Gelecek yayınlarımızdan haberdar olmak için bize mail atın
[email protected] Masumiyet Müzesi (Orhan Pamuk) Kullanlan Toplam Kelime Says: 145625 Kelime kullanm skl÷ tablosu: 1
bir
4856
26
beni
394
51
olan
246
76
biraz
2
ve
2924
27
Füsun'un
389
52
onun
244
77
Füsun'u
3
bu
1674
28
oldu÷unu
389
53
akúam
240
78
aúk
4
da
1525
29
onu
387
54
an
237
79
son
5
de
1439
30
ona
378
55
birlikte
237
80
içinde
6
çok
1338
31
önce
368
56
hemen
234
81
kendimi
7
gibi
1169
32
de÷il
344
57
eski
217
82
olarak
8
için
1169
33
bazan
334
58
bile
214
83
pek
9
ama
1002
34
úey
319
59
güzel
210
84
gece
10
o
973
35
bey
317
60
úimdi
210
85
hep
11
sonra
872
36
iyi
309
61
mi
205
86
do÷ru
12
Füsun
737
37
en
299
62
büyük
204
87
arasnda
13
daha
681
38
artk
297
63
hala
198
88
annem
14
ile
620
39
uzun
287
64
küçük
190
89
az
15
ne
608
40
gün
277
65
tek
190
90
aslnda
16
her
583
41
ilk
272
66
Kemal
185
91
fark
17
dedi
582
42
ki
270
67
oldu÷u
179
92
ka
18
bana
553
43
Sibel
269
68
kendi
178
93
onunla
19
kadar
548
44
dedim
267
69
ayn
176
94
babamn
20
hiç
545
45
mutlu
264
70
bunu
175
95
Feridun
21
ben
497
46
Nesibe
262
71
vard
173
96
tam
22
ya
445
47
baúka
255
72
yl
172
97
úeyi
23
bütün
437
48
yeni
252
73
film
171
98
var
24
benim
419
49
zaman
251
74
hem
171
99
hiçbir
25
diye
402
50
iki
249
75
gene
170
100
tpk
ORHAN PAMUK
Masumiyet Müzesi
ú
l
e
t
i
ü
i
m
ORHAN PAMUK 1952'de ústanbul'da doùdu. Cevdet Bey ve Oùullan ve Kara Kitap romanlarnda anlattùna benzer kalabalk bir ailede, Niüantaü'nda büyüdü. Otobiyografik kitab ústanbul'da anlattù gibi çocukluùundan yirmi iki yaüna kadar yoùun bir üekilde resim yaparak ve ileride ressam olacaùn düüleyerek yaüad. Liseyi ústanbul'daki Amerikan lisesi Robert College'de okudu. ústanbul Teknik Üniversitesi’nde üç yl mimarlk okuduktan sonra, mimar ve ressam olmayacaùna karar verip okulu brakt ve ústanbul Üniversitesi’nde gazetecilik okudu. Pamuk, yirmi üç yaündan sonra romanc olmaya karar vererek baüka her üeyi brakt ve kendini evine kapatp yazmaya baülad. úlk roman Cevdet Bey ve Oùullan 1982'de yaymland ve Orhan Kemal ve Milliyet Roman Ödüllerini ald. Pamuk ertesi yl Sessiz Ev adl romann yaymlad ve bu kitabn Franszca çevirisiyle 1991'de Prix de la Decouverte Europcene'i kazand. Venedikli bir köle ile bir Osmanl âlimi arasndaki gerilimi ve dostluùu anlatan roman Beyaz Kale (1985), pek çok dile çevrilerek Pamuk'a uluslararas ününü saùlayan ilk roman oldu. Ayn yl karsyla Amerika'ya gitti ve 1985-88 arasnda New York'ta Columbia Üniversitesi’nde "misafir âlim" olarak bulundu. ústanbul'un sokaklarn, geçmiüini, kimyasn ve dokusunu, kayp karsn arayan bir avukat araclùyla anlatan Kara Kitap' 1990'da Türkiye'de yaymlad. Franszca çevirisiyle Prbc France CuUure Ödülünü kazanan bu roman, geçmiüten ve bugünden ayn heyecanla söz edebilen bir yazar olarak Pamuk'un ününü hem Türkiye'de hem de yurtdünda geniületti. 1991'de, Pamuk'un Rüya adn verdiùi bir kz oldu. 1994'te, esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli bir genci hikâye ettiùi Yeni Hayat adl üiirsel roman yaymland. Osmanl ve úran nakkaülarn, Bat dündaki dünyann görme ve resmetme biçimlerini bir aük ve aile romannn entrikasyla hikâye ettiùi Benim Adm Krmz adl roman 1998'de yaymland. Bu kitapla Fransa'da Prix du Meilleur Livre etranger, útalya’da Grinzane Cavour (2002) ve úrlanda'da International lmpac-Dublin (2003) ödüllerini kazand. 1990'larn ortasndan itibaren Pamuk, insan haklan ve düüünce özgürlüùü konularnda yazdù makalelerle Türkiye devletine karü eleütirel bir tavr taknd. Yurtiçinde ve yurtdünda çeüitli gazete ve dergilere yazdù edebi, kültürel makalelerden oluüturduùu geniü bir seçmeyi 1999 ylnda öteki Renkler adyla yaymlad. "úlk ve son siyasi romanm" dediùi Kar adl kitabn 2002'de yaymlad. Kars üehrinde, siyasal úslamclar, askerler, laikler, Kürt ve Türk milliyetçileri arasndaki üiddeti ve gerilimi hikâye eden bu kitap, New York Times Book Review tarafndan 2004 ylnn en iyi 10 kitabndan biri seçildi. Pamuk'un 2003 ylnda yaymladù ústanbul, yazarn hem yirmi iki yaüna kadar olan hatralarn aktardù bir hatra kitab, hem
de
kendi
kiüisel
albümüyle,
Batl
ressamlarn
ve
yerli
fotoùrafçlarn
eserleriyle
zenginleütirilmiü, ústanbul üzerine bir denemedir. Kitaplar 58 dile çevrilmiü olan, bütün dünyada yedi milyondan fazla satmü olan Pamuk, pek çok üniversiteden üeref doktoras ald. Alman Yaynclar Birliùi tarafndan 1950 ylndan beri verilmekte olan, Almanya'nn kültür alanndaki en seçkin ödülü olarak kabul edilen Barü Ödülü, 2005'te Orhan Pamuk'a verildi. Ayrca Kar Fransa'da her yl en iyi yabanc romana verilen Le Pnx Medicis etranger ödülünü ald. Ayn yl Prospect dergisi tarafndan Dünyann 100 entelektüeli arasnda gösterildi ve 2006 ylnda Time dergisi tarafndan dünyann en etkili 100 kiüisinden biri seçildi. American Academy of Ars and Lel-ters'n ve Çin Sosyal Bilimler Akademisinin üeref üyesi olan Pamuk, senede bir dönem Columbia Üniversitesi nde ders veriyor Orhan Pamuk 2006 ylnda Nobel Edebiyat Ödülü nü alarak bu ödülü kazanan tek Türk oldu.
Rüyaya
Onlar
yoksullu÷un,
para
kazanmakla
unutulacak
bir
suç
oldu÷unu sanacak kadar masum insanlard. Celâl Salik, Defterlerden Bir adam rüyasnda Cennet'e gitse ve ruhunun gerçekten Cennet'e gitti÷inin iúareti olsun diye ona bir çiçek verseler ve sonra adam uyand÷nda bir de baksa ki çiçek elinde - Ee? Peki ya sonra? Samuel Taylor Coleridge, Defterlerden Evvelâ masa üzerindeki küçük süslerini, kulland÷ losyonlar, tuvalet eúyasn seyrettim. Aldm, baktm. Küçük saatini elimde evirdim, çevirdim. Sonra elbise dolabna baktm. Bütün o kat kat elbiseler, süsler. Her kadn tamamlayan úeyler bana korkunç bir yalnzlk, acma ve onun olma his ve arzusunu verdiler. Ahmet Hamdi Tanpnar, Defterlerden
içindekiler
1. HAYATIMIN EN MUTLU ANI ................................................................. 11 2. ùANZELøZE BUTøK ............................................................................... 13 3. UZAK AKRABALAR ............................................................................... 16 4. YAZIHANEDE SEVøùMEK ...................................................................... 19 5. FUAYE LOKANTASI.............................................................................. 21 6. FÜSUN'UN GÖZYAùLARI ...................................................................... 23 7. MERHAMET APARTMANI...................................................................... 28 8. øLK TÜRK MEYVELø GAZOZU ................................................................ 35 9- F_____ ................- ............................- ........................................„ ..... 36 10.
ùEHøR IùIKLARI VE MUTLULUK............................................................ 41
11.
KURBAN BAYRAMI .............................................................................. 43
12.
DUDAKTAN ÖPÜùMEK ......................................................................... 52
13.
AùK, CESARET, MODERNLøK................................................................ 60
14.
øSTANBUL'UN SOKAKLARI, KÖPRÜLERø, YOKUùLARI, MEYDANLARI ..................................................................66
15
BAZI NAHOù ANTROPOLOJøK GERÇEKLER
72
16.
KISKANÇLIK ........................................................................................76
17.
ARTIK BÜTÜN HAYATIM SENøNKøNE BAöLI ......................................... 80
18.
BELKø S'IN HøKÂYESø ...........................................................................86
19.
CENAZEDE..................................................... - ...................................92
20.
FÜSUN'UN øKø ùARTI ...........................................................................96
22.
BABAMIN HÎKAYESø: øNCø KÜPELER ....................................................100
23.
RAHMø EFENDø’NøN ELø ......................................................................109
24.
SESSøZLøK.......................................................................................... 112
25.
NøùAN ............................................................................................... 116
26.
BEKLEME ACISI .................................................................................. 163
27.
AùK ACISININ ANATOMøK YERLEùøMø .................................................166
28.
SARKMA, DÜùERSøN ........................................................................... 171
29.
EùYALARIN TESELLøSø ........................................................................ 174
30.
ONU DÜùÜNMEDøöøM DAKøKA ARTIK HøÇ YOKTU ................................ 178
31.
FÜSUN ARTIK YOK ............................................................................. 181
32.
ONU BANA HATIRLATAN SOKAKLAR.................................................... 183
33.
FÜSUN SANDIöIM GÖLGELER, HAYALETLER ........................................ 185
34.
KABA OYALANMALAR.......................................................................... 188
35.
UZAYDAKø KÖPEK GøBø ....................................................................... 193
36.
KOLEKSøYONUMUN øLK ÇEKøRDEöø..................................................... 198
37.
AùK ACIMI YATIùTIRACAK KÜÇÜK BøR UMUT øÇøN............................... 200
38.
BOù EV .............................................................................................. 205
39.
YAZ SONU PARTøSø ............................................................................ 207
40.
úTúRAF.................................................................................................................. 212
41.
YALI HAYATININ TESELLøLERø ............................................................ 216
42.
SIRTÜSTÜ YÜZMEK ............................................................................ 218
43.
SONBAHAR HÜZNÜ............................................................................. 220
44.
SOöUK VE YALNIZ KASIM GÜNLERø .................................................... 227
45.
FATøH OTELÎ...................................................................................... 231
46.
ULUDAö TATøLø ................................................................................. 238
47.
øNSANIN NøùANLISINI ORTADA BIRAKMASI
47.
BABAMIN ÖLÜMÜ ............................................................................... 247
48.
HAYATTA EN ÖNEMLø ùEY MUTLU OLMAKTIR...................................... 254
49.
ONA EVLENME TEKLøF EDECEKTøM ..................................................... 259
NORMAL MøDøR? ............................................................................... 241
50.
BU BENøM ONU SON GÖRÜùÜM .......................................................... 270
51.
MUTLULUK øNSANIN SEVDøöø KøùøYE YAKIN OLMASIDIR YALNIZCA............................................................. 280
52.
HAYAT VE ACILAR HAKKINDA BøR FøLM SAMøMø OLMALI ................................................................................ 287
53. KIRILAN KALBÎN ACISININ VE KÜSKÜNLÜöÜN KøMSEYE YARARI YOK ....................................................................... 299 54.
ZAMAN..............................................................................................310
55.
YARIN GENE GELøN, GENE OTURURUZ ............................................... 319
56.
LøMON FøLMCøLøK T.A.ù ..................................................................... 332
57.
KALKIP GøDEMEMEK .......................................................................... 340
58.
TOMBALA...........................................................................................352
59.
SANSÜRDEN SENARYO GEÇøRMEK ..................................................... 366
60.
HUZUR LOKANTASI'NDA BOöAZ GECELERø ......................................... 375
61.
BAKMAK............................................................................................384
62.
VAKøT GEÇSøN DøYE .......................................................................... 391
63.
DEDøKODU SÜTUNU .......................................................................... 400
64.
BOöAZ'DA YANGIN .............................................................................410
65.
KÖPEKLER..........................................................................................417
66.
NEDøR BU?.........................................................................................423
67.
KOLONYA.......................................................................................... 427
68.
4213 øZMARøT .....................................................................................438
69.
BAZAN .............................................................................................. 443
70.
KIRIK HAYATLAR ................................................................................450
71.
HøÇ GELMøYORSUNUZ ARTIK KEMAL BEY
72.
HAYAT DA TIPKI AùK GøBø ................................................................. 466
73.
FÜSUN'UN EHLøYETø ...........................................................................471
74.
TARIK BEY .........................................................................................488
75.
øNCø PASTANESø................................................................................ 500
76.
BEYOöLU SøNEMALARI ...................................................................... 508
77.
BÜYÜK SEMiRAMøS OTELø .................................................
78.
YAZ YAöMURU ...................................................................................527
79.
BAùKA BøR DÜNYAYA YOLCULUK
80.
KAZADAN SONRA ............................................................................ 541
81.
MASUMøYET MÜZESø .........................................................................546
82.
KOLEKSøYONCULAR ......................................................................... 556
83.
MUTLULUK .........................................................................................565
.........................................456
518 533
KARAKTER DúZúNú ......................................................................................................... 589
Hayatmn En Mutlu An
1. HAYATIMIN EN MUTLU ANI Hayatmn en mutlu anymü, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluùu koruyabilir, her üey de bambaüka geliüebilir miydi? Evet, bunun hayatmn en mutlu an olduùunu anlayabilseydim, asla kaçrmazdm o mutluluùu. Derin bir huzurla her yerimi saran o harika altn an belki birkaç saniye sürmüütü, ama mutluluk bana saatlerce, yllarca gibi gelmiüti. 26 Mays 1975 Pazartesi günü, saat üçe çeyrek kala civarnda bir an, sanki bizim suçtan, günahtan, cezadan ve piümanlktan kurtulduùumuz gibi, dünya da yerçekimi ve zamann kurallarndan kurtulmuü gibiydi. Füsun'un scaktan ve seviümekten ter içinde kalmü omzunu öpmüü, onu arkadan yavaüça sarmü, içine girmiü ve sol kulaùn hafifçe srmütm ki, kulaùna takl küpe uzunca bir an sanki havada durdu ve sonra da kendiliùinden düütü. O kadar mutluyduk ki, o gün üekline hiç dikkat etmediùim bu küpeyi sanki hiç fark etmedik ve öpüümeye devam ettik. Düarda, ústanbul’da bahar günlerine özgü o prl prl gök vard. Scak, kü alükanlklarndan kurtulamamü ústanbullula-
7
r sokaklarda terletiyordu, ama binalarn içleri, dükkânlar, hlamur ve kestane aùaçlarnn altlar hâlâ serindi. Benzer bir serinliùin, üzerinde mutlu çocuklar gibi her üeyi unutarak seviütiùimiz küf kokulu üiltenin içinden de geldiùini hissediyorduk. Açk balkon penceresinden deniz ve hlamur kokan bir bahar rüzgâr esti, tül perdeleri kaldrp aùr çekimle srtlarmza brakt ve çplak vücutlarmz ürpertti, ikinci kattaki dairenin arka odasndan, yattùmz yataktan arka bahçede Mays scaùnda hrsla küfürleüerek futbol oynayan çocuklar gördük ve birbirlerine söyledikleri edepsiz üeyleri, bizim kelimesi kelimesine yapmakta olduùumuzu fark edip seviümemizin ortasnda bir an durarak,
birbirimizin gözlerinin
içine bakp gülümsedik. Ama
mutluluùumuz o kadar derin ve büyüktü ki, hayatn arka bahçeden bize sunduùu üakay, bu küpeyi unuttuùumuz gibi unuttuk hemen. Ertesi günkü buluümamzda, Füsun bana küpesinin tekinin kayp olduùunu söyledi. Aslnda, o gittikten sonra ucunda adnn baü harfi olan küpeyi mavi çarüaflarn arasnda görmüü, kenara kaldracaùma, tuhaf bir içgüdüyle, kaybolmasn diye ceketimin cebine koymuütum. "Burada canm," dedim. Sandalyenin arkalùna asl ceketimin saù cebine elimi attm. "Aaa, yok," dedim. Bir an bir felaketin, bir uùursuzluùun belirtisini hisseder gibi oldum, ama sabah scaù fark edince, baüka bir ceket giydiùimi hemen hatrladm. "Öteki ceketimin cebinde kalmü." "Lütfen yarn getir, unutma," dedi Füsun gözlerim kocaman açarak. "Benim için çok önemi var." "Peki." Füsun, bir ay önceye kadar varlùn bile neredeyse unuttuùum on sekiz yaündaki uzak ve yoksul akrabamd. Ben ise otuz yaündaydm ve bana herkesin çok yakütrdù Sibel ile niüanlanp evlenmek üzereydim.
8
Hayatmn En Mutlu An
2. ùANZEÜZE BUTøK Bütün hayatm deùiütirecek olaylar ve rastlantlar, bir ay önce, yani 27 Nisan 1975'te ünlü Jenny Colon marka bir çantay Sibel ile bir vitrinde görmemizle baülad. Yaknda niüanlanacaùm Sibel ile Valikonaù Caddesi'nde serin bahar aküamnn tadn çkararak yürürken, hafifçe sarhoütuk ve çok mutluyduk. Niüantaü'nda yeni açlan ük lokanta Fuaye'de yediùimiz aküam yemeùinde, annem ve babama niüan törenimizin hazrlklarndan uzun uzun bahsetmiütik: Sibel'in Dame de Sion Lisesinden ve Paris yllarndan arkadaü Nurcihan törene Paris'ten gelebilsin diye niüan Haziran'n ortasnda yaplacakt. Sibel, o günlerde ústanbul’un en gözde ve pahal terzisi olan úpek úsmet’e niüan elbisesini uzun zaman önce sipariü etmiüti. Annemin elbiseye vereceùi incilerin nasl iüleneceùini, Sibel ile ilk defa o aküam tartümülard. Müstakbel kaynpederim, tek çocuùu olan kz için nikâh kadar üatafatl bir niüan yaptrmak istiyor, bu da annemin hoüuna gidiyordu. Sorbonne'da okumuü -o zamanlar ústanbul burjuvalar Paris'te bir üeyler okuyan bütün kzlara "Sorbonne'da okudu," derlerdi- Sibel gibi bir gelini olacaù için babam da mutluydu. Yemekten sonra Sibel'i evine götürürken, elimi onun saùlam omzuna aükla atp sarlmü, ne kadar mutlu ve talihli olduùumu gururla düüünmüütüm ki, "A, o ne güzel çanta öyle!" demiüti Sibel. ûarapla baüm iyice dumanl olmasna raùmen vitrindeki çantay ve dükkân hemen mimlemiü, ertesi öùle hemen çantay almaya gitmiütim. Aslnda kadnlara sürekli hediyeler alan, çiçek yollamak için uygun bahaneler bulan, doùuütan ince, nazik, çapkn erkeklerden deùildim; belki öyle birisi olmak istiyordum. O zamanlar ûiüli, Niüantaü, Bebek gibi semtlerdeki evlerinde canlar sklan Batllaümü ústanbullu zengin ev kadnlar "sanat galerisi" deùil, "butik" açar, Elle, Vogue gibi ithal dergilerden kopya edip diktirdikleri "moda" elbiselerle, Paris ve
9
ùanzelize Butik
Milano'dan bavullar içinde getirdikleri kyafetleri, kaçak vr zvr ve taklar, kendileri gibi can sklan diùer zengin ev kadnlarna saçma denilecek kadar yüksek fiyatlarla satmaya çalürlard. ûanzelize Butik'in sahibi ûenay Hanm, yllar sonra onu bulduùum zaman, kendisinin de tpk Füsun gibi, anne tarafndan çok uzak bir hümmz olduùunu hatrlatt bana. Yllar sonra ûenay Hanm'n, kapnn üzerine asl levha dahil ûanzelize Butik ve Füsun ile ilgili her türlü eski eüyaya gösterdiùim aür ilginin nedenlerini hiç sormadan bana elindekileri vermesi, yaüadùmz hikâyenin baz tuhaf anlarnn bile yalnz onun tarafndan deùil, sandùmdan da geniü bir kalabalk tarafndan bilindiùini hissettirmiüti bana. Ertesi gün saat yarma doùru kapya baùl içi çift tokmakl, küçük bronz deve çan, ben ûanzelize Butik'e girince, üimdi hâlâ kalbimi hzlandran bir sesle çnlad. Bahar vakti, öùle scaùnda dükkânn içi loü ve serindi, ilk anda içeride kimse yok sandm. Füsun'u sonra gördüm. Öùle güneüinden sonra gözlerim hâlâ dükkânn karanlùna alümaya çalüyordu; ama yüreùim, nedense, sahile vurmak üzere olan koskocaman bir dalga gibi aùzmn içinde kabarmüt. "Vitrindeki mankenin üzerindeki çantay almak istiyorum," dedim. Çok güzel, diye düüündüm, çok çekici. "Krem rengi, Jenny Colon çanta m?" Göz göze gelince, onun kim olduùunu hatrladm hemen. "Vitrindeki mankenin üzerinde," diye fsldadm bir rüyadaki gibi. "Anladm," dedi, vitrine yürüdü. Bir hamlede sol ayaùndaki yüksek topuklu sar ayakkaby çkard ve trnaklan özenle krmzya boyanmü çplak ayaùyla, vitrinin zeminine basp mankene doùru uzand. Önce boü ayakkabya baktm, sonra uzun, çok güzel bacaklarna. Mays gelmeden, üimdiden güneüten yanmülard.
10
ùanzelize Butik
Dantelli ve çiçekli sar eteùi, bacaklarnn uzunluùu yüzünden daha da ksa duruyordu. Çantay ald, tezgâhn arkasna geçti ve çantann fermuarl gözünü (içinden krem rengi pelür kâùt topaklan çkt), iki küçük bölmesini (boütu bunlar) ve içinden üzerinde Jenny Colon yazan bir kâùt ve bakm klavuzu çkan gizli bölmeyi becerikli ve uzun parmaklaryla açp bana çok mahrem bir üey gösteriyormuü gibi esrarl ve aür ciddi bir havayla gösterdi. Bir an göz göze geldik. "Merhaba Füsun. Ne kadar büyümüüsün. Beni tanmadn galiba." "Yok Kemal Aùabey, hemen tandm ama siz tanmaynca, ben de rahatsz etmeyeyim dedim." Bir sessizlik oldu. Az önce çantada iüaret ettiùi yere baktm. Güzelliùi, o zamana göre aür ksa eteùi ya da baüka bir üey huzursuz etmiüti beni, tabiî davranamyordum. "Ee, neler yapyorsun?" "Üniversite snavna hazrlanyorum. Buraya da her gün geliyorum. Yeni insanlar tanyorum dükkânda." "Çok güzel. Ne kadar üimdi bu çanta?" Kaülarn çatarak "Bin beü yüz lira," diye çantann altndaki üzeri elle yazlmü küçük etiketi okudu. (Bu para, o zamanlar genç bir memurun alt aylk maaüna denkti.) "Ama ûenay Hanm eminim sizin için bir üey yapar. Öùle yemeùi için eve gitti. Uyuyordur, telefon edip soramam. Ama aküamüstü bir uùrarsanz...*1 "Önemli deùil," dedim ve daha sonra gizli buluüma yerimizde Füsunun pek çok kereler abartl bir üekilde taklidini yapacaù bîr hareketle, arka cebimden cüzdanm çkarp nemli kâùt paralan saydm. Füsun çantay bir kâùda dikkatle ama acemice sard, bir plastik torbaya koydu. Bütün bu sessizlikte bal renkli uzun kollarn, çabuk ve zarif hareketlerini seyrettiùimi biliyordu. Çantay kibarca bana uzatnca teüekkür ettim. "Nesi-be Halaya, babana (Tark Beyin ad bir an aklma gelmemiüti)
11
ùanzelize Butik
hürmetler," dedim. Bir an durakladm: úçimden hayaletim çkmü, bir cennet köüede Füsun'u kucaklamü öpüyordu. Hzla kapya yürüdüm. Bu saçma bir hayaldi, üstelik Füsun aslnda öyle çok güzel de deùildi. Kapnn çan üngrdad, bir kanaryann üakmaya baüladùn iüittim. Sokaùa çktm, scak hoüuma gitti. Hediyemden memnundum, Sibel'i çok seviyordum. Dükkân, Füsun'u unutmaya karar verdim.
3. UZAK AKRABALAR Gene de, aküam yemeùinde anneme konuyu açtm ve Sibel'e bir çanta alrken, uzak akrabamz Füsun ile karülaütùm söyleyi-verdim. "Aa evet, üurada ûenay'n dükkânnda çalüyor Nesibe'nin kz, yazk!" dedi annem. "Artk bayramlarda da uùramyorlar. O güzellik yarümas kötü oldu. Dükkânn önünden her gün geçiyorum da, zavall kza bir merhaba demek ne içimden geliyor ne aklma geliyor. Halbuki çocukken ben o kz çok severdim. Nesi-be dikiüe geldiùinde bazan o da gelirdi. Dolaptan oyuncaklarnz çkarr verirdim, annesi dikiü dikerken o sessizce oynard. Nesibe'nin annesi rahmetli Mihriver Halanz da hoü bir insand." "Tam nemiz oluyorlard?" Televizyon seyreden babam bizi dinlemediùi için annem Atatürk'le ayn yl doùan ve yllar sonra bulduùum buradaki fotoùraflarn ilkinde görüldüùü gibi Cumhuriyetin kurucusuyla ayn ilkokula, ûemsi Efendi Mektebi'ne
giden
babasnn
(yani
dedem
Ethem
Kemal'in)
anneannemle evlenmeden yllar önce, daha yirmi üç yaüna bile varmadan, alelacele evlendiùi bir ilk kars olduùunu ballandrarak anlatt.
Boünak
kökenli
bu
zavall
kzcaùzn
(yani
Füsunun
anneannesinin annesinin) Balkan Harbi srasnda, Edirne boüaltlrken öldüùünü söyledi. Bu zavall kadn, dedem Ethem Kemal'den çocuk doùurmamüt; ama
12
Uzak Akrabalar
ondan önce, annemin deyiüiyle "çocuk yaüta1' evlendiùi fakir bir üeyhten Mihriver adl bir kz olmuütu. Birtakm tuhaf insanlarn yetiütirdiùi Mihriver Hala'nn (Füsun'un anneannesi) ve onun kz Nesibe'nin (Füsunun annesi) akraba deùil, hsm saylmas gerektiùini eskiden beri söylerdi annem ve ailenin bu çok uzak kanadnn kadnlarna nedense "hala" dememizi isterdi. Annem (ad Vecihe'dir) son yllardaki bayram ziyaretlerinde, Teüvikiye'de bir arka sokakta oturan bu fakir düümüü "hsmlara" aür mesafeli ve soùuk davranarak onlar krmüt. Çünkü Nesibe Hala'nn iki sene önce, Füsun'un on alt yaündayken ve Niüantaü Kz Lisesi'nde okurken bir güzellik yarümasna katlmasna ses çkarmamasna, hatta sonradan öùrendiùimize göre kzn bu iüe teüvik etmesine çok kzmü; daha sonra duyduùu dedikodulardan, bir zamanlar sevip koruduùu Nesibe Hala'nn utanç duyulacak bu iüten gururlandù sonucunu çkararak onlara srt çevirmiüti. Oysa Nesibe Hala da kendisinden yirmi yaü büyük olan annemi çok sever
ve
sayard.
Bunda,
Nesibe
Hala'nn
gençliùinde,
kibar
semtlerinde ev ev dolaüarak dikiü dikerken annemin onu çok desteklemesinin de pay vard üüphesiz. "Çok, çok yoksullard," dedi annem. Abartmü olmaktan korkarak ekledi: "Ama yalnz onlar m oùlum, bütün Türkiye fakirdi o zamanlar." Annem o zamanlar Nesibe Halann "çok iyi bir insan, çok iyi bir terzi" olduùunu söyleyerek onu arkadaülarna tavsiye eder, ylda bir kere de (bazan iki de olurdu) onu bizim eve bir davet, bir düùün için elbise dikmeye çaùrrd. Çoùunlukla okulda olduùum için, dikiüe geldiùinde onu görmezdim. 1956 yaz sonunda bir düùün için acele elbise gerektiùinde, annem Nesbe'yi Suadiye'deki yazlùa çaùrmüt. Palmiye aùacnn yapraklan arasndan sandallara, motorlara, iskeleden denize atlayp eùlenen çocuklara bakan ikinci kattaki küçük arka odada, ikisi, Nesibe'nin ústanbul manzaral dikiü kutusundan çkan makaslar, toplu iùneler, mezuralar, yüksükler, kesilmiü
13
Uzak Akrabalar
kumaü parçalan ve danteller arasnda, hem scaktan, sivrisineklerden ve dikiü yetiütirmekten üikâyet ederek hem de birbirlerini çok seven abla kardeü gibi üakalaüp gülüüerek gece yanlarna kadar annemin Singer makinesiyle dikiü dikmiülerdi. Scak ve kadife kokan o küçük odaya ahç Bekrinin bardak bardak limonata taüdùn, çünkü gebe olan yirmi yaündaki Nesibe'nin sürekli aüerdiùini, annemin hep birlikte öùle yemeùi yerken, yan üaka yan ciddi, ahçya "Hamile kadna can neyi yemek istiyorsa hemen vereceksiniz, yoksa çocuk çirkin olur!" dediùini, benim de Nesibe Hala'nn hafif üiü kamna ilgiyle baktùm hatrlyorum. Sanrm bu, Füsun'un varlùnn farkna ilk varümd, ama kz m erkek mi olacaùn bile kimse bilmiyordu daha. "Nesibe, kocasna da haber vermeden kzn yaün büyük gösterip bu yarümaya sokmuü," dedi annem olay hatrladkça daha da öfkelenerek. "Allahtan kazanamad da rezil olmaktan kurtuldular. Fark etselerdi kz liseden atarlard... ûimdi liseyi bitirmiütir, ama sanmam ki doùru dürüst bir üey okusun. Artk bayram ziyaretlerine de gelmiyorlar ki ne yaptklarn bilelim... Bu ülkede güzellik yarümalarna katlanlar, nasl kzlardr, nasl kadnlardr herkes bilir. Sana nasl davrand?" Annem, Füsun'un erkeklerle yatmaya baüladùn ima ediyordu. Benzer bir dedikoduyu, Füsun'un ön elemeyi kazananlarla birlikte fotoùraf Mühyet'te yaymlannca, Niüantaül çapkn arkadaülarmdan da iüitmiü, utanç verici konuyla ilgilenir gözükmek hiç istememiütim. Aramzda bir sessizlik olunca "Dikkat et!" dedi annem esrarengiz bir havayla parmaùn sallayarak. "Çok özel, çok hoü, çok güzel bir kzla niüanlanmak üzeresin! Bana ona aldùn çantay göstersene. Mümtaz! (babamn ad). Bak, Kemal, Sibel'e çanta almü!" "Sahi mi?" dedi babam. Yüzünde çantay görmüü, çok beùenmiü ve oùlunun ve sevgilisinin mutluluùuyla mutlu olmuü gibi içten bir sevinç ifadesi belirdi, ama gözünü televizyondan ayr-mamüt bile.
14
4. YAZIHANEDE SEVøùMEK Babamn baktù ekranda, arkadaüm Zaim'in bütün Türkiye'de piyasaya çkardù "ilk Türk meyveli gazozu Meltemdin iddial reklam vard. Bir an dikkatle baktm ve reklam sevdim. Fabrikatör babas son on ylda benimki gibi çok kazannca, Zaim babasnn sermayesiyle yeni, cesur iülere giriümiüti. Arkadaümn, akl da verdiùim bu iülerde baüarl olmasn istiyordum. Amerika'da iü idaresi okuyup dönmüü, askerliùimi bitirmiütim; babam
gittikçe
büyüyen
fabrikann,
kurulan
yeni
üirketlerin
yönetiminde, aùabeyim gibi benim de etkili olmam istemiü, bu yüzden genç yaüta beni Harbiye'deki daùtm ve ihracat üirketi Satsat'n genel müdürü yapmüt. Satsat büyük bütçeliydi, çok kâr ediyordu, ama bu benim sayemde deùil, fabrikalarn ve öteki üirketlerin kârlar muhasebe oyunlaryla Satsat a aktarldù için oluyordu. Günlerim, patronun oùlu olduùum için baülarna müdür kesildiùim benden yirmi-otuz yaü büyük emektar memurlara, annemle yaüt iri göùüslü ve tecrübeli memure teyzelere alçakgönüllülük etmeye çalüarak ve onlardan iüin inceliklerini öùrenerek geçerdi. Yaül memurlar gibi yorgun ve ypranmü belediye otobüsleri ve troleybüsleri önünden her geçtiùinde -çok geçerlerdi-zangr zangr titreyen Harbiye'deki eski Satsat binasnda, herkes gittikten sonra, aküamüstleri beni ziyarete gelen, ksa zaman sonra niüanlanmay planladùmz Sibel ile genel müdür odasnda seviüirdik. Bütün modernlik ve Avrupa'dan öùrenilmiü kadn haklan ve feministlik sözlerine raùmen sekreterler hakkndaki fikri aslnda anneminkinden farkl olmayan Sibel, "Burada seviümeyelim, kendimi sekreter gibi hissediyorum!" derdi bazan. Ama yazhanedeki deri divann üzerinde seviüirken onda hissettiùim tutukluùun asl nedeni, tabii ki o yllarda Türk kzlarnn evlenmeden önce cinsel hayata baülama korkularyd.
-------------------------------------------------Yazhanede Seviúmek ---------------------------------------------------------
Batllaümü zengin ailelerin, Avrupa görmüü seçkin kzlar o yllarda ilk defa tek tük bu "bekâret" tabusunu krmaya, evlenmeden önce sevgilileriyle yatmaya baülamülard. Sibel de bazan bu "cesur" kzlardan biri olmakla övünürdü, benimle on bir ay önce yatmüt. (Uzun bir süreydi bu, artk evlenmeliydik!) Ama yllar sonra hikâyemi bütün içtenliùimle üimdi anlatmaya çalürken, sevgilimin cesaretini abartmak ve kadnlar üzerindeki cinsel basky hafife almak da istemiyorum. Çünkü Sibel bana kendini ancak benim "niyetimin ciddi" olduùunu görünce; yani benim "güvenilir biri" olduùuma inannca, yani benim sonunda onunla evleneceùimi kesinlikle anlaynca vermiüti. Ben de sorumlu, doùru dürüst biri olduùum için, Sibel'le elbette evlenecektim, bunu zaten çok istiyordum; ama istemesem de "bekâretini bana verdiùi" için artk onu brakmama imkân yoktu. Bu sorumluluk duygusu, bizi birbirimize gururla baùlayan baüka bir duyguya, evlenmeden önce seviütiùimiz için hissettiùimiz "özgür ve modern" (elbette bu kelimeleri kendimiz için kullanamazdk) olduùumuz
yanlsamasna
gölge
düüürüyordu,
ama
bizi
yaknlaütryordu da. Benzer bir gölgeyi, Sibel'in artk bir an önce evlenmemiz gerektiùi konusundaki telaül imalarn fark edince de hissederdim. Ama Sibel ile yazhanede seviüirken çok mutlu olduùumuz zamanlar da vard. Düardan Halaskârgazi Caddesi'nin otobüs ve trafik gürültüsü gelirken, içeride, karanlkta ona sarlp hayatmn sonuna kadar mutlu olacaùm, çok talihli olduùumu düüündüùümü hatrlyorum. Bir keresinde, seviütikten sonra ben sigaramn külünü üzerinde Satsat yazan bu küllüùe silkelerken; Sibel sekreterim Zeynep Hanm'n koltuùuna yar çplak oturmuü, daktiloyu tngrdatrken, o zamann mizah dergilerinin, karikatürlerinin, üakalarnn vazgeçilmez konusu olan "budala ve sarün sekreter" taklidi yapmüt kkrdayarak.
2f
16
5. FUAYE LOKANTASI Yllar sonra resimli yemek listesini, bir ilann, özel kibritini ve peçetesini arayp bulduùum ve burada sergilediùim Fuaye, ksa zamanda Beyoùlu, ûiüli, Niüantaü gibi semtlerde yaüayan snrl sayda zenginin (gazetelerin dedikodu sütunlarnn alayc diliyle söylersek "sosyetenin")
en
çok
sevdiùi
Avrupa
tarz
(Fransz
taklidi)
lokantalarndan biri oldu. Müüterilerine bir Avrupa üehrinde olduklar izlenimini altn çok çizmeden vermek isteyen bu lokantalara Ambassador, Majestik, Royal gibi Batl ve iddial adlar yerine, Batinin kenarnda, ústanbul'da olduùumuzu hatrlatan Kulis, Merdiven ve Fuaye gibi adlar verilirdi. Daha sonraki kuüak yeni zenginlerin gösteriüli mekânlarda anneannelerinin piüirdiùi yemekleri tercih etmeleriyle, gelenek ve gösteriüi birleütiren Hanedan, Sultan, Hünkâr, Paüa ve Vezir gibi pek çok yer açld ve Fuaye unutulup gitti. Çantay aldùm günün gecesi Fuaye'de aküam yemeùi yerken, "Annemin Merhamet Apartmanndaki dairesinde buluü-sak artk, daha iyi olmaz m?" dedim Sibel'e. "Güzel bir arka bahçeye bakar oras." "Niüandan sonra evlenip kendi evimize taünmamz gecikir diye mi düüünüyorsun?" dedi Sibel. "Hayr canm, öyle bir üey yok." "Seninle metresler gibi, gizli sakl dairelerde, suçlu gibi buluümak istemiyorum artk." "Haklsn." "Nereden geldi üimdi aklna o dairede buluümak?" "Boü ver," dedim. Fuaye'nin mutlu kalabalùna bir göz attm ve plastik torba içinde sakladùm çantay çkardm. "Bu ne?" dedi Sibel bir hediye aldùn hissederek. "Sürpriz! Aç, bak." "Sahi mi?" Plastik torbay açarken yüzünde beliren çocuksu
Fuaye Lokantas
neüe, çantay çkarnca yerini soru soran bir ifadeye, sonra da gizlemeye çalütù bir hayal krklùna brakt. "Hatrladn m," diye yetiütim, "önceki gün aküam seni evine brakrken vitrinde görüp beùenmiütin." "Evet. Çok incesin." "Sevdiùine sevindim. Niüanda da bu çanta sana çok yaküacak." "Maalesef niüanda hangi çantay takacaùm çoktan belli," dedi Sibel. "Aaa, mahzun olma! Çok güzel bir hediyeyi büyük bir incelikle almüsn bana... Peki, o zaman, kederlenme diye söyleyeceùim. Zaten bu çantay niüanda koluma takamam, çünkü bu çanta sahte!" "Nasl?" "Gerçek Jenny Colon çanta deùil bu Kemalciùim. Bu taklit." "Nereden anladn?" "Her üeyinden, canm. Bak markay deriye baùlayan bu dikiülere. Bir de benim Paris'ten aldùm bu hakiki Jenny Colon'a bak bakalm, markann dikiüleri nasl? Jenny Colon boüuna Fransa'nn, dünyann en pahal markas deùil. Bu ucuz ipliùi asla kullanmaz..." Hakiki
çantann
dikiülerine
bakarken,
müstakbel
niüanlmda
hissettiùim zafer duygusunun nedenini bir an sordum kendime. Paüa dedesinden kalan son arsalar satmü ve sfr tüketmiü emekli bir elçinin kz, bir anlamda bir "memur kz" olmas, Sibel'e zaman zaman huzursuzluk ve güvensizlik verirdi. Bu huzursuzluùa kapldù zamanlarda babaannesinin piyano çalün ya da Kurtuluü Savaü'na hizmetleri
geçmiü
dedesini
ya
da
anne
tarafndan
dedesinin
Abdülhamit'e olan yaknlùn anlatr, ben de Sibel'in bu konudaki mahcubiyetinden etkilenir, onu daha da çok severdim. 19701i yllarn baündaki tekstil ve ihracat büyümesiyle ústanbul'un nüfusunun üç misli artmas sayesinde üehirde, özellikle bizim semtlerde arsa fiyatlar da katlanmü, son on ylda babamn üirketleri çok büyümüü, aile serveti beü
18
Fuaye Lokantas
kat artmüt, ama aslnda Basmac soyadndan anlaülacaù gibi üç kuüaktan beri tekstil iüinden zengindi bizimkiler. Ama bu üç kuüaùn gayretlerine raùmen, Avrupa mal çantann "sahte" çkmas beni huzursuz ediyordu. Keyfimin kaçtùn görünce Sibel elimi oküad. "Ne kadar verdin çantaya?" diye sordu. "Bin beü yüz lira," dedim. "ústemiyorsan yarn deùiütiririm." "Deùiütirme canm, paran geri iste. Çünkü seni fena kazklamülar." "Dükkân sahibi ûenay Hanm, bizim uzak hümmz oluyor!" dedim çok hayret etmiü gibi kaülarm iyice havaya kaldrarak. Sibel, içindekileri dalgn dalgn karütrmakta olduùum çantasn geri ald. "Canm bu kadar bilgili, akll ve kültürlüsün, ama kadnlarn seni nasl kandrabileceklerini hiç mi hiç anlamyorsun," dedi üefkatle gülümseyerek.
6. FÜSUN'UN GÖZYAùLARI Ertesi öùle, elimde ayn plastik torba, içinde çanta ûanzelize Butik e gittim. Çan çaldktan sonra bana yine aür loü ve serin gelen dükkânda kimse yok sandm önce. Yar karanlk dükkân sihirli bir sessizlik içindeydi ki, kanarya cik civ cik dedi. Bir paravann ve iri bir tavüan kulaù sakssnn yapraklan arasndan Füsun'un gölgesini gördüm. Soyunma kabininde kyafet deneyen üiüman bir kadn müüterinin yanndayd. Üzerinde; sümbüller, krçiçekleri ve yapraklarla kapl, ona çok yaküan cici bir gömlek vard bu sefer. Beni görünce tatllkla gülümsedi... 'Meügulsün galiba," dedim gözümle soyunma kabinini iüaret ederek. "ûimdi biter iüimiz," dedi çok eski bir müüteriyle dükkânn mahremiyetini paylaür gibi. Kanarya kafesinde bir aüaù bir yukar yer deùiütiriyordu, gö-
19
Füsun'un Gözyaúlar
züme Avrupa'dan ithal baz vr-zvr eüya ile bir köüedeki moda dergileri takld, ama aklm hiçbir üeye yeterince yoùunlaüabilecek gibi deùildi. Unutmak, olaùan karülamak istediùim çarpc gerçek gene içime iülemiüti. Ona bakarken, çok tandk birini görüyormuüum, onu biliyormuüum duygusuydu bu. Bana benziyordu. Benim saçlarm da çocukluùumda dalgalyd ve onun çocukluùunda olduùu gibi esmerdi, yaüm ilerleyince Füsununki gibi düzleümiüti. Sanki kendimi onun yerine çok kolay koyabilir, sanki onu derinden anlayabilirdim. Üzerindeki basma gömlek, teninin doùallùn, saçlarnn üimdiki boya sarsn daha da ortaya çkartmüt. Arkadaülarmn "Playboydan çkma" diyerek ondan söz ediülerini acyla hatrladm. Onlarla yatmü olabilir miydi? "Çantay geri ver, paran al, git. Harika bir kzla niüanlanmak üzeresin," dedim kendime. Düarya, Niüantaü Meydan'na doùru bakyordum, ama az sonra Füsun'un rüya gibi görüntüsü dumanl vitrinde hayalet gibi yansd. Elbise deneyen kadn hiçbir üey almadan oflaya puflaya çknca, Füsun etekleri katlayp yerleütirmeye baülad. "Dün aküam sizi kaldrmda gördüm," dedi çekici aùzn bütün yüzüne yayarak. Tatllkla gülümseyince, dudaklarn hafif pembe bir rujla boyadùn fark ettim. Misslyn marka, basit, yerli mal ruj o zamanlar çok popülerdi, ama onda tuhaf bir etki yapmüt. "Bizi ne zaman gördün?" diye sordum. "Aküamüstü. Siz Sibel Hanmlaydnz. Ben karü kaldrmdaydm. Yemeùe mi gidiyordunuz?" "Evet." "Birbirinize çok yaküyorsunuz!" dedi gençlerin mutluluùunu görmekten zevk alan kimi mutlu ihtiyarlar gibi. Sibel'i nereden tandùm sormadm. "Bizim sizden küçük bir ricamz var," dedim. Çantay çkarnca bir utanç ve telaü duydum. "Bunu geri vermek istiyorum." "Tabii, deùiütirelim. Size bu ük eldiveni vereyim ya da Paris'ten yeni gelmiü bu üapkay. Sibel Hanm çantay beùenmedi mi?"
2S
Füsun'un Gözyaúlar
"Deùiütirmeyelim," dedim utançla. "Paray geri almak istiyoruz." Yüzünde bir üaüknlk gördüm, neredeyse bir korku. "Neden?" diye sordu. "Bu çanta gerçek bir Jenny Colon deùilmiü, sahteymiü," diye fsldadm. "Nasl!" "Ben anlamam böyle üeylerden," dedim çaresizlikle. "Burada böyle bir üey olmaz!" dedi sertçe. "Paranz hemen mi istiyorsunuz?" "Evet!" Yüzünde yoùun bir ac ifadesi belirdi. Allahm, diye düüündüm, niye üu çantay çöpe atp Sibel'e parasn geri aldùm söylemeyi akl edemedim! "Bakn bunun sizinle ya da ûenay Hanm'la hiç ilgisi yok. Avrupa'da moda olan her üeyin sahtesini, taklidini biz Türkler maüallah hemen yapveriyoruz," deyip gülümsemeye çalütm. "Benim için -bizler için mi demeliydim- bir çantann insann iüini görmesi, bir kadnn eline yakümas yeterlidir. Markas, kimin yaptù, orijinal olmas filan deùil." Ama o da benim gibi sözlerime inanmyordu. "Hayr, size parasn iade edeceùim," dedi sertçe. Kaderime raz, kabalùmdan utanr bir havayla önüme bakp sustum. Gene de bu utanç annn yoùunluùuna raùmen Füsun'un yapmas gereken üeyi yapamadùn, bir tuhaflk olduùunu hissettim. Füsun, kasaya içinde cinler olan büyülü bir eüyaymü gibi bakyor, yaklaüamyordu bir türlü. Kpkrmz olan yüzünün buruütuùunu, gözlerinde yaülar biriktiùini görünce telaüa kapldm, ona doùru iki adm attm. Hafif hafif aùlamaya baülamüt. Nasl oldu hiçbir zaman tam hatrlayamadm, ona sarldm. O da baün göùsüme yaslayp aùlad. "Affedersin Füsun," diye fsldadm. Yumuüak saçlarn, alnn oküadm. "Unut lütfen bunu. Sahte çkmü bir çanta sonunda."
21
Füsun'un Gözyaúlar
Bir çocuk gibi iç çekti, bir-iki hçkrd, gene aùlad. Uzun güzel kollarna, gövdesine dokunmak, göùüslerini hissetmek, onu öylece bir an tutmak baüm döndürmüütü: Belki de ona her dokunuüumda içimde yükselen
isteùi
tanyormuüum,
kendimden birbirimize
gizlemek aslnda
için,
çok
onu
yllardan
yaknmüz
beri
yanlsamas
uyanverdi içimde. Gönlü alnmas zor, tatl, kederli ve güzel kz kardeüimdi o benim! Bir an, belki de uzaktan akraba olduùumuzu bildiùim için kolunun bacaùnn uzunluùu, ince kemik yaps ve omuzlarnn krlganlù yüzünden gövdesinin benimkine benzediùini hissettim. Kz olsaydm, on iki yaü küçük olsaydm, benim vücudum da böyle bir üey olurdu iüte. "Üzülecek hiçbir üey yok," dedim uzun san saçlarn oküarken. "Kasay açp size paranz geri veremem," diye açklad. "Çünkü ûenay Hanm öùle tatilinde evine giderken, kasay kilitleyip anahtar da yanma alyor. Bu gücüme gidiyor." Baün göùsüme dayayarak yeniden aùlad. Güzelim saçlarn özenle, üefkatle oküuyordum. "Ben burada insan tanmak, vakit geçirmek için çalüyorum, para için deùil," dedi hçkrklar arasnda. "Para için de çalüabilir insan," dedim aptalca, duygusuzca. "Evet," dedi mahzun bir çocuk gibi. "Babam emekli öùretmen... úki hafta önce on sekiz yaüm bitirdim, onlara yük olmak da istemedim." úçimde kvranarak baükaldran cinsel hayvandan korktum ve elimi saçlarndan çektim. Hemen o da anlad bunu, toparland, birbirimizden uzaklaütk. "Lütfen
aùladùm
kimseye
söylemeyin,"
dedi
gözlerini
ovuüturduktan sonra. "Söz," dedim. "Yemin ediyorum, biz srdaüz Füsun..." Gülümsediùini gördüm. "Çantay brakaym üimdi," dedim. "Parasn almaya sonra gelirim." "Çanta kalsn isterseniz, ama paras için siz gelmeyin," dedi. "ûenay Hanm, "bu taklit deùir diye tutturur, üzer sizi."
2S
— Füsun'un Gözyaúlar
"O zaman baüka bir üeyle deùiütirelim." "Ona da artk ben raz olamam," dedi gururlu ve alngan bir kz havasyla. "Hayr, hiç önemli deùil," diye araya girdim. "Ama benim için önemli," dedi kararllkla. "Dükkâna geldiùinde, ben ûenay Hanm'dan çantann parasn alrm." "O kadnn seni daha fazla üzmesini hiç istemem," diye cevap verdim. "Hayr, ben üimdiden bir yolunu buldum," dedi belli belirsiz gülümseyerek. "Ona çantann aynsnn Sibel Hanmda olduùunu, bu yüzden iade ettiùinizi söyleyeceùim. Olur mu?" "úyi fikir," dedim. "Ben de ûenay Hanm a böyle derim." "Hayr, siz hiçbir üey söylemeyin ona," dedi Füsun kararllkla. "Çünkü hemen aùznzdan laf almaya giriüir. Dükkâna da gelmeyin artk. Ben paray Vecihe Teyzeye brakrm." "Aman annemi hiç karütrmayalm bu iülere, pek merakldr." "Paranz nereye brakaym o zaman?" dedi Füsun kaülarn kaldrarak. "Teüvikiye
Caddesi
131
numarada
Merhamet
Apartmannda
annemin bir dairesi vardr," dedim. "Amerika'ya gitmeden önce orada kapanp ders çalür, müzik dinlerdim. Arka bahçeye bakan çok güzel bir yer... ûimdi de her öùleden sonra iüten çkp iki ile dört arasnda orada kapanp kendi kendime çalüyorum." "Tabii. Oraya getireyim paranz. úçeride kaç numara?" "Dört," dedim fsldar gibi. Giderek solan üç kelime daha aùzmdan zorlukla çkt. "úkinci kat. Allahasmarladk." Çünkü kalbim durumu hemen kavramü, deli gibi hareketlenmiüti. Kendimi düar atmadan önce bütün gücümü toplayp her üey olaùanmü gibi son bir bakü attm ona. Sokaùa çkar çkmaz içimi saran utanç ve piümanlk duygusu mutluluk hayalleriyle karünca, öùle vakti aür bahar scaùnda Niüantaü'nn kaldrmlar bana sihirli bir üekilde sapsar gözükmeye baülad. Ayaklarm beni gölgelerden, vitrinleri korumak için 23
Füsun'un Gözyaúlar
açlmü mavili beyazl kaim üeritli tentelerin ve saçaklarn altndan yürütüyordu ki, bir vitrinde sapsan bir sürahi gördüm ve bir içgüdüyle içeri girip satn aldm. Geliüigüzel satn alnmü eüyalarn baüna gelenin tersine, san sürahi önce annemle babamn, sonra annemle benim soframzda, yirmiye yakn yl hakknda hiç konuüulmadan durdu. Aküam yemeklerinde hayatn beni içine ittiùi ve annemin sessizlikle yan azarlayc yan kederli bakülaryla yüzüme vurduùu mutsuzluùumun baülangç günlerini, san sürahinin kulpunu her tutuüumda hatrlardm. Öùleüstü beni karüsnda görünce hem sevinen hem de "hayrola?" der gibi bakan annemi öptüm. Sürahiyi aklma esiverdiùi için aldùm söyledim ve "Bana Merhamet Apartmanndaki dairenin anahtarm versene," diye ekledim. "Bazan yazhane o kadar kalabalk oluyor ki, çalüamyorum. Bir bakaym oras uygun mu? Gençliùimde orada kapanp iyi çalürdm." Annem "Toz içindedir oras," dedi, ama krmz kurdeleyle baùlanmü sokak kaps anahtaryla, daire anahtarn odasndan hemen getirdi. "Krmz çiçekli Kütahya vazoyu hatrlyor musun?" dedi anahtar verirken. "Evde bulamyorum, bak bakalm oraya m götürmüüüm? O kadar da çok çalüma... Babanz bütün haya tnca çalüt, siz çocuklar keyfinize bakn, mutlu olun diye. Sibel'le gez, baharn tadn çkarn, eùlenin." Anahtar elime koyarken "Dikkat et," dedi esrarengiz bir baküla. Çocukluùumuzda da, annem bu baküla baktùnda, hayatn içinden gelecek ve anahtar emanet etmekten daha derin ve belirsiz bir tehlikeyi ima ederdi.
7. MERHAMET APARTMANI Annem Merhamet Apartman'ndaki daireyi bundan yirmi yl önce, biraz yatrm yapmak, biraz da arada bir gidip kafasn dinleyip oyalanacaù bir yer olsun diye almü; ama ksa sürede,
Merhamet Apartman
burasn modasnn geçtiùine karar verdiùi eski eüyalar ve yeni satn alp hemen bktù üeyleri attù bir yer olarak kullanmaya baülamüt. Çocukluùumda, iri servi ve kestane aùaçlarnn gölgelediùi, çocuklarn futbol oynadù arka bahçesini sevdiùim apartmann adn eùlenceli bulur, bu adn annemin anlatmaktan hoülandù hikâyesini severdim. 1934'te Atatürk'ün bütün Türk milletine soyad almasn üart koümasndan sonra, ústanbul'da yeni yaplan pek çok binaya aile adlan verilmeye baülanmüt. O zamanlar ústanbul'da sokak adlar ve numaralar tutarl olmadù ve tpk Osmanl döneminde olduùu gibi, büyük ve zengin aileler, içinde hep birlikte oturduklar büyük konaklarla,
binalarla
özdeüleütirildikleri
için
bu
yerindeydi.
(Hikâyemde sözünü edeceùim pek çok zengin ailenin kendi adn taüyan bir apartman vardr.) Ayn yllarn bir baüka eùilimi, binalara yüce ilkelerin, deùerlerin adlarn vermekti; ama annem yaptrdklar apartmana "Hürriyet", "únayet", "Fazilet" gibi adlar verenlerin, aslnda bütün hayatlarn bu deùerleri çiùneyerek geçirmiü kiüiler arasndan çktùn söylerdi. Merhamet Apartmann, Birinci Dünya Savaü srasnda üeker ticareti yapan karaborsac yaül bir zengin, vicdan azabyla yaptrmaya baülamüt. Adamn apartmann vakfedip gelirini fakirlere daùtacaùn anlayan iki oùlu (birinin kz ilkokulda snf arkadaümd), babalarnn bunadùn doktor raporuyla kantlayp onu düükünler evine atmülar, binaya el koymuülar, ama çocukluùumda benim tuhaf bulduùum adn deùiütirmemiülerdi. Ertesi gün, 30 Nisan 1975 Çarüamba saat iki ile dört arasnda Merhamet Apartmanndaki dairede Füsun'u bekledim, ama gelmedi. Kalbim hafifçe krlmü, kafam karümüt; yazhaneye dönerken derin bir
huzursuzluk
hissediyordum.
Ertesi
gün
daireye
sanki
huzursuzluùumu yatütrmak için yeniden gittim. Ama Füsun gene gelmedi. Havasz odalarda annemin oraya brakp unuttuùu eski vazolar, elbiseler, tozlar içindeki eski eüya-
25
--------------------------------------------- Merhamet Apartman ---------------------------------------------------------
lar
arasnda
çocukluùumun
ve
gençliùimin
unuttuùumu
bile
bilmediùim pek çok hatrasn babamn acemice çektiùi eski fotoùraflar tek tek görüp hatrlyor, eüyalarn bu gücü sanki huzursuzluùumu yatütryordu. Ertesi gün Satsat'n Kayseri bayii (ve askerlik arkadaüm) Abdülkerim ile Beyoùlu’ndaki Hac Arifin lokantasnda öùle yemeùi yerken, iki gün üst üste boü daireye gidip Füsun'u beklememi utanç içinde hatrladm. Füsun'u, sahte çantay, her üeyi utançla unutmaya karar verdim. Ama yirmi dakika sonra saatime bir daha baktm, Füsun'un belki de o anda çantann parasn iade etmek için Merhamet Apartman'na doùru yürüdüùünü hayal ettim ve Abdülkerim'e bir yalan atp yemeùi hzla bitirerek Merhamet Apartman'na koütum. Apartmana girdikten yirmi dakika sonra, Füsun kapy çald. Yani kapy çalan Füsun olmalyd. Kapya yürürken, dün gece rüyamda ona kapy açtùm gördüùümü hatrladm. Elinde bir üemsiye vard. Saçlar slakt. Üzerinde san puantiyeli bir elbise. "Aa, artk beni unuttun zannediyordum. Gir içeri." "Rahatsz etmeyeyim," dedi. "Paray vereyim, gideyim." Üzerinde Üstün Baüar Dersanesi yazan, kullanlmü bir zarf vard elinde, ama almadm. Omzundan tutup onu içeri çektim ve kapy kapadm. "Çok yaùyor," diye attm kafadan, aslnda yaùmuru fark etmemiütim. "Otur biraz, boüuna slanma. Çay yapyorum, snrsn." Mutfaùa gittim. Geri döndüùümde, Füsun annemin eski eüyalarna, antikalara, biblolara, toz içindeki saatlere, üapka kutularna, vr zvra bakyordu. Onu rahatlatmak için, araya üakalar skütrarak annemin bu eüyalar Niüantaü'nn, Beyoùlu'nun son moda dükkânlarndan, daùlan paüa konaklarndan,
yars
yanmü
yallardan,
antikaclardan,
hatta
boüaltlmü tekkelerden ve Avrupa seyahatlerinde gittiùi çeüit çeüit dükkândan bir hevesle alp biraz
26
Merhamet Apartman
kullandktan sonra, buraya yollayp tamamen unuttuùunu anlattm. Bir yandan da naftalin ve toz kokan dolaplar açp içindeki top top kumaülar, çocukluùumuzda ikimizin de bindiùi üç tekerlekli bir bisikleti, (bizim eskilerimizi annem yoksul akrabalara daùtrd) bir lazmlù, annemin "Bak bakaym, orada mymü?" dediùi krmz çiçekli Kütahya vazoyu, sonra onun kutu kutu üapkalarn gösteriyordum. Kristal bir üekerlik, bize eski bayram yemeklerini hatrlatt. Çocukluùunda bayram sabahlan Füsun anne-babasyla bize ziyarete geldiùinde akide, badem üekeri, badem ezmesi, hindistancevizli aslan üekeri ve lokumdan bir karüm bu üekerlik içinde ikram edilirdi. "Bir kurban bayramnda sizinle sokaùa çkmü, sonra arabayla gezmiütik," dedi Füsun gözleri parlayarak. Gezimizi hatrladm: "O zamanlar çocuktun," dedim. "ûimdi çok güzel, çok çekici bir genç kz olmuüsun." "Teüekkür ederim. Artk gideyim." "Daha çayn içmedin. Yaùmur da dinmedi." Onu balkon kapsnn önüne çektim, tülü hafifçe araladm. Yeni bir mekâna, bir eve ilk defa gelmiü çocuklarn, hayatn sillesini daha yemediùi için hâlâ her üeye karü merakl ve açk kalabilen genç insanlarn yapabildiùi gibi pencereden düarya ilgiyle bakt. Ensesine, boynuna, yanaklarn o kadar çekici yapan tenine, teninin üzerindeki uzaktan fark edilmeyen saysz küçük bene (anneannemin de tam burasnda kocaman bir et beni yok muydu?) bir an istekle baktm. Elim sanki bir baükasnn eliymiü gibi kendiliùinden uzanp saçlarna takl tokay tuttu. Dört tane mine çiçeùi vard tokann üzerinde. "Saçlarn çok slanmü." "Dükkânda aùladùm kimseye söylediniz mi?" "Hayr. Ama neden aùladùn da çok merak ettim." "Niye?" "Seni çok düüündüm," dedim. "Çok güzelsin, çok baükasn.
27
--------------------------------------------- Merhamet Apartman ---------------------------------------------------------
Küçük, üeker, esmer bir kz çocuùu olarak seni çok iyi hatrlyorum. Ama bu kadar güzelleüeceùin benim de aklma gelmezdi." iltifata alümü güzel ve terbiyeli kzlarn yaptù gibi ölçülü bir üekilde gülümserken, kaülarn da kuükuyla kaldrd. Bir sessizlik oldu. Benden bir adm uzaklaüt. "ûenay Hanm ne dedi?" diyerek konuyu deùiütirdim. "Çantann sahte olduùunu kabul etti mi?" "Sinirlendi. Ama çantay braktùnz, paray istediùinizi anlaynca, iüi büyütmek istemedi. Benim de konuyu unutmam istedi. Çantann sahte olduùunu biliyordu sanrm. Buraya geldiùimi bilmiyor. Öùle vakti gelip paranz aldùnz söyledim ona. ûimdi gitmeliyim." "Çay içmeden olmaz!" Mutfaktan çayn getirdim. Çay hafifçe üfleyerek soùutuüunu, sonra yudum yudum dikkatle ve aceleyle içiüini seyrettim. Hayranlk ile utanç, üefkat ile sevinç arasnda bir duyguyla... Elim kendiliùinden uzand ve saçlarn oküad. Baüm yüzüne yaklaütrdm, gerilemediùini görünce dudaùnn kenarndan bir an öptüm. Kpkrmz oldu. iki eli scak çay fincanyla meügul olduùu için kendini benden koruyamamüt. Bana hem kzmüt hem de akl karümüt, bunu da hissettim. "Öpüümeyi çok severim," dedi gururla. "Ama üimdi, sizinle tabii hiç olmaz." "Çok öpüütün mü?" dedim beceriksizce çocuksu olmaya çalüarak. "Öpüütüm tabii. Ama o kadar." Erkeklerin aslnda ne yazk ki hep ayn olduùunu bana hissettiren bir baküla odaya, eüyalara, kötü niyetle yarm yaplmü gözükmesini istediùim kenardaki mavi çarüafl yataùa son bir bakü att. Kafasnda durumu özetlediùini gördüm; ama aklma, belki de utançtan, oyunu sürdürecek hiçbir üey gelmedi. Bir dolapta gözüme çarpan turistler için üretilmiü bu fesi üirinlik olsun diye sehpann üzerine koymuütum. Para dolu zar-
28
Merhamet Apartman
f ona yasladùn odada gözlerimi gezdirirken fark ettiùimi gördü, ama gene de "Zarf oraya braktm," dedi. "Çayn içmeden gidemezsin." "Geç kalyorum," dedi, ama gitmedi. Çaymz
içerken,
hatralarmzdan
akrabalardan,
kimseyi
iùnelemeden,
çocukluùumuzdan, kötülemeden
söz
ortak ettik.
Annesinin çok saygs olduùunu söylediùi annemden hep korkarlard, ama çocukluùunda ona en çok da annem ilgi göstermiü, dikiüe geldiklerinde oynasn diye bizim oyuncaklarmz, Füsun'un sevdiùi ve bozmaktan korktuùu kurmal köpekle tavuùu vermiü, güzellik yarümasna kadar her yl doùum günlerinde üoför Çetin Efendi'yle ona hediyeler yollamüt: Bir kaley-deskop vard mesela hâlâ sakladù... Annem ona bir elbise yollarsa hemen küçülmesin diye birkaç beden büyüùünü alrd. Bu yüzden ancak bir yl sonra giyebildiùi iri çengelli iùneli bir úskoç eteùi vard; onu o kadar sevmiüti ki, daha sonra moda olmadù halde mini etek olarak giymiüti. O etekle onu bir keresinde Niüantaü'nda gördüùümü söyledim. înce beline, güzel bacaklarna gelen konuyu hemen deùiütirdik. Kafadan çatlak bir Süreyya Day vard. Almanya'dan her geliüinde artk birbirinden kopmakta olan ailenin bütün kanatlarn tek tek törenle ziyaret eder, herkes onun sayesinde birbirinden haberdar olurdu. "Birlikte araba gezintisine çktùmz o kurban bayram sabahnda, evde Süreyya Day da vard," dedi Füsun heyecana kaplarak. Hzla yaùmurluùunu giydi. ûemsiyesini aramaya baülad. Bulamyordu, çünkü mutfaùa gidiü geliülerimde, kaüla göz arasnda üemsiyeyi giriüteki aynal dolabn arkasna atmütm. "Nereye koyduùunu hatrlamyor musun?" dedim onunla birlikte ve daha sk bir üekilde üemsiyeyi ararken. "Buraya brakmütm," dedi masumca, aynal dolab gösterdi. Birlikte bütün daireyi ararken, saçma denecek yerlere bile bakarken, ona magazin basnnn gözde deyimiyle "boü vakitle-
29
Merhamet Apartman
rinde" ne yaptùm sordum. Geçen sene puan istediùi bölümü tutmadù için üniversiteye girememiüti. ûimdi ûanzelize Bu-tik'ten geri kalan vakitlerinde, üniversite snavna hazrlanmak için Üstün Baüar Dersanesi'ne gidiyordu. Üniversite snavna bir buçuk ay kaldù için çok çalüyordu. "Hangi bölümü istiyorsun?" "Bilmiyorum," dedi biraz utanarak. "Aslnda konservatuvara girip oyuncu olmak isterdim." "O dersanelerde boüu boüuna geçer vakit, hepsi birer ticarethane," dedim. "Zorlandùn konular varsa, özellikle matematik, buraya gel, ben her öùleden sonra burada kapanp bir süre çalüyorum. Sana çabucak gösteririm." "Baüka kzlara da matematik gösteriyor musun?" dedi. Ayn alayc ifadeyle kaülar yukar kalkt. "Baüka kzlar yok." "Sibel Hanm bizim dükkâna geliyor. Çok güzel, çok hoü bir kadn. Ne zaman evleneceksiniz?" "Bir buçuk ay sonra niüanlanyoruz. Bu üemsiye olur mu peki?" Annemin Nice'ten aldù yazlk üemsiyeyi gösterdim. Elinde o üemsiyeyle dükkâna tabii ki dönemeyeceùini söyledi. Üstelik artk buradan çkmak istiyordu ve üemsiyesini bulup bulmamak da o kadar önemli deùildi. "Yaùmur dinmiü," dedi sevinçle. Kapdayken onu bir daha hiç göremeyeceùimi telaüla hissettim. "Lütfen, bir daha gel ve yalnzca çay içelim," dedim. "Kzmayn Kemal Aùabey, ama bir daha gelmek istemiyorum. Gelmeyeceùimi de biliyorsunuz. Merak etmeyin, beni öptüùünüzü kimseye söylemem." "ûemsiye ne olacak?" "ûemsiye ûenay Hanm'n ama kalsn," dedi ve duygusallù eksik olmayan, acele bir hareketle beni yanaùmdan öpüp gitti.
30
8. øLK TÜRK MEYVELø GAZOZU O günlerin mutlu, neüeli ve rahat havasn ve iyimserliùimizi hatrlatan ilk Türk meyveli gazozu Meltem'in gazete ilanlarn, reklam filmlerini ve çilekli, üeftalili, portakall ve viüneli ürünlerini sergiliyorum burada. Zaim o aküam Ayaspaüa'daki manzaral dairesinde, Meltem gazozunun çkün kutlamak için büyük bir davet veriyordu. Bütün bir arkadaü grubu gene buluüacaktk. Sibel benim genç zengin arkadaülarmn arasna girmekten memnundu, Boùaz'da kotra gezintilerinden, sürpriz doùum günü partilerinden, kulüplerdeki eùlencelerden gece yars hep birlikte arabalara binip sokak sokak ústanbul'u gezmelerimizden çok mutluydu, arkadaülarmn çoùunu seviyordu, ama Zaim'den hoülanmyordu. Zaim'in fazla gösteriü merakls, fazla çapkn ve "bayaù" olduùunu söylüyor, verdiùi davetlerin sonunda "sürpriz" diye dansöz çaùrp göbek attrmasn, Playboy amblemli çakmaùyla kzlarn sigaralarn yakmasn çok "banal" buluyordu. Sibel, Zaim'in asla evlenmeyeceùi küçük artistlerle, mankenlerle (Türkiye'de o günlerde yeni ortaya çkan üüpheli bir meslek) srf evlenmeden yattklar için maceralar yaüamasndan da hiç hoülanmyor, doùru düzgün kzlarla hiç sonuçlanmayacak iliükiler kurmasn da sorumsuzca buluyordu. Bu yüzden telefonda aküam davete gidemeyeceùimi, krklùm olduùunu, çkamayacaùm söyleyince, Sibel'in hayal krklùna uùramasna üaütm. "Meltem gazozu reklamnda oynayan, gazetelere çkan Alman manken de gelecekmiü!" dedi Sibel. "Hep Zaim'in bana kötü örnek olacaùn söylersin..." "Zaim'in davetine gitmiyorsan, gerçekten hasta olmalsn, merak ettim üimdi. Gelip seni göreyim mi?" "Boü ver. Annemle Fatma Hanm bakyorlar. Yarna geçer." Elbiselerimle uzandùm yatakta Füsun'u düüündüm ve onu unutmaya, hayatmn sonuna kadar bir daha hiç görmemeye karar verdim.
31
9. F Ertesi gün, 3 Mays 1975 günü saat iki buçukta, Füsun Merhamet Apartman'na geldi ve hayatnda ilk defa "sonuna kadar giderek" benimle seviüti. Ben o gün daireye onunla buluüma hayaliyle gitmemiütim. Yllar sonra baümdan geçenleri hikâye ederken, bu son sözümün doùru olamayacaùn ben de düüünüyorum, ama o gün gerçekten Füsun'un geleceùi aklmda hiç yoktu... Aklmda Füsun'un önceki günkü sözleri, çocukluk eüyalar, annemin antikalar, eski saatler, üç tekerlekli bisiklet, loü dairenin tuhaf üù, toz ve eskimiülik kokusu, yalnz kalma ve arka bahçeye bakma isteùi vard... Bunlar beni yeniden oraya çekmiü olmal. Önceki günkü buluümamz bir daha düüünmek, yeniden yaüamak, Füsun'un kullandù çay bardaklarn temizleyip kaldrmak, annemin eüyalarn toplayp aybm unutmak da vard aklmda... Eüyalar toplarken, babamn çektiùi ve arka odann içinden yataù, pencereyi ve bahçeyi gösteren bir fotoùraf buldum, odann yllardr hiç deùiümediùini hatrladm... Kap çalnca "annem" diye düüündüùümü hatrlyorum. "ûemsiyeyi almaya geldim," dedi Füsun. içeri girmiyordu. "Girsene," dedim. Bir an durdu. Kapda dikilmenin nezaketsiz olacaùn hissederek içeri girdi. Arkasndan kapy kapadm. Belini daha da ince gösteren kaln tokal bu beyaz kemeri takmü ve ona çok yaküan koyu pembe ve beyaz düùmeli bu elbiseyi giymiüti. úlk gençlik yllarmda güzel ve esrarl bulduùum kzlarn yannda, ancak samimi olursam huzur bulabilmek gibi bir zayflùm vard. Otuz yaümda
bu
içtenlik
ve
saflktan
kurtuldum
zannediyordum,
yanlyormuüum: 'ûemsiyen burada," deyiverdim. Ve aynal dolabn arkasna uzanp, oradan üemsiyeyi çkardm. Daha önce onu oradan neden almadùm kendime sormadm bile. "Buraya nasl düümüü?" "Düümedi aslnda. Sen hemen gitme diye dün saklamütm."
F
Bir an gülümsemekle kaülarn çatmak arasnda kararsz kald. Elinden tutup çay yapma bahanesiyle onu mutfaùa çektim. Mutfak toz ve nem kokuyordu, loütu. Orada, her üey hzla ilerledi ve kendimizi tutamayp öpüümeye baüladk. Az sonra ise, uzun uzun ve hrsla öpüüüyorduk. Öpüümeye kendini o kadar vermiü, kollarn boynuma öyle bir sarp gözlerini öylesine sk kapamüt ki, "sonuna kadar" seviüebileceùimiz! hissettim. Ama bakire olduùuna göre bu imkânszd. Öpüüürken, bir ara Füsun'un hayatnn bu önemli kararn verdiùini, benimle buraya "sonuna kadar gitmek" için geldiùini hissettim. Ama bu yalnz yabanc filmlerde olurdu. Burada bir kzn durup dururken bunu yapmas tuhaf geliyordu bana. Belki de zaten bakire deùildi... Öpüüe öpüüe mutfaktan çktk, yataùn kenarna oturduk ve çok fazla nazlanmadan, ama hiç göz göze de gelmeden elbiselerimizin çoùunu çkarp battaniyenin içine girdik. Battaniye fazla kalnd, üstelik çocukluùumdaki gibi tenime batyordu, bir süre sonra onu attm ve yan çplak halimiz ortaya çkt. úkimiz de ter içindeydik, ama bu nedense bizi
rahatlatmüt.
Çekili
perdelerin
arasndan
içeriye
sarms,
turuncumsu bir güneü üù vuruyor, terli gövdesini daha da bronz rengi gösteriyordu. Benim ona baktùm gibi, üimdi Füsun'un da benim gövdeme bakabilmesi, vücudumun irileüip iyice belirginleümiü olan edepsiz ksmna gözlerini yakndan dikip telaüa kaplmadan, fazla garipsemeden ve hatta istek kadar belli belirsiz bir üefkat de duyarak sükunetle seyretmesi, daha önce baüka erkekleri de baüka yataklarda, divanlarda, araba koltuklarnda çplak gördüùü kansn bende kskançlkla uyandrd. úkimiz de, her makul aük hikâyesinde bence yaüanmas gereken bu zevk ve istek oyununun kendiliùinden geliüen müziùine kendimizi braktk. Ama bir süre sonra birbirimizin gözlerinin içine dikilen endiüeli bakülarmzdan, önümüzde yapmamz gereken zor bir iü olduùunu düüündüùümüz ortaya çkt.
33
F
Füsun müzemizin ilk eüyas olarak tekini sergilediùim küpelerini çkarp kenardaki sehpaya dikkatle koydu. Bunu tpk denize girmeden önce gözlüklerini çkaran aür miyop bir kzn görev duygusuyla yapmas, gerçekten ilk defa sonuna kadar gidebileceùimizi düüündürdü bana. O yllarda gençler üzerlerinde adlarnn baü harfleri olan künyeler, kolyeler, bilezikler takarlard; küpelere hiç dikkat etmedim. Füsun'un tek tek elbiselerinden sonra, ayn kararllkla küçük külodunu çkarmas da bana ayn üeyi, benimle sonuna kadar seviüeceùini düüündürdü. O yllarda sonuna kadar gitmek istemeyen kzlar, külotlarn mayonun alt gibi üzerlerinde brakrlard, hatrlyorum. Badem kokulu omuzlarn öptüm, kadife kvamndaki terli boynuna dilimle dokundum ve göùüslerinin, daha güneülenme mevsimi baülamamasna raùmen, saùlkl Akdeniz teninden bir derece daha açk renk olduùunu görünce ürperdim. Romanmzn bu ksmn okutan lise öùretmenleri
endiüeye
kapldysa,
öùrencilerine
üu
bir
sayfay
atlamalarn önerebilirler. Müze gezen merakl ise, eüyalar seyretsin lütfen ve benim yapmam gereken üeyi, öncelikle hüzünlü ve korkulu gözleriyle bana bakan Füsun için; sonra ikimiz için; çok az da kendi zevkim için yaptùm düüünsün yeter. Sanki ikimiz birlikte hayatn bizi mecbur kldù bir zorluùu iyimserlikle aümaya çalüyorduk. Bu yüzden ona yüklenirken, onu zorlarken söylediùim tatl sözler arasnda, "Cann yanyor mu canm?" diye sordukça, gözlerini gözlerime dikmiü olduùu halde bana hiç cevap vermemesini yadrgamadm ve sustum. Çünkü çok derinlerden bütün gövdesinin ince ince ve krlganlkla titrediùini (ayçiçeklerinin belli belirsiz bir rüzgârda hafifçe titrediùini düüünün), ona en çok yaklaütùm noktadan kendi acm gibi hissediyordum. Benden kaçrdù ve kimi zaman bir doktor dikkatiyle gövdesinin alt taraflarna yönelttiùi gözlerinden kendini dinlediùini ve hayatta ilk defa yaüamakta olduùu ve bir kere yaüayacaù üeyi de tek baüna yaüamak istediùini anlamütm. Benim de yapmakta
34
F
olduùum üeyi bitirmem, bu zor yolculuktan rahatlamü olarak çkabilmem için bencilce kendi zevkimi düüünmem gerekiyordu. Böylece bizi birbirimize baùlayacak zevkleri daha derinden hissetmek için onlar kendi kendimize yaüamamz gerektiùini ikimiz de içgüdülerimizle keüfettik; bir yandan birbirimize güçle, acmaszca, hatta hrsla sarlrken, diùer yandan da birbirimizi srf kendi zevkimiz için kullanmaya baüladk. Füsun'un srtma geçen parmaklarnda, denize giren o miyop ve masum kzn yüzme öùrenirken bir anda boùulacaùn sandù zaman yardma yetiüen babasna bütün gücüyle sarlrken hissettiùi ölüm korkusuna benzer bir üeyler vard. On gün sonra gözlerini kapayp bana sarlrken, aklnn ona hangi filmi gösterdiùini sorduùumda, "Ayçiçekleriyle kapl bir tarla görüyordum," dedi bana. Sonraki günlerde, seviümelerimize neüeli cvltlar, baùrümalar ve küfürleümeleriyle hep eülik edecek futbol oynayan çocuklar, o gün, ilk defa seviütiùimiz saatlerde Hayrettin Paüa'nn yknt konaùnn eski bahçesinde gene baùrp küfürleüerek top oynuyorlard. Çocuklarn baùrümalar bir ara kesilince Füsun'un birkaç utangaç çùlù, benim de kendimi koyuverme isteùiyle çkardùm bir-iki mutlu inlemem dünda, oda olaùanüstü bir sessizliùe büründü. Uzaktan Niüantaü Meydanndaki trafik polisinin düdüùü, araba kornalar, çiviye vuran bir çekicin sesi duyuluyordu: Bir çocuk bir konserve kutusuna tekme att, bir mart çùlk att, bir fincan krld, çnar aùaçlarnn yapraklan belli belirsiz bir rüzgârla hürdad. úüte bu sessizlik içinde birbirimize sarlmü yatyorduk ve ikimiz de kanlanmü çarüaf, çkarlmü elbiseler, çplak gövdelerimize alümak gibi ilkel toplum ritüellerini, antropologlarn anlayp snflamak istedikleri utanç verici ayrntlar aklmzdan çkarmak istiyorduk. Füsun bir süre sessizce aùlamüt. Benim teselli sözlerime pek kulak vermemiüti. Bunu hayatnn sonuna kadar hiç unutamayacaùn söylemiü, gene biraz aùlamü, sonra susmuütu
F
Yllar sonra hayat beni kendi yaüadklarmn antropologu durumuna düüüreceùi için, uzak ülkelerden getirdikleri kap kaçaù, eüya ve aletleri sergileyerek hayatlarna ve hayatlarmza bir anlam vermeye çalüan bu tutkulu kiüileri küçümsemek istemem hiç. Ama "ilk seviüme"nin izlerine ve eüyalarna gösterilecek aür bir dikkat, Füsun ile benim aramda geliüen yoùun üefkat ve üükran duygularn anlamaya engel olabilir. Bu yüzden yatakta birbirimize sessizce sarlmü yatarken, on sekiz yaündaki sevgilimin benim otuz yaündaki tenimi aükla oküayündaki özeni göstermek için, Füsun'un o gün çantasndan hiç çkmayan, ama özenle katlanmü çiçek desenli bu pamuklu mendili sergiliyorum burada. Daha sonra Füsun'un sigara içerken masann üzerinde bulup oynadù annemin bu kristal hokka ve yaz takm, aramzdaki üefkatin incelik ve krlganlùna iüaret olsun. Giyinirken iri kaln tokasn tutup erkekçe bir gurura kapldùm için bir suçluluk duymama yol açan o zamanlarn modas kaln erkek kemeri de, cennetten çkma o çplak halimizden syrlp giyinmenin, kirli ve eski dünyada göz gezdirmenin bile ikimize de çok zor geldiùini anlatsn! Çkmadan önce, Füsun'a üniversiteye girmek istiyorsa, üu son bir buçuk ayda çok çalümas gerektiùini söyledim. "Hayatm boyunca tezgâhtar kahrm diye mi korkuyorsun?" diye sordu gülümseyerek. "Tabii ki hayr... Ama seni imtihanndan önce çalütrmak isterim. Burada çalürz. Hangi kitaplar okuyorsunuz? Klasik mi, modern matematik mi?" "Lisede klasik okuduk. Ama dersanede ikisini de okutuyorlar. Çünkü cevap anahtarnda ikisinin yeri ayn. Hepsi de kafam karütryor." Füsun ile ertesi gün ayn yerde matematik çalümak için anlaütk. O gider gitmez Niüantaü'ndaki bir kitapçdan lisede ve dersanede okuduùu matematik kitaplarn bulup aldm ve yazhanede sigara içerek biraz karütrnca, ona gerçekten yardm
36
edebileceùimi anladm. Füsun'a matematik öùretebileceùimi hayal etmek, o gün hissettiùim manevi yükü hemen hafifletti ve geriye aür bir mutluluk ve tuhaf bir gurur kald. Mutluluùu boynumda, burnumda,
tenimde
bir
sz
gibi
hissediyor,
kendimden
saklayamadùm gururu bir çeüit sevinç gibi yaüyordum. Aklmn bir yanyla, Füsun ile Merhamet Apartman'nda daha pek çok kereler buluüup seviüeceùimizi sürekli düüünüyordum. Bunu ancak hayatmda olaùanüstü bir üey yokmuü gibi yaparsam baüarabileceùimi anlamütm.
10. ùEHÎR IùIKLARI VE MUTLULUK Aküam Sibel'in lise arkadaü Yeüim, Pera Palas'ta niüanlanyordu; herkes orada olacakt, gittim. Sibel çok mutluydu, gümüü rengi parlak bir elbise ile üzerine örgü bir etol giymiüti, bu niüann bizimkine örnek olacaùn düüündüùü için her üeyle ilgileniyor, herkese sokuluyor, sürekli gülümsüyordu. Süreyya Day'nn adn hep unuttuùum oùlu, beni Meltem gazozu reklamlarnda oynayan Alman manken únge ile tanütrdùnda, iki kadeh rak içmiü, rahatlamütm. "Nasl buldunuz Türkiye'yi?" diye sordum úngilizce. "ústanbul'u gördüm yalnzca," dedi Inge. "Çok üaürdm, böyle bir üey hayal etmiyordum." "Nasl bir üey hayal ediyordunuz?" Bir süre sessizce bakütk. Akll kadnd. Yanlü bir üey söyleyip Türklerin kalbini kolayca krabileceùini hemen öùrenmiüti, gülümseyiverdi. "Siz her üeye layksnz!" dedi kötü bir Türkçe'yle. "Bütün Türkiye bir haftada tand sizi, bu nasl bir duygu?" "Polisler, taksi üoförleri, sokaktaki herkes tanyor," dedi çocuk gibi sevinçle. "Baloncu bile durdurup bir balon hediye etti ve lSiz her üeye layksnz,' dedi. Ülkede tek bir televizyon kanal olunca tannmak kolay."
37
ùehir Iúklar ve Mutluluk
F
Alçakgönüllülük etmek isterken küçümseyici olduùunun farknda myd acaba? "Almanya'da kaç kanal var?" diye sordum. Yanlü bir üey söylediùini anlad, utand. Benim sözüm de gereksizdi. "Her gün iüe giderken, bir duvarda apartman boyutunda resminizi görüyorum, çok hoü," dedim. "Aaa, evet, siz Türkler reklamclkta Avrupa'dan çok daha ilerisiniz." Bir an bu sözden o kadar mutlu oldum ki, nezaketen söylendiùini unuttum. úleride, cvltl, mutlu kalabalùn içerisinde bakülarmla Zaim'i aradm. Oradayd, Sibel ile konuüuyorlard. Onlarn arkadaü olabileceùini
hayal
etmek
hoüuma
gitti.
Yoùun
bir
mutluluk
duyduùumu üimdi yllar sonra bile hatrlyorum: Sibel aramzda Zaim'e bir ad takmü, ona "Siz her üeye layksnz Zaim" diyor; Meltem gazozlarnn reklam kampanyasndaki bu slogan çok duyarsz ve bencil buluyordu. Pek çok gencin solculuk, saùclk diye birbirini öldürdüùü Türkiye gibi fakir ve dertli bir ülkede, bu laf Sibel'e göre çirkindi. Büyük balkon kaplarndan içeriye hlamur kokulu hoü bir bahar havas geliyordu. Aüaùda üehrin üklan Haliç’in üzerinde yansyor; Kasmpaüa, gecekondular, yoksul mahalleleri bile güzel gözüküyordu. Çok mutlu bir hayatm olduùunu, üstelik bunun ileride yaüayacaùm daha büyük bir mutluluùa hazrlk olduùunu içimde hissediyordum. Bugün Füsun ile yaüadùm üeyin aùrlù aklm karütryordu, ama herkesin srlar, huzursuzluklar, korkular var, diye düüündüm. ûu ük davetliler arasnda kim bilir kaç kiüinin tuhaf huzursuzluklar, ruhsal yaralar vard, ama kalabalkta, dostlar arasnda iki kadeh içince, dert ettiùimiz üeylerin aslnda ne kadar önemsiz ve geçici olduklar da ortaya çkyordu. "ûu baktùn asabi adam var ya," dedi Sibel. "Meühur Soùuk Suphi'dir o. Gördüùü bütün kibrit kutularn alr, biriktirir. Odalar dolusu kibrit kutusu varmü. Kans onu braknca böyle olmuü diyorlar. Bizim niüanda garsonlar böyle tuhaf kyafet-
38
ùehir Iúklan ve Mutluluk
ler giymesinler deùil mi? Niye o kadar çok içiyorsun bu aküam? Bak sana ne anlatacaùm." "Ne?" "Mehmet, Alman manken kz çok beùendi, yanndan ayrlamyor, Zaim de onu kskanyor. Aaa, üu adam var ya, senin Süreyya Day'nn oùluymuü... Yeüim'in de bir akrabas oluyor... Keyfini kaçran, benim bilmediùim bir üey mi var?" "Hayr, hiçbir üey yok. Hatta çok mutluyum." Sibel'in tatl sözler söylediùini, bugün yllar sonra bile hatrlyorum. Sibel eùlenceli, akll ve üefkatliydi ve onun yannda yalnz o günlerde deùil, hayatm boyunca kendimi çok iyi hissedeceùimi biliyordum. Onu geç saatte evine braktktan sonra, boü ve karanlk sokaklarda Füsun'u düüünerek uzun uzun yürüdüm. Aklmdan hiç çkaramadùm, beni aür derecede huzursuz eden üey, Füsun'un ilk defa benimle yatmas kadar, kararllùyd. Hiç naz yapmamüt, elbiselerini çkarrken bile kararszlk geçirmemiüti... Bizim evde salon boütu, baz geceler babam uykusu kaçmü, pijamalarla salonda otururken görür, uyumadan önce onunla sohbet etmekten hoülanrdm; ama üimdi annem de, o da uyuyordu, yatak odasndan annemin horultusu, babamn iç çekmeleri geliyordu. Yatmadan önce bir kadeh daha rak yuvarladm, bir sigara daha içtim. Ama yatnca da hemen uyuyamadm. Füsun ile seviümemizin görüntüleri gözümün önünden geçiyor, bu görüntülere niüan töreninin ayrntlar karüyordu...
11. KURBAN BAYRAMI Uykuyla uyanklk arasnda, uzak akraba Süreyya Day'y ve Yeüim'in niüannda gördüùüm ve adn hep unuttuùum oùlunu düüündüm. Füsun ile eski bayram ziyaretlerinin birinde, birlikte araba gezintisine çktùmz gün, Süreyya Day da bizim evdeydi. 39
Kurban Bayram
O soùuk ve kurüuni kurban bayram sabahnn baz görüntüleri, yataùmda uyumaya çalürken, zaman zaman görülen rüyalarda olduùu gibi, hem çok tandk hem de tuhaf bir hatra gibi gözümün önünden geçti: Üç tekerlekli bisikleti, Füsun ile birlikte sokaùa çktùmz, kesilen bir kurbana sessizce baktùmz, sonra bir araba gezintisine çktùmz hatrladm. Bunlar ertesi gün, Merhamet Apartmannda buluütuùumuzda ona sordum. "Bisikleti annemle biz evden geri getirmiütik," dedi her üeyi benden çok daha iyi hatrlayan Füsun. "Aùabeyin ve sen kullandktan sonra, annen bisikleti yllar önce bana vermiüti. Artk ben de binmiyordum, büyümüütüm. Benim annem, o bayram günü bisikleti geri getirdi iüte." "Sonra annem de buraya getirmiü olmal," dedim ben. "Süreyya Day'nn o gün orada olduùunu ben de hatrladm üimdi..." "Çünkü likörü o istemiüti," dedi Füsun. Beklenmedik bir anda çktùmz o araba gezintisini, Füsun benden çok daha iyi hatrlyordu. Ondan dinleyip hatrladùm bu gezintiyi, burada anlatma isteùi duyuyorum. Füsun on iki, ben yirmi dört yaündaydm. 27 ûubat 1969, Kurban Bayram'nn ilk günüydü. Bizim Niüantaü'ndaki evde bayram sabahlarnda hep olduùu gibi, yakn ve uzak akrabalardan ük giyimli, kravatl, ceketli, neüeli bir kalabalk öùle yemeùini bekliyordu. Kap sk sk çalyor, yeni misafirler, mesela küçük teyzemle kabak kafal eniütem, ük ve merakl çocuklaryla geliyor, herkes ayaùa kalkyor, yeni gelenlerle herkes tek tek el sküp öpüüüyor, sandalyeler çekiliyor, Fatma Hanm ile ben de misafirlere üeker tutuyorduk ki, babam bir ara beni ve aùabeyimi bir kenara çekti. "Süreyya Daynz gene 'Niye likör yok?' diye tutturdu çocuklar," dedi. "Biriniz Alaaddinin dükkânndan nane ve çilek likörü alsn." O yllarda bile, babam bazan içkiyi fazla kaçrdù için, annem bayramlarda kristal bardaklar ve gümüü tepside nane ve çilek li-
Kurban Bayram
körü sunma âdetini yasaklamüt. Bu karar babamn saùlù için almüt. Ama iki yl önce gene böyle bir bayram sabah, Süreyya Day likör diye tutturunca, annem konuyu kestirip atmak için "Dinî günde alkol mü olurmuü!" demiü, bu da bitip tükenmez din, medeniyet, Avrupa, Cumhuriyet tartümasnn, aün Atatürkçü laik daymz ile annem arasnda da baülamasna yol açmüt. "Hanginiz gidiyor?" dedi babam. Her bayramda elini öpen çocuklara, kapclara, bekçilere vermek için bankadan özel getirdiùi on liralklar destesinden gcr gcr bir tane çkarp bize gösterdi. "Kemal gitsin!" dedi aùabeyim. "Osman gitsin!" dedim ben. "Hadi sen git canm," dedi babam bana. "Annene de söyleme üimdi nereye gittiùini..." Kapdan çkarken Füsun'u gördüm. "Gel hadi, bakkala gidelim seninle." On iki yaünda, çöp bacakl, zayf, uzak bir akraba kzyd iüte. Örgülü, parlak siyah saçlarna baùladù bembeyaz fiyongun kelebek biçimi ve temiz kyafeti dünda, dikkat çeken bir yan da yoktu. O küçük kza asansörde sorduùum sradan üeyleri, yllar sonra bana Füsun hatrlatt: Kaçnc snftasn? (orta bir), hangi okula gidiyorsun? (Niüantaü Kz Lisesi), ileride ne olacaksn? (sessizlik!). Kapdan çkmü, soùukta birkaç adm atmütk ki, yandaki boü ve çamurlu arsada, ilerideki küçük hlamur aùacnn altnda bir kalabalùn toplandùn, kurbanlk bir koyunun kesilmek üzere olduùunu gördüm. ûimdiki anlayümda olsaydm, koyun kesilecek, küçük kz kötü etkilenir diye düüünür, Füsun'u oraya hiç yaklaütrmazdm. Ama merakla ve düüüncesizlikle yürüdüm. Bizim ahç Bekri Efendi ile kapcmz Saim Efendi kollar svamü ve ayaklan baùl knal bir koyunu yere ykmülard. Koyunun yannda
41
Kurban Bayram
elinde iri bir kasap bçaùyla önlüklü bir adam vard, ama hayvan sürekli çrpndù için iüini göremiyordu. Uùraütkça aùzlarndan buhar çkan ahçyla kapc, hayvan hareketsiz hale getirmeyi baüardlar. Kasap koyunun sevimli burnundan ve aùzndan tutup baün hoyratça çevirdi
ve
uzun
bçaù
grtlaùna
dayad.
Bir
sessizlik
oldu.
"Allahüekber, allahüekber," dedi kasap. Bçaù ileri geri oynatarak koyunun beyaz grtlaùna hzla daldrd. Kasap bçaù çekince grtlaktan kaln, kpkrmz bir kan fükrd. Koyun çrpnyordu, can verdiùini anlyordu insan. Hiçbir hareket yoktu. Birden bir rüzgâr hlamur aùacnn çplak dallarnda uùuldad. Kasap koyunun baün kenara çekip, fükran kan önceden kazlmü bir çukura boüaltt. Kenarda yüzlerini eküiten merakl çocuklar, üoför Çetin Efendi'yi, dua eden bir ihtiyar gördüm. Füsun ceketimin kolunu sessizce tutmuütu. Koyun arada bir hâlâ kprdyordu, ama bunlar son çrpnülard. Bçaùn önlüùüne silip temizleyen kasap, karakolun yannda dükkân olan Kazm'mü, ilk anda tanyamamütm. Ahç Bekri ile göz göze gelince de, bunun o günlerde bayram için alman ve bir haftadr arka bahçede baùl duran bizim koyun olduùunu anladm. "Hadi gidelim," dedim Füsun'a. Hiç konuümadan yürüdük, sokaùa çktk. Küçük kzn böyle bir üeye tank olmasna seyirci kaldùm için mi huzursuzdum? Bir suçluluk duyuyordum, ama nedenini tam olarak bilemiyordum. Ne annem ne de babam dindard, ikisinin de namaz klp oruç tuttuklarn hiç görmemiütim. Cumhuriyetin ilk yllarnda yetiümiü pek çok evli çift gibi, dine saygsz deùil ilgisizdiler yalnzca ve bu ilgisizliùi de pek çok tandklar, dostlar gibi Atatürk sevgisi ve laik bir cumhuriyetçilikle açklarlard. Buna raùmen Niüantaül, laik pek çok burjuva aile gibi bizimkiler de, her kurban bayramnda bir koyun kestirir ve kurban etini gerektiùi gibi yoksullara daùtrlard. Ama ne babam ne de aileden her-
42
Kurban Bayram
hangi biri koyunla, kurbann kesiliüiyle haür neüir olmaz, etinin ve derisinin yoksullara daùtlmasn da ahç ile kapcya brakrlard. Onlar gibi ben de bayram sabahlan yandaki boü arsada yllardr yaplan bu kesim töreninden uzak durmuütum. Füsun ile konuümadan Alaaddin'in dükkânna doùru yürürken, Teüvikiye Camii'nin önünden serin bir rüzgâr esti, huzursuzluùum sanki beni ürpertti. "Demin korktun mu?" diye sordum. "Keüke bakmasaydk..." "Zavall koyun..." dedi. "Kurbann neden kesildiùini biliyorsun, deùil mi?" "Bir gün biz cennete giderken o koyun, srat köprüsünden bizi geçirecek..." Bu, çocuklarn ve okumamülarn kurban yorumuydu. "Hikâyenin bir de baü var..." dedim bir öùretmen havasyla. "Onu biliyor musun?" "Hayr." "Hazret! úbrahim’in çocuùu olmuyormuü. 'Allahm, bir çocuùum olsun, her istediùini yapaym,' diye çok dua etmiü. Sonunda dualar kabul olmuü, bir gün oùlu úsmail doùmuü. Dünyalar Hazreti úbrahim'in olmuü. Oùlunu çok seviyor, onu her gün öpüp oküuyor, sevinçten uçuyor, her gün de Allah'a üükrediyor-muü. Bir gece rüyasnda Allah ona görünmüü ve demiü ki, 'Oùlunu üimdi benim için boùazla, kurban et onu,' demiü." "Niye demiü?" "Dinle üimdi... Hazreti úbrahim de, Allah'n sözüne uymuü. Bçaùn çkarmü, tam oùlunu kesecek... Derken orada bir koyun belirmiü." "Niye?" "Allah Hazreti úbrahim'e acmü, çok sevdiùi oùlu yerine kessin diye koyunu yollamü ona. Çünkü Allah, Hazreti úbrahim'in kendisine itaat ettiùini görmüü." "Allah koyunu yollamasaymü, Hazreti úbrahim gerçeklen de oùlunu kesecek miymiü?" dedi Füsun.
43
Kurban Bayram
"Kesecekmiü," dedim huzursuzlukla. "Keseceùinden emin olduùu için Allah onu çok sevmiü ve üzülmesin diye koyunu yollamü." Ama çok sevdiùi oùlunu kesip öldürmeye çalüan bir babay, on iki yaündaki bir kza anlatamadùm görüyordum, içimdeki endiüe, üimdi küçük kza kurban anlatamama skntsna dönüüüyordu. "Aa, Alaaddin'in dükkân kapal!" dedim. "Meydandaki dükkâna bakalm." Niüantaü Meydan'na kadar yürüdük. Dört yol aùzndaki tütüncü, gazeteci Nurettin'in Yeri de kapalyd. Geri döndük. Sessizce sokaklarda yürürken, Füsunun sevebileceùi bir Hazreti úbrahim yorumu düüündüm: "Hazreti úbrahim, koyunun oùlunun yerini alacaùn baüta tabii bilmiyor," dedim. "Ama Allah'a o kadar inanyor ve onu o kadar çok seviyor ki, sonunda kendisine Allah'tan hiçbir kötülük gelmeyeceùini hissediyor... Birisini çok çok seversek, onun için en kymetli üeyimizi verirsek, ondan bize bir kötülük gelmeyeceùini biliriz. Kurban budur. Sen hayatta en çok kimi seviyorsun?" "Annemi, babam..." Kaldrmda üoför Çetin ile karülaütk. "Çetin Efendi, babam likör istedi," dedim. "Niüantaü'nda dükkânlar kapal, sen bizi bir Taksim'e götürsene. Belki sonra biraz da gezeriz." "Ben de geliyorum, deùil mi?" dedi Füsun. Babamn viüne çürüùü rengi 56 Chevroletsinin arka koltuùuna Füsun ile oturduk. Çetin Efendi arabay parke taü kapl çukur çukur sokaklarda sürdü. Füsun pencereden düar bakyordu. Maçka'dan geçerek Dolmabahçe'ye indik. Sokaklar bayramlklarn giymiü üç-beü kiüi dünda boütu. Ama Dolmabahçe Stad'n geçince, kenarda küçük bir kalabalùn kurban kestiùini gördük.
44
Kurban Bayram
"Çetin Efendi, Allahaükna çocuùa anlatsana niye kurban kesiyoruz. Ben iyi anlatamadm." "Aman estaùfurullah Kemal Bey," dedi üoför. Ama dinine bizlerden daha çok sahip çktùn göstermenin zevkinden de vazgeçemedi. "Allah'a, bizler de çok üükür Hazreti úbrahim kadar baùlyz demek için kurban kesiyoruz... Kurban, Allah için en kymetli üeyimizi bile feda ederiz, demektir. Allah' o kadar seviyoruz ki, küçük hanm, onun için en sevdiùimiz üeyi bile veriyoruz. Hem de hiçbir karülk beklemeden." "Sonunda cennete gitmek yok mu?" dedim kurnazca. "Allah yazdysa... O kyamet günü belli olacak. Ama biz bu kurban, cennete gitmek için kesmiyoruz. Bir karülk beklemeden, Allah' sevdiùimiz için kesiyoruz." "Sen dinî konulara çok meraklymüsn be Çetin Efendi." "Estaùfurullah Kemal Bey, siz o kadar okumuüsunuz, daha iyi bilirsiniz. Hem zaten bunlar bilmek için dine de, camiye de gerek yok. Çok deùer verdiùimiz, üzerine titrediùimiz en kymetli bir üeyi, birisine srf onu çok sevdiùimiz için karülksz olarak veririz." "Ama o zaman da bu fedakârlù yaptùmz kiüi huzursuz olur," dedim, "bir üey istediùimizi sanr." "Allah büyüktür," dedi Çetin Efendi. "Allah her üeyi görür ve bilir... Bizim de onu karülksz sevdiùimizi anlar. Kimse Allah' kandramaz." "ûurada açk bir dükkân var," dedim. "Çetin Efendi dursana, biliyorum, bu büfede likör satyorlar." Füsun ile, bir dakikada Tekel'in ünlü nane ve çilek likörlerinden birer üiüe alp arabaya döndük. "Çetin Efendi, vakit var, sen bizi biraz gezdir," dedim. Uzun süren araba gezintimiz srasnda konuütuùumuz üeylerin çoùunu, yllar sonra Füsun hatrlatt bana. Benim ise, o soùuk ve kurüuni bayram sabahndan aklmda kalan çok belirgin bir üey vard: Bayram sabah ústanbul'un hali bir salhaneye ben-
45
Kurban Bayram
ziyordu. Yalnz üehrin kenar mahallelerindeki, dar ara sokaklarndaki boü arsalarda ve yangn yerlerinde, ykntlar arasnda deùil, ana caddelerde en zengin semtlerde de, sabahn erken saatlerinden baülayarak on binlerce kurban kesilmiüti. Baz yerlerde kaldrm kenarlar, parke taülan kan içindeydi. Arabamz yokuülar iner, köprülerden geçer, kvrm kvrm ara sokaklarda ilerlerken, derileri yüzülen, kimisi daha yeni kesilen, kimisi parçalanan kurbanlk koyunlar görüyorduk. Atatürk Köprüsü nden Haliç’i geçtik. ûehir bayrama, bayraklara, ük giyinmiü kalabalklara raùmen yorgun ve kederliydi. Bozdoùan Kemeri'nden Fatih'e doùru kvrldk. Orada boü bir arsada, kurbanlk knal koyunlar satlyordu. "Bunlar da kesilecek mi?" diye sordu Füsun. "Belki de hepsi kesilmez, küçük hanm," dedi Çetin Efendi. "Vakit öùleye geliyor, bunlara hâlâ alc çkmamü... Belki bayram sonuna kadar alc çkmaz, bu hayvancaùzlar da kurtulur... Ama o zaman da celepler onlar kasaplara satar küçük hanm." "Kasaplardan önce biz gider onlar satn alr, kurtarrz," dedi Füsun. ûk, krmz bir palto vard Füsun'un üzerinde. Bana gülümseyip cesaretle göz krpt. "Çocuùunu kesmek isteyen adamdan koyunlar kaçrrz deùil mi?" "Kaçrrz," dedim ben. "Küçük hanm çok akllsnz," dedi Çetin Efendi. "Aslnda Hazreti úbrahim oùlunu kesmeyi hiç istemiyordu. Ama emir, Allah'n emriydi. Allah'n her dediùine itaat etmezsek dünya altüst olur, kyamet kopar... Dünyann temeli sevgidir. Sevginin temeli de Allah sevgisidir." "Ama bunu babasnn kesmek istediùi çocuk nasl
anlasan?" dedim
ben. Çetin Efendi'yle gözlerimiz bir an dikiz aynasnda buluütu. "Kemal Bey, biliyorum siz de babanz gibi bana taklmak, üakalaümak için söylüyorsunuz bunlar," dedi. "Babanz bizi çok sever. Biz de ona çok hürmet ederiz, üakalarna hiç krlmayz.
46
Kurban Bayram
Sizinkilere de krlmam. Cevabm bir misal ile vereceùim. Hazreti úbrahim adl filmi gördünüz mü?" "Hayr." "Siz tabii öyle filmlere gitmezsiniz. Ama küçük hanm da aln, bu filmi mutlaka görün. Hiç sklmayacaksnz... Ekrem Güçlü, Hazreti úbrahim'i oynuyor. Biz hanm, kaynvalide, çoluk çocuk, ailecek gittik, hep birlikte doya doya aùladk. Hazreti úbrahim eline bçaù alp da oùluna baktù vakit de aùladk... Oùlu úsmail Kuran- Kerimde yazdù gibi 'Babacùm, Allah'n emri ne ise yap!' dediùi zaman da aùladk... Oùul yerine kesilecek kurbanlk koyun gelince ise, hep birlikte bütün sinemayla birlikte sevinçten aùladk. Çok sevdiùimiz bir varlùa, hiçbir karülk beklemeden en deùerli üeyimizi verirsek, iüte dünya o zaman güzel olur, onun için aùlyorduk küçük hanm." Fatih'ten Edirnekap'ya, oradan saùa sapp surlar boyunca aüaùya Halic'e iniüimizi çok iyi hatrlyorum. Kenar mahallelerden geçerken, ykntlar halindeki üehir surlar boyunca ilerlerken, arabaya yerleüen sessizlik uzun bir süre bozulmad. Sur aralarndaki bostanlarda, imalathaneler ve derme çatma atölyelerin çöpleri, boü variller ve atklar içindeki arsalarda, tek tük kesilmiü kurbanlar, bir kenarda yüzülmüü kurban derilerini, iç organlar, boynuzlan görüyorduk, ama yoksul mahallelerde, boyas dökülmüü ahüap evler arasnda bayramn kurban deùil, neüesi nedense daha çok hissediliyordu. Füsun ile birlikte atlkarncal, salncakl bir bayram yerine, bayram paralaryla macun alan çocuklara ve otobüslerin alnlarna boynuz gibi taklmü küçük Türk bayraklarna, yllar sonra kartpostallarn, fotoùraflarn tutkuyla biriktireceùim
bütün
bu
manzaralara
iyimserlikle
baktùmz
hatrlyorum. ûiühane Yokuüunu çkarken, yolun ortasnda bir kalabalk gördük; trafik tkanmüt. Bir an baüka bir bayram eùlencesi sanmütm ki, arabamz açlan kalabalùn içinden geçti ve kendimizi az önce çarpümü araçlarn, trafik kazasnn can çekiüen
47
Kurban Bayram
kurbanlarnn hemen yannda bulduk. Yokuüta freni patlayan bir kamyon üerit deùiütirmiü ve bir-iki dakika önce, özel bir arabay acmaszca altna almüt. "Allahm sen büyüksün!" dedi Çetin Efendi. "Küçük hanm sakn bakmayn siz." Ön ksm tamamen ezilmiü arabann içinde can çekiüirken baün hafifçe oynatan birilerini hayal meyal gördük. Arabamzn üstünden geçtiùi cam krklarnn ükrtsn ve sonraki sessizliùimizi hiç unutmadm. Yokuüu çkp boü sokaklardan geçerek, Taksim'den Niüantaü'na ölümden kaçar gibi alelacele vardk. "Nerede kaldnz yahu?" dedi babam. "Merak ettik. Buldunuz mu likör?" "Mutfakta!" dedim. Salon parfüm, kolonya ve hal kokuyordu. Akraba kalabalùna karüp küçük Füsun'u unuttum.
12. DUDAKTAN ÖPÜùMEK Alt yl önceki bu bayram gezintisini, ertesi gün öùleden sonra Füsun ile yeniden buluütuùumuzda bir kere daha hatrladk. Sonra her üeyi unutup uzun uzun öpüütük ve seviütik. Tüllerin ve perdelerin arasndan esen hlamur kokulu bahar rüzgâr bal rengi tenini ürpertirken, gözlerini kapayü ve bana denizde bütün gücüyle can yeleùine sarlan biri gibi sarlü beni serseme çeviriyor, yaüadùm üeyin daha derin anlamn görüp düüünemiyordum. Suçluluk duygularna, üüpheye, bir aük besleyip büyütecek o tehlikeli bölgelere daha fazla batmamak için erkeklerin arasna girmem gerektiùini anladm. Füsun ile üç kere daha buluütuktan sonra, Cumartesi sabah aùabeyim telefon edip, büyük ihtimalle Fenerbahçe'nin öùleden sonra üampiyonluùunu ilan edeceùini söylediùi Giresunspor maçna beni çaùrnca gittim. Çocukluùumun Dolmabahçe Stadyumu nda yirmi ylda adnn únönü'ye çevrilmesinden baü-
48
-------------------------------------------------------- Dudaktan Öpüúmek ----------------------------------------------------------
ka pek bir deùiüiklik olmadùn görmek hoüuma gitti. Diùer tek deùiüiklik, Avrupa'daki gibi oyun alanm çimlendirmeyi denemeleriydi. Ama çim ancak köüelerde tuttuùu için futbol sahas, üakaklarnda ve ensesinde azck saç kalmü olan kel bir adama benzemiüti. Numaral tribünün paral seyircileri, yirmi yl önce 1950'lerin ortasnda yaptklar gibi, kan ter içindeki futbolcular, özellikle ünsüz savunma oyuncular kenar çizgilerine yaklaütù zaman, onlar gladyatörleri tribünlerden azarlayan Romal efendiler gibi aüaùlayp küfür ediyor (Koüun lan kansz ibneler), açk tribünlerin iüsizler, yoksullar ve öùrencilerden oluüan azgn seyircileri ise, benzer küfürleri öfkelerini ve seslerini duyurabilmenin zevki ve umuduyla hep birlikte ve makamla söylüyorlard.
Ertesi
günkü
gazetelerin
spor
sayfalarndan
da
anlaülacaù gibi, maç kolay bir maçt ve Fenerbahçe gol attkça ben de herkesle birlikte ayaùa kalkp baùrrken buluyordum kendimi. Bu bayram ve birlik beraberlik havasnda, hem sahada hem de tribünlerde durmadan birbirlerini öperek tebrik eden erkek kalabalùnda, içimdeki suçluluk duygusunu gizleyen, korkularm gurura çeviren bir üey vard. Ama oyunun sessizlik anlarnda, futbolcularn topa vuruüunu otuz bin kiüi ayn anda iüitirken, ben baüm eski açk tribünlerin arkasndan gözüken Boùaz'a, Dolmabahçe Saray'nn önünden geçen bir Sovyet gemisine çeviriyor ve Füsun'u düüünüyordum. Öyle çok fazla tanmadù halde beni seçip, bana kendini kararllkla vermesi içime iülemiüti. Boyunun uzunluùu, göbeùinin kendine özgü çukuru, gözlerinde kimi zaman ayn anda beliren üüphe ve içtenlik, yatakta yatarken bana bakündaki hüzünlü dürüstlük ve öpüümelerimiz gözümün önünden gitmiyordu hiç. "Niüanlanmak seni düüündürüyor galiba," dedi aùabeyim. "Evet." "Çok âük msn ona?" "Tabii."
49
Dudaktan Öpüúmek
Yan üefkatli, yan çokbilmiü bir gülümsemeyle, aùabeyim bakülarn orta sahada dönüp duran topa çevirdi, iki yl önce içmeyi alükanlk edindiùi ve orijinallik sandù Marmara marka yerli purolardan biri vard elinde ve maç boyunca Kzkulesi tarafndan esen ve takmlarn iri bayraklaryla krmz korner bayrakçklarn tatl tatl dalgalandran hafif bir rüzgâr, puronun dumann, tpk bir zamanlar babamn sigarasna yaptù gibi gözlerimin içine öyle bir srarla sokuyordu ki, çocukluùumdaki gibi acdan gözlerim yaüaryordu. "Evlilik sana iyi gelecek," dedi aùabeyim gözlerini toptan ayrmadan. "Hemen çocuk yaparsnz. Aray açma, bizimkilerle arkadaü olurlar. Sibel esasl kadn, ayaù yere basyor. Senin akl bir karü havada, uçar yann dengeler. Umarm Sibel'i de öbür kzlar gibi bezdirmezsin. Ulan hakem, bu faul be!" Fenerbahçe ikinci golü de atnca, hep birlikte ayaùa kalkp "Gool," diye baùrdk ve birbirimize sarlp öpüütük. Maç bittikten sonra, babamn askerlik arkadaü Kova Kadri ve birkaç futbol merakls iüadam, avukat da bize katld. Baùra çaùra yokuüu çkan futbol kalabalùyla yürüyerek Divan Oteli'ne gittik ve futboldan, siyasetten konuüarak rak içtik. Ben, Füsun'u düüünüyordum. "Daldn gittin Kemal," dedi Kadri Bey bana. "Sen aùabeyin gibi futbolu sevmiyorsun galiba." "Seviyorum aslnda, ama son yllarda..." "Kemal futbolu çok sever Kadri Bey, ama iyi pas atmazlar," dedi aùabeyim alayclkla. "Aslnda 1959'un Fenerbahçe kadrosunu ezbere sayabilirim," dedim. "Özcan, Nedim, Basri, Akgün, Naci, Avni, Mikro Mustafa, Can, Yüksel, Lefter, Ergün." "Seracettin de oynard o takmda..." dedi Kova Kadri. "Onu unuttun." "Hayr, o takmda oynamazd." Konu uzad ve böyle durumlarda hep olduùu gibi iddiaya
50
-------------------------------------------------------- Dudaktan Öpüúmek ----------------------------------------------------------
bindi. Seracettin 1959un Fenerbahçe kadrosunda var myd yok muydu diye, Kova Kadri ile iddiaya girdik. Kaybeden Divanda rak içen kalabalùa yemek smarlayacakt. Dönüüte Niüantaü'nda yürürken, diùer erkeklerden ayrldm. Merhamet Apartmanndaki dairede, bir zamanlar çikletlerden çkan futbolcu resimlerini biriktirip sakladùm bir kutu vard. Annem, eski oyuncaklarmzla
birlikte
her
üeyi
oraya
yollard.
O
kutuyu,
çocukluùumda aùabeyimle biriktirdiùimiz futbolcu ve artist resimlerini bulursam, iddiay kazanacaùm biliyordum. Ama daireye girer girmez, aslnda oraya Füsun ile geçirdiùim saatleri hatrlamak için geldiùimi anladm. Füsun ile seviütiùimiz daùnk yataùa, yataùn baüucundaki dolu küllüùe, çay bardaklarna bir an baktm. Annemin odaya yùdù eski eüyalar, kutular, durmuü saatler, kap kaçak, yeri kaplayan muüamba, toz pas kokusu, odadaki gölgelerle hayalimde üimdiden birleümiü, ruhumun bir yerinde cennetten çkma mutlu bir köüe yapmüt. Hava artk iyice kararyordu, ama hâlâ düardan futbol oynayan çocuklarn baùrüp küfürleümeleri geliyordu. Zambo çikletlerinden çkan artist resimlerini sakladùm teneke kutuyu, o gün 1975'in Mays aynn onuncu günü Merhamet Apartmanndaki dairede bulmuütum, ama boütu. Müzegezerin göreceùi artist resimlerini yllar sonra, ústanbul'un tkü tkü odalarda üüüyen mutsuz koleksiyoncularyla ahbaplk ettiùim günlerde, Hfz Beyden aldm. Dahas, yllar sonra, koleksiyona bir baknca, dizideki Ekrem Güçlü (Hazreti úbrahim'i oynayan) gibi baz erkek oyuncularla sonraki yllarda sinemaclarn gittiùi barlarda arkadaülk ettiùimizi de çkardm. Hikâyem, tpk sergilediùim bu eüyalar gibi bütün bu noktalardan geçecek.
Daha
o
günden
ben,
eski
eüyalarn
ve
Füsun
ile
öpüümelerimizin mutluluùuyla kpr kpr varlùm hissettiùim o sihirli odann, hayatnda çok önemli bir yer tutacaùn anlamütm. Hikâyemin geçtiùi yllarda, dünyann çoùunluùu gibi ben de, dudaktan öpüüen iki kiüiyi hayatmda ilk defa sinemada gör-
51
------------------------------- ;---------------- Dudaktan öpüúmek ----------------------------------------------------------
müü ve sarslmütm. Bu, bütün hayatm boyunca güzel bir kzla hep yapmak isteyeceùim ve çok da merak ettiùim bir üeydi. Amerika'daki bir-iki rastlant dünda, aslnda otuz yllk hayatmda dudaktan öpüüen bir çifti sinemadan baüka bir yerde de hiç görmemiütim. Sinemalar yalnz çocukluùumda deùil, o yllarda bile bana öpüüen baükalarn seyretmek için gittiùimiz yerlermiü gibi gelirdi. Hikâye, öpüümek için bahaneydi. Füsunun da, benimle öpüüürken filmlerde gördüùü öpüümeleri taklit ettiùini hissederdim. ûimdi Füsun ile öpüümelerimiz hakknda bir üeyler söylemek istiyorum. Hem hikâyemin cinsellik ve arzu ile ilgili ciddi yann olduùu gibi hissettirmek, hem de onu hafiflik ve bayaùlktan korumak gibi bir endiüem var: Füsun'un aùznn pudra üekeri tadnn, çiùnediùi Zambo marka çikletten geldiùini zannediyordum. Artk Füsun ile öpüümek, ilk buluümalarmzdaki
gibi
yalnzca
birbirimizi
snamak,
karülkl
duyduùumuz çekimi ifade etmek için yaptùmz kükrtc bir hareket deùil, kendi zevkimiz için yaptùmz ve yaptkça da, ne olduùunu ikimizin de hayretle keüfettiùi bir üeydi. Islak aùzlarmz, birbirini cesaretlendiren dillerimiz kadar her uzun öpüüte hatralarn da iüe karütùn, tadn çkara çkara uzun uzun öpüütükçe, ikimiz de ilk defa fark ediyorduk. Böylece öpüüürken önce onu öpüyordum, sonra hatralarmdaki onu öpüyordum, sonra bir an gözümü açyor ve gözümü kapayp az önce gördüùüm onu ve hatralarmdaki onu öpüyordum, ama bir süre sonra bu hatralara ona benzeyen birileri de karüyor ve onlar da öpüyordum ve sonra da bütün bu kalabalkla ayn anda öpüütüùüm için kendimi daha erkek buluyordum ve bu sefer onu öperken baüka biri olarak öpüyordum ve çocuksu aùznn, geniü dudaklarnn ve istekli, oyuncu dilinin aùzmn içindeki hareketlerinden aldùm haz, akl karüklù ve pek çok yeni fikir ("Bu bir çocuk," dedi bir fikir, "Evet çok kadn bir çocuk," dedi baüka bir fikir), onu öperken olduùum bütün kiüilerle ve o beni öperken hat-
52
Dudaktan Öpüúmek
ralarmda canlanan bütün Füsunlarla karüarak gitgide büyü-yordu. Bu ilk ve uzun öpüümelerden, aramzda yavaü yavaü geliüecek olan seviüme tören ve ayrntlarndan, yeni bir bilginin ve benim için de yeni olan bir mutluluk çeüidinin ilk ipuçlarn ve bu dünyada pek seyrek kavuüulan bir cennetin kapsnn aralanün seziyordum. Öpüümemizle birlikte, sanki önümüzde yalnzca tensel bir zevkin ve gittikçe artan cinsel bir arzunun kaplar deùil, bizi yaüamakta olduùumuz bahar öùleden sonrasnn düna çeken büyük, geniü, kocaman bir Zaman da açlyordu. Ona âük olabilir miydim? Derin bir mutluluk hissediyor ve endiüeleniyordum. Bu mutluluùu ciddiye almann tehlikeleriyle hafife almann
bayaùlù
arasnda
ruhumun
sküabileceùim,
kafamn
karüklùndan çkaryordum. O aküam, Osman, kars Berrin ve çocuklar, annemle babam görmeye, bize aküam yemeùine geldi. Yemekte Füsunu, öpüümelerimizi aklmdan geçirdiùimi hatrlyorum. Ertesi gün, öùle vakti tek baüma sinemaya gittim. Aklmda film seyretmek hiç yoktu, ama öùle tatilinde her zamanki gibi Satsat'm yaül muhasebecileri
ve
çocukluùumda
ne
üeker
olduùumu
bana
hatrlatmaktan hoülanan üefkatli ve üiüman sekreterleriyle birlikte Pangalt daki esnaf lokantasnda yemek yiyemeyeceùimi hissediyor, yalnz
kalmak
istiyordum.
Aralarnda
hem
arkadaü
hem
de
"alçakgönüllü müdür" rolünü oynamaya çalütùm memurlarmla gürültüyle üakalaüarak yemek yerken, Füsun'u, öpüümelerimizi düüünmek, saatin bir an önce iki olmasn beklemek bana aùr gelecekti. Osmanbey'de Cumhuriyet Caddesinde vitrinlere bakarak dalgn dalgn yürürken Hitchcock haftas ilanna kanp girdiùim filmde de, Grace Kelly'nin bir öpüüme sahnesi vard. Beü dakika arada içtiùim sigara, öùle matinesine gelen ev kadnlaryla okulu asan tembel öùrencileri hatrlatsn diye yllar sonra bulup müzeme koyduùum buzlu "Alaska Frigo", yer gösterici-
53
--------------------------------------------------Dudaktan Öpüúmek ---------------------------------------------------------
nin el feneri, bütün bunlar ergenlik yllarmdaki yalnzlk ihtiyacm ve öpüüme isteùini sinemada hatrladùma iüaret olsun. Bahar scaùnda sinemann serinliùinden, küf kokan aùr havasndan, hevesli bir-iki sinemaseverin fsltsndan, kaim kadife perdelerin kenarlarndaki gölgelere ve karanlk köüelere bakp hayallere dalmaktan hoülanyor, az sonra Füsun'u göreceùimin bilinci, kafamn bir köüesinden bütün ruhuma bir mutluluk olarak yaylyordu. Sinemadan çktktan sonra Osmanbey'in çarpk çurpuk ara sokaklarndan, manifaturaclar, kahvehaneler, nalburlar, gömlek ütüleyen kolaclar arasndan Teüvikiye Caddesi'ne, buluüma yerimize doùru yürürken, bunun son buluümamz olmas gerektiùini düüündüùümü hatrlyorum. Önce ona ciddiyetle matematik öùretmeye çalüyordum. Saçlarnn kâùda dökülüüü, elinin masann üzerinde kpr kpr geziniüi, uzun uzun diülediùi kurüun kaleminin ucundaki silginin bir meme ucu gibi dudaklarnn pembesi arasna giriüi, arada bir çplak kolunun benim çplak
koluma
deùiüi
aklm
baümdan
alyor,
ama
kendimi
tutuyordum. Bir denklemi çözmeye baülaynca, Füsun'un yüzüne maùrur bir ifade geliyor; aceleyle aùzndaki duman dümdüz önüne doùru (bazan benim yüzüme) üflüyor ve zaferi ne kadar çabuk elde ettiùinin farknda mym diye bana göz ucuyla bakülar atarken, bir toplama hatas yapp bir çuval inciri berbat ediyordu. Bulduùu cevabn a, b, c, d ve e üklarndan hiçbirine uymadùn görünce önce kederleniyor, sonra telaülanyor, "Aklszlktan deùil, dikkatsizlikten!" diyerek mazeretler buluyordu. Bir daha yapmasn diye, dikkatin de zekânn bir parças olduùunu ona ukalaca söylüyor; yeni bir problemin üzerinden aç bir serçenin aceleci gagas gibi sçraya sçraya ilerleyen kurüun kaleminin akll ucunu seyrediyor; bir eüitliùi, saçlarn çekiütirerek sessizce ve hünerle basitleütirmesinden etkileniyor; içimde ayn sabrszlùn ve huzursuzluùun yükseliüini endiüeyle izliyordum. Derken
öpüümeye
seviüiyorduk. Se-
54
baülyor,
uzun
uzun
öpüüüyor,
sonra
da
------------------------------------------------------ Dudaktan öpüümek---------------------------------------------------
viüirken bekâret, utanç, suçluluk gibi üeylerin aùrlùn hissediyor, bunu birbirimizin hareketlerinde fark ediyorduk. Ama, Füsunun cinsellikten zevk aldùn ve yllardr merak ettiùi zevkleri sonunda keüfetmenin heyecanyla büyülendiùini de gözlerinde görüyordum. Yllardr efsanelerini dinleyip düülerini kurduùu bir uzak ktaya, dalgal okyanuslar aüarak, aclar çekip kan kaybederek en sonunda ulaüan maceraperest bir yolcu, bu yeni âleme varr varmaz nasl her aùac, her taü, her pnar bir hayranlk ve büyülenmeyle karülar, her çiçeùi, her meyveyi ilk heyecanla ama gene de dikkatle tutup nasl aùzna alp tadarsa, Füsun da her üeyi ayn merak ve baüdönmesiyle aùr aùr keüfediyordu. Bir erkeùin en belirgin cinsel haz aletini bir yana brakrsak, Füsun'un aslnda en çok ilgi duyduùu üey, ne benim gövdem ne de genel olarak "erkek vücudu"ydu. Asl merak ve heyecan kendisine, kendi gövdesine ve nazlarna yönelikti. Benim gövdem, kollarm, parmaklarm, aùzm, onun kadife teninin üzerindeki ve içindeki zevk noktalarn ve imkânlarn ortaya çkarmak için gerekliydi. Kimisini hiç tanmadù için zaman zaman benim yol göstermem gereken bu yeni tadn imkânlar gövdesinin içinde ortaya çktkça, Füsun bir üaüknlk geçiriyor; gözlen hoü bir dalgnlkla içe dönerken; kendi içinden çkan yeni hazzn dalgalanün, zevkin damarlarnda, ensesinde, kafasnn içinde gittikçe büyüyen bir ürperme gibi kendi kendine ilerleyiüini hayretle ve bazan da bir çùlk atarak mutlulukla izliyor, sonra benden yeniden yardm bekliyordu. "Bunu bir daha yap lütfen, bir daha öyle yap!" diye fsldad birkaç kere. Çok mutluydum. Ama bu, aklmn ölçerek anladù bir mutluluk deùil, tenimin yaüayarak tandù ve daha sonra sradan hayatn içinde, bir telefon açarken ensemde, acele acele merdivenleri çkarken kuyruk sokumumda ya da dört hafta sonra niüanlanmay kurduùum Sibel ile Taksim'de bir lokantada yemek seçerken göùsümün ucunda hissederek hatrladùm bir üeydi.
55
Bütün gün tenimde bir koku gibi taüdùm bu duyguyu, bana Füsun'un verdiùini de bazan unutur; -birkaç kere olduùu gibi— yazhanede kimseciklerin olmadù bir saatte, Sibel'le alelacele seviüirken de, sanki ayn büyük, tek, yekpare mutluluùu yaüyor gibi hissederdim kendimi.
13. AùK, CESARET, MODERNLøK Fuaye'ye gittiùimiz bir aküam, Sibel Paris'ten aldù ve burada sergilediùim Spleen marka bu kokuyu bana hediye etti. Aslnda koku sürmeyi hiç sevmememe raùmen, srf meraktan bir sabah boynuma sürdüùüm kokuyu, Füsun seviütikten sonra fark etti. "Sibel Hanm m ald bu kokuyu sana?" "Hayr. Ben kendim aldm." "Sibel Hanm'n hoüuna gider diye mi?" "Hayr canm, senin hoüuna gider diye." "Sibel Hanm'la da tabii seviüiyorsunuz, deùil mi?" "Hayr." "Lütfen yalan söyleme," dedi Füsun. Ter içindeki yüzünde kaygl bir ifade belirdi. "Bunu normal karülayacaùm. Onunla da tabii ki seviüiyorsun?" Yalan söyleyen bir çocuùa, doùruyu üefkatle söyleten bir anne gibi gözlerini gözlerimin içine dikti. "Hayr." "únan, kalbim yalana daha çok krlr. Lütfen doùru söyle. Niye seviümiyorsunuz peki?" "Sibel ile önceki yaz Suadiye'de tanütk," diye anlattm Füsun a sarlrken. "Yazn külk ev boü olduùu için Niüantaü'na geliyorduk. Sonbaharda o zaten Paris'e gitti. Kün ben onu görmeye gittim birkaç kere." "Uçakla m?" "Evet. Bu Aralk aynda Sibel üniversiteyi bitirip benimle evlenmek için Fransa'dan dönünce, bu sefer kün Suadiye’deki
Aúk, Cesaret, Modernlik
yazlk evde buluümaya baüladk. Ama Suadiye'deki ev o kadar soùuk oluyordu ki, seviümenin zevki bir süre sonra kaçt," diye devam ettim. "Scak bir ev bulana kadar seviümeye ara m verdiniz?" "Mart baünda, iki ay önce gene bir gece Suadiye'deki eve gittik. Çok soùuktu. ûömineyi yakarken bir anda ev duman içinde kald, bir de kavga ettik. Sonra Sibel aùr bir grip geçirdi. Ateüi çkt, bir hafta yatt. Bir daha oraya gidip seviümek de istemedik." "Hanginiz istemedi?" dedi Füsun. "O mu, sen mi?" Meraktan ac çeker gibi gözüken yüzündeki "lütfen doùru söyle" diyen üefkatli ifadenin yerinde, "lütfen yalan söyle ve beni üzme!" diye yalvaran bir bakü belirdi. "Sanrm evlenmeden önce benimle daha az seviüirse, ben niüana, evliliùe, hatta ona daha çok deùer veririm, diye düüünüyor Sibel," dedim. "Ama daha önceden seviütiùinizi söylüyorsun." "Anlamyorsun. Mesele ilk seviüme deùil." "Deùil, evet," dedi Füsun sesini alçaltarak. "Sibel beni ne kadar sevdiùini ve bana ne kadar güvendiùini gösterdi," dedim. "Ama evlenmeden önce seviümek fikri, hâlâ onu huzursuz ediyor... Bunu anlyorum. Avrupa'da o kadar okumuü, ama senin kadar cesur ve modern deùil..." Çok uzun bir sessizlik oldu. Yllarca bu sessizliùin anlamn düüündüùüm için, konuyu üimdi dengeli bir üekilde özetleyebilirim sanrm: Füsun'a söylediùim son cümlenin bir anlam daha vard. Sibel'in evlenmeden önce benimle yatmasn aük ve güven ile, Füsun'un ayn üeyi yapmasn ise cesaret ve modernlik ile açklamü oluyordum. Bundan da, aùzmdan çktù için yllarca piümanlk duyacaùm "cesur ve modern" iltifat yüzünden benimle yattù için benim Füsun'a özel bir sorumluluk ve baùllk duymayacaùm sonucu çkyordu. Çünkü "modern" olduùuna göre, evlenmeden önce bir erkekle yatmak ya da evlen-
57
Aúk, Cesaret, Modernlik
digi gece bakire olmamak onun için yük olamazd... Tpk hayallerdeki Avrupal kadnlar ya da ústanbul sokaklarnda dolaütù söylenen kimi efsane kadnlar gibi... Oysa ben, o sözleri Füsun'un hoüuna gideceùini sanarak söylemiütim. Bütün bunlar o sessizlikte bu açklkta olmasa da, aklmdan geçirirken, gözüm arka bahçedeki aùaçlarn rüzgârda aùr aùr dalgalanüna taklmüt. Seviütikten sonra yatakta yatar, konuüurken, pencereden düar, arka bahçedeki aùaçlara, aùaçlarn arkasndaki apartmanlara, onlarn arasnda geliüigüzel uçan kargalara bakardk. "Ben aslnda cesur ve modern deùilim!" dedi Füsun çok sonra. Bu sözünü, aùr konunun ona o srada verdiùi huzursuzlukla, hatta alçakgönüllülük ile açkladm ve üzerinde durmadm. "Bir kadn bir erkeùi deli gibi aükla yllarca sevebilir, ama onunla hiç seviümeyebilir de..." diye ekledi sonra Füsun dikkatle. "Tabii," dedim. Bir sessizlik daha oldu. "Yani üu ara artk hiç seviümiyor musunuz? Buraya niye Sibel Hanm' getirmiyordun?" "Aklmza hiç gelmemiüti," dedim kendim de neden çok daha önceden aklmza gelmediùine hayret ederek. "Eskiden kapanp ders çalütùm, arkadaülarla müzik dinlediùim bu yer, nedense senin yüzünden aklma geldi." "Aklna gelmediùine gerçekten inandm," dedi Füsun cingöz dikkatiyle. "Ama öteki söylediklerinde bir yalan var. Var m? Bana hiçbir yalan söylememeni istiyorum. Hâlâ onunla üu ara seviümediùine inanamyorum. Yemin et lütfen." "Onunla üu ara seviümediùime yemin ederim," diyerek Füsun'a sarldm. "Yeniden seviümeye ne zaman baülayacaktnz peki? Yazn annenler Suadiye'ye gidince mi? Ne zaman gidecekler? Buna doùru cevap ver, baüka soru sormayacaùm."
58
Aúk, Cesaret, Modernlik
"Niüandan sonra Suadiye ye taünacaklar," diye mrldandm utançla. "Bana üimdi hiç yalan söyledin mi?" "Hayr." "istersen biraz düüün." Düüünüyor gibi yaparak biraz düüündüm. O srada Füsun, ceketimin cebimden ehliyetimi almü oynuyordu. "Ethem Bey, benim de bir göbek adm var," dedi. "Neyse. Düüündün mü?" "Evet, düüündüm," dedim. "Ben sana hiç yalan söylemedim." "ûimdi mi, yoksa bugünlerde mi?" "Hiçbir zaman..." dedim. "Birbirimize yalan söylemeyi hiç gerektirmeyecek bir yerdeyiz biz." "Nasl?" Bizim aramzda bir çkar ya da iü iliükisi olmadùn, herkesten gizli de olsa insanoùlunun en saf, en temel duygularn yalan dolana gerek brakmayan bir içtenlik ile yaüadùmz anlattm. "Bana yalan söylediùinden eminim," dedi Füsun. "Bana olan saygn çabuk tükendi." "Bana yalan söylemeni isterdim aslnda... Çünkü insan ancak kaybetmekten çok korktuùu bir üey için yalan söyler." "Senin için yalan söylüyorum elbette... Ama sana yalan söylemiyorum. Ama istiyorsan, bundan sonra onu da yaparm. Yarn gene buluüalm. Olur mu?" "Tamam!" dedi Füsun. Bütün gücümle ona sarldm ve boynunun kokusunu içime çektim. Yosunlu deniz, yank karamela ve çocuk bisküvisi karüm bu kokuyu her koklayümda içime bir iyimserlik ve mutluluk yaylyordu, ama Füsun ile geçirdiùim saatler hayatmn akmakta olduùu yolu hiç deùiütirmiyordu. úçimdeki bu mutluluk ve neüe, bana doùal geldiùi içindi belki bu. Ama tüm Türk erkekleri gibi kendimi sürekli hakl gördüùüm, hatta kendimi
59
Aúk, Cesaret, Modernlik
sürekli hakszlùa uùramü biri olarak hayal ettiùim için de deùildi. Yaüadùm üeyin sanki daha tam farknda deùildim. Gene de, kimi erkekleri hayatlarnn sonuna kadar umarsz, derin ve kapkara bir yalnzlk içinde brakan birtakm çatlaklarn, yaralarn ruhumda yavaü yavaü açlmaya baüladùn o günlerde sezmeye baülamütm. Her aküam uyumadan önce buzdolabndan üiüeyi çkarp bir kadeh rak alp pencereden düar bakarak, kendi kendime sessizce içiyordum artk. Teüvikiye'de caminin karüsndaki yüksek bir binann tepesindeki bizim dairenin yatak odas pencereleri, bizimkine benzeyen pek çok ailenin yatak odas pencerelerine bakard ve çocukluùumdan beri karanlkta odama girip baüka dairelerin içlerini seyredince bir iç huzuru duyardm. Güzel ve mutlu hayatma bütün alükanlklarmla devam edebilmek için Füsun'a âük olmamam gerektiùini, o gecelerde Niüantaü'nn üklarn seyrederken arada bir aklmdan geçiriyordum. Bunun için Füsun ile arkadaülùa, onun dertlerine, üakalarna ve insanlùna kaplmamam gerektiùini seziyordum. Matematik derslerinden ve seviümekten geriye zaten çok az vakit kaldù için bu çok zor deùildi. Mutlu seviüme saatlerinden sonra, alelacele giyinip daireden çkarken, bazan Füsun'un da bana "kaplmamak" için ayn dikkati gösterdiùini düüünmeye baülamütm. Bu aür mutlu, olaùanüstü tatl dakikalarda aldùmz zevklerin, yaüadùmz mutluluùun bilinmesinin, hikâyemin anlaülmas için üart olduùunu düüünüyorum. O seviüme anlarn yeniden yeniden yaüama isteùi ve o zevklere baùllk, hikâyemi sürükleyen temel ateütir elbette. Yllar boyu ona duyduùum baùllù anlamak için o eüsiz seviüme anlarn her hatrlayümda, mantkl düüünceler yerine, gözümün önünde seviüme saatlerimizden güzel görüntüler canland: Mesela kucaùma oturmuü olan güzel Füsun'un büyük sol göùsünü aùzmn içine almüm... Ya da alnmdan, çenemin ucundan ter damlalar Füsun'un güzel boynuna damlarken, onun güzel
Aúk, Cesaret, Modernlik
srtm ve arkasn hayranlkla seyrediüim... Ya da bir zevk çùlù attktan sonra bir an gözlerini açü... Ya da seviümemizin en zevkli yerinde, Füsun'un yüzünde beliren ifade... Ama daha sonra fark ettiùim gibi bu görüntüler, aldùm hazzn ve mutluluùun nedeni deùil, kükrtc birer resmiydi yalnzca... Yllar sonra, ona neden bu kadar çok âük olduùumu anlamaya çalürken, yalnz seviümelerimizi deùil, seviütiùimiz oday, çevreyi, sradan üeyleri de hatrlamaya çalürdm. Bazan arka bahçedeki iri kargalardan biri balkonun demirlerine konar, sessizce bizi seyrederdi. Çocukluùumda bizim evin balkonuna da konan kargalarn aynsyd. Çocukluùumda annem "Hadi uyu, bak karga seni seyrediyor," der, bu da beni korkuturdu. Füsun'un da böyle korktuùu bir karga varmü. Baz günlerde odann soùukluùu ve tozu, baz günlerde çarüaflarn ve gövdelerimizin solgun hali, kiri, gölgeleri, düardaki hayattan, trafikten, bitip tükenmez inüaat gürültüsünden ve satc çùlklarndan gelip aramza giren pek çok üey, seviümemizin rüya âleminin deùil, gerçek dünyann bir parças olduùunu hissettirirdi bize. Bazan ta Dolmabahçe, Beüiktaü tarafndan bir geminin düdüùünü iüitir, beraber bunun nasl bir gemi olduùunu düüünürdük. Her buluümamzda daha da içten ve özgür bir üekilde seviütikçe, yalnz bu gerçek dünyay ve aür derecede çekici cinsel ayrntlar deùil, Füsun'un gövdesindeki yadrgatc uzantlar, çbanlar, sivilceleri, tüyleri, karanlk ve ürkütücü lekeleri de bir mutluluk kaynaù olarak gördüùümü anlyordum. Snrsz ve çocuksu seviüme zevkimizin dünda, beni ona baùlayan üey neydi? Ya da niye onunla bu kadar içten bir üekilde seviüebiliyordum? Aük doùuran üey, seviüme zevkimiz ve sürekli tekrarlanan bu istek miydi, yoksa bu isteùi karülkl doùuran ve besleyen baüka üeyler mi? Füsun ile her gün gizlice buluüup seviütiùimiz o mutlu günlerde bu sorular kendime hiç sormaz, üekerci dükkânna girmiü mutlu bir çocuk gibi üekerleri hiç durmadan ve hrsla alütrrdm yalnzca.
14. øSTANBUL'UN SOKAKLARI, KÖPRÜLERø, YOKUùLARI, MEYDANLARI Sohbetlerimiz srasnda Füsun beùendiùi bir lise öùretmeni için "Öteki erkekler gibi deùildi!" dediùi için, ona bu söz ile ne kastettiùini sormuü, cevap alamamütm. úki gün sonra, ona "öteki erkekler gibi olmak" ile neyi kastettiùini bir kere daha sordum. "Bunu ciddi sorduùunu biliyorum," dedi Füsun. "Sana ciddi bir cevap vermek de istiyorum. Vereyim mi?" "Tabii... Niye kalkyorsun?" "Çünkü anlatacaklarm anlatrken, çplak olmak istemiyorum." "Ben de giyineyim mi?" dedim, cevap vermeyince ben de giyindim. Bu sigara paketlerini, içeriden bir dolaptan alp yatak odasna getirdiùim Kütahya iüi küllüùü, çay fincanyla (Füsun'unki) cam bardaù ve Füsun'un hikâyelerini tek tek anlatrken ikide bir eline alp sinirli sinirli oynadù deniz kabuùunu, o srada odadaki aùr, yorucu ve ezici havay yanstr diye ve Füsun'un çocuksu saç tokalarn da bu hikâyelerin
bir
çocuùun
baündan
geçtiùi
unutulmasn
diye
sergiliyorum. Füsun, Kuyulu Bostan Sokak'taki tütüncü-oyuncakç-krtasiyeci aras küçük bir dükkânn sahibiyle baülad anlatmaya. Bu Sefil Amca babasnn arkadaüyd; arada bir birlikte tavla oynarlard. Sekiz ile on iki yaü arasnda özellikle yazlan gazoz, sigara veya bira aldrmak için babas Füsun'u dükkâna her yollayünda, Sefil Amca "Bozuk çkmad, dur biraz, sana bir gazoz vereyim," gibi bahanelerle onu dükkânda tutar, kimseciklerin olmadù bir srada bir bahane bulup ("Sen terlemiüsin, dur") ellerdi. On-on iki yaülarndayken, haftada bir-iki kere üiüko kansyla aküam oturmaya gelen Bykl Bok Komüu vard sonra. Babasnn çok sevdiùi bu uzun adam, hep birlikte radyo dinlenir, sohbet edilir, çay içilir, kurabiye yenilirken, hiç kimsenin fark et-
62
---------------------------istanbul'un Sokaklar, Köprüleri, Yokuúlar, Meydanlar -------------------------------------------
meyecegi ve Füsunun da tam ne olduùunu anlayamayacaù bir üekilde elini Füsunun beline ya da omzuna ya da kalçasnn kenarna ya da bacaùnn üst ksmna atar ve orada unutmuü gibi brakrd. Bazan da adamn eli aùaçtan sepete ustaca düüen bir meyve gibi pat diye Füsun'un kucaùnn tam kenarna "yanlülkla" düüüverir, orada hafif titreyerek, nemlenip snarak yolunu arayp kprdanrken, Füsun bacaklaryla kalças arasnda bir yengeç varmü gibi kprtsz kalr, adam da o srada öbür eliyle çay içip odadaki sohbete katlrd. On yaündaki Füsun arkadaülaryla kâùt oynayan babasnn kucaùna oturmak isteyip reddedildiùinde (Dur kzm, görüyorsun meügulüm iüte), babasnn oyun arkadaü Sakil Bey "Gel sen bana üans getir," deyip onu kucaùna alr, daha sonra pek de masum olmadùn anlayacaù bir üekilde onu oküayp severdi. ústanbul’un sokaklar, köprüleri, yokuülar, sinemalar, otobüsleri, kalabalk meydanlar ve tenha köüeleri, hayalinde karanlk hayaletler gibi canlanan, ama hiçbirinden özel olarak nefret edemediùi ("Belki de hiçbiri beni gerçekten sarsamadù için") bu Sefil Amcalar, Sakil Beyler ve Bykl Bok Komüularn karanlk gölgeleriyle doluydu. Füsun'un üaütù bir üey, babasnn, eve gelen her iki misafirden birinin ksa zamanda Sefil Amcaya ya da Bykl Bok Komüu'ya dönüüüp, koridorda, mutfakta onu skütrdùn, ellediùini hiç fark etmemesiydi. On üç yaülarndayken iyi bir kz olmann, bu sinsi, sefil ve sakiller kalabalùnn
ellemelerinden
üikâyet
etmemekle
mümkün
olacaùn
düüünmeye baülamüt. O yllarda, kendisine âük (Füsun'un üikâyetçi olmadù bir aükt bu) liseli "çocuk", tam pencerelerinin önünde sokaùa "Seni seviyorum" diye yaznca, babas kulaùndan çeke çeke Füsun'u pencereye götürmüü, ona yazy gösterip bir tokat atmüt. Çeüitli Rezil Amcalar özellikle parklarda, boü arsalarda, arka sokaklarda birden ona çüklerini gösterdikleri için öyle yerlerden geçmemeyi, kendisi gibi eli yüzü düzgün her ústanbullu kz gibi öùrenmiüti.
63
østanbul'un Sokaklar, Köprüleri, Yokuúlar, Meydanlar
Bu tacizlerin
hayat
konusundaki
iyimserliùini lekeleyememiü
olmasnn bir nedeni de, erkeklerin ayn karanlk müziùin gizli kurallarnca ona krlganlklarm da hevesle teühir etmeleriydi. Sokakta görüp; okul kapsnda, sinema giriüinde, otobüste rastlayp peüine taklanlardan bir ordu vard; bazlar bazan aylarca peüinden ayrlmaz, o da onlar fark etmemiü gibi yapar, ama onlarn hiçbirine asla acmazd (acma sorusunu ben sormuütum). Peüine taklanlarn bazlar o kadar sabrl, âük ya da kibar da deùildi: Bir süre sonra laf atmaya (Çok güzelsiniz, birlikte yürüyebilir miyiz, bir üey sormak istiyorum, affedersiniz saùr msnz? vs.), daha sonra da öfkelenmeye, edepsiz laflar ve küfürler etmeye baülarlard. Bazlar çift gezer, bazlar günlerdir takip ettiùi kz göstermek, fikir almak için yeni arkadaülar getirir, bazlar takip ederken aralarnda pis pis gülüüür, bazlar mektuplar, hediyeler vermeye çalür, bazlar da aùlard. Takipçilerinden bir tanesi onu itip kakp zorla öpmeye kalktùndan beri, bir dönem yaptù gibi onlarn üzerine de yürümüyordu artk. "Öteki erkeklerin" bütün hile ve niyetlerini anladù on dört yaündan beri farknda olmadan ellenmiyor, tuzaùa da kolay düümüyordu belki, ama üehrin sokaklar her gün yaratclkla yeni bir elleme, mncklama, skütrma, arkadan dayanma vs. yolu bulanlarla doluydu. Arabann penceresinden kolunu uzatp kaldrmda yürüyeni elleyenlere, merdivenlerde ayaù taklmü gibi yapp dayananlara, asansörde zorla öpmeye baülayanlara ya da parann üstünü verirken parmaùna bilerek dokunup oküamaya çalüanlara üaümyordu artk. Güzel bir kadnla gizli bir iliükisi olan her erkek, sevgilisine tutulan, aslan, yaknlaümaya çalüan çeüit çeüit adamn, çeüit çeüit hikâyesini bazan kskançlkla, çoùu zaman da gülümseyerek, sk sk da acyp küçümseyerek dinlemek zorunda kalr: Üstün Baüar Dersanesinde kendi yaünda, tatl, yumuüak ve yakükl bir çocuk vard. Sürekli ona birlikte sinemaya gitmeyi, köüedeki çay bahçesinde oturmay teklif ediyor, Füsun'u gö-
64
---------------------------istanbul'un Sokaklar, Köprüleri, Yokuúlar, Meydanlar -------------------------------------------
rünce heyecana kapldù ilk dakikalarda tutuklaüp sessizleüiyordu. Yannda kalemi olmadùn gördüùü bir gün ona bir tükenmez kalem hediye etmiü, Füsun'un derslerde onunla not aldùn görünce de mutlu olmuütu. Ayn dersanede otuz yaülarnda, saçlar sürekli biryantinli, sessiz, sinirli ve sinir bir "yönetici" vard. "Kimlik belgelerin eksik", "senin cevap kâùtlarndan biri kayp" gibi bahanelerle Füsun'u odasna çaùrr, hayatn anlam, ústanbul'un güzelliùi, yaymlanmü üiirleri gibi konulardan söz açar, Füsun'dan cesaretlendirici herhangi bir tepki alamaynca da, ona srtn dönüp pencereden düar bakarak ksk bir sesle, küfreder gibi "Çkabilirsin," diye tslard. ûanzelize Butik'e alüveriüe gelip onu görür görmez abay yakan ve ûenay Hanm'n bol bol elbise, tak, hediyelik eüya sattù kalabalktan ise -aralarnda bir kadn da vard- bahsetmek istemiyordu. Peki benim srarm üzerine, aralarnda en "komik" olann anlatacakt: Elli yaülarnda, ksa boylu, küp gibi üiüko, frça bykl, ük ve zengin bir adamd bu. Küçücük aùzyla, ûenay Hanm'la, araya uzun Franszca cümleler skütrarak konuüur, dükkânda braktù parfümün kokusu ise Füsun'un kanaryas Limon'u huzursuz ederdi! Annesinin sözümona Füsun'a çaktrmadan onu görücüye çkardù pek çok damat aday arasnda birkaç kere buluütuùu ve akl evlilikten çok onunla meügul olan deùiüik bir adamdan hoülanmü ve onunla öpüümüütü. Geçen sene liseleraras müzik yarümasn Spor Sergi Salonu'nda izlerken tanütù Robert Kolejli bir çocuk ona fena âük olmuütu. Okulun kapsna gelir, her gün birlikte çkarlard, iki-üç kere de öpüümüülerdi. Evet, Piç Hilmi'yle bir ara çkmüt, ama onunla öpüümemiüti bile. Çünkü onun aklnda kzlar hemen yataùa atmaktan baüka bir üey yoktu. Güzellik yarümasnn sunucusu üarkc Hakan Serinkan'a meühur olduùu için deùil, içeride kuliste herkes entrikalar çevirir, kendi hakk göz göre göre yenirken, kendisine ya-
65
istanbul'un Sokaklar, Köprüleri, Yokuúlar, Meydanlar
knlk ve üefkat gösterdiùi, hatta sahnede soracaù ve diùer kzlar tir tir titreten kültür ve zekâ sorularn (ve cevaplarn) ona kuliste önceden fsldadù için yaknlk hissetmiü, daha sonra bu eski tarz üarkcnn srarl telefonlarna -zaten annesi de istemiyordu- karülk vermemiüti. Yüzümdeki ifadeyi hakl olarak kskançlùa yorduùu ve hâlâ üaütùm bir mantkla bu kskançlùn nedeninin yalnzca ünlü sunucu olduùunu sandù için, üefkatle ama keyfinden de bir üey kaybetmeden on alt yaündan sonra kimseye âük olmadùn açklad. Dergilerde, televizyonda, üarklarda durmadan aüktan söz edilmesinden hoülanmasna raùmen bu duygudan her an bahsedilmesini dürüst bulmuyor, âük olmayan pek çok insann ilgi çekmek için duygularn abarttùn düüünüyordu. Onun için aük, bir insann uùruna bütün hayatn verebileceùi, her üeyi göze alabileceùi bir üeydi, evet. Ama hayatta da bir kere olurdu ancak. "Bu duyguya yakn bir üeyi hiç hissettin mi?" diye sordum yatakta yannda uzanrken. "Çok deùil," dedikten sonra gene de biraz düüündü ve dürüst olmaya çalüan birinin ihtiyatyla bir kiüiden söz etti. Saplantya yakn bir tutkuyla kendisine âük olduùu için Füsun'un da sevebileceùini hissettiùi bu adam, yakükl, zengin ve "tabii evli" bir iüadamyd. Aküamüstleri butikten çktktan sonra Füsun'u Akkavak Sokak'm köüesinden Mustang'yla alrd. Dolmabahçe'de Saat Kulesi'nin yannda arabalarda çay içilip Boùaz'n seyredildiùi park yerinde ya da Spor Sergi Saray'nn önündeki boü alanda arabann içinde, karanlkta, bazan yaùmur altnda uzun uzun öpüüürler, otuz beü yaündaki tutkulu adam da evli olduùunu unutup Füsun'a evlilik teklif ederdi. Bu adamn haline Füsun'un istediùi gibi anlayüla gülümseyecek, içimdeki kskançlù da bastrabilecektim belki, ama arabasnn markasndan, yaptù iüten, iri yeüil gözlerinden sonra, Füsun adn da söyleyiverince, bir an beni sersemleten bir kskançlk her yerimi sard. Füsun'un Turgay dediùi kiüi, hem babam hem de aga-
66
istanbul'un Sokaklar, Köprüleri, Yokuúlar, Meydanlar
beyimle benim sk sk görüütüùümüz "iü ve aile dostu" bir tekstil zenginiydi. Bu uzun boylu, yakükl, aün saùlkl adam, Niüantaü sokaklarnda kans ve çocuklaryla birlikte aile mutluluùu içerisinde çok görmüütüm. Turgay Bey'in ailesine olan baùllùna, çalükanlùna, doùru dürüst biri olmasna sayg duyduùum için mi böyle güçlü bir kskançlùa kaplmütm? Bu adamn onu ilk baülarda "elde etmek" için ûanzelize Butik'e aylarca neredeyse her gün geldiùini ve durumun farkna varan ûenay Hanma rüüvet olarak bol bol alüveriü ettiùini anlatt Füsun. ûenay Hanm "Kibar müüterimi krma," diye onu zorladù için hediyeleri kabul etmiü, daha sonra adamn aükndan emin olunca "meraktan" onunla buluümaya baülamü, hatta ona "tuhaf bir yaknlk" da hissetmiüti. Karl bir gün gene ûenay Hanm'n srarl zorlamasyla kadnn bir arkadaünn Bebek'te açtù bir butiùe "yardm etmek için" adamn arabasyla birlikte gitmiüler, dönüüte Ortaköy'de yemek yedikten sonra, raky biraz fazla kaçran "çapkn fabrikatör Turgay Bey", "Kahve içeriz," diye onu ûiüli'nin bir arka sokaùndaki garsoniyerine srarla davet etmiü, Füsun onu reddedince de, "o duygusal, ince adam" ölçüyü kaçrp "Sana her üeyi alrm," demeye baülamü, Mustang' boü arsalara, kenar mahallelere sürüp onunla her zamanki gibi öpüümeye, Füsun karü çknca ona zorla "sahip olmaya" çalümüt. "Bir yandan da bana para vereceùini söylüyordu," dedi Füsun. "Ertesi aküam dükkân kapannca buluümadm onunla. Ondan sonraki gün bu sefer o dükkâna geldi, yaptklarn ya unutmuütu ya da hatrlamak istemiyordu. Çok yalvard, güzel günlerimizi hatrlatmak için bana bir de oyuncak Mustang alp ûenay Hanm'a brakmü. Ama bir daha Mustang'na binmedim. Aslnda Bir daha gelme,' demeliydim. Ama çocuk gibi her üeyi unutacak kadar bana âük olmasndan etkilendiùim için diyemedim. Belki de ona acdùm için, bilmiyorum. Her gün geliyor, ûenay Hanm çok memnun eden büyük alüveriüler yapyor, kans için bir üeyler sipariü ediyor, bir an beni bir köüede yakalarsa
67
istanbul'un Sokaklar, Köprüleri, Yokuúlar, Meydanlar
yeüil gözleri buùulu 'Eskisi gibi olalm, gene her aküam seni alaym, arabayla gezelim, baüka bir üey istemiyorum,' diye yalvaryordu. Seni tandktan sonra, dükkâna o gelince içeri odaya kaçmaya baüladm. Artk daha seyrek geliyor." "Kün arabasnda onunla öpüütüùün günlerde niye sonuna kadar gitmedin?" "On sekiz yaüma daha basmamütm o zaman," dedi Füsun kaülarn ciddiyetle çatarak. "On sekiz yaüma seninle dükkânda karülaümamdan iki hafta önce 12 Nisan'da bastm." insann aklnn sevgili ya da sevgili adayyla sürekli meügul olmas aükn en önemli belirtisiyse, Füsun'a âük olmak üzereydim. Ama içimdeki
aklc,
uùraümasnn,
soùukkanl
öteki
adam,
erkeklerden
kafamn
sürekli
kaynaklandùn
Füsun'la
söylüyordu.
Kskançlùn da çok önemli bir aük belirtisi olduùu yolundaki itiraza ise, mantùmn telaül cevab, bunun geçici bir kskançlk olduùu yolundayd: Füsun'un öpüütüùü "öteki erkekler"in listesine bir-iki günde alür, öpüümeden öteye geçemeyen bu adamlar küçümserdim belki. Ama o gün onunla seviüirken her zamanki oyunculuk, merak ve taüknlk karüm çocuksu cinsel mutluluktan çok, gazeteci deyiüiyle ona "sahip olmak" dürtüsüyle hareket ettiùimi, isteklerimi sert hareketlerle ve buyurgan bir üekilde ona hissettirdiùimi görmek üaürtt beni.
15. BAZI NAHOù ANTROPOLOJøK GERÇEKLER "Sahip olmak" ifadesinden söz ettiùime göre, hikâyeme bir alt zemin oluüturan ve baz okurlarmz ve baz ziyaretçilerimiz tarafndan da zaten çok iyi bilinen bir konuya yeniden döneyim. Özellikle çok sonraki kuüaklarn, mesela 2100 ylndan sonra müzemize gelen misafirlerin bu konuyu anlamakta güçlük çekebileceùini tahmin ederek "antropolojik" denen türden baz
68
---------------------------------------Baz Nahoú Antropolojik Gerçekler ----------------------------------------------------
tatsz -eskiler nahoü derdi- bilgileri, tekrardan korkmadan üimdi vermem gerekiyor. úsa’dan 1975 güneü yl sonra, ústanbul’un merkezi olduùu Balkanlar, Ortadoùu ve Güney ve Bat Akdeniz topraklarnda, genç kzlarn "bekâreti", evliliùe kadar korunmas gereken kymetli bir hazine olmaya devam ediyordu. Batllaüma, modernleüme denen süreçler ve daha çok da üehirleüme sonucu genç kzlarn gittikçe daha ileri yaüta evleniyor olmalar, bu hazinenin pratik deùerini ústanbul’un baz semtlerinde hafifçe düüürmeye baülamüt. Batllaüma yanllar, uygarlaüma ile eü tuttuklar modernleüme sonucunda, bu ahlakn ve hatta konunun unutulacaùna iyimserlikle inanyorlard. Ama o yllarda ústanbul’un en Batllaümü ve zengin çevrelerinde bile, bir genç kzn evlenmeden önce bir baüka erkekle "sonuna kadar" giderek seviümesinin baz ciddi anlam ve sonuçlar vard: a) Çkarlabilecek en hafif sonuç, hikâye ettiùim gibi, gençlerin zaten evlenmeye karar vermiü olmalaryd. Batllaümü, zengince çevrelerde niüanlanmü ya da "evliliùe varacak bir birlikteliùi" çevrelerine toplumsal
olarak
kabul
ettirmiü
"ciddi"
gençlerin
evlenmeden
seviümeleri, Sibel ile benim durumumuzda olduùu gibi tek tük de olsa hoügörüyle karülanyordu. Gelecekteki koca adaylaryla evlenmeden önce yatan, üst snfa mensup, iyi eùitimli genç kadnlar, bu hareketlerini onlara duyduklar güvenden çok, töreye aldrü etmeyecek kadar modernleümiü ve özgür olmakla açklamaktan hoülanrlard. b) Bu güvenin kurulmadù ve "birlikteliùin" henüz toplumsal kabul görmediùi durumlarda erkeùin zorlamalar, aükn üiddeti, alkol, aptallk ve aür cesaret gibi yaygn nedenlerle bir genç kz kendisini "tutamayp" bekâretini verirse, onur kavramna geleneksel anlamyla baùl olmas gereken erkeùin kzn üerefini korumak için onunla evlenmesi gerekirdi. Gençlik arkadaüm Mehmet'in kardeüi Ahmet, üimdi çok mutlu olduùu kars Sevda ile böyle bir kaza sonucu ve piümanlk korkularyla evlenmiüti.
69
Baz Nahoú Antropolojik Gerçekler
d) Erkek yan çizip kzla evlenmezse ve kz on sekiz yaündan küçük ise, öfkeli babas bazan kzn çapkn erkekle evlendire-bilmek için mahkemeye gidip dava açard. Bazan bu davalar basn tarafndan izlenir, o zaman gazetelerin "iùfal edilmiü" dediùi genç kzn yaymlanan fotoùraflarnda gözleri -bu üerefsiz durumda tannmasn diye- kaln siyah çizgilerle kapatlrd. Ayn kara bantlar polis basknnda yakalanan fahiüelerin, zina yapan ya da rzna geçilen kadnlarn gazetelere çkan fotoùraflarnda da kullanldù için, o yllarda Türkiye'de gazete okumak gözlerinin üstü bantlarla kapatlmü kadn fotoùraflarndan yaplmü bir maskeli baloda gezinmeye benzerdi. Zaten "hafif kabul edilen üarkc, artist ve güzellik yarümas katlmclar dünda, gazetelerde gözleri bantlanmamü Türk kadn resmi çok seyrek yaymlanr, reklamlarda da Müslüman olmayan yabanc kadnlar ve yüzler tercih edilirdi. e) Akl baünda ve bakire genç bir kzn böyle durumlara düümesi, kendisiyle evlenme niyetinde olmayan bir erkeùe kendini "teslim etmesi" düüünülemediùi için, böyle bir üeyi yapan, yani evlenme sözü ve umudu olmadan bir erkekle yatan kzn aklnn baünda olmadù inanc da çok yaygnd. O yllarda çok sevilen Türk filmlerinde "masum" bir dans partisi srasnda içtiùi limonataya uyku ilac atlarak önce akl uyuüturulan, sonra da "kirletilip" "en kymetli hazinesi" elinden alnan genç kzlarn ackl hikâyeleri melodramatik bir havayla ibret olsun diye sk sk iülenir ve bu filmlerde iyi kalpliler sonunda ölür, kötüler de hep orospu olurdu. f) Kzn akln baündan alan üeyin cinsel istek olabileceùi de kabul edilirdi üüphesiz. Ama cinsel zevklerine, insanlarn uùruna birbirini öldürdüùü töreleri bir kenara atabilecek kadar içtenlikle, çocukça ve tutkuyla baùl bir kz, hem gerçekdü bir yaratk olduùu hem de srf zevki için ileride kocasn da aldatabileceùi için koca adaylarn korkuturdu. Aür muhafazakâr bir askerlik arkadaüm, bir keresinde bana, sevgilisinden "evlenme-
70
Baz Nahoú Antropolojik Gerçekler
den önce çok seviütikleri için" (yalnzca birbirleriyle) ayrldùn biraz utanarak ve daha çok da piümanlkla anlatmüt. D Bütün bu kat kurallara, onlar çiùneyen kzlara verilen ve toplum düna itilmekten öldürülmeye kadar varan cezalara raùmen, üehrin genç erkekleri arasnda evlenmeden önce erkeklerle keyfi için yatan saysz genç kadn olduùu inanc da üaülacak kadar yaygnd. Sosyal bilimcilerin "üehir efsanesi" diyeceùi bu inanç, özellikle taüradan ústanbul'a göçmüüler, yoksullar ve küçük burjuvalar arasnda -tpk Batl çocuklarn Noel Baba ya inanmas gibi- o kadar yaygnd ve tartülmadan o kadar kabul görmüütü ki, Taksim, Beyoùlu, ûiüli, Niüantaü, Bebek gibi görece zengin semtlerde yaüayan Batllaümü modern genç erkekler de, özellikle cinsel açlk buhranlar çekerken, bu üehir efsanesine kendilerini kaptrrlard. Evlenmeden önce, "tpk Avrupa'daki kadnlar gibi" srf zevki için erkeklerle seviüebilen bu kadnlarn hikâyemizin geçtiùi Niüantaü gibi yerlerde yaüadklar, baülarn örtmeyip mini etek giydikleri de herkes tarafndan kabul edilmiü gözüken bir efsaneydi. Piç Hilmi gibi fabrikatör çocuùu olan arkadaülarm ise, bu efsane kzlar, kendileri gibi zengin çocuklarna yaklaüabilmek, onlarn Mercedesle-rine binebilmek için her üeyi yapabilecek hrsl yaratklar olarak hayal eder; Cumartesi aküamlar biraz bira içip kafay bulup iyice kzütklar zamanlarda, arabalaryla bu kzlardan birine rastlayabilmek için sokak sokak, cadde cadde, kaldrm kaldrm, bütün ústanbul'u hrsla tararlard. On yl önce yirmi yaümdayken, bir kü aküamn Piç Hilmi'nin babasnn Mercedes'iyle ústanbul sokaklarnda saatlerce böyle bir kz arayarak geçirmiü, ksa ya da uzun etekli hiçbir kadna rastlayamamü, sonra Bebekte lüks bir otelde turistlere ve kalantorlara göbek dans yapan iki eùlenceli kzla, pezevenklerine çok büyük paralar verip yukardaki odalarn birinde yatmütk. Gelecek mutlu yüzyllarn okurunun beni ayplamasna aldrmyorum üimdi. Ama arkadaüm Hilmi'yi savunmak isterim: Bütün kaba erkekliùine
71
Baz Nahoú Antropolojik Gerçekler
raùmen, Hilmi her mini etekli kz, keyfi için yatan bu efsane kzlardan biri sanmaz, tam tersine mini etekli, saçlar sarya boyal, makyajl diye sokaklarda takip edilen kzlar tacizcilerden korur, yoksul, hrpani, iüsiz güçsüz ve bykl gençlerle gerektiùinde "kadnlara nasl davranlr, medeniyet nedir öùretmek için" tekme tokat kavgalara giriüirdi. Bu antropolojik bilgiyi buraya, Füsun'un aük hikâyelerinin içimde uyandrdù kskançlkla aramda bir uzaklk olsun diye koyduùumu dikkatli okurlar hissetmiülerdir. En çok Turgay Bey'i kskanmütm. O da benim gibi Niüantaü'nda yaüayan tamdk bir fabrikatör olduùu için, diye düüünüyor, kskançlùm doùal karülyor, geçici olduùuna inanyordum.
16. KISKANÇLIK Füsun'un Turgay Bey'in tutkusundan ballandrarak söz ettiùi aküam, Sibel'in anne ve babasyla yazlar oturduùu Anadoluhisarndaki eski yalda, aküam yemeùinden sonra bir ara Sibel'in yanna oturdum. "Canm çok fazla içtin bu aküam," dedi Sibel. "Hazrlklarda hoüuna gitmeyen bir yan m var?" "Niüan Hilton'da yaplacaù için aslnda çok memnunum," dedim. "Bu kadar kalabalk bir niüan olmasn da en çok annem istiyordu, biliyorsun. O da memnun..." "Nedir derdin o zaman?" "Hiç... ûu davetliler listesini versene..." "Annen, anneme verdi," dedi Sibel. Yerimden kalktm, her admda, her tahtas baüka bir gcrtyla inleyen köhne binay titreten üç adm atp, müstakbel kaynvalidemin yanna oturdum. "Efendim, üu davetliler listesine lütfen bir de ben bakabilir miyim?" "Tabii çocuùum..."
-------------------------------------------------—
Kskançlk
Rakdan üeüi beü görmeme raùmen. Turgay Bey'in adn hemen bulup annemin braktù tükenmez kalemle üzerini çizip karaladm ve ayn anda içimden gelen tatl bir dürtüye uyarak, yerine Füsun ile annebabasnn adlarn ve Kuyulu Bostan Sokak'taki adreslerini yazp listeyi geri verdim ve alçak sesle dedim ki: "Efendim, annem bunu bilmez, adn çizdiùim beyefendi deùer verdiùimiz bir aile dostumuz olmasna raùmen, çok ksa bir süre önce ne yazk ki büyük bir iplik iüinde hrsa kapld, bile bile bizlere çok büyük bir kötülük etti." "Artk o eski dostluklar, o eski insanlk kalmad Kemal Bey," dedi müstakbel kaynvalidem gözlerini bilgece krpütrarak. "Umarm yerine yazdùnz insanlar da onlar gibi üzmezler sizi. Kaç kiüiler?" "Anne tarafndan uzak akraba bir tarih öùretmeni, yllarca terzilik yapmü hanm ve on sekiz yaündaki güzel kzlar." "Aman iyi," dedi müstakbel kaynvalidem. "Davetliler arasnda o kadar genç erkek var ki, onlarla dans edecek güzel genç kzlar yok diye dertleniyorduk biz de." Dönüüte,
Çetin
Efendinin
kullandù
babamn
56
model
Chevroletsinde uyuklarken, üehrin geceleri her zaman karanlk ana caddelerinin karüklùna, siyasal sloganlar, çatlaklar, küf ve yosun kapl eski duvarlarn güzelliùine ve ûehir Hatlar vapurlarnn projektörlerinin iskelelere, sokak aralarna, yüz yllk çnarlarn yüksek dallarna ve arabann dikiz aynasna vuran üklarna dikkat ediyor, bir yandan da arka koltukta parke taülarnn sarsntsyla uyuyakalan babamn hafif bir horultuyla soluk alp veriüini dinliyordum. Annem ise istediklerinin olmasndan memnundu. Hep birlikte gittiùimiz bir misafirlikten sonra, arabaya geri dönerken hep yaptù gibi, o ziyaretin anlamn ve gördüùümüz insanlar hakkndaki fikrini özetledi hemen. "Evet, çok iyi, çok düzgün insanlar, çok doùru dürüstler, al-
73
Kskançlk
çakgönüllülüklerine, kibarlklarna da diyecek yok. Ama nedir o güzelim yalnn içler acs hali! Yazk. Hiç mi imkânlar yok, inanmyorum. Aman yanlü anlama oùlum, ústanbul'da Sibel'den daha hoü, daha zarif ve aklbaünda bir kz bulabileceùine de inanmyorum." Annemle babam apartmann önünde braktktan sonra biraz yürümek istedim. Çocukluùumda aùabeyim ve annemle ucuz yerli oyuncaklar, çikolatalar, toplar, tabancalar, bilyalar, oyun kâùtlar, içinden resim çkan çikletler, resimli romanlar ve baüka pek çok üey aldùmz Alaaddin'in dükkânnn önünden geçeyim dedim. Dükkân açkt. Alaaddin hemen önündeki kestane aùacnn gövdesine dolayarak sergilediùi
gazeteleri
indirmiü,
iç
üklarn
söndürüyordu
ki,
beklemediùim bir hoügörüyle beni içeri buyur etti ve sabah beüte yenileri gelince iade edilecek gazete paketleri arasnda eüelenip bu ucuz oyuncak bebeùi almama müsaade edecek kadar vakit tand bana. Bu hediyeyi Füsun'a vereceùim ve ona sarlp bütün kskançlùm unutacaùm zamana daha on beü saat olduùunu hesaplayp, ona telefon edemediùim için ilk defa bir ac hissettim. Hissettiùim, tpk piümanlk gibi içeriden gelen yakc bir üeydi. ûu anda ne yapyordu acaba? Ayaklarm beni eve deùil, tam aksi yöne götürüyordu. Kuyulu Bostan Sokak'a girince, bir zamanlar gençlik arkadaülarmn radyo dinleyip kâùt oynadklar kahvenin önünden, futbol oynadùmz okul bahçesinin hemen yanndan yürüdüm. úçimdeki mantkl kiüi, bütün sarhoüluùuma raùmen ölmemiüti, kapy Füsun'un babasnn açacaùn ve bir rezalet çkacaùn söylüyordu. Uzaktan evlerini ve aydnlk pencerelerini görene kadar yürüdüm. úkinci katn kestane aùacna yakn pencerelerine baktkça yüreùim hzlanyordu. Yllar sonra müzemizin bu noktasnda sergilensin diye sanatçya bütün ayrntlaryla sipariü ettiùim bu resim, Füsunlarn evinde içeride yanan lambalardan turuncumsu bir renk almü pencereleri, arkadaki ayn üùyla dallan parldayan kestane
74
Kskançlk
aùacn, bacalarla ve damlarla çizilmiü Niüantaü göùünün arkasndaki lacivert gecenin derinliùini bir hayli iyi yanstyor da, benim o manzaraya bakarken hissettiùim kskançlù bilmem müze ziyaretçisine verebiliyor mu? Bu manzaraya bakarken, buraya aslnda Füsunu bu mehtapl gecede bir kere görebilmek, öpebilmek, onunla konuüabilmek kadar bu aküam bir baükasyla beraber olmadùndan emin olmak için de geldiùimi, sarhoü aklm üimdi bana dürüstçe söylüyordu. Çünkü artk bir kere "sonuna
kadar"
gittiùine
göre,
o
gün
bana
tek
tek
saydù
hayranlarndan biriyle seviümenin nasl olacaùn da merak edebilirdi. Füsun'un, seviümenin zevklerine, yeni ve harikulade bir oyuncak edinmiü bir çocuk gibi içten bir heyecanla baùl olmas, seviüirken pek az kadnda rastladùm, kendini yaptù üeye bütünüyle verebilme yeteneùi, içimde gittikçe büyüyen bir kskançlk nedeni olmuütu. Pencerelerine ne kadar baktm hatrlamyorum. Çok sonra elimde hediye bebek eve dönüp yattm. Gece yaptklarm, yüreùimden atamadùm kskançlùn boyutlarn, sabah iüe giderken tek tek düüündüm. Yoùun bir aüka kaplmam, o sralar korkunç olurdu. Meltem gazozu içen manken únge, bir apartmann yan cephesinden bana çapknca bakp dikkat etmemi söyledi. Tutkum ciddi boyutlara varmasn diye srrm Zaim, Mehmet, Hilmi gibi arkadaülara alayclkla açmay düüündüm. Ama zaten Sibel'i çok beùendiklerini, benim çok talihli olduùumu düüündüklerini hissettiùim bu en yakn arkadaülarmn, bir de çekici bulduklarn bildiùim Füsun'la yaüadklarm kskanmadan dinleyip bana yardm edebileceklerini hiç sanmyordum. Üstelik konuyu açar açmaz duyduklarmn üiddetini gizleyemeyeceùimi seziyordum. Bir süre sonra alayclù brakp Füsunun içtenlik ve sahiciliùine yakür bir dürüstlükle konuümak isteyecek, arkadaülarn da Füsuna fena halde abay yakmü olduùumu
anlayacaklard.
Böylece,
küçüklüùümde
aùabeyimle Tünelden eve dönerken bindiùimiz
75
annem
ve
Kskançlk
tangr tungur Maçka ve Levent otobüsleri yazhane penceremin önünden geçerken, ben Füsun'a duyduùum heyecann, yapmak istediùim mutlu evliliùi zedelememesi için üu anda yapabilecek çok fazla bir üeyim olmadùn anladm. Her üeyi kendi haline brakmann, hayatn bana cömertçe sunduùu zevk ve mutluluklarn tadn telaülanmadan çkarmann en iyi üey olduùu sonucuna vardm.
17. ARTIK BÜTÜN HAYATIM SENøNKÎNE BAöLI Ama Füsun Merhamet Apartman'ndaki randevuya on dakika gecikince, çkardùm bu sonuçlar unutuverdim hemen. Sibel'in hediyesi saatime ve Füsun'un sallayp çnlatmaktan hoülandù Nacar marka çalar saate sürekli göz atarken, perdeler arasndan düarya, Teüvikiye Caddesi'ne bakmaya, parkeleri gcrdata gcrdata aüaù yukar yürümeye, Turgay Bey'e kafay takmaya baüladm. Az sonra kendimi daireden düar attm. Bana doùru geliyorsa Füsun'u kaçrmayaym diye her iki kaldrm dikkatle gözden geçirerek Teüvikiye Caddesi'nden ûanzelize Butik1 e yürüdüm. Ama Füsun dükkânda da yoktu. "Kemal Bey, buyrun," dedi ûenay Hanm. "Sonunda Sibel Hanm la üu Jenny Colon çantay alalm dedik," dedim. "Kararnz deùiütirdiniz demek," dedi ûenay Hanm. Dudaùnn kenarnda alayc bir gülümseme vard, ama fazla sürmedi. Benim Füsun yüzünden bir mahcubiyetim varsa, onun da bile bile sahte mal satmak gibi bir utanc vard çünkü. úkimiz de sustuk. Bana eziyet gibi gelen bir yavaülkla vitrindeki mankenin üzerinden sahte çantay indirdi, vitrindeki mal üfleyip temizlemeden satmayan tecrübeli dükkânclarn keyfiyle tozunu ald. Neüesiz bir gününde olan kanarya Limon ile ilgileniyordum. Paray verip paketi almü çkarken, "Madem artk bize güve-
76
Artk Bütün Hayatm Seninkine Ba÷l
niyorsunuz, bundan sonra daha sk üereflendirirsiniz dükkânmz," dedi ûenay Hanm çift anlaml konuümann zevkiyle. "Tabii." Yeterince alüveriü yapmazsam dükkâna arada bir uùrayan Sibel'e bir üeyler sezdirir miydi? Yavaü yavaü bu kadnn aùna düümek deùil, bu küçük hesaplan yapmak üzüyordu beni. Dükkândayken Füsun'un Merhamet Apartmanna gelip beni bulamaynca gittiùini hayal ettim. Prl prl bahar gününde kaldrmlar, alüveriü eden ev hanmlar, ksa eteklerini
ve
yeni
moda
yüksek
tabanl,
"apartman
topuklu
ayakkablarn acemice giyen genç kzlar ve okullarnn son günlerinde sokaklara çkan öùrencilerle kaynyordu. Gözlerimle Füsun'u arayarak çiçekçi Çingene kadnlara, kaçak Amerikan sigaras satan ve sivil polis olduùu söylenen adama, bildik Niüantaü kalabalùna bakyordum. Derken üzerinde "Hayat-Temiz Su" yazan bir su tankeri hzla geçti ve arkasndan Füsun belirdi. "Neredesin?" dedik ayn anda ve birbirimize mutlulukla gülümsedik. "Cad öùle tatilinde dükkânda kald, beni de bir arkadaünn dükkânna yollad. Geç geldim, sen yoktun." "Meraklandm, dükkâna gittim, çantay aldm hatra olsun diye." Füsun müzemizin giriüinde tekini sergilediùim küpeleri takmüt. Birlikte yürüdük. Valikonaù Caddesi'nden daha tenha olan Emlak Caddesi'ne saptk. Çocukluùumda annemin beni getirdiùi bir diü hekimiyle, aùzma kabaca soktuùu soùuk kaüùn sertliùini hiç unutamadùm bir çocuk doktorunun muayenehanelerinin bulunduùu apartmanlarn önünden tam geçmiütik ki, yokuüun aüaùlarnda bir kalabalk
biriktiùini,
birtakm
insanlarn
oraya
doùru
koüuüturduklarn, bazlarnn da gördükleri üeylerden etkilenmiü, yüzleri allak bullak, bize doùru geldiklerini gördük.
77
--------------------------- Artk Bütün Hayatm Seninklne Baùl ---------------------------------------
Bir kaza olmuü, yol kapanmüt. Az önce geçen Hayat-Temiz Su tankerinin, yokuüu inerken sol üeride girip bir dolmuüu ezdiùini gördüm. Freni patlayan su kamyonunun üoförü bir kenarda elleri titreyerek sigara içiyordu. 1940'lardan kalma uzun burunlu Plymouth marka Teüvikiye-Taksim dolmuüunun önü, kamyonun aùrlùyla yok olmuütu. Bir tek taksimetre saùlamd. Gittikçe artan merakllar arasndan ön koltukta krk cam ve ezilmiü araba parçalar içerisinde kanl bir kadn gövdesinin skütùn, bunun az önce ûanzelize Butik'ten çkarken gördüùüm esmer kadn olduùunu anladm. Yerler cam krklaryla kaplyd. Füsun'un kolundan tuttum, "Gidelim," dedim. Ama aldrmad. Arabann içinde sküp ezilen kadna gözlerini doyurana kadar sessizce bakt. Kalabalk iyice artnca, sküp ölen kadndan (evet ölmüü olmalyd artk) çok bir tandùa rastlama ihtimali beni huzursuz ettiùi için -bir polis arac en sonunda geliyordu- kaza yerinden uzaklaütk. Hiç konuümadan karakolun sokaùndan yukar Merhamet Apartmanna doùru yürürken, kitabmn baünda "hayatmn en mutlu an" diye sözünü ettiùim üeye hzla yaklaüyorduk. Merhamet Apartmannn merdivenlerinin serinliùinde, Füsuna sarlarak onu dudaklarndan öptüm. Daireye girince de öptüm, ama oyuncu dudaklarnda çekingenlik, halinde tutukluk vard. "Sana bir üey söyleyeceùim," dedi. "Söyle." "Söylediùim üeyi yeterince ciddiye almazsn ya da tamamen yanlü davranrsn diye korkuyorum." "Bana güven." "úüte ondan emin deùilim, ama gene de söyleyeceùim," dedi. Artk okun yaydan çktùn, içindeki üeyi bundan sonra saklayamayacaùn bilen birinin kararllù geldi yüzüne. "Bana yanlü davranrsan ölürüm," dedi
78
Artk Bütün Hayatm Seninkine Ba÷l
"Kazay unut canm ve lütfen söyle artk." Tpk ûanzelize Butik'te çantann parasn bana geri veremediùi öùle
vakti yaptù gibi sessizce aùlamaya baülad. Hçkrklar uùradù hakszlùa öfkelenen bir çocuùun hrçn sesine dönüütü. "Sana âük oldum. Sana çok fena âük oldum!" Sesi hem suçlaycyd, hem de beklenmedik ölçüde üefkatli. "Bütün gün seni düüünüyorum. Sabahtan aküama kadar seni düüünüyorum." Ellerini yüzüne kapayp aùlad. úçimden gelen ilk tepkinin salakça gülümsemek olduùunu itiraf edeyim. Ama bunu yapmadm. Hatta aür sevincimi gizleyip, duygulu bir ifade taknarak kaülarm çattm. Hayatmn en içten ve yoùun anlarndan biriydi, ama halime bir yapmacklk sinmiüti. "Ben de seni çok seviyorum/' Ama bütün içtenliùime raùmen, benim sözlerim onunkiler kadar güçlü ve sahici deùildi. úlk o söylemiüti, Füsun'dan sonra söylediùim için benim hakiki aük sözlerime bir teselli, nezaket ve taklit tns sinmiüti. Dahas, o anda ben gerçekten ona, onun bana âük olduùundan daha da çok âük olsaydm bile (bir ihtimal bu doùruydu da), aüknn aldù korkutucu boyutu ilk Füsun itiraf ettiùi için, oyunu o kaybetmiüti. Nereden, hangi rezil tecrübelerden edinmiü olduùumu bilmek bile istemediùim içimdeki "aük bilgesi", tecrübesiz Füsun un, benden daha içten davrandù için "oyunu" kaybettiùini sinsice müjdeliyordu
bana.
Bundan,
artk
kskançlk
derdimin
ve
takntlarmn sona ereceùi sonucunu çkarabilirdim. Yeniden aùlamaya baülaynca, cebinden buruü buruü ve çocuksu bir mendil çkard. Ona sokuldum, boynunun, omuzlarnn inanlmayacak kadar güzel, kadifemsi tenini oküarken, onun gibi herkesin âük olduùu güzel bir kzn âük oldum diye aùlamas kadar saçma bir üey olamayacaùn söyledim.
79
--------------------------- Artk Bütün Hayatm Seninklne Baùl ---------------------------------------
Gözyaülar içerisinde "Yani güzel kzlar hiç âük olmaz m?" dedi. "Madem her üeyi o kadar iyi biliyorsun, o zaman üunu söyle..." "Neyi?" "Bundan sonra ne olacak?" Asl konunun bu olduùunu, benim aük ve güzellik laflarmn kendisini oyalamayacaùn, üimdi vereceùim cevabn çok önemli olduùunu gösteren bir baküla bakyordu. Verecek bir cevabm yoktu. Ama bunu üimdi, yllar sonra o an hatrlarken düüünüyorum. O srada bu tür sorularn aramza gireceùini hissederek bir huzursuzluùa kapldm, için için bundan dolay Füsun'u suçladm ve onu öpmeye baüladm. Öpüüüme istekle ve çaresizlikle katld. Sorusunun cevabnn bu mu olduùunu sordu. "Evet, öyle," dedim. "Önce matematik çalümayacak mydk?" diye sordu. Cevap olarak onu öptükçe, o da beni öpüyordu. úçine düütüùümüz durumun açmazna kyasla sarlmak, öpüümek çok daha hakikiydi ve "üimdi"nin dayanlmaz gücüyle dopdoluydu. Elbisesini ve diùer üeylerini çkardkça, Füsun'un içinden âük olduùu için dertlenen karamsar bir kz deùil, aük ve cinsel mutluluk içinde erimeye hazr, saùlkl, hayat dolu bir kadn çkyordu. Böylece hayatmn en mutlu an dediùim üeyi yaüamaya baüladk. Aslnda kimse, onu yaüarken hayatnn en mutlu ann yaüadùm bilmez. Baz insanlar kimi coükulu anlarnda hayatlarnn o altn ann "üimdi" yaüadklarn içtenlikle (ve sk sk) düüünebilir ya da söyleyebilirler belki, ama gene de ruhlarnn bir yanyla bu andan da güzelini, daha da mutlu olann ileride yaüayacaklarna inanrlar. Çünkü özellikle gençliùinde, hiç kimse bundan sonra her üeyin daha kötü olacaùn düüünerek hayatn sürdüremeyeceùi gibi, insan eùer hayatnn en mutlu ann yaüadùn hayal edebilecek kadar mutluysa, geleceùin de güzel olacaùn düüünecek kadar iyimser olur. Ama hayatmzn, tpk bir roman gibi artk son üeklini aldùn
80
--------------------------------- Artk Bütün Hayatm Seninkfne Baùl --------------------------------------
hissettiùimiz günlerde, en mutlu anmzn hangisi olduùunu benim üimdi yaptùm gibi hissedip seçebiliriz. Yaüadùmz bütün anlar içerisinde neden bu an seçtiùimizi açklamak da, kendi hikâyemizi bir roman gibi yeniden anlatmay gerektirir elbette. Ama en mutlu an iüaret
ettiùimizde,
onun
çoktan
geçmiüte
kaldùn,
bir
daha
gelmeyeceùini, bu yüzden bize ac verdiùini de biliriz. Bu acy dayanlabilir klan tek üey, o altn andan kalma bir eüyaya sahip olmaktr. Mutlu anlardan geriye kalan eüyalar, o anlarn hatralarn, renklerini, dokunma ve görme zevklerini bize o mutluluùu yaüatan kiüilerden çok daha sadakatle saklarlar. Uzun seviümemizin ortalarnda bir yerde, ikimiz de kendimizden geçmiü soluk soluùayken, ter içindeki omuzlarn öpüp onu arkadan hafifçe sarp içine girdikten sonra boynunu ve sol kulaùn srdùm srada, yani hayatmn en mutlu annda üekline hiç dikkat etmediùim küpe, Füsun'un güzel kulaùndan mavi çarüafa düütü. Medeniyetler ve müzeler konusundan biraz haberdar olan herkes, dünyaya hükmeden Bat Medeniyeti'nin bütün bilgisinin arkasnda müzelerin yattùn ve bu müzeleri yapan hakiki koleksiyoncularn ilk parçalarn toplarken, çoùu zaman yaptklar üeyin nereye varacaùn hiç düüünmediklerini bilir. Bu hakiki ilk koleksiyoncular daha sonra sergilenip,
snflanp
kataloglar
yaplacak
(ilk
kataloglar,
ilk
ansiklopedilerdir) büyük koleksiyonlarnn ilk parçalar ellerine geçtiùi zaman onlar çoùunlukla hiç fark etmemiülerdir bile. Hayatmn en mutlu an dediùim üey bitip ayrlma vakti geldiùinde, küpenin
teki
ikimizin
arasnda,
çarüafn
kvrmlar
içerisinde
gizlenirken, Füsun gözlerini gözlerimin içine dikti. "Artk bütün hayatm seninkine baùl," dedi alçak sesle. Bu hem hoüuma gitti, hem de beni korkuttu. Ertesi gün gene hava çok snmüt. Merhamet Apartmannda buluütuùumuzda, Füsun'un gözlerinde umut kadar korku da gördüm.
81
Artk Bütün Hayatm Seninkine Ba÷l
"Dün taktùm küpenin teki kayp," dedi beni öptükten sonra. "Burada canm," eledim. Sandalyenin arkalùna asl ceketimin saù cebine elimi attm. "Aaa, yok," dedim. Bir an bir felaketin, bir uùursuzluùun belirtisini hisseder gibi oldum, ama sabah scaù fark edince, baüka bir ceket giydiùimi hemen hatrladm. "Öteki ceketimin cebinde kalmü." "Lütfen yarn getir, unutma," dedi Füsun gözlerini kocaman açarak. "Benim için çok önemli."
18. BELKIS'IN HøKÂYESø Gazetelerin hepsinde kaza önemli bir yer tutuyordu. Füsun onlar okumamüt, ama ûenay Hanm bütün sabah ölen kadndan o kadar çok söz etmiüti ki, baz Niüantaü kadnlar srf ölen kadndan söz edebilmek için dükkâna uùruyorlarmü gibi gelmiüti ona... "ûenay Hanm yarn benim de cenazeye gelebilmem için öùleyin dükkân kapayacak," dedi Füsun. "Hepimiz o kadn severmiüiz gibi davranyor. Ama öyle deùildi..." "Nasld?" "Evet, kadn butiùe çok gelirdi. Ama útalya'dan, Paris'ten yeni gelmiü en pahal elbiseleri lBir deneyeyim bakaym,' deyip alr, büyük bir davette giydikten sonra 'olmuyor' diye geri getirirdi. Herkesin o davette onun üzerinde gördüùü elbise artk kolay satlamayacaù için de ûenay Hanm ona kzard. Ayrca hepimize kötü davranyor ve çok da pazarlk ediyor diye onu sevmez, arkasndan çekiütirirdi. Ama çok çevresi var diye tersleyemezdi de. Sen onu tanyor muydun?" "Hayr. Ama bir zamanlar bir arkadaümn sevgilisiydi," dedim ve bu ölümün arkasnda yatan hikâyeden söz etme zevkini -bu zevki onunla daha çok çkaracaùm düüünüyordum-Sibel'e sakladùm için ikiyüzlü hissettim kendimi. Oysa bir hafta önceye kadar deùil Füsun'dan bir konuyu saklamak, ona
82
Belks'n Hikâyesi
yalan söylemek bile beni çok üzmez; yalan, bu çeüit çapknlùn eùlenceli ve kaçnlmaz bir yan sonucuymuü gibi gelirdi bana. Hikâyeyi üurasn burasn ksaltp deùiütirerek Füsun'a anlatabilir miyim diye düüününce, bunun imkânsz olduùunu bir kere daha anladm. Bir üey sakladùm sezdiùi için üöyle dedim: "Çok üzücü bir hikâyedir o. Pek çok erkekle yattù için o zavall kadn çok aüaùlanmütr." Gerçek düüüncem bile deùildi bu. Öyle sorumsuzca söyleyivermiütim. Bir sessizlik oldu. "Merak etme," dedi Füsun fsldar gibi. "Hayatmn sonuna kadar senden baüka kimseyle yatmayacaùm." Satsat'a dönünce içimde bir huzur hissettim ve istekle, inançla uzun zamandr ilk defa para kazanma zevkiyle hiç durmadan çalütm. Benden biraz genç ve iddial yeni memur Kenan ile arada bir gülüüüp üakalaüarak borçlular listesindeki yüze yakn adn üzerinden tek tek geçtik. "Cömert Eliaçk' ne yapacaùz Kemal Bey?" diye kaülarn neüeyle kaldrp gülümseyerek soruyordu Kenan. "Elini daha da açacaùz. Ne yapalm, adndan kaybediyor." Aküamüstü, eve dönüü yolunda hâlâ yanmamü eski paüa konaklarnn bahçelerinden gelen hlamur kokusunu içime çekerek Niüantaü'nn iyice yeüillenen çnar aùaçlarnn gölgelerinin altndan yürüdüm. Tkanmü trafikte arabalarnn kornalarna öfkeli öfkeli basan erkeklere bakarak hayatmdan memnun olduùumu, önceki günkü aük ve kskançlk buhranmn sona erdiùini, her üeyin yoluna girdiùini hissettim. Evde duü aldm. Dolaptan ütülü ve tertemiz bîr gömlek çkarrken aklma gelen küpeyi dün braktùm sandùm ceketin cebinde bulamaynca çekmeceleri, dolaplar karütrdm, Fatma Hanm n kopmuü düùmeleri, yakadan çkmü balinalar, cebimden düümüü bozuk paralar, çakmaklar bulunca içine koyduùu çanaùa baktm, yoktu.
83
Belks'n Hikâyesi
'Tatma Hanm," diye seslendim alçak sesle. "Bir küpe teki gördün mü buralarda?" Evlenene kadar aùabeyimin odas olan aydnlk ve geniü yan oda, mis gibi ütü buhar ve lavanta kokuyordu. Fatma Hanm öùleden sonra ütülediùi benim ve babamn temiz mendillerimizi, gömlekleri, havlular tek tek dolaplara yerleütirirken, "küpe müpe" görmediùini söyledi. Sepetteki eüleütirilmemiü çorap yùnlarnn içinden suçlu bir kedi yavrusunu çkarr gibi bir çorap teki çkarp gösterdi. "Bana bak, Kazmatrnak!" dedi küçükken bana taktù adlardan biriyle, "trnaklarn kesmezsen burnu delinmemiü çorabn kalmayacak. Artk çoraplarn ben dikmeyeceùim, ona göre." "Peki." Salonun Teüvikiye Camii'ne bakan köüesinde babam üzerinde aür beyaz bir önlük, sandalyeye oturmuü, berber Basfye saçlarn kestiriyor, annem de her zamanki gibi çaprazna oturmuü bir üeyler anlatyordu. "Gel bak, son dedikodular anlatyorum," dedi beni görünce. Annemin üimdiye kadar anlattklarn hiç iüitmiyormuü gibi suratn asan Basri, "dedikodu" sözü üzerine bir an makasn durdurdu ve kocaman diülerini göstererek dinlediùi bütün hikâyeler için uzun uzun srtt. "Konu ne?" "Lerzanlarn küçük oùlu rallici olmak istiyormuü, babas izin vermediùi için de..." "Biliyorum. Babasnn Mercedesini paramparça etmiü. Sonra araba çalnd diye polisi aramü." "Peki ûaziment'in kzn Karahanlarn oùluyla evlendirebilmek için ne yaptùn duydun mu? Dur nereye?" "Yemeùe yokum, Sibel'i alacaùm, bir davete gideceùiz." "Git Bekriye söyle de, o zaman barbunyalar boüuna bu aküam kzartmasn. Senin için ta Beyoùlu Balkpazar'na gitti bugün. Yarn öùlen yemeye söz ver bari."
84
------------------------------------------------------ Belks'n Hikâyesi ------------------------------------------------------------
"Söz!" Kirlenmesin diye kenar kvrlan halnn altndaki parkeye babamn beyaz ve zayf saçlar tel tel dökülüyordu. Garajdan arabay aldm, parke yollarda ilerlerken radyoyu açtm ve çalan üarklara direksiyonun kenarnda, parmaklarmla tempo tutarak bir saatte Boùaz Köprüsünden geçip Anadolu Hisar’na vardm. Sibel, arabann kornasn iüitince yaldan koüup geldi. Yolda önceki gün Emlak Caddesi'ndeki kazada ölen kadnn Zaim'in eski sevgilisi olduùunu söyleyerek ("Siz Her ûeye Layksnz Zaim mi?" dedi Sibel gülümseyerek) hikâyeyi anlatmaya baüladm. "Kadnn ad Belks't, benden birkaç yaü büyük, otuz iki-otuz üç yaülarnda olmalyd," diye devam ettim. "Yoksul bir ailedendi. Sosyeteye girdikten sonra annesinin baüörtüsü taktù, düümanlarnca onu aüaùlamak için anlatlrd. Bu kz 1950'lerin sonunda, lisedeyken 19 Mays törenlerinde yaüt bir gençle tanümü ve birbirlerine âük olmuülar. Çocuk o zamanlar ústanbul'un en zengin ailelerinden armatör Kaptanoùullarnn en küçük oùlu Faris. Türk filmlerinden çkma bu fakir kzla zengin oùlan aük yllar sürmüü. Aüklar o kadar üiddetliymiü ya da o kadar kafaszlarmü ki, bu liseli çift evlenmeden önce hem seviümiüler, hem de çevrelerine bunu belli etmiüler. Uygunu evlenmeleriymiü elbette, ama çocuùun ailesi, fakir kzn oùullarn elde etmek için 'sonuna kadar gittiùine', bunun da herkes tarafndan bilindiùine kafay takp karü çkmü. Çocuùun da ailesine meydan okuyup kz koluna takp evlenecek gücü, kafas ve üahsi paras yokmuü anlaülan. Böylece, bir çözüm olarak kzla oùlan evlendirmeden, ailenin parasyla
Avrupa'ya
yollamülar.
Üç
yl
sonra
Paris'te
çocuk,
uyuüturucudan m, umutsuzluktan m, bir üekilde ölmüü. Belks, böyle durumlarda olduùu gibi bir Fransz ile kaçp Türkiye'yi unutacaùna, ústanbul'a dönmüü ve zengin diùer erkeklerle iliükiler kurarak sosyetede bütün kadnlar imrendiren çok zengin bir aük hayat ya-
85
Belks'n Hikâyesi
üamaya baülamü. úkinci sevgilisi Ay Sabih'ti... Ondan ayrlp, Demirbaùlarn bir aük acsyla yaral en büyük oùullaryla bir macera yaüad. Ondan sonraki sevgilisi Rfk da baüka bir aük yarasyla aclar içinde yanan biri olduùu için, bîr dönem sosyetede erkekler ona gülümseyerek 'Teselli Meleùi1 derler ve hepsi onunla bir macera yaüamay hayal ederlerdi. Hayatlarnda kocalarndan baüka bir erkekle yatmamü, en fazlas gizlilik ve utanç içinde geçici bir ikinci sevgili bulabilmiü ve korkudan onun da tadna varamamü bütün o evli ve zengin kadnlar ise, bir dönemin bütün gözde bekârlaryla herkesin önünde aük yaüamü ve sanrm pek çok evli ve gizli sevgilisi de olmuü bu Belks', kskançlktan bir kaük suda boùmak isterlerdi. Kadnn güzelliùi artk solduùu, yokluktan üstüne baüna yeterince para harcayamadù için o gün de yaklaüyordu denebilir. Trafik kazas bu kadn için kurtuluü oldu." "Onca erkekten birinin bile onunla evlenmemesine üaüyorum," dedi Sibel. "Demek ki hiç kimse, koluna takp evlenecek kadar da âük olmamü bu kadna." "Aslnda erkekler onun gibi kadnlara çok fena âük olurlar. Ama evlenmek baüka bir üey. Kaptanoùullarnn oùlu Faris'le hiç yatmadan hemen evlenebilseydi, ailesinin yoksulluùu çabuk unutulurdu. Ya da Belks çok zengin bir aileden olsayd, evlendiùinde bakire olmamas mesele
edilmeden
unutulurdu.
Herkesin
becerdiùi
bu
üeyleri
yapamadù ve çok zengin bir aük hayat yaüadù için, bütün o sosyete kadnlar ona yllarca Teselli Orospusu1 dediler. Gençliùinde karüsna çkan ilk aüka balklama daldù, saknmadan sevgilisine kendini teslim ettiùi için Belks a belki de sayg duymalyz." "Sen duyuyor musun?" dedi Sibel. "Hayr, rahmetliyi itici bulurdum." Hangi bahaneyle verildiùini üimdi unuttuùum davet, Suadiye'de deniz kenarndaki bir evin uzun beton rhtmndayd. Orada altmü yetmiü kiüi, ellerinde içki bardaklar fsldar gibi
86
------------------------------------------------------ Belks'n Hikâyesi ------------------------------------------------------------
konuüuyor, kim geldi, kim var diye birbirlerini süzüyorlard. Kadnlarn çoùunun giydikleri eteùin boyundan memnun olmadùn, ksa etek giyen kadnlarn büyük ksmnn bacaklarnn alt ksm ksa ya da kaln olduùu için huzursuz olduklarn hissettim. Bu yüzden ilk baküta hepsi sinirli ve acemi konsomatrislere benziyorlard. Rhtmn hemen yanndaki sandal çekme yerinin oradan yoùun bir laùm denize akyor, kokusu aralarnda beyaz eldivenli garsonlarn dolaütù kalabalk içinde daha yoùun hissediliyordu. Kalabalùa karütktan sonra tanür tanümaz bana yeni bastrdù kartvizitini veren Amerika'dan yeni dönmüü ve muayenehanesini yeni açmü bir "ruh doktoru", orta yaül ama fkr fkr bir kadnn srarl sorular üzerine, çevresinde toplanan kalabalùa aükn tarifini yapt: Bir insann, baüka frsatlar olmasna raùmen onlar reddedip sürekli ayn kiüiyle seviümek istemesine, bu mutluluk verici duyguya "aük" denirdi. Aük sohbetinden sonra on sekiz yaündaki güzel kzn bana tanütran bir anneyle, kzn sürekli siyaset yüzünden "boykot" yaplan Türk üniversiteleri
yerine
nerede
okutabileceùini
konuütuk.
Konu,
üniversitelere giriü için yaplan merkezî imtihann soru kitapçù çalnmasn diye, onu basacak matbaa iüçilerinin uzun sürecek bir hapis hayatna baülamalarnn bugünkü gazetelerde yazlmasyla açlmüt. Çok sonra uzun boylu, uzun çeneli, güzel gözlü, yakükl Zaim ile en az onun kadar uzun ve ince Alman manken Inge rhtmda belirdiler. Kalplere bir mutsuzluk szs veren üey, çiftin güzelliùine duyulan hasetten çok, mavi gözlü, uzun ince bacakl, bembeyaz tenli, hakiki sarün Inge'nin, kendilerini olduklarndan daha Avrupal hissetmek için çrpnarak saçlarn sarya boyayan, kaülarn yolan ve butik butik gezip kyafet seçen ústanbullu sosyete kadnlarna, ten renginin ve rk yapsnn da ne yazk ki kolay telafi edilemeyecek önemli bir eksik olduùunu görünüüüyle acmaszca hatrlatmasyd. Bense kendimi kadnn kuzeyliliùinden çok, eski bir dost gibi yüzüne, gülüüüne
87
Belks'n Hikâyesi
ve dudaklarna aüina hissettim. Her sabah gazetedeki reklamda, sonra iüe yürürken, Harbiye'de bir apartmann yan cephesinde Inge’yle karülaümay seviyordum. únge’nin çevresinde gene ksa sürede bir kalabalk oluütu. Dönüü yolunda arabadaki sessizlikte Sibel "Siz Her ûeye Layksnz Zaim evet, iyi bir insan besbelli," dedi. "Ama arkadaün Arap üeyhleriyle yatacak düzeydeki o dördüncü snf Alman mankenini reklamlarda kullandù yetmiyormuü gibi, sevgilisi olduùunu herkese göstererek iyi bir üey mi yapyor sence?" "Büyük ihtimal manken kadn da ayn dostane duygularla, bizlerin Arap üeyhlerinden farksz olduùumuzu düüünüyordur. Gazozun satülar üimdilik iyiymiü. Zaim bir ara Türklerin modern bir Türk ürününden, eùer Batllarn da o üründen hoülandùm öùrenirlerse, daha büyük bir mutluluk ve tat aldklarm söyledi." "Berberde gördüm, kadnn Zain le Haftasonunun hem ortadaki fotoùrafl sayfasnda resmi vard, hem de röportaj sayfasnda röportaj yapmülar, çok bayaù, yan çplak bir de resmini basmülar." Uzun bir süre sustuk. Çok sonra gülümseyerek üöyle dedim: "Çat pat Almanca paralayarak kadna reklamlarda çok zarif gözüktüùünü anlatrken, açk göùüslerine gözü taklmasn diye sürekli saçlarna bakan iri yan mahcup bir adam vard ya hani... Ölen Belks'n ikinci sevgilisi Ay Sabih iüte oydu." Ama Sibel, araba pus içindeki Boùaz Köprüsü'nün altndan hzla geçerken uyuyordu.
19. CENAZEDE Ertesi gün söz verdiùim gibi öùle vakti Satsat'tan çkp yürüyerek eve gittim ve annemle barbunya tava yedim. Annemle bir yandan tabaklarmzdaki balklarn pembemsi bir zar inceliùindeki nefis derilerini ve yan saydam ve narn klçklarn çalü-
88
Cenazede
kan bir cerrah dikkatiyle ayklyor, bir yandan da niüan hazrlklarn ve uen
son havadisleri" (onun deyiüi) gözden geçiriyorduk. Niüana
kendilerini davet ettirmek için imalarda bulunan ve "kalpleri asla krlamayacak" baz hevesli tandklarla birlikte, davetliler listesi üimdiden 230 kiüiye çkmü; bu yüzden Hilton'un metrdoteli, o gün "yabanc içkilerde" (fetiü bir kavram) zor durumda kalmayalm diye, baüka büyük otellerdeki meslektaülar ve tandk içki ithalatçlaryla görüümeye baülamüt. úpek úsmet, ûaziye, Solak ûermin ve Madam Mualla gibi bir zamanlar Füsun'un annesinin arkadaü ve rakibesi olan ünlü sosyete terzileri, niüan için smarlanan iddial elbiseler yüzünden üimdiden
tamamen
dolmuülard
ve
çraklar
sabahlara
kadar
çalüyorlard. Annem, içeri odada halsizlikten uyuklayan babamn üu sralardaki derdinin saùlk deùil, keyifsizlik olduùunu düüünüyordu, ama tam oùlunun niüanlanmak üzere olduùu günlerde babamn keyfini bu kadar kaçran üeyin ne olduùunu bilmiyor ve galiba ben biliyor muyum diye de aùzm aryordu. Ahç Bekri çocukluùumuzdan beri balùn üstüne, bastrr diye yenmesi gereken üehriyeli pilav -hiç deùiümeyen bir kurald bu- sofraya getirince, neüesinin nedeni balkmü gibi, annem birden yasl bir havaya büründü. "Çok üzüldüm o kadncaùza," dedi içten bir kederle. "Çok çekti. Çok yaüad, çok da kskandlar. Aslnda çok iyi bir insand, çok." Annem kimden söz ettiùini bile açklamadan, yllar önce "o" ve o zamanki sevgilisi Demirbaùlarn büyük oùlu Demir'in bir ara Uludaù'da ahbaplk ettiklerini, babamla ölen Belks'n sevgilisi Demir kumar oynarken, Belks ile kendisinin gece yanlarndan çok sonraya kadar "otelin turistik barnda" çay içip örgü örerek ahbaplk ettiklerini anlatt. "Çok çekmiü zavall kadn, önce yoksulluktan, sonra erkeklerden, çok, çok," dedi annem. Fatma Hanm'a döndü ve "Kahvemi balkona getirin," dedi. "Cenazeyi seyredeceùiz."
89
Cenazede
Amerika yllarmn dünda, içinde bütün hayatm geçirdiùim büyük apartman dairesinin salonu ve geniü balkonu her gün bir-iki cenazenin kalktù Teüvikiye Camii'nin avlusuna baktù için, çocukluùumda cenaze seyretmek, ölümün korkutucu esraryla tanütùmz tatl ve vazgeçilmez bir eùlenceydi. Cami yalnz ústanbul’un zengin ailelerinin deùil, ünlü siyasetçilerin, paüalarn, gazetecilerin, üarkc ve sanatçlarn da cenaze namazlarnn klndù ve ölünün mertebesine göre askerî bando ya da belediye bandosunun çaldù Mozart'n cenaze marü eüliùinde, tabutlarnn cemaatin omuzlarnda Niüantaü Meydan'na kadar aùr aùr taündù "son yolculuklarnn" itibarl bir baülangç noktasyd. Aùabeyimle ben çocukluùumuzda omuzlarmza uzun ve aùr bir yastk alr, ahç Bekri Efendi'yi, Fatma Hanm', üoför Çetin'i ve baükalarn da peüimize takar, cenaze marün söyleyerek ve tpk cemaat gibi hafifçe sallanarak koridorlardan yürürdük. Ölümleri bütün ülkeyi meügul
eden
baübakanlarn,
ünlü
zenginlerin
ve
üarkclarn
cenazelerinden hemen önce, kapy çalp "Geçiyordum, bir uùradm," diyen davetsiz misafirlere annem hiç nezaketsizlik etmez, ama arkalarndan "Bizi görmeye deùil, cenaze seyretmeye gelmiü," diyerek, törenin ölümden ibret alnsn ya da ölen kiüiye son bir sayg gösterilsin diye deùil, seyir zevki ve merasim keyfi için yapldùn bize hissettirirdi. Balkondaki küçük masann iki yanma oturur oturmaz annem "ústiyorsan buraya geç, daha iyi görürsün!" dedi bana. Ama benim yüzümün bir anda solduùunu ve cenaze kalabalùn seyretmenin keyfine tamamen aykr bir ifadeye büründüùünü görünce, bunu yanlü yorumlad: "O kadar acdùm bu kadnn cenazesine baban içeride yatyor diye gitmiyor deùilim canm, biliyorsun. Ama orada üimdi Rfk gibi, Samim gibi heriflerin gözlerinin nemlendiùini deùil, hiç nemlenmediùini gizlemek için kara gözlükler takp poz kesmelerine tahammül edemem diye düüündüm. Hem buradan daha iyi gözüküyor. Senin nen var?" "Hiç. iyiyim."
90
Cenazede
Caminin Teüvikiye Caddesi'ne açlan büyük avlu kapsndan aüaùya, tabuta doùru inen basamaklarda, cenazelerde kadnlarn kendiliùinden toplandù gölgeli yerde, baüörtülü kadnlarla, baülarna ük ve moda rengârenk eüarplar takmü sosyete kadnlar arasnda Füsun'u görür görmez, kalbim saçma bir hzla atmaya baülamüt. Turuncumsu bir eüarp takmüt. Kuü uçuüuyla aramzda yetmiü-seksen metre vard herhalde. Ama onun soluk alp veriüini, kaülarn çatün, öùle scaùnda yumuüak teninin hafif hafif terleyiüini, kalabalkta baüörtülü kadnlar arasnda skütkça, can skldkça alt dudaùnn sol yann ön diüleriyle hafifçe srün ve incecik gövdesinin yükünü bir bacaùndan ötekine veriüini olduùum yerden yalnzca görmüyor, içimde hissediyordum da. Tpk bir rüyadaki gibi çaresizlikle balkondan aüaù baùrp ona el sallamak geliyordu içimden, ama aùzmdan bir ses çkmyor, kalbim bütün gücüyle atmaya devam ediyordu. "Anne, ben kalkyorum." "Aa ne oldu sana? Yüzün bembeyaz." Aüaù inip uzaktan Füsun'u seyrettim. ûenay Hanm'n yanndayd. Bir yandan onun ük ama bodur bir hanmla ettiùi sohbeti dinliyor, bir yandan da çenesinin altnda acemice baùladù eüarbnn aüaù sarkan bir ucunu dalgn dalgn parmaùna doluyordu. Baüörtüsü ona maùrur ve kutsal bir güzellik vermiüti. Hoparlörle düarya avluya da verilen cuma vaaz, ses düzeninin kötülüùü yüzünden vaizin ölümün son durak olduùuna iliükin birkaç sözü ve herkesi korkulmak ister gibi sk sk ve üiirsiz bir vurguyla Allah deyiüi dünda hiç anlaülmyordu. Arada bir kalabalùn içine bir davete geç kalmü gibi telaüla birileri giriyor, bütün baülar hemen onlara dönerken, bu kiüilerin yakalarna da hemen ölmüü Belks'n küçük siyah-beyaz bir resmi iùneleniyordu Füsun bütün bu selamlaümalar, el sallamalar, öpüümeleri, teselli kucaklamalarn ve hal hatr sormalar dikkatle izliyordu
91
Cenazede
Herkes gibi Füsun'un da yakasnda, ölen Belks'n iùnelenmiü bir resmi vard. Cemaatin yakasna ölünün resmini iùnelemek o günlerde sk sk iülenen siyasi cinayetlerden sonraki cenazelerde geliüen bir alükanlkt, ama ksa zamanda ústanbul burjuvazisi tarafndan da benimsenmiüti. Kara gözlüklü, acl ve aslnda mutlu sosyete kalabalùnn tpk saùc ve solcu militanlar gibi yakalarna taktklar (ve burada yllar sonra bulduùum bir küçük koleksiyonunu sergilediùim) bu resimler, eùlenceli bir davet havasndaki sradan bir sosyete cenazesine, uùruna ölünecek yüksek bir amacn, bir idealin havasn ve itibarm verirdi. Bat taklidi matem rengi ve kaln bir siyah çerçeveyle kuüatlan fotoùraf, Belks'n gazetelerdeki ölüm ilanlarna da bir siyasi cinayet duyurusunun vakarn vermiüti. Kimseyle göz göze gelmeden oradan ayrldm ve Merhamet Apartmanna gidip Füsun'u sabrszlkla beklemeye baüladm. Arada bir saatime bakyordum. Çok sonra bir ara Teüvikiye Caddesine bakan pencerenin her zaman kapal duran tozlu perdelerini hiçbir üey düüünmeden bir içgüdüyle hafifçe aralaynca, ölen Belks'n tabutu, cenaze arabasnn içinde, yavaüça önümden geçip gitti. Baz insanlarn yoksulluk, kafaszlk ve aüaùlanma gibi talihsizlikler yüzünden bütün hayatlarm aclar çekerek yaüadklar düüüncesi, tpk cenaze arabas gibi aklmn içinden aùr aùr geçerek kaybolup gitti. Yirmi yaümdan beri üzerimde beni her türlü beladan ve mutsuzluktan koruyan görünmez bir zrh olduùu duygusu vard içimde. Bu duygunun bir yan, bana baükalarnn mutsuzluùuyla fazla meügul olmann beni de mutsuz edebileceùini ve zrhmn delinmesine yol açabileceùini sezdirirdi. 20. FÜSUN'UN ÎKø ùARTI Füsun geç geldi. Bu beni huzursuz etmiüti, ama o çok daha huzursuzdu. Özür diler gibi deùil, suçlar gibi arkadaü Ceyda'ya
92
--------------------------------------------------Füsun'un
tk
ùart --------------------------------------------——- --------
rastladùn söyledi. Üzerine onun parfümü sinmiüti. Ceyda ile güzellik yarümasnda tanümülard. Onun da hakk yenmiü, üçüncü olmuütu. Ama üimdi Ceyda çok mutluydu, çünkü Sedircilerin oùluyla çkyordu ve çocuk ciddiydi, evlenmeyi düüünüyorlard. "Ne güzel deùil mi?" dedi Füsun, gözlerimin içine sarsc bir içtenlikle bakarak. Baümla onaylyordum ki, bir sorun olduùunu söyledi. Sedircilerin oùlu,
çok
"ciddi"
olduùu
için
Ceyda'nn
modellik
yapmasn
istemiyordu. "Mesela, üimdi yaz için salncak reklamlar yaplyor. Sevgilisi çok sert ve muhafazakâr. Tenteli iki kiüilik yazlk salncaklarn reklamna deùil mini etekle, kapal elbiselerle bile çkmasna izin vermiyor. Oysa Ceyda mankenlik kursuna gitti. Gazetelerde fotoùraflar da çkyor. Tente üirketi Türk mankene raz, ama çocuk istemiyor." "Söyle ona, bu herif yaknda onu iyice kapatr." "Ceyda evlenip evinin kadn olmaya çoktan hazr," dedi Füsun, konuyu hiç anlamayüma üaüp sinirlenerek. "Adam ya ciddi deùilse diye huzursuz oluyor. Buluüup bunlar konuüacaùz. Bir erkeùin ciddi olduùu sence nereden anlaülr?" "Bilmiyorum." "Sen böyle erkeklerin nasl olduùunu bilirsin..." "Ben taüral muhafazakâr zenginleri tanmam," dedim. "Hadi ödevine bakalm." "Ödevlerin hiçbirini yapmadm, tamam m?" dedi. "Sen benim küpemi buldun mu?" ilk tepkim, ehliyeti olmadùn çok iyi bildiùi halde, polis çevirmesinde ceplerini, torpido gözünü, çantasn aramaya baülayan kurnaz sarhoülarnki gibi olacakt az daha. Ama kendimi toparladm. "Hayr canm, küpeni bulamadm evde," dedim. "Ama çkar bir yerden, merak etme." "Yeler, ben gidiyorum ve bir daha gelmiyorum!"
93
Füsun'un øki ùart
Çantasn, eüyalarn ararken yüzünde beliren kederden, elini kolunu nereye koyacaùn bilememesinden kararl olduùunu anladm. Kapnn önünde dikildim ve gitmemesi için yalvardm. Bir bar fedaisi gibi kapy tutmuü, durmadan konuüuyor ve ona ne kadar âük olduùumu anlatan
(ve
hepsi
doùru
olan)
sözlerimin
onu
yavaü
yavaü
yumuüattùn, dudaùnn kenarndaki memnuniyet gülümsemesinin derinleümesinden ve saklamaya çalütù bir üefkatle kaülarn hafifçe yukarya kaldrmasndan anlyordum. "Peki, gitmem," dedi. "Ama iki üartm var. Önce bana hayatta en çok sevdiùin kiüi kim, onu söyle..." Bir an kafamn karütùn, ne Sibel ne de Füsun diyebileceùimi hemen anlad. "Bir erkek söyle..." dedi. "Babam." "Güzel. Birinci üartm üu. Bir daha bana asla yalan söylemeyeceùine babann baü üzerine yemin et." "Ediyorum." "Öyle deùil. Cümleyi tam söyle." "Bir daha sana yalan söylemeyeceùim, babamn baü üzerine yemin ederim." "Gözünü bile krpmadan söyledin." "úkinci üartn ne?" Ama bu üart söylemeden önce öpüütük ve mutlulukla seviümeye baüladk. Bütün gücümüzle seviüirken, aük sarhoüluùuyla sanki hayalî bir ülkeye vardùmz ikimiz de karülkl hissediyorduk. Bize sanki yeni bir gezegene vardùmz duygusu veren bu yerin benim hayalimdeki görünüüü, tuhaf gezegen yüzeylerine, kayalk, ssz, romantik ada manzaralarna, Ay'n yüzeyinden çekilmiü fotoùraflara benziyordu. Tuhaf ve baüka bir ülkeye gitmiü gibi hissettiùimizi bir kere daha konuüurken, Füsun, gözlerinin önünde aùaçlar sk, yar karanlk bir bahçenin, o bahçeye ve arkadaki denize bakan bir pencerenin ve rüzgârda ayçiçeklerinin dalgalandù sapsar bir yamacn canlandùn
94
söyledi. Bu manzaralar, seviüme srasnda (yani tam o srada yaptùmz gibi) birbirimize en yakn olduùumuz anlarda, mesela Füsunun göùsünün büyük bir ksm ve dipdiri ucu aùzmn içini doldururken ya da Füsun burnunu boynumla omzumun birleütiùi yere gömüp bütün gücüyle
bana
sarlrken,
gözlerimizin
önünde
canlanyordu.
Aramzdaki sarsc yaknlùn bize üimdiye kadar hiç tanmadùmz bir üey hissettirdiùini, birbirimizin gözlerinin içinden de okuyorduk. "Peki üimdi ikinci üartm söylüyorum," dedi Füsun mutlu seviümeden sonra neüeyle. "Küpeyle birlikte, bir gün bu çocukluk bisikletimi alp annemle babama, bize aküam yemeùine geleceksin." "Tabii gelirim," deyiverdim ben de seviüme sonras hafifliùiyle. "Yalnz onlara ne diyeceùiz?" "Sokakta bir akrabanla karülaüp annesini babasn sormuü olamaz msn? O da seni davet etmiü olamaz m? Ya da bir gün dükkâna gelip beni görünce, annemi ve babam da görmek istemiü olamaz msn? Üniversite giriü snavndan önce bir akrabana her gün biraz matematik çalütryor olamaz msn?" "Bir aküam küpeyle mutlaka geleceùim yemeùe. Söz veriyorum. Ama bu matematik derslerinden kimseye söz etmeyelim hiç." "Niye?" "Çok güzelsin. Sevgili olduùumuzu anlarlar hemen." "Yani bir erkekle bir kz, kapal bir odada Avrupallar gibi uzun bir süre seviümeden duramazlar m?" "Durabilirler tabii... Ama buras Türkiye olduùu için herkes onlarn matematik deùil, baüka bir üey becerdiklerini düüünür. Herkesin böyle düüündüùünü bildikleri için, onlar da o iüi düüünmeye baülarlar. Kz namusu lekelenmesin diye 'Kapy açk brakalm,' filan demeye baülar. Erkek kendisiyle uzun bir süre ayn odada kalmaya raz olan kzn pas verdiùini düüünür ve ona hâlâ bir üey yapmamüsa, erkekliùine laf geleceùi için kza aslr. Bir süre sonra kafalarnn içi herkesin yaptklarn düüün-
95
Füsun'un iki ùart
düùü üeylerle kirlenir ve o üeyi yapmak gelir içlerinden. Seviümeseler bile
suçluluk
duymaya
baülarlar
ve
odada
seviümeden
fazla
kalamayacaklarn hissederler." Bir sessizlik oldu. Baülarmz yastktayd ve gözlerimiz, kalorifer borusu, soba borusu için açlmü delik ve kapaù, perde korniüi, perde, duvarlarn ve tavann köüe çizgisi, çatlak, boya döküntüsü ve tozdan oluüan manzaraya taklmüt. Yllar sonra o sessizliùi müzesever de hissetsin diye bu görüntüyü bütün gerçek ayrntlaryla müzem için yeniden kurduk.
21.
BABAMIN HøKÂYESø: øNCø KÜPELER
Haziran baünda, niüana dokuz gün kala, güneüli bir Perüembe günü babamla Emirgân'daki Abdullah Efendi Lokantas'nda bir daha hiç unutmayacaùm daha o gün anladùm uzun bir öùle yemeùi yedik. O günlerde keyifsizliùi yüzünden annemi dertlendiren babam, "Niüandan önce seninle baü baüa bir yemek yiyelim de, sana biraz nasihat edeyim," demiüti. Çocukluùumdan beri babamn üoförlüùünü yapan Çetin Efendi'nin sürdüùü 56 Chevrolet arabada babamn bana hayat hakknda ettiùi
nasihatlar
(iü
arkadaülarm,
hayattaki
arkadaüm
sanmamalydm, vs.) iyi niyetle ve niüana bir çeüit hazrlk töreni olarak dinlerken, aklmn bir yan da, arabann pencerelerinden akan Boùaz manzaralarna, akntyla yan yan sürüklenen eski ûehir Hatlar gemilerinin güzelliùine ve öùle vakti bile yar karanlk gözüken yal korularnn gölgelerine açkt. Üstelik babam, çocukluùunda yaptù gibi. tembelliùe, uçarlùa, hayalperestliùe karü beni uyarp görev ve sorumluluklarm
hatrlatmak
yerine,
üimdi
arabann
açk
pencerelerinden içeriye deniz ve çam kokusu gelirken, bana hayatn tad çkarlmas gereken, Allah'n lütfü, ksack bir zaman parças olduùunu hatrlatyordu. Burada, on yl önce, birdenbire tekstil ihracatyla çok zenginleütiùimiz yllar-
Babamn Hikâyesi: inci Küpeler -
da, babamn, bir arkadaünn etkisiyle davet edip karüsnda poz verdiùi Akadcrni'de hoca olan heykeltraü Somtaü Yontunç'un (soyadn Atatürk vermiüti) yaptù alç büstünü sergiliyorum. Babam olduùundan daha Batl göstermek için byùn ufaltan akademik heykeltraümza duyduùum öfkeyle, büste bu plastik byklar ben ekledim. Küçükken dalgaclùm yüzünden beni azarlarken, babamn konuütukça titreyen byklarn seyrederdim. Babamn bana hayatn güzelliklerini aün çalükanlùmla kaçrma ihtimalimden söz etmesini, Satsat'ta ve diùer üirketlerde yaptùm yeniliklerden memnun olmasna yoruyordum. Babam, aùabeyimin de yllardr göz diktiùi baz iülerle asl benim ilgilenmem gerektiùini söyleyince, ben de ona artk bütün bu iülere hevesli
olduùumu,
aùabeyimin
pek
çok
konuda
çekingen
ve
muhafazakâr davranarak hepimizi pek çok zarara uùrattùn söyledim ve yalnz babamn deùil, üoför Çetin'in de memnuniyetle gülümsediùini gördüm. Abdullah Efendi'nin lokantas, eskiden Beyoùlu'nda, ana cadde üzerinde Aùa Camii'nin yanndayd. Bir zamanlar Beyoglu'na çkan, sinemaya giden bütün ünlülerin ve zenginlerin öùle yemeùi için gittiùi lokanta, birkaç yl önce müüterilerinin çoùunun birer araba edindiùi günlerde, Emirgân srtlarnda uzaktan Boùaz'a bakan küçük bir çiftliùe taünmüt. Babam lokantaya girer girmez neüeli bir ifade taknd ve diùer lokantalardan ya da eski Abdullah'tan yllardr tandù garsonlarla tek tek selamlaüt. Büyük salonda oturan müüterileri arasnda bir tandk var m diye de bakt. Baügarson bizi masamza götürürken, babam diùer masalarn birine uùrad, bir diùerine uzaktan selam verdi ve üçüncü bir masada güzel kzyla oturan ve benim ne kadar çabuk büyüdüùümü, ne kadar çok babama benzediùimi ve ne yakükl olduùumu söyleyen yaülca bir hanmefendiyle hafifçe krütrd. Bütün çocukluùum boyunca bana "Küçük Bey" dedikten sonra, hiç belli etmeden "Kemal Bey'e" geçen baügarsondan, babam suböregi, lakerda gibi mezelerle ikimiz için de hemen rak istedi.
97
Babamn Hikâyesi: ønci Küpeler
"Sen de istiyorsun deùil mi?" diye sordu bana. "Sigara da iç, istiyorsan," diye ekledi. Sanki yannda sigara içmem konusu, ben Amerika'dan döndüùümde ikimizi de rahatlatarak çözülmemiü gibi. "Kemal Bey'e de küllük getirin," dedi garsonlardan birine. Lokantann kendi serasnda yetiütirilen küçük domatesleri eline alp koklayarak raksndan hzl hzl içerken, aklnda bir konu olduùunu ama nasl açmas gerektiùine karar veremediùini hissettim. Bir an ikimiz de pencereden düar baktk ve Çetin Efendi'yi, uzakta kapda beklemekte olan diùer arabalarn üoförleriyle sohbet ederken gördük. "Çetin'in de kymetini bil," dedi babam vasiyet eder bir havayla. "Biliyorum." "Bilmiyorum biliyor musun... úkide bir anlattù dinî hikâyelere de gülme hiç. Çok doùru düzgün bir adamdr Çetin; efendidir, insandr. Yirmi yldr öyle. Bir gün bana bir üey olursa, sakn onu uzaklaütrma. Sonradan görme zenginler gibi ikide bir araba deùiütirme. Chevrolet de iyidir...
Buras
Türkiye,
devlet
yeni
yabanc
araba
getirmeyi
yasaklaynca, bütün ústanbul, on yl önce eski Amerikan arabas müzesine dönüütü, ama boü ver, bak en iyi tamirciler de bizde." "O arabann içinde büyüdüm babacùm, sen hiç merak etme," dedim. "Aferin," dedi babam. Vasiyet eder bir havaya girdiùi için üimdi asl konuyu açabilirdi. "Sibel çok özel, çok hoü bir kz," dedi. Ama hayr, bu da asl konu deùildi. "Onun kolay bulunmayacak bir insan olduùunun farkndasn deùil mi? Bir kadn, hele onun gibi nadir bir çiçeùi hiçbir zaman krmaman, her zaman el üstünde tutman lazm." Birden yüzüne tuhaf ve utangaç bir ifade geldi. Bir üeye sinirlenir gibi sabrszlkla konuütu: "O güzel kz hatrlyor musun?.. Hani bizi birlikte Beüiktaü'ta bir kere görmüütün... Onu görünce ilk ne düüündün?"
98
Babamn Hikâyesi: ønci Küpeler
"Hangi kz?" Babam sinirlendi. "Canm, hani on yl önce bir gün Beüiktaü'ta Barbaros Park'nda beni çok güzel genç bir kzla otururken görmüütün ya." "Hayr, hatrlamyorum babacùm." "Nasl hatrlamazsn oùlum. Göz göze geldik ya. Benim yanmda çok güzel bir kz vard." "Sonra ne oldu?" "Sonra sen baban utandrmamak için kibarca bakülarn kaçrdn. Hatrladn m?" "Hatrlamyorum." "Hayr, bizi gördün!" Böyle bir rastlaüma hatrlamyor, bunu da babama kantlamakta zorlanyordum. Beni huzursuz eden uzun bir tartümadan sonra, belki de benim onlar görüp unutmak istediùimi ve bunu baüardùm düüündük. Belki de onlar telaüla benim onlar gördüùümü sanmülard. Asl konuya böyle girdik. "On bir yl benim sevgilim oldu o kz, çok güzeldi," dedi babam, konunun en önemli iki unsurunu gururla tek cümlede toplayarak. Bana sözünü etmeyi uzun zamandr düülediùini anladùm bu kadnn güzelliùine benim kendi gözlerimle tank olmamam ya da daha kötüsü, tank olduùum güzelliùi unutmuü olmam babamn keyfini biraz kaçrmüt. Bir hamlede cebinden küçük, siyah-beyaz bir fotoùraf çkard. Karaköy'de bir ûehir Hattan vapurunun arka güvertesinde çekilmiü hüzünlü, esmer çok genç bir kadnn resmiydi bu. "Bu o," dedi. "Biz tanütùmz yl çekilmiü. Yazk ki çok kederli, güzelliùi belli olmuyor. ûimdi hatrladn m?" Sustum. Babamn istediùi kadar "eski" olsun, herhangi bir sevgilisinden bana söz etmesi de sinirime dokunuyordu. Ama bunun neresinin sinir bozucu olduùunu o anda bir türlü çkaramyordum
99
Babamn Hikâyesi: inci Küpeler
"Bana bak, bu anlatacaklarm sakn aùabeyine söyleme," dedi babam fotoùraf cebine sokarken. "O katdr, anlamaz. Sen Amerika görmüüsün, seni huzursuz edecek bir üey de anlatmyorum. Anlaüld m?" "Tabii babacùm." "Dinle o zaman," dedi babam ve raksndan küçük yudumlar alarak anlatt. O güzel kz ilk olarak bundan "on yedi buçuk yl önce 1958 Ocaù’nda, karl bir gün" tanmüt ve saf ve masum güzelliùinden çok etkilenmiüti. Kz, babamn yeni kurduùu Satsat'ta çalüyordu. Önce iü arkadaülù etmiüler, ama aralarndaki yirmi yedi yllk yaü farkna raùmen, iliükileri daha "ciddi ve duygusal" bir üeye dönüümüütü. Kz yakükl patronla (babamn o srada krk yedi yaünda olduùunu hemen hesapladm) iliüki kurduktan bir yl sonra, babamn zorlamasyla iüi brakmü, Satsat'tan ayrlmüt. Gene babamn zorlamasyla baüka bir yerde iü aramamü ve babamn kendisine Beüiktaü'ta aldù bir apartman dairesinde,
"bir
gün
evleneceùiz"
hayaliyle
sessizce
yaüamaya
baülamüa. "Çok iyi kalpli, çok üefkatli, çok zeki, çok özel bir insand," dedi babam. "Baüka kadnlara hiç benzemezdi. Benim birkaç kaçamaùm olmuütur, ama onun gibi kimseye âük olmadm. Onunla evlenmeyi de çok düüündüm, oùlum... Ama annen ne olacakt, sizler ne olacaktnz..." Biraz sustuk. "Yanlü anlama evladm, siz mutlu olun diye ben kendimi feda ettim filan demiyorum. Aslnda tabii ki, benden çok evlenmeyi isteyen oydu. Ben onu yllarca oyaladm. Ondan ayr bir hayat düüünemiyor, onu görmeyince çok ac çekiyordum. Bu aclar sana, kimseye anlatamadm. Sonra bir gün bana Tercihini yap!' dedi. Ya annenden ayrlp onunla evlenecekmiüim ya da beni terk edecekmiü. Kendine rak al." "Sonra ne oldu?" Bir sessizlikten sonra, "Annenden, sizlerden ayrlmaynca be-
100
Babamn Hikâyesi: inci Küpeler
ni terk etti," dedi babam. Bunu söylemek onu yormuü, ama rahatlatmüt. Yüzüme bakp konuya devam edebileceùini anlaynca, daha da rahatlad. "Çok, çok ac çekiyordum. Aùabeyin evlenmiüti, sen Amerika'daydn. Ama tabii acm annenden saklamaya çalüyordum. Hrsz gibi bir köüede gizli gizli ac çekmek de bir baüka acyd. Tabii, annen öteki metresler gibi bunu da hissetmiü, ciddi bir üey olduùunu anlamü, sesini çkarmyordu. Evde annen, Bekri ve Fatma ile birlikte, bir otelde aile taklidi yapar gibi yaüyorduk. Acmn hiç dinmek bilmediùini, böyle giderse delireceùimi görüyor, ama yapmam gereken üeyi bir türlü yapamyordum. Ayn günlerde, o da (babam kadnn adn benden saklyordu) çok kederliydi; bana, kendisine evlilik teklif eden bir mühendis
olduùunu,
ben
kararm
vermezsem
bir
baükasyla
evleneceùini söyledi. Ama ciddiye almadm... Hayatta ilk defa benimle birlikte olmuütu. Baükasn istemez, lblöf yapyor' diye düüündüm. Baüka türlü düüünüp telaüa kaplnca da, bir üey yapamyordum zaten. Bu yüzden bu konuyu artk hiç düüünme-meye çalüyordum. Hep birlikte bir yaz, úzmir'e, Fuara gittik ya, arabay Çetin kullanmüt... Dönüüte,
bir
baükasyla
evlendiùini
iüittim,
inanamadm.
Beni
etkilemek, bana ac vermek için bu haberi çkardùn düüündüm. Bütün buluüma, konuüma tekliflerimi reddediyor, telefonlara çkmyordu. Benim ona aldùm evi de satt, hiç bilmediùim bir yere taünd. Gerçekten evlendi mi, kocas mühendis kim, çocuklar oldu mu, ne yapyor, dört yl bunlar kimseye soramadm. Öùrenirsem acmn artmasndan korkuyordum, ama hiçbir üey öùrenememek de korkunçtu. Onun ústanbul'da bir yerde yaüadùn, gazeteleri açp benim okuduùum haberleri okuyup benim seyrettiùim televizyon programn seyrettiùini hayal edip onu hiç görememek beni çok üzüyordu. Bütün hayatn nafile olduùu duygusu üzerime geliyordu. Sakn yanlü anlama oùlum, elbette sizlerle, fabrikalarla, annenle gurur duyuyorum. Ama bu baüka bir acyd."
101
Babamn Hikâyesi: ønci Küpeler
Dili geçmiü zamanla anlattù için hikâyenin bir üekilde sonuçlandùm, babamn da rahatlamü olduùunu hissediyordum, ama nedense hoüuma gitmiyordu bu. "En sonunda bir öùleüstü gene meraka kapldm ve annesine telefon ettim. Annesi benim kim olduùumu elbette biliyordu, ama sesimi tanmyordu. Onun liseden bir snf arkadaünn kocas olduùum yalann attm. 'Hasta karm onu hastaneye çaùryor,' diye kzn telefona isteyecektim. Annesi 'Kzm öldü,' deyip aùlamaya baülad. Kanserden ölmüü! Aùlamayaym diye ben de hemen telefonu kapadm. Hiç beklemiyordum bunu, ama hemen anladm doùru olduùunu. Bir mühendisle filan da evlenmemiü... Hayat ne korkunç, her üey ne kadar boü!" Babamn gözlerinden akan yaülar görünce, bir an çok çaresiz hissettim kendimi. Onu hem anlyor hem de ona öfke duyuyordum ve bana anlattù hikâyeyi düüünmeye çalütkça, tpk eski antropologlarn anlattù "tabular düüünemeyen ilkeller" gibi kafam karüyor, ac çekiyordum. "Neyse," dedi babam, ksa bir sessizlikten sonra toparland. "Seni bugün aclarm anlatp üzmek için çaùrmadm oùlum. Niüanlanp evlenmek üzeresin, bu ac hikâyeyi bilmeni, baban da daha iyi tanmam istedim elbette, ama baüka bir üeyi de anlatmak istedim. Anladn m?" "Nedir o?" "ûimdi çok piümanm," dedi babam. "Ona yeterince iltifat etmediùim, ne kadar tatl, ne kadar hoü ve deùerli biri olduùunu binlerce kere söylemediùim için çok piümanm. Altn kalpli, alçakgönüllü, zeki ve çok da güzel bir kzd... Bizdeki güzel kadnlarn hepsinde gördüùüm, güzelliùini sanki kendi yaptù bir üeymiü gibi maùrurca ileri sürmek de hiç yoktu onda, ümartlma, sürekli övülme isteùi de... Bugün onu kaybettiùim
için
olduùu
kadar,
ona
hak
ettiùi
kadar
iyi
davranamadùn için de, bak yllar sonra hâlâ ac çekiyorum. Oùlum, bir kadna, zamannda, iü iüten geçmeden iyi davranmay bilmek lazm." 102
Babamn Hikâyesi: tnci Küpeler
Son sözlerini bir merasim havasyla söylerken, babam cebinden, kadife kapl eskimiü bir mücevher kutusunu çkard. "Bunu hep birlikte, arabayla úzmir Fuar'na gittiùimiz günlerde, dönüüte bana kzmasn, beni affetsin diye ona almütm, ama vermek ksmet olmad." Babam kutuyu açt. "Küpe ona çok yakürd. Bu inci küpeler çok kymetlidir. Yllarca gizli bir köüede sakladm. Benden sonra annenin sakladùm yerde bulmasn da istemem. Al üunlar. Ben çok düüündüm, bu küpeler Sibel'e çok yakür." "Babacùm, Sibel benim gizli sevgilim deùil, karm olacak," dedim, ama bana uzattù kutunun içine de baktm. "Brak bu laflan," dedi babam. "Sibel'e küpelerin hikâyesini söylemezsin, olur biter. Taktùn gördükçe de beni hatrlarsn. Bugün sana verdiùim öùütleri unutmazsn. O güzel kza çok iyi davranrsn... Baz erkekler kadnlara hep kötü davranr, sonra da zeytinyaù gibi üste çkarlar. Sakn onlar gibi olma. Bu sözler de kulaùna küpe olsun." Kutuyu kapatt ve Osmanl paüalarndan kalma bir hareketle avcumun içine koyup, elimin içine bahüiü verir gibi skütrd. Sonra "Oùlum, bize biraz daha rak ve buz getir bakalm," dedi garsona. Bana döndü. "Ne kadar güzel bir gün deùil mi? Ne kadar da güzel bir bahçe buras. Bahar ve hlamur kokuyor." Ondan sonraki bir saati, babama iptal edemeyeceùim bir randevum olduùunu ve babamn da Satsat a telefon edip büyük patron olarak benim randevumu iptal etmesinin çok yanlü olacaùn anlatmakla geçirdim. "Demek Amerika'da bunlar öùrendin," diyordu. "Aferin." Bir yandan babamn ricasn kramayp bir kadeh daha içiyor, diùer yandan da saatime bakyor ve Füsun ile randevuma geç kalmak -hele o gün- istemiyordum. "Dur oùlum, biraz daha oturalm, bak ne güzel baba-oùul samimiyetle konuüuyoruz. ûimdi evlenip gideceksin, bizi unutacaksn!" dedi babam.
103
Babamn Hikâyesi: inci Küpeler
"Babacùm," dedim, "çektiklerini de anlyorum, bana verdiùin çok deùerli öùütleri de hiç unutmayacaùm," dedim kalkarken. Yaü ilerledikçe, aün duygusal anlarnda, babamn dudaklarnn kenarnda titremeler beliriyordu. Uzanp elimi tuttu ve bütün gücüyle skt. Ben de onun elini ayn kuvvetle sknca, sanki yanaklarnn altna gizlenmiü bir süngeri skmüm gibi, bir anda gözlerinden yaülar füknd. Ama hemen sonra da toparland babam, baùrarak hesab istedi ve dönüü yolunda Çetin'in hiç sarsmadan dikkatle sürdüùü arabada uyuyakald. Merhamet Apartman'nda çok fazla bir kararszlk geçirmedim. Füsun geldikten, onunla uzun uzun öpüütükten, babamla öùle yemeùi yediùim için aùzmn içki koktuùunu anlattktan sonra, cebimden kadife kutuyu çkardm. "Aç bak." Füsun dikkatle kutuyu açt. "Bu benim küpem deùil," dedi. "únci bu, pahal bir üey." "Beùendin mi?" "Benim küpe nerede?" "Senin küpe önce srra kadem bast, sonra bir sabah bir baktm, baüucuma gelmiü, bir de yannda öteki tekini getirmiü. Onlar bu kadife kutuya koydum, asl sahibine getirdim." "Ben çocuk deùilim," dedi Füsun. "Bu benim küpem deùil." "Ruh olarak, bence senin küpen canm." "Ben kendi küpemi istiyorum." "Sana bir hediye bu..." dedim. "Bunu takamam bile... Herkes nereden geldiùini sorar..." "Takma o zaman. Ama hediyemi geri çevirme." "Ama bu benim küpemin yerine verdiùin bir üey... Öteki küpemi kaybetmeseydin, bunu getirmezdin. Gerçekten kaybettin mi, ne yaptn, onu da çok merak ediyorum." "Bir gün evde bir dolaptan çkacak mutlaka."
103
Babamn Hikâyesi: inci Küpeler
"Bir gün..." dedi Füsun. "Bunu ne kadar rahat söyleyebiliyor-sun... Ne sorumsuzsun. Ne zaman? Ne kadar bekleyeceùim?" "Çok deùil." dedim an kurtarma telaüyla. "O gün bu bisikleti de alacaùm ve aküam anneni baban ziyarete geleceùim." "Bekliyorum," dedi Füsun. Sonra öpüütük. "Aùzn çok fena içki kokuyor." Ama onu öpmeye devam ettim ve seviümeye baülaynca bütün bu dertler unutuldu gitti. Babamn sevgilisine aldù küpeleri orada braktm.
22. RAHMø EFENDÎ'NÎN ELÎ Niüan günü yaklaütkça halledilmesi gereken pek çok iü beni oyalyor, aük derdiyle endiüelenmeye vakit bile brakmyordu. Kulüpte, babalar babamn arkadaü olan çocukluk arkadaülarma, Hiltondaki davette verilecek üampanyay ve diùer "Avrupa" içkilerini nasl bulabileceùimiz konusunda akl danütùm, uzun uzun konuütuùumuzu hatrlyorum. Müzemi yllar sonra gezenlere, o yllarda yabanc içki ithalatnn devletin sk ve kskanç denetiminde olduùunu ve devletin ithalatçya zaten "tahsis" edeceùi dövizi olmadù için, ülkeye yasal yolla çok az üampanya, viski ve yabanc içki girdiùini hatrlatmalym. Ama zengin mahallelerindeki mezecilerde, kaçak eüya satan dükkânlarda, lüks otellerin barlarnda ve üehrin kaldrmlarnda, ellerinde fiü dolu torbalaryla gezinen binlerce tombalacda, üampanya, viski ve kaçak Amerikan sigaras hiç eksik olmazd. Benimki gibi biraz iddial bir davet veren herkes, konuklara sunmak zorunda olduùu "Avrupa" içkiyi kendi bulup otele teslim etmek zorundayd. Otellerin çoùu birbirleriyle arkadaü olan baü-barmenleri de böyle durumlarda yardmlaür, birbirlerine üiüeler yollayarak olaùanüstü büyük davetlerin skntsz geçmesini saùlarlard. Davetten sonra, gazetelerin magazin-sosyete yazar-
105
Rahmi Efendi'nin Eli
lar bu konuyu da iüler, içkilerin ne kadar "hakiki yabanc",
m
kadar
yerli Ankara viskisi yazarlard, dikkat etmeliydim. Bu iülerden yorulduùum zamanlarda ise, Sibel'in bir telefonuyla Bebek'e ya da Arnavutköy srtlarna ya da o zamanlar yeni yeni geliümeye baülayan Etiler'de bir yerde, yeni yaplmakta olan manzaral evlerden birine bakmaya giderdik. Daha inüaatlar bitmemiü olan bu kireç ve çimento kokulu dairelerin içinde nasl yaüayacaùmz, neresinin yatak odas, neresinin yemek odas olacaùn hayal etmekten, Niüantaü'nda bir mobilyacda gördüùümüz uzun divan nereye koyarsak Boùaz manzarasn en iyi göreceùimiz gibi konularda akl yürütmekten, ben de Sibel gibi hoülanmaya baülamütm. Aküamlar gittiùimiz davetlerde, Sibel bu evleri gördüùümüz yeni köüeleri ve manzaralar, iyi ve kötü yanlaryla arkadaülarmza anlatp hayat planlarmz baükalaryla tartümaktan çok hoülanr, bense tuhaf bir utanç ile konuyu deùiütirir, Zaim ile Meltem gazozunun baüarsndan, futbol maçlarndan, yaz için yeni açlan yerlerden söz ederdim. Füsun ile yaüadùm gizli mutluluk beni arkadaü toplantlarnda daha sessiz yapmüt, kenardan olup bitenleri seyretmekten gitgide daha çok hoülanr olmuütum, içime yavaü yavaü bir keder çöküyordu, ama o günlerde açk seçik hissetmiyordum bunu, hikâyemin üzerinden yllar geçtikten
sonra,
üimdi
görebiliyorum.
O
günlerde
en
fazla
"sessizleütiùimi" fark etmiütim. "Az konuüuyorsun son günlerde," demiüti bir gece yars Sibel, arabayla onu evine götürürken. "Öyle mi?" "Yarm saattir susuyoruz." "Babamla geçenlerde öùle yemeùi yemiütim ya... îçime oturdu. Artk her üeyden ölüme hazrlanan biri gibi söz ediyor." 6 Haziran Cuma günü, yani niüandan sekiz, üniversite giriü snavndan dokuz gün önce, babam, aùabeyim, ben, Çetin'in kullandù Chevrolet ile Beyoùlu ile Tophane arasnda bir yere, Çukurcuma Hamam'ndan biraz daha aüaùda bir eve baüsaùlù zi-
106
Rahmi Efendi'nin Eli
yaretine gittik. Ölen, babamn iü hayatnn ta ilk yllarndan beri yannda çalüan, Malatyal yaül bir iüçiydi. ûirket tarihinin bir parças olan bu iriyar sevimli adam, babamn yazhanesinde ayak iülerine baktù yllardan hatrlyordum. Bir eli fabrikada bir makineye sküp parçalandù için takmayd. Babam çok sevdiùi bu çalükan iüçiyi, kazadan sonra fabrikadan yazhaneye aldù için tanmütk onu. úlk yllarda aùabeyimle beni çok korkutan takma elini, Rahmi Efendi çok güleryüzlü ve sevimli olduùu için, daha sonraki yllarda biz çocuklar için
oyuncak
etmiüti.
Çocukluùumuzda
bir
dönem,
babamn
yazhanesine her gidiüimizde onun takma eline bir kere bakp oynardk. Bir kere yazhanenin boü bir odasnda, Rahmi Efendi'nin seccadesini yayp, takma elini bir kenara koyarak namaz klün aùabeyimle seyretmiütik. Rahmi Efendi'nin kendi gibi sevimli, iri yar iki oùlu vard, ikisi de babamn elini öptüler. Pembe derili, balk etinde, yorgun ve ypranmü kars, babam görür görmez gözyaülarn baüörtüsünün kenaryla silerek aùlamaya baülamüt. Babam, ne benim ne aùabeyimin gösterebileceùi bir içtenlikle kadn teselli etti, çocuklara sarlp ikisini de öptü ve evdeki diùer konuklarla, beklenmedik bir hzla bir ruh ve kalp birliùi kurdu. Biz ise aùabeyimle kendi çapmzda bir suçluluk buhranna kaptrdk kendimizi. Aùabeyim, ders verir havada bir üeyler söylerken, ben de hatralardan söz açtm. Böyle durumlarda sözler deùil, tavrlar, acmzn hakikiliùi hatta gücü deùil, çevredeki havaya uyum yeteneùimiz önemlidir. Sigarann o kadar sevilmesi, nikotinin gücünden deùil, bu boü ve anlamsz âlemde, insana anlaml bir üey yaptù duygusunu kolaylkla vermesindendir, diye düüünürüm bazan. Babam, aùabeyim ve ben, rahmetlinin büyük oùlunun tuttuùu Maltepe paketinden birer tane alp ayn delikanlnn beceriyle tuttuùu kibrit aleviyle yaktk ve dünyann en önemli iüini yapar gibi, tuhaf bir üekilde üçümüz de ayn anda bacak bacak üstüne atarak içmeye baüladk.
107
Duvara, Avrupallarn duvara resim asmas gibi bir kilim "aslmüt". Maltepe'nin deùiüik tadndan olsa gerek, hayat hakknda "derin" bir üeyler düüündüùüm yanlsamasna -sanrm-kapldm. Hayatta, esas mesele mutluluktur. Bazlar mutludur, bazdan mutlu olamaz. Tabii çoùunluk ikisi arasnda bir yerdedir. Çok mutluydum o günlerde, ama fark etmek istemiyordum. ûimdi yllar sonra, fark etmemenin belki de mutluluùu korumann en iyi yolu olduùunu düüünüyorum. Ama ben mutluluùumu, onu korumak için deùil, derinden derine yaklaümakta olan bir mutsuzluktan, Füsun'u kaybetmekten korktuùum için fark etmiyordum. Beni o günlerde hem sessizleütiren hem de hassaslaütran bu muydu? Küçük, yoksul ama tertemiz odadaki eüyalara bakarken (1950'lerin moda ev eüyalarndan güzel bir barometre ve "Bismillah" levhas vard duvarda) bir an Rahmi Efendi'nin karsyla birlikte ben de aùlayacaùm sandm. Televizyonun üzerinde eliüi bir örtü, örtünün üzerinde de uyumakta olan bir köpek biblosu vard. Köpek de aùlayacakt sanki. Nedense o köpeùe bakarken kendimi iyi hissettiùimi, önce bunu sonra Füsun'u düüündüùümü hatrlyorum.
23. SESSøZLøK Niüan günü yaklaütkça Füsun ile aramzdaki sessizlikler uzuyor, büyüyor, her gün en azndan iki saat süren buluümalarmz ve üiddeti her gün artan seviümelerimiz bu sessizlikle zehirleniyordu. "Niüan için davetiye gelmiü anneme," dedi bir keresinde. "Annem çok sevindi, babam da gitmemiz gerektiùini söylüyor, benim de gelmemi istiyorlar. Allahtan ertesi gün üniversite snav var da, evde hasta numaras yapmak zorunda kalmayacaùm."
108
Sessizlik
"Annem yollad davetiyeyi," dedim. "Sakn gelme. Ben de hiç gitmek istemiyorum aslnda." Füsun'un bu sözüme ters bir cevap vermesini, "Gitme o zaman," demesini istedim, ama hiçbir üey söylemedi. Niüan günü yaklaütkça, daha çok terleyerek seviüiyor, yllardr birlikte yaüayan âüklar gibi alütùmz el-kol-vücut hareketleriyle birbirimize sarlyor, bazan hiç kprdamadan ve baüka hiçbir üey de konuümadan, açk kapdan esen rüzgârla hafif hafif kprdanan tül perdeye bakyorduk. Niüana kadar her gün ayn saatte, Merhamet Apartman'nda buluütuk ve yoùun bir üekilde seviütik. Durumumuzdan, benim niüanlanyor olmamdan, bundan sonra ne olacaùndan hiç konuümadùmz gibi, bu konular akla getirecek üeylerden de uzak duruyorduk. Bu bizi bir sessizliùe sürüklemiüti. Düardan, futbol oynayan çocuklarn çùlklar ve küfürleümeleri gelirdi. úlk seviütiùimiz günlerde de durumumuzun ne olacaùndan söz etmemiü, ama havadan sudan, ortak akrabalarmzdan, sradan Niüantaü dedikodularyla kötü erkeklerden söz edip gülüp eùlenmiütik. ûimdi, bu gülüüüp eùlenmeler hzla sona erdiùi için de kederliydik. Bunun bir çeüit kayp, bir mutsuzluk
olduùunu
biliyorduk.
Ama
bu
kötü
duygu
bizi
birbirimizden uzaklaütrmyor, tuhaf bir üekilde birbirimize baùlyordu. Arada bir niüandan sonra Füsun'u görmeye devam edeceùimi hayal ederken yakalyordum kendimi. Her üeyin olduùu gibi sürüp gittiùi bu cennet, yavaü yavaü bir fantaziden (hayal mi deseydim) makul bir tahmine doùru evrildi. Bu kadar yoùunlukla ve içtenlikle seviüirken, Füsun un beni brakamayacaù mantùn yürütüyordum. Bu aslnda bir duyguydu,
mantk
deùil.
Bunlar
kendimden
de
gizleyerek
düüünüyordum. Ama aklmn bir yanyla da, Füsun'un sözlerinden, hareketlerinden onun ne düüündüùünü çkarmaya çalüyordum. Füsun bunun çok iyi farknda olduùu için hiçbir ipucu vermiyor, sessizlikler daha da uzuyordu. Füsun da ayn zamanda benim hareketlerime bakp umutsuzca ba-
109
Sessizlik
z tahminler yapyordu. Daha fazla bilgi elde etmek için gözlerini dört açan casuslar gibi bazan birbirimizi karülkl uzun uzun süzerdik. Füsunun giydiùi beyaz külodu, beyaz çocuk çoraplarm ve bu kirli beyaz lastik ayakkablar, hiçbir yorum yapmadan o kederli, sessiz anlarmza iüaret olsun diye sergiliyorum. Niüan günü çabuk geliverdi, bütün tahminleri de boüa çkard. O gün, önce viskiler ve üampanyalar konusunda çkan bir aksiliùi (bir satc, paras peüin ödenmedikçe üiüeleri brakmyordu) hallettim, sonra Taksim'e çktm, çocukluùumun büfesi Atlantik'te hamburger ile ayran içtim ve çocukluùumun berberi Geveze Cevat'a gittim. Cevat 1960'larm sonuna doùru dükkânn Niüantaü'ndan Beyoùlu'na taümü; babam ve bizler
de Niüantaü'nda
bulmuütuk;
ama
yakn
kendimize
baüka
düütüùümde,
bir
berberi,
üakalaryla
Basri'yi
neüelenmek
istediùimde, Aùa Cami'nin sokaùndaki yerine gider, traü olurdum. Cevat o gün niüanlanacaùm öùrenince çok mutlu oldu, bana damatlk traü yapt, aürya kaçmadan ithal traü köpüùünü ve kokusuz olduùunu söylediùi bir nemlendirici sürdü, yüzümdeki kllar ve sakallarla tek tek ilgilendi. Yürüye yürüye Niüantaü'na, Merhamet Apartman'na gittim. Füsun her zamanki vaktinde geldi. Birkaç gün önce ben yarm aùzla Cumartesi günü buluümamamz gerektiùini, çünkü ertesi gün snav olduùunu söylemiütim; Füsun ise son gün, o kadar çok çalütktan sonra biraz kafasn dinlendirmek istediùini söylemiüti. Snav hazrlklar bahanesiyle zaten iki gündür ûanzelize Butik'e gitmiyordu. úçeri girer girmez masaya oturup bir sigara yakt. "Seni düüünmekten artk kafama matematik filan girmiyor," dedi alayclkla. Bu hiç olmayacak bir üeymiü, filmlerden çkma basmakalp bir lafmü gibi bir kahkaha att, sonra da kpkrmz oldu. Bu kadar kzarp bu kadar kederlenmeseydi, ben de iüi üakaya vurmaya çalürdm. Bugün niüanlanyor olduùumu sanki ak-
110
Sessizlik
lmzdan bile geçirmiyor gibi yapardk. Öyle olmad. Yoùun, güçlü, dayanlmaz bir keder hissettik ikimiz de. ûakayla geçiütirilemeyecek, konuümakla
azaltlamayacak,
paylaümakla
hafifletilemeyecek
bu
kederden, ancak seviüerek kaçabileceùimizi anladk. Ama keder, seviümemizi de yavaülatp zehirledi. Füsun bir ara gövdesini dinleyen bir hasta gibi yataùa uzanmüt, sanki baünn üzerindeki hüzün bulutlarn seyrediyordu, yanna uzandm, ben de onunla tavana baktm.
Futbol
oynayan
çocuklar
sessizdiler,
yalnzca
topun
hareketlerini iüitiyorduk. Sonra kuülar da sustu, derin bir sessizlik baülad. Çok uzaktan bir geminin, sonra bir baükasnn düdüùünü iüittik. Daha sonra, benim dedem onun da anneannesinin annesinin ikinci kocas olan Ethem Kemal'den kalma bir bardaktan bir kadeh viskiyi paylaüarak içtik ve öpüümeye baüladk. Bunlar yazarken, hikâyeme ilgi gösteren merakllar daha fazla üzmemem gerektiùini hissediyorum: Kahramanlar kederli diye, bir roman da kederli olmak zorunda deùildir. Odadaki eüyalarla, annemden kalan elbise, üapka ve biblolarla da her zamanki gibi oyalandk. Her zamanki gibi çok güzel de öpüüüyorduk.
Çünkü
artk
öpüümekte
ikimiz
de
ilerlemiütik.
Kederimizle sizleri üzeceùime, Füsunun aùznn benim aùzmn içinde sanki eridiùini söyleyeyim. Gittikçe uzayan öpüülerimiz srasnda, birleüen aùzlarmzn kocaman maùarasnda bal gibi tatl lk bir sv birikiyordu, bazan dudaklarmzn kenarndan çenemizin ucuna akyor, gözlerimizin önünde de, ancak çocuksu bir iyimserlikle hayal edilebilecek, rüyalardan çkma cennet bir ülke belirmeye baülyor ve sanki kafamzn içindeki bir kaleydoskoptan gördüùümüz bu rengârenk ülkeyi, cenneti seyreder gibi seyrediyorduk. Bazan birimiz, inciri, dikkatle gagalarnn arasna alan keyfine düükün bir kuü gibi, öbürünün alt ya da üst dudaùn hafifçe emerek kendi aùznn içine çekiyor, hapsettiùi bu dudak parçasn kendi diüleri arasna skütrp ötekine "artk insafma kalmüsn!" demeye getiriyor, öteki de dudaùnn
111
Sessizlik
maceralarn zevk ve sabrla hissettikten, sevgilisinin insafna kalmann ürpertici tatlarn kenarndan yaüadktan ve ayn anda yalnz dudaùn deùil, bütün gövdesini sevgilisinin merhametine cesaretle teslim etmenin ne kadar çekici olabileceùini, üefkat ve teslimiyet arasndaki bu bölgenin aükn en karanlk, en derin yeri olduùunu hayatta ilk defa sezmeye baüladktan sonra ötekine ayn üeyi yapyor, tam bu arada aùzlarmzn
içinde
sabrszlkla
kvranan
dillerimiz,
diülerimiz
arasndan hzla birbirini bularak sevginin üiddetle deùil, yumuüaklk, kucaklama ve dokunmakla ilgili o tatl yann hatrlatyordu. Uzun seviümemizden sonra ikimiz de uyuyakaldk. Açk balkon kapsndan esen tatl ve hlamur kokulu bir rüzgâr tül perdeyi bir an kaldrp yüzümüze ipek gibi braknca, ikimiz de ayn anda irkilerek uyandk. "Rüyamda bir ayçiçeùi tarlasndaydm," dedi Füsun. "Ve ayçiçekleri hafif rüzgârda tuhaf bir üekilde dalgalanyordu. Nedense çok korkutucuydu, baùrmak istedim, ama baùramadm." "Korkma," dedim. "Ben buradaym." Yataktan
nasl
çktùmz,
nasl
giyinip
kapya
geldiùimizi
anlatmayaym. Ona snavnda sakin olmasn, snava giriü kartn unutmamasn, her üeyin iyi gideceùini, baüarl olacaùm söyledikten sonra, günlerdir söylemeyi binlerce kere aklmdan geçirdiùim üeyi de tabii olmaya çalüarak söyledim. "Yarn gene ayn saatte buluüalm, tamam m?" "Tamam!" dedi Füsun gözlerini kaçrarak. Arkasndan aükla baktm ve niüann çok güzel geçeceùini hemen anladm.
24. NÎùAN ústanbul Hilton Otelini gösterir bu kartpostallar, hikâye etmekte olduùum günlerden yirmi küsur yl sonra, Masumiyet Müzene
Nisan
si için ústanbul'un önde gelen koleksiyoncularyla dostluk ederken ve üehrin
ve
Avrupa'nn
bitpazarlarnda
(ve
küçük
müzelerinde)
gezinirken elde ettim. Uzun süren pazarlklardan sonra, ünlü koleksiyoncu Hasta Halit Bey, bu kartpostallardan birine dokunmama, yakndan bakmama izin verince, otelin modernist ve uluslararas üsluplu tandk cephesi bana yalnz niüan gecesini deùil, bütün çocukluùumu hatrlatverdi. Ben on yaümdayken, annemle babam bugün çoktan unutulmuü Amerikan yldz Terry Moore ile birlikte bütün ústanbul sosyetesinin katldù otelin açlü gecesine heyecanla gitmiüler, ondan sonraki yllarda penceremizden de görülen ve ústanbul'un eski ve yorgun siluetine iyice yabanc bu yere ksa zamanda alüp her frsatta uùramay alükanlk edinmiülerdi. Babamn mal sattù yabanc üirketlerin oryantal dansa merakl temsilcileri Hilton'da kalrlard. Pazar aküamlan, daha Türkiye'de baüka hiçbir lokantaya ulaümamü "hamburger" denen harika üeyden yemek için bütün aile otele geldiùimizde, pala bykl kapcnn altn rengi kordonlu, cvl cvl düùmeli apoletleri, nar krmzs üniformas aùabeyimle beni büyülerdi. O yllarda pek çok "Batl" yenilik önce Hilton'da denenir, büyük gazeteler otelde bir muhabir tutarlard. Annem çok sevdiùi bir tayyörü lekelenirse, Hilton'un kuru temizlemeci-sine yollatr ve lobideki pastanede arkadaülar ile çay içmeyi severdi. Pek çok akrabamn, arkadaümn düùünü de alt kattaki büyük balo salonunda yaplmüt. Niüan için müstakbel kaynvalidemin Anadoluhisar'ndaki yan harap yalsnn pek uygun olmayacaù anlaüldùnda, Hilton'a hep birlikte karar vermiütik. Ayrca ta açlündan beri Hilton, hali vakti yerinde kibar beyefendilerle, cesur hanmlara evlilik cüzdan sormadan oda veren ústanbul'daki bir avuç uygar kuruluütan biri olmuütur. Gölgeliùi uçan halya benzeyen büyük döner kapya Çetin Efendi bizi (annem, babam, ben) erken brakt. "Daha yarm saat var," dedi, otele her giriüinde neüelenen babam. "Gelin üurada oturup bir üey içelim."
113
Niúan
Lobiye hâkim bir köüeye oturduk, babamn tanyp hatrn sorduùu yaül garsondan kendimize acele birer "rak", anneme de çay smarladk. Otelin aküamüstü kalabalùn, vakit yaklaütkça sklaüarak geçen davetlileri, eski yllar da hatrlayarak seyretmek hoüumuza gidiyordu. Niüan davetlileri, tandklar ve merakl akrabalar, neüeli kafilelerle az ötemizden ük kyafetler içinde tek tek geçerlerken, tavüankulaù sakssnn geniü yapraklarnn arkasnda oturduùumuz için bizi görmüyorlard. "Aaa Rezzan'n kz ne kadar büyümüü, çok tatl olmuü," diyordu annem. "Bacaklar uygun olmayana mini eteùi yasaklamak lazm," diyordu baüka bir konuùa kaülarn çatarak bakarken. "Pamuk ailesini biz deùil, onlar arkaya oturttu, yazk!" diye babamn bir sorusuna cevap veriyor, sonra baüka davetlileri iüaret ediyordu: "Yazk, Fazla Hanm ne hale gelmiü, o üahane güzellik gitmiü, geriye hiçbir üey kalmamü... Keüke evinde oturtsalard da, zavally bu halde görmeseydim... O baüörtülüler de Sibel'in anne tarafndan akrabalar oluyor... Gül gibi karsn, çocuklarn brakp üu bayaù kadnla evlendi ya, Hicabi Bey benim için bitti... Bak üimdi berber Nevzat, sanki bana inat, benim saçn aynsn Zümrüt'e de yapmü. Bunlar kim, kar-koca burunlar, duruülar, hatta kyafetleri tilkiye benzemiyor mu Allah aükna?.. Paran var m oùlum?" "Ne alakas var üimdi?" dedi babam. "Eve koüa koüa geldi, niüana deùil kulübe gider gibi elbiselerini deùiütirip çkt. Cebine para aldn m Kemalciùim?" "Aldm." "úyi. Dik yürü, olur mu, herkesin gözü üzerinde olacak... Hadi kalkalm artk." Babam, garsona "tek" iüareti yapp önce kendine, sonra gözlerimin içine bakp bana -gene eliyle ölçüyü göstererek- birer rak daha istedi. "Hani senin kasvetlerin, skntlarn geçmiüti," dedi annem babama. "Ne oldu gene?"
114
"Oùlumun niüannda içip eùlenmeyecek miyim?" dedi babam. "Ah canm, o ne güzellik!" dedi annem Sibel'i görünce. "Elbise de üahane olmuü, inciler de yerine oturmuü. Ama kz o kadar harika bir üey ki, ne giyse üahane gözüküyor... Ne hoü, ne zarif taüyor deùil mi elbiseyi? Ne tatl, ne hanmefendi kz! Oùlum sen de ne kadar talihlisin biliyor musun?" Sibel az önce önümüzden geçen iki güzel arkadaüyla kucaklaüt. Kzlar az önce yaktklar uzun filtreli ince sigaralarn dikkatle tutarak ve birbirlerinin makyajn, saçlarn ve elbiselerini bozmamaya abartl bir gayret göstererek rujdan kpkrmz ve prl pnl dudaklarn hiçbir yere deùdirmeden öpüütüler ve birbirlerinin kyafetlerine bakp gerdanlk ve bileziklerini birbirlerine göstererek gülüütüler. "Her akll insan hayatn güzel bir üey olduùunu, amacnn da mutlu olmak olduùunu bilir," dedi babam üç güzel kz seyrederken. "Ama sonra yalnzca aptallar mutlu olur. Nasl izah edeceùiz bunu?" "Çocuùun hayatnn en mutlu günlerinden biri bu; ona niye bu laflan ediyorsun Mümtaz?" dedi annem. Bana döndü. "Hadi oùlum, ne duruyorsun gitsene Sibel'in yanna... Her an yannda ol onun, her mutluluùunu paylaü!.." Kadehimi braktm, saksnn arkasndan çkp kzlara doùru yürürken, Sibel'in yüzünün mutlu bir gülümsemeyle üldadùn gördüm. "Nerede kaldn," dedim onu öperken. Sibel beni arkadaülaryla tanütrdktan sonra, beraber dönüp otelin büyük, döner kapsna bakmaya baüladk. "Çok güzelsin canm," diye fsldadm kulaùna. "Bir tanesin." "Sen de çok yaküklsn... Ama burada durmayalm." Gene de durduk orada, ben tuttuùum için deùil. Sibel ikimizin de sk sk donup baktù, büyük yuvarlak kapdan dönerek içen giren tandklar, ummadklar, davetliler ve lobideki bir-iki iyi giyimli turistten oluüan kalabalùn hayranlk dolu bakülar altnda olmaktan çok memnun olduùu için.
115
Niúan ------------------------------------------------------------------. --------------------------------------------------------- Nisan
O yllarda ústanbul'un "Batllaümü" zenginlerinin aslnda çok küçük bir çevre oluüturduùunu, herkesin birbirini tandùn, herkesin birbirinin dedikodusunu bildiùini, üimdi olaylardan yllar sonra, döner kapdan girenleri tek tek hatrlarken çkaryorum: Çocukluùumuzda, bizleri Maçka Park'na kova kürekle oynayalm diye götürdüùü zamanlarda, annemin arkadaülk ettiùi Ayvalkl zeytinyaù ve sabun zengini Halis ailesinin tpk kendileri gibi olaùanüstü uzun çeneli gelini (aile içi evlilik!) ve daha da uzun çeneli oùullar... Babamn askerlik, benim ise futbol maç arkadaüm, eski kaleci ve araba ithalatçs Kova Kadri ve küpeler, bilezikler, kolyeler ve yüzüklerle prl prl parldayan kzlar... Eski cumhurbaükannn ticarete girerek ad yolsuzluklara karüan kaln enseli oùlu ve zarif kars... Çocukluùumda çok moda olan ameliyatlaryla bütün sosyetenin bademciklerini alan ve yalnz benim deùil, yüzlerce çocuùun çantasn ve deve tüyü rengi paltosunu her görüülerinde dehüete kapldù Doktor Barbut... "Sibel'in bademcikleri yerinde," dedim bana üefkatle sarlan doktora. "Artk güzel kzlar korkutup yola getirmek için, tbbn çok daha modern metotlar var!" dedi doktor, baükalarna da sk sk yaptù bir üakay tekrarlayarak. Siemens'in Türkiye temsilcisi yakükl Harun Bey geçerken, annem fark edip sinirlenmesin istedim. Annemin "ay, rezil" gibi kelimelerle andù bu çok sakin ve olgun görünüülü adam, ikinci karsnn kzyla (yani üvey kzyla) bütün sosyetenin "rezalet, skandal!" çùlklarna aldrmadan üçüncü evliliùini yapmü; güvenli, soùukkanl haliyle ve tatl gülüüüyle, ksa zamanda durumunu bütün sosyeteye kabul ettirmiüti. úkinci Dünya Savaü srasnda devletin aznlklara uyguladù vergileri ödeyemeyerek çalüma kamplarna yollanan Yahudilerin ve Rumlarn fabrikalarn ve mallarn ucuza kapatarak bir anda tefecilikten sanayiciliùe geçen ve babamn ahlakç bir öfkeden
116
çok kskançlkla andù, ama dostluùunu da çok sevdiùi Cüneyt Bey ve kars Feyzan'n büyük oùullar Alptekin ile ben, küçük kzlar Asena ile de Sibel ilkokuldan snf arkadaüymüz. Bunu ilk defa o srada fark etmek o kadar hoüumuza gitti ki, hep birlikte yaknda buluümaya karar verdik, "inelim mi aüaù artk?" dedim. "Çok yaküklsn, ama dik dur," dedi Sibel, annemin sözlerini bilmeden tekrarlayarak. Ahç Bekri Efendi, Fatma Hanm, kapc Saim Efendi, kars, çocuklar, hepsi ük kyafetler içinde, utana skla ksa aralklarla kapdan girip Sibel'in elini sktlar. Fatma Hanm ile kapc Saim Efendi nin kars Macide, annemin Paris'ten alp getirdiùi ük eüarplar, kendilerine yakütrarak baüörtüsü gibi takmülard. Ceketli, kravatl, sivilceli oùullan, Sibel'e gözlerinin ucuyla ama hayranlkla baktlar. Sonra babamn mason arkadaü Fasih Fahir ve kans Zarife'yi gördük. Babam bu çok sevdiùi arkadaünn mason olmasndan hoülanmaz, masonlar hakknda evde atp tutar, onlarn iü âleminde gizli bir "torpil ve imtiyaz üirketi" olduùunu söyler, antisemitik yaynevlerinin yaymladù Türk masonlarnn listelerini dikkatle ve "Vay, vay, vay!" diyerek okur, Fasih eve gelmeden önce de "Masonlarn úç Yüzü", "Ben Bir Masondum" gibi adlan olan bu kitaplar raftan indirip saklard. Hemen arkasndan, bütün sosyetenin tandù ve aüina yüzünü görünce bir an niüanmzn davetlilerinden sandùm, ústanbul'un (belki de úslam âleminin) tek kadn pezevengi ünlü Lüks ûermin boynunda ticari sembolü mor fular (bir bçak yarasn sakladù için hiç çkarmazd), yannda da aür yüksek topuklu ayakkab giyen güzel "kzlarndan" biriyle, niüan davetlisi gibi içeri girip pastaneye gitti. Annesi annemle arkadaü olduùu için çocukluùumuzun ilk yllarnda birbirimizle "doùum günü" arkadaülù ettiùimiz tuhaf gözlüklü Fare Faruk'u
ve
görüütüùümüz
117
bir
dönem
dadlarmz
arkadaü
diye
parklarda
Niçan
tütün zengini Marufun oùullarn, Sibel Büyük Kulüp'ten çok iyi tanyordu. Yüzüklerimizi takacak eski düiüleri bakan yaül ve üiüman Melikhan, müstakbel
kaynpederim
ile
birlikte
döner
kapdan
girdi,
çocukluùundan beri tandù Sibel'i görünce sarlp öptü. Beni üöyle bir süzüp Sibel'e döndü. "Maüallah, pek yakükl," dedi. "Çok memnun oldum delikanl," deyip elimi skt. Sibel'in kz arkadaülar gülümseyerek yaklaüyorlard. Eski bakan, çapkn süsü taknan ve bu hep hoügörülen ihtiyarlara özgü rahatlkla kzlarn elbiselerini, eteklerini, taklarm, saçlarn, yar üaka yan ciddi bir abartyla övdü, hepsini teker teker yanaklarndan öptü ve her zamanki kendinden memnun havasyla aüaùya indi. "Hiç sevmem bu pis herifi," dedi babam merdivenlerden inerken. "Boüver allahaükna!" dedi annem. "Basamaklara dikkat et." "Görüyorum,
kör
olmadm
üükür,"
dedi
babam.
Bahçenin,
Dolmabahçe Saray'nn üzerinden Boùaz'a, Üsküdar'a, Kzkulesi'ne bakan manzarasyla karülaünca ve cvl cvl kalabalù görünce neüelendi. Babamn koluna girdim, tepsilerde renkli kanepeler sunan garsonlar arasnda, davetlilerle öpüüe öpüüe, uzun uzun hal hatr sorarak selamlaümaya baüladk. "Mümtaz Bey, maüallah oùlunuz aynen sizin gençliùiniz... Gençlik halinizi görmüü gibi oldum." "Ben hâlâ gencim hanmefendi," dedi babam. "Ama sizi hatrlayamadm..." Sonra bana döndü. "Brak, sakatmüm gibi koluma o kadar girme," diye fsldad tatllkla. Yanndan usulca ayrldm. Bahçe ül sld ve güzel kzlarla doluydu. Çoùunun burnu açk, ük ve yüksek topuklu ayakkablar giyip ayak trnaklarn istekle, özenle ve keyifle itfaiye krmzsna boyadklarn; bazlarnn kollarm, omuzlarn, göùüslerinin üst ksmn iyice açkta brakan elbiseler ve uzun
118
Niúan
etekler giydiklerini; bacaklar görülmediùi için kendilerini rahat hissettiklerini görmek hoüuma gidiyordu. Tpk Sibel gibi, pek çok genç kadn da metal klipsli küçük, parlak el çantalarndan almülard yanlarna. Daha sonra Sibel elimi tuttu ve beni pek çok akrabas, çocukluk ve okul arkadaü ve hiç bilmediùim dostlaryla tanütrd. "Kemal, seni çok seveceùin bir arkadaümla tanütracaùm üimdi,1' diyordu her seferinde ve bütün içtenliùi ve coükusuna raùmen bana resmî gelen bir havayla o kiüiyi överken, yüzüne bir sevinç heyecan yaylyordu. Ona içten bir sevinç veren üey, hayatnn tam istediùi, planladù gibi gitmesiydi elbette. Tpk üzerindeki elbisenin her incisinin, her kvrmnn, her fiyongunun güzel, tandk vücudunun her kvrmna onca çabadan sonra kusursuz bir üekilde yerleümesi gibi, kendisi
için
öngördüùü
mutlu
hayatn
bütün
ayrntlaryla
gerçekleüeceùini, bu gecenin aylardr düüündüùü, planladù gibi gitmesinden çkaryordu. Bu yüzden, Sibel gecenin her yeni ann, her yeni yüzü, sarlp kendisini öpen herkesi, yeni bir mutluluk nedeniymiü gibi sevinçle karülyordu. Bazan bana iyice sokuluyor ve parmaklarn cmbz gibi yaparak omuzlarma düümüü, hayali bir saç ya da toz parçacùn, koruyucu bir tavrla dikkatle kovalyordu. El sküp öpüütüùümüz, üakalaütùmz kiüilerden baüm kaldrdùmda, aralarnda tepsiler içinde kanepeler sunan garsonlarn gezindiùi davetlilerin rahatladùm, içkinin yavaü
yavaü onlar
gevüettiùini, kahkahalarn, kkrdamalarn yükselmeye baüladùn görüyordum. Kadnlarn hepsi, aür boyal ve çok ükt. Pek çoùu bele oturan, üst ksm iyice açk, ince elbiseler giydiùi için üüüyorlarmü gibi gözüküyorlard. Erkeklerin çoùu, bayramlklarn giyen çocuklar gibi düùmelerini sk skya ilikledikleri ük beyaz takmlarn giymiüler, üçdört yl öncenin modas kaim, iri desenli rengârenk "hippi" kravatlarnn hatrasyla, Türkiye ortalamasna göre çok renkli saylabilecek kra-
119
Niçan
vatlar takmülard. Birkaç yl önce dünyada yaygn olan uzun favori, yüksek topuk ve uzun saç modalarnn bittiùini, belli ki Türkiye'de pek çok zengin ve orta yaül erkek iüitmemiü ya da buna inanmamüt. "Moda" diye gereùinden fazla uzatlan, uçlar iyice geniü tutulan kara favoriler ve geleneksel kara byklar, uzun kara saçlarla birlikte özellikle genç erkeklerin yüzlerini oldukça kara gösteriyordu. Belki de bu yüzden, krk yaün üstündeki erkeklerin neredeyse hepsi, seyrek saçlarna biryantin sürmüütü. Biryantin ve çeüitli erkek parfümlerinin kokusu, kadnlarn sürdüùü diùer aùr kokular, herkesin hep birlikte fazla da keyif almadan tüttürdüùü sigara dumanlar ve mutfaktan gelen kzarmü yaù kokusu belli belirsiz esen bahar rüzgâryla birleüince, bana annemle
babamn
ben
çocukken
verdiùi
davetleri
hatrlatyor,
orkestrann (Gümüü Yapraklar) geceye hazrlk olarak yar üaka yan ciddi çaldù asansör müziùi de, bana mutlu olduùumu fsldyordu. Davetliler ayakta dikilip beklemekten sklmü, yaüllar yorulmuü, ackanlar üimdiden masalar arasnda koüturup oynayan çocuklarn da yardmyla ("Babaanne, bizim masay buldum" / "Nerede? Dur koüma, düüersin!") yerlerine oturmaya baülamülard ki, eski düiüleri bakan arkadan koluma girip bir diplomat-sîyasetçinin hüneriyle beni bir kenara çekti ve çocukluùunu bildiùi Sibel'in ne kadar ince, ne kadar zarif, ailesinin ne kadar kültürlü ve hoü olduùunu, kendi hatralarn da katarak uzun uzun anlatt. "Böyle görmüü geçirmiü eski aileler hiç kalmad Kemal Bey," dedi. "Siz iü âlemindesiniz, benden daha iyi bilirsiniz, her yeri yeni para kazanmü görgüsüzler; karlan, kzlar baü örtülü kasaballar sard. Geçende gördüm, adam Araplar gibi, kara çarüafl iki karsn arkasna takmü Beyoglu'na çkarmü, dondurma yediriyor... Bu kzla evlenip, onunla hayatnn sonuna kadar mutlu olmaya kesin kararl msn bakalm?" 'Kararlym efendim," dedim. Cevabm bir üakayla süsleye-
120
Niúan
memem, eski bakanda gözümden kaçmayan bir hayal krklù yaratmüt. "Niüan hiç bozulmaz. Demek ki, bu kzn ad hayatnn sonuna kadar seninle anlacak. îyi düüündün mü?" Kalabalk, üimdiden bir daire çizerek etrafmzda toplanyordu. "Düüündüm." "Sizi hemen niüanlayaym da, yemeùimizi yiyelim. Geç bakalm üöyle..." Benden hoülanmadùn hissetmek keyfimi kaçrmamüt hiç. Bakan, çevremizde toplanan davetliler kalabalùna önce bir askerlik hatrasn anlatt. Bundan, Türkiye'nin ve kendisinin krk yl önce çok yoksul olduùu sonucu çkyordu, sonra ayn günlerde kendisinin rahmetli eüiyle nasl törensiz ve gürültüsüz patrtsz niüanlandklarn içtenlikle hikâye ediverdi. Sibel'i ve ailesini herkese övdü. Anlattklarnda fazla bir mizah yoktu; ama ellerinde tepsi, uzaktan bakan garsonlar dahil, herkes onu son derece eùlenceli bir hikâye anlatyormuü gibi gülümseyerek, hatta mutlulukla dinliyordu. Sibel'in çok sevdiùi ve kendisine aür derecede hayran olan on yaündaki tavüan diüli sevimli Hülya, burada sergilediùim yüzükleri gümüü bir tepsi içinde getirince, bir an sessizlik oldu. Sibel ile ben heyecandan, bakan da üaüknlktan yüzük taklacak elleri ve parmaklar birbirine karütrdk ve iüin içinden çkamadk. Gülmeye zaten hazr davetlilerden bazlar "O parmak deùil, öteki el," diye baùrrken bir öùrenci kalabalùnn mutluluk uùultusu yükselmeye baülamüt ki, yüzükler sonunda yerlerini buldu; bakan da onlar baùlayan kurdeleyi kesti ve bir anda havalanveren bir güvercin sürüsünün çkaracaù gürültüye benzer bir alkü koptu. Hayatm boyunca
tandùm
onca
kiüinin
sevinçle
gülümseyerek
bizleri
alkülamas, buna kendimi hazrlamü olmama raùmen beni çocukça heyecanlandrd. Ama kalbimi hzla attran bu deùildi. Kalabalk içinde, arkalarda bir yerde, annesiyle babasnn arasnda Füsun'u görmüütüm. Yoùun bir sevinç içime yayld. Sibel'i
121
Niúan
yanaklarndan öperken, hemen iki yanmza gelip bizi öpen annemle, babamla, aùabeyimle kucaklaürken, coükumun nedenini biliyor, ama onu yalnz kalabalktan deùil, kendimden de gizleyebileceùimi zannediyordum. Masamz dans pistinin hemen yanndayd. Yemeùe oturmadan önce, Füsun'un en arkada, Satsatçlarn yanndaki masada anne babasyla oturduùunu gördüm. "úkiniz de çok mutlusunuz," dedi aùabeyimin kars Berrin. "Ama çok yorulduk..." dedi Sibel. "Niüan böyleyse, kim bilir düùün nasl yorucu olacak..." "O gün de çok mutlu olacaksnz," dedi Berrin. "Mutluluk nedir, sence Berrin?" diye sordum. "Ooo, ne konular açyorsun," dedi Berrin ve bir an kendi mutluluùunu düüünüyormuü gibi yapt, ama o ann üakas bile kendisini huzursuz ettiùi için mahcubiyetle gülümsedi. Yemeùe kavuümuü cvl cvl kalabalùn neüeli sesleri, baùrümalar, çatal bçak gürültüleri ve orkestrann naùmeleri arasnda, ikimiz de ayn anda aùabeyimin güçlü ve crlak sesiyle birisine bir üey anlattùn iüitmiütik. "Aile, çocuklar, kalabalk," dedi Berrin. "Mutlu olmasan bile, hatta en kötü gününde bile (bir an aùabeyimi iüaret etti gözleriyle) mutluymuü gibi yaüyorsun. Bütün skntlar bu aile havas içerisinde eriyip, daùlp gidiyor. Siz de çocuk yapn hemen. Çok çocuk yapn, köylüler gibi." "Nedir o?" dedi aùabeyim. "Ne dedikodu yapyorsunuz bakalm?" "Çocuk yapn, diyorum onlara," dedi Berrin. "Kaç tane yapsnlar?" Kimse bakmyordu, yarm kadeh raky bir anda diktim. Az sonra, Berrin kulaùma eùildi: "Masann ucunda oturan o adam ile hoü kz kim?" "Sibel'in liseden ve Fransa'dan en iyi arkadaü Nurcihan. Sibel onu benim arkadaüm Mehmet ile mahsus yan yana oturttu. Aralarm yapmak istiyor."
122
Niúan
"ûu ana kadar fazla bir ilerleme yok!" dedi Berrin. Sibel'in hayranlk ile üefkat aras bir duyguyla Nurcihan'a baùl olduùunu, birlikte Paris'te okurlarken Nurcihan'n Fransz erkekleriyle aüklar yaüadùn, bu erkeklerle cesaretle seviütiùini (Sibel'in bana imrenerek anlattù hikâyelerdi bunlar), ústanbul'daki zengin ailesinden gizlice de olsa onlarla ayn evlere taündùn, ama bu maceralarn sonuncusunda fazla üzülüp yorulunca ve Sibel'den de etkilendiùi için ústanbul'a dönmek istediùini anlattm Berrin'e. "Ama bunun için tabii deùer
vereceùi,
kendi
düzeyinde,
Fransa'daki
geçmiüini,
eski
sevgililerini dert etmeyecek birisiyle tanüp ona âük olmas gerekiyor," diye ekledim. "Vallahi henüz böyle bir aük baülangc hiç gözükmüyor," diye fsldad Berrin gülümseyerek. "Mehmet'in ailesi ne iü yapyor?" "Zenginler. Babas meühur apartman müteahhiti." Berrin'in sol kaü züppece bir üüpheyle yukar kalknca, Robert Kolej'den Mehmet'in çok güvenilir bir arkadaüm ve doùru dürüst bir insan olduùunu, evet, ailesinin çok dindar ve muhafazakâr olmasna raùmen görücü usulüyle evlenmeye, hatta baüörtülü annesinin kendisine ústanbullu ve okumuü da olsa, bir kz bulmasna yllarca karü çktùn ve kendi tanüp arkadaülk edeceùi kzlardan biriyle evlenmek istediùini anlattm. "Ama üimdilik, kendi bulduùu modern kzlarn hiçbiriyle olmad bir türlü." "Olmaz tabii," dedi Berrin çok bilmiü bir havayla. "Niye olmaz?" "Baksana haline, tipine..." dedi Berrin. "Onun gibi Anadolu'nun baùrndan gelmiü biriyle... kzlar görücü usulüyle evlenmek ister. Fazla gezer tozar, ileri giderlerse, adamn gizli gizli kendilerini orospu' bulmasndan korkarlar." "Mehmet o kafada biri deùil." "Ama geldiùi yer, ailesi, tipi öyle. Akll kzlar adamn düüüncelerine deùil, ailesine, haline bakarlar, öyle deùil mi?"
123
Niúan
"Evet, haklsn," dedim. "Mehmet'ten ürken, onun bütün ciddiyetine raùmen onunla yaknlaümak istemeyen ayn akll kzlar, adlarn vermeyeyim üimdi, baüka erkeklerle, adamn evlenme niyetinden o kadar emin olmasalar bile, çok daha rahat davranp iüleri ileri götürebiliyorlar." "Ben demedim mi sana!" dedi Berrin gururla. "Evlenmeden önce fazla yaknlaütlar diye, yllar sonra karlarn aüaùlayan ne erkekler var bu ülkede. Sana bir üey daha söyleyeyim: Arkadaün Mehmet, bir türlü yaklaüamadù o kzlardan hiçbirine de âük olmamü aslnda. Olsayd, kzlar da bunu anlar, ona baüka türlü davranrlard. Tabii yatarlard demiyorum, ama evlenebilecek kadar yaklaürlard ona." "Ama Mehmet de o kzlar kendisine yaklaümadklar, muhafazakâr ve korkak olduklar için onlara âük olamyordu bir türlü. Yumurta m tavuktan, tavuk mu yumurtadan gibi..." "Bu doùru deùil," dedi Berrin. "Âük olmak için yatmak, cinsellik, bunlar gerekmiyor. Aük, Leyla ile Mecnun'dur." "Hmmmm..." gibi bir ses çkardm. "Ne oluyor, bize de anlatn lütfen," dedi masann öbür ucundan aùabeyim. "Kim kiminle yatyormuü?" Berrin, kocasna "çocuklar var!" anlamnda bir bakü atp kulaùma fsldad: "O yüzden asl, senin bu kuzu görünüülü Mehmet'in niye ciddi niyetlerle tanüp yaknlaümak istediùi kzlarn hiçbirine âük olamadùn anlamak lazm," dedi. Zekâsna sayg duyduùum Berrin'e, bir an Mehmet'in iflah olmaz bir randevuevi
kuüu
olduùunu
söylemek
istedim.
Mehmet'in
Sraselviler'de, Cihangir, Bebek ve Niüantaü'ndaki dört beü özel evde, sürekli ziyaret ettiùi "kzlar" vard. Bir yandan iüyerinde tanütù, yirmi küsur yaülarndaki
lise mezunu bakire
kzlarla
hiçbir
zaman
gerçekleümeyen yoùun duygusal iliükiler kurmaya çalürken, bir yandan da her gece, bu lüks evlerde, Batl film artistlerini taklit eden kzlarla sabahlara kadar vahüi geceler geçirir, çok içtiùi zamanlarda kzlara para yetiüti-
124
Niúan
remediùini ya da yorgunluktan kafasn toparlayamadùn aùzndan kaçrr, ama gece yars bir davetten çktùmzda, eli tespihli babas, baüörtülü annesi ve kzkardeüleriyle oturup Rama-zan'da herkesle birlikte oruç tuttuùu evine gideceùine, bizlerden ayrlp Cihangir'e ya da Bebek'e lüks randevuevlerinden birine giderdi. "Çok içiyorsun bu aküam," dedi Berrin, "içme o kadar. Çok kalabalk var, bütün gözler üzerinizde..." "Peki," dedim ve ona gülümseyerek kadehimi kaldrdm. "Bir Osman'n üu sorumlu haline bak," dedi Berrin, "bir de üu senin yaramaz haline... úki kardeü nasl da bu kadar farkl olabildiniz?" "Hiç de öyle deùil," dedim. "Çok benzeüiriz. Ayrca bundan sonra, ben Osman'dan da daha sorumlu ve ciddi olacaùm." "Aslnda ciddiyeti ben de hiç sevmem," diye baülamüt Berrin... "Dinlemiyorsun sen beni," dedi çok sonra. "Ne? Dinliyorum." "Ne dedim, söyle bakalm o zaman!" "Dedin ki, 'Aük eski masallardaki gibi olmal. Leyla ile Mecnun gibi,' dedin." "Yok, dinlememiüsin," dedi Berrin gülümseyerek. Ama yüzünde, halimden endiüelenen bir ifade de vard. Benim durumumu fark etti mi diye Sibel'e döndü. Ama Sibel, Mehmet ile Nurcihan'a bir üeyler anlatyordu. Kafamn bir ksmnn sürekli olarak Füsuna taklmü olduùunu. Berrin ile konuüurken srtm yönünde, arkalarda bir yerde Füsun'un oturduùunu içimde hep hissettiùimi, hep onu düüündüùümü, yalnz okurlardan deùil, kendimden de utançla saklamaya çalütm, ama yeter! Zaten görüyorsunuz, baüaramadm. Bar bundan sonra okura dürüst olaym. Bir bahaneyle masadan kalktm. Füsun'u üöyle bir görmek istiyordum. Bahaneyi hatrlamyorum. Arkalara doùru bir baktm, ama Füsun'u göremedim. Çok kalabalkt, herkes her za-
125
man olduùu gibi, ayn anda baùra baùra konuüuyordu. Masalar arasnda saklambaç oynayan çocuklar da çùlklar atyordu. Müzik, çatal-bçak-tabak gürültüsü de bunlara eklenmiü, bir büyük uùultu olmuütu. Bu mahüerî uùultunun içinde, Füsun'u görme umuduyla arkalara doùru yürüyordum. "Kemalciùim, çok tebrik ediyorum," dedi bir ses. "Göbek dans da olacak, deùil mi?" Zaimlerin masasnda oturan Snob Selim'di bu, çok eùlenceli bir üaka yapmü gibi güldüm. "Çok güzel bir seçim yaptnz Kemal Bey," dedi iyimser bir teyze. "Siz beni hatrlamazsnz. Ben annenizin..." Ama annemle nereden tanütklarn söyleyemeden, eli tepsili bir garson beni iterek aramza girdi. Doùrulduùumda kadn uzakta kalmüt. "Bakaym niüan yüzüùüne!" dedi bir çocuk, elime sertçe sarld. "Brak, ne ayp!" dedi çocuùun üiüman annesi kolunu sertçe çekerek. Çocuùa tokat alacakmü gibi bir hamle etti, ama velet tecrübeliydi, gülümseyerek bir hamlede annesinin tokadndan uzaklaüt. "Gel otur buraya!" diye baùrd annesi. "Kusura bakmayn... Tebrik ediyoruz." Hiç tanmadùm orta yaül bir kadn kpkrmz olmuü bir yüzle kahkahalar atarken, benimle göz göze gelince ciddileüti. Kocas kendisini tantt: Sibel'in akrabasyd, ama askerliùimizi Amasya'da yapmütk. Masalarna oturur muydum? Füsun'u görürüm diye arka masalara doùru bütün dikkatimle baktm, ama onu göremiyordum. Srra kadem basmüt. Bir ac hissettim. Daha önceden hiç tanmadùm bir mutsuzluk bütün gövdeme yaylyordu. "Birini mi aryorsunuz?" "Niüanlm bekliyor, ama sizinle bir kadeh içeyim..." Çok sevindiler, hemen sandalyeler skütrld, çekildi. Yok tabak çatal istemiyordum, biraz daha rak.
126
Niúan
"Kemalciùim, Erçetin Paüa ile tanümü miydin?" "Aaa, evet," dedim. Aslnda hatrlayamamütm. "Ben Sibel'in babasnn teyze kznn kocasym, delikanl!" dedi paüa alçakgönüllülükle. "Tebrik ederim." "Kusura bakmayn paüam, sivil giyinmiüsiniz, çkaramadm. Sibel sizden çok saygyla söz eder" Aslnda Sibel, yllar önce uzak bir kuzininin, Heybeliada'da yazlùa gittiùinde, yakükl bir deniz subayna kapldùn anlatmü, ben de amiralin, her zengin ailede devletle iliükiler, askerlik tecilleri ve diùer torpil iliükileri için gerekli olduùu için iyi davranlan önemli askerlerden
biri
olduùunu
düüünerek,
hikâyeyi
dikkatle
dinlememiütim. ûimdi tuhaf bir alttan alma, hoüa gitme içgüdüsüyle ona, "Paüam, ordu yönetime ne zaman el koyacak, komünistlerle irtica, iki yandan ülkeyi felakete sürüklüyor..." gibi bir üeyler demek istiyordum, ama bütün sarhoüluùuma raùmen böyle dersem, beni saygsz ve sarhoü bulacaklarn hissediyordum. Bir an içgüdüyle, bir rüyadaymüm gibi ayaùa kalktm ve uzakta Füsun'u gördüm. "Efendim, ben kalkaym!" dedim masadakilere. Çok içtiùim zamanlarda olduùu gibi, kendimi kendi hayaletim gibi hissederek yürüdüm. Füsun arkadaki masasna geçip oturmuütu. Askl bir elbise giymiüti. Omuzlar çplak ve saùlklyd. Saçlarn yaptrmüt. Çok güzeldi. Srf onu uzaktan olsun biraz görmek bile, içimi mutluluk ve heyecanla dolduruyordu. Beni
görmemiü
gibi
yapyordu.
Aramzdaki
yedi
masann
dördüncüsüne, huzursuz Pamuk ailesi yerleümiüti. O tarafa sokuldum ve bir ara babamla da iü yapmü Aydn ve Gündüz Pamuk kardeülerle bir-iki laf ettik. Aklm Füsun'un masasndayd, yanlarndaki masada Satsatçlarn oturduùunu, genç ve iddial memur Kenan'n herkes gibi gözlerini Füsun'dan alamadùn ve onunla ahbaplk ettiùini fark etmiütim hemen. Bir zamanlar zengin olup da servetlerini beceriksizce kaybe127
den pek çok aile gibi Pamuklar da içlerine çekilmiülerdi, yeni zenginler karüsnda huzursuzluùa kaplyorlard. Güzel annesi, babas, aùabeyi, amcas ve kuzenleriyle oturan, durmadan sigara içen yirmi üç yaündaki Orhan'da, sinirli ve sabrsz olmasndan ve alayclkla gülümsemeye çalümasndan baüka kayda deùer bir üey göremedim. Pamuklarn skc masasndan kalkp doùrudan Füsun'a yürüdüm. Beni görmezlikten gelemeyeceùini, aükla kendisine yaklaütùm, pervaszlùm fark edince yüzünde beliren mutluluùu nasl anlatmal? Bir anda kpkrmz kesildi ve koyu pembe renk tenine harika bir canllk geldi. Nesibe Hala'nn bakülarndan Füsun'un ona her üeyi anlattùn hissettim. Önce annesinin kuru elini, sonra her üeyden habersiz gözüken babasnn kz gibi uzun parmakl, ince bilekli güzel elini sktm. Sra güzelime gelince, elini tuttuktan sonra eùilip iki yanaùndan öptüm ve boynunun, kulaklarnn altndaki duyarl noktalarn mutluluk ve haz anlarn, içimde istekle hissettim. úçimde tekrarlanan "niye geldin?" sorusu, "iyi ki geldin!" üeklini almüt hemen. Gözlerinin çevresine çok ince bir sürme çekmiü, pembemsi bir dudak boyas sürmüütü. Bunlar da onu tpk sürdüùü koku gibi hoü bir üekilde yabanclaütrmü ve daha da kadnslaütrmüt. Gözlerinin içindeki krmzlktan, göz altlarndaki çocuksu üiülikten, benden ayrldktan sonra aküamüstü evinde aùladù sonucunu çkaryordum ki, yüzüne kendine güvenen kararl bir hanmefendi ifadesi geldi. "Kemal Bey, Sibel Hanm' tanrm, çok yerinde bir karar..." dedi cesaretle. "Çok tebrik ediyorum sizi." "Aah, teüekkür ederim." "Kemal Bey" dedi ayn anda annesi. "Kim bilir ne kadar çok iüiniz arasnda her üeyi brakp kzma matematik çalütrdnz ya, Allah raz olsun sizden!" "Snav yarn deùil mi?" dedim. "Bu gece erkenden evine dönse daha iyi olur."
128
Niúan
"Tabii ki artk onun üzerinde çok hakknz var," dedi annesi. "Ama sizinle çalürken çok üzüntüler çekti. úzin verin de bir aküam eùlensin." Bir öùretmen üefkatiyle Füsun'a gülümsedim. Kalabalùn ve müziùin uùultusundan -bir rüyadaki gibi- sanki kimse bizi duymuyordu. Füsun'un
annesine
yönelik
bakülarnda,
bazan
Merhamet
Apartman'nda beraberken beliren öfkeyi gördüm ve yars gözüken güzelim göùüslerine, harika omuzlarna, çocuksu kollarna son bir bakü attm. Geri dönerken mutluluùun sahile vuran dev bir dalga gibi aùr çekimle içimde büyüdüùünü, bütün geleceùime bir zafer duygusuyla vurmak üzere olduùunu derinden hissettim. Gümüü Yapraklar, "It's Now or Never"in uyarlamas olan "Boùaz'da Bir Aküam" çalyordu. Katksz mutluluùun bu dünyada ancak bir baükasna
sarlarak
ve
"üimdi"
elde
edileceùine
kesinlikle
inanmasaydm, "hayatmn en mutlu an" olarak iüte bu an göstermek isterdim. Çünkü annesinin sözlerinden ve Füsun'un öfkeli ve krk bakülarndan iliükimizi bitiremeyeceùi, annesinin bile, baz beklentilerle üimdiden buna raz olduùu sonucunu çkarmütm. Büyük dikkat ve ihtimamla
davranr
ve
onu
ne
kadar
çok
sevdiùimi
ona
hissettirebilirsem, hayatm boyunca Füsun'un benden kopamayacaùn anlamütm! Allah'n, baz özel kullarna, babamlara, amcamlara ancak elli yaülarnda ve büyük eziyetlerden sonra birazck baùüladù ahlak dü erkek mutluluùunu; yani bir yandan eùitimi, kültürü uygun, akl baünda ve güzel bir kadnla mutlu bir aile hayatn bütün zevkleriyle paylaürken, diùer yandan güzel, çekici ve vahüi bir kzla gizli ve derin bir aük iliükisini yaüayabilme talihini, bana daha otuz yaündayken ve çok da bir ac çekmeden neredeyse karülksz olarak baùüladù anlamna geliyordu bu. Hiç de dindar olmamama raùmen, o an Hilton'un bahçesine yerleümiü neüeli niüan kalabalù, renkli lambalar ve çnar aùaçlar arasndan gözüken Boùaz'n üklar ve arkadaki lacivert gök, Al-
129
lah'tan gelen bir mutluluk kartpostal olarak hafzama hiç çkmamacasma kaznd. "Neredeydin?" dedi Sibel. Beni aramaya çkmüt. "Merak ettim. Berrin içkiyi biraz kaçrdùm söyledi, iyi misin canm?" "Evet, biraz çok kaçt, ama üimdi çok iyiyim canm. Tek derdim aür mutluluk." "Ben de çok mutluyum, ama bir derdimiz var." "Ne?" "Nurcihan ile Mehmet olmuyor." "Olmuyorsa olmuyor. Biz çok mutluyuz." "Hayr, hayr, ikisi de istiyor bunu. Birbirlerine biraz snsalar, hemen evleneceklerine bile eminim. Ama tutulup kaldlar... Ve frsat kaçacak diye korkuyorum." Uzaktan Mehmet'e baktm. Nurcihan'a bir türlü sokulamyor ve beceriksizliùinin farkna vardkça kendine kzp, kahrolup daha da tutuklaüyordu. Bir kenarda üzeri boü tabak kuleleriyle dolu küçük bir servis masas vard. "ûuraya biraz oturup baü baüa konuüalm," dedim. "Belki de Mehmet için artk çok geç kaldk... Belki de artk onun doùru dürüst güzel bir kzla evlenmesine imkân yok!" "Niye?" Masaya oturduk. Gözlerini merak ve korkuyla kocaman açan Sibel'e, Mehmet'in mutluluùu parfüm kokulu, krmz lambal odalardan baüka bir yerde bulamayacaùn söyledim. Hemen gelen garsondan rak istedim. "Sen çok iyi biliyorsun o evleri!" dedi Sibel. "Beni tanmadan önce gider miydin sen de onunla?" "Ben seni çok seviyorum," dedim, elimi elinin üzerine koyarak ve bir an bakü niüan yüzüklü ellerimize taklan garsona aldrmadan. "Ama Mehmet, iyi herhangi bir kzla artk derin bir aük yaüayamayacaùn hissediyor olmal. Bundan telaül." "Ah çok yazk!" dedi Sibel. "Ondan korkan kzlar yüzünden..." 130
Niúan
"O da korkutmasayd kzlar... Kzlar hakl... Yattù adam kzla evlenmezse? Ad çkar, ortada kalrsa kz ne yapacak?" "únsan bunu anlar," dedi Sibel dikkatle. "Neyi anlar?" "Bir erkeùe güvenilip güvenilmeyeceùim." "O kadar kolay deùildir anlamak. Pek çok kz bu konuda karar veremediùi için kahroluyor. Ya da seviüiyor, ama korkudan zevk bile alamadan...
Hiçbir
üeyi
kafaya
takmayan
gözüpekler
var
m,
bilmiyorum. Mehmet de Avrupa'daki cinsel özgürlük hikâyelerini aùz sulanarak dinlemiü olmasayd, modernlik, uygarlk diye evlenmeden önce kzla seviümeyi büyük ihtimal kafasna hiç takmayacakt. O zaman da, kendisine âük olan doùru düzgün bir kzla çok mutlu bir evliliùi olurdu
herhalde.
ûimdiyse
bak,
Nurcihan'n
yannda
kvranp
duruyor..." "Nurcihan n Avrupa'da erkeklerle yattùn biliyor... Bu onu hem çekiyor hem de korkutuyor..." dedi Sibel. "Yardm edelim ona." Gümüü Yapraklar, kendi besteleri olan "Mutluluk"u çalyordu. Müziùin duygusallù içime iüledi. Füsun a olan aükm kanmda acyla ve mutlulukla hissettim ve Sibel'e, yüz yl sonra Türkiyelin de herhalde modern olacaùn, o zaman bekâret endiüelerinden ve ne derler korkularndan kurtulup herkesin cennette vaat edildiùi gibi seviüip mutlu olacaùn, ama o güne kadar daha çok insann nice aük ve cinsellik aclar çekerek kvranacaùn, babacan bir tavrla anlattm. "Hayr, hayr," dedi iyi yürekli, güzel niüanlm elimi tutarak. "Tpk bizim bugün mutlu olduùumuz gibi, onlar da yaknda çok mutlu olacaklar. Çünkü biz Mehmet ile Nurcihan' mutlaka evlendireceùiz." "Tamam da ne yapmamz gerekiyor?" "Yeni niüanllar üimdiden bir köüeye çekilip dedikoduya m baüladlar?" Hiç tanmadùmz üiüman bir beydi bu. 'Ben de oturabilir miyim Kemal Bey?" Cevabmz beklemeden kenar-
131
Niúan
dan sandalyeyi kapp yanmza yerleüiverdi. Krk yaülarndayd, yakasna beyaz bir karanfil takmü, üekerli, baygnlk verici aùr bir kadn parfümü sürmüütü. "Gelin ile damat böyle bir kenara çekilip fsldaürsa, bütün düùünün keyfi kaçar." "Biz daha gelin ile damat deùiliz," dedim. "Yalnzca niüanlandk." "Ama herkes bu harika niüann en gösteriüli düùünden bile üatafatl olduùunu söylüyor Kemal Bey. Düùün için Hilton'dan baüka nereyi düüünüyorsunuz?" "Affedersiniz, kiminle tanüyorum?" "Asl siz beni affedin Kemal Bey, haklsnz. Biz yazarlar herkes bizi tanr zannederiz. Adm Süreyya Sabir. Siz beni Aküam gazetesine 'Beyaz Karanfil1 adyla yazdùm haberlerden tanyor olabilirsiniz." "Aa, sizin sosyete dedikodular haberlerinizi bütün ústanbul okur," dedi Sibel. "Ben sizi kadn zannediyordum, modadan, kyafetten çok iyi anlyorsunuz." "Kim davet etti sizi?" diye ayn anda gafletle sordum ben. "Çok teüekkür ederim Sibel Hanm. Ama ince ruhlu erkeklerin de modadan anlayacaù Avrupa'da bilinir. Kemal Bey, Türk basn kanununa göre, bu gördüùünüz basn kartn yetkiliye gösterme üartyla, biz gazetecilerin umuma açk toplantlara katlma hakkmz vardr. Davetiye baslan her toplant da, yönetmeliklere göre, 'kamuya açk' addedilir. Ama buna raùmen yllardr bir kere bile davet edilmediùim bir geceye gitmedim ben. Beni bu güzel geceye çaùran ise, anneniz
hanmefendiden
baükas
deùildir.
Sosyete
dedikodusu
dediùiniz üeyi, yani cemiyet haberlerini, modern bir insan olarak anneniz önemser ve beni davetlerine sk sk çaùrr. Aramzda öylesine bir güven vardr ki, gitme frsatn bulamadùm baz davetlerdeki haberleri annenizden telefonla dinler, olduùu gibi yazarm. Çünkü hanmefendi, tpk sizin gibi her üeye dikkat eder ve asla yanlü bilgi vermez. Benim yazdùm cemiyet haberlerinde tek bir yanlü yoktur ve olamaz Kemal Bey."
132
Niúan
"Siz Kemal'i yanlü anladnz..." gibi bir üeyler mrldanyordu Sibel. "Daha demin, baz kötü niyetli kiüiler, 'ústanbul'daki bütün kaçak viskiler ve üampanyalar burada,' diyorlard... Ülkemiz döviz sknts içinde, fabrikalarmz çalütracak, mazot alacak dövizimiz yok! Bazlar, kskançlk ve servet düümanlùyla 'kaçak içkiler nereden' diye bunu gazetelerine yazp bu güzel geceye leke sürmek isteyebilirler, Kemal Bey Onlara da bana yaptùnz gibi kötü davranrsanz, inann daha da kötü yazarlar... Hayr, ben sizi asla üzmem. Ben bu tatsz sözünüzü hemen sonsuza kadar unutacaùm. Çünkü Türk basn hürdür. Ama siz de bir soruma lütfen samimiyetle cevap vereceksiniz." "Tabii Süreyya Bey, buyrun." "Az önce ikiniz, iki yeni niüanl çok tatl, çok ciddi bir konuya öyle bir
kaptrmütnz
ki
kendinizi...
Çok
merak
ettim.
Ne
konuüuyordunuz? " "Konuklar acaba yemeklerden memnunlar m diye dertleniyorduk," dedim. "Sibel Hanm, size iyi bir haberim var," dedi Beyaz Karanfil neüeyle. "Müstakbel kocanz yalan kvrmay hiç beceremiyor!" "Kemal çok iyi kalplidir," dedi Sibel. "Bahsettiùimiz konu üuydu: ûu kalabalk içerisinde kim bilir kaç kiüinin, kim bilir hangi aük ve evlilik, hatta seks derdinden mustarip olduùunu konuüuyorduk." "Aaa, evet," dedi dedikodu yazar. Yeni yeni yaylan ve bir fetiü niteliùi edinen "seks" kelimesi kullanlmüt, skandal saylabilecek bir büyük itirafla karülaümü pozu mu taknsn, yoksa insani aclarn derinliùinden anladùn m göstersin, karar veremediùi için bir an sustu. "Sizler tabii, bu aclarn ötesine geçmiü modern, mutlu ve yeni insanlarsnz," dedi sonra. Bunu alayclkla deùil, zor durumlarda, karüsndakini yaùlamann en iyi çare olduùunu tecrübeyle bilen birinin rahatlùyla söylemiüti. Geri kalan kalabalk için dertleniyormuü havasyla, düùün
133
Nisan
kalabalù içerisinde kimin kznn kimin oùluna umutsuzca âük olduùunu, hangi kzn "fazla serbest" olduùu için iyi aileler tarafndan dülanrken bütün erkeklerin aùzn sulandrdùn, hangi annenin kzn hangi zenginin çapkn oùluna vermeyi umduùunu, hangi ailenin sünepe oùlunun bir baükasyla sözlü olmasna raùmen kime âük olduùunu anlatmaya baülad. Sibel gibi ben de eùlenerek dinliyordum, bunu gören Beyaz Karanfil de coüarak anlatyordu. Dans baüladù srada bütün bu "rezaletlerin" bir bir ortaya çkacaùn söylüyordu ki, annem geldi ve çok ayp ettiùimizi, bütün misafirler bize bakarken, ayn bir masada, baü baüa dedikodu etmemizin çok yanlü olduùunu söyleyip bizi masamza yollad. Masaya, Berrin'in yanna oturur oturmaz, tpk fiüe taklmü elektrikli bir alet gibi, Füsunun hayali içimde gene bütün gücüyle ümaya baülad. Ama bu sefer hayalin ünlar huzursuzluk deùil, mutluluk saçyor ve yalnz geceyi deùil, bütün geleceùimi de aydnlatyordu. Mutluluklarnn asl kaynaù gizli sevgilileri olan, ama karlar ve aileleri sayesinde mutluymuülar gibi davranan erkekler gibi yapmaya baüladùm, Sibel sayesinde çok mutluymuüum gibi davrandùm ksa bir an açkça hissettim. Dedikodu yazaryla biraz konuütuktan sonra, annem masamza uùrad. "Aman, bu gazetecilere dikkat edin," dedi. "Her türlü yalan yazar, kötülük ederler. Sonra da tehditle babandan daha fazla reklam isterler. ûimdi de kalkn dans açn bakalm. Herkes sizi bekliyor." Sibel'e döndü. "Orkestra dans için baülyor. Ah ne kadar tatlsn, ne güzelsin sen." Gümüü Yapraklar'n çaldù tango eüliùinde Sibel ile dans ettik. Bütün davetlilerin tek bir göz olup sessizce bizi seyretmesi, mutluluùumuza yapay bir derinlik veriyordu. Sibel kolunu omzuma sarlr gibi koymuü, baün göùsüme sanki bir diskoteùin kuytu bir yerinde yalnzmüz gibi iyice yaknlaütrmü, arada bir gülümseyerek bana bir üey söylüyor, biraz döndükten son-
134
Niúan
ra ben onun omzunun üzerinden iüaret ettiùi üeye, mesela elinde dolu tepsiyle durup gülümseyerek mutluluùumuzu seyreden bir garsonun baküna, annesinin birkaç damla gözyaü döküüüne. saçlarn kuü yuvas
üeklinde
yaptrmü
bir
kadnn
görünüüüne,
bizim
yokluùumuzda Nurcihan ile Mehmet'in birbirlerine srtlarn iyice dönüüüne ve eski savaü zenginlerinden (Birinci Dünya Savaü) doksanlk bir beyefendinin beraberinde getirdiùi kaytan kravatl uüaùnn yardmyla yemeùini yiyiüine bir göz atyor, ama arkalara, Füsun'un oturduùu yere doùru hiç bakmyordum. Sibel omzunun üzerinden gördüklerini, "ûuna bak, filancann hali nasl," diye bana neüeyle hiç durmadan anlatrken, Füsun bizi görmese daha iyi olurdu. Derken bir alkü koptu, çok sürmedi, hiçbir üey olmamü gibi dansa devam ettik. Daha sonra baüka çiftler de dansa kalkmaya baülaynca masamza döndük. "Çok iyiydiniz, çok yaküyordunuz birbirinize," dedi Berrin. O srada dans edenler arasnda Füsun daha yoktu sanrm. Nurcihan ile Mehmet arasnda hiçbir geliüme olmamas Sibel'i o kadar dertlendiriyordu ki, benim Mehmet ile konuümam istedi. "Söyle ona Nurcihan'a aslsn biraz," dedi, ama ben bir üey yapmadm. Berrin de konuya fsldayarak karüt ve zorla güzellik olamayacaùn, oturduùu yerden dikkatle izlediùini, yalnz Mehmet'in deùil, ikisinin de pek maùrur, pek çtkrldm
gözüktüklerini,
birbirlerinden
hoülanmamülarsa
srar
edilemeyeceùini söyledi. "Hayr, düùünlerin bir sihri vardr," dedi Sibel. "Pek çok kiüi evleneceùi kiüiyle düùünde tanür. Yalnz kzlar deùil, oùlanlar da düùünlerde havaya girer. Ama yardm etmek gerekir..." "Ne konuüuyorsunuz? Bana da söyleyin," diyen aùabeyim de tartümaya katld ve görücü usulünün bittiùini, ama Avrupa'da olduùu gibi çiftlerin birbirleriyle tanüacaù ortamlar Türkiye'de yeterince olmadù için, iyi niyetli çöpçatanlara bugün daha da çok iü düütüùünü ders verir gibi anlatt ve bir an sanki konunun onlar yüzünden açldùn unutup Nurcihan'a
135
Nisan
döndü. "Siz görücü usulüyle evlenmezsiniz mesela, deùil mi?" diye sordu ona. "Erkek hoü ise, nasl bulduùunuz hiç önemli deùildir Osman Bey," dedi Nurcihan kkrdayarak. Hepimiz çok pervasz bir söz duymuü ve bu ancak üaka olabilirmiü gibi kahkahalar attk. Ama Mehmet kpkrmz kesildi ve gözlerini kaçrd. "Görüyor musun?" dedi Sibel daha sonra kulaùma. "Çocuùu ürküttü. Alay etti sanmütr." Ben dans edenlere hiç bakmyordum. Ama müzemizin kuruluüu srasnda, yllar sonra görüütüùüm Orhan Pamuk Bey, aüaù yukar o dakikalarda Füsun'un iki kiüiyle dans ettiùini söyledi bana. Füsun'un ilk dans ettiùi kiüiyi o tanmyor, hatrlamyordu; ama ben onun Satsat'tan Kenan olduùunu anladm. Füsun'u dansa kaldran ikinci kiüi ise, gururla söylediùine göre, Pamuklarn masasnda az önce göz göze geldiùim Orhan Bey'in kendisiymiü. Kitabmzn yazar, yirmi beü yl sonra o danstan bana gözleri parlayarak söz etti. Orhan Bey'in, Füsun ile dans ederken hissettiùi üeyleri kendi aùzndan okumak isteyenler, lütfen "Mutluluk" baülkl son bölüme baksnlar. Orhan Bey yllar sonra içtenlikle anlattùna emin olduùum o dans ederken, bizim masadaki aük, evlilik, görücü usulü ve "modern hayat" hakkndaki çift anlaml konuümalara ve Nurcihan'n kkrdamalarna dayanamayan Mehmet, kalkp bizi terk etti. Bir anda herkesin neüesi kaçt. "Ayp ettik hepimiz," dedi Sibel. "Kalbini krdk çocuùun." 'Bana bakarak söyleme," dedi Nurcihan. "Ben sizden fazla bir üey yapmadm. Hepiniz içtiniz ve sürekli gülüüüyorsunuz. Mutlu olmayan Mehmet." "Kemal onu masaya geri getirirse iyi davranacak msn Nurcihan?" dedi Sibel. "Onu çok mutlu edebileceùini biliyorum. Mehmet de seni eder. Ama ona iyi davranman lazm." Sibel'in, Mehmet ile kendisinin arasn yapmak istediùini
136
Niúan
herkesin önünde tutkuyla söylemesi, Nurcihan'n hoüuna gitmiüti. "Hemen evlenmemize gerek yok," dedi. "Beni tand, bir çift hoü laf edebilirdi." "Ediyor, ama senin gibi kiüilik sahibi bir kzla zorlanyor," dedi Sibel ve sözünün devamn Nurcihan'n kulaùna gülerek fsldad. "Bizde kzlarla oùlanlar niye flört etmeyi öùrenemez, biliyor musunuz çocuklar?" dedi aùabeyim. úçtiùi zamanlarda yüzüne gelen sevimli ifadeyi taknd. "Çünkü flört edecek bir yer bile yok. Flörtün kelimesi de tabii yok." "Senin lügatnda flört," dedi Berrin, "niüanlanmamzdan önce Cumartesi öùleden sonralar beni sinemaya götürmek anlamna gelir... Beü dakika arada Fenerin maçnn sonucunu öùrenmek için de portatif radyo getirirdin yannda." "Radyoyu aslnda maç dinlemek için deùil, seni etkilemek için alrdm yanma," dedi aùabeyim. "ústanbul'a ilk transistorlu portatif radyoyu getirmiü olmakla övünürüm." Nurcihan da annesinin Türkiye'de ilk mikser kullanan kiüi olmakla övündüùünü itiraf etti. Bakkallarda konserve kutularnda domates suyunun satlmaya baülamasndan yllar önce, yani 1950'tcrin sonunda, annesinin briç oynamaya gelen arkadaülarna domates, kereviz, pancar, turp sular ikram ettiùini, ellerinde kristal bardaklar sebze suyu içen sosyete hanmlarn mutfaùa buyur edip Türkiye'ye gelmiü ilk mikser makinesini göstermeyi alükanlk edindiùini anlatt. Böylece o yllardan kalma hoü bir müziùin eüliùinde, ústanbul burjuvazisinin önde gelenlerinin traü makinelerini, et kesme bçaklarn, elektrikli konserve açacaklarn ve daha birçok tuhaf ve korkutucu aleti Türkiye'de ilk defa kullanma hevesiyle, nasl ellerini yüzlerini kanlar içinde braktklar hatrland. Avrupa'dan heyecanla getirildikten ve çoùu bir kere kullanldktan sonra bozulan bütün o ses alma cihazlarnn, sigortalar attran saç kurutma makinelerinin, hizmetçi kzlar korkutan elektrikli kahve deùirmenle-
137
Nisan
rinin, Türkiye'de yedek parçalar olmayan mayonez yapma makinelerinin, bir türlü kylp anlamadklar için evlerimizin tozlu köüelerinde yllarca unutulup saklandklarndan söz ettik. Bu arada gülüümeler arasnda, hepimiz Siz Her ûeye Layksnz Zaim'in, Nurcihan'n
yanndaki
Mehmet'in
boü
braktù
sandalyeye
oturuverdiùini, vakit kaybetmeden sohbete candan bir neüeyle katldùn, üç-beü dakika sonra da Nurcihan'n kulaùna bir üeyler söyleyip onu kkr kkr güldürdüùünü gördük. "Ne oldu senin Alman manken?" diye sordu Sibel Zaim'e. "Onu da m hemen terk ettin?" "Inge benim sevgilim deùildi, Almanya'ya döndü," dedi Zaim neüesini hiç kaybetmeden. "úü arkadaüydk yalnzca, ona ústanbul gecelerini göstereyim diye bir ara aküamlar çkaryordum." "Yalnzca arkadaütnz yani!" dedi Sibel. O yllarda yeni yeni çiçeklenen magazin basnnn çok tekrarlanan kalp laflarndan birini kullanarak. "Bugün ben de sinemada gördüm kz," dedi Berrin. "Reklamlarda çkt, gene çok tatl gülüp içti gazozu." Kocasna döndü. "Berberde elektrikler kesilince öùle vakti çktm, Site'ye gittim, Sophia Loren'le Jean Gabin'i gördüm." Zaim'e döndü. "Reklamlar her yerde bütün büfelerde görüyorum, gazozu da yalnz çocuklar deùil, herkes içiyor artk. Tebrikler..." "iyi zamanladk," dedi Zaim. "Talihliyiz de." Nurcihan'n soru soran gözlerle baktùn gördüùüm ve Zaim'in bunu benden beklediùini hissettiùim için, arkadaümn yeni çkan Meltem gazozlarn üreten ûektaü üirketinin sahibi olduùunu, üehrin her yerinde görülen reklamlardaki sevimli Alman kz Inge'yi de bize onun tanütrdùn Nurcihan'a ksaca anlattm. "Siz bizim meyveli gazozlar deneme frsat bulabildiniz mi?" diye sordu Zaim ona. "Tabii. Özellikle çileklisini çok beùendim," dedi Nurcihan. "Bu kadar güzel bir üeyi yllardr Franszlar bile yapamyor."
138
Niúan
"Siz Fransa'da m yaüyorsunuz?" diye sordu Zaim. Daha sonra hepimizi haftasonu fabrikay gezmeye, Boùaz gezisine ve Belgrad Ormanna
pikniùe
çaùrd.
Bütün
masa
onunla
Nurcihan'
seyrediyordu. Ksa bir süre sonra da dansa kalktlar. "Git Mehmet'i bul, Nurcihan' Zaim'in elinden kurtarsn," dedi Sibel. "Bakalm Nurcihan kurtarlmak istiyor mu?" "Arkadaümn, kzlar yataùa atmaktan baüka bir düüüncesi olmayan bu Kazanova bozuntusuna yem olmasn istemem." "Zaim çok iyi kalplidir, dürüsttür, kadnlara zaaf var yalnzca. Hem Nurcihan Fransa'da yaüadù gibi burada da bir macera yaüayamaz m? Evlenmek üart m?" "Fransz erkekleri evlenmeden yatt diye bir kadn aüaùlamazlar," dedi Sibel. "Burada ise ad çkar. Daha önemlisi, Mehmet'in kalbinin krlmasn hiç istemiyorum." "Onu ben de istemiyorum. Ama bu dertlerle niüanmza gölge düüsün de istemiyorum." "Çöpçatanlùn eùlenceli yanndan zevk alamyorsun," dedi Sibel, "evlenirlerse
Nurcihan
ile
Mehmet'in
yllarca
bizim
en
iyi
arkadaülarmz olacaùn düüün." "Mehmet'in, Nurcihan' bu gece Zaim'in elinden alabileceùini sanmyorum. Partilerde, davetlerde öteki erkeklerle rekabet etmekten korkar o." "Sen onunla bir konuü, korkmasn. Ben, söz veriyorum, Nurcihan' ayarlayacaùm. Git onu hemen getir ama." Ayaùa kalktùm görünce, tatllkla gülümsedi. "Çok yaküklsn," dedi. "Baükalarna sakn taklma, çabuk gel ve beni dansa kaldr." Arada Füsun'u da görürüm diye düüünmüütüm. Yar sarhoü ve tkü tkü kalabalùn baùrülar ve kahkahalar arasnda masa masa Mehmet'i ararken, pek çok kiüinin elini skyordum. Annemin, çocukluùum boyunca her Çarüamba öùleden sonra bize gelen bezik arkadaülar, nasl aralarnda sözleümiü gibi hep birlikte saçlarn ayn açk kumral rengine boyamülarsa, üçü
139
Niúan
gene aralarnda sözleümiü gibi ayn anda kocalaryla birlikte oturduklar masadan bana el sallayp, bir çocuùu çaùrr gibi "Kemaal," diye seslendiler. On yl sonra kendisinden ölçüsüz bir rüüvet isteyen gümrük bakanna, üzerinde bir Antep manzaras olan koskocaman bir baklava kutusu içinde deste deste dolar ikram eden ve aralarndaki samimi konuümay, koltuk altna Gazo marka sarg beziyle tutturduùu ses kayt aracna kaydedip kamuoyuna açklayarak, gazetelere "bakan düüüren tüccar" sfatyla geçen babamn ithalatç arkadaü, beyaz smokini, altn kol düùmelen, manikürlü trnaklar ve sktù elimden hiç çkmayan parfüm kokusu ile hemen hatralarma karüt. Baz yüzleri tpk annemin özenle kesip yapütrdù fotoùraf albümlerindeki kimi yüzler gibi, hem fazla tandk ve yakn buluyordum hem de kimin nesi, hangisinin kocas ya da kzkardeüi olduùunu her zamanki gibi tuhaf bir huzursuzluk duygusuyla çkaramyordum. "Kemalciùim," dedi tam o srada, orta yaül hoü bir kadn. "Alt yaündayken bana evlenme teklif ettiùini hatrlyor musun canm?" Ancak on sekiz yaündaki harika kzn görünce kim olduùunu hatrladm. "Aa Meral Teyze kznz aynen siz olmuü!" dedim annemin büyük teyzesinin bu en küçük kzna. Annesi, yarn güzel kznn üniversite giriü imtihan olduùu için erken kalkacaklarn özür dileyerek söyleyince, bu hoü kadn ile benim ve benim ile güzel kznn arasndaki yaü farknn da tam on iki yl olduùunu düüündüm ve kendiliùinden o yana doùru bir an boü bulunup baktm, ama dans pistinde ve arkadaki masalarda Füsun'u göremedim; çok kalabalkt. O srada benim yüzümü deùil de, yalnzca elimi ve babamn gençlik arkadaü sigortac "Gemi Batran Güven"i gösteren bir fotoùraf, yllar sonra Hilton'un düùün-davet fotoùraflarn eline geçiren ve çöp evine yùan bir koleksiyoncudan aldm. Üç saniye sonra çekilen fotoùrafta arkada gözüken bankac beyefendinin de elini skacak ve onun Sibel'in babasnn bir tandù olduùunu öùrenirken, Lond-
140
Niúan
ra'daki Harrods maùazasna her gidiüimde (iki kere) bu bankac beyefendiyi düüünceler içinde kendine koyu renk takm elbise seçerken gördüùümü üaürarak hatrlayacaktm. Yürüdükçe masalara oturup davetlilerle hatra fotoùraflar çektiriyor; etrafta ne kadar çok saçlarn sarya boyamü esmer kadn, ne kadar çok iddial ve zengin erkek, birbirine benzeyen ne kadar çok kravat, saat, topuklu ayakkab, bilezik olduùunu, erkeklerin favorilerinin ve byklarnn neredeyse bir örnek olduùunu görüyor; bir yandan da bütün bu insanlarla bir tanüklùm ve pek çok ortak hatralarm olduùunu fark ediyor; önümdeki harika hayat ve mimoza kokulu yaz gecesinin eüsiz güzelliùini mutlulukla hissediyordum. úki baüarsz evlilikten ve krk yaündan sonra kendini fakirlere, sakatlara, öksüz çocuklara, yardm derneklerinin balolar için baùü toplamaya veren ("Ne idealizmi canm, yüzde alyormuü," derdi annem) ve bu yüzden iki ayda bir babam yazhanesinde ziyaret eden Türkiye'nin çkardù ilk Avrupa güzeliyle yanaktan öpüütük. Aile içi bir iü tartümasnda armatör
kocas
gözünden
vurulup
öldürüldükten
sonra,
aile
toplantlarna hep gözü yaül katlan dul hanmefendiyle aküamn güzelliùinden söz ettik. O günlerde Türkiye'nin en sevilen, en tuhaf ve en cesur köüe yazar Celâl Salik'in (burada bir köüe yazsn sergiliyorum) yumuüack elini içten bir saygyla sktm. Bir masada ústanbul'un ilk Müslüman zengin tüccarlarndan merhum Cevdet Beyin oùullar, kz ve torunlaryla oturup fotoùraf çektirdim. Sibel'in davetlilerinin
oturduùu
bir
baüka
masada,
o
günlerde
bütün
Türkiye'nin izlediùi ve Çarüamba günü bitecek olan "Kaçak" dizisinin (Dr. Richard Kimble, iülemediùi bir suçtan aranmakta, masumiyetini kantlayamadù için hep kaçmakta, kaçmakla, kaçmaktadr!) sonucu üzerine herkesle birlikte ben de bahse girdim. Sonunda Mehmet'i Robert Kolejden bir baüka snf arkadaümz olan Tayfun ile birlikte kenardaki barn sandalyelerine keyifle tünemiü rak içerken buldum
141
Niúan
"Ooo bütün damatlar burada..." dedi Tayfun benim de oturduùumu görünce. Yalnz birbirimizi görmenin sevinciyle deùil, bu "damatlar" sözünün mutlu hatralar sayesinde de üçümüzün de yüzünden özlem dolu birer gülümseme geçti. Lisenin son snfndayken, bir dönem öùle teneffüslerinde üçümüz, zengin babasnn Tayfun'a okula gitsin diye verdiùi Mercedes'iyle, Emirgân srtlarndaki eski bir paüa konaùna yerleümiü aür lüks bir randevuevine gider, her seferinde ayn güzel ve tatl kzlarla yatardk. Birkaç kere arabaya bindirip gezdirdiùimiz ve saklamak istediùimiz yoùun bir duygusallkla baùlandùmz kzlar da, bizden aküamlar yattklar yaül tefecilerden ve sarhoü tüccarlardan çok daha az para isterlerdi. Randevuevinin eski ve lüks bir fahiüe olan sahibesi, bize her zaman Büyükada Büyük Kulüp'teki sosyete balosunda karülaümüz gibi çok kibar davranrd. Ama aküamlan, mini etekli kzlarnn sigara içip Fotoroman okuyarak müüteri beklediùi sofada, bizleri öùle teneffüsünden çkmü ceketli, kravatl okul kyafetlerimiz içinde karüsnda her görüüünde, içten bir kahkaha atar ve "Kzlaar, mektepli damatlar geldii!" diye baùrrd. Mehmet'i neüelendireceùini hissettiùim için, sözü bu tatl hatralara getirdim. Böylece, panjurlar arasndan içeri vuran bahar güneüinden snmü odada, seviüme sonras öùle uykusuna fazla daldùmz bir gün nasl öùleden sonraki ilk dersi kaçrdùmz, yarsnda girdiùimiz sonraki dersin "Mazeretiniz nedir?" diye soran yaül ve hanmefendi coùrafya hocasna "Biyoloji çalütk hocam," dediùimizi ve ondan sonra "biyoloji çalümak" sözünün aramzda randevuevine gitmek anlamna geldiùini hatrlattm. Ön yüzünde "Hilal Otel-Restoran" yazan eski konaktaki kzlarn da Çiçek, Yaprak, Defne, Gül gibi botanik tnl takma adlan olduùunu hatrladk. Bunun nedeni üzerine tatl ve boü bir gevezeliùe daldk. Bir keresinde köüke gece ziyaretine gitmiütik; tam kzlarla odalara çekilmiüken, ünlü bir zengin ile Alman iü ortaklan gelmiü, kzlar yabanc konuklara göbek dans yapsnlar diye de ka-
142
Niúan
planmz vurularak odalardan çkarlmü ve alelacele aüaùya indirilmiütik. Sonra da teselli olarak, lokantann kuytu bir masasna oturup kzlarn göbek dansn sessizce seyretmemize izin vermiülerdi. Üzerlerinde
ültl,
pul
pul
dansöz
kyafetleri,
bizim
kzlarn
kalantorlardan çok bizleri büyülemek için yaptklar göbek danslarn, hem onlara âük olduùumuzu artk bilerek hem de yaüadùmz üeyi hayatmz boyunca hiç unutmayacaùmz hissederek ne büyük bir mutlulukla seyrettiùimizi özlemle konuütuk. Mehmet ile Tayfun, yaz tatillerinde ben Amerika'dan ústanbul'a döndüùümde, üehrin her yeni emniyet müdürüyle baüka bir üekle giren bu pahal evlerinde gördükleri
tuhaflklar
bana
göstermek
isterlerdi.
Sraselviler
Caddesi'nde polis her gün baskn yapp bir katm mühürlediùi için kzlarn her gün ayn mobilyalar ve aynalarla dolu baüka bir katta hayranlarn kabul ettiùi yedi katl eski bir Rum apartman vard mesela... Niüantaü'nn arka sokaklarndan birinde, kapsndaki fedailerin yeterince zengin olmadùna karar verdikleri misafirleri ve merakllar kovaladù bir köük vard. Az önce otele girdiùini gördüùüm Lüks ûermin, on iki yl önce 62 model kuyruklu bir Plymouth araba kullanr, aküamlan Park Oteli, Taksim Meydan ve Divan Oteli civarnda biraz tur atar, biraz da park edip arabadaki çok bakml ve temiz iki üç kzna müüteri çkmasn bekler, daha önce telefon edilmiüse "evlere servis" bile yapard. Arkadaülarmn özlem dolu sözlerinden, bu yerlerde bu kzlarla, bekâret ve "namus" endiüeleriyle tir tir titreyen "düzgün" kzlarn verebileceùinden çok daha büyük mutluluklar yaüadklar anlaülyordu. Füsun'u masasnda göremedim, ama daha gitmemiülerdi, an-nesibabas oturuyordu. Bir rak daha istedim ve Mehmet'e en yeni evleri ve son yenilikleri sordum. Tayfun bana pek çok yeni ve lüks randevuevinin
adresini
verebileceùini
ayn
alayclkla
söyleyip,
ardndan bir öfkeye kaplarak ahlak polisinin basknnda yakalanan ünlü milletvekillerinden, bekleme odasnda
143
Niúan
kendisiyle göz göze gelmemek için birden pencereden düarya bakmaya baülayan evli tandklardan ve lüks evin Boùaz'a bakan yataùnda yirmi yaündaki Çerkez kzn koynunda kalpten öldüùü halde, evinde karsnn kollar arasnda öldüùü ilan edilen yetmiülik baübakan aday paüa siyasetçilerden oluüan eùlenceli bir liste sundu. Hatralarla dolu tatl ve yumuüak bir müzik çalyordu; Mehmet'in, Tayfun'un acmasz ve öfkeli dilini kullanmak istemediùini gördüm. Ona Nurcihan'n evlenmek için Türkiye'ye döndüùünü hatrlattm ve ayrca kendisinden hoülandùm da Sibel'e söylediùini ekledim. "Gazozcu Zaim ile dans ediyor o," dedi Mehmet. "Seni kskandrmak için," dedim hiç o tarafa bakmadan. Biraz nazlandktan sonra Mehmet, aslnda Nurcihan' çok hoü bulduùunu, o da "gerçekten ciddiyse" tabii ki yanna oturup ona tatl sözler söyleyebileceùini ve bu iü olursa bana hayatnn sonuna kadar müteüekkir kalacaùn dürüstçe söyledi. "O zaman niye kza baütan iyi davranmadn?" "Bilmiyorum, yapamadm iüte." "Gel dönelim masaya, senin sandalyene baükas oturmasn." Pek çok kiüiyle öpüüerek, sarlarak masaya dönerken, bir ara Nurcihan ile Zaim'in dansn hangi aüamasnda olduùunu görmek için piste bir göz attm ve Füsun'un dans ettiùini gördüm... Satsat'n genç ve yakükl yeni memuru Kenan ile... Vücutlar birbirlerine fazla yaknd... Karnma bir aùr yayld. Masaya oturdum. "Ne oldu," dedi Sibel, "olmad m? Nurcihan da olmaz artk. Çünkü Zaim'e bayld. Baksana nasl dans ediyorlar. Üzülme artk." "Yok. Hayr. Mehmet raz." "Niye suratn asyorsun o zaman?" "Suratm asmyorum." "Canm, keyfinin kaçtù o kadar belli ki," dedi Sibel gülümseyerek. "Nedir? Peki, daha da içme artk."
144
Niúan
Çalan parça bitince hemen yenisi baülad. Bu daha da yavaü ve duygulu bir parçayd. Sofrada uzun, çok uzun bir sessizlik oldu ve ac veren kskançlk svsnn kanma karümakta olduùunu hissettim. Ama bunu hissettiùimi kabul etmek de istemiyordum. Dans edenlerin birbirlerine daha yüzlerinde
beliren
da sokulduklarn, o
ciddi
ve
dans
hafif
pistini seyredenlerin
kskanç
bakülardan
da
çkarabiliyordum. Ne ben ne de Mehmet dans edenlere bakmyorduk hiç. Aùabeyim bir üeyler söyledi, yllar sonra hiç hatrlamyorum dediklerini, ama çok önemli bir üeymiü gibi konuya girmeye çalütùm hatrlyorum. Derken daha da aùdal ve "romantik" bir müzik parças baülaynca, yalnz aùabeyim deùil Berrin, Sibel, herkes dans edenleri, birbirlerine sarlmalarn göz ucuyla seyretmeye baülad. Kafamn içinde hiçbir üeyi toparlayamyordum. "Ne diyorsun?" dedim Sibel'e. "Efendim? Bir üey demiyordum. úyi inisin sen?" "Gümüü Yapraklarda bir not yollayalm da biraz müziùe ara versinler mi?" "Niye? A brak artk, dans etsin misafirler," dedi Sibel. "En çekingenler bile göz koyduklar kzlar dansa kaldrmülar bak. inan sonunda yars evlenir o kzlarla." Bakmadm. Mehmet ile göz göze de gelmedim. "Bak geliyorlar," dedi Sibel. Bir an Füsun ile Kenan'n geldiùini zannettiùim için kalbim hzlanmüt.
Nurcihan
ile
Zaim'miü,
dans
brakmülar
masaya
dönüyorlard. Kalbim hâlâ hzla atyordu. Yerimden frladm ve Zaim'in koluna girdim. "Gel, sana barda özel bir üey içireyim," deyip onu bara götürdüm. Kalabalk içerisinde ben gene pek çok kiüiyle sarlp öpüüürken, Zaim kendisine ilgi gösteren iki kzla üakalaüt. Uzun, siyah saçl, kemerli Osmanl burunlu ikinci kzn umutsuz bakülarndan, birkaç yaz önce Zaim'e fena âük olduùu, hatta intihara teüebbüs ettiùi yolundaki dedikodular hatrladm. 145
Niúan
"Bütün kzlar baylyor sana," dedim bara oturur oturmaz. "Nedir bunun srr?" "únan ben özel bir üey yapmyorum." "Alman mankenle de özel bir üey olmad m?" Zaim gerçeùi saklayan bir havayla, soùukkanllkla gülümsedi. "Admn çapkna çkmasndan hiç hoülanmyorum," dedi sonra. "Sibel gibi harika birini bulsam, aslnda ben de artk evlenmeyi çok isterim. Seni de çok tebrik ediyorum. Sibel gerçekten mükemmel bir kz. Senin mutluluùun da gözlerinden okunuyor." "O kadar da mutlu deùilim üu an. Sana bunu açmak istedim. Bana yardm edersin, deùil mi?" "Senin için her üeyi yaparm, biliyorsun," dedi gözlerimin içine bakarak. "Bana güven ve hemen anlat." Barmen raklarmz hazrlarken, dans pistine baktm: Duygulu müziùin havasyla Füsun baün Kenan'n omzuna yaslamü myd? Pistin o köüesi karanlkt ve kendimi ne kadar zorlaüan da, ac çekmeden bakamyordum. "Anne tarafmdan uzak akrabam bir kz var," dedim piste bakarken. "Füsun ad." "Güzellik yarümasna katlan m? ûimdi dans ediyor." "Nereden biliyorsun?" "Aür güzel," dedi Zaim. "Niüantaü'ndaki o butiùin önünden geçerken görüyorum hep. Herkes gibi geçerken yavaülayp içeri bakyorum. Akldan hiç çkmayan bir güzelliùi var. Herkes bilir onu." Zaim'in yanlü bir üey eklemesinden endiüelenerek, "O benim sevgilim," dedim. Arkadaümn yüzünde hafif bir kskançlk gördüm. "ûimdi baükasyla dans ediyor olmas bile bana ac veriyor. Herhalde fena âüùm ona. Bu kötü durumun içinden çkarm diye düüünüyorum, böyle bir üeyin uzun sürmesini de istemem aslnda." "Evet, kz harika ama durum kötü," dedi Zaim. "Böyle bir üey de çok uzun sürdürülemez zaten."
146
Niúan
Niye sürdürülemezmiü, demedim. Zaim'in yüzünde bir küçümseme, bir kskançlk gölgesi var myd, durmadm üzerinde. Ama ondan ne istediùimi hemen söyleyemeyeceùimi de anladm. Önce Füsun ile yaüadùm üeyin derinliùini ve içtenliùini bilsin ve sayg duysun istedim.
Ama
baüladktan
az
sarhoütum sonra,
ve
Füsuna
yaüadklarmn
hissettiklerimi ancak
anlatmaya
sradan
yann
anlatabileceùimi, duygusal yann anlatmaya baülarsam Zaim'in beni zayf ya da gülünç bulabileceùini, hatta kendi onca macerasna raùmen beni ayplayabileceùim sezdim. Arkadaümdan asl beklediùim üey, duygularmn içtenliùini bilmesi deùil, benim ne kadar talihli ve ne kadar mutlu olduùumu anlamasyd aslnda. Yllar sonra bu hikâyeyi anlatrken, daha açk görebildiùim bu beklentimin o srada farkna varmak istemiyor, böylece ikimiz dans eden Füsun'u seyrederken, ben onunla yaüadklarm dumanl kafayla Zaim'e anlatyordum. Arada bir Zaim'in yüzüne bir an dikkatle bakp kskançlk izleri görerek ve kendimi ondan kskançlk deùil anlayü beklediùime inandrmaya çalüarak, Füsun'un hayatta yattù ilk erkek olduùumu, seviüme mutluluùumuzu, aük kavgalarmz ve o an aklma geliveren baz tuhaflklarm ona anlattm. "Ksacas," dedim bir ilhamla, "üimdi hayatta en çok istediùim üey, ölene kadar bu kz hiç kaybetmemek." "Anlyorum." Bencilliùimin
yüzüme
vurulmadan
ve
aük
mutluluùumun
yarglanmadan erkekçe bir anlayüla kabul edilmesi, beni rahatla tmüü. "ûimdi beni dertlendiren üey, kzn dans etliùi adamn Satsatta yanmda çalüan çalükan genç Kenan olmas. Beni kskandrmak için çocuùun
iüiyle
oynuyor...
Tabii,
onu
ciddiye
almasndan
da
korkuyorum. Kenan aslnda onun için ideal bir koca da olabilir." "Anlyorum," dedi Zaim. "Birazdan Kenan babamn masasna davet edeceùim. Sen-
147
Niúan
den istediùim, o zaman hemen gidip Füsun ile meügul olman, iyi bir futbolcu gibi, onu yakndan 'takip etmen' ki, bu aküam kskançlktan ölmeyeyim ve Kenan' iüten atmak gibi hayallere kaplmadan kazasz belasz bu mutlu geceyi bitireyim. Yarn üniversite giriü imtihan olduùu için, Füsunlar birazdan kalkarlar. Bu olmayacak aük da yaknda biter zaten." "Senin kz bu aküam benimle ilgilenir mi bilmiyorum," dedi Zaim. "Ayrca bir mesele daha var." "Ne?" "Görüyorum ki Sibel, Nurcihan' benden uzak tutmak istiyor," dedi Zaim. "Mehmet'e yakütrmü onu. Ama Nurcihan galiba benden hoüland. Ben de ondan çok hoülandm. Ben de senin bana bu konuda yardm etmeni istiyorum. Mehmet arkadaümz, eüit bir rekabet olsun." "Ne yapabilirim?" "Bu aküam Sibel ve Mehmet varken iüleri fazla ileri götüremezdim zaten,
ama
üimdi
senin
kz
yüzünden
Nurcihan
ile
hiç
ilgilenemeyeceùim. Sen de bunu telafi edeceksin. Haftaya Pazar günü bizim fabrikadaki pikniùe Nurcihan' da getireceùinize üimdiden söz ver." "Peki, söz veriyorum." "Sibel beni niye Nurcihan'dan uzak tutmak istiyor?" "Bu senin çapknlklarn, Alman mankenler, dansözler... Sibel hoülanmyor
öyle
üeylerden.
Arkadaün
güvendiùi
biriyle
evlendirecek." "Lütfen kötü biri olmadùm anlat Sibel'e." "Anlatyorum
zaten,"
dedim
kalkarken.
Bir
sessizlik
oldu.
"Fedakârlùn için çok teüekkür ediyorum," dedim. "Ama Füsun ile ilgilenirken dikkat et, sakn kaptrma kendini ona. Çok tatldr çünkü." Zaim'in yüzünde öyle anlayül bir ifade gördüm ki, kskançlùmdan hiç utanmadm ve ksa bir süre için de olsa içim rahat etti.
148
Niúan
Dönüüte annemlerin masasna oturdum. Rakdan iyice çakrkeyif olmuü babama, Satsatçlarn masasndaki çok akll, çok çalükan genç bir memuru, Kenan' kendisine tanütrmak istediùimi söyledim. O uzak masadan diùer Satsat çalüanlar kskanmasn diye babamn aùzndan bir not yazp bizi ta otelin açlü yllarndan beri tanyan garson Mehmet Ali'ye verdim ve dansa ara verilince Kenan'a iletmesini tembihledim. Babamn kravatnn üzerine, o srada "Daha içme yeter," diyerek kadehine uzanp tutmaya çalüan annem yüzünden rak döküldü. Dans müziùine ara verildiùi srada, kadehler içerisinde dondurmalar önümüze konuyordu. Ekmek krntlarn, kenarlar rujlu bardaklar, lekeli peçeteleri, dolu küllükleri, çakmaklar, boü ve kirli tabaklan, buruüturulmuü sigara paketlerini aklmn karüklùnn görüntüleri gibi alglyor, gecenin sonuna geldiùimizi acyla hissediyordum. O zamanlar, her yeni tabak yemekten önce, hepimiz mutlulukla sigaralar içerdik. Bir ara kucaùma alt-yedi yaülarnda küçük bir oùlan çocuùu çkmü, çocuùu bahane edip bizim masaya koüan Sibel de yanma oturup onunla oynamaya baülamüt. Annem, Sibel'in kucaùna aldù çocuùa bakp "Çok yaküt," dediùinde dans sürüyordu. Az sonra genç ve yakükl Kenan iki dirhem bir çekirdek masamza oturdu ve kalkmakta olan eski düiüleri bakanyla ve babamla tanümaktan ne büyük üeref duyduùunu anlatt. Bakan sallana sallana gittikten sonra, Kenan Bey'in Satsat'n taüraya açlmas, özellikle úzmir konusunu çok iyi bildiùini söyledim, babamlarn, herkesin iüiteceùi bir üekilde onu uzun uzun övdüm. Babam üirketlerine aldù yeni "memurlara" her zaman sorduùu sorular ona da sormaya baülad. "Evladm, hangi yabanc dilleri biliyorsunuz; kitap okur musunuz; hobileriniz var mdr; evli misiniz?" "Evli deùil," dedi annem. "Demin de Nesibe’nin kz Füsun ile çok güzel dans ediyordu." "Maüallah, o kz çok güzel olmuü," dedi babam. "Baba-oùul iüten bahsedip sizi skmasnlar Kenan Bey," dedi annem. "Aklnz üimdi genç arkadaülarnzla
149
Niúan
eùlenmektedir." "Yok efendim, sizlerle, Mümtaz Bey'le tanüma üerefi her üeyden önemli." "Çok kibar, çok nazik bir delikanl," diye fsldad annem. "Bir aküam çaùraym m?" Ama annem bu fsldamay Kenan'n iüiteceùi bir sesle yapmüt. Annem birisini beùendiùini, takdir ettiùini yalnzca bize söylüyormuü gibi yaparken, söz konusu kiüinin de bu övgüleri iüitmesini ister, o srada o kiüinin utanmasn da kendi gücünün kant olarak görür, gülümserdi. Annem ayn üekilde gülümserken, Gümüü Yapraklar çok aùr ve duygulu bir parça çalmaya baülamüt. Zaim'in Füsun'u dansa kaldrdùn gördüm. "Satsat ve taüra konusunu, üimdi babam da buradayken konuüalm," dedim. "ûimdi, kendi niüannda iü mi konuüacaksn oùlum?" dedi annem. "Efendim," dedi Kenan anneme, "belki bilmiyorsunuzdur, ama oùlunuz haftada üç-dört gün, paydostan ve herkes evine döndükten sonra yazhanede geç saatlere kadar kalr ve çalümaya devam eder." "Bazan Kenan ile birlikte devam ederiz," diye ekledim." "Evet. Bazan çok keyifli oluruz Kemal Bey ile," dedi Kenan, "sabahlara kadar hem çalür hem de borçlularn adlarna kafiyeli cümleler uydururuz." "Ödenmeyen çeklere ne yapyorsunuz?" dedi babam. "Ben bu konuyu Satsat ve bayileriyle birlikte konuüalm istiyordum babacùm," dedim ben. Orkestra duygulu aùr parçalar çalarken çeklerden, Satsat'ta yaplacak yeniliklerden, babam Kenan'n yaündayken Beyoùlu'ndaki eùlence yerlerinden, babamn yanna aldù ilk muhasebeci olan ve üimdi hep birlikte oturduùu masaya dönüp kadehlerimizi kaldrarak selamladùmz lzak Beyin usullerinden, babamn deyiüiyle gecenin ve gençliùin güzelliùinden ve yine babamn üaka yollu laf getirdiùi "aük"tan söz ettik. Babamn srarl sorularna raùmen, Kenan âük olup olmadùn açklamad. Annem, ailesi hakknda Kenan'n aùzn arad, babasnn belediyede memur olduùunu, yllarca tramvay vatmanlù yaptùn öùrenince, "Ah ne güzeldi eski tramvaylar, deùil mi çocuklar!" dedi.
150
Niúan
Misafirlerin yandan fazlas çoktan kalkmüt. Babamn gözleri arada kapanveriyordu. Annem ile babam bizleri tek tek öpüp kalkp giderlerken, "Siz de çok geç kalmayn olur mu oùlum," dedi annem, bana deùil Sibel'in gözlerinin içine bakarak. Kenan, Satsatç arkadaülarnn masasna dönmek istedi ama onu brakmadm. "ûu úzmir’e dükkân açma meselesini bir de aùabeyimle konuüalm," dedim. "Üçümüz kolay bir araya gelemiyoruz." Bizim masada aùabeyimle Kenan' tanütrmak isteyince, (onunla çoktandr tanüan) aùabeyim sol kaün alayclkla yukar kaldrd ve benim kafamn fazla dumanl olduùunu söyledi. Daha sonra da Berrin ile Sibel'e, kaü göz hareketleriyle elimdeki kadehi iüaret etti. Evet, o srada iki kadeh raky hzla içmiütim. Çünkü Zaim ile Füsun'un dans ediüine gözümün her taklünda saçma bir kskançlùa kaplyordum ve rak iyi geliyordu. Çok saçmayd onlar kskanmam. Ama aùabeyim Kenan'a çek tahsilatlarnn zorluùunu anlatrken, Kenan dahil bizim sofradaki herkes de Zaim ile Füsun'un dansn seyrediyordu. Onlara srt dönük oturan Nurcihan bile Zaim'in bir baükasyla ilgilendiùini hissetmiü, huzursuz olmuütu. Bir ara "Mutluyum," dedim kendi kendime. Her üeyin istediùim gibi olup bittiùini bütün sarhoüluùuma raùmen seziyordum. Kenan'n yüzünde de, benimkine benzer bir huzursuzluk gördüm ve patronlarnn ilgisine kaplp az önce kollarnda tuttuùu harika kz kaçran hrsl ve acemi arkadaüma, bu ince uzun bardakta -tpk benimki gibi- bir teselli raks hazrlayp önüne koydum. Ayn anda Mehmet en sonunda Nurcihan' dansa kaldrd ve Sibel bana dönüp neüeyle göz krpt. "Yeter canm, içme artk," dedi sonra tatllkla. Bu tatllùna kaplp Sibel'i dansa kaldrdm. Dans eden kalabalùn arasna çkar çkmaz da, bunun ne yanlü bir üey olduùunu anladm hemen. Gümüü Yapraklar'n çaldù "O Yazdan
151
Niúan —
Bir Hatra", Sibel ile önceki yaz aür mutlu olduùumuz günlerin tatl hatralarn, tpk müzemdeki eüyalarn yapmasn hep istediùim gibi, olanca hatrlatma gücüyle canlandrmü, Sibel de bana aükla sarlmüt. Bütün hayatm birlikte geçireceùimi o gece artk iyice anladùm niüanlma ayn içtenlikle sarlabilmeyi ne de isterdim! Oysa aklm Füsun'a taklmüt. Dans edenler kalabalù içerisinde hem onu görmeye çalüyor hem de Sibel ile mutluluùumuza tank olmasn istemediùim için kendimi tutuyordum. Çözüm olarak dans eden çiftlere laf atp üakalar yaptm. Onlar da kendi niüannn sonunda sarhoü olan damada yaplacaù gibi, bana hoügörüyle gülümsüyorlard. Bir ara günün sevilen köüe yazaryla omuz omuza geldik, hoü ve esmer bir kadnla dans ediyordu: "Celâl Bey, aük gazete yazsna benzemez deùil mi?" dedim ona. Nurcihan ve Mehmet'le yan yana gelince de, ikisi çoktandr sevgiliymiü gibi davrandm. Anneme misafirliùe her geliüinde, hizmetçiler sözlerini anlamasnlar bahanesiyle, gerekli gereksiz Franszca konuüan Zümrüt Hanma da Franszca bir üeyler söyledim, ama laf attùm insanlar güldüren üey üakalarmn parlaklù deùil, onlar sarhoülukla yapmamd yalnzca. Sibel benimle unutulmaz bir dans etmekten vazgeçmiü, kulaùma beni ne kadar çok sevdiùini,
sarhoüluùun
merakyla
keyfimi
beni
kaçrdysa
çok
sevimli
özür
yaptùn,
dilediùini,
ama
çöpçatanlk her
üeyi
arkadaülarmzn mutluluùu için yaptùn ve güvenilmez Zaim'in, Nurcihan'dan sonra üimdi de benim uzak akrabam o kza asldùn fsldyordu. Ona Zaim'in aslnda çok iyi bir insan, çok güvenilir bir arkadaü olduùunu kaülarm çatarak söyledim. Ona niye kötü davrandùn Zaim'in merak ettiùini de ekledim. "Zaim ile benden m bahsettiniz? Ne dedi?" dedi Sibel. Az önce üakalaütùm gazeteci Celâl Salik ile iki üark arasndaki sessizlikte gene yan yana geldik. "úyi bir köüe yazs ile aük birleütiren üeyi buldum Kemal Bey," dedi bana. "Nedir?" "Aük da köüe yazs da, tabii ki bizi üimdi mutlu etmelidir. Ama ikisinin de
152
Niúan
güzelliùi ve gücü, akldan hiç çkmamasyla ölçülür." "Üstat, bunu bir gün lütfen yazn," dedim ben, ama o beni deùil, dans ettiùi esmer hanm dinliyordu. Ayn anda Füsun ile Zaim'i yanmzda gördüm. Füsun baün onun boynuna doùru iyice yaklaütrmü bir üeyler fsldyor, Zaim de mutlulukla gülümsüyordu. Yalnz Füsunun deùil, Zaim'in de bizi yakndan çok iyi gördüùünü, ama müzikle dönerek görmezlikten geldiùini hissettim. Dansmzn ahengini fazla bozmadan Sibel'i onlara doùru sürükledim ve takip ettiùi tüccar gemisine arkadan yetiüip bodoslama çarpan bir korsan kalyonu gibi Füsun ile Zaim'e yandan hzla çarptk. "Aaa affedersiniz," dedim ben. "Hah ha. Naslsnz?" Füsun'un yüzündeki mutlu ve karmakarük ifade, aklm baüma getirdi ve hemen sarhoüluùun iyi bir mazeret olacaùn sezdim. Sibel'in elini brakrken, onunla Zaim'e döndüm. "Siz ikiniz biraz dans etsenize," dedim. Zaim elini Füsun'un belinden çekti. "Sen Sibel'in seni yanlü tandùn düüünüyorsun," dedim. "Senin de Zaim'e soracaklarn olmal." Dost olmalar için fedakârlk yapar gibi bir tavrla onlar srtlarndan birbirlerine doùru ittim. Sibel ile Zaim surat asarak dansa baülaynca, Füsun ile bir an bakütk. Sonra elimi beline koydum ve dans ederek hafifçe döndürüp onu oradan kz kaçran bir âüùn heyecanyla uzaklaütrdm. Onu kollarmn arasna alr almaz hissettiùim huzuru nasl anlatmal? Kalabalùn kafamn içinde dur durak bilmeden dolanan uùultusu, orkestrann tangrts ve üehrin iniltisi sandùm amansz gürültü, ondan uzak olmann huzursuzluùuymuü yalnzca. Gözyaülar ancak tek bir kiüinin kucaùnda dinen bebeklere olduùu gibi, içimi derin, yumuüack ve kadifemsi bir mutluluk sessizliùi sarmüt. Bakülarndan Füsun'un da ayn mutluluùu hissettiùini anlyor; sessizliùimizin, karülkl olarak birbirimize verdiùimiz mutluluùun farknda olduùumuz anlamna geldiùini hissediyor; dansn hiç bitmemesini istiyordum. Ama az sonra aramzdaki sessizliùin onun açsndan bambaüka
153
Niúan —
bir anlam olduùunu da telaüla fark ettim. Füsun'un sessizliùi, benim üakaya getirerek geçiütirdiùim asl soruya ("Biz ne olacaùz?") üimdi bir cevap vermem gerektiùi anlamna geliyordu. Buraya bunun için geldiùine karar verdim. Niüanda, erkeklerin ona gösterdiùi ilgi, çocuklarn bile bakülarnda gördüùüm hayranlk ona güven vermiü, acsn hafifletmiüti. O da bana "geçici bir eùlence" gibi bakyor olabilirdi. Gecenin bitmekte olduùu duygusu, üimdi çok iyi çalüan dumanl kafamda, telaüla Füsunu kaybetme korkusuyla birleüiyordu. "îki insan birbirini bizim gibi severse, kimse giremez onlarn arasna, kimse," dedim hiç hazrlamadan aùzmdan çkveren sözlere kendim de hayret
ederek.
"Bizim
gibi
sevgililer,
hiçbir
üeyin
aüklarn
bitiremeyeceùini bildikleri için en kötü günlerinde bile, hatta birbirlerine en acmasz ve yanlü üeyleri istemeden yaparlarken bile, içlerinde hiç bitmeyen bir teselli duygusu taürlar. Ama bundan sonrasn durduracaùmdan, düzelteceùimden emin ol. Beni dinliyor musun?" "Dinliyorum." Çevremizde dans eden kalabalktan kimsenin bize bakmadùndan emin olunca, "Çok talihsiz bir zamanda karülaütk," dedim. "Ne kadar hakiki bir aük yaüayacaùmzdan hemen ilk günlerde emin olamazdk. Ama bundan sonra her üeyi yoluna koyacaùm. ûimdi ilk derdimiz, senin yarnki snavn. Bu aküam kafan artk bu iülerle meügul etmemelisin." "Bundan sonra ne olacak, onu söyle." "Yarn, her zamanki gibi (sesim bir an titredi) saat ikide, sen snavdan çktktan sonra, gene Merhamet Apartman'nda buluüalm m? Bundan sonra ne yapacaùm sana o zaman rahat rahat anlataym. Bana güvenmezsen, beni ömrünün sonuna kadar görmezsin." "Hayr, üimdi söylersen gelirim." Yarn ikide bana geleceùini, her zamanki gibi seviüeceùimizi ve hayatmn sonuna kadar ondan hiç ayrlmayacaùm, harika
154
Niúan
omuzlarna,
bal
rengi
kollarna
dokunurken,
dumanl
kafayla
düüünmek o kadar güzeldi ki, o anda onun için her üeyi yapmam gerektiùini anladm. "Aramzda artk baüka biri olmayacak," dedim. "Peki, yarn snavdan sonra gelirim, sen de inüallah sözünden dönmez, nasl yapacaùn anlatrsn." Dimdik duruüumuzu hiç bozmadan kalçasnn üzerindeki elimi aükla bastrp onu müziùin ahengiyle kendime çekmeye çalütm. Direnip bana yaslanmamas, beni daha da kükrtt. Ama herkesin önünde ona sanlmaya
çalümam
aüktan
çok
sarhoüluùumun
iüareti
olarak
gördüùünü hissedince kendimi toparladm. "Oturmamz lazm," dedi ayn anda. "Baktklarn hissediyorum." Kollarmdan çkyordu. "Hemen git uyu," diye fsldadm. "Snavda da seni çok sevdiùimi düüün." Döndüùümde, bizim masada suratlar ask didiüerek birbirleriyle konuüan Berrin ile Osman'dan baüka kimse yoktu. "úyi misin?" dedi Berrin. "Çok iyiyim," dedim, karmakarük masaya ve boü sandalyelere baktm. "Sibel dans brakt, Kenan Bey de onu Satsat masasna götürdü, bir üey oynuyorlarmü orada." "Füsun ile dans ettiùin iyi oldu," dedi Osman. "Annemin soùuk davranmas yanlü artk. Ailenin Füsunla ilgilendiùini, güzellik yarümas saçmalùn unuttuùumuzu, ama gözümüzün üzerinde olduùunu,
hem
onun
hem
herkesin
bilmesi
lazm.
Kz
için
endiüeleniyorum. She thinks she is too beautiful. Kyafeti fazla açk. Alt ayda çocukluktan kadnlùa geçti, kabak çiçeùi gibi açld. Ksa zamanda doùru dürüst bir adamla düzgün bir evlilik yapmazsa önce dile düüer, sonra mutsuz olur. Ne diyor?" "Yarn üniversite giriü imtihan varmü." Ye hâlâ da dans ediyor, öyle mi? Saat on ikiyi geçiyor." O tarafa doùru yürüdüùünü gördü. "Senin üu Kenan' beùendim hakikaten. Onunla evlensin iüte."
155
Niúan
"Bunu onlara söyleyeyim mi?" diye baùrdm uzaktan. Çünkü çocukluùumuzdan beri, aùabeyimin hep benden istediùinin tersine, o konuümaya baülaynca dikkatle dinlemek için durmamü, bahçenin öteki ucuna doùru yavaü yavaü ilerlemiütim. Gecenin o saatinde, bizim masadan Satsatçlarn ve Füsunlarn oturduùu arka masalara yürürken, ne kadar mutlu ve keyifli olduùumu yllarca hep hatrladm. Her üeyi üimdiden yoluna koymuütum ve on üç saat krk beü dakika sonra Merhamet Apartman'nda Füsun'la buluüacaktm. Önümde tpk karümdaki prl prl Boùaz gecesi gibi mutluluk vaadiyle uzanan harika bir hayat vard. Danslardan yorgun düümüü, kyafetleri hoü bir üekilde açlmü güzel kzlarla, gecenin sonuna kalmü olan konuklarla, çocukluk arkadaülarmla ve otuz yldr tandùm üefkatli teyzelerle gülüüüp üakalaüyor; aklmn bir yanyla da, tedbir olarak, iü oraya gelirse sonunda Sibel ile deùil, Füsun ile evleneceùimi düüünüyordum. Sibel Satsatçlarn daùnk masasnda, gerçek bir spiritüalizm bilgisinden çok sarhoülukla "oynanan" bir ruh çaùrma "seansna" katlmüt. Çok da fazla ciddiye alnmadan "çaùrlan ruhlar" gelmeyince, masa daùld. Sibel de yandaki boü masaya geçip Füsun ile Kenan'n yanna oturdu. Hemen aralarnda bir sohbet baülaynca oraya gittim. Ama Kenan benim yaklaütùm görür görmez Füsun'u dansa kaldrmak istedi. Beni görmüü olan Füsun ayakkabsnn vurduùunu söyleyerek onu reddetti. Kenan, konu Füsun deùil de sanki dansmü gibi, günün hzl danslarndan birini bir baükasyla yapmak için kalkp gitti. Böylece artk iyice tenhalaümü olan Satsat masasnn kenarnda, Füsun ile Sibel arasndaki sandalye bana kald. Oraya Füsun ile Sibel'in arasna oturdum. O srada bir fotoùrafmzn çekilmesini ve yllar sonra sergilemeyi ne çok isterdim! úkisinin arasna oturur oturmaz da, Füsun ile Sibel'in tpk uzun yllardr tanüan ve birbirlerine uzaktan deùer veren iki Niüantaül hanmefendi gibi, son derece saygl ve yar resmî bir
156
Niúan
dille ruh çaùrma konusunu tartütklarn hoünutlukla fark ettim. Dinî eùitiminin zayf olduùunu sandùm Füsun, ruhlarn "dinimizin buyurduùu gibi" elbette var olduklarn, ama bu dünyada yaüayan bizlerin, onlarla konuümaya çalümamzn dinimize aykr ve günah olduùunu söyledi. Bir göz attù ve yan masada oturan babasnn fikriydi bu. "Üç yl önce bir kere babam dinlemedim, meraktan lise arkadaülarmla bir ruh çaùrma seansna katldm," dedi Füsun. "Çok sevdiùim ve izini kaybettiùim bir çocukluk arkadaümn adn, kâùda hiç düüünmeden, öylesine yazdm... Ama inanmadan, hatta laf olsun diye alayclkla adn yazdùm kiüinin ruhu geldi ve çook piüman oldum." "Neden?" "Kayp arkadaüm Necdet'in çok ac çektiùini fincann titremesinden hemen anladm. Fincan kendi kendine çrpnr gibi titredikçe, Necdet'in bana bir üey söylemek istediùini hissediyordum. Sonra bir anda fincan sessizliùe büründü... Herkes o kiüinin o anda öldüùünü söyledi... Nereden biliyorlard?" "Nereden biliyorlarmü?" dedi Sibel. "Ayn aküam, evde bir eldivenimin kayp tekini dolaplarda ararken, Necdet'in bana yllar önce hediye ettiùi mendili çekmecenin dibinde buldum. Belki de tesadüftü... Ama ben öyle düüünmedim. Bundan bir ders çkardm. Sevdiklerimizi kaybedince, onlarn adlarn ruh çaùrma oyunlarnda taciz etmeyelim... Onun yerine, onlar hatrlatacak bir eüya, ne bileyim, mesela bir küpe bile, bizi yllarca çok daha iyi teselli edebilir." "Füsuncuùum, canm, hadi gidelim evimize," diye seslendi Nesibe Hala. "Yarn sabah imtihann var, babann da gözleri kapanyor, bak." "Bir dakika anne!" dedi Füsun kararllkla. "Ben de hiç inanman ruh çaùrmaya," dedi Sibel. "Ama insanlarn oynadklar oyunlar, korktuklar üeyleri görmek için, -çaùrlrsam- hiç kaçrmam."
157
Niúan
"Sevdiùiniz bir insan çok özlerseniz, hangisini tercih edersiniz?" diye sordu Füsun. "Arkadaülarnz toplayp onun ruhunu çaùrmay m, yoksa onun eski bir eüyasn, mesela bir sigara kutusunu bulmay m?" Sibel kibar bir cevap ararken Füsun bir hamlede kalkt, yan masaya uzand
ve
bir
çantay
alp
önümüze
koydu.
"Bu
çanta
da
mahcubiyetimi, size sahte bir üey satmü olmann utancn hatrlatyor bana," dedi. Bunun "o" çanta olduùunu bile, Füsun'un kolunda ilk baüta gördüùümde anlayamamütm. Ama "o" çantay ben, hayatmn en mutlu anndan az önce, ûanzelize Butik'te ûenay Hanm'dan satn alp, sonra sokakta Füsun ile rastlaüp Merhamet Apartman'na geri getirmemiü miydim? Jenny Colon çanta dün de oradayd. Nasl oluyordu da üimdi buradayd? Bir hokkabazn karüsnda üaürmü gibi kafam karümüt. "Çok da yaküt size o çanta," dedi Sibel. "Turuncularnzla, üapkanzla öyle güzel gitmiü ki, kskandm görür görmez. Geri yolladùm için piüman oldum. Çok güzelsiniz." Sahte Jenny Colon çantalardan, ûenay Hanm'da daha pek çok olduùunu anladm. Bana sattktan sonra ûanzelize Butik'in vitrinine yenisini de koymuü olabilirdi, Füsuna bu aküam kullansn diye bir tane vermiü de olabilirdi. "Çantann sahte olduùunu anladktan sonra ûanzelize'ye hiç gelmediniz," dedi Füsun, Sibel'e tatllkla gülümseyerek. "Bu beni üzdü, ama tabii ki çok haklydnz." Çantay açp içini gösterdi. "Bizim ustalar Avrupa mallarn çok güzel taklit ediyorlar evelallah, ama tabii sizinki gibi bilen göz anlyor hakiki olmadùn. Ama bir üey söyleyeceùim üimdi." Bir an yutkundu, sustu, aùlayacak sandm. Ama kendini toplad ve evde dikkatle hazrladùn sandùm sözlerine kaülarn çatarak baülad. "Benim için bir üeyin Avrupa mal olup olmamasnn hiç önemi yoktur... Hakiki miymiü, sahte miymiü, bu da önemli deùil.. Bence insanlar, taklit bir ürünü sahte olduùu için deùil, 'ucuza alndù anla-
158
Nisan
korkusuyla kullanmak istemezler. Benim için kötü olan sev ise. tabii eüyann kendisine deùil, markasna önem vermektir. Kendi ütlahilir'
duygularna deùil de, baükalarnn ne diyeceùine önem veren insanlar vardr ya hani... (.Bir an bana bakt.) Bu aküam villana bu çanta ile hatrlayacaùm. Çok tebrik ediyorum, unutulmaz bir geceydi.'1 Ayaùa kalkt, ikimizin de elini skarken bizi yanaklarmzdan öptü güzelim. Tam giderken gözü yan masaya yaklaüan Zaim'e iliüti ve Sibel'e döndü. 'Zaim Bey ile niüanlnz çok iyi arkadaülar, deùil mi?" diye sordu. "Evet, öyleler," dedi Sibel. Füsun babasnn koluna girip giderken, Sibel "Niye sordu bana bunu?" dedi, ama Füsun'u küçümser bir hali yoktu, ona karü aür bir sevgi hatta heyecan
duyuyordu bile
denebilirdi. A n n e s i \e babas arasnda aùr aùr yürüyüp giderken, Füsun'un
arkasndan aükla ve hayranlkla baktm. Zaim bizim masaya, benim yanma oturdu: "Arkadaki senin üirket masasnda, bütün gece Sibel'le senin üakanz yaplmü," dedi. "Arkadaün olarak uyaryorum." "Yapma yahu, ne üakasymü bu?" "Kenan, Füsuna anlatmü. O da bana anlatt... Kalbi krkt Füsun'un, Çünkü Satsat'ta herkes, her aküam orada Sibel'le buluüup herkes gittikten sonra patron odasndaki divann üzerinde seviütiùinizi biliyormuü... Sakalar da bunun üzerineymiü." "Ne oldu gene?" dedi bize dönen Sibel. "Keyfini gene kaçran ne?"
25. BEKLEME ACISI Bütün gece uyuyamadm. Füsun'u kaybetmekten korkuyordum. Aslnda son haftalarda Sibel'le Satsat'ta iyice seyrek buluüuyorduk, ama bu ayrntnn hiçbir kymeti yoktu artk. Sabaha doùru biraz uyuyakalmüm. Uyanr uyanmaz traü olup so-
159
— -----------------------------------------------Bekleme Acs-------------------------------------------------------------
kaklara çktm ve uzun uzun yürüdüm. Dönüüte yolu uzattm ve Füsun'un snava girdiùi Teknik Üniversitenin yüz on beü yllk Taüküla binasnn önünden geçtim. Bir zamanlar talime giden fesli, sivri bykl Osmanl askerlerinin çktù büyük kapnn çevresinde, üimdi snava giren çocuklarn bekleyen baüörtülü anneler, sigara içen babalar sralar halinde oturmuü bekliyorlard. Gazete okuyan, sohbet eden, boü boü gökyüzüne bakan bu anne-babalar arasnda, gözlerim Nesibe Halay boüuna arad. Taü yapnn yüksek pencerelerinin arasnda, altmü alt yl önce Abdülhamit'i tahttan indiren Hareket Ordusu askerlerinin attù kurüunlarn
delikleri
hâlâ
gözüküyordu.
Gözlerimi
o
yüksek
pencerelerden birine dikerek içeride sorulan cevaplayan Füsuna yardm etmesi ve snavdan sonra onu bana cvl cvl bir neüeyle yollamas için Allah'a yalvardm. Ama Füsun o gün Merhamet Apartmanna gelmedi. Bana geçici bir öfke duyduùunu düüünüyordum. Güçlü Haziran güneüi perdelerin arasndan oday iyice sttùnda, her zamanki buluüma vaktimizin üzerinden iki saat geçmiüti. Boü yataùa bakmak ac veriyordu, gene sokaklara çkp yürüdüm, Pazar öùleden sonra parklarda vakit öldüren askerlere, güvercinlere yem atan çocuklu ailelerin mutluluùuna ve deniz kysnda banklara oturup gemileri seyredenlere ve gazete okuyanlara bakarak, ertesi gün her zamanki buluüma saatimizde Füsun'un geleceùine kendimi inandrmaya çalütm. Ama ertesi gün de, sonraki dört gün de gelmedi. Her gün Merhamet Apartmanna, her zamanki buluüma vaktinde gidiyor, beklemeye baülyordum. Oraya erken gidip beklemenin acm daha da artrdùn anlaynca, ikiye beü kaladan önce gitmemeye karar verdim. Sabrszlktan titreyerek içeri girerdim; ilk on-on beü dakikada aük acmla umut birbirine karül, karnmla yüreùim arasndaki aùryla, burnumun ve alnmn içinde hissettiùim heyecan çatürd. Durup durup perdelerin arasndan sokaùa bakar, gözüm kapnn önündeki sokak lanv
160
Bekleme Acs
basnn pasl haline taklr, biraz oday toplar, bir kat aüaùdaki sokaktan geçenlerin ayak seslerini dikkatle dinler, bazan bir kadn ayakkabsnn ökçelerinin kararl tkrtsn onunkine benzetirdim. Ama ayak seslen hiç yavaülamadan geçer, giriü kapsn onun gibi hafit bir gürültüyle kapatan kiüinin de apartmandan çkan baüka biri olduùunu acyla anlardm. Füsunun artk o gün gelmeyeceùini yavaü yavaü kabul ettiùim o onon beü dakikay nasl geçirdiùimi, en iyi burada sergilediùim saat, kibrit çöpleri ve desteleriyle anlatabilirim. Odalarda gezinerek, pencereden bakarak, bazan da bir köüede hiç kprdamadan öylece dikilip içimdeki acnn
dalgalanün
dinlerdim.
Apartman
dairesindeki
saatler
tkrdarken, aklm saniyeler ve dakikalarla oynayarak acm azaltmaya çalürd. Her zamanki buluüma saatimize doùru akan dakikalarda, içimde "bugün, evet, üimdi geliyor" duygusu bir bahar çiçeùi gibi kendiliùinden açverirdi. O anlarda, vaktin daha çabuk geçmesini bir an önce güzelime kavuüabilmek için isterdim. Ama o beü dakika hiç geçmezdi. Aslnda kendimi kandrdùm, vaktin geçmesini aslnda hiç istemediùimi, çünkü Füsunun belki gelmeyeceùini de bir an açklkla düüünürdüm. Saat tam iki olunca, kavuüma saatimiz geldi diye sevinmem mi gerekir, yoksa bundan sonra geçen her an Füsun'un gelme ihtimalini azaltyor diye üzülmem mi gerekir çkaramazdm. úskeleden uzaklaüan bir gemideki yolcu gibi, geçen her saniyenin beni arkada braktùm sevgilimden aslnda uzaklaütrdùn bildiùim için, geçen dakikalarn o kadar çok olmadùna kendimi inandrmaya çalür, bu amaçla anlardan ve dakikalardan aklmda küçük desteler yapardm. Her saniyede her dakikada deùil, ancak beü dakikada bir üzülmeliydim! Bu yöntemle beü tek dakikann acsn son dakikaya kadar ertelemiü olurdum. úlk beü dakikann geçtiùini inkâr etmek artk imkânsz olunca, yani geç kalma gerçek olunca, ac çivi gibi içime batar; can havliyle, Füsunun buluümalarmza hep beü-on dakika geç geldiùini düüünür (bunun ne kadar doù-
161
— -----------------------------------------------Bekleme Acs-------------------------------------------------------------
ru olduùunu o srada çkaramazdm artk) ondan sonraki beülik dakika destesinin ilk dakikalarnda daha az ac çeker, az sonra kapy çalacaùn, az sonra tpk ikinci buluümamzda olduùu gibi, onu birden karümda buluvereceùimi umutla düülerdim. Kapy çalnca önceki günlerde gelmediùi için ona kzacaùm ya da onu görür görmez affedeceùimi kurardm. Çok ksa süren bu hayallere hatralar da eülik eder, o srada gözüme taklan Füsun'un ilk buluümamzda çay içtiùi bu fincan ya da dairede sabrszlkla yürürken amaçszca eline aldù bu küçük eski vazo, bana onu hatrlatrd. Beüer dakikalk destelerin dördüncüsünün ve beüincisinin de geçtiùini de kabul etmek için umutsuzlukla biraz direndikten sonra, mantùm en sonunda Füsun'un o gün de gelmeyeceùini kabul etmek zorunda kalr, o zaman içimdeki ac bir anda öyle artard ki, dayanabilmek için kendimi bir hasta gibi yataùa atardm.
26. AùK ACISININ ANATOMøK YERLEùøMø O günlerde ústanbul eczanelerinin vitrinlerinde dikkatimi çeken aùr kesici Paradison'un reklam afiüindeki iç organlarmz gösterir resmi, aük acsnn o günlerde belirdiùi, keskinleütiùi ve yayldù yerleri müze ziyaretçisine gösterebilmek için iüaretledim. Müzemizi göremeyen okur için acnn en yoùun olduùu baülangç noktasnn, midemin sol yannn yukar ksmnda olduùunu belirteyim. Ac güçlendiùi vakit, üekilde görüldüùü gibi, göùsümle midem arasndaki boüluùa hemen yaylrd. O zaman gövdenin yalnz sol ksmnda kalmaz, saùa da geçerdi. Sanki içime bir tornavida ya da kzgn bir demir sokulmuü içeriden kanrtlyormuü hissine kaplrdm. Sanki midemden baülayarak bütün karnmda keskin asitli svlar birikiyordu, sanki yakc ve yapükan küçük deniz yldzlan iç organlarma yapüyordu. ûiddetlendikçe hacmi geniüleyerek artan ac, alnma, enseme, srtma.
162
Aúk Acsnn Anatomik Yerleúimi
hayallerime, h«r yerime vurur, beni boùar gibi skütrrd. Bazan göbeùimde, tam göbek çukurunun etrafnda, resimde gösterdiùim gibi, sanki bir yldz üeklinde birikir ve asitli sen bir sv gibi boùazma, aùzma dolup sanki beni boùup öldürecekmiü gibi korkutur, oradan bütün gövdemi zonklatr, beni inletirdi. Elimi duvara vurmak, jimnastik hareketleri yapmak, gövdemi bir sporcu gibi zorlamak, bir an için acy unuttururdu; ama en zayfladù zamanlarda bile, bir türlü tam kapanamayan bir musluktan damlayan damlalar gibi, acnn kanma karütùn hep hissederdim. Ac bazan boùazma kadar çkar, yutkunmam zorlaütrr, bazan srtma, omuzlarma, kollarma yaylrd. Ama her zaman asl midemdeydi, merkezi orasyd. Bütün bu elle tutulur niteliklerine raùmen, acnn aklm ve ruhum ile ilgili bir üey olduùunu da bilirdim, ama ondan kurtulmak için kafamda yapmam gereken temizliùi yapmaya da giriüemezdim. Daha önce böyle bir üeyi hiç yaüamadùm için, ilk defa baskna uùrayan maùrur bir komutan gibi, tam bir akl karüklùna sürüklenmiütim. Üstelik içimdeki acy dayanlr klan ve bu yüzden de uzatan bir umudum ve Füsun'un her yeni gün Merhamet Apartman'na gelebileceùine iliükin pek çok neden ve hayal vard kafamda. Niüanlanmaktan baüka, Sibel ile yazhanede buluümalarmz ondan saklamak, niüanda kskançlkla dolaplar çevirip onu Kenan dan uzak tutmak ve tabii küpe sorununu bir türlü çözememek gibi suçlarm yüzünden
bana
küstüùünü,
beni
cezalandrdùn
düüünürdüm
soùukkanllk anlarnda. Ama benzersiz seviüme mutluluùumuzun yokluùunun, Füsun'un benim kadar kendisine de verdiùi bir ceza olduùunu, buna onun da benim gibi dayanamayacaùn kuvvetle hissederdim. ûimdi acya katlanmal, onun gövdeme yaylün sabrla karülamal, diüimi skmalydm ki, buluütuùumuz zaman o da benim durumumu kabullensin. Bunu düüünür düüünmez de piümanlùa kaplr, kskançlk yüzünden onlara nisan davetiyesi yollattùm için ya da ka-
163
Aúk Acsnn Anatomik Yerleúimi
yp küpesini bulup geri getirmediùim için ya da ona daha çok vakit ayrp
çok ciddi bir üekilde matematik öùretmediùim için ya da
çocukluk bisikletini bir aküam yemeùinde ona ve ailesine geri götürmediùim için ac çekerdim. Piümanlk acs, daha içe dönük ve ksa bir acyd ve bacaklarmn arka ksmna ve ciùerlerime vurur, tuhaf bir üekilde gücümü tüketirdi. O zaman ayakta duramaz, kendimi "piümanlkla" bir yataùa atmak isterdim. Bazan da sorunun kötü geçen giriü snav olduùunu düüünürdüm. Daha sonra piümanlkla onunla uzun uzun matematik çalütùm hayal ederdim ve o zaman bu hayaller acm azaltr, bu matematik derslerinin sonunda seviüeceùimizi düülerdim. Kafamdaki bu resimlere onunla geçirdiùimiz mutlu saatlerden harika anlar eülik eder, tam bu srada niüanda dans ederken bana verdiùi sözü, yani imtihandan hemen sonra bana gelme sözünü tutmadù, bunun için bir gerekçe bile göstermediùi için ona kzmaya baülardm. Niüanda beni kskandrmaya çalümas, Satsat çalüanlarnn benim hakkmdaki alayc sözlerini dinlemesi gibi baüka küçük suçlarna duyduùum öfkeyi de bu kzgnlùma ekler ve bu duygulan ondan uzak durmak ve onun beni cezalandrma isteùini sessizce karülayabilmek için kullanmaya çalürdm. Bütün bu küçük öfkeler, umutlanmalar ve kendimi kandrmak için yaptùm diùer hilelere raùmen, Cuma günü saat iki buçuùa doùru gene gelmeyeceùini anlaynca yenik düütüm. ûimdi ac, öldürücü ve zalimdi ve beni, kurbannn canna hiç deùer vermeyen vahüi bir hayvan gibi tüketiyordu. Ölü gibi yataùa uzanmü, çarüaflara sinmiü kokusunu kokluyor, alt gün önce bu yatakta nasl da mutlulukla seviütiùimizi hatrlyor ve onsuz nasl yaüayabileceùimi düüünüyordum ki, direnemediùim bir kskançlk duygusu, içimdeki öfkeye karüarak yükselmeye baülad. Füsun'un kendine hemen yeni bir sevgili bulduùunu düüünüyordum. Kskançlk acs zihnimde baülyor, ksa zamanda midemdeki aük acsn tetikleyerek beni bir çeüit ykma sürüklüyordu. Beni zayf düüüren bu utanç verici hayal,
164
Aúk Acsnn Anatomik Yerleúimi
baüka zamanlar da gelmiüti aklma, ama üimdi onlar bir türlü durduramyor, rakibimin Kenan, Turgay Bey, hatta Zaim ya da pek çok hayran arasnda hemen buluverdiùi birisi olduùunu düüünüyordum. Seviümekten bu kadar hoülanan birisi, üimdi tabii ki bunu baükalaryla yapmak isteyecekti. Üstelik bana olan kzgnlù, onu intikam almaya yöneltecekti.
Kskançlùmn
kskançlk
olduùunu,
aklmn
hâlâ
mantkl kalabilen küçük bir köüesiyle düüünebilmeme raùmen, her yerimi üiddete varan bir güçle saran bu aüaùlayc duyguya bile bile teslim olmuütum. Hemen gidip ûanzelize Butik'te onu görmezsem hrstan, öfkeden delireceùimi hissederek koüa koüa evden çktm. Kalbimi hzla attran bir umutla Teüvikiye Caddesi'nde koüturur gibi yürüdüùümü hatrlyorum. Az sonra onu göreceùim düüüncesi kafam öylesine teslim almüt ki, ona ne diyeceùimi bile düüünmüyordum. Onu görür görmez, bütün acmn en azndan bir süre için dineceùini biliyordum. Beni dinlemeliydi, söyleyeceklerim vard, birlikte dans ederken böyle mi konuümuütuk, bir pastaneye gidip konuümalydk. ûanzelize Butik'in kap çan tngrdarken, kalbim burkuluver-di. Kanarya yerinde deùildi. Füsunun orada olmadùn çoktan anlamütm, ama korku ve çaresizlikten arka odada saklandùna kendimi inandrmaya çalütm. "Buyrun Kemal Bey," dedi ûenay Hanm üeytanca bir gülümsemeyle. "Vitrindeki beyaz iülemeli gece çantasn bir görmek istiyorum," diye fsldadm. "Aaa, iyi bir parça," dedi. "Çok dikkatlisiniz. Dükkâna ne zaman güzel bir üey gelse, hep ilk siz görür, siz alrsnz. Paris'ten daha yeni geldi. Klipsi taüldr. úçinde portmonesi, aynas var. El yapmdr." Aùr aùr yürüyüp vitrinden çkardù çantay bir yandan da ballandra ballandra övüyordu. Perdeleri kapal arka odaya bir göz attm, Füsun yoktu. Kadnn getirdiùi bu çiçekli zarif çantay sabrla inceler gibi yap-
165
---------------------------------------- Aúk Acsnn Anatomik Yerleúimi -----------------------------------------------------
tim, fiyat olarak söylediùi sarsc rakam hiç tartümadm. Cad paketi yaparken, herkesin niüann ne kadar harika geçtiùini uzun uzun anlattùn söyledi. Srf pahal bir üey daha almü olmak için, gözüme iliüen bir çift kol düùmesini de sarmasn söyledim. Kadnn yüzündeki sevinci görünce cesaretlenerek "Ne oldu bizim akraba kz, bugün yok mu?" dedim. "Aa bilmiyor musunuz? Füsun iüi birden brakt." "Öyle mi?" Füsun u aradùm hemen sezmiü, bundan da artk görüümediùimizi çkarmü, ne olduùunu anlamaya çalüarak bana dikkatle bakyordu. Kendimi tuttum, hiçbir üey sormadm. Acma raùmen soùukkanllkla saù elimi cebime soktum ki, niüan yüzüùümü takmadùm görmesin. Paray öderken kadnn bakülarnda bir üefkat gördüm: ûimdi ikimiz de Füsun u kaybettiùimiz için sanki birbirimize yaknlaümütk. Ben gene de yokluùuna inanama-dan küçük arka odaya bir bakü daha attm. "úüte böyle," dedi kadn. "Bugünün gençleri paray çalüarak deùil, kolaydan kazanmay seviyorlar." Özellikle cümlenin son ksm, hem aük acm hem de kskançlùm dayanlmayacak kadar artrd. Ama bunu Sibel'den saklamay baüardm. Yüzümün her ifadesini, her yeni hareketimi duyarlkla fark eden niüanlm, ilk günlerde bana hiçbir üey sormamü, ama niüandan üç gün sonra, aküam yemeùinde ben acdan kvrm kvrm kvranrken, bana çok hzl içtiùimi yumuüack bir edayla hatrlatmü ve "Neler oluyor canm?" diye soruvermiü, ben de aùabeyimle iü çatümalarnn beni gene yprattùn söylemiütim. Cuma aküam bir yandan Füsun'un ne yaptùm karnmdan yukarya doùru ve ensemden bacaklarma doùru çift yönde hareket eden bir acyla merak ederken, gene Sibel'in sorusu üzerine aùabeyimle sözde çatümamz hakknda bir anda bir sürü ayrnt uydurdum. (Allah'n hikmeti bir simetriyle, bu uydurduklarmn hepsi yl-
166
---------------------------------------- Aúk Acsnn Anatomik Yerleúimi -----------------------------------------------------
lar sonra gerçekleüti.) "Boüver," dedi Sibel gülümseyerek. "Zaim ile
Mehmet'in Pazar günkü piknikte Nurcihan'a yakn olmak için çevirdikleri dolaplar sana anlataym m?"
27. SARKMA, DÜùERSøN Sibel ile Nurcihan'n okuduklar Fransz bahçe ve ev dergilerinden ilhamla geleneksel keyiflerin bir sentezini yanstan bu piknik sepetini, içi çay dolu termosu, plastik kutu içindeki yalanc dolmalar, yumurtalar, Meltem gazozu üiüelerini ve Zaim'in anneannesinden kalan ük örtüyü, o Pazar gezintisini temsil etsinler ve ziyaretçiyi ev içlerinin ve benim aclarmn boùucu havasndan çkarsnlar diye sergiliyorum. Ama okur da ziyaretçi de, acm bir an olsun unutabildiùimi sanmasn sakn. Pazar sabah önce Meltem gazozunun Boùazda, Büyükdere'deki fabrikasna gittik. Inge'nin koskocaman resimleri ve üstü karalanmü solcu duvar yazlaryla çevrili binalarda, Zaim bizi mavi önlüklü, baüörtülü, sessiz iüçi kadnlarla, gürültülü, neüeli üeflerin çalütrdù ykama, üiüeleme bölümlerinde gezdirirken (bütün ústanbul'u reklamla donatan Meltem gazozu fabrikasnda altmü iki kiüi çalüyordu yalnzca), ben Nurcihan ve Sibel'in deri çizmeli, ük kemerli ve blucinli fazla alafranga kyafetlerinden ve serbest havalarndan yüzeysel bir üekilde sklyor ve "Füsun, Füsun, Füsun" diye sessizce atan yüreùimi yatütrmaya çalüyordum. Oradan iki arabaya doluütuk ve Belgrad Ormanlar'na ve Bentler'e giderek, yüz yetmiü yl önce Avrupal ressam Melling'in yaptù bu manzaraya ve Bentler'e bakan bir yeüilliùe, piknik yapan kimi hayali Avrupallar taklit ederek yerleütik. Öùleye doùru topraùa uzanp prl pnl mavi gökyüzüne baktùm; bir kenarda Zaim ile, uùraüarak yeni alnmü gcr gcr iplerle, eski Acem bahçelerinden kalma bir salncaù kurmaya ça167
Sarkma, Düúersin
lüan Sibel'in güzelliùine ve zerafetine üaütùm hatrlyorum. Bir ara Nurcihan, Mehmet, ben dokuz taü oynadk. Topraùn hoü kokusunu, Bentler'in arkasndaki gölden gelen serin havann taüdù çam ve gül rayihasn içime çekiyor, önümdeki harika hayatn Allah'n bana bir lütfü olduùunu ve bana karülksz verilen bütün bu güzelliklerin karnmdan gövdeme ölüm gibi yaylan aük acsyla zehirlenmesinin ne büyük bir aptallk, hatta günah olduùunu düüünüyordum. Füsun'u görememenin verdiùi acnn altnda bu kadar ezilmek, bana utanç veriyordu; bu utanç kendime olan güvenimi zayflatyor, bu zayflk yüzünden de kskançlùa kaplyordum. Bir ara Mehmet, üzerinde hâlâ beyaz gömleùi, askl pantalonu ve kravat sofray kurarken, böùürtlen toplama
bahanesiyle
Nurcihan
ile
uzaklaüan
Zaim'in
burada
olmasndan memnun olduùumu, çünkü bunu, onun Füsun ile buluümadùnn bir kant olarak gördüùümü anladm. Ama bu, Füsun'un Kenan ya da
baüka birisiyle buluümadù
anlamna
gelmiyordu tabii. Dostlarla konuümann, top oynamann, Sibel'i bir çocuk gibi salncakta sallamann ya da yeni model bir konserve açacaùm denerken, niüan yüzüklü parmaùm derinden kesip kanlar içinde kalmann beni oyaladùn, bu yoùun anlarda onu düüünmemeyi baüarabildiùimi keüfediyordum. Kesik parmaùmn kan bir türlü dinmiyordu. Kanundaki aük zehrinden olabilir miydi bu? Bir ara aüktan sersemlemiü bir kafayla salncaùa bindim ve bütün gücümle sallanmaya baüladm. Salncak hzla düüer gibi aüaù inerken, karnmdaki ac biraz azalyordu Salncaùn uzun ipleri gcrdar, ben havada koskocaman bir yay çizerken, kafam geriye ve yere doùru sarktrsam, aük acm biraz azalyor, erteleniyordu. "Ne yapyorsun Kemal, dur, sarkma, düüersin!" diye baùrd Sibel Öùle güneüi gölgelik aùaç altlarn bile strken, Sibel'e kann dinmediùini kendimi iyi hissetmediùimi. Amerikan Hastanesine gidip parmaùma dikiü attrmak istediùimi söyledim. ûaür-
168
Sarkma, Düúersin
d. Gözlerini kocaman açt. Aküama kadar bekleyemez miydim? Kanm durdurmaya çalüt. Siz okurlara itiraf ediyorum: Kan dinmesin diye yaray ona göstermeden gizlice açyordum. "Hayr," dedim, "lütfen bu güzel pikniùin keyfini bozmuü olmayaym, sen de benimle gelirsen çok ayp olacak, canm. Onlar seni aküam üehre geri getirirler." Ben arabaya doùru yürürken, canm niüanlmn anlayül ve buùulu gözlerinde, o soru soran bakü utançla gene gördüm. "Nen var?" dedi sorunun akan kanlardan daha vahim olduùunu sezerek. O anda ona sarlp acm ve tutkumu unutabilmeyi, hiç olmazsa ona hissettiklerimi anlatabilmeyi ne çok isterdim! Ama Sibel'e tatl bir-iki söz söyleyemeden, bir kalp çarpntsnn telaüyla, sersem gibi sallanarak arabaya bindim. Nurcihan ile
böùürtlen
toplayan
Zaim,
bir
üey
olduùunu
sezmiü
bize
yaklaüyordu. Zaim'le göz göze gelirsem, nereye gittiùimi hemen anlayacaùndan emindim. Arabay çalütrrken yan gözle baktùm niüanlmn yüzündeki içten endiüeyi ve kederi ise anlatmayaym da, okur beni kalpsiz sanmasn. O prl prl ve scack yaz öùleüstü, arabay deli gibi sürerek Bentlerden Niüantaü'na tam krk yedi dakikada geldim. Çünkü ayaùm gaza bastkça, kalbim Füsun'un en sonunda bugün Merhamet Apartman'na geleceùine daha çok inanyordu. úlk buluümamza da birkaç gün sonra gelmemiü miydi? Arabay park edip vaktinden on dört dakika önce (parmaùm tam vaktinde kesmiütim) Merhamet Apartman'na koüarken, orta yaül bir kadn, arkamdan neredeyse baùrarak durdurdu beni: "Kemal Bey, Kemal Bey, çok talihlisiniz." Dönüp "Nasl?" dedim, kadnn kim olduùunu hatrlamaya çalüarak. "Niüanda bizim masaya gelmiütiniz de Kaçak dizisinin sonunda ne olacak diye bahse girmiütik ya... Siz kazandnz Kemal Bey! Dr. Kimble en sonunda suçsuzluùunu kantlad!" "Ah, sahi mi?"
169
Sarkma, Düúersin
"Hediyenizi ne zaman alacaksnz?" "Sonra," diyerek koütum. Kadnn anlattù mutlu sonu, tabii ki Füsunun bugün geleceùinin bir iüareti, bir uùur olarak görmüütüm. On-on beü dakika sonra seviümeye baülayacaùmza coükuyla inanarak ve ellerim titreyerek anahtar çkardm, daireye girdim.
28. EûYALARIN TESELLÎSÎ Krk beü dakika sonra Füsun hâlâ gelmemiü, ben de ölü gibi yataùa uzanmü, karnmdan bütün gövdeme yaylan acy, ölmekte olan bir hayvann kendi gövdesini dinlediùi dikkat ve çaresizlikle dinliyordum. Ac o güne kadar hiç hissetmediùim bir derinliùe ve sertliùe ulaümü, bütün gövdemi ele geçirmiüti. Yataktan kalkmam, baüka üeylerle oyalanmam, bu durumdan, en azndan bu odadan ve Füsun'un kokusuyla dolu bu çarüaflardan ve yastktan kaçmam gerektiùini hissediyordum, ama hiç halim yoktu. Piknik kalabalù arasnda olmadùm için üimdi çok piümandm. Bir haftadr seviümediùimiz için Sibel bendeki tuhaflùn farkndayd biraz, ama derdimin nedenini çkaramyor, tam soramyordu da. Oysa Sibel'in anlayü ve üefkatine ihtiyacm vard, niüanlmn beni oyalayabileceùini hayal ediyordum. Ama deùil arabaya binip geri dönmek, yerimden kprdayacak
gücüm
bile
yoktu.
Midemden,
srtmdan,
ta
bacaklarmdan çeüitli yönlerde nefesimi kesen bir güçle hareket eden acmdan kaçacak, onu hafifletecek bir üey yapacak gücüm kalmamüt. Bunu fark etmek içimdeki yenilgi duygusunu da artryor, bu da aük acs kadar sert ve içe dönük bir piümanlk acsn harekete geçiriyordu. Tuhaf bir içgüdüyle, ancak bu acnn içine (tpk kendi içine dönen bir çiçek gibi) döner, kalbimi yrtar gibi beni zorlayan acm bütün yoùunluùuyla yaüarsam, Füsuna yak-
170
Esvalann Tesellisi
laüabileceùimi hissediyordum. Bunun bir yanlsama olabileceùini aklmn bir yanyla düüünebiliyor, ama ona inanmaktan da kendimi alkoyamyordum.
(Zaten
üimdi
evden
ayrlrsam,
gelip
beni
bulamayabilirdi.) Acmn içine iyice girdiùimde, yani küçük asit bombalar kanmn ve kemiklerimin içinde sanki havai fiüekler gibi patlarken, bir yùn hatrann her biri, önce beni ksa bir süreliùine, bazan on-on beü, bazan bir-iki saniye oyalyor; sonra da arkasnda daha yoùun bir ac brakarak üimdiki zamann boüluùuna brakyor; bu boüluùu da, üaürtc derecede güçlü yeni bir ac dalgas srtm, göùsümü actarak, bacaklarmn gücünü keserek dolduruyordu. Bu yeni dalgann acsndan kurtulmak için ortak hatralarmzla, onlarn havasyla dolu bir eüyay içgüdüyle elime alyor ya da aùzma sokup tadyor ve bunun acma iyi geldiùini keüfediyordum. Mesela o zamanlar Niüantaü pastanelerinde çok yaplan ve Füsun çok sevdiùi için buluümalarmza getirip ona ikram ettiùim cevizli, kuü üzümlü ayçöreùini aùzma almak, aklma çöreùi birlikte
yerken
gülüüerek
konuütuùumuz
üeyleri
(Merhamet
Apartmannn kapcsnn kans Hanife Hanmn Füsun'u hâlâ üst kattaki
diüçiye
gelen
hasta
sansn)
getiriyor,
bu
da
beni
neüelendiriyordu. Annemin dolaplarndan birinde bulduùu eski bir el aynasn mikrofon gibi eline alp ünlü üarkc (ve sunucu) Hakan Serinkan'm pozlarn taklit ederek oynayün; çocukluùunda, terzi annesiyle bize geldiùinde, annemin oynasn diye verdiùi benim oyuncaùm
Ankara
Ekspresi
treniyle
çocuk
gibi
oynayün;
çocukluùumun bir baüka oyuncaù uzay tabancasyla birlikte oynarken her tetikleme-den sonra tabancann daùnk odann bir köüesinde kaybolan pervanesini gülüüerek arayümz, bu eüyalar tek tek elime gelince hatrlyor ve teselli oluyordum. Bütün mutluluùumuza raùmen arada bir içimizi kasvetle karartan hüzün bulutlarnn getirdiùi sessizliklerin birinde. Füsunun eline burada sergilediùim üekerliùi alp birden bana dönerek "Sibel Hanmdan önce
171
Eúyalarn Tesellisi
beni tanmü olmak ister miydin?" diye soruüunu hatrlyordum. Bu hatralarn her birinin tesellisi geçince, arkalarndan gelen sarsc acya ayakta dayanamayacaùm artk bildiùim kin. hayal kurdukça yataktan çkamyor; yatakta yattkça da, çevremdeki her üey bana hayal kurduruyor ve hatralarmz bir bir geri getiriyordu. úlk Seviümelerimiz srasnda saatini dikkatle üzerine koyduùu sehpa yan basmdayd. Üzerindeki küllükte Füsunun bastrp söndürdüùü bir sigara izmariti olduùunun bir haftadr farkn-davdm. Bir ara onu elime aldm, küllü yank kokusunu kokladm, dudaklarnm arasna koydum, yakp içecektim (ve belki bir an aükla o olduùumu düüünecektim), ama sigarann biteceùini düüünerek vazgeçtim. úzmaritin onun dudaklarna deùmiü ucunu, tpk bir yaraya dikkatle pansuman yapan üefkatli bir hemüire gibi, yanaklarma, gözlerimin altna, alnma, boynuma hatif hafif dokundurdum. Gözümün önünde mutluluk vaat eden uzak ktalar, cennetten çkma sahneler, annemin çocukken bana gösterdiùi üefkatten kalma hatralar, Teüvikiye Camiine Fatma Hann n kucaùnda gidiüim canland. Ama hemen sonra, ac kabaran frtnal bir deniz gibi beni yeniden içine ald. Saat beüe doùru yatakta hâlâ yatarken, babaannemin, dedemin ölümünden sonra, acya dayanabilmek için yalnz yataùm deùil, odasn da deùiütirdiùini hatrladm. Bu yataktan, odadan ve çok özel bir eskimiütik ve mutlu aük kokusuyla kokan ve her biri kendi kendine çtrdayan eüyalardan kurtulmam gerektiùini bütün irademi kullanarak düüündüm. Ama tam tersini yapmak, eüyalara sarlmak geliyordu içimden. Ya eüyalarn teselli edici gücünü keüfediyordum ya da babaannemden çok daha zayftm. Arka bahçede futbol oynayan çocuklarn neüeli baùrülar ve küfürleri, beni hava kararana kadar yataùa baùlad. Ancak aküam eve dönüp üç kadeh rak içtikten sonra Sibel telefon edip sorunca, parmaùmdaki yarann çoktan kapandùn fark ettim.
172
Esvalann Tesellisi
Böylece Temmuz ortasna kadar her gün saat ikide Merhamet Apartman'ndaki daireye gittim. Füsunun gelmeyeceùine ikna olduktan sonra çektiùim acnn gün geçtikçe azalmasna bakarak, bazan onun yokluùuna kendimi yavaü yavaü alütrdùm zannederdim, ama hiç mi hiç
doùru
deùildi
bu.
Yalnzca
eüyalarn
verdiùi
mutlulukla
oyalanyordum. Niüandan sonraki ilk haftann sonunda aklmn kimi zaman büyüyen, kimi zaman küçülen önemli bir parças, sürekli olarak ona taklmüt ve bir matematikçi gibi söylersem, toplam ac zaten hiç azalmyor, umutlarmn tam tersine, hâlâ artyordu. Daireye sanki alükanlùm ve onu görme umudumu kaybetmemek için gidiyordum. Dairede geçirdiùim iki saatin çoùunda, yataùmzda yatp hayaller kurar, elime geçirdiùim ve mutluluk anlarmzla prl prl üldayan hayaletimsi bir eüyay, mesela bu ceviz kracaùn, Füsun'un pek çok kere çalütrp harekete geçirmek için uùraütù, elinin kokusunu taüyan balerinli bu eski saati yüzüme, alnma, boynuma dayayp acm dindirmeye
çalür,
iki
saat
sonra
-yani
bir
zamanlar
kadife
yumuüaklùndaki seviüme sonras uykudan uyandùmz saattehüzünden ve acdan yorgun, her zamanki hayatma dönmeye çalürdm. Hayatmdaki ült kaçmüt artk. Hâlâ seviüemediùim Sibel, (Satsat'takiler yazhanede seviütiùimizi biliyormuü gibi bir bahane bulmuütum) adsz hastalùm, bir çeüit evlilik öncesi erkek telaü, daha doktorlarca teühisi konulamamü özel bir hüzün cinsi gibi görüyor, bu hastalù bende hayranlk uyandran bir aùrbaüllkla kabul ediyor, hatla beni bu dertten çekip çkaramadù için kendini gizli gizli suçlayarak bana çok iyi davranyordu. Ben de ona çok iyi davranyor, onunla üimdiye kadar hiç gitmediùimiz lokantalara, girginlikle tanütùm
yeni
arkadaülarla
gidiyor,
1975
yaznda
ústanbul
burjuvalarnn mutlu ve zengin olduklarn birbirlerine gösterebilmek için gittikleri Boùaz lokantalarna, kulüplere devam ediyor, davet-
173
Eúyalarn Tesellisi
lerde geziyor, Mehmet ile Zaim arasnda bir türlü karar veremeyen Nurcihan'n mutluluùuna Sibel ile birlikte, ama saygyla gülüyordum. Mutluluk, benim için artk doùuütan Allah'n bana baùüladù ve bir hak gibi, mesele etmeden benimsediùim bir üey olmaktan çkmü; talihli, akll ve dikkatli insanlarn çalüarak elde edip koruyabildikleri bir nimete dönüümüütü. Bir gece kapsnda korumalarn beklediùi yeni açlan Mehtap'n Boùaz'a uzanan küçük iskelesinin yanndaki barda, tek baüma (Sibel ve ötekiler masada gülüüüyorlard) Gazel'in krmz üarabn içerken Turgay Bey ile göz göze gelince, yüreùim Füsun'u görmüü gibi hzland, içim sersemletici bir kskançlk öfkesiyle doldu.
29. ONU DÜùÜNMEDøöøM DAKøKA ARTIK HøÇ YOKTU Turgay Bey'in nazik, çelebi haliyle gülümsemek yerine bana baün çevirmesi, beni hiç beklemediùim kadar yaralad. Bir yandan adamn onu niüana çaùrmadùmz için alnmakta hakl olduùu mantùn yürütüyor, bir yandan da daha kuvvetli bir düüünce, Füsun'un benden intikam almak için ona döndüùü düüüncesi, beni öfkeden serseme çeviriyordu. úçimden neden baüm çevirdiùini koüup ona sormak geldi. Belki de, bu öùleden sonra ûiüli'deki garsoniyerinde Füsun ile seviümiüti. Füsun'u görmüü, onunla konuümuü olmasnn beni çileden çkarmaya yeteceùini hissettim. Benden önce Füsuna âük olmas. Füsun yüzünden bir zamanlar onun da üimdi benim çektiùim cinsten aclar çekmiü olmas, ona duyduùum öfkeyi, içimde hissettiùim aüaùlanma duygusunu hafifletmek bir yana, daha da artryordu. Barda iyice içtim. Gün geçtikçe daha sabrl ve üefkatli olan Sibel'e sarlarak Peppino di Capri'nin "Melankoli" adl parças eüliùinde dans ettim.
174
Onu Düsünmedtcjtm Dakika Artk Hiç Yoktu
Ancak
úçkiyle
yatütrabildiùim
kskançlùmn
ertesi
sabah
baüaùrsyla birlikte tekrar baüladùm görünce, acmn azalmadùn, çaresizliùimin de gitgide arttùn telaüla anladm. O sabah Satsat'a vururken (Inge, hâlâ Meltem gazozu reklamndan bana çapknca bakyordu), yazhanede dosyalar arasnda oyalanmaya çalürken, gün geçtikçe acmn biraz daha arttùn, zamanla Füsunu unutmak yerine daha saplantl bir üekilde onu düüündüùümü kabul etmek zorunda kaldm. Geçen zaman, Allah'tan yalvararak dilediùim gibi, hatralarm zayflatmyor, çektiùim acy daha dayanlr klmyordu. Her güne ertesi günün daha iyi olacaùn, onu birazck olsun unutmuü olacaùm umarak baülyor, ama ertesi gün karnmdaki aùrnn hiç deùiümediùini, acnn sürekli yanan kuvvetli bir kara lamba gibi içimi karartmaya devam ettiùini hissediyordum. Onu birazck daha az düüünebilmeyi, zamanla onu unutabil-meyi baüardùma inanabilmeyi ne de çok isterdim! Onu düüünmediùim dakika artk çok azd, daha doùrusu hiç yoktu. Belki baz geçici anlar vard, o kadar. Bu "mutlu" anlar da çok ksa sürüyor, bir-iki saniyelik bir unutma süresinden sonra, kara lamba tpk bir apartmann kendiliùinden sönen otomatiùi gibi kendiliùinden yanp karnm, genzimi, ciùerlerimi zehirliyor, nefes alü veriülerimi bozuyor, varolmay sürekli gayret gerektiren bir zorluùa çeviriyordu. En kötü zamanlarda acm dindirecek bir çkü yapmak, birisiyle dertleümek, Füsun u bulup konuümak ya da kahredici bir öfkeyle kskanmaya baüladùm bir kiüiyle kavga etmek istiyordum. Yazhanede Kenan' her görüüümde bütün gücümle kendimi tutmaya çalümama raùmen, beni sersemleten bir kskançlk buhranna kaplyordum. Füsunun Kenan ile bir iliükisi olmadùna karar vermiü olsam da, Kenan'n ona niüanda aslmü olmas. Füsun'un da beni kskandrmak için bu ilginin tadn çkarmü olma ihtimali, ondan nefret etmem için yeterliydi. Öùleye doùru, Kenan' iüten atmak için bahaneler ararken yakala-
175
Onu Düúünmedi÷im Dakika Artk Hiç Yoktu
dm kendimi. Evet, sinsi biriydi, çok belliydi bu artk. Öùle paydosunda, Merhamet Apartmanna gideceùimi, küçük de olsa bir umutla Füsunu bekleyeceùimi düüünerek rahatladm. Ama o öùleden sonra da gelmeyince, artk beklemekle acya dayanamayacaùm, ertesi gün de gelmeyeceùini, her üeyin daha da kötü olacaùn korkuyla anladm. O sralarda kafam kurcalayan bir baüka ykc düüünce de, benim çektiùim bütün bu aclara, peki, biraz daha azna Füsun'un nasl dayandùyd. Mutlaka hemen bir baükasn bulmuü olmalyd, yoksa dayanamazd. Yetmiü dört gün önce öùrendiùi seviüme mutluluùunu, Füsun üimdi bir baükasyla paylaüyor olmalyd... Ben ise her gün aclar içinde, yataùa ölü gibi ve aptalca uzanp onu bekliyordum. Hayr, aptal deùildim: Çünkü o beni kandrmüt. Aramzda o kadar mutlu bir iliüki varken, niüanda durumun bütün gerilim ve korkunçluùuna raùmen ikimiz aükla dans ederken, bana ertesi gün üniversite snavndan sonra geleceùini söylemiüti. Niüanlandùm için bana krlmüsa, benden ayrlmaya karar vermiüse -ki bunlarda pekâlâ hakl olabilirdi- o zaman niye bana yalan söylemiüti? úçimdeki ac, bir tartüma öfkesine, ona yanldùn söyleme hrsna dönüütü. Pek çok kereler saplantyla yaptùm gibi, gene onunla hayalimde bir tartümaya gireceùimi, bu tartümann arasna onunla geçirdiùim mutlu saatlerden unutulmaz sahnelerin birer cennet tasviri gibi girip beni yumuüatacaùn, sonra gene onunla tartüacaùm iddialarm tek tek hatrlayarak düüündüm. Beni terk ettiùini yüzüme söylemeliydi. Üniversite snav kötü geçtiyse bunun sorumlusu ben deùildim, beni terk edecekse bunu bilmeliydim, beni ömrünün sonuna kadar hep göreceùini söylememiü miydi, bana son bir frsat tanmalyd, küpesini bulup hemen getirecektim, diùer erkeklerin onu benim sevdiùim kadar sevebileceùini mi zannediyordu? Yalaktan kalktm, her üeyi onunla konuüma hrsyla bir anda sokaùa frladm.
176
30. FÜSUN ARTIK YOK Koüar admlarla evlerine gidiyordum. Daha Alaaddin'in dükkânnn köüesine gelmeden, az sonra onu görünce hissedeceùim üeyler içimde üimdiden aür bir mutluluk olarak hzla yükselmeye baülamüt. Temmuz scaùnda gülümserken,
gölgelik bir
doùrudan
evlerine
köüede uyuklayan gitmeyi
daha
bir kediye önce
neden
düüünmediùimi sordum kendime. Karnmn sol üst yanndaki aùr üimdiden yumuüamü, bacaklarmdaki isteksizlik, srtmdaki yorgunluk hissi kaybolmuütu. Eve yaklaütkça içimde onu orada bulamama korkusu yükseliyor, kalbim bu yüzden hzlanyordu: Ne diyecektim ona, karüma annesi çkarsa ne diyecektim? Bir ara eve dönüp çocukluk bisikletimizi almay düüündüm. Ama birbirimizi görür görmez bir bahane bulmaya gerek olmadùn ikimiz de anlayacaktk. Kuyulu Bostan Sokaktaki küçük apartmann serinliùine bir hayalet gibi girdim ve uykuda gezer gibi ikinci kata çkp zile bastm. Merakl müzegezer de önündeki düùmeye lütfen bassn ve o yllarda Türkiye'de çok moda olan, kuü cvlts sesi çkaran bu kap zilini benim de iüittiùimi ve ayn anda yüreùimin de grtlaùmla aùzm arasna skümü bir kuü gibi çrpndùn düüünsün. Kapy annesi açt ve apartman karanlùndaki yorgun yabancya, davetsiz bir satcya bakar gibi bir an burun kvrd. Sonra beni tand, yüzü aydnland. Bundan umutlannca, karnmdaki aùr hafifçe azald. "Ah Kemal Bey, buyrun!" "Geçiyordum, bir uùradm Nesibe Hala," dedim radyo tiyat- . rolarndaki mahalleden harbi ve mert delikanl gibi. "Geçen gün fark ettim. Füsun dükkândaki iüi brakmü. Merak ettim, hiç aramad beni, nasl geçti kzmzn üniversite imtihan?" "Ah Kemal Bey, yavrucuùum, gel içeri de dertleüelim." Bu dertleüme sözündeki imay bile kavrayamadan, annemin o kadar terzilik ahbaplù ve akrabalk hukukuna raùmen bir
177
Füsun Artk Yok
kere olsun ziyaret etmediùi arka sokaktaki o loü eve adm adm girdim: Klfl koltuklar, masa, büfe, içinde bir üekerlik, kristal bir fincan takm, televizyon üzerinde uyuyan bir köpek biblosu... Bütün bu eüyalar güzeldiler, çünkü en sonunda Füsun denilen harika üeyin oluümasna katkda bulunmuülard. Bir köüede bir terzi makas, kumaü kesikleri, renk renk iplikler, toplu iùneler ve dikilmekte olan bir elbiseden parçalar gördüm. Nesibe Hala dikiü dikiyordu anlaülan. Füsun evde miydi? Yoktu galiba, ama kadnn bir üey bekleyen pazarlkç ve hesapç hali, bana umut veriyordu. "Otur lütfen Kemal Bey," dedi. "Bir kahve yapaym sana. Yüzün beyaz. Dinlen biraz. Buzdolabndan su da ister misin?" "Füsun yok mu?" dedi aùzmn içindeki sabrsz kuü; boùazm kurumuü. "Yook, yok," dedi kadn, ah bir bilsen ne oldu diyen birinin havasyla. "Kahvenizi nasl yapaym?" dedi "sen"den "siz"e geçerek. "Orta!" ûimdi, yllar sonra kadnn mutfaùa bana kahveden çok vereceùi cevab piüirmek için gittiùini anlyorum. Ama o srada bütün alg merkezlerim sonuna kadar açlmü da olsa, aklm Füsun'un evin içine sinmiü kokusu ve onu görme umuduyla iyice dumanlandù için, bu sonucu çkaramyordum. ûanzelize Bu-tik'ten bildiùim dost kanarya Limon'un kafesindeki sabrsz tkrtlar aük acma merhem gibi geliyor, aklm daha da daùtyordu. Önümdeki sehpada geometri derslerinde kullansn diye (sonraki hesaplarma göre yedinci buluümamzda) ona hediye ettiùim yerli mal, kenar ince ve beyaz, otuz santimlik tahta cetvel vard. Belli ki Füsun'un geometri aletini, annesi dikiü dikerken kullanyordu. Cetveli elime aldm, burnuma götürüp Füsun'un elinin kokusunu hatrladm ve gözlerimin önünde o canland. Gözlerim sulanacak myd? Nesibe Hala mutfaktan gelirken, cetveli ceketimin iç cebine soktum.
178
Füsun Artk Yok
Kahveyi önüme koydu, karüma oturdu. Kznn annesi olduùunu hatrlatan bir hareketle sigarasn yakt ve "Füsun'un imtihan iyi geçmedi Kemal Bey," dedi. Bana nasl hitap edeceùine de karar vermiüti. "Çok üzüldü. Yarsnda aùlayarak çkt, sonuçlan bile merak etmiyoruz. Çok sarsld. Artk üniversitede okuyamaz zavall kzm. Üzüntüsünden iüi de brakt. Sizinle matematik dersleri de onu çok hrpalamü. Çok üzmüüsünüz onu. Niüan gecesi de çok üzüldü. Biliyor olmalsnz bunlar... Her üey çok üst üste geldi. Yalnz sizin sorumluluùunuz deùil tabii... Ama o daha küçük, narin bir çocuk. On sekizine yeni girdi. Çok krld. Babas da onu ald, çook uzaklara götürdü. Çok, çook uzaklara. Siz artk onu unutun. O da sizi unutacak." Yirmi dakika sonra Merhamet Apartman ndaki yataùmzda, arada bir gözlerimden tek tek ve aùr aùr fükran yaülarn yanaùmda çizdiùi eùriyi hissederek tavana bakarken, aklma cetvel geldi. Evet, bir benzerini benim de çocukluùumda kullandùm, Füsun a da belki bu yüzden hediye ettiùim ortaokul-lise cetveli, aslnda müzemizin ilk hakiki parçalarndan biridir. Bana onu hatrlatan, onun hayatndan acyla edinilmiü bir eüya. Cetvelin 30 cm'yi gösterir ucunu yavaüça aùzmn içine soktum; acms bir tad vard ama orada uzun uzun tuttum. Cetveli kullandù saatleri hatrlamak için, orada onunla oynayarak yatakta iki saat yatmüm. Bu o kadar iyi geldi ki, sanki Füsunu görmüüüm gibi mutlu hissettim kendimi.
31. ONU BANA HATIRLATAN SOKAKLAR Onu unutmak için bir plan program yapmazsam, eski günlük hayatm da sürdüremeyeceùimi artk anlyordum. Satsat çalüanlarnn en dikkatsizleri bile, patronlarna sinen kara hüznü fark etmiülerdi. Annem ikide bir Sibel ile aramda bir mesele çktùn sanyor, aùzm anyon seyrek olarak hep birlikle yedi183
--------------------- Onu Bana Hatrlatan Sokaklar---------------------------------------------
gimiz aküam yemeklerinde, artk baban gibi beni de daha fazla úçmemem için uyaryordu. Sibel'in merak ve kederi de benim acmla birlikte artyor, korktuùum bir patlama noktasna yaklaüyordu. úçine düütüùüm buhrandan çkmak için çok gerekli olan Sibel'in desteùini kaybetmekten, bütünüyle bir bozguna uùramaktan da korkuyordum. Merhamet
Apartmanna
gitmeyi,
Füsunu
beklemeyi,
oradaki
eüyalar) elime alp onu hatrlamay kendime bütün irademle yasakladm. Daha önceleri de uygulamaya çalütùm bu yasaklar, çeüitli bahanelerle kendimi kandrarak (üuradan Sibel'e çiçek alaym derken, aslnda ûanzelize Butikin vitrininden içeri bakmak gibi) çiùnediùim için, üimdi daha sert bir dizi önlem almaya ve o güne kadar hayatmn büyük bir ksmn geçirdiùim baz sokaklar ve yerleri kafamn içindeki haritadan çkarmaya karar verdim. O günlerde bütün gücümle kafamda canlandrmaya ve benimsemeye çalütùm yeni Niüantaü haritasn sergiliyorum burada. Krmzyla boyal yerlere ve sokaklara girmeyi kendime kesinlikle yasaklamütm. Valikonaù ile Teüvikiye Caddesi'nin kesiütiùi yere yakn olan ûanzelize Butik, Merhamet Apartmannn üzerinde yer aldù Teüvikiye Caddesi, karakol ve Alaaddinin dükkânnn köüesi, kafamda bu haritadaki gibi krmzyd. O zamanlar ad Abdi úpekçi Caddesi deùil, Emlak Caddesi olan sokak ve daha sonra ad "Celâl Salik Sokak" olarak deùiütirilen ve Niüantaüllarn "karakolun sokaù" dediùi sokak, Füsunlarn oturduùu Kuyulu Bostan Sokak ve bütün bu krmz sokaklara açlan yan sokaklar da kendime yasakladm. Turuncuyla iüaretli yerlere çok gerekliyse, içki içmemiüsem ve bir dakikay asla geçmeyecek kestirmeler için neredeyse koüarak ve hemen terk etmek üzere girebilirdim. Bizim ev ve Teüvikiye Camii, pek çok yan sokak gibi, dikkatli
olmazsam
aük
acsna
kaplacaùm
turuncu
renkli
sokaklardayd. Sar sokaklarda da dikkatli olmam gerekiyordu. Onunla buluümak için Satsat'tan ç-
180
Onu Bana Hatrlatan Sokaklar
kp her gün Merhamet Apartmanna yürüdüùüm yol, Füsunun ûanzelize Butikten eve giderken izlediùi yol (bu yolu hep hayal ediyordum) gibi aclarm artracak tehlikeli hatralarla, tuzaklarla doluydu. O yollara girebilirdim, ama dikkat etmeliydim. Füsun ile olan ksack iliükimin baüka mekânlarn da, mesela çocukluùumuzda kurban kesilen boü arsadan, cami avlusun-dayken uzaktan onu seyrettiùim köüeye kadar pek çok yeri de haritada iüaretledim. Bu haritay aklmda hep hazr tutuyor, krmz sokaklara gerçekten hiç girmiyor, hastalùmn yavaü yavaü ancak böyle bir dikkatle geçeceùine inanyordum.
32. FÜSUN SANDIöIM GÖLGELER, HAYALETLER Bütün hayatm geçirdiùim sokaklar yasaklarla daraltmam ve onu hatrlatan eüyalardan uzaklaümam, ne yazk ki Füsun'u bana hiç unutturmad. Sokaklarda kalabalk içinde, davetlerde hayalet görür gibi Füsun'u görmeye baülamütm çünkü. En sarsc ilk karülaüma, Suadiye'ye taünmü olan annemlere Temmuz sonuna doùru bir aküamüstü arabal vapurla giderken gerçekleüti. Kabataü'tan Üsküdar'a yanaümakta olan vapurun içindeki diùer sabrsz üoförler gibi, arabamn motorunu çalütrmütm ki, yanda yaya yolculara ayrlmü kapdan çkarken Füsun'u gördüm. Arabalarn iniüine ayrlan kap henüz açlmamüt, ancak arabadan frlayp arkasndan koüarsam ona yetiüebilirdim, ama o zaman da vapurun çkün tkayacaktm. Yüreùim hrsla çarparken, kendimi düar attm. Bütün gücümle ona tam seslenecektim ki, görüü açma giren belden aüaùsnn sevgilimin güzelim gövdesinden çok daha kaln ve kaba olduùunu, yüzünün de bambaüka birinin yüzü üekline girdiùini
acyla
fark enim. Acmn bir mutluluk heyecanna dönüütüùü o sekiz-on saniyeyi, ertesi günlerde aùr çekimle hep yeniden yaüadm ve onunla böyle karülaüacaùmza içtenlikle inanmaya baüladm.
181
Füsun Sand÷m Gölgeler, Hayaletler
Birkaç gün sonra öùle vakti biraz oyalanrm diye gittiùim Konak Sinemas'nn uzun ve geniü çkü merdivenlerinden sokak seviyesine aùr aùr trmanrken, onu sekiz-on basamak önümde gördüm. Sarya boyal uzun saçlar, ince gövdesi önce yüreùimi, sonra bacaklarm harekete geçirdi. Koüa koüa yaklaürken bir rüyadaki gibi seslenmek istedim, ama o olmadùn son anda anladùm için sesim çkmad. Onu bana hatrlatma ihtimali düüük olduùu için artk daha çok çktùm Beyoglu’nda, bir kere bir vitrine yansyan gölgesi yüzünden heyecana kapldm. Bir baüka seferinde, onu gene Beyoùlu’nda alüveriüe çkmü, sinemalara giren kalabalk arasnda kendine özgü yürüyüüüyle, sekerek ilerlerken gördüm. Arkasndan koütum, ama yetiüemeden kaybettim onu. O kiüinin acmn bana sunduùu bir serap m, yoksa gerçek mi olduùuna karar veremediùim için, sonraki birkaç gün ayn saatlerde Aùa Camii ile Saray Sinemas arasnda boüu boüuna aüaù yukar yürüdüm; daha sonra da bir birahanenin vitrinine oturup sokaù, manzaray, kalabalù seyrederek içtim. Cennetten çkma bu karülaüma anlar, bazan çok ksa sürüyordu. Mesela Taksim Meydan'nda Füsun'un beyaz gölgesini gösterir bu fotoùraf, benim yalnzca bir-iki saniye süren yanlsamamn belgesidir. Ayn günlerde Füsunun saçlarn, boyunu poüunu ne kadar çok genç kzmzn, kadnmzn taklit ettiùini, ne çok esmer Türk kznn saçlarn sarya boyattùn fark ediyordum, ústanbul sokaklar Füsun'un birer-ikiüer saniye belirip kaybolan hayaletleriyle doluydu. Ama bu hayaletleri biraz yakndan inceleyince, benim Füsunuma aslnda hiç mi hiç
benzemediklerini
de
görüyordum.
Bir
keresinde
Daùclk
Kulübünde Zaim ile tenis oynarken, kenardaki masalarn birinde gülüüerek Meltem gazozu içen üç genç kz arasnda gördüm onu; ama ilk anda onu orada gördüùüme deùil, kulübe gelmesine üaütm, baüka bir sefer, hayaleti Kadköy vapurundan inen kalabalkla brlk-
182
---------------------------------Füsun Sandùm Gölgeler, Hayaletler --------------------------------------
Galata Köprüsüne çkmü, geçen dolmuülara el sallyordu. B i r s u r e s o n r a bu seraplara yüreùim de, aklm da alüt. Onu Saray sinemasnda iki fitti) arasnda balkonda, benden dört sra ötede. iki ka kardeüiyle Buz Serap marka buzlu çikolatalardan birini zevkle yalarken gördüùümde, c
Füsun'un hiç kz kardeüi olmadù mantùn hemen yürütmemiü, yanlsamann acm dindiren yannn sonuna kadar tadn çkarmü, bu kzn aslnda Füsun olmadùn, hatta ona benzemediùini hiç düüünmem e y e çalümütm.
Dolmabahçe Saraynn yanndaki Saat Kulesi'nin önünde; Beüiktaü'ta çarü içinde elinde filelerle bir ev hanm olarak ve en üaürtc ve sarsc olan, Gümüüsuyu'ndaki bir apartmann üçüncü kat penceresinden sokaùa bakarken gördüm onu. Kaldrmda durmuü ona baktùm görünce, penceredeki hayalet Füsun da bana bakmaya baülad. O zaman ona el salladm, o da karülk verdi. Ama el sallamündan, onun Füsun olmadùn hemen anlayp utançla oradan uzaklaütm. Buna raùmen, daha sonra, belki de beni unutmak için ksa zamanda babasnn
onu
birisiyle
evlendirdiùini,
orada
yeni
bir
hayata
baüladùn, ama beni de görmek istediùini hayal ettim. úlk karülaüma annn gerçek bir teselli hissi veren bir-iki saniyesi dünda, bu hayaletlerin Füsun deùil, mutsuz ruhumun çeüitli kurgulan olduùunu aklmn bir yanyla hep fark ediyordum. Ama onu karümda görüvermek içimde öyle tatl bir duygu uyandrrd ki, onun hayaletiyle
karülaüacaùm
kalabalk
yerlere
gitmeyi
alükanlk
edinmiütim; bu yerleri, sanki kafamn içindeki bir ústanbul haritasna da iüaretlemiütim. Füsun sandùm gölgelerin daha çok görüldüùü yerlere gitmek geliyordu hep içimden. ûehir benim için onu hatrlatan bir iüaretler âlemi olup çkmüt. Onun hayaletiyle, dalgn dalgn yürüyüp uzaklara bakarken karülaütùm için, uzaklara bakarak dalgn dalgn yürürdüm. Yanmda Sibel varken gece kulüplerinde, davetlerde raky faz-
183
Füsun Sand÷m Gölgeler, Hayaletler
la kaçrdùm zamanlarda da, çeüidi kyafetlerdeki Füsun hayalleriyle karülaür, ama niüanl olduùum, aür bir tepki gösterir-sem her üeyin anlaülacaù gibi düüüncelerle hemen aklm baüma toplar, o kadnn zaten Füsun olmadùn hemen anlardm. Kilyos, ûile Plajlar'nm bu manzaralarn, onu en çok yaz öùleüzerleri, scaktan ve yorgunluktan kafamn ve dikkatimin iyice gevüediùi zamanlarda, mayolu, bikinili utangaç genç kzlar, kadnlar arasnda gördüùüm için sergiliyorum. Cumhuriyetin kurulmasnn ve Atatürk devrimlerinin üzerinden krkelli yl geçmesine raùmen, mayo-bikini giyip plajlarda birbirlerinin karüsna utanmadan çkmay hâlâ tam anlamyla öùrenememiü Türk insannn mahcubiyeti ile Füsun'un krlganlù arasnda, içime iüleyen bir benzerlik olduùunu hissederdim o zaman. Bu dayanlmaz özlem anlarnda, Zaim ile deniz topu oynayan Sibel'in yanndan ayrlr, uzakta bir yerde kuma uzanr, aükszlktan sertleümiü hamhalat gövdemi kavrulsun diye güneüe brakrken, yan gözle kumsallara, rhtmlara bakp koüa koüa bana yaklaüan kzn o olduùunu zannederdim. O kadar istediùi üeyi yapp niye onunla bir kerecik bile Kilyos Plajna gitmemiütim! Niye Allah'n bana verdiùi bu büyük
hediyenin
kymetini
bilememiütim!
Onu
ne
zaman
görebilecektim? Kumsalda güneü altnda uzandùm yerde aùlamak ister, ama suçlu olduùumu bildiùim için onu da yapamaz, baüm kuma gömüp kahrolurdum.
33. KABA OYALANMALAR Hayat sanki benden uzaklaümü, o güne kadar hissettiùim gücünü ve rengini kaybetmiü, eüyalar bir zamanlar hissettiùim (ve únlettiùimin de ne yazk ki farkna varmadùm) güçlerini ve hakikiliklerini \ lürmiülerd. Yllar sonra kendimi kitaplara verdiùim zaman, o günlerde hissettiùim sradanlù ve bayaùlù en
m
Kaba Oyalanmalar —
iyi ifade eden satrlar Fransz üair Gcrard de Nerval'in bir kitabnda okudum. En sonunda aük acsndan kendini asan üair, hayatnn aükn sonuna kadar kaybettiùini anladktan sonra. Aurilia adl kitabnn bir sayfasnda,
bundan
sonra
hayatn
kendisine
yalnzca
"kaba
oyalanmalar" braktùn söyler. Ben de öyle hissediyor, Füsunsuz geçirdiùim günlerde yaptùm her üeyin kaba, sradan ve anlamsz olduùu duygusundan kurtulamyor ve bütün bu bayaùlklara yol açan üeylere, kiüilere öfke duyuyordum. Ama en sonunda Füsun'u bulup onunla
konuüacaùma,
hatta
ona
sarlacaùma
olan
inancm
kaybetmemiütim hiç ve bu beni hem iyi-kötü hayata baùlyor hem de daha sonra piümanlkla düüüneceùim gibi acm uzatyordu. O en kötü günlerden birinde, aür scak bir Temmuz sabah, aùabeyim telefon edip birlikte pek çok baüarl iü yaptùmz Turgay Bey'in niüana çaùrlmadù için bize krgn olduùunu, hatta ihalesini birlikte kazandùmz bir büyük çarüaf ihracat iüinden ayrlmak istediùini hakl bir öfkeyle (Osman ortaùmzn adn davetliler listesinden benim sildirdiùimi annemden öùrenmiüti) anlattùnda, bu iüi hemen tatlya baùlayacaùm, Turgay Bey'in gönlünü alacaùm söyleyerek onu yatütrdm. Hemen telefon edip Turgay Bey'den bir randevu aldm. Ertesi gün öùleye doùru, kavurucu scakta, Turgay Bey'in Bahçelievler'deki dev fabrikasna giden arabann içinde üehrin gitgide çirkinleüen yeni apartmanlar, depolar, fabrikacklar ve mezbeleyle kaplanan bu itici semtlerine bakarken, aük acm dayanlmaz gelmiyordu bana. Bunun nedeni, Füsundan haber alabileceùimi ya da ondan söz açabileceùini sandùm birini görmeye gitmemdi elbette. Ama buna benzer baüka durumlarda olduùu gibi (Kenan ile konuüurken ya da ûenay Hanm'a Taksim'de rastladùmda) içimdeki hoü heyecann nedenini kendimden saklyor, oraya yalnzca "iü" için gittiùime inanmaya çalüyordum. Kendimi bu kadar kandrmasaydm, Turgay Bey'le "iü" görüümemiz belki daha baüarl olurdu.
185
Kaba Oyalanmalar
Özür dilemek için ta ústanbul’dan gelmem zaten Turgay Bey'in gururunu oküamü, ona yetmiüti, bana iyi davrand, kinde yüzlerce kzn çalütù dokuma atölyelerini, tekstil makinelerinin baünda çalüan genç kzlar (bir tekstil makinesinin arkasnda, bana srtm dönmüü olan bir Füsun hayaleti, bir an kalbimi hzlandrarak beni asl konuya hazrlad), yeni ve modern" yönetim binasyla "shhi" kafeteryalar maùrur bir üsluptan çok, kendisiyle iü yapmamzn bizim için de iyi olacaùn sezdirir, arkadaüça bir havayla gösterdi. Turgay Bey öùle yemeùini de, kendisinin hep yaptù gibi iüçilerle birlikte kafeteryada yememizi istiyordu, ama ben bunun ondan özür dilemek için yeterli olmadùna kendimi inandrdm ve aramzdaki 'derin konulan" açmak için belki biraz içmemiz gerektiùini söyledim. Bykl, sradan yüzünde Füsunu ima ettiùimi anladùn gösteren hiçbir ifade belirmedi,
niüan
"Dikkatsizlikler
daveti hep
konusunu
olur,
da
unutalm,"
hâlâ
açmadùm
için,
dedi
maùrurca.
Ama
anlamazlktan geldim ve akl iüinde olan bu çalükan ve dürüst adam, beni Bakrköy'deki balk lokantalarndan birine öùle yemeùine davet etmek zorunda braktm. Mustang marka arabasnn içine girer girmez de bu koltuklarda Füsun ile defalarca öpüütüùü, seviümelerinin ibrelerde, aynada yansdù, daha on sekiz yaünda bile deùilken onu skütrdù, ellediùi aklma geldi. Füsun'un ona dönmüü olabileceùini düüünüyor; bütün bu hayallerden utanmama, adamn büyük ihtimal hiçbir üeyden haberi bile olmadùm irademle aklmdan geçirmeme raùmen, kendimi hiç toparlayamyordum. Lokantada iki berbat erkek gibi Turgay Bey ile karü karüya oturduùumuz
zaman,
üzeri
kll
elleriyle
peçetesini
kucaùna
yerleütirdiùini görünce, koca delikli burnuna, arsz aùzna yakndan baknca, her üeyin kötüye gideceùini, ruhumun ac ve kskançlkla daraldùn, toparlayamayacaùm hissettim. Garsona "Bana bak," diyor, peçetesini Hollywood filmlerinden çkma hareketlerle, dudaklarna pansuman yapar gibi kibar kibar
186
Kaba Oyalanmalar
dokunduruyordu. Gene de kendimi tuttum ve durumu yemeùin yarsna kadar idare ettim. Ama içimdeki kötülükten kurtulmak için içtiùim rak, içimdeki kötülüùü düar çkard. Turgay Bey, son derece kibar bir dille bu çarüaf iüindeki pürüzlerin halledildiùini, artk ortaklar arasnda bir mesele kalmadùn, iülerimizin iyi gideceùini anlatyordu ki, "iülerimizin iyi gitmesi deùil, bizim iyi insan olmamz önemli," dedim. "Kemal Bey," dedi elimdeki rak bardaùna göz atarak. "Size, babanza, ailenize büyük saygm var. Hepimizin skntl günleri olmuütur. Bizlerin bu güzel ve yoksul ülkede, zengin olmak gibi, Allah'n ancak çok sevgili kullarna baùülayabileceùi bir talihimiz var, üükredelim. Maùrur olmayalm, dua edelim, öyle iyi olabiliriz ancak." "Ben sizin bu kadar sofu olduùunuzu bilmiyordum," dedim alayclkla. "Kuzum Kemal Bey, benim kabahatim nedir?" "Turgay Bey, benim ailemden gencecik bir kzn kalbini yaktnz, ona kötü davrandnz, hatta parayla elde etmeye kalktnz. ûanzelize Butik'te çalüan Füsun, anne tarafndan çok çok yakn akrabamzdr." Surat kül gibi oldu, önüne bakt. O zaman, Füsun'un benden önceki sevgilisi olduùu için deùil, bu aüktan sonra aclarn küllendirip normal burjuva hayatna baüaryla dönebildiùi için Turgay Beyi kskandùm anladm. Sizin akrabanz olduùunu bilmiyordum," dedi üaürtc bir iradeyle "ûimdi
çok
ulanyorum.
Beni
ailecek
görmeye
tahammül
edemiyorsanz, niüannza bu yüzden davet edilmediysem, size hak veriyorum. Babanz, aùabeyiniz de böyle mi düüünüyorlar? Ne yapalm, ortaklù brakalm m?" "Brakalm/ dedim, daha bu sözü söylerken piüman olarak. "O halde kontrat fesheden siz oluyorsunuz," dedi ve bir krmz Marlboro yakt. Aük acsna, yapaùm yanlün utanc da eklenmiüti. Dönüü
187
Kaba Oyalanmalar
yolunda iyice sarhoü olmama raùmen, arabay kendim kullandm. ústanbul'da, hele sahil yolunda, surlar boyunca araba kullanmak, ta on sekiz yaümdan beri benim için büyük bir mutluluk olan bu zevk, içimdeki felaket duygusu yüzünden üimdi bir
iükenceye dönüümüütü.
ûehir de güzelliùini kaybetmiüti sanki ve ondan kaçmak için gaza basyordum. Eminönü nde. Yeni Caminin önündeki yaya köprülerinin altndan geçerken, az daha caddede yürüyen birini ezecektim. Yazhaneye gelince, yapabileceùim en iyi üeyin. Turgay Bey ile ortaklùn sona ermesinin o kadar da kötü bir üey olmayacaùna kendimi ve Osman' inandrmak olduùuna karar verdim. Bu ihale konusunu iyi bilen Kenan' çaùrdm, anlattklarm aür bir merakla dinliyordu. Olup bitenleri "Turgay Bey kiüisel nedenlerle bize kabalk ediyor," diye özetledim ve bu çarüaf ihalesini tek baümza yetiütirebilir miyiz diye sordum. Buna imkân olmadùn söyledi, asl sorunun ne olduùunu sordu. Turgay Bey ile yollarmz ayrmak zorunda olduùumuzu tekrarladm. "Kemal
Bey,
mümkünse
bunu
yapmayalm,"
dedi
Kenan.
"Aùabeyinizle görüütünüz mü?" Bunun yalnz Satsat deùil, öteki üirketler için de bir darbe olacaùn, sözleümede çarüaflar vaktinde yetiütirilemezse, New York mahkemelerinde aleyhimize iüleyecek çok aùr maddeler olduùunu söyledi. "Aùabeyiniz durumdan haberdar m?" diye yeniden sordu. Sanrm aùzmdan baca gibi tüten rak kokusunu aldù için de yalnz üirket için deùil, benim için de dertleniyormuü pozu yapma hakk görüyordu kendinde. "Artk ok yaydan çkt," dedim. "Turgay Bey olmadan götüreceùiz iüi. Ne yapalm." Bunun imkânsz olduùunu, Kenan söylemese de biliyordum. Ama aklmn o makul yan tamamen durmuü, bir olay çkarmak, kavga etmek isteyen bir üeytana teslim olmuütu. Kenan, aùabeyimle görüümem gerektiùini tekrarlayp duruyordu. Burada sergilediùim bu Satsat logolu küllüùü ve zmbay o srada Kenan'n kafasna atmadm tabii, ama atmak istedim. Gü-
188
Kaba Oyalanmalar
lünç bulduùum kravatnn üzerinde, küllükteki renk ve biçimlerin aynlarnn olduùunu hayretle fark ettiùimi de hatrlyorum. "Kenan Bey, siz aùabeyimin üirketinde deùil, benim yanmda çalüyorsunuz!" diye baùrdm ona. "Kemal Bey, rica ederim, bunun tabii ki farkndaym," dedi ukalaca. "Ama niüanda beni aùabeyinizle siz tanütrdnz ve ondan beri de onunla görüüüyoruz. Bu önemli konuda onu hemen aramazsanz çok üzülecek. Son günlerdeki skntlarnzdan aùabeyiniz haberdar ve size destek olmak istiyor herkes gibi." Bu "herkes gibi" kelimeleri beni öfkeden çldrtacakt. Bir an onu hemen kovmay düüündüm, ama pervaszlùndan korktum. Kafamn bir yannn bütünüyle köreldiùini, aüktan, kskançlktan, her nedense artk olup bitenleri doùru deùerlendiremediùimi hissediyordum. Kapana kslmü bir hayvan gibi derin bir ac çekerken, bana bir tek Füsunu görmenin iyi geleceùinin fazlasyla farkndaydm. Dünya umurumda deùildi, çünkü her üey zaten fazlasyla lüzumsuz ve kabayd.
34. UZAYDAKø KÖPEK GøBø Ama Füsun yerine Sibel'i gördüm. Acm o kadar artmü, beni öylesine teslim almüt ki, üirket boüaldktan sonra orada tek baüna oturmann beni, küçük gemisiyle uzayn karanlk sonsuzluùuna yollanan bu köpek gibi yalnz hissettireceùini anladm hemen. Herkes gittikten sonra Sibel'i yazhaneye çaùrmam, onda "niüan öncesi cinsel alükanlklarmza" geri döndüùümüz izlenimini uyandrmüt. úyi niyetli niüanlm, her zaman hoü bulduùum Sylvie marka kokusunu sürmüü, beni tahrik ettiùini çok iyi bildiùi bu file taklidi çoraplar ve yüksek topuklu ayakkablar giymiüti Buhranmn bittiùini sanarak aün bir mutlulukla geldiùi için, durumun aslnda tam tersi olduùunu, onu içimdeki felaket duygusundan biraz olsun çkabilmek, çocuk-
189
-----------------------------------------Uzaydaki Köpek Gibi ----------------------------------------------
ken anneme sarldùm gibi ona sarlabilmek için çaùrdùm söyleyemedim. Böylece Sibel, bir zamanlar keyifle yaptù gibi, önce beni divana oturttu, sonra hayali bir budala sekreteri zevkle taklit ederek yavaü yavaü soyundu ve tatl tatl gülümseyerek kucaùma oturdu. Saçlarnn, boynunun, bana kendimi bütünüyle evde hissettiren kokusunun, o bildik güven verici yaknlùnn beni ne kadar rahatlattùn anlatmayaym, çünkü makul okur ve merakl müzegezer, ondan sonra mutlulukla seviütiùimizi zannedip hayal krklùna uùrayabilir. Sibel de hayal krklùna uùrad. Ben ise, ona sarlnca kendimi o kadar iyi hissettim ki, bir süre sonra rahatlatc ve mutlu bir uykuya daldm ve rüyamda Füsun'u gördüm. Ter içinde uyandùmda, hâlâ birbirimize sarlmü yatyorduk, ikimiz de hiç konuümadan, o düüünceli düüünceli, ben suçlu suçlu, yar karanlkta
giyindik.
Caddeden
geçen
arabalarn
lambalar
ve
troleybüslerin boynuzlarnn arada bir çaktù mor üimüekleri, mutlu günlerimizde olduùu gibi yazhaneyi aydnlatyordu. Nereye gidelim tartümasna hiç girmeden, Fuayeye gittik ve mutlu kalabalk içerisindeki ültl masamzda otururken, Sibel'in ne kadar hoü, ne kadar güzel ve ne kadar anlayül olduùunu bir kez daha düüündüm. Bir saat, üundan bundan konuütuùumuzu, masamza oturup kalkan sarhoü dostlarla gülüütüùümüzü, garsondan Nurcihan'n Mehmet ile gelip erkenden ayrldklarn öùrendiùimizi hatrlyorum. Ama ikimizin de akl artk kaçamayacaùmz asl konudayd, sessizliklerden anlaülyordu bu. ikinci bir üiüe Çankaya üarab açtrdm. Artk Sibel de çok içiyordu. "Artk söyle," dedi sonunda. "Nedir mesele? Hadi..." "Bir bilsem," dedim. "Kafamn bir yan, bu meseleyi sanki bilmek, anlamak islemiyor." "Yani sen de bilmiyorsun, öyle mi?" "Evet."
190
Uzaydaki Köpek Gibi
"Bence, benden çok biliyorsun/1 dedi Sibel gülümseyerek. "Nasl bir üey bu bildiùim sence?" "Benim senin derdin hakknda ne düüündüùüm seni endiüelendiriyor mu?" diye sordu. "Bu meseleyi çözemeyip seni kaybetmekten korkuyorum." Korkma," dedi, 'sabrlym ve seni çok seviyorum. Söylemek istemiyorsan da söyleme. Olay hakknda yanlü fikirlerim de yok, huzursuz olma. Vaktimiz var." "Ne gibi yanlü fikirler?" "Mesela homoseksüel filan olduùunu düüünmüyorum," dedi hem gülümseyerek hem de beni rahatlatma isteùiyle. "Saùol. Baüka?" "Cinsel bir hastalk ya da derin bir çocukluk acs falan gibi üeylere de inanmyorum. Ama sana bir psikologun iyi geleceùini de düüünüyorum. Ayp bir üey deùil psikologa gitmek, Avrupa'da Amerika'da herkes gidiyor... Tabii bana anlatamadùn, ona anlatman lazm... Hadi canm, anlat bana, korkma, affedeceùim." "Korkuyorum," dedim gülümseyerek. "Dans edelim mi?" "O zaman senin bildiùin ve benim bilmediùim bir üey olduùunu kabul ediyorsun." "Matmazel, lütfen dans isteùimi geri çevirmeyin." Ah mösyö, dertli bir adamla niüanlym ben," dedi ve dansa kalktk. Bu ayrntlar, o scak Temmuz gecelerinde burada menülerini ve bardaklarn sergilediùim gece kulüplerine, davetlere ve lokantalara gidip bol bol içerek aramzda geliütirdiùimiz tuhaf yaknlùa, özel dile ve -kelimeyi doùru kullanyor muyum bilmiyorum ama- yoùun sevgiye örnek olsun diye kaydediyorum. Cinsel aükla deùil, çok güçlü bir üefkatle beslenen bu sevgi, gece yarlan artk ikimiz de iyice sarhoüken dans ediüimizi kskançlkla seyredenlerin de tank olduklar gibi, tenin ve gövdenin çekiminden de bütünüyle uzak deùildi. Uzaktaki orkestra-
191
-----------------------------------------Uzaydaki Köpek Gibi ----------------------------------------------
nm çaldù Güller ve Dudaklar ya da diskjokeyin (o zamanlar Türkiye'de yeni bir iüti) çaldù parçalar nemli yaz gecesinde sessiz ve kprtsz aùaçlarn yapraklan arasnda gezinirken, kollarmn arasndaki sevgili niüanlma, tpk yazhanedeki divanda yatarken sarldùm gibi, içten gelen bir korunma duygusu, bir paylaüma zevki ve yoldaülk gücüyle sanlr, boynunun, saçlarnn bana huzur veren kokusunu içime çeker, kendimi uzaya yollanmü astronot köpek gibi yalnz hissetmemin yanlü olduùunu, Sibel'in her zaman yanmda olacaùn anlayarak ona sarhoülukla sokulurdum. Bizim gibi romantik baüka çiftlerin bakülar arasnda bazan dans pistinde sendeler, hatta sarhoüluktan yere yuvarlanacak gibi olurduk. Alelade dünyadan bizi uzaklaütran bu yan tuhaf, yan sarhoü halimiz, Sibel'in hoüuna giderdi, ústanbul’un sokaklarnda
komünistler
ile
milliyetçiler
birbirlerini
kurüunlar,
bankalar soyulur, bombalanr, kahveler makineli tüfeklerle taranrken, bizim esrarengiz bir ac yüzünden bütün dünyay unutuüumuz, Sibel'e bir derinlik duygusu verirdi. Daha sonra masaya oturunca, Sibel zilzurna sarhoü halde esrarengiz konuyu yeniden kurcalar, ama konuüa konuüa onu anlamak yerine, kabul edilebilir bir üey haline getirirdi. Böylece Sibel'in gayretleriyle benim tuhaflùm, hüznüm ve onunla seviüememem, niüanlmn evlilik öncesi bana baùllk ve üefkatini snavdan geçirdiùi hafif bir acya, bir süre sonra unutulacak snrl bir trajediye indirgeniyordu. Sürat motorlarna binip birlikte gezdiùimiz kaba ve yüzeysel zengin dostlarmzdan, kendimizi sanki benim acm sayesinde ayrabiliyorduk. Verilen bir davetin sonunda yalnn iskelesinden Boùaza atlayan sarhoülara katlmamz gerekmiyordu, çünkü biz zaten benim acm ve tuhaflùm sayesinde "farkl" olmuütuk. Acm Sibel'in bu kadar içten bir vakarla sahiplendiùini görmek bana mutluluk veriyor, bu bizi birbirimize baùlyordu. Ama bütün bu sarhoü vakar
úçinde, ben
gecenin bir annda, uzakta eski ûehir Hatlar vapur-
192
--------------------- —------------------- Uzaydaki Köpek Gibi ----------------------------------------------
larndan birinin kederli düdüùünü iüitince ya da kalabalk içerisinde en beklenmedik yerde, birisini Füsun sannca yüzümde beliren tuhaf ifadeyi, Sibel acyla fark eder ve karanlk tehlikenin sandùndan çok daha korkutucu olduùunu sezerdi. Bu sezgileri yüzünden Sibel, önce arkadaüça bir üefkatle tavsiye ettiùi psikanalizi Temmuz'un sonuna doùru olmazsa olmaz bir üarta çevirdi ve ben de onun harika yoldaülùn ve üefkatini kaybetmemek için kabul ettim.
Dikkatli
okurun
aük
hakkndaki
incilerini
hatrlayacaù
psikanalizci ünlü Türk ruh doktoru o srada Amerika'dan yeni dönmüü, ústanbul'da dar bir sosyete çevresine mesleùinin ciddiyetini papyonu ve piposuyla kabul ettirmeye çalüyordu. Yllar sonra müzemizi kurarken, o günden aklnda ne kaldùn sormak ve bu papyonu ve pipoyu bulup müzemize baùülamasn rica etmek için ona gittiùimde, benim o günkü dertlerimden hiçbir üey hatrlamadùn, dahas, ústanbul sosyetesince artk çok iyi bilinen ackl hikâyemden bile haberdar olmadùn anladm. Beni o günlerde gelen pek çok müüteri gibi, srf meraktan kapsn çalan saùlkl biri olarak hatrlyordu. Ben ise, hasta oùlunu doktora götüren anne gibi, Sibel'in srarla benimle birlikte gelmek isteyiüini ve "Ben bekleme odasnda otururum canm," deyiüini unutamam hiç. Ama onun gelmesini istememiütim. Sibel, Bat dü ülkelerin, özellikle úslam ülkelerinin burjuvalarnn yerinde sezgisiyle, psikanalizi aile içi dayanüma ve sr paylaüma yoluyla tedavi alükanlù olmayan Batllar için icat edilmiü "bilimsel bir sr verme" ritüeli olarak görürdü. Havadan sudan söz ettikten ve gerekli bilgi formlarn titizlikle doldurduktan sonra, "sorunumu" sorunca, doktora, bir an, sevgilimi kaybettiùim için kendimi uzaya yollanmü bir köpek gibi yalnz hissettiùimi söylemek geldi içimden. Ama derdimin sevdiùim, güzel ve çok çekici niüanlmla niüanlandktan sonra seviüememek olduùunu söyledim. O da bana isteksizliùimin nedenini sordu. (Halbuki bu nedeni o bana söyleyecek sanyordum.) Allah'n yardmyla aklma geliveren
193
Uzaydaki Köpek Gibi
cevab bugün, olaylardan yllar sonra hatrladkça hâlâ gülümser, biraz doùru da bulurum: "Hayattan korkuyorum galiba doktor bey" Bir daha ziyaretine gitmediùim ruh doktorum, son söz olarak "Hayattan korkmayn Kemal Bey!" diyerek uùurlad beni.
35. KOLEKSøYONUMUN øLK ÇEKøRDEöø Ruh doktorunun verdiùi cesaretle kendimi kandrdm, budalaca hastalùmn hafiflediùine hükmettim ve uzun zamandr kendime yasakladùm hayatmn krmzyla iüaretli sokaklarnda biraz yürüme hevesine
kapldm.
Alaaddin
in
dükkânnn
küçükken annemle alüveriüe çktùmz
önünden
geçmek,
sokaklarn, dükkânlarn
havasn koklamak, ilk birkaç dakika bana o kadar iyi geldi ki, hayattan gerçekten korkmadùm ve hastalùmn gerilediùini sandm. Bu iyimserlikle, ûanzelize Butik'in önünden de hiçbir aük acs hissetmeden geçerek her üeyin normale döndüùüne kendimi inandrma hatasna düütüm. Ama dükkân uzaktan görmek bile aklm baümdan almaya yetti. Zaten tetiklenmeyi bekleyen ac, bir anda ruhumu karartt. Hemen bir çare bulma umuduyla Füsunun dükkânda olabileceùini düüündüm; kalbim hzland. Kafam karüp kendime güvenim azalnca, karü kaldrma geçtim ve vitrinden içeri baktm: Füsun oradayd! Bir an baylacak gibi oldum, kapya koütum. Tam içeri girmek üzereyken gördüùümün o deùil, bir hayaleti olduùunu anladm. Onun yerine iüe bir baükas alnmüt! Bir an ayakta duramayacaùm hissettim. Gece kulüplerinde, davetlerde dans ederek yaüadùm hayat, üimdi bana inanlmayacak kadar sahte ve bayaù gözüküyordu. Dünyada birlikte olmam, sarlmam gereken tek kiüi vard, hayatmn tek merkezi baüka bir yerdeydi ve kaba oyalanmalarla boüu boüuna kendimi
194
Koleksiyonumun îlk Çekirde÷i
kandrmam hem kendime, hem ona saygszlkt. Niüandan sonra hissettiùim piümanlk ile karük suçluluk duygusu, üimdi dayanlmaz bir boyuta ulaümüt. Ben Füsun'a ihanet etmiütim! Yalnzca onu düüünmeliydim. Bir an önce, ona en yakn olabileceùim yere varmalydm. Sekiz-on dakika sonra Merhamet Apartman'ndaki yataùmzda yatyor, Füsun'un çarüaflara sinmiü kokusunu bulmaya çalüyor, onu gövdemin içinde hissetmek, sanki o olmak istiyordum. Yataktaki kokusu azalmü, hafiflemiüti. Çarüafa bütün gücümle sarldm. Ac dayanlmaz olunca, uzanp sehpann üzerindeki camdan kâùt aùrlùn elime aldm. Camn üzerine Füsun'un elinin, teninin ve boynunun o özel kokusu hafifçe sinmiüti ve kokladkça aùzma, burnuma ve ciùerlerime hoü bir üekilde vuruyordu. Bu kokuyu koklayarak, cam aùrlkla oynayarak yatakta çok uzun bir süre öyle kalmüm. Sonradan hatrlayp hesapladùma göre cam kâùt aùrlùn ona 2 Haziran tarihli buluümamzda
hediye
olarak
getirmiü,
o
da
annesini
üüp-
helendirmemek için, aldùm pek çok hediye gibi, aùrlù da evine götü rememiüti. Sibel'e doktora yaptùm ziyaretin uzun sürdüùünü, herhangi bir itirafta bulunmadùm, adamn bana verecek bir üeyi olmadùn, ona bîr daha gitmeyeceùimi, ama kendimi biraz daha iyi hissettiùimi söyledim. Merhamet Apartman'na gidip yataùa yatmak, bir eüya ile oyalanmak bana iyi gelmiüti. Ama bir buçuk gün sonra, acm yeniden eski haline döndü. Üç gün sonra gene oraya gidip yataùa uzanp Füsun'un dokunduùu bir baüka eüyay, rengârenk boyalan kurumuü bir yaùlboya frçasn, tpk yeni bir eüyay aùzna sokan çocuk gibi aùzma, tenime deùdirdim. Acm gene bir süreliùine yatüt. Bir yandan da artk bu iüe alütùm, tpk bir uyuüturucu gibi. bana teselli veren eüyalara baùml olduùumu ve bu baùmllùn da Füsun'u unutmama hiç yaramayacaùn düüünüyordum.
195
------------------------- —~_— tibtekftyonumun ilk ÇeklrdeÖI ------------------------------------------
Ama Merhamet Apartmanna gidiülerimi yalnz Sibel'den deùil, sanki kendimden de sakladùm, iki-üç günde bir ikiüer saat süren bu ziyaretleri sanki hiç yapmamüm gibi davrandùm için, hastalùmn yavaü yavaü dayanlabilir bir ölçüye indiùini de hissediyordum, tik baülarda bu eüyalara, dededen kalma kavukluklara, Füsun'un kafasna koyup maskaralk ettiùi bu fese ya da giydiùi annemin bu eski ayakkablarna (annemle ayaklar ayn numarayd: 38) baküm bir koleksiyoncu gibi deùil, ilaçlarna bakan bir hasta gibiydi. Füsun'u hatrlatan eüyalara acm dindirmek için hem ihtiyacm vard hem de acm dinince hastalùm hatrlattklar için bu eüyalardan ve o evden kaçmak istiyor, iyimserlikle hastalùmn hafiflediùini düüünüyordum. Bu iyimserliùim bana cesaret veriyor, eski hayatma yeniden döneceùimi, yaknda Sibel ile seviümeye baülayabileceùimi, sonra onunla evleneceùimizi ve normal ve mutlu bir evlilik hayatna baülayacaùm, hem sevinç hem de acyla hayal ediyordum. Ama bu ilk iyimserlik anlar ksa sürer, bir gün geçmeden özlem aùr bir acya, iki günde de dayanlmaz bir straba dönüüür, o zaman gene Merhamet Apartman'na gitmem gerekirdi. Apartmana girince ya çay fincan, unutulmuü bir toka, cetvel, tarak, silgi, tükenmez kalem gibi bana onunla yan yana oturmann zevklerini hatrlatan eüyalara yönelir ya da annemin eski ve iüe yaramaz diye buraya attù eüyalar arasndan Füsun'un ellediùi, oynadù, elinin kokusunun sindiùi birüeyleri arayp bulur ve onlarla ilgili hatralar tek tek gözümün önünden geçirerek koleksiyonumu geniületirdim.
36. AùK ACIMI YATIùTIRACAK KÜÇÜK BøR UMUT øÇøN Burada sergilediùim mektubu, koleksiyonumun ilk eüyalarn ortaya çkardùm bu önemli günlerde yazdm. Mektubu zarf-
196
Aúk Acm Yatútracak Küçük Bir Umut îçin
nn içinde brakmamn nedeni, hikâyemi uzatmamak ve yirmi yl sonra Masumiyet Müzesini kurarken bile hâlâ duyduùum utançtr. Bu kitabn okuru ya da müzegezer mektubu okuyabilseydi, Füsun'a düpedüz yalvardùm
görecekti.
Ona
yanlü
davrandùm,
çok
piüman
olduùumu, çok ac çektiùimi, aükn çok kutsal bir duygu olduùunu, bana geri dönerse Sibel'den ayrlacaùm yazmütm. Sonuncusunu yazdktan sonra da piüman olmuütum: Sibel'den üartsz üurtsuz ayrldùm yazmalydm; ama o aküam da küp gibi içip Sibel'e sùnmaktan baüka bir çarem yoktu ve elim o kadarn yazmaya varmyordu. Metninden çok varlù önemli olan mektubu on yl sonra Füsun'un dolabnda bulunca, onu yazdùm günlerde kendimi ne kadar çok kandrdùm üaüarak gördüm. Bir yandan Füsun'a olan aükmn üiddetini, çaresizliùimi kendimden saklamaya çalüyor, yaknda ona kavuüacaùma iliükin saçma sapan ipuçlar icat edip kendimi kandryor, diùer yandan da Sibel ile ileride kuracaùm mutlu aile hayatnn hayallerinden vazgeçemiyordum. Bu sonuncusunu yapp, yani Sibel ile niüan bozup, bu mektubu götüren Ceyda'nn araclùyla Füsun'a evlenme mi teklif etseydim? Aklmn köüesinden bile geçirmediùimi sandùm bu fikir, Füsun'un güzellik yarümasndan sevgili arkadaü Ceyda ile buluütuùumuzda birden bütün ayrntlaryla gözümde canland. Aük aclarmn kasvetinden bkmü olan müzegezere güzel bir gazete kesiùi sergiliyorum burada. Füsun'un güzellik yarümasndan arkadaü Ceyda'nn yarüma için çekilmiü resmi ve hayatnn amacnn hayallerindeki "ideal erkekle" mutlu bir evlilik olduùunu söylediùi bir röportaj... Ackl hikâyemin bütün ayrntlarn ta baündan beri bilen ve aükm saygyla karülayan ve bu güzel gençlik fotoùrafn cömertçe müzeme baùülayan Ceyda Hanm'a teüekkürlerimi sunuyorum. Acyla yazdùm mektubu, annesinin eline geçmesin diye Füsun'a postayla deùil, Ceyda ile yollamaya karar verince, sekreterim Zeynep Hanm'n yardmyla onu arayp buldum. Füsunun benimle olan
197
__ ------------------------------------------------------------------------ ^ Acm Yatútracak Küçük B
iliükisini baütan beri bütün ayrntlaryla açtù bu arkadaü, onunla önemli bir konuda görüümek istediùimi söyleyince hiç nazlanmad. Maçka'da
buluütuùumuzda,
aük
acm
Ceyda'ya
açmaktan
utanmadùm hemen fark ettim. Belki her üeyi olgunlukla anladùn hissettiùim için, belki de o sra Ceyda'nn çok ama çok mutlu olduùunu gördüùüm için. Gebe kalmü, bu yüzden de Sedircilerin oùlu, zengin ve muhafazakâr sevgilisi onunla evlenmeye karar vermiüti. Bunlar benden saklamadù gibi, yaknda düùünün yaplacaùn da söyledi. Orada Füsun ile karülaüabilir miydim, Füsun neredeydi? Ceyda bu sorulara, geçiütiren cevaplar verdi. Füsun onun kulaùn bükmüü olmalyd. Taülk Park'na doùru yürürken, aükn derinliùi ve ciddiyeti üzerine derin ve ciddi sözler söyledi. Onu dinlerken gözüm uzaktaki Dolmabahçe Camii'ne, çocukluùumdan kalma ve rüyalardan çkma bir görüntüye taklmüt. Çok fazla srar edip Füsun'un nasl olduùunu bile soramadm. Ceyda'nn benim en sonunda Sibel'den ayrlp Füsun ile evleneceùimi, böylece ailecek görüüeceùimizi umutla hayal ettiùini hissettiùim gibi, bu hayallere kendimin de katldùn fark ettim. Temmuz öùleden sonrasnda girip oturduùumuz Taülk Parknn manzaras, Boùazn giriüinin
güzelliùi,
önümüzdeki
dut
aùaçlar,
kr
kahvesinin
masalarnda oturup Meltem gazozu içen âüklar, bebek arabalaryla gelmiü anneler, ileride kumda oynayan çocuklar, çekirdek ve leblebi yiyip gülüüen üniversite öùrencileri, çekirdek kabuklarn gagalayan bir güvercinle iki serçe, bütün bu kalabalk, unutmakla olduùum bir üeyi, hayatn sradan güzelliùini hatrlatyordu bana. Bu yüzden,
Ceyda
gözlerini kocaman kocaman açp mektubu Füsuna vereceùini, onun da bana mutlaka bir cevap vereceùine iyi niyetlerle inandùn söyleyince büyük bir umuda kapldm. Ama hiçbir cevap gelmedi. Aùustos aynn baünda, bir sabah, aldùm bütün önlemlere, teselli usullerine raùmen, acmn hiç hafiflemediùini, lam tersi
1
Aúk Acm Yatútracak Küçük Bir Umut için
hâlâ düzenli bir üekilde arttùn kabul etmek zorunda kaldm. Yazhanede çalürken ya da telefonda birisiyle tartürken, aklm Füsun hakknda bir düüünce üretmiyordu, ama karnmda-ki aùr bir çeüit düüünce üeklini almü, aklmn içinde elektrik akm gibi sessizce ve hzla dolaüyordu. Aük acm yatütracak küçük bir umut için yaptùm çeüitli üeyler de ilk baüta belli bir rahatlk veriyor ya da beni oyalyordu, ama uzun vadede hiçbir iüe yaramyordu. Uùura, esrarengiz iüaretlere ve gazetelerdeki yldz fal köüelerine merak salmütm. En çok Son Postadaki "Burcunuz, Gününüz" köüesine ve Hayat dergisindeki gözlemlere inanyordum. Uzmann aklls, biz okurlara, özellikle de bana hep "Bugün sevdiùiniz birinden bir iüaret alacaksnz!" derdi. Baüka burçlarda doùanlar için de sk sk böyle yazyorlard, ama çok da hakl ve inandrcydlar. Burç, yldz fal köüelerini dikkatle okurdum, ama yldzlara, astrolojiye hiç inanmaz, içi sklan ev kadnlar gibi saatlerce burçlarla oyalanamazdm. Derdim acildi. Kap açlyorsa, "úçeri giren kadn olursa, Füsun'a en sonunda kavuüacaùm, erkek olursa, kötü olacak," derdim kendi kendime. Dünya, hayat, her üey insann her an falna bakabilmesi için Allah'n bize yolladù iüaretlerle kaynaüyordu. "Caddeden geçen ilk krmz araba soldan gelirse Füsundan bir haber alacaùm, saùdan gelirse daha bekleyeceùim," der, Satsat'n penceresinden yoldan geçen arabalar sayardm. "Vapurdan iskeleye ilk atlayan ben olursam, Füsun'u yaknda göreceùim," derdim ve daha halat atlmadan iskeleye atlardm. "úlk atlayan eüüektir!" diye arkamdan baùrrd halatçlar. Sonra bir vapurun düdüùünü iüitir, bunu bir uùur olarak görür, gemiyi hayal ederdim. "Üst geçitteki merdivenin basamaklar tek sayysa, Füsun'u yaknda göreceùim," derdim. Basamaklarn çift çkmas acm artrr, uùurumun tutmas ise beni bir an rahatlatrd. En kötüsü gecenin ortasnda acdan uyanmak ve uykuya devam edememekti. O zaman rak içer, çaresizlikten üstüne bir-
199
__
------------------------------------------------------------------------ ^ Acm Yatútracak Küçük B
kaç kadeh viski ya da üarap yuvarlar; bilincimi, bana huzursuzluk veren ve bir türlü de susmayan bir radyoyu kapatr gibi kapatmak isterdim. Birkaç kere, gece yans elimde rak kadehi, annemin eskimiü destesiyle falma baktm, "pasyans" açtm. Birkaç gece de babamn çok az kullandù zarlarn -her seferinde bunun son olduùunu düüünerekbinlerce kere attm, iyice sarhoü olunca acmdan tuhaf bir zevk aldùm, durumumu aptalca bir gururla kitaplara, filmlere, operalara layk bulduùumu hissederdim. Suadiye'deki yazlk evde kaldùm bir gece, sabaha birkaç saat kala, gene uyuyamayacaùm anlaynca, deniz tarafndaki terasa karanlkta sessizce çktm, bir üezlonga uzandm ve çam kokulan içerisinde, Adalarn titreyen üklarn seyrederek uyumaya çalütm. "Sen de mi uyuyamyorsun?" diye fsldad babam. Karanlkta, yanmdaki üezlongda uzandùn fark etmemiütim. "Bu ara uyuyamyorum baz geceler," diye fsldadm suçlulukla. "Merak etme, geçer," dedi üefkatle. "Daha gençsin. Aclar yüzünden uykusuz kalmak için daha çok erken, korkma. Ama benim yaüma gelince hayatta piüman olduùun üeyler varsa, sabahlara kadar yldzlan sayarak bekliyorsun. Sakn piüman olacaùn bir üey yapma." "Peki baba," diye fsldadm. Az sonra biraz olsun acm unutup uyuyakalacaùm anladm. Babamn o gece giydiùi pijamann vakasn ve bende hep hüzün uyandran tek terliùini burada sergiliyorum. Belki önemsiz bulduùum için, belki de okurlarn ve müzegezerlerin beni daha fazla küçümsemesini istemediùim için, o sralarda alükanlk edindiùim bir-iki üeyi sizlerden saklamütm, ama hikâyemizin anlaülabilmesi için üimdi onlardan birini ksaca itiraf edeceùim. Öùle tatillerinde sekreterim Zeynep Hanm, kalabalkla birlikte yemeùe çknca, bazan Füsunlara telefon edi-
2
------------------------------Aük Acm Yatütracak Küçük Bir Umut için-------------------
yordum. Telefona Füsun hiç çkmyordu, demek ki gittiùi yerden hâlâ dönmemiüti, bahas da yoktu ortalkta. Telefonu hep Nesibe Hala açyordu, demek ki dikiülerini evde dikiyordu, ama bir gün Füsun'un açacaùn umuyordum. Nesibe Halann aùzndan Füsun hakknda bir üey kaçrmasn umutla beklerdim. Ya da Füsun'un arkadan bir üey söyleyeceùini zanneder, hiç konuümadan sabrla beklerdim. Telefon açlnca baüta hiçbir üey dememek daha kolayd da, sessizlik uzayp Nesibe Hala konuütukça kendimi tutmam güçleüirdi. Çünkü Nesibe Hala, çok fazla telaülanr, korkusunu, öfkesini, telaün hemen belli eder, bir telefon sapùnn çok hoüuna gidecek üekilde kvranrd: "Alo, alo, kimsiniz, kim o, kimi aradnz, konuüsana Allah aükna, alo, alo, kimsin sen, niye aryorsun?" gibi kelimelerden snrsz sayda düzenleme yapar, korku, telaü, öfke belirtileri gösterir, açar açmaz telefonu kapamak ya da benden önce telefonu kapamak aklna hiç gelmezdi. Zaman geçtikçe bu uzak hümmn telefonlarm karüsnda, gözü arabann lambasna taklmü tavüan gibi davranmas, bende bir keder ve çaresizlik duygusu uyandrmaya baülad ve bu alükanlùm brakmay baüardm. Füsun'dan hiçbir iz yoktu.
37. BOù EV Aùustos'un sonunda, yani leyleklerin kafileler halinde Boùaz'n, Suadiye'deki evin ve Adalarn üzerinden Avrupa'dan güneydoùuya, Afrika'ya geri döndüùü günlerde, her yl bu vakit arkadaülarmn da yoùun isteùi üzerine yaptùm gibi, annemle babam yazlktan dönmeden önce, bizim Teüvikiye Caddesi'ndeki boü dairede, bir yaz sonu partisi düzenlemeye karar verdik. Sibel'in hevesle alüveriü ettiùi, masalarn yerini deùiütirip yaz için naftalinlenip rulo yaplp kaldrlmü hallar parkelerin üzerine serdirdiùi saatlerde, ben eve gidip ona yardm edeceùime, gene
201
Füsunlara telefon ettim. Birkaç gündür telefonu uzun uzun çaldrmama raùmen kimse açmadù için huzursuzdum. Bu sefer kesilmiü hatlara özgü kesintili sesi iüitince, karnmdaki aùr bütün gövdemi ve aklm ele geçirdi. On iki dakika sonra bir süredir uzak durmay baüardùm hayatmn turuncuyla iüaretli yasak sokaklarna çkmü, öùle güneüinde gölge gibi Füsunlarn Kuyulu Bostan Sokak'taki evine yaklaüyordum. Uzaktan pencerelerine baknca, perdelerin yerinde olmadùn gördüm. Kapy çaldm, kimse açmad. Kapy vurdum, yumrukladm, gene kimse açmaynca öleceùim sandm. "Kim o?" diye seslendi yaül kapc kadn yeraltndaki karanlk dairesinden. uHaa, onlar, üç numaralar, taündlar, gittiler onlar." "Yeni kirac aday olduùum" yalann attm. Eline yirmi lira skütrdùm kadna yedek anahtaryla kapy açtrp içeri girdim. Allahm! O boü odalarn ackl yalnzlùndan, ypranmü, ezilmiü mutfak fayanslarnn döküntü halinden, kayp sevgilimin bütün hayat boyunca ykandù krk dökük küvetle, onu korkutan üofbenin büyüsünden, duvarlara çakl çivilerle, onlara asl aynalarn ve çerçevelerin yirmi yllk gölgelerinden nasl söz edeyim? Füsunun odalardaki kokusunu, bir köüeye sinmiü gölgesini, onu Füsun yapan ve bütün hayatn geçirdiùi bu evin plann, duvarlarn ve pul pul dökülen derisini aükla hafzama kazyordum. Bir duvar kâùd vard, kenardan kocaman bir parçay yrtarak kopardm ve yanma aldm. Füsun'un olduùunu sandùm küçük odann kapsnn kulpunu da, onun bu kulpu on sekiz yl ellediùini düüünerek cebime indirdim. Banyodaki rezervuarn zincirinin ucundaki porselen çekecek, ben dokununca elimde kald. Bir köüeye atlmü kâùtlar, çerçöp içinden, Füsun'un krk bir bebeùinin kol parçasn, iri bir mika bilyeyi ve onun olduùundan üüphem olmayan firketeleri cebime attm ve yalnz kalnca onlarla biraz teselli bulacaùm düüünüp rahatlayarak kapc ka-
202
Boú Ev
dna kiraclarn onca yldan sonra niye çktùn sordum. Ev sahibiyle kira
yüzünden
yllardr
çekiütiklerini
söyledi.
"Sanki
baüka
mahallelerde kiralar daha m düüük!" dedim, parann pul olduùunu, pahallùn
alp
yürüdüùünü
söyledim.
"Eski
kiraclar
nereye
taündlar?" "Bilmiyoruz," dedi kapc kadn. "Bizlere, ev sahibine küskün gittiler. Yirmi yl sonra aralan bozuldu." úçimdeki çaresizlik duygusu beni boùacak gibiydi. Bir gün buraya gelip, kaplarn çalp, yalvararak içeri girip Füsun'u görme umudunu içimde hep taüdùm anladm. ûimdi bu son teselli imkân ve onu görebilme hayali de elimden alnmüt ve buna dayanmam çok zor olacakt. On sekiz dakika sonra, Merhamet Apartmanndaki yataùmza uzanmü, boü evden aldùm eüyalarla acm hafifletmeye çalüyordum. Füsun'un dokunduùu ve onu Füsun yapan bu üeyleri elimde tuttukça, onlar oküayp, seyredip boynuma, omuzlanma, çplak göùsüme, karnma deùdirdikçe, eüyalar içlerinde birikmiü hatralar, bir teselli gücüyle ruhuma salveriyorlard.
38. YAZ SONU PARTøSø Çok sonra yazhaneye hiç uùramadan, doùrudan Teüvikiye'ye eve, parti hazrlklarna gittim. "ûampanyalar için bir üey soracaktm," dedi evde Sibel. "Yazhaneye birkaç kere telefon ettim, her seferinde olmadùn söylediler." Ona hiçbir cevap veremeden odama svütm. Yataùma uzandùm, çok mu çok mutsuz olduùumu ve bu gecenin çok kötü geçeceùini umutsuzlukla düüündüùümü hatrlyorum. Füsun'u acyla hayal ederek,
eüyalaryla
oynayarak
tescili
bulmam,
kendimi
kendi
gözümden düüürmüütü, ama içine daha fazla girmek istediùim bir baüka dünyann kaplarn da açmüt bana. Sibel'in gayretle hazrlk yaptù parti için gereken zengin, akll m-seli ve hayattan zevk almay bilen saùlkl erkek rolünü oy203
Yaz Sonu Partisi
nayamayacâùm hissediyordum simdi. Üstelik kendi evimde verdiùim partide, surat asan ve her üeyi küçümseyen yirmi yaündaki öfkeli
bir
genç
gibi
davranamayacaùm
da
biliyordum.
Adlandrmadùmz gizli hastalùm bilen Sibel, beni hoü görebilirdi, ama yaz sonu partisinin eùlenceye hevesli davetlileri ayn üevi yapmayacaklard. Aküam saat yedide ilk konuklar geldiùinde, onlara ústanbul'da barlarda, mezecilerde el altndan satlan bütün kaçak yabanc içki markalarndan oluüan bar iyi bir ev sahibi gibi gösterip içki ikram ettim. Bir ara plaklarla uùraütùm, kapaùn sevdiùim Sergeant Pepper'i, Simon and Garknken çaldùm hatrlyorum. Sibel ile, Nurcihan ile gülüüerek dans ettim. Nurcihan n sonunda Zaim i deùil, Mehmet'i tercih ettiùi ortaya çkmüt, ama Zaim buna alnmü gibi görünmüyordu. Sibel bana, Nurcihan n Zaim le yattùn sandùn kaülarn çatarak söyleyince, niüanlmn bundan neden kederlendiùini çkaramadùm gibi, onu anlamaya çalümadm bile. Dünya iüte böyle güzel bir yerdi, yaz aküamnda Boùaz yönünden esen poyraz, Teüvikiye Camii'nin avlusundaki çnar aùaçlarn taa çocukluùumdan beri hatrladùm hoü ve yumuüack sesle hürdatyor; hava kararrken krlangçlar 1930'lardan kalma apartmanlarn damlarnn ve caminin üzerinden
çùlklar
atarak
uçuyor;
sayfiye
evine
gitmeyen
Niüantaüllarn televizyonlarnn üù hava karardkça belirginleüiyor; bir balkonda can sklan bir genç kz, daha sonra baüka bir balkonda mutsuz bir baba, ana caddedeki trafiùe bir süre dalgn dalgn bakyor; bense bütün bu manzaray, kendi duygularm seyreder gibi seyrediyor, Füsun'u hiç unutama-maktan korkuyordum. Orada kendi evimin balkonunun serinliùinde otura otura ve arada bana katlp gevezelik edenleri tatl tatl dinleyerek, küp gibi içtim. Zaim üniversite giriü imtihannda çok yüksek bir puan tutturduùu için çok mutlu gözüken tatl bir kzla gelmiüti, Ayüe'ydi ad, onunla konuütum. Sibel'in bir arkadaünn deri itha-
204
Yaz Sonu Partisi
latçlù yapan ve çok iyi rak içen çekingen bir erkek arkadaüyla içtim. Hava kadifemsi bir karanlùa gömüldükten çok sonra Sibel "Ayp ediyorsun," dedi, "içeri gel biraz." Onunla gene birbirimize bütün gücümüzle sarlarak, o umutsuz ama çok romantik gözüken dansmz ettik. Baz lambalar söndürüldüùü için yar karanlk hale gelmiü salonda, bütün çocukluùumu ve hayatm geçirdiùim bu dairede, bambaüka bir yerin havas ve renkleri vard ve bu bütün dünyamn elimden alndù duygusuyla bir üekilde örtüüüyor, Sibel'le dans ederken
ona
bütün
gücümle
sarlyordum.
Bütün
yaz
süren
mutsuzluùumun ve ilerleyen içki alükanlklarmn önemli bir ksm yaz sonunda ona da geçtiùi için, canm niüanlm da benim gibi sallanyordu. Dönemin dedikodu sütunu yazarlarnn diliyle söylersek, "gecenin ilerleyen saatlerinde alkolün etkisiyle" parti iyice çùrndan çkt. Bardaklarn, üiüelerin krldù, 45lik, 33'lük plaklarn tahrip olduùu, baz çiftlerin daha çok teühir zevkiyle ve Avrupa dergilerinin sanat ve skandal sayfalarnn etkisiyle, öpüümeye baüladù, bazlarnnsa benim, aùabeyimin odasna sözümona seviüme niyetiyle girip szdù partinin havasnda, bütün bu zengin çocuùu arkadaü takmnn, gençliklerinin ve modernlik heveslerinin bitmekte olduùuna iliükin telaü da vard. Sekiz-on yl önce, yaz sonlarnda, annemle babam yazlk evden dönmeden önce bu partileri vermeye baüladùmda, eùlencenin havas anne-babaya dönük anarüizan bir öfke taür; arkadaülarm mutfaktaki pahal
aletleri
kabaca
kurcalayp
krarken,
annemin
babamn
dolaplarndaki eski üapkalar, parfüm pompalarn, elektrikli ayakkab çekeceklerini, papyon kravatlar ve elbiseleri birbirlerine gösterip sarhoü sarhoü gülerlerken, kendilerini siyasi bir öfke taüdklarna inandrarak rahatlarlard. Sonraki yllarda bu kalabalk takmdan yalnzca iki kiüi siyaseti ciddiye almü, bunlardan biri 1971'deki askeri darbeden sonra polisin elinde iükence görüp 1974'teki affa kadar hapis
205
Yaz Sonu Partisi
yatmü ve herhalde ikisi de "sorumsuz, ümark ve burjuva" bulduklar bizlerden soùuduklar için takmdan uzaklaümülard. ûimdi ise, sabaha doùru bir saatte, annemin dolaplarn karütran Nurcihan, bunu anarüizan bir öfkeden deùil, kadnca bir merakla ve çok da saygyla ve titizlikle yapyordu. "Kilyos'a denize gidiyoruz," dedi çok ciddi bir havayla. "Annenin mayosu var m diye bakyorum." Füsun'u, o kadar istediùi halde Kilyosa denize götürememenin acs ve piümanlù beni bir anda üiddetle kavrad, dayanabilmek için kendimi annemle babamn yataùnn üzerine almak zorunda kaldm. Yattùm yerden de sarhoü Nurcihan'n mayo bahanesiyle annemin ta 1950'lerden kalma iülemeli çoraplarn, toprak rengindeki ipli ve zarif korselerini, Merhamet Apartman'na sürgüne yollamadù üapkalarn, eüarplarn karütrdùn görebiliyordum. Nurcihan, annemin bankadaki kasasna güvenmediùi için naylon çoraplarnn durduùu çekmecenin arkasndaki bir çantada sakladù ev, arsa, apartman dairesi tapularn, kimileri satlmü, kimileri kiraya verilmiü dairelerin artk iüe yaramayan deste deste anahtarlarn, otuz alt yl önce bir gazetenin dedikodu sütunundan kesilmiü babamla düùününün haberini, bundan on iki yl sonrasnn tarihini taüyan Hayat dergisinin "Cemiyet" sütunundan kesilmiü ve annemi bir kalabalk içinde çok ük ve haval gösteren bir fotoùraf da sabrla elden geçirdi. "Annen çok hoü, çok ilginç bir kadnmü," dedi. "Yaüyor," dedim ölü gibi yattùm yerden. Füsun ile bu odada bütün hayatm geçirmemin ne harika olacaùn düüünürken, Nurcihan tatl, mutlu bir kahkaha atl ve sanrm bu sihirli sarhoü kahkahasnn çekimine kapldklar için önce Sibel, sonra da Mehmet odaya geldiler. Sibel de Nurcihan ile birlikte annemin dolabn bir sarhoü
ciddiyetiyle eklen geçirirken, Mehmet yataùn ucuna, babamn
sabahlan terliklerini giymeden önce, oturup ayak parmaklarn dalgn dalgn seyrettiùi köüeye olurdu ve Nurcihan aükla, hayranlkla uzun uzun seyretti. Yllardr ilk defa hzla ve çok fena âük olduùu ve
206
— -------------------------------------------------- Yaz Sonu Partisi -----------------------------------------------------------
evlenebileceùi bir sevgili bulabildiùi için o kadar mutluydu ki, mutluluùuna üaütùn, hatta bu kadar mutlu olmaktan utandùn
hissediyordum Ama onu kskanmyordum, çünkü aldatlmaktan, aüaùlayc kötü bir sondan ve piümanlktan had üamada korktuùunu hissediyordum. Sibel ile Nurcihan, annemin dolabndan çkardklar ve burada sergilediùim üeyleri birbirlerine dikkatle gösteriyor, gülüüüyor, sonra da birbirlerine deniz için mayo aradklarn hatrlatyorlard. Mayo aramak ve "denize gidiyoruz" konuümalar, günün ilk üklarna kadar sürdü. Hiç kimse araba kullanabilecek kadar ayk deùildi aslnda. úçki ve uykusuzlukla birleüen Füsun acsnn Kilyos Plaj nda bana dayanlmayacak kadar aùr geleceùini biliyordum, ben gitmeyecektim. Sibel ile bizim arkadan geleceùimizi söyledim ve iüi aùrdan aldm. Gün aùarrken, annemin kahve içip cenaze seyrettiùi balkona çktm ve aüaùdaki arkadaülara el sallayp baùrdm. Caddede Zaim ile yeni sevgilisi Ayüe, Nurcihan ile Mehmet ve birkaç kiüi daha, sarhoüça baùra çaùra konuüuyor, parlak krmz bir plastik topu birbirlerine atyor, ellerinden düüürüp peüinden koüuyor ve bütün Teüvikiye'yi uyandracak kadar gürültü yapyorlard. Mehmet'in arabasnn kaplar sonunda kapannca, Teüvikiye Camii'nin avlusunda sabah namazna yetiüen ihtiyarlarn aùr aùr yürüdüklerini gördüm. Aralarnda karü apartmann, ylbaülarnda Noel Baba kyafetine girip Milli Piyango satan kapcs da vard. Derken Mehmet'in arabas patinaj çekerek gidip sert bir frenle durdu, geri geri geldi, durdu, kaps açld ve Nurcihan çkp bütün gücüyle altnc kata, bize baùrarak ipek fularn unuttuùunu söyledi. Sibel içeri koütu, fular getirip balkondan caddeye att. Mor fularn, aùr aùr aüaù inerken, belli belirsiz rüzgârda bir uçurtma gibi nazlanarak açlp kapanün, üiüip kvrlün Sibel ile annemin balkonundan seyrediüimizi unutamam hiç. Niüanlmla son mutlu hatramz budur.
207
----------------------------------------------------- itiraf ------------------------------ ʄ ---- ʄ ------------ʄ—-
39. øTøRAF útiraf sahnesine geldik. Müzemizin bu noktasnda çerçevelerin, fonun, her üeyin soùuk bir sar renkte olmasn bir içgüdüyle istedim. Oysa arkadaülarmz denize gittikten az sonra ben gene annemle babamn yataùna uzandùmda, Üsküdar srtlarndan doùan koskocaman güneü, büyük yatak odasn derin bir turuncuya boyamüt. Uzaklardan Boùaz’ geçen büyük bir yolcu gemisinin düdüùü yanklanarak geldi. "Hadi," dedi Sibel, benim istekli olmadùm sezerek, "geç kalmayalm, yetiüelim onlara." Ama yatüma baknca benim denize gitmeyeceùimi, (bu sarhoülukla arabay kullanamayacaùm hiç düüünmüyordu) anlamakla kalmad, gizli hastalùm ile ilgili geri dönülmez bir noktaya geldiùimizi de hissetti. Konudan uzak durmak istediùini, gözlerini benden kaçrmasndan anlyordum. Ama korkularnn üzerine, düüüncesizlikle gidenlerin (bazlarnn cesaret dediùi üey budur) yapacaù gibi, konuyu da ilk o açt. "Neredeydin öùleden sonra sahi?" diye soruverdi. Ama hemen de piüman oldu. "Daha sonra utanacaùn düüünüyorsan, söylemek istemiyorsan söyleme," diye ekledi tatllkla. Yataùa yanma uzand. Sokulgan bir kedi gibi, bana öyle içten bir üefkatle ve korkuyla sarld ki, onun cann yakacak bir üey yapmak üzere olduùumu hissettim ve utandm. Ama aük cini, Alaaddinin lambasndan çkmü; artk yalnzca benim srrm olarak kalamayacaùn, gövdemi sarsa sarsa bana hissettiriyordu. "Bahar baünda Fuaye'ye gittiùimiz geceyi hatrlyor musun, canm?" diye dikkatle baüladm hikâyeme. "Sen bir vitrinde Jenny Colon bir çanta görmüü, beùenmiütin de, geçerken bir an donup bakmütk." Canm niüanlm, konunun sahte çanta deùil, hakiki ve dolaysyla daha vahim bir üey olduùunu hemen anlayarak korkuyla gözlerini açnca, ona okurlarn ve müze ziyaretçilerinin ta ilk tü\adan ben bildiùi hikâyeyi anlatmaya baüladm. Müzegezerin
208
hikâyemi hatrlamasna yardm etmek amacyla, en seçkin ve önemli eüyalarn küçük birer resmini srayla sergiliyorum burada. Sibel'e de her üeyi çok dikkatle ve srayla anlatmaya çalütm. Füsun ile karülaümamn ve sonra olup bitenlerin ackl hikâyesinde, yllar önce baümzdan geçmiü ve bizim kabahatimiz olan trafik kazalarnn ya da iülenmiü büyük günahlarn yükünün kaçnlmaz aùrlùna benzeyen bir kefaret ve piümanlk duygusu olduùunu hemen hissettim. Ama bu duyguyu sradan suçumu hafifletmek, geçmiüin çok gerilerde kaldùn hissettirmek için hikâyeye ben koymuü da olabilirim. Çünkü yaüadklarmn vazgeçilmez bir yan olan cinsel mutluluk ayrntlarn tabii ki hiç anlatamyor ve bütün bu serüveni, bir Türk erkeùinin evlilik öncesi yaptù bir ümarklk olarak göstermeye çalüyordum. Sibel'in gözyaülarn görünce hikâyemi olduùu gibi ona anlatma niyetimden caydùm gibi, konuyu açmü olduùum için de piümanlk duydum. "Çok iùrençmiüsin," dedi Sibel. Annemin içi eski bozuk paralarla dolu, güllü çiçekli eski çantasn, arkasndan da babamn siyah-beyaz yazlk eski ayakkablarndan birini bana frlatt. úkisi de isabet etmedi. Eski bozuk paralar, krk cam parçalar gibi etrafa saçld. Sibel'in gözlerinden yaülar akyordu. "Çoktan bitirdim bu iliükiyi," dedim. "Ama yaptùm üey çok ypratt beni... Mesele ne o kz ne herhangi biri..." "Niüanda masamza oturan kz deùil mi o?" dedi Sibel, adn söylemeye cesaret edemeden. "Evet." "Çok bayaù, çok iùrenç bir tezgâhtar! Onu hâlâ görüyor musun?" "Tabii ki hayr... Seninle niüanlannca terk ettim onu. O da kayplara karüt. Bir baükasyla evlenmiü. (Bu yalan nasl attùma üimdi bile üaüyorum.) Niüandan sonra bende gördüùün tutukluk bu yüzdendi, ama geçti artk."
209
----------------------------------------------------- itiraf ------------------------------ ʄ ---- ʄ ------------ʄ—-
Sibel biraz aùlyor, sonra yüzünü ykyor, kendini toparlyor, sonra gene sorular soruyordu. "Onu içinden çkaramyor musun yani?" diye gerçeùi kendi kelimeleriyle veciz bir üekilde dile getirdi bir kerede akll niüanlm. Bir kalbi olan hangi erkek bu soruya "evet" diyebilirdi ki? "Hayr," dedim istemeye istemeye. "Yanlü anladn. Bütün bu iüin yükü, bir kz böyle
hrpalamü
olmak,
seni
aldatarak
iliükimizi
lekelemenin
sorumluluùu beni yordu, hayat neüemi kaçrd." ikimiz de artk inanmyorduk bu dediklerime. "Öùleden sonra neredeydin?" Onu hatrlatan eüyalar aùzma aldùm, tenime dokundurduùumu, bunlar yaparken onu hayal ederek gözyaülaryla boüaldùm, Sibel'e deùil ama anlayül herhangi birine anlatabilmeyi çok isterdim. Öte yandan Sibel beni terk edip giderse, hayata devam edemeyeceùimi, aklm
kaçracaùm
hissediyordum.
Aslnda
"hemen
evlenelim"
demeliydim ona. Toplumumuzu ayakta tutan pek çok saùlam evlilik bu tür frtnal ve mutsuz aüklar unutmak için yaplmütr. "Nikâhtan önce çocukluk oyuncaklarmla oyalanmak istedim. Bir uzay tabancam vard mesela... Hâlâ çalüyormuü... Tuhaf bir nostalji duygusu iüte. Onun için oraya gitmiütim." "O daireye hiç gitmemen lazm!" dedi Sibel. "Orada onunla çok mu buluütunuz?" Cevabm beklemeden aùlamaya baülad. Ona sarlp oküamam, gözyaülarn hzlandrd. Derin bir üükran duyduùum niüanlma, aüktan da derin bir yoldaülk duygusuyla sarldm. Sibel uzun uzun aùladktan sonra, kollarmn arasnda uyuyakalnca, ben de uyuyakalmüm. Öùleye doùru uyandùmda, Sibel çoktan kalkmü, ykanmü, makyaj yapmü ve mutfakta bana kahvalt bile hazrlamüt. "Git istiyorsan, karü dükkândan taze bir ekmek al!" dedi so-
210
itiraf
ùukkanllkla. "Ama üüeniyorsan, halin yoksa, bayat ekmeklerden keser kzartrm." "Yok, giderim," dedim. Partiden sonra savaü alanna dönmüü salonda, annemle babamn otuz alt yldr karülkl yemek yedikleri masann üzerinde kahvalt ettik. Karü bakkaldan aldùm ekmeùin tpatp aynsn, belgeselci bir anlayüla ve teselli olsun diye sergiliyorum burada, ústanbul’da, aùrlù biraz deùiüse de, milyonlarca kiüinin yarm yüzyldr katk olarak yalnzca bu ekmeùi yediùini hatrlatmak ve hayatn bir tekrar olduùuna, ama sonra her üeyin acmaszlkla unutulduùuna iüaret etmek de istiyorum. Ama Sibel'in bugün bile beni üaürtan çok kararl, güçlü bir hali vard. "Senin aük zannettiùin üey geçici bir taknt," dedi. "Yaknda geçer. Sana sahip çkacaùm. Kapldùn saçmalktan seni çekip çkaracaùm..." Aùlamaktan göz altlarnn üiütiùini gizlemek için bolca pudra sürmüütü. Bütün acsna raùmen beni kracak sözlerden incelikle kaçndùn görmek, üefkatini hissetmek, ona olan güvenimi öyle artrd ki, beni acmdan kurtaracak tek üeyin Sibel'in kararllù olacaùn hissedip onun her dediùini uysalca yapmaya karar verdim. Böylece taze ekmekli, beyaz peynirli, zeytinli ve çilek reçelli kahvaltmz ederken, bu evden çkmam, Niüantaü'na, bu çevreye ve sokaklara uzun bir süreliùine hiç gelmemem gerekliùinde hemen anlaütk. Krmz ve turuncu sokaklar iyice yasak ilan ettik... Sibelin annesiyle babas, külar geçirdikleri Ankara'daki asl evlerine dönmüülerdi.
Anadoluhisar
ndaki
yal
boütu.
Sibel,
arlk
niüanlandùmz için annesinin babasnn bizim boü yalda birlikte kalmamz görmezlikten geleceklerini söyledi. Hemen oraya, onun yanna
taünacak
ve
beni
sürekli
takntmn
içine
döndüren
alükanlklardan vazgeçecektim. Aük acsndan kurtulsun diye Avrupa ya yollanan hülyal genç kzlar gibi, ben hem kederle hem de iyileüme umuduyla bavullarm yaparken,
211
ttiraf
Sibel'in "Bunlar da al," diyerek bavuluma koyduùu külk çoraplarn, tedavimin çok uzun sürebileceùini bana acyla düüündürdüùünü banlyorum.
40. YALI HAYATININ TESELLøLERø Yeni bir hayata baülamann coükusuyla hemen benimsediùim yal hayatnn tesellileri, ilk günlerde beni hastalùmdan hzla kurtulmakta olduùuma inandrd. Gece hangi eùlenceden, hangi saatte ve ne kadar sarhoü dönmüü olursak olalm, sabah Boùazn dalgalarnda yansyan tuhaf bir ük panjurlarn arasndan szp odamzn tavannda oynaümaya baülar baülamaz yataktan kalkar, panjurlar parmaklarmn ucuyla itip açar ve içeriye patlar gibi dolan manzarann güzelliùine her seferinde hayret ederdim. Hayretimde, hayatn unutmakta olduùumu sandùm güzelliùini yeniden keüfetmenin heyecan da vard ya da ben öyle inanmak istiyordum. Bazan benim hissettiklerimi Sibel de incelikle sezer, üzerinde ipek geceliùi, çplak ayaklaryla ahüap döüemeleri hafifçe gcrdatarak yanma gelir, Boùazn güzelliùini, krmz bir balkç sandalnn dalgalar arasndan sallanarak geçiüini, güneü altndaki karü kylarn karanlk korularnn üzerindeki buùuyu ve sabah hayalet sessizliùiyle sulan fürdatarak üehre giden ilk yolcu gemisinin akntda yan yatarak sürükleniüini birlikte iyimserlikle seyrederdik. Tpk benim gibi Sibel de yal hayatnn zevklerini benim hastalùm iyileütirecek bir ilaç gibi abartl bir heyecanla karülyordu: Aüklar kendilerine yeten mutlu çiftler gibi, aküam yemeùini Boùaza uzanan cumbada baü baüa yerken, Anadoluhisar úskelesi’nden kalkan ûehir Hatlar vapuru Kalender, tam önümüzden yalya sürünür gibi geçer; dümeni tutan bykl, kasketli süvari, yemek masamzn üzerindeki çtr çtr istavritleri, patlcan salatasn ve kzartmasn, beyaz peynir, kavun ve
212
Yal Hayatnn Tesellileri
raky görebildiùi kaptan köükünden, bize "Afiyet olsun" diye seslenir ve Sibel bunu beni iyileütirip mutlu edecek yeni bir hoüluk olarak görürdü. Niüanlmla sabah uyanr uyanmaz serin Boùaz sularna atlamann, úskele Kahvesi'ne gidip simitle çay içip gazete okumann, bahçedeki domates ve biberlerle uùraümann, öùleye doùru taze balkla gelen balkç sandalna koüup kefal ya da karagöz seçmenin ve tek yapraùn kprdamadù ve pervanelerin tek tek lambalara yakalandù aür scak Eylül gecelerinde yakamozlu denize üprtlarla girmenin zevklerinin de beni iyileütireceùine iyimserlikle inandùn, gece yatakta mis kokulu harika gövdesiyle bana yavaü yavaü sarldùnda anlardm. Ama karnmn sol yannda bitip tükenmeyen bir telaü gibi hâlâ aùryan aük acm yüzünden Sibel ile seviüemeyince, "Daha evli deùiliz canm," diyerek iüi sarhoülukla üakaya vururdum. Canm niüanlm da iüi alttan alarak, konuyu üakayla geçiütiriyormuüuz gibi yapard. Kimi zamanlar, ben rhtmdaki üezlongun üzerinde gece tek baüma szmak üzereyken ya da satc sandallarnn birinden aldùm haülanmü msr oburca atütrrken ya da iüe gitmek için sabah arabaya binmeden önce onu genç ve mutlu bir koca gibi yanaklarndan öptüùümde, Sibel'in ruhunda bana karü bir küçümsemenin ve nefretin filizlenmekte olduùunu gözlerinden çkarrdm. Elbette hiç seviüemediùimiz içindi bu: Ama daha korkutucu neden, Sibel'in olaùanüstü bir irade ve aükla sürdürdüùü "beni iyileütirme" çabasnn bir iüe yaramadùn ya da daha kötüsü, "iyileüsem bile" gelecekte hem onu hem Füsunu idare edeceùimi düüünmesiydi. Bu son ihtimale en kötü zamanlarmda ben de inanmak ister, bir gün Füsundan haber alacaùm, bir anda eski mutlu günlerimize dönüp gene her gün Merhamet Apartman'nda buluüacaùmz, aük acmdan böylece kurtulduktan sonra da, tabii ki Sibel'le de seviüebileceùimi ve onunla evlenip çocuklu, mutlu norma] bir aile hayat yaüayacaùmz hayal ederdim.
213
Yal Hayatnn Tesellileri
Ama bu hayallere, ancak aür içkinin neüesi ya da güzel bir sabahn verdiùi iyimserlikle pek seyrek olarak içtenlikle inanabilirdim. Vaktin çoùunda onu bir türlü unutamyordum ve artk aük acm biçimlendiren üey,
Füsun'un
yokluùu
deùil,
acnn
sonunun
bir
türlü
gözükmemesiydi.
41. SIRTÜSTÜ YÜZMEK Karanlk bir güzelliùi olan o ackl Eylül günlerini dayanlr klan önemli bir üey keüfetmiütim: Srtüstü yüzmek karnmdaki aùry hafifletiyordu. Bunun için, srtüstü ve geri geri yüzerken baüm Boùaz sularnn içine iyice sokmam, denizin dibini baüaüaù görmem, bir süreliùine nefes almadan kulaçlar atmam gerekiyordu. Akntnn ve dalgalarn içinde geri geri ilerlerken gözlerimi açnca, tersinden gördüùüm Boùaz’n renk deùiütirerek koyulaüan karanlù, aük acma hiç benzemeyen bambaüka bir snrszlk duygusu uyandrrd içimde. Sular kyda birden derinleüiverdiùi için Boùaz m dibini bazan görür bazan göremezdim ama, tersinden baktùm bu renk renk âlemin büyük, esrarengiz bir bütün oluüu, içimi hem yaüama sevinci hem de büyük bir üeye ait olmann alçakgönüllülüùüyle doldururdu. Bazan paslanmü konserveler, gazoz kapaklar, aùz açk kara midyeler, hatta çok eski zamanlardan kalma gemi hayaletleri görür, tarihin ve zamann geniüliùini, kendi önemsizliùimi hatrlardm. Böyle zamanlarda aükm yaüa\ ütndaki gösteriüe merakl, kendini önemseyen yan fark eder, bu zaafmn da aük dediùim acy derinleütirdiùini anlar, armudun. Altmda kprdanan snrsz, esrarengiz âlemin parças olmakt önemli olan, çektiùim ac deùil. Aùzm, genzimi, burun ve kulak deliklerimi sonuna kadar dolduran Boùaz sularnn, içimdeki denge ve mutluluk cinlerinin hoüuna gittiùini de hissederdim. Bu çeüit deniz sarhoüluùuyla tersinden kulaç üstüne kulaç
214
' ------ ' --------------------------------------- Srtüstü Yüzmek --------------------------------------------------
atarken, karnmdaki aùr neredeyse yok olurdu ve o zaman Füsuna derin bir
üefkat duyduùumu da fark eder ve aük acmda ona karü pek
çok öfke ve krgnlk olduùunu hatrlardm. Bu srada, düdüùünü telaüla öttüren bir Sovyet petrol tankerin i n va da ûehir Hatlar vapurlarndan birinin altna doùru tersinden son hzla yaklaütùm gören Sibel, rhtmda bütün gücüyle zplayp çùlklar alyor olurdu, ama çoùu zaman bu haykrülar iüitmezdim. Boùaz’dan geçen pek çok ûehir Hatlar gemisine, uluslararas petrol tankerine, kömür yüklü üileplere, Boùaz lokantalarna bira ve Meltem gazozu daùtan mavnalara, yolcu motorlarna doùru aün tehlikeli ve neredeyse meydan okur gibi
yaklaütùm için, Sibel baüm suya sokup yalnn
önünde srtüstü yüzmemi yasaklamak isterdi, ama acma çok iyi geldiùini bildiùi için de srar edemezdi. Sibel'in önerisiyle baz günler tek baüma sakin plajlara, dalgasz rüzgârsz günlerde Karadeniz kysna ûileye, bazan da onunla birlikte Beykoz'dan sonraki boü koylardan birine gider, kafam sudan hiç çkarmadan düüüncelerimin beni götürdüùü yere, sonuna kadar yüzerdim. Daha sonra sahile çkp güneüin altna uzanp gözlerimi kapadùmda da, yaüadklarmn aslnda tutkuyla âük olan her ciddi, onurlu erkeùin baüna gelen üeyler olduùunu iyimserlikle düüünürdüm. Tek tuhaflk, geçen zamann herkeste olduùu gibi aük acm dindirmemesiydi. Sibel'in sessiz gece yarlarnda (yalnzca uzaktan geçen bir mavnann tatl pata patalar duyulurdu) beni teselli etmek için söylediùinin tersine, acmn bir türlü "yavaü yavaü" geçmemesi ikimizi de yldryordu. Bazan bu durumu kendi kafa yapmn ya da ruhsal eksikliùimin bir ürünü olarak görürsem acmdan kurtulurum zannederdim,
ama
kendimi
kurtarc
bir
anne-melek-sevgilinin
üefkatine aür baùml zayf biri gibi gösterdiùi için, bu tür düüünceleri de sonuna kadar götüremez, çoùu zaman çaresizliùe kaplmamak için srtüstü yüze yüze acm yendiùime inanmaya çalürdm. Ama kendimi kandrdùm da çok iyi bilirdim.
215
Srtüstü Yüzmek
Eylül aynda sadece Sibel'den deùil, kendimden de gizleyerek Merhamet Apartmanna üç kere daha gitmiü, yataùa yatp Füsun un dokunduùu eüyalar elime alp okuyucunun bildiùi üekilde kendimi teselliye çalümütm. Onu unutamyordum.
42. SONBAHAR HÜZNÜ Ekim baünda çkan bir poyraz frtnasndan sonra Boùazn akntl sular
girilemeyecek
kadar
soùuyunca,
ksa
sürede
hüznüm
saklanamayacak kadar koyulaüt. Aküamn erkenden inmesi, arka bahçeye ve rhtma erkenden dökülen sonbahar yapraklan, yazlk olarak kullanlan yal dairelerinin boüalmas, iskelelere, rhtmlara çekilen sandallar ve yaùmurlu ilk günlerden sonra bir anda boüalan sokaklara devrilmiü bisikletler, ikimize de kaldrmakta zorlandùmz aùr bir sonbahar hüznü vermiüti zaten. Benim hareketsizliùimi, saklayamadùm kederimi, her gece küp gibi içmemi Sibel'in artk kaldramadùn telaüla hissediyordum. Ekim sonunda Sibel pasl, eski musluklardan akan pasl sudan, mutfaùn yknt, izbe ve o soùuk halinden, yalnn delik ve çatlaklarndan, içimize buz gibi esen poyrazdan bezmiüti artk. Scak Eylül gecelerinde çatkap yalya gelen, sarhoü olup karanlkta rhtmdan kahkahalarla denize atlayan arkadaülarmz da ank uùramyor, bize üehirde
daha
hissettiriyorlard.
eùlenceli Arka
bir
sonbahar
bahçedeki
nemli
hayatnn
baüladùn
ve
taülar
çatlak
ve
üzerlerindeki sümüklüböcekleri, yaùmurlar srasnda ortadan kaybolan telaül dostumuz yalnz kertenkeleyi, yeni zenginlerin külan yal hayatndan kaçtklarna iüaret olsun ve müzemin ziyaretçileri sonbahar hüznünü hissetsin diye sergiliyorum. Sibel ile yalda kü yalnz geçirebilmek için Füsun'u unutmuü olduùumu ona cinsel olarak kantlamam gerekliùini o günlerde
216
---------------------------------------------------------Sonbahar Hüznü---------------------------------------------------------- ;—
iyice hissediyor; bu da havalar soùudukça elektrikli sobalarla stmaya çalütùmz yüksek tavanl yatak odasndaki hayatmz daha da tutuk ve umutsuz klyor; birbirimize eskisi gibi yoldaülkla, üefkatle sarlarak uyuyabildiùimiz geceler seyrekleüiyordu. Bir yandan ahüap yallarda elektrikli soba kullananlar, tarihî yaplar tehlikeye atan cahil sorumsuzlar Sibel ile birlikte küçümser, diùer yandan da her gece üüüyünce elektrikli sobay ölümcül fiüe takardk. Kasm baünda kaloriferlerin yandù günlerde kaçrmakta olduùumuzu hissettiùimiz üehirdeki sonbahar davetlerine, yeni gece kulüplerinin açlülarna, küa yeniliklerle giren eski yerlere, sinema giriülerindeki kalabalklara yakn olabilmek
için
çeüitli
bahanelerle
Beyoùlu
na
çkmaya,
hatta
Niüantaü'na, bana yasak sokaklara gitmeye baüladk. Sudan bir bahaneyle Niüantaü'nda buluütuùumuz bir aküam Fuaye'ye bir uùrayalm dedik. Aç karna birer kadeh buzlu rak yuvarlarken, tandk garsonlara, Baügarson Sadi ile Haydar'a hal hatr sorduk ve sokaklarda birbirlerini vuran, saùa sola bomba atan aür milliyetçi çeteler ile solcu militanlarn ülkeyi felakete sürüklediùinden herkes gibi üikâyet ettik. Siyasi konularda atp tutmak konusunda yaül garsonlar her zaman olduùu gibi bizden çok daha ihtiyatlydlar. Lokantaya giren tandk yüzlere çok davetkâr bakmamza raùmen kimse bize yanaümadù için, Sibel keyfimin gene neden kaçk olduùunu sordu alayclkla. Ben de fazla ballandrmadan aùabeyim ile Turgay Bey'in anlaütklarn, benim iüten atmaya bir türlü karar veremediùim için üimdi piüman olduùum Kenan' da aralarna alarak yeni bir üirket kuracaklarn, böylece çok kazançl bir çarüaf ihalesi bahanesiyle beni düladklarn anlattm. "Kenan, o niüanda çok güzel dans eden Kenan deùil mi?" dedi Sibel. Elbette "güzel dans eden" sözünü, Sibel Füsun'dan adn anmadan bahsedebilmek için kullanmüt, ikimiz de niüann ayrntlarn hâlâ acyla hatrlyorduk ve konuyu deùiütirecek bir bahane bulamadùmz için bir süre sustuk. Oysa "has-
217
------------------- ............................. ------Sonbahar Hüznü --------------------------------------------------
talùmn" ilk ortaya çktù günlerde, en kötü anlarda bile Sibel hayat dolu bir güçle yepyeni konular açabiliyordu. "ûimdi bu Kenan yeni üirketin baüarl müdürü mü olacak?" dedi Sibel son günlerde gitgide benimsediùi alayclkla.
Sibel'in, Fransa'da
okuyan aydn ve mutlu bir Türk kzndan, sorunlu bir zenginle niüanlanp içkiye alüan dertli ve alayc bir Türk ev kadnna dönüütüùünü, hafifçe titreyen ellerine ve bol makyajl yüzüne kederle bakarken düüündüm. Füsun'u Kenan'dan da kskandùm bildiùi için beni iùneliyor olabilir miydi? Bir ay önce aklmdan bile geçmezdi böyle bir üüphe. "Üç-beü kuruü fazla kazanmak için dümenler çeviriyorlar iüte," dedim. "Boüver." "Buradaki kazanç üç-beü kuruü deùil, çok büyük biliyorsun. Seni düarda brakarak hakkn yemelerine, önünden lokman almalarna göz yummamalsn. Dik durmalsn, mücadele etmelisin onlarla." "Umurumda deùil." "Bu halini sevmiyorum," diye devam etti Sibel. "Her üeyini brakyorsun, hayattan çekiliyorsun, yenilgiyi seviyorsun sanki. Daha kuvvetli olman lazm." "Birer tane daha isteyelim mi?" dedim rak kadehimi kaldrp gülümseyerek. Birer tane daha istedik ve içkilerimizi beklerken sustuk. Öfkelendiùi, kzdù zamanlarda, Sibel'in kaülar arasnda sküan, soru iüaretine benzer krük, gene ortaya çkmüt. "Nurcihanlar arasana," dedim. "Gelirler belki." "Demin baktm, içerideki telefon hat vermiyor, bozukmuü," dedi Sibel öfkeli sesiyle. "Eee, sen neler yaptn, neler aldn bakalm?" dedim. "Aç da paketleri, biraz eùlenelim." Ama, Sibel paket açma zevklerine kaplmad hiç. "Ona hâlâ o kadar âük olamayacaùndan eminim artk," de-
218
Sonbahar Hüznü
di daha sonra hiç beklemediùim bir havayla. "Derdin baüka bir kadna âük olman deùil, bana âük olamaman." "O zaman sana niye bu kadar yapüyorum?" dedim elini tutarak. "Neden elini tutmadan sensiz bir gün geçirmek istemiyorum?'1 Bu sözleri karülkl ilk ediüimiz deùildi. Ama bu sefer Sibel'in gözlerinde tuhaf bir ük gördüm ve üöyle demesinden korktum: "Çünkü tek baüna kalrsan Füsun'un acsna dayanamayacaùn, belki de acdan öleceùini biliyorsun!" Ama Sibel, durumumun bu kadar kötü olduùunu üükür hâlâ görmüyordu. "Aükndan deùil, baüna bir felaket geldiùine inanmak için sarlyorsun bana." "Felakete niye ihtiyacm olsun ki?" "Her üeye burun kvran acl adam olmak hoüuna gidiyor. Ama artk akln baüna toplaman lazm canm." Bu kötü günlerin geçeceùini, iki oùlan çocuùun dünda ona benzeyen üç tane de kzm olmasn istediùimi söyledim. Mutlu, kalabalk, neüeli bir ailemiz olacak, yllarca gülüüerek ve hayat severek yaüayacaktk. Onun aydnlk yüzünü görmenin, akll sözlerini dinlemenin, mutfakta bir üeyler yaptùn iüitmen i n ,
bana snrsz bir yaüama sevinci
verdiùini anlattm. "Aùlama lütfen," dedim. "Artk bunlarn hiçbirinin olamayacaùn hissediyorum," dedi Sibel ve gözlerinden daha da hzla yaülar akmaya baülad. Elimi brakt, mendilini çkarp burnunu, yüzünü sildi; sonra pudralùn çkard ve yüzünü ve göz altlarn bol bol pudralad. "Niye bana güvenini kaybediyorsun?" diye sordum. "Belki de kendime güvenimi kaybettiùim için," dedi. "Artk güzel deùilim, diye düüünüyorum bazan." Elim skca tutup ne kadar güzel olduùunu söylüyordum ki, Hee\ romantik âüklar." dedi Tayfun. "Herkes sizden bahsediyor biliyor musunuz? Aaa ne oldu?" "Ne diyor herkes bizim için?"
219
Sonbahar Hüznü
Tayfun, Eylülde çok gelmiüti yalya. Sibel'in aùladùn gö rünce keyfi hemen kaçt. Masadan da kaçmak istiyordu, ama Sibel'in yüzündeki ifadeyi görünce durdu. 'Bir yaknmzn kz trafik kazasnda öldü,'' dedi Sibel. "Herkes ne diyormuü bizim için?" diye alayclkla sordum ben. "Baünz saùolsun," dedikten sonra kaçp kurtulmak için saùa sola bakan Tayfun, kapdan giren birisine abartl bir üekilde seslendi.
Uzaklaümadan önce de,
"Birbirinize o kadar âükmüsnz ki, baz Avrupallar gibi, evliliùin aük öldürmesinden korktuùunuz için evlenmiyormuüsunuz," dedi. "Evlenin bence, çünkü herkes çok kskanyor sizi. O yal uùursuz diyenler de var." O gider gitmez, genç ve sevimli garsondan birer rak daha istedik. Sibel, yaz boyunca dostlarmzn dikkatini çeken benim mutsuzluk buhranlarm çeüitli bahaneler icat ederek çok iyi maskelemiüti; ama evlenmeden birlikte yaüamamz baüta olmak üzere hakkmzda pek çok dedikodu döndüùünü, Sibel'in benim hakkmda yaptù alayc üakalarn, iùnelemelerin akllarda kaldùn, uzun uzun srtüstü yüzme alükanlùmn, keyifsizlik buhranlarmn alay konusu olduùunu biliyorduk. "Yemek için Nurcihanlar arayacak myz, yoksa biz yiyelim mi?" "Daha burada kalalm," dedi Sibel neredeyse telaüla. "Sen düardan telefon et, bul onlar. Jetonun var m?" Hikâyemle olaylardan elli yl sonra ilgilenen yeni dünyann mutlu insanlarnn, sular akmayan (bu yüzden zengin mahallelerine özel kamyonlarla su taüman), telefonlar çalümayan 1975 ústanbul'una dudak bükmelerini istemediùim için, o yllarda tütüncü dükkânlarnda satlan kenarlar trtll bu jetonu sergiliyorum burada. Hikâyemin baüladù yllarda, ústanbul sokaklarndaki saylan snrl telefon kulübelerinin çoùunun içindeki telefon, ya vandalca krlmü ya da bozuk olurdu. PTT'ye ait herhangi bir telefon kabininden, o yllarda bir kere bile telefon edebildiùimi hatrlamyorum. (Bu iüi, Batl filmlerin etki220
Sonbahar Hüznü
siyle, yerli film kahramanlar baüaryla yaparlard yalnzca.) Ama dükkânlara, bakkallara, kahvehanelere, becerikli bir giriüimcinin sattù jetonlu kumbaralarla iüimizi görebilirdik. Bu ayrntlar, dükkân dükkân Niüantaü sokaklarnda neden gezindiùimi açklamak için anlatyorum. Bir Spor Toto bayiinde boü bir telefon buldum. Nurcihan'n telefonu meüguldü, adam ikinci telefona izin vermedi, çok sonra bir çiçekçi dükkânndan Mehmet'i aradm. Nurcihan ile evde olduklarn, yarm saatte Fuaye ye geleceklerini söyledi. Dükkân dükkân telefon sorarak, Niüantaü'nn kalbine gelmiütim. Merhamet Apartman'ndaki daireyi, oradaki eüyalar bu kadar yakndayken bir görsem belki iyi olur, dedim kendime. Anahtar yanmdayd. Daireye girer girmez üstümü baüm ykadm, ceketimi gömleùimi ameliyata hazrlanan bir doktor gibi dikkatle çkarp Füsun ile krk dört kere seviütiùimiz yataùn kenarna oturdum ve çevremdeki hatralarla dolu bütün o eüyalar arasndan, burada sergilediùim üçünü sevip oküayarak bir buçuk saat mutlu oldum. Geri döndüùümde Mehmet ile Nurcihan'dan baüka Zaim de Fuayeye gelmiüti. ûiüelerle, küllüklerle, tabaklarla, bardaklarla tkü tkü masaya, ústanbul sosyetesinin gürültüsüne bakp mutlu olduùumu, hayat sevdiùimi düüündüùümü hatrlyorum. "Kusura bakmayn arkadaülar, geciktim, ama baüma neler geldi bir bilseniz," dedim bir yalan hazrlamaya çalüarak. "Boüver," dedi Zaim tatllkla. "Otur. Unut hepsini. Bizimle mutlu ol." "Mutluyum zaten." Sibel ile göz göze gelince, iyice sarhoü olan niüanlmn kaybolduùum sürede
ne
yaptùm
anladùn
ve
benim
hiçbir
zaman
iyileüemeyeceùime karar verdiùini gördüm hemen. Bana çok kzyordu, ama Sibel üimdi olay çkarmayacak kadar sarhoütu. Aydnca da beni çok sevdiùi için ya da beni kaybetmenin ve niüan bozmann korkunç bir yenilgi olacaùn düüündüùü
221
Sonbahar Hüznü
için olay çkarmayacakt. Ben de bu nedenlerden ya da hâlâ hiç anlayamadùm baüka nedenlerden, ona çok güçlü bir baùllk hissedecektim. Benim bu baùllùm Sibel'e belki gene umut verecek, bir gün hastalùmn geçeceùine gene iyimserlikle inanmaya baülayacakt. Ama o gece bu iyimserliùin artk sonuna geldiùimizi hissediyordum. Bir ara Nurcihan ile dans ediyorduk. "Sibel'i krdn, kzdrdn," dedi. "Bekletme onu lokantalarda tek baüna. Çok âük sana. Çok da hassas oluyor." "Biraz diken olmazsa, aük gülünün kokusunu alamazsn. Siz ne zaman evleniyorsunuz?" "Mehmet hemen istiyor," dedi Nurcihan. "Ama ben yalnzca niüanlanalm istiyorum ve sonra sizin gibi yapalm, evlenmeden önce bütün gücümüzle aükmz yaüayalm diyorum." "Bizi örnek almayn o kadar çok..." "Bilmediùimiz bir üeyler mi var?" dedi Nurcihan, merakn yapay bir gülümsemeyle gizlemek istedi. Ama beni endiüelendirmedi bile bu söz. Rak, takntm sürekli ve kuvvetli bir acdan, bir belirip bir kaybolan bir seraba dönüütürüyordu. Gecenin bir saatinde Sibel ile dans ederken, liseli âüklar gibi ona beni asla terk etmeyeceùine dair yeminler ettirdiùimi, onun da srarlarmdan etkilenip benim içten endiüemi yatütrmaya çalütùn hatrlyorum. Masamza pek çok tandk gelip oturuyor, buradan çknca baüka bir yere gidelim diyorlard: Boùaza gidip arabalarda oturup çay içelim diyen ihtiyatllar da vard, Kasmpaüa’daki iükembeciye gidelim d i ve i l ler
de, gazinolara gidip fasl dinleyelim diyenler de. Bir ara Mehmet
ile Nurcihan birbirlerine gülünç bir üekilde sarlp sallanarak, bizim Sibel ile romantik havalarda dans ediüimizi taklit edip herkesi güldürdüler Ortalk aydnlanrken Fuayeden çkan arkadaülarn itirazlarna raùmen arabay ben kullandm Yolda yalpaladùm fark eden Sibel'in çùlklar üzerine, karsya araba vapuruyla geçtik. Vapur gün ürken Üsküdar a yana-
222
-— ------------ <ʄ--------. ------- —----------------Sonbahar Hüznü — ------------------------------------------------------------
srken
arabada ikimiz de uyuyakalmüz. Yiyecek kamyonlarnn,
otobüslerin çküm tkadùmz için telaüla arabamzn canma vuran
miço uy andrd bizi. Boùaz yolunun hayalet çnarlarnn dökülen kzl yapraklarnn altndan yalpalaya yalpala-ya. kazasz belasz yalya döndük ve böyle maceral gecelerin sonunda olduùu gibi birbirimize skca sarlarak uyuduk.
43. SOøUK VE YALNIZ KASIM GÜNLERú Ertesi günlerde Sibel benim Niüantaü'nda kaybolduùum o bir buçuk saatte
ne
yaptùm
hiç
sormad
bile:
Artk
takntmdan
hiç
kurtulamayacaùm duygusu, o gece üüpheye hiç yer brakmayacak bir üekilde içimize yerleümiüti. Perhizlerin, yasaklarn hiçbir iüe yaramadù ortaya çkmüt. Öte yandan ikimiz de ihtiüamn kaybeden bu eski yalda birlikte yaüamaktan memnunduk. Durumumuz ne kadar umutsuz olursa olsun, köhne binada bizi birbirimize baùlayan ve acmz güzelleütirerek dayanlr klan bir üey vard. Yal hayat artk canlanmayacaù anlaülan aükmz bir çeüit yenilgi, kader ve yoldaülk duygularyla derinleütiriyor, yok olan Osmanl kültürünün son kalntlar biz eski âük, yeni niüanllarn hayatlarndaki "eksikliùe" bir derinlik katyor, hatta bizi seviüememenin aclarndan koruyordu. Aküamlar denize karü masamz kurup kollarmz, dirseklerimizi balkon demirine dayayarak karülkl Yeni Rak içmeye baülayp keyiflenmiüsek, Sibel'in bakülarndan bizi cinsellik olmadan birbirimize baùlayacak tek üeyin evlenmek olduùunu hissederdim. Pek çok evli çift -yalnz babalarmzn annelerimizin kuüaùndakiler deùil, bizim yaütlarmz da-, aralarnda hiçbir cinsellik olmamasna raùmen her üey çok "normalmiü" gibi yaparak çok mutlu bir birliktelik yaüamyorlar myd? Üçüncü dördüncü kadehten sonra uzak-yakn, genç-yaül demeden, birbirimize baz tandk çiftler için "Sence onlar hâlâ seviüiyorlar m-
223
So÷uk ve Yalnz Kasm Günleri
dr?" diye sorar, yan üaka yan ciddi akl yürütürdük. ûimdi bana çok ackl gelen bu alayclùmz, elbette yakn zamana kadar çok mutlu bir cinsel hayatmz olduùuna inanmamza borçluyduk. Tuhaf bir suç ortaklù ve mahremiyetle bizi birbirimize daha da baùlayan bu konuümalarn gizli amac ise, bu halimizle de evlenebileceùimizi hissetmek ve gururlandùmz cinsel hayatmzn bir gün geri döneceùine üstü örtülü bir üekilde bir süreliùine inanmamzd. En azndan Sibel, en kötümser olduùu günde bile, benim alayclùm, üakalarm ve ona duyduùum üefkatin etkisiyle buna inanr, bir umuda kaplr, mutlu olur, hatta bazan hemen harekete geçmek isteyerek kucaùma otururdu. úyimserlik anlarmda, Sibel'in hissettiùini sandùm üeyi ben de hisseder, artk evlenmemiz gerektiùini ona söylemeyi düüünür, ama Sibel'in ani bir kararla teklifimi reddedip beni terk etmesinden de çekinirdim. Çünkü Sibel'in, kendisine olan saygsn geri kazanacaù bir intikam hamlesiyle iliükimizi bitirmek için frsat kolladùn da hissediyordum. Dört ay önce önümüzde uzanan mutlu evliliùe, çocuklu, arkadaül, eùlenceli, herkesin kskanacaù kusursuz hayata bu kadar yaknken onu kaybettiùini bir türlü kabul edemediùi için, bir türlü harekete geçemiyordu. Durumumuzun aùrlùn ikimiz de birbirimize duyduùumuz tuhaf sevgi ve baùllkla geçiütirmeye çalüyor; gece yanlan ancak içkinin yardmyla dalabildiùimiz uykunun ortasnda
mutsuzluktan
uyannca,
acmz
birbirimize
sarlarak
unutmaya çalüyorduk. Kasm aynn ortasndan baülayarak, rüzgârsz günlerde bu çeüit mutsuzluk irkilmeleriyle ya da alkolün verdiùi susuzlukla gecenin ortasnda
uyandùmzda,
bir
balkç
sandalnn,
bizim
kapal
panjurlarn hemen dünda, durgun Boùaz sularnda aù attùn, hareket ettiùini iüitmeye baüladk. Yatak odamzn hemen dibine sokulan sandalda, tecrübeli bir balkç ile babasnn bir dediùini iki etmeyen, incecik ama tatl sesli oùlu vard. Sandalda yaktklar lambadan panjurlarn arasndan odamzn tavanna güzel bir ük vururken, iyice sessiz gecelerde küreklerin
226
So÷uk ve Yalnz Kasm Günleri —
sudaki üprtsn, çekilen aùdan damlayan su damlacklarn, hiç konuümadan iülerini gören babayla oùulun öksürmelerini iüitirdik. Onlarn geldiùini fark edip uyannca Sibel ile birbirimize sarlr, yataùmzdan beü-alt metre ötede, bizim hiç farkmza varmadan kürek çeken, balklar hareketlensin ve aùa yakalansn diye denize taü atan, aù çeken babayla oùul balkçnn soluk alp veriülerini ve çok nadir konuümalarn dinlerdik. "Sk tut oùlum," derdi bazan balkç. Ya da "Sepeti kaldr," derdi. Ya da "ûimdi siya yap," derdi. Çok sonra, en derin sessizlikte, oùul tatl sesiyle "ûurada bir tane daha var!" der; Sibel ile ben birbirimize sarlmü yatarken, çocuùun neyi gösterdiùini merak ederdik. Bir balk, tehlikeli bir iùne ya da ne olduùunu yataùmzda hayal etmeye çalütùmz bir yaratk? Uykuyla uyanklk arasnda balkç ile oùul hakknda hayaller kurarken, ya tekrar uyuyakalrdk ya da balkç sandalnn sessizce uzaklaümü olduùunu fark ederdik. Gün içinde Sibel ile balkç ile oùlundan söz ettiùimizi hiç hatrlamyorum. Ama gece sandal gelince Sibel'in bana sarlündan, onun da benim gibi uykuyla uyanklk arasnda balkçyla oùlunun seslerini iüitmekten derin bir huzur duyduùunu anlar, hatta uyurken bile, onun da benim gibi onlar beklediùini hissederdim. Sanki balkç ile oùlunu iüittiùimiz sürece birbirimizden ayrlmayacaktk. Oysa her geçen gün Sibel'in bana daha derinden içerlediùini, kendi güzelliùinden daha içten bir acyla üüphelendiùini, gözlerinin daha sk sulandùn ve daha tatsz aùz dalaülarna, küçük kavgalara, küskünlüklere sürüklendiùimizi hatrlyorum. En çok rastlanan durum, Sibel'in bizi mutlu edecek bir gayretine, mesela piüirdiùi bir pastaya ya da zahmetlerle eve aldù bir sehpaya, elinde rak kadehi Füsun'u düüleyen benim yeterince içten bir tepki verememem, Sibel'in kapy çarpp çkmas, içerideki odada kahrolmama raùmen, bir çeüit utanç ve tutukluktan dolay özür dilemek için onun yanna bir türlü gidememem, gittiùimde de onun acdan içine kapandùn görmemdi.
225
--------------------------------------- So÷uk ve Yalnz Kasm Günleri --------------------------------------------
Niüan bozulursa, sosyete artk uzun zaman "evlenmeden birlikte yaüadùmz" söyleyerek Sibel'i küçümseyecekti. Baün ne kadar dik tutarsa tutsun, arkadaülar ne kadar "Avrupai" olurlarsa olsun, evlenmezsek bunu bir aük hikâyesi olarak deùil, üerefi lekelenen bir kadnn hikâyesi olarak anlatacaklarn Sibel iyi biliyordu. Tabii ki bunlar hiç konuümuyorduk, ama gecen her gün Sibel'in aleyhine iüliyordu. Ben arada bir Merhamet Apartman'ndaki daireye gidip yataùa yatp Füsun'un eüyalaryla oynadùm için kendimi bazan daha iyi hisseder, acmn geçmekte olduùu yanlsamasna kaplr, bunun da Sibel'e umut verdiùini
zannederdim.
Aküamlar
üehir
eùlencelerine,
arkadaü
toplantlarna, davetlere katlmamzn da Sibel'i biraz rahatlattùn hissediyordum, ama bütün bunlar durumumuzun berbatlùn, iyice sarhoü olduùumuz saatlerin ve balkçyla oùlunu dinlediùimiz dakikalarn dünda, Sibel ile çok mutsuz olduùumuzu gizleyemiyordu. O günlerde Füsun'un nerede ve nasl olduùunu öùrenebilmek için çocuùunu doùurmak üzere olan Ceyda'ya yalvardm, rüüvet teklif ettim, ama en fazla ústanbul'da bir yerde olduùunu öùrenebildim. Sokak sokak bütün üehri baütan aüaù yürüse miydim? Kü baünda, yaldaki soùuk ve kasvetli günlerden birinde, Sibel, Nurcihan ile Paris'e gitmeyi düüündüùünü söyledi. Mehmet ile niüanlanp evlenmeden önce, Nurcihan alüveriü etmek ve yarm kalmü iülerini bitirmek için Noel'de Paris'e gidecekti. Sibel ona katlmak istediùini söyleyince, onu cesaretlendirdim. Sibel Paris'teyken Füsun'u bütün gücümle arar, ústanbul'un altn üstüne getirir, bir sonuç alamazsam da, irademi kran bu piümanlktan ve acmdan kurtularak Sibel
ile
dönüüünde
evlenirim
diye
düüünüyordum.
Onu
cesaretlendirmemi kuükuyla karülayan Sibel'e bir hava ve yer deùiüikliùinin ikimize de iyi geleceùini; dönüüünde kaldùmz yerden yola devam edeceùimizi; evlilik sözünü de, altn çok da fazla çizmeden, bir-iki kere kullanarak anlattm.
226
So÷uk ve Yalnz Kasm Günleri
Umutlarm benden biraz uzaklaümaya ve Paris dönüüünde önce kendisini, sonra da beni saùlkl bulmaya baùlayan Sibel'le evleneceùimi içtenlikle düüünmüütüm de. Havaalanna Mehmet ve Nurcihan'la birlikte gitmiü, erken geldiùimiz için yeni terminalde küçük bir masaya oturmuü, duvardaki bir posterden únge'nin bize tavsiye ettiùi Meltem gazozundan içmiütik. Son kez Sibel'e sarlrken gözlerinde yaülar görünce, bundan sonra eski hayatmza hiç dönemeyeceùimizden, onu uzun zaman hiç görememekten korkmuü, sonra da bunun fazla kötümser bir hayal olduùunu düüünmüütüm. Dönüü yolculuùunda, Nurcihan'dan aylardr ilk defa uzak kalacak olan Mehmet, "Abi, artk kzlarsz hiç olmuyor," demiüti arabadaki uzun sessizlikte. Gece yal bana dayanlmayacak kadar boü ve hüzünlü geldi. Gcr gcr gcrdayan tahtalarn gürültüsünden baüka, eski yapnn içinde denizin sürekli bambaüka makamlarla inleyen bir uùultu halinde gezindiùini üimdi tek basmayken fark ediyordum. Dalgalar rhtmdaki betonda kayalarn üzerindekinden bambaüka bir sesle patlyor, akntnn uùultusu kaykhane önünde bambaüka bir fsrt halini alyordu. Poyraz frtnas yalnn her köüesinden gcrtlar çkarrken, gece zilzurna sarhoü girdiùim yataùmda, sabaha doùru, balkçyla oùlunun sandalnn uzun zamandr gelmediùini fark ettim. Hayatmn bir döneminin sona erdiùini, aklmn her zaman gerçekçi ve dürüst kalabilen saùlkl yanyla seziyordum artk; ama yalnzlktan korkan telaül yanm, bu gerçeùi bütünüyle kabul etmeme engeldi.
44. FATøH OTELø Ertesi gün Ceyda ile buluütum. Mektuplarm taüyordu; ben de bir akrabasn Satsat’n muhasebe bölümünde iüe almütm. Füsunun adresini isteyip biraz da sert çkarsam, artk direnemez zannediyordum. Ceyda srarlarm üzerine çok esrarengiz bir
227
havaya büründü. Füsunu görmekten mutlu olmayacaùm ima etti; hayat, aük, mutluluk, bunlar çok zor üeylerdi; herkes kendini korumak, bu ölümlü dünyada mutlu olmak için elinden geleni yapyordu! Artk iyice
kocamanlaümü
karnn
arada
bir
mutlulukla
tutarak
konuüuyordu, bir dediùini iki etmeyen bir kocas vard. Ceyda y daha fazla korkutup skütramadm. Amerikan filmlerindeki gibi özel dedektiflik bürolar ústanbul’da henüz açlmadù için (otuz yl sonra açlacakt) peüine kimseyi de takamadm. Bir hrszlk olayn gizlice soruüturuyoruz yalanyla, daha önce Füsun'u, babasn ve Nesibe Hala'y bulsun diye saùa sola gizlice yolladùm babamn karanlk iülerini gören ve bir süre de korumalùn yapan (eski ad fedai) Ramiz de araütrmalarndan eli boü dönüyordu. Satsat'n gümrüklerde, maliyede karülaütù zorluklarda bize yardm eden ve yllarm suçlu peüinde geçirmiü olan emekli komiser amcamz Selami Bey de, nüfus dairelerinde, emniyet üubelerinde ve muhtarlklarda biraz araütrma yaptktan sonra, aradùm kiüinin -Füsun'un babasnn- bir sabkas olmadù için onu bulmamn en zor iü olduùunu söyledi. Füsun'un babasnn emekli olmadan önce tarih öùretmenliùi yaptù iki liseye. Vefa Lisesi'ne ve Haydarpaüa Lisesine, eski öùretmenlerinin elini öpmek için gelen vefal öùrenci pozu taknarak yaptùm ziyaretler ise baüarszlkla
sonuçland.
Annesine
ulaümann
yollarndan
biri,
Niüantaül, ûiülili hangi hanmlarn evine dikiüe gittiùini öùrenmekti. Tabii ki bunu anneme soramazdm. Zaim ise, annesinden artk çok az kiüinin o tür terzilik yapaùn öùrendi. Terzi Nesibe'ye ulaümak için araclar koymuü, ama bulamamüt. Bu hayal krklklar acm artryordu. Bütün gün yazhanede çalüyor, öùle tatilinde Merhamet Apartmanna gidip Füsun ile yataùmza uzanp eski eüyalarna sarlarak mutlu olmaya çalüyor, oradan bazan yazhaneye dönüyor, bazan da hemen arabama binip belki Füsun'a rastlarm diye ústanbul sokaklarnda geliüigüzel geziniyordum.
228
Fatih Oteli
Bütün ústanbul'u mahalle mahalle, sokak sokak gözden geçirdiùim o gezintileri, yllar sonra çok mutlu saatler olarak hatrlayacaùm hiç gelmezdi
aklma.
Füsun'un
hayaleti,
Vefa,
Zeyrek,
Fatih,
Kocamustafapaüa gibi ücra ve yoksul mahallelerde karüma çkmaya baüladù için Halic'in öte yakasna geçiyor, üehrin eski mahallelerine gidiyordum. Parke taü kapl çukurlu dar sokaklarda tatl tatl sallanan arabay elimde sigara sürerken, bir köüeden Füsun'un hayaleti bir anda karüma çknca, hemen durup park eder ve onun yaüamakta olduùu bu güzel ve yoksul semte derin bir sevgi duyardm. Baüörtülü yorgun teyzelerin, mahallenin hayaletlerinin peüine düümüü yabanclar dikkatle süzen bçkn delikanllarn ve kahvehanelerde gazete okuyarak pinekleyen iüsizlerle ihtiyarlarn soluk alp verdiùi kömür duman kokan bu sokaklar, bütün aükmla kutsardm. úyice uzaktan takip ettiùim herhangi bir gölgenin Füsun'a benzemediùini görünce, mahalleyi hemen terk etmez; hayaleti burada belirdiùine göre, Füsun'un kendisinin de buralarda bir yerde olmas gerektiùine kanaat getirerek, sokaklarda aylak aylak sallanrdm. Kedilerin yalandù meydandaki kör çeümenin iki yüz yirmi yllk mermerleriyle birlikte gözün görebildiùi bütün düz yüzeylerinin ve duvarlarnn, çeüitli saù ve sol siyasal partilerin, o zamanlar "fraksiyon" denen gruplarn sloganlar ve ölüm tehditleriyle kapl olmasndan hiç huzursuz olmazdm. Az önce Füsun'un buralarda bir yerde olduùuna bütün kalbimle inanmü olmam, bu sokaklara bir masal ve mutluluk halesi verirdi. Onun hayaletinin gezindiùi bu sokaklarda daha çok yürümem, mahalle kahvelerinde çay içip pencereden düar bakmam ve onun bu sokaktan geçiüini beklemem gerektiùini düüünür; ona ve ailesine yakn olabilmek için onun ve ailesinin yaüadù gibi yaüamam gerektiùini aklmdan geçirirdim. Her aküam gittiùimiz sosyete eùlencelerinden, Niüantaü ve Bebekteki yeni lokantalardan, ksa sürede ayaùm kestim. Her gece benimle buluümay bir tür kader birliùi alükanlù haline
229
Fatih Oteli
getiren Mehmet'in, "bizim kzlarn" Paris'te yaptklar alüveriülerden saatlerce konuümasndan iyice bezmiütim zaten. Onu atlatsam da gittiùim kulüpte beni bulan Mehmet, Nurcihan ile o gün yaptù telefon konuümasn gözleri parlayarak uzun uzun anlatr; ben ise Sibel'i her arayümda konuüacak bir üey bulamadùm için telaülanrdm. Sibel'e sarlp bir teselli bulmay bazan ben de istiyordum, ama ona karü hissettiùim suçluluk duygusundan, ikiyüzlülüùün verdiùi kötülük hissinden o kadar yorulmuütum ki, yokluùu bana huzur veriyordu. Durumumuzun gerektirdiùi yapaylktan kurtulduùum için, eski doùal halime döndüùüme inanyordum. Bu doùallk, uzak ve ücra mahallelerde Füsun'u ararken bana umut verir, daha önce bu canm sokaklara, bu eski mahallelere gelmediùim için kendime kzardm. Sokaklarda yürürken, sk sk niüandan son anda caymadùm, niüan bozmaya bir türlü karar veremediùim, hep geç kaldùm için çok piüman olduùumu hatrlyorum. Sibel'in Paris'ten dönmesine iki hafta kala, Ocak ortasnda bavullarm yapp yaldan çktm ve Fatih ile Karagümrük arasnda bir otelde yaüamaya baüladm. Burada amblemli anahtarn ve antetli kâùdn ve yllar sonra edindiùim bir küçük levhasn sergilediùim otele, bir gün önce Fatih'ten aüaùlarda, Haliç tarafndaki mahallelerde sokak sokak, dükkân dükkân Füsun'u aradktan sonra, aküam bastran yaùmur yüzünden girmiütim. O Ocak günü bütün öùleden sonra, üehri terk eden Rumlardan kalma bakmsz taü binalarda, yklacakmü gibi duran boyal ahüap konaklarda yaüayan aileleri pencere pencere dikizlemiü, onlarn yoksulluùundan, kalabalùndan, gürültüsünden, mutluluk ve mutsuzluklarndan iyice yorgun düümüütüm. Aküam erken gelmiüti, öte yakaya dönmeden içme) e hemen baülayabilmek için yokuüu çktm ve ana cadde yaknlarndaki ve m bir birahaneye girdim. Votka ile biray karütrp erkenden -saat dokuz olmadan- televizyona bakarak içen erkek kalabalù arasnda zil zurna sarhoü oldum. Düar çktùmda, arabam nere-
230
Fatih Oteli
ve braktùm hatrlayamadm. Yaùmurda, sokaklarda arabamdan çok Füsun'u ve hayatm düüünerek uzun uzun yürüdüùümü, bu karanlk ve çamurlu sokaklarda, onu acyla da olsa düülemekten mutlu olduùumu hatrlyorum. Gece yansna doùru önüme çkan Fatih Oteline girip, bir oda isteyip uyudum. Aylardr ilk defa deliksiz uyumuüum. Ondan sonraki geceler de ayni otelde huzurla uyudum. Buna üaüyordum. Bazan, sabaha doùru rinamda çocukluùumdan ve ilk gençlik yllarmdan kalma mutlu bir hatray görür, tpk balkçyla oùlunu iüittiùim zamanlardaki gibi bir ürpertiyle uyanr ve ayn mutlu rüyaya geri döneyim diye otel yataùmda hemen yeniden uyumak isterdim. Yalya gidip eüyalarm, külk yün çoraplarm, elbiselerimi aldm; annemin, babamn merakl bakülarndan ve sorularndan uzak olmak için bavullarm eve deùil, otele getirdim. Her zamanki gibi her sabah erkenden Satsat'a gidiyor, yazhaneden erkenden çkp ústanbul sokaklarna koüuyordum. Sevgilimi bitmez tükenmez bir coükuyla aryor; aküamlar birahanelerde içerken, bacaklarmn yorgunluùunu unutmaya çalüyordum. Hayatmn pek çok dönemi gibi, yaüarken bana ac verdiùine inandùm Fatih Oteli günlerinin, aslnda çok mutlu bir zaman parças olduùuna yllar sonra karar verecektim. Her gün öùle tatilinde yazhaneden çkp Merhamet Apartman'na gidiyor ve gün geçtikçe daha bir özenle koruduùum ve bulup hatrladùm yeni parçalarla her geçen gün çoùalan eüyalarmla oynayarak aük acm yatütryor, aküamlan da içip uzun uzun yürüyordum. Dumanl kafayla, Fatih'in, Karagümrük'ün, Balat'n arka sokaklarnda saatlerce yürür, açk perdeler arasndan ev içlerini, aküam yemeùini yiyen ailelerin mutluluùunu seyreder, sk sk "Füsun üuralarda bir yerde" duygusuna kaplr, kendimi iyi hissederdim. Bazan bu sokaklarda kendimi bu kadar iyi hissetmemin nedeninin, Füsuna yaknlk deùil, baüka bir üey olduùunu sezer-
231
dim. Bu kenar mahallelerde, arsalarda, parke taü kapl çamurlu sokaklarda, arabalar, çöp tenekeleri ve kaldrmlar arasnda, sokak lambalarnn üùnda, yan patlak bir topla futbol oynayan çocuklarda hayatn özünü görebildiùimi hissederdim. Babamn büyüyen iüleri, fabrikalar, zenginleüme ve bu zenginliùe uygun itibarl bir "Avrupai" hayat yaüama zorunluluùu, sanki beni hayatn basit ve temel yanlarndan uzaklaütrmüt da, üimdi bu arka sokaklarda hayatmn kayp merkezini aryordum. Rakyla iyice dumanlanmü kafayla, dar sokaklarda,
çamurlu
yokuülarda,
merdivenlerle
kesilen
kvrml
yollarda geliüigüzel ilerlerken, birden sokaklarda köpeklerden baüka kimseciklerin kalmadùn ürpererek hisseder, çekili perdeler arkasnda yanan lambalarn sarsn, bacalardan tüten mavi ince dumanlar, televizyonlarn vitrinlerde, pencerelerde yansyan üklarn hayranlkla seyrederdim. Bu karanlk arka sokak manzaralarndan biri, enesi aküam Zaim'le Beüiktaü'ta çarü içi meyhanelerinin birinde balkla rak içerken arada bir gözümün önünde canlanr, sanki beni Zaim'in hikâyelerini anlattù dünyann çekiminden korurdu. Zaim en son davetlerden, danslardan, kulüp dedikodularndan. Meltem gazozunun baüarsndan benim sorum üzerine söz eder, kayda deùer bütün sosyete havadislerini hatrlar, ama üzerinde fazla durmadan geçerdi. Benim yaldan çktùm, gecelerimi Niüantaü'nda annemle babamn yannda da geçirmediùimi biliyor, ama belki de beni üzmemek için ne Füsun'u ne de aük acm soruyordu. Bazan onun aùzn arar, Füsun'un geçmiüi hakknda bir üey bilip bilmediùini çkarmaya çalürdm. Bazan da kendine güvenen, ne yaptùm bilen bir adam pozu taknr, yazhaneye her gün gidip çok çalütùm ona hissettirirdim. Ocak sonunda karl bir gün, Sibel Paris'ten yazhaneye telefon etti ve komüulardan ve bahçvandan yaldan çktùm öùrendiùim söyledi telaüla. Uzun zamandr telefonla da görüüme-
232
--------------------------------------------------------- Fatih Oteli --------------------------------------------------------------
mistik, bu aramzdaki soùukluùun ve uzaklùn bir iüaretiydi elbette, ama o zamanlar yurtdü telefon görüümesi yapabilmek kolay bir üey deùildi. únsann telefonu eline alp tuhaf uùultular arasnda, bütün gücüyle
baùrmas
inanmadan)
gerekirdi.
söylemem
Sibel'e
gereken
aük
baùra
baùra
sözlerinin
(ve
galiba
bütün
Satsat
çalüanlarnca dinleneceùini düüündükçe, ona telefon etmeyi ertelerdim. "Yaldan çkmüsn, ama annenle babann evine de gitmiyor-muüsun aküamlar!" dedi. "Evet." Eve gitmemem, Niüantaü'na çkp hatralarla "hastalùm azdrmamam" ortak kararmzd, demedim. Aküamlar eve gitmediùimi nereden öùrendiùini de soramadm. Sekreterim Zeynep Hanm, niüanlmla rahat konuüaym diye yerinden frlayp aramzdaki kapy kapamüt, ama Sibel'in beni anlayabilmesi için baùra baùra konuümam gerekiyordu. "Ne yapyorsun? Nerede kalyorsun?" diye sordu. Fatih'te bir otelde kaldùm, Zaim dünda kimsenin bilmediùini o zaman hatrladm. Ama bütün üirket konuütuklarm dinlerken de, bunu baùrarak söylemek istemedim. "Ona geri mi döndün?" dedi Sibel. "Dürüstçe söyle bunu bana, Kemal." "Hayr!" dedim, ama gerektiùi gibi baùramamütm. "úüitmedim Kemal, bir daha söyle," dedi Sibel. "Hayr," dedim yine. Ama yine baùramamütm. Uluslararas telefon hattndan, o yllarda hep olduùu gibi, kulaùnz bir deniz kabuùuna dayarsanz duyacaùnz çok kuvvetli bir uùultu geliyordu. "Kemal, Kemal... iüitmiyorum, lütfen..." diyordu Sibel. "Buradaym!" diye bütün gücümle baùrdm. "Bana dürüstçe söyle," dedi. "Söylenecek yeni bir üey yok," dedim sesimi biraz yükselterek. "Anlyorum!" dedi Sibel.
233
Fatih Oteli
Hat tuhaf bir deniz uùultusuna boùuldu, çtrtlar çkt ve kesildi. Derken telefon üirketindeki santral görevlisi kzn sesi duyuldu: "Paris hatt kesildi efendim, yeniden baùlayaym ister misiniz?" "Hayr kzm, teüekkür ederim," dedim. Yaülar ne olursa olsun kadn memurlara
"kzm"
alükanlklarn
bu
demek, kadar
babamn
hzla
alükanlùyd.
benimsememe
üaütm.
Babamn Sibel'in
kararllùna da üaütm... Ama artk yalan söylemek istemiyordum. Sibel beni Paris'ten bir daha aramad.
45. ULUDAø TATúLú Sibel'in ústanbul'a döndüùünü ûubat’ta ailelerin kayak yapmak için Uludaù'a çktù on beü günlük okul tatilinin baünda öùrendim. Zaim de yeùenleriyle daùa gidecekti, gitmeden önce yazhaneyi arad, Fuaye'de öùle yemeùinde buluütuk. Mercimek çorbalarmz karülkl içerken, Zaim sevgi dolu bir baküla gözlerini gözlerimin içine dikti. "Hayattan kaçtùn, her geçen gün kederli, dertli bir adam olduùunu görüyorum, üzülüyorum." "Üzülme..." dedim. "Her üey iyi..." "Mutlu görünmüyorsun," dedi. "Mutlu olmaya çalü." "Benim için hayatn amac mutluluk deùil," dedim. "O yüzden benim mutlu olmadùm, hayattan kaçtùm zannediyorsun... Bana huzur veren baüka bir hayatn eüiùindeyim..." "iyi... Bize de anlat o hayat... Gerçekten merak ediyoruz." "Siz kimsiniz?" "Yapma Kemal," dedi. "Benim ne kabahatim var? Senin en iyi arkadaün deùil miyim?" "Öylesin." "Biz... ben, Mehmet, Nurcihan ve Sibel... Uludaù'a gidiyoruz
234
------------------------------------------------------ Uluda÷ Tatili ------------------------------------------------------------
üç gün sonra... Sen de gel... Nurcihan yeùenine göz kulak olmak için gidiyormuü, biz de katlmaya karar verdik." "Sibel geldi demek." "On gün oluyor, geçen Pazartesi geldi. O da istiyor senin Uludaù'a gelmeni." Zaim iyilik dolu bakülarla gülümsedi. "Ama bunu senin bilmeni
istemiyor...
Ben
bunlar
sana,
onun
haberi
olmadan
söylüyorum, sakn Uludaù'da bir yanlü yapma." "Yok, zaten gelmeyeceùim." "Gel, iyi edersin... Bu iü unutulur, gider." "Kim biliyor?.. Nurcihan ile Mehmet biliyorlar m?" "Sibel biliyor, tabii," dedi Zaim. "Onunla bu konuda konuütuk. Sibel seni çok seviyor, Kemal. Seni bu duruma sürükleyen insancllùn çok iyi görüyor, anlyor ve seni bu durumdan kurtarmak istiyor." "Öyle mi?" "Yanlü bir yere gidiyorsun, Kemal... Hepimiz en olmadk kiüiye tutuluyoruz... Herkes âük oluyor. Ama herkes sonunda düütüùü durumdan hayatn berbat etmeden çkyor." ."Bütün o aük romanlar, filmler ne o zaman?" "Aük filmlerini çok severim," dedi Zaim. "Ama hiçbirinde senin gibi birine hak verildiùini görmedim... Alt ay önce herkesin önünde, göstere göstere Sibel ile niüanlandn... Ne güzel geceydi! Evlenmeden önce yalda birlikte yaüamaya, evinizde davetler de vermeye baüladnz. Herkes çok uygar buldu bunlar, evleneceksiniz diye çok iyi karülad, kimse ayplamad. Hatta örnek alacaklarn söyleyenleri bile iüittim. Ama üimdi kendi kendine yaldan çkyorsun. Sibel'i terk mi ediyorsun? Ondan neden kaçyorsun? Çocuk gibi hiçbir üey açklamyorsun." "Sibel biliyor..." Bilmiyor.' dedi Zaim. Durumu baükalarna nasl açklayacak, ne diyecek insanlara, hiç bilemiyor. Baükalarnn yüzüne nasl bakacak? Niüanlm bu tezgâhtar kza âük oldu, ayrldk m diyecek? Sana çok krgn, kzgn.. Konuümanz lazm. Ulu-
235
Uludaù Tatili
daùda her üeyi unutursunuz. Ben kefilim, Sibel hiçbir üey olmamü gibi
yapmaya hazr. Büyük Otel'de Nurcihan ile Sibel bir odada kalacaklar. Biz de Mehmet ile ikinci kattaki köüe oday ayrttk Sisli zirveye bakan bir
üçüncü
yatak
daha
vardr
o
odada,
bilirsin.
Gelirsen,
gençliùimizdeki gibi sabahlara kadar üamata yaparz... Mehmet, Nurcihan için alev alev yanp tutuüuy o r ... Onunla da dalgamz geçeriz." "Asl dalga geçilecek olan benim," dedim. "Hiç olmazsa Mehmet ile Nurcihan birlikteler." "únan ben tek bir üaka yapmam, kimseye de yaptrmam," dedi Zaim safça. Bu sözünden de takntmn sosyetede ya da en azndan bizimkiler arasnda, üimdiden üaka konusu olduùunu anladm. Ama bunu zaten tahmin ediyordum. Bana yardm etmek için Uludaù tatilini akl eden Zaim'in inceliùine hayran oldum. Çocukluk ve gençlik yllarmda, babamn çoùu iü ve kulüp arkadaü ve pek çok Niüantaül zengin gibi, biz de Uludaù'a kayak tatiline çkardk. Herkesin herkesi tandù, yeni arkadaülklarn kurulduùu, evliliklerin ayarlandù ve gece geç saatlerde en utangaç kzlarn bile güle oynaya dans ettiùi o tatil günlerini o kadar severdim ki, yllar sonra bile babamn eski bir kayak eldiveniyle ya da aùabeyimden sonra benim kullandùm kar gözlüùüyle bir dolabn dibinde karülaünca ürperir, annemin bana Amerika'ya yolladù Büyük Otel'i gösterir kartpostallara her bakümda, içimde bir mutluluk ve özlem dalgasnn yükseldiùini hissederdim. Zaim'e teüekkür ettim. "Ama gelemeyeceùim," dedim. "Benim için çok ac olabilir... Fakat haklsn, Sibel ile konuümam lazm." "Yalda deùil, Nurcihanlarda kalyor," dedi Zaim. Fuaye'nin her geçen gün daha zenginleüen cvl cvl kalabalùna dönüp benim dertlerimi unutup gülümsedi.
236
46. øNSANIN NøùANLISINI ORTADA BIRAKMASI NORMAL MøDøR? Sibel'i ancak ûubat sonunda, Uludaù'dan döndükten sonra arayabildim. Sonunun tatszlkla, öfkeyle, gözyaülar ve piümanlkla bitmesinden çok korktuùum için onunla konuümay hiç istemiyor, onun bir bahaneyle niüan
yüzüùünü
geri
yollamasn
bekliyordum.
Bu
gerilime
dayanamadùm bir gün, telefon edip onu Nurcihan'n evinde buldum ve Fuaye'de aküam yemeùine sözleütik. Tandklarla dolu Fuaye gibi bir yerde ikimiz de duygusallùa, aürlùa, öfkeye kaplmayz diye düüünmüütüm. Nitekim baülarda öyle de oldu. Diùer masalarda Piç Hilmi ve yeni evlendiùi kars Neslihan, Gemi Batran Güven ve ailesi, Tayfun ve kalabalk bir masada da Yeüimler vard. Hilmi ile kars, ta masamza kadar gelip bizi görmekten ne kadar mutlu olduklarn söylediler. Mezelerimizi yer, Yakut marka üarabmz içerken, Sibel Paris'te geçen günleri, Nurcihan'n Fransz arkadaülarn, üehrin Noel'de çok güzelleütiùini anlatt. "Annen baban nasllar?" diye sordum ona. "úyiler," dedi Sibel. "Bizim durumumuzdan haberleri yok henüz." "Boü ver," dedim. "Kimseye bir üey söylemeyelim." "Söylemiyorum..." dedi Sibel ve "peki bundan sonra ne olacak?" diyen bakülarla bana sessizce bakt. Konuyu deùiütirmek için, babamn her geçen gün hayattan el etek çektiùini anlattm. Sibel, annesinin yeni geliütirdiùi eski elbiseleri, eüyalar saklama takntsn anlatt. Ben de annemin tam tersi davrandùn, bütün eski eüyalar baüka bir eve sürdüùünü anlattm. Ama bu tehlikeli bir konuydu, sustuk Zaten Sibel'in bakülar bu konulan laf olsun diye açtùm hissettiriyordu. Dahas benim asl konudan kaçmamdan, Sibel, aslnda benim ona söyleyecek yeni bir üeyim olmadùn da anlamüt.
237
insann Niúanlsn Ortada Brakmas Normal midir?
"Senin hastalùna alütùn da görüyorum," diyerek konuyu o açt. "Nasl?" "Aylardr hastalùn geçecek diye bekliyoruz. Bu kadar sabrettikten sonra, senin hiç iyileümediùini, hatta hastalùn benimsediùini görmek çok üzücü Kemal. Paris'te hastalùn geçsin diye dualar ettim." "Ben hasta deùilim," dedim. Fuayenin neüeli, gürültücü kalabalùn bakülarmla iüaret ettim. "Bu insanlar durumumu hastalk olarak görebilirler... Ama senin beni böyle görmeni istemiyorum." "Bunun bir hastalk olduùuna yalda birlikte karar vermemiü miydik?" dedi Sibel. "Vermiütik." "Ne oldu üimdi? insann niüanlsn ortada brakmas normal mi?" "Nasl?" "Bir tezgâhtar kzla..." "Ne
karütryorsun
bunlar..."
dedim.
"Bunun
tezgâhtarlkla,
zenginlik ve fakirlikle iliükisi yok." "Konu tamamen bu," dedi Sibel, bu sonuca çok düüünüp acyla ulaümü birinin kararllùyla. "Yoksul ve hrsl bir kz olduùu için onunla böyle kolay bir iliüki kurabildin... Tezgâhtar olmasayd, belki de kimselerden utanmaz, onunla evlenirdin,., Seni hasla eden üeyler bunlar iüte... Onunla evlenememek, o kadar cesur olamamak." Bunlar beni kzdrmak için söylediùine inandùm için Sibel'e kzmütm. Söylediklerinin doùru olduùunu aklmn bir yanyla hissettiùim için de kzyordum ona. "Senin gibi birinin, bir tezgâhtar kz için bu tuhaflklar
s a p mas,
Fatih'te otellerde yaüamas normal deùil, canm... iyileümek istiyorsan önce bunlar kabul et." "Sandùn gibi o kza âük deùilim tabu. " dedim. Ama tar-
238
tnsann Niúanlsn Ortada Brakmas Normal midir?
tümak için Söylüyorum, insan kendinden yoksul birine hiç âük olamaz m? Zengin-fakir aük olmaz m hiç?" "Bizim iliükimizde olduùu gibi aük, dengi dengine sanaldr. Sen hiç zengin bir gene kzn, yakükt diye kapc Ahmet Efen-diye, inüaat iüçisi Hasan Usta'ya âük olup evlendiùini Türk filmleri dünda bir yerde gördün mü?" Fuayenin baügarsonu Sadi, yüzünde bizi görmüü olmann kendisine ne kadar büyük bir mutluluk verdiùini gösterir bir ifadeyle sokuluyordu
ki,
bizim
konuütuùumuz
üeye
kendimizi
fazla
kaptrdùmz görüp durdu. Sadi'ye, az sonra anlamnda bir el iüareti yaptm ve Sibel'e döndüm: "Ben Türk filmlerine inanyorum," deyiverdim. "Kemal, üu kadar ylda ben senin bir kerecik olsun Türk filmine gittiùini görmedim. Grgr olsun diye arkadaülarla yaz sinemasna bile gitmezsin sen." "Fatih Oteli'nde hayat Türk filmlerine benziyor, inan," dedim. "Geceleri uyumadan önce o tenha ve ücra sokaklarda yürüyorum. Bana iyi geliyor." "úlk baüta bütün bu tezgâhtar kz hikâyesi, Zaim yüzünden sanmütm," dedi Sibel kararllkla. "Evlenmeden önce onun dan-sözlü, konsomatristi. Alman mankenli, dölce vita taklidi hayatna özendiùini düüünüyordum. Zaim'le de konuütuk. Simdi artk derdinin, fakir ülkede zengin olmakla ilgili bir kompleks (o zamanlarn moda kelimesiydi bu) olduùuna karar verdim. Bu da bir tezgâhtar kza geçici bir hevesten daha derin bir derttir tabii." "Belki öyledir..." dedim. "Avrupa'da zenginler, kibarca zengin deùil gibi yaparlar... Uygarlk budur. Bence kültürlü ve uygar olmak da herkesin birbiriyle eüit ve özgür olmas deùil, herkesin kibarca diùerleriyle eüit ve özgürmüü gibi davranmasdr. O zaman kimsenin suçluluk duymasna gerek kalmaz." "Hmmmmnnnn... Sorbonne'da boü durmamüsn," dedim. "Artk balklar da isteyelim mi?"
239
insann Niúanlsn Ortada Brakmas Normal midir?
Masamza yaklaünca Sadi'nin hal hatrn (Hamdolsun!), iüleri (Biz bir aileyiz Kemal Bey, her aküam ayn kiüiler...), piyasay (Saù-sol teröründen vatandaü sokaùa çkamyor!) ve kimlerin gelip gittiùini (Uludaù'dan herkes döndü) sorduk. Sadi'yi Fuaye açlmadan önce babamn sk gittiùi Abdullah Efendi'nin Beyoùlu'ndaki yerinden, ta çocukluùumdan beri tanyordum. Hayatnda denizi ilk defa on dokuz yaünda geldiùi ústanbul'da otuz yl önce görmüü, eski Rum meyhanecilerinden
ve
ünlü
Rum
garsonlardan
ksa
zamanda
ústanbul'da balk seçip hazrlamann inceliklerini öùrenmiüti. Bize de sabah balkhanede kendi eliyle seçtiùi barbunyalar, iri ve yaùl bir lüferi ve levreùi bir tepsiye koyup gösterdi. Balklar kokladk, gözlerinin parlaklùna, solungaçlarnn krmzlùna bakp tazeliklerini onayladk. Sonra Marmara'nn kirlendiùinden bir üikâyet havasyla söz ettik. Fuayeye su kesilmelerine karü özel bir üirketten her gün bir tanker su geldiùini anlatt Sadi. Elektrik kesilmelerine karü daha bir jeneratör alnamamüt, ama kimi geceler karanlkta mumlarla, gaz lambalaryla oluüan hava da müüterilerin hoüuna gidiyordu. Sadi kadehlerimizdeki üarab tazeleyip gitti. "Yalda geceleri seslerini dinlediùimiz o balkç babayla çocuk var ya..." dedim, "sen Paris'e gittikten ksa bir süre sonra onlar da yok oldular. O zaman yal daha da soùudu ve yalnz bir yer oldu, dayanamadm." Sibel bu sözlerimin özür dileyen yanyla ilgilenmiüti. Sözü baüka yere çekmek için, balkç baba-oùulu sk sk düüündüùümü anlattm (Aklmdan babamn verdiùi inci küpeler geçti.) ' Baba-oùul balkçlar belki de palamut ve lüfer sürülerinin peüinden gitmiülerdir,' dedim. Bu sene hem palamudun hem lüferin
isi çktùn, Fatih'in arka
sokaklarnda bile seyyar satclarn, peülerinde kediler, at arabasnda palamut sattklarn gördüùümü anlattm Balklarmz yerken, Sadi kalkan fiyatlarnn çok çktùn, çünkü Ruslarn ve Bulgarlarn kalkan sürüsü peüinde
insann Niúanlsn Ortada Brakmas Normal midir7
karasularna giren Türk balkçlarn tutukladklarn söyledi. Bunlar konuütukça, Sibel'in neüesinin daha da fazla kaçtùn görüyordum. Ona söyleyecek yeni bir üeyim, verecek bir umudum olmadùn Sibel de görüyor, durumumuzdan söz etmemek için bu konular açtùm anlyordu. Durumumuz konusunda da rahat bir havayla bir üeyler söylemek istiyordum, ama aklma hiçbir üey gelmiyordu. Artk Sibel'e yalan söyleyemeyeceùimi, onun kederli yüzüne baktkça anlyor ve telaülanyordum. "Bak Hilmiler gidiyor," dedim. "Çaùralm m onlar biraz masamza? Demin çok içten davrandlar." Sibel bir üey diyemeden, Hilmi ile karsna el salladm, ama görmediler. "Çaùrma onlar..." dedi Sibel. "Niye? Hilmi çok iyi çocuktur. Ayrca sen karsn, neydi ad, seviyorsun, deùil mi?" "Biz ne olacaùz?" "Bilmiyorum." "Paris'teyken Leclercq (Sibel'in hayran olduùu ekonomi profesörü) ile konuütum," dedi Sibel. "Benim tez yazmam destekliyor." "Paris'e
mi
gidiyorsun?"
"Burada mutlu deùilim." "Ben de mi geleyim?" dedim. "Ama çok iüim var burada." Sibel cevap vermedi. Yalnz bu buluümamz deùil, geleceùimiz konusunda da kararn verdiùini, ama aklnda son bir üey olduùunu hissettim. "Sen git Paris'e..." dedim konudan sklarak. "Ben durumu toparlayp arkandan gelirim gene." "Son bir üey var aklmda... Bu konuyu açtùm için özür dilerim... Ama Kemal, bekâret... senin bu davranülarn hakl çkaracak kadar önemli bir konu deùildir." "Nasl?" "Eùer modernsek, Avrupalysak bu önemli bir üey deùildir... Yok geleneùe baùlysak ve bir kzn bakire olmas senin de önem
241
ønsann Niúanlsn Ortada Brakmas Normal midir7
verdiùin ve herkesin de sayg göstermesini istediùi deùerli bir üeyse.., O zaman bu konuda herkese eüit davranmalsn!" úlk anda Sibel'in ne demek istediùini anlayamadùm için kaülarm çatlm. Sonra onun da hayatta benden baüka kimseyle "sonuna kadar" gitmediùini hatrladm. "Bunun yükü seninle onun için ayn üey deùil, sen zengin ve modernsin!" demek geldi içimden, ama utançla önüme bakp sustum. "Kemal, hiç affedemeyeceùim bir baüka üey de üudur... Madem ondan kopamayacaktn, niye niüanlandk ve sonra niüan niye hemen bozmadn?.." Sesinde öyle bir hnç vard ki, neredeyse titriyordu. "Sonuç bu olacaksa niye yalya taündk, niye davetler verip herkesin önünde, bu ülkede, evlenmeden önce evli çiftler gibi yaüadk?" "Yalda seninle paylaütùm mahremiyeti, içtenliùi, arkadaülù hayatta kimseyle yaüamadm." Sibel'in bu sözlerime çok sinirlendiùini gördüm. Öfkeden ve mutsuzluktan, gözlerinden yaülar akmak üzereydi. "Özür dilerim," dedim. "Çok özür dilerim..." Korkunç bir sessizlik oldu. Sibel aùlamasn, bu böyle sürmesin diye hâlâ masalarna oturamayan Tayfun ile karsna srarla el salladm. Bizi görünce sevinerek geldiler ve benim srarm üzerine masamza oturdular. "Biliyor musunuz, yaly üimdiden özledim!" dedi Tayfun. Yazn yalya çok gelmiülerdi. Tayfun rhtmda ve yalda kendi evindeymiü gibi gezinir, buzdolabn açp kendisine, baükalarna içki ve yemek hazrlar, bazan coüar, mutfakta uzun uzun yemek piüirir ve geçen Sovyet ve Rumen tankerlerinin özellikleri hakknda uzun uzun konuüurdu. "Bahçede szp herkesi meraklandrdùm gece vard ya..." diye geçen yazdan kalma bir hikâyeye baülad. Sibel'in hiç açk vermeden Tayfun'u dinlemesine, üakalar yapp tatl sözler söylemesine, hayranlùa yakn bir sayg duydum. "Eee, ne zaman evleniyorsunuz?" dedi Tayfun'un kans Figen.
242
insann Niúanlsn Ortada Brakmas Normal midir?
Hakkmzdaki dedikodular duymamü olabilir miydi? "Mays'ta," dedi Sibel. "Gene Hilton'da... Hepiniz Muhteüem Gatsby filmindeki gibi beyazlar giymeye söz vereceksiniz. Filmi gördünüz mü?" Birden saatine bakt. "Aa, annemle beü dakika sonra Niüantaü'nn köüesinde
buluüacaùz,"
dedi.
Oysa
annesi
babasyla
birlikte
Ankara'dayd. Önce Tayfun ile Figen'i, sonra da beni alelacele yanaklarmdan öpüp çkt. Tayfun ve Figen ile oturduktan sonra, ben de Fuaye'den çkp Merhamet Apartman'na gittim ve Füsun'dan kalma eüyalarla teselli bulmaya çalütm. Sibel, bir hafta sonra Zaim ile niüan yüzüùünü geri yollad. Saùdan soldan haberlerini almama raùmen, ondan sonra onu otuz bir yl hiç görmedim.
4 7 . BABAMIN ÖLÜMÜ Niüann bozulduùu haberinin hzla yaylmas, Osman'n bir gün yazhaneye gelip beni azarlamas, araya girip Sibel'in gönlünü almaya hazr olduùunu söylemesi, saùdan soldan duyduùum dedikodular, kafay üüüttüùüm, kendimi gece hayatna verdiùim, Fatih'te gizli bir tarikata mensup olduùum ve hatta komünist olduùum ve militanlar gibi gecekonduda yaüadùm yolundaki söylentiler kulaùma geliyor, ama bunlara fazla aldrmyordum. Bilakis, niüann bozulduùu haberini iüitince
Füsunun
etkileneceùini,
saklandù
yerden
bana
haber
yollayacaùn kuruyordum. Hastalùm iyileütirmekten de umudu kesmiütim artk; iyileümektense acmn tadn çkaryor, Niüantaü nn turuncu renkli yasak sokaklarnda da artk hiçbir üeye aldrmadan geziniyor, haftada dört beü kere Merhamet Apartman na gidip eüyalarla. Füsun un hatralaryla huzur buluyordum Artk Sibel'den önceki bekâr hayatma dönmüü olduùum için Niüantaü ndaki eve, annemle babamla kendi odamda da kalabilirdim, ama annem niüan bozmam bir türlü kabul edemediùi,
243
-—ʄ——-—-— --------------------------------------- Babamn ölümü----------------------------------------------------------------
kötü haberi \ok halsiz ve zayf1 dediùi babamdan sakladù ve benimle de neredeyse bir tabu haline getirdiùi bu konuyu hiç konuümadù için, onlar görmeye sk sk öùle yemeklerine gidiyor, sessizce sofrada oturuyordum; ama aküamlar orada kalmyordum. Niüantaündaki evde karn aùrlarm kuvvetlendiren bir yan olduùu için, geceleri orada kalmak istemiyordum. Ama Mart baünda babam ölünce eve döndüm. Kötü haberi bana. ta Fatih Oteli'ne babamn Chevroletsiyle gelen Osman verdi. Osman'n otel odama çkmasn, kenar mahallelerdeki yürüyüülerim srasnda eskicilerden, bakkal ve krtasiyecilerden alp sakladùm tuhaf eüyalar, küçük odamn daùnk halini görmesini istemezdim. Ama bana kederle bakt ve bu sefer beni küçümsemedi. Tam tersi içten bir sevgiyle sarld bana, yarm saatte toparlandm, hesab ödeyip Fatih Otelinden çktm. Arabada üoför Çetin Efendinin yaül gözlerini, periüan halini görünce, babamn hem onu hem de arabay bana vasiyet ettiùini hatrladm. Kapkaranlk, kurüuni bir kü günüydü; Çetinin kullandù araba Atatürk Köprüsünden geçerken Halice baktùm, camgöbeùi buz rengiyle madeni yaùl çamur rengi arasndaki sularn soùukluùunu içimde bir çeüit yalnzlk olarak hissettiùimi hatrlyorum. Babam sabah ezan okunurken, yediyi biraz geçe, uykuyla uyanklk arasnda kalp yetmezliùinden ölmüü, annem sabah uyannca yannda kocasnn hâlâ uyuduùunu sanmü, durumu anlaynca delirmiü, ona sakinleütirici olarak Paradison verilmiüti. ûimdi annem salonda her zamanki yerinde babamn koltuùunun karüsndaki kendi koltuùunda oturuyor, arada bir aùlayarak babamn boü koltuùunu gösteriyordu. Beni görünce canland. Birbirimize güçle sarldk, hiç konuümadk. úçeriye babam görmeye gittim. Annemle krka yakn yldr paylaütù büyük ceviz yatakta, pijamalaryla, uyur gibi yatyordu, ama kaskat duruüunda, teninin aür soluk renginde ve yüzündeki ifadede uyuyan birinin deùil, aür huzursuz birinin ha-
244
Babamn Ölümü
li vard. Uyanrken ölümü görmüü, telaüla gözlerini açmü, hzla yaklaüan bir trafik kazasndan korunmak isteyen biri gibi bir hayret ve korku ifadesi taknmü, o da suratnda donup kalmüt. Yorgan sk skya tutan buruü buruü ellerinin kolonya kokusunu, kvrmlarn, üzerlerindeki benleri, tüyleri çok iyi tanyordum; çocukluùumda saçlarm, srtm, kollarm binlerce kere oküayarak beni mutlu etmiü, tandùm ellerdi bunlar. Ama derilerinin rengi o kadar beyazlaümüt ki korktum, onlar öpemedim. Yorgan üzerinden çekip her zamanki mavi çubuklu ipek pijama içindeki gövdesini görmek istedim, ama bir yere skümüt, yapamadm. O çekiütirme srasnda sol ayaù yorgann düna çkt. Bir dürtüyle ayak baüparmaùna dikkatle baktm. Babamn ayak baüparmaù benimkisinin tpatp aynsyd ve eski bir siyah-be-yaz fotoùraftan büyüterek elde ettiùim bu fotoùraf ayrntsnda görüleceùi gibi hiç kimselerde olmayan tuhaf bir biçimi vard. Babamn eski arkadaü Cüneyt, on iki yl önce Suadiye'de rhtmda mayolarmzla otururken keüfettiùi bu tuhaf baba-oùul benzerliùini, bizi birlikte her görüüünde ayn kahkahayla hatrlar, "Baüparmaklar nasl?" diye sorard. Bir ara oda kapsn kilitleyip babam düüünerek, Füsun için uzun uzun aùlamaya hazrlandm, ama aùlayamadm. Annemle babamn yllarm geçirdiùi odaya; hâlâ kolonya, tozlu hal, parke cilas, ahüap ve annemin parfümü kokan çocukluùumun mahrem merkezine; babamn beni kucaùna alp gösterdiùi barometreye; perdelere bir an bambaüka gözlerle baktm. Sanki hayatmn merkezi daùlmü, geçmiüim dünyaya gömülmüütü. Dolabn açp babamn modas geçmiü kravatlarn, kemerlerini, yllardr giymediùi halde arada bir hâlâ boyanp cilalanan eski ayakkablarndan birini elime aldm. Koridorda ayak sesleri duyunca, çocukluùumda bu dolab karütrrken de hissettiùim suçluluk duygusunun aynsn hissettim ve kapsn gcrdatarak dolab hzla kapadm. Babamn baüucundaki komodinin
üzerinde ilaç kutular, bilmece köüeleri, katlanmü gazeteler, subaylarla rak içerken çekilmiü, çok sevdiùi eski bir askerlik fotoùraf, okuma gözlükleri ve bardaùn içinde de takma diüleri vard. Diülen alp mendilime sararak cebime koydum, salonda annemin karüsna, babamn koltuùuna oturdum. "Anneciùim, babamn takma diülerini ben aldm, merak etme," dedim. "Peki, sen bilirsin," anlamnda baün sallad. Öùle vakti ev akraba, tandk, dost, komüu büyük bir kalabalkla dolmuütu. Herkes annemin elini öpüyor, ona sarlyordu. Kap açkt ve asansör sürekli iüliyordu. Bir süre sonra eski kurban bayramlarn, bayram yemeklerini hatrlatan bir kalabalk topland. Bu kalabalù, ailenin gürültüsü ve scaklùm sevdiùimi, patates burunlar ve geniü alnlar hep birbirine benzeyen amca çocuklar ve akraba kalabalùyla mutlu olduùumu hissettim. Bir ara Berrin ile divana oturduk ve tek tek bütün kuzenlerimin dedikodusunu yaptk. Berrin'in herkesi bu kadar yakndan izlemesi, aileyi benden iyi tanmas hoüuma gidiyordu. Ben de herkesle birlikte arada bir fsldayarak küçük üakalar yaptm, Fatih Otelinin lobisindeki televizyonda seyrettiùim son futbol maçndan (Fenerbahçe: 2 Boluspor: 0) söz ettim; acsna raùmen mutfakta sigara böreùi kzartan Bekri nin kurduùu sofraya oturdum ve sk sk arka odaya gidip babamn hep ayn üekilde yatan pijamal bedenine dikkatle baktm. Evet, hiç kprdamyordu. Arada bir odadaki dolaplar, çekmeceleri açyor, her biri çocukluùumun pek çok hatrasn canlandran eüyalara dokunuyordum. Babamn ölümü, çoùunu çocukluùumdan beri çok \ tandùm bu eüyalar, kayp bir geçmiüi taüyan deùerli üevlere dönüütürmüütü. Komodinin çekmecesini açtm ve üekerli öksürük üurubu ve ahüap karüm kokusunu koklarken, içindeki eski telefon faturalarna, telgraflara, babanm aspirin ve ilaç kutularna bir resme bakar gibi uzun uzun baktm. Defin iülemleri için Çetin ile yollara düümeden önce. balkondan Teüvikiye
246
Babamn Ölümü Babamn ölümü
Caddesine
çocukluùumu hatrlayarak uzun uzun baktùm da
hatrlyorum. Babamn ölümüyle birlikte yalnz hayatmn bu günlük eüyalar deùil, en sradan sokak manzaralar da anlaml bir bütün oluüturan geçmiü bir dünyann vazgeçilmez hatralarna dönüümüütü. Eve dönmek, o dünyann merkezine dönmek
demek olduùu için
kendimden saklayamadùm bir mutluluùum vard ve babas ölen herhangi bir erkeùin duyduùundan daha yoùun bir suçluluk duyuyordum. Buzdolabnda, ölmeden önceki gece babamn yanladù bir küçük Yeni Rak üiüesi buldum, bütün konuklar gittikten sonra, annem ve aùabeyimle otururken dibine kadar içtim. "Görüyor musunuz babanzn bana yaptùn," dedi annem. "Ölürken bile bana haber vermedi." Babamn cesedi, öùleden sonra Beüiktaü'taki Sinan Paüa Camii nin morguna götürülmüütü. Annem, babamn kokusunu koklayarak uyumak istediùi için çarüaflarn, yastk yüzlerinin deùiütirilmemesini istemiüti. Aùabeyimle, geç vakit uyku hap verip annemizi yataùa yatrdk. Annem, babamn kokusunu yastklarda, çarüaflarda koklayp, biraz aùlayp uyuyakald. Osman da gittikten sonra, yataùma yattm ve çocukluùumda hep istediùim ve sk sk düülediùim gibi, en sonunda annemle bu evde yalnz kaldùm düüündüm. Ama kalbime kendimden saklayamadùm bir heyecan veren üey bu deùil, cenazeye Füsun'un da gelme ihtimaliydi. Srf bu yüzden gazetelerdeki vefat duyurularna, ailenin o uzak kanadnn adlarn da yazdrmütm. ústanbul'da bir yerde. Füsunun annesiyle babasnn gazetelerdeki ilanlardan birini okuyup cenazeye geleceùini hiç durmadan düüünüyordum. Acaba hangi gazeteyi okuyorlard? Tabii haberi, adlarn vefat duyurularna koyduùum diùer akrabalardan da alabilirlerdi. Annem de sabah kahvaltsnda gazetelerdeki ilanlar tek tek okudu. Arada söyleniyordu: "Sdka ile Saffet hem rahmetli babanz hem benim tarafmdan akrabadrlar, onun için onlar Perran ile kocasndan sonra
247
sralamak lazmd. ûükrü Paüa'nn kzlar Nigân, Türkan ve ûükran'n sras da yanlü yazlmü... Zekeriya Eniütenizin ilk kars Arap Melike'den bahsetmeye hiç gerek yoktu. Zaten o kadn ile eniüteniz üç ay evli kald kalmad. Büyük halanz Nesime'nin iki aylkken ölen o zavall bebeùinin ad da Gül deùil, Ayüegül idi... Kimlere sordunuz da yazdrdnz bunlar?" "Anneciùim dizgi hatas, bilirsin bizim gazeteleri..." dedi Osman. Sabah ikide bir pencereden Teüvikiye Camii avlusuna bakp ne giyeceùini düüünen anneme, bu karl, buz gibi havada evden çkmamas gerektiùini anlatyorduk. "Ama Hilton'da davete gider gibi kürkünüzü giyerseniz de iyi olmaz." "Ölsem de babanzn cenazesinde evde duramam," dedi annem. Ama cenaze arabasnn caminin morgundan getirdiùi babamn tabutunun musalla taüna taünp konulusunu seyreden annem öyle bir aùlamaya baülad ki, merdivenleri inip caddeyi geçerek cenazeye katlamayacaù hemen anlaüld. Daha sonra aldù bütün sakinleütirici ilaçlara raùmen, kalabalk avluda cenaze namaz klnrken, annem üzerinde astragan kürkü, Fatma Hanmla Bekri Efendinin kollan arasnda balkona çkt ve kalabalùn srtladù tabut, cenaze arabasna konurken bayld. Sen bir poyraz vard, insann gözünün içine giren küçük tanelerle kar atütryordu. Avludaki kalabalktan çok az kiüi annemi fark etmiüti. Bekri ile Fatma annemi balkondan içeri soktuktan sonra, ben de dikkatimi kalabalùa verdim. Sibel ile Hilton daki niüanmza gelen ayn insanlard bunlar. Külar ústanbul sokaklarnda hep hissettiùim gibi, yazn fark ettiùim güzel kzlar ortalktan kaybolmuü, kadnlar çirkinleümiü, erkekler de daha karanlk ve daha tehditkar bir havaya bürünmüülerdi. Tpk niüandaki gibi yüzlerce kiüinin elini sktm, pek çok kiüiyle kucaklaütm ve kalabalk içinde yeni bir gölgeyle her karülaümamda, babam gömdüùümüz kadar o kiüi Füsun olmadù için de ac çektim. Ne Füsunun ne annesiyle babasnn cena-
248
Babamn Ölümü
zeye ve mezarlùa gelmediùini, gelmeyeceùini iyice anlaynca, babamn tabutuyla birlikte soùuk topraùa kendim veriliyormuüum gibi hissettim. Soùuùun da etkisiyle cenazede birbiriyle iyice yaknlaüan aile kalabalù, törenden sonra birbirinden hiç ayrlmak istemiyordu, ama ben onlardan kaçtm, taksiyle Merhamet Apartman'na gittim. Dairenin kokusu bile bana huzur veren havasn içime çekerken, teselli gücünün en yüksek olduùunu tecrübeyle bildiùim eüyalar arasndan Füsunun kurüun kalemini ve o kaybolduktan sonra hiç ykamadùm çay fincanm yanma alp yataùmza uzandm. Bu eüyalara dokunmak, onlar tenimin üzerinde gezdirmek ksa sürede acm azaltt, beni rahatlatt. O gün babam için mi yoksa Füsun cenazeye gelmediùi için mi ac çektiùimi soran okurlara ve müzegezerlere, aük acsnn bir bütün olduùunu söylemek isterim. Gerçek aük acs, varlùmzn en temel noktasna yerleüir, bizi en zayf noktamzdan smsk yakalar ve diùer bütün aclara derinden baùlanarak bütün gövdemize ve hayatmza hiç durdurulamayacak bir üekilde yaylr. Eùer umutsuzca âüksak, baba kaybndan en sradan talihsizliùe, mesela anahtarmz kaybetmeye kadar her üey, diùer bütün aclar, dertler ve huzursuzluklar, her an yeniden kabarmaya hazr olan bu asl strabmzn tetikleyicisi olur. Benim gibi aük yüzünden bütün hayat altüst olmuü biri, diùer bütün dertlerinin çözümünün de aük acsnn sona ermesiyle mümkün olacaùn ʄsandù için, içindeki yaray istemeden daha da derinleütirir. Babam gömdüùüm gün takside giderken açklkla kavradùm bu fikirlere uygun bir üekilde de, ne yazk ki hiç davranamadm. Çünkü aük verdiùi strap ile ruhumu bir yandan terbiye ediyor ve beni daha olgun bir adam yapyordu, ama diùer yandan da aklma bütünüyle el koyarak, olgunluùun verdiùi mantù kullanmama çok az izin veriyordu. Benim gibi uzun bir süre ve ykc bir üekilde âük olmuü birisi, yanlü olduùunu bildiùi bir mantù, bir hareketi, sonunun hüsran olacaùn bile bile sürdürmeye de249
Babamn ölümü
vam eder, zaman geçtikçe yaptklarnn yanlü olduùunu daha da açk görür. Bu durumda, insanoùlunun üzerinde durmadù ilginç üey, mantùmzn en kötü günde bile hiç susmamas, tutkunun gücüne karü çkamasa da, yaptklarmzn çoùunun aslnda aükmz ve acmz artrmaktan baüka bir sonuç vermeyeceùini dürüstlükle ve acmaszlkla bize fsldamasdr. Füsun'u kaybettikten sonra geçen dokuz ayda mantùmn bu fslts gittikçe güçlenerek artmü, bir gün aklnm bütününe hâkim olarak beni bu acdan kurtaracaù umudunu da vermiüti. Ama aük ile birlikte umut (bu bir gün hastalùmzdan kurtulacaùmzn umudu bile olsa) bana acmla birlikte yaüama gücü verdiùi için, çektiùim strabn süresini uzatmaktan baüka bir sonuç da vermiyordu. Merhamet Apartman1 ndaki yatakta Füsun'un eüyalaryla aclarm (baba kaybyla sevgilinin kayb, üimdi tek bir yalnzlk ve sevilmeme acs olmuütu) hafifletirken, bir yandan da Füsun ve ailesinin cenazeye neden gelmediklerini kavryordum. Ama annemle ve aileyle olan iliükisine her zaman dikkat eden Nesibe Hala'nn ve kocasnn babamn cenazesine gelmemelerini, bunun da benim yüzümden olduùunu kabul edemiyordum bir türlü. Bu, Füsun'un ve ailesinin benden sürekli kaçacaù anlamna geliyordu. Öyleyse hayatmn sonuna kadar Füsun'u göremeyecektim. Bu düüünce öylesine dayanlmazd ki, onu fazla düüünemiyor ve yaknda Füsunu görebileceùime iliükin bir umul aramaya baülyordum.
48. HAYATTA EN ÖNEMLø ùEY MUTLU OLMAKTIR "Satsat'taki hesapszlklar için Kenan' suçluyormuüsun!" dedi Osman kulaùma bir aküam. Bazan Berrin ve çocuklaryla, sk sk da tek baüna aküamlar annemi ziyarete geliyor, üçümüz birlikte yemek yiyorduk.
250
Hayatta En önemli ûev Mutlu Olmaktr
"Nereden duydun?" "Ben duyarm," dedi Osman. Annem içerideydi, o tarafa doùru bir bakü att. "Kendini sosyeteye rezil ettin, bari üirkettekilere mahcup olma," dedi acmaszlkla. (Oysa o da sosyete kelimesinden hiç hoülanmazd.) "Çarüaf iüini kaybetmen senin kabahatin," diye ekledi. "Ne oluyor, ne konuüuyorsunuz!" dedi annem. "Gene kavga etmeyin!" "Etmiyoruz," dedi Osman. "Kemal'in eve gelmesi iyi oldu diyordum, deùil mi anne?" "Ah oùlum, çok iyi oldu. Kim ne derse desin, hayatta en önemli üey mutlu olmaktr. Rahmetli babanz da öyle derdi. Bu üehir güzel kzlarla dolu, daha güzelini, daha üefkatlisini, daha anlayülsn buluruz. Kedi sevmeyen bir kadn zaten erkeùini mutlu edemez. Artk kimse bu iü için üzülmesin. Otel odalarna da bir daha gitmeyeceùine söz ver bakaym." "Bir üartla!" dedim Füsun'un dokuz ay önce söylediùi bir cümleyi çocuk gibi tekrarlayarak. "Babamn arabas ve Çetin bende kalacak..." "Peki," dedi Osman. "Çetin razysa, ben de razym. Ama sen de Kenan a ve yeni iüe hiç karüma, kimseye çamur atma." "Aranzda, herkesin önünde sakn kavga etmeyin!" dedi annem. Sibel'den ayrlmam Nurcihan'dan uzaklaümama, Nurcihan'dan uzaklaümam da ona deli gibi âük olan Mehmet'i çok daha az görmeme yol açmüt. Zaim de her geçen gün onlarla daha sk çktù için onu ayr görüyor, bu arkadaü takmndan yavaü yavaü uzaklaüyordum. Bir ara Piç Hilmi, Tayfun gibi evli niüanl, sözlü olmalarna aldrmadan gece hayatnn karanlk yanna ihtiyaç duyan, ústanbul un en pahal randevuevlerini aia\clkla 'üniversiteli denen biraz bilgili, görgülü kzlarn takldù otel lobilerim bilen arkadaülarla, eùlencesinden çok. hastalùm iyileütirir umuduyla birkaç gece çktm; ama
251
Hayatta En Önemli ùey Mutlu Olmaktr
„una duyduùum aük, ruhumun karanlk bir köüesinden bü tün kiúili÷ime yaylmüt. Arkadaü sohbetiyle biraz eùlendimse de, dertlerimi unutabilecek kadar ileri gidemedim. Aküamlar ço÷u zaman evden hiç çkmyor, annemin yanna oturup, elimde rak, tek kanall devlet televizyonunda ne varsa onu seyrediyordum. Annem, tpk babam saùken yaptù gibi ekranda gördüùü her üeyi acmaszca eleütirir, o kadar çok içmememi, tpk babama yaptù gibi bana her gece bir kere söyler, az sonra da koltuùunda uyuyakalrd. O zaman Fatma Hanmla televizyon hakknda fsltyla konuüurduk. Fatma
Hanmn
Bat
filmlerinde
gördüùümüz
zengin
ailelerin
hizmetçileri gibi odasnda ayr bir televizyonu yoktu. Dört yl önce ülkede yayn baülayp bizim eve bir televizyon alndùndan beri, Fatma Hanm her gece salonun en uzak noktasndaki bar sandalyesinde -artk "onun sandalyesiydi"- iùreti bir üekilde oturur, duygulu sahnelerde heyecanlanp baüörtüsünün düùümüyle oynayarak uzaktan televizyona bakar,
bazan
sohbete
de
katlrd.
Annemin
bitip
tükenmez
monologlarna karülk verme iüi babamn ölümünden sonra ona düütüùü için, sesi artk daha çok çkyordu. Bir gece, annem koltuùunda uyuyakaldktan sonra, Fatma Hamnla televizyonda naklen yaymlanan buz pateni yarümasndaki uzun bacakl Norveçli ve Sovyet güzellerine bütün Türkiye gibi paten kurallarn hiç bilmeden bakarken, onunla annemin durumundan, havalarn sndùndan, sokaklardaki siyasi cinayetlerden, her türlü siyasetin
kötülüùünden,
babamn
yannda
çalütktan
sonra,
Almanya'ya Duisburga göç edip dönerci dükkân açan oùlundan, aslnda hayatn güzel olduùundan tatl tatl söz ediyorduk ki, laf bana getirdi. "Kazmatrnak, artk çoraplarn hiç delinmiyor, aferin... Kemalciùim geçen gün baktm, ayak trnaklarn da artk güzelce kesiyorsun. Ben de sana bir hediye vereceùim o zaman." "Trnak makas m?"
252
Hayatta En önemli ûev Mutlu Olmaktr
"Yok, trnak makasn maüallah iki tane var. Bir de babandan kald, üç etti. Bu baüka." "Ne?" "Gel içeri," dedi Fatma Hanm. Havasndan, konunun özel olduùunu sezerek peüinden gittim. Küçük odasna girip bir üey ald, benim odama girdi, üù yakt, avcunu bir çocuùu eùlendirir gibi açp bana gülümsedi. "Bu ne?" dedim önce. Sonra kalbim gümbür gümbür atmaya baülad. "Bir küpe teki, senin deùil mi?" dedi. "Kelebek ile bir harf mi bu? Ne tuhaf." "Benim..." "Aylar evveldi, ceketinin cebinde buldum bunu. Sana vermek için bir kenara koydum. Ama annen görüp almü. Belli ki rahmetli babann, bir baükasna vereceùi öyle bir üey sand, hoüuna gitmedi. Rahmetli babandan sakladù -gülümsedi-, çalp sakladù üeylerini koyduùu gizli bir kadife kesesi var, oraya koymuü. Babann ölümünden sonra içindekileri babann çalüma masasna dizmiü de, o zaman gördüm ve senin olduùunu bildiùim için hemen aldm. Bir de babann ceketinden çkan bu fotoùraf var, onu da annen görmeden al bakalm. úyi etmiü miyim?" "Çok çok iyi etmiüsin Fatma Hanm," dedim. "Çok akllsn, çok incesin, çok harikasn sen." Küpeyi ve fotoùraf mutlu bir gülümsemeyle verdi. Fotoùraf, babamn Abdullah'ta yemek yerken gösterdiùi ölmüü sevgilisinin fotoùrafyd. Bir an bu kederli kzda, arkadaki gemilerde ve denizde, Füsun'u hatrlatan bir üeyler gördüm. Ertesi gün Ceyda'y aradm, iki gün sonra gene Maçka'da buluüup Taülk Park'na yürüdük. Saçlarm topuz yapmüt, ükt, halinde yeni anne olmuü kadnlara özgü ül ül bir mutluluk ve ksack bir sürede olgunlaümann verdiùi bir güven gördüm, iki gün boyunca çok da zorlanmadan Füsun’a dört-beü tane mektup yazmü, bunlardan en makul ve soùukkanl olanm sar bir
253
Hayatta En Önemli ùey Mutlu Olmaktr
Satsat zarfna koymuütum. Önceden planladùm gibi kaülarm çatp çok önemli bir geliüme olduùunu, bu mektubun mutlaka Füsun'a ulaütrlmas
gerektiùini
söyleyerek
Ceyda'ya
verdim.
Niyetim
mektupta yazdklarmdan Ceyda'ya hiç söz etmemek ve esrarengiz bir havaya bürünerek onun olayn ciddiyetini kavramasn, mektubu da Füsun'a ulaütrmasn saùlamakt. Ama Ceyda'nn yüzünde her üeyi doùal karülayan o kadar makul ve olgun bir ifade vard ki, kendimi tutamadm ve
Füsun'un
bana küsmesine yol
açan
meselenin
hallolduùunu, ona yolladùm bu haberi iüitince Füsun'un da benim gibi çok sevineceùini ve kaybettiùimiz zamanlar için üzülmekten baüka artk hiçbir derdimizin kalmayacaùn, bir müjde vermenin heyecanyla Ceyda'ya anlattm. Çocuùunu emzirmeye koüan Ceyda ile vedalaürken, Füsun ile bizim de evlenir evlenmez bir çocuk yapacaùmz, çocuklarmzn arkadaü olacaùn, bu skntl günlerimizi de baldan tatl aük hatralar olarak hep birlikte gülüüerek hatrlayacaùmz söyledim. Çocuùunun adn sordum. "Ömer," dedi Ceyda. Bebeùine gururla bakt. "Ama hayat hiç istediùimiz gibi olmuyor Kemal Bey" Haftalarca Füsun'dan bir cevap çkmaynca, sk sk Ceyda'nm bu sözünü hatrladm. Ama Füsun'un bu defa mektubuma mutlaka cevap vereceùinden emindim. Ceyda niüann bozulduùunu Füsun'un bildiùini doùrulamüt. Füsuna mektupla, düüen küpesinin rahmetli babamn kutusundan çktùn, babamn diùer küpeleri ve üç tekerlekli bisikletle birlikte ona küpesini getirmek islediùimi yazmütm. Daha önceden de planladùmz gibi o, annesi-babas ve ben, hep birlikte bir aküam yemeùi yememiz için artk vakit gelmiüti. Mays ortasnda, yoùun bir gün, yazhanede taüra bayilerinden gelen ve pek çoùu elle yazlmü dostluk, teüekkür, üikâyet, gönül alma ve tehdit mektuplarn -harfleri sökemediùim için bazlarn zorlanarakokurken, ksack bir mektubu, bir hamlede ve hzlanan kalp atülaryla okudum:
254
Hayatta En Önemli ûey Muttu Olmaktr
Kemal Aùabey, Biz de görüümeyi çok isteriz. Seni 19 Mays aküam yemeùe mutlaka bekliyoruz. Telefonumuz daha taklmad. Gelemezsen Çetin Efendiyle haber yolla Sevgiler, sayglar. Füsun. Adres: Dalgç Çkmaz, No: 24, Çukurcuma.
Mektupta tarih yoktu ama, Galatasaray Postanesinden 10 Mays'ta postalandùm üzerindeki damgadan çkardm. Davete iki günden fazla vard, Çukurcuma'daki adrese hemen gitmek geldi içimden, ama kendimi tuttum. Sonunda Füsun ile evlenmek, onu kendime geri dönüüsüz üekilde baùlamak istiyorsam, aür heyecan göstermemem lazm, diye düüündüm.
49. ONA EVLENME TEKLúF EDECEKTúM 19 Mays 1976 Çarüamba günü aküam yedi buçukta, Çetin Efendi ile Füsunlarn Çukurcuma'daki evine gitmek için yola çktk. Çetin Efendiye Nesibe Halalarn Çukurcuma'daki evlerine bir çocuk bisikletini geri vermeye gideceùimizi söyledim, adresi verdim ve koltuùuma yaslanp bardaktan boüanr gibi yaùan yaùmurun altnda sokaklar seyrettim. Bir yl boyunca gözümün önünde canlandrdùm binlerce kavuüma sahnesinde ne böyle yoùun bir saùanaù ne de çiseleyen hafif bir yaùmuru hayal etmiütim. Merhamet Apartmannn önünde durup bisikleti, babamn bana kutu içinde verdiùi inci küpeleri alrken, srlsklam oldum. Beklentilerimin tam tersi olan asl üey ise, yüreùimin içinde hissettiùim derin huzurdu. Hilton Otelinde, onu son görüüümden o güne kadar geçen 339 gün boyunca çektiùim aclan bütünüyle
255
Ona Evlenme Teklif Edecektim
unutmuütum sanki. Hatta beni bu mutlu sona ulaütrdù için saniye saniye kvranarak yaüadùm acya üükran duyduùumu, hiçbir üeyi ve hiç kimseyi de suçlamadùm hatrlyorum. Hikâyemin baünda olduùu gibi, üimdi gene önümde mükemmel bir hayat olduùunu düüünüyordum. Sraselviler Caddesi'nde arabay durdurup, bir çiçekçide krmz güllerden önümdeki hayat kadar güzel kocaman bir buket yaptrdm. Sakinleümek için evde yarm kadeh raky ilaç gibi içmiütim. Beyoùlu'na çkan ara sokaklardaki meyhanelerde bir kadeh daha içse miydim? Ama sabrszlk, aük acs gibi beni içine çekip kavramüt. "Dikkat et," dedi ayn anda içimden ihtiyatl bir ses. "Bu sefer bir yanlü yapma!" Çukurcuma Hamam yoùun yaùmur içinde hayal meyal gözlerimin önünden geçerken, 339 gün boyunca çektiklerimin Füsun'un bana verdiùi iyi bir ders olduùunu bir anda açklkla kavradm: O kazanmüt. Bir daha onu görememe cezasna çarptrlmamak için, onun istediùi her üeyi yapmaya hazrdm artk. Onu görüp rahatladktan ve Füsunun karümda olduùuna inandktan az sonra da, ona evlenme teklif edecektim. Çetin Efendi yaùmurun altnda kap numaralarn okumaya çalürken, daha önceden kafamn bir köüesiyle kurduùum ve kendimden de saklamaya çalütùm evlilik teklifi sahnesi gözümün önünde
canland:
úçeri
girdikten,
bisikleti
üakalarla
verdikten,
oturduktan, sakinleütikten -bunlar yapabilecek miydim?-az sonra, Füsun un getirdiùi kahvelerimizi içerken, babasnn gözlerinin içine gözlerimi cesaretle dikip buraya Füsun ile evlenmek için izin almaya geldiùimi hemen söyleyecektim. Çocukluk bisikleti bahaneydi. Buna gülüüecek,
üakalar
yapacak,
çekilen
aclardan
söz
etmemize,
üzüntülerimizi gözden geçirmemize (irsal vermeyecektik. Sofraya oturduùumuzda babasnn vereceùi Yeni Raky içerken. Füsunun gözlerinin içine bu karan vermiü olmann mutluluùuyla bakacak, onu doya doya seyredecektim. Nisan ve evlilik ayrntlarn diùer ziyaretimde konuüabilirdik. Araba yaùmurdan mimarisine dikkat edemediùim eski bir
256
— ---------------------------------- Ona Evlenme Teklif Edecektim ----------------------------------------
evin önünde durdu. Kalbim hzlanarak kapy çaldm. Az sonra Nesibe Hala kapy açt; bisikleti getirirken, arkamdan bana üemsiye tutan Çetin Efendi'den ve elimdeki güllerden etkilendiùini hatrlyorum. Kadnn yüzünde bir huzursuzluk vard, ama üzerinde durmadm; çünkü merdivenlerden, basamak basamak Füsun a yaklaüyordum. Babas "Hoü geldin Kemal Bey," diye karülad beni sahanlkta. Tark Bey'i en son bir yl önce niüanda gördüùümü unutmuütum da, eski kurban
bayram
yemeklerinden
sonra
onu
hiç
görmediùimi
sanyordum. Yaüllùn onu çirkinleütirmekten çok, baz ihtiyarlara yaptù gibi silikleütirdiùini hissettim. Sonra Füsun'un ablas varmü diye düüündüm, çünkü kapnn eüiùinde, babann arkasnda Füsuna benzeyen, ama esmer bir baüka güzel kz görmüütüm. Ama daha bunu düüünürken de, o esmerin Füsun olduùunu anladm. Çok sarscyd. Füsun'un saçlar simsiyaht: "Tabii, asl rengi!" dedim kendime sakin olmaya çalüarak. úçeri girdim. Daha önceden planladùm gibi annesiyle babasna aldrmadan gülleri verip ona sarlacaktm ki, bakülarndan, telaündan, gövdesinin yaklaümndan, Füsun'un benimle kucaklaümay istemediùini anladm. El skütk. "Ah ne güzel güller bunlar!" dedi, ama elimden almad onlar. Evet, tabii, çok güzeldi, olgunlaümüt. Hayalimdeki karülaüma sahnesine aykr bir üeyler yaüadùm için huzursuz olduùumu anlad. "Öyle deùil mi?" dedi gözleriyle kucaùmdaki gülleri odadaki bir baüka kiüiye iüaret ederek. iüaret ettiùi kiüiyle göz göze geldim. Bu üiüko ve sevimli komüu delikanly da yemeùe çaùrmak için baüka gece bulamamülar m diye hzla düüündüm! Ama daha kafamdan geçirirken yanlü olduùunu anladùm bir baüka düüünce de buydu. "Kemal Abi, tanütraym, kocam Feridun," dedi önemsiz bir ayrnty hatrlar gibi yapmaya çalüarak.
257
Ona Evlenme Teklif Edecektim
Gerçek birine deùil de, lam çkaramadùm bir hatraya bakar gibi baktm Feridun dediùi adama. "Biz beü ay önce evlendik," dedi Füsun, kaülarn anlayü bekleyen bir baküla kaldrarak. Elimi skan aür üiüman damadn bakülarndan, hiçbir üeyden haberdar olmadùn anladm. "Oo, çok çok memnun oldum!" dedim ona ve kocasnn arkasna saklanan Füsuna bakp gülümseyerek. "Çok da talihlisiniz Feridun Bey Hem harika bir kzla evlenmiüsiniz hem de kzn harika bir çocukluk bisikleti var." "Kemal Bey, sizleri düùüne çaùrmay çok istedik," dedi annesi. "Ama babanzn hastalùn iüittik. Kzm, kocann arkasna gizleneceùine o güzel gülleri alsana Kemal Bey'in elinden." Bir yl boyunca rüyalarmdan hiç çkmayan cananm, gül buketini elimden zarif bir hareketle alrken, gül yanaklarn, iütahl dudaklarn, kadife tenini ve bütün ömrüm boyunca yakn olmak için her üeyi göze alacaùm acyla bildiùim boynunun ve göùüslerinin güzel kokulu üst ksmn bana bir yaklaütrd, bir uzaklaütrd. Onun gerçek olmasna, dünyann var olmasna üaüan biri gibi hayretle baktm. "Gülleri vazoya koy, canm," dedi annesi. "Kemal Bey, rak içersiniz, deùil mi?" dedi babas. "Civ-civ-civ," dedi kanaryas. "A, tabii tabii, rak, içerim, içerim rak..." Rakdan iki buzlu kadehi hemen çarpsn diye aç karna içtim. Sofraya oturmadan önce getirdiùim bisikletten ve çocukluk hatralarmzdan bir süre söz ettiùimizi hatrlyorum. Ama o evlendiùi için bisikletin temsil ettiùi o çekici kardeülik duygusunun yok olduùunu anlayacak kadar açkt zihnim daha. Bunun bir rastlant olduùu hissini vererek (nereye oturacaùn annesine sormuütu) Füsun sofrada karüma oturdu; ama gözlerini benden kaçryordu. Bu ilk dakikalarda, benimle ilgilenmediùini düüünecek kadar üaükndm. Ben de onunla ilgilen-
mez gözükmeye çalüyor, fakir akrabasna evlilik hediyesi veren ve kafas çok daha önemli üeylerle meügul, iyi niyetli bir zengin gibi davranmak istiyordum. "Eee, çocuk ne zaman?" dedim böyle bir havayla, önce damadn gözlerinin içine baktm, ama ayn bakü Füsun'a çeviremedim. "ûimdilik düüünmüyoruz," dedi Feridun Bey. "Belki ayr bir eve taündktan sonra..." "Feridun çok genç, ama bugün ústanbul’da en çok aranan senaryo yazandr," dedi Nesibe Hala. "Simitçi Teyzeyi o yazd." Kafam halk dilinde "gerçeùi kabullenmek" denen üeyi yapmakta bütün gece zorland. Bu evlilik hikâyesinin üaka olduùunu, beni üaürtp eùlenmek için üiüko komüu çocuùunu Füsunun çocukluk aük ve kocas klùna soktuklarn, az sonra kötü bir üaka yaptklarn itiraf edeceklerini, gece boyunca zaman zaman umutla hayal ettim. Kar-koca hakknda bir üeyler öùrendikçe evliliùi kabul ediyor, ama bu sefer öùrendiklerimi kabul edilmez ve sarsc buluyordum: iç güveysi damat Feridun Bey yirmi iki yaündayd, sinemaya ve edebiyata meraklyd, henüz çok para kazanmyordu ama Yeüilçam için senaryolar kaleme almaktan baüka üiir de yazyordu. Baba tarafndan akrabas olduùu için çocukken Füsun ile oynadklarn, hatta geri getirdiùim bisiklete Füsun ile birlikte çocukken onun da bindiùini öùrendim. Bunlar öùrendikçe, Tark Bey'in içten bir ilgiyle doldurduùu raknn da yardmyla, ruhum sanki kendi içine çekiliyordu. Yeni bir eve her giriüinde daha kaç oda var, arka balkon hangi sokaùa bakyor, masa niye buraya konmuü gibi sorulara cevaplar bulup mekân anlayana kadar huzursuz olan aklm, üimdi bu sorularla hiç ilgilenmediùi için de huzursuzdu sanki. Tek teselli onun karüsnda oturabilmek, bir resmi seyreder gibi onu üimdi doya doya seyredebilmekti. Elleri eskisi gibi kpr kprd Evlenmiü olmasna raùmen, babasnn yannda hâlâ sigara içmediùi için, sigara yakarken yaptù o çok sevdiùim el
259
Ona Evlenme Teklif Edecektim
------1 —,------------ , ---------------Qna £V|enrne Teklif Edecektim -------------------------------------------------------
hareketlerini ne
yazk ki hiç göremedim Ama iki kere, eskiden de
yaptù gibi saçlarm çekiütirdi, üç kere lala karümak için frsat kollarken -tartümalarmzda hep yaptù gibi- nefesini içine çekip omuzlarm hafifçe yükselterek bekledi. Gülüüünü her görüüümde karü konulmaz bir mutluluk ve iyimserlik hâlâ ayn güçle içimde ayçiçeùi gibi açveriyordu. Güzelliùinden ya da kendimi çok yakn hissettiùim hareketlerinden ve teninden szan bir ük, bana dünyann gitmem gereken merkezinin onun yan olduùunu hatrlatyordu. Geri kalan yerler, kiüiler, meügaleler "kaba oyalanmalardan baüka bir üey deùildi. Yalnz aklm deùil, gövdem de bunu bildiùi için burada onun karüsndaydm ve bu yüzden yerimden kalkp kollarn tutmak, ona sarlmak istiyordum. Ama içine düütüùüm durumu, bundan sonra ne olacaùn düüünmeye çalütùm zaman yüreùimde öyle bir ac hissediyordum ki, düüünmeye devam edemiyor, yalnz sofrada-kilere deùil, kendi kendime de buraya genç evlileri tebrike gelmiü bir akrabaym pozu yapmaya baülyordum. Yemek boyunca çok az göz göze gelmemize raùmen Füsun bu züppece pozumu hemen hissediyor, o da bana özel üoförüyle bir gece uùrayan uzak ve zengin bir akrabaya yeni evli ve çok mutlu bir genç kadn nasl davranrsa öyle davranyor, kocasyla üakalaüyor, bakladan ona bir kaük daha veriyordu. Bütün bunlar da kafamn içindeki tuhaf sessizliùi derinleütiriyordu. Eve gelirken iyice hzlanan yaùmur hiç dinmedi. Tark Bey, Çukurcuma'nn -ad üstünde- alçak bir semt olduùunu, geçen yaz satn aldklar bu binay eskiden çok sk sel bastùn öùrendiklerini daha yemeùin baünda bana anlatmü, ben de onunla birlikte sofradan kalkp cumbann penceresinden, yokuütan aüaù inen sular seyretmiütim. Sokakta paçalar svamü, çplak ayakl mahalleliler, ellerinde çinko kovalar ve plastik çamaür leùenleriyle, kaldrmlarn kenarndan, evlerinin içine içine giren sular boüaltmaya ve taü yùnlar ve bezlerle sel sularnn yönünü deùiütirmeye çalüyordu. Çplak ayakl iki adam elle-
260
rindeki demirle tkanmü bir zgaray açmak için uùraürken, biri mor biri yeüil baüörtülü iki kadn sulardaki bir üeyi srarla iüaret edip baùrüyorlard. Masada Tark Bey, laùmlarn ta Osmanl'dan kalma ve yetersiz olduùunu söylemiüti esrarengiz bir havayla. Yaùmurun üakrtsnn her artünda birisi "Gök delindi", "Nuh tufan!", "Allah korusun" gibi bir üey söyleyip sofradan kalkyor, cumbann yokuüa bakan penceresinden soluk sokak lambasnn üùnda tuhaf gözüken mahalleyi ve sel sularn endiüeyle seyrediyordu. Ben de kalkp yanlarna gitmeli, sel korkusunu onlarla paylaümalydm; ama sarhoüluktan ayakta duramayp koltuklar, sehpalar devirmekten korkuyordum. "Acaba üoför ne yapyor bu yaùmurda?" dedi Nesibe Hala pencereden bakarken. "Ona yiyecek bir üeyler versek mi?" dedi damat bey. "Ben aüaù indiririm," dedi Füsun. Ama Nesibe Hala benim bundan hoülanmayabileceùimi sezip konuyu deùiütirdi. Bir an bütün ailenin cumbadan üüpheyle süzdüùü sarhoü ve yalnz bir adam olduùumu hissettim. Ben de dönüp onlara gülümsedim. Tam o srada sokaktan devrilen bir varilin tangrts ve bir ah sesi geldi. Füsun ile göz göze geldik. Ama bakülarn hemen kaçrd. Nasl bu kadar ilgisiz davranmay baüarabiliyordu? Bunu ona sormak istiyordum. Ama sevgililerini ararken, "Ona bir üey soracaùm da ondan!" diyen terk edilmiü ve aptallaümü âüklar gibi sormuyordum bu soruyu. Peki, öyle soruyordum. Burada tek baüma oturduùumu görmesine raùmen niye yanma gelmiyor, her üeyi bana açklamak için bu özel frsat niye kullanmyordu? Yeniden bakütk ve yeniden gözlerini kaçrd. "Simdi Füsun masaya yanna gelecek," dedi içimden iyimser bir ses. Ve gelirse bu, bir gün bu yanlü evlilikten cayacaùnn ve kocasndan ayrlp benim olacaùnn iüareti olacak. Gök gürledi. Füsun pencerenin önünden çekildi ve tüy gibi hafi t beü adm atarak sessizce karüma oturdu.
261
— Ona Evtenmp Teklif Edecektim
"Beni affetmeni rica ediyorum," dedi yüreùime iüleyen, fsldar bir sesle. "Babann cenazesine gelemedim." Bir üimüeùin mavi üù, rüzgârda ipekten kumaü gibi aramzda ürperdi. "Seni çok bekledim," dedim ben. "Tahmin ettim, ama gelemezdim," dedi. "Bakkaln kaçak tentesi devrildi, gördünüz mü?" dedi kocas Feridun masaya dönerken. "Gördük ve üzüldük," dedim. "O kadar üzülecek bir üey yok," dedi pencereden dönen babas. Kznn aùlayan biri gibi iki elini yüzüne kapadùn gördü ve endiüeyle önce damadna, sonra bana bir göz att. "Mümtaz Eniütemin cenazesine gidemediùim için hep üzülüyordum," dedi Füsun titreyen sesini bastrarak. "Onu çok severdim, çok fena oldum." "Füsunu çok severdi babanz," dedi Tark Bey. Geçerken kznn saçn öptü ve sofraya oturup tek kaün kaldrp gülümseyerek bana bir kadeh rak daha koydu ve eliyle kiraz ikram etti. Babamn verdiùi kadife kutu içindeki inci küpeleri ve Füsun'un küpesinin tekini cebimden çkarp vermeyi sarhoü kafayla hayal ediyor, ama bunu bir türlü gerçekleütiremiyordum. Bu içimde öyle bir bask yapt ki, ayaùa kalktm. Ama küpeleri vermek için ayaùa kalkmam deùil, tam tersi kalkmamam gerekiyordu. Baba kzn bakülarndan, onlarn da bir üey beklediklerini anladm. Belki de çkp gitmemi istiyorlard, ama kuyu derin bir bekleyiü vard odada. Ama küpeleri, o kadar hayaln kurmama raùmen ortaya çkaramyordum bir türlü. Bu hayallerde Füsun evli deùil bekârd, ben de hediyelerimi vermeden az önce, annesiyle babacndan onu istiyordum. ûimdi yeni durumda küpeleri
ne
yapmam
gerektiùine
sarhoü
kalayla
hiç
karar
veremiyordum.
262
Ona Evlenme Teklif Edecektim
Elim
kirazdan
kirlendiùi
için
kutular
çkaramyorum
diye
düüündüm. "Ellerimi ykayabilir miyim?" dedim. Füsun, içimde kopan frtnalar artk anlamazlktan gelemiyordu. Babasnn, "kzm misafire yolu göster" diyen bakülarn da üzerinde hissettiùi için telaüla ayaùa kalkt. Onu karümda ayakta görünce, bir yl önceki buluümalarmzn hatralar bütün güçleriyle canland. Ona sarlmak istedim. Hepimiz sarhoüluk anlarnda kafamzn iki hat üzerinde çalütùn biliriz: Birinci hatta, hayallerimde zaman ve mekândü bir yerde karülaümüz
gibi
Füsuna
sarlyordum.
úkinci
hatta
ise,
Çukurcuma'daki bu evde masann çevresindeydik ve içimden bir ses ona sarlmamam gerektiùini, bunun rezillik olacaùn söylüyordu. Ama rak yüzünden bu ikinci ses yavaüt ve ona sarlma hayaliyle ayn anda deùil, beü-alt saniye sonra ortaya çkyordu. O beü-alt saniyede özgürdüm, ama özgür olduùum için de telaü etmemiü, onunla yan yana yürümüü, arkasndan merdivenlerden yukar çkmütm. Gövdesinin yaknlù, merdivenleri çkümz, bunlar zaman-dü bir hayalden çkma gibiydi ve hafzamda da uzun yllar öyle kald. Bana bakündaki anlayü ve endiüeyi görüyor ve duygularn bakülaryla ifade ettiùi için ona üükran duyuyordum: iüte. Füsun ile benim, ikimizin birbirimiz için yaratldù bir kere daha ortaya çkmüt; ben bunu bildiùim için bütün o çileyi çekmiütim, evli olmas hiç önemli deùildi, üimdi olduùu gibi onunla birlikte merdiven çkma mutluluùu için çok daha fazla çile çekmeye hazrdm. Çukurcuma'daki o evin küçüklüùünü görüp yemek masasyla üst kattaki banyo arasndaki mesafenin dört buçuk adm ve on yedi merdiven basamaù olduùunu fark ederek bana gülümseyen sözümona "gerçekçi" müze ziyaretçisine, o ksa sürede duyduùum mutluluk için bütün hayatm vermeye hazr olduùumu hemen söyleyeyim. Evin yukar kattaki küçük tuvaletine girdim, kapy kapadm ve hayatmn benim elimden çktùna. Füsun a olan baùllùm
263
— Ona Evtenmp Teklif Edecektim
yüzünden benim iradem dünda üekillenen bir üeye dönüütüùüne karar verdim.
Ancak
buna
inanrsam
mutlu
olabilecek,
hayata
dayanabilecektim. Aynann önündeki küçük tezgâhta Füsunun, Tank Bey'in, Nesibe Hala'nn diü frçalar, traü sabunlar, traü makineleri arasnda Füsun'un rujunu gördüm. Elime alp kokladm onu, sonra cebime koydum. Asl havlularn her birini, onun kokusunu hatrlamaya çalüarak aceleyle kokladm, ama bir üey hissetmedim: Hepsi ben geldiùim için yenilenmiüti, temizdi. Buradan ayrldktan sonraki zor günlerde bana teselli verecek baüka bir eüya daha arayarak bakülarm küçük helada gezdirirken, aynada kendimi gördüm ve gövdem ile ruhum arasndaki sarsc kopukluùu yüzümün ifadesinden çkardm. Yüzüm yenilgi ve üaüknlktan yorgun gözükürken, kafamn içinde bambaüka bir âlem vard: Burada olduùumu, gövdemin içinde bir kalp, bir mana olduùunu, her üeyin istek, dokunma ve aüktan yapldùn, bunun için ac çektiùimi hayatn temel gerçeùi olarak artk anlyordum. Yaùmurun
uùultusu
ve
su
borularnn
gurultusu
arasnda,
çocukluùumda babaannemin dinlerken mutlu olduùu eski alaturka üarklardan birini duyuyordum. Yaknlarda bir yerde açk bir radyo olmalyd. Udun baygn iniltisi ve kanunun neüeli tmbrts arasndan yorgun ama umutlu bir kadn sesi, banyonun yan açk küçük penceresinden bana ulaüyor ve "Aüktr, aüktr âlemde her üeyin sebebi,'' diyordu. Bu kederli üarknn da yardmyla, banyodaki aynann karüsnda hayatmn en derin ruhsal anlarndan birini yaüadm ve âlemin, bütün eüyann bir bulun olduùunu anladm. Yalnz önümdeki dü frçalarndan sofradaki kiraz tabaùna, Füsun'un o an fark edip cebime indirdiùim firketesinden banyo kapsnn burada sergilediùim sürgülü kilidine kadar bütün eüyalar deùil, bütün insanlar da birlik içindeydi. Yaüadùmz hayatn anlam, aükn gücüyle bu birliùi hissetmekten ibaretti. Bu iyimserlikle cebimden önce Füsunun kupesinin tekini çkardm, rujun yerine koydum. Babamn inci küpelerini çkar-
264
------------------------------------- Ona Evlenme Teklif Edecektim ----------------------------------------
madan önce, ayn müzik, eski ústanbul sokaklarn, ahüap evlerde radyo dinleyerek ihtiyarlayan kan-kocalarn anlattù sevda frtnalarn ve aük yüzünden bütün hayatlarm berbat eden pervasz âüklar bana hatrlatyordu. Radyodaki kadnn hüzünlü sesinin de verdiùi ilhamla, Füsunun hakl olduùunu ben bir baükasyla evlenmeye giriütiùime göre, onun da kendini korumak için evlenmekten baüka bir çaresi olmadùn anlyordum. Bunlar düüünürken, aynadaki görüntüme bakarak bu sözleri kendi kendime söylerken buldum kendimi. Küçükken aynadaki görüntümle deneylere giriütiùim zamanlarn oyunculuùu ve saflù vard
üzerimde
ve
üimdi
Füsun'u
taklit
ederken
kendimden
kopabileceùimi, ona duyduùum aükn gücüyle, onun kalbinden ve aklndan geçen her üeyi hissedip düüünebileceùimi, onun aùzndan konuüabileceùimi,
onun
ne
hissettiùini
daha
o
hissederken
anlayabileceùimi, "o" olabileceùimi de üaüknlkla seziyordum. Keüfimin üaüknlùyla banyoda çok kalmü olmalym. Kapnn önünde biri özellikle öksürdü galiba. Ya da kapya vurdu; tam hatrlamyorum, çünkü bende "film kopmuütu". Gençliùimizde bu sözü, çok içtiùimiz ve sonrasn hatrlamadùmz zamanlar için kullanrdk. Ondan sonra heladan nasl çktm, sofraya nasl oturdum, Çetin Efendi hangi bir bahaneyle yukar geldi de beni kapdan ald -çünkü merdivenleri asla tek baüma inemezdim- ve arabaya bindirdi, eve getirdi bunlar hatrlamyorum. Sofrada da bir sessizlik vard artk; onu hatrlyorum; yaùmur yavaüladù için mi, artk saklayamadùm utancm, beni iyice ypratan yenilgi duygusunu, neredeyse elle tutulur hale gelmiü olan acm görmezlikten gelemedikleri için mi susmuülard, bilmiyorum. Damat bey, bu sessizlikten üüpheleneceùine "film koptu" lafma uygun bir sinema heyecanna kaplmü, hem aük ve hem nefretle Türk sinemasn, Yeüilçam'da yaplan filmlerin ne kadar berbat olduùunu, ama Türk halknn sinemaya bayldùn -o
265
Ona Evlenme Teklif Edecektim
zamanlarn sradan sözleriydi bunlar- anlatyordu. Açgözlü olmayan, ciddi
ve
kararl
bir
sermaye
bulunursa,
çok
harika
filmler
yaplabileceùini, Füsun'un baürolünü oynayacaù bir senaryo yazdùn, ama ne yazk ki hiçbir para desteùi bulamadùm da, Feridun Bey o srada söylemiü olmal. Bütün bu sözlerden, Füsun'un kocasnn paraya ihtiyac olduùu ve bunu bana açkça söylediùi deùil, Füsun'un ileride ünlü bir "Türk film yldz'1 olacaù, sarhoü kafam meügul etmiüti. Dönüü yolunda Çetin'in kullandù arabann arka koltuùunda yan baygn bir halde otururken, Füsun'u ünlü bir artist olarak düülediùimi hatrlyorum. Ne kadar sarhoü olursak olalm, acmzn ve akl karüklùmzn kurüuni bulutlar bir ara daùlr da, herkesin bildiùini hissettiùimiz -sandùmz- gerçeùi bir an görürüz ya: úüte Çetin Efendi'nin sürdüùü arabann arka koltuùundan üehrin sular seller altndaki caddelerini karanlkta seyrederken, bir an zihnim aydnland ve Füsun'un ve kocasnn beni film yapma hayallerine destek olacak zengin akraba olarak gördükleri için yemeùe çaùrdklar sonucuna vardm.
Ama
raknn
iyimserliùi
içinde,
bu
bende
öfke
uyandrmyordu, tam tersi Füsun'un bütün Türkiye'nin taptù çok ünlü bir kadn oyuncu olacaù hayallerine kaplyor, gözümün önünde onu çekici bir Türk film yldz olarak canlandryordum; úlk filminin Saray Sinemas'nda yaplacak galasnda, Füsun sahneye alkülar arasnda benim kolumda çkacakt. Araba da zaten Beyoùlu'ndan, Saray Sinemas'nn tam önünden geçiyordu iüte!
50. BU BENÎM ONU SON GÖRÜûÜM Sabah gerçeùi gördüm. Gece gururum krlmü, alay edilmiü, hatta küçümsenmiütim. Ayakta duramayacak kadar sarhoü olmakla, benim de ev sahiplerine katlarak, kendi kendimi aüaùladùm sonucunu da çkardm. Kzlarna ne kadar âük olduùu266
Bu Benim Onu Son Görüúüm
mu bilmelerine raùmen, damatlarnn çocuksu ve aptalca film hayallerini
tatmin
etmek
için
evlerine
davet
edilmeme
göz
yummalarndan, Füsunun annesi ve babasnn da bu aüaùlayc tutumu benimsedikleri
sonucunu
da
çkardm.
Bu
insanlar
artk
görmeyecektim. Ceketimin cebinde babamn bana verdiùi inci küpeleri görünce sevindim. Füsun'un küpesinin tekini geri vermiü, ama beni para
için
arayan
bu
insanlara
babamn
deùerli
küpelerim
kaptrmamütm. Bütün bir yl ac çektikten sonra, Füsun'u son kere görmem de iyi olmuütu: Ona duyduùum aük, Füsun'un güzelliùinden ya da kiüiliùinden deùil, Sibel ile evliliùe bilinçaltmda duymuü olduùum tepkiden kaynaklanyordu yalnzca. O güne kadar hiç Freud okumamü olmama raùmen, gazetelerde okuyup saùda solda iüittiùim "bilinçalt" kavramn, hayatmn o döneminde baüma gelenleri açklayabilmek için pek çok kereler kullandùm hatrlyorum. Atalarmzn içlerine girerek istemedikleri üeyleri onlara yaptran cinleri vard. Benim de, Füsun için bütün bu aclan bana çektirmekten baüka, kendime yakütrmadùm utanç verici üeyleri de bana yaptran "bilinçaltn" vard. Ona kanmamak, hayatmda yeni bir sayfa açmal, Füsun ile ilgili her üeyi unutmalydm. Bu amaçla ilk olarak, bana yolladù davet mektubunu ceketimin göùüs cebinden çkarp zarfyla birlikte küçük parçalara ayrarak yrttm. Ertesi sabah öùleye kadar yatakta yattm ve bilinçaltmn beni sürüklediùi bu saplantdan "artk" uzak durmaya karar verdim. Acm ve aüaùlanmam yeni bir kelimeyle açklamak, onunla savaümak için bana yeni bir güç veriyordu. Aküamdan kalma olduùumu, yataktan bile çkmak istemediùimi gören annem, öùle yemeùi için Fatma Hanm' Pangalt ya yollayp karides aldrmü ve benim sevdiùim gibi güveçte sarmsakl karides ile bol limonlu zeytinyaùl enginar yaptrmüt. Ank Füsunlar bir daha görmeme kararnn rahatlùyla, tadn çkararak, aùr aùr öùle yemeùimi yerken, annemle birer kadeh beyaz üarap içtik ve annem ünlü demiryolu zengini Daùdelenlerin kü-
267
Bu Benim Onu Son Görüúüm
cük kz Billur un úsviçre'de liseyi bitirdiùini, geçen ay on sekiz yaüna bastùn anlatt. Müteahhitliùe devam eden aile kim bilir ne ahbaplklar ve rüüvetlerle bankalardan aldù borçlar ödeyemediùi için zor durumdayd; bu zorluklar -iflaslar bekleniyor-muü- ortaya çkmadan kz evlendirmek istediklerini iüittiùini ekledi. Kz çok güzelmiü!" dedi sonra esrarl bir tavrla. "Senin için gider bir görürüm isliyorsan. Böyle taürada subaylar gibi her aküam erkek arkadaülarla içmene gönlüm raz deùil." "Git sen kz bir gör bakalm anneciùim," dedim hiç gülümsemeden. "Kendim bulup, görüüüp tanütùm modern kzla olmad. Bir de görücü usulünü deneyelim bakalm." "Ah oùulcuùum, bu kararna ne kadar sevindim bir bilsen," dedi annem. "Tabii önce biraz tanür, birlikte gezersiniz... Önünüzde güzel bir yaz var, ne güzel, gençsiniz. Bak buna iyi davran... Sibel ile niye olmad söyleyeyim mi?" O an annemin Füsun hikâyesini çok iyi bildiùini, ama tpk atalarmzn cinleri gibi, ac verici bir olay açklayacak bambaüka bir neden bulmak istediùini anladm ve ona derin bir üükran duydum. "Çok hrsl, çok maùrur, çok gururlu bir kzd o," dedi annem gözlerimin içine bakarak. Sr verir bir havada ekledi: "Zaten kedi sevmediùini öùrendiùimde üüphelenmiütim." Sibel'in kedi düümanlùn hiç hatrlamyordum, ama annem ikinci defa bunu Sibel'i kötülemeye bir giriü olarak söylüyordu; konuyu deùiütirdim. Birlikte kahvemizi balkonda, küçük bir cenaze kalabalùn seyrederek içtik. Arada bir "Ah zavall babacùn," diyerek birkaç gözyaü
döktüyse
de,
annemin
saùlù,
maneviyat,
dikkatleri
yerindeydi. Musalla taünn üzerinde yatmakta olan tabutun içinde, Beyoùlu'ndaki ünlü Bereket Apartmannn sahiplerinden birinin yattùn söyledi. Bu binann yerini tarif etmek için de iki bitiüiùinde Atlas Sinemas olduùunu söyleyince, kendimi Atlas Sinemas'nda Füsun'un baürol oynadù bir filmin galasnda hayal eder buldum. Yemekten 268
Bu Benim Onu Son Görüúüm
sonra evden çkp Satsat'a gittim ve Füsun dan ve Sibel'den önceki "normal" hayatma döndüùüme kendimi inandrarak iülere sarldm. Füsun'u görmüü olmak, aylar süren acmn büyük bir ksmn alp götürmüütü. Yazhanede çalürken, aük hastalùndan kurtulduùumu aklmn bir yanyla ve sk sk içtenlikle düüünüyor, rahatlyordum, iüler arasnda kendimi yokladùmda, içimde onu görmek için hiçbir istek kalmadùn sevinçle fark ediyordum. Çukurcuma'daki o berbat eve, seller, çamurlar içindeki o fare yuvasna bir daha gitmem söz konusu olamazd artk. Konuya ilgim, Füsun'a duyduùum aüktan çok, bütün aileye ve damat denen çocuùa duyduùum öfkeden alyordu gücünü. Çocuk yaütaki damada da fazla öfkelenmeyi saçma bulduùum için kendime kzyor, hayatmn bütün bir yln, bu aük yüzünden strap içinde geçirmiü olmamdaki aklszlùa öfkeleniyordum. Ama kendime duyduùum bu üey, hakiki bir öfke de deùildi: Yeni bir hayata baüladùma; aük acmn bittiùine kendimi inandrmak istiyor, bu yeni ve güçlü duygularm da hayatmn deùiütiùinin kant olarak görüyordum. Bu yüzden ihmal ettiùim eski arkadaülarm görmeye, onlarla eùlenmeye, davetlere gitmeye de karar verdim. (Ama Füsun ve Sibel ile ilgili unutmak istediùim hatralar alevlendirirler diye, Zaim'den ve Mehmet'ten bir süreliùine uzak durdum.) Gece eùlencelerinde, davetlerde iyice içtikten ve gece yarsndan sonra, içimdeki öfkenin aslnda ne sosyetenin sersemliklerine ve skcl-gna, ne takntm yüzünden kendime ne de herhangi baüka bir kimseye deùil, Füsun'a yönelik olduùunu anlar; aklmn iyice bastrlmü bir köüesinde, onunla sürekli kavga ettiùimi korkuyla sezer ve bu yaüadùn eùlenceli hayata katlamayp Çukurcuma'da seller içindeki bir fare yuvasnda yaüamann onun kendi seçimi ve kabahati olduùunu, o saçma evliliùi yaparak intihar eden birini ciddiye alamayacaùm gizlice düüünürken yakalardm kendimi.
269
Bu Benim Onu Son Görüúüm
Babas zengin bir toprak aùas olan Kayserili askerlik arkadaüm Abdülkerim, terhisten sonra memleketinden bana süslü imzasn özenle attù ylbaü ve bayram tebrik kartlar yollamü, ben de onu Satsat'n Kayseri bayii yapmütm. Sibel'in onu "fazla alaturka" bulacaùn sezdiùim için son yllarda ústanbul'a geliülerinde çok ilgilenemediùim Abdülkerim'i, Füsunlara gidiüimden dört gün sonra, sosyete tarafndan hemen benimsenen yeni lokantalardan Garaja götürdüm ve yaüadùm hayat sanki onun gözlerinden görerek, kendimi iyi hissetmek için masalarda oturan, lokantaya girip çkan ve bazlar ta masamza kadar gelip kibarca, dostça elimizi skan zenginler hakknda ona hikâyeler anlattm. Ama ksa sürede Abdülkerimin bu hikayelerdeki zaaflarn, acnn ve kimi kabalklarn insani yanlarndan çok, az tandù ústanbullu zenginlerin seks hayatlar, rezaletleri ve ev içleriyle ilgilenmesinden ve evlenmeden -hatta niüanlanmadan- yatan kzlarn tek tek üzerinde durmasndan hoülanmadùm anladm. Belki de bu yüzden gecenin sonuna doùru tam tersi tuhaf bir dürtüye kapldm ve kendi hikâyemi, Füsuna duyduùum aük, sanki bir baüka sersem zenginin hikâye-siymiü gibi Abdülkerim'e anlattm. Sosyetede tannan, sevilen genç zenginin sonunda baükasyla evlenen "tezgâhtar kza" duyduùu aük anlatrken, Abdülkerim benim "o" olduùumdan üüphelenmesin diye de, uzak masalardan birinde oturan genç bir adamn "o" olduùunu söyleyip iüaret ettim. "Neyse, maln gözü kz evlenmiü de zavall herif kurtulmuü," dedi Abdülkerim. "Aslnda adamn aük için göze aldù üeye sayg duyuyorum," dedim. "Kz için niüan da bozmuü..." Abdülkerim'in yüzünde bir an yumuüak bir anlayü ifadesi belirdi; ama hemen sonra, tütün tüccar Hicri Bey, kars ve iki güzel kznn çkü kapsna doùru aùr aùr yürüyüülerini zevkle seyretmeye baülad. 'Kn bunlar?" diye sordu bana bakmadan. Hicri Bey'in, uzun boylu esmer kzlarndan küçüùü -Nes-
270
Bu Benim Onu Son Görüúüm
lisah't ad galiba- saçlarn boyamü, sarün olmuütu. Abdülkerim'in onlara dönük yar alayc ve yar hayran bakündan hoülanmamütm. "Geç oldu, gidelim mi?" dedim. Hesab istedim. Sokaùa çkp birbirimizden ayrlana kadar bir üey konuümadk. Niüantaü'na, eve doùru deùil. Taksime doùru yürüdüm. Füsun'a küpesini geri vermiütim, ama bunu açkça deùil, küpenin tekini banyoda sarhoülukla unutarak yapmütm. Bu, hem onlar hem benim için gurur krcyd. Onurumu korumak için bunun bir yanlülk deùil, niyet edilmiü bir üey olduùunu onlara hissettirmeliydim. Sonra ondan özür dileyecek ve hayatmn sonuna kadar artk onu bir daha görmeyeceùimden emin olmann rahatlùyla, Füsun'a gülümseyerek son bir "Allahasmarladk!" diyecektim. Füsun, ben kapdan tam çkarken
bunun
beni
son
görüüü
olduùunu
anlayacaù
için
telaülanacakt belki; ama ben tpk onun bana bir yldr hissettirdiùi cinsten,
derin
bir
sessizliùe
bürünecektim.
Ya
da
bir
daha
görüümeyeceùimizden hiç söz etmeyecektim, ama ona hayatnn geri kalan ksm için öyle bir üekilde mutluluklar dileyecektim ki, bunun beni son görüüü olduùunu anlayp telaüa kaplacakt. Beyoùlu nun arka sokaklarndan aùr aùr Çukurcuma'ya doùru inerken, Füsun'un belki de telaülanmayacaù da geçti aklmdan; çünkü belki de o evde kocasyla mutluydu. Öyleyse, yani o sradan kocasn, o döküntü evde zor üartlar altnda yaüamay seçecek kadar sevebiliyorsa, ben zaten o aküamdan sonra onu bir daha görmek de istemezdim. Dar sokaklarda, çarpk çurpuk kaldrmlar ve basamaklar üzerinden yürürken,
pencerelerin
iyi
çekilmemiü
perdeleri
arasndan
televizyonlarn kapatp yatmaya hazrlanan aileleri, uyumadan önce karülkl son bir sigara içen yoksul ve yaül kan-kocalan görüyor ve bahar aküamnda soluk sokak lambalarnn üùnda, bu sessiz ve ücra mahallelerde yaüayan insanlarn mutlu olduùuna inanyordum.
271
Bu Benim Onu Son Görüúüm
Kapnn zilini çaldm. úkinci katn cumbasnn penceresi açld. Füsun'un babas "Kim o?" diye seslendi karanlùa. "Benim." "Kim?" Kaçmay aklmdan geçirip orada dikiliyordum ki, annesi kapy açt. "Nesibe Hala, aküamn bu saatinde rahatsz etmek hiç istemezdim." "Hayrdr Kemal Bey, buyrun içeri." úlk geliüimde de olduùu gibi, o önde ben arkada merdivenleri çkarken, "Utanp sklma!" dedim kendi kendime, "bu, Füsunu son görüüün!" Bundan sonra bir daha aüaùlanmayacaùma karar vermenin rahatlùyla içeri girdim, ama onu görür görmez kalbim beni utandracak kadar hzl atmaya baülad. Babasyla televizyonun karüsna oturmuülard. Beni görünce ikisi de üaüknlk ve mahcubiyetle ayaùa kalktlar, ama dertli halimi, aùzmdan gelen içki kokusunu fark edip özür dilermiü gibi davrandlar. ûimdi hatrlamaktan hiç hoülanmadùm ilk üç-beü dakikada, geçerken uùradùm, rahatsz ettiùim için çok özür dilediùimi, aklma bir üeyin takldùn, onu konuümak istediùimi zorlanarak söyledim. Kocasnn evde olmadùm ("Feridun filmci arkadaülarna gitti") öùrendim. Ama konuyu açamadm bir türlü. Annesi çay hazrlamak için mutfaùa gitti. Babas bir bahane söylemeden kalknca yalnz kaldk. "Çok özür dilerim," dedim ikimiz de televizyona bakarken. "Kötü niyetten deùil, o gün sarhoüluktan küpeni diü frçalarnn durduùu yere brakmüm. Oysa sana doùru dürüst verebilmek islerdim " "Diü frçalarnn orada benim küpem yoklu," dedi kaülarn çatarak Durumu anlamaya çalüan bakülarla birbirimize bakarken, babas içenden benim için özel olduùunu söyleyerek, kâse içinde meyveli irmik helvas getirdi. úlk lokmay yutup helvay
272
— ----------------------------------- Bu Benim Onu Son Görüüüm -----------------------------------------
uzun uzun övdüm. Bir an gece yans, sanki buraya bu helva için gelmiüim gibi hepimiz sustuk. O zaman küpelerin bahane olduùunu, oraya tabii ki Füsun'u görmeye geldiùimi sarhoü halimle bile anladm. ûimdi de Füsun küpeleri görmediùini söyleyerek bana eziyet ediyordu. O sessizlik srasnda Füsun'u görememe acsnn, onu görmek için katlandùm bu utançtan çok daha kahredici olduùunu hemen hatrlattm kendime. Onu görememe acsn bir daha çekmemek için çok daha utanç verici durumlara katlanmaya raz olduùumu da artk biliyordum. Ama utanca karü daha savunmaszdm. Aüaùlanma korkusuyla,
Füsun'u
görememe
acs
arasnda
ne
yapacaùm
bilemedim ve ayaùa kalktm. Karümda, eski dost kanaryay gördüm. Kafese doùru bir adm attm. Kuüla göz göze geldik. Benimle birlikte Füsun ve annesi babas da galiba gittiùim için rahatlayarak- ayaùa kalkmülard. Buraya bir daha gelsem de, artk evlenmiü olan ve benimle param için ilgilenen Füsun'u ikna edemeyeceùimi açklkla kavradm: "Bu benim onu son görüüüm!" dedim kendi kendime. Bir daha oraya adm atmayacaktm. Tam o sra kapnn zili çald. O sahneyi, yani ben kanarya ile bakürken ve Füsun, annesi ve babas arkadan bize bakarken, zil çalnca hep birlikte kapya döndüùümüz an gösterir bu yaùlboya resmi, olaylardan yllar sonra ben sipariü ettim. Resim, o anda tuhaf bir üekilde özdeüleütiùim kanarya Limon'un bakü açsndan yapldù için hiçbirimizin yüzü gözükmüyor. Hayatmn aüknn srttan görünüüünü tam
hatrladùm
gibi
naküederek,
her
görüüümde
gözlerimi
nemlendiren bu resmi yapan ressamn, yar açk perdeler arasndan gözüken geceyi, karanlk Çukurcuma Mahallesini ve odann içini, kelimesi kelimesine benim ona anlattùm gibi resmettiùini gururla söyleyeyim. Tam o srada, Füsun'un babas cumbann penceresinden cephedeki aynaya bir bakü atmü ve kapy çalann komüu çocuklardan biri olduùunu ilan edip sokak kapsn açmaya aüaù, inmiüti.
273
Bu Benim Onu Son Görüüüm -
Bir sessizlik baülad. Kapya yürüdüm. Pardösümü giyerken sessizce önüme bakyordum. Kapy açtm ve o anda bunun bir yldr kendimden
de
gizli
düüünüp
hazrlandùm
"intikam"
sahnesi
olabileceùi hayaline kapldm. "Allahasmarladk." eledim. "Kemal Bey" dedi Nesibe Hala. "Geçerken kapmz çaldùnz için ne kadar sevindik anlatamayz." Füsun'a bir göz att. "Bakmayn siz onun surat asmasna, babasndan korkuyor, yoksa sizi gördüùü için o da en az bizim kadar sevindi." "Aman anne, lütfen..." dedi güzelim. "Esmer olmasna zaten daha fazla dayanamazdm," gibi bir sözle ayrlk törenine baülamak geçtiyse de aklmdan, bu lafn doùru olmadùn, onun için dünyann bütün aclarna katlana-bileceùimi, bunun da beni bitireceùini biliyordum. "Hayr, hayr, ben Füsun'u çok iyi gördüm," dedim ve dikkatle gözlerinin içine baktm. "Senin ne kadar mutlu olduùunu görmek, bana istediùim mutluluùu verdi zaten." "Sizi görmek de bizi mutlu etti," dedi Nesibe Hala. "Artk ayaùnz da alüt, hep bekleriz." "Nesibe Hala, bu benim buraya son geliüim," dedim. "Neden? Yeni mahallemizi sevmediniz mi?" "Artk sra sizde," dedim üakac, yapmackl bir havayla. "Anneme söyleyeyim de sizi davet etsin." Onlara son bir kere dönüp bakmadan merdivenden iniüimde umursamaz bir hava vard. "úyi aküamlar evladm," dedi kapda karülaütùm Tark Bey usulca. Komüu çocuk "Annem yollad!" diye ona bir paket veriyordu. Düardaki temiz hava yüzüme hoü bir serinlik verirken, Füsun'u hayatmn sonuna kadar artk bir daha görmeyeceùimi geçirdim aklmdan ve bir an önümde dertsiz, tasasz, mutlu bir hayat olduùuna inandm. Annemin benim için görmeye gideceùi Daùdelenlerin kz Billur'un hoü olduùunu hayal ettim. Ama attùm her admda Füsundan uzaklaütùm, kalbimden bir
274
Bu Benim Onu Son Görüüüm
parçann koptuùunu hissediyordum. Çukurcuma Yokuüu'ndan yukar çkarken,
ruhumun
arkada
braktù
yere
geri
dönmek
için
kemiklerimin içinde çrpndùn hissediyor, ama bu acy çekip bu iüi bitireceùimi düüünüyordum. Çok yol almütm. ûimdi yapmam gereken, oyalanacak üeyler bulmak, güçlü olmakt. Kapanmakta olan meyhanelerden birine girdim ve masmavi ve aùr sigara duman içinde, bir dilim kavunla birlikte iki kadeh rak içtim. Düar çktùmda ruhum, gövdem hâlâ Füsunlarn evinden uzaklaümadùm bana hissettiriyordu. Bu arada yolumu kaybetmiütim galiba. Dar bir sokakta tandk bir gölgeyle karülaütm ve bir an bir elektrik geçti içimden: "Ooo merhaba!" dedi. Füsunun kocas Feridun Bey'di. "Ne tesadüf," dedim. "Ben de sizden dönüyordum." "Öyle mi?" Genç kocann gençliùine -çocukluùuna m demeliydim- üaütm gene. "Geçen geliüimden bu yana bu film iüini düüünüyorum," dedim. "Haklsnz. Türkiye'de de, Avrupa'daki gibi sanat filmleri yaplmal... Siz yoksunuz diye bu aküam konuyu Füsuna açmadm. Bir aküam bunu konuüalm m?" Onun da en az benim kadar sarhoü olan kafasnn bu öneriyle bir anda karütùn gördüm. "Sal aküam yedide gelip sizi kapdan alaym m?" dedim. "Füsun da gelsin deùil mi?" "Tabii, niyetimiz hem Avrupadaki gibi sanat filmi çekmek hem de baürolde Füsunu oynatmak." Uzun yllar okul arkadaülù, asker arkadaülù edip skntlar çektikten sonra, önlerinde zengin olma hayali beliren iki eski dost gibi bir an karülkl gülümsedik birbirimize. Feridun Bey n sokak lambasnn üù altnda görebildiùim çocuksu gözlenilin içine dikkatle baktm ve sessizce ayrldk.
275
51. MUTLULUK úNSANIN SEVDúøú KúûúYE YAKIN OLMASIDIR YALNIZCA Beyoglu'na çknca vitrinleri ül ül bulduùumu, sinemalardan boüalan kalabalk arasnda yürümekten hoülandùm hatrlyorum. úçimi kendimden gizleyemediùim bir yaüama sevinci, bir mutluluk sarmüt. Füsun ile kocasnn beni evlerine, sacmasapan film havailerine para yatraym diye çaùrdklarn hayal ettikten sonra, üimdi durumumu küçültücü bulmam, utanmam gerekiyordu belki, ama kalbimdeki mutluluk öylesine güçlüydü ki, utancm dert etmiyordum hiç. Kafam o gece bir görüntüye taklmüt: Filmimizin gala gecesi, Füsun elinde mikrofon, Saray Sinemasnn -yoksa Yeni Melek daha m iyiydi?sahnesinden hayran kalabalùna seslenirken, herkesten çok bana teüekkür edecekti. Sanat filminin zengin yapmcs olarak ben sahneye çktùmda, etraftaki dedikodulardan haberdar olanlar, genç yldzn, bu filmin çekimi srasnda prodüktöre âük olup kocasndan ayrldùn fsldayacaklar, sahnede Füsun beni yanaklarmdan öperken çekilmiü fotoùrafmz da bütün gazetelerde yaymlanacakt. O günlerde tpk kendi kendine afyonlu bir iksir salglayarak uykuya dalan nadir safsa çiçekleri gibi kafamn kendi kendine sürekli salgladù bu hayalleri daha fazla anlatmamn gereùi yok aslnda. Çünkü benim dünyamda yaüayan ve benim durumuma düüen Türk erkeklerinin çoùu gibi ben de, delice âük olduùum kadnn aklndan neler geçirdiùini, onun hayallerinin ne olduùunu anlamak yerine, onun hakknda hayaller kuruyordum yalnzca. úki gün sonra Çetin Efendi'nin kullandù Chevrolet ile onlar kapdan alrken, Füsun ile göz göze gelir gelmez, hiçbir üeyin kafamn dur durak bilmeden salgladù bu hayallere benzemeyeceùini hemen hissettim, ama onu görmek beni öylesine mutlu ediyordu ki, neüem kaçmad. Genç evlileri arabann arka koltuùuna buyur ettim, ben Çetin in yanma öne oturdum ve üehrin gölgeler içindeki sokaklarn-
276
Mutluluk insann Sevdi÷i Kiúiye Yakn Olmasdr Yalnzca
dan, tozlu ve daùnk meydanlarndan geçerken, ikide bir arkaya dönüp üakalar yaparak havay stmaya çalütm. Füsun kan portakal ve alev rengi bir elbise giymiüti. Tenini Boùaz'dan gelen harika kokulu esintiye açmak için üst üç düùmesini iliklememiüti. Araba, parke taü kapl Boùaz yollarnda sçraya sçraya ilerlerken, bir üey söylemek için arkaya
her
dönüüümde,
içimde
bir
mutluluùun
alevlendiùini
hamlyorum. Büyükdere'deki Andon Lokantas'na gittiùimiz o ilk gece, -film projemizi tartümak için buluütuùumuz diùer gecelerde de olacaù gibi- aramzda en heyecanl olann aslnda kendim olduùumu çok geçmeden anladm. Yaül Rum garsonlarn getirdiùi tepsi içindeki mezeleri seçer seçmez, "Benim için sinema hayatta her üeydir Kemal Bey," diye anlatmaya baülad kendine güvenine biraz gpta ettiùim damat Feridun Bey. "Yaüma bakp bana güvensizlik göstermeyin diye söylüyorum. Üç yldr Yeüilçam n tam içindeyim, çok talihliyim. Herkesi tandm. Lambalar, dekorlar taüyarak set iüçiliùi de yaptm, yönetmen yardmclù da. On bir tane de senaryo yazdm." "Hepsi de çekildi ve çok da iyi iü yaptlar," dedi Füsun. "O filmleri görmeyi çok isterim Feridun Bey." "Tabii gideriz Kemal Bey. Çoùu yazlk sinemalarda, bazlar da Beyoùlu'nda hâlâ oynuyor. Ama o filmlerden memnun deùilim. Onlar gibi üeyler çekmeye raz olsaydm. Konak Filmdekiler benim artk yönetmenliùe baülayabileceùimi söylüyorlard. Ama ben öyle filmler çekmek istemiyorum." "Nasl filmlerdi onlar?" "Ticari, melodramatik, piyasa iüi üeyler. Hiç Türk filmine gider misiniz?" "Çok az." "Avrupa görmüü zenginlerimiz Türk filmlerine alay etmek için giderler. Ben de yirmi yaündayken öyle düüünürdüm. Ama artk Türk filmlerini eskisi gibi küçümsemiyorum. Füsun da üimdi Türk filmlerini çok seviyor."
277
Mutluluk insann Sevdi÷i Kiúiye Yakn Olmasdr Yalnzca
"Allahaükna bana da öùretin, ben de seveyim," dedim. "Öùretirim," dedi damat bey içtenlikle gülümseyerek. "Ama sayenizde çekeceùimiz film onlar gibi olmayacak, merak etmeyin. Füsunun köyden üehre indikten sonra, Fransz dad sayesinde üç günde hanmefendi olacaù bir film yapmayacaùz mesela." "Zaten ben de dadyla kavga ederdim hemen," dedi Füsun. "Ya da zengin akrabalar tarafndan fakir olduùu için küçümsenen Sindirella da olmayacak bizim filmimizde," diye devam etti Feridun. "Küçümsenen fakir akrabay oynamak isterdim aslnda," dedi Füsun. Sözlerinde bana dönük bir alayclk deùil, bana ac veren bir hafiflik ve mutluluk hissediyordum. Bu hafif hava içerisinde ortak aile hatralarndan, Çetin in kullandù Chevroletyle yllar önce Füsun ile bir ústanbul gezintisine çktùmzdan, uzak mahallelerde, dar sokaklarda oturan ve kimi ölmüü, kimi ölmekte olan uzak akrabalardan ve baüka pek çok üeyden söz ettik. Midye dolmas nasl yaplr tartümas, aür beyaz tenli bir Rum ah-çnn ta mutfaktan gülümseyerek gelip tarçn da konulacaùn söylemesiyle sonuçland. Saflùn ve iyimser heyecann sevmeye baüladùm damat bey de, senaryo ve film hayallerini srarla anlatmaya kalkümad. Onlar evlerine brakrken, dört gün sonra yeniden buluümaya karar verdik. 1976 yaz boyunca, film konuümak için birlikte pek çok Ln>-gaz lokantasna aküam yemeùine gittik. Yllar sonra bile bu lokantalarn deniz üzerindeki pencerelerinden Boùaza her bakümda, o yemeklerde Füsun un karüsnda
oturmam) aür mutluluùu ile onu tekrar elde
etmem için gerekli soùukkanllk arasnda kalr, gene aklm karürd. Yemeklerde kocasnn film konularn ve hayallerini, Yeüilçamn ve Türk seyircisinin yaps üzerine çözümlemelerini, bir süre saygyla ve üüphelerimi
kendime
saklayarak
dinler;
derdim
aslnda
Türk
seyircisine "Bath
278
------------------- Mutluluk únsann Sevdiùi Kis*ve Yakn Olmasdr Yalnzca --------------------
anlamda bir sanal filmi hediye etmek" olmadù kin, iüi ihtiyatla yokuüa sürer; mesela yazlmü senaryoyu görmek isler, ama senaryo önüme gelmeden önce de baüka bir konuya ilgi gösterirdim. Pek çok Satsat çalüanndan daha zeki ve becerikli olduùunu keüfettiùim Feridun ile bir keresinde, "doùru dürüst" bir Türk filminin malivei üzerine konuütuktan sonra, Füsunun yldz olmas için Niüantaü'nn arka sokaklarnda küçük bir apartman dairesinin fiyatnn yars kadar bir para gerektiùi sonucunu çkarmün, ama iülere bir türlü giriüemememizin nedeni bu miktarn azlù ya da çokluùu deùil, haftada iki kere film yapmak bahanesiyle Füsun'u görmenin aclarm üimdilik yatütrdùn anlamamd. Onca acdan sonra, o günlerde bunun bana yetmesi gerektiùine karar vermiütim. Daha fazlasn istemek gözümü korkutuyordu. ûimdi bütün bu aük iükencesinden sonra sanki biraz dinlenmeliydim. Yemeklerden sonra Çetinin kullandù arabayla ústinye’ye gidip bol tarçnl
tavukgöùsü
yemek
ya
da
Emirgân'da
kâùt
helval
dondurmalarmz gülüüe konuüa yerken Boùaz'n karanlk sularna birlikte bakarak yürümek, bana insann bu dünyada bulabileceùi mutluluùun en deriniymiü gibi geliyordu. Bir aküam Yani'nin Yerinde Füsun'un karüsnda oturmann verdiùi huzur içimdeki aük cinlerini yatütrnca, mutluluùun çok basit ve herkesin bilmesi gereken reçetesini keüfedip kendi kendime mrldandùm da hatrlyorum: Mutluluk, insann sevdiùi kiüiye yakn olmasdr yalnzca. (Ona hemen sahip olmamz gerekmez.) Bu sihirli reçete aklma gelmeden az önce, lokantann penceresinden, Boùaz’n karü yakasna bir bakmü ve Sibel ile geçen sonbahar birlikte geçirdiùimiz yalnn titreyen üklarn görünce, karnmdaki korkunç aük aùrlarnn geçtiùini fark etmiütim. Füsun ile ayn masaya oturunca o dayanlmaz aük acs yalnzca bir anda çekip gitmiyor, çok yakn zaman önceye kadar bu aùrlar yüzünden kendimi öldürmeyi aklmdan geçirdiùimi
279
Mutluluk ønsann Sevdi÷i Kiúiye Yakn Olmasdr Yalnzca
de unutuveriyordum. Böylece, Füsunun yannda ac dinince aclarn beni ne kadar yprattùn unutup eski "normal" zamanlarma döndüùümü sanyor; kendimi güçlü, kararl, hatta özgür hissetme yanlgsna kaplyordum. Bu iniü çkülarn tutarllkla birbirini izlediùini gördüùüm ilk üç buluümamzdan sonra, Boùaz lokantalarnda onun karüsnda otururken, daha sonraki günlerde onu özleyince çekeceùim aclar düüünüp masadaki baz eüyalar onun karüsnda oturma mutluluùumu bana hatrlatsnlar ve yalnzlk anlarmda bana güç versinler diye yanma aldm ve sakladm. Mesela bu küçük teneke kaüù, Yeniköy'deki Aleko'nun Yerinde kocasyla küçük bir futbol sohbetine daldùmz srada -ikimizin de Fenerbahçeli olmas, yüzeysel bir çatümaya frsat vermediùi için iyiydi- skldù için Füsun aùzna sokup uzun uzun oynamüt. Bu tuzluùu, tam kullanrken pencerenin önünden çok yaknmzdan geçen, pervanesinin dönüüü masamzn üzerindeki üiüeleri ve bardaklar titreten pasl bir Sovyet gemisine bakarken uzun bir süre elinde tutmuütu. Dördüncü buluümamzda, ústinye’deki Zeynel'den aldùmz dondurmay yedikten sonra, kenar srlmü bu külah Füsun yere atvermiü, arkadan gelen ben külah kaüla göz arasnda cebime indirivermiütim. Eve dönünce odamda bu eüyalara sarhoü kafayla bakar, bir-iki gün sonra annemin dikkatini çekmesinler diye onlar Merhamet Apartman'ndaki benzen diùer kymetli eüyalarn yanna götürür ve aùr aùr yükselmeye baülayan acm onlarla yatütrmaya çalürdm. O bahar ve yaz günlerinde, annemle, eskiden karülkl hiç hissetmediùimiz bir yoldaülk duygusuyla yaknlaütk. Bunun nedeni elbette onun babam, benim de Füsun'u kaybetmemdi. Bu kayp ikimizi de olgunlaütrmü ve daha hoügörülü yapmüt. Ama annem benim kaybmdan ne kadar haberdard? Eve getirdiùim dondurma külahlar ya da kaüklar bulsa ne düüünürdü? Çetinin aùzn arayp nerelere gittiùimi ne kadar öùrenirdi? Bazan mutsuzluk anlarmda bunlar merak eder, annemin be-
280
Mutluluk insann Sevdiùi Kiüiye Yakn Olmasdr Yalnzca----- -
nim için üzülmesini, benim kabul edilmez bir taknt yüzünden onun deyiüiyle "hayatn boyunca piüman olacaùn yanlü iüler" yaptùm düüünmesini hiç istemezdim. Bazan kendimi ona olduùumdan daha mutlu ve neüeli gösterir, görücü usulü kz bakmann saçma olduùunu -üakayla bile olsa- hiç söylemeden, annemin benim için baktù kzlarn hepsinin özelliklerini, hikâyelerini ciddiye alarak dikkatle dinlerdim. Daùdelenlerin küçük kz Billuru annem benim için görmeye gitmiü, iflas ettikleri halde ahçlar, uüaklar ile "büyük bir israf hayat" yaüamaya devam ettiklerini görmüü, kzn yüzünün evet güzel olduùunu kabul etmiü, ama boyunun çok ksa olduùunu, benim bir cüce ile evlenmeyeceùimi söyleyerek konuyu
kapatmüt
("1.65'ten
ksa
kz
istemem,
cücelerle
sakn
evlenmeyin," derdi annem ilkgençlik yllarmzdan beri). Geçen yazn baünda, benim de Büyükada'da, Sibel ve Zaim ile birlikte Büyük Kulüp'te tanütùm Mengerlilerin ortanca kznn uygun olmayacaùna da karar vermiüti annem: Çünkü kzn çok yakn zaman önceye kadar delice bir aükla sevdiùi ve evleneceùini sandù Avunduklarn büyük oùlu tarafndan çok fena terk edildiùini, bunun da bütün sosyete tarafndan çok fazla konuüulduùunu yeni öùrenmiüti. Yaz boyunca annemin araütrmalarn, gerçekten beni mutlu edebilecek bir sonuç alabileceùine zaman zaman inandùm için ve babamn ölümünden sonra çekildiùi inzivadan onu çkaracaùn düüündüùüm için de destekledim. Bazan annem Suadiye'deki evden öùleüstü yazhaneye bana telefon eder, benim görmemi çok istediùi bir kzn, Iükçlarn motoruyla son günlerde komüu Esat Bey'in rhtmna aküamüstleri geldiùini, benim de o aküam hava kararmadan karüya geçip rhtma inersem bu kz görebileceùimi, onunla istersem tanüabileceùimi, kekliklerin nereye indiùini avclara tarif eden bir köylünün dikkatiyle anlatrd. Annem her gün yazhaneye çeüitli bahanelerle en azndan iki kere telefon ediyor, o gün Suadiye'deki evde gene babamn es-
281
--------------------- Mutluluk insann Sevdi÷i Kiúiye Yakn Olmasdr Yalnzca ------------------------------
ki bir eüyasn, mesela burada saygyla tekini sergilediùim yazlk siyahbeyaz ayakkablarn bir dolabn dibinde bulup uzun uzun aùladùm anlattktan sonra, "Beni yalnz brakma lütfen!" diyerek Niüantaü'nda kalmamam, yalnzlùn bana da iyi gelmeyeceùini, beni aküam yemeùine Suadiye'ye mutlaka beklediùini söylüyordu. Bazan o yemeklere kars ve çocuklaryla aùabeyim de gelirdi. Yemekten sonra, annemle Berrin çocuklar, akrabalar, eski alükanlklar, hiç durmadan yükselen fiyatlar, yeni dükkânlar, kyafetler ve en son dedikodulardan söz ederlerken, Osman ile ben palmiye aùacnn altnda, bir zamanlar babamn tek baüna üezlonga uzanp karüdaki Adalara ve yldzlara bakarak gizli sevgililerini hayal ettiùi yerde oturup üirketler ve babamdan kalan iüler hakknda konuüurduk. Aùabeyim, Turgay Bey ile kurduklar yeni üirkete, o günlerde hep yaptù gibi benim de ortak olmam gerektiùini çok da fazla srar etmeden söyler, üirketin baüna Kenan' getirmekle çok iyi yaptùn, benim Kenan'la iyi geçinmemekle hata ettiùimi, bu iüe girmemekle de üimdi gene hata ettiùimi tekrarlar, vazgeçmek için bunun son üans olduùunu, sonra piüman olmamam gerektiùini yarm aùzla ekler ve benim yalnz iü hayatnda deùil, toplum hayatnda da kendisinden, ortak dostlarmzdan, baüardan, mutluluktan sanki kaçtùm söyleyip "Nen var?" diye sorard kaülarn kaldrarak. Ben de ona babamn ölümünün, Sibel ile niüann bozulmasnn beni yorduùunu, biraz içime kapandùm söylerdim. úçimde yoùun bir sknt ve yalnz kalma isteùi olduùunu da çok scak bir Temmuz aküam söylemiü ve bunun Osman'n kafasnda bir çeüit delilik olarak resmedildiùini yüzünde beliren ifadeden anlamütm. Aùabeyimin kafamdaki çatlaùn derinliùini üimdilik kabul edilebilir bulduùunu, ama tuhaflùm daha derinleüirse, herkes bize ne der utanc ile deliliùimi iülerde bana karü kullanmann zevkleri arasnda kararsz kalacaùn da hissediyordum. Ama bu endiüeli mantù, Füsun'u gördükten son-
282
------------------- Mutluluk insann Sevdi÷i Kiúiye Yakn Olmasdr Yalnzca ------------------------
raki günlerde kendimi iyi hissederken yürütür; birkaç gün sonra Füsun'u acyla özlediùim zaman ise, gözüm ondan baüka bir üey görmezdi. Annem ise, takntm ya da içimdeki karanlù hem hisseder ve merak eder hem de bilmek istemezdi. Ben de tpk onun gibi, onun ne bildiùini merak eder, ama Füsun'a olan aükm benim sandùmdan daha fazla bildiùini de -eùer öyleyse- öùrenmek istemezdim. Tpk, Füsun'u her görüüümden sonra ona duyduùum aükn artk öyle fazla önemli olmadùna kendimi safça inandrmak istemem gibi, annemi de içimdeki takntnn önemsizliùine bu konuda hiç konuümadan ikna etmeye çalürdm. Bu amaçla, bu konuda "komplekssiz" olduùumu anneme kantlamak için, terzi Nesibe Hala'nn kz Füsun ile kocasn bir kere Boùaz'a yemeùe götürdüùümü, bir kere de genç damadn sraryla onun senaryosunu yazdù filmlerden birini seyre gittiùimizi laf arasnda- anlatverdim. "Aman aman iyi olsunlar," dedi annem. "Çocuk filmcilerle, Yeüilçamclarla düüüp kalkyormuü diye duymuü, üzülmüütüm. Güzellik yarümalarna giren kzdan ne beklersin! Ama sen iyiler diyorsan..." "Akl baünda bir çocuùa benziyor..." "Onlarla sinemalara m gidiyorsun? Gene de dikkat et, Nesibe çok iyi kalplidir, eùlencelidir ama çok da entrikacdr. Bak ne diyeceùim. Esat Bey'in rhtmnda bu aküam davet var, adam yollayp bizi de çaùrdlar. Sen git, ben de koltuùumu incir aùacnn altna koydurtur, uzaktan sizi seyrederim."
52. HAYAT VE ACILAR HAKKINDA BúR FúLM SAMúMÎ OLMALI 1976 ylnn Haziran ortasndan Ekim baüna kadar, giriü biletlerini ve bazlarn
yllar
sonra
ústanbul'un
koleksiyoncularndan
arayp
bulduùum lobi fotoùraflarn ve el ilanlarn sergile-
283
t ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmal------------------- 1 -----------
digim varlk sinemalarda elliden fazla film gördük. Tpk Boùaz meyhanelerine gittiùimiz aküamlarda olduùu gibi, havann kararmakta olduùu bir saatte Füsun ile kocasn Çukurcumadaki evin kapsndan Çetinin kullandù arabayla alr, göre» 1 cimiz filmin oynadù semti, mahalleyi, tandk iületmeci ve daùtmclardan öùrenip bir kâùda yazmü olan Feridun'un tarifiyle, yolumuzu bulmaya çalürdk. ústanbul son on yl içinde öylesine büyümüü, yangnlar ve yeni inüaatlarla öylesine deùiümiü ve göçlerle dar sokaklar öylesine kalabalklaümüt ki, sk sk yolumuzu kaybeder, sora sora ancak bulur, filmlere koüarak son anda yetiüir, bazan bahçeye karanlkta girer, nasl bir yerde olduùumuzu ancak beü dakika arada lambalar yannca fark ederdik. Yllar sonra dut ve çnar aùaçlar kesilerek üzerlerine apartmanlar dikilen, araba park yerine ya da yeüil plastik hallarla kapl mini futbol sahalarna dönüütürülen bu büyük sinema bahçelerinin, kireçle badanalanmü duvarlar, imalathaneler, çökmekte olan ahüap konaklar ve iki-üç katl apartmanlarla ve saysz balkon ve pencereyle çevrilmiü bu hüzünlü mekânlarn kalabalù, her seferinde beni üaürtrd. Çoùu zaman
seyretmekte
olduùumuz
melodramatik
filmin
kederiyle
sandalyelerde çekirdek yiyerek oturan binlerce kiüinin kpr kpr hayatiyeti, bütün o kalabalk ailelerin, baüörtülü annelerin, sürekli sigara tüttüren babalarn, gazoz içen çocuklarn ve bekâr erkeklerin insanlù, filmin anlattù üeyle kafamda birbirine karürd. Sarklan ve filmleri, plaklar ve afiüleriyle o günlerde bütün Türk milletinin hayatna girmekte olan yerli filmlerin ve müziùin kral Orhan Gencebay ile ilk defa iüte böyle koskocaman bir açkhava sinemasnn perdesinde karülaütm. Pendik ile Kartal arasndaki yeni gecekondu mahallelerinin arkasnda, Marmara'ya, ül ül Adalar'a ve duvarlarna çeüitli sol sloganlar yazlmü imalathanelere, fabrikalara bakan bir tepedeydik. Bütün çevremizi bembeyaz bir kireç rengine boyayan Kartal'daki Yu-
284
Hayat ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmal
nus Çimento Fabrikasnn yüksek bacalarndan çkan pamuk gibi dumanlar, gecenin içinde daha da beyaz gözüküyor ve kireç parçalar film seyredenlerin üzerine masaldan çkma bir kar gibi yaùyordu. Filmde Orhan Gencebay, Orhan adl fakir bir genç balkçy canlandryordu. Ona hamilik eden ve vefa duygusuyla baùl olduùu zengin bir kötü adam vard. Onun daha da rezil ve ümark oùlu ve arkadaülar, daha ilk filmini çeviren Müjde Ar'a, biz de iyice görelim diye üstünü baün açarak, acmaszca ve uzun uzun tecavüz ederlerken, sinema sessizleüti. Hamisi bunu emrettiùi ve o da vefal olduùu için, Orhan olay örtbas etmek zorunda kalyor ve Müjdeyle evleniyordu. Bu srada Gencebay "Batsn bu dünya!" diyerek, onu bütün Türkiye'de meühur eden üarky ac ve öfkeyle bir kere daha söylüyordu. Filmin aür duygulu anlarnda, sandalyelerde oturan yüzlerce kiüinin çekirdek çtlatarak oluüturduùu hürty (ilk anda yaknlardaki bir fabrikadan gelen makine uùultusu sanmüm) dinliyor ve hepimiz sanki uzun zamandan beri birikmiü aclarmzla baü baüa kalyorduk. Ama filmin havas, eùlenmeye gelmiü kalabalùn kprts, erkekler ksmnn ön sralarnda oturan neüeli gençlerin hazrcevap üakalar ve tabii hikâyedeki inanlmazlklar, beni kendimi koyvermekten ve bastrlmü korkularmn tadn çkarmaktan alkoyuyordu. Ama Orhan Gencebay "Her üey karanlk, nerede insanlk!" diye öfkelenirken, ben aùaçlar ve yldzlar arasndaki o sinemada Füsun un yannda oturmaktan çok memnundum. Bir gözümle perdeyi seyrederken, bir gözümle de sahneden sahneye Füsun'un gövdesinin dar tahta sandalyede kprdanün, soluk alü veriülerini, Orhan Gencebay "Kaderin böylesine yazklar olsun," derken blucinli bacaklarn üst üsle atün ve sigara içiüini izliyor, onun perdedeki duygusallù ne kadar paylaütùn tahmin
etmeye çalüarak zevk alyordum. Müjde ile
evlenmek zorunda kalan Orhan m öfkeli üarks isyankâr bir havaya bürününce, bu an yar duygu-
285
Hayat ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmal
sal, yar alayc bir baküla Füsun'a dönüp gülümsedim. Filme öylesine kaplmüt ki, dönüp bana bakmad bile. Balkç Orhan, kars rzna geçilmiü biri olduùu için onunla seviümiyor, ona uzak duruyordu. Orhan ile evliliùinin aclarn dindirmediùini anlaynca, Müjde intihara teüebbüs ediyor; Orhan onu hastaneye yetiütirip kurtaryordu. Hastaneden dönüüte karsna koluna girmesini söyleyince. Müjde filmin bu en dokunakl yerinde "Benden utanyor musun?" diye soruyordu ona. O zaman içimde sakl kalmü acnn en sonunda kprdandùn hissettim. Sinemadaki kalabalk da tamamen sessizleümiü, bunun rzna geçilmiü, bekâretini kaybetmiü bir kzla evlenmenin, onunla kol kola yürümenin utanc olduùunu hemen anlamüt. Ben de içimde bir utanç, hatta bir kzgnlk hissettim. Bekâret ve namus konusunun bu kadar açk bir üekilde konuüulmasnn utanc myd bu, yoksa bunu Füsun ile birlikte izliyor olmann utanc m? Bir yandan bunu düüünüyor, bir yandan yanmda oturan Füsun'un sandalyesinde kprdandùn hissediyordum. Daha sonra annelerinin kucaklarnda film seyreden çocuklar uyuyakalnca ve ön sradan perdedeki kahramanlara sürekli laf yetiütiren öfkeliler sessizliùe bürününce. Füsun'un hemen yan baümda duran ve sandalyenin arkasna attù kolunu tutmay çok istedim. úkinci film, içimdeki utanc bütün ülkenin ve gökteki yldzlarn asl derdine, aük acsna dönüütürdü. Bu sefer Orhan Gencebay'n karüsnda esmer ve tatl Perihan Savaü vard.
Gencebay inanlmaz
aclar karüsnda öfkelenmiyor, hepimizin içine iüleyen daha güçlü bir silaha,
alçakgönüllülüùe
ve
çilekeüliùe
gururla
sarlyor
ve
müzegezerlerin severek dinleyecekleri bir üarkyla tulumunu ve filmi özetliyordu: "Bir zamanlar benim sevgilimdin / Yanmdayken bile basre-imdin / Simdi baüka bir aük buldun / Mutluluk senin olsun / Dertler benim, çile benim / Hayat senin, senin olsun."
286
------------------ ..... - Hayat ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmal------------------------------------------------
Seyirciler vakit ilerlediùi, kucaklardaki çocuklar uyuyakaldù, gazoz
içip leblebi savas yapanlar yorulduùu, ön sralardaki üamataclar da suskunlaütù için mi acaba filmi daha büyük bir sessizlikle izliyorlard? Yoksa Orhan Gencebay'n aük acsn fedakârlùa çevirmesini saygyla karüladklar için mi? Ben de ayn üeyi yapabilir, kendimi daha fazla rezil ve mutsuz etmeden yalnzca Füsunun mutluluùunu isteyerek yaüayabilir miydim? Onun bir Türk filminde oynamas için gerekenleri yapp rahatlayabilir miydim? Füsunun kolu bana yakn deùildi artk. Orhan Gencebay'n sevgilisine 'Mutluluk senin, hatralar benim olsun!" demesine, on sralardan biri "Enayi!" diye baùrd, ama pek az kiüi gülüp ona) verdi ona. Hepimiz sessizdik. Yenilgiyi efendice kabul etmenin bütün milletin en iyi öùrendiùi, öùrenmek istediùi bilgelik ve hüner olduùunu o srada düüündüm. Belki de film bir Boùaz yalsnda çekildiùi ve bende geçen yazn ve sonbaharn hatralarm uyandrdù için, bir ara boùazm düùümlendi. Dragos açklarnda ültl bir beyaz gemi Adalarda yaz geçiren mutlu insanlarn prl prl üklarna doùru aùr aùr ilerliyordu. Bir sigara yakp bacak bacak üstüne attm, âlemin güzelliùine üaüarak yldzlar seyrettim. Bütün kabalùna raùmen bu filmde duygulanmam saùlayan üeyin, gecenin ilerleyen saatlerinde sessizliùe bürünen seyircilerin varlù olduùunu hissettim. Evde, tek baüna televizyon karüsnda bu film içime bu kadar iülemez, annemle oturup sonuna kadar izleyemezdim. Füsun'un yannda otururken, seyircilerle aramda bir kardeülik duygusu olduùunu anlyordum. Film bitip üklar yannca, kucaklarda uyuyan çocuklarn taüyan annelerin, babalarn sessizliùine katldk, dönüü yolunda bile hiç bozmadk onu. Füsun arka koltukta baün kocasnn göùsüne dayayp uyuyakalnca, pencerelerden akan karanlk sokaklar, imalathaneleri, gecekondular, duvarlara sol sloganlar yazan gençleri, karanlkta daha da ihtiyar gözüken aùaçlan,
287
Hayat ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmal
baüboü köpek çetelerini ve kapanmakta olan çay bahçelerini seyrederek sigara içtim ve gördüùümüz filmlerin bilinmesi gereken püf noktalarn, tam bir iyimserlikle fsldar gibi anlatan Feridun a dönüp hiç bakmadm. Scak bir gece, Niüantaü'nn arka sokaklaryla Ihlamur Kasr'nn yaknlarndaki gecekondular arasnda skümü dar ve uzun bir bahçedeki Yeni úpek Sinemasnda dut aùaçlarnn altnda Askn Çilesi Ölünce Biter ile çocuk yldz Papatya'nn oynadù Duyun Kalbimin Feryadm adl melodramlar seyrettik, iki film arasnda ellerimizde
üiüeler gazozlarmz içerken, Feridun birinci filmde namussuz muhasebeci rolünü oynayan kaytan bykl bçknn arkadaü olduùunu, bizim çekeceùimiz filmde de benzer bir rolü oynamaya hazr olduùunu söyleyince, Yeüilçam filmleri âlemine srf Füsun'a yakn olmak için girmenin, benim için çok zor olacaùn anladm. Ayn anda sinema bahçesine bakan balkonlardan birinin kara perdeyle örtülü kapsndan, o eski ahüap evin Niüantaü'nn arka sokaklarndaki iki gizli lüks randevuevinden biri olduùunu fark eltim. Yaz geceleri içeride kzlarla seviüen zengin beyefendilerin aük haykrülarna, film müziklerinin, klç üakrtlarnn ve melodramlarda kör gözleri açlnca, 'Görüyorum... görüyorum." diye baùran oyu ne ulan n haykrülarnn karümas, kzlar arasnda saka konusu olurdu. Bir zamanlar ünlü bir Yahudi tüccarn evinin salonu olan müüteri bekleme odasndaki mini
etekli
-akac kzlar, canlar sklnca yukar
çkp arkadaki bos odalardan birinin balkonundan film seyrederlerdi s. ú I -.M ndak küçük Yldz Bahçesi Sinemasnn üç yann tpk La Scala daki localar gibi çevreleyen ve tklm tklm £att ulan balkonlar biz seyircilere o kadar yaknd ki. Askm ve C a n a n m adl aük filminde zengin baba oùlunu azarladktan i O tezgahlar parçasyla evlenirsen seni mirasmdan mahrum brakr ve evlatlktan reddederim!") az sonra, balkonlardan birinde çkan kavgann gürültüsünü bazlarmz filmdeki kavgay -
-------------------------Hayat ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmal ---------------- ʄ ʄ -~
la karütrmüt. Karagümrük'teki külk Çiçek Sinemasnn hemen bitiüiùindeki yazlk Yaz Çiçek Sinema Bahçesi'nde ise, senaryosunu damat Feridun Beyin kaleme aldù ve bize Xavier de Montepin'in Ekmekçi Kadn adl romannn yeni bir uyarlamas olduùunu söylediùi Simitçi Teyze adl filmi seyrettik. Bu sefer baürolde Türkan ûoray deùil,
Fatma Girik oynuyordu ve hemen yukarmzdaki balkona bir rak sofras kurup ailesiyle demlenen adetli ve üiüman bir balkon babas, bu durumdan memnun olmadùn, ikide bir "Türkan hiç böyle mi oynard, geç kardeüim geç, hiç olmamü!" diyerek ifade ediyordu. Balkon babas filmi dün aküam da seyrettiùi için, olacaklar önceden baùra baùra bütün sinemaya aüaùlayc bir dille ilan etti; "ûüüt, sus da seyredelim," diyen seyircilerle balkonundan aùz dalaüna girip filmi daha da aüaùlad. Füsun, bütün bunlarn kocasn üzdüùünü düüünerek Feridun'a sokulunca içim yand. Dönüü yolunda, Füsunun arka kollukta uyuklarken ya da arabadaki sohbete laf yetiütirirken baün kocasnn omzuna ya da göbeùine koyusuna, onun eline sarlüna gözüm taklsn istemezdim. Çetinin hep dikkatle ve yavaü sürdüùü araba, crcr-böceklerinin iüitildiùi, nemli ve scak yaz gecesinde ilerlerken, yar açk pencerelerden giren arka sokaklarn hanmeli, pas ve toz kokusunu içime çekip karanlù seyrederdim.
Ama
film
seyrederken
kar-kocann
birbirlerine
sokulduklarn hissettiùimde, mesela Bakrköy'deki incirli Sinemas'nda Amerikan filmlerinden ve ústanbul sokaklarndan mülhem iki polisiyeyi seyrederken olduùu gibi, içim birden kararverirdi. Bazan da Ihi AteĂ Arasnda adl filmin, acsn içine atan sert erkek kahraman gibi, aùzm bçak açmazd. Bazan Füsun'un kocasnn omzuna beni kskandrmak için yaslandùn düüünür, hayalimde onunla bir kskançlk düellosuna tutuüurdum. O zaman genç evlilerin arada fsldaüp gülüümelerini hiç fark
etmiyormuü
ve
kendi
kafama
göre
taklp
filmden
çok
hoülanyormuü gibi yapar, bunu kantlamak için ancak en mankafa seyircinin güldüùü bir üe-
289
Hayat ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmalt -
Türk filmine gidip hem de orada olmaktan huzursuzluk duyan entelektüeller gibi, kimsenin fark etmediùi tuhaf bir ayrnty fark etmiü ve bu saçmalù küçümseyerek ye kahkahalar atardm. Ya da hem
gülmekten kendimi alamyormuü gibi ks ks gülerdim. Ama bu alayc halimi
sevmezdim.
Kocasnn,
bir
duygusallk
annda
kolunu
Füsun'un omzuna almas -ki zaten az yapard- beni huzursuz etmezdi de, bu vesileyle Füsun hasn Feridun'un omzuna hafifçe yaslaynca içim ezilir, Füsun'un bunu beni üzmek için
yaptùn, çok
kalpsiz olduùunu kentlime raùmen düüünür, öfkelenirdim. Aùustosun sonunda Balkanlardan güneye Afrika'ya
giden leylek
sürülerinden ilk kafilenin (geçen yl bu vakitte Sibel'le bir yaz sonu partisi verdiùimiz aklma bile gelmemiüti) ústanbul'un üzerinden geçiüinden sonraki serin ve yaùmurlu günlerin birinde. Beüiktaü'ta çarü içinde Kambur'un Yeri olarak bilinen büyük bahçede (Yumurcak Sinemas yazlù) Fahir Bir Kz Scvdin'i seyrederken, hemen yan basmdaki Füsun'un kucaùnda duran kazaùn allnda, kar kocann el ele tutuütuklarn hissettim. Baüka zamanlarda da, baüka sinemalarda da böyle bir kskançlùa kapldùm zamanlarda yaptùm gibi, konuyu unuttuùumu sandklan hemen sonra, bacak bacak üslüne atma ve sigara yakma bahaneleriyle onlara doùru bir bakü atp Füsun'un kucaùnda duran kazaùn altnda mutlulukla el ele tutuüup tutuümadklarn görmeye çalürdm. Evli olduklar, bir yataù paylaütklar, birbirlerine dokunmak için baüka çok frsatlar olduùu hakle, bunu niye üimdi benim yanmda yapyorlard? Kskançlktan keyfim kaçnca yalnz perdedeki film deùil, h a f talardr gördüùümüz bütün o filmler ahlakszca kötü, budalaca sù ve gerçek dünyadan acnacak kadar da uzak gözükürdü bana, ikide bir üark söyleyen bütün o salak âüklardan, hizmetçi kzken bir günde üarkc olabilen baüörtülü ama dudaklar boyal köylü kzlarndan bkmütm. Feridun'un gülümseyerek hepsinin Dumas'nn üç Silahüörleri nin "bir Fransz uyarlamasndan
Hayat ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmal----
çalnt" olduùunu söylediùi ahbap çavuü filmlerinden ve sokakta kzlara arszca laf atan çeüit çeüit kan kardeülerinden de hiç hoülanmyordum. Kasmpaüal Üçler ile siyah gömlekler giyen Üç Korkusuz Fedai filmlerini, rekabet yüzünden her gece kesile kesile kuüa dönmüü ve anlaülmaz üç film göstermek zorunda kalan Feriköy'deki Arzu Sinemasnda seyretmiütik. Bütün o fedakâr âüklarn ("Durun durun Tanju suçsuzdur, aradùnz suçlu benim!" demiüti Hülya Koçyiùit yaùmur altnda yarda kalan Akasyalar Allnda filminde); her üeyi kör çocuùunun ameliyat paras için yapan annelerin (iki film arasnda sahnede cambaz gösterisi yaplan Üsküdar Halk Bahçesi Sinemasnda seyrettiùimiz Krk Kalp); "Sen kaç yiùidim, ben onlar oyalarm!" diyen arkadaülarn (Feridun'un bizim filmimizde de oynamaya söz verdiùini iddia etliùi Erol Taü); "Ama sen arkadaümn aüksn," diyerek mutluluùa srt çeviren mahalleli erkeklerin fedakârlùndan da yorulmuütum. Bu keder ve umutsuzluk anlarmda "Ben bir fakir tezgâhtar kzm, siz ise çok zengin bir fabrikatörün oùlusunuz," diyen kzlar, hatta aük aclarn içlerine atp sevgililerini uzak akrabay görme bahanesiyle üoförlü arabalaryla ziyaret eden kederli erkekler bile etkilemezdi beni. Füsun ile yan yana oturmann zevkiyle halka halka perdedeki filme, sinemadaki kalabalùa yaylan geçici mutluluùum, bir kskançlk
hemen dünyam ül sl
rüzgâryla bütün âlemi lanetleyen kapkara bir kasvete dönüüebilirdi. Ama bazan da, sihirli bir anda bütün
aydnlanrd. úkide bir kör olan kahramanlarn sel il dünyasnn karanlù ruhuma iyice sinmiüken, bir an kolum kolunun kadife tenine deùer, bu çarpümann verdiùi harika tad kaybetmemek için, kolumu hiç kprdatmaz, filmi anlamadan seyrederken onun da kolunu hiç kprdatmadan tenini benim tenimin dokunuüuna braktùn hisseder, mutluluktan
baylacaùm sanrdm. Yaz sonunda Arnavutköy
Çampark Sinemasnda ümark bir zengin kzyla, onu yola getiren üoförünün maceralarn Küçük Hanmefendi filminde izlerken, kollar-
291
Hayat ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmal
mz gene birbirine böyle deùip yapüt ve teninin alevi benim tenimi alevlendirince, gövdem hiç beklenmedik bir tepki verdi. Bu sure vuc udumun
edepsizliùine
hiç
aldrmadan
onun
tenine
deùmenin
baüdöndürücü lallarna kendimi brakmütm ki, birden üklar \ and ve beü dakikalk ara baülad. Utanç verici heyecanm gizlemek için, lacivert kazaùm kucaùma koydum. "Gazoz alalm m?" dedi Füsun. Film aralarnda gazoz, çekirdek almaya çoùu zaman kocasyla giderdi. "Olur ama bir dakikack bekle," dedim. "Bir üey düüünüyorum." vucudumun bu edepsizliùini lise yllarnda snf arkadaülarmdan gizlemek için yaptùm gibi, anneannemin ölümünü düüündüm, çocukluùumun gerçek ve hayali cenaze törenlerini, babamn beni azarlamasn, kendi cenazemi, mezarmn karanlk olacaùn ve gözümün toprakla dolacaùn hzla gözlerimin önünden geçirdim. Yarm dakika sonra, ayaùa kalkabilecek gibi olunca "Tamam," dedim, "gidelim." Birlikte yürürken boyunun uzunluùunu, gövdesinin dikliùini sanki ilk defa fark ettim. Aileler, sandalyeler, koüuüturan çocuklar arasnda baükalarnn bakülarndan utanmadan onunla yürümek ne güzeldi... Sinemadaki kalabalùn ona bakmas hoüuma gidiyor, bizi bir çift, bir kar-koca sandklarn hayal etmekten mutluluk duyuyordum. Onun için çektiùim bütün aclarn o ksack yürüyüüe deùdiùine, o yürüyüüün hayatmn olaùanüstü mutlu, özel anlarndan biri olduùuna, o srada, o mutlu an yaüarken hemen karar vermiütim. Gazoz satcsnn önünde her zamanki gibi bir kuyruk deùil, hepsi ayn anda baùrarak gazoz isteyen yetiükinlerden ve çocuklardan bir kalabalk birikmiüti. Biz de arkalarnda beklemeye baüladk. "Neydi demin o çok ciddi düüündüùün?" diye sonra sordu Füsun.
292
Hayat ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmal----
"Filmi sevdim," dedim. "Eskiden gülüp geçtiùim, ilgilenmediùim bütün bu filmleri neden o kadar severek seyrediyorum, diye düüünüyordum. Sanki o an kafam toparlasaydm bunun cevabn verebilecektim." "Gerçekten beùeniyor musun bu filmleri? Yoksa bizimle sinemalara gelmek için mi öyle diyorsun?" "Katiyen öyle deùil. Çok mutlu oluyorum. Bu yaz gördüùümüz filmlerin çoùunda içime iüleyen, aclarma uygun çok da teselli edici bir yan vard." "Hayat bu filmler kadar basit deùil aslnda," dedi Füsun hayalperestliùime üzülür gibi. "Ama ben eùleniyorum. Bizimle geldiùin için memnunum." Bir an sustuk. "Senin yannda oturmak bana yetiyor," demek isterdim. Kollarmzn uzun zaman birbirine yaslanmas tesadüf müydü? úçimde sakl kalmü sözlerin düar çkmak istediùini, ama sinemann
kalabalùnn
ve
yaüadùmz
dünyann
buna
izin
vermediùini acyla hissettim. Aùaçlara asl hoparlörlerden iki ay önce Pendik srtlarndaki manzaral sinemada seyrettiùimiz filmdeki Orhan Gencebay'n üarks duyuldu. "Bir zamanlar benim sevgilimdin..." diye baülayan güfte ve müzik bütün yazn hatralarn toplamü, resimler halinde gözümün önünden bir bir geçiriyordu. Boùaz meyhanelerinde, dumanl kafayla Füsuna ve mehtapl denize hayranlkla baktùm bütün o eüsiz anlar içimde canland. "Çok mutluydum bu yaz," dedim. "Bu filmler beni terbiye etti. Hayatta önemli olan zengin olmak deùil aslnda... Ne yazk ki, aclar... çile... Deùil mi?" "Hayat ve aclar hakknda bir film," dedi yüzünde bir gölge gördüùüm güzelim, "samimi olmal." útiüerek birbirlerine gazoz fükrtan çocuklardan bin ona doùru sert bir hamle yapnca Füsun'u belinden tuttum, kendime çektim. Üzerine biraz gazoz fükrmüt. "Eüüoùlueüüekler sizi," dedi bir amca ve çocuklardan birinin
293
Hayat ve Aclar Hakknda Bir Film Samimi Olmal
ensesine bir üaplak indirdi. Onay bekleyen bir baküla bize döndü ve gözü Füsun'un belinin üzerinde duran elime takld. Sinema bahçesinde birbirimize yalnzca fiziksel olarak deùil, ruhen de ne kadar yakndk! Füsun benim bakülarmdan korkarak uzaklaümü, çocuklarn arasna girip çamaür leùeninin içine yatrlmü gazoz üiüelerine uzanmü, kalbimi krmüt bile. "Bir gazoz da Çetin Efendiye alalm," dedi Füsun, iki gazoz açtrd. Paray ödedim, filmlerde bizimle birlikte "aile" ksmnda deùil, tek baüna bekâr erkekler ksmnda oturan Çetin Efendiye gazozunu götürdüm. "Zahmet ettiniz, Kemal Bey," dedi gülümseyerek. Geri döndüùümde bir çocuùun, üiüeden gazoz içen Füsun'a hayranlkla baktùn gördüm. Çocuk bir cesaret yanmza geldi. "Abla siz artist misiniz?" "Hayr." Bu sorunun o yllarda makyajl, bakml ve biraz açk giyimli ama çok da yukar snftan olmayan bir kza yaklaümann, ona "Çok
güzelsiniz,"
demenin
çapknlar
arasnda
artk
bugün
u n u t u l m u ü b i r y o l u o l d u ù u n u h a t r l a t a y m . A m a o n y a ü l a r n d a ki çocuk bu ikinci anlamla ilgili deùildi hiç. Israr etli: Ama ben sizi bir filmde gördüm." "Hangisinde?" dedi Füsun.
"Sonbahar Kelebeklerinde b u e l b i s e y i giymiütiniz y a . . . "
"Ne
rolündeydim?" dedi Füsun hayalden hoülanp gülümseyerek. Ama çocuk yanldùn
anlayp s u s m u ü t u .
"Kocama soraym üimdi, bütün filmleri bilir o." "Kocam" deyiüi, sandalyelerde oturan kalabalk içerisinde bakülaryla onu arayp bulmas, çocuùun benim Füsun'un kocas olmadùm anlamas üzdü beni, anlamüsnzdr. Ama gene de ü z ü n t ü m ü b a s t r d m , o n a b u k a d a r y a k n o l m a n n ve b i r l i k t e gazoz içmenin mutluluùuyla üöyle dedim:
294
Hayat ve Aciar Hakknda Bir Film Samimi Olmal
"Yaknda bizim filmin çekileceùini ve senin yldz olacaùn çocuk anlad galiba..." Yani sonunda hakikaten paray vereceksin de, bu film çekilecek mi? Kusura bakma Kemal Aùabey, Feridun ulanyor artk, konuyu bile açmyor, ama bu senin oyalamalarndan biz yorulduk artk." "Sahi mi?" dedim ve kalakaldm
53. KIRILAN KALBøN ACISININ VE KÜSKÜNLÜöÜN KøMSEYE
YARARI YOK
O srada yaüadùn üeye baüka pek çok dilde de "kalp krklù" denildiùi için, burada Gecenin sonuna kadar aùzm bçak açmad.
sergilediùim porselenden krk kalbin müzemize gelen herkese acm iyi anlatacaùn düüünüyorum. Geçen yaz olduùu gibi, arlk aük acm bir telaü, bir umutsuzluk, bir öfke üeklinde yaüamyordum. Arlk ac, kanmda daha aùr bir kvamda akyordu, çünkü Füsun'u her gün ya da iki günde bir görüyor olmam, strabmn gücünü azaltmüt ve bu yeni acyla yaüayabilmek için yeni alükanlklar edinmiü, bu alükanlklar da bütün yaz boyunca ruhuma yerleüerek beni baüka bir insana çevirmiüti. Günlerimin çoùunu acyla savaüarak deùil, acy bastrarak, üstünü örterek ya da böyle bir üey hiç yokmuü gibi yaparak geçiriyordum. Aük acm biraz hafiflerken yerini bir baüka üey, aüaùlanma acs almüt. Füsun da, bu acy çekmeyeyim diye dikkat ediyor, benim gururumu kracak tehlikeli konulardan, durumlardan uzak duruyor sanyordum. Ama onun son kaba sözlerinden sonra, hiçbir üey olmamü gibi yapamayacaùm artk anlamütm. Aklmda durmadan tekrarlanan o sözleri ("Hakikaten paray vereceksin de... Biz yorulduk artk") Füsun hiç söylememiü (sanki saùrmüm gibi) gibi yapmay önce baüarmütm. Ama
295
Knlan Kalbin Acsnn ve Küskünlüùün Kimseye Yaran Yok
mrldandùm sözler ("Sahi mi?") bu laf iüitmiü olduùumu da kantlamüt. Bu yüzden üzerime alnacak hiçbir üey yokmuü gibi de davranamazdm. Zaten keyfimin kaçtù -elemek ki aüaùlandùmn farknda olduùum-, aslan suratmdan hemen anlaülabilirdi. Aüaùlayc cümleler kafamda tekrarlanrken, hiçbir üey olmamü gibi elimde gazoz üiüesi, döndüm sandalyeme oturdum. Acdan zorlukla hareket ediyordum. ûimdi, aüaùlayc sözleri fark etmek deùil, onlarn aüaùlayc olduùunu fark ettiùimi, buna üzüldüùümü Füsunun fark etmesi daha aüaùlayc olmuütu. Hiçbir üey olmamü gibi yapabilmek için, sradan üeyler düüünmeye bütün gücümle kendimi zorladm. Tpk çocukluùumda ve ilk gençliùimde skntdan patlayarak metafizik düüüncelere kapldùm zamanlarda olduùu gibi, kendime üu soruyu sorduùumu hatrlyorum: "Ne düüünüyorum üimdi ben? Ne düüündüùümü düüünüyorum!" Bu kelimeleri kafamda uzun uzun tekrarladktan sonra kararl bir üekilde Füsuna döndüm, "Boülar geri istiyorlarmü," dedim ve elindeki boü gazoz üiüesini alp kalkp götürdüm. Öbür elimde kendi üiüem vard. úçindeki gazoz bitmemiüti. Kimse bakmyordu, benim üiüemdeki gazozu Füsunun boü üiüesine doldurdum, kendi boü üiüemi gazoz satan çocuklara geri verdim. Elimde burada sergilediùim Füsunun üiüesi, geri dönüp oturdum. Füsun kocasyla konuüuyordu, fark etmemiülerdi. Ben de sonuna kadar perdedeki filmi hiç fark etmedim. Çünkü az önce Füsunun dudaklarna deùen üiüe, üimdi benim titreyen
ellerimdeydi. Baüka bir
üey düüünmek istemiyor, kendi dünyama, kendi eüyalarma dönmek istiyordum. Bu üiüe yllarca, Merhamet Apartman ndaki yataùn baüucunda
dikkatle korunmuütur. ûiüenin biçimine dikkat eden
müzegezerler, bunun hikayemizin baüladù günlerde piyasaya sürülen Meltem gazozu üiüesi olduùunu hatrlayacaklardr, ama içindeki Zaim'in tadyla övündüùü Meltem gazozu deùildi. Artk Türkiye'nin yarsnda daùtlan
296
Knlan Kalbin Acsnn ve Küskünlüùün Kimseye Yaran Yok
bu ilk büyük milli gazoz markamzn kötü taklitleri çkmüt. Yeraltndaki bu küçük ve yerel korsan gazoz üreticileri, bos Meltem üiüelerini bakkallardan topluyor, kendi imalathanelerinde ürettikleri ucuz boyal gazozla doldurup
piyasaya sürüyorlard. Dönüü yolunda
arabada üiüeyi arada bir dudaklarma deùdirdiùimi gören ve Füsun ile aramdaki tatszlktan habersiz olan damat Feridun Bey, "Abi, çok iyi deùil mi bu Meltem gazozu?1' dedi. Ona gazozun "hakiki" olmadùn anlattm. Hemen durumu anlad. "Bakrköy'ün arkalarnda gizli bir dolumevi var. Boü Aygaz tüplerini ucuz gazla dolduruyorlar. Biz de aldk bir kere. Kemal Abi inann hakikisinden daha iyi yanyor." Dikkatle üiüeyi dudaklarma deùdirdim. "Bunun da daha iyi bir tad var," dedim. Araba solgun sokak lambalarnn aydnlattù parke taü kapl sessiz arka sokaklarda saltana sallana ilerlerken, ön camda aùaçlarn ve yapraklarn gölgeleri rüyalardaki gibi aùr aùr kprdanyordu. Ön koltukta üoför Çetin'in yannda oturuyor, krlan kalbimin acsnn içime iülediùini artk fark ediyor, arkaya dönüp bakmyordum hiç. Her zamanki gibi, filmlerden konuümaya baüladk. Dönüü yolunda bu sohbetlere çok az katlan Çetin Efendi, belki de sessizlikten hoülanmadù için konuyu açt ve filmin baz yerlerinin hiç inandrc olmadùn söyledi. Bir ústanbul üoförü, hiçbir zaman bu filmdeki gibi patron hanmefendiyi kibarca da olsa azarlamazd. "Ama o üoför deùil, ünlü aktör Ayhan Iük," dedi damat Feridun. "Tamam efendim," dedi Çetin, "ben de bu yüzden çok beùendim. Çünkü öùretici bir yan da vard... Ben bu yaz bu filmleri eùlendirdiùi gibi, hayat dersi verdiùi için de çok sevdim." Füsun da, ben de susuyorduk. Acm daha da artran üey, Çetin Efendi'nin "bu yaz" deyiüiydi. Güzelim yaz gecelerinin bittiùini. Füsun ile artk bahçe sinemalarnda film seyretmeyece-
297
Knlan Kalbin Acsnn ve Küskünlüùün Kimseye Yarar Yok
gimizi, yldzlarn allnda onunla yan yana
oturmann verdiùi
mutluluùun artk sona erdiùini hatrlatyordu hu söz. Acm f ü-suna göstermemek için geliüigüzel konuümak istiyordum, ama aùzm bçak açmyor ve çok uzun sürecek bir küskünlüùün içine girdiùimi hissediyordum. Artk Füsun'u görmek istemiyordum. Benimle kocasnn çekeceùi filmi destekleyeceùim diye, yani para için arkadaülk eden birisini görmek içimden de hiç gelmiyordu zaten. Üstelik beni para için gördüùünü, artk benden saklamaya bile çalümyordu. Böyle biri benim için artk çekici de olmadù için ondan kolaylkla kopacaùm hissediyordum. O gece arabayla onlar evlerine braktktan sonra, bir sonraki gece sinemas için randevulaümaya hiç uùraümadm. Üç gün boyunca ben de onlar hiç aramadm. Bu srada, önce aklmn bir yanyla, daha sonra gittikçe artan bir üekilde, baüka türlü bir küskünlük de göstermeye baülamütm. "Diplomatik küskünlük" dediùim bu küskünlüùüm, kalp krklùmn acsndan çok, bir mecburiyete dayanyordu: Bize kötü davranan kiüiye, ayn üeyi bir daha yapmasn diye bizim de bir ceza vermemiz ve gururumuzu korumamz gerekir. Füsun'a verdiùim "ceza", kocasnn filmine para vermemek ve onun da böylece film yldz olma hayallerini suya düüürmekti elbette. "Film çekilmezse ne otur bir düüünsün!" diyordum kendi kendime... Böylece küskünlüùümü baüta içten bir üekilde yaüarken, ikinci günden itibaren cezann Füsun'un cann nasl yaktùn ayrntlaryla hayal etmeye baüladm. Ama beni görememelerinin onlar için sonucunun maddi olduùunu çok iyi hayal etmeme raùmen, film yaplamayacaù için deùil, Füsun'un beni göremeyeceùi için üzüldüùünü hayal ediyordum. Belki bu bir yanlsama deùildi, doùruydu. Füsun'un piüman olduùunu hayal etmenin zevki, ikinci günden baülayarak gerçek küskünlüùümün önüne geçmeye baülad. úkinci günün aküam, annemle Suadiye'deki evde sessizce
298
Krlan Kalbin Acsnn ve Küskünlü÷ün Kimseye Yarar Yok
yemek yerken, Füsunu artk özlediùimi, içten küskünlüùümün çoktan sona erdiùini hissetmiü; küskünlüùümü, ancak bunun Füsun'u üzeceùini, ona ceza olacaùn düüünerek sürdürebileceùimi anlamütm. Annemle yemek yerken, kendimi Füsun'un yerine koymaya çalünca, onun namna çok gerçekçi ve acmasz bir mantk yürütmeye baülyordum. Ben onun gibi genç ve güzel bir kadn olsaydm, kocamn çekeceùi bir filmde oynayp tam yldz olacakken, aptalca bir sözle zengin prodüktörün kalbini krp yldz olma hayallerini kaybetmenin bana ne büyük piümanlk aclar vereceùini çkarmaya çalüyordum. Ama annemin sorular ("Etini niye bitirmeden braktn? Aküam çkacak msn? Yazn keyfi kaçt, istersen ay sonunu beklemeden yarn dönelim Niüantaü'na, bu kaçnc kadeh oldu?"), kendimi Füsun'un yerine koymama engeldi. Füsun'un ne düüündüùünü içkili kafayla çkarmaya çalürken, bir baüka üeyi keüfettim: Aslnda o çirkin sözü ("Hakikaten paray vereceksin de...") iüittiùim andan beri, küskünlüùüm intikam almaya yönelik "diplomatik" bir küskünlüktü. Bana yaptklar için Füsun'dan intikam almak istiyordum, ama bu istekten korktuùum, utandùm için, "artk onu görmek istemediùime" kendimi inandrmütm. Bu bahane daha üerefliydi ve bana, intikam alrken kendimi temize çkarma frsat veriyordu. úçten küskünlüùüm aslnda içten ve hakiki deùildi, intikam alma isteùime masum bir derinlik vermek için kalp krklùn abartyordum, Bunu anlaynca, Füsun'u affedip görmeye karar verdim; onu görmeye karar verince de, her üeyi daha olumlu düüünmeye baüladm. Ama onlara yeniden gitmem için çok düüünüp kendimi kandrmam gerekti. Aksam
yemeùinden sonra, on yl önce gençlik yllarmda ar-
kadaülarmla yukar aüaù 'piyasa" yaptùmz Baùdat Caddesi ne çktm ve geniü caddenin kaldrmlarnda yürürken, verdiyim
L
ezadan
vazgeçersem bunun Füsun için ne anlama geleceù i n i tam olarak kavramak için, bütün gücümle kendimi Fü-
299
ilan Kalbin Acsnn ve Küskünlüùün Kimseye Yaran Yol-
sun’un yerine koymaya çalütm. Az sonra kafamda bir üimüek çakt:
Onun gibi akll, güzel, ne istediùini bilen gene bir kadn, kocasna destek olacak bir baüka film yapmcsn biraz uùraüsa hemen bulabilirdi, Kimden yakc bir kskançlk ve piümanlk acs geçti Ertesi gün öùleden sonra Çetin'i Beüiktaü'a bahçe sinemalarnda ne olduùunu öùrenmeye yolladm ve "görmemiz gereken önemli bir film" olduùuna karar verince, onlara telefon ettim. Satsat taki odamda kulaùma dayadùm telefon ahizesinden, Füsunlarn evinde telefonun çalmakta olduùunu iüitince kalbim hzland ve kim açarsa açsn, doùal bir üekilde konuüamayacaùm anladm. Bu yapaylk, hâlâ ruhumun bir yerinde saklamaya devam ettiùim içe dönük küskünlüùüm ile Füsun özür dilemedikçe mecbur olduùumu hissettiùim "diplomatik" küskünlüùüm arasnda skütùm için çkmüt ortaya. Böylece son yaz aküamlarn, bahçe sinemalarnda Füsun ve kocasyla çok da eùlenemeden, fazla konuümadan, küskünlük taklidi yaparak geçirdik. Benim ask suratm, tabii Füsun'a da bulaümüt, içimden gelmediùi zamanlarda bile küskünlük taklidi yapmaya beni mecbur braktù için Füsuna kzar, bu sefer içten bir üekilde küskün dururdum.
Bir
süre
sonra
Füsun'un
yannda
kendiliùimden
benimsediùim bu ikinci kiüiliùim, giderek asl kiüiliùim halini almaya baülad. Hayatn, insanlùn çoùunluùu için, içtenlikle yaüanmas gereken bir mutluluk deùil, basklar ve cezalarla ve inanlmas gereken yalanlarla yaplmü dar bir alanda, sürekli bir rol yapma hali olduùunu, ilk bu sralarda sezmeye baülamü olmalym. Oysa gittiùimiz bütün Türk filmleri bu "yalan dünya"dan çkün "hakikilik" ile mümkün olduùunu ima ediyordu. Ama tenhalaüan bahçelerde seyrettiùimiz filmlere artk inanamyor, kendimi o duygusal âleme veremiyordum. Beüiktaü'taki Yldz Sinemas yaz sonunda o kadar boütu ki, Füsun'un yanna sokularak oturmak tuhaf gözükeceùi için, arada boü bir sandalye b-
300
Knlan Kalbin Acsnn ve Küskünlüùün Kimseye Yaran Yok
raktm ve numaradan yaptùm küskünlük, serin rüzgârla birlikte, içimi üüüten buz gibi bir piümanlùa dönüütü. Dört gün sonra gittiùimiz Feriköy'deki Kulüp Sinemas'nda film yerine, belediyenin yoksul çocuklar için düzenlediùi cambazl, hokkabazl, dansözlü bir sünnet düùünü olduùunu, yataklara yatmü sünnet kyafetli, ask suratl çocuklar ve baüörtülü teyzeleri görünce sevinerek anladk. Ama sevincimizi hisseden frça bykl tonton belediye baükannn davetine, srf Füsun ile ben küskünlük taklidinden çkamadùmz için gitmedik. Benim küskünlüùüme onun da küskünlük taklidiyle cevap vermesi, ama bunu kocasnn fark edemeyeceùi bir ölçüyle yapmas da çileden çkaryordu beni. Alt gün onlar aramamay baüardm. Füsun deùilse bile, kocasnn bir kere olsun telefon etmemesine de içerliyordum. Film de yaplmayacaksa, hangi bahaneyle arayacaktm onlar? Artk onlar görmek istiyorsam, ona ve kocasna para vermem gerektiùini, bu dayanlmaz gerçeùi görüyor, kabul ediyordum. Son olarak, Ekim baünda, Pangalt'daki Majestik Bahçe Sinemasna gittik. Hava scakt, sinema da tenha deùildi. Yazn belki de bu son aküamnn güzel geçeceùi, küskünlüùümüzün sona ereceùi umudu vard içimde. Ama sandalyelerimize oturmadan önce bir üey oldu: Bir çocukluk arkadaümn annesiyle. Cemile Hanmla karülaütm. Ayn zamanda annemin bezik arkadaüyd, yaülanrken sanki yoksullaümüt. Fakirleütikleri için utanç ve suçluluk duyan eski zenginler gibi, "senin burada ne iüin var!" diyen bakülarla baktk birbirimize. "Mükerrem Hanmlarn evini merak ettim de geldim," dedi Cemile Hanm bir itiraf havasyla. Pek bir üey anlamadm. Sinema bahçesinin içlerine baktù aüaùdaki eski konaklarn birinde, Mükerrem Hanm diye ilginç binlerinin yaüadùn düüündüm, bu evin içini birlikle seyretmek için Cemile Hanm'n yanna oturdum. Füsun ile kocas, alt-yedi sra önümüze geçip olurdular. Film baülaynca, Muker-
30S
Krlan Kalbin Acsnn ve Küskünlü÷ün Kimseye Yaran Yok
rem Hanmlarn evinin filmdeki ev olduùunu anladm. Erenköy'deki paüazade bir ailenin ünlü köüküydü buras, çocukluùumda önünden bisikletle geçerdim. Yoksul düütükleri için eski ahüap yapnn sahipleri, annemin de tandù baüka eski paüazadelerin yaptù gibi, evlerini Yeüilçam filmlerine set olarak kiraya veriyorlard. Cemile Hanmn niyeti Aüktan da Ac adl filmi izleyip aùlamak deùil, filmde kötü ruhlu, sonradan görme zenginlerin evi rolünü üstlenmiü eski paüa konaùnn ahüap kakmal odalarn görmekti. Artk Cemile Hanmn yanndan kalkp gidip Füsunun yanna oturmalydm. Ama bunu yapmyordum, tuhaf bir utanç içindeydim. Sinemada annesiyle babasyla deùil, onlardan ayr bir köüede oturmak isteyen bir delikanl gibi, utancmn nedenini de bilmek istemiyordum hiç. Nedenini yllar sonra bile bilmek istemediùim bu utanç, küskünlüùümle iç içe geçmiüti. Film bittikten sonra, Cemile Hanm'n dikkatle bir bakü attù Füsun ile kocasna sokuldum. Füsun her zamankinden daha da çok surat asyordu, benim de küskünlük taklidinden baüka yapacak hiçbir üeyim üoktu artk. Dönüü yolunda, arabadaki dayanlmaz sessizlikte, kendimi mecbur hissettiùim bu küskün rolünden çkabilmek için saçma bir üaka yapmay, delice bir kahkaha atmay, sarhoü olmay hayal etlim, ama hiçbirini yapmadm. Beü gün aramadm onlar. Füsun'un çok piüman olduùunu, bana yalvarmak üzere olduùunu zevkle uzun uzun havai ederek kendimi tuttum. Hayalimde Füsunun piümanlk sözlerine, yalvarmalarna, her üeyin onun kabahati olduùunu söyleyerek cevap veriyordum ve tek tek saydùm bu kabahatlerin hepsine öyle bir içtenlikle inanyordum ki, sk sk hakszlùa uùramü birinin öfkesine kaplyordum Onu görmeden geçen günler, bana gittikçe ilaha zor geliyordu. Geçen bir buçuk yl boyunca dayanmak zorunda kaldùm derin ve yakc strabn karanlk rengini, koyu kvamn, yavaü yavaü yeniden ruhumda hissetmeye baülamütm. Yanlü bir üey
302
Krtan Kalbin Acsnn ve Küskünlüùün Kimseye Yarar Yok------------
yapp yeniden Füsun'u hiç görememe cezasna çarptrlma ihtimali çok korkutucuydu. Srf bu yüzden küskünlüùümü Füsun'dan saklamalydm. Bu da, küskünlüùümü yalnzca beni hrpalayan, içedönük bir üeye, kendi kendime verdiùim bir cez a y a çeviriyordu, Küskünlüùümün ve krk kalbimin kimseye faydas \ oktu. Böyle böyle düüünerek, Niüantaü'nda düüen sonbahar yapraklarnn altndan tek baüma yürüdüùüm bir gece, benim için en mutlu ve bu yüzden en umul veren çözümün, Füsunu baltada üç-dört kere (en azndan
iki
kere) görmek olduùunu anladm. úçimdeki kara sevdann yakc strabn çok fazla alevlendirmeden, sradan günlük hayatma ancak böyle dönebilirdim. úster onun bana verdiùi bir ceza sonucu olsun, isler benim ona küskünlük sonucu vermeye çalütùm bir ceza yüzünden, Füsun'u görememe acsnn bir süre sonra hayatm dayanlmayacak kadar zorlaütracaùn artk biliyordum. Geçen yl yaüadklarm bir daha asla yaüamak istemiyorsam, zaten Füsun a Ceyda ile yolladùm mektupta söz vermiü olduùum babamn inci küpelerini de ona götürmeliydim. Ertesi gün öùle yemeùine Beyoùlu'na çktùmda, inci küpeler babamn verdiùi kutuda, cebimdeydiler. 12 Ekim 1976 Sal ústanbul'da yazdan kalma, güneüli, tatl, pnl prl bir gündü. Rengârenk vitrinler ük içindeydi. Öùle yemeùimi Hac Salih'te yerken, kendime karü dürüsttüm: Buraya, "aklma eserse" hemen Çukurcuma'ya inip Nesibe Hala'yla
yarm
saat
görüüebileyim
diye
geldiùimi
kendimden
saklamyordum. Oturduùum lokanta masasndan, Çukurcuma alt-yedi dakikalk bir yürüyüü uzaklùndayd. Geçerken göz atmütm, Saray'da saat 13:45'te yeni bir seans vard. Sinemaya girip oturursam, içerisinin küf ve nem kokan serin karanlùnda her üeyi unutur, en azndan bir süre bambaüka bir âleme gidebilir, rahatlardm. Ama saat 13:40'ta hesab ödeyip kalkmü, Çukurcuma Yokuüunu iniyordum. Midemde öùle yemeùi, ensemde güneü, aklmda aük, ruhumda telaü ve kalbimde de bir sz vard.
303
Knlan Kalbin Acsnn ve Küskünlüùün Kimseye Yarar Yok
Kapy aüaùya inip Nesibe Hala açt. "Hayr, yukar çkmayaym Nesibe Hala," dedim. Cebimden inci küpelerin kutusunu çkardm. "Bu Füsunun... Babamdan ona bir hediye... Geçerken brakaym dedim." "Hemen bir kahve yapaym sana Kemal, Füsun gelmeden anlatacaklarm var." Bunu öyle esrarl bir havada söylemiüti ki, nazlanmadan hemen peüinden yukar çktm. Ev ül sld, kanarya Limon da güneü üùnda memnun mesut kafesinde tkrdyordu. Nesibe Halann terzi eüyalar, makaslan, kumaü kesikleriyle bütün salona yayldùn gördüm. "Bu ara evlere dikiüe hiç gitmiyorum ama çok srar ettiler, bir gece elbisesi yetiütiriyoruz. Füsun da bana yardm ediyor, birazdan gelir." Kahvemi verirken de hemen konuya girdi. "Lüzumsuz küskünlükler, kalp krklklar oluyormuü, anlyorum," dedi. "Kemal Bey çok ac çekti, kalbi de çok krld kzmn, onun huysuzluklarna sabredecek, gönlünü alacaksnz..." "Tabii, tabii..." dedim çokbilmiü bir havayla. "Siz bunun nasl yaplacaùn benden daha iyi bilirsiniz... Onun gönlünü aln, istediùini yapn da girdiùi bu yanlü yoldan bir an önce çksn." Füsun un girdiùi yanlü yolun ne olduùunu sorar bir bakü attm kaülarm kaldrdm. "Sizin niüannzdan önce, niüan günü, hele niüandan sonra avlarca çok çekti, çok aùlad," dedi. "Yiyip içmekten, yürümekten, her üeyden kesildi. Bu çocuk da her gün gelip onu teselli ediyordu." "Feridun mu?" "Evet. ama merak etme. seni bilmiyor." Kznn acdan, üzüntüden ne yaptùn bilmediùini. Füsun u evlendirme fikrini Tark Bey'in onaya attùm, "bu çocuk"la en sonunda Füsun un evlenmeyi kabul ettiùini söyledi. Feridun,
306
Krtan Kalbin Acsnn ve Küskünlüùün Kimseye Yaran Yok
Füsun'u ta on dört yaündan beri tanrd. O zamanlar
ona çok âükt,
ama Füsun ona hiç yüz vermemiü, hatta ilgisizliùiyle yllarca eziyet de etmiüti. ûimdi Feridun, Füsuna o kadar âük deùildi. ("Bu senin için iyi haber," der gibi kaülarn hafifçe kaldrp gülümsedi.) Feridun aküamlar evde de durmuyordu, akl fikri sinemada, filmci arkadaülarndayd. Kadrga'daki öùrenci yurdunu sanki Füsun ile evlenmek için deùil, Beyoglu'ndaki filmci kahvelerine yakn olmak için brakmüt. Tabii üimdi tpk görücü usulü evlenen saùlkl gençler gibi ikisinin kam birbirine kaynamüt, ama ben bunlar çok ciddiye almamalydm. Baüna gelenlerden sonra, Füsun'un hemen evlenmesinin iyi olacaùn düüünmüülerdi ve piüman da deùillerdi... Burada "baüna gelenler" ile kastedilenin Füsun'un bana duyduùu aüktan, üniversite snavnn kötü geçmesinden çok, evlenmeden önce benimle
yatmas
olduùunu,
bakülaryla
bana
üüpheye
yer
brakmayacak üekilde ve biraz da cezalandrma zevkiyle hissettirdi. Füsun, birisiyle evlenirse bu lekeden kurtulacakt ve ben de bu durumdan tabii sorumluydum! "Feridun'un bir iüe yaramadùm. Füsun a iyi bir hayat veremeyeceùini o da, hepimiz de biliyoruz. Ama Füsun'un kocas o!" dedi Nesibe Hala. "Karsn film yldz yapmak istiyor, dürüst, iyi niyetli çocuk! Kzm seviyorsanz onlara destek olursunuz. Füsun'u, onu lekeli diye
küçümseyecek
yaül
bir
zengin
adam
yerine
Feridun'la
evlendirmek daha iyi diye düüündük. Onu filmciler arasna sokacak. Sen de koru onu Kemal." "Tabii Nesibe Hala." Aile srlarn bana anlattùn öùrenirse, Füsun'un ikimize de "çok büyük cezalar" (belli belirsiz gülümsedi) vereceùini söyledi. "Sibel Hanm ile niüan bozmandan, onun için o kadar üzülmenden Füsun tabii çok etkilendi, Kemal. Bu filmci çocuk altn kalpli, ama onun ne beceriksiz olduùunu Füsun yaknda anlar, brakr onu... Tabii sen de hep yannda olursan, ona güven verirsen..."
305
------------------Knlan Kalbin Acsnn ve Küskünlüùün Kimseye Yarar Yok
-----—
"isteùim, verdiùim zarar, krdùm kalbi tamir etmektir Nesibe Hala. Lütfen Füsun'un sevgisini yeniden kazanmam içim bana yardm edin," dedim ve babamn küpe kutusunu çkarp verdim. "Bu Füsun'un," dedim. "Teüekkür ederim..." eleyip kutuyu ald. "Nesibe Hala... Bir de buraya ilk aküam geldiùimde, ona küpesinin tekini geri getirmiütim... Ama eline geçmemiü... Sizin haberiniz var m?" "Hiç haberim yok. Hediyesini de ona sen ver istiyorsan." "Yok, yok... Zaten o küpe hediye deùil, onundu." "Hangi küpe?" dedi Nesibe Hala. Bir kararszlk geçirdiùimi görünce, "Keüke bir çift küpeyle hal! o úsa her üey..." dedi. "Füsun'un hastalùnda Feridun da bize geldi. Üzüntüden yürüyecek mecali bile kalmayan kzmn koluna girip onu Beyoglu'na sinemaya bile götürdü. Her aküam filmci arkadaülarna, kahvelere gitmeden önce bizimle oturup yemek yedi, televizyon seyretti, Füsun ile ilgilendi..." "Ben çok daha fazlasn yapabilirim bütün bunlarn Nesibe Hala." "únüallah, Kemal Bey. Aküamlar bekliyoruz. Annene de selam söyle, ama üzme onu." Kapya bir bakü atp Füsuna yakalanmadan gitmem gerekliùini ima edince, hemen huzurla evden çktm ve Çukurcuma Yokuüundan Beyoglu'na yürürken, küskünlüùümün tamamen bittiùini mutlulukla anladm.
5 4 . ZAMAN Tam yedi yl on ay, Çukurcuma'ya, Füsun'u görmeye aküam yemeùine gittim.
úlk
gidiüim
Nesibe
Hala'nn
"Aküamlar
bekliyoruz!"
demesinden on bir gün sonra, 23 Ekim 1976 Cumartesi olduùuna ve Çukurcuma'daki son aküam yemeùimizi Füsun,
306
Zaman
ben ve Nesibe Hala 26 Aùustos 1984 Pazar günü yediùimize göre, aradan 2864 gün geçmiü. Hikâyesini anlatacaùm bu 409 haftada, notlanma göre onlara 1593 kere aküam yemeùine gitmiüim. Ortalama haftada dört kere demektir bu, ama haftada dört gün hiç üaümadan Çukurcumaya aküam yemeùine gittiùim de sanlmasn. Baz dönemlerde haftann her günü onlar görürdüm, baz dönemlerde ise bir küskünlüùe, alnganlùa kaplr ya da Füsun'u unutabileceùimi sanr, onlara çok daha seyrek giderdim. Ama Füsunsuz geçirdiùim (Füsun'u görmeden demek istiyorum) hiçbir zaman parças on günü aümadù, on günden sonra acm 1975 sonbaharndaki dayanlmaz aùr strap düzeyine çktù için, bu yedi küsur ylda Füsunlar (soyadlaryla Keskinler diye anmak isterim onlar) düzenli olarak gördüùüm söylenebilir. Onlar da beni düzenli olarak yemeùe beklerler, geleceùim geceyi de hep doùru tahmin ederlerdi. Ksa sürede onlar benim aküam yemeùi vakti yaptùm ziyaretlere, ben de onlarn beni bekliyor olmalarna iyi-kötü alümütk. Keskinler beni aküam yemeùine çaùrmazlard, çünkü masada benim yerim sürekli olarak hazr tutulurdu. Bu da beni, her aküam onlar görüp görmemek konusunda uzun iç hesaplaümalara sürüklerdi. Onlara gene gidersem, acaba fazla m rahatsz ediyor olacaùm diye bazan düüünür; gitmezsem de, Füsun'u o aküam görmekten mahrum kalma acsndan baüka, bir de "nezaketsizlik" etmiü olacaùm ya da yokluùum olumsuz bir üekilde yorumlanacak diye dertlenirdim. Çukurcuma daki eve ilk ziyaretlerim bu dertlenmelerle, eve alüma. Füsun ile göz göze gelme, evin içindeki havaya uyum saùlama gayretleriyle geçti Bakülarmla "iüte geldim, buradaym." demek isterdim Füsuna. úlk ziyaretimdeki hâkim duygu buydu. úlk birkaç dakika en sonunda kafamdaki huzursuzluklar utanc yenip geldiùim için kendi kendimi tebrik ederdim Füsun un yannda olmak beni bu kadar mutlu ediyorsa, kendi
307
Zaman
kendime niye bu kadar dert çkaryordum? úüte Füsun da herüey olaùanmü, benim gelmemden çok memnunmuü gibi tatl tatl gülümseyerek bakyordu. úlk ziyaretlerde, ne \azk ki çok az baü baüa kaldk. Gene de her seferinde bir Frsat m bulup "Seni çok özledim!", "Seni çok özlemiüim!' gibi bir üeyi fsldayarak söyler, Füsun da bu sözümden hoülandùn gösterecek üekilde gözleriyle karülk verirdi. Bundan ileri bir yaknlk kuracak ortam yoktu. sekiz yl Füsunlara (Keskinlere diyemiyorum bir türlü) aküam ziyaretine gitmeme hayret eden, bu büyük zaman parçasndan, binlerce günden rahatlkla söz etmeme üaüan okurlar için, zamann ne kadar yanltc bir üey olduùunu biraz anlatabilmek, bir kendi zamanmz, bir de herkesle paylaütùmz "resmî"1 zaman olduùunu gösterebilmek islerim. Bu, hem Füsunlarn kapsn sekiz yl Füsun'un aük için aündrmü olduùum için bana tuhaf, takntl, korkulacak bir kiüi gibi bakan okurlarn saygsn kazanmam için önemli, hem de Füsunlarn evindeki hayat anlamak için. Alman yapm, zarif ahüap kutulu, sarkaçl, cam kapakl, gonglu büyük duvar saatinden baülayaym. Füsunlarn evinde kapnn hemen yannda asl duran bu saatin görevi zaman ölçmek deùil, evin ve hayatn sürekliliùini bütün aileye hissettirmek ve düardaki "resmî" dünyay
hatrlatmakt. Zaman gösterme görevini son yllarda
televizyon, radyodan da çok daha eùlenceli bir üekilde yaptù için, saat tpk
üehirdeki
yüzbinlerce
diùer
duvar
saati
gibi
önemini
kaybediyordu. Bu saatten daha gösteriüli, kurgulu, aùrlkl ve sarkaçl büyük duvar saatleri, ústanbul'da önce 19. yüzyln sonunda Batllaümü paüalarn ve zengin gayrimüslimlerin konaklarnda moda olmuü, 20. yüzyln baünda ve Cumhuriyet'in ilk yllarnda Batllaüma gayreti ve özentisiyle üehrin orta snf evlerine hzla yaylmüt. Çocukluùumda, bizim evde ve baüka pek çok tandùn evinde benzeri ya da daha aùr, ahüap iülemeli bir duvar saati, ya 308
Zaman
giriü kapsnn açldù sofann, holün ya da koridorun duvarlarnda asl dururdu, ama çok az baklrd artk onlara; unutulmak üzereydiler. 1950'lerde artk "herkesin", çocuklarn bile bir kol saati ve evlerde sürekli açk birer radyo vard çünkü. Televizyon ekranlar evlerin iç seslerim ve yeme-içme-oturma alükanlklarn deùiütirene kadar, yani hikâyemizin baüladù 1970lerin ortalarnda, artk çok az baklmalarna raùmen bu duvar saatleri evlerde alükanlktan tkrdamaya devam ediyordu. Bizim evdeki saatin tkrts ve saat baülarn ve buçuklar gösteren gongu, yatak odalarndan ve salondan hiç duyulmadù için kimseyi rahatsz etmezdi. Bu yüzden saati durdurmak yllarca kimsenin aklna gelmedi ve yllarca bir sandalyeye çkp kurularak çalütrld! Füsun'un aükyla çok içtiùim baz geceler mutsuzluktan uyanp bir sigara yakmak için odamdan salona geçerken, koridorda saat baün vuran gongu iüitince mutlu olurdum. Füsunlarn evinde, bu büyük saatin bazan çalüp bazan sustuùunu daha ilk ay fark etmiü, duruma hemen alümütm. Gecenin ilerlemiü bir saatinde, hepimiz televizyondaki bir Türk filmine ya da eski üarklar fkrdayarak söyleyen üuh bir hanm üarkcya bakarken, ya da çevirinin ve dublajn bozukluùundan ve zaten aramzda konuüup gülüüerek ortasndan
seyretmeye
baüladùmz
için
çok
az
anladùmz
gladyatörlü, aslanl tarihi Roma filmini seyredip kendi hayallerimize dalmüken, bil an ekranda da sihirli bir sessizlik olur ve birden hiç aklmzda yokken, kapnn hemen yanna asl saatin gongu çalmaya baülard. úçimizden biri, çoùu zaman Nesibe Hala, bazan da Füsun saate dönüp manal bir baküla bakar, Tark Bey de "Kim kurdu acaba gene?" derdi. Saat bazan kurulur, bazan da unutulurdu. Kurulup düzenli çalütù zamanlarda bile, gongu hazan aylarca sessiz kalr, bazan yalnzca buçuklarda tek bir vuruü yapar, bazan da evdeki sessizliùe katlarak haftalarca susard. O zaman evde kimse olmadù zaman her üeyin ne kadar korkunç olduùunu hisseder.
309
ürperirdim. îster yalnzca tkrdasn, ister gongu çeyrekleri göstersin, kimse saate vaktin ne olduùunu anlamak için bakmazd, ama kurulup kurulmamas ya da sarkacnn bir dokunuüla harekete geçmesi, sk sk tartüma konusu olurdu. "Brak tkrdasn iüte, kimseye zarar yok," derdi bazan Tark Bey karsna, "evin ev olduùunu hatrlatyor." Bu düüünceye ben, Füsun, Feridun, hatta arada bir gelen misafirler de katlrd sanrm. Bu bakmdan, bu duvar saati zaman hatrlamaya, yani üeylerin deùiütiùini arada bir düüünmeye deùil, tam tersi, hiçbir üeyin deùiümediùini hissetmeye ve inanmaya yarard. úlk aylarda hiçbir üeyin deùiümediùini, deùiümeyeceùini, Çukurcumadaki evde yemek sofrasnda oturup televizyona bakp sohbet ederek sekiz yl geçireceùimi hayal bile edemezdim. úlk ziyaretlerimde, Füsunun her sözü, yüzünde beliren her deùiüiklik, evin içinde gidiü geliüleri, her üey bana yeni ve deùiüik gelir, saat tkrdasa da tkrdamasa da önem vermezdim. Önemli olan onunla ayn sofrada oturmak, onu görmek, içimden hayaletim çkmü onu öperken hiç kprdamadan durup mutlu olmakt. Hep ayn üekilde fkrdayan saat, bu tkrty her an fark etmesek de evin, eüyalarn, masada oturup yemek \ iven bizlerin deùiümediùimizi, hep ayn kaldùmz hissettirerek bizlere huzur verirdi. Saatin zaman unutturan bu iüleviyle, üimdiyi ve baükalaryla iliükimizi hatrlatan diùer iülevi, Tark Bey ile Nesibe Hala arasnda sekiz yl boyunca zaman zaman alevlenen bir soùuk savaün da konusu oldu. "Kim kurdu gene
üimdi bunu, gecenin ortasnda uykumuzu kaçrmak için!" derdi
Nesibe Hala, bir sessizlikte saatin yeniden çalümaya baüladùm fark etliùinde. "Tkrdamazsa sanki evde bir eksiklik, bir boüluk oluyor..." demiüti \97V Aralùnda rüzgârl bir aküam Tark Bey. Eklemiüti; "Öbür evde de çalard." "Aa hâlâ alüamadn m s e n Çukurcuma'ya Tark Bey," demiüti Nesibe Hala, bu sözlerin gerektirdiùinden çok daha üefkatli bir gülümsemeyle (kocasna bazan "Tark Bey" derdi).
31
Zaman
Kar-koca arasnda yllarca sürüp giden ölçülü iùnelemeler, lal
sokuüturmalar, taü gediùine koymalar, duvardaki saatin hiç beklenmedik bir anda fark ettiùimiz tkrts ya da çalmaya baülayan
gongunun vuruülaryla üiddetlenildi. "Sen geceleri ben de uykusuz kalayn diye gene kurmuüsun bunu Tark Bey," derdi Nesibe Hala. "Füsun, cann durdursana üunu lütfen." Sarkac parmakla ortada durdurulursa, saat ne kadar kurulu olursa olsun hareketsiz kalrd, ama Füsun önce gülümseyerek babasna bakar, Tark Bey bazan "peki, durdur!" anlamna gelen bir bakü atar, bazan da inat ederdi. "Ben elimi sürmedim. Saat kendi kendine çalüt, brak kendi kendine dursun!" derdi. Baz komüular ya da seyrek uùrayan misafir çocuklar arasnda bu esrarl sözlerden etkilenenler olduùunu görünce, Tark Bey ile Nesibe Hala çift anlaml sözlerle tartümaya girerlerdi, "iyi saatte olsunlar, saatimizi gene çalütrmülar," derdi Nesibe Hala. "Hiç dokunmayn, çarplrsnz," derdi Tark Bey kaülarn çatarak, tehditkâr bir havayla. "úçinde cin var." "Cinin tkrtsna diyeceùimiz yok da, gece yars sarhoü zangocun kilise çam gibi kafa üiüirmesin." "ûiüirmez, üiüirmez, sen zaten zaman unutsan daha rahat edeceksin," derdi Tark Bey. Burada "zaman" kelimesini, "modern dünya", "yaüadùmz çaù" anlamnda kullanrd. Bu "zaman" sürekli deùiüen bir üeydi ve biz duvar saatinin sürekli tkrtsyla bu deùiüiklikten uzak kalmaya çalüyorduk. Keskinlerin günlük hayatlar içerisinde vakti öùrenmek için baüvurduklar temel araç, tpk 1950lerde, 60larda bizim evdeki radyo gibi sürekli açk duran televizyondu. O yllarda radyo programlarnn ortasnda, yaynda müzik, tartüma, matematik dersi, ne olursa olsun, saati öùrenmek isteyenler için, saat baülarnda ve buçuklarda hafif bir "dit" sesi duyulurdu. Aküam seyrettiùimiz televizyonda böyle bir iüarete gerek duyulmazd, çünkü zaten saatin kaç olduùunu, çoùunlukla televizyonda ne olduùunu öùrenmek için merak ederdi insan.
311
Füsun, burada sergilediùim kol saatine. Tank Bey de sekiz yl boyunca onda pek çok çeüidini gördüùüm cep saatine günde bir kere, onlar ayarlamak için ya da mevcut ayarn doùru olduùunu bir kere daha görmek için bakarlard. Bu ayar her aküam saat yedide, haberlerden bir dakika önce ülkenin tek televizyon kanal olan TRT nin yaynnda, ekranda beliren kocaman bir saate bakarak yaplrd. Füsun'un aküam yemeùine otururken ekranda beliren kocaman saate bakarak, kaülarn çatarak, dilini hafifçe yanaùnn kenarna deùdirerek ve çocuk gibi ciddiyetle babasn taklit ederek kendi saatini ayarlayün seyretmekten derin bir zevk alrdm. Bu zevkimi, Füsun daha ilk ziyaretlerimde fark etmiüti. Saatini ayarlarken onu aükla seyrettiùimi bilir, ayar tam yapnca bana bakarak gülümserdi. "Tam tamna yaptn m?" derdim o zaman ben ona. "Evet, tam oldu!" derdi o da bana. daha scak bir gülümsemeyle. Bu sekiz ylda yavaü yavaü anlayacaùm gibi, ben her aküam Keskinlerin evine yalnzca Füsun'u görmeye deùil, onun içinde yaüayp havasn soluduùu âlemde bir süre yaüamak için de gidiyordum. Bu âlemin temel özelliùi de "zamandü" olmasyd. Tark Bey karsna "Zaman unut." derken, iüte bunu kastediyordu Müzemizi ziyarete gelen meraklnn, Keskinlerin bütün eski eüyalarna, bozulmuü, paslanmü, yllardr çalümayan çalar saatlerine, kol saatlerine bakarken, bu "zamandü" tuhaflù ya da bu üeylerin kendi aralarnda oluüturduklar özel zaman fark etmesini isterim. Bu özel zaman. Füsunlarn evinde yllarca soluduùum ruhtur. Bu özel ruhun dünda, radyoyla, televizyonla, ezanlarla haberdar olduùumuz düardaki zaman" vard ve vakti öùrenmek demek düardaki dünya ile iliükimizi düzenlemek demekti, öyle hissederdim. Füsun saatini saniyesine kadar dakik bir saat gerektirecek bir hayat sürdüùü, iülere, randevulara yetiümek zorunda olduùu için deùil, tpk emekli memur babas gibi, Ankara dan, devlet-
31
Zaman
-------------.---------------------------------------- Zaman ------------------------------ ʄ ---- • -----------------
ten kendisine özel olarak gelen bir iüarete duyduùu sayg yüzünden ayarlyormuü gibi gelirdi bana. Ekranda beliren saate bakümz, televizyonun kapanü saatinde ekranda ústiklal Marü'yla beliren bayraùa bakümza benzerdi: Kendi köüemizde, tam aküam yemeùine baülamüken ya da tam televizyonu kapatp aküam sona erdirmek üzereyken, bizimle ayn üeyi yapmakta olan milyonlarca ailenin varlùn, millet denilen kalabalù, devlet denilen kuvvetin gücünü ve kendi küçüklüùümüzü hissederdik. Ev içinde yaüadùmz daùnk, kuralsz hayatn devletin resmiyeti dünda olduùunu, bu milli saatleri ("Memleket saat ayar derdi," arada bir radyo), bayraklar ve Atatürk ile ilgili programlar seyrederken de hissederdik. Aristo, Fizikinde "üimdi" dediùi tek tek anlar ile Zaman arasnda ayrm yapar. Tek tek anlar, tpk Aristo'nun atomlar gibi bölünmez, parçalanmaz üeylerdir. Zaman ise, bu bölünmez anlar birleütiren çizgidir. Zaman, üimdileri birleütiren çizgiyi, Tark Beyin "unut" öùüdüne raùmen ne kadar gayret etsek de, aptallar ve hafzaszlar hariç kimse bütünüyle unutamaz. Hepimizin yaptù gibi mutlu olmaya ve Zaman unutmaya çalüabilir ancak insan. Füsun'a aükmn bana öùrettiklerine ve Çukur-cuma'daki evde sekiz ylda yaüadklarma dayanan bu gözlemlerime dudak büken okurlar, Zaman' unutmak ile saati ya da takvimi unutmay birbirlerine karütrmasnlar, lütfen. Saatler ve takvimler, bize unuttuùumuz Zaman' hatrlatmak için deùil, baükalaryla olan iliükimizi ve aslnda bütün toplumu düzenlemek için yaplmülardr, böyle de kullanlrlar. Her aküam haberlerden önce ekranda görülen siyah-beyaz saate bakarken, baüka aileleri, baüka kiüileri, onlarla buluümalarmz ve bu iüi düzenleyen saatleri hatrlarz, Zaman' deùil. Füsun televizyonda beliren saate bakarken, kendi kol saati saniyesi saniyesine doùru olduùu için ya da saati ayarladù ve "tam doùru" yaptù için ve belki de benim kendisini aükla seyrettiùimi bildiùi için mutlulukla gülümserdi, Zaman' hatrladù için deùil.
313
Yaüadùm hayat, Zaman', yani Aristo'nun üimdi dediùi
anlar
birleütiren çizgiyi hatrlamann çoùumuz için pek ac verici olduùunu bana öùretmiütir. Anlar birleütiren ya da müzemizde olduùu gibi, anlar içlerinde taüyan eüyalar birleütiren çizgiyi gözümüzün önüne getirmeye çalümak, hem çizginin kaçnlmaz sonucunu, ölümü hatrlattù için hem de çizginin kendisinin -çoùu zaman hissettiùimiz gibi- pek bir anlam olmadùn yaümz ilerledikçe acyla kavradùmz için üzer bizi. Oysa "üimdi" dediùimiz anlar, Çukurcuma'ya aküam yemeklerine gitmeye baüladùm günlerde olduùu gibi, Füsun'un bir gülümseyiüiyle, bazan bir yüzyl yetecek kadar mutluluk verebilir bize. Keskinlerin evine hayatmn geri kalannda bana yetecek mutluluùu almaya gittiùimi daha baütan anlamütm ve evlerinden Füsun'un dokunduùu irili ulakl küçük eüyalar, bu mutlu anlar saklamak için alp götürüyordum. Bu sekiz yln ikincisinde, bir aküam geç saatlere kadar olurmuü, televizyon program bittikten sonra, Tark Bey'in Kars Lisesindeki gençlik ve öùretmenlik anlarn dinlemiütim. Snrl öùretmen maaü, yalnzlk ve pek çok kötülükle boùuüarak geçen bu mutsuz yllarn hatralarnn Tark Bey’e tatl gelmesinin nedeni, pek çoklarnn sandù gibi, yllar geçtikçe kötü hatralarn bile bize iyi gözükmesi deùil, yaüadù kötü dönemden (kötü bir çizgi: Zaman) yalnzca iyi anlar (üimdi noktalan) hatrlayp anlatmaktan hoülanmasyd. Bu ikiliùe dikkat çektikten sonra, Kars'tan aldù çift kadranl bir saati, bir yüzü Arap, bir yüzü Latin harfli Doùu-Bat saatini nedense hatrlayp bana göstermiüti. Ben de kendimden bir örnek vereyim: Füsun'un 1982 Nisan'nda takmaya baüladù bu Buren marka incecik kol saatini görür görmez, bunu yirmi beüinci doùum gününde Füsun'a benim hediye ediüim, bugün kayp olan kutusundan saati çkardktan sonra Füsun'un annesi ve babasnn görmeyeceùi (kocas Feridun evde deùildi) bir ara, açk mutfak kapsnn arkasn-
314
Zaman
da beni yanaklarmdan öpüüü ve sofrada hep birlikte otururken saati annesine ve babasna mutlulukla gösteriüi ve beni çoktan beri ailenin tuhaf bir üyesi gibi kabul eden annesiyle babasnn bana tek tek teüekkür ediüleri canlanr gözlerimin önünde. Benim için mutluluk, bunun gibi unutulmaz bir an tekrar yaüayabilmektir. Hayatmz Aristo'nun Zaman' gibi bir çizgi olarak deùil de, böyle yoùun anlarn tek tek her biri olarak düüünmeyi öùrenirsek, sevgilimizin sofrasnda sekiz yl beklemek bize alay edilebilecek bir tuhaflk, bir saplant gibi deùil, üimdi yllar sonra düüündüùüm gibi Füsunlarn sofrasnda geçirilmiü 1593 mutlu gece gibi gözükür. Çukurcuma'daki eve yemeùe gittiùim aküamlarn her birini -en zorunu, en umutsuzunu ve en gurur krc olann bile- bugün büyük bir mutluluk olarak hatrlyorum.
55. YARIN GENE GELøN, GENE OTURURUZ Füsunlarn evine beni aküamlar Çetin Efendi, babamn Chevroletstyle götürürdü. Sekiz yl boyunca kardan yollarn tkanmas, sel baskn, Çetin Efendi'nin hastalklar, tatilleri, arabann bozulmas gibi geçici nedenler dünda, bu kural bozmamaya dikkat ettim. Celin Efendi ilk birkaç aydan sonra, çevredeki kahvelerde, çayhanelerde kendine dostlar
edinmiüti.
Arabay
evin
tam
önüne
deùil,
Karadeniz
Kahvehanesi ve Aküam Çayevi gibi adlan olan bu yerlere yakn park eder, çayhanelerin birinde bir yandan bizim Füsunlarn evinde seyrettiùimiz televizyon programn seyrederken, bir yandan da gazete okur, sohbete katlr, bazan tavla Oynar ya da konken oynayanlara bakard úlk birkaç aydan sonra mahalledekiler onun ve benim kim olduùumuzu öùrenmiü ve Çetin Efendi bana abartarak anlatmyorsa, uzak ve yoksul akrabalarn dostane duygularla sürekli ziyaret eden beni vefal ve alçakgönüllü bulup sevmiülerdi.
315
Yann Gene Gelin, Gene Otururuz
Elbette Söyleyenler
bu
sekiz
ylda
karanlk,
kötü
niyetlerim
olduùunu
de çkmüt. Mahalledeki eski yknt evleri ucuza alp
yerlerine apartmanlar yaptracaùm, fabrikalarmda ucuza çalütrmak için vasfsz iüçi aradùm, asker kaçaù olduùum ya da Tank Bey'in gayrmeüru çocuùu (yani Füsunun aùabeyi) olduùum yolunda ciddiye alnmayacak dedikodulard bunlar. Mahallenin makul çoùunluùu ise, Füsun'un uzak akrabas olduùumu,
"sinemac" kocasyla birlikte onu
film yldz yapacak bir film iüini konuütuùumuzu, Nesibe Hala'nn saùa sola dikkatle szdrdù doùru yanlü bilgilerden öùrenmiüti. Bu konumumun makul karülandùn, özel olarak sevilmesem de Çukurcuma Mahallesinde bana beslenen duygularn olumlu olduùunu yllar boyunca Çetinin bana söylediklerinden anladm. Zaten ziyaretlerimin ikinci ylndan sonra var mahalleli s a y l maya baülamütm. Mahalle kalabalù çeüitliydi: Galata'da limanda iüçilik yapanlar, Beyoglu’nda ara sokaklarda küçük dükkânlar, lokantalar iületenler ve garsonlar, Tophane tarafndan yaylarak gelen Çingene aileleri, Tuncelili Alevi Kürt aileleri, bir zamanlar Beyoùlu'nda, Bankalar Caddesinde kâtiplik yapan Rum, útalyan, Levanten ailelerinin fakir düümüü çocuklar ve torunlar, tpk onlar gibi ústanbul’u hâlâ bir türlü terk etmeyen son Rum aileleri, depolarda, frnlarda çalüanlar, taksi üoförleri, postaclar, bakkallar ve üniversitelerin yoksul öùrencileri... Bütün bu kalabalk, Fatih, Vefa, Kocamustafapaüa gibi geleneksel Müslüman mahallelerinde olduùu gibi kuvvetli bir cemaat duygusuyla hareket etmezdi. Ama bana gösterilen koruyucu, kollayc hareketlerden, gelip geçen özel, pahal arabalara gençlerin gösterdiùi ilgiden ve haberlerin hzla yaylündan, dedikodulardan, mahallenin bir dayanümas, birliùi, en azndan kendi içinde bir hareketliliùi olduùunu anlardm. Füsunlarn (Keskinlerin) evi, Çukurcuma Caddesi (halk arasnda "Yokuüu*) ile darack Dalgç Sokak'n kesiütiùi köüedey-
316
Yarn Gene Gelin, Gene Otururuz
di. Haritadan da anlaülabileceùi gibi, buradan kvrla kvrla ilerleyen dik yokuülardan on dakikada Beyoùlu'na, ústiklal Caddesine çklrd. Baz aküamlar dönüü yolunda Çetin ara sokaklardan aùr aùr kvrlarak Beyoùlu'na çkar, ben de arka koltukta sigara içerek ev içlerini, dükkânlar, sokaklardaki insanlar seyrederdim. Parke taüla kapl bu dar sokaklarda, kaldrmlara yklacakmü gibi eùilen yknt halindeki ahüap evler, Yunanistan'a göçen son Rumlarn braktù boü binalar ve o boü yaplara kaçak yerleüen yoksul Kürtlerin pencerelerden düarya uzattklar soba borular, geceye korkutucu bir görüntü verirdi. Gece yarlan Beyoùlu yaknlarndaki küçük karanlk eùlence yerleri, meyhaneler, kendilerine "içkili gazino" diyen pavyonlar, büfeler, sandviç satan bakkallar, Spor Toto bayileri, uyuüturucu, kaçak Amerikan sigaras ya da viski bulabileceùin tütüncü dükkânlar, hatta plak-kaset bayileri bile geç saatlere kadar açk olur, bütün bu yerler kederli hallerine raùmen, bana hayat dolu ve çok da canl gelirdi. Tabii ancak Füsunlarn evinden huzurlu bir üekilde çkmüsam böyle hissederdim. Pek çok gece. Keskinlerin evinden, artk oraya bir daha gelmeyeceùimi, bunun son olmas gerektiùini düüünerek çkar, Çetinin kullandù arabann arka koltuùunda mutsuzluktan baygn gibi yatardm. Bu mutsuz geceler daha çok ilk yllarda olurdu. Çetin beni aküamlan Niüantaü'ndan yedi civarnda alrd; Harbiye, Taksim ve Sraselviler'de biraz trafiùe taklr, Cihangir ve Firuzaùa'nn ara sokaklarndan kvrlr, tarihî Çukurcuma Hamamnn önünden aüaùya inerdik. Yolda arabay bir dükkânn önünde durdurur, bir paket yiyecek ya da bir demet çiçek alrdm. Her seferinde deùil ama ortalama her iki gidiüimden birinde Füsuna da küçük bir hediye, üakas için bir çiklet ya da Kapalçarü veya Beyoglu'nda bulduùum kelebekli bir broüu ya da taky götürür, hiç tören yapmadan verirdim. Trafiùin çok tkal olduùu baz aküamlar Dolmabahçe üzerinden Tophane'den saùa sapp Boùazkesen Caddesinden geldiùi-
317
Yarn Gene Gelin, Gene Otururu2
miz de olurdu. Bu sekiz yl boyunca Keskinlerin sokaùna arabann her sapünda, tpk ilkokul yllarnda, sabahlan okulun sokaùna girdiùim zamanki gibi kalbim hzlanr, mutluluk ile telaü aras bir huzursuzluk duyardm. Tark Bey Çukurcuma'daki binay, Niüantaü'ndaki daireye kira yetiütirmekten bktù için bankadaki parasyla almüt. Keskinlerin dairesinin giriüi ikinci kattayd. Onlarn mülkü olan küçük alt kattan bu sekiz yalda hikâyemize hiç karümayan ve hayalet gibi bir görünüp bir kaybolan kirac aileler geçti. Daha sonra Masumiyet Müzesinin bir parças olacak bu küçük dairenin giriüi yanda, Dalgç Sokak'ta olduùu için orada yaüayanlarla fazla karülaümazdm. Füsun'un bir dönem alt katta dul annesiyle yaüayan ve niüanls askerde olan Ayla adl kzla arkadaülk ettiùini, birlikte Beyoglu'na sinemaya gittiklerini iüitmiü-tim, ama Füsun mahalle arkadaülarn benden saklard. Ben Çukurcuma Yokuüu'na açlan sokak kapsnn zilini çalnca, ilk aylarda kapy bana hep Nesibe Hala açard. Bunun için yukardan aüaù bir merdiven inmesi gerekirdi. Oysa benzeri baüka durumlarda, kap zili aküam vakti de çalnsa, sokak kapsn açmak için aüaùya Füsun yollanyordu hep. Bu kadar bile, daha ilk günden, benim oraya niye gittiùimi herkesin bildiùini bana hissettirmiüti. Ama bazan Füsun'un kocas Feridun'un gerçekten hiçbir üeyden üüphelenmediùini de hissederdim. Tark Bey bambaüka bir âlemde yaüadù için, bana zaten çok az huzursuzluk verirdi. Her üeyden her zaman haberdar olduùunu hissettiùim Nesibe Hala, kapy bana açtktan sonraki tuhaf sessizliùi krmak için bir üeyler söylemeye hep dikkat ederdi. Bu açlü cümleleri, "Bir uçak kaçrlmü duydunuz mu?", "Otobüs kazasn olduùu gibi gösteriyorlar...", "Baübakann Msr ziyaretim takp ediyoruz," gibi televizyondaki haberlerle
ilgili
bir
üev
olurdu
çoùunlukla.
Eùer
haberlerin
baülamasndan önce gelmiüsem, Nesibe Halann her seferinde ayn inançla tekrarladù bir cümlesi var-
318
------- — Yarn Gene Gelin, Gene Otururuz -------------------------------------------------------
di: "Aman, lam zamannda geldiniz, haberler üimdi baülyor!" Bazan da, "Sizin sevdiùiniz sigara böreùinden var," ya da "Bu sabah Füsun ile çok güzel yaprak dolmas sardk, baylacaksnz," gibi bir
\ söylerdi.
M
Bunun durumumun tuhaflùn gizlemek için söylenmiü bir cümle olduùunu düüünürsem, utançla susardm. Çoùu zaman da ona "Sahi mi?" ya da "Aman vaktinde gelmiüim." gibi bir cevap verir, yukar kala çkp eve girer, Füsunu görünce de, o anki mutluluùumu ve utancm gizlemek için sözümü abartl bir heyecanla tekrarlardm. Aman uçak kazasn ben de bir göreyim," demiütim bir keresinde. "Uçak kazas dün oldu Kemal Aùabey," diye cevap vermiüti Füsun. Külar paltomu çkarrken, "Off, ne soùuk hava!" ya da "Mercimek çorbas m var, çok iyi..." gibi bir üey de diyebilirdim. 1977 ûubat'ndan sonra, yukarya sokak kapsn açan bir "otomatik" baùlandù için, açlü cümlesini merdivenleri çkp daireye girerken söylemem gerekiyordu, bu daha zordu. Her zaman göründüùünden daha ince, daha üefkatli olan Nesibe Hala, benim bu açlü cümlesini söyleyip evin sradan günlük hayatna katlamadùm hissederse, bana hemen yardm ederdi: "Aman hemen oturun Kemal Bey, böreùiniz soùumadan," ya da "Adam kahveyi makineli tüfekle taramü, bir de utanmadan anlatyor," gibi bir üey söylerdi. Kaülarm çatarak hemen sofraya otururdum. Yanmda getirdiùim hediye paketleri, eve giriüteki bu skntl anlar atlatmama yardm ederdi,
ilk
yllarda
bunlar,
Füsun'un
sevdiùi
fstkl
baklava,
Niüantaü'nn ünlü börekçisi Latiften alnmü su böreùi, lakerda tarama gibi üeyler olurdu. Paketimi önemsemeden, ama hakknda bir üeyler söyleyerek Nesibe Halaya verirdim. "Ah, niye zahmet ettiniz!" derdi Nesibe Hala. O srada hiç önemsemeden Füsun'un hediyesini verir ya da onunla göz göze gelince göreceùi bir kenara brakr, ayna anda Nesibe Hala ya
319
Yarn Gene Gelin, Gene Otururuz
da cevap yetiütirir, "Dükkânn önünden geçerken, mis gibi börek koktu, dayanamadm!" der, Niüantaü'ndaki bu börekçi hakknda bir-iki cümle daha ederdim. Bu srada snfa geç giren bir öùrenci gibi görünmez olmaya çalüarak hemen yerime oturur ve bir anda kendimi çok iyi hissederdim. Masaya oturduktan bir süre sonra, bir an Füsun ile göz göze gelirdim. Bunlar olaùanüstü mutlu anlard. Eve girdikten sonraki deùil, masaya oturduktan sonraki ilk göz göze gelme an, benim için hem çok mutlu bir and hem de önümüzdeki gecenin nasl geçeceùini hemen anladùm, hissettiùim özel bir an. Füsunun bakülarnda -kaülarn çatyor bile olsa- bir mutluluk, rahatlk görürsem gece de öyle geçerdi. Mutsuz ve huzursuz ise, gülmüyorsa ben de çok gülmez, ilk aylarda onu güldürmeye de çalümaz, kendimi fazla fark ettirmeden orada yalnzca dururdum. Yerim sofrada Tark Bey ile Füsunun arasnda, yemek masasnn televizyona bakan uzun kenarnda, Nesibe Hala'nn karüsndayd. Eùer evdeyse benim yanma Feridun, o yoksa seyrek gelen misafirlerden biri otururdu. Nesibe Hala yemeùin baünda, mutfaùa yakn olmak için, televizyona srtm dönerek otururdu; yemeùin ortasnda, mutfak ile iüi azaldùnda kalkar, benim soluma. Füsun ile arama oturur, böylece televizyonu rahat rahat seyredebilirdi. Sekiz yl burada, Nesibe Hala ile dirsek dirseùe oturdum. Nesibe Hala yanma geçtikten sonra, masann diùer uzun yan boü kalrd. Bu boü yere, aküam eve döndüùünde, bazan Feridun otururdu. O zaman Füsun da kocasnn yanna geçer, Nesibe Hala da Füsun'un yerine otururdu. O durumda televizyonu seyretmek zor olurdu, ama o saatlerde zaten yayn bitmiü, televizyon kapanmü olurdu. Önemli bir televizyon program srasnda ocakta hâlâ piüen bir üey varsa, mutfaùa gidip gelmek gerekiyorsa, Nesibe Hala bu iüi bazan Füsun'a brakrd. Füsun hemen yanndaki mutfaùa elinde tabaklar, tencereler gidip gelirken, benimle televizyon
320
Yarn Gene Gelin, Gene Otururuz
arasna sürekli girip çkard. Babas, annesi ekrandaki filme, bilgi yarümasna, hava raporuna, askeri darbe yapan paüamzn öfkeli bir nutkuna, Balkan Güreü ûampiyonasna, Manisa Mesir Macunu ûenliùi’ne ve Aküehir'in düüman iügalinden kurtuluüunun altmünc yl törenlerine dalmüken, ben güzelimin önümde bir saùa bir sola gidip geliülerini, annesinin babasnn yaptù gibi asl konuyla arama girmiü bir üey gibi deùil, asl konunun bu olduùunu bilerek zevkle seyrederdim. Keskinlerin evine gittiùim 1593 gecede, vaktin büyük bir ksmn sofrada masann uzun ksmnda televizyona bakp oturarak geçirdim. Ama oraya sekiz ylda kaç gün gittiùimi söylediùim rahatlkla, her seferinde orada ne kadar oturduùumu, evde ne kadar kaldùm söyleyemem. Çünkü bu konu bana utanç verdiùi için, dönüü saatimin aslnda evden çkü saatinden çok daha erken olduùuna hep inandrrdm kendimi. Vakti bizlere hatrlatan üey, televizyonun kapanü saatiydi elbette. TRT'nin, Türkiye'nin bütün kahvehanelerinde, kumarhanelerinde seyredilen ve dört dakika süren kapanü töreninde, uygun admlarla yürüyen askerler göndere bayrak çekip onu selamlarken, arkada bir de ústiklal Marü duyulurdu. Her ziyaretimde ortalama saat yedide gelip televizyon yayn bittiùi, bayrak çekildiùi srada, saat on iki civarnda döndüùüm düüünülürse, her gece Füsunlarda beü saat kaldùm çkar ortaya, ama daha da uzun kalrdm. Ziyaretlerimin baülamasndan dört yl sonra, 1980 Eylülü n-de yeni bir askeri darbe daha yapld, skyönetim ilan edildi, gece sokaùa çkma yasaù kondu. Aküam saat onda baülayan bu yasaklar yüzünden, uzun bir dönem Keskinlerin evinden saat ona çeyrek kala, Füsun'u görmeye doyamadan çkmak zorunda kaldm. O gecelerde dönüü yolunda sokaùa çkma yasaùnn baülamasndan önceki dakikalarda üehrin hzla boüalan karanlk sokaklarnda, Çetin'in kullandù arabada süratle ilerlerken, aküam Füsun'u yeterince görememenin acsn hissederdim. ûimdi, yllar sonra, gazetelerde askerlerin ülkenin halinden 321
Yarn Gene Gelin, Gene Otururuz
hoünut olmadklarn, yeni bir askeri darbe daha olabileceùini her okuyuüumda, askerî darbenin kötülüùü olarak aklma ilk Füsun'a doyamadan eve alelacele dönmelerim gelir. Keskinlerle aramzdaki iliüki, yllar boyunca tabii ki çeüit çeüit aüamadan geçti; sohbetlerimizin, beklentilerin, sessizliklerin anlam, orada ne yaptùmz, sanki aklmzda sürekli deùiüti. Benim için deùiümeden kalan tek üey, oraya gidiü nedenimdi: Ben oraya elbette Füsun'u görmeye gidiyordum. Onlarn ve Füsun'un da, bundan hoülandùn varsayyordum. Füsun ve ailesi benim oraya Füsunu görmeye geldiùimi açkça kabul edemeyeceùi için, hepimizce kabul edilen ortak bir baüka nedenimiz vard. Ben oraya, Füsunlarn evine "misafirliùe" gidiyordum. Ama bu muùlak kelime bile inandrc olmadù için, bize daha az huzursuzluk verecek baüka bir kelimeyi içgüdüyle tercih ederdik. Ben Keskinlerin evine haftada dört aküam "oturmaya" gidiyordum. "Oturma" tabirinin, Türk okurlarmn çok iyi bildiùi, ama müzemin yabanc ziyaretçilerinin hemen anlayamayacaù "misafirliùe gelmek", "geçerken uùramak", "birlikte vakit geçirmek" gibi, sözlüklerde vurgulanmayan ama çok yaygn anlamn, özellikle Nesibe Hala sk sk kullanrd. Aküam evden ayrlrken, bana nezaketle hep üöyle derdi Nesibe Hala: "Kemal Bey yarn gene gelin, gene otururuz." Bu sözler, orada aküamlar sofrada oturmaktan baüka bir üey yapmadùmz anlamna gelmezdi. Televizyon seyrediyor, bazan uzun uzun susuyor, bazan çok tatl sohbet ediyor ve tabii yemek yiyip rak içiyorduk. Nesibe Hala, beni aküamlar beklediklerini söylemek için ilk yllarda, seyrek de olsa bu faaliyetleri de hatrlatrd. "Kemal Bey, yarn gene bekleriz, sevdiùiniz kabak dolmasndan yeriz" ya da "Yarn televizyonda buz pateni yarümasn seyrederiz, naklen veriyorlar," derdi. O bunu söylerken ben Füsun'a bir bakü atar, yüzünde onaylayc bir ifade, bir gülümseme görmek isterdim. Nesibe Hala "Gelin otururuz," derse ve 322
Yann Gene Gelin, Gene Otururuz
Füsun bunu onaylarsa, kelimelerin bizi aldatmadùn, yaptùmz asl üeyin birlikte ayn mekânda bulunmak, evet, birlikte oturmak olduùunu düüünürdüm. Oraya asl geliü nedenim olan Füsun ile ayn mekânda bulunma isteùime en saf biçimiyle dokunduùu için, "oturmak"' kelimesi çok yerindeydi. Halk küçümsemeyi iü edinmiü baz aydnlar gibi, Türkiye'de her gece "birlikte oturan" milyonlarca kiüinin bu kelimelerle aslnda hiçbir üey yapmadklarn ortaya koyduklarn asla düüünmez, tam tersi, birbirlerine sevgiyle, dostlukla, hatta tam ne olduklarn bilmedikleri, daha derin içgüdülerle baùl insanlar arasnda "birlikte oturmann" bir ihtiyaç olduùunu geçirirdim aklmdan. Müzemizin bu noktasnda olaylara, o sekiz yla bir giriü ve sayg iüareti olarak, Füsunlarn Çukurcuma'da oturduklar binann ikinci, onlarn evinin ilk katnn maketini sergiliyorum. Üst katta Nesibe Hala'yla Tark Bey'in ve Füsun ile kocasnn odalar, arada da bir banyo vard. Müze ziyaretçisi makete dikkatle baknca, yemek masasnn uzun köüesinde, benim yerimi görür hemen. Müzemizi ziyaret edemeyen merakllar için anlataym: Televizyon hafifçe solda karümdayd; mutfak ise, karümda saùdayd. Arkamda içi dolu bir büfe vard, bazan sandalyemin arka ayaklan üzerinde yaylannca büfeye çarpardm. O zaman içindeki kristal bardaklar, gümüü ve porselen sekerlikler, likör takmlar, hiç kullanlmayan kahve fincanlar, her ona snf ústanbul evinde büfede sergilenen çeümi bülbül küçük vazo, eski saat, çalümayan gümüü bir çakmak ve diùer vr zvr, büfenin camlaryla birlikte bir an titrerdi. Sofradaki herkes gibi, yllarca aküamlar televizyona bakarak oturdum, ama bakülarm hafifçe soluma çevirince Füsun'u rahatlkla görebilirdim. Bunun için baüm ona doùru çevirmeme ya da kprdatmama gerek yoklu hiç. Bu da televizyon seyrederken yalnzca gözlerimi oynatarak kimseye fark ettirmeden uzun uzun Füsun u seyretme imkânn veriyordu bana Bunu çok yaptm, bu konuda uzmanlaütm.
323
Yarn Gene Gelin, Gene Otururuz
úzlediùimiz filmin duygulu, yoùun anlarnda ya da ekranda hepimizi heyecanlandran bir haber baüladùnda. Füsunun yüzünde beliren ifadeyi seyretmekten büyük bir zevk alr; daha sonraki günlerde, avlarda o filmin o en dokunakl sahnesini, Füsun'un yüzündeki ifadeyle birlikte hatrlardm. Bazan filmdeki dokunakl sahneden önce Füsun'un yüzündeki ifade gözümün önünde canlanr (bu Füsun'u özlediùim, aküam yemeùine gitmem gerektiùi anlamna gelirdi), sonra da filmin o sahnesi gelirdi aklma. Sekiz yl boyunca Keskinlerin sofrasnda seyrettiùimiz filmlerin en yoùun, en çok içe iüleyen ve en tuhaf anlar, bu anlara eülik eden Füsunun yüz ifadesiyle birlikte hafzama kaznmütr.
Füsunun
bakünn
anlamn,
hangi
yüz
ifadesinin
filmlerdeki hangi duygulara denk düütüùünü sekiz ylda öylesine iyi öùrenmiütim ki, filmi dikkatle izlemesem bile, Füsun'un yandan göz ucuyla gördüùüm yüz ifadesinden, seyretmekte olduùumuz sahnede ne olup bittiùini çkarabilirdim. Bazan da aür içkiden, yorgunluktan, Füsun ile birbirimize gene küstüùümüz için dikkatle izleyemediùim televizyonda önemli bir üeyler olduùunu, Füsun'un bakülarndan anlardm yalnzca. Masada, Nesibe Hala'nn daha sonra oturacaù yerin yannda, üzerindeki baülù her zaman yamuk duran ayakl bir lamba, onun yannda da L biçimi bir divan vard. Yemekten, içmekten, gülüüüp konuümaktan çok yorulduùumuz baz geceler, Nesibe Hala "Hadi biraz da divanda oturalm," ya da "Kahvelerinizi masadan kalknca vereceùim!" der, o zaman ben, divann büfe kenarndaki ucuna, Nesibe Hala öbür ucuna, Tank Bey de cumbann kenarndaki iki koltuktan yokuü tarafndakine otururdu. Yeni oturduùumuz bu yerlerden ekran iyi görebilmek için televizyonun duruü açsn deùiütirmek gerekir, bunu masann kenarndaki yerini deùiütirmeyen Füsun yapard. Bazan da Füsun televizyonun açsn ayarladktan sonra, divann öbür ucuna, annesinin yanna oturur, anne-kz televizyonu birbirlerine yas-
324
Yann Gene Gelin, Gene Otururuz
lanarak seyrederlerdi. Bazan Nesibe Hala televizyon seyrederken kznn saçlarn, srtn oküar; ben anne-kz arasndaki bu mutlu yaknlù tpk kafesinden ilgiyle bizi izleyen Limon gibi göz ucuyla seyretmekten özel bir haz alrdm. L biçimindeki divann üzerindeki yastklara iyice yaslannca, gecenin ilerleyen saatlerinde, Tark Bey ile birlikte içtiùimiz raknn da etkisiyle bazan uykum gelir; bir gözümle televizyondaki program izlerken, bir gözümle de sanki ruhumun derinliklerini seyreder; hayatn beni getirdiùi tuhaf yerden utanarak, öfkeyle yerimden kalkp evden çkmak isterdim. Bunlar Füsun'un bakülarndan memnun olmadùm, bana az gülümsediùi, umut vermediùi, elimin, kolumun, gövdemin rastlantyla, yanlülkla ona deùmesini soùuk karüladù kötü, karanlk gecelerde hissederdim. Bu anlarda yerimden kalkar, cumbann ortadaki ya da saù yandaki penceresinin perdesini hafifçe aralayarak, Çukurcuma Yokuüu'nu seyrederdim. Nemli, yaùül günlerde, sokaùn parke taülar üzerinde sokak lambasnn üù parldard. Bazan cumbann ortasndaki kafesinde aùr aùr yaülanmakta olan kanarya Limonla ilgilenirdim. Tark Bey ve Nesibe Hala, gözlerini televizyondaki hareketten ayrmadan, Limon hakknda "Yemini yemiü mi?", "Suyunu deùiütirelim mi?", "Bugün keyifsiz galiba," gibi bir üey söylerlerdi. Birinci katta, arkada dar bir balkonu olan bir oda daha vard. Buras gün boyunca daha çok kullanlr, Nesibe Hala dikiülerini burada diker, evdeyse Tark Bey gazetesini burada okurdu. úlk alt aydan sonra, sofrada huzursuzluùa kapldùm, bir aüaù bir yukar yürüme isteùi duyduùum zamanlarda, eùer lambas da yanyorsa, sk sk bu odaya girip balkon penceresinden baktùm, dikiü makinesi, terzi eüyalar, eski gazete ve dergiler, açk dolaplar ve vr zvr kalabalù arasnda durmaktan ve bir süre Füsun özlemimi dindirecek bir eüyay kaüla göz arasnda cebime indirmekten hoülandùm hatrlyorum.
325
Yarn Gene Gelin, Gene Otururuz
Bu odann balkon penceresinden bakarken, hem pencereden yansyan içerideki yemek yediùimiz oday görebilir, hem de arkadaki dar sokaùa sralanmü, yoksul evlerinin içlerini seyredebilirdim. Bu evlerden birinde, üzerinde bir yün gecelik, her aküam uyumadan önce, bir ilaç kutusunu açp içinden bir hap çkarp kutunun içindeki kâùd dikkatle okuyan üiümanca bir kadn birkaç defa uzun uzun seyretmiütim. Kadnn yllarca babamn fabrikasnda çalüan takma elli rahmetli Rahmi Efendinin kars olduùunu, bir aküam arka odaya yanma gelen Füsun'un sözlerinden anladm. Füsun arka odaya, orada ne yaptùm merak ettiùi için geldiùini fsldayarak söylemiüti. Onunla karanlkta, pencerenin önünde yan yana durup bir süre manzaraya baktk. O srada Keskinlere sekiz yl süren aküam ziyaretlerimin kalbinde yatan ve bana kalrsa dünyann bu köüesinde erkek ve kadn olmann da kalbinde yatan sorunu içimde derinden hissettiùim için ayrntlar anlataym: Bana kalrsa, o gece Füsun, masadan kalkp yanma bana yaknlk göstermek için gelmiüti. Yanmda sessizce durup, bu sradan manzaraya bakmas da bunu gösteriyordu. Srf Füsun yanmda olduùu için bana olaùanüstü üiirsel gözüken kiremitlerle çinko damlara, duman hafifçe tüten bacalara, aydnlk pencerelerdeki ailelerin ev içlerinde hareket ediüine bakarken, içimden elimi Füsunun omzuna koymak, ona sarlmak, ona dokunmak geliyordu. Ama Çukrcuma'daki evdeki ilk haftalardaki snrl tecrübem, bunu yaparsam Füsunun bana çok soùuk ve sert davranacaùn, (neredeyse taciz edilmiü gibi) beni iteceùini ya da bir anda srm dönüp gideceùini, onun bu hareketinin bana olaùanüstü ac vereceùini ve bir süre karülkl kuskunluk
oynayacaùmz (yavaü yavaü uzmanlaütùmz
bir oyun), belki bir süre Keskinlere aksam yemeùine bile gitmeyeceùimi söylüyordu bana. Bunu bilmeme raùmen ruhumun derinliklerinden gelen bir üey beni kuvvede
326
-------------------------------------------Yann Gene Gelin, Gene Otururuz ---------------------------------------------------
ona dokunmaya, onu öpmeye, eti azndan ona yandan yaslanmaya itiyordu, kliùim raknn da bunda etkisi vard. Ama içmeseydim de, bu ikilemi içimde acyla ve kuvvetle hissedecektim. kendimi tutup ona dokunmamay baüarrsam -ki hzla bunu
öùreniyordum» Füsun bana daha ela yaklaüacak, belki hafifçe ve "yanlülkla* o bana dokunacak, belki tatl bir-iki söz daha söyleyecekti. Ya da birkaç gün önce söylediùi gibi "Cann skan bir sev mi oldu?" diyecekti. O srada "Gecenin bu sessizliùini, damlarda gezen kedileri çok seviyorum," dedi Füsun ve ben gene ayn ikilemi içimde neredeyse acyla hissettim. ûimdi ona dokunabilir, onu Iltabilir, öpebilir miydim? Bunu çok istiyordum. Belki ilk haftalarda, ilk aylarda -daha sonra yllarca düüündüùüm gibi— bana herhangi bir davette bulunmuyor; liseyi bitirmiü, görgülü, zeki bir kzn, zengin ve âük uzak bir hümna uygarca ve nezaketle söylemesi gereken üeyleri söylüyordu yalnzca. Su anlattùm ikilemle sekiz yl çok düüünmüü, çok kahrolmuüumdur. Pencereden düarya, burada bir resmini sergilediùim gece manzarasna en fazla iki-iki buçuk dakika baktk. Müzegezer bu manzaraya bakarken benim ikilemimi içinde hissetsin lütfen ve Füsun'un bu konuda çok ince ve zarif davrandùn unutmasn. "Bu manzaray yanmda sen olduùun için bu kadar güzel buluyorum," dedim en sonunda. "Hadi, babamlar merak ediyordur," dedi Füsun. "Sen yanmda oldukça, böyle bir manzaraya yllarca mutlulukla bakabilirim," dedim ben. "Yemeùin soùuyor," dedi Füsun ve masaya döndü. Söylediùi sözün soùukluùunun farkndayd. Ben de masaya dönüp yerime oturduktan az sonra, Füsun kaülarn çatmay brakt. Tam tersi iki kere tatllkla, içtenlikle güldü ve daha sonra koleksiyonuma katacaùm tuzluùu bana verirken parmaklarnn benim elime iyice deùmesine izin verdi, her üey de tatlya baùland.
327
56. LøMON FøLMCøLÎK T.A.ù. Üç yl önce Tark Bey, kznn annesinin destek ve onayyla güzellik yarümasna katldùn öùrenince kyametleri koparmü, ama Füsunu çok sevdiùi için aùlayp yalvarmalarna dayanamamü, daha sonraki tepkileri iüitince de, rezaleti hoü gördüùü için piüman olmuütu. Ona göre Atatürk zamannda, Cumhuriyetsin ilk yllarnda yaplan ve kzlarn siyah mayolar giyip, podyuma çkp hem Türk tarihine ve kültürüne olan ilgilerini kantladklar hem de ne kadar modernleütiklerini bütün dünyaya kantladklar güzellik yarümalar iyi üeylerdi. Ama 1970lerde hiçbir kültürü ve terbiyesi olmayan üarkc ve manken aday bayaù kzlarn
katldù
yarümalar
artk
baükayd.
Eski
yarümalarda
sunucular, efendi bir edayla, yarümac kza ileride nasl biriyle evlenmeyi düülediùini sorarlarken, onun bakire olduùunu kibarca ifade etmiü olurlard. ûimdi ise "erkeklerde ne aradklarm" (doùru cevap: karakter) sorarlarken, Hakan Serinkan gibi ylük bir üekilde srtrlard. Tark Bey, kznn böyle serüvenlere bir daha girmesini hiç istemediùini, evinde yaüayan filmci damadna da birkaç kere açkça söylemiüti. Füsun, babasnn kendisinin film yldz olmasna da karü çkmasndan, önüne gizli-açk engeller koymasndan korktuùu için. kocasnn çekeceùi sanat filmi' konusunu Tark Beyin duymayacaù bir üekilde konuüuyor, en azndan öyle yapyormuü gibi fsldaüyorduk. Bana kalrsa Tark Bey, ailesine gösterdiùim ilgiden ve aküamlar benimle içmekten ve sohbetten hoülandù için konuyu duymazlktan geliyordu. Çünkü "sanat film i " konusu ilk yllarda Keskinlere haftada dört aküam niye geldiùimi. Nesibe Halann da çok iyi bildiùi asl nedeni perdelemek için inandrc bir bahaneydi. úlk aylarda damat Feridun un iyi niyetli ve sevimli yüzüne her bakümda, onun hiçbir üeyden haberi olmadùn sanmama raùmen, daha sonra onun da her üeyden haberdar olduùunu, ama karsna güvendi-
328
Limon Filmcilik T.A.û.
ùini, beni ciddiye bile almayp arkamdan alay ettiùini ve tabii (ilminin çekilebilmesi için benim desteùime çok ihtiyac olduùunu düüünmeye baülamütm. Kasm'n sonuna doùru, Füsun'un da yönlendirmesiyle Feridun senaryosuna son üeklini verdi ve yazl metin, prodüktör aday bana, son kararm bildirmem için çatk kaül Füsun'un bakülar altnda resmî bir havayla bir aküam yemeùinden sonra, merdivenlere açlan sahanlkta teslim edildi. "Kemal, bunu anlayüla ve dikkatle okuman istiyorum," dedi Füsun. "Ben bu senaryoya inanyor, sana da güveniyorum. Beni krma." "Hiç krmam, canm. Bu (elimdeki dosyay iüaret ettim) sen oyuncu olacaùn için mi, yoksa film "sanat filmi" (1970'lerde Türkiye'de üretilmiü özel bir kavram) olacaù için mi bu kadar önemli?" "ikisi de." "O zaman sen filmi çekilmiü bil." Mavi Yaùmur adl senaryoda Füsun'a, bana ya da aükmza ve hikâyemize yeni bir ük düüürecek hiçbir üey yoktu: Bu yaz zekâsna ve akll çözümlemelerine sayg duyduùum Feridun, belirli bir kültür ve eùitim düzeyine eriümiü ve Batllar gibi "sanat filmi" yapmay gerçekten çok özleyen, ama bunu bir türlü yapamayan Türk filmcilerinin yanlülar diye bana tek tek anlattù üeyleri (taklit, yapmacklk, ahlakçlk, kabalk, melodram, ticari popülizm vs.) üimdi kendisi niye yapmüt? Skc senaryoyu okurken, sanat hevesinin, tpk aük gibi, aklmz körleütiren, bildiùimiz üeyleri bize unutturan ve gerçekleri bizden saklayan bir hastalk olduùunu düüündüm. Feridun'un ticari kayglarla senaryoya koyduùu Füsun'un soyunacaù (bir kere seviüirken, bir kere Fransz "Yeni Dalga" tarz köpüklü küvette düüünceli bir üekilde sigara içerken, bir kere de rüyasnda bir cennet bahçede gezinirken) üç sahne de zevksiz ve gereksizdi!
329
Umon Filmcilik T.A.û.
Zaten hiç güvenemediùim hu film tasarsna, bu sahneler yüzünden iyice kars olmuütum. Bu konudaki öfkeli kararllùm, Tark Bey'inkinin olabileceùinden de sertti. Film iüini bir s u n
yokuüa sürmem gerektiùi
kararna böylece kesinlikle vardklar sonra da, Füsunla kocasna hemen senaryonun çok iyi olduùunu söyledim, Feridun'u tebrik ettim ve artk harekete geçmeye karar verdiùimi, bunun için bir "prodüktör olarak" (kendimi ciddiye almamla alay ederek bir prodüktör pozu yaptm burada) -Feridun'un önerdiùi gibi- teknik adam ve oyuncu adaylaryla görüümelere hazr olduùumu bildirdim. Böylece kü baünda Füsun'un da katlmasyla üçümüz Beyoùlu'nun arka sokaklarndaki "lokallere", yapmc yazhanelerine, ikinci snf oyuncularn, hevesli yldz adaylarnn, figüranlarn, set iüçilerinin gittiùi, okey oynanan kahvelere ve en çok da aküamüstlerinden geç saatlere kadar yapmc, rejisör ve yar ünlü oyuncularn içki içip yemek yedikleri barlara gitmeye baüladk. Aralklarla ziyaret ettiùimiz bütün bu yerler. Keskinlerin evinden on dakikalk bir yokuü uzaklùndayd ve bu yol bazan bana Nesibe Halann, Feridun'un Füsun ile bu yerlere yürüyüü mesafesinde oturmak için evlendiùini söylediùini hatrlatrd. Baz aküamlar onlar kapdan alrdm, baz aküamlar da anne ve babasyla birlikte yemek yedikten sonra üçümüz, ben, Feridun ve onun koluna giren Füsun, birlikte Beyoglu'na çkardk. En çok gittiùimiz Pelür Bar'a, film yldzlaryla yldz olmak isteyen kzlarla karülaümak isteyen yeni zenginler, ústanbul’da iü hayatna atlan ve eùlenmek isteyen taüral aùa çocuklar, yar ünlü gazeteciler, film eleütirmenleri ve dedikodu yazarlar geliyordu. Kü boyunca, yazn da gördüùümüz filmlerde yardmc rollerde oynamü pek çok kiüiyle (bu
arada
namussuz
muhasebeci
rolünde
yazn
seyrettiùimiz
Feridun'un kaytan bykl arkadaüyla da) tanütk ve birbirleri hakknda acmaszca dedikodu yapan, herkese hayat hikâyesini ve film tasarsn anlatan ve birbirlerini her gün görmeden yapamayan bu sevimli, öfkeli ve
330
umudunu henüz tüketmemiü insanlardan yaplmü cemaatin parças olduk. Çok sevilen Feridun, kimisine hayran olduùu, kimisine yardmclk ettiùi ve hep iyi geçinmek istediùi bu sinema insanlarnn masalarna gidip saatlerce oturduùu için, biz Füsunla masamzda sk sk baü baüa kalrdk, ama bunlar beni mutlu eden özel zamanlar olmazd. Füsun, Feridun yanmzdayken takndù "Kemal Aùabeyli" yar masum yan sahte dili ve kiüiliùi çok seyrek olarak brakr, benimle içtenlikle konuüursa, söyledikleri, masamza oturup kalkan adamlarla ve gelecekteki film hayatyla ilgili benim de dikkat etmem gereken bir uyar olurdu. Raky fazla kaçrdùm ve gene baü baüa kaldùmz bir aküam, Füsun'un film hayalleriyle küçük hesaplarndan sklmü, bir an onu da etkileyecek bir gerçeùi gördüùümü sanmü, söyleyeceklerime onun da ikna olacaùn içtenlikle hissetmiütim. "Canm, gir koluma, bu berbat yerden hemen üimdi birlikte çkalm,*' demiütim. "Paris'e ya da dünyann öbür ucuna, Patagonya'ya gidelim. Bütün bu insanlar unutalm ve ikimiz sonsuza kadar mutlu olalm." "Kemal Abi, hiç olur mu? Artk hayatlarmz ayr yollara girdi," demiüti Füsun. Bara her gün gidip gelen ve kendilerine "Biz burada kadroluyuz," diyen sarhoü kalabalk, birkaç ay sonra Füsun'u genç ve güzel gelin olarak benimsemiü, beni de sanat filmi çektirmek isteyen "iyi niyetli salak milyoner" olarak üüphe ve alayclkla kabul etmiüti. Ama bizleri tanmayanlar, tanyp da gene de bir kere Füsun'a aslp üansn denemek isteyen sarhoülar, bar bar gezerken uzaktan onu görenler ve hayat hikâyelerini baükalarnn öùrenmesini saplantl bir üekilde arzulayanlar (çok büyük bir kalabalkt bu takm) bizi çok az yalnz brakrlard.
Ellerinde
rak
bardaù
masamza
oturup
hemen
konuümaya baülayan yabanclarn beni Füsun'un kocas sanmalar hoüuma gider; Füsun ise, her seferinde kalbimi kran bir özenle, kocasnn "ora-
331
------ Limon Filmcilik T.A.ù
daki masada oturan üiüman" olduùunu gülümseyerek söyler; bu da yeni misafirinin de beni adamdan saymayp ona umutsuzca aslmas sonucunu verirdi. Herkesin aslmas baüka türlüydü. Kimisi fotoromanlar için onun gibi "masum yüzlü Türk tipi güzel esmer" aradùn söyler; kimisi çekimine az sonra baülanacak yeni bir Hazreti úbrahim filminde baü kadn oyuncu rolünü hemen teklif eder; bazs hiç konuümadan saatlerce gözlerinin içine bakar; bazs her üevin maddileütiùi bu para dünyasnda, hiç kimsenin durup fark etmediùi küçük inceliklerden ve güzelliklerden söz açar; bazlar hapisaneye düümüü çilekeü üairlerden aük, özlem ve vatan üiirleri okurken, uzak masalarda oturanlar ya hesabmz öder ya da bir tabak meyve yollarlard. Benim yokuüa sürmem ve isteksizliùim yüzünden
kü
sonunda
artk
daha
seyrek
gittiùimiz
Beyoùlu
mekânlarnda her seferinde karülaütùmz, filmlerde gaddar gardiyan, kötü kadnn nedimesi rollerini oynayan iri yar bir kadn vard. Evinde verdiùi ve "Füsun gibi pek çok okullu, kültürlü genç kzn" katldù dans partilerine onu çaùrr; pantalon askl, papyonlu, koskocaman göbekli ksack bir ihtiyar eleütirmen de akrep misali çirkin elini Füsun'un omzuna koyup onu "çok çok büyük bir üöhretin" beklediùini, belki de uluslararas üne ulaüan ilk Türk film yldz olacaùn söyleyerek admlarn dikkatli atmas öùüdünü verirdi. Füsun doùru-yanlü, ciddi-saçma bütün film ve fotoroman ve modellik tekliflerini ciddiyetle dinler, herkesin adn aklnda tutar, tandù ünlü-ünsüz bütün film oyuncularn, tezgâhtarlk yaparken öùrendiùini sandùm bir ölçüsüzlükle abartl ve hatta bayaù övgülere boùar, bir yandan herkesi memnun etmeye çalürken, bir yandan da tam tersi bir üeyi yapmaya, herkese ilginç gözükmeye çalür ve bu yerlere hep birlikte daha çok gitmemizi isterdi. Ona her iü teklifi yapana telefonunu vermemesini, babasnn iüitirse çok huzursuz olacaùn söylediùimde, önce ne yaptùn bildiùini, Feridun'un filmi bir zorluk çkar da
332
Limon Filmcilik T.A.ù.
çekilmezse, artk baüka bir filmde oynamay düüündüùünü öfkeyle söylemiüti bir kere. Benim çok kederlenerek baüka bir masaya gitmemden az sonra, Feridun'u alp yanma gelmiü, "Geçen yazki gibi üçümüz yemeùe gidelim," demiüti. Yavaü yavaü, ama biraz da utançla bir parças olmaya alütùm bu film ve bar cemaatinden iki yeni arkadaü edinmiütim, dedikodular onlardan alyordum. Biri, Sühendan Yldz, ilk Türk estetik cerrahi denemelerinden birisiyle burnu parçalanarak tuhaf ve itici bir biçime sokulmuü, ama bu burnun verdiùi "kötü kadn" kimliùiyle tannan orta yaül bir kadn oyuncuydu. Diùeri, Salih Sanl, yllarca otoriter subay ve polis rollerinde oynadktan sonra, üimdi ekmek paras için yan meüru yerli porno filmlere dublaj yapan ve bu srada baündan geçen gülünç üeyleri hrltl sesiyle güle öksüre anlatan bir "karakter oyuncusu "ydu. Birkaç yl içinde yalnz Salih Sanlnn deùil, Pelür Bar'da tanüp ahbaplk ettiùimiz oyuncularn büyük çoùunluùunun yerli porno film sanayiinde çalütùn, tpk insann arkadaülarnn çoùunun gizli örgüt üyesi olduùunu öùrenmesi gibi üaürarak öùrenmiütim. Hanmefendi tavrl orta yaül kadn yldzlar, Salih Bey gibi karakter sahibi oyuncular yurtdündan gelen çok da edepsiz olmayan filmlere ekmek paras
için
dublaj
yapar,
seviüme
sahnelerinde
filmin
tam
gösteremediùi ayrntlar akla getiren abartl seviüme sesleri çkarr, çùlklar atarlard. Çoùu evli, çocuklu ve ciddiyetleriyle tannan bu oyuncular, bu iüi ekonomik bunalm srasnda "sinema dünyasndan kopmamak" için yaptklarn arkadaülarna söylerler, ama baüta aileleri herkesten de gizlerlerdi. Yine de özellikle taürada, tutkulu hayranlar onlar seslerinden tanr ve ya nefret ya da iltifat mektuplar yollarlard. Daha gözükara ve para hrsls oyuncular ve çoùu Pelür müdavimi olan baüka baz prodüktörler ise, tarihe "ilk Müslüman porno filmleri" olarak geçmesi gereken yerli filmleri o günlerde çekmiülerdi. Çoùu seks ile mizah karütran
333
Limon Filmcilik T.A.ù.
bu filmlerin seviüme sahnelerinde kalplaümü ayn abartl çùlklar gene atlr, Avrupa'dan kaçak gelmiü kitaplardan öùrenilmiü bütün seviüme pozisyonlar bir bir taklit edilir, ama kadn-erkek bütün oyuncular, tpk dikkatli, ihtiyatl bakire kzlar gibi donlarn asla çkarmazlard. Hep birlikte Beyoglu'na, sinemaclarn takldù mekânlardan birine çktùmzda, en çok da Pelür'de Füsun ile Feridun yeni insanlarla tanümak, piyasay öùrenmek için masa masa gezerlerken, ben orta yaül bu iki yeni arkadaümn özellikle kibar Sühendan Hanimin "dikkatli olmam" için yaptù bütün uyarlar dinlerdim. Mesela, üuradaki sar kravatl, tiril tiril ütülü gömlekli, badem bykl, beyefendi görünüülü prodüktör ile Füsun'un konuümasn bile yasaklamalydm, çünkü bu ünlü prodüktör Atlas Sinemas'nn üst katndaki ünlü yazhanesinde otuz yaündan genç herhangi bir kadnla yalnz kaldùnda, hemen kapy kilitleyip kadnn rzna geçer, daha sonra aùlayan kadna filmlerinde baürol teklif eder, filmin çekimine baülandùnda ise, baürol diye sözü edilen üeyin üçüncü snf bir rol -iyi kalpli Türk zengininin evinde dolaplar çevirerek herkesi birbirine düüüren Alman dad rolüolduùu çkard ortaya. Ya da Feridun'un sürekli yanna sokulup üakalaütù, sanat filmine teknik destek verecek diye her üakasna güldüùü eski patronu prodüktör Muzaffere dikkat etmeli, en azndan Feridun'u uyarmalydm. Çünkü bu arsz adam, çok deùil, iki hafta önce, gene Pelür Bar'da, gene ayn masada, bu sefer Füsun ve kocasyla deùil, sürekli ticari rekabet halinde olduùu orta boy iki film üirketinin patronuyla, önümüzdeki bir ay içinde Füsun u ekle edeceùi konusunda bir üiüe kaçak Fransz üampanyasna bahse girmiüti. (Batl ve Hristiyan bir lüks maddesi olarak üampanya fetiüizmi dönemin filmlerinde çok vard.) Yllarca filmlerde sradan kotu kadn (üeytani deùil) oynayan ve magazin basnnn Türk milletine H a i n Sühendan diye tanttù ünlü yldz bana bu hikayeleri anlatrken, bir yandan da elindeki uzun orgu üü-
334
Limon Filmcilik T A ù .
Üç yaündaki sevimli torunu için. örneùini bana gösterdiùi Burçta dergisinden aldù, üç renkli külk bir yün kazak örüyordu. Kucaùnda krmz, yeüil ve lacivert yün çileleriyle bar köüelerinde leriyle
oturmasyla alay edenlere, "Ben yeni iü beklerken sz sarhoülar gibi boü oturmuyorum," der ve hanmefendiliùi bir an rahatlkla brakp bir de sunturlu küfür savururdu. Pelür gibi yerlerde. aküam saat sekizden sonra bütün aydnlar, filmciler ve küskün yldzlar iyice sarhoü olunca kaçnlmas imkânsz olan bu tür kabalklardan huzursuz olduùumu gören olgun dostum Salih Sarl, yllarca oynadù adil ve idealist polis rollerini hatrlatan romantik bir havayla gözlerini benden kaçrarak uzaklara, uzak masalardan birinde gülüüerek oturan Füsun'a dikmiü ve kendisi benim gibi çok zengin bir iüadam olsayd, artist olsun diye güzel akrabasn bu tür yerlere -oturup içliùimiz Pelür Bar kastediyordu- asla götürmeyeceùini söylemiüti. Bu elbette kalbimi krmüt. Bunun üzerine ben de, aklmdaki "Füsun'a kötü gözlerle bakan erkekler" listesine oyuncu dublajc dostumun adn da eklemiütim. Hain Sühendan da, bir daha hiç unutamadùm bir laf etmiüti bir keresinde: Krmzl, yeüilli ve lacivertli bir kazak ördüùü torununu doùuran kendi kz gibi iyi, çok iyi bir anne olabilecek yaütayd ve çok tatl, cici ve iyi bir insand akrabam güzel Füsun. Bizim burada ne iüimiz vard? Bu endiüelere gün geçtikçe ben de kapldùm için, 1977 baünda, Feridun'a artk film için teknik ekip konusunda bir karara varmas gerektiùini hissettirdim. Her geçen hafta Füsun Beyoùlu barlarnda, sinemac mekânlarnda yeni arkadaülar ediniyor; bu arkadaülarn hayranlù, yeni iü teklifleri, fotoroman ve reklam çekimi önerileri getiriyordu. Oysa ben hemen her gün, ksa bir süre içerisinde Füsun'un Feridun'dan ayrlacaùn gerçekçi bir havayla düüünüyor; Füsun'un tatl, arkadaüça gülümsemelerinden, bana dokunup kulaùma eùlenceli hikâyeler fsldamalarndan bu günün çok yakn olduùunu hissediyor-
335
Limon Filmcilik T.A.ù.
dum. Feridun'dan ayrldktan hemen sonra evlenmeyi düüündüùüm Füsunun bu dünyaya çok fazla girmemesi, onun için de iyi olacak, diyordum kendi kendime. Füsun'u bu insanlarla düüüp kalkmadan da oyuncu yapardk. Feridun'un Füsun ile birlikte artk bu iüleri Pelür Bar'dan deùil, bir yazhaneden yönetmesinin daha iyi olacaùna o günlerde karar verdik. Artk öngörüümeler yeterince ilerlemiüti, Feridun'un yapacaù filmler için bir de üirket kuracaktk. Füsun'un önerisiyle, üirkete gülüüerek kanaryamz Limonun adn verdik. Sevimli kuüun resmini de koyduùumuz bu küçük kartvizitten anlaülacaù gibi, Limon Film'in yazhanesi Yeni Melek Sinemasnn hemen bitiüiùindeydi. Özel bir hesabm olan Ziraat Bankas'nn Beyoùlu üubesine, her ay baü Limon Film'e 1200 lira yatrlmasn emrettim. Satsattaki en yüksek maaül iki müdürümün aldù toplam paradan biraz yüksekti bu miktar ve yarsn Feridun üirket müdürü olarak alacak, geri kalanla da kiray ödeyecek ve filmin masraflarn karülayacakt.
57. KALKIP GøDEMEMEK Hiç acelesi olmadùna her geçen gün daha da çok inandùm filmin çekimine baülamadan önce, Feridun'a Limon Film üzerinden para vermeye baülamak içimi rahatlatmüt. Artk Füsunlara giderken biraz daha az utanyordum. Ya da daha doùrusu baz aküamlar Füsun'u görmek için karü koyulamayacak güçte bir istek duyarken, ayn anda ruhumda ayn güçle bir utanç uyannca, artk onlara para verdiùimi, bu yüzden onlardan utanmamam gerektiùini söylerdim kendime. Füsunu görme isteùi aklm öylesine köreltmiüti ki, verdiùim parann duyduùum utanc hangi mantkla hafiflettiùini kendime sormazdm bile 1977 baharnda Niüantaü nda, bir aküam yemek vak-
34ü
Kalkp Gtdememek
tine doùru, annemle televizyona bakarken, gene ayn istekle ayn utanç arasnda ikiye bölünüp koltukta (babamn yeri) taü kesilip, hiç kprdamadan yarm saat oturduùumu hatrlyorum. Annem, aküamüstleri beni evde gördüùü zamanlarda hep söylediùi üeyi söylemiüti: "Bir aküam otur da, karülkl üöyle bir yemek yiyelim." "Hayr, çkacaùm anneciùim..." "Aman ne kadar çok eùlence varmü bu üehirde. Her aküam yetiüiyorsun." "Arkadaülar çok rica ettiler, anneciùim." "Senin annen deùil, arkadaün olmalymüm. Yapayalnz kaldm hayatta... Bak ne diyeceùim... Bekri hemen gidip aüaùdan Kazm'dan pirzola alsn, sana zgara yapsn. Benimle yemeùe otur. Pirzolan ye, sonra gidersin arkadaülarna..." "Hemen üimdi inerim kasaba," dedi mutfaktan annemi iüiten Bekri Efendi. "Yok anneciùim, bu Karahanlarn oùlunun önemli daveti," diye uydurdum. "Benim niye hiç haberim yok?" dedi annem hakl bir üüpheyle. Sk sk Füsunlara gittiùimi annem, Osman, kim ne kadar biliyordu? Bunlar düüünmek
istemezdim.
Füsunlara
gittiùim
aküamlar,
srf
üüphelenmesin diye bazan önce evde annemle oturup aküam yemeùi yer, sonra bir de Füsunlarda yerdim. Böyle gecelerde, Nesibe Hala karnmn tok olduùunu hemen anlar, "Kemal, bu aküam hiç iütahn yok, türlüyü sevmedin mi?" derdi. Bazan da evde aküam yemeùini annemle yer, Füsun'a duyduùum özlemin en üiddetli olduùu saatleri atlatrsam, o aküam kendimi tutup evde oturabileceùimi zannederdim, ama yemekten bir saat ve iki kadeh rak sonra özlemim öyle artard ki, annem bile durumu fark ederdi. "Gene baüladn bacaklarn sallamaya, çk sokaùa biraz yürü gel istiyorsan," derdi. "Aman uzaklara gitme, sokaklar da tehlikeli oldu artk." 337
- Kalkp Gidememek
Soùuk Savaü'n bir uzants olarak ústanbul sokaklarnda birbirlerini vuran
inançl
milliyetçilerle
inançl
komünistlerin
çalümasyla
hikâyemi uzatmak istemem. O yllarda sokaklarda sürekli cinayetler iülenir, gece yarlan kahvehaneler taranr, üniversitelerde her iki günde bir iügal-boykot gibi üeyler yaüanr, bombalar patlar, bankalar militanlarca soyulurdu. ûehrin bütün duvarlar üst üste yazlmü sloganlarla rengârenkti. ústanbul'un büyük çoùunluùu gibi ben de siyaset ile hiç ilgilenmez, sokaklarda birbirlerini öldürenlerin savaünn kimseye yarar olmayacaùn düüünür, siyasetin takmlar halinde hareket eden ve bizlere hiç benzemeyen acmasz baz özel insanlarn meügalesi olduùunu hissederdim. Düarda beni beklemekte olan Çetin'e arabay dikkatli sürmesini söylerken siyasetten, deprem ya da sel benzeri bir doùal afetmiü ve biz sradan vatandaülarn kendimizi ondan uzak tutmaktan baüka yapacak bir üeyimiz yokmuü gibi söz ederdim. Evde duramadùm her aküam -ki aküamlarn çoùu böyleydiKeskinlere gitmem gerekmezdi. Bazan gerçekten davetlere gider, bazan Füsunu bana unutturabilecek hoü bir kzla tanürm diye umutlanr, bazan da arkadaülar arasnda içip gevezelik ederek mutlu olurdum. Zaim'in beni götürdüùü bir davette ya da sosyeteye yeni girmiü uzak bir akrabamn evinde Nurcihan ile Mehmet'e rastladùm zaman, ya da Tayfun'un beni sürüklediùi bir gece kulübünde gece yars eski arkadaülarla karülaüp çoùu útalyan ve Fransz üarklarndan çalnt Türkçe pop parçalarn dinlerken yeni bir üiüe viski açtrdùmzda, eski saùlkl hayatma yavaü yavaü geri dönmekte olduùum gibi yanlü bir düüünceye kaptryordum kendimi. Derdimin ciddiyetini ve derinliùini Füsunlara gitmeden önce hissettiùim kararszlk ve utançtan deùil, onlarla uzun uzun masada oturup aküam yemeùi yiyip televizyon seyrettikten sonra, gece eve dönüü vakti gelince kapldùm hareketsizlik ve kararszlktan anlardm en çok. Bu sekiz ylda durumuma uygun
338
Kalkp Gidernemek
hissetmem gereken ve doya doya hissettiùim genel utanç duygusundan baüka, bir de özel bir baüka utançla uùraütm: Kimi aküamlar kalkp Çukurcuma'daki evden bir türlü çkamamamn utancyd bu. Televizyon yayn, her aküam on bir buçuk-on iki civarnda bayrak, Antkabir ve "Mehmetçiklerin" görüntüleriyle bitip, arkasndan beliren bulank görüntü de -sanki yeni bir program orada yanlülkla belirebilirmiü gibi- bir süre seyredildikten sonra. Tank Bey "Füsun, kzm, kapa artk üunu," der ya da Füsun kendiliùinden televizyonu bir dokunuüta kapatrd. Simdi çözümlemek istediùim özel strabm, iüte o zaman baülard. Bu, hemen kalkp gitmezsem onlar da çok rahatsz edeceùim duygusuydu. Bunun ne kadar hakl ya da haksz bir duygu olduùunu düüünemezdim. Hemen "Birazdan kalkarm," derdim kendi kendime. Çünkü televizyon kapanr kapanmaz "iyi aküamlar" bile demeden giden misafirlerin, televizyonlar olmadù için gelip son program bitince hemen çkp giden komüularn arkasndan iùneli sözlerle
konuütuklarn
çok
duymuütum.
Onlar
gibi
olmak
istemiyordum. Elbette benim aküamlan televizyon seyretmek için deùil, Füsun'a yakn olmak için geldiùimi biliyorlard, ama geliüime resmî bir hava vermek için bazan telefon edip Nesibe Halaya "Geleyim de televizyon seyredelim bu aküam. Tarihten Sayfalar var!" dediùime göre, televizyon program bitince kalkp gitmem gerekirdi. B u yüzden televizyon kapatldktan sonra biraz daha oturur, sonra kalkmam gerektiùini gittikçe artan bir yoùunlukla aklmdan geçirmeye baülardm, ama bir türlü yapamazdm bunu. Masadaki yerime ya da daha sonra geçtiùim L biçimindeki divandaki köüeme yapütrlmü gibi hiç kprdamadan oturur, utançla hafifçe terlerken anlar birbirini izler, duvar saatinin tkrts huzursuzluk veren bir gürültüye dönüüür, "ûimdi kalky o r u m ! " diye kendi kendime krk kere tekrarlar, ama gene harekele geçemez, yerimde hiç kprdamadan otururdum.
339
Kalkp Gidememek
Yllar sonra hile hu tutukluùumun gerçek nedenini -tpk yaüadùn aük gibi- doyurucu bir üekilde açklayamyorum da, o srada irademi kran aüaùda numaraladùm baüka nedenler geliyor aklma: 1. Benim her "Artk kalkaym elendim ben," deyiüimden sonra, ya Tank Bey ya da Nesibe Hala, mutlaka "Aa, durun daha Kemal Bey, ne güzel oturuyorduk!" der, beni tutarlard. 2. Onlar bunu söylemezse, Füsun tatl tatl gülümseyerek ve esrarengiz bir üekilde bakarak aklm daha da karütrrd. 3. Derken bin mutlaka yeni bir hikâyeye baülar ya da yeni bir konu açard. O zaman bu yeni hikâye bitmeden kalkarsam ayp olacaù için, yirmi dakika daha huzursuzluk içinde otururdum. 4. Bu arada Füsun ile göz göze gelince vakti unutur, sonra saatime çaktrmadan bir bakü atnca yirmi dakika deùil, krk dakika geçmiü olduùunu telaüla görür, gene "Kalkyorum efendim ben," der, ama gene kalkamazdm. Yerimden kalkamaynca zayflùma, hareketsizliùime öfkelenir,
öyle
derin
bir
utanç
duyardm
ki,
yaüadùm
an
dayanlmayacak kadar aùrlaürd. 5. O zaman aklm orada biraz daha oturmak için yeni bir bahane arar, kendime biraz daha süre tanrdm. 6. Tark Bey kendine bir kadeh rak daha almü olur, belki benim de ona katlmam gerekirdi. 7. Saatin tam on iki olmasn bekleyip "Saat on iki olmuü, artk kalkaym," dersem, çküm da kolaylaütrmü olurdum. 8. Belki kahvede Çetin üimdi tam sohbetin ortasndayd, biraz bekleyebilirdim. 9. Zaten aüaùda sokakta, kapnn önünde mahalleli gençler oturmuü sigara içiyor, sohbet ediyorlard, tam o srada çkarsam hakkmda dedikodu ederlerdi. (Keskinlere gidip gelirken karülaütùm mahalleli gençlerin büründüùü sessizlik beni yllarca huzursuz etti, ama Feridun ile aramn iyi olduùunu gördükleri için onlarn da "mahallenin namusu" diyecek halleri yoktu.) Feridun'un varlù da yokluùu da huzursuzluùumu artrrd.
340
Kalkp Gidememek
Füsunun bakülarndan durumumun zorluùunu zaten anlyordum. Daha zoru Füsun'un bakülaryla bana umut vermesi, acmn uzamasyd. Feridun'un karsna çok güvendiùini aklmdan geçirince, çok mutlu bir evlilikleri olduùu sonucunu çkarr, daha çok ac çekerdim. En iyisi Feridun'un ilgisizliùini tabularla ve gelenekle açklamakt. Annesinin ve babasnn önünde evli bir kadna deùil aslmann, yan bakmann bile özellikle yoksullar ve taürallar arasnda ölüm nedeni olduùu bir ülkede, benim bir aile mutluluùu havas içerisinde televizyon seyrederken her aküam Füsun ile krütrmay aklmdan bile geçirmeyeceùimi Feridun'un düüünmesini ben de aslnda makul buluyordum. Duyduùum aük ve oturduùumuz aile sofras o kadar çok incelikle ve yasakla çevrilmiüti ki, her üeyimden Füsun'a srlsklam âük olduùum anlaülsa bile, hepimiz böyle bir aükn olamayacaùn kesinlikle biliyormuü "gibi yapmak"la yükümlüydük. Bu yükümlülüùümüzü asla bozamayacaùmzdan da emindik. Bunu fark ettiùim zamanlarda Füsun'u hassas yasaklar ve törelere raùmen deùil, onlar sayesinde bu kadar çok görebildiùimi anlardm. Hikâyemin bu çok önemli noktasna dikkat çekmek için, ayn üeyi baüka bir örnekle anlataym: Kadn-erkek iliükilerinin daha açk olduùu, kaçgöç, mahrem gibi üeylerin olmadù modern bir Bat toplumunda, ben haftada dört-beü kere Keskinlerin evine gitsem, tabii ki herkes en sonunda benim oraya Füsun'u görmek için geldiùimi kabul etmek zorunda kalrd. O zaman da kskanç koca beni durdurmak zorunda kalrd. Bu yüzden de öyle bir ülkede, ne ben onlar görebilirdim ne de Füsun'a olan aükm yaüadùm biçimi alabilirdi. Feridun o gece evde kalmüsa, vakti gelince kalkp gitmem çok zor olmazd. Feridun, filmci arkadaülaryla çkmüsa, geç saatte, televizyon kapandktan sonra "Bir çay daha için," ya da "Oturun lütfen Kemal Bey biraz
daha!"
gibi
sözlerin
her
düüünemeden otururken, kendimi Fe-
341
gece
nezaketen
söylendiùini
Kalkp Gidememek
ridun'un geliüine göre ayarlayacaùm derdim kendime. Ama Feridun'un geliüinden önce mi sonra m kalkmam gerektiùine bile, bu sekiz yl boyunca tam karar veremedim. ilk aylarda, ilk yllarda gece Feridun gelmeden önce kalkmamn çok daha iyi olacaùn hissederdim. Çünkü Feridun içeri girip de göz göze geldiùimiz o ilk anlarda, kendimi çok ama çok kötü hissederdim. O gecelerde Niüantaü'na, eve döndükten sonra uyuyabilmek için en az üç kadeh rak daha içmem gerekirdi. Üstelik Feridun gelir gelmez kalkmak, ondan hoülanmyorum, oraya Füsun'u görmeye geliyorum demek olacakt. Bu yüzden Feridun geldikten sonra, en azndan bir yarm saat daha oturmam gerekir, bu da elimi kolumu iyice baùlar, içimdeki utanc daha da artrrd. Feridun gelmeden önce gitmek ise, suçumu, utancm kabul etmek, düpedüz ondan kaçmak demekti. Bunu yaküksz bulurdum. Avrupa romanlarnda kontese açkça kur yaparken kont gelmeden az önce üatodan svüan üerefsiz çapknlar gibi davranamazdm ben! Demek ki Feridun gelmeden önce kalkabilmem için benim gidiü saatimle onun geliüi arasnda uzunca bir süre olmalyd. Bu da, iyice erken bir vakit Keskinlerin evinden çkmam demekti. Bunu yapamyordum. Geç saatte kalkamyordum. Erken saatte hiç kalkamyordum. Koltuùumdan hiç kalkmadan oturur, karaya oturmuü bir gemi, bir beceriksizlik ve utanç yùn olarak dururdum. Füsun ile göz göze gelmeye, kendimi biraz daha iyi hissetmeye çalürdm. Kalkp gidemediùimi ve sandùm gibi ksa bir süre sonra da gidemeyeceùimi zihnimin berrak bir annda iyice kavraynca, hareketsizliùim için yeni bir bahane daha bulurdum. 10. Feridun'u bekleyeyim, onunla senaryo iüindeki filanca sorunu konuüurum, derdim kendi kendime. Feridun eve döndükten sonra, bunu birkaç kere denedim ve onunla konuümaya çalütm. "Sansür Kurulundan daha çabuk haber almann bir yolu varmü Feridun Duydun mu?" demiütim bir kere. Tan bu cümle
342
Kalkp Gidememek
olmasa da. ona benzer bir sev söylemiütim ve ayn masada hemen buz gibi bir sessizlik olmuütu. "Panayot'un kahvesinde Erler Filmcilerin toplants vard," demiüti Feridun.
Sonra Amerikan filmlerinde iüten eve dönünce karsn yar içlen, yar ezberlenmiü bir hareketle öpen kocalar gibi Füsunu Öpmüütü, Bazan bu öpüülerin hakiki olduùunu, Füsun'un da ona sarlmasndan anlar; maneviyatm fena bozulurdu. Feridun çoùu aküam film dünyasndan yazarlar, çizerler, set iüçileri, kameramanlarla kahvelere taklyor, evlerdeki buluümalara gidiyor, çeüit çeüit nedenden çoùu birbirleriyle kavgal bu dedikodulu, gürültülü ve dertli insanlarla yoùun bir cemaat hayat paylaüyordu. Sürekli yiyip içip birlikte eùlendiùi bu insanlarn kavgalarn ve hayallerini Feridun fazla önemser, filmci arkadaülarnn geçici sevinçleriyle kolayca mutlu olduùu gibi umutsuzluklaryla da bir anda kahrolurdu. Bunlar gördüùüm zamanlar, benim geldiùim geceler, Füsun kocasyla çkamad, eùlenceye gidemedi diye boüu boüuna dertlendiùime karar verirdim. Zaten benim gelmediùim geceler, haftada bir-iki kere Füsun ük gömleklerinden birini giyiyor, benim aldùm kele-bekli broülardan birini takyor, kocasyla Beyoglu'na çkp Pelür, Perde gibi yerlerden birinde saatlerce oturuyordu. Daha sonra ben o gece ne yaptklarn Feridun'dan ayrntlaryla öùreniyordum. Feridun da, ben de, Nesibe Halann da Füsun'un bir an önce iyi-kötü film iüine girmesini çok istediùini biliyorduk. Öte yandan, bu konular Tark Beyin önünde tartümann uygun olmayacaùnn da farkndaydk. Tark Bey sessizce "bizim" tarafmzdayd, ama onu bu iülerle yüzleütirmemeliydik. Buna raùmen ben, Tark Bey'in benim Feridun'un iülerini
desteklediùimi
bilmesini
de
istiyordum.
Limon'un
kurulmasndan ancak bir yl sonra, Feridun'dan, kaynpederinin benim damadna verdiùim desteùin farknda olduùunu öùrenebildim.
Kalkp Gidememek
Aradaki bir ylda, Feridun ile Keskinlerin evinin dünda bir iü arkadaülù, hatta kiüisel bir dostluk kurdum. Arkadaü canls, makul ve çok da içten biriydi Feridun. Arada bir Limon Film yazhanesinde buluüur, senaryodan, Sansür Kurulu'nun çkardù dertlerden. Füsunun karüsnda
oynayabilecek
erkek
baü
oyuncu
adaylarnn
kim
olabileceùinden de söz ederdik. ûimdiden iki çok ünlü ve yakükl erkek oyuncu Feridun'un sanat filminde oynamak için hazr olduklarn söylemiülerdi, ama Feridun ile ben onlara üüpheyle bakyorduk. Tarihî filmlerde Bizansl papazlar öldüren, bir üamarla krk haydutu deviren bu palavrac zamparalara insan olarak hiç güvenmiyor, Füsun'a hemen aslacaklarn biliyorduk. Kara bykl bu ümark oyuncularn önemli bir meslek hüneri de, birlikte film çevirdikleri kadn oyuncularla, daha on sekiz yaüna basmamü yldzlarla bile hemen yattklarn ima eden çift anlaml açklamalar yapmalaryd. "Filmdeki öpüümeler gerçek oldu" ya da "Sette geliüen yasak aük" gibi gazete baülktan, hem filmin yldzlarn meühur ettiùi hem de kalabalklar sinemalara çektiùi için, film iüinin önemli
bir
parçasyd;
ama
Feridun
ile
ben
Füsun'u
böyle
çirkinliklerden uzak tutmak niyetindeydik. Füsun'u koruyan bu cinsten ortak bir karara vardùmzda, Feridun'un kaybedeceùi paralar da göz önünde tutarak, Limon Film'in bütçesine Satsat'tan biraz daha para yollatrdm. O günlerde Füsun'un bir davranü da beni çok endiüelendirmiüti Bir aküam Çukurcumadaki eve gittiùimde Nesibe Hala, Feridun ile birlikte Füsunun da Beyoglu'na çktùm özür diler gibi söyledi bana. Hiç renk vermeden, kederimi içime atp Tank Bey ve Nesibe Hala ile oturup televizyon seyrettim, iki hafta sonra, benim geldiùim bir gece bir kere daha Füsunun kocasyla çktùn görünce Feridun'u öùle yemeùine davet ettim, Füsun un bu sarhoü filmci kalabalùyla fazla düüüp kalkmasnn bizim sanat filmi için iyi olmayacaùn anlattm Feridun benim gelmemi bahane ederek Füsundan geceleri evde oturM
344
Kalkp Gidememek
masn islemeliydi. Bunun hem aile hem de yapacaùmz film için daha iyi olacaùn da, Feridun'a uzun uzun anlattm. Uyarlarmn yeterince dinlenmemesi de beni çok endiüelendirirdi. Feridun ile Füsun'un eskisi kadar sk olmasa da, aküamlar birlikte gene Pelür'e ve benzeri yerlere gitmeye devam ettiklerini, bir aküam gene onlar evde bulamaynca anladm. O aküam da Nesibe Hala ve Tark Bey ile oturup sessizce televizyon seyrettim. Gece saat ikiden sonra Füsun ile Feridun eve dönene kadar, saatin kaç olduùunu sanki unutmuü gibi Tark Bey ve Nesibe Hala ile oturdum ve onlara üniversitelerinde yllarca okuduùum Amerika'nn nasl bir yer olduùunu anlattm: Amerikallar çok çalükan ve ayn zamanda çok saf ve iyi niyetli insanlard; aküamlar erken uyurlard; en zenginin çocuùu da baba basksyla sabahlar bisikletle kap kap dolaüp gazete veya süt daùtrd. Beni üaka yapyormuüum gibi gülümseyerek ama merakla dinlediler. Sonra Tark Bey, çok merak ettiùi üeyi sordu: Amerikan filmlerinde telefonlarn zili bizdekinden bambaükayd. Amerika'daki bütün telefonlar da o zil sesiyle mi çalyordu, yoksa bu yalnzca filmlerde çalan telefonun sesi miydi? Bir an kafam karüt ve Amerika'da telefonlarn ne tür bir sesle çaldùn unuttuùumu fark ettim. Bu da, geceyarsndan çok sonra bana gençliùimi, Amerika'da yaüadùm bir özgürlük duygusunu arkada braktùm izlenimi verdi. Tark Bey Amerikan filmlerindeki telefonlarn taklidini yapt. Hatta film polisiye ise, telefon sesi daha da sert oluyordu. Bunu da taklit etti. Saat ikiyi geçiyordu ve hep birlikte çay ve sigara içip gülüüüyorduk.
O saate kadar Füsun benim geldiùim aküamlar çkmasn diye mi, yoksa o gece onu görmezsem çok mutsuz olacaùm için mi kalmütm, bugün bile söyleyemem. Ama bu konuyu Feridun'a bir kere daha ciddiyetle açtktan, sarhoü filmci kalabalùndan Füsun'u birlikte korumamz gerektiùini srarla söyledikten sonra, benim geldiùim aküamlar Füsun ile Feridun bir daha birlikte çkmadlar.
Kalkp Gtdememek
Füsun'un oynayacaù sanal filmine destek olarak Feridun ile ticari bir film de yapabileceùimizi de, ilk o günlerde düüünmeye baüladk. Füsun'un oynamayacaù bu film tasars da, aküamlan Füsun'u evde oturmaya ikna etmiü olabilir, intikam olarak Füsun, baz geceler, daha ben gitmeden önce yukar çkp yatard. Bundan, bana küskün olduùunu çkarrdm. Ama film yldz olma umudunu da hiç kaybetmez, ertesi gidiüimde bana her zamankinden scak davranr, durup dururken annemi sorar ya da kendiliùinden tabaùma bir kaük pilav daha koyar, böylece ben de bir türlü kalkp gidemezdim. Feridun ile gittikçe ilerleyen arkadaülùmz, aküamlan o gelmeden önce yerinden kalkamama buhranlarna kaplmama engel deùildi hiç. Feridun içeri girer girmez, kendimi orada bir "fazlalk" olarak hissederdim. Tpk bir rüyadaki gibi gördüùüm âleme ait deùildim, ama inatla sanki oraya ait olmak istiyordum. 1977 Mart'nda televizyonun kapanü haberlerinde bombalanan siyasi toplantlarn, kahvehanelerin, kurüunlanan muhalif siyasetçilerin sürekli gösterildiùi gecelerden birinde, çok geç bir saatte (utancmdan saate bakamyordum artk) eve gelen Feridun'un benim hâlâ oturduùumu görünce yüzünde beliren ifadeyi unutamam hiç. Benim için içtenlikle dertlenen iyi bir insann kederli baküyd bu -ama bir yandan da- yüzünde, benim için Feridun'u bir muamma yapan o her üeyi olaùan karülayan hafif, iyimser ve iyilik dolu saf ifade de vard. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden sonra, gece saat ondan sonra sokaùa çkma yasaù konduùu için, benim uzayp giden yerimden kalkamama
derdimin
süresine
bir
snr
konmuü
oldu.
Ama
skyönetimle derdim bitmedi. Sanki çok ksa bir zaman parçasna skütrlarak yoùunlaüt yalnzca. Skyönetimli gecelerde yerimden kalkamama buhranm saat dokuz buçuktan sonra giderek aùrlaür, her an kendi kendime hrsl ve öfkeli bir üekilde "ûimdi kalkyorum!" dememe raùmen gene yerimden kalkamazdm. Gittikçe daralan zaman bana bir dinlenme an
346
Kalkp Gidememek
bile brakmadù için, saat ona yirmi kala civarnda telaüm dayanlmaz olurdu. En sonunda kendimi sokaùa ve Chevrolet'ye attùmda. Çetin ile birlikte yasak saatinden önce eve yetiüecek miyiz telaüna kaplr; her seferinde üç-beü dakika gecikirdik. Askerler saat ondan (daha sonra bu on bire ertelenmiüti) sonraki ilk dakikalarda, caddelerde son hzla giden arabalar hiç durdurmazlard. Dönüü yolunda. Taksim Meydan'nda, Harbiye'de, Dolmabahçe'de yasak saatinden önce deli gibi hzlanan arabalarn yaptklar kazalar görür, arabalardan çkp hemen tekme tokat dövüüen üoförleri seyrederdik. Bir keresinde Dolmabahçe Saraynn arkasnda mavi dumanlar içerisinde Plymouth marka özel bir arabadan
çkan
köpekli
bir
sarhoü
beyefendiyi
gördüùümüzü
hatrlyorum. Taksim'de bodoslama kazadan sonra radyatörü patlayan bir taksi, Caùaloùlu Hamam gibi buhar dumanlar içinde kalmüt. Dönüüte sokaklarn ürpertici karanlù, yar aydnlk caddelerin boüluùu bizi korkuturdu. En sonunda eve dönüp uyumadan önce son bir kadeh içerken, normal hayata dönebileyim diye bir gece Allah'a yalvardùm hatrlyorum. Ama gerçekten bu aüktan, Füsun'a olan takntmdan kurtulmak istiyor muydum, üimdi yllar sonra bile bunu tam anlayamyorum. Çkp gitmeden önce iüiteceùim herhangi bir iyi söz, Füsun un ya da evdekilerin benim hakkmda söyleyecekleri muùlak da olsa tatl, iyimser
birkaç
kelime
bana
umut
verir,
Füsun'u
yeniden
kazanabileceùimi, bütün bu ziyaretlerin boüuna olmadùn bir anlùna bana hissettirir, böylece fazla zorlanmadan kalkp evime dönebilirdim. Sofrada otururken en beklenmedik anda Füsun'un bana söylediùi hoü bir söz, mesela 'Berbere gitmiüsin, çok kesmiü, ama yakümü." demesi (16 Mays 1977) ya da annesine benim hakkmda üefkatle ~Oùlan çocuùu gibi köfte seviyor, deùil mi?" de-\ ú M '17 ûubat 1980) ya da bir sene sonra karl bir aküam ben iven girer girmez 'Seni beklediùimiz için sofraya oturmadk
347
Kalkp Gldememek---------
Kemal, bu aküam gelir inüallah diyorduk," deyiüi beni öylesine mutlu ederdi ki, o aküam eve hangi karanlk duygularla gelmiü olursam olaym, televizyon seyrederken ne türden uùursuz iüaretler hissedersem hissedeyim, vakti gelince kararl bir üekilde
yerimden kalkar, bir
hamlede kapnn yanndaki küçük askda duran paltomu kapar ve hiç gecikmeden düar çkardm. Baütan kapya yürüyüp paltomu giymek, ondan sonra "úzninizle, gidiyorum efendim ben!" demek, düar çkmay çok kolaylaütrrd. Evden erken çkmüsam. dönüü yolunda Çetin Efendi'nin sürdüùü arabada kendimi iyi hisseder, Füsunu deùil, ertesi günkü iülerimi düüünürdüm. Bütün bu gürültü patrtdan bir-iki gün sonra, gene aküam yemeùine onlara gittiùim zaman, kapdan içeri girip Füsun'u görür görmez beni oraya çeken iki üeyi hemen anlardm. 1. Füsundan uzaksam, dünya, tpk parçalar karmakarük olmuü bir bilmece gibi beni huzursuz ederdi. Füsun'u görünce, bilmecenin, her üeyin bir anda yerli yerine oturduùunu hisseder, dünyann anlaml ve güzel bir yer olduùunu hatrlayarak rahatlardm. 2. Aküam evlerine girip onunla göz göze geldiùimde, her seferinde içimde bir zafer duygusu yükselirdi. Bütün umut ve gurur krc belirtilere, her üeye raùmen o aküam da oraya gelebilmiü olmamn zaferiydi bu ve çoùu zaman bu mutluluùun üùn, Füsun'un gözlerinde de görürdüm. Ya da öyle sanr, inadmn ve kararllùmn onu etkilediùini hisseder, yaüadùm hayatn güzelliùine inanrdm.
58. TOMBALA 1976'y 1977'ye baùlayan ylbaü gecesini, Keskinlerin evinde tombala oynayarak geçirdim. Bunu az önce "yaüadùm hayatn güzelliùi"nden söz ettiùim için hatrlamü olabilirim. Ama yl-
348
Tombala
baü gecesi eùlencesi olarak Keskinlerin evine gitmem, hayatmdaki inkâr edilmez deùiüimi gösterdiùi için de önemliydi. Sibel'den ayrlmü, arkadaü çevremden uzaklaümak zorunda kalmü, Keskinlere haftada dört-beü kere giderek pek çok alükanlùmdan da vazgeçmiütim, ama o ylbaüna kadar, hâlâ eski hayatma devam ettiùime ya da o hayata her an
geri
dönebileceùime
kendimi
ve
yaknlarm
inandrmaya
çalüyordum. Sibel'den uzak durmak, kötü hatralarla kimsenin kalbini krmamak ve neden etrafta görünmediùimi açklamak derdinden kurtulmak için görüümediùim tandklarn haberlerini Zaim'den alyordum. Zaim ile Fuaye'de, Garaj'da ya da yeni açlan sosyete lokantalarnn birinde buluüur, hrsla iü konuüan iki ciddi arkadaü gibi, uzun uzun kimin ne yaptùndan ve hayattan zevkle söz ederdik. Zaim, Füsun yaündaki genç sevgilisi Ayüe'den memnun deùildi artk. Onun fazla çocuk olduùunu, dertlerini, endiüelerini onunla paylaüamadù gibi, bizim takm ile de bir türlü uyuümadùn söylüyor, benim sorularm üzerine de yeni bir sevgilisi ya da sevgili aday olmadùnda srar ediyordu. Anlattklarndan Zaim ile Ayüe'nin öpüümekten ileri gitmediklerini, kzn dikkatli ve ihtiyatl olduùunu ve Zaim'den iyice emin olmadkça, kendisini koruyacaùn anlyordum. "Niye gülüyorsun?" dedi Zaim bunlar konuüurken. "Gülmüyorum." "Hayr, gülüyorsun," dedi Zaim. "Ama aldrmyorum. Daha da güleceùin bir üey söyleyeyim. Nurcihan ile Mehmet haftann neredeyse yedi günü buluüuyorlar, lokanta lokanta, kulüp kulüp geziyorlar. Mehmet, Nurcihan' gazinolara götürüp ona eski sarklan, fasl heyetlerini dinletiyor. Bir zamanlar radyoda okumuü yetmiülik, seksenlik üarkclar buluyorlar. Onlarla arkadaülk ediyorlar." "Yapma yahu... Nurcihan'n bu kadar merakl olduùunu bilmiyordum..."
349
Tombala
"Mehmet'in aükyla o da merak sard. Mehmet de aslnda çok bilmez eski üarklar. ûimdi Nurcihan etkileme heyecanyla o da öùreniyor. Birlikte Sahaflar'a gidip kitaplar alyorlar, bitpazarna gidip eski plaklar buluyorlar... Aküamlar Taksim'e, Bebek Gazinosuna gidip Müzeyyen
Senar
dinliyorlar...
Ama
plaklar
gidip
birlikte
dinlemiyorlar." "Nasl?" "Her aküam çkp gazinolara gidiyorlar," dedi Zaim dikkatle. "Ama bir kere bir yerde yalnz kalp seviümiyorlar." "Nereden biliyorsun?" "Nerede buluüacaklar?" dedi Zaim. "Mehmet hâlâ annesiyle babasyla oturuyor." "Maçka'nn arkalarnda kadnlar götürdüùü bir yeri vard..." "Beni de götürdü oraya viski içmeye," dedi Zaim. "Tam bir garsoniyer oras. Nurcihan akllysa katiyen o berbat yere admn atmaz, atarsa da Mehmet'in kendisiyle bu yüzden evlenmeyeceùini anlar. Ben bile tuhaf hissettim kendimi: Kap deliklerinden komüular, bu adam bu gece gene orospu mu getirdi diye bakyorlar." "Ne yapsn peki Mehmet? Bekâr adamn bu üehirde kiralayacak daire bulmas kolay m?" "Hilton'a gitsinler," dedi Zaim. "Ya da iyi bir mahallede daire alsn kendine." "Annesi babasyla aile hayatna baylr Mehmet." "Sen de baylyorsun," dedi Zaim. "Sana arkadaüça bir üey söyleyeyim mi, ama kzmayacaksn." "Kzmayacaùm." "Sen de Sibel ile gizli gizli yasak bir üey yapar gibi yazhanede buluüacaùna, onu Füsun'u götürdüùün Merhamet Apartman'na götürseydin, inan bugün birlikteydiniz." "Sibel mi söyledi sana bunu?" "Yok canm, Sibel kimseyle böyle üeyleri konuümuyor," dedi Zaim "Merak etme."
350
Tombala ------------
Biraz sustuk. Tatl dedikodunun birden benim dertlerime gelmesi, yaüadklarmdan baüma bir felaket gelmiü gibi söz edilmesi
keyfimi
kaçrmüt. Zaim bunu fark ettiùi için Mehmet, Nurcihan, Tayfun ve Fare Faruk hep birlikte bir aküam geç saatte Beyoglu’nda iükembecide karülaütklarn anlatt. Sonra hep birlikte iki araba Boùaz’a gezmeye gitmiülerdi. Bir baüka gece de, Emirgân'da Ayüe ile arabada çay içip müzik dinlerken Piç Hilmi ye ve baükalarna rastlamülar, onlara taklmülar ve dört araba, önce Bebek'teki yeni açlan Parizyen'e, oradan da Gümüü Yapraklar n çaldù Lalezar gece kulübüne gitmiülerdi. Zaim'in biraz beni özendirmek ve eski hayatma çekmek için ve biraz da gecelerin zevklerine kaplp ballandrarak anlattù bu eùlencelerin ayrntlarn ondan dinlerken fazla düüünmez, ama daha sonra aküam Keskinlerin evindeyken, bu eùlenceleri hayal ederken yakalardm kendimi. Ama eski arkadaülarmla, eski mutlu eùlencelerime devam edemediùim için kahrolduùum sanlmasn. Yalnzca, bazan. Keskinlerin masasndayken, dünyada hiçbir üey olmadù, olsa da bizim bu olup bitenden çok uzakta bir yerde olduùumuz duygusuna kaplrdm, o kadar. 1977'yi baülatan gece de böyle bir duyguya kaplmü olmalym ki, eùlencenin tam ortasnda Zaim'in, Sibel'in, Mehmet'in, Tayfun un. Fare Faruk'un, diùer arkadaülarn ne yaptklarn bir an durup hayal ettiùimi hatrlyorum. (Zaim yazlk evine elektrikli sobalar kurdurmuü, kapcy yollayp üömineyi yaktrmü, "herkese" kalabalk bir davet veriyordu.) "Kemal, bak yirmi yedi çkt, sende var!" demiüti Füsun. Benim oyuna dikkat etmediùimi görünce, tombala kartmn üzerine kendi eliyle bir kuru fasulye koyup 27'yi örtmüü, gülümsemiü, "Dalga geçme!" demiü, dikkatle, endiüeyle, hatta üefkatle bir an gözlerimin içine bakmüt. Keskinlerin evine, elbette Füsun'dan bu ilgiyi görmek için gidiyordum. Olaùanüstü mutlu olmuütum. Ama bu mutluluùu da kolay elde etmemiütim. Üzülmesin diye annemden, aùabeyim-
351
Tombala
den, ylbaü aküamn Keskinlerde geçireceùimi saklamak için, önce bizim evde onlarla yemeùe oturmuütum. Daha sonra Osman'n oùullan, yeùenlerim "Hadi babaanne tombalaya baülayalm!" deyince, onlarla bir tur tombala da oynamütm. Ailecek hep birlikte oynadùmz "tombala" srasnda, Berrin ile göz göze geldiùimizi ve onun bu mutlu aile tablosunun yapaylùndan üüphelenerek "Hayrola!" der gibi anlayüla kaülarn kaldrdùn hatrlyorum. Hiiç, eùleniyoruz iüte!" diye fsldamütm Berrin'e. Daha sonra Zaim'in verdiùi davete gitmem gerektiùini söyleyerek koüa koüa evden çkmadan önce Berlin'in külyutmaz bakülaryla karülaümü, ama hiç renk vermemiütim. Çetinin kullandù arabayla hzla Keskinlere giderken, telaül ama mutluydum. Beni aküam yemeùine mutlaka bekliyorlard. Ylbaü gecesini onlarla geçirmek istediùimi Nesibe Halaya ilk ben açmü, kap aralùnda bir kere yalnzken mutlaka geleceùimi söylemiütim. "O gece Füsun, kocasyla çkp arkadaülaryla bir eùlenceye gitmesin, lütfen," demekti bu. Çünkü ben bütün bu film hayallerini böylesine bir iyi kalplilikle destekler, aileye kendimi bu kadar yakn hissederken, benim geldiùim aküamlar Füsun'un evden çkp gitmesi, Nesibe Halaya göre çok ayp bir üey, çocukça bir hareketti. Feridun'un benim geldiùim gecelerde çkp gitmesini de, Nesibe Hala "çocukça" bulduùunu söylemiüti. Ama kimsenin üikâyeti olmadù için, hepimizin sessizce geçiütirdiùi bir çocukluktu bu: Zaten o evde yokken, bazan Nesibe Hala Feridun'dan "çocuk" diye söz etmiyor muydu? Bizim evden çkmadan önce, annemin tombalay kazananlar için hazrladù hediyelerden bir takm da yanma almütm. Keskinlere girip koüa koüa merdivenleri çkp içeri girer girmez, -tabii ki önce her zamanki gibi bir an Füsun ile göz göze gelmenin mutluluùunu yaüadktan sonra- annemin hediyelerini plastik torbadan çkardm ve yemek masasnn kenarna, neüeyle "Tombalay kazananlar için!" diyerek dizdim. Tpk annemin
Mi
Tombala
çocukluùumuzdan beri her ylbaünda yaptù gibi, Nesibe Hala da tombala için çeüit çeüit küçük hediye hazrlamüt. Onun hazrladù hediyelerle anneminkileri karütrdk. O gece hep birlikte tombala oynarken o kadar mutlu olduk ki, ylbaü geceleri, benim getirdiùim hediyelerle Nesibe Halann hazrladklarn karütrp tombala oynamak bizler için ondan sonraki yllar boyunca vazgeçilmez bir alükanlk oldu. Füsunlarn evinde sekiz ylbaü aküam oynadùmz tombala takmn sergiliyorum... Bizim evde de 1950'lerin sonundan 1990'lann sonuna kadar krk yl, annem ylbaü aküamlan önce ben, aùabeyim ve kuzenlerimi, daha sonraki yllarda da torunlarn, ayn cins bir tombala takmyla eùlendirmiüti. Nesibe Hala da annem gibi, ylbaü gecesinin sonunda, oyun bitip, hediyeler daùtlp, çocuklar, komüular esnemeye, uyuklamaya baülaynca, tombala takmn dikkatle toplar, kadife torbadan tek tek çekilen tahta rakamlar (90 tane) sayar, numaral oyun kartlarn deste yapp kurdeleyle baùlar, torbadan çkan rakamlar kartlarn üzerinde iüaretlemek için kullandùmz kuru fasulyeleri torbasna koyup bir köüede, gelecek ylbaü aküamna kadar saklard. ûimdi yllar sonra, yaüadùm aük baükalarna bütün içtenliùimle, her üeyi tek tek göstererek anlatmak için uùraürken, ylbaülar tombala oynamamzn o sihirli ve tuhaf yllarn ruhuna derinden iüaret ettiùini seziyorum. útalyan ailelerinin Noel aküamlar hep birlikte toplanp oynadklar bir Napoli oyunu olan tombala, pek çok ylbaü töreni ve alükanlù gibi, Atatürk'ün takvim reformundan sonra Levanten ve útalyan ailelerden ústanbul'a yaylmü, ksa sürede evlerde ylbaü gecesi eùlencelerinin vazgeçilmez bir parças olmuütu. 1980'lerde gazeteler, ylbaündan önce okurlarna ucuz kartondan yaplmü, plastik rakaml tombala takmlarn hediye ederlerdi. O yllarda üehir sokaklarnda kazanana kaçak Amerikan sigaras ya da viski veren, elleri kara torbal binlerce tombalac türemiüti. Bu sokak tom-
353
Tombala
balaclan, talihini denemeye her zaman hazr olan sokaktaki vatandaülarn parasn, "mini tombala1' denebilecek bir oyunla ve hileli bir torbayla elinden alrlard. Tombala kelimesi, Türkçe'ye "kura çekmek ve talih iüi" anlamyla iüte o günlerde, ben haftada dört-beü kere Füsunlara giderken girmiüti. Annemin ve Nesibe Hala'nn ylbaü aküamlar tombalay kazananlar için hazrladù çeüit çeüit hediyeden özenle seçtiùim örnekleri, gerçek bir müzeci heyecanyla ve hikâyemi eüyalarn hikâyesi gibi anlatabilme coükusuyla gözden geçiriyorum. Nesibe Hala her yl tombala hediyeleri arasna mutlaka bir küçük kz ya da çocuk mendili koyar, annem de ayn üeyi yapard. "Ylbaünda tombala oynamak, küçük kzlara özgü bir mutluluktur, ama biz yetiükinler de o gece çocuk gibi muttu oluyoruz," anlam var myd bunun? Bizim evde çocukluùumda ylbaünda tombala oynanrken, çocuklar için alnmü hediyelerden birini yaül misafirlerden biri kazanrsa, mutlaka "Aa, tam da böyle bir mendile ihtiyacm vard!" derdi. Babam ve arkadaülar bu sözden sonra çocuklarn yannda çift anlaml bir söz söylediklerinde yaptklar gibi belli belirsiz kaü-göz hareketleriyle iüaretleüirlerdi. Ben bu iüaretleümeleri görünce, büyüklerin tombalay, eskilerin "istihza" dedikleri bir alayclkla oynadklarn hissedip huzursuz olurdum. Yllar sonra, 1982 ylnn yaùmurlu ylbaü gecesi. Keskinlerin evinde tombala kartmn ilk srasn herkesten önce tamamlayp bir çocuk gibi "Çinko!" diye ben baùrnca, Nesibe Hala da "Tebrikler Kemal Bey," deyip bana bu mendili vermiüti. úüte o zaman "Tam da böyle bir mendile ihtiyacm vard!" demiütim ben. "Füsun'un
çocukluk
mendili,"
demiüti
Nesibe
Hala
bütün
ciddiyetiyle. O zaman, o aküam. Keskinlerin evinde tombalay hiçbir "istihza" ve alayclùa kaplmadan, tpk oyuna katlan komüu çocuklar gibi bütün masumiyetimle oynadùm anlamütm. Füsun'da, Nesibe Hala'da, hatta Tark Bey'de bile az da olsa bir
354
Tombala
alayclk, belli belirsiz bir "gibi yapma" hali vard, ama ben sonuna kadar samimiydim. Füsun'a duyduùum aükn bana yaptrdklarm üimdi zaman zaman alayclùa yaklaüan bir istihza ile anlattùma bakan okurlarm ve müzemin ziyaretçileri, o anlar, o durumlar yaüarken bütünüyle içten ve her zaman masum olduùumu hatrlasnlar lütfen. Annemin tombala hediyelerinin arasna her yl birkaç tane çocuk çorab koymas, hediyelerin eve zaten alnmas gereken üeyler olduùu duygusunu verirdi bizlere. Bu duygu hediyenin hediyeliùini azaltr, ama çoraplarmza, mendillerimize, mutfakta ceviz dövdüùümüz havana ya da Alaaddin'in dükkânnda satlan ucuz bir taraùa, ksa bir süre de olsa, daha deùerli üeylermiü gibi bakmamza yol açard. Keskinlerin evinde ise, herkes, çocuklar bile, tombalann sonunda çorab deùil, oyunu kazandù için sevinirdi. ûimdi yllar sonra, bunun nedeninin, Keskinlerde eüyalarn tek tek aile üyelerine deùil, bu çorap gibi sanki bütün eve ve aileye ait olmasyd diye düüünüyorum, ama bu tam doùru deùildi: Sürekli, üst katta Füsun'un kocasyla paylaütù bir odas, bir dolab, kendi özel eüyalar olduùunu hisseder; sk sk bu oday ve içindeki eüyay, Füsun'un elbiselerim hayal ve acyla düüünürdüm. Ama ylbaü gecelerinde zaten ben bunu düüünmeyeyim diye tombala oynuyorduk. Bazan aküamlar Keskinlerin masasnda otururken, iki kadeh rakdan sonra, televizyonu da (tombala oynarken hissettiùimiz) masumiyet duygusunu yaüamak için seyrettiùimizi hissederdim. Tombala oynarken ya da sradan bir aküam, huzur içinde televizyon seyrederken Keskinlerin bir eüyasn (mesela yllar sonra büyük bir sayya ulaüan ve Füsunun elinin kokusunu taüyan kaüklardan birini) cebime indirdiùimde, içimdeki çocuksu saflk duygusu bir süreliùine kaybolur, o zaman bir özgürlük hisseder, istediùim zaman oradan kalkp gidebileceùimi anlardm. Niüanlandùm günkü son buluümamzda Pusun ile viski içtiùimiz antika bardaù (dedem Ethem Kemal'den yadigâr),
355
Tombala
sürpriz bir tombala hediyesi olarak 1980'in ylbaü gecesi onlar a getirdim. 1979'dan sonra. Keskinlerin evinden vr zvr eüyalar cebime indirip götürmem ve onlarn yerine çok daha deùerli, pahal hediyeler getirmem de, tpk Füsuna duyduùum aük gibi yllarca anlaülp hiç konuüulmadan kabul edilen bir üey olduùu için, kalem, çorap, sabun gibi küçük hediyelerin arasna Rafi Portakaln antikac dükkânnda satlacak cinsten bu pahal bardaùn da girmesi hiç yadrganmad. Kalbimi kran üey, tombalay Tank Bey kazanp Nesibe Hala hediyeyi ortaya çkarnca, Füsun'un aükmzn en kederli gününün izlerini taüyan bu bardaù hiç fark etmemesi oldu. Yoksa hatrlamüt da, benim pervaszlùma (o ylbaün Feridun da bizimle geçirmiüti) sinirlendiùi için bilmezlikten mi geliyordu? Ondan sonraki üç buçuk ylda Tark Bey raksn içmek için bardaù ne zaman eline alsa, ben Füsun ile son seviümemizin mutluluùunu hatrlamak ister, ama tpk yasak bir konuyu düüünemeyen çocuk gibi, bütün gayretime raùmen Keskinlerin masasnda Tank Beyle otururken bunu hakkyla yapamazdm. Eüyalarn gücü, içlerinde birikmiü hatralar kadar, bizim havai ve hatrlama gücümüzün cilvelerine de baùldr elbette. Baüka bir zaman hiç ilgilenmeyeceùim, hatta bayaù bulacaùm sepet içindeki bu Edirne sabunlar, sabundan yaplmü bu üzümler, ayvalar, kays ve çilekler, tombala hediyesi olduùu için ylbaü gecelerinde derinden hissettiùim huzur ve mutluluk duygusunu. Keskinlerin sofrasnda geçirdiùim sihirli saatlerin hayatmn en güzel saatleri olduùunu ve hayatlarmzn aùr akan alçakgönüllü müziùini hatrlatr bana. Ama bu duygularn yalnz bana ait olmadùna, bu eüyalarla yllar sonra karülaüan müze ziyaretçilerinin de, ayn üeyleri hissedeceùine de içtenlikle ve saflkla inanrm. Bu inancma bir örnek daha olsun diye. Milli Piyango’nun o yllardaki ylbaü biletlerini sergiliyorum. Nesibe Hala da tpk annem gibi 31 Aralk gecesi yaplan büyük çekiliü biletlerinden
356
Tombala
bir tane alr, her yl tombala hediyeleri arasna koyard. Tombaladan bileti kazanana masadakiler, hem bizim evde hem de Keskinlerde, neredeyse hep bir aùzdan ayn üeyi söylerdi: "Oo maüallah, bu gece talihlisin... Bak gör, piyango çekiliüinde de kazanacaksn." 1977 ile 1984 arasndaki ylbaü gecelerinde Keskinlerde oynadùmz tombalalarda, Milli Piyango biletini tuhaf bir rastlantyla Füsun alt kere kazand. Ama sonuçlan o gece az sonra radyodan ve televizyondan açklanan Milli Piyango çekiliülerinin hiçbirinde, gene ayn tuhaf rastlantyla, ona ne bir ikramiye ne de bilet parasn geri alabileceùi bir "amorti" çkt. Hem bizim evde hem de Keskinlerin masasnda, kumar, talih ve hayat konusunda (özellikle Tark Bey misafirleriyle kâùt oynarken) her frsatta tekrarlanan bir vecize vard. Oyunda kaybedenlere hem taklmann hem de onlar teselli etmenin bir yoluydu bu. "Kumarda kaybediyorsunuz, demek ki aükta kazanacaksnz." Herkesin her uygun frsatta söylediùi bu sözü, 1982 ylbaünda, televizyondan naklen verilen ve Ankara'nn 1. noterinin de katldù çekiliüten sonra, gene Füsun'a bir ikramiye çkmaynca, sarhoüluk ve düüüncesizlikle söylemiütim. "Kumarda kaybettiùinize göre, Füsun Hanm," demiütim, televizyonda seyrettiùimiz filmlerin kibar úngiliz kahramanlarnn taklidini yaparak, "aükta kazanacaksnz!" "Bundan hiç üüphem yok Kemal Bey!" demiüti Füsun o filmlere uygun zeki ve kibar bir kahraman gibi, hiç duraksamadan. 1981 sonunda, artk aükmzn önündeki engelleri neredeyse yar yarya aütùma inandùm için, önce bunun hoü bir üaka olduùunu düüünmüü, ama ertesi sabah, 1982nin ilk günü sarhoüluktan iyice aydnca, annemle kahvalt ederken, aslnda Füsun'un belki de çift anlaml
konuütuùunu
düüünerek
korkuya
kaplmütm:
"Aükta
kazanmak!" sözüyle ima edilen mutluluk, besbelli, Füsunun ilende kocasndan ayrlp benimle yaüayaca-
357
Tombala
g mutluluk deùil, baüka bir üeydi; bunu alayclùndan anlamütm. Daha sonra, aün evhamla yanlü üeyler düüündüùüme de karar vermiütim. Füsun'u (ve beni) bu düzeysiz çift anlaml konuümaya sürükleyen üey, aük ile kumar iliükilendiren ve sürekli tekrarlanan o sözdü elbette. Kâùt oyunlar, Milli Piyango çekiliüi, tombala ve lokantalarn ve eùlence yerlerinin verdiùi büyük ilanlar, ylbaü gecesini gün geçtikçe yalnzca içki içilip kumar oynanan bir sefahat gecesine çeviriyor, Mi//i Gazete, Tercüman ve Hergün gibi muhafazakâr gazetelerde
bu
konularda
öfkeli
yazlar
çkyordu.
ûiüli'de,
Niüantaü'nda, Bebek'te baz zengin Müslüman ailelerin ylbaüna doùru filmlerdeki Hristiyanlarn Noel'de yaptù gibi bir çam dal alp süslemelerinden, bu çamlarn caddelerde sergilenmesinden annemin de rahatsz olduùunu, çam süsleyen baz tandklar için, dinci basn gibi "soysuz" ya da "kâfir" demese de, "kafasz" dediùini hatrlyorum. Annem ylbaünda çam süslemeye özenen Osman'n küçük oùluna "Zaten fazla bir ormanmz, yeüilliùimiz yok... Çam ormanlarmz tahrip etmeyelim!" demiüti bir keresinde sofrada. Ylbaülarna doùru Milli Piyango biletlerini satmak için ústanbul sokaklarna daùlan on binlerce satcdan bazlar, Noel Baba klùna girip zengin mahallelerine giderlerdi. l°80 Aralùnda bir aküamüstü Füsunlara götüreceùim tombala hediyelerini seçerken, okuldan dönen kzl-erkekli üç-beü liseli öùrencinin, bizim evin karüsnda piyango satan Noel Babayla alay ettiklerini, pamuktan sakallarn çekiütirip gülüütüklerini gördüm. Yaklaünca Noel Baba klùndaki satcnn bizim karü apartmann kapcs okluùunu anladm: Pamuktan byklar çekiütirilip aüaùlanrken. Haydar Elendi, elinde biletler sessizce önüne bakyordu. Birkaç yl sonra taksimdeki Marmara Oteli'nin ylbaü için büyük bu çam aùacyla süslenmiü pastanesinde, úslamclarn koyduùu bir bomba patlaynca, kumarl içkili
358
Tombala -
ylbaü eùlencelerine karü duyulan muhafazakâr öfke iyice ortaya çka. Keskinlerin sofrasnda da bu bomba konusunun, ylbaü gecesi devlet televizyonuna çkacak dansöz kadar önemsendiùini hatrlyorum. Muhafazakâr gazetelerin öfkeli eleütirilerine raùmen 1981 ylnda günün ünlü dansözü Sertap televizyona çknca, onu Keskinlerin masasnda merakla bekleyen bizler, bütün ülkeyle birlikte çok üaürmütk. Çünkü TRT yöneticileri, kvrak ve güzel vücutlu Sertap' aùr ve kapal kat kat elbiselerle öyle bir giydirmiülerdi ki, deùil 'dünyaca ünlü" göbeùi ve göùüsleri, bacaklar bile gözükmüyordu. "Bari kz çarüafla çkarsaydnz, rezil maskaralar sizi!" demiüti Tark Bey. Aslnda televizyona bakarken nadiren öfkelenir, ne kadar içse de bizler gibi sinirlenip ekrandakilere laf yetiütirmeye çalümazd. Nesibe Halalara, baz yllar tombala için Alaaddin'in dükkânndan aldùm Saatli Maarif Takvimini götürürdüm. Füsun 1981in ylbaü gecesi takvimi kazanmü, o yl benim srarmla, mutfak ile televizyon arasndaki duvara takvim çiviyle aslmüt; ama benim olmadùm günlerde kimse takvimin yapraklaryla ilgilenmezdi. Oysa her yapraùn üzerinde günün üiiri, günün tarihteki önemi, namaz saatlerini gösterir ve okuma-yazma bilmeyenlerin de anlayacaù saat kadran resimler, o gün için önerilen çeüit çeüit yemekler ve tarifleri, tarihî hikâyeler ve fkralar ve bir de hayat hakknda veciz bir söz olurdu. "Nesibe
Hala,
takvimin
yapraklarn
koparmay
gene
unut-
muüsunuz," derdim ben aküamn sonunda. Televizyondaki son program bitmiü, askerler kaz admlarla geçip bayraù göndere çekmiü ve epeyce rak içilmiü olurdu. "Bir gün daha geçti," derdi Tark Bey. "Allaha üükürler olsun ki aç deùiliz, açkta deùiliz, karnmz tok, scak bir evimiz var... Baüka ne ister ki insan hayatta!" Gecenin sonunda Tank Bey'in bu sözleri söylemesi nedense o kadar hoüuma giderdi ki, takvimin yapraùnn koparlmamü
359
Tombala
olduùunu aküam gelir gelmez fark etmeme raùmen, bunu söylemeyi aküamn sonuna ertelerdim. "Üstelik de biz bize, sevdiklerimizle birlikteyiz," diye eklerdi Nesibe Hala. Bunu söyler söylemez uzanp Füsun'u öper. Füsun yannda deùilse ona seslenir, "Gel bakaym buraya benim huysuz kzm, gel annen seni biraz öpsün, sevsin," derdi. Füsun bazan küçük bir kz ifadesi taknr, annesinin kucaùna oturur, Nesibe Hala onu uzun uzun oküar, kollarn, boynunu, yanaklarn sevip öperdi. Anne-kzn aralar iyi ya da kötü, nasl olursa olsun, sekiz yl
boyunca,
beni
çok
etkileyen
bu
sevgi
törenlerinden
hiç
vazgeçmediler. Gülüüerek koklaüp öpüüürlerken, Füsun gözlerimin onlara takldùn çok iyi bilir, ama bana doùru hiç bakmazd. Onlarn o mutlu halini seyrederken, özellikle kendimi iyi hisseder, fazla zorluk çekmeden hemen kalkp giderdim. Bazan da "sevdiklerimiz" sözü üzerine, Füsun annesinin kucaùna deùil, gittikçe büyüyen komüu çocuùu Ali, Füsun'un kucaùna oturur, Füsun da onu öpüp oküadktan sonra "Hadi git artk, annen-baban seni brakmyoruz diye sonra bize kzyorlar," derdi. Bazan Füsun sabah annesiyle kavga ettiùi için sinirli olur, Nesibe Halann "Gel kzm yanma," demesine "Aman anneee!" sözleriyle karülk verirdi. O zaman Nesibe Hala, "Hadi bari, takvimin yapraùn kopar da günümüzü üaürmayalm," derdi. O zaman Füsun bir anda neüelenir, kalkp Saatli Maarif Takvimi'nin yapraùn kopardktan sonra üzerindeki üiiri, günün yemeùini yüksek sesle ve gülümseyerek okur, Nesibe Hala da "Yaa, doùru; kuru üzümlü, ayval bir hoüaf yapalm, kaç zamandr yapmadk." ya da "Evet, enginar çkmü, ama o avuç kadar küçük enginarlarla yemek olmaz ki," gibi bir üey söylerdi. Bazan da beni tedirgin eden bir soru atard ortaya: Ispanakl börek yapsam yer misiniz?*1 Tark Bey soruyu iüitmemiüse ya da efkârl bir gecesindeyse
-.......... ----------------------------------------------------- Tombala --------------------------------------------------------------------
cevap vermez, o zaman Füsun da hiçbir üey söylemeden, bana dikkatle bakmaya baülard. Füsun'un bunu acmaszlk ve merakla yaptùm, çünkü benim Keskin ailesinin ayrlmaz bir parçasymüm gibi Nesibe Hala'ya ne piüirmesi gerektiùini söyleyemeyeceùimi düüündüùünü bilirdim. "Füsun çok sever böreùi Nesibe Hala, siz mutlaka yapn!" diyerek zor durumdan kurtarrdm kendimi. Bazan Tark Bey, kzndan takvim yapraùn koparp o gün tarihte yaüanmü önemli olaylar okumasn ister, Füsun da okurdu: "3 Eylül 1658, bugün Osmanl Ordusunun Doppio Kalesi kuüatmas baülad," diye okurdu Füsun. Ya da "26 Aùustos 1071, bugün Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra Türklere Anadolu'nun kaplar açld." "Hmmm. Ver bakaym üunu..." derdi Tark Bey. "Doppio'yu yanlü yazmülar. Al, üimdi bize günün sözünü oku bakalm..." "únsann evi karnnn doyduùu, kalbinin olduùu yerdedir," diye okudu Füsun. Neüe ve alayclkla okurken birden benimle göz göze geldi ve ciddileüti. Hepimiz bu sözün derin anlamn düüünüyormuü gibi bir an sessizliùe hüründük. Keskinlerin sofrasnda pek çok sihirli sessizlik yaüamü, hayatn anlam, bu dünyadaki varlùmzn boyutlar, ne için yaüadùmz gibi temel konularda baüka yerde aklma gelmeyen pek çok düüünce, onlarn masasnda dalgn dalgn televizyon izlerken, Füsun'u göz ucuyla seyrederken, Tark Bey ile havadan sudan konuüurken aklma gelmiüti. Bu sihirli sessizlikleri seviyor, aylar, yllar geçtikçe, yaüadùmz hayatn esrarn bizlere hissettiren bu anlarn, Füsun'a olan aükm yüzünden o kadar derin ve özel olduùunu anlyor ve onlar bana hatrlatacak üeyleri dikkatle saklyordum. O gün Füsun'un okuduktan sonra bir kenara braktù takvim yapraùn, bir kere daha okuma bahanesiyle böyle elime almü, kimse bakmazken cebime indirip saklayabilmiütim.
361
Tombala
Tabii her seferinde bu kadar rahat deùildim. Keskinlerin evinden ve sofralarndan irili ufakl, önemli önemsiz pek çok eüyay alp yanmda götürürken karülaütùm zorluklarla hikâyemi gülünçleütirmek ve uzatmak istemem, ama 1982 ylbaü gecesinin sonundaki küçük bir üeyi anlatacaùm: Tombaladan kazandùm mendille evden çkmadan az önce, her geçen gün Füsun'a hayranlù artan komüu çocuùu Ali bana yaklaümü, her zamanki yaramaz halinden çok daha baüka bir poz taknmüt: "Kemal Bey, tombaladan size demin çkan mendil var ya..." "Evet." "Füsun'un çocukluk mendili o. Ona bir daha bakabilir miyim?" "Aliciùim, bilmiyorum nereye koyduùumu." "Ben biliyorum," dedi velet. "Bu cebinize koydunuz, orada olmal." Elini neredeyse cebime sokacakt. Geriye bir adm attm. Düarda üakr üakr bir saùanak vard, herkes pencereye birikmiüti, çocuùun sorusunu fark etmemiülerdi. "Aliciùim çok geç oldu, ama sen hâlâ buradasn," dedim. "Sonra annen baban bize kzyor." "Gidiyorum Kemal Bey. Füsun'un mendilini verecek misiniz?" "Hayr," diye fsldadm kaülarm çatarak. "Bana lazm."
59. SANSÜRDEN SENARYO GEÇúRMEK Feridun'un filmini çekebilmek için sansür kurulunun onayn almak, bizi çok uùraütryordu, ister yerli ister yabanc, sinemalarda gösterilen bütün filmlerin sansürden geçtiùini, gazetelerdeki haberlerden ve anlatlan hikâyelerden yllar önceden biliyordum. Ama sansürün film iüinin ne kadar büyük bir parças olduùunu, ancak Limon Film'i kurduktan sonra fark ettim. Gazeteler sansür kurulunun kararlarndan, Bat'da çok önemse-
362
Sansürden Senaryo Geçirmek
nen ve Türkiye'de de haber olan bir film tamamen yasaklanrsa bahsediyorlard yalnzca. Mesela Arabistanl Lawrence filmi Türklüùe hakaret içerdiùi için tamamen yasaklanmü, Paris'te Son Tango bütün seks sahneleri çkarlarak hakikisinden de "sanatl ve skc" bir hale getirilmiüti. Sansür kurulunda yllarca çalümü, Pelür Barin ortaklarndan ve masamzn sürekli misafirlerinden Hayal Hayati Bey, bir gece bize düüünce özgürlüùüne ve demokrasiye aslnda Avrupallardan da çok inandùn, ama bizim saf ve iyi niyetli milletimizi kandrmak isteyenlerin Türk sinema sanatn kullanmasna asla izin vermediùini (ve vermeyeceùini) söylemiüti. Hayal Hayati ayn zamanda rejisör ve prodüktördü ve Sansür Kurulu üyeliùini, Pelür'e devam eden baüka pek çoklar gibi, "ötekileri deli etmek!" için kabul ettiùini söyler, sonra üaka yaptù zamanlarda hep yaptù gibi Füsuna bir göz krpard. Bu göz krpmalarda bir amcann, küçük, yeùen kza "üaka yaptm canm" demesi de vard, hafif bir kükrtma da. Hayal Hayati benim Füsun'un "uzak bir akrabas" olduùumu bilir, bu konumdaki birinin hoü görebileceùi ölçüde Füsun'a hafifçe aslrd. Lakab, ileride çekeceùi filmleri anlatrken (masa masa dolaüarak ya hep bunu yapar ya da dedikodu toplard) sürekli bu kelimeyi kullandù için Pelür ahalisi tarafndan taklmüt.
Her
geliüinde Pusunun
masasna oturur,
gözlerinin içine bakarak uzun uzun bu film hayallerinden birini anlatr, her seferinde "asla ticari düüünmeden" konuyu beùenip beùenmediùini "derhal ve kalpten" söylemesini isterdi. "Çok güzel bir konu," derdi Füsun her seferinde. "Çekerken mutlaka oynamay kabul edeceksiniz," derdi Hayal Hayat de her seferinde. Her zaman her üeyi içgüdüyle ve kalpten gelen bir sese uyarak yapan bir adam edas taknrd. Aslnda çok gerçekçi bir adammdr," diye de eklerdi daha sonra. Masada otururken, arada bir benim gözümün içine de bakarsa, bunu sürekli Füsun'a bakarak konuümasnn ayp ka-
363
Sansürden Senaryo Geçirmek
c a c a ù n b i l d i ù i için yaptùn hissederdim ve dost olmaya çalüarak
ona gülümserdim. Füsun ile birlikte ilk filmimize baülamann vakit alacaùn keüfediyorduk. Hayal Hayati'ye göre úslamiyet, Atatürk, Türk ordusu, din adamlar, cumhurbaükan, Kürtler, Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar hakknda hoüa gitmeyecek yorumlarn ve edepsiz aük sahnelerinin dünda, Türkiye'deki sinema aslnda özgürdü. Ama bunun doùru olmadùn kendi de bilir, bazan gülerek söylerdi. Çünkü yarm yüzyldr sansür kurulu üyeleri, yalnz devletin yasaklamak istediùi, güç sahiplerini huzursuz eden konular deùil, kafalarna taklan ve sivri bulduklar her filmi, her türlü gerekçeyle yasaklama alükanlù edinmiülerdi ve bu gücü Hayal Hayati gibi içlerinden gelen bir zevk ve mizahla geliüigüzel kullanmay da çok seviyorlard. ûakac bir adam da olan Hayati Bey, baz avclarn kapana kstrdklar aylardan söz ettikleri zevkle, sansürcülük yllarnda filmleri nasl yasakladklarnn hikâyelerini bizleri de güldürerek anlatrd. Mesela bir fabrika bekçisinin serüvenlerinin alayclkla ele alndù bir film 'Türk bekçilerini küçük düüürüyor" bahanesiyle; evli ve çocuklu bir kadnn baüka bir adama aükn anlatan film "annelik müessesesine saygsz yaklaütù için", okuldan kaçan çocuùun mutlu serüvenlerini anlatan film "çocuklar okuldan soùutuyor" gerekçesiyle yasaklamüt. Bizler de film iüini seviyor, masum Türk seyircisine ulaümay önemsiyorsak, bazlar arada bir Pelür'e gelen ve hepsi Hayati Beyin yakn dostu olan Sansür Kurulu üyeleriyle iyi geçinmeyi öùrenmeliydik. Bu sözü sürekli bana bakarak söylemesinden Füsun'u etkilemek istediùini anlardm. Ama Sansür'den onay almak için Hayati Beye ne kadar güveneceùimizi de çkartamazdk. Çünkü Hayal Hayatinin, süresi dolup kuruldan ayrldktan sonra çektiùi ilk film de "ne yazk ki kiüisel bir kaprisle" yasaklanmüt. Hayati Bey bu konu açlnca sinirlenirdi. O kadar masrafla çektiùi filmde öfkeli bir ba-
364
Sansürden Senaryo Geçirmek
bann biraz kafay çekip salatann sirkesi yok diye karsna, çocuklarna baùrp çaùrdù bir aküam yemeùi sahnesi, "toplumun temeli olan aile müessesesini korumak" amacyla bütün filmin yasaklanmasna yol açmüt. Pelür Barda bize bu sahneyi ve Sansür'ü kzdran baüka iki aile kavgasn kendi hayatndan içtenlikle aldùm hakszlùa uùramü birinin havasyla anlatan Hayal Hayati, aslnda Sansür Kurulu'ndaki eski arkadaülarnn filmini yasaklamalarna kzmüt en çok. Bir gece, onlarla zilzurna sarhoü olana kadar içmiü, sabaha doùru da anlatlanlar doùruysa, bir kz meselesi bahanesiyle Sansür Kurulu'ndaki en eski arkadaüyla arka sokaklarn birinde tekme tokat kavgaya giriümiüti. Onlar düütükleri çamurlu sokaktan Beyoùlu Karakolu'nun polisleri kaldrmü, iki eski arkadaü birbirlerinden üikâyetçi olmamü, polisin de teüvikiyle öpüüüp barümülard. Hayal Hayati, filmini sinemalarda gösterebilmek ve iflastan kurtulabilmek için aile müessesesini zedeleyen, bütün aile içi kavgalar filminden dikkatle kesip çkarmü; bir tek, iri yar aùabeyin, dindar annesinin teüvikiyle küçük kardeüe dayak attù sahneler, Sansür Kurulu'nun izniyle filmde kalmüt. Hayal Hayati devletçe sakncal bulunan sahnelerin sansürlenerek makaslanmasnn, "aslnda gene iyi" olduùunu da bize böyle açklamüt. Çünkü makaslanan film sinemalarda gösterilebilir ve hâlâ anlaülyorsa parasn çkarabilirdi. Felaketlerin en beteri, çekilmiü bir filmin tamamen yasaklanmasyd. Buna karü, aralarna yavaü yavaü karümaktan gurur duyduùum akll Türk yapmclarnn da önerisiyle, devlet iyi niyetlerle sansür iüini iki aüamaya bölmüütü. Önce filmin senaryosu sansür kuruluna yollanyor, konunun ve sahnelerin uygunluùu için onay alnyordu. Türkiye'de herhangi bir iü yapacak vatandaün devletten "izin" aldù bütün durumlarda olduùu gibi, burada da ayrntl bir izin ve rüüvet bürokrasisi geliümiü, bu zorluklara karü, vatandaün müracaat-
365
Sansürden Senaryo Geçirmek
n bu bürokrasiden geçirerek "izin" alacak arac kiüiler ve üirketler de türemiüti. 1977 baharnda Limon Film'in yazhanesinde Feridun ile karülkl sigara içerek oturup Mavi Yaùmur'u hangi arac kiüi ile sansürden geçirmemizin doùru olacaùn pek çok kereler uzun uzun tartütùmz hatrlyorum. Daktilo Demir takma adl, çok sevilen, çalükan bir Rum vard. Onun sansüre taklmayacak senaryo hazrlama yöntemi, yazlmü her senaryoyu kendi ünlü daktilosuyla ve kendi üslubuyla yeniden yazmakt. Bu iri yar, eski amatör boksör (Kurtuluü formas giymiüti), zarif ruhlu ince bir adamd. Kabul ettiùi senaryonun sivri köüelerini yuvarlar, zengin ile fakir, iüçi ile patron, rza geçen ile kurban, iyiyle kötü arasndaki sertlikleri masumiyetle yumuüatr, esas kahramann filmin sonunda sansürcülerin taklacaù, ama seyircinin seveceùi öfkeli, sert, eleütirel sözlerini dengeleyecek bayrakl, vatanl, Atatürklü, Allahl birkaç tatl söz eklemeyi herkesten iyi becerirdi. Asl hüneri, senaryodaki kaba ve aür her noktay mizahla, hafiflikle ve tatllkla masalms bir hayat ayrnts haline getirmesiydi. Sansür Kurulu üyelerine düzenli rüüvet veren büyük film üirketleri, hiçbir sakncas olmayan senaryolarn bite, srf onun üekerli, büyülü, çocuksu havas sinsin diye Daktilo Demire beütim ederlerdi. Yaz gecelerinde içimize iüleyen masalms Türk filmlerinin o benzersiz üiirini Daktilo Demire borçlu olduùumuzu öùrenince, Feridun'un da önerisiyle Füsun'u da aldk ve üçümüz "Senaryo Doktoru'nun Kurtuluütaki evine gittik. Koskoca bir duvar saatinin tkrdadù bu yerde, ona efsane adn veren eski Remington daktiloyu görmüü ve filmlerdeki o özel ve büyülü havay hissetmiütik. Demir Bey bize çok kibar davranma naryoyu brakmamz, severse sansürden geçecek bir hale koymak için yeniden daktiloya çekeceùini, ama bunun vakit alacaùn, çünkü çok ü olduùunu kebap ve meyve tabaklar arasndaki dosya yùnlarn göstererek anlatmü, koskocaman bir ye-
366
----- Sansürden Senaryo Geçirmek -
mek masasnn kenarnda babalarnn yetiütiremediùi senaryolar kabul edilebilir hale getiren yirmi yaülarndaki baykuü gözlüklü, miyop ve ikiz kzlaryla "úüi benden iyi yapyorlar," diyerek övünmüülü. Kzlardan biraz daha balk elli olan. Füsunun dön sene önceki Milliyet Türkiye Güzellik Yarümasnn finalistlerinden olduùunu hatrlayarak onu çok mutlu etmiüti. Ne yazk ki, çok az kimse hatrlyordu bunu. Ama yeniden yazlmü ve Füsun için de özel olarak cilalanmü senaryoyu, ayn kz özel övgü ve hayranlk sözleriyle ("Babam tam Avrupai bir sanal filmi," dedi) geriye ancak üç ay sonra getirmiüti. Bu yavaülùn Füsun'un hoüuna hiç gitmediùini surat asmalarndan, arada bir ettiùi öfkeli sözlerden anlyor, kocasnn da yavaü olduùunu ona anlatmaya çalüyordum. Çukurcumadaki eve aküam ziyaretlerine gittiùim zamanlarda. Füsun ile masadan kalkp aramzda konuüabilmek için frsatlarmz snrlyd. Her aküam, yemeùin sonuna doùru Limon'tn yerine, suyuna ve gagalamay sevdiùi mürekkep balù kemiùine (Msr Çarüsndan ben alrdm) bakmak için kafesinin baüna giderdik. Ama buras sofraya çok yaknd ve aramzda mahremiyet kurmak çok zordu. Bunun için ya fsldaümak ya da fazla gözükara olmak gerekirdi. Daha uygun bir yol ise, zamanla kendiliùinden açld: Füsun benden sakladù mahalle arkadaülaryla (çoùu bekâr kz ya da yeni evli kadn) oyalanmak, onlarla bazan sinemaya gitmek, Feridun ile sinemac mekânlarna taklmak, ev iülerine bakmak ve annesinin hâlâ kabul ettiùi terzilik iülerine yardm etmekten kalan zamanlarnda, "kendi kendine" kuü resimleri yapyordu. "Kendi kendine" onun ifadesiydi. Ama ben bu amatör oyalanmann arkasndaki tutkuyu hisseder, bu resimler yüzünden onu daha da çok severdim. Bu merak ilk katn arka odasnn balkon demirine tpk Merhamet Apartmannda
olduùu
gibi,
bir
kargann
konmas
ve
Füsun
yaklaümasna raùmen uçup kaçmamasyla baülamüt. Kar-
367
1 Sansürden Senaryo Geçirmek
ga baüka kereler de gelmiü ve parlak ve korkutucu gözüyle yan yan Füsunu seyrederken ondan kaçmamü, hatta Füsun ondan ürkmüütü. Bir gün Feridun kargann resmini çekmiü, Füsun da burada sergilediùim küçük siyah-beyaz fotoùraf kareleyerek büyütmüü ve suluboya ile aùr aùr benim çok sevdiùim bir resim yapmüt. Daha sonra ayn balkon demirine konan bir güvercin ve sonra serçeyle de resimlere devam etmiüti. Feridun'un evde olmadù geceler, yemekten önce ya da televizyondaki uzun reklam aralarnda, Füsun'a "Resim nasl?" diye sorardm. Bazan neüeli olur, "Gel birlikte bakalm," der, içeriye arka odaya gider, Nesibe Hala'nn terzi aletleri, makaslan ve kumaülarla daùnk gözüken odadaki küçük avizenin solgun üùnda resme birlikte bakardk. "Çok güzel, gerçekten çok güzel Füsun," derdim içtenlikle. Ayn anda ona, srtna, eline dokunmak için dayanlmaz bir istek duyardm. Sirkeci'deki ithalatç krtasiye dükkânlarndan, ona güzel, "Avrupa mal" resim kâùtlar, defterler ve suluboya takmlar alyordum. "ústanbul’un bütün kuülarm yapacaùm," derdi Füsun. "Ferudun bir serçe fotoùraf çekti. Srada o var. Kendi kendime eùleniyorum iüte. Balkona baykuü konar m sence?" "Bir gün mutlaka sergi açmalsn," dedim bir kere. "Aslnda Paris'e gidip müzelerdeki resimlere bakmak isterim," dedi Füsun. Bazan da sinirli, keyifsiz olur, "Son günlerde resim yapamadm Kemal.'" derdi. Keyifsizlik nedeninin oynayacaù filmine deùil baülamak, senaryoyu bile çekilebilir bir senaryo haline getiremememizle ilgili olduùunu elbette anlardm. Bazan da resme fazla bir üey eklememiü olmasna raùmen, Füsun srf bana film konusunu açabilmek için arka odaya giderdi: "Feridun, Daktilo Demirin düzeltmelerim sevmemiü, yeni-
368
---------------------------------------------------- Sansürden Senaryo Geçirmek---------------------------------------------------------
den yazyor..." demiüti bir kere. "Ben söyledim, lütfen sen de söyle ona, uzatmasn. Artk benim filme baülayalm." "Söylerim." Üç hafta sonra bir gece gene arka odaya geçmiütik. Füsun karga resmini bitirmiü, üimdi aùr aùr bir serçe resmi yapyordu. "Gerçekten çok güzel oluyor," demiütim resme uzun uzun baktktan sonra. "Kemal, ben anladm artk. Feridun'un sanat filmine baülamamz aylar alacak," dedi Füsun. "Öyle üeylere sansür kolay izin vermiyor. ûüpheleniyorlar. Ama önceki gün Pelür'de Muzaffer Bey masamza geldi ve bana bir rol teklif etti. Feridun sana söyledi mi?" "Hayr. Pelür'e mi çktnz? Dikkat et Füsun, o adamlarn hepsi birer kurt." "Merak etme, Feridun da, ikimiz de çok dikkat ediyoruz. Haklsn, ama bu çok çok ciddi bir teklif." "Senaryoyu okudun mu? Sen istiyor musun?" "Senaryoyu tabii okumadm. Kabul edersem onlar bir senaryo yazdracakmü. Görüümek istiyorlar benimle." "Konu ne?" "Konunun ne önemi var Kemal? Muzaffer Bey tarz aükl, melodraml bir film iüte. Ben kabul etmeyi düüünüyorum." "Acele etme. Onlar kötü insanlar. Senin yerine Feridun konuüsun onlarla. Niyetleri kötü olabilir." "Nasl kötü?" dedi Füsun. Ama konuyu uzatmadan, canm sklmü olarak masaya döndüm hemen. Muzaffer Bey gibi becerikli bir rejisörün Füsun'u öne çkartarak çekeceùi ticari bir melodramn, onu Edirne'den Diyarbakr'a bütün Türkiye'de hemen meühur edeceùini çok kolay hayal edebiliyordum. Kömür sobalaryla stlan pis kokulu, havasz sinemalarda tkü tkü kalabalklar, okul kaçaklar, iüsizler, hülyal ev kadnlar ve kadnsz kzgn erkekler, Füsun'un gü369
Sansürden Senaryo Geçirmek
zelligi ve insanlùyla elbette ki büyüleneceklerdi. Sonra, istediùi gibi yldz olur olmaz Füsun'un yalnz bana deùil, Feridun'a bile kötü davranacaùm, hatta belki bizi brakacaùn düüünürken yakalyordum kendimi. Füsunu ün ve para için her üeyi yapan, magazin yazarlaryla al takke ver külah iliükiler sürdüren biri olarak düüünemiyordum elbette; ama Pelür Bara gelenlerin bakülarndan, pek çok kiüinin onu benden ayrmak için -dilimin ucuna geliveren ilk üey olduùu için kullanyordum bu sözü- ellerinden gelen her üeyi yapacaklarn anlyordum. Meühur bir yldz olursa, Füsuna ne yazk ki daha da fazla âük olacaktm ve onu kaybetme korkum çok daha büyük olacakt. O aküam yemeùinin sonuna kadar Füsun'un öfkeli bakülarn gördükçe, aslnda güzelimin aklnn bende ya da kocasnda deùil, film yldz olma hayallerinde olduùunu bir daha görüp endiüeye, hatta telaüa kapldùm hatrlyorum. Füsun'un bu meyhanelerde düüüp kalkan bir yapmc ya da ünlü bir oyuncuyla kaçp beni -ve kocasngöz göre göre terk etmesinin bana vereceùi acnn, 1975 yaznda çektiklerimden de kat kat aùr olacaùn artk çoktan beri biliyordum. Feridun önümüzdeki bu tehlikeden ne kadar haberdard? Ticari yapmclarn kansn kendinden iyice uzak ve berbat bir âleme sürüklemek isteyeceklerinin farkndayd biraz, ama ben her frsatta onu bu tehlikeye karü -üstü örtülü bir dille- uyarr, Füsun o berbat melodramlarda oynamaya baülarsa, artk benim için Feridun'un yapacaù sanat filminin hiçbir anlamnn kalmayacaùn ima eder, sonra evde gece yars babamn koltuùuna oturup tek baüma rak içerken, acaba Feridun'a çok fazla m açldm diye dertlenirdim. Mays baünda, film çekimi mevsimi yaklaürken Limon Film'e gelen Hayal Hayati, yar ünlü bir genç kadn oyuncunun kskanç sevgilisinden yediùi dayak yüzünden hastanelik olduùunu, onun rolünü Füsun'un almasnn çok iyi olacaùn, bunun Füsun gibi güzel ve kültürlü bir kz için büyük bir frsat
370
---------------------------------------------------- Sansürden Senaryo Geçirmek---------------------------------------------------------
oldu÷unu anlatmú, benim endiúelerimi çok iyi bilen Feridun da teklifi kibarca reddetmiú ve konuyu sanrm Füsuna hiç açmamút bile...
60. HUZUR LOKANTASINDA BOøAZ GECELERú
Füsun'u, Pelür Bara her gidiúinde baúna üúüúen aç erkek kurtlardan ve çakallardan uzak tutmak için yaptklarmz bazan da bizi dertlendirece÷ine güldürür, hatta mutlu ederdi. Okurlarmn Hilton daki niúandan hatrlayacaklar dedikodu yazar Beyaz Karanfilin Füsun hakknda "bir yldz do÷uyor" konulu bir yaz yazmak istedi÷ini ö÷renmiú, bu adamn güvenilmez oldu÷unu Füsun a anlatmútm. Sonra köúe kapmaca oynar gibi ondan hep birlikte kaçmútk. Füsun'un masasna oturup bir anda içine do÷an aúk úiirini bir peçeteye yazp ona duygulu sözlerle ithaf eden gazeteci úairin eseri, hiçbir okura ulaúamadan, benim de gayretimle Pelür'ün yaúl garsonu Tayyar tarafndan çöpe atlmút. Ben, Feridun, Füsun, üçümüz daha sonra yalnz kald÷mzda, bu hikâyelerin bazlarn (hepsini de÷il) birbirimize anlatr gülüúürdük. Pelür Barda ve benzeri bar ve meyhanelerde karúlaút÷mz filmci, gazeteci ve sanatçlarn ço÷unun içki içtikten sonra kendilerine acmaya baúlayarak a÷lamalarnn tersine, Füsun iki kadehten sonra meyhane masalarnda neúelenip çocuksulaúr, uçar bir kz gibi cvltl olurdu. Yaz sinemalarna, Bo÷az lokantalarna gitti÷imiz zamanlardaki gibi, o, ben, kocas üçümüz butikleyiz diye Füsunun neúelendi÷ini de hissederdim bazan. ø÷nelemelerden, dedikodulardan yoruldu÷um için ben Pelür'e ank çok az gidiyor, oradayken Füsunun etrafndakileri kolluyor v e ço÷unlukla gecenin sonunu getirmeden Füsun ile kocasını ikna edip onlar Celin ile Bo÷aza yeme÷e götürüyordum. 371
-----------------
w --------------Huzur
Lokantas'nda Boùaz Geceleri -------------------------------------------
Füsun, Pelür den erken kalktùmz için baüta surat asard, ama yolda arabada Çetin ile hep birlikte sohbet ederken öylesine mutlu olurdu ki, ben onlarla -tpk 1976 yaznda yaptùmz gibi- birlikte lokantalara daha çok gitmemizin hepimiz için iyi olacaùm düüünürdüm. Bunun için, önce Feridun'u ikna etmem gerekirdi. Çünkü Füsun ile ben, ikimiz, iki sevgili gibi birlikte herhangi bir lokantaya gidemezdik elbette. Feridun'u filmci arkadaülarndan koparmak zor olduùu için, bir keresinde Nesibe Halay ikna etmiütim, sonra Füsun ve kocasyla Saryer'deki Urcan'a lüfer yemeùe gitmiütik. 1977 yaznda, Tark Bey'in de fazla zorluk çkarmadan, hatta istekle bize katlmasyla, Keskinlerde televizyonun karüsnda oturan bizim takm -Çetin in kullandù arabayla hep birlikte— Boùaz lokantalarna gitmeye baüladk. Bu gezintilerimizi, yemekleri, müzemize gelen herkesin benim hatrladùm mutlulukla hatrlamasn istediùim için ayrntlara gireceùim. Zaten romann ve müzenin amac, hatralarmz içtenlikle anlatp mutluluùumuzu baükalarnn mutluluùu haline getirmek deùil midir? O yaz, ksa bir zamanda, hep birlikte Boùaz’da bir meyhaneye aküam yemeùine gitmek bizler için hoü bir alükanlk oldu. Daha sonraki yllarda yaz-kü demeden, sk sk -ayda bir-arabaya biner, düùüne gider gibi güle oynaya yola çkar, ya bir Boùaz lokantasna ya da Tark Bey'in sevdiùi eski sarklan ve üarkclar dinlemek için büyük, ünlü gazinolardan birine giderdik. Baüka baz zamanlarda ise Füsun ile aramzdaki gerginlikler, belirsizlikler, filmimizin bir türlü çekilememesi gibi dertler bize bu zevki unuttururdu; ancak uzun süren neüesiz aylardan sonra hep birlikte arabaya doluüunca, aslnda birlikte ne kadar gülüp eùlenebildiùimizi, aslnda birbirimize ne kadar alütùmz ve birbirimizi sevdiùimizi fark ederdim. O zamanlar yan yana dizili meyhanelerinin kaldrmlara taüan kalabalù, kaldrmlardaki masalar arasnda yukar aüaù gezen tombalaclar, midye ve badem sanclan, resmini çekip
372
Huzur Lokantas'nda Bo÷az Geceleri
bir saatte basp getiren fotoùrafçlar, dondurmaclar ve lokantalarn çoùundaki küçük fasl heyetleri ve alaturka üarkclaryla Tarabya, Boùaz'a eùlenceye çkan ústanbullularn en gözde mekânyd. (O yllarda tek bir turist yoktu daha ortalkta.) Masalar ile lokanta arasndaki dar yolda ilerleyen arabalar arasnda, ellerinde meze tabaklaryla tkü tkü dolu tepsiler, koüturarak hizmet veren garsonlarn hzna ve cesaretine, Nesibe Hala nn her gidiüimizde hayretle güldüùünü hatrlyorum. "Huzur" adl görece gösteriüsiz bir lokantaya gidiyorduk. Boùaz'a gittiùimiz ilk gece boü yer var diye girip oturduùumuz bu lokantay, Tark Bey yandaki iddial Mücevher Gazinosu'ndan gelen alaturka müziùi ve eski üarklar "bedavadan ve uzaktan" dinleyebildiùi için de sevmiüti. Öteki gidiüimizde ben Mücevherde oturursak eski üarkclar aslnda daha iyi dinleyebileceùimizi söyleyince, Tark Bey "Aman o berbat heyete, karga sesli kadnlara para vermeyelim Kemal Bey!" demiü, ama yemek boyunca yandan gelen müziùi daha da dikkatle, keyifle ve öfkeyle dinlemiüti. "Sesi bozuk, kulaù bozuk" üarkclarn hatalarm yüksek sesle düzeltir, bütün güfteleri bildiùini, üarknn sonunu üarkcdan önce getirerek gösterir, üçüncü kadeh rakdan sonra ruhsal bir derinlik duygusu ve efkârla gözlerini kapatp baün sallayarak müziùe tempo tutard. Çukurcuma'daki evden arabayla Boùaz gezintisine çkarken, hepimiz evin içinde takndùmz rolleri de sanki biraz olsun geride brakyorduk. Ben Boùaz lokantalarn ve gezintilerini, evdekinin tersine, Füsun tam yanma oturduùu için de çok severdim. Kalabalk masalar arasnda kolunun koluma iyice yaslandùn kimse görmez, babas müzik dinlerken ve annesi Boùaz'n titrek üklarm, buùulu karanlùn
seyrederken,
ikimiz
gürültünün
içinde
fsldaüarak,
havadan sudan, yediklerimizden ve gecenin güzelliùinden, babasnn ne kadar sevimli olduùundan, tpk yeni tanüan ve Avrupai kz-erkek arkadaülùn yeni öùrenen mahcup gençler gibi dikkatle söz ederdik. Babas-
373
Huzur Lokantas'nda Bo÷az Gecelen
nn yannda sigara içmesi her zaman bir baüka dert olan Füsun, Boùaz meyhanelerinde, kendi ekmeùini kendi kazanan diüli bir Avrupal kadn havasna bürünüp göstere göstere fosur fosur sigara içerdi. Kara gözlüklü bçkn tombalacdan fiü alp talihimizi denediùimizi, hiçbir üey çkmaynca karülkl baküp "Kumarda kaybettik," dediùimizi, sonra utandùmz, sonra mutlu olduùumuzu hatrlyorum. Bu, evden çkmann, divan üiirindeki üarabn, sevgiliyle yan yana oturmann mutluluùu kadar, sokaktaki kalabalkla birlikte olmann da mutluluùuydu. Masalarla lokantalar arasna iyice sküan Boùaz yolu tkannca, pencereleri açlan arabalarn içindekilerle masadakiler arasnda "Kza yan baktn", "Sigaran niye üzerime attn" kavgalar çkp bir anda alevlenirdi. Gece ilerledikçe sarhoülar üarkya baülar, masadan masaya alkülar ve laf atmalar ortalù canlandrrd. Derken bir meyhaneden ötekine gösteri için koüturan "oryantal" dansözün pullu yaldzl elbisesiyle güneüte yanmü teni araba lambalarnda yansynca, araba kornalar 10 Kasmdaki Boùaz vapurlarnn düdükleri gibi içtenlikle çalmaya baülard. Sonra scak gecenin ortasnda, aniden rüzgâr yön deùiütirir, parke taü kapl rhtmn üzerine ve yerlere atlmü fndk, çekirdek, msr ve karpuz kabuklarnn, kâùt ve gazete parçalarnn, gazoz kapaklar, mart ve güvercin pislikleri ve plastik torbalarn üzerindeki ince kumu, tozu ve kiri bir anda havalandrr, bir an yolun öle tarafndaki aùaçlarn hürts duyulur ve Nesibe Hala, 'Aman çocuklar, toz kalkt, yemeklere dikkat!" diyerek, tabaklarn üzerini elleriyle örterdi. Sonra rüzgâr bir
anda gene yön deùiütirir ve
poyraz, Karadeniz'den iyot kokan bir serinlik getirirdi. Gecenin sonuna doùru "Bu hesap niye bu kadar yüksek" kavgalar çkarken, masalardan üarklar yükselir, Füsun ile ellerimiz, kollannz, bacaklarmz birbirine daha da çok deùer, hatta birbirine karürd ki, bazan mutluluktan baylacaùm •»anrdm Bazan mutlu olurdum ki, geçen fotoùrafçy
374
o kadar o kadar
----------------------------------------Huzur Lokantas'nda Boùaz Geceleri----------------------------------------------------
durdurur, fotoùraf çektirir, Çingene kadn durdurup hepimizin el falna baktrrdm. Bazan sanki onunla ilk defa tanümüz gibi hissederdim kendimi. Orada Füsun'un yannda, kolum koluna, eline deùerken, onunla
evleneceùimizi
düüünür,
mehtaba
bakarken
mutluluk
hayallerine dalp gider, derken, bir kadeh buzlu rak daha içer, sonra tpk bir rüyadaki gibi önümün kaskat kalktùm ürpertici bir hazla fark eder, ama telaüa kaplmaz, cennetteki ecdadmz gibi suç ve günahtan iyice arnmü bir ruh haline girdiùimi, girdiùimizi hisseder, kendimi hayalin, hazzn ve Füsunun yannda oturmann mutluluùuna brakrdm. Evin dünda, o kalabalùn içinde, annesinin babasnn burnunun dibinde, birbirimize Çukurcuma'daki evde hiç olmadùmz kadar neden bu kadar yaknlaüabiliyorduk, bilmiyorum. Ama o gecelerde ileride birlikte uyum içinde mutlu bir çift olabileceùimizi, magazin sayfalarnn sevdiùi ifadeyle "birbirimize yakütùmz" anlardm. Hatta bunu ikimiz de içimizde hissederdik. ûundan bundan tatl tatl konuüurken onun "Bir tatmak ister misin?" demesi üzerine, tabaùndaki küçük
esmer
köftelerden,
cesaretlendirmesiyle
bir
tabaùnn
baüka kenarnda
seferinde, duran
gene ve
onun burada
çekirdeklerini sergilediùim zeytinleri kendi çatalmla alp aùzma attùm da büyük bir mutlulukla hatrlyorum. Bir baüka gece de yan masada oturan bize benzer bir çiftle (adam otuz küsur yaülarnda kumral, kz yirmi yaünda beyaz tenli, esmer) sandalyelerimizde yan dönüp uzun uzun arkadaüça sohbet etmiütik. Ayn gecenin sonunda Mücevher Gazinosundan çkan Nurcihan ve Mehmet ile karülaümü, ayaküstü ortak arkadaülarmzdan hiç söz etmeden, "Gecenin bu saatinde açk olan en iyi Boùaz dondurmacs hangisidir?" diye ciddi bir tartümaya girmiütik. Onlardan ayrlrken, Çetinin kapsn açtù Chevrolet'ye annesiyle babasyla giren Füsun'u uzaktan
göstererek
akrabalarm
Boùaz
gezintisine
çkardùm
söylemiütim. Müzemi yllar sonra gezecek merakllara 1950'lerde, 60'larda, Istan-
375
Huzur Lokantas'nda Boùaz Geceleri
bul'da çok az özel araba olduùunu, Amerika'dan ya da Avrupa'dan özel otomobil getiren zenginlerin, tandk ve akrabalarn üehir gezintilerine çkardklarn hatrlatmak isterim. (Çocukluùumda annemin bazan babama "Saadet Hanm, kocas, çocuklaryla bir araba gezintisi istiyor, sen de gelir misin, yoksa ben onlar Çetin ile -annem bazan yalnzca "üoför ile" de derdi- gezdireyim mi?" diye sorduùunu, babamn da "Aman sen onlar gezdir, ben meügulüm," dediùini sk sk iüitmiütim.) Boùaz gezintilerinden dönüüte, arabada hep birlikte üark söylerdik. ûarkya önce hep Tank Bey baülard. Önce eski bir besteyi, güfteyi hatrlamaya çalüarak mrldanr, sonra bize radyoyu açtrr, eski bir üark aratr ya da biz radyoyu karütrrken, o gece Mücevher'den iüittiùimiz eski bir melodiyi söylemeye baülard. Bazan radyoyu karütrrken, uzak, yabanc ülkelerin tuhaf dilleriyle karülaür, bir an susardk. "Moskova Radyosu," derdi o zaman Tark Bey esrarengiz bir havayla. Sonra yavaü yavaü snr, mesela bir üarknn ilk sözlerini söyler, Nesibe Hala ile Füsun az sonra ona katlrd. Arabann içinde eski üarklardan bir konser dinleyerek, Boùaz yolunun yüksek çnarlarnn ve karanlk gölgelerinin altndan eve dönerken, ön koltuktan onlara doùru döner, bütün güftesini bilmediùim için utandùm Gültekin Çekinin Eski Dostlarn onlara uyarak söylemeye çalürdm. Arabada hep birlikte üark söylerken, Boùaz lokantasnda konuüa gülüüe yemek yerken, aslnda aramzda en mutlu olan kiüi Füsun du. Buna raùmen evden çkabildiùi gecelerde Füsun, Pelür Bardaki filmcilerle birlikte olmaktan hoülanrd. Bu yüzden, hep birlikte Boùaz gezintisine çkmak için önce Nesibe Hala'y ikna ederdim. Nesibe Hala, Füsun ile beni yan yana getirecek t irüatlar hiç kaçrmak istemezdi. Bir baüka yol, önce Feridun'un akln çelmekti. Bunun için bir gece, Feridun'un ayrlamadù kameraman arkadaü Yani'yi de Boùaza götürmüütük. Feridun. Limon Filmin imkânlaryla Yaniyle birlikte reklam filmleri çekiyor, ben de onlara karümyor, biraz para kazanma-
Huzur Lokantas'nda Boùaz Geceleri -
larn iyi karülyordum. Feridun bir gün çok para kazanr da, kaynvalidesi ve kaynpederinin yanndan ayrlp karsyla ayr bir eve taünrsa, Füsun'u nasl görebilirim diye bazan sorardm kendime. Feridun ile bazan bu yüzden de iyi geçinmek istediùimi utanarak hissederdim. Tark Bey ile Nesibe Hala gelmediùi için, o gece Tarabya'da ne yandaki meyhaneden gelen üarklar dinledik ne de dönüü yolunda hep birlikte üark söyleyebildik. Füsun benim deùil kocasnn yanna oturmuü, sinema dedikodularna dalmüt. O gece mutsuz olduùum için bir baüka gece, Feridun ve Füsun'la gene Pelür'den çkarken, Feridun'un bizimle gelmek isteyen baüka bir arkadaüna, arabada yer olmadùn, çünkü az sonra Füsun'un annesiyle babasn alp Boùaz'a gideceùimizi söyledim. Galiba biraz kabaca söylemiütim bunu. Geniü, güzel bir aln olan adamn koyu yeüil gözlerinin üaüknlkla, hatta öfkeyle büyüdüùünü gördüm, ama çkardm onu aklmdan. Daha sonra Çukurcuma'ya gidip Nesibe Hala ile Tank Beyi tatllkla ve Füsun'un da yardmyla kandrp hep birlikte gene Tarabya'ya Huzur Lokantas'na gittik. Oturup içmeye baüladktan bir süre sonra, masada huzursuz olduùumu, Füsun'un tutuk, gergin halinden, gecenin akündan zevk alamadùm bir an düüündüùümü hatrlyorum. Bizi eùlendirebilecek tombalaclar, soyulmuü taze ceviz satclarn bulabilmek için arkaya dönmüütüm ki, hemen iki masa ötemizde ayn koyu yeüil gözlü adam gördüm. Az ötede bir masada bir arkadaüyla oturmuü bizi seyrederek içiyordu. Feridun benim onlar gördüùümü fark etti. "Senin arkadaün arabaya binmiü, bizi takip etmiü," dedim. "Tahir Tan benim arkadaüm deùil," dedi Feridun. "Pelür'den çkarken kapda bizimle gelmek isteyen adam deùil mi bu?" "Evet, ama arkadaüm deùil. Yerli fotoromanlarda, vurdulu-krdl filmlerde oynuyor. Sevmiyorum onu."
Huzur Lokantas'nda Boùaz Geceleri
"Niye peüimize düütüler?" Bir an sustuk. Feridun'un yannda oturan Füsun da konuümay duymuü, gerilmiüti. Tank Bey müzik dinliyordu, ama Nesibe Hala da bize
kulak
kesilmiüti.
Hemen
sonra
Füsun'un
ve
Feridun'un
bakülarndan, adamn bize yaklaütùn anlayp arkama döndüm. "Kusura bakmayn Kemal Bey," dedi bana Tahir Tan. "Sizi rahatsz etmek deùil amacm. Ben Füsun'un annesi ve babasyla konuümak istiyorum." Bir subay düùününde, görüp beùendiùi kz dansa kaldrmadan önce, gazetelerdeki adap ve görgü sütunlarnda yazldù gibi kzn annesi ve babasndan izin alan kibar ve yakükl delikanlnn ifadesi geldi yüzüne. "Affedersiniz efendim, bir konuyu açmak istiyorum," dedi Tark Beye yaklaüarak. "Füsun'un film..." "Bak Tark, adam sana bir üey diyor," dedi Nesibe Hala. "Size de diyorum efendim. Füsun'un annesisiniz, deùil mi? Siz de babassnz, efendim. ûundan haberiniz var m? Efendim, Türk sinemasnn önde gelen iki önemli yapmcs Muzaffer Bey ve Hayal Hayati, kznza önemli roller teklif ettiler. Fakat filmlerde öpüüme sahnesi var diye sizler teklifleri kabul etmemiüsiniz." "Yok öyle bir üey," dedi Feridun soùukkanllkla. Her zamanki gibi Tarabya'da yoùun bir gürültü vard. Tark Bey ya duymamüt ya da böyle durumlardaki pek çok Türk babas gibi duymamü gibi yapyordu.
"Yok ne?" dedi Tahir Tan kabaday havasyla. Çok içtiùini, kavga çkarmak istediùini hepimiz anladk. "Tahir Bey," dedi Feridun dikkatle. "Biz bu aküam ailecek oturuyoruz ve film iülerinden hiç bahsetmek istemiyoruz." "Ben istiyorum ama... Füsun Hanm, niye korkuyorsunuz, filmde oynamak istediùinizi söylesenize." Füsun gözlerini kaçrd. Telaüsz ve aùr hareketlerle sigara
378
Huzur Lokantas'nda Boùaz Geceleri -
içiyordu. Ayaùa kalktm. Feridun da ayn anda ayaùa kalkt. Adamla masa arasna girdik. Baüka masalardan kafalar bize doùru çevrildi. Kavgadan önce Türk erkeklerinin takndù dövüüçü horozlar andran hareketleri, kabaday pozlarn taknmü olmalyz. Çünkü kavgay kaçrmak istemeyen merakl seyirciler, eùlenmek isteyen sarhoülar bize yaklaüyorlar, seyre hazrlanyorlard. Tahirin arkadaü da masadan kalkp yaklaüt. Meyhane kavgalarn bilen yaül, tecrübeli bir garson hemen araya girdi. "Haydi beyler, birikmeyelim, daùlalm," dedi. "Hepimiz içkiliyiz, olur böyle anlaümazlklar. Kemal Bey, sizin masaya bir midye tava, bir de çiroz brakyoruz." Müzemizi yüzyllar sonra ziyaret eden, gelecek kuüaùn mutlu insanlarna, o zamanlar Türk erkeklerinin en küçük bahaneyle her yerde,
kahvehanelerde,
hastane
kuyruùunda
beklerken,
trafik
tkandùnda, futbol maçlarnda, her durumda tekme tokat kavgaya giriütiùini, kavgadan korkup pusmann en büyük üerefsizlik kabul edildiùini söyleyeyim ki, bizleri yanlü anlamasnlar. Arkadan gelen arkadaü, elini Tahir'in omzuna att, "efendilik sende kalsn'1 pozlaryla onu uzaklaütrd. Feridun da omzumdan tutup 'hiç deùer mi!" ifadesiyle beni masaya oturttu. Bunu yaptù için ona üükran duydum. Gecenin
içinde
bir
geminin
projektörü
poyrazla
çalkalanan
dalgalarn üzerinde gezinirken, Füsun hiçbir üey olmamü gibi sigara içiyordu. Uzun uzun gözlerinin içine baktm, o da bakülarn benden hiç kaçrmad. Neredeyse maùrur, meydan okuy a n
bir havayla
bakarken, son iki ylda yaüadklarnn, hayattan beklediklerinin bu sarhoü oyuncunun çkardù üu küçük meseleden çok daha büyük ve tehlikeli olduùunu bir an hissettirdi bana. Sonra Tank Bey Mücevher Gazinosundan gelen üarkya, Selahatn Pnarn Nereden Sevdim 0 Zalim Kadn na elindeki rak bardaùn ve baün çok aùr bir havada sallayarak eülik etti.
Huzur Lokantas'nda Boùaz Geceleri
Bizler de üarknn kederini paylaümann çok iyi olacaùn anlayp ona katldk. Çok sonra, gece yans, dönüü yolunda, arabada hep birlikte üark söylerken, gecenin baündaki olay bütünüyle unutmuü gibiydik.
61. BAKMAK Oysa Füsunun ihanetini ben hiç unutmamütm. Besbelli Tahir Tan, Pelür'de göre göre Füsun a abay yakmü, Hayal Hayatinin ve Muzaffer Bey'in ona filmlerde roller teklif etmesini saùlamüt. Ya da daha akla yatkn olan, Hayal Hayati'nin ve Muzaffer Bey'in, Tahir Tan'n Füsuna olan ilgisini görüp ona rol teklif etmeleriydi. Füsun'un, Tahir Tan gittikten sonra süt dökmüü kedi gibi olmasndan, onlar en azndan cesaretlendirdiùini de anlamütm. 1977 yaznda Tarabya'daki Huzur Lokantas'ndaki o geceden sonra, Füsun'un Beyoglu'na sinemaclarn yerlerine, özellikle de Pelür e gitmesinin yasaklandùn, ondan sonra Keskinlere ilk gidiüimde Füsun'un küskün ve öfkeli bakülarndan sezdim. Daha sonra Limon'da buluütuùumuzda Feridun, Nesibe Hala ile Tark Bey'in o olaydan telaüa kapldklarn söyledi. Füsun'un üu ara Pelür'e gitmesi çok zordu. Mahalle arkadaülaryla görüümesine bile snr getirilmiüti. Sokaùa çkmadan önce, evlenmemiü bir kz gibi annesinden izin almas gerekiyordu. Çok uzun sürmeyen bu sert önlemlerin Füsun'u çok mutsuz ettiùini hatrlyorum. Feridun artk kendisinin de Pelür'e gitmeyeceùini süslü sözlerle söyleyerek Füsun'u teselli ediyordu. Feridun'un sanat filminin çekimine baülamamz gerektiùini, Füsunu ancak böyle mutlu edebileceùimizi ikimiz de çok iyi biliyorduk. Ama ne filmin senaryosu sansür kurulundan geçebilecek haldeydi ne de Feridun'un bunu yakn zamanda gerçekleütirebile-
380
Bakmak
cegini hissediyordum. Füsunun da bunu bütün açklùyla ve acyla hissettiùini, arka odada yeni yapmaya baüladù mart resmine bakarken konuütuklarmzdan anlar, üzülürdüm. Füsunun öfkeli sorularna, isyanna tank olmaktan hoülanmadùm için artk ona daha az "Yeni resim nasl?" diyor, bunu ancak Füsun un o gün neüeli olduùunu, arka odada gerçekten mart resminden söz edeceùimizi anladùm zaman soruyordum. Çoùu zaman Füsunu neüesiz görür, "Mart resmi ilerliyor mu?" diye hiç sormaz, bakülarndan öfkesini hissederek otururdum. Benimle bakülaryla úletiüim kurduùunu derinden hissedince. Füsun da bana daha özel bir üekilde bakard. úçeriye resme bakmak için üç-beü dakika gitsek bile, gecenin büyük çoùunluùu bu bakülarla, onlara bir anlam vermekle geçerdi. Çukurcuma'daki aküam yemeklerinde çoùu zaman Füsunun benim için, kendi hayat için ne düüündüùünü, duygularnn ne olduùunu bakülarndan okumaya çalürdm. Bir zamanlar burun kvrdùm bakülarla iletiüim kurma töresine ksa sürede kendimi iyice vermiü, süratle bu iüte hüner kazanmütm. Gençlik yllarmda arkadaülarla bir sinemaya gittiùimizde, bir lokantada hep birlikte otururken ya da adaya bahar gezintisine giderken, vapurun üst salonunda aramzdan biri, "Beyler, üuradaki kzlar bize bakyor!" dediùinde, bazlarmz heyecanlanrken ben bu sözü hep üüpheyle karülardm. Çünkü aslnda kalabalklarn olduùu yerlerde kzlar çok seyrek olarak etraftaki erkeklere bakar, bakarken göz göze gelirlerse de, ateüle karülaümü gibi bakülarn hemen korkuyla kaçrr, bir daha da o yöne hiç dönmezlerdi. Keskinlerin evine aküam yemeklerine gitme ye baüladùm ilk avlarda, hep birlikte televizyon sevrederek yemek masasnda otururken hiç beklenmedik bir
anda göze geldiùimizde, Füsun da bakülarn iüte böyle, ateüle karülaümü gibi kaçrrd benden. Bunun, bir Türk kznn sokakla bir yabancyla karülaünca yaptù hareket olduùunu hisseder, hoülanmazdm. Ama daha sonra Füsun'un bu hareketi, masada
Bakmak
otururken beni kükrtmak için yaptùn düüünmeye baüladm. Baküma sanatn öùrenmeye yeni baülyordum. Eskiden ústanbul sokaklarnda yürürken, çarü pazar gezinirken, baü ister açk olsun ister örtülü, kadnlarn baüka erkeklerle deùil göz göze gelmeye çalümak, onlara baktklarna —Beyoùlu nda bile- bile çok az tank olmuütum. Öte yandan, görücü usulüyle evlenen çoùunluùun dünda, birbirlerini görüp, tanyp seçerek evlenen pek çok kiüiden "Biz önce baküarak anlaütk," sözünü de iüitmiütim. Görücü usulüyle evlenmelerine raùmen, annem bile babamla Atatürk un de katldù bir baloda uzaktan birbirlerini görerek beùenip, hiç konuümadan, yalnzca baküarak
anlaütklarn
iddia
ederdi.
Babam
ise
annemi
hiç
bozmamasna raùmen, bana bir kere Atatürk ile birlikte ayn baloda bulunduklarn, ama ne yazk ki o gece ük kyafeti, beyaz eldivenleri ile on alt yaündaki annemi hiç göremediùini, hiç hatrlamadùm söylemiüti. Bizimkisi gibi kadn ile erkeùin aile dünda tanüp, görüüüp hiç buluüamadù bir âlemde, göz göze gelmenin anlamn -belki de gençliùimin bir ksmm Amerika'da geçirdiùim için- zaten geç anladm, otuz yaümdan sonra ve Füsun sayesinde... Ama anladùm üeyin deùerini çok iyi bildim ve derinliùini hep içimde hissettim. Füsun, tpk eski úran minyatürlerindeki kadnlar gibi ya da o zamanlarn fotoroman ve film sahnelerinde-ki kadnlar gibi bakard bana. Sofrada onun çapraznda otururken, bana düüen boü boü televizyona bakmak deùil, güzelimin bakülarn okumakt. Ama bir süre sonra, belki de bu zevkimi keüfettiùi ve beni cezalandrmak istediùi için bakülarmz kesiüince, Füsun utangaç kzlar gibi bir anda gözlerini kaçrmaya baülard. Birlikle yaüadklarmz aile sofrasnda ne hatrlamak ne de hatrlatmak istiyor, üstelik onu film yldz yapamadk diye öfkeleniyor, diye düüünür; önceleri ona hak verirdim. Ama bir süre sonra, benimle bakülarla bile temastan bu kadar kaçnma-
382
Bakmak
s. o mutlu seviümelerimizden sonra utangaç bir bakire, hiç tanümadù yabanc
bir
erkekle
göz
göze
gelmiü
gibi
davranmas,
beni
öfkelendirmeye baülad. Kimse bizimle ilgilenmez, yani aküam yemeùini yer, dalgn dalgn televizyona bakarken ya da lam tersi ekrandaki
duygusal
dizideki
dokunakl
ayrlma
sahnesi
tam
gözlerimizi sulandrmüken, bir an rastlantyla göz göze gelmek beni çok mutlu eder, o gece oraya o göz buluümas için geldiùimi sevinçle anlardm. Ama Füsun o ann mutluluùunu hiç hissetmemiü gibi davranr, bakülarn kaçrr, bu da kalbimi krard. Bir zamanlar birlikte ne kadar mutlu olduùumuzu unutamadùm için orada olduùumu bilmiyor muydu? Bu düüüncelere kaplp ona içerlediùimi daha sonra bakülarmdan anladùn hissederdim. Ya da galiba yalnzca hayal ederdim. Hissetmek ile hayal etmenin açtù bu muùlak âlem, baküma sanatnn inceliklerini yavaü yavaü Füsun sayesinde öùrenirken fark ettiùim ikinci büyük keüif oldu. Bakümak, hiçbir kelime kullanmadan bakülarmzla karümzdakine kendimizi anlatma yoluydu elbette. Ama anlatlan üey de, anlaülan üey de, aslnda hoüumuza giden derin bir muùlaklk taüyordu. Füsun un bakülaryla ifade ettiùi üeyin ne olduùunu tam anlayamaz ve bir süre sonra ifade edilen üeyin bakün kendisi olduùunu anlardm. Füsun'un baülarda çok seyrek de olsa, bir an yoùunlaüan ifade dolu güçlü bakülarndan öfkesini, kararllùn, ruhunda esen frtnalar hisseder, bir an aklm karür, onun karüsnda sanki gerilerdim. Daha sonra televizyonda ortak mutlu hatralarmza iüaret eden bir üey, mesela bizim gibi öpüüen bir çift belirdiùinde onunla göz göze gelmek isteyince, hiçbir taviz vermeden bakülarn kaçrmas, hatta bana yan dönmesi beni isyan ettirirdi. Ona srarla, inatla, gözlerimi hiç kaçrmadan bakma alükanlùm bu sralarda geliütirdim. Bakülarm onun gözlerinin içine diker, ona uzun uzun dikkatle bakardm. Tabii, aile sofrasnda baküm çoùunlukla on-on
383
Bakmak
iki saniyeyi geçmez, en uzunu, en pervasz yarm dakikaya varrd. Bu sürede yaptùm üeyin bir çeüit "taciz" olduùunu, gelecekteki modern çaùn özgür insanlar hakl olarak düüünebilirler. Çünkü o srarc bakülarmla. Füsunun saklamak, hatta belki de unutmak istediùi geçmiüteki ortak mahremiyetimizi, aükmz aile sofrasna taümü oluyordum. Aile sofrasnn içkili olmas ya da benim sarhoü olmam tabii bir mazeret olamaz. Ama bu kadarn bile yapmasaydm. herhalde delirir.
Keskinlere
gidecek
gücü
kendimde
bulamazdm
diye
savunabilirim üimdi kendimi. Çoùu geceler Füsun böyle öfkeli ve takntl bir aküammda olduùumu, bakülarmla ona sk sk yoùunlaüacaùm ilk göz göze gelmelerden, arszca srarmdan anlaynca, hiç telaüa kaplmaz; erkeklerin tacizci, huzursuzluk verici bakülarm görmezlikten gelip idare etmeyi bir hüner haline getirmiü bütün Türk kadnlar gibi, bana bir daha hiç bakmadan karümda otururdu. O zaman deli gibi olur, ona daha da öfkelenir, bakülarm daha da dikerdim gözlerinin içine. Ünlü köüe yazar Celâl Salik, M i l liyet gazetesindeki köüesinde üehir sokaklarnda yürüyen öfkeli erkeklerimizi uyarmü, pek çok kereler "Güzel bir kadn görünce dik dik gözlerinin içine onu öldürecekmiü gibi bakmayın, diye yazmüt. Füsunun benim yoùun bakülarm, ben Celâl Salik'in anlattù o erkeklerden biriymiüim gibi yorumlamas beni çileden çkarrd. Taüradan ústanbul’a gelip de baü açk, makyajl, rujlu güzel bir kadna hiç durmadan sert sert ve hayranlkla bakan erkeklerin kadnlar ne kadar taciz ettiklerini, Sibel bana sk sk anlatmüt. ûehirde sk sk olduùu gibi. bu erkeklerin bazlar daha sonra uzun uzun seyrettikleri kadnlarn peülerine düüer. bazlar varlklarn tatzkâr bir üekilde belli ederek, bazlar da ruh gibi sessizce saatlerce, bazan günlerce uzaktan kadn izleyerek ona bakarlard. 1977 nn Ekim aynda bir gece. Tark Bey "üzerinde bir krklk olduùu için" hepimizden önce yukar çkp yatmüt. Füsun
---------------------------------------------------------- Bakmak----------------------------------------------------------------
ile Nesibe Hala tatl tatl konuüuyorlard, onlara dalgn dalgn -öyle sanyordum- bakyordum ki, birden Füsun benimle göz göze geldi. O günlerde sk sk yaptùm gibi ona dikkatle baktm. uYapma
öyle!'1 dedi Füsun.
Bir an sarsldm. Füsun benim baküm çok iyi taklit etmiüti. úlk anda utançtan durumu kabul edemedim. "Ne demek istiyorsun?" diye mrldandm. "Böyle yapma demek istiyorum," dedi Füsun ve benim baküm daha da abartl bir üekilde taklit etti. Bu taklitle, kendimin de fotoroman kahramanlar gibi baktùm anladm. Nesibe Hala bile gülümsedi buna. Sonra benden korktu. "Herkesi, her üeyi çocuk gibi taklit etme kzm!" dedi. "Artk çocuk deùilsin." "Yok, Nesibe Hala," dedim bütün gücümü toparlayarak. "Ben Füsun'u çok iyi anlyorum." Gerçekten Füsun'u anlyor muydum? Önemli olan âük olduùumuz kiüiyi anlamaktr elbette. Bunu yapamyorsak, hiç olmazsa anladùmz sanmak da iyi bir üeydir. Bu ikincisinin vereceùi tatmin duygusunu bile sekiz ylda seyrek tattm, itiraf edeyim. Koltuùumdan kalkamama buhranna yakalanmak üzere olduùumu sezdim. Bütün gücümü kullanarak ayaùa kalktm, saatin geç olduùunu mrldanarak
çktm
oradan.
Evde,
bir
daha
Keskinlere
hiç
gitmeyeceùimi düüünerek szana kadar içtim. Yan odada annem acyla inler gibi, ama çok saùlkl bir üekilde horluyordu. Okurun tahmin edeceùi gibi bir küskünlüùe kapldm. Ama çok fazla sürmedi. On gün sonra gene bir aküam hiçbir üey olmamü gibi Keskinlerin kapsn çaldm. úçeri girip Füsun ile göz göze gelir gelmez, beni görmenin onu mutlu ettiùini gözlerinin içindeki prltdan anladm. Ayn anda ben de dünyann en mutlu insan oldum. Sonra gene masaya oturduk ve bakümaya devam ettik.
385
---------------------------------------------------------- Bakmak ------------------------ 1 --------------------------------- P
Zaman geçtikçe, aylar yllar aktkça. Keskinlerin masasnda sohbet edip oturmak, televizyonu bayrak törenine kadar seyredip Tark Bey ve Nesibe Hala ile sohbet etmekten -çoùu zaman kenarndan Füsun da katlrd- hiç tatmadùm zevkler alyordum. Kendime yeni bir aile ediniyordum da diyebilirim buna. O gecelerde yalnz Füsun ile karü karüya oturduùum için deùil, Keskinlerin sohbetine katldùm için de bir hafiflik, hayat hakknda bir iyimserlik duygusuna kaplr, sanki oraya neden geldiùimi unuturdum. úüte ben bu duygular içindeyken, gecenin ortasnda sradan bir anda, rastlantyla Füsun ile göz göze geldiùimde, beni oraya o aküam getiren asl nedeni. Füsuna duyduùum bitip tükenmez aük bir anda sanki yeniden hatrlar, bir an uykudan uyanr gibi doùrulur, heyecanlanr, canlanrdm. O anlarda Füsun'un ayn heyecan duymasn isterdim. Bir an, o da benim gibi bu masum rüyadan uyanrsa, bir zamanlar birlikte yaüadùmz daha derin ve hakiki âlemi hatrlayacak ve ksa sürede kocasn brakp benimle evlenecekti. Ama Füsun'un bakülarnda böyle bir "hatrlama", bir "uyanü" göremez, sonu yerinden kalkamama buhranna varacak bir kalp krklù hissederdim. Füsun film iülerinin bir türlü sonuçlanmadù o dönemde, bir zamanlar birlikte ne kadar mutlu olduùumuzu hatrladùn gösterir bir üekilde, bana neredeyse hiç bakmazd. Tam tersi, bakülar yoùunluk ve derinlikten yoksun bir hal alr, o an televizyonda seyrettiùimiz üeyler ile
ya
da
mahalledeki
bir
komüuyla
ilgili
dedikoduyla
çok
ilgileniyormuü gibi bakmaya devam eder, hayatn gerçek anlam ve amac annesi ve babasnn sofrasnda oturup sohbet edip gülüümekmiü gibi davranrd. O zaman, bir an sanki Füsun ile hiçbir geleceùimiz olamazmü, ileride kocasndan ayrlp benimle birlikte olmasna hiç ihtimal yokmuü gibi bir boüluk ve anlamszlk duygusuna kaplrdm. Olaylardan yllar sonra, Füsun'un o aylardaki küskün bakülarn, diùer anlaml bakülarn Türk filmlerindeki kadn oyun-
386
Bakmak
culann bakülarna benzettim. Ama burada bir taklit yoktu, Türk filmlerindeki kadn kahramanlar gibi Füsun da, annesinin, babasnn ve erkeklerin
yannda derdini tam anlatamyor;
öfkesini,
isteùini,
duygularn, bakülaryla ifade ediyordu.
62. VAKúT GEÇSÎN DÎYE Füsun'u düzenli bir üekilde görüyor olmam, iü hayatm da düzene sokmuütu. Uykumu aldùm için her sabah erkenden yazhaneye gidiyordum. (Harbiye'deki apartmann yan duvarnda tatl gülüülü únge hâlâ Meltem gazozu içiyor, ama Zaim'den duyduùuma göre artk bu satülara pek yardmc olmuyordu.) Kafam Füsun'a taklmadù için hem çok iyi çalüyor, hem de çevrilen dolaplar görüp karar alabiliyordum. Osman'n, yönetimini Kenan'a emanet ettiùi Tekyay, beklenildiùi gibi ksa sürede Satsat'n rakibi olmuütu. Ama Kenan ve aùabeyimin baüarl yönetimi yüzünden deùildi bu. Mustang, fabrikas ve Füsun'a olan aük yüzünden aklma her geliüinde beni kederlendiren tekstilci Turgay Bey -nedense onu artk kskanmyordum hiç- kendi ürünlerinin bir ksmnn daùtmn Tekyay'a brakmüt da ondan. Turgay Bey, her zamanki inceliùi ile niüana çaùrlmamasn unuttuùu gibi, üimdi Osman ile ailecek ahbaplùa da baülamüt. Külan birlikte Uludaù'a kayak yapmaya gidiyor; Paris'e, Londra'ya alüveriü yolculuklarna çkyor ve ayn seyahat dergilerine abone oluyorlard. Gittikçe büyüyen Tekyay'n saldrganlùna üaüyor, ama pek fazla bir üey de yapamyordum. Benim üirkete aldùm genç ve hrsl yeni yöneticileri, çalükanlklar ve dürüstlükleri ile yllar boyunca Satsat'n temel direùi olmuü orta yaül iki yöneticiyi, Kenan, pervaszca yüksek maaülar vererek kendi üirketine transfer etmiüti. Aùabeyimin bana kazk atma zevki ve para hrsyla babamn
387
Vaktt Geçsin Diye
kurduùu Satsat'a karü iüler yapmasn, anneme aksam yemeklerinde birkaç kere açp üikâyet ettim. Ama annem "Artk ben aranza girmeyeyim oùlum" bahanesiyle bana yardm etmedi. Sanrm Osman'n
telkinleriyle
annem,
Sibel'den
ayrlmamdan,
özel
hayatmdaki esrarengiz tuhaflktan ve arlk biraz farknda olduùunu sandùm Keskinlere gitmelerimden bir sonuç çkarmü, benim babamn braktù iüleri iyi idare edemeyeceùime karar vermiüti. bu iki buçuk ylda Keskinlere ziyaretlerim. Füsun ile göz göze gelmelerimiz, aküam yemeklerimiz, sohbetlerimiz, artk kü aküamlan da çktùmz arabal Boùaz gezilerimiz, her üey sanki zamandü bir sradanlùna (ve güzelliùe), birbirini hep tekrar eden bir favama kavuütu. Feridun'un sanat filmine bir türlü baülayamyorduk. ama önümüzdeki birkaç ay içerisinde baülayacakmüz gibi hazrlk yapyorduk hep. Füsun sanat filminin biraz daha vakit alacaùna, ticari filmlerin de kendisini tehlikeli sokaklarda tek baüna brakacaùna ya karar vermiüti ya da karar vermiü gibi davranyordu. Bakülaryla düa vurduùu öfkesi bütünüyle yok olmamüt. Baz aküamlar Çukurcuma'daki evde sofrada otururken bakülarmz kesiüince, ilk baülardaki mahcup genç kz edasyla gözlerini kaçrmaz, gözlerimin içine benim bütün kusurlarm hatrlatacak bir hiddetle bakard. O zaman içine attù öfkesini düa vurduùu için kederlenir, ama bana da kendini daha yakn hissettiùini anladùm için mutlu olurdum. Artk aküam yemeklerinin sonuna doùru, ona yeniden "Füsun resim nasl gidiyor?" diye sormaya baülamütm. Feridun evde, sofradaysa da soruyordum bunu. (Huzur Lokantas'nda-ki geceden sonra Feridun geceleri daha az çkyor, bizimle yiyordu. Zaten film sanayii zordayd.) Bir kere üçümüzün sofradan kalkp, Füsun'un o srada yapmakta olduùu bir güvercin resmine uzun uzun baktùmz, konuütuùumuzu hatrlyorum:
388
Vakit Geçsin Diye
"Bu kadar yavaü yavaü, sabrla çalüman çok seviyorum Füsun," demiütim fsldar gibi. "Ben de söylüyorum, bir sergi açsn!" demiüti Feridun ayn fsltl havayla. "Ama utanyor..." "Ben bunlar vakit geçsin diye yapyorum," derdi Füsun. "En zoru, güvercinin baündaki tüylerin parlamas. Görüyor musunuz?" "Evet, görüyoruz," dedim. Uzun bir sessizlik oldu. Feridun o aküam sanrm Spor Saati'ni seyretmek için de evde kalmüt. Televizyondan bir gol sesi gelince koüarak gitti. Füsun ile hiç konuümadk. Onunla yaptù resme sessizce bakmak, Allahm, bu beni çok mutlu ediyordu. "Füsun, bir gün Paris'e gidelim ve birlikte oradaki resimleri, bütün müzeleri görelim, çok isterim." Bu pervaszlk; birkaç ziyaret surat asma, kaü çatma, halta hiç konuümama ve küskünlük cezasna çarptrlacak bir suçtu, ama Füsun sözümü çok doùal karülad. "Ben de gitmek isterim Kemal." Pek çok çocuk gibi ben de okul yllarndayken resme heves etmiü, ortaokul ve lisede bir dönem Merhamet Apartman'nda-ki dairede "kendi kendime" hevesle resim yapmü, ileride ressam olacaùm hayallerini kurmuütum. O zamanlar, bir gün Paris'e gidip bütün resimleri görmek gibi çocuksu hayallerim vard. 1950'lerde, 1960larn baünda, Türkiye'de resim seyredilecek hiçbir müze, sayfalar çocuksu bir zevkle çevrilebilecek resim ve reprodüksiyon kitaplar yoktu. Ama biz Füsun ile resim sanatnda neler olduùu gibi konularda deùildik hiç
Fotoùraftaki siyah-beyaz kuüu büyütüp renklendirmenin zevkleri hz mutlu ediyordu. Keskinlerin evinde gittikçe daha fazla tat aldùm bu çocuksu mutluluùun tuhaf zevkleri arttkça, evin dündaki dünya, ústanbul sokaklar bana daha tekinsiz gelirdi, busun ile yaptù kuü resimlerine bakmak, resimlerin aùr aùr geliüimini izle
389
Vakit Geçsin Diye
mek, Feridun'un onun için fotoùrafn çektiùi ústanbul kuülarndan bundan sonra hangisini, kumruyu mu, çaylaù m, yoksa krlangc m resmedeceùi gibi konulan haftada bir, hatta iki kere arkadaki odada alçak sesle üç-beü dakika konuümak, beni olaùanüstü mutlu ederdi. Ama "mutluluk" burada yeterli bir kelime deùil. O arka odada yaüadùm üiiri, o üç-beü dakikann bana verdiùi derin tatmini baüka türlü anlatmaya çalüacaùm: Zamann durduùu, her üeyin sonsuza kadar ayn kalacaù duygusuydu bu. Bu duygunun hemen yannda korunma, süreklilik ve evde olma hazz vard. Bir baüka yannda, dünyann ve âlemin basit ve iyi olduùuna dair yüreùimi hafifleten bir inanç, daha süslü kelimelerle söylersem, bir dünya görüüü vard. Bu huzur duygusu, elbette Füsun'un yüzü, zarif güzelliùi, ona duyduùum aüktan besleniyordu. Arka odada onunla üç-beü dakika konuüabilmek, zaten kendi baüna bir mutluluktu. Ama bu mutluluk, biraz da içinde bulunduùumuz mekânn, odann sonucuydu. (Fuaye'de onunla yemek yiyebilseydim gene çok mutlu olurdum, ama bu baüka türlü bir mutluluk olurdu.) Yere, mekâna, ruh haline baùl bu derin huzur, çevrede gördüklerimle, Füsun'un aùr aùr ilerleyen kuü resimleriyle, yerdeki Uüak halsnn kiremit rengiyle, kumaü parçalar, düùmeler, eski gazeteler, Tank Beyin okuma gözlüùü, küllükler ve Nesibe Hala'nn örgü takmlaryla karüyordu aklmda. Odann kokusunu da içime çeker, çkmadan önce cebime atverdiùim bir yüksük, bir düùme, bir makara, daha sonra bana bütün bunlar Merhamet Apartman'ndaki odada hatrlatr, mutluluùumu uzatrd. Nesibe Hala, her yemeùin sonunda tencereleri kaldrdktan, büyük servis tabaklarn, bitmemiü yemekleri buzdolabna (Keskinlerin bana her zaman büyülü gelen buzdolabna müze-gezer özel bir dikkat göstermeli) koyduktan sonra, eski ve büyük bir plastik torba içinde duran "örgü takm"n alr ya da Füsun dan getirmesini islerdi. Bu ayn zamanda bizlerin arka oda-
390
Vakit Geçsin Diye
ya gitme vaktimize denk düütüùü için "Kzm gelirken benim örgümü de getir!" derdi Füsuna. Çünkü televizyon seyrederken örgü örmekten, sohbete katlmaktan zevk alyordu. Arka odada baü baüa kalmamza itiraz olmayan Nesibe Hala, sanrm tatk Bey'den korktuùu için bizi fazla yalnz brakmamak için içeriye gelir, "Örgümü alaym, Sonbahar Rüzgârlar baülyor," derdi. "Seyretmeyecek misiniz?" Seyrederdik. Sekiz ylda Füsunlarda yüzlerce film ve dizi seyretmiü olmalym; ama Füsunla, Keskinlerin eviyle ilgili her türlü küçük ayrnty, en saçma üeyi bile çok iyi hatrlayan ben, bu filmler, diziler, milli bayramlarda yaplan tartüma programlar ("ústanbul'un fethinin dünya tarihindeki yeri"; "Türklük nedir ve nasl olmaldr?"; "Atatürk'ü nasl daha iyi anlarz?" gibi üeyler) ve televizyonda seyrettiùimiz baüka yüzlerce, binlerce program ksa bir süre sonra tamamen unuturdum. Televizyonda seyrettiùimiz üeylerden bir süre sonra çoùunlukla yalnzca baz anlar (Zaman kuramcs Aristo'nun hoüuna gidecek bir üey) hatrlardm. Bu "an" bir resimle birleüir ve hafzamda hiç silinmemecesine
kalrd.
Kafamdaki
unutulmaz
resmin
yans
televizyondaki görüntü ya da hatta onun bir parças olurdu. Mesela filmde
merdivenleri
ayakkabsnn
ve
koüarak
paçasnn
çkan
bir
hareketleri;
Amerikan
dedektifinin
kameramann
aslnda
ilgilenmediùi ama naslsa çerçeveye girmiü bir eski binann bacas; bir öpüüme sahnesinde (sofrada bir sessizlik olurdu) kadnn saçlar ve kulaù; futbol maçn seyreden binlerce bykl erkek arasnda babasna sokulmuü ürkek bir kz (herhalde evde kimseye braklamamü); Kandil gecesi camide hep birlikte secdeye varanlardan en yaknnn çorapl ayaù; Türk filminde arkadaki Boùaz vapuru; kötü adamn yediùi dolmann konserve kutusu ve baüka pek çok üey kafamda o sahneye bakan Füsun'un yandan gördüùüm yüzünün bir ayrnts, mesela dudaùnn kenar, kalkan kaülar, elini tutuüu, elindeki çatal farknda olmadan tabaùn kenarna brakü ya da birden kaülarn
391
çalü ve sigarasn sabrszca ezip söndürüüüyle birleüir, kimi zamanlar bu görüntüler tpk sonradan hatrladùmz rüyalar gibi sk sk aklma taklrd. Sorular ve resimler halini alan bu hayalleri, Masumiyet Müzesinde
sergileyebilmek
için
ressamlara
çok
anlattm,
ama
sorularma hiçbir zaman tam bir cevap bulamadm. Füsun üu sahnede niye o kadar duygulanmüt? Ekrandaki filmi izlerken kendini hikâyeye bu kadar vermesine yol açan üey neydi? Bütün bunlar ona sorabilmek isterdim, ama Keskinlerin filmlerden sonra yaptklar sohbet, filmin kendileri üzerindeki etkisinden çok, onun ahlaki sonuçlaryla ilgili olurdu. "Alçak herif cezasn çekti, ama ben çocuùa acdm," derdi mesela Nesibe Hala. 'Brak, zaten çocuùu hatrladklar bile yok," derdi Tark Bey. "Bu heriflerin dini iman para. Kapa üunu Füsun." Bu herifler -filmdeki Avrupal tuhaf adamlar, Amerikal gangsterler, o tuhaf ve edepsiz aile, hatta bu filmi düüünen rezil senarist ve rejisör-, Füsunun düùmeye basmasyla bir anda karanlk bir sonsuzluùa doùru tpk banyo küvetinin deliùinden bir hortuma kaplarak emilip yok olan pislikler gibi- yok olup gider, ekrann içinde kaybolurlard. Televizyon kapatlr kapatlmaz, "Oh, iyi oldu, kurtulduk üunlardan!" derdi Tark Bey ûunlar, televizyondaki yerli ya da yabanc film, açk oturum, bilgi yarümasnn ukala sunucusu ve aptal yarümaclar da olabilirdi! Bu söz içimdeki huzuru artrr, sanki burada Füsun ve ailesi ile baü baüa kalmann en önemli üey olduùunu onlar da fark ediyorlarmü gibi hissederdim. O zaman orada daha da fazla kalmak ister ve bunu yalnz Füsun ile ayn odada, ayn masada oturmann zevkleri için deùil, bütün Keskin ailesiyle birlikte bu evde. bu binada bulunmann verdiùi derin duygu içinde istediùimi anlardm (Oras, müzegezerin içinde Zamann içinde gezinir gibi gezindiùi o sihirli yerdir) F usuna olan aükmn, yavaü yavaü onun bütün dünyasna, onunla ilgili her üeye,
Vakit Geçsin Diye----------
onun bütün anlarna ve eüyalarna yayldùn, müzegezerler özellikle akllarnda tutsun islerim. Televizyon seyrederken hissettiùim Zaman'n dünda olma duygusu, sekiz sene Keskinlere ziyaretlerimi ve Füsuna aükm mümkün klan bu derin huzur, bir tek haberleri seyrederken bozulurdu. Ülke bir iç. savaüa doùru sürükleniyordu. 1978'de artk bizim mahallede de geceleri bombalar patlyordu. Tophaneye ve Karaköy tarafna uzanan sokaklar milliyetçilerin, ülkücülerin denetimindeydi ve gazeteler buralardaki kahvelerde pek çok cinayetin planlarnn yapldùn yazard. Çukurcuma Yokuüu'ndan yukarya. Cihangire doùru çkan parke taü kapl çarpk çurpuk sokaklarda ise Kürtler, Aleviler, çeüit çeüit sol fraksiyona yaknlk duyan küçük memurlar, iüçiler ve öùrenciler yuvalanmüt. Onlar da silah kullanmay severdi. Bu iki takmn kabadaylar bir sokaùn, bir kahvenin, bir küçük meydann hâkimiyeti için bazan silahl çatümaya girer; bazan da gizli servislerin ve devletin uzaktan denetlediùi haydutlarn yerleütirdiùi bir bombann patlamasyla, iki taraf meydan savaüma tutuüurdu. Çoùu zaman iki ateü arasnda kalan, Chevrolet'yi nereye
park
edeceùini,
hangi
kahvehanede
beni
bekleyeceùini
bilemeyen Çetin Efendi, bu dönemde çok sknt çekmiüti; ama birkaç kere
ona
aküamlar
Keskinlere
yalnz
baüma
gidebileceùimi
söylediùimde, buna asla izin vermeyeceùi cevabn vermiüti bana. Keskinlerden çktùm saatlerde Çukurcuma, Tophane, Cihangir sokaklar hiç tekin olmazd. Arabayla evimize dönerken bile afiü asan, bildiri yapütran ya da duvarlara slogan yazan birilerini hep görür, korku içinde bakürdk. Aküam haberlerinde hep bu çeüitten bombalama, öldürme ve katliam ayrntlar anlatldù için Keskinler hem "çok üükür" evlerinde olduklar için huzur duyarlar, hem de gelecek konusunda huzursuzluùa kaplrlard. Haberler dayanlmayacak kadar kötü olduùu için, hepimiz, o dönem haberlerin kendisinden çok, onlar okuyan güzel spiker Aytaç Kardüz'ün jestlerin-
393
---------------------------------------------- Vakit
Geçsin
Diye
den, mimiklerinden söz etmeyi severdik. Bat'daki özgür ve rahat görünümlü kadn spikerlerin aksine, Aytaç Kardüz yerinden hiç kprdamaz, bir kere olsun gülümsemez, haberleri elindeki kâùttan mum gibi hareketsiz ve hzl hzl okurdu. "Dur kzm, bir nefes al, boùulacaksn," derdi Tark Bey arada bir. Bu üakay belki yüzlerce kere yapmü olmasna raùmen ilk defa yaplmü gibi gülerdik, çünkü çok disiplinli, iüini çok sevdiùi, bir yanlü yapmaktan çok korktuùu her üeyinden belli olan hanm spiker, bazan bir cümleyi bitirene kadar nefes almak için hiç durmaz; cümle uzaynca da boùulmamak için gitgide hzlanr; o zaman da yüzü kzarmaya baülard. "Eyvah, gene kzarmaya baülad," derdi Tark Bey. "Yavrum dur biraz, bir yutkun bari..." derdi Nesibe Hala. Aytaç Kardüz, Nesibe Hala'nn sözlerini iüitmiü gibi, bir an gözlerini elindeki haber kâùdndan kaldrr, masada yan telaü yar neüeyle ona bakan bizlere bir göz atar ve o anda daha yeni bademcik ameliyat olmuü bir çocuk gibi büyük bir gayretle ve zorlanarak yutkunurdu. "Aferin kzm!" derdi Nesibe Hala. Elvis Presley'in Memphis'teki evinde öldüùü; Kzl Tugaylarn eski útalya Baübakan Aldo Moro'yu kaçrp öldürdüùü; gazeteci Celâl Salik'in
Niüantaü'nda
Alaaddin'in
dükkânnn
hemen
önünde
kzkardeüiyle birlikte vurularak öldürüldüùü gibi haberleri hep bu kadn spikerin aùzndan iüittik. Keskinlerin televizyon seyrederken dünya ile aralarna bana çok huzur veren bir mesafe koymalarnn bir baüka yolu da, ekranda beliren
kiüileri
yakn
çevremizdeki
insanlara
benzetmeleri
ve
yemeùimizi yerken, bu benzetmenin ne kadar yerinde olduùunu uzun uzun tartümalaryd. Bu tartümalara Füsun da, ben de içtenlikle katlrdk. 1979 sonunda Sovyetler'in Afganistan' iügal ettiùini gösteren görüntülere bakarken, yeni Afganistan Devlet Baükan Babrak
394
Karmal'n bizim mahalle frnnda çalüan birine kardeüi kadar benzediùini uzun uzun tartütùmz hatrlyorum. Konuyu, bu benzetmeleri yapmaktan en az Tark Bey kadar hoülanan Nesibe Hala açmüt, ilk baüta frndan kimi kastettiùini hiçbirimiz anlayamadk. Baz aküamlar Çetine arabay frnn önünde durdurtup aküam yemeùi için bir koüu taptaze ve scack ekmekler aldùm için, frnda çalüan Kürtlerin yüzlerine benim de bir aüinalùm vard. Bu yüzden Nesibe Halaya tamamen hak verdim. Füsun ile Tark Bey ise, kasaya bakan adamn yeni Afgan Devlet Baükan'na benzemediùinde inatla srar ettiler. Bazan, Füsun srf bana inat olsun diye karü görüüü savunuyor gibi gelirdi bana. Mesela -tpk bizdeki paüalar gibi-, stadyumun üeref tribününden askeri geçit seyrederken úslamclarn öldürdüùü Msr Devlet Baükan Enver Sedat'n Çukurcuma Yokuüu ile Boùazkesen Caddesi'nin köüesindeki gazetecinin tpatp ayns olduùuna, bana kalrsa srf ben öyle söyledim diye Füsun karü çkmüt. Sedat'n öldürülmesi televizyon ekranlarn, haberleri birkaç gün meügul ettiùi için de, bu tartüma Füsun ile aramda, benim hiç hoüuma gitmeyen bir çeüit sinir harbi üeklinde sürmüütü. Eùer bir benzetme Keskinlerin sofrasnda yeterince kabul görürse, ekrandaki önemli kiüiden Enver Sedat diye deùil, bakkal Bahri Efendi diye bahsedilirdi. Keskinlerin evindeki aküam yemeklerimin beüinci ylna girdiùimizde, yorganc Nazif Efendi'nin ünlü Fransz karakter oyuncusu Jean Gabin (pek çok filmini görmüütük); Füsunun benden sakladù arkadaülarndan ah katta annesiyle oturan Ayla'nn baz aküamlar televizyonda hava bültenini sunan ürkek sunucu; rahmetli Rahmi Efendi'nin her aküam televizyona sert bir demeç veren úslamc partinin yaül baükam, elektrikçi Efe'nin Pazar aküamlar haftann gollerini sunan ünlü spor yazar; Çetin Efendi'nin de (özellikle kaülar
yüzünden) yeni Amerikan Baükan Reagan olduùunu, ben de benimsemiütim.
395
akit Gecsm Ptve
Bu ünlü kiüiler ekranda belirince, hepimizin içinde bir üaka yapma isteùi doùard: "Koüun çocuklar. Bahri Efendi'nin Amerikal karsna bakn, ne güzel! derdi Nesibe Hala. Bazan da ekrandaki bir ünlünün kime benzediùini çkarmaya çalürdk. Mesela Filistin'deki çatümalara bir çözüm bulmaya çalüan ve sk sk ekranda gördüùümüz Birleümiü Milletler Genel sekreteri Kurt \Valdheim için Nesibe Hala, "Bilin bakalm bu adam kime benziyor?" diye ortaya bir soru atar, hepimiz bu soruya cevap ararken sofrada çok uzun süren sessizlikler olurdu. Ekrandaki ünlü kaybolduktan, yeni haberler, reklamlar,
bambaüka görüntüler belirdikten sonra da sürerdi
bu sessizlikler. Derken Tophane. Karaköy yönünden gelen gemi düdüklerini iüitir, üehrin gürültüsünü, kalabalùn hatrlar, iskelelere yanaümakla olan vapurlar gözümün önünde canlandrmaya çalürken, Keskinlerin hayatna ne kadar çok karümü olduùumu, bu sofrada ne kadar çok vakit geçirdiùimi ve vapur düdükleri arasnda aylarn, yllarn akün hiç fark etmediùimi istemeden fark ederdim.
6 3. D E DøKO DU SÜTUNU Ülkenin bir iç savaüa doùru sürüklenmesi, patlayan bombalar, sokaklardaki çatümalar, aküamlan sinemaya gidenleri çok azaltmü, "sinema sanayii"ni sarsmüt. Pelür Bar, diùer sinemac meyhaneleri, gene her zamanki gibi kalabalktlar, ama artk aileler aküamlar sokaùa çkmadù için herkes ya reklam filmlerinde ya da her gün bir yenisi çekilen seks ve dövüü filmlerinde iü bulabilmek için çrpnyordu. Büyük
yapmclar
iki
yl
önce
yaz
sinemalarnda
mutlulukla
seyrettiùimiz cinsten filmlere artk para koymadklar için, Pelür Bardaki sinemac takm arasnda filmlere para yatran. Limon Film'i destekleyen sine-
396
Dedikodu Sütunu
masever zengin olarak önemimin arttùn hissederdim. O günlerde iyice uzak kaldùm Pelür Bara bir aküamüstü Feridun'un sraryla gidince, içeride her zamankinden daha büyük bir kalabalk görmüü, daha sonra sarhoülardan, iüsizliùin sinemac barlarna yaradùm, "bütün Yeüilçam'n içtiùini" öùrenmiütim. O gece ben de mutsuz filmcilerle sabaha kadar rak içtim. Tarabya'da. Huzur Lokantas'nda, Füsun'a olan ilgisini gösteren Tahir Tan ile o gecenin sonunda tatl tatl sohbet ettiùimizi hatrlyorum. Genç ve yeni oyunculardan sevimli Papatya ile de o gecenin sonunda, onun deyiüiyle "arkadaü olduk." Birkaç yl önce aile filmlerinde simit satarak kör annesine bakan ya da Hain Sühendan'n oynadù üvey annenin eziyetlerine gözyaülaryla katlanan masum kz çocuklarm canlandran Papatya, üimdi herkes gibi hayallerini gerçekleütirememekten, iüsizlikten, yerli porno filmlere dublaj yapmaktan üikâyetçiydi ve Feridun'un da ilgi duyduùu bir senaryonun filme çekilebilmesi için benim desteùime ihtiyac vard. Feridun'un da onunla ilgilendiùini, aralarnda sinema
magazincilerinin
deyiüiyle
bir
"duygusal
yaknlaüma"
olduùunu, sarhoü kafam hayal meyal fark etmiü; dahas, Feridun'un Papatyay benden kskandùn hayretle görmüütüm. Sabaha doùru üçümüz Pelür'den birlikle çkmü, Papatya'nn ucuz pavyonlarda üark söyleyen annesiyle yaüadù Cihangir'deki evine doùru karanlk arka sokaklarda, üzerine sarhoülarn iüediùi, gençlerin radikal sloganlar yazdù karanlk duvarlar arasnda yürümüütük. Soùuk sokaklarda tehdtkâr köpekler bizi izlerken. Papatyay evine götürme iüini Feridun'a brakp annemle huzur içinde yaüadùm Niüantaü'ndaki evimize dönmüütüm. O sarhoü gecelerimde, uykuyla uyanklk arasnda artk gençliùimin çoktan sona erdiùini, bütün Türk erkeklerine olduùu gibi daha otuz beüime basmadan hayatmn artk üekillendiùini, bundan sonra hayatmda büyük bir mutluluk olmayacaùn, olamayacaùn acyla düüünürdüm, içimdeki onca aüka ve >e\
397
Dedikodu Sütunu
me isteùine raùmen, geleceùimin her geçen gün bana daha dar ve karanlk gözükmesinin nedeninin, siyasi cinayetlerden, bitip tükenmez çatüma, pahallk ve iflas haberlerinden gelen bir yanlsama olduùunu sezer, bazan kendimi teselli ederdim. Bazan da aküamlar Çukurcuma'ya gidip Füsunu gördükçe, onunla göz göze gelip konuütukça, Keskinlerin yemek masasndan, evlerinden bana
daha
sonra
onu
hatrlatacak
eüyalar
çalp
Niüantaü'na
götürdükçe ve o eüyalarla oynayp oyalandkça, artk hiç mutsuz olamazmüm gibi gelirdi bana. Keskinlerin sofrasndan aldùm ve Füsun un kullandù kaüklar, çatallar bazan bir resme ve bir hatraya bakar gibi seyrederdim. Bazan da baüka bir yerde daha iyi bir hayat olduùu duygusuna öyle bir güçle kaplrdm ki, ac çekmemek için baüka bir üey düüünmeye, bahaneler
bulmaya
dedikodularn
çalürdm.
öùrendikten
Zaim'i
sonra,
görüp
zengin
en
son
arkadaülarmn
sosyete skc
hayatlarndan uzak kalmamn, o kadar da büyük bir kayp olmadùna karar veriyordum. Nurcihan ile Mehmet, üç yln sonunda Zaim'e kalrsa hâlâ hiç seviümemiülerdi. Ama evlenmeye karar verdiklerini söylüyorlard. En büyük haber buydu. Zaim'e göre Nurcihan, Fransz erkekleriyle Paris'te aüklar yaüayp onlarla seviütiùini Mehmet dahil herkesin bilmesine raùmen, evlenene kadar onunla yatmamaya kararlyd. Nurcihan bunun üakasn yapyor, Müslüman bir ülkede yllar sürecek hakiki, mutlu ve huzurlu bir evliliùin ilk üartnn zenginlik deùil, evlilikten önce seviümemek olduùunu söylüyordu. Mehmet'in de hoüuna giden bu üakalar, ikisinin birlikte anlattklar ecdadmzn bilgeliùi, eski müziùin
güzelliùi,
derviü
tabiatl
eski
üstatlarn
kanaatkârlù
hikayeleriyle birlikte yaplyordu. Zaim'e göre Nurcihan ile Mehmet'in Osmanl'ya ve atalarmza olan merak ve üakalar, sosyetenin gözünde onlar solu ya da mürteci gösterecek boyutlara hiç varmyordu. Bunun bir nedeni, Zaim'e göre, ikisinin de davetlerde fazla içmeleriydi. Zilzurna sarhoü olmalarna raùmen
398
--------------------------------------------------- Dedikodu Sütunu ----------------------------------------------------------
kibarlklarndan, zarafetlerinden hiçbir üey kaybetmediklerini de Zaim saygyla anlatmüt. ûarap içtikçe Mehmet, divan üiirin-deki mev'in. bade'nin mecazi deùil, hakiki üarap olduùunu heyecanla savunur, Nedim'den, Fuzuli'den kimsenin doùru mu yanlü m söylendiùini bilmediùi msralar okur ve Nurcihan'n gözlerinin içine dikkatle bakarken, elindeki kadehi Allah aük için kaldrrd. Zaim e göre bu üakalarn sosyetede hiç sorgulanmadan, hatta bazan saygyla kabul edilmesinin bir nedeni de, Sibel ile niüanmzn bozulmasndan sonra sosyetede genç kzlar arasnda kuvvetli bir telaü rüzgârnn esmesiydi. Bizim vakamz, 19701i yllarda ústanbul sosyetesinde genç kzlarn evlenmeden erkeklere çok fazla güvendikleri yolunda güçlü bir uyar olmuütu anlaülan. Evlendirecek kzlar olan anneler, anlatlanlar doùruysa, kzlarna çok dikkatli olmalarn, o günlerde bir de bizim yüzümüzden
telaüla
öùütlemiülerdi.
Ama
kendimi
fazla
önemsemeyeyim. ústanbul sosyetesi o kadar küçük ve krlgan bir dünyayd ki, insan baüna gelenlerden, küçük bir aile arasnda olduùu gibi çok da derin bir utanç duyamazd. Üstelik 1979'dan sonra ev, yazhane, Füsunlarn evi ve Merhamet Apartman arasnda kurduùum yeni hayatmn rahatlklarna ve maneviyatna iyice alümütm artk. Merhamet Apartman'ndaki daireye gider, orada Füsun ile yaüadùmz mutlu saatleri düüünerek hayallere dalarken, gittikçe büyüyen "koleksiyonuma" hayret ile üaüknlk aras bir duyguyla bakardm. Hiç durmadan biriken bu eüyalar, yavaü yavaü aükmn yoùunluùunu gösteren iüaretlere dönüüüyordu. Onlara Füsun ile yaüadùm mutlu saatleri hatrlatan teselli edici üeyler gibi deùil, ruhumda esmekte olan bir frtnann elle tutulur uzantlarymü gibi bakardm bazan. Bazan da biriktirdiùim üeylerin varlùndan utanr, baükalarnn onlar görmesini hiç istemez, gittikçe artan eüyalarn bu gidiüle birkaç ylda Merhamet Apartmanfndaki dairenin odalarn baütan aüaù kaplayabileceùini aklma getirir, korkardm. Keskinlerin evlerinden bu eüyalar ileri-
399
Dedikodu Sütunu
de ne olacaklarn hesaplayarak deùil, bana geçmiüi hatrlatacaklar için getiriyordum. Onlarn çoùalp odalar, evleri doldurabileceùi de aklma gelmezdi. Çünkü bu sekiz yln büyük bir ksmn, birkaç ay içinde, en fazla alt ayda Füsun'u ikna edip onunla evleneceùimizi hayal ederek geçirdim. 8 Kasm 1979 günü Aküam gazetesinin "Cemiyet" baülkl dedikodu sütununda, burada bir kesiùini sunduùum bir haber yaymland: SúNEMA VE SOSYETE: NAÇúZANE BúR NASúHAT Hollywood ve Hindistan'dan sonra Türkiye'nin dünyada en çok film çeken üçüncü memleket olduùunu söylemek hepimizin hoüuna gider. Ama durum ne yazk ki deùiüiyor: Vatandaü aküamla-n sokaùa çkmaktan korkutan saù-sol terörü ve seks filmleri, ailelerimizi sinema salonlarndan uzaklaütrd. Deùerli Türk sinemaclar da film çekecek seyirciyi ve sermayeyi bulamaz oldu. Bu yüzden Yeüilçam'a gelip "sanat filmi" çekmek isteyen zengin iüadamlarmza. Türk sinemasnn bugünlerde her zamankinden daha da çok ihtiyac var. Eskiden bu sanatsever sinema merakllar, güzel artist kzlarla tanümak isteyen
taüral
yeni
zenginler
arasndan
çkard.
Eleütirmenlerimizce övgülere boùulan nice "sanal filmi", iddia edildiùinin tersine, aslnda ne Bat sinemalarnda aydnlara gösterilebilmiü ne de Avrupa'nn fakir kasaba festivallerinden bir teselli ödülü alabilmiütir; ama pek çok yeni zenginimiz ile sanatç" kzmzn tanüp hoü aüklar yaüamasna vesile olmuütur Ama bu eskidendi. ûimdiyse yeni bir moda baülyor... Artk zengin sanatseverlerimiz Yeüilçam'a güzel artist kzlarla aük yaüamak için deùil, zaten âük olduklar kzlar artist yapmak için geliyorlar. Bunlardan sonuncusu, çok zengin bir ailenin oùlu, ústanbul sosyetesinin gözde bekâr gençlerinden Bay K tad bizde sakl 'uzak akraban" dediùi evli bir genç kadna öylesine âük olmuü ve onu öylesine kskanyormuü ki, senaryosunu yazdrdù
----------------------------------------------- Dedikodu Sütunu -------------------------------------------------
"sanat filmlerinin çekilmesine üimdi kendi bir türlü raz olamy ormuü. úddialara göre. hem "Onun baükasyla öpüümesine dayanamam!" diyormuü, hem de genç kadnn ve rejisör kocasnn barlarnda.
peülerinden Boùaz
gölge
gibi
ayrlmyor,
meyhanelerinde
elinde
Yeüilçam
rak
kadehi
sürünüyormuü. hem de güzel ve evli artist adaynn evinden çkmasn bile kskanyormuü. Birkaç yl önce Hilton'da bütün sosyetenin katldù ve sütunlarmzda anlattùmz üahane bir törenle emekli bir diplomatmzn çok cici kzyla niüanlanan bu sosyetik zenginimiz, iddialara göre o niüan da üimdi "Seni artist yapacaùm!" dediùi güzel akrabas için sorumsuzca bozmuü. Biz bu
sorumsuz
zengin
çocuùunun
Sorbonne'da
okumuü,
hanmefendi diplomat kzndan sonra, üimdi de özellikle çapkn beyefendilerin aùzn sulandran güzel artist aday F.'nin geleceùini
karartmasna
raz
deùiliz.
Onun
için,
eùitici
nutuklardan bkmü okurlarmzdan özür dileyerek sosyeteden Bay K.'ya nasihat edeceùiz: Beyefendi, Amerikallarn Ay'a gittiùi bu modem dünyada, öpüümesiz bir "sanat filmi" artk mümkün deùildir! Siz önce bir karar verin ve ya baüörtülü bir köylü kzyla evlenin ve Batl filmi ve sanat unutun; ya da baükalarnn bakündan bile kskandùnz güzel kzlar artist yapma sevdasndan vazgeçin. Tabii niyetiniz yalnzca "artist yapmak" ise... BK Haberi, Afcsam'da yaymlandù sabah, annemle kahvalt ederken masada okudum. Annem eve her gün gelen iki gazeteyi baütan sona okur, hele sosyete dedikodularn hiç kaçrmazd. O mutfaùa gidince haberin çktù sayfay koparp katlayp cebime skütrdm. "Gene nen var!" dedi evden çkarken annem bana. "Çok keyifsizsin!" Yazhanede de, her zamankinden daha keyifli davranmaya çalütm, Zeynep Hanm a eùlenceli bir fkra anlattm, slk çalarak koridorlarda yürüdüm, Satsat n gittikçe keyifsizleüen ve iüsizlikten Afcüam'n bulmacasn çözen 401
----------------------------------------------- Dedikodu Sütunu -------------------------------------------------
Ama öùle tatilinden sonra, yüzlerdeki ifadelerden, sekreterim Zeynep Hanm n aür üefkatli -biraz da korkulu- bakülarndan, haberin bütün
Satsat
çalüanlarnca
okunduùunu
anladm.
Belki
de
yanlyorumdur, dedim sonra kendime. Öùle yemeùinden sonra annem telefon etti, beni yemeùe beklediùini, gelmedim diye üzüldüùünü söyledi. "Naslsn canm?" diye sordu her zamanki sesiyle, ama her zamankinden daha üefkatli bir havayla. Haberin kulaùna gittiùini, gazeteyi bulup okuduùunu, aùladùn (sesinde aùlama sonras derinlik vard), yrtlmü sayfadan benim de okumuü olduùumu da bildiùini anladm hemen. "Dünya canavar ruhlu insanlarla dolu evladm," dedi annem. "Hiçbir üeye aldrmayacaksn." "Neden bahsediyorsunuz anneciùim, hiç anlamadm," dedim. "Hiç yavrum," dedi annem. O an içimden geldiùi gibi davranp onunla dertleümeye kalk-saydm, ilk sevgi ve anlayütan sonra benim de kabahatli olduùumu anlatmaya kalkacaùndan
ve
Füsun
hikâyesinin
ayrntlarna
girmek
isteyeceùinden emindim. Belki de, bana büyü yapldùn söyleyerek aùlayacakt. "Evin bir köüesine, pirinç ya da un kavanozlarnn içine, yazhanede çekmecelerin dibine okuyup üflenmiü ve seni âük eden bir muska saklanmütr, ara bul ve yak hemen!" de diyebilirdi. Ama üzüntümü paylaüamadù, daha önemlisi konuyu açamadù için keyfinin kaçtùn hissettim. Ama durumuma sayg da gösteriyordu. Bu, durumumun ne kadar vahim olduùunun bir belirtisi miydi acaba? ûu anda, Ahüam gazetesini okuyanlar beni ne kadar aüaùlyorlard, budala ve hrsl âük halime ne kadar gülüyor, haberin ayrntlarna ne kadar inanyorlard? Sürekli bunu aklmdan geçiriyor, bir yandan da Füsun un haberi okuyunca ne kadar üzüleceùini düüünüyordum. Annemin telefonundan sonra, Feridun'a telefon edip Füsun'u ve bizimkileri bugünkü Afcsam'dan uzak tutmasn öùütlemek geçti aklmdan. Ama yapmadm. Birinci neden, Feridun'u ikna edememe korkusuydu. úkinci ve
402
daha derin neden ise, aslnda bütün aüaùlayc havasna, beni budala yerine
koymasna
raùmen,
haberden
memnun
olmamd.
Bu
memnuniyetimi kendimden saklyordum, ama üimdi yllar sonra çok iyi görüyorum: Füsun ile iliükim, ona yaknlùm -her neyse- en sonunda gazetelere geçmiü, bir anlamda toplum tarafndan kabul edilmiüti! Bütün ústanbul sosyetesinin takip ettiùi "Cemiyet" sütununda yazlan her üeyi -hele bunun gibi alayc, sivri dilli bir rezalet haberini- herkes aylarca konuüurdu. Bu dedikodularn yakn zamanda bir gün, Füsun'u koluma takp, onunla evlenip sosyete hayatna dönüüümün baülangc olduùuna inanmaya, en azndan böyle bir mutlu çözümü hayal edebilmeye çalütm. Ama bunlar umutsuzlukla kurulmuü teselli düüleriydi. Sosyete dedikodularyla, yalan yanlü haberlerle yavaü yavaü baüka bir adama dönüütüùümü hissediyordum. Sanki kendi tutkum, kendi kararlarm yüzünden hayat tuhaflaümü biri deùilmiüim de, bu haber yüzünden toplum
düna
itilmekte
olan
biriymiüim
gibi
hissettiùimi
de
hatrlyorum. Elbette haberin altndaki baü harfler, BK, Beyaz KaranhTindi. Niüana onu
çaùran
anneme
kzyordum,
habere
dedikodu
taüdùn
("Öpüümesine dayanamam!") sandùm Tahir Tan'a da öfke doluydum. Bütün bunlar baü baüa konuümak, düümanlarmza birlikte lanetler yaùdrmak için Füsun ile oturup konuümay, onu teselli etmeyi, onun beni teselli etmesini ne kadar da çok isterdim. Yapmamz gereken hemen Füsun ile Pelür Bara gidip meydan okur gibi boy göstermekti. Feridun da bizimle gelmeliydi! Dedikodu haberinin ne kadar aüaùlk bir yalan olduùunu ancak böyle kantlar, yalnz sarhoü filmcileri deùil, üimdi büyük bir zevkle haberi okumakta olan sosyetedeki dostlarmzn çenesini de böylece kapatrdk. Ama haberin çktù aküam, bütün irademi kullanmama raùmen Keskinlere gidemedim. Nesibe Hala'nn beni rahatlatr bir üekilde davranacaùndan, Tark Bey'in hiçbir üeyden habersiz
403
Dedikodu Sütunu
görüneceùinden emindim, ama Füsun ile göz göze gelince, ne
haberin lun onun hem benim ruhumda frtnalar yarattùn karülkl elbette
olacaùn hiç kestiremiyordum. bakülarmz kesiüir kesiümez,
hissedecektik. Bu, nedense korkutucuydu. Hemen üunu da anlamütm: Aslnda göz göze gelir gelmez anlayacaùmz üev ruhumuzdaki frtnalar deùil, yalan haberin aslnda "doùru" olduùu idi! 1 \et. haberdeki pek çok ayrnt okurun bildiùi gibi yanlüt, ben Sibel ile
niüan
Füsun'u
ünlü
bir
sinema
oyuncusu
yapmak
için
bozmamütm... Feridun'a senaryoyu ben yazdrmamütm. Ama bunlar ayrntlard. Gazete okurlarnn ve dedikodu yapan herkesin anlayacaù üey, üu basit gerçekti: Ben aükm ve Füsun için yaptklarm yüzünden rezil olmuütum! Herkes benimle alay ediyor, halime gülüyor, en iyi niyetlisi bana acyordu. ústanbul sosyetesinin küçük olmas, herkesin birbirini tanmas ve bu insanlarn çok büyük servetleri ve üirketleri olmadù gibi vazgeçilmez ilkeleri ve ideallerinin de hiç olmamas, utancm azaltmyor; tam tersi, beceriksizliùimi, kafaszlùm gözümde büyütüyordu. Yoksul bir ülkede zengin bir aileye doùmak gibi bir talihi, Allah'n dünyann bu köüesinde yaüayanlara çok seyrek baùüladù, doùru dürüst, efendice ve mutlu bir hayat yaüama frsatn, kafaszlùm yüzünden kaçrmütm! Bu durumdan çkabilmek için tek yolun Füsun ile evlenip, iü hayatm düzene koyup, çok para kazanp sosyeteye zaferle geri dönmek olduùunu anlyor, ama hem bu mutlu plan gerçekleütirebilecek gücü kendimde bulamyor hem de "sosyete" dediùim o çevreden artk nefret ediyordum. Üstelik Keskinlerin evindeki havann da gazetedeki haberden sonra hayallerime hiç uygun olmadùn da biliyordum. Aükmn ve utancmn beni getirdiùi yerde, daha da çok içime çekilmekten ve sessiz kalmaktan baüka hiçbir çarem yoklu. Bir hafta boyunca her aküam tek baüma sinemaya gittim ve Konak, Site ve Kent Sinemalarnda Amerikan filmleri seyrettim.
404
Dedikodu Sütunu
Sinema, hele bizimkisi gibi mutsuzlar âleminde, gerçekliùin ve mutsuzluùumuzun
doùru
bir
resmini
vermek
yerine,
bizleri
oyalayacak, mutlu edecek yeni bir âlem yaratmaldr. Film seyrederken, hele kahramanlarn birinin yerine kendimi koyabilmiüsem, dertlerimi abarttùm düüünürdüm. Gazetedeki sefil haberi abarttùm, pek az kimsenin yazda alay edilenin ben olduùumu anlayacaùm, olayn unutulacaùn da aklmdan geçirerek rahatlardm. Haberdeki pek çok yalan düzeltme saplantmdan kurtulmam ise daha zordu, çünkü onlara aklm taknca "zayf düüüyor, bütün sosyetenin eùlenerek üimdi bu olay konuütuùunu, bazlarnn üzülüyor pozlarnda olay bilmeyenlere, haberdeki yalanlar kendi abartmalar ve yalanlaryla da süsleyerek anlattklarn hayal edip dertleniyordum. Herkesin istekle ve gülümseyerek bu yalanlara kanacaùn, mesela benim Füsun'a "Seni artist yapacaùm," diyerek Sibel ile niüan bozduùuma herkesin inandùn gerçekçilikle tahmin ediyordum. O anlarda dedikodu köüelerinde alay konusu olabilecek kadar beceriksiz olduùum için kendimi suçluyor ve dedikodu haberin* deki baz yalanlara kendim de inanmaya baülyordum. Haberdeki yalanlar içinde kafam en çok Füsun a "Filmde bir baükasyla
öpüümene
dayanamam!"
demiü
olmama
takmütm.
Maneviyatm bozulduùunda herkesin en çok buna güldüùünü düüünür, en çok bunun düzeltilmesini isterdim. Sorumsuzca niüan bozan ümark bir zengin çocuùu olduùum iddias da sinirimi bozuyordu,
ama
beni
tanyanlarn
buna
inanmayacaklarn
düüünüyordum. Oysa "Öpüümene raz olamama inanabilirlerdi, çünkü bütün Avrupai olma havalarma raùmen aslnda bende böyle bir laf edebilecek bir yan vard, hatta bazan böyle bir laf sarhoülukla ya da üakasna Füsun'a ettim mi diye düüündüùüm de oluyordu. Çünkü sanat veya i> için bile olsa. Füsunun bir baükasyla öpüümesini hiç istemiyordum.
64. BOøAZ'DA YANGIN 15 Kasm 1979 gecesi sabaha karü, annemle Niüantaü ndaki evde büyük bir patlama sesiyle uyandk ve yataklarmzdan korkuyla frlayp koridorda birbirimize sarldk. Bütün apartman da, sanki çok üiddetli bir depreme yakalanmü gibi bir an saùa sola sallanmüt. O günlerde kahvehanelere, kitabevlerine, meydanlara pek çok yere atlan bombalardan birinin Teüvikiye Caddesi'nde yaknlara bir yere atldùn sanyorduk ki, Boùaz'n ta öteki yanndan, Üsküdar tarafndan yükselen alevleri gördük. Bir süre çok uzaktaki yangn, kzllaüan göùü seyrettikten sonra, siyasal üiddete, bombalara da alütùmz için yeniden yatp uyuduk. Haydarpaüa açklarnda petrol yüklü bir Rumen tankeri, küçük bir Yunan gemisi ile çarpümü, tanker ve Boùaza dökülen petrol patlamalarla yanmaya baülamüt. Ertesi gün aceleyle yeni bask yapan bütün gazeteler ve bütün üehir bundan söz ediyor, herkes Boùaz’n yanmakta olduùunu söyleyip ústanbul'un üzerinde kara bir üemsiye gibi asl duran duman bulutlarn gösteriyordu. Satsat'ta bütün gün yaül memureler ve bkkn yöneticilerle birlikte, yangnn varlùn içimde hissettim ve bunun Keskinlere aküam yemeùine gitmek için iyi bir bahane olduùuna kendimi inandrmaya çalütm. Dedikodu haberinden hiç söz etmeden, durmadan yangndan konuüarak Keskinlerin sofrasnda oturabilirdim. Ama tpk bütün ústanbullulara olduùu gibi. Boùaz'n yanü, kafamda siyasi cinayetler, aün enflasyon, kuyruklar, ülkenin sefil ve fakir hali gibi herkesi mutsuz eden felaketlerle birleümiü, onlarn bir çeüit iüareti ve resmi olmuütu. Yeni bask yapan gazetelerdeki yangn haberlerini okurken, aslnda kendi hayatmn felaketini aklmdan geçirdiùimi, hatta yangnla bu yüzden içtenlikle ilgilendiùimi de hissediyordum. Aküam Beyoglu'na çktm, ústiklal Caddesi'nin boüluùuna üaüarak uzun uzun yürüdüm. Ucuz seks filmleri gösteren Saray,
406
Boûaz'da Yangn
Fitaü gibi büyük sinemalarn önünde bir-iki huzursuz erkekten baüka kimse yoktu. Galatasaray Meydanndayken, Füsunlara ne kadar yakn olduùumu geçirdim aklmdan. Baz yaz gecelerinde dondurma yemek için
ailecek
yaptklar
gibi
aküam
Beyoùlu
gezintisine
çkmü
olabilirlerdi. Onlarla karülaüabilirdim. Ama ne bir kadn gördüm sokaklarda ne de bir aile. Tünel'e gelince de, yeniden Füsunlarn evine yaklaümaktan, onun çekimine kaplmaktan korktuùum için aksi yönde yürüdüm. Galata Kulesi'nin yanndan geçerek Yüksekkaldrm dan ta aüaùya indim. Kerhanelerin sokaùnn Yüksekkaldrm'la birleütiùi yerde, her zamanki mutsuz erkek kalabalù vard. Onlar da üehirdeki herkes gibi yukardaki kara bulutlara ve bu bulutlara vuran turuncumsu üùa bakyordu. Uzaktan yangn seyreden kalabalkla birlikte Karaköy Köprüsü nü geçtim. Köprüden çapariyle istavrit tutanlar da alevlere dikmiüti gözlerini. Herkesle birlikte, ayaklarm beni kendiliùinden Gülhane Park'na götürdü. Parkn lambalar, ústanbul'un çoùu sokak lambas gibi ya atlan taülarla krlmüt ya da elektrik kesintisinden yanmyordu, ama yalnz büyük park deùil, bir zamanlar bahçesi olduùu Topkap Saray, Boùaz'n giriüi, Üsküdar, Salacak, Kzkulesi, her yer tankerin alevleriyle gün gibi aydnlkt. Yangn seyreden büyük kpr kpr bir kalabalk vard, parkta ük hem doùrudan alevlerden geliyordu, hem de yukardaki bulutlara vuruyor ve tpk Avrupai bir oturma salonunu aydnlatan abajurun hoü üùna benzer tatl bir aydnlk yayyor, bu da kalabalù olduùundan daha mutlu ve huzurlu gösteriyordu. Ya da seyretme zevki herkesi mutlu etmiüti. ûehrin her yerinden arabalaryla, otobüslerle, yürüyerek gelmiü, zengin, fakir, merakl, takntl insanlarn kalabalùyd bu. Baüörtülü babaannelerle, kucaklarndaki çocuùu uyutan kocalarna sarlan genç annelerle, büyülenmiü gibi alevleri seyreden yoksul iüsizlerle, koüturup duran çocuklarla, arabalarnn, kamyonlarnn içinden alevleri seyrederken müzik dinleyenlerle, üehrin her köüesinden gelmiü si-
407
Boùaz'da Yangn
mit, helva, midye dolma, Arnavut ciùeri, lahmacun ve tepsileriyle koüturan çay satclaryla karülaütm. Atatürk heykelinin çevresinde köfte, sucuk ekmek satclar, tekerlekli, camekânl arabalarnn kömür ocaklarn yakmülar, etrafa hoü kokulu zgarada et dumanlan saçyorlard. Baùrarak ayran, gazoz (Meltem yoktu) satan çocuklar, park bir pazar yerine çevirmiüti. Bir satcdan bir bardak çay aldm,
banklarn birinde, bir an boü bir yer açlnca oturdum ve yanmdaki diüsiz ihtiyar yoksulla birlikte alevleri seyrederek mutlu oldum. Yangn üiddetini kaybedene kadar, bir hafta boyunca her aküam parka geldim. Alevler bazan iyice soluklaümüken birdenbire yeni bir dalgayla ilk günkü gibi yükseliyor, o zaman yangn seyredenlerin hayret
ve korkuyla bakan yüzlerinde turuncumsu gölgeler dolaüyor, yalnz Boùazn giriüi deùil, Haydarpaüa Tren ústasyonu, Selimiye Külas, Kadköy
Koyu
aydnlanyordu.
bazan O
portakal,
zaman
bazan
kalabalkla
yldz birlikte
rengi
bir
büyülenerek
ükla hiç
kprdamadan manzaray seyrediyordum. Az sonra bir patlama iüitiliyor, korlar düüüyor ya da alevler sessizce gücünü kaybediyordu. O zaman seyirciler de gevüeyerek yiyip içmeye, konuümaya baülyorlard. Bir gece Gülhane Park ndaki bu kalabalùn içinde Nurcihan ile Mehmet'e rastladm, ama görünmeden kaçtm onlardan. Füsun u. annesini, babasn orada görmek istediùimi, belki de her aküam bu kalabalùa bu yüzden karütùm, bir aküam gölgeleri onlara benzeyen uç kiüilik bir aileyi onlar sannca anladm. 1 9 7 5 yaznda -don yl geçmiüti aradan- olduùu gibi, birini Füs u n a benzetince kalbim gene aükla hzlanmüt. Keskinlerin, facialarn bizi birbirimize baùladùn derinden kalplerinde hisseden bir aile olduùunu düüünüyordum. Romen tanker Independenta nn yangn sönmeden once evlerine gitmeli, onlarla bu Iciaket ve cemaat ruhunu paylaüarak geemisiek kötülükleri unutmalydm. Bu yangn benim için yeni bir hayatn baülangc olabilir miydi?
408
Bir aküam da, parktaki kalabalkta hayaller içinde oturacak yer ararken, Tayfun ve Figen ile karülaütm. Bir anda burun buruna Boùaz'da Yangn --------------------------------------------
geldiùim için onlardan kaçamamütm. Ne Afcsam'daki haberden ne de sosyetede olup bitenden hiç söz etmemeleri, daha önemlisi aslnda dedikodunun farknda bile olmamalar beni o kadar mutlu etti ki, parktan onlarla çktm, -artk alevler sönüyordu- arabalarna bindim ve onlarla Taksim arkalarnda yeni açlan barlardan birine gidip sabaha kadar içtim. Ertesi gün Pazar aküam Keskinlere gittim. Bütün gün yatmü, öùle yemeùini annemle evde yemiütim. Aküam iyimserdim, neüeliydim, umutlu, hatta mutluydum. Ama eve girip Füsun ile göz göze gelir gelmez, bütün hayallerim ykld: Neüesiz, umutsuz, krgnd. "Ne haberler Kemal?" dedi hayalindeki baüarl, mutlu bir hanmefendiyi taklit ederek. Ama daha bu taklidi yaparken ona inanamamüt güzelim. "Hiç valla," dedim piükinlikle. "Fabrika, üirket, iüler o kadar çok ki, gelemedim." Türk filmlerinde esas oùlanla esas kz arasnda bir yaknlaüma olunca, en dikkatsiz seyirci bile durumu kavrasn ve duygulansn diye, anlayül bir teyze mutlu bir bakü atar ya... úüte öyle bakt Nesibe Hala bana ve Füsun'a. Ama hemen sonra da bakülarn kaçrnca, dedikodu haberinden sonra evde pek çok ac yaüandùn, tpk niüandan sonra olduùu gibi, Füsun'un günlerce aùladùn anladm. "Kzm, raksn ver bakalm misafirin," dedi Tark Bey. Üç yldr olup bitenlerden habersizmiü gibi yaptù, beni yalnzca aküam ziyaretine gelen akraba gibi içtenlikle ve sevgiyle karüladù için Tark Bey'e hep sayg duymuütum. Ama üimdi kznn da derinden hissettiùi acya, benim çaresizliùime, hayatn bizi getirdiùi yere bu kadar ilgisiz kalabilmesine içerliyordum. Kendimden bile saklayarak gizli gizli düüündüùüm acmasz gözlemimi dile getireyim üimdi: Tark Bey, büyük ihti-
409
maile benim oraya neden geldiùimi seziyordu, ama karsnn da basks sonucunda, bilmemezlikten gelmenin "aile için" daha uygun olacaùna karar vermiüti. "Evet, Füsun Hanm," dedim, ben de babas gibi yar yapay bir havayla. "Her zamanki gibi rakm verin de, en sonunda eve dönmenin mutluluùunu yaüayaym." Bugün bile bu sözü niye söylediùimi, ne kastettiùimi, maksadmn ne olduùunu söyleyemem. Mutsuzluùum dilime vurmuütu diyeyim. Ama Füsun sözlerimin arkasndaki duyguyu anlamüt, bir an gözlerinden yaülar akacak sandm. Kafesteki kanaryamz fark ettim. Geçmiüi, kendi hayatm, zamann aküm, geçen yllar hatrladm. Yaüadùmz anlarn en kötüleri o aylar, o yllard. Füsun film yldz olamyor, ben ona daha fazla yaklaüamyordum. Bu açmazda bir de rezil olmuü, aüaùlanmütk. Tpk aküamlar bir türlü "kalkamamam" gibi, bu durumdan da kalkp çkamayacaùmz da anlyordum. Haftada dört-beü kere Füsun'u gördüùüm müddetçe, onun da benim de bir baüka hayat kurmamz imkânszd, bunu ikimiz de hissediyorduk. O aküam yemeùin sonuna doùru, her zamanki alükanlùmla ama çok da içtenlikle "Füsun," dedim. "Çok zaman oldu, kumru resmi ne halde, çok merak ediyorum." "Kumru biteli çok oldu," dedi. "Feridun güzel bir krlangç fotoùraf bulmuü. ûimdi ona baüladm." "En güzeli bu krlangç oluyor," dedi Nesibe Hala. içeri gittik. Zarif bir krlangç, tpk evin balkon demirlerine, denizliklerine, bacalarna oturtulan öteki ústanbul kuülar gibi evin bir baüka köüesine, bizim yemek odasnn yokuüa bakan cumba penceresinin hemen önüne baüaryla oturtulmuütu. Arkada tuhaf ve çocuksu bir perspektifle, parke taü kapl Çukurcuma Yokuüu gözüküyordu. "Seninle iftihar ediyorum," dedim. Ama bütün içtenliùime raùmen sesimde derin bir yenilgi duygusu vard. "Bunlar bir gün 410
bütün Paris görmeli!" dedim. Aslnda her zaman demek istediùim gibi, "Canm, seni çok seviyorum, çok özledim, senden uzak kalmak ne Boùaz'da Yangn --------------------------------------------
büyük bir acymü, seni görmek de ne mutluluk!" gibi bir üey demek isterdim.
Ama
sanki
resmin
dünyasndaki
eksiklik,
bizim
dünyamzdaki eksiklik olmuütu ve bunu krlangç resminin hafifliùi, basitliùi, saflùn kederle izlerken görüyordum. "Çok güzel olmuü Füsun," dedim dikkatle, içimde derin bir ac duyarken. Resimde, úngiliz resmi etkisiyle yaplmü Hint minyatürlerini, Japon ve Çin kuü resimlerini, Audubon'un dikkatlerini ve hatta ústanbul'da dükkânlarda satlan bir çikolatal gofretin içinden çkan kuü dizisini hatrlatan bir üeyler vard dersem, âük olduùum da aklda tutulsun, lütfen. Füsun'un ústanbul'un kuülarn yaparken resmettiùi arkadaki üehir manzaralarna baktk. úçimde sevinç deùil, keder uyanyordu. Bu âlemi çok seviyorduk, ona aittik ve bu yüzden de sanki bu resimlerin saflù içinde kalmütk. "ûehri, arkadaki evleri daha canl renklerle yapsana bir kere..." "Neyse canm," dedi Füsun. "Vakit geçiriyorum iüte." Kaldrp bize gösterdiùi resmi bir kenara koydu. Bana çok çekici gelen boya takmlarna, frçalara, üiüelere, rengârenk lekeli bezlere baktm. Kuü resimleri gibi her üey derli topluydu. Daha ötede Nesibe Hala'nn kumaülar, yüksükleri vard. Renkli porselen bir yüksük ile Füsun'un az önce elinde sinirle oynadù turuncu bir pastel kalemciùi cebime attm. 1979'un sonlarnda en kötülerini yaüadùmz bu karanlk aylar. Keskinlerden en çok eüya çaldùm dönemdir. Artk bu eüyalar yaüadùm ann yalnzca bir iüareti, o güzel an hatrlatan bir üeyden çok, benim için o ann bir parçasydlar da. Masumiyet Müzesi'nde sergilediùim kibrit kutulan mesela... Bu kibrit kutularnn her birine Füsunun eli deùmiü, elinin kokusu ve belli belirsiz gül suyu kokusu sinmiütir. Kibrit kutularndan her birini, tpk müzemde sergilediùim diùer eüyalar gibi daha sonra Merhamet Apart-
411
Boùaz'da Yanqn
manndaki dairede elime aldùmda. Füsun ile ayn masada oturmann, onunla göz göze gelmenin zevklerini yaüyordum cihetle Ama kibriti masadan alp (arknda deùilmiü gibi cebime indirirken kalbimde hissettiùim mutluluùun bir baüka yan dal.t vard: Takntyla sevdiùim, ama "elde edemediùim" birisinden, küçük de olsa bir parça koparmann mutluluùuydu bu. Koparma kelimesinin ima ettiùi üey. tabii ki sevdiùimizin taplas gövdesinden bir parçadr. Ama benim için üç ylda annesi, babas, aküam yemek yediùimiz sofra, soba, kömür kovas, televizyon üzerinde
uyuyan köpek biblolar, kolonya üiüeleri, sigaralar, rak bardaklar, üekerlikler, Çukurcumadaki evdeki her üey, yavaü yavaü kafamdaki Füsun fikrinin bir parças haline geliyordu. Haftada üç-dört kere Füsunu
gördüùüm,
görebildiùim
için
mutlu
olduùum
kadar.
Keskinlerin evinden -yani Füsun'un ha-vatndan- üç-dört, bazan daha da çok alt-yedi, hatta en mutsuz zamanlarmda olduùu gibi on-on beü tane eüyay alp (çalmak yanlü kelime) Merhamet Apartmanna götürdüùüm için de bir zafer duygusuna kaplrdm. Füsun un bir eüyasn, mesela televizyona dalgn dalgn bakarken elinde zarafetle tuttuùu bir tuzluùu kaüla göz arasnda cebime indirmiü olmak, sohbet ederken, aùr aùr rakm içerken tuzluùun cebimde olduùunu, "artk ona sahip olduùumu" bilmek bana öyle bir mutluluk verirdi ki, aküamn sonunda koltuùumdan çok fazla zorlanmadan kalkabilirdim. Yanma aldùm eüyalarn varlù, koltuùumdan kalkamama buhranlarm 1979 yazndan sonra bir ölçüde hafifletmiütir. Onlar yalnz Füsun'un deùil, benim de en mutsuz yllarmd. Yllar sonra,
hayat
beni
ústanbul'un
takntl,
tuhaf
mutsuz
ko-
leksiyoncularyd karülaütrdùnda; kâùt, çöp, kutu, fotoùrafla tkü tkü dolu evlerinde onlar ziyaret ettiùimde; bu kardeülerimin gazoz kapaklar veya artist resimleri biriktirirken neler hissettiklerini, her yeni parçann onlar için ne anlama geldiùini kavramaya çalütkça, Keskinlerin evinden eüya alrken hissettiklerimi hatrladm.
412
65. KÖPEKLER Anlatmakta olduùum olaylardan yllar sonra, dünyann bütün müzelerini görmek için çktùm yolculuklarda, Peru'da, Hindistan'da, Almanya'da, Msr'da ve baüka pek çok ülkede müzelerde sergilenen koleksiyonlar,
on
binlerce
küçük
tuhaf
eüyay
gün
boyunca
seyrettikten sonra aküamlan bir-iki kadeh içer, sokaklarda kendi kendime saatlerce yürürdüm. Lima'da, Kalküta'da, Hamburg'da, Kahire'de ve baüka pek çok üehirde ailelerin hep birlikte aküam yemeùi yerken nasl televizyon seyrettiklerini, nasl gülüüerek konuütuklarn açk pencereler ve perdeler arasndan seyreder, çeüit çeüit bahaneyle de evlerin içlerine girer, hatta ev sahipleriyle fotoùraf bile çektirirdim. Dünyann büyük çoùunluùunun evlerinde, aküam karüsna geçip seyrettikleri televizyonun üzerine bir köpek biblosu yerleütirildiùini böyle fark ettim. Milyonlarca aile, dünyann neredeyse her köüesinde, televizyonlarnn üzerine niye bir köpek biblosu koyma gereùi duyuyordu? Bu soruyu, daha küçük bir ölçekte Keskinlerin evinde kendime sormuütum ilk. Füsun'un Niüantaü Kuyulu Bostan Sokak'taki evine ilk giriüimde hemen fark ettiùim porselen köpek, daha sonra öùreneceùim gibi, televizyondan önce, aküamlar Keskinlerin gene hep birlikte dinledikleri radyonun üzerinde duruyordu. Tebriz'de, Tahranda, Balkan üehirlerinde, Doùuda, Lahore'da ve hatta Bombay'da da pek çok evde gördüùüm gibi. Keskinlerin evinde de köpek ile üzerine oturduùu televizyon arasna eliüi bir örtü serilmiüti. Bazan köpeùin yanna küçük bu vazo, bir deniz kabuùu (Füsun bir keresinde gülümseyerek kulaùma dayayp bana okyanuslarn kabuùun içine skümü uùultusunu dinletmiüti) konur ya da köpek bir sigaralùa yaslanr, ona bekçilik ederdi. Masann üzerindeki köpeùin ya da köpeklerin duruüu, bazan bu küllüklerin, sigaralùn yerine göre ayarlanrd. Bende köpeùin baün sallayacaù, hatta küllüùe
413
Köpekler
doùru bir hamle yapacaù duygusunu uyandran bu esrarengiz düzenlemeleri Nesibe Hala'nn yaptùn zannediyordum, ama 1979 Aralùnda bir aküam Füsun'un ben ona hayranlkla bakarken köpeùin televizyonun üzerindeki duruüunu deùiütiriüine tank olmuütum. Ortalkta köpeùe, hatta televizyona dikkat çekecek hiçbir üey yokken, annesinin hazrladù yemeùi hepimiz sofrada beklerken, bir çeüit sabrszlk hareketi gibi yapmüt bunu. Ama bu, köpeklerin oraya neden konduùunu açklamyordu. Daha sonraki yllarda televizyonun üzerine bir sigaralùa destek olan bir baüka köpek de yerleüti. Bir dönem baülarn gerçekten sallayan ve o yllarda taksilerin, dolmuülarn arka cam içinde çok sk görülen iki plastik köpek bir belirip bir yok oldular. Haklarnda çok az konuüulan köpeklerin bu hareketliliùi, benim Keskinlerin eüyalarna olan ilgimin artk açkça ortaya çkmas yüzündendi. Televizyonun üzerindeki köpeklerin hzla deùiütiùi bu dönemde, benim tpk baüka eüyalar gibi onlar "aldùm" Nesibe Hala ile Füsun artk seziyorlar ya da biliyorlard. Aslnda ne "koleksiyonumu" ne de alp biriktirme huyumu baükalaryla paylaümay hiç istemiyor, yaptùmdan utanç duyuyordum. Kibrit kutular, Füsun'un sigara izmaritleri, tuzluklar, kahve fincanlar, firketeler, saç tokalar gibi toplamas zor olmayan ve dikkat çekmeyen bu ilk üeylerden sonra daha dikkat çeken küllük, fincan, terlik gibi üeyleri
almaya baülaynca, yavaü yavaü yerlerine
yenilerini alp getirmeye baüladm. "Geçen gün televizyonun üzerindeki kuçudan bahsediyorduk ya! Bende kalmü. Bizim Fatma Hanm kenara
kaldraym derken
düüürüp krmü. Onun yerine bunu getirdim, Nesibe Hala Msr Çarüsnda Limona kuü yemi, üalgam tohumu alrken, oradaki br dükkânda gördüm..." "Aa, bu kara kulakl çok güzel," dedi Nesibe Hala. Tam bir sokak köpeùi... Seni karakulak seni! Otur bakalm únsana huzur veriyor, zavall evladm..."
414
Köpekler
Köpeùi elimden alp televizyonun üzerine koydu. Baz köpekler televizyonun üzerindeki duruülaryla, tpk duvar saatinin tkrts gibi. bizlere huzur verirlerdi. Bazlar tehditkâr, bazlar düpedüz çirkindi, sevimsizdi, ama köpeklerin bekçilik ettim bir mekânda oturduùumuzu, belki de bu yüzden korunduùumuzu hissettiriyorlard bizlere. Artk geceleri
mahallenin
sokaklarnda
siyasi
gruplarn
silah
sesleri
yanklanyordu ve evin dündaki âlem bize gittikçe tekinsiz geliyordu. Kara kulakl sokak köpeùi, Keskinlerin televizyonunun üzerinden sekiz ylda geçen onlarca köpeùin en sevimlisidir. 12 Eylül I980'de yeni bir askeri darbe oldu. Sabah bir içgüdüyle herkesten önce kalkmü ve Teüvikiye Caddesi nin diùer sokaklarnn bomboü olduùunu görüp, çocukluùundan beri her on ylda bir askeri darbe yaüayan biri olarak durumu hemen anlamütm. Caddeden arada bir içi marülar söyleyen askerle dolu askeri kamyonlar geçiyordu. Hemen televizyonu açtm, bayrak ve resmi geçit görüntülerine, iktidara el koyan paüalarn konuümasna biraz baktm ve balkona çktm. Teüvikiye Caddesinin boüluùu, üehrin sessizliùi, cami avlusundaki kestane aùaçlarnn yapraklarnn hafif rüzgârda hürdamas hoüuma gitti. Tam beü yl önce, Sibel ile yaz sonu partisinden sonra, bu balkondan sabah gene ayn saatte, ayn manzaraya bakmütm. "Aman, iyi oldu, memleket felaketin eüiùindeydi," dedi annem, televizyondaki palabykl serhat türkücüsünün savaü ve kahramanlk türkülerini dinlerken. "Ama niye bu kaba saba, çirkin adam televizyona çkaryorlar! Bekri de bugün gelemez artk, Fatma yemeùi sen yap, buzdolabnda ne var?" Sokaùa çkma yasaù, bütün gün sürdü. Arada bir caddeden hzla geçen askeri kamyonlara bakp, siyasilerin, gazetecilerin, pek çok kiüinin evlerinden alnp götürüldüùünü anlyor, böyle üeylere hiç karümadùmz için üükrediyorduk. Gazetelerin hepsi yeni basklar yapmü, darbeyi sevinçle karülamülard. Aküama kadar televizyonda durmadan tekrarlanan paüalarn askerî darbe
415
Köpekler
açklamasn, Atatürk'ün eski görüntülerini seyrederek, gazeteleri okuyarak, pencerelerden boü sokaklarn güzelliùine bakarak evde annemle oturdum. Füsunu, evlerindeki, Çukurcuma'daki havay merak ediyordum. Baz mahallelerde, 1971 Askerî Darbesindeki gibi ev ev arama yapldù söylentileri vard. "Artk rahat rahat sokaùa çkabileceùiz!" dedi annem. Ama aküamlan saat ondan sonra sokaùa çkmak yasaklandù için, askeri darbe Füsunlardaki aküam yemeklerinin tadn kaçrd. Bütün ülkenin seyrettiùi tek televizyon kanalnda haber saatinde paüalar yalnz siyasetçileri deùil, bütün milleti, geçmiü alükanlklarndan dolay her aküam azarlyorlard. Teröre bulaümü pek çok kiüi, ibret olsun diye alelacele idam edilmiüti. Keskinlerin masasnda, bu idam haberlerini seyrederken hepimiz susardk. O zaman Füsun'a daha da yaklaütùm, ailenin bir parças olduùumu hissederdim. Yalnz siyasetçiler, muhalif aydnlar deùil, dolandrclar, trafik kurallarn çiùneyenler, duvarlara siyasi slogan yazanlar, randevuevi iületenler, seks filmleri çekenler, gösterenler ve kaçak sigara satan tombalaclar da hapse atlyordu. Bundan önceki askeri darbe günlerinde olduùu gibi, askerler sokaklarda uzun saçl, "hippi tipli" sakall gençleri toplayp traü etmiyorlard, ama pek çok üniversite hocasn hemen kovmuülard. Pelür Bar da boüalmüt. Ben de askeri darbeden sonra hayatma çekidüzen vermeye, daha az içme ve aük için kendimi daha az rezil etmeye, eüya toplama alükanlùma hiç olmazsa bir ölçü getirmeye karar vermiütim. Askeri darbenin üzerinden iki ay geçmemiüti ki, bir aksn yemeùinden önce kendimi mutfakta Nesibe Hala ile baü baüa buldum Füsun'u daha çok görebilmek için aküamlan erken gidiyordum onlara. Kuzum Kemal Bey televizyonun üzerindeki hani sizin getirdiùiniz kara
kulakl
sokak
köpeùimiz
kaybolmuü...
Gözümüz
alümü
yokluùunu hemen fark ediyor insan. Ne olmuüsa olmuü hiç merak etmiyorum, belki de hayvan kendi çkp gitmek
416
--------------------------------------------------------- Köpekler ---------------------------------------------------------------
istemiütir," dedi. Küçük sevimli bir kahkaha att, ama benim yüzümdeki sert ifadeyi görünce ciddileüti. "Ne yapalm?" diye sordu. "Tark Bey 'Köpeùe ne oldu?' diye tutturdu." "Ben bir çaresine bakarm." Aküam aùzm bçak açmad. Ama suskunluùuma raùmen -ya da o yüzden- kalkp gidemiyordum da. Sokaùa çkma yasaùnn baüladù saate doùru çok üiddetli bir "yerinden kalkamama buhran" yaüadm. Sanrm Füsun ile Nesibe Hala buhrann üiddetinin farkndaydlar. Nesibe Hala, birkaç kere "Aman geç kalmayn, ne olur!" demek zorunda kald. Saat onu beü geçe çka-bildim evden. Dönüü yolunda, yasak saatinden sonra sokakta olduùumuz için kimse durdurmad bizi. Evde köpeklerin anlam ve benim onlar önce getirip sonra da almam hakknda uzun uzun düüündüm, köpeùin yokluùunu ancak on bir ay sonra ve bence askerî darbenin yaydù kendimize çekidüzen verelim havasyla fark etmiülerdi, ama Nesibe Hala
"hemen"
fark
ettiklerini
zannediyordu.
Büyük
ihtimal,
televizyonlarn üzerindeki eliüi örtüde uyuyan, oturan bütün o köpekler aslnda radyo döneminden kalmayd. Hep birlikte radyo dinlenirken, baülar kendiliùinden radyoya doùru dönüyor, o zaman göz orada oyalayc, yatütrc bir üey aryordu. Radyolar bir kenara konup televizyon aile sofrasnn mihrab olunca, köpekler de televizyonun üzerine terfi etmiülerdi, ama üimdi gözler ekrana dönük olduùu için kimse fark etmiyordu bu hayvancklar. Onlar istediùim gibi alp götürebilirdim. O geceden iki gün sonra, Keskinlere porselen iki köpek götürdüm. "Beyoùlu nda bugün yürürken Japon Pazar nn vitrininde gördüm onlar," dedim. "Sanki tam bizim televizyonumuzun üzerine konsun diye yaplmülar." "Aa, çok üeker üeyler bunlar," dedi Nesibe Hala. "Neden zahmet ettiniz Kemal Bey."
417
"Kara kulaklnn kaybolmas üzdü beni," dedim. "Aslnda onun televizyonun üzerindeki yalnzlùna üzülüyordum. Bu ikisinin bu keyifli, arkadaü halini görünce, bu sefer televizyonun üzerine neüeli, mutlu iki köpek iyi olur dedim." "Köpeùin yalnzlù sizi hakikaten üzüyor muydu Kemal Bey?" dedi Nesibe Hala. "Âlem adamsnz doùrusu. Ama sizi böyle biri olduùunuz için seviyoruz biz." Füsun tatllkla gülümsüyordu bana. "Bir kenara atlp unutulmuü eüyalar çok üzer beni," dedim. "Çinliler eüyalarn ruhu olduùuna inanrlarmü." "Biz Türkler zaten Orta Asya'dan gelmeden önce Çinlilerle çok fazla düüüp kalkmüz, televizyonda vard geçende," dedi Nesibe Hala. "Siz yoktunuz o aküam, neydi o programn ad Füsun? Aa, çok güzel koydunuz köpekleri oraya. Ama öyle birbirlerine dönük mü dursunlar, yoksa bize dönük mü, ben de üimdi karar veremiyorum." "Soldaki bize doùru dursun da, ötekisi ona dönük otursun," dedi birdenbire Tark Bey. Bazan sohbetin en tuhaf yerinde, bizi hiç dinlemediùini sandùmz bir anda, Tark Bey birden konuya girer, ayrntlar bizden de iyi kavradùn gösteren bilgece bir üey söylerdi: "O zaman hem aralarnda arkadaülk olur, köpekler sklmaz, hem de bize dönük durur, ailenin bir parças olurlar," diye devam etti. Çok arzuladmsa da, bir yldan fazla bir süre o iki köpeùe dokunamadm. Onlar alp götürdüùüm 1982 ylnda ise, artk Keskinlerin evinden alp götürdüùüm eüyalarn karülùnda, bir kenara para brakyor ya da aldùm eüyann yerine çok pahal bir yenisini hemen ertesi gün getiriyordum. Hem iùnedanlk hem köpek ya da hem köpek hem dikiü "mezura"s gibi tuhaflklar da, bu son dönemde televizyonun üzerinden geçtiler.
418
66. NE D øR BU? Askeri darbenin üzerinden dört ay geçtikten sonra, bir gece yasak saatinden on beü dakika önce Keskinlerin evinden dönerken, Çetin ile Sraselviler Caddesinde kimlik kontrolü yapan askerlerce durdurulduk. Arka koltukta huzurlu bir üekilde yaylarak oturmuütum, korkacaùm bir eksiùim yoktu. Ama kimliùimi alrken bana bir bakü atan erin gözleri yanmda duran ayva rendesine bir an taklnca huzursuz oldum. Rendeyi eski alükanlkla az önce Keskinlerde kimse bakmadù bir anda içgüdüyle alvermiütim. Bu beni öylesine mutlu etmiüti ki, evden fazla zorlanmadan erkenden çkmü, az önce yakaladù bir çulluùa arada bir gururla göz atabilmek isteyen bir avcnn dürtüsüyle, rendeyi paltomdan çkarp arka koltukta yanma koymuütum. Aküam Keskinlerin evine geldiùimde, evdeki hoü ayva reçeli kokusunu içime çekip hemen tanmütm. ûundan bundan konuüurken, Nesibe Hala öùleden sonra ksk ateüin üzerinde Füsunla birlikte reçel kaynattklarn anlatmüt. Ana-kz tatl tatl sohbet etmiülerdi. Annesi baüka üeyle meügulken Füsun'un tahta kaükla reçeli aùr aùr karütrün da, onun sözlerinden çkarp mutlulukla hayal etmiütim. Askerler baz arabalar, yolcularn kimliklerine baktktan sonra brakyorlard. Bazan da herkesi araçtan indiriyor, arabay, yolcular dikkatle baütan aüaù aryorlard. Bize de inmemizi söylediler. Celin de arabadan indik. Kimliklerimize dikkatle baktlar. Emre uyarak filmlerdeki suçlular gibi kollarmz iki yana açp Chevroleinn üstüne koyduk. úki asker de arabann torpido gözünü, kolluklarn altn, her
köüesini
aryordu.
Yüksekçe
apartmanlar
arasna
skümü
Sraselviler Caddesinde kaldrmlar slakt, birkaç kiüinin geçerken çevirme yapan askerlere ve biz aranan yolculara göz attùn hatrlyorum. Yasak saati yaklaü-
419
Nedir Bu?
yordu, kimseler yoktu kaldrmlarda, ileride bir zamanlar neredeyse, bizim bütün lise üç snfnn ziyaret ettiùi ve Mehmet'in pek çok kz tandù ünlü randevuevi Altmü Ahi'nin (yapnn sokak numaras buydu) bütün pencereleri karanlkt. "Kimin bu alet?" dedi askerlerden biri. "Benim..." "Nedir bu?" Bir an onun ayva rendesi olduùunu söyleyemeyeceùimi hisselimi. Söylersem sanki Füsuna olan takntm, yllardr evli bir kadn görmek için haftada dört-beü kere ailesiyle yaüadù eve gidiüimi, durumun rezaletini ve umutsuzluùunu, aslnda tuhaf ve kötü bir insan olduùumu hemen anlayacaklar zannediyordum. Kafam Tark Bey ile kadehlerimizi tokuüturarak içtiùimiz rakyla dumanlyd; ama bu yüzden yanlü deùerlendirme yaptùm, üimdi yllar sonra hiç düüünmüyorum. Ayva rendesinin, az önce Füsunlarn mutfaùnda duran bir eüyann üimdi Trabzonlu -olduùunu sandùm- ve iyi niyetli bir astsubayn elinde oluüunu yadrgyordum, ama daha derindeydi mesele, bu dünyada yaüamak ve insan olmakla ilgiliydi. "Beyefendi, bu eüya sizin mi?" "Evet." "Nedir bu kardeüim?" Gene bir sessizliùe gömüldüm. Yerinden kalkamamak benzeri bir teslimiyet ve çaresizlik duygusu üimdi yavaü yavaü her yerimi saryor, ben suçumu söylemeden, asker kardeüim beni anlasn istiyordum, ama olmuyordu. úlkokulda çok tuhaf ve biraz da aklsz bir snf arkadaümz vard. Öùretmen onu tahtaya kaldrp matematik ödevini yapp yapmadùn sorduùunda, o da benim büründüùüm sessizliùe bürünür, ne evet ne hayr der, öylece bir suçluluk ve yetersizlik durgusuyla, aùrlùn bir saù bacaùna, bir sol bacaùna verip duruüunu deùiütirerek karümzda öùretmeni öfkeden çldrtana kadar dikilirdi. Bir kere sessizliùe büründükten sonra insann 420
Nedir Bu?
aùzn açmasna imkân olmadùn, hatta insann yllarca, yüzyllarca susacaùn,
onu
snfta
üaüknlkla
seyrederken
anlayamazdm.
Çocukluùumda mutlu ve hürdüm. Ama yllar sonra o gece, Sraselviler Caddesi'nde, konuüamamak neymiü anladm. Füsun a olan aükmn da en sonunda bu çeüitten bir inat ve içe kapanma hikâyesi olduùunu da hayal meyal hissettim. Ona olan aükm, takntm, her neyse, baüka biriyle özgürce bu dünyay paylaümak yolunu tutamyordu bir türlü. Bunun üu anlattùm âlemde olmayacaùn ruhumun derinliklerinde daha baüta anlamü, içime dönmüü, Füsun'u kendi içimde arama yolunu tutmuütum. Onu kendi içimde bulacaùm da Füsun bence anlamüt. Sonunda her üey iyi olacakt. "Komutanm, o bir rende..." dedi Çetin Efendi. "Bildiùiniz ayva rendesi." Çetin hemen nasl tanmüt rendeyi? "Ee niye söylemiyor o zaman?" Bana döndü. "Bak skyönetim var... Saùr msn sen?" "Komutanm, Kemal Bey üu ara çok üzgün." "Niye o?" dedi komutan, ama iüi bu türden bir üefkate imkân vermiyordu. "Geçin, bekleyin arabann içinde!" dedi sertçe. Elinde ayva rendesi ve kimliklerimiz, uzaklaüt. Arkamzda srada bekleyen bir arabann parlak üklarnda rendenin bir an üldadùn, sonra ilerideki askeri aracn -küçük bir kamyoniçine atldùn gördüm. Chevrolet'nin içinde Çetin ile beklemeye baüladk. Yasak saatine doùru sokaktaki arabalar hzland. Uzakta, Taksim Meydan'ndan hzla dönen arabalar görüyorduk. Aramalarda, kimlik kontrollerinde, polis karüsndayken, vatandaülar arasnda hep hissettiùim korku ve suçluluk duygularyla yüklü bir sessizlik vard aramzda. Arabann saatinin
tkrtsn
iüitiyor,
ses
çkarmamak
için
yerimizden
kprdamyorduk. Askeri aracn içinde ayva rendesinin bir yüzbaünn parmaklar arasnda olduùunu düüünüyor, huzursuz oluyordum. Sessizce
421
beklerken, askerler ayva rendesine el koyarlarsa çok ac çekeceùimi gittikçe artan bir endiüeyle hissediyordum, endiüemin üiddetiyle birlikte yllar soma hatrladm. Çetin radyoyu açt. Çeüitli skyönetim komutanlklarnn bildirileri okunuyordu. Arananlarn listesi, yasaklar, yakalananlar... Çetin'den baüka bir istasyona geçmesini istedim. Biraz czrtdan sonra, çok uzak bir ülkeden ruh halime uygun birüeyler iüittik. Tadn çkararak dinlerken, hafif bir yaùmur ön cam damla damla slatyordu. Sokaùa çkma yasaùnn baülamasndan yirmi dakika sonra, erlerden biri geldi. Kimliklerimizi geri verdi. "Tamam, artk gidebilirsiniz," dedi. "Yasakta sokaklarda geziyoruz diye gene bizi durdurmasnlar?" dedi Çetin. "Bizim durdurduùumuzu söylersiniz," dedi asker. Çetin motoru çalütrd. Er bize yolu açmüt. Ama ben arabadan indim ve askeri kamyona sokuldum. "Komutanm, annemin ayva rendesi kald galiba..." "Bak gördün mü, saùr dilsiz deùilmiüsin, konuümay ne güzel biliyorsun." "Beyefendi, bu kesici delici bir alet, yannzda bulundurmanz yasak!" dedi öteki asker. Bunun rütbesi daha yüksekti. "Ama al bakalm, bir daha da yannda taüma. Ne iü yapyorsun bakaym sen?" "úüadamym." "Vergini iyi veriyor musun?" "Veriyorum." Baüka bir üey söylemediler. Biraz kalbim krlmüt, ama rendeye kavuütuùum için mutluydum. Dönüüle Çetinin aùr aùr ve dikkatle sürdüùü araba caddelerde ilerlerken, mutlu olduùumu kavradm. ústanbul'un köpek çetelerine teslim olmuü boü ve karanlk sokaklar, gündüzleri çirkinliùi ve krk dökük halleriyle maneviyatm bozan beton apartmanlarla çevrili caddeleri, üimdi bana üiirsel ve esrarl gözüküyordu.
422
Kolonya
67. KOLONYA 1981 Ocaùnda bir öùle Feridun ile Rejans Lokantas'nda rakl, liderli
uzun bir yemek yedik, film iülerini görüütük. Feridun. Pelür den tandù kameraman Yani ile reklam filmleri çekiyordu. Benim hiçbir itirazm yoktu buna, ama o "Para için yapyoruz!" diyerek bu iüten huzursuz olduùunu söylüyordu. Her zaman rahat gözüken ve hayatn zevklerini en kolay yerinden zahmetsizce elde etmenin genç yaüta ustas olan Feridun'un, bu türden ahlaki sorunlarla ac çekmesini hiç anlayamayabilirdim,
ama
baümdan
geçenler
beni
genç
yaüta
olgunlaütrmü, insanlarn çoùunun aslnda göründüklerinden farkl olduùunu öùrenmiütim. "Hazr bir senaryo var," dedi sonra Feridun. "Paras için bir üey yapacaksam onu çekeyim, daha iyi. Biraz bayaù ama iyi bir frsat." "Hazr" ya da "her üeyiyle hazr senaryo", Pelür Bar'da arada bir iüittiùim bir kavramd, bir senaryonun sansürden geçtiùi, çekilebilmesi için devletten bütün izinlerin alndù anlamna gelirdi. Seyircinin sevebileceùi çok az senaryonun sansürden geçtiùi dönemlerde, her yl bir-iki film yaptrmas gereken yapmclar, yönetmenler, aslnda hiç düüünmedikleri hazr bir senaryoyu boü durmamak için çekerlerdi. Sansür kurulu yllar boyunca ilginç ve deùiüik her fikrin köüelerini ve sivri yerlerini budayarak bütün filmleri birbirine benzettiùi için, konuyu hiç bilmemeleri, çoùu yönetmenler için sorun olmazd. "Füsun için uygun mu konu?" diye sormuütum Feridun'a. "Hiç deùil. Papatya için uygun, çok hafif bir rol. Kadn oyuncunun biraz açlp soyunmas gerekiyor. Baü erkek de Tahir Tan olmal." "Tahir Tan olmaz." Böylece, esas konu birlikte ilk filmimizi Füsun yerine Papatya ile yapmak deùilmiü gibi, uzun uzun Tahir Tan'dan söz ettik.
Feridun, Tahir Tann Huzur Lokantas'nda çkardù olay unutmamz gerektiùini, "Duygusal olmayalm!" diyerek ifade etti. Bir an göz göze geldik. Füsunu ne kadar düüünüyordu? Filmin konusunu sordum. "Zengin adam, uzak akraba güzel kz iùfal eder ve terk eder. Bekâretini kaybeden kz intikam için üarkc olur... ûarklar zaten Papatya için yazlmü... Filmi Hayal Hayati çekecekti, ama Papatya onun kölesi olmay reddediyor diye kzp brakt. Senaryo da ortada kald. Bizim için de çok iyi bir frsat." Senaryo, üarklar, bütün film, deùil Füsuna, Feridun'a da yakümayacak kadar kötüydü. Güzelim aküam yemeklerinde gözlerinde üimüekler çakarak bana bakar, surat asarken hiç olmazsa Feridun'u memnun etmenin iyi olacaùn düüündüùüm için, filme yatrm yapmay öùle yemeùinde raknn da cesaretlendirmesiyle kabul ettim. 1981 Maysnda Feridun "hazr senaryo"yu filme çekmeye baülad. Halit Ziya'nn seksen yllk aük ve aile roman Krk Hayatlarn ad verilmiüti filme, ama son dönem Osmanl konaklarnda. Batllaümü zengin Osmanl seçkinleri ve burjuvalar arasnda geçen o romanla, 1970lerin çamurlu arka sokaklarda ve üarkl türkülü gazinolarda geçen senaryo arasnda hiçbir benzerlik yoktu. Aük sarklan söyleyip, ünlü olup, kaybettiùi bekâretinin intikamn almak için büyük bir kin ve iradeyle yllarca sabrla hazrlanan ve Papatyann istekle oynadù üarkc kzmz, romandakinin tersine evli olduùu için deùil, olamadù için o kadar mutsuzdu. Filmin çekimine, bir zamanlar bulun üarkl-türkülü filmlerin gazino sahnelerinin <,ekildiùi eski Peri Sinemas'nda baülanmüa Sinemann koltuklar çkarlmü, yerlerine masalar konarak gazinoya çevrilmiüti. Sinemann geniü ve büyük sahnesi, o zamanlarn en büyük gazinolar Maksim ve Yenkapdaki dev bir çadra kurulmuü Çakl Gazinosu kadar olmasa bile iyice büyüktü. Müüterilerin bir yandan yiyip içerken, bir yandan da
424
Kolonya
üahindeki üarkclar, üakac sunucular, cambazlar, hokkabazlar, gözbaùclar gibi baüka "atraksiyonlar" izledikleri Fransz kabare örneùinden ústanbul'a uyarlanmü müzikli gazinolarda, 1950lerden
1970'letin sonuna kadar hem alaturka hem alafranga yerli müzik yaplr ve üarkl filmler çekilirdi. Türk filmlerinde gazino sahnelerinde kahramanlar önce kendilerini ve aclarn süslü bir dille ifade ederler, yllar
sonra
seyircilerin,
müüterilerin
çlgnca
alkülarndan
ve
gözyaülarndan da anlaüldù gibi hayatta zafere gene gazinoda kavuüurlard. Fakir gençlerin aclarn içtenlikle ifade ediülerini alkülayan zengin pozundaki figüranlar ucuza mal etmek için Yeüilçam yapmclarnn baüvurduùu çeüitli usulleri bana Feridun anlatmüt: Eskiden müzikli filmlerde Zeki Müren, Emel Sayn gibi gerçek üarkclar çoùu zaman kendilerini oynadklarnda, seyirci olarak kravat takp ceket giyen ve masada usulüyle ve edeple oturan herkes içeri alnrd. Gazino masalar bedavadan yldzlar seyretmek isteyenlerle tkü tkü dolar, böylece hiç para vermeden figüran sorunu çözülürdü. Son yllarda üarkclarn yerine müzikli filmlerde Papatya gibi ad az duyulmuü oyuncular oynatlyordu. (Filmlerde kendi hayatlarndakinden çok daha ünlü olan üarkc rolünü oynayan bu yldzcklar, hayat ile film arasndaki ün farklarn bir-iki film sonra kapatrlar, bu sefer hayatta olduklarndan daha az ünlü fakir üarkc filmlerinde oynamaya baülarlard. Türk seyircisinin hem hayatta hem de filmde ünlü ve zengin olan birinden sklacaùn söylemiüti bana bir kere Muzaffer Bey. Bir filmin gizli gücü, yldznn hayattaki konumu ile filmdeki konumu arasndaki farka dayanrmü. Zaten filmin hikâyesi de bu farkn kapatlmasymü.) Kimse ünsüz, önemsiz bir üarkcy dinlemek için ük kyafetlerle tozlu Peri Sinemas'na gelmediùi için, gazino masalarnda, kravatla ceketle gelen erkeklere ve baüörtüsüz kadnlara bedava kebap veriliyordu. Eskiden yaz sinemalarnda gördüùü Türk filmlerini arkadaü toplantlarnda, aküam eùlencelerimizde alayclkla
Kolonya
anlatmaktan hoülanan Tayfun, karn tokluùuna zengin pozu yapan kravatl yoksullarn yapmackl hallerini ve özentili tavrlarn taklit ettikten sonra, hakszlùa uùramü birinin içten alnganlùyla Türk zenginlerinin hiç de böyle olmadklarn öfkeyle tekrarlard. Ucuz figüranlarn, zenginleri yanlü tantmaktan daha büyük dertler çkarabildiùini,
Feridun'un
çekime
baülamadan
önce,
asistanlk
günlerinden örnekler vererek bana anlattklarndan çkarmütm. Figüranlarn bazs kebabm yedikten sonra film çekiminin sonunu beklemeden setten çekip gitmek istiyor, bazs masalarda gazete okuyor, bazs yldz üarkc en dokunakl sözleri söylerken diùer figüranlarla gülüp üakalaüyor (aslnda bu hayata uygundu), bazs da beklemekten bezip masada uyu-yakalyordu. Krk Hayatlar'n çekimine ilk gittiùimde, "set amiri"nin öfkeden kpkrmz olmuü bir yüzle, kameraya bakan figüranlar azarladùn gördüm. Gerçek bir film prodüktörü, bir patron gibi sessizce uzaktan biraz seyrettim. Derken Feridun'un sesi duyuldu, her üey bir anda Türk filmlerinin o yar masal, yan bayaù büyüsüne kavuütu ve Papatya, seyircilerin arasnda uzanan köprüde elinde mikrofon yürümeye baülad. Beü yl önce Füsun ve Feridun ile Ihlamur Kasrnn yaknndaki bir bahçe sinemasnda, bir yanlü anlamayla birbirlerinden ayrlan annesiyle babasn barütran becerikli, cingöz ve altn kalpli küçük kz oynayan Papatya, üimdi (bütün Türk çocuklarnn kaderine iüaret eden bir hzla) hayat yorgunu, öfkeli ve aclar içindeki bir kurbana dönüümüütü. Türk filmlerinin trajik ve masumiyetini kaybetmiü ve bu yüzden de alnna ölüm yazlmü bahtsz kadn havas, Papatyaya mükemmel
oturan
bir
elbise
gibi
uymuütu.
Ben
Papatyann
çocukluùunu, eski masum halini hatrlarken, üimdiki halini anlyor; sahnedeki yorgun ve kzgn halinde ise, saf çocukluùunu görüyordum. Varolmayan bir orkestrann eüliùinde -Feridun bu eksiùi baüka filmcilerden alaca-
426
Kolonya
ù parçalarla kapatacakt- podyumda manken gibi yürüyor, umutsuz bir isyan ile Allah'a baükaldrmann eüiùine yaklaüyor ve intikam isteùi, çektiùi acnn üiddetini hatrlattù için bizleri kederlendiriyordu. Oradaki herkesle birlikte bu sahne çekilirken, Papatya'da bayaù da olsa bir cevher olduùunu hissettik. Uyuklamakta olan figüranlar canlanmü, çekim baülaynca masalara kebap daùtan garsonlar onu seyretmeye baülamüt. Papatya, elindeki mikrofonu parmaklarn cmbz gibi yaparak tutuyordu. O yllarda büyük yldzlarn her birinin özel üahsiyetini yanstan bu mikrofon tutma jestine Papatya'nn tamamen yeni ve orijinal bir usul getirmesi, Pelür'den tandùm bir gazetecinin yorumuna göre, onun çok ksa zamanda büyük bir yldz olacaùnn kantyd. O yllarda gazinolarda üç ayakl yüksek bir kaidenin üzerine yerleütirilen sabit mikrofondan, uzun kordonlu hareketli mikrofona geçilmiü, bu da yldz üarkclara sahneden halkn arasna karüma frsat vermiüti. Bu yeni durumda çkan sorun, yldz üarkcnn bir yandan duygulu üarksn piümanlk ve öfke jestleriyle, bazan gözyaülaryla vurgularken, bir yandan da mikrofonun upuzun kordonunu, tpk elektrikli süpürgenin uzun kordonunu köüelere, masa ayaklarna taklmasn diye hamleler yapan ev kadn gibi idare etmek zorunda kalmasyd. Papatya, aslnda üark söylemeyip "play-back" yaptù ve mikrofonun kordonu hiçbir yere baùl olmadù ve taklmadù halde taklyormuü gibi yapyor ve bu zorluùu çok zarif ve yumuüak bir hareketle hallediyordu. Bu hareketlerin ip atlayan arkadaülar için ip çeviren küçük bir kzn hareketlerine benzediùini daha sonra gene ayn gazeteci hayranlkla söyledi bana. Hzla ilerleyen çekime ara verilince, Papatya'y ve Feridun'u tebrik ettim ve her üeyin çok iyi gitmekte olduùunu söyledim. Bu sözler daha aùzmdan
çkarken
gazetelerdeki,
magazin
sayfalarndaki
prodüktörlere benzettim kendimi, Belki de gazeteciler not aldù için! Ama Feridun'a da tpk gazetelerdeki rejisör-
427
Kolonya
lerin havas gelmiüti: Çekimlerin hz, kargaüas çocuksu halini alp götürmüü, sanki iki ayda on yl yaülanmüt. Baüladù iüi bitiren, kararl, güçlü ve biraz da acmasz bir erkek havas gelmiüti üzerine.
Papatya úle Feridun arasnda bir aük, en azndan ciddi bir iliüki okluùunu o gün hissettim. Ama lam da emin olamadm. Yanlarnda gazeteciler varken, bütün yldzlar ve yldzcklar birileriyle gizli aük iliükisi yaüadklar havasna giriyorlard. Ya da magazin ve film sayfas hazrlayan gazetecilerin bakünda yasak, günah ve suç kokan öyle bir üey vard ki, oyuncular ve filmciler de bu günahlar iüliyorlard. Fotoùraflar çekilirken, kameralardan uzak durdum. Füsun Ses, Hafta Sonu gibi bol bol sinema haberi veren dergileri her halta bir yerde görüp okuyordu. Feridun ile Papatya arasnda olup bitenleri bu dergilerde okuyacaùn seziyordum. Papatya baü oyuncu Tahir Tan ile, hatta benimle -"prodüktör ile!"- bir aük yaüadùn da ima edebilirdi. Ama kimsenin herhangi bir üey ima etmesine de gerek yoktu aslnda. Magazin ve sinema sayfalarn hazrlayanlar, en çok hangi haberin satacaùna karar verdikten sonra bu haberi uydurur, süsler, özenip eùlenerek yazarlard. Bazan yalan haberi dürüstçe oyunculara baülan açarlar, onlar da yardmc olup gerekli "samimi pozlar" verirlerdi. Füsunun bu hayattan ve insanlardan uzak kalmasna hem seviniyor hem de buradaki gürültüyü, eùlenceyi yaüayamadù için onun adna üzülüyordum. Aslnda her türlü düüük kadn rolünü filmlerde ve hayatta -bu ikisi seyircinin gözünde aynyd zaten- oynayp feleùin çemberinden geçtikten sonra, çok ünlü bir kadn yldzn, birden ahlakl aile kadn pozlarna bürünüp bir hanmefendi olarak film hayatna devam etmesi de mümkündü. Bunu Füsun da hayal ediyor olabilir miydi? Bunun için kendine yeralt dünyasndan bir "baba" ya da o türden iliükileri olan gözüpek ve kabaday bir zengin bulmas gerekirdi. Bu kabadaylar yldzlarla iliüki kurar kurmaz, onlara film-
428
Kolonya
lerde öpüümeyi ve açlp saçlmay yasaklarlard. Açlp saçlmadan kastedilen -gelecek yüzyllarn okurlar ve müzeseverler yanlmasnbacaklarn alt ksmyla omuzlarn çplak gözükmesinden fazlas deùildi. Bir babann kanatlan altna aldù ünlü yldz hakknda aüaùlayc, alayc, edepsiz haberler yaymlanmas da hemen yasaklanrd. Yasaktan haberi olmayan genç bir muhabir, ünlü bir babann korumas altndaki iri göùüslü bir yldzn lise çaùnda dansözken, ayn zamanda ünlü bir fabrikatörün kapatmas olduùunu yazdù için bacaùndan kurüunlanmüt. Film çekimini seyrederken, hem eùleniyor hem de Peri Sinemas ndan on dakikalk bir yürüyüü mesafesinde, Füsun'un Çukurcuma'da evde boü boü oturduùunu acyla düüünüyordum. Film çekimleri gecenin geç saatlerine, sokaùa çkma yasaùna kadar sürüyordu. Aküam yemeùinde, Keskinlerin sofrasndaki yerim boü kalrsa, Füsun'un benim film çekimlerini ona tercih ettiùimi düüüneceùini aklmdan geçirir, telaülanrdm. Peri Sinemas'ndan Keskinlere, aküamlar parke taü kapl yokuülardan suçluluk duygusu ve bir mutluluk vaadi hissederek inerdim. Füsun en sonunda benim olacakt. Onu filmlerden uzak tutmakla iyi etmiütim. Artk ona yoldaülk ve yenilgi duygusuyla da baùlandùm anlyordum ve bu beni bazan aüktan daha çok mutlu ediyordu. Bunu hissedince üehrin sokaklarna vuran aküam güneüi, eski Rum apartmanlarnn içinden gelen tozlu nem ve eskimiülik kokusu, nohutlu pilav ve Arnavut ciùeri satclar, sokaklarda futbol oynayan çocuklarn parke taülarnda sekerek gelen futbol topu ve Keskinlerin evine inerken o topa ben sert bir vole vurunca kopan alayc alkü, her üey beni mutlu ederdi. O günlerde film setinden Satsat koridorlarna, kahvehanelerden Keskinlerin evine herkesin konuütuùu üey, gecekondu bankerlerin verdiùi çok yüksek faizdi. Enflasyon yüzde yüzlere yaklaütù için, herkes parasn bir yerlere yatrmak istiyordu.
429
Kolonya
Keskinler aküamlan sofraya oturmadan önce bu konu açlrd. Tank Bey mahallede arada bir gittiùi kahvede, bazlarnn kazandù parasn korumak için Kapalçarüdan altn aldùn, bazlarnn da paralarn yüzde yüz elliye yakn faiz veren çeüit çeüit bankere yatrdùn, ama herkesin birikmiü altnn bozduùunu, banka hesabn bitirdiùini söyleyerek benden bir iüadam olarak akl ister, sklarak aùzm arard. Film çekimi ve sokaùa çkma yasaù bahanesiyle Feridun zaten artk eve az uùruyor, benim Limon Filine verdiùim paradan Füsuna hiçbir üey vermiyordu. Alp götürdüùüm eüyalarn yerine, bir süre sonra bir yenisini getirmek yerine eüyay aldùm yere para brakmaya o günlerde baüladm. Bu, bir ay önce Tark Bey'in eski bir oyun kâùd destesini çok fazla saklamadan alp götürmemden sonra olmuütu. Füsunun oyun kâùd destesiyle vakit öldürmek için fal açlùm biliyordum. Tark Bey, Nesibe Hala ile bezik oynarken baüka bir kâùt destesi kullanrd. Krk yln baünda, Nesibe Hala misafir ile bir kâùt oyunu (fasulyesine poker, hatta yedi vale) oynayacak olsa, bu desteyi çkarmazd. Benim 'çaldùm" destenin baz kâùtlarnn köüeleri hrpalanmü, arkalar lekelenmiüti; kâùtlarn birkaç tanesi bükülüp krlmüt. Füsun, bu iüaret ve lekelerden baz kâùtlar tandùn ve bu yüzden bu desteyle açtù fallarn çktùm gülerek söylemiüti.
Desteyi
dik katle koklamü, eski oyun kâùtlarna özgü o parfüm, nem ve toz kokusundan baüka Füsun'un elinin kokusunu içime çekmiütim. Deste ve kokusu baüm döndürüyordu ve Nesibe Hala ilgimi fark ettiùi için de, onu göstere göstere cebime atmütm. "Annem de lal bakyor, ama hiç çkmyor," demiütim bu kâùtlarla fal bakann talihi açlyormuü. Lekeleri, krklar tandktan sonra annemin de biraz talihi açlr artk ûu aralar çok sklyor." "Vecihe Ablaya selam söyle," demiüti Nesibe Hala. Niüantaü'ndan Alaaddin'n dükkânndan yeni bir deste alaca-
430
Kolonya
gm Söyleyince, Nesibe Hala bana uzun uzun "Hiç zahmet etmememi." söyledi önce. Israr ettim. O zaman Beyoùlu'nda gördüùü yeni bir takmdan söz etti. Füsun arka odadayd. Cebimden çkardùm bir tomar kâùt paray bir kenara utanarak braktm. "Nesibe Hala, o yeni oyun kâùtlarndan bir deste size, bir
deste de
anneme alr msnz lütfen? Bu evden gelen oyun kâùd annemi sevindirir." "Tabii," demiüti Nesibe Hala. On gün sonra, yanma aldùm yeni bir üiüe Pe-Re-Ja kolonyasnn durduùu yere, gene tuhaf bir utanç hissederek bir deste kâùt para braktm. úlk aylarda bu eüya-para alüveriülerinden Füsun'un hiç haberi olmadùndan emindim. Keskinlerin
evinden
kolonya
üiüelerini
aslnda
yllardr
alp
götürüyor. Merhamet Apartman'nda biriktiriyordum. Ama onlar ya tamamen boü ya da boüalmak üzere olan ve yaknda atlacak üiüelerdi. Boü üiüelerle, oyun oynayan mahalle çocuklar hariç kimse ilgilenmezdi. Aküam yemeklerinden çok sonra ikram edilen kolonyay ellerime, alnma, yanaklarma kutsal bir sv gibi istekle, hatta umutla sürerdim. Annesinin, babasnn ve Füsun'un kolonya ikram edilirken yaptklar hareketleri de hep büyülenerek seyrederdim... Tark Bey, Pe-Re-Ja kolonyasnn aùr üiüesinin büyük kapaùn televizyona bakarken bir tkrtyla aùr aùr çevirir, bizler de az sonra ilk reklam arasnda üiüeyi Füsun'a verip "Sor bakalm kolonya isteyen var m?" diyeceùini bilirdik. Füsun üiüeyi önce babasnn eline döker, Tark Bey tbbi bir yardm alyormuü gibi kolonyay bileklerine sürer ve koklarken nefes darlùn yenen biri gibi nefesini derin derin içine çeker, sonra arada bir uzun uzun parmaklarnn ucunu koklard. Nesibe Hala kolonyay çok az alrd, annemde benzerini gördüùüm zarif hareketlerle, sanki avcunun içinde hayali bir sabun varmü da ellerini içinde yuvarlaya yuvarlaya sabunu köpürtü-
431
Kolonya
yormuü gibi yapard. Evdeyse, karsnn sunduùu kolonyadan en çok Feridun alrd, iki avcunu susuzluktan ölen biri gibi açar, kolonyay kana kana su içen biri gibi neredeyse hrsla yüzüne sürerdi. Bütün bu hareketlerden, kolonyann verdiùi hoü kokudan ve serinlik hissinden (çünkü soùuk kü aküamlar da ayn küçük kolonya törenleri yaplrd) bambaüka bir anlam olduùunu hissederdim. Otobüs yolculuklarnn baünda, muavinin tek tek bütün yolculara sunduùu kolonya gibi, bizim kolonya da her aküam televizyon etrafnda toplanan bizlere bir cemaat olduùumuzu, ayn kaderi paylaütùmz (televizyondaki haberlerin de vurguladù bir duygu), her aküam ayn evde buluüup televizyon seyretmemize raùmen hayatn bir serüven olduùunu ve hep birlikte bir üey yapmann güzelliùini hissettirirdi. Benim sram gelip de avuçlarm sabrszlkla açp Füsun'un kolonya dökmesini beklerken, bir an göz göze gelirdik. O zaman ilk baküta birbirlerine âük olan bir çift gibi derin derin bakardk birbirimize. Elime dökülen kolonyay koklarken avuçlarma hiç bakmaz, gözlerimi Füsun'un gözlerinin içinden hiç uzaklaütrmazdm. Bazan benim bakümdaki
yoùunluk,
kararllk,
aük
onu
gülümsetiverirdi.
Dudaklarnn kenarlarnda o gülümsemenin belli belirsiz izi uzun süre kaybolmazd. O gülümseyiüte benim âük halime, her aküam oraya gelmeme ve hayata yönelik bir üefkat ve alayclk görürdüm, ama kalbim krlmazd Tam tersi, bir an ona daha da âük olur, kolonya üiüesini Altn Damlay alp evime götürmek ister, sonraki geliülerimin birinde üiüe zaten iyice boüalmaklayken kaüla göz arasnda onu askdaki paltomun cebine skütrrdm. Krk Hayatlarn çekildiùi günlerde aküam saat yedi civarnda, hava kararmadan az önce. Peri Sinemasndan Çukurcuma ya doùru vururken, bazan o anda yaüamakta olduùum hayat parçacùn aslnda daha önce yaüamü olduùum duygusuna kaplrdm Tam tamna aynsn bir kere daha yaüayacaùn o ilk
432
— -------------------------------------------------- Kolonya --------------------------------------------------------
hayatla çok büyük mutsuzluklar da yoktu, çok büyük mutluluklar da. Ama bu birinci hayatn bana aùr gelen, içimi karartan bir kederi vard... Galiba hikâyenin sonunu gördüùüm ve beni büyük zaferlerin de, büyük mutluluklarn da beklemediùini bildiùim için. Füsun'a âük olduùum alt yln sonunda hayatn bir ucu açk, eùlenceli bir serüven olduùunu düüünen birinden, hayata küskün, içine kapank, kederli bir adama dönüümek üzereydim. Hayatta artk bir üey olmayacak duygusu üzerime yavaü yavaü çöküyordu. "Füsun, leyleùe bakalm m?" derdim o bahar aküamlarnda. "Hayr, yeni bir üey yapmadm," derdi Füsun keyifsizlikle. Bir keresinde Nesibe Hala söze karümüt: "Aa, niye öyle diyorsun... Leylek bizim bacadan kalkp öyle bir uçtu ki Kemal Bey, çktù yerden bütün ústanbul gözüküyor." "Çok merak ediyorum." "Bu aküam keyfim yok..." derdi Füsun bazan dürüstçe. O zaman Tark Bey'in kalbinin titrediùini, üefkatle kzm korumak istediùini, kederlendiùini görürdüm. Füsun'un bu sözünün yalnz bu aküamn deùil, hayattaki açmaznn da bir ifadesi olduùunu hissetmek beni üzer ve bundan sonra Krk Hayatlarn çekimlerine gitmemeye karar verirdim. (Bu karar ksa sürede uyguladm.) Aklmn bir yan ise; Füsun'un bu cevabnn, bana karü yllardr sürdürmekte olduùu bir savaün
parças
olduùunu
hatrlatrd
bana.
Nesibe
Hala'nn
bakülarndan, onun hem benim hem Füsun'un tutumuna dertlendiùini de hissederdim. Hayatn zorluklarnn, skntlarnn, Tophane'nin üstünde biriken kara yaùmur bulutlarnn göùü karartmas gibi, bizim içimizin de kararmakta olduùunu hisseder hissetmez bir süre sessizliùe bürünür ve her zamanki gibi üç üey yapardk: 1. Televizyona bakardk. 2. Kadehlerimize birer rak daha koyardk. 3. Birer sigara daha yakardk.
433
4213 úzmarit
6 8. 4 2 13 øZMAR øT Keskinlere gidip sofralarna oturduùum sekiz ylda. Füsunun 4213 adet sigara izmaritini saklayp biriktirdim. Bir ucu Füsunun gül dudaklarna deùen, aùznn içine giren, kimi zaman filtresine dokunarak anladùm gibi diline deùen, slanan ve çoùu zaman da dudaklarna sürdüùü ruj ile hoü bir krmzya boyanan bu izmaritlerin her biri; derin aclarn, mutlu anlarn hatralarn taüyan çok özel, mahrem eüyalardr. Dokuz yl boyunca Füsun hep Samsun sigaras içti. Keskinlere aküam yemeùine gitmeye baülamamdan hemen sonra, ben de Marlboro'yu braktm ve Füsun'un
etkisiyle
Samsun'a
geçtim.
Marlboro
Lights'
sokak
aralarndaki kaçak sigara satclarndan, tombalaclardan alrdm. Bir gece, Marlboro Lights ile Samsunun, tok içimli benzer tatta sigaralar olduùundan konuütuùumuzu hatrlyorum. Füsun Samsun'un daha çok öksürttüùünü söylemiü, ben de Amerikallarn tütünün içine kim bilir hangi zehirleri ve kimyasal maddeleri koyarak Marlboro'yu çok zararl bir üey haline getirdiklerini anlatmütm. Tank Bey daha sofraya oturmamüt ve birbirimizin gözlerinin içine bakarken, paketlerimizden birbirimize sigara ikram ediyorduk. Bu sekiz yl boyunca Füsun gibi ben de baca gibi Samsun tüttürdüm, ama gelecekteki kuüaklara kötü örnek olmasn diye, eski filmlerde ve romanlarda çok sevilen sigara içme ayrntlarndan hikâyemde az söz edeceùim. Bulgaristan Sosyalist Cumhuriyeti'nde üretilen ve Türkiye'ye kaçakç gemileri ve balkç tekneleriyle sokulan sahte Marlborolar da Amerika'daki hakiki Marlborolar gibi, bir kere yakldktan sonra sonuna kadar yanard. Samsun ise kendi kendine yanp bitmezdi. Tütünü nemli ve kabayd. úçinden kimi zaman yeterince öùütülmemiü tahtams parçalar, tütün yapraùnn kaln damarlar ve nemli tütün topaklan çktù için, Füsun sigarasn yakmadan önce parmaklarnn arasnda ezerek sigaray yumuüatrd. Bu jesti ondan ben de öùrenmiütim, sigaray yak-
434
madan önce tpk Füsun gibi, parmaklarmla kendiliùinden sigaray yuvarlayarak ezerdim. Bu srada o da ayn üeyi yapyorsa, Füsunla göz göze gelmek çok hoüuma giderdi. Keskinlere gittiùim ilk yllarda. Füsun babasnn yannda sigara içemiyormuü pozu yaparak sigara içerdi. Elindeki sigaray saklyormuü gibi avcunun içine doùru kvrarak tutar, külünü babasnn ve benim kullandùm Kütahya iüi küllüùe deùil, bir kahve fincannn küçük altlùna "kimseye göstermeden" silkerdi. Babas, ben ve Nesibe Hala sigaramzn dumann hiçbir üeye aldrmadan geliüigüzel üfleyerek brakrdk, Füsun ise derste yannda oturan bir snf arkadaünn kulaùna aceleyle ve gizlice bir üey söylüyormuü gibi, baün bir anda saùa, masadan uzak bir noktaya doùru çevirip ciùerlerindeki masmavi duman aùzndan uzaklara doùru aceleyle üflerdi. Bana matematik derslerimizi hatrlatan bu hareketi, o srada yüzünde beliren utanma taklidini ve telaül ve suçlu ifadeyi çok sever, ona hayatmn sonuna kadar âük kalacaùm düüünürdüm. Babann yannda içki sigara içmemek, yaylarak oturup bacak bacak üstüne atmamak gibi geleneksel aile kurallarna uyma endiüesiyle yaplan bütün bu "sayg" hareketleri, yllar içinde yavaü yavaü kayboldular. Tark Bey elbette kznn sigara içtiùini görüyordu, ama geleneksel bir baba olarak, göstermesi gereken tepkiyi göstermiyor, Füsun'un sayg jestleriyle tatmin oluyordu. Bu "gibi yapma" rimellerini, antropologlarn çoùu zaman hiç anlayamadklar bütün bu karmaük incelikleri izlemekten olaùanüstü mutlu olurdum. "Gibi yapma" kültürünü asla ikiyüzlü bulmaz; Füsun'un sevimli, çekici jestlerini seyrederken. Keskinleri her aküam hepimiz "gibi yaptùmz" için görebildiùimi hatrlatrdm kendime. Orada gerçekten olduùum gibi bir âük olarak oturmuyordum. Ziyarete gelen uzak akraba gibi yaparak Füsunu görebiliyordum. Ben evde yokken. Füsun sigaralarn neredeyse dibine kadar içerdi. Bunu, evin içindeki küllüklere ben gelmeden önce bas-
435
4213 úzmarit
tinimi; úzmaritlerden anlardm. Füsun'un içliùi ve küllüùe hasmlù bir sigaray diùerlerinden hemen ayrabilirdim. Bu, sigarann markasndan çok, Füsun'un sigaray küllüùe bastrü üekliyle, onun
duygularyla
ilgiliydi. Benim geldiùim aküamlar ise, Füsun tpk ince uzun "ultra light" kibar Amerikan sigaralarn içen Sibel ve arkadaülar gibi, Samsun sigarasn filtresine yakn bir yere kadar deùil, neredeyse yarsna kadar içerdi. Bazan sinirli bir hareketle sigarasn küllüùe bastrrd. Bazan bu bir sinirlenme harekeli deùil, bir sabrszlk jesti olurdu. Sigaray küllüùe bir çeüit öfkeyle bastrdùn da çok görmüütüm ve bundan huzursuz olurdum. Kimi günler, çok küçük srarl hareketlerle, sigaray küllüùün tabanna vura vura söndürüldü. Bazan da kimse bakmazken bir ylann baün usulca eziyormuü gibi sigaray küllüùe büyük bir güçle ve aùr aùr bastrrd. O zaman hayattaki bütün öfkesini izmaritten çkardùn düüünürdüm. Televizyonu seyrederken, sofradaki sohbeti dinlerken, sigaray küllüùe, o yöne hiç bakmadan dalgn dalgn bastrdù da olurdu. Eline kaüù ya da büyük bir sürahiyi almadan önce, elini boüaltmak için aceleyle bir hamlede söndürdüùünü de çok gördüm. Bazan neüeli, mutlu olduùu zamanlarda, cann actmadan bir hayvan öldürür gibi, sigaray bir hamlede iüaret parmaùnn ucuyla küllüùe hafifçe bastrarak söndürürdü. Mutfakta iü görürken, tpk Nesibe Hala gibi aùzndaki sigaray musluktan akan suya bir an deùdirip sonra çöpe atard. Bütün bu deùiüik yöntemler ve daha niceleri, Füsunun elinden çkan izmaritlerin her birine özel bir biçim, bir ruh verirdi. Onlar Merhamet Apartmannda cebimden çkarr, dikkatle inceler, her birini ayr bir üeye; mesela boynu, baü ezilmiü, kamburu çkmü, hakszlùa uùramü kara yüzlü küçük insancklara ya da tuhaf korkutucu soru iüaretlerine benzetirdim. Bazan izmaritleri ûehir Hatlar gemilerinin bacalarna, deniz böceklerine benzetirdim. Bazan da onlar beni uyaran ünlem iüaretleri, gelecekteki bir tehlikenin ilk belirtileri, pis kokulu çöpler ya da 436
Füsun'un ruhunu ifade eden birüeyler, hatta bu ruhun parças olarak görür, filtrelerinin ucundaki ruj izini de hafifçe tadarak hayat hakknda, Füsun hakknda derin düüüncelere dalardm. Müzemi gezen okurlar, bu sekiz ylda biriktirdiùim 4213 izmaritin her birinin altnda onu hangi tarihte aldùma iliükin nota bakp vitrinleri lüzumsuz bilgilerle donattùm düüünmesin: Her sigara izmaritinin biçimi, Füsun'un onu söndürürken hissettiùi yoùun bir duygunun
düavurumudur.
Mesela,
Peri
Sinemas'nda
Krk
Hayatlarn
çekimine baülanan 17 Mays 1981 günü Füsun'un
küllüùünden aldùm bu üç izmarit de, içe doùru sertçe kvrlmü içine kapank halleriyle yalnz o berbat aylarn deùil, Füsun'un o günkü sessizliùini, konudan uzak duruüunu, hiçbir üey yokmuü gibi davranün hatrlatr bana. úyice ezilmiü bu iki izmaritten biri, televizyonda o günlerde seyrettiùimiz Yalan Mutluluk adl filmin baü oyuncusu ve Pelür'den dostumuz Ekrem'in (bir zamanlar Hazreti úbrahim rolünü de oynamü olan ünlü Ekrem Güçlü) "Hayatta en büyük yanlü, daha fazlasn isteyip mutlu olmaya çalümakmü, Nur-ten!" deyiüi üzerine, fakir sevgilisi Nurten'in önüne bakp susuüu üzerine söndürülmüütür. Diùeri dc o sahneden tam on iki dakika sonra küllüùe bastrlmüt. (Füsun bir Samsun'u ortalama dokuz dakikada içerdi.) Düzgün görünüülü baüka baz izmaritlerin üzerindeki lekelerin scak bir yaz aküam Füsun un yediùi viüneli dondurmadan bulaütùn hatrlyorum. Yaz aküamlar üç tekerlekli el arabasyla Tophane ve Çukurcumann parke taü kapl sokaklarnda "Gayymak!" diye baùrarak ve elindeki çan sallayarak aùr aùr dolaüan dondurmac Kamil Efendi, külan da gene ayn arabayla helva satard. Bir keresinde Füsun bana Kamil Efendi'nin bu el arabasn, çocukluùunda kendi bisikletini götürdüùü bisikletçi Beüir'e tamir ettirdiùini anlatmüt. Scak yaz aküamlarnda, patlcan kzartma ve yoùurt yediùimizi, Füsun ile birlikte açk pencereden düarya bakümz baüka
437
4213 izmarit
bir-iki sigaraya ve altlarndaki tarihe bakarken hatrlyorum. Böyle zamanlarda Füsun eline küçük bir küllük alr ve diùer elindeki Samsun sigarasnn külünü sk sk o küllüùe silkerdi. O zaman onun ük bir partiye gitmiü bir kadn olduùunu hayal ederdim. Ya da Füsun benimle pencerenin önünde sohbet ederken böyle birini taklit ederdi. ústese benim gibi, bütün Türk erkekleri gibi, sigarann külünü pencereden aüaùya silkebilir, sigaray pencerenin kenarna bastrp aüaù atabilir, dahas yanan sigaraya fiske vurur gibi bir parmak hareketiyle frlatp uçurur, karanlùn içinde döne döne düüüüünü seyredebilirdi. Ama hayr. Füsun herkesin yaptù bu sigara jestlerinin hiçbirini yapmaz, inceliùi ve kibarlù ile bana da örnek olurdu. Uzaktan bakan biri, bizi kaçgöçün olmadù bir Bat ülkesinde, bir partide, birbirlerini tanmak için sakin bir köüeye çekilmiü, kibar kibar konuüan bir çift sanabilirdi. Açk pencereden düar bakarken, hiç göz göze gelmeden, az önce televizyonda seyrettiùimiz filmin sonundan, yaz scaùnn aùrlùndan, sokakta saklambaç oynayan çocuklardan gülüüerek bahsederdik. Derken Boùaz yönünden hafif bir rüzgâr eser ve denizin yosun kokusu ve hanmellerinin bayltc kokusuyla birlikte, bana Füsunun saçlarnn ve teninin kokusunu, sonra da bu sigarann dumannn hoü kokusunu taürd. Bazan Füsun tam sigarasn söndürürken, beklenmedik bir üekilde göz göze gelirdik. Ackl bir aük filmi seyrederken ya da úkinci Dünya Savaü tarihi üzerine bir belgeselin yoùun ve sarsc olaylarnn aùr müzikle birlikte etkisi altna girmiüken. Füsun üzerinde durmadan ilgisizce sigarasn söndürürdü. Bu örnekte olduùu gibi, o anda raslantyla göz göze gelirsek, bir an aramzda bir elektriklenme olur, benim orada masada niye oturduùumu ikimiz de hatrlar, böylece sigara da çok özel bir akl karüklùn yanstacak bir üekilde söndürülünce tuhaf bir biçim alrd. Sonra büyük bir geminin çok uzaktan ve derinden gelen düdüùünü duyar; âlemi, hayalm, o gemidekilerin gözünden düüünürdüm.
438
4213 izmarit ----------------------------------------------------
&B21 geceler yalnz birini, baz geceler birkaç tanesini alp Merhamet Apartman'na götürdüùüm ezik sigara izmaritlerini daha sonra tek tek elime alnca, geçmiüle kalmü baz "an"lar hatrlardm. Sigaralar aslnda biriktirdiùim bütün eüyalarn, Aristo'nun anlarna tek tek denk düütüùünü açklkla kavramam saùlamüt. Merhamet Apartmannda biriktirdiùim eüyalar elime almadan, yalnzca onlar bir kere görmekte bile Füsun ile geçmiüimizi, aküamlar sofrada oturuüumuzu artk hatrlayabiliyordum. Eüyalarla, porselen bir tuzluk ya da köpek biçiminde bir terzi mezuras ya da korkutucu bir konserve açacaù ya da Füsunlarn mutfaùndan hiç eksik olmayan Batanay marka ayçiçek yaù üiüesi ile birleütirdiùim tek tek anlar, yllar geçtikçe hafzamda sanki geniü bir zamana yaylyordu. Merhamet Apartmannda
biriken
eüyalara,
tpk
izmaritler
gibi
baktkça
Füsunlarn evinde sofrada otururken yaptklarmz tek tek hatrlardm.
69. BAZAN Bazan hiçbir üey yapmaz, sessizce otururduk. Bazan Tark Bey, televizyondaki programdan hepimiz gibi sklr ve göz ucuyla gazetesini okurdu. Bazan yokuütan aüaù bir araba, kornasn çalarak gürültüyle iner, o zaman hepimiz susar, arabann geçiüine kulak kabartrdk. Bazan yaùmur yaùar, camlardaki tprty dinlerdik. Bazan "Hava ne scak," derdik. Bazan Nesibe Hala küllükte bir sigaras olduùunu unutur, mutfakta bir tane daha yakard. Bazan Füsun'un eline hiç kimseye fark ettirmeden on beü-yirmi saniye bakar, ona daha da hayran olurdum. Bazan televizyondaki bir reklamda sofrada o srada yediùimiz bir üeyi tantan bir kadn belirirdi. Bazan uzaklardan bir patlama sesi gelirdi. Bazan Nesibe Hala, bazan da Füsun sofradan kalkar, sobaya bir-iki parça kömür atard. Bazan gelecek geliüimde Fü-
439
Bazan
suna toka deùil, bilezik getireyim diye düüünürdüm. Bazan hep birlikte seyrettiùimiz filmin konusunu daha onu seyrederken bile unutur, hem televizyona bakar hem de Niüantaü'nda ilkokula gittiùim günleri hatrlardm. Bazan "Hadi size bir hlamur kaynataym!" derdi Nesibe Hala. Bazan Füsun öyle güzel esnerdi ki, bütün dünyay unuttuùunu ve kendi ruhunun derinliklerinden daha huzurlu bir hayat, tpk scak yaz günü soùuk bir kuyudan kovayla su çeker gibi çektiùini düüünürdüm. Bazan artk daha oturmayaym, kalkaym, derdim kendime. Bazan karüda alt katta geç saatlere kadar çalüan berberin son müüterisini yolladktan sonra kepengi hzla indiriüi, gecenin sessizliùinde bütün mahallede yanklanrd. Bazan sular kesilir, iki gün gelmezdi. Bazan kömür sobasnn içinde, alevlerden baüka bir hareket olduùunu iüitirdik. Bazan srf Nesibe Hala "Zeytinyaùl fasulyemi sevdiniz, bitmeden yarn aküam gene gelin!" dediùi için ertesi gün de onlara giderdim. Bazan Amerika-Rusya kavgas, Soùuk Savaü, Boùazdan geceleri geçen Sovyet harp gemileri, Marmara'daki Amerikan denizaltlar gibi konulardan konuüurduk. Bazan "Çok scak oldu bu aküam!" derdi Nesibe Hala. Bazan Füsunun hayallere daldùn yüzünden anlar, onun hayal ettiùi ülkeye gitmek ister, ama kendimi, hayatm, aùrlùm masada oturuüumu çok umutsuz bulurdum. Bazan sofradaki eüyalar gözüme daùlar, vadiler, tepeler, platolar ve çukurlar gibi gözükürdü. Bazan televizyondaki gülünç bir üeye bir an hep birlikte gülerdik Bazan hepimizin ayn anda televizyondaki üeye yoùunlaümamz, bana, bizim için küçültücü bir üeymiü gibi gözükürdü. Bazan komüu çocuùu Ali'nin Füsunun kucaùna trmanmas, ona sokulmas sinirimi bozard. Bazan Tark Bey ile erkek erkeùe ve alçak sesle, ekonomik durumun püf noktalarn bir kumpas, hile ve kurnazlk havasyla konuüurduk. Bazan Füsun üst kata çkar ve bir süre aüaù inmez, bu da beni mutsuz ederdi. Bazan telefon çalar, yanlü numara çkard. Bazan Gelecek Sal ya size kabak tatls yapacaùm," derdi Ne-
------------------------------------------------------- Bazan ---------------------------------------------------------
sibe
Hala. Bazan futbol üarklar söyleyen üçlü-dörtlü bir genç
kalabalù baùrp çaùrüarak yokuütan aüaù iner, Tophane tarafna giderdi. Bazan Füsun'un sobaya kömür atmasna yardm ederdim. Bazan mutfaùn zemininde bir hamamböceùinin telaüla koüturduùunu görürdüm. Bazan Füsun'un masann altnda ayaùn terliùinden çkardùm hissederdim. Bazan bekçi, düdüùünü lam bizim kapnn önünde çalard. Bazan Füsun, bazan ben yerimizden kalkar, Saatli Maarif Takvimi'ndeki unutulmuü yapraklar tek tek yrtardk. Bazan kimse bakmazken, sofradaki irmik helvasndan bir kaük daha alrdm. Bazan televizyondaki görüntü netliùini kaybeder, Tark Bey "Kzm üuna bir bak," der, Füsun televizyonun arkasndaki bir düùmeyi kurcalar, ben de arkadan seyrederdim. Bazan "Bir sigara daha içeyim, gideyim," derdim. Bazan Zaman' bütünüyle unutur, "üimdi"nin içine yumuüack bir yataùa yatar gibi yaylrdm. Bazan halnn içindeki mikroplar,
böcekleri,
parazitleri
fark
ettiùimi
sanrdm.
Bazan
televizyondaki iki program arasnda Füsun buzdolabndan soùuk su çkarr, Tark Bey yukarya tuvalete giderdi. Bazan tencerede sade yaùl kabak, domates, patlcan, biber dolmas yaplr, iki aküam yenilirdi. Bazan yemekten sonra Füsun masadan kalkar, Limon'un kafesine gider, onunla arkadaüça konuüur ve ben, benimle konuütuùunu sanrdm. Bazan yaz aküamlar, cumbann penceresinden giren bir pervane, lambann çevresinde hzlanarak deli gibi dönmeye baülard. Bazan Nesibe Hala yeni öùrendiùi eski bir mahalle dedikodusu açar, mesela elektrikçi Efe'nin babasnn ünlü bir haydut olduùunu anlatrd. Bazan orada olduùumu unutur, sanki baü baüaymüz gibi kendimden geçer, Füsun'a bütün aükm göstererek, uzun uzun, aükla bakardm. Bazan sokaktan bir araba o kadar sessiz geçerdi ki, ancak camlarn titremesinden fark ederdik. Bazan Füruzaùa Camii'nden ezan sesi gelirdi. Bazan Füsun durup dururken sofradan kalkar, cumbann yokuüa doùru bakan penceresinden, sanki derin bir özlemle birini bekliyormuü gibi uzun
441
uzun bakar, bu benim kalbimi krard. Bazan televizyon seyrederken bambaüka üeyler düüünür, mesela gemi lokantasnda karülaümü yolcular olduùumuzu hayal ederdim. Bazan yaz aküamlar Nesibe Hala yukar odalara Temiz úü marka pompayla sktù sinek ilacn aüaùda, yemek odasnda da "üöyle bir gezdirir", sinekler ölürdü. Bazan Nesibe Hala, eski úran Kraliçesi Süreyya'dan söz eder, ûah'tan çocuk doùuramadù için boüanan bu kadnn aclar ve Avrupa sosyetesindeki hayatn bize anlatrd. Bazan "Gene çkardlar bu rezil herifi yahu!" derdi Tank Bey televizyona bakarak. Bazan Füsun üst üste iki gün ayn kyafeti giyer, ama bana gene de deùiüik görünürdü. Bazan "Dondurma isteyen var m?" derdi Nesibe Hala. Bazan karü apartmandan birinin pencereye çkp sigara içtiùini görürdüm. Bazan hamsi tava yerdik. Bazan Keskinlerin âlemde bir adalet olduùuna, suçlularn bu veya öteki dünyada
mutlaka
cezalandrlacaklarna
içtenlikle
inandklarn
görürdüm. Bazan çok uzun bir süre susardk. Bazan yalnz biz deùil, sanki bütün üehir sessizliùe bürünürdü. Bazan "Baba lütfen ortadan atütrma!" derdi Füsun ve o zaman benim yüzümden sofrada bile rahat edemediklerini hissederdim. Bazan da tam tersini düüünür, herkesin çok rahat olduùunu fark ederdim. Bazan sigarasn yaktktan sonra gözü ekrana taklan Nesibe Hala, elindeki kibriti söndürmeyi eli yanana kadar unuturdu. Bazan frnda makarna yerdik. Bazan Yeüilköy'e, havaalanna doùru alçalan bir uçak gecenin karanlùnda üzerimizden gürültüyle geçerdi. Bazan Füsun uzun boynunu, göùüslerinin üst ksmn açkta brakan bir gömlek giyer ve ben televizyonu seyrederken gözümün güzel gerdannn beyazlùna taklmamasna dikkat ederdim. Bazan 'Resim nasl gidiyor?" derdim Füsun'a. Bazan "Kar yaùacak," derdi televizyon, ama yaùmazd. Bazan büyük bir petrol tankerinin düdüùünün telaül sesi ac ac duyulurdu. Bazan uzaklardan silah sesleri gelirdi. Bazan yan komüunun sokak kaps öyle sert bir üekilde vurulurdu ki, arkamda duran büfedeki fin-
442
canlar titrerdi. Bazan telefon çalar ve Limon onu diüi bir kanarya sanp coükuyla ötmeye baülar, hepimiz gülerdik. Bazan misafir bir kan-koca gelir, ben biraz mahcup olurdum. Bazan Tark Bey televizyondaki Üsküdar Musiki Cemiyeti Kadnlar Korosunun söylediùi eski üarkya oturduùu yerden katlrd. Bazan dar sokakta iki araba burun buruna gelir, iki üoför inatla birbirine yol vermez, aùz dalaüma giriüir, küfürleüir, arabalarndan çkp dövüümeye baülarlard. Bazan evde, sokakta, bütün mahallede sihirli bir sessizlik olurdu. Bazan aküamlar onlara börek ve lakerdadan baüka çiroz da götürürdüm. Bazan "Hava bugün ne soùuk deùil mi," derdik. Bazan Tark Bey yemeùin sonunda gülümseyerek cebinden çkardù Ferah marka nane üekerinden hepimize birer tane ikram ederdi. Bazan kapnn önünde iki kedi önce kabadayca miyavlaür, sonra çùlk çùlùa kavgaya tutuüurdu. Bazan Füsun o gün getirdiùim küpeyi ya da broüu hemen takar, yemekte çok yakütùn sessizce ona söylerdim. Bazan televizyondaki aük filmindeki kavuüma ve öpüüme sahnesi bizi öyle etkilerdi ki, sanki nerede olduùumuzu unuturduk. Bazan "Yemeùe az tuz koydum, isteyen istediùi kadar koysun," derdi Nesibe Hala. Bazan uzaklarda üimüekler çakar, gök gürülderdi. Bazan eski bir Boùaz vapurunun tiz düdüùü, kederiyle kalbimize iülerdi. Bazan Pelür'den tandùmz ve biraz dalga geçtiùimiz bir oyuncu, televizyonda bir filmde, bir dizide ya da bir reklamda belirir, o zaman Füsun ile göz göze gelmek isterdim, ama o gözlerini kaçrrd. Bazan elektrikler kesilir, karanlkla sigaralarmzn kzl uçlarn görürdük. Bazan kapnn önünden birisi tek baüna slkla eski bir üarky çalarak geçerdi. Bazan "Ay bu aküam çok sigara içtim," derdi Nesibe Hala. Bazan gözüm Füsun un boynuna taklr, bütün gece oraya daha fazla bakmamak için kendimi çok da fazla zorlamadan tutardm. Bazan bir an derin bir sessizlik olur, "Bir yerde birisi oldu." derdi Nesibe Hala. Bazan Tark Bey'in yeni çakmaklarndan bin ateü almaz, ona yeni bir çakmak hediye etmenin vakti-
443
Bazan
dir diye düüünürdüm. Bazan Nesibe Hala buzdolabndan bir sev
getirir, geçen vakitte Filmde ne olduùunu bize sorard. Bazan Dfttgiç Sokakta tam karümzdaki dairede gene bir kar-koca kavgas çkar, koca karsn dövdüùü için içimize iüleyen çùlklar duyulurdu. Bazan kü geceleri bozac çngraùn çalar, Adann, boo-zaaa," diye baùrarak kapnn önünden geçerdi. Bazan "Bugün çok neüelisiniz!" derdi bana Nesibe Hala. Bazan uzanp Füsun'a dokunmamak için kendimi zor tutardm. Bazan, özellikle yaz aküamlan bir rüzgâr çkar, kaplar çarpard. Bazan Zaim'i, Sibel'i, eski arkadaülarm düüünürdüm. Bazan sofradaki yemeùimize sinekler konmaya baülar, Nesibe Hala sinirlenirdi. Bazan Nesibe Hala. Tark Bey için buzdolabndan maden suyu çkarr, bana "Siz de ister misiniz?" diye sorard. Bazan daha saat on bir bile olmadan, bekçi, düdüùünü öttürerek kapnn önünden geçerdi. Bazan ona "Seni seviyorum!" demek için dayanlmaz bir istek duyar, ama yalnzca çakmaùmla sigarasn yakabilirdim. Bazan bir önceki geliüimde getirdiùim leylaklarn hâlâ vazoda durduùunu fark ederdim. Bazan bir sessizlik daha olur ve komüu evlerden birinin penceresi açlr ve birisi aüaùya bir çöp atard. Bazan "Bu son köfteyi kim yiyecek bakalm?" derdi Nesibe Hala. Bazan televizyondaki paüalar seyrederken, askerlik günlerimi hatrlardm. Bazan yalnz kendimin deùil, hepimizin çok önemsiz olduùunu derinden hissederdim. Bazan "Bilin bakalm tatl ne var bu aküam?" derdi Nesibe Hala. Bazan Tark Bey bir öksürük nöbetine yakalanr, Füsun yerinden kalkp babasna bir bardak su verirdi. Bazan Füsun ona yllar önce getirdiùim bir iùneyi takard. Bazan televizyonun gösterdiùi üeyden bambaüka bir üey anlattùn sanmaya baülardm. Bazan Füsun televizyondaki bir tiyatrocu, bir edebiyatç ya da profesör hakknda bana bir soru sorard. Bazan sofradaki kirli tabaklar mutfaùa ben de taürdm. Bazan hepimizin aùz yemekle dolu olduùu için sofrada bir sessizlik olurdu. Bazan önce birimiz esner, onu görür ve diùerleri de esnemeye baü-
444
lar ve bunu fark edince bu konuyu konuüur, gülüüürdük. Bazan Füsun televizyondaki filme kendini öyle verir, öyle kaptrrd ki, o filmdeki kahraman olmak isterdim. Bazan zgara etin kokusu gecenin sonuna kadar evde kalrd. Bazan srf Füsun un yannda oturduùum için çok mutlu olduùumu düüünürdüm. Bazan "Bir gece aküam Boùaz a yemeùe gidelim artk," diye konuyu açardm. Bazan hayatn baüka bir yerde deùil, tam tamna orada, o masada olduùu duygusuna kaplrdm. Bazan srf televizyonda o konu biraz açldù için hiç bilmediùimiz konularda, Arjantin'deki kayp kral mezarlar, Mars'taki yer çekimi, insann nefes almadan suyun dibinde ne kadar kalabileceùi, motosikletin neden
ústanbul'da
tehlikeli
olduùu,
Ürgüp'teki
peri-bacalarnn
oluüumu konusunda tartümalara giriüirdik. Bazan sert bir rüzgâr eser, pencerelerde uùuldar, soba borusunda da tuhaf bir ses çkarrd. Bazan Tark Bey elli metre ötedeki Boùazkesen Caddesi'nden, beü yüz yl önce Fatih'in kadrgalarn geçirerek Halic'e indirdiùini hatrlatarak, "Adam bunu yaptùnda on dokuz yaündaymü!" derdi. Bazan Füsun yemeùin sonunda sofradan kalkar, Limonun kafesine gider, az sonra ben de onun yanna giderdim. Bazan "úyi ki bu aküam da gelmiüim!" derdim kendi kendime. Bazan Tark Bey unuttuùu gözlüùünü, gazetesini ya da bir piyango biletini getirsin diye Füsun'u yukarya odasna yollar, o zaman Nesibe Hala masadan "Elektriùi söndürmeyi unutma!" diye yukarya ona seslenirdi. Bazan Nesibe Hala, Paris'teki uzak akrabann düùününe yetiüebileceùimizi söylerdi. Bazan Tark Bey, üiddetle "Susun!" der ve evin içindeki bir tkrty iüitebilmemiz için gözleriyle tavan iüaret eder, o zaman hepimiz üst kattaki bir farenin mi, hrszn m çkardùn ilk anda anlayamadùmz tkrtlar dinlerdik. Bazan "Televizyonun sesi iyi mi canm?" derdi Nesibe Hala kocasna, çünkü yaü ilerledikçe Tark Bey daha az iüitir olmuütu. Bazan aramzda çok uzun süren sessizlikler olurdu. Bazan kar yaùar, pencerelerin kenarlarnda, kaldrmlarda tutard. Bazan havai fiüekler
445
Bazan
atlr, hepimiz sofradan kalkar, görebildiùimiz kadar gökyüzündeki renkleri seyreder, daha sonra açk pencerelerden içeri giren barut kokusunu koklardk. Bazan "Bardaùnz dolduraym m Kemal Bey?" derdi Nesibe Hala. Bazan "Resmine bakalm m Füsun?" derdim ben ve bazan bakardk ve o zaman Füsunla yaptù resme bakarken, her zaman mutlu olduùumu anlardm.
7 0. K IR I K H AY AT LAR Sokaùa çkma yasaùnn saat on bire alnmasndan bir hafta sonra, bir aküam yasak saatine yarm saat kala Feridun eve geldi. Uzun bir süredir film bahanesiyle, aküamlar sette uyuduùunu söyleyerek eve gelmiyordu, içeri girdiùinde zilzurna sarhoütu, besbelli mutsuzdu ve ac içindeydi. Masada oturan bizleri görünce kendini zorlayarak kibar sözler söyledi, ama fazla sür-düremedi. Füsun ile göz göze gelince, uzun sürmüü ypratc bir seferden yenilgiyle dönen asker gibi, çok fazla bir üey konuümadan yukarya odasna çkt. Füsun'un da hemen masadan kalkp kocasnn peüinden yukarya çkmas gerekirdi, ama yapmad. Gözlerinin içine gözlerimi dikmiü, her üeyini dikkatle gözlü-yordum. O da onu gözlediùimin farkndayd. Bir sigara yakp, hiçbir üey olmamü gibi aùr aùr içti. (Tark Bey’den utanr gibi dumann kenara doùru üflemiyordu artk.) Sigaray üzerinde durmadan söndürdü. Ben de yerimden kalkamama buhranna yakalanmütm. Arlk arkada braktùm sandùm bu hastalùm çok sert bir üekilde nüksetmiüti. Saat on bire dokuz kala. Füsun yeni bir Samsunu -hafifçe aùrlaütrlmü hareketlerle-dudaklarnn üzerine kovarken benim gözlerimin içine dikkatle bakt. Bakülarmzla bir anda birbirimize o kadar çok üey söyledik ki, onunla bütün bir gece saatlerce konuümuüuz duygusuna kapldm. Böylece elim kendi-
446
Krk Hayatlar
liginden uzand, çakmaùmla Füsun'un dudaùndaki sigaray yaktm. Füsun Türk erkeklerinin ancak yabanc filmlerde gördüùü bir hareketle, çakmaù tutan elimi bir an tuttu. Ben de bir sigara yaktm. Ve olaùanüstü hiçbir üey yokmuü gibi aùr aùr içtim. Vaktin yavaü yavaü sokaùa çkma yasaùna yaklaütùn her an hissediyordum. Nesibe Hala durumun farkndayd, ama olayn ciddiyetinden korkmuütu, sesini hiç çkarmyordu. Tark Bey ise tuhaf bir durum olduùunu elbette kavramüt da, neyi görmezlikten gelmesi gerektiùini çkaramyordu. On biri on geçe çktm evden. Sanrm Füsun ile evleneceùimizi o gece kavradm. Füsun'un en sonunda beni tercih edeceùini anladùm için o kadar mutluydum ki, yasak saatinden sonra sokaklara çkarak yalnz kendimi deùil, üoför Çetin Efendiyi de tehlikeye attùm unuttum. Çetin Efendi beni Teüvikiye'de evin önünde indirdikten sonra, bir dakika uzaklktaki ûair Nigâr Sokak'taki bir garaja arabay brakr, yakndaki eski gecekondu mahallesindeki evine arka sokaklardan yürüyerek kimseciklere görünmeden giderdi. O gece çocuk gibi mutluluktan uyuyamadm. Yedi hafta sonra, Beyoùlu'nda Saray Sinemas'nda K r k H a y a t l a r n gala gecesinin yapldù aküam, Çukurcuma'daki evde Keskinlerle birlikteydim. Aslnda Füsun'un yönetmenin kars olarak, benim de filmin yapmcs (Limon Film'in yardan fazlasnn sahibi bendim) galaya katlmamz gerekirdi, ama ikimiz de gitmemiütik. Füsun'un zaten mazerete ihtiyac yoktu, Feridun ile kavgalydlar. Kocas yazn eve çok az uùramüt. Büyük ihtimal Papatya ile yaüyordu. Çukurcuma'daki eve iki haftada bir yukardaki odasndan bir-iki eüyasn, gömleùini ve kitabn almak için uùruyordu. Bu ziyaretlerden
ancak
dolayl
bir
üekilde,
Nesibe
Halann
laf
dokundurmalar, aùzndan laf kaçrmü gibi yapmalaryla haberdar olur, çok merak etmeme raùmen bu "yasak" konulara hiç giremezdim. Füsun'un bu konularn benim yanmda konuüulmasn yasakladùn bakülarndan, ha-
447
Krk Hayatlar
tinden anlardm. Ama Feridun'un ziyaretlerinden birinde, Füsun ile arasnda bir kavga çktùn Nesibe Hala'dan öùrendim. Gala gecesine gidersem. Füsun un gazetelerden bunu öùreneceùini ve buna çok üzüleceùini, beni mutlaka cezalandracaùn tahmin ediyordum. Öte yandan filmin yapmcs olarak galaya elbette ki gitmem gerekirdi. O gün öùle yemeùinden sonra, sekreterim Zeynep Hanm, Limon Film e benim isteùim üzerine telefon etti ve annemin çok hasta olduùunu, o gün evden çkmayacaùm söyledi. Aksam Krk Havadarn ústanbullu sinemaseverlere, gazetecilere ilk defa
gösterileceùi
saatlerde,
yaùmur
yaùyordu.
Çetin'e
beni
Teüvikiye'deki evden alp Keskinlere Tophane yoluyla deùil. Taksim ve Galatasaray'dan geçerek götürmesini söyledim. Beyoglu’nda Saray Sinemasnn önünden geçerken, arabann slak camlar arasndan gala gecesi için gelen ük ve üemsiyeli birkaç insan, Limon Filmin parasyla yaplmü bir-iki süslü afiü ve duyuru gördüm, ama bunlar yllar önce Füsun'un oynayacaù bir filmin Saray Sinemasnda yaplacaùn hayal ettiùim açlü gecesine hiç benzemiyordu. Aksam yemeùinde Keskinlerin sofrasnda bu konudan hiç söz edilmedi. Hepimiz. Tark Bey, Nesibe Hala, Füsun ve ben fosur fosur sigara içerek, kymal makarna, cack, domates salatas, beyaz peynir ve benim
Niüantaü’ndan
getirip
içeri
girer
girmez
buzdolabnn
buzluùuna koyduùum Omurun dondurmasndan yedik ve sk sk yerimizden kalkp pencereden düarya, yaùan yaùmura Çukurcuma Yokuüundan aüaù akan sulara baktk. Gece boyunca Füsuna kuü resminin nasl gittiùini sormay bir-kaç kere aklmdan geçirdim, ama yüzündeki sert ifadeden, çatk kaülarndan bunun zaman olmadùn hissettim. úbrik tij\atlüt eleütirmenlerin alayc, küçümseyici sözlerine raùmen hem ústanbul'da hem de taürada sinema seyircileri tarafndan heycanla karülanarak giüe rekorlar krd Papatyann kara bahtndan öfkeli ve kederli iki üarkyla yakndù
448
------------------------------------------------------ Kmic Hayatlar — ----------------------------------------------------—
son sahneler, özellikle taürada kadnlar aùlatyor, genci yaüls pek çok insan nemli ve havasz sinemalardan aùlamaktan üiümiü gözlerle çkyordu. Son sahneden önce, Papatya' n n,
neredeyse çocuk
yaütayken kendisini kandrarak namusunu lekeleyen kötü kalpli zengini yalvarta yalvarta öldürmesi de coükuyla karülanyordu. Bu sahne o kadar etkileyiciydi ve ksa zamanda öyle önlenmiüti ki. Papatyay kandrarak bekâretini alan kötü zengini oynayan -Bizansl papazlar ve Ermeni komitaclar da oynard- Pelürden dostumuz Ekrem Bey, sokaklarda yüzüne tükürmeye, tokat atmaya kalküan vatandaülardan bktù için bir süre evinden çkmamüt. Film, artk "terör yllan" diye anlan askeri darbe öncesi dönemde, sinemalardan uzaklaümü kitleleri en sonunda salonlara çektiùi için de takdir ediliyordu. Yalnz sinemalar deùil, Pelür Bar da canlanmüt; film iüinin hareketleneceùini gören sinemaclar, piyasann buluütuùu bir çeüit pazar olan Pelür'e uùrayp kendilerini her gün göstermek istiyorlard artk. Ekim sonunda, rüzgârl, yaùmurlu bir gece, sokaùa çkma yasaùndan iki saat önce, Feridun'un sraryla Pelür'e gidince, oradaki itibarmn çok yükseldiùim; o günlerin deyiüiyle, havamn yerinde olduùunu da gördüm. Krk Hayatlarn ticari baüars üimdi beni baüarl -hatta akll ve kurnaz-bir prodüktör yapmü, bu da kameramanlardan ünlü oyunculara kadar masama oturup benimle arkadaülk etmek isteyenlerin saysn hatr saylr ölçüde artrmüt. O gecenin sonunda iltifatlardan, ilgiden ve rakdan kafamn iyice dumanlandùn, bir ara Hayal Hayati, Feridun, ben, Papatya ve Tahir Tan, ayn masada oturduùumuzu hatrlyorum. En az benim kadar sarhoü olan Ekrem Bey, gazetelerde fotoùraflar tekrar tekrar yaymlanan rza geçme sahnesini hatrlatarak Papatyaya edepsiz üakalar yapyordu. Papatya da "iüi bitmiü" ve "fakir" erkekleri hiç ciddiye almadùn söyleyip gülüyordu. Papatya, yan masada oturan ve Krk Hayatlar için "Pespaye bir melodram," deyip kendisiyle alay eden "züppe" bir eleütirmene
449
----------------------------------------------------- Krk Hayatlar -------------------------------------------------
haddini bildirmesi, sk bir dayak atmas için Feridun'u bir ara kükrtt, ama bu da bir süre sonra unutuldu. Ekrem Bey, filmden sonra banker reklamlarnda oynamas için daha da
çok
teklif
aldùn,
oysa
kötü
adamlarn
reklamlarda
rol
bulamadùn, bu iüi hiç anlamadùn anlatt. Günün vazgeçilmez konusu, yüzde iki yüz faiz veren bankerlerdi. Bankerler, gazetelere ve televizyona Yeüilçam'n ünlü yüzlerini kullanarak büyük reklamlar verdikleri için, film camiasnda sevgiyle karülanyorlard. Pelür Barn kafalar dumanl müdavimleri beni baüarl ve modern ("Kültürsever bir iüadam moderndir," demiüti Hayal Hayati) bir iüadam olarak gördükleri için bu tür konular açlnca saygl bir sessizliùe bürünür, çoùu zaman da fikrimi sorarlard. Ktk Hayatlarn giüe baüarsndan sonra, çok uzak görüülü ve "acmasz bir kapitalist" olduùuma karar verilmiü ve Pelür'e yllar önce Füsunu ünlü bir artist yapmak için geldiùim onunla birlikte unutulmuütu. Füsunu ne kadar çabuk unutabildikleri aklma gelince, ona olan aükm içimi yakarak alevlenir, bir an önce onu görmek ister, bu sefil ve rezil dünyaya fazla bulaümadan, hiç lekelenmeden kalabildiùi için ona daha da âük olduùumu hisseder, onu bu kötü niyetli insanlardan uzak tutmakla çok iyi yaptùm bir kere daha düüünürdüm. Papatyann filmde söylediùi üarklar, annesinin arkadaü olan, tannmamü yaül bir üarkc kadn seslendirmiüti. Filmin baüars üzerine, üimdi Papatya ayn üarklar bir de kendisi söyleyip plak yapacakt. Limon Film olarak bu giriüimi desteklemeye ve Krk Hayatlarn devamn çekmeye o aküam karar verdik. úkinci film bizim kararmz deùil, Anadolu'daki sinema salonlarnn ve daùtmclarn kararyd daha çok. Devam filmini çekmemiz için o kadar çok srar vard ki, Feridun hayr demenin "eüyann tabiatna aykr" (o zamann bir baüka basmakalp sözü) olduùunu söyledi. Papatya da, ister iyi ruhlu ister kötü niyetli olsun, bakire olmayan bütün kzlar gibi filmin sonunda, mutlu bir aile hayatna kavuüamadan ölmüütü. Buna çö-
450
Krk Hayatlar
zum olarak da, Papatya'nn aslnda ölmediùini, kurüunlarla yaralandùn, ama kötü adamlardan gizlenmek için ölü numaras yapmü olabileceùine karar verdik. úkinci film hastanede açlacakt. úkinci filmin çekimine baülanacaùn, Papatya üç gün sonra Milliyette çkan bir röportajda kamuoyuna duyurdu. Artk her gün bir gazetede röportaj çkyordu. Gazeteler filmin gösterilmeye baüladù ilk günlerde. Papatya ile Tahir Tan arasnda hakiki ve gizli bir aük yaüandùn ima etmiülerdi, ama bu konu artk tükenmiüti ve üimdi Papatya bu aük inkâr ediyordu. Feridun o günlerde bana telefonda artk en ünlü erkek oyuncularn Papatya ile oynamak istediùini, Tahir Tann onun karüsnda zaten zayf kaldùn söyledi. Zaten Papatya, yeni röportajlarnda, erkeklerle öpüümekten öte ciddi bir yaknlaüma deneyimi olmadùn anlatmaya baülamüt. Unutamadù en büyük hatras, ilk defa baüka bir erkekle, bir gençlik aükyla bir yaz günü arlarn vzldadù bir baùda öpüümesiydi. Bu delikanl, ne yazk ki Kbrs'ta Yunanllara karü savaürken üehit olmuütu. Papatya ondan sonra hiçbir erkekle yaknlaüamamüt; evet, aük acsn ona ancak gene bir
teùmen
unutturabilirdi.
Feridun
aslnda
bu
çeüit
röportaj
yalanlarndan hoülanmadùn söyleyince, Papatya bütün bunlar yeni filmin sansürden geçebilmesi için yaptùn söylemiüti. Feridun, Papatya ile iliükisini benden saklamaya da çalümyordu. Hayatla, kimseyle kavga etmeyen, olaylara taklp mutsuz olmayan, her zaman saf kalabilen ve içten gözüken haline içten içe gpta ediyordum. Papatyann Krk Hayatlar adl 45'lik ilk plaù, 1982 Ocak aynn ilk haftasnda çkt ve film kadar olmasa da, gene çok sevildi. ûehrin askeri darbeden sonra kireçle boyanan duvarlarna el ilanlar yapütrlmüt, gazetelere küçük de olsa reklamlar verilmiüti. Türkiye'nin tek televizyon kanal, devlet denetimindeki TRT nin sansür heyeti (aslnda ad daha kibard: müzik denetim kurulu) plaù hafif bulduùu için Papatya'nn sesi ne rad-
451
Knk Hayartar
vodan ne de televizyondan duyuluyordu. Plak, Papatya'nn gene bir dizi yeni röportaj yapmasna yol açmü, bu röportajlarda çkan yar hakiki yar danükl dövüüler ve polemikler de onu daha da meühur etmiüti Papatya "Atatürkçü modern Türk kz önce kocasn m, yoksa iüini mi düüünmeli?" gibi tartümalara giriyor; n alarmn erkeùi ile hâlâ ne yazk ki tanümadùn, yatak odasndaki aynann önünde (yar pop, yan alaturka bir hazr mobilya takm almüt) oyuncak aysyla oynarken açklyor; mazbut bir ev hanm pozuna bürünen annesiyle mutfakta spanakl börek yaparken -ayn emaye tencereden Füsunlarn mutfaùnda da vard- Krk Hayatlarn yaral ve öfkeli kahraman Lerzandan çok daha mazbut, lekesiz ve mutlu olduùunun altn çiziyordu. ("Elbette hepimiz birer Lerzan'z," da demiüti!) Papatya'nn aslnda çok profesyonel olduùunu, gazetelerde, dergilerde çkan bu röportajlarn, haberlerde yazlanlarn hiçbirini ciddiye almadùn, Feridun bana
bir kere gururla söylemiüti. Papatya, Pelür'den
tandùmz ve amatörlükten çkamamü kimi kafasz yldzlar ve yldzcklar gibi, yalan yanlü bir magazin haberi kendisini halka yanlü tantyor diye dertlenmiyor, baütan kendi yalann söyleyerek konuya hâkim oluyordu.
7 1. H øÇ GEL M øY OR S U N U Z ART IK K E M AL B E Y O günlerde Coca Cola ve benzeri yabanc büyük üirketlerle rekabette zorlanan
milli
gazozumuz
Meltem,
yaz
baündaki
reklam
kampanyasnda Papatyay kullanmaya karar verince -reklam filmini de Feridun çekecekti-, uzaklaütùm ama hiçbir küskünlük duymadùm eski arkadaü çevremle kalbimi kran son bir çatümaya girdim. Zaim, Papatya'nn Limon Film'e baùl olduùundan elbette haberdard. Bu konular arkadaüça konuümak için onunla Fuaye'de uzun bir öùle yemeùi yedik.
452
Hiç Gelmiyorsunuz Artk Kemal Bey
"Coca Cola bayilere kredili satü yapyor, bedava pleksiglas pano veriyor, takvimler, hediyeler daùtyor, baü edemiyoruz," dedi Zaim. "Gençler de zaten maymun gibi, Maradona'nn (dönemin futbol yldz) elinde Coca Cola görünce, Meltem daha ucuz, daha saùlkl, yerli mal filan dinlemiyorlar, illa ki onu içecekler." "Kzma ama, krk yln tekinde gazoz içeceksem, ben de Coca Cola içiyorum." "Ben de..." dedi Zaim. "Boü ver bizim ne içtiùimizi... Papatya bizi taürada daha da kuvvetlendirecek. Ama nasl bir kadn?.. Ona güvenebilir miyiz?" "Bilmem. Hrsl, yoksul bir kz. Annesi, emekli pavyon üarkcs... Baba ortalkta yok. Sen neyi merak ediyorsun?" "O kadar yatrm yapyoruz. Sonra gidip bir porno filmde göbek atarak oynarsa ya da ne bileyim evli biriyle yakalanrsa... taüra bunu kaldramaz. Senin Füsun'un kocasyla birlikteymiü." Füsun'dan "senin" diye bahsediüi, o srada yüzünde beliren "sen artk o insanlar yakndan tanyorsun" ifadesi, hoüuma gitmemiüti. "Meltem taürada daha m çok seviliyor?" diye sordum. Modernlik, Avrupailik özentileri olan Zaim'in Inge'yle, Batl reklam kampanyalaryla piyasaya sürdüùü Meltem gazozunun, onun istediùi gibi ústanbullu zenginler arasnda ve büyük üehirlerde artk tutulmamas onda bir huzursuzluk yaratyordu. "Evet, taürada daha çok seviliyoruz," dedi Zaim. "Çünkü taüral insan damak zevki henüz bozulmamü, daha halis Türk de ondan! Ama sen de alnganlk edip laf sokuüturma... Ben senin Füsun'a duyduùun üeyi çok iyi anlyorum. Bu çaùda yllardr yaüadùn bu aük çok saygdeùer bir üey, kim ne derse desin." "Kim ne diyor?" "Kimse bir üey demiyor," dedi Zaim dikkatle. Bu söz de "sosyete seni unuttu" anlamna geliyordu. úkimiz de bundan rahatsz olduk. Zaim'i, hem bana gerçekleri söylediùi hem de hiç krlmam istemediùi için de seviyordum.
453
Hiç Gelmiyorsunuz Artk Kemal Bey
Zaim de bakülarmdaki sevgiyi gördü. Çok arkadaüça ve güven veren bir havayla gülümsedi, kaülarn kaldrarak "Ne oluyor?" diye sordu. Konuyu geçiütirebilirdim, Zaim de beni çok iyi anlard. Ama eski çevremde, arkadaülar arasnda unutulmak, nedense hâlâ canm yakyordu. "úüler iyi gidiyor," dedim. "Füsun ile evleneceùim. Onunla sosyeteye geri döneceùim... Tabii bu berbat dedikoducular affedebilirsem." "Brak canm onlar," dedi Zaim. "Her üey üç günde unutulur. Senin iyi olduùun yüzünden, keyfinden belli. Feridun hikâyesini duyunca, ben de artk Füsunun da akln baüna toplayacaùn anladm." "Feridun'u nereden duydun?" "Onu da boüver," dedi Zaim. "Eee, ufukta evlilik var m?" diye konu deùiütirdim. "Yeni birisi var m?" "Piç Hilmi'yle kars Neslihan..." dedi Zaim kapdan içeri girenlere bakarak. "Oooo, kimler buradaymü yahu!" diyerek Hilmi masamza sokuldu. Neslihan da çok ükt. Piç Hilmi Beyoùlu terzilerine güvenmez, hep útalya’dan giyinir, kyafetine özen gösterirdi. Hallerindeki üklk, zenginlik hoüuma gitti. Ama onlara istedikleri gibi, her üeyi üakaya, alaya alarak gülümseyemeyeceùimi de anladm. Neslihan bana biraz korkulu bakyormuü gibi geldi bir an. Ellerini sktm, ama soùuk durdum onlara karü, dahas bunu kafama taktm, bir süre dert ettim. Annemin okuduùu dergilerin, magazin sayfalarnn etkisiyle "sosyete" gibi tuhaf bir sözü kullanarak iddial bir üekilde oraya döneceùimi az önce Zaim'e sos içmem hiç güzel olmamüt, üimdi utanyordum. Füsun ile yaüadùm dünyaya, Çukurcuma'ya gitmek istedim. Fuaye gene kalabalkt, devekulaù sakslarna, boü duvarlara, ük lambalara, hoü bir hatraya bakar gibi zevkle baktm. Ama Fuaye gözümde yaülan-
454
— Hiç Gelmiyorsunuz Artk Kemal Bey
mü, nedense hemen eskimiüti. Füsun ile bir gün hiçbir üeyi dert etmeden, srf yaüama ve birlikte olma mutluluùuyla bu masalarda oturacak mydk? "Büyük bir ihtimal," diye düüündüm. "Daldn gittin tatl hayallere." dedi Zaim. "Yok. senin için Papatyay düüünüyorum." "Meltem reklamlarnda oynayacaùna, bu yaz Meltemin yüzü olacaùna göre, bu kadnn bizim toplantlarmza, davetlere falan gelmesi gerekir. Ne diyorsun?" "Neyi soruyorsun?" "úyi. hoü olur mu, uygun davranr m?" "Niye uygun davranmasn, o bir oyuncu. Hem de yldz." "Ben de onu diyorum... Türk filmlerinde zenginleri oynayan yapmackl tipler var ya hani... Onlar gibi olmayalm." Zaim annesinden aldù terbiyeyle "olmayalm!" diyordu ama kastettiùi "olmasn" idi elbette. Yalnz Papatya ya deùil, alt snftan olduùuna karar verdiùi herkese böyle bakard. Ama Fuaye'de otururken, Zaim'in dargörüülülüùüne kzp neüemi kaçrmann çok aklszca bir iü olacaùn düüünebilecek kadar aklm basmdayd. Lokantann yllardr tandùm baügarsonu Sadiye bize hangi balù tavsiye ettiùini sordum. "Hiç gelmiyorsunuz artk Kemal Bey," dedi. "Anneniz hanmefendi de hiç gelmiyorlar." "Annem, babamdan sonra evden çkp lokantada yemek yeme zevkini kaybetti." "Getirin hanmefendiyi, lütfen Kemal Bey. Biz onu neüelendiririz. Karahanlar babalar ölünce, annelerini haftada üç kere öùle yemeùine getirip pencerenin yanndaki masaya oturttular. Hanmefendi, hem bifteùini yiyor hem de kaldrmdan gelip geçenleri seyrederek oyalanyordu." "Haremden çkmadr o kadn..." dedi Zaim. "Çerkezdir, yeüil gözlüdür, yetmiüinde olmasna raùmen hâlâ güzeldir. Ne balk vereceksin bize?"
455
--------------------------------- Hiç Gelmiyorsunuz Artk Kemal Bey ------------------------------------
Sadi bazan bir kararszlk ifadesi taknr; "Mezgit, çipura, barbunya, klç, dil," diyerek balklar tek tek sayarken, inip kalkan kaülar ve yukar aüaù oynayan byklaryla her balùn tazeliùi, lezzeti hakknda bilgi verirdi. Bazan da konuyu kesip atard: "Size levrek tava vereceùim bugün Zaim Bey. Bugün baüka bir üey tavsiye etmiyorum." "Yanna ne koyuyorsun?" "Haülanmü patates, roka, ne isterseniz." "Önden ne vereceksin?" "Bu yln lakerdas var." "Krmz soùan da getir," dedi Zaim baün menüden kaldrmadan, "içecekler" yazan son sayfay açt. "E maüallah, Pepsi, Ankara gazozu, Elvan bile var da Meltem gene yok!" diye çküt. "Zaim Bey, sizinkiler bir kere getiriyorlar, sonra bir daha uùramyorlar. Boü üiüeler arkada kasalarda haftalarca bekliyor." "Haklsn, bizim ústanbul daùtm kötü," dedi Zaim. Bana döndü. "Sen bilirsin bu iüleri, Satsat nasl gidiyor, daùtm nasl adam ederiz?" "Satsan boüver," dedim. "Osman, Turgay ile yeni bir üirket kurdu, bizi mahvetti. Babam öldükten sonra, Osman hrsa kapld." Zaim, ûadnn özel baüarszlklarmz iüitmesinden hoülanmamüt. "Sen bize birer duble Kulüp Raks ve buz getir bakalm en iyisi," dedi. Sadi gidince, kaülarn bir cevap bekleyerek çan. "Sevgili aùabeyin Osman bizimle de iü yapmak istiyor." "Ben hiç karümam," dedim. 'Osman'la iü yaptn diye sana kzacak deùilim. Bildiùin gibi yap. Baüka ne haberler var?" Zaim "haber ile sosyeteyi kastettiùimi hemen anlad ve beni neüelendirmek isteyerek pek çok eùlenceli hikâye anlatt. Gemi batran Güven, bu sefer de Tuzla ile Bayramoùlu arasndaki sahilde, pasl bir üilebi karaya oturtmuütu. Güven yurtdündan çürümüü paslanmü, seferden alkonmuü ve çevreyi zehirleyen gemileri hurda demir fiyatna satn alr; kâùt oyunlaryla bü-
456
Hiç Gelmiyorsunuz Artk Kemal Bey
rokrasiye bu gemileri gerçek ve pahal gemiler gibi gösterip hü kümet ve devletteki tandklar sayesinde, rüüvetle "Türk Denizciliùini Geliütirme Fonu"ndan faizsiz kredi alr; sonra gemileri batrp devletin Baüak Sigortasndan büyük bir paraya konar; karaya oturan pasl gemiyi de demir tüccar dostlarna satp masasndan hiç kalkmadan büyük paralar kazanrd. Güven, iki kadeh içkiden sonra 'Ben hayatnda hiç gemiye binmemiü en büyük armatörüm," diye kulüplerde övünürdü. "Rezalet tabii, bu üçkâùtlardan deùil, gemiyi uzak olmasn diye metresine aldù yazlk evin az ötesinde batrmasyla çkt. Güven gemiyi yazlk evlerin bahçeleri, plajlar arasnda batrnca, bu sefer herkes deniz kirlendi diye üikâyetçi oldu. Metresinin de iki gözü iki çeümeymiü." "Baüka?" "Avunduklar ve Mengerliler paralarn Banker Deniz'e verip batrmülar. Avunduklar kzlarm bu yüzden alelacele Dame De Sion'dan alp evlendiriyorlar, deniliyor." "O kz çirkindir, para etmez," dedim. "Üstelik Banker Deniz'e de güvenilir mi? Bütün bu bankerlerin en sefili olmal... Adn bile duymadm." "Bankerde paran var m?" dedi Zaim. "Adn duyduùun ünlü bir bankere güveniyor musun?" Bazlar bu iüe kebapçlktan, kamyon lastiùi, hatta Milli Piyango bayiliùinden geçen yeni bankerlerin bu kadar yüksek faiz vererek dayanamayacaùm biliyorduk. Ama çok reklam veren ve hzla büyüyen baz bankerler, batmadan yola bir süredir devam ediyordu. Gazetelerde onlar alayclkla eleütiren, bu sahtekârlara burun kvran iktisat profesörlerinin bile aür yüksek faizin cazibesine kaplarak "Hiç olmazsa bir-iki aylùna," diyerek, onlara para yatrdù söyleniyordu. "Hiçbir bankerde param yok," dedim. "Bizim üirketlerin de bankerde paras yok." "O kadar yüksek faiz veriyorlar ki, doùru dürüst iü yapmak
457
Hiç Gelmiyorsunuz Artk Kemal Bey
enayilik
oldu.
Meltem
gazozuna
yatrdùm
paray
Kastelli'ye
yatrsaydm, bugün iki misli olmuütu." ûimdi yllar sonra o konuümalarmz Fuaye'deki kalabalkla birlikle hatrlarken hissettiùim hayatn boüluùu ve anlamszlù duygusunu, o zaman da hissettiùimi hatrlyorum. Ama o zaman bunu üimdiki gibi, hikâye ettiùim bütün bir âlemin kafaszlù ya da daha kibar bir ifadeyle mantkszlùyla deùil, bir çeüit üzücü ciddiyetsizliùiyle açklar, bunu çok fazla dert etmez, hatta gülerek gururla benimserdim. "Meltem hiç mi kâr etmiyor gerçekten?" Düüüncesizlikle söylemiütim bunu, ama Zaim alnd. "Papatyaya güveniyoruz, ne yapalm," dedi. "Umarm bizi mahcup etmez. Mehmet ile Nurcihan'n düùününde Gümüü Yapraklar ile Papatya, Meltem'in reklam üarksn söylesin istiyorum. Bütün basn orada, Hilton'da olacak." Biraz sustum. Mehmet ile Nurcihan'n Hilton'da evleneceklerinden haberim hiç yoktu. Bozulmuütum. "Biliyorum, seni çaùrmadlar," dedi Zaim. "Duymuüsundur artk sanyordum." "Niye çaùrlmyorum?" "Bu konu çok konuüuldu, çok tartütlar. Tahmin edeceùin gibi Sibel seni görmek istemiyor, 'O gelirse ben yokum,' diyor. Sibel, Nurcihan'n en iyi arkadaü. Ayrca Nurcihan' Mehmet'e tanütran da o." "Ben de Mehmet'in iyi arkadaüym," dedim. "O ikisini ben de tanütrdm saylr." "Bunu mesele edip kendini üzme." "Niye Sibel'in dediùi oluyor?" dedim. Ama bunu söylerken de çok hakl hissetmedim kendimi. "Herkesin gözünde Sibel hakszlùa uùramü durumda," dedi Zaim. "Niüanlandktan, onunla Boùaz’daki yalda ayn evde, ayn yatakta yaüadktan sonra onu braktn. Herkes uzun uzun bunu konuütu. Anneler kzlarna öcü gösterir gibi sizin olay
458
Hiç Gelmiyorsunuz Artk Kemal Bey
gösterdiler. O hiç aldrmyor, ama Sibel için herkes üzüldü. Sana da çok kzdlar tabii. ûimdi Sibel'in yannda olmalarna o kadar da taklma." "Taklmyorum," dedim, ama taklmütm. Raklarmz içerek, balklarmz sessizce yemeùe baüladk. Zaim ile ilk defa, Fuaye'de yemek yerken karülkl susuyorduk. Koüuüturan garsonlarn ayak seslerine dikkat ettim. Kahkahalarn, konuümalarn ve çatal-bçaklarn çkardù sürekli bir uùultu vard. Öfkeyle, bir daha Fuaye'ye hiç gelmemeye karar verdim. Ama bunu düüünürken bile burasn sevdiùimi, baüka bir dünyam olmadùn biliyordum. Zaim bu yaz bir sürat teknesi almak istediùini, ama tekneden önce kçtan takma güçlü bir motor aradùn, Karaköy'deki dükkânlarda hiçbir üey bulamadùm anlatyordu. "Yeter artk, surat asma," dedi birden. "Hilton'da bir düùüne gidemiyorum diye insan bu kadar bozulmaz. Hiç mi gitmedin?" "Arkadaülarmn beni Sibel yüzünden dülamas hoüuma gitmiyor." "Kimse seni dülamyor." "Peki, karar sana kalsa ne yapardn?" Hangi karar?" dedi Zaim yapmackl bir üekilde. "Aa, anladm. Ben tabii ki senin gelmeni çok isterdim. Düùünlerde çok eùleniriz biz seninle." "Mesele eùlence deùil, daha derin." "Sibel çok hoü, özel bir kz," dedi Zaim. "Onun kalbini krdn. Dahas herkesin önünde zor duruma düüürdün onu. Surat asp bana kötü kötü bakacaùna, yaptùn üeyi kabul et Kemal, inan o zaman eski hayatna dönmen, bütün bu olayn unutulmas da çok daha kolay olur senin için." "Yani sana göre de suçluyum, öyle mi?" dedim. Konuyu uzattùm için ksa sürede piüman olacaùm bile bile devam eltim. Bekâret hâla bu kadar önemliyse, niye o kadar Avrupailik ve modernlik pozu yapyoruz? Bari dürüst olalm," dedim.
459
----------- « ---------------------------Htç Gelmiyorsunuz Artk Kemal Bey ---------------------------— --------------------
Herkes dürüst... Senin yanldùn üey, bekâreti kendi meselen sanman
Senin için, benim úçin önemli deùil belki... Ama ne kadar Avrupai ve modern olursa olsun, bu konu bu ülkede, tabii ki bir kz için çok önemli.* "Sibel aldrmyor demiütin..." "Sibel aldrmasa da. cemaat aldryor," dedi Zaim. "Senin de aldrmadùna eminim, ama Beyaz Karanfil senin hakknda yalan
yanlü bir dedikodu haberi yaznca, herkes konuüuyor bunu Sen de aslnda hiç aldrmamana raùmen buna üzülüyorsun, öyle deùil mi?" Zaim'in beni öfkelendirecek ayrntlar, "eski hayatn" gibi ifadeleri özellikle seçtiùine karar verdim. O beni üzmek istiyorsa, ben de onu pekala Çizebilirdim. Aklmn bir yan kendimi tutmam, iki kadeh raknn etkisiyle konuütuùumu, piüman olabileceùimi söyledi bana, ama kzmütm. "Aslnda Zaimciùim," dedim. "Ben Papatya'nn Hilton'da Gümüü Yapraklarla reklam üarks söylemesini çok ticari ve yanlü buluyorum." "Yahu kadn, bizimle reklam kampanyas için anlaüma yapyor. Hadi hadi. kzma bana..." "Çok bayaù olacak..." "Ee, biz Papatyay zaten bayaù diye seçtik," dedi Zaim güvenle. Bu bayaùlù, benim yaptrdùm filmin piyasaya çkardùn söyleyecek sandm; ama Zaim iyi bir insand, öyle bir üeyi aklndan bile geçirmedi. Papatyay idare edeceklerini söyledi. "Ama sana arkadaüça üunu söyleyeyim..." dedi ciddiyetle. "Kemalciùim, o insanlar seni dülamad, sen onlar düladn." "Ne yaptm yani?" "úçine çekildin. Bizim âlemimizi yeterince ilginç, eùlenceli bulmadn. Kendine göre derin, manal bir üey yaptn. Bu aük senin iddian oldu. Bize kzma..." "Daha basit bir üey olamaz m? Çok güzel seviüiyorduk, sonra ona takldm... Aük böyle bir üey. Bir de derin anlam hissedi-
460
Hiç Gelmiyorsunuz Artk Kemal Bey
yorsun, bu dünyaya, bu âleme ait. Sizinle ilgili bir üey deùil!" "Sizinle" kelimesi, aùzmdan kendiliùinden çkmüt. Bir an Zaim'in bana çok uzaklardan baktùn, benden çoktan vazgeçtiùini hissettim. Benimle artk yalnz kalamyordu. Beni dinlerken bana deùil, arkadaülara
ne
diyeceùine
dikkat
ediyordu.
Bunu
yüzünden
okuyordum artk. Oysa Zaim akll adamd, böyle üeylere dikkat ederdi, demek ki bir de bana kzgnlù vard. Bunu da hissettim. Onun benden uzaklaüan baküyla birlikte, ben de bir anda kendi gözümde, kendi geçmiüimden ve Zaim'den uzaklaütm. "Çok duygusalsn," dedi Zaim. "Seni bunun için çok seviyorum." "Mehmet ne diyor bütün bunlara?" "Seni çok sever biliyorsun. Ama Nurcihan ile, senin benim anlayamayacaùmz kadar mutlu. Mutluluktan uçuyor ve herhangi bir üey, hiçbir dert bu mutluluùu lekelemesin istiyor." "Anladm," dedim ve konuyu kapatmaya karar verdim. Zaim bunu hemen anlad. "Duygusal olma, makul ol!" dedi. "Tamam, makulüm," dedim ve yemeùin sonuna kadar da baüka diüe dokunur hiçbir üeyden söz etmedik. Zaim bir-iki kere beni neüelendirmek için sosyete dedikodusu anlatmay denedi, kalkp çkarlarken masamza sokulan Piç Hilmi ve Neslihan'la üakalaüarak havay yumuüatmaya çalüt, ama olmad. Hilmi'nin ve karsnn üklklar üimdi çok özenti, hatta sahte gözüküyordu bana. Bütün çevreden, arkadaülardan kopmuütum. Buna üzülüyordum belki, ama içimde daha derin bir hnç ve öfke vard. Hesab ben ödedim. Fuaye'nin kapsnda Zaim ile tam ayrlyorduk ki, uzun bir seyahat yüzünden yllarca birbiriyle görüümeyeceklerini bilen iki eski iyi dost gibi sarlp içtenlikle öpüütük. Sonra ayr yönlere yürüdük. iki hafta sonra Mehmet Satsat'a telefon etti, Hilton'a düùüne beni çaùramadù için çok özür diledi ve bana Zaim ile Sibel'in
461
Hiç Gelmiyorsunuz Artk Kemal Bey
uzun zamandr birlikte olduklarm söyledi. Herkesin bildiùi bu üeyi, benim de bildiùimi sanyormuü.
72. HAYAT DA TIPKI AùK GøBø... 1983 baünda bir aküam Keskinlerin evinde sofraya tam oturmak üzereyken yemek odasnda bir yabanclk, bir eksiklik hissederek çevreye dikkatle baktm. Ne koltuklarn yeri deùiütirilmiüti ne de televizyonun üzerine yeni bir köpek konmuütu, ama odann duvarlar siyaha boyanmü gibi bir yabanclk duygusu uyanmüt içimde. O günlerde, yaüadùm hayatn bilerek ve kararllkla yaüadùm bir üey deùil de, -tpk aük gibi- baüma gelen ve rüyalardan çkma bir üey olduùu duygusu içimde gitgide yükseliyor, bu karamsar hayat görüüüyle ne savaümak ne de ona tamamen teslim olmamak için kafamda böyle bir düüünce yokmuü gibi davranyordum. Her üeyi kendi halinde brakmaya karar vermiütim de denebilir buna. Yemek odasnn bende uyandrdù huzursuzluùu da ayn mantkla, üzerinde durmadan geçiütirmeye karar verdim. O günlerde kültür sanat kanal TRT 2, ölümü üzerine Grace Kelly filmleri gösteriyordu. Her Perüembe aküam "Sanat Filmi" saatini dostumuz ünlü oyuncu Ekrem, elindeki kâùttan
okuyarak sunard.
Alkolik Ekrem Beyin titreyen ellerini gizlemek için güllerle dolu bir vazonun arkasna sakladù kâùttaki metinleri, Feridun'un bir zamanlar yakn arkadaü olan (Krk Hayatlar ile alay eden bir yazdan sonra bozuümuülard) genç bir sinema eleütirmeni yazyordu. Bu süslü entelektüel metinleri çok fazla anlamadan okuyan Ekrem Bey, yazdan kafasn kaldrp filmin "üimdi" baülayacaùm söylemeden önce, yllar evvel bir film festivalinde "Amerikal zarif yldz prenses" ile tanütùn, kendisinin Türkleri çok sevdiùini sr verir gibi söyler, güzel
yldzla
aslnda çok büyük bir aük yaüayabileceklerini ima
462
- Hayat da Tpk A$k Gibi... ---------
eden romantik bir ifade taknrd. Evliliùinin ilk yllarnda Feridun'dan ve genç eleütirmen arkadaündan Grace Kelly hakknda çok üev iüitmiü olan Füsun bu filmleri hiç kaçrmazd. Ben de Füsun'un Grace Kelly'nin krlgan, çaresiz ama saùlkl halini
seyretmesini hiç
kaçrmak istemediùim için her Perüembe aküam Keskinlerin sofrasnda yerimi alrdm. O Perüembe Hitchcock'un Arka Pencere’sini seyrettik. Film içimdeki huzursuzluk duygusunu bana unutturacaùna, tam tersi bir etki yapt. Sekiz yl önce, Satsat çalüanlaryla öùle yemeùi yemeyip gittiùim sinemada. Füsun'un öpüülerini düüünerek seyrettiùim filmdi bu. Füsun'un filme kendini bütünüyle veriüini göz ucuyla seyretmek, onda Grace Kelly zarafetinden, saflùndan birüeyler bulmak da teselli etmiyordu beni. Çukurcuma'daki evde yediùimiz aküam yemeklerinde, çok sk olmasa da düzenli aralklarla kapldùm bir duyguya, filme raùmen ya da film yüzünden kaplmütm. Tpk gittikçe daralan bir odadan çkamamak gibi boùucu bir rüyadan çkamamak duygusuydu bu. Zaman sanki gittikçe daralan bir üey olmuütu. Masumiyet Müzesi'nde bu rüyalardan çkamama duygusunu gösterebilmek için çok uùraütm. Bu duygunun iki yan vardr; a) Yaüanan bir ruh durumu olarak, b) Ve dünyay bize bir yanlsamayla göstermesi bakmndan. a) Yaüanan bir ruh durumu olarak bir rüyada olduùumuz duygusu, içki ya da esrar içince hissedilenlere benzer biraz. Ama farkldr da. Sanki üu an, üimdiyi tam olarak yaüayamamak gibi bir üeydir bu duygu. Füsunlarn evinde, aküam yemeklerinde pek çok kereler o an sanki geçmiüte yaüyormuü gibi hissederdim kendimi... O anda televizyonda seyrettiùimiz Grace Kelly'nin filmini ya da bir benzerini daha önce de seyretmiü olurduk; sofra sohbetlerimiz hep birbirine benzerdi, ama bu yüzden deùildi bu duygu. Yaüadùm anlar o an yaüyormuü gibi hissetmezdim kendimi. Sanki uzaktan o an seyrediyormuü gibi hissederdim. Gövdem tpk bir baükasnn gövdesi gibi bir
463
Hayat da Tpk Aük Gibi.
tiyatro sahnesinde üimdiyi yaüarken, ben biraz uzaktan kendim i ve Füsunu seyrederdim. Gövdem sanki bugündeydi, ruhum ise ona uzaklardan bakyordu. Yaüadùm üu an, hatrladùm bir üeydi. Masumiyet Müzemi gezenler orada sergilediùim eüyalara, düùmelere, bardaklara, Füsun un taraklarna ve eski fotoùraflara üimdi karülarnda var olan üeyler gibi deùil, benim hatralarm gibi bakmaldrlar. b) ûu an bir hatra gibi yaüamak, zamanla ilgili bir yanlsamadr. Bir de mekânla ilgili yanlsama hissediyordum. Buna en yakn duygu, küçükken çocuk dergilerinin burada bir-iki örneùini sergilediùim göz yanlsamalarnn, aralarndaki yedi fark ya da en küçüùü bulunuz, gibi oyunlarn bana verdikleri huzursuzluktu. Çocukluùumda "Kraln saklandù dehlizden çkü yolunu bulunuz!". Tavüan ormandan çkmak için hangi çukurdan gitmelidir?" gibi oyunlar, beni huzursuz ettiùi kadar eùlendirirdi de. Oysa Keskinlere aküam yemeklerine gidiülerimin yedinci ylnda Füsunlarn sofras benim için gitgide daha az eùlenceli ve boùucu bir yer olmaya baülad. O aküam Füsun bunu hissetti. MNe
oldu Kemal, beùenmedin mi filmi?"
"Yok, beùendim." "Belki senin hoülandùn bir konu deùil..." dedi dikkatle. "Tam tersi," dedim ve sustum. Füsun un
benim neüem, keyfim ve huzursuzluklarmla ilgilenmesi
iyle bunu sofrada annesi babas bizi dinlerken yapmas o kadar özel bir üeydi ki, film ve Grace Kelly hakknda tatl bir-iki söz söyledim. "Ama bu aküam çok keyifsizsin, saklama Kemal," dedi Füsun. Peki süsleyeceùim. Sanki bu evde bir üey deùiümiü, ama nedir, bir turlu çkaramyorum." Bir an hepsi gülüütüler
ilmem
içen oda\a taünd Kemal Bey," dedi Nesibe Hala. "Biz de
hâla nasl fark etmediniz diyorduk."
466
Hayat da Tpk Ask Gibi.
"Sahi!'1 dedim. "Nasl da fark etmedim. Oysa ben Limon u ne kadar çok severim..." "Biz de çok severiz," dedi Füsun gururla. "Resmini yapmaya karar verdim, kafesi oraya aldm." "Resme baüladn m?.. Lütfen görebilir miyim?" "Tabii." Uzun zamandr keyifsizlikten, isteksizlikten Füsun ústanbul’un kuülar dizisini brakmüt, içeri odaya geçince Limon'un kendisinden önce, Füsun'un kuüun daha yeni baüladù resmine baktm. "Feridun artk kuü resmi de getirmiyor," dedi Füsun. "Ben de fotoùraftan yapacaùma hayattan yapmaya karar verdim." Füsun'un havas, rahatlù, Feridun'dan geçmiüte kalmü biri gibi söz ediüi baüm hemen döndürdü. Ama kendimi tuttum. "Çok iyi baülamüsn bu resme Füsun," dedim. "Limon senin en iyi resmin olacak. Çünkü konuyu da çok iyi biliyorsun. únsan en çok sevdiùi üeyleri konu ederse sanatta baüarl olurmuü." "Ama gerçekçi olmayacaùm." "Ne gibi?" "Kafesi yapmayacaùm. Limon pencerenin önüne hür bir kuü gibi kendisi gelip konmuü olacak."
O hafta üç kere daha Keskinlere aküam yemeùine gittim. Yemekten sonra,
her
seferinde
arka
odaya
geçiyor,
resmi
ayrntlaryla
tartüyorduk. Limon resimde, kafesin dünda daha mutlu, daha canl gözüküyordu. Arka odaya geçtiùimizde, artk kanaryann kendisinden çok resmiyle ilgileniyorduk. Resmin sorunlarm yar resmî ama içten bir havayla konuütuktan sonra, her seferinde Paris'e müzelere gitmekten söz ederdik. Sal aküam, daha önceden hazrladùm sözleri, bir lise öùrencisi gibi heyecanlanarak da olsa, Limon'un resmine bakarken söyledim: "Canm artk bizim bu evden, bu hayattan birlikte çkmamz lazm," diye fsldadm. "Hayat ksa, günler yllar inatlaüarak
465
----- Hayat da Tpk Ask Gibi.
geçiyor. Artk bizim birlikte baüka bir yere gidip mutlu olmamz lazm." Füsun sözlerimi hiç duymamü gibi yapyordu, ama Limon ksack bir cik cik cik ile bana cevap verdi. "Artk korkacak, çekinecek bir üey de yok. Sen ve ben, ikimiz, bu evden birlikte çkp baüka bir yerde, baüka bir evde, bizim evimizde hayatmzn sonuna kadar muttu olalm. Yirmi beü yaündasn, önümüzde daha yarm asrlk hayat var Füsun. O elli yllk mutluluùu hak etmek için son alt ylda yeterince çile çektik! Artk ikimiz birlikte gidelim. Yeterince inatlaütk artk." "Biz inatlaüyor muyuz Kemal, hiç haberim yok. Elini oraya koyma, kuü ürküyor." "Ürkmüyor, bak elimden yiyor. Onu evimizde baü köüeye yerleütireceùiz." "Babam merak eder üimdi," dedi, srdaüça bir edayla, dostça. Ertesi Perüembe gene Hitchcock'un çektiùi Hrsz Yakalamakt seyrettik. Film boyunca Grace Kelly i deùil, Füsun'un ona bakün izledim. Güzelimin boynundaki mavi damarn atündan elinin sofrada kprdanüna, saçlarm düzeltisinden Samsun sigarasn tutuüuna kadar her üeyinde, yldz prensese ilgisini görüyordum. úçeriye, Limon'un resmine bakmaya gittiùimizde "Biliyor musun Kemal, Grace Kelly'nin de matematiùi kötüymüü," dedi Füsun. "Oyunculuùa da mankenlikle baülamü. Ama ben yalnzca araba kullanmasn kskandm." Filmi tantrken Ekrem Bey, geçen sene yldz prensesin tam bu filmde araba kullandù yolda, hatta ayn köüede araba kazas yapp öldüùünü, çok özel bir yakn hakknda bilgi verir gibi Türk sanat filmi seyircisine söylemiüti. "Niye kskandn?" "Bilmiyorum. Araba kullanmak onu çok güçlü, özgür gösteriyor. Belki ondan." "Ben sana hemen öùretirim istersen." "Yok yok, olmaz."
466
Hayat da Tpk Aük Gibi.
"Füsun, çok yeteneklisin, biliyorum, ben sana iki haftada ehliyet alacak, ústanbul'da rahat rahat araba kullanacak kadar öùretebilirim. Utanacak bir üey yok. Bana da senin yaündayken (bu doùru deùildi) araba kullanmay Çetin öùretmiüti. Yalnzca biraz sabrl ve sakin olacaksn, o kadar." "Ben sabrlymdr," dedi Füsun güvenle.
7 3 . FÜSUN'UN EHLúYETú 1983 Nisan aynda Füsun ile ehliyet snav için çalümaya baüladk. Konuyu
yan
üaka
yan
ciddi
ilk
açp
tartümamzdan
sonra
kararszlklar, nazlanmalar, sessizlikle beü hafta geçmiüti. úkimiz de bunun ehliyet snavn geçmenin ötesinde, aramzdaki yaknlùn da bir snavdan geçmesi demek olduùunu biliyorduk. Üstelik bu ikinci snavmz olacakt ve Allah'n bize bir üçüncü frsat vermeyeceùini tahmin ettiùim için gergindim. Öte yandan bunun Füsun'a iyice yaklaümak için büyük bir frsat olduùunu anlyordum ve bu frsat Füsun bana verdiùi için çok sevinçliydim. Dikkat çekmek istediùim nokta, bütün bu süreçte benim gitgide daha rahat, neüeli ve iyimser olmamdr. Güneü, uzun ve karanlk bir kütan sonra, yavaü yavaü bulutlar arasndan çkyordu. Böyle prl prl güneüli bir bahar günü (Divan'dan aldùm çikolatal bir pastayla kutladùmz yirmi altnc doùum gününden üç gün sonra 15 Nisan 1983 Cuma) ilk dersimize gitmek için Füsun'u Chevrolet ile Firuzaùa Camii'nin önünden bir öùleüstü aldm. Arabay ben kullanyordum, Füsun yanma oturmuütu. Onu Çukurcumadan evlerinin önünden deùil, mahallelinin merakl bakülarndan beü dakikalk bir uzaklkta, yokuüun üstünde bir köüeden almam istemiüti. Tam sekiz yl sonra, ilk defa ikimiz baü baüa bir yere gidiyorduk Elbette çok mutluydum, ama mutluluùumu fark edemeye-
467
Füsun'un Ehliyeti
cek kadar heyecanl ve gergindim. Sekiz yldr uùruna çile çektiùim bir kzla, ortak bunca deneyimden ve acdan sonra bir kere ilaha buluüuyormuü gibi deùil, bana baükalarnn bulup ayarladù ve her üeyiyle çok uygun olduùu söylenen harika bir gelin adayyla ilk buluümamzdaymü gibi hissediyordum kendimi. Füsun, ona çok yaküan beyaz üzerine turuncu güllü ve yeüil yaprakt bir elbise giymiüti. Etekleri dizinin altna gelen V yakal bu zarif elbiseyi, tpk antrenmanlarda hep ayn eüofman giyen bir sporcu gibi sürücülük derslerine her gidiüimizde giyer, derslerin sonunda bir eüofman
gibi,
elbise
terden
srlsklam
kesilirdi.
Derslere
baülamamzdan üç yl sonra bu elbiseyi Füsunun dolabnda asl görür görmez, o gerilimli ve baüdöndürücü ders saatlerimizi. Yldz Parknda, Abdülhamit'in sarayndan az ötede yaüadùmz mutluluùu istekle hatrlayacak, o anlar yeniden yaüayabilmek için hemen içgüdüyle elbisenin kollarn, göùsünü, Füsunun benzersiz kokusunu arayarak koklayacaktm. Füsun'un elbisesinin önce koltuk altlar slanr, slaklk yavaü yavaü göùüslere, kollara, karnna hoü bir üekilde yaylrd. Bazan arabann motoru parkn güneüli bir yerinde stop eder, üzerimize, tpk sekiz yl önce Merhamet Apartmannda seviüirken olduùu gibi tatl bir bahar güneüi vurur, hafifçe terlerdik. Ama Füsun'u ve sonra beni terleten asl üey, arabann içindeki kendi havamz, utancmz, gerginliùimiz, telaümzd. Füsun bir hata yapnca, mesela arabann saù tekerleùini kaldrmn kenarna sürtünce, diülilerin varlùn bize bir metal sesiyle hatrlatarak vitesi gcrdatnca ya da motoru stop ettirince öfkelenir, kzarr, terlemeye baülard. Ama asl ter, debriyaja yanlü basnca fükrrd. Füsun trafik kurallarn evde kitaplardan okumuü, neredeyse ezberlemiüti, direksiyonu kötü deùildi, ama debriyaj kullanmay -pek çok üoför aday gibi- öùrenemiyordu bir türlü. Dikkatle sürdüùü araba öùrenme parkurunda aùr aùr yol alrken kavüakta yavaülar, kaldrma dikkatli bir kaptann ada iskelesi-
468
Füsun'un Ehliyeti
ne yanaütrdù gemi gibi ihtiyatla yanaür, ben tam "Aferin güzelim, çok yeteneklisin," derken, ayaùn debriyajdan fazla hzla çeker ve araba boùularak öksüren bir ihtiyar gibi hamleler yaparak titremeye baülard. Hçkrkl, öksürüklü bir hasta gibi kesik kesik sallanan arabann içinde "Debriyaj, debriyaj, debriyaj!" diye baùrrdm. Ama Füsun debriyaj yerine telaüla ya gaza ya da frene basard. Gaza basnca, arabann öksürüklü hamleleri daha da büyüyerek tehlikeli bir hal alr, sonra da bir anda dururdu. Füsun un kpkrmz suratndan, alnndan, burnunun ucundan, üakaklarndan su gibi ter aktùn görürdüm. "Tamam artk yeter," derdi Füsun utançla, terini silerken, "Ben bunu öùrenemeyeceùim,
vazgeçiyorum!
Ben
zaten
üoför
olmak
için
yaratlmamüm." Hzla arabadan iner, uzaklaürd. Bazan da hiçbir üey demeden arabadan iner, bir mendille terini silerek uzaklaür, krk elli adm ötede tek baüna hrsla sigara içerdi. (Bir keresinde onu parkta tek baüna sanan iki erkek hemen baüna üüüümüütü.) Ya da arabadan inmeden hemen bir Samsun yakar, terle slanan izmaritini öfkeyle küllüùe bastrr, ehliyet almayacaùn, zaten böyle bir isteùinin de olmadùn söylerdi. O zaman yalnz onun ehliyeti deùil, gelecekteki mutluluùumuz da suya düüüyormuü gibi telaülanr, Füsun'a sabretmesi, sakin olmas için neredeyse yalvarrdm. Ter içindeki elbisesi omuzlarna yapümü olurdu. Güzel kollarn, yüzündeki telaül ifadeyi, çatlan kaülarn, telaüla geriliüini, seviütiùimiz bahar günlerindeki gibi ter içinde kalmü güzel vücudunu uzun uzun seyrederdim. Sürücü koltuùuna oturduktan az sonra telaütan, sinirden Füsunun yüzü kzarr, ter artnca elbisesinin üst düùmelerini açar, ama daha da çok terlerdi. Terle nemlenmiü boynuna, sakaklarna, kulaùnn arkasna bakarken, sekiz yl önce aùzma aldùm harika göùüslerinin sar bir armudu hatrlatan zarif biçimini çkarmaya, görme trlamaya çalürdm. (Ayn gece evde, odamda birkaç kadeh ra-
469
ve
ha
Füsun'un Ehliyeti
kdan sonra güzel göùüslerinin çilek rengindeki uçlarn da gördüùümü hayal ederdim.) Bazan Füsun'un arabay kullanrken, benim onu seyretme
zevkiyle
kendimden
geçtiùimi
fark
ettiùini,
ama
aldrmadùn, hatta bundan hoülandùn hissederek iyice kzürdm. Vitesi zorlamadan yumuüak bir hareketle nasl deùiütireceùini göstermek için uzannca, elim eline, güzel koluna, kalçasna deùer; arabann
içinde
gövdelerimizden
önce
ruhlarmzn
birleütiùini
düüünürdüm. Sonra Füsun ayaùn debriyajdan gene erken çeker, 56 Chevrolet ateüler içindeki zavall bir at gibi titreye titreye kendinden geçene kadar sarslrd. Derken arabann motoru susar, bir an parkn, ilerideki köükün, dünyann derin sessizliùini fark ederdik. Bahardan önce erkenden uçmaya baülayan bir böceùin vzltsn büyülenerek dinler; bahar günü parkta, ústanbul'da hayatta olmak ne kadar harikulade bir üey, farkna varrdk. Bir zamanlar Abdülhamit'in bütün dünyadan saklanarak Osmanl Devletini yönettiùi ve büyük havuzundaki minyatür gemiyle çocuk gibi oynadù (Jöntürkler onu bu gemiyle birlikte havaya uçurmay da planlamülard) büyük bahçe ve içindeki köükler, Cumhuriyet'ten sonra zengin ailelerin arabayla gezdiùi ve acemilerin araba kullanmay öùrendiùi bir parka çevrilmiüti. Yer sknts içerisindeki cesur ve istekli çiftlerin, öpüümek için parkn yüz yllk çnar ve kestane aùaçlarnn arkasndaki kuytu köüelere geldiùini. Piç Hilmi, Tayfun, hatta Zaim gibi dostlardan iüitmiütim. Aùaçlarn arkasnda birbirlerine sarlan bu cesur çiftleri görünce. Füsun ile uzun bir sessizliùe gömülürdük. En fazla iki saat süren ve tpk Merhamet Apartman'ndaki seviümelerimiz gibi bana saatler sürmüü gibi gelen dersimiz bitince, aramza bir frtnadan sonraki sessizlik çökerdi. "Emirgâna gidip bir çay içelim mi?" derdim parkn kapsndan çkarken. "Olur, peki," diye utangaç bir genç kz gibi fsldard Füsun.
470
Füsun'un Ehliyeti
Baükalarnn ayarladù gelin adayyla ilk buluümas çok baüarl geçen bir delikanl gibi heyecanlanrdm. Arabay Boùaz yollarnda suretken ve Emirgânda beton rhtma park edip arabann içinde çay içerken o kadar mutlu olurdum ki, konuüamazdm. Yaüadùmz üeyin yoùun maneviyatndan yorgun olan Füsun da, ya susard ya da araba kullanmaktan, derslerimizden söz ederdi. Çay içerken, Chevrolet'nin buùulanan camlarnn arkasnda bir-iki kere ona dokunmaya, onu öpmeye kalkümü, ama Füsun evlenmeden önce herhangi bir cinsel yaknlaümay hiç istemeyen ilkeli ve namuslu bir kz gibi beni kibarca itmiüti. Bunu yaptktan sonra Füsun'un neüesinden bir üey kaybetmediùini ve bana hiç kzmadùn görmek beni mutlu etmiüti. Sevincimde, evlenmeyi düüündüùü genç kzn "ilkeli" olduùunu öùrenen taüral damat adaynn sevincinden birüeyler de vard sanrm. 1983 Haziran'nda ehliyet snavna girebilmek için gerekli evraklar tamamlarken, Füsun ile ústanbul’u neredeyse baütan aüaù dolaütk. Bir gün, sürücü adaylarnn o ara olaùanüstü nedenlerle sevkedildiùi Kasmpaüa Askeri Hastanesi'nin kaleminde evrak kuyruùunda ve asabi bir doktorun kapsnda yarm gün srada bekledikten sonra, Füsun'un sinir sisteminin saùlam ve reflekslerinin yerinde olduùunu gösteren bir raporu alp arka mahallelerde gezmeye çktk ve ta Piyalepaüa Camii'ne kadar yürüdük. Bir baüka gün Taksim'deki úlkyardm Hastanesi'nde kuyrukta dört saat bekledikten sonra, doktor evine gidince, biz de öfkemizi yatütrmak için Gümüüsuyu'ndaki küçük Rus lokantasnda erken bir aküam yemeùi yedik. Bir baüka sefer, kulak-burun-boùaz doktoru tatilde olduùu için bizi sevk ettikleri Haydarpaüa'daki hastaneye giderken, Kadköy vapurunun arka güvertesinden martlara simit attk. Çapa Tp Fakültesi Hastanesi'nde, evraklarmz iüleme konmas için kaleme braktktan sonra beklerken, sokaklara çkp uzun uzun yürüdüùümüzü, parke taü kapl yokuülarda, dar sokaklarda ilerlerken Fatih
471
Füsun'un Ehliyeti
Oteli'nin önünden geçtiùimizi hatrlyorum. Yedi yl önce bir odasnda Füsun için o kadar ac çektiùim ve babamn ölüm haberim aldùm otel, o gün bana baüka bir üehirdeymiü gibi gözüktü. Yeni bir evrak tamamlayp yanmzda taüdùmz üzeri çay, kahve, mürekkep ve yaù lekeleriyle kapl dosyaya koyunca sevinçle hastaneden
çkar,
baüarmz
kutlama
heyecanyla
bir
mahalle
lokantasna girer, gülüüüp konuüarak yemek yerdik. Füsun sigarasn hiç gerilmeden, kimseden saklamaya çalümadan özgürce içer, bazan elini teklifsizce küllüùe uzatp benim sigaram alp onunla -tpk bir askerlik arkadaü gibi- kendi sigarasn yakar ve eùlenmek isteyen birinin iyimser bakülaryla dünyay gözden geçirirdi. Evli ve kederli sevgilimin
aslnda
gezip
tozmaya,
baükalarnn
hayatlarn
ve
mahallelerini seyretmeye, üehir hayatnn cilvelerine üaümaya, yeni insanlar tanyp özgürce dostluklar kurmaya ne kadar açk olduùunu görüp, ona daha da derinden âük oluyordum. "Adam gördün mü, boyundan uzun bir ayna taüyor," derdi Füsun. Mahalle arasndaki parke taü kapl sokakta futbol oynayan çotuklar benimle birlikle ve benden daha içten bir neüeyle seyrettikten sonra, arkadaki Karadeniz Bakkaliyesinden iki üiüe gazoz alrd (Meltem gene yoklu!). Elinde iri demirler, pompalarla "Laùmcn!" diye baùrarak eski ahüap evlerin kafesli pencerelerine, beton balkonlara, yukar katlara doùru seslenen satcyla, f usun çotuk merakyla ilgilenir; Kadköy vapurunda hem kabak soyacaù, hem limon skacaù, hem de et bçaù iüi gören yeni bir mutlak aletini tantan diùer satcnn elindeki icneke üeyi gözden geçirirdi "Çocuùu gördün mü?" derdi MM sokakta vururken. "Küçük kardeüini düpedüz boùazly o r ' ' Bu dörtyol aùznda çamurlu çocuk parknn hemen önündeki meydanda bir kalabalk biriktiùinde, "Ne oluyor, ne salyorlar1 diyerek hemen koüar, ay oynatan Çingenelere, sokaùn ortasnda alt alta üst üste yuvarlanarak dövüüen siyah ön-
472
Füsun'un Ehliyeti
lüklü okul çocuklarnn kavgasna ve çiftleüirken birbirlerine kilitlenen köpeklerin (mahalleli alayc çùlklar ve mahcup bakülar atarken) kederli gözlerine birlikte bakardk, iki arabann tamponlar çarpüp üoförler araçlarndan kavgaya hazr bir havada kzgnlkla çktklarnda; cami avlusundan kaçan portakal rengi plastik top yokuütan aüaù seke seke ne güzel inerken; ana caddede bir apartmann temelini kazan gürültülü bir arabann hareketlerine ve bir vitrinde açk duran televizyona herkesle birlikte biz de durup bakardk. Birbirimizi yeniden tanr gibi, birlikte ústanbul'u keüfetmekten, üehrin ve Füsunun her gün yeni bir halini görmekten derin hazlar alyordum. Hastanelerin yoksulluùuna ve düzensizliùine tank olduùumuzda, doktora bir görünebilmek için sabahn erken saatinde üniversite hastanelerinin
kaplarnda
kuyruk
olan
ihtiyarlarn
sefaletini
gördüùümüzde, arka sokaklardaki boü arsalarda belediyeden gizli kaçak kesim yapan telaül kasaplarla karülaütùmzda, hayatn karanlk yanlarnn
bizi
birbirimize
yaklaütrdùn
hissederdim.
Bizim
hikâyemizin tuhaf, hatta itici yan; üehrin ve insanlarn, sokaklarda yürüdükçe
sezdiùimiz
karanlk
ve
korkutucu
yanlaryla
karülaütrldùnda, o kadar da önemli deùildi belki. ûehir bize hayatlarmzn sradan yann hissettiriyor ve herhangi bir suçluluk duygusuna kaplmadan alçakgönüllü olmay öùretiyordu. Sokaklarda yürürken, dolmuüta, otobüste, üehrin kalabalùna karümann teselli edici gücünü içimde hisseder, vapurda yan koltukta kucaùnda uyuklayan torunuyla yolculuk eden baüörtülü teyzeyle ahbaplù ilerleten Füsun'a hayranlkla bakardm. Onun sayesinde, o günlerde ústanbul'da, baü açk güzel bir kadnla gezinmenin
bütün
zevklerini
ve
gerilimlerini
harikulade
bir
eùlenceymiü gibi yaüadm. Bir hastanenin kalemine girdiùimizde, bir devlet dairesine admmz altùmzda, bütün baülar ona çevrilirdi. Yaül memurlar yoksul hastalara, yaül kadnlara layk gördükleri yukardan bakan küçümseyici tavr yerine,
473
Füsun'un Ehliyeti
görevine ve kurallara baùl, çalükan memur havasna bürünür, yaüma hiç bakmadan ona "Hanmefendi!" diye hitap ederlerdi. Baüka hastalara "Sen" derken, Füsun'a altn çize çize "Siz" diye hitap edenler olduùu gibi, yüzüne hiç bakamayanlar da çoktu. Avrupa filmlerinden çkma kibar centilmen havasyla yaklaüp "Bir yardmm dokunabilir mi?" diyen genç doktorlar da vard, beni fark etmediùi için üakalar, kibarlklar yaparak Füsuna hafifçe aslan kaüarlanmü profesörler de... Bütün bunlar, örtülü olmayan güzel bir kadnla karülaünca devlet dairelerinde memurlar arasnda yaüanan bir anlk telaü, hatta panik duygusu yüzündendi. Baz memurlar Füsun'un karüsnda asl konuya hiç giremez, bazs kekeler, bazs onunla hiç konuüamaz, onun yerine iletiüim kuracaklar bir erkek ararlard yannda. Beni görüp de onun kocas olduùuma karar verdiklerinde hissedilen rahatlù, ben de onlarla çaresizlikle paylaürdm. "Füsun Hanm amatör sürücü ehliyeti müracaat için kulak-burunboùaz doktorundan rapor almak istiyor," derdim. "Beüiktaü'tan sevk edildik." "Doktor bey daha gelmedi," derdi koridordaki kalabalù denetleyen hademe. Elimizdeki dosyann kapaùn üöyle bir açar, sayfalarna bir bakü atard. "ûevkinizi kaleme kaydettirin, bir de sra numaras aln, bekleyin." Gözüyle iüaret ettiùi hasta kuyruùunun ne kadar uzun olduùunu fark ettiùimiz zaman da eklerdi: "Herkes srada bekliyor. Beklemeden olmaz." Bir gün, bir bahaneyle hademenin eline üç-beü kuruü tutuüturmay denemiütim, ama Füsun "Olmaz, herkes gibi yapalm," diyerek karü çkmüt. Srada beklerken, memurlarla ve hastalarla sohbet ederken, herkesin beni onun kocas sanmas hoüuma giderdi. Bunu, bir kadnn evli olmadù bir erkekle hastaneye asla gitmeyeceùiyle deùil, bizi birbirimize yakütrmalaryla açklardm. Tp Fakültesi Hastanesi'nde sra beklerken gezindiùimiz Cerrahpaüa'nn arka sokaklarnda bir an Füsun'u kaybedince, yknt halindeki
474
bir ahüap evin penceresi açlmü, baüörtülü bir teyze "karmn" yan sokaktaki bakkala girdiùini söylemiüti. Bu ücra mahallelerde ilgi çeksek bile kimseyi telaülandrmazdk. Bazan çocuklar peüimize taklr, bazan da yolunu kaybetmiü birileri, hatta turist olduùumuz sanlrd. Bazan Füsun'dan etkilenen bir delikanl, onu uzaktan da olsa daha çok seyredebilmek için peüimize düüer, birkaç sokak sonra benimle göz göze gelince efendice uzaklaür, peüimizi brakrd. Bir kapdan, bir pencereden baülarm uzatan kadnlar Füsun'a, erkekler de bana, burada kimi aradùmz, hangi adrese gitmek istediùimizi sk sk sorarlard. Bir keresinde Füsunun bir satcdan aldù eriùi yemek üzere olduùunu gören iyi niyetli bir teyze, "Dur kzm, ykayaym da öyle ye!" deyip evinden frlayp elimizdeki kesekâùdn almü, evinin alt katndaki taülk mutfakta erikleri ykamü, bize kahve piüirip kim olduùumuzu, burada ne aradùmz sormuü, ben kar-koca olduùumuzu, bu mahallelerde oturacak güzel bir ahüap ev aradùmz söyleyince, bütün komüulara haber salmüt. Arada Yldz Parkndaki yorucu ve yldrc direksiyon derslerine kan ter içinde devam ediyor, yazl imtihana da hazrlanyorduk. Füsun Kolay ûoför Kitab ve ûoför Ehliyet úmtihannda Sorulan Sorular ve Cevaplar
gibi yaynlar bir çay bahçesinde vakit öldürürken
çantasndan bazan çkarr, bana bir-iki soruyu ve cevabn gülerek okurdu. "Karayolu nedir?" "Neydi?" "Trafik için umumun faydalanmasna açk olan arazi üeridi ve sahalardr/ derdi Füsun cevabn yarsn ezberden, yarsn da sorucevapl kitaptan okuyarak. "Peki, trafik nedir?" Daha önceden sk sk iüittiùim cevab ezberden kekelerdim: Trafik, yayalarn ve hayvanlarn..." Arada Ve' yok," derdi Füsun. "Trafik, yayalarn, hayvanlarn, taütlarla müteharrik makinelerin ve lastik tekerlekli traktörlerin karayolu üzerindeki hal ve hareketleridir."
475
„----------------------------- , ---------------Füsun'un Ehliyeti --------------------------------------------------
Bu soru-cevap usulünü sever, ortaokul yllarn, hepsi ezbere dayanan dersleri, üzerinde "hal ve gidiü" notu olan karnelerimizi hatrlamak hoüuma gider ve neüelenerek Füsuna bir soru da ben sorardm. "Aük nedir?" "Neymiü?" "Aük, Füsun'un karayollar, kaldrmlar, evler, bahçeler ve odalarda gezinirken ve çay bahçelerinde, lokantalarda ve aküam yemeùi sofrasnda
otururken,
ona
bakan
Kemal'in
duyduùu
baùllk
duygusuna verilen addr." "Hmmm... güzel cevap," derdi Füsun. "Beni görmediùin zaman aük olmuyor mu?" "O zaman fena bir taknt, bir hastalk oluyor." "Bu da ehliyet snavnda ne kadar iüe yarar, hiç bilemem!" derdi Füsun. Evlenmeden önce bu çeüit üakay ve cilveleümeyi daha fazla sürdüremeyeceùini hissettiren bir havaya bürünür, ben de bu türden bir üakay o gün artk bir daha yapmazdm. Yazl snav Beüiktaü'ta, bir zamanlar Abdülhamit'in deli üehzadelerinden Numan Efendinin ud çalan harem kzlarn dinleyip, empresyonist Boùaz manzaralar resmederek vakit öldürdüùü küçük bir sarayda yapld. Cumhuriyetten sonra bir türlü iyi snlamayan bir devlet dairesine çevrilen binann kapsnda Füsun'u beklerken, sekiz yl önce o üniversite giriü snavnda terlerken, Taüküla'nn kapsnda da beklemem gerektiùini bir kere daha piümanlkla düüündüm. Sibel ile Hiltondaki niüan iptal edip, annemi yollayp Füsunu isteseydim, bu sekiz ylda üç tane çocuùumuz olurdu. Ama yaknda evlendikten sonra da üç tane, hatta daha fazla çocuk yapacak kadar vaktimiz olacakt. Bundan da o kadar emindim ki. Füsun "Hepsini yaptm!" diyerek snavdan neüeyle çknca, ileride kaç çocuùumuz olacaùn ona az daha söylüyordum, ama tuttum kendimi. Aküamlar hâlâ çok fazla gülüp eùlenmeden hep birlikte aile sofrasnda yemek yiyor, televizyona bakarak oturuyorduk.
476
Füsun'un Ehliyeti
Füsun yazl snavdan tam not alarak geçti, ama ilk direksiyon snavnda hiçbir varlk gösteremeden kald. Direksiyon imtihanna giren
herkes,
durumun
ciddiyeti
anlaülsn
diye
ilk
snavda
çaktrlyordu, ama biz buna kendimizi yeterince hazrlamamütk. Snav çok çabuk bitmiüti. Füsun snav heyetinin üç erkek üyesiyle Chevrolet'ye binmiü, arabay baüaryla çalütrp hareket ettirmiü, biraz ilerledikten sonra arkada oturan tok sesli jüri üyesi "Aynaya bakmadnz!" demiü, Füsun da ona dönüp "Efendim?" deyince, arabay hemen durdurup inmesini söylemiülerdi. Sürücü, araba kullanrken arkasna dönüp bakmazd. Heyet üyeleri, bu kadar kötü bir sürücünün aracnda kendilerini tehlikeye atmak istemeyen kiüilerin telaüyla arabadan inmiüler, Füsun da bu aüaùlayc tavrdan huzursuz olmuütu. Gelecek direksiyon snav için Füsun'a dört hafta sonrasna. Temmuz sonuna tarih vermiülerdi. Ehliyet bürokrasisini, rüüvet-sürücü kursu iülerini bilenler kederli ve aüaùlanmü halimize bakp gülmüüler, ústanbul'da sürücü snavyla ilgili herkesin doluüup çay içtiùi gecekondudan bozma çayhanede (duvarlarnda dört tane Atatürk resmi ve kocaman bir saat vard) bize ehliyet almak için gerekli yollar arkadaüça bir havayla öùretmiülerdi. Emekli trafik polislerinin ders verdiùi özel ve pahal bir sürücü kursuna yazlrsak (derslere gitmemiz üart deùildi) ehliyet snavndan geçerdik, çünkü snav heyeti ve pek çok polis o üirkete ortakt. Polislerin ortak olduùu bu kursa para verenler, direksiyon snavna özel hazrlanmü eski bir Ford ile katlabiliyorlard. Bu aracn üoför koltuùunun hemen yannda, yolu gösteren koskocaman bir delik açlmüt. Arabay dar bir yere park etmesi istenen sürücü aday, bu delikten yola çizilmiü renkli iüaretleri görüyor; aynann arkasna aslmü ayrntl klavuzu ayn anda okursa, hangi renkli iüarette direksiyonu sonuna kadar sola çevirmesi, hangisinde vitesi geriye takmas gerektiùini anlayarak arac hataszca dar yere park edebiliyordu. Herhangi bir kursa yazlmadan doùrudan yüklü bir para da verebi-
477
------------- ʄ ------------------------ Füsun'un Ehliyeti ------------------------------------------------
lirdik. Bir iüadam olarak rüüvetin bazan ne kadar kaçnlmaz olduùunu biliyordum.
Ama
Füsun,
kendisini
çaktran
polislere
zrnk
koklatmayacaùn iddial bir üekilde söylediùi için, Yldz Park'nda derslere devam ettik. úmtihan kitab, araba sürerken yerine getirilmesi gereken yüzlerce küçük kural saptamüt. Heyet önünde ehliyet adaynn yalnzca arabay düzgün bir üekilde kullanmas yetmez, ayn zamanda bu kurallar uyguladùn abartl hareketlerle kantlamas, mesela arka aynaya bakarken bir de aynay tutup baktùn göstermesi gerekirdi. Bu durumu ehliyet kurslarnda ve snavlarnda saçlarn aùartmü olan yaül ve babacan bir polis, son derece dostane bir havayla Füsun'a açklamü, "Kzm, imtihanda hem araba süreceksin hem de araba sürüyormuü gibi yapacaksn," demiüti. "Birincisi kendin için, ikincisi de devlet içindir." Parktaki direksiyon dersimizden sonra, güneüin gücünü kaybetmeye baüladù saatlerde, onunla Emirgân'a gidip, kyya arabay park edip kahve ve gazoz içmenin ya da Rumelihisan'nda bir kahvede oturup semaver ile çay smarlamann zevklerinin yannda, snav sknts hiçbir üey diye düüünürdüm. Ama okurlar bizim cvl cvl mutlu âüklar olduùumuzu da sanmamal. "Bu derslerde matematikten daha baüarlyz!" demiütim bir kere. "Göreceùiz..." demiüti Füsun ihtiyatla. Bazan çay içerken yllardr evli olan ve konuüulacak bütün konulan çoktan tüketmiü çiftler gibi masada sessizce oturur, önümüzden geçmekte
olan
Rus
tankerlerine,
ûehir
Hatlar
gemilerinden
Heybeliada'ya, hatta bir kere olduùu gibi Karadeniz turuna çkan Samsun gemisine, baüka hayatlar, baüka âlemleri düüleyen mutsuzlar gibi hayranlkla bakardk. Füsun ikinci snav da geçemedi. Bu sefer ondan çok zor bu üey islemiüler, arabay yokuü yukar ve geri geri giderek hayali bir park yerine yanaütrmasn beklemiülerdi. Füsun Chevro-
47
Füsun'un Ehliyeti
leti titreterek sarsnca, ayn aüaùlayc havayla onu hemen sürücü koltuùundan indirmiülerdi. Arzuhalcisinden çaycsna, emekli polisinden ehliyet adayna, Füsunun imtihann benimle birlikte uzaktan merakla seyreden erkek kalabalùndan biri, dönüüte üoför koltuùunda gene gözlüklü jüri üyesinin oturduùunu görünce, "Kary çaktrdlar," demiü, bir-iki kiüi de gülmüütü. Eve dönerken, Füsun'un aùzn bçak açmad. Ona sormadan arabay Ortaköy'de park ettim. Çarü içinde küçük bir meyhaneye oturduk ve birer kadeh buzlu rak istedim. "Hayat ksa ve çok güzel aslnda Füsun," dedim birkaç yudum rakdan sonra. "Kendini artk bu zalimlere hrpalatma." "Niye bu kadar iùrençler?" "Para istiyorlar. Paralarn verelim." "Sence kadnlar iyi araba kullanamaz m?" "Bu benim deùil, onlarn fikri..." "Herkesin fikri..." "Canm, sakn bunu da inada bindirme." Bu son sözümü, Füsun hiç fark etmesin isterdim. "Benim hayatta inada bindirdiùim hiçbir üey yok Kemal," dedi. "Yalnzca onuru, gururu ayaklar altna alnrken, insann baün eùmemesi lazm. ûimdi senden bir üey isteyeceùim, lütfen beni ciddiyetle dinle. Çünkü çok kararlym. Ben ehliyetimi rüüvet vermeden alacaùm Kemal, sakn buna karüma. Arkamdan gizlice rüüvet de verme, torpil de yaptrma, anlarm, çok krlrm." "Peki," dedim önüme bakarak. Çok konuümadan birer kadeh rak daha içtik. Aküamüstü çarü içindeki meyhane boütu. Midye tavalarn, kekikli kimyonlu küçük köftelerin üzerine, sabrsz ve kararsz sinekler konuyordu. Benim için hatras çok deùerli olan o salaü meyhaneyi yeniden görebilmek için yllar sonra Ortaköy'e gittim; ama bütün bina yklmü, yerine ve çevresine hediyelik turistik eüyalar ve incik-boncuk satan dükkânlar açlmüt... 479
------------- ʄ ------------------------ Füsun'un Ehliyeti ------------------------------------------------
O aküamüstü, lokantadan çkp arabaya binerken Füsun'un kolunu tuttum. "Biliyor musun güzelim, sekiz yldr ilk defa bir meyhanede baü baüa yemek yedik." "Evet," dedi. Bir an gözlerinde beliren ük, beni inanlmayacak kadar mutlu etti. "Sana bir üey daha diyeceùim. Anahtar ver, arabay ben süreceùim." "Tabii." Beüiktaü ve Dolmabahçe kavüaklarnda, yokuülarda biraz terledi, ama içkili olmasna raùmen çok da fazla zorlanmadan Chevroletyi Firuzaùa Camii'nin önüne kadar baüaryla getirdi. Üç gün sonra snava hazrlanmak için ayn yerden onu alrken arabay gene kullanmak istedi, ama üehir polis kaynyordu, onu caydrdm. Dersimiz ise scak havaya raùmen harika geçti. Dönüü yolunda ise rüzgârl, çrpntl Boùaz sularna bakp "Keüke mayolarmz alsaydk!" dedik. Ondan sonraki sefer, Füsun evden çkarken çiçekli elbisesinin içine burada sergilediùim mavi bikiniyi giymiüti. Dersten sonra gittiùimiz Tarabya Plaj'nda, elbisesini ancak rhtmdan denize atlamadan hemen önce çkard. Sekiz yl sonra güzelim gövdesine bir an çok utangaç bir bakü atabildim. Ayn anda Füsun benden kaçar gibi koüarak denize atlad. Denize dalarken arkasndan çkan su, köpükler, hoü bir ük, Boùaz’n laciverdi, bikinisi, bütün bunlar kafamda unutulmaz bir resim, bir duygu oluüturmuütu. Yllar sonra bu harika duyguyu, mutlu rengi; eski fotoùraflarda, kartpostallarda, ústanbul'un dertli koleksiyoncular arasnda yllarca aradm. Füsun'un hemen arkasndan ben de kendimi denize attm. Aklmn tuhaf bir yan denizde ona canavarlarn, kötü yaratklarn saldrdùn söylüyordu. Ona yetiümeli, denizin karanlùnda onu korumalydm. Çrpntl sularda onu arayarak aür bir mutluluk çlgnlùyla ve o mutluluùu kaybetme telaüyla bütün gücümle yüzdüùümü, bir an telaütan boùulacak gibi ol-
48
duùumu hatrlyorum. Füsun, Boùaz akntsna kaplp gitmiüti! O an ben de onunla ölmek, hemen ölmek istedim. Derken Boùaz’n üakac çrpntlar bir anda açld ve Füsun'u karümda gördüm. Nefes nefeseydik. Birbirimize mutlu âüklar gibi gülümsedik. Ama ona dokunmak, onu öpmek için yaklaümaya çalütkça ilkeli, namuslu kzlar gibi suratn asyor, hiç cilve yapmadan soùuk bir havayla kurbaùalama yüzerek uzaklaüyordu. Ben de ayn hareketlerle yüzerek arkasndan gidiyordum. Yüzerken suyun içinde güzel bacaklarnn yaptù hamleleri, kalçalarnn tatl yuvarlaklarn seyrediyordum. Çok sonra, iyice açldùmz hissettim. "Yeter!" dedim. "Kaçma benden, buralarda aknt baülar, bizi alr götürür, ikimiz de ölürüz." Arkam dönünce, ne kadar açldùmz görerek korktum. ûehrin ortasndaydk. Tarabya Koyu, bir zamanlar hep birlikte gittiùimiz Huzur Lokantas, diùer lokantalar, Tarabya Oteli, kvrla kvrla sahil yolunda ilerleyen arabalar, minibüsler, krmz otobüsler, arkalardaki tepeler, Büyükdere srtlarndaki gecekondu mahalleleri, bütün üehir bizden uzaklaümüt. Sanki yalnzca Boùaz’ ve üehri deùil, arkada braktùm hayatm da, büyük bir minyatüre bakar gibi seyrediyordum. ûehirden ve kendi geçmiüimden bu uzaklùmda rüyalardan çkma bir yan vard. ûehrin ortasnda ve Boùaz’n içinde, ama Füsunla herkesten de bu kadar uzakta olmak, ölüm gibi ürpertici bir duyguydu. Çrpntl denizin içinden büyükçe bir dalga Füsun'u sallayarak üaürtnca küçük bir çùlk att, sonra bana tutunmak için kolunu boynuma, omzuma sard. Ölene kadar ondan ayrlmayacaùm çok iyi biliyordum artk. Bu ateü gibi dokunmadan -kucaklaüma da denebilir- hemen sonra, Füsun yaklaümakta olan bir kömür üilebini bahane ederek uzaklaüt. Çok güzel ve hzl yüzüyordu, ona yetiümekte zorlandm. Sahile çknca Füsun
benden
uzaklaüp
soyunma
vücutlarndan utanmayan sevgililer
481
kabinine
gitti.
Birbirlerinin
Füsun'un Ehliyeti
•-------------------------------------------------- Füsun'un Ehliyeti------------------------------------------------------------
gibi deùildik hiç. Tam tersi, ailelerinin evlensinler diye tanütrdù bir çift gibi utangaç, sessiz ve çekingendik ve birbirimizin vücutlarna bakamyorduk. Derslere gide gele ve bazan da üehir içinde kullanarak, Füsun araba kullanmay iyice öùrendi. Ama Aùustos baündaki snav gene geçemedi. "Çaktm, ama boü ver, unutalm bu kötü insanlar," dedi Füsun. "Denize gidelim mi?" "Gidelim." Snava, askere gider gibi arkadaülaryla gelen, fotoùraflar çektiren ve baüarszlùa uùrayan pek çok üoför aday gibi, snav yerinden Füsun'un sigara içerek ve kornasn kabadayca kullandù arabayla uzaklaütk. (Yllar sonra gittiùimde, o kel, çöplü, berbat tepelerin, yüzme havuzlu lüks sitelerle kaplandùn gördüm.) Yaz sonuna kadar Yldz Park'nda derslere devam ettik, ama sürücü ehliyeti, buluüup birlikte denize ya da bir meyhaneye gitmek için bir bahaneydi artk. Birkaç kere de Bebek úskelesi’nin
yanndan
sandal
kiralayp,
birlikte
kürek
çekip,
denizanalarndan ve mazot lekelerinden uzak bir yerde, akntyla boùuüarak denize girdik. Akntya kaplmamak için birimiz sandal tutar, öbürü de onun elini tutard. Bebek'ten sandal kiralamay, Füsun'un elini tutma zevki için de çok severdim. Sekiz yl sonra çiçeklenen aükmz coükulu bir üekilde deùil, yorgun bir arkadaülk gibi ihtiyatla yaüyorduk. Bu sekiz ylda yaüadklarmz, içimizdeki aük derinlere bir yere itmiüti. Aükn varlùn, onunla en az ilgilendiùimiz zamanlarda bile hissediyorduk, ama evlenmeden daha fazla yaknlaümann tehlikelerine Füsun'un hiç girmek istemediùini görüyor, içimden hiç eksik olmayan ona sarlma, onu öpme isteùine ben de direniyordum. Evlenmeden önce çiftlerin kendilerini kaybedip düüüncesizce seviümelerinin daha sonra evliliùe mutluluk getirmeyeceùini, tam tersi bir hayal krklù ve iç sknts yaratacaùn dü-
482
üünmeye baülamütm. Hâlâ arada bir orada burada gördüùüm Piç Hilmi, Tayfun, Mehmet gibi randevuevlerine giden, zamparalklaryla övünen arkadaülarmn da biraz ruhsuz olduklarn düüünüyordum artk. Füsun ile evlendikten sonra takntlarm unutacaùm, bütün arkadaülarm
ve
eski
çevremi
mutlulukla
ve
olgunlukla
kucaklayacaùm da hayal ediyordum. Yaz sonunda Füsun direksiyon imtihanna gene ayn heyetle girdi ve bir kere daha kald. Her zamanki gibi erkeklerin, ústanbul'da araba kullanan kadnlar hakkndaki bildik önyarglarna bir süre takld. Bu konu açldùnda, yüzünde çocukluùunda kendisini taciz eden, elleyen rezil amcalardan ta yllar önce bana söz ederken beliren ifade belirirdi. Bir aküamüstü direksiyon dersinden sonra gittiùimiz Saryer Plajnda bir kenarda oturmuü Meltem Gazozu içerken (demek ki Papatyal reklam kampanyas biraz baüarl olmuütu), Mehmet'in arkadaü Faruk ve niüanls ile karülaünca, bir an tuhaf bir utanç duydum. 1975 Eylülünde Faruk, Anadoluhisar'nda-ki yalya çok geldiùi, Sibel ile oradaki hayatmza yakndan tank olduùu için deùildi bu; Füsun ile hiç konuümadan
Meltem
içerken,
pek
de
fazla
neüeli
ve
mutlu
gözükmediùimiz için utanmütm. O gün Füsun ile birlikte denize son kez gittiùimizi hissettiùimiz için de sessizdik. Nitekim o aküamüstü ilk leylek sürüsü üzerimizden geçip bize güzel yazn bitmekte olduùunu hatrlatt. Bir hafta sonra ilk yaùmurlarla birlikte plajlar kapannca, Yldz Park'na gidip araba kullanmak ne Füsun'un ne de benim içimizden hiç gelmedi. Üç kere daha çaktrldktan sonra, Füsun direksiyon snavn 1984ün baünda geçti. Ondan bkmülar, rüüvet vermeyeceùini de anlamülard. Ehliyetini kutlamak için o gece onu, Nesibe Halay ve Tank Bey'i Bebek Maksim Gazinosu'na Müzeyyen Senar'n eski üarklarn dinlemeye götürdüm.
483
Füsun'un Ehliyeti
74. T AR IK BE Y Hep birlikte Bebek Maksime gittiùimiz o aküam, hepimiz sarhoü olduk. Müzeyyen Senar'n sahneye çkmasndan sonra, bütün masa hep birlikte baz üarklara katldk. Nakaratlarda hep bir aùzdan üarklar söylerken, herkes birbirinin gözünün içine bakyor, gülümsüyordu. Bütün gecede bir veda töreni havas olduùunu da, üimdi yllar sonra hayal ediyorum. Aslnda Müzeyyen Senar' dinlemekten, Füsun'dan çok Tark Bey hoülanrd. Ama Füsun'un da babasnn içip üark söylemesini görmekten, Benzemez Kimse Sana gibi üarklar Müzeyyen Senar'dan dinlemekten mutlu olacaùn düüünmüütüm. O gecenin benim için unutulmaz bir baüka yan ise, artk Feridun'un yokluùunun yadrganmamasyd. O gece Füsun, annesi ve babasyla birlikte ne kadar çok zaman geçirdiùimizi mutlulukla düüündüm. Bazan zamann ne kadar çok akmü olduùunu yklan bir binadan, küçük bir kzn çocuklu, neüeli, iri göùüslü koca bir kadn olmasndan ya da gözümün çoktan alütù bir dükkânn kapanmasndan anlar, telaülanrdm. O günlerde ûanzelize Butik'in kapandùn görmek, bana yalnzca hatralarm kaybettiùim için deùil, bir an hayat kaçrdùm hissettiùim için de ac verdi. Dokuz yl önce Jenny Colon çantay gördüùüm vitrinde, üimdi útalyan salam kangallar, kaüar peyniri tekerlekleri, memlekete yllardr ilk defa giren Avrupa markalarnn salata soslar, makarnalar ve gazozlu içecekleri sergileniyordu. Aküam yemeklerinde annemden dinlediùim en son evlilik, çocuk ve aile haberleri ve dedikodular da, aslnda bu tür hikâyelerden her zaman çok hoülanmama raùmen, o günlerde beni huzursuz ederdi. Annem, çocukluk arkadaüm Fare Faruk'un ksa süre önce (üç yl!) yaptù evlilikten ikinci çocuùunun da olduùunu -hem de erkekballandrarak anlatrken, hayat Füsun ile yaüayamadùmz düüüncesi neüemi kaçrr, ama annem beni hiç fark etmeden anlatr da anlatrd.
484
Tank Bey
ûaziment büyük kzm Karahanlarn oùluyla en sonunda evlendirdiùinden beri, kayak için artk her ûubat Uludaù'a deùil, küçük kzn da alarak Karahanlarla birlikte bir aylùna úsviçre'ye gidiyordu. Küçük kz orada otelde kendine çok zengin bir Arap prensi bulmuü, ûaziment onu da baüaryla tam evlendirecekken, Arabn ülkesinde bir kars, hatta bir haremi olduùu ortaya çkmüt. Ayvalkl Halislerin en büyük oùlunun -"Hani o en uzun çeneli olan," derken, annem küçük bir kahkaha atmü, ben de ona katlmütm- Alman dadyla kü günü, Erenköy'deki
yazlkta
yakalandùn,
annem
Suadiye'deki
evin
komüusu Esat Bey'den duymuütu. Bir zamanlar parklarda kovaküreklerle birlikte oynadùmz tütün tüccar Marufun oùullarndan küçüùünün teröristlerce kaçrldùn, aile fidye verince de brakldùn hiç iüitmememe ise annem üaümüt. Evet, olay gazetelere geçmeden örtbas edilmiüti, ama aile ilk baüta pintilik edip paray vermek istemediùi için, "herkes" bu olay aylarca konuümuütu, nasl bilmezdim? Annemin bu sorusunun arkasnda Füsunlara ziyaretlerime bir iùneleme var m diye dertlenir, yaz aküamlar eve getirdiùim slak mayolar nerede, kiminle giydiùimi soruüunu, sonra ayn soruyu Fatma Hanm'a sorduruüunu hatrlar, "Çok çalüyorum anneciùim," diye konuyu geçiütirmeye çalür (oysa annem Satsat'n periüan halini biliyor olmalyd), dokuz yl sonra Füsun'a olan takntm annemle deùil paylaüabilmek, üstü örtülü olarak bile hâlâ konuüamadùm için mutsuz olur, dertlerimi unutmak için annemin daha eùlenceli yeni bir hikâye daha anlatmasn isterdim. Bir zamanlar Füsun ve Feridun ile yazlk Majestik Bahçe Sinemas'nda karülaütùmz Cemile Hanm'n, tpk annemin bir diùer arkadaü Mükerrem Hanm gibi, ailesinin bakm her geçen gün zorlaüan seksen yllk ahüap konaùn tarihî film çekenlere kiraya verdiùini, ama film çekilirken bir elektrik arzas sonucu "o koskoca canm konaùn" yandùn, herkesin yerine apartman binas dikebilmek için aslnda ailenin konaù
485
Tank Bey
bilerek yaktrdùn söylediùini, bir aküam annem uzun uzun ayrntlara girerek öyle bir anlatmüt ki, benim sinemac çevrelerle ne kadar içli dül olduùumu annemin çok iyi bildiùini anlamütm. Bu ayrntlar, anneme Osman yetiütiriyor olmalyd. Gazetelerde okuduùum eski Düiüleri Bakan Melikhan'n bir baloda halya taklp düütükten iki gün sonra beyin kanamasndan ölmesi gibi eùlenceli haberlerden, Sibel'i ve niüan hatrlattù için annem hiç söz etmezdi. Annemin duymam istemediùi haberlerin bazlarn da, Niüantaü'ndaki berber Basri'den alrdm. Basri, babamn arkadaü Fasih Fahir'in kars Zarife ile Bodrum'da ev aldùn, Ay Sabih'in aslnda çok iyi kalpli bir çocuk olduùunu, üu ara altna yatrmn yanlü olduùunu, fiyatlarn düüeceùini, bu bahar at yarülarnda çok üike yaplacaùn, ünlü zengin Turgay Bey'in kafasnda tek tel saç kalmamasna raùmen bir beyefendi alükanlùyla kendisine hâlâ düzenli olarak geldiùini, iki yl önce kendisine Hilton'un berberi olmas için teklif yapldùn ama "prensip sahibi" (bu prensibin ne olduùunu söylememiüti) bir insan olduùu için bu teklifi reddettiùini anlatr, sonra beni sorar, aùzmdan laf almaya çalürd. Basri'nin ve onun Niüantaül zengin müüterilerinin Füsun'a olan takntmdan haberdar olduklarn sinirlenerek hisseder, onlara dedikodu malzemesi vermemek için bazan Beyoùlu'na, babamn eski berberi Cevat'n dükkânna gider, ondan da Beyoùlu'ndaki haydutlarn (artk onlara mafya denmeye baülamüt) ve sinemaclarn hikâyelerini dinlerdim. Papatyann ünlü prodüktör Muzaffer ile birlikte olduùu dedikodusunu mesela, bir de ondan iüitmiütim. Bütün bu dedikodu ve haber kaynaklan, bana Sibel'den, Zaim'den, Mehmet ve Nurcihann düùünlerinden hiç söz etmezlerdi. Bundan, herkesin üzüntülerimi, aclarm iyi bildiùi sonucunu çkarmam gerekirdi; ama çkarmaz, dedikoducularn bu dikkatini, tpk sevdiùim banker iflaslar konusunu beni sevindirmek için sk sk yeniden açmalar gibi doùal karülardm.
486
---------------------------Tank Bey -------------------------------------------------------
úki yl önce saùda solda, yazhanede, arkadaülardan iüittiùim iflas eden bankerler ve onlara para kaptranlar konusunu, ústanbul zenginlerinin ve onlarn köle gibi baùl olduklar Ankara'nn ne kadar budala olduùunu gösterdiùi için seviyordum. Annem de, "Rahmetli babanz 'Bu uydurma bankerlere güvenilmez,' diye hep söylerdi!" der, konuyu
biz
öteki
budala
zenginler
gibi
bankerlere
para
kaptrmadùmz için severdi. (Ben bazan Osman'n yeni üirketlerden kazandù parann bir ksmn kaptrdùn, ama bunu herkesten sakladùn hissederdim.) Annem sevdiùi ve arkadaülùm sürdürdüùü baz ailelerin -mesela güzel kzlaryla bir zamanlar evlenmemi istediùi Kova Kadri'nin ailesinin, Cüneyt Bey ile Feyzan Hanmlarn, Cevdet Beylerin ve Pamuklarn- bankerlere para kaptrmalarna üzülür, ama Lerzanlarn neredeyse bütün servetlerini emanet ettikleri "sözümona bankerin" kendi fabrikalarnda muhasebecilik eden (eskiden de bekçiymiü) birinin oùlu olmasna, ailenin srf "derme-çatma bir yazhanesi var, televizyona reklam veriyor ve güvenilir bir bankann çek defterini kullanyor" diye çok ksa zaman önceye kadar gecekonduda yaüayan böyle birisine neredeyse bütün parasn emanet edebilmesine çok hayret etmiü gibi yapar (hayretten baylacakmü gibi gözlerini kapayarak yar üaka yar ciddi baüm sallar), sonra "Hiç olmazsa senin artistlerle arkadaülk eden Kastelli gibi birisini seçselerdi," diyerek bir kahkaha atard. "Senin artistler" sözünün üzerinde hiç durmaz; aralarnda -okurun da bildiùi gibi- Zaim'in de bulunduùu bu kadar "akl baünda, doùru dürüst" insann, nasl bu kadar "budala" olabildiùine annemle birlikte her seferinde ayn merak ve neüeyle üaümaktan hoülanrdm. Annemin "budala" dediùi bu insanlardan biri de Tark Bey'di. Tark Bey, reklam filmlerinde Pelür'den dostumuz olan ünlü oyuncular oynatan Banker Kastelli'ye parasn yatrmüt. úki yl önce batan parasnn çok az olduùunu zannediyordum, çünkü Tark Bey kederini, acsn bana hiç yanstmamüt.
487
Tank Bey
Füsunun ehliyetini almasndan iki ay sonra, 9 Mart 1984 Cuma günü Çetin beni Çukurcuma'daki eve aküam yemeùi için braktùnda, bütün pencerelerin ve perdelerin açk olduùunu gördüm. úki katta da lambalar yanyordu. (Oysa Nesibe Hala yemek vakti yukardaki odalarda herhangi bir lambann yanmasna israf diye çok sinirlenir, bir ük görürse "Füsun, kzm, yatak odanzn lambas açk kalmü," der. Füsun hemen çkar, lambay söndürürdü.) Kendimi Feridun ile Füsun arasnda bir aile kavgasna hazrlayarak yukar çktm. Yllardr oturup yemek yediùimiz masa boütu, sofra kurulmamüt. Açk televizyonda, oyuncu dostumuz Ekrem Bey, Osmanl veziriazam kyafeti içinde, kâfirler hakknda nutuk atyor, komüu bir teyze ile kocas ne yapacaùn bilmeden filmi göz ucuyla seyrediyorlard. "Kemal Bey," dedi komüu elektrikçi Efe. "Tank Bey vefat etti. Baünz saù olsun." Koüa koüa yukarya çktm, içgüdüyle Tank Bey ile Nesibe Halann odasna deùil, Füsun'un odasna, yllardr hep düülediùim bu küçük odaya girdim. Güzelim yataùna uzanmü, iki büklüm olmuü, aùlyordu. Beni görünce toparland, doùruldu. Yanma oturdum. Bir anda bütün gücümüzle birbirimize sarldk. Baün, göùsüm ile boynumun arasna dayad ve sarslarak aùlamaya baülad. Onu kollarmda tutmak ne büyük mutluluktu Allahm! Dünyann derinliùini, güzelliùini, snrszlùn hissettim. Göùsü göùsüme, baü omzuma dayanmüt; onu deùil, bütün dünyay kucaklamüm gibi geldi bana. Sarslmalar beni üzüyor, derinden kederlendiriyordu, ama ne kadar da mutlu ediyordu! Saçlarn üefkatle, özenle, neredeyse tarar gibi oküadm. Elimin alnna, saçlarnn baüladù yere yeniden her dokunuüunda, Füsun yeni bir gözyaü saùanaù ile titreyerek aùlyordu. Acsn paylaüabilmek için, kendi babamn ölümünü düüündüm. Ama onu o kadar sevmeme raùmen, benimle babam ara-
Tark Bey----------------------
snda bir gerginlik, bir rekabet vard. Füsun ise babasn biç zorlanmadan, yorulmadan, çok derinden, insann dünyay, güneüi, sokaktan, evini sevmesi gibi rahatça seviyordu. Gözyaülar da babas kadar sanki bütün dünyann haline, hayatn biçimine aktlyormuü gibi geldi bana. "Merak etme canm," diye kulaùna fsldadm. "Bundan sonra her üey çok iyi olacak. Bundan sonra her üey düzelecek. Çok mutlu olacaùz." "ústemiyorum hiçbir üey artk!" deyip daha da üiddetle aùlamaya baülad. Titreyiülerini kollarmn içinde hissederken, odann içindeki eüyalara, dolabna, çekmeceye, küçük komodine, Feridun'un sinema kitaplarna, her üeye uzun uzun, dikkatle baktm. Füsun'un bütün eüyasnn, elbiselerinin olduùu bu odaya girebilmeyi sekiz yl boyunca ne kadar çok istemiütim. Füsun'un hçkrklar daha da üiddetlenince, Nesibe Hala geldi: "Ah Kemal," dedi. "Ne yapacaùz üimdi? Ben onsuz nasl yaüarm?" Yataùn kenarna oturup aùlamaya baülad. Bütün geceyi Çukurcuma'daki evde geçirdim. Bazan aüaù iniyor, baüsaùlùna gelen komüularla, tandklarla oturuyordum. Bazan yukar çkyor, odasnda aùlayan Füsun'u teselli ediyor, saçn oküuyor, eline temiz bir mendil veriyordum. Yan odada babasnn ölüsü yatarken ve aüaùda bir komüu ve tandk kalabalù çay, sigara içip sessizce televizyon seyrederken, dokuz yl sonra ilk defa Füsun ile bir yatakta uzanp birbirimize bütün gücümüzle sarldk. Boynunun, saçlarnn, aùlamaktan terlemiü teninin kokusunu içime çektim. Daha sonra aüaù inip misafirlere çay verdim. Durumdan habersiz olan Feridun, o aküam eve gelmedi. Komüularn benim varlùm doùal karülamaktan baüka, Füsun'un kocas benmiüim gibi davranmalarnn da nasl bir incelik olduùunu, üimdi yllar sonra kavryorum. Her birini Çukur-cumaya gide gele, yolda, bazan eve girip çkarken tandùm bu insanlara çay-kahve hazrlayp sunmak, küllükleri boüaltp kö-
489
Tank Bey
üedeki börekçiden aceleyle getirtilen börekleri ikram etmek, beni, Füsun'u ve Nesibe Hala'y oyalyordu. Bir ara üç kiüi, yokuüta bir dükkân
olan
Laz
marangoz,
müzegezerlerin
takma
elinden
hatrlayacaklar Rahmi Efendi'nin büyük oùlu ve Tank Bey'in öùleden sonralar buluüup kâùt oynadù eski bir dostu, arka odada bana tek tek sarlp
ölenle
ölünmeyeceùi
sözünü
tekrarladlar.
Tark
Bey'e
kederlenmeme raùmen, içimde snrsz bir yaüama isteùi olduùunu, yeni bir hayata yaklaütùm için aslnda o gece çok mutlu olduùumu derinden derine sezip utandm. Paralarn yatrdù banker 1982 Haziran'nda iflas edip yurtdüna kaçnca, Tark Bey kendi gibi diùer "bankerzedeler"in (gazetelerin sevdiùi bir kelimeydi bu) kurduùu bir derneùe gidip gelmeye baülamüt. Bu derneùin amac, batan bankerlere para kaptrmü emeklilerin, küçük memurlarn paralarn hukuk yoluyla geri almakt, ama baüarl olamyorlard. Tark Bey'in kimi aküamlar gülerek, neredeyse hiç önemsemeyen bir havayla anlattù gibi, -dernekte toplanan "enayi kalabalù" da derdi- bazan ortak bir karar alnamadù gibi, bankerzedeler bir süre sonra kendi aralarnda tartümaya baülard. útiü kakülara, yumruklaümalara, kavgalara varrd bu tartümalar... Bazan da baùra çaùra zorlukla kaleme aldklar bir dilekçeyi, bakanlùa ya da olaylar önemsemeyen bir gazeteye ya da bir bankann kapsna brakrlard. O srada bazlar bankay taülar, baùrr çaùrr, dertlerini duyurmaya çalür, bazan bir banka memuru tartaklanrd. Kaplarn krlp bankerlerin yazhanelerinin, evlerinin yaùmalandù bu olaylardan sonra, Tark Bey galiba bir kavgada da taraf olup dernekten uzaklaümüt; ama geçen yaz biz Füsun ile ehliyet için terleyip denize girerken, derneùe yeniden gitmeye baülamüt. Bu öùleden sonra dernekte bir üeye sinirlenmiü, göùüs aùrlaryla eve dönmüü, daha sonra gelen doktorun bir saniyede isabetle teühis ettiùi gibi kalp krizinden ölmüütü.
490
Tark Bey----------------------
Füsun, babas ölürken evde olmadù için de ac çekiyordu. Tank Bey yataùa uzanp kzn ve kansn uzun bir süre beklemiü olmalyd. Nesibe Hala ile Füsun, o gün Moda'da bir eve, acele bir elbise yetiütirmeye gitmiülerdi. Benim aileye yaptùm bütün yardmlara raùmen, Nesibe Hala'nn arada bir resimli dikiü kutusunu alp baz evlere gündelikçi olarak dikiüe gittiùini biliyordum. Baüka baz erkekler gibi Nesibe Hala'nn çalümasn kendim için bir hakaret saymaz, hiç de ihtiyac olmadù halde, hâlâ terzilik etmesini takdir ederdim. Ama Füsun'un da onunla arada bir gittiùini her iüittiùimde, huzursuzluk duyuyordum. Güzelim, bir tanem, o yabanc evlerde ne yapyor diye dertlenirdim bazan, ama Füsun nadiren gittiùi ve daha da seyrek olarak anlattù bu günlerden -tpk annesinin yllar önce anneme Suadiye'ye gelmesi gibi- bir gezinti, bir eùlence gibi söz eder, Kadköy vapurunda ayran içtiklerini, martlara simit attklarn, havann, Boùaz'n çok güzel olduùunu öyle bir neüeyle anlatrd ki, ona ileride evlenip zenginler arasnda yaüayacaùmz, o zaman dikiüe gittiùi bu insanlardan biriyle karülaümaktan ikimizin de hoülanmayacaùn söyleyemezdim. Herkes gittikten ve gece yansndan çok sonra, aüaùdaki arka odada divana kvrlp uyuyakaldm. Hayatmda ilk defa onunla ayn evde uyumak... Bu büyük bir mutluluktu. Uyuyakalmadan önce içeriden Limon'un kafesinde çkardù tkrty iüittim, sonra vapur düdüklerini duydum. Sabah ezan okunurken Boùaz'dan gelen vapur düdükleri iyice yoùunlaünca uyandm. Rüyamda Füsun'un dün Kara-köyden vapurla Kadköy'e geçiüi Tark Bey'in vefatyla birleümiüti. Arada sis düdüklerini de iüitiyordum. Sisli günlere özgü sedef rengi tuhaf ük, bütün evi kaplamüt. Beyaz bir rüyada hareket eder gibi merdivenlerden sessizce yukar çktm. Füsun ile Nesibe Hala, Füsun ile Feridun'un evliliklerinin ilk mutlu gecelerini geçirdikleri yatakta birbirlerine sarlmü, uyuyorlar-
491
d. Nesibe Halann beni iüittiùini hissettim. Kapdan içeriye bir daha dikkatle baktm: Füsun gerçekten uyuyor, Nesibe Hala ise uyuyormuü gibi yapyordu. Öteki odaya girdim ve üzerindeki çarüaf hafifçe kaldrp Tark Bey'in yatakta uzanan ölüsüne ilk defa baktm. Bankerzede derneùine giderken giydiùi ceket vard üzerinde. Yüzü bembeyaz olmuü, kan ensesinde birikmiüti. Yüzündeki lekeler, benler, krüklklar, ölümle birlikte sanki bir anda artmü, büyümüütü. Ruhu çekip gittiùi için miydi bu, yoksa gövdesi üimdiden çürümeye, deùiümeye baüladù için mi? Ölünün varlù, korkutuculuùu, Tark Bey'e duyduùum sevgiden çok daha kuvvetliydi. ûimdi Tark Bey'i anlamak, kendimi onun yerine koymak deùil, ölümden kaçmak istiyordum. Gene de odadan çkmadm. Tark Bey'i, Füsun'un babas olduùu ve birlikte yllarca ayn masada oturup rak içip televizyon seyrettiùimiz için sevmiütim. Ama bana karü hiçbir zaman tamamen içten olmadù için, onu tam da benimseyememiütim. úkimiz de birbirimizden tam anlamyla hoünut deùildik, ama gene de iyi idare etmiütik. Bunu düüünür düüünmez, aslnda Tank Bey'in ta baütan beri, tpk Nesibe Hala gibi benim Füsun'a olan aükm bildiùini anladm. Anladm deùil, kendime itiraf ettim demeliyim. Kzyla, daha on sekiz yaündayken sorumsuzca yattùm büyük ihtimal ta ilk aylardan beri biliyor, benim kalpsiz bir zengin, yoz bir çapkn olduùumu düüünüyordu. Kzn benim yüzümden parasz, deùersiz bir damatla evlendirmiü, elbette benden nefret etmiüti! Gene de benden nefret ettiùini hiç göstermemiüti. Ya da ben görmek istememiütim. Hem nefret etmiü hem affetmiüti. Tpk dostluklarn, karülkl kusurlarnn, rezilliklerinin görülmemesine dayandran haydutlar, hrszlar gibi davranmütk biz. Bu, Tank bey ile beni, ilk birkaç yldan sonra ev sahibiyle misafirden çok, suç ortaù haline getirmiüti. Tark Bey in donmuü yüzüne bakarken, ruhumun derinliklerinden gelen bir üey, bana ölümün yaklaümas karüsnda baba-
492
Tank Bey
mm yüzünde donup kalan hayret ve korku ifadesini hatrlatt. Tank Bey ise kalp krizini uzunca bir süre yaüamü, ölümle karülaümü, onunla biraz boùuümuü olmalyd, yüzünde hiç hayret yoktu. Dudaùnn bir kenar acyla aüaù kvrlmü, bir kenar da hafifçe srtr gibi açlmüt. Sofrada aùznn o srtan kenarnda bir sigara, önünde de bir kadeh rak olurdu. Ama odada, birlikte yaüanmü üeylerin gücü deùil, ölümün ve boüluùun sisi vard. Odaya beyaz ük, cumbann sol yanndaki pencereden geliyordu en çok. Düar baknca darack sokaù gördüm, bomboütu. Cumba sokaùn ortasna kadar çktù için havada, sokaùn ortasnda gibi hissettim kendimi. Sokaùn ileride Boùazkesen Caddesi'yle kesiütiùi köüe, siste ancak seçiliyordu. Bütün mahalle sisin içinde uyuyor, bir kedi sokakta güvenle aùr aùr yürüyordu. Tark Bey baüucuna, Kars Lisesinde öùretmenken üehrin Ruslardan kalma ünlü tiyatro salonunda oyun sergileyen öùrencileriyle çekilmiü bir resmini çerçeveletip asmüt. Komodinin üstü ve yar açk çekmecesi de tuhaf bir biçimde bana babam hatrlatt. Çekmecenin içinden toz, ilaç, öksürük üurubu ve sararmü gazete kokusu karüm tatl bir koku geliyordu. Çekmecenin üzerinde bir bardak içinde takma diüler, Tark Bey'in sevdiùi Reüat Ekrem Koçu'nun bir kitabm gördüm. Çekmecenin içinde eski ilaç üiüeleri, aùzlklar, telgraflar, katlanmü doktor raporlar, banker haberleri, havagaz ve elektrik faturalar, eski ilaç kutular, tedavülden kalkmü eski bozuk paralar ve baüka pek çok vr zvr vard. Sabah Keskinlerde kalabalk birikmeden önce Niüantaü'na gittim. Annem uyanmü; Fatma Hanm'n yataùna, kucaùndaki yastùn üzerine tepsi içinde getirip koyduùu kzarmü ekmekli, yumurtal, reçelli, siyah zeytinli kahvalty ediyordu. Beni görünce çok keyiflendi, mutlu oldu. Tank Bey'in öldüùünü öùrenince, keyfinin kaçmasndan baüka, üzüldü. Nesibe'nin acsn içinde hissettiùini yüzünden, halinden anladm. Ama
493
Tark Bey
üzülmekten de öte, daha derin bir duygu hissettim. Bir öfkesi vard. "Ben oraya gidiyorum gene," dedim. "Cenazeye seni Çetin getirsin." "Ben cenazeye gelmeyeceùim oùlum." "Niye?" Önce saçmasapan iki bahane söyledi. "Gazetede niye ölüm ilam yok, niye acele ediyorlar?" ve "Cenazeyi niye Teüvikiye Camiinden kaldrmyorlar,
bu
yanlü,"
dedi.
Herkes
cenazesini
Teüvikiye
Camimden kaldrrd. Öte yandan bir zamanlar gülerek, üakalaüarak, arkadaülk ederek elbise diktikleri Nesibe için de kederlendiùini, onu sevdiùini de görüyordum. Ama daha derinden kararl olduùu baüka bir üey vard. Benim srarm ve huzursuzluùumu görünce öfkelendi. "Cenazeye niye gelmeyeceùim, biliyor musun?" dedi. "Çünkü gelirsem, sen o kzla evleneceksin." "Nereden çkaryorsun? O evli." "Biliyorum. Nesibenin kalbini kracaùm. Ama oùlum, ben yllardr her üeyin farkndaym. Onunla evleneyim diye tutturursan, etrafa karü hiç güzel olmayacak." "Anneciùim, etrafn ne dediùinin ne önemi var?" "Aman sakn beni yanlü anlama," dedi annem. Elindeki kzarmü ekmekle
tereyaùl
bçaù
ciddiyetle
tepsinin
kenarna
brakp
gözlerimin içine dikkatle bakt. "Baükalarnn ne dediùi elbette en sonunda önemli deùildir. Önemli olan hissettiklerimizin hakikiliùi, sahiciliùidir. Bunlara itirazm hiç yok, oùlum. Bir kadn sevmiüsin... O da güzel. Ama o seni sevdi mi? Sekiz ylda ne oldu, niye hâlâ kocasn brakmad?" "Brakacak artk, biliyorum," diye attm utançla. "Bak, rahmetli baban da kz yaünda zavall bir kadna heves etti, ona kapld... Hatta ona evler almü. Ama her üeyi gizli sakl tuttu, senin gibi kendini rezil etmedi. En yakn arkadaü bile bilmezdi." Kapdan giren Fatma Hanm a döndü: "Fatma, biz
494
biraz konuüuyoruz." Fatma banm hemen çkt, kapy da arkasndan örttü. "Rahmetli babanz kuvvetli, akll, çok beyefendi bir adamd, ama onun bile hevesleri, zayflklar vard," dedi annem. "Yllar önce Merhamet Apartman'ndaki dairenin anahtarm isteyince sana anahtar verdim, ama babann zayflù sende de vardr diye seni uyardm, 'Aman dikkat et,1 dedim. Demedim mi? Oùlum beni hiç dinlemedin. Peki, bu senin kabahatin, Nesibe'nin ne günah var diyeceksin. On yl oldu, sana bu iükenceyi kzyla birlikte yaptù için Nesibe'yi hiç affedemem." On deùil, sekiz yl, diye düzeltmedim. "Peki anne," dedim. "Ben onlara bir üey söylerim." "Oùlum, o kzla mutlu olamazsn. Olabilseydin, üimdiye kadar olurdun. Ben senin bu cenazeye gitmene de karüym." Annemin sözleri, hayatm berbat ettiùimi kafama vurmuyor; tam tersi, bugünlerde hep hissettiùim gibi, yaknda Füsun ile mutlu olacaùmn müjdesini veriyordu bana. Bu yüzden ona hiç kzmyor, hatta gülümseyerek dinliyor, bir an önce Füsun'un yanna dönmek istiyordum. Annem ondan etkilenmediùimi görünce öfkelendi. "Kadnla erkeùin yan yana gelemediùi, birbirleriyle görüüüp konuüamadù memlekette aük olmaz," dedi iddial bir havayla. "Neden biliyor musun? Çünkü erkekler uygun bir kadn görür görmez, iyi-kötü, güzel-çirkin, hiç bakmaz, haftalardr aç kalmü hayvanlar gibi üzerine atlarlar. Hepsinin alükanlù budur. Sonra da bunu aük zannederler. Böyle bir yerde aük olur mu? Sakn kendini kandrma." En sonunda annem beni kzdrmay baüarmüt. "Peki anne," dedim. "Ben gidiyorum." "Mahalle camiinde klman cenaze namazna kadnlar gitmezler," dedi asl bahane buymuü gibi. úki saat sonra Firuzaùa Camii'nde klman namazn ardndan cemaat daùlrken, cami önünde Nesibe Halaya sarlp kucaklayanlar arasnda kadnlar vard, ama kalabalk deùildiler. Kapa-
495
Tank Bey
nan ûanzelize Butik'in sahibesi ûenay Hanm' ve Ceyda'y gördüùümü hatrlyorum. Onlar gördüùümde Feridun vard yanmda, gösteriüli kara gözlükler takmüt. Ondan sonraki günlerde, her aküam erkenden Çukurcuma'ya gittim. Ama evde, sofrada derin bir huzursuzluk hissediyordum. Sanki Füsun ile durumumuzun ciddiyeti ve yapaylù ortaya çkmüt. Olup bitenleri, her üeyi aramzda en iyi Tank Bey görmezlikten geliyor, en iyi o "gibi yapyor"du. ûimdi onun yokluùunda, bizler ne doùal olabiliyorduk ne de sekiz yl boyunca aküam yemeklerinde takndùmz yan samimi yar sahte rahatlùmza dönebiliyorduk.
75. øNCø PASTANESø Nisan baünda yaùmurlu bir gün sabah evde annemle gevezelik ettikten sonra, öùleye doùru Satsat'a gittim. Kahvemi içip gazetemi okurken, Nesibe Hala telefon etti. Bir süre onlara gelmememi, mahallede tatsz dedikodularn çktùn, üimdi telefonda her üeyi anlatamayacaùn, ama benim için iyi haberleri olduùunu söyledi. Sekreterim Zeynep Hanm yan odadan bizi dinliyordu, Nesibe Hala'ya merakm göstermek istemedim ve ne olduùunu sormadm. Meraktan içim içimi yiyerek beklediùim iki günün sonunda, gene ayn sabah saatinde Nesibe Hala Satsat'a geldi. Sekiz ylda onunla o kadar çok vakit geçirmeme raùmen, onu yazhanede görmeyi o kadar yadrgamütm ki, ústanbul'un uzak mahallelerinden ya da taüradan kusurlu bir Satsat ürününü deùiütirmek, bedava bir Satsat takvimi ya da küllüùü almak için gelmiü de yanlülkla yukar çkmü bir müüteriye bakar gibi bir an boü boü baktm ona. Zeynep Hanm, gelenin benim için çok önemli biri olduùunu -belki benim halimden, belki zaten bir üeyler bildiùi için- çok-
496
ønci Pastanest
tan kavramüt. Bize Neskafemizi nasl içmek istediùimizi sorunca, Nesibe Hala "Türk kahvesi varsa alaym kzm," dedi ona. Aradaki kapy kapadm. Nesibe Hala masamn karüsna oturup gözlerimin içine dimdik bakt. "Her üey halloldu," dedi, bir müjde vermekten çok, hayatn aslnda ne kadar basit olduùunu ima eder bir havayla. "Füsun ile Feridun ayrlyorlar.
Limon
Film'i
ona,
Feridun'a
brakrsan
iü
tatlya
baùlanacak. Bunu Füsun da istiyor. Ama önce ikiniz konuüacaksnz." "Feridun ile ben mi?" "Hayr, Füsun ile sen." Benim ilk sevincimi yüzümde izledikten sonra sigarasn yakt, koltuùunda bacak bacak üstüne att ve hikâyeyi tadn çkararak, ama uzatmadan anlatt. úki gün önce, aküam Feridun eve gelmiü, biraz sarhoümuü, Papatya'dan ayrlmü, Füsun'a eve dönmek istiyormuü, ama tabii ki Füsun onu istememiü. Bir kavga çkmü, ne yazk ki komüularn, mahallenin iüittiùi baùrümalar olmuü, çok utanmülar. Nesibe Hala benim aküamlar gelmememi bu yüzden istemiü... Daha sonra Feridun telefon etmiü, Nesibe Hala ile Beyoùlu'nda buluüup görüümüüler. Karkoca ayrlmaya karar vermiüler. Bir sessizlik oldu. "Aüaù kapnn kilidini deùiütirdim," dedi Nesibe Hala. "Artk evimiz Feridun'un evi deùil." Yalnz Satsat'n önünden geçen gürültücü otobüsler deùil, bir an bütün
dünya
sessizliùe
büründü
sandm.
Elimde
sigara
onu
büyülenmiü gibi dinlediùimi görünce, Nesibe Hala bütün hikâyeyi biraz daha ayrntya girerek yeniden anlatt. "O oùlana zaten hiçbir gün kzmadm," dedi, bu sonucu zaten baütan tahmin etmiü iddial birinin edasyla. "Evet, çok iyi kalplidir, ama çok da zayftr... Hangi anne kzn öyle bir damada vermek ister..." deyip bir an sustu. Ondan sonraki cümlenin, "Tabii mecbur kaldk" gibi bir üey olmasn bekliyordum, ama bambaüka bir üey dedi.
497
tnci Pastanesi —-
"Kendim de birazn yaüadm. Bu memlekette güzel kadn olmak çok zordur, güzel kz olmaktan da zor... Erkekler, sen de bilirsin Kemal, elde edemedikleri güzel kadnlara kötülük ederler, Feridun Füsun'u bütün bu kötülüklerden korudu..." Bu kötülüklerden birinin de kendim olup olmadùm düüündüm bir an. "Tabii bütün bu iü bu kadar sürmemeliydi," deyiverdi sonra. Hayatmn aldù tuhaf üekli ilk defa fark ediyormuü gibi yan hayret yar sükunetle susuyordum. "Tabii ki Limon Film Feridun'un hakk!" dedim sonra. "Ben onunla konuüurum. O bana hiç kzyor mu?" "Hayr," dedi Nesibe Hala. Kaülarn çatt. "Ama Füsun seninle ciddi konuümak istiyor. Tabii ki içinde kalan çok üey var. Konuüacaksnz." Hemen orada Füsun ile benim üç gün sonra, öùleden sonra ikide Beyoùlu'nda únci Pastanesi'nde buluümamza karar verdik. Nesibe Hala laf daha fazla uzatmadan, bu yabanc ortamda huzursuz oluyormuü havasyla, ama mutluluùunu da iyi bir insan gibi hiç gizlemeden gitti. 9 Nisan 1984 Pazartesi günü öùle üzeri Füsun ile buluümak için Beyoglu'na çktùmda, aylardr hayallerini kurduùu liseli bir kzla buluüacak
bir
delikanl
gibi
mutlu
ve
heyecanlydm.
Gece
sabrszlktan iyi uyuyamamü, Satsat'ta öùleyi zor getirmiü, Çetin'e beni Taksim'e
brakmasn
erkenden
istemiütim.
Taksim
Meydan
güneüliydi, ama her zaman gölgeler içinde olan ústiklal Caddesi'nin serinliùi, vitrinler, sinema giriüleri, çocukluùumda annemle girdiùimiz pasajlarn nem ve toz kokusu bana iyi geldi. Hatralar ve mutlu bir gelecek vaadi baüm döndürüyor; iyi bir üeyler, yemek, bir film seyretmek
ve
alüveriü
etmek
isteyen
kalabalùn
iyimserliùini
paylaüyordum. Füsun'a bir hediye almak için Vakko'ya, Beymen'e, baüka bir-iki dükkâna girip baktm, ama ne alacaùma karar veremedim. Heyecanm yatütrmak için Tünel'e doùru yürüyordum ki, bu-
498
únci Pastanesi
luüma saatinden yarm saat önce Msrl Apartmannn önünde Füsun'u gördüm. Üzerinde neüeli iri puanlar olan, baharlk, beyaz hoü bir elbise giymiü; kükrtc bir kara gözlükle babamn küpelerini takmüt. Bir vitrine baktù için o beni fark etmemiüti. "Ne tesadüf deùil mi?" diye girdim söze. "Aaa... Merhaba Kemal! Naslsn?" "Çok güzel bir gün, iüten kaçtm," dedim, sanki yarm saat sonra randevumuz yokmuü da, tam bir rastlantyla karülaümüz gibi. "Birlikte yürüyelim mi?" "Önce anneme düùme bulmam lazm," dedi Füsun. "Israr ettiler, çok acele bir elbise yetiütiriyor, senden sonra eve gidip ona yardm edeceùim. Aynal Pasaj'da ona tahta düùme bakalm m?" Yalnz Aynal Pasaj'da deùil, diùer pasajlarda da pek çok dükkâna uùradk.
Füsun
tezgâhtarlarla
konuüurken,
renk
renk
düùme
örneklerine bakarken, sorular sorup eski düùmeler arasnda bir takm yapmaya çalürken onu seyretmek ne güzeldi. Eski bir takm tahta düùmede karar kld, bana gösterdi. "Ne diyorsun bunlara?" "Güzeller." "Peki." Dokuz ay sonra, evdeki dolabnda kâùdndan hiç çkmamü olarak bulacaùm düùmelerin parasn verdi. "Hadi gel biraz yürüyelim," dedim. "Bir kere Beyoglu'nda karülaür da birlikte yürürüz diye sekiz yldr hayal kuruyorum." "Gerçekten mi?" "Sahiden..." Hiç konuümadan biraz yürüdük. Arada bir ben de onun gibi vitrinlere bakyordum, ama gözüm sergilenen üeylerde deùil, onun camekânlarda yansyan güzelliùindeydi. Beyoùlu kalabalùnda yalnz erkekler deùil, kadnlar da ona dikkatle bakyor, Füsun da bundan hoülanyordu. "Bir yerde oturup pasta yiyelim istersen," dedim. Füsun cevap vermeden, kalabalùn içinden çkan bir kadn 499
inci Pastanesi încl Pastanesi
bir sevinç çùlù atp ona sarld. Ceyda'yd, yannda biri sekiz-dokuz yaülarnda, biri daha küçük iki oùlu vard. Onlar konuüurken, ksa pantalonlu, beyaz çorapl ve Ceyda gibi kocaman gözlü, saùlkl, hayat dolu iki çocuk beni süzdü. "Ne güzel sizi birlikte görmek!" dedi Ceyda. "ûimdi karülaütk..." dedi Füsun. "Çok yakümüsnz birbirinize," dedi Ceyda. Aralarnda alçak sesle konuütular. "Anne skldm, hadi gidelim artk, ne olur," dedi çocuklardan büyüùü. Sekiz yl önce bu çocuk karnndayken, Ceyda ile Taülk Park ndan Dolmabahçe'ye
bakarak
oturup
aük
aclarm
konuütuùumuzu
hatrladm. Ama bu beni ne duygulandrd, ne de kederlendirdi. Ceyda gittikten sonra, Saray Sinemasnn önünde yavaüladk. úçeride Papatya'nn baürolde olduùu Belal Beste filmi oynuyordu. Papatya son on iki ayda, gazetelerin yazdù doùruysa, tam on yedi filmde ve fotoromanda baürol oynayarak bir dünya rekoru krmüt. Magazin sayfalar ona Hollywood'dan baürol teklifleri geldiùi yalann atyor, Papatya da elinde Long-man's giriü kitab úngilizce dersleri aldùn, Türkiye'yi temsil etmek için elinden gelen her üeyi yapacaù yalanyla bu konuyu daha da köpürtüyordu. Füsun lobi fotoùraflarn incelerken, benim de yüzündeki ifadeye dikkatle baktùm gördü. "Hadi gidelim canm," dedim. "Merak etme, Papatya'y kskanmyorum," dedi bilgece. Vitrinlere bakarak hiç konuümadan yürüdük. "Kara gözlük sana çok yaküyor," dedim. "úçeri girip profiterol yiyelim mi?" Annesiyle belirlediùimiz randevunun tam vaktinde inci Pastanesi'nin önündeydik. Hiç duraklamadan içeri girdik, arkada üç gündür hayal ettiùim gibi boü bir masa vard, oturduk ve pastanenin ünlü profiterolünden smarladk.
500
"Gözlükleri, yaküsn diye takmyorum," dedi Füsun. "Arada bir babam hatrlaynca gözlerim sulanyor. Kimse görsün istemiyorum. Papatya'y da kskanmadùm anladn deùil mi?" "Anladm." "Ama onu takdir ediyorum," diye devam etti. "Kafasna bir üey koydu, filmlerdeki Amerikallar gibi srar etti, baüard. Ben, Papatya gibi sinema oyuncusu olamadùm için deùil, onun gibi hayatta srar etmediùim için üzülüyor, kendimi suçluyorum." "Ben dokuz yldr srar ediyorum, ama srar ile her üey olmuyor." "Olabilir,"
diye
soùukkanllkla
cevap
verdi.
"Annemle
ko-
nuümuüsun. ûimdi biz konuüalm." Sigarasn kararl bir hareketle çkard. Çakmaùmla sigarasn yakarken gözlerinin içine baktm ve onu ne kadar çok sevdiùimi, artk kötü günlerin bittiùini, kaybedilen bütün vakitlere raùmen önümüzde büyük bir mutluluk olduùunu, küçük pastanede kimse duymasn diye fsldayarak bir kere daha söyledim. "Ben de öyle düüünüyorum," dedi dikkatli, ölçülü bir havayla. Gergin hareketlerinden, yüzünün hiç de doùal olmayan ifadesinden içinde frtnalarn koptuùunu, ama bütün gücünü kullanarak onlar bastrdùn sezdim. Her üey düzgün olsun diye iradesini kararllkla kullandù için onu daha da çok seviyor, içindeki frtnalarn üiddetinden de korkuyordum. "Feridun'dan resmen boüandktan sonra bütün arkadaülarnla, ailenle, herkesle görüümek, ahbap olmak isterim," dedi, ileride ne yapacaùn kararllkla anlatan snf birincisi bir öùrenci edasyla. "Acelem yok. Yavaü yavaü... Feridun'dan boüandktan sonra, tabii önce annenin bize gelip beni istemesi lazm. Annenle annem güzel anlaürlar. Ama önce annenin anneme telefon edip babamn cenazesine gelemediùi için bir gönlünü almas lazm." "Çok rahatszd." "Tabii, biliyorum."
501
inci Pastanesi
Bir an susup profiterollerimizi kaükladk. úçi tatl çikolata ve krema dolu güzel aùzna üehvetten çok, sevgiyle baktm. "ûuna inanmam ve ona göre de davranman beklerim. Evliliùim boyunca Feridun ile aramzda kar-koca iliükisi olmad. Buna inanman üart! Bu anlamda bakireyim. Hayatta da bir tek seninle birlikte olacaùm. Dokuz sene önce geçirdiùimiz o iki aydan (asl bir buçuk aydan iki gün azd, sayn okurlar) kimseye söz etmemize gerek yok. Sanki seninle yeni tanüyoruz. Yani filmlerde olduùu gibi birisiyle evlendim, ama hâlâ bakireyim." Son iki cümleyi hafifçe gülümseyerek söylemiüti, ama talep ettiùi üeyin ciddiyetini gördüùüm için kaülarm çatarak "Anlyorum," dedim. "Böylesi bizi daha mutlu edecek," dedi makul bir ifadeyle. "Bir baüka isteùim daha var. Bu zaten benim deùil, senin fikrindi. Hep birlikte arabayla Avrupa yolculuùuna çkmamz istiyorum. Annem de Paris'e benimle gelecek. Müzelere gider, resimlere bakarz. Evlenmeden önce evimizin çeyizini de oradan almak istiyorum." "Evimizin" kelimesine hafifçe gülümsedim. Füsun, sözlerinin buyurgan havasnn tam tersi bir edayla, tpk zaferle biten uzun bir savaütan sonra hakl isteklerini üakaya getirerek dile getiren nazik bir komutan gibi hafifçe gülümseyerek konuüuyordu. Daha sonra "Hilton'da, herkesinki gibi güzel büyük bir düùün olsun!" derken kaülarn ciddiyetle çatt. "Her üey doùru dürüst, düzgün ve özenli olacak," dedi. Dokuz yl önce benim Hilton'da-ki niüandan iyi-kötü hiçbir hatras yokmuü da, yalnzca düùünün iyisini istiyormuü gibi duygusuz bir havayla söylemiüti bunu. "Ben de öyle istiyorum," dedim. Biraz sustuk. Çocukluùumda annemle çktùmz Beyoùlu gezilerimizin önemli noktas olan küçük únci Pastanesi otuz ylda hiç deùiümemiüti. Ama daha kalabalkt ve konuümakta da zorlanyorduk. Bir an küçük dükkânda sihirli bir sessizlik olunca fsldaya-
502
rak Füsun'a onu çok sevdiùimi, her istediùini yapacaùm, hayatmn geri kalann onunla geçirmekten baüka bu dünyada hiçbir isteùim olmadùn söyledim. "Gerçekten mi?" dedi matematik çalürkenki çocuksu havasyla. Bu sözüne kendi de gülecek kadar kararl, güvenliydi. Özenli bir hareketle bir sigara yakt ve diùer isteklerini de sayd. Ondan gizli hiçbir üeyim olmayacakt, bütün srlarm onunla paylaüacaktm, geçmiüimle ilgili sorduùu her soruya dürüstçe cevap verecektim. Bütün bu sözlerle birlikte gördüùüm her üey, Füsun'un kararl, sert yüz ifadesi, pastanenin eski dondurma makinesi, Atatürk'ün çerçeveli fotoùrafndaki
tpk
Füsun'unkiler
gibi
çatk
kaülar
hafzama
kazmyordu. Niüan Paris'e gitmeden önce, aile içinde yapmaya karar verdik. Feridun'dan saygyla söz ettik. Evlenmeden önce aramzda cinsel bir yaknlaüma olmayacaù gerçeùinin de üzerinden bir kere daha üöyle geçtik: "Beni zorlama olur mu? Zaten bir sonuç alamazsn." "Biliyorum," dedim. "Ben de aslnda seninle görücü usulüyle evlenmek isterdim." "Zaten öyle saylr!" dedi kendine güvenen bir havayla. Artk evde bir erkek olmadù için her aküam (her aküam!) onlara gelmemin de mahallede yanlü anlaülacaùn söyledi. "Tabii mahalle bahane..." dedi sonra. "Babam olmaynca eskisi gibi tatl sohbet de olmuyor. Çok da üzülüyorum." Bir an aùlayacak sandm, ama kendini tuttu. Pastanenin bir itiüte açlan yayl kaplar, içerideki kalabalktan kapanmyordu. Lacivert ceketli, çarpk ince kravatl ve çok gürültülü bir liseli öùrenci kalabalù, içerisini tkü tkü doldurmuütu. Aralarnda gülüüüyor, itiüiyorlard. Fazla uzatmadan kalktk. Füsun'un yannda Beyoùlu kalabalùnda yürümenin zevklerini çkararak, ta Çukurcuma Yokuüu'nun baüna kadar hiç konuümadan ona eülik ettim.
503
76. BEYOöLU SøNEMALARI Füsun ile únci Pastanesi'nde konuütuùumuz üeylerin ruhuna sadk kalmay baüardk. Niüantaül çevremden bambaüka bir dünyada, Fatih'te yaüayan bir askerlik arkadaüm hemen Füsun'un avukat oldu. Kankoca anlaüarak ayrlmaya karar verdikleri için iü zaten kolayd. Füsun gülerek Feridun'un avukat bulmak için bir ara benden akl almay bile düüündüùünü söylemiüti. Artk aküamlan Çukurcuma'ya gidip onu göremiyordum, ama iki günde bir öùleden sonra Beyoùlu'nda buluüup sinemaya gidiyorduk. Bahar aylarnda cadde snnca, Beyoùlu sinemalarnn serinliùini çocukluùumda da çok severdim. Füsun ile önce Galatasaray'da buluüup afiülere baka baka bir sinemay seçer, bilet alp karanlk, serin ve tenha sinemaya girer, perdeden yansyan ükta arkalarda gözlerden uzak bir yere oturur, el ele tutuüur, perdedeki filmi sonsuz zaman olan insanlarn rahatlùyla seyrederdik. Yaz baünda sinemalarn bir bilete iki, hatta üç film göstermeye baüladù günlerde, bir keresinde pantalonumu çekerek oturur, elimdeki
gazeteyle
dergiyi
karanlkta
yandaki
boü
koltuùa
yerleütirirken elim Füsun'un elini bulup tutmakta gecikince, Füsunun güzel eli sabrsz bir serçe gibi kucaùma çkmü, karnmn üzerinde, neredesin der gibi bir an açlmü, ayn anda elim ruhumdan da hzl davranarak ona hasretle sarlmüt. Beyoùlu'nun yazlar iki film (Emek, Fitaü, Atlas), hatta üç film (Rüya, Alkazar, Lâle) gösteren sinemalarnda, külan olduùu gibi filmin ortasnda ara verilmediùinden, nasl bir kalabalkla birlikte film seyrettiùimizi iki film arasnda üklar yannca görürdük. Bu aralarda, soluk üklarla aydnlatlan küf kokulu büyük salonlarn koltuklarnda kayklarak, katlanarak, iyice arkaya yaslanarak oturan, ellerinde buruü buruü gazeteleri, buruü buruü elbiseli yalnz erkekleri, bir köüede uyuyakalmü ihtiyarlan, filmin hayal dünyasndan toz kokulu loü ükl sinemann
506
Beyoùlu Sinemalar —
alelade dünyasna geçmekte zorlanan hülyal seyircileri seyrederek, Füsun
ile
en
son
geliümelerden,
üundan
bundan
fsldaüarak
konuüurduk. (Aralarda el ele tutuümazdk.) Sekiz yldr olmasn istediùim üeyin resmen olduùunu, Feridun'dan resmen boüandùn Füsun bana Saray Sinemasnn locasnda böyle bir film arasnda fsldayarak söyledi. "Avukat karar kâùdn almü," dedi. "Artk resmen dulum." Tavanlar yaldzl, boyalar dökülmüü, eski üaüaasn kaybetmiü Saray Sinemasnn loü salonunun sahnesi, perdeleri, koltuklara daùlmü uykulu seyircileri, hayatmn sonuna kadar unutamayacaùm bir görüntü olarak o anda hafzama kaznd. Atlas'n, Saray gibi sinemalarn localar on yl önceye kadar, tpk Yldz Park gibi el ele tutuüup öpüüecek özel bir köüeyi bulamayan çiftlerin gittiùi yerlerdi, ama Füsun locada kendini öptürmez, yalnzca elimi bacaùnn, dizinin üstüne koymama karü çkmazd. Feridun ile son görüümemiz iyi geçti, ama umduùumun ve sandùmn aksine, benim için kötü bir hatra oldu. Füsun'un, únci Pastanesi'nde bu sekiz ylda onunla seviümediùini iddia etmesi ve benim buna inanmam istemesi beni sarsmüt. Çünkü ben zaten bu fikre, evli bir kadna âük olan pek çok erkek gibi kafamn bir köüesinde sekiz yldr gizlice inanyordum. Hikâyemin gizli bir püf noktas olan bu inanç sayesinde, Füsun'a olan aükm o kadar uzun sürebilmiüti. Füsun ile Feridun'un mutlu bir cinsel hayadan olan bir kar-koca olduklarn
açkça
ve
kuvvetli
bir
üekilde
uzun
bir
süre
düüünebilseydim (bunu bir-iki kere acyla denemiütim ve bir daha da denemek istememiütim) zaten Füsun'a olan aükm o kadar uzun sürmezdi. Yllardr kendimi kandrarak inandùm üeyi, Füsun bana bir iddia havasyla ve buna kesinlikle inanmam emrederek söyleyince, hemen bunun doùru olmadùn açkça düüünmüü, hatta kendimi aldatlmü hissetmiütim. Ama evliliklerinin altnc ylnda Feridun onu zaten braktù için ar-
505
Beyoùlu Sinemalar
tk gerçeùi kabul edebilirdim. Ama bunu düüünür düüünmez de, Feridun'a karü dayanlmaz bir kskançlk, bir öfke duyuyor, onu aüaùlamak istiyordum. Sekiz yl ona karü bu öfkeyi hiç duymamü olmam da, Feridun ile bu süreyi neredeyse hiçbir çatüma olmadan geçirmemizi
saùlamüt.
Feridun'un,
özellikle
ilk
yllarda
bana
tahammül edebilmesinin nedeninin de, karsyla arasndaki bu mutlu cinsel yaüam olduùunu, sekiz yl sonra üimdi çok iyi anlyordum. Karsyla mutlu bir hayat olan, ama cemaat hayatn ve kahveye gidip arkadaülarla iü konuüup gevezelik etmeyi de seven her erkek gibi, Feridun aküamlan çkmak istemiüti. Füsunun evliliùinin ilk yllarnda kocasyla yaüadù mutluluùu snrladùm -kendimden sakladùm bir baüka bilgiyi- Feridun'un gözlerinin içine bakarken aklmdan açklkla geçirdim, ama suçluluk duymadm. içimde okyanusun en derin ve snrsz yeri gibi sekiz yldr sessizce duran kskançlk, Feridun ile bu son görüümemizde kprdamaya baülamüt; baz eski arkadaülarma yaptùm gibi, Feridun'u da artk hayatmn sonuna kadar hiç görmemem gerektiùini anladm. Benden önce Füsun'a duyduùu aük yüzünden yllarca ac çekmiü Feridun'a karü yllarca bir kardeülik, bir yoldaülk hissettiùimi bilenler, üimdi tam iüleri hallederken ona karü duyduùum öfkeyi anlamayabilirler. Bana her zaman bir muamma olarak gözüken Feridun'u üimdi anlamaya baülyordum, diyerek bu konuyu kapayaym. Feridun'un
gözlerinden
ise,
benim
Füsun
ile
gelecekteki
mutluluùumu biraz kskandùn hissettim. Ama Divan Oteli'nde yediùimiz o uzun son öùle yemeùinde ikimiz de bol bol rak içerek rahatlamü; Limon Filmin Feridun'a devir ayrntlarndan sonra bizi rahatlatan, sevindiren, gülümseten yeni bir konuya geçmiütik. Feridun, sanat filmi Mavi Yaùmuru en sonunda yaknda çekmeye baülayacakt. Feridun ile o gün o kadar çok içmiütim ki, Satsat'a hiç uùramadan, aùr aùr yürüyerek eve dönüp szdm. Merak edip ya-
506
Beyoùlu Sinemalar —
laùma kadar gelen anneme, szmadan önce, "Hayat çok güzel!" dediùimi hatrlyorum. úki gün sonra, üimüeklerin çaktù gök gürültülü bir aküamüstü, Çetin'in kullandù arabayla annemi Çukurcuma'ya götürdük. Annem, Tark Bey'in cenazesine gitmek istemediùini unutmuü gibi davranyordu. Ama sakin deùildi, gergin olduùu zamanlarda hep yaptù gibi yol boyunca hiç susmad. "Aa ne kadar güzel yapmülar kaldrmlar buralarda," dedi Füsunlara yaklaürken. "Bu mahalleleri hep görmek isterdim, ne güzel bir yokuümuü bu, ne güzel yerlermiü." Eve girerken, yaùmur öncesi esen serin bir rüzgâr, parke taülarnn üzerindeki tozu bir an havalandrd. Annem daha önceden telefon edip Nesibe Halaya baüsaùlù dilemiü, birkaç kere görüümüülerdi. Gene de bizim "kz isteme" ziyareti, ilk baüta Tark Bey için bir baüsaùlù ziyaretine dönüütü. Ama baüsaùlùndan daha derinlere giden bir üeyi hepimiz hissettik, ilk baütaki tatl sözlerden, kibar ifadelerden, "Buras ne güzelmiü, ne kadar da özlemiütim, ne kadar üzüldük," laflarndan sonra, Nesibe Hala ile annem birbirlerine sarlp aùlamaya baüladlar. Füsun odadan çkp yukar kaçt. Yaknlara bir yere bir yldrm düüünce, birbirlerine sarlmü duran iki kadn doùruldular. "Hayrdr!" dedi annem. Daha sonra baülayan saùanak yaùmur srasnda gök hâlâ gürülderken, yirmi yedi yaündaki dul Füsun, on sekiz yaünda görücüye çkmü bir kz gibi kibar hareketlerle taüdù bir tepsinin içinde bize kahve getirdi. "Nesibe, Füsun aynen sen olmuü!" dedi annem. "Senin gibi... Ne kadar da akll gülüyor, ne kadar da güzel olmuü!" "Yok, o benden çok daha aklldr," dedi Nesibe Hala. "Rahmetli Mümtaz da Osman ile Kemal'in kendisinden daha akll olduùunu hep söylerdi, ama bilmem dediùine inanr myd? Yeni kuüaklar sanki bizden daha m aklllar," dedi annem. "Kzlar kesin daha akll," dedi Nesibe Hala. "Biliyor musun Vecihe nedense bu sefer abla dememiüti-, hayatta en piüman
507
Beyoùlu Sinemalar ---------------
olduùum üey nedir..." Kendi diktiklerini satacaù, kendi adn duyuracaù bir dükkân açmay bir dönem çok istediùini, ama cesaret edemediùini anlatrken, "Eli doùru dürüst makas bile tutamayan, bir teyel atamayanlar üimdi meühur modaevi sahibi oldular," diye üikâyet etti sonra. Hep birlikte pencereye gidip yaùmuru, yokuütan akan sular seyrettik. "Rahmetli Tark Bey, Kemali çok severdi," dedi Nesibe Hala sofraya otururken. "Her aküam 'Biraz daha bekleyelim, belki Kemal Bey gelir,' derdi." Annemin bu sözden hiç hoülanmadùn hissettim. "Kemal ne istediùini bilir," dedi annem. "Füsun da çok kararldr," dedi Nesibe Hala. "Onlar zaten karar vermiüler," dedi annem. Ama "kz isteme" sözleri bundan daha ileriye gitmedi. Ben, Nesibe Hala, Füsun birer kadeh rak almütk; annem nadiren içerdi, ama o da istedi ve iki yudumdan sonra da babamn deyiüiyle raknn kendinden çok kokusundan hemen neüelendi. Bir zamanlar Nesibe ile birlikte nasl sabahlara kadar çalüp kendisine gece elbisesi diktiklerini hatrlad. Bu konu ikisinin de hoüuna gitti, o zamanlarn düùünlerini, elbiselerini hatrladlar. "Vecihe'nin plili elbisesi o kadar meühur oldu ki, aynsn dikmemi sonra Niüantaül baüka kadnlar da istedi, hatta Paris'ten ayn kumaü bulmuülar, getirip önüme koydular, ama ben dikmedim," dedi Nesibe Hala. Füsun bir tören havasyla sofradan kalkp Limonun kafesine gidince, ben de kalktm. "Yemeùin ortasnda kuü ile meügul olmayn Allah aükna!" diye sofradan seslendi annem. "Merak etmeyin, birbirinizi görmek için daha çok vaktiniz olacak... Durun, durun bakalm, ellerinizi ykamadan katiyen sizi sofraya oturtmam." Ellerimi ykamak için yukar çktm. Füsun ellerini aüaùda, 508
---------------------------------------------------- Beyo÷lu Sinemalar ----------------------------------------------------------
mutfakta da ykayabilirdi, ama peüimden geliyordu. Yukarda, merdivenlerin baünda Füsun'u kollarndan tuttum, gözlerinin içine baktm ve onu dudaklarndan ihtirasla öptüm. On-on iki saniye süren derin, olgun, sarsc bir öpüütü. Dokuz yl önce çocuk gibi öpüüürdük. Bu öpüü ise, bütün bu dokuz yln aùrlùyla, gücüyle, maneviyatyla, çocukluktan çok uzakt. Önce Füsun koüarak aüaù indi. Daha fazla neüelenmeden, aùzmzdan çkan her söze dikkat ederek yemeùi bitirdik, yaùmur dinince hiç gecikmeden kalktk. "Anneciùim, kz istemeyi unuttun," dedim dönüü yolunda, arabada. "Sen bu yllarda onlara ne kadar gittin?" diye sordu annem. Benim bir an suskun kaldùm görünce kestirip att. "Ne kadar gittiysen gittin... Nesibe bir üey dedi, içime oturdu. Yllardr oturup annenle çok az aküam yemeùi yediùin için belki biraz kalbim krld -kolumu oküad, ama merak etme oùlum, aldrmadm. Ama liseli kz istiyormuümuü gibi de yapamadm artk. O evlenmiü, boüanmü, koskocaman bir kadn. Akl baünda, ne yaptùn da çok iyi biliyor. Siz ikiniz aranzda her üeyi konuümuü, her üeye karar vermiüsiniz. Yapmackl sözlere, numara yapmaya ne gerek var. Bana kalrsa niüana da gerek yok... Bu iüi uzatmadan, elâleme laf ettirmeden hemen evlenin... Avrupa'ya da gitmeyin. Niüantaü'ndaki dükkânlarda her üey var artk, Paris'e neden gideceksiniz ki..." Benim sustuùumu görünce konuyu kapad. Evde, odasna girip yatmadan önce, annem "Haklymüsn," dedi bana. "Güzel, akll kadnmü. Sana iyi kar olur. Ama dikkat et, çok çekmiü gibi duruyor. Tabii ben bilmem, ama içindeki öfke, kin, neyse artk, hayatnz zehirlemesin." "Zehirlemez!" Tam tersi, bizi hayata, ústanbul'a, sokaklara, insanlara, her üeye baùlayan bir duyguyla yavaü yavaü birbirimize derinden yaklaüyorduk. Sinemada elini tutarken, bazan Füsunun hafifçe
509
Beyo÷lu Sinemalar
ürperdiùini hissederdim. Bazan omzunu hatta baüm hafifçe benim omzuma dayyordu artk. Bana daha çok yaslanabilsin diye koltuklara iyice gömülerek oturur, elini iki elimle tutar, bazan da belli belirsiz bacaùn oküardm. úlk haftalarda pek istemediùi locada oturmaya da Füsun artk karü çkmyordu. Elini elimin içinde tutarken, seyrettiùimiz filme Füsunun gösterdiùi çeüit çeüit duygusal tepkiyi de, tpk nabz tutan bir doktorun parmaklarnn ucunda hastasnn en mahrem iç szlarn hissetmesi gibi hisseder, böylece filmi bir de onun duygusal yorumuyla izlemekten çok büyük hazlar alrdm. Film aralarnda, Avrupa yolculuùu hazrlklarndan, yavaü yavaü birlikte insanlar arasna çkmaktan dikkatle söz ediyorduk, ama annemin niüan konusundaki sözlerini hiç açmadm. Niüann güzel olmayacaùn, çok dedikodu edileceùini, aile arasnda bile huzursuzluk olacaùn, kalabalk çaùrrsak kalabalk yüzünden, çaùrmazsak da kimseyi çaùrmadùmz için dedikodu edileceùini anlyor, yavaü yavaü Füsun'un da ayn görüüe geldiùini hissediyordum. O da sanrm ayn endiüelerle niüan konusundan uzak duruyordu. Hiç niüanlanmamaya, Avrupa'dan dönünce doùrudan evlenmeye, böyle neredeyse hiç konuümadan karar verdik. Film aralarnda, daha sonra gitmeye baüladùmz Beyoùlu pastanelerinde karülkl sigaralarmz içerken, Avrupa yolculuùu hayallerinden söz etmekten ikimiz de daha çok hoülanrdk. Füsun Otomobille Avrupa adl Türkler için yazlmü bir kitap almüt, sinemalara elinde onunla gelirdi. Sayfalarn çevirirken, güzergâh konuütuùumuzu hatrlyorum. úlk gece Edirne'de kaldktan sonra, Yugoslavya ve Avusturya üzerinden gitmeye karar vermiütik. Füsun benim rehber kitaplarmdaki Paris manzaralarna bakmaktan da hoülanr, "Viyana'ya da gidelim," derdi. Bazan da kitaptaki Avrupa manzaralarna bakarken, tuhaf ve kederli bir sessizliùe bürünüp hayallere dalard. "Ne oldu canm, ne düüünüyorsun?'' diye sorardm ben. "Bilmiyorum," derdi Füsun.
510
---------------------------------------------------- Beyo÷lu Sinemalar ----------------------------------------------------------
Nesibe Hala, Füsun ve Çetin, hayatlarnda ilk defa Türkiye düna çkacaklar için ilk pasaportlarn alyorlard. Onlar devlet dairelerinin iükencesinden ve kuyruklarda beklemenin eziyetinden koruyabilmek için Satsat'ta bu iülere bakan komiser Selami'yi devreye sokmuütum. (Dikkatli okurlar, sekiz yl önce emekli komiseri kayp Füsunun ve Keskin ailesinin izini bulsun diye görevlendirdiùimi hatrlayacaklardr.) Aük yüzünden dokuz yldr Türkiye'den düar hiç çkmadùm, böyle bir ihtiyacmn kalmadùn da böyle fark ettim. Oysa bir zamanlar, üçdört ayda bir, bir bahaneyle yurtdüna çkmazsam mutsuz olurdum. Böylece pasaport iüleri için imza vermeye scak bir yaz günü Babali'deki Vilayete, Emniyet Pasaport ûubesine gittik. Osmanl Devletinin son yllarnda sadrazamlarn, vezir paüalarn oturduùu, basknlara, siyasi cinayetlere, lise tarih kitaplarnda anlatlan nice dehüete sahne olmuü eski bina, Osmanl'dan Cumhuriyet'e kalan pek çok büyük yap gibi yaldzn ve tantanasn kaybetmiü, koridorlarnda, merdivenlerinde evrak, damga ve imza kuyruùunda binlerce kiüinin bezginlikle beklediùi, birbiriyle kavga edip baùrütù bir mahüer yerine dönüümüütü. Aür scak ve nemden ellerimizdeki evraklar hemen hamurlaümüt. Aküama doùru bir baüka evrak için Sirkeci'deki Sansaryan Han'na sevk edildik. Babali Yokuüu'ndan aüaù inerken, eski Meserret Kahvehanesinin biraz yukarsnda, Füsun hiçbirimizden izin almadan küçük bir çayhaneye girdi, bir masaya oturdu. "Ne oluyor gene buna..." dedi Nesibe Hala. Çetin Efendiyle ikisi düarda beklerken, ben içeri girdim. "Ne oldu canm, yoruldun mu?" diye sordum. "Ben vazgeçtim, Avrupa'ya filan gitmek istemiyorum," dedi Füsun. Bir sigara yakmüt, dumann iyice içine çekti. "Siz gidin, aln pasaportunuzu, benim halim kalmad." "Canm, sk diüini, yüzdük yüzdük sonuna geldik." Biraz direndi, huysuzluk etti, ama sonra ister istemez bizimle geldi güzelim. Benzeri bir küçük buhran, Avusturya Baükon511
Beyoùlu Sinemalar
soloslugu'nda vize almak isterken yaüadk. Vize kuyruklarnda zorlanmasnlar, görüümelerde aüaùlanmasnlar diye Nesibe Hala ile Füsun'u, tpk Çetin Efendi gibi yüksek maaül, uzman Satsat çalüan olarak gösteren belgeler düzenletmiütim. Hepimize vize verdiler, ama Füsun'un gençliùinden üüphelendiler ve vize için onu görüümeye çaùrdlar. Ben de onunla gittim. Alt ay önce, vize baüvurulan yllardr geri çevrilen öfkeli biri, úsviçre Konsolosluùunda çalüan bir memuru kafasndan dört kurüunla vurup öldürdüùü için, ústanbul'daki konsolosluklarn vize ksmlar aün sk önlemler almüt. Artk vize adaylar Avrupal vize memurlaryla yüz yüze deùil, Amerikan filmlerindeki idamlklar gibi kurüun geçirmez camlar ve teller arasndan telefon ile görüüebiliyordu. Konsolosluklarn önleri vize ksmna yaklaüabilmek, bahçeye, avluya girebilmek için birbirleriyle dirsekleüen kalabalklarla kaynaüyordu. Türk memurlar (özellikle Alman Konsolosluùunda bu memurlar için "iki günde Alman'dan daha çok Alman olmuü!" denirdi) bu kalabalklar sraya girmedikleri için azarlar, itip kakar, bazlarnn klk kyafetine bakp "Sen boüuna gelme!" diye tersleyerek ilk elemeyi yaparlard. Görüüme için randevu alabilmek vize adaylarn çok mutlu eder, içeride kurüun ve ses geçirmez camlar arasnda hepsi zor bir snava giren öùrenciler gibi titrer ve kuzu gibi sessiz ve itaatkâr olurdu. Torpilli olduùumuz için Füsun bu kuyruklarda hiç beklemeden ve gülümseyerek görüümeye girdi, çok geçmeden de al al moru mor içeriden çkt ve bana bakmadan dosdoùru sokaùa yürüdü. Düarda sigara yakmak için yavaülaynca yetiütim ona. Ne olduùunu sordum, ama cevap vermedi. Vatan Meürubat ve Sandviç Saray'na girip oturunca "Avrupa'ya filan gitmek istemiyorum, vazgeçtim," dedi. "Ne oldu? Vermiyorlar m?" "Bütün hayatm sordu. Neden boüandùm bile sordu. úüsizsem ve dulsam ne ile geçiniyormuüum, onu bile sordu. Avrupa ya da gitmiyorum, istemiyorum kimsenin vizesini."
512
Beyoùlu Sinemalar
"Ben baüka türlü hallederim," dedim. "Ya da gemiyle, útalya üzerinden gideriz." "Kemal, inan ben Avrupa yolculuùundan da vazgeçtim. Dil de bilmiyorum, utandm." "Canm, biraz dünya görürüz... Dünyann baüka yerlerinde, baüka türlü yaüayan, daha mutlu insanlar da var. El ele tutuüur, onlarn sokaklarnda yürürüz. Dünya, yalnzca Türkiye deùil." "Biraz Avrupa görüp sana layk olmam lazm, deùil mi? Ama ben seninle evlenmekten de vazgeçtim." "Paris'te çok mutlu olacaùz Füsun." "Bilirsin ne kadar inatç olduùumu. Israr etme Kemal. O zaman daha da inat ediyorum." Gene de srar ettim ve yllar sonra srarlarmdan acyla piümanlk duyduùumda, yolculukta bir otel odasnda Füsun ile seviümeyi gizliden gizliye sk sk hayal ettiùimi hatrladm. Avusturya'dan kâùt ithal eden Snob Selim'in yardmyla, Füsun'un vizesini bir hafta sonra aldk. Ayn günlerde arabann "triptik" iülemleri de tamamland. Sayfalar Paris yolunda
uùrayacaùmz
ülkelerin
vizeleriyle
rengârenk
olmuü
pasaportunu Saray Sinemas'nda, locada Füsun'a verirken, tuhaf bir gurur, bir çeüit koca olma gururu duydum. Yllar önce ústanbul’un çeüit çeüit köüelerinde Füsun'un hayaletlerini gördüùüm günlerde, bir hayalete de Saray Sinemas'nda rastlamütm. Füsun pasaportunu alnca, önce gülüverdi, sonra kaülarn çatp sayfalar çevirip bir bir vizeleri inceledi. Bir seyahat üirketi üzerinden, Paris'teki Hötel du Nord'da üç büyük oda ayrttm. Bana, Çetin Efendiye ve bir de Füsun ile annesine. Sorbonne'da -yani üniversitede demek istemiütim-okuduùu yllarda Sibel'i görmeye Paris'e gittiùimde baüka otellerde kalrdm, ama tpk ileride zengin olunca gideceùi yerleri düüleyen öùrenciler gibi, filmlerden ve hatralardan çkma bu eski otelde bir gün kalp mutlu saatler geçireceùimi düülerdim. "Hiç gerek yok, evlenin öyle gidin," diyordu annem. Hadi sen 513
sevdiùin kzla seyahat etmenin keyfini çkaracaksn... Ama Nesibe ile Çetin Efendi ne olacak?.. Onlarn ne iüi var sizin yannzda? Önce evlenin, sonra ikiniz yalnz baünza halayna Paris'e uçakla gidersiniz. Beyaz Karan fil'e ben söylerim, iki sosyete sütunu bunu romantik bir hikâye gibi, herkesin seveceùi bir dedikodu gibi yazar, her üey de iki günde unutulur. Zaten o eski dünya deùiüti artk. Taüral zenginler doldurdu her yeri. Sonra ben Çetinsiz ne yaparm. Beni saùa sola kim götürecek?" "Anneciùim, bütün yaz Suadiye'deki evden ve bahçeden düar iki kere çktnz zaten. Merak etmeyin, Eylül'ü geçirmeden döneceùiz. Sizi Ekim baünda Niüantaü'na geriye, ben söz veriyorum, Çetin getirecek... Size de düùün için Nesibe Hala elbise seçecek."
77. BÜYÜK SEMøRAMøS OTELÎ 27 Aùustos 1984 günü saat on ikiyi çeyrek geçe, Çetin'in kullandù arabayla Avrupa yolculuùuna çkmak için Çukurcuma'daki eve geldik. Füsun ile ûanzelize Butik'te karülaümamzn üzerinden tam dokuz yl dört ay geçmiüti, ama ne bunun ne de bu sürede hayatmn ve kiüiliùimin nasl deùiütiùinin üzerinde durup düüünmedim bile. Annemin bitmeyen öùütleri ve gözyaülarndan ve trafik yüzünden geç kalmütk. Hayatmn bu dönemini artk kapatmak ve bir an önce yola çkmak istiyordum. Uzun bir bekleyiüten sonra Çetin Efendi, Füsun'un ve Nesibe Hala'nn bavullarn bagaja yerleütirirken, arabamzn etrafn saran
çocuklardan,
gülümseyerek
selamladùm
mahallelinin
bakülarndan hem sklyordum hem de kendimden bile sakladùm bir gurur duyuyordum. Araba Tophane'ye inerken futboldan dönen Ali'yi görünce, Füsun ona el sallad. Yaknda Füsun'dan Ali benzeri bir çocuùum olacaùn aklmdan geçirdim.
514
Büyük Semiramis Oteli
Galata Köprüsü'nde arabann pencerelerini açtk ve yosun, deniz, güvercin pisliùi, kömür duman, araba egzosu ve hlamur çiçeklerinin kokusunun karüm bir ústanbul kokusunu mutlulukla içimize çektik. Füsun ile Nesibe Hala arkaya oturmuülard. Ben günlerdir hayal ettiùim gibi önde Çetin'in yanndaydm ve araba Aksaray'dan, surlarn arasndan, kenar mahallelerden çukurlara gire çka, parke taü kapl caddelerde titreye titreye ilerlerken, kolumu arka koltuùa atp arada bir mutlulukla Füsun'a bakyordum. ûehir dünda, Bakrköy'ün arkalarnda bir yerde imalathaneler, depolar, yeni mahalleler ve moteller arasnda yol alrken, dokuz yl önce ziyaret ettiùim Turgay Bey'in tekstil fabrikas iliüti gözüme, ama o gün çektiùim kskançlk acsn bile doùru dürüst hatrlayamadm. Araba ústanbul düna çkar çkmaz. Füsun için yllardr çektiùim bütün çile, bir solukta özetlenebilecek tatl bir aük hikâyesine dönüümüütü. Sonu mutlu biten bütün aük hikâyeleri, birkaç cümleden fazlasn hak etmez zaten! ústanbul'dan uzaklaütkça sessizlik arabaya yavaü yavaü, belki de bu yüzden çöküyordu. úlk dakikalarda cvl cvl üakalar yapan, "Aman üunu unutmadk deùil mi!" diye sorular soran ve pencereden gördüùü her üey hakknda -boü arsalarda otlamakta olan bir deri bir kemik ihtiyar atlar hakknda bile- hayranlkla birkaç söz söyleyen Nesibe Hala, Büyükçekmece Köprüsü'ne gelmeden önce uyuyakalmüt. Çatalca çkünda bir benzincide Çetin Efendi depoyu doldururken, Füsun ile annesi arabadan çktlar. Kenardaki satc teyzeden yörenin fol peynirinden bir paket alp yandaki çay bahçesinin masasna oturdular ve çay ve simitle keyfini çkararak peynir yediler. Bu hzla Avrupa yolculuùumuzun haftalar deùil, belki de aylar süreceùini düüünerek ben de onlarla oturdum. Bundan üikâyetçi miydim? Hayr! Füsun'un karüsnda otururken, hiç konuümadan ona bakyordum ve ilk gençlik yllarmn dansl partilerinde ya da yaz baülarnda çok güzel bir kzla kars 9
------------------------------------------ Büyük Semiramis Oteli ---------------------------------------------
ülastgm zaman hissettiùim cinsten tatl bir aùr, hafif hafif karnma, göùsüme yaylyordu. Derin, ykc aük acs deùildi bu, tatl bir aük sabrszlùyd. Saat yedi krkta, güneü gözümüzün içine baka baka ayçiçeùi tarlalar arasndan batt. Çetin Efendi arabann lambalarn yaktktan az sonra. "Çocuklar, bu karanlkta gitmeyelim Allah aükna!" dedi Nesibe Hala. Çift üeritli yolda, kamyon üoförleri uzak lambalarn hiç söndürmeden üzerimize üzerimize geliyorlard. Babaeski'yi geçtikten az sonra, mor neon lambalar karanlùa göz krpan Büyük Semiramis Oteli bana gece kalmak için uygun bir yermiü gibi gözüktü. Çetine yavaülamasn söyledim, araba yandaki Türk PetroFün önünden kvrlp (bir köpek "Hav hav hav," dedi) otelin önünde durunca, sekiz yldr hayalini kurduùum üeyin burada gerçekleüeceùine karar veren kalbim aükla ve hzla atmaya baülad. Üç katl, ad hariç özentiden uzak temiz otelin resepsiyonuna bakan emekli astsubaydan (duvarda üniformal, silahl ve mutlu bir resmi aslyd) Füsun ile Nesibe Halaya bir, Çetin Efendiyle bana da birer oda istedik. Odamda yataùa uzanp tavana bakarken, bu uzun yolculuk boyunca her gece yanmdaki odada Füsun uyurken tek baüma uyumann, bana onu dokuz yl beklemekten bile zor gelebileceùini sezdim. Aüaùda, küçük yemek odasna girince, Füsunun onun için hazrladùm sürprize uygun bir havaya büründüùünü gördüm. Otel sanki Avrupa'da zengin bir sahil kasabasndaki 19. yüzyl sonundan kalma lüks bir yermiü ve oradaki kadife perdeli ük salona aküam yemeùine inermiü gibi, Füsun özenle makyajn tazelemiü, yllar önce ona
aldùm
ve
burada
üiüesini
sergilediùim
Le
soleil
noir
kokusundan.sürmüü ve dudaklarnn boyasyla ayn renk, kpkrmz bu elbiseyi giymiüti. Elbisenin ülts, güzelliùini, esmer saçlarnn parlaklùn iyice ortaya çkarmüt. Almanya'dan dönen yorgun iüçi ailelerinin oturduùu yan
516
Büyük Semiramis Oteli
masalardan merakl çocuklar ve üehvetli babalar arada bir dönüp ona bakyorlard. "Çok yaküt bu aküam sana bu krmz..." dedi Nesibe Hala. "Paris'te otelde, sokaklarda giyince, daha da iyi gözükür. Ama yolda, her aküam giyme canm." Ayn fikirde olduùumu söylemem için Nesibe Hala bana bir bakü att, ama hiçbir üey çkmad aùzmdan. Füsun'un, onu aür güzel gösteren elbiseyi aslnda her aküam giymesini istediùim için deùil yalnzca... Mutluluùun çok yaknda olduùunu, ama onu elde etmenin de zor olacaùn hisseden genç âüklar gibi gerilmiütim; aùzm açmak gelmiyordu içimden. Tam karümda oturan Füsun'un da ayn durumda olduùunu hissediyordum. Bakülarn benden kaçryor, sigaray yeni baülamü liseli kz gibi acemice içiyor ve sigarasnn dumann kenara üflüyordu. Otelin Babaeski Belediyesinden onayl sade menüsüne bakarken, sanki geride braktùmz dokuz yl gözden geçiriyor-muüuz gibi uzun, tuhaf bir sessizlik oldu. Çok sonra garson gelince, bir büyük üiüe Yeni Rak istedim. "Bu aküam sen de iç de, kadeh tokuüturalm Çetin Efendi," dedim. "Nasl olsa yemekten sonra beni eve götürmeyeceksin." "Maüallah, çok beklediniz Çetin Bey," dedi Nesibe Hala içten bir takdir duygusuyla. Bana bir an göz att. "Sabrla, tevekkülle insann kazanamayacaù kalp, fethedemeyeceùi kale yoktur, deùil mi?" Rak gelince, herkes gibi Füsun'un kadehine de bolca koydum ve bunu yaparken gözlerinin içine baktm. Sinirli ve gergin olduùu zamanlarda yaptù gibi sigarasn, ucuna bakarak içtiùini görmek hoüuma gidiyordu. Nesibe Hala dahil hepimiz buzlu raky, istekle iksir içer gibi içmeye baüladk. Biraz sonra rahatladm. Dünya aslnda güzeldi, sanki bunu yeni fark ediyordum. Füsun'un narin gövdesini, uzun kollarn, güzel göùüslerini hayatmn sonuna kadar oküayacaùm, baüm onun boynuna gö-
517
Büyük Sem i ram is Oteli
müp kokusunu içime çekerek yllarca uyuyacaùm artk çok iyi biliyordum. Çocukluùumda, mutluluk anlarmda yaptùm gibi, beni mutlu eden üeyi "mahsuscuktan" unutup, çevremdeki her üeyi güzel bularak dünyaya yeni bir gözle baktm: Duvarda Atatürk'ün frakl, ük ve hoü bir fotoùraf vard. Onun yanna bir úsviçre manzaras, Boùaz Köprüsü'nü gösterir bir manzara resmi, ta dokuz yl öncesinden hatra, Meltem Gazozu içen únge’nin tatl bir pozu aslmüt. Saat dokuzu yirmi geceyi gösterir bir saati ve resepsiyon duvarnda da "çiftlere evlilik cüzdan sorulur" levhasn gördüm. "Bugün Rüzgârl Yokuülar var," dedi Nesibe Hala. "Söyleyelim mi televizyonu ayarlasnlar..." "Daha vakit var anne," dedi Füsun. Yemek salonuna, otuzlarnda yabanc bir çift girdi. Herkes dönüp bakt onlara; onlar da bizi kibarca selamladlar. Franszdlar. O yllarda Türkiye'ye Bat'dan çok turist gelmezdi, ama gelenlerin pek çoùu arabalaryla gelirdi. Vakti gelince otel sahibi, baüörtülü kars, baüörtüsüz yetiükin iki kz -birinin mutfakta çalütùn görmüütüm- televizyonu ayarladlar ve müüterilere srtlarn dönüp diziyi sessizce seyre koyuldular. "Kemal
Bey,
oradan
göremeyeceksiniz,"
dedi
Nesibe
Hala.
"Yanmza gelin." Nesibe Hala ile Füsun un arasndaki darack yere sandalyemi çekip oturarak, ústanbul tepelerinde geçen Rüzgarl Yokuülar seyretmeye baüladm. Ama gördüùümü anladùm söyleyemem. Füsunun çplak kolu benim çplak koluma kuvvetlice yaslanmüt! Onun koluna yapümü olan benim sol kolumun özellikle sol üst yan, alevler içinde yanyordu. Gözüm ekrandayd, ama ruhum sanki Füsun'un ruhunun içine girmiüti. úçimdeki bir baüka göz Füsun'un boynunu, güzel göùüslerini, göùüslerinin ucundaki çilek memeleri, karnnn beyazlùn
5
Büyük Semiramis Oteli
görüyordu. Füsun da yavaü yavaü kolunu benimkine daha fazla güçle yaslyordu. Ne Füsunun sigarasn üzerinde "Batanay Ayçiçek Yaù" yazan bir küllükle ezip söndürmesiyle ne de uçlar kpkrmz dudak boyal sigara izmaritleriyle ilgilendim. Dizi bilince televizyon kapatld. Otel sahibinin büyük kz radyoyu açt, Franszlarn hoüuna giden tatl, hafif bir müzik buldu. Sandalyemi eski yerine çekerken, az daha düüüyordum. Çok içmiütim. Füsun da üç kadeh rak içmiüti, göz ucuyla saymütm. "Kadeh tokuüturmay unuttuk,B dedi Çetin Efendi. "Evet, tokuüturalm," dedim. "Aslnda küçük bir tören yapma zaman geldi artk. Çetin Efendi, üimdi bizim niüan yüzüklerimizi de sen takacaksn." Kapalçarü'dan bir hafta önce aldùm yüzüklerin kutusunu bir sürpriz havasyla çkardm, kapaùn açtm. "Doùrusu budur efendim," dedi Çetin Efendi hemen duruma uyum göstererek.
"Niüanlanmadan
evlenilmez.
Uzatn
parmaklarnz
bakaym." Füsun gülümseyerek, ama heyecanla parmaùn uzatmüt bile. "Bundan dönüü yoktur," dedi Çetin Efendi. "Çok mutlu olacaksnz, biliyorum... Sen öbür elini uzatacaksn Kemal Bey." Niüan yüzüklerimizi, hiç duraksamadan bir anda takt. Bir alkü koptu. Yan masadan Franszlar bizi seyrediyormuü, bir-iki baüka uykulu müüteri de katld onlara. Füsun çok tatl gülümsüyor, kuyumcuda yüzük seçen biri gibi parmaùndaki yüzüùe bakyordu. "Parmaùna uydu mu canm?" dedim. "Uydu," dedi gülümsemesini hiç gizlemeden. "Çok da yaküt." "Evet." "Dans, dans," dedi Franszlar. "Ya, hadi bakalm!" dedi Nesibe Hala. Radyodaki tatl müzik dansa uygundu. Ayakta durabilecek miydim?
519
Büyük Sem i ram is Oteli
úkimiz de ayn anda sandalyeden kalktk. Belinden tutup Füsuna sarldm.
Çok
güzel
kokuyordu;
belini,
kalçasn,
belkemiùini
parmaklarmn altnda hissettim. Füsun benden daha aykt. Dans da, ciddiye alp bana duygulu bir üekilde sarlarak etti. Kulaùna onu ne kadar sevdiùimi söylemek istedim, ama bir tutukluùa kapldm. úkimiz de çok sarhoütuk, ama gene de aklmzn bir yan bizi kendimizi koyuvermekten alkoyuyordu. Biraz sonra yerimize oturduk. Franszlar bizi gene alküladlar. "Ben kalkaym," dedi Çetin Efendi. "Sabah motora bakacaùm. Yola erken çkyoruz, deùil mi?" Çetin rap diye ayaùa kalkmasayd, belki Nesibe Hala daha da oturacakt. "Çetin Efendi, arabann anahtarn versene," dedim. "Kemal Bey, bu aküam hepimiz çok içtik, aman sakn direksiyona el sürmeyin." "El çantam bagajda kalmü, kitabm alacaùm." Uzattù anahtar aldm. Çetin Efendi bir an toparland, babama gösterdiùi aün saygl hareketlerden birini yapp eùildi. "Anne, sen odann anahtarn bana nasl vereceksin?" dedi Füsun. "Kapy kilitlemem," dedi Nesibe Hala. "Açar, girersin." "ûimdi ben arkandan gelir alrm." "Acele etme. içeride anahtar kapnn üzerinde olacak," dedi Nesibe Hala. 'Kilidin içine sokar, kilitlemem. ústediùin zaman gelirsin." Nesibe Hala ile Çetin Efendi gidince, hem rahatladk hem de gerildik. Füsun bütün hayatn birlikte geçireceùi damat ile ilk defa yalnz kalan gelin gibi, gözlerini benden kaçryordu. Ama bunun bilinen utangaçlktan baüka bir duygu olduùunu da seziyordum. Ona dokunmak istedim. Sigarasn yakmak için uzandm. "Odana çkp kitap m okuyacaktn?" dedi Füsun. Kalkmaya hazrlanyormuü gibiydi.
5
-------------------------------------------------- Büyük Semlramis Oteli — --------------------------------— -------------------
"Yok canm, belki arabayla bir tur atarz diye düüünmüütüm." "Çok içtik Kemal, olmaz." "Birlikte gezeriz." "Artk yukar çk ve yal." "Kaza yaparm diye mi korkuyorsun?" "Korkmuyorum." "O zaman arabay alaym, yan yollara sapp tepeler, ormanlar içinde kaybolalm." "Olmaz, yukar çk, yat. Ben kalkyorum." "Niüanlandùmz aküam beni masada yalnz brakp gidiyor musun?" "Yok, daha oturuyorum," dedi. "Burada oturmak aslnda çok hoüuma gidiyor." Franszlar masalarndan bize bakyorlard. Orada hiç konuümadan yarm saate yakn oturmuü olmalyz. Arada bir göz göze geliyorduk, ama bakülarmz içe dönmüütü. Aklmn sinemasnda hatralardan, korkulardan, istekten ve anlamn hiç çkaramadùm baüka pek çok resimden yaplmü eklemeli tuhaf bir film oynuyordu. Daha sonra masada bardaklarmz arasnda hzl hzl yürüyen iri bir karasinek filme girdi. Kendi elim, Füsun'un sigaral eli, bardaklar ve Franszlar da filme girip çkyorlard. Duyduùum yoùun sarhoüluk ve aüka raùmen, aklmn bir yanyla kafamdaki filmin çok mantkl olduùunu sanyor ve bütün dünyann Füsun ile aramzda aük ve mutluluktan baüka hiçbir üey
olmadùn
bilmesinin
üu
anda
çok
önemli
olduùunu
düüünüyordum. Bu sorunu sineùin tabaklar arasnda yürüdüùü hzla çözmeliydim. Franszlara mutlu olduùumuzu gösterir bir üekilde gülümsedim, onlar da ayn üekilde bize gülümsediler. "Sen de gülsene onlara." "Güldüm, tamam," dedi Füsun. "Ne yapaym baüka, göbek mi ataym?" Füsun'un çok sarhoü olduùunu unutuyor, her söylediùini ciddiye alarak bazan kederleniyordum. Ama mutluluùum kolay 521
Büyük Semiramis Oteli
bozulacak gibi deùildi, içe içe insann bütün dünyann birliùini ve tekliùini hissettiùi o derin ruh haline girmiütim. Kafamdaki sinekli, hatral filmin verdiùi fikir de buydu iüte. Füsun için yllardr hissettiùim her üey, onun için çektiùim bütün aclar, dünyann karmaüklù ve güzelliùiyle aklmda bir bütün olmuütu ve bu bütünlük ve tamamlanmütk duygusu bana olaùanüstü güzel geliyor ve derin bir huzur veriyordu. Derken kafam bir süre sineùin ayaklar birbirine dolanmadan nasl bu kadar hzla yürüyebildiùine takld. Sonra sinek yok oldu. Füsun'un elini masann üzerinde kendi elimin içinde tutuyordum ve hissettiùim huzur ve güzelliùin benim elimden ona, ondan bana geçtiùini anlyordum. Füsunun güzel sol eli, yorgun bir hayvan gibi alttayd, benim saù elim onu tersinden yakalamü, kabaca üstüne çkmü, bastrmüt sanki. Bütün dünya kafamn, kafalarmzn içinde dönüyordu. "Dans edelim mi?" dedim. "Hayr..." "Niye?" "ûimdi istemiyorum!" dedi Füsun. "Böyle oturmak bana yetiyor." Ellerimizi kastettiùini anlayarak gülümsedim. Zaman durmuü gibiydi, hem orada saatlerdir el ele oturuyormuü gibi hissediyor hem de üimdi geldiùimizi zannediyordum. Bir an orada ne yaptùmz unuttum. Sonra baktùmda lokantada bizden baüka kimse olmadùn gördüm. "Franszlar gitmiü." "Onlar Fransz deùildi," dedi Füsun. "Nereden anladn?" "Arabalarnn plakalarn gördüm. Atina'dan geliyorlar." "Arabalarn nereden gördün?" "Lokantay kapatacaklar, biz de gidelim." "Oturuyoruz iüte!" "Haklsn," dedi olgunlukla.
522
Bir süre daha el ele oturduk. Saù eliyle paketinden dikkatle bir sigara çkarp, tek eliyle hünerle yakp, bana gülümseyerek aùr aùr içti. Bu, saatler sürmüü gibi geldi bana. Kafamda yeni bir film baülamüt ki, Füsun elini elimden çekip ayaùa kalkt. Ben de peüinden yürüyordum. Krmz elbisesinin arkasna bakarak merdivenleri çok dikkatle, hiç sendelemeden çktm. "Senin odan bu yanda," dedi Füsun. "Önce seni odana, annene brakaym." "Hayr, sen git kendi odana," diye fsldad. "Çok üzülüyorum, bana güvenmiyorsun. Bütün hayatn benle nasl geçireceksin?" "Bilmiyorum," dedi. "Git hadi odana." "Çok güzel bir aküam," dedim. "Çok mutluyum. Hayatmzn sonuna kadar her an böyle mutlulukla geçecek, inan bana." Öpmek için ona yaklaütùm gördü ve benden önce ilk o sarld bana. Bütün gücümle, neredeyse zorla onu öptüm. Uzun uzun öpüütük. Bir ara gözümü açtm ve dar ve bask koridorda Atatürk'ün resmini gördüm. Odama gelmesi için öpüüler arasnda Füsun'a yalvardùm hatrlyorum. Odalarn birinden bizi uyaran yapay bir öksürük sesi geldi. Bir kap kilidi kurcaland. Füsun kollarmdan çkt, koridoru dönüp kayboldu. Arkasndan umutsuzlukla baktm. Odama girdim, elbiselerimle kendimi yataùa atverdim.
78. YAZ YAøMURU Oda kor karanlk deùildi, Edirne yolunun ve benzincinin lambalar içeri vuruyordu. Uzakta bir orman m vard? Çok uzaktan bir üimüeùin çaktùn belli belirsiz fark ettim. Aklm bütün âleme, her üeye açlmüt.
523
-Yaz Yaùmuru
Çok vakit geçti. Kap vuruldu, kalkp açtm. "Annem kapy kilitlemiü," dedi Füsun. Karanlkla beni görmeye çalüyordu. Elinden tutup onu içeri çektim. Yataùa elbiselerimle uzandm, onu da yanma yatrdm ve sarlarak kendime yasladm. Korunmak isleyen bir kedi gibi sokuldu bana. Baüm göùsümle boynum arasnda bir yere gömdü. Bana ne kadar sokulursa o kadar mutlu olacakmüz gibi beni kuvvetle kendine çekiyor, titriyordu. Masallardaki gibi sanki onu bir an önce öpmezsem ölecektik. Öpüütüùümüzü, iyice buruüan krmz elbisesini çekiütire çekiütire çkardùmz,
uzun
uzun
ve
kuvvetle
öpüütüùümüzü,
somya
gcrdadù için ikide bir utanp yavaüladùmz, saçlarnn göùsüme ve yüzüme dökülüüünün beni çok tahrik ettiùini hatrlyorum; ama "yaptm-ettim" gibi kararllk ifade eden bir dille konuümam, yaüadùmz üeyi bilinçle yaüadùmz, her an tek tek hatrladùm düüündürtmesin. Aür içkiden, heyecan ve gerginlikten tek tek saniyeleri, anlar, onlar yaüadktan çok sonra belli belirsiz ancak fark ediyordum. Yllardr beklediùim üeyi, artk hiç vakit geçirmeden yaüama telaü, bu dünyada mutluluùu bulmann inanlmazlù, seviümekten almam gereken zevki, bir parlayp bir anda yok olan tatl anlarn hepsini birbirinin içine geçirip genel bir izlenime indirmiüti. Sanki benim denetimim dünda baümdan bir üeyler geçiyor, ama bir rüyada olacaù gibi ben bunlar kendi isteùimle yaüayp yönlendirdiùimi zannediyordum. Çarüaflarn arasna girdiùimizi ve tenimin, onun tenine deùdikçe alev gibi yandùn hatrlyorum. Dokuz yl önceki seviümelerimizin unuttuùum ve unuttuùumu bile bilmediùim pek çok hatrasn, o mutlu günlerin diùer hayat ayrntlaryla birlikte yeniden yaüadùm da büyülenerek hissettim. úçimde yllardr bastrlmü mutluluk isteùi, istediùimizi elde etmiü olmann (memelerini aùzma sonuna kadar almütm bile) zafer ve sevinç duygusuyla birleüerek yaüadùm üeyi belirsizleütirmiü, anlar,
duygulan, hazz birbirine karütrmüt. En sonunda onu elde ettiùimi aklmn bir yanndan geçirirken, Füsun'un her üeyine, çkardù aük inlemelerine, bana çocuk gibi sarlüna, kadife teninin bir an parlamasna hayranlk ve üefkat duyuyordum. Bir ara Füsun kucaùma oturmuütu, yoldan geçen gürültülü bir kamyonun (yorgun motorunun derin ve yoùun uùultusu bizi taklit ediyordu) lambalarnn büyüyerek yaklaüan üùnda, birbirimizin gözlerinin içine neüeyle, mutlulukla baktùmz eüsiz bir an çok iyi hatrlyorum. Sonra beklenmedik kuvvetli bir rüzgâr esti, her üey bir an titredi, yaknda bir yerde bir kap çarpt, aùaçlarn yapraklan bizimle bir srr paylaür gibi hürdad. Çok uzaklardan bir üimüeùin mor üù oday bir an aydnlatt. Gittikçe artan bir istekle seviüirken geçmiüimiz, geleceùimiz, hatralarmz ve o ann hzla yükselen mutlu zevki birbirine karüyordu. Baùrülarmz kesmeye çalüarak ter içinde "sonuna kadar" gittik. Dünyadan, hayatmdan, her üeyden çok memnundum. Her üey güzel ve anlamlyd. Füsun bana iyice sokulmuütu, baüm boynuna yaslayp o güzel kokuyu koklayarak uyuyakaldm. Çok sonra, rüyamda baz mutluluk görüntüleri gördüm. Burada müzegezerlere bu rüyalarn görüntülerini sunuyorum. Rüyamda gördüùüm deniz, çocukluùumdaki gibi çivit maviüiydi. Yaz baülarnda Suadiye'deki eve giderken, sandal gezintilerinin, su kayaù yaptùm mutlu zamanlarn, keyif için balùa çktùmz aküamüstlerinin hatralar, içimi hoü bir sabrszlkla doldururdu. Rüyamdaki frtnal deniz, içimde sanki yaz baülarndaki o hoü mutluluùu uyandryordu. Derken üzerimden aùr aùr geçip giden yumuüack bulutlar gördüm, biri babama benziyordu; okyanusla, frtnada, aùr aùr batp kaybolan bir gemiyi, çocukluùumun resimli romanlarn hatrlatan baz siyah-beyaz hayalleri, karanlk, belirsiz, ama korkutucu baz resimleri ve hatralar gördüm. Bunlarda unutulmuü ve yeniden bulunmuü hatralarn tad vard. Eski filmlerdeki ústanbul görüntule-
Yaz Yaùmuru
ri, üehrin karl sokaklar, siyah-beyaz kartpostallar geçti gözlerimin önünden. Rüyamdaki bu görüntüler bana yaüama mutluluùunun, bu dünyay görme zevkinden asla ayrlamayacaùn öùretiyordu. Sonra üiddetli bir rüzgâr, bütün bu görüntüleri canlandrarak üzerimden geçti ve terli srtm ürpertti. Akasya aùaçlarnn yapraklar saùa sola üklar saçar gibi dönüyor, rüzgârda hoü bir hürt çkaryordu. Rüzgâr üiddetlenince, bu yaprak ve aùaç hürts tehditkâr bir uùultuya dönüütü. Gök uzun uzun gürledi. O kadar üiddetli bir gürültüydü ki, uyandm. "Ne güzel uyuyordun," dedi Füsun ve beni öptü. "Ne kadar uyudum?" "Bilmiyorum, ben de az önce gök gürültüsüyle uyandm." "Korkum mu?" dedim, ona sarldm, kendime çektim. "Hayr, korkmadm." "Birazdan yaùmur baülar..." Baün, göùsümle omzumun arasna bir yere yaslad. Karanlkta yattùmz yerden, uzun bir süre hiç konuümadan pencereden düarsn seyrettik. Çok uzaklarda bir yerde, bulutlu gök, arada bir mor ve pembemsi bir ükla aydnlanyordu. ústanbul-Edirne yolunun gürültülü kamyonlar ve otobüsleriyle yolculuk edenler, uzaklardaki bu frtnal yeri sanki görmüyorlard da, dünyann o tuhaf köüesinin bir biz farkndaydk. Yoldan geçen araçlarn gürültüsünden önce uzak lambalarnn üù odaya giriyor, saùmzdaki duvarda sessizce büyüyerek oday iyice aydnlatyor ve aracn gürültüsünü iüittiùimiz anda üù üekil deùiütirip kayboluyordu. Arada öpüüüyorduk. Sonra kaleydoskopla oyalanan çocuklar gibi, odaya vuran üklarn duvarlarda oynadù oyunlara gene bakyorduk. Çarüaflarn içinde bacaklarmz, tpk kan-kocalar gibi yan yana uzanyordu. Önce birbirimizi hafifçe, dikkatle, yeniden keüfederek oküadk. úlk sarhoüluktan uzaklaütùmz için üimdi seviümek çok
526
Yaz Yaùmuru
daha güzel ve anlamlyd. Göùüslerini, mis kokulu boynunu uzun uzun öptüm. Cinsel isteùin karü durulmas zor gücünü fark ettiùim ilk gençlik
yllarnda,
bir
çeüit
hayret
ve
büyülen-meyle
üöyle
düüündüùümü hatrlyordum: únsan güzel bir kadnla evliyse, onunla sabahtan aküama kadar seviüir, baüka bir üey yapmaya vakit kalmaz. Ayn çocuksu düüünceyi geçirdim aklmdan. Önümüzde snrsz bir zaman vard. Dünya cennete yakn, ama yan karanlk bir yerdi. Bir otobüsün güçlü uzak üklarnda, Füsun un çekici ve tatl dudaklarn, yüzündeki bu dünyadan çok uzaklara gittiùini gösteren ifadeyi gördüm. Otobüsün üklan kaybolduktan sonra, uzun bir süre bu duyguyu yaüadm. Sonra Füsun un karnn öptüm. Arada bir yol sessizliùe bürünüyordu. O zaman çok yaknda bir yerden bir aùustosböceùinin crcrlarm duyuyorduk. Daha uzaktan kurbaùa vraklamalar m geliyordu, yoksa Füsuna dokundukça dünyann narin iç seslerini, otlarn ortasndaki hürty, topraùn içinden gelen derin ve sessiz uùultuyu, hayatn içinde hiç fark edemediùim doùann belli belirsiz soluk alü veriülerinin sesini mi keüfediyordum, bilmiyorum. Karnn uzun uzun öptüm, kadifemsi teninin üzerinde aylakça dudaklarm gezdirdim. Arada bir daldù sudan keyifle baün çkaran bir karabatak gibi baüm kaldryor ve sürekli deùiüen ükta, Füsun ile göz göze gelmeye çalüyordum. Srtma konup beni sran ve arada vzltsn iüittiùimiz bir de sivrisinek vard. Birbirimizi yemden keüfetmenin zevklerini tadarak uzun uzun seviütik. Seviüirken ayn hareketleri yaptkça, onunla bu yeniden tanümamzn
heyecanlan,
kafamn
bir
köüesine
gene
hiç
silinmemecesine kaydoluyor ve ayn zamanda da snflanyordu: 1. úlk mutlu deneyim, dokuz yl önce 1975'te Füsun ile krk dön gün boyunca seviüirken keüfettiùim ona özgü belirgin baz davranülarm yeniden sevinçle yaüamakt. Seviüirkenki inlemelerini, yüzünde beliren masum ve üefkatli bakü -kaülar ilgiyle ça-
527
Yaz Yaùmuru
alrd- ve beliyle kalças arasndan iki yandan onu kuvvetle tutarken, vücutlarmzn alt-üst yerleümesi srasnda -tpk tek bir aletin birleütirilen parçalan gibi- gövdelerimizin çeüidi yanlan arasnda oluüan özel uyumu, öpüüürken dudaklarnn dudaklarma doùru çiçek gibi açlün, bu dokuz yl boyunca pek çok kere hayal etmiü, hatrlamü ve yeniden yaüamay çok istemiütim. 2. Unuttuùum için hayal etmediùim ve bu yüzden de Füsun'da yeniden görüp yaüaynca hatrlayp üaürdùm pek çok küçük üey vard: Parmaklarn bir an cmbz gibi yapp benim bileklerimi tutuüunu; omzunun hemen arkasndaki beni (diùer pek çok ben zaten hatrladùm yerdeydiler),
seviümenin
en
zevkli
yerinde
bir
an
gözlerinin
bulutlanün ve bakülarnn çevredeki küçük üeylerden (masann üzerine yerleütirilmiü saati ya da elektrik borusunun tavanda kvrlü) birine odaklanü, bana smsk sarlrken kollarnn yavaü yavaü gevüemesi üzerine benden uzaklaütùn sanmam, sonra da birden daha da kuvvetle beni kavramasn unutmuü, bir gecede hatrlamütm. Unuttuùum bu küçük huylar ve hareketler, dokuz yl boyunca kura kura hayallerimde gerçekdü bir fantazi haline getirdiùim seviümemizi, bu dünyaya ait gerçek bir faaliyete dönüütürmüütü hemen. 3. Füsun un hiçbir üekilde hatrlamadùm baz yeni hareketleri ise beni üaürtyor, endiüelendiriyor, kskandryordu. Trnaklarn srtma sertçe geçirmesi, seviümenin en üiddetli yerinde bir an durup aldù hazzn, yaüadù üeyin anlamn tartar gibi düüüncelere dalmas ya da birden uyuyakalmü gibi hareketsiz kalp öylece durmas ya da canm actmak ister gibi, kararllkla kolumu, omzumu srmas, bana Füsunun eski Füsun olmadùn hissettiriyordu. Dokuz yl önceki o krk dört günde, gece bende kalp seviümemiüti: yaüadùmz üey yeni, belki de ondan diye düüündüm bir ara. Ama sert hareketlerinde, düüünceler içinde birden kendini gen çekivermesinde, beni tedirgin eden hr hrçnlk vard. 4. ûimdi o artk baüka biriydi. O yeni kiüinin içinde on sekiz yaündayken tanyp seviütiùim Füsun vard, ama aradan geçen
528
Yaz Yaùmuru
yllar, tpk bir aùacn dü kabuklar gibi, içerideki fidan arkalara bir yere itmiüti sanki. Yllar önce tandùm o genç kzdan çok, üimdi yanmda uzanan Füsun'u seviyordum. O yllarn geçmesinden, ikimizin de daha akll, daha derin ve daha tecrübeli olmamzdan memnundum. úri taneli yaùmur damlalar pencerelerde, denizliklerde tpr-dad. Gök gürlerken saùanak baülad. Güçlü yaz saùanaùnn uùultusunu dinlerken birbirimize sarldk. Uyuyakalmüm. Uyandùmda yaùmur dinmiüti, Füsun yanmda deùildi. Ayaktayd, krmz elbisesini giyiyordu. "Odana m gidiyorsun?" dedim. "Gitme lütfen." "ûiüe suyu arayacaùm," dedi. "Çok içmiüiz. Fena susadm." "Ben de susadm," dedim. "Sen otur, ben aüaùda lokantann dolabnda gördüm." Ama ben yataktan kalkana kadar, kapy açp sessizce çkp gitti. Biraz sonra Füsun'un geleceùini düüünerek mutlulukla yatarken uyuyakalmüm.
7 9 . BAûKA BúR DÜNYAYA YOLCULUK Uzun bir süre sonra uyandùmda, Füsun hâlâ odaya gelmemiüti. Annesinin yanma döndüùünü düüünerek yataktan çktm, pencereden düarya bakarak bir sigara yaktm. Daha güneü doùmamü, ortalk aydnlanmamüt, belli belirsiz bir ük vard yalnzca. Açk pencereden içeri slak toprak kokusu geliyordu. úlerideki benzincinin neon lambalar, Büyük Semiramis Otelinin tabelasnn üù, asfalt yolda betonun kenarlarndaki slak yerlerde ve ileride park edilmiü Chevroletimizin tamponunda yansyordu. Aküam yemeùi yiyip niüanlandùmz lokantann anayola bakan küçük bir bahçesi olduùunu gördüm. Oradaki sandalyeler, yastklar slanmüt. Az ötedeki incir aùacna sarlmü çplak bir ampulün yapraklar arasndan szan üùnda bir bankta Füsun
529
— --------------------------------------------Baüka
Bir
Dünyaya
Yolculuk
oturuyordu. Bana hafifçe yan dönmüü, sigara içerek güneüin doùmasn bekliyordu. Hemen giyinip aüaù indim. "Günaydn güzelim," diye fsldadm. Hiçbir üey söylemedi, düüüncelere dalmü, aür dertli biri gibi baün sallad yalnzca. Bankn hemen yanndaki sandalyede bir bardak rak gördüm. uSu
alrken baktm, bir de açk üiüe vard!" dedi. Yüzünde bir an
rahmetli Tark Bey'in kz olduùunu hatrlatan bir ifade belirdi. "Dünyann en güzel sabahnda içmeyeceùiz de ne yapacaùz," dedim. "Yol scak olur, arabada bütün gün uyuruz. ûimdi yannza oturabilir miyim küçük hanm?" "Küçük hanm deùilim artk ben." Cevap vermedim, yanma sessizce oturdum, karümzdaki manzaray seyrederken Saray Sinemas'ndaymüz gibi elini tuttum. Uzun bir süre hiç konuümadan dünyann yavaü yavaü aydnlanün seyrettik. Uzakta hâlâ mor üimüekler çakyor; turuncu bulutlar, Balkanlar'da bir yere yaùmur yaùdryordu. ûehirleraras bir otobüs gürültüyle geçip gitti. Kaybolana kadar krmz arka üklarna uzun bir süre baktk. Kara kulakl bir köpek kuyruùunu dostça sallayarak benzinci yönünden aùr aùr bize doùru yaklaüt. Hiçbir özelliùi, cinsi olmayan, sradan bir sokak köpeùiydi. Önce beni, sonra Füsun'u koklad, burnunu Füsun'un kucaùna dayad. "Seni sevdi," dedim. Ama Füsun cevap vermedi. "Dün de biz buraya girerken üç kere havlad," dedim. "Farknda msn... Bir zamanlar sizin televizyonun üzerinde aynen böyle bir köpek biblosu vard." "Onu da çalp götürdüm" "Çalmak saylmaz. Annen de, baban da, hepiniz, ilk yldan sonra biliyordunuz."
530
Baüka Bir Dünyaya Yolculuk
"Evet." "Ne diyorlard?" "Hiç. Babam üzülüyordu. Annem önemsizmiü gibi davranyordu. Ben de film yldz olmak istiyordum." "Olursun." "Kemal, bu son sözün yalan, sen de inanmyorsun," dedi ciddiyetle. "Buna gerçekten kzyorum. Çok kolay yalan söyleye-biliyorsun." "Niye?" "Artk beni hiçbir zaman film yldz yapmayacaùm biliyorsun. Buna gerek yok artk." "Niye gerek yok? Sen gerçekten istiyorsan olur." "Ben gerçekten, yllarca istedim Kemal. Çok iyi biliyorsun." Köpek, Füsun'a bir sevgi hamlesi yapt. "Aynen o biblo köpek gibi. Üstelik tpk onun gibi hafif sar ve kara kulakl," dedim. "Ne yapyordun bütün o köpekleri, taraklar, saatleri, sigaralar, her üeyi?.." "Onlar bana iyi geliyordu," dedim biraz öfkelenerek. "ûimdi hepsi Merhamet Apartmannda bir büyük koleksiyon olarak duruyor. Senden hiç utanmam güzelim, ústanbul’a dönünce sana göstermek isterim." Bana bakarak gülümsedi. Hem üefkatle hem de bana kalrsa, hikâyemin ve takntmn hak ettiùi alayclkla. "Beni gene garsoniyerine mi atmak istiyorsun?" dedi sonra. "Buna gerek yok artk," dedim kzgnlkla, onun sözünü tekrarlayarak. "Haklsn. Dün gece kandrdn beni. Evlenmeden önce en kymetli hazinemi aldn, sahip oldun bana. Artk evlenmez senin gibiler. Öyle birisin sen." "Doùru," dedim yar kzgnlk, yan oyunculukla. "Dokuz yl bunu bekledim, acsn çektim. Artk niye evleneyim ki!" Ama hâlâ el eleydik. Oyunu daha fazla ciddileümeden tatlya
S531
Baúka Bir Dünyaya Yolculuk
baùlamak için uzandm, bulun gücümle dudaklarndan öptüm. Füsun önce öpüütü, sonra dudaklarm kaçrd. "Seni öldürmek islerdim aslnda," deyip kalkt. "Çünkü seni ne kadar çok sevdiùimi biliyorsun." Bunu duyup duymadùn anlayamadm. Kzmü, küsmüü, topuklu ayakkablarnn üzerine sert sert basarak gidiyordu sarhoü güzelim. Otele girmedi. Köpek de peüindeydi. Anayola çktlar ve
Edirne
yönüne doùru Füsun önde, köpek arkada yürümeye baüladlar. Füsunun kadehinin dibinde kalan raky içtim (Kimse bakmazken Çukurcuma'daki evde bazan bunu yapardm). Arkalarndan uzun uzun baktm. Yol Edirne yönünde dümdüz, neredeyse sonsuza kadar uzadù, gün üdkça da Füsunun üzerindeki krmz elbise daha görünür hale geldiùi için, onu gözden kaybetmeme imkân yokmuü gibi geldi bana. Ama bir süre sonra düz ovadan gelen ayak seslerini iüitmez oldum. Yolda sonsuzluùa doùru, tpk Yeüilçam filmlerinin sonundaki gibi yürüyen Füsun'un krmz lekesi bir süre sonra görünmez olunca huzursuz oldum. Az sonra krmz lekeyi yeniden gördüm. Hâlâ yürüyordu öfkeli güzelim. úçimde olaùanüstü bir üefkat uyand. Hayatmn geri kalann onunla dün geceki gibi seviüerek ve az önceki gibi didiüerek geçirecektik. Gene de onunla daha az kavga etmeyi, onun gönlünü almay, onu mutlu etmeyi çok istiyordum. Edirne-ústanbul yolunda trafik artyordu. Yol kenarnda tek baüna yürüyen krmz elbiseli, güzel bacakl güzel bir kadn rahat brakmazlard. ûakann tad kaçmadan 56 Chevroletmize bindim, peüinden yola çktm. Bir buçuk kilometre sonra, bir çnar aùacnn altnda köpeùi gördüm. Oturmuü
Füsunu
bekliyordu.
úçim
cz,
kalbim
küt
küt
etti.
Yavaülayarak hz kestim. Bahçeler, ayçiçek tarlalar, küçük çiftlik evleri gördüm. "Altat Domates" dedi bana koskocaman bir reklam panosu. "O" har532
Baúka Bir Dünyaya Yolculuk
finin ortas niüangâh olmuü, arabalardan sklan tabanca kurüunlaryla delik deüik edilmiüti. Delikler de paslanmüt. Bir dakika sonra krmz lekeyi ufukta görünce, mutluluktan bir kahkaha attm. Yaklaürken hz kestim. Hâlâ kzgn ve küskün bir ifadeyle yolun saùndan yürüyordu. Beni görünce durmad. Uzanp arabann saù penceresini açtm. "Hadi canm, bin de dönelim, geç kalyoruz." Ama cevap vermedi. "Füsun, inan bugün yolumuz çok uzun." "Ben gelmiyorum, siz gidin," dedi çocuk gibi, yürüyüü hzn da hiç kesmeden. Arabay onun yürüyüü hzyla sürüyor, sürücü koltuùundan ona sesleniyordum. "Füsun, canm üu dünyann, üu harikulade âlemin güzelliùine bak," dedim. "Öfkelerle, kavgalarla hayat zehirlemenin hiçbir anlam yok." "Sen hiç anlamyorsun." "Neyi?" "Senin yüzünden hayatm yasayamadan Kemal," dedi. "Gerçekten artist olmak istiyordum ben." "Özür dilerim." "Ne demek özür dilerim?" dedi aür bir öfkeyle. Bazan arabann ve onun hz birbirini tutmuyor, birbirimizi anlayamyorduk. "Özür dilerim," diye yeniden baùrdm bu sefer, beni anlamadùn sanarak. "Feridun ile sen benim filmlerde oynamama bile bile mani oldunuz. Bunun için mi özür diliyorsun?" "Papatya gibi, Pelür'deki sarhoü kadnlar gibi olmak istiyor muydun gerçekten?" "Zaten artk hep sarhoüuz," dedi. "Üstelik ben onlar gibi olmazdm hiç. Ama siz, meühur olur, sizi brakr giderim diye kskançlkla hep evde tuttunuz beni."
533
Baüka Bir Dünyaya Yolculuk
"Sen de yannda güçlü bir erkek olmadan o yollara tek baüna çkmaktan hep korktun, Füsun..." "Ne?" dedi. Gerçekten çok kzmüt, hissettim bunu. "Hadi canm, atla arabaya, aküam içer, gene tartürz," dedim. "Seni çok, çok seviyorum. Önümüzde harika bir hayat var. Atla arabaya." "Bir üartm var," dedi, ta yllar önce çocukluk bisikletini eve geri getirmemi istediùi zamanki çocuksu edayla. "Evet?" "Arabay ben kullanacaùm." "Bulgaristan'da trafikçiler bizimkilerden de rüüvetçi. Çok çevirme varmü." "Yok, yok..." dedi. "ûimdi, otele dönerken kullanmak istiyorum." Arabay hemen stop ettirdim, kapy açp çktm. Yer deùiütirirken, arabann burnunda Füsun'u tuttum ve bütün gücümle öptüm onu. O da bütün gücüyle iki kolunu boynuma dolayarak, güzel göùüslerini göùsüme bastrarak sarld bana, serseme döndüm. ûoför koltuùuna geçti. Yldz Park'ndaki ilk derslerimizi hatrlatr bir dikkatle motoru çalütrd ve güzelce el frenini indirip yola çkt. Sol kolunun dirseùini, tpk Grace Kelly'nin Hrsz Yakalamak filminde yaptù gibi, açk pencereye yaslamüt. U dönüüü yapacak bir yer arayarak yavaü yavaü ilerledik. Çamurlu bir köy yolunun ana caddeyle kesiütiùi yerde bir hamlede dönmek istedi, ama yapamad, araba sarslarak stop etti. "Debriyaja dikkat et!" dedim. "Küpemi bile fark etmedin," dedi. "Hangi küpeni?" Arabay çalütrmüt, geri dönüyorduk. "O kadar hzlanma!" dedim. "Hangi küpe?" "Kulaùmda..." diye inledi narkozdan çkan birinin yar baygn sesiyle.
S534
-----------------------------------------------Baüka Bir Dünyaya Yolculuk -------------------------------------------------------- -
Saù kulaùnda kayp küpesinin teki vard. Seviüirken de kulaùnda myd? Bunu niye fark etmemiütim? Araba çok hzlanmüt. "Biraz yavaüla!" diye baùrdm, ama gaza sonuna kadar basyordu. Çok uzakta, dost köpek sanki arabay ve Füsun'u tanyarak yolun ortasna çkyordu. Füsun'un vitesi büyüttüùünü, gaza sonuna kadar bastùn, kuçu fark etsin de kenara çekilsin istedim, ama çekilmedi. Çok hzlanmütk, daha da hzlanyorduk. Köpeùi uyarmak için Füsun arabann kornasn çalmaya baülad. Bir an saùa gittik, bir an sola gittik, ama köpek hâlâ uzaktayd. Derken araba, tpk rüzgâr kesilince dalgalar arasnda bir anda doùrulan bir yelkenli gibi hiç yalpalamadan dümdüz bir çizgi izlemeye baülad. Ama bu hafifçe yolun düna çkan bir çizgiydi. úlerideki otele doùru deùil, az ötede yolun kenarndaki çnar aùacna doùru bütün hzmzla yaklaütùmz, kazann kaçnlmaz olduùunu anladm. O zaman yaüadùm mutluluùun sonuna geldiùimizi, bunun bu güzel âlemden ayrlü zaman olduùunu ruhumda derinden hissettim. Son hzla çnar aùacna doùru gidiyorduk. Bizi o hedefe Füsun kilitlemiüti. Böyle hissettim, kendime onunkinden baüka bir gelecek de görmüyordum artk. Nereye gidiyorsak onunla birlikte gidiyorduk ve bu dünyadaki mutluluùu kaçrmütk. Çok yazk olmuütu, ama bu sanki kaçnlmaz bir üeydi. Gene de bir içgüdüyle "Dikkaat," diye baùrdm, sanki olup bitene Füsun hiç dikkat etmiyormuü gibi. Aslnda bir kâbustan, sradan güzel bir hayata geçmek, uyanabilmek için baùran biri gibi içgüdüyle baùryordum. Bana kalrsa Füsun biraz sarhoütu, ama benim dikkat uyarma ihtiyac yoktu hiç. Arabay saatte yüz beü kilometre hzla, sanki ne yaptùn çok iyi bilerek yüz beü yllk bir çnar aùacna teslim ediyordu. Bunun hayatmzn sonu olduùunu anladm.
535
Baüka Bir Dünyaya Yolculuk
Babamn çeyrek yüzyllk 56 Chevroletsi bütün hzyla ve gücüyle yolun sol tarafndaki çnar aùacna çarpt. Çnar aùacnn gerisindeki ayçiçeùi tarlas ve ortasndaki ev, Keskinlerin sofrasnda yllarca kullanlan Batanay marka ayçiçek yaùnn üretildiùi küçük fabrikackt. Kazadan az önce araba hzla yol alrken, bunu Füsun da ben de fark etmiütik. Bir hurda halinde aylar sonra bulduùum Chevroletnin parçalarna tek tek dokunmak ve yllar sonra gördüùüm baz rüyalar da, bana kazadan hemen sonra Füsun ile göz göze geldiùimizi hatrlatt. Ölmekte olduùunu anlayan Füsun, iki-üç saniye süren bu son bakümamzda, bana asla ölmek istemediùini, hayata her saniyesine kadar baùl olduùunu, onu kurtarmam yalvaran gözlerle ifade ediyordu. Ben ise, kendimin de ölmekte olduùunu sandùm için, hayat dolu güzelim niüanlma, hayatmn aükna, birlikte baüka bir dünyaya yolculuùa çkmann sevinciyle gülümsedim yalnzca. Bundan sonra ne olduùunu, aslnda ne aylarca hastanede yatarken ne de yllar sonra hiç hatrlamadm da, baükalarnn sözlerinden, raporlarndan, aylar sonra kaza yerine gidip bulduùum tanklardan toparladm. Füsun, çarpümadan alt-yedi saniye sonra, göùsüne giren direksiyon ile bir konserve kutusu gibi katlanan arabann içine sküarak oldu. Baün ön cama bütün gücüyle vurmuütu. (Türkiye'de araçlarda kemer kullanma mecburiyetine daha on beü yl vard.) Burada sergilediùim kazadan sonraki rapora göre kafa kemikleri çökmüü, harikalarna hep üaütùm beyninin zan yrtlmü, aùr bir boyun travmas geçirmiüti. Göùüs kemiklerindeki krklardan ve alnndaki cam kesiklerinden baüka; güzel vücudunda, hüzünlü gözlerinde, harika dudaklarnda, pembe büyük dilinde, kadife yanaklarnda, saùlkl omuzlarnda, boynunun,
göùsünün,
ensesinin,
kamnn
ipek
teninde,
uzun
bacaklarnda, her görüüümde bir an beni gülümseten ayaklarnda, uzun, ince-
536
----- ʄ-------------------------------------- Baüka Bir Dünyaya Yolculuk -------------------------------------------------------
cik, bal rengi kollarnda, ipek teninin üzerindeki benlerde ve kumral küçük tüylerde, kalçalarnn yuvarlaklùnda ve her zaman yannda olmak istediùim ruhunda hiçbir hasar yoktu.
80. KAZADAN SONRA Ondan sonra geçen yirmi küsur yl, hiç uzatmadan anlatp hikâyemi bitirmek isterim. Kazadan, Chevrolet'yi sürerken Füsun ile rahat konuüabilmek için pencereyi açtùm ve çarpümadan önce kolumu içgüdüyle düar çkardùm için kurtulmuüum. Çarpmann etkisiyle beynimin içinde küçük kanamalar, dokusunda yrtlmalar olmuü, komaya girmiüim. Bir ambulans beni ústanbul'a Çapa Tp Fakültesi'nin solunum cihazna yetiütirmiü. Hastanenin yoùun bakm ksmnda, ilk ay hiç konuüamadan yattm. Kelimeler aklma gelmiyordu, dünya donmuütu. Aùzmda boru yatarken, Berrin ile annemin yaül gözlerle beni ziyaret ettiklerini hiç unutamam. Osman bile üefkatliydi, ama gene de yüzünde, arada bir "ben dememiü miydim" anlamnda bir ifade beliriyordu. Zaim, Tayfun, Mehmet gibi diùer arkadaülarmn da beni, tpk Osman gibi biraz ayplayan, biraz da kederlenen ifadelerle süzmelerini, trafik polisinin tuttuùu raporda kaza nedeninin sürücünün alkollü olmasna baùlanmasna (köpeùin rolü fark edilmemiüti), gazetelerin de bu habere biraz rezalet ekleyip süslemelerine borçluydum. Satsat çalüanlar gene de çok saygl, hatta duyguluydular. Alt hafta sonra bana yürüyüü terapisi yaptrdlar. Yürümeyi yeniden öùrenmek, hayata yeniden baülamak gibi bir duyguydu. Bu yeni hayatmda
Füsun'u
her
zaman
düüünüyordum.
Ama
Füsun'u
düüünmek, gelecekle, eskiden olduùu içimdeki istekle ilgili bir üey deùildi; Füsun yavaü yavaü artk geçmiüle ve
537
Kazadan Sonra
hatralarla ilgili bir hayal oluyordu. Bu çok üzücüydü ve artk onun için ac çekmek, onu istemek anlamna deùil, kendime acmak anlamna geliyordu. Müze fikrine de; düüünmek ile hatrlamak, kaybetme acs ile kaybetmenin anlam arasndaki bu noktalarda vardm. Teselli eder diye Proust, Montaigne gibi yazarlar okudum. Annemle aramzda sar sürahi karülkl aküam yemeklerimizi yerken dalgn dalgn televizyona bakyordum. Anneme göre Füsun'un ölümü, babamn ölümü gibi bir üeydi, ikimiz de sevdiklerimizi kaybettiùimize göre gönül rahatlùyla surat asabilir, insanlar cezalandrabilirdik. Üstelik her iki ölümün ardnda da, dumanl rak bardaklar ve insann içinde gizli bir baüka dünya taümas, bunu da içinde tutamayp düa vurmas vard. Annem bu ikincisinden hoülanmyordu, ben ise her üeyi anlatmak istiyordum. Hastaneden çktktan sonraki ilk aylarda, bu duygu Merhamet Apartman'na gidip Füsun ile seviütiùimiz yataùa oturup sigara içerek karümdaki eüyalara baktùm zaman uyanyordu içimde. Hikâyemi anlatabilirsem, acm hafifletebileceùimi seziyordum. Bunun için koleksiyonumu ortaya çkarmalydm. Zaim ile arkadaülk edip konuümay çok isterdim. Ama Sibel ile çok mutlu olduklarn, bir çocuklarnn doùmak üzere olduùunu, 1985'in Ocak aynda Piç Hilmi'den duymuütum. Piç Hilmi, sudan bir nedenden Nurcihan ile Sibel'in arasnn bozulduùunu da anlatmüt bana. Fuayeye, Garaj'a giden insanlarn devam ettiùi yeni lokantalara ve kulüplere,
hikâyemi
önemsediùim,
herkesin
bakülarnda
onu
gördüùüm, krk ve ezik bir insan olarak anlmay hiç istemediùim için gitmiyordum. Yeni açlan ve herkesin gittiùi ûamdan'a ilk ve son gidiüimde, neüeli görünmek için iüi abartmü, kahkahalar atmü, üakalar yapmü, Pelür'den oraya geçmiü olan yllanmü garson Tayyar'a taklmü ve hakkmda "kzdan sonunda kurtuldu" gibi dedikodularn edilmesine yol açmütm.
538
Kazadan Sonra
Bir gün Niüantaü'nn köüesinde Mehmet ile karülaünca, onunla Boùaz'da bir aküam "erkek erkeùe" yemek yemek için anlaütk. Boùaz meyhaneleri artk törenle gidilen yerler olmaktan çkmü, her aküam gidilebilecek yerlere dönüümüütü. Mehmet merakm sezerek, önce eski arkadaülarn ne yaptklarn anlatt. Nurcihan ile birlikte, Tayfun ve kars Figen'le Uludaù'a gittiklerini, dolarla borçlanan Faruk'un (Füsun ile Saryer Plaj'nda karülaütùmz Faruk) enflasyondan sonra aslnda iflas ettiùini, ama bankalardan borç alarak iflas ertelediùini, aslnda kendisinin Zaim'le hiçbir sorunu olmamasna raùmen Nurcihan ile Sibel'in aras bozulduùu için onlar görmediùini anlatt. Ben sormadan, Sibel'in artk Nurcihan fazla alaturka bulduùunu, gazinolarda alaturka üarkclar, Müzeyyen Senadan, Zeki Mürenleri dinliyor, oruç tutuyor ("Nurcihan oruç mu tutuyor?" diye sordum gülümseyerek) diye iùnelediùini söyledi. úki eski kz arkadaün aralarndaki soùukluùun asl nedeninin bu olmadùn hissettim hemen. Mehmet, benim eski dünyama geri dönmek isteyeceùime karar vermiü, beni kendi yanma çekmek istiyordu, ama bu yanlü bir gözlemdi. O dünyaya geri gidemeyeceùimi, Füsun'un ölümünden alt ay sonra kesin olarak kavramütm. Biraz rakdan sonra Mehmet, onu o kadar çok sevmesine, saymasna (üimdi bu ikinci duygu daha önemli olmuütu) raùmen, çocuk doùurduktan sonra Nurcihan' eskisi gibi çekici bulamadùn itiraf etti. Onunla yoùun bir aük yaüamü, evlenmiü, çocuk olunca da ksa sürede her üey eski haline, Mehmet de eski alükanlklarna dönmüütü. Bazan yeni eùlence yerlerine tek baüna gidiyordu. Bazan da çocuùu babaannesine brakp Nurcihan ile birlikle çkyorlard. Mehmet beni neüelendirmek, eùlendirmek için zenginlerin, reklamclarn gittiùi yeni lokantalar, kulüpleri, harlan bana göstermeye karar vererek, üehrin yeni mahallelerine götürdü beni. Bir baüka gece Nurcihan da bize katld, Etiler'in arkalarnda bir ylda ortaya çkan yeni ve büyük bir mahallede Amerikan
539
----- ™------------------------------------------------ Kazadan Sonra -----------------------------------------------------------------
yemeùi diye sunulan karmakarük birüeyler yedik. Nurcihan ne Sibel'den söz etti ne de Füsun'dan sonra hissettiklerimi sordu. Kalbime iüleyen bir tek üey yapt; yemeùin ortasnda durup dururken bir gün çok mutlu olacaùm, bunu sezdiùini söyledi. Bu SÖ* de, hayatn mutluluk ihtimalinin bana kapandùm daha çok hissettirdi. Mehmet eski Mehmet'ti, ama Nurcihan sanki yeni tandùm biri gibiydi; sanki ortak onca hatramz yok olmuütu. Bunun gittiùimiz lokantann havasyla, üehrin hiç sevmediùim bu yeni sokaklaryla da ilgili olduùunu aklmn bir yanyla alglyordum. Bu yeni sokaklar, ústanbul'a her gün bir yenisi eklenen betondan tuhaf mahalleler, hastaneden çktktan sonra hemen hissettiùim üeyi, Füsun'un ölümünden sonra ústanbul'un bambaüka bir yere dönüütüùü duygusunu kuvvetlendiriyordu. Yllar sürecek uzun yolculuklara beni hazrlayan en kuvvetli duygunun bu olduùunu üimdi söyleyebilirim. Bir tek, Nesibe Halay ziyaret ettiùim zamanlar, ústanbul'un eski, sevdiùim ústanbul olduùu duygusuna kaplyordum. Birlikte gözyaü döktüùümüz ilk ziyaretlerimden sonra, bir aküam Nesibe Hala laf hiç uzatmadan yukarya çkp Füsun'un odasna bakabileceùimi, istediùim her yeri istediùim gibi karütrp her istediùimi alabileceùimi söyledi bana. Yukarya çkmadan önce, Füsun ile uzun bir süre tören haline getirdiùim üeyi yaptm: Kafesin baüna gidip Limon'un suyuna ve yemine baktm. Aküam yemeklerinde yaptùmz üeyleri, televizyon seyrederken
konuütuklarmz,
hep
birlikte
sekiz
yl
sofrada
paylaütklarmz, yaüadklarmz hatrlamak, Nesibe Hala'nn gözlerini sulandryordu. Gözyaülar... Sessizlikler... Füsun'u hatrlamak ikimize de çok aùr geldiùi için, yukarya Füsun'un odasna çkmadan önceki iüleri elden geldiùince ksa kesmeye çalüyordum, iki haftada bir Çukurcuma'daki eve Beyoùlu'ndan yürüyerek gider; aküam yemeùini, Füsun'dan hiç söz etmemeye çalüarak Nesibe
540
Kazadan Sonra
Hala ile sessizce televizyona bakarak yer, gittikçe yaülanp ses-sizleüen Limon ile ilgilenir, her seferinde Füsun'un kuü resimlerine tek tek bakar; ellerimi ykamak bahanesiyle yukar çkar; sonra kalbim hzlanarak Füsun'un odasna girer, dolaplar, çekmeceleri açar, karütrrdm. Yllar boyunca aküamlar ona hediye getirdiùim bütün taraklan, saç frçalarn, küçük aynalar, kelebek biçimindeki broülar, küpeleri, her üeyi, Füsun, küçük odasndaki küçük dolaplarn gözlerinde saklamüt. Ona hediye ettiùimi bile unuttuùum mendilleri, tombalalk çoraplar, annesine aldùmz sandùm tahta düùmeleri, saç tokalarn (ve Turgay Beyin hediye ettiùi oyuncak Mustang'), ona yazp Ceyda ile yolladùm aük mektuplarn çekmecelerde bulmak beni manevi bir yorgunluùa sürükler, orada Füsun'un yoùun kokusunu taüyan dolaplarn, çekmecelerin önünde yarm saatten fazla kalamazdm. Bazan yataùn kenarna oturur, sigara içerek dinlenir, bazan da gözyaü dökmemek için pencereden düar, kuülar resmettiùi balkonlardan birinden düar bakar, bazan da çoraplardan, taraklardan birini-ikisini yanma alp götürürdüm. Füsun ile ilgili bütün eüyalar, hem dokuz ylda, ta baüta biriktirdiùimi bilmeden topladklarm hem de Füsunun odasndakileri, hatta evdeki her üeyi bir yerde toplamam gerektiùini artk anlyordum da, burasnn neresi olacaùn bilmiyordum. Sorumun cevabn, ancak seyahatlerde, dünyann küçük müzelerini tek tek ziyaret etmeye baülaynca bütün derinliùiyle kavradm. 1986 künda, karl bir gece, aküam yemeùinden sonra, yllar boyunca Füsun'a boü yere aldùm kelebekli broülar, küpeleri, taklar bir kere daha elden geçirirken; kaza srasnda Füsunun taktù ve yllardr tekinin kayp olduùunu söylediùi, kelebekli F harfli iki küpeyi de kutunun içinde bir kenarda gördüm. Küpeleri aldm, aüaù indim. "Nesibe Hala, bu küpeler Füsun'un mücevher kutusuna yeni konmuü," dedim.
S541
Kazadan Sonra
"Kemalciùim, o gün Füsun'un üzerinde ne varsa, krmz elbisesi, ayakkablar, her üeyi, üzülme diye sakladm onlar senden. Artk yerlerine koyaym dedim, hemen de fark ettin." "Küpelerin ikisi de mi üzerindeydi?" "O aküam o otelde senin odana gitmeden önce bizim odada belki de yatp uyuyacakt evladm. Ama birden çantasndan bunlar çkarp takt. Ben uyur gibi yaparak bakyordum. Odadan çkarken sesimi hiç çkarmadm. Artk mutlu olun istedim." Füsunun, bana, annesinin kapy kilitlediùini söylediùini Nesibe Hala ya hiç açmadm bile. Seviüirken küpeleri nasl fark etmemiütim? Bunun yerine baüka bir üey sordum: "Nesibe Hala, yllar önce bu küpenin tekini, bu eve ilk geliüimde yukarda banyoda, aynann önünde unuttuùumu anlatmütm. 'Sizin haberiniz var m?' diye de sormuütum." "Hiç bilmiyorum, oùlum. Bunlar kurcalayp beni gene aùlatma. Yalnz, Paris'te bir çift küpeyi takp sana sürpriz yapmak istiyordu, böyle bir üey söylemiüti, ama hangi küpe hiç bilmiyorum. Paris'e de gitmeyi çok istiyordu Füsuncuùum." Nesibe Hala aùlamaya baülad. Sonra da aùladù için özür diledi. Ertesi gün Hötel du Nord'da yer ayrttm. Aküam da anneme Paris'e gittiùimi, yolculuùun bana iyi geleceùini söyledim. "Aman iyi," dedi annem. "Biraz da iülerle, Satsat ile uùraürsn. Osman her üeye de sahip olmasn."
81. MASUMøYET MÜZESø Anneme "Paris'e iü için gitmiyorum," dememiütim. Çünkü ne için gittiùimi sorarsa, tam bir cevap veremeyecektim. Neden gittiùimi kendim de bilmek istemiyordum. Havaalanna gider-
542
-----------------------------------------------Masumiyet Müzesi -----------------------------------------------
ken yolculuùumun Füsun'un küpesini ihmal etmemle, günahlarmn kefaletiyle ilgili bir taknt olduùuna inanyordum. Ama uçaùa biner binmez, hem unutmak hem de hayal etmek için yola çktùm anladm. ústanbul'un her köüesi bana onu hatrlatan iüaretlerle kaynaüyordu. Daha uçak havadayken bile, Füsun'u ve hikâyemi ústanbul'un dünda daha derin ve bir bütün olarak düüünebildiùimi fark ettim, ústanbul’dayken onu takntmn içinden görürdüm; uçakta ise, takntm ve Füsun'u düardan görüyordum. Ayn derin anlayü ve teselliyi, müzelerde aylak aylak gezinirken de hissettim. Louvre, Beauborg gibi kalabalk, gösteriüli yerlerden deùil, Paris'te çok sk karüma çkan boü müzelerden, kimseciklerin gidip bakmadù koleksiyonlardan söz ediyorum. Bir hayrannn kurduùu ve randevuyla girebildiùim Edith Piaf Müzesi (saç frçalar, taraklar, oyuncak aycklar gördüm), bütün bir gün geçirdiùim Polis Müzesi ya da resimlerle eüyalarn çok özel bir üekilde yan yana geldiùi Jacquemart Andre Müzesi (boü sandalyeler, avizeler, ürpertici bomboü mekânlar gördüm) gibi yerlere gidip odalarda tek baüma gezinirken, kendimi çok iyi hissederdim. En arkadaki bir odada, beni ve ayak seslerimi izleyen müze bekçilerinin bakülarndan kurtulur; düardan büyük üehrin uùultusu, trafik ve inüaat gürültüleri gelirken, üehrin ve kalabalklarn hemen yan baünda ama bambaüka bir âlemde olduùumu hisseder; bu yeni âlemin tuhaflù, zamandü havasyla acmn hafiflediùini anlar, teselli olurdum. Bazan bu teselli duygusuyla kendi koleksiyonumu da bir hikâye çevresinde toplayp anlatabileceùimi sezer, baüta annem, aùabeyim, herkesin boüa harcadùm düüündüùü hayatm, Füsun'dan kalanlarla ve
hikâyemle
herkese
ders
olacak
bir
müzede
sergileyip
anlatabileceùimi mutlulukla hayal ederdim. ústanbul kökenli bir Levanten olduùunu bildiùim için gittiùim Nesim de Camondo Müzesi, benim de Keskinlerin tabak takmlarn, çatal bçaklarn ya da yedi ylda yaptùm tuzluk koleksi-
543
Masumiyet Müzesi
yonumu gururla sergileyebileceùimi bana hatrlatarak beni özgürleütirdi. Posta Müzesi'ndeyken, Füsun'un bana, benim ona yazdùm mektuplar,
Küçük
Kayp
Eüyalar
Müzesi'ndeyken
de,
aslnda
biriktirdiùim ve bana Füsun'u hatrlatan her üeyi, mesela Tank Bey'in takma diülerini, boü ilaç kutularn, faturalarn sergileyebileceùimi hissettim. Taksiyle bir saatte gittiùim üehir dündaki Maurice Ravel'in ev müzesinde ise, ünlü bestecinin diü frçasn, kahve fincanlarn, biblolarm, bebeklerini, oyuncaklarn ve bana bir anda Limon'u hatrlatan demirden bir kafesi ve içinde üark söyleyen demirden bir bülbülü görmek neredeyse gözlerimi nemlendiriyordu. Paris'te bu müzelerde gezerken, Merhamet Apartman'ndaki koleksiyonumdan utanmyordum. Biriktirdiùi eüyalardan utanan bir toplaycdan, yavaü yavaü maùrur bir koleksiyoncuya dönüüüyordum. Ruhumdaki bu deùiüimleri bu kavramlarla düüünmez, yalnzca müzelere girince mutlu olduùumu hisseder ve hikâyemi eüyalar araclùyla anlatabileceùimi hayal ederdim. Bir aküam Hötel du Nord'un barnda kendi kendime içerek çevremdeki yabanclara bakarken, yurtdüna çkmü (ve biraz eùitim almü ve biraz varlkl) her Türk gibi bu Avrupallarn benim hakkmda, hatta bizler hakknda ne düüündüklerini, düüünebileceklerini hayal ederken yakaladm kendimi. Daha sonra ústanbul'u, Niüantaü'n ve Çukurcuma'y bilmeyen birisine Füsun'a duyduùum üeyleri nasl anlatabilirim diye düüündüm. Uzak ülkelere gitmiü, orada yllar geçirmiü biri gibi görüyordum kendimi: Sanki Yeni Zelanda'da yerliler arasnda yaüamü, onlarn çalüma, dinlenme, eùlenme (ve televizyon seyrederken konuüma) alükanlklarn,
törelerini
gözlerken
bir
kza
âük
olmuütum.
Gözlemlerim ile yaüadùm aük iç içe geçmiüti. ûimdi tpk bir antropolog gibi, topladùm eüyalar, kap kaçaù, incik boncuk ile elbiseleri ve resimleri sergilersem, yaüadùm yllara bir anlam verebilirdim ancak.
546
---------------------------------------------------------- Masumiyet Müzesi — -------------------------- Ŷ--------------------------
Proust, bu ressamdan severek bahsettiùi için Paris'teki son günlerimde Gustave Moreau Müzesi'ne gittim. Aklmda Füsunun yaptù kuü resimleri de vard, vakit geçirmek de. Moreau'nun klasik usüllü, yapmackl tarihî resimlerini sevemedim, ama müze hoüuma gitti. Ressam Moreau, hayatnn büyük ksmn geçirdiùi aile evini, son yllarnda, ölümünden sonra binlerce resminin sergileneceùi bir müzeye çevirmeye adamü, kendi büyük iki katl atölyesiyle hemen bitiüiùindeki evi müzeleütirilmiüti. Ev müzeye dönüütürülünce, içindeki eüyalarn her birinin anlamla üldadù bir çeüit hatralar evine, "duygusal müze"ye dönüümüütü. Bütün bekçilerin uyukladù müze evin boü odalarnda parkeleri gcrdatarak yürürken, neredeyse dinî diyebileceùim bir duyguya kapldm. (Sonraki yirmi ylda bu müzeyi yedi kere daha gezdim ve her seferinde odalarda aùr aùr yürürken, ayn huüu duygusunu hissettim.) ústanbul'a dönünce, hemen Nesibe Hala'ya gittim. Ona Paris'i, müzeleri ksaca anlattktan ve aküam yemeùine oturduktan az sonra, aklmdaki konuyu hemen açtm. "Yllardr bu evden eüyalar alp götürdüùümü biliyorsunuz Nesibe Hala," dedim, kurtulduùu eski hastalùna artk gülümseyebilen bir hastann rahatlùyla. "ûimdi artk evin kendisini, bütün binay almak istiyorum." "Yani nasl?" "Bütün bu evi, binay eüyalaryla birlikte bana satn." "Ben ne olacaùm?" Yan üaka yar ciddi konuyu tartütk. "Bu evde Füsun'un hatras için birüeyler yapacaùm," gibi süslü sözler söyledim. Nesibe Hala'nn artk bu evde tek baüna sobay yakarak mutsuz olacaù konusunu da iüliyordum. ústiyorsa, Nesibe Hala'nn bu evden hiç çkmayabileceùini de söyledim. "Tek baüna" geçen hayat için Nesibe Hala biraz aùlad. Ona Niüantaü'nda, eskiden oturduklar Kuyulu Bostan Sokak'ta çok iyi bir apartman dairesi bulduùumu söyledim.
545
Masumiyet Müzesi
"Hangi binada?" dedi. Bir ay sonra Kuyulu Bostan Sokak'n en güzel yerinde, Füsunlarn eski evinin az ötesinde (tütüncü, gazeteci ve tacizci Sefil Amcann dükkânnn tam karüsnda) Nesibe Halaya büyük bir daire aldk. Nesibe Hala da, Çukurcuma'daki binay alt katyla ve evin içindeki bütün eüyalaryla bana verdi. Füsun'un boüanma davasn alan avukat arkadaüm eüyalar için noterden bir kâùt almam da tavsiye etmiüti, onu da yaptk. Nesibe Hala, Niüantaü'ndaki yeni evine taünmak için hiç acele etmedi. Benim desteùimle, yavaü yavaü çeyizini düzen bir genç kz gibi yeni evine eüyalar alyor, lambalar takyor, ama Çukurcuma'daki evinden asla çkamayacaùn da, beni her görüüünde gülümseyerek söylüyordu. "Kemal oùlum, ben bu evi, hatralarm brakamam, ne yapacaùz?" diyordu. "O zaman evi hatralarmz sergilediùimiz bir yere çevireceùiz Nesibe Hala," diyordum ben de ona. Gittikçe daha uzun süren yolculuklara çktùm için onu daha az görüyordum. Ev ve eüyalarla ve Füsun'un bakmaya bile kyamadùm bütün her üeyiyle ne yapacaùm daha tam da bilmiyordum çünkü. Paris'e ilk ziyaretim, diùer yolculuklarm için örnek oldu. Yeni bir üehre gidince, önce ta ústanbul'dan yer ayrttùm merkezdeki eski ama rahat bir otele yerleüir, daha önce kitaplardan, rehberlerden edindiùim bilgiyle üehrin önde gelen bütün müzelerini hiç aceleye getirmeden, hiçbirini atlamadan, ev ödevini eksiksiz yapan çalükan bir öùrenci gibi gezer, bitpazarlarn, vr zvr ve biblo satan dükkânlar, kimi antikaclar gözden geçirir ve Keskinlerin evinde tpksn gördüùüm tuzluùu, küllüùü, üiüe açacaùn ya da hoüuma giden bir üeyi satn alrdm, ister Rio de Janeiro'da, ister Hamburg, Bakü, Kyoto ya da Lizbon'da, dünyann neresinde olursam olaym, aküam yemeùi vakti uzak mahallelerde, arka sokaklarda uzun uzun yürür;
546
---------------------------------------------------------- Masumiyet Müzesi — -------------------------- Ŷ--------------------------
açk pencerelerden ev içlerini, televizyonun karüsndaki sofralarnda oturan aileleri, tpk Füsunlarda olduùu gibi, yemek odasnn bir parças olan mutfaklarda anneler yemek piüirirken, çocuklar, babalar, evli genç kadnlar ve umut kna kocalarn, hatta evin kzma âük zengin uzak akrabalar görebilmeyi isterdim. Sabahlar, acele etmeden otelde kahvalt eder, küçük müzelerin açlma saatine kadar caddelerde, kahvelerde vakit öldürür, anneme ve Nesibe Halaya birer kartpostal atar, yerel gazetelerden dünyada ve ústanbul'da neler olduùunu çkarmaya çalür, saat on bir olunca elimde defter, müze ziyaretlerine iyimserlikle baülardm. Yaùmurlu, soùuk bir sabah girdiùim Helsinki ûehir Müzesinin odalarnda, Tark Bey'in çekmecelerinde bulduùum eski ilaç üiüeleriyle karülaütm. Fransa'da Lyon yaknlarndaki küçük Cazelles üehrinde müzeye çevrilmiü eski bir üapka fabrikasnn küf kokulu odalarnda yürürken (içeride benden baüka hiçbir ziyaretçi yoktu), annemin ve babamn üapkalarnn aynsn gördüm. Stuttgart'ta, eski kalenin kulesine
yerleümiü
Württemberg
Eyalet
Müzesi'ndeki
iskambil
kâùtlarna, yüzüklere, gerdanlklara, satranç takmlarna, yaùlboya resimlere bakarken. Keskinlerin eüyalarnn ve Füsun'a duyduùum aükn da bu tür üaüaal, gösteriüli bir sergilemeyi hak ettiùini ilhamla düüündüm. Güney Fransa'da, Akdeniz'in biraz uzaùnda, "dünya parfüm
merkezi"
Grasse
üehrindeki
Parfüm
Müzesinde
Füsun'un
kokusunu hatrlamaya çalüarak tam bir gün geçirdim. Merdivenlerinin yükseliüini daha sonra kendi müzeme örnek aldùm Münih'teki Alte Pinakhotek'te gördüùüm Rembrandtin "Hazreti úbrahim’in Kurban" adl tablosu, bana bu hikâyenin özünün çok deùerli bir üeyimizi hiçbir karülk beklemeden vermek olduùunu ve Füsun'a bu hikâyeyi yllar önce anlatüm hatrlatt. Paris'teki Romantik Hayat Müzesinde George Sandin
çakmaùna,
zmbalanmü saç-
547
mücevherlerine,
küpelerine
ve
bir
kâùda
larna uzun uzun baktm ve ürperdim, Göteborg üehrinin hikâyesini anlatan Tarih Müzesi'nde, Doùu Hindistan üirketinin getirdiùi çiniler ve tabaklar karüsnda sabrla oturdum. 1987 Mart'nda Oslo'daki Türk elçiliùinde çalüan bir okul arkadaümn tavsiyesiyle gittiùim küçük Brevik ûehir Müzesinin kapal olduùunu öùrenince, içerideki üç yüz yllk postaneyi, fotoùraf stüdyosunu ve eski eczaneyi görebilmek için Oslo'ya dönüp geceledim ve ertesi gün üehre yeniden geldim. Trieste'deki bir zamanlar hapisane olarak kullanlan bir binaya yerleümiü Deniz Müzesi, baüka pek çok müzeden önce, bana Füsun'un hatralaryla kaynaüan Boùaz gemilerinden birinin modelini de (mesela Kalender), takntmn diùer ürünleriyle birlikte sergileyebileceùimi hatrlatt. Vize alp girebilmek için çok uùraütùm Honduras'ta, Karayip kysndaki La Ceiba üehrindeki Kelebek-Böcek Müzesi'nde üortlu turistler arasnda yürürken, yllarca Füsun'a aldùm taklar tpk gerçek bir kelebek koleksiyonu gibi sergileyebileceùimi, hatta ayn üeyi Keskinlerin evindeki sivrisineklere, karasineklere, atsineklerine ve diùer böceklere de uygulayabileceùimi düüledim. Çin'de, Hangzhou üehrinde, Çin Tbb Müzesi'nde, Tark Bey'in ilaç kutularyla karülaümü gibi hissettim kendimi. Paris'te yeni açlmü Tütün Müzesi'nin koleksiyonunun benim sekiz ylda yaptùm koleksiyondan çok daha zayf olduùunu gururla gördüm. Aix-en-Provence'ta hoü bir bahar sabah, Paul Cezanne'in Atölyesi Müzesi'nin aydnlk odalarndaki raflara, kap kaçaùa, eüyalara, her üeye snrsz bir mutluluk ve hayranlkla baktùm hatrlyorum. Geçmiüin eüyalarn içine ruh gibi skütù, sessiz ve küçük müze evlerde beni hayata baùlayan bir güzellik, bir teselli bulduùumu Antvverp'teki bakml, prl prl Rockox Ev Müzesi'nde bir kere daha anladm. Ama Merhamet Apartman'ndaki kendi koleksiyonumu kabul edip sevebilmek için, hatta baükalarna gururla gösterebilmek için Viyana'daki Freud Müzesi'ne gidip ünlü doktorun tkü tkü heykel, eski eüya koleksiyonunu görmem
548
--------------------------------------------------- Masumiyet Müzesi ----------------------------------------------------------
mi gerekiyordu? Londra ûehir Müzesi'ndeki eski berber dükkânm, bu ilk yolculuklarm srasnda Londra'ya her gidiüimde ziyaret etmemin nedeni, ústanbul'daki berber Basri'yi ya da Geveze Cevati özlemem miydi? Ünlü hemüirenin Krm Savaü'nda geldiùi ústanbul'dan kalma bir resim, bir eüya görürüm diye gittiùim Londra'daki bir hastanenin içindeki
Florence
Nightingale
Müzesinde,
ústanbul'u
hatrlatan
herhangi bir üey deùil, Füsun'da da ayns olan bir saç tokas gördüm. Fransa'da Besançon üehrindeki eski bir saraya yerleümiü Zaman Müzesi'nde, saatler arasnda müzenin derin sessizliùini dinleyerek müzeler ve zaman hakknda düüündüm. Hollanda'da Haarlem üehrindeki Teyler Müzesi'nde eskimiü ahüaptan büyük vitrinler içindeki minerallere, fosillere, madalyalara, paralara, eski aletlere bakarak yürürken, müzelerin sessizliùi içinde, yaüadùm hayat anlaml klan ve bana derin bir teselli duygusu veren üeyin ne olduùunu bir an ilhamla söyleyivereceùimi sandm, ama beni bu mekânlara baùlayan üeyi, tpk aük gibi ilk anda ifade edemedim. Ayn mutluluùu Madras'ta, úngilizlerin Hindistan'daki ilk kalesi olan Fort St. George Müzesi'nde, scak ve aün nemli bir havada tepemde kocaman bir pervane dönerken mektuplar, yaùlboya resimler, paralar ve günlük eüyalar arasnda da hissettim. Verona'daki Castelvecchio Müzesi'nde gezinmek, merdivenleri çkmak, mimar Carlo Scarpa'nn heykeller üzerine ipek gibi düüürdüùü üù görmek, bana müzelerin verdiùi mutluluùun yalnz koleksiyonla deùil, resimlerin, eüyalarn yerleütirilmesindeki dengeyle de mümkün olduùunu aklma ilk defa açkça getirdi. Ama Berlin'de Martin Gropius binasnda bir dönem aùrlanan ve sonra evsiz kalan ûeyler Müzesi bana tam tersinin de doùru olabileceùini,
zekâyla
ve
mizahla
her
üeyin
toplanabileceùini,
sevdiùimiz her üeyi ve sevdiùimizle ilgili her üeyi toplamamz gerektiùini,
bir
evimiz
ve
müzemiz
olmasa
da,
topladùmz
koleksiyonun üiirinin eüyalarn evi olacaùn öùretti. Floransa'da, Uffizi Müzesi'nde gördüùüm Caravaggio'nun
549
Masumiyet Müzesi
"úsmail’in Kurban Ediliüi" adl tablosunu ise, önce bu resme Füsunla bakamadùm için gözlerimi sulandrd, sonra Hazreti úbrahim'in kurban hikâyesinden alnacak ibretin, sevdiùimiz üeyin yerine bir baükasn koyabilmek olduùunu, Füsun'un yllarca topladùm üeylerine bu yüzden o kadar baùl olduùumu bana gösterdi. Londra'ya her gidiüimde karmakarük ve tkü tkü haline bayldùm ve resim sergileme yöntemlerine hayran olduùum Sir John Soane'in Evi Müzesi'nde, bir kenarda tek baüma üehrin uùultusunu dinleyerek saatlerce oturur, bir gün Füsun'un eüyalarn da böyle sergileyeceùimi, canm sevgilimin o zaman meleklerin katndan bana gülümseyeceùini düüünerek mutlu olurdum. Ama Füsun'dan geri kalan eüyalar ne yapabileceùimi, bana en iyi Barcelona'daki Frederic Mares Müzesi'nin en üst katndaki tokalar, küpeler, oyun kâùtlar, anahtarlar, yelpazeler, parfüm üiüeleri, mendiller, broülar, gerdanlklar, çantalar, bileziklerle dolu duygusal müze öùretmiütir. Beü aydan fazla süren ve iki yüz yetmiü üç müze gezdiùim birinci Amerika turumda, Manhattan'daki Eldiven
Müzesi'nde
Angeles'taki
Jura
de
Çaù
bu
duygusal
Teknolojisi
müzeyi
hatrladm.
Müzesi'ndeyken,
baz
Los özel
müzelerde hissettiùim ürpertici duyguyu, bütün insanlùn bir baüka zamanda yaüarken benim bir baüka mekânda taklp kaldùm duygusunu hatrladm. Ünlü yldz bir porselen yemek takm reklamnda gösteren sevimli bir sergi levhasn çaldùm North Carolina'nn Smithfield üehrindeki Ava Gardner Müzesi'nde, küçük Ava'nn okul yllùndaki resmini, gece elbiselerini, eldiven ve çizmelerini görünce Füsun'u öyle acyla özledim ki, yolculuùumu ksa kesip ústanbul’a dönmek istedim. Nashville yaknlarnda, o günlerde yeni açlmü ama daha sonra kapanan içecek Kutular ve Reklamlar Müzesi'ndeki gazoz ve bira tenekeleri koleksiyonunu görebilmek için iki günümü verdikten sonra gene eve dönmek istediùimi hatrlyorum, ama devam ettim. Beü hafta sonra, daha sonra kapanacak olan bir baüka müzede, Florida'daki St. Augusti-
550
Masumiyet Müzesi
ne kentindeki Amerikan Tarihinde Trajedi Müzesi'nde 1960'larn ünlü film yldz Jayne Mansfieldin bir trafik kazasnda içinde sküarak öldüùü 1966 model Buiekin nikelajl sayaçlarm ve paramparça olmuü ve paslanmaya baülamü enkazn görünce, ústanbul'a eve dönmeye sonunda karar verebildim. Hakiki bir koleksiyoncunun evinin, kendi müzesi olmas gerektiùini kavryordum. ústanbul'da çok kalmadm. Maslak yolunun arkalarnda, Çetin Efendi'nin yol göstermesiyle bulduùum Chevrolet tamircisi ûevket Usta'nn atölyesinin arkasndaki boü bir arsada, bir incir aùacnn altnda bizim 1956 Chevrolet'yi görünce, bir an duygusallktan serseme döndüm. Bagaj kapaù açkt, pasl hurdann içinde yandaki telli kümesten çkan tavuklar geziniyor, etrafnda çocuklar oynuyordu. Arabann baz yerleri, ûevket Usta'nn dediùine göre olduùu gibi kalmü, kazadan saùlam çkan benzin deposu kapaù, vites kutusu, arka camn çevirme çubuùu gibi birkaç parça da sökülüp ústanbul'da çoùu taksi dolmuü olarak hâlâ çalüan baüka 56'lara taklmüt. Kafam arabann içine, ön koltuùun hurda olmuü ibreleri, düùmeleri ve direksiyonunun bir zamanlar sapasaùlam durduùu yere sokup, güneüte hafifçe snmü koltuk kaplamalarnn kokusunu duyunca, bir an sarsldm. dokundum.
Bir
içgüdüyle,
Eüyann
içine
çocukluùum skümü
kadar
eski
hatralarn
direksiyona
yoùunluùundan
sersemlemiü, yorgun düümüütüm. "Kemal Bey, ne oldu, oturun üuraya isterseniz," dedi Çetin Efendi anlayüla. "Bir bardak su getirebilir misiniz çocuklar?" Füsun'un ölümünden sonra, baükalarnn önünde ilk defa az daha gözlerimden yaülar akacakt. Hemen toparlandm. Üstü baü kömürcü gibi simsiyah ve yaù içinde, ama elleri tertemiz bir çocuk çraùn, üzerinde Kbrs Türk yazan bir tepside (alükanlktan yazyorum, müzegezer
Masumiyet
Müzesi'nde
boüuna
aramasn)
getirdiùi
çaylarmz içerek ksa süren bir pazarlk yaptk ve babamn arabasn geri aldk.
551
Masumiyet Müzesi
"Nereye koyacaùz Kemal Bey üimdi bunu?" diye sordu Çetin Efendi. "Hayatmn sonuna kadar bu arabayla ayn çat altnda yaüamak isterim," dedim. Bunu gülümseyerek söylemiütim, ama Çetin Efendi isteùimin içtenliùini anlad, baükalar gibi "Aman Kemal Bey, ölenle ölünmez," demedi. Deseydi, ona Masumiyet Müzesi'nin ölenle yaüamak için yaplmü bir yer olduùunu söyleyecektim. Hazrladùm bu cevap içimde kaldù için, gururla bambaüka bir üey söyledim. "Merhamet Apartman'nda da pek çok eüya var. Hepsini ayn çat altnda toplayp onlarla yaüamak istiyorum." Gustave Moreau gibi, hayatlarnn son yllarnda, içinde koleksiyonlaryla birlikte yaüadklar evleri ölümlerinden sonra açlacak bir müzeye çeviren pek çok müze kahramanm vard. Onlarn kurduùu müzeleri seviyordum. Sevdiùim yüzlerce ve hiç görmediùim ve merak ettiùim binlerce müzeyi ziyaret etmek için yolculuklarma devam ettim.
82. KOLEKSøYONCULAR Dünya seyahatlerinde ve ústanbul'daki deneyimlerimde yllar boyunca üunu gördüm. úki türlü koleksiyoncu vardr: 1. Koleksiyonuyla gururlanp onu teühir etmek isteyen Maùrurlar (genellikle Bat medeniyetinden çkar). 2. Toplayp
biriktirdiklerini
bir
kenarda
gizleyen
Utangaçlar
(modernlik dü bir durum). Maùrurlara göre, müzeler kendi koleksiyonlarnn doùal bir sonucudur. Onlara göre bir koleksiyon, baülangç nedeni ne olursa olsun, en sonunda bir müzede gururla teühir edilmek için yaplr. Küçük ve özel Amerikan müzelerinin resmî hikâyelerinde bunu çok gördüm: Mesela, úçecek Kutular ve Reklam-
552
Koleksiyoncular
lar Müzesi'nin tantmnda, çocukluùunda bir gün Tom'un okuldan eve dönerken, yerden ilk gazoz tenekesini aldù yazlyd. Sonra bir diùerini, bir üçüncüsünü almü ve biriktirmiü ve bir süre sonra amac gazoz tenekelerinin "hepsini toplamak" ve bir müzede sergilemek olmuü. Utangaçlar ise, toplamak için toplarlar. Maùrur toplayclar gibi, baülangçta
onlar
için
de
eüyalar
biriktirme,
-okurun
benim
durumumdan da çkaracaù gibi- hayattaki bir acya, bir derde, karanlk bir dürtüye bir cevap, bir tesellidir, hatta bir ilaçtr. Ama Utangaç koleksiyoncularn yaüadklar toplum, koleksiyonlar ve müzeleri önemsemediùi için, toplamak bilgiye, öùrenmeye katks olan itibarl bir üey olarak deùil, saklanmas gereken bir utanç olarak yaüanr. Çünkü koleksiyonlar utangaçlarn ülkesinde faydal bir bilgiye deùil, yalnzca utangaç koleksiyoncunun yarasna iüaret eder. Masumiyet Müzesi'nde sergilemek için 1976 yaznda gördüùümüz filmlerin afiülerini, lobi fotoùraflarn, biletlerini ararken, 1992'nin ilk aylarnda iliüki kurduùum ústanbul'un sinema eüyas koleksiyoncular, bana toplayc utancn, daha sonra üehirde baüka pek çok yerde göreceùim o karanlk duyguyu hemen öùrettiler. Aükn Çilesi Ölünce Biter ve úki Ateü Arasnda gibi filmlerin lobi fotoùraflarn, sk bir pazarlktan sonra bana satan Hfz Bey, koleksiyonuna gösterdiùim ilgiden çok memnun olduùunu defalarca ifade ettikten sonra, özür diler bir havaya girmiüti. "Bu çok sevdiùim üeyleri size satp onlardan ayrlrken çok üzülüyorum Kemal Bey," demiüti. "Ama merakma gülen, benimle alay eden, 'Bu pisliklerle evi niye dolduruyorsun,' diyenler, sizin gibi iyi bir aileden gelen kültürlü birinin benim topladklarma deùer verdiùini görsünler. Benim ne içkim var, ne sigaram var, ne kumarm, ne de zamparalùm. Tek alükanlùm artist ve film fotoùraf toplamak... Papatya'nn çocukluùunda oynadù Duyun Annemin Feryadn filminde Kalender gemisinde çekilmiü fotoù-
553
—— Koleksiyoncular
raflarn ister misiniz? Elbisesi askl, omuzlan da çplaktr... Baü oyuncusu Tahir Tan intihar ettiùi için yarda kalan Siyah Saray filminde çekilmiü ve üimdiye kadar benden baüka kimsenin görmediùi fotoùraflara da bir bakmak için bu aküam fakirhaneye gelir misiniz? Ayrca ilk meyveli, milli Türk gazozunun tantm kampanyasnda oynayan Alman manken únge’nin, ilk kuüak Türk-Alman filmlerinden Merkez ústasyon da iyi kalpli, Türksever Alman teyzeyi oynadù filmde rol gereùi âük olduùu Ekrem Güçlü ile dudak dudaùa lobi fotoùraftan da var." Aradùm film lobilerinin baüka kimde olabileceùini sorunca, Hfzç Bey pek çok koleksiyoncunun evinin tkü tkü kâùt fotoùraf, film ve afiüle dolu olduùunu anlatt bana. Odalara dolan film parçalan, foto ve kâùt yùnlardan ve gazete ve dergilerden kendilerine yer kalmaynca, bu toplayclarn yaknlar (zaten çoùu hiç evlenmezmiü) evi terk eder, onlar da o zaman her üeyi toplamaya baülar, evlerini ksa zamanda içine girilmez bir çöp eve çevirirlermiü. Baz ünlü koleksiyoncularda benim aradklarm mutlaka varmü, ama insan bu çöp evlerin içinde aradùm hiç bulamaz, zaten içeri bile zor girermiü. Gene de Hfz Bey benim srarlarma dayanamad ve beni 1990larn ústanbul’unun, merakllarca efsane gibi söz edilen baz çöp evlerine sokmay baüard. Müzemde sergilediùim pek çok film lobisi fotoùrafn, ústanbul görüntülerini,
pek
çok
kartpostal,
sinema
biletini,
zamannda
saklamay aklmdan geçirmediùim lokanta menülerini, pasl eski konserve kutularn, eski gazete sayfalarn, üzeri üirket amblemli kâùt torbalar, ilaç kutularn, üiüeleri, artist ve ünlü resimlerini ve Füsun ile yaüadùmz ústanbul'u her üeyden daha çok anlatan üehrin sradan günlük
hayat
fotoùraflarn,
çöp
evlerden
kendim
buldum.
Tarlabaündaki iki katl eski bir evde, eüya ve kâùt yùnlar arasnda bir plastik sandalyede oturan, görece normal görünümlü ev sahibi, bana gururla krk iki bin yedi yüz krk iki parças olduùunu söylemiüti.
554
O evde hissettiùim utanc, daha sonra Üsküdar'da zorlukla girebildiùim bir evin bir odasnda yatalak annesiyle ve gaz sobasyla yaüayan emekli bir havagaz tahsildarnn "koleksiyonuna" bakarken de hissetmiütim. (Evin buz gibi soùuk diùer odalarna, tkü tkü eüya ile dolu olduùu için hiç girilemiyordu: Uzaktan eski lambalar, Vim kutular ve çocukluùumun baz oyuncaklarn görmüütüm.) Beni utandran emekli havagaz tahsildarnn annesinin yattù yerden oùlunu sürekli aüaùlayarak azarlamas deùil, bir zamanlar ústanbul'un sokaklarnda dolaümü, evlerinde yaüamü ve üimdi çoùu ölmüü insanlarn hatralaryla kaynaüan bütün bu eüyalarn hiçbir müzeye ulaüamadan, hiçbir snflamadan geçmeden bir vitrin, çerçeve içine hiç konmadan yok olacaùn bilmemdi. O günlerde Beyoùlu'nda krk yl düùün, niüan, doùum günü, iü toplants, meyhane fotoùraf çektikten sonra, yersizlikten ve talep olmadù için bütün negatif koleksiyonunu bir apartman binasnn kalorifer kazannda yakan Rum bir fotoùrafçnn on yllk dramn dinlemiütim. Bütün bir üehrin merkezinin düùünleri, eùlenceleri
ve
toplantlarnn
negatiflerini,
fotoùraflarn
kimse
bedavaya bile istememiüti. Çöp ev sahipleri apartman binasnda, mahallede
alay
konusu
olur,
aksilikleri,
yalnzlklar
ve
çöp
tenekelerini, eskici arabalarn karütrmalar yüzünden onlardan korkulurdu. Bu yalnz adamlarn ölümlerinden sonra, evdeki eüya yùnnn dinî bir havas da olan bir öfkeyle mahalledeki boü bir arsada (bayramda kurban kesilen arsa) ya yakldùn, ya çöpçüye, eskiciye verildiùini Hfz Bey çok da fazla kederlenmeden, hayatn bir gerçeùini bildirir bir edayla bana anlatmüt. 1996
Aralùnda
Necdet
Adsz
adl
kimsesiz
bir
biriktirici
(koleksiyoncu yanlü kelime) Tophane'de, Keskinlerin evinden yedi dakikalk bir yürüyüü mesafesindeki küçük evinde tkü tkü yùdù kâùt ve eski eüya kulelerinin allnda ezilip ölmüü ve bu, ancak dört ay sonra yazn evden gelen dayanlmaz koku üzerine fark edilmiüti. Eüyalar giriü kapsn da tkaynca, itfaiye
555
— Koleksiyoncular —
eve ancak pencereden girebilmiüti. Olay gazetelere yar alayc, yan korkutucu
bir
toplayclarndan
dille
geçince
daha
da
de,
ústanbullular
korkar
olmuütu.
bu
her
Okurun
üey
gereksiz
bulmayacaùm umduùum bir tuhaf ayrnty da, o günlerde kafamda Füsun ile ilgili her üeyi ayn anda düüünebilmeye borçluyum. Eüyalar, kâùtlar arasnda ezilerek ölen, cesedi de orada çürüyen Necdet Adsz, Hilton daki niüanda gecenin sonuna doùru ruh çaùrma konusu açlnca Füsunun sözünü ettiùi ve daha o zamanlar öldü sandù Necdet'ti. Saklanmas gereken, gizli ve yüz kzartc bir iü yaptklar duygusunu ve ondan daha derin bir utanc, müzeme ve Füsun'un hatrasna katklarndan dolay burada üükranla adlarn anmak istediùim diùer koleksiyoncularn gözlerinde de görürdüm. 1995-1999 arasnda bir dönem, Füsun ile ústanbul'da gittiùimiz her mahallenin, her sokaùn bir kartpostaln edinmek gibi bir hrsa kapldùm günlerde tanütùm ústanbul'un en ünlü kartpostal koleksiyoncusu Hasta Halit Beyden daha önce söz etmiütim. Kap kulplar ve anahtar koleksiyonunu sevinçle sergilediùim ve kitabmzda adnn anlmasn hiç istemeyen bir koleksiyoncu, her ústanbullunun (erkeùin demek istiyordu) hayat boyunca aüaù yukar yirmi bine yakn deùiüik kap kulpu tuttuùunu söyleyerek "sevdiùim kiüinin elinin" bu kulplardan pek çoùuna kesinlikle deùdiùine beni inandrmüt. Fotoùrafn icadndan sonra ústanbul Boùaz'ndan geçmiü olan her geminin orada çekilmiü bir fotoùrafn elde etmeye hayatnn son otuz yln vermiü toplayc Siyami Bey'e, kendisinde çift olan resimleri benimle paylaütù, Füsun'u düüünürken, resimlerini
onunla
yürürken
müzeseverlere
düdüklerini
sergileme
frsatn
iüittiùim bana
gemilerin verdiùi
ve
topladklarnn halka teühirinden bir Batl gibi hiç utanmadù için burada teüekkür ediyorum. 1975 ile 1980 arasnda cenazelerde yakalara taklan resimli küçük kâùt
koleksiyonu
için
teüekkür
borçlu
olduùum
açklanmasn istemeyen bir baüka koleksiyoncu, benimle
556
ve
adnn
Koleksiyoncular
her resim için pintice pazarlk ettikten sonra, pek çok kere bu insanlardan duyduùum ve küçümseyici bir edas olan asl soruyu sormuü, ben de herkese verdiùim cevab ona ezberden söylemiütim. "Bir müze yapyorum da..." "Onu sormuyorum. Bunlar niye istiyorsun, onu soruyorum." Kendi kendine eüya toplayan, bunlar bir köüede biriktiren her takntl kiüinin arkasnda bir kalp krklù, derin bir dert, açklanmas zor bir ruhsal yara olduùu anlamna geliyordu bu soru. Benim derdim neydi? Sevdiùim biri ölmüütü de, cenazesinde yakama resmini takamadùm için mi dertliydim? Yoksa, tpk bu soruyu sorannki gibi derin derdim hiç ifade edilemeyecek, utanç verici bir üey miydi? Kiüisel
müzelerin
hiç
geliümediùi,
1990'lann
ústanbul'unda
takntlarndan dolay biriktiriciler kendilerini gizlice aüaùladklar gibi, birbirlerini de açkça ve her frsatta küçümserlerdi. Bu aüaùlamalar koleksiyoncu kskançlùyla da karür, daha da kötü olurdu. Nesibe Halann Niüantaü'na taünmas, mimar únsanin gayretleriyle Keskinlerin evini gerçek bir müze binasna çevirme çabam, yani "tpk Avrupa'daki gibi özel bir müze!" yaptùm ve zengin olduùum saùda solda duyulmuütu. Srf bu yüzden ústanbullu biriktiriciler aüaùlayc tavrlarn belki yumuüatrlar diye ummuütum. Çünkü gizli, derin bir ruhsal yaram olduùu, yani onlar gibi kafadan çatlak olduùum için deùil, Bat'da olduùu gibi, srf zengin olduùum ve üan olsun diye müze yaptùm için eüya biriktirdiùimi düüünebilirlerdi. O günlerde yeni kurulan, Türkiye'nin türünde ilk "Biriktirilebilir Eüyalar Sevenler Derneùi"nin toplantlarndan birine. Hfz Beyin srarlaryla ve belki Füsun'u hatrlatan ve hikâyemde yeri olan bir iki eüya ile karülaürm diye gittim. Orada, demeùin bir sabahlùna kiraladù bir küçük düùün salonunda, toplum düna itilmiü cüzamllar arasndaymüm
gibi
hissettim
kendimi.
Koleksiyoncu
olarak
bazlarnn adlarn önceden iüittiùim
557
Koleksiyoncular
dernek üyeleri (aralarnda kibrit kutucusu Soùuk Suphi de olan ve okurun çoùunun tandù yedi kiüi) bana ústanbullu bir toplaycya ve birbirlerine yaptklarndan daha da aüaùlayc davranmülard. Benimle çok az konuümuülar, bana üüpheli biri, bir casus, bir yabanc gibi davranarak o gün kalbimi krmülard. Hfz Bey'in de sonra özür diler bir havayla açkladù gibi, zengin olmama raùmen derdime çareyi hâlâ eüyalarda aramam onlarda öfke, tiksinti ve hayata karü umutsuzluk uyandran bir üeydi. Çünkü onlar toplayclk hastalùnn bir gün zengin olurlarsa biteceùini sanan masum insanlard. Füsun'a olan aükm, dedikodularla yavaü yavaü yaylnca, ústanbul'un bu ilk ciddi toplayclar daha sonra hem bana yardm ettiler, hem de yer altndan yer üstüne çkma mücadelelerini benimle paylaütlar. Merhamet Apartman'ndaki eüyalar Çukurcuma'daki müze eve tek tek taümadan önce, Füsun ile yirmi yl önce seviütiùimiz odada biriken tkü tkü koleksiyonumun genel bir fotoùrafn çektim. (Artk arka bahçeden futbol oynayan çocuklarn baùrümalar ve küfürleri yerine bir
havalandrma
aletinin
gürültüsü
geliyordu.)
Bu
eüyalar
Çukurcuma'daki müze evde, diùerleriyle, yolculuklarda bulduklarm, Keskinlerin evindekiler, çöp evler, dernek üyeleri ve hikâyeme karümü tandklardan
aldklarmla
birleütirince,
yurtdü
yolculuklarnda,
özellikle bitpazannda aklma gelen bir düüünceyi, sanki bir resim gibi karümda gördüm: Eüyalar, bütün o tuzluklar, biblo köpekler, yüksükler, kalemler, tokalar, küllükler, tpk her yl ústanbul'un üzerinden iki kere geçen leylek sürüleri gibi sessizce göç ederek dünyaya daùtyorlard. Füsun'a aldùm bu çakmaùn bir eüini Atina ve Ro-ma'daki bitpazarlannda, çok benzerlerini Paris'te ve Beyrut'ta dükkânlarda görmüütüm. Keskinlerin masasnda iki yl duran bu tuzluk ústanbul imalathanelerinde üretilmiüti, onu ücra ústanbul lokantalarnda da görmüütüm, ama Yeni Delhi'de, bir Müslüman lokantasnda, Kahire'nin eski mahallelerndek bir aüevinde, Barcelona'da Pazar günleri eskicilerin kaldrmlara
558
Koleksiyoncular
serdikleri branda bezleri üzerinde ve Romada mutfak eüyalar satan sradan bir dükkânda da görmüütüm. Belli ki, bu tuzluùu birisi bir yerde üretmiü; baüka ülkelerde kalb çkarlarak, benzer malzemeden baüka pek çoklar piyasaya sürülmüü; Güney Akdeniz, Balkanlar merkez olmak üzere, tuzluùun milyonlarca kopyas uzun yllar milyonlarca ailenin günlük hayatna katlmüt. Tuzluùun dünyann bu kadar uzak köüelerine nasl daùldù, tpk göçmen kuülarn aralarnda nasl iletiüim kurduklar, her seferinde ayn yolu nasl izledikleri gibi bir muammayd. Sonra bir baüka tuzluk dalgas geliyor, eski tuzluklarn yerine, tpk sahile pek çok eüyay vuran lodosun getirip braktù eüyalar gibi yenilerini brakyor, insanlarn çoùu hayatlarnn önemli bir zamanm birlikte geçirdikleri bu eüyalarla kurduklar duygusal iliükileri bile fark edemeden onlar unutuyorlard. Koleksiyonumu, Merhamet Apartmannda, üzerinde Füsun ile seviütiùimiz somyay, küf kokulu üilteyi ve mavi çarüaf da bir müze olarak yeniden düzenlediùimiz binann çat arasna götürmüütüm. Keskinler
bu
evde
yaüarken
farelerin,
örümceklerin,
hamamböceklerinin dolaütù ve su deposunun durduùu karanlk, küflü çat aras üimdi temiz, aydnlk ve yldzlara bakan bir oda olmuütu. Oraya yataù yerleütirdikten sonra üç kadeh rak içtiùim gece bana Füsun'u hatrlatan bütün eüyalarla, onlarn duygusal havasyla sarp sarmalanarak uyumak istedim ve bir bahar aküam artk iç düzeni deùiüecek bir müzeye dönüüen eve, Dalgç Sokak'taki yeni kapdan anahtarmla girdim, uzun ve dümdüz merdivenleri bir hayalet gibi aùr aùr çktm ve çat arasndaki yataùa kendimi atp uyudum. Bazlar yaüadklar yeri eüyalarla doldurur, hayatlarnn sonuna doùru da bu evlerini müzeye dönüütürürler. Ben ise, müzeye dönüütürülmüü bir evi yataùm, odam ve varlùmla üimdi tekrar eve dönüütürmeye
çalüyordum.
únsann
geceleri,
derin,
duygusal
iliükilerle ve hatralarla baùl olduùu eüyalarla ayn mekânda uyumasndan güzel ne olabilir!
559
----------------------------------------------------- Koleksiyoncular — --------------------------------------------------------
Özellikle bahar ve yaz günleri çat arasndaki dairede daha çok gecelemeye baüladm. Mimar úhsan m binann ortasnda açtù büyük boüluk sayesinde yalnz koleksiyonumdaki tek tek eüyalar deùil, bütün mekânn derinliùini geceleri içimde hissediyordum. Gerçek müzeler, Zamann Mekân'a dönüütüùü yerlerdir. Müzemin çat arasnda yaüamaya baülamam annemi huzursuz etmiüti; ama öùle yemeklerini sk sk onunla yediùim, Sibel ve Zaim dünda eski arkadaülarmdan bazlaryla yeniden ahbaplùa baüladùm, yazlar Suadiye'ye, Adalara yat gezintilerine gittiùim ve Füsun'u kaybetme acsna ancak böyle dayandùm düüündüùü için ses çkarmyor; Keskinlerin evinde, Füsuna olan aükm anlatan ve bizim hayatmzn eüyalaryla yaplmü bir müze kurmam da bütün tandklarn aksine olaùan karülyordu. "Aman, tabii dolabmdaki eski eüyalar al, çekmecelerdekileri de... O üapkalar da hiç giyeceùim yok, çantalar, babann eskilerini... Örgü takmm, düùmeleri de al, yetmiüimden sonra dikiü dikeceùim yok, masraf etmezsin," diyordu. Yeni evinden ve çevresinden memnun gözüken Nesibe Hala'y da, ústanbul’da olduùum zamanlarda ayda bir görüyordum. Berlin'de yeni ziyaret
ettiùim
Barggruen
Müzesi'nde,
bütün
hayat
boyunca
biriktirdiùi koleksiyonu sergilenen Heinz Berggruen'ün Berlin ûehri'yle yaptù anlaüma sonucunda, ölene kadar koleksiyonu için verilen müze binasnn çat katnda yaüayacaùn ona heyecanla anlatmütm. "únsan, koleksiyonu yapan kiüiyle, müzede gezerken, odalarn birinde ya da merdivenlerde o ölmeden önce karülaüabilir. Tuhaf deùil mi Nesibe Hala?" "Allah size en geçinden versin, Kemal Bey," demiüti Nesibe Hala bir sigara daha yakarken. Sonra Füsun için biraz gözyaü dökmüü, yanaklarndan akan damlalar hiç silmeden, aùznda sigara, bana gülümsemiüti.
S560
83. MUTLULUK Mehtapl bir gece yars Çukurcuma'daki evde, çat arasndaki küçük perdesiz odamda hoü bir üùn içinde uyandm ve akmdaki büyük delikten
müze
boüluùuna,
aüaùya
baktm.
Bazan
hiç
tamamlanmayacakmü gibi gelen küçük müzemin pencerelerinden, gümüü bir ay üù içeri vuruyor; boüluùu ve yapy, sanki snrsz bir mekânmü gibi korkutucu gösteriyordu. Her biri birer balkon gibi boüluùa
uzanan
alt
katlarda,
otuz
yldr
biriktirdiùim
bütün
koleksiyonum gölgeler içinde duruyordu. Füsun'un ve Keskin ailesinin bu evde kullandù eüyalar, Chevrolet'nin pasl enkazn, sobadan buzdolabna, üzerinde sekiz yl aküam yemeùi yediùimiz masadan seyrettiùimiz televizyona, her üeyi görebiliyor ve eüyalarn ruhlarn fark eden bir ûaman üstad gibi, onlarn hikâyelerinin içimde kprdandklarn hissediyordum. Müzemin, içindeki bütün eüyalarn hikâyelerinin tek tek ayrntl bir üekilde anlatldù bir katalogu olmas gerektiùini o gece anladm. Bu da, elbette benim Füsun'a olan aükmn ve ona hayranlùmn hikâyesi olacakt. Ay üùnda gölgeler içinde ve sanki boüluktaymü gibi gözüken eüyalarn her biri, tpk Aristo'nun bölünemez atomlar gibi, bölünemez bir ana iüaret ediyordu. Aristo'ya göre anlar birleütiren çizginin Zaman olmas gibi, eüyalar birleütiren çizginin de bir hikâye olacaùn anlyordum. Demek ki bir yazar, müzemin katalogunu tpk bir roman yazar gibi kaleme alabilirdi. Böyle bir kitab kendim yazmay denemek bile istemiyordum. Bunu benim için kim yapabilirdi? Bu kitab, benim aùzmdan ve benim onaymla anlatan Orhan Pamuk beyefendiyi böyle aradm. Babas ve amcas, babamla, bizimkilerle bir zamanlar iü yapmülard. Servetlerini kaybetmiü eski Niüantaül bir ailedendi ve hikâyemin arka plann da iyi kavrar diye düüünmüütüm. Hikâye anlatmay ciddi bir üekilde seven, iüine baùl bir adammü diye de duymuütum.
561
Mutluluk
Orhan Bey'le ilk görüümemize hazrlkl gittim. Füsundan söz etmeden önce, ona son on beü ylda dünyada bin yedi yüz krk üç müze gezdiùimi, biletlerini de biriktirdiùimi, ilgisini çeker diye sevdiùi yazarlarn
müzelerini
anlattm:
St.
Petersburg'daki
Dostoyevski
Müzesi'ndeki tek hakiki parçann, fanus içerisinde saklanan ve kenardaki notta "Gerçekten Dostoyevskinindir," diye yazan bir üapka olduùunu öùrenince gülümserdi belki. Ayn üehirdeki Nabokov Müzesinin Stalin yllarnda yerel sansür kurulunun yazhanesi olarak kullanlmasna ne diyordu? Illiers-Combray daki Marcel Proust Müzesi'nde yazarn romannda kahramanlarna örnek aldù kiüiler diye sergilenen portreleri görmemin bana roman hakknda deùil, yazarn yaüadù dünya hakknda bir fikir verdiùini anlattm. Hayr, yazar müzelerini saçma bulmuyordum. Mesela Hollanda'nn küçük Rijnsburg kentindeki Spinoza'nn Evinde, yazarn ölümünden sonra tutulan tutanakta ad geçen bütün kitaplarn bir araya getirilip eksiksiz olarak ve 17. yüzylda yapldù gibi büyüklükleri esas alnarak sergilenmesini çok yerinde bulmuütum. Tagore Müzesi'nde, yazarn yaptù suluboya resimlere bakarak ve bizim erken dönem Atatürk müzelerinin toz ve nem kokusunu hatrlayarak, labirent benzeri odalarda yürürken, Kalküta'nn bitip tükenmez uùultusunu dinleyerek, bütün bir gün ne kadar
da
mutlu
olmuütum!
Sicilya'nn
Agrigento
üehrindeki
Pirandello'nun Evinde gördüùüm ve bana kendi aileme aitmiü gibi gelen
fotoùraflardan,
Stockholm'deki
Strindberg
Müzesinin
pencerelerinden görülen üehir manzarasndan ve Baltimore'da Edgar Allan Poe'nun teyzesi ve daha sonra evleneceùi on yaündaki kuzeni Virginia ile paylaütù dört katl ve küçücük, kederli evin bana çok tandk geldiùinden söz ettim. (Baltimore'da bugün artk ücra ve yoksul bir mahallenin orta yerine düüen dört katl bu Poe Evi Müzesi; küçüklüùü, kederli hali, odalar ve biçimiyle gördüùüm bütün müzeler içerisinde, Keskinlerin evine en çok benzeyen yerdi aslnda.) Orhan Beye, hayatta gördüùüm en mükemmel yazar müzesinin Roma'da Gi-
562
Mutluluk
ulia Sokaùndaki Mario Praz Müzesi olduùunu da anlattm. Resimden ve edebiyattan ayn tutkuyla zevk alan Romantizm'in büyük tarihçisi Mario Prazin evine benim gibi randevu alp girerse, büyük yazarn harika koleksiyonunun hikâyesini, oda oda, eüya eüya roman gibi anlattù kitab da mutlaka okumalyd... Rouen'de Flaubert'in doùduùu ev babasnn tp kitaplaryla doluydu ve Flaubert ve Tp Tarihi Müzesi'ne gitmeye hiç gerek yoktu. Sonra yazarmzn gözlerinin içine dikkatle baktm: "Flaubert'in Madame Bovary'yi yazarken kendisine ilham veren ve tpk romandaki gibi kasaba otellerinde, at arabalarnda seviütiùi sevgilisi Louise Colet'nin saçlarndan bir tutam, mendilini, terliùini bir çekmecede sakladùn, arada onlar çkarp sevip oküadùm, terliklere bakp
nasl
yürüdüùünü
düülediùini
mektuplarndan
mutlaka
biliyorsunuzdur, Orhan Bey." "Hayr, bilmiyordum," dedi. "Ama çok hoüuma gitti." "Ben de bir kadn saçlarn, mendillerini, tokalarm, bütün eüyalarm saklayacak, onlarla yllarca teselli arayacak kadar çok sevdim Orhan Bey. Hikâyemi size bütün içtenliùimle anlatabilir miyim?" "Tabii, buyrun." Kapanan Fuaye'nin yerine açlan Hünkârdaki o ilk buluümamzda, içimden geldiùi gibi, ama düzensiz bir üekilde, daldan dala atlayarak bütün hikâyemi üç saatte ona anlattm. Aür bir heyecana kaplmü, üç duble
rak
içmiü,
sanrm
baümdan
geçenleri
de
coükuyla
sradanlaütrmütm. "Ben Füsun'u tanyordum," dedi Orhan Bey. "Hilton'daki niüandan da hatrlyorum. Ölümüne çok üzüldüm. ûuradaki butikte çalüyordu. Niüannzda da onunla dans etmiütik." "Hakikaten mi? Ne kadar olaùanüstü bir insand, deùil mi... Güzelliùinden deùil, ruhundan bahsediyorum Orhan Bey, dans ederken ne konuümuütunuz?" "Sizde gerçekten Füsun'un bütün eüyalar varsa, onlar görmek isterim."
563
-----------------------------------------------------------Mutluluk ---------------------------------------------------------------
Önce Çtkurcumaya geldi ve artk eski bir evden bir müzeye çevrilen binadaki koleksiyonuma, etkilendiùini hiç saklamadan içten bir ilgi gösterdi. Bazan bir eüyay, mesela ûanzelize Butik'te onu ilk gördüùümde Füsunun giydiùi san ayakkaby eline alyor, hikâyesini soruyor, ben de anlatyordum. Daha sonra düzenli bir üekilde çalümaya baüladk. ústanbul'da olduùum zamanlarda haftada bir çat arasna gelir, benim hatrlayarak sraya dizdiùim eüyalarn ve fotoùraflarn müzede neden ayn kutular ya da vitrinler ve romanda neden ayn bölümlerde yer almas gerektiùini sorar, ben de zevkle anlatrdm. Her sözümü dikkatle dinlediùini, notlar aldùn görmek hoüuma gider, beni gururlandrrd. "Bitirin artk üu roman da, merakllar ellerinde kitap müzeme gelsinler. Onlar Füsun'a olan aükm yakndan hissetmek için vitrin vitrin müzeyi gezerlerken, ben çatdaki odamdan pijamalarmla çkp aralarna karüacaùm." "Ama siz de bitiremiyorsunuz müzenizi Kemal Bey," diye cevap verirdi bana Orhan Bey. "Dünyada daha görmediùim çok müze var," derdim gülümseyerek. Ve ona, kim bilir kaçnc kere müzelerin sessizliùinin üzerimdeki ruhsal etkisini anlatmaya gayret eder, dünyann uzak bir kentinde herhangi bir Sal günü, ücra bir mahalledeki unutulmuü bir müzede, bekçilerin bakülarndan kaçarak gezinmenin beni neden mutlu ettiùini ifade etmeye çalürdm. Seyahatlerimden döner dönmez Orhan Beyi artk hemen aryor, ona gördüùüm müzeleri anlatyor, biletlerini, tantma broüürlerini ve çok sevdiùim baz müzelerden cebime indirdiùim ucuz bir eüyay, müze içindeki yol levhalarn gösteriyordum. Gene böyle bir seyahatten sonra, önce kendi hikâyem, sonra gördüùüm müzeleri anlatmü ve ona romann ne aüamada olduùunu sormuütum. "Kitab birinci tekil üahsla yazyorum," dedi Orhan Bey. "Nasl yani?"
564
Mutluluk
"Hikâyenizi kitapta siz 'ben' diyerek anlatyorsunuz, Kemal Bey. Ben sizin aùznzdan konuüuyorum. ûu günlerde kendimi sizin yerinize koymak, siz olmak için çok uùraüyorum." "Anlyorum," dedim. "Peki siz hiç böyle bir aük yaüadnz m Orhan Bey?" "Hmmmmm... Konumuz ben deùilim," dedi, sustu. Uzun bir süre çalütktan sonra, müzenin çat arasnda rak içtik. Ona Füsun'u ve yaüadklarm anlatmaktan yorgundum. O gittikten sonra bir zamanlar (çeyrek yüzyldan çok) Füsun ile seviütiùimiz yataùa uzandm ve hikâyeyi benim aùzmdan anlatmasnda, bana tuhaf gelen yan düüündüm. Hikâyemin benim hikâyem olacaùndan, ona sayg duyacaùndan üüphem yoktu da, benim sesimi onun çkarmasn yadrgyordum. Bir çeüit güçsüzlük, zayflkt bu. Kendi hikâyemi ziyaretçilere eüyalar göstere göstere kendim anlatmak artk bana olaùan geliyordu, hatta sk sk müzemin bitip açlacaùn ve bunu yaptùm hayal ediyordum. Ama Orhan Beyin kendini benim yerime koymasna, benim sesim yerine onun sesinin iüitilmesine sinirleniyordum. Bu duyguyla, iki gün sonra ona Füsun u sordum. Gece gene müzemizin çat arasnda buluümuü, birer kadeh raky çoktan yuvarlamütk. "Orhan Bey, o gece benim niüanmda Füsun ile dans etmenizi bana anlatabilir misiniz lütfen." Bir süre direndi, sanrm utanmüt. Ama birer kadeh daha içince, Orhan Bey çeyrek yüzyl önce Füsun ile nasl dans ettiklerini öyle bir içtenlikle anlatt ki, ona hemen güvendim, hikâyemi benim aùzmdan müzeseverlere en iyi onun anlatabileceùini anladm. Kendi sesimin çok çktùn, hikâyemi bitirme iüini artk ona brakmamn daha yerinde olacaùna da hemen o srada karar verdim. Bundan sonraki paragraftan kitabn sonuna kadar, hikâyemi anlatan artk Orhan Beydir. Füsuna o dans srasnda
Mutluluk
gösterdiùi içten dikkati, bu son sayfalara da göstereceùinden eminim. Allahasmarladk! Merhaba, ben Orhan Pamuk! Kemal Bey'in izniyle Füsun ile dansmzla baülyorum: Gecenin en güzel kzyd ve pek çok erkek onunla dans etmek için sradayd. Onun ilgisini çekebilecek kadar yakükl, gösteriüli, hatta ne bileyim -ondan beü yaü büyük olmama raùmen- yeterince olgun ya da kendine güvenen biri deùildim o zamanlar. Aklmda o geceden zevk almama engel ahlakç düüünceler, kitaplar, romanlar vard. Onun ise kafasnn bambaüka üeylerle meügul olduùunu, siz zaten biliyorsunuz. Gene de dans teklifimi kabul ettikten sonra, o önde ben arkada dans pistine yürürken, boyunun uzunluùuna, çplak omuzlarna, harika srtna ve bir an gülümsemesine bakp hayallere kapldm. Eli hafif ama scackt. Diùer elini omzuma koyunca sanki dans etmek için deùil, bana özel samimiyetinden yapmü gibi bir an gurur duydum. Hafifçe sallanarak, yavaü yavaü dönerken teninin yaknlù, dimdik gövdesinin, omuzlarnn ve göùüslerinin canllù aklm karütryor, bu çekime direndikçe bastrmaya çalütùm hayaller dur durak bilmeden gözümün önünden hzla geçiyordu. Danstan el ele ayrlp yukarya bara çkyormuüuz;
birbirimize
korkunç
âük
oluyormuüuz;
ilerdeki
aùaçlarn altnda öpüüüyormuüuz; evleniyormuüuz! Srf bir üey söylemiü olmak için söylediùim ilk laf ("Niüantaü'nda kaldrmdan geçerken bazan sizi dükkânda görüyorum,") sradand ve ona çok güzel bir tezgâhtar kz olduùunu hatrlatyordu yalnzca, ilgilenmedi bile. Zaten ilk parçann
yansna gelmeden benden bir iü
çkmayacaùn çoktan anlamü, omzumun üzerinden davetlileri izliyor, masalarda oturanlara, kimin kiminle dans ettiùine, kendisiyle ilgilenen pek çok erkeùin kimlerle konuüup gülüütüùüne, güzel ve hoü kadnlara dikkat ediyor, bundan sonra ne yapacaùn çkarmaya çalüyordu. Güzel kalçasnn biraz yukarsna, saygyla ve zevkle koyduùum saù elimin orta ve iüaret parmaùnn ucunda belkemiùinin
566
Mutluluk
hareketlerini, en küçük kprtya kadar bir nabz gibi hissediyordum. Tuhaf, baüdöndürücü, dimdik bir duruüu vard. Yllarca unutmadm. Baz anlar kemiklerini, gövdesinde güçle gezen kam. canllùn, bir an yeni bir üeyle ilgileniüini, iç organlarnn kprtlarn, bütün iskeletinin zarafetini parmaklarmn ucunda hissediyor ve ona bütün gücümle sarlmamak için kendimi zor tutuyordum. Dans pisti kalabalklaünca, arkadan bir çift bize çarptù için bir an gövdelerimiz birbirlerine yapüt. O sarsc temastan sonra uzun bir süre sustum.
Boynuna,
saçlarna
bakarken
onun
bana
verebileceùi
mutluluùa kaplp kitaplar, romanc olma isteùimi unutabileceùimi seziyordum. Yirmi üç yaündaydm ve romanc olmaya karar verdiùimi öùrenen Niüantaül burjuvalar ve arkadaülarm gülümseyerek bu yaüta bir kimsenin hayat daha tanyamayacaùn bana söylediklerinde çok öfkelenirdim. Tam otuz yl sonra, bu satrlar düzeltirken, bu kiüilerin çok hakl olduklarn düüündüùümü üimdi eklemek isterim. Hayat tan-saydm, o dans srasnda onun ilgisini çekmek için çrpnr, benimle ilgilenebileceùine inanr, kollarmdan kayp gitmesine bu kadar çaresizce bakmazdm. "Yoruldum," dedi. "úkinci parçadan sonra oturabilir miyim?" Filmlerden öùrenilmiü bir kibarlkla masasna kadar yürüyüp ona eülik ediyordum ki, bir an kendimi tutamadm. "Ne skc bir kalabalk," dedim ukalaca. "Yukar çkp bir yerde rahat rahat konuüalm m?" Gürültüden beni tam iüitmemiü-ti, ama ne istediùimi yüzümden anlad hemen. "Annemlerle oturmam lazm," dedi ve benden kibarca uzaklaüt. Hikâyemi burada kestiùimi görünce, Kemal Bey beni hemen tebrik etti. "Evet, aynen Füsun'un davranülar, onu çok iyi anlamüsnz!" dedi. "Gurur kinci ayrntlar da çekinmeden anlattùnz için çok teüekkür ederim. Evet, konu gururdur Orhan Bey. Müzemle yalnz Türk milletine deùil, dünyann bütün milletlerine yaüadùmz hayat ile gururlanmay öùretmek istiyo-
567
Mutluluk
rum. Gezdim, gördüm: Batklar gururlanrken, dünyann büyük çoùunluùu utanç içerisinde yaüyor. Oysa hayatmzdaki utanç verici üeyler bir müzede sergilenirlerse, hemen gururlanlacak üeylere dönüüürler." Gece yanlan, müzesinin çat arasndaki küçük odasnda, birkaç kadehten sonra Kemal Bey'in bana ders verir bir havada attù nutuklarn ilkiydi bu. ústanbul'da karüsnda bir romanc gören herkes ortak bir içgüdüyle eùitici nutuklar attù için çok yadrgamadm, ama kitaba neyi nasl koymam konusunda benim de (Kemal Bey'in çok sk kullandù deyiüle) kafam karüyordu. "Müzelerin asl konusunun gurur olduùunu bana en iyi kim öùretmiütir biliyor musunuz Orhan Bey?" dedi Kemal Bey gene bir baüka gece yans, çat arasndaki odasnda buluütuùumuzda.
LtMüze
bekçileri tabii... Dünyann neresinde olursa olsun, müze bekçileri, her sorumu her zaman gururla ve tutkuyla cevaplamülardr. Gürcistan'da Gori üehrindeki Stalin Müzesi'nde, yaül bir kadn bekçi, bana Stalin'in ne büyük adam olduùunu bir saate yakn anlatmüt. Portekiz'de, Oporta üehrindeki Romantik Çaù Müzesi'nde, sürgündeki eski Sardunya Kral Carlo Alberto'nun, 1849'da bu evde hayatnn son üç ayn
geçirmesinin
Portekiz
romantizmini
ne
kadar
derinden
etkilediùini de, sevimli bir müze bekçisinin bana gururla uzun uzun anlattklarndan öùrenmiütim. Orhan Bey, bizim müzemizde de bir soru soran olursa, bekçiler Kemal Basmac koleksiyonunun tarihini, Füsun'a duyduùum aükn ve onun eüyalarnn anlamn, ziyaretçilere içten bir gururla anlatmaldrlar. Bunu da koyun lütfen kitaba. Müze bekçilerinin görevi sanldù gibi eüyalar korumak (tabii ki Füsun ile ilgili her üey sonsuza kadar korunmaldr!), gürültü edenleri susturmak, çiklet çiùneyenleri ve öpüüenleri uyarmak deùil, müzegezere cami gibi alçakgönüllülük, sayg ve huüu duymas gereken bir tapmakta bulunduùunu
hissettirmektir.
koleksiyonun ha-
568
Masumiyet
Müzesinde
bekçiler,
Mutluluk
vasna ve Füsun'un zevkine uygun olarak koyu ahüap rengi kadife takm elbiseler, içine açk pembe renkli gömlekler giymeli, müzemize özel -Füsun'un küpeleri iülenmiü- kravatlar takmal ve tabii çiklet çiùneyen ya da öpüüen ziyaretçilere de asla karümamal. Masumiyet Müzesi, ústanbul'da öpüüecek bir yer bulamayan âüklara sonsuza kadar açk kalacaktr." Kemal Bey'in iki kadehten sonra kullandù ve 1970'lerin iddial siyasi yazarlarn hatrlatan bu buyurgan üsluptan bazan sklr, not almay brakr, sonraki günlerde de onu hemen görmek istemezdim. Ama Füsun'un hikâyesinin kvrmlar, müzede eüyalarn oluüturduùu o özel hava beni çeker, bir süre sonra çat arasna gidip Füsun'u hatrladkça içen, içtikçe daha çok coüup anlatan bu yorgun adamn attù nutuklar gene dinlemek isterdim. "Müzemin mantùnn, sergi alannn her noktasndan bütün koleksiyonun, diùer vitrinlerin, her üeyin gözükmesi olduùunu sakn unutmayn, Orhan Bey," derdi Kemal Bey "Her yerden ayn anda bütün eüyalar, yani bütün hikâyem görülebildiùi için, müzegezer Zaman duygusunu unutacaktr. Hayatta en büyük teselli budur. Kalpten gelen dürtülerle yaplmü ve iyi kurulmuü üiirsel müzelerde, sevdiùimiz eski eüyalarla karülaütùmz için deùil, Zaman kaybolduùu için teselli oluruz. Bunu da kitabnza yazn lütfen. Bu kitab size nasl yazdrdùm, sizin de onu nasl yazdùnz da saklamayalm... Kitabmzn müsveddelerini, defterlerinizi de lütfen iüleri bitince verin, sergileyelim. Daha ne kadar sürer? Kitab okuyanlar elbette Füsun'un saçlarn, elbiselerini, her üeyi görebilmek için buraya -sizin gibigelmek isteyeceklerdir. Romann sonuna lütfen bir harita koyun ki, merakllar müzemizin yolunu ústanbul sokaklarnda yürüye yürüye kendileri bulabilsinler. Füsun ile hikâyemizi bilenler, sokaklarda yürürken, ústanbul'un manzaralarna baktkça, benim her zaman yaptùm gibi elbette onu hatrlayacaklardr. Kitabmz okuyanlara müzemize giriü bir seferlik bedava olsun. Bunun için kitaba
569
Mutluluk
bir de bilet koymak en iyisi. Kapdaki görevli, elinde kitapla gelen meraklnn
biletini
Masumiyet
Müzesi'nin
özel
damgasyla
damgalayarak ziyaretçiyi içeri alsn." "Bileti nereye koyalm?" "Buraya koysunlar iüte!"
MASUMúYET MÜZESú
YALNIZ BøR GøRøù øÇøN GEÇERLøDøR "Teüekkürler. Son sayfalara bir de kiüi indeksi koyalm Orhan Bey. Hikâyemizi ne kadar çok kiüinin bildiùini, ne kadar çok insann bizlere tank olduùunu da sizin sayenizde hatrladm. Ben bile adlarn zor tutuyorum aklmda." Aslnda hikâyede sözü geçen kiüileri arayp bulmam Kemal Bey'in hoüuna
gitmiyordu,
ama
romanclùm
hoügörüyordu.
Bazan
bulduùum kiüilerin ne dediklerini, bugün ne yaptklarn merak eder, bazan da onlarla hiç ilgilenmez, benim de neden ilgilendiùimi anlamazd. Mesela Satsat'n Kayseri bayii Abdülkerim Bey'e bir mektup yazp, ústanbul'a geliülerinden birinde onunla neden buluütuùumu hiç anlamad. Satsat brakp Osman'n Turgay Bey ile kurduùu Tekyayin Kayseri
bayiliùine
geçen
Abdülkerim
Bey
ise,
Kemal
Bey'in
hikâyesinden Satsat'n batmasna neden olan bir aük ve rezalet hikâyesi gibi söz etti bana. Pelür'deki ilk aylara tanklk etmiü olan bir zamanlarn kötü kadn oyuncusu Sühendan Yldz' (Hain Sühendan) bulup onunla konuütum. Kemal Bey'in çaresiz bir yalnz olduùunu, 570
herkes gibi kendisinin de onun Füsun'a ne kadar âük olduùunu bildiùini, ama ona çok da acmadùn, çünkü güzel kzlarla birlikte olmak için sinemaclar arasna kansan zenginlere snamadùn söyledi. Hain Sühendan asl, "filmlerde oynamak, yldz olmak için telaüa yakn bir sabrszlù" olan Füsuna acmüt. Film yldz olsayd da, o kurtlar arasnda sonu gene kötü olacakt. Füsunun "o üiükoyla" (Feridun) niye evlendiùini de hiç anlayamamüt. O günlerde Pelür'de otururken üç renkli bir kazak ördüùü torunu ise, üimdi tam otuz yaündayd ve anneannesinin bir zamanlar oynadù filmleri televizyonda görünce çok gülüyor, ama ústanbul'un o zamanlar ne kadar yoksul olduùuna da üaüyordu. Berber Basri Niüantaü'nda bir zamanlar benim de berberim-di. Berberliùe devam ediyor ve Kemal'den çok babas Mümtaz Beyden sevgi ve saygyla söz ediyordu. ûakac, eùlenceli, eli açk, iyi kalpli biriydi rahmetli Mümtaz Bey. Tpk Piç Hilmi ve kans Neslihan, Hayal Hayati, bir diùer Pelür sakini Salih Sarl ve Kenan gibi, Berber Basri'den kayda deùer yeni bir üey öùrenemedim. Füsun'un, Kemal'den sakladù alt kat komüusu Ayla, üimdi mühendis kocas ve en büyüùü üniversiteye giden dört çocuùuyla Beüiktaü'ta bir ara sokakta oturuyordu.
Füsun
ile
arkadaülktan
çok
hoülandùn,
onun
hayatiyetini, üakaclùn, konuümasnn her üeyini çok sevdiùini, hatta taklit ettiùini, ama Füsun'un kendisiyle ne yazk ki istediùi kadar arkadaülk etmediùini anlatt bana. iki kz iyi kyafetlerini giyer, birlikte Beyoglu'na çkar, sinemaya giderlermiü. Mahalleden bir arkadaülar orada yer göstericilik yaptù için, Dormen Tiyatrosu nda ki provalara onlar sokarmü. Sonra bir yerde sandviç yer, ayran içer, sataüan erkeklere karü birbirlerini korurlarmü. Bazan gerçekten bir üey alacakmü gibi Vakko'ya ya da baüka bir ük dükkâna girerek elbiseler dener, aynaya bakar, eùlenirlermiü. Tam gülüüür, konuüurlarken ya da filmin ortasnda, Füsun kafasn bir üeye takar, keyfi bir anda kaçar, ama içindeki üeyi
571
Mutluluk
de Aylaya asla açmazmü. Kemal Bey'in gidip geldiùini, çok zengin ve biraz da çatlak olduùunu bütün mahalle bilirmiü, ama kimse bir aüktan da söz etmezmiü. Ayla, Füsun ile Kemal arasnda yllar önce geçenlerden o yllarda bütün Çukurcuma mahallesi gibi habersizdi ve artk o mahalleden "zaten" de kopmuütu. Beyaz Karanfil, yirmi ylda dedikodu muhabirliùinden en büyük gazetelerimizden birinin günlük magazin ekinin baüna yükselmiüti. Ayrca yerli film ve dizi artistlerinin skandallar ve aük hayatlarna odaklanmü aylk bir magazin-dedikodu dergisinin editörüydü. Yalan yanlü
haberleriyle
insanlar
üzen,
hatta
hayatlarn
karartan
gazetecilerin çoùu gibi, Kemal hakknda yazdù üeyleri içtenlikle unutmuütu ve ona selam söylüyor, yakn zamana kadar arada bir arayp haber aldù muhterem annesi Vecihe Hanm'a en derin hürmetlerini yolluyordu. Benim, artistler arasnda geçecek ve bu yüzden çok satacak bir kitap için kendisini aradùm zannetmiü, her türlü yardma hazr olduùunu dostane bir havayla belirtmiüti: Bir zamanlarn ünlü yldz Papatya'nn prodüktör Muzaffer ile baüarsz evliliùinden olan çocuùunun, genç yaüta Almanya'daki en büyük turizm üirketlerinden birinin sahibi olduùunu biliyor muydum? Feridun sinema çevresinden tamamen kopmuü, çok baüarl bir reklam üirketi kurmuütu. Bu yeni üirkete "Mavi Yaùmur" adn verdiùini öùrenmek, gençlik hayallerinden vazgeçemediùini hatrlatt bana, ama çekilmeyen filmi hiç sormadm. Feridun bütün dünyann; Türk bisküvilerinin, blucinlerinin, jiletlerinin ve kabadaylarnn baüarsndan çok korktuùunu anlatan bayrakl, futbollu reklam filmleri çekiyordu. Kemal Bey'in müze tasarsn duymuütu, ama "Füsun'u anlatan" bir kitap yazdùm benden öùrendi: Hayatta bir kere âük olduùunu, o zaman da Füsun'un kendisine yüz vermediùini olaùanüstü bir açklkla bana anlatt. Evlilikleri srasnda ayn acy yeniden yaüamamak için ona yeniden âük olmamaya çok dikkat ettiùi-
572
ni de dikkatle söyledi. Çünkü zaten Füsun'un "mecbur kaldù" için kendisiyle
evlendiùini
biliyordu.
Dürüstlüùünü
sevdim.
ûk
yazhanesinden çkarken, ayn dikkatli ve nazik bir edayla "Kemal Bey'e" selam söyledi ve kaülarn çatarak beni uyard: "Füsun hakknda kötü herhangi bir üey yazarsanz iki elim yakanzda olur Orhan Bey, bilesiniz," dedi bana. Sonra kendisine çok yaküan rahat, hafif bir hava taknd. Çok büyük bir gazoz üirketinin, yllardr çalütù Meltemcilerin yeni ürünü Bora'nn kampanyasn almülard; benim Yeni Hayat kitabnn ilk cümlesini reklamlarda kullanabilir miydi? Çetin Efendi emeklilik ikramiyesiyle bir taksi almüt, bir baüka üoföre kiraya veriyor, bazan da ileri yaüna raùmen ústanbul sokaklarna kendisi çkyor, taksi üoförlüùü yapyordu. Beüiktaü'taki bir taksi duraùnda
buluütuùumuzda,
bana
Kemal'in
çocukluùundan,
gençliùinden bu yana ayn kaldùn söyledi: Aslnda o, hayatn her ann seven, dünyaya ve insanlara açk, çocuk gibi iyimser biriydi. Bu bakmdan bütün hayatnn bir kara sevdayla geçmesi tuhaft belki. Ama Füsunu tansaydm, Kemal Bey'in hayat çok sevdiùi için bu kadna o kadar âük olduùunu da anlardm. Onlar, Füsun ile Kemal, aslnda ikisi de çok iyi, çok saf insanlard ve birbirlerine çok uygunlard, ama Allah onlar birleütirmemiüti ve bizler de bunu çok fazla sorgulayacak durumda deùildik. Uzun bir yolculuktan dönen Kemal Bey ile ilk buluümamzda, gördüùü yeni müzelerin hikâyesini dinledikten sonra ona Çetin Efendi'nin sözlerini aktardm. Füsun hakkndaki sözlerini de kelime kelime tekrarladm. "Müzemizi gezenler, bir gün bizim hikâyemizi öùrenecek ve Füsun'un nasl biri olduùunu zaten hissedecekler Orhan Bey," dedi. Hemen içmeye baülamütk ve onunla içmek artk çok hoüuma gidiyordu. "Vitrin vitrin, kutu kutu, bütün bu eüyalara bakarken, ziyaretçiler sekiz yl boyunca aküam yemeklerinde Füsun'u nasl seyrettiùimi, onun elini, kolunu, gülümseyiüini,
573
----------------------------------------------- Mutluluk-------------------------------------------------------
saçlarnn kvrmn, içtiùi sigarann izmaritini eziüine, kaülarn çatüna, gülümseyiüine, mendillerine, tokalarna, ayakkablarna, elinde tuttuùu kaüùa, her üeyine ne kadar dikkat ettiùimi ('Ama küpelere dikkat etmemiüsiniz, Kemal Bey,' demedim) görünce, aükn büyük bir dikkat, büyük bir üefkat olduùunu hissedecekler... Artk lütfen kitab bitirin ve müzede tek tek bütün eüyalarn benim onlara duyduùum dikkate uygun bir üekilde vitrinin içinden gelen yumuüack bir ükla aydnlatlmas gerektiùini de yazn. Müzemizi gezenler eüyalara baktkça, Füsun ile benim aükma sayg duyacaklar ve kendi hatralaryla bizim aükmz karülaütracaklar, içerisi hiçbir zaman kalabalk olmasn ki, ziyaretçi Füsun'un tek tek eüyalarn, birlikte el ele gezdiùimiz
ústanbul
köüelerinin
resimlerini,
bütün
koleksiyonu
hissederek yaüasn. Masumiyet Müzesinde, ayn anda elli ziyaretçiden fazlasnn bulunmasn yasaklyorum. Gruplar, okullar, zaten müzeyi ziyaret etmeden önce randevu almal. Batda müzeler gittikçe kalabalklaüyor, Orhan Bey. Bir zamanlar bizlerin Pazar günleri arabalara binip Boùaz gezintisine gitmemiz gibi, Avrupal aileler Pazarlar hep birlikte büyük müzelere gidiyorlar. Bizim Pazar günleri Boùaz meyhanesinde öùle yemeùi yediùimiz gibi, onlar da müzenin lokantasnda oturup gülüüüyorlar. Proust kitabnda, ölümünden sonra teyzesinin evindeki eüyalarn bir kerhaneye satldùn, teyzesinin koltuklarn, masalarn bu kerhanede her görüüünde, eüyalarn aùladùn
hissettiùini
yazmütr.
Pazar
kalabalklar
müzelerde
gezinirken, eüyalar aùlyor Orhan Bey. Benim müzemde, eüyalar zaten hep kendi evlerinde kalacak. Batdaki müze modasn gören bizim kültürsüz, güvensiz zenginlerimiz, korkarm onlar taklitle, lokantal modern sanat müzeleri açmaya heves ediyorlar. Oysa resim sanatnda milletçe bir bilgimiz, zevkimiz ve hiçbir yeteneùimiz yoktur. Türk milleti kendi müzelerinde Bat resminin kötü taklitlerini deùil, kendi hayatn seyretmeli. Bizim müzelerimiz zenginlerimizin kendilerini Batl hissetme hayallerini de-
574
Mutluluk
gil, bizim hayatmz göstermeli. Müzem, Füsun ile benim bütün hayatmz, yaüadùmz her üeydir ve size anlattklarmn hepsi gerçektir Orhan Bey. Belki baz üeyler, okurlara, müzegezerlere yeterince açk gelmeyebilir, çünkü hikâyemi ve hayatm size bütün içtenliùimle anlattm, ama onu bütünüyle ne kadar anladm, ben kendim bile bilmiyorum. Onu da geleceùin bilim adamlar, müzemizin dergisi Masumiyete yazacaklar makalelerle açklasnlar. Füsunun saç tokalar ve frçalar ile merhum kanarya Limon arasnda ne gibi yapsal iliükiler olduùunu onlardan öùrenelim. Yaüadklarm, çektiùim aük aclarn, Füsun un çilesini, aküam yemeklerinde göz göze gelip bununla oyalanmamz, plajlarda, sinemalarda el ele tutuüup mutlu olabilmemizi abartl bulan gelecek kuüaklarn müze ziyaretçilerine, bekçiler yaüadùmz her üeyin hakiki olduùunu anlatmal. Ama merak etmeyin, aükmzn gelecek kuüaklarca anlaülacaùndan hiç üüphem yok. Bundan elli yl sonra Kayseri'den otobüsle ziyarete gelen neüeli üniversite öùrencileri, kapda kuyruk olan eli fotoùraf makineli Japon turistleri, yolunu üaürdù için, içeri giren yalnz kadnlar ve o zamann mutlu ústanbul’unun mutlu âüklar, Füsun'un elbiselerine, tuzluklara, saatlere, lokanta menülerine, eski ústanbul'un fotoùraflarna ve ortak çocukluk oyuncaklarmza ve diùer eüyalara bakp bakp aükmz ve yaüadklarmz derinden hissedecekler, eminim. Masumiyet Müzesi'ne gelecek kalabalklar, inüallah geçici sergilerimizi de gezecekler ve o zaman çöp evlerde, dernek toplantlarnda tanütùm ústanbullu gariban kardeülerimin, gemi fotoùraf, gazoz kapaù, kibrit kutusu, mandal, kartpostal, artist ve ünlü resmi ve küpe toplayan takntl koleksiyoncularmzn
biriktirdiklerini
görecekler.
Bu
sergilerin,
koleksiyonlarn hikâyeleri de kataloglarda, romanlarda anlatlsn. O günlerde eüyalar seyrederek Füsun ile Kemal'in aükn huüu ve sayg ile anan ziyaretçiler hikâyenin Leyla ile Mecnun gibi, Hüsn ile Aük gibi, yalnzca âüklarn deùil, bütün bir âlemin, yani ústanbul'un hi-
575
----------------------------------------------- Mutluluk-------------------------------------------------------
kâyesi olduùunu da anlayacaklardr. Bir rak daha ister misiniz Orhan Bey?" Romanmzn kahraman, müzemizin kurucusu Kemal Basmac, 12 Nisan 2007 tarihinde, yani Füsun'un ellinci doùum gününde, kendisi altmü iki yaündayken, Milano'da her zaman kaldù Grand Hotel de Milan'n Via Manzoni'ye bakan büyük bir odasnda, sabaha doùru uykusunda geçirdiùi kalp krizinden öldü. Kemal Bey, "Hayatmdaki en önemli beü müzeden biridir!" (ölene kadar tam 5723 müze gezmiüti) dediùi Bagatti Valsecchi Müzesi'ni kendi deyiüiyle "yaüamak" için her frsatta Milano'ya giderdi. ("Müzeler: 1. gezmek için deùil, hissetmek ve yaüamak içindir, 2. hissedilecek üeyin ruhunu koleksiyon oluüturur, 3. koleksiyonsuz müze deùil, sergi evi olur," not ettiùim son önemli görüüleridir.) 19. yüzylda iki kardeü tarafndan bir 16. yüzyl Rönesans evi olarak düzenlenen ve 20. yüzylda müzeye çevrilen ev ve tarihi, harika koleksiyonun Kemal Bey'i büyüleyen yan, koleksiyonun (yani eski yataklarn, lambalarn, Rönesans aynalarnn ve kapkacaùn), kardeülerin içinde yaüadklar evin bütün sradan günlük eüyalarn oluüturmasyd. Teüvikiye Camiindeki cenazeye, kitabmzn dizininde tek tek adlaryla sraladùm kalabalùn çoùu katld. Kemal'in annesi Vecihe Hanm ise, her zaman cenaze seyrettiùi balkondayd; bir baüörtüsü takmüt.
Oùlunu
hüngür
hüngür
aùlayarak
uùurlayün,
biz
avludakiler de yaül gözlerle seyrettik... Kemal Bey'in daha önceden beni görmek istemeyen yaknlar, cenazeden sonraki aylarda tuhaf ama mantkl bir srayla benimle bir bir görüümek istediler. Bunu, Niüantaü çevresinde geçen kitaplarmda herkesi acmaszca kötülediùim yolundaki yanlü inanca borçluyum. Yalnz annemi, aùabeyimi, amcam ve bütün ailesini deùil, baüka pek çok saygn Niüantaüly, mesela ünlü Cevdet Beyi, oùullarn ve ailesini, üair dostum Ka'y, hatta hayran olduùum öldürülen ünlü köüe yazarmz Celâl Salik'i.. ünlü dükkânc Alaaddin'i ve pek çok devlet ve din büyü-
576
günü, paüay kötü gösterdiùim yolundaki dedikodular, suçlamalar, ne yazk ki çok yaygnd. Zaim ile Sibel, kitaplarm okumadan benden korkmuülard. Gençlik günlerine göre Zaim çok daha zengindi. Meltem gazoz olarak piyasadan silinmiüti, ama büyük bir üirket olarak ayaktayd. Bebek srtlarndaki Boùaz manzaral üahane evlerinde, beni çok iyi aùrladlar. Kemal Beyin hayat hikâyesini kaleme almamdan (Füsun'un yaknlar da Füsun'un hikâyesini yazdùm söylüyorlard) gurur duyduklarn söylediler. Ama kitabm tek tarafl deùil, bir de onlar dinleyerek yazmalydm. Ama önce üu büyük rastlanty, ölümünden yarm gün önce, 11 Nisan günü öùleden sonra Kemal Bey ile Milano'da sokakta karülaümalarn anlatacaklard. (Beni bunun için çaùrdklarn hissettim hemen.) Zaim, Sibel ve aküam yemeùine bizimle sofraya oturan biri yirmi (Gül), bir diùeri on sekiz (Ebru) yaündaki güzel ve akll kzlar tatilde gezip eùlenmek için, üç günlüùüne Milano'ya gitmiülerdi. Ellerindeki külahlardan portakall, çilekli, kavunlu, rengârenk dondurmalar yalayarak, vitrinlere bakarak, üakalaüp gülüüerek yürüyen bu mutlu aileden, ilk olarak Kemal, önce yalnz Gül'ü görmüü ve annesine gerçekten çok benzeyen kza üaüknlkla yaklaümü, "Sibel! Sibel! Merhaba, ben Kemal," demiüti. "Gül, benim yirmilerimdeki halime çok benzer, o gün bir de o yllarda giydiùim örgü etolü giymiüti," dedi Sibel Hanm gururla gülümseyerek. "Kemal ise çok yorgundu, bakmsz, bitkin ve aür mutsuz gözüküyordu. Orhan Bey, onun haline çok çok üzüldüm. Yalnz ben deùil, Zaim de çok üzüldü. Bir zamanlar Hilton'da niüanlandùm, hayat o kadar seven, her zaman hoü, neüeli, üakac insan gitmiü, onun yerine dünyadan, hayattan kopmuü, ask suratl, aùz sigaral bir ihtiyar gelmiü. O Gül'ü tanmasa, biz de onu tanyamazdk. Yaülanmamü, ihtiyarlayp çökmüü. Çok üzüldüm. Üstelik bu onu kim bilir kaç yl sonra ilk görüüümdü."
577
Mutluluk
"Fuaye Lokantas'ndaki son yemeùinizden ta otuz bir yl sonra," dedim. Ürpertici bir sessizlik oldu. "Size her üeyi anlatmü!" dedi Sibel az sonra acyla. Sessizlik sürerken, bana anlatmak istedikleri asl üeyin ne olduùunu anlamütm: Zaim ile Sibel kendi hayatlarnn çok daha mutlu olduùunu, güzel ve normal bir hayat yaüadklarn okurun bilmesini istiyorlard. Ama kzlar odalarna çekildikten sonra konyak içerken, kar-kocann ifade etmekte zorlandù bir baüka konu daha olduùunu anladm. úkinci kadeh konyaù içerken Sibel, Zaim gibi laf gevelemeden takdir ettiùim bir açklkla derdini anlatt: "1975 yaz sonunda; Kemal, hastalùn, yani merhum Füsun Hanma çok kötü âük olduùunu bana itiraf ettikten sonra, niüanlma acdm ve ona yardm etmek istedim. Bizim Anadoluhisarndaki yalda en iyi niyetlerle onu tedavi etmek için birlikte bir ay (doùrusu üç ay) geçirdik Orhan Bey. Aslnda bu artk önemli deùil... Günümüz gençleri artk bekâret gibi konulara hiç aldrmyorlar (bu da doùru deùildi), ama gene de
kitabnzda
benim
için
küçültücü
olan
o
günlerden
hiç
bahsetmemenizi sizden bilhassa rica edeceùim... Bu konu önemsiz görülebilir, ama srf bu konuda dedikodu yaptù için en iyi arkadaüm Nurcihan ile bozuütum. Çocuklar da öùrendiklerinde önemsemezler, ama arkadaütan, dedikoducular... Lütfen siz bizi krmayn..." Zaim, her zaman Kemal'i çok sevdiùini, çok içten bir insan olduùunu, onun arkadaülùn her zaman aradùn, özlediùini anlatt. "Gerçekten Kemal bu Füsun Hanimin her üeyini toplamü m, gerçekten bir müze kuruluyor mu?" diye yar hayret, yar korkuyla sordu sonra. "Evet," dedim. "Ben de kitabmla bu müzenin reklamcs olacaùm." Çok geç bir saatte onlarla gülüüüp konuüarak evden ayrlrken, bir an kendimi Kemal'in yerine koydum. Saù olsayd ve Si-
578
bel ve Zaim ile arkadaülùa devam etseydi (pekâlâ mümkündü bu), Kemal de gece oradan benim gibi yalnz bir hayat sürdüùü için hem mutluluk hem de suçluluk duyarak ayrlrd. "Orhan Bey," dedi kapda Zaim. "Sibel'in ricasn dinleyin lütfen. Biz de Meltem ûirketi olarak müzeyi desteklemek istiyoruz." O gece, baüka tanklarla konuümann boüluùunu da anladm: Ben Kemal Bey'in hikâyesini baükalarnn gördüùü gibi deùil, onun bana anlattù gibi yazmak istiyordum. Srf bu inadmdan dolay Milano'ya gittim ve Sibel, Zaim ve çocuklarla karülaütù gün Kemal'i o kadar üzmüü olan üeyin az önce gidip yeniden gördüùü Bogatti Valsecchi Müzesi'nin harap hali ve mekânn bir ksmnn müzeye gelir getirmek için ünlü marka Jenny Colon'a kiralanmas olduùunu öùrendim. Müzenin, hep kara elbiseler giyen hepsi kadn bekçilerinin gözleri yaülymü ve yöneticilere göre, birkaç ylda bir müzeye mutlaka gelen Türk beyefendiyi bu çok üzmüü. Bu bilgi bile, kitabm tamamlamak için artk kimsenin dedikodusunu dinlememem gerektiùini bana hatrlatt. Bir tek Füsun'u görmeyi, onu dinlemeyi çok isterdim. Ama onun yaknlarndan önce, beni evlerine srarla davet eden ve kitabmdan korkan baüka kiüilerin davetlerini, srf onlarla oturup yemek yeme zevki için kabul ettim. Böylece ksa süren bir aküam yemeùinde, Osman'dan bu hikâyeyi hiç yazmamam öùüdünü aldm. Evet, Satsat rahmetli kardeüinin ihmali yüzünden batmüt belki, ama rahmetli babas Mümtaz Beyin kurucusu olduùu bütün üirketler, üimdi Türkiye'nin ihracat patlamasnn yldzlarydlar. Çok düümanlar vard ve pek çok dedikoduya yol açacak ve kalp kracak böyle bir kitap. Basmac Holdingin alay konusu olmasna ve tabii ki Avrupallarn bize gene gülüp kötülemelerine yol açacakt. Gene de o geceden hoü bir hatrayla, Berrin Hanm'n bana mutfakta, kocasna göstermeden verdiùi Kemal'in bir çocukluk bilyasyla ayrldm.
579
- - Mutluluk
Kemal'in zaten önceden beni tanttù Nesibe Hala ise, Kuyulu Bostan Sokak'taki dairesinde yeni hiçbir üey söylemedi. ûimdi yalnz Füsun için deùil, "Tek damadm odur," dediùi Kemal için de sürekli aùlyordu. Müzeden ise, yalnzca bir kere söz etti. Eski bir ayva rendesi vard, can reçel yapmak istemiüti, ama bir türlü bulamyordu. Acaba müzede mi kalmüt? Ben bilirdim, gelecek geliüimde getirebilir miydim? Beni kapdan uùurlarken, "Orhan Bey, Kemal'i hatrlatyorsunuz bana," diyerek aùlad. Füsun'a en yakn olan, bütün srlarn bilen ve bence Kemal'i de en iyi anlayan kiüi olan Ceyda ile, beni ölümünden alt ay önce zaten Kemal tanütrmüt. Roman okumaktan hoülanan Ceyda Hanimin beni tanma isteùinin de etkisi vard bunda. Otuz yaülarndaki iki oùlu da evli ve mühendisti ve bize fotoùraflarn gösterdiùi çok sevdiùi gelinleri, üimdiden yedi torun vermiülerdi ona. Bana hafif sarhoü ve hafif bunak gibi gözüken ve Ceyda'dan çok yaül olan zengin kocas (Sedircilerin oùlu!) bizimle, hikâyelerimizle, hatta Kemal ile benim çok rak içmemizle bile ilgili deùildi. Kemal'in Çukurcuma'ya ilk geliüinde aküam banyoda unuttuùu küpe tekini Füsun'un ayn aküam bulduùunu, o günlerde hemen bunu Ceyda'ya anlattùn ve Kemal'e ceza olsun diye Füsun'un "Küpe müpe yoktu," demesine birlikte karar verdiklerini, Ceyda gülerek anlatt. Füsun'un baüka pek çok srr gibi, Kemal Bey bu hikâyeyi de yllar önce Ceyda'dan zaten öùrenmiüti. Ben dinlerken yalnzca acyla gülümsedi ve birer kadeh daha rak doldurdu bizlere. "Ceyda," dedi sonra Kemal, "Füsun'dan haber almak için sizinle hep Maçka'da, Taülk'ta buluüup konuütuk. Siz bana Füsun'u anlatrken ben hep Maçka'dan Dolmabahçe'nin görünüüünü seyrederdim. Geçende baktm da koleksiyonumda bu manzarann pek çok resmi birikmiü bende." Konu fotoùraftan açldù için ve sanrm biraz da benim üe-
580
Mutluluk
refime, Ceyda Hanm, Füsun'un, Kemal Bey'in hiç görmediùi bir fotoùrafn geçen gün bulduùunu söyledi. Bu hepimizi heyecanlandrd. Fotoùraf 1973 Milliyet Güzellik Yarümasnn final gecesinde, kuliste Hakan Serinkan, sahnede soracaù kültür sorularn Füsun'a fsldarken çekilmiüti. ûimdilerde úslamc bir partiden milletvekili olan ünlü üarkc, Füsun'dan çok hoülanmüt. "Ne yazk ki ikimiz de dereceye giremedik Orhan Bey, ama hakiki liseli kzlar gibi o gece Füsun ile gözlerimizden yaülar akncaya kadar güldük," dedi Ceyda. "Füsun'un bu fotoùraf iüte tam o srada çekildi." Bir hamlede çkarp ahüap sehpann üzerine koyduùu solgun fotoùrafa bakar bakmaz, Kemal Bey'in surat kül gibi beyaz oldu ve uzun bir sessizliùe gömüldü. Ceyda'nn kocas güzellik yarümas hikâyesinden hiç hoülanmadù için, Füsun'un eski fotoùrafna orada daha fazla bakamadk. Ama her zamanki gibi çok anlayül olan Ceyda, gecenin sonunda fotoùraf Kemal Bey'e hediye etti. Ceyda'nn Maçka'daki evinden çknca, Kemal Bey'le Niüantaü'na doùru gecenin sessizliùinde yürüdük. "Sizi Pamuk Apartmanna kadar geçireyim," demiüti bana. "Ben bu aküam müzede deùil, annemle Teüvikiye'de kalacaùm." Ama
Pamuk
Apartman'ndan
beü
bina
önce,
Merhamet
Apartmannn önüne gelince durdu ve gülümsedi. "Orhan Bey, Kar romannz sonuna kadar okudum," dedi. "Ben siyaseti sevmem. Bu yüzden, kusura bakmayn ama biraz zorlandm. Ama sonunu sevdim. Ben de oradaki kahraman gibi, romann sonunda okuyucuyla doùrudan konuümak isterim. Böyle bir hakkm var m? Kitabnz ne zaman bitiyor?" "Sizin müzeden sonra," dedim. Bu artk aramzda ortak bir üaka olmuütu. "Okura son sözünüz nedir?" "Ben, o kahraman gibi, okurlarn bizleri uzaktan anlayamayacaùn söylemeyeceùim. Tam tersi müzemizi gezenler, kitabnz okuyanlar bizi anlayacaklardr. Ama baüka bir sözüm var."
581
Mutluluk
Bunu der demez, cebinden Füsun'un fotoùrafm çkard ve Merhamet Apartman'nn önündeki sokak lambasndan gelen solgun üùn altnda, Füsun'a aükla bakt. Ben de yanma geçtim. "Güzel deùil mi?" dedi tpk otuz küsur yl önce babasnn kendisine dediùi gibi. úki erkek, Füsun'un üzerine 9 numara iülenmiü siyah mayolu fotoùrafna, bal rengi kollarna, hiç de neüeli olmayan, tam tersi hüzünlü yüzüne, harika vücuduna ve fotoùrafn çekiliüinden tam otuz dört yl sonra bile bizi çarpan yüz ifadesindeki insani yoùunluùa, ruhsallùa hayretle, aükla, saygyla baktk. "Bu fotoùraf müzeye koyun Kemal Bey, lütfen," dedim. "Kitaptaki son sözüm üudur Orhan Bey, lütfen unutmayn..." "Unutmam." Füsun'un fotoùrafn aükla öptü ve ceketinin göùüs cebine dikkatle yerleütirdi. Sonra bana zaferle gülümsedi. "Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaüadm."
2001-02, 2003-08
K ARAKTER D/ Z / N /
Abdülkerim 30, 274, 275, 574 Ahmet 73, 243
Ceyda 96, 97, 201, 202, 230-232, 257, 258, 307, 500, 504, 545, 584,585
Alaaddin 44, 47, 48, 78, 181, 184, 198, 212, 359, 363, 398, 434, 580 Ali 364, 366,
Cömert Eliaçk 87 Cüneyt Bey 121, 249, 491
444, 518 Alptekin 121 Asena 121 Avunduklarn büyük oùlu 285 Ay Sabih
Çetin Efendi 33, 46, 48-50, 52, 77, 94, 100-102, 105,
90, 92, 490 Ayla 322, 399, 575, 576 Ayüe 208,
108, 110. 117, 248, 250, 255. 259-261, 269, 270,
211, 353, 355
280, 282-284, 288, 293, 298, 301, 304, 319-321, 325, 342, 344, 351, 352, 356, 375, 376, 379, 380,
Bekri 18, 45, 46, 88, 93, 94, 105, 121, 250, 252, 341, 419 Belks 89, 90, 92, 93, 95, 96
397, 399, 423, 425, 426, 451, 452, 471, 492, 498, 502, 511, 515-521, 523, 524, 555, 556, 577
Berber Basri 88, 114, 490, 553, 575 Berrin Basmac 57, 126-129, 134, 138,
Daùdelenler 271, 278, 285 Daktilo
139, 141, 142, 149, 155, 159, 250,
Demir 370, 372 Demir (Demirbaù) 93
254, 286, 356, 541, 583 Beyaz Karanfil
Demirbaùlar 90, 93 Doktor Barbut 120
(Süreyya Sabir) 136138, 375,407,464,518, 576 Bykl Bok Komüu 66, 67 Billur (Daùdelen) 272, 278, 285 Börekçi Latif 323
Ekrem (Güçlü) 51, 55, 441, 453, 454, 466, 470, 492, 558 Elektrikçi Efe 399, 445, 492 Erçetin Paüa 131 Esat Bey 285, 287, 489 Ethem Kemal 16, 115, 359
Celâl Salik 145, 156, 184, 388, 398, 580 Cemile Hanm 305, 306, 489
584
Fare Faruk 121, 355. 487. 488, 543
Kasap Kazm 46, 341
Faris (Kaptanoglu) 89, 90
Kenan 87. 131, 140. 148-155. 159, 160, 163, 167,
Fasih Fahirl21, 490 Fatma Hanm 35, 44. 87, 88, 93, 94. 105, 121, 176. 252, 256, 257, 271, 293, 418. 419, 489, 497-499
169, 172, 179, 189, 192, 193, 221, 222, 254, 255, 286. 391, 575 Kova Kadri 54, 55. 120, 491
Fazla Hanm 118 Feridun 261-263, 266, 270, 276, 279, 281-283. 288,
Leclercq 245
292-295, 299, 301, 308-310, 314, 318, 322, 324,
Lerzan 88, 456, 491
332-340, 344-350, 356, 360, 366, 370-376, 380-
Limon 69. 80, 182, 277, 308, 329, 340, 371, 418,
384, 392-394, 401, 406-408, 414, 427-432, 434, 436, 450-456, 458, 466, 467, 469, 488, 489, 492, 493, 495, 500-502, 505-510, 537, 575, 576
445, 447, 449, 468-470, 495, 512, 544, 545, 548, 579 Lüks ûermin 93, 121. 147
Feyzan 121, 491 Figen 246, 247, 413, 543
Macide 121 Madam Mualla 93 Maruf 122, 489
Gemibatran Güvenl44, 241, 460, 461 Geveze Mehmet 43, 73, 79, 126-129, 134, 135, 139, 140, Cevat 114
142, 143, 145-149, 152, 155, 156, 171, 172, 178,
Gümüü Yapraklar 124, 133, 135, 138, 149, 154,
194, 208, 210, 211, 225. 226, 230, 231, 234, 238-
155, 355, 462, 464
240, 255, 273, 342, 353-355, 379, 402, 403, 412, 424, 462, 465, 487, 490, 541, 543, 544
Hakan Serinkan 69, 175, 332, 585
Mehmet Ali 153
Halisler 489
Melike 252
Hanife Hanm 175
Melikhan 122, 490
Harun Bey 120
Mengerliler 461
Hasta Halit Bey 117, 560
Mengerliler'in ortanca kz 285
Hayal Hayati 367-369, 374, 382, 384,
Meral Teyze 144
428, 453, 454, 575 Haydar 221, 362 Hfz Bey 55, 557-559, 561, 562 Hicab Beyi 18 Hicri Bey 274 Hülya 125 Inge 41, 79, 91, 92. 142, 171, 179, 231, 391, 457, 522, 558 úpek úsmet 13, 93 Iükçlar 285 lzak Bey 154 Ka 580 Kamil Efendi (Dondurmac) 441 Kaptanogullan 89, 90 Karahanlar 88, 341, 459, 489
Mihriver Hala 16, 17 Mimar úhsan (Bilgin) 561, 564 Muzaffer 338, 373, 382. 384, 429, 490, 576 Mükerrem Hanm 305, 489 Mümtaz (Basmac) 18, 119, 122, 154, 266, 511, 575, 583 Necdet Adsz 161, 559, 560 Nesibe Hala 15-18, 132, 153, 161, 164, 181, 182, 205, 232, 254, 259, 261, 263, 265, 268, 276, 278, 287, 307-311, 313-315, 320, 322-324, 326-329, 332, 334, 341, 343, 344, 347-349, 356-358, 360, 363-365, 372, 376-378, 380-382, 384. 389, 390, 394-396, 398-400, 407, 413-
585
415, 418, 420-423, 434, 435. 437, 439, 440, 443-452,
Sakil Bey 67
468, 487, 492-502, 511-513, 515, 516, 518-524, 544-
Salih Sanl 337, 339, 575 Samim 94
546, 549-551, 561, 564, 584 Nesime 252
Sedirciter 97, 202, 584 Sefil
Neslihan 241,458, 465,575 Neslisah
Amca 66, 67, 550 Selami Bey
274, 275 Nevzat (berber) 118 Nigân
232, 515 Sertap 363 Sevda 73
252 Numan Efendi 480
Sdka 251
Nurcihan 13, 126, 127, 129, 134, 135, 139-143, 148, Sibel 12, 13, 16, 18-25, 27, 28, 34, 35, 41-43. 54, 59-62, 73, 76, 78-81, 86, 88-90, 92, 98, 102, 107, 149, 152, 155, 156, 171-173, 178, 194, 208, 210, 211, 222, 224-226, 230, 231, 234, 238-241, 255,
110, 118-127, 129-132, 134-145, 148-150, 152,
342, 353-355, 379, 402, 403, 412, 462, 465, 490,
153, 155-157, 159-163, 167, 170-178, 183, 184,
542-544, 582
187, 188, 193-197, 199-202, 205, 20217, 219231, 234, 236-247, 252, 255, 271-274, 283, 285,
Nurettin 48
286, 294, 309, 353-355, 388, 392, 403, 408, 409, 419, 440, 448, 462-465, 480, 487, 490, 517, 542-
Osman (Basmac) 45, 57, 129, 140, 159, 189, 192, 247, 248, 251, 252, 254,
255,
286,
341,
356,
362,
391,
392,
460,
490,
491,
511,
541,
546,
574, 583
Snob Selim 130, 517 Soùuk Suphi 42, 562 Solak ûermin 93 Somtaü Yontunç 101
Ömer 258
Sühendan Yldz 337-339, 401, 574, 575 Süreyya Day 33, 41, 43-45, 137, 446
Pamuklar (Aydn, Gündüz, Orhan) 118, 131, 132, 140, 491 Papatya 292, 401, 427432, 451-457,
ûenay Hanm 14-16, 23, 25-27, 32, 34, 69,
505, 537, 557, 576 Perran 251
71,80,81,86, 95, 162, 169, 189, 500
Piç Hilmi69, 75, 76, 79. 241, 245, 355,
458,
465,
474,
487,
542,
575 Rahmi Efendi 111,112, 330, 399, 494 Ramz 232 Rezil Amca 67 Rezzan 118 Rik 90, 94 Saade Hanm 380 Sadi 221,243, 244.459,460 Saffe 251
ûazment 88, 489 ûaziye 93
459. 462, 464, 487, 490, 501, 504,
255,
544, 564, 581-583 Siyami Bey 560
ûevket Usta 555 ûükran 252 ûukru Pasa 252 Tahir Tan 381-384, 401, 407, 427, 428, 432, 453, 455, 558 Tank Bey 15, 261. 263-266. 268, 278. 308, 313-318, 320, 322, 324, 327-329. 332, 334, 343. 344, 347349, 358. 360, 361, 363-365, 376, 377,
Saim Elendi 45, 121
586
380-384, 388.
300. 304-396, 398, 399, 407, 413,
421, 422, 424, 434, 437-439. 443-452, 487, 488,
Yani 283, 380 Yeüim 41, 43, 241
491, 492. 494-497, 500. 511, 512, 534, 548, 551,552 Tayfun 145-148, 223, 224, 241, 246, 247, 255. 342. 355, 413, 430, 474, 487, 541, 543
Zaim 19, 35, 42, 43, 79, 89, 91, 92, 110, 130, 142. 143, 148-152, 154-157, 163, 169, 171-173, 178, 186. 188, 208, 211, 225, 232, 236-240. 243, 247,
Tayyar 375, 542
255, 273. 285. 300, 342, 353-356, 391, 402, 403,
Turgay Bey 70. 71, 76, 77. 80, 169, 178, 189-192, 221,
448, 456-465, 474, 490, 491, 541-543, 564, 581-
286, 391, 460, 490. 519, 545, 574 Türkan 252
583 Zarife 121, 490 Zekeriya Eniüte 252
Vecihe (Basmac) 17, 27, 434, 511, 512. 576. 580
Zeynep Hanm 20, 201, 204, 237, 405, 406, 452, 500 Zümrüt Hanm 118, 156
587
Orhan Pamuk'un 2006 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmasna dair...
"Yaúad÷ kent østanbul'un hüzünlü ruhunun izlerini sürerken, kültürlerin birbiriyle çatúmas ve kaynaúmasnn yeni simgelerini buldu." øSVEÇ A KADEMøSø ’ N øN 2006 NOBEL EDEBøYAT ÖDÜLÜ RESMø AÇIKLAMASI
"Sayn Orhan Pamuk! Do÷du÷un kenti, Dostoyevski'nin St. Petersburg'u, James Joyce'un Dublin'i ve Proust'un Paris'i yapt÷ gibi, vazgeçilmez edebiyat topra÷ haline getirdin." øSVEÇ AKADEMøSø DAøMø SEKRETERø VE NOBEL KOMøTESø ÜYESø HORACE ENGDAHRøN NOBEL ÖDÜL TÖRENø KONUùMASINDAN
"Pamuk, roman sanatn biz Batllarn elinden ald ve bambaúka bir úey haline getirdi." øSVEÇ AKADEMøSø DAøMø SEKRETERø VE NOBEL KOMøTESø ÜYESø HORACE ENGDAHL
"Neredeyse dayanlmayacak kadar büyüleyici büyük Türk romancs..." New York TøMES , ABD "Pamuk'unki sarsc bir baúar..." THE Times Literary Supplerment, øNGøLTERE
Babamn Bavulu Orhan Pamuk'un 2006 yl Aralk aynda, Nobel Edebiyat Ödülü'nü alrken yaptù ve otuz úki yllk yazarlk çabasnn ruhunu içtenlikle yanstan duygulu konuümas "Babamn Bavulu" bütün dünyada derin yanklar uyandrmüt. Yazmak ve yaüamak konusunda temel bir metin niteliùindeki bu konuüma, Pamuk'un baüka iki ödül kabul konuümasyla birlikte, Babamn Bavulunda bir araya geliyor: Bunlardan ilki, Pamuk'un 2006 Nisan'nda Amerika'da çkan World Literature dergisince verilen Puterbaugh Ödülü'nü alrken yaptù "úma Edilen Yazar" baülkl konuüma; diùeri ise, yazarn 2005 Ekimi'nde Alman Kitapçlar Birliùi'nce verilen Barü Ödülü'nü alrken yaptù "Kars'ta ve Frankfurt'ta" adl konuümas. Büyük bir yazarn oluüum sürecinin hikâyesi olarak da okunabilecek Babamn Bavulu, yazarlk nedir, niye yazar olunur, hayat ve yazmak, yazarlk sabr ve roman sanatnn srlar üzerine eüsiz deùerde bir kitap.
ústanbul Hatralar ve ùehir Yazarn kendisini "ben" olarak ilk hissediüinden, annesine, babasna, ailesine yönelen hikâye, bir hüzün ve mutluluk kaynaù olarak ústanbul sokaklarna açlyor. Günümüzün büyük romancsnn gözünden 1950'lerin ústanbul sokaklarn, parke taü kapl caddeleri, yanp yklan ahüap konaklan, eski bir kültürün yok oluüuyla, onun külleri ve ykntlar arasndan bir yenisinin doùuüunun zorluklarn keüfederken, Pamuk'un ruhsal dünyasnn oluüumunu bir dedektif roman okur gibi hzla úzliyoruz... Bu özgün ve benzersiz eserde, okurken elden brakamadùmz kitaplara has o ruh ve duygu birliùi var. Orhan Pamuk'un, Ara Güler baüta olmak üzere ústanbul'un büyük fotoùrafçlarnn çektiùi on binlerce kareden ve kendi kiüisel albümünden seçtiùi fotoùraflar hikâyeye eülik ediyor.
"Bir aük ilan." The Sunday Times, úngiltere
Ka On iki yldr Almanya'da sürgün olan üair Ka, Türkiye'ye dönüüünden dört gün sonra, bir röportaj için Kars üehrinde bulur kendini. Aùr aùr ve hiç durmadan yaùan karn altnda sokak sokak, dükkân dükkân bu hüzünlü ve güzel üehri ve insanlarn tanmaya çalür. Kars'ta aùzna kadar iüsizlerle dolu çayhaneler, düardan gelmiü ve kardan mahsur kalmü gezgin bir tiyatro kumpanyas, intihar eden ve türban direniüi yapan kzlar, çeüitli siyasal gruplar, dedikodular, söylentiler, Karpalas Oteli ve sahibi Turgut Bey ile kzlar úpek ve Kadife ve Ka için bir aük ve mutluluk vaadi vardr. 2006 PRIX MEDITERRANEE ETRANGER (FRANSA) 2005 PRIX MEDICIS ETRANGER (FRANSA) "O ne bir ideolog, ne bir siyasetçi, ne de bir gazeteci. Orhan Pamuk büyük bir romanc." New York Times, ABD
Benim Adm Krmz Orhan Pamuk'un "en renkli ve en iyimser romanm," dediùi Benim Adm Krmz, 1591 ylnda ústanbul’da karl dokuz kü gününde geçiyor. úki küçük oùlu birbirleriyle sürekli çatüan güzel ûeküre, dört yldr savaütan dönmeyen kocasnn yerine kendisine yeni bir koca, sevgili aramaya baülaynca, o srada babasnn tek tek eve çaùrdù saray nakkaülarn saklandù yerden seyreder. Eve gelen usta nakkaülar, babasnn denetimi altnda Osmanl Padiüah'nn gizlice yaptrdù bir kitap için Frenk etkisi taüyan tehlikeli resimler yapmaktadrlar. Aralarndan biri öldürülünce, ûeküre'ye âük, teyzesinin oùlu Kara devreye girer. ústanbul'da bir vaizin etrafnda toplanmü, tekkelere karü olan bir çevrenin basklan, pahallk ve korku hüküm sürerken, geceleri bir kahvede toplanan nakkaülar ve hattatlar sivri dilli bir meddahn anlattù hikâyelerle eùlenirler. Herkesin kendi sesiyle konuütuùu, ölülerin, eüyalarn dillendiùi, ölüm, sanat, aük, evlilik ve mutluluk üzerine bu kitap, ayn zamanda eski resim sanatnn unutulmuü güzelliklerine bir aùt. 2002 PRIX DU MEILLEUR LIVRE ETRANGER (FRANSA) 2002 GRINZANE CAVOUR (úTALYA) 2003 INTERNATIONAL IMPAC-DUBLúN (úRLANDA) "Genç Türk romancs Orhan Pamuk, Avrupa'ya roman nasl yazlr, gösteriyor." Frankfurter Allcgemeine Almanya
Öteki Renkler öteki Renkler yazarn çocukluk anlarndan mutluluk saatlerine, romanlarn nasl yazdùndan gezi notlarna, sevdiùi yazarlar ve kitaplar hakkndaki eleütirilerinden kiüisel itiraflarna, üikâyetlerine, siyasi öfkelerine, kültür ve gündelik hayat konusundaki heyecanlarna uzanyor ve Orhan Pamuk'un yalnz romanda deùil, düzyazda da ne kadar usta olduùunu kantlyor. Yazarn makale ve denemelerinden, tuttuùu defterlerden, yaptù röportajlardan yaplan bu titiz seçmede, Pamuk zaman zaman eùlenceli, kükrtc, çözümleyici olan bir dille kz Rüya úle arkadaülùn, bayram ziyaretlerini, sigaray brakün, gençlik bunalmlarn, yazarn günlük hayatn, sinema zevkini, Boùaz'daki eski yangnlar, bildiùi ústanbul'u, yalnzlk ve mutluluk üzerine takntlarn, toplumun ve kendisinin korkularn ve paranoyalarn anlatyor; Dostoyevski'den Tanpnar'a, Kemal Tahir'den Oùuz Atay'a pek çok yazar ve kitab tartüyor; roman kuram ve tarihî roman. Doùu ve Bat, milliyetçilik ve Avrupa konusundaki düüüncelerini açyor. "Pamuk dünyann en iyi yazarlarndan biri." The New Statesman, úngiltere
Yeni Hayat "Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatm deùiüti." Orhan Pamuk'un benzersiz bir ilgiyle karülanan coükulu, lirik ve sihirli roman Yeni Hayat bu sözlerle baülyor. Okuduùu bir kitaptan sarslarak etkilenen, sayfalardan neredeyse fükran üùa bütün hayatn veren ve kitabn vaat ettiùi yeni hayatn peüinden koüan bir kahramann bu olaùanüstü hikâyesi, Türkiye'de daha önce hiçbir romann ulaümadù bir hzla okundu ve yaygnlaüt. Bir yandan Hayat'n, Eüsiz Anlar'n, Ölüm'ün, Yaz'nn, Kaza'nn srlarna, bir yandan da çocukluùun resimli romanlarna, bir belirip bir kaybolan bir meleùe ve Dante'nin, Ritke'nin üiirlerine açlan bu sarsc roman, siyah beyaz televizyonlu kahvelere, video seyredilen otobüslere, trafik kazalarna, siyasi kumpas ve cinayetlere, bayi örgütlerine, paranoyakça kuramlara, saat kadar dakik muhbirlere, kaybolan eski eüyalarn üiirine ve taürann öfkesine uzanyor. Yeni Hayat, Orhan Pamuk'un, çaùdaü dünya romannn en özgün yaratclarndan biri olduùunu bir kere daha kantlyor. "Yeni Hayat insana Walter Benjamin'in, 'Bütün büyük edebiyat eserleri bir biçimi ya sona erdirir ya da bir yenisini baülatr, yani özel vakalardr,' sözünü hatrlatyor. Yeni Hayat özel bir vaka." The Guardian, ingiltere
Kara Kitap Galip, çocukluk aük, arkadaü, amcasnn kz, sevgilisi ve kayp kars Rüya'y karl bir kü günü ústanbul'da aramaya baülar. Çocukluùundan beri yazlarn hayranlkla okuduùu yakn akrabas gazeteci Celâl'in köüe yazlar, bu arayüta ona iüaretler yollayacak ve eülik edecektir. Okuyucu, bir yandan her bacas, her sokaù, her insan baüka bir esrarl âlemin úüaretine dönüüen ústanbul'da Galip'in araütrmalarn ve karülaütù kiüileri izlerken, bir yandan da bu araütrmalar deùiüik iüaretler ve tuhaf hikâyelerle tamamlayan Celâl'in köüe yazlaryla karülaür. Eski cellatlarn hikâyelerinden Boùaz'n sularnn çekileceùi felaket günlerine, klk deùiütiren paüalardan kültür tarihimizde kalmü esrarl cinayetlere, karl gecenin aük hikâyelerinden yüzlerimizin üzerindeki anlamn srlarna, ústanbul'un ücra ve karanlk köüelerinden gülünç ve tuhaf kiüilerine, yakn tarihimizden günlük hayatmzn unutulmuü ve üaürtc ayrntlarna kadar uzanan bir arayü.
1995 PRIX CULTURE FRANCE (FRANSA) "Pamuk'un üaheseri." Times Lilerary Supplement, úngiltere "Zengin, yaratc, modern bir ulusal destan." The Sunday Times, ingiltere
Beyaz Kale 1 7. yüzylda Türk korsanlarnca tutsak edilen bir Venedikli, ústanbul'a getirilir. Astronomiden, fizikten ve resimden anladùna inanan bu köle, ayn ilgileri paylaüan bir Türk tarafndan satn alnr. Garip bir benzerlik vardr bu iki insan arasnda. Köle sahibi, kölesinden, Venedik'i ve "Bat" bilimini öùrenmek úster. Bu iki kiüi, efendi ile köle, birbirlerini tanmak, anlamak ve anlatmak için, Halic'e bakan karanlk ve boü bir evde, ayn masann iki ucuna geçip oturur, konuüurlar. Hikâyeleri ve serüvenleri, onlar, veba salgnnn kol gezdiùi ústanbul sokaklarna, Çocuk Sultan'n düüsel bahçelerine ve hayvanlarna, inanlmaz bir silahn yapmna, "ben neden benim" sorusuna götürecektir. Hikâyelerin günden geceye doùru ilerlemesiyle, gölgeler yavaü yavaü yer deùiütirirler. "Ustaca kurulmuü paradokslarla örülü, hayranlk uyandran, zarif bir postmodern hikâye." The Publishers Weekly, ABD "Pamuk'un ustalù, bu kadar ksa ve yaln bir romana bu kadar çok düüünceyi rahatlkla sùdrabilmesinde." The Guardian, úngiltere
Gizli Yüz (Senaryo) Orhan Pamuk'un yazdù, Ömer Kavur'un yönettiùi Gizli Kuz filmi Türk sinemasnn sradü, unutulmaz filmlerinden biri oldu. Okuma zevki göz önünde bulundurularak yayna hazrlanan bu kitapta, filmden seçilmiü fotoùraflara Pamuk'un senaryonun oluüumunu anlatan bir yazs eülik ediyor. 1991 ANTALYA FúLM FESTúVALú EN úYú FúLM, EN úYú SENARYO ÖDÜLÜ 1991 MONTREAL YENú SúNEMA FESTúVALú EN úYú FúLM ÖDÜLÜ
Sessiz Ev Biri tarihçi, biri devrimci, biri de zengin olmay aklna koymuü üç torun, ústanbul yaknlarndaki Cennethisar kasabasndaki babaannelerini ziyaret eder, dedelerinin yetmiü yl önce siyaset yüzünden sürgün edildiùinde yaptrdù evde bir hafta kalrlar. Bu sürede, babaannelerinin doksan yllk anlarla yüklü geçmiüi aùr aùr aralanrken; dedenin, Doùu ile Bat arasndaki uçurumu bir çrpda kapatacaùn sandù büyük bir ansiklopediyi yazü hatrlanr. Evde sessiz gözlemleriyle kuüaklar arasnda köprü kuran tanklar; bahçe duvarlarnn ötesinde ise, aile ile ilgilenen tutkulu gençlerin hareketleri 1991 PRIX DE LA DECOUVERTE EUROPEENNE (FRANSA) "Bu
güzel
ve
yaknlarndaki
hüzünlü küçük
bir
kitap, sahil
üç
mutsuz
kasabasnda,
kardeüin, doksan
istanbul yaündaki
babaannelerinin evinde geçirdiùi bir haftay anlatyor... ûaürtc bir baüar..." Th Ti
Lit
S
l
t i
ilt
Cevdet Bey ve Oùullar Niüantaül bir ailenin üç kuüak boyunca serüvenlerini anlatan bu kitap ev içlerinin renklerini, zamann akün, günlük sradan konuümalar aklda yer eden kahramanlar araclùyla saptarken okura geleneksel romandan alnacak hazlar bütünüyle veriyor. Yüzyl baünda ústanbul'da Abdülhamit'in son yllarnda küçük dükkân sahibi, ilk Müslüman tüccarlardan Cevdet Bey'in tutkusu hem iülerini büyütmek, zenginleütirmektir; hem de "Batl anlamda" Çaùdaü, modern bîr aile kurmak. Kökü taüraya uzanan kendi geleneksel ailesini bir yana brakarak bu isteklerini gerçekleütirmeye giriüen yalnz ve tüccar Cevdet Bey'in ve oùullarnn günümüze uzanan hikâyesi bir anlamda Türkiye Cumhuriyetinin özel hayatnn da hikâyesidir. Ev içlerinin, yeni apartman hayatnn, Batllaüan büyük ailelerin, Beyoglu'na çkp alüveriü etmelerin, radyo dinlenen pazar öùleden sonralarnn dikkat ve sevgiyle anlatldù bu panoramik roman, Orhan Pamuk'a hak ettiùi ünü getiren olgun bir ilk kitaptr. 1983 ORHAN KEMAL ROMAN ARMAøANI 1979 MúLLúYET YAYúNLARú ROMAN ÖDÜLÜ "örneùine kolay rastlanmayacak bir çaù roman... ûimdiden Türk "Büyük bir baüar... Hiç duraksamadan en beùendiùim yirmi Türk roman arasna alrdm." Fethi Naci
Cevdet Bey ve Oùullan Niüantaül bir ailenin üç kuüak boyunca serüvenlerini anlatan bu kitap ev içlerinin renklerini, zamann akün, günlük sradan konuümalar aklda yer eden kahramanlar araclùyla saptarken okura geleneksel romandan alnacak nazlar bütünüyle veriyor. Yüzyl baünda ústanbul'da Abdülhamit'in son yllarnda küçük dükkân sahibi, ilk Müslüman tüccarlardan Cevdet Bey'in tutkusu hem iülerini büyütmek, zenginleütirmektir; hem de "Batl anlamda" çaùdaü, modern bir aile kurmak. Kökü taüraya uzanan kendi geleneksel ailesini bir yana brakarak bu isteklerini gerçekleütirmeye giriüen yalnz ve tüccar Cevdet Bey'in ve oùullarnn günümüze uzanan hikâyesi bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti'nin özel hayatnn da hikâyesidir. Ev içlerinin, yeni apartman hayatnn, Batllaüan büyük ailelerin, Beyoglu'na çkp alüveriü etmelerin, radyo dinlenen pazar Öùleden sonralarnn dikkat ve sevgiyle anlatldù bu panoramik roman, Orhan Pamuk'a hak ettiùi ünü getiren olgun bir ilk kitaptr. 1983 ORHAN KEMAL ROMAN ARMAøANI 1 979 MúLLúYET YAYINLARI ROMAN ÖDÜLÜ "Örneùine kolay rastlanmayacak bir çaù roman... ûimdiden Türk "Büyük bir baüar... Hiç duraksamadan en beùendiùim yirmi Türk roman arasna alrdm." Fethi Naci