Cavit Orhan TÜTENGÎL,
PRENS
SA BA H A TTİN
İ S T A N B U L ,
M A T B A A S I
1954
İÇİNDEKİLER
Önsöz
. . . .
................................................. ............................................ ..... 3
Giriş I — Tanzimat'tan 1908’ e doğru . II — Reform Ref orm ihtiyac ihtiyacıı
.
.
. . . . .
5
........................... 9
Giriş için bibliyografya notlan................................ 15 Prens Sabahattin (1877-1948) I — Aile çeviresi ........................... it
17
— Fikrî hazırlığı ................................................. ............................................ ..... 19
III — Siyasî Siyasî aksiy aksiyon on g a y e s i .... ....... ...... ...... ...... ....... ....... ...... ...... ...... ..... 21 IV — Fikirl Fikirler erii .
.
.
.
:
...... ......... ...... ....... ....... ...... ...... ...... ....... ...... 30
V — Faaliyetini durdu durduran ran engell engeller er
. . . .
59
V I — T e s i r l e r i ............................................ ............................................................ ................ 60 VII V II — Tenkit ve n e t i c e ...................................... 65
K ı s a l t m a l a r ......................- ........................................68 Bibliyografya notları
.................................................69
.
Prens Sabahattin için ek bibliyografya . . . .
72
ÖNSÖZ Bazı fikir ve sanat adamları için ölü m lerin den sonra değerleri anlatılmak bir alın yazısı oluyor. Batıda pek çok örneklerine rastladığımız bu olayın yaşadığımız günlere yakın bir örneğini fikir hayatımızda Prens Sabahattinde bulmak mümkündür. Bütün hayatı boyunca memleketinin yükselmesi, kurtuluşu için çalışan, bu uğurda rahat bir hayatı teperek çeşitli nankörlük, kötü anlaşılma, yoksulluk ve ıstırap içinde gönül rızası ile didinen, ‘hak belled iği yola yalnız giden’ , j o Haziran 1Ç48’ de îsviçrede hayata gözlerini yuman Sabahattin, böyle bir alın yazısının sayılı mağdurlarından biri oluyor. ı8pp yılında başladığı mücadele hayatı, bü tün ömrü boyunca inandığı kanaatleri savunan, (Hasta adam) ı gelip geçici tedbir ve idarei maslahatçı fikirler yerine İlmî usullerle, sabırlı fakat köklü çalışmalarla esenliğe kavuşturmayı amaç edinen bir cemiyet mimarının hayatıdır. Ona göre, hasta olduğundan şüphe etmediği cemiyeti, önce monog rafik araştırmalarla yakından tanımalı, ıslahatın ana çizgilerini bu tanımadan çıkarmalıdır. Sosyal meselelere şekil vermek amacını güden her hareket tarzı (action) bir fikirden kuvvet almak zorundadır. Fikirden gelmeyen aksiyonlar, sesin çöllerde kaybolması gibi, ardında iz bırakmadan kaybolmağa mahkûmdur. Saba hattinin hareket noktasını teşkil eden anadüşünceler Fran sada L e Play tarafından kurularak devamcıları tarafından geliştirilen (.(.Science sociale» ci düşüncelerdir. Herşeyden önce yaşama tarzımızı, cem iyetin yapısını değiştirmek gerektiğini savunmuş, ‘Yeni Türkiye’yi yarata
3
cak terbiye anlayışını ileri sürmüştür. Liheralist anlayışa bağlı olan Sabahattin, bir siyaset adamı olmaktan çok bir fik ir adamı, bir terbiyecidir. Fik ir dayanaklarından biri o ■ lan (.^teşebbüsü şahsi» çağdaş pedagogların kişilik prensibinin başka türlü söylenişidir. Kişiliğin teşekkülüne temel o larak İktisadî istiklâli şart koşan diişiinürüm üz, yarı müstemleke şartlarının hüküm sürdüğü Osmanlı İmparatorluğunun son günleri için, ileri ‘sayılacak fikirler taşımaktadır. vTürkiye nasıl kurtarılabilirf» adlı kitabı ile Yirminci Yüzyıl Vakfı adına mem leketim izde araştırmalar yapmış olan Amerikan iktisatçısı Thornburg ve arkadaşlarının, dilim ize iiTürkiye nasıl yükselir?)) adı ile çevrilmiş bulunan kitabı arasında zaman farkını da gözden uzak tutmadan yapılacak bir kıyaslama, neticeleri bakımından herhalde düşündürücü olacaktır. Sabahattinin ahlâkî kişiliği, bize göre, fikrî kişiliğinden daha az önem li değildir. Hayatının her safhasında örnek sayılacak ahlâk davranışlarına hol hol rastlanıyor. Bilhassa bu yönü ile, memleketin ve gençliğin m eçhulü kalmış olması, ahlâk örneği gösterilecek insanlara çok muhtaç olduğ um uz günümüzde, memleket hesabına bir kayıp olmuştur. 1942. yılında ^Değirmem) de, daha sonra <.iYeniden Doğuş» dergisinde, yayınlanan bir kaç m akalemizde Sabahattin üzerinde durmuştuk, i'] Nisan 1944 tarihinde Edebiyat Fakültesindeki bir konferansımızda aTürkiyeyi kurtarmak)) gayretleri içinde Sabahattinin yerini belirtm eğe çalışmıştık. Ölü m ün den önce Vatan gazetesinde çıkmış olan başyazılarla umumi efkârda bir ilgi uyandırılmağa çalışılmış, 50 Haziran 1^48’ de ölümü fik ir hayatımız için Sabahattinin adeta yeniden keşfi olmuştur. Öyle umuyoruz ki belirtileri görünmekle kalmayarak gittikçe artan bir sevgi ve hayranlıkla gelişmekte olan Sabahattin ilgisi, onun orijinal taraflarını ortaya çıkarmayı kolaylaştıracaktır. Kitabım ızla Sabahattinin fikir dünyasının kapılarım yeni nesillere aralayabilirsek kendimizi bahtiyar sayacağız. Beyazıt, Kasım C. O. TÜTENGtL
GİRİŞ — I —
Tanzimat’tan 1.908’e doğru ... îkin ci Meşrutiyet olaylarında fikir adam ı ve aksiyon adamı olarak birinci plânda yer alan Prens Sabahattin, Tanzimattan bu yana mâna kazanan Avrupalılaşmak cereyanınin önemli bir merhalesini ifade eder. İmparatorluğu ayak ta tuta bilm ek endişesi, ele aldığı meseleleri çok tenkit edi len «Tanzim atın ikiciliği» ne düşmeden halle yeltenmesi, Tanzimat görüşünün tarihin akışı içinde aldığı şekil bakı mından bilhassa dikkate değer. İster ((... haricî tesirlerin empoze ettiği bir ıslah te şebbüsü»’, ister ((‘key filik’ten ‘hu k u kîliğ e, ‘kanu nsu zluk’tan meşruiyet’ e, ‘em niyetsizlik’ten ‘em niyet’e geçişi»* ifa de etsin; ister «Avrupalılaşma siyaseti altında eski dinî me deniyeti ve hukuk felsefesini devam ettirmek»^ şeklinde an laşılsın, Tanzimat olayı Osmanh İmparatorluğunda bir ya pı değişikliğinin ifadesidir. Doğu ile Batıyı bir arada yaşatmak niyetiyle girişilen bu hareketin «... kollayıcılık, telifçilik ve ikilik»^ özelliği üzerinde çok durulmuş, Tanzimat zihniyetinin cchilâfetçi ve saltanatçı, Osmanlıcı, mutlakiyetçi,.. tedricci ve idare-i maslahatçı, atıfetçi. Garbi üstün görücü, Garpten medet umucu»" olduğuna işaret edilmiştir.
Başarısızlık ve bocalama âm illerinin başında iki ayrı medeniyetin ‘tefekkür’ ve 't.eknik'ı arasında kurulmasına ça lışılan dayanışmanın, bu dayanışma üzerine oturtulmak is tenen 'dünya görüşü’nün bulunduğu muhakkaktır. Batılılaşma hareketlerinin değilse bile Tanzimatın baş ladığı tarih olan 1839 Gü lhane H attı Hüm ayun u, devlet -vatandaş münasebetlerini yeni bir anlayışla düzene koy mak bakımından ileri atılmış iyi niyetli bir adım olarak ele alınabilir. Her alanda başarılı sayılan Avrupa karşısında var olmakta devam edebilmek isteği yanında, Fransız ihtilâli nin dünyaya yaydığı fikirler karşısında türlü ırk, dil, din, milliyete mensup insanları aynı bütünün fertleri olarak bir arada yaşatmak endişesi de gerek Tanzimat Fermanının ya yınlanması, gerekse Ferm anın fikir-özü üzerinde tesirli ol muş olsa gerektir. 1839 Fermanının ruhu u... emniyet-i can ve mahfuzi yet-i ırz ve namus ve mal ve tayin-i vergi ve asakir-i muktaziyenin suret-i celb müddeti istihdamı kaziyelerinden 'iba ret...» olup bu kaziyelerin ( t . . . tab ’a-i seniyemizden olan ehl-i İslâm ve mileli saire bu müsaadat-ı şahanemize bilâ is tisna mazhar olmak üzere...halkların hukuk eşitliği üzeri ne kurulmuş olmasmdaydı. ı856’da yayınlanan Islâhat Fermanında <(... Gülhanede kıraat olunan hattı hümayunum ile ve Tanzimat-ı Hayriyem mucibince her din ve mezhepte bulunan kâffe-i tab’ay-i şahanem hakkınd a bilâ istisna emniyet-i can ve mal mahfuziyet-i namus için taraf-ı eşrefi Pâdişahanemde vaad ve ihsan olunmuş olan teminat bu kere dahi tekid ve te yid»^ kılınmakta, böylece ı'Ssg dan 1856 ya kadar geçen 17 yılda müsbet bir adım ın ileri atılamadığı açığa vurulm ak tadır. «... Türkiyede Tanzimatın birkaç rical-i hükümetten başka taraftan yoktu ve bunlar dahi düvel-i ecnebiyenin te siri ile ıslâhatın lüzu m un u anlam ışlar ve ıslâhatı meslek-i siyasilerine esas ittihaz etmişlerdi.»® hükm ü başarısızlığın sebebini yeniliğe taraftar olanların aizlığında gösteriyorsa da esas sebebi ‘f i k i r' ile ‘ a k s i y o n ’ arasında kurulması ge
rekli ve zarurî olan bağlılığın, fikri kâğıtta ve sözde bıra kan gevşekliğinde aramalıdır. Yapm aktan ziyade yapıyor görünmenin hâkim olduğu idarei maslahat zihniyeti, yeni ile eskinin mücadelesi başladıktan sonra yerini, edebî hare ketle de desteklenecek olan, daha rasyonel bir zihniyete bı rakacaktır. Bu değişiklik, Ta nzim at görü şünü n ‘hüküm et memuru’ndan ‘fikir adamı’na geçmesiyle başlamıştır, dene bilir. Bir sebepler karmaşığı sonunda - sebepler arasında ru hî âmillere de yer vermeli - fikir adamlarının aksiyon ga yesi ile bir araya geld iklerin e şahit oluyoruz. 1865 yılın da ‘Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ gizli olarak faaliyete başlıyor. ‘Tü rkistan ın erbab-ı şebabı’nın zihniyetine tercüman olan M. Fazıl Paşanın «... insan olanda ıslâhat ve vatan gayreti bulu nm ak iktiza eder.»® sözü ve bu sözü ‘m urad’ olarak bir zümreye maletmesi ((...idare-i mutlakanın, idare-i meşrute ye tahvili için ittihaz olunacak tedabirMİ^" kendilerin e amaç edinenleri tarih sahnesine çıkarmaktadır. İstanbuldan uzaklaştırılmak üzere olan Ziya ve Namık Kemal Beylere Pariste bulunan M. Fazıl Paşanın gönderdi ği «Gayet vâsi olan saha-i hürriyette vatanın saadet ve selâ metine kaleminizle hizmet etmek zamanıdır. Sizi, bu hiz meti birlikte ifa için Parise davet ediyorum.))cümlelerini taşıyan mektup 17 Mayıs 1867 de bu davete katılmayı sağ layacaktır.^- Avrupa basınının ‘ Jeunes-T urcs’ kelim esiyle ad landırdığı savaşçılarımız ‘yatanın saadet ve selâmetine’ ka lemleriyle hizmet etmek için Avrupanın büyük merkezle rinde çalışacaklardır. Bu kaçıştan 32 yıl sonra, aynı amaç ile ve gönül rıza sıyla Paris yolunu tutacak olan Prens Sabahattin, yalnız gö rünüş olarak değil, duyuş ve düşünüş olarak da ‘Avrupaya doğru'nun yeni bir devamı oluyor. Paris, Lond ra ve bunlara eklenen Cenevre yayın ça lışmaları Ziya ve Namık Kemal Beylerin kalenıleriyle giriş tikleri bir mücadele devresidir. Bazı görüş farklarının on-
lardan ayırdığı Ali Suâvi de, daha sonra canını uğrunda ve receği davası için, fikir savaşı yapmaktadır. Ziya Paşa ve Namık Kemalin ‘Hürriyet’âe yayınlanmış olan makaleleri Tanzim at devrinde yabancı müdahelesi, Tanzimat adamlarının ve yaptıkları işlerin tenkidi, Tanzi mat sırasında mem leket ekonom isinin içinde bu lun du ğu fena durum, borçlanmalar, yabancıların Tür kiye de emlâk sarfına müsaade edilmesi ve Tanzimat maarifi etrafında ne düşündüklerini ortaya koyuyor.'^ Yeni Osm anlıların Tanzim at adamlarına karşı ileri sürdükleri itirazlardan birin in ‘Tanzim attan sonra şeriat dışında kanunlar yapmağa teşebbüs’ etmek olduğunu ileri süren makale sahibi ile beraber ((Yeni Osmanlılar, Tanzi mat H attının siyasî ehem miyetini inkâr etmemekle bera ber siyasî haklarım ızın temini için kâfi olm adığında İsrar ediyorla r.))“ diyebiliriz. ((14 Muharrem 1284 Cumartesi gecesi, menfi bulun duğu Kastamonuda n atla İneboluya..»'° kaçarak, sonunda Messinada Na m ık Kem allere yetiştiği söylenen A li Suâvi, ileri fikirleri sebebiyle, az zaman sonra arkadaşları ile uy u şamıyor. Hilâfeti re(idedişi, cumhuriyetçi oluşu, dil ve alfa be davası etrafındaki düşü nceleriyle bilhassa dikkati çek mektedir. «Başta Ziya Paşa ile Namık Kem al olmak üzere Yeni Osm anlılar devlet kanunlarında şeriatın esas tutulm a sını isteyerek İslâm fıkhını müd afâa ederlerken A li Suâvi, fıkıh ve usul-i fıkhın aleyhinde yazılar yazıyor ve devlet ida resinde dinle dünyanın birbirinden ayrılmasını istiyordu.))^' Kısaca temas ettiğimiz bir devrin bazı fikir adamların da şahit olduğumuz gayret ve didinmeler ilk meyvesini Bi rinci Meşrutiyet şeklinde 1876 da vermişse de pek kısa sü ren bu devri, menfaları ve zindanları ile, sansürü ve hafiyeleriyle, uzun bir istibdat zamanı takip etmiştir. İçin için yanmakta olan eski ateş ıgoS de İkin ci Meşrutiyete im kân verecektir. İk inci Meşru tiyetle yakın ilgisi olan Sabahattinin hayatı ve fikirlerine geçmeden önce XIX. yüzyıl Türkiyesinin bir zaruret halinde hissettiği ‘R e f o r m i h t i -
8
y a c ı ' üzerinde durm alıyız. Bu ihtiyaç, sebeplerine bağla nabildiği nisbette İ ç t i m a î m e s e l e'nin İçtimaî ve fel sefî bir şekilde ortaya konulması cevap landırılmış, Prens Sabahattinin aksiyonu zincir içindeki yerini almış olacaktır. Islahatçılar soyundan bir fikir-siyaset adamı ile karşı kar şıya olduğumuz anlaşılacaktır.
II Reform ihtiyacı Oşmanh İmparatorluğunda X V I. yüzyıldan sonra sü rüp gelen askerî mağlubiyetler, çok d e k ele alındığı gibi, gerilemede bir sebep olmaktan çok türlü âmillerin hazırla dığı bir n e t l e e’dir. Maddî ve manevî âmillerin son tah lilinde elde kalan şey 'yerinde sayan Asya’mn y2imnâ.?i, ileri teknik ve fikirle kuşanmış'))^nî bir Avrupa’nın meydana çıkmasıdır. Avrupa-Asyâ çekişmesi, önceleri gururumuzun görmemize engel olduğu bir tezat halinde için için devam ederken gelişmekten geri kalmamış, ‘hiç olmazsa askerlikçe’ geriliğim iz kabul edilm ekle başlanan uzlaşma havası, ken dimizi toptan ipkâra kadar varmıştır. Tezadın şuuruna var manın marazı şekilde görünüşü sayacağımız 'başını kum a gömen devekuşu zihniyeti' ile ‘iflâs ettiğimizi haykıran aşa ğılık duygusu’ yanında, kurtuluşu mazide ve şarklı kalmak ta arayan muhafazakâr aydınlarla, hal çaresini Batı anlayı şını benimseyip kabul etniekte arayan ileri fikirliler yer alır. İleri-geri fikir mücadelesi halinde devam edegelen çekişme, İmparatorluktan Cumhuriyete kadar geçirdiği oluşla bir ya pı değişrnesini ifade eder. XIX. yüzyılın sonlarında en şiddetli şekliyle görünen reform ihtiyacı, ‘İ ç t i m a î m e s e 1 e’ ile ikiz ola:gelmiştir. Meseleyi, XIX. yüzyıldan önceki olayların ışığında ele almanın bizi daha isabetli neticelere götüreceği umulabilir.
«...Türkiyede İçtimaî meselelerin İlmî ve hasbî suret te tetkik edilmesi yolunda hazırlayıcı tesirleri...^ olduğu söylenen lâyihalar, bu bakımdan üzerinde durulmağa değer eserlerin-başında gelir. 'Lâyihacılığın yanı başında, X V I. yü zyıldan başlayarak, olayları sadece hikâye etm ekle kal mayıp «kıssacılık yanında muhakeme ve tetkike de yer aç mağa, içtimaiyatın taslağı olan bir nevi ‘Tarih Felsefesi’ yap mağa»^ başlayan T ü rk mü verrihlerinin. Kâtip Çelebide n Cevdet Paşaya kadar, bir îbni Haldun Mektebi meydana ge tirdiklerini de söyleyelim, X V II . yüzy ılın bazı özelliklerini belirtmek üzere ele aldığımız ’Nizam-ı devlete m üteallik Göriçeli Ko çi Beyin seadetlü mehabetlü Râbi Sultan Murat Han Gaziye verdiği risale’, tok ve gerçekçi ifadelerle zamanının hastalıkların ı ortaya koyuyor. ‘Harem -1 Hüm ayuna hilâfı kanun türk ve yürük ve çingene ve yahudi ve bi din ve bi mezhep nice kallâş ve ayyaş şehir oğlanları girer old u’ diyen Ko çi Bey ((Bundan böyle bir tedarük görülemezse ve zeamet ve timar erbabına verilmezse bu derme çatma asker ile din ve dev lete lâyık bir hizmet görülemez.»^ neticesine varıyor. Öteki sayfada karşılaştığımız bir cümle ilme bel bağlanılığını gös teriyor; «... malûm-u Hümayun ola'ki şer’i şerifin beka&> ilimledir ve ilmin bekası ülema iledir.' Müsamaha ile âlemin elden gideceği, zâlimlerin ceza sının görülmek gerektiği ortaya konulduktan sonra zeamet ve timar teşkilâtı ile Yeniçeri taifesinin bozulm ası üzerinde etraflı bir şekilde duru lmaktadır. ‘Menasıb-ı Pad işahî’nin lüşvet ile naehline verilir olduğu’ndan acı acı şikâyet eden Koçi Bey, bir sebepler zinciri halinde sıraladığı şu fikirleri ileri sürecektir: ((Velhasıl Saltanat-ı aliyyenin şevket ve kuv veti askerile ve asakirin bekası hazine iledir ve hâzinenin tahsili reaya iledir ve reayanın bekası a.dl-ü dad iledir. Hâlâ âlem harap ve reaya perişan ve noksan üzere ve erbabı seyf bu halde. Bir taraftan mem âlik-i islâmiyye elden gitm ekte, yine tedbiri görülm ez ve ilâcı sorulmaz; envai sefahet ek silmez. Bu gaflet ne gaflettir?»*
10
III. Selim’e, sadrazamına; «Benim vezirim; bugünden itibaren rüşvet alup zulüm edenleri bilüp ligarazin ketmederseniz vallahi ben elbet duyarım. Âba ve ecdadım ervahı için evlâdım dahi olsa kıyarım ve siyaset ederim. Böyle bilüp öyle hareket edesin.»^ emrini verdirten olay Koçi Bey için de çok önem lidir. O da şöyle yazıyor: «M alûm -u Hüm a yun-u şehriyarî ola ki: zulm ü rüşvet her kangi devlette ki peyda ve aşikâr oldu, ol devlet harab-ü yebab ve berkeşte-i ruzigâr oldu. Bu cümle ahval-i kütübi tevarihte bu minval üzere tahkik ve beyan olunmuştur.»® Koçi Beyin bu gerçekçi sözlerinden sonra ütop iye va ran isteklerde bulu nac ağını sananlar aldanırlar. Çü nkü, ona göre hal çaresi, olması gerekene özlemi dile getiren şu sorunun içindedir: «Dünyadan garaz kalkup rüşvet bertaraf olsa ve her mansıp ve her dirlik ehil ve müstahakkma ve rilse saadeti uzma değil midir?»'' Koca Sekban başı’nın ‘Şehzade Sultan Mustafa’ya sun duğu lâyiha “Hulâsetül kelâm fi reddül avam” XVIII. yüz yılın sonunda en önemli meselenin askerlikteki geri gidişe karşı çare aramak olduğunu belirtmektedir. Rahatsızlık ve ren iç meseleler ((âlemin mizacı bozuk olmağla..»® açıklanmakta ise de, bu açıklama yolu her kötülüğe sebep olarak memlekette yapılan yenilik hareketlerini misal gösteren ge riye bağlı kalanlara karşı verilmiş bir cevap olsa gerektir. Lâyihanın başlıca konusunu, Avrupa yöntemi ile yeni bir ordunun düzenlenmesi meselesi teşkil ediyor. Ordu mensubu olan yazar, esirliği sırasında edindiği kanaat ve ce miyet hayatımız üzerinde yaptığı gözlemlerden faydalana rak, adeta bir Ba tılı görüşü yle, ele aldığı meseleyi soğukkan lılıkla çözümlüyor. Gerek, Şehzadeyi yeni bir ordunun lü zumu ve Avrupa yöntemi ile hazırlanması bakımından inan dırıcı fikirleri, gerekse eski ordunun kuruluşu ile şimdiki durumu arasında yaptığı kıyaslamalar bu çözümleme işinde atılmış başarılı adımlardır. II. Mahmut’a sunulan ‘Ragıp Efendinin Islâhat Lâyi hası’ işe bölge araştırma ve incelem elerinden başlaması ba
11
kımından, daha önceki lâyihalara kıyasla, parçadan bütüne gitme temayülünü taşıyor. Sancak ve sancak kazalarına tayin olunacak memurlar halkın tasarrufunda bulunan menkul olan ve olmayan malı tesbit etmeli, vakıflara ait mülk mey dana çıkarılm alı, bakım sızlıktan harap olan vakıf, cami, medrese, mektep v.s. Evkaf-ı Hümayun Nezaretinin alacağı tedbirlerle kurtarılmalı, mal-mülk ve arazi sayımı sonunda halka ait servet ve hayvanlar anlaşılacağından vergi hakka niyet üzere alınmalı., gibi istekler lâyihanın ana fikirlerini teşkil etmektedir. Ragıp Efendi, fikirden işe geçmek yolun da acele göstermekte, ((İşbu mevaddın tecrübe ve nümunesine irade-i seniyeleri müteallik ve müsaade-i devletleri bu yurulursa evvel emirde bu kulların ı sancakların birisine me m ur tayin buyuru p bim ennihi ve keremihi tealâ bir sene zarfında bermantuk-ı emr-i âli ve bermuceb-i layiha rüyet ve tekmil defterlerini der-i bar-ı şevket-makarr-ı mülükâne ye irsal ve manzur-ı devletleri buyuruld ukta badehu münasib ve müstahsen buyuruld uğu halde emsaline nazaran ic rasına teşebbüs olunması»® nı istemektedir. Abdülm ecit zamanında hazırlanan ‘Meslis-i  li Lâyihası’nda rüşvetin kaldırılması üzerinde duruluyor. îsfendi yar oğullarından Şemsi Paşanın ((Bugün Sultan M urat H az retlerine büyücek bir rüşvet kabul ettirdim. Badema bu lez zet dimağ-ı selâtinde mustakır olur ve intizam-ı devletin inhilâlini icap ederek ben dahi ecdadım ın intikam ını almış olurum.))^" diyerek tahmin ettiği inhilâl ve dilediği intika mın alınmakta olduğu, rüşvetin kaldırılması için bu lâyi hada yeniden rastladığımız, şu tavsiyelerden anlaşılmakta dır; ((... halkı irtikâptan kurtarmak için bir takım taayyüş kapulan açup ve usul ve idare-i zâtiyeyi yoluna koyup her kesi geçinmek için bab-ı devlete düşürmekten ve yağmageran gibi hâzineye üşürmekten kurtarmak ve ehil olarak is tihdam olunan memurin-i devleti ihtiyacen veya ihtiyaten irtikâba sevkeden halâttan berî eylemek..»'^ 1839 ve 1856 Fermanlarım da adı geçen lâyihalara res mî makamlarca yapılmış olan bir ek saymak haksızlık ol masa gerektir. 12
Bir iç sıkıntısı yaratmasını tabii karşılıyacağımız, İsla hat fikirleri ve öğütlere konu olan olaylar yanında, «...işaşkın bir bedbinliğe karşı ümit telkini maksadiyle-..)) yazıldığı söylenen, ((İstikbâlimiz emindir: ç ü n k ü , d i y e başlayan pa ragrafların on defa tekrarlandığı Namık Kemalin kalemin den çıkan bir makale, ina n ve güven havası yaratmağa ça lışıyor. Aynı gayret Namık Kemale ‘can çekişen millet’ için Hakir olduysa m illet şanına, noksan gelir sanma Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadrü kıymetten^’ mısralarını söyletecek, ferdi Sana senden gelir bir işte ancak dâd lâzımsa Ümidin kes zaferden gayrtdan imdad lâzımsa mısralanyla kendi kendine inanmaya davet edecektir. Üm it havası yaratmağa çalışan mısralann yanında, in kıraz psikolojisini paylaşan, cemiyet düzen inden şikâyet eden şiirleri, Ruhi-i Bâğdadî’
13
sefe yerine İçtimaî felsefe zaruretiyle düşünürlerimizi karşı karşıya bırakmıştır. Köklü fikir kaynaklarından yoksun o lan düşünce dünyamîzda pek de başarılı sayılamıyacak telif çilik denem eleri ve ‘adapte m ütefekk ir' örnekleri ile karşı laşmamızı bir kader yazısı olarak anlamak yerinde olur. Cumhuriyet öncesi fikir hayatımızın büyük fikir adamı olarak tanılan Ziya Gökalp bile Tanzimattaki Doğu-Batı iki liğinin dışında ele alınamaz. Pek de başarılı olmayan üçlü bir te lif denem esine girişen Gökalpın ((...bu te lifiyle T an zi mat zihniyetinin en tam ve sistemli mütefekkiri))'® olduğu nu söylemek doğrudur. Medeniyet-hars ikiliği cinsinden an layışlar, son temsilcisini Ziya Gökalpta bulan Tanzimatçılığm kendisidir. Doğu zihniyeti içinde, teokratik bir devlet olarak geli şen, askerî gücü günden güne azalan ve iç gailelerle uğra şan OsmanlI imparatorluğu, ister istemez, yapı (‘göm lek’ dem ek gerçeğe daha uygun) değiştiriyor, Do ğud an Batıya dönüyor. İşte, göz konusu ettiğimiz ‘İçtimaî mesele’nin baş lıca sebebi, memleket aydınlarını pek yakından ilgilendiren, onları gelişi güzel veya derli toplu İçtimaî reform ihtiyacı ile karşı karşıya bırakan ana-konu budur. İmparatorluğun içinde bulun duğ u durum, Av rup alı büyük devletlerin takındığı tavır gözönünde bulu ndurula cak olursa, fikrin yanında aksiyonun neden bir zaruret ol duğ u, İçtimaî felsefelerin neden kaçınılmaz bir vakıa ola rak ortaya çıktığı daha iyi anlaşılır. Bilgi nazariyesinden si yasî felsefeye yükselen yavaş ve tem kinli feylesof yerine, İç timaî meselelere belirli bir açıdan bakabilecek düşünürlere lüzum hissediliyor. Bu lüzum , cemiyet hayatının deva is teyen çeşitli dert ve meselelerine bizzat hayat tarafından yö neltilmektedir. Konuya girerken, fikrimizi bir kaç kelime ile kısalt mak gerekse ((Siyasî felsefe ancak Genç Türkler hareketi ve Meşrutiyetten sonra bir taraftan Ziya Gökalpın İçtimaiyat cereyanı, diğer taraftan Sabahattinin Mesleki içtimaisi ile modern ve Avrupai bir şekle girmiş ve memleket meselesi
14
ne tekabül eden İçtimaî felsefe halini alabilmiştir.»” cümle sini tekrarlayabiliriz. Prens Sab aha ttini,'bir yandan Tü rkiye nin kurtuluş yollarm ı arayan Koçi Bey soyundan bir ıslahatçı-mütefekkir, öte yandan “la Reforme sociale en France” kitabının ya zarı F. Le Play’nin temsil ettiği sosyoloji mektebinin mem leketimizde temsilcisi olan sosyolog-fikir adamı ve aksiyon adamı olarak, ikizli bir anlayış içinde, incelemek mümkün dür.
“GtRtŞ” İÇİN BİBLİYOGRAFYA NOTLABI
— I —
1 — H. Z, Ülken, Tanzimatta nsonra fikir hareketleri, Tanzimat I. T., İs tanbul, 1940, sf. 757. 2 — Dr, H. Veldet, Kanunlaştırma hareketleri ve Tanzimat, iljid, sf. 139. 3 — Z. F. Fındıkoglu, Tanzimatta içtimai hayat, ibid, sf. 658. 4 — A. H. Ongunsu, Tanzimat ve âmillerine bir bakış, ibid, sf. 8 5 — C. Bilsel, Tanzimatıh harici siyaseti, ibid, sf. 696-98. 6 — Tanzimat Fermanı, ibid, sf. 4:8-49. 7 — Islahat Fermanı, ibid, sf. 56-57. 8 — Engelhard - A. Regat, Türkiye ve Tanzimat, İstanbul 1328, sf. 217. 9 — Tasviriefkâr, 1 Haziran 1909, Yeni Osmanlılann sebebi zuhuru (Ebüzziya). 10 — İbid, 20 Haziran 1909 11 — İbid, 13 Haziran 1909. 12 — İbid, 14 Haziran 1909. 13 — î. Sungu, Tanzimat ve Yeni Osmanhlar, Tanzimat I., 1940, sf, 777 857. 14 —■Aynı yazı, sf. 844. 15 — 1. H. Danişmend, Ali Suâvinin Türkçülüğü, İstanbul 1942, sf. 11, 16 —•Aynı eser, sf. 21,
15
—n— .1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17
16
— — — — — — — —
Z. Fahri, Türklerde iştimaiyat tarihçesi, tŞ, s. 3-4, Aynı makale. Koçi Bey Risalesi, (A. K. Aksüt, İstanbul 1939, sf. 32). Aynı eser, sf. 50. Tarih Vesikaları, s. I, Sf. 45. Koçi Bey Risalesi, sf. 73. tbid, sf. 75. Koca Sekbanbaşı, Hülâsetül kelâm fi reddül avam, (t.s,), «Tarihi Osmani Encümeni dergisinin ilâvesi», sf. 10. — Tarih Vesikaları, s. 5, sf. 368. — Koçi Bey Risalesi, (Aksüt’ün önsözünde), sf. 4. — Tarih Vesikaları, s. I, sf. 49. —■M. Nihat Özön, Namık Kemal ve İbret gazetesi, İstanbul 1939, sf. 29-34. — S. Nüzlıet, Namık Kemal-Hayatı ve şiirleri, İstanbul 1933, sf. 17. — Bk. A, Şuayp, Hayat ve Kitaplar, İstanbul 1329, (İkinci basım), sf. 5-200. — H. Z. Ülken, Türkiye’de pozitivizm temayülü, İnsan, s. 11. — H. Z. Ülken, Tanzimata karşı, insan, s. I. — H. Z. Ülken, Tahzimattan sonra fikir hareketleri, Tanzimat I., 1940. sf. 775.
Prens
Sabahattin
( 1877 — 1948)
I — A ile çevresi Abdülm ecid in kızı ve Abdülb am id in kız kardeşi Seni ha Sultan’ın oğlu olan Mehm et Sabahattin Osm anlı hane danı mensubudur. Prens kelimesi de bu mensubiyetten ile ri geliyor. Seniha Sultanın, «...kelimenin gerçek mânasında bir AvrupalI»^ olduğuna işaret edilen bu zeki, okumuş ve sportmen T ü r k anasının Sabahattin üzerindeki tesirlerini iyice bilmiyoruz. Kleanti tskalyeri komitesi ile ilgisine bakı larak^ Seniha Sultanın Sabaha ttinin siyasî kana atleri üze rinde tesirli olduğu sanılabilir. Aile çevresi itibariyle Avrupalılarla temasın yaşayışta oldu ğu kadar dünya görüşü ve edebi zevkte de tesirler yaptığını görüyoruz. Babası Dam at M ahmut Celâlettin Paşa (1853 - 1903) -damat Halil Rifat Paşanın oğlu- oğlu üzerinde büyük tesir yapmıştır. A s a f takm a-adıyla şiirler de yazan Paşa ((...yir mi dört yaşında veizir, yirmi beş yaşında Adliye Nazırı»* olmasına, daha sonraki inziva hayatında rahat içinde bulunma sına rağmen Ab dü lham it rejiminden memnuıj değildi. İs tibdatla esaslı bir şekilde mücadele edebilmek için Avrupa ya kaçmaktan çekinmedi. O ğulları Sabahattin ve Lûtfullah * Beylerle birlikte, 14 A ra lık ıS g g ’da, deniz yolu ile Fransaya kaçtı,^ Kaçış haberi Sarayda endişe ile karşılanmış, rivayete göre Abdülhamit bu haberi alınca düşüp bayılmış ve uzun müddet kendisine gelememişti.® Avrupaya giden tren ve vapurlarda sıkı araştırnıalar yapılırken Damat Mah mut Paşa ve oğulları 21 Aralıkta Marsilyaya. çıkıyorlardı." * Prens Sabahattin’in küçük kardeşi Lütfu llah B ey, halen Pa ris'te, bulunmaktadir. 19S1 y%lxnda Fransa'da bulunduğumuz vakit kendileriyle yanmts olduğumuz uzun bir konusm ayt ilerde broşür halinde nesred eceğis.
17
Damat M ah m ut Paşa, ölüm üne kadar geçen zamanda (ı8 Ocak 1903) çok hareketli bir hayat yaşadı. Paristen Cenevreye, oradan I.,ondr^ya ve Kahireye gitti. Kahired en Parise dönüşünde bir müddet Korfuda bulundu. Tekrar Parise ve son olarak öld üğü Brüksel yakınındaki Uccles'e gitti.^ Korfudan Parise dönerken Romada da ikamet ettiğine işa ret edelim.® Jön-Türkler çevresinde ‘harekâtı necibane’ diye adlan dırılan firar olayı Abdülhamit için, çok geçmeden, bir ifti ra vesilesi oldu. Çeşitli yollar ve baskılarla Damat Mahmut Paşa ile oğullarının Türkiyeye dönmelerini, boş yere, temi ne çalıştı. Paşanın Ab dülh am ide yazdığı mektuplard an bi rinde şu satırları okuyoruz ; ((Vatanın sebebi felâketi, bun ca denaet ve cinayetlerin sebebi hakikisi sîzsiniz. Döktüğü nüz kanlar, söndürdüğünüz hanümanlar ve uydurduğunu z yalanlar herkesçe malûmdur. İslâm ve hristiyan binlerce nev’i beşer mahvoldu.. Hayatınıza suikast ve zevcenizin mü cevheratını sirkat eylediğimi, henüz sabi addettiğiniz oğlu mu kandırıp kaçtığımı vesile ederek şehbenderlerle süfera ya tevkifim i emrettiğiniz zaman nefsinizde hiç bir hacalet hissetmediniz mi?»® A bdülh am it sadece iftira ile yetinm iyerek Avrupada neşriyat yapan T ü rk ler in memlekete dönm elerini, dön meyenlerin medenî haklarından iskat ve mülklerine el ko nulacağını ilân edecektir. Damat Mahmut Paşa yayınladığı protestoda bu karan ‘din-î Muhammedinin evamirine’, ‘Gül hane Hattı Hümayununun mealine’, ‘memleketteki bilcüm le kanunların ahkâmına mugayir’ bulduğu için reddediyor, “ îstanbula avd et bahsine gelince;. Sultan Ham it ıslahat ka bul etmedikçe ben İstanbula gidemem.” ^ diyor. Ahm et Celâ le ttin Paşa vasıtasıyla Padişaha yaptığı ‘İfa de ve tekâlif’ adlı isteklerde yurda dönmesi için Millet Mec lisi teşkilini de ileri sürmektedir. Abdülh am it b ir adım daha ileri giderek Paşanın ida mına karar veriyor.
18
Paris Sefirinin s Tem m uz 1517 tarihli telgrafında ((... pejmürde kıyafetle ve yüzüne kadar inmiş yağlı bir şap ka ile otuz beş derece sıcak, havada bile rop dö şambnye ben zer kışlık ve soluk paltolu ve kirli yakalıkla ve küçük yelek ve kirli alacalı palyaçovari kostüm ve bir buçuk franklık ha zır didon şapkasiyle sokaklarda volta v u r m a k ta ..o ld u ğ u nu söylediği Damat Mahmut Paşa, dâvasına inanan adamın güveni ve pervasızlığı ile Abdülhamide şiddetli karşılıklar veriyor. Paşa, 1900 tarihli bir yazısında «Ben müslümamm ve T ürkü m ; fakat ırk ve din ayırt etm eksizin vatanıma hiz met etmek arzusundayım.»^^ demişti. Erken ölümü ‘hizmet arzusu’nu neticelerine kadar götürmesine engel oldu. Bü yük oğlu Mehmet Sabahattin babasının dâvasını, daha ener jik bir surette, devam ettirecektir. II — Fikrî hazırlığı Sabahattinin Avrup aya kaçmasına kadar geçen ilk gençlik yılları, fikrî hazırlığı bakımından bazı hareket nok talarını işaretlemektedir. Yirmi yaşında iken Lamartine’den ‘Jocelyn’i türkçeye çevirdiğini, 1899’da Pendiği terkederken radyografi denem eleri yaptığı labora tuarının yanında özel araştırmaları için bir rasathane kurmakla uğraştığını biliyo ruz.^^ Küç ük yaştan itibare n babasının konağında hususi dersler almakta idi. “ Kadınh anlı Em in ve Hoca H ayret Efendiler, İsmail Sefa, Sadık Beliğ, Muallim Fevzi ve Hüse yin Daniş Beyler talim heyeti arasında bulu nuyordu. A yrı ca fransızca ve resim muallimi geliyor ve meşhur Çeza Heke de piyano dersi veriyordu.”” Arapça, farsça ve fransızcayı küçük yaşta öğrenen. Sabahattin, temayülüne uygun eserleri seçmekte gecikm i yor. tbnül-emin M. Kemal, Pendikteki köşke gittiği bir gün de Paşanın büyük oğlunu imtihan ettiğini şöyle anlatmak tadır : «... m ahdum bey, İbni H aldu n Mukadd ime-i ara biyyesinden laalettayin bir sahife açarak lisan-ı mâderzadı gib i kemal-i suhulet ve fesahat ile okudu; vukuf-i tam ile terceme etti.»^“ İbni Haldun Mukaddimesini okuyan bir
19
gencin Avru pa fikir hayatı ile yakından temasa geçince Le Play mektebine ilgi duymasını tabii karşılamalıdır. Halit Ziya (Uşaklıgil) Paşanın evine yaptığı bir ziyare ti söz konusu ettiği makalesinde Sabahattin ve Lûtfu llah Beylerin geniş bilg i ve gör güle rine hayran lığını ifade edi yor.»' Prensin Paristeki hayatının tamamen etüde ayrılmış bir yaln ızlık içinde geçtiğini öğreniyoruz.^® Bir başka yazar, okuduğu müellifler arasında Haeckel, Buchner, Fouillee, Le Play, E. Dem olins isim lerini sayıyor.^® Bilhassa son yazarın ‘Ang lo-Saksonlarm üstün lüğünün sebebi nedir?’ adlı eseri Sabahattin üzerinde devamlı ve derin tesirler yapacaktır. Biyoloji ve tıp alanındaki bilgisinden hayranlıkla bah sedilen Prensin H. Poincare’nin kitaplarını büyük bir dik katle okumuş olduğuna, bu kitaplar üzerine almış olduğ u notları görerek, şahit oldum. Müsbet ilimlere karşı besledi ği sevgi ve ilgi onu natüralist ve pozitivist cereyanlara yak laştırmaktadır. P. Fesch, Sabahattinin E. Reclu s ve L e Play ile tanış tığında n bahseder.^ Le Play 1882 de ölmüş bu lun du ğuna göre ortada bir yanılma vardır. E. Reclus, Sabahattinin fi kirleri üzerinde tesirler yapmıştır. Sabahattinin ‘Les Turcs et le Progres’ adlı yazısı'S kanaatimizce, E. Reclus’nün fi kirlerinden mülhem olarak yapılmış bir izah tecrübesidir. Prensin, ‘Science sociale’cileriç teması, mektebin tanın mış bilg inle ri ile şahsî dostluğa kada r varm ıştır. Bu arada E. Dem olins ve P. Descamps ile olan münasebetlerini söy lemeliyiz. Prensin bir kitabından aldığımız aşağıdaki satır larda bu dostluğun iş bera berliğine kadar geliştiği görü l mektedir. ((... Mekteb i içtimaimizin bu gün en metin, en m ukted ir bir dimağ ı İlmiyesi olan Mösyö Descamps’ı bu noksanı (sözü edilen noksan İngiliz terbiyesinin ruhuna nü £uz etmek ihtiyacıdır) ikmale davet eylemiştik. Mösyö Descamps teklifim izi büyü k bir mem nuniyetle kabu l etti ve müştereken çizdiğimiz program dairesinde bu sene Ingiltereye icrayı tetkikata gitti. Vâsıl olduğu neticeler şimdi 'In-
20
giliz Mekteplerinde Terbiye’ ünvaniyle llm-i içtima risale sinin bütün bir nüshasında neşrediliyor.»^^ Aynı işbirliğini P. Descamps da söz konusu etmektedir. Bunlara ek olarak ’hem feylesof, hem de hükü m et adam ı’ olduğu na işaret edilen Fransanm sabık Çin Hindi Valisi ve Bahriye Nazırı J.-M .-A. de Lanessan ile tanışma sının Prensin hayatı üzerinde derin izler bıraktığına işaret eden bir yazıyla da karşılaşıyoruz.^* Bir yazarımız (A. Cevdet) 1918’de yazdığı makalesinde “ Prens Sabahattin Beyi tamam bn sekiz sene evvel Pariste tanıdım. Nazarlarındaki nüfuza, fikirlerindeki vüsat ve isa bete hayran old um .))“ dem işti. A vrupalı bir yazarsa 1909’da yayınladığı kitabında şunları yazıyordu : “ Les hommes d’une haute intelligen ce sont rares partout; les -hommes d’une haute valeur morale sont plus rares encore: le prince Sabahaddine possede ces deux tres rares qualites, et je suis certain que la Turquie, si Dieu le lui conserve, en pourra tirer le plus gr'and profit.»^®* Çeşitli tesirlerin, sosyal-politik meselelerle etnografya ya yakın ilgi duyan Sabahattin üzerinde meydana getirdiği ilk kanaat, Osmanlı İmparatorluğunun yapısından da hare ket ederek, şu olmuştur; memleket siyasî reformdan önce İçtimaî reforma muhtaçtır. Prensin siyasî aksiyon gayesini olduğu kadar fikirlerini anlamak için de, bu hareket nok tası gözden uzak bulundurulmamalıdır. III — Siyasî aksiyon gayesi îkin ci Meşru tiyetin ilânına kadar çeşitli yollarla İs tibdada karşı mücadele eden Sabahattin, bir taraftan JönTürk grupları arasında işbirliği kurmağa, öte yandan Türk dâvasını Batı dünyasına tanıtmağa çalıştı. Onun idaresinde çalışan bir Cem iyet, cem iyetin fikirlerin i yayan bir organ vücut buld u. (lYüksek zehâh insanlar her yerde nâdirdir, yüksek ahlâkî değerde insanlar ise daha da nâdirdir. Prens Sabahattin hu iki nâdir özelliğe sahip bulunuyor; ben eminim kij e^ er Tanr% onu es irger se , Tür ki ye ondan çok faydalanacak.» 2 1
LûtfuUah ve Sabaltattin
Kardeşi ile birlikte yayınladıkları bir Beyannam e” , ga yeyi açık bir şekilde ortaya koym aktadır. .1901 yılın da Kahirede yayınlanan bu beyanname, 1 gos yılının 4 ve 9 Şubat tarihleri arasında Pariste toplanan Birinci Jön-Türk Kon gresi üye lerine de sunulacaktır. Beyannamenin tamamım Osmanlı gazetesinin 81 numaralı nüshasında görmek müm kün olduğu gibi, geniş bir Fransızca özeti için de P. Fesch’in kitabına (sf. 365) bakılabilir. Beyannamenin başında, hürriyet ve istibdat tarih olay ların ın iki esash sebebidir denilerek insan cem iyetlerinin önce ‘tabiat-ı hâriciyenin istibdadı’ altında bulunduğu, ‘ku vay-ı maneviyenin terakkiyatı’nın insanları bu istibdattan
23
kurtarmakla beraber ‘hemcinslerinin istibdadı’na mâruz bı raktığı, ‘hürriye t ve adaletten müstefit olanların sair hem cinslerine karşı müstebidane muamelesi’nin başladığı belir tiliyor. ‘H alen ekalliyet-i münevvere ile ekseriyet-i gayri "mü nevvere arasında bir mevki işgal’ eden Osmanlılar ancak 'usare-i hayatiye-i içtimaiyemizi takviye’ etmek suretiyle ‘ek seriyet-i münevvere’ sırasına geçebilir. Bunu temin için'ya pılacak şey 'mem lekette hürriyet ve adaleti tesis, metin ve İlmî bir terbiye’dir. Herşeyden önce zulmün önüne sedçekmek lâzım geldiği unutulmamalıdır. ‘Fakat ne suretle çalış malı? Bu sualin cevabını yine ihtiyacat-ı hazıray-ı cemiyette aram alıyız 1 Osmanlılığa dahil unsurların kendi kavim leri adına hürriyet isteyen temsilcileri bir ‘kuvve-i müttehidey-i umu miye’ vücude getirmeli, Yıldız’a karşı birlikte çalışmalıdır, ‘îdare-i hazıra bir felâket-i muvakkata demektir. Ecnebilerin müdahelesi ise bir afet-i daime olacak.’ Avrupalıla rca ‘T ü rklerin kabili terakki ve ıslâh olm a dıklarına hük m ediler ek’ siyasî hayatımıza son verilmek is tenmesine karşı, ‘asrımızda yaşayan en mütemeddin milletle rin de yüz elli sene evveline gelinceye kadar bizim şu içinde bulu nduğum uz buhran’ı yaşadıklarını tarihin haber verdiğ i ni hatırlatıyor. Tarihten alınan misallerle Avrupalılann bar bar diye isim lendirdikleri T ü rklerin toleransına işaretle ‘Bugün tebaiyet-i osmahiye altında yaşayan ecnas-ı muhtelifenin yalnız mezheplerini değil, fakat kavmiyetlerini ve li sanlarını da beraber muhafaza edişleri, Türklerin en büyük bir menşei terakki olan adalete ne derece hürmet ve tazim etmiş olduklarını vâzıhen isbat etmez mi?’ diye sorulmakta dır. “Tıflane nifak ve şekaka merdane hatime vererek bü tün himmetimiz, bütün kuvvetimizle çalışmalıyız. Cihanda ki mevkiimizi başka türlü muhafaza eyliyemeyiz. Artık ha yat ve memattan birin i intihap saati geld i.” denilerek şu ne ticeye varılmaktadır: “İşte pederimizle birlikte her türlü re-
23
fah ve saadetimizi feda ederek ve her felâketi gözümüze ala rak terk-i vatan eylem ekliğim ize sebep bu vazife-i .mukaddeseyi ifa arzusudur.” “Ecnas-ı muhtelife-î Osmaniyenin” istiklâl istemelerinin, doğru olmıyacağı, Osmanh tabiiyeti altında yaşamanın İkti sadî ve askerî bakımdan sağlayacağı faydalara işaret ediliyor. “ Osm anlılığın ihyası um um âlem-i medeniyete bir hizmet demektir. Zira devletimizin mazisi fütuhat-ı cesime-i askeri yede idi; istikbali fütuhat-ı âliye-i medeniyede olacaktır. Bir milletin saha-i temeddünde ihraz edeceği fütuhat ise yal nız kendisinin değil, fakat tekmil insaniyetin malı sayılır.” Aşağıdaki satırlar, Beyannameyi neşredenlerin duygu ve amaçlarını özetliyor; “ Kemal-i teessüfle it iraf eyleriz J.İ sülâle-i âli Osman içinden çıkan bir hükümdarın tarihimizin son yirmi beş senelik faslına sürdüğü leke o kadar büyüktür ki yine o ailemi saltanat erkânı, icabı halinde, bu meş’um lekeyi kendi kanları ile silmedikçe hey’et-i içtimaiyemiz önünde hiç bir vakit tebriye-i zimet edemez.” “ Maksadımız esasen men faatleri bir o lduğ u halde m ü teferrik ve o tefrika yüzünden telâfisi gayri kabil bir felâ kete maruz bulunan Türk, Arap, Arnavut, Ermeni, Make donyalI, Rum, Kürt, Musevi ilh.. vatandaşlarımızın kuvve tini bir noktaya cem eylemek ve bu suretle hem bugünkü seyyiata hitam vermeğe ve hem de yarınki hükûmet-i âdilenin temel taşlarını âray-ı umumiye-i Osmaniyenin inzimamiyle vaz’a çalışmaktır.” Sabahattin, Avrupa halk efkârındaki yanlış anlayışları düzeltmek için de makaleler yazmaktan geri durmuyor. Türk tarihini üç merhalede tetkik ettiği “Les Turcs et le Progres” adlı makalesi bunlardan biridir. Yazısına Avrupalının Türkleri fena tanıdığından şikâyetle başlayan Sabahattin, birin ci merha lede T ü rk ler in Orta-Asya bozk ırlarında yaşadığı hayatı ele alıyor. Kapalı çevre, geniş step ve insanı fatalist yapan ik lim le izah ettiği çoban kavim leri psikolojisinden arta kalanlar arasında reise hürmet, ayni cemaatin üyelerine karşı kardeşlik vasıflarını sayıyor. İkinci merhale yedinci yüz-
24
yılla başlamaktadır. Çevreden uzaklaşma neticesi İçtim aî de ğişikliklere yo l açılmış, stepte sadece patriyarkal sistemde idareler varken Türklerin takip ettiği İran yolu onlara örf lerine yabancı olan bir rejimi kabul ettirmiştir; mutlak des potizm. Anadoluya yerleşme ile birlikte göçebelikten tarım hayatına, toprağa yerleşmeğe doğru bir hayat başlıyor. Türkler yarım asırdan beri tekâmüllerinin üçüncü saf hasına girmişlerdir. Göçebe Türkler Çinlilerin tesiri altın da idiler; toprağa yerleştikten sonra Acem ve Bizans tesirin de kaldılar. Bugün de doğrudan doğruya Avrupa tesirindedirler. Japonya ile Türkiye’nin durumları arasında kıyaslama lar yapan Sabahattin, şimdiki halde Yeni Türkiye’nin aske rî fetihlerle değil, İlmî ve iktisadı alandaki çalışmalarla yük selebileceğine işaret ediyor. Fikirlerin yanı sıra, Sabahattinin önemli bazı davranış larını görüyoruz. Birin ci JönTürk Kongresi “Damat Mahmut Paşa Hazretlerinin mahdumu mükerremleri Beyefendilerin davet ve delâletleri ile” Pariste, 1902 yılın ın Şubat ayında toplanraıştır. Bir gazete haberine gö re “ Kongreye R om anya’dan, M ısır’dan, Bulgaristan’dan, T esalya’dan ve Devleti Osmaniyemizi teşkil eden anasın muhtelifenin kâffesinden İslâm, hristiyan, yahudi kırkı müteca viz âza gelm iştir.” ^ Kongrenin aktinde T ü r k dostu. M. Lef^vre-Pontalis’in himmeti görülmüştür. Kongreyi açış nut kunda Sabahattin, muhtelif ırk ve dinden vatandaşları Abdülhamit istibdadını ortadan kaldırmak, İmparatorluk için de temelli bir reform teşebbüsüne geçebilmek için işbirliği ne davet ediyor.^® Sabahattin - Ah m et R ıza etrafında meydana gelen gru p laşmalar ve fikir ayrılıkları sebebiyle Kongre, arzu edilen ne ticeye varmadan dağılmıştır. Jön-Türkler arasında “müda hale” meselesinden doğan bir ayrılık başgöstermiştir.®“
25
«ıgoa Birinci Jön-Türk Kongresinin en mühim netice si, bu ayrılığı tesbit etmiş olmasıdır. Müdahaleciler, Teşeb büsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti’m kuracaklardır, ademi müdaheleciler Terakki ve İttihat Cemiyeti'ni teşkil edeceklerdir.”” Beklenen inkılâbın sadece neşriyatla başarılamıyacağını, askerî kuvvetlere dayanan bir ihtilâle lüzum olduğunu düşünen Sabahattinin bu maksatla Malta ve Atinaya giderek bir ihtilâl projesi hazırladığını görü yoruz. Çeşitli engeller yüzünden gerçekleşemiyecek olan bu hazırlıklar hakkında geniş bilgiler vardır.^^ Sabahattinin etrafında toplanan grup 1902 de Paris’te Teşebb üsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Ce m iyetini teşkil etmişlerdir. “Ademi merkeziyet ve tevsii mezuniyet” esasını programının I. maddesine alan Cemiyet 5. maddede “her hangi kavme mensup olursa olsunlar bilûmum ayni hukuk ve im tiyaza mazhar olacak” tır kaidesini ileri sürmektedir.®^ ★ * * Sabahattinin sistemli yayın T e r a k k i’ye bakmak gerektir. ris’te yayınlanan bu aylık dergi tir. Derginin üzerindeki dövizin lik geçirdiği göze çarpıyor:
faaliyetini anlam ak için 1906 yılında kurduğu, Pa iki yıl kadar devam etmiş zamanla şöyle bir değişik
a) — Fenni içtima ve ademi merkeziyet taraftaranının mürevvici efkârıdır. b — Teşebbüsü şahsi ile Kanunu Esasi ve Adem i m er keziyet taraftaranının mürevvici efkârıdır. c) — Teşeb büsü şahsi ile M eşrutiyet ve Adem i merke ziyet taraftaranının mürevvici efkârıdır. Derginin üzerinde “Bu icmal arzu edenlere meccanen takdim olunur” kaydı bulunmakta, Cemiyetin umumi kâti bin in Ahm et Fazlı old uğu ilân edilm ektedir.
26
Teşebb üsü Şahsi ve Ade m i M erkeziyet Cem iyeti’nin fikirlerini yayan Terakki sadece havadis vermekle kalma mış, E. Demolins’den tercümeler, çeşitli imzalar tarafından yazılan türlü makaleler yayınlamıştır. Sabahattinin daha sonraki broşür ve kitaplarında karşılaşacağımız fikirlerin ilk şekillerini Terakkideki yazılarında bulmak mümkündür. “Bir tavsiye” adlı makalesinde Sabahattin, merkeziyet aleyhtarlığı yapıyor. Fransanın gerilemesinin sebebinin de ^merkeziyet olduğun u söyliyerek şunları yazıyor; usul-ü merkeziyet ister idare-i mutlaka, ister idare-i meşrute, ister se de idare-i cumhuriye istinat etsin netice aslâ değişmiyor, daima izmihlal oluyor. Çünkü hâdisat-ı tabiiyede olduğu ka dar hâdisat-ı içtimaiyede de aynı sebep ayhı neticeyi tevlit eder.” “ İttiha dı İslâm" adlı yazı İngiliz Dış işleri Nazırı Sir Edward Grey’in İslâm birliğini dünya için tehlike olarak gös terdiği nutkuna karşı Sabahattinin ıs Ağustos 1906 tarihli Tim es gazetesinde yayınlanan m ektubun un tercümesidir. Sabahattin, Do ğu mem leketlerinde uyanan İslâm birliğine sebep “..bir taassub-u dini neticesi değil, Avrupanm istilây-ı tedricisinden m üteve llit ademi mem nuniyet hissidir.” di yor. “ Satvet-i askeriyesinin mertebe-i kusvaya vardığı sıra larda bu fikri düşünmeyen Osmanh devleti nasıl oluyor da bugün ta tbikine çalışıyor?” Soruya verilecek cevap basittir: hükümet, temellerinden sarsılmakta olan binay-ı istibda dı bir defa daha kurtarmak azmiyle kisve-i ruhaniyeye bü rünmeğe kendini mecbur gördü... Resmi Türkiye, şekl-i ru haniyi ittihad-ı islâma olan meylinden değil, hürriyete olan husumetinden dolayı iltizam etti. Fakat İçtimaî Türkiyenin takip ettiği yol ne hükûmet-i ruhaniyeye, ne de tevhid-i İs lâm politikasına müsaittir.” “Esbab-ı dahiliye ve hâriciyenin bizi tevhid-i islâm politikasından uzaklaştırdığın ı” izah eden Sabahattin mektubuna şöylece son veriyor: “Şâyanı te menn idir ki Avru pa nm Şarktaki ef’ali daha münsifane ve haysiyet-i beşeriyeye karşı daha ihtiramkârane olsun.” “ Bizde tenkit” ; adını taşıyan bir başka makalesinde "Hint, Çin, Mısn kadim, Arap, İran, Türk edebiyatlarında
27
tenkidin ya büsbütün mefkut, yahut mefkut denecek dere celerde mevcut” oluşundan şikâyetle tenkidin lüzumuna şu satırlarla işaret ediyor: “Şüphe yok ki fikr-i tenkit seviye-i idraki yükseltiyor, tatbik olunduğu muhtelif zeminlerde ha kikatin tealisine hizmet ediyor. Bu halde henü z ataletten kurtulamıyan muhit-i fikrimizin terakkisini tesri için fikr-i tenkidin neşriyatımızda intişarına çalışmalıyız.” Terakki’nin 9. sayısında, 2 Ocak 1907 tarihli Times ga zetesinde neşredilmiş olan “ Sultanzade Sabahattin Bey efen-, dinin imzası altında Cemiyetimiz tarafından düvel-i muazzamaya gönderilen” kaydiyle, bir muhtıra var. “Şark meselesi’ne toptan bir bakış yapılan bu muhtıra Sabahattinin Osmanh İmparatorluğu hakkındaki siyasî tasavvurlarına ge niş ölçüde yer vermektedir. F ikir adamımız önce “ N için ıs lâhat mazide tatbik edilemedi?” sorusunu ele alıyor. Mecit zamanında başlayan hareketin devam etmediğini. Birin ci Meşrutiyet karşısında Abdülhamidin menfî tavrının ıslaha tı durdurduğunu söylüyor. İkinci olarak ele aldığı “Niçin ıslahat müstakbelen tatbik edilebilecek?” adlı kısımda Kas tamonu ve Erzurum*ayaklanmalannı şükranla yadetmekte, köylü ile şehirli arasında başlayan yakınlık ve anlaşma hava sının pek üm it verici olduğun u söylemektedir. “T ü rk le r ve hristiyanlar” adm ı taşıyan üçüncü bölümde um um iyetle iddi edilen kötü muamelenin esassız olduğunu, eğer Türk ler hristiyanlara karşı fena davransalardı bu gü ne kadar memlekette bir hristiyan meselesi kalma yacağını söylüyor. Hristiyanlar her yerde azınlık teşkil ettikleri için bir istiklâl hakları olamaz. Balkan hristiyanlarına gelince, Ru syanın karşısında kuvvetli bir Osmanlı devleti bulunmasını menfa atleri icabı istemelidirler. Son olarak ele aldığı T ü rk le r ve A vrupa konusunda. Şark meselesinin bizzat Osm anlılar ta rafından hallinin Avrupa ve Amerikanın menfaatine daha uygun olduğunu izah ediyor. “Vilâyetler ahalisine bir davet” adlı yazısında (Terak ki, s. 12) “ teşebbüsü şahsi” üzerinde durm aktadır. İçtimai * Bir Meş rutiv et ha reketi de nemesi olarak sa yılabilece k olan Ersurum ayaklanması Teşebbüsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti'nin Erzurum, şubesi tarafından tertivlenmis olan bir ihtilâl teşebbüsüdür. Bası vergileri ileri sürerek ayaklanan halk telgrafhaneyi basmis, Yildız’a liorkulu günler yaşatmıştır.
28
kab iliyeti “ temin-i maişette gösterilen ehliyet” diye tarif ederek bu kabiliyeti vücu de getiren kuvv etin teşebbüsü şahsi oldu ğun u söylüyor. “ Vilâye tler merkez için değil, merkez vilâyet için” formülü Sabahattinin teşebbüsü şahsi ile ikiz olan ademi merkeziyet fikirlerinin kısaca ifadesidir, Sabahattinin Terakkideki yazılarmdan son olarak aşa ğıya aldığım ız parça “ Gen çlerimize mektuplarım-Hayata doğru” adını taşıyor. Fikir adamı olduğu kadar üslupçu bir yazar old uğunu da göstermek bakım ından Sabahattin hak kında bir fikir verebileceğini sanıyoruz. “Saltanatı işgalden evvel ve işgal hırsiyle Kanunu Esa-, siyi kabul ederek millet meclisi açacağını Mitha;t Paşaya ye minlerle vaad ettiydi. Otuz iki sene sonra sormağa yine hak kımız yok mu? Peygamber postundayım diyenin yeminleri ne oldu? M illetten hakk-ı teftişi selbetti, vicdan lara sükût emretti... Fakat vatan ne oldu? Bulgaristan, Rumeli-i şarki, Bosna, Hersek, Kars, Baturn, Tesalya, Kıbrıs,. Mısır, Girit gitti, muttasıl da gidiyor. Sulh, harp, galebe, "hepsinde kay bettik... Sükût, o yine sükût emretti. Fakat hak ve haysiyet ne oldu?” Sabahattinin siyasi aksiyon gayesinden sözettiğimiz bu bölü m ü 27-29 Aralık’ 1907’de Pariste toplanan “ Osm anlı muhalifin fırkaları kongresi” (İkinci Jön Türk Kongresi) ile bitireceğiz. Kongrenin yayınladığı Beyannamede (T e rakki, s. 17) “ Bu kadaı felâketlere sebebiyet vere n bir usul-i idareyi derhal ve her ne Vasıta; ile olursa olsun yıkm ak el zemdir. Bunun için matlûbumuz : 1 — Sultan Ham idi tahtından feragata icbar 2 — İdare-i haziranın esasen tebdili 3 — Usul-ü meşveret ve meşrutiyetin tesisi (Ayan ve Meb’usan Meclisleri) Aynı Beyannaftıede ih tilâlin lüzum u üzerinde durul maktadır. Sabahattin, Malûmiyan, Ahmet Rızanın başkan-
29
İlk ettikleri kongre, bir takım teşkilât ve işbölümü yaptık tan sonra başarı ile sona ermiştir/^ * Sabahattinin düşünce ve hareket tarzından açık olarak anlaşıldığı gibi, temelli bir reform teşebbüsüne geçebilmek için istibdadın yıkılması şarttı. Cemiyet ve kongrelerle elin den geldiğince istibdadı yıkmağa çalışırken teşebbüsü şahsî ve adem î merkeziyet köklerinden gelen bir reform plânı da hazırlamıştı. İkinci Meşrutiyetin ilânından sonra Istanbula dönerken büyük ümitleri vardı. Memleket yeniden Meşru tiyete kavuşmuştu. Fakat olaylar ona gerçek yüzüyle görün mekte gecikm iyeceklerdir. İstibdat gerçekten yıkılmıştı. Fakat şimdi de ortada bir “ İttihat vt; Te ra kki” despotizmi vardı. IV — Fikirleri Aksiyonla fikrin biribiriy le iç içe oluşu na Sabahattin iyi bir örnek teşkil eder. Daha önce aksiyon gayesinden söz ederken, kaçınıirriaz bir şekilde fikirleri de ortaya ko nu l muşsa, şimdi de fikirleri ele alınırk en aksiyon yönü nün de daima mevcut oluşu yadırganmamalıdır. Aksiyonla fikir, et ve kem ik gib i, Sabahattinde bir aradadır. Fik ir ve siyaset adamlarımız arasında bir ahlâk karakteri olarak Sabahatti nin dimdik ayakta duruşu aksiyon^fikir bütünlüğünden ge len bir müstesna özelliğidir. s> Eylül 1908 (20 Ağustos 1324) tarihinde îstanbula dö nüşüyle beraber Sabahattinin ana fikirleri üzerinde, basında tartışmaların başladığı görülür. 22 Ağustos 1324’te Tanin’de çıkan bir yazısında” Hüseyin Cahit evvelki gün şehri mize muvasalat eden Sabahattin Beyin riyaset ettiği hey’et rehber-i hareket olarak “ Teşebbüsü şahsi, Meşrutiyet, Ademi merkeziyet” esaslarını kabul etmişti.” dedikten sonra Sabahattine ait esasların tahliline geçer. Meşrutiyetin türlü fırka programlarında bulunmasının tabii olduğunu söyli-
30
Sabahattin H. Meşrutiyet yıllarında,
yerek “ Teşebbüsü şahsiye gelince, Osm anlı karilerin in hey’eti umumiyesince biraz güçlükle anlaşılacak bir tâbir oldu ğu”, “bu esbab-ı felsefiyi taharri etmekte bizim için şimdi bir faide görem ediğ in i” ilâve eder. "Teşebbüsü şahsi fikri nin en anlaşılacak, basit mânası herkesin sırf kendi şiddet-i
31
azim ve iktidarına güvenip kendisine, vatanına nâfi olacak teşebbüsata atılmasında hükümetten muavenet beklememe sinden ibarettir.” tarifini verir. Avrupa milletlerinden mi saller getirdikten sonra, “ Şu hale nazaran teşebbüsü şahsi esasında da müteaddit hürriyet fırkalarının kabul edemiyeceği bir nokta yoktur.” neticesine varır. “ Fakat teşebbüsü şahsi bu esası mak ulde bırak ılmay ıp da bir suret-i ifratperveranede tefsir edilecek olursa o zaman ademi merkeziyet vâdilerine düşülmüş, Osmanlı mem leketi inkıraz ye izmihlale doğru götürülmüş olur.” Maka lenin sonuna doğru da: “Ademi merkeziyet tâbiri ile vilâ yet meclisleri teşkili, nevahi nizamnamesinin tatb iki isteni yorsa buna hiç itirazım ız yoktu r. Zaten bu yolda kanunu muz vardır. Bu kanunun memleketimize hakikaten faydası olacağından eminiz.” 23 Ağustos 1354 tarihli İkdam’da Ali Kemal “Cihan-ı medeniyette cidal-i hayat güçleşti.” cümlesiyle başlayan makalesinde Anglo-Saksonlarla Fransızlar arasında kıyasla malar yaparak aradaki farkın gerçek sebebini teşebbüsü şah side buluyor. “ İşte biz, mülk-ü Osmani, hayır ve saadet-i mülkü Osman-i için pek muhtaç olduğumuz bu teşebbüsü şahsi ile halkımızın melufiyetini özlüyoruz, etfalimize, şub banım ıza o yolda bir terbiye verilmesini istiyoruz.” dedik ten sonra esassız dediko du ve anlaşm azlıklara yol açan bir noktaya dikkati çekiyor: “ Kanun-u Esasimizde tevsii mezu niyet dediğim iz ademi merkeziyete gelince, evvel emirde bu kelim eyi muhtarayet-i idare ile kanştırm am alıdır, gü nahtır. Adem i merkeziyet-decentralisation başka, muhtari yet-autonomie yin e başkadır.” 27 Ağustos 1324 tarihli Tanin gazetesinde, “Sabahat tin Beyefendiye” ithaf edilen “Bir muhavere” adlı, “Müş tak” imzalı makalede” bu gün korkun ç şeyler işitiyorum. T ev sii m ezuniyetin mânay-ı içtima iyeden mânay-ı siyasiye doğru ilerletilmek istendiği yolunda rivayetler, telâşlar, he yecanlar, m ütehalif ve mütebayin mülâhazalar, Erm enilik, Rumluk, Bulgarlık, Türklük, münaferet-i kavmiye, tezad-ı
32
menafi sözleri bir çok ağızlarda dolaşıyor.” cümleleriyle de dikoduların alanı ortaya konuyor. Muharrir yazısına şu so ru ile son son vermek tedir: “ îşte îşte soruyorum, soruyorum, Sabahattin Sabahattin Bey, endişe ve telâş içinde bekleyen zihinlere ne vakit sarih, kat’i izahat verecek?” Konuşma sırası Sabahattine geliyor. 3 Eylül 1324 tari hinde Varyete Tiyatrosunda verdimi konferans umumi efkâ ra karşı yapılmış bir açıklamadır. "Sabahattin Beyefendinin meslek-i sivasi ve içtimailerine dair” olacağı önceden duyu rulan bu konferans^® yanlış anlaşılan noktaları cevaplandırı yor. yo r. S a b a h a ttin tt in konu ko nuşm şm asın as ınd d a d iyo iy o r k i; "Bu!a;ün h e y ’et-i m uhterem uh terem e arzedeceğim şey şey dokuz senedenberi seneden beri duçar du çar ololdug'um belay-ı gurbet esnasında mekasıd-ı içtimaiye ve si yasiy ya siyee h a k k ın d a vukJi b u la n tetk te tkik ikaa tım tı m a d a ir b ir k a ç söz söylemece m ünh asır olacaktır. Bazı vatandaşlarım ız ademi merke ziyeti, ziyeti, muhtariyet mu htariyet-i -i idare gib i telâkki telâkki ediyorlar. B u rası şayanı tashihtir.” Ad A d e m i m e rke rk e ziye zi yet, t, adem ad em i m erke er kezi ziye yett-ii siyas siy asiye iye,, adem ad em i merkeziyet-i idare diye ikiye ayrılab ilir. în^ il tere-Kanada münasebetinin ademi merkeziyet-i siyasiye misal teşkil ede bil b ilee c e ğ i söy sö y len le n d ikte ik ten n sonra; son ra; “ B izim iz im lüz lü z u m ç ö f d ü ğ ü m ü z usu us u l ise hakk-ı teftişin tekmil vilâyetlere teşmilinden başka bir şey değildir, Hatta bu usul Kanunu Esasinin ıo8. madde sinde dahi sarahaten münderiçtir.” Tevsii mezuniyet ademi merkeziyet merk eziyet dem ekten başka başka bir b ir şey d e ğ ild il d ir. ir . V ilâ il â y e t ler le r d e b ir m eclis ec lis-i -i u m u m i b u lun lu n m a s ı icap ettiğini söyledikten sonr sonraa M ithat Paşayı Paşayı anıyor. “ îşte, ademi merkeziyet usulünü bizden çok evvel düşünen bu zat bu b u g ü n h âb âbgâ gâhh-ıı e bed be d isin is ind d e n o n u tale ta lep p e d iyor iy or.. B iz de o n u n eserine devam etmeği talep talep ediyoruz. îşte bu tafsilâta tafsilâta göre ademi merkeziyet denilen şey muhtariyet-i idare değildir, kat’iyyen değildir.’ “Bugün memleketimizde Türk, Arap, Arnavut, Kürt, Ru m , Erm eni vs. gib i bir çok anası anasırr-ıı m uh telife vardır. Bunların Bu nların um um un un menafii, vahdet-i vahdet-i siyasi siyasiyemiz yemizee halel getirmemek noktasına mâtuftur. Bu muhtelif memleketler,
33
bu b u m u h t e lif li f m ille il le t le r b ir sanc sa ncağ ağın, ın, b ir O sm a n lı sanc sa ncaa ğın ğı n ın altında bir hey’et-i muazzama teşkil etmeğe müstaittir.” "B iz eğer kuvve-i' istihsaliyem istihsaliyemizi izi mesaiy-i mesaiy-i zâtiyemizle zâtiyem izle temin etmezsek kanunlardan, hükümetten bir faide olamaz ve M e şru şr u tiy ti y e t nası na sıll b ü y ü k b ir n imet im et olur ol ursa sa olsu ol sun n y in e esir oluruz. oluruz . Fakat Fak at istibdad-ı siyasiden siyasiden istibdad-ı iktisadiye iktisad iye dü dü şeriz. Binaenaleyh bizi hür edecek ne kanunlar, ne ricali devlet, ne de harici politikadır.. Kendi say-i şahsimizdir.” “Bizi ve vatanımızı tehlikeden kurtaracak ye?âne kuv vet, ve t, m u h ab abbb et-i et -i O sm a n iye iy e n in b ir an e vve vv e l tees te essü süsü süd d ü r.” r. ” Konferanstan sonra Hüseyin Cahit ikinci bir “Ademi merkeziyet” makalesi yayınlıyor.^^ “Sabahattin Beyefendi nin eeçen gün Varyete Tiyatrosunda meslek-i siyasi ve içti mâilerine mâ ilerine dair ve rdikler rd ikler i konferans cidden şayanı şayanı dikkat idi.” cümlesiyle yazısına başlayan yazar, önce “ademi mer keziyet” kelimesi etrafındaki anlayı anlayışla şlara ra işare işarett ediyor: ediyor: “ İp tida İkdam gazetesinde mevzuubahs edildi. Bundan bir nevi “muhtarivet-i idare” anlaşıldı; böyle olmadığı söylendi. Ter cümanı H ak ikat ’te cüm lenin maksudu maksudu bir, lâkin rivayet muhtelif olduğu yolunda beyan-ı mütalea edildi. Nihayet Sabahattin Beyefendinin bu meseleye dair bir konferans ve receği işitilince tabii bu haber kemali memnuniyetle telâk ki olundu.” “Sabahattin Bey aderrii merkeziyetin tevsii mezuniyet ten başka bir şey olmadığını söylüyor.” Bundan sonra Ka nunu Esasinin ıo8. maddesi üzerinde duran yazar şu sonu ca varıyor: varıyor: “ Bu halde Sabahatti Sabahattin n Beyin program ındaki ademi merkeziyet tâbiri Kanunu Esaside mevcut bir tâbirin şekli di&eri demek oluyor. “Teşebbüsü şahsi bir programa nasıl of ofirer? sualin su alinii soruvor. soruv or. “ ..teşebbüsü şahsiyi şahsiyi kim de n is is tiyord tiyordu? u? Bu, millette bir kabiliyetten ibarettir; istemekle istemekle olmaz, efrad-ı millette o kabiliyeti tevlide çalışmakla husu le ge lir.” “ Ad em i merkeziyet tâbirinin tâbirinin muh tariyet-i tariyet-i idare idare tarzında anlaşılmasına sebeo de programa suret-i mahsusada ithal edilmiş olmasıdır.” H. Cahit (Yalçın) herşeye rağ men bir sabit-fi sabit-fikre kre ba ğlı kalmakta direniyor, direniyor, “ ..mu ..mutlaka tlaka a a
34
demi merkeziyet Kanunu Esasinin çizdiğ:i daireden hariçte, daha fazla bir salâhiyet tazammun edecektir.” Türkten baş]
katıldığını
“Ahali verdiği verginin nereye sarfedildiğini anlamalı dır. Vilâyette vergileri veren ve kanlarını vatanları uğrunda şecaatİ! suretle feda eden köylülerin verdikleri verginin ne reye verildiğini bilmeleri lâzımdır. Çünkü vergiyi veren de onlar, vatan ları uğrun uğ run a şanlı surette fedayı can eden as as kerleri tedarik eden de onlardır.” , Va V a r y e te T iya iy a tro tr o s u n d a k i kon ko n fera fe ran n sın sı n d a n b ir ay k adar ad ar sonra Sabahattin, îkdamda iki makale yayınladı. Bu maka lelerden ilki^“ şöylece özetlenebilir: Gerçekleşmesine çalıştığı gayeler 1 a) a)
2.
İstibdadın İstibdad ın bir veya bir kaç kişinin eseri eseri olm ayıp “tarz-ı maişet ve nekais-i içtimaiyemizden” doğ duğunu göstermek.
b)
“ E fkâ fk â rı u m u m iye iy e y i terb te rbiy iyee-ii m illi il liyy ç m izin iz in ıslah ısl ahıı lüzumuna kazanmak.”
c)
İstibdadın ortadan kalkmasına kalkm asına çalışmak çalışmak için yu r dun m uh telif telif yerlerinde yerlerinde biribiriyle irtibatlı irtibatlı mukavemet merkezleri meydana getirmek
)
“ Hristiyan vatandaşlarım ıza karşı müslümanlarmüslüm anlarla samimi bir ittihat lüzumunu yani Rum, Er meni, Bul>ar ilh. cins ve mezhep farkı gözetil meksizin C^manlıhğı teşkil eden anasırdan hiç
35
birinin muhtariyet-i idare veya istiklâl siyaseti takip etmemeleri lüzumu kat’isini izhar etmek” 3 a)
Medenî âleme karşı milletin eski idareden gör düğü zulmün haksızlığını isbata çalışmak.
b)
Yıllardanberi zindanlarda çürütülenleri ona ta nıtmak.
c)
“ Büsbütün aleyhimizde bulunan efkâr-ı Garbi yeden bir kısmını olsun dâvay-ı millimize ka zanmak.”
Neşriyatının esas fikrinin “vahdet-i Osmaniye’nin sadece korunmasına değil, ayni zamanda kuvvetlenm esine çalış mak olduğu görülüyor. Bunlar gözönünde tutulursa “ade mi merkeziyet programı altında muhtariyet-i idareye asla taraftar olmadığımız tebeyyün eder.” denilmektedir. Keli menin mânasının değiştirilmekte olduğundan şikâyet edi yor. Tim es’de yayınlamış olduğu makaleden aldığı parçalar da Osmanlı hristıyanlannın hususi istiklâl dâvasına kalkışamıyacaklannı, kuvvetli bir Türkiyenin lüzumunu, Arap ve Kürtlerin sâbit bir hayat yaşamamaları sebebiyle istiklâl dü şünmediklerini, Şark meselesinin hallinin bizzat Osm anlı larca yapılmasının Avrupa devletleri ve Amerikaca istenme sini, bu meselede yapılan müdahelelerin menfî tesirlerini izah ediyor. “Cihan-ı medeniyet bilmelidir ki taaffün ve te fessüh eden resmi Türkiyen in arkasında, meftun-u say ve adalet bir içtimai Türkiye yükselmede.” Ermenilerin istiklâli için çalıştığından söz edildiğini söyliyerek Terakkinin 15. sayısında yayınlanmış olan bir ya zısını hatırlatıyor. “Ermeni istiklâli böyle mi müdafaa edi lir?” sualini sorduktan sonra ademi merkeziyet hakkındaki fikirlerine geçiyor. "Eğer meşrutiyet Meclis-i Meb’üsan va^ sıtasiyle hakk-ı teftişin merkezde tesisi demek ise, ademi merkeziyet-i idari de şüphesiz meclis-i umumiye vasıtasiyle aynı hukukun vilâyetlere teşmili demektir.” Meclis-i umuminin vazifelerini göstermek üzere Düstur’dan 62. ve 63. maddeleri aynen naklediyor. Kırtasiyecili
36
ğe işaret ederek “üç saatlik bir yolu yaptırmak için altı sene uğraştıktan sonra akibet işten vazgeçmeğe mecbur” olan bir Bolu sancağı mutasarrıfının yaşanmış hikâyesini anlatıyor. “ Usul-ü merkeziyet devam ettiği müddetçe vatanımızda fikr-i teşebbüs mümkün değil ilerliyemez.” neticesine varı yor. Meslis-i meb’usan açıldıktan sonra ne olacağı suali so rularak vilâyetlerin merkeze bağlılığına temas edilmekte, “Eğer bağları çözülerek bir hak ve vazife sahibi olacaklarsa vilâyatımızın usul-ü idaresi ademi merkeziyet-i idari yahut tevsii mezuniyete tâbi olacak demektir. Bu ise elzem.” denil mektedir. Ademi merkeziyet adı altında istenenlerin “.. vali ve diğer memurların selâhiyetini artırmak, mecalis-i umumiyeyi bir an evvel açtırmıak ve bu suretle ahalimizi verdiği verginin mahall-i sarfını en muvafık bir surette tayin ve tef tişe alıştırmak’tan ibaret olduğunu söylüyor; bu sebeple Ka nunu Esasinin 108. maddesi üzerinde durduklarına işaret ediyor. Vicdan erbabının vazifesinin faydasına inandığı fi kirleri yaymak olduğunu, kendisinin bu vazifeyi yerine ge tirmeğe çalıştığını ilâve ederek hiç bir isnadın doğruluğu araştırılmadan kabul edilmemesi ricasında bulunuyor. “ Teşebbüsü şahsi” adını taşıyan ikinci makalesinde^' Sabahattin, teşebbüsü şahsinin lüzumuna işaret eden bir âyeti hatırlatarak, yaşamak için bir ferdin ailesi veya hükü metine dayanacak yerde kendisine güvenmesinin, başarısını kendisinde aramasının teşebbüsü şahsi olduğunu söylüyor v Şahsi gayretle yaşamak bir çok meziyeti icap ettirir. Biz ise aldığımız terbiye icabı bunlardan mahrumuz ve bu sebeple dir ki “ ..kazanmadan yaşamak, çalışmadan zenginleşmek is tiyor ve bittabi hükümet memurluğuna göz dikiyoruz.” L ü zumundan fazla memuru olan hükümete liyakat yerine hi maye ile girildiğini, ilerlemek için de himayeye ihtiyaç ol duğunu söylüyor. “Böylece her kademe-i irtifa bir koltuk değneğine ihtiyaç gösteriyor.” Şahsiyet sahibi insan yetişmemeşinin sebebi buradadır. "îşte bu suretle büyük küçük tekmil ricali devlet -istisnadan kat’ı nazar- koltuk değneği ile yürür ahlâk düşkünlerinden toplanıyor.” Memur sınıfı ile köylü ve küçük sanat erbabının durumu hakkında bir kıyas-
37
lama yaptıktan sonra her şeyden önce millî terbiyenin sâlim bir şekilde yürümesini şart koşuyor. “ Bedihi ki bugünkü sefaletimiz kelimenin bütün şümuliyle bugünkü terbiyemi zin çürüklüğünden, geliyor.” Tü rkiyenin yarınının millî terbiyenin ıslahına bağlı olduğunu söyliyen Sabahattin, terbiyenin iki esaslı dayanağı olan aileyle okulun vazifesini yapamadığı fikrindedir. Ter biyenin temeli şahsî kabiliyetin arttmlmasıdır. Okullarda tamamen nazarî olarak yapılan öğretimi şiddetle tenkit edi yor. Halkın çocuklarına verdiği terbiyeyi ise “ intihar-ı ma nevi” diye adlandırıyor. Ahlâk sukutunun çok feci neticeler doğurabileceğini söyliyerek şu sonuca varıyor: “ ..ahlâksızlı ğın damarlarına işlediği milleti hiç bir şey, kurtaramaz.” Kurtuluş yolunu işaret ediyor; teşebbüsü, şahsi. Yarın iç in ,. en feci zamanlarda bile ümitli ve iyimser olarak, yazısını şu cümle ile bitiriyor: “işte ekvalimizi ef’alimizle isbat edecçk zaman.” (Geniş bir özetini verdiğimiz iki makale Satvet Lûtfi tarafından broşür halinde de yayınla:nmıştır.^^)
,A Sabahattinin Selânik ve Manastıra yaptığı seyahat sıra sında İstanbulda “Ahrar Fırkası” teşekkül ediyor.*^ ,1908 Eylülünde faaliyete başlayan Fırkanın ana fikirleri,, kurucu larından bazılarının Sabahattinle olan yakınlığı sebebiyle Sabahattinin fırkaya mensup olduğu çok defa, ileri sürüle-, çektir. Gerçek şudur ki Sabahattin daha başlangıçta siyasî hayata atılmak istememiş, kendisine yapılan reislik teklifini reddetmişti.^^ Sözünü edeceğimiz yazıda geçecek olan bir hususu kı saca aydınlatan fırka meselesinden sonra, Hüseyin Cahit ta rafından yazılan “ İntihabat Entrikaları” adlı makaleye^’ geçiyoruz. Bu makale, yazarın Sabahattine ve fikirlerine karşı beslediği kötü niyetin yeni bir görünüşüdür. İttihat ve Terakki Fırkasına mensup olan başyazar bu yazısında mil-
38
letvekili seçimi dolayısiyle çevrilen entrikalardan bahset mektedir. İkinci seçmenlerin tesir altında kalması sonunda “ ..bütün İstanbul meb’usları Rum Patrikhanesinin bendegânmdan ibaret bulunacaktır.” La Turq uie gazetesinden naklen Sabahattin fırkası ile Patrikhane arasındaki anlaşma yı ileri sürüyor. Ortada bir “ Patrikhanenin imtiyazat-ı mezhebiyesi” meselesi dolaşmaktadır. Başyazar şu neticeyi çıka rıyor: “La Turquie’den naklettiğimiz şu fıkra gösteriyor ki Prens Sabahattin Bey fırkası intihabatta Rum Patrikhanesi ile birleşmiştir.” Bunun bir mezhep imtiyazı meselesi değil, “bir takım menafi ve âmal-i siyasiye meselesi” olduğunu söyliyerek Patrikhanenin telâşı ve müslümanlar bulmağa kalkışmasını bununla açıklıyor. Ademi merkeziyet mesele sinin hatırlanması işi aydınlatacaktır, dedikten sonra “Ade mi merkeziyet ise Midillinin, Sakızın ve sair adaların hep birer G irit olması, hep Yunan ağuşuna atılması için birer hazırlık demektir.” cümlesini ekliyor. Bu makalenin yayınlanmasından iki gün sonra Şehzadebaşındaki Fevziye Kıraathanesinde Sabahattir, tarafından yapılan konuşmayı söz konusu eden Satvet Lûtfi Konferans gününün özelliğine işaret ederek Sabahattinin şu sözlerini naklediyor; “Biz ne meb’usluğa, ne memurluğa namzet ol duk. Hiç bir kuvve-i beşeriyeden hiç bir muavenet talep et medik. Devletimizden şahsımız namına isteyeceğimiz tek bir lütuf varsa o da “gölge etme, başka ihsan istemem’den iba rettir.” İkinci İzah’ın nasıl meydana geldiği “muktetif’in şu ifadelerinden anlaşılmaktadır: “ ..konferansı müteakip vuku bulan ricam üzerine yazdıkları bu cevap ile Cahit Be yin o makalesini birlikte neşrederek meselenin kemal-i bita raf! ile muhakemesini karilerimi.jı vicdanlarına terk eyliyo rum.” "® Sabahattin H. Cahide cevap teşkil eden konuşmasında “meb’usluk, Rumlarla işbirliği, Fırka-i Ahrara iltihak” is natlarının asılsız olduğunu söylüyor. Ortada bir Sabahattin Fırkası yoktur. Sözü, Patrikhaneye verildiği söylenilen vaad meselesine getiriyor. “ Benim gibi hiç bir sıfat-ı resmiyeyi haiz olmayan, olmayı da kat’iyyen istemeyen bir adamdaı-
39
Patrikhaneyi böyle bir vaad istetmiye kalkışmak orayı tımar hane yerine koymaktır.” diyor. H. Cahidin kaleminden böy le bir yazının çıkışına hayret etmekte, Terakki’nin birinci sayısından nakiller yaparak sualler sormaktadır; “ O zaman her tehlikeyi göze alarak umum vatandaşlarımızın ve bilhas sa 1 urklerin payimal edilen huk ukunu dahilen ve haricen müdafaaya çalışmakla mı “menfaat-i şahsiye' mülâhazasını menfaat-i vatan endişe-i mukaddesesine” tercih etmiş olduk. Fransa, İtalya, İngiltere ve Am erika matbuatına varıncaya kadar hepsinde Türklük ve Osmanlılık lehinde bir cereyan-ı fikri tevlidine seneler senesi uğraşmakla mı “menfaat-i vatan endişe-i mukaddesesini menfaat-i şahsiye mülâhazasına” fe da etmiş olduk?” Gayesinin yeni nesli kendi prensiplerine göre hayata hazırlamak olduğunu söylüyor, böylelerinin “menafi-i şahsiyeleri namına hükümetten isteyebilecekleri yegâne lütuf "gölge etme, başka ihsan istemem’den mâda bir şey ola maz.” diyor. “ Biz bir devlet adamı olmıyacağız; yalnız hakikatına iman getirdiğimiz efkârın nâşirliği, hâdimliğiyle iktifa edece ğiz.” Hayatını fikirlerine vakfederek yaşayanların seçim o yunları ile nasıl olup da uğraşabilecekleri sualini sorduktan sonra, kendisine yapılabilecek haklı bir itirazın bunca hak sız söylentilere karşı savunma lüzum unu duymamış olması olabileceğini söylüyor, “ ..bu garazkârlıklar bizi asla meyus etmiyor, bil’akis tarik-i mesaimizde daha büyük bir gayret le devama teşvik ediyor.” Aleyhinde söylenenlere işaret ederek hep hristiyan vatandaşlarımıza taraftar olduğumuz, onlardan muavenet gördüğümüz değil mi?” dedikten sonra dokuz yıl önce Osmanlı unsuruna yapmış olduğu basılı da vetnamenin lo . sayfasını naklediyor. Burada, ecnebi unsur ların egemen olarak yaşamalarının imkânsızlığı izah edil mekte, kuvvetli bir Osmanlı Devletinin varlığının dünya medeniyetine bir hizmet olacağı anlatılmaktadır. Terakki’den naklettiği bir yazıda (s. 6) vergi, yargılan ma ve maarif meselelerinde hristiyanların ademi merkezi
40
yetten ne suretle istifade ettiklerini, “ biçare Türklerin ” ise müthiş bir merkeziyetin pençesinde ezildiğini açıklıyor. Ademi merkeziyetin ne olduğu hakkında, ikinci defa, tafsilâ ta girişiyor, tenkit meselesi üzerinde duruyor. Kitap şu sa tırlarla sona ermektedir : “Madem ki hepimiz bir hakkı, hu kukun da en mukaddesi olan vatanınkini müdafaa dâvasındayız; bari onu her şeyden evvel lâyık olduğu ulüvvü cenap ile müdafaaya çalışalım. Hakperest bir milletin mihver-i hissiyatı gareze değil uhuvvete, âlemşümul bir muhabbete istinat eder.” Bu açık karşılığa rağmen H. Cahit yeni bir cevap yaz maktan kendini alamıyor. “Teşebbüsü şahsi ve ademi mer keziyet hakkında” adlı makalesiyle" hatalarını tevile kalkı şıyor. Sabahattinin iyi niyetinden şüphe etmediğini yazıyor, “ ..fırka reisi olmadıklarına dair beyanatlarına gelince, bit tabi buna da inanırız. Fakat bu rivayet herkesin ağzında hâ lâ geziyor,” dedikten sonra kabahati başkalarının üzerine atmanın Jcolaymı da buluyor. “Ortada yanlış havadisler çı karanlar varsa onlar da Rum gazeteleridir, Bizim kabahati miz ise tekzip edilmeyen bu rivayetlere inanmaktan ibaret kalıyor. Bu da pek o kadar şayını ittiham bir cürüm olmasa gerektir zannındayız.” Bu tartışmaların devam ettiği sırada 31 Mart Vak’ası patlak verir. İsyan hareketinin Meşrutiyet aleyhine bir du rum yaratması halinde alınacak tedbiri tesbit işinde, tehli keleri göze alarak, Sabahattinin teşebbüse geçtiği görülür.^® İkdam gazetesinde askerleri; hitaben yayınladığı açık mek tupla^® onları subaylarının emirlerine itaate, subaylarıyla barışmağa, herkese iyi muamele etmeğe davet eder. 15 N i san 1325 (1909) tarihli gazeteler Sabahattinin Pendik’te tev kif edilmiş olduğunu haber verir. Sabahattin bu olaydan bahsederken şunları yazıyor: “ Mahmut Şevket Paşa ile o zaman birinci Divan-ı Harbiye riyaset eden Hurşit Paşa, Harbiye Nezaretindeki odama gelerek tevkifimin sebepsizliğinden dolayı itizar eyliyorlar.”” Tevkif olayı ile ilgili olarak basına verilen yazılı tarzi yede şu satırlar okunmaktadır: “ Sultanzade Sabahattin Be
41
yin tevkifini icap ettirecek hiç bir delil mevcut olmadığın dan hürriyetleri maalitizar iade edilcLiği ilân edilir.”” 75 N is an sene 325 İstanbul M erkez Kum andam Erkânı H arbiy e Bin başısı R em zi
Olaylar karşısında üzüntü duyan, fikir adamı olduğu kadar duygu adamı olan Sabahattin kendi isteğiyle Parise döner. * * k
1908 yılın da “Teşebbüsü şahsi ve ademi merkeziyet” fikirleri etrafında toplanan gençler “ N esli Cedit ^Kulübü” adı altında bir kültür topluluğu meydana getirmiş bulunu yorlardı.^^ Çalışma yolu, daha açık olarak, Nizamnamede ifa desini şu cümlede bulmaktadır; “hayat-ı hüsusiyede kavi bir teşebbüsü şahsi, hayat-ı umumiyede ihtiyacat-ı memlekete kâfi bir tevsii mezuniyet. Yayınları, konferansları ile dikkati çeken Kulübün, Sa bahattinin fikirleri ve şahsı etrafında vücut bulması, onun maddî yardımlarını görmesi, siyasî olayların gelişmesine bağlı olarak, 1911 yılında faaliyetini tatil etmesi sonucunu verecektir.
Sabahattinin “İttihat ve Terakki Cemiyetine açık mek tuplar - Mesleğimiz hakkında üçüncii ve son bir izah” ^^adı nı taşıyan kitabı 1910-11 yıllarında Pariste yazdığı mektup larla makalelerden meydana gelmiştir. “ Üçüncü izah” İtti hatçılar tarafından ileri sürülen iftira ve isnatları cevaplan dırmakta, Sabahattinin eğitim meselesi üzerinde ciddi su rette kafa yorduğunu göstermektedir. Kitapta, Meşrutiyetten önceki ve sonraki hücumlar ele alındıktan sonra Paris gazeteleriyle yapılan neşriyat üzerin
42
de duruluyor. Kitabın son fasılları Meslek’in üçüncü defa izahına ayrılmıştır. Meşrutiyet ilân olunduktan, Abdülhamit tahttan uzak laştırıldıktan sonra durura değişnaiş değildir. İstibdat yine devam ediyor. Sabahattin bu hali “tarz-ı terbiyemizden do ğan aczin mahsulü” olarak anlıyor. Hayatımızı daha iyi ka zanmak, müstahsilleri, müteşebbis müstahsilleri, içtimai ka biliyetimizi madden ve manen arttırmak lâzım. Altın cı Mektupta “Terakki ve tefevvuk-u içtimai han gi şerait dahilinde, hangi vesaitle temin ediliyor?” sorusu üzerinde düşünülmektedir. Soruyu cevaplandırmak için il mi içtima ’ (science sociale) ın “tasnif-i içtimai’sinden hare ket etmek gerek. “ T e ş e k k ü lü te ce m m ü i (formation communautaire) ve “ Te şekk ülü infiradi” (formation particulariste) iki ayrı cemiyet tipini adlandırıyor. “Teşekkülü tecemmüiye mensup olan akvam nokta-i istinatlarını kendilerinde bulamıyor; mensup oldukları sınıflara göre aile, cemaat, fır ka ve hükümetlerinde arıyor.” “Teşebbüsü infiradiye mensup olan anasır ise... istinatgâhlannı kendilerinde buluyor; kâbiliyer.-i istihsaliyeleri yüksek, müteşebbis, müstakil cemiyetler teşkil ediyor.” (Bu konu üzerinde daha geniş bir şekilde duracağımız için ma kalenin kısa bir özetini vermekle yetiniyoruz.) Yedinci Mektupta kurtuluşumuzu “ toprağa kaviyen yerleşmekte; şimdilik bir tarım memleketi olmamızda gö rüyor. Türkiyeyi vareden köylü olduğu halde “her yerde ve her sınıftan ziyade ezilen yine o” deniyor. “Necat ve selâ met, işte bu hâmisiz, rehbersiz kalan köylülerle mevki-i iktisadiyeleri gittikçe daralan şehirli gençler arasında ziraî ve İç timaî münasebetler yaratarak Anglo-Saksonlarda centilmen sınıfının deruhte eylediği o büyük rolü münevver gençleri mize tahmil etmekte” Sabahattin, müstahsillerden mahrum olan memleketi mizde müstehliklerin artmakta olmasının kat’i iflâsa doğru gitmek olduğuna işaret ediyor. Avrupaya öğrenci gönder mek meselesine de ilişerek liselerde yapılmakta olan öğreti
43
mi tenkit ediyor. Paris çevresindeki Kayalar Okulu (Ecole des Roches) üzerinde duruyor. Oku la yaptığı iki ziyaretin intihalarına geniş yer verdiği bu kısımda İngiliz eğitim sis temi hakkında da, E.' Demolins’den naklen, bilgiler veril mektedir. Sekizinci Mektup, Meslekle içtimai bazı kuramlarımız arasında tesis edilen ıslahata ait fikirlere ayrılmıştır. “Mes leki içtimaiyemiz ve ıslahatı terbiyeviye” kısmında her şeyi aileden, hükümetten beklemek zihniyetinden uzaklaşmamız tavsiye ediliyor. “Eğer hayat-ı umumiye ıslahatı hayat-ı hu susiye ıslahatını hedef edinmezse, ıslahata evvelâ kendimiz den başlamazsak, müessesat-ı devletin neresini ıslaha kalkış sak sâyimiz daima temelsiz kalacak, seneler geçtikçe inkıraz tehlikesi o nisbette artacak. Bundan dolayıdır ki mânay-ı içtimaiyesiyle bizce bir Abdülhamit olmadığı gibi bir İtti hat ve Terakki de yok. Fakat kelimenin olanca şümuliyle seviye-i istihsaliyemizin alçaklığı, kabiliyet-i içtimaiyemızin kifayetsizliği, daima bir şahsiyet yoksulluğu var.” Hayat bir mücadele sahasıdır. Burada da ‘‘ulûm-u müsbite’nin gösterdiği kanunlar cari. “ Istıfay-ı içtimaide muvaffakiyetin anahtarı teşebbüsü şahsidir.” Bütün okulla rımızı "müteşebbis ve müstahsil insanlar yetiştirecek bir ha le getirmek” lâzımdır. “Mesleki içtimaimiz ve ısidhatı askeriye” Askeri ıs
lâhat için de hareket noktası şudur: kazanmadaki kabiliye timizi arttırmak. Unutmamak icap eder ki "kabiliyet-i içtimaiyeyi arttıracak ordu değil, orduyu besleyecek, kudret-i harbiyesini arttıracak memleket’tir.” ‘ 'M esleki içtim aim iz ve ıslahati idariye” Dahili ida
rede gördüğümüz bütün bozukluklar teşebbüs yokluğu ve merkeziyet usulünün bir neticesi olarak ele alınabilir. Isla hata, "idari ademi merkeziyet yahut tarifi demek olan tevsii mezuniyetle başlamalıdır. “Mesleki içtimaimiz ve itibarı milli” Millî bir itibar temin edebilmek için hususi hayatımızda teşebbüsü şahsiyi, umumi hayatımızda ademi merkeziyeti hâkim kılmak esas
44
tır. Büyük komşularımıza karşı dikkatli bir dış siyaset takip etmek elzem görünüyor. "Fransa ve İngiltere dostluğu Karadeniz havzasında Rusyanın aleyhimizdeki tec^vüzkâr tasavvuratına en kavi bir mania teşkil edeceği gibi Balkanlar da da tek bir silâh patlamadan sulhun devamına en mükem mel bir dâman olacaktır.” Meselenin iktisadı tarafına gelince; zaruri bazı ıslahat için dış istikraza lüzum vardır ve başvurulacak yer yine Pa ris ve Londradır. “Istanbulla Paris ve Londra kabineleri arasında ne ka dar samimi bir müdahenet vücude getirirsek, vatanımızın ihtiyacat-ı siyasiye ve iktisadiyesine o nisbette hizmet etmiş olacağız.” Öteki büyük devletlerle de dost geçinmeyi kendi mize gaye edinmeliyiz. Dış siyasetimizin temel taşı daima Fransa ile İngiltere dostluğu olmalıdır. Kitabın son sayfalarında, muhtelif fırkalar arasındaki rekabetlerde gerçek sebebin “kuvvet-i icraiyeye temellük ol ması” çıkmaz yol olarak adlandırılmakta, milletlerirı siyasi vasıtalarla kurtulacaklarını sanmak tehlike olarak gösteril mektedir. “ Hayat-ı hususiyenin tekâmülünden doğmayan kanunların ölü doğmuş çocuklardan ne farkı olabjlir?” "İki meslek” adlı son bölüm "herşeyden ziyade şahsiye ti tenmiye, takviye ve îlaya çalışmalıyız” neticesine vardık tan sonra şu cümlelerle sona eriyor; "Teali ve saadet-i içti maiye yolunu keşfe çalışan bu mektuplarda, başka bir yolun yolcusu olan Cem iyetinizin de iyiliği mutlak bir samimiyet le temenni ediliyor; bize on yıllık düşman olan İttihat ve Terakkiye on beş yıllık bir dost gibi cevap veriliyor. Bir yolda yürümedikse de bir tehlikeye karşı, bir nokta-i müda fâadan yürümeğe başlamıştık. Biz bunu unutmuyor ve isbat etmek istiyoruz ki, dostlukla düşmanlık karşılaştığı zaman, akıbet dostluk zaferyab olur. Çünkü fıtrat: (İlâhi bir kanun la daima en iyiye gidiyor, muttasıl ‘ekmel’e doğru meyledi yor.)” Paris, 8 Mart ı g ı ı
45
Kitabın başında 'muktetif'in Sabahattinin Meşrutiyet ten önce Paristen yolladığı bir mektuptan aldığı aşağıdaki satırları, kitabın son c^imlelerinden sonra hatırlatalım: “ Biz, yalnız tarz-ı idaremizin ıslahım istemek, vatandaşlarımıza m.üphem bir ittihat teklif etmekle kalmıyoruz. Asıl, tarz-ı maişetimizin ıslahı lüzumunu anlatmak; birincideki fenalı ğın İkincideki noksanlardan neş’et eylediğini göstermek; maddî manevî ataletimize karşı efkâr-ı umumiyede kuvvetli bir aksülamel hazırlamak istiyoruz. Bir Abdülhamidi orta dan kaldırmakla hürriyet ve istiklâl-i şahsiyi hiç bir vakit temin edemeyiz. Sefaletlerimizin esbab-ı asliyesini keşf ile izalesi çaresine dört elle sarılmadıkça da bugünkü Abdülha midi n yeri, hiç bir zaman boş kalmaz; o gider, yerine başka ları geçer.”
İttihat ve Terakk i’nin iktidarı zamanında çeşitli iç ve dış olaylar biribirini takip eder. Zamanın muhaliflerine gö re yanlış adımlar adeta bir çöküntü hali meydana getirir. Trablus Garp savaşını Balkan savaşı kovalar. Sabahattin 1528’de, “Payitahtınız ve belki de mevcudi yetimizin tehdit edildiği” bir zamanda Padişaha-taikdim etti ği bir arizada^^ Hanedan-ı Âl-i Osmanı, askerle birlikte “ya zafer, ya ölüm ” diyerek harp meydanına yürüm eğe davet ediyor. “Şevketpenahımız! Ne kadar feci olursa olsun itiraf edelim ki en büyük düşmanımız ne İtalya, ne Balkan, ne de Avrupa; fakat biz, doğrudan doğruya kendimiziz.” Atalet ve merkeziyet bizi mahvediyor. Gerçeğin daima inkâr ve reddedilmesinden şikâyetçi görünen Sabahattin “İl mî olduğu kadar amelî de olan bu meslek-i içtimainin tatbi kine gidilseydi” içinde bulunan feci duruma düşmiyecektik, kanaatindedir. Osmanlı Avrupasını feda etmek üzereyiz. “Son çareye sarılmadan, son fedakârlığı yapmadan bu vedaa katlanmayalım.” Mahmut Şevket Paşanın 14 Haziran ı g ı g ’te katlinden
46
sonra suikasta adı karıştırılarak gıyaben mahkûm edilen Sa ba,ha<^^tin, kıyafet değiştirerek yalıdan kaçar, dostlarının yar dımı ile yeniden İstanbuldan uzaklaşarak gizlice Parise gi der.'*® Bir yıl kadar sonra da Türk iye Birinci Dünya Savaşı na katılır. Almanyanın müttefiki olarak Umum i Harbe girdiği miz sırada Sabahattinin Paristen Padişaha gönderdiği bir arizada (6 Kasım 1914) şu satırları okumaktayız: “ Hey’et-i vükelaya vuku bulan mütevali müracaatlarımın boşa gittiği ni gördüğüm şu anda milletin menafi ve arzusu^hilâfına olarak ilân edilmiş olan bir harbi tevkife zât-ı mülükânelerinin son bir gayretle teşebbüs buyurmalarını istirham ediyo rum.” Yukardaki satırlarından da anlaşıldığı gib i Türkiyenin harbe girmesine, bilhassa Almanyanın yanında yer almasına kat’iyyen taraftar olmayan Sabahattin, sonraları münferit bir barış imzalanması için de büyük gayretle^ sarfetmiştir. Paris, Atina ve Cenevrede sarfettiği gayretler müsbet bir ne tice vermemiştir. Birinci Dünya Savaşında yenilgiye uğra dıktan, İttihat ve Terakki liderlerinden bir kısmı Türkiye yi terkedip ötekiler Maltaya sürgün olarak gönderildikten sonradır ki Sabahattinin Türkiyeye dönmesi mümkün ola bilmiştir. (8 Aralık 1919)" *** Sabahattini olgunluk çağında aksettiren yazılan “Tür kiye nasıl kurtanlabilir?” adını taşır.Yayınlandığı vakit ba sınımızda derin yankılar yapan bu eser Meslek’in sosyal me selelerimize uygulandığı bir ıslahat lâyihası manzarası gös terir. 1329 yılında yazılmış olan kitabın Birinci Dünya Sa vaşı sonunda, 1334’te, yayınlanması tesirini bir kat daha art tırmıştır. "Tehlike karşısında Meslek” adlı bir önyazı ile kitabı yayınlayan Mehmet Ali, harpsonu milletlerinin içtimai du rumunu tahlil ettiği yazısında askeri zaafa ittifakla çare bul mak mümkünken “içtimai zaafı efi kavi ittifak ve ittihatlar
47
la. izale mümkün değil” demektedir. İnfiradı ülkelerin son tahlilde gösterdiği heyecan veren manzarayı tasvir eden sa tırları “buhar kuvvetinin sanayie tatbikinin teşekkül-ü infiradinin daha büyük bir mikyasta yayılmasına” sebep oldu ğunu gösteren satırlar takip ediyor. Siyasî tesirler ‘Şark meselesi’ne yol açarak Türkiyenin inkırazına tedrici bir inhilâl" şeklini vermişti. İçtimaî tesirler ise Tanzimat ve Garplılaş ma cereyanını doğurdu. Bu değişikliklerin yanında “davayıiçtimainin meslek-i içtimaiye istihalesi” ne şahit oluyoruz. Sabahattinin son eserinde, söz konusu edilen bu istihaleyi takip etmek mümkündür. Kitap, üç ayrı bölümde incelenebilir. “Merkez-i istinat” adını taşıyan ilk bölüm ilmî dayanakları ortaya koyacak; “Teşekkül-ü içtimaimiz” adlı ikinci bölüm, içinde yaşanı lan içtimai hali tahlil edecek; son bölümde “Meslek Progra mı” da denilen “Yeni Istikamet’te, “ Hayat-ı umumiye ıs lahatı - Hayat-ı hususiye ıslahatı” başlıkları altında bir ön ceki bölümde gözlemi ve çözümlemesi yapılan içtimai duru ma yön gösterilecektir. M erkezi is tin at
İstibdat karşısında doğan iki cereyandan biri umumi nazariye ve indi kanaatlerden hareket ettiği halde öteki ilmî tahliller ve İçtimaî kanunlardan hareket etmek istiyordu. İt tihat ve Terak ki zihniyeti diyebileceğimiz birinci cereyan taraflıları Abdülhamidin ortadan kalkması ile herşeyin dü zeleceğine inanır. İkinci cereyan ise “istibdad-ı siyasimizin doğrudan doğruya hayat-ı içtimaiyemizin zaafından ileri geldiği’ni savunur. (Teşebbüsü şahsi ve ademi merkeziyet-i İdarî cemiyeti) Yapılacak ilk şey, içtimai hastalıklarımızın ilmî bir teş hisi, içtimai teşkilâtımızın tahlilidir. Bunu başarı ile yapa bilm ek için de ilm-i içtima’ya dayanmak şart. 1 — îlmi içtima (Science sociale)
“ Mücerret ve tahayyülâtla meşbu bir felsefe-i içtimai 48
teşkil eden sosyoloji yahut ilm-i içtimai” yanında “hikmet ve kimya kadar müsbet bir fen halini alan ilm-i içtima” yer ahr. “ Ulûm-u hazıra usul-ü müşahede ve tecrübeden doğu yor.” llm-i içtima müşahedeye dayanır, tahlillere girişir. Bunu, tasnif ve terkip takip eder. “ İlm-i içtimai namiyle çıkan neşriyatta ne esasî bir tah lil var, ne de velût bir terkip. Esasî bir tahlil yok; çünkü hukuk, iktisat, ahlâk gibi tezahürat-ı içtimaiye, teşkilât-ı içtimaiyeye göre değişir bir takım haller. Demek ki bunlar teşekkül-ü içtimaiyi değil, bil’akis teşekkül-ü içtimai bunları vücude getiriyor.” Sosyolojiler yanlış yoldadırlar. Bunlar “olsa olsa müphem ve büsbütün akim bir felsefe-i içtimai teşkil edebilirler.” îlm-i içtima, biyolojiyi kendisine örnek olarak alıyor, denebilir. “ İlk tulûunu üç büyük dehaya: Le Play, Henri de Tourville, E. Demolins’e medyun olan ilm-i içtima” basit ten karmaşığa doğru giden bir metot kullanıyor. Bu ilim muhtelif “sunuf-u içtimaiyeye ait vücude getirdiği tavsif-i hususi (monografi) lerle” kurulmuştur. Tabii ilimlerde tasnifin temin ettiği faydalar malûm dur. İçtimai tasnif de büyük faydalar sağlamaktan geri kal mıyor. "îlm-i içtima sayesinde de bizzat görmediğimiz, ta nımadığımız bir memleketin tecemmüî veya infiradı teşek küllerden hangisine mensup olduğu bilinince gözümüzün önüne derhal hutut-u esasiyesi itibariyle muayyen bir tarz-ı maişet, bir takım evsaf-ı esasiye geliyor.” Biyolojide bit şekilden ötekine geçmek imkânsız oldu ğu halde bir içtimai teşekkülden başka bir içtimai teşekküle geçilebilir. İlimde hiç bir şeyin tesadüfe bağlı olmadığını, her olayın kendisinden önce gelen bir olaydan, yani her neticenin bir sebepten doğduğunu görüyoruz. İnsanlığı idare eden bir takım özel kanunların da mevcut olduğunu kabul etmek gerekir. îlm-i içtima yardımı ile sosyal hayatın karışık ve karanlık meselelerini aydınlatmak mümkündür. “Tem en ni edelim ki vatanımız, istiklâl-i siyasisini kaybetmeden ev vel bu keskin ziyay-ı irşattan tamamen müstefit olabilsin.”
49
2 — Mesleki içtim ai
îlm-i içtima’yı sosyal meseleleırimize uygulamaktan meslek doğmuştur. Terkibin tahlili takip etmesi zaruridir. “Halbuki şim diye kadar tanzim edilen ve el’an edilmekte bulunan ıslahat proje ve programları İlmî tahlillerden çıkma amelî bir ter kip değil, fakat indî ve büsbütün sathi bir nokta-i nazar mahsulü.” Önce, cemiyetin içtimai teşekkülünü tanımalıdır. Tan zimat devrinden beri çoğalan ıslahatçılarımız tarafından ‘‘Yalnız, şart-ı terakki olarak hürriyet, meşrutiyet, maarif, ahlâk ve nihayet Garplılaşmak lüzumu daima ileri sürülü yordu ve el’an sürülmede.” Bütün çabalamalar boşuna oldu. Çünkü “teşkilât-ı iç timaiye, zikrettiğimiz tezahürat-ı muhtelifeden çıkmıyor; bir akis bunlar müsbet veya menfî tarzda teşkilât-ı içtimaiyeden çıkıyor.” İdare şekilleri bizi aldatmasın. İki meşruti hü kümetin biribirinin aynı olduğunu sanmıyalım. Bir ülkede kanunlar yahut hükümet şekillerinin değişmesi temelli bir şey ifade etmekten uzaktır. Lâzım gelir ki bu değişiklik ce miyetin teşekkülü ile ilgili olsun. “ Ka\TOİyet ve şekl-i hükü metin başkalığına rağmen aynı teşekkül her yerde aynı ne ticeyi veriyor.” Bu hüküm herhangi bir içtimai hâdise için, de doğrudur. "Dün nasıl Kanunu Esasi ve Meşrutiyeti ka bul edivermekle memleket kurtarılır iddiasında bulunuyor idiysek bugün de bütün felâketlerimiz cehildenmiş ve bina enaleyh ıslahatta esas ahalimizi tenvir etmek, ensal-i atiyeyi münevver müfekkirelerle teçhiz edecek bir terbiyeye mazhar etmekmiş kanaatini taşıyoruz.” Fikrî gelişme yıkıntıyı durduramaz. Üstünlük fikri, içtimai üstünlüğü temin ede mez; içtimai tekâmülün esas yapıcısı maarif değildir. “Teşekkül-ü tecemmüide ekseriyetle kanunlar gibi ma arif de bir gaye telâkki edildiği halde teşekkül-ü infiradide bil’akis bir vasıta oluyor.
50
Teşekkül-ü inîiradi istiklâl ve tealiy-i şahsiye doğru kat’i bir hareket tersim etmede. İstiklâl-i şahsiyi hâkim kı lan bu cereyan faal bir sa'y-i maddiden doğuyor. Mensubu nu istihsalden ziyade istihlâke meylettiren teşekkül-ü tecemmüi şahsiyet ve kabiliyet-i içtimaiyenin inkişafına mâ nidir. Bu sebeple nokta-i istinatlarını şahsiyetleri haricinde arayan insanlardan mürekkep âtıl bir cemiyet meydana ge tiriyor. Teşekkül-ü infiradi ise teşebbüsü şahsi ile faal bir istihsal tevlit ederek kabiIiyet-i içtimaiyenin inkişafını hazır lıyor-; ferdi toprağa, sonra da diğer istihsal sahalarına bağlı yoı. Cereyan-ı infiradiye, inkişaf fikrinden değil, bir istimar-ı ziraiden münferiden başlayan, teşebbüsü şahsi ve temellük-ü hususiyeyi halkeden bir tarz-ı mahsus-u istimardan doğuyor. Şu noktaya da dikkat etmek lâzım: mani-i terakki olan dinimiz değil, teşekkül-ü içtimaimizdir. Ahlâk da te şekkülün nev'ine göre ya tekâmüle yahut tedenniye tâbidir. Görülüyor ki her meselede müvellid-i asli, teşekkül-ü içti mai.” Garplılaşmanın mânasını da iyice bilmemiz lâzım. Hiç bir milleti taklide kalkışmakla o millet olamıyacağımız ve esasen olmaklığımız da temenni edilir bir şey bulunmadığı gibi, yalnız milliyetimize sarılmakla da olduğumuzdan fazla bir varlığa sahip olamayız. Doğu ve Batı arasında yapılacak bir kıyaslama bizi şu neticeye götürecektir. Doğu, teşekkül-ü tecemmüinin, Batı ise bilhassa teşekkül-ü infiradinin tesiri altındadır. Doğuda cemaat, Batıda ise fert hâkimdir. Teşekkül-ü tecemmüide âtıl bir terbiye mevcut olduğu halde teşekkül-ü infiradide faal bir terbiye vardır. ' Önemli bir nokta: bir teşekkülden ötekine nasıl geçile bilir? ‘'İlm-i içtima sayesinde bu ana kadar irade-i beşeriye haricinde husule gelen bir içtimai istihaleyi, bundan böyle beşer iradesiyle de vücude getirmek imkânını idralc ediyo ruz. İşte, “meslek-i içtimai” Türkiyenin nasıl kurtanlabileceğini, kurtulması için takibine mecbur olduğu en sâlim ve velut istikametleri tesbit ediyor.”
51
T eşekkül-ü
içtimaimiz
Mütefekkirlerimize göre içtimai meselemiz sadece bir maarif meslesinden ibarettir. Bunlar için Batının üstünlü ğü bir fikir üstünlüğü, bizim içtimai halimiz de cehil mah sulü sayılır. Sosyal olaylar içtimai bir metotla tahlil edilerek arala rındaki münasebetler anlaşılmadan, ilm-i içtima’nın buluş larından faydalanmadan ıslahat için bir temel istikamet bul mak mümkün değildi. 7 — Haraseti fikriy e ve haleti içtim aiye (Fikrî kül tür ve İçtimaî hal)
Fikri inkişaf ve kabiliyete belirli bir istikamet veren an cak içtimai hayatın şartlandır. İçtimai teşkilâtı vücude ge tiren de 's a y z e m i n i’dir. Bunun içindir ki fikrî inkişaf ta maddî sayin doğrudan doğruya ve dolayısıyle tesiri görü lür. Kolay bir sayin bıraktığı boş zamanlar tahayyüle, istiğ raka, mücerret şeyler üzerine düşünmeğe istidat verir. Ta rihten alman misallerde de görüleceği gibi haraset-i fikriyenin inkişafı yani fikrin üstünlüğü tefevvuk-u içtimaiyeden ayrılıyor ve onun zaruri bir tezahürü olmuyor. İçtimai çevremizi, teşekkül-ü infiradi istikametinde ıs laha ve değiştirmeğe çalışmalıyız. 2 — M ektep lerim iz in teşekkülü iç tim aim izle
m üna-
sebeti
Köylü ve şehirli ailelerimiz çocuklarına hayatlarını ka zanabilmek kudretini veremiyor. Aile ve devlet daima bir dayanak noktası olarak kalıyor.. Bütün tecemmüi cemiyet lerde olduğu gibi bizde de devlet memuriyeti itibarda. Faz la olarak umumi menfaatin idaresi bunu elde bulunduran lar için ‘medar-ı maişet’ oluyor. Tanzimattan sonra şekille nen bir memur örneğinden söz edilebilir.
52
Tanzimatla beraber yüksek okullarımız da kurulmağa başladı. Fakat terbiye bir kışla hayatına, tahsil de nazariyelere ve kitaplara dayanmıştı. Beden eğitimi tamamen ihmal edilmişti. ‘Silsile-i memurine tekabül eden bir silsile-i mekâtip vücut buldu.’ Kısaca diyebiliriz ki, tahsilin her şubesi bizde İdarî bir şekil aldı. Köylerde bilhassa görenek hâkim. Tar ım umumiyetle aile ihtiyacı için yapıldığından okuyup yazmak lüzumu du yulmuyor. ■ Memleketimizde tarım geri, çünkü çiftçi cahil sözü bir şey açıklamaz. Tarımın gelişmesi için asıl muhtaç olunan şey “ziraî müstamereler, ziraî patronlardır.” Bu işi umumi hayat adamlarından hiç biri başaramaz. “Bu sebep ledir ki hayat-ı hususiyemiz ıslahatı infiradî terbiye ile mü cehhez bir sınıf-ı müstamerin yetiştirilmesine istinat ediyor. Tür kiyen in istikbal-i içtimaisi memuriyet namzedi olan münevverlerin çoğalmasına değil, mesai-yi istihsaliyeyi te şebbüsleriyle terakkiye sevkederek muhit-i içtimaimizi tahavvüle uğratacak âmillerin yetişmesine bağlı.” 9 — Tarzı tetnellük ‘Tem ellük emniyet-i sayin kudret ve intizamını, cemi yetin metanetini irae eder.’ Çiftçilerimiz, taksim edilmemiş mer’a gibi arazilerle tarlalardan faydalanırlar. Devam edegelmekte olan toprak ihtilâfları, bu işin bir an önce hallini gerektirmektedir. Tutulacak yol müşterek mülkiyetten hu susi mülkiyete geçmektir. 4 — Hayalı um um iy e teşkilâtı
İnfiradî memleketlerde, farklı isimler ve hükümet şe killeri altında umumi hayatın hep benzer esaslar üzerine kurulu olduğu görülür. Umumi hayatta gerçek bir ilerleme teşkil edecek usul ademi merkeziyettir. Ademi merkeziyet yani ahalinin kendini idare etmesi infiradî cemiyetlerin umumi hayatını tecelli ettiren bir hâdise, hâkimiyet-i milli. ye ise tecemmüi zihniyetlerde vü cut bulan akim bir nazari yedir. Ademi merkeziyet işlerin hususiyetine göre umumi
53
kuvvetlerin ayrılması yani her muayyen mes’uliyete bir selâhiyetin tekabüretmesidir. Tanzimatın yaptığı her şey teşekkül-ü tecemmüinin umumi hayat üzerindeki tahakkü münü gösterir. Umumi hayat ıslahatını da “ teşekkül mesesi” içinde ele almalıdır. 5 — M u hiti askerî ve siyasiyat Hükümetin orduya dayanması cemiyetimizin zayıf bir içtimai örneğe mensup olduğunu isbat eder. “Teşekkülü icabı, hükümeti ordusuna dayanan muvazenesiz bir cemiyet te askerin ve diğer memurların siyasetle iştigalini yani onla rın faaliyet-i siyasiyede bulunmalarını ceza tehdidi altında menetmek hâkimiyeti elde tutanların müracaat ettikleri gay ri kâfi vesaitten ibarettir. Teşkilât-ı içtimaiyemizde bir dert, bir bozukluk var: cemiyet tabii muvazeneden mahrum. T e vazünün husulü içinse teşekkül-ü tecemmüiden teşekkül-ü infiradiye geçmek lâzım.” Yeni İstikamet (Meslek Programı) Hayatı U m um iy e Islahatı
Takibi lâzım gelen istikamet: ademi merkeziyette te celli eden yeni idareye intikâl / — H ükûm atı mahalliye Her muayyen işe karşı yetkili ve dolayısiyle sorumlu bir yönetim kurulu vücude getirmek gerektir. Bu ise, umumi hizmetlerin ayrılması, işlerin, idaresi en elverişli yerde bu lunan, en ehil olan kurullar tarafından kâfi yetki ve gerekli vasıtalarla ayrı ayrı yerine getirilmesi demektir. “ Hükûmat-ı mahalliye memurunun teşkilinde sabit kuvay-ı mahalliyeye doğru bir yol tutulmalıdır.” İdareye, istihsal faaliyetle ri ile yükselenler bilhassa iştirak ettirilmelidir. Seçimde veya tayinde bu esas göz önünde tutulmalıdır. Merkezden gönde rilmesi gereken idare erkânına gelince, bunlar kendilerine emanet edilen işi yapabilir insanlar olmalı, yerlerinin sık sık değiştirilmemesi kaide haline getirilmelidir. 54
2
—
İn zib a t
Umur-u inzibatiye tamamen hükûmat-ı mahalliye hiz metleri meyanına ithal edilmelidir. 5 — A d liy e Yargıçlık sorumluluk hissini icap ettiren bir meslektir. Sorumluluk hissini daha çok besleyen teşekküllerde adalet daha iyi ortaya çıkar. Yargıçlar meselesinde de teşekkül me selesiyle karşılaşıyoruz. Adaletin yerinde, kolaylıkla ve ça buk bir şekilde dağıtılması için hususi hayattaki şahıslardan da faydalanılmalıdır. Aynı zamanda, tek yargıç ve gezici yar gıç usulleri de adaletin yerini bulmasını kolaylaştıracaktır. Adalet teşkilâtında esas bir örnek olmak değil, ihtiyaçları karşılamaktır. 4— T e m e l l ü k
Temellük meselesinin hal yolu, faal bir say ile müşte rek temellükten şahsî temellüke geçmektir. 5 — Serveti m em leketin iş le tilm esi ve nafia Şahsi teşebbüslerin inkişafı karşısında kuvay-ı umumi ye müsait bir vaziyet almak lâzımdır. Kuvay-ı umumiye te şebbüsü şahsiyi himaye etmelidir. 6 — Tahsil ve mektepler
Tahsil, zamanın ihtiyaçlarına cevap verebilmek için kişiliğin gelişmesini sağlayacak faal bir terbiyenin yardımcı sı olmalıdır. Mektepler, devletin idare teşkilâtında bir par ça olmak yerine ailelerin çalışma hayatının yardımcıları ha lini almalıdır. Um umi mekteplerin kurulması ve idaresi mahalli hükümete bırakılmalıdır. 7 — M aliye Her vilâyetin ayrı bir bütçesi olmalıdır.
55
8
—H ey -et -i
t a n zi m i ye
Mesalih-i umumiye mahalli ihtiyaçlara- göre başka baş ka şekiller almalıdır. Uıhumi bir kanunla vilâyet idaresi yü rütülemez. Tabii ve içtimai şartlar gözönünde tutularak vi lâyetler bölgelere ayrılmalı, her bölge için bir tanzim heyeti vücude getirilm elidir. Tecrübeli İngiliz ricalinden bazıları bu heyetlerin reisliğinde bulundurulm alıdır. Hayatı husu siye ıslahatı
Istikamet-i esasiye -Bütün mesail-i içtimaiyenin teşek kül meseley-i küllü etrafında toplandığına, onun tesiri al tında cemiyetler için müsait veya gayri müsait şekiller aldı ğına nazaran teşebbüsat-ı ıslahiyemizin kâffesine hâkim olan bir istikamet-i esasiye tayin ediyoruz. Teşekkülü tecemmüiden teşekkülü infiradiye geçmek. Bunun için millî terbiye yi, istihlâk, atalet ve esaretten istihsal, teşebbüs ve istiklâle yöneltmek için yegâne çare infiradî ailelerin teşkiline elve rişli kız ve erkekler yetiştirmektir. İngiliz mekteplerinden mülhem olarak memleketimiz de kız ve erkekler için ayrı ayrı vücude getirilecek terbiye müeşseselerine o mekteplerden ehil mürebbi ve mürebbiye aileler çelbedilmelidir. Anglo-Sakson terbiye muhitinden, aile ve çiftlik gibi tesislerinden istifade edilmelidir. İnfiradî ailelerin meydana gelişinden sonra topraklarımızın yeni ve hakiki bir fethi başlayacaktır. Kitap aşağıdaki cümle ile sona eriyor: "Asırlardan beri de vesait-i askeriye ve siyasiye ile bir türlü halline muvaffak olamıyarak bugün izmihlâl-i kat’i ile kapanacak bir facia halinde yaşa:dığımız bekay-ı mevcudi yetimiz meselesi lehimize ve tekmil beşeriyetin lehine ola rak ancak bu suretle halledilebilir.” İstanbul, 1329
56
Sabahattin Tü rkiyeye döndüğü vakit Atatürk istiklâl Savaşını teşkilâtlandırmak üzere Samsuna çıkalı aylar ol muştu. Türk-Yunan mücadelesinin kritik bir zamanında çekmiş olduğu tel, Sabahattinin Kuvay-ı Milliyeye karşı duyduğu sempatiyi ortaya koyan bir belgedir. Çeşitli yorum lara yol açabilecek olan bu teli sayfalarımıza alıyoruz, Ankara B ü yük M ille t M eclisi Riyasetine Düşm anla rım ız da dahil old uğu halde cihanı insaniyetin menfaati müşterekesini adalet ve muhabbetten ayrılmamakta gören bir Türk ve Osmanlı sıfatiyle mâruz olduğumuz şu en haksız tecavüzü askeriye karşı müdafaai meşrua nızı derin bir samim iyetle tebrik eder ve m ütecavizlerin m üste fit olag eldik leri vesaiti faikai maddiyeye m uk ab il İlâhî kudretin mazharı lü tu f ve m uaveneti olm aklığ ın ız ı temenni eylerim.^^ Sabahattin
Cumhuriyetin ilânından sonra 5 Mart 1924 gece yansı. Bü yük Millet Meclisi tarafından alınmış olan bir kararla hanedan mensupları, bu arada Sabahattin, yirmi dört saat zarfında Türkiyeyi terke davet edilmiştir. Bu tarihten ölü müne kadar geçen 24 yılı çok sevdiği vatanından uzakta ge çirmiş olan Sabahattin, şimdi Eyüp mezarlığında, babasının yanında - o da Türkiye dışında hayata gözlerini kapamıştı son uykusunu uyumaktadır.
A ölüm ünden bir ay önce (29 Mayıs 1948) yazdığı şon mektupta da, bütün hayatı boyunca kendisini düşündürmüş olan “ Tür kiy e nasıl kurtulür?” konusunda, günün olayla rına da temas ederek, şu fikirleri ileri sürmektedir; “ Türkiyenin kurtulması bahsine gelince: bu sadece bir seçim meselesi değildir. Seçimin ehemmiyeti aşikâr arna, her şey bundan-ibaret değil.. Açıkça itiraf edelim ki, Türki-
57
yede hiç bir zaman demokrasi olmamıştır ve bu gidişle ola maz da!,.. Meselenin müsbet bir şekilde halledilebilmesi için İçtimaî teşekkülü yeni bir terbiye ile değiştirmek, uzun ve İlmî bir usul ile çalışrnak gerekir. (İçtimai Meslek) çığı rının doğruluğunu, vukuat yalnız Türkiyede değil, Türkiye haricindeki diğer memleketlerde de birer birer isbat etti. .. Eğer içtimai mesleğin çizdiği yollar takip edilseydi, bugün Türkiye zâhiren değil, gerçekten Garp milletlerinin takdir ve hayranlığını kazanacaktı ve en büyük iyiliği de kendisine yapmış olacaktı. Temenni edelim ki, bari bundan sonra, doğru ve İlmî bir idrake kavuşabilsin ve milletin de yüzü ağarmağa başlasın. Hakiki cumhuriyet ve demokrasi ancak o zaman gerçekleşebilir.""" * * k
Görülüyor ki ilk yazısından son mektubuna kadar Sa bahattin, ayni ana-fikir etrafında durarak memleketinin iler lemesi için çalışmıştır. Cevabını aradığı ana soru, memleket meseleleri üzerinde düşünmekte olan vatanseverler için, onun teklif ettiği hal çareleri ile birlikte, daima canlılığını muhafaza edecek değerdedir. 1953 yılında îstanbulda adına tertiplenmekte olan ve Sabahattin! çeşitli yönlerinde incele yen konferanslar, bize göre, geç kalmış bir kıymet bilirlik ifadesi taşımaktan çok, yaşadığımız zamanda da bazı mese lelerimizin hal çaresini onun yol göstericiliğinde arayışın nişanesidir. Bir fikir adamı için en büyük mazhariyet, dü şündürücü ve inandırıcı kalmakta devam etmektir. Bir kaç yıldır ilgili Üniversite şubelerinde de Sabahattinin memleketimizde yer almasını dilediği sosyoloji görüşünün ve memleketi tanıma metotlarının canlılık kazanması “te menni” sinin gerçekleşme yolunda olduğunun bir belirtisi sayılmak icap eder. Gerçek şudur ki Sabahattin, düşünceleri ile aramızda yaşamaktadır. Mücadele içinde geçmiş olan hayatı, değişen devirlerin siyasî iktidarları tarafından mâruz kalmış olduğu nankörlük, şimdi Cumhuriyet neslinin yakın ilgi ve sıcak
58
sevgisiyle bir kefaret gibi ödenerek onu ebedî uykusunda sükûna kavuşturuyor. V — ■Faaliyetini durduran engeller Haklı olarak şöyle bir soru üzerinde düşünülebilir; Sabahattin, temelli bir ilmî araştırmaya dayanan “meslek-i İçtimaî” sinde niçin başarılı olamadı? Sabahattinin fikirlerinin su üstüne yazılmış satırlar gi bi . cemiyet yapımızda iz bırakmadığı söylenemezse de bir bütün olarak hayatımıza girmediği de muhakkaktır. Başa rılı olamamak derken b u n u ,söylemek istiyoruz. Bu başarı sızlığın sebebinin şu noktalarda aranması gerektiğini sanı yoruz; Osmanlı İmparatorluğu, imparatorluk olarak de vam edebilmek içiri en elverişli fikirleri Sabahattinde bul maktaydı. Fakat Gülhane Hattından beri devam edegelen idare-i maslahatçı zihniyet, bütün iddia ve vaadlerin aksi ne olarak Osmanlı İmparatorluğundaki unsurlar arasında nefret ve geçimsizlikleri devam ettirmekte idi. Fransız İhti lâliyle yayılmış olan milliyet fikirlerinin İmparatorluk dı şında müstakil devletlere imkân vermeğe başlaması Sabahattinin fikirlerinin yediği ilk darbe oldu. Bütün açıklama lara rağmen "ademi merkeziyet” fikrinden muhtariyet mâ nası çıkarılmak istenmesi bu psikolojinin eseridir. İttihat ve Terakki mensuplan, kendilerine en büyük rakip olarak gördükleri Sabahattin ve taraftarlarını halk ef kârı karşısında, sert bir şekilde ve haksızca, kötülemekten geri durmadılar. Fikirlerini tahrif ederek Türk leri Saba hattin aleyhinde kışkırttılar. “ Muhaliflerin esrarı”® ^ adlı kitaba bir göz atışı bile ne kadar sistemli hareket edildiğini göstermeğe yeter. Tü rkiye nin Birinci Dünya Savaşına girerek yenilmiş olarak çıkması İmparatorluğu olduğu gibi devam ettirmeyi imkânsız kılmaktaydı. O vakte kadar askerî bir kuvvetin a yakta tutmağa çalıştığı beraberlik, doğruluğu şüphe götür mez fikirlerle bile devam ettirilemezdi.
59
Harp sonunda Osmanh hanedanının içine düştüğü zil let, önceleri prestijinin büyük kısmını hanedana mensup ol maktan alan Sabahattinin durumunu çok sarsmış olsa ge rektir. Son bir sebep olarak da Sabahattin! anlayarak etra fında toplanmış olanların daima mahdut sayıda kalmış ol duğunu söylemeliyiz. îlmî görüşlerini, cahili her zaman okumuşundan pek çok olmuş Türkiyede halka yayarak bü tüne maletmek imkânsızlığı da faaliyetini engelleyen başlı ca sebepler arasındadır. VI — Tesirleri Çeşitli engellere rağmen Sabahattinin fikirleri hayatı mızın türlü alanlarında tesirli olmaktan geri kalmamıştır. Çağdaşı olduğumuz bir düşünürün ve aksiyon adamının yaşamakta olduğumuz hayat üzerindeki tesirlerini belirt mek elbette kolay değildir. Gerçek hükmü zamandan bek lemek gerekiyorsa da Sabahattine bağlanabilecek çeşitli te sir alanlarının varlığını kabul etmek için beklemeğe lüzum yoktur. Kısa çizgilerle ve kabataslak olarak şu tesir alanla rından söz edilebileceğini sanıyoruz. Siyasî alanda
Jön-Türk hareketi içinde yer alan Sabahattinin muha lifler arasında kurmağa çalıştığı işbirliğiyle Abdülhamit is tibdadının yıkılmasında rol oynadığı malûmdur. Bu rolün derecesi tarihçilerden cevabı beklenen bir noktadır.' Önce de bir vesile ile temas ettiğimiz Ahrar Fırkası, Sabahattinin ana-fikirlerini programlaştırmıştır. 1334 (1908) yılında îstanbulda faaliyete geçen fırka “ İnsanlar hür ve hukuk-u beşer nokta-i nazarından müsavi olarak doğdukla rından” hareketle "tevsii mezuniyet ve tefrik-i vezaif usulü nün” konulniasını istemekte, milletvekili seçimi ve memu riyetlere tâyinde “ cins-ü mezhep tefrik edilmiyerek, anasır-ı Osmaniyenin âdilâne bir surette bu hakka nailiyetleri hususuna itina” edileceğini bildirmektedir.®^ Ahrar Fırka-
60
smm Sabahattin tarafından savunulan prensipleri benimse diği görülüyor. Büyük Millet Meclisinin 18 Eylül 1337 (1921) tarihli toplantısında îcra Vekilleri Heyetinin çalışma programı olarak okunan beyannamenin vilâyetlerle ilgili kısmında açık olarak “ademi merkeziyet” in müdafaa edildiğine şahit olmaktayız.” Vilâyetin “muhtariyet-i tamme” yi haiz oldu ğu, bütün vilâyet işlerinin tanziminin vilâyet meclislerinin yetkileri dahilinde bulunduğu^ söylenilen bu beyanname nin hazırlanmasında mazbata muharriri olan Burdur meb’usu Soysallıoğiu İsmail Suphi büyük rol oynamıştı. Son yıl larda kabul edilmiş olan İller Kanunu, valilerin yetkilerini arttırmış olması yönünden merkeziyet anlayışından bir ne vi uzaklaşma olarak ele alınabilir. F ik ir alanında
Önce bir düşünür, bir ideolog olan Sabahattin memle ketin aydın çevrelerinde gittikçe genişlemekte bulunan bir tesir alanı meydana getirmiştir. Fikir hayatımızın çeşitli yönlerinde görülen bu tesirleri şu başlıklar altında ele ala biliriz ; a) Scieınce sociale görüşü, memleketimizdeki sosyoloji çığırlarından biri halini almıştır. Drukheim sosyolojisinin Ziya Gökalp ve devamcıları tarafından temsil edilmesine mukabil Le Play mektebi ve mensupları da Sabahattin ve devamcıları tarafından temsil edilmektedir.®^ b) Sabahattinin cemiyet olaylarını tanımak için tavsi ye ettiği monografi metodu devamcıları tarafından başarılı bir şekilde tatbik edilmiş, çeşitli konuları içine alan mo nografiler yapılmıştır. Mehmet A li Şevki, Selâhattin Demirkan tarafından bir köy sosyolojisinin kurulması hazır lıklarının, örnekleriyle birlikte, ortaya konulduğuna işaret etmeliyiz.” c) ÜnİA'ersite ve Yüksek okullarımızla liselerde yer a^ lan Durkheim’cı sosyoloji anlayışı, gerçeklere ve günün ih-
61
tiyaçlanna daha çok yer veren Tatbiki Sosyolojiye, Üniver siteden başlayarak, yerini bırakmak temayülündedir. ç) Sabahattinin fikirleri, Tü rkiye nin maarif ve fikir çevrelerinde Anglo-Sakson âlemi hakkında neşriyata, kitap ve makale tercümelerine yol açmıştır. P. Descamps’ın “ Prens Sabahattine borçlu’’ olduğunu söylediği bir araştırma da bu tesire doğrudan doğruya bir misal olarak gösterilebilir. İçtimai meslek’in görüşünü aksettiren eserlerden yapı lan tercümeler : — Yeni Mektepte. (E. Demolins’den çeviren Nafi Atuf, Edirne 1328, 32 sf.) Yollar asl-ı içtimaiyi nasıl vücude getirir? (E. De molins’den çeviren R. Sanih, Dersaadet 1329, ^8 + 599 sf.) — Anglo-Saksonların esbab-ı faikıyeti nedir? (E. De molins’den çevirenler A, Fuat, A. Naci, Dersaadet 1330, 393 sf.) — Mevki-i iktidar. (E. Demolins’den çevirenler A. M. N., Dersaadet 1330, 297 sf.) — Tec rü bî Sosyoloji. (P. Descamps’dan çeviren N. Ş. Kösemihal, İstanbul 1950 XXI-I-160 sf.) Kitap halinde yayınlanmış olan bu eserlerin yanı sıra dergilerde yapılmış olan tercümeler de vardır. Bir fikir vermek üzere önem lilerine işaret ediyoruz. Terakki’de E. Demolins’in “Hâkimiyeti ele geçirmekte menfaat var mı?” adlı eserinden fasıllar tercüme edilmiştir. Say ve Tetebbü Mecmuası’nda yine E. Demolins'dcn "Yeni mektep, hocaları, programlan” adlı makale serisi ile P. Descamps’ın “İngiliz Mekteplerinde Terbiye” adlı tetki kinden “ İngilterede muhit-i içtimainin hususiyetine göre mekteplerin tasnifi” adlı makale dilimize çevrilmiştir. Muallimler Mecmuası’nda “Anglo-Saksonların faiki yet-i içtimaiyesi nedendir?» adlı kitaptan “ Üç terbiye” bo lümü tercüme edilmiştir.
62
Meslek-i İçtimaî Mecmuası’nda E. Demolins’den “îlm-i içtima” adlı bir çevirme vardır. Sosyoloji Dergisi’nde F. Le Play’nin “Avrupa İşçile ri” nden yapılmış bir monografi tercümesi bulunmaktadır. Kitap ve dergilerde makale halinde bulunan bu tercü melerden memleketimizde tarihî ve İçtimaî araştırma yapanlarca faydalanılmış, İçtimaî olaylara yapılan uygulamalar ve anketlerle gerçek sosyoloji anlayışına doğru gelişen bir çı ğır açılmıştır. d) Belirli fikirler etrafında toplanıp tartışmayı, fikirle ri halka yaymayı gaye edinen Nesl-i Cedit Kulübü’nden da ha önce söz etmiştik. Kulübün çalışmasını tatil etmesinden sonra bir dergi etrafında meydana gelen toplanmaları da bir fikir kulübü faaliyeti sayabiliriz. Bu sebeple Sabahattinden hareket eden "Science sociale” ci dergilerden de kı saca söz açmak isteriz. Bu dergilerden ilki 1910 yılında Edirnede yayınlanan “Say ve Tetebbü Mecmuası” dır. Nafi Atuf, A. Sanih ve M. Rüştü’nün telif ve tercüme makalelerinin ağırlık merkezi ni okul meselesi ve eğitim teşkil etmektedir. ıg ıg 'd a yayın hayatına giren “ Müşahede Mecmuası” Faik Şemsettin’in kalemiyle Sabahattini ve fikirlerini devam ettiriyor. Gençliğin eğitiminden başlanılarak bir çok İçtimaî meselelere temas edilmektedir. “ Memleket tamire, vatan hâdisat-ı içtimaiyesini müşahede ve tahlile şiddetle muhtaç tır. Bunlardan bahsedemeyen, bu vazifeyi ifaya muktedir ol mayan “ İçtimaî” bir mecmua meflûçtur.” inancını güden Müşahede, bir taraftan Türkiye de boşanma meselesi etra fında anket açarken öte yandan Durkheim’i tenkit etmekten ve Sabahattini tanıtmaktan geri kalmıyor. 1920 yılında “ Meslek-i İçtimaî Mecmuası'' öncekilere katılıyor. Mehmet Ali Şevki ve Ömer Adil’in birinci plânda yer aldıkları bu dergi, gayet ağır başlı yayını ile dikkati çek mektedir. Altıncı sayısında Sabahattinin “Vicdan-ı milliye” adını taşıyan bir makalesi vardır.
63
Derginin amacı şu cümlelerle anlatılıyor; "Muhit-i fik rimizi ilm-i içtima tetebbüüne kazanmak. Memleketimizin harita-i içtimaisini vücude getirerek mahalli tetkikler yap mak. İlm-i içtimayı meseley-i içtimaiyemize tatbik ederek ha yat-ı hususiye ve umumiyemizin tanzimi yollarını tesbite mu vaffak olan Meslek-i içtimainin tatbikat çığırında yürümek. Bu sahalardaki teşebbüslerin faaliyetini tevhit etmek.” Milletler arası ilmi münasebetlere girişen, makaleleri ve yayınladığı değerli araştırma ve kitapları ile Mehmet Ali Şevki, Sabahattin mektebinin en büyük tatbikatçısı olarak görülmektedir. E ğitim alanında
Cemiyet yapısının değişmesini terbiye ile mümkün gö ren Sabahattin okullarda tatbikini istediği eğitim ve öğretim prensiplerini ısrarla ileri sürmekteydi. Bu arada Fransada E. Dem.olins tarafından kurulmuş olan (l’Ecole des Roches - Kayalar Okulu) na yaptığı iki ziyaretin intibalarını kitapla rından birinde anlatmıştı. Kişiliği amaç edinen, amelî bilgi ler veren, kısaca hayata hazırlayan okulları arzulayan Sabahattinin düşünceleri maarif hayatımızda ne dereceye kadar tesirli olmuştur? ) 951 yılında Kayalar Okuluna yaptığımız geziden sonra şuna inandık ki Köy Enstitülerimizle bu okul arasında bir çok benzerlik noktaları bulmak müm kündür. Dayandıkları pedagoji görüşleri, kuruluş ve işleyiş şekilleri, gayeden doğ makta olan bazı farklarla birlikte, yakınlık göstermektedir. Köy Enstitülerini kuranların Sabahsitinin terbiyeye dair dü şüncelerinden ne dereceye kadar müteessir olduklarını gös teren vesikalar mevcut olmamakla beraber daha önce yapıl mış olan neşriyatın tesirden geri kalmadığını gösteren ema reler mevcuttur. Tek nik öğretim alanındaki çalışmalar Sabahattinin öz lemini gerçekleştirmektedir. Bugün maarif adamlarımızda hâkim, olmaya başlayan terbiye anlayışı Anglo-Sakson siste 64
mini benimsemekte, hayatın isteklerine cevap veren bir öğ retim esas sayılmaktadır. Nazarî bilgilerin değerini kaybet mesi, hayatın okulda yaşanması, kişiliğin gelişmesine ilk plânda yer verilmesi gibi görüşler, ırmakları besleyen gizli kaynaklar gibi, Sabahattin ve devamcılarının yayınlarından geniş surette müteessir olarak serpilmektedir. İk tisadî hayatta
Şahsî teşebbüs fikrinin gelişmesinde Sabahattin ve ta raftarlarının görüşlerinin bir hayli tesirli olduğu sanılabilir. îş hayatındaki başarısını “ ... benim en büyük şansım, mer hum Sabahattin Beyin irfan ve irşat hâlesi içinde bulunabil miş olmaklığımdır.” diye açıklamış olan Satvet Lûtfi Tozan, bu bakımdan bir örnek teşkil eder. (Bk. 20. Asır, s. 61, 8 Ekim 1953).
A Sabahattinin üzerinde durduğu sosyal meselelerimizden bir çoğu bugün de hal çaresi aramaktadır. Bunlar üzerinde teker teker durmayı lüzumsuz sayıyoruz. Dikkatli bir okuyu cu Sabahattinin üzerinde durduğu meseleler ve teklif ettiği hal çareleri ile hayatta karşılaştığı olaylar arasında kıyasla malar yaparak bir sonuca varabilir. O takdirde, Sabahattinin fikirlerinin hayat karşısındaki canlılık derecesi kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bir iki misal vermiş olmak için aile, okul ve eğitim, toprak meselesi, bürokrasi ve memur rejimini zik redelim. VII ~ Tenkit ve netice “ Sosyal inkılâp lideri Sabahattinin” "®ileri sürdüğü ve Türkiyenin teşekkülü tecemmüi içine konulduğu cemiyetle rin içtimai şekli meselesi, tenkitlere yol açmış bulunan bir düşüncedir." Bazı özellikleri gözönünde bulundurularak bir cemiyetin hangi tipe girdiğini tayin etmek mümkün olamı-
65
yacağı gibi cemiyetleri iki tip içinde mütalaa etmek de vakıa lara uygun düşmemektedir. Bir cemiyet şekli'nden ötekine geçişin terbiye yolu ile sağlanabileceği düşüncesinde mübalağaya kaçılmıştır. T er biyenin şekli çok defa İçtimaî bünye tarafından tayin edil mekte, terbiye anlayışı bir çok faktörlerin neticesi olarak or taya çıkmaktadır. Öğretime ihtiyâç duymayan büyük kütle lerin bir okul organizasyonu kurmasını beklemek fazla iyim serlik olur. İktisadî meselelerimizi liberalist anlayışla çözeceğim sa nan Sabahattin Türkiyenin gerçek şartlarını, halkın psikolo jisini hesaba katmıyor. Devleti daima bir heyûla gibi dü şündüğü için, onun sosyal hizmetleri üzerinde durmak is temiyor. Türkiyede hüküm sürmekte olan şartlar, sınırları iyi belirtilmiş bir devletçiliği gerektirdiği gibi devlete b a b a rolünde düşen gayretler de eksik değildir. Birinci Dünya Sa vaşından sonra gelişerek İkinci Dünya Savaşı sonunda ikti dara geçen “teşekkülü infiradı” tipindeki memleketlerde gör düğümüz siyasî partilerin İktisadî doktrinleri düşündürücü olsa gerektir. Yaînız İngilterede şahidi olunan gelişmeler bile dünkü mânada bir liberalizmin tarihe karışmağa başladığını göstermeğe yeter. Sabahattin, dikkatimizi cemiyetin bünye meselelerine çevirmekle faydalı bir rol oynamıştır. Yaşama şekli değişme dikçe idare şeklinde, sistemde ve partiler arasında meydana gelecek değişmelerin sadece görünüşte kalacağını tekrarla makta haklıdır. Tetkikçilerinden birinin haklı olarak söyle diği gibi "Devrine göre çok ileri adamdı. Komitecilikle, hü kümet ve parlâmento değişmeleriyle, yeni bir hükümdar ve ya siyasî partinin iktidarı ele almasiyle, bir memleketin kurtulamıyacağını ısrarla söylemesi bakımından, bugün de iyi niyetli politika ve devlet adamlarına rehberlik etmek şerefini muhafaza etmektedir.” ® ® *** 66
"Memleketimizde tecrübî sosyolojinin doğuşu ve geliş mesi”'®Sabahattinin adma bağlıdır. Türk tefekkürü, İçtimaî münasebetleri araştırîna ve çözme bakımından onun teklif et tiği görüş, ve metotlardan faydalanıyor. Devamcılarının, on lara katılan öteki araştırıcıların, yapmakta olduğu monogra filerle memleketi tanımak ve tanıtmak yolundaki çalışmaları küçümsenemez. Dağınık bir şekilde yürütülmekte olan mo nografi çalışmaları bir organizasyona bağlandığı gün “İçtimaî mesele” nin hal tarzı yarı yarıya kolaylaşacaktır. Sabahattin ve devamcıları Tü rk tefekkürünün emrine objektif ve verimli bir metot vermek sureciyle tarihî bir va zife yapmışlardır. Genç nesiller, memlekete giden yolun, fi kirle aksiyonu bağdaştıran bu çığırdan geçtiğini yaşanmış tec rübelerle duydukları nisbette kendilerine düşen hizmetleri daha büyük bir başarı ile gerçekleştirebileceklerdir. Böyle bir çalışma yolu Türkiyede sosyolojinin daha müsbet bir sa haya yönelmesini de sağlamış olacaktır.
67
KISALTMALAR
ABK A. B. Kuran — I — İnkılâj) Tarihimiz ve Jön Tü rkler
t.s.
— İnkılâp Tarihimiz ve İttihat ve Terakki — Constantinople aux derniers jours d'Abdul-Bamid — J. Denais — madde — P. Fesch — sayı — sayfa — la Turguie nouvelle et Vancien rigime — tarihsiz
TSP
—
II CD J.D.
m. P. F. s. sf. TN
Türkiyede Siyasi Partiler
(Bibliyografyada ve metinde rakamı takip eden sf. eserin kac sayfa olduğunu, rakam dan önce gelen sf. ise aösü edilen yazı veya düşüncenin eserin hangi sayfasında bu lunduğunu göstermektedir.)
TEŞEKKÜR Kitabımızdaki fotoğrafları hususî kolleksiyonlanndan temin ettiği miz sayın Satvet Lûtfi Tozan’a teşekkür ederiz. C. O. T.
BİBLtYOGJRAFYA NOTLARI
1 — G. Dorys, Abdul-Hamid intime. Paris 1901 (deuxiĞme ddition), sf. 271. 2 — A. B. Kuran, înküâp Tarihimiz ve Jön Türkler. İstanbul 1945, sf. 21-22. 3 — t, M. K. İnal, Son asır Türk şairleri. İstanbul 1930, cüz I, sf. 55. 4 J. Denais, La Turquie novıvelle et l’ancien regime. Paris 1909, sf. 42 ve A. B. Kuran, İ. T. ve J. T. sf. 67-68. 5 — OsmanlI gazetesi: No: 54. 6 — OsmanlI gazetesi. No; 51. 7 — P. Fesch, Constantinople aux derniers jours d’Abdul-Hamid. Pa' ris (t.s.), sf. 360. 8 — OsmanlI gazetesi. No; 100. 9 — Resimli Ay. Yıl 7, s. 2, sf. 7. 10 — OsmanlI gazetesi. No; 66. 11 — ABK, I. sf. 98. . 12 — t.M.K. tnal, S.A.T.Ş. sf. 58. 13 — J. Denais, T.N.'et L.R. sf. 90 \ j P. Fesch, C.A.D.J.D. sf. 358. 14 — J.D., TN, sf. 76 (not). 15 — ABK, I. sf. 65. 16 — İ.M.K. tnal, S.A.T.Ş. sf. 62. 17 — Sabah gazetesi. No; 6806. 18 — P.F., Les Jeunes-Turcs. Paris (t.s.), sf. 56. 19 — J.D, TN, sf. 76. 20 — P.F, CD, sf. 378. 21 — La Revue. C. LVIII, sf. 433. 22 — Sabahattin, İttihat ve Terakki Cemiyetine açık mektuplar. İstan bul 1327, sf. 79. 23 — P. Descamps, La sociologie expĞrimentale. Paris 1933, sf. XXVII. 24 — îkdam gazetesi. No; 5127 (A. Kemal’in makalesi) 25 — İştihat (İçtihat). No; 128, sf. 2765. 26 — J.D, TN, sf. 76.
69
27 — Mehmet Sabahattin - Ahmet Lûtfullaitı, Umum Osmanlı vatandaş larımıza beyanname. Mısır-Blkahire (t.s.). 28 — Osmanh gazetesi; No; 101. 29 — P.F, CD, s. 367. 30 — ABK, I. sf. 150-54. 31 — T.Z. Tunaya, Türkiyede Siyasi Partiler. İstanbul 1952, sf. 107. 32 — ABK, I. sf. 155-168. 33 — ABK, İnkılâp Tarihimiz ve Ittihad ve Terakki, İstanbul 1948, sf. 234-35 ve T.Z. Tunaya, TSP. sf. 142-44. 34 — ABK, II. sf. 234-43 ve TSP. sf. 107, 153-57. 35 —•Tanin gazetesi. No; 35 (Ademi merkeziyet) 36 — ikdam gazetesi. No; 5130 (Teşebbüsü şahsî, tevsii mezuniyet, ade mi merkeziyet). 37 — Tanin gazetesi. No: 40. 38 —■Sabah gazetesi. No: 6818, 6819 (Mehmet Sabaliattin Beyefendinin konferansları). 39 — Tanin gazetesi. (6 Eylül 1324). 40 — İkdam gazetesi. No; 5173 (Bir izah) 41 — İkdam gazetesi. No; 5174. 42 — Sabahattin, Teşebbüsü şahsi ve tevsü mezuniyet hakkında bir izah. Dersaadet 1324, 20 sf. 43 — ABK, II. sf. 251. 44 — T.Z. Tunaya, TSP. sf. 240. 45 —■Tanin gazetesi. No; 129. 46 — Sabahattin, Teşebbüsü şahsi ve ademi merkeziyet hakkında ikinci bir izah. İstanbul 1324, 46 sf. 47 — Tanin gazetesi. No; 217 (24 Şubat 1324). 48 — ABK, I. sf. 279. 49 — İkdam gazetesi. No; 5352 (6 Nisan 1325) «Sultanzade Sabahattin Beyefendinin Osmanlı askerine hitaben açık mektupları». 50 — Sabahattin, İttihat ve Terakki Cemiyetine açık mektuplar: Mesle ğimiz hakkında üçüncü ve son bir izahı, İstanbul 1327, sf. 44. 51 — İkdam gazetesi. No: 5360 (16 Nisan 1325). 52 — Nesli Cedit Kulübü Nizamnamesi. Dersaadet 1324, m. 1, 3, 4, 5. 53 — T.Z. Tunaya, TSP. sf. 373. 54 — Sabahattin, 1. ve T.C.A.M., 138 sf. 55 — Sabahattin, 27 Teşrinievvel 1328 tarihiyle huzuru muallâyı Padişahiye takdim edilen açık bir ariza. S sf. 56 — ABK, I, sf. 341. " 57 — İbid, sf. 372. 58 — Sabahattin, Türkiye nasıl kurtanlabilir ? Mesleki içtimai ve pro gramı. İstanbul 1334, 104 sf. (İkinci baskısı: İstanbul 1950). 59 — ABK, II. sf. 312. 60 — Vatan gazetesi. 4 Temmuz 1949. 61 — Fethi, Muhaliflerin esrarı. İstanbul 1332, sf. 47.
70
62 — Osmanh Ahrar Fırkası Programı. İstanbul 1324, m. 9, 14. 63 — Samet Ağaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu. İstanbul 1944, sf.*64, 76, 82, 86. 253. 64 •— Fındıkoğlu Z. F., Metodoloji Nazariyeleri, İstanbul 1950 (3. baskı), sf. 332-346, 347-365. 65 — H.Z. Ülken, Sosyoloji Dergisi, s. 6, sf. 104-116, İstanbul 1950. 'La sociologie rurale en Turquie’ adlı yazı. 66 — T.Z. Tunaya, Sosyal Hukuk ve İktisat Mecmuası, sene 1, s. 3 (1948) sf. 119-126. .67 — P. Sefa, İçtihat, s, 133-35 (1918). Şekli içtimai meselesi adlı makale serisi. 68 — C. Tanyol, Sosyoloji Dergisi, s. 4-5, sf. 146, İstanbul 1949. İçtimaî monografi hazırlıkları - Prens Sabahattin adlı etüd. 69 — N.Ş. Kösemihal, Sosyoloji Dergisi, s. 6, sf. 117-133, İstanbul 1950,
71
PRENS SABAHATTİN IÇIN EK BİBLİYOGRAFYA
M. B. Bsatb
— Prens Sabahattin Bey Akşam grazeteşi, 19 Temmuz 1948
Fındıkoğlu Z. F.
— Bir ianma töreni münasebetiyle Yeni İstanbul g., 30 Haziran 1950 ^ — Prens Sabahattin haldunda Bilgi derg-isi, s. 76, Ağustos 1953.
Dr. O. B. KazancıgU — lıe Ppinee Sabahaddine La Tribüne de Geneve, le 24 JuiUet 1948 — Le Prrtıce M. Sabahaddine, ses Id^es, sa carriere, Paris 1948 H. Z. Ülken
Büyük bir yol gösterici için Yeni Sabah g., 3 Temmuz 1950 — Sociology in Turkey Sosyoloji Dergisi, s. 6, 1930
C. Tanyol
— Prens Sabahattinin ahlâkî şahsiyeti Yeni Sabah g., 7 Temmuz 1950 — Sabahattin Bey Yeni Sabah g., 4 Temmuz 1953
C. O. Tütengil
Sabahattin Bey Bilgi d., s. 15, 1 Ağustos 1948 — Fikir ve siyaset adanu Sabahattin Beyi anarken... Yücel d., s. 8 (yeni seri), Ağustos 1950 — Prens Sabahattin Bibliyografyası Memleketimizde ve Dünyada Kitaplar d., s. 7-8, Ağustos-Eylül 1950 — Prens Sabahattin Beyin mezan BUgi d., s. 44, 1 Aralık 1950 — Bir avuç toprak Tarsus g., 29 Eylül 1952
A. E. Yalman
72
‘Sabahattin hakkında iki başyazı’ Vatan g., Z 1, Haziran 1948.