahip olan Mehmed Ali, Mısır’da iktidara gelir gelmez Leon’u Mısır’a davet etmek istemiş fakat o, daha önce Marsilya’da ölmüş olduğu için bu durum gerçekleşememiştir. Bunun üzerine Mehmed Ali, Leon’un kız kardeşine 50.000 Frank göndererek hiç olmazsa bu suretle teşekkür etmek istemiştir.39 Napolyon’un 1798 yılında Mısır ve Suriye’ye başlattığı işgal hareketi, bölgeyi kısa sürede Avrupa devletlerinin nüfûz mücadelesi yaptığı bir alan haline getirdi. Osmanlılar, İngilizlerin yardımı ile Fransızları Mısır’dan çıkarmak üzere bir ordu gönderdiler. Bu orduya Kavala hâkiminin hazırladığı ücretli askerler de katılmışlardı ki, askerlerin başında Kavala hâkiminin oğlu Ali Ağa ve ona muavin olarak da Mehmed Ali bulunuyordu. Napolyon 1801’de, İngilizler ise 1807’de bölgeyi boşalttılarsa da yüzyılın en önemli sömürgeci gücü olan bu iki devlet bölgeyle bağlarını hiçbir zaman koparmadılar ve günümüzde bile bu durum bazı değişiklikler göstermekle beraber devam etmektedir. Daha o dönemden itibaren bölgenin yer altı ve yer üstü kaynaklarının haritasını çıkaran sömürgeci devletler, Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra rahat bir biçimde bölgeyi istedikleri gibi şekillendirmişlerdir. Bölgenin dengelerini gözetmeden adeta bölge ülkelerinin birbirleriyle savaşının hiç bitmemesini istercesine çizilen sınırlar hâlen savaş nedeni olmaya devam etmektedir. Napolyon’un Mısır seferi, Mehmed Ali’nin Mısır’a gelmesine bir sebep teşkil ettiği gibi, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun aczini idrak eden Mehmed Ali’nin Mısır’da süratle yükselmesine yardım etti. Mısır’da merkezi bir idarenin teşekkülüne mani olan Kölemenlerin Napolyon ile olan çetin savaşlarında, Fransız ordusu yavaş yavaş erirken, Memlükler’in de en azimkâr ve sebatlı unsurları da mahvolmuştu. Mehmed Ali, 1800’lü yıllardan 39
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 22.
41
itibaren rakiplerini birer birer yenerek Mısır’da otoritesini pekiştirdi. 1805 tarihinde Babıâli, az çok bir mecburiyet altında senevî bir vergiden başka, Medine’yi ellerine geçiren Vahhabilerle de mücadele etmek ve mukaddes yerleri bunlardan kurtarmak şartıyla Mehmed Ali’nin Mısır Valiliğini tasdik etti.40 Mehmed Ali, Mısır’ın bütün kurumlarını Fransız uzmanlardan da yardım alarak değiştirdi ve modern usullerle yeniden kurdu. Çeşitli askerî okullar açtırdı, silah ve dokuma fabrikaları kurdurdu, barut tesisleri ve tersaneler inşa ettirdi. Tarımın gelişmesi için köylüleri destekledi. Pamuk, tütün ve ipek gibi tarımsal sanayi ürünlerinin üretilmesini teşvik etti. Tekelci bir ekonomik politikayla yönetimini mâlî açıdan oldukça güçlendirdi. Babıâli’nin itimadını kazanarak Mısır sahillerinin güvenlik ve vergisini üzerine aldı. Hicaz’daki Vahhabi sorununu çözmesi şöhretinin bütün İslâm dünyasına yayılmasını sağladı. Mısır ve Hicaz’ı yönetimi altında bulunduran Mehmed Ali Paşa, Suriye’yi de ele geçirerek bağımsız ve güçlü bir devlet kurmak istiyordu. Onun bütün bu ihtirasları ve egemenliğini genişletmek amacıyla gerçekleştirdiği uygulamalar bu devrede Avrupa ve Osmanlı Devleti başka sıkıntılarla uğraştığı için fazla dikkat çekmemişti. Bazı tarihçiler onun bağımsızlık düşüncelerinde Fransa’nın kışkırtmalarının ve yardım vaatlerinin büyük tesiri olduğunu ifade ederler. Fransız dost ve danışmanları onu Suriye ve Anadolu yönünde ilerleterek Osmanlı Devleti’ni kendi Valisi vasıtasıyla kalbinden hançerletmek istiyorlardı. Ayrıca daha önce de belirttiğimiz gibi daha Kavala’da iken tanıştığı Fransız tüccar Leon vasıtasıyla sıkı bir Fransa taraftarı olmuştu.41 Birçok yazışmalarında görüldüğü gibi Mehmed Ali Paşa zihniyet itibariyle bir Osmanlıdır ve Osmanlı Devleti’nin menfaati için çalıştığını belirtmektedir. Fakat son derece hırslı olması onu Osmanlı Devleti’nin bir numaralı düşmanı ve rakibi durumuna getirmiştir. Mehmed Ali Paşa bütün faaliyetleri boyunca, Fransa tarafından korunmuş ve Osmanlı Devleti’ni köşeye sıkıştırmak için kullanılmıştır. Ayrıca Fransa, onun güç ve nüfuzunun artmasının İngiltere aleyhine olup Hindistan yolunu kapatacağını düşünerek desteklemiştir. Fransa desteğinden cesaret alan ve Mısır’da güçlü bir devlet kurmak için Suriye’nin de gerekli olduğunu düşünen Mehmed Ali Paşa dikkatini buraya yöneltti. Mehmed Ali Paşa’nın otoritesinin diğer yerlerde tanınması için kutsal toprakların yönetimi altında olması buranın korunabilmesi için de Suriye’nin ele 40 41
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 24. Ş. Altundağ, A.g.e., s. 22.
42
geçirilmesi gerekiyordu. Ayrıca Mehmed Ali Paşa’nın ordu ve sanayi için ihtiyaç duyduğu
gereksinimlerin
sağlanmasında
Suriye
çok
önemliydi.
Paşa’nın
danışmanlarından olan Fransız Clot, Suriye’nin Mehmed Ali Paşa için gerekliliğini şöyle ifade etmektedir: “Suriye’nin Mehmed Ali Paşa ülkesine ilhakı zaruri idi. Nil kenarında kurulacak bağımsız bir devlet büyük bir varlık teşkil edebilir fakat bu gayeye varılması için Suriye’nin Mısır’a katılması şarttır. Akdeniz ile Basra Körfezi ve Hazar havzasına giden yollar Suriye’den geçmektedir. Halkı Müslümandır ve Mısır’a yakın sayıda insan yaşamaktadır. İnsan kaynağı olarak son derece önemlidir. Savunma yapısı itibariyle korunması kolaydır ve Hicaz’ın güvenliği için şarttır... ”42 Mehmed Ali Paşa, Suriye’nin Mısır’ın güvenliği için önemini Hicaz’ı Vahhabiler’den temizledikten sonra daha iyi anladı. Suriye’nin kendi idaresinin bekası için gerekli olduğunu söylemekten çekinmiyordu. Mora savaşındaki yardımından dolayı kendisine verileceği söylenen Suriye konusundaki sözün yerine getirilmesi gerektiğini açıkça söylüyordu. 1813 Ağustosunda Mehmed Ali Paşa bu sözü ve Hicaz’ın güvenliğini gerekçe göstererek Suriye’yi istedi. Babıâli bunu reddetti ve Mehmed Ali Paşa da fazla ısrar etmedi. Ama Mehmed Ali Paşa, Suriye’nin Mısır için önemini kavramış ve burayı ilk fırsatta ele geçirmeyi kafasına koymuştu. Çünkü Mısır’ın toprağı verimli olmasına rağmen sanayi için ihtiyaç duyacağı kereste ve yer altı kaynakları bakımından oldukça fakirdi. Mısır sanayi ürünlerini ihraç edebilmek için kullanacağı gemilerde kullanmak üzere bol miktarda kereste, kömür ve yakıta ihtiyacı vardı. Özellikle kereste ve kömür’ün sağlanabileceği en önemli yerler Suriye ve Karaman eyaletleri idi. Ayrıca silah fabrikaları ve tophaneler için ihtiyaç duyulan kömür, bakır ve demir Suriye’de bol miktarda mevcuttu. Mehmed Ali Paşa’yı büyük hayallerini gerçekleştirmede en fazla engelleyen konu kalifiye insan sıkıntısıydı. Mısır’da toprağı ekecek yeterli miktarda işçi ve askerlik yapacak kalifiye eleman da yoktu. Hicaz, Mora ve Sudan’a asker gönderilmesi için birçok kişinin askere alınmasından dolayı tarım ve sanayide insan ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Bu ihtiyacı diğer yerlerden karşılamak mümkün olmadığı için Mehmed Ali Paşa bütün dikkatini Suriye’ye yöneltmişti. Ayrıca Suriye zengin tarımsal kaynakları ve ticaret yolları üzerinde bulunması nedeniyle ihtiyaç duyduğu vergi gelirlerini ona sunacak imkânlara sahipti. Suriye ipekyolu üzerinde olduğu için dünya ticaret yollarının 42
S. Samur, A.g.e., s. 21- 22.
43
kesişme noktalarından birinde yer alıyordu. Suriye’nin eşsiz mevkisi Asya, Avrupa ve Afrika arasındaki ticareti kontrol etme ve yapılan ticaretten oldukça yüklü miktarda vergi almak imkânı sağlıyordu. Doğu Akdeniz ticaretinde merkezî bir konumda bulunan Suriye aynı zamanda Mısır’ın ticarî ürünleri için en yakın ihraç noktalarından birisiydi. Bütün bunların yanı sıra Suriye’nin coğrafî konumu Mehmed Ali Paşa’nın siyasî ve askerî güvenliği için son derece önemliydi. Müdafaası kolay olan bu mıntıka Mısır’ı korumak için kolayca bir set haline getirilebilirdi. Suriye’nin bu esnada 2 milyon tahmin edilen nüfusu Mehmed Ali’nin ordusunu kuvvetlendirecek ve Mısır halkının bu bakımdan yükünü hafifletecekti. Bundan başka, Mehmed Ali’nin sanayi bakımından hedeflerine ulaşması için Suriye’nin iklimi ve mutedil havası Mısır’dan çok daha uygundu. Ayrıca, Arap yarımadası ve Hicaz’da kurduğu hâkimiyeti araya yerleştireceği Suriye tamponu ile garantiye almak istiyordu. Mehmed Ali Hicaz’a ayak basar basmaz, Kızıldeniz’deki adaları ve Kızıldeniz’in Şark sahillerini elde etmek için tedbir almaya başlamış, bir müddet sonra da Bahreyn adalarını nüfuzu altına alarak, Bağdat’la siyasî münasebetler teminine çalışmıştı.43 Mehmed Ali Paşa Suriye’nin önemini baştan beri bilmesine rağmen buraya asker göndermek için uzun süre beklemiştir. Bu beklemenin başlıca nedenleri şunlardır: 1- Suriye Halkı: Arazi savunmaya müsait olduğu için savaşla almak zordu. Bu nedenle halkın çeşitli yollarla Mehmed Ali Paşa idaresine ikna edilmesi gerekiyordu. Bunu sağlamak için Paşa her yolu denemekteydi. Başta Padişah olmak üzere yöneticilere birçok hediyeler gönderdi. Bölge Valileri ile çok iyi ilişkiler kurdu. Sayda Valisi Abdullah Paşa ile Cebel-i Lübnan Emiri Beşir bunların başta gelenlerindendi. Halka ise bölgeyi ele geçirdiğinde kendilerinden mirî vergi almayacağını vaat ediyordu.44 II. Mahmud’un yenileşme ve merkezileşme çabaları ile yeniçeri ocağını kaldırması geniş bir memnuniyetsizler sınıfı oluşturmuştu. Bu sırada Mehmed Ali Paşa’nın İngiliz, Fransız ve Vahhabilere karşı başarıları onu halk nazarında bir kahraman durumuna getirdi. Bu nedenle bütün muhâlif guruplar ve halk, Mehmed Ali Paşa’yı desteklemeye başladı ve bundan dolayı birçok şehir Paşa’nın ordusuna kendiliğinden teslim oldu. 2- Osmanlı Devleti’nin Durumu: Osmanlı Devleti birçok mesele ile uğraşmakta ise de hâlâ bütün gücünü kaybetmemişti. Bu nedenle onun daha da zayıflamasını 43 44
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 36. M. Nuri Paşa, A.g.e., c. 2, s. 91.
44
beklemek gerekiyordu. 1806 yılında başlayan Rusya savaşı bu durumu büyük oranda sağlayacaktı. Birçok devletle uzun süre savaşmak, artık devleti hızla güçten düşürmeye başlamıştı. 3- Avrupa Ülkeleri: İlk dönemde hiçbir Avrupa Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın Suriye’yi de alarak güçlü bir devlet olup bölgedeki statükoyu değiştirmesini istemiyordu. Özellikle İngiltere, Hindistan deniz yolunun güvenliğini, Rusya ise Boğazların emniyetini düşünüyordu. Bundan dolayı Avrupa’daki durum onun harekete geçmesi için müsait değildi. Mehmed Ali Paşa bütün bu durumlardan kurduğu geniş haberleşme ağı vasıtasıyla anında haberdar olmaktaydı. Bundan dolayı sabırla durumun olgunlaşmasını bekliyordu. 1831’de Suriye’nin zaptı için beklediği bütün şartlar gerçekleşmişti. Suriye bu sırada merkezî hükümetin zayıflığı dolayısıyla bir takım yarı müstakil ve birbirlerinin aleyhinde çalışan guruplara bölünmüştü. Mehmed Ali Paşa bütün bu gurupları çeşitli yöntemlerle birbirine kırdırdı ve kendini destekleyebilecekleri de korudu. Sonunda kazandığı birçok taraftardan başka bütün Hıristiyan ahaliyi de bazı vaatler ile kendi tarafına çekmeyi başardı. Hatta birçok yerde Mehmed Ali bir kurtarıcı gibi bekleniyordu. Artık Mehmed Ali Paşa’nın Suriye harekâtını başlatması için bütün şartlar hazırdı ve sadece bunu meşru kılacak bir fırsatı bekliyordu. Buna da Sayda Valisi Abdullah Paşa ile arasındaki bir problem dolayısıyla sahip olmuştu. Mehmed Ali Paşa, Akka Valisi Abdullah Paşa’ya karşı harekete geçerken şunları sebep gösterdi: 1. Mehmed Ali’nin Mısır’da başlattığı ıslahatlar ve yaptığı sürekli harpler çok büyük miktarda para sarfını gerektiriyordu. Binlerce Mısır fellahı üzerlerine yüklenen ağır vergilerden inliyorlardı. Ayrıca çok önemli sayıdaki genç her an askere alınma tehdidi ile yaşıyordu. Halk bütün bu nedenlerle bir yokluk ve korku içinde yaşıyordu. İşte Mehmed Ali’nin bu sert ve merhametsiz yönetimi nedeniyle 6000 kişi Suriye’ye iltica etmişti. Mehmed Ali Paşa, Abdullah Paşa’dan derhal bunların iadesini istedi. Fakat Abdullah Paşa bu isteği yerine getirmedi ve sert bir ifade ile şu cevabı verdi: ”Mısırlılar da Suriyeliler gibi, Osmanlı İmparatorluğunun tebaasıdırlar. Osmanlı İmparatorluğunun istedikleri bir yerinde ikamete hakları vardır.” 2. Babıâli ile Abdullah Paşa arasındaki ihtilaf sırasında Mehmed Ali Paşa ona 11000 kese borç para vermişti. Abdullah Paşa bu borcunu ödemedi.
45
3. Mehmed Ali Paşa ipekli kumaş üretimini artırarak Avrupa ile ticaretini biraz olsun dengelemek istiyordu. Bunun için ipek üretimini artırması gerekiyordu Mehmed Ali Paşa Bundan dolayı Mısır’da dut ağacı yetiştirmeyi ve ipek böcekçiliğini büyük gayretlerle himaye ediyordu. Fakat ipek böceği tohumunu Suriye’den getirmek zorunda idi. Daha önce buna ses çıkarmayan Abdullah Paşa 1831 yılında bunu yasaklamıştı. 4. Mehmed Ali, Abdullah Paşa’yı Şark’a olan mısır ihracatının Sina yarımadası üzerinden yapılmasını teşvik ederek Mısır limanlarının zarar görmesine neden olmakla itham ediyordu. Bu durum gelişmisine büyük önem verdiği denizcilik ve limanlara zarar veriyordu. İşte Mehmed Ali Paşa bütün bu nedenlerden dolayı Suriye’ye bir harekât düzenleme noktasında kendisini haklı görüyordu.45 Nihayet Mehmed Al Paşa, Osmanlı Devleti’nin bütün uyarılarına rağmen Abdullah Paşa’ya karşı harekât başlattı. Her şeye rağmen II. Mahmud iki Valisi arasında çıkan bu ihtilafı barış yoluyla halletmeye çalıştı, ama bütün uğraşlarına rağmen başarılı olamadı. Mehmed Ali Paşa saldırıya başlarken Abdullah Paşa’nın, Padişahın yasakladığı bazı musikî aletlerini kullanmasını bile gerekçe gösterdi. Aynı devletin iki Valisi arasındaki bu mücadele, araya Avrupa devletlerinin de girmesiyle daha sonra uluslar arası bir problem haline geldi. Abdullah Paşa, Akka kalesi efsanesine de güvenerek ona karşı geri adım atmadı. Önce bölgedeki kolera salgınından çekinen Mehmed Ali Paşa, salgının geçmesiyle İbrahim Paşa’ya harekâtı başlatma emri verdi. İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu kısa sürede hem Abdullah Paşa’yı yendi, hem de neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan Osmanlı Devleti’nin içlerine kadar ilerledi. Mısır ordusunun çok kısa bir sürede neredeyse hiçbir direniş ile karşılaşmadan Osmanlı Devleti’nin kalbine kadar ilerlemesi geniş olarak incelenmesi gereken bir konudur. Bu ilerlemede bölgedeki Osmanlı idaresinin siyasî, sosyal ve askerî yönden yozlaşmasının en önemli etken olduğu açıktır. Mehmed Ali Paşa buraları elegeçirecek ekonomik ve askerî altyapıyı Mısır’ın geniş kaynaklarını kullanarak planlı şekilde hazırlamıştı. Ordusunu batılı sisteme göre hızla techiz edip geliştirirken, sınırlarına katmak istediği yerleri de değişik yöntemlerle büyük oranda kendi tarafına çekmeyi başarmıştır. Mehmed Ali Paşa buralardaki insanların gönlünü kazanmak için bütün yolları kullanırken bölgedeki Osmanlı idarecileri halkı ezmeye devam ediyordu. 45
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 36- 37.
46
Bedeviler ve şehirliler arasındaki çatışmalar ayyuka çıkmıştı. İlerleyişin bu kadar hızlı olmasının nedenleri Gazze kadısı ile bir Fransız arasında geçen konuşmada şöyle ifade edilmektedir: “Bugün bedeviler sürülerini istedikleri çayırda otlatmakta ve istedikleri yerde gecelemektedirler. Hemen yanımızdaki çölde bunlardan 6000 kişi yaşıyor. Abdullah Paşa Nablus çiftçilerini tedip edeceğine bunların aleyhine yürümeli idi. Bütün halk bu yolsuzluklardan bıkmış, usanmış bir halde reform istemektedir. Halk arasında Mehmed Ali’nin Suriye’yi yakında idaresi altına alacağı şayiaları dolaşıyor; bundan başka Cezayir’i ele geçiren Fransızlar’ın Suriye’yi de zaptetmeyi düşündükleri söyleniyor. İşte siz de görüyorsunuz ki, bize gelecek fatih hangi tarafdan gelirse gelsin büyük bir sevinçle karşılanacaktır.”46 Mehmed Ali Paşa devletini güven altına almak için baştan beri Suriye’yi ele geçirmesi gerektiğini düşünüyordu. Mısır’ın güvenliğini sağlamak için Kuzey Afrika’da ve yukarı Nil vadisinde Avrupa’nın büyük devletleri ile uğraşmak zorundaydı. Hâlbuki Osmanlı toprakları neredeyse korumasızdı. Osmanlı Devleti’nin Yeniçeri Ocağı’nı kapatıp yerine henüz yeni bir askeri sistem kuramaması onun daha da rahat hareket etmesini sağlamaktaydı. İslâm dünyasında bir kahraman olarak görülmesi bu durumu kolaylaştırıyordu. Mehmed Ali Paşa 1831-1841 yılları arsındaki Suriye ve Anadolu harekâtı döneminde Hicaz’ı Vahhabiler’den kurtarmasının kendisine sağladığı prestijden uzun süre faydalandı. İbrahim Paşa da uzun devrede halkın kendisine duyduğu sempatinin yararlarını gördü. Suriye ve Anadolu’da halk onu bir kahraman gibi karşılıyor, mukavemet etmeden şehirleri teslim ediyor ve neredeyse onun her istediğini yapıyordu. Halk II. Mahmud’un merkezileşme ve batılılaşma çabalarından dolayı Osmanlı Devleti’ne tepki gösterirken, İbrahim Paşa’nın bazı vergileri azaltma ve halka bazı yeni haklar vereceği vaatlerinden dolayı onu hararetle destekliyordu. Bu destek nedeniyle İbrahim Paşa, Suriye ve Anadolu’yu kolaylıkla işgal etti. Suriye ve Anadolu’nun İbrahim Paşa’nın eline geçmesinden kısa süre sonra, bu vaatler yerine getirilmeyince durum değişmeye başladı. Özellikle İbrahim Paşa’nın Avrupa’nın gözüne girmek için Gayr-i Müslimlere verdiği ayrıcalıklar, vergiler konusunda sözlerini tutmaması ve bölge halkını zorla silahsızlandırıp askere alma çalışmaları, halkın sempatisini kaybetmesine neden oldu. Bunda bölge halkını ona karşı ayaklandırmak için Avrupa devletlerinin ve Osmanlı Devleti’nin yaptığı değişik 46
Ş. Altundağ, A.g.e., s. 38- 39.
47
çalışmaların da etkisi olduğunu unutmamak gerekir. Halkı isyana teşvik ettikleri gerekçesiyle tutuklanıp Mısır’a sürgün edilen şeyh ve ayanların durumu halkı daha da kızdırıyordu. Yukarda da belirttiğimiz gibi, halkın zorla askere alınması uygulaması insanları çok zor durumda bıraktı. Askere alınmamak için kendilerini sakat bırakmak da dâhil, pek çok yol denediler. İhtiyarlar, kadınlar, çocuklar ve Gayr-i Müslimler hariç halkın çoğu askere alındı. Ömür boyu askerlik yapmak üzere Mısır’a gönderildiler. Suriye ve Lübnan başta olmak üzere bölgenin bütününde gerçekleştirilen bu tür uygulamalar oraların çalışabilir nüfusunun azalmasına ve bir süre sonra kıtlık yaşanmasına neden oldu. Böylece bir kurtarıcı ve kahraman olarak karşılanan Mısır ordusu kısa bir sürede kendisinden beklenileni veremeyerek bütün taraftarlarını kaybetme noktasına geldi. İbrahim Paşa’nın yaptığı bütün bu uygulamalar nedeniyle bölgede halkın ona karşı tavrı değişti ve birçok kargaşa ile isyanlar meydana geldi. Bu isyanların ortaya çıkmasında; bölge halkına karşı vaatlerin tutulmaması, bölge ileri gelenlerine karşı yapılan uygulamalar, Osmanlı Devleti ve Batılı devletlerin propagandaları, vergilerin azaltmak bir yana artırılması, bölge halkının zorla silahtan arındırılması ve halkın mecburi askerliğe zorlanmasının etkisi olmuştur. Bütün bu nedenlerle 1833 yılından itibaren Suriye ve Lübnan başta olmak üzere işgal edilen bütün yerlerde isyanlar çıkmaya başladı. Sırasıyla Kudüs ve Nablus isyanları, Safed olayları, Nusayri isyanı, Lice çarpışmaları ve Dürzî isyanları gibi çatışmalar meydana geldi. Bu savaşları güç de olsa bastıran İbrahim Paşa pek çok askerini kaybetti. Suriye ve Anadolu’yu halkın Osmanlı Devleti’ne duyduğu tepkiler nedeniyle kolayca ele geçiren İbrahim Paşa, yaptığı yanlışlıklar nedeniyle yine aynı hızla bölgeyi boşaltmak zorunda kaldı. Bunun sonuçları bütün Osmanlı ve Mısır halkını etkiledi. Mısır ordusunun Osmanlı topraklarında kaldığı yaklaşık 10 yıllık süre her iki taraf içinde birçok sorunlara neden olmuş ve gelecekteki yıkılışlarına kapı aralamıştır denilebilir.
48
III. 1831- 1839 Arası Osmanlı Devleti’nin Verdiği Tavizler Ve Bunda Mısır’ın Etkisi Avrupa devletleri 1830’lu yıllarda iç meseleleriyle uğraştıkları için Osmanlı Devleti’nde ve Ortadoğu’da statükonun devamını istiyorlardı. Mısır meselesi ortaya çıktığı zaman bu nedenle önce meseleye müdahil olmak istemediler. Mısır birliklerinin Kütahya’ya kadar ilerlemesi ve Rusya’nın meseleye müdahale etmesiyle Boğazlar ve Hindistan yolunun tehlikeye düşeceğini düşünerek, zorunlu olarak çıkarları uğruna meseleye müdahale ettiler. Mısır meselesinde Fransa hariç diğer devletler Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldılar. II. Mahmud; Kütahya Antlaşması sırasında Adana konusunda taviz vermesiyle, Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabul etmesi ve Avrupa devletlerinin baskıyı kaldırdıklarını görünce ikiyüzlülüklerini çok iyi anladı. Böylece Avrupa devletlerinin gerçek amaçlarının Mısır meselesini çözmek değil, Rusları boğazlardan uzak tutmak olduğunu gördü. Ayrıca İngiltere ve Fransa bu antlaşma sürecinde daha ziyade Mehmed Ali Paşa tarafını tutmuşlardı. II. Mahmud, İngiltere ve Fransa’ya karşı şüphe duymuş ve Rusya’ya yaklaşmıştı. Rusya bu durumdan faydalanarak hemen Osmanlı Devleti’ne yardım teklif etmiş ve bir ittifak antlaşması yapmayı önermişti. İki devlet arasında bunun sonucunda Osmanlı Devleti’ni Rus hegemonyası altına sokan 8 Temmuz 1833 tarihli Hünkâr İskelesi Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma 6 açık ve 1 gizli maddeden oluşuyordu. Özellikle gizli maddenin ortaya çıkması İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa devletlerini kızdırdı. Bu gizli madde ile Rusya, savaş durumunda Osmanlı Devleti’nin kendisine yapacağı yardımdan vazgeçerken buna karşılık Osmanlı Devleti, Rusya’ya bir saldırı olursa Çanakkale Boğazı’nı kapatmayı kabul ediyordu. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti Rus yardımını sağlarken, Rusya da bir savaş durumunda Boğazlar’ın güvenliğini garanti altına almış oluyordu. Bu antlaşmayı duyan büyük devletler bir taraftan her iki devleti de protesto ederken diğer taraftan da Osmanlı Devleti’nden imtiyazlar sağlamak için harekete geçtiler. İngiltere ve Fransa donanmalarını Çanakkale Boğazı önlerine gönderdilerse de Avusturya ve Prusya’nın Rusya tarafını tutmasıyla daha ileriye gidemediler. Bu tepki Osmanlı Devleti’ni bu iki devlete de yeni imtiyazlar vererek yanına çekme konusunda düşünmeye itti. Mehmed Ali Paşa’ya karşı yapılacak bir harekâtta deniz gücü çok önemliydi. Zamanın en büyük
49
deniz kuvvetine sahip olan İngiltere’den yardım istendi. İngiltere bu teklifi bazı ticarî imtiyazlar karşılığı kabul edebileceğini belirtti. İki devlet arasında yapılan uzun görüşmeler sonucunda 16 Ağustos 1838’de İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Ponsonbi ile Mustafa Reşit Paşa arasında Baltalimanı Ticaret Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti, İngiliz tüccarların getirdiği her türlü maldan % 3 gümrük vergisi almayı kabul etti ve birçok imtiyazlar verdi. Böylece Osmanlı Devleti, Mısır’a karşı İngiliz yardımını temin etmiş oldu.47 Osmanlı Devleti daha önce tarihinde görmediği bu büyük bunalımı da atlatmayı başaracaktı. Mısır meselesi sırasında dönemin en kudretli donanması olan İngiliz donanması önemli faaliyetler gösterdi. İngilizler’i bu kadar yoğun faaliyete iten nedenlerden birisi de onlara önemli ticari ayrıcalıklar veren 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması’dır. Bu antlaşma Osmanlı pazarını adeta İngiltere’ye teslim ediyor, böylece Osmanlı hükümeti, kapitülasyon düzenine rağmen iktisadi alanda belirli ölçüde devlet himayesine imkân veren yed-i vahid usulünden vazgeçiyordu. Bu büyük taviz Mısır kalkınmasının da motoru olan mekanizmayı berhava etmiş oluyordu. Abdülmecid’in cülusunu müteakip ilan edilen Tanzimat Fermanı da Osmanlı Devleti’ni bütün Avrupa’ya şirin göstermekte önemli rol oynamıştır.48 Osmanlı Devleti dış destekle Kavalalılar’ın hakkından gelmiş oluyordu ama ne pahasına? İbrahim Paşa ordusu Kütahya’ya geldiğinde II. Mahmud diğer Avrupa devletlerinden yardım alamayınca “denize düşen yılana sarılır” ilkesini dile getirerek Rusya’yı yardıma çağırdı. Batılı devletlerin Mısır meselesi sürecinde Osmanlı Devleti’ne yardım ederken, kendi menfaatlerini de gözettikleri inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Her devlet meseleye
yaklaşırken
önce
kendi
amaçları
doğrultusunda
hareket
etmiştir.
Devletlerarası ilişkilerde bu durum siyaset felsefecileri tarafından sık sık belirtilen bir gerçektir. Devletlerin Mısır meselesinin çözümünde kendi menfaatlerini gözettikleri birçok belgede dile getirilmektedir. Mısır meselesinin çözümü sürecinde İngiltere, Mısır dışındaki yerlerin Mehmed Ali Paşa’da bırakılmamasını isterken Fransa, sadece Adana’nın Osmanlı Devleti’ne iadesini, kalan yerlerin ise kayd-ı hayat şartıyla Mehmed
47
Sina Akşin, ”1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994, s. 11- 13. 48 Sina Akşin, A.g.m., s. 11.
50
Ali Paşa yönetimine bırakılmasını istiyordu. Rusya ise fikrini güçlünün yanında yeralacak şekilde saklıyordu. Avrupalılar’ın her an fikirlerini değiştirebilecekleri ve ne yapacaklarının belli olmadığı Viyana Sefiri Rıfat Paşa tarafından bir mektubunda şöyle ifade edilmektedir: “Her dostun mevki ve ahvâli başka ve celb-i menfaat ve def-i mazarratına dair mütalaa ve politikası başka olmağla bu cihetler ile Düvel-i Müttefika beyninde Mısır meselesinden dolayı reylerde ihtilaf olunub, Mesela İngiltere Devleti Suriye’nin alel-umum Mısırlu yedinden nezi süretini iltizam itmekde ise de, Fransa Devleti tarafından güya yalnız Adana’nın şimdiden tarafı Devlet-i Aliyye’ye teslimiyle diğer eyaletlerin kayd-ı hayat şartıyla öte tarafta kalması rey olunduğu rivayet olunmakda… ”49 Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinin dış destek olmadan Osmanlı Devleti lehinde çözülmesinin zor olduğunu düşünüyordu. Başta o olmak üzere Tanzimat dönemi devlet adamlarının çoğu Avrupa devletleri hakkında iyi düşünceler besliyorlardı. Hatta birçokları için ‘Avrupa medeniyetine ve onun yaşam tarzına hayrandılar’ tabirini kullanabiliriz. Avrupalı devlet adamları ise genellikle Osmanlı Devleti’ne
menfaatleri
doğrultusunda
bakmaktaydılar.
Yani
Osmanlı
batıya
duygularıyla bakarken, onlar Osmanlıya mantıkları ve menfaatleri ile bakıyorlardı diyebiliriz. Matternih, Palmerston vb. birkaç devlet adamı biraz dışarıda tutulabilirse de diğerleri için yukardaki ifade kullanılabilir. Mısır meselesi ile aynı dönemde gerçekleşen Yunan meselesi ve Cezayir’in Fransızlar tarafından işgali bunun ispatı için önemli bir örnektir. Rusya, daha sonra kendisine de çok zararı dokunmasına rağmen Yunan isyanını ve bağımsızlığını desteklemiştir. Bununla ilgili bir belgede Mısır meselesinde Avrupa devletlerinin durumu şöyle değerlendirilmektedir: “Fransa Devleti’nin Cezayir ile uğraşması inde’l-ukela pek de tensib olunmamakda oldığına binaen Devlet-i muşarun-ileyha Cezayir’i dahi sırasıyla Saltanat-ı Seniyye’ye red idebilür yollu kelimat ityan ve irad itmelerinden Devlet-i muşarun-ileyhanın şu aralık Devlet-i Aliyye hakkında olan hüsn-i niyeti bir kat dahi anlaşılmış ve bâhusus Yunan maslahatında bî-taraf bulunan Nemçe Devleti gibi bir mazbutu’l-usûl devlet dahi bu maslahata girmeğe niyet eylemiş ve İngiltere Devleti’nin ise Devlet-i Aliyye’nin kuvvetini iltizama politikaca mecburiyetinden başka, Mehmed Ali hakkında olan nefret-i kâmilesi dahi bedihiyattan bulunmuş ve bu Tanzimat, Yunan ittifakı misillü Devlet-i 49
Defter1, s. 3- b.
51
Aliyye’nin haberi olmaksızın vuku bulacak mevaddan olmayub her ne yapılacak ise Saltanat-ı Seniyye’nin re’y ve rızay-ı âlisine müracaatla yapılacağı istidlal olunmuş…”50 Avrupalı devletlerin Osmanlı’daki temsilcileri, Mısır meselesi sürecinde rasyonel değerlendirmeler yapmaktadırlar. İngiltere’nin İstanbul Elçisi, Şam Valisi Necib Paşa’nın bölgedeki uygulamalarını eleştirmekte ve bu yanlış uygulamalar devam ederse bölgede büyük bir isyan çıkacağını belirtmektedir. Vali’nin bölgede vergi ve giyim kuşam konusunda birçok yanlışlıklar yaptığını bunun da halkta büyük bir hoşnutsuzluk oluşturduğunu ifade ederek, Suriye ve Lübnan’da zulüm derecesine varan bu uygulamalara bir son verilmezse halk isyan edecek diyor. Emir Beşir halkı iyi tanıyan biridir ondan faydalanmak gerekir, onun görevden alınması birçok karışıklığa neden olabilir diyerek ona ve dinî azınlık önderlerine iyi davranılmasını istiyor. Şayet Necib Paşa bu yanlış uygulamalara son vermezse görevden alınmalıdır gibi ifadelerle bir devletin içişlerine resmen müdahale ediyor. İngiltere’nin bu derece Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahale etmeye cesaret göstermesinin başlıca nedeni, Mısır meselesidir. Mısır meslesinin çözümü için Osmanlı Devleti’nin istediği şeyleri yapmasını ona empoze etme hakkını kendinde görmektedir. İngiliz elçisi bir Osmanlı Valisi ile ilgili yazısında Osmanlı Devlet’inden şunları istemektedir: “Şam Valisi Necib Paşa hazretleri Nasara taifesi 4 beldeye bargire râkiben girilmek ve başlarına siyah sarıkdan gayrı nesne sarılmamak ve uçuk renk libas iltibas itmemek hususlarına dair evâmir-i şedide neşr ve ilan itmişdir. Muşarun-ileyh hazretleri Gazze’de mütesellim ve ol havali kazaları olmak üzere şeyh Abdülhadi nam zatı nasb ve tayin itmişdir… Muşarun-ileyh hazretleri bâlâda mezkûr emirlerin üzerine yürüyecek olursa ihtimal ki, Suriye’de gavga peyda ola… Necib Paşa gibi hareket idenler taraf-ı Devlet-i Aliyye’den def ve tedib olunmadıkları takdirde Beriyyetüşam ahalisinin isyanı akreb ihtimaldir.”51 İngilizler’in yaptığı işin aynısını Avusturyalı görevlileri de yapmaktadır. İngiltere ve Avusturya, Osmanlı Devleti’nin yaşamasını istediklerini belirterek içişleri ile ilgili birçok
konuya
müdahale
ediyorlardı.
Avusturya
Elçisi
de
halkın,
yanlış
uygulamalarından dolayı Şam Valisi Necib Paşa’dan hiç memnun olmadığını belirtiyordu. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde şöyle ifade edilmektedir: 50 51
Defter1, s. 9- a. Defter4, s. 43- a, b.
52
“Avusturya sefareti tercümanı… Şam-ı şerif valisi Necib Paşa hazretlerinin mahall-i memuriyetlerine vusûlünden berü zuhura gelen su-i harekâta meyl ve rağbetini ve ahalii Şam’ın Paşa-yı muşarun-ileyh hazretlerine nisbetle selefleri Hacı Ali Paşa hazretlerinden daha ziyade hoşnudca olduklarını... .”52 İngilizlerin bölgedeki bir ajanı olan Ron isminde birisi bölge Valileri’nden çoğunun açık veya gizli rüşvet aldıklarını belirtiyor. Şam ve Haleb Valileri bu konuda en ileri gidenlerdir diyor. Hatta rüşvet olarak alınan hayvanların sayısını bile tam olarak (160) yazıyor. Bunun nedeni Osmanlı Devleti’ni yaşatmak mı yoksa devleti istediği gibi yönlendirmek mi olduğunu bilmesek de Müttefik devletlerin, Osmanlı Devleti’nin içişlerine her türlü müdahaleyi yaptıklarını bu yazışmalardan açıkça görebiliyoruz. İngiliz ajanı Osmanlı Valileri ile ilgili yazısında şunları söylüyordu: “Bu defa gelen haberlerde Beriyyetüşşam taraflarında muamelat-ı vakıadan dolayı izhar-ı şikâyete dair 150 kadar arzuhal gelüb hülasalarını bundan sonra ifade ideceğini ve Necib Paşa dairesinde rüşvet almağa başlayub eğerçi Paşa-yı muşarun-ileyh kendüsi açıkdan almıyor ise de memurları tarafından alınmakda oldığını fakat kendüsi hayvanat olarak şimdiye kadar 160 re’s almış olduğunu ve Hacı Ali Paşa’nın divan efendisi ve kethüda ve sair muteberan dairesi bayağı zengin olarak çıkmış olduklarını ve Haleb Valisi Esad Paşa dairesinde dahi rüşvet alınmakda ve hatta milletlerden dahi para istemekde olduğunu muma ileyh Mösyö Ron ifade ider.”53 Fransa bazı imtiyazlar sağlamak için Mısır’ı bir şantaj malzemesi olarak kullanma yoluna gitti. Bu durum Osmanlı Devleti’ni endişeye düşürürken, Fransa kısa süre sonra aynı imtiyazların kendisine de sağlanacağı vaatleri ile İngiltere ile yapılan antlaşmayı tanıyan ilk devlet oldu. Nitekim bundan kısa süre sonra 25 Kasım 1838’de Fransa’ya da 10 maddelik bir antlaşma ile benzer imtiyazlar tanındı. Böylece Fransa’nın maddi olmasa da diplomatik desteği sağlanmaya çalışıldı. Yunanistan’ın bağımsızlığı ile milliyetçilik, Cezayir’in Fransa tarafından işgali ile sömürgecilik hareketlerinin Osmanlı Devleti aleyhine geliştiğini gören Avusturya Başvekili Matternih, sıranın kendilerine geleceğini anlayarak inisiyatif alma gereği duydu. Matternih Mısır meselesini çözmek için Nizip yenilgisi sonrasında hemen harekete geçti. Onun öncülüğünde 27 Temmuz 1839 tarihinde Avrupa devletleri tarafından Mısır’a bir nota verildi. Bu nota daha sonraki birçok çözüm önerisinde 52 53
Defter4, s. 43- b. Defter4, s. 43- b.
53
dayanak noktası olarak gösterilecektir. Matternih’in bu meseledeki öncülüğü Osmanlı Devleti ve halkı tarafından hiç unutulmayarak Türk milletinin gerçek dostu olarak görülmüş ve fikirlerine büyük değer verilmiştir. Bu durum bir defa daha Türk milletinin kendine desteği olanları hiçbir zaman unutmadığını göstermektedir. Günümüzde yayınlanan birçok tarih eserlerine baktığımız zaman Matternih’in hâlâ minnetle anıldığını görürüz.
54
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM NİZİP YENİLGİSİNDEN TANZİMATIN İLANINA MISIR MESELESİ (1839) I. Nizip Yenilgisi ve Osmanlı Devleti’ne Yansımaları Nizip yenilgisi Osmanlı Devleti’nin varlığını çok kritik bir hale getirdi. Büyük gayretlerle toplanan ve yüklü miktarda masraf edilen Osmanlı ordusunun kendisinden daha az sayıdaki İbrahim Paşa komutasındaki orduya yenilmesi, halkı ve Osmanlı yöneticilerini büyük bir ümitsizliğe düşürdü. Bu yenilgi ve daha şayiası İstanbul’a ulaşmadan II. Mahmud’un vefatı ile donanmanın bizzat komutanı tarafından Mısır’a götürülmesi halkı gayet karamsar bir duruma düşürdü. Bu karamsar havayı dönemin birçok tarihçisinde görmek mümkündür. Bu yenilginin yansımalarını Ahmed Lütfi Efendi tarihinde şöyle ifade etmektedir: “Sultan Mahmud Han’ın vefatı ve onu müteakiben Orduy-ı hümayunun mağlubiyeti ve donanmay-ı hümayun’un Mısır’a dehaleti misillü yekdiğerini vely eden vakıat-ı cesime-i muzırra, heyet-i vükelay-ı mevcudeye iras-ı dehşet olmasından nâşi her nasıl olursa olsun tek Mehmed Ali Paşa ile uzlaşılarak şu gaile bertaraf edilsin mülahaza-ı sathiyyesi ile Mehmed Ali Paşa’nın kâffe-i müsted’iyyatına izhar-ı müsaade buyurulmasına karar verilerek…”54 Nizip savaşının gelişimi ve yenilgiyle sonuçlanması, dönemin birçok tarihçisi tarafından kısa ve gayet özlü bir biçimde anlatılmıştır. Osmanlı ordusunda komutanlara danışmanlık yapmak üzere dönemin en gözde ordusu olan Prusya ordusundan Alman subaylar görevlendirilmişti, fakat bunların tavsiyeleri pek dikkate alınmıyordu. Prusyalı ünlü Mareşal Moltke, o zaman daha Yüzbaşı rütbesindeyken Osmanlı Devleti hizmetinde ve Hafız Paşa komutasındaki orduda görevliydi. Moltke’nin düşüncesi, Türk ordusu Fırat nehrinin öteki yakasına geçmeyip, yalnız güç ve görkem gösterisinde bulunursa, böyle bir davranışla yetinilirse, kısa bir süre içinde Mısır askerlerinin kendiliğinden dağılacağı merkezinde idi. Ancak, Sultan II. Mahmud hemen savaşa başlanması konusunda komutanı sıkıştırıp acele ettirdiğinden Von Moltke’nin öğütlerine uyulmadı. Sultan Mahmud, savaşa tutuşulması için çok acele ediyordu. Öyle 54
Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1019.
55
ki, Sultan’ın yakınlarından Mehmed Ali Bey, Padişah’ın bu konudaki buyruğunu yerine getirmek için ordu karargâhına yollandı. Bunun üzerine 1255 yılı Rebiulevvel ayında (M. 1839 Mayıs-Haziran) Hafız Paşa, Türk ordusunu alıp Fırat nehrinin karşı kıyısına geçti. Halep yakınlarındaki Nizip adlı yerde Mısır birlikleri ile savaşa tutuştu. Yerinde ve iyi tedbirler alınmaması yüzünden Osmanlı ordusu bu kez de yenilip bozguna uğradı.55 Osmanlı Devleti, Nizip yenilgisi sonrasında Avrupa devletlerinden duruma bir çözüm getirmelerini istedi. Bu meselenin savaş ile halledilmesinin zor olduğunu görerek yoğun diplomatik faaliyetlere girişti. Başta Avusturya ve İngiltere olmak üzere Avrupa devletleri girişimlerini yoğunlaştırdı. Nizip yenilgisi üzerine Osmanlı Devleti’nin diplomatik alanda yaptığı girişimler İradât-ı Seniyye Defteri’nde şöyle anlatılır: “Düveli hamse taraflarına arz ve beyanından maksat ve aslı dahi şayed yine tamahkârlık idüğine bir gûne tereddüt idecek olur ise Düvel-i muşarun- ileyhim her dürlü cebr ve ibram ile iskat ve irzasına himmet itmelerini taleb ve iltimasdan ibarettir. Ve onlar dahi ol vechile sa’y ve himmet idüb de hiçbir nesneye hüküm olunmaz ise ol vakit kabahat büsbütün kendi üzerine kalacağı ve yeniden muharebe kapusunun açılmasına sebeb- i mustakil olacağı ve artık bu babda Saltanat-ı Seniyye’ye bir şey denilemiyeceği itiraf olunmak gerekdir...”56 Nizip savaşını bütün boyutları ile en güzel şekilde anlatan belki de Prusyalı ünlü Mareşal Helmuth Von Moltke’dir. Kendisi o dönemde Osmanlı ordusunda görevlendirilen genç Prusyalı subaylardan birisidir. Padişah tarafından ordu komutanı Hafız Paşa’ya müşavir olarak görevlendirilmiştir. Onun düşüncesine göre, iki ordunun sayısı birbirine yakındır. Yenilginin başlıca sebebi başkomutanın subaylardan ziyade bazı mollaların tavsiyelerine kulak vermesidir. Avrupa devletleri iki tarafın da maddi manevi gücünün biraz daha kırılmasını istemelerinden dolayı, duruma müdahaleyi ağırdan almışlardır. Burada Nizip yenilgisini ana hatlarıyla onun hatıralarından kısaca anlatmakta fayda var. Moltke anılarında Nizip savaşını şöyle anlatmaktadır: “20 Mayıs 1839; Süvarimiz tekmil, şimdi 8 alayımız var. Bunlara Muş’tan 1500 atlı iltihak edecek; ordugâhta 53 tabur piyade var. Yine birçok askeri bilhassa kaçmak yüzünden kaybettiğimizi söylemeye bile lüzum yok. Hakiki kuvvetin 25 ila 28 bin piyade 5000 atlı ve 100 top olduğunu tahmin ediyorum. Eğer 35000 kişiyi harbe sokabilirsek 55 56
Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 275. Defter1, s. 6- b.
56
sevineceğim. Fakat bu miktarın İbrahim Paşa’nın muntazam asker olarak bize karşı sürebileceklerinin hepsinden daha fazla olması çok muhtemel… Biz nispeten çok büyük sayıda gayr-ı muntazam kuvvetler bekliyoruz… Kıtalara çift maaş verildi, para avuç dolusu dağıtılıyor… Paşa efendimiz bir mollalar divanı kurdu ve feriklerden daha ileri geliyorlar. Paşa’ya dün yanlış anlaşılmaması için tercüman vasıtasıyla harfi harfine şunları söyledim ”Mollalar sana harbin haklı olup olmadığını söyleyebilirler, fakat bunun akıllıca olup olmadığını yalnız sen takdir edebilirsin. Bütün şeref ve sorumluluk sana aittir ve başka hiç kimseden tavsiye beklememelisin” ama onun işitmek istediği şey bu değildi. Paşa’da iman değil güven eksik… Mamafih hemen başlayabilmek için tamamen hazır olmadan kesinlikle harp ilan etmememiz lazım olduğunu tasdik etti… Bu ânın en önemli meseleleriyle meşgul olan Avrupa diplomasisi, çözülmesi imkânsız görünen Şark meselesini Kütahya sulhundan beri uzak bir istikbale attığı için memnundu. 7 senede burada en azından 50 bin asker toplanmış ve gömülmüştür. Karşılığında bir şey kazanılmadan 100 milyon sarf edilmiş ve bütün vilayetlerin mahsulü tüketilmişti. Ama eninde sonunda, ya Avrupa devletlerinin ara bulmak için teşebbüs girişmelerinden veya işin savaşla bitirilmesinden başka çare yoktur. Birincisi olmadı bu yüzden ikincisinin olması gecikmedi”57 Muhakkak ki Sultan Mahmud, gururunu inciten ve moralini bozan bu ezici duruma savaşla son vermeyi kararlaştırmıştı. Ordunun ikmali için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmadı ve komutanın istediği her şey yerine getirildi. Hükümet, Küçük Asya’da 3 askeri kuvvet bulunduruyordu ki bunların toplamı 70 bin kişiydi. Bu kuvvetlerin yarısından çoğu yeni toplanmış askerler arasından seçilmiş ve kendilerine biraz savaş usulleri öğretilmiş redifler ve iltimasla seçilmiş subaylardı. Nizamiye kıtalarının yarısını da yeni askerler teşkil etmekteydi. Askerlerin maaşı iyi, elbisesi mükemmel, yiyeceği bol ve kendilerine tatlılıkla muamele ediliyordu. Fakat hemen hemen hiçbir asker iki seneden fazla dayanamıyordu. Ölüyor veya kaçıyordu. Ordunun üçte ikisinin bu haline ilave olarak muktedir subayların yokluğunu da belirtmek gerekir. Bu sebeple böyle askerlerle hiçbir savaşın yapılamayacağı ve kazanılamayacağını kabul etmek lazım. İbrahim Paşa ordusu için de, ancak Osmanlı ordusu ile mukayese edildiği zaman daha iyidir denilebilirdi. Bu ordu da önceki yıl Dürzîlerle savaşta korkunç zayiat vermiş, İbrahim Paşa savaş için bütün Suriye’de ne varsa hepsini sonuna kadar toplamış, Bütün 57
Helmuth Von Moltke, Türkiye Mektupları, s. 292- 300.
57
bunlara karşı ordusu sadece Hafız Paşa’nın ordusundan 10 bin fazla sayıya ulaşabilmişti. Eğer Osmanlı orduları birleşebilmiş olsaydı, sayıları İbrahim Paşa’nın ordusunun iki katı olacaktı. Bütün şartlar Osmanlı Devleti lehine olmasına rağmen birbirlerini kıskanan 4 kumandan nedeniyle Osmanlı ordusu yenilgiye uğradı. Bütün savaşta Osmanlı ordusunun kaybı sadece 1000 civarındadır. Avrupa devletleri duruma müdahale etmek için iki ordunun birbirini kırmasını beklemişlerdir. Böylece her iki taraf üzerinde de menfaatlerini gerçekleştirme imkânı bulmuşlardır. Osmanlı ve Mısır ordusunun acıklı durumunu ve Avrupa devletlerinin buna kolayca son vermesini hatıralarında Moltke şöyle anlatır: “Eğer diplomatik teşebbüsler felaket olup bittikten sonra bu sihri temin edebilecektiyse, bunu engellemek için teşebbüse geçmeyişleri esef edilecek bir şey. Aslında buradaki durumun içyüzü hakkında Avrupa’da hiçbir şey bilinmediğine kaniim. Mehmed Ali ile Babıâli kuvvetlerinin denk gelişi yüzünden, görünüşte hareketsizlik hissini veren bir hâle gelmiş iki pehlivana benzemekteydiler... “58 Nizip yenilgisi üzerine Avrupa devletleri girişimlerde bulunarak her iki tarafdan da kendilerinden izinsiz harekete geçmemelerini istediler. Özellikle Avusturya ve İngiltere bu konuda daha fazla öne çıktılar. Osmanlı Devleti’nin bu süreçte istedikleri bazı düzenlemeleri yapması için gizli veya açık baskı yaptılar. Bu düzenlemelerin barışın gerçekleşebilmesi için bir ön şart olduğu düşünülebilir. Nizip yenilgisinden Londra Antlaşmasının imzalanmasına kadar geçen bir yıllık sürede Tanzimat’ın ilan edilmesi bu durumu göstermektedir. Bu süreçteki durum İradât-ı Seniyyi Defteri’nde şöyle ifade edilir: “Saltanat-ı Seniyye ile Mısır Valisi meyanında vaki olan münazaat-ı politikıyyenin tesviyesi zımnında Vali-i muşarun-ileyh ile bazı Tanzimat (?) müzakeresine ibtidar itmek hususuna Devlet-i Aliyye’yi terğib ve teşvike sarf-ı sa’y ve ikdam olunmuş olub hatta Devlet-i Aliyye ol vechile hareket itmek maruzunda virilen pend ü nasihatı sem-i kabul ile istima itmişdir…”59 Osmanlı Devleti’nin Nizip savaşında yenilgiye uğramasının Mısır’a fazla bir şey kazandırmayacağı Avrupa devletleri tarafından sık sık dile getirilmekteydi. Mısır’ın bir muharebe kazandığı fakat kendisine birçok düşman edindiği belirtiliyordu. Böylece büyük Avrupa devletleri bölgede statükonun değişmesine izin vermeyeceklerini 58 59
Helmuth Von Moltke, A.g.e., s. 301- 314. Defter1, s. 17- a, b.
58
vurgulamak istiyorlardı. İki tarafın denge durumunda kalması Avrupa devletlerinin istediği durumdu. Onlara göre Mısır her ne kadar Osmanlı Devleti içlerine kadar ilerlemişse de bu durum geçicidir. Osmanlı Devleti’nin devletler arasındaki durumu kalıcıdır, Mısır’ın ise şu anda böyle bir pozisyonu yoktur. Bundan dolayı durum eninde sonunda normale dönecektir. Matternih ile Viyana sefiri Rıfat Paşa arasında geçen bir mükâlemede bu durum şöyle dile getirilmektedir: “Şimdi cay-ı nazar iki tarafın kuvvetinin muvazenesidir. Her ne kadar Mısırlu tarafı zahiren suret-i galebede olmuş ise de, manevi olarak Devlet-i Aliyye kuvvetini zayi itmemişdir. Çünkü Devlet-i Aliyye’nin kuvveti ebedi ve zâti, Mehmed Ali Paşa’nın kuvveti kendi zatıyla kaim suretinde ârız ve fanidir.”60 Nizip yenilgisinin en önemli sonuçları hastalık, karışıklık ve gıda sıkıntısı olmuştu. Bu nedenle ordugâhın başka bir yere taşınmasının uygun olacağı dile getirilmiştir. Ordu merkezinin taşınmasında çevrede zararlı unsurlarının bulunmaması ve diğer ihtiyaçların kolayca temin edilebilmesi etkili olmuştur. Nitekim askerlerin Siverek’ten kaldırılarak Urfa’ya yerleştirilmelerinin uygun olacağı İradât-ı Seniyye Defteri’nde Şam Valisi Selim Paşa’nın dilinden şöyle ifade edilmektedir: ”… Etrafta olan Ekrad şımarub Ergani madeni hususatına sekte îras eylediğini ve ol havalide zahirenin kılleti cihetiyle Siverek’e bir mikdar Süvari irsali tasmim-kerde-i âlileri olmağın Siverek’deki askerin iadeleri ifadesini müş’ir bir kıta lütufname-i müşîrâneleri reside-i dest-i terkim olmuş...”61 Nizip savaşından sonra Osmanlı Devleti’nin değişik eyaletlerinden gelen askerler aç, hasta ve perişan bir halde bölgeye dağıldı. Bu durumu düzeltmek için Selim Paşa daha önce de belirttiğimiz gibi merkeze bir yazı yazdı. Bu yazıda, bölgede dolaşan birçok yabancının halkın arasını bozmaya çalıştığını belirterek, buna karşı dikkatli olunması gerektiğine dikkat çekti. Selim Paşa’nın istekleri ile ilgili yazılan cevabi yazıda, birlikten ayrılmadan Türk, Kürd ve diğer halkın hep birlikte hareket etmesi istenmekteydi. Bu yazıda şunlar dile getiriliyordu: “Cümlemiz zıllullahi fi’l-âlem olan padişah-ı âlempenah efendimizin kulu ve kölesi ve Asitan-ı Kürdin… Abdullah Ağa ve beri Ağazâdelere olan tenbihat-ı atüfileri bad-ı mahzûziyyet olmuş idüği… ”62
60
Defter1, s. 40- a. Defter1, s. 45. 62 Defter1,s. 46. 61
59
Osmanlı Devleti, bütün zorluklarına ve durumun karışıklığına rağmen kesinlikle halka zulmedilmemesini istiyordu. Özellikle halktan temin edilen her türlü mal ve hayvanın ücretinin hemen ödenmesini, bölgedeki görevlilere sıkı bir şekilde tembih ediyordu. Fakat savaş sonrasında bölgedeki durum fazlasıyla karışmış ve zora girmişti. Malzemelerin taşınması için gerekli olan hayvanların temininde ve onlara yiyecek bulunmasında büyük sıkıntılar çekilmekteydi. Bölgeden sağlanamayan ihtiyaçlar başka yerlerden getirilmeye çalışılıyor fakat bu da çok güç ve masraflı oluyordu. Bu durumu bölgedeki valiler’den birisi olan Ferhad Paşa şöyle ifade etmektedir: “… İcab iden bahasıyla ve ağırsa şâîrin hayvanlarınıza tahmilen bir gün evvelce bu tarafa yetişdirilmesi… Bu cihetle mezkûr alaylar ile asker göndermeğe ahali-i fukaraların veballerini boynunuza almayarak hemen irade-i hazreti dâveri rızasında bulunarak cümleten ittifak ve ittihada riayet iderek, asker ve leşker göndermeğe hacet koymayarak icab ider bahası bu tarafa virilmek …”63 Bölgeden gelen bütün haberler Nizip yenilgisi sonrasında durumun çok karışık olduğunu göstermektedir. Nizip savaşı sonrasında müttefik devletlerce verilen nota ile her iki taraftan da kendilerine danışmadan bir harekette bulunmamaları istenmişti. Buna rağmen
Mısırlılar
durmadan
harekette
bulunarak
Osmanlı
Devleti’ni
tahrik
etmektedirler. Birçok şehirde haksız yere erzak ve yiyecek toplamaktadırlar. Halk, Mısırlılar’ın baskısı nedeniyle perişan bir durumdadır. Bölgedeki kötü hava şartları ve gıdasızlık yüzünden birçok asker hayatını kaybetmektedir. Sınır kamşusu İran ise her zaman olduğu gibi bu kargaşadan yararlanarak Osmanlı topraklarına tecavüz etme ve bölgeyi dinî duyguları istismar ederek kontrol altına alma peşindedir. Durum mübarek topraklarda da aynen belirtildiği gibidir. Bütün bu durumu Bağdat Valisi Ali Rıza Paşa gönderdiği yazısında şöyle ifade etmektedir: “… Mısırlu takımının durmayarak sarkıntılık itmekde ve Mısırlu bir mikdar asâkir ve araban ile Habur taraflarına gelerek Mardin havalisine ihale-i dest eylemekde ve bundan başka Necd tarafında bulunan Hurşid Paşa Basra’ya gönderilmiş olan asker Basra’nın vehamet-i havası cihetiyle peyderpay vefat itmekde ve yeni başdan tekrar tekrar asker sevkine mecbur olunmakda… Malum-ı âlileri olduğu üzere bu İran Devleti zabıta ve rabıtaya riayetsiz bir kavim olduklarından…”64 63 64
Defter1,s. 46. Defter1, s. 53- b, 54- a, b.
60
Nizip yenilgisinden sonra Anadolu başta olmak üzere Osmanlı topraklarında düzen iyice bozulmuştu. Mısır birlikleri Anadolu ve diğer Osmanlı topraklarından asker yazmak için bütün yolları deniyordu. Bölgede tanıdıkları bütün ileri gelenlere mektuplar yazılarak, asker kaçkınlarından isteyenlerin Mısır ordusuna katılabileceği, bunların orduya katılmak üzere yola çıktıkları andan itibaren maaşlarının başlayacağı vb. vaadlerde bulunuluyordu. Bütün bunlara karşı Nizip savaşından sonra Avrupa devletleri tarafından verilen ve kendilerinden habersiz harekete geçilmemesini isteyen notadan dolayı bazı savunma tedbirlerinin dışında bir şey yapılamıyordu. Bazı ajanlar vasıtasıyla halk Osmanlı yönetimine karşı kışkırtılmaya çalışılıyordu. Birçok bölge Valisi bu durumdan şakayetçiydi. Konya Valisi Hacı Ali Paşa, bu mektupların nereden geldiğinin bilinmediğini belirterek şikâyetçi olduğu bir yazısında, bu konuyla ilgili şunları dile getirmektedir: “Dört beş mahdan berü Arabistan havalisi ve Edirne taraflarında peyderpey başıbozuk askeri tahrir olunmakda ve ortada olan sergerdeler tarafından civarlarında ve bu havalide ve bazı Türkmen içlerinde bildikleri sergerdelere, çıkdığınız günden mahiyeniz işlemek şartıyla bulabildiğiniz kadar başıbozuk askerini bilistishab getürin yollu ber-vechi hafi kağıdlar gelmekde olduğı rivayet kılınmış… ”65
65
Defter2, s. 9- a.
61
II. II. Mahmud’un Ölümü ve Abdülmecid’in Tahta Çıkışı II. Mahmud’un saltanatı sırasındaki olaylar, yabancıların değişime yönelik etki ve teşviklerini de harekete geçirdi. Avrupa’nın askerî yönden Osmanlı Devleti’ne üstünlüğü birçok kez ortaya çıkmıştı. 1832- 1833 yıllarındaki İstanbul’u dahi tehdit eden Mısır saldırısı, Rusya’nın yardımı olmasaydı zor savuşturulurdu. Mısırlılar başarıya bu kadar yaklaşmalarını, ordularını özellikle Fransa’nın yardımı ile modern usullerde yetiştirme ve donatmalarına borçluydular. Rusya’nın yardımı ile Mısır ilerlemesi bir süreliğine durdurulsa da Suriye ve Kilikya bölgesi Mısırlılar’ın elinde kalmaya devam etti. Mısır saldırısı karşısında II. Mahmud önce İngiltere’ye başvurduysa da bu devlet başka önemli meselelerle uğraştığı için yardım edecek durumda değildi. Daha sonra hatasını anlayan İngiltere, Palmerston vasıtası ile Osmanlı Devleti’ni çağa uygun siyasî, ekonomik ve askerî reformlar yapması için sürekli teşvik etti ve cesaretlendirdi. Osmanlı Devleti’nde bir dönüm noktası olan 1826 yılındaki Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasında İngiltere’nin bu teşvik ve desteğinin büyük etkisi olduğu düşünülmektedir. Özellikle Sultan Osman’ın öldürülmesi ile tepki çeken bu ocağa şimdiye kadar bir operasyon yapılamamasının nedeni, dâhilî ve haricî şartların uygun olmamasıydı. İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Ponsonbi’ye, askerî, idarî ve malî yenilikler konusunda Padişahı teşvik ve etkileme görevi verildi. Bu amaçla İngilizler ticarî ortaklık diyebileceğimiz 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nı da devreye soktular. Dış ve iç nedenlerden dolayı II. Mahmud hızla reformlara girişti. Sultan, iç isyanlar nedeniyle konumunu güçlendirmek zorundaydı. Bu sebeple geleneksel devlet kurumlarından bazılarını kaldırdı ve yerine merkezi otoriteyi güçlendirecek yenilerini kurdu. Teşkilat ve çalışanları açısından izafî olarak batılı ve modern diyebileceğimiz bir bürokrasi oluşturmaya çalıştı. Her ne kadar kendisi Avrupa’yı hiç görmemiş ve hiçbir Avrupa dilini bilmemekte ise de Avrupaî bir modernleşmeyi tercih etti. İçinde bulunduğu şartlar nedeniyle seçebileceği başka bir yolun olup olmadığı tartışılabilir. Bunda, daha sonra Tanzimat’ı ilan edecek Avrupa’yı tanıyan kimselerin çevresini sarmasının da etkisi olduğunu unutmamak gerekir. II. Mahmud giriştiği bu modernleşme çalışmalarını bitiremeden öldü ve yerine oğlu Abdülmecid, Osmanlı-Mısır savaşının Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü tekrar tehdit ettiği çok kritik bir
62
dönemde tahta çıktı. Sultan Mahmud, Mısır olayları ile o kadar ilgilenmiş, uğranılan yenilgiler onu o derece üzmüştü ki, uyku uyuyamaz olmuş, bu olayların üzüntüsünü ve acısını unutmak için içkiye iyice düşmüş, bu yüzden de sağlığı son derece bozulmuştu. Havası ve sakinliği kendisini dinlendirir diye onu Çamlıca semtinde bulunan kız kardeşi Esma Sultan’ın bağına götürdüler. Son Mısır çatışmasında uğranılan bozgun haberi gelmeden 19 Rebiulahir 1255 (2 Temmuz 1839) tarihinde 55 yaşında ve saltanatının 31. yılında öldü. Kendisinin sağlığında yaptığı vasiyet üzerine Divan Yolu’nda bulunan Esma Sultan Sarayı arsasına gömüldü. Daha sonra bu mezar üzerine büyük ve güzel bir türbe yapıldı. Burası daha sonra birçok Tanzimatçı’nın son istirahatgâhı oldu.66 Bazıları onun Nizip yenilgisinin kahrından öldüğünü söyleseler de, o günün ulaşım ve haberleşme imkânları ile Nizip’ten İstanbul’a haber gelmesinin en az 15 gün sürdüğünü biliyoruz. Bizce ölümünde savaşlarda alınan sürekli yenilgilerin etkisi olsa da, Nizip yenilgisinin tesiri bulunmamaktadır. Çünkü Nizip yenilgisi 24 Haziran 1839’da, II. Mahmud’un ölümü ise 2 Temmuz 1839’da olmuştur. Yani Nizip savaşı ile II. Mahmud’un ölümü arasında sadece 8- 9 gün fark vardır. Bu kısa sürede yenilgi haberinin İstanbul’a ulaşması dönemin iletişim imkânları ile mümkün değildir.67 II. Mahmud’un ölümü üzerine daha önce de belirttiğimiz gibi tahta oğlu Abdülmecid çıkmıştır. II. Sultan Mahmud Han’ın büyük oğlu Şehzade Abdülmecid Han, babasının ölümü üzerine 3 Temmuz 1839 günü Osmanlı tahtına oturdu. Sadrazamlığa Hüsrev Paşa, Meclis-i Vâlâ başkanlığına Rauf Paşa, Seraskerliğe Halil Paşa, Ticaret Nazırlığına Sait Paşa atandı. Ertesi gün, Nizip’te ordumuzun Mısır birliklerine yenildiği bildirildi. Beş on gün sonra da Kapdan-ı Derya Fevzi Ahmed Paşa’nın Osmanlı donanmasını İskenderiye limanına götürüp Mehmed Ali Paşa’ya teslim ettiği şeklindeki acaip haber geldi. Bu haber acaipti çünkü bu Ahmed Fevzi Paşa, Sultan Mahmud Han’ın çok inandığı ve güvendiği bir kişi idi.68 Birinci Abdülmecid 16 yaşını 2 ay 6 gün geçe cülus etti. Annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan’dır. Birinci Abdülmecid ağabeyi Sultan Abdülhamid’in ölümü üzerine 2 yaşında veliahd olmuştu. Hem Doğu hemde Batı kültürü ile yetiştirilmiş ünlü Tanzimat hükümdarıdır. İşlek Fransızca öğrenen ilk Osmanoğlu’dur. Sülüs, celi, rika’dan icazetli hattat’tır. Batı musikisine vâkıf piyanisttir. Türk musikisi öğrenmeyen ilk hükümdardır. 66
Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 275. Nesimi Yazıcı, Tanzimat Devri Osmanlı Posta Teşkilatı, Ankara, 1981, s. 17- 52. 68 Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 276. 67
63
Mevlevi ve ince marangozdur… Babasının sert otoritesinden mahrumdu. Asrının Avrupa tipi hükümdarlarının en seçkinlerinden birisiydi. Devleti babası gibi şahsen yönetmedi, babası tarafından yetiştirilen bürokrasi takımına devretti. Bu tutum dünyanın gidişatını iyi kavradığını göstermektedir. Zaten Tanzimat böyle bir yönetim tarzı gerektiriyordu.69 Dönemi bizzat yaşayan Prusyalı subay Moltke gördüklerini gayet etkili bir dille anlatmıştır. Her iki Padişah arasında dikkat çekici karşılaştırmalar yapmıştır. Abdülmecid’in babasından daha suskun ve asık yüzlü olduğunu ifade etmeketedir. Moltke anılarında tahtın el değiştirmesinden ve Padişahların dikkat çekici yönlerinden şöyle bahsetmektedir: “ Padişah bizi iltifatla kabul etti, hediyeler verdi ve gitmemize müsaade etti. Sultanla 6 Eylül’de Beylerbeyi sarayında görüştük. Görünüşü bana müteveffa Sultanı çok hatırlattı. Abdülmecid yakışıklı bir delikanlıdır ancak 17 yaşında olmasına rağmen zarif biraz da solgun çehresini muhteşem bir siyah sakal süslüyor. Hastalıktan ziyade naif vücutlu birisi gibi görünmekde. Fakat bana babasından daha sükutî ve daha asık yüzlü göründü”.70 Alemdar Mustafa Paşa’nın, Rumeli’den İstanbul’a yürüyüşüyle tahta çıkan II. Mahmud, bir başka Rumeli kökenli Paşa’nın ordusu Suriye ve Anadolu üzerinden İstanbul’a yürüdüğünde saltanat ve hayatını tamamlamıştı. 1808-1839 yılları arasında devletine mutlakıyetçi modernleşmenin yolunu açmıştı.71 II. Mahmud’un devleti merkezileştirme çalışmaları eyaletlerde huzursuzluklara neden olmuş ve 1826 tarihinde Yeniçeri ocağının kaldırılması nedeniyle azalan merkezi otoritenin de etkisiyle arka arkaya isyanlar başlamıştı. Sultan Mahmud’un saltanat devri, Fransız ihtilalinin ortaya çıkardığı Milliyetçilik akımlarının da etkisiyle, yüzyıllardan beri Türk hâkimiyeti altında huzur içinde yaşayan çeşitli milletlerin ve inançların benliklerini arayışlarına rastlar. Bu dönemde Sırbistan’da, Eflak ve Boğdan’da, Mora’da halk silaha sarıldılar. Vahhabiler baş kaldırdı, Ruslar kuzey sınırlarını tazyik etti. Rumeli, Vidin, Bağdat, Trabzon, Akka, Şam, Halep, Lazkiye ve Yanya Paşaları birbiri ardına isyan bayrağını çekti. İstanbul’da sürekli Yeniçeri isyanları görülüyordu. Bunun sonucunda saltanatının 18. yılında (1826) mevcut devlet teşkilatıyla memleketi idare edemeyeceğine ve bu durumu kökten değiştirmek için hayatını ortaya koyması 69
Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, Siyasi Tarihi1, İstanbul, 2004, s. 465- 466. H. V. Moltke, A.g.e., s. 318. 71 İ. Ortaylı, A.g.e., s. 54. 70
64
gerektiğine candan inandı. Yapacağı değişikliklerde Batı’nın mutlu ve müreffeh toplumlarını örnek aldı. Osmanlı toplumunu kökten değiştirmek için, daha önce hiç görülmemiş oranda reformlara girişti. Fakat otoritesini destekleyecek güçlü bir ordudan mahrum olduğu için başarılı olamadı.72 II. Mahmud, Batı devletlerini derinlemesine incelemiş ve Osmanlı Devleti’nde sömürgeci amacı olmayan bir devletle işbirliği içinde devleti modernleştirmek istemiştir. Sonunda Avrupa’da askerî bir üne sahip Prusya’da karar kılmıştır. 1833-1839 yılları arasında çeşitli Prusyalı heyetler Osmanlı Devleti’ne danışmanlık yaptılar, saygınlık kazandılar. Bunlardan en ünlüsü kendisi de bir Prusyalı subay olan Moltke’dir. Prusyalılar başta olmak üzere Avrupa’dan getirilen bu uzman ve danışmanlar fazla başarılı olamadılar. Çünkü Osmanlılar hayran olup saygı duydukları kâfirlerin önerilerini kabul etmek istemiyorlardı.73 Peşpeşe gelişen; Padişahın ölmesi, Nizip yenilgisinin duyulması ve Ahmed Fevzi Paşa’nın donanmayı Mısır’a teslim etmesi Osmanlı yönetimini şoka soktu. Duruma müdahale eden Düvel-i Muazzama 27 Temmuz 1839’da verdikleri ortak nota ile Mısır meselesinde kendilerine danışılmadan harekete geçilmemesini istediler. Çünkü Nizip’te gerçekleşen Osmanlı ordusunun ağır yenilgisi dengelerin değişmesine neden olabilirdi. II. Mahmud’un ölümü üzerine tahta oğlu geçince Mısır meselesinde, Mısır’ın durum değişikliğine gideceği bütün taraflarca düşünülmüştür. II. Mahmud’un ölümü ile tahta geçen oğlu Abdülmecid, Mehmed Ali Paşa’nın hırsları ile babasını çok kızdırdığı için devlete büyük zararlar veren kötü şeyler olduğunu belirterek, buna bir son vermek istediğini belirtmekteydi. Böylece milletin unutulmasına ve zarar görmesine neden olan savaş tedbirleri sona erecektir. Abdülmecid, halkın rahat ve huzuru için geçmişte olanları unutmaya hazır olduğunu, Mısır’ın yönetimini veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakacağını, şayet isterese İstanbul’a gelip ayağına yüz sürmesine izin vereceğini de ifade ediyordu. Bunu İstanbul’daki yabancı elçilerin huzurunda bildiriyor ve onlar da bu durumu devletlerine ve İskenderiye’de bulunan elçiliklerine bildireceklerini ifade ediyorlardı. Abdülmecid, Mısır meselesini Mehmed Ali Paşa’yı affederek barış içinde çözerse ülkesinde birçok meselenin kendiliğinden çözüleceğine inanıyordu. Bunu yapmak için birçok tavizler vermeye hazırdı. Belki de kendisinin gençliğinin verdiği 72
H. V. Moltke, A.g.e., s. 321. Stanford Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul, 2006, c. 2, s. 75- 76. 73
65
tecrübesizlik ve çevresinin yaptığı bazı yanlış yönlendirmeler, Mehmed Ali Paşa’nın da Fransa’ya çok güvenmesinden dolayı, bu hedefine ulaşamamıştı. Bu durum koca devleti bir Valisinin isyanını bastırmak için almak zorunda kaldığı tedbirler ve borçlar nedeniyle yıkılış sürecine sokmuştu. Bu konuda İradât-ı Seniyye Defteri’nde Abdülmecid’in ifadesiyle şöyle denilmektedir:“Ezcümle Mehmet Ali Paşa, pederim merhum muşarun-ileyhin iğrar-ı hatalarını muceb bazı halâta teşebbüs itmiş olduğundan şimdiye kadar hayli şeyler vuku bulmuş ve bu esnada dahi Vali-i muşarunileyh icra-yı muharebe olunmak üzere tedarikata teşebbüs olunmuş ise de asayiş-i hal-i mülk ve milleti mücerred nisyan mensiyya hükmüne konularak Vali-i muşarun-ileyh hakkında afv u safh-ı Şahânem erzan...”74 II. Mahmud öldüğü dönemde başta Mısır meselesi olmak üzere önemli problemlerle uğraşan Osmanlı Devleti ekonomik olarak zor durumdaydı. Ekonomiyi biraz rahatlatmak için birçok tedbirlere başvurulurken, Avrupa’daki diplomatik görevli sayısının ve maaşının azaltılmasına da karar verilmişti. Bu kararın II. Mahmud’un ölümünden hemen sonra uygulamaya konulmasının bazı sakıncaları görüldüğü için bir süre ertelenmişti. Abdülmecid’in tahta geçişinin duyurulması ve Mısır meselesi ile ilgili yoğun diplomatik faaliyetlere girişilmesi Avrupa’daki dil bilen görevlilerin önemini artırdı. Bundan dolayı buradaki görevlilerin yukarıdaki iki konu ile ilgili görevlerini tamamladıktan sonra İstanbul’a dönmelerinin daha doğru olacağına karar verildi. Hatta elçi, maslahatgüzar ve tercüman dışında kalan yazıcıların tasarruf için görevlerine son verilmesinin uygun olacağı belirtildi. “… Muşarun ve muma-ileyhimin sefaret memuriyetlerinden infisal suretiyle avdet ideceklerinin şimdiden şuyuu münasib olamayacağından
culus-ı
hümayun-ı
meyamin-makrûn-ı
cenab-ı
mülükâneyi
mutazammın Avrupa hükümdarânına başka başka name-i hümayun-ı şahâne tasdîr ve tesyîr olunacak olduğundan İngiltere ve Fransa ve Prusya krallarına ve Avusturya İmparatoruna yazılacak nameler kendülerine irsal ile vesatât ve marifetleriyle teslim olunduktan sonra hakpay-ı hümayun-ı şahâneye yüz sürmek ve yine merkez-i memuriyetlerine avdet eylemek sayiasıyla muşarun ve muma-ileyhimin bu tarafa husulü münasib gibi mütalaa olunmuş... ”75
74 75
Defter1, s. 4- b, 5- a. Defter1, s. 7- a.
66
III. Osmanlı-Mısır İlişkilerine Düvel-i Muazzamanın Müdahalesi ve Nedenleri Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat’ı ilan edip, bu suretle Avrupa’nın sempatisini toplayarak Avrupa devletleri arasında bir ittifak oluşturmak ve kendi yanına çekmek istiyordu. Bazı muhafazakâr Osmanlı devlet adamları buna karşı olsalar da Mısır meselesinin bir şekilde çözülmesini istedikleri için bu duruma fazla ses çıkarmadılar. 25 Mayıs 1838’de Mehmed Ali Paşa, hanedanının devamı için bağımsızlığını ilan etmek isteyince durum yine karıştı. Fransa duruma müdahale edince, Mehmed Ali Paşa geçici olarak bağımsızlık düşüncesinden vazgeçti. Fakat İngiltere, Ortadoğu’da durumun iyice karışmasının aleyhine olacağını görerek duruma müdahale ihtiyacı hissetti. İngiltere Hariciye Nazırı Lord Palmerston ile Mustafa Reşid Paşa Ağustos 1838’de Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nı imzaladılar. Bu antlaşma ile İngilizler’e tanınan imtiyazlar daha da artırıldı. İngiltere’nin Ortadoğu ve Uzakdoğu’daki ticari çıkarları Mısır meselesinin çözülmesini gerektiriyordu. Palmerston değişik nedenlerle bu meselenin çözümünde Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı. Bunlar temelde stratejik ve ekonomik çıkarlara dayanan sebeplerdi. Bu durum, II. Mahmud’un İngilizlere olan güvensizliğini giderdi ve ileride en bunalımlı anlarında ihtiyaç duyacağı desteği sağladı.76 Avrupa devletleri, II. Mahmud’un yapacağı reformlar için yönünü Avrupa’ya dönmesinden
itibaren
Osmanlı
Devleti’ne
her
fırsatta
müdahale
etmekten
çekinmemişlerdir. Nizip yenilgisi Osmanlı yönetimini bu konuda bir bıkkınlığa ve bedbinliğe götürdü. Prens Matternih, durumun sonunda kendi devletinin de aleyhine olacağını düşünerek bu sırada devreye girdi. Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki etkisinden rahatsız olan İngiltere ve Fransa da bu durumu hararetle desteklediler. Matternih, Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa’nın isteklerini kabul etmemesini ve Mısır meselesini büyük Avrupa devletlerine havale etmesinin daha uygun olacağını belirterek, açıkça Osmanlı Devleti’nin yanında yeraldı. Düvel-i Muazzama, Nizip yenilgisinden sonra durumun aldığı vehameti görerek Matternih’in öncülüğünde ateşkesi ve mevcut durumun korunmasını isteyen bir notayı her iki tarafa da 27 Temmuz 1839 tarihinde gönderdi.77
76 77
Stanford. J. Shaw, A.g.e., s. 8. Ahmed Lütfi Efendi,A.g.e., s. 1019- 1020.
67
Donanmanın Mısır’a götürülmesine Hüsrev Paşa’nın Sadrazam olması ile değişen dengeler neden olmuştur. Donanma komutanı Ahmed Fevzi Paşa ile Hüsrev Paşa arasında husumet olduğu için onun Sadrazam olmasıyla kendisine bir zarar vereceğinden korkan Ahmed Fevzi Paşa, donanmayı Mısır’a götürmüştür. Aslında Ahmed Fevzi Paşa II. Mahmud’un en fazla itimad ettiği komutanlarından birisiydi. Ahmed Cevdet Paşa Nizip yenilgisi ve Padişahın değişmesi sürecindeki karmaşık durumu şöyle anlatır: “Cülûs-ı hümayunda Kapudan-ı derya bulunan Ahmed Fevzi Paşa Donanmay-ı hümayun ile Akdeniz’de bulunup düşmanı olan Hüsrev Paşa’nın makam-ı Sadarete geçtiğini işitip bazı nüdeması dahi ânı ihafe ve iğfal etmekle Dersaadet’e gelmekten ise Mehmed Ali Paşa ile bil-ittihad Hüsrev Paşa aleyhinde hareket etmek üzere Donanmay-ı hümayunu alıp İskenderiye-i Mısır’a gitmiş ve firari lakabını ahz etmiş idi… ”78 1839 yılı başında bütün Avrupa devletleri statükoyu değiştirmek için bir harekette bulunmamaları konusunda Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa’yı uyardılar. İngiltere bütün dünyada liberal devletlerin öncülüğünü yapmada müttefik oldukları için Fransa ile ortak hareket etmek istedi, fakat Mısır meselesinde ayrı düştüler. Bu ayrılık Mısır meselesinin çözülmesiyle giderilmiş gibi görünse de hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmadı. Bu ittifakın uzun süre devam etmesi mümkün değildi. Çünkü bu iki devletin çıkarları her yerde çatışmaktaydı. 1838 Mayıs’ından itibaren Mehmed Ali Paşa ordusunu iyice güçlendirmeye ve bağımsızlık ilan edeceğini dair söylentiler çıkarmaya başladı. 1839 Haziran’ındaki savaşta Osmanlı ordusu yenildi. Osmanlı filosu bizzat komutanı tarafından Mısır’a teslim edildi. Mehmed Ali Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nu istediği gibi yönlendirecek duruma geldi. Palmerston durumun daha da ileriye gitmesini istemiyordu. Meseleye müdahalede gecikmelerini sürekli pişmanlıkla hatırlıyordu. Rusya ile imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı “More as a burden than as anything else” sözleriyle yapılması zor ama gerekli olarak belirtip pişmanlıkla anıyordu.79 Palmerston Osmanlı Devleti’nin bir Valisi tarafından yıkılmasının kurmaya çalıştığı dengeye büyük zarar vereceğini biliyordu. Bu konuda Avrupa devletlerinin ortak hareket etmesinin meselenin çözümü için çok önemli olduğunu düşünüyordu. Bundan dolayı Fransa dışındaki devletleri kendi etrafında toplayabilirse sorunun eninde 78 79
Ahmed Cevdet Paşa,A.g.e., c. 1, s. 6. The Cambridge Modern History, Vol. X, s. 255.
68
sonunda istediği gibi halledileceğinden emindi. Nizip Savaşı sonrasında İngiltere ve Rusya başta olmak üzere Avrupa devletleri arasında yoğun bir diplomasi trafiğinin gerçekleştiği görülür.80 Nizip yenilgisi üzerine Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerine başvurdu ve meseleye acilen müdahale etmeleri gerektiğini bildirdi. Fakat konuya müdahale yöntemi hakkında özellikle İngiltere ve Fransa arasında önemli görüş farklılıkları ortaya çıkmıştı. Matternih önce onların anlaşmasını bekleyerek kararsız kaldıysa da durumun kötüye gittiğini görerek harekete geçti ve Palmerston ile birlikte diğer devletleri Osmanlı Devleti lehinde ittifak noktasında birleştirdiler. Bu durum dönemin Viyana elçisi Rıfat Paşa tarafından şöyle ifade edilir: “Devlet-i Aliyye’nin dilhâhı ve cümle hayırlu bitirilmek üzere yine düvel-i fahîme canibine havâle kılınmasını ahz ve tekid eylemiş idüği muhat-ı ilm-i âlileri buyruldıkta emr-û ferman efendimindir.”81 Mayıs 1839 da savaş devam ederken görüşmeler Viyana’da başladı. 24 Haziran’daki Osmanlı yenilgisi üzerine meselenin çözümü için her iki tarafın da bulunduğu durumda kalmasını isteyen bir nota verilmesi kabul edildi. 27 Temmuz’da Avrupa’nın meseleyi çözeceğine dair bu nota 5 devlet elçisi tarafından İstanbul’a ve Mısır’a verildi. Çar, Şark meselesinin tartışma merkezinin tarihi rakibi Avusturya olmasını istemedi ve İngiltere ile birlikte hareket etmeye başladı. Londra’ya Çar tarafından tam yetkili temsilci olarak gönderilen Baron Brunof, Palmerston ile beraber Mehmed Ali Paşa’yı durdurmanın bir yolunu bulmak ve Osmanlı Devleti’nin birliğini korumak istiyordu. İngiltere ve Rusya’nın isteğini Avusturya ve Prusya da kabul etti. Fransa bu meselede yalnız kaldı. Fransa kamuoyu ve Başbakan Tiers, Mehmed Ali Paşa’yı destekliyordu. Tiers, İngiltere’nin bütün devletler arasında Mısır meselesinde ittifak sağlayıp Fransa’ya savaş açabileceğine inanmıyordu. Fakat Palmerston durumu hayati önemde gördüğü için, Fransa ile ittifakı bozma pahasına Avrupa devletlerini Osmanlı Devleti lehinde ittifaka ikna etti. Bunun bütün dünyada İngiliz çıkarlarının korunması ve Osmanlı Devleti’nin Fransa ve Rusya hegemonyası altında iki parçaya bölünmemesi için gerekli olduğunu düşünüyordu. Bununla ilgili olarak Palmerston: “For the interests of England, the preservation of the balance of power and the
80 81
Defter1, s. 01. Defter1, s. 2- a, b, 12- b.
69
maintenance of peace in Europe”,82
diyerek İngiliz menfaatlerinin korunması için
güçler dengesinin bozulmamasında Osmanlı Devleti’nin son derece önemli olduğunu ifade ediyordu. Bu denegenin bozulmasının büyük yıkımlara neden olacağını düşünüyordu. Palmerston’dan 150 yıl sonra gerçekleşen dengenin bozulması ve bunun sonucunda çıkan I.Dünya savaşı onun görüşünün doğruluğunu ispatlamıştır. Avrupa devletler dengesinin korunması yeni iç savaştan çıkmış Avrupa için son derece önemliydi. Rıfat Paşa kendisiyle şu anda görüşemese dahi Matternih’in, Mısır meselesinde
tamamen
Osmanlı
Devleti
lehinde
düşündüğünü
daha
görüşmelerinden bilmekteydi. Matternih, baştan itibaren Osmanlı
önceki
Devleti’nin
yaşamasını kendi devletinin bekası için bir hayat memat meselesi olarak görmüştü. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla başlayacak çok uluslu imparatorlukların yıkılması sürecinin eninde sonunda Avustury-Macaristan İmparatorluğunu etkileyeceğini bir devlet adamı feraseti ile anlamıştı. Bütün tedbirlerini bu durumu mümkün olduğunca geciktirmek için alıyordu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının Avrupa dengesini bozacağını söyleyerek diğer devletleri de bu yönde iknaya çalışıyordu. Bu durumu bir mektubunda Rıfat Paşa şöyle ifade etmektedir: “Düvel-i fahîme-i Avrupa’nın müvazene politikasının hıfz ve vikaye ve belki böyle şiâr-ı hakkaniyet ile vaz ve tesis olunacak usûl-i tammiyeti ile ruy-i arzda bulunan kâffe-i düvel ve mülk-i asayiş ve istirahat-i mütemadiyesini zâmin olur…”83 Mısır
meselesinin
çözümünde
Avrupa’nın
durumu
karışıktır.
Meseleye
bakışlarında bazı dengeleri göz önünde bulundurmaktadırlar. İngiltere; Baltalimanı Ticaret Antlaşması ile kazandığı ayrıcalıkları kaybetmemek, Avusturya-Macaristan; şimde Osmanlı Devleti’nin başına gelenlerin aynı özellikleri taşıdığı için yakın gelecekte kendi başına gelmemesini, Rusya ise; boğazlardaki ve Akdeniz’deki menfaatleri için mevcut durumun devamını istemektedirler. Fransa; menfaatleri bakımından bu devletlerden ayrılmıştır. Osmanlı devlet adamlarına göre aslında bu devletlerin hiçbiri Osmanlı Devleti’nin eskiden olduğu gibi güçlü ve etkili bir devlet olarak yaşamasını istememektedirler. Bunun birçok nedenleri vardır ve bunları Hariciye Nazırı Mustafa Reşid Paşa ve Paris sefiri Fethi Paşa şöyle ifade etmektedirler: “Şu Mısır maslahatının tesviyesine İngiltere, Fransa ve Avusturya devletlerinin meyl ü istidadları 82 83
The Cambridge Modern History, Vol. X, s. 257. Defter1, s. 2- b, 3- a.
70
rû-nüma olmakda ve Devlet-i Aliyye’nin saadet-i hâl ve kuvvet ve miknetinin kemali Düvel-i muşarun-ileyhimin üçü dahi istemediğinden… Fransa’da efkâr-ı umumiyyenin bazı mertebesi henüz habis-i merkûm tarafına mâil bulunmasından neşet itmekde olub…”84 İngiltere; Mısır meselesinin çözümünde Mehmed Ali Paşa’ya hiçbir taviz verilmemesini isterken, Fransa; bazı tavizler verilmesinde ısrar ediyordu. Bu duruma İngiltere’yi ikna edemeyince gizliden gizliye Osmanlı Devleti’ne baskıya başlamıştı. Eğer Osmanlı Devleti’ni taviz vermeye ikna edebilirse bunu İngiltereye karşı koz olarak kullanabileceğini düşünüyordu. Fransa’nın meselede sesini fazla çıkaramamasına diğer devletlerin hepsinin değişik nedenlerle olsa da Osmanlı Devleti lehinde tutum takınması etkili olmuştur. Bu durumun Fransa iç siyasetini çok karıştırdığını bu süreçteki hükümet değişikliklerinden görmekteyiz. Fransa iç kamuoyu baskısında dolayı Mısır aleyhinde olacak bir karara evet demiyordu.: “İngiltere ve Fransa Devleti beyninde cereyan itmekde olan mübahesat hitampezir olmuş ve galiba galebe İngiltere tarafından zuhur itmiş olduğunu telmihen tebşir eylemiş ve çünkü Rusya sefaretinin dahi bu hususda sapa yollara sapacağı meczum oldığından…”85 Avrupa devletleri Nizip savaşından sonra verdikleri ortak nota ile Osmanlı Devleti’nden kendi kararlarını beklemesini istemişlerdi. Daha sonraki bütün uygulamaların dayanağı bu nota olmuştur. Matternih, Rıfat Paşa’ya Osmanlı Devleti’nin kendilerine güvenini boşa çıkarmayacaklarını belirterek Mısır’ın Nizip savaşını kazanmasının pek önemli olmadığını meseleyi Osmanlı Devleti lehine halledeceklerini ifade ediyordu. Osmanlı devlet adamlarında ona karşı bu meseleyi Osmanlı lehine çözeceğine dair bir güven vardı. “… Devlet-i Aliyye dahi Prens cenablarının Saltanat-ı Seniyye hakkında olan her dürlü beka-hahlıklarından ve alelhusus Mısır meselesinden dolayı himmet ve gayretlerinden ibraz-ı kemal-i memnûniyet itmekde olduğı…”86 Avrupa devletleri Nizip yenilgisinden sonra Osmanlı Devleti’ne yardım edeceklerine söz vermelerine rağmen, Fransa’nın açık ve bazı devletlerin gizli muhalefeti nedeni ile işi yavaştan almak zorunda kalmışlardır. Fransa’nın diğer devletlerden ayrı düşmesinin nedeni, Mısır ile olan tarihî, askerî ve ticarî bağları olarak 84
Defter1, s. 7- a, b. Defter1, s. 38- b, 39- a. 86 Defter1, s. 40- a. 85
71
görülebilir. Fransa kamuoyu Mısır taraftarı olduğu için Fransa’nın Mısır aleyhinde bir ittifakta yer alması halkın galeyana gelmesine ve henüz oturmamış olan devlet sisteminin yıkılmasına neden olabilirdi. Yoksa bu meselede Kral’ın düşüncesi diğer Avrupa devletlerinin düşüncesinden pek farklı değildi. “… Fransa Devleti dahi, her ne kadar Saltanat-ı Seniyye’nin dost-ı mesalihi ise de bu babda olan umûr-ı politikası Mısırlu tarafına nâfî ve Devlet-i Aliyye menafiini dafi görünmekde olub… Fransalunun ise mukaddema Mısır’da bulunmaları cihetiyle, Mısır tarafıyla Napolyon zamanından berü münasebet-i kadimeleri olarak, hâlbuki Düvel-i sairenin oraca böyle münasebetleri olmdığından… ”87 Avrupa devletleri arasındaki düşünce farklılığının Osmanlı Devleti’nin aleyhine olduğu açıktır. Bu kritik durumda Osmanlı Devleti’nin, Avrupa devletlerinin meseleninin çözümünde ortak hareket etmesini bekleyecek ne zamanı ne de sabrı vardı. Mısır ordusunun işgal ettiği yerlerde yaptıkları, Osmanlı yönetimini iyice çileden çıkarmış ve Avrupa’nın verdiği sözde durmayacağı endişesine düşürmüştür. Bu durumu Avrupa’daki elçiler görüşmelerinde sık sık dile getirmektedirler. Matternih ile bir görüşmesinde Viyana Elçisi Rıfat Paşa ona bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Biz işbu Mısır meselesini Düvel-i Hamse’ye havale eyledik. Ancak şimdiye kadar bir semeresi hâsıl olmadı. Ve bunun olmaması dahi tesviye-i maddede ittihad-ı reyleri bulunmadığından neş’et idiyor. Şu hale göre biz ne yapalım? Cümlemizin nazarı dahi maslahatın netice-i hayriyyesini gözetmekdedir.”88 Osmanlı
Devleti
durumun
bütün
zorluğuna
rağmen,
halka
karşı
zor
kullanılmamasını ve meselenin mümkün olduğunca kansız olarak halledilmesini istiyordu. Birçok belgede bu durumu açıkça görebiliyoruz. Bu durum Osmanlı Devleti’nin kendisine vizyon olarak belirlediği ‘Nizam-ı Âlem’ ilkesinin bir yansıması olsa gerektir. Osmanlı devlet felsefesinin temelini, idare ettiği topraklarda yaşayan insanların refah ve mutluluğu teşkil ediyordu. Osmanlı Devleti’nin bu meselenini çözümünde Avrupa devletlerinden beklediği, bölünmesinin engellenmesi ve isyanın bitirilmesidir. Yoksa isyanın ve işgalin yaşandığı bölgelerin zarar görmesini kesinlikle istememektedir. Bütün kadim Osmanlı topraklarını bir vucudun azaları gibi görmekte, oralarda insanların acı çekmesinin Osmanlı Devleti’ne de acı vereceği ifade 87 88
Defter1, s. 40- b, 41- a. Defter1, s. 41- a, b.
72
edilmektedir. “Devlet-i Aliyye dahi mücerred kuvve-i cebriye imali ısrarında olmayub Çünkü ol tarafları ale’l-umum Memalik-i Mahruse-i Şahâne’den ve ahali ve askerisi tebay-ı Saltanat-ı Seniyye’den bulunduğuna mebni vucud-ı Devlet-i Aliyye’nin azası mesabesinde olan yerlerin rahne-dar olmasını bittabi tecviz itmeyiz. Heman murad-ı âlisi ber-vech-i matlub ve suhulet hüsn-i tesviyesidir...”89 Palmerston uzun süre tereddüt ettikten sonra, Mısır meselesinin çözümünde İngiltere’nin menfaatinin Osmanlı Devleti yanında yeralmak olduğuna karar verdi. Matternih’in de teşviki ile bu meselede ağır davranan diğer devletleri Fransa hariç bu konuda ikna etti. Osmanlı Devleti’nden Mehmed Ali Paşa’nın hiçbir teklifini kabul etmemesini istedi. Mısır’ın isteklerinin karşılanması için diğer devletlerin Osmanlı Devleti’ne baskı yapmasına da engel oldu. Böylece büyük bir diplomatik başarı göstererek Fransa hariç Osmanlı Devleti lehinde bir Avrupa ittifakını sağladı. Bu durumu kendisi İstanbul Elçisi’ne gönderdiği bir yazısında şöyle ifade eder:“Tarafınıza bu defaki talimatım Devlet-i Aliyye’nin sebat ve metanet üzere olması ve Mehmed Ali’ye hiçbir şey terk itmemesi ve müttefiklerinin iânesine emniyet buyurması hususunda ısrar eylemenizi iş’ar ve tavsiyeden ibaret olub… Devlet-i Aliyye menafi-i sahihasına muvafık hareket ittikce Mehmed Ali’nin iddialarına iane içün Fransalu’nun izhar eylediği arzusunun hiçbir semere ve neticesi olmayacağı derkârdır.”90 Matternih de aynen Palmerston’un yaptığı gibi, Osmanlı Devleti lehinde bir ittifak için yoğun faaliyetlerde bulunuyordu. Bunu Fransa hariç büyük oranda sağlamıştır. Yazışmalardan anlaşıldığı kadarıyla Matternih ve Palmerston değişik nedenlerle Mısır meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi için yoğun bir diplomatik faaliyet içindeydiler. Avusturya-Macaristan tarihine olan merakı belki de onun Hunların torunu olan Türklere sempati duymasına neden olmuştur. Matternih bir yazısında Osmanlı Devleti’nin lehinde diğer devletlerle ittifak sağlamak için gösterdiği gayretleri gayet heyecanlı bir şekilde anlatmaktadır. Onun yaptıklarının canlı ifadelerle anlatılması sadece menfaat için uğraşan birisinin kuru sözlerinden ziyade bir dostunu zor durumdan kurtarmış kişilerin mutluluğunu yansıtmaktadır. “Düvel-i Hamse’nin ianelerine itimad kılınmak suretini Saltanat-ı Seniyye’ye kabul ittirmek içün alelacele Dersaadet’e bir kurye göndermek zımnında bir gece uyuyamayarak sabaha kadar yazu ile meşgul 89 90
Defter1, s. 41- b, 42- a. Defter1, s. 48- b, 49- a.
73
olmuş… Devlet-i Aliyye bazı ashab-ı nüfuzdan dirayetsiz kimselerin iğfal ve ilgalarına kapılarak Mehmed Ali’nin kâffe-i mesulâtına müsaade olunduğını ifade itmek üzere Mısır tarafına tayin olunmuş olan zat hemen gitmek üzere iken lillahil hamd ziknolunan kurye Dersaadet’e vasıl olmuş ve Sülale-i Osmaniyye’nin harabını mücib olacak o misillü bir kararın önü kesdirilmiş olduğını ...”91
91
Defter1, s. 51- b, 52- a.
74
IV. Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nâzırlığı ve Tanzimat’ın İlanı Mustafa Reşid Paşa, 1800 yılında İstanbul’da II. Bayezid vakıflarından birinin yöneticisinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. İlmiye kurumunda öğrenci ve çıraklık yaşamına atılmış, 1810’da babasının ölmesiyle, Ispartalı Seyid Ali Paşa’nın hizmetine girmiş, onunla Mora’ya gittiğinde (1821) hem Osmanlı ordularının yenilgiye uğramalarına hem de Mehmed Ali Paşa’nın Batı usulündeki modern ordusuna tanık olmuştu. Yeni askerî kurumların üstünlüğünü görmek, Avrupa’nın öğrenilecek çok şeyi olduğu konusunda onu ikna etmişti. Mora’daki hayatı ona ilmiye sınıfı hayatının kendisi için uygun olmadığını göstermiş, bunun üzerine pek çok genç Müslüman gibi o da Babıâli’de yeni kurulan kâtiplik bölümüne girmek istemişti. Böylece Mustafa Reşid Paşa, Sultan Mahmud dönemi Babıâli bürokrasisinin genç üyelerinden biri olarak kâtiplik bürosuna katılmıştır. Kaleminden çıkan belgelerdeki yazı ve anlatım Padişah’ın hoşuna gitmiş, hamisi Pertev Paşa tarafından Padişah’a övülmüş ve tavsiye edilmişti. Hükümdar, bu gencin Fransızca öğrenmesini istemiş, bu isteği yerine getirdiğinde artık yeni devir bürokrasisinin de öncüsü haline gelmişti. Babıâli’ye girdiğinde kısa sürede yükselen Mustafa Reşid Paşa, 1834’te Paris Elçisi sonra Londra Elçisi ardından Hariciye Müsteşarı bundan kısa bir süre sonra da Vezirlik rütbesiyle Hariciye Nâzırı oldu. II. Mahmud öldüğünde Hariciye Nâzırlığı ile beraber Londra Elçiliği’ni yürütüyordu. Padişah’ın ölümü üzerine İstanbul’a dönerek kısa süre sonra Tanzimat’ı ilan etti.92 Pertev Paşa Hariciye Nâzırı olunca, onunla birlikte Kahire’ye gidip, Mehmed Ali Paşa’nın Girid’e müdahalesi ile sonuçlanan görüşmelerde bulunmuştu (22 Haziran- 1 Temmuz 1830). Mehmed Ali Paşa bu görüşmeler sırasında ona saygı duymuş ve Mısır’da kalmasını istemişse de o bunu kabul etmemişti. Bu davranışı ile Pertev Paşa’nın daha fazla gözüne girmiş ve çok hızlı yükselmiştir. 1832 yılında Mehmed Ali ve İbrahim Paşa ile önce Kahire’de sonra Kütahya’da Osmanlı temsilcisi olarak görüşmelerde bulundu. 1832 yılında Amedci oldu ve Paris Elçisi olarak atandı (18341836). Paris’te ilk olarak Avrupalı devlet adamları ile görüştü. Fransızlar’ın Cezayir’i işgal sorununu, Mısır meselesini tartıştı. Paris’te yaklaşık iki yıl kalan Mustafa Reşid Paşa buradan Londra Elçiliği’ne atanınca Palmerston ve dönemin diğer devlet adamları 92
İ. Ortaylı, A.g.e., s. 227.
75
ile Osmanlı Devletin’de gerçekleştirmek istediği reformlar hakkında görüşmeler yapma imkânı buldu. Reformlara muhalif grubun başında Hüsrev Paşa varken Padişah, Mustafa Reşid Paşa’yı 1837 yılında Vezir unvanıyla Hariciye Nâzırı olarak atayarak reformları desteklediğini açıkça göstermiş oldu. Hüsrev Paşa’yı da bulunduğu Seraskerlik görevinden aldı. Temmuz 1837- Ağustos 1838 yılları arasında Mustafa Reşid Paşa kafasındaki reform planlarını olgunlaştırdı. Tanzimat fikrini uygulamaya dökmek için II. Mahmud’un İngilizlere duyduğu kuşkuyu gidermeye çalıştı. Bu dönemde ayrıca Padişah’ın; rüşvet ve mal gasbını yasaklayan, eyaletlerde idarî ve malî reformların ilk adımı olarak Bursa ve Çanakkale’de nüfus sayımı yapılmasını emreden fermanları çıkarmasını sağlayarak, Tanzimat’ın ilk adımlarını attı. İktisadî kalkınma için planlar geliştirecek; tarım, sanayi ve ticaret uzmanlarından oluşan bir komite kurdurdu. Değişik inançlardan tebaa arasında eşit davranması için Padişahı teşvik etti.93 Osmanlı Devleti, 1833 yılında Rusya ile yaptığı Hünkâr İskelesi Antlaşması nedeniyle Avrupa karşısında yalnız kaldı. İngiltere ve Fransa bu antlaşmayı 1833 yılı sonbaharında protesto ettiler.94 II. Mahmud, Osmanlı Devleti’ni içinde bulunduğu yalnızlıktan kurtarmak, Rus tehlikesini bertaraf etmek, Mısır ve Cezayir meselesini Osmanlı Devleti lehinde çözebilmek ve yaptığı reformlara dış destek sağlamak için Avrupa başkentlerinde daimî elçilikler açmaya karar verdi. İşte Mustafa Reşid Paşa’nın Paris’e elçi olarak gönderilmesi bu karar üzerine olmuştur. Mustafa Reşid Paşa; 1834, 1835, 1841 ve 1843 yıllarında olmak üzere 4 defa Paris’e elçi olarak atanmıştır. 1839 yılında Londra’da iken kısa bir süre için Paris’te görevlendirilmiştir. Görüldüğü gibi Reşid Paşa değişik zamanlarda 5 defa Paris’te bulunmuş ve burada dört buçuk yıl kadar görev yapmıştır. Mustafa Reşid Paşa’nın birinci ve ikinci elçilikleri zamanında ve Paris’e daha sonraki gelişinde en çok meşgul olduğu hususlar, Cezayir’i Fransız işgalinden kurtarma ve Mısır meselesini Osmanlı Devleti lehine halletme konuları oldu. Diğer atamasında ise özellikle Lübnan buhranıyla uğraşmıştır. Burada aşağı yukarı bütün Avrupa efkâr-ı umumisini, Osmanlı Devleti’nin yaşaması gerektiği konusunda ikna etme başarısını göstermiş, bunu sağlamak için özel ilişkilere girişmekten çekinmemiştir. Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun karşı karşıya bulunduğu bazı özel siyasî meseleleri çözmek için görevlendirilmişse de o politik dehası ile özel bir çözüm yolu bulmuştur. Bütün meseleleri ayrı ayrı çözmek yerine her 93 94
S. J. Shaw, A.g.e., s. 90. M. H. Kutluoğlu, The Egyptian Question, s. 110.
76
meseleyi Osmanlı Devleti’nin yaşam meselesi olarak değerlendirmiş ve bu şekilde çözmeyi denemiştir. Böylece genel çözüm yöntemleri bulunduğu an, küçük ve münferit hadiselerle
meselelerin
kendiliğinden
hallolacağına
veya
bunların
meydana
gelmeyeceğine inanmıştı. Bunu sağlamak için yapılan Tanzimat’ın ilanını Palmerston; ’İngiltere ve Fransa’da kamu duygularını oldukça etkileyen çok başarılı bir siyaset’ olarak nitelendirmiştir.95 Mustafa Reşid Paşa, diplomatik faaliyetlerinde Avrupalı devletleri, özellikle İngiltere ve Fransa’yı şu iki hususun zaruretine inandırarak onların yardım ve desteğini sağlamayı hedeflemiştir: 1- Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğü ve istiklali, Avrupa barışı için şarttır. Ayrıca İngiliz ve Fransız menfaatlerinin korunması ve devamı için İmparatorluğun bütünlüğü ve istiklali Rusya’ya ve ayrılıkçı hareketlere karşı muhafaza edilmelidir. Bu hususta Mustafa Reşid Paşa, İngiltere ve Fransa’ya sürekli olarak telkinlerde bulunmuştur. Mustafa Reşid Paşa’ya göre; Şark meselesinde İngiltere ve Fransa zaman kazanmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Aldıkları uzlaştırıcı tedbirler ve yarım tedbirler onlara çıkar yol olarak veya tahlikesiz olarak görünüyordu. Fakat bu büyük ve tehlikeli bir yanılgıdır. Onların politikası tamamen yanlış yoldadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun dezorganizasyonu ve zayıflaması sonunda Rusya istediği bölgede ve belki bütün imparatorlukta karışıklık ve isyan çıkarmakta kendisini serbest hissedecektir. Bu konuda tedbir almakta gecikmeleri veya yarım tedbirler almaları sonunda genel bir savaş patlak verebilirdi… Rusya, Osmanlı İmparatorluğu için öngörülen hiçbir reform planını gönüllü olarak kabul etmeyecektir. Dolayısıyla Rusya’ya doğrudan doğruya bir reform planı önermeye gerek yoktur. Bunun için, önce İngiliz ve Fransız ittifakı şarttır. Avusturya’nın katılmasını temin için Matternih’i Osmanlı İmparatorluğu’nda bir inkılâp ihtimaliyle ve sonunda Avrupa’da genel bir savaş tehlikesiyle tehdit etmek yeterli olacaktır. Avusturya ittifaka sokulduğunda Rusya ister istemez buna katılacaktır.96 Mustafa Reşid Paşa’nın düşüncelerinden anlaşıldığı kadarıyla onun fikri, Avrupa devletlerinin başta İngiltere ve Fransa’nın dikkatleri Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması tehlikesine çekilerek, onların müştereken
95
Salahi R. Sonyel, “Tanzimat ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Gayr-i Müslim Uyrukları Üzerindeki Etkileri”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Semineri, Ankara, 1994, s. 344. 96 Bayram Kodaman, “Mustafa Reşid Paşa’nın Paris Sefirlikleri Esnasında Takip Ettiği Genel Politikası”, Seminer, s. 70- 73.
77
kendi geleceklerinin güvenliği için, Osmanlı Devleti’ni korumaları ve onun varlığını tehlikeye düşürecek bir harekete girişmemeleri gerektiği düşüncesi üzerine oturuyordu. 2- Reşid Paşa’nın diplomatik faaliyetleri sonunda elde etmek istediği hedeflerden ikincisi de, Osmanlı İmparatorluğu’nu reformlar yoluyla modernleştirmede ve kuvvetlendirmede Avrupa’nın tasvip ve yardımını sağlamaktır. Çünkü Paşa Avrupa medeniyetini almadan, iç ve dış meselelerimizin çözülebileceğine inanmamakta, bu konudaki düşüncelerini sık sık dile getirmekteydi. O’na göre biz, medeniyetsiz asla hiçbir şey olamayız. O medeniyet de, sadece Avrupa’dan bize gelebilir. Türkiye için en büyük iş reaya meselesidir. Eğer reayaya verilmesi gereken hak ve hürriyetlerden bahsetse, ülkede ona kötü bir Müslüman gözü ile bakılacağını düşünür. Bu konuda yüksek sesle konuşmak Avrupalı büyük devletlere düşer. İmparatorlukta, Hıristiyanlar üzerindeki baskı için seslerini yükseltmelidirler. Ödeyemedikleri haraç için zavallılar horlanmakta ve ezilmektedir. Reaya haraç yüzünden isyan etmektedir. Reaya düzenli vergi istemektedir. Vergi sistemi Hıristiyanlar için yerleşirse Müslümanlara da bunu kabul ettirmek için önemli bir adım atılmış olacaktır.97 Görüldüğü gibi Mustafa Reşid Paşa, reformların yapılması için mutlaka Avrupa’nın Babıâli veyahud Padişah nezdinde teşebbüste bulunmasını gerekli buluyordu. Reşid Paşa’nın bu düşünceleri Avrupa devletleri tarafından gayet iyi bilinmekte ve bu durumu kendileriyle dindaşları lehinde kullanmak için planlar yapılmaktaydı. Mustafa Reşid Paşa, Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nda öngörülen dâhili reformları Avrupa veya sadece Fransa müdahalesiyle gerçekleştirme düşüncesiyle meşguldür. Reşid Paşa, Osmanlı İmparatorluğu hakkında şu görüşlere sahiptir: Birincisi, İmparatorluğun bugünkü yapısı ve haliyle yaşaması mümkün değildir. İkincisi, Türkler kendi kendilerine medenileşemez. Üçüncüsü, gerekli görülen bütün reformların kolayca gerçekleşmesi için Padişah’ın arzu ve iradesi yeterlidir. Yeter ki, büyük devletler bunun için ona baskı yapsınlar. Mustafa Reşid Paşa büyük devletler nezdinde bu müdahaleyi gerçekleştirme arzu ve fikriyle Paris’e gitmiştir. Mustafa Reşid Paşa ile ilgili dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Guizot’nun düşüncelerine göre Reşid Paşa; Avrupa medeniyetinin bazı kaide ve şartlarını Osmanlı İmparatorluğu’na getirtme ümit ve arzusu ile meşguldür. Bunu Avrupa medeniyetini Müslüman âdetlerinden daha çok sevdiği için değil, Avrupa politikasında memleketine ve padişahına yer, ağırlık ve 97
Bayram Kodaman, A.g.s., s. 70- 73.
78
itibar kazandırmak için yapıyordu. Ondaki hâkim ve değişmez fikir Türkiye’yi Avrupa’da tutabilmek için, Avrupa’yı Türkiye’de tatmin ve memnun etmek gerekmektedir. O, Hıristiyanlara hak ve hürriyetler, büyük devletlere imtiyaz ve tavizler vermekle İmparatorluğu güçlendireceğini, Müslim ve Gayr-i Müslimler arasında barışı temin edeceğini zannediyordu.98 Yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere, Mustafa Reşid Paşa’nın gerek reformların gerçekleştirilmesinde ve gerekse Avrupalıları yakından ilgilendiren Mısır, Cezayir, Lübnan buhranları ve Hünkâr İskelesi Antlaşması gibi dâhili politik meselelerin hallinde önceliği tamamen büyük devletlere bırakarak ‘teslimiyetçi’ bir politika takip etmeyi o günkü şartlar içinde uygun bir davranış olarak gördüğü anlaşılıyor. Bunu sadece bir devletin öncülüğünde yapmak yerine, bütün devletlerin ortaklığı ile yapmanın daha doğru olacağını düşünüyordu. Sonraki antlaşmalarda bunu başardığını göreceğiz. Peki, Mustafa Reşid Paşa niçin böyle teslimiyetçi bir politika izlemiştir? Bunun nedenini zamanın şartlarıyla, kendi karakterinde ve yapısında aramak gerekir. Dönemin canlı tanıklarına göre, Reşid Paşa’da kendisini gösterme ve yükselme merakı aşırıdır. Bu yönü biraz övülür ve pohpohlanırsa, büyük tavizler elde etmek için küçük şeyler üzerinde tavizler verilirse, ondan her şey elde edilebilir. Fransa Dışişleri Bakanı Guizot’a göre Mustafa Reşid Paşa’da, ülkesinde yapmak istediği işlerin başarısı için çok lüzumlu olan niteliklerden birisi eksiktir; Türkiye’de güçlü bir ıslahatçı olmak için Türklük vasfı çok az idi. Gençliğinden itibaren Türkiye’nin Avrupa ile münasebetleri konusuyla ilgilenmiştir. O, daha çok Avrupalı bir diplomata benziyordu. Reşid Paşa kendisi için söylenen bu tür özellikleri kabul etmiyor ve şöyle diyordu: “Ben ne Fransızım, ne İngilizim, ne Rusum, ne Avusturyalıyım… Ben Türküm, Türkten başka bir şey değilim; fakat kendisini Padişahı’na, ülkesine, milletine adamış bir Türküm; Vezir olmayı kabul ederek, görevinin büyüklüğünü idrak eden ve bıkmadan bu görevi tamamlamaya azmeden bir Türküm”.99 Mustafa Reşid Paşa, yetişme tarzı ve tecrübeleri sonucunda Osmanlı Devleti’nin selametini Avrupa’nın, İmparatorluğun işlerine müşterek olarak müdahale etmesinde görmüştür. Ama şunu da aklımızdan çıkarmamalıyız ki,
onu büyük devletlerin
kucağına atan, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’nin bekasını 98 99
Bayram Kodaman, A.g.s., s. 70- 73. Bayram Kodaman, A.g.s., s. 74- 75.
79
tehlikeye düşüren bitmek tükenmek bilmez yayılma hırslarıdır. Reşid Paşa kendisinin ve yaptığı reformların başarısını Mehmed Ali Paşa’nın başarısızlığında görmekteydi. Bundan dolayı şartlar ikisini şahsi düşmanlar durumuna getirmişti. Zira Mehmed Ali Paşa, Mısır’da başarılı ıslahatlar yapmış ve Hicaz’ı kurtarması ile İslâm kahramanı görüntüsü vermiştir. Onun Mısır’da yaptığı düzenlemelerde Batı’nın bilim ve teknolojisi önplanda yeralırken, Mustafa Reşid Paşa’nın ve Tanzimat’çıların yaptığı düzenlemelerde Batı’nın moda ve hukuku öne çıkmıştır… Bu durum Mustafa Reşid Paşa’ya karşı tepki doğmasına neden olmuştur. Bütün bu nedenlerle Mustafa Reşid Paşa, her ne pahasına olursa olsun büyük tavizler vererek Avrupa’nın Osmanlı Devleti lehinde müdahalesini sağlamak ve Mehmed Ali Paşa’yı itaat ettirmek istiyordu. Bunda da başarılı oldu ama bu Osmanlı Devleti’ne çok pahalıya mal oldu. Mustafa Reşid Paşa, Yakınçağ Türk tarihinin etkisi en fazla olan şahsiyetlerinden birisidir. Bu etki sadece onun yaşadığı sürece görülmemiş, ölümünden sonra da devam etmiştir. Mustafa Reşid Paşa, Şinasi’nin deyimi ile Osmanlı Devleti için bir ‘medeniyet resulü’ görevi görmüştür. Toplumumuzda önemini hâlâ devam ettiren medeniyet mücadelesi ilk önemli temsilcilerinden birini Mustafa Reşid Paşa’nın şahsında bulmuştur. Tanzimat döneminden itibaren Fransa ve İngiltere’nin XVIII. yüzyılda bilim ve teknolojiyle ulaştığı yüksek maddi ve manevi mevkiyi ifade etmek için, medeniyet ‘civilisation’ kelimesi kullanılmaya başlanılmıştır. Kavram İngiliz ve Fransızlar’ın ortak malı olduğu için, daha sonra oluşacak olan Avrupalılık fikrinin de altyapısını oluşturmuştur.
”Civilasition”
kavramı
XIX.
yüzyıldan
itibaren
Avrupa
için
sömürgeciliğini meşrulaştıran bir araç olmuştur. Dünyanın bütün bölgelerinde yapılan sömürgecilik hareketleri onları medenileştirmek adına meşru gösterilmeye çalışılmıştır. Bu etkinin Osmanlı Devleti üzerindeki ilk uygulamasını 1821 Yunan isyanında görmekteyiz. Çünkü Yunanlılar’ın isyan hareketi, Avrupa medeniyetinin önemli kaynaklarından birisi Antik Yunan görüldüğü için, barbar Türkler’den kurtuluş olarak bütün Avrupa’da sempati ile karşılanmıştır. Fransa’nın bir Osmanlı toprağı olan Cezayir’i işgal etmesinde de aynı bakışın izlerini görebiliyoruz. Diyebiliriz ki, Osmanlı Devleti’nin yavaş yavaş yıkılmasında sanayileşme, sömürgecilik ve Fransız ihtilali ilkelerinin etkisi olduğu kadar bu “medeniyet” anlayışının da etkisi vardır. Medeniyet kavramının Osmanlı aydınları arasında daha ziyade kibarlık, zarafet, ahlak güzelliği, giyim kuşam vb. olarak anlaşıldığını görüyoruz. Avrupa’ya tahsil için
80
gönderilen öğrencilerin diğer ülkelerden farklı olarak genellikle bu anlayışla yetişmeleri ilginçtir. Konumuz olan Mehmed Ali Paşa’nın Avrupa’daki hayatı onun da aynı medeniyet düşüncesinde olduğunu göstermektedir. Mustafa Reşid Paşa, Paris Elçisi iken orada yaptıkları ve yaşadıkları incelendiği zaman gerçekten önemli detaylar ortaya çıkmaktadır. Mustafa Reşid Paşa, Paris’de Fransızca öğrenmek için bir hoca aramış, tanıdıkları bunun bir bayan olmasının daha faydalı olacağını belirtmişlerdir. Bunun üzerine Fransızca dersi almak üzere Opera’da çalışan bir bayandan ders almıştır. Bunu Mustafa Reşid Paşa’nın İstanbul’a gönderdiği bir masraf pusulasından anlamaktayız. Mustafa Reşid Paşa’nın bu opera sanatçısından sadece dil değil kibarlık ve zarafet konusunda da istifade ettiği muhakkaktır. Bu dönemdeki medeniyet anlayışı, sonradan kendisine eklenecek olan ilmî, teknik ve öteki teknolojik sahalardaki anlamlardan hiçbirisini ihtiva etmemektedir.100 Mustafa Reşid Paşa, genel bir reform planı için Padişah’ın saray ve Babıâli’de danışma kurulları oluşturmasını da sağladı. Böylece XX. Yüzyılın akımı olacak demokratik devlet anlayışının, Osmanlı’daki ilk temellerinden birini atmış oldu. Ancak II. Mahmud onu dengelemek için, saray danışmanlığına gelenekçilerin lideri olan Hüsrev Paşa’yı getirdi. Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinin yeniden alevlenmesi üzerine destek aramak üzere tekrar Avrupa’ya gitti. 1838 yılında İngilizler ile Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nı imzalayarak bazı imtiyazlar karşılığında onların desteğini aldı. Mustafa Raşid Paşa ve diğer önde gelen Tanzimatçılar bu desteği sağlamak amacıyla birçok manevi değerlerden uzaklaşmak ve öz benliklerini kaybetmekle suçlanmışlardır. Bu eleştirilerde doğruluk payı olduğu onların bazı fikir ve görüşleri incelendiği zaman daha iyi anlaşılmaktadır. Tanzimat dönemi yönetici ve fikir adamlarının birçoğu maalesef Osmanlıyı Osmanlı yapan değerlerden uzak olarak yetişmişlerdir. Daha sonraki devlet anlayışımızın en büyük açmazı olan halk-aydınbürokrat ayrılığının bu döneme dayandığını söyleyebiliriz. Mustafa Reşid Paşa ve diğer Tanzimatçıların manevi değerlerden uzak olduğu Ahmed Lütfi Efendi tarafından tarihinde birkaç anekdotla anlatılmaktadır. Bunlardan biri şöyledir: “Evkaf Nâzırı Eğribozlu Mahir Bey bir gün Hariciye Müsteşarı Rıfat Bey’e şöyle diyor “Taaccüp ederim sizin halinize. Vaktiyle Ebussuud ve İbn-i Kemal gibi zatların vaz eyledikleri kanunu bozup sizin gibi adamlar onlara bedel kanunlar vaz 100
Tuncer Baykara,”Mustafa Reşid Paşa’nın Medeniyet Anlayışı”, Seminer, s. 49- 51.
81
u tanzim ediyorsunuz”. Bir diğer anekdotta Mustafa Reşid Paşa ile ilgili Padişahla şöyle bir konuşma geçmektedir “Mustafa Reşid Paşa Avrupa’da, Mahir Bey Evkaf Nazırı olarak Dersaadet’te bulunduğu vakit bir Cuma selamlığında cennetmekân Sultan Abdülmecid Han hazretleri, Mahir Bey’in mutaassıp olduğunu bildikleri cihetle “Acaba bu gün Avrupa’da Reşit Paşa Cuma namazını nasıl eda eder? deyu Mahir Bey’i şeref-i hitab-ı âlileriyle mültefat buyurduklarında “burada iken kılmazdı ki orada kılsın” dediği meşhurdur.”101 Mustafa Reşid Paşa’yı ve onun devletle ilgili fikirlerini en iyi bilenlereden birisi belki de birincisi Ahmed Cevdet Paşa’dır. Cevdet Paşa, Mustafa Reşid Paşa’nın mahremiyet dairesine girerek çok önemli hadiselerin içyüzünü öğrenmiş ve onu yakından tanımış bir kişidir. Cevdet Paşa’ya göre, Osmanlı Devleti’ne ilk defa diplomasi usulünü getiren Reşid Paşa, Mısır meselesinin en karışık döneminde kendi ifadesiyle, ”Kevkeb-i Utarid gibi cirmi küçük, kadri büyük bir zat” olarak ortaya çıkmıştır. Cevdet Paşa’ya göre, Mısır meselesinin halli ile Tanzimatın ilanı arasında çok yakın ilişki vardır. Sina Akşin buna 1838 yılında İngilizler’le yapılan Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nı da ilave etmektedir. Cevdet Paşa’ya göre, Fransa hariç Avrupa devletlerinin ve kamuoylarının Osmanlı Devleti yanına çekilmesinde, Tanzimat’ın ilanının önemli etkisi olmuştur. Reşid Paşa, Mısır meselesinin çözülmesinde ve Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti lehinde bir araya getirilmesinde önemli bir diplomatik maharet göstermiştir.102 Reşid Paşa bu büyük diplomatik başarısına rağmen Mısır meselesinin hallinden sonra kaleme aldığı Ferman-ı Âli müsveddesinde, Mısır Hazinesi’nden senelik 80 bin kesenin Maliye Hazinesi’ne aktarılması ve Mısır’da bir Osmanlı defterdarı bulunması maddeleri onun Hariciye Nezareti’nden azline sebep olmuştur. Zira Mısır’da bir Osmanlı defterdarı bulunmasından rahatsız olan Mehmed Ali Paşa, önce Reşid Paşa’ya müracaatla bu maddenin kaldırılmasına çalışmış ve bunun için kendisine bazı rivayetlere göre 60 bin kese akçe teklif etmiştir. Reşid Paşa’nın bu teklifi kabul etmemesi üzerine Mehmed Ali Paşa parayla elde ettiği diğer devlet adamları vasıtasıyla Reşid Paşa’yı gözden düşürmeye muvaffak olmuştur. Mustafa Reşid Paşa önce Edirne Valiliği’ne daha sonra da Paris Sefirliği’ne tayin olunarak İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, antlaşmayı kabul 101 102
Ahmed Lütfi, A.g.e., s. 1066- 1067. Ahmed Cevdet Paşa, A.g.e., s. 6- 7.
82
ederek Mehmed Ali Paşa Mısır dışındaki yerleri terk etse de Osmanlı Devleti üzerindeki tesirini hâlâ sürdürmektedir. Reşid Paşa, Cevdet Paşa’nın ifadelerine göre büyük meselelerin halliyle kendini ispat etmiş, büyük şöhrete sahip bir devlet adamıydı. Tanzimat’ın ilanı ve Mısır meselesinin bütün Avrupa’nın ittifakı ile Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi onun ününü halkın nazarında daha da artırmıştır. Reşid Paşa bu prestijini, Osmanlı Devleti’ne Avrupa’da gördüğü yenilikleri getirmek için sonuna kadar kullanmıştır. Bu dönemde Osmanlı bürokrasisi Reşid Paşa’nın modernist anlayışı ile biçimlenmiştir. Mustafa Reşid Paşa, kendisinden sonra devleti yöneten birçok devlet adamları yetiştirmiş, Sultan Mahmud devrinde gördüğü usule uygun olarak Babıâli’yi teşkil eden Tercüme Odası’na Müslüman tercümanlar alırken, Hariciye memurlarını bütünüyle Müslümanlardan seçmişti. Ancak onun yerine Âlî Paşa geçince bu usulü terk etmiş ve Ermenilere haddinden fazla rağbet ederek buralara fazla miktarda Ermeni doldurmuştur.103 Cevdet Paşa’ya göre, Mustafa Reşid Paşa âlicenap, doğru bildiğini çekinmeden söyleyen, suistimalden kaçınan ama haddinden fazla İngiliz taraftarı bir devlet adamıdır. Mustafa Reşid Paşa ile gelenekçi devlet adamları arasında derin bir fikir ayrılığı vardı. Nitekim Osmanlı Devlet adamları arasındaki bu gelenekçi ve modernist ayrışması başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinin işine yaramış ve bu devletler bu rekabetten azami ölçüde yararlanarak sık sık Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışma imkânı bulmuşlardır. Tanzimat’ın ilanı, II. Mahmud döneminde yapılan yeniliklerin bir devamıdır. II. Mahmud, Tanzimat’ı ilan etmeyi düşünmüş fakat çeşitli iç ve dış sebepler buna müsaade etmemiştir. II. Mahmud birçok muhafazakâr devlet adamının taleplerine rağmen Mustafa Reşid Paşa’yı görevinden almayarak onu zımnen desteklediğini göstermiştir. Bunu Mustafa Nuri Paşa da söylemektedir: “Dışişleri Bakanı Reşid Paşa, Mısır’a karşı büyük devletler ile ittifak anlaşması yapmak için iki yıldan beri Avrupa’da bulunup epey başarı da kazanmıştı. Sultan Abdülmecid Han’ın tahta geçişinin hemen ardından İstanbul’a geldi. H.1254 (M.1838) yılında uygulanması planlanmış iken gerek görüldüğü için ertelenmiş bulunan Tanzimat’ı Hayriye’yi ilan ettirip uygulamaya başlattı.”104
103 104
Ahmed Cevdet Paşa, A.g.e., s. 1. Mustafa Nuri Paşa, A.g.e., s. 277.
83
Mustafa Reşid Paşa ve diğer Tanzimatçılar Osmanlı Devleti’ni yaşatmak için onu yeni bir rotaya sokmaya çalışmışlarsa da bunun ne derecede başarılı olduğu hâlen tartışılmaya devam edilmektedir. Tanzimat döneminde Mustafa Reşid Paşa’nın hem Hariciye Nâzırı hem de Paris Sefiri olması bazı problemler doğurmuştur. Dönemin uygulaması olarak bir kişi birkaç görevi birden yapıyordu. Tanzimat döneminde bütün düzenlemelerin yükü neredeyse Mustafa Reşid Paşa’nın omuzlarına yüklenmişti. Bu durum da doğal olarak bazı işlerin eksik kalmasına neden oluyordu. Bu durum belgelerde şöyle dile getirilmektedir: “Devlet-i Aliyye’nin istihsal-i mamuriyet ve miknete destres olabilmesi esbabına teşebbüs dahi faidelü göründüğüne ve bu mesele içün elbette konferans tabir olunur bir meclis küşadı lazım geleceğinden… Umur-ı Hariciye Nezareti’nde bulunduğunuzdan sizin veyahud Devlet-i Aliyye’nin ittihad-ı âlisi olan lisana aşina ve Avrupa ahvaline vakıf başka birisinin bizzat Meclis-i mezkûre duhulü taraf-ı Devlet-i Aliyye’den istida olunması lazımdır diyerek bu babda dahi bazı ihtarât-ı hayırhahâne’ye dair hayli şeyler söylemiş olmağla…”105 Tanzimatçılar
değişik
fikirdeki
aydınlarımız
tarafından
kendi
görüşleri
doğrultusunda değerlendirilmiştir. Türkiye’deki sol düşüncenin önemli düşünürlerine göre, Tanzimatçılar ve Mustafa Reşid Paşa batının uşağı olarak görülüp bu Batılılaşma sömürge ve yarı sömürge haline getirilen bütün Avrupa dışı ülkelerde görülen cinsten bir Batılılaşma, bir uydulaşmadır. Reşid Paşa, Tanzimat’tan sonra bol sayıda örnekleri görülecek olan yeni tip bir devlet adamıdır. Eskiden nüfuzlu paşaların himayesine girilerek idarede kariyer yapılırken, Reşid Paşa yabancı bir devlete dayanarak kariyer yapma çığrını açmıştır.
106
Muhafazakârlar ise, Tanzimat’la birlikte geleneklerimiz,
göreneklerimiz ve törelerimizin aydınlarca Batılı değerler karşısında ikinci plana atılmasını eleştirirler. Onlara göre soysuz, kökünden kopmuş ve kendi halkından uzak kendilerine aydın diyen yeni nesiller tarihi bağlarından koparak kendilerini takip eden toplumu da manevi bunalım içine sürüklediler. Bunlara göre Tanzimat, Osmanlı toplumuna ahlakî çöküşten başka bir şey getirmemiştir. Günümüzün en önemli Osmanlı tarihçilerinden olan Halil İnalcık ise bize göre en doğru ve Tanzimat dönemindeki gelişmelere de en uygun tarifi yapmaktadır. Halil İnalcık, Tanzimat dönemini şöyle tarif ediyor: “Tanzimat temel müesseseleri bozulmuş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yepyeni bir medeniyetle yükselen ve taarruza geçen 105 106
Defter1, s. 8- b. Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Ankara, 1968, s. 58.
84
bir Avrupa’nın ezici üstünlüğü karşısında yeniden teşkilatlanma teşebbüsünün kati bir safhasıdır.”107 Tanzimat hakkında olumlu veya olumsuz değerlendirmelerin hâlâ devam etmesi, onun Türk tarihinin en önemli belki de birinci yenileşme hareketi olmasından kaynaklanmaktadır. Tanzimat hareketi toplumumuzda olumlu veya olumsuz önemli etkiler bırakmıştır. Bu etkinin Cumhuriyet döneminde de devam ettiğini görmekteyiz. Her alanda köklü reformlar yapan Tanzimat’ın en başarılı olduğu alan Hukuk alanı olmuştur diyebiliriz. Tanzimat’la bütün Osmanlı tebaasının can, ırz, mal ve din güvenliği sağlanmıştır. Mustafa Reşid Paşa İngiltere’de yaptığı çalışmalar sonucunda Batı’nın ilerlemesinin en önemli motor gücü olarak hukuku görmüş ve Osmanlı Devlet’nde hukuk reformu yapmanın şart olduğuna karar vermişti. Tanzimat’ın ilanı ile başlayan hukukta yenileşme, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar devam edecek hatta Cumhuriyet’in ilanından sonra da etkisini sürdürecektir. Zaten bazı Batılılar Tanzimat’ın ağırlıklı olarak hukuk alanında yapıldığını düşünmektedirler. Bununla ilgili olarak ünlü Türkolog Mordtmann şöyle demektedir: “Tanzimat hareketi, yalnız Müslüman olmayan Osmanlı uyrukların hukuksal durumlarında yapılan bir değişikliktir. Ama Türkiye’de bu daha genel olarak hukuk ve idarede değişiklikler biçiminde anlaşılmaktadır”.108 Yukarıda da belirttiğimiz gibi birçok Türk aydını Tanzimat’ı değişik yönleri ile anlamış ve öyle tarif etmişlerdir. Mesela, Hilmi Ziya Ülken “Askerî ve teknik olarak başlayan Batılılaşmanın siyasî-hukukî bir şekil alması”109, Nihat Sami Banarlı “Osmanlı Devleti’nin artık başa çıkamadığı askerî ve siyasî Rus ve Avrupa baskısı karşısında, sırf varlığını korumak için yapmak zorunda kaldığı siyasî, adlî, ictimaî ve medenî bir hareket”110 olarak tarif etmişlerdir. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de Tanzimat’ı şöyle tarif etmiştir: “Memleket içinde isyan ocağını körüklemekte olan Müslüman olmayan unsurları memnun etmek, onların tarafını yerli yersiz bahanelerle tutan, devletin içişlerine karışan Avrupa devletleri, Batı karşısında bir şeyler yapmak zaruretlerinden doğan bir hareket.”111
107
Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Ankara, 1943, s. 2. Ahmet Mumcu, “Hukukçu Gözüylü Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat”, Seminer, s. 39. 109 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, 1979, s. 34. 110 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1980, c. II, s. 810- 811. 111 Nejat Göyünç, “Tanzimat’a Yöneltilen Eleştiriler”, Seminer, s. 105. 108
85
Tanzimat’ın getirdiği Müslüman-Hıristiyan eşitliği prensibinden iki taraf da memnun kalmamıştır. Hatta daha önce de belirttiğimiz gibi Hıristiyan tebaa da aralarındaki dengenin bozulmasından kaygı duyarak, Tanzimat’a pekiyi gözle bakmamışlardı. Gayr-i Müslimler, Tanzimat’ın getirdiği haklardan kısmen memnun olmakla birlikte, onun getirdiği yeni sorumluluklara karşı çıkıyorlardı. Müslümanlar ise, Gayr-i Müslimlere verilen ayrıcalıklardan rahatsız oluyor; İslam dininin üstünlüğüne bir çırpıda darbe vurulduğunu düşünüyor ve menfaati zarar gören bazılarının kışkırtması ile birçok yerde ‘Şerat elden gidiyor’ çığlıkları ile gösteri yapıyorlardı.112 Yabancı devletler, Müslüman halkın hoşnutsuzluğundan faydalanarak, Katolik, Ortodoks ve Protestanların hamisi sıfatıyla Osmanlı Devleti’ne daha fazla müdahalelerde bulunma fırsatı bulmuşlardı. Tanzimat Fermanı’nın hazırlayıcısı ve bu dönemin en önemli şahsiyeti olan Mustafa Reşid Paşa ve arkadaşlarının gayesi ülkeyi modernleştirmekti. Cevdet Paşa’nın açık olarak ifade ettiğine göre “neşr-i maarif ve tamim-i terbiye ile devleti, usul-i cedide-i Avrupa’ya tevfikan tanzim etmek” yani eğitim ve kültürü yaygınlaştırmak yolu ile devleti Avrupa’daki yeni usullere göre düzenlemek idi. Bunu sağlamak için tabiatıyla birçok Batılı müessese ve fikirler ülkeye girdi. Milliyet duygusu, vatan sevgisi, hürriyet aşkı, halkın yönetime daha fazla katılmasını ifade eden meşrutiyet ve cumhuriyet gibi kavramlar bunlar arasındadır. Bütün bu gelişmeleri, Tanzimat’ın yarattığı fikirlere ve kahramanlara borçluyuz. Bu nedenle bazı tarihçiler: “Cumhuriyet’in temelleri Tanzimat’la atılmıştır” demektedirler.113 Tanzimat yöneticilerinin ve aydınlarının amaçlarından birisi de “ittihad-ı İslâm” dan önce “ittihad-ı anâsır” yani İslâm birliğinden evvel milletlerin birliğini sağlamaktı.114 Bunun için üretilen “Osmanlı” deyimi 1876’da Kanun-ı Esasi’ye de girdi ama maalesef başarılı olamadı. Bu başarısızlığın sebebini 1789 Fransız ihtilalinin getirdiği milliyetçilik ilkelerinin sonuçlarında aramak gerekir. Bununla ilgili Atatürk şunları söylüyor: “Osmanlı İmparatorluğu dâhilindeki akvam-ı muhtelife hep milli akidelere sarılarak, milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık”115 Dış etki ve devlet anlayışındaki Paradigma değişmesi nedeniyle
112
Salahi R. Sonyel, A.g.s., s. 344- 345. Ekrem Üçyiğit, A.g.s., s. 12- 13. 114 Erol Güngör, İslâmın Bugünkü Meseleleri, İstanbul, 1983, s. 161. 115 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri1, Ankara, 1988, s. 143. 113
86
oluşan ulusal devlet anlayışlarına geçişin de tesiri ile gerçekleşen bu başarısızlık, günümüzde dahi çözülememiş ve bütün Ortadoğu’da onarılamaz yaraların açılmasına neden olmuştur. Kanımızca Tanzimat’ı “Bizi Avrupa medeniyetine dış görünüşü taklid etmek suretiyle sokmağa kalkmaları kısır kaldı” veya “Osmanlı Türkiyesi’nin medeniyet değiştirerek, yalnız Türkiye için değil, bütün Yakın ve Orta Şark için büyük bir inkılâbın başlangıcı”şeklinde değerlendirmek eksik kalır. Bildiğimiz gibi Batı medeniyeti üç temel üzerine kurulmuştur: Grek düşüncesi, Roma hukuku ve Hıristiyan inancı. Biz neyi değiştirerek bu üç temelden hangisini benimseyebiliriz? Türk Milletinin tarihi temelleri bellidir: Eski Türk kültürü ve medeniyeti, İslâm inancı ile karşılaştıkları diğer kültürlerden alarak özümsediği değerler. Bizim medeniyetimizle Batı medeniyetinin tamamen kaynaşması mümkün değildir. Bunun nedenini dünyaya bakış felsefelerimizin farklılığında aramak doğru olacaktır. Şöyle ki, bizim dünyaya bakışımızı inancımız belirler, Batının çoğunun dünyaya bakışını ise menfaati ve çıkarları belirler. Yani Batı medeniyeti ile aramızda, imanlı akıl ile imansız akıl arasındaki fark kadar ayrılık vardır. İmanlı akıl; dünyaya kendini geliştirmek ve iç dünyasını zenginleştirmek için bakarken imansız akıl; ondan nasıl faydalanabilirim, onu nasıl sömürebilirim diye bakar. Belki de, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını ve Batılı sömürgeci devletlerin bütün dünyayı kasıp kavuran yükselişler gösteren gelişmesini bu noktada aramak faydalı olur. Tanzimat getirdiği Batılı değerlerle, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan değişik milletler ve inançlar için onları çeşitli açılardan etkileyen bir başlangıç noktası olmuştur. Lale devrinden itibaren birçok alanda yapılan reformlar, 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılmasına kadar başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Yeniçeri ocağının kaldırılması, Osmanlı muhafazakârlığının asıl dayanağını teşkil eden geleneksel gücün yokolmasını sağlamıştır. Böylece yapılacak liberal değişikliklere gerekli ortam hazırlanırken, devletin üstünlüğünü teşkil eden asıl gücü yok edilmiştir. Bundan dolayı Tanzimat, kendisinden önceki bütün reformları tavır ve başarı açısından geçen bir mana taşır. Fakat dönemin şartları ve toplumun inanç yapısı nedeniyle eskiyi tamamen ortadan kaldıramamış ve birçok alanda ikiliklerin doğmasına neden olmuştur.116
116
Ekrem Üçyiğit, A.g.s., s. 11.
87
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TANZİMATTAN LONDRA ANTLAŞMASINA MISIR MESELESİ (1839- 1840) I.Tanzimat’ın İlanı ve Düvel-i Muazzama Tanzimat-ı Hayriye, Osmanlı devlet ve toplumunu modernleştirmeyi hedefleyen sürekli bir yasama ve reform dönemi olup, yönetimin merkezîleşmesini artırmış ve 1839- 1876 yılları arasında Osmanlı toplumuna devlet katkısının artmasını sağlamıştır. Tanzimat hareketini mümkün kılan, II. Mahmud’un Osmanlı hükümetinin kapsamını geleneksel sınırlarının dışına taşırıp, tüm yaşam biçimlerini düzenleme görev ve yetkisini de kapsayacak şekilde genişletmesi, Osmanlı reform kavramını eski kurumları koruma ve yeniden canlandırma geleneğinden ayırıp, bunların yerine bir bölümü Batı’dan ithal edilen yenilerini getirmesidir.117 Osmanlı Devleti; Fransız devrimi, sömürgecilik ve sanayileşmenin etkisiyle ortaya çıkan ve kendi devlet yapısının temellerini de kökten sarsan yeni bir dünya ile karşı karşıya idi. Koçi Bey risalesine kadar devletin düzelmesi için referans noktası olarak Kanunî dönemi gösterilirdi. Osmanlı toplumu Batı üstünlüğünü ağır yenilgilerden sonra onun endüstri ve teknolojideki ilerlemelerini görerek kabullenebildi. Bunun yarattığı sarsıntı sonucunda devletin bekası için Avrupa referans olarak gösterilmeye başlandı. Osmanlı Devleti’nin yaşaması için dünyadaki yeniliklere ayak uydurması ve sistemini buna uyarlaması gerektiği özellikle Tanzimatçı devlet adamları tarafından sıkça dile getirilmiştir. Osmanlı Devleti’nde Batı’yı örnek alan ilk yenileşme adımlarını III. Selim attıysa da devleti Batı sistemine uyarlamak gerektiğini Mustafa Reşit Paşa’nın telkinleri ile II. Mahmud kabul etti. II. Mahmud’un yaptıklarının doğru olup olmadığı tartışılabilir ama 1826 yılında gerçekleştirdiği Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması olayının gazâ sistemine dayalı Osmanlı devlet yapısını geri dönülmez biçimde değiştirdiği tartışılamaz. Osmanlı Devleti, ordusu ile XIX. Yüzyılda halen Avrupa ile baş edebilecek durumdaydı. Avrupa’dan esas geri olduğu alan sanayi, ekonomi, bilim ve teknoloji alanıydı. Esasen askerî alandaki başarıları, Osmanlı devlet 117
S. J. Shaw, A.g.e., s. 86.
88
adamı ve aydınlarının Avrupa’nın bu alanlardaki ilerleyişini görmesini engellemiştir. Bu düşünceyle ilgili olarak 1803- 1806 yılları arasında Paris’de kalan Halet Efendi’nin şu sözünü örnek olarak verebiliriz: “Halkın nakil ve methettikleri Frengistan’ı daha göremedik. O tuhaf şeyler ve o akıllı Frenkler kangı Avrupa’dadır bilemem.”118 II. Mahmud, hayatı boyunca yeniçeriliğin yerine yeni bir askerî sistem kurmak istediyse de savaşlar ve değişik nedenlerle bunu tam olarak başaramadı. 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılması ile koca devlet neredeyse savunmasız duruma düştü. Yeniçeri ocağının kaldırılması ile Osmanlı Devleti kendine güveninin temelini teşkil eden ve tarihi yüzyıllara dayanan asıl muhafazakâr dayanaktan yoksun kaldı. Osmanlı Devleti’nde reformların yapılmasındaki en önemli engel orduydu. Yeniçeri ocağının kaldırılması ile birçok reformların hiçbir direnişle karşılaşmadan yapılmasını sağlandı. Batı kökenli yeniliklerin Osmanlı Devleti’nce pek kabul görmemesinin nedeni askerî olarak onlarla aynı seviyede olunmasıydı. Oysa XVI. Yüzyıldan itibaren Rönesans, reform ve coğrafi keşifler sonucunda, Avrupa ekonomik ve sosyal yönden hızla ilerlemiş ve birçok yönden Osmanlı Devleti’nin önüne geçmeye başlamıştı. Osmanlı gururunun temelini teşkil eden Yeniçeri ocağının kaldırılması ile bu durum da ortadan kalkmış ve devlet her türlü reforma uygun hale gelmişti. Bundan sonra devlet yapısını da yeniden düzenlemek yoluna gidildi.119 Abdülmecid’in tahta çıkışından yaklaşık 4 ay gibi bir süre sonra gerçekleşen Tanzimat, Osmanlı Devleti açısından devletin bütün boyutları ile batılı sisteme göre değişmesini hedeflediği için bir Paradigma değişmesiydi. Thomas Kuhn “Bilimsel Devrimlerin Yapısı“ isimli eserinde “Paradigma” kavramını; “yeni sorunlara çözüm üretemeyen bir sistemin kökten değiştirilerek, çözüm üreten yeni bir sistemin kurulması” olarak tarif eder.120 Kuhn’un fizik ve matematik bilimleri için ifade ettiği Paradigma kavramının devletler için de aynen geçerli olduğu düşünülebilir. Osmanlı Devleti’nin sanayi öncesi duruma göre, milliyetçilik ve sömürgecilik akımları ortaya çıkmadan kurgulanmış bir devlet yapısıyla XIX. ve XX. yüzyılda ayakta kalması mümkün değildi. Tanzimatçılar’ın bu teşhisi doğruydu ama çözüm konusunda dış baskılar ve savaşlar nedeniyle doğru adımların atılamaması devleti yine de çöküşe
118
Ekrem Üçyiğit, “Akdeniz Medeniyetleri Tarihinde Tanzimat”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslar arası Sempozyumu, Ankara 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994, s. 9. 119 Ekrem Üçyiğit, A. g. s., s. 9. 120 Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev. Nilüfer Kuyaş, İstanbul, 1991, s. 9, 118.
89
götürdü. Tarih bilimi olayların zaman ve mekânına göre değerlendirilmesini amaç edinir. Tanzimat’ın ilanı, Osmanlı Devleti ve diğer çok uluslu devletler için uçurumun kenarında iken yapılması gereken son çırpınışlardan birisidir. Eğer zaman ve şartlar izin verseydi de bu Paradigma değişikliği normal seyrinde gerçekleşseydi, belki de insanlık XIX. ve XX. yüzyılda yaşadığı ve hâlen de yaşamakta olduğu pek çok bunalımları yaşamayacaktı. Devletler normal mecrasında, çatışma ve savaşlar olmadan biçim değiştirebilecekti. Fransız ihtilalinden sonra Osmanlı tebaası olan Gayr-i Müslimlerin, XIX. asır başlarından itibaren birer millet olarak ortaya çıkmak için değişik faaliyetlere giriştiklerini görmekteyiz. Bu milletlerin bağımsızlık düşüncelerini ortaya çıkaran unsur sadece Batı düşüncesi ile tanışmaları değildir. En önemli sebep, kapitülasyonların verdiği imtiyazlar ve Batılı devletlerin himayeci politikaları neticesinde bu milletlerin ekonomik olarak kalkınmış olmalarıdır. Himayeci sistem sayesinde Avrupalı tüccarlarla ekonomik
ayrıcalıkları
paylaşacak
duruma
gelen
azınlıklar,
yeni
ve
diğer
Müslümanlar’dan daha zengin bir ticaret sınıfı olarak ortaya çıktılar. Kapitülasyonlarla yabancı elçilere yerli Gayr-i Müslim tercüman kullanma hakkı tanınmıştı. Daha sonra bu hak genişletilerek yabancı konsoloslara da verildi. Hatta kapitülasyonlara aykırı olduğu halde yerli Hıristiyanlar’dan konsolos görevlendirilmeye de başlandı. Bunların diplomatik imtiyazları dahi vardı. Yerli tercümanlara beratla izin verildiği için bunların hepsine “beratlı” deniliyordu. “Avrupa Tüccarı” da denilen beratlılar, kısa sürede bu ayrıcalıkları sayesinde aşırı zenginleştiler ve özellikle Rum burjuvazi sınıfı bağımsızlık düşüncesi için bir öncü rolü oynamaya başladı. Gayr-i Müslim cemaatlerde bağımsızlık düşüncesinin artması, Müslüman topluluklar üzerinde İslâmlık eğiliminin güçlenmesine neden oldu. II. Mahmud İmparatorluğu dağılmaktan kurtarmak için, İslâm birliğine vurgu yaparak bunu güçlendirici politikalar izlemeye başladı. Fakat Müslüman olan Araplar ve Arnavutlar arasında da bağımsızlık düşüncesinin güçlenmesi, bu politikanın fazla bir etkisi olmayacağını gösterdi. Bu durum yeni bir gelişmeye tanıklık ediyordu; bir devleti bir arada tutan dinî sebeplerin yerini artık iktisadî sebepler almaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu yukarda da belirttiğimiz gibi kendisini de aşan evrensel nedenlerden dolayı temelden sarsılmaktaydı. Uzun yıllardır süren değişik ırk, din ve milletleri barış içinde bir arada tutma misyonu çatırdamakta, Müslüman ile Hıristiyan yalnız birbirinden ayrılmakla kalmamakta, değişik nedenlerle birbirine düşman
90
olmaktadır. “Fesad çıkar böl ve hâkim ol” zihniyeti uygulamaya girmiştir.121 Bu siyaset insanları sömürmek için gelecek yüzyılda da futursuzca kullanılacaktır. Araplar Müslüman oldukları halde, Mehmed Ali Paşa isyanından sonra, Türk gücünün artık kendilerini koruyamayacağına inanmaya başlamışlardı. Suriye ve Lübnan Gayr-i Müslimleri’nin Mısır ordusu çekilirken Osmanlı tarafına geçmek için Avrupa garantisi istemeleri bu durumu açıkça göstermektedir. II. Mahmud’un bunları ortak bir amaca doğru birleştirip yürütmek için yaptığı bütün girişimler başarısız kalmaktaydı. İmparatorluğun geniş toprakları üzerinde, yeni ortaya çıkan sömürgeci güçlerin başlattığı işgal hareketleri ve kışkırtmalar iyi niyetli girişimleri dahi sonuçsuz kılmaktadır. Dağılma pozisyonuna gelen devleti yaşatmak için köklü reformlar yapmaktan başka çare kalmamıştı. Tanzimat, kopma noktasına gelen toplum bağlarını yeniden elden geçirerek güçlendirmek çabası ile ortaya çıktı. Avrupalı büyük devletlerinin baskı ve müdahaleleri altında Gayr-i Müslim cemaatlerin Türk ve diğer Müslüman
cemaatlerle
birlikte
yaşayabilecekleri
bir
İmparatorluk
birliğinin
kurulmasına çalışıldı. Fakat 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın esasları böyle bir birliği sağlamaktan uzaktı. Bu Ferman, bir anayasa hatta bir kanun bile değildi. Ferman’da Padişah, iradesinin sınırlandırılmasını kabul eder, bütün tebaanın can, mal ve namus masumiyetini kanunların yargısına ve güvenliğine bıraktığını söyler, hükümet yönetiminin kendi iradesine göre değil “mevadd-ı esasiyye’ye” göre yapılacak kanunlara göre olacağını belirtir. Mevadd-ı esasiyye ise şeriattır. Buna göre yapılacak kanunlar bütün tebaaya ayrım gözetmeksizin uygulanacaktır. Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’ni bir arada tutmak için hazırlanmıştı ama tatbikatı tamamen bunun tersi yönde oldu. Müslümanları kaynaştırmak şöyle dursun, Gayr-i Müslim toplulukları dahi bir arada tutmayı başaramadı. Ortodoks Kilisesine bağlı çeşitli milletler kendi Millî Kiliselerini kurmak suretiyle ayrıldılar. Tanzimat döneminde devlet gittikçe milli bir temelden yoksunlaştı. Bütünleşmiş bir halkın devleti olmaktan çıktı. Geleneksel temelleri kaldırılınca, Osmanlı Devleti yasal açıdan temelsiz, millî anlamda köksüz, dış güçlerin katkısı ile ayakta durabilen bir egemenlik durumuna düştü. Sık sık değişen Tanzimat hükümetleri, dış güçlerin desteği ile ayakta durabilen, hatta onların siyasî ve ekonomik çıkarlarını dengelemek görevini yerine getiren birer araçtan başka bir şey değillerdi. Hiçbir Tanzimat dönemi hükümetinin tam bağımsız 121
Mehmet S. Aydın, “Cavidnâme”, T. D.V. İslam Ansiklopedisi, c. 7, s. 179.
91
hareket ettiğini söylemek mümkün değildir. Dış güçler, Osmanlı idaresi altındaki Gayr-i Müslimlerin çıkarlarını korudukları için, Müslümanlar devlet içindeki etkinliklerini gittikçe kaybetmekteydiler. Gayr-i Müslim unsurların milliyetçilik akımları, Osmanlı siyasî hayatında dinî tepkinin oluşmasında oldukça etkili oldu. Müslüman-Türk unsurunda ise Türk milliyetçiliği yerine İslâmcılık eğilimini güçlendirdi. Bu nedenle İmparatorluğun
yıkılışına kadar Türkler
arasında milliyetçilik anlayışı
fazla
gelişmedi.122 Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren, değişik milletlerden ve inançlardan insanı, dönemine göre en ileri sistemle bir arada huzur ve mutluluk içinde tutmayı başarmıştı. Ama XIX. yüzyıla gelindiği zaman Avrupa’da gerçekleşen milliyetçilik, sömürgecilik ve sanayileşme akımları tesiriyle bu sistemin devam etmesi mümkün değildi. Bu yeni dönemin gerektirdiği idarî, malî, askerî ve siyasî değişiklikler çeşitli nedenlerle yapılamıyordu. Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı ordularının kendi valisine yenildiği, donanmanın komutanı tarafından götürülüp Mısır’a teslim edildiği ve devletin yaşamasının Rusya’nın insafına bırakıldığı bu karanlıktan ancak Avrupa’nın desteği ile çıkılabileceğine genç Padişahı ikna etti. Böylece her şeyin buna uygun olduğu bir dönemde 3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimat ilan edildi. Mustafa Reşid Paşa’nın, II. Mahmud’un reformlarından yola çıkarak geliştirdiği, kendi deneyim ve uygulamaları ile değiştirdiği ve başlatılan reformları sürdürmek ve yaygınlaştırmak için kaleme aldığı, Padişah tarafından onaylanan bu Ferman, Topkapı Sarayı’nın altındaki Gülhane alanında değişik kesimlerden dinleyicilere bizzat kendisi tarafından okundu. Ferman iki bölümden oluşuyordu; mazbata ve metin. Padişah iradesiyle; 1- Tebaa’nın yaşam, onur, mal ve mülkleri garanti altına alınıyor, 2- Vergi takdiri ve salınması bir sisteme bağlanıyor, 3- Ordu’da askere alma, eğitimde yeni yöntemler geliştirme ve yeni kuruluşlar kurma yoluna gidiliyordu.123 Paris Sefiri Nuri Efendi’nin Londra’da Şekib Efendi varken Düvel-i Hamse ile görüşmelere
yetkilendirilmesi
hususunda
Palmerston
ve
merkez
ile
yapılan
görüşmelerin anlatıldığı bir belge vardır. Böyle bir şeye niçin ihtiyaç duyulduğu araştırılması gereken önemli bir konudur. Bize göre, bu durum Tanzimat Fermanı’nın 122 123
Cevdet Küçük, A.g.s., s. 19- 22. S. J. Shaw, A.g.e., s. 91- 92.
92
ilanı üzerinde 1789 Fransız İhtilali ilkelerinin etkisi ile açıklanabilir. Londra görüşmelerine Fransa’nın katılmaması önemli bir eksiklikti. Bu eksikliği gidermek ve Fransız ihtilalinin getirdiği yeni ilkeleri Londra antlaşmasında gündeme getirerek Osmanlı lehinde kullanmak üzere Paris elçisi Nuri Efendi de Londra görüşmelerinde görevlendirilmiştir. Londra Antlaşması görüşmeleri ile Tanzimat’ın ilanı sürecinin birbirine paralel olarak ilerlediği görülmektedir. Avrupa devletleri, Londra Antlaşmasını sonuçlandırmak için bir yıl beklemişlerdir ki, Tanzimat Fermanı ile bekledikleri tavizleri alabilsinler. Londra Antlaşması’nın maddelerini incelendiğimiz zaman bu etkiyi açıkça görebiliriz. Bu meselede henüz sonuca ulaşılamamış ise de bu ilkelerin antlaşmaya yansıtılması ile Fransa’nın da iknası meselenin istenildiği gibi çözülmesi bakımından önemli bir ayrıntıdır. Bütün bu sebeplerle buradaki memurun bir başka memurla desteklenmesi çözüme katkıda bulunacaktır. İfade etmeye çalışığımız bu fikirlerin işaretlerini bir belgede şöyle görmekteyiz: “… Londra sefiri saadetlü Şekib Efendi bendelerinin dahi bi-mennihi Teâlâ hemen bu günlerde oraya vasıl olarak artık bu maslahatlara onun tarafından bakılacağı… ”124 Tanzimat dönemi sıkıntılı bir iç savaşla açılmıştır. Mehmed Ali Paşa olayının yarattığı sıkıntı eski devirde olduğu gibi paranın ayarını düşürmekle veya başka küçük değişimlerle çözülecek gibi değildi. Bu nedenle hükümet ilk defa çağdaş Avrupa para sistemini taklit ederek banknot çıkardı. Ama bu tedbir de halk tarafından fazla itibar görmedi. Tanzimat dönemi aydını, Avrupa taraftarı politikasını ve yönetimin modernleşmesini Prens Matternih zihniyetiyle benimseyen bir gruptu. Matternih’in “İmparatorluğun dış politikadaki gücü içteki düzenin sağlamlığına bağlıdır” sözü onların çoğunun düsturuydu. Bunu benimseyenlerden birincisi dönemin Viyana elçisi Sadık Rıfat Paşa ikincisi ise Ahmed Cevdet Paşadır.125 Matternih, Mustafa Reşid Paşa’nın Londra elçiliği sırasında, İngiliz devlet adamlarının telkinlerinin tesiri ile Tanzimat Fermanı’nı hazırlayıp Padişah’a onaylattığını ifade eder. Bu düzenlemelerin bir amaçtan yoksun olduğu için başarıya ulaşmasının zor olduğunu belirtir. Bundan dolayı Tanzimat’ı ‘gösterişli bir tahrir’ olarak nitelendirir.126 Tanzimat Fermanı ve bunu izleyen diğer reformlar; Matternih gibi tutucular ile Canning gibi liberallerin etkisi kadar, Tanzimatçı devlet adamlarının, 124
Defter2, s. 10- a, b. İ. Ortaylı, A.g.e., s. 235. 126 S. R. Sonyel, A.g.s., s. 344 125
93
devletin gerçekleriyle yabancı devlet adamlarının yorumlarını ve kendi görüşlerini tartarak hareket etmesinin bir karışımıydı.127
Bu Ferman tarz olarak Büyük
Britanya’daki “Queen’s speech to parliament” i yani kraliçenin parlamentoya hitabelerini andırıyordu. Ancak ondan farklı olarak, hatt-ı hümayunda ifade edilen cümleler Padişah’ın kişisel projeleriymiş gibi yansıtılıyordu.128 Tanzimat’ın baş aktörü olan Mustafa Reşid Paşa, Mısır meselesinin çözülmesi ile Tanzimat arasında sıkı bir ilişki olduğunu pekçok kez ifade etmiştir. Birçok ifadesinde görüleceği gibi, bu şekilde Osmanlı Devleti’nin geleceğini ve refahını garanti altına aldığını düşünmektedir. Osmanlı Devleti ve halkını böylece kontrol altına sokmuş ve onu medenî Avrupa ailesi ve hukukuna dâhil etmiştir. Bu durumu Avrupa devletleri’nin aralarındaki rekabetlerden de faydalanarak gerçekleştirdiğini şöyle ifade etmektedir: “Fransa ve İngiltere ve Nemçe devletlerinin bi’l-ittifak… Devlet-i Aliyye’yi hukuk-ı Avrupa’ya idhal ile Devlet-i Aliyye’nin tamamiyet-i mülk ve istiklalini muhatarât-ı hâliye ve istikbaliyeden muhafaza ve temin kazıyyesine dahi şamil olmasına… ”129 Mısır meselesinin gelişimi kronolojik olarak incelendiği zaman, meseleye kesin çözüm getiren Londra Antlaşmasına giden süreçle Avrupa’ya verilen tavizlerin ilişkisi açıkça görülür. 1831-1841 Yılları arasını kapsayan ve Osmanlı Devleti’nin en hayati meselesi olan Mısır meselesinin yaşandığı bu 10 yıllık dönemde, devletin geleceğini de ipotek altına alabilecek çok önemli antlaşmalar ve uygulamalar olmuştur. Ruslar’la imzalanan Hünkâr iskelesi, İngilizler’li imzalanan Baltalimanı, Fransızlar’la imzalanan Aynalıkavak ve Tanzimat’ın ilanını bunlar arasında sayabiliriz. Tanzimat Fermanı’nın hangi şartlar altında ilan edildiğini ortaya koyduğumuz zaman bu diğerlerine de ışık tutacaktır. “Reşid Paşa ol vakit Düvel-i Avrupa miyanelerinde bir ittifak hâsıl edip de kalemen Mısır meselesini hall ve tesviye etmeye çalışıyordu. Fakat bunu Tanzimat-ı Hayriye’nin icrasına rabt edip iki işi birlikte yürütmek istedi. Efkâr-ı atîka ashabından olan vükela ânın meydana koymak istediği Tanzimat-ı Hayriye’den hoşnud olmayıp ancak Mısır işi bittikten sonra ânın tesis edeceği tanzimatın temellerini yıkmak kâbil olur mütalaasıyla mücerred Mısır maslahatının husule gelmesi için Tanzimat-ı Hayriye’nin vazına muvafakat etmişlerdi… ”130
127
İ. Ortaylı, A.g.e., s. 236. Justin McCarthy, Osmanlı’ya Veda, Çev. Mehmet Tuncel, İstanbul, 2006, s. 36. 129 Defter1, s. 13- b. 130 A. Cevdet Paşa, Tezakir, s. 7. 128
94
Abdülmecid dönemindeki hızlı modernleşme gayretlerinin ardında, Osmanlı Devleti’ni Mısır gailesinden kurtarma ve devleti yaşatma için Avrupa desteğini sürekli hâle getirme niyetinin olduğu görülmektedir. Nizip savaşında Mısırlılar’ın kazandığı zaferden ve Osmanlı donanmasının büyük kısmının Mısır’a teslim edilmesinden sonra Osmanlı Devleti dış yardım peşine düştü. Önce durumun vahametini göremeyen Avrupa devletleri, devreye Rusya’nın girmesiyle çıkarlarının tehlikeye düşeceğini anlayarak, duruma acil müdahale etmeleri gerektiğine karar verdiler. İngiltere ve Fransa, Rusların İstanbul’a müdahale etmesini engellemek için işbirliğine gitti.131 Osmanlı Devleti, Tanzimat’tan önce Fransa dışındaki tüm Avrupa devletlerinden diplomatik, Tanzimat sonrasında ise özellikle Avusturya ve İngiltere’den askerî destek sağladı. Osmanlı Devleti’nin en az Mısır kadar kurtarılmaya layık olduğunun göstergesi olarak 3 Kasım 1839’da Tanzimat ilan edildi. Tanzimat’ın getirdiği temel hak ve özgürlükler, Avrupa kamuoyunun desteğini ve sempatisini sağlama bakımından son derece önemliydi. 18391850 yılları arasında reformların hızlı bir şekilde sürdürülmesi Mustafa Reşid Paşa’nın bunun gerekliliğine inanması ve yoğun gayretleri sonucunda olmuştur. 1839’da Tanzimat’ın ilanından sonra İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’un İstanbul’daki Elçisi Lord Ponsonbi’ye: “Hatt-ı Şerifiniz büyük bir politika başarısıydı” demesi başta İngilizler olmak üzere Avrupa devletlerinin Tanzimat’ın ilanında büyük tesirleri olduğunu göstermektedir.132Avrupa devletlerinin sürekli olarak Osmanlı Devleti’ndeki Gayr-i Müslimlerin hamiliğine soyunarak, Osmanlı Devleti’ne müdahale etmek istediklerini biliyoruz. Tanzimat’ın ilanıyla getirilen idarî, malî, askerî ve sosyal içerikli kurallar birçok amacın gerçekleşmesini hedeflemekteydi. Bu yeniliklerin gerçekleşmesiyle;
vatandaşlık
haklarının
teminat
altına
alınması,
yönetimin
iyileştirilmesi ve vatandaşlar arasında eşitlik sağlanması isteniyordu. Bütün bunların gerçekleşmesi durumunda Avrupa desteği sağlanarak, Mısır ve Boğazlar meselesi Osmanlı Devleti lehinde çözülebilecekti. Mustafa Reşid Paşa Tanzimat Fermanını okurken onu izleyenler arasında Avrupa elçileri ve temsilcileri de vardı. İngiltere’nin İstanbul sefiri Ponsonby de 2 Kasımda aldığı bir çağrıyla, ertesi sabah saat 9 ile 10 arasında, üniforması ile saraya teşrif etmesi istenilenler arasındaydı. O’na göre
131 132
F. E. Bailey, A.g.s., s. 250. Roderic H. Davison, Osmanlı Türk Tarihi (1774- 1923) ,Çev. Mehmet Moralı, İstanbul, 2004, s. 122.
95
Fermanla bu devletin değişemeyeceğini söyleyenlere güzel bir cevap verilmiş oluyordu.133 Tanzimat döneminin getirdiği en önemli değişimlerden birisi, “rey-i vahid” dediğimiz tek elden karar verilmesi usulünün terk edilip “ittifak-ı ârâ” dediğimiz ortak karar verilen meclis usulünün getirilmesidir. Böylece topluluğun vereceği kararın tek kişinin vereceği karardan daha doğru olacağı esası yani demokrasinin ilk adımı, kalıcı olarak Tanzimatçılar tarafından atılmıştır. Belgelerde de gördüğümüz birçok meclis Tanzimat döneminde devlet yönetimine girmiştir. Türk devlet teşkilatının esasını teşkil eden meclis fikri Türklerin ilk devirlerinden itibaren varolmuştur. Türk devlet geleneğindeki bu usulün, İslâm dininin esasında bulunan müşavere ile daha bir şuur bulması, Türkleri cihan hâkimiyeti mefkûresine götüren önemli unsurlardan birisi olmuştur. II. Mahmud dönemi ise, meclislerin kurulması ile ileriye dönük oldukça önemli atılımların yapıldığı bir dönemdir. Bu meclisler daha ziyade müşavere içindi.134 Osmanlı Devleti’nde gerçekleştirilen liberalleşme hareketi İngiltere ve Fransa tarafından hoş karşılanıp teşvik edilirken, Rusya ve Avusturya tarafından hoş karşılanmadı. Ancak bu devletlerin hepsi siyasî ve ekonomik çıkarları için bu Ferman’dan faydalanma yolunu izlediler. Daha önce de belirttiğimiz gibi özellikle İngiltere ve Fransa, bu Ferman’la Müslüman olmayan azınlıkların da haklarının verildiğini söyleyerek memnuniyetlerini dile getirmişlerdir. Oysa Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren Gayr-i Müslimlerin hak ve hürriyetlerine en saygılı devletlerden birisi olduğunu biliyoruz. Tanzimat Fermanı ise Gayr-i Müslim Osmanlı halklarının diğer devletlerin güdümüne girmesine neden olarak, devlet otoritesinde derin bir gedik açtı. Rusya; Ortodoks, İngiltere; Protestan, Fransa; Katolik halk için müdahalede bulunup, Osmanlı Devleti’nin fırsat buldukları her durumda içişlerine karıştılar. Bu müdahaleler sonucu daha sonra ortaya çıkacak olan‘Kutsal Yerlerin İdaresi’ konusu önemli bir sorun haline gelecektir. 1867 yılında İstanbul’a İngiliz elçisi olarak atanan Lord Lyons fermanın sonuçlarının tamamen Hıristiyanlar lehinde olduğunu ifade ediyordu. “Sultanın Hıristiyan uyruklarının sayı bakımından çoğaldıkları, daha aydın, daha varlıklı duruma geldikleri kesindir. Bu sahalarda Müslümanları geride bırakacak biçimde ilerledikleri görülüyor.”135 133
S. R. Sonyel, A.g.s., s. 343. Ali İhsan Gencer,”Encümen-i Dâniş ve Mustafa Reşid Paşa”, Seminer, s. 31. 135 S. R. Sonyel, A.g.s., s. 351. 134
96
Tanzimat’a açıktan muhalefet eden ve onun Osmanlı Devleti aleyhinde olacağını söyleyen en önemli devlet adamı daha önce de belirttiğimiz gibi Avusturya Başvekili Matternih’tir. Matternih, Avrupa’ya has usullerin aynen alınmasının Osmanlı Devleti’ne zarar vereceğini söyleyerek, Türklerin eski geleneksel rejimlerine bağlı kalmasının daha doğru olacağını söylemiştir. Matternih’e göre, Avrupa kanunları yalnız Avrupalılar’a hastır. Avrupa’dan alınan kanunlar Türklerin din ve geleneklerine uymaz. Türkler kendileri hakkında Avrupalılar’ın ne düşündüğünü bırakıp kendi gelenek ve dinlerinin kurallarına göre hareket etmelidirler. Avusturya ve Rusya açıkça söylemese de kendileri gibi çok uluslu bir İmparatorluk olan Osmanlı Devleti’ndeki yeniliklerin kendi halklarına sirayet etmesinden korkuyorlardı. Bu nedenle Osmanlı-Mısır meselesinin en kısa yoldan çözülmesini istiyorlardı. Bu
tabloyu
genel
olarak
değerlendirdiğimiz
zaman
Tanzimat,
İslam
Medeniyeti’nin Osmanlı kesiminde ilk ciddi tavır değişikliğini göstermesi bakımından önemlidir. Paradigmatik bir değişimi ifade eden bu tavır bilinçli olmaktan ziyade dönemin getirdiği zorunluluklardan kaynaklansa da gerçekleştirilen reformlarla Cumhuriyet ve Demokrasi’ye giden yolu açmıştır. Burada temel hata belki de Batı’nın Osmanlı7yı geçmesini sağlayan bilim ve teknolojideki ilerlemelerden daha fazla toplumsal ve moda ile ilgili yeniliklerin alınmasıdır. Bu durumu kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa şöyle ifade ediyor: ”Türkiye, ilerleme ve güçlenme için gerekli kaynakları hâlâ bünyesinde taşımaktadır. Babıâli medeniyeti yanlış telakki etmiştir. Bir millete apolet ve dar pantolon giydirerek yenileşme hizmetini başlatamazsınız. Elbiselerden başlamak yerine halkın zihniyetini aydınlatmaları gerekirdi; kıyafet hiçbir zaman topal birini sağlam bir adam yapmayacaktır.”136
136
F. E. Bailey, A.g.s., s. 252.
97
II. Birinci Londra Görüşmeleri Süreci ve Bu Süreçte Anadolu’nun Durumu Londra görüşmelerinde Osmanlı Devleti’ni temsil etmek üzere Paris sefiri Nuri Paşa görevlendirilmişti. Londra görüşmelerinde aynı anda iki elçinin görevlendirilmesi Osmanlı Devleti’nin bu sürece verdiği önemi göstermekteydi. Bununla ilgili görevlendirme yazısının kendisine ulaşması üzerine Nuri Paşa Paris’den ayrılarak yola çıktı. Burada antlaşmanın şartları üzerinde Londra elçisi ile beraber Avrupa temsilcileri ile görüşmelerde bulundu. Bu görüşmelerde Paris ve Londra elçilerinin beraberce görevlendirilmesinde, çağın getirdiği yeniliklerin ve bunun iki ucu olan İngiltere ve Fransa’nın önemi etkili olmuştur. Böylece bu devletler Osmnlı’yı desteklemek yönünde teşvik edilmek istenmiştir. Bu görevlendirme ile ilgili belgede şunlar ifade edilmektedir: “Malum-ı âlî buyrulduğu üzere Mısır meselesine dair Londra’da Düvel-i Fahîme memurları beyninde icra olunacak Tanzimat müzakeresinde ve icabına göre yapılacak senedi imza eylemek üzere Paris sefiri saadetlü Nuri Efendi bendeleri Londra canibine memur ve tayin kılınmış olmasıyla... ”137 Kendisinin Londra görüşmelerinde temsilci olarak görevlendirilmesi üzerine Nuri Paşa Hariciye Nezareti’ne bir yazı yazdı. Yazısında Londra görüşmelerinde görevlendirilmesi ile ilgili yazının İngiliz Elçisi Lord Granville aracılığı ile kendisine ulaştığını ve hemen hazırlıklara başlayarak 24 Muharrem 256/28 Mart 1840 günü Londra’ya hareket ettiğini belirtmektedir. Bu görevlendirmede, Londra elçisinin ikinci bir görevli ile desteklenmesi fikri ve Paris’in Londra’ya yakın olmasının etkili olduğu görülüyor. Nuri Paşa’nın Londra görüşmelerinde görevlendirilmesi ile ilgili merkeze yazdığı yazısı şöyledir: “Mesele-i Şarkiyye’ye dâir Londra’da verilecek kararda taraf-ı müctemiu’l-mecd ve eşref-i hazreti şahâneden bir memurun dâhi bulunmaklığı icab etmiş olduğundan kurbiyet cihetiyle çâker-i keminelerinin serian Londra canibine azimet-i ubeydâneme dâir şeref-sunûh ve sudûr buyrulmuş irade-i seniyye-i hazret-i mülûkane...”138 Paris sefiri Nuri Efendi’nin Londra’da Şekib Efendi varken Düvel-i Hamse ile görüşmelere yetkilendirilmesi birçok tartışmalar sonucunda gerçekleştirilmiştir. Bunun gerçekleştirilmesi ile ilgili hususlarda Palmerston ve merkez ile yapılan görüşmeler 137 138
Defter2, s. 6- a. Defter2, s. 6- a.
98
Hariciye Nezareti’nde değerlendirilmiştir. Bu meselede henüz sonuca ulaşılamamış ise de Fransa’nın da iknasıyla meselenin istenildiği gibi çözülmesi yakındır diye düşünülmektedir. Bütün bu sebeplerle buradaki memurun bir başka memurla desteklenmesi çözüme katkıda bulunacaktır diye Paris sefiri Nuri Paşa da Londra’da görevlendirilmiştir. Şekip Efendi’ye nazaran daha tecrübeli olduğu için görüşmeleri birinci temsilci olarak o yürütecektir. İngiltere ve Avusturya bütün süreçte olduğu gibi hâlâ Osmanlı Devleti’nin görüşlerini desteklemektedir. Fakat İngiltere bu meselenin çözümünü güç kullanmadan “ayak patırdısı” ile sağlayabileceğini düşünmektedir. Osmanlı temsilcileri, sonunda Mısır ile sıcak bir çatışmaya girmenin gerekli olduğunu söyleseler
de
başta
İngiltere
olmak
üzere
diğer
müttefik
devletler
buna
yanaşmamaktadır. İngiltere silahlı bir müdahalenin Fransa ile ilişkilerini tümden koparabileceğinden çekinmektedir. “Meelinden müsteban olduğu üzere İngiltere Devleti evvel ve âhir hayırhahlığında iras eylediği sebat ve metanete müdavim ve düvel-i saire dahi devlet-i muşarun-ileyhaya muvafakatta kaim olarak fakat Fransa Devleti’nin mütereddid bulunması maslahatın şimdiye kadar tehirine bais olmuş ise de… İngiltere Devleti’nin bu babda mütalaası, bu maddeyi muharebe açılmaksızın yalnız bir ayak patırdısı ile bitirmek sureti olub… ”139 Nuri Paşa görüşmeler sürecinde sık sık İstanbul’u konunun gelişiminden haberdar etmekteydi. Durum genellikle Osmanlı Devleti’nin istediği gibi gelişmekteydi. Fransa bütün Kuzey Afrika kıyılarını ele geçirerek Akdeniz’i bir Fransız gölü haline getirmek istemektedir. Buna İngiltere müsaade edemezdi. Çünkü böyle bir durumda İngiltere bütün İmparatorluk hayallerine veda etmek zorunda kalacaktı. Fransa böyle bir şeyi başarırsa İngiltere’nin ticaret yollarını keserek Hindistan’a ulaşmasını son derece zorlaştırabilecekti. Bu nedenle Fransa’nın başına Kuzey Afrika’yı tamamen kontrol etmesini engelleyecek gaileler açılmalıdır. Rusya Devleti, Mısır meselesinin çözümünde İngiltere’nin yanında yer alarak onunla rekabetten kurtulmak istiyordu. Böylece tarihi emellerine daha kolay ulaşabilecekti. Buna benzer daha birçok çıkar kavgalarını Nuri Paşa mektubunda şöyle ifade etmektedir: “… Fransa Devleti’nin asıl meramı, Cezayir’i zabt eylediği misillü ilerüde Tunus ve Trablus’u ve bade Mısır ile Girid ceziresini yed-i
139
Defter2, s. 10- a, b.
99
istilalarına geçirüb ol vechile Bahr-i Sefid’i kendülerine bir göl ittihaz itmek mütalaasından ibaret ise de, İngiltere Devleti bunlara bir vechile razı olmaz...”140 Nuri Paşa’nın Palmerston ile yaptığı görüşmelerde ilginç diyaloglar vardır. Buna göre, Mehmed Ali Paşa kendisine sığınan Osmanlı donanması asker ve subayları ile görüşmüş ve onlardan bir savaş durumunda kendi yanında savaşıp savaşmayacaklarını sormuştur.
Osmanlı
donanması
mensupları,
Osmanlı
Devleti’ne
karşı
savaşmayacaklarını ama diğer devletlere karşı savaşabileceklerini söylemişlerdir. Bu da gösteriyor ki, Osmanlı donanması Mısır’a kendi isteği ile değil bazı kandırmalar sonucunda sığınmıştır. Bildiğimiz kadarı ile bunda, donanma komutanı Ahmed Fevzi Paşa’nın Sadrazam Hüsrev Paşa’ya olan kini birinci derecede etkili olmuştur. Bundan dolayı onların müttefik devletlere karşı savaşmasını engellemek için müttefik donanma ve diğer yerlerde Osmanlı Devlet’nden görevli ve subayların bulunması faydalı olacaktır diye düşünülmektedir. Ayrıca bir konuşma sırasında Mısır’a karşı bir güç gösterisi olarak İstanbul’a müttefik gemiler gönderilmesi tartışılıyor. Osmanlı Devleti önce buna Rusya’nın muhalefeti nedeni ile izin vermese de sonra Rusya’nın da muhalefeti terk etmesi ile izin veriyor ama böyle bir uygulamaya ihtiyaç kalmıyor. Anlaşıldığı kadarıyla bu karışık durumda değişik dengeler gözetilmek zorunda kalınıyor. “Valiy-i muşarun-ileyh muharebe hususunu İskenderiye’de bulunan Donanmay-ı Hümayun ümera ve zabitanına lede’t-teklif eğerçi, sair devletlerle muharebe olur ise sizinle beraber muharebe ideriz, lakin Devlet-i Aliyye ile olduğu halde bizim muharebe itmek ihtimalimiz yokdur deyu cevab vermiş. Bu Donanmay-ı Hümayun’un İskenderiye’ye gitmesi, Donanmay-ı Hümayun ricalinin re’y ve rızasıyla olmayub, mücerred iğfale mebni olduğuna…”141 Londra görüşmelerinde bütün devletler kendi menfaatlerini düşünerek ayrı telden çalıyorlardı. Mesela İngiltere, Mısır dışındaki bütün toprakların iadesini isterken Fransa, Adana dışındaki yerlerin kayd-ı hayat şartıyla Mehmed Ali Paşa’da kalmasını istiyordu. Bütün devletler bu süreçte kendi emperyal siyasetlerinin zarar görmemesi için gayret gösteriyordu. Bundan dolayı meselenin çözümü sürekli uzuyor, bir oturumda çözülmüş gibi görülen bir durum diğer oturumda şartların değişmesinden dolayı tekrar sorun haline geliyordu. “Her dostun mevki ve ahvâli başka ve celb-i menfaat ve def’-i 140 141
Defter2, s. 10- b, 11- a, b. Defter2, s. 12- a, 13- b.
100
mazarratına dair mütalaa ve politikası başka olmağla bu cihetler ile Düvel-i Müttefika beyninde Mısır meselesinden dolayı reylerde ihtilaf olunub, mesela İngiltere Devleti Suriye’nin ale’l-umum Mısırlu yedinden nez’i süretini iltizam itmekde ise de Fransa Devleti tarafından güya yalnız Adana’nın şimdiden taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye teslimiyle diğer eyaletlerin kayd-ı hayat şartıyla öte tarafta kalması rey olunduğu rivayet olunmakda olub…”142 Londra görüşmeleri sürecinde Osmanlı Devleti’ne en önemli muhalefeti Fransa yapmıştır. Bunun üzerine görüşmelerdeki Osmanlı temsilcisi Nuri Efendi, diğer dört devlet temsilcisine Mısır meselesinin gelişimini anlatan uzun bir yazı yazma ihtiyacı duymuştur. Osmanlı Devleti’nin iç ve dış nedenlerle son dönemde başına birçok bela gelmektedir. Biz bu belalardan kurtulmada Mehmed Ali’nin desteğini beklerken o bazı nedenlerle bu durumdan faydalanmayı tercih etti. Ama Osmanlı Devleti ve Avrupa’nın barış içinde yaşayabilmesi için Doğu meselesinin çözülmesi bizim ve Avrupa’nın yararınadır. Bunu sağlamak için şu anda Avrupa’nın desteğine ihtiyacımız var. Düvel-i Muazzama temsilcilerinin Osmanlı Devleti’nin toprak ve varlığını garanti altına alması ve bununla ilgili Osmanlı Devleti, Mısır ve Düvel-i Muazzama arasında karşılıklı bir görüşme mekanizmasının kurulması yararlı olacaktır demektedir.“… Taraf-ı Şahâne’ye izhar olınan hüsn-i niyete istinaden Devlet-i Aliyye’nin elhaletü hazihi bulundığı hal-i hâzırına binaen Taraf-ı mülûkâneden olarak Avusturya ve Fransa ve İngiltere ve Prusya ve Rusya murahhasları muma ileyhim’i kendisiyle hal-i meşruh üzere bir mukavele akd ve Şark canibinde tesis-i sulh ve salahı ve bu sulh olmadıkça alacağı dürlü karışıklık ve uygunsuzlukların önünü kesdirmeyi müstelzim…”143 Yukarıda belirttiğimiz mektuptan sonra gönderdiği başka bir mektupta Nuri Paşa Fransa’nın Mısır meselesinin çözümüne hangi konularda niçin muhalefet ettiğini anlatır. Fransa anlaşmaya muhalefet etmemek için Mehmed Ali Paşa lehinde bazı tavizler istiyor. Eğer Mehmed Ali Paşa kuvvetlerinin Suriye’yi terk etmesi isteniyorsa, Nablus ve Kudüs gibi şehirlerin Mehmed Ali Paşa’ya bırakılması gerekir. Bu konuda Osmanlı Devleti’ni ikna etmek için Mehmed Ali Paşa’nın vefatından sonra buralar iade edilebilir. Avusturya, Suriye’nin tamamen iadesini isterken, Fransa buna karşı çıkıyor, İngiltere ise savaş olmaksızın bu meselenin çözülmesi için orta yolu tercih ediyordu. 142 143
Defter1, s. 3- b. Defter2, s. 19- a, b, 20- a.
101
Hatta bu durum Palmerston ile Fransız temsilci arasında baş başa gizli bir şekilde görüşüldü ve bunun ardından Osmanlı Devleti’ne ne kadar tavizde bulunabileceği İngiltere tarafından soruldu. Ama diğer devletler ve Osmanlı Devleti buna karşı çıkınca mesele kapanmıştır. “Lord Palmerston ile lede’l-mülakat Fransa Elçisi’nin ifadesine nazaran, Suriye eyaletlerinin külliyen istirdadına Fransalu muvafakat itmeyeceğinden kendü mütalaasına göre, maslahatı suûbetten kurtarmak ve Fransalu’nun muvafakatı istihsal kılınmak üzere, Suriye’nin bir mikdarı taraf-ı Eşref-i Hazreti Şahâne’den Mısır Valisi’ne ihsan buyrulmak lazım geleceğini…”144 Nuri Paşa Londra görüşmeleri ile ilgili merkeze bir müzekkere gönderdi. İngiltere, İstanbul’a müttefik donanmanın gelmesinin halkı mutlu edip sukunet getireceğini ve Mısır birliklerine karşı Osmanlı Devleti yanında yer aldıklarını göstermesi bakımından, yararlı olacağını düşünmektedir. Ayrıca bunu gerçekleştirebilirse meseleyi silaha gerek kalmadan diplomatik yollarla çözebilecekti. Osmanlı temsilcisi bu durumun Rusları rahatsız edeceğini, bu nedenle donanmanın Mısır ve Suriye kıyılarında dolaşarak Mehmed Ali Paşa kuvvetlerini rahatsız etmesi ve oralardaki Osmanlı askerlerine moral vermesinin daha doğru olacağını belirtti. “Bu defa mülakat olunan İngiltere Devleti Amirali… Sual idüb, İngiltere ve Fransa donanmasından 5-10 adet sefine Asitane’ye getirilmesi Devlet-i Aliyye’nin bazı müşkülatını def ve izaleye muntec olub Düvel-i Mütehabbe’nin hayır-hahlıklarına delil olmaz mı? didikde, ol hareketin Rusya Devleti’ne muceb-i şübhe ve vesvese olacağı ifade olundı. ”145 Londra görüşmelerinde diğer önemli görüşmelerde olduğu gibi birçok teklifler sunulmuş, değişik menfaatler ve dengeler gözetilmeye çalışılmış ve sonunda ortak bir noktada buluşularak bir antlaşma imzalanmıştır. Bu durumu Rus Arşiv Müdürü Sergey Goryanof Rus arşiv belgelerinin ışığında geniş biçimde anlatır. 15 Temmuz 1840 tarihinde imzalanan bu antlaşma ile Padişah ile Mısır Valisi arasında uyulması gereken kurallar ve uyulmazsa Mehmed Ali Paşa hakkında alınacak tedbirler belirtilerek, ayrıca zorlayıcı tedbirleri de içeren bir protokol imzalanır. İmzalanan belgelerden birincisi; Padişah ile tabii olan Mısır Valisi arasında yaşanan iç çekişmeye büyük devletler tarafından yapılan müdahalenin sebeplerini şerh ve izah eden bir mukaddime ile başlıyordu. Mukaddime’de müdahalenin Padişah’ın hükümranlık haklarına tecavüz 144 145
Defter2, s. 21- b, 22- a. Defter2, s. 38- b, 39- a, b.
102
olmadığını göstermek için Osmanlı Devleti’nin, Mısır Valisi’yle savaştığı sırada bizzat Padişah tarafından antlaşmayı yapan dört devlete yardım istenmek için müracaat edildiği belirtilerek başlanıyordu. Bu dört devleti Padişah’a yardıma sevk eden sebepler yalnız bu müracaattan ibaret olmayıp, diğer bazı amillerin de tesiri bulunduğu ifade edilmekteydi. Avrupa barışını takviye etmek için Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü muhafaza edip, bağımsızlığını devam ettirmeye destek olmak arzusunun bu devletler tarafından beslendiği bilinmektedir. Ayrıca İstanbul’daki elçiler tarafından 27 Temmuz 1839 tarihinde Babıâli’ye verilip, Padişah ile Mısır Valisi arasında barışı tesis etmek için 4 devletin aracılığını içeren notanın kendileri için bir taahhüd hükmünü taşıdığı da ilave
edilmiştir.
Antlaşması’yla
Bu
mukaddime
müttefiki
ile
daha
Avusturya’ya
kabul
evvel
Rusya’nın
ettirdiği
Münchengraetz
“Osmanlı
Devleti’nin
bütünlüğünü korumak” kaidesi Londra Antlaşması’yla Fransa hariç, büyük Avrupa devletlerinin Şark Meselesi konusunda temel düsturu kabul edilmiştir.146 Mısır meselesinin görüşüldüğü Londra görüşmelerine aşağı yukarı bütün Avrupa devletleri
katılmak
istemiştir.
Bu
devletlerden
bazısı
henüz
birleşmesini
tamamlayamamış, bazıları ise varlığını bu görüşmeler vasıtasıyla Avrupa kamuoyuna duyurmak isteyen devletlerdir. Bu duruma Belçika ve Sardunya’yı örnek olarak verebiliriz. Belgeden anlaşıldığına göre, Sardunya Devleti kendi kuruluşunu tanıtmak için Londra görüşmelerinde taraf olarak bulunmak istemektedir. Düvel-i Muazzama dışındakilerin bugünkü manada gözlemci statüsü ile görüşmelerde bulundukları düşünülebilir. Osmanlı Devleti kendisini destekleyen küçük Avrupa devletleri, Belçika ve Sardunya vasıtası ile İngiltere ve Fransa üzerinde bir nevi lobi faaliyetlerinde bulunmak istiyordu. “Belçika Kralı muşarun-ileyhin Fransa ve İngiltere devletleri nezdinde fi’l-hakika derkar olan itibarı cihetiyle onun dahi bazı tedabir-i maneviye ile Devlet-i Aliyye menfaatine çalıştırılmak suretine getirilmesi fevaid-i politikaya mucib oldığına nazaran… ”147 Mısırlılar Konya’dan Edirne’ye kadar başıbozuk sergerdeleri günlük maaşla ordularına kaydedip bu paralı askerler vasıtasıyla bütün ülkeyi Osmanlı aleyhine kışkırtmaya çalışıyorlardı. Bu nedenle Mısır meselesi, Osmanlı tarihinde yeni görülen bir iç meseledir ve oldukça nazik olduğundan dolayı çözümünde değişik yöntemler 146
Sergey Goryanof, Rus Arşiv Belgelerine Göre Boğazlar ve Şark Meselesi, Haz. A. Ahmetbeyoğlu, İ. Keskin, İstanbul, 2006, s. 136. 147 Defter2, s. 2- a.
103
kullanılmaktadır. Değişik anlamalara yol açacağı için silah son çare olarak düşünülmekte ve geniş istişareler sonucunda yapılacak girişimlerin meselenin çözümünü kolaylaştırması dikkatle gözetilmektedir. Bundan dolayı bölge Valileri çok zorda
kalmadıktan
sonra
Mısır
ordusu
ile
çatışmaya
girişmekten
dikkatle
kaçınmaktadırlar. Buna rağmen Mısır ordusu değişik yöntemlerle sürekli yeni asker kazanmaktadır. Osmanlı ordusundan kaçanları ve değişik nedenlerle başıbuzuk olarak dolaşanları değişik vaatlerle ordusuna kaydetmektedir. “4–5 mahdan berü Arabistan ve havalisi ve öte taraflarında peyderpey başıbozuk askeri tahrir… Şimdilik ihtiyar-ı sukut olunmuş ve havali-i mezkurede kesret üzere başıbozuk tahririnin sebeb-i hikmeti anlaşılmamış olduğu işar kılınmış… Bu Mısır meselesi Saltanat-ı Seniyye’nin en mutena ve rakik bir maslahatı olduğundan doğrusu her tarafı düşünülmesi vâcibe-i hâlden olmak hasebiyle buna müteferri her bir hususatın beyne’l-havas mütalaa ve müzakeresiyle ona göre muktezâlarının icrası …”148 Londra görüşmeleri sürecinde Osmanlı topraklarının işgalini önlemek için bölgeye gönderilen askerlerin gıda ve diğer ihtiyaçlarının karşılanması önemli bir problem oluşturmuştur. İşgal ve diğer nedenlerle halkın gelir seviyesi oldukça düştüğü için vergi gelirleri azalmış, birçok insanın askere alınması nedeniyle üretilen tarımsal ve hayvansal ürünler ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiştir. Ilgın Muhassılı Maliye Nezareti’ne yazdığı bir yazıda, Konya’da bulunan 10.000 civarında asker ve bunların levazımatı nedeniyle vergi gelirlerinin bunların giderini karşılamaya yetmediğini, bunu sağlamak için çıkarılan yeni vergi ve sorumlulukların halkı güç durumda bıraktığını belirtiyordu. Ayrıca Konya ve havalisi ürünlerinin bu sayıda askeri beslemeye yetmediğinden dolayı, bölgede gıda fiyatının aşırı yükseldiğini, gıda fiyatlarının dört beş kat artmasından dolayı halkın bunu karşılayamaz hale geldiğini söylüyordu. Bütün bu durumların Tanzimat’ın halka sağlamayı taahhüt ettiği refahı engellediğinden dolayı iç ve dış problemlere neden olabileceğine dikkat çekiyordu. Bölgedeki arz ve taleb dengesinin bozulmasının yüksek enflasyona neden olduğu görülmektedir. Bu durumu bölgeden gelen daha birçok yazı ve şukkada da görüyoruz. “… Bir tarafdan tahrir-i emlak bir tarafdan tahsil-i alel hasb ve bunun arasında kendülerinde olmayan şeyi nerede bulur iseniz bulun diyerek cebr ve kahr suretleri gösterilmek Tanzimat-ı
148
Defter2, s. 6- b, 9- a.
104
hayriyyenin cümleye ilan olunan tebşiratı hilafı gibi görüneceği vareste-i kayd ve işar olduğu… ”149 Aynı konuda dönemin Konya Valisi Hacı Ali Paşa da ilginç şeyler söylemektedir. Gülek Boğazı civarında bulunan Çiftehan ve diğer yerlerin korunması için bulunan 300 civarındaki süvari ve yaya askerin ihtiyaçlarının Konya Eyaleti’ne bağlı; İçel, Alanya, Niğde, Aksaray, Beyşehir ve Akşehir kazalarından sağlanması gerektiği belirtiliyordu. Bunların geciken maaşlarının ödenerek, bununla ilgili tutulan defter ve kayıtların iyi saklanması istenmektedir. Bu durum bize bu karışık dönemde halk karşısında devleti zor durumda bırakabilecek bazı suistimallerin olduğunu göstermektedir. Yoksa ısrarla kayıt defterlerinden bahsedilmesinin başka bir gerekçesi olamaz. Bölgede bulunan 300 askerin 4 aylık ödenmemiş maaşının ve diğer ihtiyaçlarının, savaş ve karmaşa ile durumu oldukça bozulmuş yöreden karşılanmasının istenmesi şartların zorluğunu göstermektedir. “Çiftehan ve Bac derbendi istihkamatında Topçu askeriyle birlikde ikame-i vakıa ittirilmiş olan 300 şu kadar nefer süvari ve yaya başıbozuk askerinin icab iden maaş ve tayinat bahalarının Konya eyaletinde… Muahharan ve gerek bu defa takdim kılınan iki kıta mehaz defatirin nâtık olduğu üzere maaş ve tayinat bahalarının zikrolunan elviye kazalarından usûl-i sabıkı vechile tahsili…”150 Diyarbakır
Müşiri
Sadat
Paşa
bölgesinde
yapılması
gereken
stratejik
değişikliklerle ilgili olarak merkezden bazı isteklerde bulunmaktadır. Gerekli yerlerde asker, binit ve yiyecek bulundurulması, olmayan yerlere bulunanlardan kaydırılmasını istiyor. Diyarbakır’ın Irak ve Suriye’nin kapısı olduğu bu nedenle burası civarında iyi donatılmış asker bulundurmanın ülke güvenliği için son derece önemli olduğunu belirtiyor. Ayrıca Düvel-i Muazzama’nın saldırıların durdurulmasını istemesine rağmen yer yer Mısırlılar tarafından tecavüzler olduğunu ve bunlara karşı nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini başkentten soruyor. Görüşme ortamının neden olduğu geçici belirsizlik nedeniyle bölgedeki bazı aşiretlerin askeri rahatsız ettiğini bu nedenle bunlarnı tenkili için tedbirler alınmasının faydalı olacağını belirtiyordu. “Mısır meselesinin hüsn-i tanzim ve tesviyesi düvel-i fahîme marifetleriyle Londra’da tertib olunan meclisde tezekkür olunmakda… Diyarbekir kalesi oldukça ve Bağdad ve Musul taraflarına münasib olarak kale-i mezkure tahassün olunsa Malatya ve Sivas kolları açık 149 150
Defter2, s. 15- b. Defter2, s. 16- a.
105
kalacağı… Diyarbekir ise havali-i Irakiye’nin kilidi mesabesinde olarak… Elden gidecek olsa Bağdad Caddesi hudud bulunacağı emr-i bâhir olarak…”151 Mehmed Ali Paşa gönderdiği ajanlar vasıtasıyla bazı valileri kendi tarafına çekmeye çalışmıştır. Bu durumu işiten diğer bazı valiler bunun engellenmesi ve alınacak tedbirlerle ilgili olarak merkeze yazılar göndermişlerdir. Bunlardan birisi de dönemin Trabzon Valisi Osman Paşa’dır. Trabzon Valisi, Mısır ordusunun Anadolu’da ilerlemesi nedeniyle işgal edebileceği yerlerde gerekli tedbirlerin alınmasını ve savunma tedbirlerinin artırılmasını istiyor ve bunun için gerekli yerlerde tabyalar yapılmasını ve top yerleştirilmesini teklif ediyordu. İhtiyaç duyulması halinde Erzurum ve Ankara gibi yerlerden İstanbul’a asker gönderilebileceğini belirterek, istenmesi halinde yönetimi altındaki yerlerden milis birlikleri gönderebileceğini de söylüyordu. “… Bazı tahassün ve tahaffuza şayan mahallerde tabyalar inşa ve toplar vaz’ ve sair tedarikat cem’ olunabilen güzide askeri bi’l-istishab Dersaadet’e azîmet olunmak üzere keyfiyyetin mahremâne taraf-ı çakeriye ve devletlü Erzurum ve Ankara müşirleri hazerâtına emr-ü iş’âr… Mümkin olduğu surette tedarik olunabilen başıbozuk askerini bi’l-istishab öte taraf askerinin arkası alınarak Dersaadet’e azimete müsaadât olunmak iradesini şâmil... ”152
151 152
Defter2, 23- b, 24- a. Defter2, s. 26- a.
106
III. Londra Görüşmeleri ve Birinci Londra Antlaşmasının İmzalanması Osmanlı
Devleti
tarafından
Londra
görüşmelerinde
bulunmak
üzere
görevlendirilenlerden birisi olan Şekib Efendi meselenin çözümü için İngiltere’ye içten güveniyordu. 14 devlet arasında Londra’da yapılan antlaşmanın, Palmerston’un önderliğinde imzalanmasının uygun olacağını belirtiyordu. Görüşmeler sürecinde tercümanın bu durumu bildirmek üzere gizlice İstanbul’a gitmesi gerekiyordu. Bu durumun gizli kalması gerektiği için, onun yol harcırahı yerine elçiliğe bazı şeyler alınacağı belirtilerek bir yabancıdan borç istendi. Feşil adındaki bu kişi ise, Şekib Efendi’ye kendi maaşını teminat göstermedikçe borç vermeyeceğini belirtti. Devletin bir elçisinin tercüman tutacak kadar bile ödeneğinin olmadığını söylemesi ve borç verenin bir Osmanlı Elçisi’nden teminat istemesi gerçekten ilginçtir. Şekib Efendi bütün bu durumları dile getirdiği yazısında şunları ifade etmektedir: “… Sefarethaneye bazı eşya mubayaası zımnında muktezi oldu denilerek bezirgân Feşil’den akçe istikrazına çalışılmış ise de maaş-ı çakerâneme mahsub itmedikçe açıkdan virmeyeceğini katian beyan itmesiyle kulları dahi çarnaçar mecburen razı olarak ol vechile bezirga-ı mumâileyhden 200 altun alınub mumâ-ileyh kullarına ita olunmuş olmağla maaş-ı çakerânemi yine tamamen virmek üzere mezkuru’l-mikdar altunun Dersaadet’te şerîki olan Mösyö Alen kullarına Hazine-i Âmire çekinden tediye ittirilmesi… ”153 Tanzimat Fermanı’nın oluşturduğu olumlu hava Mısır meselesinin çözümünü kolaylaştırdı. İngiltere’nin teklifiyle beş büyük devletin temsilcileri Londra’da bir araya gelerek antlaşmaya son şeklini vermeye çalıştı. Mehmed Ali Paşa’yı destekleyen Fransa dışındaki beş devlet arasında 15 Temmuz 1840 tarihinde antlaşma imzalandı. Bu antlaşmayla; Mısır Valiliği veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılarak ele geçirdiği toprakları ve donanmayı iade etmesi istendi. Eğer bu şartları yerine getirmezse müttefik güçler tarafından saldırıya uğrayacağı kendisine ihtar edildi. Avrupa devletlerinin meseleye müdahalesinin gerçek amacı olan Boğazlar meselesi daha sonra ayrıca çözüme kavuşturulacaktı. Londra Antlaşması süreci Osmanlı Devleti’nin 24 Haziran 1839 tarihinde Nizip’te Mısır ordusuna yenilmesiyle başlamıştı. Bu yenilgiden bir ay ve yenilgi haberinin İstanbul ve Avrupa başkentlerine ulaşmasından hemen sonra 27 Temmuz 1839’da İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne verdikleri
153
Defter2, 40- a, b.
107
ortak nota ile kendilerine danışılmadan harekete geçmemesini istemişlerdi. Bu nota verildiği sırada hem Hariciye Nâzırı hem de Londra Elçisi olan Mustafa Reşid Paşa İstanbul’a gelmişti. Mustafa Reşid Paşa, yeni ve tecrübesiz Padişah’la yaptığı görüşmede onu, babası II. Mahmud’un yaptığı reformlara devam etmesi konusunda İngiltere desteğini de kullanarak ikna etti. Osmanlı Devleti ve Mısır arasındaki meselenin bu iki devlet arasında direkt çözülmesini Avrupa devletleri kendi menfaatlerine uygun bulmadılar. Mısır meselesi üzerinden birçok isteklerini Osmanlı Devleti ve Mısır’a dikte ettiler. Karmaşık ilişkiler ve bunların her iki taraf için de getirdiği zorluklar, Londra görüşmeleri sürecinde sık sık gündeme gelmiştir. Londra görüşmelerinin sürdüğü yaklaşık bir yıllık sürede gayr-ı resmi de olsa görüşmeler olmuştur. Bu durum, Avrupa devletlerinin Londra görüşmeleri ile geçen bir yıllık süreyi Osmanlı Devleti’ni istedikleri yönde dizayn etmek için kullanmak istediklerini göstermektedir. Bu durumu dönemin Rusya Hariciye Nâzırı Nesselrode bir mektubunda şöyle ifade eder: “Devlet-i Aliyye’nin Mehmed Ali ile bilâ vasıta akd idebileceği kâffe-i tanzimatı men içün bu babda kat’a tacil olunmayup Londra’da elyevm cârî olan mükalemâtın netayicine intizar olunmasına ve Devlet-i Aliyye’yi mecbur itmeğe sarf-ı nakzie-i nufûz ve gayret itmesini…”154 Sergey Goryanof’un da “Boğazlar ve Şark Meselesi” isimli eserinde belirttiği gibi, Londra görüşmeleri sırasında devletler arasında bir satranç oyunu oynanmıştır. Bir devletin yaptığı teklif başka bir devlet tarafından onanmayarak gündemden düşmüş, bunun üzerine bunu dengeleyecek bir başka teklif yapılmış ve bu süreç bir yıla yakın sürmüştür. “Fransaluların rivayetine göre Rusya memurunun İngiltere Devleti’ne tebliğ ittiği mevâdd-ı tanzimiyenin bazıları İngiltere vükelası tarafından kabul olunmayarak yeniden bir suret-i tanzimat kaleme alınmakda olub Prens-i meşrûhanın kendü kalemiyle Nemçe Elçisi tarafına yazdığı mektub meelinde ise hiçbir maddenin adem-i kabulüne dâir söz olmayarak fakat Rusya memuruyla bade’l-müzakere İngiltere umur-ı Ecnebiyyesi Nâzırı Lord Palmerston mevâdd-ı tanzimiyeyi kaleme almakda...”155 Londra Antlaşması’nın imzalanmasından sonra da temsilciler arasında tartışılan ve bize kadar ulaşan bir belgede, devletler arasındaki farklı düşüncelerin devam ettiğini görüyoruz. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, ilgili devletler meselenini kendi 154 155
Defter1, s. 47- b, 48- a. Defter1, 58- a.
108
menfaatleri doğrultusunda çözülmesi için sürekli olarak teklifler sunmaktadırlar. Osmanlı temsilcisi, Padişah’ın Mehmed Ali Paşa’yı veraseten Mısır Valisi yapmaya gönlü olmadığını belirtiyordu. Bunun sağlanması için Mehmed Ali Paşa’yı sınırlayacak ve sözlerini tutmaya zorlayacak bir garanti verilmesi gerekir düşüncesindeydi. Fransa hariç diğer devlet temsilcileri arasında geçen bu tartışma uzun süre devam etti. “Mısır’ın bi’t-tevarüs Mehmed Ali’ye itası hususunda taraf-ı eşref-i Hazret-i Şahâne’den tereddüd buyrulmakda olduğunu tefehhüm ve mülahaza iderek… Ve salifü’z-zikr şurût icra olunduğu halde niyyât-ı şahâneyi kâmilen tevafuk ideceği ve Düvel-i Erbaa-ı Müttefika’nın tahsinât-ı halisâneleri dahi fiile çıkarak Londra Muahedesi ile nice zuhura gelen taahhudât-ı mütekabilelerinin illet-i gaiyesi olan sulh ve asayiş kazıyye-i hayriyyesi dahi ikmal…”156 Mehmed Ali Paşa, Avrupa devletlerinin duruma müdahale etmesiyle zor durumda kaldı. Bu sırada Osmanlı Devleti’nin, Mısır askerinin lojistik kanallarını kesmesi askeri aç ve susuz durumda bıraktı. Mısırlılar durumu düzeltmek için Osmanlı Devleti’ne müracaatta bulundularsa da bundan bir sonuç alamadılar. Bunu Hüsrev Paşa’nın engellediğini düşünerek onu görevden aldırmak için bütün yolları denediler. Mehmed Ali Paşa bunun için bütün kanalları kullandı ise de sonuca ulaşamadı. “Hüsrev Paşa hazretleriyle müzakereye girişmeğe sa’y ve gayret itmiş ise de bu babda muşarun-ileyh hazretleri caniblerinden bir cevab alamadığı veyahud almış ise de suret-i marziyyede olamadığı kıyas olunmakdadır. Zira cevab-ı mezbur muradına muvafık olsa idi ilan ideceğinde iştibah yoğidi ve Mehmed Ali Paşa zahîrenin fikdânı cihetiyle Maraş’da olan askerinin daha bazı alaylarının Suriye’ye izamı lazım geleceğini hâvi tahrirat ahz eylemişdir…”157 Osmanlı Devleti, Londra Antlaşması sürecinde Mısır kuvvetlerini bulundukları yerde zor durumda bırakmak için elinden gelen bütün yöntemleri kullanmıştır. Nizip yenilgisinden Londra Antlaşması’na kadar geçen bir yıllık sürede Anadolu’da kuvvetler arasında bir soğuk savaş sürmüş ve bu bazen sıcak çatışmaya da dönüşmüştür. Bu dönemde İngiltere, Hindistan ticaret yolu ve Yemen’deki ticarî çıkarlarına Mısır’ın zarar vermesini, Osmanlı Devleti üzerinden engellemeye çalışmıştır. Hatta Mısır askerlerinin Yemen’den derhal uzaklaşmasını resmen istemiştir. “Orduy-ı Hümayun ol 156 157
Defter4, s. 19- b, 20- a. Defter1, s. 62- a, b.
109
tarafları gayet tahrib itmiş olmasıyla bayağı yerlülerinin yiyecekleri olmayub hatta en lazım olan havayiclerini aramak üzere kendi ordusuna gelmekde oldıklarından ilerlemek mümkün olduğunu İbrahim Paşa tahrir eylemiş… Ve bu teklif Aden şehrinde olan İngiltere memurunun şehirleri Mısırlular’ın yedinde bulundukça zikrolunan Aden Şehrinin ticaretine sekte-i külliye ârız olduğunu ve bunların oralarda vucud-ı Arabları tahvif iderek İngiltere’yi yeni koloniyasından teb’îd eylediklerini …”158 Osmanlı Devleti, Londra görüşmeleri devam ederken donanmayı Mısır’dan geri almak için birçok diplomatik girişimde bulunmuştur. Gerçekten bir donanmanın bütün gemi ve personelleri ile düşman bir devlete iltica etmesi tarihin en ilginç olaylarından birisidir. Bunu tarihçilerimizin yaptığı gibi sadece Ahmet Fevzi Paşa’nın ihaneti ile izah etmek kolay değildir. Koca donanmadaki bütün subay ve askerler hâin olamaz. Bunların bir şekilde kandırıldığı ve sonra da bu durumdan kurtulamadıkları aşikârdır. Osmanlı Devleti de böyle düşünüyordu. Bunun için onları geri dönmeye ikna etmek için değişik zamanlarda mektublar ve aracılar gönderiliyordu. Donanma askerlerinin asla Osmanlı Devleti’ne ihanet etmeyi düşünmedikleri, Mehmed Ali Paşa’ya devletlerine karşı savaşmayacaklarını söylemeleri ile de ortaya çıkmaktadır. “Donanmay-ı Hümayun’u bu cânibe irsal eylemesi Mısır Valisi muşarun-ileyhe mukaddemce yazılub çifte tatar çıkarılmış ve kapudan muşarun-ileyh behemehâl maiyyetinde olan kapudanları aldatmış olacağı derkâr olduğundan muşarun-ileyhin suret-i hâli ve bayağı isyan semtine salik olduğu beyan ve bir vechile nush-u pend olunmak muşarun-ileyhin hile ve desisesini ibtal ve kendisini ahz ile Donanmay-ı Hümayun’un bi’l-istishab avdet eylemeleri”159 Avrupa’nın beş büyük devleti Londra görüşmeleri sürecinde sık sık Osmanlı Devleti’nin haklarını koruyacaklarına dair sözler vermişlerdir. Fransa da bazı konulardaki muhalefetine rağmen antlaşma imzalanıncaya kadar bu devletler içinde bulunmuştur. Fakat istediği bazı şartlar gerçekleşmeyince, daha sonra bu beş devletten ayrılmıştır. Bu devletlerin Osmanlı Devleti’nin haklarının koruyacakları ile ilgili mektublarından birisinde şu satırlar yer almaktadır: “… Mısır Valisi’ne yazılacak olmasıyla
158 159
artık
bunun
üzerine
Vali-i
Defter1, s. 62- b. Defter1, s. 63- a.
110
muşarun-ileyh
kımıldamağa
mecali
olamayacağından bu hususda yani Vali-i muşarun-ileyhim iltimasat-ı vakıasının tervici emrinde pek de acele olunmak lazım gelmez gibi görünmüş…”160 Londra görüşmelerinin uzamasının temel nedeni, Osmanlı Devleti’nin istedikleri şekilde reformları içeren bir Ferman yayınlamasını sağlamak içindir. Avrupa devletleri, Londra görüşmelerini uzatarak, Osmanlı Devleti’nin Mısır karşısında elini kolunu bağlamışlar ve onu Tanzimat Fermanı’nı ilan etmek zorunda bırakmışlardır. Dönemin Osmanlı dostu devlet adamlarının görüşleri incelendiği zaman, Tanzimat Fermanı’nın onların beklentisinin çok üstünde tavizler içerdiğini söyledikleri görülür. Nizip yenilgisinden Londra Antlaşması’na giden süreç 1 yıl civarındadır. Londra görüşmeleri devam ederken 3 Kasım 1839’da kabul edilen Tanzimat Fermanı da bu antlaşmanın imzalanması için önemli bir şartı yerine getirmiştir. Bu Fermanla hem Osmanlı Devleti’ndeki Gayr-i Müslimlerin hak ve özgürlükleri garanti altına alınmış hem de Osmanlı Devleti’ndeki İngiliz ticarî çıkarları onaylanmıştır. Ayrıca bu süreçte yapılan reformlarla Osmanlı Devleti şeklen de olsa Avrupa’nın liberal devletleri arasına katılmış ve böylece Avrupa kamuoyu ve devlet adamlarının Mısır meselesinde desteği sağlanmıştır. Bu bir yıllık sürede birçok gelgitler yaşanmış ve nihayet 15 Temmuz 1840 tarihinde antlaşma imzalanmıştır. Türk- İslâm dünyası günümüzde dünyanın en problemli bölgelerinden birisidir. Bölgenin
problemlerinin
kaynağı,
ortak
tarihi
mirasına
uygun
projeler
geliştirilememesidir. Osmanlı Devleti ayakta kalmak ve varlığını sürdürmek yolunda Avrupa’nın desteğini almak için onların her istediğini yaptı ama yıkılmaktan kurtulamadı. Bir iç mesele olan Mısır meselesi Osmanlı’yı yıkıma götüren en önemli sebeplerden birisidir. Eğer günümüzde dünya birleşirken biz küçük nedenlerle ayrılmazsak ve küresel ölçekte Türk- İslâm dünyasının birliğini sağlayabilirsek 21. yüzyıl şartlarında farklı bir Osmanlı Medeniyeti şekli oluşturmayı başarabiliriz. Böylece Samuel Huntington’un ”Medeniyetler Çatışması” ve Françis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezlerine bizlerin de vereceğimiz bir cevap olduğunu göstermiş oluruz.
160
Defter1, s. 63- b.
111
IV. Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa ve Düvel-i Muazzama Hakkında Düşünceleri Tanzimat’ın ilanından sonra devletin bütün kurumlarında başlatılan yenileşme çabaları, karşılaşılan türlü tepkiler sonucu istenilen sonuçları vermedi. Abdülmecid bu tepkiler nedeniyle, sık sık yöneticileri değiştirmek ve bazı tavizler vermek zorunda kaldı. Hünkâr İskelesi Antlaşması’nda da görüleceği gibi, Osmanlı Devleti’nin hiçbir Avrupa Devleti’ne itimadı kalmamıştı. Ama bir valisinin Kütahya’ya kadar gelmesi ve İstanbul’a da gelebileceği düşüncesi, onu Avrupa’dan yardım istemek zorunda bıraktı. Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin en eski ve en köklü olduğu bilinen Avrupa devleti Fransa’dır. Kanunî döneminden itibaren Osmanlı Devleti-Fransa ilişkileri gayet dostâne bir şekilde devam etmiştir. Bu dostâne ilişkiler nedeniyle Osmanlı Devleti yenileşme hareketlerinde özellikle ilk dönemde Fransa’yı örnek almıştır. Napolyon’un 1798 yılında sömürgeci emellerini gerçekleştirmek için Mısır’a çıkarma yapması bu dostâne ilişkileri bozmuştur. Ayrıca Fransa’nın gerek Yunan gerekse Mısır meselesinde Osmanlı Devleti aleyhinde tutum takınması, bütün nüfûzunun yok olmasına neden olmuştur. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hicaz’ı Vahhabilerden kurtarması, İngiliz ve Fransızları Mısır’dan kovması nedeniyle, Mehmed Ali Paşa İslâm dünyasında bir kahraman haline gelmişti. Osmanlı başkentindeki yöneticiler bile onun izlediği idarî, askerî ve malî politikaları hayranlıkla takip ediyorlardı. Osmanlı yönetimi Mehmed Ali Paşa’yı bazı meselelerin çözümünde bir destekçi olarak kullandığı için bağımsız hareketlerine başlarda pek ses çıkarmadı. Osmanlı Devleti, dönemin en güçlü donanmalarından birisine sahip olmasına rağmen iki valisinin savaşına müdahale edememiştir. Önce dost olan Mehmed Ali Paşa ve Abdullah Paşa arasındaki savaş, daha sonra hiç beklenmeyen neticeler vermiştir. Bu duruma Osmanlı Devleti’nin müdahale etmemesinde, Osmanlı bürokrasisindeki Mısır taraftarı yöneticilerin de tesiri olabileceğini unutmamak gerekir. Özellikle II. Mahmud döneminden itibaren yenilikçilerin ön palana çıkmasıyla geri planda kalan gelenekçi yöneticiler duruma müdahale etmeyerek, Osmanlı Devleti’nin dış müdahalelere açık hâle gelmesine neden olmuşlardır. Bazı tarih kitaplarında dönemin devlet adamlarının Mehmed Ali Paşa hayranlığı ile ilgili ilginç rivayetler vardır. Mustafa Nuri Paşa’nın, Tahir Paşa hakkında anlattığı
112
durum dönemin bazı yöneticilerinin Mısır karşısındaki pozisyonunu göstermektedir. Bu ve benzeri yöneticiler kendi devletlerini yok etmek isteyen paşa hakkında şöyle düşünüyorlardı: “Halkın Mehmed Ali Paşa’ya duyduğu sempati o derece idi ki, Hüseyin Paşa’nın kumanda ettiği orduya defterdar olarak atanıp bu ordu ile yollanan Devlet-i Aliyye’nin büyük devlet adamlarından Tahir Efendi akıllı ve devlete bağlı bir kişi olduğu halde yolda giderken ‘bu ne iştir ki ben Saltanat-ı Seniyye tarafından Mısır üzerine yollanan ordunun defterdarı olduğum halde, gönlüm Mehmed Ali Paşa tarafına dönük ve ona sevgi ile doludur’ …”161 Mehmed Ali Paşa sürekli olarak Osmanlı Devleti’ne bütün benliği ile hizmet ettiğini ileri sürerek, isteklerinin yerine getirilmesi için bu durumunu Avrupa’ya karşı da bir referans olarak göstermektedir. Osmanlı Devleti için Mora, Hicaz ve Mısır’da yaptığı hizmetlerin kendini istemeyen bazılarının kışkırtmaları ile göz ardı edildiğini düşünmektedir. Mustafa Reşid Paşa ise, onun bu sözünün gerçek niyetini örtmek için bir perde olduğunu söylemektedir. Bunu test etmek için de ona istediğinin dışında farklı yerlerden toprakların verilmesinin bunu ispat edeceğini de belirtmektedir. Bunu söylerken kullandığı bazı ifadeler iki devlet adamı arasındaki nefretin derecesini göstermektedir. “… Herifin familyası daha dağınık bulunmak içün bazılarına mübadeleten daha uzak yerlerden mansıb gösterilse herif buna razı olduğu halde hem suhuletle maslahat bitmiş ve hem şimdiden familyası azası beynine tefrika düşürülerek ve cümlesi artık babalarını unudub yalnız Saltanat-ı Seniyye’ye arz-ı hizmet ve ubudiyet itmekliğe mecburiyet merkezine götürülerek…”162 Osmanlı yöneticileri, Mehmed Ali Paşa’yı bu duruma aşırı hırsı ve gururunun getirdiği düşüncesinde idiler. Genç Padişah Abdülmecid meseleyi yumşaklıkla halletmek istemektedir fakat Mehmed Ali Paşa’nın anladığı dil bu değildir. Bundan dolayı Londra Antlaşması sürecinde Mehmed Ali Paşa’ya fazla haklar verilmesine kesinlikle karşı çıkmışlardır. Onlara göre Mehmed Ali Paşa’ya verilecek her taviz, onun tarafından bir zayıflık olarak algılanacaktı. “… Mehmed Ali Paşa’nın tamahkarlığı ve devr-i sabıkda ve gerek bu kere hiçbir vakitte kabulü mümkün olmayan davalarında inad ve ısrarı… ”163
161
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 95-96. Defter1, s. 7- b, 8- a. 163 Defter1, s. 22- a. 162
113
Osmanlı yönetimi Mısır’ı düşüncesinden vazgeçirmenin tek yolunun savaş olduğunu daha baştan anlamıştı. Ama ülkenin idarî, malî ve askerî durumu buna müsait olmadığı için bunu son vakte kadar ertelediler. Mehmed Ali Paşa’yı engellemek için Avrupa yönetimlerini ve kamuoyunu yanlarına çekmeye çalıştılar. Sonunda Rusya’nın duruma müdahalesinin zararlarını anlayan Avusturya ve İngiltere’nin öncülüğünde Osmanlı’ya yardım konusunda bir ittifak sağlandı. Böylece Osmanlı Devleti, Mısır karşısında önemli bir destek ve manevi güç sağlamış oldu. Osmanlı Devleti ayrıca köklü devlet geleneği ve devletler ailesinin bir üyesi olması hasebiyle Mısır’a karşı bir üstünlük kesbetmektedir. Bu durum belki de Osmanlı Devleti’ni onore etmek için sık sık dile getirilmektedir. “Yani maslahat-ı mezkûrenin Düvel-i Hamse’ye havalesi cihetiyle Devlet-i Aliyye heyet-i hâliyesini temin eyledi ve Mısırlunun icray-ı kuvvet itmesine bu madde sed ve mani oldu. Şimdi cay-ı nazar iki tarafın kuvvetinin muvazenesidir. Her ne kadar Mısırlu tarafı zahiren suret-i galebede olmuş ise de, manevi-i (?) Devlet-i Aliyye kuvvetini zayi itmemişdir. Çünkü Devlet-i Aliyye’nin kuvveti ebedi ve zâti Mehmed Ali Paşa’nın kuvveti kendi zatıyla kaim suretinde ârız ve fanidir.”164 İlk dönemde Avrupa’nın kendi iç meseleleriyle uğraşması bu meseleye odaklanmalarını zorlaştırmıştır. Rusya bu durumu görerek, tarihi çıkarlarına ulaşması için tehlike olarak gördüğü Mehmed Ali Paşa’nın emellerine ulaşmasına engel olmak üzere duruma müdahale etti. Osmanlı Devleti diplomatik yollardan meseleyi halledemeyince Rusya’nın da desteği ile duruma müdahale kararı verdi. Çünkü Suriye’de İbrahim Paşa bağımsız bir devletin yapabileceği düzenlemeleri yapmaya ve bağımsız bir devlet gibi davranmaya başlamıştı. Önce Mehmed Ali Paşa ve İbrahim Paşa’nın Mısır, Cidde ve Girid valiliklerine atanmaları ertelendi. Başlattıkları isyana son vermedikçe bu valiliklerin kendilerine verilmeyeceği taraflarına bildirildi. 3 Mart 1832 tarihli bu tevcihat kararından kısa bir süre sonra her ikisi de hâin ilan edildiler. Yayınlanan bir fetva ile İslâm milletinden ayrıldıkları belirtilerek görevlerinden azledildiler.165 Düvel-i muazzama, Osmanlı Devleti’ni Mısır karşısında desteklemeye söz vermesine rağmen, iş bunu uygulamaya gelince sözlerine uymayan bazı davranışlar 164 165
Defter1, s. 40- a. S. Samur, A.g.e., s. 32- 33.
114
içine girdiler. Mısır kuvvetlerinin Anadolu’da ilerlemesini engellemek için gerekli tedbirler alınmayarak buna karşı sessiz kalındı. Bunun üzerine Mısır kuvvetlerinin ilerlemesini engellemek için bazı tedbirler alınması gerektiğine dair bir yazı bütün müttefik elçiliklerine sunuldu. Bu yazıda, müttefik devletlerden Osmanlı Devleti’nin böyle bir durumda ne yapması gerektiği soruluyor, Mısır askerleri ile savaşmaktan ve tartışmaktan kaçınmalarının bütün birliklere bildirildiği belirtiliyor, Mısır askerinin ise kışlamak ve adam aramak bahanesi ile sürekli ilerlediğine işaret edilerek şöyle deniliyordu: “… Bu hususda ne vechile hareket olunmak lâzım geleceğini düvel-i muşarun-ileyhim sefaretleri caniblerinden sual itmekliği Devlet-i Aliyye mukteza-yı maslahat ve levazım-ı dost ve muahedetinden addeylediği beyanıyla Fransa ve Avusturya ve Rusya ve Prusya Süfera-yı cenâbilerine verildiği.”166 Nizip yenilgisi akabinde Osmanlı Devleti ve Mısır’a verilen notadan sonra Mısır sürekli açık ve gizli kışkırtmalarda bulunmuştur. Londra Antlaşması’na kadar geçen süreçte gönderilen gizli ajanlar vasıtasıyla halk Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtılmış, Bu kışkırtmalar sonucunda birçok yerde ayaklanmalar ortaya çıkmıştır. Özellikle Rumeli’de çıkan ayklanmalarda, Anadolu’da olduğu gibi Mısır parmağı olmasından şüphelenilmektedir. Rumeli, Avrupa ile sınır olması bakımından burada ortaya çıkan olaylar Avrupa devletlerini daha fazla ilgilendirmektedir. Osmanlı Devleti bundan dolayı Mısır kışkırtmalarının engellenmesi için tedbirler alınmasının Osmanlı Devleti’ne olduğu kadar kendi menfaatlerine de olacağını belirtmektedir. Meseleye Avrupa devletlerinin müdahalesinin beklendiği söylenmektedir. “Dersaadet’ten alınan havâdisata göre Sofya ve Edirne’de ve Rumeli’nin sair bazı mahallerinde ihtilal gibi bazı şeyler dahi zuhur etmiş olmağla işbu ihtilallerin müşevvik ve muharriki Mehmed Ali idüğinden devletimin şübhe itmeğe hakkı olduğundan…
Memalik-i Devlet-i
Aliyye’yi tahvif itmekde olan uygunsuzlukların önünü kesdirmek Düvel-i Hamse’nin menafi-i mahsusaları iktizasından olduğu İngiltere ve Avusturya ve Fransa ve Prusya ve Rusya murahhaslarıyla maslahat-ı mezkurenin katian hâsıl ve itminan olunmasına… Ve Devlet-i Aliyye’nin bulunduğu menafi-i seniyyesine ve bütün Avrupa’nın menfaatine bu vechile muzır olan ahval ve keyfiyyatın tesviye-pezir olması yalnız bu madde ile hâsıl olabileceği bedihiyattan bulunmuş olduğu beyanıyla… ”167 166 167
Defter1, s. 61- b. Defter2, s. 29- b, 30- a.
115
Osmanlı Devleti Mısır meselesi ile uğraşırken, İran devamlı suretle bölgedeki karışıklıktan yararlanarak bazı yerleri ele geçirme girişimlerinde bulunmakta ve bu emelini gerçekleştirmek için her türlü imkânı kullanmaya çalışmaktadır. Mısır işgali bu durum için gayet uygun bir ortam yaratmıştı. Bölgedeki birçok yer tam bir karmaşa içinde bulunuyordu. “İran Devleti zabıta ve rabıtaya riayetsiz bir kavim olduklarından Baban Mutasarrıfı Süleyman Paşa’nın vefatını fırsat addiderek Mahmud Paşa’nın İran tarafında olan oğlu Ali Bey’e bir mikdar asker tayiniyle Süleymaniye üzerine sevk itmekde olduklarından bazı taraflarından tahrir kılınmış ve henüz Mahmud Paşa zuhur itmeyüp ve husus-ı mezkûr içün savb-ı âlilerine gönderilmiş olan tatarımız dahi avdet itmemiş… ”168 Tanzimat dönemindeki yeniliklerin bazıları ve moda anlayışı Osmanlı Devleti’ne Mısır üzerinden gelmiştir. Bu nedenle devlet ve halk Mısırlılara karşı kötü hisler beslemektedir. Maruzat isimli eserinde Ahmed Cevdet Paşa İstanbul’daki Mısırlı prens ve prensesler yüzünden Osmanlı haneden üyelerinin de lüks tüketime yöneldiklerini, bu nedenle maliyenin büyük sıkıntıya düştüğünü anlatır. Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi de Tanzimat döneminde Mısır hakkındaki genel düşünceyi şöyle ifade eder: “… Tanzimat-ı Hayriye Fermanı, Arabistan’da münteşir olacak efkâr-ı âmme taraf-ı Saltanat-ı Seniyye’ye mail ve Mısırlılar’dan müteneffir olarak Halep ve Şam ahalisi def’aten onların aleyhine düştüler”.169 Avrupa devletleri, Osmanlı Devletine yardım ederek Rusya’nın onun üzerindeki manevi tesirini de yok etmek istemekteydiler. Böylece Rusya’nın sıcak denizlere inme hayalini engellemek niyetindeydiler. Bölgeden uzak oldukları için güçlü bir Rusya’nın kendilerinin Ortadoğu’daki çıkarları için zararlı olduğunun farkındaydılar. Bundan dolayı Mısır meselesinin çözümü için Cezayir’in Fransa’ya bırakılması da dahil her türlü tavizin verilmesini istemektedirler. “… Devletlerin halisâne niyetleri ancak Saltanat-ı Seniyye’yi şu Mısır gailesinden bir hoş suretle kurtarub da bununla beraber Rusyalu’nun istilay-ı maneviyesini def itmek… Devlet-i muşarun ileyha Cezayir’i dahi sırasıyla Saltanat-ı Seniyye’ye red idebilür yollu kelimat… Mısır mesalihi içün ya Londra veyahud Viyana’da akd-i cemaat olunacağına … ”170
168
Defter1, s. 53- b, 54- a. A. Lütfi Efendi, A.g.e., c. 6, s. 1071. 170 Defter1, s. 9- a. 169
116
Rusya, Osmanlı Devleti ve halkı gözünde her zaman şüpheyle bakılan bir devlet olmuştur. Dönemin tarihî kaynakları incelendiği zaman, bu durumun istisnasının çok az olduğu görülür. Fakat özellikle Mısır meselesi sürecinde Rusya bu imajını birazda olsa düzeltmiştir. Rusya ile ilişkileri dönemin Vakanüvisleri’nden Ahmed Lütfi Efendi tarihinde şöyle anlatır: “1255 senesine kadar Rusya Devletiyle Devlet-i Aliyye beyninde pek güzel muamelât-ı vedadiyye cereyan ederek âfâk-ı siyasiyyemizin Rusya ciheti pek küşayişli geçişdirilmiştir.” 171 Osmanlı Devleti tarihi emellerini bildiği için Rusya’dan fevkalâde çekiniyor, Fransızların Babıâli’ye yalancı dost olarak takdim ettikleri İngiltere’den yardım temin etmek istiyordu. İngiltere ise işi ağırdan alarak bazı tavizler koparmayı hesaplıyordu. Sonraki yıllarda İngiltere ile Fransa’nın arasının açıldığını ve İngiltere ile Rusya’nın birbirine yakınlaştığını göreceğiz. Mısır meselesinin çözümünde Osmanlı Devleti bütün dengeleri gözetmek zorunda kalmıştır. Londra görüşmeleri sürecinde Avrupa devletleri “hasta adam” için bütün yolları denemişlerdir. “… Düvel-i Hamse’nin, Saltanat-ı Seniyye hakkında hulus ve hayırhahlığa ittifak ve meveddetleri kemakân derkar ise de tesviye-i maslahat bu vechile bizzarura uzamak lazım gelür. Çünki, malumat henüz nâkıs olub yani arazi-i Hicaziyye’de olan mahaller nasıl olacak yollu söylemeğin taraf-ı çakerîden çünkü veraset üzere tevcih buyrulacak mahal yalnız eyalet-i Mısrıyye dimek olduğundan ve havali-i Hicaziyye ise bittabi bundan müstesna olub …”172 Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın hırsının millet-i islamiyye’nin huzursuzluğuna ve Osmanlı Devleti’nin bölünmesine neden olmasından endişe duymaktadır. Bu nedenle Osmanlı Devleti’ne göre, onun millet-i islamiyyenin mutluluğu için çalıştığı sözü boş lakırdıdan ibarettir. Çünkü Mısır meselesi bu şekilde devam ederse,
Müslümanlar iki kıtada birbirinden kopuk hale gelecektir. Londra
Antlaşması gereğince Mehmed Ali Paşa’ya Mısır tevarüsen ve Akka kayd-ı hayat şartıyla verilmişken, o bunları kabul etmeyerek Müslümanlar’ın kanının dökülmesinden sorumlu olmuştur. Mehmed Ali Paşa bu hareketi ile Osmanlı Devleti’nin uzun süredir sağladığı Müslümanların birliğine zarar vermiştir. Böylece isteyerek veya istemeyerek onların büyük sıkıntılar çekmesine sebep olmuştur. “… Velhasıl Mehmed Ali Paşa ile asıl münazaat arazi maddesi olarak muşarun-ileyhin istediği gibi bu kadar memalik-i 171 172
A. Lütfi Efendi, A.g.e., c. 6, s. 1091- 1092. Defter1, s. 27- a, b.
117
vesîa evlad ve ahfadına veraset suretiyle virilmek lazım gelse Memalik-i Devlet-i Aliyye 2 kıtaya münkasım olub artık tâbiiyyet ve matbuiyyet yalnız lafızda kalacağı ve ol halde iki kuvvet-i mütesaviye beyninde hâsıl olacak rekabetten dürlü fenalıklar zuhura gelerek, Millet-i islamiyyenin kuvveti şöyle dursun belki bilakis maazallah-i Teâlâ tezelzülüne mucib… ”173 Osmanlı Devleti, Mısır’ın birçok Avrupâi bozulmanın merkezi olduğunu düşünmektedir. Osmanlıya giren bazı batılı moda anlayışları, Mısır hanedanı üzerinden girmiştir. Aşağıda vereceğimiz belgede Mehmed Ali Paşa hanedanından bazılarının İstanbul’daki davranışları ve harcamaları ile halkın bozulmasına neden olduklarını bundan dolayı İstanbul’dan sürgün edilmeleri gerektiği belirtilmektedir. Mısır hanedanı üyelerinin Osmanlı hanedanının da bozulmasına neden oldukları birçok kaynak tarafından ifade edilmektedir. Mısır uzun süre modanın merkezi olan Fransa’nın gözdesi olduğu için ortaya çıkan moda akımları önce Mısır’a sirayet etmiştir. Osmanlı Devleti’ne birçok düşünce ve kültür akımlarının buradan geldiğini de biliyoruz. Bu durum Mehmed Ali Paşa’nın Batıya yaranma gayretlerinin bir sonucu olsa gerek. Aynı yakınmayı Ahmet Cevdet Paşa’nın Maruzat isimli eserinde ve dönemin başka bazı kaynaklarında da görüyoruz. 24 Cemaziyelahire 256 (24 Temmuz 1840) tarihli bir belgede Mısır hanedan üyelerinin İstanbul’da neden oldukları lüks ve bozulma ile ilgili olarak şöyle denilmektedir: “Mehmed Ali Paşa’nın gelini olan müteveffa Arif Bey’in kerimesi hanımın mukaddemce Dersaadet’e gelişi… Metalibi fâsidesinin iç yüzünden tervicine kalkışmak kasdından ibaret olduğu malum olan halâttan olduğuna ve bir takım adamlar yalısına gelüp gitmekde bulunduğuna ve o makuleler vasıtasıyla ezher bazı teşviş ve tahdiş idecek suretle sözler işaasına mübaderet edeceğine ve bu cihetle hıyanet-i azimesi meydanda olan adamın devlet bendeliğinden kat-ı alaka ettirilerek ümid de kalmayacak suretin hakkında icra ve ilan-ı lâzımeden idüğinden ânın dahi evlad u iyalinin bu tarafda durmakta ise Mısır Canibine gönderilmeleri tezekkür ve tensib… ”174
173 174
Defter2, s. 48- a, b. Defter2, s. 49- b, 50- a.
118
V. Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti ve Düvel-i Muazzama Hakkında Düşünceleri Mehmed Ali Paşa son derece hırslı bir kişiliğe sahipti. Avrupa’nın iç meselelerinden ve Osmanlı Devleti’nin sorunlarından yararlanarak Mısır merkezli bağımsız bir devlet kurmak istiyordu. Mısır’dan İngilizleri ve Fransızları kovması, Kölemen liderlerini yok etmesi ve Hicaz’ı Vahhabilerden kurtarması kendisine olan güvenini artırdığı gibi, Osmanlı Devleti ve Avrupa devletlerinin bağımsızlık düşüncesine engel olacak durumda olmadıklarını düşünmesine neden oldu. Ama yine de mümkün olduğunca Avrupa devletleri ile karşı karşıya gelmemeye çalıştı. Suriye’ye girmesi olayında bu durumu açıkça görebiliriz. Afrika ve Sudan’da ilerlemek daha kolayken niçin Osmanlı içlerine ilerlemeyi seçtiğini sorarsak, bunun cevabını onun genel politikasında aramak gerekir. Mehmed Ali Paşa belirtilen yerlerde ilerleyebilmek için İngiltere ve Fransa ile savaşmak zorundaydı. Oysa Suriye’de ilerlemek dönemin şartları bakımından daha kolaydı. Mehmed Ali Paşa, Osmanlı Devleti’nin kendisine karşı koyacak durumda olmadığını çok iyi biliyordu. Ayrıca bazı Avrupa devletleri tarafından, Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmak ve kendilerine muhtaç etmek için tâbi olduğu devlet aleyhinde ilerlemesi teşvik ediliyordu. Mehmed Ali Paşa’nın, devlete karşı isyan ederek ne elde etmek istediğine dair değişik rivayetler vardır. Mısır’ı Osmanlı Devleti’nden ayırarak bağımsız bir duruma getirmek istediği ve hatta II. Mahmud’u devirerek Padişahlığı’nı ilan niyetinde olduğuna dâir tarih kayıtları vardır. Fakat Paşa böyle bir niyet gütmediğini ve güdemeyeceğini bir İngiliz diplomatına şöyle ifade etmiştir: “Padişah’ın hizmetkârı olarak kalmak istiyorum. İbrahim eğer Boğaziçi’ne varmaya muvaffak olursa, Padişah’ın ayağına kapanarak affını ve Mısır’a dönmek için müsaadesini dileyecektir.”175 Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu yönünde ilerlemesini dönemin bazı iç ve dış güçleri haklı görmüştür. Bunlar, II. Mahmud’un onu asla istemediğini, Hicaz ve Mora olaylarında sarf ettiği 1 milyon akçe ve kaybettiği 30 bin civarında askeri söz verdiği halde tazmin etmediğini söylemişlerdir. Bazı kaynaklarda belirtildiğine göre Mehmed Ali Paşa, Mora’da başarı ümitlerini yitirince gizlice Avrupa devletleri ile 175
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Ankara, 2007, c. V, s. 130.
119
anlaşmış ve Navarin’de Osmanlı- Mısır ortak donanmasının yakılmasında onlarla işbirliği yapmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nden izin almadan, gönderdiği birliklerini Mora’dan geri çekmiştir. Mehmed Ali Paşa sözlerinde Osmanlı Devleti’ne bağlılığını sürekli olarak dile getirmiş ama uygulamalarında bunun tam tersini yapmıştır. Yaptığı faaliyetler onun söylediği sözlere rağmen asıl amacının Osmanlı Devleti’ni kurtarmak değil, onu zor durumda bırakarak baştan beri düşündüğü hedeflerine ulaşmak olduğunu göstermiştir. Bu hedeflerine ulaşmada gerçek müttefiki ve destekçisi ilk döneminden itibaren Fransa olmuştur. Mehmed Ali Paşa ve Fransa uzun süre birbirinin çıkarlarını korumuşlar ve Osmanlı Devleti’ne karşı ortak hareket etmişlerdir. Fransa, Mehmed Ali Paşa’yı İngiliz nüfuzunun bölgede yayılmamasında ve Hindistan ticaret yolunun güvenliğinde bir garanti olarak görmüş, Mehmed Ali Paşa ise Fransa’yı, ortak çıkarlar için ittifak yapabileceği tek güç olarak görmüştür. Mehmed Ali Paşa bütün uyarılara rağmen Suriye’ye harekât düzenleyerek İstanbul ile ipleri kopardı. Bunun üzerine İslam milletinden ayrılmakla itham edilerek görevinden alındığı bildirildi. Mehmed Ali Paşa bu duruma çok sert tepki verdi. Sultan Mahmud’un müminlere halife olmaya ve Osmanlı tahtında oturmaya layık bir hükümdar olmadığını ilan etti. İbrahim Paşa’nın, Suriye’ye geldiği zaman yaptığı en önemli girişimlerden birisi, Halep’te yeniçeri ocağını yeniden açtığını ilan etmesi oldu. Zaten kendisinin zamana göre çok saf bir ordusu vardı.
176
Askerlerinin çoğunluğu
Türkler’den ve Çerkesler’den meydana gelmekteydi. Halep başta olmak üzere bölgede oldukça fazla sayıda yeniçeri vardı ve bu ocağın kapatılması ile bunlar bölgede güvenliği tehdit eden bir güç haline gelmişti. İbrahim Paşa yeniçeri ocağını Halep’te yeniden açarak ve ocak ağalarından Hüseyin Ağa’yı Halep mütesellimliğine getirerek buradan ayrıldı. Sultan Mahmud onları asi ilan etmesine rağmen, Mehmed Ali ve İbrahim Paşalar mevkilerini korumak için; işi gücü kâfirleri taklid olan bu yönetime karşı İslam’ın ve inananların haklarını korudukları propagandasını yapıyorlardı. Sultan Mahmud’un yaptığı yenilikler ile bu durum birleşince halkın sempatisini kazanmada çok etkili oldu. Mehmed Ali Paşa gönderdiği ajanlar vasıtası ile Osmanlı Devleti’nin birçok yerinde taraftar kazanmaya çalışıyordu. Rumeli de onun ajan gönderdiği yerlerden 176
Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, c. 5, s. 146
120
birisiydi. Buralara gönderdiği rüşvetler vasıtasıyla Osmanlı’ya değil kendisine itaat etmelerini istemekteydi. Ayrıca bölgedeki birçok ileri gelen Osmanlı asker ve yöneticisine kendisine katılmaları yönünde mektuplar göndermişti. Bu durumu Mustafa Reşid Paşa şöyle ifade etmektedir: “… Memalik-i Rumeli’de kâin bazı vüzerây-ı izâm taraflarına tahrik ve ifsad zımnında vali-i muşarun-ileyh canibinden adamlar gönderilmiş olduğu keyfiyyâtını cümle Rumeli ve elviye-i hamse müşirleri hazerâtının gelen tahrirâtları vahiden bade vahid kıraat… Çil ile akçe vermek mi iyü olur yohsa lede’l iktiza şu kadar bu kadar asker mi vermek münasib olur diyerek badezîn emval-i mertebenin adem-i itasını ima eylemiş… ”177 Mehmed Ali Paşa’nın amacına ulaşmak için özellikle kendine yakın hissettiği valilere ajanları vasıtasıyla mektublar gönderdiğini yabancı devletlerin elçileri de belirtmektedir. Bu durum onun propagandaya büyük önem verdiğini göstermektedir. Bununla ilgili olarak Avusturya elçisi Osmanlı Hariciye Nâzırlığına şöyle bir mektub gönderdi: “Mehmed Ali (?) havâlisi ahalisine ahd-i karibde icrasını ihbar ideceği bir ihtilale amade bulunmalarını casusları vasıtasıyla işar itmiş olduğu bir mektup meelinden müstefad olunub muma-ileyhin bu daveti bir kâğıda muharrer olarak kağıd-ı mezkür herkesin elinde gezmektedir…”178 Mehmed Ali Paşa, Osmanlı Devleti’nin kendi güçlerine karşı koyamayacağını düşünmüştü. Ayrıca gönderdiği ajanlar vasıtasıyla birçok Osmanlı Valisi’ni kendi tarafına çekmişti. Mısır meselesini direkt Osmanlı Devleti ile görüşerek kendi istekleri doğrultusunda halletmeye çok yaklaşmıştı. Fakat Avrupa devletlerinin duruma müdahale etmesi işi karıştırdı. Bundan sonra kendisi bazı tavizler vermeden meseleyi çözemeyeceğini anlayarak kullandığı muktedirâne dili değiştirmiştir. Kendisine vaat edilen yerlerin bırakılmasının garanti edilmesi halinde Girid adasını istemekten vazgeçeceğini de bilahere bildirmiştir. Bütün bu durumlar onun Fransız desteğine güvendiğini, bu destek ortadan kalkınca müttefiklerin istediğini kabul etmek zorunda kaldığını göstermektedir. “… Devlet-i Aliyye ile beynlerinde bila vasıta uyuşulmak mümkün olamayacağı bi’l-ifade muma ileyhi telaş-ı azimeye düşürmüşdür. Vali-i muma ileyhin tahriratı âhiresi Mehmed Ali’ye pek tesir iderek ol vakitten berü ziyade mutedil-i
177 178
Defter1, s. 12- b. Defter1, s. 33- b.
121
lisan kullanmakda olub hatta mahall-i saire kendisine bırakıldığı halde Girid ceziresini redd ü iade ideceğini bile söylemişdir.”179 Mehmed Ali Paşa kendisine iltica eden Osmanlı donanması ve askerlerini kuvvetlerine katmaya ikna için birçok yollar denedi. Özellikle deniz gücü bakımından müttefik kuvvetler karşısında çok zayıf kalıyordu. Bu durumu düzeltmek için Osmanlı donanmasından ve askerlerinden faydalanmak istiyordu. Bunu başaramamasının nedeni kendisine sığınan donanmadaki askerlerin çoğunun hâlâ Osmanlıya bağlı olmaları olsa gerektir. Bu durum İradât-ı Seniyye Defteri’nde şöyle anlatılır: “… Mehmed Ali’nin kendisine istihkâm virmek içün asakir-i redîfe tahririne teşebbüs itmiş ve Donanmay-ı Hümayun’da olan Ferik Mustafa Paşa’nın Beriyyetüşşam’a irsaline ve Donanmayı Hümayun Zabitânı ve askeriyle kendü asker-i bahriyyesinin birleşdirilmesine her ne kadar tasmim eylemiş ise de hiçbir tarafdan hüsn-i istikrar göremediğinden bu hususları gereği gibi gevşetmiş idüği beyaniyle tezkire-i senaveri terkimine ibtidar kılındı efendim.”180 Mehmed Ali Paşa mektuplarında kuvvetine güvendiğini ve istekleri kabul edilinceye kadar birliklerinin ilerleyişini durdurmayacağını belirtiyordu. Fakat bir taraftan da İskenderiye Limanına gelebilecek bir saldırıdan korktuğu için tahkimat yaptırıyor ve çevre kabilelerden zorla asker topluyordu. Bütün bunlar, Düvel-i Muazzama’nın meseleye müdahale etmesinin onu çok korkuttuğunu ve savunma tedbirleri almaya ittiğini göstermektedir. Bu durum kendisinden 3 Temmuz 1839 tarihinde İstanbul’a gelen bir mektubu ışığında şöyle anlatılıyor: ”… Avrupa sefayin-i harbiyyesi tarafından vukua gelecek muhacemattan masun olmak üzere istihkamat virmekde olub akdemce iki nefer Arnavud zabitleriyle bir nefer kabail-i bedeviye şeyhi Berrüşam’da bulunan ordusuna 12 bin nefer asakir tedarikine mecbur itmiş ve Anadolu’da vaki eyalât valilerini ve alelhusus sabık Serasker Hafız Paşa’yı maiyeti memuriyetiyle İbrahim Paşa’ya dehalet ittirmeğe aleddevam sarf-ı makdiret ve Devlet-i Aliyye’yi idare eder kimesne oldığından…”181 Mehmed Ali Paşa Osmanlı yönetimini kendi lehinde ikna etmek için bütün yöntemleri denemiştir. Bunlardan birisi de hanedanının kadın üyelerini bu tür işleri için 179
Defter1, s. 34- a, b. Defter1, s. 58- a. 181 Defter1, s. 25- b. 180
122
kullanmasıdır. Türk devlet geleneğinde asla tasvip edilmeyen bu duruma Mehmed Ali Paşa siyasi hırsları nedeniyle tevessül etmişti. Bunu sağlaması için hanedandan bazı kadınları İstanbul’a göndermişti. Buna karşı dikkatli olunmasını Rıfat Paşa bir yazısında şöyle ifade eder: ”…Müteveffa Arif Bey’in kerimesi hanımın, Mısırdan Dersaadete irsali miras maddesine mebni ise de asıl sebeb-i hafîsi bazı tedabir-i dilgaribane ile görüşebildiği mahalleri iğfal iderek Mehmed Ali Paşa’nın metalib-i malûmesini tervicden ibaret olduğına dair İskenderiye’de olan Nemçe konsolosu tarafından vurûd iden mektubu dahi elçi-i muma ileyhe kıraet…”182 Mehmed Ali Paşa’ya gelen bir mektuba göre, Fransızlar sulhen veya harben olsun onun amacına ulaşması için her türlü yardımı yapacaklarını söylüyorlardı. Paşa, buna rağmen denizlerde hâkim olan devletin daha üstün olduğunu düşündüğünden dolayı, her zaman denge politikası izlemektedir. Mısır meselesi sürecinde İngiltere ile Fransa, Mehmed Ali Paşa’yı kendi taraflarına çekmek için yoğun diplomatik faaliyetlerde bulunuyorlardı. Mehmed Ali Paşa ise, Fransa kendisine çok daha yoğun destekte bulunmasına rağmen son ânâ kadar İngiltere’yi küstürmemeye çalışıyordu. “… İngiltere’nin bahir’de derkâr-ı istiklaline mebnî politikama tevafuk ideceği cihetle… İngiltere’den infikak itmemek sevdasıyla Fransa’dan daima uzak durdum. Lakin İngiltere’nin bu defa hakkımda vukua gelen şiddet-i azimi Fransa’ya ilticaya mecbur itti... ”183
182 183
Defter1, s. 39- b. Defter3, s. 41- a.
123
VI. Düvel-i Muazzama’nın Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa Hakkında Düşünceleri 9 Temmuz 1807 tarihinde Fransa ve Rusya arasında imzalanan Tilsit antlaşmasından itibaren Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’ne “hasta adam” gözüyle bakmışlardır.184
Osmanlı Devleti ve Mısır arasındaki savaş Avrupa devletleri’nin
dikkatinin bölgeye yönelmesine neden olmuştur. Çünkü Avrupa devletlerinin çoğunun bölgede emelleri ve çıkarları bulunuyordu. Mehmed Ali Paşa’nın yeni bir güç olarak ortaya çıkması bazı iç meselelerinden dolayı önce Avrupa devletlerinin fazla dikkatini çekmedi. Ama daha sonra Mısır ordusunun Kütahya’ya kadar yaklaşması ve Rusya’nın devreye girerek Boğazların güvenliği karşılığında Osmanlı Devleti ile antlaşması onları uyandırdı. Osmanlı Devleti’nin yıkılması yani hastanın ölmesi dengeleri bozarak Avrupa’nın güvenliğini tehdit edeceğinden dolayı çoğu Avrupa Devleti, statükonun devamını istediği için meseleye müdahil oldu. Rusya, Büyük Petro’dan beri sıcak denizlere inmek için Osmanlı Devleti aleyhinde genişlemeyi tarihi politika olarak benimsemişti. 1829 Edirne Antlaşması ile Rusya’nın toprakları Tuna’nın güneyine doğru genişlemişti. Mısır meselesinin çözümünde Avrupa devletlerinden istediği desteği alamayan II. Mahmud, istemeden de olsa tarihî düşmanı Rusya’nın yardım teklifini kabul etmek zorunda kaldı. II. Mahmud’un, Mehmed Ali Paşa’nın kellesini getirene İstanbul’u verebileceğini söylediği rivayet edilir. Rusya’nın yardımını kabul ederken yaptığı antlaşma ile her şeyi göze almıştı. Çar, boğazların güvenliği için her şeye hazırdı. 1833 yılında Rus donanması boğaza girdi ve 5000 civarında asker karaya çıktı. 8 Haziran 1833 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla Rusya boğazları güvenlik altına alırken kendisi de Osmanlı Devleti’nin yaşamasını garanti ediyordu. Bu antlaşma 8 yıllık ittifak ve savunma antlaşmasıydı. Buna ilave olarak Rusya ve Avusturya arasında 18 Eylül 1833 tarihinde imzalanan Münchangraetz Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin yıkılması söz konusu olduğu takdirde, bu devletin varlığını devam ettirmek için iki devlet birlikte çalışacaklarını birbirlerine taahhüd etmişlerdir. Münchengraetz antlaşması 2 gizli madde ile tamamlanmıştır:
184
The Cambridge, c. 4, s. 161.
124
Birinci Madde: İki taraf Mısır Valisi’nin hüküm ve nüfuzunun, Avrupa’daki Osmanlı topraklarına ister doğrudan doğruya, ister dolaylı olsun yayılmasına mani olmayı kesin olarak taahhüd ederler. İkinci Madde: Petersburg ve Viyana kabinelerinin mesailerine rağmen, Türkiye’de şu andaki işler bozulacak olursa durumun düzeltilmesinde Rusya ve Avusturya birlikte hareket edecek, Türkiye’nin dâhilinde meydana gelecek değişikliğin iki devletin idaresindeki memleketlerin emniyetine ve Avrupa güçler dengesine zarar getirmemesine müşterek olarak dikkat edeceklerdir.185 Bu antlaşmada da görüldüğü gibi; Avusturya ve Rusya, Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya bulunduğu Mısır meselesinin ileride aynen kendi başlarına da gelebileceğini düşünerek, baştan itibaren Osmanlı Devleti’nin yanında yer almışlar ve meselenin Osmanlı lehinde çözülmesi için kendilerini bağlayacak bir antlaşma imzalamışlardır. Yönetim karakteri olarak bu üç devletin şartları birbirine çok benzemektedir. Bundan dolayı Avusturya ve Rusya, Osmanlı Devleti’nin zarar görmesinin kendilerinin zararına olacağını anlamışlar ve bunu mümkün olduğunca engelleyici tedbirler almaya çalışmışlardır. Ama ikinci gizli maddede görüldüğü gibi şayet durum kontrolden çıkarsa duruma kendi menfaatleri doğrultusunda müdahale etmeyi taahhüd etmişlerdir. Bu politika Kırım harbine kadar aynen devam etmiştir. Rusya, Mısır meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi için kararlılık göstermiştir. II. Mahmud’un, Mısır ordusunun Anadolu içlerine kadar ilerlemesi üzerine yaptığı yardım talebine ilk ve kararlı cevabı veren Rusya olmuştur. Ama bu ilişkilerin daha ileriye gitmesini iki devlet ve halk arasındaki tarihi düşmanlık engellemiştir. Rusya her durumda Osmanlı Devleti’nin devamı için bir şeyler yapmak isteyen bir Çar ve yönetime sahipti. Osmanlı’nın yaşamasında Rusya için hayati yararlar vardı. Aşağıda zikredeceğimiz belgede, Rusya Dışişleri Bakanı Nesselrode, Mehmed Ali Paşa’ya karşı Osmanlı Hanedanının devamına taraftar olduklarını belirtmektedir. Mehmed Ali Paşa’nın her nekadar Fransa tarafından desteklense de diğer devletlerin ortak kararına karşı duramayacağını ifade ediyordu. Mısır birlikleri Gülek boğazını geçse bile daha ileriye gitmeye cesaret ederlerse Rusya bütün gücüyle Osmanıl topraklarını özellikle başkentini koruyacaktır. Şayet İngiliz ve Avusturya deniz kuvvetleri, Suriye ve Lübnan kıyılarına baskı uygularsa buna da gerek kalmadan Mısır tehlikesi bertaraf edilecektir 185
S. Goryanof, A.g.e., s. 109.
125
diye düşünüyordu. Mısır’ın bütün güçlü devletlerle karar alınan Londra Antlaşması’na uymaktan başka çaresi yoktur. “Mısır askerinin Gülek boğazını tecavüze tasdiyesiyle maan Saltanat-ı Seniyye tarafından Rusya Devleti’nin ianetine müracaat olunması lâzımeden addolundığı anda İmparator hazretleri Payitaht-ı Saltanatını muhafaza içün Karadeniz donanmasını kara askeriyle beraber irsale hazır ve amadedir... Rusya’nın kuvvetini karşısında bulmak meczumiyetine nazaran Mehmed Ali Paşa tarafından tecavüz-i cedideye tasaddi şöyle dursun…”186 Rusya Dışişleri Bakanı Nesselrode, Mehmed Ali Paşa’yı antlaşmaya zorlamak ancak İngilizler’in güç kullanmaya kararlı olduğunu göstermekle mümkün olur diye düşünüyordu. Mısır konusunda müttefik devletler arasında görüş ayrılığı olması, Mehmed Ali Paşa’yı direnme noktasında cesaretlendiriyordu. Rus elçisi Brunof, Fransa efkâr-ı umumisini bu konuda ikna etmek için uğraşıp, biz Rusya olarak Osmanlı Devleti ve Mısır konusunda İngiltere ile beraber hareket edeceğiz diyordu. Kaynaklardan anlaşıldığı kadarı ile Rusya 1840 yılı eylül ayı itibariyle Mısır meselesinin çözümü için müttefik
devletlerin
ortak
hareket
etmesinin
şart
olduğunu
düşünmektedir.
Nesselrode’nin Mısır meselesinin çözümü konusundaki düşünceleri şöyledir: “… isaf kılındıkça,
ifade-i
mezkurenin
ancak
Mehmed
Ali’nin
Düvel-i
muazzama
konsoloslarının bu misillü duruş ve hareketlerinden dolayı düşdüğü ümidleri teyid ve tahkim itmek içün olacağı bilhak mülahaza itmekde…”187 Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’nin yıkılacağının farkına varmışlar ve bu durumdan yararlanmak ve en az zararla kurtulmak için hal çareleri düşünmeye başlamışlardı. Fransa Devleti’nde bazı kişiler, Arapça’nın yoğun olarak konuşulduğu yerlerde bir Arap Devleti kurulmasını menfaatlerine daha uygun görüyordu. Bundan dolayı Arapça konuşulan yerlerin Mehmed Ali Paşa’ya bırakılıp diğer yerlerin Osmanlı Devleti’ne iadesinin uygun olacağını ifade ediyorlardı. “ Fransa Devleti’nin bu vechile tasavvur ve teklifi bazı Mısır tarafdarı bulunan Fransızlar’ın, mecmu-ı Arabî tekellüm olunan memleketlerden Mehmed Ali’nin zîr-i idaresinde olmak üzere müstakillen bir hükümet-i Arabî teşkil itmek niyet-i fasidelerine ve Devlet-i muşarun-ileyha tarafından bir muvafakat dimek olduğunu ancak Arabî tekellüm olunmayan mahalleri istisna itmeleri yani şimdiden Adana eyaletinin ve Mehmed Ali Paşa’nın vefatından sonra dahi 186 187
Defter2, s. 51- a, b. Defter3, s. 152- a, b, 153- a.
126
fakat Girid ceziresinin taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye terk ve teslimi suretini tasavvur eylemeleri keyfiyyatı müeyyed olub… ”188 Mısır meselesinde Avusturya başta Başvekil Matternih olmak üzere bütün yönetimi ile Osmanlı Devleti yanında yer almıştır. Osmanlı Devleti’nden Mısır ile tek başına antlaşma yaparak kendisini zora düşürecek taahhüdlere girmemesini istemiştir. Matternih, Osmanlı Devletine sürekli dostluğunu göstermesine ve onların da tavsiyelerini dinlemesine rağmen bu tavsiyelere uyulmamasından şikâyetçidir. “Avusturya Devleti tarafı Saltanat-ı Seniyye’den Düvel-i mütehâbbe ile istişare olunmadıkça Mısır Valisi ile bir gûne tanzimat şurûu zımnında tacil buyurulmamasını kemal-ı mertebe arzu itmekde olduğuna binâen Prens Matternih cenabları ile atiyü’zzikr ifadâtı serd ve tahrir eylemişdir… Devlet-i Aliyye bizim nesayih ve tedabir-i dostânemizi daima kabul buyurmuş ise de, nesayihin kabulû ile icrası beyninde fark-ı azim olup Devlet-i Aliyye muahharan nesayihimizi fiile getirmediği cihetle, zâf haleti muceb olabilir… ”189 Avrupa devletleri Fransa hariç Mısır meselesinde Osmanlı Devleti yanında yer alsalar da pek savaşmak niyetinde değillerdi. Meseleyi mümkün olduğunca savaşsız olarak halletmek istiyorlardı. Şayet durum böyle olursa Anadolu’nun ve Mehmed Ali Paşa’nın elindeki donanmanın ve askerlerin durumu nasıl olacaktı? Biliyoruz ki, Mehmed Ali Paşa artık zordan başka bir şeyden anlamayacak noktaya gelmişti. Kendisine sığınan Osmanlı donanması yaptığından pişman olmuş ve yeniden devletine dönmek için fırsat kollamaya başlamıştı. Bu durumu dönemin Viyana sefiri Rıfat Paşa bir mektubunda şöyle ifade etmektedir: “ Şimdi Fransalu tarafından yalnız Adana’nın havâlisinde olan dağların taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye reddiyle Suriye’nin kayd-ı hayat şartıyla Mehmed Ali Paşa uhdesinde kalması ve badel-vefat ahfad-ı evladından münasibleriyle taksim ve terfik olunmak süretiyle tesviyesi… Berû taraftan DonanmayıHümâyun memurlarına vakıa, bazı cehalet ve gafletleri vuku bulmuş ise de rivayet-i vakıa ve kıyaset-i akliyyeye göre ekserisi ettiklerine nadim ve pişman… ”190 Mısır
meselesinin
çözümünde
Fransa’nın
diğer
Avrupa
devletlerinden
ayrılmasının birçok sebebi vardır. Bunlardan birisi de, Fransa’nın sömürgecilik amaçları 188
Defter1, s. 27- b. Defter1, s. 14- a. 190 Defter1, s. 35- a. 189
127
için Mısır’ın kritik bir noktada bulunmasıdır. Avrupa’nın büyük ülkeleri, çıkarları olan ülkeleri paylaşırken, Kuzey Afrika Fransa’nın payına düşmüştü. Fakat Mısır’ın İngiliz bölgesi olan Hindistan’a ulaşım yolları üzerinde bulunması, bu iki devleti egemenlik için birbirine düşürdü. Napolyon’un buradan Afrika’ya yayılmak istemesinin, Akka’da Osmanlı Valisi Cezzar Ahmed Paşa tarafından engellenmesinin onların millî hafızasında önemli bir iz bırakması da önemlidir. Ayrıca Fransız kamuoyu ve gazetelerinin Mısır’a aşırı bir sempatisi vardır. Bundan dolayı Mısır aleyhinde bir ittifaka katılınması durumunda halkın isyan etmesinden korkulmaktadır. Mehmed Ali Paşa’nın birçok siyasî, ekonomik ve idarî kurumlarını Fransa’dan alması da ona karşı bir ilgi uyandırmaktadır. “… Fransalunun ise mukaddema Mısır’da bulunmaları cihetiyle, Mısır tarafıyla Napolyon zamanından berü münasebet-i kadimeleri olarak, Çünki efrad-ı ahalisi serbest olduklarından onların usulüne dahi muvafakat vadisinde görünmesi lazım gelür. Çünki birdenbire reylerine muhalif olarak hareket itse şayed, Fransa’da bir ihtilal zuhuruyla…”191 Mısır meselesi sürecinde Fransa daima Osmanlı Devleti’ni suçlamıştır. Fransa, bu meselede Osmanlı Devleti’ni suçlarken bazı gerekçeler göstermiştir. Mehmed Ali Paşa’ya haksızlık yapıldığını, Osmanlı’nın Mehmed Ali’yi tek başına halledemeyince Avrupa devletlerini değişik bahanelerle tahrik edip onlar üzerinden Mısır idaresini Mehmed Ali’den almak istediğini ifade etmiştir. Mehmed Ali Paşa, kutsal toprakları terk etmeyi, Suriye’yi kayd-ı hayat şartıyla yönetmeyi ve sadece Mısır’ı kendi yönetiminde verasetle bırakmayı Fransa’nın da tavsiyesiyle kabul etmişti. Osmanlı Devleti ise bütün bunlara, onu Mısır Valiliği’nden alan bir Ferman ile cevap vereceğini belirtmiştir. Bütün bu fedakârlıklarına karşı Mehmed Ali tamamen yok edilmeye kalkışılırsa Fransa onu destekleyecektir denilmiştir. Fransa bu nedenle sonuna kadar meselenin savaşsız olarak çözülmesini istemekte olduğu için tek başına kalsa da Mısır’ı destekleyecek gibi görünmektedir. Çünkü Osmanlı Devleti onu Mısır Valiliği’nden alarak iyi niyetli olmadığını göstermiştir deniliyor. “… İşte Fransa Devleti’nin her ne kadar münferiden hareket etmekde ise de Mesele-i Şarkıyye’nin bir suret-i mutedile ve muslihâne ile tesviyesi… ”192
191 192
Defter1, s. 40- b, 41- a. Defter3, s. 32- a, b.
128
Fransa, Mısır meselesinde Mehmed Ali Paşa’nın lehinde hareket etmesine rağmen, Osmanlı Devleti aleyhinde girişimlerde bulunduğuna dair söylentileri şiddetle reddetmektedir. Fransa, Osmanlı halkını devlete karşı kışkırttığı ve Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyette bulunduğu yönündeki söylentileri şiddetle reddediyor ve bu söylentiyi çıkaranlarla uğraşacağını belirtiyordu. “Güya Fransa Devleti’nin Mehmed Ali’ye iane itmek ve zîr-i hükümet-i şahâne’de bulunan halkı fesada teşvik eylemek niyetinde olduğu tarafımızdan olarak Devlet-i Aliyye’ye ilan ve ifade olunmuş idüği, bu haberin iki rivayet-i gayr-i sahihadan ibaret olduğunu ve haber-i mezkûru süferay-ı muma ileyhime kim ifa itmiş ise ânı zuhur idebilecek netayicden şimdiden mesul tuttuğu taraf-ı müşirânelerine beyan ve ilan itmekliği vazife-i zimmet ad iylemiş olduğu... ”193 Mısır meselesinde Fransa diğer Avrupa devletlerinden farklı bir politika takip ederek Mehmed Ali Paşa’nın yanında yeralmıştır. Fransa Devleti, Mısır’ın askerî güç kullanarak elde ettiği statükonun korunarak Mısır meselesinin savaşsız olarak halledilmesini istemekteydi. Savaş olması durumunda bundan Rusya’nın kendi çıkarları için yararlanacağını düşünmektedir. İngiltere ile Fransa zor kullanmak hususunda anlaşamadığı için meselenin çözümü uzamakta ve durum diğer çok milletli Avrupa devletlerini de derinden etkileme potansiyeli taşımaktadır. Belki de meselenin Avrupa devletleri arasında ayrışmaya neden olmasının temel nedeni budur. Aşağıdaki belgede göreceğimiz gibi Fransa, Osmanlı Devleti’nin menfaatlerini de düşündüğünü fakat meselenin savaşsız olarak halledilmesini istediği için diğer devletlerden ayrı hareket ettiğini belirtmektedir. Ayrıca Mehmed Ali Paşa’ya meselenin halli için tavsiyelerine uymazsa durumun kendisi için çok zor olacağını telkin etmelerinden dolayı son dönemde tavrının yumşadığını ve bazı taleplerinden vazgeçerek yapıcı bir yola girdiğini söylemektedir. Mustafa Reşid Paşa ise bunların yetersiz olduğunu ve Fransa’nın teklifleri kabul edilirse Osmanlı Devleti’nin neredeyse yarısının bölüneceğini belirtmektedir.“… Fransa Devleti, Devlet-i Aliyye menafiine muhalefet itmeyüb fakat İngiltere Devleti imal-i kuvve-i cebriye ile Mısır maslahatını bitürmek istediğinden ve Rusyalu dahi bu kazıyye’ye fırsat ittihazıyla icab-ı takdirinde diğir devletleri hiç karışdırmaksızın buralarda yalnız kendisi hareket itmek daiyesine düşdüğünden, Fransa
193
Defter2, s. 52- a.
129
Devleti maslahatı bu râddeye getirmemek yani muharebey-i umumiye’ye sebeb virmemek içün maslahatın bir ortasını bulmak… ”194 Mısır meselesi konusunda iki müttefik İngiltere ve Fransa sık sık görüş ayrılığına düşmekteydiler. İngilizler tarihi denge (muvazene) politikasını sürdürmek için uğraşmakta ve Fransa’yı buna zarar vermemesi noktasında uyarmaktadır. Palmerston bu denge bozulunca neler olacağını çok iyi bilmekte ve bunu şöyle ifade etmektedir: “Osmanlı’nın izmihlali muvazene-i kuvvet usulünü bozar. Bu da Avrupa’daki güç dengesini sarsarak bazı devletlerin aşırı güçlenmesine ve savaşlara yol açar.”Biz bu ferasetin ne kadar doğru olduğunu daha sonraki savaşlarda görüyoruz. Fransız Dışişleri Bakanı Tiers de Osmanlıyı bölmek niyetinde olmadıklarını bunun sonucunun farkında olduklarını belirtiyor. İngiltere, Osmanlı’nın hükmettiği topraklarda ikinci bir devletin bütün dengeleri bozacağını düşünmektedir. İngiltere Hariciye Nâzırı Palmerston, bu konudaki düşünceleri ve Fransız devlet adamları ile yaptığı görüşmelerle ilgili Paris sefirine bir yazı göndermişti. Bu yazıda Mısır meselesine bakışı, bu konudaki Fransa ile kendi devleti arasındaki görüş farkları ve bunun nedenleri ile ilgili şunları yazıyordu: “Fransa Devleti’nin fikr ü niyeti daima emr-i mesalihinin vikayesi rağbetinden ibaret olduğu… Devlet-i muşarun ileyha, Saltanat-ı Seniyye’nin izmihlali muvazene-i kuvvet usulüne gayet muzır olarak Devlet-i Aliyye’nin hemcivarları olan devletlerin esbab-ı kuvvetini teksîr ve tezyid idecek olduğundan Saltanat-ı Seniyye’nin tamamiyet ve istiklaliyle tamam ve kıyamı Avrupa’nın menafi ehem ve elzemesinden ad eylediği…”195 İngiltere, Mısır meselesini tarihi emellerini gerçekleştirmek için bir fırsat olarak görmüş ve bu meseleyi barış yoluyla çözmek için Osmanlı Devleti’ni teşvik etmiştir. Fakat kendi bilgisi olmadan geniş boyutlu düzenlemeler yapmaması konusunda Osmanlı Devleti ile anlaşmıştır. Hatta Tanzimat’ın ilanınıda bu durumun büyük tesiri olduğu iddia edilmiştir. Bütün bu Tanzimat sadece içişleri ile ilgili olarak yapılmış asla diğer devletlerle ilişkilere sirayet ettirilmemiştir. Bununla ilgili olarak İngiliz Kraliçesi ve Osmanlı elçisi arasında geçen görüşme şöyledir: “Ancak Devlet-i Aliyye, Düvel-i Hamse’nin ilm ü rızası lahik olmaksızın Mısır Valisiyle müzakere-i maslahata ibtidar itmemek ve Vali-i muşarun-ileyh ile bir gûne Tanzimat akd itmemek hususlarını Düvel-i muşarun-ileyhim hakkında katian taahhüd ve iltizam itmiş olduğunu Devlet-i Aliyye’ye 194 195
Defter1, s. 31- b, 32- a, b. Defter3, s. 34- a, b.
130
ihtar itmek vazife-i zimmet-i senaveridir. Saltanat-ı Seniyye ile Paşay-ı muşarun-ileyh beyninde rabt olunacak tanzimat yalnız Saltanat-ı Seniyye ile kendü tebasının umuruna raci bir madde olarak… ”196 İngiltere’ye göre Osmanlı Devleti hâlâ İslam birliğini sağlayan en önemli güçtür. Bütün iddialarına rağmen Mehmed Ali Paşa’nın böyle bir güce ulaşması mümkün değildir. Bu düşüncesi ile İngiltere’nin bir maksadının da yönettiği Müslüman topluluklarda İslamın hamisi gibi görülmek olduğu ortaya çıkmaktadır. Osmanlı Devleti’ni halifelik ünvanını kullanmaya İngiliz devlet adamları ikna etmiş olabilir. Çünkü, tarih boyunca en güçlü döneminde bile Müslümanları derinden etkileyebilecek ve gücüne güç katacak böyle bir kozu kullanmaya Osmanlı Devleti yönelmemiştir. Osmanlı Devleti böyle bir güce ihtiyaç mı duymamıştır yoksa bunu dini hassasiyetine uygun mu görmemiştir diye soracak olursak, bizce ikinci şık tarihî perspektife daha uyumlu görünmektedir. İngiliz Elçi Mısır-Osmanlı ilişkilerine devletinin bakışını şöyle ifade etmektedir: “… Mehmed Ali Paşa’nın asakiri işe yarar ve külliyetlü asker olmayub vezayifi dahi verilmeyüb... Zira böyle bir hareketin neticesi canib-i eşref-i hazreti şehinşahiden memalik-i mahrûse’nin bir sülüsü Mehmed Ali’nin hanedanına terk olunmasını… Oysa onu mülahaza ile malum oldur ki; Mehmed Ali’nin istediğine izhar-ı muvafakat olursa ehl-i İslamı cem itmek değil bir aksi tefrik itmekdir…”197 İngiltere, Mısır meselesinde Fransa’yı kendisi ile beraber hareket etmeye iknanın mümkün olduğunu düşünmektedir. Ruslar’ın İstanbul’a asker çıkarması, onları sonunda ortak hareket etmeye ikna edecektir diye düşünüyordu. Diğer Avrupa devletleri, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne fazla yaklaşarak onu kontrol altına almasına karşı çıkıyorlardı.
Hünkâr
İskelesi
Antlaşması
onları
bu
hususda
oldukça
kuşkulandırmaktaydı. Bütün Avrupa devletleri birlikte hareket ettiği için Rusya’nın tek başına birşey yapması mümkün değildi. Bununla ilgili olarak İngiltere’nin İstanbul Elçisi Hariciye Nezareti’ne yazdığı bir mektupta şöyle demekteydi: “… Devlet-i Aliyye’nin zaaf hali cihetiyle zat-ı şevket-simat-ı şahâne’yi Rusyalu’dan istiane etmeye mecbur edecek derecede Mehmed Ali’nin mazhar-ı galebe olacağından Fransa
196 197
Defter1, s. 17- a, b. Defter1, s. 30- a, b, 31- a.
131
Devletinin havfının olduğunu… İngiltereliler’in tanzimini arzu eyledikleri hususatın icrasına Fransalular dahi ırza olunabilecekleri… ”198 İngiltere, Mehmed Ali Paşa’nın yeni bir devlet kurmak niyetinde olduğunu düşünmektedir. Bunun için Londra Antlaşması ile ona mâli alanda hareket alanı bırakılmamasını istemektedir. Mehmed Ali Paşa’nın isyana girişmesinin nedeni birçok Avrupa ülkesinden fazla yıllık gelire sahip olmasıdır. Mehmed Ali Paşa bu mâli gücünü Mısır halkının refahı için değil topraklarını ve hâkimiyetini genişletmek amacıyla silahlanmak için harcamaktadır. Vergi vermeye gücü yetmeyen Mısır halkını köle gibi kullanmaktan çekinmemektedir. Bu nedenle Mehmed Ali Paşa’nın vergi gelirleri kısılmalı harcama kalemleri ise mümkün olduğunca artırılmalıdır. Mehmed Ali Paşa’nın Avrupa
tehdidi
olmadan
Osmanlı
Devleti’ne
karşı
sorumluluklarını
yerine
getirmeyeceği artık ortaya çıkmıştır. Bu nedenle onun Osmanlı Devleti karşısında gücünü kıracak uygulamalara gidilmelidir. İngiltere Devleti’nin bu konudaki görüşlerini dile getiren İstanbul sefiri Ponsonbi’nin bu konudaki mektubu kısaca şöyledir: “… Lakin Mehmed Ali ol hal virgü vire vire fülüs-i ahrere muhtac olmuş olan adamları kendü köleleri gibi kullanacağı aşikâr ve Mısır ahalisinin eşhasına ve memlüklerine keyfe ma yeşa buyuracağı derkar. Mısır’da mevcud olacak asakirin mikdarını taklil itmek suret-i derdest-i mütalaadır. Bu tedbirin iktizası Vali’nin masarıfını taklil itmekdir…”199 İngiltere, Mısır meselesinin çözümünde Rusya’nın ön plana çıkmasının Osmanlı Devleti için zararlı neticeler doğuracağına inanıyordu. Bu inancı, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne yakınlaşması İngiliz emperyalist emelleri için çok zararlı bir durumdur diye de ifade edebiliriz. Aşağıda kaydedeceğimiz belge bu durumu sağlamak için İngiltere’nin bütün Avrupa dengelerini nasıl kullandığını çok iyi göstermektedir. İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonbi’nin Osmanlı Hariciye Nezareti’ne verdiği bu yazı gerçekten ilginçtir. Lord Ponsonbi, Rusya’nın tek başına değil hep beraber Osmanlı Devleti’ne garantör olunmasını istediğini söylemekteydi. Fransa değişik tekliflerde bulunsa da İngiltere’nin önceki görüşünde bir değişiklik yoktu. Her devlet kendi çıkarları doğrultusunda pozisyon almaktadır, bundan dolayı İngiltere onlar gibi düşünmek zorunda değildir. İngiltere ve Avusturya aynı düşündüğü sürece diğer 198 199
Defter1, s. 31- a, b. Defter3, s. 120- a, b
132
devletlerin buna karşı durmaları zordur. Rusya böylece kolaylıkla engellenebilir. Rusya ile geçmişten gelen Osmanlı Devleti tartışması barış yoluyla halledilmelidir. Hünkâr İskelesi antlaşmasının uzatılması mümkün değildir. Ancak Osmanlı Devleti’ne bir saldırı olması durumunda Rusya’ya İstanbul’u koruma önceliği verilebilir. İngiltere’nin buna benzer birçok düşüncesinin ifade edildiği Lord Ponsonbi’nin mektubu kısaca şöyledir: “İmparator cenabları, Saltanat-ı Seniyye’nin bilcümle memalik-i tamamiyeti hususunda kefaleti red ile Devlet-i Aliyye’nin Mehmed Ali ile karargîr olacak tanzimat hakkında Düvel-i saire ile kefalet hususuna dâhil olur. Fransa Devleti’nin bundan akdem vaki olan teklifleri bazı gûne istisna ile Mehmed Ali’nin hemen kaffe-i istidalarına izhar-ı redd-i muvafakat olunmak iddiasından ibaret olmağla İngiltere Devleti tarafından reddolunmuş olduğu malumdur…”200 Bu mektupla ilgili Osmanlı Hariciye Nezareti’nde geniş değerlendirmeler yapılıyor. Avrupa devletlerinin ortak kefaletinin kabul edilmesinin uygun olacağına karar veriliyor. Osmanlı Devleti’nin diğer bölgelerinin Mısır meselesinin çözümünden nasıl etkileneceği geniş biçimde değerlendiriliyor ve sonucun Osmanlı’nın birliğini bozmayacak şekilde gerçekleşmesinin uygun olacağı ifade ediliyor. Burada Osmanlı Devleti’nin dostu olan devletlerin teklifini reddetmenin uygun olmayacağı meselinin çözümünde onlara güvenildiği belirtiliyor. Bu şartlardan anlaşıldığına göre bunu yapmaktan başka çare de gözükmemektedir. “ Zikrolunan teklifat iki maddeden ibaret olarak; Biri: Bir vesatat-ı madde ve muhlisâne ile Saltanat-ı Seniyye ile Rusya Devleti beyninde olan münazaattan baki kalabilen hususların dostane tanzimi ve Diğeri; Memleket-i Yunan’da muharebeye bertaraf olması olub, kabul ve icra olundığı takdirde neticeleri ne olacağı sual olunur ise cevabı vazıh…”201 Mısır meselesinin çözümünde en önemli kişi olan Matternih Osmanlı Devleti ve Mısır arasında önemli farklar görüyordu. Osmanlı Devleti’ni bir mermer gibi sert görürken, Mısır’ı hemen eriyecek kar gibi görüyordu. Mısır’ın gücünün Mehmed Ali Paşa’nın ölümü ile dağılıp gideceğini düşünürken, II. Mahmud’un ölümü ile Osmanlı Devleti’nin durumunda hiçbir değişme olmadığını belirtiyordu. Köklü devlet geleneğinden dolayı Osmanlı Devleti’nin yaşamasının Avrupa dengeleri için çok önemli olduğunu düşünüyordu. Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’nin yaşamasında müttefik 200 201
Defter3, s. 153- b, 154- a. Defter3, s. 154- a.
133
iseler de, bunun nasıl sağlanacağı hususunda fikir birliği içinde değildiler. Matternih bütün bunları Osmanlı Devleti’nin Viyana elçisi Rıfat Paşa ile görüşmesinde şöyle ifade ediyordu: “… Berü tarafdan Saltanat-ı Seniyye’nin lillahil-hamd her dürlü hukuk-ı sariha ve kuvve-i mütemâdiyesi aşikâr ve Mehmed Ali Paşa’nın kuvve-i müstehsirası ise bir nevi kar gibi olup… “202 Avusturya Devleti, Mısır ordusunun Anadolu’da ilerlemesi ile yakından ilgilenmekte ve bununla ilgili tavsiyelerde bulunmaktaydı. Avusturya, Mısır kuvvetlerinin Anadolu’da ilerlemesinden endişeye gerek olmadığını, bunun Avrupa devletleri ve kamuoyunu daha fazla Osmanlı taraftarı yapacağını belirtiyordu. Bu işgalin hemen durdurulması mâli ve ulaşım nedenleri ile mümkün değildi. Burada asıl meselenin bazı yerlerin Mısır kuvvetlerinin eline geçmesi değil, Osmanlı Devleti askerlerinin onlarla yakın münasebetlere girerek bu işgalin unutulmasına ve halkın moralinin bozulmasına neden olmaları ve Mısırlılar’ın kendilerine güven kazanmalarıdır diye düşünüyordu. Bundan dolayı Osmanlı askerinin Mısır askeri ile yakın temasdan kaçınarak bu gibi durumların ortaya çıkmasına engel olması isteniyordu. Avusturya’nın İstanbul Elçisi bununla ilgili Hariciye Nezareti’ne verdiği yazıda şunları söylemektedir: “… Asâkir-i Devlet-i Aliyye’nin İbrahim Paşa’nın askeriyle ülfet ve ünsiyet eylemelerine müsaade olunmak mümazir-i azimeyi muceb olacağı kabil-i tariz olmadığı… Bazı arazi-i cezirenin muvakketen gaib edilmesi kazıyyesi şu ahvâl-i hâzıranın karışıklığı esnasında meydanda olan mesalih-i mühimmeye müvazin… Mısırlılar’ın tecavüz ve istilaları keyfiyyeti dahi efkâr-ı nas’ı Mehmed Ali aleyhine kâmilen ağzâb ve tahrik iderek Düvel-i Hamse beyninde derkâr olan yek ciheti o teharik semeresi zuhurunu tacil eyleyerek… ”203 Avusturya Elçisi’nin, Osmanlı Hariciye Nezaretine verdiği yukardaki mektuptan sonra kendisine İskenderiye konsolosundan ilginç bir mektup gelmişti. Mektupta, Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu halkını Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmak için ajanlar ve mektuplar gönderdiği belirtilmektedir. Anlaşıldığı kadarı ile Osmanlı Devleti bu propaganda karşısında boş durmamakta o da Mısır’a karşı her türlü yolu denemektedir.
İbrahim Paşa kuvvetlerine karşı işgal ettiği bazı yerlerde isyanların
olması bu duruma işaret etmektedir. Havran’dan bazı isyancıların Şam’a saldırdığı ve 202 203
Defter1, s. 33-b. Defter1, s. 33- b.
134
bazı subay ve askerleri yaraladıkları söylenmektedir. Bu durumu bastırmak için civar yerlerden buraya Mısır askeri kaydırılıp isyanların bastırılmaya çalışıldığı ifade edilmektedir. Ayrıca Mısır’a sığınan bazı donanma subay ve askerlerinin huzursuz olduğu bunun bir isyana dönüşmesinin engellenmesi için bunlara bolca gıda ve para verildiği dile getirilmektedir. Bütün bunlardan iki devletin sadece meydan savaşı yapmadıkları halkı kendi taraflarına çekmek için bütün yöntemleri kullandıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca bu mektupta İngiltere’nin Afganistan ve İran’da Rusya’ya karşı bazı girişimlerde bulunduğu da anlatılmaktadır. Avusturya konsolosu bütün bu mücadeleyi anlatan mektubunda şunları söylemektedir: “Mehmed Ali (?) havâlisi ahalisine ahd-i karibde icrasını ihbar ideceği bir ihtilale amade bulunmalarını casusları vasıtasıyla işar itmiş olduğu bir mektup meelinden müstefad olunub mumaileyhin bu daveti bir kâğıda muharrer olarak kağıd-ı mezkür herkesin elinde gezmektedir. Tarafınıza irsal eylediğim tahrirat-ı âhireden berü Mısır mesalihi ziyade fenalaşmakda gibi görünmekde... ”204 Londra Antlaşması sürecinde önemli rol alan Matternih, Mısır meselesinin çözümünün Avrupa devletleri tarafından ortaklaşa garanti altına alınmasını istiyordu. İkinci Londra Antlaşması’nda açıkça göreceğimiz katı birlik anlayışını Matternih baştan itibaren savunuyordu. Matternih her devletin kendi başına antlaşmayı bozabilmesinin sakıncalarını iyi bildiği için antlaşmayı değiştirmek isteyen devletin ilgili bütün devletleri iknasının şart olması gerektiğini düşünüyordu. Böylece bir devletin antlaşmayı istediği gibi değiştirmesini engellemiş oluyor ve Osmanlı Devletinin birliğini garanti altına alıyordu. Önceki dönemde yapılan antlaşmalardan da anlaşılacağı gibi, Avrupa devletleri kendi menfaatleri doğrultusunda yapılan antlaşmaların değiştirilmesini isteyebiliyorlardı. Bu durum birçok antlaşmanın istenilen sonuçları vermesini engellemiştir. Matternih’in meselenin çözümünde takip ettiği yöntem, samimi olarak Osmanlı Devleti’nin yaşamasını istediğini göstermektedir. “… Ve muahede-i mezkurede münderic olan şurût fiile getirildiği surette Devlet-i Aliyye memurlarından hiçbir şey gaib itmemiş olacağı misillü Mehmed Ali’nin bir takım mesai-i gayr-i semere ile kendisini harab itmiş ve davasını tervice çalışanlar ise külliyen boşa çıkmış olacağı derkâr… Eğerçi muahede-i mezbure hüsn-i suretle icra olunduğu takdirde Devlet-i Aliyye’nin hüsn-i hâlini teyid ve tekide iane-i kaviyyesi olacağından bu keyfiyeti 204
Defter1, s. 33- b, 34- a.
135
mutsuzlukda bulunduğum müddet-i medide esnasında zuhura gelen ahval ve keyfiyyat-ı mustaideden ad iderim. Ve Baron Stürmer ve muahharan kendüye göndermiş olduğum talimat-ı zat-ı valay-ı müşirânelerine ifade ve ihbar idecek olub… Kudretin ancak bu ittifak ve ittihad ile olacağı ve bu maslahat-ı azimenin semeresi dahi ol halde müşahede kılınacağı rehin-i hayr-ı berahettir… ”205
205
Defter2, s. 49- b.
136
BEŞİNCİ BÖLÜM LONDRA ANTLAŞMALARI VE MISIR MESELESİNİN ÇÖZÜLMESİ (1840- 1841) I. Londra Antlaşmasının Mehmed Ali Paşa Tarafından Kabul Edilmemesi Ve Sonuçları Sultan Abdülmecid tahta geçtiği anda Osmanlı Devleti için en hayati mesele Mısır meselesiydi. Tahtta genç ve tecrübesiz bir Padişah’ın bulunması, Mehmed Ali Paşa’yı bağımsızlık davasında cesaretlendiriyordu. Londra Antlaşması ile Paşa’nın bu cesareti kırılmak isteniyordu. Bu antlaşmaya göre, Mehmed Ali Paşa’ya hemen bir ültimatom verilecekti. Buna göre Paşa, İskenderiye’ye götürülen Osmanlı donanmasını İstanbul’a yollayacak, Girid, Adana, Suriye, Hicaz ve Lübnan’ı hemen boşaltmayı kabul edecekti. Bu takdirde kendisine veraseten Mısır ve Sudan, kaydı hayat şartıyla da Filistin verilecekti. Ültimatomu kabul etmezse 10 gün sonra ikinci bir ültimatom verilecekti. Bunu da kabul etmezse, kendisine asi muamelesi yapılacaktı.206 Mısır meselesine bir çözüm getirmek üzere Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya temsilcileri arasında yapılan uzun görüşmeler sonucunda 15 Temmuz 1840 tarihinde Londra’da antlaşma yapıldı. Bu antlaşmanın başlıca maddeleri şunlardır: Birinci Madde: Zat-ı şahâne Mehmed Ali Paşa’ya kendisi ve ahlâf-ı sahihası için Mısır Valiliği idaresini vereceğini ve bundan başka kayd-ı hayatla kendisine Akka Valiliği unvanı ve Akka kalesi kumandanlığı ile Beriyyetüşşam’ın canib-i cenubiyyesinin idaresini ihale ve tefviz buyuracaklardır ki, canib-i mezkûrun hatt-ı hudud ber-vech-i âti beyan olunur. Hatt-ı mezkûr; Bahr-i Sefid sevahilinde kâin Dazalnamora burnundan bed’e ile doğruca Taberiye gölünün nihayet-i şimaliyesi olan Siriayan nehrinin ağzına kadar mümted olarak zikr olunan gölün sahil-i garbisi boyuna gidecek ve Ürdün nehrinin sahil-i yeminini ve Bahr-i Lût’un sahil-i garbisinden geçip oradan Akabe körfezinin nihayet-i şimaliyesine dayanmak üzere hatt-ı müstakim üzere doğruca Bahr-i Süveyş’e kadar uzayacak ve oradan dahi Akabe körfezinin sahil-i garbisi ve Süveyş körfezinin sahil-i şarkisi ile Bahr-i Süveyş’e kadar imtidad bulacakdır. Herhalde zat-ı 206
Yılmaz Öztuna, A.g.e., s. 162- 163.
137
şahâne bunları ita ile beraber kendisine bu madde İskenderiye’de bir Devlet-i Aliyye memuru vesatatıyla icbar olunduğu günden itibaren 10 gün zarfında Mehmed Ali Paşa’nın kabul etmesi ve Cidde eyaletinden ve dâhilinde kâin Şuhûr-ı mukaddeseden ve Girid ceziresinden ve bâlâda beyan olunan Mısır ve Akka Paşalığı hududuna dâhil olmayan kaffe-i memalik-i Osmaniyey’den çekilmelerini mutazammın kuvve-i berriyesi zabitanına itası lazım gelen talimatı memur-ı muma ileyhe teslim eylemesi şartlarını dahi ilave buyururlar. İkinci Madde: Ber-vech-i muharrer tayin olunan 10 gün müddet zarfında Mehmed Ali Paşa Tanzimat-ı meşrûhayı kabul etmediği halde zat-ı şahâne Akka Paşalığı idaresinin kayd-ı hayatla verilmesinden sarf-ı nazar buyuracaklar ise de işbu müddet-i munkazıyyeyi teakub edecek 10 gün zarfında yani bu haber kendisine vasıl olduğu günden 20 gün mururuna kadar kabul olunmak ve ber-minval-ı meşrûh derhal hudud-ı Mısrıyye’ye ve Mısır eyaleti dâhilinde bulunan limanlara çekilmelerini mutazammın zabitân-ı berriye ve bahriyeye verilecek talimat-ı mukteziyye-i mezkure muma-ileyhe teslim kılınmak üzere kendisine ve ahlâf-ı sahihasına Mısır Valiliği’nin ihalesine rızadâde olacaklardır. Üçüncü Madde: Mehmed Ali Paşa tarafından taraf-ı şahâneye tediye olunacak vergiy-i senevi bâlâda muharrer iki suretin kangısını kabul eder ise ona göre idaresini istihsal edeceği mahallin vüsat ve adem-i vüsatine tatbik olunacakdır. Dördüncü Madde: İşbu suretlerin kangısını kabul ederse etsin herhalde Mehmed Ali Paşa’nın 10 günden 20 güne kadar tayin olunmuş olan müddetin inkızasından donanmay-ı hümayunu kâffe-i asâkir ve mühimmatı ile ahzına memur olan Devlet-i Aliyye âdemine teslim etmesi ve işbu teslim ve tesellüm maddesinde düvel-i müttefika donanmaları kumandanları dahi hazır bulunması bilhassa karargîr olmuşdur. Mehmed Ali Paşa’nın donanmay-ı hümayunun Mısır limanlarında kaldığı müddetçe vuku bulan masarıfinı talep etmesi ve vereceği vergiden kontrol eylemesi bir vechile caiz olmaması dahi mukarrerdir. Beşinci Madde: Devlet-i Aliyye’nin kaffe-i muahedât ve kavanin-i memalik-i Devlet-i Aliyye’nin sair tarafları misillü Mısır ve bâlâda tahdid ve beyan olunan Akka eyaletinde dahi meriyyü’l- icra olup ancak vergiy-i mezkuru yoluyla tediye eylemek şartıyla Mehmed Ali Paşa’nın ahlâfının uhdelerine muhavvel olan eyalâttan zat-ı şahânenin isimlerine ve onların Vali ve vekili olarak vergi ve tekalif-i mutedile ahz
138
eylemelerine zat-ı şevket-simat-ı şahâne rızadâde olduklarından işbu vergi ve tekalifin ahzıyla Mehmed Ali Paşa ve ahlâfının eyalât-ı mezkurenin kaffe-i masarıfı askeriye ve sairesini idare etmeleri karargîr olmuşdur. Altıncı Madde: Mısır ve Akka Valisi’nin tutabileceği kuvve-i berriye ve bahriye, kuvve-i Devlet-i Aliyye’den madud olduğundan bunlara daima devlet hidmeti için tutulmuş nazarıyla bakılacakdır. Yedinci Madde: İkinci maddede beyan ve tafsil olunduğu vechile bu keyfiyetler kendisine tebliğ olunduğu günden itibaren talik olunan 20 gün müddet zarfında Mehmed Ali Paşa teklif olunan tanzimata muvafakat etmez ve Mısır Valiliği’nin tevarüsünü kabul eylemez ise zat-ı şahâne kendilerine işbu teklifi geri almaklıkda muhtar
nazarıyla
bakacaklarına
binaen
menafi-i
mahsusa-ı
şahâneleri
ve
müttefiklerinin nasayihleri kendilerine ne tarik irae ederler ise ona salik olacaklardır. Sekizinci Madde: İşbu sened-i münferid bugünkü mukavele senedine harf be-harf derc olunmuş gibi mamûl ve kavi olacak ve tasdik olunup tasdiknameleri dahi zikrolunan mukavele senedi tasdiknameleri ile beraber mübadele kılınacakdır diye tarih-i mezkûr ile müverrehan Londra’da murahhasûn-ı muma-ileyhim tarafından imza olunan salifü’z-zikr sened-i münferide münderic ve mestûrdur.207 Osmanlı Devleti’nin yaşaması gerektiğini düşünen İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya tarafından antlaşma imzalandığı halde Fransa imzalamamakta ısrar etti. Antlaşmanın imzalanmasından 4 gün sonra Palmerston Fransız temsilci Guizot’u Dışişleri Bakanlığı’na çağırdı ve antlaşmaya uymazsa Fransa’yı refüze edeceklerini kendisine açık bir biçimde bildirdi. Londra Antlaşması sürecinde Palmerston diplomatik yeteneklerini kullanarak Rusya ve Fransa’ya büyük oranda kendi isteklerini kabul ettirdi. Fransa da sonunda İngiltere’nin karşısında duramayacağını anlayarak fazla ileri gitmedi. Palmerston sabırlı bir güç gösterisiyle Rusya ve Fransa’yı da hizaya getirmeyi başarmıştı. Londra Antlaşması imzalandığı zamanki Fransız temsilci Guizot’un durumunu Palmerston şöyle ifade etmektedir: “Son birkaç gündür Guizot bana şeytan gibi kızgın bakıyor.”208 Müttefik devletlerin İskenderiye konsolosları, Londra Antlaşması’nı kabule Mehmed Ali Paşa’yı ikna etmek için beraberce onun konutuna gittiler. Londra 207 208
A. Lütfi Efendi, s. 1074- 1076. The Cambridge, c. V, s. 177.
139
Antlaşması’nı kabul ederse neler olacağını kabul etmezse neler olacağını ona gayet açık bir şekilde anlattılar. Avrupa’nın geçen dönemde sorunları çözmek için bir araya gelememesine fazla güvenmemesini ihtar ettiler. Antaşmayı kabul ederse Osmanlı Devleti ve Avrupa’nın güvenini kazanarak huzur içinde Mısır’ı yöneteceğini ve çocuklarına veraseten bırakacağını belirttiler. Ama antlaşmayı kabul etmezse, bütün Avrupa devletlerini ve Osmanlı Devleti’ni düşman olarak karşısında bulacağını söylediler. Ayrıca artık dünya devletleri arasında gücün toprak genişliği ve asker sayısından ziyade devletler dengesindeki yeriyle orantılı olduğunu belirttiler. İradât-ı Seniyye Defterinde bu görüşme şöyle kaydedilmektedir: “… Düvel-i Muazzama’nın kurb ve civarlarında kuvve-i maliye ve askeriyesi külliyen zaid bir takım küçük hükümetler bulunması dahi bundan icab itmekle bunların mugayir-i hak ve adl hiçbir gûne hareketten havf ve haşyetleri olmadığından başka Avrupa devletlerinin cümlesi anların namusı ve emniyet-i zatiyelerine nezaret idegeldikleri derkârdır… ”209 Müttefik devletler, Londra Muahedesi kararlarına uymazsanız asker sevkederiz ve bizimle yapacağınız savaşı kazanamazsınız, Bu durum ancak ülkenizin değişik yerlerinin işgaline neden olur, Şimdiye kadar karşınızda sadece Osmanlı Devleti vardı ama artık bütün Avrupa devletleri vardır, Avrupa devletleri daha önce aralarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle bir araya gelemiyorlardı fakat bu meselede Fransa hariç diğerleri müttefikdir, Bu nedenle atacağınız adımlara daha fazla dikkat etmelisiniz, Böyle bir yenilgi ve bunun sonucunda gelecek perişanlıkta kazanacağınız hiçbir şan ve şöhret yoktur. Avrupa’ya rağmen bir devlet kursanız bile bunu büyük güçlerin kılıcı tepenizde iken nasıl sürdüreceksiniz? İbrahim Paşa Anadolu’ya girebilir ama oradan tekrar çıkması çok zor olur, Biz bütün gücümüzle Osmanlı Devleti’nin arkasındayız diyerek Mehmed Ali Paşa’yı girişeceği işin sonuçları konusunda ciddi biçimde uyardılar. “… Ve faraza bunu istihsal idebilse bile bu hal Düvel-i Erbaa’nın seyfi daima başı üzerinde olarak ticareti külliyen ibtal olunmuş ve muhaberat-ı kesilmiş olacağından… Ve İbrahim Paşa’nın ilerleyib ilerlememesi malun olmağla ilerlediği halde bir dahi avdeti mümkin olamayacağı...”210 Mehmed Ali Paşa Londra Antlaşması şartlarını konuşmak üzere gelen konsoloslarla görüşmek istemedi ve sorularını yazılı olarak vermelerini istedi. Rıfat 209 210
Defter2, s. 55- a, b, 56- a. Defter2, s. 56- a, b.
140
Paşa, Mehmed Ali Paşa’nın Fransa Başbakanı’nı rüşvetle ikna ettiğini ve kendi tarafına çektiğini belirtmektedir. Mehmed Ali Paşa’nın bütün isteksizliğine rağmen Londra Muahedesi kararlarını kendisine tebliğ etmek için uğraşılıyordu. Rıfat Paşa, Mehmed Ali Paşa’ya Akka muhafızlığının kaydı hayat Mısır valiliğinin ise veraseten verileceğini belirtirken, Mehmed Ali Paşa ise gayesinin ülkesini genişletmek değil, İslam milletinin huzuru ve yabancı devletlerin tasallutundan korunması olduğunu söylüyordu. II. Mahmud tarafından kendisine verilen sözlerin tutulmasını isteyerek, II. Mahmud tarafından kendisine verileceği söylenen yerlerden vazgeçilmesini kabul etmeyeceğini belirtiyordu. Burada ağır bir deyim kullanarak Osmanlı idarecilerini gaddarlıkla itham ediyordu. Rıfat Paşa ise bu söylediklerinin sözden ileriye gitmediğini, Hüsrev Paşa ile çekişmesi ve şahsi hırsları yüzünden devleti çok zor duruma düşürdüğünü ve yabancı devletlere muhtaç bıraktığını belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa tekrar Mısır’ın ailesine yeteceğini, arazi talebi olmadığını ve devletine ve padişahına muti olduğunu söyleyerek, II. Mahmud döneminde verilen sözlerden dönülürse kanının son damlasına kadar savaşacağını ifade ediyordu. Çünki, sözlerden dönülmesini “kendisini düğün evinde kestane kabuğu suretine koymak” olarak görüyor ve hakaret olarak kabul ediyordu. Bu durumu kendisiyle sık sık görüşen Rıfat Paşa merkeze gönderdiği yazısında şöyle anlatmaktadır: “… Bahusus Fransa Başvekili Mösyö Tiers ile Paşa’nın münasebeti mahsusi olarak kendisiyle muhaberat-ı hafiyesi oldığından başka bir defa 1000 ve diğer defa 2000 kise akçe Paşa, Tiers’e göndermiş ve o dahi kabul itmiş idiğinden… Kaldı ki, merhum efendimizin vaktinde Mısır ve Sayda eyaleti ta Trablusa kadar ber-vech-i veraset virilmiş ve Şam eyaleti hakkında dahi sonradan bir hüsn-i suret bulur deyu söylemişken şimdi bu vechile muamele olunması insafsızlık ve nefsaniyet olarak…”211 Bütün müttefik konsoloslar beraberce veya ayrı olarak Londra Antlaşmasını kabul etmesi konusunda ikna etmek üzere sık sık Mehmed Ali Paşa’nın ziyaretine gidiyorlar ve antlaşmayı kabul etmezse başına gelecekler konusunda uyarıyorlardı. Mehmed Ali Paşa Türk milletinden olması cihetiyle kaderina razı olduğunu belirtip, Lübnan sahillerinde ele geçirilen 3 gemisinin hemen iade edilmesini yoksa sonuçlarının çok kötü olacağını söyledi. Bunun üzerine Rus konsolos bunları söylemenin kolay fakat yapmanın zor olduğunu belirterek oradan ayrıldı. Mehmed Ali Paşa’nın barış yoluyla ele geçirdiği topraklardan kesinlikle çekilmeyi düşünmediğini açıkça ifade ettiğini 211
Defter3, s. 133- a, 146- b, 147- a.
141
görüyoruz. Bu durumda müttefik kuvvetler için zor kullanmaktan başka çare kalmıyordu. İskenderiye’de bulunan Rus konsolosu bu durumu kendi elçiliğine yazdığı yazıda şöyle dile getirmektedir: “… Ve tesviye-i maslahat ne tarik ile mümkin olacağını irâe ider iseniz pek asûde memnun oluruz ve mamafih bizler vazife-i zimmet-i himmetimizi ifa eyledik ve mektub tarafınıza bila vasıta gönderilmiş olmağla meeli sizden gayrısının malumı değildir denildikde... Ben usulumü tuttum ve kendümi ısrar ile muhafazaya mübaderet edeceğin ve 8 seneden berü kazandığım şeyler ancak avn-i inayet-i bârî ile kesb olunmasıyla onları yine elimden alacak cenabı Hakdır… ”212 13 Ağustos 1840 tarihinde akşam saat 8 sularında İngiltere ve Avusturya konsolosları Mehmed Ali Paşa’yı antlaşmayı kabule ikna için yanına gittiler. İngiltere konsolosu, Mehmed Ali Paşa’dan durumun vehametini iyi değerlendirmesini şayet antlaşmayı kabul etmezse başta İngiltere olmak üzere müttefik devletlerin zor kullanmakta kararlı olduklarını belirtti. Mehmed Ali Paşa, daha önce başta Rıfat Paşa olmak üzere diğer devlet temsilcilerine verdiği red cevabında kararlı olduğunu artık rahatsız edilmek istemediğiniifade etti. Avusturya konsolosu, doğu ülkelerinin savaştan bıktığını ve harab olduğunu bu meselenin savaşsız olarak halledimesini istediklerini söyledi. Ayrıca Londra Antlaşması’nda Mısır’ın veraseten sana ve ailene bırakılmasını reddetmen senin ve ailenin mahvına sebep olacaktır diye uyardı. Mehmed Ali Paşa, savaş istemediğini ama savaşla kazandığı yerleri korkuyla iade etmeyeceğini vurguladı. Şayet savaş olursa kendi hayatını korumalarını istedi. Buna ilaveten savaş çıkarsa güvenliğinizi garanti edemem Mısır’ı terkedin deyince, konsoloslar bunu kesinlikle reddettiler. Burada Osmanlı Devleti’nin garantisi altında olduklarını ve devletleri istemedikçe gitmeyeceklerini ifade ettiler. Mehmed Ali Paşa karşısındakilere güvenmiyor ve hamisi Fransa’nın kendisine yardım edeceğini düşünerek antlaşmayı kabul etmeye yanaşmıyordu. İngiltere ve Avusturya konsolosları asla Mısır’ın kötülüğünü istemediklerini belirterek, Londra Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti’nin birliğini koruyarak Avrupa dengelerinin devamını sağlamak istediklerini söylediler. Ertesi gün kesin cevabını almak üzere tekrar geleceklerini belirtip ayrıldılar. Bununla ilgili müzekkerede kısaca şunlar ifade edilmektedir: “… Avusturya konsolosu: ”Memalik-i Şarkıyyenin muharebeden vikayesi lâzımeden olduğundan” bahs eyledikde, Vali-i muma ileyh kendisinin bu babda tasavvuru olmayub ve asla muharebe ibkası 212
Defter2, s. 57- a, b, 58- a.
142
niyetinde olmadığını… Kuvve-i seyfiye ile kazanmış olduğu şeyler bu makule ifadât ile redd ü iade edecek derecede ihafaya gelemeyeceğini… ”213 Prusya konsolosu diğer konsoloslardan sonra aynı gün son bir defa Mehmed Ali Paşa’yı ikna için gitti. Mehmed Ali Paşa diğerlerine verdiği cevabın aynen kendisi için de geçerli olduğunu belirtti. Mehmed Ali Paşa onları düşman olarak gördüğünü söyleyince Prusya konsolosu: ”Biz size 800 saat mesafedeyiz niçin düşmanlık edelim? Hak ve adaletin sağlanarak bölgenin ve Avrupa’nın güven içinde olmasını istediğimizden meseleye müdahale ediyoruz” dedi. Mehmed Ali Paşa ise fikrinde yine ısrar ederek, derhal Mısır’ı terk etmelerini, onların Mısır’daki varlığının kendisine şüphe ve güvensizlik telkin ettiğini ifade etti. Avrupa devleti temsilcilerinin kendisini kandırmaya çalıştıklarını söyleyerek, onlara kesinlikle güvenmediğini vurguladı. Prusya’nın İskenderiye konsolosu Mehmed Ali Paşa ile yaptıkları konuşmayı yazısında şöyle anlatmaktadır: “… Evvele Prusya Devleti 800 saat mesafede bulunduğundan Devlet-i muşarun-ileyhanın size hiçbir vechile adavet-i deruniyesi olamaz. Ve kendüsinin bu vechile uzaklığı işbu meselede bi-garzane hareket etmekde olduğunu yakinen isbat ider. …Ve bir düşman devlet memurunun hengâm-ı muharebede memleketten müfarakat itmemesi görülmüş müdür… ?”214 14 Ağustos 1840 günü saat 9 sularında Rıfat Paşa ve diğer müttefik devletler konsolosları tekrar 10 günlük sürenin bittiğini belirtmek ve kesin cevabını almak üzere Mehmed Ali Paşa’nın huzuruna çıktılar. Mehmed Ali Paşa, 10 gün sonra veya hiçbir zaman Londra Antlaşması’nı kabul etmeyeceğini tekrarladı. Müttefik temsilciler artık tartışmanın zamanının geçtiğini, antlaşmayı ya kabul etmesini ya da sonuçlarına katlanacağını
söylediler.
Osmanlı
temsilcisi,
dökülecek
Müslüman
kanının
müsebbibinin kendisini olacağını söyleyince, Mehmed Ali Paşa “ben hesabı Allah’a veririm” diyerek son cevabının olumsuz olduğunu belirtti. Bunun üzerine Rıfat Paşa bu cevabı resmen yazılı olarak vermesini isitedi. Mehmed Ali Paşa, yazılı cevabın ayrılacağı zaman verileceğini ifade etti. Bu durum görüşmeyle ilgili belgede şöyle zikredilmektedir: “…Rıfat Beyefendi hazretleri hâmil oldığı mektub-ı samiye’yi tahriren
213 214
Defter2, s. 58- a, b, 59- a. Defter2, s. 59- a, b.
143
cevab olunacak mı? deyu sual eyledikde “mufarakatı günü teslim ve ita olunacağını“ ifade itmekle meclis hitam bularak veda ile avdet olunmuşdur.”215 18 Recep 256 (15 Eylül 1840) tarihinde İstanbul’da yapılan toplantıda, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması kararlarını kabul etmemesi üzerine alınacak tedbirler Mustafa Reşid Paşa’nın müttefik devlet elçileri ile yaptığı görüşmede değerlendirildi. Londra Antlaşması’nı reddettiği için, Mehmed Ali Paşa’nın görevden alınması ama şimdilik yerine atama yapılmayarak vekâleten görevlendirme yapılmasının daha uygun olacağı kararlaştırıldı. Bölgedeki bazı valilerin değiştirilmesi daha uygun olacaktır denildi. Bunda bazı valilerin işgal sırasında ihanete varan davranışları etkili oldu. Girid Valiliği’ne Mustafa Paşa getirilirken, donanmanın abluka için hazır tutulması istendi. Şerif ikna edilerek Hicaz bölgesi Valiliği Bağdat Valisi Ali Rıza Paşa’ya verildi. İskenderiye’de bulunan konsoloslar Mehmed Ali’ye ablukanın başlayacağını belirterek orayı terk etmesinin uygun olacağını söylediler. Bütün görevlendirmelerin Arapça ve Rumca’ya da çevrilerek önemli yerlere gönderilmesinin ve halka duyurulmasının yararlı olacağı
ifade
edildi.
ödüllendirilmelidir,
Dürzîler
Arabistandaki
itaatlerini aşiret
bildirip ve
bizi
kabileler
destekledikleri Mısır
için
aleyhinde
ayaklandırılmalıdır, Mısır liman ve kanallarının hemen abluka altına alınması yolunda bölgedeki İngiliz ve Avusturya donanması komutanlarına yazılar gönderilmesi uygun olur görüşü dile getirildi. “Malum-ı âli buyrıldığı üzere Hariciye Nâzırı devletlü Reşid Paşa hazretlerinin geçen Cuma günü Düvel-i Erbaa-ı Müttefika elçileriyle vuku bulan müzakerâtı… Kendüsinin Mısır Valiliği’nden azliyle şimdilik yerine âhar vali nasb olunmayarak Mısır’ın idare-i muvakketesi akdemce taraf-ı eşref-i şahâneden Akka Valisi nasb ve tayin buyrulmuş olan devletlü İzzet Mehmed Paşa hazretlerine ihale birle, Mısır limanlarının ablukasına bundan bir mah sonra mübaşeret olunacağı ve işbu abluka maddesinin nam-ı şahâneye mahsusan icrası lazım gelecek olmasına… ”216 Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine, onun Mısır Valiliği’nden alındığı ve bununla ilgili konularda uzun bir ilanname yayınlandı. Bu ilannamede Mısır meselesi bütün boyutları ile ele alınıp niçin böyle bir ilanname yayınlanmasına ihtiyaç duyulduğu ifade edilmiştir. Mehmed Ali Paşa’nın, Londra Antlaşması kararlarını süresi içinde kabul etmediği için Mısır Valiliği’nden alındığı açık 215 216
Defter2, s. 59- b, 60- a. Defter2, s. 60- a, b.
144
biçimde dile getirilerek açıkça kendisi ve ailesi hakkında vaat edilen bütün imtiyazları kaybettiği belirtilmiştir. Mısır Valiliği’ne Akka Valisi ve eski Sadrazamlardan İzzet Mehmed Paşa’nın vekâleten atandığı ifade edilmiştir. Mehmed Ali Paşa artık kendine karşı yapılacak bütün zorlayıcı tedbirleri hak etmiş ve bunların başlangıcı olarak Mısır liman ve iskeleleri Osmanlı-müttefik donanması tarafından hemen abluka altına alınacaktır denilmiştir. Mehmed Ali Paşa’nın bu kararı ile dökülecek Müslüman kanından dünyada ve ahrette o sorumlu olacaktır. İkinci 10 günlük sürede Mısır’ın kendisine veraseten bırakılması şartıyla antlaşmayı kabul ettiğini belirtmişse de buna karşılık hemen donanmayı iade ve Mısır dışındaki yerleri iadesi gerektiği belirtilince “Bunlar sonraya kalacak işlerdir” diyerek tabiri caizse ipe un serme yoluna gitmiş ve kabulünü ertelemiştir. Meselenin bu kadar uzamasının asıl nedeni Mehmed Ali Paşa’nın Suriye ve Lübnan’ı boşaltması tartışmasıdır. Mehmed Ali Paşa buraların kendisine yakın olduğu için yönetimine bırakılmasını, böylece buraları da Mısır gibi modernleştirip kalkındıracağını ifade etti. Oysa Mısır’ı nasıl sömürüp insanları sersefil bıraktığını ve bu geliri savaşa harcadığını birçok kaynak ifade etmektedir. Mehmed Ali Paşa’nın asıl amacı bazı tavizler verir gibi görünerek müttefik hücumunu savuşdurup sonra da Osmanlı Devleti ile tekrar başbaşa kalmaktır. Şayet onun bu tuzağına düşülerek Londra kararlarını tam olarak kabul etmeden barış imzalanırsa bir daha böyle bir şeye kalkışması durumunda tekrar bu büyük ittifakı sağlamak son derece zor olacaktır. “… Mehmed Ali Paşa’nın müddet-i evveli teklifine cevabı pek kati surette ise de, müddeti saniye cevabı renkden renge konulmuş olmağla bu dahi cümlenin malumu olmak içün bir mahalde ityan olunmuş olub şöyle ki; müddet-i saniyenin ibtidaki meclisinde ben Mısır’ın tevarüsünü kabul ittim ve Beriyyetüşşam’ı dahi taraf-ı şahâne’den rica… ”217 Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine Mısır Valiliği’nden alınması ve kendisine karşı bütün zorlayıcı yöntemlerin kullanılması kararlaştırıldı. Bunun yöntemi üzerine İstanbul’daki İngiliz elçisi Ponsonbi ile görüşmeler yapıldı. Mısır liman ve iskelelerinin abluka altına alınması için Osmanlı donanmasına yardım etmek üzere Akdeniz’de bulunan İngiliz ve Avusturya donanması komutanlarına resmi bir yazı yazılması kararlaştırıldı. Yazılan ve Akdeniz’deki müttefik
217
Defter2, s. 61- a, b, 62- a, b.
145
donanması komutanlarına gönderilen bu resmi yazı şöyledir: “… Kâffe-i Mısır ve Beriyyetüşşam liman ve iskelelerinin kemal-ı şiddet ile abluka olunması karargir olmuş olmağla muahede-i mezkure mucibince zat-ı sefiraneleri İngiltere Elçisi cenablarıyla bi’l-müzakere zikrolunan abluka usulünün icrasına memur olan Süfün-i hümayunu itayı ianet-i müessese itmekliği Bahr-i Sefid’de olan İngiltere ve Avusturya amirallerinin memur olunmaları hususuna himmet eylemeleri.”218 Mehmed Ali Paşa’nın yerine Mısır Valiliği’ne getirilen İzzet Mehmed Paşa, bununla ilgili ayrıntılı bir talimatın düzenlenerek Arapça tercümesiyle beraber Sakız açıklarındaki Osmanlı Donanması ile Kıbrıs ve Beyrut açıklarında bulunan İngiliz ve Avusturya donanma komutanlarına ulaştırılmasının faydalı olacağını belirtti. Kendisinin hızla görev alanına gitmesi ve bu talimatın hızla ilgili yerlere ulaştırılması için bir gemi kiralanmasının faydalı olacağını belirtti. Herhalde bu dönemde çağa uygun hızlı ve modern gemiler Osmanlı Devletinde mevcut olmadığı için, kiralama yöntemi tavsiye ediliyor olsa gerek. Yoksa eski Sadrazam ve yeni Mısır Valisi olan bir kişiyi kiralık gemi ile görev yerine göndermek pek anlaşılabilecek bir yol değildir. Bununla ilgili talep yazısında İzzet Mehmed Paşa şunları istiyordu: “ Memurîn-i Cedîde-i bendegâneme
dâir
gönderilecek
olan
talimat-ı
mufassala
ve
evrak-ı
sâire
kapukethüdalık hizmeti rikabında bulunan saadetlü Nuri Bey bendelerine teslim olunarak rukûb-ı çâkerânem içün isticar olunan vapur sefinesine irkaben bu tarafa izam buyrulmuş… Mahallerine Li-ecl-i isal Sefine-i mezkûre ile Beyrut canibinde olan İngiltere Sefayini kumandanına gönderilmesine ve Arabi’l-ibare ilanname-i nusha-i metbua ve mersumelerinin dahî Beriyyetüşşam taraflarına neşr ve idaresine itina…”219 Fransa, Londra Antlaşması ile Mısır’a verilen sürenin henüz dolmadığını iddia ederek ablukanın hemen başlamasına karşı çıktı. Osmanlı Devleti ise Mısır‘ın abluka altına
alınmasının
yabancı
bir
yerin
abluka
altına
alınması
olarak
değerlendirilemeyeceğini, oranın kendi devletine isyan etmiş bir bölge olduğunu belirterek bunu reddetti. 1840 yılı Şaban ayı (Ekim) ortalarının, gemilerin toplanması da düşünüldüğü zaman abluka için uygun olduğu belirtildi. Kıyıların abluka altına alınması olayı bir devletin başka devlete uyguladığı bir düzenleme değil, Osmanlı’nın kendine karşı ayaklanan bir Valisi’ni yola getirmek için müttefikleri ile beraber yaptığı bir iç 218 219
Defter2, s. 63- a. Defter2, s. 65- b.
146
güvenlik harekâtıdır. Bu nedenle devletlerarası hukukta böyle değerlendirilmelidir. Bundan dolayı abluka ile ilgili İstanbul hükümeti tarafından bir tezkire yazılarak ilgili bütün taraflara gönderilmesi bunun ifadesi açısından çok faydalı bir uygulama olacaktır. Fransa’nın müttefik güçlerin yapacağı bir harekâtı engellemek için her yolu denemesi nedeniyle, meselenin uluslararası hukuka uygun olmasına son derece dikkat edilmeye çalışılıyordu. “… Makam-ı vâlay-ı Nezaret-i Hariciyyeden sefaretlere olunan tebligatta bu abluka olunacak Limanlar bir devleti müstakille ve ecnebiyyenin zir-i hükmünde olmayarak Devlet-i Aliyye kendü Limanlarını bir isyanda bulunması cihetiyle yine kendisi müttefikleriyle birlikde abluka ideceğinden, Faraza iki devlet-i muharibenin birbirleri hakkında icra idecekleri usul-i ablukaya tamamı tamamına tatbik olunmak iktiza itmeyeceği… ”220 Mısır’ın ablukası kararı kendisine ulaşınca İstanbul’daki Fransız Elçisi bu ablukanın usullere uygun olması ve yabıncı tüccarların ticari çıkarlarına zarar vermemesi gerektiğini ve Fransız ticari çıkarları için doğacak zarardan Osmanlı Devleti’nin sorumlu tutulacağını belirten bir yazıyı Hariciye Nezaretine verdi. Fransa’nın bölgedeki ticarî çıkarlarına zarar verebilecek bir uygulamanın sorumluluğu ile Osmanlı Devleti açakça tehdit ediliyordu. “…Usul-î mezkûrenin Ticaret-i Ecnebiyye hakkında icra ve tesiratını tayin idecek olan faide-i hukuk-ı bahriyyeyi işara ibtidar idemiyeceğine teessüfle beraber usûl-i mezkûreyi devleti tarafına ifade ve ihbara müsaraat idecekdir. Bir abluka maddesinin kaidece vucud-ı meşru olması ve Düvel-i Ecnebiyye teba ve ticareti hakkında meriyyü’l icra bulunması ancak hukuk-ı milel ve kaide-i düvel mucibince tayin olunan… ”221 18 Recep 1840 (15 Eylül) tarihinde İstanbul’daki müttefik devlet elçilerine ablukanın ne zaman başlayıp nasıl uygulanacağına dair bir resmi yazı veriliyor. Bu yazıda ablukanın 18 Şaban 1840 (15 Ekim) tarihinden itibaren 1 ay içerisinde başlayacağı ifade ediliyor. Bu ablukanın bütün Mısır, Suriye ve Lübnan kıyılarına uygulanacağı belirtiliyor. Bununla ilgili müttefik elçiliklere verilen kısa yazıda şöyle deniliyordu: “Düvel-i mütehabbe Süferasına ita olunan takrir-i resmiyede zikr-i beyan olunduğu vechile Mısır ve Berruşşam limanları ve iskelelerinin ablukası hususunun layıkı vechile tayin eylemek ve hiçbir gûne münazaa ve muaraza vuku bulmamak üzere 220 221
Defter2, s. 67- a. Defter2, s. 67- a, b.
147
hangi günden bed’e ideceği anlaşılmak murad olunduğu Devlet-i Aliyye’nin malum-ı âlisi olmağla işbu abluka usûlünün icrasına tagarrüb iden mah-ı Şaban’ın 18. gününden yani Salifüz-zikr tekarîr-i resmiyye tarihinden itibaren bir mah mururunda bed’e olunacağı bu mahalde ilan ve işar olunur.”222 Osmanlı Devleti abluka konusuna büyük önem veriyordu. Bunun için ayrıntılı bir görevlendirme ve tahsisat listesi hazırlandı. Bu listeyi kısaca şöyle özetleyebiliriz: — Kiralanacak gemilerle abluka bölgesine 5000 adam gönderilmesi, — Serasker İzzet Paşa’nın istediği eşyanın hemen temin edilerek bölgeye ulaştırılması, — Gerekli miktarda silah ve mühimmatın temin edilerek bölgeye ulaştırılması, — Suriye ve Lübnan’da Osmanlı Devleti hizmetinde çalışacak yabancı subayların intibakının yapılması, — Uygun yerlerden gıda ve zahire temin edilerek orduya ulaştırılması, — İstanbul’da bulunan Arnavud İbrahim Mahbub’a 10000 kuruş hercırah verilerek Orduy-ı Hümayun tarafına gönderilmesi, — Görevlilerin ücretlerinin ödenmesinde hiçbir gecikmeye mahal verilmemesi, — 10000 kantar peksimed Ticaret nezareti tarafından hazırlatılarak bölgeye ulaştırılması, — Gerekli top ve mühimmatın savaş gemileri ile götürülmesi uygun olmayacağından hemen 5- 10 gemi kiralanarak bölgeye ulaştırılması, — Gıda ve zahire temini için bölgeye yakın olan Antalya vb. yerlere resmi yazılar gönderilmesi, — Bütün bu ihtiyaçların temini için bir müzekkere hazırlanarak bu konuda irade-i seniyye çıkarılması sağlanmalıdır 4 Şaban 1840 (1 Ekim 1840) tarihinde hazırlanan ve takip eden günlerde yapılacak işlemleri ayrıntılı olarak açıklayan bu müzekkere şöyledir: “
222
Defter2, s. 67- b.
148
— Deavi Nezareti muavin-i evveli Selami Efendi Orduy-ı Hümayun müsteşarlığı ünvanıyla Orduy-ı Hümayuna gönderilüb 7500 kuruş maaşının 2500’ü Hacı Keşşaf Efendiye virilerek vekâletine memur kılınması. — İsticar olunan 4 kıta vapur Sefinesiyle 5000 adam gönderilmesi. — İzzet Paşa hazretlerinin matlubı olan eşya dahi derhal tedarik olunub irsal olunması… ”223 Serasker ve yeni Mısır Valisi İzzet Mehmed Paşa gönderdiği yardımcısı Nuri Efendi ile ek taleplerde bulundu ve bu yazıya 9 Şaban 1840 (6 Ekim 1840) tarihinde cevap yazıldı. Ne hazindir ki, bu ihtiyaçlar devletin kendi imkânları ile temin edilmekten uzaktır. Yeterli miktarda para ve malzemenin gönderilmesinin mümkün olmadığı açıkça belirtiliyordu. Bu taleplere verilen cevabı içeren yazı şöyledir: “İzzet Paşa hazretleri tarafından bu defa kapukethüdası Nuri Bey’in avdetiyle vurud iden tahrirat meeli bihamdillahi Teâlâ vuku bulan asar-ı nusrete dair olmağla manzur-ı âli buyrılmak üzere takdim kılındı. Savb-ı işarata göre asker ve akçe ve tüfenk ve sair bazı eşya irsali elzem ve ehem olmağla ol babda beyne’l- havas müzakere olunan mevaddın kararı ber-vech-i âti beyan olunur. Maiyet-i muşarun- ileyh içün mukaddemce tertib olunan 5000 nefer asakirin tedarik olunabileceği vapur sefineleri ve isticar olunan tüccar sefayini ile hemen sürat-i irsallerine ibtidar olunması Ol mikdar asker rütbe-i kifayede olamayacağından ve Dersaadet’te şimdiki halde başka asker bulunmadığından berr ü nihadan avdet idüb Samsun’da bulunan asakir-i nizamiyenin sürat-i celbi vesailinin istihsaliyle bir 5000 asakirin dahi tertib ve irsali hususuna say ve ikdam olunması Asakir-i Hassa-ı Şahâne’den dahi 5000 mikdarı cünüd-i muntazamanın tahliye ve irsali suretine dahi gayret ve ikdam olunması. İngiltere ve Nemçe Devletleri tarafından dahi imkân-ı mertebe asakirin irsali sureti makam-ı Nezaret-i Hariciye’den, Düvel-i muşarun- ileyhima elçilerine ifade olunması
223
Defter2, s. 67- b, 68- a.
149
Rodos’da bir tabur asakir-i muvazzafa bulundığından onun dahi muşarun ileyh İzzet Paşa maiyetine memur ve irsal ittirilmesi. Hazinede nakid mevcud bulunmadığından ve kaime tebdiline dahi kafi taraflarda nakid olmadığından çaresi lede’l- mütalaa Hüsrev Paşa’nın yanında kise oldığını Meclis-i Muhasebe reisi Hacı Edhem Efendi rivayet eylediğini, Maliye Nazırı Paşa hazretleri ifade itmiş olduklarından ve ashab-ı duyun dahi tacizden hali olmadığından mebaliğ-i mevcude ashab-ı duyun’a virilmek şartıyla celb olunarak Orduyu Hümayun’a gönderilmesi ve ashab-ı duyun’a dahi hazineden kaime virilerek suret-i ibralarına dair senedatı kendü tarafına irsal kılınması. Muşarun ileyh İzzet Paşa hazretlerinin isar eylediği tüfenkler ve sair eşya tertib ve mübayaa birle serian temin olunması.”224 Mehmed Ali Paşa, Valilikten alınması ve kıyılarının abluka altına alınması kararına sert tepki gösterdi. Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanması, denize düşen yılana sarılır misali, Osmanlı Devleti’nin tarihi düşmanı Rusya’dan yardım istemesine neden olmuştu. Netayic ül Vukuat’ta belirtildiğine göre, Mehmed Ali Paşa diğer Osmanlı valilerine mektuplar göndererek Osmanlı Devleti’ni Rus tacizinden korumak ve yanlış işler yapan II. Mahmud’u tahttan indirmek için beraber çalışmaları gerektiğini söylemişti. Bu durum Osmanlı Devleti ve Rusları ortak bir düşman noktasında ittifaka götürmüştür. Ruslar’ın işe müdahale etmesi Fransa’yı rahatsız etmiş ve Mısır’dan antlaşmayı kabul etmesini istemiştir. Fransa’nın baştan beri meselenin halline uğraştığı ama Londra kararları dışında bırakıldığı için bunun namusuna dokunması nedeniyle biraz sessiz kalmaya karar verdiği belirtilmektedir. Fransa durumun nezaketi nedeniyle Mehmed Ali Paşa’dan Mısır’ın veraseten kendisine bırakılması şartıyla, diğer yerleri terk ederek donanmayı iade edip Padişaha itaatini bildirmesini istiyordu. Fransa’nın bu tutumu Mehmed Ali Paşa‘nın bütün direncini kırarak antlaşmayı kabul noktasına götürdü. Mevcut durum zaten onun Suriye’de hak iddia etmesine müsait değildi. “… Fransa Devleti bilahare harekete icbar itmekden ve kayd-ı hayat şartıyla olan bir müsaade-i muvakketeyi diriğ ile maslahatı ta Rusya’luyu Memalik-i Devlet-i Aliyye’ye ayak basdıracak merkeze getirmekden ise hazır Mehmed Ali Paşa ber-muceb-i muahede Mısır tevarüsünü kabul itmiş ve Beriyyetüşşam eyalâtı içün dahi fütüvvet-i seniyye-i
224
Defter2, s. 68- b, 69- a.
150
hazreti şahâne’ye müracaat eylemiş oldığından şu maslahat ber-vech-i suhulet bitirilse pek hayırlı olur...”225 Osmanlı Devleti, Paris elçisi olan Nuri Efendi vasıtasıyla Fransa Hariciye Nazırı Tiers’e bir mektub gönderdi. Bu mektupta, Fransa ile Osmanlı Devleti dost olmasına rağmen isyancı bir Vali’nin desteklenmesi protesto ediliyordu. Osmanlı Devleti’nin dostu bir devletin, yeni Padişahımız’ın afvına mucib olmasına rağmen ittatsizliğinde ısrar eden bir Valisi’ne destek olarak ülkeye zarar vermesi Padişahımızı son derece üzmüştür deniliyordu. Mehmed Ali Paşa, sadece Mısır’ın kendi ailesine veraseten bırakılmasını istemekle kalmıyor aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yarısına tekabül eden bir alanı isteyerek, Padişahımız’ın mukaddes hukukuna son vermek istiyordu. Londra kararları müttefik devletler tarafından Osmanlı topraklarını koruma altına alırken, Fransa’nın bunun dışında kalması bizi son derece üzmüş ve kırmıştır deniliyordu. Bu mektupta tarihî Osmanlı-Fransa dostluğunun zarar görmesinin Osmanlı Devleti kadar Fransa’nın da aleyhine olacağı belirtiliyordu. “Devlet-i Aliyye’nin dost-ı kadimi olan bir devletin Memalik-i Mahruse-i Osmaniyye’nin teebbüd-i hüsn-i hali kazıyyesine mebni olan bir ittifak ve ittihad-ı halisâneye bigâne durulması kemal-i mertebe teessür-i Şahâneye mucib olmuş, Saltanat-ı Seniyye, Fransa devlet-i fehimesi ittifakı hakkında olan rağbet ve iltizam-ı âlisi ve istidadât-ı dostanesi tesiratı hususunda olan itimad ve emniyet-i seniyyesini isbat idebilür… ”226 Osmanlı Devleti Londra muahedesi ile kendi tebaası için menfaatler istemezken Düvel-i Muazzama’nın da böyle bir niyeti olmadığına inanmaktadır. Bizzat onların temsilcileri de bu yönde garantiler vermişler ama daha sonra göreceğimiz gibi uygulamalar böyle olmamıştır. Müttefik devletlerin çoğu, Osmanlı Devleti’nde yaşayan dini azınlıkları daima korumuşlar ve onları ayrıcalıklı bir konuma getirmek için azami gayret göstermişlerdir. Asırlardır Osmanlı sınırları içinde beraberce yaşayan dini guruplar bu faaliyetler sonucunda, Osmanlı Devleti’ni yıkıma götürecek faaliyetler içine girmekten maalesef çekinmemişlerdir. Müttefik devletler Londra Antlaşması’nı düzenlerken, tek kaygılarının Osmanlı Devleti’nin huzur, dirlik ve düzenliği olduğunu belirtmişler ama sonuç böyle olmamıştır. Düvel-i Muazzama’nın desteği ile Mısır meselesi çözülmüşse de Osmanlı Devleti’ni yıkıma kadar götürecek milletler meselesi 225 226
Defter2, s. 73- b, 74- a. Defter2, s. 75- a, b.
151
ortaya çıkmıştır. “… Muahede-i ittifakiye ile Düvel-i Müttefika içün karagîr olan taahhüdât ve mecburiyyatın icrası babında ol Muşarun ileyhimanın ne hiçbir gûne teksir-i arazi ve nufuz-ı muhâsara ve ne kendü tebaaları içün milel-i sairenin nail olamayacakları menafi-i ticareti istihsal daiyesinde olmayacaklarını resmen ve sarahaten ilan u beyana mübaderet ve işbu ilanı bu mazbataya sebt ve tahrire mübaşeret iderler… ”227 Londra Antlaşması ile Lübnan ve Suriye kıyılarında bulunan bütün Osmanlı gemileri İngiliz komutası altına verilmiştir. Bu durum Osmanlı yönetiminin Mısır meselesinin çözümünde kendisini ve kuvvetlerini Avrupalılara teslim ettiğini göstermektedir. Düvel-i Muazzama ve özellikle İngiltere müstemlekelerindeki Müslüman halkın hilafete yapılanlara karşı tepkisini engellemek için böyle bir yola başvurmuştur. Ayrıca aşağıda Palmerston’un belirteceği gibi, bu olay Osmanlı Devleti’nin, İngiltere’nin kendini kurtarmak için uğraştığına güveninin bir göstergesidir. Palmerston, Londra Antlaşması ile kendileri için bir menfaat sağlamaya çalışmadığını sadece Ortadoğu’da barışı tesis etmek için uğraştığını söylese de bir başka önemli amacının Hindistan ve diğer sömürge yollarını güven altına almak olduğu bilinmektedir. “Malum-ı sâmileri buyrulduğu üzere Beriyyetüşşam tarafına sevk olunan Süfün-i hümayun-ı şahâne emr-i kumandasının İngilterelü Kumandan Walker’e ihalesi keyfiyeti İngiltere Devleti nezdinde bais-i mahzûziyyet olmuş... ”228 İngiltere Hariciye Nâzırı Palmerston, bir İngiliz Amiral’in müttefik donanmanın başına getirilmesini Osmanlı Devleti’nin kendilerine karşı derin güvenine bağlıyor ve bundan çok hoşnud olduklarını söylüyordu. Ayrıca müttefik donanmanın başına Amiral Walker’ın geçirilmesinin onun buna ehil olması ve İngiltere’ye olan güveni göstermesi bakımından takdire şayan olduğunu belirten bir teşekkür yazısını Osmanlı Hariciye Nezaretine de gönderdi. Bu yazısında Palmerston şunları ifade ediyordu: “Bu hususdan dolayı İngiltere Devleti’nin zuhura gelen mahzuziyyet-i azimesini canib-i Saltanat-ı Seniyye’ye ifade ve işara himmet ve çünki evvela kaptan muma ileyhin istihdamı faideden hâli olmayacağı memul ve muhakkak bulunmuş ve Saniyen İngiltere Devleti’nin Devlet-i Aliyye’ye kema yenbaği muavenet itası emel-i halisânesinde bulunduğunun nezd-i şahânede takdir buyrulduğuna bir delil-i kâfi olması cihetleriyle 227 228
Defter2, s. 79- b. Defter2, s. 81- b, 82- a.
152
husus-ı mezbur Devlet-i Muşarun ileyha’nın bais-i mahzuziyyet-i kesiresi olmuş idüğini tekrara mubaderet eylemeleri…”229 Londra Antlaşması’ndan sonra Düvel-i Muazzama, Osmanlı Devleti’nin neredeyse her işine karışmıştır. Hatta işi eyaletlerdeki valilerin değiştirilmesini istemeye kadar götürmüştür. Geniş istihbarat ağı ile devletin neredeyse bütün şehirlerinde bilgi toplamış ve bunun ışığında bazı girişimlerde bulunmuştur. Aşağıda kaydedeceğimiz belgelerde Ponsonbi, Osmanlı Devleti tarafından Mısır’a Vali atanan İzzet Mehmed Paşa hakkında bazı şikâyetlerde bulunuyordu. İzzet Mehmed Paşa’nın, Mehmed Ali Paşa etkisiyle onun istediği kişileri idam ettirdiğini söylüyor, Onun yaptığı işlerin Tanzimat ilkelerine uygun olmadığı belirterek görevden alınmasını istiyordu. Ayrıca Lübnan’da malzeme taşıyan katırcıların ücretini İngilizler vermesine rağmen bu insanlara baskı yapılıyor ve dövülüyor diyordu. Müttefik güçlerin hepsi, İzzet Mehmed Paşa’nın Mısır valisi yapılmasına karşı çıkıyorlar, İzzet Mehmed Paşa ise katırcılara parayı kendisi vermediği için dayak olayından da haberim yok diyordu. Bu yazı Lübnan’da müttefik görevliler arasında ortaya çıkan tartışmaları göstermesi bakımından ilginçtir. Ponsonbi’nin bu konudaki şikâyetlerine cevap olarak yazılan 2 Ramazan 256 (29 Ekim 1840) tarihli yazı şöyledir: “… İngiltere elçisi Lord Ponsonbi muşarun-ileyhin sefk-i dima-ı beşeriye ve usul-i zulmiyye ile şöhret-şiar olmasından ve ekalim-i Mısrıyye’nin Mehmed Ali Paşa uhdesinden sarf ve tahvili sırasında ol havaliye tayin kılınan Vali’nin şayıa-ı hasene ashabından olması luzumundan bahisle muşarun-ileyhin ol suretle memuriyeti vukuunu tecviz ve tensib edemeyerek tebdilini dermiyan… Orduyu Hümayun’un bulunduğu mahallerde bazı eşya nakli hizmetlerinde istihdam olunmakda olan yerlü katırcıların icarât-ı mukteziyyeleri İngiltere ve Avusturya amiralleri tarafından tamamen virilmekde olduğu gibi muşarun ileyh canibinden dâhi bila noksan ita olunmak icab-ı maslahattan bulunduğu…”230 Avrupa temsilcilerinin bazı Osmanlı valilerinin değiştirilmesi yönündeki baskıları enine boyuna değerlendirilmiştir. Rus elçisi, kendi baskılarından dolayı söylenti çıkmasından çekiniliyorsa valinin bir suikastten dolayı yaralandığını bu durumun onun değiştirilmesi için iyi bir fırsat olduğunu belirtti. İzzet Paşa’nın bu yaralanmadan dolayı Şam valisi Hacı Ali Paşa ile değiştirilmesinin de mümkün olduğu yolunda batılı elçiler 229 230
Defter2, s. 82- a. Defter2, s. 88- a, b.
153
tarafından yol gösterildi. Bütün bu düşüncelere rağmen Osmanlı Devleti bu kritik anda sudan sebeplerle böyle bir değişikliğin şık olmayacağını belirtiyor ve uygulamaya yanaşmıyordu. Bununla ilgil ileri sürülen düşünceler şöyledir: ”… Şayed İngiltere Elçisi azlini takrir-i resmi ile istida ider ise ol vakit icrası çirkince olacağından muşarun ileyhin hazır vuku-ı cerhi münasebetiyle şimdiden oralardan tabidi münasib olacağı Rusya sefareti tarafından dahi mahremane ihtar ve ityan olunmuş ve İskenderiye’den kalkub İngiltere donanması gelmiş olan Prusya konsolosunun dahi bu vadide mektubu geldiği Prusya sefareti tarafından bildirilmiş oldığına binaen…”231 Fransa, Napolyon döneminden beri sömürgeci hayallerini genişletmiş ve Avrupa’nın en büyük gücü olmak için İngiltere ile rekabete başlamıştı. Bunun için 19. yüzyılın hemen başında Mısır ve Kuzey Afrika’yı işgal için yoğun faaliyetler içine girmişti. Londra Antlaşması’ndan hemen sonra bu antlaşmayı imzalamayan ama Palmerston ve diğer devletlerin baskısından dolayı harekete geçmeyi göze alamayan Fransa da hizaya gelince, antlaşma Osmanlı temsilcisi ve diğer devletlerin İskenderiye konsolosları tarafından Mehmed Ali Paşa’ya tebliğ edildi. Antlaşmayı tebliğ etmek üzere, Sadık Rıfat Paşa özel memuriyetle İskenderiye’ye gönderilmişti. Mehmed Ali Paşa bütün ikna çabalarına rağmen antlaşmayı kabule yanaşmamış, böylece birinci ve ikinci kabul müddetini doldurduğu için askeri tedbirlere başvurulmak zorunda kalınmıştı. “…
Mehmed Ali Paşa’nın müstediyyat-ı vakıasının kabulü mehâzîr-i
mülkiye ve milliyeyi mûcib olacağından zerre kadar akl u insafı olan bunu tecviz ve ihtiyar edemeyeceği ve muahede-i muharrereyi kâmilen kabul ile ahkâmının icrasından başka tedbir ve çaresi olmayacağı müttefikâne ikrar ve tasdik kılınmış olduğu ve bunun üzerine kimesne tarafından bir gûne kîl u kale mahal kalmamak ve hilafında hareket vukuunda her kim olur ise olsun cezasının icrasına müsaraat olunmak mealinde tanzim ü tahtim olunan tasdikname huzur-ı şahâneye takdim kılındı.”232 Rıfat Paşa’nın, Mehmed Ali Paşa’ya yaptığı antlaşma teklifinin onun tarafından reddedildiğini bildirmesi üzerine, yapılan gizli toplantıda alınan karar Padişah’a sunuldu. Padişah bununla ilgili yazdığı hatt-ı hümayunda alınan kararların doğru olduğunu belirterek aynen uygulanmasını istedi. Abdülmecid, meselenin gayet karmaşık olmasından dolayı, değişik yöntemlerle çözülmesinin faydalı olacağını söyleyip bunun 231 232
Defter2, s. 89- a. A. Lütfi Efendi, A.g.e., c. 6, s. 1060- 1061.
154
için müttefiklerle ortak hareketin vatana en önemli hizmet olacağına dikkat çekerek bunun hilafına hareketten özenle kaçınılmasını istedi. “ Bu mesele-i Mısrıyye’nin nezaket ve ehemmiyeti ve şu tutulan usulden başka tedbir ve çaresi olmadığı umûr-ı müsellemden olup… İşte bu madde mesalih-i saireye benzemeyerek bu hususda doğruca hareket ve icrası lazım gelen ikdam u gayret din ü devlet ve vatan ve millete pek büyük hizmet olacağı misillü aksine hareket dahi mahz-ı hıyanet demek olacağından ona göre müttefikâne levazım-ı gayret ü sadakatin icrasına ve muahede-i münakide ahkâmından olan mevâddın bi-tevfikihi Teâlâ kema-yenbagi tesviye ve ifasına mübaderet olunsun.”233 Mısır sorunu devlet için çözülmesi en öncelikli olarak görülen hayati bir mesele haline geldi. Osmanlı Devleti Mısır meselesini çözmek için toplanma merkezi olarak kullandığı Kıbrıs’a İstanbul’dan da asker gönderdi. Bu durum başkenti Mısır birliklerinin beklenmeyen bir saldırısı durumunda korumasız hale getirdi. Bundan dolayı koruma için değişik yerlerden birlikler getirme ihtiyacı ortaya çıktı. Bütün bu zorlukların ifade edildiği belgede İstanbul’un korunması için acil tedbirler alınması istenmektedir. “… Mısır maslahatı üzerine icabat-ı haliye ve âtiyeye dâir esbab-ı lâzıme ve tedarikât-ı mukteziyyenin şimdiden icrasına ibtidar olunmak… Dersaadet’te bulunan asakir-i muntazamadan Beriyyetüşşam taraflarına çıkarılmak üzere Kıbrıs canibine malumu’l-mikdar asakir sevk ve irsal olunmuş…”234 Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması kararlarını kabul etmemesi Osmanlı Devletini de bazı tedbirler almak zorunda bıraktı. Mısır kuvvetlerinin İstanbul’a yaklaşması üzerine başkent ve civarını onlardan korumak için değişik yollarla asker toplanıyor ve İstanbul ve Anadolu’nun merkezinde onu koruyacak şekilde özel bir komutanın komutasında yerleştirilmesi düşünülüyordu. Bu birliklerin Arnavutluk, Selanik, gibi yerlerden toplanması hatta gerekirse bazı sergerdelerin orduya alınması ve bunların ayrı ayrı dağıtılması bazı devlet adamları tarafından teklif ediliyordu. Asker alımında özellikle Rumeli’nin tercih edilmesi orada uzaklığından dolayı daha az Mısır taraftarı bulunacağının düşünülmesinden dolayı olsa gerektir. Bütün bunlar Mısır isyanının Osmanlı Devleti’ni ne kadar zor durumda bıraktığını göstermektedir. Bir nevi 1840‘larda Mısır’ın tehditlerine karşı özel birlikler oluşturulmaya çalışılıyor, olağanüstü şartlarda olağanüstü ittifaklar ve tedbirlere girişiliyordu. “… Hemen şimdiden 233 234
A. Lütfi Efendi, c. 6, s. 1062. Defter2, s. 46- b.
155
Dersaadete götürülmeleri ve bunların herbir neferine asakir-i nizamiyye misillü yirmişer kuruş mahiye ve birer kuruş yevmiye katık baha ile üçer yüz dirhem nan-ı aziz ita olınması ve elbise-i nizamiyyeleri mevcud olmadığından esvab-ı lâzımelerinin dahi tanzim kılınması ve işbu askerin Dersaadette durması ve bir mahalle sevk olunması takdirinde topluca bulunmaları kumanda usul-i iktizasından olduğuna… Serasker Paşa hazretlerinin Rumeli’de ve Arnavutluk’da istihdam itmiş ve hal ve hareketlerini tecrübe eylemiş olduğu bazı sergerdeler marifetiyle beher nefere ellişer kuruş mahiye ve üçeryüz dirhem ekmek virilmek ve bu misillü ulufelü neferatın başlarına usulü vechile başka mahiyeleri ita olunmak üzere ber-vechi’l-meşruh Arnavutluk’da ve Evlad-ı Fatihandan 2000 nefer asker celb olunarak bade vurudlarında iktizasına bakılması… ”235 Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi ve İbrahim Paşa’ya İstanbul’a kadar ilerleme emrini vereceğini söylemesi Babıâli’yi olağanüstü biçimde heyecanlandırdı. Bu durumu engellemek için hem müttefik devletlere başvuruldu hem de kendi imkânları ile alınabilecek bütün tedbirler gözden geçirildi. Özellikle İstanbul’un işgalden korunması için bütün çevresi ve içi, diğer yerlerden getirilen seçme ve yedek askerle korumaya alınmaya çalışıldı. Başkentin bu tehlikeden kurtulabilmesi için geniş değerlendirmelerde bulunuldu. Başkenti korumak üzere değişik yerlerden yüz bin civarında asker getirilmesi düşünülüyordu. Bununla ilgili bir Layıha’da durumun nezaketi şöyle ifade edilmektedir: “… Beyandan müstağni olduğu vechile Anadolu ve Rumeli caniblerinden müretteb asakir-i redife alayları celb ile Dersaadet’te olan ve gerek Konya ve Harput taraflarından ve Rumeli canibinden gelmiş ve gelmek üzere bulunan asakir-i muvazzafa alaylarıyla birleşdirilerek beher ordu 36’şar bin neferden mürekkeb olmak üzere iki ordu tertib olunması ve zikrolunan asakir-i redifenin usulsüz ve nizamsızlıkları cihetiyle fakat neferatı güya talim ve taallümü ve kavanin-i nizamiyeyi layıkıyla öğrenmek sayiasıyla asakir-i muvazzafa alayları zabitanının kumandanlarına virilmesi hususuna dair takdim kılınan bir kıta layıha…”236 Değişik yerlerden çok sayıda düzenli ve düzensiz askerin İstanbul civarında toplanmasının bazı sakıncaları olabileceği düşünüldü. Bu sakıncaları ortadan kaldırmak için bunlar arasında sürtüşmelere neden olabilecek maaş, gıda ve elbise gibi ihtiyaçların 235 236
Defter2, s. 46- b. Defter2, s. 72- b, 73- a.
156
eşit olarak karşılanması gerektiği belirtildi. Gerekirse bu askerlerin hepsinin tek bir yerde toplanması yerine, bir ihtiyaç anında kolayca İstanbul’a ulaşmalarının sağlanacağı yakın bir yere güvenilir bir komutanın kumandasında yerleştirilmelerinin de düşünülebileceği ifade edildi. Bunların toplu olarak güvenli yerlerde tutularak halkın devlete olan güveninin artırılabileceği ve onların Mısır aldatmasına maruz kalmasının önüne geçilebileceğine dikkat çekildi. “…Ve bu cihetle bunların dağıtılmaları uyamayacağından ve Devlet-i Aliyye’nin hüküm ve nüfuzunun icrasına ve bazı mefsedete cesaret idememelerine medar olmak ve göz doldurmak üzere Anadolu’nun orta yerlerinde bir mahall-i münasibde mesela vüzeray-ı izamdan bir muktedir zatın 2000 kadar askeri maiyyetine virilerek ikad olunması icab-ı hal ve maslahattan ve ol mikdar ulufelü askerin tedariki lâzımeden göründüğüne binaen… “237 Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşmasını kabul etmemesinde, Fransa’nın büyük etkisi vardır. Fransa, rekabet halinde olduğu İngiltere’nin görüşlerini yansıttığı için, antlaşmayı kabul etmek istemese de çeşitli sebeplerle fazla ses çıkaramadı. Fransa’nın sanayi kesimi bir savaş istemiyordu. Fransa imparatoru Louise Philippe, daima barış taraftarıydı. Fransa’nın etkili kesimleri bir karar aldılar ve bunu da İngiltere’ye bildirdiler. Bu karara göre; Fransa, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşması’na uyması için elinden geleni yapacak, bunu başaramazsa Suriye’nin Mehmed Ali Paşa elinde kalmasında ısrar etmeyecekti. Fransa,
Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabul
etmemesi durumunda tamamen azledilmesini kabul ederek, verdiği sözden dönmüş bir devlet durumuna düşmek istemiyordu ama müttefik devletlerin ortak kararı sonrasında yapabileceği fazla bir şey de yoktu. Palmerston, Fransa’nın ne kadar isterse istesin Mısır meselesinde harekete geçemeyeceğini son derece iyi hesaplayarak, bütün planlarını bu duruma göre yaptı ve durum aynen tahmin ettiği gibi oldu. Londra kararlarını Sadık Rıfat Paşa, Mehmed Ali Paşa’ya sunduğu zaman onun şöyle dediği söylenir: “Vallahi, Billahi, Tallahi malik olduğum araziden bir karış yer terk etmem. Eğer bana ilan-ı harp ederlerse memalik-i şahâneyi alt üst ederek, harabesi tahtına kendimi defnederim.” Sadık Rıfat Paşa ve Avrupa devletlerinin İskenderiye konsolosları ısrarla antlaşmayı kabul etmesini istediler. Ama o hâlâ Fransa’nın kendisini destekleyeceğini düşünerek kabul etmemekte direniyordu. Üzerine çok gelinince sonunda şöyle dedi: “Mülkü Allah verir Allah alır. Ben Cenab-ı Hakka mütevekkilim.” 237
Defter2, s. 46- b.
157
Sadık Rıfat Paşa 10 günlük sürenin dolması üzerine Mehmed Ali Paşa’nın kendisine Babıâli’ye ulaştırılmak üzere verdiği özel antlaşma metnini alarak İstanbul’a döndü. 20 günlük müddet dolunca da müttefik devletlerin konsolosları Mısır’ı terk ettiler.238
238
S. Samur, A.g.e., s. 98.
158
II. Mehmed Ali Paşa Yönetimindeki Yerlerin Müttefik Kuvvetlerce Geri Alınması Mehmed Ali Paşa, Londra Antlaşması’nı kabul etmediği gibi İstanbul üzerine saldıracağını bile söyledi. Bunun üzerine Osmanlı-Müttefik kuvvetleri savaştan başka bir çare kalmadığını görerek harekete geçti. Mehmed Ali Paşa bu kadar güçlü bir birlik karşısında savunmaya çekilmeyi tercih etti. Oğlu İbrahim Paşa ise Suriye ile sahil kesimini korumak için ordusunu Suriye, Filistin ve Lübnan gibi geniş topraklara yaymak zorunda kaldı. Aynı zamanda bölgede Osmanlı Devleti ve İngiltere’nin tahrikleriyle Mısır birliklerine karşı önemli ayaklanmalar oldu. Bölgenin değişik yerlerinde özellikle İngiliz ajanlarının kışkırtmasıyla çıkan bu ayaklanmalar hem İbrahim Paşa’yı hem de Cebel-i Lübnan, Nablus ve Trablus halklarını çok sarstı. Ama aynı zamanda bu ayaklanmalar Palmerston’un Londra antlaşması kararlarını taraf devletlere kabul ettirmesini kolaylaştırdı.239 İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston, Nizip yenilgisinden Londra Antlaşması’nın imzalanmasına kadar devam eden süreçte, bölgeye çeşitli vesilelerle gönderdiği ajanları vasıtasıyla, Lübnan ve diğer yerlerde halkı Mısır yönetimine karşı ayaklanmaya teşvik etmiştir. Özellikle Cebel-i Lübnan’da Mısırlılar’a karşı birçok ayaklanmalar oldu. Bu sırada İbrahim Paşa’nın vergileri artırması, zorla halkı askere alması ve silahlarını toplamaya kalkışması halkın ona olan sempatisini tamamen yok etti. Bölgeye tüccar, yardım gönüllüsü ve din adamı kılığında gelen İngiliz ajanlar da halkı kışkırtıyordu. Bunların arasında İngiltere’nin İstanbul sefaretinde tercüman olarak çalışan Richard Wood’un özel bir yeri vardır. Bu kişinin ismi ve gönderdiği bilgiler kullandığımız belgelerde de çokça geçmektedir. Wood sözde, bölgeye Arapça öğrenmesi için gönderilmişti.240 Müttefik donanma, Avusturya kara devleti olduğu ve Osmanlı donanması da Ahmed Fevzi Paşa tarafından Mısır’a teslim edildiği için büyük oranda İngiliz gemi ve askerlerinden oluşuyordu. İstanbul’dan gönderilen 1 kapak ve birkaç parça savaş gemisi ve Avusturyalılar’ın 7 parça gemisi ile İngiliz donanmasından 20 geminin birleşmesinden oluşan müttefik donanma Mısır, Suriye ve Lübnan kıyılarını abluka altına aldı. Osmanlı Devleti’nce askeri yığınak merkezi yapılmış olan Kıbrıs’a 20 bin 239 240
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 278. S. Samur, A.g.e., s. 100.
159
civarında Osmanlı askeri, mühimmat ve erzak yollandı. Kara birliklerinin ordu Seraskerliği eski Sadrazamlar’dan İzzet Mehmed Paşa’ya ve askeri komutanlığı Servili Selim Paşa’ya verildi.241 İskenderiye’de bulunan Avusturya konsolosunun bildirdiğine göre, Mehmed Ali Paşa Mısır valiliğinden alındığını duyunca kızıp oğlu İbrahim Paşa’dan ilerlemesini istese de durum onun için de hiç iç açıcı değildir. Mehmed Ali Paşa gayet sağlıklı olmasına rağmen Mısır meselesinin çözümü gündeme geldiğinde canı sıkılıp rengi değişmekteydi. Suriye ordusunun durumu gıda ve hastalık nedeniyle vahimdi. Bu nedenle asker başka yerlere kaydırılmak zorunda kalınmaktadır. Artık ordunun ileriye gidecek durumu yoktur. Mısır askerleri maaşlarını istiyorlar ama verecek para yoktur. Mehmed Ali Paşa önce donanmayı iade etmeyeceğini söylerken, şimdi söylemini ve Ahmed Fevzi Paşa’ya karşı davranışını değiştirmektedir. Mehmed Ali Paşa, görüşmelerinde İstanbul’u işgal gibi bir niyetinin olmadığını söylese de bunu oğluna emrettiği belirtilmektedir. İbrahim Paşa ise bunun mümkün olmadığını belirtip şu nedenleri ileri sürmektedir: 1-Askerin levazım ve mühimmat ihtiyacı karşılanamamaktadır. 2-Asker arasında fazla miktarda hasta vardır. 3-Mahalli aşiret ve halk Mısır ordusuna karşıdır. 4-İstanbul’daki devlet adamları kendilerine karşıdır. Mehmed Ali Paşa’nın kendisine yapılan antlaşma teklifini kabul etmemesi, Fransa’yı da zor durumda bırakmış ve durum iyiden iyiye aleyhine dönmeye başlamıştı. Bu durum belgelerde geniş biçimde işlenmiştir. Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine Mehmed Ali Paşa’nın yanında Fransa dışında kimse kalmamış ve bu devlet de iç ve dış baskılar nedeni ile gerekli desteği veremeyeceğini anlamıştır. Mehmed Ali Paşa’nın morali bütün bu olanlardan dolayı fazlasıyla bozulmuş ve zamanın aleyhinde ilerlemeye başladığını anlamıştır. Mehmed Ali Paşa ile sık sık İskenderiye’de görüşen konsoloslar bu durumu devletlerine günü gününe bildirmişlerdir. Avusturya’nın İskenderiye konsolosu tarafından gönderilen Mısır’ın askeri ve psikolojik durumunu gayet net yansıtan bir mektupta; Mısır Valisi’nin gerçi sıhhat üzere olub lakin maslahattan bahseylediği anda benzi şiddetle hareket ederek nihayet vücuduna bir 241
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 278.
160
hararet arız olmakda idüğinden bir hafta kadar Nil üzerinde dolaşarak tebdil-i hava etmesi lazım geldiği kendisine ifade edilmiştir. Devlet-i Aliyye’nin bir ay zarfında meseleyi uygun bir şekilde çözmeye yanaşmaması durumunda, askerine gidebildiği yere kadar gitmesini emredeceğinden artık bahsetmemektedir. Mısır askerinin uzun süredir maaşı ödenememiş, bu durum onları rahatsız etmiştir. Donanmay-ı hümayuna gelince, artık donanmadan kurtulmak istediğine dair ifadeler duyulmaktadır. Ahmed Paşa ile görüşmelerini son derece azaltmıştır. Donanmayı getirdiği zaman ona tahsis ettiği yazlığı elinden almış bundan dolayı kendisi yeniden gemide kalmaya başlamıştır. “ Vali-i muma-ileyh oğlu İbrahim Paşa’ya ilerüye doğru hareket eylemesini emretmiş ise de Paşay-ı muma-ileyh askerin elbise ve zehayir-i mevcudesi olmadığını ve bir mikdar-ı küllisinin hastalık ile telef ve helak olduğunu ve kendülerine haberler göndermiş olduğu vüzeradan Mısırlılar haklarında niyyat-ı hasene müşahede itmediğini ve Berrüşam’ın ekser mahal ve mevakiinde bir takım fetret ve ihtilal halatı zuhura geldiğini...”242 Mısır Valiliğine atanan İzzet Mehmed Paşa, Mısır Valiliği ve Mehmed Ali Paşa’nın bu görevden alındığı ile ilgili fermanın Arapça’ya çevrilerek İngiltere ve Avusturya donanması komutanlarının da yardımı ile Lübnan, Suriye ve Mehmed Ali Paşa’nın kontrolü altındaki diğer yerlere ulaştırılmasını istiyordu. Böylece Mısırlılara olan bütün sempatinin biteceğini düşünüyordu. Bununla ilgili yazasında İzzet Paşa şunları söylemektedir: “Ve Arabü’l ibare ilanname-i nusha-i metbua ve mersumelerinin dahî Beriyyetüşşam taraflarına neşr ve idaresine itina ve dikkat ve bir mucib talimname Kıbrıs’da tevakkuf olunarak İngiltere ve Nemçe Amiralleri ve Beyrut sevahilinde bulunan kumandan-ı muma-ileyh ile peyderpey muharebe ve mukatebe olunarak onların nesayih ve işaratına göre hareket olunub mezkûr vapur sefinesinin suret-i isticarı…”243 Osmanlı Devleti işgal altındaki yerleri Mısır ordusundan kurtarmak için, şartlara uygun ve kolayca hareket edebilecek yeni bir ordu oluşturmaya karar verdi. Bu ordunun seçme askerlerin yanı sıra redif askeriyle de desteklenmesi kararlaştırıldı. Redif askeri bir Milis gücüne benzediği için disiplin, maaş ve gıda yönünden farklı uygulamalara gidilmesinin daha uygun olacağı yetkililer tarafından merkeze bildirildi. Özellikle, gıda temini zor olduğu için, tayınat bedeli yerine tayın verilmesinin daha doğru olacağı ifade edildi. Bu ordunun asker sayısının 15–16 bin civarında olmasının uygun olacağı 242 243
Defter3, s. 95- b, 96- a Defter2, s. 65- b.
161
belirtilmekteydi. Önce başkentin özel durumu nedeni ile bu orduya Rumeli’den asker alınmaması istenirken, buradan askerlerin yola çıktığı öğrenilince zorunlu olarak bunlar da orduya alındı. Bütün bu durumları içeren bir Tezkire yayınlandı. “… Bunlar asakir-i muntazama ile mahlût olacakları ve Ramazan-ı şerifin tekarrübü cihetiyle asakir-i muntazamaya atiyyen tayınat ve bunlara bedel virilmesi pek münasib olmayacağından ve birde bunlar yiyecek tedariki zımnında beher gün müteferrik olarak bu vesile ile pek çoğu firar ideceğinden ve tayınat itası nakid gibi olmayub hazinece dahi suhuleti mucib oldığından bunlara dahi tayınat itası enseb gibi mütalaa olunmuş olmağla…”244 Uzun müzakerelerden sonra Mehmed Ali Paşa’ya karşı artık harekete geçme zamanının geldiğine karar verildi. İngiltere’nin Akdeniz’deki filo komutanlarından Sir Charles Napier Mısır gemilerine ve hedeflerine karşı harekete geçmekle görevlendirildi. Donanmanın giderlerini Osmanlı Devleti karşılayacaktı. Napier, donanmanın bir kısmıyla 6 Temmuz 1840 tarihinde Beyrut önlerine geldi. Amacı buraya geldiğini öğrendiği Mısır donanmasındaki Osmanlı gemilerine el koymaktı. Ayrıca gemilerde bulunan Osmanlı askerlerini alarak, isyancılara yardım etmek üzere Lübnan’a yollamak veya Rodos’a götürmeyi de hedefliyodu. Ancak Napier’in Lübnan kıyılarına geldiğini Fransızlar’dan öğrenen Mısır donanması gemileri, o gelmeden demir alarak İskenderiye’ye dönmüşlerdi. Napier bölgede bir süre oyalandıktan sonra donanma merkezine dönse de kısa bir süre sonra kendisine Londra Antlaşması’nın metni gönderilerek, tekrar Lübnan kıyılarına dönerek Mısır donanmasının hareketlerini engellemesi istendi. Mehmed Ali Paşa’nın, Londra Antlaşması’nı kabul etmemesi üzerine 9 Eylül 1840 tarihinde savaş yeniden başladı. Osmanlı kara birlikleri komutanlığına İzzet Mehmed Paşa, Müttefik donanma komutanlığına ise İngiliz Amirali Sir Robert Stopdford getirildi. Londra Antlaşması kararlarını uygulayacak en önemli güç İngiltere olduğu için, yukarda belirtilen tarihte müttefik donanmayı Lübnan sularına gönderdi. Bu savaş özellikle deniz ve kıyılarda olacaktı. Avusturya ve Prusya kara devleti idiler. Rusya ise İstanbul’un korunmasını üzerine aldı. Palmerston bütün diplomatik yolları denedikten ve Fransa’yı değişik yollarla hareket edemeyecek hale getirdikten sonra harekete geçme zamanının geldiğine karar verdi. Beyrut kıyıları şiddetle bombalandı. Bu durum Fransa’da bir deprem etkisi yarattı ve iktidar değişikliğine neden oldu. 244
Defter2, s. 72- a, b.
162
Böylece Fransa’nın Mısır’a verdiği destek büyük oranda sona ermiş oldu. Fransa’daki bu hükümet değişikliği Mehmed Ali Paşa’nın bütün yardım ümitlerini yok etti. 10 Ekim 1840 tarihinde Beyrut müttefik güçlerin eline geçti. Ekim ayı sonunda Trablus ve Akka’nın dışındaki bütün sahil şeridi Mısırlılar’ın elinden çıkmıştı. Trablus da Müttefik güçlerin eline geçtikten sonra sadece efsanevi Akka kalesi Mısırlılar’ın elinde kalmıştı. Akka kalesinde 5000 asker ve 72 top vardı.245 Akka kalesi uzun mücadeleler sonucunda ele geçirildi. Akka kalesinin düşmesi Mısır ordusunun moralini altüst etti. Bu kale tarihte Fransızlar’a karşı yapılan ve Napolyon’un zelil olarak geri çekilmesi ile bilinen savunma savaşı ile efsaneleşmişti. Buranın düşmesi ile halkın Mısırlılar’a olan güveni de sona erdi. Bölge halkı hemen Osmanlı Devleti’ne itaatini bildirdi. Filistin’inin de müttefik kuvvetlerin eline geçmesiyle İbrahim Paşa’nın Mısır’a dönüş yolu kesildi ve çok zor durumlara düştü. Akka’nın düşmesinden sonra İngiliz filo komutanlarından Amiral Napier donanmanın önemli bir kısmını alarak İskenderiye’ye yöneldi. Amacı Mısır kıyılarını kuşatarak Mehmed Ali Paşa’yı Londra Antlaşması kararlarını kabul etmeye zorlamaktı. Ama Mısır’a çıkınca durum değişti ve Napier kendine göre bir yol çizdi. “… Akka’nın zabtı ve Fransa ministerlerinin tebdilatı ve yeni ministerlerin harekât-ı mülayimesi keyfiyatı tağyir iderek inşaallahu Teâlâ metalib-i Saltanat-ı Seniyye’nin hüsn-i husulü müyesser… Ve komodor muma ileyhin mukavelesi taraf-ı Saltanat-ı Seniyye’den bir vechile kabul olunamayacağı halât-ı müsellemden olmak hasebiyle Orduyu Hümayun tarafından harekât-ı harbiyye’de bir gûne tereddüd ve teehhür vukuuna tecviz olunmaması… ”246 Aşağıda zikredeceğimiz belgelerde Lübnan sahillerinin ele geçirildiği bu nedenle buralara uygulanan ablukanın kaldırılması gerektiği belirtilmektedir. Müttefik devletler adına Mehmed Ali Paşa ile İngiliz Generali Napier görüştü ve Londra Antlaşmasına uymasını istedi. Osmanlı Devleti, kendisine ve İngiltere’ye rağmen yapılan böyle bir antlaşmayı yok hükmünde kabul ederek reddetti. Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa’yı görevden almasına rağmen, müttefiklerin Mehmed Ali Paşa’nın Mısır yönetimine veraseten devam etmesini istemeleri durumu karışık bir hale getirdi. Bu durumu Osmanlı Devleti Amiral Napier’in meşhur olmak için yaptığı bir acelecilik olarak düşünse de, belgelerden anlaşıldığı kadarı ile bütün müttefik devletlerin istediği 245 246
S.Samur, A.g.e., s. 110. Defter3, s. 31- a.
163
görülmektedir. Müttefik devletlerin ortak kararı olmadığını düşündüğü için önce Osmanlı Devleti bunu kabul etmek istemedi ama sonunda müttefiklerin ısrarıyla kabul etmek zorunda kaldı. Artık Mehmed Ali Paşa’nın kendisini destekleyebilecek hiçbir hamisi kalmamıştı. Müttefik güçler tarafından Suriye ve Mısır’ın ele geçirilmesi üzerine Osmanlı Hükümeti tarafından yayınlanan beyanname şöyledir: “… Komodor mumaileyh devleti tarafından bir gûne talimat-ı katiye ahz ile icra itmeyüb Düvel-i Müttefika-ı Fahîme’nin, eyalet-i Mısrıyye’nin Mehmed Ali uhdesinde ibkası fikrinde olduklarını bazı gazetelerde gördüğü talimat suretinde tefehhüm ile evvelce davranarak nam ve şan kazanmak mütalaasıyla hodbehod bu surete teşebbüs itmesi… Mukavelenin taraf-ı Devlet-i Aliyye’den kabulü lazım gelmeyeceği bedihattandır… ”247 Suriye ve Lübnan’a çıkarma yapan askerlerin malzeme ve mühimmat ihtiyacı vardı. Bu müttefik güçlerin ihtiyacı yapılan antlaşma gereği, Osmanlı Devleti tarafından karşılanacaktı. Suriye’nin buğday ihtiyacı en uygun şekilde Karaman ve Kıbrıs’tan karşılanabileceği düşünülüyordu. Askerlerin özellikle elbise, ayakkabı, binek hayvanı, silah ve mühimmat ihtiyacı vardı. Ayrıca bölgenin gelir ve giderlerini düzenlemek üzere bir mütesellim atanmasının doğru olacağı belirtilmektedir. Bölgede acilen idari ve ekonomik düzenlemeler yapılmaması durumunda birçok kargaşanın çıkmasının an meselesi olduğu belirtilmektedir. Şam Valisi Hacı Ali Paşa yapılacak atamalar için bazı tanıdığı kişilere referans olmaktadır. Burada da gördüğümüz gibi İngiltere; Rusya’nın Boğazlarda, Fransa’nın Nil’de hâkimiyet kurmasını engelleyecek bariyer olarak gördüğü için, Osmanlı Devleti’ni bir süreliğine desteklemeyi devlet politikası haline getirmiştir. Fakat bunun mâli boyutu Osmanlı Devleti’ni Kırım savaşından sonra derin bir borç batağının içine sürüklemiştir. Bölgedeki acil olarak temin edilmesi gereken ihtiyaçların basit bir dökümü şöyledir: 10 bin tüfek, 600 bin mermi, 2000 yatak ve çarşaf, 400 katır, 200 kat elbise vb. malzeme. Bu taleplerle ilgili mektubda şunlar dile getirilmektedir: “Binaen ala zalik hemen tiz elden bu tarafa 20 bin çift kundura ve hîn-i hacette ol kadar çarık gönderilmek iktiza ider. Bu husus Babıâli’den iltimas olunur. … 248
247 248
Defter3, s. 30- b, 31- a. Defter2, s. 95- a, b, 96- a.
164
III. İbrahim Paşa’nın Önasya’daki Faaliyetleri ve Geri Çekilmesi Müttefik kuvvetler denizden ve karadan İbrahim Paşa yönetiminde olan bütün bölgeleri şiddetle abluka altına almış ve bir plan dâhilinde kademeli olarak ilerlemeye başlamıştı. İbrahim Paşa durumun oldukça kritik olduğunu anladı ve hemen ordusunu Beka ovasındaki Nahle’de toplayarak danışmanlarıyla durum değerlendirmesi yaptı. İbrahim Paşa’nın yapabilecekleri oldukça sınırlıydı. Ya Lübnan’a dönüp çarpışmaya devam edecekti ki, bu durumda dağlılarla çarpışarak çok zayiat verebilirdi. Veya kuzeydeki kuvvetlerini toplayarak Mısır’a daha yakın olan Akka ya da Filistin bölgesinde sırtını denize vererek savunma savaşı yapabilirdi. Son çare olarak da Suriye’yi hemen güvenli bir şekilde boşaltmasıydı. İbrahim Paşa istişareler sonucunda Suriye ve Filistin üzerinden birliklerini birkaç kola ayırarak Mısır’a dönmeyi uygun gördü. Bölge halkının İbrahim Paşa’ya bakışı tamamen değişmişti. Önce onu bir kahraman gibi karşılarken şimdi özellikle Marunîler onun da yanlış davranışları nedeniyle ona düşman gözüyle bakıyorlardı. Beyrut’ta bulunan Rus konsolosu, İbrahim Paşa’nın silahlarını alıp kendilerini askere yazmak istemesi üzerine Marunîlerin toplanarak ayaklandığını ve şehirden onları çıkardığını belirtiyordu. Maruniler’in, Mısırlılar’a
karşı
ayaklanmalarının
nedeni
kendilerinin
askere
alınacaklarını
düşünmeleridir. Bütün Lübnan sahilinde durumun böyle olduğunu ve Mısırlıların çok zor durumda oluklarını ifade ediyordu. Marunîler’in bölgede bulunan Avrupalılar’ın can ve mal güvenliğine zarar vermeyeceklerini söylese de durumun çok karışık olduğunu belirtmektedir. “Cebel-i Elbruz’da Maruniyun tâifesinin eslihası ahz ve cem olunmasına dâir İbrahim Paşa’nın vâki olan emr ü tenbîhi âkıbet cebel halkını askere tahrir niyetine mebni olduğunu istinbat itmiş olduklarından cebel-i mezkûr ahalisi silahlarını virmekden imtina birle cem-i gafir olarak isyana teşebbüs eyledikleri… Tatarları gasb ve garet eyledikten sonra iki gün mururunda Beyrut’ı muhasara ve karantinanın istihkâmatına birkaç kere hamle eyleyüb... ”249 İskenderiye’deki
Avusturya
konsolosu
İstanbul’a
gönderdiği
mektubda
Lübnan’daki durumun Mehmed Ali Paşa’yı çok rahatsız ettiğini ve bunu bastırmak için 249
Defter3, s. 99- b.
165
bazı girişimlerde bulunduğunu belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa’nın, Hüsrev Paşa’nın sadrazamlıktan alınmasından memnun olduğunu söylüyordu. Lübnan’daki Marunîlerin kendilerine karşı ayaklanmasını bastırmak için kendi taraftarı Dürzîlerin teklifte bulunduğunu ama aralarındaki düşmanlık nedeniyle soykırım yapabileceklerini düşündüğü için izin vermediğini ifade ediyordu. Gerekirse bu ayaklanmayı bastırmak için Mısır’dan destek birlikleri göndereceğini, hatta sağlığının elvermesi halinde kendisinin bile gidebileceğini gayet kızgın bir şekilde söylemektedir. Mektubdan anlaşıldığı kadarı ile Mehmed Ali Paşa, Hüsrev Paşa’nın sadrazamlıktan alınmasından memnundur ve Osmanlı Devleti ile anlaşmak için bir engel kalmadığını düşünmektedir. İstenildiği zaman antlaşma yapıp donanmayı iadeye hazır olduğunu dile getirmesine rağmen Londra Antlaşması’nın gündeme getirilmesine hâlâ karşıdır. Aynı zamanda İngilizlerle 1838 Ticaret Antlaşmasını yapan ve Tanzimat’ı ilan eden Mustafa Reşid Paşa’nın, ulema ve zenginler tarafından çıkarlarına zarar verildiği için hiç sevilmediğini bundan dolayı yakında zor durumlara düşebileceğini de bir ileri görüşlülükle dile getirmektedir. Mehmed Ali Paşa hastalığı nedeniyle dinlenmeye gitmeyi düşünürken Hüsrev Paşa’nın sadrazamlıktan alındığını duyunca kendinde bir dinçlik hissetti ve psikolojik olarak sağlığı düzeldi. Osmanlı ile arasını düzeltmek istediğine dair İstanbul’daki dostu Sami Paşa’ya mesaj gönderdi. Buradan Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı’ya karşı ayaklanmasının en önemli nedeninin Hüsrev Paşa ile arasındaki kişisel düşmanlık olduğunu anlıyoruz. Bu nedenle Osmanlının yıkılmasında devlet adamları arasındaki kişisel düşmanlıkların etkisi ve bu düşmanlıkların nedenleri iyice araştırılmalıdır. Lübnan’daki Marunîlerin genelde Osmanlıyı, Dürzîlerin ise Mısır’ı desteklediklerini görüyoruz. “Muma-ileyh ihbar-ı dâhiliyeden dilgir ve bilakis Deraliyye’den gelen haberlerden gayet memnundur. Beriyyetüşşam ahalisinden pek çok iştika idüb hatta erbab-ı isyanı dağıttırmak ve tedib itmek zımnında asker irsal itmek niyetinde olduğunu ilan itmişdir… ”250 Lübnan’ın durumu daha o dönemde karışıktı. Değişik din ve mezhepten insanların burada yaşaması durumu daha da karmaşık hale getiriyordu. Mehmed Ali Paşa buradaki durumu Maruniler’in karıştırdığı düşüncesinde idi. Bunları bizzat kendisi giderek tedip
250
Defter3, s. 100- a, 101- a, b.
166
etmek istiyordu. Dürzîler ile bunların arası bozuk olduğu için gerekirse bu iş için onlardan da faydalanılabilirdi. Ama böyle bir durum uzun çatışmalara ve meselenin daha karmaşık hale gelmesine de neden olabilirdi. “Suriye’nin ihtilali bir cüzi şey olduğu ve yalnız Marunî Taifesi beyninde idüğini ve merkumların kahır ve tenkillerine Dürzîler hazır ve âmade olarak ol babda tarafından ruhsat istemişler ise de bunlar taife-i merkumenin hasm-ı tabileri bulunmaları hasebiyle üzerlerine taslît olunsalar şayed ahz-i intikâm ve taaddiyata kalkışacaklarından tâife-i merkümeyi vikayeten üzerlerine Abbas Paşa’yı göndermek veyahud bizzat kendüsi gitmek muradında olmuş ise de…”251 İbrahim Paşa durumunun zorlaşması ve ihtiyaç duyması nedeniyle halktan bazı taleplerde bulunuyordu. İbrahim Paşa bölge halkından başlıca şunları istiyordu: 1- Daha önce verilen 16 bin silahın hemen iade edilmesi 2- Verginin 7 sene için peşin olarak verilmesi 3- 16 bin kişinin hemen askere yazılması Bu talepler üzerine Lübnan ve civarı halkı Mısır ordusuna karşı ayaklandı. Tarihi düşmanlar Marunî, Nusayri ve Dürzîler de bunun üzerine birlikte hareket etmeye karar verdiler. İngiltere bu durumdan yararlanmak ve halkı yanına çekmek için bölge halkına dinî hak ve hürriyetlerinin verildiğine dair bir fermanın Padişah tarafından yayınlanmasının uygun olacağını ilgililere söyledi. Bölge halkı, Avrupa devletleri kendilerine koruyucu olmadığı sürece ve Osmanlı Devleti haklarını garanti etmediği takdirde müttefik güçleri desteklemeyeceklerini belirttiler. İngiliz temsilci, Mısırlılar’ın isteklerinin engelleneceğine dair bir fermanla bölgeye bir İngiliz ve bir Osmanlı temsilci gelirse bölgenin tamamen müttefik güçler tarafına geçeceğini ifade etti. Böylece İbrahim Paşa kendi eliyle kendi kuyusunu kazmış oluyordu. Suriye ve Lübnan halkı ile dini azınlıkların Mısır aleyhine dönmesinin nedenlerini gayet iyi gösteren İngiliz konsolosun mektubu şöyledir: “… El hâsıl bu mahalle iki memurun gelmesi ziyadece iktiza idüb biri Osmanlı olarak yanında Devlet-i Aliyye tarafından Emir Beşir ile dağlarda bulunan ümeray-ı saireye hitaben hukuk-ı serbestiyet-i ahali ve reaya takdir ve tasdik iden bir ferman mevcud olması… Virgü virilmesi ve asker yazılması 251
Defter3, s. 101- a, b.
167
hususlarından muafiyet ve sermestiyet-i kâmile hâvi ve eyalet-i Şam’da mevcud olan asakiri hal ve bertaraf ve evlerine avdet itmek üzere ruhsatı muhtevi iki kıta Ferman-ı alişan eyalet-i Beriyyetüşam içinde neşr ve ilan kılındığı halde müstelzim-i âsâr ve netayic-i hayriyye olacağı derkardır.”252 İbrahim Paşa, bütün birliklerini Şam’da toplayarak Anadolu ve diğer yerlerdeki askerlerine geri çekilme emri verdi. Askerler çekilirken taşınması mümkün olan malzemeyi yanlarında götürüyor, mümkün olmayanları ise değişik biçimlerde yok ediyor ve bazı istihkâmları imha ediyordu. Özellikle stratejik önemi büyük olan Gülek Boğazı ve Adana civarında bu gibi faaliyetler yapılıyordu. Mısır ordusunun durumunu zorlaştırmak için gerekli bütün tedbirler alınıyordu. Bu durum Şam Valisi Hacı Ali Paşa’nın bir mektubunda şöyle ifade edilir: “… Gülek Boğazında olan Asakir-i Mısrıyye geçen Cumartesi güni kendi tabyalarında olan mevaki-i hazıra ve cebhaneyi ihrak iderek cümleten bırakub Adana tarafına gitmiş olduklarını… Bazı mütevaridin ifadelerine göre dahi boğaz-ı mezkûrda olan asakir-i Mısrıyye bütün bütün gitmeyüb 200 mikdarı topçu kalarak maadaları gitmiş ve bizden bazı mevaki ihrak olunmuş… ”253 Şam Valisi Hacı Ali Paşa’nın yazısı üzerine Babıâli’de Meclis-i Meşveret toplanarak geri çekilen Mısır ordusunun bıraktığı yerlerde alınması gereken tedbirleri geniş biçimde değerlendirdiler. Uzun süredir bölgede yönetim zaafları olduğu için devlet otoritesine de zarar verebilecek durumlar ve guruplar ortaya çıkmıştı. Özellikle hacıların yol güvenliğine azami dikkat edilmesi isteniyordu. Çünkü Osmanlı Devleti, hac yollarının güvenliğini varlık nedeni ve devlet felsefesinin temeli olarak görüyordu. Bunu sağlamak için bir miktar askerin Konya’dan başta Ulukışla olmak üzere bölgeye kaydırılmasının uygun olacağı belirtiliyordu. “… Şam havalisinin tamamı tamamına yed-i a’dadan istihlas olunamamış ve henüz memuriyet-i Saltanat-ı Seniyye’nin ol tarafa azimet idememesi cihetleriyle şayed huccac-ı müslimin Şam-ı Şerif’de eşyay-ı mürettebeye destres olmamaları ve belki emniyet-i tarikiye dahi bulamamaları…”254
252
Defter3, s. 102- a, b. Defter2, s. 87- a. 254 Defter2, s. 90- b. 253
168
Durumun önemine binaen, bölgeden gelen bir yazıya cevap olarak Mısır birliklerinin hızla geri çekildiği bölgede bir otorite boşluğu olmaması için Haleb ve Şam Valilerinin hızla ilerlemesinin uygun olacağı belirtilmektedir. Bölgedeki düzeni acilen sağlamanın halkın dirliği ve hac yolunun güvenliği için çok önemli olduğu söylenerek, Bütün müttefik güçler ve bölgedeki dini gurupların harekete geçirilmesinin de münasib olacağı bu müzakerelerde dile getirilmektedir. Ayrıca denizden Mısırla bağlantının kesilmesinin faydalı olacağı ifade edilmektedir. “… Beriyyetüşşam taraflarına gelüb gitmekde olan Fransa vapurlarının devletçe meni suretinin istihsalini mutazammın olarak… Musul Valisi muşarun ileyhin bulunduğu baîd mevki iktizasınca hareket ve azimete külfeti mucib olarak muşarun ileyh Zekeriya Paşa’nın ve atufetlü Haleb ve Şam Valileri Esad Paşa ve Hacı Ali Paşa hazeratının artık ilerüye doğru ilerlemeleri...”255 Şam Valisi Hacı Ali Paşa bir başka yazısında Adana ve Gülek Boğazı civarındaki Mısır askerlerinin yorgun, bitkin ve moral bozukluğu içinde geri çekildiklerini belirtmektedir. Bölge ileri gelenleri tarafından kendisinden, Adana ve Tarsus sancaklarına başta mütesellim olmak üzere görevliler atanması istenmektedir. Bu atamaların merkezden yapılması daha uygun olacaktır. Yapılması gerekenler ile ilgili olarak Hacı Ali Paşa’ya tam yetki veriliyor ve düşüncelerinin uygun olduğu belirtiliyor. Bölgedeki karışıklıklar ortadan kalkıncaya kadar, istediği düzenlemeleri yapmakta serbest olduğu bildirilmektedir. “… Gülek Boğazı ve Adana ve Tarsus taraflarında bulunan Asakir-i Mısrıyye düçar-ı yes ve edbar olarak kân İbrahim Paşa maiyyetine azimete ibtidar itmiş oldıklarından bahisle ol babda teşekkürat-ı lâzımenin icra ve Valii Muşarun-ileyh tarafından Adana ve Tarsus sancaklarına mütesellim nasb ve tayini istidâsına dâir mahâll-i merkume ahalisi tarafından müteaddid arz ve mahzarla…”256 Mısır askerinin çekildiği geçiş noktalarına güvenlik için asker gönderilmesinin yararlı olacağı belirtilmektedir. Özellikle Gülek Boğazı Mısır’a geri gitmek için en önemli kaçış noktası olduğu için, Mısırlılar’ın kontrolü bakımından çok önemlidir denilerek, bunların geçebilecekleri noktalara sedler ve mevziler yapılmasına azami gayret gösterilmesi isteniyor. Mısırlılar buradan geçerken sıkıntıya düşmeli ve yaptıklarının cezasız kalmadığını anlamalıdırlar ve bundan pişman olmalıdırlar diye 255 256
Defter2, s. 92- a. Defter2, s. 96- a.
169
düşünülüyor. Belgelerde bu durum şöyle ifade edilmektedir: “… Gülek Boğazına dahi mikdar-ı vafi asker gönderilerek istihkamât-ı mukteziyyesine bakılub sair muamelat-ı icabiyyenin icraları dahi derdest bulunmuş olduğuna ve firar iden Asakir-i Mısrıyye’nin ekrad ve ahali tarafından murur idecekleri mahaller sed ve bend ile esbab-ı kahr ve tenkillerine itina ve mübaderet olunmakda idüğine binaen…“257 Londra Antlaşması’ndan sonra Anadolu’da Mısır askerlerinin pozisyonu oldukça nazik bir duruma gelmiş, geri çekilen Mısır askerlerine azami zayiat verdirilmesi için bölgedeki Kürd, Tatar ve Kıpçaklardan faydalanılmasının yararlı olacağı düşünülmüştü. Ayrıca bölgenin gelir ve giderlerini düzenlemek üzere bir mütesellim atanmasının doğru olacağı Valiye bildirilerek; Bölgede acilen idari ve ekonomik düzenlemeler yapılmaması durumunda birçok kargaşanın çıkmasının an meselesi olduğu bu nedenle uygulamaların hızla yapılmasının iyi olacağı belirtilmişti. Bölgede hiçbir idarî boşluğ meydan verilmemesi ısrarla istenmiştir. “ Vali-i Muşarun-ileyhin işarâtı üzerine bir iki gün tarafında Meclis-i Has akdiyle iktizay-ı hâlin bi’l-müzakere arz ve istizan buyrulması ve zikrolunan Tatarlar ile Kıpçağa dareyne tıbk-ı işar-ı samileri üzere atebe-i Seniyye ita ve takdim… ”258 İbrahim Paşa’nın durumu gerçekten çok zordu. Mısır’la bütün ulaşım ve haberleşme kanalları kesildiğinden dolayı Mısır’dan hiçbir haber ve yardım alamıyordu. Kış mevsimi gelmişti ve hava durumu çok kötüydü. Asker ve komutanlardan birçoğu hastaydı. Uzun süre Akka’nın müttefik güçlerin eline geçtiğinden bile haberi olmadı. Uzun tereddütlerden sonra Şam’a hareket etti. Şam yakınlarındaki Mezze’ye karargâhını kurdu. Gülek boğazı, Adana, Maraş, Urfa ve diğer yerlerdeki birliklerine Şam’a gelmeleri emrini verdi. Bütün bu gelişmelerle 1840 yılı Ramazan ayına gelindi. Şam’da bulunan bütün değirmenler ve fırınlar ordunun ekmek ihtiyacını karşılamak üzere ayrılmıştı. Halk ekmek sıkıntısı çekmeye başladığı için orduya karşı hoşnutsuzluklar giderek artıyordu. Şam’a gelen birlikler de yolda birçok güçlüklerle karşılaşıyordu. Ayrıca çevredeki kabilelerle ve aşiretlerle sık sık çatışmalar oluyordu. Kış şiddetli geçtiği için kurulan çadırlar askerin ihtiyacını karşılamaya yetmiyordu. Askerler üşümemeleri için Şam’daki evlere dağıtıldılar. Ama bu da yetmedi çünki asker sayısı 257 258
Defter2, s. 96- a. Defter2, s. 96- b.
170
hane sayısından daha fazlaydı. İbrahim Paşa askerlerinin şiddetli kışı ölmeden geçirebilmesi için bütün çarelere başvuruyor, bazen odun olarak ne bulurlarsa yakıyorlardı. Hatta ahşap minareleri bile ısınmak için yaktıkları belirtilmektedir. Yiyecek bulmak için aşiret ve köylere gidiyorlar, yardım etmeyenleri asıyorlardı. Bütün bunlar bölgede huzursuzluğu artırıyor ve halkın nefretine ve bölgeden kaçmasına neden oluyordu. İzzet Paşa, Mısır askerlerinden birçoğunun kaçarak kendisine sığındıklarını ve kendisinin de onları memleketlerine gönderdiğini belirtmiştir. Halkta Mısır askerine karşı büyük bir kin meydana gelmişti. Komutanlarının Mısır’a gitmek üzere zorlu bir yolculuğa çıkması üzerine çoğu zorla toplandıkları memleketlerine de yakın olması nedeni ile Suriye ve Lübnan’da ordudan kaçmış ve sersefil bir durumda ortada kalmıştı. Bu durumu haber alan Serasker İzzet Mehmed Paşa zorla veya kandırılarak Mısır askeri yapılan Osmanlı vatandaşlarının salimen memleketlerine dönmeleri için büyük gayret göstermiştir. Bütün bunlardan Osmanlı Devleti’nin, Mısır ordusundan kaçanların salimen memleketlerine dönmesine izin vereceğini taahhüd ettiğini tahmin ediyoruz. Yoksa yakalanan bu askerlerin hiçbir işleme tabi tutulmadan serbest bırakılmalarını anlamak mümkün değildir. Kaçan askerler arasında İbrahim Paşa’nın çok yakınında olan gulamları da vardı. Bu durum kısaca aşağıya alacağımız 15 Ramazan 256 (11 Kasım 1840) tarihli bir belgede şöyle dile getirilmektedir: “Asakir-i Mısrıyye’den kendü hevahişleriyle beher gün peyderpey kaçub dehalet itmekde oldukları derkâr olduğundan tarih-i ariza-i çâkerânemden iki gün mukaddem İbrahim Paşa’nın daima yanında gezdirdiği gulamlarından iki nefer kölesi firar iderek Taraf-ı çakerâneme gelmiş olduklarından mukaddemce Sabra ve Sur kalelerinden alınub fırkateyn ile gönderilen asakir-i Mısrıyye ile beraber merkumat dahi hakpây-ı asafânelerine irsal kılınmış oldukları… Osman Paşa ve İbrahim Paşa muharebelerinde bi’l-icbar girift olunan ve tabiatıyla Orduy-ı Hümayun’a dehalet iden asakir-i Mısrıyye’den akdemce Dersaadete irsal olunub münbagî olan 500 zabit ve nefer asakir-i Mısrıyye dahi bu defa Zeyedes ticaret nam Vapur-ı Sefine-i hümayununa irkaben… ”259 Mısır ve Lübnan bölgesindeki bazı resmî ve gayr-i resmî ileri gelenler tarafından Mısır lehinde propaganda yapılmıştır. Bunu yapanların çoğunun Fransa ve Mısır 259
Defter3, s. 01.
171
ajanları olması gayet muhtemeldir. Özellikle bazı kandırılmış görevliler ve mütesellimler bunu yapmıştır. Haleb Vali yardımcısı olan Hamza Bey ismindeki bir resmî görevli Mısır’ı bağımsızlık mücadelesinde Amerika, Fransa ve Yunanistan’ın desteklediği söylentisini çıkararak halkın kafasını Osmanlı yönetimi aleyhinde karıştırmıştır. Bunlara karşı tedbirler alınmalı diyerek İzzet Mehmed Paşa Hariciye Nezaretine bir mektup göndermiştir. Bu mektupta İzzet Mehmed Paşa, bölgede birçok yabancının cirit attığını, kime ve neye hizmet ettiklerinin belli olmadığını ve çeşitli nedenlerle bunlara müdahale edilemediğini belirterek bunlara karşı tedbir alınmasını istemektedir. Daha önce kendisiyle ilgili aktardığımız yabancıların şikâyetleri bu nedenle olabilir. Vali mektubunda şunları demektedir:
“Bu esnada İbrahim Paşa
Haleb havalisinde mevcud olan askerini nezdine celb idüb kuvvetli bulunmak emelinde bulunduğu… Fransa ve Amerika ve Rum devletleri Mısırlu ile ittifak eylediler deyu şuur-ı mütesellimine yazmış olduğu bir kıta varakasına destrest olarak Savb-ı bendegâneme göndermiş olduğundan...”260 Suriye ve Lübnan’da işgal dolayısıyla ortaya çıkan karışıklık ve Mısırlılar’ın geçtikleri yerlerde ekili alanları tahrip etmeleri nedeni ile bölgede kıtlık baş göstermişti. Bu durum çok önemli sosyal olaylara neden olma potansiyeli taşımaktadır. Özellikle ailesinden ayrılıp yeni evler kurmuş olan bazı gençler ailelerini geçindiremedikleri için tekrar eski yerlerine dönmeyi düşünmektedirler. Böyle bir durumda birçok arazi ekilemeyecek ve gıda üretimi azalacaktır. Şimdiden köylüler temel gıda maddesi olan ekmeğin pahalı satılmasından şikâyet etmeye başlamışlardır. Bütün bunlardan dolayı kargaşayı ortadan kaldıracak ve temel gıda maddelerinin kolayca arzını sağlayacak tedbirler almak gerekmektedir. “… Muahharan Suriye’de vukubulan karışıklık keyfiyeti ve Mısırlular tarafından ekinlerin tahribi ile sevahilin ablukası hususları hınta’nın nedret ve gılletini mucib olmuş ve hulûl-ı mevsim-i şıtada gereği gibi zaruret çekileceği derkar bulunmuş olub hatta fukara takımı ekmeğin gâli baha ile satılmasından şikâyet itmekde ve köylüler dahi taişleri içün muktezi olan zehairin tedarik ve istihsali zımnında tarlalarını terk ile familyaları tarafına avdete mecbur olmakdan havf eylemekde…”261
260 261
Defter3, s. 7- b. Defter3, s. 12- a.
172
Savaş ve abluka yüzünden Suriye ve Lübnan sahillerinde açlık çekiliyordu. Suriye’deki karışıklıklar ve Mısır ordusunun ekinleri yakması bölge halkını çok zor durumda bırakmaktaydı. Donanmanın İngiliz generallerinden birisi, Ticaret Nazırı’nın gıda ithali için teşvik sağlamasını isteyerek gıda sıkıntısının bölgenin aleyhlerine dönmesine neden olabileceğini belirtiyordu. Biz bölgeyi abluka altında tuttuğumuz için bütün bu açlık ve sefaletin sebebinin biz olduğumuz yönünde Mısır canibinden propaganda yapılmasını engellemek için bu sorunu çözmeliyiz yönündeki tekliflerini Osmanlı Ticaret Bakanlığına sunuyor. Bununla ilgili yazdığı mektup’ta İngiliz General şunları istiyordu: “… Muharebe ile zuhura gelen fenalıklara kıtlık maddesi dahi ilave olunduğu halde ahali-i merkumenin pek çok sıkıntı çekecekleri derkâr olmağla işbu keyfiyyatı Orduy-ı Hümayun-ı şahâne müsteşarı efendi hazretlerine ifade iderek Berruşşam’a zehayir nakl ve idhalini tervic ve teşvik birle düşman ile uğraşmakda oldığumuz şu esnalarda zehayirin gıllet ve nedreti keyfiyetinin meni zımnında vaktiyle usul-i mukteziyye’ye teşebbüs buyrulması...”262 Mısır ordusunun çekilmesi sırasında Osmanlı Devleti ile müttefikleri tam bir işbirliği içinde hareket etmişlerdir. Müttefik donanmada komutanlık yapan bir İngiliz generalin hastalığından dolayı görevinde başarısız olması nedeniyle, beraberce anlaşılan başka bir İngiliz generalin donanma komutanlığına getirilmesi hususunda Lord Palmerston ile Osmanlı yetkilileri arasında anlaşma sağlanmıştır. Bu general teklif edilirken bir Osmanlı Paşası ile olan yakın ilişkisi referans olarak gösterilmiştir. Müttefik Donanma komutan ve subayları arasında olumsuz bir duruma araştırdığımız belgelerde rastlamadık. Daha önce birçok olayda karşı karşıya gelen ve sadece 13 sene önce donanması Navarin’de bunlar tarafından yakılan bu asker ve subayların Mısır meselesinde tam bir uyum içinde hareket etmesi Türk askerinin tarih boyunca görülen itaat ve mükemmelliğinin bir göstergesi olsa gerek. Bununla ilgili belgede şunlar dile getirilmektedir: “… Lord Palmerston Cenabları Devlet-i Aliyye’nin Salifü’z-zikr Sör Çarls hakkında şayan buyrılan itimad-ı âlisinden bigayet memnun ve müteşekkir olmasıyla …”263
262 263
Defter3, s. 12- a. Defter3, s. 12- a.
173
Bu zor şartlarda Osmanlı Devleti için en zor durumlardan birisi askerin ihtiyacının bulunduğu yerlerden sağlanmasıydı. Suriye ve Lübnan bölgesinde bulunan ordunun ağırlıklarını taşımak için at, eşek ve katıra ihtiyaç vardı ve hayvanların tamamının bölgeden sağlanması mümkün değildi. Sağlansa bile bölge hayvanları Anadolu’ya göre küçük ve dayanıksız, uygun olanlar da pahalıydı. Bu nedenle Anadolu ve Kıbrıs’tan ihtiyaç duyulan 600 hayvan sağlanarak ordunun ağırlıklarını taşımak için acilen bölgeye gönderilmesi gerekiyordu. Mısır askerinin çekildiği yerleri doldurmak ve asayişi temin için bu gibi levazımat ihtiyacının karşılanması devletin zor şartları nedeniyle çok güç olmuş ama yine de sağlanmıştır. “… Bade süvari askerinin hemen lazım gelen eğerleriyle gönderileceği şifahen emr ü irade buyrulmuş… Süvari Asakir-i Muntazama-ı Şahâneye virilmek üzere 5- 6 yüz mikdarı hayvanatın bu taraflardan tedariki hini imkânda olmadığı ve olamayacağı bedihi ve bu civarın kullandıkları merkeb ve ufak katırlar olub Dürzî dağlarında esb bulunur ise de beheri dört beşbin kuruşa satmakda idüğinden bizim işimize elvirmeyeceği emr-i celi olduğuna... ”264 Bölge Valileri, Mısır ordusunun çekilmesini dikkatla takip etmekte ve bölgenin durumu ile alınabilecek tedbirler hakkında merkeze sık sık mektuplar yazmaktaydılar. Aşağıdaki mektupta Vali tarafından işgalcilerin çekilmesi ve alınacak gerekli tedbirlerle ilgili bilgiler veriliyor, Mısır ordusunun Maraş ve civarını terk ettiği belirtiliyordu. Bundan sonra bölgenin refah ve emniyet durumunun düzeleceği ifade edilerek özellikle Ramazan ayının girmesinden dolayı, bazı özel tedbirlerin alınması gerektiği söyleniyordu. Mısır ordusunun çekilmesinden sonra bölgenin alabileceği durumu özetleyen bu mektubda şunlar ifade edilmektedir: “… Ber-vech-i beyan Mısırlu’nun eyalet-i merkumeden aralaşdığı ve kat-ı rişte-i alaka eylediği rehin-i haber-i bedahet olmakdan naşi doğruca buradan hareket ve Maraş’a azimete her ne kadar can atmışlar ise de…”265 Bölgedeki bazı Mısır taraftarı Dürzî aşiret liderleri, tekrar Osmanlı Devleti hizmetine girmek istediklerine dair bir dilekçe yazdılar. Ancak bunu bölgedeki bazı yönetici, subay ve askerlerin halka karşı yanlış tutumları zorlaştırıyordu. Prusya konsolosu, kendisine gelen bazı Dürzî ileri gelenlerin, Lübnan’da kendileri ve diğer 264 265
Defter3, s. 13- a. Defter3, s. 14- a.
174
gayr-i müslimler üzerinde Osmanlı askerleri tarafından değişik zulümler uygulandığını söylediğini belirtiyor. Dürzîler; zorla askere alındıklarını, yerlerinden sürüldüklerini ve ailelerinin açlıkla baş başa olduğunu söyleyerek eğer bu baskı ve haksızlıklar devam ederse, bölgede büyük isyanlar çıkabileceğini belirtiyorlardı. Bu mektuptan, bölgedeki Dürzîler’in işgal sırasında Mısır’ı desteklediği de ortaya çıkmaktadır. Avusturya konsolosunun durumla ilgili çözüm tekliflerini de eklediği bu mektubda kısaca şunlar dile getirilmektedir: “… Ve buralarda neferat-ı askeriyye ve zabitan-ı Devlet-i Aliyye tarafından gerek şehirlü ve gerek ahali-i cibalden olan Hıristiyanlar haklarında edna gûne zulüm ve teaddi ve su-i muamele zuhura gelmekde… Eğerçi taraf-ı Devlet-i Aliyye’den işbu harekât-ı zulmiyyenin men ve refi zımnında tedabir-i şedideye teşebbüs buyrulmaz ise işbu
memlekette yeniden bir ihtilal zuhura geleceği ağleb
muhtemelattandır…”266 Bölgedeki gençlerin zorla askere alınması ve kullanılan yük hayvanlarının kamulaştırılması büyük sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle dağlı halkın binek hayvanlarının alınması hayatı onlar için daha da zorlaştırmaktadır. Bütün bu nedenlerden dolayı zaten karnını zor doyurmakta olan dağlılar için yaşamak neredeyse imkânsız hale gelmektedir. Hane reislerinin bu şekilde zorla çalıştırılmasına devam edilirse ailelerinin açlıktan telef olması fazla uzun sürmez denilmektedir. “… Ve neferat-ı askeriyye ika ve ikame olunmak üzere hırıstiyan familyaları kendü hanelerinden çıkarılmış ve limaslahati memlekete vurûd iden sekene-i cibalin kendüleri ve hayvanatları ahz ve girift ile dutularak cebren ve kahiren devlet hidmeti içün çalışdırılmakda ve mahaza familyaları kendü hânelerinde açlıkdan telef olmakdadır.”267 Osmanlı ordusu Seraskeri İzzet Paşa, Mısır ordusundan Osmanlı ordusuna katılmak için teslim olan bir alayın, 21 alaydan meydana gelen Asakir-i Mansure’ye 22. alay olarak dâhil edilmesi ve maaşlarının o birliklerle aynı olması uygun olacaktır şeklinde bir teklifte bulunuyor. Bu isteği merkez tarafından kabul ediliyor. Ancak bu askerlere maaş verilirken, kendiliğinden savaşmaksızın teslim olanlara; Şaban ayının başından, savaş sonucunda teslim olan veya yakalananlara; Ramazan ayının başından itibaren maaş verilmesinin uygun olacağı belirtiliyor. Böylece pişman olup geri dönmek 266 267
Defter3, s. 20- b. Defter3, s. 20- b.
175
isteyenlere bazı ayrıcalıklar tanınmak isteniyor. Anlaşıldığı kadarı ile Osmanlıya karşı savaşan askerlerin çoğu bunu isteyerek yapmamaktadır. Daha önce de buna benzer bir belgede ifade ettiğimiz gibi, Osmanlı askeri ile Mısır askeri aynı düşüncede olmasına rağmen küçük çıkar çatışması nedeniyle karşı karşıya gelmiştir. Bu birleşmeyle ilgili Serasker’in mektubu ve buna verilen cevap kısaca şunları ifade etmektedir: “Asakir-i Mısrıyye’den takım takım Dersaadete gelmiş olanların aylıklarının itası irade-i Seniyyei hazret-i mülûkâne müktezasından olmak hasebiyle bunlardan taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye dehalet idenlerin Şaban-ı Şerif’in gurresinden ve harben ahz ve girift olunanların Ramazan-ı Şerfin gurresinden itibaren maaş ve mahiyelerinin tahsis kılınması… ”268 25 Kasım 1840 da Amiral Napier komutasındaki İngiliz filosu İskenderiye önlerine gelerek, Mehmed Ali Paşa’ya antlaşma teklif etti. Suriye’yi istemekten vazgeçmesi ve Osmanlı donanmasını iade etmesi durumunda, Mısır yönetiminin veraseten kendisine bırakılacağını belirtti. Eğer bu teklifi kabul etmezse İskenderiye şiddetli bir bombardımana maruz kalacaktı. Mehmed Ali Paşa bütün şartların aleyhinde olduğunu görerek ve Fransa’dan da ümidini kestiği için bu teklifi kabul etti. Osmanlı Devleti önce bu durumdan memnun olmadıysa da İngiltere’nin ısrarıyla bu durumu kabul etti. İngiltere’nin bu teklifinin, Padişah tarafından bir ferman yayınlanması şartıyla Mehmed Ali Paşa tarafından kabul edilmesiyle, savaş sona ermiş oldu. İngiliz Amiral’i Napier ile Mehmed Ali Paşa arasında yapılan görüşme ve antlaşma İradât-ı Seniyye
Defterinde
şöyle
anlatılmaktadır:
“Memalik-i
Berrüşam’ın
asakir-i
Mısrıyye’den tahliyesi, Donanmayı Hümayunu Şahâne’nin, Londra muahede-i ittifakiyesi iktizasınca redd ü iadesi şartıyla eyalet-i Mısır’ın bittevarüs Mehmed Ali Paşa’nın uhdesinde ibkası hususunun Düvel-i Fahîme-i Müttefika taraflarından, taraf-ı eşref-i hazreti şahâne’ye tavsiye ve rica olunduğunu İskenderiye pişgahında bulunan İngiltere sefayin-i harbiyesi kumandanı Napier, Mehmed Ali Paşa’ya ifade ve ihbar iderek…”269 Mehmed Ali Paşa, kendisinin antlaşmayı kabul etmesi için Mısır’ın kendisine veraseten verildiğinin Osmanlı Devleti tarafından resmen bildirilmesini ve buna Avrupa devletlerinin kefil olmasını istedi. Bu yapıldığı takdirde, oğluna Suriye ve Lübnan’ı 268 269
Defter3, s. 30- a. Defter3, s. 31- b.
176
boşaltmasını emredeceğini ve Osmanlı donanmasını derhal iade edeceğini beyan etti. Napier ise, bunları yapması durumunda Mısır ve İskenderiye’den tahliye edilecek asker ve yaralılara yardımcı olunacağını ve Mısır’a dönecek ordunun yanında bütün silah ve edevatını getirmesine izin verileceğini söyledi. Ayrıca Akka, Beyrut, Sayda ve Sur’a gelecek askere bir sınırlandırma getirilmeyeceğini ifade etti. “… Paşa-ı muma ileyh Berrüşam’ın tahliyesi hususunu muahharan oğlu İbrahim’e emr ü işar ideceğini ve Mısır eyaletinin veraset suretiyle kendü uhdesinde ibkası canib-i Saltanat-ı Seniyyeden resmen kendüye ihbar olunduğu ve Düvel-i Müttefika taraflarından dahi kefalet-i mukteziye icra kılındığı halde Donanmayı Hümayunu Şahâne’yi derhal redd ü iadeye müsaraat eyleyeceğini taahhüd eylemiş.”270 İbrahim Paşa, Şam’da çok zor durumda iken kendisine Beyrut yoluyla bir mektup ulaştı. Mektup’ta; babasının Sultan Abdülmecid ile anlaştığı ve Suriye’yi boşaltacağını, buna karşılık Mısır’ın veraseten kendisine bırakılacağını belirten mektubu getiren Sami Bey’in Beyrut’a vardığı bildiriliyordu. Ayrıca bundan kısa bir süre önce İbrahim Paşa Akka’nın düştüğünü de öğrenmişti. Bütün bu nedenlerden dolayı Suriye’yi boşaltmaktan başka çaresi kalmamıştı. Artık asker hayatta kalmaktan başka bir şey düşünmüyor ve fırsat bulduğu anda firar ediyordu. Beyrut kalesi küçük bir çatışma sonunda alındıktan sonra Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, Dürzî dağı eteklerinde birkaç kez vuruşmaya girişmiş ise de hepsinde yenildiğinden ele geçirilmek kertesine gelmiş iken Şam’a doğru geri çekilmek zorunda kaldı. Ordu aç ve susuz kaçmaya başladı ve bu sırada zorla orduya yazılan yerel askerler buldukları ilk fırsatta ordudan firar ettiler. Ordu geri çekilirken, bir taraftan yer yer müttefik askerlerle çarpışırken, diğer taraftan bölgedeki asayişsizlikten dolayı sürekli kabile ve aşiretler tarafından saldırıya uğruyordu. “Kendisinin çok güvendiği Akka’nın da kısa sürede düştüğünü öğrenince artık Şam’da da durup tutunamadığından çöllere düştü. Buralarda anlatılması güç sıkıntılarla karşılaşıp aç, çıplak Mısır’a doğru kaçıp gitti.”271 Mehmed Ali Paşa’nın kısa sürede sağladığı başarının nedeni, Hicaz ve Mora meselesindeki başarıları ile Mısır’dan işgalci güçleri kovması nedeniyle halk nazarında 270 271
Defter3, s. 31- a, b. M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 278.
177
kendisine duyulan sevgi ve sempatiydi. Bütün bunlardan daha 10 yıl bile geçmeden uğradığı bu başarısızlığın nedeni ise, işgal ettiği bölge halkına verilen sözlerin tutulmamasından dolayı halkın güveninin sarsılması ve ona karşı duyulan sevgi ve sempatinin yok olmasıydı. İbrahim Paşa’nın yaptığı haksızlıklar nedeniyle halk kendisinden yüz çevirmiş ve askerler fırsat bulunca firar etmeye başlamıştı.272 Mısır birlikleri hızlı bir şekilde Anadolu ve Suriye’yi boşaltmaya başladı. Özellikle aşiretler arasında Balkanlardan gelen askerler ciddi bir rahatsızlığa neden olmaktaydı. Mısır askerleri çekildiği için fazla askere luzum kalmamıştı. Bu nedenle bu askerlerin buradan Diyarbakır ve Malatya’ya nakledilmeleri uygun olacaktı. Suriye ve Lübnan halkı Hıristiyanları’ndan zorla asker alındığı. bu durumun onları ve geride kalan ailelerini çok zor durumda bıraktığı belirtilmekteydi. Halk açıktan açığa kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını ve kandırıldıklarını düşünmektedir. Bütün bunlardan dolayı Tanzimat ilkeleri doğrultusunda Suriye ve Lübnan’da azınlıkların haklarının dikkatle gözetildiği adil bir idare kurulması gerektiği ifade edilmektedir. Bölgede Mısır birliklerinin çekilmesinden sonraki psikolojik yapıyı çok iyi gösteren bir belgede bu konularda şöyle deniliyordu: “… Saltanat-ı Seniyye’de ve her bir gûne mezalim ve teaddiyattan salim ve masun olmalarını memul eylediklerinden şimdi bilakis bu keyfiyeti zulmiyye kendülere ziyadesiyle giran gelerek ekser mahallerde gerçi Mısırlu pek çok tekâlif taleb ider ise de idareleri şimdikinden hakkaniyet ve musavat üzere idi, bu cihetle aldanmışız deyu alenen söylenmekde olduğu rivayet olunmuşdur.”273 Bölgedeki İngiliz görevlisi Wood, Mısır işgaline karşı direnen Suriye ve Lübnan liderlerinin ödüllendirilmesinin ve vergilerinin düşürülmesinin faydalı olacağını belirtmektedir. Bölgede ne kadar rahip, papaz, haham vb. varsa maaşa bağlanmasını istiyordu. Burada da görüleceği gibi Gayr-i Müslimler korunmak isteniyor gibi bir izlenim ortaya çıkmaktadır. Ödüllendirilmesi istenenlerin çoğunluğu Gayr-i Müslim azınlıklara mensup kimselerdir. Mısırlılar’ın bölgeyi terk etmesinde Müslümanların hiçbir katkısı olmamış gibi bir durum görülüyor ki, bu mümkün değildir. İngilizler böylece Gayr-i Müslimler’in sempatisini kazanmak ve ilerdeki emelleri için taraftar toplamak istiyor olabilir. Wood mektubunda hizmet edenlerin geniş bir listesini 272 273
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 279- 280. Defter4, s. 11- b.
178
göndererek şunları dile getirmektedir: “… Saltanat-ı Seniyye’ye ibraz-ı hizmet ve sadakat itmiş olan zevatın esamisini mübeyyen bir kıta defterin tanzimi taraf-ı acizânemden iltimas buyrulmuş ve atiyüzzikr zevat gerek muharebat-ı vakıada ve gerek evail-i vukuatta hüsn-i hizmet ve şecaat-i zatiyeleri cihetiyle kesb-i temeyyüz eylemiş olub… ”274 Avrupa devletlerinin Suriye ve Lübnan’daki dini azınlıklarla ilgili tekliflerinde özellikle mâli konular dikkat çekmektedir. Bunlardan alınan vergilerin azaltılması veya affedilmesi sık sık istenmektedir. Böylece bu insanların mâli durumları düzeltilerek ayrıcalık kazandırılmak isteniyormuş gibi bir manzara vardır. Daha sonraki dönemlerde ekonomik olarak Müslüman halktan zengin duruma gelen bu insanların birçok problemlere neden oldukları görülecektir. Bu ayrıcalık istenen Gayr-i Müslimler’in vergi miktarına bakıldığı zaman zaten diğer vatandaşlarla karşılaştırıldığı zaman fazlaca malları olduğu görülecektir.“… Senevî 4185 kuruşa baliğ olan virgüy-i emlaklarının afvını müşir yedlerine birer kıta emr-i âli ihsan buyrılması… Ve şeyh Yunus ve Yahos nam kimesneler içün mukabil-i adada vukubulan hizmetine mükâfaten iki sene 24 bin ve Sun-i Yahudi içün dahi çünkü Maruniyun ve Rum ve Katolik Patrikleri taraf-ı Devlet-i Aliyyeye bunun vasıtasıyla celb olunmuş olduğundan 15 bin kuruş ve İbrahim Harb içün hidemat-ı mütenevviasına mukabeleten 20 bin kuruş ihsan buyrılmasını bilmemnuniyet rica iderim…”275 İbrahim Paşa’nın ordusu 29 Aralık 1840 Pazartesi günü (15 zilkade 1256) Şam’ı boşaltmaya başladı. Şam’dan hareket eden ordunun mevcudu; 25 bin nizami asker, 30 bin başıbozuk asker, 200 top, 3000 süvari ve 700 kişi de asker ailesinden ibaretti. Paşa Şam’dan ayrılırken halktan Hıristiyanlara dokunmamaları, eğer bir hadise olursa geriye dönüp sorumluları tenkil edeceğini söyleyerek onları tehdit etti. İbrahim Paşa uzun, tehlikeli ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra 31 Ocak 1841 tarihinde Gazze’ye ulaştı. Buraya ulaşması elinde güvenilir ve yolları tam olarak gösteren bir harita olmadığı için çok güç oldu. Gazze’de biraz dinlenerek gönderilen yardım sayesinde Mısır’a dönebildiler.
274 275
Defter4, s. 67- a, b. Defter4, s. 67- a, b.
179
Böylece 2 Kasım 1831 tarihinde Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’dan ayrılarak Suriye’ye hareketiyle fiilen başlayan Mısır’la savaş 19 Şubat 1841’de ordunun geldiği yere dönmesiyle fiilen sona erdi. Ancak bundan sonra Mısır meselesinin hukuken sona ermesi bir süre daha devam etti. İngiltere meselenin tamamen çözülmesi için, Osmanlı yönetimine Mehmed Ali Paşa’nın istediği fermanı yayınlaması yönünde baskı yapıyordu. Mısır meselesinin çözümünün uzaması İngiltere’nin bütün dünyaya yaymaya çalıştığı “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” düşüncesinin önündeki en önemli engellerden birisi olarak görülüyordu. Çünkü Mısır, önemli deniz ve kara yollarının geçiş noktasında bir kavşakta bulunuyordu.
180
IV. Abdülmecid’in Mısır Fermanı Yayınlamasının Nedenleri ve Sonuçları Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa yönetiminin tamamen sona ermesini istiyordu. Londra Antlaşması da Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabul etmemesi halinde 10 gün içinde Akka Paşalığı’nın 20 gün içinde ise bütün görevlerin kendisinden alınacağını kayıt altına almıştı. Ama uzun ve yıpratıcı bir savaşı göze alamayan İngiltere, Fransa’nın da durumunu göz önünde bulundurarak bir orta yol bulmaya çalıştı. İngiltere, donanması ile Lübnan ve Suriye kıyılarını bombaladıktan ve Mehmed Ali Paşa’yı her taraftan sıkıştırıp terbiye ettikten sonra, filo komutanı Amiral Napier vasıtasıyla Mısır dışındaki yerleri ve Osmanlı donanmasını iade etmesi şartıyla, veraseten Mısır yönetiminin kendisine bırakılacağını söyledi. Mehmed Ali Paşa bu teklifi Abdülmecid Han’ın bu konuda bir ferman yayınlaması şartıyla kabul etti. Babıâli, Mısır’ın idaresini özel ayrıcalıklarla Mehmed Ali Paşa’ya vermek istemiyordu ama İngiltere’nin savaşmak istememesi nedeniyle kendisinin daha ileriye gidecek durumu da yoktu. Bu şartlar altında Mısır’ın ele geçirilmesi çok para ve asker istediği için, en kolay çözüm yolu İngiltere’nin teklifini kabul etmekti. Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa Londra Antlaşması’nı kabul etmediği zaman Mısır’a onun yerine İzzet Mehmed Paşa’yı Vali olarak bile atamıştı. Müttefik Devletler, Mısır meselesini Mehmed Ali Paşa’yı veraseten Mısır Valiliğinde bırakarak savaşsız olarak çözmeye karar verdiler. İngilizler, bu meselede Osmanlı yararına çalıştıklarını sürekli tekrarlıyorlardı. İngiliz temsilci Mehmed Ali Paşa’ya bu yönde teklif getirerek Mısır dışındaki yerleri boşaltmasını istiyordu. Osmanlı Devleti dışındaki diğer devletler, Mehmed Ali Paşa’nın tamamen devreden çıkmasını istemiyorlardı. İskenderiye’ye gönderilecek bir temsilci vasıtasıyla; Padişaha itaatini bildirmesi, Mısır dışındaki yerleri terk etmesi ve Donanmayı iade etmesi şartıyla Mısır Valiliği’nin veraseten devam etmesini sağlayacak bir belgeyi imzalaması için Mehmed Ali Paşa’ya 3 gün zaman verdiler ve bu konuda bir ferman yayınlamaya Padişahı ikna edeceklerine dair ona söz verdiler. Bu konuda Palmerston bütün taraflarla uzun görüşmelerde bulundu. “… Mehmed Ali serian taraf-ı şahâneye dehalet birle donanmayı hümayunu müddet-i galile zarfında redd ü iade ideceğini ve bilcümle Berrüşam ve Adana ve Kandiye ve Arabistan ve memalik-i mukaddeseyi tahliye eyleyeceğini muşir tahriren kendüye bir sened-i resmi ita eylediği halde eyalet-i
181
Mısır’da ibkası hususu Düvel-i Erbaa tarafından zat-ı hazreti şahaneye tavsiye olunacağını kendüsine ifadeye memur oldığunu beyan ve Düvel-i muşarun ileyhim işbu rica ve tavsiyeleri kendisi derhal dehalet eylediği takdirce vukua geleceğini serd ve ityan idecektir...”276 Mehmed Ali Paşa Londra Antlaşması’nı kabul etmemesine rağmen, Babıâli’ye yazılan bir yazıya verilen cevapta, Mısır’ın Osmanlı Devleti’nden kereste ithaline 1841 Martına kadar müdahale edilmemesi isteniyordu. Böyle bir durumda Mısır keresteyi başka yerden temin edebilecekken halkın Osmanlıya olan bağlılığı azalabilecekti. O dönemde Mehmed Ali Paşa donanma için ihtiyaç duyduğu kerestenin büyük bir kısmını Antalya ve civarından karşılamaktadır.277 Herhalde meselenin savaşsız olarak halledileceğine hâlâ inanılıyordu. Aynı zamanda Paşa’nın görevden alınması için Mart ayına kadar beklenmesinin uygun olacağı belirtilmektedir. Bu durumla ilgili yazışmada şunlar ifade edilmektedir: “… Mısırlu canibine kereste virilmemesi babında emr-i âli sadır olmamış ve bu hususda bir güne memnuniyet-i sarîha vukubulmamış olmasıyla mir-i muma-ileyhin bu babda töhmetli addolunması iktiza itmeyeceğine ve her nasıl olsa Mısırlu tarafı luzumu olan keresteyi âhar cânibden dahî celb ve mübayaa itmek mümkün ve kâbil olarak memnuiyeti dahi…”278 Mehmed Ali Paşa, Mısır idaresinin verasetle kendi neslinin yönetimine bırakılması garanti edildiği anda gelecek bir Osmanlı Paşası’na donanmayı teslim edeceğine ve işgal ettiği Mısır dışındaki toprakları terk edeceğine dair İngiliz Amirali Napier’e söz verdi. Donanmayı Yaver Paşa vasıtasıyla Osmanlı memuru Mazlum Bey’e teslim edecek ve oğlu İbrahim Paşa’ya işgal etiği yerleri terk etmesini emredecekti. Bütün bunları yaptıktan sonra İngilizler’den verdikleri sözü tutarak Mısır’ın veraseten kendisine bırakıldığına dair bir fermanı Padişaha yayınlatmalarını istiyordu. Mehmed Ali Paşa, Fransa‘nın kendisine desteğini çekeceğini anlayınca, müttefik ülkelerle antlaşmaktan başka çaresi kalmadığını gördü. Bunun üzerine son teklifi kabul etmeye karar verdi. Mehmed Ali Paşa bu durumu İngilizlere yazdığı bir yazı ile şöyle belirtmektedir: “… Donanmay-ı Hümayun’un çarçabuk iadesi ve mahâllı mâlümenin derhal memurîn-i Devlet-i Aliyye’ye teslimi ile itaat-ı marûza-ı abidânemi fiilen isbata
276
Defter3, s. 53- b, 54- a. Orhan, Koloğlu, İlk Gazete İlk Polemik, Ankara, 1989, s.52. 278 Defter3, s. 67- b. 277
182
muvaffak olduğum anda Eyalet-i Mısrıyye’nin bittevarüs uhde-i abîdâneme ibka ve ihsan buyrulacağı … ”279 Mehmed Ali Paşa, müttefik donanmayı İskenderiye önlerinde görünce durumun gerçekten kritik olduğunu anlamış ve Osmanlı Devleti’ni ferman yayınlamaya ikna için bütün yolları denemeye karar vermişti. Daha ferman yayınlanmadan Girid’e bir mektub göndererk oraya atadığı kişiden derhal adayı boşaltmasını istemiş ve bu durumu müttefik devletlere bildirmişti. Böylece müttefik devletlerin Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurmaları için ellerini güçlendirmiştir. Bu yolda uygulamalar yapmasının kendi yararına olacağına dair müttefik devletlerin Mehmed Ali Paşa üzerinde telkinlerde bulunması gayet muhtemeldir. Mehmed Ali Paşa’nın Girid’e gönderdiği yazısı gerçekten ilginçtir. Girid’deki görevliye şunları söylüyordu: “… Eyalet-i Mısrın veraseti Düvel-i Fahime-i Müttefika iltimaslarıyla uhdemize tefviz olunmakda idüğinden ve Girid ceziresi dahi tahliye kılınacağı Babıâli tarafından suret-i tahliyesini hâvi emr-i âli zuhuruna dek hazırlanmakda bulunmanız bimennihi Teâlâ ondan sonra tarafınıza gönderilecek sefinelere râkiben bu tarafa gelmeniz icab itmiş...”280 Matternih, İstanbul Elçisi’nin 23 Ağustos 1840 tarihli Mehmed Ali Paşa’nın müttefik devletleri ve Osmanlı Devleti’ni ikna için bütün yolları denediğini belirten yazısını geniş biçimde değerlendirdi. Daha önce de belirttiğimiz gibi Mehmed Ali Paşa, müttefik devletler karşısında yenileceğini anladığı için en az zararla durumdan kurtulmak istiyordu. Bunun için Avrupa devletleri arasındaki çıkar çatışmalarını kullanmaya çalışıyor ve bunun için her yolu denemekten kaçınmıyordu. Avrupa devletleri arasında da kuvvet kullanmakta tam bir ittifak olmadığı için durum onun lehine görünüyordu. Matternih, İstanbul sefirine yazdığı yazısında bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Şehr-i Ağustosun 23’ü tarihiyle müverreh olan tahriratınızın biri… Mehmed Ali’nin Berruşşam’da bulunan ordusuyla Anadolu’da İbrahim Paşa’nın destres olabileceğini aklı kesdiği mikdar mahâll ve mevakiin zabt ve istilası hususunı tasmim eylemiş gibi görünmüşdür… Ve Mehmed Ali kendüye teklif olunacak şurûtu kabul ile kesb-i saadet ider idi… ”281
279
Defter3, s. 78- b. Defter3, s. 86- a. 281 Defter3, s. 86- b. 280
183
Mısır meselesinin çözümünde en önemli problemlerden birisi müttefik devletlerin çözüm konusunda farklı görüşleri savunmalarıdır. Devletlerin çözümde acele etmesi ve birbirini çekememesi ayrı bir mesele olarak ortaya çıkmaktadır. Çözümde bir kutbu temsil eden Matternih’e göre, Mehmed Ali Paşa ordusunun az ve çok yerler işgal etmesi önemli değildir. Asıl mesele Mehmed Ali Paşa’nın tahrik edilerek bütün bölgeyi karıştıracak fitneye girişmesine sebep olmaktır. Bu durumu çözmeyi sebep göstererek Avrupa güçlerinin İstanbul’a girmeleri hiç umulmadık sorunlar çıkarabilir. Donanmanın yeri daha iyi hareket edebilecek şekilde değiştirilmelidir. Donanma daha ziyade Mısır birliklerinin
bağlantısını
kesecek
şekilde
yerleştirilmelidir.
Bunu
Çanakkale
açıklarındaki donanmayı Rodos açıklarına göndererek sağlayabiliriz. Bu Mehmed Ali Paşa’nın gözünü korkutacağı için caydırıcı bir unsur olacaktır. Mehmed Ali Paşa’nın ısrarla teklifimizi reddetmesinin nedeni ailesine iyi bir gelecek hazırlamak içindir. Ama böyle devam ederse onların geleceği büyük tehlikeye düşecektir. Bunu biri ona hatırlatmalıdır. Belki de Mehmed Ali Paşa’daki Hüsrev Paşa düşmanlığının nedeni Osmanlı yönetiminde kendi hanedanına yer kapma savaşıdır. Mehmed Ali Paşa, Avrupa’ya rağmen bu bölgede bir devlet kuramaz, kursa bile yaşatamaz. Mehmed Ali Paşa Anadolu’yu işgal nedeni olarak bölge insanının istemesini gösteriyor, belki yüz sene önce olsaydı Mehmed Ali Paşa devlet kurabilirdi ama şimdi mümkün değildir. O zaman Avrupa devletleri arasında bir birlik yoktu ama şimdi birlik ve ortak çıkarları var. Bunca sorunlara rağmen II. Mahmud’un yerine Abdülmecit’in geçmesi Osmanlı’nın sağlam bir devlet geleneği olduğunu göstermektedir. Mısır’da ise Mehmed Ali Paşa’dan sonra ne olacağı belli değildir. Avrupa, çıkar bölgelerinde böyle bir belirsizliği kaldıramaz. Kısaca özetlemeye çalıştığımız Matternih’in Mısır meselesi ile ilgili görüşlerinden bazıları şöyledir: “… Ve asıl muhatara İbrahim Paşa’nın ika-ı fitne ve ihtilale destres olabilecek ve kuvvet-i harbiye-i Avrupa’nın İstanbul’u muhafaza içün birbirleriyle müttefik olmadıkları halde vurudlarına ve bu cihetle sair muhataratın dahi zuhuruna badi olacak derecede Dersaadete takarrübü kazıyyesi olmağla bu misillü muhatara zuhuru indimizde ziyade mucib-i teessüf olur idi. Bahr-i sefid boğazlarının tabassur ve nezaret üzere olan donanmalara bir başka mevki ittihaz ittirmek bir tedbir-i isabet-pezîr olduğu indimizde muhakkakdır… ”282
282
Defter3, s. 87- a, 88- b.
184
Mehmed Ali Paşa’nın durumun nezaketini anlayarak geç te olsa Londra Muahedesi kararlarını kabul edip teslim olmasından sonra, Mustafa Reşid Paşa ve Düvel-i Müttefika sefirleri bir araya gelip muğlâk bazı konuları çözmek için görüşmeler yapmışlardır. Mustafa Reşid Paşa önce sefirlere Mısır meselesindeki tam desteklerinden dolayı teşekkür ederken, toplantının Mehmed Ali Paşa’ya Mısır’ı tevarüsen bırakırken bir daha Osmanlıya karşı ayaklanamayacak kanunlarla sınırlamak için yapıldığını söylüyordu. Avusturya sefiri Stürmer; Mehmed Ali Paşa’nın vergi geliri kısılırken tümden kesilmemelidir, Londra kararlarına göre Osmanlı kanunları aynen Mısırda da uygulanmalı ve ayrıca vergi konusu Mısır’ın içişi olduğu için Mehmed Ali Paşa istediği gibi düzenlemekte serbesttir. Prusya sefiri; Bu konuda devletimden bir talimat almasam da ben de Stürmer gibi düşünüyorum ama vergi konusunda ondan farklı olarak, Mısır’ın içişi olsa da Mehmed Ali Paşa Osmanlı kanunlarına uymak zorundadır diye düşünüyorum diyor. Rus sefiri; Londra muahedesinin 3 önemli kararı vardır diyor: 1-Osmanlının bütün kanunları Mısır’da aynen geçerlidir. 2-Mısır içişlerinde serbesttir. 3-Vergi konusu. Osmanlı temsilcisi Mustafa ReşidPaşa; Vergi konusu çözüme kavuşturulmazsa Mehmed Ali yıllık 2 milyon lira vergi sağlar ve bu zararımıza olur diye düşünmektedir. Vergi konusunda hem Mehmed Ali’nin ekonomik olarak güçlenmesini engelleyecek hem de halkı zorlamayacak bir çözüm bulmalıyız. Burada öncelikli olarak bu sorunu çözmeliyiz. Çünkü Mısır meselesi olumlu şekilde çözülmüşken, şayet Mehmed Ali Paşa ileride ekonomik olarak güçlenip yeni problemler çıkarırsa sorunu çözmek için çektiğimiz bütün sıkıntılar boşa gidecektir. Mehmed Ali önce bütün kanunlarımıza uysun sonra da vergiyi Osmanlı’da cari kanunlara göre toplasın demektedir. “… Eyaleti merküme virgüsinin emr-i tahsilinde dahi Memalik-i Saire’de cari olan usul-i tahsiliyenin icrasına mecbur ve memur olmak lazım gelür… Mehmed Ali Paşa uhdesinde ibka olunacak mahallerin varidat-ı Seneviyesi vakıa iki milyon Lirayı mütecaviz olacağından bu kadar akçenin âna virilmesi Suistimaline mucib olacağı müsellemdir…”283
283
Defter3, s. 115- b.
185
Avusturya’nın İstanbul Elçisi Baron Stürmer de görüşmelerde Osmanlı görüşlerini destekler bir tarzda konuşuyordu. Bu görüşmelerde alınacak kararlar Osmanlı Devleti için uzun süre göz önünde bulundurulacağı için çok dikkat edilmelidir. Londra kararlarından asla taviz verilmemelidir. Vergi konusunda verilecek her taviz Mehmed Ali Paşa’nın güçlenmesine ve ileride yeniden hayallere kapılmasına neden olabilir. Bu konuda aşırıya gidilirse bu defa da fazla vergi toplamak için halka zulmedebilir. Söz alan İngiliz ve Avusturya sefirleri bu konuda Osmanlı Devleti’nin vereceği karara uyacaklarını söylüyorlar. Ayrıca Sudan’ın madence zengin Darfur vb. yerleri veraseten Mehmed Ali Paşaya bırakılmayıp, oraların vergisinin zenginliği ile orantılı olarak tespitinin daha isabetli olacağı belirtiliyor. Avusturya temsilcisi Mısır hakkında yapılması gerekenlerle ilgili şunları söylüyordu: “… Tanzimat-ı Mısrıyye’nin tesviyesi emrinde, muahede-i ittifakiye’yi esas ittihaz itmekliğe mecburum. Eğerçi Mehmed Ali’nin yedinde kuvve-i nakdiye-i vafiye bırakıldığı takdirde âtide Devlet-i Aliyye hakkında muzır olacağı cay-ı iştibah olmayub fakat bunun dahi ortası bulunmak yani tahsis olunacak virgü, mahsulât-ı Senevîsine göre alınarak ve kendüsinin mezalim melhuzesine dahî bazı usül vazıyla sed çekilerek kesb-i servet ve sadat itmesine mahal bırakılmamak kâbul olabilür.”284 İngiltere’nin İstanbul Elçisi Lord Ponsonbi henüz konuyla ilgil ülkesinden kesin emir almadığını ama Mehmed Ali Paşa’nın ekonomik gücü kırılmaz ve buna dair tedbirler alınmazsa yapılan bütün çalışmaların boşa gideceğini belirtiyordu. Ponsonbi; Londra muahedesi bizi bağlayan yegâne kanun değildir. Mehmed Ali Paşa bunu süresi içinde kabul etmediği için bize de hareket alanı doğmuştur. Vergi konusu önemlidir ve çözüme kavuşturulmalıdır. Çünki öyle bırakırsak gösterdiğimiz bütün gayretler boşa gider ve Mehmed Ali yıllık 2 milyon lira vergi toplar. Bunu kabul etmek geleceği de ipotek altına alacak fenalıklara kapı aralayabilir diyerek, Mısırla ilgil kaleme alınacak fermanda şu hususlara dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çekiyordu: “… Zira öyle oldığı halde Akka’nın dahi Mehmed Ali’ye itasına mecburiyet hâsıl olur… Zira varidat-ı Mısrıyye-i Seneviyye iki milyon Lira’ya bâliğ oluyor… İhtilafı ârâ iddiğiniz virgü maddesi üzerine olmağla kusur-ı maddeler hakkında zam ve mütalaamız ittifak üzeredir… ”285 284 285
Defter3, s. 116- a. Defter3, s. 116- a.
186
Prusya’nın İstanbul Elçisi daha yeni birliklerini sağlamakta olduklarından dolayı bu meselede de her zaman olduğu gibi Avusturya ile aynı düşündüklerini ama Osmanlı kanunlarının Mısır’da uygulanması konusunda onun gibi düşünmediğini belirterek Mehmed Ali Paşa, Mısır’ın içişlerinde bağımsız olsa dahi vergi konusunda devletin diğer yerlerine uymak zorundadır. Bundan dolayı vergi konusunda diğer yerlerdeki uygulamalara tabi olmalıdır. Görüşmelerdeki Prusya Elçisi şunları söylüyordu: “… Mısır’ın idare-i dâhiliyesi Mehmed Ali Paşa’nın yedinde olduğu halde dahi Devlet-i Aliyye’nin kâffe-i kavânin ve nizâmâtı icra olunabilir… Muahede-i ittifakiye’nin kâffe-i ahkâm-ı mündericesine mutabakat olunması Mehmed Ali’ye Akka’nın virilmesi icab itmez…”286 Görüşmelerdeki Rus temsilci Titof, Mehmed Ali Paşa’nın hem idarî hem askerî hem de ekonomik olarak kolunun kanadının kırılması gerektiğini belirtiyordu. Bunun sağlanması için devletinin gerekli her türlü desteği yapmaya hazır olduğunu söyleyerek Mısır’da uygulanacak yasaların diğer yerlerden farklı olabileceğine işaret ediyordu. Vergi konusunda çok dikkatli olunması gerektiğini zira bu konuda aşırıya kaçılırsa Mehmed Ali Paşa bunun acısını Mısr halkından çıkarabilir diye düşünüyordu. “… Mehmed Ali’nin kuvve-i nakdiyyesi ziyade olur ise kuvve-i mezkurenin suistimali melhuzattan olmasıyla kuvve-i mezkurenin taklîli lâzımeden ve taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye vireceği virgünin ziyadece tahsisi icabattan ise de virgü ziyade istenildiği halde Mehmed Ali ahali-i Mısrıyye haklarında daha ziyada zulûm ve teaddi göstereceğinden bir had layıkını bulmak ve öylece karar virilmek…”287 Bütün bu müzakerelerden sonra Mustafa Reşid Paşa söz alarak bütün tarafların görüşlerini özetliyen bir konuşma yaptı. Bu tartışmalar sonucunda vergi konusu dışında görüş birliği sağlandığını belirtip, yapılacaklarla ilgil düşüncelerini açıkladı. Mısır’a 2025 bin arası asker bulundurma hakkı verilebileceğini, bunun savaş anında bir ferman ile artırılabileceğini, Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılabileceğini fakat Sudan için yer altı zenginliklerinden dolayı başka bir uygulamaya gidilebileceğini belirtti. Mustafa Reşid Paşa Mısır ile ilgil yapılması düşünülenleri şöyle sıralamaktadır: “ Müzakerat-ı vakıaya göre kaleme alınan varakanın havi olduğu şerayitten virgünin gayrısında ittifak-ı ârâ hâsıl olmuş oluyor… Mısır eyaleti hudud-ı kadimesiyle 286 287
Defter3, s. 116- a. Defter3, s. 116- b.
187
bittevarüs Mehmed Ali Paşa’ya ibka olunarak Sinar ve Kurdufan ve Darfur eyaletleri verasetinden hariç kalmak ez cümle Sinar’da meadin-i kesire olduğu rivayet olunduğundan oralarının varidatı taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye başkaca gösterilmek icab-ı maslahattandır…”288 Bu tartışmalar sonucunda yayınlanacak ferman konusunda müttefik elçiler Osmanlı Devleti ile görüş birliğine vardılar. Vergi dışındaki kararların gayet uygun olduğunu buna ekleyecek bir şeyleri olmadığını belirttiler. Mısır’ın bulundurabileceği asker konusunda hemen bir ferman yayınlanmasının uygun olacağını ifade ettiler. Mısır meselesi ile ilgili olarak tartışmalar sonucunda ulaştıkları görüş konusunda şunları diyorlardı: “ Evet virgü maddesinden başka olan şerayitin cümlesi yolunda ve güzel mütalaa ve tahrir olunmuş olmağla buna bir diyeceğimiz yokdur. Hemen alelacele tanzim ve icrasına himmet buyrulmasını rica ideriz. Ve asakirin mikdarı ve vakt-i muharebede tezyidi hususları dahi irade-i Devlet-i Aliyye’ye mütevakkıfdır… ”289 Avusturya’nın İstanbul Sefiri, Londra Antlaşması’nı kabul etmediği için Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’ı veraseten yönetmesine daha önce karşı olduklarını ama bu şartların artık değiştiğini belirterek, meselenin silahsız olarak halli ve Avrupa dengelerinin korunması için Mehmed Ali Paşa’nın veraseten Mısır Valiliğinde bırakılması uygun olacaktır, bundan dolayı bütün bu değişen şartalar nedeniyle Mısır Valiliğinin veraseten Mehmed Ali Paşa’da bırakılmasını tavsiye etmek Düvel-i Müttefika için zorunlu hale gelmiştir diyor. Bütün Avrupa devletleri tarafından desteklenen Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılması konusunda bir ferman yayınlanması son derece önemlidir. Bu yapıldığı takdirde Mehmed Ali Paşa’nın elinde mazeret gösterebileceği bir konu kalmayacaktır. Avrupa devletleri her ne kadar Osmanlı Devleti’nin menfaatlerini korumak için ellerinden geleni yapmışlarsa da bu konuda Mısır’a bazı tavizler verilmesi barışın savaşsız olarak sağlanması için gayet gereklidir. Bundan dolayı bu konuda Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerini anlayışla karşılamalıdır ve meseleyi zorlaştırmaktan kaçınmalıdır. “…Ve Düvel-i müttefika hukuk-ı seniyye-i şahânenin muzafferiyeti zımnında bil-ittifak sarf-ı mesai ve gayret itmişler ise de taahhüd eyledikleri maddenin ikmal ve icrası hususunda yine mesele-i mezburede olan sair gûne menfaatlerini yani hasseten Avrupaca olub vezaif-i icabiyesinde bir dakika 288 289
Defter3, s. 117- a. Defter3, s. 117- b, 118- a.
188
tereddüd eylemeleri caiz olmayan menafilerini pişgah-ı nazarlarından çıkaramamış olduklarını…”290 İngiltere Elçisi de aynen Avusturya Elçisi gibi Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılması gerektiğini düşünüyor. Londra Antlaşması kararlarına göre Mısır’ın bazı şartlarla Mehmed Ali Paşa’ya bırakıldığını hatırlatıyor. Mehmed Ali Paşa, Londra Antlaşması kararlarını kabul edip Osmanlı Devleti’ne itaatini bildirirse fazla ısrarın faydası yoktur ve O’nu Mısır’dan tamamen atmaya çalışmak birçok karışıklığa neden olabilir diyor. Mısır meselesinin Osmanlı Devleti lehinde çözülmesi için çalışan Avusturya ve İngiltere’nin değişik nedenlerle tavizler verdiklerini görüyoruz. Aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin de kendilerini bu konuda anlayışla karşılamasını istemektedirler. Çünkü meseleyi daha da uzatarak uzun süre devam edebilecek bir savaşa neden olmanın yararından fazla zararı olacaktır. İngiltere Sefiri mektubunda şunları söylemektedir: “...Devlet-i Aliyye hoşnud olduğu takdirde vereceğim nesayih bazı şerait ile Mehmed Ali’ye, Mısır’ın bittevarüs verilmesini ibaret idiğini söylemişdim… Eğerçi Devlet-i Aliyye, Mehmed Ali’nin itaatı maruzasından hoşnud olduğunu ifade ider ise devletim tarafından memur olduğum vechile nesayih-i mezkureyi irada amadeyim. Yani Mehmed Ali’ye bazı şerayit ile Mısır’ın bittevarüs virilmesini söylemeğe hazırım.”291 Prusya’nın İstanbul Sefiri de aynen İngiltere ve Fransa gibi, Mısır meselesinin barış yoluyla halledilmesi için Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasını kabul ettiklerini belirtmektedir. Savaşın daha fazla uzamasının hiçbir tarafa fayda getirmeyeceği kanaatindedir. Hariciye Nezaretine yazdığı mektubunda bu durumu şöyle belirtmektedir: “… Eyalet-i Mısrın bittevarüs inayet ve ihsan buyrulması devleti tarafından arzu ve iltimas olunmakda idiğine dair Baron Stürmer Cenabları dünki gün devletlü Reşid Paşa hazretlerine takdim itmiş olduğu takriri tarafıma tebliğ ve irsal eylemiş… Prusya Elçisi tarafından dahi serd ü irad olunması misillü nazar buyrulmasını Paşay-ı muşarun-ileyh hazretlerinden rica itmekde olduğumu ifadeye ibtidar eyleyesiniz.”292
290
Defter3, s. 89- a. Defter3, s. 89- a. 292 Defter3, s. 90- a. 291
189
Osmanlı Hariciye Nezareti tarafından, Mısır meselesinin çözümü için veraset konusunun kabulünü isteyen Avrupa devletlerinin bütün yazıları birleştirilerek bir tezkire halinde padişaha sunulur. Bu tezkireye Avrupa devletlerinin istekleri açıkça yazılır ve bununla ilgili sefaretlerden gelen yazılar da eklenir. Avrupa devletlerinin aralarında anlaşması üzerine, Fransa da itirazından vazgeçerek onlara uymuştur. Böylece Mısır’ın en önemli hamisi de diğer devletlerle ortak hareket etmeye başlamıştır. Bu durum meselenin çözümünü gayet kolaylaştırmıştır. Padişah belgeyi inceler ve şayet bütün Avrupa devletleri böyle istiyorsa kendince de bunun bir sakıncası olmadığını belirtir. Bu durum İradât-ı Seniyye Defterinde şöyle anlatılır: “Bu defa mesele-i Mısrıyye’ye dâir Avusturya ve Rusya ve Fransa ve İngiltere sefaretleri tarafından Hariciye Nezaretine gönderilen evrak-ı resmiye tercüme ittirilerek Manzur-ı maal-i mevfür-ı hazret-i şahâne buyrulmak içün cümleten takdim kılındı. Mesele-i Mısrıyye’nin dilhah-ı âli vechile hüsn-i tesviyesi eltâf-ı samedâniyyeden memûl idüği beyanıyla tezkire-i senâveri terkîmine ibtidar kılındı efendim. ”293 Rusya’nın İskenderiye konsolosu, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşmasını kabul etmemesinden sonra birçok kez Mehmed Ali Paşa ile görüştü. Konsolosa göre, Mehmed Ali Paşa’nın Londra Antlaşmasını kabul etmemesinin en büyük nedeni, Avrupa devletlerinin bu meseleyi çözmek için bir ittifak kuramayacaklarına güvenmesidir. Bu konuda Avrupa kamuoyu ve basını onu desteklemektedir. Fransa Mehmed Ali’yi desteklediği sürece meseleyi savaşsız olarak çözmek oldukça güçtür ve en azından Fransa’nın meselenin çözümü için biraz orta noktaya gelmesini sağlamak gerekir. Mehmed Ali Paşa’nın antlaşmayı kabule zorlanmasında iş savaşa gelince bütün devletler yan çizmektedir. Bu tereddütler meselenin uzaması için Mehmed Ali Paşa’ya cesaret vermektedir. “… Ve bu mülakatımda dahi hal ve keyfiyet muhtel oldukça Düveli Fehime-i Muazzama beyninde olan ittihad beka bulmayacağını Mehmed Ali Paşa’nın ziyade memûl eylediği yakinen meczumum olmuşdur. Ve filvâki Fransa gazetelerinin kullandıkları lisandan maada Fransa kabinetosusun dahi mütereddidâne usuli Mehmed Ali aleyhine bir gûne esbab-ı cebriyenin ittihâzında bu âna kadar adem-i muvaffakiyetini... ”294
293 294
Defter3, s. 93- a. Defter3, s. 93- b, 94- a.
190
Rusya’nın İskenderiye konsolosu bir yazısında, Mehmed Ali’nin hasta olduğunu ve tedavi için bir günlük mesafede bir yere gittiğini ve 8 gün sonra döneceğini söylüyordu. Fransa’nın da Mısır meselesinin çözümünü çok istediğini ama müttefikler arasındaki ittifakın biteceğini düşündüğü için işi yavaştan aldığını ve Mehmed Ali Paşa’yı tahrik ettiğini belirtmekteydi. Meselenin çözümünün uzaması durumunda Osmanlı Devleti ve diğer Avrupa devletleri için ortaya yeni problemler çıkacaktır diye düşünmektedir. İngiliz-Fransız donanmasının Çanakkale önlerinde bulunması Rusya ve Osmanlı Devleti için önemli bir tehdittir. İskenderiye’deki Rus konsolosu Mehmed Ali Paşa ile görüşmesini şöyle özetliyordu: “… Donanmalarını Suriye sularında gezdirerek bir de guya Mehmed Ali aleyhinde bir şey olmayub maslahat-ı Devlet-i Aliyye’yi ve Rusya Devletini tehdid ve tahvif itmekden ibaret gibi zikrolunan donanmalar boğaz ağzında durmaktadır. Ve bu halden anlaşılan şimdiye kadar ancak bir nısf-ı karar virilmiş olub bu dahi maslahat-ı teşviş ve Düvel-i hamse beyninde ittifak ve ittihadın bekası mümted olmayacağına dair olunan mütalaatı teyid iderek Mehmed Ali’yi teşci itmekden başka bir şeye yaramaz...”295 Fransa’nın İstanbul elçisi Hariciye Nezaretine bir yazı yazarak, İskenderiye konsolosundan Mehmed Ali Paşa’nın görüşlerini öğrendiğini ve Mehmed Ali Paşa’ya Mısır Valiliği’nin veraseten bırakılması gerektiğini belirtiyordu. Fransa’ya göre, Mehmed Ali Paşa Mısır dışındaki yerleri terketmeyi ve donanmayı iade etmeyi kabul etmiştir. Ayrıca Hüsrev Paşa ile ilgili iddialarından vazgeçmiştir. Avrupa ve Osmanlı Devleti’ne ortamı ifsat edecek, dengeleri bozacak her türlü girişimden uzak duracağına söz vermiştir. Fransa olarak Mehmed Ali Paşa’nın; donanmayı iadesi, Vezir hakkındaki taleplerini terk etmesi ve Mısır dışındaki toprakları terk etmeyi kabul etmesiyle meselenin çözümü önünde bir engel kalmadığını düşünmektedir. Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın bu kabullerine uyarak kendisini ve Avrupa’yı bu büyük beladan kurtarmalıdır. Sonuçlarının nasıl olacağını şimdiden tahmin edemeyeceğimiz bir savaş kimseye bir yarar sağlamaz. “… Avrupa müsalaha ve asayişini ziyade ihafa ve ifsad idecek mevaddını izale eylemek Saltanat-ı Seniyye’nin menfaat-i mahsusasına elzem olduğu dahi yâd ve tizkar kılınmışdır.
Donanmay-ı Hümayun’u iade eylemesi ve
davalarını tadil itmesi zımnında...”296 295 296
Defter3, s. 94- a. Defter3, s. 94- a, b.
191
Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne Mehmed Ali Paşa’nın istekleri konusunda baskı yaptığını öğrenen İngiltere hemen devreye girerek meseleyi kendi lehinde çözeceğine dair Osmanlı Devleti’ne garanti verir. Fransa ve Mısır beraber hareket ettiğinde Osmanlı Devleti’ne üstünlük kursa bile müttefik devletler Mısır meselesinde Osmanlı Devleti’ni desteklemekte kararlıdır. Bunu bilen Fransa tehditten öte bir harekete girişmeye cesaret edemez. Bundan dolayı Osmanlı Devleti müttefik devletlere güvenmeye devam etmelidir. “…Devlet-i Aliyye sebat gösterdiği ve bir teenni-i hekimâne istimal buyurduğu halde nihayetinde netice-i hasene ve marziyyeye nail olmaması mümkün olmadığından dolayı vaki olan ifadatımı tekrar idesiniz. Ve Mehmed Ali’nin kuvvet ve nüfuzu sahihan ne olduğu meydana çıkmağa ve şimdiye kadar virilmesi murad olunan renkleri zayi itmeğe başlamış olduğundan, memalik-i mahruseye hücuma muktedir olmayub… ”297 Avrupalılar, Mehmed Ali Paşa’nın tümden ortadan kaldırılmasını çıkarlarına uygun görmeyip Mısır’da veraseten Vali olarak kalmasının daha uygun olacağına karar vermişlerdi. Osmanlı Devleti, Londra Sefiri vasıtasıyla Palmerston’dan bunu engellenmesini istedi. İngiltere’nin İstanbul sefiri Ponsonbi bunun mümkün olmadığını şimdilik sadece veraset konusunu engellemeye çalışmalarının daha uygun bir yol olacağını söyledi. Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın kayd-ı hayat şartıyla Mısır Valiliği’ni kabul edip veraset konusuna karşı çıksa da Avrupa dengeleri buna izin vermiyordu. Böylece Mısır veraseten Mehmed Ali Paşa idaresinde bırakıldı. “… Şimdilik yalnız tevarüsün defini istida ve Mısır eyaletinin kayd-ı hayatla virilmesi hakkında izhar-ı rica itmek icab ideceğini dahi tebliğ itmekde bulunduğundan hem onun tebligatına tevafuk itmek ve hem de bir gûne vad-i sarih ile hiçbir suretle mukayyed bulunmamak üzere ileride tevili kabil olabilecek vechile talimatın oraları bazı ibarât-ı mübhem ile savuşdurulmuş …”298 Fransa; Mısır ve Suriye’nin Londra Antlaşması ile Mehmed Ali Paşa’nın elinden alınmasına karşı çıkıyordu. Bunun üzerine İngiltere, Rusya ve Avusturya, Mısır’ın veraseten, Suriye’nin ise bir bölümünün kayd-ı hayat şartıyla Mehmed Ali Paşa idaresinde kalmasına savaşa girmemek için razı oldular. Bu konuda Fransa’yı ikna edemeyen İngiltere, Osmanlı Devleti’nden bazı tavizler vermesini istedi. İngiltere, 297 298
Defter3, s. 95- b. Defter3, s. 105- a, b.
192
Fransa olmadan Londra Antlaşması’nı uygulamanın zor olduğunu düşünüyordu. Çünkü Avrupa dengelerini korumada şimdiye kadar en önemli müttefiki Fransa’dır. İngiltere, Avrupa dengelerini korumada en önemli müttefiki olan Fransa’yı tümden küstürmek istemiyordu. Mısır’ın tevarüsen Mehmed Ali Paşa’da kalması kabul edilip, Suriye ile ilgili teklifler reddedilerek bir orta yol bulunmuş oluyordu. İngiltere savaşmakta isteksiz davrandığı için Osmanlı Devleti böyle davranmak zorundaydı. Osmanlı Devleti, Mısır’ın tevarüsen Mehmed Ali Paşa’da kalmasını kabul edip bu konuda bir ferman yayınlayacağına söz vererek meselenin çözümünü onaylamış oluyordu “… İngiltere ve Fransa ittifakını bozmamak içün Fransalu ile uyuşarak sairlerine meydan virmemek ve Devlet-i Aliyyeye nâfi olacak vechile şu mesele-i Mısrıyye’nin dahi bir ortasını bulmak dimek olduğundan… Madde-i Mısrıyye’nin arazi meselesinde beynlerinde ihtilaf peyda olmak hasebiyle bu maslahat-ı ta fesh-i ittifak derecesine götürmekliği tecviz idemediklerinden dolayı bazı müsaadat-ı cüziyeyi zaruri tensib itmiş olacaklarında şübhe olmayub…”299 Mısır dışındaki toprakların paylaşılmasında büyük tartışmalar çıktı. Bazı toprakların Mısır’a bırakılması noktasında Fransa ısrar ederken veraseten bırakılması konusunda fazla ısrarcı olamadı. Osmanlı Devleti, Mısır dışındaki bir yerin Mehmed Ali Paşa’ya verilmemesi için kararlı bir tutum takındı. İngiltere burada orta bir yol tutarak Osmanlı Devleti’nden Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasını kabul etmesini, Fransa’dan ise Mısır dışında bir yerin Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasında ısrarcı olmamasını istedi. Bütün bu tartışmalar belgelerde şöyle ifade edilir: “… Düvel-i muşarun-ileyhim memurları beyninde hangi mahallin bırakılması ve nerelerin reddi hususunda zuhur idecek ekseriyet-i ârâya mecburen taraf-ı Devlet-i Aliyye’den ızhar-ı muvafakat olunmak lazım gelüb şu kadar ki, Mısır eyaleti hudud-ı muayyene-i kadimesiyle tevarüsen Mısır Valisinin uhdesinde olacağından… Eyalet-i Mısrıyye’den başka olarak Suriye eyaletlerinin bir karış mülkü tevarüsen virilmesi dermiyan olunacak olursa savuşdurulmasına...”300 İngiltere, Mısır’ın veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakılarak Mısır meselesinin çözülmesine Osmanlı Devleti’ni ikna etmek için Rusya ve Avusturya’yı da yanına çekmeye çalışıyordu. Bu iki devleti ikna etmek için yoğun bir diplomatik faaliyete 299 300
Defter3, s. 106- a, b. Defter3, s. 106- a, b, 107- a.
193
girişti ve bunda İstanbul sefareti önemli bir rol oynadı. Palmerston, bir daha Mehmed Ali Paşa’nın mesele çıkarmasını engellemek için bütün tedbirleri almaya çalışıyordu. Londra Antlaşması bu tedbirleri sağlayan maddeleri içermekteydi ama Mehmed Ali Paşa Fransa’ya güvenerek Antlaşmayı kabul etmemişti. İngiltere bu durumun Mısır’a çok pahalıya patlayacağını bütün gücünü kullanarak ortaya koymaya çalışıyordu. Bunun için Mehmed Ali Paşa’nın ancak bütün askerî, malî ve idarî konularda bu antlaşmaya uyarak bağımsız kalabileceğini diplomatik yollarla ifade ediyordu. Mehmed Ali Paşa durumun gerçekten kritik olduğunu anlayıp donanmayı iade edeceğini belirterek antlaşma yoluna girmiştir. İngiltere bir süre Osmanlı Devleti’ni kızdırmamak için İskenderiye Antlaşmasını gizli tutmuştur. Mehmed Ali Paşa’ya kendinden sonra Mısır Valisi olacak kişiyi belirleme hakkı verilmesi onu antlaşma noktasında daha da teşvik edecekti. “… Mısır Valisi’nin malik olabileceği kuvvet-i berriye ve bahriye Devlet-i Aliyye’nin kuvvet-i icrasından madud olub Padişah-ı âlicah hazretlerinin hizmeti içün hıfz olunmak hususları muahede-i mezkure muktezasındandır …”301 İngiltere özellikle ekonomik konularda çok dikkatli olunmasını istiyordu. Ponsonbi bir yazısında, paranın tek bir yerde basılmasını ve Mısır’a ayrıca para basma izni verilmemesini, Mısır’a diğer yerlerden ayrı olarak bir vergi konulmamasını, 1838 yılındaki yed-i vahid usulünü kaldıran ticaret antlaşmasının uygulanmasının doğru olacağını, böylece gücün bazı ellere geçerek tarım ve zanaatın zarar görmesinin önüne geçilebileceğini düşünmektedir. Eskiden kalma yanlış uygulamalar tarım ve sanayinin ilerlemesini engellemekte böylece halk mağdur duruma düşmektedir. Halkın tarım ve sanayide dengeli dağılımının sağlanması yararlı olacaktır. Böylece hem sanayide kalifiye eleman bulunacak hem de tarım alanlarının ekimi için yeterli işgücü bulunacaktır.“… Mısır halkının hiref ve sanayide olan istidadları ekser efrad-ı nasın düçar-ı fakr ve mazarrata ibtila olmalarını müstelzim ve bunca arazi-i vesianın bundan akdem mezru ve münbitiken vara vara menafi-i zıraat ve hırasetten hâli kalmalarını müstevcib olan inhisarat-ı zalimâneden defaten azad olacağı derkar…”302 Barışı sağlamak için Osmanlı Devleti’nin de bazı tavizler vermesi gerektiği İngiltere tarafından her fırsatta dile getiriliyordu. Osmanlı Devleti veraseti kabul ederek buna başlayabilirdi. Artık Mehmed Ali Paşa’yı antlaşmaya ikna etmek için bir Mısır 301 302
Defter3, s. 114- a. Defter3, s. 114- b.
194
fermanı yayınlayarak Mısır’a ve Londra’ya gönderme zamanı gelmişti. Mısır eyaletinin veraseten Mehmed Ali Paşa’ya bırakıldığı yönündeki bir ferman hem Mısır hem Fransa hem de diğer taraflar için ikna edici olacaktı. Bütün müttefik devletler bunun için Padişah üzerinde baskı uygularsa istemeden de olsa böyle bir ferman yayınlamak zorunda kalacaktı. İngiltere bunu sağlamak için diğer müttefik devletlerle yoğun bir diplomatik görüşme trafiğine girdi. Palmerston liderliğindeki İngiliz hariciyesi uzun süre bu özelliği ile temayüz edecektir. “… Benim mütalaam işbu müsaadât-ı seniyyenin cümlesini yalnız bir emr-i âlide cem itmek olduğundan bu tarikle memulüme göre hem Fransalu’nun meramı icra olunmuş ve hem hükümet-i seniyye-i şahâne ilan kılınmış olur… ”303 Müttefik devletler Mısır’la ilgili bir ferman yayınlanması konusunda Babıâli üzerindeki baskılarını 1841 yılı başından itibaren iyice artırmışlardı. Bu meselenin uzaması kendileri için oldukça riskli durumlar ortaya çıkarmaktaydı. Avrupa devletleri, Vali atamanın Osmanlı Devleti yetkisinde olduğunu ve bunu başka valilerde nasıl uyguluyorsa burada da öyle uygulayabileceğini belirttiler. Yalnız; Mehmed Ali Paşa’nın veraseten Mısır’a atandığını, vergi miktarını ve askeri konuları içeren bir fermanın yayınlanarak taraflarına da gönderilmesini istiyorlardı. Bu fermanda özellikle veraset, vergi ve askeri konulara vurgu yapılmasının faydalı olacağını belirterek; Verasetin ne şekilde olacağı açıklığa kavuşturulmalı, Mehmed Ali ve oğlu İbrahim Paşa’nın valililiği için ferman yayınlanmalı, Mehmed Ali Paşa’nın valilik görevini almak için İstanbul’a gelmesi şart koşulmamalıdır diyorlardı. 27 Nisan 1841 tarihinde Londra Elçisi Şekib Efendi’ye verdikleri ortak bir yazı ile Müttefik devletler şunları istemektedirler: “… Yalnız tesviyesi lazım gelen Mısır Valiliği mesnedinin Mehmed Ali Paşa’nın familyası azasından birinden diğerine suret-i intikal maddesi olub bu intikal-i tevarüs dahi eyaleti mezkurenin taraf-ı eşref–i hazreti şahânede Vali-i cedide tevcih ve ihsan buyrulması suretiyle vukua geleceği… ”304 İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonbi’ye göre Mehmed Ali Paşa Londra Antlaşması’nı reddederek Mısır’a yönetici olma hakkını kaybetti. Bunun üzerine müttefik güçler tarafından zor kullanılarak antlaşmaya zorlandı. Kendisine son şans olarak gönderilen Amiral Napier’e, zorunluluktan dolayı Osmanlı Padişahı’na itaatini ve şartları kabul ettiğini bildirmek zorunda kaldı. Böylece Londra Antlaşması’nı kabul 303 304
Defter3, s. 115- a. Defter4, s. 54- a, b.
195
etmemesi durumunda uğrayacağı müeyyidelerden kurtuldu. Osmanlı Devleti’nin diğer yerlerindeki uygulamanın Mısır’da da olmasını kabul ederek orta yolun bulunmasına hizmet etti. Palmerston; bu meseleye müdahaledeki amaçlarının Padişahı isyandan, Mısır halkını zulümden kurtarmak olduğunu belirtmekteydi. Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’da çok asker beslemesine izin vermenin amacı onun çok para harcamasını sağlamaktır. Yoksa Mehmed Ali Paşa’nın yıllık vergi geliri Avrupa’dan daha fazla olacaktır. Mehmed Ali Paşa’nın maceralara girişmesini engellemek için ekonomik imkânlarının sınırlandırılması gerekmekteydi. Palmerston’a göre Mehmed Ali Paşa fazla miktarda gelire sahip olursa her türlü harekete girişebilirdi. Mehmed Ali Paşa’yı, Osmanlı Devletinin tek başına bu düşüncesinden vazgeçirmesi çok zordu. Maddi yönden kendine yeter hale gelmenin şart olduğunu daha önceki şartlar göstermişti. Bundan dolayı bağımsız olmak istiyorsa, ekonomik olarak kendi başına ayakta durabilmeliydi. Bütün yukarda belirttiğimiz görüşlerini dile getirdiği yazısında İngiltere’nin İstanbul Elçisi Ponsonbi şunları söylemektedir: “…Mısır’da mevcud olacak asakirin mikdarını taklil itmek suret-i derdest-i mütalaadır. Bu tedbirin iktizası Valinin masarıfını taklil itmekdir. Bu takdirde Vali’nin yedinde kalan fazla Avrupa’nın her bir kralından ziyade zengin itmeğe kâfidir… İmdi, akçe dimek elan bu memalikde kuvvet dimekdir. Akçe kuvvetiyle Mehmed Ali ol derecelerde kesb-i rıfat itmiş ki havfı bildirmek içün ol kadar meşakkat çekildi. Ve bu kadar kan döküldü …”305 Önce meseleyi silah zoruyla çözeceğini söyleyen Palmerston iş ciddiye binip yanında başka bir güç bulamayınca çözümü zamana yaymanın Osmanlı lehine olacağını söylemeye başladı. Bunda gerçekten diğer müttefiklerin savaşmaya yanaşmaması etkili olduğu gibi, Mehmed Ali Paşa’nın bazı İngiliz ve Fransız gazetelerine parayla lehinde yazı yazdırması da etkili olmuştur. Bu yöntemle Mehmed Ali Paşa, başta Fransa olmak üzere Avrupa’da kendisine sempati besleyen bir kamuoyu ve basın kazanmayı başarmıştır. Osmanlı Devleti aynı yöntemi izlemekte geç kalmıştı ama zaten müttefiklere güvendiği için böyle bir yönteme ihtiyacı olmadığını düşünmekteydi. Mehmed Ali Paşa’nın kamuoyu oluşturmada basının rolünü Osmanlı Devleti’nden çok önce keşfettiği bu belgede açıkça ortaya çıkmaktadır. Mısır’ın Resmi Gazetesi Vekayi-i Mısrıyye’nin Osmanlı Devletinin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekayi’den üç yıl önce 305
Defter3, s. 119- a, b, 120- a, b.
196
çıkması da bunu göstermektedir.306 Paris ve Londra sefirleri konuyla ilgili yaptıkları görüşmeler sonucunda vardıkları düşünceyi şöyle ifade etmektedirler: “…Gazeteler vasıtasıyla Fransızlar, Mehmed Ali’nin mahbubu olub Mösyö Tiers çaresiz za’m-ı ammeye tabi olacağından sizlere öyle görünmüşdür. Yohsa hakikaten Mehmed Ali’ye sahabet ve iane değildir. Eğer Devlet-i Aliyye dahi Mehmed Ali’nin ittiği gibi akçe kuvvetiyle bir iki gazete ele almış olaydı güzel olur… ”307 Müttefiklerin başta İngiltere olmak üzere, Fransa’nın muhalefeti nedeniyle savaşmak yerine meseleyi zamana yaymanın daha faydalı olacağını düşündükleri görülmektedir. Hiçbir Avrupa devleti Rusya ile beraber savaşmak istememektedir. Avusturya ve Prusya savaş için ciddi bir askerî destek verebilecek durumda değildirler. Müttefik devletlere göre mesele uzadıkça Mısır fazla miktarda asker ve donanma bulundurmaktan dolayı ekonomik olarak zayıflayacaktır. Avrupalılar’ın bu görüşüne itiraz eden Osmanlı elçilerine göre, tam tersine Mehmed Ali Paşa toplayacağı vergilerle güçlenerek asker ve donanmasını daha da kuvvetlendirmeye fırsat bulacaktır. Askerî bir müdahaleden uzak olarak geçirdiği her yıl onun için askerî ve ekonomik toparlanma için fırsat olacaktır. “… Ve hem de bu maddenin uzaması halinde Mehmed Ali asker ve donanma idaresinden dolayı pek çok masrafa giriftar… Maslahatın uzamasıyla Mehmed Ali’nin beher sene canib-i Saltanat-ı Seniyye’ye vireceği virgü yanına kalarak asker ve mühimmatını ondan idare ile evvela bu suretle istifade ve saniyen teksir-i askere mecbur olarak bu cihetle daha ziyade kesb-i kuvvet ideceğine dair ve sair mazarrata müsteniddir.”308 Avusturya Devleti Başvekili Matternih, Mehmed Ali Paşa’nın tamamen devreden çıkarılması gerektiğini düşünmektedir. Bu nedenle Osmanlı yönetiminden veraset konusunu kesinlikle kabul etmemesini istiyordu. Avusturya, veraset konusunun ya kaldırılması ya da sınırlandırılması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü bu durum diğer eyaletlere bağımsızlık noktasında cesaret verirdi. Böyle bir düşüncenin gelişmesi sadece Osmanlı Devleti’ne zarar vermez bütün çok uluslu İmparatorluklar’ın sonu olurdu. Fakat İngiltere meseleyi savaşsız olarak çözmeye kararlıdır ve bunun için her türlü tavizi vermeye hazırdır. Bunun için donanmayı üç gün içinde iade etmesi, Suriye,
306
O. Koloğlu, A.g.e., s. 28, 29. Defter3, s. 125- a, b. 308 Defter3, s. 125- a, b. 307
197
Lübnan ve diğer yerlerdeki askerleriyle memurlarını geri çekmesi ve barış için hiçbir önşart ileri sürmemesi yeterlidir. Bu konuda onu birçok konuda müttefiki olan Fransa ve kamuoyu sıkıştırmaktadır. “… 3 gün mühlet zarfında Donanmay-ı hümayunun redd ü iadesine karar virir ve Beriyyetüşam’da olan asker bâkiyesiyle Girid ve sair yerlerde olan asker ve memurlarının celbine teşebbüs ider ve bununla beraber hiçbir şeyi talik ve şart itmeyerek atebe-i ülyayaya dehalet ve iltica eyler ise ol takdirde kendüsinin Mısır Paşalığında ibkası hususunun taraf-ı eşref-i hazreti Padişahîden niyaz ve ricasına Düvel-i müttefikanın sarf-ı himmet ideceklerini Mehmed Ali Paşa’ya tahriren beyan ile...”309 Bu durumu Mehmed Ali Paşa önce kabul etmek istemedi. Bunun üzerine müttefik donanma Mısır üzerine yöneldi. Donanmanın toplarını İskenderiye’ye çevirmiş olan İngiliz amirali Napier bazı şartlarla Mehmed Ali Paşa’ya antlaşma teklif etti ve şayet kabul etmezse 1 saat içinde İskenderiye’yi işgal edeceğini belirtti. Fransa da bir savaşı göze alamadığı için bunun son şansı olabileceği konusunda danışmanları vasıtası ile Mehmed Ali Paşa’yı uyardı. Bunun üzerine Mehmed Ali Paşa, Mısır’ın veraseten kendisine bırakılması şartıyla teklifi kabul etti. “… Napier, Mehmed Ali Paşa ile mülakat iderek Donanmay-ı hümayunun reddini ve asakir bakiyesinin celbini teklif ile beraber bu sureti kabul itmediği halde bayağı bir saat içinde İskenderiye’yi zabt ideceğini ifade eylediğinde, Mehmed Ali Paşa tarafından muvafakat-i kâmile gösterilmiş…”310 İngiltere daha önce de belirttiğimiz gibi Mehmed Ali Paşa’nın elindeki bütün yerlerin alınması düşüncesindeydi. Fakat Mehmed Ali Paşa lehinde olan Avrupa kamuoyu ve müttefiklerin görüş ayrılığı bunu engellemiştir. Ayrıca Mehmed Ali Paşa durumun ciddiyetini anlayınca kendi lehinde propaganda yapılması için başta para olmak üzere bütün yolları denemiştir. Bu durum hakkında Mustafa Nuri Paşa ilginç bir anekdot zikreder ve şunları kaydeder: “Akka kalesinin alınmasından sonra İskenderiye’nin de alınması düşünülmüştü. Ama Mehmed Ali Paşa artık para gücünün kullanılması zamanının gelmiş olduğunu anlayarak İngiltere Başvekili bulunan kişiyi kandırıp tuzağa düşürmüş olduğundan Mısır eyaletinin miras yoluyla babadan oğla geçmesine Mehmed Ali Paşa yanaşırsa işin bitirilmesi İngiliz Amiraline yazılmış.”311 309
Defter3, s. 131- b, 132- a. Defter3, s. 131- b, 132- a. 311 M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 280. 310
198
Bu antlaşmadan sonra daha önce Mısır’a götürülmüş olan Osmanlı donanması İstanbul’a geri getirildi. Mısır yönetiminden alınıp Osmanlı yönetimine geçen vilayetlere valiler atandı. O sırada İngiltere’nin İstanbul elçisi olan Ponsonbi’nin, Mısır’ın Mehmed Ali Paşa’ya verilmesine karşı olduğu halde devleti görevlendirdiği için, Babıâli’ye bu kararın kabulünü teklif ederken öte yandan gizli olarak bu teklifin kabul edilmemesini söylediği belirtilmektedir. Ancak Osmanlı Devleti bu antlaşmayı onayladı. Amiral Napier ile Mehmed Ali Paşa arasında yapılan antlaşmaya uygun olarak Sultan Abdülmecid tarafından bir ferman yayınlandı. İşin doğrusu, yukarıda da belirttiğimiz gibi İngilizler daha ileriye gitmekte gönülsüz olduğu için Osmanlı Devleti’nin tek başına Mısır’ı silah zoruyla alacak ne parası ne de askeri gücü yoktu. Bu nedenle Akka’dan ileriye gidilemeyip orada alınanlarla yetinildi. Osmanlı Devleti, Mısır meselesinin tamamen hallolması için ferman yayınlaması yolunda yapılan müttefik tekliflerini sonunda kabul etti. Çünkü Mehmed Ali Paşa ile tek başına savaşıp onu yenecek gücü yoktu. 24 Mayıs 1841 tarihinde yayınlanan Mısır Fermanı şöyledir: ”Zikr-i âti şerait ile uhdesine maa’t-tevarüs Mısır eyaleti ibka ve takrir kılınan Vezirim Mehmed Ali Paşa’ya; Bu defa ibraz ve izhar ettiğin itaat ve gerek zat-ı hümayun-ı şahâneme ve gerek menafi-i Devlet-i Aliyyem hakkında arz eylediğin sadakat ve ubudiyet ve niyyât-ı hulûs u istikamet karîn-i ilm-i âlem-ârâ-yı şahâne ve bu husus bais-i mahzuziyyet-i padişahânem olduğuna… Tûl-i müddet Mısır Valiliğin hengâmında ahvâl-i Mısrıyye hakkında kesb ettiğin tecrübe ve vukuf ve malumatın cihetiyle taraf-ı eşref-i mülûkânemden hakkında mebzûl ve sezavâr olan inayât ve itimada kesb-i istihkak edeceğine yani kadr ü şükrünü bileceğine ve bu hasail-i mahsûsasının evlad u ahfâdına dahi intikali esbabının istihsaline gayret eyleyeceğine delalet eylemesine binaen bi’l-fiil Sadrazamım tarafından memhûren gönderilen haritada meşrûh hudud-ı adime-i malûme ile mahdûd olan eyalet-i Mısrıyye uhdende imtiyaz-ı veraset ilavesi ve şerait-i atiye ile ibka olunmuş olmağla, Bundan böyle hal vukuunda doğrudan doğruya evlâd u ahfâd-ı zukûrunun büyükden büyüğüne intikal ile suret-i nasbları taraf-ı Devlet-i Aliyyemden icra kılınması ve hasbe’l-kader evlâd-ı zukûrun inkırazı vukuunda eyalet-i merkûmenin taraf-ı Devlet-i Aliyyemden âhere tevcih ü ihalesi lazım geleceğinden evlâd u inasdan mütevellid olan
199
zukûrun bu babda bir gûne istihkak ve selahiyetleri olmaması ve Mısır Valileri her ne kadar imtiyaz-ı verasete mazhar olmuşlar ise de rütbe hususunda ve kıdem-i vezarete göre takaddüm ve teehhür maddesinde sair vüzera ile musavât üzere bulunacaklarından Devlet-i Aliyyem’in vüzerası haklarında her ne vechile muamele olunmakda ve nasıl elkâb u unvan yazılmakda ise Mısır Valisi olanların dahi ol muamelât ve elkab u unvana nail olması… Ve Gülhane hatt-ı hümayunumuzun ahkâm-ı celilesi iktizasınca emniyet-i can u mal ve mahfûziyet-i ırz u namus mevâdd-ı şeriyye-i mukteziyyesi Devlet-i Aliyyemin düvel-i mütehâbbe ile yapılmış ve yapılacak cemi-i muahedâtı Mısır eyaletinde dahi kâmilen icra olunması ve Saltanat-ı Seniyyemin tesis olunmuş ve olunacak kâffe-i kavanîn-i nizamiyesinin dahi eyalet-i mezkûrenin iktizay-ı mevkiine tatbîkan ve usûl-i adl ü insafa tevfîkan hüsn-i ifa kılınmış ve eyalet-i mezkûrenin kâffe-i vergi ve varidâtı ism-i şahaneme olarak tahsil ve istifa olunup Mısır ahalisi dahi tebaa-ı Devlet-i Aliyyemden olmalarıyla haklarında vakten mine’l-evkat bir gûne zulm ü taaddi vukua gelmemek için orada tahsil olunacak aşar ve rusûmât ve sair verginin Devlet-i Aliyyemin mültezem olan usûl-i adliyesine tatbik kılınması ve eyalet-i Mısrıyye’nin gümrük ve cizye ve aşar ve varidât ve hâsılat-ı sairesinden diğer ferman-ı âli-şanımda münderic ve musarrah olan mikdar-ı vergiy-i senevînin vakt ü zamanıyla tediyesine dikkat olunması, Ve beher sene Haremeyn-i Muhteremeyn’e eyalet-i Mısrıyye’den aynen irsal ü itası mutad olarak şimdiye kadar irsal oluna gelen zehair ve saire her ne ise kâmilen başkaca mahallerine irsal olunması ve muamelât-ı nâsın mizan-ı hakikisi olan meskûkâtın tashihi hususunda nezd-i Saltanat-ı Seniyyemde karar verilerek bundan böyle ne ayar ve ne fiyatının tağyiri mümkin olamayacak suretle tanzim olunacağından, Mısır’da nâm-ı namî-i şahâneme olacak kat’ u darbına ruhsat-ı seniyye-i mülûkânem erzan kılınan altın ve beyaz akçenin dahi gerek ayar ve fiyatça ve gerek şekl ü heyetce buranın meskûkâtına muvafık bulunması, Ve Mısır eyaletinin hengâm-ı sulhda muhafaza-ı dâhiliyesine 18 bin nefer asker kâfi olacağından bu adedi tecavüz etmesi caiz olmaması fakat Mısır’ın kuvve-i berriye ve bahriyesinin dahi hidmet-i Devlet-i Aliyyem için müretteb olduğundan hengâm-ı muharebede askerin taraf-ı Devlet-i Aliyyemden tensib olunacak suretle tezyid-i mikdarı caiz görülmesi ve memalik-i Devlet-i Aliyyemin sair mahallerinde müstahdem olan
200
neferât-ı askeriyenin 5 sene müddet hidmet ettiğinden sonra neferât-ı cedide ile istibdal olunması usulü karagîr olduğundan Mısır’da dahi usulü mezkurenin icrası lâzımeden ise de müddet-i istihdam bahsinde ol tarafın istidad-ı ahalisine ve usul-i hakkaniyete göre icray-ı iktizasına bakılması ve istibdal-ı askeri için beher sene Dersaadetim’e 400 nefer asker gönderilmesi ve orada istihdam olunacak askerin nişanlarında ve sancaklarında Devlet-i Aliyyemin sair askerinden hiç fark bulunmaması. Ve süfün-i Mısrıyye’de kullanılacak zabitânın nişanları ve süfün-i mezkurenin sancakları dahi buranın aynı olarak yapılması ve berrî ve bahrî zabitândan miralaylık rütbesine kadar Mısır Valisi bulunanların rey-i intihabıyla tayin olunup ol rütbelerden yukarıda bulunan yani mirliva ve ferik paşaların memuriyetleri mutlaka bu taraftan istizan ile irade-i seniyyem suduruna mutavakkıf tutulması Ve badezin Mısır Valisi bulunanların taraf-ı Devlet-i Aliyyemden istizan ile ruhsat-ı sarîha-ı katiye olmadıkça süfün-i harbiye yapılmaması Ve işbu şerait-i müessesenin her birisi imtiyaz-ı verasete merbût ve muallak olduğundan bunlardan birinin adem-i icrası takdirinde ol veraset-i imtiyaziyyenin derhal fesh ü nez kılınması hususlarına irade-i seniyyem şeref-sudûr buyurulmuş olmağla sen ve gerek evlâd u ahfâdın bu inayet-i aliyye-i şahânemin kadr ü şükrünü bilerek ona göre şerait-i müessesenin müdekkikâne icrasına …” Fi 2 Rebiulâhir sene 257 (24 Mayıs 1841)312 Fermanın maddeleri incelendiği zaman 10 konu üzerinde odaklandığı görülür. Bu konular şunlardır: A- Aşağıda belirtilen şartaları yerine getirmen şartıyla Mısır Valiliği sana verilmiştir. B- Bazı hatalarına rağmen uzun süreli hizmetlerinden ve Mısır’daki hayırlı faaliyetlerinden dolayı ekteki haritada belirtilen yerler sana bırakılmıştır. C- Eyalet Valiliği veraseten en büyük oğluna ve devamında diğerlerine geçecektir. Valilik erkek bir varis olmaması durumunda hanedanın kızlarına geçmeyecek, bunun yerine Osmanlı Devleti tarafından istenilen biri görevlendirilecektir. D- Mısır Valisi her ne kadar bir vali olarak ifade edilse de Osmanlı Devleti protokolündeki yeri Vezir’e eşit olacaktır. 312
A. Lütfi Efendi, A.g.e., s. 1076- 1077.
201
E- Tanzimat Fermanı ve Osmanlı Devleti’nin diğer devletlerle imzaladığı antlaşmalar Mısır içen de aynen geçerli olacaktır. Vergi diğer yerlerle aynı olacaktır. F- Osmanlı Devleti’ndeki bütün kanun ve kurallar Mısır için de geçerli olacaktır. Hiçbir konuda halka zulüm manasına gelebilecek bir yola başvurulmayacaktır. G- Hiciz’a şimdiye kadar temel ihtiyacın karşılanması için Mısır’dan gönderilen zahire ve diğer mallar bundan sonra da aynen gönderilecektir. Mısır’da basılmasına izin verilen altın ve akçenin ayarı ile oynanmayacaktır. H- Barış döneminde Mısır’ın 18 bin asker bulundurmasına izin verilmiştir. Savaş durumunda bu sayı her iki tarafın ortak kararı ile artırılabilir. Her sene Padişah’ın korunması için 400 muhafız askeri İstanbul’a gönderilecektir. İ- Mısır gemilerinde bulunacak subayların nişan ve sancakları Osmanlı Devleti ile aynı olacaktır. Osmanlı devleti izin vermeden yeni savaş gemisi yapılmayacaktır. Rütbeleri albaylığa kadar Mısır Valisi verirken bunun üstünü Osmanlı Devleti verecektir. J- Veraset imtiyazı bu şartların tamamen yerine getirilmesine bağlıdır. Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa’nın kaleme aldığı Ferman-ı âli Mısır’a yollandığında Mehmed Ali Paşa fermanda yazılı 2 koşulun yeniden düzenlenmesini isteyerek fermanı geri yolladı. Bu değişiklikler yapılarak ferman yukarıdaki şekilde düzenlenerek üzerinde anlaşıldığı şekilde Mısır’a geri gönderildi. Mehmed Ali Paşa’nın değiştirilmesini istediği 2 madde şunlardı: 1- Eyalet mirasının en akıllı oğla (evlad-ı erşed) geçeceği koşulunun en büyük oğla ( evlad-ı ekber) ibaresi ile değiştirilmesi. 2-Mısır gelirlerinin 4’te 3’ü yerel giderler için bırakılıp 4’te 1’inin İstanbul’a gönderilmesi fıkrasının, İstanbul’a yılda 80 bin kese gönderilir şeklinde sabit bir miktara bağlanması idi.313 Bu ferman ile Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa anlaşmak için İngiltere’nin baskısıyla karşılıklı bazı tavizler veriyorlardı. Osmanlı Devleti maalesef bir Valisi ile yabancı devlet aracılığı ile anlaşmak zorunda kaldı. Böylece tarihi 500 yıla dayanan ve uzun süre üç kıtada hüküm süren koca devlet temellerinden sarsılmaya başlayarak 313
M. Nuri Paşa, A.g.e., s. 280- 281.
202
yıkılma sürecine girmiştir diyebiliriz. Bu fermanla; Mehmed Ali Paşa esasen çıkarıldığı 7 eyaletten feragat ediyor ve donanmayı İstanbul’a gönderiyordu. Kendisine veraseten Mısır ve Sudan’ın bir bölümünün Valiliği veriliyordu. Sudan’ın Kızıldeniz’e bakan Sevakin sahilleri Osmanlı Devleti’nde kalacaktı. Eritre de Osmanlı idaresinde kalırken Sina yarımadasının yarısı Mehmed Ali Paşa’ya bırakılacaktı. Mehmed Ali Paşa neslinden en büyük erkek Mısır Valisi olacak, erkek nesli kesilirse kızların erkek çocukları Vali olamayacaktı. Mısır Valisi diğer Valiler gibi Vali ünvanı ve Vezir payesi taşıyacak ve protokolde Şeyhülislam’dan sonra 4. sırada bulunacaktı. İstanbul’a yılda yaklaşık 80 bin kese yani yaklaşık 4 milyon akçe vergi yollayacak, refah düzeyi arttıkça bu vergi artırılabilecek ama düşürülemeyecekti. Mısır Valisi 18.000 asker bulunduracak ve Osmanlı Devleti savaşa girdiğinde bunları cepheye yollayacak, barış zamanında ise her yıl değiştirilmek üzere 400 askeri İstanbul’a gönderecekti. Fazla asker derhal terhis edilecek, fazla gemi ve donanma olmayacaktı. Mısır askeri Osmanlı üniforması giyecekti. Mısır’da, Osmanlı bayrağı dalgalanacak, başka bir bayrak kullanılmayacak, Osmanlı sikkesinden başka sikke kesilmeyecek ve hutbe padişah adına okunacaktı. Mısır, merkezden izin almadan bir başka devlete borçlanamayacaktı. Osmanlı Devleti’nin bütün kanun ve uygulamaları aynen Mısır’da da geçerli olacaktı. Mısır Valisi ancak albay rütbesine kadar rütbe ve sivil makamları tevdi edebilecek bunun üstü ise Padişah tarafından verilebilecekti. Tanzimat fermanına göre Mısır Valisi mahkeme kararı olmaksızın hiç kimseyi cezalandıramayacak ve Osmanlı Devleti’nde geçerli vergiler dışında vergi toplayamayacaktı. Mısır Valisi merkezden izin almadan başka bir devletle direkt görüşemeyecek ve antlaşma imzalayamayacaktı.314
314
Y. Öztuna, A.g.e., s. 475.
203
V. İkinci Londra Görüşmeleri ve İkinci Londra Antlaşması 1841 senesi Şubat ayında Mehmed Ali Paşa Padişah’a tamamen bağlandığı ve buna karşılık Mısır ülkesi veraseten Paşa’ya verildiği zaman, Londra Antlaşması ile hedeflenen amaca ulaşılmıştı. Ancak büyük devletlerin Mısır meselesine müdahalesinin asıl sebebi olan Boğazlar meselesi henüz çözülememişti. Fransa’nın Londra Antlaşması’na katılmaması nedeniyle onun da kabulüyle Boğazlar meselesinin çözülmesi gerekiyordu. Fransa’nın bu antlaşmayı kabul etmemesi her zaman yeni problemlere yolaçabilirdi. Bu durumu Rus temsilci Brunof şöyle ifade etmektedir: “Fransa’nın Boğazlar meselesinde istisnai bir mevkide bulunduğu ve diğer devletler tarafından Londra sözleşmesinin dördüncü maddesine uygun olarak, Osmanlı Devletine verilen açık ve kesin taahhüde benzer bir taahhüd ile Babıâli’ye bağlı olmadığını bir gün iddia edebilmesine meydan vermemek üzere, Fransa’yı Boğazların kapalılığı esasını bozulması mümkün olmayan bir düstur olarak tanımaya ikna etmeye çalışmalıyız. Bundaki menfaatimiz pek aşikârdır.”315 Yeni antlaşma tasarısı Lord Palmerston ile Baron Brunof tarafından düzenlendi. Brunof, Padişah’ın bütün dost devletlere bu antlaşmaya katılmalarını teklif etme hakkının saklı olduğu manasında bir maddeyi sözleşme metnine ilave etti. Bu, Boğazların kapalılığı esasının sadece 5 devlet arasında olmayıp Türkiye ile münasebetlerini devam ettiren bütün denize kıyısı olan devletler için gerekli olduğu düşüncesinden ileri geliyordu. Yeni antlaşma uzun görüşmeler sonucunda Fransa da dâhil olmak üzere 5 büyük devlet ile Osmanlı Devleti arasında 13 Temmuz 1841 tarihinde Londra’da imzalandı. Bu antlaşmanın mukaddimesinde; Padişah’a ait hükümranlık haklarının 5 devlet tarafından koruma altına alındığı, bu haklara riayet etmekten geri durulmayacağı ve Osmanlı topraklarında huzur ve emniyetin yerleşmesinin kendileri tarafından samimiyetle istendiğinden bahsedilmektedir. Böylece Osmanlı Devleti’nin yaşaması İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından ortaklaşa kefalet altına alınıyordu. İkinci Londra Antlaşması’nın Osmanlı Devleti’ni yakından ilgilendiren birinci ve ikinci maddeleri şöyledir: 1- Bir taraftan Padişah, yabancı devletlerin savaş gemilerinin Çanakkale ve İstanbul Boğazlarına girmesini ebediyen meneden ve saltanatın değişmez bir kaidesi 315
S. Goryanof, A.g.e., s. 137.
204
olan esasları muhafaza etmek azminde olduğunu ve Osmanlı Devleti diğer devletlerle barış halinde bulundukça Boğazlara hiçbir yabancı savaş gemisinin girmeyeceğini beyan eder. Diğer taraftan bu antlaşmanın altında imzaları bulunan Avrupa hükümdarları, Padişahın bu azim ve kararına riayet edip, yukarıdaki kaideye uygun hareket etmeyi üstlenirler. 2- Padişah, yukardaki madde ile beyan olunan saltanatının eski kaidesinin bozulmadığını ilan etmekle beraber, savaş sancağı altında seyr ü sefer edip alışıla geldiği üzere dost devlet elçilikleri maiyetinde istihdam olunacak küçük deniz taşıtlarının Boğazlardan geçmesi için gereken ferman-ı hümayunlarını çıkarma hakkını muhafaza etmektedir. İkinci Londra Antlaşması’nın mukaddime ve maddelerinden anlaşıldığı kadarıyla Avrupa devletleri,
kendi imkânları ile yaşayamayacak kadar zayıf olan Osmanlı
Devleti’ni yaşatmak için ittifak etmişlerdir. Ruslar başta olmak üzere Avrupa devletleri sınırları boyunca Osmanlı Devleti gibi zayıf bir devletin bulunmasının birçok faydaları olduğunu görmüşlerdi. Başka emelleri olan Avrupa devletleri tarafından Osmanlı Devleti’ni korumak için yapılan bu ittifak büyük rekabetlerin doğmasına da neden oldu. Böylece görünüşte mesele çözülmüş ise de gizliden gizliye büyük devletler arasında çıkar çatışmasından doğan çekişme uzun süre devam edecekti. Bu rekabet ileride görüleceği gibi Osmanlı Devleti ile en uzun sınırları olan Rusya’nın aleyhine olmuştur. Mustafa Reşid Paşa’nın Mısır meselesini halledince tarihi düşmanı Rusya meselesine odaklanacağı aşikârdı. Amiral Napier ile Mehmed Ali Paşa arasında yapılan 27 Kasım 1840 tarihli İskenderiye Antlaşması’nın 24 Mayıs 1841 tarihli Mısır Fermanı ile Padişah tarafından onaylanması sonucu Mısır meselesi kesin olarak çözülmüştü. Böylece Osmanlı tarihinin en önemli isyanı olan Mısır meselesinin çözülmesi ve Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti yanında yer alması İngiliz taraftarı olan Mustafa Reşid Paşa’nın elini oldukça güçlendirmişti. Boğazlar meselesini çözmek için Londra’da yapılan görüşmeler Osmanlı Devleti’nin Mısır meselesini çözmek için Rusya ile yaptığı ağır antlaşma şartlarını hafifletmek için bir fırsattı. 13 Temmuz 1841 tarihli II. Londra Antlaşması ile Osmanlı Devletini Rus hegemonyası altına sokan 1833 tarihli Hünkâr İskelesi Antlaşması iptal edildi. Bu antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti ve Rusya’dan başka hiçbir devlet Karadeniz’de gemi bulunduramayacak, hiçbir savaş gemisi boğazlardan geçip
205
Marmara’ya giremeyecek ve savaş halinde boğazlardan geçecek savaş gemilerini Osmanlı Devleti tespit edecekti. Rusya bu şartların kendisi için çok ağır olduğunu anladığında geç kalmıştı. Mustafa Reşid Paşa’nın sistemli bir biçimde Mısır ve Rusya problemini halletmeye çalıştığını Mehmed Ali Paşa daha önceden anlamıştı ama büyük devletlerin Osmanlı Devleti tarafını tutması nedeniyle engelleyememişti. Bir gün bu konuda Mısır’daki Rusya konsolosuna Mustafa Reşid Paşa hakkında: “Bu adam beni nasıl Mısır’a kapanmaya mahkûm ettiyse, efendisi Sultan Mahmud ile o kadar uğraşan Çarınız Nikolay’a da dehşetli bir oyun oynayacaktır demiş böyle bir şeye ihtimal vermeyen konsolos tebessüm etmiştir.”316 İkinci Londra Antlaşması ile Avrupa devletleri, Padişah’ın istiklalini tanıyıp korumayı taahhüd ediyorlarsa da Boğazlar konusunda istediği gibi davranmasına bazı sınırlamalar getiriyorlardı. Bu antlaşma her iki taraf için de bağlayıcılığı olan mecburi bir tahhüdü ihtiva ediyordu. Bu taahhüd, ne Babıâli’nin büyük devletlerden birine karşı taahhüdüdür, ne de büyük devletlerden biri tarafından diğerlerine karşı tek başına yapılmış bir taahhüddür. Bu zincirleme olarak 6 devleti de bağlayan bir sözleşmedir. Böyle ortak ve bölünemez bir garanti birinci antlaşmada yoktur. Bu antlaşma ile ilgili devletler ayrı olarak değil bir bütün olarak Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü garanti ediyorlardı. Avrupa’yı bu noktaya getirmede Matternih ve Palmerston’un büyük etkisi olmuştur. Yani bu antlaşma ile bütün devletler antlaşmayı tek taraflı olarak bozdukları zaman diğer devletlere karşı mesul duruma düşüyorlardı. Rusya da bu antlaşma sonucunda Hünkâr İskelesi Antlaşması ile tek başına yüklendiği Osmanlı Devleti’ni yaşatma yükünden kurtulurken Boğazlar konusunda kazandığı bazı haklardan feragat ediyordu. İkinci Londra Antlaşması ile Mısır ve Boğazlar meselesi Osmanlı Devleti ve Avrupa devletlerinin azami faydalarına olacak şekilde çözüme kavuşturulmuştur. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri tarafından koruma altına alınırken bunun karşılığında istenilen bütün yenilikler yapılmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devleti bir nevi onların istediği değişiklikleri yapmak şartıyla yaşamasına izin verilecek yarı bağımsız bir devlet durumuna getirilmiştir.
316
Y. Öztuna, A.g.e., s. 476.
206
VI. Mısır Meselesinin Osmanlı Tarihi Açısından Sonuçları Mısır meselesini çözmek için II. Mahmud Osmanlı Devleti’ni hızlı bir şekilde mutlakıyetçi modernleşmenin içine soktu. Çünkü Osmanlı sisteminin çağın ihtiyaçlarına cevap veremeyecek oranda her alanda çağın gerisinde kaldığını görmüştü. Bunun için idarî, malî, siyasî ve sosyal alanlarda pek çok yenilikler yaptı. II. Mahmud bu yenilikleri geçici bir sevda için yapmadığını bunları bizzat uygulayarak ve yerleşmesini sürekli takip ederek gösterdi. Fakat II. Mahmud yaptığı bu yeniliklerin sonucunu göremeden öldü. Babasının ölümü üzerine Abdülmecid tahta çıktığı zaman Osmanlı Devleti’nin durumu gerçekten kötüydü. Abdülmecid; ordusu yenilgiye uğramış, donanması Mısır’a kendi komutanı tarafından teslim edilmiş, topraklarının büyük bir bölümü bir Valisi tarafından işgal edilmiş ve ülkesinin her tarafında karmaşanın hüküm sürdüğü bir Padişahtı. Sultan’ın bir karar vermesi gerekiyordu; ya Avrupa’nın maddi ve manevi desteğini almak için yeniliklere dört elle sarılarak iç kamuoyunun bir kısmını karşısına alacak veya bütün yenileşme çalışmalarına son vererek Avrupa devletlerini ve kamuoyunu karşısına alacaktı. Abdülmecid yeniliklere hızla devam etmeyi ve yenilikçi yöneticileri desteklemeyi seçti. Burada onun babası tarafından yetiştirilme tarzı ve hayat felsefesinin tesiri olduğu kadar Avrupa’nın desteğine duyduğu ihtiyaç da etkili olmuştur. Yenilikleri hızlı bir şekilde sürdürerek dış destek sağlayıp, içeride oluşturacağı yeniliklere açık aydın ve yönetici tabakası vasıtasıyla, devleti hızlı bir şekilde bu durumdan kurtarmak istiyordu. Genç Padişahı bütün bu çalışmalara teşvik eden baş müşaviri Mustafa Reşid Paşa olmuştur. 1826 yılında yeniçeri ocağının kapatılmasıyla başlayıp 1856 yılında Islahat Fermanının ilanına kadar süren bu 30 yıllık süreçte Osmanlı Devleti’nde hâlen etkisini hissettiğimiz köklü reformlar yapıldı. Bu dönem daha sonra Cumhuriyet nesillerinin de yetiştirileceği bir dönüm noktası olmuştur. II. Mahmud döneminden itibaren yetişen bu yenilikçi nesil, rehber olarak Osmanlı Devleti’nin haşmetli dönemini örnek alan önceki nesillerden farklı olarak, Avrupa’yı örnek almaya başlamıştır. Bunun ilk adımlarını daha önceden III. Selim atmışsa da devamı getirilememişti. Ama artık dönemin ileri gelenlerinin gözünde bunu denemekten başka çare kalmamıştı. XIX. yüzyıl sadece Osmanlı Devleti için değil Avrupa ve bütün dünya için de birçok yönden dönüm noktası olmuştur. XVIII. Asrın sonlarından itibaren ortaya çıkıp
207
başta Avrupa olmak üzere bütün dünyayı etkileyen Fransız İhtilali, Sömürgecilik ve Sanayileşmenin tesiriyle çok uluslu İmparatorluklar’ın sonu gelmişti. İmparatorluklar’ın yerini ulus devletlerinin almaya başlamasıyla Cumhuriyetler hızla doğmaya başladı. Avrupa’nın kendi içinde de bu problem vardı ama Avrupa hızlı bir şekilde bunu aşıp dünya’ya yayılmaya başladı. Osmanlı Devleti, devlet felsefesi olarak batıyla aynı kulvarda yer alacak düzenlemelerden uzaktı. Avrupa’nın hızla uyguladığı yeni ticaret ve sömürge biçimlerine bundan dolayı ayak uyduramadı. Osmanlı Devleti fethettiği yerleri belli bir vergiye bağlayıp oraya bir yönetici atıyor ve bunun dışında halkı çok rahatsız edecek uygulamalardan uzak duruyordu. Avrupa’nın sömürgeci devletleri ise işgal ettiği yerlerin işlerine yarayacak her şeyini almaktan çekinmiyordu. Osmanlı Devleti ve Avrupa’nın sonradan geri çekildiği yerlere baktığımız zaman kimin sömürgeci olarak kimin düzenleyici olarak gittiğini açık biçimde görebilmekteyiz. Osmanlı Devleti yaptığı bütün yeniliklere rağmen sömürgeci olamadığı için yıkılmıştır demek galiba fazla iddialı bir laf olmaz. Dönemin Padişahları ve yöneticilerinin bazıları aslında tutucu düşünceler taşısalar da dünyanın değiştiğini ve kendilerinin de değişmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Örnek olarak II. Mahmud’u verecek olursak bir sözünde şöyle diyordu: “Saltanatın millet için dehşet ve korku kaynağı değil destek olmasını isterim.”317
Bu söz onun despotik bir
yöneticiden ziyade, demokratik yöntemlere bağlı, yanındakilere danışmak isteyen ve halkı tarafından korkulmaktansa sevilmeyi tercih eden bir hükümdar olduğunu göstermektedir. Bu sözüyle II. Mahmud bütün dünyanın gittiği yönü önceden gören, ileri görüşlü bir Padişah olduğunu göstermektedir. Maalesef Mısır meselesi ve diğer çeşitli problemler Osmanlı Devleti’nin normal süreçlerle değişimi gerçekleştirmesine izin vermemiştir. Yapılan reformlar faydasından ziyade Avrupa’nın da baskısıyla zorunluluktan yapılmıştır. Bu nedenle verilen ilaç hastayı iyileştirmek yerine daha da kötüleştirmiştir. Abdülmecid döneminin gözde devlet adamı daha önce de belirttiğimiz gibi Mustafa Reşid Paşa’dır. Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat’ı ilan etmeden önce Avrupa’da yaptığı incelemelerde Fransa’dan Osmanlı Devleti’ne hayır gelmeyeceğini görmüş ve bütün umutlarını İngiltere’ye bağlamıştı. Fransa her zaman Mehmed Ali Paşa’yı desteklemeye ve onun vasıtasıyla Mısır ve yakın yerlerde nüfuz kazanmaya kararlı idi. 317
Y. Öztuna, A.g.e., s. 474.
208
Bundan dolayı Osmanlı Devleti’ni pek dikkate almıyordu. İngiltere ise ona daha yakın davranmış ve bazı konularda yardımcı olacağını belirtmişti. Bu durumu değerlendiren Mustafa Reşid Paşa kararını verdi; bundan böyle dünyanın en kudretli devleti İngiltere ile işbirliği yapacak, asla İngiltere aslanının kuyruğuna basmayacaktı. İngiltere’ye güvenmesinin başka bir gerekçesi, İngiltere’nin Rusya’nın yayılmasını istememesi ve bu duruma en büyük teminat olarak Osmanlı Devleti’ni görmesiydi. Mustafa Reşid Paşa böyle düşünen bir devletle işbirliği yapılabileceğini ve gerekirse Osmanlı Devleti’nden direkt talebi olmadığı için bazı tavizler verilebileceğini düşünüyordu. Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerinde tarihî emelleri olduğunu ve sürekli aleyhine genişlediğini düşünerek hiçbir durumda ona güvenilemeyeceğine karar verdi. Bütün bu şartlar iki devleti “Stratejik İşbirliği” yapmaya yöneltti. Mustafa Reşid Paşa Avrupa’da yaptığı uzun görüşmelerde Mısır meselesinde bu devletleri yanına çekebilmek için köklü reformlar yapılması gerektiğini gördü. Bunu yapmayı Avrupa’ya gittiği ilk yıllarda kafasına koymuştu ama Osmanlı yöneticilerinin buna alışmasını ve uygun şartların oluşmasını bekliyordu. Bu ortamı; II. Mahmud’un öldüğü ve yerine genç Abdülmecid’in geçtiği, Osmanlı ordularının Mısır ordusuna yenildiği, Osmanlı donanmasının bizzat komutanı tarafından götürülüp Mısır’a teslim edildiği ve bütün halkın bu nedenlerden dolayı bıkkınlık içinde bulunduğu dönemde buldu. 3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimat’ı ilan etmesi, Avrupa kamuoyunun ve devletlerinin Osmanlı Devleti’ne sempati duymalarını ve desteklemelerini sağladı. Tanzimat’ı ilan edip Avrupa’ya giden Mustafa Reşid Paşa, bir kahraman edasıyla karşılandı. 15 Temmuz 1840 tarihinde Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında Londra Antlaşması imzalandı. Böylece Fransa ve İspanya hariç Avrupa’nın bütün devletleri Mısır meselesini çözmek üzere anlaştılar. Bu durum Osmanlı Devleti ve Mustafa Reşid Paşa için büyük bir diplomatik başarıydı. Mehmed Ali Paşa antlaşmayı kabul etmeyip zor kullanılması gerekince, tabiri caizse bazı devletler yan çizmeye başladı. Özellikle Mısır meselesi çözülürse sıranın kendisine geleceğini düşünen Rusya ve onun dümen suyuna giren Prusya yan çizerek asker göndermediler. Bundan dolayı antlaşmayı İngiltere, Avusturya ve Osmanlı müttefik kuvvetleri uyguladı. Müttefik donanma tarafından Mısır birlikleri kolayca Mısır dışındaki topraklardan çıkarıldı.
209
İngiltere’nin İstanbul sefiri Ponsonbi Osmanlı Devleti’nin, Mehmed Ali Paşa’nın isteğine göre hareket edemeyeceğini belirtiyordu. 15 Mart 1841 tarihinde Hariciye Nezaretine yazdığı bu yazıda, Mehmed Ali Paşa’nın şimdiye kadar İstanbul’a gönderdiği yazıların bir tâbiye yakışmayan düşmanca ifadeler içerdiği belirtilerek, Osmanlı Devleti’nin Mehmed Ali Paşa’dan daha kuvvetli olduğu ve müttefik devletlerin bu meselede kesinlikle onu destekleyeceği ve taleplerinden geri adım atmaması gerektiği belirtiliyordu. Mehmed Ali Paşa itaat etmesi gereken devletine böyle saygısızca davranışlarda bulunarak esasen kendi geleceğine zarar vermektedir deniliyordu. Mehmed Ali Paşa değişik kanallardan sürekli olarak Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurmaya çalışıyordu. Ponsonbi bu mektubunda Mısır meselesi ile ilgili şunları söylüyordu: “… Mısır Valisinin salifü’z-zikr mektubuna dair hiçbir vechile hareket itmemesini tavsiye eylemeyi vazife-i zimmet ad iderim. Ve şimdilik Devlet-i Aliyye, Mehmed Ali’den ziyade kuvvetlü bulunduğundan Paşay-ı muma-ileyhin bazı harekât tarzına kalkışmak muhatamasına girişeceğini memul itmem ve eğerçi böyle bir hareket-i tarziyeye ibtidar ider ise neticesi mucib-i zarratına olur…”318 Sıra Londra Antlaşması’na göre Mısır’a girmeye gelince, İngiltere bunu yapmak yerine Mehmed Ali Paşa ile antlaşmak yoluna gitti. 27 Kasım 1840 tarihli İskenderiye Antlaşması ile Mehmed Ali Paşa ikinci ültimatoma uyacağını bildirdi. İngiltere, Babıâli’den; Mısır ile sahil kısmı hariç Sudan’ın Mehmed Ali Paşa’ya bırakılmasını istedi. Rusya ve Prusya’nın kuvvet göndermekten yan çizmesi, Fransa’nın baştan beri antlaşmaya karşı çıkması ve Mehmed Ali Paşa’nın kuvvetli bir askeri sistem kurması ile bazı yöneticilere dağıttığı rüşvet İngiltere’yi tereddüde düşürmüştü. Üstelik Mehmed Ali Paşa 35 yıldır Mısır’da hükümdar gibi yöneticilik yapıyordu. Mısır’a kök salmış ve çehresini değiştirmişti. Osmanlı Devleti önce antlaşmanın tamamen yerine getirilmesini istediyse de İngiltere’nin ısrarı üzerini İskenderiye Antlaşması’nın içerdiği şartları da taşıyan Mısır Fermanı’nı yayınlayarak bu meseleyi kapattı. 25 Mayıs 1841 tarihinde yayınlanan bu ferman 1914 yılına kadar bir nevi Anayasa olarak Mısır’da uygulamada kalmıştır. Mehmed Ali Paşa’yı mantık dairesine çeken bu ferman Mehmed Ali Paşa tarafından aynen kabul edilmiş ve yaklaşık 10 yıl süren isyanı sona erdirmişti. Sultan Abdülmecid, Mehmed Ali Paşa’ya 1842 yılında Vezaretin üzerine Sadaret payesi verdi ve bu paye ondan sonraki Mısır Valileri’ne de verildi. Böylece Mısır Valisi’nin daha 318
Defter4, s. 25- a, b.
210
kıdemli müşir ve Vezirler’den sonra protokole girmesi engellendi. 1914 yılında Osmanlı Devletinden ayrılana kadar Mısır Valisi, Osmanlı protokolünde; hanedan üyeleri, Sadrazam ve Şeyhülislam’dan hemen sonra 4. sırada yer alıyordu. Mehmed Ali Paşa, 19 Temmuz 1846’da İstanbul’a gelerek Padişahın ayağını öptü ve sadakatini bildirdi. 77 yaşında olmasına rağmen İstanbul’da kaldığı 29 gün boyunca Sadrazam olabilmek için girişimlerde bulundu. Bu onun hırs ve karakterini göstermesi bakımından önemli bir olaydır.319 Osmanlı Devleti, Mısır meselesinin çözümündeki yardımlarından dolayı müttefik devletlere birer teşekkür yazısı gönderdi. Bu yazılarda meselenin çözümünde verdikleri desteklerden dolayı bütün devletlere ayrı ayrı teşekkür ediliyordu. Suriye ve Lübnan savaşlarında bulunan İngiliz subayların listesi istenerek bunların ödüllendirileceği bildirildi. 8 Safer 257 ( 1 Nisan 1841) tarihli bu yazıda şunlar dile getiriliyordu: “ … İngiltere Devleti zabitanından Suriye muharebatında bulunanlar esamisi defterlerin İngiltere amiral ve kumandan-ı taraflarından celb olunacağı ifadesine dair İngiltere elçisi Lord Ponsonbi cenabları tarafından başkaca varid olan diğer bir kıta takrîr-i mücerred …”320 Osmanlı Devleti, İstanbul’daki İngiliz elçisinden ödüllendirmek için Mısır meselesinin çözümünde bizzat görev alan amiral ve subayların listesini istedi. İngiliz elçisi Ponsonbi bu listenin elinde olmadığını merkeze yazıp gelen cevabı Hariciye Nezaretine ulaştıracağını belirtti. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin bu isteğinin İngiliz Kraliçesi’ni son derece memnun edeceğinin açık olduğunu söyledi. “…Kraliçe-i muşarun-ileyhanın memnun ve mahzuz olacağı aşikârdır. Matlub buyrılan defterin tanzim ve tedarikine ben dahi kadir olamayacağımdan İngiltere Amiraline ve gerek Suriye canibinde bulunan İngiliz asakiri kumandanına mektub tahririyle bir kıta defter tanzim ve irsal eylemelerini işar eyledikçe binaen defter-i mezkûrun bu tarafa vusûlü anda taraf-ı âlilerine takdim kılınacağı.”321 Müttefik Devlet elçileri, Mısır meselesinin çözümündeki desteklerinden dolayı Osmanlı Devleti tarafından kendilerine gönderilen ödül ve belgelerden dolayı son derece mutlu olmuşlardır. İngiltere, Avusturya ve Rusya’nın İstanbul elçileri mutluluklarını ve teşekkürlerini birer yazı ile Osmanlı Hariciye Nezaretine 319
Y. Öztuna, A.g.e., s. 474. Defter4, s. 26- b, 27- a. 321 Defter4, s. 27- a 320
211
bildirmişlerdir. Bu yazılardan kısa birer örnek vermek onların Osmanlı’ya olan samimi sempatilerini göstermesi bakımından faydalı olacaktır. Ponsonbi, Osmanlı Devleti’nin yaşaması gerektiğine kesinlikle iman ettiği için bütün samimiyeti ile Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldığını ve meselenin çözümü sürecindeki sabır, işbirliği ve güveninden dolayı kendilerine müteşekkir olduğunu belirtiyordu. “… Canib-i eşref-i hazret-i şehinşâhiden hakk-ı sefirânemde erzan ve şayan buyrılan eltaf-ı duğayat-ı mülükânelerine teşekküri ve hak ve insana makrün olub iman olunan davada derkar olan kemal-ı gayretimi her ne vakit olsa ikrar ve itiraf itmek bahs-i mübahat ve iftiharın olacağı tahkikatını ve ilelyevm vuku bulduğu misillü bundan böyle dahi bu hususda hasbel-vasi çalışmak niyetimi paye-serir-i ilaya arz ve takdime himmet buyurmalarını… ”322 Avusturya elçisi, babasının daha önce görevli olarak 16 yıl İstanbul’da kalmasından ve kendisinin bu şehirde doğmasından dolayı bu şehri kendi vatanı gibi gördüğünü dile getirmektedir. Ayrıca bir Valisinin, Padişahına karşı yaptığı bu haksızlığı gidermek için meselenin Osmanlı lehinde çözülmesi amacıyla meseleye devlet olarak müdahil olduklarını belirtir. Osmanlı Devleti’nin Mısır meselesindeki desteklerinden dolayı yazdığı teşekkür mektubuna mukabeleten yazdığı cevabda şunları ifade ediyordu: “… Dersaadet’te tevellüd iderek tahsil-i tertib eylemiş ve bugünki gün bulundığım memuriyet aleddevem onaltı sene müddet pederimin uhdesinde bulunmuş ve sağirimden berü Deraliyye’ye vatan zannı nazarıyla bakmağa alışmış oldığıma mebni idüği… ”323 Osmanlı Devleti meselenin çözümündeki özel gayretinden dolayı Baron Brunof’a ayrıca pırlanta ile süslenmiş bir teşekkür belgesi verdi. Minnettarlık ifadesi olan bu nazik tavır Rus elçisini çok memnun etti. Rusya elçisi bu belgeye ve teşekkür mektubuna karşılık olarak yazdığı teşekkür mektubunda, kendisine ve diğer yardımcılarına karşı gösterilen bu davranışın kendisini çok mutlu ettiğini söylemektedir. Bu işin başarılmasında kendisi ve diğer temsilcilerin faydasının çok sınırlı olduğunu, asıl başarının meselenin çözümüde sabırla hareket eden Osmanlı tarafına ait olduğunu söyleyerek bu tutuma karşı teşekkürünü ifade ediyordu. “… Ve rütbetlü Baron Vezir cenabları tarafına olub kendisine pırlanta ile müzeyyen bir kıta tasvir-i hümayün ihsan buyrulmuş olduğuna dair olan mektub-ı âsafânelerini irsal ve tisyara müsaraat ve 322 323
Defter4, s. 26- b. Defter4, s. 27- a.
212
bugün Londra’ya azimet iden kurye ile Baron Brunof tarafına dahi hakkında zuhûra gelen inayet-i seniyye-i mülûkâneyi tahrir ve işara mübaderet eyledim .”324 Mısır meselesinin çözümü sürecinde aldatıldıklarını düşünen Fransa ve Rusya her fırsatta Osmanlı çıkarlarına zarar vermeye uğraştılar. Mısır meselesinin çözümüyle ağır bir darbe yiyen ve koruması altındaki Mısır’a yardım edememekten dolayı gururu incinen Fransa, Lübnan’daki mezhep çatışmalarını her fırsatta kışkırtarak Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmaya çalıştı. Buradaki Marunîler’i sürekli olarak diğerlerine karşı desteklemesi bölgede hâlen süren çatışmaların tarihi temellerini atmıştır. Osmanlı Devleti çatışmaları engellemek için 1845 yılında Lübnan dağlarında biri Marunîler’e diğeri Dürzîlere ait iki otonom kaza kurduysa da çatışmalar hiç bitmedi. Rusya, Matternih tarafından savunulan Osmanlı Devleti’nin varlığının Avrupa devletlerince garanti altına alınması fikrine her zaman karşı çıkmıştı ama İngiltere’nin de bu görüşü desteklemesi nedeniyle bunun gerçekleşmesini engelleyememişti. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti’ni kendi hegemonyası altına alamadığı için, önce Balkanlar’da sonra bütün Osmanlı topraklarında menfaat sağlamak amacıyla her türlü faaliyette bulunmuştur. Goryanof, Brunof’un aksine ifadelerine rağmen İkinci Londra Antlaşması’nın tamamen Rusya aleyhine olduğunu belirtmektedir. Goryanof’a göre 1841 Boğazlar Antlaşması en fazla ihtiyaç duyduğu anlarda Rusya’ya hiçbir fayda sağlamamıştır.325 Belgelerde ifade edildiğine göre, Osmanlı Devleti’nin Atina elçisi olan Kostaki Musurus
Paşa,
Yunanlılar’ın
Müslümanlara
birçok
güçlükler
çıkardıklarını
belirtmektedir. Özellikle Girid’de Osmanlı halkının taşınmasında ve barınmasında birçok eziyetler yapıyorlardı. Yunan Elçisi İstanbul’da rahatça otururken, efrad-ı Müslimin’in Yunanistan ve Girid’de bu sıkıntıları çekmesine bir son verilmesi gerektiğini söylüyordu. Ayrıca Ticaret Antlaşmasına da Yunanlılar’ın pek kulak asmadıklarını belirterek, Girid, Yenişehir ve Selanik başta olmak üzere bütün bölgede Müslüman halka haksızlık ve eziyet yapıldığını ifade ediyordu. Bölgeyi hızlı bir şekilde Yunanlılaştırmak üzere bilinçili göç hareketlerine gidildiğini, böyle bir nüfus değişimi sonunda bir oldu bittiye getirilerek Girid ilhak edilmek isteniyor diyordu. Uzun süreden beri Yunan dışişleri bakanının bu göç hareketlerinden ve Müslüman halkın arazisine 324 325
Defter4, s. 28- a, b. S. Goryanof, A.g.e., s. 148- 149.
213
elkonulmasından dolayı sık sık uyarıldığını fakat bundan bir sonuç alınamadığına da işaret ederek, Yunan tarafı bu konudaki uyarıları dikkate almadığı gibi gayet umursamaz tavırlar içine girmekten de çekinmemektedir diyordu. Rum kökenli olan bu devlet adamının Osmanlı halkını ve Müslümanları bu derece düşünmesi “Osmanlı Barışı” diyebileceğimiz değişik din ve ırktan insanların Osmanlılık ortak paydası için gerçekten güzel bir örnektir. Osmanlılık bilincini göstermesi bakımından da gayet manidardır “… Yunan hükümeti Yunan’da bulunan Giridlileri Girid’e mururdan men etmediğinden başka cezire-i Girid’in Yunana ilhakı davası ve sadası reayayı Girid beyninde galibü’l-revaç vet-tesir olmak makasıdıyla Yunanlılar’dan dâhi vâfir mikdarının Girid’e naklinde müsamaha ve tahrikden dâhi hâli olmadığı ve Yunan’da gadren ve bigayr-ı hak ve hilaf-ı şurut nice senelerden berü tevkif olunmakda olan emlak-ı müslimine dair Yunan umur-ı ecnebiyesi nazırına taraf-ı çakeriden defaatla takrir virilmişken… Yunan hükümeti sefareti, Saltanat-ı Seniyye’nin hakka makrun takriratına fiilen itibar eylemediği ve lakayıd muamelesini izhar itmekde idiği…”326 Mısır meselesinin çözümü sürecinde Osmanlı Devleti tabiri caizse her etkiye açık hale gelmiştir. Dünya’da ve Osmanlı sınırları içindeki herhangi bir yerde olan bir olay Mısır meselesini direkt etkilemiştir. Mesela bu süreçte gerçekleşen Girid ayaklanması Mısır meselesine direkt ve dolaylı birçok etkide bulunmuştur. Aşağıda göstereceğimiz belgede bölgedeki bir İngiliz görevli Girid isyanı Lübnan’ı ve işgal altındaki diğer yerleri mutlaka etkileyecektir demektedir. Bazı batılı memurlar bunu sağlamak için çalışacaklarını açıkça ifade etmektedirler. Şam Valisi Necib Paşa halka iyi davranmamaya devam ederse yakında bu isyanlar mutlaka ortaya çıkacaktır. Bölgenin en sevilen kişisi olan Emir Beşir görevinden istifa ederse Dürzîler ve diğer Hıristiyanlar arasında bir savaş olması kaçınılmazdır vb. sözlerle durumun nezaketi ifade edilmektedir. Belgelerde genellikle bölgedeki dini azınlıklardan sözedilmesi dikkat çekmektedir. Yıllardır huzur içinde yaşayan değişik dinî toplulukların birbirine düşman gözüyle bakmasında dış tesirin büyük etkisi olduğu belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. “… Geçenlerde Girid ceziresinde vukubulan isyanın haberi Beriyyetüşam ahalisine Dürzî dağında bulunan İsevilere vasıl olarak zihinlerini tahdiş itmiş olduğundan başka haklarında vukubulan zulüm teaddiden münferid olub... Düvel-i Ecnebiyye memurları dahi bu babda onları teşvik iderek Devlet-i Aliyye’nin adem-i iktidarı ve Girid 326
Defter4, s. 35- a.
214
ihtilalinin mümted olması ve kendüleri taraf-ı Devlet-i Aliyye’den hüsn-i idare olunamayacağı ve istedikleri vakit Beriyyetüşam ahalisini isyana davet itmek kendilerinden olduğunu alenen söylemekdedirler… ”327 Ruslar, Osmanlı sınırları içindeki Ortodoksların hamiliğine soyunmuşlardı. Osmanlı Devletine Mısır meselesinde Gayr-i Müslim halk yardım ettiği halde, onlara verilen sözler tutulmamış ve söz verilen ayrıcalıklar ve Tanzimat’ın getirdiği haklar uygulamada verilmemişti. Mehmed Ali Paşa isyanı boyunca Suriye ve Lübnan’da bulunan Türkler genellikle Osmanlı Devleti’ne sadık kalırken, Gayr-i Müslimler Mısır tarafını desteklemekten çekinmemişlerdir.328 Girid isyanının bir benzerini bölgede çıkarmak için bazı Avrupa ülkeleri sürekli çalıştılar. Onlara göre, Tanzimat kurallarının bölgede uygulanıp memurların davranışlarına dikkat edilmesi uygun olacaktır. İngiliz görevli ne kadar saklamak istese de bölgedeki Gayr-i Müslimler tâbi oldukları devletten ziyade Avrupa ve Mısır’ı desteklemektedirler. Buna rağmen bölgede gerçekleşen bir olumsuzluktan Osmanlı Devleti sorumlu tutulmaktadır. Lübnan’da alınacak tedbirlerle ilgili olarak bir belgede şunlardan bahsedilmektedir: “… Geçen paskalyada Efrenc ve Rum ve Ermeni tavaifi beyninde icraatlarından dolayı bir takım fenalık vukubulduğu Kudüs-i şerif tarafından alınan tahrirat meelinden müstefad olmuş ve bu keyfiyet Rusya konsolosuna hitaben irsal olunan Ferman-ı âlinin kıraatından sonra vukubulmuş… Girid maddesi Beriyyetüşam İsevilerine ne derecelerde tesir eylediğini mukaddemce âcizâne taraf-ı âlilerine ihtar itmiş idim”329 Bütün müttefik devletler Suriye ve Lübnan’ın Osmanlı sınırları içinde kalmasından dolayı külliyetli miktarda Hıristiyan’ın burada kaldığını ve bu Hıristiyanlar’ın haklarının korunması gerektiğini belirtiyorlardı. Dinî azınlıkların haklarının korunmasının gayet nazik bir durum olduğu ve buna azami dikkat edilmesi gerektiğine sürekli dikkat çekiliyordu. Özellikle bölgedeki yönetici ve memurlar konusunda tedbirler alınması isteniyordu. Problem çıkmaması için Avrupalılar, Lübnan ve Kudüs’ün idaresi ile ilgili 5 maddelik bir belge hazırladılar ve Osmanlı Devleti’nin buna uymasında sayısız yararlar olacağını belirttiler. Bununla ilgili 25 Rebiulahir 257 (15 Haziran 1841) tarihli yazıda şunlar ifade edilmektedir: “Malum-ı âli buyrıldığı üzere 327
Defter4, s. 52- b. O. Koloğlu, A.g.e., s. 81. 329 Defter4, s. 53- a. 328
215
Suriye eyaletinin idare-i Mısrıyyeden neziyle idare-i seniyye-i Devlet-i Aliyyeye idhal ve havali-i mergumede küllüyetlü Hıristiyan bulunduğından haklarında usul-i âdile ve muamele-i müşfikânenin icrasıyla havali-i mezburede olan hukuk-ı hükümet-i aliyyenin istihsal-i istikrarı nesayihine dair şu aralık Rusya ve Avusturya ve Prusya ve İngiltere sefaretleri taraflarından ve Kont Nesselrode ve Prens Matternih cenablarından birbirini müteakib hayli evrak-ı resmiye virilmiş… ”330 Bütün müttefik devletler gibi İngiltere de Osmanlı sınırları içindeki Hıristiyan halkların haklarının korunmasına büyük önem vermiştir. Aşağıda kaydedeceğimiz belgede, İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonbi bölgede bulunan Wood’a yazdığı mektupta azınlıkların durumunu sık sık yetkililerle görüşerek kendisine bildirmesini istemiştir. Ponsonbi’ye göre, Suriye ve Lübnan Osmanlı idaresinden çıkarsa bunun sorumlusu bölgedeki beceriksiz idareciler olacak ve böyle bir durum diğer yerlerdeki azınlıkları da derinden etkileyerek çok kötü sonuçlara sebep olabilecektir. Bu konuda müttefik elçilerin yaptığı dostane nasihatler dinlenir gibi yapılsa da uygulamada bu durum görülmemektedir. Oysa bölgeyi ve azınlıkları Osmanlı idaresine gönülden bağlamak hiç zor değildir. Lübnan’ın Osmanlı sınırları içinde kalması diğer Hıristiyan halk için de önemlidir. Eğer Lübnan, yöneticilerin yanlış tavırları yüzünden Osmanlı’dan ayrılmak isterse bu hareket Osmanlı sınırları içindeki diğer Hıristiyanlar için kötü bir örnek olacaktır. Burada yabancı bir devletin Osmanlı Devleti’ni dini azınlıklar konusunda uyararak onların haklarının verilmesini yoksa bunun devletin dağılmasına neden olabileceğini söyleyerek tehdit ettiğini görmekteyiz. Ponsonbi durumun nezaketi konusunda yöneticileri uyarınız ve beni de haberdar ediniz ki ben de durumu Londra’ya bildireceğim diyerek durumun önemini vurgulamaktadır. “… Ve eğerçi Devlet-i Aliyye, Beriyyetüşşam’ı muhafaza ve hüsn-i idarede izhar-ı tesamuh ve eyalât-ı mezkûre’yi elden çıkarır ise bu keyfiyyet Devlet-i Aliyye hakkında sair gûne pek çok fenalıkları müstelzim olacakdır… Taraf-ı Devlet-i Aliyye’den ne gûne usule teşebbüs buyrıldığını veyahud hiçbir gûne usul-i hekimâne ve âkilaneye teşebbüs olunmadığını cezm idinceye değin beher gün Paşay-ı muşarun ileyh hazretleri nezdine azimet idesiniz… ”331 İngiltere’nin Suriye’deki görevlisi olan Wood sık sık Ponsonbi’ye gönderdiği mektuplarla bölgenin durumuna ışık tutmaktadır. İradât-ı Seniyye Defterinde ismine en 330 331
Defter4, s. 56- a. Defter4, s. 60- b.
216
fazla rastlanılan yabancılardan birisi İstanbul İngiliz elçiliği tercümanlarından Wood’dur. Suriye’nin durumunu incelemek üzere gönderilen Wood 1839- 1841 yılları arasında bölgeden en net bilgileri veren kişidir. Bu bilgileri İngiliz çıkarları doğrultusunda verse de Osmanlı yönetiminin bölgedeki birçok yanlışlarını ortaya koyduğunu da görmekteyiz. Aşağıya aldığımız bir mektubunda Marunî patriği ve azınlığı hakkında oldukça objektif bilgiler verdiğini görmekteyiz. Bölgedeki çağdaş Batılı kaynakların son derece az olduğunu düşünürsek bu bizim için önemli bir kaynaktır. Marunî patriği eğer kendisinin Osmanlı Devleti’ne sığınmasına izin verilmezse Avrupa devletlerinin himayesine sığınmayı düşünmektedir. Bunun için onun İstanbul’da bir temsilci bulundurma teklifi kabul edilmelidir yoksa başka devletlerin himayesine girip Osmanlı çıkarlarına zarar verebilir. Osmanlı Devleti hangi durumun kendi menfaatine uygun olduğunu düşünüp ona göre karar vermelidir. Lübnan’daki Marunî ve Dürzîlerin devlet tarafına çekilememesi durumunda onlar Osmanlı idaresine güvenemedikleri için başka yollara tevessül edeceklerdir. Bölgedeki Hıristiyanlar’ın birçok devlet tarafından çıkarları için kullanıldıkları görülmektedir.
Diyebiliriz
ki;
Mısır
meselesinin
bu
derece
alevlenmesini,
müdahalelerini kolaylaştırdığı için Avrupa devletlerinin çoğu açık veya gizli olarak desteklemişlerdir. Özellikle dini azınlıkların rahiplerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için bütün yolları değerlendirmişlerdir. Wood mektubunda bölgenin bu durumu ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “… Şöyle ki, Devlet-i Aliyyenin menfaati Patrik merkumun bir himayet-i ecnebiye tahtında kalmasıyla mı yohsa bila vasıta Devlet-i Aliyye ile muhabere idebilmesiyle mi hâsıl olur? Elhasıl Saltanat-ı Seniyye Patrik merkumun meseline adem-i müsaade ısdar buyurduğu takdirde muma-ileyh ve gerek bilcümle Maruniyun ahalisi ve kezalik Emir Beşir mütemenna oldukları himayet-i ecnebiyeden mufarakat itmeyerek daima bigane bir heyette sebat idecekleri aşikardır.”332 Şam Valisi Necib Paşa, Fransızlar Mısır meselesinin çözümünü güçleştirmek için Lübnan’da bulunan dini azınlıkları Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıyorlar demektedir. Fransa, Mısır meselesinde istediğini elde edemeyince, Suriye ve Lübnan’ın Osmanlı idaresine geçmesini kabul etse de buraların idaresinde başarı sağlanamayacağına dair söylenti yaymaktadır. Emir Beşir, bazı Şeyhler ve Hıristiyan din adamlarını kullanarak 332
Defter4, s. 61- a.
217
halkı yönetim aleyhinde kışkırtmaktadır. Fransa tarafından Dürzîleri kışkırtmak için 2 Fransız Katolik papaz bölgeye getirilip bölgedeki Katolik kiliselerinin tamiri için bölgeye yüklü miktarda para gönderilmektedir. Rum kökenli olan halkı ise Ruslar çıkarları
doğrultusunda
gayr-ı
resmi
olarak
kullanmaktadırlar. Marunîler de
kullanılmaya çalışılan önemli guruplardan birisidir. Avrupalı bütün memurlar dini kardeşliği sağlamak ve devletlerine yaranmak için buna tevessül ediyorlardı. Bu duruma ses çıkarılmazsa kendilerine yakın hissettikleri Hıristiyanları da İngiliz ve Avusturyalı görevliler koruma altına almak isteyebilirlerdi. Ayrıca yabancı görevlilerin işi tebalarının ticari ve diğer haklarını korumaktır, devletin içişlerine karışarak Osmanlı memurlarının atanıp görevden alınmalarına fazla müdahale etmemeleri daha doğru olacaktır. “… İskenderiye’den avdet iden Dürzî şeyhleri ile alettevali mülakat eyleyerek tahrik-i ahaliye çalışmakda olub, hatta geçenlerde bir kıta Fransız vapuru ibtiday-ı emirde İskenderiye’ye uğrayub oradan şehr-i şerifin 26. cumartesi günü ahşam üzeri bu tarafa gelerek 2 nefer Fransız papazını çıkarub ferdası günü yine geldiği mahalle avdet ve mersum papazlar dahi doğru Dürzî dağına azimet ile …”333 Belgelerde açık olarak görülen durum, neredeyse bütün Batılı devletlerin dini azınlıklar vasıtası ile bölgede etkili olmaya çalıştıklarıdır. Bunun için daha önce de belirttiğimiz gibi her yolu denemişlerdir. Savaş döneminde yıkılan veya bakımsız kalan kiliseleri ve dini yerleri onarmak için yüklü miktarda ayni ve nakdi yardımda bulunmuşlardır. Bunun için her devletin tuttuğu ve destekte bulunduğu ayrı bir dini zümre vardı. Bundan dolayı daha sonra iyice netleşecek düşmanlıklar ortaya çıkmıştır. Bu olumsuzlukların bazısı bizzat devletlerin bu yöndeki politikalarından kaynaklanırken bazıları bölgedeki yabancı devlet temsilcilerinin dinî asabiyetlerinden dolayı ortaya çıkmıştır. “… İbrahim Paşanın istilası esnasında harab olan Katolik kiliselerinin tamirine sarfolunmak ve fazlası Marunî yani Katolik milletinin fukarasına tevzi ve taksim kılınmak üzere 1000 kise akçe irsal kılındığı ve İskenderiye canibindin 50 bin kuruşluk mikdarı zahire dahi gönderileceği… Ve bu ise İngiltere ve Avusturya devletlerinin namus-ı nüfuzlarına dokunarak onlar dahi diğer takımları daha ziyade sahabete kalkışacaklarından… ”334 Avrupa devletlerinin çoğu bölgede kendi kolonilerini oluşturmak için çalışıyorlardı. Bunun için antlaşmalara uygun olmasa da Osmanlı vatandaşlarına geçici 333 334
Defter4, s. 62- a. Defter4, s. 62- a.
218
vatandaşlık ve temsilcilik belgeleri vermekteydiler. Şam Valisi Necib Paşa; Londra Antlaşmasın’dan sonra İngiliz konsolosu her işe karışıyordu, Şimdi Fransız ve Avusturya konsolosu da buna başladı diyerek bundan şikâyet etmektedir. Onun belirttiğine göre, Şam’daki İngiliz konsolosu kendine sığınan bir suçluyu Vali’ye vermeyeceğini söylüyordu. Bu nedenle devletin otoritesi sarsılmakta ve devlete olan güven azalmaktadır. Bazı Gayr-i Müslimlere yabancı konsoloslar tebay-ı muvakkete belgesi vererek bize karşı bir suç işledikleri zaman bile teslim etmek istemiyorlardı. Konsoloslar sadece kendi vatandaşı olan kişilerin ticarî ve diğer haklarını koruyabilecekken, bütün Gayr-i Müslimler’in hamisi gibi davranıyorlardı. Bunlara bir sınırlama gelmezse bölgenin her tarafında birçok fesada neden olacaklarını belirtiyordu. “… Konsolos olanların esas-ı memuriyetleri mücerred kendü tebaa ve ticaretlerinin umûr-ı vakıalarını ru’yet ve tahşiyetten ibaret olarak böyle umûr-ı belde ve ahaliye müdahaleye memuriyet ve hakları olmadığı…”335 Resmen Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmak manasına gelen yukardaki tavırların bazısı, yabancı devletlerin haddi aşmasından ileri gelirken, büyük bir kısmı da Osmanlı devlet adamlarının dirayetsizliğinden ileri gelmektedir. Mısır gailesi birçok Osmanlı devlet adamını duyarsızlaştırmıştı. Durumlarının ne olacağını bilememekten ortaya çıkan bu durum nedeniyle, bize bulaşmasında ne olursa olsın tavrı içine giriyorlardı. Osmanlı Devleti’nde çıkarı olan birçok Batılı devlet belgelerde gördüğümüz gibi çıkarlarına zarar verebilecek yöneticilerin görevden alınması için Osmanlı Devleti’ne sürekli olarak baskı yapıyorlardı. Bu durumdan faydalanan yabancı konsoloslar suç işleyen birisini bile değişik mazeretler ileri sürerek devlet yetkililerine teslim etmiyorlardı. “… İngiltere konsolosuna mahsus-ı adam irsali ve tezkire tahririyle merkûm taleb olundukda virmeyeceğini katian beyan eylediğinden Avusturya konsolosu dahî bu vechile irad-ı cevap ve muma ileyhin bu misillü harekât ve tazarruatı diğer konsoloslara dahi sirayet eylediğinden…”336 Necib Paşa’nın bir mektubunda çok ilginç bir durumdan da bahsedilmektedir. Şam’a gelen bir İngiliz görevli olan Çörçil ondan bölgede bazı incelemeler yapmasını ve sonucu kendisine bildirmesini istemiştir. Necib Paşa bu duruma dair Osmanlı Devletinin bir izin kâğıdı olup olmadığını sorduğu zaman hayır cevabı vermiştir. Bir İngiliz memuru yabancı bir devlette aynen kendi devletinde olabileceği gibi araştırma 335 336
Defter4, s. 62- b, 63- a. Defter4, s. 63- a.
219
ve bunun raporunu hazırlayacak derecede kendini o devlet üzerinde selahiyetli görebilmektedir. Ayrıca yazıdan anlaşıldığına göre İngiliz ajanlar bölgede cirit atmaktadır. Bu durumu mektubunda Necib Paşa şöyle anlatıyordu: “… Selim Paşa hazretleri bendelerinin bir kıta tevcihât-ı resmiyeleri ile İngiltere devleti asâkiri miralayları’ndan Çörçil namında biri bu tarafa gelmiş ve merasim-i hoşamedi ve muamele-i dostî bade’l icra sureti memuriyeti lede’s-sual devletim tarafından Beyrut’ta mukîm konsolosa emir vurûd itmiş olduğundan beni buraya memur itti… ”337 Necip Paşa böyle bir araştırmaya asla izin veremeyeceğini belirtti. Çünkü Çörçil’in araştırmak ve rapor hazırlamak istediği konular Osmanlı Devleti’nin içişleri ile ilgili konulardı. Çörçil; sürekli Vali’nin yanında bulunarak yaptığı işleri, bütün Şam bölgesini dolaşarak bütün halk ile konuşup onların yönetim ve asayişten memnuniyet durumunu, bölgedeki Osmanlı askerinin eğitim ve savaşa hazırlık durumunu izleyip bir rapor halinde devletine bildirmek istemektedir. Ayrıca bütün bunlara gerçekleştirmek için kendisine herhangi bir izin belgesi de verilmemiştir. “Şöyle ki, memuriyetimin evvelkisi daima yanınızda bulunub vukubulacak mesaliha ve ikincisi, Şam havalisini cümleten gezüb ahâlisiyle görüşüb konuşarak mamûriyyet-i bilâd ve asayiş-i ayar hâsıl olub olmadığına kesb-i ittila itmek ve üçüncisi, bu tarafda bulunan asâkir-i muntazamaı şahânenin talim ve tallümlerini görüb… Sizin işbu memuriyetinizi mutazammın bir emir gelmedikçe havali-i merkûmeyi gezmekliğinize hodbehod rıza viremem…”338 Mehmed Ali Paşa müttefik güçler karşısında yenilince Avrupa kamuoyuna yaranmak ve Avrupa devletlerine şirin görünmek için Suriye ve Lübnan’daki dinî azınlıklara bazı ayrıcalıklar tanınmasını oğlu İbrahim Paşa’ya emretmişti. Osmanlı Devleti’nin temeline dinamit koymak manasına gelen bu şartları değiştirmemeleri konusunda İbrahim Paşa bölge halkını şiddetle uyarmıştı. Hatta geri dönerek bunu ihlal edenleri cezalandıracağı yönünde onları tehdit etmişti. Bölgede bulunan dinî azınlıklara idarî, malî ve dinî hususlarda her türlü yardımın yapılmasını ve onlara zarar vermek isteyenlerin şiddetle cezalandırılmasını istemişti. Bütün bunları dinî gurupların eşitliği adına yapmıştı ama biliyoruz ki ezilen daima Müslümanlar olmuştu. Bununla ilgili mektubunda Mehmed Ali Paşa oğlundan şunları istiyordu: “Beriyyetüşşam’da bulunan Abdîlerin ehl-i İslama nisbetle namüsaid bir halde bulundukları mukarin-i sıhhat olduğu halde mersumların ehl-i İslamla bir arada tutulması ve hukuk-ı sarihalarının 337 338
Defter4, s. 63- b. Defter4, s. 63- b.
220
bila istisna halelden vikayesi ve ihtilaf-ı din ve mezheb cihetiyle eğerçi bizimkilerden bazıları mersumlara su-i muamele göstermeleri iddiasında olunurlar ise şediden tedib ve tekdirleri hususlarını lazım gelenlere emir ve tenbihe himmet…”339 Bölgedeki dinî azınlıkların Papaz ve Rahipleri aralarında hükmedebilecek liderleri olarak ifade edilmektedir. Hukuki problemler mahkemeye intikal ederse, bunlar yabancı devlet mensubu ise yanlarında konsolosların da bulunmasına müsaade edilmesi isteniyordu. Bu durum birçok belgede gördüğümüz gibi yerli görevlilerin baskı altında kalmasına neden olmaktaydı. Dinî azınlıklardan alınacak cizye konusunda kolaylık gösterilmesi, ayrıca ibadet yeri, hastane vb. ihtiyacı var ise bunun yapılacağı arazinin derhal temin edilmesi isteniyordu. Bütün bu konularda olabilecek güçlüklerin derhal merkeze bildirilmesi emrediliyordu. “… Cizyenin mikdarı asla tebeddül olunmayub tediyesi hususunda dahi her birilerinin ayrıca gidüb hazineye teslim itmeleri icab itmeyeceği ve eğerçi mersumlar hastane ve külliye ve manastırlar bina ve inşasını ve kabristan vaz ve tesisini murad eyledikleri halde ber-vechi hakkaniyet tayiniyle münasib mikdar arazinin tahsis olunması… Ve bu babda bir gûne müşkilat mevcud olduğu halde tarafımıza beyan ve işara mübaderet eylemeleri…”340 Müttefik devlet konsolosları Lübnan ve Kudüs civarının idaresi hakkında, vergi, ileri gelenlerin bazılarına maaş bağlanması vb. konularda Osmanlı Devleti’nden bazı isteklerde bulunmaktaydılar. Halka verilen ayrıcalıkların muhafaza edilerek hiçbir yeni sorumluluk altına sokulmaması, halktan gücü oranında vergi istenmesi ve mal beyanı zorlamasından vazgeçilmesi, Marunî patriği ve Emir Beşir gibi halkın sevdiği kimselerin istekleri yerine getirilerek Fransızların gönlünün alınması, Hıristiyanlar arasındaki sorunların giderilmesi için bölgeye bir Ferik gönderilmesi, Bölgedeki tartışmalı dinî yerler meselesinin çözülmesi için her dinî guruptan birer temsilcinin bölgeye gönderilip tartışmalı yerlerin tespit edilerek ortak bir çözüme ulaşılması, zarar verilen yerlerin söz verilen tazminatlarının Selami Efendi’nin tuttuğu kayıtlara göre ödenerek halkın mağduriyetinin giderilmesi isteniyordu. Bu yazıda da açıkça gördüğümüz talepler daha sonra kutsal yerlerle ilgili çıkar savaşlarına çıkmasına yol açacaktır. “Ve Kudüs-i şerif ile Nablus ve Cebel-i Halil nam mahallerin emir muhafazasıyla mezahib-i muhtelife ashabından olan Hıristiyanları himaye ve siyanet eylemek ve beynlerinde zuhura gelen münazaatı fasıl ve tesviye ile birbirlerinin 339 340
Defter4, s. 66- b. Defter4, s. 66- b.
221
mesalihine müdahalelerini menetmek ve Kudüs-i şerifde ikamet itmek üzere bir Ferik memur ve tayin buyrulması ve Ermeniler ile Latinler ve Rumlar beyninde cari olan münazaat-ı muharebe bazı mahall-i mukaddesenin temellükü maddesine dair olduğundani… ”341 Bölgedeki bir gözlemci, Amerika’dan Beyrut’a bazı kişilerin geldiğini bunların halkın zihnini karıştırmaması için tedbirler alınması gerektiğini belirtmektedir. Bu belgeye göre Amerikalılar bölgeye değişik yöntemlerle misyonerlik yapmak için gelmişlerdir. Özellikle dağlı olanları Protestan mezhebine çekmek için değişik vaatlerle kitap ve risaleler dağıtmaktadırlar. Halk bunları döverek kovmak istemişse de yönetim buna müsaade etmemiştir. Bölge, duruma Amerika’nın da müdahale etmesiyle artık bütün dış müdahalelere açık bir hâle gelmiştir. Mısır ordusunun çekilmesinden sonra özellikle Lübnan ve Filistin tam olarak Osmanlı idaresi altına girmemiştir. Diyebiliriz ki; dünyanın bütün sömürgeci güçleri gerek dinî sebeplerle gerek ekonomik sebeplerle gerekse diğer sebeplerle Ortadoğu dediğimiz bu bölgeyi hiçbir zaman rahat bırakmamışlardır. Bu devletler arasına Amerika XX. Yüzyılda katılmıştır ve durum hâlen böyle devam etmektedir. Amerikalılar’ın bölgeye geldiğini belirten bu belgede şunlar kaydedilmektedir: “… Amerika canibinden Beyrut’a bir takım kimesneler gelüb meram-ı mefsedet itmemelerini tervic ve teshil zımnında bir müddet sizde ikamet birle milel-i muhtelifeden cebelî mümkün olanları mevaid-i kazibe ve vesair enva-ı tediye vasıtasıyla ittıba iderek kendü mezheblerine davet itmek ve bazen mücerred ibad beynine ilgay-ı fiten ve fesad garzına mebni bir takım kütüb ve resail neşreylemek misillü harekâta cüret itmekde olduklarından…”342 Daha önce de belirttiğimiz gibi Osmanlı Devleti, Mısır meselesinin çözümündeki desteklerinden dolayı bütün müttefik devletlere birer teşekkür yazısı göndermiştir. Aşağıda göstereceğimiz metinde İngiltere Kraliçesi Mısır meselesinin çözülmesinden dolayı gönderilen teşekkür yazısından memnun olduğunu belirtip, ilişkilerin iyi bir şekilde devamı için ilişkilerin artırılmasına kolaylık gösterilmesi ve Osmanlı idaresi altındaki
Hıristiyanlara
durumunda
Osmanlı’nın
hoşgörülü birlik
ve
davranılmasını refahı
için
istemektedir. uğraşmaya
Böyle
devam
olması
edeceğini
belirtmektedir. Özellikle Hıristiyanlara iyi davranılması durumunda bu ilişkilerin artırılması için elinden geleni yapacağını ilave ederek Osmanlı-İngiliz ilişkileri ile ilgili 341 342
Defter4, s. 68- a, b. Defter4, s. 69- a.
222
mektubunda şunları kaydetmektedir: “… Ve Avrupa’nın Hıristiyan devletleri tarafından vâki olan hidemat cihetiyle teba-ı şahânelerinden olan Hıristiyan taifesi haklarında lutf u
himayet-i
şahânelerini
ricaya
ibtidar
iderim.
Ve
cenabı
madilet-meab-ı
mülûkaneleriyle devletlerimiz beyninde geri olan münasebât-ı dostaneyi tervic ve muhafazaya say ve gayret ideceğime zat-ı hazret-i şahânelerini temin iderim...”343 Mehmed Ali Paşa Mısır’ın şu anki durumu ile yıllık 80 bin kese vergi ödemekte çok zorlanacağını belirtiyordu. Bunun üzerine uzun görüşmeler ve tartışmalar sonunda Mısır’dan alınacak yıllık verginin 1841 yılı için 60 bin kese olarak belirlendiğine dâir tezkerenin Mısır’a giden bir gemi ile gönderildiğisöylenmektedir. Bunun 80 bin keseden 60 bin keseye düşürülmesi de Mehmed Ali Paşayı pek memnun etmedi. 9 Cemaziyelahir 257 (28 Temmuz 1841) tarihli yıllık verginin düşürüldüğü ile ilgili yazıda şöyle deniliyordu: “… Eyalet-i Mısrıyye virgüsinin 60 bin kise akçe olarak tahsisi ve tesviyesine müsaade-i seniyye-i cenabı cihanbani şayan buyrulmuş olduğuna dair ve sair işarâtının cevabını şamil atûfetlü Mehmed Ali Paşa hazretlerine yazılacak...”344 Mehmed Ali Paşanın antlaşmayı kabul etmesi üzerine Suriyeli ve Lübnanlı askerlerin memleketlerine iadesi problemi ortaya çıktı. Müttefik devletler, başta İngiltere olmak üzere bunun için gemilerini Osmanlı hizmetine sunabileceklerini belirttiler. İngiliz generali Napier, Mısır’daki Osmanlı askerlerini vatanlarına nakletmek üzere devleti tarafından görevlendirildiğini bir yazı ile Osmanlı Devleti ve Mısır tarafına bildirdi. Bununla ilgili Said Muhib Efendi’ye yazdığı yazıda şunları söylemektedir:
“Eyalet-i
Mısrıyye’de
kâin
Devlet-i
Aliyye
ordusundaki
Beriyyetüşamlılar’ın sebillerini tahliye ittirmeğe ve alub vatanlarına götürmeğe devletim tarafından memuren bu tarafa gelinmiş olduğu malum-ı âlileri buyrulmak ve çünki memuriyet-i mezkure Devlet-i Aliyyenin menafiinde bulunmak münasebetiyle bu babda muhlisleri ile istişare itmek arzular...”345 Mısır’da kalan askerlerin memleketlerine taşınmasıyla General Napier devleti tarafından görevlendirildi. Napier bu taşıma işinin Avrupa gemileri tarafından yapılmasının uygun olmayacağını belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa bunların taşınması için her türlü yardımı yapacağını ifade etti. Avrupalılar’ın gemileriyle değil kendi 343
Defter4, s. 74- a. Defter4, s. 77- b. 345 Defter4, s. 78- b. 344
223
gemileri ile taşımak istiyor fakat bunun için Osmanlı Devleti tarafından ödenek ayrılması gerektiğini belirtiyordu. Bu askerlerin asıl memleketlerine taşınıp başka yerlere bırakılmamasını da istiyordu. Hâlbuki Mehmed Ali Paşa bu insanları değişik gerekçelerle zorla Mısır’a götürmüştü. Bununla ilgili 12 Cemaziyelahir 257 (31 Temmuz 1841) tarihli belgede şunlar denilmektedir: “…
Beriyyetüşam’a nakil ve
irsalleri hususuna ümeray-ı asakir-i nizamiyeden münasib birinin intihab ve tayin ve İskenderiye’ye tesyiriyle asakir-i mezkurenin tamamca mahallerine naklettirilmesi ve öyle bir memurun intihabıyla mikdar-ı kifaye harcırah ita olunmak üzere keyfiyetin istizan olunması hususunun devletlü Serasker Paşa hazretlerine havalesi beynel huzzar tensib ve tizkar olunmuş...”346 Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa tarafından değişik amaçlar için Suriye ve Lübnan’dan Mısır’a asker olarak zorla götürülen halkın tekrar yerlerine iadesi için bir tezkire yayınlayıp Osmanlı subayı da görevlendirdi. Nakil işini yapmak için General Napier ile Mustafa Paşa beraberce tam yetkiyle bu görevin başına getirildiler. Ayrıca bu iş için kullanmak üzere Mustafa Paşa’ya bir mikdar ödenek de ayrıldı Bu askerî kişilerin anavatanlarına götürülmesi meselenin sonuçlanması açısından son derece önemliydi. Bununla ilgili Tezkire’de şunlar zikredilmektedir: “Beriyyetüşam eyaletinin tahliyesi hengâmında Mısır canibine gitmiş olan asakirin vatanlarına nakil ve isali zımnında ümeray-ı asakir-i nizamiyeden birinin intihab ve tayini hususuna… Asakir-i Nizamiye-i Şahâne miralaylarından mukaddemce memuren Sisam ve Girid taraflarında bulunarak bu defa bil-avdet Dersaadete gelmiş olan saadetlü Mustafa Bey...”347 Suriye ve Lübnanlı olub savaş karmaşası içinde bir şekilde Mısır’a gelen 7910 asker Amiral Napier ve Mustafa Paşa refakatinde 14 gemi ile tekrar ülkelerine götürülmüş ve bunun masrafı büyük ölçüde Osmanlı hazinesinden karşılanmıştır. Bu kişiler Osmanlı Devleti tarafından memeleketlerine taşınırken hiçbir şekilde asker-sivil veya
savaşmış-savaşmamış
şeklinde
değerlendirmeye
tabi
tutulmamıştır.
“Beriyyetüşşam ahâlisinden olub mukaddemce hîn-i tahliyede canib-i Mısır’a götürülmüş olan zabitân ve neferâtın mahallerine iade ve irsalleri zımnında asâkir-i muntazama-ı şahâne miralaylarından Mustafa Bey bendeleri memur ve tayin buyrulmuş
346 347
Defter4, s. 78- a. Defter4, s. 78- b.
224
olduğunu… Bu tarafda bulunan zabitân ve neferât ceman 7910 nefer olarak peyderpey 14 kıta sefineye irkâben memleketlerine firistade …”348 Daha önce de belirttiğimiz gibi Mısır’ın senelik vergisi 60 bin keseye düşürülmüştü. Mısır senevî vergisinin 80 bin keseden 60 bin keseye düşürülmesinin yeterli olmadığını belirtiyordu. Mehmed Ali Paşa senelik 60 bin kese akçe vergi ödemesi durumunda ülkesinin düzen ve intizamının bozulacağını söylüyordu. Mısır’ın vergi borcu hâlen 520 bin kese akçedir. Fransa başta olmak üzere Avrupa devletleri kendi ürünleri için korumacılık uyguluyorlar ve Mısır ürünleri kendilerinkinden ucuz olmasına rağmen halkı yerli ürün kullanmaya teşvik ediyorlardı. Ayrıca savaşlar ülkenin ekonomik durumunu bozduğu için bu kadar vergiyi ödememiz ülkeyi ve halkı yıkıma uğratır ve durumunu daha da zorlaştırırdı. “Babıâli’ye icmalen arz ve beyan ittiğim ve senin dahi malumun oldığı vechile altmışbin kise akçe virgü maddesi Mısır’ın şimdiki haline nisbetle takatten hariç olub tediyesini taahhüd itsem bile vakt ve zamanıyla ifa olunamayacağından başka memleketin daha ziyade harabatına bâdi olacağı müsellemdir. Eğerçi taklîl-i asâkir cihetiyle masarıf azalacağından senevî altmışbin kise akçe tediyesi sehldir, harabiyeti mucib olmaz deyu evliyay-ı umûr hazerâtı söyler ise hakikat-i hâl öyle değildir… ”349 Uzun süren Osmanlı-Mısır mücadelesi her iki tarafın ekonomik durumunu da çok bozmuştu. Mısır, vergi miktarının azaltılmasını isterken bu durumu zımnen ifade etmektedir. Eskiden askerin maaşı Mısır’da ödenir, harcaması Mısır’da olurdu. Şimdi ise ödeme Mısır’da harcaması ise Mısır dışında olduğu için Mısır hazinesinden çıkan para başka yerlerde harcanmaktaydı. Bundan dolayı Mısır hazinesinin geliri düşmektedir. Avrupa kendi çiftçilerine verdiği destekle üretilen fazla ürünü bizim topraklarımıza satmaktadır. Bu durum bizim gelirimizi daha da düşürmektedir. Bütün bu durumlardan dolayı istenen vergiyi ödemek Mısır halkının durumunu çok güçleştirecektir. “… Velhaletü hazihi 520 bin kise akçe borcumuz variken taklîl-i mesarıf tasridiyesinden ne fark ve faide görülür? Ve 60 bin kise akçe senevî ita kılındığı surette zaruri ârız olacak kudretsizlik mülabesesiyle hîn-i iktizada uğur-ı Saltanat-ı seniyye’de ifasına dildar olduğumuz hidemat-ı celile acaba nasıl eda ve ifa kılınabilür? Hüda bilür bir vechile tasavvur idemiyorum…”350 348
Defter4, s. 78- b. Defter4, s. 82- a. 350 Defter4, s. 82- a. 349
225
Palmerston, Londra sefiri Şekib Efendi ile görüşerek Mısır meselesine hiçbir şekilde Fransa’nın karıştırılmasının uygun olmayacağını düşündüğünü belirterek, geçen olaylar Fransa’nın kesin bir Mısır taraftarı olduğunu göstermiştir diyordu. Fransa’da hükümetler değişse de kamuoyu ve basının baskısı nedeniyle bu durum fazla değişmemektedir. Bu durumu Paris sefaretine yazdığı bir mektubda Londra Sefiri şöyle ifade ediyor: “Evvelki gün Lord Palmerston cenabları bendenizi nezdine celble vaki olan ifadâtın hülasasında güya maslahat-ı Mısrıyye’de sulh üzere bitirmek muradıyla Mehmed Ali Paşa’ya tesir-i nufûzı aşikâr olan Fransa Devleti eğer eyalet-i Beriyyetüşşam tarafını Devlet-i Aliyye’ye kâmilen redd ü teslim ittirir ise cânib-i Saltanat-ı Seniyye’den dahi eyalet-i Mısır’ın idare-i mütevarisesi yine muşarun-ileyhin uhdesine ihale buyrulacağı vad olunarak… ”351 İngiltere Hariciye Nâzırı Palmerston kendi haberi olmadan Osmanlı Devleti ile Fransa arasında bazı görüşmeler yapılmasından kuşkulanıyordu. Osmanlı Devleti’nin Paris Elçisi ise böyle bir şeyin olmadığını sadece diğer müttefik elçiler ile beraber Fransız Hariciyesine kendileri ile beraber hareket etmedikleri için üzüntülerini bildirdiğini bunun dışında kuşkulanacak hiçbir girişimi olmadığını belirterek, Fransa’yı ikna ve Mehmed Ali Paşa’yı savaşsız olarak aldığı yerleri bırakmaya teşvik için, Mısır’ın idaresinin veraseten kendi yönetimine bırakıldığına dair bir fermanın yayınlandığını belirtiyordu. Osmanlı yönetimi bu söylentilerin Osmanlı Devleti ile müttefiklerinin arasını bozmak için çıkartılabileceğini düşündüğü için daha bunu kaynağında kurutmak için bütün yolları denedi. “… İşte mesalih-i Mısrıyye’ye dair Fransa Devleti’ne taraf-ı Devlet-i Aliyye’den bundan başka yalnız bu esnada değil gerek muahede-i malûmenin inikadından evvel ve gerek sonra velhasıl belki Londra’dan Deraliyye’ye avdetimden berü hiçbir surette bir şey ifadesi vaki olmamıştır. Ve Mısır’ın veraseti kazıyyesi üzerine ne Fransa devleti kabinetosu tarafına ve ne burada olan elçisine kat’a bir gûne mütalaa ve niyet izhar olunmamıştır…”352 Fransa Kralı, Mısır meselesinde diğer devletler gibi düşünmediğini gerekirse bunun için savaşabileceğini belirterek kararlılığını göstermek istedi. Kral’a göre Fransa’nın rahat ve emniyeti kadar şan ve şerefi de önemlidir. Bu nedenle Mehmed Ali Paşa’ya verdiğimiz sözde sebatkârız ama iki tarafı da tatmin edecek bir çözüme karşı çıkmayız diyordu. Fransa bunun için bütün Asya ve Avrupa devlet geleneklerini dikkate 351 352
Defter4, s. 99- b. Defter4, s. 98- a, b.
226
alacaktır diyerek, devletler ailesi ile birlikte hareket için böyle bir yola tevessül ettiklerine dikkat çekiyordu. Fransa da artık müttefik devletlere karşı koyamayacağını anladı ve bu meseleyi mümkün olduğunca prestijini sarsmadan çözmeye çalıştı. Bu meselenin çözümünde itibarlarının sarsılmasına asla müsaade etmeyeceğini gerekirse savaşa bile girişebileceğini ifade ederek geri adım atmadığını göstermek istedi. “… Vatanımın rahat ve emniyeti ne vechile kalbimde ise derece-i şanı ol vechile kalbimdedir. On seneden berü semere-i hayriyyesini müşahede eylediğimiz bu politikayı müslihâne ve mutedilânede ızhar-ı sebat ve metanet iderek Fransa’yı memalik-i şarkıyye’de olan vukuat münasebetiyle vukua gelebilecek ahval ve keyfiyata mukabeleye muktedir olacak bir hâle vaz eyledi …”353 İngiltere, Fransa Devleti’nin askerî olarak Mısır’a yardım edecek durumda olmadığını düşünüyordu. Bunu yapabilmesi için müttefik devletlerle silahlı çatışmayı göze alması gerekirdi. Sadece İngiltere’nin silahlı gücü denizde ve karada Fransa’dan üstündü. Rusya’yı da buna eklediğiniz zaman güç farkı daha da açılmaktadır. Ayrıca Fransada’ki Mısır destekçisi grup iktidardan düşmüştü. Bu nedenlerle Fransa’nın meseleye Mısır lehinde müdahale edebileceği düşüncesi boştu ve diğer devletleri korkutmak içindi. Bu konuda İngiltere şöyle düşünüyordu: “Fransa Devleti, Mehmed Ali Paşaya silahla iane itmez ve itmeğe dahi muktedir olamaz. Zira iane idecek olduğu halde Düvel-i Erbaa ile muharib olması lazım gelür… Ve Mösyö Tiers ile diğer rüfekasının azl ve tebdilleri Mehmed Ali’yi muhafaza içün Fransa Devleti’nin ilan-ı harb itmeyeceğine bir kefalet-i kaviyedir...”354 Bazı Osmanlı ve Batılı devlet adamlarından, Palmerston’un Londra Antlaşmas’ını çiğneyerek Mehmed Ali Paşa ile anlaştığına dair söylentiler çıktı. Buna göre Lord Palmerston: “Mehmed Ali Paşa Londra muahedesinin 6. ek maddesi gereğince itaatini bildirip donanmayı iade ve Mısır dışındaki toprakları terk ederse Mısır veraseten yönetimine bırakılacaktır” diyordu. Bunu yerine getirmemekte inad ederse bunu da kaybedeceğini ona hissettirmek onun için manevi bir baskı unsuru olacaktır diye ilavede de bulunuyordu. Bu durumu garanti etmek için bütün devlet elçileri İstanbul’da sürekli girişimlerde bulunmaya devam etmektedirler. İstanbul’daki İngiliz elçisi Ponsonbi’ye yazdığı bir yazıda bu durumu Palmerston şöyle dile getirmektedir: “… Londra muahedesine zam ve ilave olunan sened-i münferidin 6. bendinde münderic ahd ve şart 353 354
Defter4, s. 100- a. Defter4, s. 100- b.
227
iktizasınca Mehmed Ali Paşa bila tehir taraf-ı şahâneye ızhar-ı itaat ve inkıyad ile Donanmay-ı hümayunu iadeye razı olduğu ve kendü askerini bilcümle memalik-i Berrüşam ve Adana ve Konya ve arazi-i mukaddeseden geri çekdiği halde eyalet-i Mısrın kendü uhdesinde ibkası… 355 Mısır Fermanı’na ek olarak Osmanlı Maliye Nezareti, Mısır’ın vergi durumu ile ilgili geniş bir düzenleme hazırladı. Maliye Nâzırlığı, hangi mallardan, nerede ve ne miktarda vergi alınacağını belirledi. Vergiler, eğer mal Mısır’a gidiyorsa çıktığı, Mısır’dan geliyorsa geldiği yerdeki gümrüklerde alınsın ki, Mısır’ın vergi geliri düşsün diye düşünüldü. Böylece Mısır’ın ekonomik olarak imkânları azaltılarak bir daha Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmesi engellenmek istendi. İstanbul’a gelen malların gümrük vergisinin çıktığı yerde alınarak belgesinin verildiği bu durumun Osmanlı vergi gelirlerinin düşmesine neden olduğu belirtilerek derhal bundan vazgeçilmesi istendi. Sadece yabancı devletlere giden malların vergisinin çıktığı yerlerde alınarak belgelerinin merkeze gönderilmesinini uygun olacağı belirtildi. Ayrıca İstanbul’un vergi gelirlerini artırmak için de bazı tedbirler alınmıştır. Burada ifade edilen ihraç ve ithal vergilerinde yabancı devletlerle mütekabiliyet ilkesinin gözetildiği görülmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, yabancı devletler kendi vatandaşlarını korumak için çeşitli tedbirler almaktadırlar. “… Eyalet-i Mısır’ın o makûle müstesna bulunan mahallerden maada sair gümrük olmayan her bir mahalleyle Diyar-ı Ecnebiyye’ye gidecek emtia ve eşyasından alınacak oniki kuruş amediye ve reftiye gümrük rusumâtı kadimi ve Diyar-ı Ecnebiye takımından alınan yüzde üç kuruşun dört ve sairenin birbuçuk katından daha ziyade olmasından dolayı …”356 Mısır’ın Osmanlı Devleti ile antlaşma sürecine girmesi donanmayı Mısır’a götüren Ahmed Fevzi Paşa’nın da aklını başına getirdi. Ahmed Fevzi Paşa, affedilmek ve istediği eşleri ile hacca gittikten sonra tekrar Osmanlı’ya dönmek için izin isteyen bir şukka yazdı. Bu şukka Osmanlı devlet adamları tarafından değerlendirilip istediği eşleri ile hacca gitmesinin uygun olduğu fakat Şerif’in tavassutu ile affedilip Hicaz’da kalmasının uygun olmayacağını belirtildi. Şerif’in çeşitli nedenlerle Mehmed Ali Paşa’yı desteklediğini bundan dolayı tavassuta ehil bir kişi olmadığını da ilave ettiler. İhanetinin bedeli olarak manevi cezalandırmasının devamı için Mısır’da kalmaya devam etmesinin uygun olacağı söylendi. “Mısır canibinde bulunan Ahmed Paşa’nın bir kıta 355 356
Defter4, s. 100- a, b. Defter4, s. 104- a, b, 105- a.
228
şukkasıyla istiday-ı afv-ı âli’yi şamil mahud Osman Bey’in şukkası manzûr-ı âli-i şahâne buyrulmak üzere irsal-i suy-i müşirîleri kılındı… Mısır’da ikametle mücazat-ı maneviyelerine intizarda kalmaları münasib mütalaa olunmuş ve irade-i seniyye-i cenabı Padişahî dahi bu merkezde bulunmuş… 357 Ahmed Fevzi Paşa Mısır’a gittikten sonra ona maaş bağlandığı ve ev tahsis edildiğine dair bir belge de elimizde bulunmaktadır. Burada onun Mehmed Ali Paşa’dan aldığı rüşvetler açıkça görülmekte ve affedilmesine dair Şukkasının temelsizliği ortaya çıkmaktadır. Bu belgeye göre Ahmed Fevzi Paşa’ya senelik 2500 kese maaş ve ayrıca 1200 kese değerinde bir arazi ile ikameti için çok güzel bahçesi olan bir konak tahsis edilmiştir. Bütün bunlar Ahmed Fevzi Paşa ile Mehmed Ali Paşa arasında donanmayı Mısır’a getirmesi için gizli görüşmeler yapıldığını göstermektedir. Mehmed Ali Paşa, Osmanlı Devleti’nin son derece kritik bir süreçten geçtiği 1839 yılında, bu durumun Osmanlı
devlet
adamlarını
iyice
umutsuzluğa
düşürerek
kendi
amaçlarını
gerçekleştirmeye uygun ortamı hazırlayacağını düşünmüş olmalıdır. Bundan dolayı birçok vaatlerle Ahmed Fevzi Paşa’nın böyle bir yola tevessül etmesini temin etmiştir. Bununla ilgili belgede şunlar kaydedilmektedir: “… Mehmed Ali Paşa tarafından firari Ahmed Paşa’ya bu defa 2500 kise maaş-ı senevî tahsis olunmuş ve maaşı mezkûrdan başka olarak 1200 kise kıymetlü Eyalet-i Mısrıyye’de kâin arazi-i mamûre ita ve temlik kılınmış ve ikametine mahsus olmak üzere 4 kıta bağçel-i bir bab-ı cesîm ve âlâ konak dahi virilmişdir.”358 Padişah yayınladığı bir fermanla, Mehmed Ali Paşa’dan yönetimine bırakılan yerlerle ilgili bazı taleplerde bulundu. Bu talepler şunlardı: A- Sana verdiğim yerlerin toprak, gelir, gider ve diğer kayıt defterlerini her yıl göndereceksin, B- Yönetimin altındaki yerlerden kadın ve erkekleri zorla kesinlikle hizmetine almayacaksın, C- İnsanları hadımlaştırmaya son vereceksin. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nin hadım ihtiyacının çoğu Sudan ve Mısır’dan karşılanıyordu. Sultan Abdülmecid bu tür uygulamaların kendisinin insan haklarına saygısına ve adaletine yakışmayacağını düşünmektedir. Bundan dolayı hadımlaştırma gibi yaratılışa yakışmayan bir uygulamanın kaldırılmasını istemektedir. Bu tür hukuk ve 357 358
Defter4, s. 105- b. Defter4, s. 108- b.
229
insanlığa yakışmayan bir ameliyatın bundan böyle kesinlikle yasaklandığını bu fermanıyla ifade etmiştir. Bir fermanla, artık hiçbir şekilde açıklanamayacak ve geçmiş yüzyılda kalan hadımlaştırma işlemine son verilmiştir. Bununla ilgili Padişah’ın ifadesi aynen şöyledir: “ Bazılarının sebeb-i tenasül-i benî adem olan bazı azalarının tenkisi madde-i gayr-ı makbûlesi ez-her cihet mugayir-i rızay-ı madilet-irtizayı mülûkânem olduğundan velhasıl bu misillü harekât-ı şedide ibtiday-ı culûs-ı hümayunumdan berü ilan ve iltizam olunan usûl-i hakkaniyet ve insaniyete münafi bulunduğundan fima-bad bu hususların şediden ve katian men ve ilgası…”359 D- Genel bir af çıkarıldı. Daha önce isteyerek veya istemeyerek Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanca faaliyetler içinde bulunan bütün vatandaşlar affedildi. Donanmayla gelen veya Mısır’a kaçan Osmanlı askerlerinin hepsini affetti, memleketlerine dönebilirlerdi. Burada görevli olan zabitler tekrar eski görevlerine iade edilecektir. Bunun için bunların bulunduğu rütbelerin tarafımıza gönderilmesi uygun olur denilerek kapsamlı bir barış projesine gidiliyordu. Fermandaki ifade şöyledir: “Donanmay-ı hümayun-ı şahânemle ol tarafa gitmiş olan eşhâs-ı malûmeden bazı ol canibde bulunan zabitân ve neferât-ı askeriyye ve memûrîn-i saire cümleten ve bila istisna mazhar-ı afv-ı cemil-i padişahânem olmuş olduklarından… Kolağası rütbesinden yukarı nasb olunarak zabitân’ın icray-ı memûriyetleri taraf-ı Devlet-i Aliyyem’den istizan-ı mevkûf ise de, elyevm bulunanlar rütbe-i varidelerinde ibka olunacak olub fakat ibkalarına dair iktiza iden evamir-i seniyyem isdar ve tisyar olunmak …”360 Özetlemeye çalıştığımız Mısır’la ilgili bu fermanda modern devletin birçok özelliği dikkat çekmektedir. Şayet Osmanlı Devleti bir asır geçmeden değişik etkenlerin tesiri ile yıkılmasaydı XX. Yüzyılda nasıl bir devlet olacaktı sorusunun ipuçlarını bu fermanda bulabiliriz. Osmanlı devlet hoşgörüsü, kendisiyle savaşan birisine sığınanları bile cezalandırmayıp onlardan tekrar faydalanmaya çalışmaktadır. Esasında Osmanlı Devleti’nin kısa sürede bir cihan devletine dönüşüp beş asırdan fazla üç kıtada hükmetmesinin sırrını burada aramak gerekir. Diyebiliriz ki, Tanzimat Fermanı ile sağlanan hürriyetler bu fermanla Mısır için bir daha özetlenmiş oluyordu. “Sen ki; Vezir-i muşarun-ileyhsin. Sen ki; diğer Ferman-ı âlişanımda beyan olunduğu vechile bazı şerayıt ve hudud-ı malûmesi ile Eyalet-i Mısrıyye’de maattevarüs ibka ve takririn 359 360
Defter4, s. 108- b. Defter4, s. 108- b.
230
hususuna irade-i seniyye-i mülûkânem müteallık ve sezaver buyrulmuş olduğundan Nubi ve Darfur ve Kurdufan ve Sinar eyaletlerinin dâhi cem-i müştemilatıyla yani hudud-ı Mısrıyye’den hariç kâffe-i levahıklar bila-tevarüs uhdene tevcih…”361 Aşağıda kaydedeceğimiz layıhada Mısır’la ilgili takib edilecek vergi toplama ve dağıtma yollarından bahsedilmektedir. 1839 yılında Mısır’da kara birlikleri için 120 bin, deniz birlikleri için 60 bin, gemi inşası için 15500, mühimmat için 14 bin, sipariş olunan eşya için 15 bin ve gizli masraflar için 16 bin kese olmak üzere toplam 240.500 kese akçe harcandığı belirtilerek, bu masrafların kısılmasının Mısır için daha faydalı olacağı ifade edilmektedir. Savaş bittiği için askerliği biten bu kişilerin tarıma kaydırılmasının birçok yönden yararları olacağı da söylenmektedir. Vergi miktarının Mehmed Ali Paşa’nın istediği gibi düşürülmesi Osmanlı Devleti’ne zarar verirken, Mısır’ın aşırı zenginleşmesine ve daha önce de görüldüğü gibi Mehmed Ali Paşa’nın yeniden hayallere kapılmasına neden olabilirdi. Bir devletin vergi miktarını belirlemesi, bunları nasıl toplayacağını tespit etmesi ve bunları kayda geçmesi devlet olmasının gereğidir. Bütün bunlar devletin refah ve güvenliğini direkt etkileyen konulardır. Şimdiye kadar olan uygulamalar Osmanlı Devleti’ni zevale götürürken Tanzimat Fermanı buna bir dur demiştir. Öyleyse Tanzimat ilkeleri Mısır’da da aynen uygulanmalıdır. Kaldı ki, Mısır sadece kendi vergisini toplamamakta aynı zamanda geçiş noktası olduğu için Sudan ve diğer bölge ülkelerin gümrük vergisinden de aslan payını almaktadır. Vergi konusunun bütün boyutları ve kesin sınırlarla belirlenmesinin faydalı olacağını yoksa Mehmed Ali Paşa’nın çeşitli bahanelerle bunun değiştirilmesini aracılar vasıtasıyla isteyebileceğini belirten bu layiha kısaca şöyledir: “ Ve Mısır’ın hâsılat-ı arziyyesi mürekkeb olub Nil suyu derece-i kifayeden dûn olarak taşdığı halde kaht-ı azim olmak ve mahsulât kesret üzere husul bulmak adet olduğundan bir nakit virgü, bir hadd-i mahsus ile tahsil olunmakda bulunmuş ise de ahali-i nehir Nil taşmadığı vakitlerde tediye-i virgüden aciz oldukları ve bayağı bir şey virmeyeceklerini ilan itmişlerdir… Ve bu babda Mehmed Ali tarafından kendü haklarında vukua gelen muamelat-ı icbariyye cümlenin kendü arazilerini terk ile kararlarını mucib olmuşdur. Gelelim tenzil-i fiyat-ı meskûkâta. Mehmed Ali’nin 1811 yılından berü virgüyi nasıl ita eylediği 12 bin kise akçe ol vakit 2 milyon 400 bin nefer florine mukabil iken şimdi ise 600 bin florinle muadil değildir.Devlet-i Aliyye’de kendü 361
Defter4, s. 108- b.
231
lehinde tavassut ittirüb bu tenzilata destres olabilür… Ve Mehmed Ali neferat-ı askeriye ve bahriyesini yerlerine iade eylediği halde bunlar ziraat ve hırasetle meşgul olacaklarından hâsılat-ı arziyyesi gereği gibi kesb-i tezayüd idecektir…”362
362
Defter4, s. 110- a, b, 111- a.
232
SONUÇ Asya, Avrupa ve Afrika’nın en stratejik noktalarından önemli bir kısmını elinde tutan Osmanlı Devleti XIX. yüzyılın sonlarında bütün sorunlarına rağmen dünyanın birkaç süper devletinden birisiydi. İdaresi altındaki toprakların yüzölçümünde önemli değişiklikler olurken farklı din ve ırklardan insanları refah ve mutluluk içinde yaşatma gücünden fazla bir şey kaybetmemişti. Ama 1789 Fransız İhtilali ile yeni bir ivme kazanan eşitlik, özgürlük ve milliyetçilik akımları nedeniyle, onun üç jeopolitik ayrıcalığını ifade eden; din, milliyet ve coğrafyası artık gelecek yüzyıllardaki kaderini belirleyecekti. Yeniçağ’ın sonları ile Yakınçağ’ın başlarında birçok yönden Osmanlı Devleti’ne üstünlük sağlamış olmaları ve Osmanlı Devleti’nin eski haşmetinden uzaklaşması, Batılı devletlerin kendi menfaatleri doğrultusunda Osmanlı coğrafyasına yönelmelerine neden olmuştu. Bu sömürgeci bakış açısı nedeniyle, Osmanlı devlet ve toplumu bütün boyutları ile büyük sıkıntılar içine düşmüştü. Bu tutum “Şark Meselesi” olarak daha sonra dünya siyasi literatüründeki yerini almıştır. Aslında Osmanlı Devleti’nin parçalanması fikri olarak kabul edilen bu deyim; Asya, Avrupa ve Afrika üçgeninde o dönemde Osmanlı-Avrupa ilişkilerine verilen genel bir ad olarak düşünülmelidir. Şark meselesi tabirini, Osmanlı Devleti’nin parçalanması fikrinden ziyade, sömürgeci devletlerin bölgeyi sömürgeleştirmek için kullandıkları coğrafi bir jargon olarak anlamak daha doğru olur. Çünkü “Şark Meselesi” deyimi Osmanlı Devleti’nin yıkılması ile bitmemiş ve hâlen devam etmektedir. “Şark Meselesi” siyasi bir kavram olarak ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde kullanılmıştır. Bundan dolayı Avrupa tarafından genelde doğu, özelde Osmanlı Devleti’nin yaşadığı bölgedeki her problem böyle isimlendirilmiştir. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan itibaren birçok Avrupa Devleti, Osmanlı Devleti’nin bütün işlerine müdahale etme hak ve selahiyetini kendilerinde görmeye başlamışlardır. Bundan dolayı, olaylara bağlı olarak Avrupa’da değişik dönemlerde farklı güç dengelerinin ortaya çıktığı görülmüştür. Bir meselede ittifak yapıp dost olan devletlerin başka bir meselede kanlı bıçaklı oldukları çok görülmüştür. Tabiatıyla bu durum, başta Avrupa olmak üzere birçok yerde menfaat savaşlarının çıkmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin güçlenmesi ile tek başına ayakta kalamayacağını anlayınca, daha uzun süre yaşamak için devletler arasında denge politikası izlemeye
233
başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu zamanlarda ticarî alanda görülen ilişkiler, devletin güçten düşmesiyle daha ziyade nüfuz mücadelesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti güçlü olduğu dönemlerde Avrupa devletlerinin ne yaptıkları ile pek fazla ilgilenmemiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk diplomatik ilişki kurduğu devlet Fransa olmuştur. Bu ilişkiler daha ziyade Kanunî’nin I. Fransuva’ya yazdığı mektubda görüldüğü gibi bir koruyan- korunan ilişkisi şeklinde gerçekleşmiştir. 1525 yılında kurulan ilişkiler 1536 yılında müttefik devlet olarak desteklenme ihtiyacından dolayı verilen kapitülasyonlarla stratejik bir çıkar ilişkisine dönüşmüştür. 1740 yılından itibaren sürekli hâle gelen bu ticarî ilişki, Fransız gemilerine tanınan ticarî ayrıcalıklar nedeniyle diğer Avrupa devletlerine karşı bir üstünlük vesilesi olmuştur. Osmanlıİngiliz münasebetleri 1578 yılında Osmanlı Devleti’nden ticaret yapma izni almalarıyla başlayıp daha sonra kazanılan ticarî ayrıcalıklarla devam etti. Osmanlı-Avusturya ilişkileri sürekli çatışmalar nedeniyle uzun süre düşmanca devam etse de Karlofça Antlaşması’ndan
sonra
ticarî
boyut
da
kazanmıştır.
Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun bu antlaşmayla kazandığı Osmanlı Devleti sınırları içindeki Katolikleri koruma hakkı, daha sonra pek çok zararlı gelişmelere neden olacak olan bu tür adımların ilki olmuştur. Osmanlı-Rus ilişkileri de oldukça eski dönemlere dayanmaktadır. İlişkiler Moskova Knezi’nin 1497 yılında Kırım Hanlığı vasıtasıyla İstanbul’a bir elçi göndermesiyle başlamıştır. Resmî devlet politikası hâline getirilen sıcak denizlere inme politikası ilişkilerin dostça gelişmesini uzun süre engellemiştir. Rus Çarlığı’nın 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile kazandığı Rus savaş gemilerinin Karadeniz ve Akdeniz’de serbestçe dolaşma hakkı diğer büyük Avrupa devletlerini her zaman rahatsız etmiştir. Osmanlı-Prusya ilişkileri milli birliğini tamamlayamadığı için daha ziyade Avusturya-Macaristan İmparatorluğu üzerinden gerçekleşmiştir. Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra yeni ordunun kurulması ve eğitilmesi sürecinde daha ziyade Prusyalı subaylar kullanıldığı için kendilerine sempati ile bakılmıştır. Osmanlı
Devleti’nin
döneminin
büyük devletleri
ile karşılıklı çıkarlar
doğrultusunda kurduğu ticarî ilişkiler devletin güçten düşmesi ile birer baskı aracı haline dönüşmüştür. Devletler ticarî ayrıcalıklarını kaybetmemek ve daha da genişletmek için bütün yolları denemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin idare ettiği geniş topraklar yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından zengin ve ulaşım yönünden stratejik
234
bir noktada olduğu için birçok yıkıcı çıkar savaşları görülmüştür. İngiltere ve Fransa elde ettikleri siyasî ve ticarî ayrıcalıklar için, Rusya ve Avusturya’yı birer rakip olarak görmüşler ve onlara karşı değişik yöntemlerle mücadele etmişlerdir. Bunun için, menfaatleri nedeniyle bütün bu devletler zaman zaman Osmanlı Devleti’nin yanında veya karşısında bulunmuşlardır. Burada incelenen belgeler ışığında Avusturya Başvekili Prens Matternih’e ayrı bir parantez açmak gerekir. İncelenen bütün belgelerde Matternih, daima Osmanlı Devleti’nin iyiliğini isteyen ve kendisine güvenilip sempati beslenen bir devlet adamı olarak görülmektedir. Matternih’in de kendi devleti ile Osmanlı Devleti’nin kaderini bir görmenin ötesinde bir sempatiyle Osmanlı Devleti’ne yaklaştığı görülmektedir. Kesin delillere ulaşamadık ama Osmanlı Devleti’ne bu derece sempati duyan Matternih ile Türkler arasında Macaristan ve ataları Hunlar vasıtasıyla bir bağ olabilir diye düşünmekteyiz. Mısır meselesi, Osmanlı Devleti’nin durumu düzeltmek için yaptığı birçok reformu sonuçsuz bırakmıştır. Yapılan reformların çoğunda Avrupa desteği sağlamak amacıyla verilen tavizler ve şekilcilik dikkat çekmektedir. II. Mahmud’un ilk dönemi ile Mısır meselesinin önplana çıktığı dönemdeki reformları karşılaştırmak bu durumu görmek için yeterlidir. Mısır meselesi öncesinde, özellikle 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılması sürecinde askerî, adlî, idarî, hukukî, ekonomik, eğitim vb. alanlarda köklü reformlar yapılırken, meselenin hayati hâle gelmesi ile bu alanlardaki reformların çoğu uygulanamamıştır. Bu durum, devlet yönetiminde karmaşa doğurmuş ve birçok yerde karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkların haklarını korumak için Avrupa devletlerinde birçok gazete yayınlanmaya başlamış ve Mehmed Ali Paşa da değişik yöntemlerle bundan faydalanmıştır. Osmanlı Devleti buna mukabele için 1831’de ilk resmi gazete Takvim-i Vekayi’yi kurmuş fakat Mısır meselesi sürecinde bu alana fazla önem veremediği için meydan dış destekli azınlıkların çıkardığı gazetelere kalmıştır. Bundan dolayı Osmanlı Devleti, Mısır meselesinde haklılığını anlatabilecek bir kamuoyu oluşturmada zorlanmıştır. II. Mahmud, bütün dini azınlıklara çağın getirdiği yeni hakları vermeye çalışırken dış baskılar ve Mısır meselesi bunu imkânsız hâle getirmiş böylece gidilmek zorunda kalınan merkezîleşme yeni problemler ortaya çıkarmıştır. Bundan dolayı, başta liberal ve özgürlükçü yapıda olan reformlar, muhafazakâr ve merkeziyetçi bir şekle bürünmeye başlamıştır. Batılı devletler, Mısır meselesine kadar Osmanlı Devleti’ni paylaşmak için planlar yaparken,
235
Mehmed Ali Paşa devleti parçalayabilecek hâle gelince, Fransa hariç hepsi değişik nedenlerden dolayı onu yaşatmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Mısır meselesi sürecinde diplomasi önemli roller oynamıştır. Osmanlı Devleti’nin çıkarlarını Avrupa’da koruması gereken Osmanlı diplomatları, Batı’nın çıkarlarını da Osmanlı Devleti’nde koruyarak bir yerlere gelmeye çalışmışlardır. Avrupa’ya gönderilen diplomat ve öğrenciler Mısır’ın Osmanlı Devleti’ne üstünlük sağlamasının sırrını Batılı teknik ve uzmanlarda görmüşler ve bunu aynen Osmanlı Devleti’ne uyarlamaya çalışmışlardır. Mısır karşısında düşülen durum ve bunun Batılı uzmanlarca Osmanlı’nın maneviyatçılığı ile ilişkilendirilmesi, Osmanlı aydınları arasında nihilist ve pozitivist düşüncenin yayılmasına neden oldu. Böylece reformların yönü bilim ve teknolojiden, moda ve sanata kaydı. Mora isyanının bastırılması ve Hicaz olaylarının çözülmesi için yapacağı hizmetlerden dolayı bir Eyalet Valisi’ne verilen sözler, diğer valileri de daha talepkar hâle getirdi. Bu durum Osmanlı Devleti’nin iç barışını zedeleyerek devlete olan bağlılığı yıprattı. Kısacası, Mısır meselesi çok karışık sorunların ortaya çıkmasına neden oldu. 12 Aralık 1832 tarihinde Osmanlı askeri kuvvetlerinin Konya yakınlarında Mısır ordusuna yenilmesi ile İstanbul kendi Valisi tarafından işgal edilme tehlikesi ile başbaşa kalmıştır. Bunun üzerine Avrupa devletlerinden yardım isteyen II. Mahmud bu isteğinin cevapsız kalması üzerine istemeden de olsa tarihi düşmanı Rusya’nın yardım teklifini kabul etmiştir. Mısır tehlikesini savuşturmanın başka çaresi kalmadığını düşünerek böyle bir uygulamaya gitmiştir. Rusya, Osmanlı Devleti’nin her an bundan vazgeçeceğini düşünerek daima bir tedirginlik içinde bulunmuştur. Mehmed Ali Paşa’nın İskenderiye’deki Rus konsolosuna: “Osmanlı Devleti bizi halledince sıra size gelecektir” sözü bu tedirginliklerini daha da artırmıştır. Rusya’nın bu yardım teklifi ve bunun karşılığında Osmanlı Devleti ile imzalamayı başardığı Hünkâr İskelesi Antlaşması İngiltere ve Fransa başta olmak üzere büyük Avrupa devletlerinin meseleye direkt müdahil olmalarına yol açmıştır. Nihayet bütün devletlerin çıkarlarının uzlaştığı noktada Mısır ordusunun daha fazla ilerlemesi engellenmiştir. 14 Mayıs 1833’te Kütahya’da imzalanan antlaşma ile meselenin birinci aşaması kapanmıştır ama tamamen halledilememiştir. Avrupa’nın iki liberal ülkesi İngiltere ve Fransa bütün dünyayı sömürgeci emelleri için paylaşmış ve birbirinin çıkar alanına müdahale etmeme yönünde zımnen bir karar
236
almışlardı. Avrupa’nın sömürgeci devletlerinin nufuz alanlarının aradan yüzyıllar geçip sömürgecilik bitse de pek değişmediği tarihî örneklerden anlaşılmaktadır. Bundan dolayı değişik dönemlerede değişik amaçlarla aralarında farklı ittifaklara gitseler de bu ‘kırmızı çizgi’ diyebileceğimiz sınırlar hiç değişmemiştir. Fakat dönemin dünyadaki gelişmelerine bakınca bu ittifakın uzun süre devam etmesi mümkün görünmüyordu. Çünkü iki devletin ticarî çıkarları her yerde çatışmaktaydı. 1839- 1840 yıllarında Mısır meselesindeki farklı tutumları nedeniyle bu ittifak iyiden iyiye düşmanlığa dönüşmeye başladı. Avusturya Başvekili Matternih, bu durumun kendi çakarlarına da zarar verebileceğini ve sonunda bütün Avrupa’yı saran bir savaşa neden olabileceğini görerek meseleyi diplomatik olarak halletmek için devreye girdi. Devletler arasındaki görüşmeler daha savaş devam ederken, Mayıs 1839’da Viyana’da başladı. Matternih dört büyük devletin elçisi ile uzun süre Viyana’da görüştü. Rıfat Paşa bu görüşmeleri bütün detayları ile İstanbul’a gönderdiği mektuplarda anlatır. Bunun sonucunda beş devlet elçisi meselenin çözüleceğine dair her iki tarafa da nota verdi. Rusya, Avusturya ile çıkarları çatıştığı için barış görüşmelerinin merkezinin Viyana olmasını istemedi. İngiltere de görüşme merkezinin Viyana olmasını sakıncalı gördü. Bunun üzerine görüşmeler Londra’ya taşındı. İngiltere Dışişleri Bakanı Palmerston ve tam yetkili Rus temsilci Brunof, Matternih’in de desteği ile Mehmed Ali Paşa’yı durdurup Osmanlı Devleti’nin birliğini koruyacak bir yol bulmak için uğraşıyorlardı. Prusya’nın da bu devletlerin yanında yeralması ile Fransa tek başına kaldı. Böylece Fransa dışındaki devletler uzun süre yaptıkları görüşmeler sonucunda 15 Temmuz 1840 tarihinde bir metin üzerinde anlaşarak I. Londra Antlaşmasını imzaladılar. 24 Haziran 1839’da Mısır kuvvetlerinin, Osmanlı kuvvetlerini Nizip’te yenmesiyle mesele yeniden alevlendi. Bunun üzerine Rusya, Hünkâr İskelesi Antlaşmasının kendisine tanıdığı hakkı kullanarak hemen harekete geçince diğer devletler meselenin istemedikleri noktalara gidebileceğini anlayarak Osmanlı Devleti ve Mehmed Ali Paşa’ya verdikleri nota ile yerlerinde kalmalarını ve kendilerine danışmadan bir harekete girişmemelerini istediler. 27 Temmuz 1839 tarihinde verilen bu nota ile mesele bütün Avrupa’nın ortak problemi haline gelmiştir. 15 Temmuz 1840 tarihinde imzalanan I. Londra Antlaşması ile Mısır meslesi, 13 Temmuz 1841 tarihinde imzalanan II. Londra Antlaşması ile Boğazlar meselesi halledilerek bu sorun büyük ölçüde çözülmüştür.
237
Bir tarafdan Osmanlı Devleti’ni derinden etkileyen bu siyasî ve askerî olaylar yaşanırken, diğer tarafdan reform hareketleri ve devleti reorganize etme çalışmaları hızlı bir şekilde sürdürülüyordu. Bu reformlar idarî olduğu kadar sosyal boyutlar da taşıyordu. Bu reformların yapılmasında; Mısır ve Boğazlar meselesinin Osmanlı lehine halledilmesi, Osmanlı Devleti’nin liberal devletler arasına sokularak Batı kamuoyunun desteğinin sağlanması ve yeni bir dönüm noktasına gelen dünyaya ayak uydurma gayretleri etkili olmuştur. Fakat yapılan bu reformlar, Avrupa devletlerinin ve dinî azınlıkların kendi menfaatleri doğrultusunda yararlanmak istemeleri nedeniyle Müslüman halk tarafından pek benimsenmemiştir. Bu yıllarda Avrupa’da da önemli değişiklikler olmuştur. 1830–1845 yılları arasındaki devrim niteliğindeki olaylar Avrupa’da kanlı çatışmaların çıkmasına neden olmuştur. Bütün bu nedenlerle, belgeler ışığında Osmanlı- Mısır ilişkileri ve Düvel-i Muazzama’nın müdahalesi boyutuyla incelediğimiz 1840’lı yılların, dünyanın yeniden kurulup sınırların yeniden belirlendiği ve kartların yeniden karıldığı bir dönem olduğunu ifade edebiliriz. Bundan dolayı belirtilen dönemde sadece Osmanlı Devleti’nde değil dünyanın başka yerlerinde de Paradigmatik değişiklikler görülmektedir. İncelenen belgelerde birçok ilginç detaylar dikkat çekmektedir. Bunlardan bazılarını şöyle özetleyebiliriz: 1- Bazı belgelerde Mısır hanedanı Osmanlı Devletine Arupa’nın lüks ve şatafatını ihraç etmekle itham edilmektedir. Bu durum Ahmet Cevdet Paşa tarafından Osmanlı Devleti’nin borçlanmısının bir nedeni olarak görülmektedir. Ayrıca bundan sorumlu tutulan Mısırlı prens ve prenseslerin İstanbul’da barındırılmaması istenmektedir. 2- Mehmed Ali Paşa barış tekliflerine karşı Avrupa’nın müdahalesine kadar gayet sert bir tutum takınırken bundan sonra tutumunu yumşatmıştır. Aynı zamanda Osmanlı Devleti, Akka yenilgisine kadar meselenin barış yoluyla çözüleceğini düşünürken bu yenilgiden sonra tutumunu değiştirmiştir. Mehmed Ali Paşa, Avrupa müdahalesinden sonra Osmanlı Devleti’nden daha önce lobi faaliyetleri ve kamuoyu oluşturmanın önemini kavrayarak birçok batılı gazeteci ve politikacıyı parayla satın almıştır. Osmanlı Devleti ise aynı yolu izlemesi yönündeki teklifleri devlet felsefesine uymayacağı gerekçesi ile reddetmiştir.363
363
Defter2, s. 33- b, 34- a.
238
3- Osmanlı Devleti bütün zorluklara ve başıbozukluklara rağmen hac yollarının güvenliğini ve sürre alaylarının gönderilmesini ısrarla takip etmiştir. Ayrıca kıtlık dönemlerinde bile Mısır’dan kutsal topraklara hububat gönderilmesinin ihmal edilmemesini özellikle Valiler’den istemiştir. Bölgede bulunan Valileri’ne bu konulara dikkat göstermelerini sıklıkla gönderdiği yazılarla tembih etmiştir. Osmanlı Devleti hac yollarının güvenliği, hacıların gıda ve barınma ihtiyacının sağlanması, sürre alaylarının gönderilmesi, Mekke ve Medine’nin korunması gibi dinî hizmetleri temel varlık nedeni olarak görmüştür.364 4- Osmanlı Devleti, Mısır ile yaşadığı bütün savaş ve problemlere rağmen 1840 Martına kadar bu ülkenin özellikle gemi yapımı için kullandığı kereste ihracatını yasaklamamıştır. Yasakladığı zaman da kereste alınmak için ödenen paraların geri iadesini istemiştir. Bunu ya ihmali nedeni ile yapmış veya kutsal beldelerin hububat ihtiyacının sağlanamayacağı gibi bir gerekçeden dolayı geciktirmiştir.365 5- Mehmed Ali Paşa- Hüsrev Paşa mücadelesinin nedeni olarak, Osmanlı Devleti’ni hangisinin ailesinin yöneteceği yolundaki rekabet önemli bir neden olarak görülmektedir. Osmanlı
hanedanından başkasının esamesinin okunmadığı
bir
imparatorluk için bu önemli bir yeniliktir. Tanzimat döneminden itibaren devleti merkezileştirme çabalarının bu gibi mücadelelere neden olduğu görülmektedir.366 6- Mehmed Ali Paşa, Londra Antlaşması’nı kabul etmezken, Avrupa devletlerinin bu konuda ittifak sağlayamayacaklarına güveniyordu. Fransa bu konudu kendisini sonuna kadar destekleyeceği konusunda Paşa’ya gerekli garantiyi vermiş olmalıdır. Mısır’ın modernleşmesinde kilit rolü oynayan Fransızlar böylece Osmanlı Devleti’ndeki çıkarlarını korumak istiyorlardı. Bunu kendisine Fransızların çıtlattığı, kendisiyle görüşen Rus konsolos tarafından ifade edilmektedir.367 7- Osmanlı Devleti’nin Gayr-i Müslimleri ne kadar sağlam bağlarla kendisine bağladığını gösteren bir örnek incelediğimiz belgeler arasında bulunmaktadır. Birçok ulus devletin milliyetçilik akımları nedeniyle çatırdadığı bir dönemde böyle bir örneğin bulunması gerçekten önemlidir. Osmanlı Devleti’nin Yunan elçisi olan Kostaki Musurus Paşa, bölgede Müslüman halka ve Mısır’dan topraklarına dönen kişilere
364
Defter2, s. 90- a, b. Defter3, s. 67- b. 366 Defter3, s. 87- a, 88- b. 367 Defter3, s. 93- b. 365
239
Yunanlılar tarafından eziyet ve haksızlık yapıldığından şikâyet ediyor. İstanbul’daki Rumlar her yönden rahat içinde yaşarken Yunanistan’da bulunan Müslüman halka sürekli eziyetler yapılmaktadır. Buna karşı sessiz kalınmamalıdır. İşte “Osmanlı Barışı” dediğimiz durumun en güzel örneklerinden biri. Bir Yunan asıllı Ortodoks, kendi dininden olanların Müslüman halka yaptıklarından şikâyetçi oluyor.368 8- Suriye ve Lübnan’daki dini azınlıklara, Mısır birliklerine karşı Osmanlı Devleti’ne yardım edilirse kendileri ile ilgili birçok düzenleme yapılacağı ile ilgil sözler verilmişti. Tanzimat’la Gayr-i Müslimlere tanınan birçok ayrıcalığın bu sözden dolayı sağlandığı söylenebilir. Girid isyanının birçok belgede görüleceği gibi, bu yönde bir kanıt
ve
korkutma
aracı
olarak
Avrupa
devletleri
tarafından
kullanıldığı
görülmektedir.369 9- Aşağı yukarı bütün Avrupa devletleri Osmanlı sınırları içinde bulunan dindaşlarının haklarına azami dikkat gösterilmesini istiyorlardı. Osmanlı’daki Gayr-i Müslimler daha önce böyle bir ihtiyaç görmezken en ufak bir meselelerinde Avrupa devletlerine müracaat ediyorlardı. Bu durum daha sonra Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar devam edecek olan azınlıklar ve dinî yerler meselesinin çıkmasına neden olacaktır. Bunda yabancı görevlilerin etkisi olduğu görülmektedir.370 10- Suriye ve Lübnan’da birçok Avrupalı ajanın cirit attığı görülmektedir. Bunlardan Wood adında bir İngiliz görevli belgelerde en fazla ismi geçen yabancı kimsedir. 1839- 1841 yılları arasında Suriye ve Lübnan ile ilgili merkeze yazdığı yazılarla bölgenin durumuna en iyi ayna tutan kişidir. İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonbi’ye gönderdiği yazılarla bölgede yapılması ve yapılmaması gereken uygulamalar ile ilgili gerçekçi değerlendirmelerde bulunmuştur. Baza Vali ve görevlilerin rüşvet aldığı, yabancıların dinî azınlıkları çıkarları doğrultusunda kullandığı, Marunî ve Dürzîlerin arasının hiç iyi olmadığı vb. konuları onun yazılarından birinci ağızdan öğreniyoruz.371 11- Londra Antlaşması’ndan sonra özellikle İngilizler, Suriye ve Lübnan’da sanki kendi topraklarıymış gibi hareket etme eğilimindeler. İstediklerine vatandaşlık belgesi verip, istediklerine ticarî temsilcilik hakkı vererek ayrıcalık kazandırıyorlardı. Bunlar ve
368
Defter4, s. 35- a. Defter4, s. 52- b, 53- a. 370 Defter4, s. 56- a. 371 Defter4, s. 61- a. 369
240
Gayr-i Müslimler bir suç işlediklerinde çeşitli bahanelerle Osmanlı idaresine iade etmek istemiyorlardı. Valiler’e emirler verme küstahlığında bulunma cesaretini bile gösterebiliyorlardı.372 12- Amerikalılar’ın 1841 yılında Mısır meselesi bittikten sonra misyonerlik amacıyla Lübnan’a geldikleri görülüyor. Başta Lübnan olmak üzere bütün Ortadoğu’da halkı Protestanlaştırmak için her yöntemi kullanıyorlar. Halka İncil ve bunu kabul edenlere para vererek halkı kendi dinlerine çekmeye çalışıyorlar. Halk değişik bölgelerde bunlardan rahatsız olup darbetmek istiyor fakat yönetim buna müsaade etmiyor. Ayrıca halkı misyonerlik faaliyetinden korumak için bazı yazışmalar yapılsa da dönemin karmaşası içinde pek başarı sağlanamıyor. Bu faaliyetler daha sonra Üniversiteler açılarak desteklenecektir.373 13- Avrupa ülkeleri sıkı bir merkantalizm uygulamaktadırlar. Kendi pazarlarını yabancı mallara karşı korumak için ihracat ve ithalatı sıkı bir kontrol altında tutmaktadırlar. Pahalı bile olsa kendi vatandaşlarının ürettiği malları alarak vatandaşlarını korumaktadırlar. Bu yüzden Osmanlı Devleti ürettiği malları satmakta ve ihtiyaç duyduğu bazı ürünleri almakta sıkıntı çekmektedir.374 14- Osmanlı Devleti, daha önce Mısır’da Osmanlı sarayının hadım ihtiyacını karşılamak için yapılan hadımlaştırma işlemini bu dönemde artık kesinlikle yasaklamıştır. Bunda, saray sistemindeki değişmeler nedeniyle hadımlara olan ihtiyacın azalması ve bu işleme duyulan tepkinin etkili olduğu açıktır. Sultan Abdülmecid, bu uygulamanın hukuk, adalet ve insan haklarına kesinlikle uymadığını düşünmektedir. Hatta bununla ilgil bir ferman bile yayınlanmıştır.375 15- Dönemimizde olduğu gibi o dönemin Batılı yöneticileri de Osmanlı Devleti aleyhindeki bazı uygulamaları basın ve kamuoyunun baskısı ile yapmak zorunda kaldıklarını ifade ediyorlar. Fransa Başbakanı Tiers bu durumu açıkça ifade ediyor ve şöyle diyor: “Gazeteler vasıtasıyla Fransızlar Mehmed Ali’nin mahbubu olup Mösyö Tiers çaresiz za’m-ı âmmeye tabi olacağından sizlere öyle görünmüşdür, yohsa hakikaten Mehmed Ali’ye sahabet ve iane değildir…” Yönetimlerin manevra alanı
372
Defter4, s. 62- b, 63- a. Defter4, s. 69- a. 374 Defter4, s. 82- a. 375 Defter4, s. 108- a. 373
241
olarak
kullandıkları
kullanılmaktadır.
bu
kamuoyu
baskısı
bahanesi
hâlen
Türkiye’ye
karşı
376
16- Mehmed Ali Paşa’nın kendi ülkesinde ve Avrupa’da kendi taraftarı bir basın ve kamuoyu oluşturmak gerektiğini bizden çok önce kavradığını görüyoruz. Basına ödediği paralar yardımı ile bunu başarmış ve bu durum birçok kez Osmanlı Devleti’nin önüne engel olarak çıkmıştır. Türk miletinin tarihi eksikliği olan “tarih yapıp tarih yazamamak” yani kendini anlatamamak hastalığı basının ortaya çıkması ile daha fazla sırıtmıştır. Bugün bile yaşadığımız Ermeni meselesi, Kıbrıs meselesi ve Ortadoğu’daki kötü imajımız bu durumun birer yansımasıdır.377 17- Doğu Akdeniz’deki Osmanlı-Müttefik donamasının başına İngiliz Amiral Walker getiriliyor. Bu durum Osmanlı Devletinin, İngiltere’ye ne kadar güvendiğini ve ne derecede teslim olduğunu göstermektedir. Bu sırada Osmanlı donamasında ve kara birliklerinde
birçok
İngiliz
ve
Alman
subay
bulunduğu
da
gözden
uzak
378
tutulmamalıdır.
Belgeler ışığında ortaya koymaya çalıştığımız gibi Mısır meselesi ve onun çözüm süreci Osmanlı Devleti için bir dönüm noktası olmuştur. Mısır meselesi çözüldüğünde artık Osmanlı Devleti büyük devletlerin kuklası haline gelmiş ve neredeyse hiçbir konuda bağımsız hareket edemez duruma düşmüştür. Mısır meselesi Osmanlı Devleti üzerinde etkisi daha sonra da görülecek olan 5 önemli tesirde bulunmuştur. Birincisi; tarihinde ilk defa olarak Osmanlı Devleti bir Valisi’nin isyanın bastırmak için dış yardıma başvurmuştur. İkincisi; Mısır meselesi dolayısı ile II. Mahmud’un merkezileşme çalışmaları sekteye uğramış ve bu meseleyi çözmek için zorunluluktan yapılan reformlar halkın hoşnutsuzluğuna neden olmuştur. Üçüncüsü; bütün tarihimiz boyunca olduğu gibi devletin bu gibi problemleri çözmek için uzun süreli bir planı olmadığı ortaya çıkmıştır. Dördüncüsü; Mısır meselesi devletin ne kadar güçsüz olduğunu ortaya çıkardığı için başta Şark meselesi olmak üzere Osmanlı Devleti’nin bütün iç meseleleri dış 376
Defter3, s. 125- a. Defter3, s. 125- b. 378 Defter2, s. 81- b, 82- a. 377
242
müdahaleye açık hâle gelmiştir. Bundan dolayı kendini güçlü hisseden bütün Avrupa devletleri kendilerinde Osmanlı Devleti’ne müdahaleyi doğal bir hakmış gibi görmeye başlamışlardır. Beşincisi; Mısır meselesinin uluslar arası hale gelmesi, Osmanlı Devleti’nin bu meseleyi çözmek için büyük devletlere birçok ekonomik, siyasî, dinî vb. tavizler vermesine yol açmıştır. Böylece Osmanlı Devleti herhangi bir meselesini kendisi dış destek olmadan çözemeyecek duruma düşmüştür. Bu durum devletin yıkılışına kadar devam etmiştir.
243
KAYNAKÇA TEMEL KAYNAK Mısır Mesalihine Dâir İrâdât-ı Seniyye, İlk 4 Defter, T.T.K. Kütüphanesi, Ankara. KAYNAKLAR ABDURRAHMAN ŞEREF, Tarih Musahabeleri, İstanbul, 1920. AHMED CEVDET PAŞA, Maruzat, Yusuf Halaçoğlu Neşri, İstanbul, 1980. AHMED CEVDET PAŞA, Tezakir I. II. III. Cavit Baysun Neşri, Ankara, 1963. AHMED LÜTFİ EFENDİ, Tarih-i Lütfi, c. 6-7, İstanbul, 1910. AHMED MUHTAR PAŞA, Türkiye- Rusya Seferi, c. II, Ankara, 1928. AKBAL, Fazıla, “1831 Tarihinde Osmanlı İmparatorluğunda İdâri Taksimat ve Nüfus”, Belleten, S. XV, Ankara, 1951. AKŞİN, Sina, “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı Devletinin Uluslararası Durumu”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. AKYILDIZ, Ali, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul, 2006. ALİ FUAD, “Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa”, TTEM, XIX/96, İstanbul, 1928. ALTUNDAĞ, Şinasi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, Mısır Meselesi 18311841, Ankara, 1945. ALTUNDAĞ, Şinasi, “Mehmet Ali Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. VII, İst., 1957. ALTUNDAĞ, Şinasi, “İbrahim Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. V, İstanbul, 1957. AYALON, D., “Mamlük”, Encyclopaedia of Islam, Second Edition, Leiden, 1978. BAİLEY, Frank Edgar, “Palmerston ve Osmanlı Reformu 1834- 1839”, Çev. Yasemin Avcı, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994. BAYKARA, Tuncer, ”Mustafa Reşid Paşa’nın Medeniyet Anlayışı”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. BAYSUN, Cavit, “Mustafa Reşit Paşa” Tanzimat I, İstanbul, 1940. 244
BİLGEN, Bahar, “Mısır’da bir Sosyal Devrim Hikâyesi; Urabi Hareketi”, Journal of Historical Studies, İstanbul, 2006. BİLSEL, Cemil, “Tanzimat’ın Haricî Siyaseti”, Tanzimat I, İstanbul, 1940. CANNİNG, Stratford, Türkiye Hatıraları, Terc. Can Yücel, Ankara, 1959. CİHAN, Ahmet, Reform Çağında Osmanlı İlmiyye Sınıfı, İstanbul, 2004. CLARK,G.N., BUTLER, J.R., BURY, J., The Cambridge Modern History, Vol. X. ÇADIRCI, Musa, ”Tanzimat’ın Uygulanması ve Karşılaşılan Güçlükler, (18401856)”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. ÇAĞATAY, Neşet, ”Tanzimat ve Türk Eğitimi”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. ÇAKIR, Coşkun, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Osmanlı İktisat Düşüncesi”, Osmanlı Medeniyeti, Eylül, 2005. DAĞLI, Yücel, ÜÇER, Cumhure, Tarih Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1997. DARYAL, Ali Murat, İslamın Doğuş ve İlk Yayılışının Psiko-Sosyal Açıdan Tahlili, İstanbul, 1989. DUKAKİNZÂDE, Feridun, Nezip, 1831- 1840 Seferi, İstanbul, 1931. ENGELHARD, Türkiye ve Tanzimat, Terc. Ali Reşad, İstanbul, 1910. ERGİN, Osman, Nuri, Türkiye Maarif Tarihi, c. II, İstanbul, 1940. ERKİN, F. C., Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara, 1968. GENCER, Ali İhsan, “1839’dan 1876’ya Kadar Osmanlı İmparatorluğu”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Red. Hakkı Dursun Yıdız, İst., 1998 GENCER, Ali İhsan, ”Encümen-i Dâniş ve Mustafa Reşid Paşa”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. GORYANOF, Sergey, Rus Arşiv Belgelerine Göre Boğazlar ve Şark Meselesi, Haz. Dr. Ali Ahmetbeyoğlu, Dr. İshak Keskin, İstanbul, 2006.
245
GÖYÜNÇ, Nejat, ”Tanzimat’a Yöneltilen Eleştiriler”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. HALAÇOĞLU, Yusuf, ”Maruzat ve Tezakir’de Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat Erkânı”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. HEYET, Osmanlıca- Türkçe Büyük Lügat, İstanbul, 1997. İNALCIK, Halil, “Hüsrev Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. 5, İstanbul, 1950. KAPLAN, Mehmed, ”Mustafa Reşid Paşa ve Yeni Aydın Tipi”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. KARAL, E. Z., Osmanlı Tarihi, c. V, Ankara, 2007. KARAL, E. Z, Tanzimattan önce Garplılaşma Hareketleri, Tanzimat, İst., 1940. KAYNAR, Reşat, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara, 1954. KOLOĞLU, Orhan, İlk Gazete İlk Polemik (Vekayi-i Mısrıyye’nin Öyküsü ve Takvim-i Vekayi ile Tartışması), Ankara, 1989. KODAMAN, Bayram, “Mustafa Reşid Paşa’nın Paris Sefirlikleri Esnasında Takip Ettiği Genel Politikası”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. KUHN, Thomas S., Bilimsel Devrimlerin Yapısı, çev. Nilüfer Kuyaş, İst., 1991. KURAN, Ercümend, “Reşid Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, cilt. 11, İstanbul, 1964. KURAT, A., Nimet, Türkiye ve Rusya, XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk- Rus ilişkileri, 1798- 1919, Ankara, 1970. KURŞUN, Zekeriya, “Osmanlı-Arap Coğrafyası ve Uluslararası Çekişmeler.” Osmanlı Medeniyeti, İstanbul 2005. KUTLUOĞLU, Muhammed H., “1833 Kütahya Antlaşma’sının Yeni Bir Değerlendirmesi”, Osmanlı Araştırmaları, XVII, İstanbul, 1997. KUTLUOĞLU, Muhammed H., “Mehmed Ali Paşa’nın Suriye Seferi Öncesi Bu Bölgeye Yönelik Politikası ve Bu Seferin Geri Planını Oluşturan Unsurlar”, Tarih Enstitüsü Dergisi, XIV, İstanbul, 1997.
246
KUTLUOĞLU, Muhammed H., The Egyptian Question (1831- 1841) The Expansionist Policy Of Mehmed Ali Paşa In Syria And Asia Minor And The Reaction Of The Sublime Porte, İstanbul, 1998. KÜÇÜK, Cevdet, ”Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi ve Tanzimat”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. KÜTÜKOĞLU, Mübahat, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri(1580- 1838), Ankara, 1974. LEWIS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, terc. Metin Kıratlı, Ankara, 1970. McCARTHY, Justin, Osmanlı’ya Veda, Çev. Mehmet Tuncel, İstanbul, 2006. MUMCU, Ahmet,”Hukukçu Gözüyle Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat” Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. MUSTAFA NURİ PAŞA, Netayic ül-Vukuât, Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tarihi, III- IV. Cilt, sadeleştiren, notlar ve açıklamalar ekleyen Prof. Dr. Neşet Çağatay, Ankara, 1992. ORHONLU, Cengiz, “Kethuda”, Encyclopaedia of Islam, Second Edition, c. IV, Leiden, 1978. ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 2006. OSMANLI MEDENİYETİ TARİHİ, Editör, Ekmeleddin İhsanoğlu, İstanbul, 1999. ÖNSOY, Rifat,”Tanzimat Döneminde İktisadi Düşüncenin Teşekkülü”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994. ÖZCAN, Abdülkadir, “Cevad Paşa”, T. D. V İslam Ansiklopedisi, c. VII, İst., 1993. ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Osmanlı Tarihi, c. V, İstanbul, 1994. ÖZTUNA, Yılmaz, Osmanlı Devleti Tarihi- 1, İstanbul, 2004. PAKALIN, M.Z., Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. III, İst., 2004. RODERİC, H. Davison, Osmanlı Türk Tarihi (1774- 1923), Çev. MehmetMoralı, İst., 2004.
247
SEYİTDANOĞLU, Mehmet, Tanzimat Devrinde Meclis-i Valâ (1838- 1868), Ankara, 1994. SHAW, S. J. - E. K. SHAW, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul, 2006. SİNAPLI, A. N., Mehmet Namık Paşa, İstanbul, 1987. SONYEL, Salahi R., “Tanzimat ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Gayr-i Müslim Uyrukları
Üzerindeki
Etkileri”,
Tanzimat’ın
150.
Yıldönümü
Uluslararası
Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994. TANPINAR, A. H., “Akif Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, c. I, İstanbul, 1950. Tanzimatın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 1994. TENGİRŞENK, Y. K., “Tanzimat Devrinde Osmanlı Devletinin Haricî Ticaret Siyaseti”, Tanzimat I, İstanbul, 1940. TÜKİN, Cemal, Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Boğazlar Meselesi, İst., 1947. UÇAROL, Rıfat, “ Küçük Kaynarca Antlaşmasından 1839’a Kadar Osmanlı İmparatorluğu”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Red. Hakkı Dursun Yıldız, İst., 1998 UNAT, F. R., Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnâmeleri, Ankara, 1968. UNAT, F. R., Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1988. UZUNÇARŞILI, İ.Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. 2- 4, Ankara, 1973. ÜÇYİĞİT, Ekrem, “Akdeniz Medeniyetleri Tarihinde Tanzimat”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994. ÜNAL, Sevim, “1838- 1841 yılları arasında Türk-İngiliz Politik İlişkileri”, VIII. Tarih Kongresi, Ankara, 11- 15 Ekim 1976, Ankara, 1983. ÜNAL, Sevim, “Tanzimat Döneminde Dış Politika”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim- 3 Kasım 1989, Ankara, 1994. VON BİSMARK, Otto, Düşünceler ve Hatıralar, Çev. Nijat Akipek, İst., 1991.
248
VON MOLTKE, Helmuth, Moltke’nin Türkiye Mektupları, Hayrullah Örs Terc., İst., 1969. YURDAYDIN, Hüseyin Gazi, ”Ahmet Resmî Efendi ve Bazı Düşünceleri”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, 13- 14 Mart 1985, Ankara, 1994.
249