Dengan platform ini, sekali lagi, jelas, PKS tidaklah bertujuan membentuk ‘negara Islam’ atau yang semacamnya, melainkan bertujuan membentuk masyarakat madani. Jelas pula, masyarakat madani …Deskripsi lengkap
"Elektrik Tesislerinde Harmonikler” isimli kitabımız, gün geçtikçe önemi hissedilir derecede artan ve "Güç Kalitesi” kriterlerinden biri olan "Harmonikler” ile ilgili detaylı bir çalışma, bi…Full description
OBJAVLJENI TEKSTOVI, INTERVJUI I IZJAVE IZ ELEKTRONSKIH I ŠTAMPANIH MEDIJA U PERIODU OD 1991. DO MARTA 2013. GODINE Biografija: Prof. Dr Zoran Krivokapić http://sr.wikipedia.org/sr/%D0%97%D0%BE%...
Mekanika e Fluideve - Prof. Dr. Januz Bunjaku 2009 Per student e Fakultetit te Inxhinierise Mekanike
Çelik yapılar örnek çözümleriFull description
Kemal Tahir - Devlet Ana
Doris Lessing, Kedilere Dair, Turkce, ceviri, On Cats, essays
Çelik yapılar örnek çözümleri
OSMANLI DEVLET TEŞKİLÂTINA DAİR KAYNAKLAR KİTÂB-İ MÜSTETÂB KİTABU MESÂLİHİ’L MÜSLİMÎN VE MENÂFİ'İ’L-MÜ’MİNÎN HIRZÜ’L-MÜLÛK
Prof. Dr. YAŞAR YÜCEL
OSMANLI DEVLET TEŞKİLÂTINA DAİR KAYNAKLAR KİTÂB-Î M ÜSTETÂB KİTABU M ESÂLİHİ’L MÜSLÎMÎN VE MENÂFİ cİT. M Ü ’MÎNÎN H IR Z Ü ’L - M Ü LÛ K
ATATÜ RK KÜLTÜR, T Ü R K T A R İ H
D ÎL V E T A R İH K U R U M U
YÜ K SE K KU RU M U Y A Y I N L A R I
III. D izi — Sa. 13
OSMANLI DEVLET TEŞKİLÂTINA DAİR KAYNAKLAR KİTÂB-İ MÜSTETÂB KİTABU MESÂLİHİ’L MÜSLİMÎN VE MENÂFİİ’L-MÜMİNİN HIRZÜ’L - MÜLÛK
Türk toplumunun şekillendirdiği Osmanlı devlet teşkilâtı sayesinde, Osmanlı imparatorluğu, XVI. yüzyılın başlarında Yakm -Doğu ve Balkanların sahibi durumuna gelmiştir. Hiç şüphesiz bu gelişme; toprak mülkiyeti, iktisadîmalî hayat, kişilerin devlet ile ve kendi aralarındaki hukukî ilişkilerini ayrıntılı bir biçimde düzenlemiş konuların sağlıklı işlemesinin bir sonucu olmuştur. Ancak XVII. yüzyıla girerken Osmanlı imparatorluğunda, gerek hükümet idaresi ve gerekse toplumun dirlik ve düzenliğini biçimlendiren unsurlar bakımından, devlette geçerli klasik idare şekli ortadan kalkmaya başlamıştır. Bu durum derhal dikkatleri üzerine çekmekte gecikmemiş, Osmanlı aydınlarını çareler aramaya sevk etmiştir. Bunun sonucu devlet adamları ile bazı fikir ve kalein sahipleri pratik ve amelî bir gaye ile pâdişâhlara ve mesul devlet adamlarına risaleler ve lâyihalar sunmaya başlamışlardır. îşte bu kitabımız ile, Osmanlı kurumlarının gelişim ve değişim tarihinin vazgeçilmez kaynaklarından olan, bu tür eserlerden üçünü daha bilim aleminin istifadesine sunuyoruz.
Ankara 1988
Prof. Dr. Yaşar Yücel
I. GÎRÎŞ Türk toplumunun yarattığı kendine özgü bir devlet düzeni sayesinde, Osmanlı imparatorluğu, X V I. yüzyılın başlarında Yakm -Doğu ve Balkan ların sahibi durumuna gelmişti. Hiç şüphesiz bu gelişme; toprak mülkiyeti, İktisadî - malî hayat, kişilerin devlet ile ve kendi aralarındaki hukukî ilişkilerini ayrıntılı şekilde düzenlemiş konuların iyi işlenmesinin bir sonucu olmuştur. Ancak, X V I I. yüzyılın başlarından itibaren imparatorluk bunalımlı bir evreye girmişti. Genellikle araştırmacılar Osmanlı devletinde, bu devrenin başlangıcını K anunî’ye kadar indirerek III. M urad’m saltanatı ile kesin şekilde belirlendiği hususunda hemfikirdirler1. Gerçekten de, III. M urad ve oğlu III. Mehmet zamanlarındaki sosyo-ekonomik değişim ve gelişme leri kısaca gözden geçirdiğimizde görülecektir ki, böyle bir tarih yaşan tısı, önceki yüzyılın ileri hükümet düzenini yıkıp, Türkiye’yi en az X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, yeni bir sosyal ve siyasal düzen içi ne atm ıştır2. Nitekim bu dönemde Osmanlı ülkesini gezmiş olan Batılı sey yahlar gözlemlerinin bir sonucu olarak, imparatorlukta başlayan çalkantıya dikkati çekmekte ve yakın bir gelecekte siyasî kuruluşta başlayacak çökün tüden söz etmektedirler3. Her ne kadar imparatorluk III. Murad devrinde, en geniş sınırlarına erişmişse de (üç kıt5ada toplam 40 eyâlet, 4 vasal emâret) dünya siyasal ve toplumsal şartları bu tarihlere doğru Osmanlılar aley hine büyük gelişmeler göstermişti. Örneğin İngilizler ve HollandalIların O k yanuslarda ve Akdeniz’de hâkim unsur haline gelmesinden sonra Suriye, Mısır ve Anadolu, Asya-Avrupa transit ticaretinde önemini kaybetmişti. Batılı tüccarlar bu dönemde Levant pazarlarına yanlız yünlü kumaşlar, çelik ve kâğıt değil, Hind üretim mallarını, gümüşü de getirmekte idiler. Zaten çok geçmeden Batının merkantilist devletleri Bursa kumaşını, A n kara sofunu ve pamuklarını da imâle başlamışlardı4. 1 M eselâ
bk. H a lil İnalcık, T h e O tto m a n Em pire, the
Classical
age, 1300-1600.
L önd on 1973. 3 B u konudaki araştırm alar için bk. H alil İnalcık, “ M illita ry and Fiscal Transform ation in the O tto m a n E m pire 1600-1700” , A rch ivu m O tto m an icu m V I (1980), s. 285 v.d. 3 Batıkların gözlem leri için M eselâ bk. O rh an Burian, T h e R ep o rt o f Lello, T h ird English Am bassador to the Sublim e Porte. A n ka ra 1952. H ran d D . A ndreasyan, Polonyalı Sim eon’un seyâhatleri. İstanbul 1964. M . Ferm anel, Observations Guriuesses sur le V o y a g e du L eva n t. R o u en
1691. D ’A rvieu x, M em ories d u C hevalier d ’A rvieux. Paris 1735.
4 Bk. A .G . W ood, A H istory o f the L ev a n t C o m pany. Londoıı 1935. Neils Steensgaard, T h e A sian T r a d e R evolu tion o f the Seventeeth C en tury. C h icago
1974.
Arşiv ve kütüphane malzemesi, sözünü ettiğimiz yüzyılın ikinci yarı sından itibaren meydana çıkan derin ve genel değişikliklerin, devlet me kanizmasındaki ve müesseselerdeki bozuluşu hazırladığını göstermektedir, îşte devlet ve toplum düzenini inhitata götüren bu değişiklikleri başlıca şu başlıklarda toplamak gerekmektedir: Nüfus artması, malî buhran, askerî sistemdeki değişme, Celâlî fetreti. Nüfus artması: Tahrir defterlerindeki istatistik! veriler X V I. yüzyılda Osmanlı imparatorluğundaki nüfusta önemli bir artma olduğunu göster mektedir. Ancak aynı defterlerdeki kayıtlar ziraat alanlarında da bir geniş leme olduğunu göstermekle beraber, toprak-nüfus arasındaki dengenin, İkincideki daha fazla artış dolayısıyle bozulduğu anlaşılmaktadır. Bu hal gelişme ve genişleme K anunî devrinden itibaren durduğu için, X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devletteki sosyal kargaşalığın neden lerinden birisi olarak dikkatleri üzerine çekmektedir. Hakikaten bu dönemde Anadolu’da yersiz yurtsuz, ocaksız bir sınıfın ortaya çıktığı ve sayıca çok luk, arzettiği gözlenmektedir. Devrin kaynaklarından “ Gurbet tâ’ifesi” , “ Levendât” isimleri ile geçen bu sınıf, köylerdeki toprak darlığı nedeniyle bir geçim vasıtası bulabilmek için Anadolu’ya yayılmağa başlamışlar. Genellikle bunlar sınırlarda Garib-yiğit, gönüllü, kale muhafızı, donanmada levend ve azab, nihayet paşaların hizmetinde saruca ve sekban askeri olarak iş ara maya koyulmuşlardı. Devlet ise ancak Garib-yiğit ve gönüllülerden yarar lılık gösterenlere ulufe ve timâr vermekte idi. Hemen şu noktayı belirtmek yerinde olur ki, başlangıçta bu unsur devletin yayılışı ve fetih politikası üzerinde geniş tesir icra etmişti. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi yayılış, sözü edilen yüzyılın ikinci yarısından itibaren durmuştu. Zira O rta Avrupa’da Osmanlı genişlemesine Habsburglar şiddetle karşı koy mağa başlamışlar, I. Şah Abbas da Doğudaki tüm fethedilen yerleri geri almıştı. Böylece büyük askerî seferlerde gönüllü, donanmada levend ve azab olarak görev almış sayıca çokluk yurtsuz genç, Anadolu’ya işsiz ve dirliksiz geri atılmışlardı. Bu suretle de binlerce Garib-yiğit ve gönüllü, Anadolu’da kaynamağa başlamıştı. İçlerinden bir kısmı İlmîye sınıfına girmek için eğitimin parasız olduğu medrese ve imaretlerde kümelenmeğe başlamışlardı. Böylece Anadolu’daki ufak medreselerde binlerce sûhte toplanmıştı. Sayıları X V I. yüzyıl ortalarından itibaren iyice artan bu sûhteler gruplar halinde köylere yürüyerek açıkça eşkiyalığa başlamış lardı. Ayrıca devletin ihtiyacından çok fazlaya varan medrese öğrencileri öğrenimlerini bitirdiklerinde gidecek yer bulamıyorlardı. Bu nedenle de yer yer soygunculuğa ve toplu hareketlere girişerek uzun süren sûhte isyanları yarattılar. Özellikle sûhte kargaşalıkları II. Selim’i takibeden dönemde devlet için ciddî bir mahiyet kazanacaktır 5. 5
Bursa’daki Sultan M u ra d İm âretinde “ tabh oluiıan ta ’am tevzi* ve taksim olunurken
Burusada olan suftedânm cümlesi im âret-i m ezbûreye üşüb te fa d d î ve tecâvüzlerin hadden ziyâde o ld u ğ u n d a n . . . 59 (Gurre-i Z ilk a cde 1016 (M . Şu b at ortaları 1608) B A M ü him m e Defterleri. N o : 76/108.
M alî buhran : Nüfus artmasının ortaya çıkardığı bu sorunların yanı sıra mâlî buhran, devletin uzun yıllar boyunca geliştirdiği düzeni kökünden sarsmağa yetmişti. Şöyle k i: 1580 yılından itibaren Amerika’da üretilen ucuz ve bol gümüş, Osmanlı imparatorluğuna akmağa başlamış, pahalıya gittiği için tüm Levant pazarlarını istilâ etmişti. Bu hal ise Osmanlı impara torluğunda, Ispanya’da olduğu gibi, bir enflasyon yaratmış ve devletin iktisadî-malî hayatını, tabakaları, müesseseleri alt üst eden bir etki yapmıştır. Çünkü akça, değerini süratle kaybetmiş ve fiatlar birden bire yükselmişti, Bu enflasyonun ortaya çıkardığı her türlü anormal durum, yani paranın değerinin düşmesi, kalp paranın çoğalması, spekülâsyon, faiz hadlerinin yükselmesi, âkçaya dayanan tüm Osmanlı mâliyesini ve buna bağlı olarak da İktisadî hayatı içinden çıkılmaz sorunlarla karşı karşıya getirmişti. Hemen belirtmek yerinde olur ki, fiat artışlarından en çok etkilenen def terlerde yazılı sabit gelire bağlı onbinlerce dirlik ve ulufe sahipleri olmuş tun Bunlar da başta timârlı sipahiler, kapı-kulu ve vakıflara bağlı dinî zümrelerdi. Askerî, malî düzenin bozulması ve hayat pahalılığı karşı sında sabit kalan ulufelerinin karınlarını doyurmağa bile yetmemesi so nucu her türlü suistimallerin içine girmişlerdi. İçine Türk karışmış ve sayıları artmış bulunan kapı-kullarınm 1558’deki Şehzâde Bayezid isya nından itibaren Anadolu şehirlerindeki garnizonlarının sayıları artmış ve buralardan bir daha kalkmamışlardır. Artık bundan böyle de kapıkullarina yalnız büyük şehirlerin garnizonlarında değil, köy, kasaba ben zeri yerlerde çift-çubuk, faizcilik, esnaflık gibi özel işlerin başında bol bol rastlanır olmuştur. Kısacası vergi ödemeyen ve adlî bağımsızlıkları olan imtiyazlı bir sınıf olarak memleketin her tarafına yayılmışlar, malî kaynak ları kontrolleri altına almışlardı. İşte bu hal yeniçeri ve sipahi isyanlarının çıkışını hazırlamıştı. Öte taraftan kanunâme içi vergilerin hiç değişmeden kalması, dirlik sahiplerinin gelirlerinin de sabit kalmasını gerektirdiğinden küçük timâr sahipleri uzak ve masraflı seferlere iştirak edemıeyecek kadar fakirleşmişti. M alî imkansızlıklar nedeniyle yapılan sefer çağrısına olumlu cevap vermeyenlerin timârlarına ise kanun gereği devlet tarafından el konunca bunlar da rahatlıkla âsiler ve eşkiyalar safına katılmakta tereddüt göstermiyorlardı. Ayrıca bütün eyâletlerdeki memurlar, ehl-i örf de halkı soymağa başlamışlardı. Rüşvet yaygın bir hal almış, ahlâk düşmüş, yüksek dirlik sahipleri reâyâdan resimleri bir iki misli fazla istemeğe başla mışlar ve teklif-i sakka yüklemişlerdi. Halk âdeta arkalarında devlet otoritesinin desteği bulunan bu resmî kişilerin hizmetkârı durumuna düşmüştü. İşte para darlığı yüzünden çiftlerini çubuklarını bozmak zo runda kalan, ya da şehirlerden köylere el atmış ehl-i örfün koltuğunda hayat şartladı son derece ağırlaşan Anadolu köylüsü içinden . dağılan lar, kurulu düzeni temelinden sarsmağa yetecek olayların çıkmasına sebep olmuşlardı.
X V I. yüzyılın sonlarına doğru ehl-i örf aleyhine olan şikâyetler çoğun ca resmî kişilerin devriye bölükleri ile halka musallat olarak onları soydukla rı noktasında toplanmaktadır. Nitekim III. M urad’m 1591’de yayınladığı bir adalet fermanında söz dinlemez ehl-i örfün devriye bölükleri ile köylere gelmeleri halinde, köylerin bunlara karşı direnmeğe geçmelerinin, bir hak olduğu bildiriliyordu. III. Mehmed’in 1596’da yayınladığı fermanda da aynı anlam vardı. Bu adalet fermanında da suçlanan kimseler, kapı-kulu ocakları mensupları, beğlerbeğleri ve sancakbeğlerinin subaşları ve yahut o adı takınanlardı. Nihayet Anadolu’da ve Rum eli’de ehl-i örfün giriştiği soygunlara 1609 tarihli adaletnâmede daha da geniş yer verilecektir. Bu suretle bir taraftan nüfus artması, öbür taraftan para sisteminin alt üst olması imparatorluğun askerî, malî ve sosyal bakımlardan temel mü essesi timâr sisteminin de bozulmasını hazırlamıştı. Enflasyon, aynı zamanda devlet mâliyesini yeni gelir kaynakları bul mağa ve vergi sisteminde değişikliğe gitmeğe zorlamıştı. Osmanlılarm kla sik vergi düzeni, şehirlerde ticaret, endüstri ve öteki kazanç işlerini vergilen dirme esasına dayanan mukataalardan ve hepsi de mîri toprak ekip biçen köylülerden bunun karşılığında türlü isimlerle toplanan icar ve kiralardan oluşmakta idi. Bu alanlardaki tüm vergilerin, resimlerin miktarı ise devletin koyduğu kanunnâmelerle akça olarak tespitedilmişti. Bunun dışında devlet harp ilan ettiği zaman, sırf sefer giderini karşılamak üzere, tekalif-i divaniyye adı ile bir vergi daha almakta idi. X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kanunnâme çerçevesindeki vergilerin miktarlarında bir değişme olmadığı için akça değerindeki düşme yüzünden bu çeşit vergilerden elde edilen gelir de önemini kaybetmişti. Örneğin K anunî devrinde 537 milyon akça o zaman 10 milyon, 1653’de 507 milyon akçe gelir 4,2 milyon altın tutmakta idi* Bu durumda devlet artan ihtiyaçlarının karşılığı olan parayı bulabilmek için avânz-ı divaniyye denilen mükellefiyetleri kullanarak, yeni bir vergi sistemine geçmişti. Öteden beri devlet olağanüstü askerî ihtiyaçları karşılamak için avârız-hânelerinden hâne başı hesabı ile bir vergi toplamakta idi. Ancak bu vergi X V I. yüzyılın sonlarına doğru her yıl toplanan ve miktarı sürekli attırılan bir vergi haline getirilmişti. Ayrıca devlet, beğlerbeğlerinin de sekban askeri toplamak için salma yolu ile halktan aynı mahiyette bir vergi toplamalarına izin vermişti. Bu arada gelirleri arttırmak için alınan tedbirlerden biri de, devletin timâr dirliklerini doğrudan doğruya hâzinenin denetimi altına alması idi. Ancak bunlar hâzineye gelir getirecek mukataalar olacak yerde, saray mensupları, kapı-kulları ve nüfuzlu şahıslar için arpalık veya başmaklık haline gelmeğe başlamıştı. îşte X V I. yüzyıl sonlarındaki enflasyonla doğrudan doğruya ilgili olan bu değişikliklerin imparatorluk ahalisinin hayat şartları ve sosyal yaşantısı üzerinde derin tesirler yaptığı bir gerçektir.
Askeri sistemde değişme : Bu alanda meydana gelen en önemli değişme, iönemde timârlı sipahi ordusunun artık önemini yitirmesidir. Bu ise klaOsmaııh rejimini temelinden sarsan İdarî, m alî ve sosyal bozukluğun pasta gelen nedeni olmuştur. Kapu-kulu sayısının artması ve Anadolu’da iş ölçüde yayılmaları ilk neticelerinden biridir. 1559’da Şehzâde Baye5in isyanından sonra emniyet düşüncesi bu yayılışa sebep olmuştu. Artık ıdan sonra şehir ve kasabalarda imtiyazlı bir zümre olarak yerleşen niçeri ve Altı-Bölük süvarisi; vergi mültezemi, tahsildar ve asayiş iş inden sorumlu olarak, Anadolu’da hâkim bir duruma gelmişlerdi. Bu 1 ise klasik vilâyet yönetimini değiştirmeğe yetmişti. Öyle ki, kapu-kulunun tiyazlardan faydalanmak maksadı ile yerli Türk-Müslüman halktan rçoldarı, türlü yollarla Yeniçeri sıfatı takınmışlardı. Ancak burada hemen ğinmek yerinde olur ki, devrin askerî yenilikleri karşısında sipahî süva;i esasen işe yaramaz hale gelmişti. Çünkü 1590’larda Habsburglara trşı yeniden başlayan savaşlarda alman sonuçlarla, Doğuda İran’a karşı ^ramlan bozgun bunu kanıtlamakta idiler, İşte hükümet bütün bu nesnlerle, bozulan dirlik ve düzenliği kanunî yoldan sağlamak için ulufeli 2 tüfenkli askeri çoğaltmak gereğini duymuştu. Neticede de Yeniçeri iyisi arttırılarak, Anadolu Türk halkı arasından tüfenkli sekban askeri ittikçe daha çok savaş meydanlarına çağırılmağa başlanmış, timâr ordusu im al edilmişti. Bunların yanı sıra yaya, müsellem, voynuk gibi eski savaşçı mıflar da sipâhîlerin akıbetine uğrayarak tamamiyle kaldırılmıştı. Bu reni durum ise klasik Osmanlı düzeni için çok önemli sonuçlar doğurmuş;ur. Çünkü eyâlet askeri içinde artık timârlı sipahî başta gelmekte, vilâyet /e sancakbeğlerinin kapılarında besledikleri sekbanlar kanunî kuruluşlar Dİarak onların yerlerini almakta idiler. Her valinin maddî imkanlarına göre, kapısında ulufe ödeme esasına göre toplandığı, bu askerler teşkilât ları ile her yönden pâdişâh kapu-kullarma benzemekte idiler. Daimî hizmet gören bu ulufeli tüfenkli asker menşe itibariyle Anadolu yaylasında artan nüfusun genç unsurları köy delikanlıları, uzak kalelerde veya Magrib korsanları yanında yahut uçlarda timâr ümidiyle gönüllü olarak, hizmete giden levendlerden gelmekte idiler6. Bunların önemi bilhassa 1559’da âsî Şehzâde Bayezid’in “ Yevm lü” ordusunun esası olmalarından sonra meydana çıkmıştı. Sekban askerinin ayrıcalığı tüfenkli asker olmasmdandı. Bundan dolayı da sekbanlar 1590’lardan itibaren Osmanlı ordusunun bel kemiğini teşkil etmeğe başlamışlardı. Tüfenkli sekban askeri için gerekli para, sekban akçası, ahaliden salma suretiyle toplanmakta idi. Seferler
6
“ L even d ” meselesi için önce bk. M u stafa
C ezar,
O sm anlı T arihin de Levendler.
İstanbul 1965. Bu konu için ilgili dönem in sicillerinde birçok kayıt bulunm aktadır : cc. . . V e levend tâifesinden b a czı eşkiyâ d a h i tüfenk taşıyub Y en içeri ve A ce m î oğlanı ve tobcu ve cebeci nâm ına gezü b fukaraya zulüm ve tecad d î i d ü b . B k . İsparta Şer. Sic. 174/135.
sırasında bölükleri fazlalaştıran sekbanlar, aynı zam anda asayiş işlerinde de kullanılmakta idiler. Celâlî fetreti: Kısaca X V I. yüzyıl ortalarından itibaren sürekli olarak devlet ve toplum düzeninde geliştiğini gördüğümüz bu olaylar, 1596 yazın da birdenbire dikkatleri Anadolu’ya çekecek derecede büyüyecektir. İşte o zamanın dilinde Celâlîfetreti olarak adlandırılan bu olaylar çok kısa bir za manda hükümet düzeni diye bir şey bırakmadığı gibi Anadolu’yu tam bir anarşi içine itmiştir. III. Mehmed’in Eğri seferi hazırlıkları bu anarşi devrinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Çünkü sekban bölüklerinin esasını teşkil ettikleri Celâlîler bu tarihe kadar Anadolu’da ufak gruplar halinde hareket etmekte idiler. Bu harp hazırlığı sırasında hükümet tara fından Hüseyin Paşa ile K arayazıcı’ya Orta Anadolu’da asker sürme yetkisi verilmişti. Ancak bunlar yetkilerini kötüye kullanınca, devlet bunları tedip kararı almıştı. Bunun üzerine isyan bayrağını kaldıran bu kişiler yanlarındaki sekbanları beslemek için halktan zorbalıkla para ve erzak toplamağa başlamışlardı. Yetenekli bir lider olan Karayazıcı, Anadolu’da hükümete karşı gelen ve sefere gitmek istemeyen muhtelif menşede Celâlî gruplarını etrafına toplamağa muvaffak olmuştu. 1598’den itibaren de bunlar büyük topluluklar halinde şehir ve kasabalara saldırarak onları haraca kesecek kadar kendilerini güçlü hissetmeğe başlamışlardı. Orta Anadolu’da Sivas ve Dulgadır eyâletlerine hâkim olan Celâlîler 1602’de K arayazıcı’nm ölümünden sonra bütün Anadolu’ya yayılmışlardı. Nitekim kardeşi Deli Haşan idaresinde hareket eden bir kısmı gelip K ütahya’yı kuşatmışlardı. Deli Hasan’m 1603 şubatından itibaren hükümetle anlaş masından sonra Anadolu’da Celâlîlerin yepyeni bir yola girdiğini görmek teyiz. Bu dönemde 161 o yılına dek Büyük kaçgurı olayı meydana gelecektir. İşte Celâlî, Suhte, Sipah zorbası bölükleri gibi çeşitli türlerden kalabalık soyguncu grupları, Fetret ve Büyük Kaçgunluk döneminde azılı liderlerin ardına takılarak şehir ve köyleri talan etmişlerdir7. Bunlar, gerek İktisadî ve gerek sosyal yönlerden Anadolu şehir ve köy düzeninde uzun yıllar onarılmayacak derin yaralar açmışlardır. Nitekim Celâlî Fetreti devrinde Anadolu’nun baştan başa harabe haline geldiğini çeşitli kaynaklar teyit etmektedirler ki, yayımladığımız Kitâb-i Müstetâb bunlardan biridir.
7
Bu konu için arşivlerim izde binlerce belge bu lm ak m üm kündür. M eselâ : “ İm aret-i
H âtu n iye evkâfm dan K a sa b a-i G ü m ü şhân e’de olan kapanı ve etrafında v â k ic dükkanları C e lâ lî ihrâk id ü b ” bk. T ra b zo n Şer. Sic. .1822/31 “ Burusada Sultan M u r a d ve evkâfm dan T a v u k bazarı ham am i C e lâ lî istilâsında b i’lkülliye ihrâk o lun ub” . Bk. Bursa Şer. Sic. B. 45/2. C e lâ lî olayları için bk* M u stafa A kdağ,. C e lâ li İsyanları. A n k a ra 1963.” ,
II. X V I I. Y Ü Z Y IL D A IS L Â H A T Ç A L IŞ M A L A R IN IN B A ŞL A M A S I Bütün bu görünümler bize, Osmanlı imparatorluğunda X V II. yüzyıla girerek gerek hükümet idaresi ve gerekse toplumun dirlik ve düzenliğini biçimlendiren unsurlar bakımından, devlette klasik kuralcı idare şek linin ortadan kalktığını göstermektedir. Zira devlet merkezinin bu dönemin deki yaşantısında, kademeli üç organ halinde bölümlenen merkez örgütü (Padişah, Divan, Ordu) bütün X V I. yüzyıl süresince yavaş yavaş Yeniçeri, Altı-Bölük halkı ve Ulemâ deyimlerinin şekillendirdiği bu üç gücün denetim ve yönetimleri altına girecektir. Ancak Osmanlı devlet ve toplum yapısında meydana gelen bu bozuk luklar derhal dikkati çekmekte gecikmemişti. Bunun çareleri aranmağa çalı şılırken olaylar tespitedilmeye ve bunlar üzerinde durulmağa başlanmıştı. K anunî’nin son yıllarından başlamak üzere hükümdarlar çıkardıkları bazı fermanlarla kötü gidişi durdurmak için çareler aramağa koyulmuşlardı. Çünkü devlet otoritesini temsil edenlerin bu otoritelerini kötüye kullandık ları, kânûn, hak ve adâlete aykırı bir tutum ve davranış içinde bulundukları artık hükümdarlarca iyiden iyiye anlaşılmıştı. Nihayet, gözle görülür ve yaygın bir hal almış haksızlıkları, tarihimiz için önemli belgelerden olan Adaletnâmelerle kaldırmağa çalışmışlardır. Şöyle ki, K anunî saltanatının son zamanlarına doğru, köyünden kopup şehirlere akan çiftbozan’ların devlet güveni için bir iç sorun olduğu anlaşılmıştı. Kanunî, ölümünden önce yayınlamış olduğu adâlet fermanında, reâyânm, hükümet adamları ya da vilâyet halkından güçlü kimselerce zorla soyulduklarını sayıp dö kerek, huzursuzluğun idarî kötülükten gelmekte bulunduğunun farkında olduğunu açıklıyordu. III. Mürad, Osmanlı imparatorluğunda başlayan çöküntüye, halkın özellikle köylülerin, hükümet memurlarından gördükleri zulüm ve haksızlıkların sebep olduğunu anlamakta büyük babasından çok daha ileri görüşlü çıkmıştı. Nitekim 1591 tarihli adâletnâmesi bu en dişelerin tezahüründen başka bir şey değildir.8 III. Mehmed’in 1596 tarihli adâlet fermanı da özellikle askerî sınıfın salgunlarma karşı çıkarıl mış bir belge idi. Burada da suçlanan kapu-kulu ocakları mensupları ve ehl-i örfdü. Daha sonra Anadolu’da ve Rumeli’de ehl-i örfün giriştiği kanunsuz hareketler ve bunlara rekabet edercesine halkı soyan kadıların hali I. Ahm ed’in 1609 tarihli adâletnâmesinde en geniş şekilde yer ala caktır. Örneğin burada beğlerbeği ve sancakbeğlerinin hâslarını iltizama vermeleri, onların veya adamlarının salgun salmaları, kadıların teftiş görevini kötüye kullanarak devre çıkmaları yasaklanmakta, ayrıca reâyâyı korumak gayesi ile tefecilere karşı tedbirler alınmaktadır. 8 Bu
konu için bk. H alil İn a lc ık , “ A daletn âm eler’5. Belgeler 3 -4
(1965) 4 9 -14 5 .
X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren imparatorlukta başlayan İdarî, askerî, sosyo-ekonomik çöküntüyü durdurmayı hedef alan hükümdarların çıkardıkları adâletnâmelerden 1609 tarihli olanı gösteriyor ki, I. Ahmed za manında Celâlî fetreti karşısında esaslı ıslâhat düşüncesi yayılmıştır. Çün kü bu hükümdar, Süleymân kânûnnâmesi yerine geçmek üzere bir kanûnnâmeyi yeniçien düzenleyerek, yürürlüğe koymuş, ayrıca birtakım ıslâhatı kapsayan fermanlar ilân etmiştir. Artık yaygın olan ıslâhat fikir leri, kapu-kullarmm azaltılması, bunların devlet işlerine karışmalarının önlenmesi, vezir-i azama devlet işlerini yürütmekte tam istiklâl sağlanması, reâyâmn, köylü sınıflarının himayesi noktalarında toplamakta idi. Islâhatçılar, II. Osman’ı Anadolu’ya geçirmek ve eyâlet askerlerine dayanarak ıslâhatı gerçekleştirmek istemişlerdi. Fakat kapu-kulu ayaklanarak ulemâ ile birlikte genç pâdişâh II. Osman’ı tahttan indirmekle kalmamış, ha karet derecesinde işkencelerle hayatına son vermişti (1622). 9 Yukarıda kısaca değindiğimiz bti gelişmeler yanı sıra imparatorlukta başlamış çöküntü, devrin aydınlarının da dikkatini çekmiş ve bunları da çareler aramağa sevk etmiştir. Bu cümleden olarak devlet adamları ile bazı fikir ve kalem sahipleri pratik ve amelî bir gaye ile pâdişâhlara ve mesul devlet adamlarına risâleler, lâyihalar sunmağa başlamışlardı. Bunları III. Selim ve II. M ahmud devrinde nizam-ı devlet için sunulmuş ıslâhat lâyi halarının ilk örnekleri olarak kabul edebiliriz. Ancak muhteva yönünden ay rıcalıklar arzetmektedirler. Şöyle ki, X V I. yüzyıl sonu ile X V II. yüzyıl baş larındaki, yayınladığımız Kitâb-i Müstetâb da dahil, tüm lâyihalarda es kiye dönme yani K anunî devrini model alma arzusu ağır bastığı halde, III. Selim’den itibaren sunulan ıslâhat lâyihalarında Batıyı örnek alma isteği ağırlığını açıkça hissettirmektedir. Esasen öteden beri bilim adamlarınca ve düşünürlerce birtakım ahlâk ve siyâset kitaplarının telif edilerek, hükümdar, lara ve genellikle devletin yönetici kadrosuna memleket idaresinde yol gösterilmek istendiği bilinmektedir. Osmanlı Türkiye’sinde de X V . yüzyıl başlarından başlamak üzere bu türlü eserlerin ya Farsça ve Arapçadan ter cüme edildiği veyahut bu gibi eserler örnek alınmak suretiyle yeni eserler meydana getirildiği görülmektedir. Ancak biz burada konumuzu fazla genişletmemek düşüncesiyle X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Kitâb-i Müstetâb'dan önce ve sonra, mey dana getirilmiş eserler ve yazarlarından kısaca bahsetmekle yetineceğiz. Hakikaten III. M urâd devrinden itibaren devlet yapısında ortaya çıkan derin bozukluklar, kanûnların iyi işlememesi veya toplum hayatında zararlı 9
K itâ b -ı M ü ste tâ b ’ı yayın lad ıktan sonra u zu n araştırmalar sonucu haberdar olduğu
m uz “ Z afern âm e” hem I I . O sm a n ’ın İslahatçı yönü, hem de K itâ b -ı M ü ste tâ b ’d a yer alan önerilerin uygulanışı için çok önem li bilgiler ih tiva etmektedir. Bk. I I . O sm an A d ın a Yazılm ış Zafer - nâm e (yay. Y . Y ü cel) 5 A n k a ra 1983.
şekilde değişiklikleri görülünce, bu tür eserlerin telif ve tercümesine daha çok önem verilmeğe başlamıştır. Bu dönemle ilgili olarak bahsedilmesi gereken isimlerin başında, Mustafa  lî Efendi gelmektedir. Osmanlı dev^ letinin merkez ve taşra örgütlerinin işleme şekillerini iyi bilen Âlî, çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadığı K anunî devrindeki düzen ile son zamanları mukayese ederek çöküşü iyi görebilmişti. X V I. yüzyılın sonuna doğru kaleme aldığı Künhü'l-ahbâr adlı eserinde bu hususa dair görüş ve tenkit lerini yer yer belirtmiştir. Ayrıca Haleb defterdarı iken telif ettiği Nasiha ti? s-selâtîn (158 1yi; K anunî’nin son zamanlarına doğra başlayan sosyo ekonomik bozukluklara karşı tedbir aramak endişesiyle yazılmış olan lâyihalar, vüzera nasihatları veya siyasetnâmeler biçimindeki önemli eserler arasındadır.  lî’nin FusûliTl-halli ve'l-akd ve usulü?l-harcı ve’n-nakd (1598)ini de bu kategoride zikretmek gerekmektedir. Çünkü dirlik ve düzenliğin yerini anarşiye bıraktığı devrin devamı III. Mehmed dönemi nin bir ürünüdür. III. M urâd ve III. Mehmed devrinin ıslâhatçıları arasında sayılması gereken bir diğer isim de Bosnalı bilgin Haşan K âfî-i Akhisarî’dir. O da Usû lü’l-hikem j î nizâmiH-âlem adlı Arapça bir eser yazmıştır. 1595’de Eğri se ferine katılan bilgin sonradan eserini Türkçeye tercüme etmiştir. Memleke tin içine düştüğü durumdan kurtulabilmesi için yaptığı önerisi “ Hükümet işlerinin intizâmı, her şeyden evvel icrây-ı siyâsette şerc-i şerîfe ve akl-ı selîm kâ’idelerine tatbîk-i hareket etmeğe” bağlı idi, düşmana galebe ise, askerin mutî, disiplinli ve aynı zamanda yeni icat olunan harp âletlerine sahip ve bunları istimal etmeğe muktedir bulunmasıyle mümkün olabilirdi, şeklinde özetlenebilir. X V I I. yüzyıl başlarında devletin zaafını, hükümdar ve yönetici kadro nun yetersizliğini, kanûn düzeninin işlemez durumunu yakından görenlerin sayıları daha da artmıştır. Bunlar bir yandan siyaset kitapları telif ve tercü me ederken, öte yandan da su yüzüne çıkmış gerçeklerin nedenleri üzerinde durarak kötü gidişe son vermenin çarelerini, seleflerinden daha etkin bir biçimde, aramağa başlamışlardı. Gözlemcilere göre dirlik ve düzenliğin bozulmasının iki kökeni vardı. Biri şerc-i şerîfe riayetsizlik, diğeri ise örf, adete ve teâmüle dayanan kanûnnâmelerin ihlâli idi. Bu yüzden I. Ahmed devrinde kodifikasyon işinin yeniden ele alındığını görmekteyiz. Bu yüzyılın başında, K itâb-i M üstetâb’in yazarı ile çağdaş, bize o zamanki durumu yan sıtan ve aynı zamanda değerli bazı öneri ve tenkitleriyle X V II. yüzyıldaki ıslâhat ihtiyaç ve eğilimlerini belirtmiş, çareler teklif etmiş bir yazar ile kar şılaşıyoruz. Bu yazar, diğeri idare ve maliye adamı olan Defter Emîni A ynî A li Efendi’dir. Haleflerine rehberlik yapmış olması kuvvetle M uh temel A ynî Ali, III. Murad ve oğlu III. Mehmed devrinde, ordunun savaş yeteneklerini kaybettiği, sayısının gelişigüzel artarak hazînenin
zorluklar içine düştüğü bir zamanda Defter-i Hakani eminliği ve Hazîne kethüdalığı gibi önemli görevlerde bulunmuştu. Bu yüzden de devlet kadrosundaki yönetici sınıf hakkında gerçek fikir sahibi olmuştu. A ynî A li’nin I. Ahmed (ı6 o 3 -ı6 i7 )’e sunduğu ilk eseri Kavânîn-i Âl-i Osman der hulâsa-i mezâmîn-i defter-i dîvân adını taşımaktadır. Bundan başka 1609’da o zamana kadar yürürlükte bulunan kanûnları bir usul çerçevesinde ayrıma tabi tutarak, araziye, timâr ve zeametlere, devlet ricâline, umur-ı tnâliyyeye dâir ve sâ’ir nizamatı bir araya toplayan Kavânîn-i Osmaniyye Havâkîn-i Sultâniyye ismiyle ikinci bir eserini de I. Ahmed adına telif etmiş tir. Osmanlı imparatorluğunun kapsadığı memleketleri, eyâlet, sancak ve her eyâlet ve sancağın defter kethüdası, timâr defterdarı, hâsları, zuamâ ve erbâb-ı timârı, cebelileri ve bunlarla ilgili bilgi veren bu eser yedi fasıl ve bir sonuçtan oluşmaktadır. Özellikle eserin 6. ve 7. fasılları ile sonuç bölümü birtakım ıslâhat istek ve eğilimlerini belirtmekte ve bunun yollarını göstermektedir. Şöyle ki, 6. fasıl zeâmet ve timâr tevcihindeki kanûn, 7. fasıl bu tevcihlerdeki yolsuzluk ve usulsüzlüklerin giderilmesi şartlarını bildirmekte ve sonuçta da bu alandaki düzensizliğin ıslâhı için sürdürülen gayretler anlatılmaktadır. A ynî A li’nin pratik bir gaye ile hazırlayıp pâdişâh’a sunduğu bu risale aynı zamanda X V II. yüzyıl başlarında imparator luğun İdarî, malî ve askerî alanlardaki genel durumu hakkında fikir ver mesi yönünden de ayrıca ilginçtir. Yine X V II. yüzyıl ıslâhatçıları arasında önemli yeri olan iki yazardan daha söz etmek gerekmektedir. Bunlardan biri Kitâb-i Müstetâb'm kaynak lık etmiş olması kuvvetle muhtemel K oçi Bey, diğeri de K âtib Çelebi’dir. IV . M urad’ın musahibi olarak seferlerinde onunla beraber bulunan, Enderun’da Hâs-odalı olarak tanınan K oçi Bey, devrinin siyasî fikirleri yönünden en seçkin kişilerinden birisi olarak tanınmaktadır. Pâdişâh IV . M urâd’a sunduğu lâyihasında yer alan nizam-ı devlet hakkmdaki görüş ve teknikleri, önerdiği çareler, onun bu yüzyılın büyük ıslahatçı larından biri olduğunu göstermektedir. Gerçekten de Telhîsât der ahvâl-i âlem-i Sultân Murâd Hân (Koçi Bey risâlesi) adlı eseriyle K oçi Bey bu devirde bir ıslâhatçı olarak üzerinde durulacak bir şahsiyettir. Nihayet ikinci isim bu yüzyılın en büyük ıslahatçısı ve düşünürü K âtib Çelebi’dir. K âtib Çelebi Keşfi?z-zünûn adlı meşhur bibliyografik eseriyle haklı bir şöhret kazanan ve diğer eserleriyle de tanınan bir fikir adamımızdır. Burada onu devrinin ıslâhatçı düşünürü gibi gösteren eserlerinden kısaca bahsedeceğiz. Bu bilgini kendinden önceki ıslâhatçılardan ayıran ve yüksel ten en belirgin vasıf onun devlet yönetimine dair ileri sürdüğü yapıcı fikir ler yanında, toplumun manevî yönünü düzeltmek gayreti, fikir ve zihni yet inkilabı yapma hususundaki kararlı tutumudur, M üellifin bununla ilgili risâlesinin adı Düstûru*l-amel li-islahiH-halerdir. Bir mukaddime, 3 fasıl ve bir
neticeden oluşan eserini, X V II. yüzyılın ortalafında, IV . Mehmed’in ilk zamanlarında bozulan işlerini düzeltmek gayesiyle yazmıştır. Mukaddime de etvâr-ı devleti, i. fasılda reâyâyı, 2. fasılda askeri, 3. fasılda hazîne’yi ele alan K âtib Çelebi mevcut durumu tesbit ettikten sonra ıslâhat için önerilerde bulunmaktadır. Eserinin asıl enterasan bölümü inhirâf-ı mizâc-ı devlet tedbîrlerinde ve gâile-i kesret ve kıllet ilâcmdadır dediği “ netîce55dir. K âtib Çelebi’nin ıslâhata dair ikinci eseri de 21 bahisten oluşaıi MîzâniTl-hakk f i ihtiyari5l-ehakk'dır. Eserin giriş kısmında devrinin koyu taas subunu acı acı teknik eden yazar nüsbet ilimlerin gerekliğini savunmakta ve Islâm âleminde ilim tarihinin kısa bir panoramasını çizmeğe çalışmakta dır. K âtib Çelebi bu risâlesini telif ettiği sırada memleketin tek ilim ve eğitim kurumu olan medrese inhitata yüz tutmuştu. Nitekim o, bu ese riyle Osmanlı medreselerinin X V II. yüzyılda içine düştüğü skolastik zihniyete ve taassuba hücumun en güçlü mümessili olmuştur. K âtib Çe lebi Mizânü’ l-hakk’da toplumsal ve fikrî meseleleri, daha cesur bir tenkit zihniyetiyle ele almaktadır. II I . K ÎT  B -Î M Ü S T E T  B İşte X V I I. yüzyıl başlarında, devrin, ihlâl edilmiş olan nizâmlarını ve bozukluğun kökenlerini, Koçi Bey’den önce iyi tespitetmiş ıslâhatçı bir yazar da Kitâb-i Müstetâb müellifidir. Adını tesbit edemediğimiz müellif, eserinde Osmanlı imparatorluğundaki sosyal, İdarî, askerî, İktisadî alanlarda ve ulemâ sınıfındaki çöküntüyü gittikçe ££âyîn 4 saltanat-ı Osmânî muhtel ve rişte-i k âcide-i kânûn-i cihânbânî hail olmakta ve hâzînede kıllet ve mâbeyn-i hükkâmda^ adâvet ve kuzâtda rüşvet ve cânib-i düşmende fırsat ve kurbiyyetde olanlar hiyânçt ve ulemâda tam ac ve hamâkat ve ra ciyyetde zirâât-i bî-bereket ve kasâvet, el-kıssa kûşe be-kûşe bidcat ve taraf taraf hacâlet” (Metin 32/00) şeklinde ifade etmektedir. Mevcudiyeti bilinmekle beraber, eserden bugüne dek gerektiği şekilde istifade edilmemiştir. Kitâb-i. Müstetâb adı ilk kez, kendisine yetişmek bahtiyarlığını duyduğumuz değerli tarihçi, hocamız, İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarafından Osmanlı devlet teşkilâ tından Kapu-kulu ocakları, cilt I. (Ankara 1943) adlı eserinde kullanılmıştır. Hocamız bu tetkikinde sadece yeniçeri ocağının bozukluğu bahsinde esere atıflarda bulunmuştur. Yine Halil İnalcık, .X V I I . yüzyıl Türkiye tarihine dair yaptığı araştırmaların birkaçında, bu eserden faydalan mıştır. Uzunçarşılı’nm dışında, X V II. yüzyılın en büyük ıslâhatçı müel liflerinden birinin telif ettiği, Kitâb-i Müstetâb'^dan faydalanan olmamış tır. Sadece 1957 yılında K âtib Çelebi için çıkarılmış bulunan anı kita bında Tayyip Gökbilgin “ XVII. Yüzyılda Osmanlı Devleti ve Kâtip Çelebi55 konulu yazısında eserden bahsetmekle yetinmiş, Agâh Sırrı Levend ccSiyaset-nameler55 ( T D A T Belleten 1962), adlı tetkikinde verdiği listeye Kitâbi-
Müstetâb-ı koymuştur. Nihayet Osman Turan (T&V& cihan hâkimiyet mefkûresi tarihi. I y II. İstanbul 1969) yanlış olarak IV . M urad devrinde yazıl dığından söz ettiği kitaptan çok kısa bazı kısımlar almıştır. Ancak tüm sözünü ettiğimiz bu araştırmacılar risalenin İstanbul kitaplarında mevcut bulunan yazm a nüshasını görmekle yetinmişlerdir. Bu açıklamalar, yayınladığımız Kitâb-i Müstetâb5dan değeri ile orantılı olarak yeterince fayclalamlmadığmi göstermektedir. IV . M Ü E L L İF ve E SE R İN D E Ğ E R İ Kitabında ismini bildirmeyen müellifin hayatı hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Üstelik o da eserinin ne mukaddimesinde ne de metninin içinde hayatı, ailesi hakkında malûmat vermediği gibi bulun duğu memuriyetleri, hatta kendi adını bile zikretmemektedir. Bunun nedenini “ hasbeten li’llâh” düşündüklerini söylemek istemesine ve hiç bir talebi ve muradı olmamasına bağlayan ıslahatçı öteden beri hane danın “ ni’met-perverdesi” olduğunu beyan etmektedir. Buna dair de ki tapta şu ilginç pasaj yer almaktadır: “ Nihayet bu hâksâr-i bâ-sadâkat zamân-ı tufûliyyetteh hânedân-ı Âl-i Osmânın perverde-i n icmet ve hidmet-güzîde-i der-i devletleri olub ve zıllu’llâh pâdişâh-i âlempenâhın nazar-1 âliyeleri ile manzûr ve nice hidmet-i aliyyeleri ile mesrûr olduğum ke’ş-şems zâhir ve mine’l-ems bâhir’dir’ ’ (Metin, 32/00) Burada bir nokta üzerinde durmak gerekmektedir. Ö da yazarın kişiliğine dair ipuçlarını bu pasajda bize vermesidir: cc...Z a m â n -ı tufûliyyetten hânedân-ı Âl-i Osmânın perverde-i n icmet ve hidmet - güzîde-i der-i devletleri olub. .. ” şeklindeki ibare onun devşirme yolu ile» yetiştiğine ve saraya dahil olduğuna kesin bir delildir. Kitâb-i Müstetâb X V II. yüzyıl Türkiye’sine ait mühim bir kaynaktır. Bu devre ait ıslâhat lâyihalarının azlığı dolayısiyle, müşahit bir müellif eseri nin ne denli bir önem taşıyacağı ortadadır. Bu eserin verdiği bilgileri, ortaya attığı meseleleri, yerli ve yabancı çağdaş kaynaklarla, özellikle arşiv malze mesine de dayanarak doğrulamak olanağına sahibiz. Kitâb-i Müstetâb, X V I . yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı devlet ve toplum düzeninde baş lamış çöküntüyü köklerine inerek ortaya koyan bir eserdir. Yeri geldikçe edebî yeteneğini göstermek isteyen yazar, olayları, okuyucuyu düşündüren, devlet hayatı ve birey için nasihat veren bir edada ele almaktadır. O olguları tasvir ederken yeri geldikçe bunlarla ilgili âyet, hadiseler, hik metler, darbımeseller ve şiirlerle süslenmiştir. Bu durum bize kendisinin Enderun’a mensup bir kişi olduğunu göstermektedir. Devrinin kendisinden sonra gelen ıslâhatçı yazarları K oçi Bey’e ve hatta K âtib Çelebi’ye kaynaklık etmiş olması kuvvetle muhtemel bu
isimsiz müellif d e . gözlemlerini doğu devletlerinin eski bir formülüne göre ifade etmiştir. Buna göre pâdişâhın kudreti askersiz, asker parasız, para ve hâzine reâyâsız olamaz, reâyâ ise ancak adâlet sayesinde vergi Ödeye bilirdi. Bize bu yüzyılın başarılarındaki durumu K oçi Bey5den daha geniş ve sistemli bir biçimde ileten yazar bozukluklar ve nedenlerini “ Osmanlı devlet düzeninin ve eski kanunların bozulmasının esas nedeni pâdişâh otoritesinin zayıflaması ve parçalanmasıdır. Zira pâdişâh devletin ruhu sayılır. Eskiden pâdişâhın otoritesini icraya, yalnız vezir-i a’zam, mutlak vekâleti ile haizdi, araya ldmse girmezdi. Fakat şimdi pâdişâh adına doğ rudan doğruya emirler verilmeğe başlanmıştır. Sorumsuz kimseler bu otoriteyi kendi şahsî çıkarlarına alet etmişlerdir. Rüşvet olarak memuri yetleri ve devlet gelirlerini bağışlamağa başlamışlardır. Otoritenin zayıf lamasında pâdişâhların devlet işlerine kayıtsızlığı da büyük rol oynamış tır. Bu zayıflık ise eyâletlerdeki kargaşalığın başlıca kökenidir. Buralarda artık pâdişâh fermanına eskisi gibi aldıran yoktur. Kapu-kullarmm ta hakkümü yüzünden eyâletlerin yöneticileri görev yapamaz hale gelmiş lerdir. Devşirme-kul sistemi bozulmuştur. Reâyânın askerî sınıfa girmiş olması bozukluğun başlıca sebebidir. Saray hizmetlerine devşirmeler yerine Müslüman reâyâdan kimseler alınmağa başlamıştır. III. Murad devrinden itibaren reâyânm silâh taşımasını yasak eden, onların kapukulu olmasını veya doğrudan doğruya sipahi timârı almasını meneden kânûnlara riayet edilmemeğe başlanmıştır. Neticede askerin kalitesi düş müş, disiplin bozulmuş, çiftçiler topraklarım bırakmalarım bu dürüm teş vik etmiştir. Levendler ve sekbanlar bunlar arasında türemiş, ekserisi Gelâlî olmuşlardır. Öyle ki olur olmaz reâyâ bir çift öküzünü satıp akça kuv veti ile kimi sipahî kimi yeniçeri olup istedikleri dirliğe ve mansıba geç mişlerdir. Tinıârh sipahî ordusu önemini kaybetmiştir. İmparatorluğun esas ordusunu eyâletlerde timârlarında oturan sipahiler teşkil ederdi. Fakat şimdi saray halkı ve ekâbir hükümet otoritesinin zayıflamasından istifade ederek timâr ve zeametleri kendi tasarrufları altına geçirmişler ve böylece sipahî aileleri dirliksiz kalmışlardır. Bu durumda devlet kapu-kulunü çoğaltmak mecburiyetinde kalmış, bunlara ulûfe, maaş yetiştirmek zor laşmış, merkezî hâzinenin yükü fazlası ile artmış, malî sıkıntı başgöstermiştir. Kapu-kulu devlete tahakküm eder olmuştur. Reâyâ asker olmağa özenince toprağını bırakmış, istihsal azalmıştır. Diğer taraftan bu toprak ların çoğu ekâbir çifdikleri haline gelmiştir. Reâyânın vergi yükü merkezî hazînenin artan yükü nedeniyle artırılmıştır. İltizam usulu genişlediğin den suistimaller sebebiyle bu yük çekilmez hale gelmiştir. Bu sebepten reâyâ dağılmağa toprağını bırakıp kaçmağa, levend, sekban olmağa veya eşkıyalığa başlamışlardır. Kudreti olanlar Rum eli’ye, İran’a ve K ırım ’a kaçıp sığınmışlardır. Üsküdar’dan Bağdad’a ve Revan’a varınca “ kurâ ve m e za rf’deıı ancak 1/4 kalmıştır. Boş kalan toprakları, çavuş, zaim,
pâdişâh kulları tasarruflarına geçirmişlerdir .55 şeklinde formüle etmek tedir. Görülüyor ki, Kitâb-i Müstetâb kapsadığı geniş konular ve ayrıca önerdiği çareler yönünden üzerinde uzun uzun durulması gereken bir ıslâhat kitabıdır. Osmanlı devletindeki “ tagayyur ve fesadın 55 ilk belirti lerini K anunî devrinde bulan yazar, asıl bozuklukların III. M urad za manında başladığına işaret etmektedir. Olayları toplumsal yönden de eleştiriye tabi tutan yazar, yükseliş devrindeki müesseselerin, yani başlıca mutlak ve merkeziyetçi pâdişâh otoritesinin, kul sisteminin, timârlı sipahî ordusunun ve kânûn düzeninin, ihyası neticesinde durumun düzelebile ceğim savunmaktadır. Bunun içindir ki eserinde K anunî ve öncesi dev rine atıflar yapmaktadır. Eserdeki ifade ve ıslâhat düşünceleri bize Koçi Bey5i hatırlatmaktadır. Ancak yukarıda verdiğimiz kısa açıklama dikkatle incelendiğinde Kitâb-i Müstetâb’m K oçi Bey5in risâlesine kaynaklık yaptığını ve daha mufassal olduğunu görmek mümkündür kanısındayız. V . E SE R İN
T A R İH İ ve K İM E
SUN U LD UĞU
M ESELESİ
Hemen değinmek yerinde olur ki, eserin tarihi ve kime sunulduğu meselesine dair de Kitâb-i Müstetâb’da, açık bir bilgi verilmemektedir. Ancak burada eserde yer alan bazı kayıtlara göre, bu soruna bir çözüm getirmeğe çalıştık. Şimdi bu hususta bizi bir takım doğru neticelere götüren kayıtları buraya naklederek bunlar üzerinde ayrı ayrı duralım : 1. “ Denile ki bundan akdem Burusa5ya Celâlî eşkiyalarmm defci için bi5zzât merhûm ve mağfûrun-leh Sultan Ahmed Hân hazretleri azîmet buyurduklarında vlizerâ ve ehl-i menâsıb olan kullar düğüne ve yâhûd seyrâne gider gibi gitmişler . . . 55 (Metin 3 9/^ ).
2 . “ Şimdiki hâl müşarün-ileyh merhûm Sultân M urâd Hân hazretleri nin zamânmdan berû yirmi beş yıldan mütecâvizdir ki kanûn-i Âl-i Osmân bozulub sipâhî ve silahdâr b a cdehu Yeniçeri ağası vüzerâ ile sefere varıl mağa ihdâs olundu 55 (Metin, 17fx\). Müellif, 1, pasajda I. Ahm ed5den merhûm diye söz etmektedir. Bu hükümdarın ölüm tarihi ise 1617 yılıdır. O halde bu kayda göre eserin telif tarihi 1617 yılından sonra olmalıdır. Nitekim 2. pasajda yer alan “ Merhûm Sultân Murâd Hân hazretlerinin zamânmdan berû yirmi beş yıldan mütecâvizdir 55 ibaresi, hem yukarıdaki düşüncemizi destekle mekte, hem de bize kesin telif tarihini vermektedir. Burada adı geçen hükümdar III. M urâd 5dır. Onun ölüm tarihi olan 1595 yılma 25 ilâve ettiğimizde 1620 rakamını buluyoruz ki, bu sırada Osmanlı tahtım II. Osman (1617-1622) işgal etmektedir. Nitekim şu mısralarda:
“ Âsumân-ı devlet u zıll-ı hüdâ Osman Hân Halk-ı âlem sâye-i adlinde buldular emân Âfitâb-ı lem ca-i hilm ü hayâ Osmân Han Zıll-i adlinde anun buldu cihân emnü emân Âfitâb-i mülk ü zill-i Hakk Osmân Hân Halk-i âlem sâye-i adlinde buldular emân55 (Metin, 35/0 <\) geçen Osmân Hân da II. Osmân olmalıdır. Verdiğimiz bu izahattan çıkan sonuca göre: a)
Kitâb-i Müstetâb'*m telif tarihi 1620 yılında veya az sonradır.
b) Yazarın eserini II. Osmân5a sunmuş olmalıdır. c)
II. Osmân5m ıslahat teşebbüslerine geçmesinde Kitâb-i MüstetâVm etkisinin olduğu düşünülebilir.
d) Yazarın ismini saklaması ise, II. Osmân5a yakınlığı nedeniyle, payitahtta bu hükümdara karşı mevcut husumeti bilmesi ile ilgili olmalıdır. e)
Yazar, III. Murâd, III. Mehmed, I. Ahmed ve II. Osmân devir lerinde yaşamıştır. > V I . E SE R İN K A P S A M I
Eser, kısa bir giriş ile 12 bölüm ve zeylden oluşmaktadır. Girişte^ değişen şartların “ nizâm-ı âleme ihtilâl ve re£âyâ ve berâyâ in licâP5 verdiği belirtilmekte, “ sâhib-i hükümet55 onların ahvâl-ı âleme ne denli “ tedbîr ve tedârük55 ile düzen getirebilecekleri anlatılmaktadır. I. Bölüm: Burada Osmân G azfden Sultan III. Murâd zamanına kadar her kademedeki devlet yönetimlerinin şeriat ve kanunlarına uygun hareket ettiklerinden, adâleti gözettiklerinden, bu yüzden de geniş ülkelerin fethedildiğinden ve reâyâmn refalı içinde bulunduğundan söz edil mektedir. Eserin yazarına göre, III. M urâd5dan beri adâlet bir yana bı rakılmış, vezirler ve beyler birbirlerine düşmüş, K u l tâ5ifesi içine yabancı karışmış, makam sahipleri “ hemen bugünü hoş görelim, irtenin ıssı var dır55 duygusu içinde öz çıkarları peşindedirler. Gerekli tedbirler alınmazsa devletin temelinin kazılması mukadderdir. II. Bölüm: K u l tâifesi5nin ahvâli ve dirlik tevcihi hakkındadır. K apu kulu askerlerinin, hiç gereği yok iken, sayısı artırılmış ve gelirler giderleri karşılayamaz olmuştur. Bunun nedenlerinden ilki, serdârların gelişigüzel tevcîhatta bulunmalarıdır. Kanûn-i kadîme göre, serdârlar, serhadlerde ve muharebelerde zafer kazanıldıktan sonra, savaş mahallinde “ terakki veyâhûd ibtidâdan dirlik vermeğe55 yetkili idiler. Oysa yukarıda belirtilen
tarihten sonra, İstanbul’dan çıkar çıkmaz “ beğlerbeğleri ve sancakbeğleri ve sâ’ir mansıb nâmında âleme belâ nâzil olan rüşved sebebiyle tebdil ve tağyir ve azl ve nasb itmeğe başlamışlardı” . Sipahilik, çaşnigirlik, çavuşluk tevcihleri alanı satanı belli olmayan bir alış-veriş konusu teşkil etmiştir. Aralarına karışan yabancılar dolayısı ile sayısı artan K u l tâ’ifesinin maaşları ödenemez olmuş, ödense bile “ kesik para55 verildiğinden, asker “ üslûb-ı sâbık55tan çıkmış, kânûn gözetilmediğinden Celâlîler ve fitne ehli türe miştir. Bunlara kimler sebep olmuştur? II I . Bölüm: Bu bölümde yazar, hazîneye zarar gelmesinin bir nedeni olarak sadr-ı azâmlarm, K u l tâifesinden birine, “ rikâb-ı hüm âyûnca arz eylemeden terâkkî ve ibtidâdan dirlik vermeğe başlamalarını göstermektedir. Bu yüzden dirlikler almur-satılur hale gelmiş, “ Isâ takyesin M usâ5ya giydi rilir55 olmuştur. Böyle dirlik sahibi olanların “ Devlet-i Aliyye55ye ne şekilde hizmet edecekleri ortadadır. Rüşvetin bir belâ halini almasını da mansıblarm ehline verilmeyişinde aramak lâzımdır. IV . Bölüm: K u l tâ5ifesinin bir nizâmı vardır. Bir kulun tâ vezîr oluncaya kadar mertebeden mertebeye geçişi kanûna tâbidir. Buna göre, sekiz on yılda bir veya gerektiği zamanda, Rumeli memleketlerinden oğlan devşirilmesi emrolunurdu. Bu işi bilir yayabaşılarm devşirdiği oğ lanlar Divan-ı hümâyûn5a getirilir, pâdişâh arz odasında iken gösterilir, sonra kapu ağası yararlarını iç oğlanlığma seçer, diğeri Türk terbiyesi almak üzere aileler yanma gönderilirdi. Sonra “ acemi oğlanları55 ocağına alınır, buradan da Yeniçeri tâ5ifesine katılırlardı. İç oğlanların terbiye ve öğretimden geçmeleri saraydaki odalarda yükselmeleri ve görevle taşraya çıkmalarının belli kuralları vardı. Lâkin bu kanûıı Sultân III. Murâd devrinin ortalarına doğru bozuldu. Ocaklara “ ecnebi55 girmesinin yolu açıldı. “ Meselâ kadîmî bölük halkı yedi sekiz bin nefer iken şimdi yirmi binden ziyâde olub ve Yeniçeri ocağı kadîm î sekiz bin iken b a cdehu mer hûm Sultân Süleymân Hân hazretlerinin zamân-ı şeriflerinde on iki bin olub şimdi ise kırk bine karîb olmuştur55. Kezâlik sâ5ir ocakların neferi bir iken üç olmuştur. Böylelikle sayıları artmış, ancak “ saplama ve ecnebi55 olmayan devirlerdeki “ mansur ve muzaffer55 askerden eser kalmamıştır. Yeniçerilikten vezir oluncaya dek neferlikte, ağalıkta, sancak ve beğlerbeğlikte görev yapanlar “ recâyâ nedür, asker nedür, hükümet ve adi ve zulm nedir55 bilen kimseler iken, Kanûn-ı Âl-i Osmân bozulmakla alıval-i âlem here ü merc olmuştur. Bunun sebebi de baştaki bozukluktur. “ Serdar olanlar ve Âsitânede sadrda olanlar satarlar, beyler dahi akçalarıyle satun alırlar; yoksa kimesne gelüb darben dirlik ve sancak ve beğlerbeğlik almış yoktur55. “ Celâlî zuhûr etti, zorba peyda oldu diye taaccüb etmenin gereği yoktur.55 Devlet-i Aliyyenin temeli bizim tarafımızdan yıkılmaktadır. V . Bölüm: Yeniçerilerin sayısı, K anunî devrinden sonra çoğalmıştır, ancak işe yararları azalmıştır. Yeniçeri olarak defterde kayıtlı olanların
çoğu bir yolunu bularak, sefere gitmez olmuşlardır. Eskiden, İstanbul civarındaki kefere bağlarım talan edilmekten korumak için ihdas edilen “ koruculuk55 bahane edilerek, devrimizde zengin Yeniçeriler, Yeniçeri ağa kapusunda para verip sefere gitmekten kurtulmuşlardır, “ O da koru cusu55 diye bin nefer koruculuk ihdas edilmiştir. O da koruculuğa diye bir şey, kananda yoktur. Yeniçerilerin ve diğer kapu-kulunun nizâmı bozulduğundan; seferler başarısızlıkla sonuçlanmış, sonunda da ıo beğierbeğlik Kızılbaş eline düşmüştür. Rumeli'de elden çıkanlar da düşünülürse, tez elden tedbîr alınması gerekmektedir. ..... V I. Bölüm: Acem î oğlanları, eskiden ancak bin nefer kadar olup, ikişer buçuk akçaya mutasarrıflardı ve Yeniçeri olduklarında üç akça alırlardı. Şimdi ise hem sayıları artmış hem de beş, altı, yedi akçalı olmuş lardır. Defterde ismi olup, kendisi beşikte ya da işinde gücünde birçok acemî oğlanı mevcuddu. Acemiyân iki üç misli artmış olmasına rağmen hiçbir hizmet görülmemekte ayrıca yevmiyeleri ziyâde olmağla beytülmâl-i müslimîne “ gadr ve zarar ve itlaf ve israf55 olmuşdur. Sâ5ir ocak ların durumu da pek farklı değildir. Ne alan bilür ne satan bilür, katcâ Devlet-i Aliyyeyi kayırur kalmamıştır. Bütün bunları ıslâh etmek ve iradı masrafa üstün getirmek lâzımdır. V II. Bölüm: Ulûfeli kapu-kulundan başka, Anadolu, Rumeli ve A ra bistan'da zeâmet ve tîmâr tasarruf edenler iki yüz bin askerden fazla idi. R u meli zuemâsı sefere memur olduklarında otuz kırk nefer âdemleri ile gelir lerdi. İşte Arab, Acem ve Rûm ’da birçok memleketler ve kaleler bu askerle fethedilmiştir. Yoksa Kapu-kulları, sadece pâdişâhın kafadarlarıdır. Ancak bütün tîmâr ve zeâmetler, vüzerâ ve ekabirin sepetlerine girmekle zuemânın ocakları sönmüştür. “ Hemen her sefer oldukça yalnız kapu-kulu ile her yıl bir seferdir gider oldu ve bu sebep ile hem K u l tâ’ifesi emre mahkûm olmayub ve hem memleket ve re*âya ve hazîne elden çıktı55. Beğlerbeği ve sancakbeğlerinin ve diğer tîmâr sahiplerinin cebülüleri gittikçe azaldı. Yeniçeri kullarının mevcudu otuz beş bin olduğu halde bunlardan pek azı sefere memûr yazılır diğerleri, korucu, tekaüd, kalelerde nöbetçi diye rikâb-ı hümâyûna bildirilirlerdi. Ancak sefere yazılanların bile defterlerde ismi olduğu halde sayıları yedi sekiz bin neferi geçmezdi. Fakat mevcud olmayan kapu-kullarını, serdarlar mevcud gösterip, kendilerine gelir saymağa başlamışlardı. Bu durum K u l tâ’ifesini Celâlî yapmış ve eski zaferler artık kazanılamaz olmuştur. V II I. Bölüm: K anunî Sultân Süleyman devrinde yapılan seferlerde her türlü tedbîr alındığı için sayısız başarılar elde edilmiştir. Esasen, pâdişâh ka tılsın katılmasın, Sipâhî ve silahdâr bölükleri ile Yeniçeri ağası veya sadr-ı
a czamın bulundukları seferler, gerçek seferlerdir. III. M urâd’m saltanatının başına kadar kânûn olmadığı için sipahî ve silâhdar ile Yeniçeri ağası pâdişâh sefere gitmediği zaman vüzerâ eşliğinde sefere gitmezlerdi. Çünkü bunlar pâdişâhın hassa ordusunun kumandanları idiler. O nerede olur ise bunlar da orada olurlardı. Ancak III. M urad’dan itibaren sipâhî, silahdâr ve Yeniçeri ağası vüzerâ ile sefere çıkmağa başlamışlardır. Bu suretle “ Kânûn-ı Âl-i Osmân55 bozulmuş ve her yıl bazen Acem diyarına, bazen RumeliJ,ne seferler olmakla Anadolu memleketlerindeki reâyânın ekseri perakende ve perişan olduklarından başka birçokları Celâlî ve eşkiyâ olmuşlar, köylerin de birçoğu harâb hale gelmiştir. Bozukluğun sebeplerinden biri de hazînenin boşalmasından ileri gelmektedir. Düzensiz masrafların gelirlerden fazlalığı nedeniyle K u l tâ5ifesinin ulûfeleri ödenmez olmuştu. Bu yüzden “ ekser K u l tâ5ifesi birer kâr ve kisbe sâlik olmuş ve kimi bazı devletlûlerin kapusunda hademeleri olmuşlardır55. Seferlerde hizmete yarar kul kalmamıştır. Oysa saltanatın devamlılığı için üç şey gereklidir: Reâyâ, hazîne, asker, devrimizde bu üçü de bozulmuştur. Çünkü reâyâdan hazîne, hazîneden ordu hâsıl olur, ordu ile de düşmana başarı sağlanır. Ancak bütün bunların tam işleyebil mesi için: Adalet, kanûn-ı kadîm üzere mansıb ve dirliği ehline vermek gerekmektedir. Sadr-ı a czamlık müessesesi de bozulmuştu. Eskiden cem-ci âlem vezîr-i a czamdan korkar iken şimdi vezîr-i a czam5lar olur olmaz kimselerden kork mağa başlamışlardır. Bunlar da “ bu günü hoş görelüm, irtenen ıssı vardır55 diyerek maslahatçı idareyi benimsemişlerdi* IX . Bölüm: Devletin basma çöken belâlardan biri de rüşvettir. “ Âsitâne-i sacâdetde olan ehl-i menâsib yirmi beş otuz yıldan berû rüşvet tarî kine sâlik olmuşlar ve rüşveti dahî bir mertebeye iletmişlerdir ki hedâyâ deyû âşkâre kapudan kapuya verilür ve almur olmuşdur55. Âsitâne5nin durumuna paralel olarak, beğlerbeği, sancak beğleri ve diğer görevliler de aynı belâya tutulmuşlardır. Kadılar, rüşvetle geldikleri makamda, şerîat ve kanûnu uygulamayı düşünmekten çok, verdiklerini toplama verdine düşmüşler, beğlerbeği ve sancakbeğleri ise, “ sen çok aldun ve ben az aldum55 deyû birbirleriyle kavga etmekten Devlet5e sadakati unut muşlardır. X , Bölüm: Pâdişâhın “ sağ kanadı vezîr-i a czamı ve sol kanadı Harem-i muhteremede olan kapu ağasıdır55. Kânûn-i Âl-i O sm ânfde kapu ağası pâdişâh5m sol veziridir, vezîr-i a czam5dan sonra. îçerûye müteallik umûr-i küllî ve cüz5îyi arz itmeğe sâhib-i arzdır ve taşrada olan b a czı ahvâller bilinmek içün pâdişâhlar kapu ağasiyle müşâvere itmek kanûıı-i kadîm dir55. Ancak III. M urâd5m cülûsunda kapu ağası olan Mahmud A ğ a 5dan sonra kapu ağalık ahvâli de bozulmuştur. Öte taraftan K u l sis
teminin bir yanı olan “ iç oğlanları55nm durumu da karışmıştı. Eskiden beri bunlar devşürme ve yâhûd sahîh kul cinsi pişkeş olı gelmiştir. Şimdi ise saray5da on oğlanda bir sahihçe kul cinsine rastlamak mümkün olma maktadır. Bozuluşun önemli âmillerinden biri de bu olmuştur.55 denerek bunların mevcud durumları hakkında bilgiler verilmektedir. X I. Bölüm: Eserin son iki bölümünde buraya kadar anlatılan devlet ve toplum hayatında görülen bozuklukların nasıl düzeltilebileceği ve ne gibi tedbirler alınması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Pâdişâh, “ memâlik-i mahrûsada olan recâyânm ,.eyyâm-ı adâletinde âsûde -hal olmasını55 sağlamakla sorumludur diyen yazar eskiden sadr-ı a5zam olan kimseye verilen talimat üzerine durmaktadır. Bunlara riayet edilmesi nedeniyle âlem nizam ve intizam üzre yürümüştü demektedir. Devam lı inhitatın baş nedenlerinden birinin de, iyi sadr-ı a czam gelme mesinde bulmaktadır. Çünkü vezîr-i a czam olanların sû-i tedbîri ve rüşvet almaları, cümle âlemde olan yaramazlıklar, bid’atler, hilâf-ı kanûnİarm ortaya çıkmasının tek sebebidir. . X II. Bölüm: Burada da pâdişâhın ne tip bir devlet adamını sadr-ı a czam tayin etmesi gerektiği üzerinde durulmakta “ pâdişâha lâyık ve lâzım olan İslâmî kavî ve diyaneti mükemmel ve Kânûn-ı Âl-i Osmânı icrâ ider zamân-i sâbıkda olan ecdâd-l izâmlarmm vüzeraları gibi tarîk-i hakkı gözedir bir müselmâm bulub sadr-ı a czam55 ataması gerektir, den mektedir. Ayrıca vakit kaybetmeden bu nitelikleri olan bir kimseyi bulub derhal sadr-ı a czamlığa tayin etmesi hususunda pâdişâh da uyarılmaktadır. Bunların yanı sıra bu bölümde eserin telif sebebi de yazar tarafından açıklanmaktadır. ZeyPde de: pâdişâhın devlet görevlerine aşağıda belirtilen sual leri tevcîh ederek, “ umûr-ı din ve devlete m ütecallik55 düşüncelerini ve önerdikleri tedbirleri öğrenmesini istemektedir. Vezirlere, hükümette olan ulemâya Altı Bölük ve Yeniçeri ocağının ihtiyar kullarına sorulması istenen hususlar şunlardır: i-Eskiden seferlerde daimî başarı kazanılıp düşman elinden memleketler ve kaleler alınırken nice yıldır düşman ülkemizi çiğnemekte ve fetihler elden gitmektedir. Reâyâ perişandır, beytü5l-mâl-i müslimîn boşyere sarf ve telef olmaktadır. Bunun sebebi nedir? Başarısız lıklarda ve devamlı gerilmede, K anunî Sultan Süleymân5dan sonra bizzat pâdişâhların ordunun önünde sefere çıkmamalarının etkisi var mıdır? 2Şimdi gerek Yeniçerilerin gerekse Altı Bölük Sipâhî halkının sayıları artmışdır. Örneğin Kanunî devrinde Yeniçeriler 011 iki bin iken, şimdi otuz beş bin, Altı Bölük Sipâhî kulları dokuz bin iken on dokuz bin olmuş lardır. K ü l tâ5ifesinin sayısı bu kadar artmış olduğu halde eski zaferler neden kazanılmamaktadır? 3-Yeniçeri ve Altı Bölük süvarilerinin sayıları fazla olmasına rağmen, sefer vukuunda sayıları defterlerde yazılanın çok
çok altındadır. Birçoğu ticaret ve sanatla uğraşmaktadırlar. Aralarına ecnebi girmiş bu kulların iştirak, ettikleri seferden hidmet ve nusret beklenilebilir mi? 4-Eskiden, başta vezirler olmak üzere her kademedeki ümerâ tâ’ifesinin “ mükemmel kapu halkı53 ile, sefer vaki oldukta derhal katılmaları mümkün olurken, şimdi dirlikler gelişigüzel dağıtıldığından buna imkân olamamaktadır. Kanun-ı kadime uyulmamasının nedenleri nelerdir? 5 - K u l içine, “ recâyâ oğlu, olan Etrâk, Ekrâd ve Çingâne ve T ât ve Acem ve sâ5ir55 kânûn-ı kadîme aykırı olarak, ne yolla katılmışlar dır? 6 - Ulûfeye mutasarrıf kullara her üç ayda ulûfeleri Dîvân-ı hümâyûn da verilmek kânûn-ı kadîm iken, şimdi sadece Yeniçerilere tamâm ulûfe verilip, sipâhîlere dahî para kesik üzre virilüb ve sâ5ir kulların “ mültezim ler kapusuna55 Yehûd ve diğer kefere eline düşürüldüğü doğru mu? 7 Pâdişâh hâslarından, her yıl nice yük akçe hazîneye girer iken, şimdi gelmez olmuştur. Hâsların birer yolu bulunarak, onun bunun elinde kalmasına sebep olan kimlerdir? “ Bu cümle ahvâlleri giru üslûb-ı sâbık üzre nizâm ve intizâm buldurmasının tedbîr ve tedârüki ve re5y-i sevâb ne üslûb üzre görülmesi münâsibdür?53 V I I . K ÎT Â B -I
M Ü S T E T Â B ’m
M E V C U D ; N ÜSH ALAR I
Enderun’dan yetişmiş ismi bilinmeyen yazarın II. Osmân adına ı6205lerde kaleme aldığı K itâb-i M üstetâb’m bugüne dek kataloglara geç miş bir tek nüshasının bulunduğu bilinmekte idi (Bkz. İstanbul Kütüpha neleri Tarih-Coğrafya Yazmaları K atalogları. Türkçe Tarih Yazmaları, İstan bul 1943, s. 290-291). X V II. Yüzyıl Osmanlı dirlik ve düzenlik tarihi için birinci derecede bir kaynak olan K itâb-i M üstetâb’m bugün iki nüshası daha meydana çıkmıştır. Bunlardan biri Türk Tarih Kurum u K ütüp hanesi No. 537'de, diğeri de Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Bölümü Nr. 3514/de kayıtlı bulunmaktadır. I. Süleymaniye K tp., Hamidiye No. 983 (Kısaltması M ): Varak
: 64 (Vrk. 53 a5da.n sonra gelen kısım ahlâk ve terbiyeye ait bir risâle)
Ölçü
: 2 28 x13 4 mm.
Y azı
: Nesih. Bölüm ve önemli yerler kırmızı (surh), sayfa ke narları kırmızı cetvelli.
Satır K âğıt
• î7 ■ : Venedik.
Başlık
: H afif müzehheb.
istinsah Tarihi : Yok.
(155 X 75 mm.)
•
' -
■■
..........
'
Müstensihi
: Belli değil.
Cilt
: Nefis ebrû kâğıt kaplı, mıldepli, yaldızlı.
V ak ıf ve temellük mühürleri: Birinci yaprakta I. Abdülhamid’in tuğra şeklindeki mührü vardır. X V III. yüzyılın basma ait. II .
Türk Tarih Kurum u K tp., No. 537 (Kısaltması T ):
Bu nüsha Nurnâme ile aynı ciltte bulunmaktadır. V arak
I I I . Süleymaniye K tp., Fatih, No. 3514 (Kısaltması F ) : Bu mecmûada Kitâb-ı Müstetâb’m bir nüshası mevcuttur (Vrk. 1 a 72 a ) : Ölçüsü
: : 237 X 180 mm. (180 X 110 mm).
Y azı
: Sülüs. Söz başları ve önemli yerler kırmızı (surh), sahîfe kenarları kırmızı cetvelli.
Satır
: 13
K âğıt
: Aharlı.
İstinsah tarihi : 1063 Müstensihi
: Belli değil.
Cilt
: Kahverengi meşin, mıklepli ve şemseli, cetvelli.
V I I . M E T N İN Y A Y IM L A N M A S IN D A U Y G U L A N A N YÖNTEM Eserin elde bulunan üç yazma nüshasının karşılaştırılması, aralarında herhangi bir ilişki bulunmadığını ortaya koymuştur. Bu bakımdan metin te sis edilirken her üç nüshadan da faydalanılması gereği ortaya çıkmış, fakat, Fatih nüshası önemli sayılabilecek varyantlar ihtiva etmemesi nedeniyle karşılaştırılmasından vazgeçilmiştir.
Metin tesisinde karşılaştırmaya esas olan iki nüshadan Türk Tarih Kurum u nüshası (T) ’nm, müellifin üslubu ile bağdaşabilecek arkaik, nispe ten ibtidaî sayılabilecek imlâ özelliklerini muhafaza ettiği kanaatine vardık. Bununla beraber bu nüshada da tam bir imlâ ittıradının bulunmadığı göze çarpmaktadır, Örneğin, “ üjjS” kelimesi hem(j) ile hem de (j)5sız olarak yazılmaktadır, “ ü^pjİ55 kelimesi bazen bazen de tarzında geç mektedir. Yine “ jrcSV5 kelimesi bazen (û^), bazen (û ^ ) kelimesi, bazen bazen (j Vj İ) şeklinde yazılmaktadır. Yine (T) nüshasında müstensihin dikkatsizliği dolayısıyle bazı küçük atlamalar ve yanlışlıklar bulunmakla beraber, bu nüshanın müellif nüshasına en yakın nüsha oldu ğunu ve (M) nüshasını istinsah edenin, metin üzerinde bazı tasarruflara giriştiğini gösteren deliller vardır. Metnin dikkatle gözden geçirilmesi gösteriyor ki, müellif tam mânasıyla Osmanlıcaya vâkıf olmadığı gibi, cümle tertiplerinde de pek iptidaî görünen bazı düzensizliklerden kurtu lamamıştır. Örneğin, (T) nüshasında oLj” gibi yanlış görünen fakat müellifin üslûbu dikkate alınınca yadırganmayacak bir ibare, (M )’yi istinsah eden tarafından “ üaJj&U* oLj55 şeklinde düzeltilmiştir. Müellif, birçok yerlerde ccj i j i ” yerine yanlış bir tarzda cc«uij!55 şeklini kullanmaktadır. Bunlardan bir kısmî (M) nüshası müstensihi tarafından düzeltilmiştir. Örneğin, (r*) cc4*il” (T), (M). Ayrıca birçok iptidaî imlâ şekil leri klasik Osmanlı imlâsına göre değiştirilmiştir. Bu bakımdan (T) nüs hasına uymak uygun görülmüştür. Yayında : 1. Nüshalar arasındaki imlâ ittiradsızlığmdan doğan basit farklar notlarda belirtilmedi, 2. M anaya hiçbir tesiri olmayacak önemsiz ayrılıklar da gösterilmedi. Örneğin, \ oj\ * s.de T nüshasından alman J M nüshasında j! Jm şeklindedir. 3. Metnin okunmasını zorlaştıracak hallerde eski imlâ şekillerinde önemsiz değişiklikler yapıldı. 4. M uttarit olmayan imlâ şekillerinde daha arkaik olduğu bilinen şekiller tercih edildi. 5. Metinde geçen bütün âyetlerin K u r’andaki yerinin ve hadîslerin tesbitine çalışıldı ve notlarda gösterildi. ............ 6. Teknik zorluklar dolayısıyle (d f)’ler gösterilemedi. 7. Eski metin Türk harflerine çevirilirken Tarih Vesikaları Dergisi’nin 16. sayısında Adnan S. Erzi tarafından yayınlanan imlâ kurallarına uyuldu. Bununla beraber, “ aUbb55, cc<üU.J” gibi kelimeler Osmanlıcada kullanılan yanlış şekilleri ile bırakıldı. Kelime ortası ve sonunda bulunan bütün (g)’lar (c) ile, (*)5ler (’) ile gösterildi, M üellifin iptidaî üslûbu için tabiî görülebi-
lecek cümle aksaklıklarının düzeltilmesi yoluna gidilmesi. Örneğin, r-r/1 v / u ’de “ ^0*1 £kl?” ile konuya birdenbire geçilmekte, arada açıklayıcı bir ibare bulunması gerekirken, böyle bir tamamlama yapılmamaktadır. Yine, n-û/ro5da CC^U j ^ 55 terkibi düzgün görünmemektedir. 8. Doğruluğundan şüphe olmayan âyet ve hadîsler, nüshalarda farklı yazılmışsa, bu farkların gösterilmesinde lüzûm duyulmadı. 9. Metinden düşmüş olabileceğini aşağı yukarı kesinlikle tahmin etti ğimiz çok nâdir ilâveler yapıldı ve bunlar şeklinde parantezlerle gösterildi. Örneğin, w / n ıo . Eski harfli metne ait indekste ilk rakam sahîfe sayısını, İkincisi ise satır sayısını göstermektedir.
SEÇÎLMÎŞ BİBLİYOGRAFYA (Giriş kısmı bu bibliyografyadan faydalanılarak yazılmıştır) A kdağ,
M u s ta fa . Celâli karışıklıkları-Büyük başlaması. Erzurum 1963.
Celâlî
karışıklıklarının
---------- Türkiye tarihinde içtimâi buhranlar serisinden: Medreseli isyanları. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası X I / 1-4 (1949-5°) s- 361-387-----------Celâlî isyanlarından büyük kaçgunluk (1603-1606). Araştırmaları Dergisi, II/2-3 (1964) 1-49.
Tarih
----- ----- Osmanlı İmparatorluğunun yükseliş devrinde esas düzen. Tarih Araştırmaları Dergisi, i l i /4-5 (1965), 139-156. ----------- - Genel çizgileriyle X V II. yüzyıl Türkiye tarihi. Tarilı Araştırma ları Dergisi, IV/6-7 (1966) s. 201-247. ----------- Türkiye’nin İktisadî vaziyeti. Belleten 51 (1949), s. 497-568, 55 ( i 95 °) s- S ^ - 4 1 1 ---- —
Cel âl î isyanları. Ankara 1963.
----------- Tim âr rejiminin bozuluşu. D il veTarih - Coğrafya III/4, 419-420.
Fakültesi Dergisi
 li. K ünhü’l-Ahbâr, Üniversite Kütüphanesi, T .Y . 5959. — -------Fusûlü’l-halli ve’l-akd ve usûlü’l-harcı ve’n-nakd. Nuru Osma niye K tp. Nr. 3399. -----, ----- Nasihatü’s-Selâtin. Üniversite K tp. Nr. 4098, Fatih K tp. Nr. 3522 . A y n î A li. Kavânîn-i Osmân der hülâsa-i mezâmîn-i defter-i İstanbul 1280.
dîvân.
B a rk a n , Ö. L. Tarihî demografi araştırmaları ve Osmanlı tarihi. Türkiyat Mecmuası X (1955) 1-36. ----------- X V ve X V I. asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda ziraî ekono minin hukukî ve mâlî esasları I. Kanunlar. İstanbul 1945. ----------- Essai sur les donnees statistiques des registres de recensement dans 1’Empire ottoman aux X V et X V Ie siecles, Journal of the Economic and Social History of the Orient, 1958.
B e h r n a u e r , F. A. K oğabeg’s Abhandlung über den Verfall des osmanischen Staatsgebaeudes seit Sultan Suleiman dem Grossen. £ D M G
15 ( 1861) 272- 332. ----------- D as Nasihatnama. Dritter Beitrag zur osmanischen Gesellschaft. ZD M G 18 (1864) 699-740. G ez ar, M . Osmanlı tarihinde levendler. İstanbul 1965.
,.
G ook, M . Population pressure in rural Anatolia 1450-1600. London 1972. Ç a ğ a t a y , N e ş’et. Osmanlı İmparatorluğunda reâyâdan alınan vergi ve resimler. D T C F D V (1947) s. 483-511. G ü ç e r , L. X V I - X V I I . Asırlarda Osmanlı imparatorluğunda hububat meselesi ve hububattan alıiıan vergiler. İstanbul 1964. H aşan
K â fî- i A k h is â r î. Usûlli’l-hikem fî nizâmi’l-âlem. Esad Efendi K tp. Nr. 1823.
İ n a lc ık , H. Osmanlı imparatorluğunun kuruluşu ve inkişafı devrinde Türkiye’nin İktisadî vaziyeti üzerinde bir tetkik münasebetiyle. B elleten 60 (1951) 629-684. ---- ___ Osmânlılarda raiyyet rüsumu. B elleten
95
(1959)
575-610.
— ------ - Adaletnâmeler. B elgeler 3-4 (1965) 49-145. ------------ Capital formation in the Ottoman empire. Jou rn al o f the Economic History 29/I (1969) 97-140. ---------— The Ottoman decline and its effects upon the reaya. Rapport to
the Second International Congress o f Studies on South-East Europe, Athens 1970. , ----------- The Ottoman empire, the classical age 1300-1600. London 1973. İz, F a h ir . Hüseyin b. Sefer T ûği: V a k ca-i Sultan Osman Han. T D A Y 1967, s. 119-164. K â tib
Ç e le b i. Düstûrü’l-amel li- ıslahi’l-halel. İstanbul 1280.
-----------M îzânü’l-hakk. İstanbul 1280. The Balance of Truth. Çev. G .L. Lewis. London 1957. K â tip
Ç e le b i, hayatı ve eserleri hakkında incelemeler. Ankara 1957.
K o ç i B ey. Risâle-i K oçi Bey. İstanbul 1277. ------ -
K oçi Bey risâlesi. Y ay. Ali K em alî Aksüt, İstanbul 1939.
L ew is, B. Some reflections on the decline, of the Ottoman empire. Studia Is lamica (1958). ----------- Ottoman observes of Ottoman decline. Islam iç Studies 1-11 (Karachi 1962) s. 71-87. •. . ' .
M a n tr a n , R. İstanbul dans la seconde moitie du X V I I siecle. Paris 1962. M a n tr a n , R .- S a u v a g e t , J. Reglements fiscaux ottomans. Beyrut 1951.. M u s ta fa S e lâ n ik î. Tarih. İstanbul 1281. O s m a n lı
K a n u n n â m e le r i. M illî Tetebbular Mecmuası I-III
(1331).
P e ç e v i, İ b r a h im . Tarih I-II. İstanbul 1283. S e r to ğ lu , M ith a t. T uğLtarihi. Belleten XI/43 (1947) s. 489-514. T u r a n , Ş e r a fe ttin . K anunî’nin oğlu Şehzade Bayezid vak5ası. Ankara 1961. ----------- X V II. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İdarî taksimatı. Atatürk Üniversitesi Yıllığı (1961) s. 201-232. U lu ç a y , Ç a ğ a t a y . X V II. Asırda Saruhan5da eşkiyalık ve halk hareketleri. İstanbul 1944. ----------- K oçi Bey Madd., İslâm Ansiklopedisi. „----------K oçi Bey5in Sultan İbrahim ’e takdim ettiği risale ve arzlar. Zeki Velidi Toğarüa Armağan (İst. 1950-1955), s. 117-199. U z u n ç a r ş ılı, 1. H. Osmanlı tarihi III/2. Ankara 1954. ----------- Osmanlı devletinin ilmiyye teşkilâtı. Ankara 1965. ----------- Kapıkulu Ocakları I-II. Ankara 1943-44. ----------- Osmanlı devletinin saray teşkilâtı. Ankara 1945. -----------Osmanlı devletinin merkez ve bahriye teşkilâtı. Ankara 1948. Y ü c e l, Y a ş a r . Osmanlı Devlet Düzenine ait Metinler II., K itâbu Mesâlih5l-Müslimîn ve M enâfiCi5l-M ü5minîn, Tıbkıbasımı, Ankara 1980. ------- -
Osmanlı Devlet Düzenine ait Metinler III., K itâbu M esâlihil Müslimîn ve M enâfi
----------- Osmanlı Devlet Düzenine ait Metinler IV ., 1640 Tarihli Escâr Defteri, Tıpkıbasımı, Ankara 1981. ------------Osmanlı Devlet Düzenine ait Metinler V ., 1640 Tarihli Escâr Defteri, Metnin Türk Harflerine Çevirisi ve Değerlendirilmesi, Ankara 1982. --------- - Osmanlı Devlet Düzenine ait Metinler V I., II. Osman Adına Yazılmış Zafer-nâme, Ankara 1983. ---- -------“ Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona (Adem-i M er keziyet) Dair Genel Gözlemler55. Belleten 152 (1974). ----------- CCX V I-X V I I. Yüzyıllarda Osmanlı Îdârî Yapısında Taşra Ümerâsının Yerine Dair Düşünceler55. Belleten 163 (1977).
HÜVE’L - FEYYÂZ B tS M t’L L Â H Î’R - R A H M Â N İ’R - R A H ÎM El - Hamdu li’llâhi vahdehu, Rabbi yessir ve la tu cassir, Rabbi tem inim bi5l-hayr ve sallâ’llâhu ala seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve ashâbihi ve ezvâcihi ecma^în. Fî zamâninâ hâzâ sâdır olan âhvâl-i âlem ve mütebâdir olan efcâl-i Benî Âdem, ki nizâm-i âleme ihtilâl ve recâyâ ve berâyâya in ficâl virmişdir, âna b â cis ve bâdî ne veçhile olmuşdur ve simden sonra girû tedbîr ve tedârüki ne üslûb üzre görülmesi münâsibdir. bi-inâyeti’llâhi’l-M elikrl K ad îr nakîr ve kıtmîr, takrîr ve tahrîr olunur. Tâ Îlâhî inâyet eyle banâ Lutfınile hidâyet eyle banâ Sözirni it mffessir ey Bârî Kıl muzaffer hemişe hünkâri Âl-i Osmânı da! im it mansûr Âna hâ'in olanı it makhûr V e bu kitâb-i hakîkat-me’âb Kitâb-i Müstetâb deyû tesmiye olundu. Olduğiyçün âkile faslu' l-hitâb îsmini itdim Kitâb-i Müstetâb V e yılda on iki ay ve felekde on iki burç bulunduğu gibi bu risâle dahî on iki fasl üzre imlâ ve inşâ olunmuşdur. Lâkin elfâz-i dürer-bâr ile tahrîr olunmağa takayyüd olunmayub ve murâdımız dahî bir kemâl ve m acrifet izhâr itmek değildir; nihâyet sâhih-i hükümet olanlar işbu sadefden nice dürr-i bî-kerân ahz ve tahsîl itmek içün avâm mâbeyninde câri olan lisân-ı T ürkî üzre takrîr ve tahrîr olundu. M e cmûldur ki sadef-i nâ-hemvârm zâhrine nazar buyurulmayub içinde olan mefhûm ve m acnî-i cevher-i bî-nihâyeye takayyüd buyurıla ki intifâc-i dâreyne vâsıl oluna. EL - F A S L U ’L - E V V E L Merhûm ve magfûrun-leh cedd-i emced-i hâkânî Sultân Osmân Hân-i G âzî-Aleyhi?r-rahmeti5l-Bârî rahmeten vâsicaten-hazretlerinin zamân-i asrlarından1 merhûm ve magfûrun-leh Sultân Murâd Hân ibn-i Sultân Selîm 1 B urada “ zam an ” v eya “ asr” kelim elerinden biri fazla görünüyor.
Hân hazretlerinin evâ’illerine gelinceye değin her sadra gelenler ve hükkâm nâmında olanlar dâ’ima işleri adâlet tarîkine sâcî ve sâlik ve şerc-i şerîf-i Nebeviyyeyi icrâ itmeğe münselik ve her veçhile kânûn-i münîf-i Âl-i Osmâhı gözetmeleriyle bunca feth ve futûhât ve bunca kılâc ve memleketler kabz vb zabt olunmuşdur. Husûsâ Beytü’l-harâm ve Hüçre-i mutahhare-i Hazret-i Seyyidü5l-enâm-Aleyhi efdâlu’s-salât ve selâma kisve-i şerife giydirilib ve ehâlîleri Âl-i Osmânın hükümetlerinde mahkûm olub Yedi Iklîme değin hükm-i hümâyûnları cârî oîmuşdur ve bi-emri5llâhi ve bi-inâyeti5llâhi T e câlâ ol asrlarda ahvâl-i âlem dâ’imâ nizâm ve intizâmdan hâlî olmayıb ve bu sebeb ile memâlik-i mahrûsada olan recâyâ ve berâyâ ve fukarâ ve.zu cafâ ve ulemâ ve sulehâ ve müsâfir ve mücâvir zıll-i hümâyûn-i şehinşâhîde âsûde-hâl oldukları, günden ayân ve kütüb-i tevârîhde mestûrü5lbeyândır. Hakk-Tebâreke ve T e câlâ-Âli Osmânm izz u şevketlerin ve saltanatların ilâ yevmi5l-kıyâm kâ5im ve dâ’im eyliye, âmin bi-hürmeti Beyti’l-harâm ve bi-hürmeti Hazreti Seyyidi’l-enâm --Aleyhi’t-tahiyyeti ve5s-selâm. s.:; Fe-emmâ müşârûn-ileyh merhûm Sultân M urâd H ân-Tâbe serâhuhazretlerinin zamân-ı saadetlerinden berû olan hükkâm ve vükelâ-i devletin adâletliklerinde kusûr ve işlerinde sû-i tedbîr ve Devlet-i Aliyye umûrunda nice ve nice ihmâlleri olub dâ’imâ kânûn-i kadîme muhâlif mesleke sâlik oldukları eclden Memâlik-i mahrûsada olan kurâ ve mezâric harâba yüz tutub recâyâ ve berâyâ perâkende olub ve Hazîne-i âmirenin îrâdı masrafa kifâyet itmez olub ve K u l tâ’ifesinin mâbeynlerine dahî ecnebi girmekle ihtilâl ve mûy*i Zengîveş biri birine karışub ve vüzerâ-i hazret ve vükelâ-i devlet dahî biribirine hased ve biribirlerinin aleyhlerine mukayyed olmağla her sadra gelenler “ Hemân bu günü hoş görelim, irtenin ıssı vardır55 deyû nizâm-ı intizâm-ı âlem içün takayyüdleri olmayub ve işleri dâ5imâ garez ve intikam olmağla ve hilâf-i şerc katl-i nefs ve rüşvet ve hilâf-i kânûn hareket ve bi5l-cümle kec tarîka sâlik oldukları hâlde dâ5imâ satâdetlü pâdişâhımızı vebâle koyub ve bu sebebler ile ahvâl-i âlem müşevveş ve muttasıl bu Devlet-i Aliyyeriin temeli kazılmak üzeredir. Öyle olsa tarîh-i mezbûrdan berû bunca efcâl-i kabâ5ihin ibtidâ zuhûrma sebeb ve b â cis ve bâdî kimler oîmuşdur ve girû bunun tedârüki ne veçhile mümkindir, zamânenin: icmâleri b a czi ahvâlleri bir kaç fasl üzre takrîr ve tahrîr olunduktan sonra itışâ-Allâhu T e câlâ cevâb virilür. Allâhu T e câlâ a clem ve Resûluhu. EL - F A S L tP S - S Â N I Fî zamâninâ zuhûr iden efcâl-i nâ-hemvâr mâddelerinden evvelâ K u l tâ5ifesine ecnebî karışub ve lâzım değül iken neferât ziyâde olub ve ulûfeleri dahî kat-ender-kat ziyâde olub ve îrâd dahî masrafa kifâyet itmez olduğu:
-A llâh u T e câlâ a-lem ve Resûluhu- bir sebeb bu ola ki Rûm-ili veyâhûd Acem seferlerine serdâr olanlara kânûn-i kadîm bu idi ki serhad ve ceng olacak mahallerde vardıklarında bir yüz aklığı olub hisâr alunursa veyâ hûd feth ve nusret müyesser olub başlar kesülüb yararlık ve yoldaşlık idenlere ol mahalde terakkî veyâhût ibtidâdan dirlik virmeğe me’zûnlardır. Kezâlik mîr-i livâ ve mîr-i mîrân olanlar dahî şunlar ki mâliyle ve câniyle Devlet-i Aliyyeye hidmet eyleyüb yararlıkları ve yoldaşlıkları zuhura gelenlere hidmetlerine göre fevkinde olan mansıb ile ber-murâd ve hidmetinde bulunmıyanları âzl eylemeğe dahî me’zûnlardır. Lâkin serhad mahalline ve ceng yerine varılmadan virgüler ve ibtidâdan dirlikler virmeleri kânûn-i Âl-i Osmânîde ola gelmeyub mahall-i me’mûra varıncaya değin her umûru Âsitâne-i sacâdete arz ve telhîs itmeleri kânûn-i kadîm dir, B acdehu sefer-i zafer-rehber tamâm olub Âsitâne-i devlete avdet idüb geldikde zamân-i serdârlığmda hazîneden ve mahlûlden ne mikdâr terakkî ve ibtidâ virmişdir ve ne mikdâr gedik ve dirlikler virmişdir ve ne mahalde ve ne sebeb ile virilmişdir deyû rü’ûs defteri rikâb-ı hümâyûna arz olu nurdu. B acdehu şunlara ki hidmetleri mukabelesinde ve ceng yüzünde virilmiş ola ol maküle virgüler kânûn-i kadîm üzre sacâdetlü pâdişâhı mızın makbûl-i hümâyûnları olub ve hilâf-i kânûn ile olan virgülere ruhsat virilmeyüb rü’ûsları ibtâl olunurdu. Meselâ yakîn zamânda merhûm ve magfûrun-leh Sultân M urâd Hân hazretlerinin asrında ibtidâ Şark seferine serdâr olan merhûm K ara Mustafâ Paşa, ki Kızılbaş vilâyetine hemân ol tapanca urmuşdur, b a cdehu İstanbul’a gelüb ve rü’ûsu defteri rikâb-i hümâyûna arz olundukta ibtidâ çavuşluk ve sipâhîlik ve b a czı dirlikler viril miş deyû rü’ûsunda kayd bulunmağın her biri ne mahalde virildüği mahalleri görüldükde rli’ûsunun üç bölük virgüsinden ancak bir bölüğü makbûl tutulub ve ol ki baş kesmeyüb ve yararlık itmeyüb birer tarîk ile dirlik olanları2 ibtâl buyurulmuş, işte bu veçhile kânûn-i kadım cârî ve bu tarîkle âlem nizâm ye intizâm bulmuş idi. Lâkin şimdiki hâl müşârün-rileyh merhûm ve magfûrun-leh Sultân Murâd Hân hazretlerimi^ izamân-i sacâdet^ lerinde vâkic Acem seferlerinin ibtidâsmdan bu âna-gelince serdâr olanlar hemân Üsküdâr’a geçdikleri gün veyâhûd Rûm-ili seferi ise Edirne-kapusundan taşra çıkdıkları günden hemân beğlerbeğleri ve sancak beğlerini ve sâ’ir mansıb nâmında olanları âleme belâ nâzil olan rüşvet sebebiyle tebdîl ve tagyîr ve azl ve nasb itmeğe mübâşeret iderler ve sâ’ir dirlikler hod meselâ çâşnîgîrlik ve müteferrika ye çavuş ve sipâhîlikler ve kapucu ve topçu ve arabacı ve cebeci dirlikleri virmek ve terakkîler virilmek gibi ne viren bellü ve ne alan ve ne satan bellü, hemân bir alış veriş ve bir alım satım idinmişlerdir ki ta cbîr ve tahrîri mümkin değüldür. El? ' hâsıl bir serdâr sefere varub gelinceye değin 'dirlikler ve mansıblar bu 2 *‘olanları” yerine
veçhile alınmak ve satılmak ile beytü’l-mâl-i müslimîn berbâd olub ve re câyâ olanlardan Etrâk ve Ekrâd ve Çingâne ve T at ve A ccâm el-hâsıl her isteyen ilâ’l-ân varub eğer seferlerde ve eğer Âsitânede akça ile dirliklere geçmek ile K u l tâ’ifesine bu sebeb ile ecnebî karışub here ü merc olmuş lardır. Bu takdîrce ayruk hazînede bereket mi kalur veyâhûd K u l tâ’ifesine hazîne kifâyet etmek ihtimâli mi olur ve her sene içeru hazîneden altmış yetmiş kise filori çıkarmağa m uctâd oldılar. O l dahî mevâcibe kifâyet itmez olub ve nice yıldır K u l tâ’ifesine ulûfeleri kesik para virilmekle ve tedbîr görülmeyüb bu veçhile dâ’imâ sû-i tedbîr kânûn-i kadîm gözetilme mek ile Celâlîler ve zorbalar ve fitne ve fesâdlar zuhûr idüb ilâ’l-ân memle ketler ve recâyâ ahvâlleri muhtel ve müşevveş ve K u l tâ’ifesi dahî üslûb-i sâbıkdaıı çıkub ahvâl-i âlem nice husûs ile ihtilâle varmışdır. im di bu maküle efcâl-i nâ-hemvâra ve hilâf-i kânûna b â cis ve bâdî kimden olmuşdur ve simden sonra girû tedbîr ye tedârüki görülmesi ne veçhile mümkindir deyû su’âl olunur ise inşâ-Allâhu T e câlâ bir kaç mâdde tafsîlinden sonra cevâb verilür. Allâhu T e câlâ a clem. EL - F A S L U ’S - SÂ LÎS Nizâm-ı âleme halel ve hazîneye tenezzül gelmeğe b â cis bir mâdde dahî budur ki sadr-ı a czam olanlar K u l tâ’ifesinin birine hidmeti mukabelesinde terakki veyâhûd garîb yiğit ise ibtidâdan dirlik virilmek iktizâ idüb lâzım gelse rikâb-ı hümâyûna arz eylemeden kendüsinden bir akça terakkî veyâ hûd ibtidâdan üç bin akça tîmâra emr-i şerîf virmek kânûn degüldür ve iderse pâdişâhımıza ve beytü’l-mâl-i müslimîne gadr ve hiyânet ve saltanata şerîk olmak lâzım gelür. Şimdiki hâl yirmibeş yıldan mütecâvizdir ki her sadra gelenler bir akça terakkî ve ibtidâdan eli emrli dirlik virmek degül sacâdetlü pâdişâhımıza arz olunmadan istediklerince terakkiler ve sipâhî ve kapucu ve çavuş ve müteferrikahklar ve sâ’ir dirlikler husûsâ aşağu hâllü cebeci ve topçu ve sâ’ir gedikler ve mansıblar yüzde birisi rikâb-i hümâyûna arz olunmaz olmuşdur ve tarîh-i mezbûrdan berû sadra gelenler bu maküle hiyânet ve ihdâs-ı seyyi’e v a zc eylemeleriyle sâ’ir ehl-i dîvân eğer defterdâr ve eğer mukabeleciler ve rûznâmeciler ve eğer sâ’ir ehl-i menâsıb tâ’ifesidir her birleri mansıblarm rüşvet ile satun aldıkları eclden defterlere kalem katub ve mürde gediklerin ihyâ idüb îsâ takyesin Mûsâ’ya giydirüb nice telbîs ve tezvîrliklere sâlik ve esâmileri tebdîl ve tagyîr ider olmuşlardır. Husûsâ mukabeleci kapusunda sipâhîlik seksen ve yüz altuna almur ve satılur olmuşdur ve Yeniçeri ocağı ahvâli dahî hod tafsile muhtâcdur ve sâ’ir gedikler ve terakkiler dellâl elinde gezer. Tıl geçer kul defterinde mürdeler olmaz resîd Mansıb-ı sâhî ne l& ik ola beyc-i men-yürîd
Pâdşâhım kıl tafahhus muttalic ol devlete YoksaJilem gitdi^ ıslâh olmadan oldu bacîd Kezâlik memâlik-i mahrûsada olan beytü’l-mâl-i müslimîn hazînesi nin defterdarları hidmetlerinde olan muhâsebeci ve m ukâtacacı ve rûzııâmeciler her birisi kışta kesilmekle hazîne bü denlü hâsıl olduğuna ta caccub değüldür. Öyle olsa bu makûle ehl-i menâsıb kışta kesilmiş olalar ve kimisi höd hâtûnlarının esbabım? ve ipçik boncukların dolandurub ve m ucâmele ile akça tedârük idüb ve rüşvet virüb mansıb almış olalar ve der-akab girû m aczûl olacakların bilürler iken ol maküle âdemler Devlet-i Aliyyeye ne veçhile hidmet idecekleri höd günden ayândır. Hâlâ ki bunun gibi ehl-i menâsıb beytü5l-mâl-i müslimînin hazînedâr ve eminleri sayılur iken bunlardan rüşvet alub ve hidmet sipâriş idenler hemân dimek olur ki “ V ar imdi her nice hırsuzluk idebilürsen sana destûrdur’ ’ deyû icazet virilmiş olur. Bu takdîrce emânet ve diyânet ve sadâkat ve hidnietleri ne minvâl üzre olduğu ke’ş-şemsi zâhirdir. ^ ı Virdi dîvân ehli rüşvetle cihâna ihtilâl Pâdşâhınv itdiler vallahi mülkün pâymâl Aşkâre beyc iderler kahbe-zcnler mansıbı JVîce kopmâsun Celâlî nîce olmasun kıtal Birbirine mûy-i ^engîveş karış dı cümle halk Enirini tutmak bular simden girû emr-i muhâl v
V e sacâdetlü pâdişâhımızın zamân-ı şeriflerinde Sarây-ı âmirede olan halka rüşvet girmemekle taşrada dahî rüşvet alınmaz kıyâs buyurulub ve cem îc menâsıb ehline ve mustahakkma virilür kıyâs olunub ve recâyâ ve be râyâ girû yerlü yerüne gelmeğe ve nizâm-i âlem girû intizâm üzre başladı deyû sacâdetlü pâdişâhımıza hoş âmedî cevâblar arz oluncluğı ekseri hilâfdır. İmdi rüşvet alınmasının ibtidâ zuhûru ve bu sebeb ile menâsib ehline virilmeyüb ve K u l tâ’ifesi mâbeynlerinde dahî ihtilâl olub ve Hazîne-i âmireye halel gelmesine sebeb ne veçhile oîmuşdur ve simden sonra çâresi ve tashîhi ne veçhile mümkindir, bir kaç mâdde tahrîr olunduktan sonra inşâ-Allâhu T e câlâ cevâb virilür. .
EL - F A S L U ’R - R Â B lc
Sahîh olan K u l tâ’ifesi ne veçhile hâsıl olduğıj icmâlen beyân olunur ki her bölükte ve her ocakda olan K u l tâ’ifesi mertebeden mertebeye tâ vezir oluncaya değin tarîkleri ve olıgelmiş kânunları budur ki her yedi yılda ve her sekiz on yılda ve dahî ziyâde el-hâsıl iktizâ itdüğüne göre Rûm-ili mem leketlerine oğlan devşürmesi emr olunurdu ve müstakim umûr-dîde yaya-
basılar ta cyîn olunurdu; varub iyüce yarar oğlanlar eemc iderlerdi ve kızıl abalar ile Âsitâneye getirilüb ve her vilâyetin devşürme sürisi ki iki yüz ve üçyüz ye dahî ziyâde nefer olub kızıl abalar ile Dîvan-ı hümâyûna getürilüb sacâdetlü pâdişâhımız Arz odasında iken birer, birer manzûr-i hümâyûnları oldukdan sonra kapu ağası cümlesin gözden geçürüb ve her süriden içlerinde göze dokunur eyü oğlanları emr-i hümâyûn ile iç oğlanlığına intihâb olundukdan sonra Edirne ve Galata ve Atmeydanı sarâylarma tevzî olunub ve sâ’îr oğlanları Yeniçeri ağası m arifetiyle İstanbul ağaları Türk üzerine yazdururlardı. Geldük imdi 3 sarâya. tevzîc olunan oğlanlar sarâylarda yedişer ve sekizer yıl ve dahî ziyâde terbiye olunurlardı. B acdehu içlerinde girû göze dokunur ehl-i m acrifet ve akl u basîret üzre olanları Yeni sarây’a K üçük odaya ve Büyük odaya, H azîne’ye ve Zülüflü b alt acılığa almurdı. Anda dahî nice yılla r terbiye ve edeb ve m acrifet hâsıl eyledüklerinde girû bunlar dan okumağa yazmağa iktidârı olub ve ehl-i basîret üzre olan oğlanları Hâs odaya almub b a cdehu umûmen çıkma oldukda her odadan ta cyîn ve fermân olunduğu üzre ve her sarâylardan dahî kezâlik tarîkleri üzre ulûfe ve bölük ta cyîıı olunub taşra çıkarlardı. B acdehu giderek her bir lerinin liyâkat ve kâbiliyyet ve istihkâklarma göre dirlik ve mansıb tâ vezîr-i a czam oluncaya değin yolları vardır ve Hâs oda’da olan silahdâr ve çukadâr ve rikâbdâr bölük ağalıklarından biriyle çıkmağa kânunları olub b a cdehu liyâkat ve istihkakına göre hidmeti sebkat itdikce büyük mîr-i âhûr b a cdehu kapucu-başı ve andan mîr-i alem ve andan yeniçeri ağası ve andan Kastamoni sancağı ve andan beğlerbeğilik l^ d e h u her vilâyetin beğlerbeğiliklerin tasarruf itdikden sonra mîr-i mîrân-ı Anadolu b a cdehu Rûm-ili ve andan vezîr ve giderek vezîr-i a czam olur. Bu takdîrce bu vech üzre tarîkiyle vezîr-i a czam olan kimesne cem îc K u l tâ’ifesinin ahvâllerine ve ağalıklarına vâkıf olmuş olur ve sancak ve eyâletliklerde vâkic memleketlerûn ahvâllerine ve recâyâlanna ve tîmâr ve zecâmet ahvâline ve hazînenin îrâd ve masraf ahvâllerine vuküf-i tâmmesi olur ve Dîvân-i hümâyûnda ve kendü dîvânında bir ümûr vâkic oldukça ve yâhûd bir memleketden şekvâcı geldükde ccAcaba buna nice cevâb vireyim ve bunun aslı nicedür” deyû re’îs ağzına ve kethudâsı ve sâ’irlerin ağızlarına bakmağa ihtiyâç olmaz, her 11e umûr olursa olsun şercile ve kânûn ile icrâ-i hakk idüb sacâdetlü pâdişâhımızı vebâle koymazlardı ve şunlar ki ağalıklarında ve sancak ve beğlerbeğiliklerinde imtihân olub liyâkati olm ıyanlan ilerü getürilüb vezâret virilmez idi. K im i ağalıklarda ve kimi sancakda ve kimi beğlerbeğilikde kalub ve kiminin hilâf-ı şerc ve kanûn v a zc ve hareketleri sebebi ile ebedî azl olub kahırlar idi. 3
“ geldü k im d i” den sonra ibare tam am lan m ağa m uhtaç görünüyor. F a k at 7. sahî-
fede b un a benzer bir cüm lenin bulunm ası, b o zu ld u ğ u n /m ü e llifin üslûbunun düzensiz liğine bağlanabileceğin i göstermektedir.
Üste kânûn-i kadîm minvâl-i meşrûh üzre olıgelmişdir ve nizâm-ı âlem bu veçhile intizâm bulmuş idi, Geldük im d i4 devşürme Türk üzerine virilen oğlanlar ahvâli budür ki ol oğlanlar Türke hidmet idüb ve çiftini sürüb nice yıllar sovuk ve ısı çeküb bağırları hûn olub altı yedi yıl mürûr itdükden sonra rikâb-ı hümâyûna arz olunurdu ve^Yeniçeri ağası m arifetiyle girû Türk üzerinde olan oğlanları cem c itdirilüb ve Yeniçeri ağası kapusuna getürilüb ve saplama karışılmasun deyû nişânları ve esâmeleri görilüb ve muhkem su’âl ve teftiş olundukdan sonra birer akça ile acemî oğlanı deyû torbaya yazıİub içlerinden göze görü nür eyu yarar oğlanları ikişer akça ile Hâs bağçe’ye bostancı yazılub b a cdelıu bağçelerde beş on yıl hidmet eylediklerinden sonra umûm üzre âdet çıkma ve kapu oldukda yoliyle sipâhî ve çavuş ve yeniçeri olur, andan sonra hidmet ve liyâkatlarma göre bunlarun dahî vezîr oluncaya değin yolları vardır ve şol bostancı ki eskilik ile bağçei bekliye, yoliyle Bostancı başı olur ve andan kânûn-i kadîm üzre özengi ağalıklarından biri olur ve andan giderek yoliyle vezir oluncaya değin yolu vardur ve torbada yazılan oğlanlar dahî kimi sarâylarda baltacı olub ve kimi kârhânelere virilüb ve kimi at gemilerine virülür ki Karadeniz’den Ve Akdeniz’den mîrî içün odun getürürler ve b aczı oğlanları dahî öküz anbarma ve hasta odalarına virülüb ve b a czı oğlanları taşrada olan sultânlar kapusuna hidmet itmeğe virürler. B acdehu bu cümle yedi sekiz yılda bir kapu vâkic oldukda ibtidâdan yevmi üç akça ile yeniçeri olıgelmişlerdir. B acdehu yeniçeri odalarında karakullukçu olub ve nice yıllar girû hidmet ile bağırları hûn oldukdan sonra yoliyle ve istihkakına göre Odabaşı ve Yayabaşı ve Yeniçeriler kethudâsı ve Sekbânbaşı olur ve andan sancak b a cdehu giderek vezîr oluncaya değin bun ların dahî yollârı vardır ve bu kâııûn-i Âl-i Osmân üzre eğer sipâhîlik tarîki ve eğer Yeniçeri ocağı ve eğer sâ’ir ehl-i menâsıb tarîkidir, merhûm ve magfûrun-leh Sultân Murâd Hân hazretlerinin evâ’illerine ve evâsıtma gelinceye değin zikr olunan k â cide üzre kânûn-i kadîm câri idi, Lâkin işbu yakın zamâıidan berû kânûn-i kadîm bozulub ve âhar tarîka sülük itmeleriyle ocaklara ecnebi girüb ve bî m acnî neferât ve yevmiyyeleri dahî kat-erider-kat ziyâde olmuşdur. Meselâ kadîm i bölük halkı yedi sekiz bin nefer iken şimdi yirmi binden ziyâde olub ve Yeniçeri ocağı kadîm î sekiz bin iken b a cdehu merhûm Sultân Süleymân Hân hazretlerinin zamân-ı şeriflerinde on iki bin olub şimdi ise kırk bine karîb olmuşdur. Kezâlik sâ’ir ocakların neferi bir iken üç olmuşdur. Fe-emmâ gerçi evvelki zamânm askeri az idi lâkin uz idi. Saplama ve ecnebi olmamağla her kankı adûya müteveccih olsalar idi bi-emri’İlâhi T e câlâ mansûr ve muzaffer olürlar idi. Âl-i Osmâıı o f asker ile Haremeyn-i şerîfeyne mâlik ve Yedi İklime değin hükm-i hümâyunları carî olub karşulannda adûları durmağa : 4 Y u karıdaki 3 - num aralı nota bakınız.
iktidarları olmaz idi. Zîrâ ol makûle kullar küçükden nân u nemek-i pâdişâhîyle perverde ve terbiye olmağla efendisine hayrhâh ve uğuruna baş alub ve baş virmek sehl imiş ve ol makûle kullar saraylardan ve Y eni çeri ocağından ve eğer sâ’ir ocak ve gediklerden bir kul gelüb vezîr olun caya değin neferlikde ve ağalıklarda ve sancak ve beğlerbeğiliklerde nice sovuk ve ısı çekmekle Devlet-i Aliyyeye lâzım olan ekser-i umûrına vâkıf olub b a cdehu sadr-ı a ‘zam oldukda kânûn olıgelmiş nedür ve hazîne nedür ve beytü’l-mâl-i müslîmîn nedür ve recâyâ nedür ve asker nedür ve hükü met ve adi ve zulm nedür ve tîmâr ve zecâmet nedür ve evkâf nedür ve memleket ve kurâ ve m ezâric nedür, cümlesin bilmiş ve görmüş olmağla şerc-i şerîf ve kânûn-i münîfden hâriç bir işleri olmayub icrâ-i hakk iderler idi ve sacâdetlü pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerini dahî vebâle koymazlar idi. Şimdikihâl ise yirmi beş otuz yıldan mütecâvizdir ki işbu kânûn-i Âl-i Osmân bozulmağla ahvâl-i âlem here ü merc oîmuşdur. Meselâ bir iç oğlanı on ve on beş yıl sarâylarda kötek yiyüb zahmet ve mahbûsluk çekmeğe ve yâhûd bir bostancı beş on yıl bağçelerde çapa çeküb hidmet itmeğe ve yâhûd bir torba oğlanı nice yıllar at gemilerinde ve sâ’ir hidmet-i mu cayyenelerde hidmet eyleyüb dirlik içün belâ ve zahmet çekmeğe ihtiyâç kalmayub şimdikihâl olur olmaz recâyâ bir çift öküzün satub akça kuvvetiyle kimi sipâhî ve kimi yeniçeri olub istedikleri dirliğe ve mansıba geçer olmuşlardır. El-hâşıl ecnebilere dirlik ve mansıb ve sancak ve beğlerbeğilik virilmekle ecnebî olanlar tarîkden gelen kullara gâlib olub ve ziyâde olmuşlardır ve ecnebîde sancak ve beğlerbeğilik vardır ki nice yıllar mansıb tasarruf iderler iken girû b a czıları şehr-i İstanbul nicedir bilmez ler. Kande kaldı ki Dîvân-i hümâyûna gelüb el öpüb sacâdetlü pâdişâhı mızın devlet ve şevketlerini ve âyîn ve erkân-i Âl-i Osmânı görmüş ve bilmiş olalar. Kezâlik mansıb ve dirlikler ekseri ecnebilerde olmağla bu takdîrce bir kul ve bir hâkim ki sacâdetlü pâdişâhımızın ekmeği ile perverde olmamış ola ve âyîn ve erkânı bilmez iken bu makûle kimesneye dirlik ve mansıb ve sancak ve yâhûd el-iyâzu bi’llâh beğlerbeğilik arz idüb tevcîlı iden serdârlara ne buyurulur? V e bu makûle hâkim ve vâlî olan ecnebilerden girû âleme nizâm ve intizâm olmağa ve adi ve zulm sordurmağa ve beytü’l-mâl-i müslimîıı ahvâllerin gördürmeğe ve recâyâ âsûde-hâl olmak ümidinde olmağa zelıî ahmaklık ve zehî aklsuzlukdur. Rûz-i mâhşerde ve cezâda acabâ bu recâyâya olan zulm ve ta câddîlerin cevâbların kimler viriir. Allahümme âfinâ yâ R abbe’l-âlemîn. V e ol sancak beğleri ve beğlerbeğileri ism ve resmiyle zikr eylemek hâcet değüldür. Zîrâ anlaruıı katcâ birisinin suçu yokdur. Serdâr olanlar ve Âsitânede sadrda olanlar satarlar ve anlar dahî akçalariyle satun aluıiar; yoksa kimesne gelüb darben dirlik ve sancak ve beğlerbeğilik almış yokdur. Hemân Devlet-i Aliyyenin temelini girû kendü elimiz ile yıkarız. Bu takdîrce “ H ay nedür, K u l tâ’ifesi itâ cat itmez oldu ve Celâlî zuhûr itdi ve zorba peydâ oldu ve
ahvâl-i âlem here ü merc oldu ve Hazîne-i âmirenin îrâdı masrafa kifâyet itmez oldu55 deyû niçün ta caccüb olunur. Âkil olan kimesne bü husûsa katcâ tacaccüb idecek değüldür, belki niçün dahî ziyâde olmaz deyû ta caccüb idecekdir. Öyle olsa bu veçhile kânûn-i Âl-i Osmân bozulmağa b â cis ve bâdî kimler olmuşdur ve simden sonra bunun tedârüki ne veçhile mümkindir, inşâ-Allâhu T e câlâ bir kaç mâdde dahî zikr ve tafsil olundukdan sonra ayân ve beyân olunur. EL - F A S L U ’L - H Â M ÎS V e kanûna muhâlif olan bir mâdde dahî budur ki Yeniçeri kullan kadîm î on iki bin nefer iken şimdi hemân korucu ve tekâcüd nâmında yedi bin neferden ziyâde olmuşdur. Lâkin ihtiyâr ve amel-mânde ve sefer lerde sakat olanlar -A llahu T e câlâ a clem ve Resûluhu- ancak bin nefer mikdârı vardır ve sâ5irleri mücerred sefer-i hümâyûna varılmamak içün şunlar ki müncim ve mütemevvil yarar nâmdâr olan yeniçeriler akça kuvve tiyle ekseri korucu ve tekâcüd nâmında deftere kayd itdirilmişdir. Fe-emmâ kadîmî koruculuk dimekden murâd budur ki merhûm ve magfûrun-lelı Sultân Süleymân Hân-i G azi asrında Edirne kapusundan taşra Dâvud Paşa çiftliğine varınca hâlen vâkicolan tarlalıklar ol zamânda bağlar imiş ve ekser kefere bağları olmağla üzüm zamânmda b a czı levendât varub re^âyânm cebren üzümlerin alız ve tecaddî olunmamak içün girû kendülerinin talebleriyle Yeniçeri ağasından dört nefer yeniçeri ta^ în olunmuş ki bağları zaleme ve harâmzâdeden hıfz idüb koruyalar. Üste ibtidâ bağlar korunmağa ol zamân dört nefer yeniçeri korucu nâmında ta cyîn olunmuş, b a cdehu kefere tâ5ifesi üzümlerin şire itmeğe başlamışlar ve nice levendât tâ5ifesi varub bağlarda şürb-i hamr ndüb ve nice fesâd ve b a czı zamânda katl-i nefs olmağla merhûm pâdişâh - Rahmetu5llâhi aleyh - [zamânmda] cümle bağları hedm ve refc itdirülüb ki hâlâ şimdi yirleri tarlalık olmuşdur ve bağların hâlâ câ-be-câ b a czı yerde koz ağaçları nişânı kalmışdur. Üste ol zamânda koruculuk didikleri zikr olunan ancak dört nefer yeniçeri imiş ve bunlardan m âcadâ Üsküdar'dan Burusa5ya varunca ve Yoros kazlığmda olan dağlar Pâdişâh avgâhı ola gelmişdir ve Bostancı başı m arifetiyle yirmi otuz nefer mikdârı yeniçeri tâ5ifesinden dağlara korucu olmak kânûn-i kadîmdir ve şimdi dahî öyledir ve defter lerde dağ korucuları deyû kayd olunur. Bunlardan m âcadâ zamân-i sâbıkda Yeniçeri ocağı5nda korucu lafzı olmazdı ve bilinmezdi ve şimdi ise oda korucusu deyû bunca bin nefer koruculuk ilıdâs eylediler ve bilinmez ki odalarının kiremitlerini mi kurutuyorlar, yoksa hemân beytü5l-mâl-i müslimîn zâ yic ve telef olub gitsün mi dirler? İmdi koruculuk kadîmî minvâl-i meşrûh üzre olduğu i ctimâd olunmaz ise merhûm ve magfûrun-leh Sultân Süleymân Hân asrında olan kul defterlerine m ürâcacat olunursa
m aclûm olunur,ve şimdiki hâlde ise Yeniçeri ,ağa kapusunda koruculuğa yüz ve yüz ellişer altun narh virilüb sol yeniçeri ki yarar ve mütemevvil ola sefere gitmemek içün akça, virüb korucu nâmın dal deftere; kayd iderler ve sekiz akça ulûfesi var iken on iki ve on beş ve yirmi ve dahî ziyâde ile deftere kayd iderler, her ne mikdâr akçasm ziyâde alurlar ise akçasına göre ziyâde ulufe iderler ve k atcâ rikâb-ı hümâyûna ye sadr-ı a czama ve defterdâra arz eylemezler, hemân istedükleri üzre râyegân halîfe kisesinden hare iderler. El-iyâzu bi’llâh bu hod hilâf-i kânûn ve hiyânet ve beytü’l-mâl-i müslimîne gadrdir ve bundan m âcadâ bir yaya-başı ve yâhûd bir bölük-haşmm gediklerin satmak murâd eyledliklerinde nedür ihtiyâr ve vâcibü’r-ricâyedür deyû yirmi beş akça ve dahî ziyâde ile korucu deyû deftere kayd iderler ve gediklerini âhare bin ve iki bin altuna satarlar ve hâlâ koruculuk ve tekâcüd sekiz bin mikdârı nefer olduğu şuyûc bulub ve sacâdetlü pâdişâhımızın dahî m aclûmları olmağla şimdikihâl olan Yeniçeri ağaları istikâmet gösterüb “ nedür ibtidâ koruculuk ve tekâ^ d virilmez, ancak mahlûl düşdükde virilür” deyû doğruluk tarîkiyle sacâdetlü pâdişâhımıza i clâm iderler. Lâkin koruculuğa ve tekâcüde mahlûl dimek el-iyâzu bi’llâh bu dahî Devlet~i Aliyyeye hiyânet ve beytü’l-mâl 4 . müslimîne gadrdir. Zîrâ koruculuk ve tekâcüd kötürüm olanlara ve yâhûd ihtiyâr olub sefere gitmeğe iktidârı olmıyanlar içündür. ve ol makülelere höd mahlûl dahî lâzım değildir ve ol maküle amel-mânde olanlara tekâ-üd lâzım geldüği takdîrce sadr-ı a czam m acrifetiyle rikâb-i hümâyûna arz olunub b a cdehu defterlere ve mukabeleci defterine kayd olunurdu. Feemmâ şimdikihâl Yeniçeri ağaları kendü alur ve kendü virür, kendü satar ve sâhib-i arz keiıdü olur. Ağaları bir yana ve zâbitleri bir yana ve Yeniçeri kâtibi bir yana almak virmekle Hâcı Bektâş ocağını dahî kânûn-i kadînjden çıkarılıb neferât ziyâde olması bir belâ ve koruculuk hilâf-ı kânûn böyle olması bir belâ ve amel-mânde olmıyanlara tekâcüd virilmesi bir belâ ve koruculuğa ve tekâcüd olanlara ziyâde ulûfeler ile geçdikleri bir belâ ve rikâb-ı hümâyûna arz olunmadın ağalarının re’y-i rekîlderi üzre beytü’l-mâl-i müslimîni sarf ve itlâf ve israf itdikleri bir belâ, el-hâsıl ne bilür var ve ne sorar var ve ne bilmeğe kimesnenin murâdı vardır; hemân Ubu güni hoş görelim, irtenin ıssı vardır” dimeleriyle ahvâl-i âlem bu hâle vardı. Hakk T e câlâ hazretleri hemân beterinden saklıya ve bundan m âcadâ bir kaç yıl kapu olmamağla yeniçeri tâ’ifesi Âb-ı. hayât içmeğe sebeb olub ancak her ulûfede sacâdetlü pâdişâhımıza yaramak içtin bir mikdâr mahlûl deyû defter virürler ki ol virdükleri mahlûl kimi fevt ve kimi merd-i tîmâr olmuşdur. B acdehu zâbit olanlar ve odabaşılar bu kez bunu sancat idünüb “ neclür filân yoldâş fevt olub mahlûl deyû virilmiş idi, lâkin sehv olunmuş, hâlâ hayatdadır ve filân yoldâş sefere gelmedi” deyû ve yâhûd c-filân kabâhat idüb mürd tîmâr olmuş idi, lâkin gayr-i vâkic imiş” deyû ekser virdükleri mahlûllerinin :yerlerin girû bu veçhile tashîh itdirilüb
hâlen ki fevt olduğu mukarrer ve mürd tîmâr olmduğu muhakkak iken girû akçaların alub ve yerlerin tashîh iderler ve yâhûd. bir Türkün akçasm ahırlar ve bir veçhile saplama yeniçeri iderler, ve bundan m âcâdâ yeniçeri ağaları terakkî virmeleri ahvâli dahî yazılursa ol höd olur du câ' değildir. Nihâyet bu mikdârca m aclûm ola ki hemân insâfma göredir; dilerse bir günde bin akça terakkî tevzî cider ve girû huzûr-i pâdişâhîde müstakim geçinürler ve bu ocağın ahvâli böyle olunca sâ’ir ocak kullarının ahvâlleri ne mertebeye varıldığı hafî değildir. Kızıl elma kapıısun feth ideriken nacağı Ne revâdür bozüa Hazret-i Bektâş ocağı
,*
V e bundan m âcadâ mühimmât-i sefer deyû on beş yirmi yıldan berû içeru harem-i hâssadan şimdiye değin bunca hazîne ki taşraya kul mevâcibi içün virilür ve girû umûmen K u l tâ’ifesine kânûn-i kadîm üzre mevâcibleri temâm değmedüğünden gayri şimdiye değin bunca seferler olub ve bunca yıllardan berû ki hazîneler sarf olunmuşdur hâlbuki ol seferlerin ekseri bîtedbîr olmağla sahihçe bir nefc hâsıl olmuş değildir ve feth olunan vilâyet lerin ekseri girû düşmân elinde olduğu günden ayândır ve bundan katc-ı na zar belki bu seferler sebebi ile nice m acmûre memleketlerimiz harâb olub ve ol memleketlerden nice hazîneler gelürken. gelmez olmuşdur. İmdi bu ihdâs olan kânûn ile ve bu tedbîr ile âleme nizâm ve intizâm olması muhâl ye îrâd masrafa kifâyet eylernedüği ol dahî muhâl ender-muhâldir ve seferler didüğümüz ol değildir ki sefer olunmağa muhtaç olmaya, muhtâcdır ve lâzımdır, hususâ Kızılbaş-i bed f i câl içün sefer-i hümâyûn olmak gayret-i dîniyyedendir. Nihâyet kânûn-i Âl-i Osmân üzre evvelâ tedbîr ve tedârük ve mühimmâtı görülüb bacdehu şurûc oluna, yoksa şimdiye değin itdikleri bî m acnî seferler ki bir varub ve bir"gelüb ve her sene bunca beytü’l-mâl-i müs lim în telef itdiklerinden m âcadâ ol seferler sebebi ile nice memleketler harâb ve ekser recâyâ ayak al tunda pâymâl olmaları ne:şerc-i şerife mutabık ve ne kânûn-ı münîfe muvâfıkdır. Öyle olsa hâlâ Kızılbaş-i bed m acâş olan Şâh Abbâs-i pür-vesvâs işbu Devlet-i Aliyyeye eyledüğü işler bu tarîhe gelince bir zamânda olmamışdır. Evvelâ merhûm Sultân Murâd. Hân hazretlerinin asrından bu zamâna gelinceye değin Acem memleketlerine ki buncja sefer lerde zahmetler ile alınan bunca kılâc ye eyâletlikler girû şimdiki hâl bi’lkülliyye Kızılbaş-i bed-ficâl tasarrufundadır ve ol memleketleri düşmân-ı bed-gümrâh ümmet-i Mühammedin ellerinden alıncaya değin bunca ehl-i İslâmm elıl u ayâlleri esir ve el-iyâzu bi’llâh nice hiyânet itmişlerdir ve ol m elâcînin elinden höd mukaddemâ ol vilâyetleri alıncaya değin bunca seferler sebebi ile kadîm î olan memleketlerimizin ekseri harâb ve recâyâ ve berâyâ cilâ-i=va tâ iı5 ve Gelâlîler ve zorbalar zuhûr idüb ve beytü’l-mâl hazînesinden riiâl-i Karûn sarf olunmuş ikeıi hâlâ [ehl-i] 5 C4cilâ-i v a ta n 55 dan sonra bir noksanlık olduğu anlaşılıyor.
sünnet ve cemâcat nice yıllar ikâmet ve tasarruf itdiği memleketler şimdi Râfizîler elinde olması emr-i acîbdir. înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcicûn. V e ol memleketlerde olan eyâletliklerin ve kabaların esâmilerin bildiğimiz mikdârı zikr olunur: Eyâlet-i Şirvân Eyâlet-i Şeki Eyâlet-i Demürkapu Eyâlet-i Ereş Eyâlet-i Gence Eyâlet-i Tiflis Eyâlet-i Gori Eyâlet-i Tebriz Eyâlet-i Nahcivân Eyâlet-i Nihâvend İşbu zikr olunan on beğlerbeğilik vilâyetleri bi’l-külliyye Kızılbaş-i bed-m acâş zabt eyledüğünden m âcadâ Kars beğlerbeğiliği v e k a lcası, ki mer hûm ve mağfûrun-leh Sultân Süleymân Hân hazretleri feth eylemişler idi, hâlâ harâbedir ve bunlardan m âcadâ Kızılbaş-i bed-kâr dâr-ı İslâmdan aldığı kalcalardan işbu bildiğimiz mikdârı zikr olunur: Evvelâ Şirvân eyâletinde: kalca-i Ahi, kalca-i Cavad, kalca-i Badkû6, kalca-i K ubba, kalca-i K abala, kalca-i Saliyân. V e Şeki eyâletinde: kalca-i Şibl, kalca-i V e Gence eyâletinde: kalca-i Gori, kalca-i Karabağ, kalca-i Berde, k alca-i Şem kûr7, kalca-i Kelek. V e Tebriz eyâletinde: kalca-i Rûmiye ve bundan m âcadâ onbeş kalca mikdârı vardır ki esâmileri m aclûm olmamağın yazılmadı. V e Nahcivân eyâletinde: kalca-i Revân, kalca-i Ordubâd, kalca-i Bergüşâd, kalca-i Zergüşâd. V e Şehrizol8 beğlerbeğiliğinde nefs-i Şehrizol kalcası dahî Kızılbaş elindedir. Lâkin vilâyet-i Şehrizol ki hâlâ beğlerbeğilikdir fe-emmâ bir kalcası gâhî Kızılbaş cânibinden zabt olunur ve gâhî kalcaden firâr ider6 Bu kale adının B âdkûbe şeklinde düzeltilmesi gerekiyor.
M etin kısmı s.
225y e
bakınız. 7 Eski m etinlerde
(msl. el - M u kaddesi, A hsen ü ’t - Takasim .
M . J. D e G oeje nşr.
L eyden 1906, s. 374) b u şekilde geçen kaleye şimdi Şâm hor denilmektedir. 8 Şehrizor adı kaynaklarda iki şekilde görülm ektedir : Şehr-i zol, Şehr-i,zor. M e tn i m izde görülen yanlış şekil için bk. Şehrizûr m add., ÎA .
ler ve Helû H â n 9 nâm kızılbaş zabt ider ve bunlardan mâ cadâ nice kalfala rın esâmileri m aclûm olmamağla yazılmamışdır. Bu takdîrce bunca yıllardan berû Kızılbaş seferleri deyû bunca zah metler ve himmetler ve hazîneler sarf olunub şimdikihâl bunca memleket lerimiz* girû elimizden gitmesi acebden acebdir. Kezâlik Rûm-ili memle ketlerinin kliffâr serhadleriııde olan vilâyetleriH>una göre kıyâs olunub ve bilinmesi lâzım gelürse ehl-i vuküfdan su5âl buyurula. İmdi bundan sonra sefer-i hümâyûn murâd olunursa evvelâ kânûn-i kadîm üzre tedbîr ve teclârük gömülmedin sefer olmağa el-iyâzu bi’llâh hatâ-i mahzdır. Bârî girû bu veçhile sulh u salâh olduğu hem şerc-i şerîfe ve hem kânûn-ı münîfe muvâfık ve mutâbıkdır. Kelâm-ı sahîh budur. Öyle olsa bunca kânûna muhâlif v a zclar ve bunca memleketler alınmasına b â cis ve bâdî ne veçhile olmuşciür ve şimdiden sonra tedbîr ve tedârüki ne veçhile mümkindir deyû su5âl olunursa inşâ-Allâhu T e câlâ bir kaç mâdde dahî tahrîr ve tak rir olunduktan sonra ayân ve beyân olunur. " EL - F A S L U ’S - SÂD İS Yeniçeri ocağında ve seferlerde işbu zikr olunan ahvâllerden m âcadâ acemî oğlanları kadîm i ancak bin neferden ziyâde olub ve ikişer buçuk akçadan ziyâde ulûfeleri olmağa kânûn değil iken ve kapuya çıkdıklarmda kânûn-i kadîm üzre üç akça ile yeniçeri olurlar iken şimdikihâl hem nefer ziyâde olub ve hem hilâf-ı kânûn ekserinin yevmiyyeleri beş ve altı ve yedişer akçalı olmuşlardır. Zâbitler ulûfelerin ve çukalarm kendüleriııe ahz itmek içün ekser oğlanlara destûr virmekle varub kendü kâr u kisblerinde olurlar ve b a czı oğlanlar höd beşikde olub ve b a czılarmm defterlerde ismi var lâkin resmi yok ve her ulûfede ise hazîne-i âmireden bunca beytü’l-mâl-i müslimîn ihrâc olunub sarf olunurken girû m îrî lıidmetlerinin ekseri m ucattal olub meselâ mîrîye odun çeken at gemileri Akdeniz’e ve K a ra deniz’e sefer eylemek lâzım geldükçe gemilerde hidmet ider oğlan olma mağla m îrî içün odun tedârüklerine iktidârları olmadıkça bu sebeb ile rençber gemilerin mîrî içün ahz iderler ve bu husûsda, hem pâdişâhımızı vebâle koyarlar ve hem sarâylarda odun dâ’ima kıllet üzre olur ve hem bu sebeb ile şehrde odun ziyâde bahâya çikub fukarâya müşkil oîmuşdur ve bu şeki üzre itdiklerinden m âcadâ nedür at gemileri battal nâmı olmasun içün ihyânen Yeniçeri ağası ve İstanbul ağası cânibinden at gemilerin sefer itdürürler. Lâkin gemilerde oğlan eksük olmağla İstanbul’da ve Galata’da ve Boğazlar’da b a czı kimesnelerin eğer hidmetkârlarıdır ve 9
Safevî kaynaklarında da
(msl. bk. İskender M ün şî, Z e y l-i T a r ih -i  lem -ârây-i
A bb a sî. S. H ân sârî nşr. T a h ra n 13 17, İndeks) zikredildiği. görülen oU-jJU adının 11e şe kilde okunacağı hakkında kat5î bir fikre sahip değiliz.
eğer müşteri kullarıdır nedür “ sen acemî oğlanısın” deyû bu tarikle dar ben çeküb gemiye koyarlar ve gemiyi bu veçhile sefer itdirirler. B acdehu yine avdet idüb İstanbul’a geldiklerinde herkes kölesi ve hidmetkârı içün şekvaya vardıklarında “ acemî oğlanı zann eylemişler, ol eclden gemiye almışlar55 deyû cevâb virürler ve dâ5imâ bu veçhile zulm ve ta caddî olunur. Öyle olsa zamân-ı sâbıkda gılmân-ı acemiyân az iken girû m a( ziyâdetin hidmet-i pâdişâhîye kifâyet olunurdu ve kimesneye dahî zulm ve ta caddî olunmaz idi. Şimdikihâl acemiyân iki üç ol-mikdâr ziyâde olmuş iken hem hidmet görülmeyüb ve hem }ıilâf-i kânûn nefer ve yevmiyyeleri ziyâde olmağla beytü5l-mâl-i müslimîne gadr ve zarar ve itlâf ve isrâf olmuşdur. Öyle olsa Yeniçeri ocağı bu hâle vardıkdan sonra sâ5ir ocaklar ahvâli hod cümle kânundan hâriç olmuşlardır. Meselâ işbu yakîn zâmân ki merhûm ve mağfCırun-leh Sultân M urâd hazretlerinin ibtidâ-i asrlarmda Dergâh-ı Â lî kapucuları altıyüz nefer iken şimdi iki binden ziyâde olub ve taşra kapucular ol tarihlerde on altı nefer iken şimdi dörtyüz neferden ziyâde olub ve Kiler-i âmirede olan bâzâra gidenler dahî merhûm Sultân Süleyman Hân hazretlerinin asrında ibtidâ beş altı nefer olub b a cdehu otuz kırk nefer olub şimdikihâl bunlar dahî ikiyüz neferden ziyâde olmuşlardır. Kezâlik sâ5ir ocak kulları eğer ehl-i müteferrika ve çaşnigîrdir ve eğer ehl-i hirefdir, eğer cebeciler ve topçular ve ahûr halkı ve tershâne halkı ve eğer sâ5irleridür neferât ve yevmiyyeleri kat-ender-kat ziyâde olub ve muttasıl ziyâde olmak lizredir, ne alan bilür ve ne satan bilür, katcâ bu Devlet-i Aliyyeyi kayırur kalmamışdır. Hele bârî bu zikr olunan ocak ların nefer âtı ziyâde olmağa lâzım gelse idi, lâkin katcâ ziyâde olmağa ik tizâ itmez iken mücerred hemân rüşvet almmağla bî-m acnî isrâf-i beytü’lmâldir. Hâlbuki hazînenin îrâdı bu seki üzre iken girû bu bî-m acnî bunca itlâf ve isrâf masraflar olmak h iç 10 değildir. Hemân bu devletin temelini kazayorlar ve masrafa göre mahsûl kifâyet itmediği hod günden ayândır. İmdi kânûn-i Âl-i Osmân üzre îrâdı masrafa tatbîk olunsa elbetde îrâdı masrafa gâlib lâ-büdd lâzımdır ve kânûn-i kadîm bu veçhile v a z c olunub ve bununla intizâm-ı âlem hâsıl olur ve K u l tâ’ifesi dahî bu sebeb ile mazbût olub ve emre mahkûm olurlar ve illâ fe-lâ ve bu dahî aceb hâldir ki yirmibeş yıldan mütecâvizdir ki hazînenin îrâdı masrafa kifâyet itmez iken girû bunlar hilâf-ı kânûn ve bî-m acnî muttasıl masrafların ziyâde itmek üzrelerdir. Bu takdîrce bu Devlet-i Aliyyenin temelini kazmağa bundan ziyâde nice olur ve içerû Hazîne-i hâssadan her sene altmış yetmiş kise filori niceyedeğin çıksa gerekdir. Ne diyelüm Hakk T e câlâ hazretleri lıemân bunlara bulay ki insâflar virüb ve ahvâlleri sacâdetlii pâdişâhımıza m aclûnO olmağa müyesser ve mukadder itmiş ola, âmîn yâ m ucîn. V e işbu zikr olunan kânûn-i kadîm bozulmağa sebeb ve bâdî olanlar kimlerdir ve 10 “ h iç ”
den sonra bir kelim e bulunm ası gerekiyor, belki “ revâ” .
şimdeiı sonra tedbîr ve; tedârüki ne veçhile mümkindir deyû su5âl buyurulursa birkaç mâdde dahî tahrîr olunduktan sonra inşâ-Allâhu T e câlâ cevâb viriİür, EL - F A S L U ’S - S Â B ÎC Ulufeli kapu kulıindan mâ cadâ Anadolu ve Arabistan ve Rûm-ili memleketlerinde ze câmet ve tîmâr tasarruf idenler ikiytizbin askerden ziyâde idi. Husûsâ Rûm-ili z u cemâsmın ekseri sefer-i hümâyûna me’mûr olduklarında otuz kırk nefer kostariiçelü yarar cebelü âdemleriyle sefer iderlerdi ve bu minvâl üzre nice bin asker-i İslâm hîıı-i mahalde cem c olunurdu ve kahgi cânibe müteveccih olsalar idi bi-inây eti5İlâhi T e câlâ feth ve fütûh ve fursat ve nusret ohgelmişdir ve selefde olan selâtîn-i izâmRahimehuniu5llâhu-memâlik-i mahrusada olan bunca kılâc ve şehrleri ve Arab ve Acem ve Rûriı5da olan memleketleri bu asker ile feth ideğelinmişdir. Yoksa ulûfelu kapu kulları ancak pâdişâhımızın kafâdârlarıdır. Lâkin fi zamâninâ memâlik-i ınahrûsada olan cümle tîmâr ^e ze câmetlikler vüzerânm ve ekâbiıierin sepetlerine girmekle hâlâ kırk elli sırıklı ile suvâr olan zu camâmn bi’l-külliyye ocakları sonmuşdür ve bunca zecâm et, ve tîmârlar vüzerâdan tâ kim on akçalu bir kâtibe varunca evlerinde olan hademeleri-nâmında ve emred oğlanları ve köleleri nâmında kedisine ve kelbine varınca her birlerine birer ism tesmiye olunub zecâmet ve tîmârları berât eyleyüb mahsûlini tasarruf iderler ve sefer-i hümâyûn vâkic ' oldukça sepet içinde olan berâtları yoklama içün sefere iledürler. Bu tak dirce aym k düşmâna mukabil kimler dursun ve kâğıdlar ile höd ceng olunmadığı zâhirdir ve yalımız kapu kulu ile ceng ve feth ve fütûh olmak bu dahî muhâldir ve eğer mümkin olaydı selefde olan selâtîn-i izâm ider ler idi ve zecâmet ve tîmârları Hazîne-i âmire içün zabt iderlerdi. Şimdi ise tîmâr ve zecâmet bunca bin kılıç iken hâlâ berâtlarda ismleri var ve lâkin resmleri yok. Hemân sefer oldukça yalınuz kapu kuluyla bî-m acnî ve bî-fâ5ide her yıl bir seferdür gider ve bu sebeb ile hem K u l tâ5ifesi emre mahkûm olmayub ve hem memleket ve recâyâ ve hazîne elden çıkdı. Kezâlik m îr-i:mîrân olanların ekalli ikiyüz ve üçyüz yarar cebelüleri ve mîr-i livâ olanların yüz ve yüz elli yarar âdem cebelüleri sefer-i hümâ yûna gelürler iken hâlâ; mîr-i mîrânın ekseri kırk elli cebelüsü ve mîr-i livâ olanların on ve ön beş m^kdârı âdem ile sefere varur ölmışlardur ve kapu kulları dahî Altı bölük cemcân yirmi bin neferden ziyâde iken hâlâ her sefer vâkic oldukça cümle beş altı bin neferden ziyâde sîfere varılmadığı mukarrerdir ve ekser ziyâde ulûfelu olanlar dahî kimi defterdârlarm mâlı m iri lıidmetinde deyû istihdâmda kaliıb ve kimi vüzerânm bid cat olan defterlüsü deyû mâride ölüb ve kirriisi ağaları ve kâtibleri ulûfelerin almak içün himâydlerine alub ve seferlerde ulûfe yoklaması oldukta mevcûd
deyû defterlere yazılub bu takdirce sefere gidenler dalıî ekserî Türkden ve Çingeneden ve Celâlîlikden hâsıl olmuş ve dirliğin satun almış altı ve yedi ve sekiz ve onar akça ulûfelu sipâhîler sefere^varurlar. Bu takdirce bu makülelerden nice hidmet umulur ve Devlet-i Aliyye içün ne menfacat fehm olu nur. Belki hidmetleri şerr üzre ve dâ’imâ hilâf üzre iderler. Kezâlik yeniçeri kulları dahî otuz beş bin neferden ziyâde iken sefer-i hümâyûn vâkic ol dukça. meselâ yirmi bin nefer mikdârı sefere me’mûr yazılur ve bakîleri kimi korucu ve kimi tekâcüd ve kimi küçük ve kimi b a czı kalcalarda nöbet çi deyû rikâb-ı hümâyûıla arz ederler. Lâkin ol sefere yazılanlar dahî defterlerde esâmileri mevcud fe-emmâ yedi sekiz bin neferden ziyâde varıl madığı mukarrerdir. Hattâ merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Mehmed Hân hazretleri bi’z-zât sacâdet ile Eğri seferine buyurduklarında ol sefer-i hümâ yûnda on bin yeniçeriden ziyâde olmadığı zâhir ve tevatüre yetişmişdir; ve dahî ziyâde idi diyenler kizb-i sarîh iderler ve ol tarîhde yeniçeri kulları ki hâlen defterde kırk binden ziyâde idi öyle olsa şimdiki hâl serdâr ile sefer-i hümâyûna me’mûr olanlar meselâ yirmi bin mikdârı yeniçeri sefere ta cyîn ve rikâb-ı hümâyûna arz olunur; fe-emmâ bu cümleden yedi sekiz bin neferden ziyâde sefere varılmadığı höd mukarrer ve muhakkakdır, lâkin mevcûd on bin nefer sefere vardığı takdîrce girû sefere me’mûr defterde yazılan yirmi bin yeniçerinin ulûfelerin bi-kusûr serdârdan mevcûddur deyû alurlar ve işbu sefere varmıyan on bin neferin seferde virileıı iki kist ulûfeleri tamâm yüzbin altundan ziyâde ider. Bu takdîrce bir kaç zamândır yeniçeri ağaları musâhib ve sâhib-i arz tabakasına vardıkları eclden sadr-ı a czam ve defterdâr câniblerinden sükût olunmağla nedür sefere gelmiyen yeniçerinin ulûfesi ve mâbeyn akçası deyû her sefer dönüşünde yeniçeri ağaları yirmi otuz bin al tun mikdârı sacâdetlü pâdişâhımıza istikâmet tarîkiyle teslîm iderler ve şimdikihâl höd ânı dahî virmez olmuş lardır ve bâkî kalan yetmiş seksen bin altunu Yeniçeri ağası ve zabitleri mâbeyninde kalenderi bahş iderler ve bu hiyânetlerden m âcadâ yeniçeri lerin beytü’l-mâl akçaları höd bir kaç yıldır ağalarına hemân ceyb harçlığı olmuşdur. El-hâsıl bu iki ocağın ahvâli kânûn-i kadîmden çıkub hemân ağalarına ve kâtiblerine ve zabitlerine ve mukâbelecilerine me’kel olunub ye beytü’l-mâl-i müslimîne ise gadr-ı sarîh olmuşdur. Ne soran vardır ve ııe tedbîr ider vardır, hemân bir alış viriş dünyâsıdır. Hakk T e câlâ hazretleri ola kim beterinden saklıya. El-hâsıl kânûn-i Âl-i Osmân hikmet ile v a zc olunmuş bir çizi idi ve K u l tâ’ifesi ve bunca memâlik ol kânûn ile mazbût idi. îm di girû ol kânûn mâdâm ki düzelmiye ve ol çiziden taşra hareket oluna ayruk K u l tâ’ifesi Devlet-i Aliyyeye hayr-hâh olmaz lar ve mazbût dahî olmazlar. K im i Celâlî ve kimi birer tarîkle yaramaz lığa sâlik olmakdan hâlî olmazlar ve düşmâna dahî zafer bulunmaz ve her işler ilerüye varmaz ve sacâdetlü pâdişâhımıza dahî huzûr-i kalb hâsıl olmaz ve ahvâl-i âlem dahî nizâm ve intizâm bulmağa muhaldir. Öyle olsa ikiytiz
bin asker mikdârı sepetler içine girûb berbâd olmağa ve kapu kulu böyle here ü merc olmağa bâdî ve b â cis ne veçhile oîmuşdur ve simden sonra çâresi ve tedârüki ne veçhile mümkindir deyû su’âl buyurulursa inşâ-Allâhu T e câlâ bir kaç mâdde dahî beyân olundukdan sonra cevâb virilür. Allâhu T e €âlâ a clem ve resûluhu. EL - F A S L U ’S - S  M ÎN Bu zikr olunan ahvâllerden m âcadâ merhûm ve magfûrun-leh Sultân Süleymân H ân-Tâbe serâhu ve ca cale’l-cennete misvâhu-hazretlerinin zamân-i saltanatları kırk sekiz yıl olub ve bi’l-cümle saltanatlarında on üç defa sefer-i hümâyûnları vâkic oîmuşdur ve her sefer-i hümâyûnları vâkic oldukda envâc-i tedbîr ve tedârüklerle ve her şey’in esbâbı ne ise ihzâr itdürülüb her veçhile hüsn-i tedbîrleri sebebiyle bunca kılâc ve memleketler feth olunub nusretler müyesser oîmuşdur ve sefer didüğümüz sipâhî ve silahdâr bölük leri ve Yeniçeri ağası ve sadr-ı a czam olduğu seferde gerek pâdişâhımız m âcan olsun gerek olmasın buna mükemmel sefer-i azîme dirler, zîrâ Âl-i Osmândan merhûm Sultân M urâd Hân hazretlerinin evâ’iline gelinceye değin gipâhî ve silahdâr ve Yeniçeri ağası mâdâm ki sacâdetlü pâdişâhı mız sefere varmıya bunlar vüzerâ ile sefere varmaları kânûn değildir ve katcâ olıgelmemişdir. Hemân pâdişâhımız kanâe ise bunlar dahî ândadur, kafâdârlardır. ŞimdikihâJr-iîıüşarûn-ileyh merhûm Sultân M urâd Hân hazretlerinin zamâmndan berû yirmi beş yıldan mütecâvizdir ki kânûn-i Âl-i Osman bozulub sipâhî ve silahdâr b a cdehu Yeniçeri ağası vüzerâ ile sefere 'Varılmağa ilıdâs olundu. Bu takdîrce ayruk İstanbul’da pâdişâ hımıza ı>e kalmış olur ve eğer selef-i-selâtîn-i i czâm~Rahimehumu’llâhu T e câlâ-zamâıı-i şeriflerinde bu makule tedbîr re’y-i savâb ve münâsib görmüş olsalar idi höd bu kânûnı va,zc iderler idi. İmdi sâhib-i iz cân olan lara bu mikdâr işâret ile kifâyet ider ve muhtasar müfîd mefhûmunca N tefekkür olunursa mes’ele m alûm dur, hafî değildir. Öyle olsa tarîh-i mezbûrdan berû bu zamâna gelinceye değin her yıl gâhî Acem ve gâhî Rûm -ili’ne seferler olmağla Anadolu memleketlerinde recâyâmn ekseri perâkende ve perîşân olduklarından m âcadâ niceleri dahî eşkiyâ ve celâlî olub kurânm dahî ekseri harâb ve yebâb oîmuşdur. Bu takdîrce otuz yıldan mukaddem taşrada olan hazîne kubbeleri hazîne ile memlû olduğundan gayri Yedi-K^ulle’de dahî nice nice yük hazîneler var iken sû-i tedbîr ve bî m acnî her sene seferler ve bî m acnî masraflar olmak sebebiyle ve kânûn-i Âl-i Osmân gözetilmemek ile eğer taşrada olan hazîne ve eğer Yedi-Kulle’de olan hazînedir bi’l-külliyye sarf olunduğundan m âcadâ yirmi yıldan mütecâvizdir ki seferler içün ve kul mevacibi içün her sene içerü hazîne den ellişerVe altmışar kişe filori virilür ölmuşdur ve her sene bunca hazine içerüclen virilür iken girû ancak yeniçeri ve sipahiye güçle kifâyet idüb ^
ve sâ’ir hod ocak kullarının ve serhâdlu kulların ulûfeleri virilmekden kalmlşdır. Meselâ yılda iki ulûfe alanlar “ El-hâmdu li5İlâh bu sene iki ulûfe aldım55 deyû hamd ..ve senâ iderler ve bu sebeb ile hâlâ ekser K u l tâ’ifesi birer kâr ve kisbe sâlik olub ve kimi b a czı devletlûlerin. kapusmda hademeleri olmuşlardır ve defterlerde ise hemân ismleri: vardır v.e illâ sefer-i hümâyûn vâkic oldukça fâ ’ideye yarar ve hayr-hâhlık üzre hidrnet ider kul kalmamışdır ve olanlar dahî birer tarîk ile kenâr çizer olmuş lardır. Öyle olsa bunca zamândan berû içerüde olan Hazîne-i hâssadaıı her sene niceye dek hazîne çıksa gerekdir ve ol hazîne dahî el-iyâzu bi’llâhi T e câlâ tenezzül üzre olursa sonra ahvâl niye müncer olsa gerekdir. Hiç bunu bilir ve fehm ider var mı dır, yohsa “ hemân bu günü hoş göre lini, irtenin ıssı vardır55 deyû herkes bu Devlet-i Aliyyenin temelini kaz mak üzre midir? îm di tevârîh kitâblarmda yazılan budur ki saltanat üç şey ile kâ’im ve devam bulur: Birisi recâyâ ve İkincisi hazîne ve üçüncüsü askerdir. Zîrâ recâyâdan hazîne hâsıl olur ve hazîne ile asker hâsıl olur ve asker ile düşmân feth olunur ve bu zikr olunan üç şey girû üç şey ile hâsıl olur: Bmsi a,dâlet ve İkincisi kânûn-i kadîm üzre mansıbı ve dirliği ehline virmek ve üçüncüsü umûr-i saltanata m ütecallik müsâhib ve nedîm söziyle \ve hükûmetde olmayan hademe söziyle katcâ umûr görülmemekdir. M e selâ buna münâsib hikâyet ki merhûm ve magfûrun-leh Sultân Selîm Hân-i atîk -R ahm etu’l-lâhi aleyh- zamânlarmda Rûm-ili câniblerinde küffâr-ı hâksârm hareketleri ye hem Acem diyârlarmda dahî Kızılbaş-i bed-mac âşm fitnelikleri vâkic olub ve sefer kangi cânibe fermân olunur deyû herkes terakkub üzre iken ol mahallerde bir gün vüzerâsı arza girdik lerinde merhûm pâdişâh hazretleri vezîr-i a czamı olan Pîrî Paşa’ya hitâb idüb buyurmuşlar ki: “ Seferim vardır ve sefer mühimmatı .ve tedârükü görülsün” deyû emr ider. V ezîr-i a czam dahî “ Emr pâdişâhımmdır” deyû cevâb virir, lâkin “ sefer Anadolu ve yâhûd Rûm-ili cânibiııe midir,^ tâ kim âna göre tedârük görelim55 dimeğe ol. mahalde pâdişâh hazret lerine su5âl itmeğe cür5et idemeyib ve arzdan çıkdıkdan sonra dahî girû telhis itmeğe h avf eyledi ki şâyed sacâdetlü pâdişâh gazaba gele ve buyura ki “ sizler ki vüzerâsımz sefer kangi cânibe lâzım geldüğin çünki bilmezsiniz yâ ol makamda niçün oturursunuz” denilmesin içün ve nefsü’l-emrde Pîrî Paşa merhûm bir âkil müdebbir vezir olub ve kendüsüne bu veçhile itâb olunmamak içün tekrâr arz itmeğe iktidarı olmayub ve bu husûsda mütehayyir oldukda meğer, ol asrda merhûm ve magfûrun-leh pâdişâh hazretlerinin bir makbûl cüce nedîmi var imiş ve Pîrî Paşa ol nedime bir tezkire yazıb minnet ider ki: “ Benim oğlum, evvelki gün arza girdiğimizde sacâdetlü pâdişâh hazretleri sefer mühimmatı görülsün deyû fermân-i hümâyûnları oldUj lâkin Anadolu ve yâhûd Rûm-ili midir m alû m olmadı ve hamâkatımıza hami olunmıya deyû su’âl itmeğe ve yâhûd telhîs itmeğe hicâb ideriz. İmdi lutf idüb oğulluk eyliyesin, sacâdetlü pâdişâhın bir şenlik
arasında bulay ki bir tarîk ile murâd-i şerifleri kangi cânibe sefer itmekdir, haber almağa himmet eyliyesin” deyû ibrâm eylemiş. Bu husûsda derdmend cüce dahî vezîr-i a czamm tezkiresine ve. iltifâtına mağrûr olur ve bir tarîkle merhûm pâdişâh hazretlerine sefer ahvâlinden su’âl eyledikde merhûm pâdişâh hemân belinleyib ve cüceye hitâb idüb buyurmuşlar ki: “ T îz söyle, sefere m ütecallik ahvâlden sana kimler söyle4 i?55. Gücenin dahî aldı başindan gidüb dir ki: “ V allâhi pâdişâhım, Pîrî Paşa kulun*, bu kullarına tezkire gönderdi ve sacâdetlü pâdişâhımıza arz eylemeğe havf ve hicâb eylemişler, emr pâdişâhımmdırTr7IIdikde ol mahaldel merhûm pâdişâh hazretleri buyurmuşlar ki: “ Sen nedîm olduğun eclden ben seni mücerred masharalık içün seferim Rûm-ili’nedir disem ve yâhûd Rûm-ili’ne iken Anadolu’yadır disem ve sen dahî nedür haber aldım deyû vezîr-i a czama haber gönderüb ve öl dahî senin sözünle hilâf üzre tedârük görürdü ve şimdi kaldı kaldı Devlet-i Aliyeyeye ve umûr-i saltanata m ütecallik ahvâllerde senin gibiler mi karışıyor” deyû fî’l-hâl emr ider cücenin başın keserler ve girû başını emr olunur bir tepsi içine konulub ve bir boğçaya bağlanub mühürlenir ye Pîrî Paşa’ya hatt-ı şerîf yazılır k i: “ Bire kara Türk, bir nedîmim var idi, bize çok gördün, imdi başını sana gönderdim, seferim su’âl idersen Acem seferidir, tedbîr ve tedârük üzre olasın, yohsa senin dahî başını böyle iderim” deyû tezkire ile boğça Pîrî Paşa’ya varub bu ahvâli gördükde aklı başından gâlj. gider gâh gelir imiş. Öyle olsa saltanata mütecallik umûru vezîr-i a czamdan gayri kimesne vâkıf olma mak gerekdir ve vezir olanlar m uctemedün aleyh olmayınca niçün vezîr-i a czam olur, zîrâ vezîr-i a czam olanlar pâdişâhın sırdâşı ve hazînedârı ve kethudâsı ve m uctemedün aleyhi ve hayr-hâhı ki hiç bundan mukarreb ve sevgili bir kulu dahî olmamak gerekdir ve bu makûle sıfatlar ile muttasıf olan kulunu vezîr-i a czam itmek gerekdir, yohsa fî zamâninâ sadr-ı a czam olanlar hezâr sıfat ile zuhûra gelüb kendülerinde ise kemâ hüve hakkihi sadâkatleri olmamağla içerü sarâyda ve eğer taşrada nedir filân ve filân pâdişâhın mukarrebi ve m uctemedün aleyhidir deyû olur olmazların hevâlarına tâbic oldukları eclden vezîr-i a czamm ırzı ve kânûn-i Âl-i Osmân gözetilmek kande kaldı? C em îc-i âlem vezîr-i a czamdan h avf ider iken şimdi vezîr-i a czam olanlar olur olmazlardan havf ider oîmuşdur ve el-iyâzü bi’llâlı bu bidcat-ı seyyi’e ihdas olalı fî zamâninâ vezîr-i a czam olanlar dahî hemân sadra geldiklerinde “ bu günü hoş görelim, irtenin ıssı vardır” deyû olur olmazlara müdârâ ve murâdları üzre hareket ider. Zîrâ f î’l-vâkic fî zamâninâ sadr-ı a czamda sadâkat bulunmayıb ve hem m uctemedün aleyh olunmadıkları eclden bi’z-zarûrî olur olmazlara m ürâcacat ve müdârâ ve murâdları üzre hareket itmek lâzım gelir. İmdi sadr-ı a czamlık bu şekle varmağla umûr-ı saltanat ahvâli kemâ hüve hakkihi görülmekclen ber-rtaraf oîmuşdur. Öyle olsa şimdikihâl Üsküdâr’dan Karam an ve Hâleb üzerinden Bağdâd’a varınca ve Sivas cânibin-
den Arz-ı Rûm (Erzurum)’ a ve V â n ’a varınca kurâ ve m ezâricden dört bölükden ancak bir bölüğü m a'm ûr kalmışdır ve bu cümle ahvâl-i kabâ’ih. vezîr-i a czam olanlar tarz-ı kadimden çıkılıb ve hâtır ve müdârâ gözedüb bâb-ı rüşvet meftûh olmağla vilâyetler harâba yüz tutmuşdur. Lâkin pâdişâhımıza girû muttasıl hoş âmedî cevâb ile arz iderler ki “ nedir filân vilâyetin re Câyâları yerine geldi ve gelmek lizredir ve her vilâyetde girû şen lik oluyor ve âlem nizâm ve intizâm lizredir, ucuzlukdur” deyû inhâ iderler. H âlâ ki evvelâ ucuzluk dedikleri vilâyetde recâyâ kalmamışdır ve kalaııcası dahî fakîr olub bir çift öküz koşmağa kudretleri olmamağla yerlerini ekser çavuş ve z a cîm ve sâ’ir hünkâr kulları tasarruf iderler. Meselâ vilâyet-i Sivas’da bundan akdem bir kaht-ü galâ olmuş idi ki recâyâ kedi ve köpek eki itdiklerinden m âcadâ âdem etini dahî eki itdikleri meşhûr olmuş idi. Fe-emmâ şimdi gâyet ucuzlukdur, zîrâ âdem ve recâyâ kalmadı ve gaile alır kimesne kalmamağla recâyâ olan kimesne câ’izdir ki bir kile gailesin bir akçaya vireler, tâ kim ehl ve ayâline kisve alıvirüb ve yâhûd bir öküz almağa bir çâre eyliye. İmdi buna ucuzluk dimezler, ucuzluk âna dirler ki b u n d a n ^ d em zikr olunan Sivas kaleminden masraflardan m âcadâ her sene Der-i sacâdete Hazîne-i âmireye seksen yük akçadaıı ziyâde irsâliyye gelirdi. Hâlâ nice senedir ki hazîneye kat’â bir akça gelmez olmuş dur ve girû vilâyet-i mezbûreden bundan akdem Haremeyni’ş-şerîfeyıı evkafından her seııe D ârü’s-sacâde kapusuna on yük akçadan ziyâde gelirdi ve şimdi ise ikibuçuk yükden ziyâde gelmez olmuşdur. Bu takdîrce^ sâ’ir memleketlerin recâyâlarm. ve ucuzlukların buna göre kıyâs buyurula. İm di ucuzluk didikleri recâyâ ucuzluğudur ve memleketler m acmıır didikleri girû recâyâ varlığıdır. Şimdiki hâl ise recâyânm ekseri kimi Acem vilâyet lerinde ve kimi Tatar Hân vilâyetlerinde ve kimi serhad olan Rûm-ili vilâ yetlerinde vatan ve karâr eylemişlerdir ve kimisi İstanbul ve Edime ve Bu ruşa ve sâ’ir bilâd-i a czamlarda hammâl ve ehl-i sanâyic ve ekâbir çiftçileri olmuşdur ve b a czıları höd kimi hünkâr kulu ve kimi Celâlî ve eşkiyâlardan olub harâmîlik iderler. İmdi “ K üllü râ’in mes’ûlün an ra ciyyetihi” hadîs-i şerîf i mûcebince hâkim olanlar bu husûsda rûz-i cezâda mes’ûllerdir ve buna münâsib hikâyet ki merhûm ve magfûrun-leh Sultân Süleymân Hân-i G âzî -R ahm etu’llâhi aleyhirahmeten vâsicaten- hazretlerinin asrında vezîr-i a czam olan Lutfî Paşa bir mikdâr pek sözli imiş, fe-emmâ kelâmı gayet ile doğrı ve her veçhile ırz-i devlet ve nâmus gözedir imiş ve menkûhesi olan sultanına serfürû itmeyüb ve topuz ile döğdüği mâcerası meşhûrdur, âkıbet ol sebeb ile azl ve sultândan mufârakat olunub ve yerine Rüstem Paşa vezîr-i a czam olub ve merhûm Lutfî Paşa b a cde’l-azl hadem ve haşemin dağıdub mahrûsa-i Edirne kurbinde varub bir karyede çiftlik idünüb karâr eylemiş. B acde’z-zamân merhûm Sultân Süleymân Hân hazretleri Edirne’ye kışlaya varduklarmda bir gün mâl-i mîrîye m ütecallik Lutfî Paşa’yı ilzam idecek husûsi ar hâtır-ı şeriflerine gelüb ve bir gün
şikâra azîmet buyurduklarında emr ider ki Lutfî Paşa’yı çağırsınlar. Lutfî Paşa dahî Edirne civarında olduğu karyeden gelüb. merhûm Sultân Süleymân Hân hazretleri şikârda iken girû âdet ve kânûn üzre selâma durutk ve yaııaşub ve ol mahalde merhûm pâdişâh- Rahmetu’llâhi aleyh- Lutfî Paşa’ya hitâb idüb buyurmuşlar ki: “ Lutfî lala, senin zamanında taşrada olan hazîne kubbeleri dolu değül idi; Şimdi Rüstem lalamın zamânmda taşra hazîne kubbelerinde akça koyacak yir kalmamağın hâlıjlı Yedi K ulle’ye nice yük akçalar konuldu. Senin zamânmda niçün böyle sacy ve tahsîl olunmadı, aslı nedür” deyû su’âl buyurduklarında ol mahalde cevâb virmüşler ki: “ Devletlû pâdişâhım, sahîh buyurursmız. Lâkin hâlâ bu kulları sâkiıı olduğu karyede ve etrâfımızda^plan kurâ recâyâları bu kul larınım zamânmda dört çift öküz koşanlar şimdi iki çift koşar oldı ve iki çifti olan bir çift dahî koşmağa kudretleri k^lmamışdır. Öyje olsa devletli! pâdişâhım, İstanbul kurbinde böyle olunca sâ’ir memleketler re'âyâlarmm ahvâlleri âna göre kıyâs buyurula. İmdi devletlû pâdişâhım, hazîne dedik leri recâyâdır, koyun olmayınca süt olmaz. Bu kulları zamânmda koyun ile kurd yürürdü, şimdi ise koyunu kurda yidürülmeğe başlandı. Eğer bu hâl üzre gider ise az zamânda ne Y edi-K ulle’de olan hazîne ye ne taşrada olan hazîne kalur, berbâd olması mükarrerdür” deyû Lutfî Paşa bu veçhile cevâb virmişler, F î’l-vâkic ol hazîneler gitdüğünden m âcadâ hâlâ içerüde olan ha^toe-i hâssaya dahî el konuşlardır ve el-ân sefer mühimmatı ve kul mevâcibi deyû her sene içeriiden elli altmış kise altun çıkarılır ol muşdur ve koyunlarun ise ekseri kurda yidirilmişdir. Bu takdîrce ayruk h |jîn e kimlerden hâsıl olur. İmdi bu Devlet-i Aliyye adi ile kâ’imdir ve illâ zulm ile memâlik vîrân olması mukarrerdir. Adâlet bâHs~i kıırb-i hudâdır Nitekim zulm iden Hakdan cüdadır -
•
V e kale Resûlu’llâh -S allâ’llâhu T e câlâ aleyhi ve sellem -: “ A dlu’ssultân yevmen hayrun min ibâdeti sebcîııe seneten” . V e kale Resûlu’llâh -S allâ ’llâhu T e câlâ aleyhi ve sellem-: “ V e ’llezî nef^j/ Muhammedin bi-yedihi yurfecu li’s-sultâni’l-âdili ile’s-semâ’i mine’lameli mislu [ameli?] ctimleti’r-raciyyeti.” V e kale Resûlu’llâh ~Sallâ?llâhu T e câlâ aleyhi ve sellem-: “ Ahabbu’nnâsi ilâ’llâhi ve akrebuhun minhu es-sultânu5l-âdil ve abğazuhum ileyhi es~sultânu’c-câ?ir” . V e kâle’llâhu T e câlâ -A zze ve celi-: “ Le-in şekertum le-ezîdennekum.” Bu mavnayı onat fehm eyle şâhâ Hakin in'âmına şükr eyle şâhâ Bunun şükrü nedür deyû sorarsan Rizâhrilâha doğru yol ararsan '
Adaletdir adâletdir adâlet K i tâ âsûde-r-hâl ola raHyyet Gel imdî îdegör bu, şükre gayret Begüm efzûn ola şükrîle nicmet Çalış adlile doldur kâ'inâtı Bilürsin kim cihânın yok sebâtı Kime bâkî kalıbdır bw harabe; Kimi gördün ki yüz urmaz türâba iki kapulı bir evdir bu fânî Konub göçmekde her dem kârbânı Kani Âdem kani Havva kani Nuh Kani mülk~i bedende hükm iden rûh Ta İbrâhim u Îsmâ^îl u Ishâk Kani bunlar efendi bir onat bak Kani Tûsuf ki Mısra oldu Sultân Kani dünyâya hükm iden Süleymân Bu denlü hikmetile noldıı Lokmân . Şucayb ile kani Muşa bin tmrân Çu kalmaz enbiyâya evliyâya. Husûsâ fahr-i âlem Mustafâya Olur mu gayre kalmak ihtimâli Odur âkil k ifik rîd e me'âli Sakın imdî bu mülke olma mağrûr Adâlet it olasın tâ ki mansûır Recâyânın eyü mi kem mi hâli Tefahhus eylemekden olma halî Sakın eshâb-i agrâza inanma Begüm herkes hak^ilkâ îde sanma. Öyle olsa işbu zikr olunan mefhûm-i m acnî iz cân olundukdan sonra pâ dişâhlara lâzım olan ibâdet ve tâ ■ at budur ki selefde olan âdil mülûkin revişleri ve tevârıh kitâbları tetebbuc itmekle âdle mütecallik umûr her ne ise ânı bilmeğe ve amel itmeğe sacy olunmakdır. Yohsa pâdişâhımızın hükkâmları nâmında olan kulları rüşvet almağla ve her sene sû-i tedbîr seferler sebebi ile ne recâyâ kaldı ve ne hazîne kaldı ve memâlikde höd ekser kura ve m ezâric haraba yüz tutub ve K u l tâ’ifesi dahî bu veçhile here ü merc olub ahvâl-i âlem muhtel ve müşevveş oîmuşdur. İmdi ahvâl b\ı şekle varmağa bâdî ve b â cis olanlar kimdir ve simden sonra çâresi ne veçhile
rcıümkindir, bir kaç mâdde dahî tahrîr olunduktan sonra iıışa-Allâhu T e câlâ ayan ve beyân olunur. EL - FASIXJ’T - T Â S İ C V e bu zikr olunan mâddelerden m âcadâ bir mâdde dahî budur ki Âsitâne-i sacâdetde olan cem îc-i ehl-i menâsib yirmi beş ve otuz yıldan berû rüşvet tarîkine sâlik olmuşlardır ve rüşveti dahî bir mertebeye ilet mişler ki hedâyâ deyû âşkâre kapudan kapuya virilür ve almur olmuşdur. Eğer ulemâ ve eğer vtikelâ-i devlet mâbeynlerinde bir âdet-i hasene ol muşdur ki el-iyâzü bi’llâh mübâh mertebesine iletmişlerdir. Meselâ bir kimesne nevcâ bir mikdâr diyânet ve sadâkat üzre olsa ve yâhûd emred oğlanlar ile ve sâ’ir hevâ ile mukayyed olmasa ol maküle âdemlere mansıb virilmek değil nüfûs-i zâyicadandur deyû mezmûm olur. Iştje Âsitânenin ahvâli şimdi bu hâle varmışdır. Sâ’ir taşrada olan kuzât efendiler 3^ mîr-i mîrân ve mîr-i livâ ve sâ’ir hükkâm nâmında olanlarım ekseri bu belâya mübtelâ olm uşlardıry^âkin ulemâ silkinde olan efendilerin ahvâlleri ki meselâ beşyüz akçalık bir kadı efendi Âsitânede m aczûl olduğı hâlde ekseri münakkaş ve müzehheb ve dürlü dürlii nevpeydâ evler ve köşkler ve bağçeler ve mütecaddid hadem ve haşem ve emred oğlanlar ki bunlara' rûzmerre olan masrafına akallu mâ yekûn yevmî^bin akça hod kifâyet eylemez. Bu takdîrce mansıb olmcaya değin 1bir kaç bin altun medyûn olur. B acdehu bu maküle efendiyi bir vilâyete kadı iderler; meselâ Haleb ve Şam ve yâhûd Selânik ve Yenişehir gibi bir kadılık virürler ve aldık ları kadılığı dahî b a czıları hedâyâ deyû rüşvet ile almışlardır ve girû kadılı ğına varıncaya değin bunca hadem ve haşem tumturaklarına bir kaç yük akça gider ve ol kadılıkda bir buçük yıl ve yâhûd gâyet ile m ucîıı ve zahîri var ise nihâyet iki yıl ancak karâr ideceğin ve m aczûl olacağın bilir ve ol kadılığı girû ol sıfat ile muttasıf bir efendiye dahî tevcîh iderler. Öyle olsa bir buçuk yılda ve iki yılda ol kadı efendi hem bunca borcunu edâ itse gerekdir ve hem ehibbâlarma hedâyâ ve ekâbirlere v a cd eylediği hedâyâ-i zuhriyye içün bir kaç yük akça lâzım olduğundan m âcadâ m aczûl oldukda girû mansıb oluncaya değin ehl ve ayâllerinin nafakası içün akallu mâ-yekûn bir kaç yük akça lâzım gelir. Öyle olsa işbu az zamân olduğu mansıbda elbetde lâ-büdd bunca mâl eğer recâyâdan ve eğer yetimler mâlinden alâ eyye hâl harâm ve helâlden bunca mâli tahsîl it meğe sacy ve ihtimam ider ve vilâyet ise ister yıkılsın ve ister düzelsin kat câ külfetine (?) yaramaz. Nihâyet mîr-i mîrân ve mîr-i livâ olanlar ile “ sen çok aldın ve ben az aldım55 deyû biri biriyle kavgalarından gayri kendülerinde bir sadâkat kalmamışdır.. H âlâ ki memâlik-i m^ahrûsada olan kadıların a clâ mertebesi olan kadılık şer cile ve hak ile görülse dört beş biri altuııdan ziyâde mahsûl hâsıl olmadığı hod günden ayân ve cem îc-i
âleme hafî değildir ve bu mikdâr mâl bunca masraflarına kifâyet eyleme diği bu dahî mukarrer ve muhakkakdır. Bu takdîrce seccâde-i R esûlullâh5da olanların ahvâlleri bu mertebeye varınca ve bu maküle efendiler su varikeıı teyemmüm ile namâz kılmağa irtikâb idince sâ’ir mîr-i mîrân ve mîr-i livâ ve hükkâm namında olanların el-iyâzu bi’llâh ahvâl-i nâ-hemvârları takrîr ve tahrîri mümkiıı değildir ve fille r i m a lû m ve zahirdir. Gel ey âlim gurur itme ulûma Bakıb kalma sakın ancak riisûma Beğim ilm^olıcak nâfic gerekdir Hevâ-i nefsi ol dâfic gerekdir Meye yarar efendi felsefiyyât Türü var eyleme tazyî-i evkât Gel imdî gayr-i nâficden hazer it Göricek isticâz ile güzer it Kemâ kale sallâllahu aleyhi ve sellem E cûzu bike min ilmin lâ yenfac Eğerçi ilm-i nâjic mııHeberdir Amelsiz lîk kavs-i bî-veterdir İlim kim olnııya acmâle makrûn Olur ıssı ânın meftûn u mağbûn Tazallümden murâd olan ameldir Ne ân kim kîl u kal ile cedeldir Kaçan âlim ola ilmiyle âmil Olur ol bilmediği ilme vâsıl K âleJn«nebî -A leyh i5s-selâm-: “ Men amile bimâ alime veresehullâhu [tecâlâ] ilme mâ lem y u le m 55. Sadaka Kesûlullâh. Öyle olsa recâyâ derdmendler bunların zulm ve ta caddîlerinden zorba ve Celâlî olanlara hayr ducâlar ider olmuşlardır ve bu memleketlerde ihtilâl ve hazîneye tenezzül olmadı, illâ bu hâl üzre olan hâkimlerimizin zulm ve ta caddîleri sebebi ile olmuşdur. Buna münâsib hikâyet ki Nûşirevân-ı Âdil bir gün avgâhmda bir şikâr ahz olunur ve emr ider ki f î5l-hâl bunda pişürsünler ve bir kulu pişürmeğe mübâşeret ider. Lâkin hâzır tuz bulunmamağla yakın yirde bir karye var imiş ve âdem gönderirler ki vârub ehâlî-i karyeden bir avuç tuz alub getüreler. Meğer ol mahalde Nûşirevân-i Âdil dahî bu ahvâle vâkıf ölür ve buyurmuşlar ki zinhâr ve zinhar tuza giden kulum akça virmeyince olnııya ki recâyâdan tuz almış ola. O l mahalde mukarriblerinden birisi dir ki: “ pâdişâhım, bir avuç tuz bahâsı olmaz, şey5-i kalîldir ve recâyâ tuzdan incinmez ve pâdişâhımıza bu maküle
hidmet değil dahî ziyâde hidmet eylemeleri c&fflfarına minnet bilürler55 deyû söyledikde buyurmuşlar ki: “ pâdişâhlar recâyâdan bir avuç tuz muft alınmağa ruhsat virince yarındası kulları yumurta almağa ve ândan sonra tavuk ve koyun almağa başlarlar ve ândan sonra gelenler ol karyenin ağaçlarının köklerini yukaruya getirirler ve bu âdet filân zamânda vâki<55 oldu döyû ilâ yevmi’l-kıyâm bed-ducâya mazhar olmuş oluruz55 buyur muşlar ve bir hikâyetde dahî menkûldür ki merhûm ve magfûrun-leh Sultân Süleymân Hân -T âb e serâhu- hazretleri Rûm-ili seferine gider iken bir gün bir karyenin yanında yol uğrayub geçerken bir evin bağçe-, sinden bir yemiş ağacının dalları havlısı dîvârmın üzerinden taşra yol üzerine sarkmış ve ferâvân olmuş yemişleri mevcûd olub ve merhûm pâdişâh nazar eyler ve görür ki ilerü giden askerden kimesne bir dânesine dahi iqnemişler. Meğer ol karyeden ileri çokluk gidilmeyüb menzilgâha karîb yerde olub nüzûl olundukcla merhûm pâdişâh -Rahm etu'lâhi aleyh- kapu ağasına emr ider ki “ geçdüğümüz karyede filân yemiş ağacı gö rünürdü, bizden sonra gelen kullarım acabâ yemişden koparmışlar mıdır? M u ctemedün-aleyh kapucular varub haber getürsünler55 deyû buyurmuşlar. F fl-h âl kapu ağası dahî kapucular gönderüb ve gelüb haber virdiler ki tcke mâ-kân yemişler yerindedir, koparılmamış55 deyû merhûm pâdişâh hazretleri ne haber virildikde kulları, emrine mahkûm olub âlem adâlet üzre olduğuna Hakk -Subhânehu ve T e câlâ- hazretlerine ferâvân hamd u senâ ve şükrler eylemişler. Öyle olsa fî zamâninâ bi-emri5llâhi T e câlâ ol zamânın hâkim lerinden birisi ihyâ olsa idi ve bu zamâne hâkimlerinin f i cllerin ve b id a t lerin ve bu halkın sûr u şerr ve bozgunlukların görseler idi acabâ ne dirler idi; yoksa dirler midi ki “ bu kavm ne mezheb ve ne millet ve ne hâllü âdem lerdir55. Subhâne5l-Hallâk, allahümme aslahanâ bi-lutfike ve keremike ve fazlike yâ R abbe5l-âlemîn. Öyle olsa fî zamâninâ bazı mahallerde kemâ hüve hakkihi şerc-i şerîf-i nebevi icrâ olunmadığı ve kânûn-i Âl-i Osmân gözetilmediği ve ulemânın kavileri f i cllerine mutâbik olmadığı ve sâ5ir ehl-i menâsib ki tarîk-i hakkı koyub kec tarîka gitdiklerine b â cis ve bâdî ne veçhile oîmuşdur ve simden sonra tedbîr ve çâresi ne minval üzre gö rülmeğe mümkindir deyû su5âl olunur ise bir kaç mâdde dahî tafsîl olundukdan sonra inşâ-Allâhu T e câlâ cevâb virilür. EL - F A S L U ’L - Â Ş ÎR V e bir m aclûm idinmesi husûs dahî budur ki sacâdetlü pâdişâhımız bir hümâ-i hümâyûn-i rûh-i âlemdir ki mubârek cesedi ilm ile âmil olan ulemâ-i sâlihîndir ve sağ kanadı vezîr-i a czamıdır ve sol kanadı Harem-i muhteremede olan kapu ağasıdır. Öyle, olsa merhûm ve magfûrun-leh Sultân Selîm Hân hazretlerinin asrında şeyhü5l-islâm ve müftî-i enâm merhûm Ebû5s-Sucûd Efendi idi ve merhûm Sultân Murâd Hân hazret
lerinin cülûslarmda vezîr-i a czam merhûm Mehmet Paşa ve kapu ağası merhûm Mahmûd A ğa idi. Bunlardan sonra ayruk kânûn-i Âl-i Osmân bozulmağa ve rüşvetler ziyâde tafra ile âşkâre alınmağa ve ahvâl-i âlemin nizâm ve intizâmına halel ve memleketler harâba yüz tutmağa ve zorbalar ve Celâlîler zuhûr itmeğe ve sâ’ir ahvâl-i nâ-hemvârlar peydâ olmağa vâkic olmuşdur ve bu ahvâller hod yakîn zamândandır ve zemâne halkı ekserî bildiği ve gördükleridir. Öyle olsa b a czı husûs ki ale’l-icmâl zikr olundı ; lâkin kapu ağalığı ahvâli dahî budur ki kânûn-i Âl-i Osmânîde kapu ağası pâdişâhımızın sol veziridir, vezîr-i a czamdan sonra içerûye mutecallik umûr-i küllî ve cliz’ îyi arz itmeğe sâhib-i arzdır ve taşrada olan b a czı ahvâller bilinmek içün pâdişâhlar kapu ağasiyle müşâvere itmek kânûn-i kadîmdir. Lâkin müşârün-ileyh kapu ağasından sonra kapu ağalık ahvâli dahî ber-taraf olmuşdur ve evvelki kânûn ve zabt u rabt ve edeb tebdil olunub hâlâ Harem-i hümâyûnda kânûn-i cedîd v a zc olunmuşdur. K â nûn ve zabt ve edeb ahvâllerinden evvelâ iç oğlanları kadîm ü’l-eyyâmdan devştirme ve yâhûd sahîh kul cinsi pîşkeş ola gelmişdir. Şimdiki hâl ise ekseri İstanbul’un şehr oğlanları ve Türk ve Ermeni ve Çingâne oğlanları olub on oğlanda bir sahîhce devşürme ve yâhûd kul cinsi yokdur. Bu takdîrce ol maküle oğlanlar taşraya çıkub K u l tâ’ifesine zâbit olub ağa oldukda ve yâhûd bir memlekete vâlî olduklarında ahvâlleri m aclûm ve ehl-i basîret katında hafî değildir. Nümûneleri dahî görülmüş ve görülür. < İmdi eğer bu maküle eşhâs-ı muhtelife sarâya kullanmak câ’iz olsa idi selefde olan sâhib-i ukalâ-i devlet devşürme ve kul cinsini kânûn itmezlerdi. Hemân İstanbul’dan ve sâ’ir kasabalardan buldukları eşhası alub pîşkeş deyû sarâya koyarlardı ve kânûn-i kadîm budur ki bir oğlan sarâya girdikden sonra ayruk taşradan ânı kimesneler bilmezdi ki sağ mıdır ölü müdür ve iç oğlanı dedikleri nicedir ve tarîkleri nedir ve ne işler, kimesne ânı bilmez idi; meğer ancak saraydan çıkanlar bilirdi; tâ bu seki üzre zabt ve edeb ve erkân var idi ki meselâ bir zülüflü baltacı bir iç oğlanı ile musâhabet eylese zâbit olan ağalar iç oğlanına bî hadd değnek urulub kezâlik baltacıya dahî kethudâsı let ürürdü ve bundan murâd budur ki iç oğlanı içerü ahvâlinden bir söz taşraya çıkarılmıya ve yâhûd baltacı ile taşraya bir mektûbları varub gelmiye ve zülüflü baltacılar dahî kapucular ile ve taşra halkı ile musâhabet itmeleri yasağ idi ve içerüsünün ahvâlini taşra halkı bilmesi ve alış veriş itmeleri ne cûzu bi’llâh gâyet ile mezmûm idi. Lâkin şimdiki hâlde olan iç oğlanları baltacılar ile musâhebet itmek değil taşrada ana ve babalarına ve eşhâs-ı rnuhtelifeye biribirine tezkire leri ve boğçaları varub gelmekden sarây ahvâli hemân bedestâna dönmüşdür ve bu veçhile mazbût olmadıkları içün bundan akdem sipâhîlerin hengâme lerinde iç oğlanlarının tezkireleri muttasıl taşrada sipahilere varub gelüb ve nedir “ içerisi sizden havf ideyorlar^ hemâri ayağı pekçe basasuz” deyû nice kizb ve mâ-lâ-yacnî sözler tezkire ile haberleşdikleri eclden sipâhî tâ’ifesi
edebsizlik itmeğe sebeb ohınmuşdur. îm di her kanûn-i kadîm ki v a zc olunmuşdur birer hikmet ile oîmuşdur; bu takdîrce iç oğlan tâ’ifesi evvelâ sar ây a bu şeki üzre gireler, b a cdehu kanûn-i kadîm üzre zabt dahî olmıyalar, zâhir bunlardan bu maküle f i cller zuhûr itmek iktizâ ider ve taş raya dahî çıkdıklarmda Devlet-i Aliyyeye hidmet idecekleri âna göredir. Öyle olsa simden sonra geldik imdi bu risâlenin evvelinden bu mahalle gelince vâkic olan nakllerin cevâblarıdır ki zikr olunur. Allâhu T e câlâ a clem ve Resûluhu. EL - F A S L Ü ’L - İH D  A Ş E R îm di muhtasar müfîd üzre şol husûslar ki beyân olundu ânınla iktifâ olunur, ayruk tafsîl ve tatvîl-i kelâma ihtiyâç kalmayub alan bu sözden alır, almıyanlar nice bunun gibi sözler nakl olunsa kulağına girmez. Öyle olsa bu risâlenin evvelinden işbu mahalle gelince vâldc olub zikr olunan mâdcleler ki nakl olunub ahvâl-i âlemin ihtilâline ve hilâf-i kânûna b â cis ve bâdî olan^lardan su’âl olunursa akl-ı kâsırımız ve nice ulemâ ve ukalâdan işittiğimiz üzre buna cevâb meğer bu ola ki, evvelâ kuvvet ve kudret ve tasarruf ve düzmek ve bozmak ve takdir Allâhu Te câlâ hazretlerine mahsûsdur ve Hakk -G elle ve ala—hazretleri her nice dilerse öyle ider ve takdîr-i rabbânîde her ne mukadder olmuş ise ol olacakdır. Fe-emmâ bu değildir ki bir kimes'ne hayırlı işler durur iken şerr işlere gide ve adi durur iken zulm eyleye ve helâl durur iken harâm eki eyleye ve rüşvet almağa sâlik ola ve girû diye ki “ bu bize mukadder imiş* Hakk T e câlâ hazretleri bize böyle mukadder itmiş, bizim elimizde ne vardır” dimeğe kişi Islâmdan çıkar. Zîrâ Hakk T e câlâ hazretleri kullarına dilemez ki isyân ile günün geçüreler ve rüşvet alub zulm ve fesâd eyliyeler. Hakk -T ebârek ve Te câ lâ- âdeme ihtiyâr-i cüz’îyi eline virdi ve akl virdi, hayrı ve şerri bildirdi ve zarar olan şeyleri bildirdi. Dilerse şalâh-i hâl ile Hakk T e €âlâ hazretlerinin rizâsı ve emr-i şerîfi üzre K itâbu’llâha tâbic olub amel eyliye ve dilerse Şeytân-ı la cîn tarîkine tâbic olub cânına lâyık ne ise ânı işlesin. Pes îmân ehli olan kimesneye bu mikdâr yeter, câhil ve dalâletde olanlara bin bunun gibi takrîr olunsa katcâ fa’ide eylemez, ânların mekânı cehennemdir. Nitekim Hakk T e câlâ hazretleri Kelâm-ı mecîdinde buyurur: “ ve ernmâ ellezîne fesekü fe-mevâhumu’n-nâr” . îm di Hakk T e câlâ hazretleri yaramaz işlere rızâsı yokdur, her kişi kim şerri işler kendtinünficl-i ihtiyârıdur, cezâsm bulur. Kem â kâla’llâhu T e câlâ : “ Fe-men y a cmel miskâle zerretin hayren yer ah ve men y a cmel miskâle zerretin şerren yerah” . Pes imdi işbu nizâm ve intizâm-i âleme mütecallik nâ-hemvâr ahvâller1" ki yakîn zamân: içinde zuhûr itmişdir bâdî ve b â cis ne veçhile oîmuşdur deyû su’âl olunur ise, Allâhu T e câlâ âlem ve Resûluhu, meğer cevâb bu ola ki Islâm pâdişâhı bir rûh-i âlemdir ve pâdişâhtık
fevkinde dünyâda bir âlî mansıb dahî yokdur ki garaz ve hased ile bir v a z c-i nâ-hemvâr eyleye. İmdi pâdişâhların kalbleri sâfîdir, bunlarda garaz ve hased olmaz, dâ’imâ Hakk T e câlâ lıazretlerinün rizâsı üzre ol mağı sacy iderler ve ecdâd-ı izâmlarundan oligelen kânûn-i kadîmleri dahî budur ki câııib-i âliyyelerinden vekîl-i saltanat deyû kaçan bir kulunu sadr-ı a czamlığa nasb itselerdi ol vezîrine buyurulur imiş ki: ccİşte seni irâdet-i Hakk ile vekîl eyledim ve min b acd göreyim seni basîret ve tedârlik ve takayyüd üzre olasın ve memâlik-i mahrûsada vâkic taht-i hilâfet-me5âbımda olan recâyâdan ferd-i âferîdeye zulm ve tecaddî olunduğuna rizâm yokdur ve mîr-i mîrân ve mîr-i livâ ve kuzât ve sâ’ir hükümet nâmında olanlara tenbîh eyliyesin ki hilâf-i şerc katl-i nefs olunmayub ve İdmesneye zulm ve ta caddî olunmayub herkes eyyâm-ı adâletimde âsûde-hâl olalar ve her mansıb ki virilmek lâzım geîdikde tafahhus ve tetebbuc idüb mahall ve müstahakk olanları rikâb-i hümâyûnuma telhis ve arz eyliyesin ve kimesneden rüşvet ve hedâya nâmiyle ve yâhûd gayri tarîkle nesnelerin alub ve bu sebeb ile ehl durur iken el-iyâzu bi’llâh nâ-ehle mansıb arz ve telhîs eylemekden begâyet hazer eyliyesin ve bir kulum mâdâm ki mansıbda adalet* iizredir ve recâyâ ve berâyâ kendüden rizâ ve şükran üzre olalar ve her işi şerc-i şerîf-i nebeviye muvâfık ve mutâbık ola ol maküle kullarımı zinhâr ve zinhâr garaz ile ve yâhûd hazz-ı nefs ile azl itdirilmek içün bir tarîk ile rikâb-ı hümâyûnuma arz eylemiyesin. Belki ol maküle kullarıma hidmet ve diyânetleri mukabelesinde istihkâklarma göre h ilcat-ı fâhirem ile ve yâhûd ânın fevkinde olan mansıb ile arz eyliyesin. Kezâlik bir akçadan bin akçaya ve dahî ziyâde ulııfeme mutasarrıf olan kullarum mâdâm ki ta cyîn olundukları hidmetde miicidd ve sâcî olub hakk üzre ve istikâmet üzre olalar, tebdîl ve tagyîr olunduğuna rizâ-i şerîfim yok dur. Beytü’l-mâl-i müslimîn husûsunda dahî itlâf ve isrâf olunmakdan begâyet hazer eyliyesin ve sacy deyû hazîneme yetîmler mâlını ve evkaf mâlını komıyasm. El-hâsıl cümle umûru şercile göresin. V ebâl bizden gitti, Rûz-i cezâda cevâb virecek işler işleyesin ve mâdâm ki iyilik üzre olursun benim hayr ducâm seninle ma candır55 deyû selefde olan pâdişâhlar sadâkat ile m acrûf olan sadr-ı a czam kullarına memleketi bu veçhile sipâriş buyururlar imiş ve sol sadr-ı a czam ki Şeytan’ı la cîn vesvesesine aldanub rüşvete ve kec tarîka sülük eyliyenlere suçlarına göre cezâsm görürler imiş ve sol vezîr-i a czam ki diyânet ve sadâkat ve adâlet ve hakk üzre hid met idegelmiş olalar ol maküle-i katcâ bî-m acnî olur olmaz bahâne ile azl olunmazlar imiş. Hattâ merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Süleymân Hân - T âb e serâhu- hazretlerinün zamânlarmda vezîr-i a czanı olan Topal Mustafa Paşa b a czı zahmetlerden kötürüm olub ve Divân-ı hümâyûna geldikde Bâb-ı S acâdetden Divân-hâne kubbesine ve ândan Arz odasına varmağa iktidârı olmadığı eclden kendisini oturağa arz ve teİhîs eylemiş; ol mahalde merhûm pâdişâh™ Rahmetu’llâhi aleyhi rahmeten vâsicaten~
buyurmuşlar ki “ hâlâ vezîr-i a czam cem îc-i umûra vuküf-i tâmmesi var iken şimdi tebdîl olunur ise yerine gelen bunun tabakasına varıncaya, değin belki nice umûr-i mühimme zâyic olur ve gelüb ne veçhile hareket ideceği hod nâ m aclûmdur. İm di girû Mustafa lalam mâdâm ki tarîk-i hakk üz re hidmetdedir girû sadr-ı a czamlık hidmetinde olsun; nihâyet Der-i sacâdetden Divân-hâne kubbesine gelince at ile gelsün. B acdehu 'arza girmek lâzım geldikde huzûr-ı hümâyûnuma tezkire ile getürsünler55 deyû buyurmuşlar ve nice zamân merhûm Mustafa Paşa bu veçhile hidmet eylemişler. Öyle olsa ol asrlarda hod kaht-i ricâl değil idi, nihâyet tîz tebdîl ve azl ve nasb olunmak ahvâl-i âleme ihtilâl ve hazîneye küllî za rar olması mukarrer olduğu fehm olunurdu. Zamâıı-ı sâbıkda her nesne nin sonrasın fikr idüb ve âkıbet-endîş ve re5y-i sâ5ib oldukları içün âlem nizâm ve intizâm bulub K a cbe-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye mâlik olunub tâ kim Yedi Îklîm ’e değin hükm-i hümâyûnları cârî olmuş idi. Lâkin fî zamâninâ hâzır memleketleri zabt eylemeğe acz çeker olunmuşdur. İmdi fî zamâninâ her sadra gelenler “ Bu günü hoş görelim, irtenin ıssı vardır55 deyûb kapularmda olan hademeleri akça ile “ kimin mesâlihi vardır55 deyû meselâ sokaklarda avcıların zağarı kelbleri gibi rüşvet arayub gezerler. Bu takdîrce sadrda olan bu f i cle sâlik olunca sâ5ir aşağa hâili olanların ahvâlleri zahirdir, hafî değildir. Bu husûsda Muhammediyye kitâbı sâhibi Yazıcıoğlu -R ahm etu5llâhi aleyhi rahmeten vâsicaten- te5lîf itdiği kitâbda şöyle buyurmuş ki: Kaçankim aznıasa metbûH dînin Bağışlanur günâhı’ tâbirinin Hakk T e câlâ rahmet eyliye, bir kitâb söz söylemişler ve atalardan dahî meşhûr meseldir ki “ Balık başdan kokar55 dimişler. İmdi cevâb buna çıkdı ki cümle âleme ihtilâl ve nizâm bozulması pâdişâhımız eyû vezîr-i a czam idinmeytib vezîr-i a czam olanların sû-i tedbîri ve rüşvet almaları ile cümle âlemde olan yaramazlıklar ve bidcatler ve hilâf-ı kânûnlarm zuhûrma hemân sadr-ı a czam b â cis ve bâdî olmuş olur. Buna münâsib hikâyet ki merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Selîm Hân-i Gâzî-i atîk -R ahm etu5llâhi aleyh- Mısr vilâyetini feth eyleyüb ve K a cbe-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye kisve-i şerîf giydürüb ve ehâlî-i Haremeyn hükmlerine mahkûm oldukdan sonra günlerde bir gün serîr-i saltanatlarında iken feth eylediği vilâyetleri hâtır-ı şeriflerine gelir ve gayet ile refâhiyyet ve inşirâh-i kalb hâsıl olur ve bu hâtır-ı şerifleriyle “ vezîr-i â czam olan Pîrî Paşa5yı çağırsınlar55 deyû emr ider ve f î 5l-hâl haber olunub gelüb huzûr-i Pâdişâhîde dest-bûs ider ve ol mahalde merhûm pâdişâh - R ahm etu511âhi aleyh- hitâb idüb buyurmuşlar ki: “ Pîrî lalam, biinâyeti5llâhi T e câlâ vilâyet-i M ısr5ı feth eyledük ve Haremeyn-i şerîfeyn -Ş e r- refehumâ5llâhu T e câ lâ- ahâlîleri hükmümüze mahkûm olub ve Hâdimü?l-haremeyni5ş-
şerîfeyn unvaniyle m ucazzez ve mukerrem olduk ve şimdiye değin her ne cânibe müteveccih olundiyse bi-emri5llâhi T e'â lâ feth ve nusretler mü yesser olurdu ve hâlâ emrimize m uhâlif v a zc ve hareket ider kimesne dahî yokdur. Öyle olsa simden sonra bu devlete zevâl olmak ihtimâli var mıdır55 deyû buyurmuşlar. Merhûm Pîrî Paşa dahî bir âkil ve müdebbir vezîr imiş ve ol mahalde merhûm pâdişâh hazretlerine cevâb virmişler ki: “ Devletlü pâdişâhım, şimdiki hâl bu devlete zeval olmağa bir şey görünmez ve mâdâm ki cedd-i a Mâlarınızdan bu kânun ve kâ'ide ki kurulmuşdur ve icrâ olunur ayruk bu devlete zevâl olmak muhâl ender muhâldir, lâkin benim devletlü pâdişâhım ba'de5z-zemân üç haslet şey şöyle kim evlâd-ı kirâmlarınızm zamânlarmda zuhûr eyliye ol zamân bu devletin ihtilâli mukarrerdir55 deyû cevâb virdikde merhûm pâdişâh -R ahm etu5llâhi aleyh- bunun cevâbından müte’ellim ve bî-huzûr olub ve gazablarından buyurmuşlar k i: “ Bire kara Türk, benim hazînemde hazîne mi eksükdür ve kullarımdan kullar mı eksükdür ve cebehâneden ve at ve katırdan ve deve ve sâ5ir sefere müte'allik âlâtdan eksük nesne mi vardur, höd her nesnem kuvvet-i ke mâlde olub ve hiçbir nesneye ihtiyâç yok iken ol üç şey ne bir nesnedir ki Devlet-i Aliyyeye sebeb-i zevâl olmuş ola.55 Merhûm Pîrî Paşa dahî cevâb virir ki: “ Devletlü pâdişâhım, Hakk T e'âlâ ömr ve devletini izz u şevketle günden güne ziyâde eylesin, eğer hazînenin ve eğer kulların ve eğer âlât-i harbe m üte'allik cebehâne ve sâ5ir mühimmat cümle mevcûd ve mükemmel, hiç eksük ve noksan diyecek bir şey yokdur, lâkin Hakk T e'â lâ hazretleri , göstermiye, zamân-ı adâletinizde ol üç şey höd olmaz, muhâldir, fe-emmâ ba'de5z-zemân evlâd-ı kirâmlarmız eyyâm-ı hilâfetlerinde şöyle kim birisi bir âhmak vezîr-i a'zam a düşerse ve yâhûd rüşvet kapusu küşâde olub ve ol sebeb menâsib ehline virilmez ise ve yâhûd hükümet nâmında olanlar avretlerinin murâdları üzre hareket iderse ol zamân bu devletin ihtilâli ve here ü merci mukarrer olur55 deyû arz eylediklerinde merhûm pâdişâh -Rahmetü-llâhi aleyh- bir zamân tefekküre varub ba'dehu sözünü pesend itmekle ol mahalde buyurmuşlar ki “ Allâhümmahfiznâ yâ rabbe5l-âlemîn55 ve Pîrî Paşa merhûma bir hil'at-i fâhire giydirmişler. İm di hakîkat-i hâl arslanâ hidmet iden karakulakdır, yohsa tilki ve tavşan arslana hidmet eylemek hiç mümkin midir ve bu tarihe gelince itmiş değildir. Öyle olsa fî zamâninâ yirmi beş yıldan mütecâvizdir ki her sadra gelenler hilâf-i kânûn nice nâ-hemvâr işlerinden m â'adâ rüşvet alındığı höd mukarrer ve muhakkak sabit ve zâhirdir ve rüşvet ise dâ’inıâ Devlet-i Aliyyenin temelini kazmak üzrçdir ve her sadra gelenler rüşvete sâlik olmağla sâ5ir vüzerâ ve ulemâ ve ümerâ ve hükkâmlar el-hâsıl a'lâda ve ednâda rüşveti bir mertebeye şuyû' buldurdılar ki bir müselmânm mesâlihi Allâh içün görülmek yanların da hemân küfr tabakasına varmışdır ve rüşvet bu veçhile şöhret bulmağla zâhir menâsib ehline verilmediği bu dahî azharun mine5ş-şems5dür. Bu takdîrce Pîrî Paşa merhûmun rüşvet alınması ve mansıb nâ-ehle viril-
mesi didüği husûs zahirdir ve bunun çâresi ve ilâcı görülmez ise idrâk oluna, mes’ele m aclûmdur. Öyle olsa bu ahvâl-ı âlemin ihtilâli^ ve Kul tâ’ifesine ecnebi karışılması ve zorba ve Gelâlî zuhûru ve hazînenin muzâyakalıkları ve recâyâ ve berâyânm perâkendelikleri ve menâsıb ehline virilmedüği ve rüşvetin ibtidâ zuhûru ve bi 1-cümle kânûna muhâlif ve cem îc-i efcâl-i kabâ’ih zuhuruna bâdî ve b â cis vezîr-i a czam yokluğu ve yoksullu ğudur, gayrı değildir. “En-nâsu ala dîni mülûkihim55 fehvasınca işte cevâb-i safî ve sahih budur ki zikr olundu. Bâkî Allâhu T ecâlâ alem Resûluhu. EL - FASLU’S - SÂNÎ AŞER İm di ahvâl-ı âleme halel olmağa bâdî ve b â ls olanlar çünki beyân olundu, bundan sonra bunun ilâcı ve çâresi ne veçhile görülmesi mümkindir deyû su’âl olunur ise, Allâhu T ecâlâ a lem ve Resûluhu, buna dahî cevâb bu ola ki çünki halk-ı âlem böyle müşevveş ve kânûn-ı kadîm dahî bu şekle varmışdır, simden sonra hemân sacâdetlü pâdişâh-ı, âlempenâh hazretlerine lâzım ve lâyık olan budur ki pâdişâhımızı vebâlden sakınır ve Hakk T ecâlâ hazretlerinden havf ider İslâmî kavî ve diyâneti mükemmel ve kânûn-ı Âl-i Osmâriı icra ider zamân-ı sâbıkda olan ecdâd-ı izâmlarmm vüzerâları gibi tarîk-i hakkı gözedir bir müseİmâm bulub sadr-ı a czam eylemeleri üzerlerine vâcib olmuşdur. Tâ kim rûz-i haşrde mes’ûl olmâkdan halâs olalar. Menkûldür ki hazret-i Ömer -Radiyallâhü an h - hilâfetleri zamânmda taht-ı hükümetlerinde mermerr-i nâs olan meğer bir köp rünün meremmet olunması muhtâc iken bilinmemekle ta cm îr olunma mış ve bir gün ol köprüden koyun geçer iken köprünün sakat olan yerine bir koyunun ayağı geçer, şikest olur ve tekayyüd olunmadığına rûz-i cezâda Hazret-i Ömer -Radiyallâhü an h - mes’ûl olmasına sebeb olduğu kitâblarda ayândır, tafsil üzre bilmek içün mahalline mürâca’at oluna. Bu takdîr ce ahvâl-i âlem içün sacâdetlü pâdişâhımız dâ’imâ tekayyüd-i tâm eylemesi üzerlerine vâcib ve lâzımdır ve kânûn-i kadîm budur ki sadr-ı a czamhk virilmek lâzım geldikde eğerçi vezîr-i sânî olı gelmişdir lâkin fî zamâninâ bunca ihtilâl-i âlem sebebi ile zikr olunân sıfat ile muttasıf bir ehl-i hakk kimesnei gerek bi5l-fil sadrda olan vezîr-i a czamm insâfa gelmesidir, gerek ikinci v^ üçüncü ve dördüncü vezîrdir ve gerek ulemâdan ve sulehâdan ve gerek ümerâdan ve sâ’irdendir, el-hâsıl kullardan her kangi bölükde bulunursa getirilüb ve istimâlet virilüb ve sacâdetlü pâdişâhımız dahî dâ’imâ m ucîn ve zahîri olmak üzre sadr-ı a czam eylemek lâzım gelmişdir. Zîrâ memleket harâb olmaz, îllâ vezîr-i a czamdan ve m acmûr olursa girû vezîr-i a czamm hâk ve adi üzre olduğu sebebi ile olur. İmdi kelâmın muhassalı ve zübdesi vezîr-i a czam tedârüki umûr-i. mühimnı-i dîniyyedendir ve yâhûd Çıhâr-yâr-ı güzîn -^-Ridvânu5İlâhi T ecâlâ ecmacîn - zamân-i hilâfetlerinde olduğu gibi sacâdetlü pâdişâhımız dahî kendüleri d a cvâ
dinleyüb ve her umûrı kendüleri göreler; fe-emmâ fî zamâninâ kendüleri görmesi höd muhâldir, zîrâ zamane âdemîsi edebsiz olmuşdur. Hemân pâdişâhımıza lâzım olan budur ki zikr olunan sıfat ile muttasıf bir ehl-i hak üstâd-ı kâmil m icmârı bulub ve işbu bozgun binâya m i'm âr ve emîn iderse ve bi5z-zât kendüleri dahî tekayyüd buyururlar ise ol binânm ba'zı harâb olmuş yerleri san'at ile ve tedrîc ve tedârük ile girû an-karîb biinâyeti’llâhi T e'â lâ ta'm ır ve termîm olunması mümkin olur ve böyle üstâd-ı kâmil ldmesneler taht-ı hükümetlerinde bî-nihâyedir, eyüleri hemân taleb ve aramalarına mevkûfdur, bulunmaz deyû gadr yokdur, cihân hâlî değildir ve illâ işbu bozgun düzen bisât gayr şeki üzre tashih olunmağa mümkin olunmadığı ke’ş-şems zâhirdir. Belki ihmâl olunur ise el-iyâzü bi’llâh giderek iş dlişvâr olur ve Tershâne-i âmire ve donanma-i hümâyûn ahvâlleri ve mahmiyye-i Mısr ve Haremeyni’ş-şerîfeyn ve Yemen ahvâlleri dahî yazılır ise tatvîl-i kelâm ve tafsîle muhtâcdır. Lâkin beyân olunmağa dahî ihtiyâç yokdur. Zîrâ işbû risâlede zikr olunan ahvâllerin islâhı mümkin ise bunlar dahî âna tâbi'dir, hemân m a'an islâh olmuş olur ve illâ felâ ve’s-selâm. îm di cevâb-i sevâb bunda hatm olundu ve vâki'-i hâl budur, Allâhu T e'â lâ a'lem ve Resûluhu. V e ’lhamdulillâhi R abbi’l-âlemîn ve’s-salâtu ve’s-selâm alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve ashâbihi ecma'în. Bu fakiı^-i kesîrü’t-taksîr işbu risâle-i nasâ’ih-pezîri gâyet ihtisâr üzre tahrîr, “ H ayru’l-kelâm akallun ve dellun” fehvâsmca tastîr kılub fe-emmâ her sözü bir kitâb ve her harfi bir faslu’l-hitâbdır; Âyet-i kerîme-i ccV e mâ yantiku ani’l-hevâ in hüve illâ valıyun yûhâ” mısdâkmca ilhâm-ı kibriyâ ve eltâf-ı hüdâ ile imlâ ve inşâ olunmuşdur. Egerçi fî za mâninâ hâzâ hâsidân-i dûn “ Efemin hâzâ’l-hadîsi ta'cebûne ve tadhakûne” âyet-i kerîmesi muktezâsmca bu mazmûn-i sadâkat-meşhûna istihzâ ve hande-i bî-câ iderler, lâkin ânlar kavm-i dâll ve fırka-i cühhâldendir. Nitekim server-i kâ’inât ve mefhar-i mevcûdât buyurmuşlar ki “ Kûlû hayren tagnemû ve üskütû ani’ş-şerri teslemû” . Öyle olsa doğru söz gani met ve kul efendisine râst söylemek sadâkatdandir. Herkesin mikdâr-i aklı üzre sadâkati sözünden bellüdür. “ Ukülu zû’l-ifhâm tahte elsineti’laklâm” . Eğerçi pâdişâh-ı âlem-penâha bu maküle sözleri inhâ ider çok, lâ kin “ Yekülûne bi-elsin etihim mâleyse fî kulûbihim” âyet-i kerîmesi fehvâsmca dillerinde var, fe-emmâ kavileri fille rin e uymaz ve bu kullarının ismi zeyl4 risâlede nihân olub ayân ve beyân olunmadığına sebeb bu maküle ilâmımuz hemân f î ’llâh olub ve bir veçhile murâd ve taleb olma dığıdır. Nihâyet bu hâkşâr-i bâ-sadâkat zamân-ı tufûliyyetden hânedân-ı Âl-i Osmânın perverde-i ni'm et ve hidmet-güzîde-i der-i devletleri olub ve zıllu’llâh pâdişâh-i âlem-penâhın nazar-ı âliyeleri ile manzûr ve nice hidmet-i aliyyeleri ile mesrûr olduğum “ ke’ş-şems zâhir ve mine’l-ems bâhir” dir. Öyle olsa kemâ hüve hakkihi sadâkat üzre bir hidmetim sûret
bulmağın “lâ tu’âhiznî bi-mâ neseytu55 deyû özr-gûyân bu bir kaç kelimât beyân olunmuşdur ve asi ve sebeb budur ki gördüm gitdikçe âyîn-i saltanat-ı Osmânî muhtel ve rişte-i kâcide-i kânûn-i cihânbânî hail olmakda ve hazînede kıllet ve mâbeyn-i hükkâmda adâvet ve kuzâtda rüşvet ve ca ni b-i düşmende fırsat ve kurbiyyetde olanlar hiyânet ve ulemâda tam ac ve hamâkat ve ra ciyyetde zirâcat-i bî-bereket ve kasâvet, el-kıssa kûşe be-kûşe bidcat ve taraf taraf hacâlet her veçhile gayret-i nân u nemek-i pâdişâhî ve hamiyyet-i rukiyyet-i şehinşâhî cûşa gelüb bu denlü cür’et olundu. Ümidvarım ki makbûl-ı tab-c-i şerîf-i pâdişâh ve m atbûc-i kabûl-i şehinşâh olub bu fusûl-i kümmel belki ihyânen manzûr ola ki inşâ-Allâhu T ecâlâ tahtında fevâ3id-i bisyâr ve avâ5id-i bî-kenâr vardır. Amel buyu rulur ise âlem iyilüğe tebdîl ve nevc-i benî Âdem islâha tahvil ola. “Asa rabbünâ en yübdilenâ hayren minhâ innâ ilâ rabbinâ râgıbûn55. Belki “Se-yec calu5llâhu b a cde usrin yusren55 nice ve nice fırsatlar ve düşmen-i dîn ve devlet olan bed-güherlere hakâretîer ve feth ve nusretler müyesser ve mukadder olmuş ola. “Fe-asâ?Ilâhu en ye’tiye bi5I-fçthi ev emrin min indihi55. Zîrâ adâlet mücib-i nûr-i nusret ve hidâyet ve zulm b âcis-i sîyâhî-i zulmetdir. Nitekim hazret-^risâlet-penâh -Salla511ahu aleyhi ve^ sellem “ ez-Zulmü zulemâtu yevmi’Kkıyâme” deyû buyurmışlardır. R a ciyyete zulm olsa pâdişâh mes’ûl olur. Hadîs-i şerîf-i “ es-Sultânu zillu’llâhi ye’vâ ileyhi küllü mazlûm” fehvâsmca “Ve küllüküm r â cin ve küllüküm mes’ûlün an ra ciyyetih53 muktezâsmca pâdişâhı su’âlden ve âlem-penâhı vebâlden sakındım. îm di tedbîr-i umûr-i memlekete re’y-i sâ’ib ve zabt-ı kavâcid-i saltanata fikr-i sâkıb gerekdir. Müşavere vâcib ve ehemm ve akl-i külle mâlik olanlar ile danışmak elzemdir. “Îsteşîrû zevi5l-cuküK ve lâ ta csû fe-tendemû53 ve yine buyurmuşlarki “ M â hâbe men istişâr ve mâ nedime men istihâr” . R e’y-i sedîd dest-i şedîdden evlâdır. îm di dergâh-ı zû’lcelâlden dileriz ki bu hânedân-ı sacâdet--âşiyândan devlet ve ikbâli dûr itdürmeyüb pâdişâh-i ru b c-i Hi^skûnu hemîşe muzaffer ve mansûr ve a cdâlarmı meksûr ve maklıûr ve devletlerini m acmûr, husrevleri hük müne me’m ûr3 hayr-hâhlarmı meebûr, seherlerin pür-nûr ve gicelerin mes rur, tâ yevm-i nüşür clest-i saltanatlarını pür-zûr ve hiyânetlikle hidmet idenleri kûr ve müflis ve a cver eyliye, bi-lutfihi ve keremihi bi-hakki Seyyidi’l-cumhûr. Hikmet-i Büzürcmihri dinle ey şâh-ı cihan Her biri bu sözlerin bir dürr-i safidir ayan Sürme-i ayn-i adâlet hâk-i pâyindir senin Hakk Tecâlâ haşredek ol hâki kılsın râyegân Nûrdıır rûyun şehâ zM-i İlâhîsin velî Olsa lâyık taht~ı zilim kûşe-i emn ii emân
Bu fena îklîme geldi nice yüz bin pâdişâh Hep ferâmûş^oldıı ammâ anılır Nûşirevâh Mâm-i bâkî isteyen adi u adâlet eyledi Şehlere lâzım olan şâhım adâletdir hemân Dâr-ı dünyâ mahzen-i insân-i kâmildir sahîh Pâdişâh-i dehr olan olmuşdur âna pâsbân Her zamân kim tayy-i bahr itmek dilersen Husrevâ Mülk deryâ) taht keştîdir, adâlet bâdbân Ger tefekkür itse âdem bir bedendür kcfinâıt Anda zât-i pâdisâhe didiler rûh-i revân Görme lâyık pâdişâhım haste ola ol beden Bir marazdır zulm^olmaz cism^ânınla şâdmân N'oldığın bilmek dilersen mülkün ahvâlini Kıl tafahhus evvelâ bul ehl-i hak bir tercümân Tâk-i Kisrâ-veş kurub zencîr-i adli bacdehu Eyle bir bir kullarını hidmeiinle imtihân. Kullarından sadr-ı a*zam kim vekilindir senin Âdil ü âlim gerek hem kârsâz u kârdan Yıkma yapma virme alma sadr-ı aczamdan olur Tohsa şehler mâverâ-i perdede olur nihân Durmadın yıkmakdadırlar Devlet-i OsmânVyi Pâdişâhım sadr-ı aczamlar elinden el-amân Râz açsam kullarının cümlesi gafletdedir Hakk Tecâlâ bunlara insâflar virsin hemân Ekseri hâkimlerin rüşvet tarîkin tutdılar Hurmet-i şerc-i Resûle irdi Sultânım ziyân Tandı âlem âteş-i rüşvetle yoklar olmadı Doldu sahn-ı âsumân âh-i recâyâdan duhân Sûr u şen tutdu cihanı Surh-şer kıldı guluvv Gitdi Tebrîz ile Gence Nahcivân ile Revân İsterüz Allâhdan kim âl-i Osmânı miidâm îde mansûr u muzaffer durduğuma bu cihân Dîger: Âsumân-ı devlet u zıll-î hüdâ Osmân Hân Halk-i âlem sâye-i adlinde buldular emân
K ÎT Â B -Î M Ü S T E T Â B
Dî g er: Âfitâb-i lemca-i hılrn ü haya Osman Hân ZiU-i adlinde anun buldu cihan emn ü emân Dîger: :
ij^
Âfitâb-i mülk ü millet zill-i Hakk Osmân Hân Halk-i âlem sâye-i adlinde buldular emân Hâtif-i gaybîden ilhâm oldu bu nazm-i latîf Kâ’ilînin ismin eyler mısrâc-i evvel beyân ................................................. ( Mısrâc-i evvel) Odur bu devlete cândan hayr-hâh
[ZEYL] Sa'âdetlü pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri işbu ahvâl-i âleme ale’licmâl haberdâr ve m alûm -ı hümâyûnları oldukdan sonra vüzerâlarma ve ulemâlarına vech-i meşrûh üzre su’âl ve cevâb taleb buyuralar, tâ kim mansab tasarruf idenler ve mansaba tâlib olanların istihkakları ve re5y ve tedbîrleri zâhir ve ma’lûm oluna. Ba'dehu sa'âdetlü pâdişâhımız iktizâ itdüğine göre Devlet-i Aliyyeye enfa' olan re’y ve tedbîr ne ise gice gündüz Hakk T e'âlâ hazretlerine münâcât idüb ve ıslâh içün hüsn-i himmetlerin sarf idüb buyuralar: Lalam sadr-ı a'zam ve sâ’ir vüzerâ kullanım a ve hükûmetde ulemâ du'âcılarım a ve sâ’ir üzengi ağa kullarıma ve Altı Bölükde olan ihtiyâr sipâhî kullarıma ve Yeniçeri ocağında olan ihtiyâr kullarıma selâmlar olunur. H ayr du'âmdan sonra umûr-ı dîn ve devlete m üte'allik cümle nizden yedi su5âlim vardır, cevâb-ı bâ-sevâb taleb olunur: ' Evvelki sı? â l: Merhûm ve magfûrun-leh ceddim Sultân Süleymân Hân-Tâbe serâhu ve ca'ale’l-cennete [46a] misvâhu- hazretlerinin zamân-ı şeriflerinden berû Kızılbaş-ı bed-ma'âş üzerine selâtîn-i izâm bi’z-zât sa'âdetle sefere varılmadığı sebebi ile midir yohsa gayri sebeb ile midir hâlâ şah nâmında olan Abbâs-ı pür-vesvâsm dalâleti günden güne ziyâde ol duğun nakl iderler. Bu takdîrce Hazreti Çihâryâr-i ğüzîn -R id vân u llâh i T e'â lâ aleyhim ecma'înlıazarâtma tûl-i lisân iden râfızîn ve mülhidîne mücâhede fî sebili5İlâh gazâ itmeğe höd vâcib ve lâzım gelmişdir ve ecdâd-ı izamlarım - R ahinıehumu51-lâhu T e 'â lâ - zam ânlarında memâlik-i mahrûsada vâld' bunca kılâ' ve memleketleri ki feth idinceye değin zâhir nice ve nice sefer-i hümâyûnları vâk'i olmuşdur; girû ol zamânda kat'â re'âyâya ihtilâl vâki' olmayub ve her veçhile ahvâl-i âlem nizâm ve intizâm üzre oldukları bu dahî zâhir ve beyne5n-nâs ma'rûfdur ve kullarımdan niceleri ol zam âıılan görmüşlerdir. Öyle olsa hâlâ yirmi otuz yıldan mütecâviz olmuş ki ahvâl-i âlem muttasıl tedennî üzre olduğu [46b] ve nice memleketlerimizi girû düşmen alduğı şâyi'dir. Meselâ Acem vilâyetlerinde Eyâlet-i Şirvân ve Eyâlet-i Ereş ve Eyâlet-i Şeki ve Eyâlet-i Timurkapu ve Eyâlet-i Gence ve Eyâlet-i-Tiflîs ve Eyâlet-i Gori ve Eyâlet-i Tebrîz ve Eyâlet-i Nahcivân ve Eyâlet-i Nihavent işbu zikr olunan on beğlerbeğiliklerden m â'adâ otuzdan ziyâde kal'alarım ız alınmış ve. zâhir bunca vilâyet lerimizi düşmân-ı bed-fi'âl alıncaya değin nice nice ümmet-i Muhammed şehîd olduğundan m â'adâ ehl-ü ayâlleri esîr olub ve nice dahî ırz eksikliği
olmuşdur. K ezâlik zikr olunan vilâyetler feth oluncaya değin nice"hazîneler sarf olunub ve ol seferler hasebi ile dahî nice memleketlerimiz ayak altında pây-mâl ve nice recâyâ perâkende olmağa sebeb olunub ve bunca ta cb ve zahmetlerden sonra bu ne hikmetdir ki ecdâd-ı izâmımr^femân-ı asrlarmda düşmânm ellerinden memleket ve kalcalar alunur iken işbu tarîlı-i mezbûrdan berû diişmân-ı bed-kâr bunca memleketlerimizi alub ve nice yıldır ki sefer-i hümâyûn vâkic oldukça serdâr olanlar [47a] hemân bir varili bir gelinir olmuşdur^ katcâ bir fâ ’ide müşâhede olunmadığından m âcadâ bunca memleketlerimiz ayak altında çiğneniib ve bunca recâyâ pây-mâl olduklarından gayri nice ve nice beytü5l-mâl-i müslimîn sarf ve zâyic ve telef olduğu mesmû c-ı hümâyûnum olmuşdur. Öyle olsa bu ahvâl lerin asi ve hakîkati var mıdır ve nice rüzgârdır iş ilerüye varılmadığı sebeb ve b â cis nedür, beyân oluna. İkinci svüâl: Bundan akdem merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Süleymân Hân hazretlerimin zarnân-ı şeriflerinde yeniçeri kullarım on iki bin iken şimdi yalnız hemân korucu ve tekâcüd nâmında olanlar yedi binden ziyâde olub şimdiki hâlde cümlesi otuz beş bin neferden ziyâde olmuş dur. Kezâlik A l ti Bölük sipâhî kullarım dahî ol asrda cümle sekiz dokuz bin nefer mikdârı iken şimdi on dokuz bin neferden ziyâde olub ve günden güne muttasıl eğer yevmiyyeleri ve eğer neferâtı artılmak iizredir ve sâ’ir ocak ahvâlleri höd cümle ziyâde olub ve kânûna muhalif olmuşdur ve el-ân ziyâde olmak üzredir [47b] ve K u l tâ’ifesi böyle ziyâde iken girû nice memleketlerimizi düşmân-ı bed-kâr almasına bâdî ve b â cis ve sebeb ne veçhile olmuşdur, beyân oluna. Üçüncü su’ âl: Bundan m âcadâ şimdiki hâlde yeniçeri kullarım otuz beş bin nefer mikdârı var iken sefer-i hümâyûnum vâkic oldukça evvelâ yarar ve nâmdâr, m üncim ve mütemevvil olan yedi sekiz bin mikdârı yeniçeri kullarım nedir pîr-i fânî ve sakat ve amel-mândelerdir deyû ağalarının hilâf-ı vâkic inhâlariyle tekâcüd ve korucu nâmına defterlere kayd itdirilmiş ve b a czı neferât dahî zâbitlerinin himâyelerinde olmağla kimi Rûrnili cânibine ve kimi Arab ve Acem ve Hind diyârlarmda her biri kâr ü kisb ve ticâretlerinde olub ve b â czı neferât dahî küçük nâmında ve kimi henüz beşikcle ve kimi dahî defterlerde ismi var lâkin resmi yok iken beytü’l-mâl hazînesinden her ulûfede girû bunca yük mâl ihrâc olunur ve bu sebeb ile dâ’imâ hazîneye gadr olduğundan m âcadâ b a czı yaya, başı neferâtiyle ve yamak neferler ile topçu deyû b a czı serhad vilâyetlerine ta cyîn [48a] olunur imiş. Meselâ Budim ve Belgrad ve Kamaniçe ve sâ’ir kılâc ki m aclûmdur cümle beş altı bin neferden ziyâde topçu deyû muhâfazaya ta cyîn olunub defterlerde kayd olunur imiş. H âlâ ki bu cümle kılâcda bin neferden ziyâde muhafazalarda* mevcûd olmadığı ke’ş-şems zâhir imiş ve böyle iken girû bunca neferâtm ulûfeleri nedir, mevcûddur deyû
zabitleri ulûfelerin kabz idüb ve eki ü belc iderler, hem bunca beytü5l-mâl ıtlak ve israf olunduğundan gayri sefer-i hümâyûnum dahî vâkic oldukça bu mikdâr bin nefer, nedür serhadlerde muhâfazadadır deyû ağa ve zâbit olanların hıyâneti sebebi ile sefer-i hümâyûnuma hâzır olmazlar imiş ve bunlardan bakiyye kalan kullarım dahî sefer-i hümâyûnum vâkic oldukça her zâbit olanlar beşer onar nefer yeniçeri kullarımı himâyelerine alub ve seferlerde her ulûfe yoklamalarında mevcûddur deyû ulûfelerin hazînem den ihrâc ve eki ü belc iderler. Bu takdîrce her sefer-i hümâyûnum vâkic oldukça bunca [48b] bin yeniçeri kullarımdan ancak sekiz bin nefer mikdârı seferlerde mevcûd olur imiş. Hattâ merhûm ve mağfûrun-leh G âzî Sultân Mehmed Hân -T âb e serâhu ve ca ^ le’l-cennete misvâhu- hazret leri Eğri seferine bi’z-zât sacâdet ile teveccüh buyurduklarında ol sefer-i azîmde on bin yeniçeriden ziyâde olmadığı bu höd tevâtüre yetişmişdir. Böyle iken serdârım ile şefer-i hümâyûnuma me’mûr olan kullarımdan şimdiki hâlde ne mikdâr mevcûd sefere varıldığı beyne’n-nâs hafî değil dir deyû nakl iderler. Kezâlik Altı Bölük sipâhî kullarım on dokuz binden ziyâde iken sefer-i hümâyûnum vâkic oldukça şunlar ki ulûfeleri ziyâde olub ve müncim ve mütemevvîl ata ve hidmetkâra kadir olan kullarımın b a czıları vüzerânm bidcat olan defterlüsi deyû her sefer-i hümâyûnum dan alıkonılub ve b a czı neferât kapu defterdârlarım ve sâ’ir vilâyetde olan defterdârlarımm istihdâm kulu deyû seferden alıkonılub ve b a czıları ki ağır ulûfelu kullarımdır, ağaları ve kâtibleri seferde vâkic iki üç kist ulûfe lerin mücerred kendüleri almak içün [49a] himâye tarîkiyle uhdelerine alub ve seferlerde her ulûfe yoklamasında mevcûd deyû bi’t-tamâm ulû felerin ağaları ve kâtibleri eki iderler. Bunlardan sonra bâkî kalan sipâhî nâmında kullarımın hod kimisi serdârlarımın ve mukabelecilerin lııyâneti ile bezir yağıyla yanmış çırakları ki altışar ve sekizer ve onar akçalık ulûfeleri vardır ve ekseri Türk ve K ürd ve Çingâne ve Acem ve sâ’ir ecnâs-ı muhtelifeden hâsıl olub ve yolsuz gelmişdir ve b a czısı dahî gerçi tarîkiyle bölüğe geçmişdir, lâkin fakîrü’l-hâl olmağla ata ve dona kadir olmayub piyâde sefere varır ki ancak ulufe yoklamasında bilinür, tâ kim ulûfesi k atc olunmıya. Bu takdîrce sefer-i hümâyûnuma giden kullarım bu makûle^ lerden olunca ayruk ol seferden hidmet ve fırsat ve nusret ümidinde olunur mı? Öyle olsa işbu zikr olunan maddeler vâkic ise düşmân-ı bed-ficâl bunca memleketlerimizi alduğuna ta caccüb iclecek değildir. İmdi eğer Altı Bölükde olan sipâhî kullarım ve eğer Hacı Bektaş ocağında olan [49b] yeniçeri kullarımdır aralarında ecnebi girmesine ve yirmi beş yıldan berû vâkic olan seferler içün bunca hâzineler telef olduğundan mâ cadâ ol se ferler sebebi ile bunca recâyâ perakende olmuş iken alman memleketleri girû düşman almağa ve bunca v a zc-ı nâ-hemvâr ve kânûn bozulmağa bâdî ve b â cis ne veçhile olmuşdur, beyân oluna.
Dördüncü su’ âl: V e bundan m âcadâ ecdâd^ı izâmım zamân-ı şerif lerinde olan vüzerânm yedi sekiz yüz mikdârı müşteri abd-i memlûki ve yarar kulları olub ve âna göre sefere mütecallik cebe-hâneleri ve at ve katır ve deve ve çadır ve sâ’ir âlât ve esbâbları hâzır ve müheyyâ olub tâ kim ale’l-gafle bir düşman üzerine gönderilmeğe serdârlık ile fermân olunsalardı irtesi hemân otlakların Üsküdar’a ve yâhûd Edirne Kapusundan taşra kurarlar imiş. Denile ki bundan akdem Burusâ’ya Celâli eşkiyâlarımn defci içün bi’z-zât merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Ahmed Hân -T âb e serâhu- hazretleri azimet buyurduklarında vüzerâ ve ehl-i menâsıb olan kullar düğüne ve yâhûd seyrâne gider [50a] gibi gitmişler ve b a czısı azimetlerinde bir kaç gün sonra varmışlar. Bu takdîrce vüzerâ ve mîr-i mîrân ve sâ’ir ehl-i menâsıb kullarımın sefer-i hümâyûnuma mütecallik kapuları mükemmel olmaduğundan m âcadâ kapularmda kethudâlarmdan tâ kim seyislerine varıncaya değin cümle hademeleri ulûfem ve zecâmet ve tîmâr tasarruf ider kullarımı istihdâm itdiklerinden gayri memâlik-i mahrûsemde olan ze câmet ve t imârları evlerinde kedilerine ve kelblerine varmcayadek pây-ı Kalenderi bahş itmişlerdir. Lâkin merhûm ve mağfûrun-leh Sultân Süleymân Hân hazretlerinin asrında ve ândan evvel olan ecdâd-ı izâmlarımm zamân-ı şeriflerinde sadr-ı a czam olanların kethudâları nâmînda ancak yirmi bin akçalık ze câmet mutasarrıf olmağa me’zûnlar im iş.*K atcâ ayruk vüzerâ kapularmda ve sâ’irin kapularmda dirlik tasarruf ider kullarımdan hüddâm nâmında olmazlar imiş. Şimdi ise vüzerâ hademeleri değil, kethüdalarının hademeleri ve köleleri seyis lerine varıncaya değin birer ism tesmiye eylemişler ve bunca zecâmet ve tîmârları birer tarîk [50b] ile berât itdirüb ve sepetlerine koyub tasarruf iderler. Bu sebeb ile erbâb-ı zu cemâ ve erbâb-ı tîmâr kullarım Anadolu ve Rûm-ili ve Arabistân cümle ikiyüz bin kılıç iken hâlâ öşr-i a cşârı kalmayub sepetlere girüb m acdûm oîmuşdur deyû nakl iderler. Bu hod el-iyâzu bi’llâh hıyânet üzre hıyânetdür. Ö y k olsa bu maküle hıyânet ve hilâf-ı kânûnı irtikâb itdikleri ve ecdâd-ı izâmlarımm kânûn-ı kadîmleri bozul'mağa b â cis ve sebeb ne veçhile oîmuşdur, beyân oluna. Besinci sut âl: V e bundan m âcadâ ecdâd-ı izâmlarım zamân-ı şeriflerin de cemic kullarım saliîh ve devşürme ve kul cinsi iken şimdiki hâl recâyâdan olaıı ecnâs-ı muhtelife ki ata ve dedeleri dirlik tasarruf idegelmeyüb recâyâ oğlu olan Etrâk ve Ekrâd ve Çingâne ve T ât ve Acem ve gayriden olıgelmişe muhâlif ve kânûn-ı kadîme mugâyir sipahiliğe, ve yeniçeriliğe ve sâ’ir dirliğe geçüb kullarım içlerinde bir veçhile ecnebiler girmeğe bâdî ve b â cis ne sebeb ile oîmuşdur, beyân oluna. Altıncı su*âl: V e bundan mâcadâ [51a] cem îc ulufeye mutasarrıf olan kullarıma her üç ayda ulûfeleri Dîvân-ı hümâyûnumda virilmek kânûn-ı kadîm iken hâlâ yirmi beş otuz yıldan mütecâviz olmuş ki ancak yeniçeri kullarıma tamâm ulûfe virilüb ve sipâhî kullarıma dahî para kesik üzre
virilüb ve çaşnîgîr ve müteferrika ve sâ’ir kullarımın ulûfelerin başdan savmak içün bacıların a m ukâtaca eminlerine ve b a czılarma m ukâtaca tutan Yehûd ve kefere üzerlerine sâlyâne olunub ve kullarım varub ol maküle mültezimler kapusunda ulûfelerine mülâzemet iderler. Husûsâ el-iyâzu bi’llâh Yehûdîlere ve kefere tâ’ifesine nice ve nice mülâzemetliklerinden sonra girû her sene dört kist ulûfelerinden sahîh bir iki kist ulûfeleri vâsıl olmaz imiş deyû mesmûc-ı hümâyûnum olmuşdur. Bunun dahî asi ve hakikati var mıdır ve böyle hilâf-ı kânûn sâdır olmağa b â cis ve bâdî ne veçhile olmuşdur, beyân oluna. Yedinci sıt âl: V e işbu zikr olunan hâ’inlikler ve hilâf-ı kânundan m âcadâ Anadolu ve A r abis tân [51b] ve Rûm-ili memleketlerinde vâ k îc bunca hâss-ı hümâyûnumdan bunca hazîneler tahsîl olunur imiş ki cümle kullarımın ulûfelerine ve sâ’ir masraf-ı mukarrereye kifâyet eyledüğinden m â‘ada, taşrada olan beytü’l-mâl hazînesine her sene nice yük akçalar v a zc olunub ve zamân olmuş ki ol taşrada olan hazîne kubbelerinde akça sığmayub Yedi K ulle’de vaz cideıier imiş. Şimdiki hâl memâlik-i mahrûsada vâkic hâss-ı hümâyûn mahsûlünden öşr ve âşiri hazîneye mâl girmez olmuştur. Meselâ hâss-ı hümâyûnumdan güzîde aklâmdan Haleb hazînesi ecdâd-ı izâmım zamân-ı şeriflerinde her sene üç dört yüz bin filori irsâliyye hazîneme gelür iken şimdi on bölükde bir bölüği gelmez olub sâ’ir hâss-ı hümâyûnum hod ve kıss alâ hazâ tenezzül üzre olduğundan gayri vüzerâ kullarıma kadîmî ecdâd-ı izâmlarımızdan kendülerine ta cyîn olunan hâslar işbu yakîn zamândan berû âdemleri ve voyvodalarının zulm ve tecaddîleri sebebi ile recâyâlarm perîşân ittiklerince ol maküle bî-hâsıl olan hâsların hâss-ı hümâyûnuma [52 a] ilhâk iderler ve hâss-ı hümâyû numdan bakıyye kalmış m acmûr hâss-ı hümâyûnumu hilâf-ı vâkic inhâ ideıier, kendülerine hâs ta cyîn ider olmuşlardır deyü mesmû^ı hümâ yûnum olmuşdur. Bunun dahî aslı ve hakîkati var mıdır ve hâss-ı hümâ yûnum berbâd olmasına sebeb ve b â cis ne veçhile olmuşdur, beyân oluna. İmdi bu cümle yedi şu?âli.m. kim olmuşdur bunca efcâl-i kabâ’ih zuhûru ve kânûn-ı kadîm bozulmasına b â cis ve bâdî ne veçhile olmusdır • 9 ve ne sebeb ile vâkic olmusdır ve min b a cd bu cümle ahvâlleri girû üslûb-ı sabık üzre nizâm ve intizâm buldırmasmın tedbîr ve tedârüki ve re’y-i sevâb ne üslûb üzre görülmesi münâsibdür? Evvelâ bu cümle cevâbı vüzerâ kullarımdan taleb olunur ki ânlar bu ahvâllere vâkıflardır ve bu maküle umûr içün vüzerâ makâmmda v a zc olunmuşlardır; b a cdehu bi’l-ficl mansıbda ve yâhûd mansıb tasarruf itmiş ulemâ efendilerinden ve özengi ağası kullarım ve rûzgâr-dîde ihtiyâr Altı Bölükde olan sipâhî kullarım ve Hacı Bektaş ocağında olan ihtiyâr yeniçeri kullarımdan [52b] dahî ecdâd-ı izâmlarımdan gördükleri kânûn ve m aclûm idindikleri mertebe cevâb-ı sevâb taleb olunur. Bakî, Allâhu T e câlâ a clem ve resûluhu.
İ N D E K S B eytü 5l-m âl-i müslimân, 4, 5, 8> 10, 13, 14'j
— A —
16, 29, 36, 37. A bbâs, îra n Şahı, bk. Şah A bbâs, ı ı , 36. A ’câm , A cem ,
A cem
M em leketleri,
3,, 4,
11, 15, 17, 18, 19, 20, 36, 37, 38, 39.
Boğazlar, 14. Bostancı,
7,
A ce m î oğlanı, oğlanları 7, 13, 14.
Budim ,
35.
 dem , 22.
Buruşa,
9,
A ğ a , A ğalık, A ğalıklar,
6, 7, 8.
8.
Bostancıbaşı, 7, 9. 20,
39.
Bölük ağalıklap, 6.
A h m ed I., O sm anlı Sultânı 39.
Bölükbaşı,
A h i, Şirvân eyâletinde kale, 12.
Bölük halkı,
A h û r halkı, 14.
B üyük m îr-i âhûr, 6.
^
A kça, 4, 5,^7, 8, 9, 10, n ,
13, 16, 20, 23,
10. 8.
^
B üyü k oda, 6.
24, 25, 29. A kdeniz, 7, 13.
G
—
-
■
A ltı Bölük, 16, 36, 37, 38, 40. A nadolu, A n a d o lu m em lek etim , 6, 17, 18, J9 ?
Cebeci, Cebeciler, 3, 4, 14.*
39 ? 4 °-
A rab, A ra b m em leketleri, diyarları, 15, 37.
Cebelüler,
15.
C elâ lî, Celâlîler, 4, 5, 9, 12, 17, 20, 25, 26.
A rabistâıı, 39, 40. A rza girm ek,
3 i> 3 9 -
29.
v
C elâ lî eşkiyâları, 39.
A rz odası, 6, 29.
C elâlîlik,
A rz-ı R û m , bk. E rzurum , 20. sarâyı,
6.
A t gemileri, 7, 8,
13,
Avâm
C ebehâne, 31, 39. C ebelü,
A rabacı, 4.
A tm e yd am
G avad, Şirvân eyâletinde kale, 12.
m âbeyııi,
16.
N
14.
ç ■
I. Çaşnigîr, 3, Çaşnigîrlik,
— B —
14, 40. 3.
Çavuş, 3, 4, 7, 20. Bâb~ı sacâdet, 29. Badkû,
Şirvân
Çavuşluk, 3.
eyâletinde
kale,
12.
Ç ingâne,
Bağdâd, 20.
Ç ingene, 4,
16, 26, 38, 39.
Çukadâr, 6.
Baltacı, Baltacılar, 7, 27. Beğlerbeğler,
3, 9.
Beğlerbeğilik,
— D —
Bağlerbeğilikler,
6,
7,
12, 36.
D a ğ koruyucuları, D â r-ı
Belgrad, 37. Berât,
15,
8, İslâm ,
D â rü 5s-sacâde,
39.
Berde, G en ce eyâletinde kale,
12.
D ârü V sa^ d e
20. kapusu,
D âvud
B eytü ’l-harâm , 2.
Defterdâr, Defterdârlar, 4, 5,
akçaları,
B eytü ’l-m âl hazînesi,
9.
D ellâl, 5.
16. 5,
çiftliği,
*
20.
Bergüşâd, N a h civ â n eyâletinde kale, 13. B eytü ’l-m âl
Paşa
10.
12.
12,
37, 40.
D ergâ h -ı Â l î
kâpucuları,
14.
10,
16, 38.
D em irkapu, bk. Tem ü rkapu ,
G en ce eyâleti, 12.
12.
D evlet-i A liyy e , 2, 3, 5, 8, 9, 10, 11,. 14, 16,
17,
18,
19, 2 i, 27, 31,
35,
15,
G ılm ân -ı acem iyân,
36.
Gori, G en ce eyâletinde kale,
14. 12.
G ori eyâleti, 36.
D evlet-i O sm ânî, 35. Devşürm e, 7, 26. Devşürm e sürisi, 6. Dirlik, Dirlikler, 3, 4, 6, 8, 9, 16, 18.
H â cı Bektâş ocağı, 10, 11, 38, 40.
D îv â n ,
H âkim ,
5.
D îv â n ehl-i 5.
H âkim ler,
H âleb,
20,
23,
8,
25.
40.
D îV ân -ı hüm âyûn, 6, 8, 29, 40.
H âleb hazînesi, 40.
D ivân-h ân e,
H arm eyıı-i şerîfeyn, 8, 20, 30, 33.
29.
D ivân -h ân e
kapusu, 29.
D ivân -h ân e
kubbesi, 29.
D on an m a-i hüm âyûn,
H arem eyn -i’s-Şerîfeyn evkafı, 20. H arem -i hâssa,
3.
D ördün cü vezîr, 32.
H arem -i m uhterem , 26. Hâs,
— E — E b û ’s-S u cûd,
Şeyh ü ’l-islâm,
26.
Edirne sarâyı, 6.
H av v â,
22.
H azîn e,
38.
H azînesi,
8, 11,
E h l-i dîvân , 4.
H azîneler,
3, 4,
5,
H azın e-i âmire, 2, 5, 9,
14.
13,
15, 20.
H azîn e-i hâssa, 15, 18, 21.
E h l-i san ây ic, 20. E h l-i sünnet ve cem â £at, 12. E krâd, 4, 39.
H azret-i H elû
Ö m er,
H ân ,
bk.
Ö m er,
32.
13.
H il’ at, 29.
E li emrli dirlik virm ek, 4.
H il cat-i fâhire, 29, 31.
5.
H in d ,
E rb â b -ı tîm âr, 39.
H in d
E rb â b -ı z u cemâ, 39.
37. diyârları,
37.
H ükkâm , 31.
Ereş eyâleti, 12, 36.
H ünkâr kulu, H ünkâr kulları, 20.
26.
Erzurum , bk. A rz-ı R û m , 20.
—
1—
Etrâk, 4, 39. Evkaf,
8,
İbrahim ,
29.
Peygam ber,
22.
İç oğlanı, oğlanları, 8, 26, 27.,
E v k a f mâlı, 29.
İç
oğlanlığı,
6.
İç oğlan tâ ’ifesi, 27.
— F —
İsâ, Peygam ber, 4. Filori, 4,
15, 18, 40.
İshâk, Peygam ber, 22. İsm âcîl, Peygam ber,
—- G — G ala ta , 6,
G a la ta sarâyı,
İstanbul ağası, ağaları, 6, 6.
G a r îb yiğit, 4.
,
G edik, gedikler, 3, 4, 8,
10.
G ence,
22.
İstanbul, 6, 14, 17, 20, 21, 26.
14.
12, 35, 36.
— K a b a la ,
6,
15, 18, 21, 23, 25, 30> 3*, 4 °.
H azîn ed âr, 5, 19.
14.
E h l-i müteferrika,
Erm eni,
H âs b ağçe bostancısı, 7. H âs oda, 6. H asta odaları, 7.
E ğri, 16, 38.
Em inler,
40. 7.
Hâss-ı hüm âyûn, 40.
Edirne kapusu, 3, 9, 39.
E h l-i hiref,
Hâslar,
H âs bağçe,
Edirne, 6, 9, 20, 21, 39.
E ğri seferi,
11.
H arem -i hüm âyûn, 26.
Şirvân
K
—
eyâletinde
K a lbe-i mükerreme,
14.
30.
kale,
12.
K ad ılık, K adı
23.
— M —
efendi,
23.
M â b e y n akçası,. 16.
K am an içe, 37.
M ah lû l, M ahlûller, 3.
K a p u ağası, ağalığı, 6, 26.
M a h m û d A ğa, K a p u ağası, 26.
K a p u cu , K apu cu lar, 3, 4, 25.
M â l-i m îr î{ 16, 21.
K apu cu -b aşı, 6.
M ed în e -i
K apu
defterdârları,
K a p u ku lu ,
38.
K apu ku lları,
K a ra b a ğ ,
G en ce
K araden iz,
7,
münevvere,
M eh m ed I I I ,, 15,
16,
17.
eyâletinde kale,
30.
O sm anlı Sultam ,
12.
M erd -i tîm âr,
13.
M îr -i âhûr,
n.
6.
K arakullu kçu , 7.
M îr -i alem, 6.
K a r âm ân,
M îr -i L iv â, 3, 15, 23, 24, 29.
20.
K a r a M u stafa Paşa, Serdar, bk. M ustafa
T ü rk,
P îr î
Kârhâneler, Kars,
Paşa’nm
lâkabı,
M ısr,
31.
M ukabeleci, M ukabeleciler, 4,
K ars beğlerbeğliği, K ars kalesi,
12.
M u k â ta ca,
40.
M u k â ta ea
eminleri,
40.
M u kâ ta 'acı, 5,
40.
M u ra d I I I ., O sm anlı Sultânı 2, 3, 7, 11 ,14,
Kefere tâ ’ifesi, 40. K elek, G en ce eyâletinde kale, 12.
17, 26.
,
M û sâ, Peygam ber, 4, 22.
K esip para, 4.
M ustafâ, M uh am m ed, 22.
K eth u dâlar,
abâlar,
7,
19,
27,
39.
M u stafa
6.
Paşa,
V e z îr-i
K ızılb aş, 3, 11, 12, 13, 18, 36.
bk
a'zam ,
Topal
13.
Paşa, 3.
K ız ıl elm a kapusu, 11.
M ü ltezim ler, 40.
K iler-i
M ültezim ler kapusu, 40.
âmire.
14.
K o rucu, 9, 10, 16, 37.
M üsâfir, 2.
K oruculuk,
M üteferrika, 3,
K ubba,
9,
10.
15.
Şirvân
M üteferrikalık, eyâletinde
kale,
K u l m evâcibi,
— N—■
10. 11,
N ah civân ,
18, 21.
K u l tâ ’ifesi, 2, 3, 4, 6, 9, 11, 14, 15,
23,
K üçük
oda,
17,
12,
19.
Nefer, Neferlik, 3, 8, 9, 10, 14, 37.
29.
N ih âven d
6.
N öbetçi,
eyâleti,
N ûşirevân-i Leven dât, 9. Lokm âıı,
bk.
T ü rk î,
 dil, —
1.
36.
25,
34.
O—
O cak , O caklar, 6, 7, 8, 18.
22.
L u tfî Paşa,
12,
16.
N û h , 22.
— L —
Lisân-ı T ü rk î,
13, 35? 36-
N a h civân eyâleti, 12. N edim ,
23, 26, 31, 37.
K u zâ t,
14, 40. 4.
(?) Şeki eyâletinde kale, 12.
12.
K u l cinsi, 26, 39. K u l defteri, 5,
M ustafâ
V e z îr-i
a fczam ,- 21.
Paşa,
29,
M u stafâ Paşa, Serdar, bk. K a r a M ustafa
K ızılbaş seferleri, K ızılb aş vilâyeti, 3,
K ostaniçe,
16, 38.
M ukabeleci kapusu, 4.
6.
K astam on i Sancağı, 6.
K eth u d â,
10,
M u kab eleci defteri, 10.
12.
Kastam oni,
K ız ıl
22, 30, 33.
M uhâsebeci, 5.
7.
12.
Kefere,
M îr -i M îrân , 3, 6, 23, 24, 29, 39. M îr -i M îr â n -ı A nadolu, 6.
Paşa, 3. K ara
16, 38.
M eh m et Paşa, V e z îr-i a ‘zam , 26.
O dab aşı,
O dabaşılar,
7,
11.
O dalar,
Selîm H â ıı-ı atîk (Y a vu z), O sm anlı Sultânı,