KENTSEL DEVRİME DOGRi
wavic.0
11V#-
metis
David Harvey
Asi Şehirler Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru 1935 İngiltere doğumlu. 1961'de Cambridge Üniversitesi' nde coğrafya alanında doktorasını tamamladı. Bristol Üniversitesi'ndeki çalışmalarının ardından 1969'da ABD, Baltimore' daki Johns Hopkins Üniversitesi'ne geçti. Çeşitli üniversiteler de dersler ve konferanslar verdiği akademik çalışmaları için de sayısız makaleye ve çok ses getiren, birçok dile çevrilen ki taplara imza attı. 2001 'de City University of New York'ta ça lışmaya başladı. Harvey'in çalışmalarının en önemli özelliği, Marksist kurama uzamsallık fikrini dahil etmesi, eklemlemesi olmuştur. Harvey'in Türkçeye çevrilen ilk kitabı Postmodernliğin Durumu (Metis, 1997). Diğer yapıtlarından başlıcaları şunlar: Sosyal Adalet ve Şehir (Metis, 2003), Sermayenin Sınırları (Tan, 2012), The Urban Experience (Kentsel Dene yim, 1989), Yeni Emperyalizm (Everest, 2004), A Brief His tory of Neoliberalism (Neoliberalizmin Kısa Tarihi, 2005), Umut Mekânları (Metis, 2008), Marx'tn KapitaTi için Kıla vuz (Metis, 2012), Sermayenin Mekânları (Sel, 2012) ve Ser maye Muamması (Sel, 2012).
Metis Yayınları İpek Sokak 5, 34433 Beyoğlu, İstanbul Tel: 212 2454696 Faks: 212 2454519 e-posta:
[email protected] www.metiskitap.com Yayınevi Sertifika No: 10726 Asi Şehirler Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru David Harvey İngilizce Basımı: Rebel Cities From the Right to the City to the Urban Revolution Verso, 2012 © David Harvey Verso, Londra ile yapılan lisans sözleşmesi temelinde yayımlanmıştır. Türkçe Yayım Hakları © Metis Yayınları, 2012 Çeviri Eser © Ayşe Deniz Temiz, 2012 İlk Basım: Mart 2013 Yayıma Hazırlayan: Özge Çelik Kapak Fotoğrafı: Berlin Duvarı, Almanya. Yüzlerce kişinin duvarın yıkımına karşı çıktığı 1 Mart 2013 günü duvarın Doğu Yakası'nda görüntülenmiştir. (Fotoğraf: Markus Schreiber, Associated Press) Kapak Tasarımı: Semih Sökmen Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd. Baskı ve Cilt: Yaylacık Matbaacılık Ltd. Fatih Sanayi Sitesi No. 12/197-203 Topkapı, İstanbul Tel: 212 5678003 Matbaa Sertifika No: 11931
ISBN-13: 978-975-342-908-5
David Harvey
Asi Şehirler ŞEHİR HAKKINDAN KENTSEL DEVRİME DOĞRU
Çeviren ve Sunuş:
Ayşe Deniz Temiz
metis
Delfina'ya, ve diğer bütün öğrencilere
içindekiler
Sunuş, Ayşe Deniz Temiz 9 Önsöz: Henri Lefebvre'in Vizyonu 29
B İR İN C İ K ISIM
Şehir Hakkı 1 Şehir Hakkı 43 2 Kapitalist Sistemin Krizlerinin Kentsel Kökenleri 70 3 Kentsel Müşterek Alanların Yaratılması 117 4 Rant Sanatı 143
İK İN C İ K ISIM
A si Şehirler 5 Antikapitalist Mücadele için Şehri Yeniden Sahiplenmek 171 6 Londra 2011: Vahşi Kapitalizm Sokağa Dökülüyor 217 7 # OWS: Wall Street Partisi Gazap Biçiyor 220 Teşekkür 227 Dizin 229
Sunuş
B ö y le c e , ö z n e m e n ş e li siy a se t, şe h ri k u ra n d ışs a llığ a el k o n m a s ın d a k e n d in i g ö ste rir. JEAN-LUC NANCY, T he Sense o f the W orld (D ünyanın D uyusu)
I ABD'de 2001 yılından bu yana spekülatif biçim de şişirilmekte olan gayrimenkul ve ona bağlı finans sektöründe 2008 kışında patlak ve ren ve kısa süre içinde tüm Avrupa'yı girdabına alan iktisadi krizin nedenlerini çözmeye çalıştığım ız sırada, finans uzmanlarının basın ve medyadaki resmi geçidine tanık olduk. Olan biteni açıklarken "hedge fonu", "türev araçlar", "toksik varlıklar" gibi Türkçe karşılı ğı dahi bulunm ayan terimleri art arda sıralıyorlar, bunları gündelik dile veya hatta daha aşina olduğum uz iktisat kavram larına tercüme etmeye dahi tenezzül etmiyorlardı. Ne kadar kulak kabartırsak ka bartalım, m eselenin sıradan ölüm lülere izah edilem eyecek kadar karmaşık olduğu konusunda kendilerine hak vermekten öteye geçemiyorduk. Krizin müsebbibi olan spekülatif sermayenin sözcüleri kendi içine kapalı bu jargonu tedavüle sokarak kendilerini m addiya tın çarpmasıyla yüzleşmekten koruyan dilsel bir kalkanın ardına sı ğınmış oluyorlardı. Finans sektöründe "ters giden" şeyin ne olduğu sair yurttaş için açıklığa kavuşm amıştı belki am a m addiyatın çarp masını doğrudan yaşam larında hisseden kitleler nedenlerin bilgisi ne dolaysız yoldan ulaşmışlardı. Güney Avrupa’nın kırılgan ekono m ilerinden başlayarak İrlanda ve kolay sarsılmayacağı farz edilen İngiltere gibi merkez ülke ekonom ilerine doğru ilerleyen kriz karşı sında, oturduğu eve haciz konan, işinden çıkarılan, kem er sıkma po
10
ASİ ŞEHİRLER
litikaları ve özelleştirm eler sonucunda kamu hizm etlerinden m ah rum edilen kitlelerin sokağa inmesi uzun sürmedi. M adrid'den Dub lin'e, A tina'dan Londra'ya kadar uzanan Avrupalı asi şehirler şebe kesi, Atlantik'in öte yakasından, rötarlı da olsa gelen katılım larla ge nişliyordu. Krizin merkez üssü ABD'de durumun kitleler tarafından idrakinde yaşanan iki yıllık gecikme, finans uzmanlarının "sorunun hallini uzm anlarına bırakma" yönündeki telkini ve "batmasına göz yumulam ayacak kadar büyük" bankalara devlet bütçesinden kefaret ödenmesiyle durumun aşılacağı yönündeki teskini ile açıklanabilirdi olsa olsa. A si Şehirler neoliberal iktisat tarafından kurgulanan kriz anlatısı ile krizin kendi üzerlerinden telafi edildiği kitlelerin konumu ara sındaki makasın giderek açıldığı bu zaman kesidini tahlil ediyor. Sokaktaki antikapitalist eylemliliğe yaslandığını peşinen ilan eden metin, üslubuyla da akademi dışından okuru başköşeye buyur edi yor. Bununla birlikte, kitabın bir ayağının dışarıda oluşu, doğrudan eylem lehine uzun vadeli kavramsal analizin bir kenara bırakıldığı anlam ına gelmiyor. Bilakis yazar 1980'lerin ikinci yarısından bu ya na olgunlaştırm akta olduğu kentsel iktisat anlayışını burada özlü bir biçimde ortaya koyarken, bir yandan da kavramsal soru ve çözüm lemelerin kentsel toplumsal hareketler açısından ne gibi yeni doğ rultulara işaret edebileceğini irdeliyor. Kavramları somut durumlar için kullanışlı kılmak teorinin en zorlu sınavı ise, A si Şehirler â t ye di boğum teorik birikim i sarih bir dile — ve aynı anda sokağa— dö ken Harvey'in tam olarak bunu am açladığını söyleyebiliriz.
II Kitap eşit ağırlığa sahip üç sorunsal tanımlıyor. Bunların ilki, Harvey için uzun erimli bir proje oluşturan kentsel iktisat ile kapitalist sistemin bütünü arasındaki ilişki. Bu çözümlemenin ışığında ele alı nan ikinci tartışm a kentsel toplum sal hareketler ve antikapitalist m ü cadele arasındaki ayrım ve çakışm a noktalarına, ve bütün bu anali zin bağlandığı son tartışm a ise kentte temellenen toplumsal hareket lerin örgütlenme biçim lerine odaklanıyor. M erkezine kentsel iktisadı yerleştiren ilk tartışm a iki hat üzerin
SUNUŞ
11
den yürütülüyor. Yazar bir yandan gayrimenkul ve finans sektörle rindeki spekülatif faaliyeti kendi iç m antığıyla açıklanabilecek bir alan olarak gören neoliberal iktisadı eleştirirken, diğer taraftan Marksizmin kentsel iktisada olan kayıtsızlığının da bu sahanın içine ka palı bir uzmanlığa dönüşmesini pekiştirdiğini ileri sürüyor. Tartış ma bu çerçeveyle sınırlandırıldığında, 2008 krizinin nedenleri, ABD' li teknokratların 1990'larda kredi kuruluşları üzerindeki denetimi gevşetmesi gibi manevraları sorgulayan kurumsal bir yaklaşımdan öteye geçemeyecektir. Kentsel altyapı ve konut yatırımları ve rant, K apitalden bu yana, M arksist kuram içerisinde üretimin değil yeni den üretimin alanına ait sorunlar olarak görülm üş, antikapitalist bir siyasetle olsa olsa tali bir bağı olduğu varsayılmıştır. Kente yönelik bu kayıtsızlığın uzun geçmişi, Harvey'e göre, M arksist kuramı 2008 krizine yol açan nedensellik zincirini çözümleyecek araçlardan yok sun bırakmıştı. Böylece M arksist iktisatçılar krizi yaratan sektör ve aktörler arasındaki özgül ilişki biçimlerini dikkate almak yerine alet çantalarında hazır bulunan kapitalizmin döngüsel krizleri kuramını, biraz tozunu aldıktan sonra kullanım a soktular. İşte kitabın ilk iki bölüm ünde Harvey, finans krizi olarak etiket lenen olguyu M arksist iktisadın ihmal ettiği kent perspektifi üzerin den çözüm lem eye girişiyor. Kentsel konut ve altyapı üretiminin, kapitalizmin genel döngülerine tabi olmaktan öte, sermaye biriki minde belirleyici bir rol oynadığını ortaya koyuyor. Burada, bir üre tim kolu olarak inşaat sektöründen kentsel iktisat kavramına geçiş te bir dizi kentsel siyasi dolayım devreye girer. İnşaat faaliyetinin nesnesi, belli boyutlardaki bir arsa iken, kentsel mekân tabir edilen şey çok katmanlı siyasi dolayanların bir tezahürüdür. Öyleyse kent sel iktisat, toplumsal gruplar arasındaki çatışm aların sahası olan şe hir tarihinden bağımsız düşünülemez. Harvey'in "kapitalizmin coğ rafi tarihi" kavram sallaştırm ası işte bu noktayı ifade eder. Şehircilik ve mimarlık literatüründe şehir tarihi anlatısı, mekânının geçirdiği bir dizi evrim tem elinde kurgulanır. 19. yüzyıl Paris bulvarlarından Viyana R ingstrasséye dek mekânı şekillendiren temel etken, bu an latıda, iktidarın bir yandan kendi simgesel mekânını üretme bir yan dan da kitleleri denetlem e istencidir. Harvey ise kentsel iktisadı M arksist kavram lar çerçevesinde ele alm ayı önerirken aynı zam an da kapitalizm in tarihini de yeni bir gözle değerlendirir. Kitabın 2.
12
ASİ ŞEHİRLER
Bölümü, kapitalizm in coğrafi tarihine odaklanarak 19. yüzyıl Parisi'nden yüzyıl başı New Yorku'na, kentsel gelişim de dönüm noktası niteliği taşıyan hummalı imar faaliyetlerinin bu şehirlerin parçası oldukları iktisadi sistemin bütünü içerisinde ne gibi bir işleve sahip olduğunu sorguluyor. Çıplak göze şehrin yenilenmesi olarak görü nen şey, sermaye fazlasının em ilm esinde tarihsel olarak ne gibi bir rol üstlenmektedir? Sermaye fazlasının bu şekilde gayrimenkul üze rinden soğrulması ile gelişen, büyüyen şehir, istikrarlı bir ekonom i ye mi delalet eder, yoksa 1920 sonrası New York'unda olduğu gibi, yaklaşm akta olan bir krize mi? Bu sorular Harvey’in kentsel iktisat alanında uzun döneme yayılan yapıtının diğer ciltlerine giriş niteli ğindedir.1
Ilb Kentsel iktisadı ihmal etmekle M arksist teorinin gözden kaçırdığı bir başka önemli nokta, finans sermayesinin artan önemidir. Kredi ve faiz, K apital'in 2. Cildinde geçerken değinilen ve tıpkı rant gibi yeniden üretimin alanına terk edilen meselelerdir. Oysa konut ve altyapı yatırımları, fabrika üretiminde geçerli olan sermaye döngü sünden çok daha uzun vadeli bir zam ansallığa sahip olduğundan, ürünün alıcı bulmasına kadar geçecek olan süre ancak yüklü m iktar da kredi sağlayan bir finans sermayesinin varlığıyla tolere edilir. Gayrimenkul ve finans sektörlerinin günümüz kapitalizminde kriz tetikleyecek ölçekte bir paya sahip olduğu düşünüldüğünde spekü latif ve üretken sermaye döngüleri arasındaki ilişkinin daha dikkat li bir analize muhtaç olduğu açıktır. Marksist analiz açısından orta ya konan bu ihtiyacı Harvey daha kapsamlı biçim de A B rie f H istory o f Neoliberalism (Neoliberalizmin Kısa Tarihi) ve Sermaye M uam ması çalışm alarında ve elinizdeki kitapta atıfta bulunulan çok sayı da m akalede ele alıyor. Ayrıca son dönemde İtalyan M arksizmi içe risinden gelişen otonomi ve maddi olmayan iş tartışmaları da Har1. S erm a yen in S ın ırla rı, çev. U tku B alaban, İstanbul: T an, 2012; P aris, M od ern iten in B a şken ti, çev. B e m a K ılınçer, İstanbul: S el, 2012; Serm ayenin M e kâ n ları: E le ştirel B ir C o ğ ra fya ya D o ğ ru , çev. B aşak K ıcır, D eniz K oç, K ıvanç Tanrıyar, S ed a Y üksel, İstanbul: Sel, 2012.
SUNUŞ
13
vey'in işaret ettiği doğrultuda açılım lar sunuyor.2 Finans sermayesinin devreye girmesi imar faaliyetini mümkün kılmanın yanı sıra, Harvey'in dikkat çektiği önemli bir yan etkiyi de beraberinde getirir: konut arzının talepten gitgide bağımsızlaşması. Başlangıçta konut yatırımlarının önünü açan bu durum, üretim dön güsünün son etabında, üretilen konut birimlerinin piyasada değere dönüşmesi noktasında bir belirsizliğe, hatta açmaza neden olabil mektedir. Harvey bu durumu Goetzman ve Newman'dan aktardığı şu formülle özetler: Finans piyasalarındaki olumlu hava, gökdelen leri yükseltmek için yeterli olabilir, ama sıra kira tahsilatına gelince çelik ve betonla muhatap olamazsınız. Bu tıkanıklığı aşmak için fi nans sermayesi konut üretiminin bu kez talep yönünü de manipüle etmeye girişir; nihayet hem arz hem de talepten azade, kendi devi niminden çoğalan, aşkın bir sermaye döngüsü, Flarvey’in tabiriyle sermaye muamması ortaya çıkar. Kendi kendini doğurur ve doğru larmış gibi görünen bu kehanetin gelip dayanacağı sınır pek uzak olmasa gerektir — ABD'deki konut ipoteği krizi buna kanıttır; fakat aynı zamanda, küresel piyasaları krizden çıkarm ak için kefareti üst lenen ülkenin durumu da bizzat tartışmalıdır. Çin'de bugüne dek hiçbir ulusal ekonom ide eşi görülm em iş bir ölçek ve hızda gerçek leşmekte olan kentsel dönüşüm serüveni, talepten bağımsız konut üretiminin çarpması muhtemel sert kayaları düşündürmektedir in sana ister istemez, zira sıradan bir evin "şehir sakinlerinin ortalama yıllık gelirinin 25 katı fiyata sahip" olduğu bir inşaat furyasının "sür dürülebilir olm adığı aşikârdır."
İle Finans serm ayesiyle sarmalanan, talepten bağımsız, spekülatif ko nut arzı her ne kadar kendi kendine çoğalan sermaye gibi bir serap 2. Bkz. ö rn eğ in C h ristian M arazzi, T he V iolence o f F in a n cia l C apitalism , Ing. çcv. K ristina L eb ed ev a ve Jason F rancis M c G im sey, L os A ngeles: S em iotext(e), 2010. K itabın ek in d ek i sö zlü kçede, finans se ktörünün "sihirli sözcükieri"nin a n lam ları d a açıklanıyor. A yrıca bkz. C hristian M arazzi, Serm aye ve D il, çev. A hm et Hrgenç, İstanbul: A yrıntı, 2010 ve B rett N ielson, "T he M agic o f D ebt, o r A m ortize T'his!", M u te (6) 2007. w w w .eu ro zine.com /articles/2007-09-20-neilson-en.htm l (erişim tarihi: 5 Ş u b at 2013).
14
ASİ ŞEHİRLER
yaratıyorsa da, bu zafer — veya 2008 yılında ABD'de yaşandığı şek liyle: felaket— Harvey'in ısrarla vurguladığı gibi, tek başına serbest piyasanın marifeti değildir. Yazar, ABD'de 1990 sonrası ileri tekno loji sektörlerinde yaşanan hüsranın ardından, yıllar önce devlet eliyle kurulmuş olan finans kum ullarının nasıl bizzat devlet bütçe sinden desteklenm eye başladığını, evsahipliğini teşvik etmenin devlet siyaseti olarak aktif biçim de uygulandığını hatırlatır. Hemen ardından, krizde nihayete eren bu senaryonun yeniden sahneye kon m akta olduğu Çin'e döner. Liberalleşmenin güçlü devlet otoritesini bertaraf etm eksizin sürdüğü Çin'de devasa bir ölçekte gerçekleştiri len altyapı ve konut üretimi farklı aktörleri karşımıza çıkarır. Talep ten tümüyle bağımsız olarak üretilen, tam am landıktan yıllar sonra hâlâ sakinlerini bekleyen yüzbinlerce nüfus kapasiteli düzinelerce hayalet-uydu şehrin finansm anı, Harvey'in özellikle dikkat çektiği gibi, yerel yönetim ler desteğiyle kurulan, gelgelelim kamu kurulu şu statüsüne de sahip olm ayan, kayıt dışı finans kuruluşlarına yüklü m iktarlarda borçlanm a ile elde edilir. Wall Street'teki krizi hazırla yan etken, finans piyasaları üzerindeki denetim ve düzenlemenin gevşetilm esi idiyse, Wall Street'in kefaretini ödeyen Çin'de GSYH' nin %70'ini oluşturan gayrimenkul ve altyapı sektörü denetime bir o kadar kapalı ve şeffaflıktan ve hesap vermekten bir o kadar uzak bir finansal yapıya yaslanmaktadır. Ild İnşaat ve finans sektörleriyle devlet desteğinin çok katmanlı ilişki sine dair Harvey'in ABD ve Çin örnekleri üzerinden gerçekleştirdi ği analiz, son on küsür yıldır Türkiye'nin geçirmekte olduğu kentsel çevre üretimi süreçlerini değerlendirirken bizlere de önemli ipuçla rı sunuyor. Devletin gayrimenkul üretim sürecine dahil oluşu, bizde de alt gelir grubunun barınm a hakkını güvenceye almak ve bunu ya parken düzensiz gecekondu yap-satçılığınm yerine planlı konut çevreleri üretmek gibi bir saikle 1990'larda kurulan Toplu Konut İdaresi ile başlamıştı. Ancak kurum son on yıl içerisinde 11 ayrı ya sal düzenlem eyle yepyeni yetkilerle donatılarak kâr amaçlı bir te şebbüse dönüştürüldü. Aynı dönemde im ar mevzuatını ilgilendiren 200'ün üzerinde yasanın iktidar partisinin oy çokluğuna sahip oldu
SUNUŞ
15
ğu meclisten geçirilmiş olm ası,3 kentsel iktisadın ulusal ekonomi içerisindeki yeri hakkında net bir fikir verdiği gibi, kenti biçim len diren erkin nerede konumlandığını da ortaya koymaktadır. Devletin plancı ve m im ar kadroları tarafından yapılan planların kanun hük münde olduğu bir düzenden, şehirlerin hatta m ünferit mahalle ve ortak alanların geleceğinin yasama organı tarafından tayin edildiği bir düzene geçiş hemen hemen hiçbir dirençle karşılaşmadan ger çekleşti. Piyasa aktörlerine karşı kamu yararını korumanın temel yasal dayanağı olan üst ölçekli planlam anın yerini, devlet yetkile riyle hareket eden kâr amaçlı bir kuruluşun denetim den m uaf "proje"leri aldı. K eza 2012'nin sonunda meclisten geçen Büyükşehir Ya sası yerel yönetim kademelerini, bu yönetimlere ait ortak alanlara merkezi hüküm et adına el koym ak suretiyle lağvederken şehirler ve mücavir alanlarda gerçekleşecek kentsel yatırım lar üzerinde m er kezden tayin edilecek bir "Yatırım İzleme ve Koordinasyon Birimi"ni yetkili kılıyor.4 Hukuksal açıdan "kamu yararı"nı — m erkezi yetçi biçimde de olsa— temsil eden teknik kadroların denetiminden m uaf olduğu gibi, piyasa açısından da talebin dengeleyici unsurun dan bağımsız biçim de süregiden gayrim enkul yatırımlarının Türki ye'de son 3 yıl zarfında ürettiği atıl konut birimi sayısı, sırasıyla 560 bin, 230 bin ve 300 bindir.5 Yüklü miktarda iç (Çin örneği) ve dış (Türkiye örneği) borca dayalı bu tür bir spekülatif sermaye gelişi minin piyasanın iç dinamikleri tarafından er ya da geç dizginlenece ği varsayılabilir. Öte yandan otoriter bir idarenin böyle devasa bir imar harekâtının tamam layıcısı olarak kitlesel nüfus iskân politika larını devreye sokması da ihtimal dahilindedir. Büyükşehir Yasası ile statüsü ortadan kaldırılan 16 binden fazla köy ve 1500'ün üzerin de ilçe belediyesinde halihazırda ikamet eden nüfusun bir bölümü 3. M ehm et P en p ecio ğ lu , "K apitalist K entleşm e D inam iklerinin T ürkiye'deki Son O n Y ılı: Yapılı Ç ev re Ü retim i, D evlet ve B üyük Ö lçekli K entsel P rojeler", Bırikim (2011): 62-73. 4. O n Ü ç İlde B ü y ü k şeh ir B elediyesi ve Yirm i A ltı İlçe K urulm ası ile Bazı K anun ve K anun H ü k m ü n d e K ararnam elerde D eğişiklik Y apılm asına D air K a nun: w w w .resm ig azete.g o v .tr/eskiler/2012/12/20121206-l.htm (erişim tarihi: 10 A ralık 2012). 5. A dile K aya, "P atlam ay a H azır B ir B alon M u?", Sol, 13 K asım 2012; M u s tafa S ö n m ez, "İnşaat B alonu N e Z am an P atlar?", C u m huriyet, 14 K asım 2012. M akaleye yazarın b log sa y fasın dan erişilebilir: m ustafasonm ez.net/?p= 2524.
16
ASİ ŞEHİRLER
şehirlere göç etm eye m ecbur kalabilir; O rtadoğu'daki savaşın neden olduğu mülteci akını, yabancılara gayrimenkul satışı6 gibi nüfus öl çeğindeki hareketler de emlak piyasası üzerinde etkili olacaktır. Gel g eld im bu gidişat kendi seyrine terk edilecek olursa toplum ve çev re açısından faturanın, 2008 "finans krizi"nin açıkça gösterdiği gibi, toplum un yoksul tabakalarına kesilm esine şaşırmamalıyız. Harvey'in ABD ve Çin arasında yaptığı karşılaştırmalı tahlilin den çıkan bir başka sonuç ise, sermayenin tekelleşmesi (ABD'de ör neği) ile devlet erkinin m erkezileşm esinin (Çin'de olduğu gibi) fark lı sonuçlara yol açtığı. Çin gibi otoriter bir yönetimin hâkim olduğu bir ülkede uygulanan neoliberal politika, Slavoj Zizek'in bir süre ön ce dolaysızca öne sürdüğü gibi, hiç de Batı kapitalizm inin henüz ta mamlanm am ış bir evresi ve provası olmayabilir. Hatta, neoliberalizmin otoriter rejim ler altında yakaladığı bu yeni "terkip", Batı da da hil dünyanın her yerine ihraç edilecek bir gelecek m odeline dönüşe bilir.7 III İşte kitabın odaklandığı ikinci temel problem atik olan kentsel top lumsal hareketler, Harvey'ye göre, ancak bu tür bir M arksist kentsel iktisat çerçevesinde anlam yüklenir. 1999'da Seattle'da örneğini gör düğümüz ve bugün Şanghay ve Guangdong'dan Atina'ya, Kahire' den Cochabamba'ya merkez-çeper ayırt etmeksizin benzer gündem ler üzerinden harekete geçen, kimi zaman şehir şebekeleri biçim in de örgütlenen hareketleri "kentsel" diye nitelerken tam olarak neyi kastediyoruz? Kitabın 3. ve 5. bölüm leri bu sorunun peşinden gidi yor. Bu toplumsal hareketler açısından kent, üretim ilişkilerinden doğan çelişkilerin dile getirilm esine imkân veren bir mekândan mı ibarettir? Yoksa bu çelişkiler bizzat kentsel mekânın üretim sürecin den doğan çelişkiler midir? Başka bir deyişle şehir, m ücadelenin 6. K o rk u t B o ratav 2012 y ılın d a y ab an cılara g ayrim enkul satışın d an 2,6 m il y a r d o lar eld e ed ild iğ in i, bun un tü m yabancı yatırım içerisin d e % 20,9'luk bir pay tu ttu ğ u n u belirtiyor. "2012'de S erm aye H areketleri ve C ari D enge", Sol, 19 Ş ubat 2013. 7. S lavoj Z izek , "C hina's V alley o f T ears. Is A uthoritarian C apitalism the Futu re?", In T h ese Tim es, 3 A ralık 2007; w w w .inthesetim es.com /article/3425 (eri şim tarih i; 20 O cak 2013).
SUNUŞ
17
sahnesini mi oluşturur, yoksa kaynağını mı? Veya Harvey'in 5. Bölüm'deki formülasyonuyla, "hem şehir içinde cereyan eden, hem de şehri ve şehir yaşam ının niteliğini ve geleceğini konu alan m ücade lelerin, antikapitalist siyasete temel teşkil ettiği söylenebilir mi?" Harvey bu soruların izinde, şehir menşeli m ücadelelerin barın ma, kamu hizm etlerinden faydalanma, ortak alanlara erişim, kentsel gelişim üzerinde söz sahibi olm a gibi hak talepleri ile sınıf m ücade lesinin talepleri arasına ortodoks M arksizm in çektiği katı sınırı aşındırmayı hedefliyor. "Hemşeri (veya yurttaş) ile yoldaşın kolkola yürümesi"nin günüm üz kapitalizmi koşullarında her zam ankin den daha fazla mümkün ve gerekli olduğunu savunuyor. Dahası ka pitalizmin erken dönem ine ait, Marksist tarihin proleter sınıf hare keti olarak kaydettiği pek çok kesitte (Paris Komünü bunun en çar pıcı timsali olarak sunuluyor) yurttaş ve yoldaşın zaten — eğer aynı kişide buluşm uyorsa bile— yan yana m ücadele ettiğini hatırlatıyor. Illb Kentsel toplumsal hareketlere temel oluşturan "ortak alanlar" bu noktada önem kazanmaktadır. İtalyan, İngiliz ve ABD'li post-M arksist tarihçi, siyaset felsefecisi ve eylemcilerin "ortak alan" üzerine son dönemde yürüttüğü tartışmalarla diyaloğa girerken, önce tanı mı netleştirmemizi öneriyor Harvey.8 Ortak alanları "belli bir nesne, bir mal varlığı veya hatta toplumsal bir süreç olarak değil, kalıcı ol mayan, her türlü dış etkiye açık bir toplumsal ilişki biçiminde" ta nımlıyor. Ortak alanlar statik birer varlık veya değer değil, dinamik birer ilişki biçim inde tarif edildiğinde, sermayenin süregiden tem el lük edimleri ile giderek daralan bir alandan bahsetmek yerine, "tıp kı kentsel ortak alanlar gibi, sürekli üretilmekte olan bir şey "den söz etmeye başlıyoruz. Tartışmayı Türkiye'ye taşırken önemli bir dilsel8. O rtak alan k o n u su n a farklı perspektiflerden y ak laşm ak la birlikte ortak ilg i leri paylaşan tem el m etin ler için bkz. örneğin C e sa rC a s a rin o ve A ntonio N e g ri,/« P raise o f the C o m m o n : A C o n versa tion on P hilosophy a n d P olitics, M inneapolis: U niversity o f M in n e sso ta P ress, 2008; P eter L in eb au g h , T he M agna C arta M a n i fe s to : L ib erties a n d C o m m o n s f o r A ll, B erkeley: U niversity o f C alifornia P ress, 2008; L aw ren ce L essig , F ree C ulture: T he N a tu re a n d F uture o f C reativity, NY: P enguin, 2005; v e in tern et derg isi The C om m oner, w w w .com m oner.org.uk.
18
ASİ ŞEHİRLER
kavramsal araç da burada elimizden tutuyor: ortak alanın "iştirak"i, yani "etkin katılımı" hem bünyevi olarak içerdiği hem de gerektirdi ğine işaret eden müşterek kavramı. Böyle görüldüğünde, sermayenin el koyduğu bu alanları geri ta lep etmenin yolu bunları basitçe işgal etm ek gibi bir stratejiden iba ret olamaz. Ortak alanın kendisi kolektif bir ilişki ise, ortak alan üzerinde "toplumsal bir ilişki" tesis edilm edikçe, bu alana kolektif olarak sahip çıkmak olanaksızlaşır. "Bu ise", Harvey'e göre, "ortak alanlar üzerine halihazırda tedavülde olan hâkim radikal teorilerin sunduğundan çok daha fazla hayal gücü ve derinlik ister, özellikle de kapitalist kentleşm enin bu ortak alanları sürekli olarak üretmek te ve onlara el koymakta olduğu düşünülürse." "Kentsel dönüşüm" hüsnü tabiri altında son beş yıldır Türkiye şehir ve bölgelerinde çok farklı türden ortak alanlar (tarihi ve kentsel sit alanları, ormanlar, gecekondu bölgeleri vb.) iktidar tarafından, kapitalizm in ilksel birikim evresindeki sömürge işgallerini andıran bir iştahla rant amaçlı yapılaşm aya açılıyor. Bunun karşısındaki m u halefetin ise hâlâ sayılı yerel direnişler boyutunda sürdüğüne tanık oluyoruz. Harvey'in kentsel ortak alanlara dair tespitleri bu sürece katkıda bulunabilir. İlkin, ortak alanları salt birer mal varlığı veya değerli kaynak olarak tanım ladığımızda, bu varlıklara hukuka aykı rı biçimde el konması karşısında, kamuoyunun haberdar olduğu du rumlarda dahi, siyasi bir irade ve süreç inşa etmek bir hayli güç görü nüyor. Kamuya ait olan ile ortak olan arasında H arvey’in yaptığı bir başka ayrım da gözönünde bulundurulmalı. Kam uya ait bir arazi, yapı veya doğal kaynak, Türkiye yurttaşının zihin dünyasında — bu rada Batı dem okrasisi yurttaşları ile farklılaşan noktalara ayrıca dik kat etm ek gerek— ortak m ülkiyete tabi olan bir şeyden ziyade, kim seye ait olmayan, dolayısıyla kimsenin sorumluluğunu gerektirm e yen bir hukuki boşluğu ima eder. Bir hukuki boşluğun başına gelen ler içinse insanları harekete geçirmek haliyle pek kolay olmayacak tır — tıpkı son birkaç yıl içinde büyük şehirlerdeki kaldırım lara ara ba park edilmesi veya kaldırım üzerinde m otosiklet sürülmesi karşı sında hiçbir sivil tepki veya cezai yaptırımın geliştirilmemesi gibi. İşte Harvey'in atıl bir varlık olarak kamusal alan ile, bu tür bir ortak varlıkla kurulan kolektif, dinamik ve katılım a dayalı bir ortaklaştır ma edimi arasında yaptığı ayrım bu noktada somutlaşıyor. Türkiye
SUNUŞ
19
büyükşehirlerinin m erkezlerinde bulunan ve hemşerilerin, hatta tüm yurttaşların kente dair hafızasında benzersiz birer yer tutan İstan bul'da Haydarpaşa Garı, Taksim M eydanı, Atatürk Kültür Merkezi, Emek Sineması; A nkara’da Atatürk Orman Çiftliği, Şinasi ve Akün Tiyatro Sahneleri gibi mekânların ticari amaçlı yık-yap (hatta yakyap!) faaliyetine açılması karşısında, ne geleneksel sol ne de sivil toplum hareketleri eliyle etkin bir iradenin örgütlenememiş oluşu, kent kültürü, hemşerilik bilinci, şehir hakkı gibi kavramların kendi başına ancak sınırlı bir siyasal güce sahip olduğunu göstermektedir. Harvey'in ilk bölüm de Lefebvre'e getirdiği itiraz bu açıdan haklıdır. Bu ortak alanlar kamuya (yani hiç kimseye) ait olanın hukuki boşlu ğuna, adeta bir gaip-m ekâna düşmektedir. Taksim Gezi Parkı'nı öyle veya böyle ortadan kaldırmaya karar veren merkezi iktidarın, parkın yerine bir askeri kışlayı diriltm e önerisi ve bunun kam uoyunda m a kul bir mimari fikirmişçesine tartışılması "kamusal" denen gaip-mekânın ne derece tanımsız olduğunun göstergesidir. K olektif mülkiyete tabi alanların hukuk ve siyasetle ilişkisinde Türkiye'ye özgüymüş gibi görünen diğer bir güçlük ise, hem şeri/ yurttaş muhalefetinin boşluğunda konuyu adeta doğal bir işbölümüyle hukukçulara havale etme alışkanlığı. En iyi ihtimalle mimar, plancı, mühendis gibi m esleklerden uzmanlar hukuk m üdahalesine destek verir; sonuçta ortaya çıkan resimde, kimseye ait olmayan bu alanlarla ilgili sorunun muhatabı her defasında yine — finans krizin de tanık olduğum uzdan çok da farklı olm ayan bir biçim de— işin "uzmanları" olacaktır. Uzm anlar açısından bakıldığında ise, şahsi menfaatlerinin dışında bir kamu davası için fazladan emek harcayan bu kişilerden bir de halk katılımını örgütlemelerini beklemenin in safsızlık olacağı, sessizce kabul edilir. Son bir yıl içerisinde meclis ten geçen ve hepsi de ortak alanları ilgilendiren Orman Arazileri Ya sası, Afet Yasası, Yeraltı Suları Yasası gibi onlarca yeni yasaya ilişkin meslek odalarınca düzenlenen toplantılardan, bu toplantılarda alı nan kararlardan kaçım ızın haberi oldu? Kaçımız bu uzm anlarla di yalog kurma, karşılıklı görüş alışverişinde bulunm a olanağı buldu? Siyasetin alanına ait olması gereken bir tartışm a ve ancak böyle bir tartışma sonucunda doğabilecek bir m ücadele böylelikle hukuka havale edilerek konu kapatılır. Basın ve m edyanın, gerek iktidar destekçisi gerek liberal kanadının, tümüyle kayıtsız kaldığı bu de
20
ASİ ŞEHİRLER
vasa ve tanımsız ortak alanı "yurttaş ve yoldaşların" toplanacağı bir platform a dönüştürmek için, bu alanın gerek yasam a gerekse yürüt me erki tarafından maruz kaldığı saldırıyı kapitalizmin coğrafi tari hi çerçevesine yerleştirecek mesleki uzman, hukukçu ve eylem cile rin tercüm anlığına ihtiyaç duyuyoruz. Akademide ve münevverler arasında çok revaçta olan "organik entelektüel" tartışmasını hatırla mak yerinde olabilir. Bu tartışm anın entelektüelin hal ve tavrı, giyim-kuşamı ve şivesiyle halka ne kadar yakın durduğuyla sınırlı ol m adığını düşünüyorsak, bilgi sahibi bireyler ile kitlesel eylem ara sındaki uçurumun bunca açıldığı bir dönemde organik entelektüel lerin inisiyatif almasını bekleyebiliriz. Bunun yanı sıra hukuki m ü cadelenin kendisinin nasıl katılımcı — salt m ahkeme kapısında top lanan kalabalıklardan öte— bir sürece dönüştürülebileceği üzerine kafa yorm ak da yararlı olabilir.9 İktidarın şehre yaptığı m üdahaleler mekânı kullananlar açısın dan her zaman açık ve malum değildir. Münferit bir mekâna yapılan müdahalenin, şehrin bütünü açısından ne anlama geleceği ise kent lilerin ilk bakışta görem eyeceği kadar karmaşık olabilir. Mesleki uzmanlar ve hukukçuların rehberliğindeki bir ortak alan mücadele sinin geniş kentli katılımı ile siyasi bir sürece dönüştüğü başarılı bir örnek olarak İzm ir şehir m erkezinde 1990'ların başında Alsancak Limanı ve Konak Meydanı arasındaki kıyı şeridi için merkezi ikti dar eliyle tasarlanan "altı şeritli otoyol" projesini hatırlayabiliriz.10 Sekiz yıl boyunca süren hukuk m ücadelesinde plancı ve mimarların hukuk karşısındaki dirayeti hem şeri desteğini arkasına alarak, mer kezi iktidar ve onunla dönemsel ittifaklar yapan belediye yönetim i 9. A n ay asa tartışm alarının sü rm ek te olduğu şu günlerde kam u davalarının B atı'da, özellik le ABD 'de izlediği süreci incelem ek yararlı olabilir. A BD 'de m u h a lif sivil toplum ve em ek hareketleri son dönem de kitle katılım ı içeren kam u d av a ların d a (cla ss a ctio n law su it) önem li başarılar elde ettiler. T ürk iy e'd e kam u d a v a ların d a m üdah illik hak k ın ın o lm ayışı hakkında bkz. K ürşat B um in, "M üdahillik H akkı S ınırın ın G en işlem esi'', Yeni Ş a fa k, 21 O cak 2013; yen isafak .co m .tr/y azarlar/ K u rsatB u m in /m u d ah illik-hakki-sinirinin-genislem esi/35945. 10. H aşan T opal, "K o rdonyolu, Yargı Süreci ve K orum a K urulu K ararları K ro n o lo jisi", E ge M im a rlık 1992, 2: 5-7; M ehm et H am uroğlu, "K ordonyolu'nıın B ek len en S onu", E g e M im a rlık, 1992, 2: 10-11; L event G ed izlio ğ lu , "İzm ir K or don Y o lu n a N eden Karşı Ç ık ılıy o r?", E g e M im arlık, 1992. 2: 14-5; M. L event G e d izlio ğ lu , "İzm ir K ordon Yolu", E g e M im arlık, 2001. 301: 39-40.
SUNUŞ
21
nin hukuku hiçe sayan em rivakilerine sonuna kadar direnmişti. İkti darın dayatması tasarı boyutundan öteye geçip müteahhit firma kıyı boyunca denizin dolgusunu gerçekleştirdiğinde dahi hukuki ve si yasi mücadele devam etti. Sonuç: Ticari sermayeyi desteklemeye yö nelik bir altyapı olarak tasarlanan alan, bugün şehirliler tarafından ticaret dışı her tür toplanm a ve dinlence etkinliği için kullanılan en gözde mekânlardan biri.
İlle Kentsel m ücadeleler tartışm asında Harvey'in (ve tabii Türkiye'deki muhaliflerin de) muhatabı olan ortodoks M arksizm in itirazlarını haklı çıkarır gibi görünen bir m anzarayla karşı karşıya kalıyoruz: Şehre erişim hakkı, en iyi ihtimalle burjuva hukuk devletinin konu sudur; kapitalizmi sorgulamaz, dolayısıyla antikapitalist m ücadele nin ilgi alanına girmez. Bu sava karşılık Harvey, ortak alanı praksis yoluyla var eden "katılım ve kolektif kullanıma" içerik kazandırma ya girişiyor. Şehir m erkezinde bulunan ortak alanlar, salt dinlence, eğlence ve kitlenin yeniden üretimine hizm et eden birer mekân ola rak siyasi bir anlam taşır mı? Üstelik Türkiye'de son dönemde ikti darın el koymayı talep ettiği ortak alanların çoğu şehirdeki konum ları itibariyle üst-orta sınıfın tüketim m ekânlarıyla bütünleşmişken — hangi mekânın siyaseti? Harvey'in buna yanıtı iki aşamalı: İlk olarak, emeğin yeniden üretiminde şehrin rolünü üretken faaliyet ten keskin bir çizgiyle ayırmak olanaksızdır. Emeğin yeniden üreti minin maliyetinden kaçınm a eğilimindeki sermaye, bir önceki dö nemde kamu kurum larına yüklediği bu maliyeti, neoliberal dönem de yeniden çalışanlara devretm e gayretindedir. D olayısıyla şehir üzerindeki paylaşım mücadelesi üretim ilişkilerinden bağımsız gö rülemez. İkinci olarak ve daha dolaysızca, şehrin ortak alanları ve aslında bütünü, em eğin kolektif üretiminin sonucudur. Ortak alan ları talep etmek bu açıdan em eğin kendi ürünü üzerinde hak iddia etmesinden başka bir şey değildir. Burada Harvey'in katılım ve or taklaştırm a edimi ile kastettiği şey daha açık hale geliyor." 11. K avram ın üretim ilişkileriyle bağım kuran canalıcı bir m üdahale, son d ö nem de kentsel k ültürel m ü şterek ler için yürütülen d iren işin A nkara Ş inasi S ahne-
22
ASİ ŞEHİRLER
Kapitalizmin halen içinde bulunduğum uz geç evresinde, toplumsal üretim ilişkilerinin üretim mekânıyla sınırlı (M arx'taki "biçimsel ta hakküm") olmaktan çıkıp yaşamın bütün alanlarına nüfuz ettiği ("gerçek tahakküm") yeni bir durumu deneyimliyoruz. Bu yeni di nam ikler karşısında etkin bir örgütlenme biçimini tarif ederken Harvey, şehrin kolektif üretimi ile em ek mücadelesi cephelerinin üst üs te çakıştığı vakaları öne çıkarıyor. Türkiye'deki kentsel hareketleri gözden geçirdiğim izde de, en istikrarlı direnişlerin özellikle son 10 yıllık dönemde şehrin gerek m erkezinde gerek çeperinde kurulmuş ve zaman içinde rant değeri kazanm ış gecekondu bölgelerini mutenalaştırm a ve toplu konuta açma süreçlerine karşı örgütlenen m a halle direnişleri olduğunu görüyoruz. İstanbul'da Fikirtepe, Başıbüyük, Gazi ve 1 Mayıs M ahalleleri, Armutlu, Sulukule, Fener-Balat, Ankara'da Mamak ve Dikmen Vadisi direnişleri ilk akla gelen ör nekler. Gecekondu bölgesinin merkez veya çeperde oluşuna bağlı olarak direniş olanakları da farklılaşıyor. Fener-Balat gibi tarihi kent merkezinde yer alan bir mahalle, her semtten kullanıcılara açık bir müşterek alan potansiyeli taşıyan tarihi kamu yapılarını barındırm a sı dolayısıyla m utenalaştırm aya karşı şehir genelinden kozmopolit bir muhalefeti örgütlemek ve mahalle sakinlerinin barınak hakkı ey lemiyle bütünleştirm ek mümkün olmaktadır. Buna karşılık kent çe perindeki gecekondu bölgelerinde direniş, çoğu durum da mahalle sakinleriyle sınırlı kalır. G elgeldim mahalle temelli bir direnişin, Ankara Dikm en Vadisi örneğinde olduğu gibi, şehir genelindeki m uhalif hareketlerle ittifak kurduğu durum lara da tanık oluyoruz. si ay ağ ın d a gü n d em e geldi. T iyatronun bulunduğu E m ek İşham 'm n özel b ir şirke te satışın ı d u rd u rm ak için ey lem e geçen B aşkent D a y an ışm asın d an b ir sözcü, ya p ın ın 1950'lerde dev let çalışan ların ın ücretlerinden kesintilerle oluşturulan E m ek li S andığı fonu k u llanılarak inşa edilm iş olduğunu hatırlattı; böy lelik le kentsel m ek ân ın tarihini em ek tarih iyle ilişkilendiren yeni bir p ersp ek tif açılm ış oldu. T oplum cu M ü h en d isler ve M im arlar M eclisi adına T uğçe K artalkanat'ın k o nuş m ası, "A n k aralılar A kün S ahnesi Ö nündeydi", Sol, 5 Ş u b at 2013: haber.sol.org.tr/ k en t-g u n d em leri/an k aralilar-akun-sahnesi-onundeydi-haberi-67612 (erişim : 10 Ş u b a t 2013). Bu hattan d ev am ed erek E m ek İnşaat AŞ'nin internet sayfasını ince led iğ im izd e, şirketin aynı zam an d a SGK, AOÇ, THY gibi kam u kuruluşlarının "iş tira k i” old u ğ u n u öğreniyoruz.
SUNUŞ
23
Gerek Fener-Balat gerekse Dikmen örneğinde direnişin genişlem e si, yalnızca bir alanın sınırları dışına çıktığı anlamına gelmiyor, ay nı zamanda kişisel haklar temelindeki bir siyasal hareketten m üşte rek alanlara vurgu yapan kolektif bir örgütlenmeye geçişi de ifade ediyor. Dikmen'de mahalle halkının yıkım girişimlerine karşı koy ması üzerine Ankara Büyükşehir Belediyesi elektrik, su gibi temel hizmetleri kestiğinde, mahalleli kendi arasındaki dayanışm a ve şe hir genelinden STK'ların desteğiyle bu hizmetleri temin etm işti.12 Bir sonraki adımda ise Dikm enliler "sağlık ocağının kapatılmasına veya şebeke suyuna fahiş zam yapılm asına karşı" eyleme geçtiler; ayrıca "katlı kavşak inşaatı gerekçesiyle Kuğulu Park'ın ağaçlarının kesilmesi", "ODTÜ'nün ortasından otoban geçirilmesi" gibi serm a yenin şehir bütününü hedef alan saldırılarına karşı protestolar içinde yer aldılar.13 Yaşam alanı ile sınıfsal ilişkilerin kesişim noktasında ortaya çıkan böyle istikrarlı bir direnişin kentsel m üşterekler m üca delesine doğru genişleme potansiyeli taşıdığını görüyoruz. Son dö nemde bir em ir sözü yerine geçen kentsel dönüşüme karşı kendi ya şam alanları üzerine söz söyleme hakim savunan gecekondu sakin leri, merkezi yönetim ve onun yerel aktörlerince siyasi suçlu olarak damgalanıyor. Bu itham, yapılı çevrenin biçimlenmesi üzerindeki mücadelelerin kurucu ve katılımcı bir siyasi alanın inşasında ne de rece kilit bir yere sahip olduğuna işaret eder, tıpkı kentsel mekân üretiminin ulusal ölçekte sermaye birikimi üzerinde belirleyici bir role sahip olması gibi. Biyoiktidarın elinde daha şimdiden "nüfusu ehlileştirme" işlevi kazanm akta olan, gelecekte ne gibi sekter ve dış layıcı yaptırımlara, nasıl bir rezidans baskısına dönüşeceğini kestir menin güç olduğu tektipleştirici toplu konut uygulamalarına karşı gecekondu direnişlerinde dile getirilen, fiziksel dokuyu ortadan kal dırmak yerine "yerinde ıslah" seçeneği, mimari çevrede insan ölçe ğini korumanın yanı sıra biyoiktidarın cenderesi dışındaki bir yaşa mı savunmanın da yollarından önemli bir tanesidir.
12. M ehm et Ö zer (haz.). O ra d a H a ya t Var: D ikm en Vadisi D iren işi, A nkara: M im arlar O d ası, 2012. 13.
24
ASİ ŞEHİRLER
IV Asi Şehirler'm bir ayağı kütüphaneye, diğeri sokağa basan bir metin olduğunu söyledik. Metnin temel sorunsal alanlarından üçüncüsü, kentsel m üşterekler etrafında cereyan eden mücadelenin örgüt yapı sına odaklanıyor. Birbirinden farklı üretim ilişkilerinin hâkim oldu ğu coğrafyalardan örneklerin karşılaştırmalı olarak incelendiği bu kısım da yazar, küresel bir ağ biçiminde, belli periyotlarla örgütle nen Savaş, Küresel İsınma ve Nükleer Enerji aleyhtarı eylemlerin ne derece kalıcı ve etkin olacağı sorusuna bir miktar tem kinle yak laşıyor. 3. Bölüm'de değinilen ve 5. Bölüm'de organizasyon yapısı açısından ayrıntılı olarak incelenen vakalar ise bilhassa şehrin ko lektif üretimi ile emek mücadelesi cephelerinin üst üste çakıştığı ör nekler. Kentsel mücadelede etkin bir siyasi örgütlenme için hangi şartları elzem olarak gördüğünü netleştirmek amacıyla yazar 1951 yılında New -M exico çinko madeni işçilerinin grevi, 2001-2002 dö nemi Buenos Aires'te işçi ve yoksul kesimlerin ayaklanması ve öz yönetim deneyimi ve (2008'den bu yana Karadeniz bölgesi halkının başı çektiği Hidro Elektrik Santrali yapımına karşı verilen mücade leyle yakın benzerlikler taşıyan) Bolivya'daki su kaynaklarının özel leştirilm esine karşı 2003-2005 arası dönem de gerçekleşen ve tam bir başarı elde eden El Alto ayaklanması gibi hadiseleri ayrıntılarıy la ele alıyor. Bu örneklerde ortak olan önemli bir özellik, mücadele ister üretim m ekânındaki ilişkilerden kaynaklansın ister yaşam ala nına ait kolektif bir haktan, her bir alana ait mevcut toplumsal daya nışma ağlarının diğer alanda sürdürülen mücadele için seferber edilmekte olmasıdır. Hareketin etkin ve uzun ömürlü olmasını sağ layan şey, çalışm a ve yaşam alanları arasındaki bu geçişliliktir. Örgütlenme biçimleri tartışm asında bir diğer önemli nokta, yeni toplumsal hareketlerin, Doğu Bloğu’nun dağılm asından sonra yapı lan özeleştiri ışığında, yatay örgütlenme modelini alternatifsiz ka bul ederek idealleştirmesi konusudur. Harvey'in buna getirdiği iti raz kitabın en tartışmalı argümanlarından birini oluşturuyor. Bir toplumsal hareket, yerel düzlem de deneyimlenen çelişkilerden yola çıktığında, ve proleter sınıfı gibi evrensel bir siyasi öznenin yoklu-
SUNUŞ
25
ğunda, kapitalizmin küresel ölçekteki işleyişine nasıl karşı koyabi lir? Son dönemde m ünferit, küçük ölçekli direnişler üzerinden türe tilen ve ideal bir m odele dönüştürülen "yataylık" kavramı, Harvey'e göre, ölçek sorununu yok saymanın yanı sıra, her biri bu ideal mo del temelinde örgütlenen yerel 1iklerin gerçekleştiği bir durum da da hi bunların birbiriyle ilişkisini kavramsallaştırmakta yetersiz kal maktadır. Hiyerarşi ve yataylık, Harvey'e göre, birbirini dışlayan ter cihler olmak zorunda değildir, çünkü tek bir örgüt biçimi farklı öl çeklerin ihtiyaçlarını karşılayamaz. Türkiye'de m üşterek alanlar m ücadelesinin en aktif hattını oluş turan, akarsuların özelleştirilerek Hidro Elektrik Santrali şirketleri ne satılmasına karşı Karadeniz'deki şehir ve köyler arasında giderek güçlenen mücadele ağı,14 benzer biçim de 2012 Büyükşehir Yasası ile tüzel kişiliğini yitirecek 16 bin köyün sakinlerini ortak direnişe davet eden İzm ir-Seferihisar'a bağlı köylülerin öncülük ettiği G ele ceğin Köyleri H areketi15 ve büyük kentlerde gecekondu alanlarını ortadan kaldıran dönüşüm projelerine karşı mahalle direnişlerinin16 hem her birinin kendi arasında, hem de birbirleriyle kurabilecekleri şebeke örgütlenmesini düşünürken A si Şehirler'in sunduğu ipuçları son derece önemli görünüyor. Yakın dönemde, iletişim teknolojisi sayesinde, kimi siyasi gün dem ler söz konusu olduğunda dünya çapında ortak bir takvimle, ko ordinasyon halinde harekete geçen şehirler ağının parçası oluyoruz. Öte yandan benzer bir koordinasyonu ulusal ölçekte yaşama geçir mekte zorlanıyor, kendimizi tarihin tuhaf bir kinayesiyle karşı kar şıya buluyoruz. Kentsel m üşterekler mücadelesi karşısında basın ve medyanın son derece kayıtsız bir tutum sergilediği, hareketin top lumsal hafızasını kaydeden bir yüzeyin henüz oluşmadığı bir dö nemde, su kaynaklarının, ormanların, köy ortak alanları ve merala rın, doğal sit alanlarının, mahallelerin, kentsel ve kültürel müşterek lerin, internet ve dahası kolektif biyolojik ve genetik materyalin ik tidar ve sermaye tarafından topyekûn ve sistem atik bir saldırı altın 14. w w w .d erelerin k ard esligi.org/w eb 15. w w w .g eleceg in k o y leri.net 16. M ahalle d iren işleri arasında bir örgütsel ağ oluşturm a girişim i için bkz. Toplumun Ş ehircilik H areketi internet sitesi: w w w .toplum unsehircilikhareketi. org/
da olduğu bir dönem de yerel direnişleri güçlendirmek, ve bunların arasında bir üst müşterek alan yaratmak için Asi Şehirler'e doğru ha reket saati gelmiştir. Ayşe Deniz Temiz Şubat 2013, Ankara
ASİ ŞEHİRLER
ÖNSÖZ
Henri Lefebvre'in Vizyonu
1970'LERİN ORTALARINDA Paris'te, çevreye daha duyarlı bir şehir yaşantısını örgütlemek için uğraş veren Ekolojistler adındaki radi kal bir mahalle hareketinin dolaşıma soktuğu bir afişe rast gelm iş tim. Bu harikulade afiş, çiçek süslü balkonları, insanlar ve çocuklar la dolup taşan meydanları, dünyaya açılan küçük dükkân ve atölye leri, sayısız kafeleri, fıskiyeli havuzları, nehir kıyısının tadını çıka ran insanları, aralara serpiştirilmiş m ahalle bahçeleri (gerçi bu deta yı kafamdan ekliyor da olabilirim) ve sohbet etmek yahut birer pu ro tüttürmek için (Ekolojistlerin iyice dumanaltı bir odada yapılan mahalle toplantısına gittiğimde ceremesini çekerek öğrendiğim üzere, o sıralar bu alışkanlık henüz lanetlenm em işti) bol vakti olan insanları ile eski Paris’in mahalle yaşantısını yeniden canlandırıyor du. O zamanlar çok sevdiğim bu poster yıllar içinde öyle yırtık pır tık hale geldi ki m aalesef atmak zorunda kaldım. Geri almak keşke mümkün olsaydı! Birileri onu tekrar basmalı. Ortaya çıkm akta olan ve eskiyi boğm akla tehdit eden yeni Paris ise bu m anzarayla çarpıcı bir tezat arz ediyordu. Place d'Italie çev resindeki dev gibi yapılar eski şehri istila etm ekle ve o korkunç M ontpamasse Kulesi'ni dahi sollam akla tehdit ediyordu. Nehrin sol yakasında inşası önerilen ekspres yol, 13. Bölge'de ve banliyölerde inşa edilen ruhsuz çok katlı habitation â loyer modere'ier (HLM), yani düşük kiralı sosyal konutlar, tekellerin buyruğuna girip ticari leşen sokaklar, bir zam anlar M arais'deki küçük atölyelerde zanaat kârlık etrafında gelişmiş olan canlı m ahalle yaşantısının düpedüz lulırip edilişi, Belville'de harabeye dönüşm üş binalar, Place des Vosges'un harikulade mimarisinin bir harabeye dönüşmesi. Buldu ğum bir başka karikatür ise (çizeri Batellier) Paris'in bütün eski m a hallelerini öğüterek yutan bir biçerdöverin arkasında yalnızca çok
30
ASİ ŞEHİRLER
katlı HLM’lerden oluşan düm düz bir hat bırakarak ilerleyişini res mediyordu. Bu karikatürü PostmodernUğin D urum u kitabımda bu labilirsiniz.* 1960'ların başından itibaren Paris kendini düpedüz varoluşsal bir krizin ortasında bulmuştu. Eski olan daha fazla ayakta kalam az dı, fakat yeni olan da göze fazlasıyla berbat, ruhsuz ve bomboş gö rünüyordu. Jean-Luc Godard'ın 1967 yapımı film i 2 ou 3 choses que je sais d'elle/ Onun H akkında Bildiğim İki-Ü ç Şey, bu ânın hissiya tını çok iyi yakalar. Parasal ihtiyaçlardan olduğu kadar sıkıntıdan fahişeliği gündelik iş edinm iş çocuklu ve evli kadınları tasvir eden filmin arka planında, Am erikan şirket sermayesi tarafından işgal edilmiş bir Paris şehri, Vietnam savaşı (ki başlangıçta Fransızların meselesi iken o sıralarda A m erikalılar tarafından devralınmıştır), karayolu ve çok katlı konut inşaatındaki patlama, ve şuursuz bir tüketiciliğin baskınına uğramış şehir sokakları ve dükkânları karşım ı za çıkar. G elgelelim Godard'ın felsefi yaklaşımı — bilmeceyi andı ran, nostaljik, postm odem izm in W ittgensteinci bir öncülü— bana pek hitap etmemişti. İşte Henri Lefebvre de "Şehir Hakkı" üzerine denemesini aynı yıl, yani 1967'de yazmıştı. Lefebvre bu hakkın hem bir haykırış, hem de bir talep olduğunu ileri sürüyordu. Haykırış, şehirde gündelik ha yatın girdiği derin krizin yarattığı acıya verilen bir tepkiydi. Talep ise, bu krizle korkusuzca yüzleşip bu derece yabancılaşmış olm a yan, daha anlamlı ve keyifli bir şehir yaşamı seçeneği yaratm a yetkisiydi aslında. Lefebvre için böyle bir seçenek aynı zamanda da ima çatışm a barındırır; oluş ve rastlantıların (ister korkutucu olsun isterse mem nuniyet verici) diyalektiğine ve önceden tahmin edile mez yeniliklerin sürekli peşinden gitmeye açık olmalıdır.' Biz akadem isyenler fikirlerin şeceresini çıkarm ak konusunda bir hayli uzman sayılırız. Lefebvre'in bu dönemdeki yazılarını biraz * B kz. H arvey, P o stm o d ern liğ in D u ru m u , çev. S ungur S avran, İstanbul: M e tis, 1997, s. 3 2,- y .n . 1. H enri L efeb v re. L a P roclam ation de la C om m une, Paris: G allim ard , 1965; L e D ro it à la Ville, Paris: A n th ro p o s, 1968; L 'Irruption, de N anterre au Som m et, P aris: A n th ro p o s, 1968; L a R évo lu tio n U rbaine, Paris: G allim ard , 1970; E sp a ce et P o litiq u e (Le D ro it à la Ville, II), P aris: A n th ro p o s, 1973; L a P roduction de l'E s p a c e , Paris: A n th ro p o s, 1974.
HENRI LEFEBVRE'İN VİZYONU
31
kazıyacak olursak şurada Heidegger'den, ötede Nietzsche'den, beri de Fourier'den bir parça, A lthusser ve Foucault'ya isim vermeden yapılan eleştiriler, ve tabii kaçınılmaz olarak Marx'tan ödünç alman çerçeveyi ortaya çıkarabiliriz. Bu m akalenin Kapital'm ilk cildinin yayımlanışının yüzüncü yılı kutlamaları için yazıldığını da belirt mek gerek, zira ileride göreceğim iz gibi siyasi bir önem taşıyor bu. Gelgelelim biz akadem isyenlerin çoğu kez unuttuğum uz nokta, bi zi çevreleyen sokaklardan yükselen hissiyatın oynadığı roldür: yı kımların kaçınılm az olarak yol açtığı yitirme duygusu, Paris'in Les Halleş kesimi gibi koca bir semtin baştan başa yeniden inşası yahut birdenbire peyda olan büyük bina kompleksleri karşısında duyulan şaşkınlık, diğer yandan şu veya bu am açla düzenlenen mitinglerin yarattığı coşku veya öfke, göçmen grupların bir mahalleye yeniden yaşam getirm esiyle yeşeren um utlar (13. Bölge'de, HLM'lerin orta sında boy gösteren o şahane Vietnam lokantaları), marjinalleşmenin neden olduğu umutsuzluk, polis baskısı, ve gençlerin artan işsizlik ve ihmalden doğan bitim siz bir sıkıntı içerisinde kaybolduğu ruhsuz banliyölerin gitgide ayaklanm alarla çalkalanan yerlere dönüşmesi. Lefebvre bütün bunlara karşı em inim son derece duyarlıydı, üs telik bu duyarlılığının ardındaki tek sebep daha önceleri Sitüasyonistlere beslediği açık hayranlık, onların şehrin psiko-coğrafyası fikrine olan teorik bağlılığı, şehri boydan boya katetme, temaşayı soluma deneyimi vb. değildi. Rambuteau Sokağı'ndaki evinin kapı sından dışarı şöyle bir adım atmak kuşkusuz bütün duyularında bir kıpırtı yaratmaya yetmiş olmalı. Bu nedenle The Right to the City nin (Şehir Hakkı), '68 M ayısı'nın "infilak"ından (Lefebvre'in daha sonraki bir kitabına verdiği ad, Tirruption) önce yazılmasını hayli manidar buluyorum. Bir şeylerin infilak etmesinin yalnızca m uhte mel değil, neredeyse kaçınılmaz olduğu bir durumu tasvir eder (ki Lefebvre de bunun gerçekleşmesi için üzerine düşen mütevazı rolü Nanterre'de yerine getirmiştir). Ancak '68 hareketinin şehirdeki kök leri, hadiseye dair daha sonraki anlatım larda fazlasıyla ihmal edilen bir tema olarak kalmıştır. Kanaatimce, dönem in mevcut kentsel top lumsal hareketleri — sözgelimi Ekolojistler— o ayaklanmayla hem hal olmuş, ve onun siyasi ve kültürel taleplerini şekillendirmede ale nen değilse de kritik roller oynamış olsa gerek. Bunun yanı sıra, elimde hiçbir kanıt olm am akla birlikte, olayların akabinde şehir ya
32
ASİ ŞEHİRLER
şantısında m eydana gelen, çıplak sermayenin kendisini m eta fetişiz mi içinde gizlemesi, piyasada niş alanları yaratılması ve kentin kül türel olarak tüketilm esi gibi kültürel dönüşüm lerin, '68 sonrası edilginleştirm e operasyonları içerisinde hiç de masum olmayan bir rol oynadığı kanaatindeyim (örneğin Jean-Paul Sartre ve diğerleri tara fından kurulan Libération gazetesi '70'lerin ortasından itibaren ya vaş yavaş kültürel açıdan radikal ve bireyci bir hal aldı; siyasi açıdan ise, ciddi sol ve kolektivist siyasete yönelik düşm anca bir tutum içi ne girmediys de, ılımlı bir m ecraya kaydı. Bunlara değinmekteki kastım, eğer şehir hakkı fikri geçen on yıl zarfında yeniden bir canlanm a sürecine girdiyse bunun açıklamasını Lefebvre'in entelektüel m irasında aramam ak gerektiğidir (bu miras her ne kadar önemli de olsa). Sokakta kentsel toplumsal hareketler içinde cereyan etmekte olan şeyin önemi çok daha büyüktür. Büyük bir diyalektikçi ve gündelik şehir yaşantısının içkin bir eleştirmeni olan Lefebvre de bize bu noktada kuşkusuz hak verecektir. Ö rneğin 1990'lar Brezilyası'nda neoliberalleşm e ve dem okratik leşmenin tuhaf çakışm asının 2001 Brezilya anayasasında şehir hak kını güvence altına alan maddelerle sonuçlanması, kentsel toplum sal hareketlerin, özellikle de konut hakkı etrafındakilerin, dem okra tikleşmeyi destekleyici gücü ve önemiyle açıklanabilir. Bu anayasal ânın (James Holten'ın deyimiyle) aktif bir "başkaldıran yurttaşlık"ın somutlaşm asına ve desteklenm esine yaptığı katkı, Lefebvre'in m ira sıyla değil, gündelik şehir yaşantısının niteliğini kim in belirlediği ile yakından ilişkilidir.2 Sıradan şehir sakinlerinin belediye bütçesinin demokratik bir karar verme süreci ile dağıtılmasında rol almasına olanak veren "katılımcı bütçe düzenlemesi" gibi bir uygulamanın bunca heves uyandırm ası, 1990'ların başından beri hoyrat bir neoli beralleşm e süreci içerisinde gündelik yaşamın niteliği üzerindeki saldırısını gitgide yoğunlaştıran uluslararası kapitalizm karşısında pek çok kim senin bir tepki arayışı içinde olm asıyla yakından ilişkili dir. Bu modelin Dünya Sosyal Forum u'nun merkezi olan Brezilya şehri Porto Al legre'de ortaya çıkmış olması da şaşırtıcı olm asa gerek. 2007'nin H aziran ayında ABD Sosyal Forum u'nda bir araya ge len her tür toplumsal hareket, kısm en Brezilya'daki kentsel hareket2. Jam es H olsto n , In su rg en t C itizenship, P rinceton: P rinceton Univ. P., 2008.
HENRI LEFEBVRE'İN VİZYONU
33
lerin elde ettiği başarılardan esinlenerek (New York ve Los Angeles gibi şehirlerde aktif birimlere sahip olacak) ulusal bir Şehir Hakkı İttifakı oluşturm aya karar verdiklerinde Lefebvre diye birinden bü yük ölçüde bihaberdiler. Tek tek hepsi kendi davası için (evsizlik, m ahallelerin "mutenalaştırılması" ve yerinden edilme, yoksulların ve farklı olanların suçlu gibi dam galanm ası gibi) yıllarca bir başına m ücadele verdikten sonra, bir bütün olarak şehir konusunda verilen m ücadelenin kendi m ücadelesine çerçeve oluşturduğu sonucuna varmıştı. Birlikte bir şeyleri değiştirm enin daha kolay olabileceğini düşündüler. Ve eğer benzer türden hareketler başka yerlerde de ortaya çıkı yorsa, bu durum Lefebvre'in fikirlerine bağlılıktan değil, kendi fi kirleri gibi Lefebvre'in fikirleri de esasen hastalıklı şehirlerin so kaklarından ve mahallelerinden doğduğu içindir. Nitekim son dö nemde yayımlanan bir derlem e şehir hakkı hareketlerinin (farklı yö nelimlere sahip olm akla birlikte) dünya çapında onlarca şehirde fa al olduğunu bildiriyor.3 Öyleyse bir noktada anlaşalım: Şehir hakkı fikri birtakım ente lektüel heves ve modalardan değil (her ne kadar etrafta bunlardan bol miktarda bulunsa da), aslolarak sokaklardan, m ahallelerden ezi len insanların naçar zam anlarda yükselen yardım ve destek çığlığın dan doğmaktadır. Peki akademisyen ve entelektüeller (Gramsci'nin tabiriyle ister geleneksel olsun isterse organik) bu çığlığa ve talebe nasıl yanıt veriyorlar? İşte burada Lefebvre'in verdiği karşılığa bak m akta fayda var. Bu yanıt bize doğrudan ipuçları sağlayamayacak olsa da (zira içinde bulunduğum uz durum 1960'lardakinden çok farklı, tıpkı Mumbai, Los Angeles, Sao Paolo ve Johannesburg so kaklarının Paris'inkilerden çok farklı olduğu gibi), Lefebvre'in içkin eleştiriye dayalı diyalektik yöntemi bu çığlık ve talebe karşılık ve rirken feyzalacağım ız bir model önerebilir. Lefebvre, özellikle 1965'te yayım lanan (kısmen Sitüasyonistlerin bu konudaki tezinden mülhem) The Paris Commune (Paris Ko 3. A n a S u g ran y es v e C h arlo tte M atlıivet (haz.), C ities f o r A ll: P roposals a n d E xperien ces Towards th e R ig h t to the C ity, S antiago, Şili: U luslararası H abitat K oalisy o n u , 2010; N eil B ren n er, P eter M arcuse ve M argit M ayer (haz.). C ities f o r P eople, a n d N o t f o r P rofit: C ritica l U rban T h eo ry a n d the R ig h t to the C ity, N ew York: R o u tled g e, 2011.
34
ASİ ŞEHİRLER
münü) çalışmasının ardından, devrimci hareketlerin çoğunlukla, hatta daim a bir kentsel boyutu olduğunu pekâlâ anlamıştı. Bu ko num onun, fabrika m erkezli proletaryanın devrim ci dönüşümün lo kom otif gücü olduğuna inanan Fransız K om ünist Partisi'yle ters düşmesine yol açtı. M arx'm K apital'm m yüzüncü yılım şehir hakkı üzerine bir risaleyle kutlayan Lefebvre, Paris Kom ünü'ne kendi ta rihi içerisinde merkezi bir statü atfederek onu efsaneleştirm ekle bir likte, devrim ci strateji içerisinde şehre hiçbir zaman pek önem ver memiş olan alışılageldik M arksist düşünceye meydan okum a niye tindeydi kuşkusuz. M etin boyunca "İşçi sımfı"m devrimci değişim in faili addeden Lefebvre, alttan alta devrimci işçi sınıfının salt fabrika işçilerinden değil kentsel işçilerden müteşekkil olduğunu ima ediyordu. Daha sonraları tespit ettiği üzere, bu çok farklı bir sınıfsal oluşum dur — parçalı ve bölünmüş, amaç ve ihtiyaçları bakım ından çoklu, genel de seyyar, iyice kök salmış değil de düzensiz ve akışkan. Benim da ima hem fikir olduğum (Lefebvre'i henüz okumadan önce bile) bu tezi, Lefebvre'in ardından gelen şehir sosyolojisi çalışmaları (en başta Lefebvre'in bir zam anlar öğrencisi olan fakat hiçbir zaman ta kipçisi olmayan M anuel Castells olmak üzere) daha yüksek sesle dile getirdi. Öte yandan geleneksel solun şehir menşeli toplumsal hareketlerin devrimci potansiyelini kavram akta hâlâ güçlük çektiği de bir gerçek. Bu hareketler çoğu defa, bazı kısmi (sistemik olmak tan uzak) meselelere yoğunlaşan reform ist hareketlerden ibaret ol dukları, dolayısıyla ne devrimci ne de sahici anlam da sınıf hareketi sıfatını hak etmedikleri gerekçesiyle gözardı ediliyorlar. Öyleyse Lefebvre'in durumsal polemiği ile bugün şehir hakkını reformist değil devrim ci bir perspektiften ele almak isteyenler ara sında belli bir süreklilikten bahsedebiliriz. Lefebvre'in konumunun altında yatan mantık, içinde yaşadığım ız dönem de olsa olsa pekiş miştir. Gelişmiş kapitalist ülkelerin pek çoğunda fabrikalar ya büs bütün kaybolm uştur ya da o denli azalmıştır ki klasik sanayi işçi sı nıfının ortadan kalktığına hükmedilebilir. Şehir yaşam ının üretim ve idamesi gibi önemli ve kapsamı genişledikçe genişleyen bir iş gi derek güvencesiz, çoğu yarı-zamanlı ve örgütsüz ucuz emeğin sırtı na yüklenmektedir. Yarın ne halde olacağını bilmeden yaşayan, gü vencesiz, geleceksiz çalışan "prekarya" geleneksel proletaryanın
HENRI LEFEBVRE'İN VİZYONU
35
yerini almıştır. Eğer içinde yaşadığım ız devirde herhangi bir dev rimci hareketin (örneğin sanayileşen Çin'de değilse de) en azından dünyanın bizim yaşadığım ız kısm ında doğmasını bekliyorsak, so runlu ve örgütsüz prekaryanın hesaba katılm ası gerekecektir. Bu tür dağınık grupların kendi kendisini örgütleyerek devrim ci bir güce nasıl dönüşebileceği önemli bir siyasi sorun olarak karşım ızda dur maktadır. Burada üzerimize düşen görevlerden biri, onların haykırış ve taleplerinin çıkış noktasını anlamaktır. Ekolojistlerin afişinde tasvir edilen vizyon karşısında Lefebvre ne tepki verirdi, merak ediyorum. Herhalde benim gibi o da bu nos taljik bakışa gülümseyecekti; fakat The Right to the City den La R é volution Urhaine'e (Şehir Devrimi, 1970) uzanan tezleri, hiçbir za man gerçekleşm emiş bir kentleşmeye duyulan bu nostaljiyi m uhte melen eleştirirdi diye düşündürüyor. Zira eskiden bildiğimiz, hayal ettiğimiz şehrin yeniden inşası m üm kün olm am acasına, hızla yok olmakta oluşu, Lefebvre'in vardığı temel sonuçlardan biriydi. Bu noktada ona katılıyor, hatta bunu daha açıklıkla ortaya koymak ge rektiğini düşünüyorum , çünkü Lefebvre sevdiği geçmişin şehirle rinden bazılarında (örneğin Toskana bölgesindeki Rönesans döne mi İtalyan şehirleri) yaşam koşullarının kitleler için ne denli bunal tıcı olduğunun tasvirine pek fazla girmiyor. K eza 1945'te çoğu Pa rislinin yıkıntıya dönmüş m ahallelerde kanalizasyonu olmayan, kı şın soğuktan donup yazın sıcaktan kavrulduğu viran haldeki evler de yaşadığından ve bu durumu telafi etm ek için bir şeyler yapılm a sı gerektiğinden bahsetm iyor — ki 1960'larda bir şeyler yapılm aya başlanmıştı, ancak sorun, Fransız m erkeziyetçi devlet anlayışı tara fından bürokratik olarak düzenlenip uygulamaya konan bu süreçte demokratik katılım dan, hayal gücünden eser olmayışı, sınıf im tiya zı ve tahakküm üne dayalı ilişkilerin şehir peyzajına taşınmasıydı. Aynı zam anda kentsel ile kırsal, veya İngilizlerin sevdiği tabirle, kır ve kent arasındaki ilişkinin de kökten dönüşüm geçirmekte oldu ğunun farkındaydı Lefebvre. Geleneksel çiftçilik ortadan kalkıyor ve kır kentleşmeye başlıyordu, ki bu da doğayla olan ilişkiye, tüke time dönük yeni bir yaklaşım getirmekteydi (hafta sonları ve tatil lerde gidilen kırsal kesimden, şehrin çeperinde giderek yayılan ye şili bol banliyölere). Şehir pazarlarına tarım ürünleri tedarik etmeye odaklanan kapitalist üretkenlik yaklaşımı, kendi kendine yeten kü
36
ASİ ŞEHİRLER
çük çiftçiliğin yerini alıyordu. Dahası, bu sürecin küresel bir boyut kazandığını ve bu koşullar altında şehir hakkı m eselesinin yerini şe hir yaşantısı hakkına ilişkin daha muğlak bir soruya bırakması ge rektiğini ferasetle fark etmişti. Kendi düşüncesinde (1974 basımı aynı adlı kitapta ifadesini bulan) "mekânın üretimi"ne dair daha ge nel bir mesele biçimini alacaktı bu. Şehir-kır ayrımının silikleşmesi dünya çapında farklı hızlarda ilerlemiş olsa da, sürecin Lefebvre'in tahmin ettiği doğrultuda sey rettiği şüphe götürmez. Son dönem de Çin'in geçirm ekte olduğu ale lacele şehirleşm e süreci buna örnektir. Kırsal bölgelerde yaşayan nüfus 1990'da yüzde 74 iken, 2010'da yüzde 50'lere düşm üş, Chong qing bölgesinin nüfusu ise geçen yarım yüzyıl içinde 30 milyon art mıştır. Küresel ekonom i içerisinde bu sürecin tamamlanmaktan uzak olduğu pek çok mekân kalm ışsa da insanlığın büyük kısmı şe hir yaşamının çalkantısına ve çapraz akıntılarına kapılmış durum dadır. Burada bir sorun çıkıyor karşımıza: Şehir üzerinde hak talep et mek, aslında artık varolmayan bir şey üzerinde hak iddia etmek an lamına gelir (ki daha önce varolduğu da şüphelidir). Kaldı ki şehir hakkı boş bir gösterendir. Ona kimin nasıl anlam yükleyeceğine bağlıdır her şey. Finansörler ve m üteahhit firm alar şehri talep edebi lirler, ki buna hakları vardır. Fakat evsizlerin ve orada yaşamasına izin verilm eyen kaçak statüsündeki m ültecilerin de bir o kadar hak kı vardır şehir üzerinde. M arx'in Kapital'ds dile getirdiği, "eşit hak lar arasında son kararı belirleyen güçtür"* şiarını akılda tutarak, bu rada tanım lanan hakkın kime ait olduğu sorusuyla kaçınılmaz ola rak yüzleşm em iz gerekir. Bu hakkın nasıl tanım lanacağı başlı başı na bir m ücadele konusudur ve söz konusu hakkı yaşam a geçirme mücadelesi ile el ele ilerlemelidir. Geleneksel şehri dizginsiz kapitalist gelişme öldürdü, serm aye nin aşırı birikim ini yatırım a dönüştürm ek için duyduğu bitmek tü kenmek bilmeyen ihtiyaç, toplum, çevre ve siyaset açısından doğa cak sonuçları gözetm eksizin, şehri bitimsizce yayılan bir kentsel büyümeye kurban etti. Üzerim ize düşen siyasi ödev, Lefebvre'e gö re, çığrından çıkmış bir halde küreselleşen, kentleşen sermayenin * Bkz. K a p ita l, 8. B ölüm , 1. K ısım : "lagününün S ın ırla n ”, —y.n.
HENRI LEFEBVRE'İN VİZYONU
37
tiksinti verici karm aşası içinden bam başka bir şehri tahayyül ve in şa etmektir. Bunun gerçekleşmesi ise gündelik şehir yaşamına odak lanan güçlü bir antikapitalist hareketin yaratılm asına bağlıdır. Lefebvre'in Paris Komünü'nün tarihinden gayet iyi bildiği gibi, sosyalizm, komünizm ve hatta anarşizmin tek bir şehirde gerçekleş mesi imkânsız bir önermedir. Burjuvazinin gerici güçleri açısından şehri kuşatmak, tedarik hatlarını keserek açlığa mahkûm etm ek ga yet kolaydır, hatta şehri istila edip karşı koyan herkesi katletm ek da hi (Paris'te 1871'de olduğu gibi). Fakat devrim ci fikir, ideal ve hare ketlerin kuluçka mekânı olarak şehre sırtımızı dönm em iz gerektiği anlam ına gelmez bu. Ancak siyaset, şehir yaşamının üretimi ve ye niden üretimini, devrimci dürtülere meydan veren kilit bir emek sü reci olarak ele aldığı zaman, gündelik yaşamı derinden değiştirm e ye muktedir antikapitalist mücadeleleri harekete geçirm ek mümkün olacaktır. Ancak şehir yaşamını kuran ve idame ettirenlerin kendi ürettikleri şey üzerinde temel bir hakka sahip olduğu ve taleplerin den birinin şehri gönüllerince şekillendirme hakkı olduğu anlaşıldı ğı zaman şehir üzerine makul bir siyaset anlayışına ulaşacağız. "Şe hir ölmüş olabilir," der gibidir Lefebvre, ama "yaşasın şehir!" Öyleyse şehir hakkının peşine düşm ek bir serabın ardından git mek midir? Salt fiziksel mekân anlam ında düşünürsek elbette öyle dir. Fakat siyasi bir m ücadele enerjisini som ut hedefler kadar viz yonlardan da alır. Şehir Hakkı Koalisyonu'na üye gruplar arasında, kendi arzu ve ihtiyaçlarını karşılayacak bir kentsel gelişimin kavga sını veren, beyaz olm ayan mahallelerdeki düşük gelirli kiracılar; ba rınma hakkı ve temel kamu hizmetleri için örgütlenen evsiz kim se ler; ve güvenli kamusal m ekânlara erişim hakkı için uğraş veren be yaz olmayan LGBTQ gençliği sayılabilir. New York için tasarlanan kolektif platform da koalisyon, bu kam unun daha açık ve daha geniş bir tanımını yaparak hem kamusal alan denen m ekâna hakikaten ulaşabilecek hale hem de sosyalleşme ve siyasi eylem için yeni or tak alanlar yaratm a konusunda yetkin hale gelmesini hedefledi. "Şe hir" tabiri, siyasi anlam arayışlarında derin rol oynam ış simgesel ve ikonik bir tarihçeye sahiptir. Tanrının şehri, tepedeki şehir,* şehir ve yurttaşlık (city-citizenship) arasındaki ilişki; ütopik bir arzu nesnesi * Incil'd e bahsi g eçen şehir, bkz. M a tta 5:14. -ç .n .
38
ASİ ŞEHİRLER
olarak şehir, hiç durm adan değişen bir m ekân-zam an düzeni içinde belirgin bir aidiyetin mekânı — bütün bunlar şehre çok önemli bir siyasi tahayyülü harekete geçiren bir siyasi anlam yükler. Lefebvre' in geldiği nokta — Sitüasyonistlerden ödünç alm adıysa bile kesin likle katıldığı fikir— şehrin içinde zaten mevcut olan çoklu pratikle rin alternatif olanaklarla dolup taştığıdır. Lefebvre'in heterotopya kavram ı (ki Foucault'nunki ile derin farklılıklar içerir) ile tarif ettiği liminal toplumsal mekânlar, "farklı bir şey"i olanaklı kılm anın ötesinde, devrimci bir güzergâhın tanım lanmasında bu farklılığa temel önem atfeder. Bu "farklı şey"in bi linçli bir plandan doğm uş olm ası şart değildir; insanların salt yapıp ettikleri, hissettikleri, duyum sadıkları ve gündelik yaşamlarındaki anlam arayışının parçası olarak ifade ettikleri şeylerden doğar. Bu tür pratikler her yanda heterotopik m ekânlar üretir. Bu tür mekânla rın ortaya çıkması için büyük devrime bel bağlam am ız gerekmez. Lefebvre’in devrimci hareket teorisi bunun aksini söyler: bir an için bile olsa, dağınık heterotopik grupların kolektif eylemin kökten fark lı bir şey yaratm a potansiyelini görüp bir "infilak" ânında kendili ğinden bir araya toplanması. Lefebvre bu bir araya gelişi merkeziyet arayışı olarak sim geleş tirir. Şehrin geleneksel m erkeziyeti tahrip edilmiş durumdadır. Fa kat onu yeniden tesis etme yönünde bir itki ve arzu tekrar tekrar orta ya çıkar ve bunun siyasi sonuçları — yakın dönem de Kahire, M ad rid, Atina, Barselona ve hatta M adison, W isconsin'deki ana m eydan larda ve şimdi de New York şehrinde Zuccotti Park’ta gördüğümüz gibi— pek çok alanda hissedilir. Ortak haykırış ve taleplerimizi ifa de edebilm ek için başka nasıl ve nerede bir araya gelebiliriz? Fakat işte bu noktada, çoğu kimsenin Lefebvre'e atfettiği ve ona duyulan hayranlığın nedeni olan kentsel devrimci rom antizm yine bizzat Lefebvre'in kapitalist gerçeklere ve sermayenin gücüne dair anlayışına çarpıyor. Kendiliğinden gelişen alternatif vizyoner hare ket gelip geçicidir; selin içindeyken yakalayamazsanız, hiç kuşku suz yanınızdan geçip gidecektir (Lefebvre'in 1968'de Paris sokakla rında ilk elden tanık olduğu gibi). Aynı durum devrimci hareketin fi lizleneceği toprağı oluşturan heterotopik fark m ekânları için de geçerlidir. The Urban Revolution (Kentsel Devrim) kitabında Lefebv re, heterotopya'yı (şehir pratiklerini) hem izotopya (kapitalizmin ve
HENRI LEFEBVRE'İN VİZYONU
39
devletin gerçekleşm iş, akılcı mekânsal düzeni), hem de dışavurum cu bir arzu olan ütopya ile gerilim içerisinde ele alır (bunların alter natifleri olarak değil). "İzotopya ile heterotopyanın farkı"nın "an cak dinamik olarak anlaşılabileceğini" öne sürer. "Düzendışı grup lar heterotopik m ekânlar inşa eder, bunlar da nihayetinde hâkim praksis tarafından ele geçirilir." Lefebvre baskın pratiklerin kuvvetinin ve iktidarının farkınday dı, nihai am acın bu pratikleri çok daha geniş bir devrimci hareket ile ortadan kaldırmak olması gerektiğini görüyordu. M ütemadi biriki me dayalı kapitalist sistem, onunla bağlantılı olan söm ürenler sınıfı ve devlet iktidarı yapılarıyla birlikte tasfiye edilmelidir. Şehir hak kını talep etm ek bu am aca giden yolda bir uğraktır. H er ne kadar git gide tutulacak en elverişli yollardan biri gibi görünse de, asla başlı başına bir amaç olamaz.
BİRİNCİ KISIM
Şehir Hakkı
BİRİNCİ BÖLÜM
Şehir Hakkı
İNSAN HAKLARI ideallerinin gerek siyasi gerekse etik açıdan ön pla na çıktığı bir dönem de yaşıyoruz. Bu siyasi hakları teşvik etmek, korumak, daha iyi bir dünyanın inşası için bu hakların önemini ifa de etmek yönünde fazlasıyla çaba harcanıyor. Ortalıkta dolaşan kavramların çoğu bireysellik ve m ülkiyet temelli, ve bu şekliyle ne liberal ve neoliberal piyasanın hâkim m antığını, ne de neoliberal meşruiyet ve devlet m üdahalesi biçim lerini sorgulamak için elve rişli değil. Ne de olsa m ülkiyet hakkı ve kâr oranının akla gelebile cek bütün diğer hak kavram larını çiğneyip geçtiği bir dünyada yaşı yoruz. Fakat insan hakları idealinin kolektif bir çıkış yaptığı durum lar da var; işçi, kadın, gey ve azınlık haklarının gündem e geldiği dö nemler buna örnek verilebilir (uzun bir geçmişe sahip olan işçi ha reketi ve örneğin 1960'larda ABD'de kolektif bir hareket biçiminde doğan ve küresel bir yankı bulan M edeni H aklar hareketi gibi). K o lektif haklar için verilen bu tür m ücadelelerin kimi zaman önemli sonuçlar doğurduğu da görülüyor. Burada farklı türden bir kolektif hakkı ele almak istiyorum — Lefebvre'in görüşlerine olan ilginin yeniden canlandığı bir ortamda gündeme gelen şehir hakkı ve bugün dünya çapında bu hakkı talep eden çeşitli toplum sal hareketlerin ortaya çıkışı. Peki bu hak nasıl tarif edilebilir? Ünlü kent sosyoloğu Robert Park'ın bir keresinde belirttiği gibi: şehir, insanın içinde yaşadığı dünyayı arzularına daha uygun hale getirebilmek için verdiği çabaların en tutarlısı ve bütününe bakıldı ğında en başarılısıdır. Fakat insanın yarattığı bir dünya olan bu şehir,
44
ASİ ŞEHİRLER
aynı zamanda onun bundan böyle içinde yaşamaya mahkûm olduğu dünyadır. Böylece dolaylı olarak ve kendisini bekleyen görev hak kında net bir fikri olmaksızın, şehri inşa ederken insan kendini de yeniden inşa etm iştir."1 Eğer Park haklıysa, nasıl bir şehir istediği miz sorusu, nasıl kim seler olmak istediğimiz, ne gibi toplumsal iliş kiler arayışı içinde olduğumuz, doğayla nasıl bir ilişkiye değer ver diğimiz, ne tür bir yaşam tarzı arzuladığım ız, hangi estetik değerle re sahip olduğum uz sorularından ayrı düşünülemez. Öyleyse şehir hakkı, şehrin barındırdığı kaynaklara bireysel veya kolektif erişim hakkından çok daha öte bir şeydir: Şehri gönlüm üze göre değiştirme ve yeniden icat etme hakkıdır bu. Dahası, bireysel değil kolektif bir haktır, çünkü şehri yeniden icat etmek kaçınılmaz olarak kentleşme süreçleri üzerinde kolektif bir gücün uygulanm asına bağlıdır. Ken dimizi ve şehirlerimizi şekillendirmek ve yeniden şekillendirmek, insan hakları içinde en değerli, fakat bir o kadar da ihmal edilmiş olanıdır. Öyleyse bu hakkı en iyi biçimde nasıl kullanabiliriz? Park'ın dediği gibi, bugüne değin üzerimize düşen görevin nite liğine dair net bir fikirden yoksun olduğumuz düşünülürse, ilk önce, tarih boyunca m uktedir toplumsal güçlerin harekete geçirdiği bir kent sürecinin bizi nasıl şekillendirdiği ve tekrar şekillendirdiği üzerine kafa yorm ak yararlı olur. Örneğin son yüzyıl boyunca kent leşmenin dehşet verici hızı ve ölçeği, neden ve nasıl olduğunun far kına varm aksızın bizlerin de üst üste birden çok kez dönüşüm geçir diğim iz anlam ına geliyor. Bu dram atik kentleşme insanın esenliği ne bir katkı yapm ış mıdır? Bizi daha iyi insanlar mı kılmıştır, yoksa kuralsızlık ve yabancılaşm anın hüküm sürdüğü bir dünyada başıboş mu bırakmıştır? Bir şehir denizinin içinde çalkalanan monadlardan ibaret hale mi getirmiştir? Friedrich Engels ve Georg Simmel gibi 19. yüzyıl yorumcuları bu türden sorularla meşgul olmuşlar, hızlı
1. R o b ert P ark , O n S o cia l C o n tro l a n d C o llective B eh a vio r, C hicago: C hica go U n iv ersity P ress, 1967: 3. 2. F ried rich E n g els, The C o n d itio n o f the W orking-C lass in E n g la n d in 1844, L ondra: P en g u in C lassics, 2009; T ürkçesi: İngiltere'de E m ekçi Sın ıfla rın D u ru m u, İstanbul: S o sy alist, 1994. G eo rg S im m el, "T he M etropolis and M ental L ife", O n In d ivid u a lism a n d S o cia l F o rm s içinde, D avid L evine (haz.), C hicago: C h ica go U n iv ersity P ress, 1971; T ü rkçesi: "M etropol ve Z ihinsel H ayat", B ireysellik ve K ü ltü r için d e, çev. T uncay B irkan, İstanbul: M etis, 2009.
ŞEHİR HAKKI
45
kentleşmeye tepki olarak ortaya çıkan şehir personalarına dair derin bir kavrayış içeren perspektifler sunmuşlardır.2 Bugünlerde daha süratli kentsel dönüşümlerin ortasında bile, şehre dair her türden hoşnutsuzluk ve endişeyi, ve yanı sıra heyecanları sıralamak hiç de /.or değil. Ancak sistematik bir eleştiri için gereken dirayetten yok sun gibi görünüyoruz. Apaçık sorular ufukta belirirken değişimin fırtınası gücümüzü aşıyor. Örneğin dünyanın hemen bütün şehirle rinde Birleşmiş Milletler'in bile infilak eden bir "gecekondu geze geni" tabir ettiği bir durumun ortasında, varlık, imtiyaz ve tüketim kültürünün yoğunlaşması hakkında nasıl bir hüküm vereceğiz?1 Burada kastettiğim anlam da şehir hakkını talep etmek, kentleş me süreçleri üzerinde, şehirlerimizin nasıl şekillendirildiği ve yeni den şekillendirildiği üzerinde bir tür belirleyici güç talep etm ek ve bunu kökten ve radikal bir biçimde yapmaktır. Şehirler bir artı ürü nün toplumsal ve coğrafi olarak yoğunlaşm asından doğmuştur. Do layısıyla kentleşme daim a sınıfsal bir olgu olagelmiştir, zira artı ürün bir yerden ve birileri üzerinden elde edilm iş, artı ürünün nasıl kullanılacağının denetimi de daima küçük bir grubun elinde olm uş tur (dinsel bir oligarşi veya imparatorluk azmi taşıyan savaşçı şair ler gibi). Bu genel durum kapitalist dönem de de elbette devam eder, fakat bu kez oldukça farklı bir dinamik iş başındadır. Kapitalizm, Marx'ın bize anlattığı gibi, mütemadi bir artı değer (kâr) arayışı üze rinde temellenir. Fakat artı değer üretmek için sermaye sahipleri ar tı ürün üretmek zorundadır. Bu ise kapitalizm in hiç durmadan, şe hirleşmenin ihtiyaç duyduğu artı ürünü ürettiği anlamına gelir. İliş ki aksi yönde de geçerlidir. Kapitalizm mütemadi olarak ürettiği ar tı ürünün soğrulması için şehirleşmeye ihtiyaç duyar. Böylelikle ka pitalizmin gelişimi ve kentleşme arasında içsel bir bağlantı ortaya çıkar. Öyleyse kapitalist üretimin zamanla artış grafiği ile dünya nü fusunun kentleşmesinin çizdiği grafik arasında büyük oranda para lellik olması şaşırtıcı sayılmamalı. Sermaye sahiplerinin ne yaptığına gelin daha yakından bakalım. (Jüne belli bir m iktar parayla başlar ve günü daha fazla parayla (kâr) kapatırlar. Ertesi gün, bu artı para ile ne yapacaklarına karar verme3. M ike D avis, P la n e t o fS lu m s , L ondra: V erso, 2006; T ürkçesi: G ecekondu G ezeg en i, çev. G ürol K o ca, İstanbul: M etis, 2007.
46
ASİ ŞEHİRLER
leri gerekir. Karşılarında Faustvari bir ikilem durmaktadır: daha da fazla para kazanmak için yeniden yatırım yapmak veya bu artıyı haz amaçlı harcayıp tüketmek. Rekabetin zorlayıcı yasaları onları yeni den yatırım yapmaya mecbur kılar, çünkü birisi yatırım a yönelmez se bir diğeri mutlaka yönelecektir. Sermayedar eğer sermayedar ola rak kalmak istiyorsa, artı değerin bir kısmı daha fazla artı değer el de etm ek için yatırım a harcanmalıdır. Başarılı serm ayedarlar hem genişleme için yeniden yatırım yapmaya, hem de haz isteğini do yurm aya yetecek de artacak kadar çok kazanırlar. Fakat mütem adi yen yatırım yapmanın sonucu artı ürün üretiminin genişlemesidir. Daha da önemlisi, bu genişleme artan bir oranda devam eder — ser maye birikimi tarihinin lojistik büyüme eğrileri (para, sermaye, ürün ve nüfus) işte buradan doğar. Kapitalizmin siyaseti, artı sermayenin üretilmesi ve soğrulması için sürekli kârlı sahalar bulm a ihtiyacı tarafından belirlenir. Serma ye sahibi burada kesintisiz ve pürüzsüz bir büyümenin önünde çok sayıda engelle karşılaşır. Eğer bir emek darboğazı varsa ve ücretler fazla yüksekse, bu durumda ya mevcut emeğin hizaya getirilmesi gerekir (teknoloji marifetiyle yaratılan işsizlik v ey a— örneğin 1980' lerde Thatcher ve Reagan'ın uyguladığı türden— örgütlü işçi sınıfı gücüne saldırı, başlıca iki yöntemi oluşturur) veya yepyeni emek sü reçlerinin keşfedilmesi (göç, sermaye ihracı, yahut nüfus içerisinde o ana değin bağımsız bulunan unsurların proleterleşmesi). Genel olarak yeni üretim yöntem lerinin ve daha özel olarak da yeni doğal kaynakların bulunması gerekir. Bu ise, gerekli hammaddeyi sağla mak ve kaçınılmaz atıkları soğurmak yönünde doğal çevre üzerinde artan bir baskı yaratır. Rekabetin zorlayıcı yasası da yeni teknoloji lerin ve örgüt biçimlerinin sürekli gündeme gelmesine yol açar, zira üretkenliği daha fazla olan sermaye sahipleri daha ilkel yöntemler kullanan rakiplerini geride bırakır. Keşifler yeni istek ve ihtiyaçları belirler, sermaye devir hızını düşürürken uzaklığın neden olduğu sürtünmeyi azaltır. Bu durum sermaye sahibinin daha bol bir emek arzı, hammadde vb. arayabileceği coğrafi menzili genişletir. Eğer mevcut bir pazar yeterli alım gücüne sahip değilse, dış ticareti geniş letmek, yeni ürünleri ve yaşam tarzlarını desteklemek, yeni kredi araçları yaratmak ve devlet harcam alarını borçla finanse etmek yo luyla yeni pazarlar bulunmalıdır. Son olarak, eğer kâr oranı çok dü
ŞEHİR HAKKI
47
şükse, "tahripkâr rekabet"i, yani tekelleşmeyi (şirket evliliği ve bir şirketin diğerini satın alması) ve sermayenin sanayi geçmişi olm a yan kırsal bölgelere kaçışını denetlem ek üzere devletin aldığı ted birler birer çıkış yolu sunabilir. Sermayenin kesintisiz olarak devridaim etmesi ve genişlem esi nin önündeki bu engellerden herhangi birini bertaraf etmek imkân sız hale gelirse, sermaye birikimi engellenm iş olur ve sermaye sa hipleri bir krizle karşılaşır. Sermaye açısından kârlı yatırım olanak sız hale gelir, birikim duraklam aya girer veya tamamen durur, ser maye değer kaybeder (yitirilir) ve bazı durum larda düpedüz fiziksel olarak imha edilir. Değer kaybı çeşitli biçimlerde gerçekleşebilir. Artı ürünlerin değeri düşürülebilir veya bunlar imha edilebilir, üretim kapasitesi veya varlıklar değerleri düşürülerek atıl bırakılabilir, veya enflasyon aracılığıyla bizzat para değer kaybedebilir. Bir kriz durumunda elbette em ek de kitlesel işsizlik nedeniyle değer kaybı na uğrayacaktır. Peki, bu engelleri aşma ve kârlı kapitalist faaliyetin sahasını genişletm e ihtiyacı kapitalist şehirleşmeyi hangi biçim ler de yönlendirm iştir? Burada sermayenin artı değer arayışı peşinde hiç durmadan ürettiği artı ürünü soğurm akta, şehirleşmenin (askeri harcamalar ve benzer bir dizi diğer olguyla birlikte) bilhassa etkin bir rol oynadığını öne sürüyorum.4 İlk olarak, İkinci İmparatorluk dönemi Parisi'ni ele alalım. 1848 bunalımı atıl artı sermaye ve atıl işgücü fazlasının açıkça yan yana görüldüğü ilk krizdi ve tüm Avrupa'yı etkisi altına almıştı. Paris'i bil hassa şiddetli etkileyen kriz, işsiz em ekçiler ile sosyal bir cum huri yeti kapitalist hırs ve eşitsizliğe çare olarak gören ütopyacı burjuva kesimin birlikte kalkıştığı, ancak yarım kalan devrime yol açtı. Cumhuriyetçi burjuvazi, devrimcileri şiddet kullanarak bastırdı, an cak bunalıma çözüm bulmayı başaramadı. Nihayetinde Louis Bonaparte 1851 'de darbeyle iktidarı ele geçirip 1852'de de im paratorluğu nu ilan etti. O toriter imparator, siyasi olarak ayakta kalabilmek için muhalif siyasal hareketleri geniş çaplı olarak bastırm aya yöneldi, fa kat aynı zam anda artı sermayenin nasıl soğrulacağı sorununa da ça
4. Bu noktan ın d ah a geniş izahı için bkz. D avid H arvey, The E n i [¡ma o f C a p i ta l . a n d T he C risis o f C a p ita lism , L ondra: P rofile B o o k s, 2010; T ürkçesi: S erm a y e M u a m m a sı, çev. S u n g u r S avran, İstanbul: Sel, 2012.
48
ASİ ŞEHİRLER
re bulmak zorunda olduğunun farkındaydı; bununla baş edebilmek için gerek ülke içinde gerekse dışında çok geniş çaplı altyapı yatı rımları başlattı. Bunun ülke dışındaki tezahürü, Avrupa'nın dört bir yanma yayılan ve Doğu'ya uzanan demiryolu inşaatları, yanı sıra Sü veyş Kanalı gibi büyük ölçekli işlerin desteklenm esiydi. Ülke için deyse dem iryolu ağının bütünleştirilm esi, liman inşaatları, bataklık ların kurutulması ve benzer işleri kapsıyordu. Fakat hepsinden öte, Paris'in kentsel altyapısının yeniden düzenlenmesiydi. Bonaparte 1853'te Haussmann'ı bayındırlık işlerinin başına geçmek üzere Pa ris'e getirtti. Haussm ann kentleşme yoluyla artı sermaye ve işsizlik sorununa çözüm bulm ak için bu göreve getirildiğinin gayet farkındaydı. Pa ris'in yeniden inşası, zamanın ölçütleriyle çok büyük oranda artı sermaye ve işsizliği emmiş, üstelik Parisli işçilerin heveslerinin oto riter biçim de bastırılmasıyla birleşince toplumsal istikrarın sağlan m asında temel bir araç haline gelmişti. Haussmann Paris'in yeniden inşası için 1840'larda tartışılm ış olan ütopyacı (Fourrier ve Saint-Simon'un takipçileri tarafından yapılm ış) planları model aldı ancak büyük bir değişikliğe tabi tutarak: Kentsel süreçten anlaşılan şeyin ölçeğini yeniden tanımlıyordu. M imar H ittorf yeni bir bulvar için yaptığı planı kendisine gösterdiğinde Haussmann planı mimarın yüzüne fırlatarak ona şöyle demişti: "Bu genişlik yetmez... genişli ği 40 m etre almışsın, bense 120 metre istiyorum." Şehri devasa bir ölçekte tasavvur ediyor, banliyöleri ona ekliyor ve şehrin ufak tefek parçalarıyla yetinm eyerek (Les Halles'de olduğu gibi) koskoca m a halleleri yeni baştan tasarlıyordu. Şehri peyderpey değil toptan de ğiştiriyordu. Bunu yapabilm ek içinse Saint-Simoncu m antıkla ku rulmuş finans kurumlarına ve borçlanm a araçlarına ihtiyacı vardı (Crédit M obilier ve Immobilière gibi). Aslında yapmakta olduğu şey, artı serm ayenin nereye harcanacağı sorusuna, borçlanmayla finanse edilen Keynezyen bir kentsel altyapı yenilem e sistemi kurarak yanıt vermekten ibaretti. Sistem bir on beş yıl kadar gayet iyi işledi; kentsel altyapıdaki dönüşüm lerden başka yepyeni bir şehirli yaşantısını ve yeni bir tür şehirli personasının inşasını da beraberinde getirdi. Paris "ışıktan menkul bir şehir," büyük bir tüketim , turizm ve keyif merkezi haline geldi. Kafeler, büyük mağazalar, m oda sanayisi, büyük fuarlar, hep
ŞEHİR HAKKI
49
bir elden şehir yaşamını değiştirerek dizginsiz bir tüketim kültürü sa yesinde çok büyük bir artı sermayesini soğurm ayı başardı (gelenek taraftarlarını rahatsız ettiği gibi işçileri de dışlayan bir gelişmeydi hu). Fakat 1868'e gelindiğinde, bütün bunların dayandığı, aşırı ge nişlemiş ve giderek spekülatif niteliğe bürünm üş olan finans sistemi ve kredi yapıları çöktü. Haussmann'ın yetkileri elinden alındı. III. Napolyon umutsuzluk içerisinde Bismarck Alm anyası'na savaş açtı ve kaybetti. Bunu takip eden boşluğun içinden kapitalist şehir tarihi nin en önemli devrimci anlarından biri olan Paris Komünü doğdu. Komün, kısmen Haussm ann'ın yerle bir ettiği şehir hayatına duyu lan özlemden (1848 devrim inin gölgeleri) ve Haussmann'ın faaliyet leri nedeniyle m ülksüzleşen grupların şehri geri alma arzusundan yoğrulmuştu. Fakat Komün aynı zamanda da farklı sosyalist m oder nlik seçeneklerinin (tekelci kapitalist modernliğin aksine) ileriye dönük vizyonlarını dile getiriyordu. Merkezi, hiyerarşik kontrol ide aline (Jakoben akım) karşı merkezsiz, anarşist bir halk denetimi viz yonunu savunan Proudhoncuların liderliğindeki gruplar gibi. 1872' de, Komün'ün kaybedilm esinden kimin sorumlu olduğu üzerine karşılıklı suçlamaların ortasında, M arksistler ve anarşistler arasında derin bir siyasi kopuş yaşandı. Bu kopuş m aalesef bugün hâlâ kapilalizm karşıtı sol m uhalefet içerisinde bölünm eye yol açmaktadır.5 Şimdi biraz daha ileri bir tarihe atlayarak 1942 yılında ABD'nin durumuna bakalım. 1930'larda o denli çıkışsız görünen artı sermaye sorunu (ve onunla el ele giden işsizlik) topyekûn savaş seferberliği sayesinde geçici olarak aşılmıştı. Fakat herkes savaştan sonra ne olacağı konusunda korku duyuyordu. Siyasi açıdan durum tehlike liydi. Ulusallaşmış olan ekonomiyi aslında federal hükümet idare ediyordu (hem de çok etkin biçimde) ve ABD faşizme karşı savaşta Sovyetler Birliği ile ittifak içerisindeydi. 1930'ların bunalım ına ya nıt olarak sosyalist eğilim ler de taşıyan güçlü toplumsal hareketler ortaya çıkmıştı ve bunların sempatizanları savaş seferberliğine ka tılmışlardı. Bunun sonucunda ortaya çıkan M cCarthyci siyasetin ve Soğuk Savaş'ın tarihini hepimiz biliyoruz (ki bunun birçok işareti 1942'lerde ortadaydı). Zam anın yönetici sınıfları güçlerini ortaya 5. Bu k ısım P aris, C a p ita l o f M o d ern ity (N ew York: R o u tled g e, 2003) k ita bım daki tartışm ay a d ay an ıy o r; T ürkçesi: P aris, M odernitenin B aşkenti, çev. B er na K ılınçer, İstan b u l: S el, 2012.
50
ASİ ŞEHİRLER
koymak için, Louis Bonaparte döneminde olduğu gibi, siyasi baskı yı göreve çağırm aya hiç çekinm emişti. Fakat artı sermayenin nere ye harcanacağı sorunuyla nasıl başa çıkılacaktı? 1942'de bir mim ari dergisinde Haussmann'ın girişimlerini uzun uzadıya değerlendiren bir yazı yayımlandı. Yazıda Haussmann'ın faaliyetleri arasında birer dönüm noktası niteliğinde olanların ay rıntılı bir dökümü veriliyor, yanı sıra hatalarının analizine girişili yordu. M akalenin yazarı, Haussmann'ın Paris'e yaptıklarını II. D ün ya Savaşı’nın ertesinde bütün bir New York metropoliten alanında yapacak olan Robert M oses’tan başkası değildi.6 Moses, kentsel sü reçleri tahayyül ederken temel alman ölçeği değiştirdi ve (borçla fi nanse edilen) karayolları ve altyapı dönüşümleri aracılığıyla, banli yöleşme yoluyla, salt şehrin değil bütün bir m etropoliten alanın topyekûn yeniden inşası yoluyla artı ürünün ve dolayısıyla artı serma yenin nasıl massedileceği sorununa bir çözüm getirdi. Bu süreç ulus çapına, yani ABD'deki bütün m etropoliten merkezlere yayıldığı va kit (ki bir başka ölçek dönüşümüydü bu), küresel kapitalizmin II. Dünya Savaşı sonrasında istikrara kavuşm asında hayati bir rol oy nayacaktı (ABD bu dönem de kom ünist olmayan küresel ekonom i nin tamamına, sürekli ticaret açığına dayalı olarak istim sağlayacak güce sahipti). ABD'nin banliyöleşm esi, altyapının yenilenmesi meselesinden ibaret değildi; tıpkı İkinci İm paratorluk dönemi Parisi'nde olduğu gibi, yaşam tarzlarında köklü bir değişimi beraberinde getirdi. O rta ya çıkan yepyeni yeni yaşam biçimi içerisinde, banliyödeki m üsta kil evden buzdolabı ve klim aya, evin girişine park edilen ikişer ara badan petrol tüketimindeki m uazzam artışa kadar bütün ürünler ar tı sermayenin soğrulması için üzerine düşeni yapıyordu. Banliyö leşme (m ilitarizasyonla birlikte) böylelikle savaş sonrası dönemde artı sermayenin soğrulmasında kilit bir rol oynadı. Fakat bu süreç, şehir merkezlerinin içinin oyulması ve sürdürülebilir bir iktisadi te melden mahrum bırakılm ası pahasına gerçekleşti. Böylelikle I960' larda şehrin merkez kesim inde yaşayan, dönüşüm den olum suz etki lenen ve yeni müreffeh toplum a erişimi engellenen (başta siyahi nü6. R o b ert M oses, "W hat H ap p en ed to H aussm ann", A rch itectu ra l F o ru m 11 (T em m uz 1942): 57-66; R o b e rt C a ro , T he P o w e r B roker: R o b ert M o ses a n d the F a ll o f N e w York, N ew York: K n o p f, 1974.
ŞEHİR HAKKI
51
fus olmak üzere) azınlık grupların ayaklanması ile şekillenen "kent sel kriz" ortaya çıktı. Ayaklanan yalnızca şehrin merkezi kesim leri değildi. Jane Jacobs'ın etrafında bir araya gelen gelenekselci kesim ler Moses'ın bü yük ölçekli projelerinin astığım astık, kestiğim kestik modernizmine karşı çıkarak, m ahalle ölçeğinde gelişm eye, şehrin eski kısımla rında tarihsel korum a ve m utenalaştırm aya odaklanan farklı bir tür şehir estetiği ortaya attılar. Fakat bu arada banliyölerin inşası ta mamlanmış ve bunun yaşam tarzında yarattığı derin dönüşümler pek çok toplumsal sonuca yol açmıştı. Sözgelimi feministler, banli yöyü ve onun doğurduğu yaşam tarzını hoşnutsuzluklarının başlıca kaynağı ilan ediyorlardı. Haussmann'ın başına gelene benzer biçim de ilerleyen bir kriz, M oses'ın da itibar kaybetm esine yol açtı; I960' ların sonuna doğru M oses'ın çözümleri kabul görmez oldu. Paris'in Haussmannlaştırılması, Paris Komünü'nün gerisindeki dinamikleri izah etmede nasıl bir role sahipse, 1968'lerde ABD'de baş gösteren dramatik hareketlerde de ruhsuz banliyö yaşantısının kritik bir rol oynadığından bahsedebiliriz. Gidişattan m emnun olmayan orta sı nıf beyaz öğrenciler, m arjinalleştirilen diğer gruplarla ittifak arayışı içerisinde, bir başkaldırı dönemini başlattılar; ABD em peryalizmine karşı harekete geçerek başka bir dünya ve bunun parçası olarak farklı bir şehir deneyim i inşa etmek için uğraş verdiler (gelgelelim burada da anarşist ve liberter akım lar ile hiyerarşik ve merkeziyetçi seçenekler karşı karşıya gelmiştir).7 ’68 ayaklanm asının yanı sıra bir mali kriz baş gösterdi. Kriz kıs men (Bretton Woods anlaşmalarının çöküşüyle bağlantılı olarak) küresel bir niteliğe sahip olm akla birlikte önceki onyıllar boyunca gayrimenkul sektöründeki patlamayı finanse eden kredi kurumlarından da kaynaklanıyordu. 1960'ların sonunda ivme kazanan kriz iyice şişirilen küresel em lak piyasasının 1973'te balon gibi patlam a sı ve ardından New York City'nin 1975'te m ali açıdan iflas etm esiy le kapitalist sistem in topyekûn küresel bunalım ına dönüştü. 1970' lerin karanlık günleri gelip çatmıştı. Bu dönem de zihinleri meşgul eden soru, kapitalizm in kendi iç çelişkilerinden nasıl kurtarılabile7. H enri L efeb v re, T he U rban R evolution, M inneapolis: U niversity o f M inne sota P re ss, 2003.
52
ASİ ŞEHİRLER
ceği idi. Tarihin rehberliğini kabul etmek gerekirse, burada kentsel süreçler mühim bir rol oynam ak zorundaydı. W illiam Tabb'in gös terdiği gibi, 1975 New York kriziyle baş etmek üzere devlet güçleri ve finans kurum lan arasında kurulan eğreti ittifak bu soruya neoli beral bir yanıt sunuyordu: Serm ayenin sınıfsal iktidarı, işçi sınıfının yaşam standartları pahasına korunacak ve denetim ler gevşetilerek piyasa kendi seyrine bırakılacaktı. Fakat bu kez de, kapitalizmin ayakta kalabilm ek için üretm ek zorunda olduğu artı ürünü soğurma kapasitesinin nasıl tekrar canlandırılacağı sorusu ortaya çıkıyordu.8 Şimdi de günüm üze atlayıp bugün içinde bulunduğumuz bağla m a bakalım. Uluslararası kapitalizm bölgesel krizler ve çöken eko nom iler arasında inişli çıkışlı bir seyir izlemekteydi (1997-98 Doğu ve Güneydoğu A sya, 1998 R usya, 2001 Arjantin bunalımı ve ben zerleri), ta ki 2008'deki küresel çöküşe kadar. Bu tarihçe içinde kent leşme nasıl bir rol oynadı? 2008'e gelinene kadar ABD'deki yaygın kanı, gayrim enkul piyasasının önemli bir iktisadi denge unsuru ol duğu yönündeydi; 1990'ların sonunda yüksek teknoloji sektöründe yaşanan çöküş de bu kanıyı pekiştirm işti. Emlak piyasası, artı ser m ayenin büyük bir kısmını yeni inşaatlar (gerek şehir merkezi ve banliyölerdeki konut yapılaşm ası gerekse yeni işyerleri) aracılığıyla doğrudan emiyordu. Öte yandan konut fiyatlarındaki hızlı artış, ta rihte o güne değin görülm edik derecede düşük faiz oranlarına daya nan fütursuz bir ipotek dalgası ile desteklenerek ABD iç pazarında tüketim mal ve hizmetlerine ivme kazandırıyordu. Bir yandan küre sel piyasa kısmen ABD'deki kentsel büyüm e ve emlak piyasasındaki spekülasyon sayesinde istikrar kazanırken, diğer yandan ABD'nin dünyanın geri kalanı ile ticari ilişkilerinin durumundan kaynaklanan devasa ticaret açığı büyüyor, doym ak bilmez bir tüketim kültürünün yanı sıra Afganistan ve Irak'ta borçla finanse edilen savaşlara yakıt sağlam ak için 21. yüzyılın ilk on yılı boyunca günde ortalam a 2 m il yar dolar borçlanıyordu. Bu arada kentleşm e süreci de yeni bir ölçek dönüşümü geçirdi, yani küresel bir boyut kazandı. Dolayısıyla burada yalnızca ABD'ye odaklanm ak yanlış olur. İngiltere, İrlanda, İspanya ve daha pek çok 8. W illiam Tabb, T he L o n g D efault: N e w York C ity a n d the U rban F iscal C ri s is , N ew York: M on th ly R eview P ress, 1982; D avid H arvey, A B r ie f H isto ry o f N eo lib era lism , O xford: OUP, 2005.
ŞEHİR HAKKI
53
ülkede em lak piyasasındaki patlam a ABD'dekine büyük oranda pa ralel biçimlerde kapitalist dinamiğin m otor gücünü oluşturdu. Çin' in kentleşmesi ise, 2. Bölüm'de göreceğim iz gibi, son derece farklı bir seyir izledi. Altyapı yatırım larının en büyük payı aldığı süreç, 1997'de kısa süren bir gerilem enin ardından derhal inanılmaz bir hız yakaladı. Son yirmi yılda yüzden fazla şehrin nüfusu bir milyon sı nırını aştı; Shenzhen gibi kimi küçük şehirler ise nüfusu 6 ile 10 m il yon arasında değişen dev m etropollere dönüştü. Başlangıçta yalnız ca özel ekonom ik bölgelerde yoğunlaşmış olan sanayileşme, sonra ları ülke dışından artı sermayeyi m assetm eye istekli ve elde edilen kazancı tekrar hızlı büyüm e için kullanm aya hazır ne kadar belediye varsa tümüne yayıldı. Barajlar ve karayolları gibi devasa altyapı pro jeleri — ki hepsi borçla finanse edilm ekteydi— ülke peyzajını deği şime uğratmaya devam ediyor.9 Dev alışveriş merkezleri, bilim park ları, havaalanları, konteynır limanları, türlü türlü zevk ve sefa m ekâ nı, yeni icat edilen envai çeşit kültürel kurum, yanı sıra golf sahası nın bile eksik olmadığı güvenlik kontrollü konut alanları, vb. — büliin bunlar Çin'in kentsel peyzajında, günün sonunda daha merkezi konumlarda bulunan işyerlerinden çıkan em ekçilerin geri döndüğü muazzam bir işgücü kaynağı olan fakir kırsal kesimlerde bulunan aşırı kalabalık "yatakhane şehirlerin" ortasında, öbek öbek seçiliyor. İleride göreceğimiz gibi, bu kentleşme sürecinin küresel ekonomi ve artı sermayenin soğrulması açısından çok önemli sonuçları ol muştur. Bununla birlikte Çin, bugün artık hakikaten küresel ölçekte sür mekte olan kentleşme sürecinin merkez üslerinden yalnızca bir ta nesidir. Bu küresel eşzamanlılığı sağlayan şey kısmen, finans piya salarının hayret verici düzeydeki küresel entegrasyonudur. Söz ko nusu piyasa, sahip olduğu esnekliği Dubai'den Sao Paolo'ya, M ad rid'den M umbai'ye, Hong Kong ve Londra'ya uzanan kentsel proje leri borçla finanse etm ek için kullanmaktadır. Örneğin Çin M erkez Bankası ABD'deki ikinci el ipotek piyasasında faaliyet göstermiş, ( loldman Sachs M umbai'de yükselişe geçen em lak piyasasında rol oynamış, Hong Kong sermayesi Baltimore'a yatırım yapmıştır. Dün9. T h o m as C am p an ella, T he C oncrete D ra g o n : C h in a 's U rban R evolution ıiıul W hat it M ea n s fo r the W orld, P rinceton, NJ: P rinceton A rchitectural P ress, .’ 1108.
54
ASİ ŞEHİRLER
yanın neredeyse bütün şehirleri, tarım ın endüstriyel ve ticari bir ni telik kazanması sonucunda topraklarım yitirip şehirlerde toplanan bir yoksul göçm enler selinin ortasında zenginlere yönelik — ve ço ğu kez endişe verici düzeyde birbirine benzeyen— bir yapılaşma furyasına tanık olmuştur. Bu yapılaşma furyası M éxico, Santiago (Şili), M umbai, Johan nesburg, Seul, Taipei, M oskova ve (en çarpıcı biçimi Ispanya'da ol m ak üzere) bütün Avrupa'da olduğu gibi kapitalizm in çekirdek ül kelerinin şehirlerinde, örneğin Londra, Los Angeles, San Diego ve New York'ta da görülm ektedir (m ultim ilyarder Bloomberg'in 2007' deki belediye başkanlığı dönem inde şehrin tarihinde o güne değin görülenden daha fazla sayıda büyük ölçekli kentsel proje sürmek teydi). Şaşkınlık verici, sansasyonel ve bazı açılardan birer kıyım addedilebilecek denli saçma kentsel projeler (kavurucu çöl iklimin de, kapalı bir m ekânda tasarlanan kayak merkezi gibi), Ortado ğu'nun Dubai, Abu Dhabi gibi kentlerinde de petrol zenginliğinden elde edilen artı sermayeyi emmek üzere, en göze batan, toplumsal olarak en adaletsiz ve çevre açısından en zararlı biçimlerde ortaya çıktı. Burada kentsel süreçlerde yine bir ölçek değişimi karşımıza çıkıyor, ki bu durum küresel çapta devam eden süreç ile İkinci İm paratorluk dönemi Parisi'nde Haussmann'm belli bir süre son dere ce ustalıkla idare ettiği süreçler arasındaki temel benzerliği gözden kaçırmam ıza neden olabilir. Fakat bu kentleşme furyası da, kendinden öncekiler gibi, deva mı için gerekli olan krediyi düzenleyecek yeni mali kurumların oluşturulm ası ve düzenlem elerin yapılması sayesinde mümkün ol muştur. 1980'lerde geliştirilen yeni mali araçlar, özellikle yerel ipo tek araçlarının sigortalanarak dünya çapında yatırımcılara satışa su nulması, bunun yanı sıra ikinci el ipotek piyasasına önayak olmak ve borç yükümlülüğünü güvence altına almak için tesis edilen yeni mali kurum lar önemli birer rol oynadı. Bunun sayısız yararı vardı: riski dağıtarak artı tasarruf havuzunun konut talebine erişimini ko laylaştırmak; aynı zam anda toplam faiz oranlarını aşağı çekmek (bir yandan da, bu m ucizeleri gerçekleştiren finansal aracılara mu azzam servetler kazandırdı). Gelgelelim riskin dağıtılm ası riski or tadan kaldırmaz. Üstelik riskin bu kadar geniş bir alana dağıtılabilmesi, riskin başka yerlere aktarılabildiğini gören yerel aktörleri es-
ŞEHİR HAKKI
55
kişinden daha riskli davranışlara cesaretlendirebilir. Risk değerlen dirme kontrolleri yeterli olmadığından, ipotek piyasası kontrolden çıktı ve 1867-68 aralığında Pereire Brothers'ın, 1970'lerin ilk yarı sında bütçesi har vurup harman savrulan New York şehrinin başına gelen şey, 2008'de risk oranı yüksek olan ipotekli konut kredileri, yani "çürük" ipoteklerdeki ve konutların aktif değerindeki kriz biçi minde tekrar etti. Kriz başlangıçta ABD şehirlerinde ve civar bölge lerde yoğunlaşm ıştı (gerçi İngiltere de benzer işaretler veriyordu), özellikle şehir merkezlerinde yaşayan düşük gelirli siyahiler ve ai lesine tek başına bakan kadınlar açısından özellikle ciddi sonuçlar doğurdu. Kriz şehir merkezlerinde, bilhassa da ABD'nin güneybatı sındaki m erkezlerde yaşayanları da etkiledi. Bu insanlar astrono mik boyutlara ulaşan kiraları karşılayam adıkları için, metropoliten alanların çeperlerine taşınıp buralardaki henüz tamamı bitmemiş si telere girdiler. Başlangıçta ödeme oranları makul görünüyordu, ama zamanla benzin fiyatlarının yükselm esiyle yol m asrafları, piyasa fa iz oranının yükselm esiyle de kredi ödemeleri arttıkça arttı. Şehir ya şantısı ve kentsel altyapı üzerinde vahim yerel sonuçlar doğuran bu kriz (Cleveland, Baltimore ve Detroit gibi şehirlerde ipotekle alın mış olan evlere mali kurumların el koyması sonucu topyekûn m a halleler tarum ar oldu), küresel finans sisteminin bütün iskeletini tehdit etti, dahası piyasalarda büyük çaplı bir düşüşü tetikledi. Bu durumun 1970'lerde yaşananlarla tekinsiz bir benzerlik taşıdığını söylemek hiç de abartılı kaçmaz (ABD Merkez Bankası'nın, tıpkı 1970'lerin sonlarında olduğu gibi, daha ilk anda piyasaya düşük fa izli para sürme tepkisinin yakın gelecekte güçlü bir enflasyon tehdi di yaratması kuvvetle muhtemeldir.) Fakat şu anki durum çok daha karmaşık, ABD'deki ciddi bir kri zin, dünyanın başka bir yerinden (örneğin Çin tarafından) telafi edilip edilemeyeceği sorusunun yanıtı belirsiz. Eşitsiz coğrafi gelişim, sistemi 1990'larda olduğu gibi, bir kez daha topyekûn bir küresel çöküşten kurtarabilir, her ne kadar bu kez sorunun m erkezinde du ran bizzat ABD olsa da. Öte yandan finans sistemi, zamansal açıdan önceden olduğundan çok daha sıkı bir eşgüdüm içerisinde.10 B ilgi li). R ich a rd B ookstaber, A D em on o f O u r O w n D esign: M arkets, H ed g e Funds, a n d the P erils o f F in a n c ia l In n o v a tio n , N ew York: W iley, 2007; F rank P art-
56
ASİ ŞEHİRLER
sayar aracılığıyla gerçekleştirilen saniyelik alım-satım işlemleri bir kez raydan çıktığında piyasada büyük bir sapm a yaratm a tehdidini daim a taşıyor (borsada inanılmaz bir hareketlilik m eydana getirdi ğini biliyoruz), ki bu da finans sermayesi ve para piyasalarının işle yişini (kentleşme ile ilişkisi de dahil olmak üzere) yeni baştan dü şünmeyi gerektirecek denli kitlesel bir krize yol açabilir. Önceki evrelerin hepsinde olduğu gibi, kentsel süreçte bu son dönemde görülen radikal yayılm a da yaşam tarzlarında akıl almaz dönüşümleri beraberinde getirdi. Kaliteli şehir yaşamı parası olan lar için bir meta halini aldı. Tüketim kültürü, turizm, kültürel ve bil giye dayalı endüstrilerin yanı sıra, m ütemadiyen başvurulan temaşa ekonomisi, Hindistan ve Çin'de dahi kentsel siyasal iktisadın başlı ca veçheleri haline geldi. Gerek kentsel yaşam tarzı seçimleri ve tü ketici alışkanlıklarında, gerekse kültürel formlarda piyasa nişlerinin oluşumunu desteklem ek yönündeki postmodern eğilim, günüm üz de şehir deneyimini piyasada seçim özgürlüğü halesi ile donatm ak tadır — yeter ki paranız olsun ve yasadışı faaliyetlerle ve hile hur dayla (ki her yerde artışa geçmiş vaziyettedir) servetin yeniden da ğıtımının özelleşm esine karşı kendinizi koruyabilir durum da olun. Alışveriş merkezleri, çok katlı sinemalar ve hiperm arketler mantar gibi bitiyor (her birinin inşası büyük şirketlerin elinde), keza fastfood ve butik ürünler de; Sharon Zukin'in kapuçino ile uyuşturmak" dediği şey her yerde karşım ıza çıkıyor. Pek çok bölgeyi hükmü altı na alm aya devam eden banliyölerin tutarsız, yavan ve m onoton müstakil yapılaşm asının dahi panzehiri bulundu: "Yeni şehirleşme" adı verilen hareket, artık şehre dair düşleri gerçekleştirecek bir m ü teahhitlik ürünü olarak m ahalle ölçeğinde butik yaşam tarzının tel lallığını yapmaktadır. M ülkiyet hırsından beslenen aşırı bireyciliğe dayalı neoliberal ahlakın, benliğin toplumsallaşması için model teş kil ettiği bir dünyadır bu. Sonuçları ise, gönlüm üze göre bir dünya yı gerçekleştirm ek adına insanlık tarihi boyunca inşa edilen en bü yük toplumsal başarılardan biri (en azından devasa ölçeğine ve her yeri kuşatan karakterine bakılarak bu hükme varılabilir) olan şehrin tam ortasında, artan bireysel yalıtılma, endişe ve nevroz. noy, In fectio u s G reed: H o w D e c e it a n d R isk C o rru p ted F in a n c ia l M arkets, N ew York: H en ry H olt, 2003.
ŞEHİR HAKKI
57
G elgeldim sistemin çatlakları da bariz olarak ortada. Kendimi zi giderek bölünmüş, parçalanmış, çatışm a temayülü taşıyan şehir ler içinde buluyoruz. Dünyaya nasıl baktığımız, onda ne tür olanak lar gördüğümüz, çizginin hangi tarafında durduğum uza ve ne tür bir lüketim kültürüne erişim im iz olduğuna bağlı. G eçtiğimiz onyıllar içerisinde, neoliberal dönemeç zengin elitlere sınıf iktidarını iade elti.11 Bir yıl içerisinde New Yorklu hedge fonu yöneticilerinden ba zılarının kazancı 3 m ilyar doları buldu; Wall Street'te ise üst düzey bir oyuncuya ödenen ikram iyeler son birkaç yıl içerisinde 5 milyon dolardan 50 milyon dolara fırladı (M anhattan'daki emlak fiyatları gözle görülebilir ufkun ötesine geçti). 1980'lerin sonundaki neoli beral dönüşten bu yana Meksika'da on dört milyarder ortaya çıktı; bugün ise M eksika, dünyanın en zengin adamı Carlos Slim gibi bir Meksikalı çıkarmış olm akla övünüyor; bu arada, ülkedeki yoksulla rın gelirleri ise olduğu yerde saydı veya geriledi. 2009 sonu itibariy le (krizin en dip noktası atlatıldıktan sonra) Çin'deki milyarderlerin sayısı 115'ti; R usya’da bu sayı 101, H indistan'da 55, A lm anya'da 52, İngiltere'de 32 ve Brezilya'da 30, ABD’de ise 413'tü.12 Servet ve ik tidarın dağılımındaki artan kutuplaşmanın sonuçları şehirlerimizin mekânsal formu üzerinde geri dönüşsüz izler bırakmakta, onları gi derek etrafı çevrilmiş kent parçaları, güvenlik kontrollü konut alan ları ve sürekli olarak gözetim altında tutulan özelleştirilmiş kamusal mekânlardan oluşan kentler haline getirmektedir. M ülkiyet üzerin deki hakların ve mülk değerlerinin neoliberal çerçevede korunması, alt orta sınıf için bile egemen siyaset biçimi halini almıştır. Ö zellik le gelişm ekte olan ülkelerde şehir, b irb irin d e n a y rı k ıs ım la r a b ö lü n m ü ş tü r , v e b u n la r ın h e r b iri k ü ç ü k b ire r d e v le t g ö r ü n ü m ü a rz e d e r. İ m tiy a z lı o k u lla r, g o lf sa h a la rı, te n is k o r tla rı, 24 sa at d e v r iy e g e z e n ö z e l g ü v e n lik g ö r e v lile ri g ib i h e r tü r h iz m e tte n istifa d e e d e n v a r lık lı s e m tle r ile , s u y u n y a ln ız c a m a h a lle ç e ş m e s in d e n te m in e d ile b ild iğ i, k a n a liz a s y o n s is te m in d e n m a h r u m , e le k tr iğ i y a ln ız c a im tiy a z lı b ir k aç e v in , o d a k a ç a k o la r a k k u lla n d ığ ı, y a ğ m u r y a ğ d ığ ın d a y o lla r ı ç a m u r d e r y a s ın a d ö n e n , ç o ğ u n lu k la b ir e v d e b ir d e n ç o k a ile n in y a ş a d ığ ı k a ç a k y e r
11. H arvey, A B r ie f H isto ry o f N e o lib era lism ; T hom as E dsall, The N e w P o li ties o f In eq u a lity, N ew York: N orton, 1985. 12. Jim Y ardley ve V ikas B ajaj, "B illionaires' A scent H elps India, and Vice Versa", N e w York Tim es, 27 T em m uz 2011.
58
ASİ ŞEHİRLER
le ş m e le r iç iç e g e ç m iş d u r u m d a d ır. H e r b ir k e n t p a rç a s ı ö z e r k b ir y a ş a m s ü rer, h a y a tta k a lm a k için v e r d iğ i g ü n d e lik m ü c a d e le d e e ld e e d e b ild iğ i n e v a r s a o n a sık ı s ık ıy a tu tu n u r.13
Bu koşullar altında, neoliberalizm in salgın bir hastalık gibi yayılan bireyci ahlakı tarafından zaten tehdit altında olan şehir kimliği, yurttaşlık/hem şerilik, aidiyet, ve tutarlı bir kentsel politika gibi idealler konusunda ısrarcı olmak giderek daha güçleşmektedir. Şehrin bir siyasal topluluk gibi, ilerici toplumsal hareketlerin içinden doğaca ğı bir saha görevi görebileceği düşüncesi dahi, en azından ilk bakış ta, ikna edicilikten giderek uzaklaşmaktadır. Oysa halihazırdaki yalıtılmışlığm üstesinden gelm ek, ve şehri finans kurum lan, şirket sermayesi ve giderek birer girişim ci gibi düşünen yerel yönetim le rin desteklediği m üteahhitler tarafından sunulandan farklı bir top lumsal imge temelinde şekillendirm ek için uğraş veren çok çeşitli kentsel toplumsal hareketler mevcuttur. Görece m uhafazakâr kent yönetimleri dahi şehri şekillendirm enin ve şehir yönetim ini dem ok ratikleştirm enin yeni yollarını arıyorlar. Şehir için bir alternatif var mı, ve eğer varsa, bu nereden gelecek? Kentsel dönüşüm aracılığıyla artı sermayenin emilmesi ise daha da karanlık bir m anzara arz ediyor. "Yaratıcı yıkım" yöntemiyle bir biri ardına gelen kentsel dönüşüm evreleri hemen her zaman sınıf sal bir boyut arz eder, zira süreçten ilk ve en fazla etkilenen çoğu kez yoksullar, yoksunlar ve siyasi iktidarın m arjinalleştirdiği kesimler olmaktadır. Eskinin yıkıntıları üzerinde yeni bir kentsel dünya kur mak için şiddet gereklidir. Haussmann, Paris'in eski yoksul semtle rini yıkıp geçerken istimlak yetkisini güya kamu yararına kullanı yor, ve bunu m edenileşme, çevrenin ıslahı ve kentsel yenileme adı na gerçekleştiriyordu. Gayrisıhhi sanayilerin yanı sıra işçi sınıfının büyük bölümünün ve diğer isyankârların Paris şehir merkezinden kaldırılmasını, böylece bunların kamu düzeni, kamu sağlığı ve tabii siyasi iktidar açısından yarattığı tehdidin önüne geçilm esini bilinçli olarak tasarladı. Devrimci hareketlerin askeri güç tarafından kolay ca denetlenm esini sağlamak için yeterli miktarda gözetleme ve as keri denetim e olanak vereceği düşünülen (1871'de bunun doğru ol13. M arcello B albo, "U rban P lanning and the F ragm ented C ity o f D eveloping C o u n tries”, T/ı/Vd WrwWP la n n in g R eview 15: I (1993): 23-5.
ŞEHİR HAKKI
59
madiği ortaya çıkacaktı) bir kentsel form yarattı. Fakat Engels'in 1872'de belirttiği gibi, G e r ç e k te b u r ju v a z in in k o n u t s o r u n u n u ç ö z m e k iç in b ild iğ i te k b ir y o l v a r d ır; ö y le b ir ç ö z ü m d ü r ki b u , s o ru n u te k r a r te k r a r ü re tir. B u y ö n te m in adı H a u s s m a n n 'd ır, y a n i b ü y ü k ş e h irle r im iz d e b u lu n a n işçi s e m tle r in d e , ö z e l lik le m e rk e z i k o n u m d a k i s e m tle r d e g e d ik le r a ç m a k . B u n u n k a m u s a ğ lığ ı v e y a şe h ri g ü z e lle ş tir m e k a d ın a m ı, y o k s a b ü y ü k ş irk e tle rin ş e h ir m e r k e z i ü z e rin d e k i ta le p le r in i k a r ş ıla m a k için m i, v e y a h u t tr a fiğ in g e re k li k ıld ığ ı b ir b a n liy ö h a ttı, y e n i b ir c a d d e (ki b a z ı d u r u m la r d a b a r ik a t s a v a ş la rın ı z o r la ş tırm a k a m a c ıy la in ş a e d ilir) v b. için m i y a p ıld ığ ı h iç fa rk e tm e z ... N e d e n i h e r n e o lu r s a o ls u n s o n u ç d a im a a y n ıd ır: R e z il s o k a k la r o r ta d a n k a y b o lu r k e n , b u r ju v a z i b u b ü y ü k b a ş a rı k a r ş ıs ın d a k e n d i k e n d in e ö v g ü le r d ü z e r, fa k a t o s o k a k la r ç o k g e ç m e d e n bu k e z b a ş k a b ir y e r d e y e n id e n o r ta y a ç ık ar... H a s ta lık v e b a ta k y u v a la r ı ile k a p ita lis t ü re tim b iç im in in iş ç ile rim iz i h e r g e c e iç in e h a p s e ttiğ i iz b e b o d ru m k a tı o d a la r ı o r ta d a n k a ld ır ılm ış o lm a z , s a d e c e b a ş k a b i r y e r e ta ş u ıır l B u m e k â n la r ın o r ta y a ç ık m a s ın a n e d e n o lm u ş o la n ik tisa d i z o r u n lu lu k , ş im d i d e o n la rı y e n i b ir y e r d e v a r e tm e k te d ir .14
Paris merkezinin burjuvazi tarafından tümüyle ele geçirilmesi ger çekte yüzyılı aşkın bir zaman aldı; sonuçlarına gelince, marjinalleş tirilen göçmenlerin, işsiz em ekçiler ve gençlerin giderek içine hapsolduğu o yalıtılmış banliyölerde son birkaç yıl içinde baş gösteren ayaklanma ve kargaşalara hep birlikte tanık olduk. Burada üzücü olan nokta, elbette, Engels'in tarif ettiği süreçlerin kapitalist şehir tarihi boyunca tekrar tekrar nüksetmesidir. Robert Moses —kendi sinin meşum tabiriyle— "Bronx’a elinde bir satırla" girdiğinde, ma halle bazlı grup ve hareketlerden uzun ve şiddetli bir feryat kopm uş tu. Yalnızca paha biçilmez şehir dokusunu değil, baştan başa m ahal le topluluklarını, uzun yıllar içinde oluşmuş toplumsal bütünleşme ağlarını da akıl almaz bir biçimde parçalayan yıkım karşısında bu gruplar nihayet Jane Jacobs’un çağrısı etrafında bir araya geliyor du.15 Gelgelelim Paris ve New York örneğinde devletin zor kullana rak gerçekleştirdiği istimlaklere '68 hareketinin başarıyla karşı koy ması ve bunların önünü almasının ardından çok daha sinsi ve kanser 14. F ried rich E ngels, T he H ousing Q uestion, N ew York: International P u b lish ers (1935), 74-77; T ürkçesi: K onut Sorunu, ç e v .G ü n eşÖ zd u ral, İstanbul: Sol, 1992. 15. M arshall B erm an, A ll That Is S o lid M elts In to A ir, L ondra: P enguin, 1988; T ürkçesi: K a tı O lan H erşey B uharlaşıyor, çev. B ülent Peker, Ü m it A ltuğ, İleti şim : İstan b u l, 1994.
60
ASİ ŞEHİRLER
gibi ilerleyen bir dönüşüm süreci ortaya çıktı. Bu yeni süreç dem ok ratik kent yönetimlerinin, arsa piyasası ve gayrimenkul spekülasyo nunun mali disiplin altına alınm asına, ve arsaların "en yüksek dü zeyde ve en iyi şekilde istifade edilerek" azami oranda kazanç sağ layacak kullanımlara tahsis edilm esine dayanıyordu. Engels bu sü recin de ne anlam a geldiğini gayet iyi anlamıştı: B ü y ü k m o d e m ş e h irle r d e g ö r ü le n b ü y ü m e ş e h rin b a z ı k ıs ım la r ın a , ö z e l lik le m e r k e z i b ir k o n u m d a b u lu n a n a r s a la r a su n i v e a k ıl a lm a z b ir d e ğ e r a r tı şı g e tiriy o r. Ü z e r le r in d e b u lu n a n b in a la r ise , d e ğ iş e n ş a rtla r la u y u m lu o lm a d ığ ın d a n , b u a r s a la r ın d e ğ e rin i a r tırm a k y e r in e a şa ğ ı ç e k iy o r. B u b in a la r y ı k ıla ra k y e r le rin e y e n ile r i y a p ılm a k ta . Ö z e llik le m e r k e z d e b u lu n a n v e k ir a s ı nı a rtırm a n ın m ü m k ü n o lm a d ığ ı — a z a m i s a y ıd a in s a n la d o ld u r u ls a b ile k i ra y ı b e lli b ir a s g a ri d ü z e y in ü z e r in e ç ık a r m a n ın ç o k z o r o ld u ğ u — işç i e v le ri iç in g e ç e r li b u d u r u m . Y ık ıla n b in a la r ın y e r in e d ü k k â n la r , m a ğ a z a la r v e k a m u y a p ıla r ı in ş a e d ilm e k te .16
Bütün bunların 1872'de yazılm ış olduğunu düşünmek iç karartıcı, zira Engels'in tarif ettiği durum , bugün Asya’nın büyük bölümünde (Delhi, Seul, Mumbai) görülen kentsel süreçler için olduğu kadar, sözgelimi New York'un Harlem ve Brooklyn sem tlerinde son dö nemde yürütülen m utenalaştırm a girişimleri için de birebir geçerlidir. Kısacası, m ülksüzleştirm e ve yerinden etme süreci, kapitalist kentsel süreçlerin çekirdeğini oluşturur. Sermayenin kentsel yenile me aracılığıyla soğrulm asının aksetm esidir bu. Mumbai'yi ele ala lım; resmi kayıtlarda gecekondu sakini olarak görünen 6 milyon kişi toprak üzerinde büyük oranda tapusuz olarak yerleşmiş durumdadır (ikamet ettikleri yerler bütün şehir haritalarında boş görünür). M um bai'yi Şanghay'a rakip bir finans merkezi haline getirm e girişimiyle birlikte gayrimenkul furyası hız kazanmış ve gecekonduların işgal ettiği arazinin değeri giderek artmıştır. Mumbai'nin en göz önündeki gecekondu alanlarından Dharavi'deki arsalara 2 m ilyar dolar fiyat biçilmeye başlanmıştır, gecekonduların temizlenmesi yönündeki baskı ise (arsa talanını m askelem ek için çevresel ve toplumsal ge rekçeler ileri sürülerek) her geçen gün artmaktadır. Devletten destek alan finans güçleri, gecekondu bölgelerini zor kullanarak tem izle mek için baskı yapmakta, bazı durum larda gecekondu sakinlerinin 16. E n g els, T he H o u sin g Q u estio n , s. 23.
ŞEHİR HAKKİ
61
bir nesildir üzerinde yaşadıkları bir arsanın mülkiyeti zorla geri alın maktadır. Toprak neredeyse bedelsiz olarak alındığı için inşaat faali yeti aracılığıyla toprak üzerinden elde edilen sermaye astronomik düzeylere varır. Peki yerinden edilen insanlara tazminat ödenmekte midir? İçlerinden şanslı olanlar cüzi bir tazminat alırlar. Gelgelelim Hindistan anayasasına göre devlet, sınıf ve kastı ne olursa olsun bü tün ülke nüfusunun yaşamını ve refahını korumakla, ve herkese ya şamını idame ettirebileceği bir ev ve barınak sağlam akla yükümlü kılındığı halde, Hindistan Anayasa Mahkemesi gerek verdiği hüküm süzlük kararları gerekse hüküm ler aracılığıyla bu anayasal zorunlu luğu fiilen değiştirmiştir. Gecekondu sakinleri yasadışı işgalci konu munda olduklarından ve belli bir arsa üzerinde uzun süredir ikamet ettiklerini çoğu kez kanıtlayam adıklarından tazminat haklan yoktur. ( )nlara bu hakkı vermek, Anayasa M ahkem esinin ifadesiyle, yanke sicileri ödüllendirm ekle eşdeğerdir. Sonuçta gecekondu sakinleri ya direnerek mücadeleye devam eder veya kendilerine ait iki-üç parça eşyayı yanlarına alarak otoyol kenarlarında veya bulabildikleri her hangi bir yerde kamp kurarlar.17 Benzer mülksüzleştirm e örnekleri ne (daha insaflı ve hukuki de olsa) devletin istimlak yetkisini suistiıııal ederek ucuz konut bölgelerinde yerleşik kiracıları evlerini terk etmeye zorladığı, böylece bu alanları getirisi daha yüksek arazi kul lanımlarına (rezidanslar, hiperm arketler gibi) tahsis ettiği ABD'de de rastlanabilir. Yüksek Mahkeme'nin reddiyle karşılaşan liberal yar gıçlar, bölge m ahkemelerinin bu şekilde davranm asının son derece yasal olduğunu, bu sayede mahalli emlak vergisi havuzunu genişlet tiklerini, vb. savunarak m uhafazakârları bile geride bıraktılar. 1990'larda Seul'deki inşaat şirketleri, suma güreşçisi gibi iriyarı tiplerden oluşan çeteler kurarak bunları m ahalleleri boydan boya iş gal etmekle görevlendirm işlerdi. Bu çeteler 1950'lerde şehrin ya maçlarında, yani o sırada değer kazanmış olan arsalar üzerinde ken di imkânlarıyla ev kurmuş olan mahalle sakinlerinin konutlarını yık makla kalmayıp, sahip oldukları bütün eşyayı da parçalıyorlardı. Bugün bu yamaçların çoğunu kaplamış olan yüksek kulelerin inşası için başvurulan zorbaca arazi temizliğinden tek bir iz yok. Çin'de 17. U sha R am an ath an "Illeg ality and the U rban P o o r”, E co n o m ic a n d P o liti cal W eekly, 22 T em m uz 2006; R akesh S hukla, "R ights o f the Poor: A n O verview of S uprem e C ourt", E co n o m ic a n d P o litica l W eekly, 2 E ylül 2006.
62
ASİ ŞEHİRLER
m ilyonlarca kişi, uzun süredir ikamet ettikleri mekânların ellerinden alınm asıyla karşı karşıya. M ülkiyet hakkına sahip olmadıklarından, yönetim in basit bir emri onları topraklarından sökm eye yetiyor, son ra da (boşalan arsa yüksek kâr oranlarıyla m üteahhit firmalara dev redilmeden önce) yola devam edebilmeleri için ellerine cüzi bir na kit yardımı veriliyor. Bazı durum larda bu kişiler kendi rızalarıyla ta şınsalar da, kitlesel direnişler söz konusu; Komünist Parti ise bu di renişlere çoğu kez şiddetle karşılık veriyor. Çin örneğinde yerinden edilenler çoğu kez kırsal bölgenin kıyısında kalmış olan nüfus, ki bu da Lefebvre'in 1960'larda büyük bir ileri görüşlülükle ortaya attığı savın önemine işaret ediyor; Kent ve kır arasında bir zam anlar varo lan belirgin ayrım, sermaye ve devletin egemen idaresi altında gitgi de silikleşir ve eşitsiz coğrafi gelişim sergileyen, geçirgen bir iliş kiyle birbirine bağlı bir dizi mekân biçimini alır. Çin'de kent çeperle rindeki kırsal nüfus, lahana üreticiliği gibi meşakkatli ve nankör bir işten — deyim yerindeyse— rezidans üreticiliğine, yani kentli ranti ye gibi keyfe keder bir konum a bir gecede terfi etti (en azından parti liderleri için öyle oldu). Aynı durum, son dönemde gerek merkezi gerekse yerel hükümetin destek verdiği özel ekonom ik bölgeler uy gulamasının, tarım üreticilerine karşı şiddete yol açtığı Hindistan'da da geçerli. Bu şiddet vakalarının en korkuncu, Batı Bengal eyaleti nin Nandigram şehrinde, endüstriyel gelişim kadar kentsel gayrimenkule de ilgi duyan büyük ölçekli Endonezya serm ayesine yer aç mak için iktidardaki M arksist parti eliyle düzenlenen katliamdı. Bu örnekte özel m ülkiyet hakları dahil hiçbir şey mekânın kullanıcıları nın korunm asını sağlayamadı. Gecekondulu nüfusa tapu dağıtm a ve böylelikle yoksulluktan kurtulmalarını sağlayacak bir m ülk sunma fikri de, ilk bakışta ileri ci gibi görünm ekle birlikte, bir yanılsamadır. Rio de Janeiro'nun favelaları için de şu an üzerinde durulan bir öneridir bu. Fakat sorun şu ki, güvenli bir gelire sahip olmayan ve sık sık mali güçlüklerle yüz yüze kalan yoksulları, görece düşük bir değer karşılığı ellerin deki mülkü nakit paraya çevirm eye ikna etmek işten bile değildir (zengin mal sahipleri ise değerli taşınmazlarını herhangi bir ücret karşılığında elden çıkarmayı genellikle reddederler, bu yüzdendir ki Moses alt gelirli tabakanın yaşadığı Bronx'a "elinde satırla" girebil miş fakat Park Avenue'ya dokunam am ıştır). Tahminim o ki, mevcut
ŞEHİR HAKKI
63
eğilimler devam ederse, şu an favelalarla kaplı olan bütün o yam aç lar on beş yıl içerisinde Rio körfezinin nefis manzarasına hâkim, yüksek rezidanslarla dolacak, eski favela sakinleri ise ayıklanarak şehrin ücra bir bölgesine taşınacaklar.18 M argaret Thatcher döne minde Londra'nın merkezinde bulunan sosyal konut alanlarının özel leştirilmesi sonucunda metropoliten alan çapında kira ve gayrim en kul fiyatları uzun vadede öylesine yükselmişti ki alt gelirli, hatta gi derek orta gelirli kimseleri şehir m erkezine yakın herhangi bir yer de ikamet etmekten alıkoyacak hale gelmişti. Böylece yoksulluk ve hizmetlere erişilebilirlik sorunu gibi, gelir düzeyine uygun konut sorunu da şehir içinde yer değiştirm iş oluyordu. Bütün bu örnekler, sorunun salt yerini değiştirmekle kalmayıp, mağdur ve m arjinalleşm iş bir nüfusu sermaye dolaşımının ve biriki minin yörüngesine hapseden zinciri sağlam laştıran ve uzatan, sözde "ilerici" bir dizi çözüm e karşı bizi uyarıyor. Hernando de Soto, gü ney ülkelerinde yoksulların, yasalarla açık seçik düzenlenmiş m ül kiyet haklarının olmaması nedeniyle sefalete hapsolduğunu ikna edici bir biçimde ortaya koyar (mülkiyet haklarının açıkça ortaya konduğu toplum larda da yoksulluğun bolca gözlendiği gerçeğini gözardı ederek). Elbette Rio'nun favelalarında veya Lima'nın gece kondularında bu tür hakların dağıtılması bazı durum larda bireysel enerjileri ve girişim leri özgürleştirerek kişisel gelişimin önünü aça caktır. Fakat bu tür girişim ler çoğunlukla, kolektif, kâr amacı güt meyen toplumsal dayanışm a ve destek biçimlerinin çözünmesine yol açmakta; yeterli ücret ödeyen, güvenceli istihdamın olmaması nedeniyle, elde edilen kazanım lar da neredeyse her zaman sıfıra in mektedir. Örneğin Elyachar, ilerici gibi görünen bu politikaların Kahire'de nasıl bir m ülksüzleştirm e piyasası yarattığını, ve bu saye de, karşılıklı saygıya ve karşılıklı bir ilişkiye dayanan eski ahlaki ekonominin değerlerini vantuzlayarak oyunu nasıl kapitalist ku rumlar lehine çevirdiğini ortaya koyuyor.19
18. B urada büy ü k ö lçü d e H em an d o de S oto'nun yapıtının izinden gidiyorum . The M ystery o f C a p ita l: W hy C apitalism Trium phs in the W est a n d F a ils E v e ry w here E ls e , N ew York: B asic B ooks, 2000. K itap h akkında eleştirel bir yorum için bkz. T im othy M itch ell, "T he W ork o f E conom ics: H ow a D iscipline M akes its W orld", A rch ives E u ro p éen n es de So cio lo g ie 46: 2 (2005): 297-320.
64
ASİ ŞEHİRLER
Söylediklerim izin büyük bölümü, küresel yoksulluğa karşı bir çözüm olarak W ashington finans kurum lan tarafından son günlerde ikna edici bir dille ve sıkça gündeme getirilen mikrokredi ve nıikrofinans çözümleri için de geçerlidir. Toplumsal bir kılığa bürünmüş haliyle mikrokredi (Nobel ödüllü iktisatçı Yunus'un aslen tasarladığı biçimiyle) hakikaten yeni olanaklar açtı; kadın-erkek ilişkileri üze rinde önemli etkileri oldu, özellikle Hindistan ve Bangladeş gibi ül kelerde kadınlar açısından olumlu sonuçlar getirdi. Fakat borcun ge ri ödenmesi için şart koştuğu kolektif sorumluluk sistemi, kişileri özgürleştirm ek yerine tutsak da edebilir. Washington menşeli ku rumlarca tasarlanan mikrofinans âleminde ise sonuç, (Yunus'un öner diği daha toplumsal, yardım severlik yönelimli mikrokredinin aksi ne) küresel finans kurum lan için yüksek kazançlı (en az %18, çoğu kez de daha yüksek faiz oranlarıyla) birer gelir kaynağı yaratmak; ayrıca yeni beliren bu pazarlam a organizasyonu içinde günde 2 do ların altında ücretle geçinen 2 m ilyar kişiden oluşan koca bir piyasa nın kavramını çokuluslu şirketlerin erişim ine açmak oldu. İş çevre lerinde kullanılan tabirle, "piramidin en aşağısındaki bu dev pazar" (çoğu kadın) satış elem anlarından oluşan kılcal şebekeler ve bunla rın bağlandığı, çokuluslu devasa mağazalardan seyyar satıcılara uzanan pazarlam a zinciri aracılığıyla büyük şirketlerin emrine am a de hale getirilir.20 Satış elemanları toplumsal ilişkilere dayalı bir top luluk oluşturur, her biri diğerinden sorumludur, bu sayede borcun fa iziyle birlikte ödenmesi güvence altına alınır, ki bu da daha sonra o kişinin perakende olarak pazarlayacağı malları almasını sağlar. Özel mülkiyet haklarının dağıtım ında olduğu gibi, burada da bazı kim se lerin (bu örnekte çoğu kadın) durum unun iyileşeceği kuvvetle m uh temeldir, ancak diğer taraftan yoksulların tüketim m allarına makul fiyatlarla erişimi gibi bildik zorluklar daha da derinleşecektir. Sonuç olarak, şehirden kaynaklanan yoksulluğa çözüm getirilm iş olmaz. M ikrofinans sistemi katılım cılarının çoğu borcu ödem ek için köle 19. Ju lia E lyachar, M a rkets o f D ispossession: NG O s, E co n o m ic D eve lo p m en t, a n d the S ta te in C airo, C hapel H ill, NC: D uke U niversity P ress, 2005. 20. A n an y a Roy, P o verty C apital: M icrofinance a n d the M a kin g o f D eve lo p m ent, N ew York: R o u tled g e, 2010; C. K. P rahalad, T he F o rtu n e a t th e B ottom o f the P yra m id : E ra d ica tin g P o verty T hrough P rofits, New York: P earson Prentice H all, 2009.
ŞEHİR HAKKI
65
gibi çalışmak zorunda kalacak, çokuluslu şirketler ile yoksul gece kondulu nüfus arasında bir köprü konum una sıkışacaktır; onların düşük bir ücret karşılığında yerine getirdikleri bu görevden kazançlı çıkan daima çokuluslu şirketler olacaktır. Böyle bir yapı, daha üret ken seçeneklerin araştırılm asının önünü keser. Hele de şehir hakkını koruduğu kesinlikle söylenemez. Artı sermayenin emilmesi sürecinde kentleşmenin önemli bir rol oynadığı ve bunu da giderek büyüyen bir coğrafi ölçekte gerçek leştirdiği, ancak bu sürecin kentli kitleleri şehir üzerinde her tür hak tan mahrum bırakan ve giderek yaygınlaşm akta olan yaratıcı yıkım süreçleri pahasına gerçekleştiği sonucuna varabiliriz. Bu durum dö nem dönem başkaldırıya yol açar, tıpkı mülksüzleştirilen kitlelerin yitirdikleri şehri geri almak için ayaklandığı 1871 Parisi'nde olduğu gibi. 1968'lerde Paris'ten Bangkok'a, M éxico'dan Chicago'ya uza nan kentsel hareketler de kapitalist inşaat şirketleri ve devlet tara lından dayatılandan farklı bir şehir yaşantısı tarif etmeyi am açlıyor du. İçinde bulunduğumuz bağlam da mali güçlükler artacak olursa, kapitalist üretim fazlasının kentleşme aracılığıyla soğrulması süre cinde bugüne dek geçerli olan neoliberal, postm odem , tüketime da yalı evrenin sonu geldiyse, ve eğer daha geniş çaplı bir kriz patlak verecek olursa, karşım ıza çıkacak olan soru şudur: Bizim '68'imiz nerede, hatta daha ileri giderek, nerede bizim Komünümüz? Mali sistemdeki dönüşümlerle analoji kuracak olursak, günü müzde verilm esi gereken siyasi yanıt da çok daha karmaşıktır, çün kü kentsel süreçler bugün küresel bir boyut taşıyor ve pek çok çat lakla, güvensizlikle ve gelişmişlik düzeyleri arasında coğrafi eşit sizlikle malul. Fakat sistemin çatlaklarından, Leonard Cohen'in bir şarkısında dediği gibi, "ışık süzülüyor". Her tarafta başkaldırının işa retleri mevcut (Hindistan ve Çin'deki kronik huzursuzluk, Afrika'da süregiden iç savaşlar, çalkantı içinde bir Latin Amerika, dört bir yanda ortaya çıkan otonomi hareketleri ve ABD'de bile nüfusun ço ğunluğunun eşitsizlik vebası karşısında "artık yeter" dediğini göste ren siyasi işaretler). Bu başkaldırılardan herhangi biri birdenbire bu laşıcı hale gelebilir. Gelgelelim finans sisteminin aksine, kentsel ve kent civarından m uhalif hareketler, ki dünya çapında çok sayıdalar, birbirine hiç de sıkıca kenetlenmiş değil. Hatta çoğunun birbiriyle hiçbir bağlantısı yok. Dolayısıyla, W eather Underground'un bir za-
66
ASİ ŞEHİRLER
m anlar düşlediği gibi, tek bir kıvılcımın bütün bir kır yangınına dö nüşmesi ihtimal dışı. Bunun için çok daha sistematik bir şey gereki yor. Fakat bu çeşitli m uhalif hareketler bir araya gelecek — örneğin şehir hakkı sloganı etrafında birleşecek— olursa ne tür bir taleple ortaya çıkmalıdırlar? Bunun yanıtı oldukça basit: artı ürünün üretim i ve kullanımı üzerinde daha fazla dem okratik denetim. Kentsel süreç bunun baş lıca kanallarından biri olduğundan, şehir hakkı artı değerin kentleş me yoluyla kullanımı üzerinde demokratik kontrolü sağlayarak te sis edilir. Artı ürüne sahip olm ak ille de kötü bir şey değildir: İşin as lına bakarsanız, böyle bir artı pek çok durum da beka için elzemdir. Kapitalizmin tarihi boyunca, devlet yaratılan artı değerin bir kısm ı nı vergi olarak almış, sosyal dem okrasinin hükmünün geçtiği evre lerde bu vergi oranı bir hayli artmış, dolayısıyla artı değerin büyük bir kısmı devletin kontrolüne girmiştir. Son otuz yıldır, neoliberal projenin başlıca yönelimi artı değer üzerindeki kontrolü özelleştir mektir. Ancak ekonomik işbirliği ve kalkınma örgütü OECD'ye üye bütün ülkelerin verileri, devletin gayri safi üretimden aldığı payın 1970'lerden beri pek düzenli olm adığını gösteriyor. Öyleyse liberal saldırının başlıca başarısı, devletin aldığı payı 1960'lardaki gibi ar tırmasını önlemek olmuştur. Bir diğeri ise devlet ve şirketlerin çı karlarını bütünleyen yeni yönetim sistemleri yaratmak, ve paranın gücünü kullanarak, artı değerin devlet aygıtı yoluyla harcanması üzerindeki kontrolün, kentsel süreç şekillendirilirken şirket serma yesinin ve üst sınıfların çıkarlarını ön planda tutmasını sağlama al mak olmuştur. Şehir hakkının giderek özel veya yarı-özel çıkar gruplarının eli ne geçtiğine tanık oluyoruz. Örneğin New York şehrinde bir milyo ner, Michael Bloomberg, şehri m üteahhit firmaların, Wall Street'in ve ulusaşırı sermayenin istekleri doğrultusunda yeniden şekillendi rirken, bir yandan da yüksek kazançlı yatırım lar için ideal bir konum ve turistler için harikulade bir uğrak olarak pazarlıyor. Böylelikle Manhattan'm tamamı zenginler için dev bir güvenlik kontrollü ya şam alanı haline geliyor (Bloomberg'in imar faaliyetleri için seçtiği slogan, ironik biçimde, "Jane Jacobs'ı hatırda tutarak Moses gibi inşa etmek" idi21). Seattle'da Paul Ailen gibi bir m ilyarder kozları elinde tutuyor, M éxico'da ise dünyanın en zengin adamı, Carlos Slim,
i ! ı
ŞEHİR HAKKI
67
şehir m erkezindeki sokakları turistlerin gözüne hoş görünsün diye arnavut kaldırımı döşetiyor. Bu şekilde gücünü doğrudan sergile yenler yalnızca varlıklı bireylerle sınırlı değil. Kentsel yatırım için gereken kaynaklardan yoksun olan New Haven şehrinde, dünyanın en varlıklı üniversitelerinden biri olan Yale Üniversitesi, şehir doku sunun büyük bir kısmını kendi ihtiyaçları doğrultusunda yeniden ta sarlıyor. Johns Hopkins Üniversitesi aynısını Baltim ore'da yapıyor, Columbia Üniversitesi ise New York'ta yapmayı planlıyor (her iki durumda da m ahalle çapında direniş hareketleri baş gösterdi, tıpkı Dharavi'deki arazi istimlakinde olduğu gibi). Şehir hakkı, halihazır da uygulandığı biçim iyle, son derece dar bir alana kısıtlanmış du rumda, çoğu kez de şehri gittikçe kendi ihtiyaçları ve arzuları doğ rultusunda şekillendirm e gücüne sahip, küçük bir siyasi ve iktisadi elitin elinde. Gelin bu durum a daha yapısal bir çerçeveden bakalım. Her yılın ocak ayında Wall Street'te finans çalışanlarının bir yıl önceki fedakârane çalışmaları sonucunda kazandıkları toplam ikramiyeye dair bir tahmin yayımlanır. 2007'de, ki finans piyasasında her bakımdan felaketlerle dolu bir yıldı (her ne kadar bir sonraki yıl bu bir önceki ni arattıysa da) ikram iyelerin toplamı 33,2 m ilyar dolara ulaşıyordu, yani bir önceki yıla göre yalnızca %2 oranında düşüş göstermişti (dünya finans sistemini altüst etmenin karşılığında fena bir mükâfat sayılmaz). 2007 yazının ortasında ABD ve Avrupa merkez bankala rı finans sisteminde istikrarı sağlamak için m ilyarlarca dolar kısa vadeli kredi pompaladı ve ABD M erkez Bankası, yıl içerisinde Wall Street borsasında ciddi bir düşüş tehdidinin baş gösterdiği her defa sında faiz oranlarını düşürdü. Bu esnada 2 veya 3 milyon kişi — ço ğu hane halkına kadının tek başına baktığı aileler, şehir m erkezle rindeki siyahiler, şehir çeperindeki m arjinalleşm iş beyaz Am erika lılar olmak üzere— bankaların ipotek borçlarını iptal etmesi nede niyle evlerini kaybettiler veya kaybetmek üzereler. Finans kurumlarının talancı kredi verme politikaları yüzünden ABD'de şehir m erke zindeki, hatta kent çeperine yakın pek çok semtte evler boşaltıldı ve tahrip oldu. Evlerini kaybedenler hiçbir tazm inat alamadılar. Hatta, 21. S cott L arson, "B u ilding L ike M oses w ith Jan e Jacobs in M ind", d oktora tezi. E arth and E nv iro n m en tal S ciences P rogram , C ity U niversity o f N ew York, 2010.
68
A St ŞEHİRLER
ipoteğin iptal edilmesi borçların affı anlam ına geldiği ve bu da gelir hanesine yazıldığı için, evlerini kaybedenlerin pek çoğu, hiçbir za man sahip olmadıkları bir paranın vergisi olarak, gelir vergisi pusu lalarında yüklü m eblağlarla karşılaştı. Bu vahim asim etri şu soruyu gündeme getiriyor: İpotek piyasası yeniden yapılandırılarak makul oranlara gerileyene ve böylelikle sorun büyük oranda çözülene ka dar ABD M erkez Bankası ve hâzinesi ipoteğin iptali tehdidiyle kar şı karşıya olan ailelere yardım etm ek için niçin orta vadeli nakit re zervini devreye sokmadı? Kredi krizinin harareti böylelikle kontrol altına alınabilir, yoksul insanlar ve onların bulunduğu mahalleler de bu şekilde korunabilirdi. Dahası, küresel finans sisteminin, bir yıl sonra olduğu gibi, toptan bir iflasın eşiğine gelmesine mani olunur du. Elbette bu Merkez Bankası'nın her zamanki yetki sınırlarının ötesine geçmesi anlam ına gelirdi ve neoliberal ideolojinin temel bir kuralını, yani bir finans kurumu ile halkın yararı çeliştiği vakit in sanların bir kenara bırakılm asını salık veren kuralı çiğnemek olur du. Aynı zamanda, gelir dağılım ına ilişkin kapitalist sınıf tercihleri ni ve kişisel mesuliyet hakkındaki neoliberal görüşü hiçe saymak anlam ına gelirdi. Oysa bu tür kurallara ve onlardan kaynaklanan na file bir yaratıcı yıkım şiarına riayet etm ek için ödenen bedele bakın. Bu siyasi tercihleri tersine çevirm ek için elden gelen ve yapılması gereken bir şeyler olmalı, değil mi? Fakat 21. yüzyılda, bütün bunlar karşısında tutarlı bir m uhalif hareketin ortaya çıktığını görm edik henüz. Elbette, çok çeşitli kent sel m ücadeleler ve toplum sal hareketler (kelimenin geniş anlam ıy la, kırsal art bölgedeki hareketleri de kapsayacak biçimde) haliha zırda mevcut. Sürdürülebilir çevre, göçm enlerin kültürel entegras yonu ve sosyal konut alanlarının kentsel tasarım ı gibi konularda dünyanın pek çok yerinde gerçekleşm ekte olan deneyleri gözlemek mümkün. Fakat bütün bunların artı değerin kullanım ı üzerinde daha fazla kontrol elde etm ek gibi belirli bir amaç etrafında birleşm eleri ne daha vakit var gibi görünüyor (artı değer üretim inin koşulları üzerinde kontrolden bahsetm iyoruz bile). Bu mücadeleleri birleştir m e yolunda atılabilecek adım lardan biri — nihai adım değilse de— servet birikim ine dayalı ekonom inin, m ülksüzleştirme ekonomisi nin sırtına bindiği ve mülksüzleştirilenlerin şehir üzerindeki hakkı nı — dünyayı değiştirm e, yaşamı değiştirme ve şehri gönüllerince
ŞEHİR HAKKI
69
yeniden icat etme hakkım— onlar adına talep ettiği şu sözümona yaratıcı yıkım anlarına odaklanmak olmalı. Hem bir slogan hem de siyasi bir ideal olarak, bu kolektif hak, kentleşme ile artı değer üre timi ve kullanım ı arasındaki içsel bağ üzerinde kimin söz sahibi ol duğu sorusuna getiriyor bizi. Belki de Lefebvre, bundan kırk küsur yıl önce, çağım ızda kentten doğmayan bir devrimin beyhude bir ça ba olacağını söylerken haksız değildi.
İKİNCİ BÖLÜM
Kapitalist Sistemin Krizlerinin Kentsel Kökenleri
ABD'nin büyük konut uzmanı addedilen, CaseShiller konut fiyatı endeksinin müelliflerinden, iktisatçı Robert Shiller, 5 Şubat 2011 tarihinde N ew York Times'da yayım lanan "Konut İnşaatı Furyası Nadir Bir Olgudur" başlıklı makalesinde, son dönem de konut piyasasında yaşanan şişmenin, "önümüzdeki onyıllar bo yunca tekrarı görülm eyecek nadir bir vaka" olduğu konusunda tem i nat veriyordu. 2000'lerin başında görülen "devasa konut balonu", "ta rih boyunca ne ulusal ne de uluslararası hiçbir konut döngüsüyle kı yas kabul etmez. Önceki balonlar daha küçük ve bölgesel ölçekliy di". Bir paralellik aranacaksa, bu ancak ABD'de 1830'ların sonu ve 1850'lerde yaşanan arazi furyasında bulunabilir.1 Burada, birazdan açıklayacağım üzere, kapitalizmin tarihinin şaşırtıcı derecede hatalı ve tehlikeli bir yorum uyla karşı karşıyayız. Böyle bir iddianın hiçbir yankı uyandırmamış olması, çağdaş iktisa di düşüncedeki ciddi bir kör noktaya delalet eder, ve maalesef, M arksist siyasal iktisat da aynı kör nokta ile malüldür. ABD'de 2007-10 aralığında konut sektöründe yaşanan kriz, önceki pek çok krizden kuşkusuz daha derin ve daha uzun süreli oldu; hatta ABD ik tisat tarihinde bir devrin kapanışına işaret ettiği söylenebilir. Ancak dünya piyasalarında neden olduğu makro-iktisadi çalkantılar bakı mından tarihte bir ilk sayılamaz; kaldı ki tekrar edeceğine dair de birçok işaret mevcuttur. P E K Ç O K L A R IN C A
1. R ob ert S hiller, "H ousing B ubbles are Few and F ar B etw een", N ew York Ti m es, 5 Ş u b at 2011.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
71
Anaakım iktisat, mimari çevreye yapılan yatırımların genelini ve bilhassa da konut ve kentleşm e alanındaki yatırımları daima, "ulusal ekonomi" diye adlandırılan farazi bir düzlemde süregiden daha önemli faaliyetlerin kıyısında kalm ış bir alan olarak ele alır. "Kent ekonomisi" alanı daha düşük nitelikli iktisatçıların ilgilendi ği bir arenadır; alanın duayenleri ise makro-iktisat hünerlerini baş ka yerde konuşturur. Bu grup iktisatçılar kentsel süreçleri dikkate aldıklarında bile, mekânsal düzenlemeler, bölgesel kalkınma ve şe hirlerin inşasını, daha büyük ölçekli süreçlerden kaynaklanan ve bu süreçler üzerinde etkisi olmayan pratik birer sonuç gibi gösterirler.2 İktisadi coğrafya ve kent gelişimini ilk kez ciddiyetle ele alan 2009 Dünya Bankası K alkınm a Raporu'nun yazarları, konut sektö ründeki bir kıvılcımın ekonominin bütününde bir krize yol açması gibi bir felaketi akıllarına dahi getirm iyorlardı. İktisatçılar tarafın dan (ne coğrafyacılara, ne tarihçilere, ne de kent sosyologlarına da nışarak) kalem e alınan raporun amacı "coğrafyanın iktisadi olanak lar üzerindeki etkisi"ni araştırmak ve "belirlenecek politikalarda me kân ve mahalli ikincil kaygılar olmaktan çıkarıp temel birer odak haline getirmek" biçiminde ifade edilmişti. Raporun yazarları aslında neoliberal iktisadın alışılageldik çare lerini kentsel meselelere uygulamanın (devletin arazi ve gayrim en kul piyasasında herhangi bir ciddi düzenlem eyle iştigal etmesine son vermek; toplumsal adalet ve bölgesel eşitlik adına girişilecek kentsel, bölgesel ve mekânsal planlam a m üdahalelerini asgariye in dirmek vb.), iktisadi büyümeyi (yani sermaye birikimini) hızlandır manın en iyi yolu olduğunu göstermek için kolları sıvamışlardı. Sundukları önerinin toplum ve çevre açısından sonuçlarını ayrıntılı olarak araştıracak zaman ve yerleri olmadığı için " e s e f duydukları nı dile getirme nezaketini her ne kadar gösterseler de şuna düpedüz inanıyorlardı: e s n e k b ir a ra z i v e g a y r im e n k u l p iy a s a s ın a v e d iğ e r d e s te k le y ic i k u r u m la ra — m ü lk iy e t h a k la r ın ın k o r u n m a s ı, a k itle r d e b e lir tile n m ü e y y id e le r in y e r i n e g e tir ilm e s i v e k o n u t f in a n s m a n ın ın s a ğ la n m a s ı g ib i— sa h ip o la n ş e h ir 2. "M acro eco n o m ics and H ousing: A R eview o f the L iteratu re” adlı m ak ale sinde C h arles L eung, "m akro-iktisat ile k onut sektörü literatürü arasında bu denli az çak ışm a ve etk ileşim olm ası h akikaten hayret verici," diye yazar. J o u rn a l o f H ou sin g E co n o m ics 13 (2004): 249-67.
72
ASİ ŞEHİRLER
le r z a m a n iç e r is in d e , p iy a s a n ın ih tiy a ç la r ın d a k i d e ğ iş im e p a ra le l o la r a k g e liş m e y e d a h a y a tk ın d ır. D a h a y ü k s e k g e tirili k u lla n ım la rın k ıy m e tli a r s a la ra ta lip o lm a s ın a o la n a k ta n ıy a n g e v ş e k a ra z i k u lla n ım ı y a s a la rın a s a h ip v e z a m a n iç e r is in d e d e ğ iş e n r o lle rin e u y u m g ö s te rm e le r in i s a ğ la y a n a ra z i k u l la n ım ı d ü z e n le m e le r in i b e n im s e m iş ş e h irle r b a ş a rılı ş e h irle r d ir.3
Gelgelelim toprak sıradan bir m eta değildir. Gelecekte oluşacak rantın beklentisinden doğan, farazi bir sermayedir. Araziden azami getiriyi elde etm e saiki son birkaç yıl içerisinde düşük, hatta orta ge lirli haneleri M anhattan'ı ve Londra'nın merkezini terk etmeye zor lamış, sınıflar arası eşitlik ve m ağdur nüfusun refahı açısından fela ket sonuçlara yol açmıştır. M umbai'nin Dharavi semtindeki (gece kondu mahallesi denilen bu yer raporda doğru biçim de verimli bir beşeri ekosistem olarak tanımlanmış) kıymetli araziler üzerinde böylesine yoğun baskı yaratan da budur. Kısacası, daha yüksek getiriye sahip arazi kullanım larına yer açmak için m utenalaştırma, mahalle ölçeğinde yıkım, istimlak gibi (veya daha zorbaca) yöntem ler aracı lığıyla mahalle sakinlerinin tahliye edilmesine karşı kentsel toplu msal hareketlerin yükselişte olduğu bir dönemde kaleme alınan ra por, henüz içinden geçmekte olduğum uz m akro-iktisadi depremin (ki artçı sarsıntıları devam etmektedir) müsebbibi olan serbest piya sa tutuculuğunun avukatlığını yapmaktadır. 1980'lerin ortalarından bu yana neoliberal kent politikaları (ör neğin Avrupa Birliği çapında uygulananlar), geri kalmış mahalle, şehir ve bölgelere servet aktarımının nafile bir çaba olduğuna, bu nun yerine, kaynakların dinam ik, "girişimci" büyüme odaklarına kanalize edilm esi gerektiğine hükmetti. Yukarıdan aşağı "süzülme etkisi" denen şeyin mekânsal bir biçimi böylelikle o hep gelmesi beklenen (ve bir türlü gelm eyen) "uzun vadede" bütün o huzur kaçı rıcı bölgesel, mekânsal ve kentsel eşitsizliklerin çaresine bakacaktı. Şehri m üteahhitlere ve spekülatör finansçılara devretmek herkesin yararınadır! Çinliler şehirlerinde arazi kullanımını serbest piyasa güçlerine bırakmış olsalardı, Dünya Bankası raporuna göre, ekono mileri şimdi olduğundan da hızlı büyürdü! 3. W orld D evelo p m en t R ep o rt 2009: R esh a p in g E co n o m ic G eo g ra p h y, W as hin g to n , DC: W orld B ank, 2009; D av id H arvey, "A ssessm ent: R eshaping E co n o m ic G eo g rap h y : T he W orld D evelopm ent R eport", D eve lo p m en t a n d C hange F o rum 2009, 40: 6 (2009): 1, 269-78.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
73
Dünya Bankası apaçık biçimde spekülatif sermayeye insanlar karşısında öncelik tanıyor. Şehrin, içinde yaşayanlar ve doğal çev reyi m ağdur etm ek pahasına (sermaye birikim i açısından) refaha ulaşabileceği fikri asla sorgulanmıyor. Daha da kötüsü, rapor 20072009 krizinin kökeninde yatan politikalarla derinden bir uzlaşma içinde. Raporun Lehman şirketinin iflasından altı ay, ABD konut pi yasasında işlerin bozulmasından iki yıl sonra ve ipotek tsunamisinin ufukta açıkça belirdiği bir tarihte yayımlanmış olması durumu daha da tuhaf kılıyor. Örneğin, eleştirel bir yorumun kırıntısını dahi içermeyen şu satırlardan öğreniyoruz ki, 1 9 8 0 'lerin ik in c i y a r ıs ın d a fiııa n s sis te m i ü z e r in d e k i d e n e tim le r in g e v ş e tilm e s in d e n b u y a n a , p iy a s a te m e lli k o n u t fin a n s m a n ı h ız la g e liş m iş tir. B u g ü n g e liş m iş ü lk e le r d e k o n u t ip o te k p iy a s a s ı g a y r is a f i y u rtiç i h a s ıla n ın (G S Y H ) % 4 0 'ın ı o lu ş tu r u r ; g e liş m e k te o la n ü lk e le r d e ise ç o k d a h a d ü ş ü k o la n h u o ra n , G S Y H 'n ın o r ta la m a % 1 0 'u n a te k a b ü l e d er. K a m u s e k tö rü n e d ü ş e n g ö re v , iy i d e n e tle n e n ö z e l g ir iş im le ri d e s te k le m e k o lm a lıd ır... B a sit, y a p tırım g ü c ü o la n v e m a k u l ip o te k a k itle ri iç in g e r e k e n y a s a l z e m in in h a 7 ,ırlanm ası iy i b ir b a ş la n g ıç o la c a k tır. H e r h a n g i b ir ü lk e d a h a g e liş k in v e o l g u n b ir s is te m e sa h ip o ld u ğ u v a k it, k a m u s e k tö rü ik in c il ip o te k p a z a rım d e s te k le y e b ilir, y e n ilik ç i f in a n s d ü z e n le m e le r i g e liş tir e b ilir v e ip o te ğ in s i g o r ta la n m a s ın ı y a y g ın la ş tır a b ilir. İ ç in d e o tu r a n la rın m a l s a h ib i o ld u ğ u b ir k o n u t m o d e li — k o n u tu n ç o ğ u k e z b ir h a n e n in e n b ü y ü k m al v a rlığ ı o ld u ğ u d a d ü ş ü n ü lü r s e — g e r e k s e rv e t o lu ş u m u , g e r e k s e to p lu m g ü v e n liğ i v e s iy a se t a ç ıs ın d a n ö n e m lid ir. O tu r d u k la rı e v in s a h ib i o la n v e y a is tik ra rlı b ir k ira ak d i o la n k iş ile r, iç in d e y a ş a d ık la rı to p lu lu ğ a d a h a m ü d a h il o lu rla r; b u s a y e d e , s u ç u n a z a ltılm a s ı, d a h a g ü ç lü b ir y ö n e tim v e d a h a iyi ç e v r e k o ş u lla rı için k u lis f a a liy e ti y ü r ü tm e y e d e d a h a y a tk ın o lu rla r.4
4. W orld D eve lo p m en t R eport: 206. R aporun m ü elliflerinden üçü, d ah a sonra coğ rafy acılard an g elen eleştirilere yanıt verdiler, ancak benim dile getirdiğim kökten eleştirilere (to p rağ ın b ir m eta olm adığı, m akro-iktisadi krizler ile konut ve ken tleşm e politik aları arasın d aki ilişkinin irdelenm em iş oluşu gibi) değinm ekten kaçındılar. B una gerek çe olarak da benim aslında "A B D 'deki 'çürük' ipotek k rizi nin, gelişm ek te olan ü lk elerd e yoksulların barınm a ihtiyaçlarına çözüm üretm ek te k onut fin an sm an ın ın h içb ir işe yaram ayacağım kanıtladığını" iddia ettiğim i söylediler; onların g ö rü şü n e göre bu, raporun k apsam ı dışında" kalıyordu. B öyle likle eleştirim in tem el d ay an ağ ını tam am en gözardı ettiler. Bkz. U w e D eichm ann, Inderm it Gill and C h o r-C h in g G oh, "Texture and T ractability: T he F ram ew ork for Spatial Policy A n aly sis in the W orld D eve lo p m en t R e p o rt 2009", C am bridge J o urnal o f R eg io n s, E co n o m y a n d Society 4: 2 (2011 ): 163-74. "E m lak değerleri ve inşaat sektörünün, b ü y ü k ek o nom ik b u hranların hem en öncesinde nasıl zirveye
74
ASİ ŞEHİRLER
Yakın dönemdeki olaylar ışığında bu ifadeleri okurken hayrete kapılmam ak elde değil. Herkesin ev sahibi olmasının faydaları üze rine efsanelerle pom palanan, ve durumdan bihaber yatırımcılara sa tılacak olan, risk derecesi bir hayli yüksek teminatlandırılm ış borç yükümlülüklerindeki zehirli ipotekleri boş verin. Dünyanın insan yerleşimleri tarafından sürdürülebilir şekilde kullanılm ası için m a kul olan düzeylerin fersah fersah ötesinde toprak ve enerji israfına yol açan hudutsuz banliyöleşmeyi boş verin! Raporun yazarları kentleşme hakkındaki görüşleri ile küresel ısınma arasında bağlantı kurm ak gibi bir görevleri olm adığını ikna edici biçimde savunabi lirler. Alan G reenspan'le birlikte, 2007-2009 aralığındaki olayların kendilerini gafil avladığını, çizdikleri pembe tabloyu bozacak her hangi bir öngörüde bulunmalarının beklenem eyeceğini öne sürebi lirler. "M akul", "iyi denetlenmiş" gibi sözcükleri aralara serpiştir mek suretiyle iddialarını muhtemel eleştirilere karşı "sigortalamış"* sayılabilirler. Fakat yazarlar madem neoliberal reçetelerini perçinlemek için "makul biçimde seçilmiş" tarihsel örneklere başvuruyorlar, 1973 kri zinin küresel emlak piyasasında yaşanan ve birçok bankayı batıran çöküşten kaynaklandığını nasıl olup da ıskaladılar? 1980'lerin so nunda ABD'de ticari mülk sektöründen kaynaklanan Mevduat ve Kredi (Savings and Loan) krizi sırasında tepetaklak olan yüzlerce finans kurumunun cerem esinin Amerikan vergi m üelliflerine 200 m il yar dolar olarak ödetildiğini nasıl olup da fark etm ediler (dönemin Tasarruf M evduatı Sigorta F onunun [TMSF] yöneticisi olan William Isaacs bu durum karşısında öylesine hiddetlenmişti ki, 1987 yılında Amerikan Bankalar Birliği'ni kendilerine çeki düzen vermedikleri takdirde kam ulaştırmakla tehdit etmişti)? Yahut 1990'ların sonunda Japonya'daki yükselişin sona erm esinin arsa fiyatlarındaki (halen ulaşm ış o ld u ğ u n u ", g erek p atlam ayı gerekse takip eden çöküşü y aratm ak ta o y n a dığı ön em li rolü, b ir g ru p iktisatçı uzun b ir sü red ir kavram ış durum da. A ncak H enry G eo rg e'u n takipçisi olan bu grup da m aa le se f gen elg eçer iktisatçılar tara fından tü m ü y le y ok sayılıyor. B kz. F red Foldvary, "R eal E state and B usiness C ycles: H en ry G eo rg e's T h eo ry o f the T rade C ycle", L afayette C o lleg e'd a d ü zen lenen H en ry G eorge K o n feransı'nda sunulan bildiri, 13 H aziran 1991. * "S ig o rtalam a"n ın karşılığı olarak yazar burada ipotek p iy asasın d a fonlar için k u llan ılan ve İngilizcede tel örgü, çit veya hendekle etrafını çevirm ek an lam ı na g elen h ed g e sö zcü ğ ü n ü kullanıyor, - ç .n .
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
75
sürmekte olan) çöküşe tekabül ettiğini? Yahut emlak piyasasındaki aşırılıklar nedeniyle İsveç'in 1992 yılında tüm banka sistemini ka mulaştırmak zorunda kaldığını? 1997-98 aralığında Doğu ve G ü neydoğu Asya'daki çöküşün nedenlerinden birinin Tayland'daki aşı rı kentsel gelişim olduğunu?5 Bütün bunlar olup biterken Dünya Bankası iktisatçıları neredey di? 1973'ten bu yana yüzlerce finans krizi m eydana geldi (bu tarih ten önce ise yalnızca pek az) ve bunların büyük bölümü emlak sek törü veya kentsel gelişim den kaynaklandı. Kaldı ki konu üzerine kafa yoran hemen herkes — anlaşılan Robert Shiller de bu herkese dahil— ABD konut piyasalarında 2001 sonrasında bir şeylerin fena halde ters gitmekte olduğunu gayet açıklıkla görüyordu (tabii Shiller'e göre bu sistematik değil, arızi bir durum du).6 Elbette Shiller yukarıdaki örneklerin hepsinin salt bölgesel ha diseler olduğunu pekâlâ iddia edebilirdi. Fakat o zaman, Brezilyalı ların ve Çinlilerin bakış açısından, 2007-2009 krizi de böyle görüle bilir. Krizin merkez üssü ABD'nin güneybatısı, Florida (Georgia'da da etkisi bir m iktar hissedildi) ve birkaç hareketli bölgeyle daha sı nırlıydı (1990'ların ikinci yarısında, Baltimore ve Cleveland gibi es ki şehirlerin yoksul semtlerinde baş gösteren ipotek krizleri ise faz lasıyla yerel ve "ehemmiyetsizdi", zira krizden etkilenenler siyahi ler ve azınlıklardı). Uluslararası düzlemde İspanya ve İrlanda krize fena yakalandı, İngiltere o derece değilse de etkilendi. Fakat Fransa, Almanya, Hollanda veya Polonya'nın, hatta Asya ülkelerinin emlak piyasalarında ciddi bir sorun yoktu. 1990'ların başında Japonya veya İsveç'te yaşanan krizlerin aksi ne, ABD m erkezli bölgesel krizin küresel çapta yayıldığı şüphe gö türmez bir gerçek. Ancak 1987 yılında görülen M evduat ve Kredi krizinin de benzer biçimde küresel yankıları olmuştu (ciddi bir bor5. G rah am T urner, T he C rédit C runch: Hous'ıng B ubbles, G lobalisation a n d ıhe W orldw ide E co n o m ie C risis, L ondra: P luto, 2008; D avid H arvey, T he C o n d i tion o fP o stm o d e rn ity , O x ford: Basil B lackw ell, 1989: 145-6,169; T ürkçesi: Postm odern liğ in D u ru m u , çev. S u n g u r S avran, İstanbul: M etis, 1997 6. A yrıca bkz. D av id H arvey, The N e w Im perialism , O xford: OUP, 2003: 113. K itabın bu b ö lü m ü n d e ip o teğin yeniden finansm anının ABD G ayrisafı Yurtiçi H asılasının y ak laşık % 20’lik bir kısm ını o lu ştu rd u ğ u n a ve "em lak balonundaki m uhtem el b ir patlam an ın " d ah a o dönem de "son derece ciddi endişelere yol açtı ğ ı n a işaret ediyordum .
76
ASİ ŞEHİRLER
sa krizinin yaşandığı o yıl hep yapıldığı gibi, ve hatalı biçimde, tü müyle münferit bir vaka olarak görülmüştü). Aynısı 1973'ün başın da yaşanan ve üzerinde pek durulm ayan küresel emlak piyasasında ki çöküş için de geçerlidir. G enelgeçer yargıya göre kayda değer olan yalnızca 1973 sonbaharında petrol fiyatlarındaki ani artıştır. Oysa emlak krizi, petrol fiyatındaki artıştan altı ay, hatta daha da uzun bir süre önce baş gösterm iş, sonbahara gelindiğinde ekonom i deki gerilem e çoktan almış başını yürümüştü (bkz. Şekil 1). Takip eden 1975 yılındaki New York mali krizi son derece önemliydi, zira o sırada New York dünya çapında en geniş kamu bütçesine sahip m erkezlerden biriydi (öyle ki Fransa cumhurbaşkanı ve Batı Al manya başbakanı, finans piyasalarında küresel bir felaketi önlemek için New York'un borçlarının silinmesi ricasında bulunuyorlardı). New York bu sırada yatırım bankalarına akıllarına estiği gibi risk al m a imkânı bahşetmek ve bunun bedelini de belediye taahhüt ve hiz m etlerini yeniden yapılandırarak halka ödetmek gibi neoliberal uy gulamaların icat edildiği bir merkez haline geldi. Son dönemde em lak piyasasındaki krizin etkileri California gibi eyaletlerin hemen hemen iflasına kadar uzandı, ABD'nin dört bir yanında eyalet ve be lediye yönetimlerinin mâliyesi ve kamu sektöründeki istihdam üze rinde büyük gerilimlere yol açtı. New York şehrinin 1970’lerde ge çirdiği mali krizin hikâyesi, bugün dünyanın sekizinci büyük kamu bütçesine sahip olan C alifornia eyaletinin durumu ile tekinsiz bir benzerlik arz eder.7 Ulusal Ekonomik A raştırm a Bürosu yakın dönemde, emlak ba lonlarının kapitalizm in derin krizlerinin kıvılcımını oluşturmada oynadığı rolün bir başka örneğini ortaya çıkardı. 1920'lerdeki gayri menkul verilerini inceleyen G oetzm ann ve Newman, "kamunun pi yasaya sunduğu gayrimenkul sigortalarının 1920'lerdeki yapı faali yetini etkilediği, ve gayrimenkul değerlerindeki krizin, ipotek dön güsü mekanizması aracılığıyla, takip eden 1929-30 borsa krizine yol açmış olabileceği sonucuna vardı". Konut sektörü açısından Flori7. W illiam Tabb, T he L o n g D efa u lt: N e w York C ity a n d the U rban F isca l C ri sis, N ew York: M onthly R eview P ress, 1982; D avid H arvey, A B r ie f H isto ry o f N eo lib era lism , O xford: OUP, 2005; A shok B ardhan ve R ichard W alker, "C alifor nia, P iv o t o f the G reat R ecession", UC B erkeley, CA: Institute for R esearch on L a b o r an d E m p lo y m en t, 2010.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
İpotekli k o n u t k red isi b o rçların ın y ıllara g ö re d e ğ işim o ra m , ABD, 1955-76
G a y rim e n k u l y a tırım şirk etlerin in h isse sen ed i fiy atları, ABD, 1966-75
G ay rim e n k u l sig o rtası fiy at e n d ek si, BK, 1961 -75
Yıllar Kaynak: ABD Ticaret Bakanlığı
Ş ekil 1 1973 G ay rim en k u l P iy asası K rizi
77
78
ASİ ŞEHİRLER
Yıllar K aynak: W illiam G oetzm ann ve Frank N ewm an, "Securitization in the 1920s", NBER W orking Paper 15650. Ş e k il 2 N ew York şeh rin d e inşa edilen yüksek yap ılar (1890-2010)
da, bugün olduğu gibi o dönemde de yoğun spekülatif yapılaşmanın görüldüğü bir merkezdi; inşaat izninin nominal değeri 1919 ile 1925 arasında yüzde 8000 artmıştı. Ulusal ölçekte aynı dönemlerde ko nut değerlerindeki artış tahminen yüzde 400 civarındaydı. Fakat ne redeyse tümüyle New York ve Chicago'da yoğunlaşan ticaret gelişi miyle kıyaslandığında bu yalnızca tali bir gelişmeydi. Bu iki şehir de o dönem de gerçekleşen, "ancak 2000’lerin ortalarıyla kıyaslana bilecek" büyümeyi besleyebilm ek için her tür finans desteği ve si gortalam a yöntemi seferber edilmişti. Goetzmann ve New m an’in yüksek bina inşaatlarına dair grafiği daha da çarpıcı (bkz. Şekil 2). 1929, 1973, 1987 ve 2000 krizlerini önceleyen gayrim enkul patla maları birer mızrak gibi öne çıkıyor. New York şehrinde etrafa ba kınca gördüğüm üz binalar "mimari bir faaliyetten öte, yaygın bir fi nançai olguya delalet eder". G oetzm ann ve Newm an, 1920'lerdeki gayrimenkul sigortalarının tıpkı bugünküler kadar zehirli olduğunu belirttikten sonra ekliyor: N e w Y o rk s ilu e ti, s ig o r ta y ö n te m le r in in s p e k ü la tif b ir s e rm a y e d a r g r u b u n d a n e ld e e ttik le ri s e rm a y e ile in ş a a t se k tö rü g ir iş im c ile ri a r a s ın d a b a ğ la n tı k u r m a y e te n e ğ in in ç a r p ıc ı b ir te z a h ü rü d ü r. E rk e n d ö n e m s ig o r ta p iy a sa s ın ı d a h a iy i a n la m a k , g e le c e ğ e d a ir e n k ö tü ih tim a l s e n a ry o la r ı o lu ş tu r
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
79
m ak iç in k ıy m e tli b ir g ird i s u n a b ilir. F in a n s p iy a s a la rın d a k i o lu m lu h a v a , ç e liğ i y ü k s e ltm e y e k a d ird ir, f a k a t b ir b in a d a n ü c r e t ta h s il e d e m e z s in iz .8
Gayrimenkul piyasasındaki çıkış ve inişlerin spekülatif finans akış larıyla ayrılmaz biçimde bağlı olduğu su götürmez; bu iniş-çıkışlar makro-iktisadın bütününde ciddi sonuçlara yol açmanın yanı sıra, kaynakların tüketilmesi ve çevrede yaratılan tahribat gibi çok çeşit li dışsal etkileri de beraberinde getirir. Dahası, gayrimenkul piyasa larının GSYH içindeki payı ne kadar yüksekse, finans ile inşaat seklörüne yapılan yatırım lar arasındaki bağlantının makro bir kriz ya ratma etkisi de o oranda kuvvetli olacaktır. Tayland gibi gelişmekte olan ülkelerin durumunda — ki Dünya Bankası raporu doğruysa, konut ipoteği GSYH içinde yalnızca %10'luk bir paya sahiptir— gayrimenkul piyasasındaki bir çöküş, toptan makro-iktisadi bir çö küşte elbette rol oynayabilir ancak tek başına buna sebep olamaz. İpotek borcunun GSYH'nın %40'ına tekabül ettiği ABD'de ise, 20072009 krizinin açıkça kanıtladığı gibi, gayrimenkul piyasası böyle bir krizi tetikleme gücüne sahiptir. Marksist Perspektif Kentsel gelişmelerin m akro-iktisat alanındaki çalkantılarla ilişkisi söz konusu olduğunda, burjuva teorinin tüm üyle kör değilse bile bu ilişkiyi kuracak kavrayıştan yoksun olduğunu bildiğimize göre, Mark sist eleştirmenler, o pek övündükleri tarihsel materyalist yöntemleri kuşanarak bir alan araştırmasına çıkmaları; astronomik düzeylere 8. W illiam G o etzm an n ve F rank N ew m an, "S ecuritization in the 1920s", W or king P apers, N atio n al B ureau o f E conom ic R esearch, 2010; E ugene W hite, "L es sons from the G reat A m erican Real E state B oom and B ust o f the 1920s", W orking P apers, N atio n al B ureau o f E conom ic R esearch, 2010; K enneth S now den, "The A natom y o f a R esidential M ortgage C risis: A L ook B ack to the 1930s", W orking P apers, N atio n al B ureau o f E conom ic R esearch, 2010. Bu y azarların hepsi ö n e m li bir n okta üzerin d e b irleşiyorlar: O devrin olayları eğ er d ah a iyi kavranm ış o l saydı, siy aset b elirley icilerin son dönem de yaşanan kronik hataları b ertara f etm e şansı olurdu. D ü n y a B ankası iktisatçıları bu tespitten kendilerine pay çıkarsalar leııa olm az. 1940'ta y ay ım lan an bir m akalede K arl P ribam , I. D ünya Savaşı ö n ce sinde "A lm an y a ve İn g iltere'de yapı sektörünün, iş hacm indeki genişlem e ve daıalıııalara b ir ila üç yıl ö n cesinden işaret ettiğini" gösterir. "R esidual, D ifferential and A bsolute U rban G ro u n d R ents and T h eir C yclical F luctuations", E conom etriu i 8 (1940): 62-78.
80
ASİ ŞEHİRLER
varan kiraları, ticaret sermayesi ve toprak sahipleri tarafından işçi sı nıfının yaşam alanlarında girişilen — Marx ve Engels'in tabiriyle sö mürünün tali biçimini oluşturan— vahşi m ülksüzleştirmeyi kıyasıya eleştirmeleri beklenebilirdi. Yine bu Marksist kuram cılardan, mutenalaştırma, üst gelir grubuna hitap eden rezidans inşaatları ve "Disneyleştirme" faaliyetleri ile, nüfusun büyük çoğunluğunun yüz yüze olduğu acımasız evsizlik sorunu, bütçeye uygun konut arzının yok luğu ve kentsel çevrenin (gerek hava kalitesi gibi fiziksel kıstaslar, gerekse okulların bakım sızlıktan dökülüyor oluşu, eğitimin ihmal edilm esi gibi toplumsal kıstaslar açısından) giderek niteliksizleşmesi arasında bir tezat kurm aları beklenebilirdi. M arksist şehirciler ve eleştirel teorisyenlerden oluşan (kendimi de dahil ettiğim) kısıtlı bir çevre içinde böyle çalışm alar yapılmadı değil.9 Fakat aslında Marksizmin geneline hâkim olan düşünüş yapısı, burjuva iktisadı ile endi şe verici bir benzerlik arz ediyor. Şehirciler özel bir alanın uzmanları olarak görülürken, M arksist teorinin odaklanması gereken asıl önem li makro-iktisadi çekirdeğin başka yerde olduğu varsayılıyor. Bir ke re daha, ulusal iktisada dair farazi düşünce öncelik kazanıyor, zira verilere ulaşmanın en kolay olduğu alan burası, ve doğrusunu söyle mek gerekirse, politikalarla ilgili bazı önemli kararlar da burada be lirleniyor. G ayrim enkul piyasasının 2007-2009 aralığındaki krizin ve onu takip eden işsizlik ve kem er sıkma politikalarının ortaya çık masında oynadığı rol tam olarak kavranamıyor, çünkü kentleşme ve yapılı çevrenin oluşum süreçlerini sermaye hareketinin genel yasa larıyla ilişkilendirme yönünde ciddi bir çaba mevcut değil. Sonuç olarak, kriz tutkunu M arksist kuram cıların çoğu, son dönemde yaşa nan çöküşü, pek sevdikleri M arksist kriz teorisinin apaçık bir som ut laşması olarak ele alıyorlar (kâr oranlarında düşüş, tüketimin gerile mesi, vb.). Bu durum un oluşm asında Marx'in kendisinin de bir dereceye ka dar suçu var, her ne kadar o farkında olmasa da. Grundrisse nin "Gi riş" kısmında, K apital'i yazm a amacının sermayenin hareketinin ge9. B rett C h risto p h ers'ın itidalli d eğerlendirm eleri ve k atk d arı örnek verilebi lir: "O n V oodoo E conom ics: T h eo risin g R elations o f Property, Value and C o n tem p o rary C ap italism ", T ra nsactions, In stitu te o f B ritish G eo g ra p h ers, N ew Series, 35 (2010): 94-108; "R ev isiting the U rb an izatio n o f C a p ital", A n n a ls o f the A sso cia tio n o f A m erica n G eo g ra p h ers 101 (2011): 1-18.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
81
ııel yasalarını izah etmek olduğunu ifade ediyor Marx. Bunun anla mı, salt artı değerin üretimi ve gerçekleşm esine odaklanmak ve — Marx'in kendi ifadesiyle— dağıtımın "tikel koşulları"nı (faiz, rant, vergiler ve hatta reel ücret ve kâr oranları) soyutlamak ve tartışm a nın dışında bırakmaktır; zira berikiler, arızi, bağlamsal ve zaman ve mekâna bağımlıdır. Benzer biçimde, mübadele ilişkisinin özgül ko şulları, yani arz, talep ve rekabet durumu da soyutlanacaktır. Talep ve arz eğer dengedeyse, M arx'a göre, zaten açıklayıcı bir niteliği yoktur; rekabetin zorlayıcı yasaları ise sermayenin hareketine iliş kin genel yasaların belirlenm esinde değil, ancak yürürlüğe konm a sında rol oynar. Burada ilk akla gelen soru, bu yaptırım m ekanizm a sının yokluğunda, örneğin tekelleşmenin söz konusu olduğu bir du rumda neyle karşılaşacağım ızda. Veya mekânsal rekabeti, ki daima (şehirler arasındaki rekabette olduğu gibi) tekelci bir rekabet biçimi olduğu çoktandır bilinmektedir, düşüncemize dahil edersek ne olur? Son olarak Marx, tüketim i bir "tekillik" olarak tarif etm ektedir— bir araya geldiğinde ortak bir yaşam biçimi oluşturan biricik hadise ler— ki kaotik, önceden kestirilemez ve denetlenem ez olduğundan Marx'a göre siyasal iktisat alanının genel olarak dışındadır (Kapilal'in ilk sayfasında Marx, kullanım değerinin incelenmesi siyasal iktisadın değil tarihin işidir, der) ve dolayısıyla sermaye için potan siyel bir tehlike taşır. Bu yüzdendir ki Hardt ve Negri son dönemde hu kavramı canlandırmak için ellerinden geleni yaptılar, çünkü onla ra göre, m üşterek olanın çoğalmasından doğan ve daim a müşterek olana işaret eden tekillikler, direnişin kilit bir unsurunu oluşturur. Marx aynı zam anda başka bir düzey tanımlıyordu — doğayla olan metabolik ilişki. Bu ilişki, tüm insan toplumlarının evrensel koşulu olduğundan, özgül bir toplumsal ve tarihsel kurgu olan ser mayenin hareketinin genel yasaları açısından bir şey ifade etm iyor du. Bu nedenle K apital boyunca çevreyle ilgili m eseleler gölge gi bi, varla yok arası bir yerde durur (M arx'in bu konulara önem ver mediği anlam ına gelm ez bu, nasıl ki tüketimi daha büyük bir çark içerisinde ehem m iyetsiz olduğu gerekçesiyle bir kenara bıraktığı söylenemezse).10 10. K arl M a rx ,G r u n d riss e ,L ondra: P enguin, 1973: 8 8 -1 0 0 ;T ürkçesi: G rundı ı.v.ır, çev. S ev an N işan y an , İstanbul: B irikim , 2008.
82
ASİ ŞEHİRLER
Kapital boyunca M arx, G rundrisse'de çizdiği çerçeveye büyük oranda bağlı kalır. Artı değer üretiminin genel koşullarına belirgin biçim de odaklanır ve diğer her şeyi dışarıda tutar. Bu yöntemin so runlar barındırdığını zaman zaman teslim eder. Arazi, emek, para ve metalar, üretim in olm azsa olm az unsurlarıdır; faiz, rant, ücret ve kâr ise bölüşüm ün tikel koşulları addedilerek dışarıda tutulur. M arx'in yaklaşım ının başarısı, sermayenin dolaşım ına ilişkin ge nel yasaları, dönemin özgül ve tikel koşullarından (1847-48 ve 185758 buhranları gibi) soyutlayarak çok açık biçimde ortaya koymayı müm kün kılmasıdır. Bu sayede onu bugün hâlâ okuyor, kendi döne m imiz için açıklayıcı buluyoruz. Fakat bu yaklaşım ın bedelleri de yok değil. Öncelikle, M arx'in açıkça belirttiği üzere, reel bir kapita list toplum veya durum un analizi, toplum un evrensel, genel, tikel ve tekil veçhelerinin diyalektik olarak birbiriyle bütünleştirilerek, işle yen, organik bir bütün olarak kurgulanm asını gerektirir. D olayısıyla halihazırdaki olayları (2007-2009 krizi gibi) salt serm ayenin dolaşı mının genel yasalarına başvurarak açıklamayı ümit edem eyiz (bu benim, m evcut krize ilişkin verileri, kâr oranının düşm esine dair bir teoriye yam am aya çalışanlara getirdiğim itirazlardan bir tanesi). Öte yandan, böyle bir açıklam a yaparken sermayenin dolaşımının genel yasalarına başvurm adan da edem eyiz (gerçi M arx'in kendisi Kapi tal'de 1847-48'deki finans ve ticaret serm ayesinin "bağımsız ve oto nom" krizine dair açıklam asında tam da böyle yapar; veya 18 B ru maire ve Fransa'da S ın ıf M ücadeleleri gibi, sermaye dolaşımının genel yasalarına hiç değinilmeyen tarihsel incelemelerinde bu daha da çarpıcı bir biçim de görülür).11 İkinci olarak, Kapital'deki tartışm a ilerledikçe, M arx'in seçtiği genelleme düzeyine ait soyutlam alarda çatlaklar belirm eye başlar. Buna pek çok örnek verilebilir, içlerinden en bariz ve bizim savımız açısından en doğurgan olanı, M arx'in kredi sistemini ele alış biçim i dir. M arx 1. Cilt'te birkaç kez ve 2. Cilt'te defalarca kredi sistem in den söz açar, fakat her seferinde bunun bölüşüme ilişkin bir mesele olduğunu ve henüz sırasının gelmediğini söyleyerek bir kenara bı rakır. 2. Cilt'te tartıştığı genel hareket yasaları, bilhassa sabit serma11. D ah a ay rıntılı b ir tartışm a için bkz. D avid H arvey, "H istory versııs T heory: A C o m m en tary on M arx's M ethod in C a p ita l", H isto rica l M a teria lism , no. 20, O c a k 2012.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
83
yenin dolaşımı (yapılı çevreye yapılan yatırım lar buna dahildir) ve çalışma dönemi, üretim dönemi, dolaşım süresi ve devir süresine ilişkin yasalar, kredi sistemine delalet etmekle kalmayıp bunu bilfi il gerekli kılar. Marx bu konuda nettir. Ortaya konan para cinsinden sermayenin artı değer üretiminde kullanılandan daim a fazla olması gerektiği, böylelikle devir sürelerindeki farklılıkların tolere edilebi leceği üzerine yorum da bulunurken Marx, devir sürelerindeki deği şiklikler nedeniyle ilk başta ortaya konan paranın bir kısmının "ser best kalabileceği"ni belirtir. "Devir m ekanizm ası tarafından açığa çıkarılan bu para sermayesi, kredi sisteminin oluştuğu andan itiba ren önemli bir rol oynayacaktır, ancak aynı zamanda bu sistemi oluşturacak temellerden de birini teşkil eder."12 Bu ve benzer yo rumlarda, kredi sisteminin sermayenin dolaşımı için mutlak surette gerekli hale geldiğini, kredi sistemine dair bir izahatın sermayenin hareketine ilişkin genel yasaların parçası olarak ele alınması gerek liğini açıkça belirtir. Oysa 3. Cilt'te kredi sisteminin analizine ulaş tığımızda (bir tikellik olan) faiz oranının arz-talep ve rekabet düze yi tarafından birlikte belirlendiğini görürüz, ki bunlar daha önce Marx'in analiz için seçtiği teorik genellem e düzeyinin tamamen dı şında tutulmuş olan iki özgül koşuldur. Bunun üzerinde duruyorum , çünkü M arx'in K apital'deki soruş turmaya esas aldığı kurallar büyük oranda gözardı edilmektedir. Bu kurallar, kredi ve faiz tartışm alarında olduğu gibi, zorunluluktan eğilip büküldüğü ve hatta ihlal edildiğinde, Marx'in ortaya koyduğu kavrayışın ötesine geçen yeni teorik perspektifler açılır. Aslında Marx böyle bir açılımın ihtimal dahilinde olduğunu girişiminin ta Isısında teslim eder. Örneğin Grundrisse'de, içerdiği tekillikler ne deniyle analize konu olan kategoriler içerisinde en inatçısı olan tü ketimden bahsederken, kullanım değeri gibi bunun da "aslında ikti s a t dışında tutulm ası gerektiği" halde, tüketim in "başlangıç noktası (metim) üzerinde bir etki yaratarak bütün süreci en baştan harekete geçirmesi" ihtimalinin bulunduğunu söyler.13 Bu durum bilhassa ıiıeiken tüketim, yani emek süreci için geçerlidir. Dolayısıyla, Maı m Toronti ve onun izinden giden Toni Negri gibi teorisyenler emek 12. K arl M arx , K a p ita l, 2. C ilt, L ondra: P enguin, 1978: 357. Vurgu b ana ait. 13. M arx, G ru n d risse : 89.
84
ASİ ŞEHİRLER
sürecinin kendisini, serm aye hareketinin genel yasaları dahilinde teşekkül etmiş bir tekillik olarak görmekte son derece haklıdırlar.14 Sermayedarların artı değer yaratm a sürecinde işçilerin "hayvani ruhlarım " harekete geçirebilm ek için katlandıkları o dillere destan güçlükler, bu tekilliğin üretim sürecinin ortasında durduğuna işaret eder (bunun en bariz olduğu yer, az ileride göreceğim iz gibi, inşaat sanayisidir). Eğer M arx'in teorik aygıtını güncel olaylarla daha ya kından ilişkilendirm ek istiyorsak, kredi sistemini ve faiz oranları ile kâr oranları arasındaki ilişkiyi de, sermayenin üretimi, dolaşımı ve gerçekleşm esine ilişkin genel yasaların parçası haline getirmek için gelenek üzerinde benzer tahrifatlar gereklidir. Gelgelelim kredinin genel teoriyle eklem lenm esinde dikkatli olunmalı, halihazırda kazanılm ış olan teorik kavrayış, dönüşüme uğratılm akla birlikte muhafaza edilmelidir. Örneğin kredi sistemini salt kendi içinde bir kalem gibi, Wall Street'te veya Londra'da pey da olmuş ve A na Cadde'nin* ayakları yere basan faaliyetleri üzerin de serbestçe salman uçucu bir madde gibi ele alamayız. Krediyle ilişkili faaliyetlerin pek çoğu hakikaten spekülatif bir köpükten iba rettir, altın ve saf paranın gücüne duyulan beşeri arzunun tiksinti ve rici bir ifratıdır. Fakat yine büyük bir kısmı da sermayenin işleyişi için temel teşkil eder ve zaruridir. Zaruri olanla, a) zorunlu bir fara ziye (devlet ve ipotek borcu gibi) ve b) büsbütün fuzuli olan arasın daki sınırları tanımlam ak kolay değildir. Son dönemdeki kriz ve sonrasında olanları kredi sistemine (ABD1 de GSYH'nm %40'ını oluşturan ipotekler dahil), tüketim kültürüne (ki ABD ekonom isinde büyüm e güçlerinin %70'ine tekabül eder, Çin'deki %35'lik orana karşı) ve rekabet düzeyine (finans, gayri menkul, perakende ve diğer piyasalarda tekellerin gücü) referans ol m aksızın analiz etm eye kalkışmanın gülünç bir girişim olacağı aşi kârdır. ABD'de çoğu zehirli olm ak üzere 1,4 trilyon dolarlık ipotek* İn g ilizced ek i M a in S treet tab iri, ö zellik le 2007-2009 fin an s krizi b ağ lam ın d a Wall S treet'in tem sil ettiğ i sp e k ü latif iktisadi faaliyetlerin karşıtı olan "reel sek tö r"ü ifad e ediyor, -ç .n . 14. M ario T ronti, "The S trategy o f R efusal", Torino: E inaudi, 1966, İngilizce tercü m esi L ib co m .o rg ad resin d e bulunabilir; A ntonio N egri, M a rx B e y o n d M arx L esso n s on the G ru n d risse, L ondra; A utonom edia, 1989; T ürkçesi: M a rx Ötesi M a rx: G ru n d risse Ü zerine D ersler, çev. M ünevver Ç elik, İstanbul: O tonom , 2006.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
85
li konut kredisi senedi Fannie Mae ve Freddie Mac'in* ikincil piya salarında beklemekte ve muhtemel bir banka kurtarm a operasyonu için hükümeti 400 milyar dolarlık bir bütçe ayırmaya m ecbur kıl maktadır (halihazırda 142 m ilyar dolar harcanm ış durumdadır). Bu nu anlamak için Marx'in "farazi sermaye" kategorisi ve onun arazi ve emlak piyasalarıyla olan bağından söz ederken neyi kastetmiş olabileceğini irdelememiz gerekiyor. Goetzmann ve Newman'in ifa de ettikleri gibi, sigortalama aracılığıyla "sermayenin spekülatif bir lopluluktan inşaat girişimcilerine" aktarım ının nasıl m ümkün oldu ğunu anlamamız gerekiyor. Krizin oluşum unda temel rolü oynayan şey, arsa ve konut fiyatları ve rant değerleri üzerindeki spekülasyon değil miydi? Marx'a göre farazi sermaye, Wall Street'teki kafası kokainden bir dünya olmuş bir simsarın uydurduğu bir şey değildir. Bir fetiş ol duğu doğrudur, yani M arx'in Kapital'in ilk cildindeki fetişizm tarifi ni düşünecek olursak, gerçek olmasına gerçektir, ancak altta yatan loplumsal ilişkilere dair önemli bir şeyi gizleyen, yüzeysel bir olgu dur. Bir banka devlete borç verdiğinde ve karşılığında faiz aldığın da, devlet içerisinde doğrudan üretken bir faaliyet gerçekleşiyor ve ı leğer üretiliyormuş gibi görünür, oysa devletin içinde olup biten şeviıı büyük kısm ının (tümü olmadığını az sonra göstereceğim) değer üretimiyle hiçbir ilgisi yoktur (savaşlar gibi). Bir banka bir müşteri ye ev satın alması için kredi verdiğinde ve karşılığında belli bir dö n e m boyunca faiz aldığında, evin içinde doğrudan değer üreten bir laaliyet varmış gibi gösterir, oysa gerçek bu değildir. Bankalar hası.me, üniversite, okul ve benzeri bir şey inşa etmek için piyasaya fa iz karşılığı bono sürdüğünde, bu kurum lar içinde değer üretiliyor muş gibi görünür, oysa üretilmemektedir. B ankalar rant elde etme .mıncıyla arsa ve emlak satın almak isteyenlere kredi verdiğinde, bir \ m iden dağıtım kategorisi olan rant, farazi serm ayenin dolaşımına •l.ılul edilmiş olur.15 Bankalar diğer bankalara veya M erkez Bankaı ncari bankalara kredi verdiğinde ve onlar da bu krediyi rant elde AKD'nin ikincil ip otekli k onut kredisi piyasanın en önem li oyuncularından t • •İt i:ıl N ational M o rtg ag e A ssociation, yani F ederal U lusal İpotekli K onut K re•iı .ı llırliği ile Federal Flom e L oan M ortgage C orporation, F ederal İpotekli K onut ı u disi K urum u'nun kısaltm ası. A yrıca bkz. bu kitap ta s. 98-99. -y.n . l s. Karl M arx , C a p ita l, 3. C ilt, L ondra: P enguin, 24 ve 25. B ölüm .
86
ASİ ŞEHİRLER
etmeyi amaçlayan arsa spekülatörlerine ödünç verdiğinde ise farazi sermaye giderek kurgunun üzerine binen kurgulardan oluşan son suz bir regresyon biçimini alm aya başlar. Giderek artan oranlarda risk almak (kasada mevcut paranın üç değil de otuz katı kadar borç vermeye başladığında) dolaşım halinde olan farazi para sermayesi m iktarını kat be kat artırır. Bütün bunlar farazi sermayenin oluşum ve dolaşımına örnektir. İşte gerçek değerleri hayali değerlere tahvil eden de bu mekanizmalardır. Marx ödenen faizin başka bir yerdeki üretimden geldiğini söy ler. Bu ise vergi yoluyla yahut doğrudan artı değer üretiminden ve ya ciro (ücret ve kâr) üzerinden kesilen harç aracılığıyla olabilir. Ta bii Marx için değerin ve artı değerin üretildiği tek yer, üretim için deki emek sürecidir. Farazi sermayenin dolaşım ında karşımıza çı kan şey kapitalizm in idamesi için toplumsal olarak zaruri olabilir. Üretim ve yeniden üretimin zorunlu m aliyetinin parçası olabilir. Pe rakende sektöründe, bankalar veya hegde fonlarında istihdam edi len işçilerin sömürülmesi yoluyla kapitalist teşebbüsler artı değerin ikincil biçimlerini yaratabilir. Fakat M arx'a göre üretimin genelinde değer ve artı değer üretilm iyorsa, bu sektörler kendi başlarına ayak ta kalamaz. Göm lek ve ayakkabı üretilmezse, perakendeci ne sata cak? Gelgelelim burada son derece önemli bir şerh koymak gereki yor. Farazi sermaye gibi görünen şeyin bir kısmının akışı hakikaten değer üretiminde rol oynayabilir. İpoteklenmiş evimi bir atölyeye çevirerek yasadışı göçm enleri istihdam edersem, ev üretim halinde ki bir sabit sermayeye dönüşür. D evlet sermaye için üretimin kolek tif araçları olarak işlev gören yol ve altyapı inşaatı gerçekleştirdi ğinde, bunların "üretken devlet harcamaları" olarak sınıflandırılma sı gerekir. Hastane veya üniversite, yeni ilaçların, araç-gerecin vb. icat edildiği ve tasarlandığı bir yer haline geldiğinde bir üretim sa hasına dönüşmüş olur. Bu çekinceler Marx'i hiç de şaşırtmayacaktır. Sabit sermaye için söylediği gibi, bir şeyin sabit serm aye gibi işlev görüp görmemesi onun fiziksel niteliğine değil, kullanım şekline bağlıdır.16 Çatı katlarındaki tekstil atölyeleri üst sınıfa ait konutlara dönüştüğünde sabit sermayede bir azalma meydana gelir, mikro-fı16. D av id H arvey, T he L im its to C a p ita l, O xford: B lackw ell, 1982, 8. B ölüm .
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
87
nans ise köylü kulübelerini (çok daha ucuza) üretime katarak sabit sermayeye çevirir! Üretimde elde edilen değer ve artı değerin çoğu em ilir ve bir sü rü karmaşık yol izleyerek farazi kanallara sevk edilir. Bankalar di ğer bankalara kredi verdiği, hatta birbiri üzerinden spekülasyon yap tığı zaman, oynak menkul değerlerin durm adan kayan zemini üze rine inşa edilen gerek toplumsal açıdan fuzuli yan ödemeler, gerek se spekülatif hareketlerin her türlüsü m üm kün hale gelir. Söz konu su menkul değerler, M arx’in farazi sermaye oluşumunun bir biçimi olarak ele aldığı kritik bir "kapitalizasyon" (anaparaya çevirme) sü recine tabidir: D ü z e n li a r a lık la rla k a z a n ıla n h e rh a n g i b ir g e lir, o r ta la m a fa iz o ra n ı ü z e rin d e n , b u f a iz o r a n ıy la ö d ü n ç v e r ile n s e rm a y e n in g e tir e c e ğ i to p la m m ik ta r b iç im in d e h e s a p la n a r a k a n a p a r a y a ç e v r ile b ilir... B u m ü lk iy e t h a k k ın ı a la n k işin in y ıllık o la r a k e lin e g e ç e n p a ra , y a tır d ığ ı s e rm a y e n in f a iz e ç e v r ilm e sin i te m s il e d e r. B ö y le lik le s e rm a y e n in d e ğ e r le n m e s in i sa ğ la y a n fiili s ü r e ç le o la n b ü tü n b a ğ la n tı, te k b ir iz b ile k a lm a m a c a s ın a , k o p a r v e s e r m a y e n in k e n d i g ü c ü y le o to m a tik o la r a k d e ğ e r k a z a n d ığ ı g ö r ü ş ü te y it e d ilm iş o l u r .11
Arsa, emlak, borsa hissesi ve benzeri menkul ve gayrimenkulden düzenli olarak elde edilen kazanç, para piyasasındaki arz ve talep koşullan tarafından belirlenen faiz ve indirim oranlarına bağlı ola rak, bu m ülkün ne kadara satılacağını belirleyen bir anapara değeri ne çevrilir. Bu tür mülk için bir piyasa olm adığında değerlerinin na sıl hesaplanacağı ise 2008'de büyük bir sorun olarak karşımıza çık tı, ve hâlâ da çözülm üş değil. Fannie M ae’nin elindeki "zehirli" var lığın ne kadar zehirli olduğu meselesi hemen herkesin başını ağrıt maya devam ediyor. (İpoteği iptal edilmiş ve piyasası olmayan bir evin değeri nedir?) Burada 1970'lerin ilk yarısında baş gösteren — ve işimize gelm eyen bütün hakikatler gibi, genelgeçer iktisat teori si içerisinde derhal örtbas edilen— serm ayenin değeri tartışması ile önemli paralellikler bulabiliriz. Kredi sisteminin barındırdığı pürüz, bir yandan sermaye akışla rının üretim, dolaşım ve realizasyonu için yaşamsal önem taşıması, 17. M arx, C a p ita l, 3. C ilt: 597; T ürkçesi: K apital, 3. C ilt, çev. A laattin B ilgi, Ankara: S o l, 1978; G eo ffrey H arcourt, So m e C a m b rid g e C ontroversies in the ih e o r y o f C a p ita l, C am b rid g e: CUP, 1972. Vurgu yazara ait.
88
ASİ ŞEHİRLER
fakat diğer yandan, akla gelebilecek her tür spekülatif biçimin ve di ğer "akd alm az biçimler"in doruğunu oluşturmasıdır. İşte, kardeşi Emile ile birlikte Hausmann idaresinde Paris'in spekülatif yöntem lerle yeniden inşasının üstatlarından Isaac Pereire'i, M arx'in "dolan dırıcı ile peygam berin hoş bir karışım ından menkul bir karakter" di ye nitelem esinin sebebi budur.18 Kentleşme Üzerinden Sermaye Birikimi Kentleşm e, benim uzunca bir süredir savunm akta olduğum üzere, kapitalizm in tarihi boyunca sermaye ve emek fazlasının soğrulmasını sağlayan kilit yöntem lerden biri olagelm iştir.19 M imari çevreye yapılan yatırımların çoğu, çalışm a ve sermaye devri sürelerinin uzun oluşu ve nihai ürünün uzun öm ürlü oluşu nedeniyle, sermaye biriki mi dinam iklerinde çok kendine has bir işleve sahiptir. Aynı zam an da, coğrafi bir özgüllüğe de sahiptir, çünkü mekânın ve mekânsal tekellerin üretimi, birikim dinam iklerinin parçası haline gelir. Salt m eta hareketlerinin m ekânda izlediği güzergâhın değişimi değil, aynı zam anda bu hareketler sırasında katedilen mekân ve yerlerin niteliği de bu durumda etkilidir. Ancak tam da uzun vadeli olm asın dan ötürü, bütün bu faaliyetin — ki değer ve artı değer yaratılm asın da son derece önemli bir saha teşkil eder— yaşama geçebilmesi için belli oranlarda finans sermayesi ve devlet müdahalesinin katılımı zaruridir. Uzun vadede apaçık spekülatif bir niteliğe sahip olan bu faaliyet, başlangıçta bertaraf edilm esini sağladığı aşırı birikim ko şullarını, çok daha ileri bir tarihte ve ölçeği büyüm üş olarak, yeni den üretme tehlikesini daim a barındırır. Kentsel ve diğer fiziksel altyapıya ilişkin yatırımların (kıtalararası demiryolları, karayolları, barajlar, vb.) krize meyyal oluşu bu yüzdendir. Bu tür yatırımların döngüsel karakteri, Brinley Thom as'ın 19. yüzyıla odaklanan titiz çalışm asında gayet iyi belgelenm iştir (bkz. 18. M arx , C a p ita l, 3. C ilt: 573. N e tesad ü ftü r ki her iki k ard eş de 1848 ö n c e sinin üto py acı S ain t Sim on h arek etin e m ensuptu. 19. D av id H arvey, The U rbanisation o f C apital, O xford: B lack w ell, 1985; ve T he E n ig m a o f C a pital, A n d the C rises o f C a p ita lism , L ondra: P rofile B ooks, 2010; B rett C h risto p h ers, "R evisiting th e U rb an izatio n o f C apital", A n n a ls o f the A sso cia tio n o f A m erica n G eo g ra p h ers 101: 6 (2011): 1-11.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
89
şekil 3).20 Fakat inşaat sektöründeki döngülere ilişkin teori 1945 sonrasında ihmal edildi; bunun bir nedeni, devlet eliyle gerçekleşen Keynezyen m üdahalelerin bu döngüleri etkin biçimde ortadan kal dırdığı görüşü idi. Robert Gottlieb, pek çok yerel inşaat döngüsünü ayrıntılı olarak incelediği çalışm asında (yayın yılı 1976), konut inşaatı döngülerin de uzun vadeli dalgalanm alar tespit etti; bunların ortalam a 19, 7 yıl lık sürelerle gerçekleştiğini ve 5 yıl gibi bir standart sapmaya sahip olduğunu ortaya koydu. Fakat elindeki veriler aynı zam anda bu salınımların II. Dünya Savaşı sonrasında tüm üyle ortadan kalkm adıysa bile yum uşadığını gösteriyordu.21 Gelgelelim döngüsel salınımları önlemeyi am açlayan sistematik Keynezyen müdahalelerin 1970'lerin ortalarından itibaren dünyanın pek çok yerinde terk edilmesi, benzer bir döngüsel davranışın geri gelm esinin hiç de düşük bir ihti mal olmadığı anlam ına gelir. Karşılaştığımız tablo bu varsayımı doğrulamaktadır; gerçi yakın dönemdeki salınımların oynak gayri menkul balonlarıyla geçmişte olduğundan çok daha fazla ilişkili ol duğu iddia edilebilir (fakat burada da Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu NBER'in 1920'lere ilişkin verileri bunun aksini kanıtlar). Bu döngüsel hareketler aynı zamanda daha karm aşık bir coğrafi dağı lım göstermeye başlamıştır, ki bir o kadar önem lidir bu da. Bir yerde yükseliş görülürken (1980'lerde ABD'nin batı ve güney kesiminde olduğu gibi) başka bir yerde iniş yaşanabilm ektedir (aynı dönemde orta batının sanayisini kaybetm ekte olan eski şehirleri gibi). Bu tür bir genel perspektif olm aksızın, 2008'de ABD'nin bazı bölge ve şehirlerinin yanı sıra İspanya, İrlanda ve İngilter'de konut piyasası ve şehirleşm e alanında yaşanan felakete yol açan dinam ik leri anlamamız m üm kün değildir. Aynı şekilde, aslen başka bir yerde yaratılmış olan bir kargaşadan çıkmak için bugün özellikle Çin'de izlenmekte olan bazı yolları da anlam ak m üm kün olmaz. Brinley Thom as'ın belgelediği gibi, 19. yüzyılda İngiltere ve ABD'deki dön güler nasıl birbirine zıt bir seyir izlemişse, Atlantik'in bir yakasında konut inşaatının yükselişe geçtiği esnada karşı yakada nasıl gerile20. B rin ley T h o m as, M ig ra tio n a n d E co n o m ic G row th: A Study o f G reat B r i tain a n d the A tla n tic E co n o m y, C am bridge: CUP, 1973. 21. L eo G rebler, D av id B lan k ve L o u is W innick, C a p ita l F orm ation in R esiilential R ea l E sta te, P rin ceto n , NJ: P rinceton U n iv ersity P ress, 1956.
90
ASİ ŞEHİRLER
1810-1950 a ra sı d ö n e m d e A B D 'de k işi b aşm a d ü şen in şaat faaliyeti
1800-1930 a ra sı d ö n e m d e A BD'de k am u y a a it a razilerin satışı (1000 k m 2 c in sin d en )
1860-1970 İm a r Y atırım ların ın ABD ve İn g iltere'd e İz le d iğ i F arklı R itim le r — GSMH (ABD) ve GSYH (İn g ilte re ) için d ek i payı c in sin d en
Y ıllar K aynak: Brinley Thom as, M igration and Econom ic Growth: A Study o f G reat Britain and the Atlantic Econom y, Cam bridge, Cam bridge U niversity Press. Ş e k il 3 İn g iltere ve ABD'de U zun V adede İş D öngüleri
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
91
me yaşanmışsa, aynı biçimde bugün de ABD'de ve Avrupa'nın büyük kısmında inşaat sektöründe görülen durgunluğun, Çin'i merkez alan (başta BRIC* ülkeleri olmak üzere diğer yerlere de sıçramış olan) de vasa bir kentleşme ve altyapı yatırım ı patlam ası ile dengelendiğini görüyoruz. M akro resim le olan bağlantıyı doğru kurm ak açısından, ABD ve Avrupa'nın düşük büyüm e oranlarına saplanıp kaldığı bu dö nemde, Çin'in %10'luk bir büyüm e hızı kaydettiğini (ve diğer BRIC ülkelerinin onu yakından takip ettiğini) de hem en belirtelim. ABD'de sermayenin aşırı birikim inin konut piyasası ve kentsel gelişim sektörlerindeki spekülatif faaliyetler aracılığıyla absorbe edilmesi yönündeki baskı 1990'larm ortasında artm aya başladığı sı ralarda, Başkan Clinton, evsahibi olm akla özdeşleştirilen nimetleri düşük gelirli ve azınlık nüfusa bahşetm ek için Evsahipliği Ulusal Ortaklığı girişimini ortaya attı. Bu girişim i m üm kün kılm ak için, ipotekli konut kredisi senedi pazarlayan devlet destekli işletmeler olan Fannie Mae ve Freddie Mac gibi m uteber finans kuruluşlarına kredi verme ölçütlerini aşağı çekmeleri yönünde siyasi baskı uygu landı. İpotek kurum lan bu talebi büyük bir m em nuniyetle karşıladı, keyfi krediler dağıtıldı, denetim ler devredışı bırakıldı. Bu arada ku rum yöneticilerinin kişisel servetlerinin haddi hesabı yoktu, üstelik bütün bunları m ağdur kimselerin evsahipliğinin sözde nim etlerin den nasiplenm elerini sağlam ak gibi hayırlı bir işe vesile oluyor eda sıyla yapıyorlardı. Bu süreç, yüksek teknoloji balonunun son buldu ğu ve borsanın çöktüğü 2001 yılı sonrasında inanılmaz bir hız ka zandı. Bu dönem de Fannie M ae'nin başı çektiği konut lobisi, gide rek büyüyen, özerk bir refah, nüfuz ve güç merkezi halini almış, Meclis'ten denetlem e kurullarına, hatta faaliyetlerinin çok düşük risk taşıdığım ispatlam ak için sayfalar dolusu araştırma yayımlayan muteber akadem isyen iktisatçılara (Joseph Stiglitz dahil) varana dek herkesi m anipüle etm eye kadir hale gelmişti. Bu kuram ların nüfuzu, o sırada M erkez Bankası'nın başında bulunan Greenspan'in idaresindeki düşük faiz oranlarıyla birlikte, konut üretimi ve satı şındaki patlamayı hiç kuşkusuz körükledi.22 G oetzm ann ve New-
* Ekonom ik gelişm e düzeyleri birbirine yakın sayılan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin için kullanılan, ülkelerin İngilizce isimlerinin baş harflerinden oluşan kısaltma. -y.n.
92
ASİ ŞEHİRLER
man'ın ifade ettiği gibi, fınans kurum lan (devlet desteğiyle) şehirler ve banliyöler inşa edebilir, fakat onlardan para tahsil edemez. Peki öyleyse talebi körükleyen şey neydi? Farazi Sermaye ve Faraziyelerin Gelip Dayandığı Yer Bu dinamikleri anlayabilm ek için, gayrimenkul piyasası bağlam ın da üretken ve farazi sermaye dolaşım ının kredi sistemi içerisinde nasıl bir araya geldiğini anlam amız gerekir. Finans kurum lan m üte ahhit firmalara, arazi sahiplerine ve inşaat şirketlerine San Diego'da müstakil evlerden oluşan banliyö siteleri yahut Florida'da veya Is panya'nın güneyinde apartman daireleri inşa etmeleri için kredi ve rir. Bu sektörün ayakta kalması, değerin yaratılabileceği görüşünün yanı sıra piyasada paraya da çevrilebileceği varsayım ına dayanır. Farazi sermaye işte burada devreye girer. Paranın ödünç verildiği müşterilerin, aldıkları borcu kazançları ile (ücret veya kâr) geri öde yebilecekleri varsayılır. Kazanç, ödünç verilen sermayenin faizi ola rak hesaplanır. Gerek konut gerekse ticari taşınmaz değerlerinin üre tim ve satış sürecini tamam lamak için farazi sermaye akışına ihtiyaç vardır. Bu fark, Marx'in Kapital'de tartıştığı, üretimde kullanılan "ödünç sermaye" ile, varlıkların piyasa değerine tahvil edilm esini kolaylaş tırmak amacıyla senetlerin kırılması arasındaki farka benzer. Sözge limi Güney California veya Florida'da konut ve apartman dairesi in şaatı söz konusu olduğunda, aynı finans kurumu hem inşaat için ge reken finansm anı, hem de bitmiş inşaatların satın alınabilmesi için gereken finansmanı sağlayabilir. Bazı durum larda finans kurumu henüz inşa edilm em iş apartm anlarda dairelerin önceden satışını or ganize eder. D olayısıyla sermaye bir yere kadar yeni konut ve ticari gayrimenkullerin hem talep hem de arzını manipüle eder ve denetler (Dünya Bankası Raporunun varsaydığı serbestçe hareket eden piya sa fikriyle taban tabana zıt bir durum dur bu).23
22. B ü tü n bu o lay ların tah rip k âr ve yakışık alm az ayrıntılarını dile getiren bir çalışm a için bkz. G retch en M orgenson ve Jo sh u a R osner, R eckless E ndangerm en t: H o w O u tsized A m b itio n , G reed a n d C orruption L e d to E co n o m ic A rm a g e d do n , N ew York: T im es B o o k s, 2011.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
93
Fakat arz-talep ilişkisi tepetaklak durumdadır, zira konut ve ti cari amaçlı gayrim enkulun üretim ve dolaşım süresi diğer pek çok m etaya kıyasla çok daha uzundur. Marx'm K apital'in ikinci cildinde büyük bir öngörüyle analiz ettiği, üretim, dolaşım ve devir süreleri arasındaki farklar işte bu noktada önem kazanır. İnşaatın finansm a nını sağlayan sözleşm eler satışın başlam asından çok önce im zala nır. Arada çoğu kez kayda değer bir zaman farkı bulunur. Bu özel likle ticari gayrim enkullerin durumu için geçerlidir. New York'taki Empire State binası 1931 yılının 1 M ayısı'nda açıldığında borsa kri zinin üzerinden neredeyse iki yıl, emlak krizinin üzerinden ise üç yıldan fazla zaman geçmişti. İkiz kulelerin planlam ası 1973 krizin den önce yapılmış ancak binalar krizden sonra açılmıştı (ve yıllarca kiracı bulamadı). 11 Eylül sahası üzerindeki yeni yapılaşm anın his seleri, ticari em lak değerlerinin dip yaptığı bir dönemde satışa su nulmak üzere! Halihazırdaki satılabilir emlak stoğu (ki bazılarının yapım yılı antika denebilecek kadar eskidir) yeni üretilebilecek olana kıyasla büyüktür. D olayısıyla toplam konut arzı, talepteki geçici oynam ala ra kıyasla katıdır. Gelişm iş ülkelerde herhangi bir yıl içinde konut stoğundaki büyüm eyi taş çatlasa %2 veya 3 un üzerine çıkarmanın son derece güç olduğunu tarihsel veriler ortaya koym aktadır (gerçi Çin'in, her alanda olduğu gibi, bu sabit eşiği de aşması beklenebilir). Vergi indirimleri, kamusal politikalarda yapılacak manevralar ve diğer bazı teşviklerle (çürük ipotek hacm ini artırmak gibi) talebi artırma çabasının, arzdaki bir artışı beraberinde getireceğinin ga rantisi yoktur: Yalnızca fiyatları artırır ve spekülasyonu teşvik eder. Mu durum da mevcut konut stoğunun finansal alım-satımından elde edilecek kazanç, yeni inşaatlardan elde edilebilecek olana denk, hatta belki ondan fazladır. Piyasaya şaibeli ipotek süren, C ountry wide benzeri kurum lara finansman sunmak, fiili konut inşaatından daha kârlı hale gelir. Daha da cazip olanı ise, şaibeli derecede yük sek değer biçilm iş bir yatırım aracında toplanmış ipotek dem etlerin 23. M arx d a b en zer şekilde artı em eğ in hem arz hem de talep cephesinin ser maye tarafın d an nasıl m an ip ü le edildiğine, yatırım ve teknolojinin yol açtığı işsiz liğin nasıl bu m an ip ü lasy o n u n araçları olarak ku llan ıld ığ ın a değiniyor. C apital, 1. Cilt, L ondra: P en g u in , 1973: 793; T ürkçesi: K apital, 1. C ilt,ç e v . M ehm et S elik ve Nail S atlıgan, İstanbul: Y ordam , 2011.
94
ASİ ŞEHİRLER
den oluşan ipotekli borç yüküm lülüklerine (sözde "ev almak kadar güvenli "dir) yatırım yapmaktır. Burada ev sahiplerinden gelen faiz, yatırım cıya düzenli bir gelir temin eder (ev sahipleri kredibiliteye sahip olsun veya olmasın). Çürük ipotek furyası istimini aldığında ABD'de olup biten işte buydu. Konut finansmanına akan astronomik meblağlarda farazi sermaye, talebi körükledi, fakat bunun sadece bir kısmı yeni konut inşaatı için kullanıldı. 1990’ların ortalarında 30 milyar dolar civarında olan çürük ipotek piyasası hacmi, 2000'lere gelindiğinde 130 m ilyar doları buldu ve 2005'te 625 m ilyar dolarla o güne kadarki en yüksek seviyesine ulaştı.24 M üteahhitler ellerin den geleni yapsa dahi bu derece hızlı bir talep artışına arzdaki büyü menin yetişmesi olanaksızdı. D olayısıyla fiyatlar yükseldi ve sanki sonsuza dek böyle yükselebilirmiş gibi bir hava oluştu. Fakat bütün bunlar farazi sermaye akışının sürekli olarak artışı na ve sermayenin "kendi gücüyle otom atik olarak değer kazandı ğı"25 yönündeki fetiş inancın diri tutulm asına bağlıydı. Tabii Marx' m iddiası, üretim aracılığıyla yaratılan değer yeterli düzeyde olm a dığı takdirde, bu fantezinin kaçınılmaz olarak yapış yapış bir biçim de son bulacağıydı. Nitekim öyle de oldu. Öte taraftan, üretim cephesinde işin içine giren sınıf çıkarları da altüst olmuş durum dadır ve bu da "yapış yapış olan ucun" kimin elinde kalacağını etkiler. Bankacılar, m üteahhitler ve inşaat şirket leri birleşerek kolaylıkla bir sınıf ittifakı oluşturur ("kentsel büyü menin lokomotifi" tabir edilen şeye gerek iktisadi gerekse siyasi açıdan hâkim olan bir ittifaktır bu).26 Tüketiciye yönelik konut ipo tekleri ise m ünferit ve dağınıktır; borçlanan kişiler çoğu kez farklı sınıflara, veya ABD özelinde, farklı ırksal ve etnik kökenlere men suptur. İpoteğin sigortalanması sayesinde bir finans şirketi, her tür riski kolaylıkla bir başkasına devredebilir (örneğin Fannie Mae şir keti büyüme stratejisinin parçası olarak bu tür riskleri temin etmek konusunda hevesliydi), nitekim başlangıç ücreti ve yasal harçların kaymağını aldıktan sonra tam da öyle yaptılar. Bir finansör, verdiği 24. M ichael L ew is, T he B ig Short: In sid e the D o o m sd a y M a ch in e, N ew Y ork: N o rto n , 2010: 34. 25. M arx, C a pital, 3. C ilt: 597. 26. Jo h n L ogan v e H arv ey M olotch. U rban F ortunes: T he P o litica l E conom y o f P lace, B erkeley, CA: U n iv ersity o f C alifo rn ia P ress, 1987.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
95
sözü yerine getirm eyen müteahhidin iflası ile, ev satın alan birinin iflası ve ipoteğinin iptali arasında tercih yapmak zorunda kaldığın da, finans sisteminin hangi yöne m eyledeceği oldukça aşikârdır (bilhassa evi satın alan kişi alt sınıftan biriyse veya etnik bir azınlı ğa mensupsa ve ipotek zaten bir başkasına devredilmişse). Sınıf ve ırk temelli önyargılar istisnasız her durum da karşımıza çıkar. Spekülasyon açısından, konut ve arsadan oluşan gayrimenkul değer piyasalarının Ponzi numarasından tek eksiği, başında bir Bernie M adoff figürü olmayışıdır. Bir mülk satın alırım, em lak fiyatla rı yükselir ve yükselen piyasa başkalarını da m ülk satın almaya teş vik eder. Kredibilitesi yüksek alıcılar tükenince, daha alt gelir taba kalarına inmek ve daha yüksek risk barındıran müşterilere seslen mek için bir engel yoktur. Bunun sonu, fiyatlar yükseldiğinde gayıımenkulü ellerinden çıkararak kâr elde etm e beklentisinde olan, hiçbir gelire ve hiçbir varlığa sahip olmayan alıcılara kadar uzanır. Itıı şişme, balon patlayana dek böylece devam eder. Finans kurum lan balonu ellerinden geldiğince uzun süre devam ettirmek yönün de çok büyük m otivasyona sahiptir, çünkü bu sayede mümkün olan en yüksek ücretleri toplarlar. Sorun şudur ki tren devrilmeden önce kaçmayı çoğu kez başaramazlar, çünkü tren çok hızlı ivme kazan makladır. Sermayenin "kendi gücüyle değer kazandığı" aldanmacaa, en azından bir süreliğine, kendi kendini besler ve haklı çıkarır. Mıchael Lewis'in The Big Short (Büyük Açık) kitabında uzağı göıen ve çöküşü çok önceden fark eden bir finansal analistten aktardır ı sözlerle: "Allah kahretsin, bu basit bir kredi değil. Bu uydurmaca hıı l’oıızi dalaveresi."27 Hikâyenin başka bir katmanı daha var. Yükselen konut fiyatları \ıın ’de ekonominin genelinde etkin talebi artırdı. Yalnız 2003 yıluıdn piyasaya toplam değeri 3,7 trilyon tutarında 13,6 milyon adet >1 • <>u-k sürüldü (on yıl önceki rakam bunun yarısından daha azdı). Ilım ım 2,8 trilyon dolarlık kısmı yeniden finansman am açlıydı (muı ö rse için, aynı dönemde ABD'nin toplam GSYH'sınm 15 trilyon i 'l.ınlaıı az olduğunu belirtelim). H aneler sahip oldukları mülkün e- mt lıığii değer artışını kendilerine tahvil ediyorlardı. Ücretlerin'duı ıl l ulığı bu dönem de böyle bir değer artışı pek çokları için gerek I o w is,T h e B ig S h o r f. 141.
96
ASİ ŞEHİRLER
zaruri ihtiyaçlar (sağlık sigortası gibi) gerekse tüketim mallarına (yeni bir araba veya tatil gibi) harcayabilecekleri ek bir gelir getiren bir yol haline geldi. Ev, adeta sağılacak bir inek, şahsa özel bir ban kamatik makinesi halini aldı ve böylece toplam talep körüklenmiş oldu, ki buna daha fazla konut talebi de dahildi elbette. The Big Short'un yazarı Michael Lewis bunun nasıl gerçekleştiğini açıklı yor. Ana karakterlerinden birinin bebek bakıcısı, kız kardeşiyle bir likte, New York'un Queens semtinde 6 tane ev sahibi olur. "İlk evi aldıktan ve evin değeri yükseldikten sonra kredi kurum lan gelip bu parayı yeni bir ev satın almak için kullanmalarını ve 250 bin dolar daha borçlanmalarını salık verdi." Bu ikinci evin de değeri yükseldi ve aynı deneyi tekrar ettiler. "İşleri bittiğinde beş ev sahibi olm uş lardı, fakat bu arada piyasa düşüşe geçtiğinden borçlarının hiçbirini ödeyemediler."28 Emlak fiyatları sonsuza dek yükselecek değildir, nitekim yükselmez de. Değerin Üretimi ve Kentsel Krizler Gelgelelim burada, üretim cephesinde hesaba katılması gereken da ha uzun vadeli ve derin meseleler söz konusu. Gayrim enkul piyasa sını şekillendiren şey büyük oranda salt spekülasyon idiyse de, üre tim faaliyeti de ekonom inin genelinde önemli bir paya sahipti: İnşa at sektörü GSYH'nm %7'sini oluşturuyordu, yeni üretime eşlik eden bir dizi yan üretim kolu da (mobilyadan otomotive) bunun iki katın dan daha fazla bir paya sahipti. NBER belgeleri doğruysa, 1928'den sonra inşaat sektöründeki çöküş, konut inşaatında 2 milyar dolarlık bir düşüş olarak ortaya çıkıyordu (o dönem için çok büyük bir ra kamdı bu). Büyük şehirlerdeki yeni konut inşaatlarının daha önceki hacminin %10'una gerilem esi, 1929 krizinde — bugün bile henüz tam olarak anlaşılam am ış olan— önemli bir rol oynadı. Bir Wiki pedia maddesi şöyle diyor: "İnşaat işkolunda yüksek ücret ödeyen 2 milyon adet işin ortadan kaybolması, bunun yanı sıra pek çok ev sa hibi ve emlak yatırımcısının süngüsünü düşüren kâr ve kira gelirle rindeki kayıplar sektörü tarum ar etm işti."29 Bu durum kuşkusuz borsa genelinde güven sarsıcı bir etki yaratmış olmalı. 28. L ew is, T he B ig Short-. 93.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
97
Bunu müteakip 1930'larda Roosevelt yönetiminin umutsuzca gi riştiği konut sektörünü canlandırm a çabaları şaşırtıcı olmasa gerek. Bu am açla ipotek yöntem iyle konut finansm anında bir dizi reform uygulamaya kondu; bunun vardığı nokta, ikincil bir ipotek pazarı oluşturmak am acıyla 1938'de Fannie M ae'nin kurulmasıydı. Fannie Mae'nin amacı ipotekleri sigortalamak ve bankaların ve diğer ipotek kuramlarının ipoteği piyasaya sürmesini sağlamaktı, yani konut pi yasasının fazlaca ihtiyaç duyduğu likiditeyi sağlamaktı. Bu kurum sal reform lar daha ileride, ABD'de II. Dünya Savaşı sonrasındaki banliyö gelişimine finansman sağlam akta hayati bir rol oynayacaklı. Fakat her ne kadar gerekli olsa da bu reformlar, konut inşaatını ABD ekonom ik kalkınması içinde farklı bir düzleme taşımak için yelerli değildi. Çeşitli vergi m uafiyetleri (ipotek faizi vergi muafiyeti gibi), yanı sıra savaş gazileri için çıkarılan yasa ve bütün A m erikalı ların nezih bir evde ve nezih bir yaşam çevresinde" yaşam a hakkını beyan eden, 1947 tarihli son derece olum lu konut yönetmeliği, ev sa hipliğini gerek siyasi gerekse ekonom ik saiklerle teşvik etmek için tasarlanmıştı. Ev sahipliği, Amerikan Rüyasının çekirdeğini oluş turduğu gerekçesiyle yaygın biçimde teşvik ediliyordu. 1940'larda mi t usun %40'ından biraz fazla bir bölüm üne tekabül eden konut sa hipliği, 1960'larda %60'ın üzerine çıkm ıştı; 2004'te ise %70'e yakla şarak en üst seviyesine ulaşmıştı (2010 itibariyle bu oran tekrar '. bb'ya düşmüştür). Ev sahipliği ABD'de derin köklere sahip bir kül türel değer olabilir, ancak kültürel değerlerin kökleşmesini sağlayan .ey, bunları teşvik ve sübvanse eden devlet politikalarıdır. Bu tür poIit ikaların ifade edilen gerekçeleri, Dünya Bankası raporunda sırala nan gerekçelerdir. Asıl siyasi nedenler ise bugün artık pek sık dile getirilmiyor. 1930'larda açıkça dile getirildiği gibi, ev sahibi olmak n, m borca göm ülen bir hane halkı greve kalkışam az.3UII. Dünya Sa\ . ı ş ı ndan dönen askeri personel kendisini işsizliğin ve buhranın orı.ısında bulmuş olsaydı, toplumsal ve siyasi açıdan tehdit oluştura> a k t ı . Bir taşla iki kuş vurmak için bundan iyi fırsat olabilir miydi? t. il lesel konut üretimi ve banliyöleşm e yoluyla ekonomiyi canlandıı ıd.eıı, bir yandan da iyi kazanan işçileri borç yükünün altına sokaBkz. VVikipedia'daki "C ities in the G reat D ep ressio n ” (B üyük B uhranda İmler) m addesi, w ikipedia.org. m. M artin B oddy, The B uilding S o c ie tie s, L ondra: M acm illan, 1980.
98
ASİ ŞEHİRLER
rak muhafazakâr bir siyasi duruşa ikna etmek! Dahası kamu politi kaları aracılığıyla talebin körüklenmesi, ev sahibi olanların m ülkle rinde istikrarlı bir değer artışı sağladı, ki onlar açısından bu durum memnuniyet verici olm akla birlikte, arazi ve mekân kullanımı açı sından bir felaketti. 1950'ler ve 1960'lar boyunca bu siyaset işe yaradı; hem siyasi hem de makro-iktisadi açıdan, ABD'de yirmi yıl boyunca çok güçlü bir büyümenin temelini oluşturdu ve bunun etkileri dünya ölçeğin de hissedildi. Konut üretiminin ekonomik büyüm eyle ilişkisi bakı mından bam başka bir düzleme taşınmış oldu (bkz. Şekil 4). Binyamin Applebaum 'a göre "bu uzun süredir tekrar eden bir modeldir, Amerikalılar krizlerden çıkmak için daha çok ev inşa eder, sonra da bu evlerin içini eşyalarla doldururlar."31 1960'lardaki sorun şuydu ki yayılan kentleşme dinamik bir süreçti, ancak hem çevre açısından sürdürülebilir değildi hem de coğrafi açıdan dengesiz bir dağılım gösteriyordu. Dengesiz dağılım işçi sınıfının faklı kesimlerinin ge lir dağılımından farklı pay alıyor oluşundan kaynaklanıyordu. Ban liyöler gelişirken, şehir merkezi duraklama ve çöküş yaşadı. İşçi sı nıfının beyaz kesimi refaha kavuştu, ancak şehir içindeki mağdur azınlıklar — özellikle siyahiler— bundan payını almadı. Sonuçta şe hir merkezlerinde ardı ardına bir dizi ayaklanma baş gösterdi; Det roit ve Watts'taki ayaklanmalarla başlayan bu çalkantı, 1968'de Mar tin Luther King'in öldürülmesinin ardından ülke çapında kırk kadar şehirde, önceden planlanmış olmayan, kendiliğinden patlak veren ayaklanmalara dönüştü. "Kentsel kriz" diye anılm aya başlayan bu süreç herkesin malumuydu (gerçi söz konusu olan, bugün bahsetti ğimiz anlamda makro-iktisadi bir kentleşme krizi değildi). Bu so runla baş etmek için 1968 sonrasında muazzam federal kaynaklar ortaya döküldü, ta ki Başkan Nixon 1973 resesyonu sırasında, kri zin (mali nedenlerden ötürü) sona erdiğini ilan edene kadar.32 Bütün bunlar olup biterken, Fannie Mae 1968'de devletin mali desteğini alan özel bir teşebbüs haline gelmişti. 1970'te karşısında rakibi Freddie M ac'in belirmesinden sonra her iki kuruluş birlikte, 31. B in y am in A ppelb aum , "A Recovery that R epeats Its P ainful Precedents", N ew York T im es, B u sin ess S ection, 28 T em m uz 2011. 32. T he K erner C o m m ission, R ep o rt o f the N a tio n a l A d v iso ry C om m ission on C ivil D iso rd ers, W ashington, DC: G overnm ent P rinting O ffice, 1968.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
99
Yıllar
Şekil 4 ABD'de yen i b aşlay an k onut inşaatları 1890-2008
neredeyse elli yılı aşkın bir dönem boyunca evsahipliğinin teşvik edilmesi ve konut yapımının sürdürülmesi yönünde son derece önemli ve son kertede tahripkâr bir rol oynadı. Bugün konut ipoteği borcu ABD ekonom isi içerisinde özel borçların %40'ına tekabül ediyor, ki bunun büyük kısmı — görmüş olduğum uz gibi— zehirli. İleni Fannie Mae hem de Freddie M ac'e devlet tarafından el kon muş durumda. Akıbetlerinin ne olacağı, ABD'de borç meselesinin »■eneline referansla hararetle tartışılan siyasi bir sorun olarak duru yor (tıpkı evsahipliği talebinin devletçe desteklenip desteklenmeyeı eği meselesi gibi). Atılacak adım her ne olursa olsun, bilhassa ko nul sektörü ve daha genelde kentleşme ve her ikisinin ABD'de ser maye birikimiyle ilişkisi açısından önemli sonuçlara yol açacak. ABD'de yakın dönemdeki göstergeler cesaret kırıcı. Konut sek im iiııde canlanm a gözlenmiyor, yeni konut üretimi gerilemenin ar dından duraksam aya girdi. Federal bütçe suyunu çekmişken ve iş•ı/lık hâlâ yüksek değerlerde seyrederken, en çok korkulan çift dipb ıcsesyona doğru gidildiği yönünde işaretler var. Yeni konut inşaailuıı ilk defa 1940'lardaki seviyesinden aşağı düştü (bkz. Şekil 4). ■•ili Mart ayı itibariyle inşaat sektöründeki işsizlik %20'nin üzerin di1 seyrediyor, ki imalat sektöründe ulusal ortalam aya çok yakın M-yıeden %9,7'lik oranla kıyaslandığında hayli yüksek bir oran. Ilımca ev boş dururken yeni ev yapıp içini eşyalarla doldurmanın y< ıegı yok. San Francisco M erkez Bankası'na göre, "inşaat faaliyet
100
ASİ ŞEHİRLER
lerinin şişmeden önceki ortalam a seviyeye ulaşması 2016'dan önce ihtimal dahilinde değil", ki bu da krizden çıkm a çabasında "böylesine temel bir sektörün devredışı kalması" dem ek.33 Büyük Buhran sırasında inşaat işçilerinin dörtte birinden fazlası 1939 yılına kadaı işsiz kalmıştı. Onların işbaşı yapmasını sağlamak, kamu müdahale lerinin önemli hedeflerinden biriydi (WPA gibi).* Bugün ise Obama yönetiminin altyapı yatırım larına odaklanan bir canlandırma paketi girişimi Cumhuriyetçi m uhalefet tarafından engelleniyor. Daha da kötüsü, ABD’de bugün eyalet yönetimlerinin ve yerel yönetimlerin mali durumu, işten çıkarm alar veya zorunlu izne ayrılmalara, kent sel hizmetlerde acımasız kesintilere yol açacak denli kötü. Konut piyasasının çöküşü ve konut fiyatlarındaki %20'lik gerileme, ağır lıkla emlak vergisinden beslenen yerel bütçelerde büyük bir gedik açtı. Eyalet ve belediye yönetimlerinin kamu hizmetlerinde kesinti ye gittiği ve inşaat sektörünün durakladığı bu süreçte kentsel bir ma li kriz pusuda bekliyor. Bütün bunları birleştirdiğimizde, II. Dünya Savaşı sonrasının banliyöleşme, konut ve gayrimenkul gelişimine dayalı birikim ve makro-iktisadi istikrar döneminin sonuna gelindi ği izlenimi belirginleşiyor. Bütün bunların üzerine, ekonom ik olm aktan ziyade siyasi saiklerle ve sınıf siyasetinin parçası olarak devreye sokulan kemer sıkma politikaları geliyor. Radikal sağcı Cumhuriyetçi yönetimler sözümona borç krizini bahane ederek eyalet ve belediye düzeyinde hükü m et program larını ortadan kaldırmaya, eyalet ve belediyelerde ka mu istihdamını azaltmaya girişiyorlar. Tabii bu daha genelde serma yeden feyzalarak hükümet programlarına düzenlenen saldırının uzun zamandan beri uygulanmakta olan bir taktiği. Reagan varlıklı kesimden alınan vergileri %72'den %30'lara indirm iş ve silahlanma alanında Sovyetler Birliği ile borca dayalı bir yarışa girmişti. Sonuç ta borçlar Reagan dönem inde ayyuka çıktı. Bütçe danışmanı David * W orks P rogress A d m in istra tio n , R oosevelt hüküm etinin buhranın yol açtığı istih d am so ru n u y la baş etm ek için "Yeni D üzen" çerçevesinde kurduğu kam u girişim lerindendir. Ö nem li kam u projeleri başlatarak istihdam y aratm ada başarılı olan kuruluş, aynı zam an d a düzenli bir işi olm ayan yazar ve sanatçıları da destek lem iş, araların d a R alph E llison. Z ora N eale H urston, R ichard W right gibi yazar ların d a b u lu n d u ğ u siyahi ed eb iy at ve sanat cam iasından isim lerin çıraklık d ö n e m in d e ö nem li rol oynam ıştır, - ç .n . 33. A ppelb au m , "A R ecovery that R epeats Its P ainful P recedents".
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
Siockman'ın daha sonraları belirttiği gibi, borç biriktirmek, devlet denetimi (örneğin çevreye ilişkin denetim) ve toplumsal programlaı m gevşetilmesinin bahanesi haline geldi, ki bu aslında çevresel m a liyetlerin ve toplumsal yeniden üretim maliyetlerini dışarıda bırak maktan başka bir şey değildi. Başkan Bush Jr. ise aynı yolun sadık bir takipçisiydi. Yardımcısı Dick Cheney, "Reagan bize bütçe açık larının bir önemi olmadığım öğretti," beyanında bulunuyordu.-’4 /.enginlere getirilen vergi muafiyetleri, Afganistan ve Irak'ta neyle ödeneceği belli olmayan iki savaş, büyük ilaç şirketlerine büyük bir hediye olarak sunulan devlet tarafından ödenen reçeteli ilaç progra mı, Clinton dönemindeki bütçe fazlasını tam bir borç deryasına çe virdi; Cumhuriyetçi parti ve m uhafazakâr demokratlar, büyük ser mayedarların ekmeğine yağ sürerek sermayenin asla yüklenmek is lemediği çevresel kirlilik ve toplumsal yeniden üretim maliyetlerini toplumun sırtına yüklemek konusunda olabildiğince ileri gitti. Çev reyi ve halkın refahını hedef alan saldırı hissedilir boyutlara varmış durumdadır; üstelik ABD'de ve Avrupa'nın büyük kısm ında iktisadi değil siyasi gerekçelere dayanmaktadır. David Stockman'ın yakın dönemde belirttiği gibi bu apaçık bir sınıf savaşı durumunu tetikliyor. Warren Buffet ise bu durumu şöyle tarif ediyor: "Tabii ki sınıf savaşı var, savaşı açan benim sınıfım, yani zenginler, ve kazanan da biziz."35 Tek soru: Halk karşı taarruzu ne zaman başlatacak? Şehir yaşamının hızla bozulan niteliği, bankalar tarafından iptal edilen ipotekler, konut piyasalarındaki akbaba taktikleri, hizmetlerde ke sintiler, ve hepsinden önemlisi, neredeyse bütün şehirlerin kentsel emek piyasaları için yaşamsal olan istihdam olanaklarının yokluğu, hatta bazı şehirlerin bir istihdam beklentisinden tümüyle yoksun oluşu (Detroit buradaen hazin örnektir) gibi meselelere odaklanmak bir başlangıç noktası olabilir. Şimdiye kadar olduğu gibi bugün de kriz, kentsel bir krizdir.
34. Jo n a th an W eism an, "R eagan P olicies G ave G reen L ight to Red In k ”, W as hington P ost, 9 H aziran 2004: A l l ; W illiam G reider. "The E ducation o f D avid Stockm an", A tla n tic M o n th ly, A ra h k 1981. 35. W arren B uffett, Ben Stein ile röportaj, "In C lass W arfare, G uess W hich C’lass Is W inning", N ew York Tim es, 26 K asim 2006; D avid S tockm an, "T he B i partisan M arch to Fiscal M adness", N e w York Tim es, 23 N isan 2011.
102
ASİ ŞEHİRLER
Kentsel Uygulamalarda Akbaba Taktikleri Marx ve Engels'in Kom ünist Manifesto'da. değindikleri gibi "işçi, ücretini nakit para olarak alır almaz burjuvazinin diğer kesimleri, yani ev sahibi, esnaf ve tefeci onun üzerine çullanır".36 M arksistler geleneksel olarak söm ürünün bu biçimini ve bunlar etrafında kaçı nılmaz olarak doğan sınıf m ücadelelerini (çünkü bunlar birer sınıf mücadelesidir) teorinin karanlık köşelerine ve siyasetin kıyısına at mışlardır. Ben ise burada, bu sömürü biçim lerinin, en azından geliş miş kapitalist ekonom ilerde, m ülksüzleştirm e yoluyla birikim için büyük bir saha teşkil ettiğini ve paranın farazi serm ayenin dolaşımı içine çekilm esini sağlayarak finans sistemi içinde muazzam bir ser vetin yaratılmasını m üm kün kıldığını iddia edeceğim. Konut piyasası genelinde ve çürük ipotek piyasası özelindeki çö küşün öncesinde, sürek avı misali uygulam alar her tarafta ayyuka çıkmıştı. Büyük krizin patlak verm esinden önce, düşük gelirli siyahi nüfusun üstüne akbaba gibi çullanan çürük ipotek uygulamaları ne deniyle 71 ile 93 m ilyar dolar arası zararda olduğu tahmin ediliyor du.37 M ülksüzleştirm e iki dalga halinde baş gösterdi: ilk küçük dal ga, Clinton'ın 1995'te ilan ettiği girişimden Uzun Vadeli Sermaye Yönetim i'nin 1998'deki çöküşüne kadar geçen sürede yaşandı, ¡kin cisiyse 2001'den sonra. İkinci dalgayla eş zam anlı olarak, Wall Street'teki ikram iyeler ve ipotekli kredi sektöründeki kazançlar astro nom ik düzeylere varıyordu. Salt fınansal manipülasyonlardan, bil hassa yüksek m aliyetli ancak aynı zam anda yüksek risk taşıyan ipo teklerin sigortalanm asıyla ilişkili girişimlerden elde edilen kârlar duyulm adık oranlara ulaşıyordu. Buradan anlaşılan, Countrywide gibi ipotek kuruluşlarının krizden bu yana düpedüz şaibeli ve çoğu kez de yasadışı olduğu belgelenen uygulam alarının ötesinde, çeşitli gizli kanallardan, finansal m anipülasyonlar aracılığıyla yoksullar36. K arl M arx ve F ried rich E ngels, T he C o m m u n ist M a n ifesto , L ondra: Pluto P re ss, 2008: 4; T ürkçesi: K o m ü n ist M a n ifesto , çev. L ev en t K avas, İstanbul: İthak i, 2003. 37. B arb ara E h ren reich v e D edrich M uham m ad, "T he R ecessio n 's R acial D i v ide", N ew York Tim es, i 2 E y lü l 2009. 38. M orgenson v e R osner, R eckless E ndangerm ent.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
103
dan zenginlere devasa bir varlık aktarımının gerçekleşm ekte oldu ğuydu.38 Krizden sonra yaşananlar daha da şaşkınlık verici. İptal edilen ipoteklerin çoğunun (sayısı 2010 yılında bir milyonun üzerindeydi) yasadışı ve hatta düpedüz sahtekârlık olduğu ortaya çıkıyor. Floridalı bir m illetvekili, Florida Yüksek M ahkem esine hitaben bir di lekçede "eğer bana ulaşan raporlar doğruysa, gerçekleşmekte olan yasadışı ipotek iptalleri bankalar ve devlet m ercilerinin bugüne dek leşebbüs ettiği en büyük özel m ülk gaspı hareketidir," diye yazıyor du.39 Elli eyaletin hepsinde başsavcılar şu anda sorunu araştırıyor, takat (tahmin edileceği üzere) çoğu, davayı olabildiğince kestirme yoldan, birkaç ufak mali tazm inatla (hukuka aykırı biçimde el kon muş olan m ülkün iadesini gerçekleştirm eden) kapatm ak konusunda telaşlı. Flele de bunun için kimsenin hapse girmeyeceği kesin, her ne kadar sistem atik olarak naylon evrak düzenlendiğine dair açık kanıtlar bulunsa da). Bu tür akbaba taktikleri uzun süredir mevcut. Baltim ore'dan bir kaç örnek verelim. 1969'da bu şehre vardıktan kısa bir süre sonra şe hir içi konutların tem ininde çeşitli aktörlerin rolünü konu alan bir çalışmaya katılmıştım — Martin Luther King cinayetinin ardından ayaklanmalarla sarsılan bu şehir içi semtlerde, fare istilası altında dehşet verici yaşam koşullarının üretilmesinde rol alan mal sahiple1 1 , kiracılar, oturduğu evin sahibi olanlar, simsarlar ve tefeciler, Fe deral Konut İdaresi, belediye yetkilileri (bilhassa İm ar İşleri birimi) vb. Düşük gelirli siyahi nüfusun oturduğu ve bankalar tarafından giı ilmez bölge ilan edilen alanlar şehir haritasında bariz olarak seçili yordu; fakat o dönem de dışlayıcı pratikler ırk temelli ayrımcılıkla değil, sözde yüksek kredi riskine karşı tedbir alma zorunluluğu gibi meşru bir gerekçeyle temellendirilmekteydi. Şehrin birkaç bölgeıiKİe azınlıkların sayısının arttığı söylentisi yayılarak beyaz nüfu•aııı rayicin altında fiyatlara evlerini satarak mahalleyi terk etmesi .ağlanıyor, böylelikle acımasız emlak şirketleri için yüksek kâr ola nakları doğuyordu. Fakat bu sistemin işleyebilmesi için, toplu halde \ ııksek kredi riski taşıyan bir grup olarak sınıflandırılan siyah nüfuIV. K evin C h iu , "illeg al F oreclosures C harged in Investigation", H ousirıg l'nuHı lor, 24 N isa n 2011.
104
ASİ ŞEHİRLER
sun, şu veya bu şekilde ipotek finansm anına erişimi sağlanmalıydı. Bu ise Arazi Taksitlendirme Sözleşmesi adı verilen bir yöntemle ya pılabilirdi. Mal sahipleri siyahi A m erikalılara "yardım etmek" için, onlarla kredi piyasası arasında bir aracı görevi üstleniyor ve ipoteği kendi üstlerine alıyorlardı. Birkaç yıl sonra, ana para ile faizin bir kısmı ödenip ailenin kredibilitesi kanıtlandığında, dostane mal sa hibinin ve yerel ipotek kuruluşunun yardımıyla, tapu kiracıya dev rediliyordu. Bazı kiracılar bunda başarılı da oldu (her ne kadar de ğeri düşen semtlerde olsa da). Ancak sahtekârlığa meyilli ellerde (ki Baltimore'da bunlardan çokça mevcuttu, aynı sistemin yaygın oldu ğu Chicago'da ise durum daha iyiydi) bu yöntem, m ülksüzleştirme yoluyla sermaye birikimi için kullanılan bir akbaba taktiğine dönü şebilmekteydi.40 Mal sahibi emlak vergisi, idari ve yasal harçlar vb. için ücret tahsil etme yetkisine sahipti. Bu ücretler (ki bazı durum larda astronomik boyutlara varıyordu) ipoteğin ana parasına eklenebilmekteydi. Borçlarını yıllarca düzenli olarak ödedikten sonra pek çok aile, kendisini başlangıçtakinden daha yüklü bir borç altın da buluyordu. Faiz oranları yükseldikten sonra, yalnızca bir kez ödemeyi aksattıklarında sözleşme iptal ediliyor ve aileler evlerin den tahliye ediliyordu. Bu tür uygulam alar fiyaskoyla sonuçlandı. En kötü mal sahipleri hakkında bir Medeni H aklar davası açıldı. Ancak dava başarısız oldu çünkü arazi taksitlendirm e sözleşmesine imza koymuş olan taraflar küçük puntolarla yazılan maddeleri oku mamışlardı veya avukatları (ki yoksullar nadiren avukata başvurur) onlara okumamıştı. (Her halükârda küçük puntolarla yazılmış m ad deler sıradan bir ölüm lünün anlayabileceği şeyler değildir— siz hiç kredi kartı sözleşmenizdeki maddeleri okudunuz mu?). Bu tür akbaba taktikleri hiçbir dönemde ortadan kalkmadı. A ra zi taksitlendirm e sözleşm esinin yerini 1980'lerde "al-satçılık" yön temi aldı. Burada, bir emlak simsarı yıkık dökük bir evi ucuza ala rak, göstermelik birkaç tam irat yaptırıyor— fazlasıyla pahalı göste rerek— ve "avantajlı" bir ipotek finansmanı düzenleyerek durum dan habersiz m üşterilere sunuyordu. Evi satın alan kişi de çatı başı 40. Lynne S agalyn, "M ortgage L ending in O ld er N eighborhoods", A n n a ls o f the A m erica n A ca d em y o f P o litica l a n d S o cia l S cien ce 465 (O c a k 1983): 98-108; M anuel A alb ers (haz.), S u b p rim e C ities: The P o litica l E co n o m y o f M ortgage M a rkets, N ew York: Jo h n W iley, 2011.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
105
na yıkılm adıkça ve kazan dairesi patlamadıkça evde oturmaya de vam ediyordu. 1990'Iarda Clinton'ın girişimine yanıt olarak çürük ipotek piyasası oluşmaya başladığında, Baltimore, Cleveland, Detroit, Buffalo ve benzeri şehirler gitgide büyüyen bir m ülksüzleştirme yoluyla sermaye birikimi dalgasının (ülke çapında 70 milyar do lar veya daha fazla) başlıca m erkezleri haline geldi. Nihayeti Balti more şehri, 2008 krizinden sonra Wells Fargo şirketine, çürük kre dilerde izlediği ayrımcı politikalar nedeniyle bir Medeni H aklar da vası açtı (burada siyahi A m erikalılar ve ailesine tek başına bakan kadınlar sıradan bir kredi yerine çürük krediye kanalize edilerek sis tematik olarak sömürüye m aruz kalmıştı). Davanın kaybedileceği ne hemen hemen kesin gözüyle bakılıyor, çünkü eylemlerin gerisin deki niyetin kredi riskine değil ırk kökenine dayandığını ispat et mek neredeyse imkânsız. Her zaman olduğu gibi, ne dediği anlaşıl mayan küçük puntolar pek çok şeye cevaz veriyor (tüketiciler dik kat!). Cleveland ise daha incelikli bir yol izleyerek finans şirketleri ni kamuya verdikleri rahatsızlık için dava etti, zira ipotek nedeniyle boşaltılan evler bütün bir mahalle peyzajı için tehlike yaratıyordu ve belediyenin müdahalesi ile m ühürlenmeleri gerekmişti! Yoksul, hayatı pamuk ipliğine bağlı ve zaten mağdur kesimleri vuran akbaba taktiklerinin haddi hesabı yok. Ödemesi aksamış en ufak fatura (bir trafik cezası veya su faturası olabilir bu) hacze ne den olabilir, oysa mülk sahibi, ta ki bir avukat haczi üstlenip sözge limi 100 dolarlık bir faturayı 2500 dolara katlayıncaya kadar her ne hikmetse (ve hukuka aykırı bir biçimde) bundan haberdar edilm e miş olabilir. Çoğu yoksul kimse için mülkün elden çıkması anlam ı na gelir bu. Baltimore'daki haciz satışlarının son turunda bir grup avukat, 6 milyon dolar değerindeki hacizli emlağı belediye yöneti minden satın aldı. %250 oranında değer biçildiğini farz etsek, haczin ödenmesi durum unda kayda değer bir servet elde edecekler demeklir; eğer haciz ödenmezse ileride değeri yükselecek bir mülke sahip olmuş olacaklar. Bütün bunların yanı sıra, 1960'lardan bu yana Amerikan şehirle rinde yoksulların daha düşük kaliteli temel mallara, örneğin gıda ürünlerine daha fazla ücret ödediği, düşük gelirli semtlere kamu hizmetlerinin yeterli düzeyde götürülm eyişinin bu nüfusa mali ve pratik açıdan ek külfet yüklediği sistematik olarak kanıtlanmıştır.
106
ASİ ŞEHİRLER
Mağdur nüfusun mülksüzleştirilmesine dayalı ekonomi etkin oldu ğu kadar süreklidir de. Daha da şaşırtıcı olanı, New York, Chicago ve Los Angeles gibi büyük şehirlerin düşük ücretli iş kollarında ça lışan pek çok geçici ve güvencesiz işçinin belli derecelerde gayri hukuki bir ücret kaybına maruz kalmasıdır. Asgari ücretin altında ücretler, fazla mesainin ücretlendirilmemesi veya ücretin bazı du rumlarda aylarca geciktirilmesi buna örnektir.41 Sömürü ve mülksüzleştirmenin bütün bu farklı biçimlerini söz konusu etmekteki amacım, pek çok metropoliten alanda mağdur nüfusun sistematik olarak bu tür kitlesel uygulam alara maruz kaldı ğını ortaya koymak. İşçilere reel ücret cinsinden verilen tavizlerin, tüketim alanındaki akbaba taktikleri ve sömürüye dayalı faaliyetler aracılığıyla sermayedar sınıfının bütünü lehine nasıl tek bir pençe darbesiyle kolaylıkla geri alındığının farkına varmak önemlidir. Düşük gelirli kentli nüfusun büyük kesimi açısından, hem emeğin aşırı düzeyde sömürüsü, hem de kıyıda köşede kalan mal varlıkları nın ellerinden alınması, bu grupların toplumsal yeniden üretimin asgari koşullarını sağlama yetisini sürekli olarak azaltmaktadır. Bunlar şehir çapında örgütlenmeyi ve yine şehir çapında siyasi tep ki ortaya koymayı gerektiren koşullardır (bkz. bir sonraki bölüm). Çin Hikâyesi Kapitalizmin küresel krizinden bu defa bir kaçış varsa, Çin'deki ko nut ve gayrimenkul patlamasının, dev bir borca dayalı altyapı yatı rımları dalgasıyla birlikte, bu kaçışta öncü rolünü oynaması dikkat çekicidir. Bu dinamik yalnızca ülke içi pazarı canlandırm akla (ve ihracata yönelik sektörlerdeki işsizliği emmekle) kalmayıp, Çin'le sıkı bir ticaret ilişkisi bulunan, sözgelimi Avustralya ve Şili gibi Çin'e hammadde satan veya Almanya gibi mekanik gereçler ve oto motiv ihraç eden ekonomileri de olumlu etkiledi. Öte yandan ABD' de ise inşaat sektöründeki canlanm a ağır ilerliyor, ve daha önce be 41. Annette Bernhardt, Ruth M ilkm an, Nik T heodore, D ouglas H eckathom , M ichael Auer, James DeFillippis, A na G onzalez, V ictor N arro, Jason P erelshteyn, D iana Poison ve Michael Spiller, B roken L aw s, U nprotected W orkers: V iolations o f E m ploym ent and Labor Law s in A m erica 's C ities, N ew York: N ational E m p lo ym ent L.aw Project, 2009.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
107
lirttiğimiz gibi bu sektördeki işsizlik oranı ülke ortalam asının iki katından daha yüksek. Kentsel yatırım ların sonuçlanması doğası gereği uzun süre alır, olgunlaşması içinse daha da uzun bir süreye ihtiyaç vardır. Bu ne denle de sermayenin aşırı birikiminin, mimari çevreye yapılan yatı rımlardaki bir aşırı birikimine dönüştüğü ânı tespit etmek her zaman güçtür. 19. yüzyıl demiryolu inşaatlarında ve yapı sektöründeki dön gü ve krizlerin (2007-2009 felaketi dahil) uzun tarihçesinde görül düğü gibi, fazla yüksekten uçma riski çok yüksektir. Çin ulusal coğrafyasını baştan başa yeniden şekillendirmekte olan alelacele ve gözü kara kentleşme ve altyapı yatırımları furyası nın dayanak noktalarından bir tanesi, bir şeylerin yolunda gitm edi ği her defasında merkezi hükümetin bankacılık sistemine keyfi m ü dahalede bulunm a yetkisine sahip oluşudur. 1990'ların ikinci yarı sında Şanghay gibi önde gelen şehirlerdeki emlak piyasasında yaşa nan nispeten ılımlı gerileme, bankaların kasasında çok büyük m ik tarda, ve çoğu kentsel ve emlak gelişim ine ait olan (ve bizim "zehir li" tabir ettiğim iz) "gelir getirm eyen varlıklar"ın birikmesine neden oldu. Gayriresm i tahm inler banka kredilerinin %40'a varan kısmını "gelir getirmeyen" varlıklar biçiminde sınıflandırıyordu.42 Merkezi hükümet buna karşılık olarak zengin döviz rezervlerini bankaların sermaye yapısının güçlendirilmesi için kullandı (ABD'de daha ileri de Sorunlu Varlıkları Kurtarm a Programı — TARP— olarak anıla cak şaibeli girişim in Çin versiyonuydu bu). 1990'ların sonlarında Çin hükümetinin döviz rezervinin yaklaşık 45 m ilyar dolarlık bir kısmını bu am açla harcadığı biliniyor, ki dolaylı yollardan yapılan harcamalar dahil edildiğinde rakam çok daha yüksek olabilir. G el geldim Çin'in kurum lan küresel finans piyasalarına uyum yönünde evrimleşirken, merkezi hüküm etin finans sektöründe olup bitenleri kontrol etmesi de gittikçe güçleşiyor. Bugün Çin'den gelen haberler Am erika'nın güneybatısı ve Florida'da 2000'lerde yaşananlarla veya yine Florida'da 1920'lerde yaşa nanlarla ürkütücü bir benzerlik sergiliyor. Çin'de 1998 yılında konut sektörü genelindeki özelleşmenin ardından konut spekülasyonu ve 42. K eith B radsher, "C hina A nnounces N ew B ailout o f Big B anks", N e w York lim es, 7 O cak 2004.
108
ASİ ŞEHİRLER
inşası göze çarpan bir yükselişe geçti. Konut fiyatlarının 2007'den bu yana ülke çapında %140 oranında, Pekin ve Şanghay gibi önde gelen şehirlerde ise son beş yıl içerisinde %80() oranında arttığı bil diriliyor. Şanghay'da emlak fiyatlarının daha geçen yıldan bu yana ikiye katlandığı herkesçe malum. Bu şehirde ortalama bir dairenin fiyatı bugün 500 bin dolar (kişi başına GSYH'nın 2010 itibariyle 7518 dolar olduğu bir ülkede) ve ikinci kademede bulunan şehirler de bile sıradan bir ev "şehir sakinlerinin ortalam a yıllık gelirinin 25 katı fiyata" sahip, ki bu durumun sürdürülebilir olmadığı aşikâr. Bü tün bunlar konut ve ticari gayrimenkul inşasının, her ne kadar hızlı ve devasa olsa da, efektif talebin ne fiili düzeyi ne de beklenen dü zeyi ile eşgüdüm içerisinde gitm ediğine işaret ediyor.43 Bunun etki lerinden biri, yüksek enflasyonun baskısı sonucu, merkezi hüküm e tin kontrolden çıkan yerel yönetim harcamalarını kısıtlamak üzere bir dizi yöntemi devreye sokması oldu. Merkezi hüküm et kaygılarını açıkça şöyle beyan ediyor: Ü lk e n in b ü y ü m e s i b u g ü n h â lâ b ü y ü k o r a n d a g a y r im e n k u l y a tır ım la r ı ve h ü k ü m e tin y o l, d e m ir y o lu v e m ily a r d o la r d ü z e y in d e k i d iğ e r a lty a p ı p r o je le rin e y a p tığ ı y a tır ım la r g ib i e n f la s y o n y a r a ta n h a r c a m a la r a d a y a lıd ır. 2 0 1 1' in ilk ç e y r e ğ in d e , s a b it v a r lık la r a — in ş a a t fa a liy e tin in g e n e l b ir ö lç ü tü — y a p ıla n y a tır ım g e ç e n y ıl a y n ı d ö n e m e o r a n la % 25 s ıç ra m a g ö s te rd i v e e m la k y a tır ım la r ı % 3 7 y ü k s e ld i.44
Bu yatırım "bugün ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının neredey se %70'ine denktir", Başka hiçbir devlet modern zam anlarda böyle bir orana yaklaşmış değildir. "Japonya bile 1980'lerdeki inşaat fur yası sırasında sadece %35 gibi bir orana ulaşmıştı, ABD'de ise bu ra kam yıllardır %20'ler düzeyinde seyrediyor." "Şehrin çabaları, hükümetin altyapı ve gayrimenkul alanındaki harcam alarının, Çin'in büyümesinde en yüksek paya sahip sektöı 43. G enel b ir d eğ erlen d irm e için bkz. T hom as C am panella, T he Concrete D ra g o n : C h in a 's U rban R evolution a n d W hat it M ea n s f o r the W orld, Princeton, NJ: P rin ceto n A rch itectu ral P ress, 2008. Ben de A B r ie f H isto ry o f N eoliberalism ' in 5. B ö lü m 'ü n d e Ç in 'in k en tleşm esine d air genel b ir resim o luşturm aya çalıştım 44. D avid B arboza, "Inflation in C hina P oses B ig T h reat to G lobal T rade” N ew York Tim es, 17 N isa n 2011; Ja m il A nderlini, "Fate o f Real E state Is G lobal C o n cern ". F in a n c ia l Tim es, I H aziran 2011; R obert C o o kson, "C hina B ulls Re ined in by Fears on E co n o m y", F in a n c ia l Tim es, 1 H aziran 2011.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
109
olan dış ticareti bile geçmesini sağladı.”45 Yaygın arazi istimlakleri ve büyük şehirlerde görülmedik düzeyde tahliyeler (son on yıl zar fında Pekin'de 3 m ilyona varan kişi tahliye edildi) aktif olarak miilksüzleştirmeye dayalı ekonominin, Çin genelindeki dev kentleşme furyasına paralel olarak gelişm ekte olduğunu gösteriyor. Zoraki tah liyeler ve mülksüzleştirmeler, yükselmekte olan kitlesel ve kimi za man şiddet içeren protesto dalgasının en önemli nedenlerinden biri. Müteahhit şirketlere arazi satışı, sağılacak bir inek gibi yerel yö netimlerin kasalarını doldurm aya yaradı. Fakat 2011'in başlarında merkezi hükümet, emlak piyasasının denetim den çıkmasını, ve ço ğunlukla şiddete başvurularak gerçekleştirilen ve bir hayli direnişe yol açan istimlakleri önlem ek am acıyla bu satışların kısıtlanması emrini verdi. Bu durum pek çok belediye açısından mali güçlükler yarattı. "Yerel yönetim borçlarındaki keskin yükseliş ve yatırımcı Iıımaların (ki pek çoğu yerel yönetimlerce desteklenm ektedir) veri len kredileri denetlemekteki yetersizliği" bugün Çin ekonomisi için biiyük bir tehdit olarak görülüyor, ve bu da salt Çin'de değil, dünya şıpında gelecekteki büyüme ihtimallerine koyu bir gölge düşüıüvor. 2011 itibariyle Çin hükümeti belediyelerin borçlarının 2,2 tril yon dolar civarında olduğunu tahmin ediyordu, yani "ülke gayrisafi yurtiçi hasılasının neredeyse 3'te l'i". Bu borcun m uhtem elen %80' lık kısmı, belediyelerce desteklenen ama teknik olarak yerel yöneti min parçası olmayan kayıt dışı yatırım firmalarının elindedir. Bu kuruluşlar inanılmaz bir hızla gerek yeni altyapı yatırımlarını ge11■ ksc Çin şehirlerini seyirlik bir karaktere büründüren karakteristik binaları inşa etmektedir. G elgelelim belediyelerin küm ülatif borç \ ııkiimlülükleri çok fazladır. Bir iflas dalgasının baş göstermesi ha linde, "halihazırda kendisi de 2 trilyon dolar civarında bir borcun u/erinde oturm akta olan merkezi hükümet devasa bir yükümlülüi'iııı altına girebilir".46 Bir çöküş ve ardından "Japonya benzeri" uzun bu duraklam a dönemi ihtimali son derece gerçektir. Ç inekonom isibüyüme çarkının 2011 'deki yavaşlaması daha şimdiden ithalat ım. Keith B radsher, "C h in a's E conom y is S tarting to Slow, but T h reat o f Infi'ti h h i I .oom s", N e w York T im es, B u sin ess S ection, 31 M ayıs 2011. in. W ang X iao tian , "Local G overnm ents at R isk o f D efaulting on D ebt", C hi" i /i.u/v, 28 H a z ira n 2011; D avid B arboza, "C hina's C ities Piling U p D ebt to Fu• I liiioiu". N e w York Tim es, 7 T em m u z 2011.
110
ASİ ŞEHİRLER
ta azalm aya yol açıyor ki bunun yankıları, özellikle hammadde açı sından Çin pazarının sırtından gelişmiş olan dünyanın bütün bölge lerinde hissedilecek. Öte yandan Çin'in iç kısımlarında henüz ne bir ahaliye ne de her hangi bir faaliyete evsahipliği etm eye başlamamış yepyeni şehirler kurulmakta. ABD'de iş hayatına odaklanan basın, yatırımcı ve şir ketleri küresel kapitalizm in bu yeni sınır bölgesine çekm eye yöne lik bir reklam kampanyası yürütm ekte.47 19. yüzyılın ortalarından, hatta belki daha evvelinden beri, kentsel gelişim hep spekülatif bir faaliyet olagelmiştir, ancak Çin'deki spekülatif gelişm e insanlık ta rihinde gelmiş geçmiş bütün benzerlerinden farklı bir düzey sergili yor. Bununla beraber, küresel ekonomi içerisinde geometrik artış gösteren ve soğrulması gereken nakit fazlası da daha önce hiç bu günkü düzeylere ulaşmamıştı. ABD'de II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan banliyöleşme furya sında olduğu gibi, elektrikli ev aletleri benzeri bütün yardımcı sana yi kolları da eklendiğinde, Çin'deki kentsel patlam anın otomobil hariç tüketim mallarını içeren geniş bir yelpazede küresel ekonomik büyümeyi canlandırm akta kilit bir rol oynadığı açıkça görülür (oto motiv sektöründe ise Çin bugün dünyanın en büyük pazarına sahip olmakla övünmektedir). "Bazı tahminlere göre Çin, çimento, çelik ve köm ür gibi küresel ölçekte kilit öneme sahip bazı mal ve m alze m elerin %50'ye varan kısmını tüketmektedir; Çin em lak sektörü bu talebin büyük bölümünü oluşturur."48 Çelik tüketim inin en az yarısı m imari çevrede kullanıldığına göre, dünya çapında çelik üretiminin döıtte birinin Çin'deki em lak faaliyetine harcandığı ortaya çıkar. Em lak patlam asının gözlendiği tek ülke Çin değildir. BRIC ülkeleri nin tümü Çin'in peşi sıra gidiyor gibi görünmektedir. Geçen yıl hem Sao Paulo hem de Rio'da em lak fiyatları ikiye katlandı, Hindistan ve Rusya'da da benzer koşullar hâkim. Fakat bütün bu ülkelerin güçlü enflasyon dalgasının yanı sıra yüksek büyüm e hızlarına sahip olduğunu belirtm ek gerekir. 2007-2009 krizinin etkilerini bu denli
47. D av id B arb o za, "A C ity B orn o f C hina's B oom , Still U npeopled", New York Tim es, 20 E k im 2010. 48. Ja m il A n d erlin i, "F ate o f R eal E state is G lobal C oncern", F in a n c ia l Ti m es, 1 H aziran 2011.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
ıu
hızlı atlatabilmiş olmalarında güçlü bir kentleşme akımının payı in kâr edilemez. Buradaki soru, krizin atlatılm asında başvurulan ve büyük ölçüde spekülatif kentsel gelişime dayanan bu yöntemlerin ne derece sür dürülebilir olduğudur? Çin merkezi hüküm etinin bu patlamayı de netleme ve bankalarda aranan rezerv şartlarını yükseltm ek suretiyle enflasyon baskısını durdurma girişimlerinde pek başarılı olduğu söy lenemez. Arsa ve gayrimenkul yatırım larıyla yakından ilişkili ola rak ortaya çıkan, izlemenin ve denetlem enin güç olduğu bir "gölge bankacılık sistemi" yeni yatırım araçlarını elinde tutuyor (1990'larda ABD ve İngiltere'de ortaya çıkanların muadilleri bunlar). İvme kazanan arsa istimlakleri ve enflasyon toplumsal huzursuzluğun ço ğalmasına yol açmakta. Şu sıralarda taksi şoförleri ve kam yoncula rın Şanghay'da düzenledikleri eylemlerin haberleri geliyor, yanı sıra Guangdong'un sanayi bölgelerinde düşük ücret, kötü çalışm a koşul ları ve artan fiyatlara tepki olarak gerçek anlamda fabrika grevleri gerçekleşiyor. Ayaklanmalara ilişkin resmi haberlerde belirgin bir artış var. Ücret düzenlem elerinin yanı sıra, büyüyen huzursuzluğu yatıştırmak ve daha riskli ve durağan dış pazarları ikame etmek üze re iç pazarı canlandırmayı amaçlayan hükümet politikaları tasarla nıyor (Çin'de tüketim GSYH'nın %35'ine tekabül ediyor, ABD'de ise bu oran %70). Ancak bütün bunları Çin hüküm etinin 2007-2009 kriziyle baş edebilmek için aldığı somut tedbirler ışığında değerlendirmek gere kiyor. Krizin Çin'de yarattığı başlıca etki, dış pazarların (özellikle ABD pazarının) aniden çöküşü ve 2009 başlarında ihracatta görülen %20'lik düşüştü. Bazı güvenilir tahm inlere göre ihracat sektöründe istihdam kaybı, 2008-2009 arası kısacık dönem de 30 milyona yak laşıyordu. IMF ise 2009 sonbaharı itibariye Çin'deki net istihdam kaybını yalnızca 3 milyon olarak ilan ediyordu.49 Brüt ve net istih dam kaybı değerleri arasındaki farkın bir kısmı, kırsal kesimden kente göçen işçilerin işlerini kaybettikten sonra kırsal bölgelere ge1 1 dönüşü ile açıklanabilir. Diğer bir kısmı ise, kuşkusuz, ihracatın 49. Intern atio n al M onetary F u n d /In tern atio n al L abour O rganization, The t Inıllenges o f G row th, E m p lo ym en t a n d S o cia l C o h e sio n , C enevre: International I .ihour O rg an izatio n , 2010.
112
ASİ ŞEHİRLER
hızlı biçimde yeniden canlanması sonucunda işten çıkarılanların yeniden işe alınm asıyla açıklanabilir. Fakat emek arzı fazlasının ge ri kalan kısmının hüküm etin uyguladığı kentsel yatırımlar ve altya pı yatırımlarından oluşan kitlesel ölçekte Keynezyen canlandırma program ı sayesinde soğrulduğu kesin gibidir. M erkezi hüküm et 600 milyar dolarlık bir ek bütçeyi, halihazırda büyük bir ölçekte sür mekte olan altyapı yatırımları programlarını desteklemek üzere or taya sürmüştü (toplam da 750 milyar dolarlık bir meblağ, 13 bin km uzunluğunda bir hızlı tren hattı ile 18 bin km uzunluğunda gelenek sel demiryolu hattının inşasına ayrıldı, fakat hızlı tren hattında yaşa nan bir kazanın ifşa ettiği tasarım hataları, hatta yolsuzluk gibi so runlar yüzünden bu yatırım lar şu an zora girm iş durumda).50 Aynı sıralarda merkezi hüküm et artı emeğin soğrulması amacıyla, banka lara her tür yerel gelişim projesine (emlak ve altyapı sektörleri da hil) bolca kredi vermeleri yönünde talimat verdi. Bu büyük ölçekli program ekonom ik canlanm aya öncülük etm ek üzere tasarlanmıştı. Çin hüküm eti bugün 2008 ile 2010 arası dönem de yaklaşık 34 m il yon yeni kentsel iş yarattığını iddia etmektedir. Eğer net istihdam kaybına dair IMF rakam ları doğruysa, hükümetin kitlesel emek faz lasının büyük bölümünü absorbe etme konusunda kuşkusuz olduk ça başarılı olduğu söylenebilir. Tabii buradaki büyük soru, bu devlet harcam alarının "üretken" kategorisine girip girmediğidir; ve girdiği kabul edilebilirse, hangi alanda ve kimin için üretken olduğudur? Dongguan yakınındaki dev alışveriş m erkezi benzeri pek çok yatırım, keza dört bir yanda kentsel peyzajın üzerine lekeler gibi dağılan yüksek apartmanlar neredeyse bomboş duruyor. Bunlardan başka, yeni boş şehirler sa nayinin ve nüfusun gelip yerleşmesini beklemektedir. Öte yandan Çin ulusal coğrafyasının daha sıkı ve etkin bir entegrasyondan fay da göreceği şüphe götürmez, ki az gelişm iş iç bölgeleri daha m üref feh kıyı bölgelerine ve su fakiri kuzey kesimleri suyun bol olduğu güneye bağlayan dev altyapı yatırımları dalgası ve kentsel projeler, en azından ilk bakışta, tam da bunu gerçekleştirir gibi görünüyor. Metropoliten alan düzeyinde, kentsel büyüm e ve kentsel yenileme 50. K eith B radsher, "H igh-S peed Rail P oised to A lter C hina, but C osts and F ares D raw C riticism ", N e w York Tim es, 23 H a z ira n 2011.
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
113
süreçleri bir yandan da kentleşm eye m odernist teknikler kazandır makta ve faaliyet çeşitliliğini artırmaktaymış gibi görünüyor (ABD ve Avrupa'da neoliberal kentleşm eye karakterini vermiş olan, ve Şanghay'ın göz alıcı Expo Fuarının timsali olduğu bütün o olmazsa olmaz kültür ve bilgi endüstrisi kurum lan buna dahildir). Çin'in gelişimi bir anlamda, II. Dünya Savaşı sonrasında ABD' nin geçirdiği deneyimin abartılı bir taklidi olarak düşünülebilir. O dönemde eyaletler arasında inşa edilen karayolu sistemi ABD'nin güney ve batı bölgelerini entegre etmiş, ve banliyöleşme ile birleşen bu süreç gerek istihdamı gerekse sermaye birikimini güvenceye al makta yaşamsal bir rol oynamıştı. Am erika ile olan bu paralelliği başka alanlarda da gözlemek mümkündür. ABD'de 1945 sonrası ge lişim enerji ve arazi kullanımı açısından m üsrif olm akla kalmayıp, marjinalleştirilmiş, dışlanmış ve asi kent nüfusları için belirgin bir krize yol açmış, ve buna karşı koymak için 1960'ların sonlarında bir dizi kamu politikası ortaya atılmıştı. Bütün bunlar 1973 krizi sıra sında Başkan Nixon'in Ulusa Sesleniş konuşm asında kentsel krizin sona erdiğini ve bununla mücadeleye ayrılan federal bütçenin geri alınacağını beyan etmesiyle birlikte geri plana itildi. Bunun beledi yeler düzlem inde yarattığı etki, ABD'de 1970'lerin sonundan itiba ren kentsel hizmetlerde yeni bir krizin patlak vermesi ve beraberin de devlet okulları, devlete bağlı sağlık sistemi ve ucuz konut sistemindei yozlaşm a oldu. Çin'de uygulanan, kente ve altyapıya yönelik hızlandırılmış ya tırımlar stratejisi bu iki eğilimi birkaç yıla sığdırıyor. Şanghay ve l’ekin arasında yapılacak bir hızlı tren hattı işadamları ve üst orta sı nıf için hoş olabilir, ama Çin Yeni Yılı geldiğinde işçileri doğup bü yüdükleri kırsal bölgelere taşımayı amaçlayan ucuz bir toplu taşıma seçeneği sunmuyor. Benzer şekilde, ne yüksek apartman blokları, giriş-çıkışın kontrol edildiği siteler, ne de zenginlere hitap eden golf sahaları veya pahalı markaların boy gösterdiği alışveriş merkezleri, baskı altında yaşan yoksullaştırılmış kitleler için gündelik yaşamın onarılarak tatm inkâr hale getirilmesine hizmet etmiyor. Kentsel ge lişmenin sınıf ekseni boyunca yarattığı asimetri, aslında küresel bir mesele. Son dönemde Hindistan'da da aynı sorunun baş gösterdiği ne tanık oluyoruz. Dünyanın sayısız başka şehrinde de olduğu gibi, marjinalleştirilmiş bir nüfusun yoğunlaştığı alanlar, refah düzeyi
114
ASİ ŞEHİRLER
gittikçe artan bir azınlığa hitap eden ultra modem bir kentleşme ve tüketim kültürünün yanı başında beliriyor. Bugün pek çok kentte çoğunluğa sahip ve hâkim kabul edilebilecek iktidar bloğunu teşkil eden yoksullaştırılmış, güvenceden yoksun ve dışlanmış işçilerle nasıl başa çıkılacağı önemli bir siyasi sorun haline geliyor. Bunun sonucunda askeri planlam anın bugün yoğun biçim de odaklandığı sorun, sabırsız ve devrimci potansiyele sahip kent m enşeli hareket lerle nasıl baş edileceği. Fakat Çin örneğinde bu hikâyenin ayrı bir katm anı daha var. 1979'da liberalleşm enin başlam asından beri gelişm enin izlediği çiz gi, ademimerkeziyetçiliğin, m erkezi denetim uygulamanın en iyi yollarından biri olduğu görüşüne dayanıyordu. Buradaki temel fi kir, merkezi bir kontrol ve piyasayla eşgüdüm çerçevesinde, bölge ve belediye yönetimlerini kendi yararlarına olan siyasetler izlemek konusunda serbest bırakmaktı. Yerel girişim ler yoluyla elde edilen başarılı çözüm ler daha sonra m erkezi yönetimin siyasetini yeniden tanım lam asına temel oluşturacaktı. Çin'den gelen haberler 2012'de gerçekleşmesi beklenen iktidar değişiminin ikircikli bir tercihle karşı karşıya olduğuna işaret edi yor. Dikkatler Chongqing şehrine yoğunlaşm ış durumda, piyasa te m elli siyasetten tekrar devlet öncülüğünde bir sosyalist dağılım a — ki ilginç biçimde, büyük oranda M aoizmden feyzalan bir retorikle desteklenm ekte— dönüş gibi radikal bir değişim bir süredir yürür lükte. Bu m odelde "her şey yoksulluk v e eşitsizlik sorununa bağla nıyor". Hükümet "devlete ait işletm elerin piyasa kârlarım gelenek sel sosyalist projelere aktarıyor, buradan elde edilen ciroyu ucuz ko nut inşası ve ulaşım altyapısının finansm anında kullanıyor". Konut girişimi "devasa bir inşaat program ı" ile "şehrin m ücavir alanında yerleşik 30 milyon nüfusun üçte birine ucuz ev sağlanm ası"nı içeri yor. "Belediye, her biri 300 bin nüfusa sahip 20 uydu kent inşa et meyi tasarlıyor. Bunların her birinde 50 bin kişi devlet sübvansiyon lu evlerde oturacak." Bu inanılmaz derecede azimli projenin ama cı (Dünya Bankası'nın tavsiyeleri hilafında) son yirmi yıldır ulus çapında ortaya çıkan ve giderek derinleşen toplum sal eşitsizlikleri azaltmak. Özel inşaat şirketlerinin zenginler için inşa ettiği güven likli konut bölgesi projelerine bir panzehir. Fakat bunun dezavanta jı arazinin kırsal kullanım ların elinden alınmasını hızlandırarak
KRİZLERİN KENTSEL KÖKENLERİ
115
köylü nüfusu zoraki bir kentleşm enin içine itmesi. Bu durum karşı sında duyulan hoşnutsuzluk ve yükselen itiraza ise hükümetten bas kıcı, hatta otoriter bir tepki geliyor. Bu tür bir sosyalist yeniden bölüşüm gündem inin geri dönüşü ve özel sektörün kamusal amaçlarla kullanılm ası, şimdi merkezi hükü metin de izleyebileceği bir model sunuyor. M erkezi yönetim 2010' dan başlayarak beş yıl zarfında 36 milyon ucuz konut birimi üret meyi planlıyor. Bu yolla Çin'in artı serm ayesinin emilimi sorununu çözmeyi öneriyor, aynı zam anda kırsal nüfusun kentleşme oranını artırarak emek fazlasını absorbe etmeyi ve durumu iyi olmayanlara makul fiyatlarla konut güvencesi sunarak halk arasında yaygınlaşan hoşnutsuzluğunu gidermeyi amaçlıyor.51 Burada 1945 sonrası Ame rikan kentsel politikalarının yankılarını bulabiliriz: bir yandan eko nomik büyümeyi sürdürürken, bir yandan da isyana meyilli nüfusu konut güvencesi vererek pasifize etmek. Buradaki tek dezavantaj, zorunlu arazi istim laklerine karşı yükselen ve bazen de şiddete baş vuran itirazlardır (her ne kadar Çinliler M ao'nun "yumurtaları kır madan omlet yapılmaz" şiarına sadık kalsalar da). Piyasa temelli rakip kalkınma modelleri ise Çin'in diğer kısım la rında, özellikle Shenzen gibi kıyı ve güney şehirlerinde ortaya çıkı yor. Burada önerilen çözüm çok farklıdır. Siyasi liberalleşmeye ve Inırjuva kentsel dem okrasisine, ve buna paralel serbest piyasa giri şimlerinin sağlam laşm asına vurgu yapılır. Bu durumda artan top lumsal eşitsizlik, istikrarlı ekonomik büyüm e ve rekabet gücünün kaçınılmaz maliyeti olarak kabul edilir. Merkezi hüküm etin hangi larafa m eyledeceğini şimdiden kestirmek imkânsız. Buradaki kilit nokta, kent temelli girişim lerin bu tür farklı gelecek tercihlerine gi den yolun öncülüğünü yapıyor olması; fakat bu geleceğe ulaşmanın yolu, devlet ve piyasa arasında kutuplaşmış bir tercihe kati surette bağlı olacağa benzer. Çin'in son yirm i-otuz yıllık kentleşm e serüveni kelimenin tam .mlamıyla bir hadisedir, hem de sonuçları dünyayı sarsan türden bir hadise. Likidite fazlası ve sermayenin aşırı birikim inin kentleşme •Hacılığıyla em ilm esi, kârlı seçeneklerin nadir olduğu bir dönemde 51. P eter M artin ve D av id C ohen, "S ocialism 3.0 in C hina", the-dipiom at. m m : A nderlini, "F ate o f R eal E state is G lobal C oncem ".
116
ASİ ŞEHİRLER
kuşkusuz yalnız Çin'de değil, dünyanın geri kalanında da son kriz yıllarında sermaye birikimini m üm kün kılan şeydi. Böyle bir çözü m ün ne derece istikrarlı olduğu ise tartışm aya açık. Artan toplumsal eşitsizlik (Çin bugün ülke içindeki m ilyarder sayısında dünya 3.'sü), çevrenin tahribatı (ki bizzat Çin hükümeti bunu açıkça kabul etm ek tedir), varlıklarının aşırı genişlem esi ve aşırı değerlenm esiyle bir leştiğinde , Çin m odelinin hiç de sorunsuz olm adığını ve bir gecede kapitalist gelişimin garantörlüğünden kapitalizm in sorunlu çocuğu na kolaylıkla dönüşebileceğine işaret ediyor. Eğer bu model de ba şarısızlığa uğrarsa, kapitalizmin geleceği hakikaten zora girmiş de mektir. Bu ise tek çıkar yolun antikapitalist seçenekleri araştırmaya daha yaratıcı biçimde yaklaşm ak olduğu anlam ına gelir. Eğer kapi talist tarzda kentleşme, serm ayenin yeniden üretim inde böylesine zaruri bir rol oynuyorsa, alternatif kentleşme biçimleri de antikapi talist bir seçeneğin aranm asında merkezi bir konum a sahip olsa ge rektir. Sermayenin Kent(li)leşmesi Yeniden üretimi sırasında sermaye, çeşitli şekillerde kentleşme sü recinden geçer. Sermayenin kentlileşmesi, kapitalist sınıf güçlerinin kentleşmeye hâkim olma kapasitesini varsayar. Bu ise sermayedar sınıfın yalnızca devlet aygıtları (özellikle devlet gücünün mekânsal yapılar içinde toplumsal ve altyapıya ilişkin koşulları yöneten cep hesi) üzerinde değil, topyekûn nüfus (yaşam tarzının yanı sıra emek gücü, kültürel ve siyasi değerlerin yanı sıra dünya görüşleri) üzerin de hâkimiyet kurması anlam ına gelir. Bu düzeyde bir denetim ise ko lay kolay elde edilmez, hatta hiç mümkün olmayabilir. Şehir ve onu m eydana getiren kentsel süreçler bu nedenle toplum sal ve sınıfsal m ücadelelerin başlıca sahasını oluşturur. Buraya kadar bu mücade lenin dinamiklerini serm ayenin konumundan bakarak irdeledik. Öyleyse sıra şimdi de kentsel süreçleri — disipliner aygıtların yanı sıra özgürleştirici, antikapitalist pratikleri— bu süreçlerin tam orta sında geçimlerini sağlamaya ve gündelik yaşantılarını idame ettir meye uğraşan tüm kesimlerin bakış açısından irdelemeye geliyor.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kentsel Müşterek Alanların Yaratılması
ve sınıftan insanın — her ne kadar gönülsüzce ve agonistik bir biçimde de olsa— yan yana gelerek durm adan değişen, gelip geçici, ama yine de müşterek bir yaşantıyı ürettiği bir m ekân dır. Bu ortak yaşantı, kent üzerine çalışan uzmanları evvelden beri dir meşgul etm iş, bu yaşantının (veya belli bir dönem de belli bir şeh re has bir yaşam tarzının) karakterini ve daha derindeki anlamlarını yakalamaya çalışan geniş bir yelpazeden yazı ve temsillerin (rom an lar, filmler, resimler, videolar vb.) vazgeçilm ez konusunu oluştur muştur. Şehir ütopyalarının uzun tarihçesi ise şehre farklı bir görü nüm vermek, Park'ın deyimiyle şehri "gönlümüze göre şekillendir mek" uğrunda sarf edilen insan çabasının bir arşivini içerir. Yitiril miş olduğu düşünülen kentsel müştereklerin son dönemde yeniden vurgulanır olm ası, yakın zam anda deneyimlenen özelleştirme, ortak alanların kam uya kapatılışı, mekânsal denetim ve polis gözetiminin derin etkilerine delalet eder. Son dönem de belirginleşen bir gözetim dalgası, genel olarak kentsel yaşamı, özelde de kapitalist sınıf çıkar larının etkisi (hatta hâkimiyeti) altındaki kentsel süreçlerin içinden yeni toplumsal ilişki biçimleri (yeni bir tür ortak alan) meydana ge lirine potansiyelini hedef almıştır. Örneğin Hardt ve Negri şehri müşterek olanın üretildiği bir fabrika gibi görm emiz gerektiğini id dia ederken, bunu antikapitalist eleştiri ve siyasi eylem için bir baş langıç noktası olarak ortaya atar. Tıpkı şehir hakkı gibi, bu görüş de cczbedici ve merak uyandırıcı görünüyor. Fakat gerçekte tam olarak ne ifade eder? Ortak mal addedilen kaynakların yaratılması ve kullaŞ E H İR H E R T Ü R D E N
118
A St ŞEHİRLER
nımı üzerine süregiden uzun tartışm a ve m ünakaşaların geçmişiyle nasıl eklem lenebilir? G arret Hardin'in "Ortak Alanların Trajedisi" isimli klasik çalış masının, arazi ve kaynakların kullanım ında özel m ülkiyetin daha verim li koşullar doğurduğu fikrini destekleyen sağlam bir kanıt, do layısıyla özelleştirmenin tartışm a götürmez bir dayanağı olarak kul lanıldığına kim bilir kaç kez rast gelm işim dir.1 Bu yanlış yorumun nedenlerinden biri, Hardin'in kullandığı büyükbaş hayvan metaforudur: Her biri kendi bireysel yararını artırmak isteyen kişilerin şah si malı olan bu hayvanlar, ortak bir mera üzerinde otlatılmaktadır. Her bir hayvan besicisi daha çok sayıda hayvanı meraya çıkarm ak la şahsi kazancını artırmış olurken, toprağın maruz kaldığı verim li lik kaybından bütün kullanıcılar payını alır. Sonuç olarak bütün be siciler hayvan sayısını artırm aya devam ederler, ta ki meranın ve rimliliği tam am en tükenene dek. Hayvanların mülkiyeti de ortak ol saydı, bu m etafor kuşkusuz geçerliliğini yitirecekti. Öyleyse soru nun kaynağı, meranın ortak mal oluşunda değil, hayvanların şahsa ait oluşu ve şahsi kazancı artırm aya dönük davranış biçiminde aran malıdır. Fakat bunların hiçbiri Hardin'in ilgilendiği temel konu de ğildi. Onu ilgilendiren şey, nüfus artışıydı. Çocuk sahibi olmak yö nündeki kişisel tercihin, nihayetinde dünya üzerindeki müşterek kullanım alanlarının tahribatına ve ne kadar kaynak varsa hepsinin tüketilm esine (M althus'un da iddia ettiği gibi) yol açacağından en dişe ediyordu. Ona göre tek çözüm , nüfusun otoriter biçimde denetlenm esiydi.2 Bu örneği vermekteki am acım , bizzat ortak alanlar üzerine ge liştirilen düşüncenin ne denli dar bir alana hapsolduğunu, ve fazla sıyla dar bir dizi varsayım çerçevesinde, büyük oranda İngiltere'de Ortaçağ sonlarından itibaren görülen çitleme hareketini model aldı
1. G arre tt H ardin, "The T ragedy o f the C om m ons", S cien ce 162 (1968): 2438; B. M cC ay v e J. A cheson (haz.), T he Q uestion o f the C om m ons: The Culture a n d E co lo g y o f C o m m u n a l R eso u rces, T ucson, AZ: U niversity o f A rizo n a Press, 1987. 2. Sol cen ah tan bu kadar ço k sayıda analistin H ardin'i bu noktada tam am e y anlış an lam ası h ayret verici. Ö rneğin M assim o de A ngelis, T h e B eginning ol H isto ry: Value S tru g g les a n d G lo b a l C a p ita l, L ondra: P luto P ress, 2007: 134'le H ard in 'in "sözde doğal bir zo ru n lu lu ğ a d ay andırarak ortak m ekânların özelleşti rilm esi için b ir gerekçe o luşturduğunu" söylüyor.
K ENTSEL M Ü ŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
119
ğını göstermek. Bunun sonucunda siyasi düşünce çoğu kez, özel mülkiyete dayalı çözüm ler ile otoriter devlet müdahalesi arasında yapılacak bir tercih biçim inde kutuplaşmıştır. Siyasi bir perspektif ten baktığımızda, tam amen reflekse dayalı bir tepkinin bütün tartış mayı gölgelediğini görürüz. Tartışmanın tarafları (bir zamanlar or tak eylemin sahip olduğu varsayılan ahlaki ekonomiye duyulan yük sek dozda nostaljiye batmış olarak) çitlem enin ya lehinde konum la nır ya da (solda daha yaygın olduğu üzere) aleyhinde. Governing the Commons (Ortak Alanların Yönetimi) kitabında lilinor Ostrom bu varsayımlardan bazılarını çürütmeye girişiyor.3 Uzun bir geçmişe sahip olan antropolojik, sosyolojik ve tarihsel ka nıtları sistematize eden Ostrom, hayvan besicilerinin, eğer birbirleriyle konuşmuş (veya paylaşım a dönük kültürel norm lara sahip) ol salardı, herhangi bir ortak sorunu kolaylıkla çözebilecek oldukları nı gösteriyor. Çok sayıda örnekten yola çıkan yazar, bireylerin ortak mülkiyet altındaki kaynakları, hem bireysel hem de kolektif fayda getirecek biçimde hep birlikte yönetm enin zekice ve makul yolları nı bulabileceklerini ve çoğu kez de bulduklarını gösteriyor. Ostrom' ıın üzerinde durduğu temel soru, bunun nasıl olup da bazı durum lar da başarıldığı ve hangi koşulların buna engel oluşturduğu. Yazarın incelediği örnekler, "ortak kaynaklara ilişkin sorunların tek çözüm yolunu dışsal bir yetke tarafından özel m ülkiyet yapısının dayatılıı msında veya m erkezi denetimde gören pek çok siyasal analistin varsayımlarını altüst ediyor". Çünkü bu örnekler "özel ve kamuya iiil araçların zengin bir karışım ı"na işaret ediyor. Çalışmadan çıkan bu sonuç, siyaset alanını devlet ve piyasa arasında iki seçenekli bir icrcih olarak gören iktisadi tutuculukla m ücadelede yazarın elini güçlendiriyor. G elgelelim Ostrom'un seçtiği örneklerin çoğu, sadece yüz kadar kullanıcıyı içeriyor. Bunun çok üzerinde rakam lar (örneklerden en geniş olanı 15 bin kişiyi içeriyordu) söz konusu olduğunda ise ya zar, "kademeli" bir karar m ekanizm asının zorunlu hale geldiği, çün kü bütün bireylerin birbiriyle yüz yüze m üzakere etm esinin olanak sız olduğu sonucuna varıyor. Bunun anlamı, sözgelimi küresel ısın 3. E lin o r O stro m , G o vern in g the C om m ons: T he E volution o f In stitu tio n s f o r ı 'olleetive A ctio n , C am b rid ge: CUP, 1990.
120
ASİ ŞEHİRLER
ma gibi büyük ölçekli sorunları ele alırken kadem eli, yani bir an lamda "hiyerarşik" örgütlenm e biçimlerine ihtiyaç olduğudur. An cak m aalesef "hiyerarşi" yaygın düşüncede bir günah keçisi konu mundadır (Ostrom da bu kavramı kullanm aktan kaçınıyor) ve son dönemde solun büyük kesiminde hararetle mahkûm edilmektedir. Pek çok radikal çevrede siyasi açıdan kabul edilebilir görülen yegâ ne örgütlenme biçimi, devlet dışı, hiyerarşik olm ayan, yatay bir ya pıdır. Bir tür kademeli hiyerarşik düzenlem enin gerekli olabileceği sonucundan kaçınmak için, küçük ve yerel ölçek haricindeki ortak alanların (örneğin Hardin'in ele aldığı küresel nüfus sorunu gibi) nasıl idare edileceği sorusundan uzak durm ak âdet halini almıştır. Burada açıkça analitik bir güçlük ifade eden ve dikkatle değer lendirilmeyi bekleyen (ama bir türlü değerlendirilm eyen) bir "ölçek sorunu" ile karşı karşıyayız. Belli bir ölçekteki ortak kaynakların makul biçimde yönetilm esinde geçerli olan im kânlar (küçük bir ne hir havzasındaki yüz çiftçinin suyun kullanımı üzerindeki ortak hakkı gibi), küresel ısınma veya güç santrallerinin yaydığı asidin bölgesel yayılımı gibi bir sorunun çözüm üne tatbik edilemez. Coğ rafyacıların sevdiği tabirle, "ölçek atladığım ızda", ortak alanlar so rununun karakteri ve çözüm olasılığı büsbütün değişir.4 Bir ölçeğin sorunlarını çözmek için iyi bir yol gibi görünen şey, başka bir ölçek te geçerliliğini yitirir. Daha da kötüsü, belli bir ölçek (diyelim "ma halli" ölçek) için kati surette iyi olan çözüm leri üst üste koymakla bir üst ölçek (diyelim ki küresel) için iyi sonuçlar üretilmiş olmaz. Hardin'in kullandığı metaforun bu denli yanıltıcı olması bu yüzden dir: ortak bir m era üzerinde iş gören özel sermayeye ilişkin küçük ölçekli bir örneği, küresel bir sorunu açıklam akta kullanmaktadır, sanki ölçekler arasında sorunsuzca geçiş yapılabilirm iş gibi. Yine aynı nedenden dolayıdır ki, ortak m ülkiyet esasına dayalı küçük ölçekli dayanışm a ekonom ilerinin kolektif örgütlenmesin den edinilen kıymetli bilgiler, "kademeli," dolayısıyla hiyerarşik ör gütlenm e tarzlarına başvurm aksızın küresel çözüm lere tercüme edilemez. M aalesef, yukarıda da belirttiğim gibi, hiyerarşi fikri bu günlerde m uhalif solun pek çok kesim inde yasaklı muamelesi gör 4. E ric S h ep p ard ve R obert M cM aster (haz.), S ca le a n d G eo g ra p h ic Inquii v, O x fo rd : B lack w ell, 2004.
KENTSEL M ÜŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
121
inektedir. Örgütsel tercihin bu şekilde fetişleştirilm esi (salt yatay ilişkiler, gibi) uygun ve etkin çözüm arayışına çoğu kez engel ol maktadır.5 Daha net olmak gerekirse, yataylığın kötü bir şey oldu ğunu söylem iyorum , bilakis harika bir amaç olduğu düşüncesinde yim, fakat demek istediğim, hâkim bir örgütlenme ilkesi olarak ele alındığında yataylığın barındırdığı kısıtların farkına varmamız ve gerektiğinde bunun ötesine geçm eye hazır olmamız gerektiği. Ortak alanlar ile peşinen fena bir şey olduğuna hükmedilen sı nırlandırma ve kapatm a eylemi arasındaki ilişkiye dair de bir hayli kafa karışıklığı mevcut. Makro resme bakıldığında sınırlandırm a ve kapatmanın belli biçimleri, (özellikle küresel düzeyde) bazı kıym et li ortak alanları korumanın çoğu kez en iyi yoludur. Bu, kulağa çe lişkili gibi geliyorsa, hakikaten çelişkili bir durumu yansıttığı için dir. Sözgelimi Amazonlarda hem biyolojik çeşitliliği hem de yerli loplulukların kültürlerini dünya çapındaki doğal ve kültürel ortak alanımızın parçası sıfatıyla korumak, çok sıkı bir sınırlandırma ey lemini gerekli kılar. Bu ortak alanları ticari grupların kısa vadeli çı karlarından, soya fasulyesi ve büyükbaş hayvan çiftliklerinin topra ğı lalan etm esinden ve sığ görüşlü demokrasi anlayışından korumak için devlet otoritesi şart gibi görünüyor. O halde sınır koyma biçim lerini topyekûn kötü olarak niteleyip bir kenara atmak yanlış olur. I ler geçen gün fütursuzca ticari bir çehreye bürünen bir dünyada ti caret dışı m ekânların üretim ve kullanımının sınırlandırılması kuş kusuz iyi bir şeydir. Fakat burada başka bir problem söz konusu ola bilir: Biyolojik çeşitliliği korumak için yerli toplulukları orman alanlarından tahliye etmek (World Wide Fund fo r Nature m [Doğa ıçiıı Dünya Çapında Fon] sıklıkla savunduğu gibi) gerekli görülebi5. Bu sorunu cid d iy etle ele alan anarşist teorisy en lerd en biri M urray Bookı hin dir: R em a kin g So ciety: P a th w a ys to a G reen F u tu re, B oston, MA: S outh End I’icss, 1990; v e U rban iza tio n w ith o u t C ities: T he R ise a n d D ecline o f C itizenship, M ontreal: B lack R o se B ooks, 1992; T ürkçesi: K entsiz K e n tleşm e, çev. B urak Ö zvnlçın, Istanbul: A yrıntı, 1999. M arin a S itrin , H orizontalism : Voices o f P opular Power in A rg en tin a adlı kitab ın da (O akland, CA: AK P ress, 2006), hiyerarşi k a rşı lı d üşünüşün h araretli b ir sav unusunu ortaya koyuyor. A yrıca bkz. S ara M otta ve A lt G un v ald N ilso n , S o cia l M o vem ents in the G lo b a l South: D ispossession, D e v e lopm ent a n d R esista n ce, B asin gstoke, H ants: P algrave M acm illan, 2011. S ola h a tm i olan bu h iy erarşi aley h tarı görüşün önde gelen teorisyenlerinden biri John I lollow ay'dir: C h a n g e the W orld w ithout Taking P ow er, L ondra: P luto P ress, 2002.
122
ASİ ŞEHİRLER
lir. Bir ortak alanı, diğeri pahasına korumak gerekebilir. Doğal bir sit alanına sınır çekildiğinde, orası kamunun erişimine kapatılmış olur. Ancak bir tür ortak alanın korunması için diğerini yok sayma nın şart olduğunu varsaym ak tehlikelidir. Ö rneğin, orman ortak ida resi düzenlemelerinin bize sunduğu çok sayıda kanıtın gösterdiği gibi, bir yandan habitatın ve ormanın gelişimi için çaba harcarken, diğer yandan geleneksel kullanıcıların orman kaynaklarına erişim i ni tem inat altına almak çoğu kez her iki tarafın da yararına sonuç lanmaktadır. Ortak alanları sınırlandırm a yoluyla koruma fikrinin, kapitalizm karşıtı bir strateji olarak aktif biçimde araştırılması ge rektiği halde, bunu dile getirm ek her zaman kolay olmayabilir. Oy sa solda yaygın olan "yerel özerklik" talebi de gerçekte bir tür sınır landırmayı içerir. Ortak alanlara dair soruların çelişkili ve bu yüzden de daima m ücadele gerektiren sorular olduğuna hükmedebiliriz. Bu soruların ardında birbiriyle çelişen toplumsal ve siyasi çıkarlar yatar. Nitekim siyaset, Jacques Rancière'in tarifiyle, "ancak ihtilaflı olabilen bir or tak alanın faaliyet alanıdır".6 Son kertede analist çoğu zaman basit bir tercihle karşı karşıya kalır: Kimin tarafındasın; kimin ortak çıka rını korumayı ve bunu hangi araçlarla gerçekleştirm eyi amaçlıyor sun? Sözgelimi günüm üzde zengin kesim, dışlayıcı bir ortak alanı ifa de eden, giriş-çıkışın denetlendiği konut bölgelerinde kendisini ya lıtmaktadır. Temelde bu, elli çiftçinin ortak bir su kaynağını kendi aralarında pay edip, kendileri dışında kimseyi kaynağa yaklaştırm a dıkları durumdan farksızdır. Üstelik, zenginler kendilerine ait dışla yıcı kentsel mekânların reklamını yaparken, bunları bir köyün gele neksel ortak alanına benzetecek kadar da cüretkârdırlar. Örneğin Arizona eyaletinin Phoenix şehrinde bulunan Kierland Com m ons’ın "perakende ticaret, lokantalar, ofisler vb.'den oluşan kentsel bir köy" olarak tanımlanışı gibi.7 Radikal gruplar da (bazen özel mülkiyete 6. Jacq u es R ancière, ak taran M ichael H ardı ve A ntonio N egri, C om m onw e alth , C am b rid g e, MA: H arvard U n iv ersity P ress, 2009: 350; T ürkçesi: O rta k Z e n g in lik, çev. B arış ve E fla Y ıldırım , İstanbul: A yrıntı, 2011. 7. E lizab eth B lackm ar. "A ppropriating 'the C om m on': T h e T ragedy o f P ro perty R ig h ts D isco u rse", T he P olitics o f P u b lic S p a ce içinde, S etha L ow ve Neil S m ith (haz.). N ew York: R o u tled g e, 2006.
KEN TSEL MÜŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
123
dayanarak, örneğin ilerici bir am aca hizmet etmek üzere bir binayı toplu olarak satın alarak) mekânları, ortak bir eylem siyasetine daya nak olarak kullanm ak üzere ele geçirebilirler. Veya korunaklı bir m e kânın içerisinde bir komün veya sovyet kurabilirler. M argaret Kohn' un 20. yüzyıl başı İtalyası'nda siyasi eylem in merkezi olarak tarif et tiği "halk evleri" buna iyi bir örnektir.8 Ortak alanın her türü kısıtsız erişime açık değildir. Bazı ortak alanlar (soluduğum uz hava gibi) kısıtsızken, diğerleri (şehirlerim i zin sokakları gibi) ilkesel olarak herkesin kullanım ına açıktır ancak denetlenebilir, polis gözetimine alınabilir ve hatta ticaret geliştirme bölgeleri biçiminde özel bir idareye devredilebilir. Bunların da dı şında, daha başından belli bir zümreye ait olan ortak alanlar vardır (elli çiftçinin kontrol ettiği ortak bir su kaynağı gibi). Ostrom'un ilk kitabındaki örneklerin çoğu bu son gruba dahildir. Ayrıca yazar baş langıçta araştırm asını, güya "doğal" kaynaklar olan (güya diyorum çünkü bütün kaynaklar teknolojik, iktisadi ve kültürel birer değerdir ve o ölçüde de toplumsal olarak tarif edilir) toprak, orman, su, balık avı bölgeleri vb. ile sınırlı tutmuştu. Birçok meslektaşı ve çalışma arkadaşı gibi Ostrom da daha son raları genetik malzeme, bilgi, kültürel sermaye ve benzer türden or tak alanlar üzerine araştırm alar yürüttü. Bu ortak alanlar da günü müzde m etalaşma ve sınırlandırm a yönünden yoğun saldırı altında dır. Sözgelimi kültürel müşterekler, bütün mekânları Disney World'e benzetmeye odaklanmış bir kültürel miras endüstrisinin marifetiyle bir metaya dönüştürülmekte ve makaslanmaktadır. Genetik m alze me ve daha genel olarak bilimsel bilgi üzerindeki fikri m ülkiyet ve patent hakları günüm üzün en hararetli tartışm a konularından birini oluşturur. Yayıncılık şirketlerinin bilimsel ve teknik dergilerde ya yımlanan m akalelere erişim için ücret talep etmesi, herkese açık ol ması gereken ortak bilgiye erişimin nasıl problem haline geldiğine apaçık bir örnektir. Yaklaşık son yirmi yıldır, erişime tümüyle açık bir ortak bilgi havuzu oluşturm a yönündeki çalışm alar ve uygula maya dönük önerilerin yanı sıra, kıran kırana hukuki m ücadelelerde de bir patlam a yaşandı.9 X. M argaret K ohn, R a d ic a l Space: B uilding the Hoıı.se o f t h e P eop le, Ithaca, NY: C o m ell U n iv ersity P ress, 2003.
124
ASİ ŞEHİRLER
Bu türden kültürel ve fikri ortak alanlar çoğunlukla doğal kay nakların pek çoğu için geçerli olan kıtlık m antığına veya dışlayıcı kullanım a tabi değildir. Hepimiz aynı radyo yayınını veya televiz yon program ım aynı anda dinleyebiliriz ve bu durum yayından hiç bir şey eksiltmez. Hardt ve Negri kültürel ortak alanları "dinamik" olarak niteleyip ekliyorlar: h e m e m e ğ in ü r e t t iğ i b i r ş e y d ir , h e m d e g e le c e k t e k i ü r e t im in a r a ç la r ın ı iç e rir. B u o r t a k a la n p a y la ş t ığ ı m ı z y e r y ü z ü n d e n ib a re t d e ğ ild ir , a y n ı z a m a n d a m e y d a n a g e t i r d i ğ i m i z d i l l e r i , t e s is e t t iğ im iz t o p lu m s a l p r a t ik le r i, i l i ş k i l e r i m i z i t a n ım la y a n t o p lu m s a llık t a r z la r ın ı v e b e n z e r u n s u r la r ı d a iç e r ir .
Bu ortak alanlar zaman içerisinde oluşur ve ilkesel olarak herkese açıktır.10 Bir şehrin insani niteliği, şehrin çeşitli mekânlarındaki pratikle rim izden doğar, bu m ekânlar her ne kadar kısıtlanm ış, toplumsal kontrole tabi ve gerek özel gerekse kam u/devlet çıkarlarının emrine sunulm uş olsa da. Burada kamusal mekânlar ve kamu yararı ile ortak alanlar arasında önemli bir fark vardır. Şehrin kamusal mekânları ve kamu yararı oldum olası devletin gücü ve kamu yönetimiyle ilgili bir m eseledir; bu mekân ve yararların bir ortak alan m eydana getirmesi şart değildir. Kentleşme tarihi boyunca kamusal m ekânların ve ka mu yararının (hıfzıssıhha, halk sağlığı, eğitim ve benzerleri gibi) te min edilm esi, ister devlet ister özel şirketler eliyle olsun, kapitalist gelişm e için vazgeçilm ez olm uştur." Şehirler şiddetli sınıf çatışm a ları ve m ücadelelerine sahne olduğu ölçüde, kent yönetimleri de kentlileşm iş bir işçi sınıfına kamusal mal ve hizmetleri (ucuz konut, sağlık hizmetleri, eğitim, asfalt caddeler, hijyen ve su gibi) sunmaya m ecbur kalmıştır. Bu kamusal m ekânlar ve mal ve hizmetler ortak alanların niteliğine büyük ölçüde katkı yapmış olm akla birlikte, bun lardan faydalanm ak şehir sakinlerinin siyasal eylem ini gerektirir. Devlet eğitim inin m üşterek bir alan haline gelm esi, toplumsal güç lerin onu sahiplenmesi, koruması ve ortak fayda için geliştirmesi ile m üm kündür (Okul Aile Birliği için üç defa "sağ ol"!). Atina'daki
9. C h arlo tte H ess and E lin o r O strom , U nderstanding K n o w led g e as a C o m m o n s: F rom T h eo ry to P ra ctice, C am bridge, MA: MIT P re ss, 2006. 10. H ardt ve N eg ri, C o m m onw ealth: 137-9. 11. M artin M elosi, The S a n ita ry C ity: U rban Infrastructure in A m erica fro m C o lo n ia l T im es to the P resent, B altim ore, MD: Jo h n s H opkins, 1999.
KENTSEL M ÜŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
125
Sintagma M eydanı, Kahire'de Tahrir M eydanı, Barselona'da Plaza de Catalunya'yı birer müşterek alan haline getiren şey, insanların si yasi görüşlerini ifade etm ek ve taleplerde bulunmak üzere bu m e kânlarda toplanmasıdır. Sokak, tarihte pek çok kez toplumsal eylem aracılığıyla devrimci bir hareketin ortak alanına dönüştürüldüğü gi bi, kanlı bastırma harekatlarına da sahne olmuş bir kamusal m ekân dır.12 Kamusal mekânın üretiminin, bu m ekâna ve kamusal hizm et lere erişimin ne yoldan, kim tarafından ve kimin çıkarları doğrultu sunda denetleneceğine dair bir m ücadele her zaman süregider. Şe hirdeki kamusal mekânları ve kamusal hizmetleri ortak bir amaç için sahiplenmek için süregiden bir mücadele vardır. Fakat ortak alanı korumak için ona niteliğini veren kamusal mal ve hizmet akışının devamlılığını sağlamak gerekir. Neoliberal siyaset kamusal mal ve hizmetlerin finansmanını kısm akla ortak alanı da daraltmış olur ve toplumsal grupları bu ortak alanı desteklem ek için farklı çareler bul maya zorlar (eğitim örneğinde olduğu gibi). O halde m üşterek alan, belli bir nesne, varlık ve hatta toplumsal bir süreç olarak değil, kalıcı olmayan, her türlü dış etkiye açık bir toplumsal ilişki biçim inde tasavvur edilmelidir. Kendi kendine ta nımlanan bir toplumsal grup ile, onun yaşantısı ve kendini idame et tirmesi için elzem kabul edilen, ister mevcut isterse tasarı boyutun daki toplumsal ve/veya fiziksel çevresine dair özellikler arasındaki ilişkidir bu. Aslında toplumsal bir edim olarak ortaklaştırmadan ya hut iştirakten söz etmeliyiz. Böyle bir edim ortak bir alanla toplum sal bir ilişki tesis eder; bu alan ister belli bir toplumsal gruba tahsis edilmiş olsun, isterse istisnasız herkese tümüyle açık. O rtaklaştır m a/iştirak pratiğinin özündeki ilke, toplumsal grup ile bir ortak alan olarak kullanılan çevre unsuru arasındaki ilişkinin hem kolek tif hem de gayri ticari — piyasa mübadelesi ve piyasa değerlerinin mantığının dışında— olmasını şart koşar. Bu son nokta önemlidir, çünkü devletin üretken harcamaları olarak anlaşılan kamusal mal ve hizmetler ile, tümüyle farklı biçimde ve bambaşka amaçlarla kuru lan veya kullanılan — onu talep eden toplumsal grubun servetine ve gelirine son kertede dolaylı olarak katkı yapsa dahi— ortak alan 12. A nthony V idler, "The S cenes o f the Street: T ransform ations in ideal and Reality, 1750-1871", O n Streets: Streets a s E lé m en ts o f Urban Structure içinde, S tanford A n d erso n (haz.), C am bridge, MA: MİT P ress, 1978.
126
ASİ ŞEHİRLER
arasındaki ayrımı görm em izi sağlar. M ahallelinin ortak kullanımına tahsis edilmiş bir bahçe, içinde her ne yetiştirilirse yetiştirilsin, bir ortak alandır. Bu durum , orada yetiştirilen sebzelerden bazılarının satışına engel değildir. A çıktır ki pek çok farklı toplumsal grup farklı nedenlerle ortak kullanım pratiğine girişebilir. Bu da bizi, ortak kullanım mücadele lerinde hangi toplumsal grupların desteklenip hangilerinin destek lenmemesi gerektiği sorusuyla karşı karşıya getiriyor. Ne de olsa aşırı zenginler de kendi iskan bölgelerindeki ortak alanların korun ması söz konusu olduğunda herkes kadar hararetli bir korumacı ta vır gösterirler; üstelik bu tür alanları m eydana getirm ek ve korumak için çok daha fazla istim gücü ve nüfuza sahiptirler. Ortak alan, sınırlandırılm ası m üm kün olm adığı durum da bile, hatta bilhassa o durum da, kendisi her ne kadar bir m eta olmasa dahi ticarete her zaman zemin sağlayabilir. Örneğin bir şehrin atmosferi ve cazibesi, şehrin sakinlerinin ortak olarak ürettikleri bir şeydir, fa kat turistik ticaret bu ortak alandan kendisine paye çıkararak tekelci rant elde eder (bkz. 4. Bölüm). Bireylerin ve toplumsal grupların gündelik faaliyetleri ve mücadeleleri şehrin toplumsal hayatını ya ratır; böylelikle içinde herkesin yaşayabileceği m üşterek bir çerçe ve meydana gelir. Kültürel açıdan yaratıcı özelliğe sahip bu m üşte rek alan, kullanım sonucunda tahrip edilem ez belki, ancak aşırı is tism ar nedeniyle niteliğini yitirip bayağılaşabilir. Trafikten tıkanan sokaklar bu kamusal mekânı sürücüler için neredeyse kullanılamaz hale getirir (yayalar ve eylem cilerden bahsetm iyoruz bile). Belli bir noktada bu durum, kullanımı kısıtlamak ve böylelikle daha verimli işleyişi sağlamak am acıyla aşırı yoğunluğun ve kullanımın ücretlendirilmesine varır. Böyle bir sokak ortak bir alan sayılmaz. Oysa arabanın henüz sahneye çıkmadığı dönem de sokaklar birer ortak alandı — halkın kaynaştığı, çocukların oyun oynadığı bir yer (ço cukken hiç durm adan sokakta oynadığım ız günleri hatırlamak için yaşım müsait). Fakat bu ortak alan yok edildi ve yerini otomobilin egemenliğindeki bir kam usal alan aldı. Bu durum belediyeleri, "da ha uygar" bir ortak geçm işin bazı unsurlarını geri getirmek amacıy la yaya bölgeleri, kaldırım boyunca dizilen kafeler, bisiklet yollan, çocukların oynaması için cep parkları vb. düzenlemeye itti. Fakat yeni tür kentsel ortak alanlar yaratmaya dönük bu çaba da kolaylık-
KENTSEL M ÜŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
127
la sermayeye çevrilebilir. Hatta bu m ekânlar tam da bu düşünceyle tasarlanmış olabilir. Kentsel parklar hemen her zaman civardaki gayrimenkul fiyatlarını artırır (tabii parka ayak takımı ve uyuşturu cu satıcılarının girişini önlem ek için gereken denetim ve gözetimin yapıldığını varsayarak). Örneğin, New York şehrinde yeni oluşturu lan High Line, civardaki em lak değerleri üzerinde inanılmaz bir et ki yarattı ve böylelikle şehir sakinlerinin pek çoğunun bu bölgede ucuz konut bulabilme şansı ortadan kalktı. Bu tür bir kamusal alanın oluşturulması çok zengin kesim dışında kalan herkesin ortak kulla nım potansiyelini artırmak şöyle dursun, ciddi ölçüde kısıtlar. Hardin'in ahlaki m eselinde olduğu gibi burada da asıl sorun, or tak alanın kendisinden değil, bireysel m ülkiyet haklarının ortak çı karları korum akta yetersiz kalışından kaynaklanır. Öyleyse temel sorunu meranın ortak oluşunda aramak yerine, büyükbaş hayvanla rın şahsa ait oluşunda ve bu şahısların bireysel faydalarını artırma davranışında aram amız gerekm ez mi? Ne de olsa, liberal teoride özel m ülkiyetin meşruiyeti, adil ve serbest pazar mübadelesi kurumlarıyla toplumsal olarak bütünleştirildiği takdirde kamu yararı nı en üst düzeye çıkaracağı varsayımına dayanır. Hobbes'a göre, birbiriyle rekabet halindeki şahsi çıkarların güçlü bir devlet gücü çerçevesinde özelleştirilm esi devleti oluşturan şeydir. John Locke ve Adam Smith gibi liberal teorisyenler tarafından rafine edilen bu görüş bugün halen vazedilmektedir. Günümüzde bu konumu sür dürmenin püf noktası, güçlü bir devletin varlığına olan ihtiyacı pek fazla telaffuz etm eden devlete yaslanm aya — örneğin zora başvur mayı gerektiren durum larda— devam etmekten geçiyor. Küresel yoksulluğun çaresi, Dünya Bankası'nm (büyük oranda de Soto'nun teorilerine yaslanarak) bizi temin ettiği üzere, bütün gecekondu sa kinlerine tapu dağıtılması ve mikro-finans yolunun açılmasıdır. Oy sa dünya çapında finansörlere cöm ert kazançlar sağlayan bu uygu lama, öte yanda borç sarm alına hapsolan kredi kullanıcılarının azımsanmayacak bir kısmını intihara sürüklem ektedir.13 Buna rağ men, efsane yaygın olarak kabul görür: Fukaranın müteşebbis gü düleri doğal bir güç olarak bir kez serbest bırakıldığında, her şey yo13. W orld D eve lo p m en t R ep o rt 2009: R esh a p in g E co n o m ic G eo g ra p h y,W as hington, DC: W orld B ank, 2009; A nanya Roy, P overty C apital: M icro finance a n d the M a kin g o f D evelo p m en t, N ew York: R o u tled g e, 2010.
128
ASİ ŞEHİRLER
luna girecek, kronik yoksulluk sorunu aşılmış olacak ve ortak servet artacaktır. Ortaçağ sonlarında Britanya'da ilk kez ortaya çıkan çitleme hareketini savunmak için ortaya atılan sav işte tam budur. Bütü nüyle yanlış da sayılmaz. Lock'a göre şahsi mülk, kişilerin emeklerini toprakla birleştir mesinden doğan tabii bir haktır. Em eklerinin meyvesi yalnızca kişi lerin kendilerine aittir. Bu, Locke'un kendine özgü em ek-değer te orisinin özünü oluşturur.14 Piyasadaki mübadele, bu hakkı toplum sallaştırır; her bir birey kendi yarattığı değeri, bir başkasının üretti ği denk bir değerle takas etmek yoluyla, aslında, geri almış olur. Bi reyler, ürettikleri değer sayesinde, serbest ve adil olduğu varsayılan piyasa mübadelesi aracılığıyla, sahip oldukları m ülkiyet haklarını muhafaza eder, genişletir ve toplumsallaştırırlar. Adam Smith'e gö re bu, ulusların servetini yaratm anın en kolay yolu olduğu gibi ortak yararı gözetm enin de en iyi şeklidir. Smith de bütünüyle haksız sa yılmaz. Gelgelelim burada piyasaların adil ve serbest olabileceği varsa yılmaktadır; dahası, klasik siyasal iktisat piyasanın bu varsayıma uyması için devletin m üdahalesini öngörür (en azından Adam Smith' in siyasilere tavsiye ettiği şey budur). Fakat Locke'un kuramının na hoş bir sonucu da vardır. D eğer yaratm ayan bireyler mülk üzerinde hakka sahip değildir. Kuzey Amerikalı yerlilerin toprağına "üret ken" söm ürgeciler tarafından el konması meşruydu, çünkü yerli top lulukları değer üretm iyorlardı.15 Peki Marx bütün bu sorunları nasıl ele alıyor? K apital'in ilk bö lümlerinde Marx, Lock'un kurgusunu kabul eder (gerçi kinaye yük lü bir argüman kullandığı hem en sezilir; örneğin Robinson Crusoe efsanesinin siyasal-iktisadi düşüncede oynadığı tuhaf rolü ele aldı ğı bölümde, doğal durumun içine düşmüş birinin doğuştan müte şebbis bir İngiliz gibi davranm asını tasvir ettiği bölümü hatırlaya lım).16 Fakat Marx'in em ek gücünün adil ve serbest piyasalarda alı nıp satılan, bireyselleşmiş bir m etaya dönüşmesini ele aldığı nokta da, Lock'un kurgusunun altında yatan gerçeği görürüz: Değer mü 14. R o n ald M eek, S tu d ies in the L a b o u r T heory o f Value, N ew York: M onthly R eview P ress, 1989. 15. E llen M eiksins W ood, E m pire o f C apital, L ondra: V erso, 2005. 16. K arl M arx, C apital, 1. C ilt, N ew York: V intage, 1977: 169-70.
KENTSEL MÜŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
129
badelesinde eşitliğe dayalı bir sistem, üretim araçlarının sahibi olan sermayedara canlı emeğin üretim sırasında sömürülmesi dolayısıy la artı ürün sağlar (sömürünün gerçekleştiği yer, burjuva hakları ve anayasal düzeninin hâkim olduğu piyasa değildir). M arx'in kolektif emeği ele aldığı noktada ise Locke'un formülasyonu daha da bariz biçimde altüst olur. Kendi üretim araçlarının denetimini elinde tutan münferit zanaatkarların nispeten serbest pi yasalarda serbest mübadeleye girişebildikleri bir dünyada, Lock'un kurgusunun belli bir kıymeti olabilir. Ancak 18. yüzyıl sonlarından itibaren fabrika üretiminin ortaya çıkışı, Locke'un teorik formülasyonunu geçersiz kılm ıştır (başlangıçta geçerli olduğunu kabul etsek bile). Fabrikada emek kolektif olarak örgütlenmiştir. Bu çalışm a bi çiminden türetilebilecek herhangi bir m ülkiyet hakkı varsa, bu bi reysel değil, kolektif veya toplu bir mülkiyet hakkı olm alıdır kuşku suz. Locke’un özel mülkiyet teorisine temel teşkil eden, değer üre ten emek tanımı, bundan böyle birey için geçerliliğini yitirmiş, ko lektif emekçiye aktarılmıştır. Öyleyse komünizm, "ortaklaşa sahip olunan üretim araçlarıyla iş gören ve sahip oldukları çok çeşitli bi çimlerdeki em ek gücünü tek bir emek gücü olm a bilinciyle sarf eden özgür kişilerden oluşmuş bir birliktir".17 Marx devlet mülkiye lini değil, ortak yarar için üretim yapan kolektif emekçide toplanan bir mülkiyet türünü savunur. Bu m ülkiyet biçiminin nasıl m eydana geleceğini, Locke'un de ğer üretimine ilişkin savını bizzat bu savın aleyhine çevirerek açık lar. Varsayalım, der Marx, bir serm ayedar 1000 dolarla üretime baş lamış olsun; ilk yıl, onun için çalışan işçilerin emeklerini toprakla birleştirmeleri sonucunda 200 dolar artı değer elde etsin ve bu artı değeri kişisel tüketim e harcasın. Böylelikle beş yıl sonra, başlangıçlaki 1000 dolar artık kolektif em ekçilere ait olmalıdır, çünkü em eği ni toprakla birleştiren onlardır. Serm ayedar başlangıçtaki serm aye sinin tümünü harcayıp bitirm iştir.18 Bu m antığa göre, tıpkı Kuzey Amerika yerlileri gibi, serm ayedar da haklarının elinden alınmasını hak etmiştir, çünkü bizzat ürettiği hiçbir değer yoktur. Bu fikir çılgınlık gibi gelse de, 1960'larda İsveçli M eidner'in or taya attığı plan tam da bu fikre dayanıyordu.19 Sendikaların ücreti 17. A .g.y., 171.
18. A .g .y., 714.
130
ASİ ŞEHİRLER
sınırlandırm asına mukabil şirket kârlarına konan vergi, kontrolü iş çilerin elinde olan bir fona yatırılacak, bu fon şirketin hisselerine yatırım yapacak ve nihayet şirketin tüm hisseleri satın alınacaktı. Böylece şirket işçi birliğinin denetimine girecekti. Sermaye cephe si bu fikre var gücüyle karşı çıktı ve plan uygulanamadı. Fakat bu fikrin yeniden düşünülm esinde fayda var. Buradan çıkan ana fikir şu: Değeri üreten kolektif emek, bireysel değil kolektif m ülkiyet hakkının temeli olmalı. Değer, yani toplum sal olarak gerekli olan emek zamanı, kapitalist bir m üşterek alandır ve ortak servetin ölçü sü, evrensel denklik olan parayla temsil edilir. O halde müşterek alan, bir zam anlar varolan ve sonra yitirilmiş bir şey değil, tıpkı kentsel ortak alanlar gibi, sürekli üretilm ekte olan bir şeydir. Ancak sorun, kolektif emeğin sürekli üretmekte olduğu bu ortak alanları, m etalaşm ış ve parasallaşm ış biçimiyle serm ayenin bir yandan sü rekli sınırlandırması ve onlara el koymasıdır. Şehir bağlam ında ortak alanlara el konm asının başlıca yolu gayrimenkulden elde edilen rantlardır.20 Herhangi bir m ahallenin etnik çeşitliliğini muhafaza etm ek ve mutenalaştırm aya direnmek için m ücadele eden yerel bir grup, mahallenin çokkültürlü, canlı bir so kak yaşantısına ve çeşitliliğe sahip "karakteri"ni zengin kesime pa zarlayan em lakçılar m arifetiyle, aniden em lak fiyatlarının (ve vergi lerinin) arttığına tanık olabilmektedir. Piyasa tahripkâr vazifesini ta mamladığında, yalnızca m ahallenin eski sakinleri kendi yarattıkları ortak alandan mahrum edilmekle kalmaz (artan kiralar ve em lak ver gileri nedeniyle çoğu kez taşınm aya m ecbur kalırlar), ortak alanın kendisi de tanınm ayacak denli yozlaşm aya m aruz kalır. Baltimo re'mi güneyinde m utenalaştırm a aracılığıyla m ahallelerin yenilen mesi, m ahalle sakinlerinin ılık yaz akşamlarında kapı önlerinde otu rup kom şularıyla sohbet ettiği canlı sokak yaşantısını tahliye ederek, yerine klimalı, hırsıza karşı güvenlikli, önünde BMW'lerin park etli ği, çatısında gökyüzü penceresi olan fakat sokakta kimselerin gö rünmediği konutları getirdi. Sözüm ona canlandırm a, eski sakinleri • nin nezdinde, m ahallenin yaşantısına son verm ek anlamına geldi. 19. R o b in B lack b u rn , "R udolph M eidner, 1914-2005: A V isionary Pragıııa tist", C o u nterp u n ch , 22 A ra lık 2005. 20. H ard t ve N egri b u ön em li fikrin yeniden ilgi görm esini sağladı (C om m on w ealth: 258).
KENTSEL M Ü ŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
131
Aynı kader Kopenhag'ın Christiana semtinden Hamburg'un St. Pauli’ sine, W illiam sburg'dan New York'un DUMBO bölgesine* kadar pek çok yeri hâlâ tehdit etmektedir. New York'un SoHo bölgesini tahrip eden de buydu. Bu hikâye günümüzde kentsel ortak alanların asıl trajedisini kuş kusuz çok daha iyi açıklıyor. İlgi uyandırıcı ve dikkat çekici bir gün delik m ahalle hayatı m eydana getiren kimseler, şehre dair herhangi bir toplumsal tasavvurdan yoksun, akbaba taktiği güden gayrim en kul müteşebbislerine, finansörler ve üst sınıf tüketicilere kaptırıyor lar bunu. Bir toplumsal grubun m eydana getirdiği ortak nitelikler ne kadar iyiyse, kâr amacı güden özel çıkar gruplarının bu ortak alanı işgal ederek ele geçirmesi ihtimali de o derece yüksek oluyor. Fakat burada dikkat etm emiz gereken bir analitik nokta daha var. Marx'in tasavvur ettiği kolektif emek, büyük oranda fabrikayla sınırlıydı. Bu kavram sallaştınnayı genişleterek, Hardt ve Negri'nin önerdiği gibi, metropolün kendisini, şehir m ekânında ve bu mekân üzerine sarf edilen kolektif emeğin ürettiği dev bir m üşterek alan olarak düşünmeye kalksak ne olur? Bu durumda bu ortak alanı kul lanma hakkı onun üretiminde payı olan herkese ait olmalıdır. Şehri meydana getiren kolektif em ekçilerin şehir hakkı talebine temel oluşturan da zaten budur. Şehir hakkı mücadelesi, başkalarının üret tiği ortak yaşamı dur durak bilm eksizin sömüren ve ondan rant dev şiren sermayenin iktidarını hedef alır. Bu da bize asıl sorunun m ül kiyet hakkının kişiye özel oluşunda yattığını, ve bu hakkın m aliki ne, başkalarının yalnız em eğine değil, ortaya çıkardıkları kolektif iiı üne de el koyma hakkını verdiğini hatırlatır. Bir başka deyişle, soı un ortak alanda değil, onu çeşitli ölçeklerde üreten veya kullanan lar ile şahsi çıkarları için ona el koyanlar arasındaki ilişkidedir. Kentsel siyasette karşılaşılan yolsuzlukların çoğu, kamu yatırımlaı ıııın, ortak alan gibi görünen ama aslında imtiyazlı mal sahipleri için özel aktif değerlerinde artışı destekleyen alanlara tahsis edilm e siyle ilişkilidir. Kentsel kamusal mal ve hizm etlerle kentsel ortak alanlar arasındaki ayrım hem kaypaktır, hem de tehlikeli biçimde geçişkendir. Devletin kamu yararı adına desteklediği kalkınm a pro* M an h attan yarım ad asın ı H arlem N ehri üzerinden B rooklyn'e bağlayan iki köprüden biri olan M anhattan K öprüsü'nün altın d a kalan bölgeyi tanım layan Down U n d er M an h attan B ridge" tabirinin kısaltm asıdır, -ç .n .
132
ASİ ŞEHİRLER
jelerinden asıl istifade edenlerin bir avuç arazi sahibi, finansör ve müteahhit olması pek sık rastladığım ız bir durum değil midir? O halde kentsel ortak alanların bütün bir m etropoliten alan ça pında üretilmesi, örgütlenm esi, kullanımı ve tem ellük edilmesi nasıl mümkün olmaktadır? Ortak kullanımın mahalle ölçeğinde nasıl iş lediği sorusunun yanıtı karm aşık değildir. Bireysel ve özel inisiya tiflerin karışımından oluşan bir irade, dışsallık etkilerini düzenleye rek bunlara el koyar ve belli bir çevresel unsuru piyasa işleyişinin dı şına taşır. Yerel yönetim getirdiği düzenlemeler, yönetmelikler, stan dartlar ve gerçekleştirdiği kamu yatırımları aracılığıyla buna dahil olurken, resmi veya gayriresm i bir m ahalle örgütlenmesi (örneğin koşullara bağlı olarak militan olan veya olmayan bir mahalle dem e ği) ona eşlik eder. Pek çok durum da bölgesel stratejiler ve kentsel çevre içinde bazı bölgelerin sınırlandırılması siyasal solun davasını yürütmesinin aracı haline gelir. Baltim ore'da düşük ücretle çalışan güvencesiz emeği örgütleyenler İç Liman bölgesinin tamamını bir "insan hakları bölgesi", yani bir tür ortak alan ilan etmiş ve bu bölge içinde çalışan her işçinin yaşanabilir bir ücret almasını şart koşm uş lardı. El Alto'da m ekânla tanımlanmış olan M ahalle Birliği Federas yonu ise 2003 ve 2005'te hâkim siyasal güçlere karşı bütün bir şehrin kolektif olarak harekete geçtiği ayaklanm aların kilit üslerinden biri haline geldi.21 Belli bir alanı sınırlandırma, ortak bir siyasi amacı he def alan geçici bir siyasi araçtır. Bununla birlikte, M arx'm tarif ettiği genel sonuç hâlâ geçerlidir: rekabetin zorlayıcı koşulları tarafından kârını azamiye çıkarmaya zorlanan sermaye — Hardin'in öyküsündeki büyükbaş hayvan sa hipleri gibi, y a ln ız c a iş ç iy i d e ğ il to p r a ğ ı d a s o y m a s a n a tın ı ile rle tir; to p r a ğ ın v e r im lili ğ in i b e lli b ir s ü r e liğ in e a r tır m a y o lu n d a k a y d e d ile n h e r g e liş m e , v e r im lili ğ in d a y a n d ığ ı d a h a u z u n v a d e li k a y n a k la r ın m a h v e d ilm e s in e d o ğ r u b ir ile r le y iş tir a s lın d a . B ir ü lk e n in k a lk ın m a s ı b ü y ü k s a n a y iy e n e ö lç ü d e y a s la n ı y o r s a — A B D ö r n e ğ in d e o ld u ğ u g ib i— b u y ık ım s ü r e c i d e o d e n li h ız lıd ır.
21. U n ited W orkers O rg anization and N ational E co n o m ic and S ocial Rights In itiativ e, H id d en in P lain S ight: W orkers a t B altim ore's In n e r H a rb o r a n d the S tru g g le f o r F a ir D eve lo p m en t, B altim ore ve N ew Y ork, 2011; Sian L azar, E lA I to, R e b e l C ity: S e l f a n d C itizen sh ip in A ndean B olivia, D urham , NC: D uke Uni • v ersity P ress, 2010.
K ENTSEL MÜŞ TEREK ALANLARIN YARATILMASI
133
Ö y le y s e k a p ita lis t ü re tim , to p lu m s a l ü r e tim s ü r e ç le r in in te k n ik le r in i v e b u n la r ın b ile ş im o ra n la rın ı g e liş tir ir k e n , b ir y a n d a n d a b ü tü n s e rv e tin ilk k a y n a ğ ı o la n e m e k v e to p r a ğ ı ta h r ip e d e r.22
Kapitalist kentleşm e toplumsal, siyasal, yaşamaya elverişli bir m üş terek alan olan şehri sürekli tahrip etm e eğilimindedir. Bu trajedi, Hardin'in tarif ettiğine benzer olm akla birlikte bam başka bir m antıktan kaynaklanır. Bireyselleşmiş sermaye birikim süreci düzenlem eye tabi tutulmadığı taktirde bütün üretim biçim le rinin altında yatan en temel iki ortak mülkiyet kaynağım, emekçi ve toprağı yok etm e tehdidini devamlı taşır. Fakat bugün üzerinde otur duğumuz toprak da kolektif insan em eğinin ürünüdür. Kentleşme, kentsel bir ortak alanın (veya onun gölge biçimleri olan kamusal alanlar ve kamu m allarının) hiç durm adan üretilmesi, ve özel çıkar ların buna hiç durmadan el koym ası ve bunu yok etmesi sürecidir. Üstelik sermaye birikimi bileşik büyüm e oranında gerçekleştiğin den (yeterli kabul edilen asgari büyüm e düzeyi genellikle %3'tür) çevreye (hem "doğal" hem de yapılı çevreye) ve emeğe yönelik bu çifte tehdit, zaman içerisinde ölçeğini ve şiddetini artırır.23 Bu süre cin ne kadar tahripkâr olabileceğini görmek için Detroit'in nasıl bir yıkıntıya döndüğüne bakmak yeterli. Kentsel ortak alanların en ilgi çekici yanı, ortak alanlara dair bü tün çelişkileri hayli yoğunlaşmış olarak sergilemesidir. Örneğin ma halleler ve yerel siyasi örgütlerden m etropoliten bölge geneline doğ ru ilerlediğim iz ölçek sorununu ele alalım. Geleneksel olarak, m et ropoliten ölçekteki ortak alana dair sorunlar devletin şehir ve bölge planlama m ekanizm aları tarafından ele alınır, çünkü kent nüfusunun etkin bir işleyişe sahip olabilmesi için gerekli olan ortak kaynakla rın, örneğin su temini, ulaşım, kanalizasyon ve dinlenm e amaçlı açık alanların m etropoliten bölge ölçeğinde sunulması gerektiği kabul edilir. Fakat bu türden meseleleri birbirine bağlamak söz konusu ol duğunda sol analiz hep muğlaklaşır; yerel eylem ler arasında muci zevi bir eşgüdüm ün oluşmasından ve bunun bölgesel veya küresel düzeyde etkin olmasından m edet um m aya başlar veya eşgüdüm sağ 22. K arl M arx , C apita l, 1. C ilt: 638 23. D av id H arvey, The Enigrna o f C apital, A n d the C rises o f C apitalism , I .ondra: P ro file B o o k s, 2010.
134
ASİ ŞEHİRLER
lamanın önemli bir sorun olduğunu not ettikten sonra, en rahat his settiği ölçeğe — ki genelde mikro ve yerel ölçektir— geri dönmekle yetinir. Bu noktada siyasi açıdan daha ılımlı çevrelerde yakın dönemde ortak alanlar üzerine geliştirilen düşünüşe bakmak öğretici olabilir. Örneğin Nobel Ödülü törenindeki konuşm asında Ostrom, küçük öl çekli örnekler üzerinde uzun uzun durduktan sonra, "Karmaşık İkti sadi Sistemlerin Çok-M erkezli Yönetimi" başlığı altında ortak alan sorununa çeşitli ölçeklerde geçerli olacak bir çözüm önerisi ortaya koyar. Aslında bütün yaptığı, "ortak havuz yapısı arz eden bir kay nağın, daha büyük bir toplum sal-ekolojik sistemle sıkı sıkıya bağlı olması durum unda, yönetim faaliyetlerinin çok sayıda iç içe geçmiş katmandan oluşacağı" fikrine, umutla, işaret etmektir. Bunun tek merkezli ve hiyerarşik herhangi bir yapıya başvurm aksızın gerçek leşeceğinde ısrar eder.24 Buradaki en önemli m esele, çok-m erkezli bir yönetim sistem i nin (yahut bunun analoğu olan, örneğin Murray Bookchin'in liberter belediyeler konfederasyonu gibi bir yapının) fiiliyatta nasıl işle yeceğini çözmek ve bunun arkasında bam başka bir şey gizlem edi ğinden emin olmaktır. Bu ise yalnızca Ostrom'un ileri sürdüğü sav lar için değil, ortak alan sorununu ele alan çok geniş yelpazeden ra dikal sol kom ünalist öneriler için de sıkıntı yaratan bir meseledir. Bu nedenle eleştiriyi doğru anlam ak önemli. Küresel İklim Değişikliği hakkındaki bir konferans için hazırla dığı bildiride Ostrom, iddiasının daha açık bir izahatına dayanak olarak — buradaki tartışmamız açısından elverişli bir şekilde— be lediyelerin yetki alanı içerisinde kamusal mal ve hizmetlerin dağıtı mı üzerine uzun vadeli bir çalışm anın sonuçlarına başvurur.25 Bura da önceden beri geçerli olan varsayım, kam u hizm etlerinin teminini büyük ölçekli metropoliten yönetim ler elinde toplam anın, çok sayı da kaotik görünümlü yerel yönetim biçiminde örgütlenmeye kıyas la verimliliği ve etkinliği artıracağı yönündedir. Ancak araştırmalar 24. E lin o r O stro m , "B eyond M arkets and States: P olycentric G overnance ol C o m p lex E co n o m ic S y stem s", A m erican E co n o m ic R eview 100 (3): 200, 641-72. 25. E lin o r O strom , "P o lycentric A p proach fo r C oping w ith C lim ate C hange", B ack g ro u n d P ap er to the 2010 W orld D evelopm ent R eport, W ashington, DC: W orld B ank, P olicy R esearch W orking P ap er 5095, 2009.
KENTSEL M Ü ŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
135
bunun böyle olm adığını ikna edici biçimde gösteriyor. Bunun ne denleri, küçük bir idari birimde, işbirliğine dayalı kolektif bir eyle mi, o yerin sakinlerinin tam katılımına dayalı olarak örgütlemenin ve yaşama geçirm enin çok daha kolay oluşu, ve tersine, idari biri min ölçeği büyüdükçe katılım kapasitesinin ona kıyasla hızlı düşüş göstermesidir. Ostrom bildirisini Andrew Sancton'dan bir alıntıyla bitirir: B e le d iy e le r s a lt h iz m e t s u n a n k u r u lu ş la r d e ğ ild ir. B e lli b ir a la n d a y e r le şik b ir in sa n to p lu lu ğ u n u n k e n d i k e n d is in i y e re l d ü z le m d e y ö n e tm e s in in a ra c ı o la n d e m o k r a tik m e k a n iz m a la r d ır... B e le d iy e le ri b ir b ir le r iy le b ü tü n le ş m e y e z o r la y a n la r d a im a a m a ç la r ın ın b e le d iy e le r i d a h a g ü ç lü k ılm a k o l d u ğ u n u id d ia e d e rle r. A n c a k b u tü r b ir y a k la ş ım , n e k a d a r iy i n iy e tli o lu r s a o ls u n , lib e ra l d e m o k r a s im iz in te m e lle r in i e r o z y o n a u ğ ra tır, ç ü n k ü m e r k e z i y ö n e tim k u r u m la rın ın d ış ın d a k e n d i k e n d in i y ö n e tm e b iç im le ri o la b ile c e ğ i g ö r ü ş ü n e z a r a r v e rir.26
Piyasanın verimliliği ve etkinliğinin ötesinde, küçük ölçeği tercih etmek için ticari olm ayan bir gerekçe de mevcut. "Büyük ölçekli birim ler m etropoliten bölgelerin etkin yönetim i nin parçası olm akla birlikte," Ostrom, "küçük ve orta ölçekli birim lerin de zaruri bileşenler" olduğu sonucuna varır. Bu daha küçük bi rimlerin yapıcı rolü, ona göre, "ciddiyetle yeniden düşünülmelidir". Bu noktada daha küçük birim ler arasındaki ilişkilerin nasıl şekillendirileceği sorusu doğar. Yanıt, Vincent Ostrom 'a göre, "pek çok un surun kendisini ayarlayarak birbirleriyle olan ilişkilerini genel bir kurallar sistemi içinde düzenlediği ve her bir unsurun diğerlerinden bağımsız hareket ettiği" "çok-merkezli bir düzen"dir.27 Peki bu tabloda sorunlu olan ne var? Bütün bu savların kökleri "Tiebout hipotezi"ne uzanıyor. Tiebout, pek çok farklı idari birim den oluşan parçalanm ış bir metropol öneriyordu. Bu birimlerin her biri, müstakbel semt sakinlerine belli bir vergi rejimine mukabil belli bir kamu hizmetleri paketi sunacak ve kent nüfusu da "ayaklı 26. A ndrew S an cto n , T he A ssa u lt on L o c a l G o vernm ent, M ontreal: M cG illQ ueen 's U n iv ersity P ress, 2000: 167 (aktaran O strom . "P olycentric A p proach for C oping w ith C lim ate C h an g e"). 27. V incent O stro m , "P o ly centricity-P art I", P o lycen tricity a n d L o c a l P ublic L co n o m ies içinde, M ichael M cG innis (haz.), A nn A rbor, M l: U niversity o f M ic higan P ress, 1999 (cited in O strom , "P olycentric A pproach for C oping w ith C li m ate C hange").
136
ASİ ŞEHİRLER
oy pusulası" gibi hareket edip kendi ihtiyaç ve tercihlerine en uygun vergi ve hizmet kom binasyonunu seçerek o bölgeye yerleşecekti.28 İlk bakışta çok cazip bir öneri gibi duruyor. Sorun şu ki ayaklı oy pusulası gibi hareket edebilm ek ve yeni bir bölgeye taşınmak için gereken emlak ve arazi bedelinin peşinatını ödeyebilm ek kişinin ne kadar zengin olduğuna bakar. Yüksek emlak fiyatları ve vergileri karşılığında devlet okulları daha iyi bir eğitim sunabilir, ancak yok sullar bu iyi eğitim den mahrum kalacak, fakir bir idari birim içinde kötü bir eğitim alarak yaşam aya mahkûm olacaktır. Sonuçta sınıf imtiyazı ve iktidarının çok merkezli yönetim aracılığıyla yeniden üretilmesi, neoliberal toplumsal yeniden üretimin sınıf stratejisiyle gayet uyumludur. Daha radikal pek çok adem im erkeziyetçi özerklik önerisi gibi Ostrom'un önerisi de bu tuzağa düşme tehlikesi taşır. Neoliberal si yaset aslında hem idari ademim erkeziyetçiliğin hem de yerel özerk liğin azami düzeye çıkarılmasını destekler. Bu bir yandan radikal güçlerin daha devrimci bir gündemin tohumlarını ekebileceği bir yer açarken, karşı-devrimci güçlerin 2007'de Cochabam ba'da olduğu gibi özerklik adına ortak alanları ele geçirmesi (ta ki halk ayaklan masıyla püskürtüldükleri âna dek), solun büyük kısmında saf bir strateji olarak yerellik ve özerkliğe kucak açmanın sorunlu olduğuna işaret eder. ABD'de otonom komüııiteryanizmin fiiliyata geçmiş bir örneği olarak anılan Cleveland girişiminin lider kadrosu valilik se çimlerinde aşırı sağcı, sendika aleyhtarı cum huriyetçi bir adayı des teklemiştir. Adem im erkeziyetçilik ve özerklik, neoliberalleşm e dalgasının daha derin eşitsizlikler yaratm akta kullandığı başlıca vasıtalarıdır. Bu minvalde, New York eyaletinde mahkemeler, mali olanakları birbirinden bir hayli farklılaşan idari birim ler arasında devlet okul larında verilen eğitim açısından ortaya çıkan eşitsizliğin anayasaya aykırı olduğuna hükmettiler. Eyalet, eğitim hizmetini daha eşitlikçi düzeylere getirmesi yönünde mahkemeden talimat aldı. Ancak bu talimatı yerine getiremedi ve bu yönde adım atmakta gecikmesine bahane olarak mali aciliyetleri ileri sürüyor. Fakat dikkat edin, daha 28. C h a rles T ieb o u t. "A P ure T heory o f L ocal E x penditures", J o u rn a l o f P o litica l E co n o m y 64: 5 (1956): 416-24.
KENTSEL M ÜŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
137
eşit m uam ele görmenin anayasal bir hak olduğunu ortaya koymak ta kilit rol üstlenen kurum, üst düzey ve hiyerarşik olarak belirlen miş devlet m ahkemelerinin talimatıdır. Ostrom da bu tür bir üst dü zey kural koyucu mekanizmayı bütünüyle dışlamıyor. Bağımsız ve özerk olarak işleyen topluluklar arasında ilişkiler kurulmalı ve bun lar şu veya bu şekilde denetlenm elidir (Vincent Ostrom'un "verili kurallar"a atıfta bulunması da bundandır). Fakat bu tür üst düzey kuralların nasıl ve kim tarafından oluşturulacağı ve demokratik de netime açık hale nasıl getirileceğine dair sorularımız karanlıkta ka lıyor. M etropoliten alanın geneli için bu türden kurallar (veya gele nekselleşmiş uygulamalar) hem gerekli hem de önemlidir. Üstelik bu kuraların sadece yazılı olması yetmez; bir yaptırım gücüne sahip olması ve (herhangi bir ortak alan gibi) etkin biçimde denetlenmesi de gereklidir. İşlerin nasıl ters gidebileceği ve bir felakete dönüşebi leceğine bir örnek olarak yanı başımızdaki "çok m erkezli” Avrobölgesine bakmak yetecektir: Burada bütün üyeler bütçe açıklarını kısıtlayan kurallara uyma sözü vermişlerdi; fakat üyelerin çoğu ku ralları ihlal ettiğinde, ne onları kurallara uymaya m ecbur edecek, ne de devletler arasında beliren mali dengesizliklerle baş etmeyi sağla yacak bir yöntem bulunabildi. Üye devletleri karbon salımı kotala rına uymaya m ecbur kılmak da bir o kadar umutsuz bir girişim gibi görünüyor. "Ortak Pazar'ın içine 'ortak' olan şeyi kim ekleyecek?" sorusuna tarihsel olarak verilen yanıt, hiyerarşik yönetim biçimleri nin bütün yanlışlarını ortaya seriyor gibi görünse de, binlerce özerk belediyeden her birinin kendi özerkliğini ve kendi sahasını var gü cüyle savunduğu, bir yandan da Avrupa çapındaki işbölümü içeri sinde kendi konumunu diğerleriyle m üzakere ettiği alternatif bir tablo da pek iç açıcı sayılmaz. Radikal bir ademim erkeziyetçiliğin — ki hiç şüphesiz uğraş ver meye değer bir amaçtır— üst düzey bir hiyerarşik otoriteye yol aç madan işlemesi nasıl mümkün olabilir? Güçlü hiyerarşik kısıtların ve etkin yaptırım ların yokluğunda, çok merkezliliğin veya adem i merkeziyetçiliğin başka bir türünün işleyebileceğine inanmak saf dillik olur. Radikal solun, başta anarşist ve otonom ist cenah olmak üzere, büyük bölümünün bu soruya verecek yanıtı yoktur. Devlet müdahaleleri (devletin yaptırımları ve denetiminden bahsetmiyoruz bile) kabul edilebilir değildir, burjuva anayasal düzeninin m eşruiye
138
ASİ ŞEHİRLER
ti ise toptan reddedilir. Bunların yerine, yerel ortak alanlarıyla olan ilişkilerini istenen biçimde düzenlemeyi başaran toplumsal grupla rın doğru olan ne ise yapacağına, m üzakere ve etkileşim aracılığıyla gruplararası makul bir pratik üzerinde uzlaşılacağına dair muğlak ve safdil bir umut beslenir. Bunun olabilmesi için, yerel gruplar kendi eylem lerinden doğacak dışsallıkların kendilerinden başkasını nasıl etkilediğini umursamamalı; yakınlarında bulunan başkaları gerek yanlış kararlar gerekse şanssızlık nedeniyle açlık ve sefalete düştü ğünde onları yeniden refaha kavuşturmak veya desteklem ek adına, kendi paylarına düşen ve toplumsal grup içerisinde demokratik ola rak dağıtılm ış olan avantajlardan vazgeçmelidirler. Tarih bize bu tür yeniden dağıtım şem alarının istisnai durum lar dışında işleyebildiğine dair pek az kanıt sunuyor. Dolayısıyla topluluklar arasındaki top lumsal eşitsizliklerin derinleşm esini önlemek için elimizde hiçbir araç kalmıyor. Bu ise sınıfsal güç yapılarının salt m uhafaza edilm ek le kalm ayıp daha da pekiştirilmesini öngören neoliberal projeyle son derece uyum ludur (New York eyaletinde okulların finansm anı na ilişkin skandalda çok açıkça görüldüğü gibi). M urray Bookchin bu tür tehlikelerin gayet farkındadır: "Liberter belediyeciliğin kolaylıkla içi boşaltılabilir, daha da kötüsü bu bi çim son derece tutucu am açlara alet edilebilir," diye yazar. Kendi önerisi "konfederalizm"dir. Doğrudan demokrasiyle işleyen beledi ye meclisleri politikaları belirlemenin temelini oluştururken, devle tin yerini "belediye meclislerinden oluşan konfedere bir şebeke" alır; ticari ekonomi hakiki bir siyasal iktisada indirgenir ve bunun içinde belediyeler, birbirleriyle siyasi açıdan olduğu kadar iktisadi açıdan da etkileşime girerek, açık meclislerde toplanan bir yurttaş toplulukları olarak sorunları çözerler". Bu konfedere meclisler, be lediye m eclislerinde belirlenen siyasetin yönetiminden ve uygulan m asında sorumlu olacaktır ve herhangi bir zam anda belediye m ec lislerinden birinin isteği doğrultusunda bu delegelerin herhangi biri çağrılarak kendisinden hesap sorulabilecektir. Konfedere meclisler: k ö y , k a s a b a , m a h a lle v e ş e h irle r i k o n f e d e r e ş e b e k e y e b a ğ la m a n ın a ra c ı o la c a k tır. B ö y le lik le g ü ç te p e d e n a ş a ğ ı d o ğ r u d e ğ il, ta b a n d a n y u k a r ıy a y a y ılır, v e k o n f e d e r a s y o n la r d a ta b a n d a n y u k a r ı d o ğ r u g ü ç a k ış ı, fe d e ra l m e c lis in m a h a lli b ir im le r v e b ö lg e le r d e n g id e r e k d a h a b ü y ü k s a h a la ra d e k u z a n a n e rim i s a y e s in d e o r ta d a n k a lk a r.29
KENTSEL M ÜŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
139
Bookchin’in önerisi, çeşitli ölçeklerde ortak alanların oluşturulması ve kolektif kullanımını ele alan radikal öneriler içinde en gelişkin olanıdır ve kapitalizm karşıtı radikal bir gündem konusunun parça sı olarak irdelenmeyi fazlasıyla hak eder. Son otuz yıldır, belki daha da uzun bir süredir devlet eliyle sunu lan amme hizm etlerinin maruz kaldığı şiddetli saldırı, konuya aciliyet kazandırıyor. Bu aynı zamanda, 1970'lerde örgütlü emeğin hak larına ve gücüne yönelik olarak (Şili'den İngiltere'ye kadar) başlatı lan topyekûn saldırıya tekabül eder; fakat beriki doğrudan emeğin toplumsal yeniden üretim m aliyetine odaklanmıştır. Sermaye ol dum olası toplumsal yeniden üretimin maliyetini bir dışsallık gibi görmeyi tercih etmiş ve bunun piyasa bedelini ödemekten kaçın mıştır. Ancak sosyal demokrat hareket ve kom ünist alternatifin et kin tehdidi, ileri kapitalist dünyada 1970'lere kadar sermayeyi bu maliyetlerden bazılarını, çevreye verilen tahribatın dışsal m aliye tiyle birlikte, karşılam aya zorlamıştır. 1980'lerden itibaren neolibe ral politikaların amacı, bu maliyetleri toplumsal yeniden üretim ve çevre gibi küresel m üştereklere devretmek ve böylelikle, tabir ye rindeyse, negatif bir müşterek yaratm ak olmuştur. Bugün büyük nü fus grupları bu negatif müşterek içerisinde yaşamaya m ecbur edil mektedir. D olayısıyla toplumsal yeniden üretim, toplumsal cinsiyet ve ortak alanlara ilişkin sorular birbiriyle bağlantılıdır.30 Serm ayenin 2007 sonrasındaki küresel krize tepki olarak küre sel ölçekte uyguladığı kem er sıkma siyaseti, gerek toplumsal yeni den üretim; gerekse çevrenin ıslahını destekleyen kamu hizm etleri ni tırpanlamış, dolayısıyla her iki ortak alanın niteliğini geriletm iş tir. Sermaye ayrıca kriz bahanesiyle, iktisadi büyümeyi canlandır manın zaruri bir önkoşulu olarak ortak alanlara özel şahıslarca el konmasını sağlayan akbaba taktiklerine hız kazandırmıştır. Örneğin istimlak kanununun (bu yasaların asıl kastı olan "kamu yararı" adı na değil de) özel çıkarlar adına m ekânlara el koymakta kullanılm a sı, kamu yararı kavramının, devletin öncülüğünde ticari gelişmenin
29. M urray B oo k ch in , U rbanization W ithout C ities: T he R ise a n d D ecline o f C itizen ship , M ontreal: B lack R ose B ooks, 1992: 8 ve 9. B ölüm . 30. S ilv ia F ed erici, "W om en, L and S truggles and the R econstruction o f the C o m m o ns", W orking USA: The Jo u rn a l o f L a h o r a n d S o ciety 14 (2011): 41-56.
140
ASİ ŞEHİRLER
finanse edilmesi biçim inde yeniden tanım lanm asına klasik bir ör nektir. Kriz, Califom ia'dan Yunanistan'a kentsel mülk değerlerinde ol duğu gibi, nüfusun büyük kısmı için haklar alanında da kayıplara neden oldu. Akbaba taktiği izleyen kapitalizm in, düşük gelirli ve zaten m arjinalleşmiş nüfus üzerinde nüfuzunu genişletmesi buna eşlik etti. Kısacası toplumsal yeniden üretime ve çevreye dair ortak alanlara yönelik topyekûn bir saldırı gerçekleşti. Günde 2 dolardan daha az ücretle geçinen 2 m ilyarı aşkın küresel nüfus, şimdi de on lar üzerinden kazanacağı servetle (ABD konut piyasasına hâkim olan güvencesiz akbaba krediler ve onları izleyen ipotek iptalleri ve tah liyelerde olduğu gibi) zenginlerin M acM alikânelerini altınla kapla mayı tasarlayan, "çürük kredi sistemlerinin en çürüğü" mikro-finansm tuzağına düşüyor. Doğal çevre müşterekleri de aynı derece de tehdit altında; bu açm azdan çıkmak için çare diye sunulan (örne ğin karbon takası ve yeni çevre teknolojileri), bu müşkülatın içine düşmemizin müsebbibi olan sermaye birikimi ve spekülatif piyasa mübadelesi araçlarının ta kendisidir. Dolayısıyla yoksulların hâlâ yanım ızda yöremizde oluşuna şaşmamak gerek, üstelik sayıları za m anla eksilm ek şöyle dursun giderek artıyor. Örneğin son kriz süre cinde takdire şayan bir büyüm e oranı yakalayan H indistan'da m il yarderlerin sayısı son üç yıl içinde 26'dan 69'a fırlarken, gecekondu sakinlerinin sayısı son on yılda iki katma çıktı. Bunun kentsel so nuçları da akla durgunluk verici: Lüks, klimalı rezidanslar kaderine terk edilmiş kentsel yoksunluğun ortasında yükselirken, yoksul düş müş halk kitleleri bu çöküntünün içerisinden ehven bir hayat kur mak için var güçleriyle uğraşıyor. Akbaba misali pusuya yatmış olan kapitalist birikim pratiklerine duyulan iştahı — yetersiz düzeyde de olsa— kesm eye yönelik dü zenleyici m evzuat ve denetim lerin sökülüp atılması, dizginsiz biri kim ve finansal spekülasyonun "benden sonrası tufan" mantığını ayyuka çıkardı. Düpedüz bir sele dönüşmüş olan bu yaratıcı yıkım furyası kapitalist kentleşmeyi de önüne katıyor. Bu tahribatın önünü almak ve süreci tersine çevirm ek, ancak artı ürün üretim ve dağıtı mının toplumsallaştırılması ve herkesin kullanım ına açık yeni bir ortak servetin oluşturulm asıyla mümkün. İşte bu bağlamda ortak alanlara dair teori ve retoriğin canlanm a
KEN TSEL MÜŞTEREK ALANLARIN YARATILMASI
141
sı apayrı bir önem kazanıyor. Eğer devletin sunduğu kamusal hiz metlerde gerilem e görülür veya bunlar ticari birikime hizmet eden birer araç haline gelirse (eğitim alanında olduğu gibi), ve devlet bunların tem ininden geri adım atacak olursa, buna verilecek tek bir karşılık olabilir: Halk grupları kendi kendine örgütlenerek kendi m üştereklerini tedarik etm elidir (Bolivya'da bunun nasıl gerçekleş tiğini 5. Bölüm'de göreceğiz). M üşterek alanların toplum yararı için üretilebileceğine, korunup kullanılabileceğine dair siyasi bir farkındalık, sermayenin gücüne karşı koymanın ve antikapitalist bir geçi şin çerçevesini sunar. Fakat burada önemli olan, kurumsal düzenlemelere özel teşeb büs ve devlet kuruluşlarının tam olarak hangi oranlarda katılacağı değil — kimi yerde sınırlandırılmış ortak alanlar, kimi yerdeyse çok çeşitli kolektif ve m üşterek m ülkiyet düzenlem eleri— siyasi eyle min birleşik etkisinin, sermayenin elinde emeğin ve toprak kaynak larının ("ikinci doğa" tabir ettiğimiz mimari çevre kaynakları da bu na dahildir) m aruz kaldığı artan nitelik kaybı sorununa seslenm esi dir. Bu m invalde, Elinor Ostrom'un tanım lam aya başladığı "araçlar çokluğu" — yalnızca kamu ve özel değil, kolektif yapılar ve dem ek ler, iç içe geçmiş, hiyerarşik ve yatay, dışlayıcı ve açık— üretim, da ğıtım, m übadele ve tüketimin insan istek ve ihtiyaçlarını antikapita list bir temelde karşılayacak biçimde örgütlenmesinde kilit bir rol oynayacaktır. Bu zengin karışımın hazır bir formülü yoktur, inşa edilmesi gerekir. Yapılması gereken, sırf birikim için birikim güdüsüyle hareket eden ve ortak serveti onu üreten sınıfın elinden alan sınıfın istekle rini karşılamak değildir. M üşterek alanların siyasi bir mesele geri olarak dönüşü, kapitalizm le m ücadelenin bir parçası haline getiril melidir. M aalesef, mevcut iktidar (şehir hakkı fikri gibi) müşterek alan fikrine de kolaylıkla ele koyabilmektedir, tıpkı fiilen mevcut bir kentsel ortak alandan elde edilecek değere emlak acenteleri tara fından el konması gibi. Öyleyse bu durum u toptan değiştirmek, ko lektif emeğin gücünü ortak yarar için kullanm anın yaratıcı yollarını bulmak ve üretilen değeri onu üreten em ekçilerin denetiminde tut mak gerekir. Bu ise çift koldan siyasi taarruzu gerektirir. Bir yandan devlet giderek daha fazla kamu hizmeti sunm aya zorlanmalıdır, diğer yan
142
ASİ ŞEHİRLER
dan kentli nüfuslar kendi kendine örgütlenerek bu hizmetleri sahip lenmeli, onlardan faydalanmalı, ve toplumsal yeniden üretim ve çev reye ait metalaşmamış m üşterek alanları genişletm ek ve iyileştir mek yönünde bu hizmetlere katkı yapmalıdır. Kamu hizmetleri ve kentsel ortak alanların üretimi, korunm ası ve kullanımı Mumbai, Sao Paolo, Johannesburg, Los Angeles, Şanghay ve Tokyo gibi şe hirlerde demokratik toplumsal hareketlerin üzerinde durması gere ken merkezi bir meseledir. Bu ise ortak alanlar üzerine halihazırda tedavülde olan hâkim radikal teorilerin sunduğundan çok daha faz la hayal gücü ve derinlik ister, özellikle de kapitalist kentleşmenin bu ortak alanları sürekli olarak üretmekte ve onlara el koym akta ol duğu düşünülürse. Ortak alanların şehir oluşumu ve kentsel politi kalardaki rolünün yeni yeni farkına varılıyor ve gerek teorik olarak gerekse radikal pratiklerde üzerinde çalışılıyor. Henüz yapılması ge reken çok iş var, fakat dünya çapında cereyan eden kentsel toplum sal hareketler bunları başarm ak için çok sayıda insanın ve kritik po litik enerji eşiğinin varolduğuna dair pek çok ipucu veriyor.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Rant Sanatı
K Ü L TÜ R EL Ü R E T İM ve faaliyetlerde çalışanların sayısı son yirmiotuz yıl zarfında kayda değer bir artış gösterdi (New York m etropo liten alanında 1980'lerin başında 150 bin kayıtlı sanatçı bulunurken bugün bu rakam muhtemelen bunun iki katından fazladır) ve bu ar tış devam ediyor. Daniel Bell'in "kültürel kitle" (kültürü üreten de ğil, ancak medya ve başka yollarla aktarımım sağlayan kişiler)1 adı nı verdiği şeyin yaratıcı çekirdeğini oluşturan bu grubun siyasi du ruşu yıllar içerisinde yön değiştirmiştir. 1960'larda sanat okulları ra dikal tartışmanın kızıştığı yerlerdi, ancak bunların giderek pasifleş mesi ve profesyonelleşm esiyle birlikte ajitasyona dayalı siyaset de ciddi oranda geriledi. Bugün sosyalist strateji ve düşüncenin kendi sinin de belki yeniden şekillenmesi gerekiyor, fakat bu tür kurumları siyasi angajman m erkezleri olarak yeniden canlandırm ak ve kül tür üreticilerinin siyasi ve ajitasyonel gücünü harekete geçirmek sol açısından kuşkusuz uğraşmaya değer bir amaçtır. Ticarileşme ve pi yasa teşvikleri, içinde yaşadığım ız dönem e tartışm asız biçimde hâ kim olsa da, kültür üreticileri arasındaki m uhalif alt akım lar ve hoş nutsuzluk düzeyi, bu ortamı yeni bir tür ortak alanın üretilmesine dönük eleştirel ifade ve siyasi ajitasyon için verimli bir alan haline getirmeye yeterlidir. 1. D aniel B ell, T h e C u ltu ra l C o ntradictions o f C apitalism , N ew York: Basic B ooks, 1978: 20; D av id H arvey, T he C ondition o f P ostm odernity, O xford: Basil B lackw ell, 1989: 290-1, 347-9; T ürkçesi: P o stm o d ern liğ in D u ru m u , çev. S u n g u r S avran, İstanbul: M etis, 1997; B randon Taylor, M o d ern ism , P ostm odernism , R e alism : A C ritica l P ersp ective f o r A rt, W inchester: W inchester S chool o f A rt Press, 1187: 77.
144
ASİ ŞEHİRLER
Kültürün ortak alanın biçimlerinden biri olduğu ve bir tür meta haline gelmiş olduğu inkâr edilemez. Ancak aynı zamanda, bazı kül türel ürünlerin ve olayların (ister sanat, tiyatro, m üzik, sinema, m i mari alanına ait olsun, isterse daha geniş anlamda yerel yaşam tarz ları, kültürel miras, kolektif hafıza ve duygusal cem aatlerle ilişkili olsun) sıradan metalardan ayırt edilmelerini sağlayan çok özel bir yanı olduğuna dair de yaygın bir kanı mevcuttur. Bu iki tür meta arasındaki sınır (belki giderek artan biçimde) hayli geçişken olmak la birlikte, aradaki analitik aynını muhafaza etmek için yeterli ne den vardır. Kültürel yapıtlara ve olaylara ayrı bir önem atfetm em i zin nedeni belki de, onları fabrika m ekânında konumlanmış seri üretim ve tüketimden daha ulvi bir insan yaratıcılığı ve anlam ifade eden, sahiden farklı yapıtlar gibi görmekten vazgeçemeyişimizdir. Fakat her tür hayal kırıntısından (ki çoğu kez güçlü ideolojilerle perçinlenir) arındırdığım ızda dahi, "kültürel" olarak isimlendirilen ürünlere has çok özel bir şey geriye kalır. Sanat stüdyoları ve galeri lerinin, müzisyenlerin bir araya gelip müzik icra ettiği kafe ve bar ların şehirde varolabilm esi, kirayı ödemeye yetecek kadar kâr geti rip getirm ediklerine bağlı olsa da, onları giysi mağazalarıyla aynı kefeye koymayız. Öyleyse, bu gibi pek çok olgunun meta statüsü ile özel niteliği birbiriyle nasıl bağdaştırılabilir? Tekel Rantı ve Rekabet Genellikle duygusal değerler, toplumsal yaşam ve hissiyatla, este tikle ilgili meselelere daha fazla ilgi duyan (hatta kimi zaman sanat, sanat içindir idealine bağlanan) kültür üreticilerine, "tekel rantı" gi bi bir terim, finansörlerin, m üteahhitlerin, gayrimenkul spekülatör leri ve mal sahiplerinin hesaplarından öte bir anlam ifade etmeyen, fazlasıyla teknik ve kuru bir söz gibi gelebilir. Fakat bu terimin çok daha geniş bir alanda geçerli olduğunu, ve doğru biçimde kavrandı ğında kapitalist küreselleşme, yerel siyasi-iktisadi gelişmeler, kül türel anlam lar ve estetik değerlerin evrim leşm esi eksenlerinde yer alan pek çok pratik ve kişisel ikileme dair zengin açılım lar sunaca ğını gösterm eyi ümit ediyorum .2 2. B u rad a işaret ettiğim genel rant kuram ı için bkz. D avid H arvey, T he L im its to C a p ita l, O xford: Basil B lackw ell, 1982; 11. B ölüm .
RANT SANATI
145
Rantın tüm biçim leri, özel mülk sahiplerinin bazı m allar üzerin deki tekelci gücüne dayanır. Tekel rantı, önemli bazı özellikler açı sından eşsiz veya kıyaslanm az olan bir malın denetimini tek başına elinde tutan bir toplumsal aktörün, bu m alın doğrudan veya dolaylı yoldan mübadelesi yoluyla uzun bir süre boyunca katmerli bir gelir elde edebilm esinden kaynaklanır. Tekel rantı kategorisinin öne çık tığı iki durum vardır. Bunların ilkinde, toplumsal bir aktör, kendi denetimi altında bulunan özel niteliğe sahip bir kaynağı, metayı ve ya mekânsal konumu belli bir faaliyet için kullanmak isteyenlerden tekel rantı elde eder. Üretim alanında bunun en açık örneği, Marx'ın belirttiği gibi, tekelci bir fiyattan satılabilecek denli olağanüstü ni telikte şaraplar üreten bir bağdır. Bu durumda, "rantı yaratan şey, te kel fiyatıdır".3 Mekânsal konuma bağlı olan rant ise m erkeziyetten (örneğin ticaret sermayesi için), sözgelimi ulaşım ve iletişim şebe kelerine yakınlıktan veya (örneğin bir otel için) yoğun bir faaliyet alanına yakınlıktan doğar. Tüccar ve otelci, ulaşımı kolay bir arsa için şerefiye ücreti ödemeye razıdır. Bunlar tekel rantının dolaylı biçimleridir. M übadele edilen şey eşsiz niteliğe sahip toprak, kaynaklar veya konumun kendisi değil, bunların kullanımı yoluyla üretilen mal veya hizmetlerdir. İkinci durumda ise toprak, kaynaklar veya varlıklar doğrudan ticarete ko nu olur (bir bağın veya birinci sınıf bir gayrim enkulün spekülatif amaçlarla çokuluslu serm ayedar ve finansörlere satışında olduğu gibi). Kıtlık toprağın, kaynağın veya varlığın cari kullanımdan alıkonarak gelecekteki değeri üzerine spekülasyon yapılması yoluyla yaratılabilir. Bu türden tekelci rant, Rodin veya Picasso gibi yatırım amaçlı olarak alınıp satılabilecek (ve giderek de bu şekilde satılan) sanat yapıtlarının mülkiyetini de kapsar. Burada tekel rantının ze mini Picasso'nun veya arsanın eşsiz olm a özelliğidir. Tekel rantının iki biçimi çoğu kez iç içe geçer. Üzümleriyle m eş hur bir bağ (eşsiz bir şato ve hoş bir fiziksel peyzajla birlikte) doğru dan tekelci bir fiyata satılabileceği gibi, üzerinde yetişen eşsiz lez zetteki üzümlerin de aynı şekilde satılması mümkündür. Bir Picasso sermaye olarak satın alınıp sonra da onu tekelci bir fiyata sergiye ko yacak birine satılabilir. B irfinans m erkezine olan yakınlık doğrudan 3. M arx, C apita l, 3. C ilt, N ew York: International P ublishers. 1967: 774-5.
146
ASİ ŞEHİRLER
satışa çıkarılabileceği gibi, bundan kendi amaçları doğrultusunda faydalanacak birine, sözgelimi bir otel zincirine de satılabilir. Fakat bu iki rant biçimi arasındaki fark önemlidir. Örneğin Westminster Abbey ve Buckingham Sarayı'nm doğrudan satışa çıkarılması (im kânsız olm asa da) pek kuvvetli bir olasılık sayılmaz (özelleştirm e nin en hararetli savunucuları bile bundan imtina eder). Gelgelelim turizm endüstrisinin (veya Buckingham örneğinde, Kraliçenin) ken dine has pazarlama pratikleri aracılığıyla bu konum lar üzerinden ti cari kâr elde etmek müm kündür ve edilm ektedir de. Tekel rantı kategorisi iki çelişki barındırır. Bunların her ikisi de aşağıda ileri süreceğim sav açısından önem arz ediyor. İlk olarak, eş sizlik ve m üstesnalık vasfı "özel nitelikler"in tanımı için kilit olm ak la birlikte, takas edilebilir olm a şartı hiçbir kalemin mali hesapların tümüyle dışında tutulacak denli eşsiz veya özel olamayacağı anla m ına gelir. Picasso'nun parasal bir değeri olmak zorundadır, tıpkı Manet, M onet veya Aborjin sanatı, arkeolojik bulgular, tarihi bina lar, antik heykeller ve Budist tapınaklarının veya Colorado Nehri'nde rafting yapmanın, İstanbul'da veya Everest Dağı'nın zirvesin de olmanın da parasal bir karşılığı olduğu gibi. Bu listeden açıkça görüldüğü üzere, burada "piyasa oluşumu" bir parça güçlük arz eder. Sanat yapıtları ve bir dereceye kadar arkeolojik bulgular için bir pi yasa mevcut olm akla birlikte, bu listedeki pek çok kalemi bir piyasa ya dahil etmesi zordur (W estminster Abbey örneği gibi). Yine pek çok kalem in dolaylı olarak ticarete konu edilmesi dahi güçtür. Buradaki çelişki, bu kalem lerin, ne kadar pazarlanabilir hale ge lirse, eşsiz ve özel olma vasıflarını da o ölçüde kaybetmesidir. Bazı durum larda pazarlam anın kendisi eşsiz özellikleri tahrip eder (bil hassa bu eşsizlik, yabanlık, uzaklık, estetik bir deneyimin saflığı gi bi özelliklerden kaynaklanıyorsa). Daha genel olarak, bu tür nesne veya hadiselerin pazarlanması (ve kalp, sahte, taklit veya kopyaları nın yapılması) ne kadar kolaysa, tekelci ranta zemin oluşturm a ola sılıkları o derece azalır. Burada Avrupa'da geçirdiği deneyimin Dis ney W orld'dekine kıyasla sönük kaldığından şikâyet eden bir öğren cinin sözleri aklım a geliyor: D is n e y W o r ld 'd e b ü tü n ü lk e le r b ir b ir in e ç o k d a h a y a k ı n , s iz e h e r ü lk e n in e n g ü z e l y a n la r ın ı g ö s t e r iy o r la r . A v r u p a is e s ı k ı c ı b i r y e r. İ n s a n la r tu h a f d i lle r k o n u ş u y o r , e t r a f p is . A v r u p a 'd a g e z e r k e n b a z e n g ü n le r c e i l g i n ç h iç b ir
RANT SANATI
147
ş e y e r a s t la m ıy o r in s a n , o y s a D i s n e y W o r ld 'd e h e r d a k ik a f a r k lı b ir ş e y o lu y o r , in s a n la r k e y i f a lıy o r . Ç o k d a h a e ğ le n c e li. İ y i t a s a r la n m ış .4
Bu gülüp geçilecek bir yargı gibi görünse de, Avrupa'nın kendisini Disney ölçütlerine göre tasarlamak için ne kadar uğraştığı (üstelik bunu salt Am erikalı turistler için de yapm ıyor) üzerine düşünmek zihin açıcı olabilir. Avrupa Disney'e ne kadar benzerse — ki çelişki de burada yatıyor— eşsizliğinden o ölçüde yitirmektedir. M etalaş maya eşlik eden ruh törpüsü yeknesaklık, tekel olmanın sağladığı avantajları ortadan kaldırır; kültürel ürünlerin sıradan metalardan farkı kalmaz. Wolfgang Haug, "tüketim m allarının estetik değer te keline sahip birer 'm arka ürün'e dönüşmesi" sonucunda "temel veya jenerik ürünlerin büyük oranda ortadan kalktığı", böylelikle "meta estetiği"nin, sınırlarını "giderek kültür endüstrisinin sahasına doğ ru" genişlettiği tespitinde bulunmaktadır.5 Diğer taraftan, her ser mayedar, kendi sattığı malın benzersiz ve taklit edilemez olduğuna tüketicileri ikna etm eye çalışır (isim markalar, reklam vb. bunun içindir). H er iki yönden gelen baskı, tekel rantını m eydana getiren eşsiz özellikleri aşındırm a eğilimindedir. Bu özelliklerin korunması ve piyasa değerine tahvil edilebilmesi için, bazı malların veya m e kânların yeterince eşsiz ve şahsına münhasır kalmasını sağlayacak yollar bulunm alıdır ki çoğu kez kıran kırana bir rekabetin hüküm sürdüğü m etalaşm ış bir ekonomide tekelci avantaj elde tutulabilsin. Peki ama, güya rekabetçi piyasaların hâkim olduğu neoliberal bir ekonomide, tekelin herhangi bir türüne niçin göz yumulsun, hat la tekel arzulanır bir şey addedilsin? İşte burada ikinci çelişkiyle karşılaşıyoruz, ki kökeninde ilk çelişkinin bir aksi olduğu görülür. Marx'in uzun süre önce tespit ettiği üzere rekabet, daim a monopol (veya oligopol) yönünde bir eğilim gösterir, çünkü herkesin herke se karşı savaşında en uygun olanın hayatta kalması daha zayıf şir ketleri eler.6 Rekabet ne kadar vahşi ise oligopole, hatta tekele dö nüşme eğilimi de o kadar hızlıdır. Şu halde, son yıllarda piyasaların 4. A k taran D ou g las K elbaugh, C om m on P lace, S eattle: U niversity o f W as h ington P ress, 1997: 51. 5. W olfgang H aug, "C o m m odity A esthetics", W orking P apers S eries, D ep art m ent o f C o m p arativ e A m erican C ultures, W ashington S tate U niversity, 2000: 13. 6. M arx'in tekel rantı üzerine görüşlerinin bir özeti için bkz. H arvey, T he L i m its to Capital'. 5. B ölüm .
148
ASİ ŞEHİRLER
liberalleşmesi ve göklere çıkarılan piyasa rekabetinin inanılmaz bo yutlarda sermaye birikim ine yol açması şaşırtıcı değildir (M icro soft, Rupert M urdoch, Bertelsm ann, finans hizmetleri, yanı sıra ha vayolu şirketleri, perakende ticaret ve hatta otomotiv, petrol vb. es ki sanayilerde görülen şirket devirleri ve birleşmeler). Bu eğilimin kapitalist dinam iklerin sorunlu bir veçhesi olduğu çok uzun zaman dan beri bilinm ektedir — ABD'deki tröst karşıtı m evzuat ve İngilte re'de Tekeller ve Şirket Birleşmeleri Kom isyonu'nun varlığı buna kanıttır. Ancak bunlar kuşatıcı bir güç karşısında alınmış zayıf ted birlerdir. Serm ayedarlar tekelci güç elde etmek için bu kadar gayret etm e seydi, bu yapısal dinamik bu derece önemli olmayabilirdi. Tekelci güç serm ayedara üretim ve pazarlam a üzerinde geniş denetim im kânı sağlar, böylelikle iş ortamını istikrarlı hale getirerek akılcı he saplamalara ve uzun vadeli planlamaya, risk ve belirsizliği azaltm a ya ve daha genel olarak kendisi için nispeten huzurlu, dertsiz tasasız bir yaşam alanı açmaya olanak verir. Dolayısıyla Alfred Chandler'm şirketin görünen eli adını verdiği şey, kapitalizm in tarihsel coğraf yası açısından, Adam Sm ith'in üzerinde bunca durduğu ve son yıl larda neoliberal ideolojinin küreselleşmenin rehber gücü diyerek bıkmadan usanm adan önüm üze getirdiği piyasanın görünmez elin den daim a çok daha önemli olmuştur.7 Fakat yukarıda bahsettiğim iz ilk çelişki işte bu noktada en açık biçim de akseder: Piyasa süreçleri, (her türden) sermayedarın üre tim araçları üzerindeki — ki buna finans ve arazi dahildir— mülki yetinden kaynaklanan bireysel tekeline dayanır. Hatırlayalım, ran tın bütün türleri, örneğin bir arazi veya patent gibi kilit bir varlığa sahip olm aktan doğan tekelci gücün tahsil ettiği bir bedeldir. Dola yısıyla özel m ülkün sahip olduğu tekelci güç, her tür kapitalist faali yetin hem başlangıç hem de bitiş noktasıdır. Kapitalist mübadelenin her biçim inin temelinde yatan şey, başkasına devredilmesi söz ko nusu olmayan hukuki bir haktır, ki bu da m übadele dışında kalma seçeneğini (hiç harcam adan biriktirme, elde tutma, cimrilik) kapita list piyasalar açısından önemli bir sorun haline getirir. Saf piyasa re7. A lfred C handler, The V isible H and: T he M a n a g eria l R evolution in A m e ri can B u sin ess, C am b rid g e, MA: H arvard U niversity P ress, 1977.
RA N T SANATI
149
kabeti, m alların serbest mübadelesi ve m ükem m el piyasa rasyonalitesi gibi, üretim ve tüketim kararlan arasında eşgüdüm sağlayacağı varsayılan mekanizmalar, gerçekte son derece nadir rastlanan ve kronik olarak istikrarsızlık sergileyen araçlardır. Mesele, iktisadi iliş kilerin yeterince rekabetçi kalm asını sağlarken, bir yandan da özel mülkiyetten doğan ve siyasal-iktisadi bir sistem olarak kapitalizmin temelini oluşturan kişisel ve sınıfsal tekel imtiyazlarını idame ettir mektir. Bu son noktayı biraz daha açm ak bizi m eselenin özüne yaklaştı racak. Yaygın fakat hatalı bir varsayıma göre, heybetli ve doruğa ulaşmış bir tekelci gücün en açık işareti, sermayenin m ega-şirketler elinde toplanarak yoğunlaşmasıdır. Bunun aksine, küçük şirket öl çeğinin ise, yine yaygın ancak yanlış bir varsayım a göre, rekabetçi bir piyasaya delalet ettiği sanılır. Bu hesaba göre bir zamanlar reka betçi olan kapitalizm zaman içerisinde giderek tekelleşmiştir. Bu hata kısm en, Marx'in "sermayenin m erkezileşm e eğilimine dair yasa"ya ilişkin olarak ileri sürdüğü savlarının çok yüzeysel biçimde uygulanm asından kaynaklanır. Burada M arx'in karşı argümanı, ya ni "sürekli bir m erkezkaç etkisine sahip olan karşıt eğilim ler olm a saydı [merkezileşmenin] pek yakında kapitalist üretimin sonunu getireceği" gözardı edilir.8 M ekân ve konum bağlamını sıkça gözardı eden iktisadi şirket kuramı da — her ne kadar (konuyu ele almaya lütfettiği nadir anlarda) konum dan gelen avantajın "tekelci rekabet"e yol açtığını kabul etse de— bu hatayı pekiştirir. Sözgelimi 19. yüzyılda, bira imalatçısı, fırıncı ve şamdan im a latçısı, ulaşım maliyetinin yüksek olması nedeniyle yerel pazarlar daki rekabetten büyük ölçüde korunmuşlardı. Yerel tekel güçleri, enerjiden gıda tem inine her alanda hâkimdi (şirket ölçeği küçük ol duğu halde). Bu ölçüte göre 19. yüzyıl kapitalizmi şu ankinden çok daha az rekabetçiydi. İşte bu noktada, değişen ulaşım ve iletişim ko şulları belirleyici öneme sahip değişkenler olarak devreye giriyor. Kapitalizmin "zaman aracılığıyla mesafenin ortadan kaldırılm a sı "na duyduğu açlık sayesinde m ekânsal engeller ortadan kalkınca sanayi ve hizm et alanındaki pek çok yerel şirket, yerelliğin koruma8. M arx, C a p ita l, 3. C ilt: 246. A yrıca bkz. H arvey, The L im its to C a p ita l: 5. Bölüm .
150
ASİ ŞEHİRLER
cı zırhından ve tekel im tiyazlarından mahrum kaldı.9 Bunlar başka yerlerdeki üreticilerle, ilkin yakın civardakiler fakat daha sonra çok daha uzaktakilerle de rekabete m ecbur kaldı. Bu açıdan bira imalatının tarihsel coğrafyası çok öğreticidir. 19. yüzyılda çoğu kişi yerel bira içiyordu çünkü başka seçenekleri yok tu. 19. yüzyılın sonuna doğru, İngiltere’de bira üretimi ve tüketimi kayda değer oranda bölgeselleşm işti, ve 1960'lara kadar da öyle kal dı (ithal biraların, Guinness hariç, adı dahi duyulmamıştı). Fakat da ha sonra piyasa ulusal bir nitelik kazandı (Newcastle Brown ve Scottish Youngers, Londra'da ve güney bölgelerde görünmeye baş ladı) ve nihayet ithal biralar birden rağbet kazandı. Bugün yerel bir bira içmek tercih meselesidir, bir yöreye duyulan bağlılıkla o yerin birasının onu diğerlerinden ayıran (tekniğe, kullanılan suya veya başka bir şeye bağlı olarak) kendine has lezzetinin karışımı bir ter cihtir bu. Manhattan'daki bazı birahanelerde dünyanın dört bir ya nından yerel biralar içebilirsiniz! Rekabetin iktisadi mekânının zaman içerisinde hem ölçek hem de biçim değiştirdiği aşikârdır. Son küreselleşme dalgası, yüksek ulaşım ve iletişim m aliyetlerinin tarihsel olarak sağladığı tekel ko rumasını ortadan kaldırdı. Öte yandan ticaretin önündeki kurumsal engellerin (korumacılığın) kaldırılm ası, dış rekabeti dışarıda tuta rak elde edilen tekel rantlarını asgariye indirdi. Ancak kapitalizm tekelci güçler olmadan yapam az ve onları bir araya getirm ek için yollar arar. Dolayısıyla gündemdeki soru, "doğal tekeller" tabir edi len mekân ve konum dan ileri gelen korumaların, ulusal sınırlar ve ticaret kotalarının sağladığı siyasi korumanın ciddi ölçüde azaldığı, hatta ortadan kalktığı bir durum da tekel gücünün nasıl elde edilece ğidir. Bunun basit yanıtı, sermayeyi m ega-şirketler elinde toplamak veya daha gevşek ittifaklar kurarak pazara hâkim olm aktır (havayo lu ve otom otiv sektörlerinde olduğu gibi). Bunun pek çok örneğini gördük. İkinci bir yol, bütün küresel ticareti denetleyen uluslararası 9. K arl M arx, G ru n d risse, H arm ondsw orth: P enguin, 1973: 524-39. B u argil m anın d ah a g eniş b ir çerçev ede ele alınışı için bkz. H arvey, T he L im its to C a p ita l. 12. B ölüm ; ve D av id H arvey, P o stm o d ern liğ in D u ru m u , 3. K ısım ; kavram ın uy g u lan ışın a özgül b ir ö m e k için bkz. W illiam C ronon, N ature's M etropolis, New York: N o rto n , 1991.
RANT SANATI
151
ticaret yasaları aracılığıyla, özel m ülkiyetten gelen tekel haklarını daha da sıkı güvenceye almaktır. Bunun sonucunda patentler ve "fikri m ülkiyet hakkı" denen şey, tekel güçlerinin daha yaygın bi çimde ortaya konduğu kilit bir m ücadele alanı haline gelmiştir. Paradigmatik bir örnek vermek gerekirse, ilaç sanayisi olağanüstü bir tekel gücü elde etmiştir, bunu kısm en devasa bir sermaye yoğunlaş ması ve kısmen de patentler ve lisans anlaşmalarının sağladığı koru ma sayesinde başarmıştır. Üstelik aç gözlü bir tavırla daha da fazla tekel gücü peşinde, her çeşit genetik m alzem e üzerinde mülkiyet hakkı tesis etmeye çalışm aktadır (buna tropik yağm ur ormanlarında yerli halkın geleneksel olarak topladığı ender bitkiler de dahildir). Bir kaynaktan sağlanan tekel imtiyazları eridikçe, bunları başka yollardan korum a ve oluşturma yönünde bir dizi çabaya tanık olun maktadır. Burada bütün bu eğilimleri özetlemem mümkün değil. Ancak bu sürecin yerel gelişim ve kültürel faaliyetler üzerindeki doğrudan et kilerine daha yakından bakmak istiyorum. İlkin, konum ve yerelliğe atfedilebilecek tekel güçlerinin tanım ı üzerindeki mücadelelerin halen sürmekte olduğunu ve kültürün bu türden tekel güçleri üzerin de hak iddia etme çabalarına gitgide daha fazla bulaştığım göster mek istiyorum, çünkü eşsiz ve otantik olma iddiasını ifade etmenin en iyi yolu, tam da kültürel bir ayrıcalık ve taklit edilem ezlik iddiası biçimini almaktadır. İlk olarak, tekel rantının en bariz örneği olan "olağanüstü kalitede şarap üreten ve bunu tekel fiyatına satan bağ" örneğiyle başlam ak istiyorum. Şarap Üreticiliğinin Serüveni Şarap üreticiliği de, bira imalatı gibi, son otuz yıl içerisinde gitgide uluslararası bir çehre kazandı ve uluslararası rekabetin yarattığı ge rilim de beklenmedik sonuçları beraberinde getirdi. Örneğin Avru pa Birliği'nden gelen baskı sonucunda uluslararası şarap üreticileri (uzun kavgalar ve yoğun m üzakerelerin ardından) şarap etiketlerin de geleneksel ifadelerin, yani "chateau", "domain" gibi terimlerin, keza "şampanya", "bourgogne", "chablis" veya "sauterne" gibi jeneıık terimlerin kullanım ına son verme konusunda uzlaştılar. Bu yol la, Fransa liderliğindeki Avrupa şarap sanayisi, Fransızca "terroir"
152
ASİ ŞEHİRLER
sözcüğünde bir araya gelen toprak, iklim ve geleneğin eşsiz m ezi yetleri ve bir isimle sertifikalanm ış ürününün ayrıcalığında ısrar ederek tekel rantlarını m uhafaza etm ek istiyor. "Köken kontrolü" gibi kurumsal denetimlerden de güç alan Fransız şarap sektörü, ürü nünün otantik ve orijinal niteliğinde ısrar ediyor, ki bu da tekelci ranta dayanak oluşturan eşsizliğin temelidir. Avustralya bu kararı kabul eden ülkeler arasındaydı. Victoria eyaletinde bulunan Chateau Tahlbik firması, "chateau” sözcüğünü etiketinden çıkarmayı kabul ederek üstten bakan bir tonda "biz Avus tralyalI olm aktan gurur duyuyoruz, başka ülkelerden ve geçmişte kalmış kültürlerden miras terimleri kullanmaya ihtiyacımız yok" beyanında bulunuyordu. Bunu telafi etmek için iki etken belirledi ler; bunlar bir araya geldiğinde "şarap piyasasında benzersiz bir ko num kazan acak lard ı. Bulundukları konum, iç suların şarap yetişti rilen kesimdeki iklimi derinden etkilediği (çok sayıdaki göl ve la gün iklimi ılımanlaştırır ve soğutur) dünya çapındaki altı şarap böl gesinden biridir. Sahip oldukları toprak da kızıl/kum su, çok yüksek dem ir oksit içeriğine sahip, "üzüm kalitesi üzerinde olumlu bir etki si olan ve şaraplara ayırt edici bir bölgesel karakter katan" özelliğiy le benzersiz türdendir (Victoria eyaletinde yalnız bir yerde daha bu lunur). Bu iki özellik birleşerek "Nagambie G öller B ölgesi'ni eşsiz bir bağcılık bölgesi haline getirir (özgünlüğünü tescilletmek için m uhtem elen Avustralya çapında bağcılık bölgelerini tanımlamak üzere kurulmuş olan Avustralya Şarap ve Brendi Şirketleri Coğrafi Köken Tescil K om itesine başvuracaktır). Böylelikle Thalbik bu lunduğu bölgedeki çevre koşullarının eşsiz bileşim inden hareketle tekel rantı için bir karşı talepte bulunur. Bunu Fransız şarap üretici lerinin ileri sürdüğü "terroir" ve "domaine"e dayalı eşsizlik iddiala rına paralel ve rakip olarak yapar.10 Fakat burada ilk çelişki karşımıza çıkıyor. Her şarap alınıp satı labilir, öyleyse bir anlam da mukayeseye açıktır, her nerede üretil miş olursa olsun. Burada Robert Parker ve onun yayımladığı Wine Advocate dergisi çıkar sahneye. Parker, "terroir" veya benzer her hangi bir kültürel-tarihsel iddiayı dikkate alm aksızın, şarapları tadı10 . T ahbilk W ine C lu b , W ine C lub C ircular 15 (H aziran 2000), T ahbilk W i nery and V ineyard, T ahbilk, V ictoria, A vustralya.
RANT SANATI
153
na göre değerlendirir. Bağımsız bir yayıncı olarak isim yapmıştır (diğer şarap rehberlerinin çoğu ise sektörün nüfuzlu kesimlerinden destek görmektedir). Şarapları bizzat kendi beğenisine göre sıraya koyar. ABD gibi önemli bir pazarda geniş bir takipçi kitlesine sahip tir. Bordeaux'da üretilmiş bir Chateau şarabına 65 puan verip bir Avustralya şarabına 95 puan verecek olsa fiyatlar sarsılır. Bordeauxlu şarap üreticilerinin ondan ödü kopar. Hakkında davalar açıldı, aşağılandı, hakarete uğradı ve hatta fiziksel saldırıya maruz kaldı. Parker onların ellerinde tuttukları tekel rantına tem elden meydan okuyor." Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Tekel olma iddiası, ürünün ni teliğinin bir yansıması olmanın yanı sıra, söylemin ürettiği bir etki ve mücadelenin de bir sonucudur aynı zamanda. Fakat eğer "terro ir" ve geleneğin dili terk edilecek olursa yerine nasıl bir söylem ge lebilir? Parker ve şarap işiyle uğraşan diğer pek çok kişi son yıllar da şarapları tarif etmek için yeni bir dil icat etti: "Şeftali ve erik aro ması yanında çok hafif kekiği ve bektaşi üzümünü andırıyor." Bu dil kulağa tuhaf gelse de, şarap sektöründe artan uluslararası rekabet ve küresel ticarete tekabül eden söylemsel kayma, şarap tüketiminin standartlaşarak m eta haline gelm esinde önemli bir rol üstleniyor. Fakat şarap tüketimi kârlı bir kullanım a dönüştürm eye elverişli pek çok boyut barındırıyor. Çoğu kimse için şarap içmek estetik bir deneyim. Doğru yemekle içilen iyi bir şarabın (kimilerine) verdiği hazzın yanı sıra, Batı geleneği içinde mitolojiden (Dionysos ve Bakkhos), dine (İsa'nın kanı ve aşai rabbani ritüelleri), festivaller, şi ir, şarkı ve edebiyatta göklere çıkarılan geleneklere uzanan çok çe şitli göndermeleri var. Şaraplar hakkında bilgi sahibi olmak ve şa raptan "anlamak" çoğu kez (B ourdieu’nün deyimiyle) "kültürel" ser mayenin bir türü olarak analiz edilebilecek sınıfsal bir nişan anlamı taşıyor. Şarabı doğru seçmek kim bilir kaç büyük iş anlaşmasını bağ lamaya yardım cı olmuştur. (Şarap seçmesini bilmeyen birine güve nir miydiniz?) Şarap tarzı yöresel m utfakla ilişkilidir; bölgesel özel likleri, kendine has duygu yapılarının öne çıktığı bir yaşam tarzına çeviren pratiklerin bir parçasıdır (Yunanlı Zorba'yı California Mon11. W illiam L an g ew iesche, "T he M illion D ollar N o se”, A tla n tic M onthly 286: 6 (A ra lık 2000): 11-22.
154
ASİ ŞEHİRLER
davi şarabı içerken hayal etmek güçtür, her ne kadar bu şarap Atina limanında satışta olsa da). Şarap üretimi para ve kârla ilgili bir mesele olduğu kadar her anlamda kültürü de içerir (ürünün kültüründen tüketimini çevrele yen kültürel pratiklere, gerek üreticiler gerekse tüketiciler arasında gelişen kültürel sermayeye dek). Tekel rantı elde etme yönündeki sürekli arayış, bütün bu alanlarda özellik, benzersizlik, özgünlük ve otantiklik ölçütlerini aramayı gerektirir. Benzersizlik "terroir" ve ge lenek gibi kıstaslara başvurarak veya doğrudan şarabın tadının tari fiyle tespit edilem ediğinde, tekel olm a iddiasını ve bu iddianın doğ ruluğunu garantilem ek için geliştirilm iş olan söylemleri kanıtlamak için diğer ayrım tarzlarına başvurulur (baştan çıkarmayı sağlayan şarap veya şömine ateşinin yanında nostaljiye eşlik eden şarap şu an ABD'de reklam amaçlı kullanılan söylemsel araçlardandır). Aslında şarap üreticiliğinde karşımıza çıkan şey, ürünün eşsizliği hakkında her biri farklı doğruluk iddialarıyla ortaya çıkan, birbiriyle rekabet halindeki bir dizi söylemdir. Fakat, başlangıç noktama dönecek olursam, bütün bu söylemsel kaym alar ve çalkantıların, yanı sıra uluslararası şarap piyasasına hâkim olm a stratejisinin getirdiği pek çok manevranın kökeninde yalnızca kâr arayışı değil, aynı zamanda da tekel rantı arayışı yatar. Burada otantiklik, orijinallik, benzersiz lik ve taklit edilem eyecek özel nitelikler üzerine kurulu dil hâkim olur. Küresel pazarın genel kapsayıcılığı, yukarıda tarif ettiğim ikin ci çelişkiyle tutarlı bir biçimde, salt özel mülkiyetten kaynaklanan tekel imtiyazlarının devam ını değil, malları kıyas kabul etmez nite likte sunmaktan doğan tekel rantlarını da garantileme peşindeki bir erki üretir. Kentsel Girişimcilik ve Tekel Rantı Arayışı Şarap sektöründe son dönemdeki mücadeleler, küreselleşmenin güncel evresi dahilindeki bir dizi olguyu anlamak için yararlı olabi lecek bir model sunuyor. Tekel rantları elde etm e çabası sonucunda yerel kültürel gelişm elerin ve geleneğin nasıl siyasal iktisadın he saplarına dahil edilebildiğini anlamak açısından bilhassa zihin açıcı. Günümüzde yerel kültürel yeniliklere, yerel geleneklerin yeniden canlandırılm asına ve icadına duyulan ilginin ne ölçüde bu türden
RANT SANATI
rantları yaratm a ve el koym a arzusundan kaynaklandığı sorusunu da gündeme getiriyor. Sermayedarların her çeşidi tekel gücünden kay naklanan geniş olanaklara teşne olduğundan üçüncü bir çelişkiyi he men fark ediyoruz: En aç gözlü kürselleşme yanlıları, tekel rantı ya ratma potansiyeli olan yerel gelişmeleri destekler, bunun yarattığı etki küreselleşm eye düşman bir yerel siyasi atm osfer m eydana geti recek bile olsa. Bali Adaları yerel kültürünün benzersizliğini ve saf lığım vurgulamak, otel, havayolu ve turizm sektörü için yaşamsal olabilir, peki ama ya ticarileşmenin yarattığı "kirliliğe" şiddetle di renen bir Bali hareketi bundan cesaret alırsa? Bask Bölgesi benzer sizliğinden ötürü potansiyel değer taşıyan bir kültürel yelpazeye sa hip olabilir, fakat ETA'nın özerklik talebi ve zaman zaman şiddete başvurmayı göze alması, ticarileşm eyle kolay bağdaşır şeyler değil dir. Ancak ticari çıkar gruplarının cüreti de azımsanacak cinsten de ğildir. Rio'nun favelalarındaki uyuşturucu savaşlarını en ince ayrın tısına kadar capcanlı resmeden Cidade de Deus / Tanrı Kent filminin gösterime girmesinden sonra, gözüpek turizm endüstrisi tehlikeli mahallelerden bazılarına (kendinize uygun risk düzeyine göre tur güzergâhını seçmenize imkân tanıyan) turistik geziler pazarlamaya başladı. Kentsel gelişim siyasetine yakından etkisi olan bu çelişkiye daha yakından bakalım. Fakat bunu yapabilmek için bu siyasetin küreselleşmeyle olan ilişkisine kısaca değinm em iz gerekiyor. Kentsel girişim cilik son yıllarda gerek ulusal gerekse uluslarara sı düzlemde önem kazandı. Bundan kastım, devlet gücünü (yerel, metropoliten, bölgesel, ulusal veya ulusaşırı) sivil toplum içerisin deki bir dizi örgütsel yapı (ticaret odaları, sendikalar, kiliseler, eği tim ve araştırm a kurum lan, m ahalle grupları, STK'lar, vb.) ve özel çıkar grupları (şirket veya şahıs) ile karıştırarak, şu veya bu tür bir kentsel veya bölgesel gelişimi teşvik etmek veya yönetm ek am acıy la koalisyon kurmayı sağlayan bir kentsel yönetim. Şimdilerde bu konuda geniş bir literatür var. Bu yönetim sistemlerinin ("kentsel re jim ler", "büyüme makineleri" veya "bölgesel büyüme koalisyonla rı" gibi çeşitli isimlerle anılıyorlar) biçimi, faaliyetleri ve amaçları yerel koşullara ve içlerinde etkin olan güçlerin karışımına bağlı ola rak büyük oranda farklılaşabiliyor.12 Kentsel girişimciliğin neolibe ral küreselleşm e içerisinde oynadığı rol de özellikle yerel ile kürese lin ilişkileri ve "mekân-konum diyalektiği" çerçevesinde uzun uza
156
ASİ ŞEHİRLER
dıya irdelendi. Sorunu ele alan çoğu coğrafyacı, haklı olarak küre selleşmeyi yerel gelişme üzerinde etkili olan nedensel bir güç olarak ele almanın hatalı olduğu sonucuna vardılar. Bu coğrafyacıların doğru biçimde ortaya koydukları gibi, gerçekte ölçekler arasında çok daha karm aşık bir ilişki söz konusudur, öyle ki yerel inisiyatifler yukarıya, küresel ölçeğe doğru olgunlaşabilir veya tersi de müm kün dür; tanımlı bir ölçek içindeki süreçler — şehirlerarası ve bölgeler arası rekabet bunun en bariz örneğidir— küreselleşm enin içeriğini yerel ve bölgesel dağılım da yeniden şekillendirebilir. Öyleyse küreselleşm e, yekpare bir bütünden ziyade, küresel ka pitalist faaliyet ve ilişkilerin coğrafi olarak birbirine eklem lenm e sinden doğan bir örüntü gibi görülm elidir.13 Peki "coğrafi olarak ek lemleme örüntüsü" tam olarak ne anlam a gelir? Eşitsiz coğrafi geli şime dair çeşitli ölçeklerde pek çok kanıt ve bunun ardındaki kapi talist mantığı anlamaya çalışan en azından birkaç makul teori mev cuttur. Bu durum kısm en, artı değerin üretimi ve sahiplenilmesinde avantaj elde etm e arayışı içindeki mobil sermayenin (finans, ticaret ve imalat sermayesi bu açıdan farklı kapasitelere sahiptir) yer değiş tirmesi olarak alışıldık biçim de yorumlanabilir. Hakikaten, sermaye hareketi ve yatırım kararlarının, en ucuz ve sömürüye en açık işgü cüne hücum ettiği "dibe doğru yarış" modeline oturan temayüller tespit etm ek mümkündür. Fakat tek başına bu açıklamayı eşitsiz coğrafi gelişim dinamiklerinin yegâne nedeni olarak ele almanın kaba bir indirgemecilik olduğuna işaret eden aksi yönde de çok sa yıda kanıt vardır. Genel olarak bakıldığında sermaye, ücretin düşük olduğu bölgelere kayabildiği gibi, pekâlâ yüksek olduğu yöne doğ ru da hareket edebilmekte; coğrafi tercihlerinde çoğunlukla, gerek burjuva gerekse Marksist siyasal iktisadın ortaya koyduğu, bildik kıstaslardan çok farklı birtakım kıstasları rehber alıyor gibi görün mektedir. 12. B ob Jesso p , "An E n trepreneurial C ity in A ction: H ong K ong's E m erging S trateg ies in P rep aratio n for (Inter-)U rban C om petition", U rban S tu d ies 37: 12 (2000): 2, 287-313; D avid H arvey, "From M anagerialism to E ntrepreneurialism : T he T ran sfo rm atio n o f U rban G o vernance in L ate C ap italism ", G eografiska Ann a ler 7 1B (1989): 3-17; N eil B renner, Sp a ces o f N eo lib era lism : U rban R estucturin g in N o rth A m erica a n d W estern E urope, O xford: W iley -B lack w ell, 2003. 13. B kz. K evin C ox (h a z .), S p a ces o f G lobalization: R ea ssertin g the P o w er o f th e L o ca l, N ew York: G u ilford P ress, 1997.
RANT SANATI
1S7
Sorun kısmen, bir kategori olarak toprak sermayesini ve tanımı gereği coğrafi konum itibariyle sabit olan mimari çevreye yapılan uzun vadeli yatırımların önemini gözardı etme alışkanlığından kay naklanır. Bu tür yatırımlar, özellikle de spekülatif nitelikte olanlar, ilk seferinde kârlı olması durum unda yeni yatırım dalgalarını peşi sıra getirir (kongre merkezini doldurmak için otellere ihtiyacımız vardır ki bunlar da daha iyi bir ulaşım ve iletişim ağı gerektirir, bun lar da kongre merkezinin kapasitesini artırm a imkânı yaratır, vb...). Öyleyse m etropoliten alana yapılan yatırımlarda, döngüsel ve kü mülatif bir nedensellik söz konusudur (örneğin Londra rıhtım böl gesindeki bütün o yeniden gelişimi, Canary W harf ın gerek kamu gerekse özel sektör eliyle gerçekleştirilen yeni yatırım lar etrafında dönen finansal canlılığını göz önüne getirin). "Kentsel büyüme m a kinesi" tabir edilen şey bundan ibarettir — yatırım sürecine hâkim olan dinam ikler arasında uyum sağlamak, bunun yanı sıra şehirler ve bölgeler arası rekabette başarıya destek olacak kilit kamu yatı rımlarını doğru yer ve zam anda gerçekleştirm ek.14 Fakat bunu bu kadar cazip kılan şey bir yandan da tekel rantı el de etmeye olanak vermesidir. Örneğin büyük m üteahhitlerin, bir proje alanı içerisindeki en seçme ve rantabl arsayı proje bitimine ka dar elde tutmak ve sonrasında bu arsadan tekel rantı sağlamak gibi bir stratejiye başvurdukları malumdur. Yeterli güce sahip kurnaz yö netimler de aynı uygulamaya girişebilir. Anlaşıldığı kadarıyla Hong Kong yönetim i bütçesinin büyük kısmını, kamu arazilerinin çok yüksek tekelci fiyatlara kontrollü satışı yoluyla sağlamaktadır. Bu ise gayrimenkul üzerinden tekel rantına dönüşerek Hong Kong'u gayrimenkul piyasalarında iş gören uluslararası finans yatırımı ser mayesi açısından çok cazip hale getirmektedir. Tabii, Hong Kong konumu itibariyle başka yönlerden de benzersiz olma iddiasına sa hiptir ve bunun sunduğu tekelci avantajları piyasaya sürer. Singapur ise tekel rantı elde etm eye kalkışm ış ve bunda kısmen benzer biçim de ancak farklı siyasal-iktisadi araçlar kullanarak büyük ölçüde ba şarılı olmuştur. Bu tür bir kentsel yönetim büyük oranda yalnızca ulaşım ve ile 14. Jo h n L ogan ve H arvey M olotch, U rban F ortunes: T he P o litica l E conom y o f P lace, B erkeley: U n iv ersity o f C alifo rn ia P ress, 1988.
158
ASİ ŞEHİRLER
tişim, liman yapıları, kanalizasyon ve su gibi alanlarda fiziksel alt yapının yanı sıra, eğitim, bilim ve teknoloji, toplumsal kontrol, kül tür ve yaşam kalitesi gibi toplumsal altyapı alanlarında da yerel ya tırım modelleri inşa etm e yönelimindedir. Amaç, kentleşme süreci içinde gerek özel teşebbüs gerekse devlet güçleri tarafından tekel rantlarının yaratılm asına ve bunlara el konm asına olanak verecek sinerjiyi üretmektir. Bu tür çabalar her zaman başarıya ulaşmaz ta bii, fakat başarısız örnekler bile tekel rantı elde etme konusundaki başarısızlıkları üzerinden kısm en veya büyük ölçüde anlaşılabilir. Ancak tekel rantı arayışı gayrimenkul inşaatı, ekonom ik inisiyatif ler ve hükümet finansm anına has pratiklerle sınırlı değildir. Çok da ha geniş bir uygulama alanına sahiptir. Kolektif Simgesel Sermaye, Ayrıcalık İbareleri ve Tekel Rantları Tekel rantı elde edebilmenin koşulu benzersiz, otantik, münferit ve özel olm a iddiası ise, bu türden bir talep için tarihsel olarak oluşmuş kültürel ürün ve edim ler ile çevrenin kendine has niteliklerinden (mimari, toplumsal ve kültürel çevre de tabii ki dahil olmak üzere) daha iyi bir alan olabilir mi? Şarapçılıkta da olduğu gibi, bu türden iddialar daima, maddi gerçeklikten tem ellenmenin yanı sıra, söy lemsel yapıların ve m ücadelelerin de sonucudur. Çoğunlukla tarih sel anlatılar, kolektif hafızaya ilişkin yorum lar ve anlamlar, kültürel pratiklere özgü göndergeler ve benzerlerine dayanır: Tekel rantı el de etmek için dayanılan gerekçelerin üretiminde daim a güçlü bir toplumsal ve söylemsel unsur iş başındadır, zira eşsiz olduğu varsa yılan bir yere özgü olan o şey her neyse, ona ulaşmak için — çoğu in sana göre— Londra, Kahire, Barselona, Milan, İstanbul, San Fran cisco vb.ne gitm ekten başka yol yoktur. En bariz örnek turizmdir, ama meseleyi bununla sınırlamanın yanlış olacağı kanısındayım. Çünkü burada söz konusu olan kolek tif simgesel sermayenin gücü, belli bir yere atfedilen ayrıcalık iba releridir, ki bunlar genel olarak sermaye hareketleri üzerinde önem li bir çekim gücüne sahiptir. Bu tabirin genel kullanımını borçlu ol duğumuz Bourdieu, bunları m aalesef bireylerle sınırlı tutar (adeta yapılandırılm ış estetik yargılar denizinde yüzen atom lar gibi), oysa bana öyle geliyor ki kolektif biçim ler (ve bireylerin bu biçimlerle
RANT SANATI
159
ilişkisi) daha fazla ilgiye mahzar olsa gerektir.15 Paris, Atina, New York, Rio de Jeneiro, Berlin ve Rom a gibi yer isimlerine eşlik eden simgesel sermaye son derece önem lidir ve bu şehirlere, sözgelimi Baltimore, Liverpool, Essen, Lille ve Glasgow gibi yerler karşısın da büyük ekonom ik avantaj sağlar. Bu ikinci grup şehirler açısından sorun, tekel rantı sağlayan benzersizlik iddiasını daha iyi tem ellen direbilmek için simgesel sermaye katsayılarını yükseltmek ve ayrı calık ibarelerini çoğaltmaktır. Şehirlerin birer "marka"ya dönüştü rülmesi büyük bir iş kolu haline gelm iştir.16 Ulaşım ve iletişimin ko laylaşması ve ticaretin önündeki diğer engellerin azaltılmasıyla bir likte tekel gücünde genel olarak görülen azalm a ile birlikte, kolektif simgesel sermaye elde etm ek için verilen bu çaba tekel rantının ze mini olarak daha da önem kazanır. Bilbao'daki Guggenheim Müzesi'nde Gehry'nin karakteristik m im arisiyle yarattığı sansasyonu baş ka nasıl açıklayabiliriz? Uluslararası arenada kayda değer yatırım lara sahip tanınmış fi nans kuruluşlarının sanatçının imzası gibi şah sına münhasır projelere destek sunma konusundaki heveskârlığını başka nasıl açıklayabiliriz? Bir başka örneği ele alacak olursak, Barselona’nın Avrupa şehir sistemi içerisinde kazandığı ün, kısmen, düzenli olarak simgesel sermaye ve ayrıcalık ibareleri biriktirmesi sayesinde olmuştur. Kataianlara özgü tarih ve gelenek içerisinde kazılar yapılması, bölge nin güçlü sanatsal başarıları ve m im ari mirasının (başta G audí ol mak üzere), yaşam tarzı ve edebi geleneklere ait belirgin ibarelerin pazarlanması bunda büyük rol oynadı; bu nevi şahsına münhasırlığı kutlamak için hazırlanan kitaplar, sergiler ve kültürel faaliyetler se li de buna destek oldu. Bütün bunlar yeni göz alıcı mimari dekorla (Norman Foster'ın radyo verici istasyonu Torre de Collserola ve es ki şehrin biraz viran haldeki dokusunun ortasında yükselen M eier'in bembeyaz ve göz alıcı Museu d'Art Contemporani de Barcelona'sı), yanı sıra liman ve sahilin açılması, çorak arazilerin Olimpiyat Köyü için geri kazanılması (İkarya ütopyasına sevimli bir gönderme) gibi bir dizi yatırım aracılığıyla öne çıkarıldı. Bir zam anlar epeyce şa 15. P ierre B o u rd ieu , D istinction: A S o cia l C ritiq u e o f the Ju d g em e n t o f Taste, L ondra: R o u tled g e & K eg an Paul, 1984. 16. M iriam G reen b erg , B randing N ew York: H o w a C ity in C risis W as S o ld to the W orld, N ew York: R o u tled g e, 2008.
160
ASİ ŞEHİRLER
ibeli, hatta tehlikeli olan şehrin gece hayatı, açık bir kentsel temaşa panoram asına dönüştü. Tekel rantları elde etmek için dev olanaklar açan Olim piyat Oyunları da bütün bu gelişm elere aracı oldu (tesa düf bu ya, Uluslararası Olim piyat Komitesi başkanı Samaranch da Barselona'da büyük gayrim enkul yatırımlarına sahipti).17 Gelgelelim Barselona'nın başlangıçtaki bu başarısı ilk çelişkinin derinliklerine doğru yol alıyor gibi görünmektedir. Bir şehir olarak Barselona'nın sahip olduğu kolektif simgesel sermaye temelinde te kel rantını cebe indirmek için sınırsız fırsatlar kendini gösterdikçe (İngiliz M imarlar Kraliyet Enstitüsü'nün bütün şehre mimari başarı madalyasını takdim etmesinden bu yana emlak fiyatları astronomik düzeylere ulaşmıştır), bu karşı konulmaz cazibe çokuluslu şirketler eliyle m etalaşmanın neden olduğu yeknesaklığı da peşi sıra getir mektedir. Kıyı gelişim inin son evreleri batı dünyasındaki benzerle rinden farksızdır: insanı şaşkına çeviren trafik yoğunluğu eski şehir dokusunun içinden bulvarlar açılmasını m ecbur kılar, çokuluslu m ağazalar yerel dükkânların yerini alır, m utenalaştırma eski sakin leri yerinden eder ve eski kent dokusunu tahrip eder; sonuçta Barse lona ayrıcalık ibarelerini bir bir kaybetmeye başlar. Hatta Disneyleşme yönündeki işaretler de gözardı edilem eyecek denli belirgin leşmiştir. Bu çelişki, sorular ve direnişle belirgin hale gelir. Burada onur landırılacak olan kimin kolektif hafızasıdır — Barselona'nın tari hinde öylesine önemli bir rol oynamış olan İkaryalılar gibi anarşist lerin mi, Franco'ya karşı var güçleriyle savaşan cumhuriyetçilerin mi, Endülüs muhacirleri olan Katalan m illiyetçilerin mi, yoksa uzun dönem Franco'nun müttefiki olan Sam aranch'ın mı? Kimin es tetiği söz sahibi olacak tır— Barselona’nın Bohigas gibi gücüyle ün salmış mimarlarınınki mi? Disneyleşmenin herhangi bir biçimini kabullenmek için ne neden var? Bu gibi tartışmaları susturmak pek kolay değildir, çünkü Barselona'nın sahip olduğu kolektif simgesel sermaye birikim inin otantiklik, eşsizlik ve taklit edilem ezlik gibi ti kel niteliklere dayandığı herkesçe malumdur. Yerel ayrıcalığa iliş kin bu tür ibarelerin biriktirilmesi ister istemez yerel aktörlerin güç17. D onald M cN eill, U rban C h a n g e a n d the E uropean L eft: Tales fr o m the N e w B arcelona, N ew York: R outledge, 1999.
RANT SANATI
161
lenınesini ve hatta m uhalif halk hareketleri mevzusunu gündeme getirir. O noktada kolektif simgesel ve kültürel sermayenin bekçile ri — müzeler, üniversiteler, hami sınıfı ve devlet aygıtı— her za manki gibi kapıyı kapayarak ayak takımını dışarıda tutm akta ısrar ederler (gerçi Barselona'daki Museu d'Art Contem porani, muadili olan pek çok kurumun aksine, şaşırtıcı ve yapıcı bir biçim de halkın beğenilerine hitap etmeyi sürdürmüştür). Eğer bu başarısız olacak olursa, devlet devreye girerek New York şehri belediye başkanı Giuliani'nin şehirde kültürel beğenileri izlemek amacıyla kurduğu "makuliyet komitesi"nden, düpedüz polis baskısına varan seçenekler arasında herhangi birini uygular. G elgelelim burada yüksek getiriler ve götürüler söz konusudur. Gerek halihazırda gerekse geçmişte oluşumuna herkesin kendi üslubunca katkıda bulunduğu kolektif simgesel sermayeden nüfusun hangi kesiminin en fazla faydalana cağını belirlemek söz konusudur. Simgesel sermayeden doğan tekel rantına salt çokuluslu şirketlerce veya yerel burjuvazinin güçlü, azınlık bir kesimi tarafından el konm asına neden izin verilsin? Sin gapur gibi (temelde konumunun sağladığı avantajdan doğan) tekel rantını yıllar içinde öylesine hoyratça ve başarılı biçimde yaratan ve sahiplenen bir şehir bile, elde edilen kazancın konut, sağlık hizmet leri ve eğitim aracılığıyla geniş bir tabana dağıtılmasını güvence al tına almıştır. Barselona'nın yakın tarihinde örneğini gördüğüm üz nedenler den dolayı, bilgi ve miras endüstrileri, kültürel üretimin yarattığı canlılık ve hareket, kendine özgü bir mimarinin ve estetik beğenile rin geliştirilmesi pek çok yerde (özellikle Avrupa'da) kentsel giri şimcilik siyasetinin güçlü kurucu unsurları olarak öne çıkmaktadır. Son derece rekabetçi bir dünyada ayrıcalığa dair ibareler ve kolek tif simgesel sermaye biriktirme çabası sürmektedir. G elgelelim bu durum peşi sıra bir dizi yerel soruyu da getirmektedir: Kimin kolek tif hafızasına, kimin estetiğine ve kimin yararına öncelik tanınacak tır? Barselona'daki mahalle hareketleri, simgesel sermayelerini da yanak alarak tanınm a ve siyasi güç talebiyle ortaya çıkm akta ve so nuç olarak şehirde siyasi varlıklarını ortaya koyabilmektedirler. G e rek müteahhitler gerekse turizm endüstrisi tarafından el konmakta olan, onların kentsel müşterekleridir. Fakat bu m üştereklere sadece belli kesimlerin el koyması, yeni siyasi mücadele kanallarını hare
162
ASİ ŞEHİRLER
kete geçirebilmektedir. Liverpool'daki Albert Rıhtımı'nın yeniden inşası sırasında köle ticaretine dair her tür referansın silinmesi, dış lanan Karayip kökenli nüfusun protestolarına yol açtı ve bu m arji nalleştirilmiş topluluk içerisinde yeni siyasi dayanışm a tarzları ya rattı. Keza Berlin'deki Yahudi Soykırımı Müzesi uzun m ünakaşala ra yol açtı. Anlamı üzerinde uzlaşmaya varılmış olduğunu varsaya cağımız Atina Akropolü gibi antik çağ yapıtları bile anlaşm azlıkla ra konu olabiliyor.18 Bu türden tartışm alar dolaylı yollardan da olsa geniş siyasi etkilere yol açabiliyor. Yeni kentsel ortak alanların halk katılım ıyla üretilmesi, kolektif simgesel sermayenin biriktirilmesi, kolektif bir hafıza ve efsanelerin harekete geçirilmesi, özgül kültü rel geleneklere başvurulması, gerek sağ gerekse sol siyasi eylem le rin her biçim inin önemli veçhelerini oluşturur. Örneğin Almanya'nın birleşm esinden sonra Berlin'in yeniden inşası etrafında dönen tartışmaları hatırlayın. Berlin'in simgesel ser mayesinin nasıl tanım lanacağına dair tartışm a ilerledikçe çok çeşit li güçler birbiriyle karşı karşıya geldi. Berlin, bariz biçimde, doğu ve batı arasında arabuluculuk yapm a potansiyeli üzerinden bir ben zersizlik iddiası geliştirebilir. Günüm üz kapitalizm inin eşitsiz coğ rafi gelişim i içerisindeki stratejik konumu (eski Sovyetler Birliği' nin çözülmesiyle birlikte) şehre bariz avantajlar bahşediyor. Fakat kolektif hafıza, efsaneler, tarih, kültür, estetik ve gelenek üzerinden sürmekte olan bir başka kimlik savaşımı daha var. Bu mücadelenin yalnızca tek bir sorunlu boyutunu ele alacağım — pek de başat sa yılamayacak olan bu boyutun küresel rekabette tekel rantı iddiaları nı temellendirm eyi ne derece başaracağı da belirsiz. Yerel mimar ve plancıların bir kısmı (yerel yönetim aygıtının bazı kısımlarının da desteğiyle), 18. ve 19. yüzyıl Berlini'ne ait m im ari biçimleri yeni den tedavüle sokma, özellikle de — pek çok şeyi gözardı etmek pa hasına— Schinkel'e özgü mimari geleneği öne çıkarm a arayışına girdi. Bu tavır, seçkinci estetik tercihlerden ibaret bir mesele olarak görülebilir, ancak şehrin kolektif hafızası, anıtsallık, tarihin gücü ve siyasi kim liğe ilişkin bir dizi anlamla yüklüdür. Ayrıca, kimin Berlinli olup kimin olm adığını ve kimin şehre hakkı olduğunu dar an18. A rgyro L ou k ak i, "W hose G enius L oci: C ontrasting Interpretations o f the S acred R o ck o f the A th en ian A cro p o lis”, A n n a ls o f the A sso c ia tio n o f A m erican G eo g ra p h ers 87: 2 (1997): 306-29.
RANT SANATI
163
lamda soykütüğü veya belli bazı değer ve inançlara bağlılık tem e linde tarif eden (ve çeşitli söylemlerde ifadesini bulan) düşünce ik limiyle de bağlantılıdır. Böyle bir tavır, ulusalcı ve romantik çağrı şımlarla yüklü bir yerel tarihi ve mimari mirası kazıp çıkarmak an lamına gelir. G öçm enlere kötü m uam ele edildiği ve şiddetin yaygın olduğu bir bağlam da bu tür eylemlere sessiz bir m eşruiyet dahi sağ layabilir. Bugün çoğu Berlin doğumlu olan Türk nüfusu pek çok onur kırıcı tutum la karşı karşıya kalmış ve bu insanların büyük kıs mı şehir merkezinden tahliye edilmiştir. Onların Berlin şehrine yap tıkları katkı gözardı edilmektedir. Dahası, rom antik/m illiyetçi m i mari üslup geleneksel anıtsallık yaklaşım ıyla uyumludur, ki bu da çağdaş planlarda (her ne kadar açık olarak atıfta bulunulm asa da, hatta belki farkında olmaksızın) A lbert Speer'in 1930'larda Reichstag'a anıtsal bir ön zemin sunmak am acıyla Hitler için çizdiği plan ları tekrar etmektedir. Neyse ki Berlin'in kolektif simgesel sermaye arayışı bundan iba ret değildir. Örneğin Norman Foster'm Reichstag'ı yeniden inşa sının veya çokuluslu şirketlerin Potsdam er Platz'a hâkim olmak için (büyük oranda yerel m im arlara muhalif) uluslararası m odernist m i marlar koleksiyonunu şehre getirtm esinin yukarıda bahsedilen ta vırla tutarlı olduğunu söylemek zordur. Çokuluslu şirketlerin şehre hâkim olm a yönündeki tehdidine verilen bu romantik yerel tepki nin, şehir için üretilen çok çeşitli ayrıcalık ibareleri arasında ilgi çe kici masum bir unsurdan ibaret olarak kalması da olasıdır (ne de ol sa Schinkel kayda değer bir mimari değere sahiptir, yeniden inşa edilen bir 18. yüzyıl kalesi ise D isneyleşm e temayülleri açısından elverişli olabilir). Fakat hikâyenin olası arka yüzü de, tekel rantından doğan çeliş kilerin nasıl kolaylıkla ortaya çıkabileceğini vurgulaması açısından ilgiye mazhardır. Bu dar görüşlü planlar, dışlayıcı estetik anlayış ve söylemsel pratikler şehre hâkim olsaydı, yaratılacak kolektif sim ge sel sermayenin serbestçe pazarlanması güç olacaktı, çünkü tam da özel nitelikleri onu küreselleşmenin dışında ve küreselleşmeyi bü yük oranda reddeden dışlayıcı bir siyasi kültürün içerisinde konumlandıracaktı; en iyi ihtimalle içe kapanarak tutucu bir m illiyetçiliğe yönelecek, daha da kötüsü, belki yabancıların ve göçm enlerin hoy ratça reddi biçimini alacaktı. Kentsel yönetim elinde tuttuğu kolek
164
ASİ ŞEHİRLER
tif tekel gücünü, çokuluslu küreselleşmenin bayağı kozmopolitizmine karşı bir m uhalefete yönlendirebilir, ancak bu kez de yerel ulusalcılığın temelini oluşturm a riski vardır. Yunanlılara borç krizi ni atlatabilmeleri için yapılacak yardımın Alman kamuoyunun ge niş kesiminde reddedilm esiyle sonuçlanan kültürel çerçeve, bu tür yerel ulusalcılıkların pekişmesinin ciddi küresel sonuçları olabile ceğine işaret ediyor. Bir şehrin başarıyla m arkaya dönüştürülmesi, bu m arkaya uymayan herkesin ve her şeyin ihraç edilmesini veya kökünün kazınmasını gerektirebilir. Topyekûn bir ticarileşmeye fazlaca yaklaşıp tekel rantının kay nağı olan ayrıcalık ibarelerini kaybetmek ile, pazarlamanın güç ola cağı fazlasıyla özel ayrıcalık ibareleri yaratmak arasındaki açmaz her daim mevcuttur. Fakat şarap üreticiliğinde de olduğu gibi, bir ürün, yer, kültürel bir biçim, gelenek veya mimari bir m irasa dair neyin bu denli özel olduğunu tanımlamak daima güçlü söylemsel m anevraları gerektirir. Söylemsel savaşlar oyunun parçası haline gelir ve taraftarlar (örneğin m edyada ve akadem ide) dinleyici kitle sini de, mali desteği de bu süreçler aracılığıyla devşirirler. Örneğin m odaya atıfta bulunarak pek çok şey elde edilir (nedense, moda merkezi olmak şehirlerin kayda değer m iktarda kolektif simgesel sermaye biriktirm esinin yollarından biridir). Serm ayedarlar bunun gayet farkındadır; bu yüzden de kültür savaşlarının ve çok-kültürlülük, moda ve estetiğin dikenli çalılarının arasına girmeleri icap ed er, çünkü tekel rantını bir süreliğine de olsa elde etmenin yolu tam da bu araçlardan geçer. Ve eğer iddia ettiğim gibi, tekel rantı daima kapitalist arzunun nesnesiyse, o zaman kültür, tarih, miras, estetik ve anlam alanına yapılacak m üdahalelerle onu elde etmek her çeşit serm ayedar için çok önemli olsa gerektir. Bu noktada ortaya çıkan soru, bu kültürel müdahalelerin kendisinin sınıf m ücadelesinin güç lü bir silahı haline nasıl gelebileceğidir. Tekel Rantı ve Umut Vadeden Mekânlar Bu noktada eleştirm enler iddiamın ekonomik açıdan indirgemeci göründüğünden şikâyet edebilir. Bizzat kapitalizm in yerel kültürle ri ürettiği, estetik anlamları şekillendirdiği ve yerel girişim ler üze rinde hâkim iyet kurarak sermayenin dolaşımı içerisinde sindirile-
RANT SANATI
165
meyen herhangi bir farklılığın gelişim ine peşinen engel olduğu gibi bir izlenim uyandırdığımı söyleyeceklerdir. Bu yorumu önlemek elimden gelmez, ancak böyle bir yorumun mesajımı çarpıtmak ola cağını söyleyebilirim. Zira tekel rantı kavramını sermaye birikimi mantığı çerçevesinde gündem e getirmekteki amacım, sermayenin yerel farklar, yerel kültürler arasındaki varyasyonlar ve kökeni her ne olursa olsun estetik anlam lara el koymak ve bunlardan artı değer devşirmek için yöntemlerinin eksik olm adığını göstermektir. Avru palI turistler bugün New York'un H arlem semtinde ticari turlara ka tılabilm ektedir (tura eşlik eden bir kilise korosu da cabası), tıpkı "yoksulluk turizmi"nin Güney Afrika, M umbai'nin Dharavi semti ve Rio'nun favelaları gibi yoğun yoksulluk bölgelerine gezi çığırt kanlığı yaptığı gibi. ABD'de müzik endüstrisi çok çeşitli üsluplar dan müzisyenlerin kökenden, yerelden gelen yaratıcılıklarına el koy makta parlak başarılar elde etm ektedir (neredeyse istisnasız olarak müzisyenlerden ziyade müzik şirketlerinin yararınadır bu ilişki). Ezilenlerin uzun tarihine seslenen, siyasi vurguya sahip müzik bile (rap'in bazı biçim leri, Jam aika'nın reggae'si veya Kingston menşeli dancehall m üziği) m etaya dönüşmektedir. Her şeyin metalaşması ve ticarileşm esi, zam anım ıza dam gasını vuran bir yönelimdir. Gelgelelim tekel rantı çelişkili bir yapıya sahiptir. Tekel rantı arayışı küresel sermayeyi ayrıcalıklı yerel girişim lere değer atfet meye sevk eder. Hatta bazı açılardan, yerel girişim ne kadar ayrıca lıklı ve ne kadar ihlalci ise değeri o derece yükselir. Bunun yanı sı ra, benzersizlik, otantiklik, m ünferitlik, orijinallik ve toplumsal ya şamda meta üretiminin yol açtığı yeknesaklıkla bağdaşmayan ne kadar özellik varsa hepsinin değerli kılınm asına yol açar. Sermaye eğer tekel rantının temelini oluşturan benzersizliği toptan yok et mek istem iyorsa (ki serm ayenin bilfiil bunu gerçekleştirdiği, karşı lığında da herkesçe lanetlendiği pek çok vaka vardır), farklılığın bel li biçimlerini desteklemeli ve farklılaşan, hatta bir dereceye kadar kontrol dışına çıkan yerel kültürel gelişmelere de kendi pürüzsüz iş leyişine düşm anca bir tavır alması muhtemel olsa dahi izin verm eli dir. Hatta ihlalci kültürel pratikleri dahi, temkinli bir biçimde ve en dişeyle de olsa, destekleyebilir; çünkü bu, özgün, yaratıcı, otantik ve aynı zam anda da eşsiz olm anın yollarından biridir. İşte böyle mekânlar, m uhalif hareketlerin şekillenmesi için elve
166
ASİ ŞEHİRLER
rişlidir; hatta çoğu kez, m uhalif hareketlerin bu tür yerlerde çok ön ceden kök salmış olması da muhtemeldir. Sermaye açısından sorun, kültürel farklılıkları ve kültürel m üşterekleri bunların üzerinden te kel rantı elde etmesine elverecek ölçüde edilgenleştirme, içerme, metalaştırm a ve ticarileştirm enin yollarını bulmaktır. Bu esnada ser maye, kültür üreticilerinin ortaya koyduğu yaratıcılığı ve başkaları nın ekonom ik yararını gözeten siyasi angajmanını sömürmesi nede niyle çoğu kez yabancılaşm a ve hınca yol açar. Bir halkın, kendi ta rih ve kültürünün metaya dönüştürülerek söm ürülm esinden topluca esef duyması durum unda olduğu gibi. M uhalif hareketler açısından sorun, kendi kültürel m üştereklerinin böylesine yaygın biçimde ele geçirilm esine ses çıkarm ak, ve m ünferitlik, eşsizlik, sahicilik, kül tür ve estetik anlam lar üzerinden elde edilen meşruiyeti yeni olanak ve alternatifler açacak şekilde kullanmaktır. En asgarisinden bu, sahicilik, yaratıcılık ve özgünlüğün, işçi sı nıfı, köylü veya kapitalist olmayan herhangi bir başka tarihsel coğ rafyanın değil de salt burjuvazinin ürünü olduğu fikrine direnmek anlam ına gelir. Aynı zam anda bu, günümüz kültür üreticilerini, öf kelerini yeniden metalaşm a, piyasa hâkimiyeti ve daha genel olarak kapitalist sisteme yöneltm eleri için ikna etmeyi gerektirir. Cinsel lik, din, toplumsal ahlak ve sanatsal veya mimari alanındaki genelgeçer kurallar hakkında ihlalci olm ak bir şeydir, kapitalist tahakkü mün kurum ve pratikleri (ki bunlar aslında kültür kurum larının de rinliklerine nüfuz eder) konusunda ihlalci olmak başka bir şey. Ka pitalist tem ellük biçimleri ile geçmiş ve günüm üzdeki kültürel yara tıcılık arasında cereyan eden parçalı olm akla birlikte geniş çaplı m ücadeleler, kültür işleriyle uğraşan topluluğun bir kesimini çoku luslu kapitalizm e karşı bir siyasetin yanında yer alm aya ve farklı toplum sal ve ekolojik ilişkilere dayalı, daha ikna edici bir alternati fe yönlendirebilir. Bu, sahiciliğe, orijinalliğe ve tikellik estetiğine dair "saf" değer lerin kendi başına ilerici bir m uhalif siyaset için yeterli temel oluş turacağı anlam ına gelmez. Bunun yerel, bölgesel veya ulusal kimlik siyasetinin yeni faşist biçim lerine sapması işten bile değildir. Gerek Avrupa'nın büyük kısm ında gerekse başka yerlerde bugün bunun endişe verici işaretlerine bolca rastlıyoruz. Solun cebelleşm ek zo runda olduğu temel bir çelişkidir bu. Dönüştürücü siyasetin m ekân
RA N T SANATI
167
ları kendini var eder çünkü onları feshetm eye sermayenin gücü yet mez. Bu m ekânlar sosyalist m uhalefet için olanak sağlar. Farklı ya şam tarzlarının hatta farklı toplumsal felsefelerin yeşerdiği m ekân lar olabilir bunlar (Brezilya'nın Curtiba bölgesinin kentsel ekolojik sürdürülebilirlik konusundaki öncülüğü sayesinde edindiği ün gi bi). Bu yerler, 1871 Paris K om ünü veya 1968'de dünya çapında gö rülen şehir temelli çok sayıda hareket gibi, Lenin'in uzun zaman ön ce "halk şenliği" tabir ettiği devrim ci çalkantının merkezi bir unsu ru haline gelebilir. Seattle, Prag, M elbourne, Bangkok ve Nice'de ve sonra daha yapıcı biçim de 2001'de Porto Allegre'de tezahürlerini gördüğüm üz neoliberal küreselleşme karşıtı parça parça hareketler böyle bir alternatif siyasete işaret etmektedir. Bu siyaset tümüyle küreselleşme düşmanı değil, ancak çok farklı koşullarda gerçekle şecek başka bir küreselleşmeye taraftardır. Belli bir tür kültürel özerklik, kültürel yaratıcılık ve farklılaşm a için sarf edilen çaba bu siyasi hareketlerin oluşum unda güçlü bir unsur teşkil eder. Bu tür m uhalif seçeneklere kendini açan şehrin Barcelona, Ber lin, San Francisco veya M ilan değil de Porto Allegre olması elbette tesadüfi değil.19 Çünkü burada tarih ve kültürden gelen güçler siyasi bir hareket tarafından (Brezilya İşçi Partisi'nin önderliğinde), Bilbao'daki G uggenheim M üzesi veya Londra Tate Galerisi'nin ek bi nasında caka satandan farklı bir kolektif simgesel sermaye arayışı içinde, çok farklı bir biçim de devindirilmektedir. Porto Allegre'de biriktirilm ekte olan ayrıcalık ibareleri özelde tekel rantlarını pazar lamaya ve daha genelde çokuluslu kapitalizm önünde diz çökmeye karşı alternatif bir küreselleşm e m eydana getirme çabasından kay naklanır. Halk hareketine vurgu yapm ası sayesinde yeni kültürel form lar ve sahicilik, orijinallik ve geleneğin yeni tanımlarını etkin biçimde inşa eder. Önceki örneklerin, 1960'lar ve 1970'lerde Kızıl Bologna’da gerçekleşen ve hafızalarda yer eden deneylerin göster diği gibi bu, izlenm esi zor bir yoldur. Tek bir şehirde sosyalizm ya şam şansı olan bir kavram değildir, fakat tekel rantlarının üretimi ve temellük edilm esi için gerekli şartların en yoğun olarak bulunduğu yerler, hem fiziksel yatırım lar hem de kültürel hareketler bakımın19. R eb ecca A b ers, "P racticing R adical D em ocracy: L essons from B razil", P lu rim n n d i 1:2 (1999): 67-82; Ig n acio R a m o n e t, "P orto A legre", L e M o n d e D iplo m a tiq u e 562: 1 (O c a k 2001).
168
ASİ ŞEHİRLER
dan, şehirlerdir. Küreselleşmenin çağdaş biçim inin alternatifi gök ten zembille inmeyeceğine göre, bunun birçok yerel mekân, özellik le de kentsel m ekânlar içerisinden oluşması, ve birleşerek daha ge niş bir hareket oluşturması gerekecek. Tekel rantı arayışı sırasında kapitalistlerin karşılaştığı çelişkilerin yapısal bir önem kazandığı nokta işte burasıdır. O tantiklik, yerellik, tarih, kültür, kolektif hafıza ve gelenek gibi değerleri pazarlam a arayışındaki sermayedarlar, si yasi düşünce ve eylem için yer açm akta ve buralarda sosyalist alter natiflerin tasarlanıp uygulamaya konmasına imkân vermekteler. Böy le bir müşterek alan, kültür üreticilerini ve kültürel üretimi siyasi stratejisinin kilit bir unsuru olarak gören m uhalif hareketler tarafın dan yoğun biçimde araştırılm ayı ve geliştirilm eyi bekliyor. Yüksek kültüre ait güçlerin bu şekilde harekete geçirilm esinin pek çok tarih sel öncülü vardır (Rus D evrim i'nin yaratıcı yılları olan 1918-26 ara sı dönem de konstrüktivizmin oynadığı rol, çok sayıdaki tarihi ör nekten yalnızca biridir). Fakat gündelik hayatın sıradan ilişkileri içe risinde üretilen popüler kültür de bu açıdan yaşamsal önem taşır. İş te burada alternatif küreselleşm e biçimlerinin ve m etalaşm a aleyh tarı canlı bir siyasetin inşa edilmesi için umut vadeden kilit bir m e kân yatıyor: Kültürel üretim ve dönüşümün ilerici güçlerinin, ser mayenin güçlerine mağlup olmak bir yana, bu güçleri ele geçirerek sekteye uğratmasına elverişli bir mekân.
İKİNCİ KISIM
Asi Şehirler
BEŞİNCİ BÖLÜM
Antikapitalist Mücadele İçin Şehri Yeniden Sahiplenmek
M A D E M K İ K E N T L E Ş M E sermaye birikim i tarihi açısından bu derece önemlidir ve mademki sermaye güçleri ve sayısız müttefiki şehir yaşamını kökten değiştirm ek için düzenli aralıklarla gözünü kırp madan seferber olmaktadır, sınıf m ücadelesi de — şu veya bu biçim de, açıkça bu sıfatla anılsın veya anılm asın— kaçınılmaz olarak bu sürece dahil demektir. Buna sebep, sermaye güçlerinin kendi istem lerini kentsel süreçler ve nüfusun tamamı üzerinde hâkim kılmak için var güçleriyle çabalam ak zorunda oluşudur; zira en elverişli ko şullar altında bile sermaye, bütün nüfusu denetimi altına alm aya ka dir değildir. Burada önemli bir stratejik siyasi soru ortaya çıkıyor: Antikapitalist m ücadelelerin şehrin tanımladığı geniş sahaya odak lanması ve bu temelde örgütlenm esi ne derece gereklidir? Eğer ge rekliyse, bu nasıl ve tam olarak hangi gerekçeyle başarılabilir? Kent menşeli sınıf m ücadeleleri hayret verici bir tarihe sahiptir. Paris'te 1789'dan, 1830 ve 1848'e, ve oradan da 1871 K om ünü'nedek birbiri ardına sıralanan devrimci hareketler 19. yüzyıldaki en bariz örneği oluşturur. Daha sonraki hadiseler arasında, Petrograd Sovyeti, 1927 ve 1967 Şanghay K om ünü, 1919 Seattle Genel Grevi, Bar selona'nın İspanyol İç Savaşı'nda oynadığı rol, 1969 Cördoba ayak lanması, ve 1960'larda ABD'de genelinde baş gösteren kentsel ayak lanmalar, 1968'in kent temelli hareketleri (Paris, Chicago, Mexico, Bangkok, "Prag Baharı" tabir edilen hareket ve aynı sıralarda İspanya'da Franco karşıtı hareketin ön saflarında yer alan Madrid m ahal le dem eklerinin yükselişi) sayılabilir. Daha yakın dönem de ise,
172
ASİ ŞEHİRLER
1999'da Seattle'daki küreselleşm e karşıtı gösterilerde bu daha eski mücadelelerin yankılarına tanık olduk. Bunu Quebec'te ve pek çok başka şehirde gerçekleşen ve geniş çaplı bir alternatif küreselleşme hareketinin parçası olan benzer protestolar izledi. Yine çok kısa bir süre önce, Kahire'nin Tahrir M eydam'nda, ABD'nin W isconsin eya letine bağlı M adison şehrinde, M adrid'deki Puerta del Sol ve Bar selona'daki Plaza del Sol ile Plaza de Catalunya ve Atina'nın Sintagm a M eydam'nda kitlesel protesto hareketlerine tanık olduk; bunla rın yanı sıra M exico'nun O axaca eyaleti, Bolivya'nın Cochabamba (2000, 2007) ve El Alto (2003, 2005) bölgeleri devrim ci hareketler ve ayaklanmalara; Buenos Aires (2001-2002) ve Şili'nin Santiago şehri de (2006, 2011) içeriği farklı olm akla birlikte diğerleri kadar önemli siyasi patlam alara sahne oldu. Burada rol oynayan etken, tarihin gösterdiği gibi, sadece tekil kent merkezleri değildir. Birçok vakada başkaldırı ve ayaklanm a ru hunun kentsel şebekeler üzerinden adeta bulaşıcı bir virüs biçiminde yayılması dikkat çekicidir. 1848'in devrim ci hareketi her ne kadar Paris'te ortaya çıktıysa da, başkaldırı ruhu Viyana, Berlin, Milan, Budapeşte, Frankfurt ve daha nice Avrupa kentine yayılmıştı. Rusya' daki Bolşevik Devrimi'ne, Berlin, Viyana, Varşova, Riga, Münih ve Torino'daki işçi konseyleri ve "sovyet"lerin oluşumu eşlik etmişti. Tıpkı 1968'de Paris, Berlin, Londra, M exico, Bangkok, Chicago ve sayısız diğer şehirde yaşanan — ve bazılarında şiddet kullanılarak bastırılan— "öfke günleri" gibi. ABD'de 1960'larda ortaya çıkan kent sel kriz de pek çok şehri aynı anda etkilemişti. Yine dünya tarihinde hayret verici bir an olm asına karşın fazlasıyla ihmal edilen 15 Şubat 2003 günü, m ilyonlarca kişi eşzam anlı olarak Roma, M adrid, Lon dra, Barselona, Berlin ve Atina'da ve daha az ancak dişe dokunur sa yıda kişi de New York ve M elbourne'de, yine binlerce kişi de Asya (Çin hariç), Afrika ve Latin Am erika'nın 200 kadar şehrinde sokak lara çıkarak Irak'a karşı savaş tehdidine karşı gösteriler düzenledi. O dönemde küresel kamuoyunun belki de ilk ifadelerinden biri olarak tanımlanan hareket hızla hafızalardan silindiyse de, küresel kent ağının, ilerici hareketler tarafından henüz değerlendirilm emiş siyasi olanaklarla yüklü olduğu hissini ardında bıraktı. Şu an dünya çapın da gençlerin önderliğinde büyüyen ve Kahire'den Madrid'e, Santi ago'dan Londra'daki sokak ayaklanm alarına, New York'tan ABD'nin
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
173
ve giderek dünyanın sayısız şehrine yayılan Wall Street'i İşgal Et ha reketine uzanan eylem lilik dalgası, şehir havasında dile getirilmeyi bekleyen siyasi bir şeyler olduğuna işaret ediyor.1 Kent menşeli siyasi hareketlere dair bu kısa tarihçe, karşımıza iki soruyu çıkarıyor. İlkin, şehir (veya şehirlerden oluşan sistem) daha derinden işleyen siyasi m ücadelelerin ifade bulduğu, edilgen bir sahadan (veya önceden verili bir şebekeden) ibaret bir görünür lük mekânı mıdır? Yüzeysel bir bakışla durum böyle görünebilir. Ancak bazı kentsel çevrelerin diğerlerine kıyasla isyan ve protesto için daha elverişli olduğu da aşikârdır — örneğin Tahrir, Tiananmen veya Sintagma M eydanlarının merkezi konumu, Londra veya Los Angeles'a kıyasla Paris caddelerinin barikat kurm aya çok daha el verişli yapısı veya El Alto'nun La Paz'a mal akışını sağlayan ana gü zergâhlara hâkim bir konumda oluşu gibi. Bu nedenle siyasi erk çoğu zaman kentsel altyapıyı ve şehir ya şantısını, isyankâr nüfus gruplarını denetlem esine olanak verecek biçimde yeniden düzenleme peşindedir. Haussmann'ın Paris'te açtı ğı bulvarlar bunun en bilinen örneğidir. Bulvarlar daha o dönemde asi yurttaşları askeri denetim altına almak için bir araç olarak görü lüyordu. Bu münferit bir vaka değildir. 1960'lardaki kentsel ayak lanmalar sonrasında ABD'de kent m erkezlerinin yeniden tasarlan ması, şehir m erkezindeki kıymetli em lak kaleleri ile yoksul semtler arasında karayollarından müteşekkil fiziksel bir engel, adeta birer hendek m eydana getirdi. Batı Şeria'nın Ramallah şehrinde (İsrail Savunma Kuvvetleri eliyle) ve Irak'ın Felluce şehrinde (ABD ordu su eliyle) m uhalif hareketleri bastırm a çabasından doğan şiddetli çatışmaların kentsel nüfusu pasifize etmek ve denetlem ek amacıyla kullanılması, askeri stratejileri tekrar düşünme mecburiyeti doğur du. Buna karşılık Hizbullah ve Hamas gibi m uhalif gruplarsa, gide rek kent temelli başkaldırı stratejileri izlemeye başladılar. M ilitarizasyon elbette tek çözüm değil, hatta Felluce'de görüldüğü gibi, en iyi çözüm olm aktan da uzak. Rio'nun favelalarında uygulanan plan I. "Ş ehir havası insanı özgürleştirir" sözü O rtaçağdan gelir. S özleşm eye d a yalı şeh irler birliğ i, "feodalite denizi içinde feo d allik ten arınm ış adalar" gibiydi. H ikâyenin klasik biçim i H enri P irenne'nin O rtaçağ K entleri k itab ın d a anlatıl m aktadır. M ed ieva l C ities, P rin ceton, NJ: P rinceton U niversity P ress, 1925; T ürkçesi: O rtaçağ K en tleri, çev. Ş adan K aradeniz, İstanbul; İletişim , 2000.
174
ASİ ŞEHİRLER
lı pasifizasyon program larında, sorunlu m ahallelere uygulanan bir dizi farklı kamu siyaseti, toplum sal ve sınıfsal savaşa kentsel bir bo yut getiriyor. Hizbullah ve H am as'a gelince, kentsel çevre içinde ör gütlü sıkı ağlara dayanan askeri operasyonlar ile alternatif kentsel yönetim yapılarını birleştiriyorlar, ki çöp toplam adan toplumsal destek ödeneklerine ve m ahalle idari birim lerine kadar pek çok ka lem buna dahil. Öyleyse şehir, siyasi hareket ve başkaldırı için önemli bir saha işlevi görmektedir. M ekânın somut özellikleri önemlidir, toplumsal açıdan yeniden şekillendirilm esi ve farklı alanların organizasyonu siyasi mücadelede bir silah işlevi görür. Nasıl ki askeri bir harekat sırasında eylem sahasının seçimi ve şekillendirilmesi hangi tarafın kazanacağını belirlemede önemli bir role sahipse, kentsel mekânda cereyan eden kitlesel protestolar ve siyasi hareketler için de aynısı geçerlidir.2 İkinci önemli nokta ise, siyasi bir protestonun kentsel ekonom i yi sekteye uğratmakta ne derece başarılı olursa kendisini o derece etkin saymasıdır. Örneğin 2006 baharında ABD'de kaçak göçm enle ri yasa önünde suçlu ilan eden bir yasa tasarısının m eclise sunulm a sının ardından (bazıları onyıllardır ülkede ikamet etmekte olan) göçmen kitleler arasında yaygın bir hareketlilik baş gösterdi. Göç men işçiler genelinde bir grev olarak nitelenebilecek bir eylemle so nuçlanan kitlesel protestolar, Los Angeles ve Chicago şehirlerinde tüm iktisadi faaliyete ket vurdu ve diğer şehirleri de ciddi ölçüde et kiledi. Gerek yasal gerekse kaçak göçmenlerden oluşan örgütsüz iş çi kitlesinin belli başlı kent m erkezlerinde mal ve hizm et akışlarının yanı sıra üretim akışlarını da kesintiye uğratarak çarpıcı biçimde or taya koyduğu siyasi ve iktisadi güç, yasa tasarısının durdurulm asın da önemli bir rol oynadı. Göçmen hakları hareketi sıfırdan ortaya çıkan, büyük oranda kendiliğinden gelişen bir hareketti. İvmesini kısa zam anda yitirdiyse de ardında, yasa taslağını durdurmanın yanı sıra, küçük ama kay da değer iki kazanım bıraktı: göçmen işçiler arasında sabit bir ittifak ve ABD'de 1 M ayıs'm emekçi bayramı olarak kutlanması gibi yeni 2. S tep h en G rah am , C ities U n d er Sieg e: T he N e w M ilita ry U rbanism , L o n dra: V erso, 2010.
AN TİKAPtTALİST M ÜCADELE İÇİN
175
bir âdet. Bu ikinci kazanım salt simgesel gibi görünse de, ABD'deki gerek örgütlü gerekse örgütsüz işçilere sahip oldukları kolektif gü cü hatırlatması açısından önemlidir. Bu potansiyelin gerçekleşm esi nin önündeki temel engellerden biri de hareketin hızlı gerileyişi sı rasında ortaya çıktı. Büyük oranda Güney Amerikalı (Hispanik) nü fusa dayanan hareket, siyahi işçi hareketinin liderleriyle etkin bir mü zakere başlatm ayı başaramadı. Bu ise sağcı m edya tarafından, G ü ney Amerikalı göçm enlerin siyah nüfusun işlerini elinden aldığı yö nündeki yoğun propaganda bom bardım anına zemin hazırladı.3 Son yirm i-otuz yılda kitlesel protesto hareketlerinde görülen hızlı ve istikrarsız yükseliş ve gerilem eler yorum a muhtaçtır. 2003' te küresel çapta gerçekleşen savaş karşıtı gösteriler ve 2006'da ABD' de göçmen hakları hareketinin yükselişi ve gerileyişinden başka, m uhalif hareketlerin inişli çıkışlı seyri ve eşitsiz coğrafi tezahürleri ne sayısız örnek verilebilir. Fransız banliyölerinde 2005'te baş gös teren ayaklanm aların, benzer şekilde 2001-2002 aralığında Arjan tin'de cereyan eden gösterilerden 2000-2005 aralığında Bolivya'dakilere dek Latin Am erika’nın büyük kısmındaki devrimci kıvılcım ların denetlenm esi ve hâkim kapitalist pratiklere massedilmesini hatırlayabiliriz. 2 0U ’de Avrupa'nın güneyinde indigncıdos un ger çekleştirdiği popülist protestolar ve daha yakın dönemdeki Wall Street'i İşgal Et hareketi kalıcı bir güç elde edebilecek mi? Bu tür hareketlerin güttüğü siyaseti ve taşıdığı devrim ci potansiyeli takdir edebilmek ciddi bir güçlük arz ediyor. 1990'ların sonundan bu yana küreselleşme aleyhtarı veya alternatif bir küreselleşmeyi savunan hareketlerin iniş-çıkışlı tarihçesi ve geleceği antikapitaist m ücade lenin çok belirgin ve belki de kökten farklı bir evresinde olduğum u za işaret ediyor. Dünya Sosyal Forumu ve ondan filizlenen bölgesel organizasyonlarda biçimine kavuşan ve Dünya Bankası, IMF ve G7 (yeni G20) benzeri uluslararası örgütlerin toplantılarında düzenli aralıklarla tekrarlanan gösteriler biçim inde ritüelleşen (iklim deği şikliğinden ırkçılığa ve toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar) bu hare keti tam olarak tarif etmek güçtür, çünkü tek bir amaç etrafında ör gütlenmiş olmaktan çok, "hareketlerin hareketi" diyebileceğimiz 3. K evin Jo n so n ve H ill O ng H ing, "T he Im m igrants R ights M arches o f 2006 and the P ro sp ects fo r a N ew C ivil R ights M ovem ent", H a rva rd C ivil R ig h ts-C ivil L ib erties L a w R eview 42: 99-138.
176
ASİ ŞEHİRLER
bir yapıya sahiptir.4 Ancak bu, solun geleneksel örgütlenme biçim lerinin (sol siyasi partiler, militan fraksiyonlar, sendikalar, Hindis tan'daki M aoistler veya Brezilya'daki topraksızlar hareketi benzeri militan çevreci veya toplumsal hareketler) ortadan kalktığı anlamı na gelmez. Fakat bugün bütün bu örgütler, m uhalif hareketlerin da ha dağınık olarak bir arada bulunduğu, üst siyasi tutarlılıktan yok sun bir okyanus içinde yüzen hareketlere dönüşmüşlerdir. Kapitalizm Karşıtı Mücadelede Değişen Sol Perspektifler Burada daha büyük bir meseleyi ele almak istiyorum: Bütün bu farklı hareketlerin kentsel tezahürleri, küresel, kozm opolit, hatta evrensel beşeri arzulardan doğan ve şehir yaşamının somut veçhele riyle ilgisi olmayan birer yan etkiden mi ibarettir? Yoksa kapitaliz me tabi olan kentsel süreçlerin ve şehir deneyim inin kendisi kapita lizm karşıtı mücadeleye zemin mi hazırlam aktadır? Eğer durum böyleyse, bu zemini hazırlayan şey nedir; bu potansiyeli serm aye nin hâkim siyasi ve iktisadi güçlerine, (ve bence asıl kritik olan) hegemonik ideolojik pratiklerine ve siyasi öznellikler üzerindeki kuv vetli etkisine meydan okum ak üzere harekete geçirmek nasıl müm kün olabilir? Başka bir deyişle, hem şehir içinde cereyan eden, hem de şehri ve şehir yaşamının niteliğini ve geleceğini konu alan m üca delelerin, antikapitalist siyasete temel teşkil ettiği söylenebilir mi? Bu sorunun "tabii ki evet" biçiminde yanıtlanması gerektiğini iddia etmiyorum. Ancak sorulmaya değer bir soru olduğunu ileri sü rüyorum. Geleneksel sola mensup pek çok kimse için (burada sosyalist ve komünist partileri ve sendikaların çoğunu kastediyorum) kent m en şeli siyasi hareketlerin tarihsel coğrafyasının yorumu, siyasi ve tak tiksel varsayımlarla bulanıklaşm ış, bu da kent merkezli hareketlerin salt radikal olmanın ötesinde devrimci bir değişimin kıvılcımını ya ratma potansiyelinin gözardı edilm esine ve yanlış anlaşılm asına yol açmıştır. Kentsel toplumsal hareketler çoğu kez, canlı emeğin üre 4. T hoıııas M ertes (haz.), A M o vem en t o f M ovem ents, L ondra: V erso, 2004; S ara M otta ve A lf G un v ald N ilson (haz.), S o cia l M ovem ents in th e G lo b a l South: D isp o ssessio n , D evelo p m en t a n d R esistance, B asingstoke, H ants: P algrave M ac m illan , 2011.
AN TlK APİTALİST M ÜCADELE İÇİN
177
tim esnasındaki sömürüsü ve yabancılaşm asından temellenen sınıf mücadelesi veya kapitalizm karşıtı m ücadelelerden tanım gereği ayrı veya onlara göre tali görülmüştür. Kentsel toplumsal hareketler dikkate alındığında bile, daha köklü m ücadelelerin salt yan ürünü veya anlam kaymasına uğramış hali olarak ele alınır. Örneğin M ark sist gelenek içinde, kentsel m ücadeleler ya gözardı edilir ya da dev rimci potansiyelden yoksun, dolayısıyla önem siz olduğu gerekçe siyle tartışmanın dışında tutulur. Bu tür mücadelelerin üretimle de ğil yeniden üretimle ilişkili olduğu, sınıfa ilişkin sorunlara değil haklara, özerklik ve yurttaşlığa dair m eseleler olduğu düşünülür. Bu yaklaşıma göre göçm en işçilerin 2006'daki örgütsüz em ek hareketi de bir hak talebinden ibaretti ve devrim le ilgisi yoktu. 1871 Paris Komünü'nde olduğu gibi, şehir çapında bir hareket devrimin timsaline dönüştüğünde ise, içerdiği karmaşık devrimci dinamizmi ortaya koymak yerine, bu hareket bir "proleter kalkış m ası"5 olarak sahiplenilir (önce M arx'in ve ardından Lenin'in yaptı ğı gibi). İşçileri sınıf tahakküm ünden özgürleştirme arzusu kadar burjuva hâkimiyetindeki şehri yeniden sahiplenme yönünde bir ar zunun da hareketi devindirdiği gerçeği gözardı edilir. Paris Komünü'nün ilk iki eyleminden birinin fırınlarda gece vardiyasını kaldır mak (emeğe ilişkin bir sorun), İkincisinin ise kira affı (kentsel bir sorun) oluşu, kanaatimce, simgesel bir anlam taşımaktadır. Demek oluyor ki geleneksel sol gruplar bazı durumlarda kent menşeli mücadeleleri devralabilmekte ve her ne kadar mücadeleyi kendi geleneksel işçi sınıfı perspektiflerinden değerlendirselerde ba şarılı olabilmektedirler. Örneğin İngiliz Sosyalist İşçi Partisi 1980' lerde Thatcher'ın kelle vergisine karşı (düşük refah seviyesindeki ke simi derinden etkileyen bir yerel yönetim bütçe reformu) başarılı bir mücadele yürüttü. Seçim vergisi konusundaki yenilgisi Thatcher'ın iktidarı kaybetmesinde kuşkusuz önemli bir rol oynadı. Yerleşik Marksist anlamıyla kapitalizm karşıtı mücadele ile kas tedilen, aslolarak, üretim sürecinde sermayenin artı değer üretm esi ni ve ona el koymasını mümkün kılan, sermaye ve emek arasındaki sınıfsal ilişkinin tasfiyesidir. Kapitalizm karşıtı mücadelenin nihai 5. K arl M arx v e V lad im ir L enin, The C ivil W ar in F rance: T he P aris C o m m une, N ew York: International P ublishers, 1989; T ürkçesi: F ransa'da İç Savaş, çev. K enan Som er, A nkara: S ol, 1977.
178
ASİ ŞEHİRLER
amacı, bu sınıfsal ilişkinin ve ondan kaynaklanan her şeyin, her ne rede ortaya çıkarsa çıksın, tasfiye edilmesine yöneliktir. İlk bakışta bu devrimci gayenin kentleşmeyle hiçbir ilgisi yokmuş gibi görü nebilir. Hatta sıklıkla olduğu gibi bu mücadelenin ırk, etnisite, cin siyet ve toplumsal cinsiyetin prizmasından görüldüğü ve şehrin ya şam alanlarında etnisiteler arası, ırksal ve toplumsal cinsiyetten kaynaklanan kent temelli çatışm alarda tezahür ettiği durumda dahi, antikapitalist mücadelenin kapitalist sistemin derinliklerine uzana rak üretim sürecinde etkin olan sınıf ilişkilerinin kanserli tümörünü kesip çıkarmasını şart koşan yerleşik kavramsallaştırma hükmünü sürdürür. Genel olarak işçi sınıfı hareketlerinin, bu görevin öncü aktörleri olarak dünya çapındaki sanayi işçilerine imtiyaz tanıdığını söyle mek — bir parça karikatürize etme pahasına da olsa— durumu doğ ru biçimde özetler. Devrimci Marksist versiyonda, bu öncü grubun rehberliğindeki sınıf mücadelesi proletarya diktatörlüğüne ve ora dan da hem devletin hem de sınıfın çözündüğü bir dünya vaadine ulaşır. İşlerin hiçbir zaman böyle ilerlemediğini söylersek, yine ger çeğe yakın bir karikatür sunmuş oluruz. Marx, üretim sürecinde sınıf ilişkilerinden kaynaklanan tahak kümün yerini, parçası oldukları üretim sürecini ve bu sürecin kural larını denetleyen işçi birliklerinin alması gerektiğini ileri sürmüştü. Bu görüş, işçinin öz denetimini veya autogestioriu (genellikle öz yönetim olarak tercüme edilir), işçi kooperatifleri ve benzer örgüt lenmeleri amaç edinen siyasi mücadelenin uzun tarihçesiyle para lellik gösterir.6 Bu m ücadeleler Marx'in teorik reçetesini izlemek yönünde bilinçli bir çabadan kaynaklanmış değildir. Tam aksine, te orik formülasyonun pratik mücadeleleri yansıttığı kesin gibidir. Bu fiili çabalar, toplumsal düzenin topyekûn, devrimci bir biçimde ye niden inşasına giden yol üzerindeki tali uğraklar da sayılamaz. Da ha ziyade bizzat işçilerin apayrı yer ve zamanlarda ulaştıkları basit bir sezgiden doğmuştur; yabancılaşmış emek olarak sahip oldukları kapasiteyi sonuna kadar harcamalarını talep eden, ekseriyetle despotik bir patronun ezici emirlerine boyun eğm ektense, parçası ol 6. M ario T ronti, "W orkers and C a p ital”. M akaleye libcom .org sitesinden eri şilebilir. İlk k ez 1971 'de İtaly anca olarak yayım landı.
ANTİKAPİTALİST MÜCADELE İÇİN
179
dukları toplumsal ilişkileri ve üretim faaliyetlerini kendi denetimle rine almanın çok daha hakkaniyetli, daha az mütahakkim ve kendi lerine olan saygıları ve gururlarıyla daha fazla bağdaşan bir seçim olduğuna dair sezgiden doğmuştur. Fakat işçilerin özyönetimi ve bunun muadili olan diğer yöntemlerle dünyayı değiştirme girişimi — topluluk mülkiyetindeki projeler, "ahlaki" ekonomi veya "daya nışma" ekonomisi denen iktisadi biçimler, yerel ticaret sistemleri ve takas, ve bugün en bilinen örneğini Zapatistaların oluşturduğu öz erk mekânların oluşturulması, bu tür girişimlerin düşmanca tavırlar ve etkin baskılar karşısında sürdürülmesini sağlayan asil gayretlere ve fedakârlıklara karşın, bugüne dek küresel ölçekte kapitalizm kar şıtı çözümler üretmede başarılı olmuş modeller gibi görünmemek tedir.7 Bu tür girişimlerin uzun vadede kapitalizme küresel bir alterna tif sunacak ölçeğe ulaşmakta başarısız olmasının temel nedeni ga yet basittir. Kapitalist bir ekonomi içinde iş gören bütün teşebbüs ler, kapitalist değer üretimi ve realizasyonuna ilişkin yasaların altın da yatan "rekabetin zorunlu yasaları"na tabidirler. Eğer birisi benim ürettiğime benzer bir ürünü daha ucuza mal ederse, ben ya iflas ede rim, ya da üretim pratiklerimi uyarlayarak verimliliği artırma veya emek, ara m allar ve hammadde maliyetimi azaltma çabasına gire rim. Küçük ve yerel teşebbüsler rekabet yasalarının radarına yaka lanmadan, örneğin yerel birer tekel konumu edinerek faaliyetlerini sürdürebilirler, ancak çoğu işletme için bu imkânsızdır. Dolayısıyla işçi denetimindeki veya kooperatif girişimler bir noktada kapitalist rakiplerini taklit etmeye başlarlar ve taklit ettikleri ölçüde de kendi pratiklerinin farkı ortadan kalkar. Öyle ki, bir süre sonra işçilerin, en az sermaye tarafından dayatılan kadar ezici bir kolektif öz-sömürü durumuna düşmeleri işten bile değildir. Bundan da öte, Marx’in Kapital'in 2. cildinde gösterdiği gibi, ser mayenin dolaşımı üç ayrı dolaşım sürecinden oluşur: mali sermaye, üretken sermaye ve ticari sermaye.8 Bu dolaşım süreçlerinden her7. Im m anuel N ess ve D ario A zzelini (haz.). O urs to M aster an d to Own: Wor kers' C o ntrol fr o m the C om m une to the P resent, L ondra: H aym arket Books, 2011. 8. K arl M arx, C a pital, 2. C ilt, L ondra: P enguin, 1978; Türkçesi: Kapital, 2. C ilt, çev. M ehm et Selik, İstanbul: Y ordam , 2012; D avid Harvey, A Companion to M arx's C apital, 2. C ilt, L ondra; Verso, yayım a hazırlanıyor.
180
ASİ ŞEHİRLER
hangi biri diğerleri olmadan ayakta kalamaz. Her üçü de iç içe ge çen bu süreçler karşılıklı olarak birbirini belirler. İşçi özyönetimi veya topluluk kolektiflerinin görece yalıtılmış üretim birimleri, aleyhlerinde işleyen finansal ortam, kredi sistemi ve ticari serm aye nin akbaba taktikleri karşısında pek nadir olarak hayatta kalabilir. Finans ve ticaret sermayesinin gücü son yıllarda bilhassa artmıştır (Wal-Mart olgusu), oysa çağdaş sol kuram lar bu konuyu ihmal et mektedir. Bu diğer dolaşım süreçleri ve onlar etrafında somutlaşan sınıf güçlerinin nasıl ele alınacağı, sorunun önemli bir kısmını oluş turur. Ne de olsa bunlar, kapitalist değer tespitine dair değişmez ka nunların işleyişini sağlayan asli güçlerdir. Buradan doğan teorik sonuçlar göze batacak denli barizdir. Ü re tim sürecinde etkin olan sınıfsal ilişkilerin tasfiyesi, kapitalist değer yasasının üretim koşullarını serbest ticaret aracılığıyla dünya piya salarına dayatm a gücünün tasfiyesine bağlıdır. Kapitalizme karşı mücadele, salt em ek sürecinin örgütlenmesi ve yeniden örgütlen m esinden ibaret olmamalıdır, bu ne kadar temel bir belirleyen olur sa olsun. Aynı zam anda kapitalist değer yasasının dünya çapındaki piyasalarda işleyişine siyasi ve iktisadi bir alternatif bulmayı içer melidir. İşçi denetimi veya kom üniter hareketler üretim ve tüketim de kolektif olarak rol alan insanların somut sezgilerinden doğabilir; ancak kapitalist değer yasasının dünya sathındaki işleyişine karşı çıkmak, m akro-iktisadi ilişkiler hakkında teorik bir kavrayışın yanı sıra farklı bir tür teknik ve örgütsel gelişkinlik düzeyini gerektirir. Bu ise uluslararası işbölümünün yanı sıra, dünya piyasalarındaki m übadele pratik ve ilişkilerinin örgütlenmesine hem önayak olmak hem de bu örgütlenmeyi denetlem ek için gereken siyasi ve örgütsel beceriyi kazanmak gibi zor bir sorunu doğurur. Bugün kimilerinin önerdiği gibi, bu ilişki ağından sıyrılmak, pek çok nedenden ötürü hemen hemen imkânsızdır. İlkin böyle bir durumda, herhangi bir yerel kıtlık veya toplumsal ve doğal afete maruz kalma riski artar. İkinci olarak, etkin bir işletmeye sahip olmak ve ayakta kalabilmek hemen her zaman gelişkin üretim araçlarının varlığına bağlıdır. Söz gelimi bir işçi kolektifinin bir mal zinciri içerisinde hammaddeden sonuç ürüne varıncaya kadar olan akışları koordine edebilme yetisi, enerji kaynakları ve teknolojilerine, yani cep telefonu, bilgisayar ve internet gibi kapitalist değer üretimi ve dolaşımı yasalarının geçerli
ANTİKAPİTALtST M Ü CADELE İÇİN
181
olduğu dünyadan tem in edilecek girdilere bağlıdır. Bu güçlükler karşısında, geleneksel sol içerisindeki güçlerin pek çoğu, tarihsel olarak, devlet erkinin ele geçirilmesini temel amaç edindi. Daha sonra bu erk, sermaye ve para akışlarını düzenlemek ve kontrol etmek, akılcı planlama yoluyla piyasa dışı, gayri-ticari mübadele sistemleri tesis etmek, ve uluslararası işbölümünü örgüt lü ve bilinçli bir biçimde yeniden inşa etm ek suretiyle kapitalist de ğer belirlenimi yasalarına alternatifler geliştirm ek için kullanıla caktı. Bu sistemi küresel ölçekte işletmeyi başaramayan komünist ülkeler Rus Devrimi'nden itibaren kendilerini kapitalist dünya piya sasından mümkün olduğunca soyutlamayı tercih ettiler. Soğuk Savaş'ın sona ermesi, Sovyet İm paratorluğunun çöküşü ve Çin ekono misinin kapitalist değer yasalarını tümüyle ve muzafferane bir bi çimde benimsemesi, bu m ünferit antikapitalist stratejinin sosyaliz min kuruluşuna giden elverişli bir yol olarak görülmekten çıkm ası na yol açtı. Devletin korumacılık, ithal ikam ecilik (örneğin 1960' larda Latin Amerika'da uygulandığı gibi), mali politikalar ve top lumsal refaha yönelik düzenlem eler aracılığıyla dünya piyasasında hâkim olan güçler karşısında bile koruma sağlayabilecek bir aktör olduğuna dair merkezi planlamacı ve sosyal dem okrat görüş, neoli beral karşı devrimci hareketlerin 1970'lerin ortalarından itibaren is tim kazanarak devlet aygıtına hâkim olm asıyla birlikte adım adım terk edildi.9 Merkezi planlamaya dayalı Stalinizm ve komünizmin fiili uygu lamada ortaya çıkardığı hayli karam sar deneyim , ve sosyal dem ok rat reformizm ve korum acılığın sermayenin devleti denetimi altına alma ve siyaseti belirlem e konusunda artan gücüne direnmekte son kertede başarısız oluşu karşısında, günüm üz solunun büyük kısmı, devrimci dönüşümün zaruri bir ön adımı olarak devletin ortadan kaldırılması gerektiği, veya devrimci değişim için tek geçerli yolun üretimin devlet içerisinde otonom biçimde örgütlenmesi olduğuna hükmetmiştir. Böylelikle siyasetin ağırlık merkezi, işçilerin, toplu luğun veya yerel güçlerin denetim ine doğru kayıyordu. Buradaki varsayım, farklı türden m uhalif hareketlerin — fabrika işgalleri, da yanışma ekonomileri, kolektif otonom hareketler, zirai kooperatif 9. D avid H arvey, A B r ie f H isto ry o f N e o lib era lism , O xford: OUP, 2005.
182
ASİ ŞEHİRLER
ler ve benzeri— sivil toplum içerisinde güç kazanmasıyla birlikte devletin tahakküm gücünün zaman içerisinde dağılarak ortadan kal kacağıydı. Bu, devrimci değişime dair "kemirgen teorisi" adını ve rebileceğim iz şeye denk düşüyordu: sermayenin kurumsal ve mad di dayanaklarını kemirmek, ta ki çökertene kadar. Bu bir vazgeçiş teorisi değildi. K em irgenler korkunç bir hasara yol açabilir, hem de genellikle fark ettirmeden. Burada etkinliğe dair bir sorun yoktur; sorun daha ziyade, hasarın fazla bariz ve tehditkâr hale geldiği an dan itibaren sermayenin haşere m ücadelecilerini, yani devlet güçle rini derhal iş başına çağırm aya hevesli ve kadir oluşudur. Geriye tek bir umut kalır: haşere m ücadelecilerinin, geçmişte zaman zaman ol duğu gibi, kendi efendilerine karşı gelmeleri veya silahlı bir müca dele sırasında yenilgiye uğramaları — ki çok özgül koşullar, örne ğin Afganistan'daki gibi bir durum hariç, böyle bir yenilgi ihtimali çok düşüktür. Bunun yerine gelecek toplum biçim inin tasfiye edi lenden daha az barbarca olacağının ise ne yazık ki hiçbir garantisi yoktur. Geniş bir sol yelpazede hangi stratejinin işe yarayacağı ve nasıl uygulanması gerektiğine dair fikirler hararetle benim senmekte ve aynı derecede hararetle, çoğu kez de katı ve dogmatik biçimde sa vunulmaktadır. Herhangi bir düşünce ve eylem biçimini eleştirmek sıklıkla hakaretamiz tepkiler doğurur. Bütün bir sol, bütün bünyesi ni saran "örgütsel biçim fetişizm i"nden muzdariptir. Sosyalist ve komünist yönelimli geleneksel sol, demokratik merkeziyetçiliğin şu veya bu biçimini, siyasi partiler, sendikalar ve benzer örgütsel yapılar aracılığıyla savunagelmiştir. Oysa bugün "yataylık" ve "hi yerarşik olmama" gibi ilkeler veya radikal dem okrasi ve ortak alan ların yönetimine dair görüşler ortaya atılmaktadır. Küçük gruplar için geçerli olabilecek bu stratejilerin metropoliten bölge ölçeğinde işlerlik kazanması, hele de yedi m ilyar kişinin yaşadığı gezegen öl çeği için tasavvur dahi edilmesi imkânsızdır. A lternatif küresel yö netim biçimlerinin gerekli veya elverişli olması ihtimal dahilinde değilmişçesine, devletin tasfiyesi gibi programa dair özellikler dog matik biçimlerde ifade edilmektedir. Yılların devlet karşıtı sosyal anarşisti Murray Bookchin bile, konfederalizme ilişkin teorisinde, bir tür alansal yönetim biçim ine olan ihtiyacı hararetle savunm akta dır. Bu olmaksızın, yakın dönemden Zapatistalarınki gibi bir dene
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
183
yim bile kuşkusuz yenilgi ve ölümle karşı karşıya kalırdı. Tümden hiyerarşi karşıtı ve "yatay" ilişkilere dayalı bir örgütsel yapıya sa hipmiş gibi resmedilen Zapatistalar, demokratik olarak seçilmiş de lege ve görevliler aracılığıyla karar alırlar.10 Kimi gruplar da eski dö nemlere ve yerli halklara ait doğanın haklarının yeniden talep edil mesine odaklanm akta, veya toplumsal cinsiyet, ırkçılık ve söm ür gecilik veya yerliliğe dair meselelerin kapitalizm karşıtı bir siyaset karşısında öncelikli olması, hatta onun yerini alması gerektiğinde ısrar etmekteler. Ancak bütün bunlar, söz konusu toplumsal hareket lerin herhangi bir rehber veya üst örgütsel teorinin olmadığı, sadece verili durumlarda "doğal olarak" ortaya çıkan sezgisel ve esnek bir dizi pratiğin söz konusu olduğuna dair hâkim algısıyla çelişir. İleri de göreceğim iz gibi, bu inançlarında tümüyle haksız sayılmazlar. Bütün bunların ötesinde, herkes için makul bir yaşam standardı nı sağlamak üzere dünya çapında işbölümünün ve paraya dayalı ikti sadi eylemlerin ne şekilde yeniden düzenleneceğine dair üzerinde geniş bir uzlaşı bulunan somut önerilerin yokluğu bariz olarak hisse dilmektedir. Üstelik çoğu kez bu sorundan göz göre göre kaçınılmaktadır. Önde gelen anarşist düşünürlerden David G raeber’in Murray Bookchin'in yukarıda bahsettiğimiz çekincelerine paralel biçim de ifade ettiği gibi: G e ç i c i o t o n o m i a la n la r ı z a m a n iç e r is in d e k a l ıc ı , ö z g ü r t o p lu lu k la r a d ö n ü ş m e lid ir . F a k a t b u t o p lu lu k la r ın t ü m ü y le y a l ı t ı l m ı ş , e t r a f la r ın d a k i h e r k e s le y a l n ı z c a ç a t ış m a lı b ir i l i ş k i iç in d e b u lu n m a la r ı d u r u m u n d a b ö y le b ir d ö n ü ş ü m m ü m k ü n o lm a y a c a k t ır . B u g r u p la r ın k e n d ile r in i ç e v r e le y e n d a h a g e n iş ik t is a d i, t o p lu m s a l v e y a s i y a s i s is t e m le r le ö y le v e y a b ö y le i l i ş k i k u r m a la r ı g e r e k ir . B u is e e n ç e t r e f il s o r u n d u r , ç ü n k ü r a d ik a l d e m o k r a s i ç i z g i s in d e ö r g ü t le n e n g r u p la r b u ş e k ild e d a h a g e n iş y a p ıla r la a n la m lı b ir b i ç i m d e b ü t ü n le ş m e k a d ın a te m e l ilk e le r in d e n s o n s u z ö d ü n v e r m e k z o r u n d a k a l m ış la r v e s o n d e r e c e b ü y ü k z o r lu k la r y a ş a m ış la r d ır . 11
10. M urray B o o k ch in , U rbanization W ithout C ities: T he R ise a n d D eclin e o f C itizenship, M ontreal: B lack R ose B ooks, 1992. 11. D av id G raeb er, D irect A ctio n : A n E thnography, O akland, C A : AK P ress, 2009: 239. A y n ca bkz. A na D inerstein, A ndre S picer ve S teffen B ohm , "T he (Im ) possib ilities o f A utonom y, S ocial M ovem ent in and B eyond C apital, the S tate and D evelopm ent", N o n -G o vern m ental P u b lic A ctio n Program , W orking P apers, L o n don School o f E co n o m ics and P olitical S cience, 2009.
184
ASİ ŞEHİRLER
İçinde bulunduğum uz tarihsel kesitte kapitalist yaratıcı yıkımın kaotik süreçleri kolektif solu enerjik ancak parçalanmış bir tutarsızlı ğa indirgemiş gibi görünmektedir. Öte yandan, düzenli aralıklarla patlak veren kitlesel protesto hareketleri, ve "kemirgen siyaseti"nin derinden ve usul usul işleyen tehdidi, kapitalist değer yasasından köklü bir kopuşun nesnel koşullarının fazlasıyla olgunlaşmış oldu ğuna işaret etmektedir. Gelgelelim bütün bunların çekirdeğinde basit bir yapısal ikilem yatmaktadır: Sol, dünya piyasalarında geçerli olan kapitalist değer belirlenimi yasalarıyla bir yandan ilişki kurarken, bir yandan da bu yasalara alternatif yaratmak gereği ile işçi birliklerinin demokratik yollarla kolektif olarak neyi nasıl üretecekleri üzerinde söz sahibi olmaları için gösterdiği çabayı nasıl birbiriyle kaynaştırabilir? Bu nokta bugüne kadar antikapitalist alternatif hareketlerin iddialı yak laşımlarında dikkatten kaçm ıştır.12 Alternatifler Eğer kalıcı bir kapitalizm karşıtı hareket ortaya çıkacaksa, bu, geç mişteki ve halihazırdaki antikapitalist stratejilerin yeniden gözden geçirilmesiyle mümkün olacaktır. Bir adım geri çekilerek neyin ya pılabileceği ve yapılm ak zorunda olduğu, bunu kimin yapacağı üze rine düşünm ek yaşamsal önem arz eder. Ancak bunun yanı sıra ter 12. M ondragon, zam ana dayanıklılığı ispatlanm ış bir işçi özyönetim i d en ey i mi olarak son d erece öğreticidir. F aşist rejim in hüküm sürdüğü 1956 y ılın d a Is panya'nın B ask B ölgesi'nde b ir işçi kooperatifi olarak kurulan şirket, bugün İspan y a ve A vrupa çap ın d a 200 kad ar teşeb b ü se sahiptir. H issedarları aarasın d a en y ü k sek ve en düşük kazancın oranı 3 :l'd ir; çoğu A m erikan şirketinde aynı oranın 400:1 old u ğ u n u biliy o ru z (gerçi son y ıllard a M ondrago'da da oranın 9'a l'e yükseldiği d u ru m lar oldu). Ü retim birim lerinin yanı sıra kredi kuruluşları ve perakende satış m ağ azaları d a kuran şirk et, b ö ylelikle serm ayenin dolaşım da olduğu her üç alan d a v arlık gösterm ektedir. A yakta kalm asını sağlayan n edenlerden biri de bu olsa gerektir. Ş irk et, em ek m ü cad elesinin bütünüyle dayanışm a içinde o lm adığı, sö m ürüye day alı taşero n lu k uygulam aları ve rekabet gücünü elde tutm ak için şirket b ü n y esin d e uygu lan an v erim lilik tedbirleri nedeniyle sol g örüş içerisinden eleşti rilere hed efi olm uştur. Y ine de unutm am ak gerek ir ki kapitalist işletm elerin hepsi b u n a b en zer b ir yap ıd a olsaydı, şu an bam b aşk a bir dünyada y aşıy o r olurduk. G e orge C heney, V alues a t W ork: E m p lo yée P articipation M eets M a rket P ressure at M o n d ra g o n , Ithaca, NY: ILR P ress, 1999.
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
185
cih edilenler örgütsel ilke ve uygulam alar ile toplumsal, siyasi ve teknik alanlarda verilmesi ve kazanılması gereken mücadelelerin ni teliğini eşleştirmek de bir o kadar önemlidir. Önerilen çözümler, for müller, örgütsel biçim ler ve siyasi gündem maddeleri her ne olursa olsun, şu üç bağlayıcı soruya yanıt vermek zorundadır: 1) İlkin, dünya nüfusunun çoğunu etkisi altına almış olan ezici maddi yoksulluk, ve bununla beraber, insan kapasitesinin ve yaratı cı güçlerinin gelişmesine ket vurulmuş oluşudur. Marx her şeyden öte insan gelişimini öne koyan bir filozoftu, fakat bunun ancak "zo runluluklar alanı geride bırakıldığında başlayan özgürlükler alanı" içerisinde müm kün olduğunun farkındaydı. Yoksulluğun küresel birikimi sorunuyla yüzleşmek için önce küresel ölçekte müstehcen boyutlara varmış olan servetin birikim iyle yüzleşm ek gerektiği aşi kârdır. Yoksullukla savaşan kuruluşların aynı zam anda servet karşı tı bir siyasete ve kapitalizm içerisinde hüküm süren toplumsal iliş kilerden farklı toplum sal ilişkilere angaje olmaları gerekmektedir. 2) İkinci sorun, dizginlenem eyen çevresel tahribat ve ekolojik dönüşümlerin yol açtığı, yaklaşan apaçık tehlikeyle ilgilidir. Burada da söz konusu olan salt maddi bir sorun değil, insanın doğaya dair algısını ve doğayla kurduğu maddi ilişkiyi değiştirm eyi kapsayan ruhsal ve ahlaki bir sorundur. Bu sorunun salt teknik bir çözümü yoktur. Yaşam tarzında hissedilir değişikliklerin (son yetmiş yılın banliyöleşm esinin yol açtığı siyasi, iktisadi ve çevresel sonuçları tersine çevirm ek gibi) yanı sıra, tüketim kültürü, üretkenlik kültürü ve kurumsal düzenlem elerde de köklü değişikliklere gidilmesi za ruridir. 3) İlk ikisini belirleyen üçüncü bir sorun kümesi, kapitalist bü yümenin kaçınılmaz olarak izlediği çizginin tarihsel ve teorik ola rak kavranışıyla ilgilidir. Birçok nedenden dolayı artan büyüme, sermayenin sürekli birikimi ve yeniden üretimi için mutlak bir ko şul teşkil eder. Sermayenin ebedi birikim ine dair toplumsal olarak inşa edilmiş ve tarihsel olarak özgüllüğe sahip bu yasanın sorgulan ması ve nihayetinde tasfiyesi gereklidir. Artan büyüme (diyelim, sonsuza dek minimum yüzde 3 oranında) düpedüz imkânsızdır. Ser maye uzun tarihi içerisinde bugün bir dönüm noktasına ulaşmış (bir çıkmazla aynı şey değildir bu) ve oldum olası mevcut olan bu im kânsızlık giderek gerçeklik kazanm aya başlamıştır. Kapitalizm kar-
186
ASİ ŞEHİRLER
şıtı herhangi bir seçeneğin, kapitalist değer yasasının dünya piyasa sını denetleme gücünü tasfiye etmesi şarttır. Bu ise, artı değerin üre timi ve paraya çevrilm esinin hiç durmadan genişlemesini mümkün ve zorunlu kılan hâkim sınıf ilişkisinin tasfiyesini gerektirir. Gide rek daha eşitsiz hale gelen servet ve güç dağılımının yanı sıra, top lumsal ilişkiler ve ekosistem üzerinde küresel ölçekte bunca tahrip kâr baskı uygulayan sürekli büyüme sendromunu üreten de bu sınıf sal ilişkinin ta kendisidir. Peki, ilerici güçler bu sorunları çözmek üzere nasıl organize ola bilir, işçilerin yerel denetimi ile küresel koordinasyon gibi çift uçlu bir zorunluluğun elden kaçan diyalektiği nasıl ele alınabilir? İşte bu bağlamda bu soruşturmanın temel sorusuna dönm ek istiyorum: Kent temelli toplumsal hareketler kapitalizm karşıtı mücadelenin bu üç boyutunun her üçünde yapıcı bir rol üstlenebilir ve kalıcı bir etki bırakabilir mi? Bu sorunun yanıtı kısmen, sınıfın niteliğinin köklü biçimde yeniden kavram sallaştırılm asına ve sınıf mücadele sinin yeniden tarif edilm esine bağlıdır. A lternatif sol siyasi düşünceye bu âna kadar hâkim olan işçi de netimi anlayışı sorunludur. Üretimin gerçekleştiği başlıca saha ola rak atölye ve fabrika oldum olası mücadelenin odak noktası olarak görülmüştür. Sanayide istihdam edilen işçi sınıfı geleneksel olarak proletaryanın öncü kanadı, devrimin başlıca aktörü olarak öncelik sahibi olmuştur. Ancak Paris Komünü'nü meydana getiren fabrika işçileri değildi. Bu nedenle, Komün'ün hiçbir şekilde bir proleter ayaklanması veya sınıf-temelli bir hareket değil, hemşerilik hakları ve şehir üzerinde hak talep eden kentsel bir toplumsal hareket oldu ğunu söyleyen, etkili bir m uhalif görüş mevcuttur. Bu durum da ko mün, antikapitalist de değildir.13 Bunun aynı anda hem bir sınıf mücadelesi hem de işçilerin yaşa dıkları yere dair hem şerilik/yurttaşlık hakları m ücadelesi olarak dü şünülmesine hiçbir engel olm adığı kanaatindeyim. Bir kere sınıf sö m ürüsünün dinamikleri işyeriyle sınırlı değildir. 2. Bölüm'de konut 13. M anuel C astells, The C ity a n d the G rassroots, B erkeley, CA: U niversity o f C a lifo rn ia P ress, 1983; R o g e r G o u ld , Insurgent Identities: C lass, C om m unity, a n d P ro test in P a ris fr o m 1848 to the C om m une, C hicago: U niversity o f C hicago P ress, 1995. Bu tü r yak laşım ların sorunlu o ld uğunu ortay a koyduğum argüm anım için bkz. D avid H arvey, P aris, C a p ita l o f M odernity, N ew York: R o u tled g e, 2003.
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE (ÇİN
187
piyasasına ilişkin olarak tarif ettiğim iz akbaba taktikleri ve mülksüzleştirmeye dayalı ekonomi bunun kanıtıdır. Başta esnaf, ev sa hipleri ve mali sektör tarafından örgütlenen bu ikincil sömürü biçim lerinin etkileri, fabrikadan ziyade yaşam mekânlarında hissedilir. Bu sömürü biçimleri sermaye birikimi ve sınıfsal erkin sürdürülm e sini sağlayan dinam iklerde oldum olası yaşamsal bir rol oynamıştır. Sözgelimi işçiye ücret konusunda verilen tavizler, ticaret sermayesi ve ev sahipleri, ve günümüz koşullarında daha da acımasız biçimde kredi simsarları, bankerler ve finansörler tarafından, sermayedar sı nıf adına geri alınmaktadır. M ülksüzleştirm e yoluyla sermaye biri kimi, ranta el konması, nüfusun büyük kısmının gündelik yaşam stan dartlarından duyduğu hoşnutsuzluğun kaynağını oluşturur. Kentsel toplumsal hareketler oldum olası bu tür sorular etrafında gelişmiştir, ve sınıf iktidarının devamını sağlayan örgütlenmenin çalışm a etra fında olduğu kadar yaşam etrafında da şekillendiği gerçeğinden ha reket eder. Bu nedenle, kentsel toplum sal hareketler, esas olarak haklar, yurttaşlık/hem şerilik ve toplumsal yeniden üretim açısından ifade edildiği durum larda bile daima siyasi bir içeriğe sahiptir. Bu kentsel hoşnutsuzlukların serm ayenin üretim döngüsünden değil de meta ve para döngüsünden kaynaklanıyor olması bir şey değiştirmez: Sorunu bu şekilde yeniden kavramsallaştırmak büyük bir teorik avantaj sağlar, çünkü üretim sürecinde işçi denetimini hâ kim kılma girişim lerinde rövanşı alan sermaye dolaşımı türlerine dikkat çeker. Önemli olan salt üretim döngüsünde ne olup bittiğin den ziyade sermaye dolaşımının bütünündeki resim olduğuna göre, sermayedar sınıf açısından değerin doğrudan üretim döngüsü içeri sinden değil de meta veya para döngüsünden elde edilmesinin ne önemi olabilir? Artı değerin üretildiği yer ile nakde çevrildiği yer arasındaki mesafe, pratik açıdan olduğu gibi teorik bakımdan da önemlidir. Üretim sürecinde yaratılan değer, işçiden yüksek konut kirası talep eden ev sahipleri aracılığıyla sermaye sınıfı adına geri alınır. İkinci olarak, kentleşm enin kendisi de bir üretim sürecidir. Bin lerce işçinin istihdam edildiği, hem değer hem de artı değer yaratan bir süreçtir bu. Öyleyse artı değer üretim inin asıl sahası olarak ne den fabrika yerine şehre odaklanm ayalım ? Böyle bakınca, Paris Komünü, bizzat şehri üretmiş olan proletaryanın kendi ürününe sa-
188
ASİ ŞEHİRLER
hip olm a ve onu denetleme hakkını talep etmesi olarak anlaşılabilir. Burada (ve Paris Komünü'nde) söz konusu olan proletarya, solun alışıldık biçimde öncü rolünü biçtiği sınıftan oldukça farklıdır. Gü vencesiz, dönemsel, geçici ve mekânsal olarak dağınık bir istihdam yapısı gösterdiğinden işyeri temelinde örgütlenmesi çok güçtür. Fa kat dünyanın ileri kapitalizm aşamasındaki ülkelerinde bugün alı şıldık fabrika işçisi zaten büyük oranda ortadan kalkmıştır. Bu du rum da karşımızda iki seçenek duruyor: proletaryanın ortadan kay bolduğuna, dolayısıyla devrim olanağının yitirildiğine hükmederek yas tutmak; veya proletarya kavramımızı, kentleşmeyi üreten örgüt süz kitleleri (örneğin göçm en hakları yürüyüşlerini düzenleyenleri) içerecek biçimde değiştirm ek ve bu kitlelerin kendine has devrimci olanaklarını ve güçlerini araştırmak. Peki kenti üreten bu işçiler kimlerdir? İlk akla gelen aday, şehrin bilfiil inşasında rol alan inşaat işçileridir. Ancak kentleşmede rol alan yegâne aktörler oldukları veya en büyük işgücünü oluşturdukları söylenemez. İnşaat işçileri siyasi bir güç olarak ABD'de (ve muhte melen başka yerlerde de) son dönem de kendilerine istihdam sağla yan büyük ölçekli ve sınıf imtiyazına dayalı gelişim in genellikle ya nında yer almışlardır. O ysa bu onlar açısından zorunlu bir konum değildir. Haussmann'ın Paris'e getirttiği duvar ustaları ve işçiler Komün'de önemli bir rol oynamışlardı. 1970'lerin başında New South Wales’de inşaat sektöründe örgütlenen "Yeşil Yasak" sendikal hare keti, çevre açısından sağlıksız bulduğu projelerde çalışm ayı yasak lamış ve bunda büyük oranda başarı elde etmişti. Nihayetinde hare ket, çevre sorunlarını çıtkırıldım burjuva duygusallığının bir teza hürü addeden, kendi Maoist ulusalcı lider kadrosunun devlet erki ile yaptığı işbirliği sonucu ortadan kaldırıldı.14 Gelgelelim madencilerin kazdığı madenden çıkan demirden köp rülerin inşasında kullanılan çeliğe, bu köprülerden taşman malların nihai varış noktası olan fabrikalara ve evlere dek kesintisiz bir bağ lantı uzanır. Tüm bu faaliyetler (mekânsal hareket de dahil) değer ve artı değer üretir. Eğer kapitalizm "evler inşa edip içini eşyalarla doldurarak" krizlerini aşıyorsa, bu kentleşme faaliyetine dahil olan 14. John Tully, "G reen B ans and the BLF: T he L ab o u r M ovem ent and U rban E co lo g y ”, In tern a tio n a l V iew point IV 357 (M art 2004).
ANTtKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
189
herkes sermaye birikiminin makro-iktisadi dinamiklerinde kuşku suz merkezi birer rol oynuyor demektir. Ve eğer bakım, onarım ve parça değiştirm e edimlerinin her biri M arx'in ileri sürdüğü gibi de ğer üreten akışın bir parçasıysa, şehirlerimizde bu işlerle uğraşan geniş işçi ordusu da değer ve artı değer üretimine katkıda bulunuyor demektir. New York şehrinde inşaat iskelelerinin yapımında ve sökümünde çalışan binlerce işçi değer üretmektedir. Bundan da öte, eğer yine M arx'in vurguladığı gibi, m alların üretim noktasından ni hai varış noktasına kadar olan akışı değer üreten bir süreç ise, kırsal üreticilerle şehirdeki tüketicileri birbirine bağlayan besin zincirinde istihdam edilen işçiler de değer üretiyor demektir. New York şehrin de her gün binlerce dağıtım kamyonu sokakları doldurmaktadır. Ör gütlenmeleri durum unda bu işçiler şehrin yaşam damarlarını tıkama gücüne sahip olacaktır. U laştırma işçilerinin yaptıkları, örneğin son yirmi yıl içinde Fransa ve Şanghay'da görülen grevler, ulaşımın son derece etkili birer siyasal silah olduğunu gösterdi (Şili'de ise 1973 yılında darbeye bahane gösterilmiş, olumsuz bir sonuca yol açmış tı). Los Angeles'taki Otobüs İşçileri Sendikası, New York ve Los Angeles'taki taksi şoförleri örgütlenmesi ise örgütlenmeye dair bütün bu veçheleri sergiler.15 El Alto şehrinde ayaklanan halk, La Paz'a gi den ana tedarik hatlarını kesip burjuvaziyi kırıntılara muhtaç bırak tığı vakit siyasi am açlarına derhal ulaşmıştı. Varlıklı sınıfların, tek tek kişiler olarak değilse de idareleri altındaki kıym etler açısından bakıldığında, en savunm asız oldukları yer şehirlerdir. Bu nedenle dir ki kapitalist devlet, gelecek yıllarda sınıf m ücadelesinin ön cep hesini oluşturacak olan askeri özellikte kent mücadeleleri için teçhizatlanmaktadır. Yalnızca gıda ve diğer tüketim m allarının değil, enerji, su ve di ğer ihtiyaçlara ait şebekelerin de herhangi bir kesintiye karşı ne ka dar savunmasız olduklarını bir düşünün. Şehir yaşamının üretimi ve yeniden üretiminin bir bölümü Marksist külliyatta "üretken olmadı ğı" gerekçesiyle kenara atılm ışsa da, toplumsal olarak gereklidir, ve
15. M ichael W ines, "S hanghai T ruckers' P rotest E bbs w ith C oncessions W on Fees", N e w York Tim es, 23 N isan 2011; Jacq u elin e L evilt ve G ary Blasi, "The L os A n g eles Taxi W orkers A lliance", W orking f o r Ju stic e: T he LA M o d el o f Orga nizin g a n d A d vo ca cy içinde, Ruth M ilkm an, Jo sh u a B loom ve V ictor N arro (haz.), Ithaca, NY: C o rn ell U n iv ersity P ress. 2010: 109-24.
190
ASİ ŞEHİRLER
sermaye ve emek arasındaki sınıf ilişkilerinin yeniden üretiminde "faux fr a is "nin bir parçasıdır. Bu emeğin büyük kısmı oldum olası geçici, güvencesiz ve seyyardır; üretim ve yeniden üretim arasında varsayılan sınırı çoğu kez bulanıklaştırır (seyyar satıcıların duru munda olduğu gibi). Şehri üreten, ve bir o kadar önem lisi, yeniden üreten bu em ek gücü yeni örgütlenme biçimlerine zaruri olarak ihti yaç duyar. İşte bu noktada, henüz kuluçka evresindeki organizas yonlar devreye giriyor. Örneğin ABD'de faaliyet gösteren geçici ve güvencesiz istihdam koşullarına sahip, ve pek çoğu ev içi işçiliğin de olduğu gibi, metropoliten bir bölgede dağınık olarak bulunan iş çilerin kurduğu bir ittifak olan Dışlanmış İşçiler Kongresi gibi.16 Üçüncü olarak, alışılageldik biçimdeki em ek m ücadelelerinin tarihinin de yeniden yazılm asına ihtiyaç vardır. Fabrika temelli işçi lerin yürüttüğü mücadelelerin pek çoğunun, daha yakından incelen diğinde, çok daha geniş bir tabana sahip olduğu ortaya çıkıyor. Söz gelimi Margaret Kohn, sol emek tarihçilerinin 20. yüzyıl başında Torino'da düzenlenen Fabrika Konseyleri'ni överken, siyasetin bü yük ölçüde şekillendiği ve güçlü bir lojistik desteğe kaynaklık eden mahalle ölçeğindeki "Halk Evleri"nin tümüyle gözardı edildiğin den yakınıyor.17 E. P. Thom pson İngiliz işçi sınıfının oluşumunun işyerindeki olaylar kadar, m ahalleler ve kiliselerde yaşananlara da bağlı olduğunu tasvir eder. Yerel ölçekli şehir lonca birliklerinin İn giliz siyasi örgütlenmesinde oynadığı rol, yeni doğm akta olan İşçi Partisi'nin ve bilhassa kasaba ve şehirlerdeki diğer sol örgütlerin militan tabanını nasıl bir arada tuttuğu fazlasıyla gözardı edilm iş tir.'8 ABD'de 1937'de gerçekleşen Flint oturma eylemi, kapıların dı şındaki işsiz kitlelerin ve mahalle örgütlerinin sağladığı kesintisiz moral ve maddi destek olmasaydı ne derece başarılı olabilirdi? Emek m ücadelelerinde m ahallelerin örgütlenmesi de işyeri ör gütlenmesi kadar önemli olmuştur. A rjantin'de 2001 yılındaki eko 16. E x clud ed W orkers C o n g ress, U nity fo r D ignity: E xclu d ed W orkers R e p o rt, N ew York, E x clu d ed W orkers C ongress, c/o Inter-A lliance D ialogue, A ralık
2010 . 17. M argaret K ohn, R a d ica l S p a ce: B uilding the H ouse o f the P eople, Ithaca, NY: C o rn ell U n iv ersity P ress, 2003. 18. E d w ard T h o m p so n , The M a kin g o f the E nglish W orking C la ss, H arm ondsw orth. M id d lesex : Penguin B ooks, 1968.
ANTİKA PİTALİST M ÜCADELE İÇİN
191
nomik çöküşün ertesinde gerçekleşen fabrika işgallerinin kozların dan biri, kooperatif olarak yönetilen fabrikaların da birer yerel kül tür ve eğitim merkezi haline gelmesiydi. Böylelikle m ahalle ve iş yeri arasında köprü kurmayı başardılar. Fabrikanın eski sahipleri iş çileri tahliye etmeye veya ekipmanı geri alm aya çalıştıklarında bü tün bir semt halkı bu girişimi önlem ek üzere işçilerle dayanışma ha linde karşı koyuyordu.19 UNITE HERE (Burada Birleş) örgütü, Los Angeles Havaalanı civarında çalışan otel işçileri tabanını örgütle meye giriştiğinde, işverenlerin baskıcı stratejilerine karşı koyabile cek "bir koalisyon oluşturmak am acıyla siyasal, dinsel ve mahalle temelindeki diğer m üttefiklere yönelik geniş bir iletişim kam panya sı" yürüttü.20 Fakat burada temkine dair çıkarılması gereken dersler de var: 1970 ve 80'li yıllarda İngiltere'de maden işçilerinin eylem le ri sırasında, Nottingham gibi dağınık kentsel alanlarda yaşayan işçi ler ilk havlu atan grup olmuştu; işyeri ve yaşam alanı siyasetinin örtüştüğü Northum bria gibi yerlerde ise işçiler son âna kadar dayanış mayı sürdürdüler.21 Bu gibi koşullardan doğan sorunlara ileride de ğineceğiz. İleri kapitalist dünya addedilen ülkelerin büyük kısmında, alışılageldik işyerlerinin ortadan kaybolması ölçüsünde (Çin'de veya Bang ladeş'te durum farklı olsa da), salt iş değil yaşam m ekânındaki koşul lar etrafında bir örgütlenmeye gitmek ve bir yandan da bu ikisi ara sında köprüler kurm ak giderek daha zaruri bir hal alıyor. Kaldı ki, durum önceden de pek farklı değildi. Seattle'da 1919'da gerçekleşen genel grev sırasında işçi idaresi altındaki tüketici kooperatifleri kri tik bir destek sunmuştu; grevin başarısız olm asıyla birlikte militan
19. P eter R anis, "A rgentina's W orker-O ccupied F actories and E n te rp rises”, Socia lism a n d D em o cra cy 19: 3 (K asim 2005): 1-23; C arlo s F o rm en t, "A rg en ti na's R ecuperated F actory M ovem ent and C itizenship: A n A rendtian P erspective", B uenos A ires: C en tro de In v estigación de la V ida P ublica, 2009; M arcela L ópez Levy, We A re M illio n s: N e o -lib eralism a n d N e w F o rm s o f P o litica l A ctio n in A r gentina, L ondra: L atin A m erica B ureau, 2004. 20. F orrest S tu art, "From the S hop to the S treets: UNITE HERE O rganizing in L os A n g eles H otels", W orking f o r Ju stic e: T he LA M o d e l o f O rganizing a n d A d v o cacy içinde, R uth M ilkm an, Joshua B loom ve V ictor N arro (haz.), Ithaca, NY: C orn ell U n iv ersity P ress, 2010. 21. H uw B ey n o n , D ig g in g D eeper: Issu es in the M in er's Strike, L ondra: Ver so, 1985.
192
ASİ ŞEHİRLER
faaliyet, tem elde işçi yönetim indeki tüketici kooperatiflerinden mü teşekkil, sıkı bağlarla bağlı, gelişkin bir sistemin oluşturulması yö nüne kaym ıştı.22 Mücadelenin sürdüğü toplumsal çevreye doğru görüş açımızı genişlettiğim izde proletaryanın kim olduğu ve ne gibi arzulara ve örgütlenme stratejilerine sahip olduğu sorusu farklı bir içerik kazan maya başlar. Alışılageldik fabrika mekânı dışında (gerek çalışm a ge rek yaşam mekânlarında) cereyan eden ilişkiler resme dahil edildiği vakit, m uhalif siyasetin cinsiyet kompozisyonu da bir hayli farklı görünür. İşyerine has toplumsal dinam ikler yaşam alanındakilerle aynı değildir. Toplumsal cinsiyete, ırk, etnisite, din ve kültüre dayalı farklar yaşam alanı içerisinde toplumsal dokuya çok daha derinden nüfuz etmiş durumdadır; keza, toplumsal yeniden üretime dair m e seleler burada siyasi öznellikleri ve bilinci şekillendirm ede daha be lirgin, hatta baskın bir rol oynar. Diğer taraftan, sermayenin halklar arasında etnisite, ırk ve toplumsal cinsiyet eksenlerinde farklılık ya ratması, yaşam alanında (parasal ve ticari sermaye döngüleri saye sinde) görülen mülksüzleştirm e dinam iklerinde bariz eşitsizlikler üretmektedir. ABD'de 2005-2009 aralığında hane halkı başına aza lan servet ortalam a %28 iken, Güney Am erika kökenli nüfus için bu oran%66, siyahi nüfus için %55 ve beyazlar için %16'ydı. M ülksüz leştirme yoluyla sermaye birikimi süreçlerinde etnik ayrımcılığın sı nıfsal bir karakter taşıdığı gün gibi aşikârdır. Varlık kaybının başlıca nedeninin konut değerlerindeki düşüş olduğu düşünüldüğünde, bu ayrımcılığın her bir etnik grubun m ahalle yaşantısına yansım aları nın birbirinden çok farklı biçim de olacağı açıkça görülür.23 Fakat ay nı mahalle m ekânında gelişen ortak etnisite, din, kültürel tarih ve ko lektif hafızadan temellenen köklü kültürel bağlar, ayrıştırıcı olduğu kadar birleştirici bir rol de oynayabilir, işyerinden kaynaklanan alışılageldik dayanışm a biçim lerinden tümüyle farklı bir boyutta top lumsal ve siyasal dayanışm a olanakları yaratabilir. Holywood'un kara listeye aldığı on yazar ve yönetmenden olu şan bir ekibin 1954 yılında çektiği Dünyanın Tuzu I Salt o f the Earth 22. D an a F rank, P urch a sin g P ow er: C o n su m er O rganizing, G ender, a n d the S ea ttle L a h o r M o vem en ts, 1919-29, C am bridge: CUP, 1994. 23. P eter W horiskey, "W ealth G ap W idens betw een W hites, M inorities, R e port S ays", W ashington P ost, B u sin ess S ection, 26 T em m u z 2 0 11.
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
193
adlı harikulade film de 1951 yılında geçen gerçek olaylar anlatılır. Film, New M exico eyaletinde bulunan çinko m adenlerinde yoğun sömürü koşullarında çalışan M eksikalı işçilerin ve ailelerinin m üca delesini anlatır. Meksikalı işçiler, beyaz işçilerle eşit koşullar, daha güvenli çalışm a koşulları ve haysiyetli bir muamele görmeyi lalep ederler (kapitalizm karşıtı pek çok m ücadelede tekrarlanan bir te ma). Kadınlar, içinde bulundukları güç yaşam koşullarında daha da önem kazanan kanalizasyon, içme suyu gibi sorunları dile getirm e de erkek egem enliğindeki sendikanın kifayetsizliğinden şikâyetçi dirler. İşçiler talepleri için greve gider ancak Taft-Hartley Yasası ge reğince grev yasaklanır. O vakit kadınlar erkeklerin bıktırıcı itiraz larına karşın grevi devralır. Çocukların bakımını üstlenmek zorunda kalan erkekler içme suyu ve kanalizasyonun evde günlük hayatın iş leyişi için ne kadar zaruri olduğunu zor bir deneyim sonucu öğreni rler. Cinsiyet eşitliği ve feminist bilinç, sınıf m ücadelesinin çok önemli silahları haline gelir. Şerif, aileleri tahliye etmek için m ahal leye geldiğinde diğer ailelerden gelen (kültürel dayanışmadan te mellenen) destek grevdeki ailelere salt gıda tedarik etmekle kalmaz, konutlarının iade edilm esini de sağlar. Sonunda şirket, talepleri ka bul etm eye m ecbur olur. Cinsiyet, etnisite, çalışm a ve yaşam alanla rı arasındaki birlikten doğan hayranlık verici güç, inşa etmesi kolay bir kuvvet değildir. Filmde erkekler ve kadınlar, Anglo-Amerikan ve Meksikalı işçiler, işyeri temelli ve gündelik yaşam temelli pers pektifler arasındaki gerilim, emek ve sermaye arasındaki gerilim ka dar önemlidir. Ancak emeğin bütün güçleri arasında birlik ve eşitlik sağlandığında kazanm anız m üm kün olacak, dem ektedir film. Fil min ABD'de siyasi nedenlerden ötürü herhangi bir ticari sinemada gösterimi yıllarca sistematik olarak yasaklanan yegâne film olması, bu mesajın sermaye açısından ne denli tehlike arz ettiğinin delilidir. Filmin çoğu am atör oyunculardan oluşan kadrosu maden sendikası üyeleri arasından seçilmiştir. Ancak başrolde parlak bir performans sergileyen kadın oyuncu Rosaura Revueltas ülkeden ihraç edilerek M eksika'ya gönderilm iştir.24 24. Jam es L o ren ce, T he Suppression o f S a lı o f the E arth: H o w H ollyw ood, B ig L a h o r a n d P o liticia n s B la c klisted a M ovie in C o ld W ar A m erica, A lb u q u er que: U niv ersity o f N ew M exico P ress, 1999. F ilm i ücretsiz olarak internetten in d irm ek m üm kün.
ASİ ŞEHİRLER
194
Fletcher ve Gapasin birlikte kalem e aldıkları ve kısa bir süre ön ce yayım lanan kitapta, emek hareketinin sektörel örgütlenme bi çimleri yerine coğrafi örgütlenme biçimleri üzerine eğilmesi gerek tiğini savunuyor, ABD'deki em ek hareketinin sektörel olarak örgüt lenmenin yanı sıra şehirlerdeki merkezi em ek konseylerini güçlen dirmesinin önemini vurguluyorlar. M a d e m k i e m e k s ın ıf a d a ir m e s e le le r i g ü n d e m e g e t ir iy o r , k e n d is in i y e r e llik t e n a y ır t e t m e m e lid ir . E m e k t e r im i, k ö k e n i i ş ç i s ın ıf ın d a o la n v e iş ç i s ın ıf ın ın s ın ıf s a l t a le p le r in i s a v u n a n ö r g ü t le n m e b i ç im le r in i if a d e e t m e lid ir . B u a n la m d a , i ş ç i s ın ıf ın d a n t e m e lle n e n v e s ı n ıf a ö z g ü m e s e le le r i e le a la n b ir m a h a lle ö r g ü t ü ( ö r n e ğ in iş ç ile r e a it b i r m e r k e z ) , e m e k ö r g ü t ü s ıf a t ın ı b ir s e n d ik a k a d a r h a k ed e r. H a tta , i ş ç i s ı n ıf ı iç in d e s a d e c e te k b i r iş k o lu n u n ç ı k a r la r ın ı s a v u n a n b i r s e n d ik a ( ö r n e ğ in b e y a z la r ın ü s t ü n lü ğ ü n ü s a v u n a n b ir z a n a a t k â r b i r l i ğ i ) e m e k ö r g ü t ü s ıf a t ın ı i ş s i z v e y a e v s iz le r e y a r d ım e d e n b ir m a h a lle ö r g ü t ü n d e n d a h a a z h a k e d e r .25
Bu nedenle emek örgütlenmesi için yeni bir yaklaşım öneriyorlar. Bu yaklaşımın, it t if a k la r k u r m a v e s iy a s i e y le m e g e ç m e t a r z ı, h a lih a z ır d a k i s e n d ik a l p r a t ik le r e m e y d a n o k u r. T e m e l ç ı k ı ş n o k t a s ı ş u d u r: M a d e m k i s ı n ı f m ü c a d e le s i iş y e r i ile s ı n ır l ı d e ğ il, s e n d ik a la r d a b u n u n la s ı n ır l ı k a lm a m a lı. B u r a d a n d o ğ a n ö n e m li s o n u ç , s e n d ik a la r ın s a lt iş y e r le r in i v e y a b e lli b i r s e k tö r ü d e ğ il, b ü tü n b ir ş e h r i ö r g ü t le m e k ü z e r in d e n d ü ş ü n m e k z o r u n d a o lu ş u d u r . Ş e h ir le r in ö r g ü t le n m e s i is e a n c a k s e n d ik a n ın m e t r o p o ld e b u lu n a n t o p lu m s a l g r u p la r iç in d e it t if a k y a p a b ile c e ğ i g r u p la r la b ir lik t e h a re k e t e t m e s iy le m ü m k ü n o la b ilir .26
"Öyleyse," diye soruyor yazarlar, "şehri nasıl örgütlemeli?" Bu so runun kapitalizm karşıtı m ücadelenin gelecek yıllarda yeniden can lanabilmesi için yanıtlanması gereken kilit sorulardan biri olduğu kanaatindeyim. Bu tür mücadeleler, yukarıda gördüğüm üz gibi, ay rıcalıklı bir tarihe sahiptir. 1970'lerin "Kızıl Bologna"sından alınan ilham buna öm ek verilebilir. Aslında "sosyalist belediyecilik" uzun ve ayrıcalıklı bir geçmişe sahip; hatta, "Kızıl Viyana"da veya 1920' ler İngilteresi'ndeki radikal belediye konseyleri gibi radikal kentsel 25. Bill F letch er ve F ern an d o G ap asin , S o lid a rity D ivided: T he C risis in O r g a n ize d L a h o r a n d a N e w P ath T ow ard So cia l Ju stic e, B erkeley, CA: U niversity o f C a lifo rn ia P ress, 2008: 174. 26. A.g.y.
ANTİKA PİTALİST M ÜCADELE İÇİN
195
reformlara tanık olunan dönemler, hem sol reform izm in hem de da ha devrimci hareketlerin tarihi içerisinde m erkezi bir konum a yer leştirilmelidir.27 Tarihin hayret verici kinayelerinden bir başkası da, Fransız Komünist Partisi'nin 1960'lardan günüm üze dek belediye yönetimlerinde siyasetin diğer alanlarında olduğundan çok daha iti barlı bir konum elde etm esidir (bu durum kısm en yerel düzlemde dogmatik bir teoriye sahip olmayışı ve M oskova'dan direktif alm a yışı ile açıklanabilir). İngiliz sendika konseyleri de benzer şekilde kent siyasetinde belirleyici rol oynamış, yerel partilerin militan gü cünün teminatını oluşturmuştur. Bu gelenek 1980'lerin başında Thatcherizme karşı belediyelerin verdiği m ücadele ekseninde sürdürül müştür. Bunlar salt savunm a amaçlı eylem ler değildi. 1980'lerde Ken Livingstone'un idaresindeki Londra Büyükşehir K onseyi’nin gösterdiği gibi, yaratıcı potansiyel taşıyordu, ta ki M argaret That cher bu şehir temelli muhalefetin tehdit arz ettiğinin farkına vararak bütün bu yönetim kademesini tasfiye edene kadar. ABD'nin M ilw a ukee şehri dahi uzun yıllar sosyalist bir yönetime sahipti. ABD sena tosuna seçilen gelm iş geçmiş yegâne sosyalistin kariyerine Ver mont eyaletinin Burlington şehri belediye başkam olarak başlamış ve halkın güvenini burada kazanmış oluşu da dikkate şayandır.
Sınıf Temelli Siyasi Bir Talep Olarak Şehir Hakkı Eğer Paris K om ününe katılanlar kolektif olarak üretiminde rol oy nadıkları şehir üzerinde haklarını talep ediyor idiyseler, "şehir hak kı" antikapitalist mücadelede kitleleri harekete geçirecek kilit bir slogan olarak neden kullanılmasın? Şehir hakkı, en başta da belirtti ğimiz gibi, boş bir gösterendir, aşkın değil ancak içkin olasılıklarla yüklüdür. Bu da onun siyasi açıdan önem siz olduğu anlamına gel mez; her şey bu ifadenin içini kimin dolduracağına, reform ist ve iç kin mi yoksa devrimci bir içerikle mi dolduracağına bağlıdır. Kentsel sahnede reform ist ve devrimci girişimleri birbirinden ayırt etmek her zaman kolay değildir. Porto Allegre'deki katılımcı 27. M ax Jag g i, R e d B o logna, L ittleham pton: L ittleham pton B ook S ervices, 1977; H elm ut G ru b er, R e d Vienna: E xp erim en t in W orking-C lass C ulture, 191934, O x ford: OUP, 1991.
ASt ŞEHİRLER
196
bütçe çalışm aları, Curitiba’daki ekolojiye duyarlı program lar veya pek çok ABD şehrinde görülen yaşamaya yeterli ücret kam panyala rı, reformist, üstelik de bir hayli marjinal gibi görünmektedir. 2. Böliim'de anlatılan Chongqing girişimi ise devrimci bir hareketten zi yade kuzeye özgü himayeci sosyalizmin otoriter bir tarzını çağrış tırmaktadır. Ancak bu tür girişim lerin etki alanı genişledikçe daha derin katm anlarda daha radikal kavram sallaştırm a ve metropoliten ölçekli eylem olanakları açığa çıkabilmektedir. Örneğin şehir hakkı retoriğinin 1990'larda Brezilya'da tekrar canlandırılması ve daha son ra Zagreb, Hamburg, Los Angeles gibi şehirlere yayılması, daha dev rimci olanakların habercisi gibidir.28 Bu olanağın ne derece güçlü olduğu, mevcut siyasi erkin (örneğin Rio Dünya Şehir Forumu'nda bir araya gelen STK'lar ve Dünya Bankası'nın da dahil olduğu ulus lararası kuruluşların) bu dili kendi gayeleri doğrultusunda içerme çabasına bakarak anlaşılabilir.29 Nasıl ki M arx, işgününün uzunlu ğuna getirilecek kısıtlamayı devrim e giden yoldaki ilk adım olarak tarif ettiyse, herkes için insan onuruna yaraşır bir ev ve yaşam çev resinde yerleşme hakkı talebi de daha kapsamlı bir devrimci hareke tin ilk adımı olarak görülebilir. Sermayenin kapsayıcılık çabasından yakınmak boşunadır. Sol, sermayenin bu çabasını bir iltifat kabul etmeli ve kendi niyetinin farklılığında ısrar etmek için mücadele etmelidir: Şehrin üretimi ve yeniden üretimine emek sarf eden herkes, üretimine katkıda bulun duğu şey üzerinde kolektif bir hakka sahip olmanın dışında, ne tür bir kentleşm enin nerede ve nasıl üretileceği üzerinde de söz sahibi dir. Hâkim sınıfsal ilişkilerin dışında bir kentsel yaşam ın yeniden canlandırılması ve inşa edilmesi isteniyorsa, parasal güce dayalı 28. R e b ecca A bers, In ven tin g L o ca l D em ocracy: G rassroots P olitics in B ra zil, B oulder, CO: L ynne R ein n er P ublisher, 2000. Y aşam aya yetecek ücret harek e ti için bkz. R o b ert Pollin, M ark B renner ve Jeanette W icks-L im , A M easure o f F a irness: The E co n o m ics o f L ivin g W ages a n d M inim um W ages in the U n ited States, Ithaca, NY: C ornell U n iv ersity P ress, 2008. Ö zel bir v ak a çalışm ası için bkz. D a vid H arvey, S p a ces o f H o p e, E dinburgh: E dinburgh U niversity P ress, 2000; A na S ug ran y es ve C h arlo tte M ath iv et (haz.), C ities f o r A ll: P roposals a n d E xp erien ces Tow ards the R ig h t to the C ity, S antiago, Şili: U luslararası H abitat K oalisyonu, 2010 29. P eter M arcuse, "Two W orld F orum s, Two W orlds A part", w w w .plannersnetw ork.org.
.
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
197
mevcut dem okrasinin dışında farklı dem okratik araçlar (sözgelimi halk konseyleri) geliştirilmelidir. Şehir hakkı bireysel bir hak değil, belli bir odağı olan kolektif bir haktır. Sadece inşaat işçilerini değil gündelik yaşamın yeniden üretimini sağlayan herkesi kapsar: bakım hizmeti verenler ve öğret menler, kanalizasyon ve metro işçileri, su ve elektrik tesisatçıları, in şaat iskelesi kuranlar ve vinç operatörleri, hastane çalışanları, kam yon, otobüs ve taksi şoförleri, lokantalarda ve eğlence sektöründe çalışanlar, banka memurları ve belediye yetkilileri. Şehir hakkı kav ramı, sayısız kola ayrılan işbölümünden doğan parçalanmış top lumsal mekân ve konumların bu inanılmaz çeşitliliğinden bir birlik türetmeye çalışır. İşçi merkezleri ve bölgesel işçi konseylerinden (Toronto örneği gibi) ittifaklara uzanan (Şehir Hakkı İttifakı, Dış lanmış İşçiler K ongresi ve güvencesiz emeğin örgütlenm esinde gö rülen diğer biçimler) çok sayıda örgüt biçimi bu gayeyi siyasi pers pektifine dahi etmiştir. Fakat, şehir hakkı, kısmen kapitalist kentleşm enin günüm üzde ki koşuları, kısmen de aktif olarak bu hakkın peşinden gitmesi m uh temel toplumsal grupların karakteri nedeniyle, açıkça görüleceği üzere, karm aşık bir yapıya sahiptir. Örneğin Murray Bookchin'in de benimsediği (Lewis M umford'ın yanı sıra toplumsal anarşist düşün ce geleneğinden etkilenm iş başka pek çok kişiye mal edilmiş olan) ikna edici görüşe göre, kapitalist kentleşme süreçleri işleyen bir si yasi topluluk olarak şehri öylesine tahrip etm iştir ki sivil bir antikapitalist seçeneğin şehir üzerinde inşa edilmesi artık m üm kün değil dir.30 Lefebvre de bir anlam da bu görüşe katılır, ancak kent m ekânı nın sermaye birikimi ve hâkim sınıf ilişkilerinin yeniden üretilm esi ni sağlamak üzere devlet bürokratları ve teknokratları tarafından rasyonalize edilmesi üzerinde çok daha fazla durur. Ne de olsa ban liyö hakkı gibi bir sloganı bugün antikapitalist bir şiar kabul etm e nin işe yarayacağı söylenemez. Bu nedenledir ki şehir hakkı, halihazırda var olan bir şey üzerin de iddia edilen bir hak olmaktan çok, şehri sosyalist bir siyasal top luluk olarak, yoksulluğu ve toplumsal eşitsizliği ortadan kaldıracak, 30. 1986.
M urray B o o k ch in , T he L im its o f the C ity, M ontreal: B lack R ose B ooks,
198
ASİ ŞEHİRLER
çevre üzerinde yaratılan tahribatı onaracak tümüyle farklı bir model üzerinden yeniden inşa etme hakkı olarak anlaşılmalıdır. Bunun ger çekleşebilmesi için mütemadi sermaye birikimini mümkün kılan tahripkâr kentleşme hiçimleri durdurulmalıdır. M urray Bookchin'in "özgürleşimci belediyecilik" tabir ettiği, birbiriyle ve doğayla olan ilişkilerini akılcı bir yolla düzenleyen be lediye m eclislerinden oluşan biyolojik bölgesel bir birlik kavramını hayata geçirme çabası da benzer bir savdan tem elleniyordu. İşte bu noktada siyasetin fiili dünyası ile şehre dair ütopyacı düşünce ve ya zının büyük ölçüde anarşizm den ilham alan uzun tarihçesi arasında üretken bir çakışm a görülür.31 Kentsel Devrime Doğru Bu tarihçeden ortaya üç tez çıkıyor. İlkin, grevden fabrika işgalleri ne dek uzanan iş temelli m ücadelelerin başarı elde etm e olasılığı, iş yeri etrafındaki mahalle veya topluluklar düzlem inde bir araya ge len halk güçlerinin (nüfuz sahibi siyasi liderler ve onların bağlı ol duğu siyasi örgütler de buna dahildir) kuvvetli ve aktif desteği söz konusu olduğu durum larda çok daha yüksektir. Tabii burada işçiler ve yerel halk arasında güçlü bağların zaten varolduğu veya hızla ku rulabileceği varsayılmaktadır. İşçi ailelerinin aynı zam anda mahalle sakinlerini oluşturduğu durum larda (Salt o fth e Earth filminde tas vir edilen türden madenci yerleşim lerinde olduğu gibi) bu türden bağlar "doğal olarak" ortaya çıkabilir. Daha dağınık kentsel çevre lerde ise bu tür bağları kurmak, devamını sağlamak ve güçlendir mek ise bilinçli bir siyasi çabayı gerektirir. Bu tür bağların olmadığı, sözgelimi İngiltere'de 1980'lerdeki grevler sırasında Nottinghamshire maden işçilerinin durum unda ise, bu bağları kurm ak için çaba harcanmadığı takdirde hareketin başarısızlığa uğraması neredeyse kaçınılmazdır. 31. B u team ü lü n tarihçesi P atrick G eddes'in C ities in E vo lu tio n y ap ıtıy la b aş lar (O xford: O x fo rd U niv ersity P ress, ilk basım 1915); tem el u ğraklarından b iriy se L ew is M u m fo rd 'ın The C ity in H istory: Its O rigins, 1rs T ransform ations, a n d Its P rospects a dlı g en iş etki u y andıran k itab ıd ır (O rlando, F L ıH arcourt, 1968); T ürkçesi: Tarih B o yu n ca K ent, çev. G ürol K oca ve T am er T osun, İstanbul: Ayrıntı, 2007.
ANTİKA PİTALİST M ÜCADELE İÇİN
199
İkinci olarak, iş kavramı dar anlam ıyla sanayi işçiliğiyle özdeşleştirilmekten çıkarılarak gittikçe kentsel bir biçim alan gündelik yaşamın üretimi ve yeniden üretiminde rol alan emek biçimlerinin geniş sahasını kapsayacak şekilde yeniden tanımlanmalıdır. İş te melli ve mahalle temelli m ücadeleler arasındaki ayrım lar giderek silikleşmektedir, keza sınıfın ve işin, toplumsal yeniden üretimin mekânı olan hane halkından yalıtılmış biçim de üretim m ekânında tanımlandığı düşüncesi de.32 Daha iyi bir yaşam için verilen m üca delede, evimize çeşme suyunu getirenler de, fabrikada boruları ve lavaboları üretenler kadar önemlidir. Şehirde yiyecek dağıtımını ya panlar, ki buna seyyar satıcılar da dahildir, bu gıdayı yetiştirenler kadar önemlidir. Yiyeceği pişirenler de (sokaktaki kızarmış mısır veya sosisli sandviç satıcılarından tutun da evlerin m utfağında bü tün gününü ocak veya ateş başında ter dökerek geçirenlere kadar) yiyeceği sindirime hazırlayarak ona değer eklemektedirler. Bu yüz den şehir yaşamının üretimi ve yeniden üretiminde rol oynayan ko lektif emek, sol düşünce ve örgütlenmeye daha sıkı bir biçimde da hil edilmelidir. Kent ve kır arasında bir zam anlar anlamlı olan ay rım lar son dönem de hükmünü yitirmiştir. Gerek şehre giren gerek se şehirden çıkan tedarik zincirleri kesintisiz bir hareketi gerektirir. Hepsinden öte, iş ve sınıfa dair kavram lar temelden yeniden tanım lanmalıdır. Hemşerilerin kolektif hakları için verilen mücadele (göçmen işçilerin mücadelesi gibi) kapitalizm karşıtı sınıf m ücade lesinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir. Yeniden canlandırılm ış biçimiyle bu proletarya kavramı bugün kitlesel boyutlara ulaşmış olan, geçici, güvencesiz ve örgütsüz em e ğin hâkim olduğu kayıtdışı sektörleri de içerir ve kucaklar. Bu tür gruplar, öyle görünüyor ki, kentsel ayaklanm alar ve başkaldırılarda tarihsel olarak önemli bir rol oynamıştır. G erçekleştirdikleri eylem ler her zaman sol bir karakter arz etmez, ancak bu zanaatkâr sendi kalarına da yöneltilebilecek bir itirazdır. Bu grupların çoğu defa is tikrarsız, yahut otoriter (ister dini ister laik) karizmatik liderler tara fından sırtlarının sıvazlanmasına karşı zaafı olduğu da doğrudur. Bu nedenle de siyasi konumları anaakım sol tarafından çok defa sahiplenilebileceği gibi korkulması da gereken "şehir çapulcuları" (hatta 32. Ray Pahl, D iv is io n s o fL a h o u r , O xford: B asil B lackw eil, 1984.
200
ASİ ŞEHİRLER
M arksist lügatte daha da talihsiz biçimde "lüm penproletarya") ola rak yaftalanıp haksız yere kenara itilmiştir. Bugün bu kitleleri dışla maktan vazgeçmek, aksine kapitalizmle mücadelede önemli bir un sur olarak kucaklamak şarttır. Son olarak, canlı emeğin (yukarıda tanım ladığım ız geniş anla mıyla) üretim esnasında sömürüsü kapitalizm karşıtı herhangi bir mücadelede merkezi konumunu korum alı, diğer taraftan artı değe rin yaratılması ve işçilerin yaşam alanlarında onların elinden geri alınm asına karşı verilen m ücadelelere de şehrin üretiminin çeşitli noktalarındaki m ücadeleler kadar önem verilmelidir. Geçici ve gü vencesiz işçilerin durum unda olduğu gibi burada da sınıf eyleminin alanının genişletilmesi örgütsel sorunlara yol açar. Fakat aşağıda göreceğim iz gibi, aynı zam anda sayısız olanağı da içinde taşır. "Öyleyse Şehri Nasıl Örgütlemeli?" Fletcher ve Gapasin'in sorusunu dürüstçe yanıtlamak gerekirse, bu nun nasıl yapılacağını bilmiyoruz; hem bu soruya yeterince kafa yo rulmamış olduğu için, hem de siyasi pratiklerin geçirdiği evrime da ir genellem eler yapm am ıza olanak verecek sistematik bir tarihsel kütükten yoksun olduğum uz için. Tabii ki "doğal gaz ve su" tem ini nin sosyalist idarelerce üstlenilmesi veya 1920'lerde Sovyetler Birliği'nde görülene benzer daha serüvenci kentsel ütopyacılık gibi kı sa dönemli deneysel yaklaşım lara rastlıyoruz.33 Fakat bunun büyük kısmı yerini reformist sosyalist gerçekçiliğe yahut Doğu Avrupa'da halen pek çok dokunaklı kalıntısına rast geldiğimiz ataerkil sosya list/kom ünist m odem izm e bırakıverdi. Bugün kentsel örgütlenme ye dair bildiğim iz şeylerin hemen hepsi, kent yönetimi ve idaresine dair bürokratik kapitalist kamu yönetimi çerçevesinden türeyen genelgeçer teori ve çalışm alara uzanmaktadır, ki antikapitalist bir si yasetle uzaktan yakından ilgisi yoktur (Lefebvre'in haklı olarak hiç durmadan meydan okuduğu şey tam da budur). Elimizdeki en iyi seçenek, şehri bir şirket yapısı içinde tasvir eden teoridir ki, kaçınıl maz olarak şirket yapısına özgü karar alma m ekanizm alarının şehre uyarlanması sonucuna yol açar. Bu karar verme süreçlerinin ilerici 33. A n atole K opp, Ville e t R évo lu tio n , Paris: E ditions A n th ro p o s, 1967.
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
201
güçler tarafından devralındığı zam anlarda, kapitalist gelişmenin da ha fütursuz biçim lerine meydan okum ak, toplumsal eşitsizlik ve çevre tahribatı gibi gözüm üzün önünde duran felç edici soruları yüksek sesle dile getirm ek mümkün olmuştur. Porto Alegre'deki de neyim, Ken Livingstone'un GLC'sinde* denenm iş olan, bunun hiç değilse yerel örneklerini sunar. Bunun yanı sıra rekabetçi kent yö netiminin faydaları ve yatırımcıları çekebilm ek için şehir yönetim lerince başvurulan çok çeşitli teşvikler üzerine geniş (ve eleştirel ol maktan çok methiyeyi andıran) bir literatür bulunmaktadır.34 O halde Fletcher ve Gapasin'in ortaya attığı soruyu yanıtlamaya nereden başlayabiliriz? İzlenebilecek yollardan biri, devrimci du rumlar içinde ortaya çıkan kentsel siyaset pratiklerinin tekil örnek lerini incelemek olabilir. Bu nedenle bitirirken, kentsel ayaklanm a ların antikapitalist hareketlerle nasıl ilişki kurabileceğine dair ipuç ları toplamak açısından Bolivya'da son dönem de yaşanan olaylara hızlıca bakmayı öneriyorum. 2000 yılının m eşhur "Su Savaşları" sırasında C ochabam ba’nın sokak ve m eydanlarında neoliberal özelleştirm elere karşı bir baş kaldırı örgütlendi. Hükümetin politikalarını reddeden halk, önde ge len iki uluslararası şirketi, Bechtel ve Suez'i ülkeden kovdu. La Paz' m yukarısındaki platoda kurulmuş cıvıl cıvıl bir şehir olan El Alto' dan doğan isyan hareketi neoliberal siyaset taraftarı başkan Sânchez de Lozada'yı 2003 Ekimi'nde istifaya zorladı ve halefi Carlos Mesa da 2005 yılında aynı kadere m aruz kaldı. Bütün bunlar A ralık 2005' teki ulusal seçim lerde ilerici aday Evo M orales'in zaferini hazırladı. 2007'de m uhafazakâr elitlerin Evo M orales'in başkanlığını hedef alan karşı-devrim girişimi de yine Cochabam ba'da bozguna uğratıl dı; şehri ele geçiren yerli halklarının öfkesi karşısında m uhafazakâr * G rea ter L o n d o n C o u n c il v eya L ondra M ücavir A lan K onseyi, 1981-86 a ra lığında İngiliz. İşçi P artisi üyesi L ivingstone'un b aşkanlığında proto-sosyalist bir yerel yönetim birim i hüviyeti kazandı. T h atch er y önetim ince siyasi bir tehdit o la rak g örülen k urum 1986 yılında fesh ed ilm esin d en ö nce ö zellik le m etro u laşım ı nın iy ileştirilm esi ve u cuzlatılm ası yönünde önem li kam u projelerini üstlendi,
-ç./t. 34. G erald F rug, C ity M aking: B uilding C o m m u n ities w ithout B u ild in g W alls, P rinceton, NJ: P rin ceto n U niversity P ress, 1999; N eil B renner ve N ik T h eo d o re, S p a ces o f N eo lib era lism : U rban R estru ctu rin g in N orth A m erica a n d W estern E u rope, O xford: W iley B lack w ell, 2003.
202
ASİ ŞEHİRLER
yerel yönetim kadrosu şehri terk etti. Her zaman olduğu gibi buradaki güçlük, yerel koşuların bu tekil hadiselerde tam olarak nasıl bir rol oynadığını anlam ak ve bu olay ları irdelemenin sonucunda ne tür evrensel ilkeler çıkarılabileceğini (eğer çıkarılabilirse) kestirm ekte yatar. 1871 Paris K om ünü'nden çı karılabilecek evrensel dersler söz konusu olduğunda birbiriyle çeli şen yorum lara musallat olan da işte bu sorundur. El Alto gibi güncel bir vakaya odaklanmanın iyi yanı, burada halihazırda süregiden, dolayısıyla süreğen bir siyasi sorgulama ve analize açık bir m ücade lenin varlığıdır. Yakın dönem de yayımlanan birkaç harikulade ça lışma, daha şimdiden ihtiyati birtakım sonuçlar için dayanak sun maktadır. Örneğin Jeffrey W ebber Bolivya'da son on yıldan bu yana cere yan eden hadiselere dair ikna edici bir yorum sunuyor.35 Webber 2000-2005 arasını, elitler ve halk kesimleri arasında derin bir uçu rumun bulunduğu koşullarda hakikaten devrimci bir dönem olarak görüyor. Geleneksel seçkin sınıfın (uluslararası sermaye güçlerinin de desteğiyle) idaresindeki devletin çok kıymetli doğal kaynakların kullanım ına ilişkin neoliberal politikalarının halk tarafından reddi, büyük kısmı köylü olan yerli halkların ırkçı baskıya karşı verdiği, uzun bir geçmişe sahip özgürlük mücadelesiyle birleşti. Neoliberal rejim in şiddetinin kışkırttığı ayaklanm alar 2005'te M orales'in seçil mesiyle sonuçlandı. Köklü elitler (ki bilhassa Santa Cruz'da yoğun laşmışlardı) bölgesel ve yerel özerklik talebiyle Morales yönetimini hedef alan karşı devrimci bir hareket başlattılar. Bu ilginç bir ham leydi, çünkü Latin Am erika solu "yerel özerklik" idealini çoğu kez özgürleşm e m ücadelesinin merkezi kabul etmiştir. Bolivya'da böy le bir talebi dile getiren çoğu kez yerli halklar olmuştur, ve bu tür hareketlerin sempatizanı olan Arturo Escobar gibi akademik teorisyenler bunu genelde, doğası itibariyle ilerici bir talep, hatta nere deyse kapitalizm karşıtı hareketin zorunlu bir ön koşulu olarak gör me eğilimdedirler.36 Fakat Bolivya örneği gösteriyor ki yerel veya 35. Jeffrey W ebber, F rom R eb ellio n to R eform in B olivia: C la ss Struggle, In d ig en o u s L ib era tio n , a n d the P olitics o fE v o M o ra les, C hicago: H aym arket B ooks, 2011. M ichael H ardt ve A n to nio N egri de C om m onw ealth yap ıtın d a birkaç İspan y o lca k ay n ağ a atıfta b u lu n u y o rlar (C am bridge, MA: H arvard U niversity Press, 2009).
ANTtKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
203
bölgesel özerklik talebi, siyasi ve idari karar m ercilerinin ölçeğini değiştirmekten kazancı olan herhangi bir aktör tarafından dile geti rilebilmektedir. Örneğin M argaret Thatcher'ın Londra M ücavir Alan Konseyi'ni feshetmesinin nedeni de buydu, yani konseyin kendi po litikalarına m uhalif oluşu. BolivyalI seçkinleri, kendi çıkarlarına düşmanca bir tavra sahip olduğunu düşündükleri M orales hüküm e tine karşı Santa Cruz'un özerkliğini istemeye yönelten de aynı ne dendi. Ulusal mekânda kaybettiklerini kendi yerel m ekânlarında özerklik ilan ederek telafi etmek istiyorlardı. M orales’in seçim sonrası siyasi stratejisi her ne kadar yerli hare ketlerinin gücünü birleştirmeye yaramış olsa da, W ebber onun 20002005 aralığında ortaya çıkan sınıf temelli devrim ci perspektifi, top rak sahibi ve kapitalist seçkinlerle m üzakereler ve anayasal tavizler (aynı zam anda em peryalist dış güçlere verilen tavizler) lehine terk ettiği kanısındadır. Webber'e göre sonuç 2005 sonrasında kapita lizm karşıtı herhangi bir dönüşüm hareketi yerine, "neoliberalizmin — And Dağları bölgesine has özellikleri haiz olarak— yeniden inşa sı" olmuştur. Böylelikle sosyalizme geçiş fikri uzun bir süreliğine ertelenmiştir. Bununla birlikte M orales, çevre sorunları konusunda küresel lider rolünü üstlenerek yerli halkın yaygın olarak benim se diği "tabiat ananın hakları" anlayışını 2010 Cochabam ba beyanna mesine dahil etmiş ve Bolivya anayasası kapsamına almıştır. Webber’in görüşleri, tahmin edileceği üzere, M orales rejiminin destekçilerinin hararetli tepkisiyle karşılaştı.37 Morales'in ulusal düz lemde gerçekleştirdiği kuşkusuz reform ist ve anayasal hamlelerin siyasi bir tercih mi, fırsatçılık mı olduğu, veyahut Bolivya'ya ege men olan ve em peryalist dış baskılar tarafından desteklenen sınıfsal güç dağılım ının bir dayatmasından mı ileri geldiği konusunda hü küm verebilecek bir konum a sahip değilim. Cochabam ba'da 2007' de sağcı özerk yönetime karşı gerçekleşen köylü ayaklanması sıra sında M orales hükümetinin anayasal tutum una aykırı hareket ede 36. A rtu ro E scobar, Territories o f D ifference: P lace, M ovem ent, L ife, R edes, D urham , NC: D uke U n iv ersity P ress, 2008. 37. F ed erico F uentes, "G o v ernm ent, S ocial M ovem ents, and B oliv ia Today", In tern a tio n a l S o cia list R eview 76 (M art- N isan 2011); derginin aynı sayısında Jeffrey W ebber'in yanıtı, "F antasies A side, It's R econstituted N eoliberalism in B olivia U n d er M orales".
204
ASİ ŞEHİRLER
rek seçilmiş m uhafazakâr hükümetin şehirden kaçan memurları ye rine halk meclisini model alan bir idare getirmenin felaketle sonuç lanabilecek bir m aceraperestlik olduğunu Webber'in kendisi de tes lim eder.38 Bu m ücadelelerde şehir temelli örgütlenme nasıl bir rol oynadı? C ochabam ba ve El A lto'nun tekrar eden ayaklanm aların merkezi olarak oynadığı kilit role ve Santa Cruz'un karşı-devrimci hareketin m erkezi olm a rolüne bakıldığında bu soru kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor. Webber'in anlatım ında El Alto, Cochabam ba ve Santa Cruz, karşıt sınıfsal güçlerin ve popülist yerli hareketlerinin üzerinde ce reyan ettiği birer sahadan ibaret gibi görünüyor. Bununla birlikte W ebber bir yerde, "nüfusunun %80'i yerli olan, kayıt dışı ekonom i nin proleter şehri El A lto — "yeniden iskan edilmiş" eski maden iş çilerinden gelen zengin devrim ci M arksist başkaldırı geleneği, ve Aymara, Q uechua ve benzeri kırdan kente gelen göçm enlerden kay naklanan radikal yerli hareketleriyle— devletle girişilen yer yer kanlı çatışm aların doruğunda çok önemli bir rol oynadı," diyor ve ekliyor: A y a k la n m a la r , e n iy i a n la r ın d a , T ro ç k is tle rin v e te n e k e m a d e n c ile r in in a n a r k o - s e n d ik a lis t ö r g ü ts e l ş e m a la rın ı — ki 20. y ü z y ılın b ü y ü k k ıs m ın d a B o liv y a s o lu n u n ö n c ü le r iy d ile r — v e y e r lile re h a s g e le n e k s e l k o m ü n ite r b ir y a p ı o la n a y llu s u n y e n i k ırs a l v e k e n ts e l b a ğ la m la r a u y a r la n m ış b iç im in i m o d e l a la n , ta b a n d a n g e le n , h a lk m e c lis i b e n z e r i, k itle d e n g ü ç a la n , d e m o k r a tik h a r e k e tle r o la r a k ş e k ille n m iş ti.39
Fakat Webber'in izahatı bununla sınırlı kalıyor. Mücadelenin farklı sahalarında geçerli olan özel koşulları büyük oranda gözardı ediyor (2007'de Cochabam ba'da cereyan eden ayaklanmayı adım adım anlatırken bile) ve Bolivya geneline hâkim olan sınıfsal ve po pülist güçler ve bunların arka planında yer alan em peryalist dış bas kılar üzerinde durmayı yeğliyor. Bu nedenle antropolog Leslie Gill ve Sian Lazar'ın farklı tarihsel kesitlerde El A lto'ya egemen olan ko şullar, toplumsal ilişkiler ve ihtiyati örgütsel biçim lere dair derinlik li tasvirler sunan çalışm alarına bakmak ilginç olacaktır. G ill'in 2000 yılında yayım lanan Teetering on the Rim adlı yapıtı, 1990'larda hü küm süren koşulların ayrıntılarını veriyor; Lazar'ın 2010 tarihli El 38. W ebber, "F an tasies A side": 111.
39. A .g.y., 48.
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
205
Alto, R ebel City (El Alto, Asi Şehir) adlı yapıtı ise El A lto’da 2003 ayaklanması öncesinde ve sonrasında gerçekleştirdiği saha çalış masına dayanıyor.4'1 Ne Gill ne de Lazar ayaklanm a ihtimalini ön görememişlerdi. Gill 1990'larda som ut düzlemde cereyan eden pek çok siyasi olayı kaydettiyse de, bu hareketler tutarlı bir kitlesel ha reket ihtimaline mahal vermeyecek denli parçalanm ış ve net hedef lerden yoksun görünüyordu (bilhassa da toplumsal hizmet sunan te mel merci olan devletin yerini alan sivil toplum kuruluşlarının oy nadığı menfi rol düşünüldüğünde); bununla birlikte yazarın saha ça lışması yaptığı dönemin ortasına denk gelen öğretmenler grevi açık ça sınıf bilincine sahip terim lerle ve hararetli bir mücadeleye yol aç mıştı. Lazar da Ekim 2003 ayaklanm ası karşısında hayrete düşmüş ve olayların sonrasında El Alto'ya dönerek onlara yol açan koşulla rı en baştan kurmaya uğraşmıştır. El Alto özel bir yer olduğundan, kendine özgü yönlerini ortaya koymak gerekiyor.41 La Paz'ın çok yukarısında, çetin koşullara sa hip Antiplano üzerinde kurulmuş, göçm enlerden oluşan görece ye ni (ülke sınırlarına henüz 1988'de dahil edilmiş) bir şehir olan El Alto'nun nüfusunun büyük çoğunluğunu, tarım üretiminin giderek ti carileşmesi sonucu topraktan kopmuş köylüler; yerinden edilen sa nayi işçileri (özellikle de 1980'lerden itibaren rasyonelleştirilen, özelleştirilen ve bazı durum larda kapatılan teneke m adeninden çı karılan işçiler) ve La Paz'daki yüksek arsa ve konut fiyatları nede niyle yaşayabilecek yeni yerler aram aya m ecbur kalan dar gelirli mültecilerden oluşturmaktadır. Bu nedenle de El Alto'da, La Paz ve Santa Cruz'daki gibi kökleşmiş bir burjuvazi bulunmamaktadır. Şe hir, Gill'in ifade ettiği gibi, "Bolivya'nın halen sürmekte olan serbest piyasa reform u deneyinin kurbanı olan pek çok kimsenin ölüm ka lım mücadelesi verdiği bir yerdi". Devletin 1980'lerin ortasından itibaren neoliberal özelleştirm eler kapsam ında gerek yönetim ge rekse hizmet sunumu alanından her geçen gün geri çekilm esi, yerel 40. L esley G ill, T eetering on the R im : G lo b a l R estructuring, D a ily L ife, anil the A rm e d R etrea t o f the B o livia n S tate, N ew York: C olum bia U niversity P ress, 2000; S ian L azar, E l A lto, R eb el C ity: S e l f a n d C itizenship in A n d ea n B olivia, D urham . NC: D uke U n iv ersity P ress, 2010. 41. A şağıdaki bölüm G ill'in Teetering on the R im ve L azar'in E l A lto , R eb el C ity çalışm asın ın b ir bileşim ini içeriyor.
206
ASİ ŞEHİRLER
yönetimin zayıflaması anlam ına geldi. Halk kesim leri hayatta kala bilmek için ya canla başla uğraşıp kendi içinde örgütlenmeye, ya da seçim zamanı destek sözü verdikleri siyasi partilerden kopardıkları yardım ve bağışlarla ayakta kalan STK'ların yaptığı şaibeli yardım lardan m edet um m aya m ecburdu. Fakat La Paz'a hizm et götüren dört ana tedarik hattının üçü El Alto'nun içinden geçiyordu; bu hat ların işleyişine ket vurma gücünü elinde tutması, yaklaşan m ücade lede şehir açısından önemli olacaktı. Kent ve kır arasındaki sürekli lik de (kırsal alanların büyük oranda yerli köylü nüfusun hâkim iye tinde oluşu, ve bu köylülerin kendine özgü kültürel gelenekleri, ve W ebber'in sözünü ettiği ayllu benzeri toplumsal örgütlenme biçim leri) şehrin metabolizması açısından önemli bir unsurdu. El Alto şeh ri, La Paz'ın kentselliği ile bölgenin kırsallığı arasında gerek coğra fi gerekse etnik-kültürel açıdan arabuluculuk görevini üstlenmişti. Bölge çapında insan ve mal akışı El Alto içinden ve etrafından ge çerek devrini tamamlıyordu; öte yandan El Alto'dan La Paz'a günü birlik seyahatler beriki şehri düşük ücretli emek gücü açısından El Alto'ya büyük ölçüde bağımlı kılıyordu. Bolivya'da daha önceden varolan emeğin kolektif örgütlenme biçimleri 1980'lerde teneke madeninin kapanm asıyla birlikte sekte ye uğradı, fakat öncesinde "Latin Am erika çapındaki en m ilitan işçi sınıfını oluşturuyordu".42 M aden işçileri teneke m adeninin kam u laştırılm asıyla sonuçlanan 1952 devrim inde kilit bir rol oynamışlar, 1978'de ise baskıcı Hugo Banzer rejim inin alaşağı edilm esinde başı çekmişlerdi. İşini kaybeden m adencilerin pek çoğu 1985'ten sonra El Alto'ya taşındı, ve Gill'in aktardığı üzere, yeni koşullara uyum sağlamakta büyük güçlükler yaşadı. Fakat daha sonraki olayların açıkça göstereceği gibi, Troçkizm ve anarko-sendikalizmden güç alan siyasi sınıf bilincini tüm üyle yitirmemişlerdi. Gill'in ayrıntılı olarak incelediği öğretmenler grevi ile başlayan ileriki m ücadeleler sırasında bu siyasi bilinç önem li bir kaynak teşkil edecekti. Siyasi tavırları ise önemli ölçüde değişim e uğradı. "El Alto sakinlerinin büyük çoğunluğunu istihdam eden düşük ücretli, güvencesiz işlerde çalışmaktan başka çaresi olmayan" madenciler, sınıf düşmanının kim liğine ve kendi aralarındaki dayanışmaya dair net bir fikre sahip 42. G ill, T eetering on the Rim : 69.
ANTİKA PİTALİST M Ü CADELE İÇİN
207
oldukları bir durumdan, çok daha zor başka bir soruyla karşı karşı ya kaldıkları bir durum a düştüler: "El Alto'da çok farklı etnik kö kenlerden gelen ve birbirinden çok farklı birer tarihçeye, iş ilişkile ri mozaiğine sahip ve yoğun bir iç rekabetin yaşandığı bir topluluk tan nasıl olup da bir dayanışma biçimi inşa edebilirlerdi."43 Neoliberalleşm enin maden işçilerine dayattığı bu dönüşüm, ne Bolivya'ya ne de El Alto'ya özgüdür. Sheffield, Pittsburgh veya Baltimore'da tasfiye edilen çelik işçilerinin yüz yüze kaldığı ikilemin aynısıdır burada karşım ıza çıkan. A slında oldukça evrensel olan bu ikilem 1970’lerin ortasından itibaren sanayide büyük bir gerileme ve özelleştirm e dalgasının baş gösterdiği her yerde görülür. Boliv ya'da bununla nasıl baş edildiği sorusu gelip geçici bir meraktan öte bir ilgiyi hak ediyor. Lazar, "Yeni tür sendikal yapıların ortaya çıkışı"ndan bahsedi yor; bunlar, ö z e llik le k ö y lü le r v e ş e h ird e k a y ıtd ış ı s e k tö rd e is tih d a m e d ile n iş ç ile r ta r a fın d a n k u r u la n y a p ıla rd ır... K ü ç ü k işy e ri s a h ip le ri, h a tta m ik r o k a p ita lis tle r ta b ir e d e b ile c e ğ im iz , b e lli b ir y e r d e b ir p a tr o n h e s a b ın a ç a lış m a y a n , d o la y ıs ıy la o r d u n u n k o la y c a h e d e f a la b ile c e ğ i b ir k o n u m u b u lu n m a y a n k iş il e rin o lu ş tu r d u ğ u k o a lis y o n la r a d a y a n ır. H a n e h a lk ın ın is tih d a m e d ilm e s in e d a y a n a n ü re tim m o d e li to p lu m s a l y a ş a m d a e s n e k liğ i m ü m k ü n k ıla r k e n b ir y a n d a n d a m e k â n s a l k o n u m a b a ğ lı ittifa k la r v e o r g a n iz a s y o n la r k u r m a y a o la n a k ta n ır: ü rü n le rin i s a ttık la rı s o k a k , y a ş a m la rın ı s ü r d ü r d ü k le ri v e ç i f t ç ilik y a p tık la r ı b ö lg e v e k ö y , v e ş e h irle r d e k i v e c in o tip i ö r g ü ts e l y a p ın ın d a e k le n m e s iy le , k e n d ile r in e a it o la n b ö lg e , h e r ü ç ü d e b u tü r ittif a k la r a z e m in te ş k il e d e r.
Burada insanlar ve mekân arasındaki ilişki, ortak bağların kurulm a sına kaynaklık eden son derece önemli bir etken olarak ortaya çıkı yor. Bu bağlar uyuma dayalı olabileceği gibi çatışmalı da olabil mektedir, ancak yüz yüze ilişkiler sık ve dolayısıyla daha baştan güçlüdür. E l A lto 'n u n k a y ıt d ışı e k o n o m is i iç in d e b o y a ta n s e n d ik a la r d e v le te p a ra le l o la r a k ş e h ird e ç o k k a tm a n lı b ir h e m ş e riliğ i ş e k ille n d ir e n siv il ö r g ü t le n m e n in ö n e m li b i r k ıs m ın ı te ş k il e d er. Ü s te lik b u d u r u m , b ir e y le r a r a s ın d a k i ik tis a d i r e k a b e tin y a k ıc ı d ü z e y le r e v a r d ığ ı, d o la y ıs ıy la siy a s i iş b ir liğ i
4 3 .A .g .y ., 74-82.
ASİ ŞEHİRLER
208
n in h e p te n im k â n s ız d e ğ ils e b ile z o r o lm a s ın ın b e k le n e b ile c e ğ i b ir b a ğ la m d a g e rç e k le ş ir.
Toplumsal hareketler sıklıkla hizipçiliğin ve iç çekişm elerin tuzağı na düşmekle birlikte, "farklı sektörel talepler arasında yavaş yavaş tutarlı bir ideoloji kurulmaya başlanm ıştır".44 Tasfiye edilen m aden cilerin artakalan kolektif sınıf bilinci ve örgütsel deneyim i bu nok tada belirleyici bir kaynak haline gelmiştir. Bu, yerli geleneklerin deki yerel ve katılımcı karar alm a meclislerine (ayllu'lara) dayanan yerel demokrasi pratikleriyle birleştiğinde, farklı siyasal birlikler meydana getirmek için gerekli öznel koşullar kısmen tamamlanmış olur. Sonuç olarak "Bolivya'da işçi sınıfı kendisini siyasi bir özne olarak kurmaktadır, her ne kadar geleneksel biçimde olm asa da."45 Hardt ve Negri de çokluğa ilişkin kendi geliştirdikleri teoriyi desteklemek için Bolivya'daki mücadeleyi alıntılarken bu nokta üzerinde duruyorlar. B ö y le lik le işç i sın ıfı iç e r is in d e k i b ü tü n e g e m e n lik v e te m s iliy e t iliş k i le ri so rg u la n ır. G e le n e k s e l s e n d ik a la r s ın ıf ö z n e le r in in v e d e n e y im le r in in k a r m a ş ık ç o ğ u llu ğ u n u y e te r in c e te m s il e tm e o la n a ğ ın a d a h i sa h ip d e ğ ild ir. G e lg e le lim b u d e ğ iş im işç i s ın ıf ın a v e d a e tm e k a n la m ın a g e lm e d iğ i g ib i, işç i m ü c a d e le s in d e h e rh a n g i b ir g e r ile m e y e d e d e la le t e tm e z , b ila k is p r o le ta r y a n ın g id e r e k ç o ğ u l b ir n ite lik k a z a n d ığ ın a v e m ü c a d e le le r in y e n i b ir b e d e n e b ü r ü n d ü ğ ü n e işa re t e d e r.46
Lazar, bu yeni teorik formülasyona kısmen katılmakla birlikte işçi sınıfı hareketinin nasıl teşekkül ettiğine dair çok daha ince ayrıntılar sunuyor. Örneğin "Dem eklerden meydana gelen koalisyon grupları arasındaki iç içe geçm eler"in "Bolivya’daki toplumsal hareketin gü cünün kaynaklarından biri" olduğu tespitinde bulunuyor. Bu örgüt lenm eler çoğu kez hiyerarşik yapıdaydı ve kimi durum larda dem ok ratik değil otoriter olabiliyordu. Fakat "eğer dem okrasiyi halkın ira desi olarak göreceksek, Bolivya siyasetinin korporatist yönü, onun en önemli demokratik (her ne kadar eşitlikçi olmasa da) gelenekle rinden biri olarak yerini alır." Ateno'\axm gündelik yaşam ının parça 44. L azar, E l A lto , R eb el C ity : 252-4. T oplum sal h arek etler içerisindeki çatışm alı ilişk ilere d air teori C hantal M ouffe tarafından geliştirilm iştir; bkz. O n the P olitica l, L ondra: R o u tled g e, 2005. 45. L azar, E t A lto , R eb el City: 178. Vurgu y azara ait. 46. H ardt ve N eg ri, C o m m onw ealth: 110.
AN TİKAPtTALİST M ÜCADELE İÇİN
209
sı olan sıradan kolektif demokrasi deneyim leri olm aksızın, Bechtel ve Suez gibi belli başlı düşman sermaye gruplarının ülkeden kovul masıyla sonuçlanan antikapitalist zaferler müm kün olam azdı."47 Lazar'a göre El Alto'da demokrasi birbirinden farklı üç hat üze rinden örgütlenmektedir. M ahalle dernekleri yerel malları kolektif olarak tedarik etm enin yanı sıra mahalle sakinleri arasında doğan pek çok çatışm ada arabuluculuk görevini de üstlenen mekân tem el li örgütlerdir. Bir üst örgüt olan M ahalle Dernekleri Birliği büyük ölçüde m ahalleler arasındaki anlaşm azlıkların çözülm esine çalışan bir forum niteliği taşır. İçiçe geçmiş hiyerarşilerden oluşan klasik bir yapıdır bu, ancak içerisinde liderlik konum unun sırayla el değiş tirmesi, yahut liderlerin tabanlarına sadık kalmasını sağlamak için çok çeşitli m ekanizm alar barındırır (ABD siyasetinde böyle bir ilke nin dile getirilm esi dahi düşünülem ezdi, ta ki Çay Partisi ortaya çı kana dek). Çarkın ikinci dişlisi nüfus içindeki çeşitli grupların oluşturduğu sektörel birlikleri içerir: seyyar satıcılar, ulaşım işçileri vb. Bu bir liklerin faaliyetinin büyük bölümü de yine uzlaşmazlık durum ların da (örneğin seyyar satıcıların kendi aralarında) arabuluculuk etm e ye ayrılmıştır. Ancak kayıtdışı tabir edilen sektörde çalışan güven cesiz işçilerin örgütlenmesi de zaten bu biçimde olm aktadır (ABD1 deki "Dışlanmış İşçiler" hareketi bundan ders çıkarmalı). Bu örgüt lenme tarzı, sözgelimi civar bölgelerden gelen balık ve gıda m alze mesi söz konusu olduğunda, tedarik zincirinin ta başlangıcına uza nan duyargalara sahiptir. Bu bağlantılar sayesinde civardaki köylü ve kırsal nüfusun başkaldırı potansiyelini kolaylıkla ve eş zamanlı olarak harekete geçirme, veya aksi doğrultuda, kırsal bölgede bir katliam veya bastırm a vuku bulduğunda şehirde derhal bir tepki ör gütleme kabiliyetine sahiptir. Bu tür coğrafi bağlar güçlüdür, ve pek çok köylü ailenin bir yandan doğdukları köyle olan bağlarını korur ken bir yandan da dahil oldukları mahalle birliğiyle kurdukları bağ larla örtüşür. Üçüncü olarak, daha alışılageldik türden sendikalar da m evcut tu, ki içlerinde en önemlisi 1995'teki grevden bu yana militan ey lemliliğin başını çeken öğretm enler sendikasıydı (tıpkı M eksika'nın 47. L azar, E l A lto , R eb el City: 181, 258.
ASİ ŞEHİRLER
210
Oaxaca şehrinde olduğu gibi). Neoliberalizmin düzenli istihdam ve geleneksel sendikal örgütlenme biçimlerine son otuz yıldır yönelt mekte olduğu saldırı sonucunda bir hayli güçsüzleşm iş olmakla bir likte, sendikalar yerel, bölgesel ve ulusal örgüt yapısı içinde devlet le yapılan m üzakerelerde oynadığı rolü sürdürmekteydiler. Fakat El Alto'da Lazar'ın analizine dahil etm ek istediği başka bir şey daha vardır. Şehri bir arada tutan değer ve idealler bilhassa kuv vetlidir, ve çoğunlukla halkın katılım ıyla gerçekleşen kültürel olay ve faaliyetlerin — şenlikler, dini bayramlar, dans etkinlikleri— yanı sıra, mahallelerde veya resmi ve gayriresmi sendikalarda gerçekle şen halk meclisleri gibi katılımın daha doğrudan biçimleri aracılı ğıyla ifadesini bulur. Böyle bir kültürel dayanışm a ve kolektif hafıza sayesinde sendikalar gerilimlerin üstesinden gelerek "kolektif bir benlik hissini teşvik edebilm ekte, bu da onları etkin birer siyasi özne kılmaktadır."48 Bu gerilimlerin en şiddetlisi lider kadrosu ve taban arasındakidir. Gerek mekân temelli gerekse sektörel örgütlenme bi çimleri bu açıdan benzer özellikler sergiler, halk tabanı "liderlerin bireyselliği olarak algıladığı şey karşısında ortak değerleri savun maktadır." Buradaki m ekanizm a karmaşık olm akla birlikte Lazar'ın anlatımından, birliktelik ve bireysellik, dayanışm a ve hizipçilik gibi m eselelerin çözülmesini sağlayan çok sayıda gayriresmi araç oldu ğu sonucu çıkıyor. Dahası, sendikal ve komüniteye dayalı örgütlen me biçimleri birbirinden ayrı gelenekler olmaktan ziyade, "sendikal hareket, popülizm , ve yerlilere özgü demokratik değerlerden kayna ğını alan siyasi geleneklerin [kültürel olarak] harm anlanması" ile oluşmuştur. "Bu farklı çizgilerin yaratıcı bir karışımı sayesinde El Alto, ulusal düzlemde karşı karşıya olduğu siyasi marjinalleşmenin üstesinden gelerek merkezi bir konuma yerleşebilmiştir."49 Bu tür bağlar "belli bazı anlarda örülür; 2000 yılında Cochabam ba’da, yine 2000 yılının nisan ve eylül aylarında Antiplano geçidinin köylüler tarafından kesilm esinde, Şubat ve Ekim 2003'te El Alto ve La Paz'da ve 2005'in ocak ve mart ayları arası El Alto’da olduğu gibi." El Alto'nun yeni siyasette bu denli önemli bir odak haline gel mesinin nedeni, Lazar'a göre, büyük oranda şehirde hem şerilik his sinin oluşm a biçimleridir. Bu önemli bir konudur, zira sınıfsal ve 48. A .g .y., 178.
49. A .g .y., 180.
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
211
yerli halk kaynaklı isyanların, hem şerilikte temellenen dayanışma biçimleri üzerinden örgütleme im kânına işaret eder. Tarihsel olarak bu elbette Fransız devrim ci geleneğinin daim a ana bir unsuru ola gelmiştir. El Alto'da ise bu aidiyet ve dayanışm a hissi, b ö lg e , ş e h ir v e u lu s d ü z le m le r in d e , d e v le t e p a r a le l iş le y e n k o le k t if b ir s i v i l ö r g ü t le n m e y a p ıs ı ta r a f ın d a n ş e k ille n e n , y u r tta ş ile d e v le t a r a s ın d a d o la y ı n d ı b ir i l i ş k i b iç im in d e k u r u lm u ş t u r . 1 9 9 9 'd a s i y a s i p a r t in in ... b u t ü r ö r g ü t le n m e le r v e g e n e l o la r a k ş e h ir ü z e r in d e e t k is in i y it ir m e s iy le b ir lik t e d a h a m u h a l i f b ir t a v r ın b e lir m e s i o la n a k lı h a le g e ld i. B u d u r u m , ik t is a d i g ü ç lü k le r n e d e n iy le a lte iio 'la r ın r a d ik a lle ş m e s i ile ç a k ış m ış t ır . E y l ü l v e E k i m 2 0 0 3 'te v e t a k ip e d e n y ı ll a r d a g e r ç e k le ş e n p r o t e s t o la r ın g ü c ü , b u tü r ö z g ü l s iy a s i k o ş u lla r ın h â k im iy e t in d e n , v e y a n ı s ır a , ç o k d a h a u z u n b ir g e ç m iş e d a y a n a n k ı r ile ö z d e ş le ş im k u r m a s ü r e c i v e k o l e k t i f b ir b e n lik h is s iy a t ın d a n ile r i g e lir .
Lazar buradan şu sonuca varır: B i r y e r li ş e h r i o la n E l A lt o 'd a h e m ş e r ilik , k e n t s e l o la n ile k ır s a l o la n ın , k o le k t i v iz m v e b i r e y s e l c il i ğ i n , e ş i t l i k ç i l i k v e h iy e r a r ş in in b ir k a r ış ım ın ı iç e r ir . D e m o k r a s iy e d a ir ü re t ilm e k t e o la n a lt e r n a t if g ö r ü ş le r , s ı n ı f t e m e lli v e u lu s a lc ı k a y g ı l a r ı k i m l i k s iy a s e t iy le b ir le ş t ir m e k y o lu y la , t o p lu m s a l y e n id e n ü r e tim a r a ç la r ın ın m ü lk iy e t i v e d e v le t in d o ğ a s ı h a k k m d a k i ç a t ış m a ü z e r in d e n g e r e k u lu s a l h a r e k e t le r i g e r e k s e b ö lg e s e l y e r li h a r e k e t le r in i y e n id e n c a n la n d ır m ış t ır .
Yazar açısından bütün bu oluşum un içinde öne çıkan iki topluluk, "bölge ve şehir ölçeğinde ikamete dayalı olan topluluk ile şehir öl çeğinde işkoluna dayalı olandır."50 Hemşerilik fikri sayesinde, ge rek işyerinde gerekse yaşam mekânındaki çatışmalı ilişkiler güçlü birer toplumsal dayanışm a biçim ine çevrilebilmektedir. Bu çeşitli toplumsal süreçler — ki akademik solun aksine Lazar bunları romantize etmekten mümkün olduğunca kaçınmaktadır— şehrin kendisinin nasıl görüldüğü üzerinde çarpıcı bir etki yapm ış tır. Lazar'a göre "şunu sormak yerinde olur": E l A lt o 'y u b ir g e c e k o n d u b ö lg e s i, b ir b a n liy ö , b i r p a z a r a la n ı v e y a u la ş ım h a t la r ın ın d ü ğ ü m n o k t a s ı d e ğ il d e b i r ş e h ir y a p a n ş e y n e d ir ? B u n u n y a n ıt ı, k a n a a t im c e , g e r e k d e v le t s is t e m i iç e r is in d e n g e r e k s e d e v le t d ış ı a la n la rd a n f a r k l ı a k t ö r le r in E l A lt o 'y a m ü n h a s ır b i r k i m l i ğ i ü re tm e k te o lu ş u d u r .
50. A.g.y., 260.
ASİ ŞEHİRLER
212
E lb e tte b u te k il b ir k im lik d e ğ ild ir, a n c a k g id e r e k s iy a si r a d ik a liz m v e y e rlilik m e f h u m la r ıy la iliş k ili h a le g e lm e k te d ir.
İşte bu "kimlik ve ondan doğan siyasi bilincin siyasi eyleme dönüş mesi", 2003 ve 2005 yıllarında salt ulusal değil uluslararası düzlem de de dikkatlerin "asi şehir" El Alto'ya çevrilm esine yol açan şey dir.51 Lazar'ın anlatımından çıkarılacak ders, neoliberal kentleşmenin kötürümleştirici süreçlerinden siyasi bir şehir yaratmanın ve böyle likle şehri kapitalizm karşıtı m ücadele için yeniden sahiplenmenin mümkün olduğudur. Ekim 2003'teki olayların "farklı işkollarının çıkarlarının son derece olumsal bir biçim de çakışması, ve ardından hükümetin orduya göstericileri öldürm e emri vermesi üzerine çok daha şiddetli biçimde infilak etmesi" olarak anlaşılması gerekm ek le birlikte, söz konusu işkollarının her birinin çıkarlarının örgütleni şi, ve şehrin "radikalliğin ve yerliliğin merkezi" olduğuna dair bir hissiyatın yaygınlaşması için geçen süre de gözardı edilem ez.52 Kayıtdışı sektörde istihdam edilen emeğin geleneksel sendikal çizgide örgütlenmesi, mahalle dem eklerinin bir Federasyon altında birleşti rilmesi, kentsel ve kırsal mekân arasındaki ilişkinin siyasallaşması, eşitlikçi meclislerin yanı sıra iç içe geçmiş hiyerarşilerin ve liderlik biçimlerinin oluşturulması, kültür ve kolektif hafızadan kaynakla nan güçlerin harekete geçirilmesi gibi şeylerin tümü, şehri antikapitalist m ücadele için yeniden sahiplenmek adına bilinçli olarak nele rin yapılabileceğine dair birer model sunar. El Alto'da bir araya ge len örgütlenme biçimleri aslında Paris Komünü'nde bir araya gelen bazı biçim lerle yakın benzerlik gösterir (arrondissement'lar, sendi kalar, siyasi hizipler, ve şehre hâkim olan güçlü hem şerilik hissi ve şehre sadakat). Geleceğe Dönük Hamleler El Alto örneğinde bütün bunlar tesadüfi olarak bir araya gelen olumsal koşulların bir sonucu olsa da, şehir çapında benzer çizgide bir antikapitalist hareketi bilinçli olarak inşa edebileceğim izi neden düşünmeyelim ? Örneğin New York şehrinde şu an büyük ölçüde 51. A .g .y., 63.
52. A .g .y., 34.
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
213
uykuda olan m ahalle kurullarının yeniden canlandırılarak bütçe ta yini yetkisi ile donatılmış m ahalle m eclisleri haline getirildiğini, bunun yanında Şehir Hakkı İttifakı'nm Dışlanm ış İşçiler Kongresi ile birleşerek gelir, sağlık hizm etlerine erişim , ve konut alanında da ha fazla eşitlik için mücadele verdiğini; bütün bunlara, neoliberal korporatist kentleşmenin yarattığı yıkımın içerisinden şehri ve hemşerilik/yurttaşlık, toplumsal ve çevresel adalet hissini yeniden inşa etmeye uğraşan yeniden canlandırılmış mahalli Emek Konseyinin eklendiğini tahayyül edin. El A lto'nun hikâyesi, böyle bir koalisyo nun başarılı olması için, "Jane Jacobs'ı akılda tutarak Robert Moses gibi inşa etm ek"te kararlı müteahhit şirketler ve finansörlerin hâkim olduğu kentleşm e süreçlerinden radikal biçimde farklılaşan bir kentleşme projesi etrafında hemşeri-özneleri (kendi içinde ne kadar bölünmüş olurlarsa olsunlar, ki New York'taki durum hep böyle ola gelmiştir) harekete geçirebilecek, kültür ve radikal bir siyasi gele neğe ait güçlerin (ki New York'ta olduğu gibi, Chicago, San Fran cisco ve Los Angeles'ta da böyle güçler kuşkusuz m evcuttur) sefer ber edilmesinin gereğine işaret ediyor. Gelgelelim antikapitalist mücadelenin gelişim ine dair çizdiği miz bu pembe tabloyu bozan çok önemli bir ayrıntıyı atlamamalıyız. Bolivya örneğinin gösterdiği şeylerden biri de, W ebber'e biraz olsun hak verecek olursak, birbiri ardına gelen şehir isyanları tara fından harekete geçirilen herhangi bir antikapitalist hareketin, belli bir an geldiğinde çok daha üst ölçekte bir genellem e altında toplan ması zaruretidir; aksi takdirde hareket devlet düzeyinde parlam en ter ve anayasal reform izme ricat edecek, ve sürmekte olan em perya list egemenliğin çatlaklarında neoliberalizm i yeniden kurmaktan öteye geçemeyecektir. Bu ise, salt devlete ve onun hukuk, polis de netimi ve yönetim alanındaki kurumsal düzenlemelerine dair değil, aynı zam anda her devletin ait olduğu devletler sistemine ilişkin da ha genel sorulara yol açar. Günüm üz solunun büyük bölümü, bir makro-örgütlenm e modeli üretmek için var gücüyle çaba harcadığı zamanlarda dahi, m aalesef bu soruları sormaktan imtina etmektedir. Murray Bookchin'in radikal "konfederalizm"i bu çabaya örnektir; keza Elinor Ostrom'un bir parça reform ist olarak nitelenebilecek "çok merkezli yönetim"i, ki göründüğü ve anlaşıldığı kadarıyla bir devlet sistemini andırmaktadır, ve kuvvetle m uhtem eldir ki savunu
214
ASİ ŞEHİRLER
cularının niyeti ne olursa olsun bir devlet sistemi gibi davranacak tır.53 Bu tutum un bir başka örneği de, O rtak Zenginlik kitabında Hardt ve N egri'nin yaptığı gibi, sayfa 361'de yerden yere vurdukla rı devleti, 380'inci sayfada yeniden dirilterek herkes için asgari ya şam standardı, sağlık hizmeti ve eğitimin ham iliğine aday göster mek gibi bir tutarsızlığa düşmektir.54 Fakat işte bütün bir şehri nasıl olup da örgütleyebileceğimiz so rusu tam burada aciliyet kazanır. Bu bakış, ilerici güçleri, örgütsel açıdan zor ayakta duran işçi kolektifleri ve dayanışm a ekonom ileri nin mikro düzeyine sıkışıp kalm aktan kurtarır (bunlar her ne kadar önemli olsa da), ve bizleri antikapitalist bir siyaseti gerek teorize et menin gerekse uygulamaya koym anın bam başka bir biçimine m ec bur kılar. Eleştirel bir bakış açısından, Ostrom'un "çok merkezli yö netim" tercihinin olduğu kadar Bookchin'in liberter belediyeler "konfederasyonu"nun da neden başarısızlığa yazgılı olduğu görüle bilir. iris Young'ın sorusu önemli bir noktaya işaret ediyor: "Bütün toplumun özerk belediyeler biçiminde örgütlendiğini varsayacak olduğumuzda, bu topluluklar arasında büyük çaplı eşitsizlik ve ada letsizliklerin (3. Bölüm'de tartıştığım ız türden) baş göstermesini, imtiyazlı ve güçlü cemaatlere m ensup olmayan bireylerin ezilm esi ni önleyecek olan nedir?"55 Bu tür sonuçları önlemenin tek yolu, be lediyeler arasında en azından fırsatlar açısından ve belki sonuçlar açısından da kabaca eşitliği sağlayacak aktarımları zorunlu tutacak ve uygulayacak daha üst bir mercinin varlığıdır. M urray Bookchin' in özerk belediyelerden oluşan konfederal sisteminin bunu başar ması hemen hemen olanaksızdır, çünkü bu konfederal merci, siya set belirlem ekten alıkonmuş, yetkileri nesnelerin idaresi ve yöneti mi ile sınırlandırılmış, insanların yönetim inden m en edilmiştir. G e nel kuralann, sözgelimi belediyeler arasında servetin yeniden bölü-
53. M u rray B o o k ch in , R em a kin g Society: P a th w a ys to a G reen F uture, B o s ton, MA: S o u th E nd P ress, 1990; "L ib ertarian M unicipalism : A n O v erview ", S o ciety a n d N a tu re 1 (1992): 1-13; E lin o r O strom , "B eyond M arkets and Status: Polycentric G o v ern an ce o f C o m p lex E conom ic S ystem s", A m erica n E co n o m ic R e view 100 (2010): 641-72. 54. H ardt v e N egri, C om m onw ealth. 55. Iris M ario n Y oung, Ju stic e a n d the P o litics o f D ifference, P rinceton, NJ: P rin ceto n U n iv ersity P ress, 1990.
ANTİKAPİTALİST M ÜCADELE İÇİN
215
şümüne ilişkin kuralların konması ya dem okratik uzlaşm a yoluyla olacaktır (ki tarihsel deneyim ler bize bunun gönüllü ve kendiliğin den başarılacak bir iş olmadığını kanıtlıyor), veya hiyerarşik bir yö netim yapısı içerisinde farklı seviyelerde karar gücüne sahip de mokratik özneler olan yurttaşlar tarafından. Böyle bir hiyerarşi için de erkin daim a yukarıdan aşağı etkili olacağını farz etmek için bir neden yoktur; diktatörlük veya otoriterliği önlem ek için m ekaniz malar tasarlanabilir. Fakat işin aslı, ortak servet meselesi gibi bazı sorunlar ancak belli bir ölçekte ortaya çıkar, dolayısıyla demokratik kararların da elbette o ölçekte alınması gerekir. Bu bakım dan Bolivya'daki hareket, ülkenin güneyindeki geliş melerden feyzalabilir — örneğin devletten ücretsiz eğitim ve eğitim eşitliği talep eden bir öğrenci hareketi olarak doğan hareketin, dev letten anayasal reform, emekli m aaşlarında iyileştirme, yeni emek yasaları ve Şili sivil toplumunda giderek artan toplumsal eşitsizlik eğilimini tersine çevirecek ilerici şahıs ve şirket verilendirme siste mi talep eden neoliberalizm karşıtı bir ittifaka dönüştüğü Şili'nin Santiago şehrinden. Günümüzde siyasi yelpazenin gerek sol gerek se sağında devlete duyulan yaygın şüphenin ortasında bile böyle bir kurumsallığın ne derece işe yarar veya arzulanır olduğuna dair, dev let meselesi ve özellikle de ne tür bir devlet (veya kapitalist olm a yan m uadili) sorusu kaçınılmazdır. Daha üst bir siyasal topluluk içerisinde tanımlanan bir yurttaşlık hakları zemini, sınıf ve mücadele çerçevesiyle ihtilaf içinde olmak zorunda değildir. Yurttaş ve yoldaş, her ne kadar çoğu kez birbirin den farklı ölçeklerde mücadele veriyor olsalar da, antikapitalist bir mücadelede pekâlâ yan yana yürüyebilirler. Fakat bu ancak, Park'ın uzun zaman önce ileri sürdüğü gibi, "üzerimize düşen görevi," yani, kapitalizm in tahripkâr kentleşme uygulam alarının yıkıntıları üze rinde sosyalist şehri kolektif olarak inşa etme görevini "enine boyu na idrak etmemiz" halinde m üm kün olacaktır. İnsanları sahiden öz gürleştirecek şehir havası bu sayede teneffüs edilebilir. Bu ise, anti kapitalist düşünce ve pratikte bir devrimi gerektirir. İlerici antikapitalist güçlerin küresel bir koordinasyon düzlem i ne sıçramaları şehirlerin bir araya gelerek oluşturduğu bir şebeke sayesinde daha kolay gerçekleşecektir. Bu tür bir şebeke, tek m er kezli olm am ak kaydıyla hiyerarşik olabilir; korporatist olm akla bir-
216
ASİ ŞEHİRLER
likte dem okratik, eşitlikçi, yatay ilişkilere dayanan, sistematik ola rak iç içe geçmiş ve federatif yapıda (Ortaçağın sonunda ticaret ser mayesinin can damarını oluşturan Hanseatik şehirler birliği benze ri, sosyalist şehirlerden oluşan bir birlik tasavvur edin); kendi için de fikir ayrılıkları ve çatışm alara izin veren, ancak serm ayenin sınıf iktidarı karşısında dayanışm a sergileyen; ve hepsinden öte, gerek çalışm a gerekse yaşam alanında tabi olduğum uz toplum sal ilişkile ri dünya piyasaları üzerinden dayatan kapitalist değer yasalarını aşındırm a ve nihayet alaşağı etm e yolundaki mücadeleye sıkı sıkıya bağlı olmalıdır. Böylesi bir hareket, sınıf tahakkümü ve metalaşmış piyasa belirlenim lerinin ötesinde insan gelişim ini teşvik etmelidir. M arx'ın ısrarla vurguladığı gibi, hakiki özgürlük alanı ancak bu tür maddi kısıtların geride bırakıldığı yerde başlar. Antikapitalist m ü cadele adına şehirleri yeniden sahiplenm ek ve örgütlemek, bunun için en âlâ başlangıç noktasıdır.
A LT IN C I B Ö L Ü M
Londra 2011: Vahşi Kapitalizm Sokağa Dökülüyor
Daily M ail gazetesi onlara bu adı taktı. Londra sokaklarında yarışırcasına koşuşturan, ümitsiz ve çoğu kez de şuursuzca polislere tuğla, taş ve şişe fırlatan, köşebaşında dükkânları yağm alayan, ortalığı ateşe veren, twitter m esajları yo luyla bir stratejik hedeften diğerine ilerlerken güvenlik görevlilerini alay edercesine peşlerinden sürükleyen, her tabakadan çılgın genç. Bu "vahşi" sözcüğü beni şöyle bir duraksattı. 1871 Parisi'nde komünarların özel mülkün, ahlak, din ve ailenin kutsallığı adına katli vacip (ve ekseriyetle vaki) olan vahşi hayvanlar, sırtlanlar biçim in de yaftalandığm ı hatırladım. Fakat sözcüğün çağrışımları bundan ibaret değildi: Yıllar boyu Rupert M urdoch'un sol cebinde rahatça kurulan Tony Blair de, M urdoch'un elini sağ cebine atıp oradan D a vid Cameron'u çıkarm asıyla birlikte "vahşi medya" diye feryat et mişti. Ayaklanmaları apaçık, düpedüz, affedilm ez bir suç olarak gören kesim ile, polisin kötü muamelesi, süregiden ırkçılık, gençlerin ve azınlıkların haksız yere takibe alınması, kitlesel boyutlara varan iş sizlik, artan toplum sal mahrumiyet, ve ekonom iyle uzaktan yakın dan ilgisi olm ayan, bilakis kişisel servet ve iktidarın devamı ve biri kimi saikiyle ortaya atılmış şuursuz bir kem er sıkma siyasetini ha diselerin arka planına yerleştirm e gayreti içine girenler arasında her zamanki histerik münakaşaya hiç kuşkusuz bir kez daha tanık ola cağız. Hatta günümüzde pek çok m esleğin ve gündelik yaşam ın an lamsızlığını ve yabancılaştırıcı etkisini, insan gelişimi için varolan "N İH İL İS T V E V A HŞİ G E N Ç L E R ."
218
ASİ ŞEHİRLER
devasa potansiyelin eşitsiz dağılımını da gündeme getirenler ola caktır. Şansım ız varsa, kom isyonlar kurulacak, raporlar hazırlanacak ve Thatcher yıllarında Brixton ve Toxteth için söylenenler aynen tekrar edilecek. "Şansımız varsa" diyorum , çünkü İngiltere'nin halihazır daki başbakanının "vahşi" dürtüleri, bir yandan ahlaki pusulanın şaştığından, adabım uaşeretin yerle bir olduğundan, başıboş gençler arasında aile değerleri ve disiplinin m aalesef erozyona uğradığından dem vururken, diğer yandan tazyikli su püskürten tankları, biber ga zı taburunu ve plastik mermileri devreye sokacak gibi görünüyor. Asıl sorun ise, içinde yaşadığım ız toplumda bizzat kapitalizmin iyiden iyiye vahşi bir hal almış oluşudur. Vahşi siyasetçiler harca m alarda usulsüzlük yapar, vahşi bankacılar hazine kasasında kalan ne varsa soyup soğana çevirir; şirket yöneticileri, hedge fonu yöne ticileri, girişim sermayesi dehaları dünyanın servetini yağm a eder; telefon ve kredi kartı şirketleri hepimize ne idüğü belirsiz birtakım ücretler fatura eder; büyük şirketler ve zenginler vergi ödemediği gibi, bir yandan da kamu finansm anının m erasında otlanır; esnaf herkesi kazıklar; dolandırıcılar ve göz boyam a üstatları ise şirketler ve siyasiler âleminin en üst kadem elerinde üçkağıt çevirmektedir. Kitlesel m ülksüzleştirm e, göz göre göre soygunculuğa varan — bilhassa da yoksulları ve m ağdurları, eğitimsiz ve hukuki korum a dan yoksun kesimleri hedef alan— akbaba taktikleri üzerine kurulu bir siyasal iktisat, oyunun kuralı haline gelmiş durumdadır. Dürüst bir sermayedar, bankacı, siyasetçi, esnaf veya dürüst bir polis amiri bulunabileceğine hâlâ inanan kaldı mı? Evet, böyle kişiler var. Fa kat geri kalan herkesin aptal gözüyle baktığı bir azınlık durum unda lar. Kafanı kullan. Kolay yoldan para kazan. Dolandır, çal! Yakalan ma ihtimali düşük. Her halükârda şahsi serveti şirket yolsuzluğunun bedellerinden uzak tutmanın bir sürü yolu var. Söylediklerim şaşırtıcı gelebilir. Çoğumuz bunu görm üyor çün kü görmek istemiyor. Tabii ki hiçbir siyasetçi bunları söylemeye cü ret edemiyor, basın ise bunları sırf dile getiren kişiyi zora sokmak için yayımlıyor. Tahminimce bir sokak ayaklanm asına katılan her kes dediklerim den tam anlam ıyla haberdardır. O nlar herkesin yap makta olduğundan farklı bir şey yapmıyorlar, sadece bunu daha ba riz ve göze batacak şekilde, sokakta yapıyorlar. Şirket sermayesinin
LON DRA 2011: VAHŞİ KAPİTALİZM SOKAĞA DÖKÜLÜYOR
219
gezegenimize yapıp ettiği şeyleri onlar Londra'nın sokaklarında tak lit ediyorlar. Kapitalizmin bünyevi olarak vahşi güdülerinin (savu nucuları buna mahcup bir ifadeyle girişim cinin "hayvanca ruhu" adını vermişti) Thatcherism 'le birlikte zincirinden boşanmasından bu yana, bunları dizginleyecek hiçbir şey olmadı. Fütursuz bir "ara zi için orman yakma" anlayışı bugün hem en her yerde yöneten sını fın apaçık şiarı haline gelmiş durumda. İçinde yaşadığım ız yeni norm allik durumu budur. Bundan son raki büyük sorgulama görevinin ele alması gereken de budur. Yal nızca isyancılar değil, herkes hesap vermelidir. Vahşi kapitalizm in sanlığa karşı, doğaya karşı suçlarından ötürü yargılanmalıdır. Ne yazık ki, bilinçsiz isyancılar bunu ne görebiliyorlar ne de böyle bir talep ortaya koyabiliyorlar. Etraftaki her şey bizleri de bu nu görmekten ve talep etmekten alıkoym ak için sanki elbirliği etmiş gibi. Siyasi erkin üstün ahlak ve aklıselim cübbesine bürünmesi de bu yüzden, böylece güya kim se onun alenen ahlaksız ve budalalık derecesinde m antık dışı olduğunu görmeyecek. Fakat dünya çapında çeşitli umut parıltıları da mevcut. İspanya ve Yunanistan'da indignados (öfkeliler) hareketi, Latin A m erika'da ki devrimci itkiler, Asya'da köylü hareketleri, hep birlikte, akbaba gibi yırtıcı bir küresel kapitalizmin dünyaya salıverdiği devasa do landırıcılığı ayırt etm eye başlıyor. Geriye kalanlarım ızın bunu gör mesi ve harekete geçmesi için daha ne lazım? En baştan nasıl başla yabiliriz? Nasıl bir doğrultuda ilerlemeliyiz? Yanıtlaması kolay so rular değil bunlar. Fakat kesin olarak bildiğim iz bir şey var: Doğru yanıtlara ancak doğru sorulan sorarak ulaşabiliriz.
Y E D İN C İ B Ö L Ü M
# OWS: Wall Street Partisi Gazap Biçiyor
W A LL S T R E E T PA RTİSİ ABD'ye çok uzun zamandır rakipsiz olarak hükmetmekteydi. En az kırk yıl boyunca ülke başkanlarımn siyasi tercihlerini tahakküm altına aldı, başkanlık koltuğunda oturan kişi gönüllü olarak onun maşası olsun veya olmasın. Her iki partiden si yasetçilerin âciz ve Wall Street'in mali gücü ve denetimi altında tut tuğu medyaya bağımlı olmaları sayesinde M eclis'i büyük ölçüde sa tın aldı. Ülke başkanları ve M eclis tarafından gerçekleştirilen ve onanan atam alar sayesinde Wall Street Partisi devlet aygıtının bü yük kısmını olduğu gibi yargı sistemini de tahakküm ü altına aldı. Bu durum özellikle Yüksek M ahkeme'de, seçim yasasından emekle ilgili m evzuata, çevre m evzularına ve iş akdi yasasına varıncaya dek birbirinden çok farklı alanlarda parasal çıkarları koruyan taraf gir hükümlerdeki artış biçim inde açıkça kendisini gösterir. Wall Street Partisi'nin yaslandığı tek bir evrensel idari ilke var dır: paranın m utlak erkinin mutlak hâkim iyetine hiçbir ciddi itiraz gelmemesi. Bu erk tek bir amaçla uygulanır: Parasal güce sahip olan lar sonsuza dek servetlerini biriktirm eye devam etm ekle kalmayıp dünyanın da mirasçıları olmalı; toprağın, barındırdığı bütün kaynak ların ve üretim kapasitesinin doğrudan veya dolaylı hâkimi olmanın yanı sıra, bütün emek ve yaratıcı potansiyel üzerinde de mutlak söz sahibi olmalıdırlar. Geri kalan herkes gözden çıkarılabilir. Bu ilke ve uygulamaların şahsi hırslardan, dar görüşlülükten, ve ya sırf kötü niyetten kaynaklandığı söylenemez (her ne bunların hepsinden etrafta bolca bulunsa da). Bu ilkeler rekabetin cebri yasa
# OW S: WALL STREET PARTİSİ G AZAP BİÇİYOR
221
larına göre hareket eden serm ayedar sınıfın kolektif istenci ile için de yaşadığım ız dünyanın siyasi topluluğuna nakşedilmiştir. Benim lobi grubum eğer seninkinden daha az para harcarsa, bu benim daha az imtiyaz elde edeceğim anlamına gelir. Eğer bir yerel yönetim hal kın ihtiyaçlarına yönelik harcam ada bulunuyorsa, rekabet gücünden yoksun demektir. Makul denebilecek pek çok kişi çekirdeğine kadar çürümüş olan bu sisteme hapsolm uş durumdadır. Eğer asgari bir yaşantı için ge rekli parayı kazanmak istiyorlarsa, iş bulabilmek için şeytana payı nı vermek dışında şansları yoktur: Bütün yaptıkları em irlere uym ak tır; Eichm ann'ın aşina olduğumuz sözleriyle, veya şimdilerde kim i lerinin dediği gibi, "sistemin kendilerinden talep ettiği şeyi yapı y o rla rd ır yalnızca, ki Wall Street Partisi'nin barbarca ve ahlakdışı ilke ve uygulam alarına ayak uydurabilsinler. Rekabetin cebri yasa ları hepimizi bu merham etsiz ve kayıtsız sistemin kurallarına, az ve ya çok, uymaya mecbur eder. Şahsi değil sisteme dair bir sorundur karşımızda duran. Partinin en sevdiği sloganlar olan özgürlük ve hürriyet özel m ül kiyet hakları, serbest piyasa ve serbest ticaret tarafından güvence atına alınır, ve aslında başkalarının emeğini sömürme, sıradan in sanların mal varlığını keyfi biçimde ellerinden alm a ve çevreyi şah si veya sınıfsal çıkar için talan etme özgürlüğüne tercüme olur. Bir kez devlet aygıtının denetimini eline geçirmeye görsün, Wall Street Partisi derhal bütün iştah kabartan KIT'leri piyasa değe rinin altında fiyatlara özelleştirir, böylece sermaye birikimi için kendisine yeni sahalar açar. D evlet hâzinesinin rahatça yağm alan masını sağlayacak birtakım taşeronlaştırm a (askeri-sanayi kom p leksi bunun baş örneğidir) ve vergi (büyük tarım şirketlerine süb vansiyonlar, sermayeden alınan verginin düşürülmesi) düzenlem e leri getirir. Denetlem e sistemlerini kasten öylesine karmaşık hale getirir, devlet aygıtının geri kalan kısm ında da öylesine hayret veri ci bir idari beceriksizlik sergilerler ki (Reagan yönetim inde Çevre Koruma Dairesi'nin (EPA), Bush yönetiminde Federal Acil Durum İdare Heyeti (FEMA) ve başkanı "büyük işler başaran" Brown'u ha tırlayın)1 zaten şüpheci bir kamuoyunu, gündelik yaşamı veya yurt 1. G . W Bush, FEM A'm n ilk başkanı olarak atadığı M ichael D. B row n'u 2005'
222
ASİ ŞEHİRLER
taşların gelecek beklentilerini iyileştirmekte devletin yapıcı bir rol oynayam ayacağına ikna etm eyi başarır. Nihayet bütün devletlerin talep ettiği şiddet tekelini, halkı kamusal alan addedilen yerin ola bildiğince dışında tutmak ve em irlerine uymayan kim varsa taciz et mek, gözaltına almak ve icabında suçlu ilan ederek hapse atmak için kullanır. Baskıcı hoşgörü hususunda üzerine yoktur; ifade öz gürlüğü aldatmacasını devam ettirir, yeter ki söz konusu ifade, ken di yürütm ekte olduğu projenin ve ona zemin hazırlayan baskı aygı tının gerçek doğasını ifşa etme cüretini göstermesin. Wall Street Partisi sınıf savaşını kesintisiz olarak sürdürüyor. Warren Buffet'ın deyimiyle, "Tabii ki sınıf savaşı var, savaşı açan benim sınıfım , yani zenginler ve kazanan da biziz". Bu savaşın bü yük kısmı Wall Street Partisi'nin amaç ve niyetlerini gizleyen bir di zi maske ve sis perdesinin ardında gizlice sürdürülmektedir. Wall Street Partisi gayet iyi bilir ki derin siyasi ve iktisadi soru lar kültürel m eselelere tercüm e edildiğinde içinden çıkılm az bir hal alır. Bu nedenle düzenli aralıklarla çok geniş bir yelpazeden emre amade uzm anların görüşüne başvurulur. Bizzat finanse ettikleri dü şünce kuruluşları ve üniversitelerde istihdam edilmiş, yahut kendi denetimleri altındaki m edyaya serpiştirilm iş bulunan bu uzmanlar, hiçbir ehem m iyet taşımayan konulardan tartışm a yaratm ak ve orta da olmayan sorulara cevap bulm akla mükelleftir. Bir an bütçe açığı nı kapatmak için herkesin katılm ası gereken kemer sıkm a politika sından dem vururken, bir dakika geçmeden kendi ödedikleri vergi m iktarını düşürmeyi önerirler, bunun bütçe açığı üzerindeki etkisi ne olursa olsun. Bir türlü açıkça tartışılam ayan şey, bunca uzun za mandır kesintisiz olarak ve merham etsizce sürdürdükleri sınıf sava şının niteliğidir. Sınıf savaşı diye bir şey tarif etmek, şu anki siyasi ortam da ve kendilerinin uzman kanaatince, onu ciddi olarak ele al maktan uzaklaşm ak, hatta bir aptal, belki de bir hain olarak dam ga lanmak anlam ına gelir. Oysa şimdi, ilk kez, Wall Street Partisi ve onun katışıksız para sal gücüyle yüzleşm ek üzere yola çıktığını açıkça ortaya koyan bir
teki K atrin a sel felaketi sırasın d a "büyük iş başardın" d iyerek kutluyordu. A fette ABD'de 1800'ün üzerin d e insan hayatını kaybetti. M ali h asar 81 m ily ar dolardı. A fetin ard ın d an M ichael B row n FEMA başkanlığından istifa etti.
# OW S: WALL STREET PARTİSİ G AZAP BİÇİYOR
223
hareket var. Wall Street'in sokağı başkaları tarafından — aman Tan rım— işgal edilmekte! Wall Street'i İşgal Et hareketinin şehirden şehre yayılan taktikleri, şehrin m erkezinde iktidarın ağırlığının yo ğun olarak hissedildiği bir kamusal mekânı, park, veya meydanı alıp bu m ekâna insan bedenlerini yerleştirerek kamusal alanı siyasi bir m üşterek alana çevirm ek — bu iktidarın ne yaptığı ve onun eri şimine karşı koymanın en iyi yolu hakkında açık bir tartışma m ekâ nına. Kahire'nin Tahrir M eydanı'nda sürm ekte olan asil m ücadelede yeniden yaşam bulan bu taktik dünyaya yayılmış durum dadır (M ad rid'de Puerta del Sol, Atina'da Sintagm a M eydanı ve şimdi de Lon dra Aziz Paul Katedrali'nin dışındaki merdivenler, ve tabii Wall St reet'in kendisi). Bu da bize kamusal alanda toplanan bedenlerin ko lektif gücünün, diğer bütün erişim araçları tıkanmış olduğunda da hi, hâlâ en etkili m uhalefet aracı olduğunu gösteriyor. Tahrir Meydanı'nın dünyaya gösterdiği şey apaçık bir hakikatti: Asıl önemli olan Twitter veya Facebook'taki duygusal gevezelik değil, sokağa ve meydana çıkan bedenlerdir. ABD'deki bu hareketin amacı basittir: "Halk olarak bizler ülke mizi, şu an onu yöneten parasal güçlerden geri alm aya kararlıyız. Amacımız Warren Buffet'ı haksız çıkarmak. Onun sınıfı, yani zen ginler, bundan böyle rakipsiz yönetem eyecekler; dünya onlara m i ras kalmayacak. O nun sınıfının, yani zenginlerin kaderinin daima kazanmak olduğu da doğru değil." Diyor ki: "Biz yüzde 99'u oluştu ranlarız. Çoğunluğa sahibiz, ve bu çoğunluk egemen olabilir, olm a lı ve olacak da. Parasal güç bize bütün diğer ifade kanallarım kapat tığına göre, görüşlerim iz işitilene ve ihtiyaçlarım ız karşılanana ka dar yaşadığım ız şehrin park, meydan ve sokaklarını işgal etmekten başka seçeneğim iz yok." Başarılı olabilm ek için hareketin yüzde 99'luk kesim e ulaşması gerekiyor. Bunu yapabilir ve adım adım yapıyor da. Bir kere işsizlik nedeniyle sefalete sürüklenen bütün o insanlar var, sonra Wall St reet tayfasının evlerini veya m allarını elinden aldığı kimseler. H are ket, öğrencileri, göçmenleri, yarı-işsizleri, ve Wall Street Partisi ya rarına ulusun ve dünyanın sırtına yüklenen tamam ıyla gereksiz ve benzeri görülmem iş kem er sıkma siyasetinin tehdit ettiği diğer ke simleri birleştiriyor. Zenginlerin evlerinde acımasızca sömürdüğü göçmen ev işçilerinden, m asasında kuş sütü eksik olm ayan zengin
224
ASİ ŞEHİRLER
lerin yiyip içtiği kuruluşların m utfağında üç kuruş için kölelik eden lokanta işçilerine uzanarak işyerlerindeki dehşet verici sömürü dü zeylerine odaklanması gerekli. Yaratıcı işlerde çalışanları ve yete neği çoğu zaman büyük parasal güçlerin denetim inde ticari ürünle re dönüştürülen sanatçıları da bir araya getirmeli. Hareket öncelikle, sistemin yabancılaştırdığı, gidişattan huzur suz olan, bir şeylerin kökten yanlış olduğunu hisseden ve Wall St reet Partisi'nin tasarladığı sistemin barbarca, etiğe aykırı ve gayri ahlaki olmanın yanı sıra artık vadesini de doldurm uş olduğunu gö ren kimselere ulaşmaya çalışmalıdır. Bütün bunlar demokratik yollarla, tutarlı bir m uhalefet altında toplanmalı; ve geleceğin şehrini, farklı bir siyasi sistemi ve nihayet üretim, bölüşüm ve tüketimin insanlar yararına örgütlenm esinde iz lenecek farklı yolları anahatlarıyla özgürce m üşahede edebilm eli dir. Aksi takdirde, gitgide derinleşen kişisel borç sarmalının ve ke mer sıkma politikalarının ufukta göründüğü, tümüyle yüzde l ’lik kesimin çıkarına işleyen bir gelecek, yeni nesiller için yaşanılır ol mayacaktır. Wall Street'i İşgal Et hareketine mukabil, devlet, serm ayedar sı nıf erkini de arkasına alarak, hayret verici bir iddiada bulunm akta dır: kamusal mekânı düzenlem e ve kullanıma açma konusunda ye gâne yetkinin kendilerinde olduğu iddiası. Yani kamuoyu, kamusal mekân üzerinde ortak bir hakka sahip değil! Belediye başkanları, polis amirleri, askeri yetkililer ve devlet görevlileri ne hakla bize, yani halka, "bizim" kamusal alanımızın ne derece kamusal olduğu nu, bu mekânı kimin ne zaman kullanabileceğini tayin etm e yetkisi nin kendilerinde olduğunu söyleyebiliyorlar? Bizi, yani halkı, ko lektif olarak ve barışçıl biçimde işgal etm eye karar verdiğimiz m e kândan tahliye etme yetkisini ne zamandan beri ellerinde tutuyor lar? Kamu yararına m üdahalede bulunduklarını iddia ediyorlar ve bunu ispatlamak için yasalardan örnek gösteriyorlar, fakat kamuyu oluşturan bizleriz! Bütün bu tabloda "bizim yararımız" nerede? Ve bu arada, bankaların ve finans şirketlerinin ikramiyeleri "kendi" ceplerine indirirken gözümüzün önünde çarçur ettikleri para "bi zim" paramız değil mi? Wall Street Partisi'nin bölmek ve yönetmek konusunda sahip ol duğu organize güç karşısında, ortaya çıkm akta olan hareketin temel
# OWS: WALL STREET PARTİSİ G AZAP BİÇİYOR
225
bir ilke olarak benimsemesi gereken şey, Wall Street Partisi’ni ya kamu yararının paragöz kişilerin küçük hesaplarından önce geldiği ni kabul edecek kadar aklıselime ya da dize getirinceye kadar, bö lünmeyi de, amaçtan sapmayı da reddetmektir. Kişilere şahsi haklar bahşederken onları yurttaş sorum luluğundan m uaf tutan şirket imti yazlarının defteri dürülmelidir. Eğitim ve sağlık gibi kamusal hiz m etler ücretsiz olarak herkesin istifadesine sunulmalıdır. M edyaya hâkim olan tekelci güçler kırılmalıdır. Seçimlerin parayla satın alın ması anayasaya aykırı ilan edilmelidir. Bilgi ve kültürün özelleşm e si yasaklanmalıdır. Başkalarını sömürme ve mallarını ellerinden al ma özgürlüğü budanmalı ve nihayet suç sayılmalıdır. Amerikalılar eşitliğe inanırlar. Anket verilerine göre halk, nüfu sun ilk yüzde 20'lik kesiminin toplam servetin yüzde 30'una sahip olmasını kabul edilebilir buluyor, ancak şu an olduğu gibi, servetin yüzde 85'ini elinde tutmasının kabul edilem ez olduğu kanaatinde. Bu servetin büyük kısmının en üstteki yüzde 1'in elinde oluşu ise hepten kabul edilemez. Wall Street'i İşgal Et hareketinin önerisi şu: Biz, ABD halkı, bu eşitsizlik düzeyini salt varlık ve gelir bakım ın dan değil, daha önemlisi, böyle bir dengesizliğin neden olduğu ve yeniden ürettiği siyasi güç dağılım ı bakım ından da tersine çevirm e ye kararlıyız. ABD halkı dem okrasisinden haklı bir gurur duyuyor, fakat sermayenin tahripkâr gücü bu dem okrasiyi daim a tehdit et miştir. Mademki bugün bu güç dem okrasiye hâkim olmuştur, Jefferson'ın öngördüğü gibi, yeni bir Am erikan devrimi yapmanın vak ti gelmiş demektir: Toplumsal adalet, eşitlik ve doğayla ilişkisinde ihtimamlı ve düşünceli bir yaklaşım dan temellenen bir devrim. Patlak veren savaşım, Wall Street Partisi'ne karşı Halk, ortak ge leceğimiz açısından hayati önem taşıyor. Küresel olduğu kadar da yerel bir m ücadele bu. Şili'de herkese açık ücretsiz ve nitelikli bir eğitim sistemi için siyasi erkle ölüm -kalım savaşı veren, böylelikle Pinochet'nin zorla tesis ettiği neoliberal modelin alaşağı edilmesini başlatan öğrencileri bir araya getiriyor. M übarek'in iktidardan inişi nin (tıpkı Pinochet diktatörlüğünün sonu gibi) paranın iktidarından özgürleşmek için verilen m ücadelenin sadece ilk adımı olduğunun farkında olan Tahrir M eydanı'ndaki eylemcileri kucaklıyor. İspanya'da indignados'u, Yunanistan'da greve giden işçileri, Londra'dan Durban'a, Buenos Aires'e, Shenzen'e ve M umbai'ye dünya çapında
226
ASİ ŞEHİRLER
belirmeye başlayan militan m uhalefeti kapsıyor. Büyük sermaye ve paranın çıplak gücünün amansız tahakküm ü her yerde defansa düş müş durumda. Tek tek bireyler olarak hangi tarafta yer alacağız? Biz hangi so kağı işgal edeceğiz? Ancak zaman gösterecek. Fakat bildiğim iz bir şey varsa, o zaman şimdidir. Sistem yalnızca sekteye uğramakla kal madı, baskıdan başka her tür savunm a aracını da kaybetti. Öyleyse halkı oluşturan bizlerin, bu sistemin yeniden ne şekilde inşa edile ceği ve bunun için hangi modelin esas alınacağına ortaklaşa karar verme hakkım ız için mücadele etm ekten başka seçeneğimiz yok. Wall Street Partisi'nin devri sefil bir hezim etle kapanıyor. Onun yı kıntıları üzerinde yeni bir seçenek inşa etmek hem bir fırsat, hem de kaçınmanın mümkün olmadığı, hiçbirimizin kaçınmak da istem e yeceği bir ödev.
Teşekkür
Aşağıdaki dergilerin yayın yönetmenlerine, daha önce dergilerinde yayımlanan m ateryali kullanm am a izin verdikleri için teşekkür et mek isterim. 1. Bölüm N ew L eft Review dergisinin Eylül-Ekim 2008 tarihli 53. sayısında yayım lanan "The Right to the City" başlıklı yazının biraz değiştirilm iş bir nüshasıdır. 2. Bölüm Socialist R egister 2011 'de yayım lanan, "The Urban Roots o f Financial Crisis: Reclaim ing the City for Anti-Capitalist Struggle" başlıklı makalenin ilk bölümünün biraz genişletilmiş bi çimidir. 3. Bölüm "The Future o f the Commons" başlığıyla Radical H is tory Review dergisinin 2011 tarihli 109. sayısında yayım lanan yazı ya dayanmaktadır. Makalenin ilk halinin Elinor Ostrom'un yapıtı hakkında eksik bıraktığı bazı önemli noktalara işaret ettiği için, Charlotte Hess'e teşekkür ederim. New York şehrinde 16 Beaver grubunun öncülüğünde düzenlenen seminerin katılımcılarına, ortak alanlar hakkmdaki tartışm ada fikirlerimi netleştirmeme fazlasıyla yardımcı oldukları için ayrıca teşekkür borçluyum. 4. Bölüm "The Art o f Rent: Globalization, Monopoly and Cultu ral Production" başlığıyla Socialist R egister 2002'de yayımlanan yazının biraz değiştirilm iş bir biçimidir. 5. Bölüm Socialist R egister 2011'de "The Urban Roots o f Finan cial Crisis: Reclaim ing the City for A nti-Capitalist Struggle" başlı ğıyla yayım lanm ış olan bir m akalenin son kısm ının genişletilmiş biçimidir.
228
ASİ ŞEHİRLER
New York şehrinde toplanan "Şehir Hakkı" okum a grubunun ka tılımcılarına, özellikle de Peter M arcuse'ye, ayrıca New York Şehir Üniversitesi, Mekân, Kültür ve Politika Merkezi'nde düzenlenen se minerin üyelerine, son birkaç yıl içerisinde gerçekleştirdiğimiz pek çok şevkli tartışm a için teşekkür etmek isterim.
Dizin
ABD M erk ez B an k ası, 5 5 ,6 7 ,6 8 A bu D h ab i, 54 A fg an istan , 5 2 ,1 0 1 ,1 8 2 A ilen , P aul, 66 A lm a n y a , 5 7 ,7 5 ,7 9 ,1 0 6 ,1 6 2 A m erik an B an k alar B irliği, 74 A pp leb au m , B in y am in , 98 A rjan tin , 5 2 ,1 9 0 A tin a, 10, 16, 38, 124, 154, 159, 172, 223 A tin a A k ropolü, 162 A vrupa B irliği, 72 A vrupa m erk ez b an k aları, 67 A vu straly a, 106,152-53 A ziz P aul K ated rali, 223 B ali, 155 B a ltim o re, 5 3 ,5 5 ,6 7 ,7 5 ,1 0 3 - 5 ,1 2 4 , 132, 159 B an g k o k , 6 5 ,1 6 7 , 171-72 B ang lad eş, 64 B anzer, H ug o, 206 B arselo n a. 3 8 ,1 2 5 , 158-61,172 B ask B ölgesi, 155, 184 B atı Ş eria, 173 B ech tel, 201,2 0 9 B ell, D aniel, 143 B e rlin , 159, 162-63, 172 B ilb ao , 159 B irleşm iş M illetler (BM ), 45 Blair, Tony, 217 B loom berg, M ich ael, 5 4 ,6 6 B o liv y a ,2 4 ,1 4 1 , 172, 1 7 5 ,2 0 1 -8 ,2 1 3 , 215 B o lo g n a, 1 6 7 ,1 9 4 ,1 9 5
B ookchin, M urray, 134, 138-39, 182-83, 197-98,213-14 B rezily a, 3 2 ,5 7 ,9 1 , 167, 176, 196 BR1C, 91, 110 B rixton, 218 B row n, M ichael, 221 B u ffalo , 105 B uffet, W arren, 101,222-23 B u rlin g to n , 195 B ush, G eorge W., 101,221 C a lifo rn ia , 7 6 ,9 2 ,1 4 0 ,1 5 3 C am ero n , D avid, 217 C anary W h arf, 157 C a stells, M anuel, 34,186 C handler, A lfred , 148 C heney, D ick , 101,184 C h ica g o , 65, 78, 104,106, 171-72, 174, 213 C h o n g q in g , 114, 196 C h ristian a, 131 C id ad e de D eus, 155 C le v e la n d , 5 5 ,7 5 ,1 0 5 ,1 3 6 C linton, B ill, 91, 101-2, 105 C o c h ab am b a, 16, 136, 1 7 2 ,2 0 1 ,2 0 3 -4 , 21 0
C o lu m b ia Ü niversitesi, 67 C ó rd o b a, 171 C o u n try w id e, 9 3 ,1 0 2 C u ritib a, 196 Ç ay P artisi, 209 Ç evre K orum a D airesi (EPA), 221 Ç in , 13- 1 6 ,3 5 -3 6 ,5 3 ,5 5 - 57,61 -6 2 ,6 5 ,
230
ASİ ŞEHİRLER 8 4 ,8 9 , 9 1 ,9 3 , 106-16, 172, 181, 191
D eA n g elis, M assim o, 118 D e S oto, H ern an d o , 63,1 2 7 D etro it, 55, 101,133 D h arav i, 6 0 ,6 7 ,7 2 ,1 6 5 D ışlan m ış İşçiler K o ngresi, 190, 197, 2 0 9 ,2 1 3 D isney W orld, 123, 146-47, 160, 163 D oğa için D ü n y a Ç a p ın d a F on, 121 D oğu A vrupa, 200 D ong g u an , 112 D u b ai, 53-54 DUM BO, 131 D ü n y a B an k ası, 71 - 7 3 ,7 5 ,7 9 ,9 2 ,9 7 , 114, 1 2 7 ,1 7 5 ,1 9 6 D ü n y a K alk ın m a R ap o ru , 71 - 7 4 ,7 9 , 97, 134 D ü n y a S o s y a l F o ru m u , 32,175 D ü n y a Ş e h ir F o ru m u , 196 E kolojistler, 2 9 ,3 1 ,3 5 El A lto , 24, 132, 172-73, 189, 202, 2 0 4 -7 ,2 0 9 -1 3 E lyachar, Ju lia , 63-64 em ek h arek eti, 2 0 ,1 7 7 , 194 E ndo n ezy a, 62 E n g els, F rie d rich , 4 4 ,5 9 -6 0 ,8 0 ,1 0 2 K o m ü n ist M a n ifesto , 102 E scobar, A rtu ro , 202-3 E u sk ad iT aA sk atasu n a(E T A ), 155 E vsah ip liğ i U lusal O rtak lığ ı, 91 F annie M ae, 8 5 ,8 7 ,9 1 ,9 4 ,9 7 - 99 F ederal A cil D urum İdare H eyeti, 221 F elluce, 173 F ilistin , 173-74 F letcher, B ill, 194, 200-1 F lint, M ich ig an , 190 F lo rid a , 7 5 ,7 8 ,9 2 ,1 0 3 ,1 0 7 Foster, N o rm an , 159,163 F ra n sa, 7 6 ,8 2 ,1 5 1 , 189 F ransız K o m ü n ist Partisi (PC F), 34, 195 F redd ie M ac, 8 5 ,9 1 ,9 8 -9 9
G apasin, F ern an d o , 194, 200-1 G audí, A ntoni, 159 G ehry, F ran k , 159 G eorge, H enry, 74 G eorgia, 75 G ill, L eslie, 204-6 Teetering on the R im , 204-6 G iuliani, R udolph, 161 G odard, Jean -L u c, 30 2 o u 3 ch o ses q u e j e sa is d 'elle, 30 G oetzm an n , W illiam , 76, 7 8 -7 9 ,8 5 ,9 1 G o ld m an S achs, 53 G o ttlieb , R o b ert, 89 g öçm en hakları hareketi, 174-75,188 G raeber, D avid, 183 G reenspan, A lan, 74,91 G u an g d o n g , 16, 111 G u g g en h eim M üzesi, 159, 167 G üney A frik a, 165 H am as, 173-74 H am burg, 131, 196 H anseatik şeh irler birliği, 216 H ardin, G arrett, 118,1 2 0 ,1 2 7 , 132, 133 "T he T ragedy o f the C om m ons", 118 H ardt, M ichael, 81, 117, 122, 124, 1 3 0 -3 1 ,2 0 2 ,2 0 8 ,2 1 4 O rta k Z en g in lik, 214 H arlem , 60 ,1 3 1 , 165 H aug, W olfgang, 147 H aussm an, G eo rg es-E u g en e, 48-51, 5 4 ,5 8 -5 9 ,1 7 3 ,1 8 8 H igh L ine, 127 H in d istan , 5 6 -5 7 ,6 1 -6 2 ,6 4 -6 5 ,9 1 , 110, 113, 140 H itler, A dolf, 163 H ittorf, Jacq u es Ignace, 48 H izb u llah , 173-74 H o llan d a, 75 H ong K ong, 5 3,156-57 IMF, 111-12, 175 Ira k , 5 2 ,1 0 1 ,1 7 2 -7 3 Isaacs, W illiam , 74
DİZİN İn g iliz İşçi P artisi, 201 İngiliz M im arlar K raliy et E nstitüsü, 160 İngiliz S o sy alist İşçi Partisi, 177 inşaat işçileri, 1 0 0 ,1 8 8 ,1 9 7 İrlan d a, 9 ,5 2 ,7 5 ,8 9 İsp an y a, 5 2 ,5 4 ,7 5 ,8 9 ,2 1 9 İsp an y o l İç S av aşı, 171 İsrail, 173 İ s v e ç ,75 İtaly a, 123 Ja co b s, Ja n e , 5 9 ,6 6 -6 7 ,2 1 3 Ja p o n y a, 7 4 -7 5 ,1 0 8 -9 Joh an n esb u rg , 3 3 ,1 4 2 Jo h n s H op k in s Ü n iv ersitesi, 3 ,6 7 K ah ire, 1 6 ,3 8 ,6 3 ,1 2 5 , 158, 172, 223 k en tleşm e, 14, 1 8 ,3 5 ,4 4 -4 5 ,4 8 , 5 2 -5 4 ,5 6 , 6 5 ,6 9 ,7 1 ,7 3 - 7 4 ,8 8 , 9 1 ,9 8 -9 9 , 107, 109, 111, 113-16, 121, 124, 133, 140, 142, 158, 171, 178, 1 8 7 -8 8 ,1 9 6 -9 8 ,2 1 2 -1 3 ,2 1 5 K ierlan d C o m m o n s, 122 K ohn, M argaret, 123, 190 K o p en h ag , 131 L a Paz, 173, 1 8 9 ,2 0 5 -6 ,2 1 0 L azar, S ian E l A lto , R e b e l C ity, 2 0 5 ,2 0 8 -9 L efeb v re, H en ri, 7 ,1 9 ,2 9 - 3 9 ,4 3 ,5 1 , 6 2 ,6 9 , 1 9 7,200 "Ş eh ir H ak k ı", 30 ,2 2 8 The P a ris C o m m u n e, 33 T he P roduction o f S p a ce, 36 T he U rban R evo lu tio n , 38,51 L enin, V ladim ir, 167,177 L es H alles, 3 1 ,4 8 L ew is, M ichael T h e B ig S h o rt, 94- 96 L ib ératio n , 32 L im a, 63 L iv erp o o l, 159, 162 L iv in g sto n e, K en, 195, 201 L ock e, Jo h n , 127-29 L o n d ra, 1 0 ,5 3 -5 4 ,6 3 ,7 2 , 8 4 ,1 50,
231
157-58, 172-73, 1 95,2 17,219, 225 L ondra M ü cav ir A lan K onseyi (GLC), 201
L o n d ra Tate G alerisi, 167 L os A n g eles, 3 3 ,5 4 ,1 0 6 ,1 4 2 , 174, 189, 191, 196,213 M a d iso n , 38,172 M adrid, 9 ,1 7 1 -7 2 "m akuliyet ko m itesi”, 161 M a n h a tta n , 5 7 ,6 6 ,7 2 ,1 3 1 , 150 M artin L u th e r K ing, 98,103 M arx, K arl, 3 ,2 2 ,3 1 ,3 4 ,3 6 ,4 5 , 8 0 -8 8 ,9 2 -9 4 , 102, 128-29, 131-33, 1 4 5 ,1 4 7 ,1 4 9 -5 0 ,1 7 7 -7 9 , 185, 189, 196,216 F ra n sa 'd a S ın ıf M ücadeleleri, 82 G rundrisse, 8 0 -8 4 ,1 5 0 K apital, 3,11 -12, 3 1 ,3 4 ,3 6 , 80-83, 8 5 ,8 7 ,9 2 -9 3 , 128, 179 L o u is B o n a p a rte'in 18 B rum aire'i, 82 M edeni H ak lar hareketi, 43 M e k sik a, 5 7 ,1 9 3 ,2 1 0 M e lbourne, 167, 172 m erkezi em ek konseyleri, 194 M esa, C a rlo s, 201 M éx ico , 5 4 ,6 5 ,6 6 M ilan , 158, 167, 172 M ilw au k ee, 195 m ilyarderler, 5 4 ,5 7 ,6 6 , 116 M o n d rag o n , 184 M o rales, E vo, 201-4 M oses, R o b e rt, 5 0 -5 1 ,5 9 ,6 2 ,6 6 -6 7 , 213 M o sk o v a, 54, 195 M u m b a i, 3 3 ,5 3 -5 4 ,6 0 ,7 2 ,1 4 2 , 165, 225 M u m fo rd , L ew is, 197-98 M urdoch, R upert, 148, 217 M useu d'A rt C ontem porani de B arcelona, 159,161 m u te n a la ştırm a , 2 2 ,3 3 ,5 1 ,6 0 ,7 2 , 130, 160
232
ASİ ŞEHİRLER
N an d ig ram , 62 N egri, A n to n io , 17, 81, 83-8 4 ,117, 122, 124, 1 3 0 -3 1 ,2 0 2 ,2 0 8 ,2 1 4 N ew H av en , 67 N ew M ex ico , 193 N ew S o u th W ales, 188 N ew Y ork, 11-12,33, 37-38, 50-52, 54-55, 60, 66-67, 76, 78, 93, 96, 106, 127, 131, 136, 138, 143, 161, 165, 1 8 9 ,2 1 3 ,2 2 7 -2 8 N ew m an , F ran k , 13, 76, 78-79, 85 N ix o n , R ich a rd , 98,113 N o rth u m b ria, 191 N o ttin g h am , 191, 198 O ax aca, 172, 210 O lim p iy at O y u n ları (1992), 159-60 O strom , E linor, 119-20, 123-24, 134-37, 1 4 1 ,2 1 3 -1 4 ,2 2 7 G o vern in g the C om m o n s, 119 O to b ü s İşçileri S en d ik ası, 189 P aris, 1 1 -1 2 ,2 9 -3 1 ,3 3 ,3 8 ,4 7 -5 1 , 5 8 - 5 9 .6 5 ,8 8 , 159, 171-73, 177, 186, 1 8 8 ,2 0 0 P aris K o m ü n ü , 17, 34, 3 7 ,4 9 , 51, 167, 171, 177, 186-88, 1 9 5 ,2 0 2 ,2 1 2 P ark , R o b e rt, 43-44,117, 215 P arker, R o b ert, 152-53 P e k i n ,108-9,113 P ereire, E m ile ve Isaac, 55,88 P h o en ix , 122 P in o ch et, A u g u sto , 225 P laza de C atalu n y a, 125,172 P o lo n y a, 75 P orto A lleg re, 32, 167, 195 P o tsd am er P latz, 163 P rag , 167, 171 P ribam , K arl, 79 P u erta del S ol, 172, 223 Q u eb ec, 172 R am allah , 173 R e ag an , R o n ald , 46,100-1,221 R eich stag , 163
R evueltas, R osaura, 193 R io de Jan eiro , 62-63,110, 155, 165, 173 R o m a, 159, 172 R u sy a, 5 2 ,5 7 ,9 1 , 110, 172 S alt o f the E arth, 192-93, 198 S am aranch, Juan A ntonio, 160 S an D ieg o , 5 4 ,9 2 S an F ran cisco , 99,167 S an ch ez de L o zada, G o n zalo , 201 S ancton, A ndrew , 135 S an ta C ruz, 202-5 S an tiag o , 3 3 ,5 4 ,1 7 2 , 196,215 S âo P au lo , 3 3 ,5 3 , 110, 142 S chinkel, K arl F riedrich, 162-63 S eattle, 16,66, 147, 167, 171-72, 191-92 S eu l, 54,60-61 S henzen, 115, 225 S h en zh en , 53 S hiller, R o b ert, 7 0 ,7 5 sim gesel serm aye, 158-63, 167 S ingapur, 157 S in tag m a M eydanı, 125, 172-73,223 S itüasyonistler, 3 3 ,3 8 S lim , C arlos, 5 7 ,67 S m ith ,A d am , 127-28, 148 S o ğuk S av aş, 49,181 S oH o, 131 S orunlu V arlıkları K u rtarm a Program ı (TARP), 107 S o v y etler B irliğ i, 49, 100, 162, 181,
200 S peer, A lb ert, 163 S tiglitz, Joseph, 91 S to ck m an , D av id , 101 S u ez, 201, 209 S üveyş K analı, 48 Ş a n g h a y ,60, 107-8, 111, 113, 142, 171, 189 Ş anghay E xpo, 113 şarap en d ü strisi, 145, 151-54, 164 Ş eh ir H akkı İttifakı, 197,213 Ş ili, 5 4 ,1 0 6 , 139, 172, 196, 215, 225
DİZİN Tabb, W illiam , 5 2 ,7 6 T aft-H artley Y asası, 193 T ah b ilk , 152 T ah rir M ey d an ı, 125, 172-73, 2 2 3 ,2 2 5 T aipei, 54 T ay lan d , 7 5 ,7 9 T hatcher, M arg aret, 4 6 ,6 3 ,1 7 7 , 201, 2 0 3 ,2 1 8 T h o m as, B rinley, 88-90 T h o m p so n , E. P., 190 T ian an m en M ey d an ı, 173 T ieb o u t, C h arles, 135 T okyo, 142 T orino, 172 T oronto, 197 T oxteth, 218 tu riz m , 48, 56, 146, 155, 158, 161, 165 tü k etim k ü ltü rü , 56-57, 114, 185 U lusal E k o n o m ik A raştırm a B ürosu (N BER), 78, 89, 96 UNITE HERE, 191
233
V iyana, 172, 194 W all S treet, 14, 57, 66-67, 84-85, 173, 220-26 W all S treet'i İşgal E t(O W S ), 2 2 0 ,2 2 3 , 225 W atts, 98 W ebber, Jeffrey, 2 0 2 -4 ,2 0 6 ,2 1 3 W illiam sburg, 131 W ine A d vocate, 152 W orks P rogress A dm inistration (W PA), 100 Yale Ü niversitesi, 67 Young, Iris, 214 Y unanistan, 140, 219, 225 Y unus, M uham m ed, 64 Z ag reb , 196 Z apatistalar, 179, 182, 183 Z u cco tti P ark, 38 Z u k in , S haron, 56
M ETİS YAYINLARI
H azırlayanlar: D e n i z G ö k t ü r k , L e v e n t S o y s a l, İ p e k T ü r e l i
İSTANBUL NEREYE? K ü re se l K e n t, K ü ltü r, A v ru p a İs ta n b u l N e re y e ? "sa n a y i so n ra s ı k a p ita liz m " d iy e a d la n d ı ra b ile c e ğ im iz b u d ö n e m d e İsta n b u l'u n d ü n y a sa h n e sin e y ü k se liş in i k o n u alıy o r. B ir k ü ltü r, ta rih v e ç e ş itlilik le r k e n ti o la ra k y a n s ıtıla n İsta n b u l im g e s in e y e n i y a k la ş ım la r v e ç ö z ü m le m e le r g e tirm e y i a m a ç lıy o r. D ü n y a n ın h e r y e rin d e k e n tle r k ü re s e l k e n t p ro je le rin i b e n im s e y ip b irb irle riy le y a rış a ra k h a rita d a y e r e d in m e k p e şin d e . A n c a k k ü re se lle ş m e tu tk u su siv il to p lu m , k e n t p la n la m a s ı v e id a re si, m e d y a d a im g e ü re tim i a la n la rın d a h e r k e n tte fa rk lı s o n u ç la r d o ğ u ru y o r. İs ta n b u l 2 0 1 0 A v ru p a K ü ltü r B a şk e n ti p ro g ra m ı, T ü rk i y e 'n in A v ru p a ile b a ğ la n n ı g ü ç le n d irm e y i, A v ru p a y o lu y la d a d ü n y a y a a ç ılım ı h e d e fle d i. İs ta n b u l N e re y e ? b u s ü re c in k e n t id a re si, siv il to p lu m ö rg ü tle ri, s a n a tç ıla r, a k tiv is tle r ve g e n e l k a m u a ra s ın d a k i e tk ile ş im le ri in c e le m e k iç in iy i b ir f ırs a t o ld u ğ u d ü şü n c e siy le h a z ırla n d ı. A k a d e m ik a ra ş tırm a la rın y a n ı s ıra k ü ltü r a la n ın d a ç a lı şa n u y g u la m a c ıla rın d a k a tk ıla rın ı iç e re n k ita p ta k i y a z ıla r b e ş b ö lü m d e to p la n ıy o r: K ü re s e lle ş m e y e G id e n Y ollar; M i ra s v e Y e n ile m e T a rtış m a la rı; M e d y a tik K e n t; Ş e h ird e S a n a t v e B ir A v ru p a B a şk e n ti m i? K e n ts e l d ö n ü şü m d e n , m i m a rlık v e k o ru m a y a , s a n a t se rg ile rin d e n s in e m a v e e d e b i y a ta k a d a r u z a n a n a ra ş tırm a la rla , A v ru p a ile b ü tü n le ş m e v e k ü re s e lle ş m e y e d o ğ ru a tıla n a d ım la rın İsta n b u l so k a k la rın a v e k e n tli y u rtta şla rın y a ş a m la rın a n a s ıl y a n s ıd ığ ı ö z g ü n b ir ta b lo d a b ir a ra y a g e tiriliy o r.
M E T İS YAYINLARI
Ja n e Jaco b s
BÜYÜK AMERİKAN ŞEHİRLERİNİN ÖLÜMÜ VE YAŞAMI Çeviren: B ülent Doğan G ü z e l b ir so k a ğ ın y a d a p a rk ın ş e h ird e y a ş a y a n la ra n asıl b ir y a ra rı v a rd ır? Ş e h rin s o k a ğ ın d a y ü rü y e b ilm e iste ğ i ile o to m o b il sü rm e iste ğ i b a ğ d a ş a b ilir m i? Ş e h irle rd e ç e ş itliliğ in sü rm e s in in k o ş u lla rı n e le rd ir? Ç ö k ü ş e y o l aç a n v e y a b e r a b e rin d e y e n ile n m e y i g e tire n k u v v e tle r h a n g ile rid ir? S a ğ lık lı b ir şe h ir h a y a tı için n e g ib i p la n la m a ta k tik le rin e b a ş v u ru la b ilir? Y ü z y ılın b elk i d e e n d e v rim c i d e ğ iş ik lik le rin in , d ü n y a y ı ird e le m e k için k u lla n d ığ ım ız z ih in se l y ö n te m le rd e g e r ç e k le ş tiğ in i s ö y le y e n Ja n e Ja c o b s , ş e h ir p la n la m a s ı a la n ın d a d a b e n z e r b ir p a ra d ig m a d e ğ iş im in in g e re k liliğ in e d ik k a t ç e k i yor. Ş e h irle ri b a s it p r o b le m le rd e n z iy a d e ö rg ü tlü k a r m a ş ık lık p ro b le m le ri o la ra k e le a la ra k , s ü re ç le r ü z e rin e d ü ş ü n e rek , tik e ld e n g e n e le d o ğ ru ak ıl y ü rü te re k , o rta la m a n ic e lik lerin n asıl işle d iğ in i a n la m a k için o rta la m a d ışı n ic e lik le re b a k a ra k iç in d e y a ş a d ığ ım ız şe h irle rin g e rç e k te n n a sıl iş le d iğ in i a n la y a b ile c e ğ im iz i v e b ö y le c e bu işley işi d a h a iyi h a le g e tire b ile c e k s tra te jile ri s a p ta y a b ile c e ğ im iz i sö y lü y o r. A m e rik a n ş e h irc iliğ in d e k i ta rih se l g e liş m e le rin k u s u r s u z v e so ru n s u z o ld u ğ u n u v a rs a y a ra k , s o rg u s u z su a ls iz a y n ı y o lu tu ta n la r için ç o k d e ğ e rli d e rs le rle d o lu o la n b u k ita p , a ç ık v e b e rra k so s y a l te rc ih le ri s a y e sin d e b u g ü n d e a n la m ı nı k o ru y a n b ir k lasik tir.
M ETİS YAYINLARI
M ik e D a v is
GECEKONDU GEZEGENİ Ç eviren: G ürol K oca G e c e k o n d u G e z e g e n i, Ü ç ü n c ü D ü n y a ü lk e le rin in k e n ts e l b ö lg e le rin d e h a le n b ir m ily a r in sa n ın y a ş a m a k ta o ld u ğ u g e c e k o n d u m a h a lle le rin in ta rih in i v e b u g ü n ü n ü a n a liz e d i yor. K o n u y la ilg ili m u a z z a m g e n iş lik te k i lite ra tü rd e n a ld ı ğ ı a m p irik v e rile ri u s ta lık la k u lla n a n M ik e D a v is , y o k s u l ların M u m b a i, K a h ire , İsta n b u l, S a o P a u lo , S eu l g ib i o n la rc a m e g a k e n tte v e rd iğ i h a y a tta k a lm a m ü c a d e s in i b e tim le rk e n ç o k ö n e m li b ir d izi te s p itte b u lu n u y o r. D a v is 'e g ö re IM F ile D ü n y a B a n k a sı'n m k ıs k a c ın d a k i d e v le tle rin b u d e v a s a so ru n u ç ö z m e k iç in g e liştird iğ i ö n le m le r y o k s u lla rın d e ğ il o r ta sın ıfın işin e y a rıy o r. B a z ı li b e ra l ç e v re le rin y o k s u lla rın p ra tik b e c e rile rin e d ü z d ü k le ri ik iy ü z lü m e th iy e le r v e asıl ç ö z ü m m e rc ii o la ra k g ö ste rile n S T K 'la r k e n tle rd e k i to p lu m s a l h a re k e tle ri ra d ik a llik te n u z a k la ş tırıy o r; h e r y ıl y ü z b in le rc e y o k su l y a ş a d ık la rı m a h a lle le rd e n z o rla ta h liy e e d ilirk e n , b o şa lttık la rı y e rle re o r ta s ın ıf y e rleşiy o r. L a tin A m e rik a 'd a n O rta d o ğ u 'y a , A frik a 'd a n G ü n e y A s y a 'y a u z a n a n g e n iş b ir k ü re se l c o ğ ra fy a ü z e rin d e k a r ş ıla ş tırm a lı o la ra k k e n t y o k s u llu ğ u n u in c e le y e n D a v is şu s o r u y a u la şıy o r: P e n ta g o n ’u n g e c e k o n d u m a h a lle le rin i 21. y ü z y ılın sa v a ş a la n la rı ila n e tm e s i ile, d e p re m v e sel g ib i d o ğ a l fe la k e tle rd e g e c e k o n d u m a h a lle le rin e s ü rg ü n e d il m iş y o k s u lla rın ç o k d a h a fa z la z a ra ra u ğ ra d ık la rı g e rç e ğ i a r a s ın d a hiç m i b a ğ y o k ? N e o lib e ra liz m in h e m ta rih te e ş i g ö rü lm e d ik b o y u tla ra ç ık a rd ığ ı h e m d e b ü y ü k b ir p işk in lik le y o k sa y d ığ ı y o k s u l lu k so ru n u n u n d ü n y a ç a p ın d a k a p s a m lı b ir h a rita s ın ı ç ık a ra n b u k ita b ı h e rk e s o k u m a lı.
M ETİS YAYINLARI
Henri Lefebvre
MODERN DÜNYADA GÜNDELİK HAYAT Çeviren: Işın Gürbüz M odern D ünyada G ündelik H ayat, y a y ım la n d ığ ı ta rih te n b u g ü n e , m e v c u t d ü z e n e k a rşı g ü n d e lik h a y a tın k e n d is in d e n y o la ç ık a ra k m u h a le fe t o lu ş tu rm a k is te y e n le re y o l g ö ste rd i. F ra n s a 'd a 1968'in h e m e n ö n c e s in d e y a y ım la n a n k ita p , y e n i m u h a le fe t h a re k e tle rin in , d ü n y a y a d a ir y e n i b ir a lg ıla m a ve k a v ra m a ç a b a s ın ın h a b e rc isi o ld u . H e n ri L e fe b v re , fe lse fe c ile rin , so s y o lo g la rın , a n tr o p o lo g la rın b ir d o la y ım o la ra k , k e n d is in d e n b a ş k a b ir şe y in işa reti y a d a b a h a n e s i o la ra k e le a ld ık la rı g ü n d e lik h a y a tı e le ş tire l te o rin in m e rk e z in e k o y u y o r b u y a p ıtın d a . M o d e m to p lu m u n b ü tü n g e rilim le rin in y a n s ıd ığ ı a la n o la n g ü n d e lik h a y a t b ir a ra ş tırm a n e s n e si h a lin e g e tirilirs e , h e m b a s k ıla m a te k n ik le rin e h e m d e ö z g ü rle şm e o la n a k la rın a b a ş k a b ir g ö z le b a k ıla b ilir. D ilin to p lu m sa l b a s k ıy ı ö rtm e k te k i işle v i, tü k e tim id e o lo jis in in y a ra ttığ ı y a n ılsa m a la r, ik tid a r a y g ıtla rı ta ra fın d a n u y g u la n a n te rö r a n c a k g ü n d e lik h a y a t iç in d e n a n la ş ıla b ilir; ç ü n k ü ç e ş itli b iç im le rd e a d la n d ırm a y a ç a lış tığ ım ız , e k o n o m ik te rim le rle , sta tü g ru p la rın ın h a re k e tlilik le riy le , k e n d i ç ı k a rın ı g ö z e te n b ire y a n la y ış ıy la in c e le d iğ im iz to p lu m , bu k a v ra m s a l ara ç la rı y e te rs iz k ıla c a k d e n li k a rm a şık la ş m ış tır. A n c a k g ü n d e lik h a y a tı v e b u h a y a tın a ld ığ ı ç e ş itli b iç im le ri m e rk e z in e a la n b ir ta rih s e l e le ş tiri bu z o rlu ç a b a n ın a ltın d a n k a lk a b ilir; v a rlığ ın ı sü rd ü re n a m a h a lih a z ırd a k i to p lu m iç in d e g ö z e g ö rü n m e y e n m u h a le fe tle ri, d ire n işle ri v e b a ş k a ld ırı o la n a k la rın ı a ç ığ a ç ık a ra b ilir. H en ri L e fe b v re 'in k itab ı, b u g ü n e k a d a r g ü n c e lliğ in d e n h iç b ir şe y k a y b e tm e d i. M odern D ünyada G ündelik H ayat'la g e liştirile n te o ri, o n u h a y a ta g e ç ire c e k ö z n e le r b e k liy o r h â lâ .
David Harvey
Asi Şehirler ABD'de 2001'den beri spekülatif bir biçimde şişirilmekte olan gayri menkul ve ona bağlı finans sektöründe 2008'de iktisadi bir kriz pat lak verdi ve kısa sürede tüm Avrupa'yı girdabına aldı. Krizin neden lerini çözmeye çalıştığımız sırada, spekülatif sermayenin sözcüleri kendi içine kapalı bir jargonu tedavüle sokuyor, meselenin bizlere izah edilemeyecek kadar karmaşık olduğunu göstermeye çalışıyorlar dı. Bu nedenle sorunun ne olduğu açıklığa kavuşmasa da, maddiya tın çarpmasını doğrudan yaşamlarında hisseden kitlelerin, oturduğu eve haciz konan, işinden çıkarılan, kemer sıkma politikaları ve özel leştirmeler sonucunda kamu hizmetlerinden mahrum edilen kitlelerin sokağa inmesi uzun sürmedi. İşte Asi Şehirler, neoliberal iktisat tarafından kurgulanan kriz anlatısı ile krizin kendi üzerlerinden telafi edildiği kitlelerin konumu arasın daki makasın giderek açıldığı bu zaman kesitini tahlil ediyor. Bir aya ğı sokakta olan kitap, doğrudan eylem lehine uzun vadeli bir kavram sal analiz de sunuyor. Harvey, 1980'lerin ikinci yarısından bu yana olgunlaştırmakta olduğu kentsel iktisat anlayışını burada özlü bir bi çimde ortaya koyarken, bir yandan da kavramsal soru ve çözümleme lerin kentsel toplumsal hareketler açısından ne gibi yeni doğrultula ra işaret edebileceğini irdeliyor. Sokaktaki antikapitalist eylemliliğe yaslanan Asi Şehirler, dil ve üslu buyla da akademi dışından okuru başköşeye buyur ediyor.
Metis Edebiyatdışı ISBN-13: 978-975-342-908-5
Metis Yayınları www.metiskitap.com