2
Diğer güzel sanatlarda olduğu gibi h a t sanatında da
edeceği ilâhî kalem ile beşerî kaleme işaret edilmiş
güzel eserlerin m e y d a n a
tir.
gelmesinde yaratıcı güç,
gayret ve zekânın yanında tekniğin de önemli bir ye
1
Hangi nevi kalem olursa olsun kalem, ilme ve
sanata vasıta olması bakımından övülmüştür.
ri vardır. Yazıda kullanılan aletlerin, malzemenin mükemmelliği
sanatkârın
başarısına
tesir
eder.
"Kem âlet ile tahsîl-i k e m â l â t o l m a z " denir. Yazı sa
Kalem çeşitleri
natında kullanılan k a m ı ş kalemin ıslahı, m ü r e k k e b i n ve kâğıdın istenilen vasıfta hazırlanması uzun tecrü
Hüsn-i hatta, ekseriya kamış kalem, cava kalemi, me
be ve bilgi m a h s u l ü d ü r .
nevişli kalem, kargı kalem ve tahta kalem kullanılır.
YAZI A L E T V E M A L Z E M E L E R İ
Kamış kalem
Yontulmuş kamış, yazının en tabii aletidir. Romalı Kalem
l a r ı n kalamus, Rumlar'ın kalamos, müslümanların kalem dedikleri kamışın (Farsça, "hâme, kilk") çok
Yazı vasıtalarının b a ş ı n d a gelen kalemin şerefi, Al
eski zamanlardan beri yazı malzemesi olarak kulla
lah ve H z . M u h a m m e d t a r a f ı n d a n yüceltilmiştir. İn
nıldığı bilinmektedir. Kamıştan başka, milâttan son
san için söz gibi yazının da faydası b ü y ü k t ü r . Yazı
ra V. yüzyılda kaz ve kartal gibi hayvanların tüyleri
öğretimini k e n d i nefsine bağlayan Allah Teâlâ, " K a
de yazı aleti olarak kullanılmaya başlanmıştır. En
lem ile yazıyı öğreten, o vasıta ile ilmi belleten de
yaygın yazı aleti madenî uçlu kalemlerin milâttan
O ' d u r " b u y u r m u ş , yazının ve ilmin i n s a n o ğ l u n a ve
sonra XVIII. yüzyılın ortalarına doğru Fransa'da
rilmiş sayısız nimetlerinin b a ş ı n d a geldiği, ayrıca ya
icat edilmiş olduğu ileri sürülürse de demir kalemin
zıya vasıta o l a n k a l e m i n de şerefinin pek yüce oldu
çok eski zamanlarda patrikhâne ve manastırlarda
ğu beyan edilmiştir. Ç ü n k ü ilâhî kalemle şuur ve ze
kullanıldığı zannedilmektedir.
kâlara tesbit edilen m â n a l a r beşerî k a l e m vasıtasıyla ortaya çıkar, k a y d o l u r .
imal etmişler ve 1830 senesinden sonra Osmanlı ülke
Kalem, hikmetinin b ü y ü k l ü ğ ü sebebiyle bir sûreye
sinde, günlük hayatta kullanımı yaygın hale gelmiştir.
ad olmuş, ilk âyetlerinde üzerine yemin edilerek in
Fakat hattatlar madenî uçlarda istedikleri kıvraklık ve
sanlar bu k o n u d a uyarılmıştır. " H o k k a , kalem ve
esnekliği elde edemedikleri için madenî uçlara fazla
ehl-i kalemin ( m ü d r i k insanlar) satıra dizdikleri ve
itibar etmemişler, terbiye edilmiş kamış kalemi yazı
dizecekleri h a k k ı i ç i n " mealindeki bu âyetlerde, Al
nın 2 hareket ve cereyanına daha uygun ve tabii bul
lah'ın ilk halkedip, yazmasını emrettiği ve o n u n da
muşlardır. Hüsn-i hatta kullanılan kamış, ekseriya
kıyamete k a d a r olacak şeylerin kitâbetiyle cereyan
İran Hazar denizi kenarı ve Irak Dicle nehri kenarın
1
Necib Asım, Kitâb, s.
Avrupalılar, Osmanlı yazıları için de demir kalem
Yazır, Hak Dîni Kur'an Dili, VII, 5 2 5 2 - 5 2 6 7 ; VIII, 5 9 5 2 ; Sahîh-i Tirmizî, Kahire 1934, VIII, 320; Taşköprizâde, Mevzûâtululûm, I, 1 1 9 ; M ü s t a k i m z â d e , Tuhfe, s. 7.
da kurulmuş Vâsıt şehrinden getirilirdi. Tabii rengi sa rı olan kamışlar sıcaklığını muhafaza etmekte olan gübre içine yatırılır, birtakım kimyevî değişimlerden sonra koyu kahverengini alır, sertleşirdi. Kalem ancak bu ıslah ve terbiye ameliyesinden sonra kullanılırdı. Bu ıslah sıcak ülkelerde güneş altında yapılırdı.
Vasıfları
Kamış kalem ne çok ince, ne de çok kalın olmalı, rengi parlak ve siyaha yakın, düzgün ve yuvarlak, boğum araları bir karış olmalıdır. Bu evsafı haiz bir kalem, mermer taş veya cam üzerine atıldığı zaman tiz bir ses çıkarır. Yazma bir eserde kamış kalemin vasıfları şöyle anlatılmaktadır: "Evvelâ, hüsn-i hat yazanlara kalemin âlâsın ve mürekkebin rânâsın ve kâğıdın zîbâsın görmek gerektir. Kalemin âlâsın ol dur ki kızılı pek ola ve aklığı pek az ola ve damarla rı doğru ola, zira damarları doğru olmazsa, kalemi şak itdikte eğri şak olur doğru şak olmaz. Eğri şak olan kalemden hüsn-i hat gelmez ve kalemin kalınlı ğı evsat ola ve uzunluğu on parmak ola!" 3 Cava kalemi Cava'da yetişen bir cins ağacın yaprak diplerinden çı kan sert, ince ve siyah renkli uzantılarıdır. Çok sert olması, uzun süre yazmakla bozulmaması sebebiyle, bilhassa mushaf ve kitap yazmakta hattatlar tarafın dan tercih edilmiştir. XIX. yüzyılın birinci yarısından itibaren İstanbul hattatlarının Cava kalemini kullan dıkları tahmin edilmektedir. Yalnız ince olduğu için bir kamış kalemin içine yerleştirilerek veya tutulacak kısmına bir bez parçası sarılarak kullanılır. Menevişli kalem (Hindî kalem) Hindistan'da yetişen içi dar, uzun boğumlu ve mene vişli, gayet sert bir kamıştır. Hattatlar buna sertliğin den dolayı pek rağbet etmemişlerdir. Kargı kalem Kargıdan yapılan bu cins kalem, celî yazıları yazmak için kullanılır. Tahta kalem
Tahta kalem. TİEM, nr. 3366. a. Kamış, b. cava, c. kargı, d. hindî kalem.
3
Seyyid Halil Vehbî, Hat Risâlesi, vr. 1b.
4
Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 1 0 1 .
Adından da anlaşılacağı üzere tahtadan yapılan bu kalem daha iri yazıları yazmada kullanılır.
Kalem açma ve kalem tutma usulü
Kaleme hürmet
Güzel yazı, yazanın kabiliyetine bağlı olmakla bera
Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerin ve daha pek çok ilmin
ber yazı çeşitlerine göre kalem açma sırrı da bilinme
tesbitine nice sanat eserlerinin de yaratılmasına vesi
lidir ki kalemden güzel hat çıkabilsin. Reîsülhattâtîn
le olan kaleme müslümanlar saygı ve hürmet göster
Kâmil Akdik, yazısına istediği tekâmülü verebilmek
mişlerdir, îlim ve sanat yolunda ömür tüketmiş âlim
için uzun zaman katt-ı kalem (kalem maktaa vurma)
ler ve sanatkârlar, açtıkları kalem yongalarını hiç za
usullerini araştırdığını, ancak kalem açma sırrını
yi etmeden biriktirmişler, âhir ömürlerinde yakınla
çözdükten sonra yazıda muvaffak olduğunu söyle
rına, " C e n a z e suyumu bu kalem yongaları ile ısıtı
miştir.5 Kalem yontma (naht) ve kesme (kat) meleke
nız" diye vasiyet etmişlerdir.
ye muhtaç bir iştir. Yazı meşkine başlayanlar evvelâ
Kalem yongaları bu anlayış içinde asırlardır ya ya
kalem açma usulünü öğrenmelidir. Bu mevzuda Hz.
kılmış ya da t o p r a ğ a gömülmüştür. Öyle ki halk da
Ali şöyle buyurmuştur: "Kalemi iyileştirirsen, yazını
hî kâğıt ve kaleme saygısızlığın fakirliğe ve benzeri
da iyileştirirsin; kaleme bakmazsan, yazıyı yüzüstü
çeşitli belâlara sebep olacağına, böyle hürmetsizlik
bırakmış olursun, çünkü yazı kaleme tâbidir." 6
eden bir kimseye Allah'ın b ü t ü n hikmet ve feyiz ka
Rehber-i Sibyân'ın arka yüzünde, kalem açmakla il
pılarını kapatacağına inanmışlardır.
gili şu bilgi verilmektedir: "Kalem ince tarafından ev¬
Bu inanışın en güzel misalini Hz. Ali'nin sözlerinde
velâ sol avucun içine yatırılarak, başparmak bükümü
buluruz. Halifeliği esnasında savaşla sonuçlanan an
miktarınca aşağı ucuna doğru ince tarafından badem
laşmazlıkların içinde mustarip iken, Allah'a şöyle ni
biçiminde kesilir. Sonra ortasından bir miktar yarık
yaz eder: "Yâ r a b ! Koyun sürüsü arasından geçmedim
(şak) yapılır. Kalemin iki yanlarından istenilen kalınlık
(yani müslümanlar arasında fitneye sebep olmadım,
derecesine göre kesilir. Kalem maktam yuvasına ko
birliği dağıtmadım), kalem yongası üzerine oturma¬
nur; sol elin başparmağı ile kalemi ve diğer parmaklar
dım (yani ilim ve hikmet ehline saygısızlık etmedim),
la altından maktaı tutarak ucu aşağı doğru hafifce traş
iç d o n u m u ayakta giymedim (yani sadece insanlar
edilir. Eğer sülüs ve nesih kalemi ise eğrice, rik'a, diva
arasında değil, t e n h a d a d a h î haya elbisemi çıkartma
nî kalemi ise biraz düzce kat edilir. Kalemi sağ elin baş
dım), bu kaygı bana nereden geldi?" 1 0 Bu sözüyle Hz.
ve şehâdet parmaklarıyla tutarak orta parmağı onlara
Ali fitneyi, ilme saygısızlık ve ahlâksızlığı bir milletin
yardım ettirmelidir. Fakat kalem hakkının lâyıkı ile ic
ö l ü m ü n ü hazırlayan sebepler olarak zikretmiştir
ra olunması için kalemin kesilmiş olan tarafını satırın üzerine çevirerek hareket ettirmelidir." 7 Kalem açılışı
Kalemtıraş
itibariyle çakşırlı ve çakşırsız olur.8 Kalem ağzını çok kısa ve uzun açmamalı; kısa açılır
Kalemtıraş kıymetli ustaların elinde her biri bir sanat
sa eli kirletir, uzun açılırsa da kalemin sevk ve idaresi
eseri olarak yapılmış, uzunca saplı, nisbeten küçük
güçleşir. Ayrıca kalem üzerindeki parlak kısım mürek
ve kısa ağızlı, kamış kalem açmaya mahsus bıçaktır.
kep almayacağından tebeşirli çuhayı bu kısma sürmeli
Kalemtıraşların kesici kısmına tığ, fildişi, kemik,
dir. Menâkıb-ı Hünerverân'da, "şakk-ı kalem" hakkın
abanoz, yeşim, sedef, mercan, akik, ödağacı, ünnâb,
da şu malûmat verilmektedir: "Şakk-ı kalemin kâtipten
pelesenk gibi maddelerden yapılan kısmına sap denir.
cânibe olan şakkına ünsî ve hat yazısından olan yana
Altından yapılanlar veya altın kakmalı olanlar da var
vahşî ıtlak ederler. Nesih, sülüs ve rik'ada vahşî taraf
dır. Sapla tığı birbirine bağlayan çelik, gümüş, altın
ünsî canibinin zı'fı miktarı ola. Kalem-i dîvânî yani
dan yapılan kısma da parazvâne denir. Her sanatkâr
hatt-ı çepte ve kırmada ve deştîde ünsîsi vahşîsinin zı'fı
kendi eseri olan kalemtıraşa, tığın parazvâneye yakın
miktarı ola nesta'likte ünsîsi vahşîsi beraber ola!" 9
kısmına pirinç, altın veya gümüşten kendi adı bulunan
5 6
Nefeszâde,
Melek Celâl,
Gülzâr-ı
Savâb, 7
8
Süleymaniye
Ktp.,
A.
Süheyl
Reîsul-Hattâtın s.
Kâmil Akdik, s. 13. 103.
Rehber-i Sıbyân, İstanbul 1297, s. Ünver,
Dosya,
nr.
84/A.,
9
Alî Mustafa, Menâkıb, s. 10.
10
Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 103.
sıra
nr.
346,
demirbaş
nr.
117.
5. YAZI ALET VE MALZEMELERİ, HÜSN-I HAT EĞİTİM VE ÖĞRETİMİ: MEŞK
damga koyardı. Bazı meşhur kalemtıraşçılar bu kısmı
lan makta'lar da vardır. Yalnız ucuna doğru küçük
altından yapardı. Üstat Galatalı Recâi, parazvâne ile
bir kemik parçası konur. Makta', ekseriya 10 cm.
sap arasına altın varak yapıştırılmış bağa ilâve ederdi.
uzunluğunda, 2-3 cm. kadar enindedir. Sırrî, Fahrî,
Osmanlılar'da kalemtıraşçılık güzel sanatlardan sa
Cevrî, Resmî, Rızâ, Reşid ve Fikrî adlı sanatkârların 13
yılırdı. Kalemtıraşçıların en meşhuru XII. (XVIII.) yüz
yaptıkları makta'lar meşhurdu."
Baş tarafına bir
yılda yaşamış Baba, Galatalı Recâi ile Eyüplü Recâi idi.
Mevlevî sikkesi işlenmiş olan Mevlevî dedelerinin
Fennî ve Yümnî, Recâiler'den sonra adlan hürmetle yâ¬
eseri oymalı, murassa' makta'lar Topkapı Sarayı ve
dedilen üstatlardır. Sıdkî, Ruhî, Zeki Şeref ve Muhyî,
diğer müzelerde teşhir edilmektedir.
XIX yüzyılın başlarında Sâfî, Kemâlî, Sıdkî ve Bursalı Hüsnü gibi üstatlar bu sanatın son temsilcileridir.
11
Bunlardan başka demir üzerine altın kakmalı,
Kâğıttan Önce yazı malzemesi
sapların içinde saklı "yavru" denilen kalemtıraş da vardır. "Gülzâr-ı Savâb"da kalemtıraşla alâkalı şu
Mezopotamya, Anadolu ve Mısır medeniyetlerinden
bilgiler verilmektedir: "Ve dahî malûm ola ki, kâti
günümüze ulaşan en eski yazılar taş, kil tabletler,
bin kalemtıraşı müteaddit olması lâzımdır. Bari hiç
tahta ve bez üzerine, Roma kanunları bal mumu ile
olmazsa iki gerektir. Birini tırâşe-i kalem (kalem aç
cilâlanmış meşe tahtası üzerine yazılmıştır. Mısır,
mak) için istimal edeler. Birini dahî ancak kat'-ı ka
Roma ve Yunanlılarda ağaç levhaların yan yana ge
lem için hıfzederler. Zira kalemtıraş ki gayet tîz (kes
tirilmesiyle codex denilen kitaplar meydana getiril
kin) olmaya, katı dahî tîz ve saf olmaz."
miştir. Uzakdoğu'da bambu denilen kamış levhacık larının da yazı malzemesi olarak kullanıldığı bilin mektedir. Demir kalem ile oyarak yazmak için taş,
Kalemtıraş nevileri
tunç, mermer ve kurşun kullanılmış, bunların üzeri ne ya hak veya resim yoluyla yazılmıştır. Tesviye
"Kalemtıraşların birçok nevi vardır. Bunlardan ucu
edilmiş kemik ve ağaç yaprakları da kâğıttan önce
dönük olarak yapılanlara kâtibi kalemtıraş, söğüt yap
yazı malzemesi olarak kullanılmıştır.
rağı biçiminde olanlara kan', tashih için, ufak boyda
Papirüs, bilinen en eski yazı malzemelerindendir.
ve yine küçük söğüt yaprağı biçiminde olanlara tashih
Mısır'ın Nil nehri bataklıklarında yetişen papirüs, 2-
kalemtıraşı derler. Bundan başka, burunları mukavves
4 m. boyunda, 5-6 cm. eninde bir cins kamıştır. Es
olmayıp müselles şekilde büyük yazıları düzeltmek için
ki Mısırlılarda özünden yiyecek, saplarından çeşidi
yapılmış tashih kalemtıraşları da vardır."
12
ev eşyaları ve sandal yapılan papirüs bitkisinin asıl önemi kendisinden kâğıda benzer bir yazı malzeme sinin yapılmasıdır. Bitki sapları, 5-6 cm. eninde, 20-
Makta'
30 cm. boyunda ince tabakalar halinde kesilerek, usulüne uygun yan yana ve uc uca, kendisinden çı
Kataa kökünden ism-i âlet olan mikta', "kesecek
kan zamklı madde ile yapıştırılarak yaprak haline
alet, üzerinde kamış kalemin ucu kesilen kemikten
getirilir. Fildişinden bir mühre ile mührelenip, za
yassıca alet" anlamına gelir. Türkçe'de ikinci mâna
manla bozulmaması için, üzerine sedir yağı sürül
ile kullanılması galattır. Doğrusu katta'dan mikat¬
dükten sonra yazı yazmaya hazır hale getirilirdi. Mi
ta'dır. Dilimize galat, ayrıca yanlış olarak yerleşmiş
lâttan sonra II. yüzyıla kadar Akdeniz havzasında
de olsa burada meşhur olduğu için makta' kelimesi
yazı malzemesi olarak kullanılmış, daha sonra yerini
kullanıldı. Makta' fildişi, bağâ, kemik, sedef ve aba
yavaş yavaş parşömene bırakmıştır.
nozdan yapılmış; üzerinde kalem kat' edilen yazı ale tidir, kalemin yastığıdır. "Gümüş ve altından yapı
11
Pakalın Târih Deyimleri ve Terimleri S ö z l ü ğ ü , II, 146-147; Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi, s. 117-118; Necib Âsım, Kitâb, s. 90-94.
12
Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 102-103 (Kilisli Rifat Bey'in dipnotu).
13
Pakalın, Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, s. 534; Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi, s. 162.
YAZI ALET VE MALZEMELERİ
A Maktalar. Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonu.
lar'ın papirüs ihracını yasaklamaları üzerine Berga Parşömen
ma'da parşömen imali arttırılmış ve geliştirilmiştir. Bergama'dan (pergamon) dolayı pergamina denilen
Avrupa'da kâğıt imalinin yayılmasına kadar kulla
bu derinin adı sonradan parşömen oldu. Bütün Or
nılmış yazı malzemesidir. Keçi, oğlak, dana ve başka
taçağ milletleri arasında yayıldı.
cins hayvan derisinin hususi bir şekilde terbiye edil mesiyle elde edilir. Deri, yazı malzemesi olarak çok eski samanlarda biliniyorsa da yaygın değildi. Milâttan önce II. yüz yılda Bergama Kralı II. Eumenes zamanında Mısırlı
Parşömenin beyaz, sarı ve kırmızı üç çeşidi vardı. Nadiren iki yüzüne yazılır, parçalar birbirine yapış tırılarak tûmar haline getirilirdi.
Kâğıt (Kırtâs)
Şark'ta imal edilen kâğıtların cinsleri hakkında, Menâkıb-ı
Hünerverân'da
şu bilgiler verilmektedir:
Hamur haline getirilmiş pamuk, keten, ipek, pirinç
"Kâğıt cinsinde dahî zinhar Haşebîye ve Dımaşkîye
samanı gibi bitkilerden çeşitli kimyevî maddelerin de
(Şam kâğıdı) itibar etmeyeler. Kâğıdın Semerkan¬
ilâvesiyle yapılan ince ve kuru yaprak, yazı yazma,
dî'sinden (Buhara kâğıdı) aşağı tenezzül etmeyeler.
temizlik ve anbalaj gibi pek çok işte kullanılan en
Kâğıdın en aşağısı Dımaşkîdir ki kaderi mâlûmdur,
önemli tüketim maddesidir.
İkincisi Devletâbâdî'dir ki herkesçe mefhumdur (hat
Kültür ve uygarlıkların ilerlemesinde büyük rol
tatların en çok rağbet ettikleri en makbul kâğıttır),
oynayan kâğıdın, ihtilâflı olmakla beraber milâtta
üçüncü Hatâî'dir; dördüncüsü Âdilşâhi'dir (XVII.
sonra 105 tarihinde Çin'de Ts'ay Lun tarafından icat
yüzyılın başlangıcında kullanıldığı anlaşılan bu kâ
edildiği ileri sürülmektedir. Hükümdarın saray mu
ğıt, son zamanlarda mevcut değildir), beşincisi harî
hafız alayı mensuplarından Ts'ay Lun, kâğıt hamuru
rî-i Semerkandî'dir (İpek Buhara kâğıdı), altıncısı
olarak bitki kabuklarını, bilhassa böğürtlen liflerini,
Sultan Semerkandî'dir, yedincisi Hindî'dir, sekizinci
pamuklu elbise paçarvalanın hurda balıkçı ağlarını
si Nizâm-ı Şâhî'dir, dokuzuncusu Kasım Begî'dir,
kullandığı bilinmektedir.
onuncusu harîrî-i Hindî'dir (Hint ipek kâğıdı), on bi
Türkistan'a önceleri ithal malı olarak giren kâğıt, Talas
Savaşı'ndan sonra
134'te (751)
ilk defa
Çin'den başka Semerkant'ta da kâğıt imal edilmeye
rincisi gûn-ı Tebrîzî'dir ki şeker renktir, işlemesi Tebrizlîler'e mahsustur, on ikincisi muhayyerdir ki ol dahî şeker r e n k t i r . "
16
başlanmış, Semerkant dünya kâğıt merkezi haline gelmiştir. Kısa zamanda Semerkant kâğıtları dünya piyasalarına hâkim olmuş, IX. yüzyıldan itibaren de
Batı kaynaklı kâğıtlar
papirüs ve parşömenin yerini almıştır, Türkler, medenî dünyanın kurulması ve gelişme
XV. yüzyıldan itibaren Avrupa kâğıtlarının Osman
sinde büyük payı bulunan kâğıdın, dünya milletleri
lı Devleti'nde kullanıldığı ve bunların çoğunun İtal
arasında yayılmasına hizmet etmişler, böylece tarihî
ya, O r t a Avrupa ve Venedik menşeli olduğu, İstan
ve önemli bir rol oynamışlardır.
bul arşivlerinde kâğıtların filigranları üzerinde yapı
Semerkant'tan sonra Bağdat, Şam ve Mısır'da kâğıt
lan inceleme neticesi anlaşılmıştır. 1 7
imalâthaneleri kurulmuş, daha sonra kâğıt, müslü
İtalya'nın Ligurya şehrinde imal edilen kâğıtlara
manlar vasıtasıyla Avrupa'da yayılmıştır. XII. yüzyıl
üzerine soğuk damgayla vurulan Fratelli Palazzuoli
da ispanya kâğıt sanayiini, XIII. yüzyılda İtalya kâğıt
Ligurya
sanayii, bunu da diğer Batı ülkeleri takip etmiştir.
15
kelimesi zamanla tahrife uğradığı için Ali¬
kurna kâğıdı denilmiş,
böylece şöhret bulmuştur.
Şapka ve hilâl filigranları ile tanınır. Alikurna kâğıdının iki boyu vardır; Birine battal, Doğu kaynaklı kağıtlar
diğerine evsat denilirdi. Battalların kıtası büyüktü, evsat olanlar eser-i cedîd kâğıdı cesametinde idi. Bu
Eskiden Doğu kaynaklı kâğıtlar daha çok Semerkant ve
kâğıdın çifte olanlarına, çifte alikurna denirdi. Renk
Hindistan'ın Devletâbâd şehrinde imal edilirdi. Ağaç
li olanlarına da alikurna boyalısı ismi verilirdi. Kâğıt
liflerinden yapılan kâğıtlara haşebî, ipekten yapılan kâ
lar âhar sürülmeden evvel ya kına, yahut koyuca çay
ğıtlara da harîrî denirdi ki yapıldıkları yere göre harîrî¬
suyu ile boyanır, k u r u d u k t a n sonra âharlanırdı. 1 9
i Hindi, harîrî-i Semerkandî diye isimlendirilirlerdi.
Anadolu'da Amasya ve Bursa'da XVI. yüzyıldan
14
Tekin, Eski Türkler'de Yazı, Kâğıt, Kitap ve Kâğıt Damgaları, s. 2 5 .
15
Necib Asım, Kitâb, s. 74-81; Habîb Zeyyât, "Suhufü'l-kitâbeti ve sanâati'l-varak fi'l-lslâm", el-Meşrik, 1 9 5 4 ; Kâğıtçı, Kâğıtçılık Tarihçesi, s.; Sabih Alaçam, İnkılâp Türkiyesinde Kâğıtçılık, İstanbul 1 9 4 0 , s . ; Süheyl Ünver, "XV'inci Asırda Kullandığımız Filigran Kâğıtlar", V. Türk Tarih Kongresi; Tekin, Eski Türkler'de Yazı, Kâğıt, Kitap ve Kâğıt Damgaları, s. 25.
16
Âlî Mustafa, Menâkıb, s. 11.
17
Ersoy, a.g.e., s. 19-20.
18
Ersoy, a.g.e., s. 21
19
Pakalın, Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, 5 2 .
itibaren de Yalova, Kâğıthane, Beykoz, İzmit, Hami¬
Kâğıdın âharlanması
diye kâğıt fabrikalarında kâğıt imal edildiğini biliyo ruz. Gerek ithal gerek yerli kâğıtların kullanılabilme
Türkçe "ak, düzgün bir şekilde perdahlama perdah
si, kalemgîr olması, yazı yazılırken kalemin kâğıda
kolası" veya Farsça "kuvvetli yiyecek, kahvaltı, par
takılmaması, kolaylıkla yürümesi için evvelâ isteni
latılmış çelik", Arapça sakl aynı kökten saykal "âhar
len renge boyanır, sonra pürüzleri gidermek maksa
ve cila yapan kimse ve mühre" anlamlarına gelir.
dıyla ahar ve mühre yapılır.
Hat, tezhip ve minyatür sanatlarında bir terim olarak kullanılan âhar, kâğıtların pürüzlü satıhlarını düzgün ve kolay yazılabilir hale getirmek, dokusunu kuvvet
Kâğıdın boyanması
lendirmek maksadıyla kâğıtların üzerine sürülen ko ruyucu bir tabakadır.
Böyle terbiye edilmiş kâğıtlar
Hat, tezhip ve minyatür gibi kitap sanatlarında kul
üzerinde kalem ve fırça çok rahat hareket eder, mü
lanılan kâğıtlar, istenirse evvelâ nebatî boyalarla al,
rekkep kâğıdın dokusuna nüfuz etmediği için hatalı
yeşil, mavi, siyah, pembe renklere boyanır. Boyama
desen ve yazılar hiç iz bırakmadan ıslak süngerle ve
işi şöyle yapılır: Renk elde edilmek istenen bitki top
ya yalamakla silinebilir. Osmanlı resmî kayıtlarında
lanır, derin ve genişçe bir kaba konularak bir miktar
silinti ve kazıntıya meydan verilmemesi için sadece
şapla suda kaynatılır. Bir müddet sonra bitkinin ren
âharsız mührelenmiş kâğıtlar kullanılmıştır.
gini alan su başka bir kaba boşaltılır. Kâğıtlar renk
Çeşitli âhar usulleri arasında yumurta ve nişasta
li suya bir bir batırılarak banyo usulü ile boyanır; ay
aharı daha yaygındır. Nişasta ve yumurta aharından
rı ayrı kurumaya bırakılır. Bazı yazma eserlerde kâ
başka marangozların cilâ işinde kullandıkları goma
ğıtların orta kısmıyla kenar kısımları ayrı renkte bo
lak, ispirto içinde eritilerek kâğıda sürülür. Kâğıda ek
yanır; bu tarz boyamaya akkâse denir.
seriya yumurta veya nişasta âharı tatbik edilmiştir.
An'anevî usulde kâğıt boyamada kullanılan nebat lardan bazıları şunlardır: Badem yaprağı: İlkbaharda
Yumurta âharı
toplanan bu yapraklar, 3-10 gram şap ile bir miktar su içinde kaynatılarak altın sarısı, güzel bir renk elde
Taze ördek veya tavuk yumurtasının akları bir kâse
edilir. Nohut: Bu bitkinin unu suda kaynatılır ve adı
ye alınır. Yumruk cesametinde bir şap parçasıyla yu
nı kendisinden alan " n o h u d î " renk elde edilir. Kına:
murta akı kesilinceye kadar çalkalanır. Birkaç saat
Bir miktar su içine konarak kaynatılır, hünnâb rengi
bekledikten sonra tülbentten süzülür. Sünger veya
olur. Soğan: Dış kabukları şapla kaynatılarak kırmı¬
tülbent sarılmış bir parça pamukla kâğıda sürülerek
zımtrak, gayet güzel bir renk elde edilir. Ceviz ve yaş
gölgede kurutulur.
nar: Kabukları su içinde kaynatılarak, kahve rengi el
Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey'in bizzat tarif ettiği
de edilir. Menekşe yaprağı ve mürver çiçeği tohumu
âhar usulü şöyledir: "Şekersiz olarak muhallebi tar
birlikte dövülür ve güzelce sıkılıp suyu şapla kaynatı
zında pişirilmiş nişasta gayet ince süngerle kâğıdın
lir, menekşe rengi elde edilir. Kurt kulağı: Safran ve
her iki yüzüne sürülür. Sonra kâğıt ipte kurutulur.
şap su içinde kaynatılarak yeşil renk elde edilir.
Bundan sonra yumurta akı az miktarda şapla çalka
Ayrıca cehri boyası su ile kaynatılarak, sarı renk
lanarak köpürtülür. Bu suretle köpürtülen yumurta
elde edilir. Bugün kâğıt sanayinin de selüloz hamuru
akı, bir müddet haliyle bırakılır. Köpükler tamamen
na ölçülü miktarda boya maddeleri ve pigmentler ka
sönüp zeytinyağı şeklini alınca, nişasta sürülmüş ve
20
kurutulmuş kâğıt üzerine ince süngerle bu yumurta
tılarak arzu edilen renk ve tonları elde edilmektedir.
akından sürülüp, yine kurutulmaya bırakılır. Kâğıt lâyıkıyla kurutulduktan sonra evvelâ saplı mühre ile, sonra billur mühre ile parlatılır," 2 2
20
Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Boya, Mürekkeb, Âhar, Ebru Mecmuası, Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Tarih, nr. 809; Yazır, Kalem Güzeli, II, 192; Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 107. 21
Nefeszâde, a.g.e., s. 75.
22
Pakalın, Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, 27-28.
Kâğıtların mührelenmesi Nişasta âharı
Bu tarz âharın yapımında buğday nişastası kullanılır, önce soğuk suda ezilen nişastaya sonra bir miktar je latinle kaynar su ilâve edilir. İyice piştikten sonra sü zülür ve kâğıt üzerine sürülür. Nişasta âharı üzerine bir kat da yumurta âharı çekilirse daha güzel olur. Âhar, yazının ve kâğıdın cinsine göre yapılır. Mushaf yazmak için hazırlanan kâğıtların her iki ta rafına da ince bir âhar çekilir. Çok tashih ve emek is teyen celî yazıların kâğıtlarının yalnız bir tarafı bir
Kâğıda âharı iyice tesbit etmek, yüzündeki pürüzleri gidermek ve ileride çatlamasını önlemek için cam ve ya çakmaktan yapılmış mühre ile kâğıtlar mührele¬ nir. Aharlanmış mührelenecek kâğıtlar, ıhlamur ağa cından yapılmış yekpâre, ortası çukurca mühre tah tası, pesterek üzerine konur. Mührenin hareketini kolaylaştırmak için kuru sabun sürülmüş bir çuha, kâğıt üzerinde gezdirilir. Daha sonra çakmak veya cam mühre muhtelif yönlerde kâğıt üzerinde gezdiri
kaç kat kuvvetlice âharlanır, Üzerine bir defa âhar
lir. Böylece mührelenen kâğıtlar üst üste sıralanır.
sürülmüş kâğıda tek âharlı iki defa veya daha fazla
Üstüne de bir ağırlık konarak kullanılmak üzere en
âhar sürülmüş kâğıda da çift âharlı (çiftâlî) kâğıt adı
az bir yıl bekletilir.
verilir. Hususiyle nesta'lik kıtalar için hazırlanan kâ
Yapıldığı maddeye göre mühre nevileri şunlardır
ğıtların âharlanmasına daha da ihtimam gösterilme
: Böcek mühre: Deniz böceği kabuğundan yapılır.
lidir. Bu sebeple kâğıdın âharlanması hat sanatında
Billûr Mühre: Kaz yumurtası şeklinde camdan yapı
ayrı bir hüner ve ustalık ister. Geçen yüzyılda kâğıt¬
lan mühredir. Çakmak mühre: Çakmak taşından ya
ların sol alt köşelerinde basılı soğuk damgalarından
pılan mühredir. Çakmak taşı, saplı bir tahtanın orta
tanıdığımız Kadri, Seyyid Ahmed, Hasan, Remzi,
sına yerleştirilmiştir. Zer mühre: Sert akikten yapı
Memduh meşhur kâğıt âharcılarındandır.
lan bu mühre, yaldız ve altın parlatmada kullanılır.
Kâğıt makası Kâğıt, kumaş gibi ince şeyleri kesmeye mahsus orta dan bir vida ile bağlı iki bıçaktan meydana gelen kes me aletidir. Kâğıt makası, mum makası, terzi maka sı, oya makası gibi çeşitleri ve farklı şekilleri vardır. Bunlar içinde kâğıt makasları hat sanatına verilen önem sebebiyle özenle yapılır, sanat değeri taşırdı. Bir yazı takımında kalemtıraş, makta' yanında mut laka kâğıt makası da bulunurdu. Büyük tabakalar halinde imal edilen kâğıtları istenilen kıtada düzgün kesebilmek için kâğıt makas kullanılırdı. Ustaları Türk olan makaslar İstanbul ve Sivas gibi merkezler de yapılırdı. Nâdiren Bosna ve Prizren'de de güzel ve zarif işlenen makaslara tesadüf edilirdi. Kâğıt ma kaslar çelikten, zarif ve uzun gövdeli, içi oluklu, ağızları bir birine uyumlu olurdu. Ekseriya gövde ve sapları altın kakma, mine kaplamalı yapılırdı. Sapla rı yaylı, açılır kapanır, içine giripte yuvarlak bir şiş gibi olanları da vardı. Saplarında iki parmağın geçip tutması için halkalı kısımları, Allah'ı hatırlatmak için sülüs hatla "ya fettâh" veya çifte "Ali" şeklinde yazı ile yapılır, bazan makası yapan sanatkârın adı A Çakmak mühre
oymak suretiyle yazılırdı.
edilmemişse de milâttan önce 2500 yıllarından itiba ren yazı malzemesi olarak bilindiği tahmin edilmek tedir. Eski medeniyetlerde kullanılan ilk mürekkebin kömür tozu ve tutkalın birleşimi ile yapıldığı zanne dilmektedir. Zaman içinde tecrübeyle mürekkep ter kibindeki e c z â zenginleşmiş ve gelişmiştir. H a t sanatında kullanılan mürekkebin pek çok formülü, Gülzâr-ı Savâb gibi hat risâlelerinde kayde dilerek günümüze kadar ulaşmıştır. En sade bir şe kilde ana maddesi is, zamk-ı arabî ve saf su olan bu terkiplere mürekkebe farklı hususiyetler kazandırdı ğı için çeşitli maddeler ilâve edilmiştir. İs, bezir yağı, çıra, gazyağı, zeytinyağı ve bal mumu gibi maddele rin yakılmasıyla elde edilir. Eski mürekkep yapımın da kullanılmak üzere is imal eden, bu işi meslek edinmiş kimseler ve ishâneler bulunurdu. Süleymani¬ ye Camii'ndeki is odası, bu gaye ile yapılmıştır. Mi mar Sinan, yaptığı planla camide yanan kandillerin islerinin hava cereyanı vasıtasiyle bu is odasında top lanmasını sağlamıştır. Gülzâr-ı Savâb'da, isin (dûde) elde edilişi şöyle anlatılır: "Beziryağı t o p r a k çanağa konulur, çanak rüzgâr almayan bir yere t o p r a k seviyesine kadar gö mülür. Serçe parmağı kalınlığında bir fitil içine ko nularak yakılır. Çanağın üzerine başka bir çanak ka A Mıstar. TSMK, GY, nr. 18.
patılır. Fitilin y a n m a s ı n d a n üst çanakta hâsıl olan is, kuş veya tavuk kanadıyla alınarak bir kâğıda nakle dilir. Ç a n a k tekrar kapatılır, sonra tekrar açılarak biriken is alınır. Bu suretle elde edilen is, sünger kâ ğıdı gibi mesamatı çok bir kâğıda alınarak üç kere
Mıstar
sarıldıktan sonra h a m u r u n içine konulur ve fırında Kâğıda satır çizmeye mahsus bir alettir. Üzerinde sı
pişirilir. Bu suretle sertliği giderilen ve yağı alman is,
ra sıra muntazam ibrişim gerili bir mukavvadan iba
zamk-ı a r a b î ile d ö v ü l ü r . " 2 3
rettir ki, yazılacak yazıya göre kâğıtlar, parmak yar
Yukarıda da belirtildiği gibi is mürekkebi, is,
dımıyla üzerine bastırılarak, kabartma çizgiler mey
zamk-ı a r a b î ve saf suyun usulüne uygun olarak hal¬
dana getirilir. Böylece sayfalar arasındaki satır ni
lolmasıyla elde edilir. En iyi mürekkep ise beziryağı
zam ve ahengi sağlanmış olur.
isinden yapılır. Buna bezir isi mürekkebi adı verilir. H a t t a t l a r an'anevî usulde yapılan mürekkebi kale min u c u n d a n yavaş yavaş akması, kaleme tâbi olma
Mürekkep ve mürekkep çeşitleri
sı, âharlı kâğıt üzerinde kolaylıkla silinip kazınmaya, yalanmaya müsait olması, solmaması sebebiyle Batı
Mürekkep (midâd, hıbr), yazı yazmaya mahsus si
sanayii mürekkeplerine daima tercih edilmiştir.
yah sıvı boyadır. Renkli sıvı boyalara da mürekkep
Bir yazma eserde is mürekkebinin yapılışı hakkın
denir, yalnız kırmızı mürekkep, sarı mürekkep, yeşil
da şu izahat verilir: "6,5 dirhem (bir dirhem 3,2
mürekkep gibi ifade ettiği renkle beraber kullanılır.
gramdır) dûde (bezir isi), 26 dirhem zamk-ı arabî, 13
Mürekkebin icat edildiği tarih kesin olarak tesbit
dirhem mazı, 6,5 dirhem şap. Evvelâ mazıyı kayna-
Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 94.
A Hokka takımı. Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonu.
tıp sonra şapı yakıp, mazının suyuna katılır; sonra zamk-ı, arabî bu su ile ıslatıp ba'dehû dudeyi yavaş yavaş alıştırıp, d ö v ü l e r e k s ü z ü l ü r . " Daha basit bir usulde is mürekkebi şöyle yapılır:
L a ' l î mürekkep La'lî mürekkebin
(kırmızı mürekkep) esası kırmız
böceği denilen ufak bir böcekten çıkarılan boyadır.
Kırmızı mürekkep imalinde çeşitli formüller vardır. Önce zamk-ı arabî soğuk suda eritilir.Boza kıvamına gelince süzülür. Sonra mermer havan içinde ölçü ise Eyüplü diye tanınan bir ustanın la'l mürekkebi for mülü şöyledir: 5 dirhem lotur (şekercilerin kullan dıkları bir nevi boya) 0,5 dirhem şap, 5 dirhem çö dört ölçü zamk-ı arabî konur. İs, zamk-ı arabî içinde iyice halloluncaya kadar yavaş yavaş tokmakla dövülür. ğen. İşbu terkibe altı fincan su koyup, güzelce kay Mürekkebin tam kıvamında olması için eskiler natıp, tülbentten süzüp, suyunu alıp, sonra 6 dirhem "Seksen bin tokmak vurmak gerekir"kırmızı demişlerdir. iyice döğüp işbu suyun içine atıp, kaynatıp Böylece yapılan mürekkep ç u h a veya keçeden yapılmış
indire. Tabak içine koyup, bir bezden süzüle. Taba
mibzeleden süzülür, on misli sulandırırak kullanılır.
ğın dibinde kalanı alıp bir kâğıda koyalar. Evvelki
H a t sanatında, is mürekkebinden başka la'li mürekkep, sarı mürekkep ve zer mürekkebi de yapılmakta
tabaktan rûh-ı la'l alınır, gayetle güzel la'l olur. İkin CIDEN
kaymak tabir olunur. Bu da güzel. Üçüncü la'l
ve kullanılmaktadır. 24
Boya, Mürekkeb, Âhar, Ebrû Mecmuası, Millet Ktp., Ali Emiri Efendi, Tarih, nr. 809
aşağıdır. Kurutulup kullana. Ehlinden mesmû' olun
retle, Allah'ın hokka ve kalem üzerine yemin ederek
du.
Bunun gibi pek çok la'lî mürekkep formülleri
hokkanın önemine dikkat çektiğini ifade etmişlerdir
varsa da bugün artık imal edecek erbabı kalmamış,
(M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VII, 5258). 2 6
yapılışındaki sırları ile mâziye gömülmüştür.
Divit veya devât ise kalem koymak için boru şek linde uzun sapı ve ucunda mürekkebe mahsus bir de hokkası bulunan eski usulde yazı aletidir. Bakır, pi
Sarı mürekkep
rinç ve gümüş gibi madenlerden yapılır. Bu sanatın geçmiş büyük ustaları arasında Kanbur Ahmed,
Siyah zemin üzerinde celî kalıp yazıların yazılmasın
Mehmed Usta, Rûmî, Fennî, Abdüllâtif Recâi en
da kullanılır. Bu mürekkebin hazırlanması şöyledir:
meşhurları olarak zikredilir (N. Rüştü Büngül, Eski
Sarı zırnık (zırnık-ı asfar) veya altınbaş zırnığı (zır
Eserler Ansiklopedisi, s. 78).
nık-) ahmer) destesenkle mermer üzerinde iyice ezi
Kullananın zenginlik derecesine ve mevkiine göre
lir. Buna arap zamkı da ilâve edildikten sonra iyice
cam, porselen, abanoz, kukadan; altın ve gümüşten
karıştırılarak sarı mürekkep elde edilir.
yapılanları olduğu gibi, üzeri kıymetli taşlarla süslen miş sanat değeri olan hokka takımları, ayrıca Çin gü lâbdânların boğazı kırılarak ağızları ve dipleri altın
Zer mürekkep
veya gümüşle tezyin edilmiş hokkalar da vardır. Bir hokka takımında, siyah ve kırmızı (surh) mü
Altın varakların, zamk-ı arabî ve jelatinle iyice edilme
rekkep hokkası, rîkdan (rîk veya rıh, kum, kurut
siyle elde edilir. Bu mürekkep fırça ile kalemin ağzına
mak maksadıyla yazıya dökülen ince kum), bir de
konularak yazılır ya da daha evvel çizilmiş yazılar fır
kalem konacak yer bulunur.
ça ile doldurulur. Zer mühre ile de parlatılır. Altınla yazılmış böyle celî yazılara zerendûd adı verilir.
Hokkanın içine mürekkep koymadan evvel kabar tılmış, didilmiş lika (ham ipek) yerleştirilir. Böylece ka lemin ağzı sert kısımlara çarpmaktan korunmuş ve ar zu edildiği kadar mürekkep alınması sağlanmış olur.
Mürekkeplik (hokka) Sözlükte "küçük kutu" anlamına gelen ve içine mürek
Yazı altlığı (zîr-i meşk)
kep, boya, macun ve yağ gibi malzeme konan küçük yuvarlak kaba hokka denir. En yaygın kullanılışı kü
H a t t a t l a r , yazı çalışmalarını sol ayak üzerine oturup
çük ve yuvarlak mürekkep hokkasıdır. Mürekkep
sağ ayaklarını dikerek dizleri üzerinde ve altlık kul
hokkası yerine devât, mihbere (mahbera, mahbura),
lanarak yapmışlardır. Böylece hem gözün kâğıtla
furza kelimeleri de kullanılır. Türkçe'de devâttan bo
olan münasebeti en iyi şekilde ayarlanmış, hem de
zulmuş olan divit kelimesi, hokkası ve kalemliği birlik
harflerin yazılış vaziyetlerine göre kâğıdın bükülme
te olan bir yazı aleti için kullanılır. Kare biçiminde kö
si ve değiştirilmesi kolaylığı sağlanmış olur.
şeli madenî hokkalara mecma' denir. Farsça'da hokka
H a t t a t için lüzumlu olan bu alet, 4-5 mm. kalınlık
yerine devât, âme, hâlistan, hâliste (Dihhudâ, Lugatnâ¬
ta, nesta'lik için ayrı, sülüs-nesih kıtaları için ayrı ebat
me, XII, B, 817) kelimeleri de kullanılır. Devâta, kar
larda müzehhip ve mücellitler tarafından hazırlanırdı.
nında taşıdığı mürekkeple eserler yazılması, ilmin ya
İnce bir zevk m a h s u l ü o l a n bu altlıklar, yapıştırıl
yılmasına vesile olmasından kinaye lütuf ve ihsanların
m a d a n bir araya getirilmiş pek çok kâğıdın alt ve üs
anası mânasına ümmü'l-atâya denir. Bazı müfessirler
t ü n e traş edilmiş meşin veya e b r û k a p l a m a k suretiy
Kalem sûresinin başındaki çanaktı yazılan nûn harfi
le yapılır. Bunlar arasında ortası çiçekli veya manza
nin mürekkep hokkası devât mânasına geldiğine işa
ralı pek s a n a t k â r a n e olanları vardır.
25
Uğur Derman, "Eski Mürekkebciliğimiz", İslâm Düşüncesi, sy. 2, İstanbul 1 9 6 7 , s. 1 0 4 .
2 6
Müstakimzâde, Tuhfe, İstanbul 1928, s. 6 0 3 ; Yazır, Kalem Güzeli, II, 1 7 7 - 1 8 0 ; Pakalın, Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, 8 4 5 , 846; M. Uğur Derman, "Eski Mürekkepçiliğimiz", İslâm Düşüncesi, 2/1967, s. 1 0 6 - 1 0 7 ; Muîz b. Bâdîd, Umdetü'l-küttâb ve 'uddetü zevi'l-elbâb, Meşhed 1409, s. 3 1 ; Sûlî, Edebül-küttâb, s. 9 2 - 9 8 ; Kütükoglu, Osmanlı Belgelerinin Dili (diplomatik), s. 4 7 ; Arseven, " H o k k a " , Sanat Ansiklopedisi, II, 7 5 6 - 7 5 7 .
HÜSN-I HAT EĞİTİM VE ÖĞRETİMİ: MEŞK
Hocanın güzel yazmayı öğretmek için talebeye verdi ği örnek yazı, meşketmek, öğrenmek için yapılan ça lışma, el alıştırması, meşk vermek ders vermek, meşk almak ders almak mânalarına gelir. Hat sanatı eğitim ve öğretimi, yüzyılların tecrübesi ne dayanan köklü bir metotla geleneksel usul ve kaide lere bağlı kalınarak usta-çırak ilişkisi içinde yürütül müştür. Osmanlı öncesi meşk sistemi ve uygulamaları hakkında yeterli bilgilerin bulunmamasına rağmen gü nümüze ulaşan, en eski İbn Mukle'nin yazdığı Risâle fi'l-hatt ve'l-kalem adlı eserinde yazı çeşidine göre ka lem kalınlıkları, harflerin hendesesi (hendesetü'l-hu rûf) oranlan, kaideleri, isimleri tesbit edilmiş, örnekler verilmiş, hat sanatkârları bu sisteme bağlı kalarak hat eğitim ve öğretimini sürdürmüşlerdir. Daha sonra Ib¬ nü'l-Bevvâb bu ekolü geliştirmiş, Râiyye Kasidesi adlı eserinde harflerin fizikî estetiğini, nisbetlerini, incelik lerini açıklayarak kendi yazı üslûbunu ortaya koymuş, hattatlara rehber olmuştur. Üstatlar, aklâm-ı sittenin estetik oranlarım belirleyerek yeni bir çığır açan Yâküt el-Müsta'sımî'yi Şeyh Hamdullah'a kadar örnek aldı lar. Bu usul üzerine harflerin oran ve biçimlerinden bahseden "risâle-i kavâid-i hat", "mîzânü'l-hat" adı altında Arapça, Türkçe ve Farsça pek çok eser kaleme alınmıştır. Kalkaşendî'nin Subhu'l-a'şâ adlı eserinin III. cildinde bu konulara geniş yer ayrılmıştır. Abdur¬ rahman Yûsuf b. Sâyi'ın Tuhfetü üli'l-elbâb fî san⬠ati'l-hatt ve'l-kitâb adlı eseri de hat kaidelerini konu alan ve üstatlara rehber olmuş bir risâledir. Osmanlı döneminde hat sanatı, sarayın da destek ve himayesiyle büyük ilgi görmüş, İstanbul'un fet hinden günümüze kadar hat eğitim ve öğretimi resmî kurum ve vakıflarla yaygınlaştırılmış, yazı zevk ve geleneği disiplinli uygulamalarla en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Başta Topkapı Sarayı Enderun Mektebi, Galata Sarayı, Muzika-i Hümâyun gibi müesseseler de hâce-i Enderûn-ı Hümâyun, kâtib-i sarây-ı sult nî, gibi unvanları alan devrin en seçkin üstatları ka biliyetli gençlere hat meşkederek, hat sanatının geliş mesinde ve ekol sahibi hattatların yetişmesinde bü yük rol oynamışlardır. Osmanlı sultan ve şehzadele ri de saray geleneğine uyarak disiplinli bir sanat eği timi alır, ilgi duydukları şiir, mûsiki ve hat gibi sanat dallarında iyi bir mevki tutarlardı. Hâfız Osman gi bi pek çok ünlü hattat şehzade ve sultanlara hat ho calığı yapmış, himaye ve destek görmüşlerdir.
A Şevki Efendi'nin sülüs hurufât ve mürekkebât ile bunların arasında nesih mürekkebât meşk örnekleri. Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonu.
Hulusi Efendi'nin talebelik nesta'lik meşki altında hocası Sâmi Efendi'nin Çıkartma
yaptığı,
kaftan
giydirdiği
meşk örnekleri. Muhittin Serin'den.
HÜSN-I HAT EĞİTİMİ VE ÖĞRETİMİ: MEŞK
Osmanlı sıbyan mekteplerinde çocuklara Kur'an ve ilmihal bilgilerinin öğretilmesi yanında güzel yazı da meşkedilirdi. I. Mahmud'un validesi tarafından Galata'da yaptırılmış olan mektep vakfiyesinde: "Fenn-i kitabette mahareti müsellem ve ta'lîm-i meşk-ı hatta alem bir kimesne hâce-i meşk olup..." I. Abdülhamid'in yaptırdığı mektep vakfiyesinde: "Bir hattat üstat, ta'lîm-i hatta sâhib-i i'tiyâd kimesne da hi mekteb-i şerife müdâvemet eden sübyana hâce-i meşk olup edâet ve sınâat-i hat ile edâ-yı hizmet eyle¬
tirmek olmayıp, çocuklara güzel yazmayı öğretmek, sanat yeteneklerini geliştirmek maksadına yöneliktir. 1908'den sonra medreselerin programlarında sü lüs, nesih, rik'a, nesta'lik yazılarının öğretilmesi zo runlu olarak yer almış, ayrıca Evkaf Nâzırı Hayri Efendi tarafından 23 Nisan 1331'de (6.5.1915) hat t a t yetiştirmek maksadıyla Medresetü'l-hattâtîn açıl mıştır. Bu medresede her çeşit yazı dönemin meşhur h a t üstatları tarafından talebelere meşkedilmiştir. Bu mektep 1921'de kapatılmış, 11 Ekim 1927 tarihinde
ye!" şeklinde geçen vakıf hükümlerinden ilk öğretim
H a t t a t Mektebi adıyla, tekrar açılmış 1929'da yine
de yazı meşkinin şart koşulduğu, mektep hocasının
kapatılmış, d ö r t ay sonra Şark Tezyini Sanatlar Mek
bu görevi yerine getirecek vasıfta olmaması halinde
tebi adı altında Güzel Sanatlar Akademisi'ne bağlan
meşk için bir hocanın belirli günlerde mektebe gele
mıştır. Hüsn-i h a t eğitim ve öğretimi Tanzimat dev
rek çocuklara yazı meşketmesi hükme bağlanmıştır.
rinde ibtidâî, rüşdî, idâdî mekteplerin programların
Sıbyan mektebinde verilen yazı öğrenimi hattat yetiş
da da yer almıştır.
Kâmil Akdik'in el melekesini geliştirmek için yaptığı sülüs karalama. Muhittin Serin'den.
R e s m î eğitim kurumlarının dışında hat üstatları evlerinde veya zenginlerin konaklarında haftada bir
mektep kurmuş, on beş yıl burada hat hocalığı yapa rak İslâm âlemine pek çok h a t t a t yetiştirmiştir.
veya iki gün genellikle ücretsiz yazı meşkederlerdi.
Diğer sanat dallarında olduğu gibi hat sanatı da
Ancak r e s m î kurum veya vakıflarda yazı öğreten
üstatlarından öğrenilir. Pratik yollardan kendi ken
hattatlar günlük veya aylık ücret alırlardı. II. Baye¬
dini yetiştirmek uzun z a m a n alacağından zor, ve be
zid'in meşk hocası saray hattatı Şeyh Hamdullah'ın
nimsenmeyen bir yol olarak kabul edilir. İnsan yara
30, Kanunî Sultan Süleyman devri saray ehl-i hıref
tılışında var olan sanat g ü c ü n ü n ve yeteneğinin kısa
teşkilâtı kâtipler bölüğünde görev yapan Ahmed Ka¬
zamanda uyanması, disipline edilmesi, gelişmesi ge
rahisârî'nin 14 akçe yevmiye aldıkları saray arşivin
leneksel usulde yetişmiş bir h a t üstadının eğitimiyle
de kayıtlıdır (TSMA, nr. D 9706/4).
olur. H z . Ali'ye izâfe edilen şu söz bu görüşü kuvvet
Bazı külliyelerde "meşkhâne" veya "yazı o d a s ı "
lendirir: "Güzel yazı, h o c a n ı n öğretişinde gizlidir, ol
adıyla haftanın belli günlerinde hat meşkedilen bir
gunlaşması çok yazmakla, devamı da İslâm dinî üze
hücre bulunurdu. Amasya II. Bayezid Külliyesi'nde
re bulunmakla o l u r . " H o c a feyizli ve ehil, talebe ye
dârütta'lîm adıyla hat meşkine mahsus bir odanın
tenekli, istekli ve dikkatli olmalıdır.
bulunduğu, Hattat Abdullah Zühdü, Filibeli Arif
H a t eğitim ve öğretiminde XV. yüzyıldan günü
efendilerin Nuruosmaniye Medresesi, Sâmi Efen
müze k a d a r yapılan uygulama ve m e t o d a göre, hat
di'nin Kemankeş Mustafa Paşa Medresesi meşk oda
öğrenmek isteyen yetenekli bir talebe müfredat ve
sında yıllarca hat meşkettikleri ve pek çok hattat ye
m ü r e k k e b â t meşk safhasından sonra yazı öğrenimini
tiştirdikleri bilinmektedir. Divanî, celî divanî ve tuğ
t a m a m l a r . Talebenin öğreneceği yazı çeşidine göre
ra Dîvân-ı Hümâyun da öğretilirdi.
eliften yâ harfine k a d a r teker teker harflerin, hende
Osmanlı hat eğitim ve öğretiminde üstatların tale
sesi, oranları ve şekilleri öğretildikten sonra bâ ile
beye yazdıkları örnek yazılar ve tâlimler yanında hat
elif, bâ ile bâ, bâ ile cim... bâ ile yâ, sonra cim ile elif,
üstatları büyük bir titizlikle hurufat ve mürekkebat
cim ile bâ, cim ile cim ... cim ile yâ, böylece şekil ba
meşk murakka'ları (örnek meşk yazı albümü) hazır
k ı m d a n birbirine benzeyen harflerden birer örnek
layarak tarihî ve tecrübî hat estetiğini korumuşlar
yazmak suretiyle bitişen harflerin teker teker diğer
dır. Eğitim ve öğretim kurumlarının artması üzerine
harflerle bitişme şekil ve oranları gösterilir. Yazı öğ
İstanbul ve taşra mektep ve medreselerinde ehil üs
reniminde bu safhaya m ü f r e d a t meşki denir.
tatlar bulunmakla beraber öğrencilerin kalabalık ol ması ve tek tek meşk yazmanın güçlüğü sebebiyle matbu meşk mecmuaları yaygınlaşmıştır. Mekteb-i Sultanî hat hocası Mehmed İzzet ve Dârüşşafaka hat hocası Hâfız Tahsin efendilerin hazırladığı sülüs, ne sih, nesta'lik, divanî, celî divanî, rik'a yazılarını içine alan Meşk Mecmuası (İstanbul 1306/1889) ve Hu¬ tût-ı Osmâniyye (İstanbul 1309/1892), İzzet Efendi, Rehber-i Sıbyân, İsmail Zühdü, sülüs, nesih Meşk Mecmuası (İstanbul 1294/1877) en çok tutulan ve bilinenen meşk mecmualarıdır.
Yalnız sülüs nesih yazıya " R a b b i yessir ve lâ tüas¬ sir, rabbi t e m m i m bi'l-hayr" duasıyla başlanır. Henüz harf bünyelerini meşketmemiş bir öğrencinin satır ni zamında bir cümle yazması çok güçtür. Böylece daha bu ilk derste talebenin, yeteneği, sabrı, hevesi denen miş, birçok defa yazdığı halde hocanın istediği seviye yi elde edemeyen talebeler kendiliğinden elenmiş olur. H o c a yazı örneğini talebenin ö n ü n d e yazar ve sa tır altına çalışma m â n a s ı n a gelen sa'y işaretini kor. Bu safhada üstatlar tarafından hazırlanmış meşk mecmualarından da istifade edilebilir.
XV. yüzyıldan günümüze İstanbul hat sanatında
Talebe bir hafta sonraki derse k a d a r hoca meşkini
İslâm âleminin merkezi olma özelliğini korumuş, Ka
taklide çalışır, alıştırmalar yapar ve hocaya götürmek
hire, Bağdat ve Şam gibi ilim ve sanat merkezlerinde
üzere bir meşk hazırlar. H o c a , talebenin yazısında
de Osmanlı üslûbu örnek alınarak meşk uygulama
gördüğü kusurlu, beğenmediği harfleri, talebe meşki
ları yapılmıştır.
nin altına harf nisbetlerini, kaidelerini, kalemin akışı
1922'de Melik Fuâd'a mushaf yazmak üzere İstan
nı tarif ederek yazar. Buna harf çıkartmak veya çı
bul'dan Kahire'ye davet edilen Hattat Aziz Efendi,
kartma denir. Harf şekillerini daha iyi açıklamak için
mushafın kitâbetini tamamladıktan sonra yine meli
kâse, tekne, küp, göz, baş, ağız, zülfe gibi misaller ve
kin isteği üzerine Medresetü tahsîni'l-hutûti'l-Arabiy¬
rilir. Bu teşbihler talebenin şekilleri zihnine daha ça
ye adıyla hat ve tezhip eğitim ve öğretimi yapılan bir
buk almasına ve taklit etmesine yardımcı olur. Tale
be hocanın bu tashihlerini dikkate alarak aynı meşki tekrar çalışır ve ertesi derse getirir. Eğer hoca harfler de bir bozukluk görürse tekrar meşk altına çıkartma yapar. Hoca talebenin meşkinde beğendiği satırın al tını ve üstünü kalemiyle çizer buna kaftan giydirme denir, veya kendi yazısının altına koyduğu sa'y işare tini talebe yazısının altına atarak, "Aferin, benim ka dar yazmışsın" anlamında takdirlerini belirtir. Hoca nın bu hareketi talebeye şevk, gayret ve güven verir. Daha başarılı olmasına yardımcı olur. Böylece her meşk, hoca tarafından öğrenildiğine k a n a a t getiril dikten sonra diğer yazı örneğine geçilir. Harfler ve iki harfin birbirine bitişmiş şekilleri meşkedildikten son ra hoca, sülüs, nesihte "Temmeti'l-hurûf bi-avnillahi meliki'r-raûf"
(Allah'ın yardımıyla harfler tamam
landı) ibaresi, nesta'likte " Ç ü n halâsı zî-müfredat âmed / vakt-i meşk-i m ü r e k k e b â t â m e d " (Müfredat tan kurtulunca m ü r e k k e b â t meşkinin vakti geldi) beytini ilk mürekkebât meşki olarak yazar. Mürekke bât meşki, yazı öğreniminde feyizli ve zevkli olduğu kadar da en güç olan safhadır. Ç ü n k ü her harf ve ke limenin cümle içinde ve satır nizamında aldığı ayrı bir şekil, satıra mahsus bir bünyesi vardır. Talebe yazı kompozisyon kurallarını ve tertibini bu safhada ya pacağı çalışmalarla öğrenir. Mürekkebât meşkinde ekseriya
sülüs, nesihte
"Kasîdetü'l-bür'e, Elif Kasidesi, Kasîdetü'l-bürde" nesta'likte Molla Câmî'nin "Besmele Kasidesi" ve ya Hâkânî M e h m e d Bey'in Hilye-i Hâkânî'sinden seçme beyitler yazılır. M ü f r e d a t ve mürekkebât "meşklerini taklit ve tekrar ederek sanat melekesini geliştiren talebeye hoca, örneksiz metinler vererek yeni terkipler yaptırır. Her hafta muntazam bir şekilde devam eden ve başarılı olan bir talebe üç veya dört yılda müfredat ve mürekkebât meşklerini bitirerek sanat gücünü ortaya koyar ve icâzet almaya hak kazanır.
İcâzet İcâzet izin, ruhsat, müsaade, ilim veya sanat tahsili¬ ni tamamlayan talebelere imtihanla verilen şehâdet¬ nâme, diploma mânalarına gelir. H a t sanatında bir üstattan yazının usul ve kaidelerini meşkederek me zun olma; hat sanatını, icra ve imza atma salâhiyeti ne hak kazanmaktır. Verilen izin vesikasına icâzet¬ nâme denir. Yazı tahsilini ikmal ederek icâzet alacak seviyeye erişen talebe, hocası tarafından seçilen, eski üstatlar dan birinin kıtasını taklit eder. Bu sahada kazandığı hünerini gösterir. İcazetnâmenin bazan bir murak¬ ka', hilye veya hattat şeceresini gösteren bir mecmua şeklinde hazırlanmış olanları da vardır, İtina ile ha zırlanan taklit kıtanın (ketebe kıtası) altına hocası, kıta sülüs, nesih ise rika' (hatt-ı icâze), nesta'lik ise incesi ile Arapça izin cümlesi yazar. Bu izin cümle sinde ekseriya kullanılan Arapça metnin Türkçe'si şöyledir: "Bu güzel kıtayı yazana (talebenin adı) ya zılarının altına ketebesini koyması için icazet ver dim. Allah ö m r ü n ü ve marifetini a t t ı r s ı n . Ben onun muallimiyim (hocanın adı), t a r i h . " Tertip olunan icâzet merasiminde hazır bulunan diğer üstatlar da hocanın izin cümlesinin yanına tasdik cümlesi yazar lar. Böylece meşkettiği yazıda m ü c a z olan talebe hat tat unvanını ve ketebe k o y m a salâhiyetini almış olur. İcâzetname alan h a t t a t eserlerine ketebe koyma salâ hiyetine sahiptir. M ü c a z o l m a y a n kendiliğinden im za koyamaz m a n e n mesuldür. Böylece sanatın yüz yıllar boyunca ulaştığı n i z a m ve kaidelerinin ehil ol mayan ellerde bozulması önlenmiş, sanatın değeri, İsmail Zühdü Efendi'nin Ali Haydar Bey'den aldığı nesta'lik icâzetnamesi. Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonu.
sanatkârın şeref ve haysiyeti k o r u n m u ş t u r . H a t t a t imzaları ekseriya ketebe kelimesiyle başlar bu sebeple imza a t m a y a ketebe koyma da denir. Ke tebe kelimesi yerine yazının mahiyetine göre nema
kahû, harrerehû,
rakamehû, sevvedehû, meşşekahû,
nesehahû, satarehû, kalledehû kelimeleri de kullanıl mıştır. H a t t a t imzaları bu kelimelerden sonra teva¬ zua delâlet eden "el-fakîr, el-müznib, el-hakîr" gibi kelimeler, hattatın ismi ve bir dua cümlesini ihtiva eden bir cümle ilâve edilir.