MİTOLOJİK SİMGELER EKSENİNDE HALİKARNAS’IN “AKDENİZ”İ “Akdeniz hep genç ve canlıdır. Ebedidir ve hep öyle kalacaktır.” Halikarnas Balıkçısı
İnsan dünyaya geldiği andan itibaren evreni anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmış, yaşamın İbilinmeyen, karanlık yönleri üzerinde düşünmüş, kendi yaratılışını, dünyanın oluşumunu, gök gürlemesini, şimşek çakmasını, yıldızları, güneşi, karanlığı, aydınlığı kendince açıklamıştır. “Soyutlama, simgeleştirme cambazı homo sembolikus”(Güvenç 2002: 319) insan, değerler, anlamlar üretmiş ve simgeler vasıtasıyla dile getirdiği öyküleri “başlangıç”tan beri anlatmış durmuştur. İnsan topluluklarının evreni, yeryüzünü ve tabiat olaylarını çeşitli yollardan yorumlama ve henüz sırrını çözemedikleri yaşamla ilgili her türlü oluşumu ve yok oluşu anlamlı bir biçimde açıklama gereksiniminden doğan bu öyküler, mitlerdir. Bunlar, nedenlerin, niçinlerin, nasılların “başlangıçtaki” sembolik açıklamalarıdır ve anlatıldığı, dinlendiği ortamlarda bunlar kutsaldır. Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde mitoloji penceresinden süzülen Akdeniz ve Ege’nin ışıltılarını yakalamak mümkündür. Yazar, mitolojinin “bireyin bütünlük içine yerleşmesi; kendisiyle (mikrokozmos), kültürüyle (mezokozmos), evrenle (makrokozmos) uyum sağlamasındaki aracılığı” (Campbell 1994: 16) işlevinden faydalanır. Eserlerinde Akdeniz bölgesini kültürel ve mitolojik özellikleriyle yaşatan ve tanıtan Yunan ve Latin kültürünü ve mitolojisini Akdeniz uygarlığının bir parçası olarak gören yazar, Akdeniz çevresindeki ülkelerin bir kıta oluşturduğu düşüncesiyle Yahya Kemal ve Yakup Kadri’nin başlangıç noktasını oluşturduğu Havza medeniyeti fikrini devam ettirir (Kefeli 2006: 191). Yazara göre, Akdeniz çevresindeki memleketlerin bir kıta oluşturur. Bu kıtayı da “Altıncı Kıta” olarak adlandırır. Halikarnas Balıkçısı, “Altıncı Kıta Akdeniz” adlı denemesinde mit dünyası eşliğinde Akdeniz’e doğru yolculuğa çıkar, ışıklı ve gizemli bu dünyada gezinir. Yazara göre bu kıta, “vahşi bir dünya” değildir, burası “insan dünyası”dır. “Her şeyin ölçüsü insandır!” diyen Pratogas’a, Halikarnas da “insanın ölçüsü bu Akdeniz’dir!” diyerek seslenir. ALTINCI KITA: AKDENİZ Bu insan dünyası Akdeniz acaba nasıl bir bölgedir? Venedikli jeolog Eduard Suess “The Face of the Earth” adlı kitabında Akdeniz’i dört ayrı fiziksel bölgeye ayırarak tanımlarken denizciler de Akdeniz’in birçok denize ayrıldığını ve her bölgesindeki ayrı karakter sergilediklerini dile getirirler. Ernle Bradford, “Akdeniz-Bir Denizin Portresi” (2004) adlı eserinde Akdeniz’in bölgelerini, bölgelerdeki çeşitliliği şöyle aktarmaktadır: “(…) Batı havzası dışında öbür üçü şöyledir: Adriyatik; Girit ve Kıbrıs’tan kuzeye doğru Ege’ye uzanan ve Karadeniz’i da kapsayan alan; ve Suriye’den Sirte Körfezi’ni de kapsayacak şekilde batıya doğru uzanan Kuzey Afrika kıyı bölgesi. Denizcilere göre Akdeniz birçok “deniz”e ayrılır (…) Coğrafyacılar kesin ve bilimsel tanımlar yapabilirler; fakat gemiciler bu bireysel denizlerin niteliğini ve hissiyatını avuçlarının içi gibi bilirler. Gerçekten de Akdeniz’in her bölgesinin kendine ait ayrı bir karakteri vardır; biri şiddete daha eğilimli, öbürü daha sakindir; biri güvenilirdir, fakat ara sıra tutku nöbetlerine yakalanır, bir başkası tehlikeli bir şizofrendir” (Ernle 2004: 22-24). Bradford, denizcilerin Akdeniz’i dişil olarak algıladıklarını ve dolayısıyla kaprisli olarak nitelediklerinden söz eder. Deniz böyledir, ancak bölgenin iklimi istikrarlıdır: “Akdeniz’in herhangi bir kesiminde pusulanın herhangi bir noktasına doğru yol alan bir akıntı bulmak olanaklıdır… Deniz dişildir, dolayısıyla denizci de onu kaprisli bulur (…) Deniz öngörülemez ise, Akdeniz iklimi genel olarak istikrarlı olmakla ve görece bir kalıba girmekle bunu telafi eder. Bölgenin tamamında yaz sıcaktır; kış ise çoğunlukla serin olmasına karşın, kısa sürer ve bol güneş ışığıyla canlanır” (Ernle 2004: 28-29). Halikarnas Balıkçısı’na göre denizi, adaları, kıyıları, yüksek ve “mağrur” dağları, uçurumları ve insanlarıyla tüm Akdeniz, “usta bir sanatçının elinden çıkmış sanat yapıtı” gibidir. O, ilk olarak
Akdeniz’in sesini dinler ve “Evet, evet!” seslerini duyar. Burası “evetlerin ülkesi”, sıkıntı duyulmayan, rahat bir yerdir. “Akdenizlinin karakteri, “hayır”dan çok ‘evet’ demeye yatkındır. “Evet” demek istenir. “Evet” demek o kadar kolaydır ki! Aksine “hayır” deyince bir sıkıntı duyulur. Altıncı Kıta “Evet! Evet! ülkesidir.” Aynı “evet” seslerini Bradford da duymuştur. Yazar, “evet”i duyuşunu şöyle ifade etmektedir: “Deniz ve etrafındaki topraklar bazen kendi kendilerini açığa vururlar. Yalnızken ve yelkenli bir teknenin güvertesindeyken onları okumak daha kolaydır; çünkü rüzgardaki ve dalgadaki sessizlik, artan bir duyarlılığa katkıda bulunur. İnsan arzu ettiği vücut bilincinin durdurulması haline ulaşır ve dünyanın gürültüsü içinde duyulamayan bir dalga boyuna kendini bırakan medyum olur. Belki bir yüz, bir imparatorluğun parçası, batık bir gemi ya da bir adanın gençliğinden kalma bir yanı-bunlar yüzüp yüzeye çıkarlar. Orada yaşam dolu, en küçük puluna kadar görülebilen bir sarı sazan gibi dolaşırlar- aniden bir rüzgâr ya da bir dalga havuzu karıştırana ve her şey tekrar donuklaşana kadar. Böyle bir anda dikkatli bir biçimde dinlenirse, bu denizin sesini duymak olanaklıdır. Kuzey Afrika’nın uzun kumlu sahillerinde, Adriyatik’in terk edilmiş ve unutulmuş koylarında, eski kent harabelerinin karşısında ya da çamların havaya kokularını yaydığı boş adacıklarda denizin tüm dalgaları, Evet, diyor” (Ernle 2004: 429). Bradford, Akdeniz’deki çeşitliliğine de dikkat çeker. Bu çeşitlik halklar, kültürlerin zenginliği, doğal özellikleri olarak büyük zenginliktir: “(…) Dünyanın büyük okyanuslarıyla karşılaştırıldığında küçük sayılan Akdeniz, ona denk herhangi bir alandan daha büyük halklar, kültürleri meteorolojik ve coğrafi farklılıklar yelpazesini barındırır” (Ernle 2004: 22-24). Halikarnas Balıkçısı, yılın bazı zamanlarındaki gecelerde Akdeniz’i gözlemiş ve bu denizin “tamamıyla akkor, saydam ve aydınlık” olduğunu fark etmiştir. Bu deniz “dans eden sıvı bir fosfor denizidir sanki. Denize girerseniz, tüm bedeniniz ışıklı bir maddeden yapılmış gibi parlaklaşır.” GÜNEŞİN ÇOCUKLARI Ya Akdeniz insanları kimlerdir? Yazara göre onlar da “güneşin çocuklarıdır”: “Akdenizliler, tüm gün ortalığı, iç açıcı ışığıyla aydınlatan güneşin çocuklarıdır. Kişi, akan Akdeniz aydınlığı altında coşkuya kapılır.” Duru ve Ak Akdeniz Mit dünyasında gezinmekten büyük zevk ve heyecan duyan Halikarnas Balıkçısı, eserlerinin merkezine, mitik simgeler ekseninde kutsal öyküleri yerleştirir. Yazar, “Altıncı Kıta Akdeniz” olarak adlandırdığı Akdeniz’de yolculuk ederken de bu anlatılar da ona yoldaş olur. O, Akdeniz’in adını, adalar ve Samanyolu’nun oluşumunu mitoloji ekseninde açıklar. Akdeniz’in oluşumu Tanrıça Hera’nin göğsünden fışkıran sütlerle başlar. Süt kadar taze, duru ve aktır Akdeniz: “Mitologya çağında, ufkun öte yakasındaki çocuğunu beslemek isteyen Tanrıça Hera, tanrısal göğüslerini sıkar. Sütün fışkırmasıyla gök kubbede geniş bir yay çizer ve böylece Samanyolu yaratılmış olur. Sütten Akdeniz’e düşen damlalardan, çılgın ada galaksileri oluşur. Bu, altıncı kıtanın başlangıcıdır. Ortadoğu’nun batısında oturan ve ayrı diller konuşan toplumlar Akdeniz’e “Ak” ya da “Duru” deniz adını takmışlardır.” KUTSAL MEKÂN Mitik düşüncede mekân algılamasında ikili bir anlayış göze çarpar. Bunlardan biri kutsalla bağlantılı olan yani kutsalın ortaya çıktığı “kutsal mekân”dır. Diğeri de “sıradan mekân” dır. Yani mekân ya kutsaldır ya da sıradan bir yerdir. Kutsal mekân, merkezdedir. Her şey, merkeze bağlanmayla anlam kazanır ( Çobanoğlu 2001: 52). Mekânı, kutsalla bağlantılı olarak merkezi bir yapı içinde algılama tarzı, Eliade’nin deyimiyle “merkez simgeciliği”ni meydana getirmiştir (Eliade 1994: 26-30). Merkez kavramı, bünyesinde pek çok unsuru barındırır: Kozmik seviyelerin keşisim noktası hiyerofanik, dolayısıyla gerçek mekân, mükemmel yaratılış mekânıdır; çünkü tüm hakikatin kaynağı, dolayısıyla enerji ve yaşamın kaynağı buradadır (Eliade 2009: 364). Bir mekânda ilk yaratılış, ilk oluş gerçekleştiyse burası merkezdir ve burası kutsaldır.
Merkez önemlidir. Merkez dağ olabilir, mağara olabilir, tapınak olabilir, saray olabilir. Günümüzde başkent olabilir. Başkentte de en yetkili kişi/kişilerin bulunduğu mekân olabilir. İnsanlık her zaman bir merkeze gereksinim duymuştur. Büyük, küçük bütün dinlerde, inanç sistemlerinde belli merkezlere rastlanır. Olimpos’tan Tur dağına, Mekke’den Kudüs’e, atalar mağarasından Hira dağındaki mağaraya, Vatikan’dan Fener’e bu merkez simgeciğinin göstergeleri olarak karşımıza çıkar. Halikarnas Balıkçısı da Akdeniz’i merkez konuma yerleştirir. Akdeniz, insanlığın, üç büyük dinin, uygarlığın merkezidir: “Üç büyük modern din, Akdeniz’in güneydoğusundan kaynaklanır: Musa’nın, İsa’nın ve Muhammet’in dinleri. Akdeniz’in ana tanrıçaları değişik dillerde ayrı şekilde adlandırılırdı.” HEP GENÇ VE CANLI Mit dünyasında sürekli yenilenme tazelenme, canlanma vardır. Güneş doğar, batar, tekrar doğar, Ay çıkar, kaybolur, tekrar çıkar. Çiçek açar, solar ve yine açar. Bu çember devam eder gider. Doğayla iç içe yaşayan ve onu sürekli olarak gözlemleyen, onun geçirdiği dönüşümleri kavrayan insan, döngüyü de içselleştirir (Eliade 1994). Başlangıç noktası yaratılıştır. Başlangıçla düzene geçilmiş, karanlığın yerini aydınlık almıştır. Bu an, kutsaldır. Bu başlangıcı tekrar etmek, yaşamak, kutlamamak gerekir. Yeni yıl ritüelleriyle başlangıç tekrar tekrar yaşanır. Böylece her başlangıçla her şey tazelenir, yenilenir ve arınır. Halikarnas, kutsal ve merkez mekân olarak Akdeniz’i ilân eder. Başlangıç anı burada yaşanmıştır ki Akdeniz böylelikle hep gençtir ve hep tazedir. İşte, yazarın Akdeniz’i de hep “genç” ve “canlı” kalarak mit dünyasından günümüze böyle göz kırpar: “Akdeniz hep genç ve canlıdır. Ebedidir ve hep öyle kalacaktır.” VERİMLİ HİLÂL Yeniden doğuşun temelinde ay mitleri yatar. Ay geçirdiği evrelerle ölüm ve dirilişe, yeniden doğuş çok tutarlı örnekler sağlar ve “ebedi dönüş”ü gösterir. Ayın ritmik bir şekilde, sürekli olarak geçirdiği devreler ile insanın doğması, büyümesi, gerilemesi ve yok oluşu arasında bir benzerlik kurulur. Ayın yok oluşunun ay için bir son olmayışı gibi insanın yok oluşu da onun için bir son değildir. Ay, ışık, spiral, yılan, inci, istiridye, boncuk, geyik kuş vs. gibi unsurların hepsi doğum ve yeniden doğum temasının sembolik öğeleri olarak karşımıza çıkar. Ay tarihin karanlık dönemlerinden başlayarak uzun dönemler boyunca Umay-Nit-İsis-İsthar-Artemis-Diana gibi tanrıçaların da temel sembolü olmuştur ( Ateş 2002: 136). Ay ışığı da Gök Tanrı’nın sperması olarak değerlendirilir ve bu, kutsaldır. Ay ışığında gebe kalan kızlar, Ay ışığından doğan kızlarla evlenen yiğitler mitolojinin sık tekrarlanan motiflerdendir ( Korkmaz 2003: 31). Balıkçı, Akdeniz’i “verimli hilal” olarak nitelerken onu, hep ışıkla birlikte anar. Güneş, ay, yıldız da ışığa eşlik eder. KUTSAL IŞIK Yaratılıştan önce karanlık bir kaos vardır. Mitler, kargaşa ve düzen, karanlık ve aydınlık gibi birbirine zıt kuvvetler arasındaki çelişmeleri ortaya koyarlar. İnsan fikrinin ilk evrelerini aktaran mitolojide, dünyayı ayrıştırma yoluyla anlama isteğine rastlanır. Bu ayrıştırma zıtlıklar üzerine kurulur. Karanlık/aydınlık bu zıtlıkların başında gelir. Karanlık, “ışık” motifiyle aydınlanır. Işık ve karanlık, dünyayı anlamak için mitolojik ayrışmanın en eski zıtlığıdır ve mitik düşüncede ışık önemli bir simgedir. Işık, iyiliği, aydınlığı simgeleyecek biçimde bilince/ inanca taşınır. Mitlerde iyilik simgesi olan aydınlık; ruh, ışık ve güzelliğin, kötülük simgesi olan karanlık ise, gövde, madde ve şeytanın evrendeki yansımalarıdır. Güneş ve ışık, “kutsal-olan”, “yararlı-olan”, “hayırlı-olan”ı temsil eder. Dünyanın her yerinde, tanrının en uygun vahyinin ışıkla gerçekleştiğine inanılır ve ışık tanrıların geçici ya da sürekli ulağı, yeniden doğuşu ya da ortaya çıkışı olarak, ayrıcalıklı insanların doğumunda, tüm dinlerde büyük rol oynar (Roux 2002: 278). Eliade, ışıkla ilgili şunları söylemektedir: “Her gün yeniden doğan ışık, her yıl gelen ve yeri yeniden” canlandıran güneş, insanda, doğumun yalnızca simgeleri değil ama aynı zamanda örnek oluşturan imgeleridir ya da ırkın yetkinliğe doğru ilerlemesini sağlayan etkenlerdir” (Eliade 2001: 53).
Mitolojik varoluş tasarımlarında ışık, baba olarak da algılanır. Tanrının üretme/ yaratma gücünü ışık simgeler. Kutsal Işık’ın Gök Tanrının görünüşe taşınan biçimi olduğuna inanılır. Işık, Gök Tanrının “dönüşüm” ürünü olarak algılanır; yeryüzünü ısıtır, aydınlatır; havayı, suyu, toprağı, bitkiyi, hayvanı, insanı döller. Onların doğurmasını sağlar. Dağlar, ormanlar ve sular, bu ortamda yaşayan tüm canlılar ışığın çocuklarıdır. Baba, çocuğunu nasıl severse, ışık doğayı öyle sever; iyilik-güzellik verir her şeye. Geceleri ışığın açığını, ay ve yıldızlar soluk aydınlıklarıyla kapatmaya çalışır; yaşam kesintiye uğramasın, iyilik-güzellik eksik olmasın diye (Korkmaz 2003: 83-84). Eski Türk düşüncesine göre, gökyüzünde olduğu sanılan ve “uçmak” adı verilen cennet, sonsuz mutluluklar ülkesi, bir ışık dünyası, ışık dolu bir âlemdir. Yerden on yedi kat göğe doğru gittikçe aydınlanan bu ışık dünyasının on yedinci katında bütün göz kamaştırıcı aydınlığı ile Türk Tanrısı oturur (Korkmaz 2003: 163) . Gökyüzü ışığının içinde yere inen “kut” da Türk mitolojisinde ışıkla bağlı kutsal ve gök kökenli varlıklardandır. Yeryüzünde iyilik yapan ruhlar da vücuttan ayrılınca, bir kuş şekline girerek, bu “engin ışık” dünyasına uçarlar. “Işın” ışık kaynağı olarak algılanan Gök Tanrı’dan ya da Ülgen’den saçılan ve her şeye can veren, ruh veren ışık çizgileridir. “Işıklı”, Ülgen’in ruhuyla aydınlanmış olandır ve “ışıklı kün” nevruz’dur (Korkmaz 2003: 117-118). Türk mitolojisinde var oluş aydınlık ve ışıkla simgelenirken bunların kaybolması yok oluş yani kıyamet demektir. Yazar, ışıkla ilişkili olarak şafak, güneş, ay, yıldız, seher gibi imgeleri kullanmaktadır. “Bu ışık, hayatın başlangıç gülümsemesidir. Bu en büyük saflıktır.” Akdeniz, düzeni ve yeniden doğumu temsil ettiğinden de hep aydınlık, hep ışıl ışıldır. Akdeniz’in güne başlaması Şafak Tanrıçası Eos’la birlikte anılır, “Altıncı Kıta” sonsuzlukla kıyaslanır: “Şafak Tanrıçası Eos, gül parmaklarıyla yavaşça, gün kapısının iki kanadını aralamaktadır. Bu Akdeniz günüdür (…) Birdenbire Eos günün kapısını açar ve menteşeler rengi gök gürültüsüyle homurdanır. Güneş, olanca görkemiyle ufukta yükselir. Aydınlık, “Altıncı Kıta”yı tamamıyla kaplar. Arşipel’in adaları Girit, İyonya olarak adlandırdıklarımızın tümü Lipan, Malvuazi, Sicilya, Korsika, Sardunya, Balear Adaları, Hespendler, uzaktakiler ve daha da uzaktakiler muştucu birer yanarca (meşale) olurlar. Bir şimşek çakışı ölçülemeyecek kadar kısa zaman içinde, aydınlık uçurumun kıyısında Altıncı Kıta sonsuzlukta kıyaslanır. Bu, aydınlığın çağlar süren birikimidir.” Güneş Halikarnas’a göre, Akdeniz’in kendine özgü güneşi vardır: “Akdeniz güneşi aydınlattığı gerçek varlıklara şiirsel imaj verir”. Akdeniz güneşi ufuktan doğmaz adeta patlar. O zaman gökyüzünde “dalga dalga eğmeçler, sarmallar çizerek cıvıldamaya başlar kuşlar. Ozan, gibi türküleriyle gökyüzünde gelin telleri, örümcek ağları gibi sallanan teller bırakırlar.” YILDIZLAR Akdeniz akşamlarında yıldızlar göz kırpar, ağaçlara yıldırım düşer: “Bütün yıldızların gökyüzünde parıldayıp göz kırptığını görmek, ağaçların yıldırıma dönüştüğü Akdeniz’in ağustos böceklerini dinlemek sanılabilirdi.” Akdeniz akşamlarında bir yıldız parlar. Çoban yıldızı, akşam yıldızı, sabah yıldızı vb. nice adlar takılan bu yıldız Afrodit olmalıdır: “Duru Akdeniz göğü altında gökte Ay bile yokken sandalınızın üstüne bir gölge salındığını görürüsünüz. Kuşkunuz olmasın ki o parlak yıldız, Afrodit’in ta kendisidir. Çoban yıldızı, akşam yıldızı, sabah yıldızı vb. nice adlar takılan bu yıldız, güneş ve aydan sonra nesnelerin gölgelerini salabilen tek yıldızdır.” Halikarnas’a göre Akdeniz akşamlarında parıldayan yıldızlar mitolojilerden süzülüp gelmişlerdir: “Akdeniz’in duruluğunda kayık ayaklanıyor. Binlerce, milyonlarca yıldızın görüntüsü denize yansıyor. Sandal denizde yıldızların arasında yavaş yavaş süzülüyor. Altınızda yıldızlar, üstünüzde yıldızlar. İşte göklerin uçurganı Orion işte Andromede ve işte Pegasos.” UYGARLIK ŞAFAĞI
Yazara göre, Akdeniz dünyası “aşk ve döl vermenin yarattığı ışık içinde yüzen düşsel bir dünyadır”. Altıncı Kıta, “doğmaya hazır günün aydınlığını, saydamlığını yaşatır.” Akdeniz’in şafağı adeta “infilak” eder: “Şafak vakti bu, yürekler sıkıcı bir hüzün değildir. Aksine şafağın infilakı, gökyüzü kapısının menteşelerini portakal rengi bir gıcırtıyla açar. Kuşlar kanatlarını çırpar, çekingen çekingen türkülerini şakımaya koyulurlar.” Akdeniz, “uygarlık şafağı”dır. Uygarlık ışıktır, aydınlıktır ve bu ışığın şafağı da Akdeniz’de doğup buradan dünyayı aydınlatmaktadır. Bu nedenle de “Ex Oriente lux” yani “ışık doğudan gelir” denilir. Yazara göre, “Akdeniz oldum olası insanlığın ışık saçtığı merkez olmuştur”. Atın evcilleştirilmesinden denizciliğe, spordan sanata her şey bu şafakta gelişmiştir. İnsanoğlu, burada “anasının kucağındaki kadar rahattır”. Homeros, Kolomb, Dante, Don Kişot bu toprakların çocuklarıdır. Akdeniz şafağı da “şanlı şereflidir (…) Kuşlar, kanatlarının uçlarında günün son ışıkları, yuvalarından cennet doğaya sakin sakin bakarlar. Dağlar, ağaçlar, hatta çalılar, köklerini topraktan söküp giden ışıkla birlikte gitmek için çaba harcarlar.” Akdeniz kıyıları, “güneş bahçesi”dir. Bu bahçenin insanları “ışıkla kaplı ebedi Akdeniz”den dünyayı aydınlattılar. Homeros, “deniz kıyısındaki güneş bahçesi”nden söz eder ve bu büyük ozan, “deniz kenarındaki güneş bahçesinin bahçıvanı”dır. Bu ozan, Akhilleus’in ağzından şöyle söyler: “Bu karanlık krallığın imparatoru olmaktansa güneşli dünyanın en kötü kölesi olmayı yeğlerdim.” Mitolojiyi çalışmalarının merkezine yerleştiren Halikarnas Balıkçısı, “Altıncı Kıta” adını verdiği Akdeniz’ini anlatırken de bu merkez etrafına dolanır. Mitlerden ve mitolojik simgelerden yararlanarak Akdeniz’i geçmişten geleceğe bağlar. Yazar, Akdeniz’in uçurumundan adasını, ozanından denizcisine kadar mitolojinin gizemli dünyasından yararlanarak anlamaya, anlamlandırmaya çalışır.
KAYNAKLAR ATEŞ, Mehmet (2002): Mitolojiler ve Semboller, İstanbul: Aksiseda Matbaası. CAMPBELL, J. (1994): Yaratıcı Mitoloji, Çev. Kudret Emiroğlu, İstanbul: İmge Kitabevi. ÇOBANOĞLU, Özkul (2001): “Türk Mitolojisinde Kutsal Sabit Mekân Fikrinin Yaratılış Tipolojisi Üzerine Tespitler”, Uluslar arası Türkistan Halk Kültürü Sempozyumu, Muğla: Muğla Üniversitesi Yayınları. ELIADE, Mircae (1994): Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, Ankara: İmge Kitabevi. -- (2001): Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Fırat, İstanbul: Om Yayınevi. -- ( 2009): Dinler Tarihine Giriş, Çev. Lale Arslan, İstanbul: Kabalcı Yayınevi. ERNLE, Bradford (2004): Akdeniz –Bir Denizin Portresi-, Çev. Ahmet Fethi, İstanbul Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. GÜVENÇ, Bozkurt (2002): İnsan ve Kültür, İstanbul: Remzi Kitabevi. HALİKARNAS BALIKÇISI (2007): Altıncı Kıta Akdeniz, Haz. Şadan Gökovalı, Ankara: Bilgi Yayınevi. KEFELİ, Emel (2006): Edebiyat Coğrafyasında Akdeniz, İstanbul: EF Yayınları. KORKMAZ, Esat (2003): Eski Türk İnançları ve Şamanizm Terimleri Sözlüğü, Anahtar Kitaplar ROUX, Jean Paul Roux (2002): Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.